37 - FAŞİSTLERİN İKTİDARA TIRMANIŞI VE TÜRK DÜŞMANLIĞI ARTIŞI

Page 1

FAŞİTSTLERİN İKTİDARA TIRMANIŞI ve TÜRK DÜŞMANLIĞI ARTIŞI

2017 Eylül - Kasım Makale ve Analizleri


FAŞİTSTLERİN İKTİDARA TIRMANIŞI ve TÜRK DÜŞMANLIĞI ARTIŞI BULTURK BGSAM Yayınları Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi - BGSAM -37 BULTÜRK Adına Genel Başkanı: Rafet ULUTÜRK Basım: Eylül - Kasım - 2017 Koordinatör: Dr. Nedim BİRİNCİ Editör: Raziye ÇAKIR İnternet sorumlusu : Kapak Tasarım: Murat ULUTÜRK Pazarlama Sorumlusu: Hamiyet ÇAKIR Arşiv: İbrahim SOYTÜRK İsteme Tel: 0212 511 63 47 www.bulturk.org; www.bghaber.org; info@bulturk.org İnternet sitesinin yazıları Adres: Yıldırım Mah. Şehit Kamil Balkan cad. No.114/A Bayrampaşa İstanbul Tel: +90 (212) 511 63 47 Belgegeçer: +90 (212) 526 51 98 https://bgsam.org/, https://issuu.com/bulturk, https://bulturk.org.tr/ Baskı : DİNÇ OFSET MATBAACILIK SAN. ve TİC. LTD. ŞTİ. Adres: Davutpaşa Cd. Emintaş San. Sit. No: 103/580-581 Topkapı - İstanbul Tel: 0090 212 493 24 67 TÜRKİYE CUMHURİYETİ YASASI GEREĞİNCE BU ESERİN YAYIN HAKKI BULTÜRK’ten İZİNSİZ KISMEN VEYA TAMAMEN ÇOĞALTILIP YAYINLANAMAZ

Web: www.bghaber.org ; E.Posta: rafetuluturk@yahoo.com


“Bilgi Ordusu, Bizim Ordumuz, Bildiğimizi Öğretmek,Bizim Borcumuz.” Rafet ULUTÜRK

Düşünceler dizisi olan elinizdeki eserin anlamı derin bir uğraşın ancak başlangıcıdır. Bulgaristanlı Türk Müslümanların başına 1970-72, 1984-85’te düşen yıldırımın bir daha düşmemesi için bir uyarı ve ışık niteliğindedir. Saygılarımızla, B U LT Ü R K İ st a n b u l



Önsöz Yerine Yıl 2017 2016 yılı Bulgaristan Türkleri ve soydaşlarımız için umut dolu gelmişti. Cumhurbaşkanlığı seçimi ve siyasi dönüşüm amaçlayan bir halk oylaması yapılacaktı. Vatandaşlar siyasi sistem değişikliğinin seçim sisteminden geçtiğini kavramıştı. Ancak parti listelerinde gösterilenlerin seçildiği “çoğulcu” uygulamadan kurtulup, seçmen tarafından gösterilecek ve seçmenin iyi tanıdığı kişilerin meclise gönderileceği mutlak ekseriyet (salt çoğunluk) sistemine geçişin müjdesini bekliyordu. Bu değişiklik için 2 milyon 500 bin seçmen oy verdi.Seçmen, meclis seçimlerinde parlamentoya giren siyasi partilere oy başı 11 leva verilmesine yani milyonlar ceplemesine son verilmesini ve seçimlerin zorunlu olmasını istedi. 2 milyon 500 bin seçmenin oyu mahkeme kararıyla rafa kaldırıldı. Siyasi sistem değişikliği için “izin veremeyiz” dendi. Bunu deyen ise, 1989 yılından sonra, “ben artık öldüm” aldatmacası yaparak, Bulgar toplumu içine boydan boya uzanan kaskatı totaliter sistemin yarattığı oligarşi ve sözcüleri oldu. Onlar aynı yıl Bulgar aşırı sağcılarını birleşmeye çağırdılar. Giderek birleştirdiler ve onlara “yolunuz iktidar basamaklarından tırmanmaktır” dediler. Avrupa’nın kaderi de kötüydü. Sığınmacılar, savaş kaçakları, kitle göçleri, kıta değiştirenler çatır çatır kıvılcım saçan faşizm her günümüzü zehir etmeye başladı. 1989’da parçaları anmalık olarak satılmaya başlayan Berlin Duvarı’ndan parçaların yerine yeni duvarlar çekmek için yeni duvarcılar belirdi. Doğu Avrupa ülkeleri aralarındaki sınırlara boydan boya tel duvar gerdiler. Tarih ayıbın böylesini daha önce görmemişti. Sınırları kaldırıp özgür bir dünyada yaşama hevesiyle birleşmeyi seçenler insanlara, “Toplama Kamplarını”, yargısız idamları, Nazileri, faşistleri anımsattılar. Avrupa Konseyi 3 Bulgar siyasi partisine, “Ataka”, İç Makedon Devrim Hareketi (VMRO) ve “Bulgaristan’ı Kurtarma Hareketi” ve bu üçlünün “Yurtsever Cephe” ortaklığı Türk, Müslüman, İslam,


6

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

sığınmacı, göçmen ve öteki düşmanlığı aldı yürüdü. Düşmanlık yılan zehrinden kötü olan... Müslümanları hem isteme hem de istememe siyaseti karıştıkça anlaşılmaz oldu. Avrupa Birliği üyesi 28 devlet Türkiye Cumhuriyeti karşısında boyun eğdi ve bir gün “ama şu göçmenleri durdurun, bizi çökertecekler” dedi. 2016 ve 2017’nin en büyük olayı buydu. Dev adımlarla büyüyen ve güçlenen Türkiye’ye daha önce 28 devlet birden yalvarmamıştı. Diz çöktüler ve 2016 ve 2017’de durumun özünü fark edemediler. Çökenler Güneşten uzaklaştıklarını fark edemezler. Kuşkusuz, önüne eğilmiş kafalardan biri olan Bulgaristan’dı. Hem Brüksel’e ve hem de Ankara’ya bakarken Bulgaristan Türklerini görmezden geldi. Onları siyasi olarak parçalayarak ve parçaladıkça ezerek mecliste faşistlere daha geniş yer açanların ve faşistleri 1944’ten beri ilk defa iktidar koltuklarına davet edenlerin tam olarak ne düşündüklerini ve ne istediklerini anlamak çok zor olmadı. Artık göç durmuş, doğal olarak geri göç başlaması zamanı gelmişti. Faşist düşmanın kafasında iki hedef birden doğdu. Camiler ve mezarlıklar. Camilerin içinde de Türkçe konuşmayı yasaklamak, Türkler için Vatan kalesi olan, mezarlıkları daraltmak hatta vakıfları kabristanlık olarak ayırdıkları bütün arsalara el atıp, onları cesetlerini gömecek bir insan boyu topraksız bırakmayı düşündüler. Sofya Türk Mezarlığı 28 yıl önce dolmuştu. Bunu Ahmet Doğan’a, Lütfü Mestan’a, Osman Oktay’a, Kasım Dal’a vb asla anlatamadık. Yakın geçmişte mecliste yaşlanan Ramadan Atalay’ın eşi vefat etti. Bir mezar yeri bulamadık, doktor hanım Bulgar mezarlığına gömüldü. Yazarlarımızdan İsmail Çavuş öldü, Sofya dışında Bankiya kasabasındaki Hıristiyan mezarlığına gömdük. Bu şehirde zengin Müslümanlar için de mezar yeri yok. Sofya kenarında 52 dönüm bir yer alındı. Toprak sahibi Bulgar komşular vakıf malımıza, kendi mülkümüze mezarlık yapılması için gereken “razıyım” belgesini vermedikleri için, 20 yıldır boş duruyor o kutsal toprağımız. Karşımızdaki devlet kale gibi! Püskülü faşist. Ortada kaldık. 2016 - 2017 bizim için çok zor yıllardı. Mezarlıksız Vatan olmaz!!! Mücadele devam ediyor. Raziye ÇAKIR


Önsöz: Toplumların hayatında yazılı tarih büyük bir öneme sahiptir. Ancak bizde yazılı olmayan tarih, yani nesilden nesile aktarılan tarih vardır. Bu nedenle bazı olaylar zamanla faklı şekilde anlatılmakta veya algılanmaktadır. Gelecek nesillere aktarılacak olan bilgi birikiminin arşivlenmesi, kitap, dergi veya gazete gibi yayın organları aracılığı ile kalıcı hale getirilmesi büyük bir öneme sahiptir. Bu nedenle edindikleri tecrübeleri, yaptıkları çalışmaları toparlamak ve kitaplaştırmak güzel bir çalışmadır. Bunu bireysel olarak yapımaktan öte kurumsal olarak da yapmaları takdire şayan bir davranıştır. BULGARİSTAN TÜRKLERİ KÜLTÜR VE HİZMET DERNEĞİ kısa bir süre önce 2013’te kurulan internet haber sayfası www.bghaber.org sitesindeki yazıları bir araya getirerek yapılan bu çalışmaları kitapçık halinde getirerek bu konuda büyük bir ciddiyet göstermektedir. Derneğin internet haber sayfasında çıkan yazıları ve çalışmalarının yıllıklar halinde kitapçık haline getirerek yer aldığı bu çalışma gelecek kuşaklara aktarılacak ve ışık tutacaktır. Öte yandan dernek büyük bir arşiv de oluşturmuş durumdadır. Dernek faaliyetlerini gerekli ciddiyetle yürüten dernek Başkanı öncülüğünde dernek kurucuları, Yönetim Kurulu ve üyelerinin yaptıkları özverili çalışmalarından dolayı kutluyorum ve başarılarının devamını diliyorum. BULTÜRK


8

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Değerli Hemşehrilerim, Bulgaristan’da hepimiz zor günler yaşadık, itildik, ezildik, çiğnendik, hatta gün geldi vurulduk, şehitler verdik. Bu nedenle bizler kendi içimize kapanarak, yaşam mücadelesi vermeye çalıştık. Ancak bu içine dönüklükten kurtulmalıyız ve Türkiye’de yaşadığımıza göre, yasaların bize verdiği tüm haklardan bizlerde yararlanmalıyız. Peki, neden bunu yapamıyoruz? 1877-78 Rus-Türk savaşından sonra Osmanlının Balkanlardan çekilmesiyle birlikte, savaş esnasında işlenen akıl almaz katliamlar nedeni ile atalarımız asırlarca yaşadıkları yerleri terk ederek göç yolunu tutmuşlardır. Geride kalanlar ise Bulgaristandevleti’nin uygulamaya başladığı soy kırım politikalarına karşı direnmiş ve hayatta kalmaya çalışmışlardır. Şimdi ise burada Türkiye’de yaşayanlar oralara yardım edebilmek için, burada ilk önce bir araya gelmek ve bir merkez oluşturmalıyız. Artık bir kurum altında toplanmalı ve birlikte hareket etmeliyiz. Bu birliğe hepimizin ihtiyacı olduğuna inanıyorum. Artık bir birimizi kötülemekten vaz geçmeliyiz, birisi için yanında konuşamayacağımızı başka bir yerde konuşmamalıyız, yani kısaca arkasından konuşmamalıyız. En önemlisi samimi, hoşgörülü ve ahlaklı olmak. Zamanla her şey yerine geleceğine inanıyorum, ama tabi ki bu dava üzerinde kafa yoran, stratejiler üreten ve devamlı bunun üzerinde çalışan olursa. Bizim savaşımız insanlarımızı ahlaklı yetiştirmek olmalı, birlik ve beraberliğe kendi insanlarımızla başlayarak tüm Türk Dünyasına taşmalıyız. Bizler burada Türkiye’de yaşayan Bulgaristanlılar büyük bir kitle haline gelmiş durumdayız. İşte bu nedenle şimdi bu kitleyi yani kendi hemşerilerimizi, bir araya toplayarak bir merkez, bir güç birliği oluşturmalıyız, tabi ki bu bizim doğal tabii hakkımızdır. Bizler de artık toplum gücünü kullanabilmeliyiz. Toplum olarak haklarımızı elde etmek zorundayız ve bu yönde çalışmalıyız. Biz bunu söylerken, önderlerimizi seçerken, başkaları kötüdür demiyoruz.


Makale ve Analizler - 2017

9

Biz bu işi onlardan daha iyi yapabileceğimize, Türkiye Cumhuriyetine ve Türk Dünyasına daha verimli olacağımıza, buralarda bu bölgelerde yaşayan Türklerin daha iyi, daha güvenilir, yaşamalarını sağlayacağımıza inandığımız için, Önderliğe, Yönetime talibiz. Bu arada Bulgaristan’da kalan kardeşlerimizin hepsinin siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel kimliklerini, muhafaza edebilmeleri için mücadele etmeliyiz ve bu konuda gerekeni yapmalı ve gerekli yardımları yapmalı ve yaptırmalıyız. Aramızda Ahlâklı, Adaletli olanları seçmenli ve yüceltmeliyiz. Geçmişi konuşmaktansa, gelecekten söz etmeliyiz, bugünü değil, yarınları görerek hareket etmeliyiz. Aramızdan stratejistlere imkân ve fırsat vermeliyiz ve onları bizler yetiştirmeli yön verebilmeliyizkısa-10 ve uzunvadeli -50 yıllık hedefleri gösterebilmeliyiz. Aramızda kötü niyetli insanları tespit etmeliyiz, bilmeliyiz ki, onların kusurlarından dolayı değil, bu güne kadar yapılması gerekenleri engelledikleri için aramızdan uzaklaştırmalıyız. Bu güne kadar neler yapılmamış, onları araştırmalı, bilmeliyiz ve neler yapılması gerekir onları söylemeliyiz ve bunları bir an önce hayata geçirmeliyiz. Bizler gözyaşları dindirmek için, yaralara mehlem olmak için, her yüke ortak olabilmeliyiz. Gençlerimize, sadece balık pişirmesini değil, balık tutmasını da öğretmeliyiz, insanlarımızı denizlere, okyanuslara açılmalarını sağlamalıyız. Aramızda Tek Lider değil her sokakta, her mahallede bir lider yetiştirmeliyiz, biz dünyayı yönetmek için oğullarımızı yetiştirmeliyiz. Bizim insanlarımız yani Bulgaristan Türkleri şahsi başarıları Türkiye’de belkide en çok olanlardanız. İşte artık bizler toplum olarak haklarımızdan yararlanmasını bilmeliyiz. Her şeyden önce siyasi haklarımızı toplum olarak kullanmalıyız, daha sonra ekonomik ve kültürel haklar onu takip edecektir. Hepimizin gördüğü gibi, tarihte büyük güçler çok defa kötü politikaların kurbanı olmuşlar ve bunlar devam edecektir. Bir toplumun Lideri olmadan hiçbir şey olmaz, bu lideri de toplum çıkarmalıdır. Siyaseti güvenilir, sevimli hale getirmek bizim hedefimiz olmalı, bu gün çok zor, imkânsız olarak görünse de, yarınlara umutla bakabilmeli ve baktırabilmeliyiz. Var olabilmemiz için, var kalabilmemiz için, öncelikle temel hususlarda anlaşma sağlamalıyız. Aramızda bir birimize güveni kaynaştırmalıyız ve samimi olmalıyız.


10

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Her şeyden önce özgüvenimizi kazanmalıyız, birlik ve beraberliği ön planda tutarak insanları insan oldukları için sevip saymalıyız. İçimizde barışı sağlayıp, tek merkezde bir çatı altına toplanmalıyız. Bu çatı da “BULTÜRK Derneği” olmalıdır. Buradan tüm dünyaya sesimizi duyurabiliriz. Balkanlar konusundaki politikalarda etkili olabilmek için yolları aşındırmalıyız. Çünkü gelişmiş ve Bulgaristan’da etkili bir Türkiye Balkanlara tamamen hâkimiyet kurabilecektir. En önemlisi kararlı olalım ve birbirimize samimi, saygılı olmayı ve bir birimizi sevmeyi öğrenmeliyiz. Bizim derdimizi ve problemlerimizi en iyi anlayabilecek zaat bizden olduğunu idrak etmeliyiz. Bulgaristan Türkleri konusunda teşhisi bizler kendimizi yetiştirerek yetki mercileri alarak son noktayı biz koymalıyız, bu güne kadar ki eksikliğimiz budur. Ayrıca Balkanların anahtarı Bulgaristan’da yani Bulgaristan Türklerinden geçtiğini de öğrenmeli ve öğretmeliyiz. Sevgili dava arkadaşlarım. Kendimizde özgüveni, aramızda güveni ve merkezioluşturduktan sonra, kimsenin aramıza nifak tohumları ekmesi mümkün değildir. Bizim için önemli olan, eksiklerimizi bulmaktır. Geçmişi bırakarak artık bizler aydınlanma dönemine bir an önce geçmeliyiz. Halimizi tespit etmek çok kolay, gazete, dergi yayın hayatımız nerede, kaç gazete, tv, radyo bizimle ilgili haber yapıyor.Burada suçlu değil, sebepleri aramalıyız. Gelin bunları tartışalım, niçin bu güne kadar bir Bulgaristan Kültür Merkezi olmamış, bunu şimdi nasıl gerçekleştirilebiliriz, bunlara yönelik çalışmalar toplantılar yapmalıyız. Hedefimiz Türkiye Cumhuriyetini daha güçlü, daha huzurlu ve daha iyi yarınlara götürmek için olmalı. Güçlü bir Türkiye Bulgaristan da yaşayan Türklerede güven ve huzur verecektir, onların daha rahat yaşamalarını hep birlikte sağlayabiliriz. Bunlar zannetiğiniz kadar zor işler değil. Dünyada insanlar bir iş için değil, bir İdeal için hayatını feda ederler. Bunun için güçlü olmak sesini duyurabilmek için öncelikle bir Kurum ve bunun Merkezini oluşturmalıyız. Çünkü Merkezi olmayan hiçbir topluluk bir yerlere gelmesi mümkün değildir. Bu güne kadar konuşmalar tartışmalar yapılmış fakat bir ağıç ekilmemiş işte bu gün bunu yaptık BULTÜRK tüm Bulgaristan Türklerinin biz öncelikle sadece Bulgaristanlıyız.


Makale ve Analizler - 2017

11

Bizler elimizdeki kıt kaynaklarla bir merkez oluşturmaya çalıştık, bunda da muhafak olduk. Bu merkeze ulaşmakta büyük güçlükler ile karşılaştık bu konuda bizlere yardımcı olan emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz. Ayrıca bizlere kendi yerini veren Mümin Hocamıza huzurunuzda kendisine tekrar tüm halkımız adına buradan teşekkür ediyoruz. Bundan sonraki hedef de Türkiye’nin her yerine ulaşmak ve bu birlikteliği her yerde tesis etmektir. Bu merkezimizde artık kendimize ait bir kültür merkezimiz oluştu toplantı salonumuz da mevcuttur her 15 günde bir toplanıyoruz. Amacımıza ulaşabilmek için devletin bir şeyler yapmasını beklememeliyiz. Birlikten kuvet doğar Atasözünde olduğu gibi güçlerimizi birleştirerek devlet yönetiminde söz sahibi olmalıyız ve geleceğimize kendimiz yön vermeliyiz. Gençlerimizin devlete girmelerinin yolunu aydınlatmalıyız. Artık bizim de Ankara’da TBMM’de kendi temsilcilerimiz olmalı. Bizler de buralara kendi içimizden birilerini gönderebilmeliyiz. Aramızda birlik ve beraberliğimizi oluşturduğumuz takdirde kendi içimizde samimi olduğumuzda başarıların ard arda geldiğini göreceğiz bunu başaracağımıza eminim. İhtiyacımız olan tek şey kendi içimizde daha adaletli olabilmek. Sevgi ve saygılarımı sunarım, Genel Başkan Rafet ULUTÜRK


12

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Anormal Kıskançlık

Raziye Çakır-20.Eylül.2017

Konu: Komünizmin en kötü yanı bıraktığı mirastır. Hasetlikten çatlayan insanlar arasında yaşama çok zor. Bulgaristan’da sözde demokrasi koşullarında yaşamak, sarı dikenlikte yürümek gibi bir şey! Günümüz Bulgaristan’ında en gelişmiş vasıflardan biri insanların arsındaki fesatlıktır. Yıllar önce Bulgar yazar Simyon Radev, Bulgaristan Yazarlar Birliği tarafından Nobel ödülü adayı gösterilmiş. öneri yapıldıktan sonra itirazda bulunmak için geç kalınmış olsa da, Sofya Yazarlar Birliği üyelerinden hemen hemen hepsi Stokholm Nobel Komitesine ayrı ayrı mektup yazarak, “ama bunu yapmayın, yanlış olur, o adam şöyle ya da böyledir”, demiştir. Bizimki, koşarak geçilecek bir dikenli yol değildir. Bazen elini tutacak biri yoksa yerinden kalkamazsın. Öyle bir şey bizdeki durum. Çar III. Boris’in /1918-1942/ danışmanlarından biri olan Bulgar yazar Elin Pelin “sıradan Bulgarlar arasında en gelişmiş duyumlardan biri fesatlıktır” demişti. O bir eserinde, “Bulgaristan’da deha doğsa, o kıskançlık dehası olur” diye yazdı. Kıskançlık her yerde rastlanır. İnsanlar göründükleri gibi değil. Öyle olsa bile konuşma ve yazı dilinde fesatlık ve hasetlik üstüne atasözü olmayan dünya halklarından birisi biz Türkleriz. Bulgar hasetliği olumsuz enerjiyle yüklü ve mahvedici, kötü sonuçlar doğuran bir güçtür. Bu bakıma insan bilincini olumsuz etkiler ve yıkıcıdır. Bugünkü Bulgaristan’da daha önceki kuşakların (babaların, dedelerin) yaptıklarından korunmak için çok büyük enerji harcanıyor. Bulgarların özgün çizgilerinden biri “kendilerini yaratırken, kurarken değil de yıkıp yok ederken” daha fazla Bulgar hissetmeleridir. Okurlarım, “1944’ten 1989’a kadar kendileri bize zulmetmekten başka ne yaptılar” ki sorusunu hemen yapıştırmakta tamamen haklıdır. Bulgar toplumunda alıp yürüyen eleştiri dalgası buna büyük kanıttır. Düşüne biliyor muşunun 1990’dan sonra 15 bin irili ufaklı sanayi tesisi yok edildi. Bunu çok büyük bir gururla yaptılar. Çünkü herkes işsiz kalınca hurdacıların eline bakacak, ayağına kapanacaktı. Bugün 20 Eylül 2017! Sofya’da parlamento binasının önünde, Bulgaristan’da ayakta kalıp henüz kapılarını kapamamış, işçilerini tavuk kovar gibi işletmeden kovmamış sanayi tesislerinden işçiler büyük bir gösteri yaptılar. Endüstrimizin son kalelerinin yıkılmasına karşı çıktılar. Milletvekilleriyle görüşmek istediler. Meclistekilerin gözü üretimde değil, rüşvette. Sen işsiz, sokakta, aç, çocukların


Makale ve Analizler - 2017

13

geleceksiz kalacakmış onlara ne!!! Önemli olan onların iyi olması, onların tuzunun kuru olması, önemli olan onların bir gözünün çıkarılması değil, komşunun 2 gözünün birden çıkarılmasıdır. Ve bu fesatlık, ulusal siyaset olunca, toplu çöküş ve birlikte sürünme anlamına gelir ki, Avrupa’nın en yoksul ülkesi ve halkı durumuna böyle geldik. Bu yoksulluğun en dibinde didinenler azınlıklarımızdan ailelerdir. İleri giden, arkasına bakan. Yeni Bulgar tarihinin temel atıcılarından biri, Vasil Levski’den sonra komitacıların başı ve 1887 - 1994 yılları arasında başbakan olan Stefan Stanbolov “Hey Hayat, Hatırla Beni” adlı eserinde, Bulgaristan’ın gelişmesini “yengeç yürüyüşüne” benzettir: “İleri gider, arkasına bakar.” Sofya’ya toplanan Montana, Belitsa ve Tryavna şehirlerinde kapatılmak isteyen sanayi tesisleri işçileri önünde konuşan “21. Yüzyıl Bulgaristan” partisi lideri Tatyana Donçeva şöyle konuştu: “Sizin durumunuz 1943’te Rusların Volga ırmağı kıyısında sıkıştırılmış durumundan farksızdır. Yolunuz yalnız ileridir. Geri atacak adımınız kalmamıştır. Siz bu protesto gösterinizle meclisten cevap alacağınızı düşünüyorsanız ve yanılıyorsunuz. Sizin karşınızdakiler, üzerinizden yürüyüp geçmeye hazır, gözü dönmüş kişilerdir. Size cevap vermek istemiyorlar. Düşündükleri şudur: “Ben aptalım, ama siz de aptalsınız!” (Başbakan Borisov’un sözlerinden alıntıdır.) Parlamento sandalyelerine oturanlar sizin aptal olduğunuza gerçekten inanıyorlar, fakat kendilerinin aptal olduklarına inanmıyorlar.” Bu işletmelerde çalışan işçiler “EMKO” şirketler grubuna bağlıdır. Askeri mühimmat ve füze silahları üretiyorlar. 2 yıl önce bu işletmelerin kapanması gerekiyordu. Şirkette üretim lisansı yoktu. Fakat Yakın Doğu ateşinin alevlenmesiyle birden bire sürüm pazarı açıldı. Fakat yılbaşından beri üretilen füzeler Burgaz (hava / deniz) limanında bekliyor. Lisans sahibi de üretilen partiyi satamazsanız lisansı geri alırım baskısı yapıyor ki, bu da askersel - sanayi - kompleksi omurga kemiğinin kırılması anlamına geliyor. Bu nedenle, ne şirket, ne Savunma Bakanlığı, ne de parlamento sorunu çözebilecek durumda değildir. Anlaşılan bu konuda bundan sonra “yengeç gibi yürüyebilme” yolu artık kesilecektir. Stanbolov kitabında Bulgar karakterindeki hasetliği analiz ederken şu kavramları kullanmıştır: “Diğerlerin daha iyi olmasını hazmedememek özellikle köle ruhlu halklarda, düşmanlık, kıskançlık, palavracılık ve dolandırıcılık gibi birçok kötü niteliklerle birlikte iç içe gelişir.” Bulgaristan’da hasetliğin toplumu karıştırmasının temel nedenlerinden biri, ülkede asilzadeliğin ve kibarlığın tamamen ortadan kalkmış olmasıdır. İktidarda


14

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bulunanlar içi boş, kafaları boş, soysuz insanlardır. Bulgar halkı “eşit haklı”, hakları ve yükümlülükleri “aynı olan” bir siyah kitle haline getirilmiştir. Bazılarının son 27 yılda viski kullanması, puro ya da lüle içmesi, pahalı berber dükkânlarında tıraş olması ya da saç kestirmesi, İngiliz kumaşından takım elbise giymesi vs gerçek durumu değiştirmemiştir. Burgaz Belediye Meclisi üyesi Sosyalist Partiden Benço Bençev’in şu an Avrupa’da en pahalı Rols - Royce’un yeni otomobili Sweptail’le şehirde gövde gösterisi yapması, onun ya da partisinin nüfusunu ne yükseltiyor ne de düşürüyor, yalnızca sapık kıskançlık doğuruyor. Çünkü bu liman şehrimizdeki kavga Rols - Royce için değil, çöp konteynerleri fazlaca olan sokaklardan birkaçını süpürmek için konsinye alma kavgasıdır. Kişisel otoritenin sıfırlanmasında çok önemli rol oynayan bir unsur da, Bulgaristan vatandaşlarından bazılarının kendilerinin diğerleriyle aynı durumda ve derecede olduklarını kabul etmemelerinde gizlidir. Örneklemek gerekirse, 2 defa Kültür Bakanı olan, halen Meclis Kültür Komisyonu Başkanı görevinde bulunan ve bu hafta yine Moskova’ya uçan Vecdi Raşidov’un bütün hareketlerinde kendini kıskandırmak, siz benim yanımda neysiniz, ben sizi fersah fersah arkamda bıraktım, artık dönüp arkama bakmıyorum havası esiyor. Oysa gerçekler yürek acısıdır. 1985’te Bulgaristan Türklerinden herkesin ismi değiştirilirken V. Raşidov, Türklük sürümüzden ayrılmaya çalışmıştır. Bulgaristan Yüksek Mahkemesine mektup yazan ve “aman benim adımı değiştirmeyin, bu devlete çok hizmetim oldu, daha da olur” gizli rüyalarını gören kişidir. Ona hizmet etmek isteyenler, Bulgaristan Bilimler Akademisi Bulgar Dili Fakültesi aracılığıyla Veliko Tırnova’daki Askeri Arşivden “Vejdü” adının Bulgarlar arasında da rastlanan bir isim olduğunu kanıtlayan mektup istemiştir. Arşiv Müdürlüğünden böyle bir mektup gelmiş olsa bile, BKP, “DC” ve bu işleri yürüten diğer yetkililer Kırcaali’li Raşidin kızanı Vacdi’ye “hey sen ne yapıyorsun, sıraya gir” deyince, tiyatro sahnesi yapmış ve “bilek damarlarını kesmişti.” 18 Eylül 2017’de TV programlarından birine evinde verdiği söyleşide, “Ben Boyko Borisov’la çocukluktan dostum. Bana üçüncü defa da bakanlık teklif etti ama ben istemedim, geri ittim” deyince, hemen Borisov’tan “Dilin kemiği yoktur, ne konuştuğuna dikkat et” ikazı geldi. Bazı insanlar var ki, bütün sıfırların önüne bir rakam konmazsa, her zaman değerleri kocaman ya da ufacık bir “0” (sıfır) olduğunu unutuveriyorlar. Eski Bakan Kırcaali “Ayşe Molla” çeşmesinin arkasındaki mahallede insanların hepsi tüyleri yolunmuş piliçse, onun da sırtında tek tüy yoktur ve ibiği de gagalanmıştır, çünkü o da o mahalledendir.” Bu sözleri, Bulgaristan’da kendilerinin kıskanıldığını sanan kişiler için yazıyorum. Lütfi Mestan da onlardan biri. İnsan, dosyasının birinci sayfasında ne yazarsa ömür boyu odur. O dosyaları dolduranlar, köylülerin 3 kuşaktan sonra kentli olduğunu ve 7 nesil sonra soylu olduğunu iyi biliyorlar...


Makale ve Analizler - 2017

15

Kuşkusuz anadan doğma, soydan gelen asilzadeler de var. Bulgaristan Türkeri’nin de çok şahıslarımız vardı bu niteliklerle ve kovula kovula çok seyreldiler. Bizi biçilmiş yonca ve susuz kalmış kurak yoncası durumunda görmek isteyenler, asilzadeliğimize saldırdılar saldırıyorlar. Bizim nüfuslu kardeşlerimize, büyük gölgelere ihtiyacımız var. Aramızdan yetişmiş bütün davaları kazanan avukatlar görmek, tanımak, ellerini öpmek istiyorum. İyi doktorlara ihtiyacımız var. İşleri yeni raylara yükleme zamanı yaklaşıyor. 1944 - 1989 döneminde hiçbir vatandaşın 120 metre kareden büyük daire sahibi olmaya ya da bir arabadan fazla otomobil sahibi olmaya, hatta Yılbaşı törenleri için manavdan 1 kilo muz ve 1 kili portakaldan fazla satın almaya hakkı olmadığı bir sosyal ortamda “imkânsızlıkta eşitlik vardı”, fakat hiç bir kimsenin asilzadeliği koklamaya - hayal etmeye - bile zerre kadar olanak yoktu. Para ile asilzadelik arasında da bir belirleyici bağlantı yoktur. Ben ömrümde domates, soğan - Cumhurbaşkanı Dr. Jelü Jelev 11 yıl soğan kazmıştı - kazan baron, Çiftlik sahibi, Çar, Kral vb. görmedim. Şu da var. Yine aynı örneğe dönersek, Vejdi Raşidov’un 2 kez Kültür Bakanı olmasına neden, şudur: O, 1986’nın 8 Ağustos Akşamı Sofya “Vitoşa Bulvarında” bulunan Vatan Cephesi Milli Şurası toplantı salonunda “Ben Bulgaristan Türklerinin İsimlerini Değiştiren Bulgaristan Komünist Partisi ve Bulgar devleti siyasetini Destekliyorum” Bildirisini imzalamıştır. Olay bu kadar basittir. Bu imzayı atanlar bütün dünyanın “bu ne aptallık, Bulgarlar çıldırmış mı ne” düzeyine inmiş ve aptallaştırılanların başına geçirilmiş olanlardır. Bunu başka türlü anlamak yanlış olur. Zor durum: Bizdeki yeni tipler, para içinde yüzüp, kumar masasında sabahlamak hevesine sevdalılar. Kaybedince, parasız kalınca da diğerlerin huzurlu ve sakin yaşamasını çekemeyip fidye için insan kaçırıyorlar. Toplumda kaosu yaratan işte bu anormal kıskançlıktır. Bu ile iktidarın da bulaşmoış olması, toplumdaki çelişkileri kızıştırıyor, her gün yeni bir kurban alıyor. Toplumsal ufku karartıyor. Korkudan titreyen, içi çürümüş kan kusan bir toplumda yaşamak çok zor. Potolojik (anormal) kıskançlığın mehlemi nedir bilmiyorum... Biraz tarihe bakalım. Bizim Türk kimliği ile gelişmemiz 1878’de başlamışsa, şunu kabul etmek zorundayız. 1879’da Tırnova’da Birinci Bulgar Anayasası hazırlanıp onaylanmıştır. Bu Anayasa’nın ruhunda, daha sonra ilk Prens Aleksandır Batenberge en yakın danışman ve daha sonra 3 defa Başbakan olan Konstantin Stoilov gibi


16

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

şahısların fikirleri vardır. Bu şahıslar 1861’den sonra, yani Osmanlı zamanında, fakat İstanbul’daki Robert Koleji’nde, Odesa, Krakov ve Kiev okullarında biçimlendi. Onlara aşılanan düşünce felsefesinde, Bulgarlar suveren yani egemen olacaktı. Müslümanlar ve tüm diğer azınlıklar iktidar işlerinde hakları olmayan insanlar topluluğu olacaktı. O zamandan beri 3 Bulgar Anayasa’sı (1948, 1971 ve 1991) kabul edildi, fakat egemen güç ve köle durumunda olanlar denklemi değişmedi. Rusya’daki toprak kölelerinden veya Birleşik Amerika’daki zenci kölelerden, ya da Hollanda’nın Afrika’daki kölelerinden faklı olan bir tek noktamız vardı, zorla ya da “gönüllü” olarak Türkiye’ye göç edebilirdik. Son açıklamalara göre, 2017’de Avrupa’da 10 milyon “köle” yaşıyor. Eminin bunların 2 milyonu Bulgaristan azınlıklarıdır. Okumaları kıskanılan, yemekleri hasetlik uyandıran, çalışkanlığı çekememezlik uyandıran, şarkıları, türküleri, başarıları kan kusturan vb anormallikler içinde yaşamak zorundayız. Diğerleri de kötü yaşıyorsa, bizim yoksulluğumuz o kadar kötü değil. Bulgar halkının maneviyatını en derin araştıran İvan Haciyski’dir. O, “Her kurbağa göldeki yerini bulur!” atasözü Bulgarların olsa da, halkın ruhuna işlememiştir. Esnaflığın Bulgar toplumunda katmanlar oluşturmamış olması bunun en esaslı kanıtıdır, diyor ve Bulgarların ruh halini belirleyenin uyanış, diriliş ve Tırnova Anayasası dönemleri olduğunu vurguluyor. Onun yazdığına göre bu koşullarda her Bulgar okuyabilir, gelişebilir, zengin olabilir, iktidara katılabilir, şan şöhret sahibi olabilir. Ne ki sözde bu meşru yarışta çok az kişi başarılı olabildikleri için kıskançlık, hasetlik, düşmanlık ve karşındakine kan kusturma hırsı beliriyor. Bu başarısızlık maddi ve manevi alanda muvaffak olamayanlar için kıskançlık ve öfke kaynağı oluyor. Şöyle sosyalizm yıllarına bir dönelim: “Herkesten imkanlarına göre, herkese ihtiyaçlarına göre” sloganı altında yaşadığımız yıllar vardı. Ne oldu, imkan ve ihtiyaçların sınırsız, tavansız bir hendek gibi olduğu ortaya çıktı. İnsanın ihtiyaçları ne kadar iyi karşılanırsa, o kadar artıyorlar. Bulgaristan’da bu yasallık 2 defa denendi. Bir defa sosyalizmde bir de 1990’dan sonra, aç gözlülük ve kıskançlık toplumu ahlaksız bıraktı herkes hırsız olmayı seçti. Yasaların dışında bir hayat gelişti. Hasetlik damgalı hayat tarzı. Bunu 27 yıldan beri yaşadık. Bizi çekemeyenler memleketimizden kovdular, üretim araçlarımıza el attılar, aydınlığımızı çaldılar, insan gibi yaşamamızı kıskandılar, fesatlık ve kıskançlık toplumu paramparça parça etti. Avrupa’da en yoksulları, iki yakası bir araya gelmeyenler biz olduk. Bu bakıma kıskançlık ve hasetlik bizi geri çevirdi, yengeç gibi hep arkamıza bakıyoruz ve komünizmin en kötüsü arkasında kalan mirasıdır. Şimdi bu kokuyu soluyoruz. Bu tip düşünce için belirleyici olan ise, “Ne kadar kötü olursa olsun, başkaları da kötü yaşadığına göre, o kadar kötü değil” mantıdır.


Makale ve Analizler - 2017

17

Biz buna anormal kıskançlık diyelim. Okuduğunuz için teşekkür ederim.

En Büyük Tehlike

Dr. Nedim Birinci-17.Eylül.2017

Konu: Faşizme doğru gittiğimizi artık herkes belirtiyor. Bulgaristan’da ve Bulgaristan için en büyük tehlike nedir? Meclise sunulan ve milletvekillerinin üzerinde anlaşamadığı 2016 Yılı Devlet Güvenlik Ajansı raporu, meclisi birkaç parçaya böldü. Raporda büyük tehlikenin Rusya olduğunu iddia ediliyor. Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) için en büyük tehlike GERB - Aşırı milliyetçilerin iktidarı, devlet ve belediye bütçelerinin soyulması, paraların aşırılması, başkalarının kazançlı işlerine el atılması ve rüşvettir. Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS) Genel Başkanı Mustafa Karadayı mecliste verdiği demeçte, 2017’de Bulgaristan için en büyük tehlikeyi “Yurtsever Cephe” olarak ortaya çıkan aşırı sağcı, ırkçı, şoven üçlü grubun oluşturduğuna işaret etti. Hak ve Özgürlük Hareketi, kurulsun mu kurulmasın mı konusunda 1990’da savcılık raporunu hazırlayan ve “kurulmasına müsaade edilmesin” sonucuna varan, o yılların genç Bayan Savcısı, daha sonsa BSP Milletvekili ve şimdi de “21. Yüzyıl Hareketi” partisi lideri Tatyana Donçeva ise, “Bulgaristan için en büyük korku nedir?” konusunda şöyle dedi: “Bulgaristan’da kesin ilerleyen 1930 yıllarının Almanya faşizmidir. Naziler Yahudileri öldürmekle işe başlamışlardı. Yahudilerden sonra komünistler toplama kamplarında yok etmişlerdi. Sonunda önüne geleni yok etmeye niyetlendiklerinde, kimse kendini koruyabilecek durumda değildi.”


18

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Donçeva, Sofya Meclisinde gerçeklerin konuşulmadığını, tehlikelerin gizlendiğini söyledi. Sofya TV programlarına bakılırsa en büyük tehlikeler para için insan kaçırılmasıdır. Kuşkusuz Bulgaristan’da bütün kötülüklerin kaynağı, komünizm illetinin kökünün kazınmamış olmasıdır. Bundan 9 yıl önce ülkemizde ilk kaçırılan Stanko Kolev’ti. Kolev işyeri Ardino (Eğıri Dere) yöresi olan bir iş adamıydı. 200 işçisi vardı. Devlete her ay 400 bin leva sosyal sigorta ödüyordu. Bir Alman projesini yönetiyordu. 17 Eylül 2017 günü bütün Bulgar medyası onu anlattı, bir de demiryolu makasçısı Slavço Kolev’i anlattılar. Kolev bundan 9 yıl önce traverslere basa basa işe giderken önce rayın kenarında 20 leva sonra da 50 metre ilerde büyük tomar tomar para bulmuştu. Bu kadar çok parayı bir arada bulunca adeta şaşırmıştı. Polise haber verdi. Saydılar tam 140 bin leva bulmuştu. Söylemese, söylemeyebilirdi. Onu gören olmamıştı. Isız bir yerdi. Maaşı 320 leva idi. Bu para onun hayatını değiştirebilirdi. Olay şöyleydi. İş adamı Kolev, kapısına polis üniforması ve polis arabasıyla gelen 3 kişi tarafından alı konulunca, kafasına çuval geçirilmiş, götürüldüğü yere götürülürken 3 araba değiştirmişler. Varacakları yere varanınca kafası bastırılmış, bir mahzene indirilmiş, orada eski bir minderin üzerinde elleri kolları bağlı 7 - 8 gün yatırılmazdan önce, bir mikrofona beyan vermesi istenmiş. Bu mesaj eşineymiş. “1 milyon leva bulup, beni kurtar karıcığım!” dedirtmişler. İş adamının bankadaki parası sadece 6 bin leva imiş. Karısı eşten dostan, tefeciden derken yüksek faize karşı bu parayı toplamış ve gelen telefona “Parayı hazırladım, gelin vereyim ve eşimi serbest bırakın” demiş. “Hayır,” demişler. “Sen yarın saat 10’da Sofya - Mezdra treninin son vagonuna bineceksin ve bizden telefon bekleyeceksin” emrini vermişler. Kadıncağız elinde bir Pazar çantasına 1 milyon levayı sıkıştırmış ve kimseye haber vermeden ertesi sabah tıpış tıpış Sofya Merkez Garı’nda “Mezdra” yolcu treninin son vagonuna oturmuş. “Kurilo” ara durağını geçince telefon çalmış ve “çantayı yolun sol taraşına at” demişler. O da camı açmış ve para dolu pazar çantasını trenin penceresinden fırlatırken “Hayrını görmeyin, gözünüz çıksın!” diye bağırarak ağlamaya başlamış.


Makale ve Analizler - 2017

19

Ne ki, yüksek süratin rüzgârından açılan çantadan paralar biraz saçılmış ve makasçının bulduğu 140 bin leva işte bu paralarmış. Avrupa’nın en yoksul insanlarının yaşadığı Bulgaristan’da “Onurlu Makazçı” filmi çekilmiş. Makasçı göklere çıkarılmış. Film “Kan” Festivaline gitmiş, ama tutmamış. “Tamam, makasçı bulduğu paraları geri vermiş, fidyeciler paraları iade etti mi?” diye sormuşlar. “Hayır, polis olayı çözemedi,” deyince, “siz bu filmi Bulgaristan’da oynatın” demişler. Stanko Kolev, serbest bırakılırken yüzünde büyük bir yara kalmış. Şöyle, Gözlerine koli bantlarından yapıştırmışlar ve her gün üzerine bir yeni kat daha ekliyorlarmış. 7 - 8 kat öyle kalın olmuş ki, boşandırmak için hızla ve güçle çekince bant derisini soymuş ve yüzünde derin iz bırakmış. Yatırımcı Almanlar “Biz senin gibi iş adamlarıyla çalışmayız” demişler, onu işten kovarken, yatırımı da kesmişler ve 200 kişi de işsiz kalmış. O da içinde güç ve cesaret bulup bir daha işbaşı yapamamış. Onu kurtarmak için eşinin eşten dosttan topladığı paraları varını yoğunu satarak ödemiş ve şimdi ruhu felç geçirmiş biri gibi, evden kahveye kahveden eve ömür törpülüyor. Kamuoyu temsilcilerinin medya stüdyolarında tartıştıkları, hadi dış ulusal tehlike “Rusya” fakat “iç tehlike” daha büyük ve daha dehşetli, devlet ve iktidarın, savcılık, polis, DANS ve berelerin başa çıkamadığı çok büyük bir tehlike gece gündüz kol geziyor ve kapı çalıyor. 2 sene önce İçişleri Bakanlığı Genel Sekreteri olan, bugün Rusya taraftarı “Ataka” partisi Ulusal Koordinatörü Svetlozar Radev, fidye olarak toplanan paraların Bulgaristan’da “gece kulüplerine yatırıldığını ve bulunabilmesinin imkânsız olduğunu” açıkladı. Tartışmalara bu defa, “Bulins” adlı Bulgar sigorta şirketi şefi, Devlet Milli Güvenlik Ajansı DANS Başkan Danışmanı Petrov da karıştı ve katillerin ve fidyecilerin bulunamamasının nedeninin bu işlerden sorumlu olan Başsavcı Yardımcısı Boyko Naydenov olduğunu açıkladı. Başsavcı Yardımcısı, bazı kişilerin gelip ifade verdiğini, fidye için insan kaçırma işlerine katıldığını, paraları aldığını ve sonra gidip “Vitoş Dağ”ında filan çamın dibine gömdüğünü gelip iftira ettiğini, 2 şahit olmadan Bulgar yasalarına göre hiç kimseyi tutuklayabilme olanağı olmadığını açıkladı. Bu büyük bir itiraf tabii. Bulgaristan Türklerinden içeri düşüp de kolu kırık, kaburgaları ezilmiş, gözü görmeyen, dayak yemekten defalarca bayılmış, sakatlanmış çıkanların 2 şahit gösteremedikleri için hep eli bağlı kaldılar. Bu, daha 1934’ten bir yasadır ve 1944’ten sonra hiç değiştirilmeden uygulandığı gibi, şimdi de geçerlidir. Burada Bulgaristan’da komünizmin kökü kazınmadı derken, faşiz-


20

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

min de yeniden kükrediği ortadadır. Başbakan Yardımcısı, Savunma Bakanı, Ekonomi Bakanı ve her bakanlıkta birer bakan yardımcısı “Yurtsever Cephe”den oldukça, faşizm tehlikesi hepimizin kapısını çalıyor. 2009’da “ben fidye için insan kaçıran, el kol kesen, kulak ve dil kesenlerin” kökünü kazıyacağım vadiyle hükümet olan Boyko Borisov hükümetinin yaptığı bir son açıklamada. Fidye için insan kaçıranların, “1944’ten önce faşizme karşı dağa çıkan partizanların torunları olduğu ve iktidardan pay istedikleri” gün ışığına çıkarılmıştı. O zaman bu güçlerin kökü kazınamadı. Sadece 2 - 3’ü içeri atıldı. Topladıkları paralar geri alınmadı. 19 kişi ve arkalarındaki şirketler, aileler, çevreler perişan oldu. Stanko Kolev kaçırılınca 200 kişi işsiz kalmıştı. Alman yatırımları kesilmişti.200 işçinin arkasında üçer kişi olsa 800 kişinin ekmek teknesi kırıldı. Bu olay çok ciddi olmaya başladı. Bulgaristan’da faşizm 1919’da sonra, Birinci Dünya Savaşı’nda silah kaçakçılarının, Çiftçi Partisi ve halk lideri Aleksandır Stanboliyski’yi elini kolunu, kellesini keserek başlattıkları ve art arda 2 askeri darbe gerçekleştirerek oturttukları bir gaddarlıktı. O zaman, 1919 Nöyi Barış Anlaşması gereği ordudan atılan ve “biz devletiz” diyerek 1923’te askeri darbe yapan subaylar hortlamıştı. Yasaklar, tutuklamalar, keyfi uygulamalar tırmandıkça tırmanmıştı. Bu bakıma Bayan Donçeva’nın tespitlerine tamamen katılıyoruz. Şöyle de bir gerçek var. “Fidye için insan kaçırma” şeklinde gelişen ve gerginliği iyice tırmandıran Bulgar terörü ile başa çıkma konusunda sıradan vatandaş hükümete, İçişleri Bakanlığına, DANS ve diğer devlet kurumlarına güvenmediğini gizlemiyor. Kaçırılan ve serbest bırakılması için (son rakam) 690 bin leva ödendiği açıklanan Andreyan, olayında Başbakan Boyko Borisov kaçırılan gencin babasına polisi ve tüm öteki güvenlik birimlerine haber vermeden hareket etme ve oğlunu kurtarma hakkı tanımıştır. Bu üzerinde çok derin düşünülmesi gereken bir olaydır ki, burada söz konusu olan, hükümetin katiller karşısında pes ettiği anlamına geliyor. Aynı zamanda kâh uyuşturucu, kâh fidyeci ve kâh başka bir tip terörist yakalamak için her gece 10 - 15 dairenin basılması da gerginliği çok tırmandırmış bulunuyor. Böyle bir durumda dünya yansan umurunda olmayan DOST partisi yönetimi, işi gücü bırakmış, Ahmet Doğan’ın yıllarca uyguladığı “bize dokunmayan yılan bin yaşasın” taktiyle, Lütfi Mestan’ın eski tiki yuvası Demokratik Güçler Birliği (CDC) harabeliğiyle ittifak kurma temaslarına girdiği basına yansıdı. Ahmet Doğan 28 yıldan beri insanlarımızı semerleyip uyutmaya çalıştı, Lütfi Mestan da şimdi insanlarımızdan kan alıp CDC’ye akıtmak ve onu canlandırmak peşindedir. Biz ne zamana kadar ona buna uşaklık etmeye devam edeceğiz.


Makale ve Analizler - 2017

21

Para sesinden başka hiçbir sese uyanmayan Halkın Demokrasi ve Hürriyet Partisi yönetimi her can alıcı konuda olduğu gibi şimdi de susmayı tercih ediyor. Halkı korkutmak için her gün insan kaçırmaya hazırlanan gizli güçler finans oligarşinin emrindedirler. 1923’te ve 1934’te askeri darbeler para babalarının emriyle yapılmıştı. 1944’te darbe Moskova’nın emriyle yapıldı. 2009’dan beri Avrupa Birliği ve ABD’nın emrinde olan Borisov hükümeti, ayakta durabilmek için “sürekli huzursuzlukla haklı sindirme” taktiğini seçti. Siyasi çevrelerde gezen söylentilere göre, Faşist “Ataka”, “VMRO - İç Makedon Devrim Hareketi” ve “Bulgaristanı Kurtarmak İçin Milli Cephe” Mart ayında yapılan seçimlerde TC’deki sandık başına gönderilen aşırı milliyetçi serbest seçim yapılmasını engelleyen kadroları gönderilmesine onay verdiği gibi, aşırı milliyetçi, şöven ve Avrupa Konseyi’nin faşist olarak nitelendirdiği kadroların hükümete katılmasına da “evet” demiştir. HÖH - DPS partisi ikili oylamaya devam ediyor. Gerçeklerin ortaya çıkmasından korkuyor. Memleket içinde çok büyük bir çelişki var. Bu, zamanı 28 yıl önce dolan, fakat hala ayakta kalmak, balkımızı baskı ve terör korkusu içinde tiril tiril titretmek, dayanamayanları memleketten kovmak ve tek başına hükmetmeye devam eden komünist güçlerle hayat hakkı isteyen özgürlükçü ve demokrasi güçleri arasındadır. Aynı zamanda tek uluslu ve tek dilli Bulgar devleti ile ülkedeki azınlıklar çoğunluğunun anadilde eğitim, özgün kültürel gelicim ve kimsenin karışmayacağı bir yaşam otonomisi hakkıdır. Eylül sonunda Bulgaristan’da grev ve protesto hareketleri başlıyor. Montana askeri sanayi tesislerine bağlı silah fabrikalarında grev hazırlıkları tamamlandı. Maaşlarına % 15 zam isteyen polisler ulusal direnişe hazırlandı. Protesto eylemlerine katılacaklarını ilan eden itfaiyeciler yeni elbise ve zam istiyor. Okullar başladı, öğretmenlere yüzde yüz zam yapılacağı vaat edildi. Şimdilik her şey boşa çıktı.


22

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Çifte Arşın

Raziye ÇAKIR-18.Eylül.2017

Konu: Bize olunca “yok”, kendileri için “var” 15 Eylül’de Bulgaristan’da da okullar açıldı. Bu yıl ders yılı açılırken 2 temel sorun ortaya çıktı: Birincisi, Bulgar devleti ülkedeki çok etnikli çok kültürlü bir eğitim öğretim siyasetini kabul etmemesi ve okul mevzuatında etnik azınlık ihtiyaçlarını karşılayan değişikliklere gitmemesidir. Hatta tek dilli Bulgar eğitim programını dayatmada daha baskıcı adımlar atıldı. Bulgar eğitim sistemini kabul etmeyen, Çingene çocuklarının zorla okula toplanmasına geçildi. Aynı zamanda 4 yaşındaki azınlık çocuklarının anaokullarına toplanması süreci başladı. Bu zorlamanın amacı da okul öncesinde çocuklara anadillerini değil, birinci dil olarak Bulgar dilinin öğretilme çabaları vardır. Böylelikle 1878’den beri ilk kez ve bu defa Avrupa Birliği’nden sağlanan kaynaklarla Bulgar dilinin azınlık topluluklarına daha okul öncesi dönemden başlayarak kesin dayatma çabalarının bir adım daha tırmandırıldığına tanık oluyoruz. Çocuklarımızın anadilimizde örgütlenecek anaokullarında eğitilmesi gibi bir temel konuda, bu defa da tamamen pasif kalan, Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS), DOST partisi, Halkın Demokrasi ve Hürriyet Partisi (HDHP) vb kuruluşlardan tepki yine gelmedi. Bulgar aşırı milliyetçilerin entegre etme maskesi ardında gerçekleştirdiği asimilasyon siyaseti artık 4 yaşa kadar indi ve devlet baskısıyla gerçekleştiriliyor. İkinci olarak da, Bulgar devletinin Bulgar çocukları için olağanüstü büyük bir duyarlılık içinde olduğuna yine son günlerde tanık olduk. Ukrayna’da yaşayan, toplam sayısı 350 bin olan, Bulgar azınlık var. Kiev hükümetin ülkede yaşayan Rus, Leh, Macar, Bulgar, Moldavan çocukların anadilde eğitim öğrenim haklarının kısıtlayan bir yasa kabul etmesi oldu. Bu yasaya ilk sert tepki Bulgar Cumhurbaşkanlığından geldi. Cumhurbaşkanı Yardımcısı, Bulgar Sosyalist Partili (BSP) temsilcisi İlyana Yotova 2017 / 2018 ders yılının ilk gününde verdiği demeçte şöyle dedi: “Ukrayna’da kabul edilen ve orada yaşayan Bulgar azınlığı çocuklarının anadilinde eğitim ve öğrenim görme haklarını kısıtlayan yasasına karşı Sofya hükümetinin tepkisi gecikti.” Geciken tepki, Kiev Meclisi (Rada) ülkede yaşayan azınlık öğrencilerinin Ukrayna okullarında anadillerini öğrenme haklarını kısıtlayan bu yasayı onaylamasınadır. Yotova, Ukrayna Cumhurbaşkanı Proşenko’dan bu kanunu veto etmesini (onaylamamasını) istiyor. (Bulgaristan açısından bakıldığında, Cum-


Makale ve Analizler - 2017

23

hurbşkanı Yardımcısı Yotova’nın tepkisi acaba Ukrayna’nın İçişlerine müdahale değil midir?) Bilindiği üzere, Ukrayna’da, Macar, Romen, Moldovan, Leh ve Rus azınlıklar yaşıyor. Yeni yasada, bu azınlıkların anadillerini öğrenmesini yasaklayan Kiev hükümeti “azınlıkları asimile ediyor” Bulgaristan’da 170’lı yıllardan beri “azınlık okullarının kapandığını, azınlık dillerinde eğitim verilmediğini” kabul etmiyorlar. Bu çifte arşın değil midir? Uygulanan Bulgar eğitim siyasetinin ardından “Bulgaristan’da etnik azınlık yok” iddiası yatıyor. Aynı zamanda Bulgar hükümeti Brüksel’den Çingeneleri “Bulgar ulusuyla bütünleştirmek” yani onların asimilasyonu için 201420119 dönemi için 7 milyar 200 milyon Euro para alıyor. Bu “Bulgaristan’da Çingene Yok, Türk Yok, Pomak Yok, Ulah Yok, Gagavuz Yok, Tatar Yok vb” siyasetinin inkarıdır. Bu siyasetin para karşılığında çöktüğüne en büyük kanıttır. Ülkenin iç istatistiklerinde 340 bin Çingene, Avrupa Birliği’nden para isterken bir milyon 200 bin Çingene var. Bu da çifte arşın değil mi? Bulgar Cumhurbaşkanı Yardımcısı Yotova, “Ukrayna Cumhurbaşkanı Petro Proşenko ana dilde eğitim-öğrenimi yasaklayan kanunu veto koymazsa, Polonya, Macaristan ve Romanya ile birlikte, Ukrayna Avrupa Birliği’ne (AB) üye olmak için Brüksel’le başvuruda bulunduğunda, veto haklarını kullanarak, “zınlıkların anadilde eğitim hakkını tanımadan, AB’ye giremezsin” hazırlıklarına başlamayı öneriyor. Bu konuda HÖH Genel Başkanı Karadayı dut yemiş bülbül gibi susuyor. Münasebet almıyor. Ukrayna’nın İçişlerine karışmazdan önce, “kendi kelimizi kaşıyalım” demiyor. Güncelleşen sorun Bulgaristan’daki azınlıklar için can alıcı bir sorunudur. Gelin el ele verelim de önce kendi sorunumuzu çözelim, diyen yok. Bulgaristan Türklerinin okulları 1957’de devletleştirildi. Ardından Bulgar okullarıyla birleştirildi. Türkçe eğitim ve öğrenim yasak, önce şu bizim sorunu çözelim, diyen yok. Son gelişmeler, Bulgaristan’da 2017 - 2018 ders yılında okula giden 770 bin öğrenciden 75 bini Türk evlattır, 200 binden fazlası da azınlık çocuğudur. Önce onların devlet okullarında ve devlet eliyle anadilde eğitim ve öğrenim sorunu günceldir, can alıcıdır, acil çözülmelidir. Çözüme ders kitapları ve eğitmen öğretmen eğitimiyle başlanabilir. Anadilde eğitim öğrenim sorunumuzu 2007’de Bulgaristan Avrupa Birliğine girerken çözemedik. Yazık oldu. Elimize önemli bir fırsat geçmişti. Kullanamadık. O zaman, Bulgaristan Türk azınlığını ve tüm diğer etnik azınlıkları “temsil ettiğini” iddia eden ve Bulgar devletine bu yalanı kabul ettirmeyi ba-


24

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

şaran HÖH Genel Başkanı Ahmet Doğan, bizim adımıza ama bize sormadan, halkımızın ve diğer azınlıkların onayını almadan, kendi başına hareket ederek, Bulgar hükümetinin AB başvuru dosyasına “Bulgaristan etnik topluluklarının azınlık sorunu gibi bir problemi yoktur” Deklarasyonu ekledi. Bu bildirge durumu yansıtmıyor. Sahtedir. Bulgar nüfusunun yarısı azınlıklardan oluşuyor ve çok ciddi ayırım görüyor ve öz kimliklerini hedef alan aritme siyaseti uygulanıyor. Bu bildirge Bulgaristanlı Tük Kimliğimizi karanlığa itti. Hak arama yolu kapısına anahtar vurdu. Bulgaristan azınlıkları olarak Avrupalı kimliğimizi baltaladı. Bu konuda anahtar Doğan’ın elinden alınmalıdır. Şimdi öyle oldu ki, Bulgar devleti 2017 - 2018 ders yılı için çocukları okula toplamaya kapı kapı polis gönderiyor. Çünkü eğitim dışı kalan ve manevi alanda yerinde sayan, doğru dürüst saymayı bile öğrenmeden hayata giren genç etnik nüfus kendisi için olduğu kadar devlet için de tehlike arz ediyor. Çingenelerin % 40 oranında okul görmemiş getto-mahalle kitlesi 2017’de sosyal hayat ve ekonomi dışı kaldı. Tütün üretiminin durması Türkeri köylerine kapadı. Azınlıklar her bakıma kendi içlerine sıkışıyor. Arkada kalan 138 yılda Bulgaristan’da yaşayan hiçbir azınlıktan Bulgar kimlikli vatandaş yetişmedi. Karakaçanlar biler etnik kimliklerinde direniyor. Çocuklarının okulda anadil eğitimi almasında direniyor. Etnik törelerini yaşatıyorlar. Yok olmak istemiyorlar. Azınlık bireyleri ile Bulgarlar arasında aynı değerleri paylaşan yok. Azınlıklar azınlık haklarını istiyor. Bulgarlarsa size “bizim tanıdığımız bireysel haklar” yeterlidir demekle işi kapatıyor. Bireysel haklar “köleliği” kabul etmektir. Bireysel haklar “göç” hakkıdır. Bizim bir topluluk olarak yaşayabilmemiz v etnik ve kültürel kimliğimizi yeniden üretebilmek için etnik topluluk ve kültürel otonomi haklarımıza ihtiyacımız var. İnsanlarımız bu haklarımıza kavuşacağımıza inanıyor. Örnek, AB ülkelerinde çalışan işçilerimiz Rodoplara Deliorman ve Gerlovo’ya yeni evler kuruyor. Ne ki, anadilinde okuyup yazması olmayan, ulusal tarihini bilmeyen, içinde yaşadığı topluluğun ahlakıyla, hayat sevgisiyle, gelenekleriyle yetişmemiş bir kişi eksik eğitimli, eksik kültürlü kişidir. Kendi geçmişini ve bugünkü özünü tanımayan bir azınlık öğrencisi farklı bir milletin tarihi, kültürü ve uygarlığıyla övünemez. Şimdiki durumda Bulgar eğitim sistemi hedefsiz kimlikler eğitimin etnik kimlik üzerinde eritme tehlikesi doğurduğundan dolayı, ana-babalar çocuklarını dış ülkelere çıkarıyor, orada okutmaya çaba gösteriyorlar. B nedenle olacak 2016 - 2017 ders yılında 20 bir öğrenci okula gitmemiştir. Öyle anlaşılıyor ki, getto-mahalle halkının Bulgar eğitim sisteminde sunulanlara sanki asla ihtiyacı yok. Okula gidenlerde ilgisizlik var. Öğrencilerden % 48’i Bulgarca okudukla-


Makale ve Analizler - 2017

25

rını anlayamıyor. Hesap yapamıyor. Bu da, Bulgar eğitim sistemine olan ilgisizliğin temelinde olan bir nedendir. Bulgarca eğitim çocukları kucaklamıyor. Bulgar liselerinden mezun olup da hemen iş bulma olanakları yok gibi olduğundan, eğitime olan ilgi kendiliğinden köreliyor. Bu arada, Bulgaristan Türklerinin son kalelerimizi ayakta tutma davası da giderek daha büyük önem kazanıyor. 1878’de Osmanlıdan ayrılıp Bulgar Prensliğine katıldığımızda Bulgaristan Türklerinin 2 bin 700 okulu vardı. Şimdi dünyevi ders programlı (müfredatlı) bir tek Türk oku yok. Birkaç kuran kursu, 3 imam hatip lisesi ve bir İslam enstitümüzle yetinmek zorundayız. Üstelik bunları ayakta tutabilmemiz için iç kaynaklarımız yetersizdir. Son derece gerekli olan dış kaynaklarımız ise, yasal yollardan kesilmek, engellenmek isteniyor. 2017’de aşırı milliyetçiler son irfan ocaklarımızı yeni yasalarla söndürmeye çalışılıyor. Bu işlerin başında olan, adına sözüm ona “Yurtsever Cephe” adıyla siyasete soyunan faşist şoven grup, meclisteki aktifliğini çok arttırdı. Mart 2017’de üçüncü siyasi parti olunca şımardı. Saldırılarını sıklaştı. Sofya Meclisi Diyanet Komisyonunda İslam, Türk ve Müslüman düşmanlığı kaynıyor. Din okullarımızı kısırlaştırıp ve yasaklamaya çalışıyorlar. Neymiş efendim, Bulgar milli güvenliği için tehlike dinsel eğitimden geliyormuş. Yeni bir saçmalık. Huzur ve güvenliğimiz için temel tehlike kaynağı ülkemize çöreklenmiş Amerikan askeri üsleri görmek istemiyorlar. Dünyadaki değişikleri de görmek isteyen yok. ABD’nin kendi elleriyle yarattığı silahlandırdığı DEAŞ örgütlenmesine karşı savaşarak Yakın Doğuya “kurtarıcı” olarak yerleşmeye çalıştığını algılamak istemiyorlar. Batı ülkelerindeki hergele sürülerinden DAEŞ saflarına paralı savaşçı gönderdiklerini itiraf etmek istemiyorlar. Bulgaristan’da yer altında çalışan askeri fabrikaların 2016’da Yakın Doğu ateşine bir milyar 200 milyon Euro tutarında silah ve bomba gönderildi. Savaş meydanına silah ve mühimmat gönderenlerin barıştan söz etmeye hakkı yoktur. Silah üretip terör güçlerine gönderen ülkelerin yıktıkları evlerin yerine ev yapmak, evinden, köyünden ve kasabalarından, vatanlarından kaçmak zorunda kalan insanlara kucak açmak, sığınma olanağı sunmak zorunluğu vardır. Bu dünyada hiçbir şey tek taraflı değildir. Ben azınlıklara kendi okullarında okuma, kendi kültürleriyle yaşama hakkı “tanımam, sığınmacı almam formülü” artık geçerli akçe sayılamaz. İnsanlık sömürgecilik sayfasını kapadı. Eski sömürge ülkelerinden halk kitlelerinin ana kentlere, metropollere akın ettiği çağda yaşıyoruz. Öyle silah üretip satarak, savaşa katılmadan savaş araçları ticaretinden para kazanarak ve barıştan dem vurmak, sığınmacıları kovarak huzurdan ve güvenlikten söz etmek makbule geçen bir tavır değildir ve olamaz.


26

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu tavır ayrımcılıktır. Biz ayrımcılığa karşıyız. Bu bir hasetliktir. Bulgaristan örneğinde bu anormallik ve hastalık durumundadır. Mağdur insanlara karşı kıskanç bir tavırdır. Bizde toplumun her alanından ayrımcılık, hasetlik hakimdir. Türklerin Türkçe, Çingenelerin Romence, Arapların Arapça öğrenmesini kıskanmak akıl fikir bozan bir tavırdır. AB’den Çingene sorunlarını çözmek için milyarlarca Euro alıp da bir modern (bayındırılmış, okullu, klinikli, kültür evli vb) Çingene mahallesi kurmadılar. Çingenlerin çalışacağı ve kendileri tarafından yönetilecek bir fabrika kurmadılar. Bir hayvan çiftliği, bir tarim işletmesi kurulmadı. Paraların üstüne hep oturdular. Sığınmacılar için Avrupa fonlarından para geliyor. Hiçbir yerde Arapça kursu, Arap çocuklarına ana okulu inşa edilmedi. Mesleği olmayan sığınmacı gençlere meslek kursu açılmadı. Bulgaristan Türklerinin yaşadığı bölgelerde ise, Türk kültür merkezleri, Türk okulları, Türk hamamları, Türk çarşıları açılmasına izin verilmiyor. Bu hasta bir tavırdır. Avrupa Birliğinde böyle başka bir anormallik yok. Osmanlı daha 1476’da Kırım Tatarlarına Bulgaristan’a gelip Tatar Pazarı kurmalarına izin vermiş. Bugünkü Tatar Pazarcık (Pazarcık) şehri Osmanlı iyi komşuluğunu ve hoşgörüsünü yaşatan bir eserdi. Tatarlar Bulgaristan’a Meriç nehri vadisine çeltik üretimini getirmiş ve ilk çeltik değirmenlerini kurmuşlardır. Bugün de bu diyar “Osmancık” Pirinçleriyle ünlüdür. Tek uluslu ve yalnız Bulgarca konuşulan bir Bulgar devleti kurmanın toplumu çökerttiğini kabul etmeseler de bu bir gerçektir. Azınlık yaşam kurallarının ve özgün kültürünün ayakta kalmasına para ayırmayan devlet, eğitim sisteminde asimilasyon siyaseti uygulamak için 2014 - 2020 dönemi için Avrupa Birliği’nden 7 milyar 200 milyon para alıyor. Bu imkanlara rağmen izlenen eğitim siyaseti tamamen tek taraflıdır, yanlış ve buruktur. Ancak hasetlik ve çelişki üretiyor ki, Haziran ayında Stanimaka (Asenovgrat) olaylarına hepimiz tanık olduk. Çözüm olarak getto-mahalleye polis karakol kulübeleri yerleştirilmesi gülünç bir çözüm oldu. Bulgaristan’da dış finans kaynaklı Alman, İngiliz, Fransız, İspanyol ve Rus anaokulları, ilk ve ortaokullar, liseler ve İngilizce eğitim veren üniversiteler var. Bu kolejlerin paraları Fransız, Alman, İngiliz, Rusya ve başka ülkelerin eğitim ve kültür bakanlıklarından, büyük bankalardan geliyor. İngiliz Bankaları adada okumak isteyen Bulgar öğrencilere uzun vadeli kredi veriyor. Onlara özel ilgi gösteriyorlar. Eğitip geri gönderiyorlar. Amerikalı milyarder George Soros Bulgaristan’da da vakıflar açtı. Doğu Avrupa ülkelerinden Gürcistan ve Ukrayna’da “turuncu devrimler” kışkırttı. Türkiye’de “Gezi” olaylarını finanse etti. Sofya’da Yeni Bulgar Üniversitesi gibi Yüksek “eğitim” merkezleri çalıştırıyor. Her yerde ve her konuda kafa karıştı-


Makale ve Analizler - 2017

27

rıyor. Macar gençleri Soros Üniversiteleri kapansın “kafa karıştırıyor, düşmanlık aşılıyor” dediler. Sökmedi. Baş edemediler. Bizdeki Soros Kurumları, Bulgar kamuoyunun dünya görüşünü karıştırdığından, demokratikleştirme yoluna yön değiştirttiğinden madde, devlet ve etnikler arası çelişkileri kızıştırtıyor. Gerçek adalet ve demokrasiden yana olmuş olsalardı, Soros Filibe (Plovdiv) Şeker Mahalleye ya da Sofya’da “Filipovtsi” getto-mahallesine ya da Varna’da Asporuhovo’da 2 etnik okul diker, çocuklara 3 öğün bedava yemek, okul araç gereçleri, anadilde kitap sunar, spor alanlarında çalışmalarını özendirir ve öğretmenlere yüksek maaş ödeyerek azınlıklardan aydınlar ve başarılı kişilikler eğitirdi. Nerede!? Durum her geçen gün daha da gerginleşiyor. Son 27 yılda derinleşen ayrımcılık öyle sonuçlar verdi ki, haklarımızı arama davamıza öncülük edecek avukatımız yok. Gece mumla arasan davaya girecek bir iki Türk avukatımız, avukat ofislerimiz yok. Hukuksal alanda hak ve özgürlük davası elimizden tamamen kayıyor. Bulgaristan Türklerinden hukuk tahsil edenlerin hepsinin ihtisas alanı Anayasa hukukudur. Öyle ki hiç biri 1879’dan beri kabul edilen Bulgar Anayasalarından hiçbir hakkında, bu anayasalar “köle” devri anayasasıdır, hemen değiştirilmesi grek, diyebilecek durumda değildir. 2017’den beri Bulgaristan Türklerinin yaşadığı yerleşim yerlerinde 3 okul onarılması için Japonya Büyük Elçiliği ödeme yaptı, diğer eğitim ve öğretim yardımları da ancak Türkiye Cumhuriyetinden gelmiştir. Bulgar “Yurtsever Cephe” faşistleri, Bulgaristan’daki Alman, İngiliz, Fransız, İspanyol ve İtalyan okullarının kapatılmasını istemiyorlar. Hıristiyan Ortodoks Din Adamlarının Moskova ve Kiev Din Akademilerinde okumasını yasaklamak ya da bu Yüksek Ruhani Okulları mezunlarının Bulgaristan’da görev almasını yasaklamak istemiyorlar. Sofya’da faşistlerin derdi, Müslüman Din Adamlarının Türkiye, Ürdün, Mısır ve diğer Müslüman ülkelerin Yüksek Teoloji Merkezlerinde eğitim ve öğrenim kurumlarında öğretmen görevi almasını önlemektir. Bulgar devletinin ve özellikle aşırı Bulgar milliyetçilerinin söylevinden öğrendiğimize göre, “Çingenelerin yaşadığı getto-mahallelerdeki vatandaşların “İslamlaşması” toplumun aşırı uçlara kaymasına ve “ulusal güvenlik” için tehlike oluşturmaya başlamış. Şu iyi bilinmelidir ki, 1878’de Bulgaristan’da yaşayan Çingenelerin % 90’nı Müslümandı. 1989’a kadar 100 yıl camiye gitmeleri yasaklanarak, 1962 ve 1982’de Müslüman kimlikleri değiştirilmek amacıyla isimlerinin değiştirildi. Yaşam tarzları bozuldu. Şimdi “gürültülü” olduğundan dolayı düğünleri, festivalleri yasaklanıyor. Kültürlerinin yasaklanması sonucu manevi dünyadan uzaklaştırılmaları sonucu, okula gitmeyen, kuran kurslarına gidemeyen, sohpet toplantıları yapamayan, sefalet içinde yaşamayı kabul etmeye, köle-


28

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

liğe zorlanan bu vatandaşlar, ekonomik ve sosyal nedenlerden ve Manevi körlük ve çaresizlikten kurtulmak için birlikte hareketlenmeye başladılar. Gerçek nedenleri görmek istemeyen faşistler için her şeyin nedeni ya İslam ya da Türklük olmaya devam ediyor. Halkın fakirliğini, işsizliği, getto-mahallelerdeki çaresizliği, gelen kış, hiçbir ailenin odun-kömür alamadığını görmek, işitmek, bilmek istemiyorlar. Son durum. Sofya Meclisinde Türk ve İslam okullarına dış ülkelerden yardım yapılmasını yasaklamaya çalışanlar aktif durumdadır. Bulgaristan’da yüksek eğitim - öğrenim görmemiş hocaların Bulgaristan’daki İmam Hatip Okullarında ders vermesi yasak getirmek istiyorlar. Aynı zamanda Sofya Yüksek İslam Enstitüsü öğrencilerinin yükseköğrenim diplomalarını tanımıyorlar. Bulgaristan’da bu sorunlarla, Bakanlar Kuruluna Bağlı Diyanet İşleri Ajansı ve Eğitim - Öğretim ve Teknoloji Bakanlığı ilgileniyor. Meclisteki Diyanet Komisyonu Başkanı, “Yurtsever Cephe” faşistlerinden İskren Veselinov’un açıkladığına göre, Türkiye Cumhuriyeti, Suudi Arabistan ve İslam Kardeşleri örgütünden gelen mali yardımların kesilmesinde ısrarlıdır. Veselinov, dış ülkelerden yardım ve bağış gelecekse, “Sofya Diyanet Ajansından geçmelidir, yasal durumumuz bunu gerektiriyor,” diyor. Fakat AB’den 2014’ten beri Çingeneler için gelen 7 milyar 200 milyon Euro’nun “şeytan aldı götürdü, geri getirmedi” masalına benzediğine değinmiyor. Dış ülke ve kurumlardan azınlıklar için gelen yardım paraları hedefe ulaşmadan talan ediliyor. Bulgar aşırı milliyetçileri Müslümanlara “tolerans” göstermek istemediklerini, sert davranmak istediklerini açık açık beyan ediyorlar. Sonra başına gelecekleri bildiği için, özel korumalı “saray” inine kapandı ve şimdi hiç kimseyi görmek istemiyor. Bulgaristan Türk çocuklarının 2. Kuşak hayatını karartı. Biz 10 yıldan beri bunu en önemli sorunumuz olarak anlatmaya çalışıyoruz. Biz, Ahmet Doğan bir haindir dediğimizde. Halkımızın istikbalini baltaladığı için o gerçekten bir haindir diyoruz ve Bulgaristan Türkleri ile ilgili tüm haklarının elinden alınmasında, bizimle ilgili her hangi bir söz söylemesine imkân vermememiz için çağrıda bulunuyoruz. Çünkü bizde her şeyden “Doğan Haini” sorumlu olduğu sürece, ilk ve son imzayı o attıkça, hiçbir başarıya oluşamayız. Onun için Türkiye Cumhuriyetinde seçimlerde oy kullanan soydaşlarımızın yarısının Doğan’ın ihanet aracı HÖH - DPS partisine oy vermemesini kutluyoruz. Bu hareketin güçlenmesini ve HÖH - DPS’nin T.C. seçim sandıklarından tek oy alamadığı seçim gününü yaşamak istiyoruz. Doğan 28 yıldan beri bizi aldatıyor, yaşlıları uyutuyor, evlatlarımızın geleceğini karartıyor. Avrupa’nın en sefil insanları olduk. Bu onun hain siyaseti sayesindedir. Oysa Balkanlarda en iyi yaşayan etnik azınlık bizdik.


Makale ve Analizler - 2017

29

Eylül ayı dernek çalışmalarının, aydınlanma ve bilinçlenmesi etkinliklerinin başladığı aydır. Hepinize başarılar dilerim.

Yeni Güç Mücadele Alanı Arakan ve Masum Müslüman Halkı1

İsmail Cingöz2-23.Eylül.2017

Son günlerin en önemli uluslararası gündemini Myanmar ve Arakanlı Müslümanlar işgal etmektedir. Zira 2010 yılında Ortadoğu’yu alt üst eden “Arap Baharı” olayları artık yavaş yavaş gündemden düşmeye başlama eğilimi göstermeye meyletmiştir. Fakat büyük devletlerin güç mücadelesi bu defa Asya’nın güneyinde ortaya çıkmıştır. Myanmar’da Budist teröristlerin Müslüman avına çıktıkları dönem ile eşzamanlı olarak Afganistan, Pakistan ve Keşmir’de ise canlı bombaların devreye sokulması3 tesadüf olamaz. Çünkü Amerika Birleşik Devletleri (ABD) uyuyan bir görüntü sergileyen ama sürekli büyüyen bir Çin tehlikesini sezmiş olduğundan, kendisi için tehlike oluşturacak olan bu duruma tedbir geliştirme gayreti içerisindedir. ABD’nin ve diğer güç mücadelesi içerisinde olan emperyalist devletlerin mücadele sahası olarak bu defa Myanmar seçilmiştir. Ve ne yazık ki ceremesini de Arakan Müslümanları çekmektedir. Dünya kamuoyuna yansıyan haberlere ve görüntülere göre yaşananlar vahşettir. Bölgeyi bilen, ilgilenen ve sayıları çok fazla olmayan akademisyenler ile siyasiler dışında kamuoyu Arakan Müslümanları hakkında ne kadar bilgiye sahipler? Burma ya da resmi adıyla Myanmar Müslümanları kimlerdir ve yaşanan sorunların temelinde olanlar nelerdir? Öncelikle belirtmek gerekir ki 52 milyondan fazla bir nüfusa sahip olan Myanmar’da yaklaşık 1 milyon oldukları değerlendirilen Arakanlı Müslümanla1- 13.09.2017 tarihinde Ticari Hayat Gazetesinde yayınlanmıştır. 2- Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı/M.Sc. BULTÜRK Derneği Ankara Temsilcisi 3- “Myanmar-Arakan Müslümanları Niçin Hedef?”, Mehmet Seyfettin Erol, Ankara Kriz ve S yaset Araştırmaları Merkezi ANKASAM, 01.09.2017, (Erişim), Https://Ankasam.Org/MyanmarArakan-Muslumanlari-Nicin-Hedef/


30

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

rın sorunları yeni değildir. İngiliz sömürgesine karşı verilen mücadelelerle 1948 yılında bağımsızlığını kazanan ülkede Müslüman azınlığın sorunları da bu tarihten öncesinden gelmektedir4. Myanmar’da %35 gibi ciddi bir azınlık nüfusunun olduğu görülmektedir ve bu nüfus 135 azınlık kesimden oluşmaktadır. Fakat bu orana Arakan Müslümanları dâhil edilmemiştir5. Ve en önemlisi de Myanmar devleti Arakanlılara vatandaşlık hakkı dahi tanımamaktadır. Arakan’da yaşanan sorunlar karşısında örgütlenen Müslüman halk, 2013’ten buyana silahlı eğitim verdiği bilinen “Arakan Rohingya Kurtuluş Ordusu (ARSA)” adlı örgüt ile mücadele yürütmektedirler. Çoğunluğu Müslüman olan Arakanlılar yıllardır zulüm gördükleri ülkenin kuzeyinde yer alan Rakhine (Arakan) eyaletinde faaliyet göstermektedirler6. Bu örgütün zaman zaman sınır karakollarına ve polis merkezlerine saldırılar düzenledikleri de konuya yabancı olmayanlar tarafından bilinmektedir. Myanmar hükümeti de bu saldırıları bahane ederek “Budist teröristler” tarafından masum Arakanlı Müslümanlara yapılan zulmü görmezden gelirken, uyguladığı hukuksuz devlet politikalarını da meşru göstermeye çalışmaktadır. Hollanda örneğinde olduğu gibi7, Batı’nın birçok demokrasi timsali (!) ülkesi tarafından Arakan’da yaşananlar önemli bulunmazken ve Avrupa Birliği tarafından harekete geçilmezken, Türkiye bölgeye yardım ulaştırmaya başlamıştır8. Budistlerin ruhani lideri ve Nobel Barış Ödülü (10.12.1989) sahibi olan ve yine her daim barışçıl bir tutum sergilemesi ile tanınan 14. Dalai Lama Tenzin Gyatso da halen sessizliğini korumaktadır. Türkiye’nin bir diğer çalışmasının bölgeye kalıcı barışın gelmesi olduğu da ulusal ve uluslararası basında yer almış olması da önemlidir. Uluslararası arenada zamanla olumlu karşılığını elbette bulacaktır. Fakat Arakan’da yaşananları sadece “Budist - Müslüman” çatışması olarak görmek çok yanlış olacaktır. Çünkü son yıllardaki gelişmeler iyi okunduğu takdirde görülecektir ki; dünyanın stratejik ve ekonomik çekim merkezi Doğu’ya kaymaya başlamıştır. En önemli olay da işte budur. 4- “Arakan Sorunununun Temelinde Neler Dayanıyor?”, İbrahim Varlı, Eurasia Diary, 07.09.2017, (Erişim), Http://Www.Star.Com.Tr/Dunya/Trumpin-Afganistan-Stratejisinin-Ardindan-PakistandanBolgesel-İs-Birligi-Arayisi-Haber-1252529/ 5- “Arakan Sorunununun Temelinde Neler Dayanıyor?”, İbrahim Varlı. 6- “Myanmar Krizi: Arakan Rohingya Kurtuluş Ordusu Kim?”, BBC Türkçe, 06.09.2017, (Erişim), Http://Www.Bbc.Com/Turkce/Haberler-Dunya-41172871 7- “Hollanda Parlamentosu Arakanlı Müslümanların Durumunu ‘Yeterince Önemli’ Bulmadı”, Eurasia Diary, 06.09.2017, (Erişim), http://eurasiadiary.com/tr/news/politics/185335-hollandaparlamentosu-arakanli-muslumanlarin-durumunu-yeterince-onemli-bulmadi 8- “BM Türkiye’den Çok Şey Öğrenecek”, Star, 06.09.2017, (Erişim), http://www.star.com.tr/guncel/ bm-turkiyeden-cok-sey-ogrenecek-haber-1252646/


Makale ve Analizler - 2017

31

Hillary Clinton’un Ekim 2011’de ABD Dışişleri Bakanı olarak New York Ekonomi Kulübü’nde yapmış olduğu konuşması içerisinde Uzakdoğu ve Asya’nın önemi ile Çin’in giderek artan siyasi ve askeri gücünün ABD çıkarları için yarattığı rahatsızlıkları dile getirdiği9 unutulmamalıdır. ABD Asya - Pasifik bölgesindeki hayati öneme haiz çıkarlarını koruyabilmek için Çin’i kontrol altında tutmak ve üzerindeki nüfuzunu arttırmak gerektiğini çok iyi bilmektedir. Asya’da yaşanan Kuzey Kore krizinin de bu konuyla alakalı olarak, kontrollü bir şekilde gerginliğin tırmandırıldığı okunmaktadır. ABD’nin Çin’i “kontrol altına alma ve yalnızlaştırma” hamleleri kapsamında uygulamış olduğu stratejiler neticesinde Hindistan güçlü müttefiki durumuna gelmeye başlamıştır. Buna mukabil Pakistan ise yükselen Çin’e yakınlaşmaktadır. Bu arada Kuzey Kore ABD’nin hedefi konumunu korumaktadır. Uzmanlar tarafından dikkat çekilen en önemli konu da burada ortaya çıkmaktadır: Yani bu üç devlet de nükleer silaha sahiptir. 11 Eylül sonrası Afganistan’a uygulananlar da olduğu gibi ABD nükleer tehlike bahanesiyle Çin’in müttefiklerine karşı bölgede bir müdahale bahanesi10 mi aramaktadır? Sonuç itibariyle Ağustos’tan bu yana 270 bin Arakanlı Müslüman yurtlarını terk ederek Bangladeş‘e geçmek zorunda kalmıştır. Binlercesi hunharca katledilmiş, zulme ve tecavüze uğramıştır. Halen binlerce Arakanlı Müslümanın da başta Bangladeş olmak üzere komşu ülkelere geçmeye çalıştığı, aç-biilaç sınırlarda beklediği görülmektedir. Bu kadar vahşet karşısında bir milyardan fazla nüfusa sahip İslam ülkelerinin bir araya gelerek kurduğu ve halen 57 İslam ülkesinin yer aldığı “İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT)” ise hâlâ neden sessiz kalmaktadır? Esas anlaşılamayan hususlardan birisi de bu değil midir? Temsilcisi oldukları Müslümanların kanı hunharca akıtılırken tepki vermemek, Birleşmiş Milletler’de ve dünya kamuoyunda caydırıcı bir eylem ortaya koyamamak, gelecekte İİT’nın sorgulanmasını getirmeyecek/gerektirmeyecek midir?

9- “Dünyanın Merkezi Doğu’ya Kayıyor”, Orhan Akışık, Dünya Gazetesi, 19.11.2011, (Erişim), https:// www.dunya.com/kose-yazisi/dunyanin-merkezi-dogu039ya-kayiyor/11517 10- “Myanmar-Arakan Müslümanları Niçin Hedef?”, Mehmet Seyfettin Erol


32

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bağımsızlık Günü

Musa Vatansever-22.Eylül.2017

Konu: Önemli olan Tatil Olması... Bağımsızlığı Gizleyen Anlaşma Bu sene 22 Eylül’de Bulgarlar çifte bayram kutladı. Birisinde, bundan 145 yıl önce Osmanlı hazine altınlarıyla yüklü bir kervanın Kocabalkan’ın Araba Konak geçidinde Bulgar haydut çeteleri tarafından soyulması törenle anıldı. Hırsızlar yakalandıktan sonra idam cezası aldı. Sofya’da ipte sallanan Dimitır Obşti hırsız çetesinde rol alanların ve yakınlarının torunları büyük bir gururla dedelerinin hırsızlığını anlattılar. Başka bir ülkenin tarihinde komitacıların yaptığı hırsızlıkların şak şakrak bayram havasında kutlandığını işitmedim ve görmemiştim. Bizde artık yeni faşistler, şovenler, aşırı milliyetçiler iktidar ortağı olunca Türk düşmanlığı her kaptan taştı, gizli kapaklı bir şey kalmadı. Hırsızlığın doruk yaptığı bir ülkede yaşamı anlayabilmemiz ve 27 yıldan beri rüşvette karşı bir kanunun neden çıkarılamadığını, neden hiçbir soyguncunun tutuklanmadığını, neden milyonerlerin, fidye için insan kaçıranların sefa sürdüğünü anlayabilmemiz çok kolaylaştı. Biz hırsızlar ülkesinde yaşıyoruz. *** İkinci anma töreni 109 yıl önce, 22 Eylül 1908’de Bulgaristan’ın bağımsızlık ilan etmesiyle ilgilidir. Bu, Çar Ferdinand öncülüğünde atılmış bir adımdır. Üçüncü Bulgar devletinin egemenlik günü olarak anılır. Bu konu, Bulgar tarihinde çok tartışılan bir konudur. Bulgar tarihçilerinden Nikola Grigorov, “Ferdinand gizli bir anlaşmayla Türkiye’den bağımsızlık elde etti, fakat anında bağımsızlığımızı Rusya’ya tepsi içinde gönüllü verdi” başlıklı bir yazı yazdı ve gerçekleri şöyle anlattı: “Bulgar tarihi bugün de, Rusya ve Sovyetler Birliği ile ilişkilerimiz konusunda sahtelikler ve kuyruklu yalanlarla doludur.” Araştırmacı tarihçi “Faktor” yayınına şöyle diyor: “Rusya yüzünden 19. Ve 20. Asırlarda 3milyon nüfuslu 93.4 bin kilometre kare toprak kaybına uğradık.” Bu konuda birçok kitabı da olan tarihçi Grigorov bazı soruları şöyle yanıtlıyor: Soru: 1908’in 22 Eylül günü, Bulgaristan’ı Avrupa’nın politik haritasına çeviren gündür. 500 yıldan sonra Bulgar Çarlığının yeniden kurulduğu gündür. Her


Makale ve Analizler - 2017

33

ülkenin bağımsızlığını kutlaması normaldir. Bizde 22 Eylül neden yalnız tatil günüdür. Bu günü neden milli bayram olarak kutlamıyoruz? Yanıt: 1944’ten sonra Bulgaristan’da, bizi Rusya’ya bağlayan ve yükümlü kılanlar dışında tüm öteki gerçek Bulgar ulusal bayramlarını önemsizleştirilmiş, gözden düşürülmüş ve hiçe sayılmıştır. Bu nedenledir ki, bugün de Bulgar tarihi Rusya, Sovyetler Birliği ve yine Rusya ile olan ilişkilerimizle ilgili sahtekârlıklarla ve kuyruklu yalanlarla doludur. Bu yalanlardan birisi, okul kitaplarında yer alan ve birçok tarih eserinde işlenen, 1877 - 1878 Osmanlı Rus Savaşında 200 bin Rus asker ve subayının öldüğüne ilişkindir. Bir defa bu savaşa katılmak için Tuna nehrini geçip Bulgaristan’a saldıran Rus askeri gücünün toplamı 193 bin kişidir. Ölü sayısı da 22 bin 391 kişidir. Burada 177 bin 709 ölmemiş Rus ölü olarak gösterilmiş yani yalan 8 defa abartılmıştır. Üstelik Bulgaristan’ın Ruslar tarafından istila edildiği gün olan 3 Mart 1878 tarihini, Bulgaristan’ın bağımsızlık ve kurtuluş günü olarak, milli bayram günü biçiminde kutluyoruz. Hem de biz bu işgali çok ama çok pahalı ödedik. Bu uğurda can veren Bulgarların anıtı dikilmemiştir. Memleket baştanbaşa Rus anıtlarıyla doludur. Soru: 2008 senesinde “Bağımsızlık Günü”nün 100. Yıldönümünü gereği gibi kutlamadık. O zaman Başbakan Sergey Stanişev’ti. Bu neden böyle oldu? Yanıt: Bağımsızlık günü hep küçümsendi. Son dönemde bağımsızlık günü bir kutlama günü olarak, Doğu Rumeli’nin ilhak edildiği 6 Eylül’ün de çok gölgesinde kaldı. Bunun ana nedeni, özellikle olağanüstü yetenekli bir tarihçi olan belgeselci Bay Tsoço Bilyarski’nin, Bulgaristan’ın bağımsızlık ilan etmesinden öncesi döneme ait olan bir belgeyi tesadüfen bulmasıdır. Bu belge bir gizli Rusya-Bulgaristan sözleşmesidir. Bu anlaşmayla Bulgaristan Rusya’dan yüzde yüz bağımlı duruma gelmiştir. Bu evrak henüz lise ve üniversite tarih kitaplarının hiç birisine alınmamıştır. Bu anlaşmanın 10. Maddesinde, Bulgaristan’a Türkiye’den bağımsızlık elde etme hakkı tanınıyor denirken, Bulgaristan bağımsızlığını Rusya’ya tepsi içinde gönüllü olarak sunmuştur. Soru: Şimdiye kadar bilinmeyen bu gizli belgede tam olarak ne deniyor? Yanıt: Bu gizli antlaşmada aynen söyle denmiştir: Bir yanda Rusya Dışişleri adına hareket eden, Çar hazretleri, Büyük Dük Vladimir Aleksandroviç ve General Molozov ve öte yanda Çar hazretleri ve Bulgaristan Prensi, onunla birlikte saygın Dışişleri Bakanı D. Stançev, Savunma Bakanı D. Nikolaev ve Prensliğin Peterburg’ta bulundurduğu ve Bulgaristan’ı temsil eden diplomatik ajan olmakla birlikte, Evksinograd’da işbu gizli anlaşma imza altına alınmıştır:


34

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

1. 1895’te Rusya ile imzaladığı, 1898’de onayladığı ve daha sonra 1895’te değiştirilen ve yeniden onaylanan ikili antlaşmaya bağlılığını yeniden teyit eden Bulgar Prensliği, dış siyaset alanında Makedonya - Edirne konusuyla ilgili ne gibi sorunlar varsa tümünü Rusya Dış Politikası Yönetimine devretmeye hazır olduğunu; bu sorunun gelecekte gündeme getirmemeyi ve askeri güç kullanarak da gündeme getirmeye çalışmayacağını bir daha teyit etmiştir. 2. Bulgaristan, topraklarında kurulan Makedon çeteleri üyelerini tutuklamak da bu arada, her Makedon hareketini etmeyi üslenmiştir. Rusya ise aynı ilkenin Sırbistan tarafından da uygulanmasını sağlamayı üstlenmiştir. 3. Bulgaristan, Vardar nehri ile Karadeniz arasındaki bölge işgal edildiği halde, Bulgar silahlı güçlerine bırakılmalı ve Bulgar silahlı Güçleri sayısının Bulgar Savunma Bakanlığı tarafından belirlenmesi şartıyla Rusya ve Avusturya - Macaristan’ın Türk eyaletleri birlikte hükmetmesi hakkına itiraz etmez. 4. Bu durumda, Bulgar Genel Kurmay Başkanı ve Tümen komutanları Rusya Savaş Bakanlığı tarafından belirlenip atanacaktır. 5. İki Rus Süvari Tugayı Bulgaristan’a girecek, bir yandan Bulgaristan ile Türkiye arasında öte yandan da Türkiye ile Rusya ve Avusturya - Macaristan arasında askeri çarpışmaların başlamasından en geç 7 gün sonra Bulgaristan’a girecek ve Bulgar Savaş Bakanlığının emrine verilecektir. 6. Bulgaristan, deniz kuvvetlerini ve Burgas ve Varna limanlarını Rusya Karadeniz Askeri Filosu Baş Amirali emrine veriyor. Bulgaristan, Rus deniz filosuna ve ülkeye girecek süvari taburların gıdasını sağlamakla yükümlüdür. 7. Gerektiğinde Bulgaristan Romanya’yı bu gelişmelerde tarafsız kalmaya zorlayacaktır. Bunu gerçekleştirmek için de Tuna nehri boyuna gerekli miktarda askeri güç yığınağı yapacaktır. 8. Bu savaşta galip gelindiği an Bulgaristan gasp edilen toprakların ve ganimetin üçte birini alacak ve Ege Denizine çıkış koridoru elde edecektir. Öte yandan, Rusya’nın hedefinde olan İstanbul’du. Bulgaristan, bu hedefe ulaşılmasında, Boğazlara Rus askeri birlikleri indirilmesiyle birlikte Edirne’yi ele geçirecek ve Çatalca üzerinden İstanbul’un alınmasına katkı sunacaktı. 9. Savaş açma ve barış anlaşması imzalama hakkı bir tek Rusya’nın olacaktı. 10. Bulgaristan’a Türkiye’den bağımsızlığını elde etme ve bağımsız bir Çarlık olması hakkı tanınıyordu. Rusya ise Berlin Antlaşmasını imzalamış devletlerin Bulgaristan’ın bağımsızlığını kabul etmelerini ve onaylamalarını sağlamayı üstlenmişti.


Makale ve Analizler - 2017

35

Bu antlaşma ilk kez, Sofya’da çıkan “İşçi Gazetesi” (Rabotniçeski Vestnik) gazetesinin 11 Aralık 1913 tarihli sayısının 1 - 2. Sayfalarında yayınlanmıştır. Soru: Bakımsızlığın ilan edilmesinden hemen sonra Rus İmparatoru II. Nikolay’dan kutlama telgrafı almıştı. Bu telgrafta, II. Nikolay, “mutlu ve barışçı gelecek” adına Rus halkıyla “çok yakın bir gelecekte daha yakın bütünleşme” dileklerinde bulunmuştu. Bunun ardından Rusya Çarı II. Nikolay Bulgar veliahttı III. Boris’in vaftiz babası oldu. Daha sonraki yıllarda, Rusya Çarlığı kendisi çökmezden önce Bulgaristan’a darbe ardına darbe indirmedi mi? Yanıt: Rusya her zaman ve her fırsatta Bulgaristan’ı ve Bulgaristan halkını soyup soğana çevirmeye çalışmıştır. Bu eski siyaset bugün de yürürlüktedir. Bulgaristan tarihinin en amansız düşmanı her zaman Rusya olmuştur. Rusya’ya güvenen Bulgaristan her defasında kayba uğramıştır. Rusya tarafından örgütlenen ve koordine edilen 1913 faciası, Bulgar tarihinin en büyük ve derin kazasıdır. 1913’te Rusya Balkan devletlerinin tümünü Bulgaristan’a karşı birleştirmeyi başarmıştı. Rusya, Bulgaristan’a saldırması için Romanya ordusuna ponton köprüler verdi. Bu siyasette Bulgar Rusofilleri Rusya’ya destek verdi. Soru: 1913’te Bulgar faciasının ana sorumlusunun Rusya olduğunu mu iddia ediyorsunuz? Yanıt: Şu deliller baş sorumlu ve suçlunun Rusya olduğunu kanıtlıyor. Rusya Ferdinand’ı sarın almak ve kendi kuklası haline getirmek için olan 3 milyon altın Fransız Frank’ı verdi. Bulgar Çarı bu parayı iade etmedi. Bu açıdan bakıldığında 1913’te Ferdinand’ın Bulgar ordularına Yunanistan ve Sırbistan’a saldırı emri vermesi bir rastlantı sayılamaz. Bulgaristan 1913 mağlubiyetiyle Avrupa önünde rezil olmuştu.  1912’de Rusya İmparatorunun uzlaştırıcı hakemliğiyle Bulgar Sırp barış antlaşması imzalanmıştı. O yıllarda Rusya Bulgaristan’ı kontrolü altında bulunduruyor ve her konuda dayatmalarda bulunuyordu. Devlet kararlarının hepsinde son söze sahipti. Rusya İmparatoru, 1902’de imzalanan Rus-Bulgar antlaşmasını asla uygulamamıştır. Bu antlaşmaya göre, Romanya Bulgaristan’a saldırdığı takdirde, Rusya arkadan Romanya’ya saldırıda bulunacaktı. Bunu yapmadığı gibi Romanya’ya Tuna nehrini geçmesi için ponton köprüler Rus subaylar köprülerin kurulmasında ve kullanılmasında öncülük ettiler. Ne ki, Rusya İmparatorluğunun Bulgaristan’a karşı izlediği siyasetle mukayese edildiğinde Sovyetler Birliği’nin izlediği siyaset amansız saldırgan ve talancıdır. Ağır sonuçları bugün de Bulgaristan’ı yere yatırmış ve ezmeye devam ediyor. Sovyetlerin izlediği Bulgaristan siyaseti vahşi ve hayvanıydı. Amansız


36

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ve barbardı. Sovyet Rusya 1944’te Bulgaristan’ı işgal etti. 1944’te Sovyet yönetimi Bulgaristan’da terörcü, sabıkalı, cani, sorumsuz ve ulusal hainleri işbaşına getirdi. Bu kadrolar Bulgaristan’ı Moskova’dan aldıkları emirlere göre idare ettiler. Türkleri göçe zorladılar. Pomakları sürgün ettiler. 168 bin kişi toplama kamplarında kaldı. Binlercesi öldü. Bulgaristan halkın lehinde ve daha iyi yaşaması adına yönetilmedi. Şöyle ki Rusya’nın oluşturduğu idareci tabana ülkede bugün de yürütmede ve yargı düzenindedir. Totaliter komünist sistem sökülmemiş, ayakta kalmış ve halkı ezmeye devam ediyor. Etnik ve dil-din azınlıklarının kültürel otonomi hakları tanınmıyor. 1944 yılından beri azınlık çocuklarının gittiği okullarda köle ruhlu insanlar eğitiliyor. Bugün de Bulgaristan yönetimi Bulgaristan halkı lehinde değil, Rusya oligarşisi lehinde bir siyaset çizgisi izliyor ve ekonomik çöküşümüz derinleşirken, halkın yaşam sıkıntısı ve geçim dertleri artmaya devam ediyor. Bütün rakamlara işaret etmeye gerek yoktur. Son 10 yılda yalnızca doğal gaz ithalimizden 7 milyar US Dolar kaybımız olmuştur. Bulgaristan halkı bağımsızlık gününü anarken Rusya saldırganlığının hedefi olmuş ve bu gerçek 2016 yılı Devlet Güvenlik Konseyi raporunda yer almış ve mecliste onaylanmıştır.

Sahte Edebiyat Sarmaz

Neriman Kalyoncuoğlu-21.Eylül.2017

Konu: Bulgaristan Türkleri Bulgar Edebiyatını Neden Sevemedi. Biz göçmen çocukları eğitim öğretim denizinde Bulgar okullarında yüzmeye başladık. Tarih ve edebiyat dersleri sarmıyordu bizi. Bir tek Türklere, Osmanlıya ve Müslümanlığa karşı konuşulduğundan değil, bizi de aynı maya ile sarmalamaya çalıştıklarından, tiksinti uyanıyordu. Rahatsız oluyorduk. Büyük dedelerimizi Plevne ve Şipka’da öldüren, köy ve şehirlerimizi ateşe verenleri alkışlayacak halimiz yoktu kuşkusuz.


Makale ve Analizler - 2017

37

9. ve 10. Sınıflarda Bulgar işçi sınıfı edebiyatını gördük. Nikola Vapsrov’un (1909 - 1942) “Motor Türküleri” insana adanmış şarkılar derlemesi olarak beni etkilemişti. Ezberimde olanlar da var. 23 Temmuz 1942’de idam edilmezden hemen önce kaleme aldığı “Kavga” şiirinde şöyle demişti. Kavga, dedikleri gibi destansı. Ben düştüm. Yerimi başkası alacak... o kadar Burada, bir kişinin lafımı mı olur? Kurşuna diziliş, dizildikten sonra kurtlar. O kadar yalın ve akla yatkın. Ama birlikte olacağız fırtınada, halkım, çünkü sevdik seni. *** Yalın sözler ve çatık kaşlarla yazılmış şiirler. Çektikleri için ödül falan beklemeyen Bulgar şairleri okumak zevklidir. Anlatılan kavga da “cesur” ve “amansızdır.” Aynı havayı, proleter şiir Hristo Smirnenski’nin buram buram halk teni kokan şiirinde de nefes ediyoruz. Kalabalıklar Bastırılmış, kudretli bir fırtına gizlidir kalabalıklarda Orada güneş de vardır. Kuşattığında bitimsiz kalabalıklar Kenti, kurşuni bir toz kaldırarak Kaynaşan, kabaran o dalgalanmada Bugünün kaygılarının fırtına bulutları çalkanır Ve gelecekteki mutluluğun Işıldayan belirtileri... Onlar büyük kavga için doğarlar Kahramanları adsızdır Yıldızların sımsıkı kaynaştığı Samanyolundaki gibi tıpkı:


38

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bir başına gözleyemezsek de hiçbir yıldızı Samanyolu nasıl da göz kamaştıran bir ışıltıyla parıldar Güçlü bir yürek çarpar bağrında kalabalıkların Yeni dünyanın yüreği Ve duyduğunda kalabalıklar Silah başına çağrışınca Kükreyen alanları gümbürtüyle doldururlar Paramparça ederler tüm barikattan Ve yürek, kanatlanır yükseklere Yeni dünyanın yüreği Çeviren: Ataol Behramoğlu Ve biz bu edebiyatın doku tınılarını dinlerken Bulgar Türk Çingene Pomak Tatar, Gagavuz kızanların kalbi kamerton yarıyla aynı atıyordu. Kamerton müzikte notaların uzunluğunu ölçme aletidir. O anlarda biz bir koroyduk. Nitekim dersten derse hava hep değişiyordu. Biz şiirle, tarihle dans etmek isterken, coşmak isterken, hemen küp kırılıyor ve hemen her şey değişiyordu. Çok etnikli bir sınıf, bir toplum, çok sesli bir koro gibidir. Birisi esnese, ahenk bozulur, birisi söylemese her şey biter. Ve bu koro kurulamadı. Kurulamadığı için parçalandık ve tüm tüm dağıldık. Oysa biz e istiyorduk, dikensiz bir alanda herkes gibi dans etmeyi. Şöyle hissediyorduk hayatın bir adı olan o şiirsel coşkuyu: Şiir Nedir? Hep birlikte dans eden şu çırçıplak sözcüklere bak! Nasıl da çarpıyorlar herkesi. Tek bir adım atmak yeter bunun için – Çıkarın giysiler inizi Ve dansa katılın siz de. Çırçıplak sözcükler ile insanlar dans ediyor hep beraber. Olay çıkacak şimdi Neyse işte geliyor Şiir Polisi! Devam edelim dansa. Adrian Mitchell


Makale ve Analizler - 2017

39

Çeviren: Mehmet Yaşın Sahte bir edebiyat sunuldu bize ve sarmadı. Bu nedenledir ki 1950’lerden önce ve sonra oluşan Bulgaristan Türk edebiyatı, Bulgar edebiyatından hiçbir şey almadı, ona benzemedi. Kendi başına boy atarak büyüdü. Prag ce Viyana’da okuyan Bulgar öğrenciler Aleko Konstantinov’a (1863 1897) mektuplar gönderiyorlardı. O aldığı mektuplardan “Bay Ganyü” eserini yarattı. Bay Ganyü yolculuk etti, hamama girdi, misafir oldu, opera dinledi, gazeteci oldu, Drezden ve Prag’da bulundu, tarihçi K. İreçek ile görüştü, İsviçre’de ve Rusya’da bulundu ve Avrupa’dan geri döndü. Her yerde aba poturlu, kalpaklı, sırtında heybetliydi, gül yağı sattı. Bu eserde, 19. Asrın sonunda Avrupa pazarına uzanan Bulgar tüccar zihniyeti ile o ülkelerde okuyan Bulgar genç aydınlar alay edilmiştir. Bay Ganyü bir simgedir. Elbiseleri Türk giysisidir. Avrupa pazarına sunmaya çalıştığı gül yağı, 16. Asırda Türklerin Kafkaslardan getirdiği güllerin ürünüdür. Demek oluyor ki, kendisine mektupla gönderilen bu mizah yazılarını düzeltip kitaplaştıran Al. Konstantinov, başkalarının eserini kendi eseri gibi gösteren bir hırsız değil de ndir? Bu nedenle olacak, biz dedelerimizin aba poturunda, kuşağında, çarıklarında, tespihinde gülecek bir şey bulamadığımızdan, güller de en çok sevdiğimiz ve atalarımızın yaşadığımız topraklar getirdiğinden dolayı iftihar ettiğimiz için anlatılanları dinlerken bön bön bakıyorduk. *** Biz Türk öğrenciler, 9. Sınıfta gördüğümüz Omir’in “İlyad”sını Bulgar diline kazandıran, Sofya Üniversitesi Klasik Diller Fakültesi Dekanı Aleksandır Balbanov’un (1879 / 1959) da bir eser hırsızı olduğunu bilmiyorduk. O, dünya şiir ansiklopedisinde yer alan W. Uland’ın bir destanına “Oğlum, Benim Ohri Kenarında Şiirlerimin Esin Sembolü Kaldı” adını vererek kendi adından basmıştır. Bulgar sanat eleştirmenlerinden Vldimir Svintila, “Bulgarlrın Halk Psikolojisi Üstüne Yazılarında” bu konuyu derinden işlemiş ve “hırsızlık” olarak nitelendirmiştir. Biz Türk çocuklarının bu eserlerde bir yabancılık duyumsamamız övgüye değerdir. Destanda şöyle deniyor: Biraz güneş, aynası bir meleğin, sonra inen sis, ağaçlar ve biz sabahın soluğundan yaratılmış. *** Soy kökü Çırpanlı bir burkucu ailesine dayanan Bulgar şairlerinden Peyo Yavorov hakkında da, “Sürgüner” şiirini esinlendiği Anglo - İskoç şair, romantizmin seçkin temsilcisi Jorj Gordon Bayron’dan (1788 - 1824) araklayıp Vardar,

Kuşlar yem ararken, birden, karın altında kaldılar; sözcükler de öyle.


40

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Tuna Meriç, Balkan, Stranca ve Pirin nehir, dağ ve kıyı ilaveleriyle özümsediğine dair yazılar çıktı. Bu şiirde 20. Yüzyılın başında Presna, Kresna ve İlinden Makedon Ayaklanmalarında tutuklanıp yargılananların deniz yoluyla sürgün yolculuğu çaldığı mısralarla gerçekmiş gibi şöyle çğrışmıştır: Sürgünler Ata davasına hizmet ederken, Parlar son şualarla Güneş, Azgın düşmanca yargılandılar... Sonu olmayan deniz engini; Senin için aziz vatanım, Afet oyunundan yorgun, son köz sönene kadar savaşabilirdik İstirahatte hırçın dalgalar... Kutsal mihverin önünde Yavaşça yüzüyor gemi, Kıskanılacak bir kader uğruna... onu iten meltem, Gemi git gide uzuyor Ufkun ucunda kaybolan götürüyor bizi bilinmeze vatan kıyıları. Açmış kanatlarını gece Geri dönüş saati Aton Dağları dehaları çalmaz artık hiç bir an: İsteseler de göremez artık bizi Su ve kara bir engin, Dönüyor yaş bakışlar rüya olur arık dünya bana. Son defa özlemle kıyılara Vardar, Tuna, Meriç Sönüyor ufukta son ışıklar Balkan, Stranca ve Pirin ise Uzanıyor kelepçeli ellerimiz Son hatıradan bir ışıltı Kaybettiğimiz cennete... gün batıyor bana. Asırlık zulmü daram duman edenler, Kalplerde zehirli ayrılık cısı Elveda vatan toprağı... Lanetli bir haince ele verildiler. Yavorov’un çaldığı “Sürgün” şiiri bende “gelip geçene gönül verilme, ihanetle ölen dirilmez...” duyguları uyandırdı. Şiirde yama üstüne yama olmaz. Gün gelir herşeyin kokusu çıkar. 19. Yüzyıl sonu ve 20. Yüzyılı başı Bulgar şiiri bu gibi sahte parlamalarla dolu olduğu için biz Türk öğrenciler tarafından asla anlaşılamamıştı. Diğer Bulgar şairlerinden örneklerle bu konuyu işlemeye devam edeceğiz. Sular durulmaya başladı.


Makale ve Analizler - 2017

41

Almanya Seçimleri

Rafet Ulutürk-24.Eylül.2017

Konu: Almanya seçimlerinden alınacak dersler “Oyumuzu posta ile göndermek bir çözüm olabilir” Almanya’da 24 Eylül’de yapılan seçimler birçok konu üzerinde yeniden derin düşünmemizi gerektirdi. Bir: Almanya’da 24 Eylül 2017 seçimlerinden önce Hıristiyan Demokrat Parti lideri Angela Merkel seçimden sonra siyasi sahneye yeni çıkan Almanya Seçeneği gibi faşizan, yabancı düşmanı partilerle iktidar ortaklığı aramayacağını peşin açıkladı. 61 milyon seçmenin katıldığı oylamada 768 bin Türk de aktifti. Helmut Kohl ve Konrad Adenauer’den sonra 4. Kez Başbakan olmaya çalışan An. Merkel % 32,5’i oy aldı ve ağır koalisyon görüşmelerine giriyor. Büyük oy kaybına uğrayan ve muhalefete geçen Sosyal Demokratlar (%20) ikinci parti olsalar da yenilgiyi kabul ettiler. 1953’ten beri ilk kez Bundestag’ta 6 parti olacak. Aşırı sağcı Almanya Seçeneği Partisi % 13,5 oranında oy alarak üçüncü parti oldu. Solcuların 60, Yeşilerin 62 ve Hür Demokratların da 70 milletvekili meclise girdi. Bulgaristan 26 Mart 2017 seçimlerinden sonra güya “Yurtsever Cephe” olan 3 yeni-faşist, aşırı milliyetçi, şoven partiyi hükümete girdi. Seçim kazanan GERB Bulgar faşistlerine iktidara taşıdı. Bu nedenle 6 aydır BULTÜRK ve BG-SAM yayınları Bulgaristan’da demokrasinin tehlikeye girdiğini duyuruyor. Çünkü faşistlerin iktidar olduğu hiçbir yerde demokrasi olamaz. Siyasi tablo usul usul, kimseye belli ettirmeden, gizli kapaklı işlerle faşist renkler alıyor. Geçen hafta Hak ve Özgürlük Partisi (DPS) parlamento grubu gerçekle mecliste yüzleşti. GERB partisinin ömrünü sürdürebilmek için Türk seçmenden oy istediğini değerlendiren HÖH - DPS Başkanı Mustafa Karadayı, meclise bir yasa önerisi sunarak, totaliter komünizm döneminde işlenen cinayetler, “soya dönüş katliamı”, tutukluların, mahkûmların, sürgünlerin ve göçe zorlananların yaşadıkları zulümle ilgili olarak komünizm kurbanlarından özür dilenmesini, yaraların sarılmasını, mağduriyetlerin giderilmesini istedi. Sert bir tartışma yaşadı. GERB adına söz alan, meclis İnsan Hakları Komisyonu ve Diyanet İşleri Komisyonu Başkanı Krasimir Velçev, iktidar kemiği yalayan aşırı milliyetçilerden daha sert saldırdı. “Sizin bu insanlar adına konuşmaya hakkınız yok, onlar için bir şey isteyemezsiniz, onlara vereceğimiz bir şey de yok, konu kapanmış, her şeyi unu-


42

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

tun!” dedi. Aynı kişi daha önce “minarede ezan sesini ve camide Türkçe konuşulmasını yasaklayan” kanun tasarısını hazırlamıştır. Sayın okurlarımız. Son haftalarda GERB ekipleri Şumnu ve Deliorman başta olmak üzere, Türk yörelerini, belediyelerimizi sık sık ziyaret etmeye ve halka yeni renkli yalanlar anlatmaya başladı. İşittiğimize göre bazı yerlerde delik deşik birkaç kilometre yol asfaltlamışlar ve birkaç çeşmeye kurna takmışlar, sakın kanmayınız, aldanmayınız. Önce faşist ortaklarından ayrılsınlar, faşist ortaklık bozulsun, ondan sonra görüşürsünüz. Şu durumda Bulgaristan’da demokrasi için ölüm tehlikesi çanları çalıyor. İki: Almanya seçim yasasından alınacak, daha doğrusu doğrudan kopya edilecek birkaç husus var. Herksin bildiğine göre, 6 Kasım 2016’da yapılan ve Bulgaristan’da seçim sistemi de ön sırada olmak üzere politik sistem değişikliği isteğiyle yapılan, biz soydaşlar da bu arada 2.5 milyon vatandaşımızın katıldığı halk oylaması (referandum) sonuçları kabul edilmedi, rafa kaldırıldı, beklentilerimiz suya düştü. 26 Mart seçimleri eski yasaya göre yapıldı. Meclise aynı partiler ve kişiler yeniden doldu. Aynı baskın hava yine milleti ve demokrasiyi boğmaya devam ediyor. Almanya örneğine bakalım. Almanya’da en fazla oy alan kazanır (majoriter) ve parti listelerine göre oy verilen /çoğulcu/ (proporsyonel) sistem olmak üzere, 2 seçim sistemi birden yürürlüktedir ve şimdi de uygulandı. Meclisin (Bundestag) yarısı majoriter, öteki yarısı da çoğulcu sisteme göre, yani karma sistemle seçiliyor. Bu sistem bizde de uygulanabilir. Almanya’da partiler ve koalisyonlar için seçim barajı % 5’tir. Fakat burada da şöyle bir özellik var. Eğer bir siyasi parti ulusal sıralamada % 5 barajını geçemese bile, eğer bir eyalette (ilde) 3 milletvekili çıkarmışsa, bu 3 milletvekiliyle meclise girebiliyor. Özellikle vurgulamak istediğimiz husus ise dış ülkelerde bulunan Almanların seçime katılma hakkını kullanma usulüne ilişkindir. Bu seçimde 3.5 milyon oyunu dış ülkede kullandı. Dış ülkelerde bulunanların oy kullanma işlemi seçim gününden 2 hafta önce yani daha 9 Eylül 2017’de başladı. Nasıl mı oy kullandılar? Oylarını, mektupla Almanya Yüksek Seçim Kuruluna direk olarak gönderdiler. Mektupta bulundukları yerin adresini ve Almanya’daki daimi adreslerini yazdılar. Her oy için ayrı bir zarf kullanıldı. Seçim gününe kadar içlerinde oy pusulası olan mektuplar güvenli bir şekilde Almanya Yüksek Seçim kurulunun Berlin Adresine sağlıklı geldi. Alman Yüksek Seçim Kurulu ancak konsolosluk ve Büyük Elçiliklerde seçim sandığı açıyor. Bu usulle 3 milyon 500 bin alman yasaklara maruz kalmadan, sınırda tartaklanmadan, küçümsenmeden ve lanetlenmeden kimseyi meşgul etmeden oy kullandılar. Bu usulün Bulgaristan’da da kullanılmasında yarar görüyoruz. Böylece sayıları 3 milyon olan ve dış ülkelerde


Makale ve Analizler - 2017

43

oy kullanırken çok büyük sorunlar yaşayan Bulgaristan vatandaşları kendilerini eşit vatandaş hissedecek ve huzur içinde oy kullanabileceklerdir. Türkiye Cumhuriyetinden 600 bin soydaş oyunun, Batı Avrupa ülkelerindeki 150 bin Müslüman işçi ve öğrenci oyunun Bulgaristan seçimlerin katkı sağlaması böylece en garantili bir şekilde çözüm bulmuş olacaktır. Böylelikle, otobüs sayısı,, araç sayısı, sandık ve dilekçe sayısı vs birden ortadan kalkacak ve her vatandaşımız kendisini eşit haklı Bulgaristan ve AB vatandaşı hissedecektir. Problemin çözümü budur. BULTÜRK Derneği Bulgar meclisine ve devlet makamlarına, seçim komisyonuna mektup göndererek bu değişikliğin yapılmasında ısrar edecektir. Bu konuda ülkemizde referandum düzenlenirse destekleyecektir. Üç: Almanya’da parlamento seçimleri 4 yılda bir yapılır. Şimdi bu sürenin 5 yıla çıkarılması isteniyor. Seçim günü her defasında Pazar gündür. Başbakan tarafından önerilir ve Cumhurbaşkanı tarafından onaylanır. Biz Bulgaristan’da seçimlerin Pazar günde yapılmasından yanayız ve Ramazan ya da Kurban Bayramı tatiline rastlamamasına dikkat edilmesinde ısrar ediyoruz. Dört: Bulgaristan’da 18 yaşını dolduran her kişinin seçme ve seçilme hakkı vardır. Aşırı milliyetçilerin okuma yazma bilmeyenlere seçme ve seçilme hakkı tanınmaması yönünde yoğunlaşan çabalarına kesinlikle karşıyız. Memleketimizde azınlıklara anadillerinde eğitim ve öğrenim hakkı tanınmadığından dolayı azınlıklar arasındaki genç kuşağın % 40 okuduğunu anlamadığından dolayı, seçim dışı bırakılmak isteniyor. Bu sorunun çözümü azınlıklara “kültürel otonomi” tanınmasıyla çözülebilir. Beş: Almanya seçim kanununa göre 200 imza toplayan, sabıkalı ve ruh hastası olmadığına dair doktor raporu olan her kişi majoriter aday olabilir ve kendi seçim bölgesinde seçilebilir. Aynı seçim bölgesinde parti adayları çoğulcu sisteme göre kendi aralarında yarışabilirler. Dış ülkelerden oyunu mektupla gönderenler de majoriter aday seçebilir. Altı: Oylama ya sandığa bülten atmakla ya da bülteni posta ile göndererek oluyor. Son zamanda Almanya’da sandık başına gitmek istemeyen vatandaşlar /tatilde, hastanende, turistik gezide vb. bulunanlar/ da posta ile oy kullanmayı tercih etmeye başladılar. Oy kullanma gizlidir. Almanlar bu konuda çok titizdir. Bulgaristan’da bu usul uygulanırsa, seçim bültenleri dağıtılırken herhangi bir karışıklık olmasını önlemek amacıyla zarfın üzerinde seçim komisyonunun adresi önceden yazılmalıdır. Yedi: Karma usul uygulandığında 2 oy kullanılır. Birincisi her seçim bölgesinin majoriter adayını seçer, 24 Eylülde bu oylarla Almanya’da 299 milletvekili seçildi, ikinci oyla da parti listelerine göre seçim yapılır, 598 sandalyesi olan


44

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Alman Bundestag-meclisindeki öteki 299 mebus da bu usulle seçilir ve denge sağlanmış olur. Sekiz: İki oy kullanılırken karışıklık ve sahtekârlık olabilir mi? Almanya’da seçimler kâğıt bültenlerle yapılıyor ve her oy denetlenebilir. Sahtekârlık dendiğinde, genelde Merkez Seçim Komisyonunda elektronik sayım esnasında yapılan oyunlar akla geliyor. /Yani oylar para makinesinde para sayar gibi sayılırken yapılabiliyor./ Sayım işleri genelde yabancı gözlemcilertarafından kontrol ediliyor. Bu seçimde Almanya’da güvenlik ve gözetim 600 bin kişi tarafından sağlanmıştır. Dokuz: Hükümet kurma görevi en fazla oy alan parti başkanına veriliyor. Almanya’da An. Merkel artık 3 defa başbakan oldu. Şimdi o da Kohl ve Adenauer gibi 4. Defa için adaydır. Merkel yüksek fizik öğrenimi olan bir Doğu Almanyalıdır. Atası Maklenburg yöresinden Orta Çağlarda Marten Lüter’in kilise reformu hareketini yönetmiştir. İlk hükümetini 2005’te kurdu. Son dönemde sosyal demokratlarla ortak idare etti. 2015’ten beri sığınmacı sorununu aşmaya çalışırken, AB içindeki derin bunalımlı gelişmeleri de yönetmeye olağanüstü büyük gayret gösterdi. Almanya yasalarına göre, bir kişinin kaç defa başbakan olacağı konusunda sınırlama yoktur. *** Biz Türkiye Cumhuriyetinde ikamet eden soydaşların seçme ve seçilme hakkımızı kullanırken yaşadığımız sorunları hepimiz biliyoruz. Sayısız engellerin aşılması için, AB ülkelerinin hepsinde aynı seçim sisteminin kullanılması ve dış ülkelerde bulunan her vatandaşa posta ile oy kullanma hakkı tanınması bizim için hak ve özgürlük davamızda yeni bir halka olabilir. Posta ile oy kullanma sistemi uygulandığında şu an Bulgaristan’daki 1 200 000 (bir milyon iki yüz bin) ölü Vanlıların oyları da kendiliğinden geçersiz olacak ve ebediyen çöpe atılmış olacaktır. Bu cümleden olmak üzere % 50 majöreler ve % 50 parti listelerine uygun oy kullanma sistemine geçilmesine destek vermeye hazır olduğumuzu bildirmek istiyoruz. Değişiklik isteyen ve bunları yapanlar insanlardır. Güç kaynağımız ise derneklerdeki birliğimiz ve ortak eylemlerimizdir. Lütfen paylaşınız.


Makale ve Analizler - 2017

45

Hafıza Yıkayıcıların Yöntemleri

Dr. Nedim Birinci-24.Eylül.2017

Yıkıcı propagandası: Konu: Yalancıların mumu yanmaya devam ediyor 1. “Usulca ve dikkat çekmeden”: Enformasyon mücadelesi hissettirmeden, kendini belli etmeden yürütülür. Büyük ödev: Yasalara göre, bugün çöp kofasına atılmış, kndilerini çöplükte hissedenlerden, insan yerine konmayanlardan Türk Kimliği davamıza mücahit yetiştirmektir. Bu yazımda sizinle birlikte Rusya’da propaganda işlerini yöneten Aleksandır Dügin gözüyle propaganda sorunlarına bakmak istiyorum. Onun açıkladığı yöntemler yıllardan beri Bulgaristan’da bize karşı kullanılıyor. Bu yazımın sizde, Moskova’nın Bulgaristan’a ve dolayısıyla Bulgaristan Türklerine karşı azimle yürütmeye devam ettiği enformasyon ve propaganda mücadelesinden birçok çağrışım uyandıracağından eminim. Çünkü aynı yöntemler daha sosyalist totaliter dönemde de bize karşı kullanılmıştı. Şimdi de kullanılıyor. Al. Dugin bir ideoloji uzmanı olarak, aşırı Rus milliyetçiliği, Rus imparatorluğu fikirlerini savunan ve Batı dünyasına düşmanca tavrıyla bilinir. O, Kremlin’in lanse ettiği propaganda uzmanlarından biridir. Yazılarından seçmelerle açıklamaya çalışacağımız gerçekler, Rus propagandası teknolojisini ve beyin yıkma ustalığını açıklıyor. Kullanılan yöntemler son zamanda büyük tartışmalara neden oluyor. Öte yandan, Avrupa Birliği 5 yıl süren özel bir araştırmanın sonuçlarını açıkladı ve Sofya’daki “Blitz”, “Expres” başka 5 haber merkezinin direk Moskova propagandası yaptığını ve enformasyonla kafa karışıklığı yarattığını duyurdu. Sofya hükümeti bu merkezleri, “Skat” ve “Alfa” gibi faşist propaganda yapan TV programlarını, “Ataka” ve VMRO’nun “Balgarya”, ve “Retro” gibi gazetelri henüz yasaklamıyor ... Al. Durin’in Moskova Yüksek Enstitülerinde verdiği konferanslar, Rusya’nın Batı uygarlığını çökertmek için kullandığı propaganda yöntemlerini artık gizlemiyor. O, Avrupa Asya Gençlim Örgütleri’nin Moskova’da düzenlediği konferansta son konuşmalarından birini sundu. Gençlerin üzerine enformasyonla etkide bulunmanın günümüzde büyük sayıda usulü ve biçimi var. Günümüzde enformasyon savaşının nasıl yürütülmesi gerektiğine ilişkin hazırlanmış birçok program ve yazılmış kitaplar var. Bunların arsında, Moskova’daki Rusya Federasyonu Dışiş-


46

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

leri Bakanlığına bağlı Diplomasi Akademisi Prof. İgor Pagrin’ın hzırldığı program hayata en uygun ve en iyi sonuçlar veren bir yapıt olarak ortaya çıktı. Prof. Pagrin, yalan enformasyon (haber) kullanmadan elde edilen sonucun kısa süreli olduğunu ve sınırlarının da, haber kıtlığı olduğu dönem içine sıkıştığını belirtiyor. O da aynı enformasyon yöntemlerinden söz ediyor: 2. “Yapıştırmak /etiket yapıştırmak”: Etiket yapıştırma usulünde belirleyici ola gönül kırıcı, gücendirici lakab, etiket, benzetme, metafor, ism vb hemen bulup gecikmeden karşılık bulmak şeklinde olur. Bu “etiket” bir sosyal olguya, insan bir örgüte, şirkete vs yapıştırılır. Bulunan etiket, insanlarda ve kamuoyunda olumsuz tepki uyandırmak için kullanılır, iğrenç emsaller çağrıştırır ve böylece bir kişi, örgüt, sosyal grup ve kurumlar, onların fikirleri, yaptıkları öneriler gözden düşürülür, ya da onların teklifleri kamuoyunda alay konusu edilir. Bütün Müslümanlara “terörist” dendiği gibi. HÖH partisine “etnik İslamcı parti” dendiği gibi. DOST partisine “Ankara kökenli” dedikleri gibi...Türklre “kendilerinden kurtulmamız gereken insanlar” gözüyle bakıldığı gibi... 3. “Nakliye” ya da “Transfer” Bu usulün anlamı, saygı duyulan ve propaganda kaynağı tarafından kendilerine sunulan, değer verilen kişinin ve onun itibarının sevenleri arasında büyük bir ustalıkla, fark ettirmeden, zorlayarak dayatmadan halk çoğunluğuna yaymakta gizlidir. “Transfer” usulüyle çağrışım uyandırıp, toplum için değerli olan bir şey ya da bir kimse ile çağrışımlı bağlantı kurulması sağlanır. 1990’larda Bulgar medyası Ahmet Doğan’da kurtarıcı çağrıştırmıştı. 2009’da fidye için insan kaçırılırken Boyko Borisov da kurtarıcı olarak göreve çağrıldığı gibi... Ayaklanan Bulgaristan Türklerine bir polis ajanı olan Ahmet Doğan’ın “lider” olarak sarıldığı gibi. Sahte hapisçinin liderliğe transfer yöntemi... 4. “Bir otoriteye dayanmak” Yüksek otorite sahibi kişilerin olumlu etki yapan konuşmaları ya da tam tersi, belirli kategoriler üzerinde tepki uyandıran demeçler kullanılır. Amaç, kitle ile güvenli etkileşim kurmaktır. Etkilenmek istenen hedef kitle olarak ünlü siyasetçiler, kültür adamları, iş adamları, öğretim üyeleri ve uzman kişiler seçilebilir. Arzu edilen sonuç elde edilebilmesi için etkilenecek olan grup temsilcisine, onun aldığı yüksek göreve, (eski ve şimdiki) popülerliğine ve bütün kitle ile yakın olmasından doğan güven gibi etkenler dikkate alınır.


Makale ve Analizler - 2017

47

Bulgaristan’da bütün haber kaynaklarımız kapatıldı, otoritemiz kalmadı. Ahmet Doğan bize “gerçek kaynağı”, “kurtarıcı” gibi dayatıldı... 5. “Kartların yeniden dizilmesi” Çelişkili bir tez içinde tezat olduğundan söz edilmeden, seçilerek ya olumlu ya da olumsuz delil ve etkenler üzerinden propaganda yapılır. Belirli bir siyasi programın, tezin, fikirlerin vs kabul edilmesinin zorunlu olduğunu ya da reddedilmesinin kaçınılmaz olduğunu ispat etmek için bütün olaylar, kanıtlar v deliller tek taraflı olarak gösterilir. Bir hain ajan olan Ahmet Doğan’ın Bulgaristan Müslümanlarına bir hak ve özgürlük savaşçısı olarak gösterildiği gibi... 6. “Vagondan biridir” Davranışlarda benzerlik ya da aynılık gerektiren, “herkes böyle yapar” izlenimi uyandıran öneri, fikir, demeç, tümceler kullanılır. Hedefte olan ters etki uyandırmaktır. Belirli bir kişi ya da olayla ilgili büyük miktarda olumsuz bilgi ve delil sunulur ve merhamet ve acıma duygusu uyandırılır, böylece lanetlenme unutulur. Ahmet Doğan’ı “saraya” kapayan Bulgar makamları zavallıya acıma duygusu uyandırmayı hedeflemiştir. 7. “Karşıtlık İlkesi” Bir haber başka bir haberin gölgesinde duyurulur. Yarım gerçek bildirilir. Dinleyen ve okuyana sunulan hakikatin bir yarısıdır. 1986’da Bulgar İstihbaratı Birinci Şubesi tarafından Dobriçe bağlı Barakovo köyünde kurulan Bulgaristan Türklerinin Milli Kurtuluş Hareketine sızmak ödeviyle görevlendirilen Ahmet Doğan’ın bir “hain ajan” olduğu sürekli gizlenmiş ve yalnız bir dava adamı olarak tanıtılmıştı. 8. “Alay etmek” Bu yöntem kullanılırken, kendilerine karşı enformasyon savaşımı yürütülen somut kişiler, belirli görüşler, örgütler ve onların çalışmaları ve değişik gruplar alay etmeye hedef olarak seçilebilir. Kendileriyle alay edilerek aşağılanacak olan hedefin seçilmesi somut enformasyon durumuna göre farklı olabilir. Böyle bir yaklaşım hedef kitle üzerindeki bilgi ve psikolojik etkinin yoğunlaştırılmasına olanak sağlar. 9. Enformasyon savaşımı yürütme usullerinden biri olarak söylentiler Rivayetlerin dilden dile kulaktan kulağa dolaşması için sosyal ve psikolojik ön koşullar vardır.


48

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Kışkırtma ve tuzaklar, enformasyon savaşımı yürütülürken kullanılan teknolojilerdir: Haber vesilesi yoksa veya eksiklik belirdiğinde, bunlar amaca uygun şekilde yaratılır. Zaten Müslüman olan Bulgaristan Çingenelerinin İslamlaştığı gibi...; İmam Hatip Okullarımızın toplumu radikalleştirdiği gibi vs... 10. “Haber alanı kapma” Belirli kitle haber araçlarının çalışmaları iyi örgütlenerek ötekilerin belirli enformasyon alanında etkili olmasının engellenmesi anlamındadır. Böylece kitle, verdiği haberlerin doğruluğu devamlı telkin edilen, yalnız bir kaynaktan haber almaya mecbur bırakılır, ancak aldığı haberlerin gerçek olduğuna kendini inandırır. Bulgar makanlarının Bulgaristan Müslümanlarına kendi radyo ve TV programları açmalarına, anadillerinde gazete dergi çıkarmalarına izin vermeyişinin temel nedeni budur. İnsanlarımızın hafızasına istediği haberi akıtma olanaklarını elden kaçırmak istemez. 11. “Boş iddialar yayma” Kanıtlanma gerek olmadığı, “gözle görülüp elle tutulur” havası verilip delilmiş gibi gösterilerek farklı iddialar yayılır. Bunlar gerek olabilecekleri gibi uydurma da olabilirler. 20. Yüzyılın sonunda bizim hakkımızda davullu zurnalı yayılan en büyük yalan haber isimlerimizin değiştirilmesini kendimizin istediğimiz kuyruklu yalanı idi. 12. “Zorlayıcı propaganda” Haberlerde emrivaki, mecburmuş gibi sözler ve değimler kullanılır. Örneğin seçimlerde “Oyunu şu partiye ver.... Onu seç!” gibi ifadeler kullanılır. “Skat” ve “Alfa” gibi faşizan propaganda yapan TV programları Türkleri, Müslümanları, soydaşlarımızı, sığınmacıları ötekileştiren, onları sürekli diken üstünde durmaya zorlayan ve alabildiğine küçümseyen ifadeler kullanarak bu yöntemi sürekli kullanıyor./ 13. “Kamuoyunca onaylanmayan durum oluşturmak” Kamuoyunun şu ya da bu davranışı onaylamadığı düşü yaratmak için kullanılan bir yöntemdir. Belirli bir göreve aday olan bir siyasetçinin ya da grubun olumsuz simasını yaratmak için kullanılır. Bu amaçla nüfusun belirli çevrelerinde etkili kişilerle, nüfuslu temsilcilerle söyleşi yapılır, anket düzenlenir, farklı “etkin gruplardan” fikir alınarak gerçekleştirilir.


Makale ve Analizler - 2017

49

Bulgaristan Türklerinden herhangi biri bir devlet görevine aday olsa hemen dosyası çıkarılır veya ajan sürüsünden biriyle söyleşi yapılarak adayın kişiliği lekelenir. Bu yüzden devlet kurumlarında görev alan soydaşımız hemen hemen yoktur.Okul müdürümüz, fabrika, maden vb müdürlerimiz yok gibidir. 14. “Dirk Yalanlama” Birçok gerçeğin unsurları, kanıtları direk olarak reddediliyor ya da yalanlanıyor. Bunu, Bulgar Güvenlik Konseyinin Bulgaristan’da etnik, dil, din azınlığı olmadığı iddiasında da görüyoruz. 1990 yılında Bulgar devleti Türklerin, Pomakların, Müslüman Çingenelerin değiştirdiği isimlerini iade etti, fakat etnik topluluk haklarından hiç birini geri vermedi. Ülkede 2 milyon etnik azınlık yaşamasına karşın, bu insanların yasal azınlık hakları olduğunun varlığını direk olarak reddediyor. 15. “Küçümsemek” Yalanlamak ya da yönlendirmek niyetiyle ele alınacak karşı tarafın herhangi bir tez ya da önerisinin daha fazla zarar vereceğini esas alınarak, ona ehemmiyet vermeme yolu seçiliyor. Konuyu kamuoyuna mal etmek ve “şişirmek” için elinde imkân olmayan taraf, bu kavgada yenik düşer. Bu arada, olumsuz enformasyonda biraz da gerçek payı varsa etkisi büyük olur. Biz bu olayı, anadilde okul, kütüphane ve kültür evi isteklerimizde defalarca yaşadık. Vergimizi ödediğimiz devlet, çocuklarımıza anadilimizde anaokulu, ilk ve orta okul açacağına, 1950’lerde elde edebildiğimiz ve gasp edilen haklarımızı geri vereceğine bu konuda imzaladığı uluslararası antlaşmalarda yer alan insan hakları istemlerine uyacağına, “etnik hakları size tanırsam Çingeneler, Pomaklara, Ermeniler, Yahudiler, Tatarlar, Gagavuzlar, Ulahlar ve Makedonlar da tanımak zorunda kalırım, “imkân yok” deyip kapıyı yüzümüze kapatıyor. Propaganda yaygarası koparmamıza engel oluyor. Zaten Radyo, TV programı ve ulusal gazetemiz yok. Bu konuda uluslararası yardım almamızı engelliyor, dayanışma hareketlerimizi de engelliyor. Bizi küçümsüyor. Okullarda etnik azınlıklardanm “köle” yetiştiriliyor.” 16. “Olaylar arasındaki mantıksal bağlar koparılıyor” Muhalif tarafın etkili olmasının engellenmesi ve başka eğilimler ve durumlar olduğu yolunda hülyalar oluşturmak için kullanılıyor. Birçok olumsuz delil birikiminden olumsuz bir tandans olduğuna ilişkin aldatıcı duyumsama oluşturulabilir. 1986’da Bulgaristan Müslümanlarının hak arama ve isimlerini geri aşlma davası alevlenmeye başladığında, halan enformasyon yayarak kitle atılımları bal-


50

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

talanmaya çalışılmıştı. 2007’de Avrupa Birliği’ne üye olduğumuzda tütün üreticilerinde umut belirmişti. Suya düşürüldü vs. 17. “Haber kaynağının değiştirilmesi” Belirli haberlerin inanır lığının güçlendirilmeyi veya azaltılması için kullanılır. Bir haberin önemsiz olduğuna işaret etmek için bilinmeyn bir haber ajansına işaret edilir, ya da haber kaynağının bu enformasyondan çıkarı olmadığını gösterebilmek amacıyla, “bağımsız”, “olaydan uzak olan” bir kaynak zikredilir. Bulgaristan Türklerinin isimleri değiştirilirken hiçbir hükümet kararına işaret edilmemişti. “Sözüm ona soya dönüş sürecinde” 140 Müslüman şehit düştü, Sofya kaynakları hiç birinin adını söylemedi, her zaman olaylar “Ankara’nın iddia ettiğine göre” şeklinde verildi ve hem yalanlanmak istendi hem de küçümsendi. Kaynağı gösterilmeyen haberler inandırıcı değildir. 27 yıldan sonra Pomak, Türk, Çingene ve Ulahların isimlerinin değiştirilmesi, baskı, terör ve zulüm BKP MK Politik Bürosunun 1944 - 1989 yılları arasında gizli toplantılarda aldığı gizli kararlarla uygulanmış v haber kaynağına asla işaret edilmemiştir. Bulgaristan Türklerinin haber kaynakları, radyosu ve gazeteleri ise yasaklanmıştı. 18. “Çevre oluşturup biçimlendirme” Bir haberini önemini büyütmek ya da tam tersine azaltmak amacıyla belirli bir delil dolayında özel enformasyon çevresi oluşturup biçimlendirme yöntemi uygulanır. Olay şöyle, gerçek bir haber önünde, ardımda ve yanında yalan haberlerle birlikte sunulduğunda önemi azalır. Bulgar haber araçları Bulgaristan Müslümanlarıyla ilgili haberleri her zaman ardında önünde terör haberleri, katliam haberleri vs ile birlikte sunar. Cai baskını yapan, ibadet esnasında faşizan “Ataka” hergelelerinin saldırısına uğrayan Müslümanlarımızla ilgili haberler Fransa veya Brüksel’deki terör olaylarıyla katliamla birlikte sunulunca çok farklı duygular uyandırıyor. Türk çocukların anadillerinde eğitim öğretim veren okullara gidemediği haberini vermeyen haber araçları, büyük büyük okul binaları göstererek baskın enformasyon çevresi yaratıyor ve insanlara dertlerini unutturuyor ve gerçeklerin acısını unutturmaya çalışıyor. 19. “Konunun önemini küçümseme” Olayın önemli ya da önemsiz bazı nokta ve yönlerine hafiften ve belli belirsiz değinilir, olayın üstü “örtülür”, anlatılan olayla ilgili tarafsız ya da çelişkili yorum yapılır. Olayın ehemmiyeti küçültülürken adına “reyting” denen usule vaş vurulur. Bu işte herhangi bir bağımsız örgütün yayınladığı “reyting” sonuçlarınadayanılır. Örneğin halkın adını duymadığı tanımadığı bir ajansın “yoksulluk reytingi”, “rüşvet reytingi”, “cahillik reytingi” sonuçları kullanılır ve dinleyici, okuyucu ve seyircide kafa karışıklığına sebep olunur. Böylece gerçek gizlenir.


Makale ve Analizler - 2017

51

Bu yöntemle, siyasetçilerin sahte bilgilerle açılan politika çizgisine devam etmeleri sağlanır ve sözde aldatılmış olan nüfus desteklenmiş olur. 1989 Mayıs Ayaklanmamıza Bulgar medyası, yazar ve gazetecileri hep “Olay” dedi. Kurşunlanan 37 şehidimizin isimlerini anmadı, yıldönümlerini görmezlikten geldi. İsteklerimizi hep küçümsedi, tartışmaya açmadı. 500 kardeşimiz vatandan kovuldu, “seyahat” dediler. Seçim hakkımızı kullanmamızı değişik yönlemlerle engellediler. Seçim kanunu değişikliklerine biz oyumuzu kullanmayalım diye değinmiyorlar. Örneğin, herşeyi Almanya’dan kopyalamayı biliyorlar, fakat dış ülkelerde bulunan 3 milyon Bulgaristan vatandaşının Almanya seçim usulünce mektupla seçime katılmasına yanaşmıyrlar. Almaya vatandaşları, bulundukları ülkeden mektup göndererek ve işaretlediği seçim bültenine Bulgaristan’daki adresini de ekleyerek oy veriyor. Bu hakkımız tanınsa bizim Türkiye Cumhuriyetinden 600 bin, Batı Avrupa’dan 150 bin v Bolgaristan’dan da 450 bin oyumuz olacak yani Sofya parlametosundaki sandalyelerinde üçte bir bizim milletvekillerimiz oturacak ve haklarımızı savunacaktır.” 20. “Overton’un Penceresi” (İmkanlar penceresi) Yozef Owerton bu yöntemi kokuşmuş çöp kutusundan çıkarılıp, yıkayıp paklanarak, kamuoyunun alnına bir “gerçek” yapıştırma yöntemi olarak geliştirmiştir ve yasal yollardan yapıldığı için de çok tehlikeli ve yıkıcı bir propaganda teknolojisi olarak tanıtmıştır. Bu yöntem “imkanlar penceresi” adıyla bilinir. Her fikir veya sorun için bir açık pencere olduğunu düşünün. Bu açık pencere kullanılaran fikir veya problem tartışmaya açılabilir ya da açılmaz. Tartışılırsa destek sağlanabilir ve hatta yasallaşması için meclise öneri şeklinde sunulabilir. Buradaki mantık şudur. Açık pencerede bir pervane vardır, döndükçe sorunu kamuoyuna iletir ve tartışma açılır, kamu ahlakı olaya tarafsız kalmayacak şekilde etkilenir, güncel siyasete dahil edilir, halkın desteği alınır, bilinç olur ve çözümün yasallaşması için parlamentoya taşınır ya da pervanenin dönmesine olanak verilmez, kanatları mıhlanır ve olay unutturulur. Penceredeki pervane ters döndürüldüğünde herşeyi uçurup yok edebilir. Ters dönen permaye genel geçerli insanlık değerlerini, geleneksel ahlakı yok edebilir, enformasyon saldırılarıyla toplum etiketleri ve moral allak bullak olur, herşey ters yüz olur. Bu yıkıcı pervanenin açtığı yaralar bazan çok uzun zaman sarılamaz. İkinci Dünya Savaşı öncesinde açık pencere propaganda yöntemizi kullanan Naziler Yahudilerl birlikte Alman demokratik kamuoyunu da görmez, duymaz ve acımaz duruma getirmişlerdi. 1944 - 1989 döneminde aldığı gizli kararlarla BKP MK Politik Bürosu Müslüman azınlıklara karşı açık saldırgan


52

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

propaganda yürüterek Bulgar halkının demokratik gelenk ve insan sevgisini hoşgörü ve komşuluk değerlerini yok etmiş ve Hıristiyan toplumu Müslüman azınlığa karşı saldırıya geçirmiş ve isim katli, töre katlı, yaşam biçimi katlı, dostluk katli, hoşgörü katlı ve genel kültürel katliam işlemiş,büyük sayıda insan öldürmüştür. En kötüsü de toplumu parçalamış ve çökertmiştir, genç kuşakları geleneksiz bırakmıştır. 25 yıldan beri açık pencere pervanesini Türklere, Müslümanlara, İslama karşı döndüren “Skat” TV programı “Yurtsever Cephe” faşist hareketinin oluşmasında ve harekete geçerek iktidara tırmanmasında basamak olmuştur. Bulgaristan’da “açık pencere” propaganda yöntemi dil ve din azınlıklarına, Türklere, Çingenelere ve Pomaklarla sığınmacılara karşı gece gündüz uygulanıyor, Batı değerlerine ve NAT ve AB ile barışçı işbirliği ve güvenlik siyaseti hedef alınıyor. Ayrıca “kültürel otonomi” isteklerimiz bine bu açık pencereden esen zehirli rüzgârla boğuluyor./ Şunu önemle belirtiyoruz. Moskova Üniversite ve Yüksek Enstitülerinde gliştirilen bu propaganda yöntemleri, kopyalanmış ve hiç kimse sezmeden Bulgaristan ortamında uygulanıyor. Hiç kimse sezmeden derken, sıradan dinleyici, seyirci ve okuyucular şiddetli bir kafa karışıklığına sürüklendiklerinin farkına varmadan ve sebebini asla hissetmeden “dillerini yutuyorlar” fikir sahibi olmayan bir insan sürüsü haline getirilebiliyorlar, sahte yönlendiriliyorlar. Biz Bulgaristanlı Türkler de bu dolunun altındayız, şimşekler bizim semamızda çatlıyor. HÖH partisi. Mestan dostlukları, Kasim Dalın “Opel” Ceep’le gezileri bu olayları bu saldırıları görmezlikten gelerek, susarak, herhangi bir şey yapılmasını istemeyerek, aldıkları paraları lokantalarda bırakarak ya da lüx yaşam sürdürerek, halkımızın çaresizliğini görmezlikten geliyorlar. Buna binlerce örnek verebiliriz. Soruyorum: Lütfi Mestan’ın Türkçe konuştuğu her cümle için 2 bin 400 leva ceza kesen Bulgar devleti 2015 ve 2016’da Podkova 7 Kızlar Cami avlusunda düzenlediği pilavı tavuk etli ya da irmik helvalı mevlitlerine bir şey dedi mi? Hayır demedi. Ötesini siz düşünün... Ahmet Doğan yıllarca meclise basmadı. “Milletvekilliğin sonlandırılmıştır. Defol git!” diyen oldu mu. Hayır olmadı. HÖH hareketi bir gazete çıkarmadı, radyo yayını açmadı, kültür evi kurmadı, dört kitap basmadı, “sen halkınla neden çalışmıyorsun?” sorusu da sorulmadı. Çünkü Doğanlar, Mestanlar, Dallar vb. “imkanlar penceresini hep kapalı tuttular, halkımızın kokuşmuşluğundan etiket yarattılar” ve “bu insanlardan bir şey olmaz, Türklerin iyileri Türkiye’ye göç etmiş”, Bulgaristan’da kalanlar da “gönüllü köleliği” kabul etmiş kişiler ve topluluktur havasını yarattılar ve şu dönem pencere açıldı ve içerden gelen kokular bu yöndedir. Bu düşmanca bir siyasi yönelimdir ve yolu kesilmelidir.


Makale ve Analizler - 2017

53

HÖH partisi yönetimi 1990 yılıunda kurulduğu günden beri Bulgaristan Türklerini dehşetli bir enformasyon savaşı içine itti. Hedefide bizi kurban etmek vardı. TC haber araçlarının olumlu etkisi sayesinde ayakta kaldık. Şöyle bir düşünün 1990’dan beri Bulgar radyo, TB Programları ve gazetelerinde şu “bizim Türkler iyi insanlar” sözünü hiç işittiğin oldu mu? Olmadı değil mi. Size anlatmaya çalıştığımız enformasyon saldırı yöntemleri bu amaçla kullanıldı ve kullanılıyor.

Düşünür Alen Finkelkrot ile Bir Söyleşi.

BG-SAM-26.Eylül.2017

19.Eylül.2017 tarihli Fransız “Fifagaro” gazetesinden tercümedir. Konu: Totalitarizm kabuğu açılınca yayılan kokular. “Totaliter Kötülük, İyilik Kampına Ait Olma İnancından Doğar” “Milli Kimlik” sözlerini söyleyebilecek kadar cesaret bulabildiğinde kendinde sen “Bugün Artık Bir Faşistsin”. Cumhuriyetimize sırt çevirip, özel haklar ve hatta bölünüp ayrılmaya yönelik bir siyaset çizgisini dayatmak isteyen ikinci bir toplumsal yapı belirdiğine işaret edenler ise artık “İslam Düşmanıdır”. Okulda öğretilmek istenenlerin bir bakıma tekrar olduğunu, eski zaman ruhu içinde yaratıcılık yapmaya bir çağrı olduğunu hatta okulun bugünkü rolünün öğrencileri yeni teknolojilerle başa çıkmayı öğretmek değil yani yaşlıların bunu yapmasına, barış içinde yan yana yaşamanın, çok kültürlülüğün ve istikrarlı gelişmenin ne kadar iyi olduğunu anlatıp ısrarla dayatmasına gerek olmadığını iddia ettiğinde “gerici” olarak damgalanırlar. Eski dostlar olan Fransız feylesofları Elizabet de Fontane ile Alen Finkelkrot “Mayın Tarlasında” (En terrain mine) başlıklı kitapta bu konularla ilgili görüş birliği ya da itirazlarını mektuplaşma şeklinde ifade etmişlerdir. Aralarında çok medeni bir şekilde görüş alış verişi yapmış ve tartışmışlardır. - “Mayın Tarlasında” başlıklı kitap feylesof Elizabet de Fontene ile okur arasında zaman içine gömülmüş olay ve idelerin günümüz beyaz perdesine yansıyan gölge simalar üzerinde bir tartışmadır. Bu aynı zamanda elini kolunu sallayarak sorumsuzca gezip tozan genç ile bugün artık olgun bir entelektüel tip arasında ilginç bir tartışmadır. Bu iki tip arasında aşılması mümkün olmayan bir


54

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

endişe hendeği var. Bugün Fransa’da bu konuyu işleyen Finkelkrot tarafından kaleme alınan, yaşlı kuşağın belirli bir zaman kesiminde içinde bulunduğu o 1968 tipini anlatan “Bahtsız Kimlik” (L’ldentite malheureuse) ile oluşmuş olan kimlik arasındaki bağlar tamamen kopmuşmudur? (BG-SAM: bu konu biz Bulgaristanlı soydaşlar için olağanüstü önemlidir, çünkü biz de komünist totaliter dönem yaralarından tamamen kurtulabilmiş değişiz.) - Ben 1968’de (Fransa’da büyük öğrenci olayları olurken, 19 yaşındaydım. Yükselen sosyal dalga beni de kapmıştı. Benim neslimden birçok kişi gibi ben de duygusal sürü liberalizmini coşkusu yaşadım. Sürü gibi uzayan alayla yürüyerek “sistem” dediğimize karşı ben de direndim. Sonra her şeyin siyaset olduğu bilinci beni uyandırdı. Bizim o zaman yaptığımız büyük gösteriler ve sokak çatışmaları üstüne git gide devrimlerin totaliter evrimleri açıklaması yapılırken git gide yazar Anri Mişo’un şu savını kabul etmek zorunda kaldım: “Grup halinde şarkı söyleyen, istedikleri zaman kardeşini hapse gönderir.” Ben, 1968 Mayıs olaylarını reddetmiyorum, fakat uzun zaman önce fikrimi değiştirmeye başladım. - Siz şu an, gençliğinizi yaşadığınız o güzel yıllarda, kime sağcı biri denmesi gerektiğini anlamadığınızı itiraf mı ediyorsunuz? Görüşünüz şuydu: “Onlar herhangi birilerinin hayırsızıdır.” Bu fikrinizi değiştiren ne oldu? - Orta Avrupa yazarları beni değiştirebildiler. Beni totaliter kötülüğün, İyi olanın kampına ait olma duygusundan doğduğuna inandırdılar. Siyaseti, insanlığın düşmanlarına karşı bir mücadele olarak algılayan Robespierre konseptinden böyle koptum. Bu kopuştan sonra alçakgönüllü bir insan oldum. - Verdiğiniz mücadele kalıplarında anti-totalitarizm mi arayalım? Seyman Leys bu konuda şöyle bir uyarıda bulunmuştu: “Ancak ve yalnız siyasette uygulanabilir olduğundan dolayı, kabul edilebilir bir tek siyasi sistem demokrasidir. Kendi alanı dışında demokrasi onun eşdeğeri olan ölümün ta kendisidir, çünkü ne zeki olmak, ne güzellik ne de aşk...gerçek bile demokratik değildir. Siyasette demokrasiyi savunan ve ayakta tutabilecek durumda olan; fakat kültürel alan gibi kişisel hayatta amansız asilzade ve elite ait bir düzen olan bir demokrasi oluşumudur.” Ben, Cumhuriyet, hiç kimseyi kurban etmeden, hem de mükemmelleşmeye el kaldırmadan herkesin yetişmesine ve büyümesine olanak tanımalıdır, diyerek yukarıdaki savu biraz yumuşatıyorum. - Siz kitabınızda “XXI. Yüzyılın komünizmi ırk düşmanlığıdır” diyorsunuz. Bu gerçekten böyle midir?


Makale ve Analizler - 2017

55

(BG-SAM: XX. Yüzyılın 2. Yarısında en gelişmiş sosyalist ülke olan Demokratik Almanya’da 24 Eylül 2017’de yapılan Bundestag seçimlerinde oyların % 21’ini faşizan diye nitelendirilen Almanya Alternatifi partisi aldı.) - Sosyalizmin yüce moral ilkesinden hiç bir şey kalmadı. Her şeyi reddetmekle ve boyun eğmeyenleri tutuklamakla da işler çözülmüyor. Şöyle ki, gözle görünen için, ben gördüm, demek artık ırkçılık olmaya başladı. Kendilerini lider olarak tanıtan Goerg Bensusan ve Paskal Brükner’den sonra, “halk semtlerinde yaşayan” insanların anti-semitizm ve Frankofob konularında kovuşturulma ve ırk düşmanlığı körükleme suçlamasıyla mahkemenin 17. Şubesinde yargılanma riskiyle yüz yüze oldukları ortadadır. - Elizabet de Fontene size gönderdiği ilk mektupta sizi bazı aşırı sağcı durumlara saplandığınız ithamında bulunuyor. Siz ise kendisine cumhuriyetçi okuleğitim öğretim taraftarı olduğunuzdan dolayı aşırı - sağcı olmadığınızı bildiriyorsunuz. Sizin için sol/sağ sınırı nerededir? (BG-SAM: Bulgaristan’da faşizan “Ataka” partisi Başkanı Volen Siderov, çağdaş milliyetçi siyasette sol - sağ sınırı olmadığını iddia ederek, aşırı soldan aşırı sağ sıçradı. Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) 27 yıldan beri sol partiyim deyip, sağ politika uyguluyor. 2015’e kadar Hak ve Özgürlükler Partisi - DPS Genel Başkanı görevinde iken sol liberalizmi savunan DOST Genel Başkanı Lütfi Mestan birden bire sağcı liberal oldu.) - Mobilyaları kurtarma söz konusu olduğunda, solun gevelediği bir tek “değişiklik” kavramıdır. Sol, sağ ve merkez ekonomiyi konuştukça ben sağcı değilim. Turizmde ve futbolda aşırılıkları budarken bizim temsilcilerimiz akılı konuşuyor. Tezimiz: “Gelir getiren her şey iyidir.” Görüldüğü üzere, çok yazık olsa da, sol ve sağ siyaseti ekonominin hizmetine sürüyorlar. Vatandaşların daha gönençli yaşamasına, uygarlığa hizmet vermek zorunda olan siyaset efendilerini değiştirmek zorundadır. - Fransa’nın yeni Cumhurbaşkanı Emanuel Makron gibi siz de “sol” ve “sağ” kavramlarının zamanını doldurduğu ve bunların “ilerici” (progresif) ve “tutucu” (konservatif) kavramları ile değiştirilme görüşüne katılıyor musunuz? Siz tutucu kampından biri misiniz? - Ben bir varis olmadığımdan dolayı, ayrıcalıkların korunmasını istememe hiçbir neden olmadığı gibi, toplum düzeni de dondurma heveslisi değilim. Benim tutuculuğum doğal sağlın korunması anlamındadır ve bu ilke yalnız çevre sağlığı ile sınırlanmayıp kültürü, ahlakı, dili ve insanlar arasındaki etkileşimde hoşgörü ve nazikliği de kapsamına almalıdır. Hayat yolu doldurmuş olan Pol Yoner, Anre Teriv’ın şu güzel tümcesini sık sık kullanırdı: “Bizim yokuştan iner-


56

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ken doğru biçimde kullanmamız gereken fren mekanizmasıdır. Yokuşu korumaya gerek yok.” - Leşek Kolakovski’nin önerdiği gibi aynı zamanda sosyalist, tutucu ve liberal olmak olanaklı olabilir mi? - Kolakovski, ilk olarak 1978’de yayınlanan “Kredo” eserinde tutucu için bir mutlu son olmadığını yani insanoğlu problemlerine kesin ve nihai çözüm olmadığını savunuyor. Aynı zamanda, o, kişisel girişim ve yaratma yeteneği olmayan yaşadığımız ilerlemesi sürecinin de bir bedeli olduğunda ayak direrken, liberal zihniyet için insan toplumunun durgunluk korkusu yaşadığını bir de geri dönüş tehlikesi duyumsadığına vurgu yapıyor. Ve sonunda, toplumu dengeleme yolunun tek çıkışı kazanç arama olan toplumlarda sosyalistler çok ciddi bir felaket yaşa korkusu içinde yaşar - Elizabet de Fontene, sizin için Aydınlık dönemi ülkülerini elinin tersiyle kenara itmiş biri diyor. Siz Rönesans Devrine saplanıp kaldınız mı? - Modern zamanları niteleyen insaniyetliktir (hümanizm). Çizilen senaryoda Tanrı yok, yerini insanoğlu almıştır. Aydınlık Çağı hümanizminde insan dünya üzerindeki etki alanını genişletebilmek için özgürdür, aklını kullanabilmesi için özgürdür. Romantik hümanizm insanoğluna kendini yeniden üretebileceğini ve yeniden üretilerek dünyaya sarsılmaz kökler salması gereğini öğretti. Bu 2 hümanizmin ikisi de yaşamalıdır. Aralarındaki gerginlik verimlidir. Öyle ki, ben, bütün dünyayı karartmaya çalışan aydınlanma düşmanlarının hepsine karşı olan cephedeyim. (BG-SAM: Avrupa düşüncesinin üzerinde tartıştığı yeniden aydınlanma konusu biz Bulgaristan Türkleri için olağanüstü önemlidir. Çünkü tüm aydınlık, nur ve irfan merkez ve kaynaklarımız kapatılmış ve bilinçlenmemiz 100 yıldan beri köreltilmeye çalışılıyor. Bir de, çok kültürlü birliktelik yüzyılı olması beklenen 21. Asırda bizim de payımızı almamız gerekir. Avrupa’da kör cahil, işsiz, yoksul kimse kalmamalıdır. En yoksul, en cahil, en bakımsız olmak ve aynı zamanda bizimle övünenlerin böbürlenmesi çok acıklı bir gerçektir..) - “Mayın Tarlasında” eseri, bizim zamanımızda yapılmayan tipten bir tartışmadır. Fakat bir kör sokağa çıkmıştır. Herkes kendi yerinde durmuş ve duruyor, Elizabet de Fontene bu kitaptan dolayı dostlarının bir kısmıyla söz düellosundan sonra ayrılmak zorundan kalmış. Bunun anlamı nedir? Bugün Fransa’da tartışmak için ortam yok mudur? - Her şey kaybolmuştur diyemeyiz. Dostlarımın fırtınalara dayandığını söyleyebilirim. Fakat bir tartışmalarımızı geçmişin ekranda yansıyan çizgileri üzerinden yürütüyoruz. Tartışmalarımızı sürdüreceğiz.


Makale ve Analizler - 2017

57

*** “Figaro” gazetesinden bu yazıyı çevirerek yayınlamamızın nedeni, XIX. Yüzyıldan beri dünyaya ışık saçan idelerin öncelikle Fransa’da doğması gerçeğidir. Ne var ki, görüldüğü üzere Fransız Devrimi ve 1968 “Beyaz Yakalılar Devrimi”nden sonraki yarım asır eski kıtada yeniden süzülmüş ve su yüzüne tortuyla birlikte yeni incilerin de çıktığı ortadadır. Bunlardan birisi XIX. Yüzyılın totaliter komünizm zulmün bir iyilik olarak dayatılmasından kaynaklanan yeni faşizan ırkçılıktır. Yeni ırkçılık komünist totalitarizmin özünden fışkırıyor. Bulgaristan’da 29 milletvekili ile parlamentoya giren ve hükümet ortaklığına çöreklenen faşist güçler hakkında Başbakan Boyko Borisov’un “benim onlarla anlaşamadığım bir konu yok” demesi çok düşündürücüdür. Azınlıklar karanlıkta kaldıkça Avrupa aydınlanamaz.

Bizim Herif Yapmaz

Alptekin Cevherli-26.Eylül.2017

1980 - 1988 yılları arasında hemen güneyimizde yaşanan bir savaş vardı, yaşı müsait olanlar hatırlar, İran - Irak Savaşı. Batı ve Doğu’nun en yeni silahlarını denediği, hurdaya çıkanları da sattığı bu savaşta, on binlerce kişi ölürken, 8 yılın sonunda cephe hattında bir metre bile ciddi oynama olmadan savaş bitmişti. Bu savaşta ölenlerin çoğunluğu İran ve Irak’ta yaşayan Türkmenlerdi. Her iki devlet de cephe hattına ülkelerindeki Türk asıllı askerleri sürmüştü. Zaten savaş da Türk bölgelerinde yaşanıyordu. Bu nedenle de savaşın asıl hedefinin bölgedeki ezici Türk nüfusu bitirmek olduğu yıllarca söylendi durdu. İran - Irak Savaşı’nda; 1984’te Fransa’nın Irak’a sattığı Mirrage savaş uçakları, 1986 yılında açığa çıkan ve ABD kamuoyunun tepkisini çeken ‘İrangate’ skandalı (ABD’nin kongre kararına aykırı olarak, Nikaragua’daki anti-komünist gerillaları finanse etmek için İran’a silah sattığının ortaya çıkması) ise savaşın perde arkasındaki asıl aktörleri sergiliyordu.


58

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Savaşın sonlarına gelindiğinde Irak; ABD, Fransa ve İngiltere’den aldığı kimyasal silahları Halepçe üzerinde kullandı ve 5000 insanın ölmesine neden oldu. Humeyni, ise ani bir şekilde 18 Temmuz 1988’de BM’nin 598 sayılı kararını kabul etti ve böylece sekiz yıl süren savaş, hiç beklenmedik bir anda sona erdi. Bu sona ermede Rahmetli Özal’ın telkini olduğu da söylendi. Sovyetler Birliği yıkıldı, komünist sistem çöktü. Ardından Saddam Hüseyin, ABD’nin telkiniyle Kuveyt’e girdi. Veee, hop 2 Ağustos 1990’da I’nci Körfez Savaşı. Çöl Fırtınası Harekâtı başladı... “Saddam, Küvet’ten çıkmam(?)” dedi. Barzani ve Talabani kontrolündeki Peşmerge kuzeyden, ABD ve müttefikleri havadan Saddam’a karşı savaşa başladı. Saçma bir şekilde 36’ncı paralelin kuzeyi uçuşa yasak bölge oldu. Çekiç Güç sınırlarımıza geliverdi. ABD helikopterleri Peşmerge yerine PKK’ya yanlışlıkla(!) yardım sandıklarını attı durdu... Irak ordusu Kuveyt’ten atıldı. Baba Bush, “Bu çağda, güç kullanılarak sınırlar mı değiştirilirmiş” dedi. Türkiye ise “Artık dünya yerine oturmuştur. Bundan sonra sınır değişiklikleri olmaz, savaşlar (sadece) ekonomik olacak” diye uyutuldu. Derkeeen, 2’nci ve 3’üncü Körfez Savaşları ile Oğul Bush, Saddam’ı devirdi. Irak’ı güneyden girip işgal etti. Peşmerge ise kuzeyden Kerkük’e girip, tapu ve nüfus müdürlüklerini yağmaladı. Bizim Meclis ise Hükümetin bütün baskısına rağmen Irak’a kuzeyden ABD ordusu ile girmemize izin vermedi. Bu oylamada Barzani’nin bazı vekilleri duygusal yönden ikna ettiği de söylendi. Savaş bitti, Saddam Hüseyin idam edildi. Askerlerimizin başına çuval geçirildi. Özel harekât polislerimiz, müttefikimiz ABD askerî üssüne 200 metre mesafede yarım saat çatışıp şehit edildi. Arap Baharı başladı. Peşmergeler Suriye askerî konvoyuna saldırdı 500 Suriye askeri öldürüldü. Derken Suriye karıştı. DEAŞ (IŞİD) icat oldu; hatta bir günde Musul’u aldı. Dünya tarihinde görülmemiş idam fantezileri yaşattı. Peşmerge Musul’u kurtardı...(?) Bağımsızlık gündeme geldiğinde, hep Barzani ve Talabani öyle bir şey yapmaz dendi. Netice, 25 Eylül 2017 Irak’ın kuzeyinde referandum ile birlikte bağımsızlık oylandı. Fıkra bu ya; bir TV kanalı her ülkeden bir kadın seçerek erkeklerin aldatması üzerine bir araştırma yapmak ister. Soru şudur, “Kocanızı başka bir kadınla yakalarsanız ne yaparsınız?”


Makale ve Analizler - 2017

59

ABD’den katılan kadın: “Benim neyimi beğenmedin diye hesabını sorardım” der. Rusya’dan katılan kadın: “Hiç bir şey sormam ve direk evi terk ederim” der. Fransa’dan katılan kadın: “Sevgilime gider beni teselli etmesini söylerim” der. İran’dan gelen kadın: “Kadını öldürürüm” der. İsrailli kadın: “Kocamı da, o karıyı da öldürürüm” der. Arap kadın: “Kocamı alnından vururum” der. Türkiye’den katılan kadın: “Benim herif, öyle şey yapmaz” der! Netice? Hak şerleri hayreyler, arif anı seyreyler. Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler. Mezopotamya’da yeniden Türk sancağının dalgalanacağı günler yakındır...

İktidara Karşı Dikilenler

BG-SAM-28.Eylül.2017

Çingeneler - 2 Konu: Bulgaristan’da can alıcı sorunlar 2017’de Bulgaristan’da en çetin problem Çingene sorunlarıdır. Nüfusun üçte birini oluşturan ve sayıları 2 milyonu aşan bu toplumsal kesimin başı yıllardır devletle derttedir. Evleri yıkılan, sokakta kalan, çocukları okula gidemeyen, çöpçülük ve hamallık dışında istihdam bulamayan, dilenmekten kopamayan bu yurttaşa saldırılar git gide sertleşiyor. 2016 yılı boyunca ve 2017’in ilk yarısında basın, TV ve radyo bu kesimden yurttaşları özellikle Kuzey Bulgaristan il, belediye ve muh-


60

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

tarlıklarla gece gündüz süregiden hırsızlık, insan kaçırma, telefonla para isteme ve fidye için baskı uygulama olaylarında hep Çingene vatandaşlardan söz ediliyordu. Gerçekleri gizlemek zor oldu. 2015’ten beri Vratsa, Oryahovo, Kozloduy, Byala Slatına gibi bölgelerde köylülere zulüm eden 10 kişilik çetenin 8 üyesi tutuklandı. Ofislerinde işkence araçları, uyuşturucu ve büyük miktarda para bulundu. Baskının bu yılın Mart ayından bu yana özellikle yoğunlaştığı bölgeye basın işaret etti. Filibe (Plovdiv) yöresinden Sadovo, Pırvomay, Kayacık (Dimitrovgrad), Haskovo yöresinden “Kapitan Andreovo” Türkiye sınırına kazanan köy ve kasabalarda İslam’a ve Türk Kimliğine sarılanlara karşı çok sert davranıldığı haberleri geliyor. Bu işlerin ardında duran ve emir veren konumuna gelen Başbakan Yardımcısı faşist Valeri Stoyanov “bu memlekette benim bileğimi bükebilecek yok” demeye başladı. 26 Mart 2917 seçimlerinde Türk seçmenden 120 bin oy alan GERB lideri Başbakan Boyko Borisov “Çingene sorunları” konusunda susuyor. Siz hiç onun “Çingene”, “Rom” veya “azınlık”, “Çingeneler bu sene de odun alamamış” gibi sözler söylediğini işittiniz mi? İşitmemişse bu azınlık topluluğunun yaşamaya çalıştığı getto-mahallelerdeki çileleri de bilmezsiniz. Orada gerçek bir hayat kavgası veriliyor. Politikacılar halkı görmeyen kişilerdir “Fakti.bg” Başbakan Borisov Çingene çilesi konusunda neden susuyor? Konusunda bin 200 kişiyle bir anket düzenledi. Katılanların % 42’si “Başbakan açılış yapmayı, asfalt yollarda şerit kesmeyi seven biri”, demişler. Aynı kişiler Borisov’un “Çingenelerle işi olmasını istemiyor ve bu konuda bilinçli hareket ediyor”, demişler. “Çingeneler Borisov’a ancak seçim günü lazımdır.” Yine aynı kesim, koalisyon ortaklığında başı çeken Başbakan Yardımcısı Valeri Simyonov’un Çingenelerle başa çıkma işinde yeminli olduğu ortadadır. Köylerde büyük Çingene düğünleri ve festival yapılması da yasaklandı. Bu sene Çingenelerin “At Günü”, Bulgarlarınsa “Georgi Günü” (kahramanlık günü) kutlamaları hafif geçti. Çingene toplulukta para suyunu iyice çekmiş ve bu bayram yalnız “çalga” müziği dinleyerek ve göbek atarak geçirdiler. Herkes ders alıyor ve görmek istemediklerini görmüyor. Bu koalisyonda Savunma Bakanı ve Başbakan Yardımcısı olan, aslında kapatılması gereken İç Makedon Devrim Örgütü (VMRO) hergelelerinin lideri Kr. Karakaçanov da elini Çingenelerle kirletmekten vaz geçti. Acından ölseler de umurunda değil. Bakan koltuğuna oturunca kaskatı ve manda yürekli oldu. Çingene kızlarını 16 ya-


Makale ve Analizler - 2017

61

şında 2 sene asker ocağına alıp fuhuş yaparak çocuk doğurmalarını önlemek ve Bulgaristan’da nüfusu karşısında Çingenelerin çoğunluk olma sorununu çözmekten şimdilik vaz geçti. Anlaşılan ya bakanlıkta ödenek yok ya da insan hakları ve Avrupa Birliği kanunlarına tosladı. Çünkü AB yasalarında erken yaşta doğum yapmayı yasaklayan bir madde yok. Fakat o boş durmuyor. 2016 yılı “milli güvenlik raporunda” en büyük tehlikenin “Çingenelerin İslamlaşarak radikalleşmesi” olduğunu okuyunca, 27 Eylül günü Sofya’da Büyükelçileri topladı ve “dış ülkelerde eğitim gören imamların Bulgaristan Eğitim ve Öğretim Bakanlığı tarafından sınava tabii tutulması gerektiğini söyledi. Kuşkusuz bunun yapılabilmesi için Sofya Yüksek İslam Enstitüsünün bir Yüksek Enstitüsü olarak lisanslandırılması gerekiyor ki bu yıllardan beri yapılamıyordu. Getto-mahallelere ve Çingene köylerine polis ekipleri yerleştirmeyi planlayan faşistler güruhu başı Valeri Simyonov, Çingenelerle başa çıkma savaşımının devlet eliyle yürütülmesinden, motorlu ve futbol serserileriyle dolan meydanlarda etnik çılgınlıklar yapmaktan aldığı hazla yaşıyor. Şimdi Çingeneleri Hindistan’a gönderelim, tek yönlü biletle “Alabama”ya yollayalım, demez oldular. Avrupa Birliği projesi de pek tutmadı, çünkü dilencilik yasak, çöp işleri de başkaları arasında paylaşılmış olan ülkelerde sosyal yardım kuyruğuna girmek de zorlaşmış bulunuyor. 2007’de Çingenelerle hesaplaşmaya “hepinizden sabun yapacağız” demeçleriyle başlayan “Ataka” partisi lideri Volen Siderov’un da mumu sönüyor gibi. 60’ında çocuk yapıp yeniden düğünlü evlenmenin getirdiği yeni yükümlülükler var kuşkusuz. “Fakti.bg” anketine katılanlar bu hususları dikkate alarak “Bulgar hükümeti en önemli azınlığın sorunları vurdum duymaz” oldu demişler. Ankette çıkan şöyle bir sonuç da var. Borisov “ikizler” burcu olduğundan, her role girebilir, fakat Çingene işlerine katılmak istemez, diyenler % 60 oranındadır. Şöyle bir sorun da var bizde: Çingeneler getto-mahallelerde paralel yaşam tarzı sürdürmeye devam etseler, kız pazarlarında işlerine karışan olmasa, evlenme boşanma davalarına kendi mahkemelerinde (meşhere) baksalar, yol, su, kulübelerinin mantolanmasını ve sosyal yardımların arttırılmasını istemeden, hatta Avrupa Birliği’nden onların için gelen şu 7 milyar 200 milyon Euro’dan pay istemeden yaşamaya devam etseler, ne değişir!? Bu gibi temel konularda uzlaşmaya varılabilmişse, işler eski hamam eski tas devam edebilir, fakat bu bilinçlenen ve satır balta kapıp polisin karşısına dikilen kesim olmasa... 2017’de Bulgaristan Çingenelerine bulaşan bir memnuniyetsizlik mayası var. Polislerin ve itfaiyecilerin iş elbisesi, ayakkabı, eldiven ve kemer isteklerinin Kanada polisinden ikinci el sağlandığı ortaya çıkınca, bizim burkucu ve sepetçiler “biz de isteriz, dış geliyor” dediler ve başkaldırdılar. Geçen seneye kadar Çin-


62

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

gene gençler rakı kaynatanların ocak başı kavgalarına karışıp 4 - 5 ay içeri girer ve kışı geçirirdi. Bu kapı da kapandı, çünkü koğuşlar doluymuş... Ankete katılanlardan % 5’inin kesin görüşüne göre, Boyko Borisov Başbakan sıfatıyla ve GERB de sağ merkezci bir parti olarak Çingene sorunlarını bir çuvala doldurmuş ve İçişleri Bakanlığı’na (MVR) kurumlarına devretmiş ve ellerini bulamak ve keyfini bozmak istemiyor. TV sabah programlarında Çingene kavgalarına çok yer veriliyor, fakat “MVR Meslek Bayramı” Gününde bir polis filmi yerine “Japon Balıkları” gösterilince, özlemle bekleyenlerin keyfine keder oldu. Polislerin arasından “Çingeneler kadar haysiyetimiz kalmadı” diyenler de olmadı diyemem. “Borisov Çingene sofrasına oturmuş mudur?” sorusuna katılımcıların hepsi olumsuz yanıt verirken, % 2’si “şimdiki izlenim gerçekçi değil, seçimler yaklaşınca Başbakanın Çingenelere ilgisi artar” görüşünde birleşmişler. Halkla alay ediyorlar Öte yandan Çingenelerin yürekler acısı sefilliğini gizlemeye çalışan para karşılığı kamuoyu yaratan Bulgar medyasının en fazla kullandığı terimler ise “milyar leva” veya “milyon leva”dır. Her gün ya bir bankomat sökülüyor, ya para taşıyan bir araç soyuluyor ve her defasından “300 - 500 bin levadan” söz ediliyor. Eylül ayında Bulgar bankalarında kişisel hesaplarda 49 milyar leva birikmiş para olduğunu açıklandı. Fakat bu paraların kaç kişinin hesabında bulunduğu ve kaç milyon kişinin hesabında da bir leva olmadığını ve kaç yüz bin vatandaşın banka hesabı dahi olmadığını söylemiyorlar. Aynı zamanda basın büyük Bulgar şair Geo Millev’ın unutulmayan ibret dersi olarak şu sözlerini hatırlatıyor: “Yalan yalan söyler; Yalan yönetir ve Yalan durmadan çalar!” Büyük bir propaganda fırtınası kopardılar. 15 Ekimden başlayarak, Bulgaristan’da 20 leva (10 Euro) zam yapılarak en düşük emekli maaşının 200 leva (100 Euro) olacağını anlata anlata bitiremediler. Bir ton odunun 100 leva olduğunu vurgulayan yok. Artık uyanalım arkadaşlar. Son günlerde Bulgaristan’da azınlık hakları kavgası yeniden kızıştı. Türk azınlığı kanaat sahipleri Sofya’da bir toplantı yaparak, isteklerini yazılı yeni bir program halinde derlediler. GERB partisi artık kimliğini gizleyemiyor


Makale ve Analizler - 2017

63

Sofya meclisinde ise HÖH Genel Başkanı Mustafa Karadayı, İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Türk ve Müslüman düşmanı Krasimir Velçev’in istifasını istedi. Gerekçe olarak, Velçev’in komünizm devrinde zulüm görmüşlere ilişkin yasada değişiklik yapılması tartışmalarında meclis gelen kurul toplantısında yaptığı konuşmayı gösterdi. HÖH partisi totaliter rejime karşı barışçı gösteriler sırasında ateşli silahla yaralanan vatandaşlar için yasa değişikliği ile tazminat istedi. Bu yasa değişikliği daha fazla olmak üzere güya “Soya Dönüş Süreci”ne karşı direnişlerde yaralananları kapsamına almaktadır. Yasa değişikliğine karşı çıkan Velçev, meclis kürsüsünden yaptığı konuşmasında, Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS) partisinin kendi bütçesinden para ayırarak, özürlü kalan bu vatandaşlara parasal yardımda bulunmasını önermiştir. Bu konuşmaya yanıt veren Genel Başkan Mustafa Karadayı, “bu sözleri ancak insanlarımızı kendilerinden saymayan biri söyleyebilir” dedi ve bu konuda, GERB partisinin ikisinin de üyesi olduğu Avrupa Halk Partisi’ndeki Almanya Hıristiyan Demokratları gibi düşünmesi gerekir” diye ilave etti. Almanya Hıristiyan Demokratlarının (Merkel’in) aşırı sağ ve sol oluşumlarla iktidar ortaklığı kurup yönetmeyeceğini beyan ederken, GERB partisinin güya “Birleşik Yurtseverler” adındaki faşistlerle yönettiğini söyledi ve insan değerlerini hiçe sayan bir kişinin meclis insan hakları komisyonunu yönetemeyeceğini ve ulusun bütünlüğünden söz edilemeyeceğini belirtti. Karadayı, iktidar ortaklığının milliyetçilik ve kendilerinden olmayanlara karşı düşmanlığa dayandığına işaret etti. Bulgaristan’da iktidara karşı dikilenler cephesi oluşuyor.

Hatırayı Yaşatanlar: Bulgaristan Müslümanları ve Mücadeleleri

BG-SAM-27.Eylül.2017

Bulgaristan Başmüftülüğü kurumunun oluşumunu, kuruma çıkarılan zorlukları ve üstesinden gelinmesi gereken şartları öğrenince; şu anda taşın altına salt elini değil, aynı zamanda tüm vücudunu koymuş nice diğergâm insanları tanıyınca, Bulgaristan Müslümanlarının sorumluk ve vefa duygularını daha iyi anlıyorsunuz. Kadri Akkaya yazdı.


64

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bugünkü Bulgaristan topraklarındaki yerli halk 14. yüzyıl sonlarına doğru toplumsal kargaşalardan, süren taht kavgalarından ve vergi adı altında sürekli yükselen sömürüden bıkmıştır. “Yaradılanı severiz, Yaradan’dan ötürü” diyen Yunus gibi herkese aynı göz hizasında bakan ve Anadolu üzerinden bu yöreye göçmüş Sarı Saltuk misali biçok derviş, yöredeki ceberrut yönetimlerce sömürülmüş, kalbleri ve ruhları da sıkıştırılmış halkı; zalime mağrur, masuma müşfik, yaşam biçimleri ve ötekileştirmeyen dayanışmacı hâlleriyle cezbederler. 1371’de Tırnovo, 1390’da Dobruca, 1396’da ise Vidin prenslikleri Osmanlı yönetimi altına girer. Yani, bu coğrafya İstanbul’dan daha da önce vatan kılınmıştır. Siyasi fetihler gelir ve -insan ömrü gibi- geçer. En önemlisi: Âdil ve emânete vefalı olmak; hiç olmazsa hatırayı yaşatmaktır. Hatırayı günümüzde yaşatanları, coğrafyayı hâlâ vatan bilenleri tarihe not düşelim dedik. Toplam 3 bin 399 adet eser Bali Efendi‘nin gârib kalmış türbesinde üç İhlas bir Fatiha‘lık an’ın verdiği huzuru Paşmaklı‘nın dağ yamaçlarındaki bir pınarın soğuk suyundan avuçlarımızla içtikten sonra, vücud susamışlığımızın giderilmesiyle başka bir şekilde ve bir daha yaşıyoruz. Gârib kalmış; çünkü bu coğrafyanın son iki asırda hem de bir kaç kez “adalet” yerine “hürriyet” dağıtanlarca savrulmasından sonra, eski külliyenin yerine Sveti Prorok İliya Kilisesi gelmiş ve türbe de arkadaki metruk bir yerde kalıvermiş. Toplu kırım ve Anadolu’ya sürülmüş milyonlarca Müslüman’dan geriye kala kala bir avuç Bâcıyân ve Evlâd-ı Fâtihân canları ve bir zamanların elli üç camili vakıf medeniyeti Sofya’sından ise hizmete devam edebilen tek bir vakıf eser Banya Başı (Molla Efendi Kadı Seyfullah) Camii kalmış. Vakıf malları deyince, şunları bilmekte fayda var: Tarih belgelerine göre Osmanlı Bulgaristan’da 2 bin 356 cami ve mescit, 142 medrese, 273 mektep, 42 imâret, 174 tekke - zaviye, 116 han, 113 hamam - kaplıca - ılıca, 27 türbe, 24 köprü, 75 çeşme, 3 sebil, 26 kervansaray, kale, saray, hastahane, kütüphane, saat kulesi, bedesten ve namazgâh olmak üzere toplam 3 bin 399 adet eser inşa etmiş. Bunların ne kadarının ayakta ve ne durumda kalmış olduğunun tesbiti ve ihya edilmeleri çok elzem. Bugün onlardan biri, Sofya Tarihi Müzesi yapılan zamanın eski bir vakıf külliyesi. Şimdi içerisinde şehir tarihiyle ilgili eserlerin sergilenmesi yanında geçici sanat etkinlikleri de yapılıyor. Bulgaristan Başmüftülüğü’nün de ortaklığı ile Sofya’daki diğer beş dini cemaatten resim sanatçılarının ortak sergisinde Başmüftü vekili ve ressam Birali Birali’nin de eserleri sergileniyor. Yağlı boya


Makale ve Analizler - 2017

65

eserleriyle katkıda bulunduğu bu geçici sergiyi beraber geziyoruz. Kendisi başmüftülüğün sosyal birimi ile kültür ve medya biriminden de sorumlu bir ressam. Ayrıca Sofya Yüksek İslâm Enstitüsü’nde öğretim görevi de olan bir ilim ehli. “Hayatın sünneti hep sancılı olmak, hep sıkıntılı olmak” diyor ve “Herkes yaptıklarının esiridir.” ayetiyle “Sizi bir nefisten yaratan ve gönlünün huzura kavuşacağı eşini de ondan var eden Allah’tır.” ayetine atfen yaptığı resmimleri gösteriyor. Ülkede bir milyon beş yüz bin kadar Müslüman kalmış Birinci Dünya Bölüşümü öncesi Paris ile Londra’nın oluru, Berlin’in hamiliği ve Rusya’nın vesayetinde güya bağımsızlığı verilen; İkinci Dünya Bölüşümü esnasındaki ünlü Yalta Konferansı’ndan sonra ise Demir Perde’nin ülkeleriyle birlikte tamamen “ötekileştirilen” Bulgaristan; hem de 50 yıldır kapısında hâlâ bekleyen Türkiye’den önce, ani bir hızla 2007 yılında Avrupa’nın “ortak üye ülkesi” yapıldı. Ülke ve insanı, toplumsal ve siyasal geçiş süreçleriyle boğuşuyor. Bir yanda çoğu harab olan eski “komsomol” üretim kurumları ve tamire muhtaç binalar, trafik ışıkları; diğer yanda o ışıklar kırmızı yanınca çok kalın tekerlekli safari jiplerini durdurarak zaman kaybetmek istemeyen ülkenin yeni kapitalist sürücüleri. Göçtüğü ülkelerde hiç fark edilemeyen toplumun en üsttekileriyle hemen farkedilen en alttakilerden geride kalanların çoğu da bir an önce Avrupa’nın ‘merkezi’ ülkelerine doğru göçün hayalinde. Adaletten çok -şimdi de- şahsi hürriyeti önceleyen yeni toplumsal paradigma, yerleşim birimlerinde nüfusun epey azalmasına sebeb olmuş. Bazı köylerde yol sormak için bile kimse bulunamıyor, ıssızlaşmış. Müslümanlar bu coğrafyayı altı asırdır vatan bilmiş ve hâlâ biliyor. “Vatan Yahut Silistre”den, Berlin Konferansı’nda Osmanlı’ya takılan “çelme”den, Balkan Bozgunu ve Sürgünü’nden ve en son Jivkov’un kimlikleri yok etme ve toplumu homojenleştirme zulmünden sonra ülkede geriye kala kala bir milyon beş yüz bin kadar Müslüman kalmış. Çoğu burayı vatan bilmiş, buradaki toplumsal ödevlerini kendilerince yerine getirmeye çalışıyor ve Müslüman kardeşlerine karşı da sorumluluklarının bilincinde. Bu sorumluluk ve geçmişlerine vefa borcu onları çok mutevazı altyapıdaki ortam ve maddi şartlardaki hizmetten beri etmemiş. Mesela, Bulgaristan Başmüftülüğü kurumunun oluşumunu, kuruma çıkarılan zorlukları ve üstesinden gelinmesi gereken şartları öğrenince; şu anda taşın altına salt elini değil, aynı zamanda tüm vücudunu koymuş nice diğergâm insanları tanıyınca bunu daha iyi fark ediyorsunuz. Onlardan bazılarını tanıyıp, görüşlerini almadan önce Bulgaristan’daki müftülük kurum tarihinin künhüne beraber varalım.


66

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Önce seçildiler, sonra atandılar Bulgaristan’daki müftülük sisteminin hukuki temelleri Berlin Antlaşması (1878) ve Tırnova Anayasası (1879) ile atılmış. Diğer temel hukuki belge ise 9 Temmuz 1880 tarihli: “Bulgaristan Prensliği’nde Hristiyanlar, Müslümanlar ve Yahudilerin Dini Yönetimine Dair Muvakkat Talimatname”. 47 maddeden oluşan talimatnamenin onbeş maddesi zamanın Bulgaristanı’ndaki Müslümanların dini yönetimi ile ilgili. Bu temel ile Bulgaristan Prensliği’nde müftülük teşkilatı kurulmuş; müftülüklerin bölgeleri ve görevleri tespit edilmiş. Müftülük sistemine paralel olarak eski kadı mahkemeleri şeriye mahkemelerine dönüşmüş ve yetkileri müftülere devredilmiş. 19 Nisan 1909 tarihinde İstanbul Protokolü ile aynı zamanda bir de “Müftülükler Sözleşmesi” imzalanmış. Bu sözleşmenin birinci maddesinde Sofya’da Başmüftülük kurumunun kurulması ve başmüftünün de sancak müftüleri tarafından ve onların arasından seçilmesi öngörülmüş. Bu sözleşme uyarınca 8 Aralık 1910’da Hocazade Mehmed Muhiddin Efendi, Bulgaristan’ın ilk başmüftüsü seçilmiş ve bu görevinde 1915 yılına kadar kalmış. Daha sonra başmüftü seçilen Süleyman Faik Efendi görevinde 8 yıl kalmış. Ondan sonraki başmüftüler “seçilmiş” değil, Bulgar hükümetleri tarafından “atanmış”lar. Başmüftü olarak “atanan” Hüseyin Hüsnü Efendi 1928 yılından 1936’ya kadar, Abdullah Sıdkı Efendi 1936’dan 1945’e kadar görevde kalmış. 1945‘den 1989’a kadar ülkenin kaderini tayin eden sosyalist rejim döneminde yerel müftülükler azaltılarak sadece göstermelik 5 müftülük bırakılmış. Bu sözde müftülükler de Merkezi Komite tarafından “tayin edilen” Süleyman Ömer Efendi, Sabri Demirov ve İsmail Sarhocov gibi “başmüftüler”ce yönetilmiş. Todor Jivkov ve Merkezi Komite ekibinin Müslümanları etnik esasa göre Türk, Pomak ve Çingene olarak ayırmasının ardından ülkedeki bütün dinî okullar kapanmış; cenaze, sünnet, bayram kutlamaları gibi temel dinî adetler de yasaklamış. Sosyalist döneminin son başmüftüsü 1988 ile 1991 yılları arasında bu görevde “tutulan” Nedim Gencev. İçişleri Bakanlığı kontenjanı ile Sofya Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin açıköğretim bölümünden mezuniyeti dışında hiçbir icazeti olmayan sözde bir müftü. Etnik kimliği ne olursa olsun tüm Bulgaristan Müslümanlarını birleştiren tüzel bir kurum Ülkedeki rejimin dönüşümü sürecindeki 1992 yılında Müslümanlar’ın ilk demokratik konferansı Kırcaali Bölge Müftüsü Fikri Salih’i başmüftü seçmiş. Nedim Gencev bu yenilgiyi kabul etmemiş ve ülke çapında, tabanı olmayan paralel bir müftülük sistemi kurmuş. Bu ikiliğin önlenmesi için 6 Mart 1995’te yapılan Bulgaristan Müslümanları Olağanüstü Konferansı’nda Fikri Salih bir kez daha


Makale ve Analizler - 2017

67

başmüftü seçilmiş, ancak bu seçim zamanın hükümeti tarafından tanınmamış. Fikri Salih Başmüftülük binasından zorla çıkarılmış ve hükümetce tanınmayan ancak Müslümanların desteklediği başmüftü olarak 1997 yılına kadar görevinde kalmış ve “seçilmiş Başmüftü’nün meşruluğu” meselesini Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne götürerek zamanın hükümetini, Müslümanların dinî işlerine müdahalesinden dolayı mahkûm ettirmiş. 1997’de birleştirici bir olağanüstü konferansın yapılması için taraflarca karşılıklı anlaşma sağlanmış ve seçim sonucunda başmüftü olarak Mustafa Haci, Yüksek İslam Şura (YİŞ) Başkanı olarak da Hüseyin Karamolla seçilmiş. Onlar görev sürelerini 2000 yılında başarıyla tamamladıktan sonra ilk defa Bulgaristan Müslümanları Olağan Konferansı 28 Ekim 2000 günü yapılmış ve başmüftü olarak Selim Mehmed, YİŞ Başkanı olarak Mustafa Haci seçilmiş. Bu yönetimin başarıları arasında İslam dini dersinin devlet okullarında isteğe bağlı okutulması, Kur’an-ı Kerim’in Bulgarca tercümesi, Müslüman Diyanetini ilgilendiren konularda Türkiye Diyanet Vakfı ile ve Mezhepler Müdürlüğü arasında bir antlaşmanın imzalanması sayılabilir. 12 Şubat 2011’de bir kez daha Bulgaristan Müslümanları Olağanüstü Ulusal Konferansı düzenlenmiş ve Müslümanların iradesiyle Dr. Mustafa Haci yeniden başmüftü, Şabanali Ahmed ise YİŞ Başkanı seçilmiş. Konferans kararı Sofya Şehir Mahkemesince tescil edilmiş ve böylece Başmüftülük yurt içinde ve yurt dışındaki Bulgaristan Müslümanlarının tek meşru temsilcisi olmuş. Bugün Bulgaristan Cumhuriyeti Müslümanlar Diyaneti Başmüftülüğü artık bağımsız bir dinî teşkilat ve aynı dini ve dinî gelenekleri paylaşan; etnik kimliği ne olursa olsun tüm Bulgaristan Müslümanlarını birleştiren tüzel bir kurum. Faaliyetlerini bu tüzel kişiliğiyle Bulgaristan Anayasası ve Bulgaristan Cumhuriyeti kanunları çerçevresinde ve Dinler Yasası uyarınca yürütmekte. Kaynak: Kadri Akkaya/Dünya Bizim


68

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bölgemizin Önemli Gücü Türkiye

BG-SAM-29.Eylül.2017

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın daveti üzerine Rusya Federasyonu Başkanı Vladimir Putin 28 Eylül 2017 tarihinde Ankara’ya geldi ve bölgesel ve stratejik konular resmi dostane Beştepe görüşmelerde ele alındı. Tarafların Suriye ve Irak’ın toprak bütünlüğü, gayrı meşru bağımsızlık referandumu, kırılgan bölgesel barışın pekiştirilmesi, Irak bölgesel yönetimine karşı önlemler ve ikili işbirliğinin daha da arttırılması gibi konularda görüş birliği sağlandığı duyuruldu. Türkiye Rusya dostluk ve işbirliği ilişkilerinin yeni aşamasıyla ilgili ilgililerin paylaştığı Bulgar medyasına yansıyan ana görüşler şunlardır: “Sputnik”: Uzman görüşlerine bakıldığında, Vladimir Putin ile Recep Tayyip Erdoğan’ın Ankara görüşmesinde askeri ve politik işbirliği, Kürt sorunu, Suriye krizi ve birçok başka önemli ikili ve uluslararası sorun görüşüldü ve görüş birliği sağlandı. Kremlin basın merkezinden yapılan açıklamada, Ankara’da Putin ile Erdoğan bir iş görüşmesi yaptı ve birçok bölgesel ve ikili ilişki ele alındı. AK Parti diplomatlarından olan, Rusya ve Türkiye Kamu Forumu Başkan Yardımcısı Ahmet Berat Çonkar, Beştepe görüşmesi ikili ilişkilerin çok yönlü gelişmesine çok önemli katkı sağlayacaktır, dedi ve şu vurgulamayı yaptı: “Bu ziyaret ikili ilişkilerdeki olumlu dinamizme işarettir. İki devlet lideri görüş değiş tokuşunda ve danışmalarda bulunmuştur. Bölgesel istikrar ve Suriye ve Irak konularında Moskova Ankara işbirliğinin derinleştirilmesi önemlidir.” Diplomata göre, Kore Yarımadasında gerginliğin tırmanması, Birleşik Amerika ile ilişkiler, Miyanmar Rohinca azınlığı mağduriyeti, askeri ve politik işbirliği ce C-400 füze savunma sisteminin alınması gibi alanlarda daha yakın işbirliği konularında görüş birliği sağlanmıştır. Ankara - Beştepe zirve görüşmesi, Enerji Pazarları ve Enerji Politikası (EPPEN) Enstitüsü Müdürü Volkan Özdemir ikili ilişkilerin daha yüksek yeni bir düzeye taşıma açısından bir fırsattır, diye konuştu ve son dönemde genişleyen askersel politik paket üzerinde yoğunlaşacağına işaret etti.


Makale ve Analizler - 2017

69

Aynı uzman şu vurguyu yaptı: “2016 Ağustosundan sonra, özellikle Suriye bunalımıyla ilgili Türkiye ile Rusya arasında askeri ve politik işbirliği aktif gelişiyor. Bu dönemde yeni alanlarda askeri ve politik işbirliği temelleri atıldı. Paylaşılan görüşte, şu dönem derinleşerek genişleyen ikili ilişkilerin “Moskova Ankara Birliği” şekli alabilir vurgulaması var. Rusya Bilimler Akademisi Doğu Araştırmaları Enstitüsü Kıdemli Uzmanı Prof. Natalya Ulçenko, çözülmemiş bazı sorunlar olmasına karşın, geçen yıl Rusya Türkiye ilişkileri kayda değer ilerleme kaydetmiştir. Prof. Bayan Ulçenko, “İlişkilerimizde olumlu dinamizm var. Ankara ile Moskova birbirini dinlemeye ve ödün verme yolunda yeni adım atmaya hazır olduklarını gösterdi. Moskova ile Ankara arasında diyalog kurulması gerektiren Kürk sorunu görüşülmüş ve görüş birliği sağlanmıştır. Politik sahada Türkiye çok önemli bir oyuncudur. Şu dönemde kıtalar arası yeni Avrupa Asya Bloku kurulma sürecindeyiz. Türkiye ile Rusya uzun vadede çok önemli öncelikler getirecek olan stratejik eğilimin önemli ülkeleridir.” dedi. Moskova - Rusya

BULTÜRK Bulgaristan Büyükelçiliğinde

BG-SAM-29.Eylül.2017

Yakınlaşma kapısı aralayan öncüler. Yönetim Merkezi İstanbul Bayrampaşa’da bulunan Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği (BULTÜRK) Genel Başkanı Rafet Ulutürk yönetiminde bir üst düzey dernek heyeti 28 Eylül 2017 Perşembe günü Ankara’da Bulgaristan Cumhuriyeti Büyükelçiliği’ni ziyaret etti. Ziyaret, Büyükelçi Nadejda Neyski’nin daveti üzerine gerçekleştirildi. BULTÜRK heyetine Genel Başkan Rafet Ulutürk ile birlikte Başkan Yardımcısı ve BULTÜRK Yönetim Kurulu üyesi Dr. Nedim Birinci, BULTÜRK Yönetim Kurulu üyesi ve Milli Savunma Bakanlığı’nda görevli Elif Günel ile


70

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

BULTÜRK Ankara Temsilcisi ve İçişleri Bakanlığı Jandarmadan emekli İsmail Cingöz katıldı. İstanbul’da yaşayan soydaşlarımızı temsil eden heyet saygın dernek heyetini Sayın Büyükelçi Bayan Nadejda Neyski ve Büyükelçilik müsteşarı Yavor Klisurski karşıladı. Dostane ve karşılıklı yarar sağlayan görüş, işbirliği ve yardımlaşma havasında gerçekleşen bu ilk ziyarette, sayıları bir milyonu bulan Bulgaristanlı soydaşların nabzını tutan, Bulgaristan ve Avrupa Birliği vatandaşı olma esasında seçme ve seçilme hakkı kullanan 650 bin kişilik aktif bir kitlenin sorunları dile getirilirken çözüm yolları arandı. Görüşmede önce 2002’de kurulan ve gerçekçi bir ideolojik yaklaşımla kısa sürede soydaş tabanına yerleşen Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği planlı çalışmaları, sistemli etkinlikler, dernekçi ve bilim çevreleriyle ortak etkinlikler, ayrıca Bulgaristan Türkiye dostluk ve işbirliği konularında öngörüler üstüne bilgilendirme yapıldı. 2 yıldan beri Bulgaristan’ı Ankara’da temsil eden Büyükelçi Sayın Neyski bu hoşgörülü ziyaretin İnisiyatifçisi ve örgütleyicisi sıfatıyla yaptığı konuşmasında: “Burası sizin, gelin birlikte çalışalım, birlikte ne yapabiliriz?” yaklaşımıyla kapı açtı. Bilimsel bir kaynak durumuna olan BULTÜRK ve BG-SAM (Bulgaristan Türkleri Stratejik Araştırma Merkezi) kütüphanesine Bulgaristan yayın evlerinde seçme kitaplar teklif etti. Aydınlanma bekleyen ikili konularda bilim adamları ve kanaat önderlerinin katılımıyla seminer, konferans ve başka forumlar, sevilen Bulgar ve Türk sanatçıların katılımıyla “ortak umut” geceleri düzenlenmesini önerdi ve işbirliğine ilk kez el uzattı. Önerileri kabul eden BULTÜRK heyeti, aktüel konularla değinip soydaşlarımızın ortak görüşlerini dile getirirken, Genel Başkan Rafet Ulutürk kısa bir konuşma yaptı ve şöyle dedi: Sayın Excellence Nadejda Neynski, Bulgaristan Ankara Büyük Elçimiz olarak, kıymetli zamanınızdan ayırıp Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği - BULTÜRK yönetim heyeti olarak bizi, tüm soydaşlarımızın temsilcisi olarak, işbu dostane ziyarete davet etmeniz, hepimizi çok etkiledi ve gururlandırdı. Bizler son göçle buraya geleli 28 yıl oldu. 28 yıl bir nesil demektir. İlk defa dinleniyoruz, ilk kez muhatap alınıyoruz. Konulara yapıcı yaklaşımınıza teşekkür ederiz. “Bu Büyükelçilik sizin de elçiliğinizdir” sözleriniz bizi onurlandırdı. Sayın Bayan Neynski,


Makale ve Analizler - 2017

71

Yaratanın insanoğluna verdiği en büyük nimetlerden biri de unutmaktır. Bizler vatanımızı unutamadık. Bugün bizleri kabul ederek hepimizi onurlandırdınız. Şimdiye kadar buraya gelen hiçbir Büyükelçimizin yapmadığını yaptınız. Teşekkür ederiz. Bulgaristan’dan zorunlu ya da “gönüllü” gelmiş olmamız sanki artık önemli değil. Bizler Türkiye’de artık bir milyon civarında çifte vatandaşız, Avrupa Birliği vatandaşıyız, dolayısıyla Bulgaristan Vatandaşıyız. 250 binimiz yaşlandık, emeklidir; 250 bin evladımız anaokulu ve okula burada gidiyor. Yarım milyonumuz aktif durumdayız. Birlik, Kulüp, Dernek, Federasyon ve Konfederasyonlarda örgütlendik. İdeolojik ve politik konum olarak Atatürkçüyüz, barıştan, insan haklarından, dostluk ve iyi komşuluğu takdir edilen bir Avrupa medeniyeti yandaşıyız. Aynı zamanda Sayın Bayan Neynski, Biz, hepimiz içten içe çok üzgünüz. Biz ve ekmek parası için Bulgaristan’ı bırakarak dünyaya dağılan iki milyonumuzu da düşününce, üç milyon kişi dışarıdayız. Bir mukayese yapmam gerekirse, bir ülkenin ve devletin insanları, bir bünyenin iç organlarıdır. 7 milyonluk memleketimizin üç milyonunun dışarıda olması, iç organlarının bünye dışında olduğu anlamına gelir ki, bu vatanımızın çok ağır hasta olduğu anlamına gelir. Bayramda Güney Doğu Rodoplardaydım, toplum sefillikten kokuşmuş. İnsanlarına bağrını açmadan Bulgaristan hiçbir sonuna çözüm bulamaz. Demokratik Güçler Birliği (CDC) eski başkanı ve memleketimizin bilinen demokrasi bayrağı olarak beni anladığınıza inanıyorum, çünkü aynı saflardan geldik. Sayın Büyükelçimiz, Bir soydaş derneğinin Başkanı olarak ve bu ilk görüşmemizi fırsat bilerek, kokusu burun delen vatan bunalımından birlikte kurtulmak için bir iki öneride bulunmak istiyorum. Bir defa Bulgaristan’da şu Bulgar - Türk korkusunu el ele verip kaldıralım. Birbirimizden korkarsak hiçbir şey yapamayız. Yerimizde bile sayamayız. Bulgaristan etnik iç savaş yaşamamış bir ülkedir. Bulgaristan Hepimizin kutsal vatanıdır. Bundan şüphe edenler karşılarında bizi bulur. “Soya dönüş süreçleri”, dil, din, etnik halk kültürü, gelenek ve töre yasakları ve vatandaşları kutsalından kovmakla bir milletin “büyük millet”, “büyük devlet” olamaz. Bunu bilmeyen görmeyen kalmadı.


72

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Üç olarak, vatandaşlarımızın seçme ve seçilme hakkını yani eşit vatandaş hakkını kullanmada çektiğimiz çileyi, burada da seçim bürosunda başımıza polis dikilmesini, sınır problemlerimizi, yaşlı bayanların otobüsten indirilip tartaklanmasına kadar uzanan yüz karası olayları hatırlatmaktan utanıyorum. Dostumuz Todor Petrov’u da yeni 650 bini Türkiye’de seçmen ve görevinde hayırlı olsun ziyaretinde Bulgaristan dışında bulunan toplam bulunduk. üç milyon gurbetçimizi ilgilendiren şu seçimlere eşit haklı vatandaş olarak şerefle katılma sorununu şöyle çözmede öncülük etmenizi rica ediyoruz. Bizim arzumuz AB’ye uyalım. Geçen hafta yapılan seçimlerde uygulanan Almanya Seçim Yasasını örnek alalım. Dış ülkelerde bulunan Alman vatandaşları genel seçimlerde, Cumhurbaşkanı seçiminde ve referandumlarda mektupla oy veriyorlar. Ellerine Büyükelçilik ve konsoloslukların dernekler aracılığıyla, soydaş listelerine göre verdikleri ve üzerinde Merkez Seçim Kurulu ve ücreti ödenmiştir posta kaşesi olan zarfların içinde işaretlenip gönderilecek bültenler var. Seçmen Türkiye ve Bulgaristan adreslerini de mektuba ilave eder. İngilizler de oylarını mektupla gönderiyorlar. Medeni dünyaya artık bizler de katılalım. Önce seçene de seçilene de yararlı şu işle başlayalım. Sayın Büyükelçimiz, Bize insan haklarımızı, vatandaş haklarımızı, oy verme hakkımızı özgürce kullanabilme yolunu açmakta yardımcı olunuz lütfen. Bulgaristan bizim hepimizindir. Dış ülkelerde bulunan bizler bu mutluluğu birlikte yaşayamazsak, üzgünüm ama Bulgaristan bunu yapmadıkça, ayrımcılıktan kurtulamadıkça devlet olarak asla ayağa kalkamaz. Çünkü Bulgaristan dışında artık üç milyonu aşan bir nüfus oluştu. Bu çöküşün gerçek nedeni alıp giden adaletsizliktir. Misafirperverliğinize, ilginize, önerilerinize, el uzatışınıza teşekkür ederim. Çok tekliflerimiz var. Sizin önerilerinizle başlayalım. Birbirimizi tanıyalım. Tekrar Teşekkür ederim. Bizler de Sizleri İstanbul’a derneğimizde ağırlamak arzusundayız. Buyurunuz. Saygılarımızla,


Makale ve Analizler - 2017

73

Not: Büyükelçimize bir plaket ve BULTÜRK Gazetemizden ve Başkanımızın kitabı “Türk Dünyasında Bir Bulgaristan Türkü” kitabından taktim ettik. BULTÜRK adına görüşmeye katılanlar: Genel Başkanımız Rafet Ulutürk, Dr. Nedim Birinci, Elif Güneş, İsmail Cingöz. BULTÜRK Derneği - Elif Güneş

Olayların Rengi Değişirse!

Nedim Akın-24.Eylül.2017

Konu: Karar almak insan hakkıdır. Konum belirleyecek karar almak zorundayız. Birinci olay: Bundan bir süre önce Sofya’daki “Yeni Bulgar Üniversitesinde” /NBU/ (Bir Soros Merkezidir) “Liberal Demokrasi Bunalım mı Geçiriyor” konulu bir konferans düzenlendi. Kürsüye çıkan ve kendisini bir genç tutucu (konservatör) olarak tanıtan bir konuşmacı, sosyal eşitsizliğin yalnız “doğal” olmakla kalmayıp üstüne üstelik “yararlı” da olduğunu savundu. “Siyasi eşitliği kabul ediyor musun?” konusunda tartışmalara neden oldu. Konuşmacı “Hayır, ben eşitliği kabul etmiyorum” yanıtını verince de katılımcılar şaşakaldılar. Faşizm kıvılcımları üniversitelere sıçradı. İkinci olay: Polonya’da çocuk aldırma kanunu onaylamak istiyorlar. (Kadınları doğurup doğurma ve ne zaman doğum yapacağı kararını devlet belirlemek istiyor.) Sofya Meclisi önüne toplanan küçük bir sivil toplum örgütü de aynı istekte bulundu: Bulgaristan’da günde ortalama 80 çocuk alınıyor. Göstericiler


74

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

çocuk aldırmanın gerekçeye bağlanmasında direniyor. Bulgaristan’da insan hakları konusunda bir sayfa daha açılıyor. Üçüncü olay: Avrupa’da (Almanya İçin Seçenek) /AfD/, Fransa’da Milli Cephe, Avusturya’da Özgürlükler Partisi ve birçok başka politik partinin son dönemde olağanüstü aktifleşmesinden endişe edenler arttı. Birçok yorumcu bu partileri (ötekileştiren) olarak nitelendirirken, bazıları da daha ılımlı bir dille radikal tutucu olarak gösteriyorlar. Brüksel’de çıkan “Politico” yayını “Bulgar aşırı sağcıları Brüksel’le deprem yaşatacak” diye yazdı. Çünkü Bulgaristan’daki 3 aşırı sağcı partinin liderleri “sığınmacılara karşı güç kullanmasını” istiyor. Komşu ülkelere karşı sert konuşuyor. Çingenelere karşı ise ırkçı saldırılarda bulunuyorlar. Bulgaristan makamları bu saldırgan tutuma tepki göstermiyor. Örneğin Petır Nikolov olayı şöyle açıklıyor: “Almanya İçin Seçenek” partisi bizim görebildiğimizde oldukça farklı bir partidir. Bu yeni hareket eski Hıristiyan Demokrat Birliği /XDC/ partisinin aydın kanadının bir bölümü tarafından kurulmuştur. “Hatta Avrupa için genel geçerli kabul edilen standartlardan daha ılımlıdır. Almanya İçin Seçenek partisi, Alman geleneklerini savunan Merkel’den farklı olarak, aşırı sağ bir parti değildir. Ve Bulgar yandaşı GERB partisi örneğini emsal alarak aşırı sağcılarla ortaklık kurmaya davet ediyor.” Yine bir Bulgar siyaset adamı olan Neno Dimov da “Avrupa’yı kurtarmak için” aşırı milliyetçilerle ortak hükümet kurulması çağrısında bulunuyor. Son haftalarda “Radikal İslam” kavramını dillerine dolayan Bulgar faşistleri, özellikle Savunma Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Krasimir Karakaçanov, “Bulgaristan Müslümanlarının İslam dünyası ve özellikle de Türkiye ile ilişkilerini” kesmeye çalışıyor. Komünist eski Baş Prof. Müftü Nedim Gencev, Bulgaristan’da din eğitiminin yaygınlaşmasına, imam hatip okullarında ve enstitüsünde derslere dış ülkelerde eğitim ve öğretim almış hocaların girmesine ve Türkiye’nin okullarımıza mali yardımda bulunmasına karşı çıkıyor. Bulgaristan Türklerini kimsesiz bırakma planları yapmışlar. Dördüncü olay: Son dönemde Bulgaristan’da yaygınlaşan propaganda 1944 yılından önce “ülkede anti-faşist” hareket ve 1934 - 1944 yılları arasında faşist rejim olmadığını iddia ediyor. Partizanların hırsız oldukları, terör eylemleri kundakladıkları, demiryolu, köprü ve depoları havaya uçurdukları görüşü yayılıyor. Bulgaristan’da işçi köylü halk direniş hareketinin Nazilere, ülkemizdeki Hitler askeri güçlerine ve yerli ortaklarına ve işbirlikçilerine karşı silahlı savaşımı reddediliyor. Bulgaristan’da anti-faşist harekete Türkler de katılmış ve Ahmet Tatarov, Mustafa Mutkuv vb. şehitler vermişler, faşizm döneminde Türk erkekler kara işçi olarak parasız çalıştırılmışlardır. Bu gerçeklerin inkâr edilmesi kamu-


Makale ve Analizler - 2017

75

oyunda endişe uyandırıyor. Komünistlerle faşistler İkinci Dünya Savaşında birbirleriyle savaştıklarını reddederse birleşmelerine ve birbirlerini af etmelerine ve 21. yüzyılda orta direk olmalarına 1 adım kalmış demektir. “Yeni faşistlerin” 20. yüzyıl sözde “suçsuzluğundan” kükrediğini söyleyenlerin dediklerine kulak verelim ve üzerinde düşünelim. Yeni faşistlerin Bulgaristan Türklerine karşı işlediği cinayetler unutturulmak isteniyor... Beşinci olay: Üçüncü kez hükümet kuran Bulgaristan’ın Avrupa Vatandaşları Partisi (GERB) milletvekili Anton Todorov’u “Ajan Dosyaları Komisyonu” Başkanı görevine önerdi. Meclis onaylamadı. Bu hareketiyle GERB partisi geçmişte suçsuz vatandaşlara karşı işlenen suçları ve bu işlerde parmağı olan ajanların rolünü ortaya çıkarmaktan fazla, sol muhalefete çamur atmaya çalıştı. Aşırı sağcılarla otaklık kuran GERB partisi muhalefeti pasifleştirmek etmek için “ajan dosyalarını” bir araç olarak kullanmaya çalışıyor. Hedeflerinde kendilerini aklamak var. 2017 Martında yapılan erken meclis seçimlerinde Bulgaristan’da “Reformcu Blok” kişiliğindeki sağ muhalefet parlamento dışı bırakıldı ve dağıtıldı. Polonya ve Macaristan’da benzer yöntem artık başarılı uygulandi. Bu iki ülkede sözüm ona demokratik araçlardan yararlanılarak muhalefet güçleri parçalandı ve ezildi. Demokrasinin ancak ve yalnız “çoğunluğun” iktidarı olduğu görüşü yerleştirilmeye çalışılıyor. GERB milletvekili Anton Todorov’un adaylığını savunmak için “meclis içi anti-komünist güçler” seferber edildi. GERB partisinin komünizm sonrası oluşan totaliter bir yapılanma olduğunu dikkate aldığımızda, An. Todorov’un mecliste kendini savunma konuşmasından şu tümcelere dikkat edelim: “Benim adaylığıma karşı oy kullananlar, 9 Eylül 1944’ten sonra Bulgarları en kaba bir şekilde öldüren kırmızı soyların evlatlarıdır.” Todorov şöyle devam etti: “Şahsıma karşı dil uzatan kırılmış çömlek koleksiyonunda Tarihsel ve Diyalektik Maddecilik dersi hocaları, Komünist Partisinin eski üye ve aday üyeleri, Bulgaristan Komünist Partisi Şehir ve İlçe komitesi düzeyinde irili ufaklı jurnalciler, Sovyet ideolojik okullarında eğitim ve öğrenim görmüş utanmazlar, “köfteci kedileri” cinsinden şerefsiz tipler görüyorum.” 240 kişilik Bulgar meclisinde 84 eski gizli polis ajanı olduğu biliniyor. Altıncı olay: Liberalizmin matem çanları çalmasına sevinenler var. Ortaya neo-liberal demokrasi kavramı çıktı. Tutucular ve aşırı sağcılar Bulgaristan’da da bayram ediyorlar. Faşizan fikirlerdeki ortak çizgiler: Yukarda sıraladığımız ayrı ayrı olayların içinden geçen faşizan bir çizgi olduğunu görebiliyoruz. 1930’larda faşizm tam da böyle başlamıştı. “İlkel ebedi


76

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

faşizm” böyle mayalanmıştı. Büyük yazar Umberto Eko, bu dünyadan gitmezden önce, faşizme 14 niteleme getirdi. Eko: “Bu 14 değişik çeşidin yalnız birisinden bir kırıntısı belirse, topluma sarmaşık gibi sarılmaya ve her yere yayılmaya başlamasına yeterlidir.” demişti. Artık gözümüzü çıkaracak duruma gelen Bulgar yeni-faşizmini tanıyabilmemiz için dünyaca ünlü yazar Ymberto Eko’nun şu tanımlamasındaki çizgilere dikkat etmemiz yeterli olabilir: “İlkel faşizmin ilk belirtilerini putperestlikte görüyoruz.” Hitler ve Stalin örneklerinden sonra bizdeki faşist bozuntuları Valeri Simyonov, Volen Siderov, Krasimir Karakaçanov, Angel Cambazki ve Valentin Kasabov’un tavrına daha dikkatli bakınız lütfen. “Faşizmin resmi entelektüelleri genelde modern kültürel ve liberal entelektüellere saldırdılar, onları geleneksel değerleri bir kenara itmekle suçladılar.” GERB partisi böyle bir saldırıya hedef olmamak için Parti Başkan Yardımcısı ve meclis grubu başkanı Tsvetan Tsvetanov’u Rodoplar’daki törenlerde gayda çalarken, aba potur giymiş, kuşakta hançerle, haydut kıyafetli sırtında kızartılmış kuzu taşırken, halk giysileri giymiş kadın ve kızlar arasında horon oynarken vb görebilirsiniz. Bunlar koyun sürüsü içinde kurt gibiler. Faşistlerin sık sık “Dejenere olmuş entelektüeller, aşınmış züppeler, üniversiteler kızılların yuvasıdır” gibi değimler kullanır. Bizde, faşizan “Ataka” partisi başkanı Volen Siderov Çingene vatandaşlara “sizden sabun yapacağız” dedi. Başbakan Yardımcısı, “Bulgaristan her şeyin Üstündedir” partisi Başkanı kaşarlı Türk düşmanı Valeri Simyov ise Çingene kadınlara “kösenmiş dişi domuz” dedi. Milletvekili, meclis insan hakları komisyonu üyesi Valentin Kasabov ise, Bulgaristan Türklerine “tahta kurusu”, “sizi tahtakurusu gibi ezeceğiz” demekten çekinmedi. “Kesin sosyal kimlik sahibi olmayan kişilere ilkel faşizm şöyle hitap eder: Aynı ülkede doğmuş olmanız tek ve genel ayrıcalığınızdır.” Aşırı milliyetçiliğin kökleri bu gerçeklere dayanır. 2017 - 2018 ders yılında 4 yaşından başlayarak bütün çocukların anaokullarına zorla toplanmasının temel nedenlerinden biri şudur: Okullara toplayıp kafaları yıkanmadan, kimlikleri silinmeden, unutturulmadan veya gelişmesi engellenmeden hiçbir kimse eritilerek entegre ve asimile edilemez. Tek dilli ve tek milletli devlet faşist devlet tiplerinden birdir. “Çağdışı bir katı dinsel akım olarak (fundamentalizm) asilzadelik taslayan Radikal ideolojilerin hepsindeki tipik yönlerden biri seçkinlerin (elitizm) olmasıdır ki, bu güçsüz ve yoksulları tiksinircesine hor görmektir.”


Makale ve Analizler - 2017

77

Biz bunu Bulgaristan koşullarında zenginlerin yatlı tatillerde, uzak okyanus adalarında, Taylan gibi harikalar diyarında gönül eylemeden, kumarhanelerde eylemekten ve saraylarda sefa sürmekten zaman bulamayışlarında görüyoruz. Bizi soyup soğana çevirip oligarşi temsilcisi olarak Basra Körfezinde güneşleyen Delyan Peevskilerin tutumu Bulgaristan’da faşizme çanak tutuyor. Her hırsız, fer katil, her rüşvetçi ve dolandırıcı her an faşist olabilir. Halkın borç harç içinde kıvranmasından zevk alıyorlar. Örneğin Başmüftülüğümüzü (Bulgar bTV haberlerine göre) 9 milyon leva borçlandırmışlar ve malımıza mülkümüze el koyup haciz üstüne haciz getiriyorlar. Bu gidişle hepimiz ipotekli yaşamaya başlayabiliriz. Nobel ödülü sahibi yazar şöyle yazdı: “İlkel faşizm birincil iktidar heveslerine fuhuş heveslerini de dahil eder. Bunun adı Batıda moçizm’dir. Kadınları hakir gören ve onlardan tiksinen bu dünya görüşü, kadını bitpazarında meta durumuna getirdiği gib, iğrenç fuhuş biçimlerinden ve homoseksüellikten zevk almaya kadar uzanan pratikler içinde zevk arar.” Sözüm ona “Yurtsever Cephe” gibi faşist oluşumlar iktidar olalı öğrenci yerleşkeleri fuhuş kampusuna dönüştü. Toplumda namus yere vurdu. Eko yeni gelişiminin ilk aşamasında faşizmin şu özelliğine de önemle eğilmişti: “Şu da, ilkel faşizm sözüm olan “kaliteli” halkçılığa (popülizm), seçmeli popülizme dayanır. Bu gidişle gelecekte televizyon popülizmi ya da internet popülizmi oluşabilir. Bu yeni durumlarda halkın belirli bir kısmının TV ekranı başında ya da internet etkileşiminde herhangi bir kişiye ya da olaya kükreyen tepkisi ya da sempatisi halkın oyu olarak dayatılmaya çalışabilirler.” Benzer gelişmeleri, faşist partilerin gece gündüz kışkırtma yayınları yapan “Ataka” ve “Skat” yayınlarında izliyoruz. Bulgar halkını İslam’a, Müslümanlara, Türklere, Türk kimliğimizin maddi dayanakları olan cami ve mescitlerimize, çeşme ve hamamlarımıza, türbelerimize, muhabbet merkezlerimize yöneltmelerinde izliyoruz. “Ataka”, “Retro”, “Balgariya” gibi gazetelerin her sayısında nifak saçtığını bilmeyen yok. Hele 26 Mart 2017 seçimlerinden önce son 28 yılın en büyük yalanlar söylediler, vaatlerde bulundular. Hatta “Çingeneleri Bulgarlaştırmada başarılı olacaklarını” dahi söz verdiler. Türkiye - Bulgaristan sınırından “kuş uçmayacak” dediler, 200 milyon levayı cepledikten sonra yapılan denetlemelerde, sınırdaki tel örgütün çok kolay geçilebildiği, üstelik “tel duvar” ardından kamyon geçebilecek 3 - 4 metre geniş ve 2 - 3 metre derin açık tünel geçişler olduğu TV ekranlarına, röportajlara ve kısa süreli filmlere konu oldu. Bu işleri para karşılığını yapan Başbakan Yardımcısı Valeri Simyonov’un şirketleridir. Faşist şirketler sınır boyuna çöreklenmişler. Otellere, fuhuş kulüplerine hiz-


78

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

met sunuyorlar. Malko Tırnovo sınır şehrinde Fuhuş Oteli kurmuşlar. Bulgar halkının ulusal adaletine çamur bulaştırdılar. Bu tipler şirketlerini de kullanarak Bulgaristan’a faşizm tohumları saçıyorlar. Avrupa Birliği Konseyi’nin endişesi haklıdır ve büyüktür. Olaylar skandal olunca mahkemelik oldu. Ünlü yazar Unberto Eko Avrupa gençliğini şöyle uyarmıştı: “İlkel faşizm korku sömürür. İnsanların ve toplulukların doğal korku duygularına baskı yapar, halkı sıkıştırır ve çok değişik tehlike ve korku kışkırtır. Kendilerine kötülük yaptığı halk kitleleriyle diyalog kurma çabasında olduğunu göstermeye çalışır. Tüm faşist hareketlerin, faşizan mayalanmanın ilk çağrısı her zaman yabancılara, farklı olanlara karşıdır.” Bizde de öyle olmadı mı? “Yurtsever Cephe” faşistleri önce Türklere, Müslümanlara, Çingene kardeşlerimize karşı aktifleşmedi mi? “Ataka” partisi önce Sofya’daki “Banya Başı Camii”ne saldırmadı mı? Filibe (Plovdiv) Birinci Dereceli Mahkemesi Karlovo kentindeki “Kurşun Cami” için Başmüftülüğe iade edilmesi kararına karşı “Yurtsever Cephe” faşistleri, “Ataka” ve VMRO faşistleri ile motorize veya yaya faşist fanatikler taşlı sopalı saldırılarla durdurmadılar mi? Harmanlı şehrindeki “Sığınmacı Kamplarını” ateşe vermediler mi? Bu sıralama çok uzayabilir... Onlar sığınmacı, savaş kaçağı, mültecilerle yerli Müslümanları hep aynı grupta gördüler ve hedef aldılar. Alıyorlar. Bu gidişle GERB faşistlerle sarmaşmadan yaşayamadıkça bu facia böyle devam edecektir. Uyanmalıyız. Birlik olmalıyız! 1929 yılında, Almanya’da faşizmin henüz baş gösterirken ve zehirli dikenleriyle faşizmi kabul etmeyen herkesi yok etmeye hazırlanırken “Faşist Propagandayla Alay Ediyoruz” başlıklı bir elkitabı basıldı. (Sayfa 186) “Irklarına ve cilt rengine bakmaksızın, işledikleri tüm cinayetlerin hepsini gizleyen ve kurbanlarının dikkatini söndürüp onları uyutmaya çalışan Hitler’cilere inanmaya başlayanlar giderek artıyordu.” Sayfa 226. “Naziciler, yalnız ırkların değil, tek tek insanların da farklı değerde olduğunu propaganda ettiler. Bir insanın başka bir insana eşit olduğuna amansız savaş açmışken ve biz insanları ancak hangi ırka ait olduğuna bakarak değerlendirirken, gerekli sonuçları çıkarıp bizden olmayanlarla hesaplaşmalıyız! Alman olmayan her kişi için bundan daha büyük tehlike olamaz. Yok edilmek tehlikesiyle yüz yüzeyiz.” Faşizmin babalarından biri olan Musolini aynı dönemde şöyle diyordu: (Yıl 1926, Ekim) “Klasik demokrasiyi gömdük.” Musolini, Katolik Papazlar önünde konuştu, Ocak 1938:


Makale ve Analizler - 2017

79

“İtalyanların nüfus olarak büyümesine katkıda bulunalım... Çünkü insanın zafer elde etmesini sağlayan büyük taburlar ancak geniş ailelerin evlatlarından oluşturulabilir. İtalyanlar, bir Katolik ulus olarak, şimdiki kaynakları, nüfus gücüyle Hıristiyan uygarlığının kalesi olmak zorundadır.” Cevap aranan bir soru var: Orta sağda olduğunu iddia eden GERB partisi aşırı sağa kayıp da Bulgar tarihinin 21. yüzyıl faşistleriyle kaynaşabilir mi? Okuduğunuz için teşekkür ederim: Kaynak: Marginalia Karar alma insan hakkıdır.

Kırcaali’nin Kurtuluşu

BG-SAM-25.Eylül.2017

Birkaç aydır Kırcaali’nin çeşitli bölgelerinde asılı “Kırcaali’nin Kurtuluşunun 100. Yılı” yazılı pankartları görünce, gerçek tarihi ve Bulgaristan gerçeğini bilenlerin tebessüm etmemesi elde değil... Bulgaristan resmi tarihine göre, “100 sene önce Ahmet gitti, Dragan geldi her şey güllük gülistanlık oldu” tezi ne Durmuş Arda kadar trajikomik... Bulgaristan resmi tarihini yazanların, Balkan savaşına, hala etnik açıdan bakmaları, şu tarihi gerçekleri görememeleri hayli düşündürücü: 100 sene önce, yani Balkan savaşında “kurtarılan” Kırcaali bölgesinden binlerce Türk kovulmuştur. Bölgenin dağlık bölgelerinde kalan Türkler ise, tamamen esaret hayatına mahkum edilmiştir. Çünkü dönemin ticari, kültür ve medeniyet beşiği olan Edirne ve Selanik ile Kırcaali bölgesinin bağları tamamen koparılmıştır. İnsanlığın Balkan savaşından 100 sene önce, yanı 19. asrın başlarında kentleşmeye başladığı süreçten, Kırcaali bölgesi, doğal kentleşmesine en yakın Gümülcine, İskeçe, Kavala, Dedeağaç gibi merkezlerden hatta koparılmıştır. Böylece Kırcaali bölge insanının doğal gelişimi engellenmiştir. Bu doğal gelişim engellenmesi sadece Türkler veya Pomaklar için geçerli değil...


80

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgarlar da bu engellemeden nasibini almıştır. Örneğin Balkan savaşı döneminde ticaret, kültür ve medeniyet beşiği olan Selanik - Edirne hattından kovulan binlerce Bulgar’ın bir kısmı, dünya medeniyetinden koparılmış bir alan olan Kırcaali bölgesine yerleştirilmiştir. Etnik Bulgarların tek tesellisi ise, bazılarının devlet bürokrasisinde imtiyazlı olmaları olmuştur. Aslında Kırcaali, Balkan savaşında, hemen hemen tamamen Türklerden oluşan 3 - 4 bin nüfuslu köy görünümünde bir yerleşim yeriydi. Kırcaali’nin büyüme süreci ise, 2. Dünya Savaşı’nda Almanların Orta Rodoplarda bulunan kurşun-çinko madenlerini işleme fabrikasını Kırcaali’de kurmalarından sonra başlamıştır. Büyüme sürecindeki Kırcaali’ye Bulgaristan’ın çeşitli yerlerinden etnik Bulgarlar yerleştirerek, kent merkezindeki nüfus dengesi, Türklerin aleyhine bozulmuştur. Kırcaali bölgesinde Türklerin çoğunlukta olmasına rağmen, kent merkezinde azınlık kalmalarına şaşmamak gerekir. Çünkü Gümülcine ve İskeçe yolları sınır ile kapandıktan sonra, komünist döneminde Türklerin, Kırcaali’de de kentleşmelerine çeşitli engeller çıkartılmıştır, yani Türkler bir nevi köylere hapsedilmiştir. Aslında “Köylere hapsetme politikası, Türklere, 1985 - 1989 yıllarında yapılan asimilasyon politikasından daha büyük bir kötülüktür” desek yanılmış olur muyuz acaba? Gerçekten kentleşmiş bir toplumu, asimile etmeye kim cüret edebilir ki? Gelelim Kırcaali’nin şimdiki durumuna... 1989 göçünden sonra, Kırcaali ekonomisi tamamen çökmüştür. Türklerin göçünden sonra aklı başındaki Bulgarlar da Filibe’ye veya Batı ülkelerine göç etmişlerdir. Eski rejim yanlıları, devlet kurumlarının özelleştirmesinden faydalanarak her ne kadar köşe başlarını tutmuş olsalar da, üretimden yoksun, birçoğu “sinek avlıyor”. İş yapıyor görünenlerin ise yaptıkları en büyük iş, devletten veya belediyelerden ihale kapmak. Geniş kitleler ise işsiz, güçsüz ve açlık sınırında “kurtulmuş” hayatlarını sürdürmeye çalışıyorlar... Atalarımız “Taşıma suyla değirmen dönmez” demişler... Şu an Kırcaali’nin çarkları, Batı Avrupa veya Türkiye’ye göç edenlerin gelip gitmesiyle dönüyor gibi gözüküyor... Kim ne derse desin, Kırcaali’nin kurtuluşu, bürokraside Ahmet’in veya Dragan’ın olmasında değil, Kırcaali’nin kurtuluşu, eskiden olduğu gibi, herkesin üretebildiğini satabileceği gümrüksüz Edirne - Selanik hattındadır. Yapılmakta olan Kırcaali - Gümülcine hattındaki Makas geçidi, açıldıktan sonra Kırcaaali kısmen de olsa kurtulabilir mi? Bunu zaman gösterecek... Fakat tekrarlamakta yarar var:


Makale ve Analizler - 2017

81

Kırcaali’nin kurtuluşu patriyotarların aradığı yerede değil, Kırcaali’nin tamamen kurtuluşu ticaret, kültür ve medeniyet beşiği olan gümrüksüz Edirne Selanik hattındadır!...

Ekim Ayı 2017 Yazıları Cumhurbaşkanı ile Başbakan Birbirine Düştü

Rafet Ulutürk-02.Ekim.2017

Savaş başladı Konu: Bulgaristan’da siyasi hendek açıldı. Cumhurbaşkanı Radev, Başbakan Borisov’a savaş ilan etti. GERB partisi kaynıyor. Bundan böyle Borisov GERB, GERB de Borisov değil. Siyasi bunalımda yeni aşama başladı. Geçen yılın 13 Kasım günü Bulgaristan Cumhurbaşkanı Rumen Radev’in seçim zaferi Başbakan Boyko Borisov’u istifa ettirmişti. 26 Mart 2017’de 3. kez iktidar partisi olan GERB bir lider partisidir. Son 10 yılda Bulgaristan’da GERB Borisov demektir. Borisov da GERB demektir formülü işliyordu. Son 3 günde bu formül işlemez oldu. Bulgar toplumu adına Delyan Dobrev olayı denen bir olay yaşıyor. Bu olayın boyutunda Bulgaristan’da rüşvet dağının doruğu ilk kez göründü. Dobrev GERB yönetiminden biri olarak Haskovo Belediyesinden ve ilinden sorumlu olan genç bir siyaset adamıdır. Ortaya çıkan gerçekte Haskovo belediyesinde ve kamu kurumlarındaki görevlilerin hepsinin onun ya da akrabalarının akrabası olduğu ortaya çıktı. Bu olay GERB partisinde bundan 6 yıl on seçimlerden hemen önce GERB Başkan Yardımcısı, Fiodosieva ile başlamıştı. Bayan Feodosieva’nın meclisteki odasına her sabah 12 börek (baniçka) gelirdi. O da bunları çay, ayran ve bozayla katık ederek höpürdetiyordu.


82

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Sonra bıldırcın yumurtaları hikayesi aldı yürüdü. Herkes günde 20 bıldırcın yumurtası yiyenlerin performansından söz ediyordu. GERB’ten bir şey istemek isteyenler yumurtacı olmuştu. Bu yılın Nisan ayında “sucuk” skandalı patladı. GERB Dobriç milletvekili salam sucuk pastırma üreticilerini boğazlamış ve Borisov adına 400 kilo sucuk toplarken yakalanmıştı. Başbakan “ben sucuk yemiyorum” diyerek içine düştüğü durumdan kurtulmaya çalışırken, börekçiyi, yumurtacıları ve sucukçuları GERB’den ve meclisten kendi karar alarak kovalarken, bu defa GERB Meclis Grubu Delyan Dobriv’e sahip çıktı. Partiye korku bastı. Haskovo sökülürse, Stara Zagora, Kavarna, Dobriç, Balçık, Pernik ve daha birçok yerde GERB’in rüşvetçi parti olarak atom bombası gibi patlaması muhtemeldir. Bu olaylar daha 2010’da Botevgrat’ta başlamıştı. Bizim adamlar sistemi belediyeleri bacanaklar ve çotanaklar, Bayan ve Bay sağdıçlar belediyeleri paralize etti. Böylece parti içinde particikler belirdi ve kendi içlerine kapandılar ve merkezin emirlerine kulak asmaz oldular. GERB bugün artık Borisov’a eşit değildir. GERB eşittir Borisov diyen pek kalmadı. Yeni bir siyasi duruma girmiş bulunuyoruz. Haskovo’da Belediye Başkanı Yardımcılarından 4’ü görevden uzaklaştırıldı. Seçmen yeni yerel seçim istiyor. Siyasi analiz: 2009’da Borisov Reformcu Blok (RB) ile sahte bir evlilik yaptı. Kurulan ortak hükümeti kıyaslayarak anlatırsak, RB’un durumu vatandaşlık almak için evlilik yapan birinin durumundan farklı değildi. Reformcu gençlere hiçbir hak tanınmadı. Çok konuşulan reformlardan hiç biri yapılamayınca, dağıldılar. 26 Mart’ta meclis dışı kaldılar. Eylül ayının sonunda (6 ay sonra) gerçek sağ merkezinde yeni bir buluşma ve bütünleşme süreci başladı. Şimdiye kadar Kuneva tarafından yönetilen ve RB içinde orta direk bir parti olan Vatandaşların Bulgaristan Hareketi (DBG) hareketi başkanlığına genç lider Dimitır Delçev seçildi. Delçev birleştirici bir siyasetçidir. “Evet-Bulgaristan” ve “Yeni Cumhuriyet” ve “Güçlü Bulgaristan” partileri ile birlikte sivil toplum örgütlerine uzanıyor. Bunları yazmamın nedeni, program açıklamayan, aşırı sağcı, şoven, faşizan güçlerle sarmaş dolaş olan, azınlıklara saldırılarını şiddetlendiren, kadroları komünist dönem polis, Ordulu ve itfaiyeci çevreden gelen ve “soya dönüş sürecine” katılmış, elleri kanlı ve kirli güçleri siyasetten atacak sağ merkezci yeni bir mayalanma izliyoruz.


Makale ve Analizler - 2017

83

Delçev, il ve ilçelerde feodal bir düzen durulduğuna işaret ederken, Başbakan Borisov’un yerel idari kanseri temizlemek için erken yerel seçim yapması gerektiğini vurguladı. “Vatandaşların Bulgaristan Hareketi” Başkanı Delçev, 2013 yılından beri yerel düzeyde “rüşvetçilikten beslenen dere-beylik düzenini andıran bir örgütlenmenin olumsuz uğur gibi yayıldığını söylerken, yerel ve ulusal düzeyde GERB içi çelişkilerin sertliğine işaret etti. Artık alevlenen Cumhurbaşkanı Radev Başbakan Borisov çatışmadan doğan siyasi çelişkinin ülkeyi seçime götüreceğini kaydetti. *** 26 Mart seçimlerinde Bulgaristan’da beklenen siyasi değişiklik olmadı. Aşırı milliyetçilerin yasama organına ve daha sonra III. Borisov hükumetinde yuvalanması siyasi gerginliği tırmandırırken, sosyal çelişkileri yeniden alevlendirdi. Geniş kapsamlı çarpışmaya dönüşen siyasi bunalımı aşmak amacıyla yapılan 26 Mart 2017’de erken genel seçimi muhalefeti güçlendirdi. Mecliste iktidar ile muhalefet arasındaki farkı ancak 3 - 4 oy belirliyor. Seçimde barajı geçemeyen partilerin birleşme ve sivil toplumu kucaklama çabaları başarılı olursa, siyasi tablo değişecektir. Seçimlere katılan partilerin isimlerine bakmamız Bulgar seçmenin ne istediğini anlayabilmemiz yeterlidir: 1. Eşit Haklı Topum Düzeni Hareketi; 2. “Bulgar Baharı” - Köklü Değişiklikler Hareketi; 3. Bulgaristan İleri Hareketi; 4. Yeni Cumhuriyet Partisi 5. Memnun Olmayanlar Hareketi; 6. “İrade” Partisi vb. Bir politik istek olan sistem değişikliği, 6 Kasım 2016’daki referandumda 2.5 milyon vatandaşın parti listelerine göre yapılan çoğulcu seçim sisteminin, en fazla oy alan kazanır (majoriter) sistemle değiştirilmesini istemişti. Halk totaliter düzen kalıtlarını savunan partileri meclisten atmayı denemişti. Yargı ve meclis bileşimi istekleri rafa kaldırılınca gerginlik arttı. Meclisteki sandalye sayısını 9 arttıran (84 - 95) iktidar partisi GERB bu defa karşısında milletvekillerini 41 arttırarak 39’dan 80’ne çıkaran Sosyalist Parti’yi (BSP) çok daha güçlü ve kararlı buldu. Şunu da hemen belirtelim, 3. hükümetinde güya “Yurtsever Cephe” ile buluşan aşırı milliyetçi, faşizan 3 parti ile birlikte kuran Borisov’dan seçimden ancak 6 ay geçmiş olmasına rağmen, durumun birdenbire yeniden gerginleşme-


84

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

siyle, üçüncü defa olmak üzere, son günlerde istifasını bir daha sunması yeniden beklenir oldu. Ekonomik ve politik gerginliği patlama noktasına getiren can alıcı sorunlar şunlardır: 1. 6 ay sonra, 2018’de Sofya’da yapılacak olan Avrupa Birliği dönem toplantılarına ilişkin hazırlıkların aksamış olması; Burada Cumhurbaşkanı ve Başbakan arasını açan nokta, Bulgaristan dış siyasetinden devlet başkanının sorumlu olmasıdır. Bu çelişkinin birinci sahnesi 90 gün sonra başlayacak olan ve bir yıl sürmesi beklenen Avrupa Birliği dönem toplantılarının yapılacağı Milli Kültür Sarayı (NDK) tadilatında 17 milyon levanın çalınmasıyla başladı ve NDK Müdürü’nün istifaya zorlanmasıyla noktalandı. İkinci perde ise, GERB içinde genç kuşak temsilcisi Delyan Dobrev’ın politik olarak yok edilmesi saldırılarında kristalleşti. GERB içindeki skandallar, partinin rüşvette yenik düştüğünü kanıtladı. GERB mi, Borisov mu kavgası başladı. GERB partisi tabanında olumsuz tümör şeklinde örgütlenenler hayat ve iktidarda hak isterken Borisov’a başkaldıran toplantılar yapmaya başladılar ve Başbakan bu eğilimle ilgili “Cumhurbaşkanını GERB’in İçişlerine karışmakla” suçladı. Cumhurbaşkanı ve Başbakan arasındaki ilişkilerin artık beraber bir kahve içilemeyecek duruma geldiği vurgulandı. Yeni durumda Borisov bir yandan parti içinde, öte yandan Cumhurbaşkanıyla mücadele etmek zorunda kaldı. 2. Askeri Hava Güçleri için alınacak yeni jetlerin “Gripen” mi, “F-16” mı, İtalyan ya da Fransız yapımı mı, yoksa Rus “MİG-19” uçaklarına mı olması, hangarlarda onarım bekleyen MİG savaş uçakları mı onaralım gibi sorunlarda 11 aydan beri Bulgar siyaset kazanını kaynatıyor. Eski Savunma Bakanı reformcu Neşev savcılığa düştü. Bu konuda eski Hava Kuvvetleri Komutanı, bugünkü Cumhurbaşkanı General Radev ile Başbakan orgeneral Borisov arasında sert düello yaşandı. Halen bu düello “silahlı kuvvetlerin modernleşmesi” gereğine sıçradı. Bulgaristan bir yılda 2. Politik bunalıma saplandı. İlk defa olmak üzere Cumhurbaşkanı Radev “bütün vatandaşların başkanı olmaktan vazgeçerek” siyasette taraf oldu ve sol cephede kanat rolü üstlendi. Cumhurbaşkanının siyasi cepheleşmede cephe seçmesi ve savaşıma girmesi beklenmedik bir gelişme değildir. Radev, başbakan hakkında “Borisov partisinin iplerini elinden kaçırmıştır” dedi. Bir lider partisi hakkında basının “Borisov siyasetten çıkarsa GERB artık GERB olamaz” demesi, yeni bir çarpışmanın başladığına sinyal oldu. Cumhurbaşkanlığı ile başbakanlık arasındaki “köprülerin yakıldığını” belirten siyaset yorumcuları, GERB partisinin Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Milli Güvenlik Kurulu’na temsilci gönder-


Makale ve Analizler - 2017

85

meyeceğine dikkat çekerken, “yeni durumda Bulgaristan AB Konsey Başkanlığını üstlenemez”, dedi. *** Bu durumda azınlıkların yeri ve durumu ne olacak. Aşırı milliyetçilerin Bulgaristan’daki 3 imam hatip okulu ve Sofya İslam Enstitüsü için yıllık yardım olarak Türkiye’den gelen 2 milyon US Doların durdurulması istekleri “bTV” ekranına düştü. Yayına katılan Başmüftülük Genel Sekreteri C. Faik, “bizim bu yardıma ihtiyacımız var, dışardan gelmesine izin verilmeyecekse, öyleyse bu parayı Bulgar hükümeti versin” dedi. Bulgaristan’da “Türk yok” iddiasında bulunanlara da, “1989’da Türkiye’ye gitmek zorunda olanlar ile ülkede yaşamaya devam edenler Bulgaristan’da yaşayan Türk etnik topluluğunu oluşturuyor” cevabını verdi. Memleketimizdeki siyasi bunalımın yeni aşamasını yakından izliyoruz. Siz de bizim yayınlarımızı izleyiniz lütfen.

Türkiye Büyük Olacak

BG-SAM-03.Ekim.2017

Konu: Türkiye Önemli Bölgesel Güçtür Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkiler her zaman değişe bilirlik göstermiştir. Bu iki ülkeden her biri kendi çıkarlarına göre olmak üzere, her ikisi de farklı birliklere girseler de, başka bir ya da bambaşka bir ülkeyle ilişkiye girebilir. Somut çıkarlardan yönlenerek, onlar dünyanın hangi somut ülkesiyle olursa olsun müttefik ilişkisi kurabilirken, öte yandan da aynı zamanda çıkarları uzlaşmadığından dolayı, birbiriyle düşman durumda bulunabilirler, Son yıllarda ve özellikle son 2 yılda, uluslararası ilişkiler alanında benzer “değişiklik” için örnek olarak Başkan Recep Tayyip Erdoğan tarafından yönetilen Türkiye Cumhuriyeti’ni gösterebiliriz. NATO üyesi olan (değişmeyen düşmanı hep Yunanistan kalmıştır) ama ekonomi ve kültür alanlarında sımsıkı bağlı olduğu Avrupa’ya katılamayan Türkiye tarih boyu Asya ile Avrupa arasına köprü olmuştur. Türkiye’nin en yeni tarihi, bu ülkeyi Osmanlı imparatorluğu küllerinden dirilten ve silahlı kuvvetlerin garantörlüğünde muasır medeniyet yolunu açan


86

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Mustafa Kemal Atatürk’ün layik kültürünün yaygınlaştırıp halka kabul ettirilmesine sımsıkı bağlıdır. Erdoğan’ın aldığı Türkiye mirası budur. Onun, önce başbakan, 2015’ten sonra da Cumhurbaşkanı olarak yönettiği yıllarda, özellikle de 2016 Temmuzunda yapılan darbe denemesinden sonra Türkiye’de önemli değişiklikler yapıldı. Önce, Erdoğan’ın ülkedeki layik kültürün güvencesi olan ordunun nüfusundan kurtulmak için başarısız darbe denemesini kullandığını hesap edenlerin yanılgı içinde olduklarını belirtmek isterim. Bu, son perdesi 15 Temmuz 2016 ile Türkiye’nin kurumsal yapısında değişiklikler yapılmasını onaylayan Anayasa değişikliği referandumunun yapıldığı 16 Nisan 2017 arasında oynanan çok karmaşık ve şeffaf örgütlenmiş bir süreçti. Bu askeri darbe denemesi, Erdoğan’ı Rusya Başkanı Vladimir Putin’le yakınlaşmaya iten ada güç oldu. Neden böyle oldu? Gazeteciler, endişeli saatlerde aldıkları “sinyallere” göre, darbenin her nasılsa Washington’dan yönetildi, ABD’ye kaçan muhalefet lideri Fetullah Gülen’in ise Erdoğan’dan sonra devletin başına geçirilecek olan “piyondu.” Bu sinyaller, darbecileri desteklemek amacıyla NATO’ nun “İncirlik” üssünden havalanan, fakat kalkışma bastırılınca, hemen dönün emri alan birkaç “F-16” jetiyle sınırlı kaldı. Bir sinyal da, “Birleşik Amerika”nın “ülkede istikrarın korunacağını umut etmesinden” daha iyi bir temennide bulunamayacağını ılımlı ve çift anlamlı sözlerle vurgulayan Devlet Sekreteri John Kerry’nin sözleri oldu. Geciken ve kuşku uyandıran NATO Genel Sekreteri Jon Stoltenberg’in, darbecilerin tosladığı belli olduktan sonra, demokratik seçimle işbaşında bulunan hükümetin tanınması gerektiğini iddiaları da başka bir “sinyal” olmuştu. Diplomatik vals oynayanlar böyle dönüyordu. Öyle ki, o günden başlayarak Türkiye, İran gibi tarihte kendisine düşman olmuşlar arasından farklı muhatapları daha kararlı aramaya koyuldu. Bu arayış içinde yüzünü Moskova’ya da çevirdi. Darbe denemesinden hemen bir ay sonra 12 Ağustos 2016’da Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu “Türkiye NATO’nun çok önemli bir müttefiki olmaya devam etmesine rağmen, Türkiye ile Rusya savunma, istihbarat ve diplomasi alanlarında işbirliği mekanizmi geliştirdiğini” Kremlin temsilcileriyle görüşmesinde ifade etti. Türkiye ile Rusya’nın ticari ve enerji alanlarındaki ilişkileri yeni değildir. 2010 yılında, (uluslararası alanda Türkiye ile Rusya işbirliğinin arzu edilen ve öngörülen hedeflerinin uyumlanmasını sağlayan) stratejik planlama grubunu kapsayan Yüksek Düzey İşbirliği Konseyi oluşturuldu. Ortak Hükümetlerarası Ticaret ve Ekonomik İşbirliği Komisyonu ve Toplumsal ve Kültürel İlişkiler Kamu Forumu kuruldu. Bu yapılanma Moskova ile imzalanan sözleşmeye göre hisse senetlerinin % 49’u Türkiye’nin olan Akkuyu Atom Elektrik


Makale ve Analizler - 2017

87

Santrali kuruculuğunu Rusya’nın üstlenmesiyle Rusya ile enerji alanında işbirliğine dayanan sıkı ve çeşitli Rus - Türk partnerlik ilişkilerinin geliştirilerek pekiştirilmesi sonucu oluştu. Toplam proje değeri 20 milyar US Doları bulacak, toplam gücü 4 bin 800 megavat olacak bu 4 reaktörlü atom elektrik santralinin 2023’te üretime başlayacaktır. “Gazprom” haberlerine göre,3 yılda tamamlanacak inşası bu yılın Mayıs ayında başlayan “Güney Akım” doğal gaz boru hattının yerini alan “Türk Akım” Rus - Türk işbirliğinde yeni bir taç olacaktır. Ukrayna’ya uğramadan döşenen bu doğal gaz boru hattı Rus doğal gaz kaynaklarını Avrupa’ya iletmede önemli rol oynuyor. Yine Türkiye üzerinden geçen, Azerbaycan’ın doğal gaz kaynaklarını “Güney Gaz Koridoru” (TAP) projeyle Adriyatik Denizi dibinden İtalya, Arnavutluk ve Yunanistan’a akıtacak olan çalışmaların da “Gazprom” dikkatini çektiği öğrenildi. Türkiye’nin Moskova ile olan bağları ticaret, enerji ve diplomasi alanlarındaki ilişkileriyle sınırlı kalmıyor. İstihbarat dallarındaki işbirliği savunma alanına da yayıldı. Birkaç gün önce aldığımız haberlerden Rus yapımı bilinen bir ön model geçen yüzyılın 90’lı yıllarında donanıma alınan C-300’ün yeni ve geliştirilmiş hava savunma sistemi olan C-400 “Triumf” modelini Ankara’nın almak istediğini öğrendik. İmzalanan sözleşmenin tutarı 2 milyar 500 milyon US Dolardır. Uzak menzilli 40N6 füzelerinden 1 adetin tutarının 2 ile 5 milyon US Dolar arasında değiştiği dikkate alındığında tümen C-400’lerin donanımdaki füze tiplerine göre 300’den 500 bin milyon US Dolar olduğu ve burada 5 ile 8 tümenin bu silahlarla donatılması hedeflenmiştir. Bir NATO üyesi ilkenin Rus silah sistemine ait hava savar tesis aldığı bizi endişeye düşürmüşse, Yunanistan’ın daha geçen yüzyılın 90’lı yıllarda 8 füzeli 2 tümenini C-300 IIMY1sistemiyle donattığını anımsayalım. Böylece ateş kaynağını saptayan ve yöneten Rus silah sistemlerinin Atlantik Birliği savunma sistemine yeni girmediğini görebiliyoruz. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın askeri paktlar arasında ustaca flört edişini anlayabilmek için, C-400 görüşmeleri yürüttüğünü ilan eden Türkiye’nin aynı zamanda Aselsan ve Roketsan gibi kurumları aracılığıyla gıpta edilen SAMP/T sisteminden önemli bir oluşturucu parça olan Aster füzelerine üstlendirilen silah sistemlerinin geliştirilmesi için EVROSAM’la uzun vadeli bir sözleşme imzaladığına dikatinizi çekeriz. EVROSAM Thales ve MBDA’nın bir ortak işletmesidir. İtalyan silahlı kuvvetleri için füze motoru ureten bir Fransız İtalyan sanayi ortaklığıdır. Bu füzeler 2016 yılında NATO Güney Doğu Kanadı savunma tatbikatları esnasında Türkiye’ye konuşlandırılmıştır. Meydana gelen yeni durumda C-400 sistemlerinin alınması iki hedefe birden hizmet etmektedir:


88

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

1) Türkiye’ye yakınlığı ile bilinen Batı müttefiklerini hava savunma sistemleri konusunda lehinde olan duruma yaklaşmaya zorluyor. (Bu görüşmelere Çin’in de davet edilmesinden söz edilmişti) 2) Bu gelişmeler, Moskova’nın Ankara ile olan ilişkilerini daha da pekiştirmeye çekiyor. Bu gelişmelerden her taraf memnun mu? Hemen hemen öyle. Ankara ile Moskova arasındaki yakınlaşma Amerika’nın gözüne kül atmak olarak değerlendirilirken bu gelişme yalnızca İncirlik askeri üssüyle ilgili bir durum değildir. Yeni oluşan bu “mihver” sayesinde, Ankara Moskova’da yürütülen Suriye görüşmelerine masaya oturma şansı elde etti. Bu görüşmelerde Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu ile birlikte Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ve İran Dışişleri Bakanı Cevat Zarif da hazır bulundu. Bir Kürt devleti kurulmasını istemeyen ve “ant-Kürt devleti” koalisyonunda yer alan Türkiye’nin, Kürt silahlı Peşmerge birliklerinin Birleşik Amerika tarafından eğitilip desteklendiğini dikkate alarak, Kürt silahlı güçlerinin hepsini terör örgütleri olarak değerlendirip bölgede bir Kürt devleti kurulmasını asla kabul etmeyerek böyle bir eğilimi ne pahasına olursa olsun engellerken Moskova ve Tahran’ı araması olağan karşılanırken, görüşmelere katılması olağanüstü önemliydi. Tayyip Erdoğan’ın islediği siyaset, kronik istikrarsızlık içinde bulunan ve Filistin örneğinde görüldüğü üzere sık sık nöbet geçiren komşu devletleri denetlemekle sınırlı kalmıyor. Bu siyaset artık çok uzaklara, Somali’ye kadar uzandı. Yıllardan beri iç savaş yaşayan ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ülkenin dirilişine katkıda bulunmak için 2011’de Mogadişu ziyareti esnasında oraya Türk “yayılması” başladı. Bu ezilmiş Afrika devletinin alt yapısına ciddi yatırımlar başladı. Mogadişu’ya yeni uçak alanı, liman, hastane ve başkent sokaklarını ışıklandırma yapıldı. 2016’da Somali hükümetine her ya 2 milyon US Dolar yardım edildi. Bu yardımlarla birlikte Türkiye Somali’ye en fazla yatırım yapan ülke oldu. 26 Nisan günü Somali Büyükelçisi yeni bir anlaşma imzalayarak özellikle eğitim alanında işbirliğinde yeni bir sayfa açtı. Somali’nin bu stratejisi Türkiye’nin Afrika kıtasında bir askeri üs açmasına vesile oldu. Mogadişu’da kurulacak 1 500 kişilik bir tesis kurularak “Al Şabab” teröristlerine karşı savaşacak silahlı güçler eğitilecektir. Bu askeri güçler Somali karşısındaki Hint Okyanusu deniz yollarının korunmasında da kullanılacaktır. Türkiye’nin bölgesel güç olma hevesi Suudi Arabistan’la Katar arasındaki çatışmada Ankara’nın Katar’a destek çıkmasında da kendini gösterdi. Herkesin bildiği enerji sorunlarına şunları da ilave edebiliriz. Anlaşmazlıkları körükleyen A. Saraj’ın Tripoli hükümetine dolaylı yollardan destek olan Ankara’nın Katarın “Müslüman Kardeşlere” arka olması oldu.


Makale ve Analizler - 2017

89

Başlıca Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır tarafından desteklenen bu güçlerle Doğu Kıranaysa çatışmasında karşı tarafta yer aldı. ABD Bşakanı Trupm’un Riad’ı ziyaretinden ve aşırı ideolojiyle küresel mücadele merkezi oluşmasından hemen sonra Suudi Arabistan ile birlikte Mısır da Katar’a “terörist devlet” demekte gecikmedi. Müslüman cephede bu yeni parçalamadan ustaca yararlanmayı başaran Başkan Erdoğan, askeri yardım ve diplomatik destek karşılığı olarak küresel enerji kaynakları alanından transit nakliyatın deniz yollarını kontrol altında bulundurma olanaklarını elde etti. Aynı zamanda Türkiye, eski hasımı olan Suudi Arabistan’a karşı Katarı destekleyen başka bir bölgesel bir güç olan İran’la uluslararası alanda işbirliğini arttırdı. Önyargısı olmayan, bölgesel planda olduğu gibi, “Yeni Osmancılık” boyutlarında dev olmayan bir devlet hevesiyle bu eğilimi mümkün olduğu kadar daha kesin belirleyen günümüz Türkiyesizdir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gerçek yönelimi budur. Yazar Paulo Mauri. “Gli occhi dela guerra”, Roma / İtalya

Soros’un Tuzakları

Şakir Arslantaş-05.Ekim.2017

Konu: Ceo-Politik Analiz - Katalonya İspanya’nın Katalonya eyaletinde yapılan referandumdan çıkarı olan kimdir? Avrupa devletlerini yıkıp eyaletlerden bölmekten faydalanacak olan kimdir? Bulgaristan’ın parçalanıp eyalet yönetimine geçmesine nasıl bakılıyor? Bu bağımsızlık referandumu neden yapıldı? Yapılmasa olur muydu? Batı gazetelerinde çıkan yazı ve yorumlarda Barselona olaylarından Vladimir Putin’in suçlu deyenler oldu. Doğru mudur? Bir günde 900 kişiyi acil servise gönderen olayların derinliğinde ne var!? *** İletişimin şöyle bir kuralı vardır. İlk üç günde olayın haberi verilir, 3. günden sonra yorumlar çıkmaya başlar ve daha sonra stratejik düşünme merkezlerin analizleri ve öngörüleri çıkar. Bulgaristan Stratejik Araştırma merkezi genelde


90

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

10 - 20 günden sonra yorum yapan bir düşünce merkezidir. Biz bütün analizlerimizde Bulgaristan ve Bulgaristan Türkleri, Müslümanları ve soydaşlarımızla ilişkisini ararız. Katalonya bağımsızlık referandomunu doğru biçimde anlayabilmemiz için bu olayın tarihini, siyasi konumunu, ön koşullarını, itici güçlerini ve perspektiflerini görebilmek durumunda olmalıyız. Katalonlar ayrı bir halktır. Konuştukları dil İspanyolca olsa da, İspanyolca’dan uzak bir dil. Bulgarca ve Rusça gibi. Bölgede İspanyolca, Katalanca ve Aranca konuşulur. Eyaletin toplam nüfusu 7 milyon 512 bin 517 kişi. İspanya nüfusunun % 16,1. Katalonya, Avrupa’nın en özerk bölgesi ve nüfusu olarak bilinir. İspanyol bilincinden farklı bir hayat anlayışına ve bilince sahiptirler. Katalonlar devletleri olmayan ama Avrupa’da yaşayan halklardan biridir. Bu verilere dayanarak biz bu etnik azınlığın bir halk olduğunu söyleyebiliriz ama ulus oluşturduğunu söyleyemeyiz. Bulgaristan’da “devleti yaratan ulustur” tezini savunan aşırı milliyetçilerden farklı olarak biz burada, bunun tersini iddia etmek zorundayız, ulusu ulus yapan devlettir. Katalonlar Avrupa kültür ve sanatında var olan ve yaşayarak yaratan bir halktır. Avrupa’ya katkıda bulunan ayrı bir etnik topluluktur. Savundukları tarih tezinde, VIII. Yüzyıldan beri aynı topraklarda yaşadıkları savı geçerlidir. Vaktiyle İspanya Kraliçe’sine Kral’dan miras kalan bir toprak parçasıdır ve Kraliçenin adıyla ünlenmiştir. Kastilya, Aragon ve Galitsiya ile yalnızca bir eyalet olduğunu savunmak doğru olmaz. Katalonya, anlamı derin olan bir kültür merkezidir. Bu gibi merkezlerde politik deneme yapılmasına kaynak sağlayan yakıt olduğunu görebiliyoruz. Katalonya, İspanya’nın Kuzey Doğusunda bulunan özerk bir gölgedir. Akdeniz boyunca 580 km. sahili vardır. Son haftalarda Katalonya’da gelişen olaylar, grevler, gösteriler, meydan eylemleri samimi insanların doğal isteklerinden güç aldı. Bu eyalet İspanya’nın diğer eyaletlerinden çok daha gelişmiş ve insanları da varlıklıdır. Çünkü buraya Madrid hükümeti büyük yatırımlar yapmıştır. Bu yatırımlar Katalonların İspanya halkıyla bütünleşmesi amacıyla yapılmıştır. Franco dönemine (1939 - 1954) dönersek. 80 yıl geçti her şey unutulmuştur artık, diye düşünenler olabilir. Ne ki, tarih canlıdır. İspanya’nın sosyal dokusu Frankizmi unutmadı. Örneğin, bir diktatör olan Franco İspanya’yı birleştirmeye çalışırken sert tedbirler uygulamış, örneğin Katalonlara anadillerinde konuşmayı, okullarını, yayınlarını, tiyatrolarını vs. yasaklamıştı. Katalon aydınları, yazar ve sanatçıları çok ciddi cezalandırılmış ve kıyılmıştı. O, Katalonlar için bir faşistti.


Makale ve Analizler - 2017

91

Vaktiyle büyük düşünür Georg Friedrich Hegel (1770 - 1831) “İsa Peygamber çoktan öldü. Yakında unutulur” demişti. Fakat henüz unutulmadı. Franco da unutulmadı. Katalonlar ve Francocular bugün de ayrı mezarlıklara defnedilmiyor. 100 yıl daha geçse belki bazı şeyler değişebilir, çünkü tarih bir değirmendir, fakat günümüzde faşist dönemin yaraları sızlamaya devam ediyor. Katalonlar Katolik’tir. Franco devrinde Kilise faşist rejimi ve Katalonya eyaletinde yaşayanlara karşı alınan yasaklayıcı önlemleri diktatörlük döneminde desteklediğinden dolayı, fakat bu eyalette yaşayanlar Katolik olmalarına karşın, bugün birçok bakıma Katolik kiliseye karşı olumsuz bir tavır içindedirler. Bu bakıma Katalonlar için faşizm zamanını bitmemiş bir rejimdir. Faşizmin kırıntıları toplumda yaşamakta, kemikleri henüz tamamen çürümemiştir. İşte böyle bir ortamda bir yandan halk olarak eritilerek yok edilmek istenen Katalonlar, aynı zamanda yine bir halk olarak kendi devletlerini kurma olgunluğuna erişmişlerdir. *** Avrupa kıtasını adım adım tanıyan ve istedikleri taşın yerini değiştirebileceklerini düşünen “üst akıl” temsilcileri son yıllarda Katalonya için de bir Soros Tasarımı hazırladılar. Bu proje çok dikkatli çizildi, finanse edildi ve medya tarafından beslenen bir atılımdır. Derin analiz burada Soros imparatorluğunun parmağına işaret ediyor. Hedefte olan nedir? Şöyle açıklayabiliriz. Yine bir Yahudi olan, Ekim 1917 Devrimi’ne katılan Leon Troçki (1879 - 1940) tarafından geliştirilen “Gün gelecek devlet yok olacak” fikrine dayanan ve bu düşünceyi yaşatanlardan biri, günümüzde her taşın altından çıkan George Sorost’ur. Not: Troçki ve yandaşları Sovyet Rusya’da devlet belirtisinin her biçimine karşı amansız mücadele vermiştir. 1917 Devriminden sonra Rusya Dünya Devrimi merkezi haline getirilirken, devlet hemen hemen yok edilmişti. Troçki’nin öncülüğünde Sovyet Rusya’da değişik anarşik ideler ve hareketler de gelişmişti. Devletsiz yaşama, herkes bildiğini ve istediğini yapar, kökleri Yeni Çağın ilk yüzyıllarına inen, çok eski bir öğretidir. Şu unutulmamalıdır. Günümüzde Batı Avrupa’daki sol kültür kaymağını oluşturan düşünür tabakası Troçki taraftarlarından oluşur. Onların geliştirdiği fikirlerin kökünde ise devletlerin yok edilmesi vardır. Soros’un su içtiği kaynak budur. *** Barselona olaylarında, bol para akıtılmış, sert eleştirel medya sistemi kurulmuş, teknolojik kadroları yetiştirilmiş bir yeni projenin uygulamaya konduğunu görüyoruz. Bu bir devleti yıkma projesidir. Avrupa devletleri haritasını değiştir-


92

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

mek hedefleniyor. Büyük bir planın virüsüdür. Avrupa’da bu proje aynı zamanda birçok devlette birden uygulamaya konabilir. Önce İskoçya karıştı. İngilizler hazine kapısını açarak büyük paralarla görülme masasında olayı çözdüler. Aynı tabloyu Fransa’da da görebiliyoruz. Katalon bilinci olan topluluklar Fransa’da da yaşıyor. Korsika Adasında bölücü hareket var. Adanın yerlileri İtalyanca konuşuyor. İsveç’ten de bir devlet daha çıkabilir. Belçika’da zaten ikiye bölünmüş durumdadır. Taraflar birbirine tahammül gösteriyorlar. Almanya’da Bavyera Eyaleti “gerçek Almanlar biziz” diyebilirler. Bavyeralılar “biz Sak sonları bundan böyle beslemek istemiyoruz,” diyebilirler. İtalya’da Güney ve Kuzeyi birbirinden koparmak isteyen güçler var. Onların konuştuklarına kulak verince, Romanın Kuzeyi Avusturya’dır, Güneyi ise Afrıkadır. İsviçre’yi ise tartışmamıza gerek yok. O zaten kantonlara bölünmüş bir ülkedir. Böyle güçler Hollanda’da da belirdi. Bu uzmanlar tarihi iyi bilen ve tarih içinde unutulan süreçleri nasıl dirilteceklerini iyi biliyorlar. Avrupa halısının üzerinde yeni devletler değil fakat çok renkli figürler oluşturulması hedeflerini belirlemiştir. *** Bulgaristan ile ilgili de kafa yoranlar var. Sorosçu strateji uzmanlarının hayallerinde Bulgaristan topraklarında 3 büyükçe bölge meydana getirilecektir. Bulgaristan’da bölgelerden söz etmeye başlayan siyasetçi Ahmet Doğan’dır. O, başkalarının adından konuşsa da, kendi söylediklerine inanan bir kişidir. Vurgulanması gereken olay, Bulgaristan’da devletçiliğe düşman belirli güçler olmasıdır ki, bunlar aktiftir. Bu merkezlere para akıyor. Onların 2017’de başkaldıran görüşlerinde, “Gerçek Avrupa devletler birliği değildir” tümcesi sivrildi. Bu görüşü savunan partiler belirdi. Savunulan görüşte “Avrupa bölgelerin (eyaletler) federasyonu olsun!” deniyor. Bilindiği üzere Avrupa Birliği vatandaşlığı uygulandı. Şimdi milli vatandaşlıktan vazgeçme hareketine geçilmesi bekleniyor. Federasyon savunan güçler, AB vatandaşlığının taşıdığı anlamın, milli vatandaşlıktan vazgeçmek olduğuna vurgu yapıyorlar. Bunu isteyenler sol güçlerin temsilcileridir. Burada onların Soros’la bağlarını görüyoruz. Soros da sol kültürün küresel temsilcisi gibi konuşuyor. Nasıl oluyor da bu kişi sol kültürle bu denli emin kullanabiliyor? Olaya sol ve sağ açısından bakmak gerek. Bizim kuşağımızın sol ve sağ anlayışı klasik kapitalizm döneminde oluştu. O zaman dünya sanayi kapitalizmi devrini yaşıyordu. Karl Marks kapitalist toplumu sağ-işverenler, burjuva ve kapitalistler olarak sağ; emeğini satanlar, işçiler ve onların sendikal ve politik örgütleri olarak sola böldü. Lenin’i bu teoriyi geliştirdi. O, gelişmelerin asıl Almanya’da gerçekleşeceğine inanıyordu. Şöyle ki, Lenin bir yazısında, “Za-


Makale ve Analizler - 2017

93

man gelecek ve biz yine en geri kalmış ülke olacağız” demişti. Onun inandığı ülke Almanya idi. Bizde solcu düşünceye sahip güçler, endüstri sermayesi çağında ve sanayici kapitalistlerle mücadele içinde oluşmuştur. Ne ki, sanayi sermayesi güneşinin batmasından sonra mali sermaye (finans kapitali) doğdu, küreselleşti. Mali sermaye sol güçlerle çok yakın ve emin işbirliği içindedir. İşte bu finans sermayesi sayesinde Troçkist güçler ikinci defa hayata çağırıldılar ve yeni göbek bağlarıyla dirildiler. İyi yaşıyorlar. Burada çok önemli bir çizgi, Troçkist güçlerin Avrupa medyasına çok güçlü bir şekilde yerleşmiş, kümelenmiş olmasıdır. Medya gücüne sahiptirler. Bulgaristan’da da sol kültürlü olup, devlete karşı olan birçok kişi var. Onlara göre sol gelişmeler devleti aşındırıp kemirerek yok ediyor. Sosyalist devleti sökenler onlar oldu. Sorosçular, toplumu bireylerin toplamı olarak görüyor. Onlar, eski liberalizmden farklı olarak bireyi yalnız devletten değil, toplumdan da serbest kişiler olarak görüyorlar. Serbest bireyler toplumunun bir adı da, toplumu atomcuklar haline getirmektir. Bireyleri birbirinden koparmaktır. Yalnızlaştırmaktır. Hedefte bireyin dışındaki toplumu atom olarak yok etmektir. Bireyi yok etmek ise işten değildir. İç organlarını alıp satabilirsin. Bunun ardından bireyleri bireysizleştirme kültürü gelecektir. Bu anlamda, diğer Avrupa ülkelerinde olduğu gibi Bulgaristan’da da bunalım içindedir. Küresel Sorosçuluktan kopması ve kendine dönmesi gerekir. Aynı sözleri Bulgaristan sağ güçleri için de kullanabiliriz. Sağ güçler de bireyselleşme salgını yaşıyor. İspanya örneğine döndüğümüzde. Madrid hükümetinin Sorusçuların kışkırtmasıyla mücadele formülünü bulamadığına tanık olduk. İspanya hükümeti bir haftada birçok yanlış yaptı. İnsanları dövmek, seçim sandığına giden kadınları sopalamak, çocuklarını tekmelemek, bir çaresizlik ve çılgınlık ifadesi olduğu kadar, aynı zamanda ciddi suç unsurudur. Ki, 900 kişinin hastanelik edilmesi buna kanıttır. Bu olmamalıydı. Fakat coplar, sürüklenen, saçlarından savrulan kızlar su üzerindeki dalga köpükleridir. Barselona ve Katalonya’da yapılmamış işler, olayların altındaki volkan kadar büyüktür. İspanyol halkının başına bu belayı saran İspanya hükümetidir. Hükümetin tavrı başka olabilirdi. Yapıcı diyalog başlayabilirdi. Olan oldu. Şu da var olanlar İspanya’nın hemen yarın parçalanacağı anlamına gelmez. Katalonya, İspanya’dan kopmayacaktır. Orada çok zengin bir Katalon burjuvazisi var. Kopmak istemez. Bu işten kazançlı çıkan o olacaktır.


94

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Çalışan gençlerin hemen hemen hepsi ise Faslıdır. Onlar Katalonya Fas gençlik örgütü kurdular. Onlar daha ucuza çalışıyor ve yerlileri fabrika ve dairelerden sokağa itiyorlar. Bu mücadelenin milli yanıyla birlikte biraz da sınıfsal niteliği var. Madrid hükümeti Katalonya’ya büyük paralar akıtarak, yerli burjuvazinin gücüne güç katarak olayları bastırabilir. Avrupa Birliği de diyalog gerek diyor. Fakat biz Barselona olaylarına bir laboratuvar denemesi olarak bakmak zorundayız. Katalon diyarı dramatik olaylar bölgesidir. Kurulan yapılan yıkım süreci başladığında çok acı yaşayacaklar. Görüldüğü üzere Avrupa devletlerin yıkılması denemeleri buradan başladı. Bu işin arkasında para, kitleler ve medyalar var. Bu deneme Bulgaristan’da da yapılabilir. Fakat görüldüğü gibi bizim insanlarımız çok sağduyulu, zeki ve vatansever olduklarından dolayı kışkırtmalara gelmiyorlar. Okudunuz ise lütfen paylaşınız. Devam edecek. Bilgi güçtür.

Katalan - Kırcaali

Osman Bülbül-07.Ekim.2017-Kazanlık

Konu: “K” harfiyle simgelenen Avrupa toplumsal değişim süreci ve ters gelişmeler. Gençlik yıllarımda elden ele gezen ve en fazla okunan kitap Amerikalı yazar John Reed’in “Dünyayı Sarsan On Gün” eseriydi. Rusya’da Ekom Devrimi’nin oluşum ve zaferini çok başarılı anlatmıştı. Etkileyici bir çalışmaydı. 1917’de Petersburg’ta gerçekleşen olay bir devrimdi. Tam bir asır sonra 2017’nin Eylül sonu Ekim başında yine on gün gibi bir zaman kesimi içinde İspanya’nın Katalan eyaletinde yeni bir süreç başladı. Ben bu sürece “bağımsızlık” süreci demek istemiyorum, çünkü Katalan bölgesinde bir bağımsızlık aşaması olan “kültürel otonomi” zaten elde edilmişti. Barselona’yı gidip gördüm. Balkonlarda Katalan bayrakları dalgalanıyordu. En fazla dikkatimi çeken özelliklerden biri, “hür insanlar” diyarı olması oldu. Barselona’da zafer kazanmayı bilen insanların şehri havası esiyordu. Yalnız futbolda değil, demek istiyorum.


Makale ve Analizler - 2017

95

Tarihle iç içe yaşamaları ve geçmişlerini unutmak istemeyişleri her yerde kendini belli ediyordu. Şehirde sanat eserleri ile tarih yapıtları bilinç oluşturan iki çok güçlü etkendir. Şunu söylemek istiyorum: Barselona’da ve Katalan köy ve kasabalarında canlı hissedilen 2 faktör var. Birisi, Katalan dili ve Karalan diliyle yaratılan edebiyat, sanat ve kültürün yalnız şarkı ve türkülerde değil yazı dilinde, yazıyla nesilden nesle devredebilme kültürü derin köklerden güç alıyor. İkincisi de burada herkesin Katolik olmasına rağmen, Katalanların kendi mezarlıkları olmasıdır. Şöyle Katalanlar, faşizmle Kilise arasında Franko devrindeki işbirliğini unutmamış ve buna tepkilidir. Bu topraklar, faşizmle mücadelede kanlı olmuş ama zafer kazanmış ve tarihi kendi kalemi ve zihinleriyle yazan insanların vatanıdır. Onlar için “kültürel özerklik” artık yeterli değil, yaşadıkları eyaleti kendileri idare etmek ve yönlendirmek istiyorlar. Avrupa’nın en gelişmiş eyaletlerinden biri olan Katalan topraklarında “bağımsızlık” seçiminde /referandumda/ 900 kişinin polis saldırı ve zulmünden hastanelik olması, dünyayı sarstı. Madrit merkez idaresi bir sömürgeci gibi davrandı. Şöyle de diyebiliriz. Tarih acılarda yaşar. Franko faşizminin (1939 - 1954) sızıları dinmemiş Katalan toprağında, yaraya basıldı ve tuz ekildi. Son olaylar özellikle Bulgar basınında fazla yorumlanıyor. En büyük günlük “Trud” gazetesinde Blagovets Benişev, yeni tarihin “K” harfiyle başladığına işaret ederek, Katalan, Kırım, Kosova, Kırcaali vb yakın geçmiş olaylarını inceleyerek çağrışımlı yorumlar yaptı. Bulgaristan siyasi zihniyeti “Bizde etnik sorun yok” sloganını ne kadar büyük harflerle yazarsa yazsın, Sofya TV program ekranlarından gün boyu etnik sorun akıyor. Ülkede yaşayan etnik ve halkların kültür ve tarihinin yasaklanarak unutturulmak istediğini bilmeyen yok. Türk okullarının 1958’de kapatılması ve kapı ve çerçevelerinin sökülüp yakılmasının temel amacı Türklerin öz kimliğini unutturmaktır. Bu vahşetin özünde Türk tarihini, Türk kültürünü, Türk dilini, Türk alfabesini ve geleceğe devrini yasaklayarak unutturmak ve yok etmek vardır. Ne ki insanlar dil, din, kimlik, kültür ve tarihlerini beyin kabuğunda yaşadıkça mücadele bayrağı açılacak ve dalgalanacaktır. 1989 Mayıs Ayaklanmamız dil, din, kültür, hak, özgürlük ve özerklik mücadelemizde bir aşamaydı. İnsanlarımızı yurtlarından kovmakla hiçbir sorun çözülemedi ve çözülemez. Biz Bulgaristan’da daha özgür ve daha konforlu yaşamak isterken, 1300 yıl devam eden Rumeli topraklarımızdaki Bizans döneminde barış sürelerinin en fazla 15 yıl, Osmanlı devrinde ise 200 yıl olduğunu unutamıyoruz. Aynı şekilde1958’den 2017’ye kadar kendi okulu olmayan, yazı dilleri yasaklanmış, konuşma dilleri kullanılınca cezaya çarptırılan insanlar olarak yaşadığımızı asla unutamayız. Kör cahil bırakılarak köleleştirilmeye çalışıyoruz. Getto-mahallerden kölelik kokuları geliyor. Biz köle bilinci oluşturma çabalarını


96

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

görüyoruz. Zulüm uygulayanların yazı dili olmayan bir etnik azınlığın aydın /entelektüel/ tabaka oluşturulamayacağını, anadilinden farklı bir dil kullanan insanların zihinsel yaralı (özürlü) yetiştiğini çok iyi biliyorlar ve bunda ısrar ediyorlar. Birkaç bin kişilik bir zümrenin elinde 46 milyar leva toplanırken azınlıkların cebi ve kaşığı yıllardan beri boştur. İnsanoğlu kötü olanı, acıyı, hapiste yattığı yılları, cahil bırakıldığı açlık çektiği devirleri vs hatırlamak istemez. Aynı şeyi Barcelona kabristanlığında gördüm. Zulüm görmüş insanlar zulüm uygulayanlarla aynı mezarlıkta yatmak istemiyorlar. Biz Bulgaristan Türk ve Müslümanları olarak kendi kabristanlıklarımız, cami ve imamlarımız olduğu için bir bakıma sanki mutluyuz. Bu edinimlerimiz bizi dimdik ayakta tutan kalelerdir. Bu bakıma her Müslüman mezar taşına saygımız sonsuz olmalıdır. Anıtlarımızı çiçeksiz ve dua’sız bırakmayalım... Saygı hayatın gıdasıdır. Halk olduğumuzun kanıtıdır. “K” harfiyle başlayan eki kıtanın yeni “bağımsız eyaletler yönetim sistemine” geçiş süreçlerine Rusya yayın organları da büyük ilgi gösteriyor, yorumlar getiriyor. “Sputnik” gazetesinde çıkan “Adevirul - Moskova Romanya’yı hedef aldı: Otonomi için referandum yapılmasında ısrar ediyor.” başlıklı bir yazıda Bulgaristan’daki etnik azınlıkların durumuna da yer verilmiş, aynen veriyoruz: Tarih: 06 Ekim 2017, “Sputnik”. Romanya’nın Kovasna, Hargita ve Mureş eyaletleri etnik Macar nüfus yaşıyor. Buralar, Sekuy Bölgesi olarak bilinir. Barselona sokaklarında her şeyi değiştiren insanlar burada da hareketlendiklerinde her şeyi lehlerinde değiştirebilirler. Bulgar futbolcu Hristo Stoiçkov, İspanya Kralı’nın “yasadışıdır” dediği bir halk hareketini bir beyanla destekledi. Avrupa’da 8 devlette azınlıkların bağımsız yönetimine doğru adımlar atılması bekleniyor. Kurulacak olan yeni devletler hangileri olacak ve bu durum Bulgaristan’ı nasıl etkileyecek? *** Rus haber yayını “Sputnik”, Katalan eyaletinde yapılan bağımsızlık referandumundan hemen sonra Romanya’da Macarların yaşadığı “Sekuite” yöresinde otonomi referandumu konusunda bir halk oylaması (nabız yoklama) yapılması konusunda 2 adet anket düzenlemiştir. Romanya gazetelerinden “Adevırul” bu anketlerin düzenlenmesini Moskova’nın Avrupa’daki bölücü, “bağımsız eyaletlerde yaşama” eğilimini desteklediğine kanıttır, diye yazdı. “Anket” başlıklı yazıda aynen şöyle deniyor: “Karalan örneğine uygun bir şekilde “Sekuite” bölgesinde düzenlenecek bağımsızlık için halk oylaması, 2018 yılında halk eylemleriyle kutlama hazırlıkları görülen Büyük Romanya 100 Yaşında etkinlikleri arifesinde yeni bir hareketlenmedir. Birinci akette, “Sputnik” bu bölgede bir otonomi için halk oylaması yapılmasını öneriyor. Bu bölgede


Makale ve Analizler - 2017

97

eğitim alanında Macar azınlığa hakları tanınmışyeni akımın kültürel özerkliğe doğru atılması için mayalanma gelişiyor. Bu bölge Macaristan’a sınırdır. “Adevırul” gazetesi, “Sputnik” yayınının kullandığı verileri nereden aldığını sorgularken, Romanya parlamentosunda sandalyesi olan 2 siyasi partiden söz ediyor. Bir, Romanya’daki Macarların Demokratik Birliği ve İki, Transilvanya Macarlarının Halk Partisi. “Adevırul” gazetesi bu gelişmeleri, son dönemde Macaristan Başbakanı Viktor Orban’ın Romanya’yla karşı çok saygılı davrandığını ve hatta komşu ülkenin “Vişegrad Dörtlüsüne” alınmasını önerdiğini, yazdı. Gazete, V. Orban’ın Moskova lideri Viladimir Putin’le yakın ve dostça ilişkiler içinde olduğuna işaret ederken, yönettiği FİDEC partisinin yakında yapılacak olan genel meclis seçimleri propagandasına Romanya’da yaşayan Macar nüfusun kültürel otonomi haklarını da dahil edip etmeyeceğini gündeme taşıdı. Macarların yaşadığı bölgede yapılan ikinci anket ise, Romanya ile Avrupa Birliği ilişkilerini kapsıyor. Ankette şöyle bir soru var: “Macarların yaşadığı bölge bağımsızlık kararı aldığında, “Avrupa Birliği” Romanya’yı kayıtsız koşulsuz destekler mi?” Bu sorunun yanıt seçeneklerinden birisi şudur: “Hayır, Avrupa Birliği için daha önemli olan ülke Macaristan’dır ve AB için Romanya İspanya kadar önemi olan bir ülke değildir.” Gazete, Romanya halkına Avrupa Birliği kurumlarında Macaristan’ın daha önemli bir ülke olduğu görüşü aşılanmak isteniyor. “Adevurul” gazetesi “Sputnik” yayınlarının Rusya’nın NATO’ya karşı enformasyon savaşımının Romanya’ya yöneldiğine işaret ediyor. Kuzey Atlantik Paktı üyesi ülkelerden birinin istikrar aştırılması Moskova için çok büyük bir başarı olduğundan dolayı Romanya’da yaşayan Macarların otonomi haklarının savunulması mücadelesinin yeni bir aşamada yoğunlaştığına vurgu yapıyor.” *** Kuşkusuz her evrime karşı doğal tepki belirir. Ben bu yazımı kaleme alırken, radyo Madrid idaresinin Barselona’ya askeri güç gönderdiği haberini verdi. Avrupa Birliği Komisyonlarından gelen sesler “diyalog” diyor. Beynimi zorlayan sorular var. Milli egemenliğinden vaz geçip sınırsız Avrupa Birliği’ne ve Avrupa vatandaşlığında buluşan ve birleşen Madrid hükümeti neden zorbalığa başvuruyor, neden çıldırıyor? Katalan topraklarında çok zengin yerli bir zümre ve fabrikalarda ve kurumlarda, bankalarda, AVM’lerde, tarlalarda, turistik tesislerde vs etkin olan bir Afrikalı “çalışan zümre” getirilecekmiş. İspanyol iş kanununa göre, her çalışan 16 yıl hizmet verince emekli olma hakkı elde edebilir. Madrid hükümeti ve İspanya Kralı devamlı “Anayasa” ve “Yasalar” dediğine göre, yasalar katılaşmaya devam ettikçe, Katalan işçi ve memur-


98

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lar 16 yıl sonra ekonomi ve sosyal yaşam dışı bırakabilir Merkez makam “Al emekli maaşını ve isteğin kadar özgür ve otonom yaşa” diyebilirler. Yeni ve derin çelişkili bir evrimsel gelişme kapı açılıyor. Bu ulus devletlerin dağılması ve bağımsız eyaletler şarkıları söyleniyor. Katalanların yeni şarkısını Kırcaali’de dinleyenler ne düşünüyor? Yeni konumuz bu olacak! Bulgaristan’ın futbol yıldızı Hristo Stoiçkov Katalanlara el uzatırken Bulgaristan Türklerinin hak ve özgürlük davasına “bayrak” açacak mı!? Şimdiye kadar Çingene, Türk, İslam, sığınmacı Müslüman konularında kan kusan aşırı milliyetçiler Katalan halkının direnişlerini görünce dilini yuttu. “bTV” sabah yayınında ilk kez olmak üzere Bulgaristan’da bir “Türk halkı” yaşıyor, dedi. Bu Türk halkın yarısının 1989’dan sonra Türkiye’de, öteki yarısının da Bulgaristan’da yaşadığı vurgulandı. Kamuoyunda beliren yorumlarda, Bulgaristan Türklerinin Bulgaristan’da Müslüman mezarlıkları var, dolayısıyla bu insanların yaşadıkları yörelerde çok derin bir geçmişleri var. Bir halk topluluğunun yaşadığı topraklarda mezarlığı, anıtları, kültür ve tarih eserleri varsa o bir halktır, kanaati ağır bastı. Kırcaali’nin “K”sı önem kazanıyor... Okuduğunuz için teşekkür ederim. Dünya devamlı değiştiği, evrimleştiği için vardır. Lütfen Paylaşınız.

Kürt Faciası

Rafet Ulutürk-08.Ekim.2017

Konu: Çok dikkat etmemiz gereken konular: Barzani’nin “bağımsızlık referandumu” yalnız Türkiye ve halkı için değil, Yakın Doğu halkları ve dünya için de tehlikeli sorun kaynağı olmaya devam ediyor. Görüldüğü üzere, “küçük” bir Kürt devleti belirmesi bile tüm bölgesel ve küresel dengeleri bozmakla kalmıyor, düz yolda giden arabaları bile devirecek nitelik taşıyor. Anlamayan kalmadı. Günümüz Irak toprakları içinde bağımsız bir Kürt Devleti kurulmasından sonra eski dünya artık aynı dünya olmayacak. Bu planın suya düşürülmesi için, ilk kez olmak üzere, dev bir üçlü bölgesel güç oluş-


Makale ve Analizler - 2017

99

turma çabalarını kutluyoruz. Türkiye, İran ve Irak ilk kez anti-Barzani, yani bağımsız Kürt devleti aleyhinde bir ortaklıkta buluştu. Ziyaretler, ortak tatbikatlar yapıldı, yaptırım planları açıklandı. Önlemlerin tırmandırılırken şiddetlendirilmesi gereğine inanıyoruz. Aslına bakıldığında, Kürt devleti kurulması büyük devletlerin arasındaki gizli bir sözleşmenin ürünüdür. Bölgede birçok büyük devletin gölgesi ve çıkarı var. Gölgeler tarihten gelip geleceğe uzarken, geleceği yönlendiriliyor. Çıkarlarsa petrol ve doğal gaz etrafında düğümleniyor. Bölgenin ve dünyanın akaryakıt yedeklerinin önemli kısmı Kerkük ve Musul bölgesindedir. Buraları kadım Türk topraklarıdır. 1960 yılında Kerkük nüfusunun % 60’ının Türkmen olduğunu bilmeyen yok. Bölgedeki Rusya çıkarlarının kökleri İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra mazlum halkların milli kurtuluş direnişlerinin alevlendiği 1950’lı yıllara iniyor. 1946’da kurulan ilk Kürt devletinde Genel Kurmay Başkanı olan baba Molla Barzani’nin üzerinde Sovyet Generali üniforması vardı. O devirme Sovyetler Birliği Mısır, Suriye ve Irak halklarının anti-emperyalist ve anti-Siyonist silahlı savaşımlarını destekledi. Arap halklarını silahlandırdı, yönlendirdi. 1950’li yıllarda, baba Molla Mustafa Barzani hakkında Türk devleti tarafından kaleme alınan raporlarda “Ruslar tarafından yönlendirilen bir koz” olarak bahsedilir. Bulgaristan’da, Barzani aşireti, Kürt liderleri ve hareketleriyle ilgili kitaplar basılmadığından soydaşlarımız bu konuda bilgisizdir. 1990’a kadar Sofya medyası PKK’yı hep övdü. Baba ve oğlu Barzani tarafından örgütlenen Kürt direniş hareketi, 1990’dan Türkiye’ye karşı savaştığından, NATO üyesi Türkiye Cumhuriyeti düşmanı olan Bulgar devleti Barzani hareketi de aralarından Kürtleri destekledi, silahlandırdı, para yardımında bulundu, hatta Kürt ideolojisi yaratılmasında önemli rol oynadı. *** Molla Mustafa Barzani 1903’te Barzan’da doğdu. 1979’da Washington’da öldü. Genç yaşta Irak’ta kurulan İngiliz idaresine karşı savaşımı örgütledi. 1932’de Molla Barzani Aşireti’nin lideri oldu. O, 1943’te Irak Krallığı’na karşı ayaklanma başlattı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Sovyetler Birliğine gitti, Moskova askeri akademilerinde okudu. Kürdistan Demokrat Partisi’ni kurdu. Lideri oldu. 1961’de Irak’ta 2. bir ayaklanma başlattı. Kuzey Irak topraklarında özerk bir yönetim kurulmasını sağladı. 1975’te Kürt bölgelerinde özerklik ve ayaklanma defteri kapandı. Molla Barzani ABD’ye gitti ve son nefesini orada aldı. Baba Barzani’nin emelleri şöyle gerçekleşmiştir. “2005 yılında kabul edilen Irak Anayasası’na göre Irak federal bir devlettir. Bu çerçevede Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) de Irak bünyesinde bir birimdir.”


100

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Molla Barzani’nin oğullarına vasiyetinde “Türkiye ile dayanışma içinde olun” demiştir. Türkiye, yıllarca Irak Kürt Bölgesine dünyaya açılan kapısı oldu. Mesut Barzani’ye Türkiye Cumhuriyeti diplomatik pasaportu verdi. Türkiye Cumhuriyeti Kürt Bölgesel Yönetimine yıllar yılı çok yönlü dostane yardım gösterdi. Ne ki yine bu yıllarda M. Barzani topraklarında bölgede PKK terör örgütü oluştu, silahlandı, kamplarda konuşlandı. Birleşik Amerika ve Rusya yıllar yılı Türkiye düşmanı siyasetini Barzani ve PKK eliyle yürüttüler. Varşova Antlaşması Bulgaristan üzerinden Kürt teröristleri yıllarca donattı. Bu mücadelede Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları 7 bin şehit verdi. *** Eylül 2017’de yapılan referandum bölgesel yönetimin özerklik haklarını genişletmek için değil, bağımsızlık yani yeni bir devlet kurmak ve Irak devletinin toprak bütünlüğünü parçalamak istiyor. Gelişmeler Türkiye Cumhuriyeti, Irak, İran ve Suriye devletleri için de tehlike uyandırıyor. Bu konuda, gizli pazarlıklar yapıldığı, planlar çizildiği dün ışığına çıkmaya başladı. Türkiye devleti referandumu gayrı meşru ilan etti ve geçersiz ilan edilmesini istedi. Tanınmamasında ısrar ediyor. İsrail’den başka başka tanıyacak da yok. Türkiye Cumhuriyeti, Irak merkez hükumeti ve İran, Barzani Kürt Bölgesel Yönetimiyle ticaret kapılarını, uçak seferlerini, ikili ilişkileri durdurma kararı aldı. İran ve Irak da aynı görüştedir. Türkiye yalnız değildir. Basında çıkan bilgilere göre, bu gelişmelerin kızıştığı şu dönem, Birleşik Amerika’da 3 Yakın Doğu merkezi gece gündüz çalışıyormuş. Bu 3 merkezden birbiriyle çelişen kararlar çıkmış. Örneğin Dışişleri Bakanlığı Barzani’ye hitaben “referandumu ertele” derken, Savunma Bakanlığı “Peşmengereyi silahlandırmaya ve silah altındakilere maaş ödemeye devam edeceğiz” beyanında bulundu vb. Bu merkezlerin yayınlarında Kürdistan konulu çelişkili bilgiler geliyor. Ortada çelişkili bir durum var. Bu gelişmeler bağımsız bir Kürt devletinin bugün yarın kurulabileceği umudu halen 15 günde buharlaştı gibi. *** Bulgar basınında çıkan yorumlarda olaya şöyle bir bakış açısı belirdi: Olay Berlin Konferansında kurulan Bulgar Prensliğinin 6 Eylül 1885 tarihinde Doğu Rumeli bölgesiyle birleşmesine benzetiliyor. Birleşme ve devletleşme yıllar sonra gerçekleşti. Örnek olarak da Bulgar topraklarında 1878’den 1912 yılına kadar gelişen şekilsel ilişki örnekleri veriliyor. Bu iş olur imajı yaratılmaya çalışılıyor. Bu ilişkiler Osmanlı devletine bağımlılık dönemine aittir. “Biz bunu yaşadık,” demek istiyorlar. Erbil’in Bağdat’a bağımlılığı bu gibi benzetmelerle


Makale ve Analizler - 2017

101

anlatılıyor. Olaylara tarihsel açıdan dönüşümsüz bir süreç olarak bakılıyor. Bağdat hükümetiyle anlaşmaya gitme ve “federatif birlikte” buluşma olasılığından söz ediliyor. Binlerce yıldan beri bu topraklarda Kürt erki kurulamamış olsa da, böyle bir mucize yaşanacak, iddiaları yineleniyor. *** Bulgar elektronik basını, Yakın Doğu’da bir Kürt ulusu olmadığına işaret ederken, milletin devletin kurulmasından sonra geldiğine vurgu yapıyor ve Bulgar devletinin de 1878 Berlin Konferansı kararlarından sonra oluştuğu belirtiliyor. Ulusu oluşturan devlettir. Başka bir değişle sivil toplum örgütleri devlet kuramaz, fakat devlet sivil toplum örgütlerini oluşturur. Kürt ulusu yoktur. Silahlı çeteler de ulus, ne sivil toplum örgütü ne de devlettir. Yok edilmesi zorunlu terör örgütüdür. *** Bölücü Kürtler muazzam petrol kaynakları üzerinde oturuyor. Para problemleri olmayacak, diyorlar. Zengin yaşayacaklarmış. Kürtlerin Rus tarafında ve Amerikan çevrelerinde tanıdığı önemli yetkililer var. Yorumlar bu yöndedir. *** Sağduyuluların görüşleri şu noktada kesişiyor: Türkiye Cumhuriyeti Başkanı Recep Tayyip Erdoğan yeni gelişen durumda tankları Erbil’le sürmek zorundadır. Başka çıkış yolu yok. Türkiye uzmanlarının vurguladığına göre, Türk devleti çok basit bir aksiyom üzerine kurulmuştur. Onlara göre, Türk devleti var oldukça Kürdistan olamaz. Kür devleti kurulursa Türk devletini yok etmeye çalışacaklar. Tarihçiler bilir. Türk devleti kurulurken gizli koşullar üzerinde antlaşmaya varılmıştır. Bu anlaşmalar bu 2 devletten biri olursa diğerinin var olmaması temelleri üzerine tesis edilmiştir. Çok kitap okudum, fakat son dönemde Bulgar basınında yer alan şu bilgilere bir yerde rastlamadım. Hepimizin her şeyi bilmemiz gerektiğine inanıyorum. Lütfen bizi izleyiniz. *** Sofya Üniversitesi Sosyal Bilimler Kürsüsünden Dr. Vasil Vasev şöyle bir yorum yaptı: “Bağımsız Kürt devleti Türkiye Cumhuriyeti için ölümcül tehlikedir. Gizli görüşmeler yürütülüyor, diyorlar. Kürtlerin Barzani takımı, bölgesel güvenliği Türkiye Cumhuriyeti’nden satın almak peşindedir. Anlaşmış da olabilirler. Bağımsız Kürdistan kurulduğunda Türkiye’nin Güney Doğu eyaletlerinde halkın ruh hali, psişik ve politik durum birdenbire değişecektir. Düşmanlıklar göklere çıkar. Diyarbakır’ın Güney’inde yaşayan nüfus Irak Kürtçesini konuşmuyor, yaşam tarzları ve kültürleri farklıdır. Ben onlarla birlikte yaşadık, sohbet etti-


102

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ğim oldu, dilleri Avrupa dillerine benziyor. Onlar hakkında sempatik insanlar diyemem, fakat ülküleri uğruna ölmeye hazır kişilerdir. Onlar Milli Kurtuluş Mücadelesi ruhunda eğitim almışlar ve “dava için ne kadar insan ölecekse ölecektir.” İnançları budur. Ayaklanma koşullarında yaşamaya alışmışlardır. Bana bir defasında bir Kürt şöyle bir olay anlatmıştı. “7 kişi öldürdüm” dedi. Övünüyordu. “Nasıl” dedim. “Tüfekle öldürdüm” dedi. Bu güçlerin adı Peşmengere’dir, PKK’lıdır. Başbakan Boyko Borisov onları silahlandırmaya söz vermişti. Barzani ile Sofya’da görüştüler. Bir alış veriş, bir dalavere söz konusuydu. Biraz silah satsak kötü olmaz. Fakat şimdiki koşullarda bu iş çok tehlikeli oldu. Artık, Kürdistan’da herhangi birine silah satmak için önce Büyük Güçlere sormak gerekiyor. Sosyalizm yıllarında biz Kürt Partilerinin Sofya Temsilciliği kurmak istemiştik. Sofya’da bir kahvede toplanıyor ve Kürt halkının çilelerini konuşuyorduk. O yıllarda, MİT Sofya’da bu olayları izliyordu. İşte böyle, herkesin dersi tasası farklı... *** Başka yorumlarsa şöyle: Yakın Doğu’da gelişen olayların ve süreçlerin ardında kışkırtıcılar ve garantörler var kuşkusuz. . İngiltere, Fransa, Birleşik Amerika ve Rusya garantör ülkelerdendir. Vaktiyle Stalin iradesiyle, Ruswelt’in ilgisizliğine ve Churchell’in karşı olmasına rağmen, İsrail devletinin kurulması geliyor akla. Çok çatışmalı olmuştu. Kürt olayı biraz farklı tabii! 1950’li yıllarda İsrail Moskova yanlısı bir devletti. Kimin sayesinde bina edildiği biliniyordu. Sonra Sovyetler Birliği ile sorun yaşadılar. ABD’ye bağlandılar. Obama Başkan olana kadar ilişkileri iyi gitmişti. Obama onlara ihanet etti. Şimdi Kürt devleti aynı yoldan yürüyecek gibi. Kürt devleti İsrail’den çok daha zengin bir devlet olacak. İsrail çok silahlandı, fakat zengin bir devlet değildir. Yahudiler evcil millet. Kürtler öyle değil. Modern devlet kuracaklar, silahlanacaklar. Kerkük ile Musul Kürtlere kalacak. Irak hükümeti Musul’u alamayacak. Bölgeyi Barzani yönetecek. Öcalan hapiste. Peşmengere PKK ile başa çıkacak durumdadır. PKK silahlı komünistlerdir. Komünistler ne zaman ölüneceğini bilir. PKK önemli bir güçtür. Kürt devletinin kurulması, Yakın Doğu’daki bütün güçler arasındaki dengeleri bozacaktır. Burada en önemli olan, ABD ile Rusya arasında sert çelişkiler yaşandığı şu dönemde bile, Kürk devleti kurulması konusunda ortak dil bulunabiliyor ve diyalog var.


Makale ve Analizler - 2017

103

Zamanınızı aldığım için özür dilerin. Ne düşündüklerini bilmeliyiz. En büyük güç kaynağı bilgidir. Düşmanların bildiklerini bilmeden umutlarını ve hayallerini kıramayız. Hepinize hayırlı ve huzurlu günler dilerim.

Tehlikenin İç yüzü

Dr. Nedim Birinci-8.Ekim.2017

Konu: Kötülüklerin kökleri XX. Yüzyılda. “Anasına bak, kızını al!” diyenlere itiraz edildiğini işitmedim. 20. yüzyılı analiz edip 21. Yüzyılı görebilmek isteyenleri kutluyorum. Yeni yüzyılda ancak 17 yıl geçmiş olmasına rağmen, baş gösteren 21. yüzyıl tehlikelerini birer ikişer yaşıyoruz. Bugünkü tehlikelerin 20. Yüzyıl dünya modellerinden kaynaklandığını görebiliyoruz. Bunlar üç modeldir: 1) Komünizm, 2) Faşizm ve 3) Finansizm.  Adına Bolşevizm veya komünizm denen model, üretim araçlarını millileştirilerek ve sınıfsız bir toplum kurma fikirsel temelinde gelecek toplumunu örgütleme için geliştirilmiştir. Kapitalist toplumun büyük eleştiricileri Marks ve Engelsin görüşlerinin değerlendirilmesi temelinde Lenin tarafından Bolşeviklerin ideolojisi olarak geliştirilmişti. Sosyal felsefe akımında Tarihsel Maddecilik ismiyle bilinir. Hedefinde kapitalizmden daha adaletli bir topum düzeni kurmak olsa da, Bulgaristan’da totaliter, baskıcı, terör ve zülüm rejimi olarak 35 ayakta kaldı. Etnik azınlıkları eriterek asimile etme siyasetiyle ünlendi. Tek dilli, tek kültürlü ve tek uluslu Bulgar devleti kurma çabalarıyla diktatör Todor Jivkov’un 10 Kasım 1989’da devrilmesiyle çöktü. Ana kalesi olan Sovyetler Birliği ve diğer Doğu Avrupa sosyalist ülkelerinde de battı. Bulgaristan Türker’inin diline, dinine kimliğine saldırdı. Büyük sayıda kurban aldı. Bir milyon kardeşimize vatandan konulma acısı yaşattı. Günümüzde Türkiye’ye saldırılarına devam ederken küresel emperyalizme uşaklık eden PKK komünist ideoloji ile donatılmıştır. Adı faşizm yani nasyonal-sosyalizm ırkçı bir ideolojidir. Alman jeo-politik ekolü gelenekleri, “yaşam alanı” etrafında dönenen ve Fridrich Nizsche’nin üs-


104

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

tün adam (Übermensch) felsefesini yanlış yorumlayan Hitler tarafından biçimlendirilmiştir. Bu iki ideoloji arasındaki direk çarpışma geçen asır en az 50 milyon kişinin ölümüne sebep olmuş, bir o kadarını hapiste ve sürgünde çürütmüş, sakat ve geleceksiz bırakmış, binlerce şehrin yok olmasına neden olmuştur. Komünizm ile faşizm yani bu iki ideoloji arasındaki fark şundan ibarettir: Komünizm, toplumda kolektifin rolünü mutlaklaştırır. Yaratmak istedikleri modele “Dünya Devrimi” demişlerdi. Faşizm, kişi rolünün özünü değiştirir. Hitlerse “Yeni Düzen” veya “Bin Yıllık İmparatorluk” yaratmak istemişti. Geçen yüzyılın birinci yarısında bu iki politik ideoloji topluma feci değişikliklerle damga vurdu. Tarihe başarısız sosyal-mühendislik projeleri olarak geçtiler. Aynı dönemde doğan Kemalizm, dünyanın en büyük imparatorluğunun çöküşü esnasında onu modern bir şekilde diriltmek için Türkçülük ideolojisiyle gelişti. Asya ve Avrupa’da Türk dünyasını yeni bir uygarlığa uyandırdı. Başta Müslüman dünya halkları olmak üzere mazlum hakların emperyalizm boyunduruğundan kurtulmasına kudret kaynağı ve emsal oldu. Bugün Yakın Doğu komşularımız Irak ve Suriye’de adil çözümü aranan sorunların bağdaşmaz öz çelişkileri 1919’da Paris’te imzalanan anlaşmalarda mayalanmış, yüz yıl çözülememiş ve 21. asra taşmıştır. Öz çizgileri olmayan Kürt bölgelerinin Irak’ta 25 Eylül’de yaptığı “bağımsızlık reformu” da yüzyıldan beri su alıyor. Halkların ve devletlerin arasına nifak sokmak isteyenler hareketlendi. Şu an emperyalist güçlerin Suriye ve Irak’ta yaşanan “Kürt”, “Kürdistan” PKK, YPG, “DEAŞ” tuzaklarının ipleri hiç istisnasız 1918 - 1919 toplantılarına uzanır.  Yüzyılın ikinci yarısında topluma en güçlü derin etkide bulunan finans elit tarafından sesiz, sürünerek ilerleyen önce adı da olmayan bir devrim yaptı. Bu, sanayi kapitalizmini finans toplumuna dönüştüren finans devrimidir. Bu sesiz, savaşsız, katliamsız devrim, bir sanayi devrimiydi ve sanayi kapitalizmini finans kapitalizmine dönüştürdü. Komünist ve faşist ideolojiler politik ideolojiler iken, finans kapitalizmi devrimi (finansizm) iyi planlanmış 2 yasal değişiklikle gerçekleşti: 1. Amerika Birleşik Devletleri Merkez Bankası olarak FED kuruldu. Bu, kendi adlarına US Dolar basma ve bunları % 10 faiz karşılığı Amerikan hükümetine satma yetkisi olan birkaç özel banka karteliydi. 2. US Doların altın karşılığı kaldırıldı. Dolar durumu ve değeri yasalarca belirlenmeye başladı. Ödeme aracı durumuna getirildi. Bu iş yapılırken iyi planlanmış adımlardan biri de, US Doların bir dünya dövizi ve ödemeler aracı ola-


Makale ve Analizler - 2017

105

rak dayatılmasından sonra, finans kapitalizmi (mali sermaye) bir dünya sistemine dönüştü. Çağdaş tanımı finansizm olan bir egemen ideoloji oluştu. 1918 ve 1934 dünya finansal bunalımlarından süzülerek dirilen, serbest ticaret yasalarını, nesnel dengelenme ve yönlenmeyi rafa kaldıran bu gelişmenin güçlenmesinde iki çarpıcı örnek vardır. Bunlardan birini, İngiltere Başbakanı Winston Churchill (1874 - 1965) İkinci Dünya Savaşından sonra sekreterine dikte ettiği 28 ciltlik hatıratında buluyoruz. Savaş yıllarında ABD limanlarında Britanya adaları istikametine gıda, mühimmat ve silah dolu 650 kalkmıştır. Bunlardan yarısı Alman denizaltıları tarafından Atlantik’te batırılmıştı. Hesap görme günü gelince Başbakan Churchill ABD yönetimiyle şöyle anlaşmıştır: 1945’lerde dünya ticaretinde US Dolarla yapılan alışveriş oranı % 34 tür. % 18 gibi bir oran ise arlarında Avustralya ve Hindistan da olan Britanya imparatorluğuna bağlı 17 devlet arasındadır. Britanya payından Churchill % 52’lik bir egemenlikle US Dolar düny parası yaparken, borçtan kurtulur. İkinci gelişme ise ABD içinde olur. Amerika Başkanı John Fitzgerald Kennedy (1917 - 1963) Dallas, Texas’ta kör bir kuşuma kurban gitmezden önce şöyle bir karar almıştı. US Dolar kesen ve Washington hükümetine % 10 faiz karşılığı veren, yukarıda bir özel bankalar karteli dediğimiz FET’ten yeni basılan US Dolar satın almaktan vaz geçmek niyetiyle, devlet darphanesinde “gümüş karşılığı olan US Dolar” basma kararı almış ve eşiyle birlikte Dallas ziyaretine çıkmazdan önce birkaçını cüzdanına dizmişti. Sen misin FET’in haklarına uzanan deyip kükreyenler, Kennedy’ye kıydılar. O gün bu gün 54 yıl geçti, Amerika Vietnam, Afganistan ve Irak yenilgileri yaşadı, 2008’de başlayan mali bunalım bir türlü aşılamasa da o feci tarihin acı anısı hala canlı olacak ki, değişen son Amerikan başkanından hiç biri FET’in “kutsal” hakkına el uzatamadı. Finansizm bugün Birleşik Amerika’da bunalım içindedir. Bütün güçlerini toplamış bunalımlarını Avrupa’ya akıtmaya çalışıyor. Avrupa Devletlerini birbirine düşürmeye, dağıtmaya ya da parçalayıp bölmeye çalışıyor. Yakın Doğu’da İslam medeniyetiyle savaşıyor. “Arap Baharı”yla Müslüman Dünya’ya ölümcül saldırıda bulundu. Terörizmle mücadele kılıfı içinde terör örgütlerine kendi kirli işlerine alet etmeye devam ediyor. Finans sermaye liberal ideoloji yarattı. Liberal ideolojinin temel ilkelerinden biri siyasette sol sağ farkını kaldırmasıdır. Sol ve sağ siyaseti hep aynı dereceyi gösteren iki termometre olarak göstermeye çalışıyor. Bunun anlamı sınıf çelişkileri çağının kapandığı anlamındadır. Örneklemeyi Bulgaristan’dan verirsek, zulüm eden Bulgaristan Komünist Partisi’den (BKP) solda Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP), sağ cephede de Bulgaristan’ın Avrupa Vatandaşları (GERB)


106

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

partisi üzerinden verebiliriz. BSP ile GERB arasında fark yok diyorlar. Birisi Bulgaristan’ı AB ve NATO’ya üye yaptı. GERB da 2009’dan veri AB fonlarını dağıtıyor. Rüşvet dünyası yaratmayı başardı. Aynı zamanda 1990’dan beri sol liberalim havalarında yüzen Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS) liderliği de partiden atılan Lütfi Mestan (DOST) “sağ liberal” bir partidir, dedi. Aç, işsiz, cahil, okulsuz ve baskı altında yaşayan insanlarımızla, gurbette atılan kardeşlerimizle alay edenler bir gün gelip hesap vereceklerdir kuşkusuz. Hayat öyle çileli ki, gurbette “DOST” şiir yazanları anlayamıyorum. HÖH ve DOST “finans kapitali dünyayı sömürdüğü gibi insanlarımızın da kanını emiyor” diyemediler. Geçerli kural şudur: “Her keçi kendi bacağından asılır.” Lütfi Mestan 50 milyonu aldı. Ahmet Doğan ise milyarder oldu. Halk acından ölüyor. Sizin halinizden “bana ne” şarkısını söylemeye devam ediyorlar. Ajan maaşıyla yetişenler, devlet korumasında, devlet köşklerinde yaşıyorlar. Bunlar koyun sürüsünde kurt gibi. Ya da, modern bir düğüne abalı poturlu kalpaklı külahlı ve kuşağında kamalı gelmiş köy kabadayılarının, ben de sizden biriyim dedikleri anlar akla geliyor. Bizimkiler bulsalar keşkek kazanına girip kaynayacaklar, amaçları halk kokmak. Ne kadar gülünç bir durum! Şu finansizm devrinde, sanayi gelişmiyor, yaratıcılık tatilde, inovasyon işleri de kapıya kilit vurmuş. Bu böyle olmasa “ter kokan kolonya” icat edilir ve “siyasetçilerimiz” birçok dertten birden kurtulurdu. Finans elit (oligarşi) bankacılardan ve finans kurumları şeflerinden oluşur. Bulgaristan’da bu oluşumun amansız çatışmalarında 1990’lı yıllarda 76 bankacı, başbakan, siyaset ve iş adamı, maliyeci hayattan oldu. 15 banka kapanmış ve Batı bankaları ülkeye çöreklenmişti. Bu çatışmada ayakta kalan para babası Delyan Peevski, bankacı Tsvetan Vasilev ve daha birçok kişinin bir ayağı dış ülkededir. 29 milyar US Dolar dış hesaplara akıtılmıştır. Günümüzde en faal ve güçlü küresel finans sermaye temsilcisi olarak bilinen karanlığın gölgesinden beliren George Soros’u biraz tanıyalım: İkinci Dünya Savaşı yıllarında, kellesini kurtarmak için Nazilere hafiyelik yapmış, mali dalaverelere karışarak zengin olmuş, bir zenginler Kulübü olan Bilderberg Kulübü üyesidir, “Açık Toplum” Vakfının kurucusudur. O bir Macar Yahudi’sidir. Gürcistan, Ukrayna “turuncu devrimleri” kışkırtıcı ve para babasıdır. FETÖ ile birlikte İstanbul “Gezi” olaylarının mimarıdır. Katalan “bağımsızlık reformun” para akıtandır. Kişiyi toplumdan ve topluğundan koparıp Troçkist anarşiye iten zihniyetin “üst aklına” aittir. Sofya’da da “Açık Toplum” kurumu oluşturdu. HÖH adına, yattığı yer nur olsun, Kırcaali’den Yaşar yönetim kurulu üyesiydi. Bizim hakkımızda da kitap yazdılar. Filmler çektiler. Bazıları doktor, kimileri Profesör oldu. Soros üniversiteleri bakanlarından bakan oldu. “Soya dönüş sürecini” sözde adil


Makale ve Analizler - 2017

107

anlatmaya çalıştılar, ne ki acının resmini çekemediler. 1989 Mayıs Ayaklanmasının Türk devrim hareketi öncüleri yönetti diyemediler. Türklerin Okulu yok, alın şu parayı okul açın, parası yok yardım edin diyemediler. Hiçbir şarkımızı ve şiirimizi bilmeyen bu Soros’çular gelenek, töre ve kültürümüzü de anlayamadılar. Bir milyon Türk vatanımızdan kovulduk, “nedir bu rezalet hepsini geri alın” diyemediler. Onların hesaplarında 3 - 5 zengin elit ve milyonlarca yoksul kitle oluşturmak var. Şimdi Bulgaristan’ı parçalama planları çizmişler. Ahmet Doğan ve Lutfi Mestan yönetiminde “kültürel otonomi” istemiyoruz sloganı yükseltenlere hor bakıyorlar. Bulgaristan Çingeneleri Soros’un büyük bir hırsız olduğunu biliyor. İkinci Dünya Savaşı yıllarında Doğu Avrupa ülkelerinden 6 bin Çingene Nazi toplama kamplarında yakılmış, öldürülmüş, kayıplara karışmıştı. Almanya 1994 yılında Avrupa Çingene Birliği’ne 4 milyar Deutsche Mark tazminat ödemeyi kabul etmişti. Parayı 1994’te dolandırıcı para babası G. Sorosa kaptırdılar. Bu örnekler sıralamakla bitmez. Soros tuzakları Rusya, Çin ve Türkiye’de işlemedi ama Bulgaristan’da işledi. Soros’un ana hedefinde sivil toplum örgütü manevi değerlerini çarpıtmak var. O, iki çeşit kültür olduğunu iddia ediyor: Birbirine kökten tezatlı kitle kültürü ve elit kültüründen söz ediyorlar. Hedeflerinde tek dilli ve tek kültürlü bir dünya düzeni var ki, bu nedenle Bulgaristan Türklerinin diline ve dinine saldıranlarla mücadeleye yanaşmıyorlar. Okullarımızın bire dek kapatılmış olmasından Ahmet Doğan, Kasım Dal ve Lütfi Mestan için rahatsız edici bir durum yoksa, Batı bankacılar, Brüksel milletvekilleri ve Soros ve arkasındaki “üst akıl” için de rahatsız edici bir durum yok demektir. Hepimiz kör cahil kalsak da umurlarında olmaz. “Liberal üst akıl” Doğan ve Mestan’la sıkı fıkı, yakında Sofya’da “Uluslararası Liberaller Konferansı” yapılacak. Doğan, Karadayı, Küçük ve Mestan aynı sıraya oturup aynı kürsüden konuşurlarsa, şaşmayınız. Modern sağ ve sol liberalizmin insan haklarına, hak ve özgürlüklerimize yaklaşımı budur. Liberalizm özgürlüklerin mezar kazıcısıdır. Bugün 9 Ekim 2017, pazartesi. Sofya’da Cumhurbaşkanı Rumen Radev Milli Güvenlik Konseyini ulusal toplantıya çağırmıştı. Faşizan güçlerden üçünün (Ataka, Yurtsever Cephe ve VMRO) de liderleri gelmedi. Bu kişilerin ikisi başbakan yardımcısı görevindedir ve Ulusal Güvenlik Konseyi toplantısına gelmediler. Başbakan Boyko Borisov toplantıya 1,5 saat gecikmeli gelirken, GERB Başkan Yardımcısı ve meclis grubu başkanı Tsvetanov, toplantının yarısında kalktı gitti. Mustafa Karadayı da uçağa binip Avrupa liberalleriyle danışmak için Brüksel’e gitti. Neyi mi görüşecekler miş? Bulgaristan’da rüşvetle mücadele komisyonu kurulması, bu yeni devlet organın başkanının kim olacağı


108

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ve nasıl seçileceği konuları görüşülecekti. Rüşvetle mücadele konusunda devlet eliti bir yuvarlak masa etrafında buluşamadı. 28 yıldan beri ilk kez Bulgaristan Milli Güvenlik Kurulu toplantısı yapılamadı. Anlaşılan, “rüşvetle” mücadele finansizmin ve liberalizmin en korktuğu ejderha. “Üst akıl” dokunmayın rüşvet konusuna dedi ve kimin aklının “üst akla” bağlı olduğu birdenbire ortaya çıktı. Faşist Krasimir Karakaçanov, Valeri Simyonov, Volen Siderov, Boyko Borisov, Tsvetan Tsvetanov ve Mustafa Karadayı’nın aynı ipte oynadığı görüldü. Buradan ötesi hepsi boş laf, oyun, yalan, dolan ve daha ne isterseniz odur. Tehlikenin içinde zehirli yıllanlar bunlardır. Bunun anlamı nedir? 19. ve 20. yüzyılın sloganı ve ilham kaynağı olan özgürlük, eşitlik ve kardeşlik, komünizm ve faşizm ülküsünde yaşam hakkı ararken, finans kapitalin yarattığı liberalizm koşullarında yerini çalma kampa, gasp etme, alıp gitme, dalavere, rüşvet ve küstahlık aldı. Bunun için Rüşvete karşı mücadele edecek devlet organ kurulamıyor. Kurulamayacak. Kurulsa bile başkan bulunamayacak. Türklere karşı devlet siyasetini jurnalcilikle, hafiyelikle, müzevirlikle, hainlikle yürütenler, rüşvette karşı jurnalle, muhbirlerin yardımıyla mücadeleyi yasaklamak istiyorlar. Vay be... Borisiv’a götürülen 400 kilogram “sucuk” kolilerini yakaladılar. Sökmedi! Borisov ben sucuk yemiyorum dedi, akan sular durdu. BTK - Bulgar kooperatif Ticaret Bankası’ndan 7 milyon 200 bin leva çalındı. Yine sökmedi. Devlet hırsızların borcunu ödedi. Olayı nasıl anlatacağımı bilemiyorum. Haskovo, Gabrovo, Varna, Pernik ve birçok başka il ve ilçelerin bacanak, sotanak, metres, yavuklu ağı tarafından yönetildiği ve yalnız Haskova ilinde 132 milyon levanın “şeytan aldı götürdü, geri getirmedi” usulünce sıkılıp suyunun içildiği açıklandı ve halka verilen cevap işte: Cumhurbaşkanı da neymiş! Çağırabilir ama gidip gitmemek, karar alıp almamak bizim elimizde demeye getirdiler.... Şöyle bir değim var: Liberal demokrasi demokrasinin doruğu değil, namussuzluğun dibinin en dibidir. Söyleyenler haklı... Tehlikenin iç yüzü budur. Bu konuya devam etmek istiyoruz. Ben yazımı yazarken, “NOVA” TV Sofya’da istifa çığlıklarında nümayişçilerin Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık binaları arasında mitingini gösteriyordu. Sayın Rafet Ulutürk bey son yazısında Bulgaristan’da Cumhurbaşkanı ile Başbakanın “selam sabahı” kestiğini yazmıştı. Oysa durum çok daha kötüymüş. Cumhurbaşkanlığından çıkarken Başbakan Borisov arka kapıdan çıkmış. Gazetecilerle yüzleşmekten korkuyormuş.


Makale ve Analizler - 2017

109

Başbakan Yardımcısı Valeri Simyonov’un istifa etmesi içinbütün gazetecilerin birlikte hareket etmesi bekleniyordu. Adam düşebilirdi. Bunu yapmadılar. Toplum ve kamuoyu yeni bir siyasi bunalımdan korkuyorlar. Üçüncü bölümde Liberalizm ortamında kulislerin rolünü inceleyelim. Ah şu kulıs oyunları... Şimdiye kadar Bulgaristan “teflon” tavasının yalnızca biraz çizilmiş olduğunu sanıyordum, oysa teflonun koruyucu tabakası tamamen çizilmiş, yeni tava gerek... En saldırgan milletvekili olan GERB vurucu gücü Anton Todorov bugün istifa etti. Önemli gazeteleri işten atmak istemişti. Gazeteciler birbirine sarıldı. Faşistlerin başı Valeri Stoyanov (Başbakan Yardımcısı) Bulgar Milli Televizyonunu, Sofya Radyosu, vTV ve NOVA TV medyalarını mahkemeye verdi. Kapatmak istiyor. Özel malı olan “Skat” yalanlarını dinletme ve herkesin beynini yıkamak istiyor. Bulgar halkı uyanmak mecburiyetindedir... Devam edecek. Okuyun ve önerin lütfen.

Biz Hangi Köşedeyiz?

BG-SAM-12.Ekim.2017

Konu: Başkan Trump ve dünyanın yeni haritası Gelişmeleri birlikte izleyelim Rusya Siyaset Bilimcisi Aleksandır Dugin NeoAvrasyacılık akımının önemli bir temsilcidir. Türkiye konusunda kaderimiz ve yolumuz aynı, ortaklık ve ittifak yapmaya mecburuz deyen, siyaset bilimci bu konuları Aleksandır Dügin birçok eserinde işlemiştir. Atlantik Paktı’nın Romanya’ya ve Burgaz liman bölgesine yığınak yaptığı şu dönemde Türkiye - NATO ilişkilerini de ele aldığı, Dünya’daki son gelişmelerle ilgili son yazısını Rusçadan aynen tercüme ettik: Trump Amerikan siyasetinin iki taraflı ana yolundan çıktı. Bu bakıma o beklenmeyen Balkan adayı oldu. Beklenmeyendi, çünkü 60 - 70 yıldan beri, hatta 100 yıldan beri var oldukları şekilde, ne Cumhuriyetçi ne de Demokrat partileri


110

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

temsil etmiyor. O belirli ölçüde devamlılık gösteren bir kişi olsa da, onun yürüttüğü seçim kampanyası algoritmasında uluslar arası iliklilerde realizm modeli yansıdı. Uluslar arası ilişkilerde realizm küreselleşmeden vazgeçmeyi öngörür ki, bu nedenle o küreselleşmeyi eleştirirken, odak noktasını ABD milli çıkarları üzerine çekiyor. ABD’nin çıkarları yayılmacılığa devam edilmesini gerektiriyorsa, realizm yayılmacılığın devamını zorunlu kılar. Fakat ABD’nin yayılmacılığa devam edilmesinden çıkarı yoksa realizm hiç kimseye hiçbir problem yaşatmadan yayılmacılığın önünü keser ve bu gidişi durdurur. Kanımca, Başkan Trump’un dış siyaset olarak beyan ettikleri herkesi memnun etmelidir, çünkü ondan önce iktidarda bulunan Cumhuriyetçi, ama aynı zamanda Demokrat idareciler yayılmayı siyasete devam ederken küreselleşmeyi dayatıyordu ya da bunun daha ılımlı bir versiyonu olan CFR yani birkaç kutuplu küreselleşmeyle Avrupa’ya ve Çin’e yayılmaya önem veriyorlardı. Hele de sert tutucu Cumhuriyetçiler bu siyaset çizgisini benimsemişti. Donald Trump ne birinci ne de ikinci yönün temsilcisidir. O üçüncü bir yol takip ediyor. Bu yol herkese şans tanıyor, çünkü Amerika’daki sorunları göz ardı etmediği dibi, ötekilere de şans tanıyor. Trump bu siyaseti Beyaz Saraya girdiği gün uygulamaya koydu ve adım adım yön değiştirmeden ilerlemeye devam ediyor. Çünkü Başkanlık makamındaki anahtar görevlerin hepsi ya Council on Foreing Relations modelinin geleneksel demokrat temsilcileri ya da Cumhuriyetçi neo-tutucular tarafından işgal edilmiş ve Başkan’ın omuz dayayacağı kimsecikler yoktur. Trump’un kendi takımı yoktur. ABD’de şimdiye kadar benzer ideoloji yoktu ve bu nedenle onun alelacele olmak üzere bir takım toplaması gerekiyor. O tek başına, arkasında kimse olmayan bir kişi gibi davranıyor ve daha önce siyasette rastlanmamış yeni bir yaklaşım uygulayarak hareket etmeye çalışıyor. Bunun bir anlamı da Trump çok karmaşık bir durumda bulunuyordur: Her an onu görevinden (meşru ya da gayrı meşru bir şekilde) düşürebilirler ve biz onun izlediği siyaset hakkında değerlendirme yaparken, fakat biz ondan önceki oluşumların Başkan’a elini kolunu sallayarak hareket hakkı tanımamasına dayanarak nitelendirmede bulunamayız. Fakat Başkan artık bu kişileri birer ikişer değiştirmeye başladı. Örneğin Yakın Doğu, Rusya ve diğer bölgelerle ilgili sorumlu yetkilileri değiştirirken o kendi kadroları olmadığından dolayı, tamamen rastlantı kişiler atıyor. Fakat bu kişilerin hepsi küreselci ve tutucu bakış açılarıyla eğitilmiş kişilerdir, durumu Trump’un anladığı gibi kavrayan kişiler olmadığından dolayı da, yine küreselci ve neo-tutucu kişiler arasından seçip atamalar yapmak zorunda kalıyor. Bu sorun açıktır. Önemli olan Trump’u Rusya ile ilişkilerde gerginliği tırmandırmıyor. O başka “düşmanlardan” söz ediyor. İran


Makale ve Analizler - 2017

111

ve Kuzey Koye’ye “düşman” diyor, bazen “Çin’e” de ve başka devletlere de saldırıyor. Fakat anti-Rusya hattındaki gerginlik henüz azalmamıştır. Trump’un saldırgan emperyalist siyasetten, pasifist bir siyasete geçmesi pek kolay olmuyor. Bunu yapmak ist6ediğini de beyan etmiyor. Bu nedenle o, İran, Kuzey Kore ve belki de Türkiye gibi başka saldırı hedefleri arıyor. Aslına bakılırsa o ABD’nin önceki konumunu değiştiriyor. Daha önceki ABD siyaseti radikal İslam’ı ve küreselleşmeyi destekleyici, anti-Rusya yönelimliydi. Başkan şimdi bu siyasi tavrı değiştiriyor. Trump, Rusya’ya karşı tırmandırılan siyaseti kökten değiştirmeye çalışıyor, sivri uçları köreltirken, küreselleşmeyi de gündemden indiriyor. Bu değişikliği yapmak çok zor olsa gerek, çünkü makamlarda çalışanlar hep eski görevlilerdir. Trump’un seçtiği yol budur, fakat ondan her şeyi hemen ve çok kısa bir sürede yapmasını beklemek gerçekçi olmaz. Bu gidişin dünyayı kurtaracak bir yönelim olduğunu düşünmek de yanlış olur, ne ki Amerika için, halkı için yararlı olmaya çalıştığı dikkati çekiyor. Trump’la gurur duymaya erken ama hayal kırıklığına uğramak da yanlış olur. Onun ağır koşullarda adım attığı dikkate alındığında onun bir nebze de olsa devamlılık gösterdiğini söyleyebiliriz. Konuştuklarına pek bakmamak gerek, çünkü yaptıkları şimdikilik pek fazla değildir. Bu nedenle ben, Trump’a rasyonel bir politikacı gözüyle bakıyorum. Herkes onu kaçık, fazla duyarlı, devamlılık göstermeye biri olarak görüyor. Tam tersi, o süreklilik gösteren biri, fakat elinde gerekli araç gereçler olmadığından dolayı istediğini yapacak durumda bulunmuyor. ABD Başkanı ülke içindeki sol-demokratik, sol-liberal siyasetin kanatlarını kesmek, yani küreselleşme ideolojisini biraz kısıtlayıp buzdolabına koymak istiyor. Bunu yaparken o Amerika’yı küreselleşme sürecinden çıkarmak ve 3. dünya savaşı başlatmamak için, Rusya ile olan gerginliği azaltmaya gayret ediyor. O, Yakın Doğudan çekilmek ve o bölgenin sorunlarının, ortakları olan Suudi Arabistan ile İsrail’e bırakmak niyetindedir. Trump, Türkiye’yi bu işte ortakları arasında görmüyor. Bu cümleden olmak üzere Avrupa -Asya siyaseti için harika ortam sunmuş oluyor ve Rusya, Türkiye, İran ve yine bu gruptan olmak üzere Irak ve Suriye için çok güzel şanslar sunuyor ve bundan yararlanamamak günah olur. Burada “olanaklar gözü” açılıyor. Sonu sonunda bu gelişmelerde başka bir şey çıkmasa bile, bölgedeki en kötü ve saldırgan eğilimler törpülenecek, yararlanmak için birçok başka olanaklar da ortaya çıkacak, çünkü Yakın Doğu’da Amerikan siyasetini hezimet bekliyor ve bu bölge ülkeleri için iyi günlerin yakın olduğuna işarettir. Trup hakkında bu kadar... Avrupa Birliği İkinci konu: Avrupa Birliği’nin önünde birkaç seçenek var. Şu dönem AB derin bunalım yaşıyor. Bu aynı zamanda bir ideolojik bunalımdır, çünkü AB içinde


112

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

egemen olan aşırı sol liberal model, topluluğu yok etmekle birlikte ekonomi, sığınmacılar siyaseti yıkıcı rol görmeye devam ediyor. AB siyasetinde ideoloji kayboluyor ki, bu da AB altına yerleştirilmiş bir mayın gibi etki yapıyor. AB’nin ne gibi derinlik var? CEO-politik egemenliğini pekiştirip De Golle veya Adenauer çizgisine dönmek olanaklı olabilir mi? Şimdiki siyasi elitlerle bu gibi işler yapılamaz. Kendi bağımsız siyaseti olan, egemenliğini sağlamış Rusya ve Amerika arasında kendi yeri almış bir Avrupa’yı ancak Jack Shirak veya Schreuder zamanında gerçekleştirebilirdik. Trump’un göreve gelmesiyle Amerika Avrupa’dan uzaklaşmaya başladı, buz bunu Macron konuşmalarında ve Merkel’in demeçlerinde de duyumsayabiliyoruz. Putin, Avrupa Birliği konusunda gereğinden fazla iyi niyetli olduğundan, Avrupa Amerika’dan kopma siyasetine geçebildi. Demek oluyor ki, Avrupa Amerika’dan kopma şansı el edip başına buyruk bir siyaset izlemek için olanak buldu. Bu üçüncü artıdır. Kanımca, bu gidişe Avrupa elitlerinin tümü, Avrupa bürokrasisi karşı koyuyor. İlginç süreçler gelişse de, Avrupa Amerika’dan kopmaya hazır değildir. Macaristan, Polonya ve Romanya’da olduğu gibi, Atlantikçilik ve NATO siyasetinin en hararetli taraftarı olan güçlelrle de Avrupa Birliği’ne karşı giderek artan güvensizlik belirdi. Şöyle ki, bir bakıma Avrupa Birliği dağılıyor, fakat şimdi AB’de yeniden derlenip toparlanma şansı belirdi. Bu şanstan yararlanamayacakları görüşündeyim, çünkü aşırı sol liberal siyaset çizgisini değiştirebilmek zordur. Bu şansın ortada olmasına karşın, AB’deki durumun feci olduğu görüşündeyim. Bundan dolayı AB içinde harikalar beklemek yanlış olur. Türkiye ile Rusya’yı AB’ye üye almayacaklar. Sonra AB üyesi olma fikri artıkdeğer yitirdi ve gözden düştü, insanlar AB’den kaçma yolları arıyorlar. Sonu sonunda bu birlik artık kimseye bir şey vermez oldu. Rusya AB egemenliğine saygılı olduğu için, AB’nin yeni bir atılıma kalkışması yerinde olurdu, fakat bunu yapacak güçler meydanlarda değildir. Birleşik Amerika da şu dönem AB’ye etkide bulunmak istemiyor. Avrupa’nın aldığı aşırı sol liberal kararlarla ilgili tutucu kalmaya devam eden Trump, Avrupa tutucularından ve daha fazla İngiliz brexiz yandaşlarından yana tutum alıyor. O şimdi, AB düşmanlığıyla ünlü Tedi Malloca’yı Brüksel temsilciliğine atamak istiyor. Görüşüme göre, AB’nin kendine çeki düzen vermesi için mükemmel bir şans belirdi, fakat elit, irade, güç ve niyet olmadığı için AB bunu bu defa da değerlendiremeyecektir. Küreselci aşırı sol liberal gündeme saplanıp kalan Avrupa’nın gündem değişikliğine doğru dönemeç yapabileceğine inanmıyorum. Avrupa’daki elittin öznel faktörü - aklı ve iradesi eksik, Avrupa’da zekâ düzeyi alt tabaka elitti düzeyine saplanmış ve gerçek toplumsal elittin kendini yeniden üretebilmesi olanaksızlaşmıştır. Onlar yıllardan beri sırtlarını ABD’ye dayayıp da çalıştılar ve şimdi Amerika’dan kopunca yıkılacaklarının fark ettiler. Bu yüzden AB elit tabakasının kendi bağımsız gelişim çizgisini


Makale ve Analizler - 2017

113

belirlemesi olanaksızlaşmıştır. Bunun asıl sebebi ise, AB merkezlerinin en önemli CEO-politik konularda karar ayma yetkisini ABD - Atlantik medeniyet merkezine aktarmış olmasında gizlidir. Şimdi AB bu kararları kendisi alabilecek, projeleri kendi başına geliştirebil4ecek için gerekli potansiyeli ve nitelikli elemanları bulamayacaktır. Şimdi Avrupa’nın ana kentlerin sığınmacıların kendileriyle getirdikleri bir çöplüğü andırıyor. Kültür düzeyi eski kültürlerin kalıntılarında yaşıyor. Şöyle bir şey eski kıtanın hali yarı çöplük yarı saray. Sanki bir saray onarılıyor, fakat işlerin hepsi yarım kalmış. Bazı yerlerde eski kabul salonları kalmış, şimdi üzerlerinde mantarlar bitmiştir. Dört bir tarafta insanlar iş elbiseleriyle dolaşıyorlar. Pahalı parke üzerinde bir takım sandıklar taşınıyor. Onarım işleri var gibi. Versay Sarayını Afrikalı konuk işçiler onarmaya çalışıyor. Düzensiz ve rahatsız eden bir ortam... Eğer Avrupa çöküyorsa, durumu öngörebilmek olanaksızdır. Yaşadığımız dünyada, yüzde yüz inanabileceğimiz hiç bir şey yok, belki de Çin’in 20-30 yıl garantili ömrü kalmıştır, diğr ülkelerin hepsi 5 - 6 yıl gibi bir zaman içinde çöküp yok olabilir. Örneğin bir yıl önce Türkiye haritadan silinebilirdi, orada Libya’da olduğu gibi bir iç savaş patlak verebilirdi. Putin olmamış olsa Rusya da olmayabilirdi. Bütün ülke Putin’e bel bağlamıştı. Putin olmasa yarın ne olacağını söylemek zor olurdu, Rusya yarın olacak mı olmayacak mı, çünkü Rusya’nın da dayandığı ideoloji, kurumlar yok. Rusya’yı ayakta tutan Putin’dir, o olmamış olsa, biz olayların ne yöne döneceğini kestirebilecek durumda değiliz. Liberal’ler iktidara geçseler, iç savaş başlayabilir. Bu olursa 1990’daki gibi çöküş yaşarız. Putin siyasetini sürdürecek güçlü bir siyaset adamı da yönetime geçebilir. Biz Putin çerçevesi dışında hiç konuda konuşmaya hazır değiliz. Putin’in hayattan ayrıldığını düşündüğümüzde, Rusya’nın geleceği yine soru işareti altındadır. Sanki şu dönem en istikrarlı olan devlet Çin! Ne ki, Çin’de de pek çok sert iç çelişkiler var. Hindistan’da da amansız iç çelişkiler birikmiş durumdadır. Öyle ki biz, sanki bir geçiş dönemindeyiz. Bunun için Avrupa Birliği’nde parçalanıp dağılma tehlikesi var. AB’de dev boyutlarda eleştirel malzeme birikmiş bekliyor. En kritik durumda bulunan ABD’dir ve bu durumda uzun ömürlü olmasına şans yok. Durum patlama noktasındadır. Avrupa Liberal elit kesimde hızlı bir budalalaşma gözleniyor. Ruh hastalıkları uzmanı Yung, (hepsinin değil fakat birçok ruh hastalıklarının ana nedeninin) entelektüel düzeyin düşüşünden kaynaklandığını savunmuştu. Bir kişi belirli entelektüel düzeyden düştüğünde, farkına varmadan onun ruhunu başka iç güçler ele geçirmeye başlar. Şimdi Avrupa’da olanlar bunlardı ve şu teşhisi koyabiliriz. “Liberal elittin medeniyet düzeyinde (dalaverecilik seviyesinde) seviye alçalması kaydedilmişti.” Çünkü bu Liberal elit hareketlerinden sorumlu değildir. Onların refleksleri duyarsızlaşmış. Düşü-


114

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

nemez olmuşlar. Tutarlı ve sürekli tarihsel tartışma yürütme yeteneklerinden olmuşlar. His delaletine uğramışlar, ruhsal dünyaları fazla yüklenmiş olacak ki, ne olduğunun farkına varamıyorlar. Bununla birlikte onlar, her şeyi çarpıtarak ya da ters göstererek post modern kültürde yaşıyorlar. Şöyle oluyor, şimdiki elit kesim birbirlerinin gözlerine bakarak yok olurken, yerini yeni genç elit almıyor. Bu nedenle ben Avrupa Birliği kaderinin yürekler acısı olacağını öngörebiliyorum. Çağdaş dünyanın genel kadrosu böyle. Sosyolog Kristofer Lesh bu sürecin Amerika’yı giderek sardığını yazdı. Beyaz Saray temsilcilerine bir göz atıldığında, rasyonel sistemli etkinlikte bulunma yeteneğinin adeta kayboluşunun bir ruh hali kayması olarak izlendiğini iddia ediyorum. Bu konseptualizasyon derecesinin düşmesi sonucudur. Türkiye’de de benzer (analojik) olaylar izledim. Ben, Türkiye yönetiminde birçok defa Cumhurbaşkanını ya da meclisi temsil edeceklerine keçi otlatmaları daha hayırlı olacağına inandığım kişilerle karşılaşmak zorunda kaldığımı itiraf ediyorum. Rusya’da da durum aynı... Bu ülkelerde olayların gelişim sürati farklıdır. Fakat “uygarlık düzeyinin düşük olması” genel geçerli trenttir. Kristofor Lesh, “Ayaklanan Elit” adlı bir eser kaleme almıştır. O bu eserinde, geniş halk kitlelerini ahlaksızlık ve edepsizlikle, görüşleri basit ve tutarsız, dinlediği müziği değersiz olmakla ve ilkel alışkanlıkların kurbanı olmakla itham eden elit zümrenin kendi özünde vicdansızlık ve edepsizlik taşıdığını yazdı. Bu nitelikler günümüz elit zümresinin boynuna dolanmıştır. Onun dinlediği müzikler hangisidir? En basit olandır. Basmakalıp klişelerin dinlediğidir. Basitin en basitini dinlerler. Hayat zevkleri ve hedefleri - bunlarda toplumun en alt kesiminden insanların ülkülerini yansıtır. Günümüzde elittin yargı değerleri, seviyesiz proletaryanın, en alt kesimin yargılarıdır. Bu tip insanlar Avrupa’yı ve Rusya’yı, büyük ölçüde Türkiye’yi ve Amerika’yı yönetiyorlar. Şöyle ki “dalavere yapanların düzeyinin daha alt katlara düşmesi” kritik noktaya ulaştığında, düşünür Yung bize bilinçsizliğin (yanı insan oğlunda ancak alt bilinç seviyesinin yapabilecek olduğunu) anlatırken bilinçsizliğin git gide daha da etkin olacağını, insanoğlunun ana karşı koyamaz ve onunla çalışamaz duruma geleceğini yazılarında işlemiştir. Nitekim bilinçsiz olanın saldırıların herhangi bir an rasyonel düşünü perdesini çekecek ve duruma hakim olacak ve yine durumların herhangi birinde kollapsüs (bir daha ayağa kalkamamak üzere yüz üstü düşüş) yaşanacak, insan, elit ve bütün ülke hareketlerinden sorumlu olmama durumuna düşürülecek ve hepsinin akıl hastanelerine toplatılması gerekecektir. Kuşkusuz burada ana sorun, bu kişilerin günümüz ülkelerinde hastanelere nasıl sığdırılacağı konusudur. Bu ülkeler arasında artık ilk adaylar belirdi, ne yazık ki bunların arasında ilk sıralarda Rusya ve Türkiye de bulunuyor. Biz budalalaşmaya ve ruhsuzlaşmaya devam ettiğimizden dolayı, derdine derman bulunmayanların sırasında yer almışız. İnsanlık her zaman aptallaşma sınırı yakı-


Makale ve Analizler - 2017

115

nında dolaşırken, elit bir bütün olarak onlardan hep biraz uzak kalmıştı. Çünkü eskiden şöyle bir kural geçerliydi. Akılı ve rasyonel olanlar aklı ermeyenleri ve pratik olmayanları idare ediyordu. Bu toplumsal yaşamın özünde olan bir şeydi. Şimdiki yönetim model kökten farklıdır. Bizi yönetenler aklı ermeyenler, en aptalların arasında önde gidenlerdir. Bu ise anormal (patolojik) bir seçimdir. Bu, temsili modellerle yönetilen demokrasinin bir içsel özelliği de olabilir. Sonunda toplumun dibinde ve orta katlarında ve yönetim tepesinde hiçbir işe yaramayanlar görev alabiliyorlar. Ahmaklar toplumun alt katında olunca onlara ilgi azdır. Uyur uyanır, dükkana giderek yiyecek alır yer içer yine yatar. Fakat bu model daha büyük boyutlarda ve örneğin parlamentolarda, politik elit, uzmanlar, toplumun en alt kesimi üslup, stil ve zevklerini “kopyalayan saygın kesim” arasında yer bulmaya ve yayılmaya başladığında sistemi çökerten bu oluyor, çünkü onların yönetiminde sistem büzülüyor, silkinerek küçülüyor ve kendini yeniden üretemez duruma geliyor. Neticede toplumun yapısı devrilip yok oluyor. Nu görüşlere dayanarak ben Avrupa Birliği’nin böyle bir kollapsüs yaşayacağına ve yüzüstü düşeceğine inanıyorum. Türkiye ve NATO Türkiye’nin Avrasya Birliği’ne katılması, Avroasya Birliği içinde Rusya ile Türkiye işbirliği hem Rusya ve hem de Türkiye için olağanüstü büyük önem taşıyor. Bu yolda ne gibi engeller beliriyor ve sorunları aşmak için ne gibi önerilerde bulunmak gerekir? Rusya ile iyi ilişkiler geliştirmek, Türkiye’nin toprak bütünlüğünü, devletini ve yönetimin devamlılığını koruya bilmesi için anahtar konumdadır. Bu ilişkiler çok değişik olabilir, hatta karşılıklı ilişkilere saygı düzeyinde de geliştirilebilir. Bu artık bina edilmiştir. Günümüzde Erdoğan ile Putin arasındaki ilişkilerin düzeyi, karşılıklı saygıya ve her iki ülkenin kendi menfaatlerini savunması temeline oturtulmuştur. İlişkilerimizdeki bu çizgi asgari düzeyde olsa bile devam ettikçe, Türkiye’de toprak bütünlüğünü koruyabilme şansı olacak, çünkü iki ülke olarak biz, savaş eşiğindeyken, Türkiye parçalanma, bölünme çizgisindeydi. Rusya için bu çok kötü olacaktı, Türkiye içinde bir sondu. Durumda dağlar kadar fark var. Türkiye böyle bir çatışmadan sonra haritadan silinebilirdi, Rusya ise çok derin bir yara alacaktı. Bir çatışmada, insan ölebilir ya da çok ciddi bir yara alabilir, biz bu yarayı alacaktık da, Türkiye ise yok olacaktı, Libya veya Suriye’ye dönüşecekti. Sorun buydu. Bizi böyle bir çatışmaya itmeye çalıştılar. Bizi ciddi surette yaralamak, Türkiye’yi ise çarmıha germek, Irak, Suriye, Libya veya başka benzer bir ülke haline getirmek vardı planlarında. Bunu iyi anlamak çok önemlidir. Savaş başlasaydı, Türkiye’den bir şey kalmayabilirdi, Rusya’da kansız kalacaktı. Rusya


116

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

çok ağır bir duruma düşecekti. Türkiye ile bir çatışma Rusya’yı ölümcül yaralayabilirdi, Türkler iyi savaşır, Türkiye ciddi ve büyük bir siyasi güçtür. Bu çatışmadan Rusya içinde İslamcı ciddi bir protesto baş gösterirdi. Rusya’daki Türkî haklar ayaklanırdı. Sovyetler Birliği sınırlarında yaşayan Türki halkların tepkisi güçlü olurdu. Bu, Rusya için çok büyük bir kaza olacaktı. Bu çatışmadan Rusya sağ çıkabilirdi, fakat Türkiye için şans yoktu. Türklerin böyle bir çatılmaya asla girmemesi gerekirdi. Biz de bu çatışmadan uzak durmak için elimizden geleni yaptık. İlişkilerimizi yeniden karşılıklı saygı rayları üzerine oturttuk, çatışma tehlikesini kaldırdık, Suriye, Irak, Kürt, bazı iç sorunlar konusunda biz Türkiye ile anlaşırız, gelişmeler karşılıklı yarar temelinde gelişecektir. Kanımca Rusya, Türkiye ve İran arasında yeni bir stratejik Birlik antlaşması imzalanmalıdır. Bu stratejik üçken yeni düzey olacaktır. Adına Avroasya üçgeni diyebiliriz Mutlaka ŞOS veya AVRAZES gibi yapılara katılmamız gerekmeyebilir. Girsek de olur, katılmaya da biliriz. Biz, 2 İslam devleti ve Rusya 3 devlet olarak askeri-stratejik ve askeri-politik birlik örgütleyebilirsek bütün bölgenin güvenlik sorunlarını birlikte çözmüş oluruz. Bu birliğe Suriye ve Irak da katılabilir, hatta Libya ve Mısır da yanımıza gelir. Burada önemli olan 3 merkezli güç odağını oluşturmaktır. Bu güç dev güç Moskova, Ankara Tahran odaklı olur. Bu üç güçten her birinin artısı ve eksiği var. Her birimizin etki alanı, sınırı ve limiti var, fakat birlikte biz yenilmez bir güç oluşturabiliriz. Biz eşit haklı, eşit ağırlık ve eşit olan dev üç gün olabiliriz. Sözünü ettiğim ikinci aşama budur. Şu dönem ilişkilerimiz mükemmeldir. Bu olunca, Türkiye için toprak bütünlüğünü en güvenli bir şekilde korumasıyla birlikte, Rusya ve İran ile birlikte birçok çevresinde sivrilen, Kürt faktörü gibi bölgesel önemli sorunu da çözebilme olanakları da kendiliğinden güçlenecek. Böylece bir Irak’a, Körfez ülkelerine, Mısır ve Libya’ya ayak basmış olurken, Suriye’deki etkimiz artacak ve öyle ki ortak adımlarımızla Türkiye’nin bölgedeki konumunu daha da artırabileceğiz. Bu işlerde İran ve Rusya faktörlerini göz ardı edilmezken, Avrupa ve Amerikayı saf dışı bırakmak gerekecektir. Kuşkusuz, Türkiye’nin uzun zaman egemenliğinin güvencesi olan NATO’dan çıkması gerekecektir. Bu, Türkiye açısından çok önemli bir adım olacaktır. Biz her dönem NATO’ya karşıydık, fakat bu başka bir konudur. Stalin Rusyası Türkiye’yi tehdit ediyordu. Bunun gerçek tehdit olup olmadığı konusunda tartışmak istemiyorum. Türkiye’nin kendi egemenliğini savunma hakkına saygılı olmamız gerekir, tek başına bu yapabilecek durumda olmadığı da ortadaydı. O dönemin hesapları ve dengeleri böyleydi. Ne ki, şimdi NATO savunma işlevi yapamıyor. Tayip Erdoğan’ı devirmek amacıyla askeri darbe hazırlıklarını yapan NATO ve ABD idi. Kürt ateşini körükleyen NATO oldu. Bu nedenle biz bugün artık NATO’nun güvenlik güvencesi olmadığını dikkate alarak, NATO’nun Türkiye için en büyük tehlike olduğuna vurgu yapıyoruz. Türkiye’nin NATO üyesi kalması ül-


Makale ve Analizler - 2017

117

kenin milli çıkarlarına uyumlu değildir, fakat bu konuda son kararı alacak olan Türklerin kendisidir. . Türkiye NATO’ya toprak bütünlüğünü korumak için girmişti. Bugün her şey değişti ve NATO üyeliği en büyük tehlikeye dönüştü. Önceleri tehlike kaynağı bizdik, NATO güvenlik gücüydü, şimdi gerginlik ve tehlike Amerika’dan geliyor. Türkiye’nin güvenliğini sağlayabilmeye ilişkin stratejik sorunlarını çözebilmek için Rusya ve İran’la birlikte olması gerekiyor. Türkiye’nin güvenliğini garantilemek için öncelikle İran’la birlik olması, Rusya ve İranla müttefik olması gerekiyor.Çünkü yalnız Rusya ve Türkiye bölgesel güvenliği sağlamakta güçlük çekebilir, çünkü şii etmeni çok önemli bir faktördür ve biz onu görmezlikten gelemeyiz, Şiilerin Batı düşmanı ve Avroasya yandaşı konuma çekilmesi gerekir. Bu bizim çok önemli saydığımız bir artımızdır. Nitekim Türkler suni, İranlılar şii ve Ruslar ise Doğu Ortodoks Hıristiyan’dır ve biz üç devlet olarak bu konudaki tüm sorunları birlikte başarılı çözebiliriz. Bu alanda ben çok daha yakın işbirliği olanakları da görebiliyorum. Eyalet sistemi kurabiliriz. Ruzya eyaleti, Türkiye eyaleti ve İran eyaleti. Sınırlar açılır ama her eyalet kendi milli kimliğini, egemenliğini ve toprak bütünlüğünü koruyarak, ortak enerji ve ekonomi oluşturabiliriz. Böyle bir modele geçilmesi gelecekte olanaklı olabilir. Rusya Türkiye ile Türkiye İran’la, Rusya İran’la tarih boyu savaş etmiştir. Bu 3 güçlü devlet birbirini frenlemiştir. Şimdi biz bunu aşabilirsek dünyaya sahip olacak çok güçlü bir kutup oluşturabiliriz ki, dünyanın anahtarlarını elimize geçirmiş oluruz. Rusya kendisi ,Türkiye ve İran gibi çok güçlü 2 müttefikle birleşmeden bu güce tek başına asla sahip olamaz, birlikte olursak dünya üzerindeki egemenliği üçe bölebiliriz. Bu üç devletin bileği asla bükülemez. Güç olarak ancak Çin’le karşılaştırılabiliriz. Tabii Çin farklı bir konudur. Çin siyasi ve ekonomik olarak ayrı ayrı her birimizden daha güçlü olsa da, birleştiğimizde her konuda görüşümüzü işitmek isteyecektir. Birlikte olunca biz Çin’den güçlü oluruz ve bölgemizdeki ülkeler teker teker ya da birlikte bizimle uyum sağlamak zorunda kalacaktır. Üç devlet dünyanın yeni güçlü kutbunu oluşturduğunda Hindistan, Pakistan, Afganistan, Güney Kafkasya ve Orta Asya ülkeleri seçim yapmak zorunda kalacaklardır. Benim görüşümce bu yönde aşama aşama ilerlemeliyiz. İlk olarak elde ettiklerimizi ve bizim için değerli olanı korumalıyız. İkinci olarak Türkiye NATO’dan ayrıldıktan sonra başka biç bir gücü davet etmeden İran’la müttefikliği sağlamak ve daha büyük ve kapsamlı bir bütünleşmeye yönelmeliyiz. Bu yönde bize en büyük engeller, birliğimizi gözden düşürmeye çalışacak olan küreselciler, Atlantikçiler, Atlantikçi Batı yandaşı elitlerden gelecektir. Onlar, Rusya demokratik bir ülke değildir diyeceklerdir. Türkiye’ deki milliyetçilik etkeninin kışkırtmaya çalışacaklardır.


118

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Rusya’da da milliyetçilik ve Türk düşmanlığı kışkırtma etkenini ateşleyebilirler. Bu üçlü birliğin kurulmasını baltalamak amacıyla Atlantikçiler ellerinden geleni arkaya bırakmayacaklardır. Bundan dolayı biz düşmanlarımızın birleşmemizi engellemek için kullanacakları delilleri değerlendirerek onlara hak ettikleri yanıtı vermeliyiz. Bizi boş bulmamalıdırlar. Suriye’nin Geleceği Rusya, Suriye’de devamlılık gösterdi; ülkenin toprak bütünlüğünü koruyabildi; küreselcilerin saldırılarının yolunu kesti. Şöyle ki, tek kutuplu dünyanın bundan böyle tek kutuplu olmadığına en büyük kanıt Suriye oldu. Bura artık onun ya da bunun Esat rejimini desteklediği veya desteklemediği önem taşımıyor.Amerika eli altında tuttuğu şu ya da bu güçleri bazı konularda kandırsa bile, düşündüklerinin olacağına güvence yoktur. Rusya bu sorunun çok daha karmaşık olduğunu gösterdi ve yeryüzünde Suriye’nin geleceğini belirleyen bir tek güç olmadığını kesin olarak ortaya koydu. Bu nedenle, Suriye yeni dünya’nın sembolüdür. İran ve Irak’la birlikte Rusya Suriye’nin toprak bütünlüğünü koruyabildiyse, gelişmeler ve durum artık eskisi gibi değildir. Suriye problemi bundan böyle çatışmaya katılan tüm tarafların yani Türkmenlerin, Kürtlerin, sunilerin, Alevilerin, Esat taraftarları ve hasımlarının çıkarları dikkate alınarak ve korunarak demokratik yollardan çözülecektir. Bu gelişmelerde çok önemli 2 adım atılabildi. 1) Amerikanın DEAŞ’a desteği ilkesel olarak çok büyük ölçülerde azaldı. 2) Arap Suni Koalisyonu Katar ve Suudi Arabistan olarak ikiye bölündü. Bir önceki aşamada Katar tarafından ve dolaylı yollardan Türkiye tarafından desteklenen Sülfitler kişiliğinde kökten İslam destek yitirdi. Bu modül artık savaş dışı kaldı ve kökten dinci İslam’ın en saldırgan kesimiyle daha kolay hesaplaşma zamanı gelmiş bulunuyor. Suriye’de artık daha olumlu bir ortamda bulunduğumuza inanıyorum. Putin dünyanın artık tek kutuplu olmadığını gösterebildi ve destek buldu. Recep Tayyip. Erdoğan, biraz gecikmeli de olsa bu konuma artık gelmiş bulunuyor. Şimdi bir ortak sözleşme imzalayarak, suni biçimde şişirilen DEAŞ’ı bitirmek gerek. Bu sözleşmenin imzalandığı an DEAŞ birden 5 defa küçülecektir. Ardından da oldukça zor bir süreç olan Suriye’nin toprak bütünlüğünü ve birliğini sağlama çabaları başlayacaktır. Suriye yeni siyasi gerçeklik bina etmek zorundadır. Günümüzün zafer kazanan güçlerinin hepsinin katılımıyla çok dikkatli ve yavaş yavaş olmak üzere yeni bir süreç başlayacaktır. Türkiye’nin zafer kazanan taraflarla ortaklık kurması Suriye’de yeni siyaset yapılanırken isteklerinin dikkate alınmasını sağlayacaktır. Son olarak da Türkiye’de 15 Temmuz 2016 başarısız darbe denemesiyle ilgili şunları eklemek istiyorum. Darbe denemesi çok ciddi bir saldırıydı. Ben Irak Kürtleriyle görüştüm. Onlar bana Kürtlerin bu darbeden önceden haberdar olduklarını ve bir ayaklanma baş-


Makale ve Analizler - 2017

119

latmak için de hazırlık görmüş olduklarını paylaştılar. Öyle ki, Türkiye pazarlıkları önceden yapılmış ve defter kapanmıştı. Başkan Erdoğan’ın yönettiği siyaset hattı doğru olmamış olsaydı, ordu vatana sahip çıkmasaydı, Kemalistler onu tutmamış olsalardı ve Rusya destek eli uzatmasaydı, Erdoğan’ın kendisi, Erdoğan rejimi ve Türkiye kurtarılamayacaktı. Dolayısıyla, Gülenciler bir buzdağının yalnızca tepesiymiş, NATO ile uzaktan yakından ilişkisi olan tüm güçler, Amerikan birimlerine elini ve gönlünü kaptırmış olanların hepsi, Gülencilerle birlikte Batı’ya şu ya da bu şekilde bağlı olanların tümünde Türkiye’ye, Türk devletine, Erdoğan rejimine ihanet düğümü birdir, hepsi aynı ağın ayrı ayrı düğümleridir. Biz Türkiye’de her ay binlerce kişinin işten atıldığını, birçoklarının içerde olduğunu biliyoruz. Yapılanlar hiçbir şeyin sonu değil kuşkusuz, çünkü Türk toplumunda insanların ruhu Atlantik güçlerince mayalanmış olsa da, hepsinin Gülenci olmadığını da biliyoruz. Atlantik Paktı tarafından gerçekleştirilen bu darbe girişimiyle Türkiye parçalanmak istendi. Herkes Gülenci olmadığından dolayı sorguların daha derine inmesi gerekiyor. Ne var ki, Türkiye’nin Gülencilerden gerçekten kurtulabilmesi için NATO’dan çıkması ya da Rusya ve İran’la yeni bir askeri pakta buluşması gerekiyor. Türkiye’nin gerçek egemenliği o zaman birden bire güçlenecek. Türkiye NATO’da kalmaya devam ettikçe gerçek egemen bir ülke olamaz. Şu dönem Türkiye ile Rusya arasında askersel teknik işbirliği gelişmeye başladı. Bu işbirliği Çin’le ya da başka bir ülkeyle gerçekleşse, Türkiye yine egemen olamayacaktır. Türkiye’nin bağımsız ve egemen bir devlet olması gerekir. Şimdi o bambaşka planları olan Atlantik Paktı sistemindedir. Trump’la ilişkiler çok fazla gergin olmasa da, Amerika Başkanı Erdoğan’ı sevmiyor, öyleyse askeri üslerden Türkiye lehinde nasıl yararlansın. Hiç bir şeye inanmamak gerekir. Türkiye’nin NATO üyeliği bugün ülkenin güvenliğinin güvencesi değildir, tam tersine T.C. güvenliği için tehlike oluşturuyor. Bir yıl önce 15 Temmuzda Türkiye’deki askeri darbeyi sipariş eden NATO’dur, bu emirleri verenler Barak Obama, Bill Clinton bürokratlarıdır. Halen Trump’un iktidarda olmasından faydalanmak gerekir. Türkiye NATO’dan çıkıp egemenliğini elde etmelidir. Elde ettiğimiz bilgilere göre, Türkiye’de göbekten F. Güllenle bağlı çok ciddi gruplar konumlarından ödün vermiyor ve durumlarını koruyabiliyorlar. Şunu belirtiyorum. Bu gruplar, darbe kışkırtan güçlerden çok daha derindir. Başka bir değişle Türkiye’de henüz buz dağının tepesi temizleniyor.


120

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Faşistler Bize “Tahtakurusu” Dediler

Rafet Ulutürk-13.Ekim.2017

Konu: Sofya meclisinde kin ve nefret dili köpürüyor Bu hafta Bulgar parlamentosu kürsüsünden en fazla duyulan 4 söz vardı: Tahtakurusu, faşist, aşırı milliyetçiler ve komünistler. Dilimizde “güveç çömlek içinde ne varsa ona kokar” değimi vardır. Bulgar parlamentosu da öyle üçte biri siyasi polis (DC) ajanı, bir kısmı itfaiyeci, korucu, başka bir bölümü NATO ordusuna alınmamış subay, başka bir grup Moskova Akademilerinde diplomasi okumuş ama Büyükelçi olamamış heveslilerden oluşuyor. Nitekim çok önemli bir grup ise Avrupa Konseyi tarafından “faşist” olarak nitelenen güya “yurtsever” parti temsilcilerinin bileşimini oluştururken, en küçük grup ise, son 28 yılda işveren ve tüccar kılıflarına girip çıkmış ve savcılığa ve mahkemeye düşmemek ve içeri girmemek için meclis sandalyesini seçen kişilerdir. Kuşkusuz mecliste kimliksiz, ruhsuzlaşmış, milli çıkarlarımızı satmış ya da doğrudan doğruya bugün de dış merkezlere hizmet eden, etnik düşmanlık körükleyen ya da daha sözüm ona “soya dönüş sürecinden” elleri kanlı, ruhları yaralı, düşmanlıkları kudurmuş, huzur bulamayan tipler var. Bu son gruptan biri olan Avrupa Komisyonu’nun “faşist” olarak tanımladığı sözde “yurtseverlerin” önemli kişilerinden biri olan milletvekili Valentin Kasabov meclis kürsüsünden yaptığı konuşmada Bulgaristan azınlıklarına Türklere, Çingenelere, Pomaklara, Tatarlara ve Gagavuzlara “tahtabiti” dedi ve “sizi ezip temizleyeceğiz” vurgusu yaptı. Irkçı Kasabov’un şefi durumunda olan “Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Milli Cephe” partisi Başkanı ve Başbakan Borisov hükumetinde Başbakan Yardımcısı olan Valeri Simyonov ise Bulgaristan’da nüfusun artık üçte birini oluşturan ve 2050 yılında yarıdan fazlası olması beklenen Çingene nüfus Bayanlarına “köpek dişisi”, “kösnük domuz” dedi. Faşist grubu ele başlarından biri olan “Ataka” partisi başkanı Volen Siderov Sofya “Malaşevtsi” meydanında Çingenelere hitaben “hepinizden sabun yapacağız” demişti. Ne var ki, Kasabov mecliste konuştu. Bulgaristan bir parlamenter demokrasidir ve meclis tahtakurusu gibi ezilmemizi kararlaştırırsa, vay halimize. Tüm bunlar söyleniyor, yumruklar sıkılıyor, küfür ve tehditler köpürüyor, Bulgaristan nüfusunun yarıdan fazlasına “tahta kurusu” deniyor, fakat Başsavcı Tsatsarov, Başsavcılık, nöbetçi savcılar, Başbakan Borisov, Bakanlar Kurulu susuyor, kulaklarını tıkamış işitmezden geliyor, oysa zaten olmayan haklarımız açıktan açığa çiğneniyor, ezilip vatanımızdan atılmak isteniyoruz. Her konuda duyarlılık


Makale ve Analizler - 2017

121

gösteren ABD, İngiliz, Fransa ve Almanya ve diğer Büyükelçiler de sanki görev başında değil, Helsinki, Viyana, Mastriit sözleşmelerini, insan hakları belgelerini imzaladınız “hey ne oluyor, kim kimi eziyor, memlekete” demiyorlar. “Biz adaletten ve vatandaş toplumundan ve hak eşitliğinden” yanayız laf kalpazanlığında bulunan Brüksel bürokratları da ses çıkarmıyor. Burada şu özelliğe dikkat çekmek isteriz. Bulgaristan etnik azınlıklarının sorunları düne kadar, yanı İspanya / Katalan halkı % 92 oy verip “bağımsızlık” deyene kadar, 27 Avrupa Birliği ülkesi arasında “etnik sorunları en ciddi ve en acil çözüm bekleyen halk topluluklarının” başında geliyorduk. Barselona olayları, “Katalan bağımsızlık hareketi” etnik konuların bir an önce çözülmesinde bizi ikinci sıraya itti. Biz 700 bin kişiyi birden sokaklara çıkamadık, çünkü büyük bir kısmımız 1989 Mayısında toplama kamplarında, sürgünde, hapiste, zindanda bulunuyorduk. Fakat 2 253 365 Türk, 480 bin Pomak ve 800 binden fazla Çingene tek yürek, tek ruh ve tek hedefte birleştik ve direndik. Elleri kolları, vicdan ve ruhları Türk kanıyla bulanmış Valeri Simyonov ve Valentin Kasabov gibi faşistleri yeniden kudurtan olay şu oldu: Hak ve Özgürlük Partisi (HÖH) Genel Başkanı Mustafa Karadayı halk meclisi kürsüsünden 3 faşist partinin (“Ataka”, VMRO ve Yurtsever Cephe) iktidardan sökülüp siyaset dışına atılması isteği oldu. Karadayı, bunu yapmazsa GERB - Borisov - faşistler kabinesinin hemen istifa etmesinde direnince, Bulgaristan Sosyalist Parti (BSP) ve üçüncü muhalefet gücü olan “Volya” (İrade) partisi tarafından desteklendi. İki oy farkla hükumet olan iktidar eliti son haftalarda art arda çok ciddi darbeler aldı. 2 milletvekili için mecliste oylama yapıldı “dili uzun” GERB milletvekili Anton Todorov milletvekili sandalyesini boşalttı, meclis köftecisindeki yeri de boş kaldı. Haskovo milletvekili Delyan Dobrev’in belediye düzeyinde hısım akraba, bacanak çotanak, dost-arkadaş ağıyla milyonlar sömürme ağı açıklanınca, GERB Başkanı Boyko Borisov “istifasını ver ve uzaklaş” emrini verse de, aynı sofraya iyice yerleşmiş olan milletvekili arkadaşları Dobrov’e kıyamadılar. İlk kez olmak üzere iktidar partisi ve hükümet başkanı Borisov’un “hatırı üzerine toz kondu”, “sözünün artık pek geçmediği” ortaya çıktı. Bu olaydan 5 gün sonra GERB meclis grubu başkanı Tsvetan Tsvetanov hemen Berlin’e çağrıldı ve 21 Kasım’da Sofya’da toplanacak GERB Halk Kurultayında Başkan değişikliği ve Yönetim Kurulunda yenilenme yapılacağı açıklandı. Bir kurultayda yani bir yıkamada 400 kilo sucuk lekeleri, Haskovo, Gabrovo, Stara Zagora, Botevgrat, Velingrat, Pernik ve daha birçok belediyede mantarlaşmış kokuşmuş rüşvet olayları pisliğinin temizlenebileceğine inanan olmadığı biliniyor. Rüşvet demişken, Bulgaristan gerçekliğindeki siyaset alanında özgürlüklerin yerine yerleşen rüşvetçilik o denli bayağılaştı ve toplumun yönetimin elit tabakasını öylesine sardı ve boğaz-


122

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ladı ki, Cumhurbaşkanı Radev’in Rüşvetle Mücadele Milli Komisyonu kurulma önerisine siyasi elitten pek kimse gelmedi. Gelmediler çünkü Bulgaristan’da “rüşvet” (komisyon) dendiğinde herkesin bakışı SARAY’a dönüyor. “Saray” dendiğinde bizim anakentte akla gelen HÖH kurucu başkanı ve şimdiki fahri lideri Ahmet Doğan’ın yaşadığı 2 katlı, korumalı, bahçeli, köpek kulübesi olan ve avlusunda birkaç tavus kuşu dolaşan yer akla geliyor. Doğan hakkında rağbetinden düşmüş, ajanlık günlerini doldurmuş biridir desem, 2013’ten beri bu binanın içinde mahkûm gibi kaldığını düşündükçe, belki de içine düştüğü bu son tuzaktan kurtulmak ister diye düşündüğümü itiraf ediyorum. Bulgaristan Türklerini bir türlü sevemeyen, insanlarımıza, kardeşlerimize kötülük yapmaktan zevk alan bu suni “hain - lider” olayları bir daha karıştırıp da iğrenç planlarını yani Türklerin Türklüğünü ruhlarından söküp alma planını yeni baştan bir daha uygulamak mı istiyor sorusu güncelleşiveriyor. Çünkü “Bulgar Etnik Modeli” olarak 20 yıldan beri uygulanan bu plan eriterek asimilasyon zorlaması olarak bu defa da bekledikleri sonuçları vermedi. Fakat rüşvet konusunda olay bu değildir. Çünkü 1995 - 1997 yılları arasında BSP Başkanı Jan Videnov’un Başbakanlık yaptığı dönemde, bir sol partinin gerçekleştirdiği bir sağ talancı özelleştirme uygulanırken, “Multi Grup” ejderhası eliyle Bulgaristan’da kalan Türk, Pomak ve Çingenelerin özelleştirme bonolarına el atarak alacağını alan Doğan, o günden sonra bu kadar büyük bir rüşvet-vurgunu yapamadı. 2007’de AB’ye girdikten sonra Brüksel’den gelen fon paralarının paylaşılması işlerini yönetirken de sırtındaki çuvala ortakları olduğundan pek tıkınamadı. Fakat şimdi aşırı milliyetçi, dedeleri nazı subayı katil olan bugünün faşist sözde “yurtseverler” ile kapışmamız para pul, komisyon ya da bahşiş için değil. Kuduran faşistler bu defa bizi yılda 280 bin ton tütün üreten güçlü bir elleri katranlı emekçi kitlesi olarak görmüyor. Bulgaristan’ın bütün madenlerinde dağların bağrını delen, ağır sanayi tesislerinde kurşun, çinko, bakır, demir çelik döken nasırlı elliler ordusu olarak da değil. Ormancılar, hayvan bakıcılar, güzellik doğuranlar, yaşama hayat verenler olarak da değil ancak tahtakurusu, pis kokan tahtabiti olarak görüyor ve ezmek istiyorlar. Bildikleri bir şey olmalı? Doğan zavallılarımızdan vazgeçmiş olmasın?! Vurun bitirin mi dedi dersiniz?!


Makale ve Analizler - 2017

123

Olabilir... Çünkü “Ataka” faşistlerini kendilerinden geçtikleri, hayatın ne olduğunu unuttukları derinliklerin derinliğinden onları deste deste paralarla sulayarak çıkaran Ahmet Doğan’dı. Bulgaristan’da bir milyon 600 bin levayı kimse kimseye vermez. O çıkardı verdi. 24 ayar faşist Volen Siderov’a bu parayı verirken ona bir de “büyük ödev” verdi. Türklere karşı havlayacaksın. Böğürerek, kudurmuş gibi kükreyeceksin! Dedi. O da kükrüyor. Düşmanımız olmasını istedi. Korku içinde yaşayanlar uyumaz. Uyumasınlar ve bana oy versinler zihniyetiyle karar aldı. Düşman köpek 13-14 yaşına girdi, dili uzadı. Görüyorsunuz. Bize “tahta kurusu”, “ezeceğiz” diye baranların ocağına benzin atıyor. “Soya dönüş süreci” yıllarında döktükleri kan ellerinden çıkmayan, zulüm sarhoşluğundan kurtulamayan GERB itfaiyecileri içlerindeki Türk düşmanlığı ateşini hala söndüremediler. İktidar ortaklarına, yılan dilli Kasabovlara, hicran küpü Başbakan yardımcısı Simyonov’a, Siderov’a ve elit-ekiplerine susun, durun, bayrakları indirin, onlar da bu memleketin vatandaşlarıdır d(iy)emedi. Yazıklar olsun. Bulgaristan Türklerini devlet kurumlarından, bürokrasiden söktüler, etmedi şimdi de tahtakurusu gibi ezeceklermiş. Kokuyormuşuz. Evet ağzımız açlıktan kokuyor, çünkü memleketimizi yönetemiyorsunuz. Çünkü tarlalarımız nadas kaldı, köylerimiz boş, dere tepe yılan yuvası oldu, her yere düşmanlık kaleleri çekiliyor. Bu işlerden sorumlu olan da sensin ajan başı Ahmet Bey. CDC hükümetini BKP emriyle düşüren sensin. Halkımızı aldatıp Madrit’e gittin faşistlerin varisi II. Simyon’u Sofya’ya çağırdın. Başbakanlığını destekledin. Bizim fikrimizi almadan bizi temsil ettin. Halkımı insan yerine koymadın. Aldattın, yalandırdın, tuzağa düşürdün, zor günler yaşattın ve tahtakurusu durumuna getirdin. Amma sanma ki bunlar yanına kalacaaak... Sana ve partine, rüşvette doymayanlara, özümüzü yok etmek isteyenlere, hainlere, bizi düşman tuzaklarına düşürenlere bir daha oy yok... Uyanalım arkadaşlar uyanalım. Bu hainleri hak ettikleri yere gönderelim. Okuduğunuz için teşekkür ederim. Lütfen çevrenizle paylaşınız. Halkımızın uyanmasına vesile olunuz.


124

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yarım Kalan Şiirler

Neriman Eralp Kalyoncuoğlu-16.Ekim.2017

Konu: Şiirleşmeyen mücadele zafere ulaşamaz. Onlar varsa biz de varız! Adım gitti, sözüm gitti Bir çift gözüm gitti Özüm, öküzüm gitti Ama özüm gene sende Bulgaria” Ölümünün 10. yılını andığımız şairimiz ve ünlü ses sanatçımız Osman Aziz Koşukavağa (Krumovgrad) bağlı Alfatlı (Neofit Bozveli) köyünden çekilmişti Bulgaristan’da Türk kimliği olarak dalgalanan ve halkımızın yüreğini dalgalandıran şerefli yoluna. O alkışı ve ihaneti gören, her zaman her şeyden çok halkımızı seven bir yaratıcıydı. 7 kardeşli bir aileden Koşukavak Türk lisesine inen, başarıyla bitiren ve Sofya “Kliment Ohridski” Üniversitesi Türk Filolojisi’ne kaydını yaptırana kadar kitap başında gecelerini gündüz etti. Günümüze kadar yaşanabilseydi 80 yaşında olacaktı, derken 1959’da “Halk Gençliği” gazetesinde çıkan şu satırları gözüme: Yıldız göçer izi kalır İlk sevdadan sızı kalır Şair adam ölünce Birkaç satır yazı kalır. Osman Aziz’in ardında 1965’te “Büyük Ateş”, 2000’de “Güllerin Kokusu”, “Canlarım Türküler”, “Aynalar yolumu kesti” (Bulgaristan Türk kimliği davasının yiğit yaratıcısı, 23 yıl hapis yatan, şair Nuri Turgut Adalı) ve başka yazı ve derlemeler, 300 Türkü ve kimliğimizi yüreklendiren yüzlerce yüzlerce buluşma, öyküleme ve birlikte olma kaldı. Tanıdığımız yaratıcı ve sanatçı Bulgaristan Türk halkının kaderine ıslak ıslak bakmış ve sonsuz bir yürek coşkusu ve anlatılmaya dil varmayan bir acıyla yansıtmış ve yankılamıştır. Bir Hoca oğlu olan Bulgaristan Türklerinin eli öpülesi, aziz hatırası sonsuz yaşatılmaya değer, aziz hatırası önünde boyun eğilesi, “eli öpülesi” bir büyük evladı olarak yaşamıştır.


Makale ve Analizler - 2017

125

Osman Aiz Bulgar devletinin Türkleri Bulgarlaştırma çabalarına çomak sokan büyük kardeşlerimizden, ağabeylerimizden biriydi. Uzun yıllar Tiyatro sahnelerinde, abalı poturlü, sarıklı rollerde Türklük yaşattı. “Deryalar” öyküsüyle Arda boylarında, Kırcaali köylerinde yaşayan kardeşlerimizin acısını sulara akıtıp gömdü. “Ey Kırcaali Güzel Şehir” bestesinde hayallerimizi yaşattı vs. Sanatçı Osman Aziz Bulgaristan Türklerinin ne halde olduğunu biliyordu. Radyodaki sesiyle her haneye Türklük taşıyordu. Biz sözlü kültürü seven bir halkız. Bir adamın bizden biri olup olmadığını sesinden anlarız. Dinleyicilerimiz onun sesinde, vurgulama ve duraklamalarında gerçeği buluyor, Türklüğümüze ayar veriyordu. Yaratıcı Osman Aziz iki yüzlülüğü sevmeyen bir yaratıcıydı. Özellikle 1985 - 1989 yılları arasındaki çok acılı yılları ikili yaşamak zorunda kalmıştı. Gece yaratıyor, yazıyor çiziyor, fikirlerini, sesinin işitilmesi yasaklandığı için eserlerini ezberinde, dipsiz bir dolapta biriktiriyordu. Hapishanedeki yaratıcılarımızın şiirlerini ve bestelerini belleklerine derin kazıdıkları gibi. Baskı, terör ve zulüm karanlığının çok koyulaştığı 1988’in kara bulutlu bir gecesinde, perdeyi çekmiş bir yıldız arar gibi pencereden gökyüzüne baktığı bir an şu satırlar kağıt üzerine akıvermişti: İnsan ölür Kırk acı bırakırmış yakınlarına Ve kırk günde çıkarmış acılar Yani her gün bir azı... Tek bir acı kalırmış, bacı sonrasız, Geri dönememenin acısı. İşte yalnız bu acının Yokmuş ilacı. Bendekiler acı değil, bacı, Bendekiler iki onmaz sancı. Ne ana baba Ne evlat acısı Bendekilerin, bacı, bendekilerin Biri yarı kalan şiirlerimizn Bir de hala yasak olan Şarkılarımın acısı.


126

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Zulmün acısını can dostlarına gece şiirlerinde anlatırken bir defasında şöyle demişti: 1 Bu gece öyle bir aklık var ki içimde Ölüm bile alamaz Bir inanç ki gözümde Karanlıkta kalamaz... 2 Anam hep sabaha karşı mayalardı ekmeği Erkekn erken pişirirdi bildiğince Oysa benim bu gecem de boşa geçti Bir şiir yazamadım anamın dilince! Direnen yaratıcı Osman Aziz “Şarkılarımı gece söylerim yıllar yılı” şiiriyle Todor Jivkov dikta rejiminin insan haklarımızı çiğnemesini ve bizi dilsiz ve dinsiz, geçmişsiz ve geleceksiz bırakarak asimile etme siyasetine şöyle başkaldırmıştı: Yasak Şarkılarımı içinden söylerim yıllar yılı Dudaklarımı kımıldıyor görenler Acıdılar, biraz da gülümseyerek Üşütmüş zavallı, diyerek. İşte şimdi de tramvayda yine Bir hanımefendi Bir başka türlü bakıyor yüzüme...

Dudaklarım böylece kımıldar durur Yıllar yılı, hep böyle... Ne var, hanımefendi, ne var burası Tramvaysa, ya da sokaksa; İnsan gizli söyler şarkılarını Şarkılar yasaksa... Şarkılarımı içimden söylerim yıllar yılı...

Şair Osman Aziz umut dolu bir yaratıcıydı. Basamadığı şiirlerinde serpilip açar mutluluğun şu renklerini bulduk: Düş ve Gerçek Baharların baharıyım, dedin. Ya benim gülüm nerede? Bütün yolların yolcusuyum, dedin Ya benim yollarım nerede?

Gül burada, dedi yol burada Bahar burada, yar burada Oysa yar benden vazgeçmiş Mevsimlerden kış burada.


Makale ve Analizler - 2017 Gülüm dedin içli içli ağladın Dizeler okudun hece hece Dizelerde boran vardı, kar vardı, ölüm vardı

127

Ben boş verdim hepsine... Düşümde çiçek açtı Yağmur yağdı bütün gece...

Türkçemizin bayrağı olan sanatçı ve yaratıcı Osman Aziz, “Unutuyoruz Türkçemizi” şiirinde en derin acılarını şu şekilde dile getirmiştir: Unutuyoruz Türkçemizi Unutuyoruz Türkçeyi Aşkın dilini Dilini şiirin. Kıza bakıyorum şaşkın şaşkın: Neydi Türkçe adı Güzelliğin? Sevene bağlanmak varsa Adı kesin Türkçedir. Gamze oluşuyorsa yanakta Kalbi delen burgusu Türkçedendir. Sevmek sevilmek varsa dünyada Sevgiden kahrolmak varsa Adı Türkçedir; Sevmek Türkçe’de güzeldir gülüm Tanrıdan dilek de Türkçe dilenmelidir. Aşkın yeri yurdu varsa Aramayın başka yerde Türkçeden başlar; Aşkın zehiri de olsa Türkçede içilir Ölürse insan aşk uğruna Kefeni Türkçe biçilir

Gözyaşı varsa aşkta Türkçe akar Ayrılık varsa, çılgınlık varsa, Hasret yakarsa Tanrının emriyle Türkçe yakar Baharı geldi mi aşkın Türkçe açar çiçek çiçek Türkçe kokar Yenilmek varsa aşkta Aşk insanı Türkçe yener. Delice seviniyorsan severken Acılar Türkçe diner Aşkın en güzel türküsü Türkçe söylenir Aldatmak aldanmak varsa Türkçedendir En ağır yargısı En derin aşk yarasının Türkçedir en güzel sargısı Türkçede gelir sevgiler Türkçede kalır Unutuyoruz Türkçemizi Aklın dilini Şiirin dilini.


128

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Herkes bilir ki XIX. yüzyılın 60’lı yıllarında Osmanlıdan ayrılmayı düşünmeye başlayan ve bu yola baş koyan Bulgar devrimciler önce Ortaçağ Bulgar Toprakları üzerinde bir BULGAT - TÜRK devleti kurmayı düşlemişlerdi. Bunu Avusturya - Macaristan örneğince düşünmüşlerdi. Bu devletin tanımı önce Bukreşte Bulgar Gizli Devrim Komitesi’nde karar bağlanmıştı. Yılların geçmesiyle bu fikir Makedonya sorununun adil çözümü ve “Tüm Bulgaristan’ın Birleşmesi” fikrine takıldı. Üçüncü evriminde de “Tek Milletli ve Tek dilli Bulgar Devleti” şeklinde biçimlendi ve 138 yıldan beri ülkede yaşayan azınlıkları eriterek yok etmeye çalışıyor. 138 yıl önce beliren ve bir mikrop olsa artık kocaman bir dağ kadar büyümesi normal olan bu asimilasyon ve yok etme mikrobunu, “Gece Şiirlerinde”, “dehşet saçan azgın bir boğa” olarak şöyle anlatmıştır. Bu şiir bir yaratıcının yürekli devrimci isyanıdır ve halkımızın bilinçlenmesine bir çağrıdır: Rüya Damızı kırmızı bir ahırdan saldılar boğayı Böğürdü karanlıktan aydınlığa Bu nasıl boğa Allahım Kırmızıya değil Mayibe böğürdü kan tutmuşçasına Yeşile böğürdü, beyaza böğürdü. Boğa müzikten ne anlar ki Saz gördü elinde birinin, Saza böğürdü Bir genç türkü söylüyordu kendi dilinde Türkiye böğürdü Böğürdü gencin gençliğine “Korkuyorum dede” dedi bir çocuk ana dilince “Korkma yavrum” diyen ihtiyara böğürdü delice. Karşıda okul vardı, okula yürüdü Okula böğürdü kara boğa Böğürdü Türkçe okuyan öğrencilerin yüreğine Türkçe okutan öğretmenini gözüne böğürdü Sonra bir daha yüürüddü insanların üzerine


Makale ve Analizler - 2017 İnsanlar ki, bizim insanlarımız Bilmez gibi görünen ama bilen insanlarımız Üstlerine böğürürken boğa Tek kılı titremeden susan insanlarımız... Ne istersin insanlarımızdan kara boğa Ne istersin, koparmışsın da ipini? Yalvarırım, kara boğa, Taşirma insanlarımızın sabır küpünü!... Hayvansın, ama senin de yüreğin vardır. Halden anla, kara boğa, dilden anala Hayvansın, ama senin de elbet bir dilin vardır. Böğür böğürebildiğin kadar Ama bizi bırak Bizim bir dilimiz var ki, Ondan ötürü Bizi anlış belletiler insanlara Sana yanlış Bütün hayvanlara yanlış bellettiler, Yanlış belletiler koskoca bir tarihe; Seni gütmediler de, kara boğa, Saldılar da seni başı boş Hayvan sayıp bizi güttüler... Hele sana yalvarırım ki, kara boğa, Girme avlusuna şu caminin Bozma insanlarımızın duasını, Onların duası hepimiz adına İyilik ve güzellik Kardeşlik ve birlik adına. Aç çocuklarımız Maçar düşmüş vatanımız adına!... Böğürme insanlarımıza ne olursun, Sen onların verdiğiyle beslendin...

129


130

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Dinlemedin bizi, kara boğa, dinlemedin Gittin cami duvarına pisledin. Şiirler “Türkçenin Sarmaşıkları” derlemesinden alınmıştır. Osman Aziz’in Alfatlı köydeşlerinin hepsi 1985 Mastanlı halk ayaklanmasına katılmış, şehitler vermiştir. Şehrin merkezinde aziz savaşçılarımızın dev anıtı hatıralarını yaşatıyor. Sanatçı Osman Aziz’in şarkılarını “Yutup” üzerinden dinleyebilirsiniz. Okuduğunuz için teşekkür ederim. Lütfen paylaşınız.

Üç Tehlike

Raziye Çakır-19.Ekim.2017

Konu: Bulgaristan’ı ürküten ulusal tehlikeler. Sofya hükümeti tarafından hazırlanan ve imza altına alınan üç büyük ulusal tehlikeyi parlamento onayladı: Tehlikeler şöyle sırlanmıştır: Birinci tehlike: Bulgaristan’da yaşayanların sağlık durum; İkinci tehlike: Terörizm tehlikesi. Bulgaristan’da ve Avrupa’da aşırı gruplarda hareketlenmeler ve Üçüncü tehlike de Siber güvenlik sorunlarıdır. Bulgaristan’da yaşayanlar için sağlığı nasıl oldu da en büyük ulusal tehlikelerden biri haline geldi? Ana tehlikeler 30 sayfalık bir hükümet raporunda 175 madde olarak sıralanırken sağlığa vurgu yapılması dikkati çekti. Bu üç temel tehlikeden biri olan Bulgar Sağlık Sistemindeki kriz, bir devlet kurumu olan sağlık sisteminin mafya ve rüşvet gruplarının eline geçtiğine yeni bir kanıttır. Raporda, Bulgaristan sağlık sisteminin verimli çalışan bir kurum olarak örgütlenmediği en can alıcı sorun olarak belirtiliyor. Bu sistemin, yıllardan beri bek-


Makale ve Analizler - 2017

131

lenen sonuçları vermediği, anneler ve çocuklar arasında ölüm oranının yüksek olduğu öne çekilerek açıklanıyor. Tedaviden sonra özürlü kalanların iş bulamadığı, ömür boyu işsiz kaldığı açıklanıyor. Avrupa ülkeleriyle kıyaslamalı analizlerde Bulgaristan’da ömrün kısaldığı, hemşire, ebe ve doktorların, uzman hekimlerin düşük ücret nedeniyle ülkeyi terk ettiği, Batı ülkelerine yerleştiği, uzman kadro kaybının büyük boyutlar aldığı belirtilirken, sağlık personeli yetersizliğine işaret ediliyor. Çok değerli uzmanlık dallarında ihtisaslı ve deneyimli hekim kıtlığı yaşandığı gibi nedenler sıralanmıştır. 2016’dan beri Bulgaristan sağlık sistemine gelen dış yatırımların başında “Tokuda” hastane ve kliniklerini satın alan Türkiye “Acı Badem” grubunun yaptığı dikkati çekerken, Panagürişte kentindeki modern donatımlı hastane ve tedavi kompleksine yine TC. Sağlık şirketlerinden gelen ilgi gözden kaçmıyor. Hastanelerin art arda kapanmasıyla birlikte, sigortalı hastalar için normal çalışır bir sağlık düzeni kurulamaması, Bulgaristan’da hayatı gerçekten de bunalım sınırına itelerken, vatandaşı da sağlık yardımı için dış ülkelerde derman aramaya zorluyor. Dış ülkelerde tıp okuyan, uzmanlık alan ya da doktor olarak Avrupa ülkelerinde çalışan Bulgaristan vatandaşları geri dönmüyorlar. Sayıları 5 binden fazla olan bu kişilerin her yıl Bulgaristan’a gönderdikleri paralarda bu yıl azalma kaydedildi. Vesti.bg yayını, 2016 yılında Ağustos ayı sonuna kadar Bulgaristan’a gelen yatırımlarda ciddi bir azalma olmuş. Bulgar Halk Bankası verilerine göre, gelen yatırımlarda azalma %54,1 oranındadır. Aynı zaman kesiminde gerileme bir milyar 125 milyon Euro’dan 516 milyon Euro’ya gerilemiştir..Bu da güvenlik sorununun yatırımlar için olağanüstü büyük önem taşıdığına kanıttır. Bu gelişmenin ana nedenlerinin başında doktor maaşlarının çok düşük olması sıralanırken, ilaç fiyatlarının da yüksek olduğuna vurgu yapılıyor. İkinci büyük tehlike olarak gösterilen terörizm konusunda şu özelliklere dikkat çekiliyor: Raporda, Avrupa ülkelerinde İslam Devleti ile ilişkisi olan 5 bin kişi yaşadığı ve bunlardan 200 kişinin Balkan devletlerinde ikamet ettiği haberi veriliyor. Terörizm tehlikesi unsurları arasında ikinci yerde illegal mülteciler ile transit geçen sığınmacı ve savaştan kaçanlar olduğuna vurgu yapılıyor. Sofya parlamentosunun bu tefliklerin varlığını onaylamasından sonra bir demeç veren İçişleri Bakanı şöyle konuştu: İnsanların radikalleşmesini tetikleyen unsurlardan birisi de internettir. İnternette ilginç bir şeyler izledikten sonra Suriye’ye giden ve döndükten sonra ülkede nizam intizam oluşturmaya çalışan birçok kişi var. Kapalı topluluklar var. Vatandaş olmak istiyorlar. İçe kapanık yaşıyorlar. Sa-


132

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

vaş bölgelerine gidip geliyorlar. Avrupa ülkeleri vatandaşı olan 5 000 kişinin İslam devletiyle bağlantı içinde olduğu biliniyor. İslam Devleti sıkıştırılmıştır, başkenti düştü. Bölgeyi terk ediyorlar. Bu 5 bin kişiden 200’ü Balkan ülkelerindedir. Dönüyorlar.. Terör tehlikesini 2. yerde göstermemizin neden budur.” Bu hafta Sofya’da “DEAŞ” örgütü hücre komutanı olarak tanıtılan nargile ocağı işleten bir Arap tutuklandı. 2017 Martında yapılan meclis seçimlerinde milletvekili adayı olan işadamı Kemil Ramadan bu konuda bir açıklama yaparak, tutuklanan “DEAŞ - komutanını” tanıdığını, Amerikan’ın kele kesen DEAŞ örgütünü kurmazdan önce Bulgaristan’a gelen, Bulgar vatandaşlığı alan ve işe bakan bir vatandaş olduğunu açıkladı Üçüncü tehlike olarak gösterilen “Siber Tehlike” konusunda Rusya’dan tepkiler geldi: Başbakan Borisov, “Bulgaristan NATO üyesi olduğuna göre Rusya bizim düşmanımızdır,” dedi. Basında bir analiz yazısı ise: “Bulgaristan, Rusya’nın NATO ve Avrupa Birliği içindeki “Truva Atı” olabilir” başlığıyla çıktı. Moskova, parlamentonun onayladığı raporla, Bulgar hükümetinin ikili ilişkiler geliştirme niyeti arasında çelişki gördü. Rusya Dışişleri Bakanlığı basın merkezinden yapılan yorumda “Boyko Borisov’un yönettiği şimdiki hükümetin Rusya Federasyonu ile ticari - ekonomik, enerji ve kültürel-insancıl alanlarda işbirliği geliştirme yönünde açıklanan niyetleri onaylanan raporla çelişki halindedir.” deniyor. Bu raporun ikyidarda bulunan Bulgaristan’ın Avrupa Gelişimi İçin Vatandaşları (GERB) partisinin oylarıyla onaylandığına işaret ediliyor. Kremline göre, bu çelişki Batılı müttefiklerin etkisi altında belirmişse, “Rusya ve Bulgaristan arasındaki çok yönlü, karşılıklı yarar sağlayan ilişkilerimize engel olmak isteniyor.” Rusya Dışişleri bakanlığının yayınladığı belgede şöyle bir görüş de ifade bulmuştur: “240 kişilik Bulgar meclis bileşimi üyelerinden 116’sının Rusya ile Dostluk Cemiyetine üye olduğu bilinirken, böyle bir belgenin onaylanması herkesi düşündüren niteliktedir.” Bu cemiyetin başkanı olan GERB milletvekili Krasimir Velçev de raporu onaylamıştır. “Biz Sayın Velçev’in bizden neden korktuğunu öğrenmek istiyoruz.” İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden ayrılmasından sonra, Bulgaristan’ın milli güvenlik konusunda sıkıntılı günler yaşaması yalnız Rusya tehlikesinden gelmiyor, ön plana çıkan bir de AB Savunma gücünün yetersizliğinden kaynaklanmıyor, artan yoksulluk, sığınmacı vemülteci akımları, AB içinde devlet ve toplum-


Makale ve Analizler - 2017

133

ların zengin ve fakir kutuplaşması, özellikle de bazı etnik ve sosyal grupların hareketlenmesi ön plana çıkıyor. Çözülmeyen etnik sorunlar, yanlış eğitim stratejisi, Vratsa, Montana, Aytos, Primorrsko vb il ve ilçe merkezilerinde hastanelerin ve kliniklerin borç yüküne batmış ve kapanma sınırında olması, çok büyük bölgelerde tek bir köy sağlık merkezi, eczane olmaması ülkedeki sosyal gerginliği her geçen günle arttırıyor. Aynı zamanda Sofya meclisinde kabul edilen ve bölgesel istikrarsızlığın temel kaynağı olarak Rusya gösterildiği belgede aynen şunları okuyoruz: Rusya Dışişleri Bakanlığı’nın yayınladığı belgede şu tümceler de yer alıyor: “Rusya’nın etkinlikleri bölgesel istikrarsızlığın kaynağıdır ve birleşik, özgür ve barışçı Avrupa oluşturmayı öngören ana hedefimiz için tehlikedir. Balkanlar ve Karadeniz yöresinde olduğu gibi, Rusya’nın askeri gücünü arttırdığı ve savaş etkinliklerini yoğunlaştırdığı Akdeniz’in Doğu kesiminde istikrarımız için tehlikeler tırmanmaktadır. Bunlara, Avrupa kıtasının kenar kesimleri ve devamlı istikrarsızlık ve güvensizlik içinde olan yakın bölgeler de eklenmelidir..” “Yasa dışı ilhak edilen Kırım Yarımadası topraklarında Rus askeri güç ve yetisinin hızla artması, yarımadanın Rusya ekonomisine, sosyal ve siyasal yaşamına yüksek tempolu bir hidişle entegre edilmesi; Rusya’nın Karadeniz sahasına genişleyen sınırlar içinde yerleşmesi Karadeniz’deki CEO-stratejik ve askersel dengeyi bozmaktadır. Dnestır bölgesinde, Abhazya ve Güney Osetya’daki gibi çatışmaları “dondurulmuş” bölgelerde ve Doğu Ukrayna konusunda Minsk sözleşmelerinin yerine getirilmesinde ileri adım atılmaması bu bölgelerde çatışma çıkması tehlikesini arttırmaya devam ediyor.” denen raporun devamında siber-tehlike konusunda şunlar da yer alıyor: “Rusya Federasyonu ile NATO ve Avrupa Birliği arasındaki ilişkilerin kötüleşmesi Avrupa’da güvenlik mimarisi üzerindeki çalışmalarımızı engelliyor. Klasik silahların kontrolüne ilişkin temel devletlerarası anlaşmalara uymayan ya da onlardan ancak seçtiğini yerine getiren Rusya, bağımsız devletlerin toprak bütünlüğünü tanımaması, bilgi savaşımı ve sibrit stratejilerden boğun bir biçimde yararlanması güven temellerini yıktığı gibi, diyalog ortamına geri dönüşü ve Avrupa güvenliği konularında kalıcı siyasi kararlar alınmasına engel oluşturuyor. Hak eşitliğine dayanan ve hatta karşılıklı yarar sağlayan işbirliği ve hatta kimi defa ulusal kimlik ve egemenliğin korunmasına yardım olarak gösterilerek, askeri, ekonomik ve kültürel alanlardaki etkinlikleriyle etki alanına dönme ya da onu genişletme yönünde Rusya’nın yoğum çabalarının bunalımların derinleşmesine ve keskinleşmesine neden olduğu ortadadır.”


134

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Kaynak: Mid. Ru, Parlament. Bg.

“İstif ve Seçim”

Rafet Ulutürk-20.Ekim.2017 Konu: Bulgaristan Sosyalist Partisi 49. Kurultayını yaptı. Boyko Borisov hükümeti çözülmeye başladı. Azınlıkların kolektif hakları tanınmadan huzur sağlanamaz. BSP ve HÖH gensoru hazırlıklarına başladı. Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) hiç beklenmedik bir anda Kurultay topladı. Milli Kültür Evine toplanan 5 bin delege, BSP Genel Başkanı Kurnelya Ninovayı dikkatle dinledi. Ninova konuşmasında, Boyko Borisov hükümetlerinin 2009’dan bir Bulgaristan halkını soyduğunu, 400 bin kişinin işsiz olduğunu, 2 milyon 200 bin vatandaşın da fakirliğin sefalet sınırının dibinde yaşadığını, ilaç alamayan yaşlıların patır patır döküldüğünü ve 2016’da 50 bin kişinin zamansız öldüğünü söyledi. Başkan Ninova ilgiyle dinlenen konuşmasında, Sosyalist Parti meclis grubunun “gensoru” vermeye hazırlandığını, Bulgaristan’ın Avrupa Vatandaşları (GERB) partisi ve yeni aşırı milliyetçi, faşist partilerle ortak iktidarının mutlaka “istifaya” zorlanarak, “erken seçime” gidilmesinin zorunlu olduğunu belirtti. Partinin başkan yardımcılarından Kiril Dobrev, GERB partisinin uzun kolunun Sosyalist Parti içinde nifak sokmaya çalıştığına işaretle, yapılan son Tüzük değişikleriyle BSP’nın bir “lider partisi” olduğunu ve parti liderinin Kurnelya Ninova olduğunu açıkladı. BSP Başkan Yardımcısı Denitsa Zlateva’nın verdiği demeçte, “gensoru” gerekçesinin ülkenin dört bir yanı, bütün belediyelerini felç eden “rüşvetçilik” olacağını açıklarken. Haskovo ve Stara Zagora illerinde belediyelerin hısım akraba atamalarıyla “felce uğratıldığını” ülkenin her yanından çok büyük sayıda delil topladıklarını, hepsini yokladıklarını ve açıklayacaklarını bildirdi. Özellikle belediye ihaleleriyle ilgili BSP derin gazeteci araştırması yaptırmış ve olayları oltaya takılmış başlık gibi sosyal bataklıktan birer birer çıkarıyor. Basında çıkan analiz yazılarında, Bulgaristan’da belediye bütçelerine aktarılan paralardan 15 - 16 milyar levanın rüşvet çarkıyla oligarşi ve mafyaya aktığına işaret edildi.


Makale ve Analizler - 2017

135

Denitsa Zlateva, demecinde, 49. Kurultay raporunda işlenen ana dış konunun Avrupa Birliği’nin geleceği ve Bulgaristan’ın AB Konsey Donem Başkanlığı olduğunu da vurgularken, AB içindeki son durumla ilgili elektronik basında şöyle rakamlar yayınlandı. Dış ülkelerdeki 2 milyon 500 bin Bulgaristan vatandaşıyla ilgili yeni olan durum şudur. AB ülkelerinde sosyal yardımla yaşayan büyük sayıda vatandaşın kışa girerken Vidin ve Stara Zagora illerine geri döndüğü ve 2017’de eve dönme eğilimi baş gösterdiği dikkati çekiyor. AB ülkelerin son 3 yıl boyunca sosyal yardımla yaşayan (ortalama ayda 600 Euro) bu vatandaşlar otobüse bindirilip geri gönderiliyor. Geri gönderilere Kasım ayında açılacak olana barınaksız kamplarında ve yerleşkelerde yer gösterilmeyeceği bildirilmiş ve sosyal yardımları kesilmiştir. Aynı zamanda onlar AB dışı ülkelerden gelen (Yakın Doğu ve Afrika) sığınmacı ve göçmenlerle aynı muameleyi görüyorlar. AB üyesi bir ülkeden gelmiş olmak İş ve İşçi Bulgaristan Kurumlarında da ayrıcalık olarak kabul edilmiyor. 5 partili Sofya meclisinde sosyalist partinin “gensoru” siyasetini destekleyecek partilerin başında, 12 milletvekili olan ve iş adamı Mareşki tarafından yönetilen İrade Partisi (Volya) partisi geliyor. Bu partinin başkanı Bulgaristan’ın bir Başkan Cumhuriyeti’ne dönüşmesini istedi. Bunun için önce 4. Anayasanın değiştirilmesi ve ülkenin “parlamenter cumhuriyetten”, “Başkan Cumhuriyeti” düzenine geçmesinin yasallaşması gerekmektedir. Geçen ay açıklanan “Borisov için 400 kilo sucuk” olayı Başbakan Borisovu isitfaya zorlayamadı. O, “ben sucuk yemiyorum” diyerek paçayı kurtardı. Ardından Haskovo’da Delyan Dobrev “rüşvet mafyası” olayı iktidar partisini sarstı. Başbakan milletvekili D. Dobrev’e “istifa et” dese de, GERB’in meclis grubu Dobrev’i kurtardı. Fakat aynı çatışmada GERB meclis grubu başka bir kıymetli milletvekili olan Anton Todorov’u yitirdi. Birkaç gün geçer geçmez Sağlık Bakanı Nikolay Petrov’un damadına ait, mahkeme tescili olmayan, KDV numarası olmaya ve ulusal sicil numarası da olmayan, ayrıca tamamen sahte bir şirket olduğu açıklanan “Ortopedya İnpeks” LTD firmasına ihale dışı 1 milyon 600 bin milyon leva havale çıkardığı gün ışığına çıkarıldı. İrili ufaklı rüşvet dizisinden bu olay kamuoyunda çok sert tepki uyandırmadı. Sağlık Bakanı General Nikolay Petrov 30.10.2017 günü Başbakana istifasını sundu. Bu olayı Bulgaristan Baş Savcılığın bildiği ve dava açmadığı yayılan haberler arasındadır. Vatandaşlar “bu hırsızlarla başa çıkılmaz” dese de, 3. Borisov hükumetinde artık 2 milletvekili ve bir bakan kurban edildi. Bu konuda “rüşvetle mücadele” toplumsal sefaletten kurtuluş yolu olarak görünüyor.


136

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Kapı açıldı. Birinci Borisov hükümetinde 4 Sağlık Bakanı istifaya zorlanmıştı. Birinci istifa eden, bakanlığa bir ilacın dış alımında 2 milyon 500 bin zarar ettiren, Bakan Bojidar Nanev olmuştu. İkinci Borisov hükümetinin sağlık bakanı GERB partisinden değil. Hükümet ortağı Reformcu Blok (RB) grubundandı ve Dr. Petır Moskov 16 Kasım 2016’ya kadar görevinde kaldı. Üçüncü Borisov hükümeti 44. halk meclisinde 4 Mayıs 2017’de güvenoyu aldı. General Dr. Nikolay Petrov GERB kadrosudur. Görevde ancak 6 ay kalabildi. Önemle kaydetmek gerekir ki, Borisov’un hükümetleri şimdiye kadar 4 yıllık süreyi çıkaramamış. Her defasında istifa etmek zorunda kalmıştır. Bu gelişmeler son bir yılda BSP içinde yapılan değişikliklerden, yaşlı sosyalistlerin kenara itilerek, yerlerine genç kuşaktan seçilen kadroların taşınması ve onlara iktidar asansörüyle yükselme vaat edilmesi, sosyalistlerle - GERBçilerin arasındaki çelişkileri çok kızıştırdı. Yaşlı sosyalistler Borisov ve çevresi ile “uzlaşma” isterken, gençler “devrimci dönüşüm” çizgisinde ilerliyor. 3. Borisov hükumetine karşı ilk “gensorunun” 2018 baharında verileceği, o zamana kadar iktidara huzurlu gün yaratılmayacağı ilan edilmiş oldu. Bu arada Mustafa Karadayı 1 Kasım 2017 günü meclis kolisinde verdiği demeçte, sosyalist parti meclis grubuyla “gensoru” hazırlıkları ve konusunun yalnız “rüşvet” değil de biraz daha geniş tutulmasına ilişkin temaslara başladıklarını, ilk görüşmelerden sonra grup çalışmaları yürüteceklerini bildirdi. HÖH partisinin tutumu Son haftalarda Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) Genel Başkanı Mustafa Karadayı birkaç defa olmak üzere, “faşist” olarak nitelenen Başbakan Yardımcısı, aşırı milliyetçi Valentin Stoyanov’un hemen istifa etmesini, o istifasını sunmazsa “Borisov hükümetinin istifasını” istiyor. Bilindiği üzere V. Stoyanıov Bakanlar Kurulu’na bağlı Etnik Azınlıklar be Nüfus Komisyonu başkanıdır. Onun etnik azınlıklara karşı saldırıları sert tepkiler uyandırmaya ve protestolara neden oluyor. Çingene Bayanlara hitaben “kösnük köpekler” diye hitap etmesi mahkemeye düştü. Faşist davayı kaybetti. Ceza aldı. “Rüşvet” örnekleriyle gerekçelendirilmiş bir “gensorunun” meclisten geçip geçmeyeceği kamuoyunda henüz tartışmaya açılmadı. Karadayı’nın bir gerçeği kabul etmesi ve arabayı yokuşa sürmekten vaz geçmesi gerekiyor. Çünkü şimdi açıklamak istediğim husus değişmeden, 20 adet Simyonov, Karakaçanov, Siderov ve Cambazki gibi “Türk düşmanlığında ye-


Makale ve Analizler - 2017

137

minli aşırı milliyetçiler” değişse de gerçek yani Türklerin ve diğer azınlıkların durumu değişmeyecektir. Gerçekse şudur: Bulgaristan anayasası azınlıklara yalnız “kişisel haklar” sözde tanıyor. Bizim mücadelemizi hak ve özgürlük yani “kolektif haklarımız” için verdik. Ahmet Doğan “kolektif haklarımızı gasp etti ve tanınmasını engelledi.” HÖH milletvekilleri 1991 Anayasasını bu nedenle imzalamadılar. Anayasanın değişmesi be kolektif haklarımızın tanınması gerekir. Bu bakıma Bulgaristan Avrupa Birliği ülkelerinden farklıdır. Bütün Avrupa ülkelerinde etnik azınlıkların kolektif hakları tanınmıştır yani “kültürel otonomi” hakları tanınmıştır. 1947 - 1957 yılları arasında biz de haklarımızı elde edebilmiştik. 1989 Nisan Ayaklanması mitinglerinde yükseltilen sloganlarda 1950 haklarımızın iade edilmesi yani “kültürel otonomi” istenmiştir. Kişisel haklarımızla birlikte kolektif haklarımız için de şehit verdik. 500 bin kişi sınırdan Türkiye’ye geçtik ve kolektif haklarımızın tanınmasını bekliyoruz. 1989 Aralığında isimlerimizin ve ibadet haklarımızın iadesi “kişisel haklarımızın iadesidir”. Yola devam! Karadayı oy istiyorsa söylevini değiştirmelidir. Bulgaristan Türkleri tortu yemiyor! Yeni durumun özelliği şudur: “Rüşvet” ile mücadelede HÖH partisi Sosyalistlerin yanında yer almıyor. HÖH meclis grubu, 7 milyar 200 milyon levası çalınan ve çöken Bulgaristan Kooperatif Ticaret Bankası (BTK) banka soygunu konusunda ikinci defa “meclis araştırması öngören” bir yasa tasarısı sundu. Bu yanlış bir yoldur. Bir defa çalınan paranın 3 milyon 500 binin gerçek sahiplerine geri ödenmesi yasasına oy verildi. Borisov ile Doğan birlik oldular ve halk susturuldu. Şimdi ise hırsızların (banka soyguncularının” ellerini yıkamasına ve son izlerin de silinmesine yardım ediliyor. Milletvekili av. Hamit Hamit’in bu yasa önerisini hazırlayanlardan biri olmasına akıl erdirebilmek zordur. Bu yasa önerisini hazırlayanlardan birisinin Rusya oligarşisinin Bulgaristan’daki baş temsilcisi Delyan Peevski ve ikinci kişinin de kumarhane oynatıcı Yordan Tsonev olduğunu düşünüldüğünde, ipe un serildiği hemen anlaşılıyor. Bu gelişmeler HÖH - lider takımının halkın gözüne kül attığına, Borisov ile Doğan arasında gizli ilişki olduğuna kanıttır. Basın “saray” ile GERB hükümeti arasında gizli ilişkiler olduğunu yazıyor ve “saray oligarşisinin” bu hükümette iyi temsil edildiğine işaret ediliyor. Kısacası, HÖH partisinin “Yurtsever Cephe” adı ardına gizlenen üç aşırı milliyetçi, Türk düşmanı, azınlıklar düşmanı siyasi partiyle mücadele etmesi, ancak ve yalnız faşistlerin yararınadır. Bu partiler HÖH’e ve azınlıklara, Türk kimliğimize saldırmak ve bizi bitirmek için kurulmuştur ve Bulgaristan koşullarında bu


138

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bir yan çelişkidir. Ana konudan kaçmaktır. İnsanlarımız aç bırakılmıştır, kör cahillik ortamında boğulmak istiyor, bu çöküşten ancak birlik ve beraberlik içinde ve kolektif haklarımızı isteyerek çıkabiliriz. DOST partisinin tavrı: Etnik azınlıklar tarafından lanetlenen ve adalet önünde yargılanan bir faşistin Başbakan Yardımcısı olamayacağı tezi öne sürülerek, V. Stoyanov’un istifasını isteyenler giderek artıyor. Parlamento dışı muhalefetten olan Demokrasi için Sorumluluk, Özgürlük ve Hoşgörü Partisi (DOST) da geçen hafta Filibe (Plovdiv) şehrinde topladığı ulusal kurultayında Stoyanov’un istifasını istedi. Ardından Parti BaşkanıLütfi Mestan, Arnavutlukta’ki 50 bin kişilik Bulgar etnik azınlığa “etnik azınlık” hakları tanınmasını vesile bilerek, Bulgaristan etnik azınlıkları için de “etnik azınlık” istedi. Bu arabayı yokuşa sürmektir. Bizim önce “kolektif haklarımızı” ve ilk gerçek adım olarak da “kültürel otonomi” haklarımızı elde etmemiz gerekir. Kolektif hakları tanınmayan bir halk topluluğuna “etnik azınlık hakkı” elde etmesi hele bugünkü koşullarda zor olur. Anayasanın değiştirilmesi ve “tek uluslu” devlet yerine “çok etnikli /uluslu/, çok dilli, çok dinli ve çok kültürlü Bulgar devleti” tanımının işlenmesi gerekmektedir. Çünkü bu gidişle ülkemizde etnikler nüfusta çoğunluk oluyor. Bulgarlar etnik azınlık durumuna düşüyor. Tüm Müslümanları cahil bırakmalarının sebebi, onların arasında iş yapacak kadro yok, deyip iktidarda kalma gayretidir. Bunu farklı anlamak ve yorumlamak yanlış olur. Bu yol bu yönde yürünmezse pirincin taşını ayıklayamayız. “İstifa” diyen “Evet - Bulgaristan” partisi ve diğer muhalefet güçleri de sesini duyuruyor. Seçim gecesi yapılan büyük sahtekârlık. Kurultay ile ilgili basında çıkan yorumlarda, GERB partisinin 26 Mart 2017 seçimlerini sahtekârlık yaparak kazandığını iddia edildi. Ortaya çıkan yeni verilerde durum şöyledir:  Ulusal İstatistik Enstitüsü (UİE) hesabından açıklanan şu rakamları yorumluyor. UİE Bulgaristan nüfusunu 7 milyon 364 bin 570 kişi olarak açıkladı. Aynı kaynak Bulgaristan’da ortalama ömür uzunluğunu 74,7 yıl olarak veriyor. Yine UİE verilerine göre, seçmen sayısını da toplam 5 milyon 569 bin 975 kişi olarak açıkladı.  Bulgaristan Yüksek Seçim Kurumu (YSK) resmi açıklamasına göre seçmen sayısı 6 milyon 4 bin 358 kişidir. 26 Mart’ta im atıp oy veren vatandaş sayısı (imzaların toplam sayısına göre) 3 milyon 682 bin 151 seçmendir. Yani oy


Makale ve Analizler - 2017

139

hakkı olan vatandaşlardan ancak % 65,87’si oy kullanmıştır. Oysa seçim gecesi Merkez Seçim Komisyonu tarafından açıklandığı üzere, oy hakkı olan vatandaşların ancak % 52’si oy kullanmıştı. Yani seçim gecesi bu rakam % 14 büyümüş ve % 65,87 olmuştur. Bu sahtekarlık Boyko Borisov’un seçimi kazanamadığına, bir suçlu olduğuna ve hakkında dava açmayan savcılığın kendisini koruduğuna kesin kanıttır. Seçim sonuçları sahteleştirilmiştir. Ulusal İstatistik Enstitüsü ve Yüksek Seçim Kurulu rakamlarında yer değiştirip halkımız aldatılmıştır. Bulgaristan’da sosyal gerginlik tırmanıyor: BSP sözcüsü, milletvekili Jelü Boyçev, “49. Kurultay’dan sonra yaptığı açıklamada, Bulgaristan Sosyalist Partisi “gensoru” taktiğini oluşturma ve mecliste müttefik arama dönemine girmiştir. 49. forum BSP seçeneklerini göstermek için çağrılmıştı. Parti Kurultaydan daha güçlü çıktı. Bulgaristan’ın başka bir yolu da olduğunu göstermeye çalıştık ve gösterdik.” dedi. BSP ile GERB partisi arasında kızışan tartışmalarda, etnik azınlıkların durumu göz ardı ediliyor. Hatta gündeme getirilmek istenmiyor. GETO-mahallelere kapanmış büyük kitleden söz eden yok. İşsizlere sosyal yardımları arttırma konusu da açılmıyor. Temmuz - Eylül (2017) aylarında Stanimaka’da (Asenovgrat) ayaklanan aşırı milliyetçi, şoven, faşist kitlenin isteklerine uyan GERB - Faşizan Milliyetçi iktidar mahalle içine polis karakolu kurduruyor. Bu iktidarın azınlıklarla sorunların çözümünü yalnız polis ve elleri sopalı faşist sürüleri kışkırtmakta görmesi dikkat çekiyor. Dipsiz cebini doldurmaktan başka derdi olmayan Faşizan iktidar çevreleri, Plovdiv “Grav İgnatievo” da “uçuşları boykot eden” ve “eskimiş askeri jetlerle uçmak istemeyen” pilotlara “iri fareler” deyen Savunma Bakanı aşırı milliyetçi, VMRO - İç Makedon Devrim Hareketi başkanı Kr. Karakaçanov sert tepki topluyor. Aslında “rüşvetle” mücadele günümüz Bulgaristan’da adalet yolunda ana kavga olarak gösterilirken, demokrasi kavgasının özünde “kolektif etnik hakların tanınması” bulunuyor. Azınlık hakları tanınmadan ne BSP ne de GERB Bulgaristan’da huzur sağlayamaz. Ekonomik haklar için verilen kavga: 27 Ekim’de ülkenin dört bir yanından Sofya’ya toplanan ve Başbakanlık önünde gösteri yapan 8 bin emekçi maaşlarına 100 leva (50 Euro) zam istedi. 2018 bütçesiyle asgari ücreti 520 leva (260 Euro) yükseleceğini açıklasa da, Bulgar hükümeti bu paranın Batı Avrupa ülkelerinde işsizlere verilen sosyal yardımlardan 3 defa daha az olduğunu dikkate almak istemiyor. 2017 gücünün ilk sağanak yağmurlarıyla Burgaz ilinde 7 barajın patlaması ve 10 köyün su altında kalması kamuoyunun tepkilerini arttırdı. Aynı belediye ve muhtarlıkları idare


140

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

eden Faşist aşırı milliyetçilerin, işine bakmadığı, köylülerin güvenliğine ilgi gösterilmediği, hayvanlarını su götüren, evleri yıkılan ailelere sadece 320 leva (160 Euro) yardım dağıtılarak olayların kapatılması geniş kitleleri hareketlendirdi. 26 Martta bu iktidar partilerine oy veren ama hiç bir şey elde etmeyen kitleler hareketleniyor. Ekonomik ve sosyal haklar ve edinimler uğuruna yürütülen mücadele henüz siyasi nitelik kazanmamıştır.

Başını Kaldır Kardeş

Osman Bülbül-23.Ekim.2017

Konu: İnsanlarımız söz ve karar sahibi olmalıdır. “Çingene yazı” da geçti. Penceremi açmadan başımı kaldırıp Koca Balkan’a bakıyorum, tepelerin bulutlarla yıkandığı bellere artık kar oturmuş. İlk sevda gibidir ilk kar, hemen inmez Trakya ovasına da, kestaneler ve cevizler çatladı düştü, bağlar bozuldu. Hayvanı olan sapı samanı yığın yaptı, odununu kesen kuytuya dizdi. Nenesi sağ olan ben gibi yaşlıların terliklerinin içine birer çetik (ökçesiz yün çorap) yerleştirilecek günler geldi gelecek. Bu sene bolluk yılıydı. Üzüm, kestane ve ceviz arabaları köylere dolu dolu girdi. Şimdi hava raporlarını hazırlayanlar, bilgisayar başından kalkmadan yaptıkları tahminlerde kışın karlı, biraz da sert olacağını anlatmakta adeta yarışıyorlar. Fakat kafaya kulaklı şapka, ele meşin eldiven ve ayağa çizme geçirmeden yapılan bu öngörüler bazen tutmuyor ve balçık üzerine düşen kar tanecikleri gibi eriyip gidiyor. Uzatmayayım. Dün akşam bu güz ilk defa odun sobasına birkaç meşe yarması attım ve kızaran dirhemler üzerinde kestane patlattım. Tadı bir yana, kokusuna bayıldım. Gençliğimde köyüm Şekercilerde gece sohbetlerinde kestane kaynatılır ya da tuzlu fıstık kavrulurdu. Fıstık ve kestaneler bol da artık adam kalmadı. Dün gazete’de okudum dış ülkelerde yaşayan genç Bulgaristanlı aileler 200 bin çocuk doğurmuş. 2016’da ülkede yeni doğan yavruların sayısı 49 bin 682, yarısından fazlası Romen. Bir ülke halkının dışarıya kayması büyük felaket... Bizde “Büyük Göç” baskısıyla açılan sınır kapıları bir daha kapanmadı. Önce gençler gitti geldi. 1990’dan hemen sonra sılaya gidenler yalnız erkek-


Makale ve Analizler - 2017

141

lerdi. 2000 yılından sonra aileler göç etmeye başladı. Aile dediğimde benim gibi yaşlılar köy ve kasabalarda kaldılar, gençler çocuklarını da alıp çıkıp gittiler, birkaç defa gelip gittikten sonra bir de Bulgaristan’a sırt çevirdiler. Düzen bozuldu. Çocuk yok okullar kapandı. Sağlık ocakları, klinikler, hastaneler kapandı. Memleketimize ilgi azaldı. Kendi köyünün dışında vatan bilmeyen vatandaşlar bizi unuttular. Yakınlarına ancak elektrik su, ekmek, şeker, sabun harçlığı kadar para yardımı gönderiyorlar. Telefonda “Nasılsınız?” deyip hemen kapatıyorlar. Yaşadıkları köyleri, kasabaları, alın teriyle kurdukları evleri, diktikleri fidanları unutur gibi oldular. Parçalanmış aileler belirdi. Yıllarca toplanamıyorlar. Onlar daha fazla Almanya, Belçika ve Hollanda’da çalışıyor. Bu konularda, Bulgaristan Bilimler Akademisi Antropoloji ve Sosyoloji bölümlerinde uzmanlar ülke içinde araştırmalarda bulunmuşlar. Öreğin sıla acısına dayanamayıp bu sene yaz aylarında köye dönenler Alvanlar (Yablonovo) Ali Baba Tekesinde toplanıp kurban kesmişler, şenlenip eğlenmişler. Dertlerine derman ve umut aramışlar. Kırcaali’nin Sevdalina köyünden olup Almanya’da çalışanlarımız ise bir araya gelerek Kara Koç kurban kesmişler. Yoksullara para bahşetmişler. Kendi tassa ruflarıyla köyde Cem Evi kuruluyor. 22 Ağustosta yapılan dualarında Nazır Hoca lokma dağıtma en iyi temennilerle mum yakma törenlerinde hazır bulunmuş, ilahiler okunmuştur. Törenlere çocuklarda katılmış. Kırcaali’ye bağlı Boyno köyünden 1989’da göç edenler bu sene de bina ettikleri çeşme ve camide toplanarak, Şükran Mevlidi yaptılar. Köseler Cami açılışına hazırlanıyorlar. Türkiyede ikamet edenlerin hepsine davetiye gönderilecek, kurbanlar kesilecek. Gorna Krepost köyündeki törenler türbe çevresinde düzenlendi. Dualar edilip birlikte yemek yenirken, sıladan dönenler samimi bir ortamda dertleşmişler. Tabii bu bayramlaşmayı andıran buluşmalar esnasında başını kaldırıp etrafa bakanlar, boş kalmış tarlaları gördükçe, derelerde sıska su değil de sanki gözyaşı aktığını gördükçe kendini tutamadı. Vatan sevgisi gözlerinde nem toplayanların sesi kısıldı. Halkımıza kötülük edenlerin ahi her yerde hissedildi. Çevredeki meşe bayırlarını gezip gönül eğleyenlerse birbirine anı ve fıkra anlatmakta adeta yarıştılar. İspanya’da çalışan Bukovo, Dolno Dryanovo ve Dıbnitsa gurbetçileri de kurban kestiler. Kurban kazanları kaynadı, çevirmeler kızardı. Memleket kokusu kokanlar mutluydular. Onların ziyaretleri bu sene Kurban Bayramına rastladığından dolayı, camilere, okullara, fakire fukaraya bağışta da bulundular. Ecdadımızın cennet ettiği bu topraklarda gurbetçilerimizin manevi destek aradığı dikkati çekiyor. El toprağı yurt olmaz, yurt olsa vatan olmaz diyenler yerden göğe kadar haklıdır. Hepsinin yüreklerinde sıla dinmeyen bir acı, sönmeyen


142

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bir ateş. Hemen hemen yarısı Türkiye’ye geçseler de, sohbet ettiklerimiz, hemen üçüncü cümlede vatan dilimiz ayarını tutturuveriyor. “A”sı farklı “k”e si başka güzel bir harmoni oluşturuyor. Doya doya dinleme faslı açılıyor. “Var mı bizim buralar gibi be” diyenler sanki sırtlarından büyük bir yük silkiyor. Ellerini kollarını kaldırıp da derin nefes alanların yüzü gülüyor. Ecdadını yere göğe sığdıramayan insanların bir araya gelmesi Türklüğümüzün güç kaynağı oluyor. İnsanımız kendi kimliğini kendi yorumunda ve duygularında buluyor. Kendi geçmişimizi halk kültüründe yüreklendiriyor. Bazılarını mezar başında, taşları kenara çekip mezar göçüğünü seçmiş kavgalaz dikenlerini çekip çıkarırken izledim. Sanki “babamın tam da kalbinin üstünde birmiş bu melet” deyip sökmek için asılırken Cenabı Hak sanki koluna kudret veriyor ve ruhları güzel insanların kabrinde diken bitemez diyenlere katılıyordu. Tarihimiz hafızamızda ecdadımız mezarlıklarımızda yaşıyor. Bizde mezar yeri ticareti meta değildir. Mezar ticareti henüz başlamadı. Başlamasa da bu defa gelen yaşlıların gönlünden “gelmişken bir mezar yeri kapatsam” gibi hisler sezdim. “Bizim dağ taş gibi yoktur” diyenlerin gönlünden geçen de buydu. Dünyada başı sonu, sınırı, kıyısı köşesi olmayan bir his varsa, o Vatan Sevgisidir. İnsanın ekmeğini yediği topraklara şükran borcudur. Biz soydaşlarımızda, hemşerilerimizde güçlü vatana bağlılık duygusu olduğunu hissederken, hele Orta Rodoplardaki kültür, din ve tarih anıtlarımıza çok güçlü bir bağlılık olduğuna da tanık oluyoruz. Her yıl olduğu gibi bu sene de Yeni Han Baba Türbesi de arasız ziyaret edildi. Bütün gündüzlerin ve bütün gecelerin sonunda yeni bir başlangıç olduğu gibi, bu sene Davitkovo, Debelyanovo ve Banite köy ve kasaba sakinlerinin bu türbeyi ziyaretlerinde bir keramet olduğuna inanıyorum. I. Selim Sultan zamanında yaptırıldığı öykülenmiş 1919’da Müslümanlar tarafından onarılarak yeni çeki düzen alır. Kaynaklar açıldı. Etrafında şenlikler yapılıyor. Katılanlar yerli giysilerle gelerek folklor gösterileri sunuyor. Kurban kesilen alanlar düzenlenmiş. Güreşler yapılıyor, dua ediliyor. Yüce Tanrıya iman edenler bereket duaları ediyor. Her yanı çiçek açıp halkın ruhunu saran doğa gibi bütün katılanların kendilerini tek yürek ettiği yere dönüşüyor. Bizim memleket gibisi var mı? XXI’inci yüzyılda bu ziyaretler arttı, çünkü halkımızın yüreği düştü, yerde. Sefillik birçoğumuzu ayaküstü duramayacak durumlara getirdi. Böyle olmasına rağmen, insanlarımızın yüreğinde yeni bir başlangıç umudu var. Buraya Eğiri Dere (Ardino) ve Paşmaklı (Smolyan) yörelerinden gelenlerin inancında ise, Yeni Hak Baba Türbesi ziyaretleri samimi ve soyunu, toprağını, vatanını seven insanlara kutsal türbenin bir şey fısıldadığı, bazı hatırlatmalarda bulunduğu inancı yaygındır. Birçok kişi türbenin tahmin ve telkinde de bulunduğuna inanır. Diğerleri de


Makale ve Analizler - 2017

143

güçlü arzuların gerçekleşmesine yardımcı olduğuna iman etmiştir. Suyu da şifalıdır. Yolları bağışlarla asfaltlanmış Türbeyi ziyaret birçokları için Hacılık gibi, orada yatıyorlar, dualar o ortamda ediliyor, dilekler tutuluyor. Haziran, Temmuz ve Ağustos’ta gelen ziyaretçilerin inançlarında ise “konuşamayan çocuk konuşur”, “çocuk bekleyen gelimler mutlu olur” gibi gönül okşayanlar var. Bu sene gurbetçiler yoğun yoğun geldi. Halk gerçeğe susamış. Kaderin bizim kuşağımıza yüklediği bir ödev var. Halkımızı uyandırmak. Anadilini konuşmayanlar düşünemez diyenlere sesleniyorum. Haklarımızın için ayaklandık. Birimci hakkımız ana dilimizde eğitim alma hakkımızdır. İsimlerimizi geri verdiler ve umut kutusu kapandı. Kardeşlerim biz özgür olmak zorundayız. Özgürlük düşünmek ve dünyayı tanıyarak değiştirmektir. Biz özgür olmalıyız! Özgürlüğümüze dil uzatan, el kaldıran vatan hainidir. Derdine derman ve umut arayanlarımız artıyor. Hürriyet halkın elindedir diyoruz yeniden. Aradığımız gerçeklere çok yakınız diye düşünürken haklıyız. Tapınaklarımız, tekkelerimiz, cami ve medreselerimiz bizim kimliğimizden parçalardır. Yaşam şeklimiz de öyledir. Hatta yazarlarımızın anlattığı öyküler, şairlerimizin okuduğu şiirler, kızlarımızın söylediği şarkılarımız bizim Türklüğümüzdür. Eşimin terliklerime çetik koyması da bizim kimliğimizden bir parçadır. Tarhana çorbası içmek ya da lokma dağıtmak gibi... Başını kaldır kardeş. Gel de bizi gör. Kendini gör. Biz hepimiz bir bütünden öğeleriz ve kolektif haklarımızda birleşince ve ruhumuz kaynaşınca herkesten güçlüyüz. Kış geliyor. Ocak başını değerlendirin. Türk kimliği ocak başında alevlenir. Türk ocaklarını yakalım kardeşler. Paylaşınız.


144

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Olayların Rengi Değişirse!

Nedim Akın-24.Ekim.2017

Konu: Karar almak insan hakkıdır. Konum belirleyecek karar almak zorundayız. Birinci olay: Bundan bir süre önce Sofya’daki “Yeni Bulgar Üniversitesinde” /NBU/ (Bir Soros Merkezidir) “Liberal Demokrasi Bunalım mı Geçiriyor” konulu bir konferans düzenlendi. Kürsüye çıkan ve kendisini bir genç tutucu (konservatör) olarak tanıtan bir konuşmacı, sosyal eşitsizliğin yalnız “doğal” olmakla kalmayıp üstüne üstelik “yararlı” da olduğunu savundu. “Siyasi eşitliği kabul ediyor musun?” konusunda tartışmalara neden oldu. Konuşmacı “Hayır, ben eşitliği kabul etmiyorum” yanıtını verince de katılımcılar şaşakaldılar. Faşizm kıvılcımları üniversitelere sıçradı. İkinci olay: Polonya’da çocuk aldırma kanunu onaylamak istiyorlar. (Kadınları doğurup doğurma ve ne zaman doğum yapacağı kararını devlet belirlemek istiyor.) Sofya Meclisi önüne toplanan küçük bir sivil toplum örgütü de aynı istekte bulundu: Bulgaristan’da günde ortalama 80 çocuk alınıyor. Göstericiler çocuk aldırmanın gerekçeye bağlanmasında direniyor. Bulgaristan’da insan hakları konusunda bir sayfa daha açılıyor. Üçüncü olay: Avrupa’da (Almanya İçin Seçenek) /AfD/, Fransa’da Milli Cephe, Avusturya’da Özgürlükler Partisi ve birçok başka politik partinin son dönemde olağanüstü aktifleşmesinden endişe edenler arttı. Birçok yorumcu bu partileri (ötekileştiren) olarak nitelendirirken, bazıları da daha ılımlı bir dille radikal tutucu olarak gösteriyorlar. Brüksel’de çıkan “Politico” yayını “Bulgar aşırı sağcıları Brüksel’le deprem yaşatacak” diye yazdı. Çünkü Bulgaristan’daki 3 aşırı sağcı partinin liderleri “sığınmacılara karşı güç kullanmasını” istiyor. Komşu ülkelere karşı sert konuşuyor. Çingenelere karşı ise ırkçı saldırılarda bulunuyorlar. Bulgaristan makamları bu saldırgan tutuma tepki göstermiyor. Örneğin Petır Nikolov olayı şöyle açıklıyor: “Almanya İçin Seçenek” partisi bizim görebildiğimizde oldukça farklı bir partidir. Bu yeni hareket eski Hıristiyan Demok-


Makale ve Analizler - 2017

145

rat Birliği /XDC/ partisinin aydın kanadının bir bölümü tarafından kurulmuştur. Hatta Avrupa için genel geçerli kabul edilen standartlardan daha ılımlıdır. Almanya İçin Seçenek partisi, Alman geleneklerini savunan Merkel’den farklı olarak, aşırı sağ bir parti değildir. Ve Bulgar yandaşı GERB partisi örneğini emsal alarak aşırı sağcılarla ortaklık kurmaya davet ediyor. Yine bir Bulgar siyaset adamı olan Neno Dimov da “Avrupa’yı kurtarmak için” aşırı milliyetçilerle ortak hükümet kurulması çağrısında bulunuyor. Son haftalarda “Radikal İslam” kavramını dillerine dolayan Bulgar faşistleri, özellikle Savunma Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Krasimir Karakaçanov, “Bulgaristan Müslümanlarının İslam dünyası ve özellikle de Türkiye ile ilişkilerini” kesmeye çalışıyor. Komünist eski Baş Prof. Müftü Nedim Gencev, Bulgaristan’da din eğitiminin yaygınlaşmasına, imam hatip okullarında ve enstitüsünde derslere dış ülkelerde eğitim ve öğretim almış hocaların girmesine ve Türkiye’nin okullarımıza mali yardımda bulunmasına karşı çıkıyor. Bulgaristan Türklerini kimsesiz bırakma planları yapmışlar. Dördüncü olay: Son dönemde Bulgaristan’da yaygınlaşan propaganda 1944 yılından önce “ülkede anti-faşist” hareket ve 1934 - 1944 yılları arasında faşist rejim olmadığını iddia ediyor. Partizanların hırsız oldukları, terör eylemleri kundakladıkları, demiryolu, köprü ve depoları havaya uçurdukları görüşü yayılıyor. Bulgaristan’da işçi köylü halk direniş hareketinin Nazilere, ülkemizdeki Hitler askeri güçlerine ve yerli ortaklarına ve işbirlikçilerine karşı silahlı savaşımı reddediliyor. Bulgaristan’da anti-faşist harekete Türkler de katılmış ve Ahmet Tatarov, Mustafa Mutkuv vb. şehitler vermişler, faşizm döneminde Türk erkekler kara işçi olarak parasız çalıştırılmışlardır. Bu gerçeklerin inkâr edilmesi kamuoyunda endişe uyandırıyor. Komünistlerle faşistler İkinci Dünya Savaşında birbirleriyle savaştıklarını reddederse birleşmelerine ve birbirlerini af etmelerine ve 21. yüzyılda orta direk olmalarına 1 adım kalmış demektir. “Yeni faşistlerin” 20. yüzyıl sözde “suçsuzluğundan” kükrediğini söyleyenlerin dediklerine kulak verelim ve üzerinde düşünelim. Yeni faşistlerin Bulgaristan Türklerine karşı işlediği cinayetler unutturulmak isteniyor... Beşinci olay: Üçüncü kez hükümet kuran Bulgaristan’ın Avrupa Vatandaşları Partisi (GERB) milletvekili Anton Todorov’u “Ajan Dosyaları Komisyonu” Başkanı görevine önerdi. Meclis onaylamadı. Bu hareketiyle GERB partisi geçmişte suçsuz vatandaşlara karşı işlenen suçları ve bu işlerde parmağı olan ajanların rolünü ortaya çıkarmaktan fazla, sol muhalefete çamur atmaya çalıştı. Aşırı sağcılarla


146

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

otaklık kuran GERB partisi muhalefeti pasifleştirmek etmek için “ajan dosyalarını” bir araç olarak kullanmaya çalışıyor. Hedeflerinde kendilerini aklamak var. 2017 Martında yapılan erken meclis seçimlerinde Bulgaristan’da “Reformcu Blok” kişiliğindeki sağ muhalefet parlamento dışı bırakıldı ve dağıtıldı. Polonya ve Macaristan’da benzer yöntem artık başarılı uygulandi. Bu iki ülkede sözüm ona demokratik araçlardan yararlanılarak muhalefet güçleri parçalandı ve ezildi. Demokrasinin ancak ve yalnız “çoğunluğun” iktidarı olduğu görüşü yerleştirilmeye çalışılıyor. GERB milletvekili Anton Todorov’un adaylığını savunmak için “meclis içi anti-komünist güçler” seferber edildi. GERB partisinin komünizm sonrası oluşan totaliter bir yapılanma olduğunu dikkate aldığımızda, An. Todorov’un mecliste kendini savunma konuşmasından şu tümcelere dikkat edelim: “Benim adaylığıma karşı oy kullananlar, 9 Eylül 1944’ten sonra Bulgarları en kaba bir şekilde öldüren kırmızı soyların evlatlarıdır.” Todorov şöyle devam etti: “Şahsıma karşı dil uzatan kırılmış çömlek koleksiyonunda Tarihsel ve Diyalektik Maddecilik dersi hocaları, Komünist Partisinin eski üye ve aday üyeleri, Bulgaristan Komünist Partisi Şehir ve İlçe komitesi düzeyinde irili ufaklı jurnalciler, Sovyet ideolojik okullarında eğitim ve öğrenim görmüş utanmazlar, “köfteci kedileri” cinsinden şerefsiz tipler görüyorum.” 240 kişilik Bulgar meclisinde 84 eski gizli polis ajanı olduğu biliniyor. Altıncı olay: Liberalizmin matem çanları çalmasına sevinenler var. Ortaya neo-liberal demokrasi kavramı çıktı. Tutucular ve aşırı sağcılar Bulgaristan’da da bayram ediyorlar. Faşizan fikirlerdeki ortak çizgiler: Yukarda sıraladığımız ayrı ayrı olayların içinden geçen faşizan bir çizgi olduğunu görebiliyoruz. 1930’larda faşizm tam da böyle başlamıştı. “İlkel ebedi faşizm” böyle mayalanmıştı. Büyük yazar Umberto Eko, bu dünyadan gitmezden önce, faşizme 14 niteleme getirdi. Eko: “Bu 14 değişik çeşidin yalnız birisinden bir kırıntısı belirse, topluma sarmaşık gibi sarılmaya ve her yere yayılmaya başlamasına yeterlidir.” demişti. Artık gözümüzü çıkaracak duruma gelen Bulgar yeni-faşizmini tanıyabilmemiz için dünyaca ünlü yazar Ymberto Eko’nun şu tanımlamasındaki çizgilere dikkat etmemiz yeterli olabilir: “İlkel faşizmin ilk belirtilerini putperestlikte görüyoruz.” Hitler ve Stalin örneklerinden sonra bizdeki faşist bozuntuları Valeri Simyonov, Volen Siderov, Krasimir Karakaçanov, Angel Cambazki ve Valentin Kasabov’un tavrına daha dikkatli bakınız lütfen.


Makale ve Analizler - 2017

147

“Faşizmin resmi entelektüelleri genelde modern kültürel ve liberal entelektüellere saldırdılar, onları geleneksel değerleri bir kenara itmekle suçladılar.” GERB partisi böyle bir saldırıya hedef olmamak için Parti Başkan Yardımcısı ve meclis grubu başkanı Tsvetan Tsvetanov’u Rodoplar’daki törenlerde gayda çalarken, aba potur giymiş, kuşakta hançerle, haydut kıyafetli sırtında kızartılmış kuzu taşırken, halk giysileri giymiş kadın ve kızlar arasında horon oynarken vb görebilirsiniz. Bunlar koyun sürüsü içinde kurt gibiler. Faşistlerin sık sık “Dejenere olmuş entelektüeller, aşınmış züppeler, üniversiteler kızılların yuvasıdır” gibi değimler kullanır. Bizde, faşizan “Ataka” partisi başkanı Volen Siderov Çingene vatandaşlara “sizden sabun yapacağız” dedi. Başbakan Yardımcısı, “Bulgaristan her şeyin Üstündedir” partisi Başkanı kaşarlı Türk düşmanı Valeri Simyov ise Çingene kadınlara “kösenmiş dişi domuz” dedi. Milletvekili, meclis insan hakları komisyonu üyesi Valentin Kasabov ise, Bulgaristan Türklerine “tahta kurusu”, “sizi tahta kurusu gibi ezeceğiz” demekten çekinmedi. “Kesin sosyal kimlik sahibi olmayan kişilere ilkel faşizm şöyle hitap eder: Aynı ülkede doğmuş olmanız tek ve genel ayrıcalığınızdır.” Aşırı milliyetçiliğin kökleri bu gerçeklere dayanır. 2017 - 2018 ders yılında 4 yaşından başlayarak bütün çocukların anaokullarına zorla toplanmasının temel nedenlerinden biri şudur: Okullara toplayıp kafaları yıkanmadan, kimlikleri silinmeden, unutturulmadan veya gelişmesi engellenmeden hiçbir kimse eritilerek entegre ve asimile edilemez. Tek dilli ve tek milletli devlet faşist devlet tiplerinden birdir. “Çağdışı bir katı dinsel akım olarak (fundamentalizm) asilzadelik taslayan Radikal ideolojilerin hepsindeki tipik yönlerden biri seçkinlerin (elitizm) olmasıdır ki, bu güçsüz ve yoksulları tiksinircesine hor görmektir.” Biz bunu Bulgaristan koşullarında zenginlerin yatlı tatillerde, uzak okyanus adalarında, Taylan gibi harikalar diyarında gönül eylemeden, kumarhanelerde eylemekten ve saraylarda sefa sürmekten zaman bulamayışlarında görüyoruz. Bizi soyup soğana çevirip oligarşi temsilcisi olarak Basra Körfezinde güneşleyen Delyan Peevskilerin tutumu Bulgaristan’da faşizme çanak tutuyor. Her hırsız, fer katil, her rüşvetçi ve dolandırıcı her an faşist olabilir. Halkın borç harç içinde kıvranmasından zevk alıyorlar. Örneğin Başmüftülüğümüzü (Bulgar bTV haberlerine göre) 9 milyon leva borçlandırmışlar ve malımıza mülkümüze el koyup haciz üstüne haciz getiriyorlar. Bu gidişle hepimiz ipotekli yaşamaya başlayabiliriz.


148

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Nobel ödülü sahibi yazar şöyle yazdı: “İlkel faşizm birincil iktidar heveslerine fuhuş heveslerini de dahil eder. Bunun adı Batıda moçizm’dir. Kadınları hakir gören ve onlardan tiksinen bu dünya görüşü, kadını bitpazarında meta durumuna getirdiği gib, iğrenç fuhuş biçimlerinden ve homoseksüellikten zevk almaya kadar uzanan pratikler içinde zevk arar.” Sözüm ona “Yurtsever Cephe” gibi faşist oluşumlar iktidar olalı öğrenci yerleşkeleri fuhuş kampusuna dönüştü. Toplumda namus yere vurdu. Eko yeni gelişiminin ilk aşamasında faşizmin şu özelliğine de önemle eğilmişti: “Şu da, ilkel faşizm sözüm olan “kaliteli” halkçılığa (popülizm), seçmeli popülizme dayanır. Bu gidişle gelecekte televizyon popülizmi ya da internet popülizmi oluşabilir. Bu yeni durumlarda halkın belirli bir kısmının TV ekranı başında ya da internet etkileşiminde herhangi bir kişiye ya da olaya kükreyen tepkisi ya da sempatisi halkın oyu olarak dayatılmaya çalışabilirler.” Benzer gelişmeleri, faşist partilerin gece gündüz kışkırtma yayınları yapan “Ataka” ve “Skat” yayınlarında izliyoruz. Bulgar halkını İslam’a, Müslümanlara, Türklere, Türk kimliğimizin maddi dayanakları olan cami ve mescitlerimize, çeşme ve hamamlarımıza, türbelerimize, muhabbet merkezlerimize yöneltmelerinde izliyoruz. “Ataka”, “Retro”, “Balgariya” gibi gazetelerin her sayısında nifak saçtığını bilmeyen yok. Hele 26 Mart 2017 seçimlerinden önce son 28 yılın en büyük yalanlar söylediler, vaatlerde bulundular. Hatta “Çingeneleri Bulgarlaştırmada başarılı olacaklarını” dahi söz verdiler. Türkiye - Bulgaristan sınırından “kuş uçmayacak” dediler, 200 milyon levayı cepledikten sonra yapılan denetlemelerde, sınırdaki tel örgütün çok kolay geçilebildiği, üstelik “tel duvar” ardından kamyon geçebilecek 3 - 4 metre geniş ve 2 - 3 metre derin açık tünel geçişler olduğu TV ekranlarına, röportajlara ve kısa süreli filmlere konu oldu. Bu işleri para karşılığını yapan Başbakan Yardımcısı Valeri Simyonov’un şirketleridir. Faşist şirketler sınır boyuna çöreklenmişler. Otellere, fuhuş kulüplerine hizmet sunuyorlar. Malko Tırnovo sınır şehrinde Fuhuş Oteli kurmuşlar. Bulgar halkının ulusal adaletine çamur bulaştırdılar. Bu tipler şirketlerini de kullanarak Bulgaristan’a faşizm tohumları saçıyorlar. Avrupa Birliği Konseyi’nin endişesi haklıdır ve büyüktür. Olaylar skandal olunca mahkemelik oldu. Ünlü yazar Unberto Eko Avrupa gençliğini şöyle uyarmıştı: “İlkel faşizm korku sömürür. İnsanların ve toplulukların doğal korku duygularına baskı yapar, halkı sıkıştırır ve çok değişik tehlike ve korku kışkırtır. Kendilerine kötülük yaptığı halk kitleleriyle diyalog kurma çabasında olduğunu göstermeye çalışır. Tüm faşist hareketlerin, faşizan mayalanmanın ilk çağrısı her zaman yabancılara, farklı olanlara karşıdır.”


Makale ve Analizler - 2017

149

Bizde de öyle olmadı mı? “Yurtsever Cephe” faşistleri önce Türklere, Müslümanlara, Çingene kardeşlerimize karşı aktifleşmedi mi? “Ataka” partisi önce Sofya’daki “Banya Başı Camii”ne saldırmadı mı? Filibe (Plovdiv) Birinci Dereceli Mahkemesi Karlovo kentindeki “Kurşun Cami” için Başmüftülüğe iade edilmesi kararına karşı “Yurtsever Cephe” faşistleri, “Ataka” ve VMRO faşistleri ile motorize veya yaya faşist fanatikler taşlı sopalı saldırılarla durdurmadılar mi? Harmanlı şehrindeki “Sığınmacı Kamplarını” ateşe vermediler mi? Bu sıralama çok uzayabilir... Onlar sığınmacı, savaş kaçağı, mültecilerle yerli Müslümanları hep aynı grupta gördüler ve hedef aldılar. Alıyorlar. Bu gidişle GERB faşistlerle sarmaşmadan yaşayamadıkça bu facia böyle devam edecektir. Uyanmalıyız. Birlik olmalıyız! 1929 yılında, Almanya’da faşizmin henüz baş gösterirken ve zehirli dikenleriyle faşizmi kabul etmeyen herkesi yok etmeye hazırlanırken “Faşist Propagandayla Alay Ediyoruz” başlıklı bir elkitabı basıldı. (Sayfa 186) “Irklarına ve cilt rengine bakmaksızın, işledikleri tüm cinayetlerin hepsini gizleyen ve kurbanlarının dikkatini söndürüp onları uyutmaya çalışan Hitler’cilere inanmaya başlayanlar giderek artıyordu.” Sayfa 226. “Naziciler, yalnız ırkların değil, tek tek insanların da farklı değerde olduğunu propaganda ettiler. Bir insanın başka bir insana eşit olduğuna amansız savaş açmışken ve biz insanları ancak hangi ırka ait olduğuna bakarak değerlendirirken, gerekli sonuçları çıkarıp bizden olmayanlarla hesaplaşmalıyız! Alman olmayan her kişi için bundan daha büyük tehlike olamaz. Yok edilmek tehlikesiyle yüz yüzeyiz.” Faşizmin babalarından biri olan Musolini aynı dönemde şöyle diyordu: (Yıl 1926, Ekim) “Klasik demokrasiyi gömdük.” Musolini, Katolik Papazlar önünde konuştu, Ocak 1938: “İtalyanların nüfus olarak büyümesine katkıda bulunalım... Çünkü insanın zafer elde etmesini sağlayan büyük taburlar ancak geniş ailelerin evlatlarından oluşturulabilir. İtalyanlar, bir Katolik ulus olarak, şimdiki kaynakları, nüfus gücüyle Hıristiyan uygarlığının kalesi olmak zorundadır.” Cevap aranan bir soru var: Orta sağda olduğunu iddia eden GERB partisi aşırı sağa kayıp da Bulgar tarihinin 21. yüzyıl faşistleriyle kaynaşabilir mi? Okuduğunuz için teşekkür ederim: Kaynag: Marginalia Karar alma insan hakkıdır.


150

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Kırcaali’nin Kurtuluşu

Durmuş Arda-25.Ekim.2017

Birkaç aydır Kırcaali’nin çeşitli bölgelerinde asılı “Kırcaali’nin kurtuluşunun 100. yılı” yazılı pankartları görünce, gerçek tarihi ve Bulgaristan gerçeğini bilenlerin tebessüm etmemesi elde değil... Bulgaristan resmi tarihine göre, “100 sene önce Ahmet gitti, Dragan geldi her şey güllük gülistanlık oldu” tezi ne kadar trajikomik... Bulgaristan resmi tarihini yazanların, Balkan savaşına, hala etnik açıdan bakmaları, şu tarihi gerçekleri görememeleri hayli düşündürücü: 100 sene önce, yani Balkan savaşında “kurtarılan” Kırcaali bölgesinden binlerce Türk kovulmuştur. Bölgenin dağlık bölgelerinde kalan Türkler ise, tamamen esaret hayatına mahkum edilmiştir. Çünkü dönemin ticari, kültür ve medeniyet beşiği olan Edirne ve Selanik ile Kırcaali bölgesinin bağları tamamen koparılmıştır. İnsanlığın Balkan savaşından 100 sene önce, yanı 19. asrın başlarında kentleşmeye başladığı süreçten, Kırcaali bölgesi, doğal kentleşmesine en yakın Gümülcine, İskeçe, Kavala, Dedeağaç gibi merkezlerden hatta koparılmıştır. Böylece Kırcaali bölge insanının doğal gelişimi engellenmiştir. Bu doğal gelişim engellenmesi sadece Türkler veya Pomaklar için geçerli değil... Bulgarlar da bu engellemeden nasibini almıştır. Örneğin Balkan savaşı döneminde ticaret, kültür ve medeniyet beşiği olan Selanik - Edirne hattından kovulan binlerce Bulgar’ın bir kısmı, dünya medeniyetinden koparılmış bir alan olan Kırcaali bölgesine yerleştirilmiştir. Etnik Bulgarların tek tesellisi ise, bazılarının devlet bürokrasisinde imtiyazlı olmaları olmuştur. Aslında Kırcaali, Balkan savaşında, hemen hemen tamamen Türklerden oluşan 3 - 4 bin nüfuslu köy görünümünde bir yerleşim yeriydi. Kırcaali’nin büyüme süreci ise, 2. Dünya Savaşında Almanların Orta Rodoplarda bulunan kurşun - çinko madenlerini işleme fabrikasını Kırcaali’de kurmalarından sonra başlamıştır. Büyüme sürecindeki Kırcaali’ye Bulgaristan’ın çeşitli yerlerinden etnik Bulgarlar yerleştirerek, kent merkezindeki nüfus dengesi, Türklerin aleyhine bozulmuştur.


Makale ve Analizler - 2017

151

Kırcaali bölgesinde Türklerin çoğunlukta olmasına rağmen, kent merkezinde azınlık kalmalarına şaşmamak gerekir. Çünkü Gümülcine ve İskeçe yolları sınır ile kapandıktan sonra, komünist döneminde Türklerin, Kırcaali’de de kentleşmelerine çeşitli engeller çıkartılmıştır, yani Türkler bir nevi köylere hapsedilmiştir. Aslında “Köylere hapsetme politikası, Türklere, 1985 - 1989 yıllarında yapılan asimilasyon politikasından daha büyük bir kötülüktür” desek yanılmış olur muyuz acaba? Gerçekten kentleşmiş bir toplumu, asimile etmeye kim cüret edebilir ki? Gelelim Kırcaali’nin şimdiki durumuna... 1989 göçünden sonra, Kırcaali ekonomisi tamamen çökmüştür. Türklerin göçünden sonra aklı başındaki Bulgarlar da Filibe’ye veya Batı ülkelerine göç etmişlerdir. Eski rejim yanlıları, devlet kurumlarının özelleştirmesinden faydalanarak her ne kadar köşe başlarını tutmuş olsalar da, üretimden yoksun, birçoğu “sinek avlıyor”. İş yapıyor görünenlerin ise yaptıkları en büyük iş, devletten veya belediyelerden ihale kapmak. Geniş kitleler ise işsiz, güçsüz ve açlık sınırında “kurtulmuş” hayatlarını sürdürmeye çalışıyorlar... Atalarımız “Taşıma suyla değirmen dönmez” demişler... Şu an Kırcaali’nin çarkları, Batı Avrupa veya Türkiye’ye göç edenlerin gelip gitmesiyle dönüyor gibi gözüküyor... Kim ne derse desin, Kırcaali’nin kurtuluşu, bürokraside Ahmet’in veya Dragan’ın olmasında değil, Kırcaali’nin kurtuluşu, eskiden olduğu gibi, herkesin üretebildiğini satabileceği gümrüksüz Edirne - Selanik hattındadır. Yapılmakta olan Kırcaali - Gümülcine hattındaki Makas geçidi, açıldıktan sonra Kırcaaali kısmen de olsa kurtulabilir mi? Bunu zaman gösterecek... Fakat tekrarlamakta yarar var: Kırcaali’nin kurtuluşu patriyotarların aradığı yerede değil, Kırcaali’nin tamamen kurtuluşu ticaret, kültür ve medeniyet beşiği olan gümrüksüz Edirne Selanik hattındadır!...

Kasım Ayı 2017 Yazıları


152

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Askeri İşler

Musa Vatansever-01.Kasım.2017

Konu: Bulgar askeri pilotlar uçmayı reddetti.. Böbürlenme balonu patladı. Bulgaristan tarihinde ilk kez olmak üzere askeri pilotların hepsi stresli olduklarını, ruhsal bozukluk yaşadıklarını, gökyüzünden korktuklarını, aileleri olduğunu ve başka birçok geçerli geçersiz sağlık raporu göstererek uçmayı reddettiler. Olay 2017 Ekiminin son günlerinde Filibe (Plovdiv) “Graf İgnatievo” askeri hava üssündeyaşandı. Bulgar Askeri Hava Filosu’ndaki uçaklar 28 yıl önce gömülen Varşova Parktı zamanında Sovyetler Birliği’nde imal edilen “Mig 29” tipi jet uçaklardır. Basın: “Bu bir darbe midir” başlığıyla çıktı. Bulgaristan 2004’te NATO’ya alındı. Son 10 yılda “Mig 29”ları üreten Rusya fabrikası ile Bulgar Savunma Bakanlığı arasındaki yazışma ve temal tesilmiştir. 8 yıl önce onarılması gereken Bulgar hava savunma güçlerindeki “Mig 29” uçaklarında bir filtre bile değiştirilmemiştir. Jetlerin onarımının daha ucuza mal olması için üçüncü ülke arandı. Polonya askeri fabrikalarıyla anlaşma imzalanmaya çalışıldı. Fakat bu adımların hepsi yarım kaldı. Bir önceki Savunma Bakanı Nenkov hakkında kovuşturma başladı. 6 Kasım 2016’da yapılan Cumhurbaşkanı seçimlerinde askeri hava kuvvetleri komutanı General Rumen Raden Cumhurbaşkanı seçildi. Yeni savaş uçağı alınması sayfası açıldı. Birkaç tartışma konusu birden başladı.  Konu bir: NATO üyesi ülke olan Bulgaristan’ın askeri jetleri Rus uçağı olabilir mi? Yeni mi ikinci el mi savaş uçağı satın alınsın?  İsveç “Gripen” uçağı mı yoksa Portekiz’den ikinci el “F-16” uçağı mı satın alalım vb. Bulgaristan eski Sovyet uçaklarıyla NATO üyesi olamaz görüşü Atlantik Avrupa Birliği taraftarlarında destek buldu. Bu arada son yıllarda Bulgaristan’da askeri uçman eğitilmediği, muhtemelen satın alınacak uçaklarla ilgili kadro eğitimi yapılmadığı gün ışığına çıktı. Sözde “yurtseverlik” patriotizm taslarken ocakta kül bırakmayan VMRO (İç Makedon Devrim Örgütü) Başkanı, Başbakan Yardımcısı ve Savunma Bakanı askeri pilotların uçmayı reddetmesine “siyasi boykot”, “milli çıkarların ayakaltına alınması” dese de, Askeri Savcılık yeni Bulgar tarihinde bir olan bu konuda


Makale ve Analizler - 2017

153

soruşturma başlatmayı reddetti. Bu konuda da faşistliğiyle ünlenen sahte yurtseverlerin başbuğu yine Başbakan Yardımcısı ve sözde “Yurtsever Cephe” başkanı Valeri Simyonov da askeri pilotların uçmayı reddetmesi konusunda değerlendirme yapmakta gecikmedi, grevci pilotlara “iri fareler” dedi bunların “daha cesur genç farelerle değiştirilmesi” gereğini vurguladı. Bulgaristan’ın 3. askeri hava üssü olan “Graf İgnatievo” askeri jet merkezinde yapılan sorgulama pilotları uçabileceği doğru dürüst uçak olmadığını ortaya çıkardı. Bu uçaklarla uçmanın riskli olduğu, pilotların kendilerini güvende hissetmedikleri, korku yaşadıkları gibi gerçekler kamuoyunda “gerekli ve gereksiz riziko” tartışmaları başlattı. Bulgar “Mig 29” uçaklarının uçuş ve kullanım ömrü dolmuş, motorları değiştirilmemiştir. Yine geçen ay Slovenya Askeri Hava Güçlerine ait aynı tip “Mig 29” uçağı uçuş esnasında patladı. Bulgar pilotlar aynı kazayı yaşamak istemiyorlar. Durum ortadadır. NATO üyesi bir balkan ülkesi olan Bulgaristan askeri hava gücü “teknik”, “politik” veya “sağlık” ya da “ruhsal” sorunlar nedeniyle olabilir fakat savaşa girmeden karaya indirilmiş ve felce uğratılmıştır. Savaşmadan pes etmiş ve hurdalık olmuş bir askeri üssü anlatmaya çalıştık. *** Bu konuda Bulgar basınında birçok derin analiz yazısı çıktı. Bulgaristan’da silahlanma konusunda önemli uzmanlardan biri olan, Atlantik Konseyi üyesi ve uluslar arası güvenlik bilir kişisi Mihail Naydenov “Bizim yeniden silahlanmamız gerek,” bu işler eski Sovyet askeri teknik araçlarını “yamamakla” olmayacak, dedi ve “Polonya ve Romanya NATO’da öncü, Bulgaristan ise eski Varşova Antlaşması tekniğiyle gösteri yapıyoruz” başlıklı yazısında şöyle dedi: “Bulgaristan 13 yıldan beri NATO üyesidir. Ordusu modernleştirilmemiştir. (Varşova Paktı zamanında Bulgar Ordusunda 120 bin asker vardı. Şimdi 30 bin asker var) Durumu kritiktir. Eskiden Varşova Antlaşması’nda birlikte üye olduğumuz ülkelerle kıyaslandığında Bulgaristan’ın son durumu nedir? Son 27 yılda açık ara Bulgaristan’ın önüne geçen ülkeler hangileridir? NATO ve Avrupa Birliği olan ve son yıllarda silahlanma alanında önemli ilerleme kaydeden iki ülke var. Polonya ve Romanya. Savunmasına özellikle büyük önem veren Polonya NATO bünyesinde yeniden silahlanmada birinci sıradadır. Rusya’nın Kırım’ı gayrı meşru yollardan ilhak etmesine, Ukrayna’nın istikrarlaştırılması için sürdürdüğü sibrit savaşa ve NATO devletlerine karşı sibrit saldırıların yoğunlaşmasına karşı Polonya silahlık güçlerini modernleştirme ve güçlendirme programı kabul etti. Polonya NATO


154

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

içinde Doğu Avrupa devletlerini etrafında toplamaya ve birleştirici merkez olmaya doğru adımlıyor. Polonya Gayrı Safi Milli Hâsılatının (GSMH) % 2’sini savunma ihtiyaçları için ayıran 5 NATO devletinden biridir. Ülke 2030 yılına kadar GSMH’ından silahlanmaya ayırdığı payı 2030’a kadar % 2,5’e arttırmayı düşünüyor. Bunu yaparsa Polonya Birleşik Amerika’dan sonra NATO üyeleri arasında silahlanmaya en fazla para ayıran ülke olacaktır. Şu dönem Polonya ABD “Raytheon” şirketinden, 7.6 milyar US Dolar ödeyerek, “Patriot” tipi 8 son model savunma ve füze savar sistem satın alıyor. Askeri filosuna yeni 100 savaş uçağı katıyor ve Rusya üretimi “Mig 29” ve “Cu -22” tipi Rus jetlerini F-35 savaş uçaklarıyla değiştiriyor. Varşova askeri hava üssünde artık 36 adet “F-16” savaş uçağı var. Bu yeni donanım, 2016 yılında ilan edilen ve toplam değeri 14 milyar 500 milyon US Dolar olan askersel modernleşmeden birkaç örnektir. Polonya ordusunda hali hazırda 100 bin profesyonel asker var. Sayıları 150 bine çıkarılırken, bu rakama 50 bin gönüllü de ekleniyor. Polonya Ordusu görevlilerinin aldığı ücret ülkedeki ücret ortalamasından yüksektir. Bundan 3 yıl önce Polonya’da orduya alınan erin birinci maaşı 600 Euro idi. Romanya da ordusunu modernleştirmeye önem veriyor. Silahlarını NATO standartlarına uygun duruma getiriyor. ABD şirketlerinden “General Dinamıks” ile zırhlı araç sözleşmesi imzaladı. Romanya’nın en büyük askeri şirketi “Romarm” ile imzalanan bir askeri anlaşmaya dayanarak birlikte üretim yapılacak. Kadro eğitimi Amerika’da yapılacak. General Dinamıks Romansa savaş sanayinde yat6ırım yapılacak. Romanyabir yandan yeni silahlarla silahlanırken, aynı zamanda eski Sovyet silahlarını hurdaya çıkarıyor. Romanya artık bir filo “F 16” satın aldı ve daha 36 adet aynı uçaklardan sipariş vermiştir. İlk 12 uçağı Portekiz’den alan Romanya, yeni uçakları ABD fabrikasına sipariş etmiştir. Bu sene Romanya uçakları “F-16” uçuş esnasında amerikan “KC -135” uçaklarından yakıt aldı. Böylece Romanya’nın dış ülkelerde de askeri operasyonlar için hazırlık gördüğü anlaşılmış oldu. Romanya’nın askeri hava güçlerini modernleştirme çabalarına İngiltere de katılıyor. “Mihail Kogılniçanu” askeri hava üssünde 4 adet İngiliz “Tayfun” savaş uçağı hizmet sunuyor. Romanya hava sahasında Kanada jetleri de nöbet uçuşu yapıyor. Romanya’da çok uluslu NATO birlikleri de konuşlandırılmıştır. “Krayova” üssünde görev yapan 4 bin askeri personelden 900’ü Amerikalıdır.


Makale ve Analizler - 2017

155

*** Aynı dönemde Bulgaristan’da GSMH’nın % 20’inin askeri fabrikalar sağlıyor. Henüz kendi ordusunu modernleştirmeye başlamayan Bulgaristan Yakın Doğu ve başka bölgelere silah satıyor. Bulgar askeri sanayi tesislerinden “Dunarit” fabrikasının batak bankacı Vasilev’in olduğunun anlaşılması 2017’de askeri üretimde çalışan işçileri grev, boykot ve gösterilere teşvik etti. NATO siparişleriyle çalışan Kazanlık, Panagürişte ve Loveç kentlerindeki askeri fabrikaların arasın üretim sağlıyor. Halep düşerken ele geçirilen Bulgaristan Sopot şehri askeri tesislerinde üretilmiş mühimmatın, 10 yıl sürecek bir savaş için yetecek miktarda olduğunu gazeteler yazdı. Anlaşılan Bulgar ordusundaki olaya “iri fareler” olarak tarif edilen kıdemli pilotların “manevi yorgunluğu” ile noktalanmıyor. Bulgaristan NATO içinde de her bakıma metal yorgunluğu yaşıyor. Güvenliğin yalnız “Türkiye sınırına tel örgü çekmek” olmadığını da herkes görebildi. Okuduğunuz için teşekkür ederim.

Kardeş mi, Kardeş Katili mi?

Nedim Akın-03.Kasım.2017

Konu: Birçok konu yaza yaza durulmaya başlıyor. Dobruca Destanlarından Sahneler. Bulgarların Ruslara süngü çektiği günler. Bulgarlar onları Osmanlıdan “koparanlara” neden minnettar değil? Ruslar Bulgarların “kardeşi midir?” yoksa “kardeş katili midirler?” Rusların kafasına iyice işlenmiş olan, “Brest” kalesinden Batıda yaşayanların hepsi Rus düşmanıdır. Bu iddia neden değişmiyor? Üstteki foto İkinci Balkan Savaşı’nda Bulgar askerlerin süngüleri Ruslara karşı çevirdiği bir anı belgelemiştir. “Birisi bana bir gün gelir ve sen de Bulgaristan’la yürütülen savaşla ilgili bildiklerini yazarsın, demiş olsaydı, ona sen aklını kaçırmışsın, derdim dese


156

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

de, Rus imparatoru II. Nikolay 18 Ekim 1915’te “işte, o gün gelip çattı” dedi. Bu konuda Rus halkı, hükümdarı kadar endişeliydi. “Biz onları son derece ağır bir yılda kurtardık, onlarsa nankör çıktılar.” Rusların daha fazlasının Doğu Avrupa bilgileri bununla sınırlıdır. Başa gelenin, anlaması zor ve tamamen olumsuz bir belirti olan Brest’in Doğusundaki topraklarda kendini şu ya da bu şekilde gösteren şu Rusofobluk illeti şekillerinden biri olabileceğini düşünenlerden hiç biri bu “minnettarsızlığı” doğuran nedenlerin ne olabileceğinden ilgilenmek bile istemiyor. Fakat bu olayın özüne baktıkça gerçekler göç çıkarıyor ve anlaşılır oluyor. Örnek olarak, bugünden artık çok uzakta kalan ama bin yıl dehası Karl Marks’ın daha 1853 yılında, kurtuluştan sonra ihtiyaç duyacağı şeyin, Türkiye’nin bir parçası olarak, yarı bağımsızlık elde etmek olduğu, daha o zaman oluşan antiRus ilerici Bulgar kamuoyu tarafından ilan edilmesini gösterebiliriz. Osmanlı’dan kurtulmak nasıl bir ihtiyaç olabilir ki? Bunun yanıtı çok basittir: Onlar kendi anlayışlarına göre yaşamak istemişlerdi. Aynı zamanda 1878’de Rusya’daki iktidarın emirlerinde şunları okuyabiliyoruz: “Ayakta durabilmesi sadece bizim yardımlarımızla mümkün olan Bulgar Prensliğinde egemen durumda olacak güç yalnızca biz olmalıyız.” Öyle de olmuştur. Bulgaristan’daki anahtar konumların hepsine Rus Generalleri atandı. Çariçe Mariya Aleksandrovna’nın yeğeni olan Aleksandır Batenberg Prens atandı. Bulgaristan’ın Osmanlı boyunduruğundan alınmasından hemen sonra, 1879’da demokratik Anayasa ilan edilmesine kapı aralayan Petersburg, koşumları elinden asla bırakmadı. Ne var ki, kısa süre sonra Rus tahtına III. Aleksandır oturduğunda “himaye edici rüzgârlar” esmeye başlayınca, Batenberg durumdan yararlanmaya çalıştı. 1881’de Savunma Bakanı Rus Generali Kazimir Ernrot’un da desteklemesiyle, devlet darbesi yaptı. Anayasa rafa kaldırıldı. Prens’e olağanüstü yetkiler tanındı. Askeri birlikler miting ve gösterileri dağıttı. Ordudaki subayların yarısı Rus subaylarla değiştirildi. Hükumetin başına Rus Generallerin geçmesi, Bulgar liberalleri gözünde Rusya’nın saygınlığını birdenbire düşürdü. Bulgaristan’a biçilen, Rusya’nın Tuna boyu eyaleti rolünü tepki göstermeden kabul edecek kadar muhafazakâr olmadıkları anlaşılan Bulgar tutucu güçleriyle kanlı hesaplaşma başladı. Bu çatışma en açık bir şekilde demiryolu kuruculuğunda kendini belli etmiştir: Bulgarlar, tarım ürünlerinin doğrudan Avrupa pazarlarına sunulmasına olanak tanıyacak olan, Avusturya - Macaristan imparatorluğu ile demiryoluyla


Makale ve Analizler - 2017

157

bağlanmak için Sırbistan sınırına giden demiryolunun inşa edilmesinde direnirken, bu derinlik o yıllarda Avrupa pazarlarında rekabet eden Ruslar tarafından kabul edilmezken, onlar Bulgaristan’ın Güneyi ile Kuzeyini birbirine bağlayacak ve askersel önemi bakımından öncelikli olan Sofya - Rusçuk tren yolunun döşenmesinde direniyordu. Rus projesi 2,5 defa daha pahalı olduğu gibi parası da Bulgar halkından toplanan vergilerle ödenecekti. Rus projesinin öncelik kazanması için lobi faaliyetlerine başladığında, halkın gözünden düşeceğini iyi bilen Batenberg, Sırbistan sınırına uzanacak Batı projesinden yana çıkar. Rus diplomatları Avusturya tuzaklarına kem gözle bakarken, muhbirler Peterburg’a koşarak “Prensin fikir değiştirdiğini” yetiştirir. Rus Generallerinin dikenli eldivenlerini çıkarmaya çalışan Batengerg, 1883’te Anayasa’yı yeniden yürürlüğe koyar ve Peterburg’ta kendisine bel bağlayanların hepsinin birden gözünden düşer. Prens, liberallere el uzatarak daha ılımlı ve ödün vermeye hazır siyasetçilerle işbirliği yapmayı seçer. Bulgar liberallerinin liderleri için o dönem Rusya İmparatorluğu Dışişleri Bakanlığı Eksper Fonundan yılda 400 bin Ruble ödenek ayrılıyordu. Bu paraları Liberal Parti Lideri Dragan Tsankov’un kendi kasasına topladığı iddiaları doğru olsa bile, o partili arkadaşlarının önünde her zaman şöyle demiştir: “Rusya önünde boynumuz kıldan incedir, fakat Bulgaristan yalnız Bulgarların olmalıdır.” Rus maşalarının projeleri art arda suya düşünce Aleksandır Batenberg’in Prenslik makamından istifa etmesi kaçınılmaz olmuştur. İşte böyle bir ortamda, nüfusunun sıfırlandığı bir dönemde, 1885 yılında Prens Batenberg Bulgar Prensliği ile Doğu Rumeli’nin birleştiğini ilan etmiştir. 1878 San Stefano Anlaşmasında Bulgar nüfus yaşayan toprakların hepsinin bir Prenslikte birleştirilmiş olduğunu yeri gelmişken anımsatalım. Fakat Berlin Antlaşması bu toprakları 3 parçaya bölmüştür. Kuzey Bulgaristan tam otonomi elde ederken, Koca Balkan’ın güneyindeki “Güney Rumeli” bu topraklardan koparılmış, Makedonya ise yüzde yüz İstanbul hükmünde kalmıştır. Berlin Kongresi’nde alınan kararlar Bulgar Milli Bilincine bir darbedir. O gün bu gün San Stefano Bulgaristan’ının yeniden kurulması Bulgar siyasetinde bir çözülemeyen düğüm olmuştur. Bulgarlar Güney Rumeli’yi ilhak etmekle bu doğrultuda bir adım atmıştır. Günlerden bir gün kendilerini yurtsever olarak tanıtanlar, kendisi Bulgar olan Eyalet Başkanı Konağını kuşatarak iktidarı Batenberg’e devretmesini istemişlerdir. Bulgar Prensliği ile Doğu Rumeli’nin birleştiği gün şimdi de Bulgar Milli Bayramı olarak anılıyor. Ve 1885’te parçalanmış olan Bulgar topraklarındaki Bulgar nüfusun hepsinin birleşmesine karşı koyan en büyük güç Rusya oluyor. Sultan bile, Rumeli hakkında tenden koparılmış bir parça et, kesilmiş bir kol demiştir. 1878’de San Stefano Bulgaristan’ı için ya-


158

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

rım Avrupa ile savaşmaya hazır olan Rusya, yeni dönemde konum ve tutumundan vazgeçmesi için Batenberg’i ikna etmek için elinden geleni ardına bırakmamaya hazırdır. Üstelik Rusya’nın İstanbul Büyükelçisi kalkışan Doğu Rumeli’de düzen sağlamak için, Rusya’nın tam desteğini vaat ederek, Türk ordusunun saldırması için Sultan’ı özendirmeye çalışmıştır. Peterburg’un basit hesabı şudur: Bulgar topraklarının birleşmesi Batenberg’in nüfusunu yükseltecek, bu ise Rus imparatorluğunun hesaplarına uygun değildir. Türkleri kışkırtma planı havada kalınca, Sırplar Bulgaristan’a savaş açmıştır. Bu savaş patlak vermezden önce, Rus İmparatoru, Bulgar ordularının savaş gücünü ve becerisini sıfırlamak amacıyla Bulgar ordularında görevli Rus General ve subayların hepsini geri çağırmıştır. Buna rağmen Bulgaristan’a saldıran Sırp güçleri tamamen yenilgiye uğratılmıştır. O zaman Rus İmparatorunun Bulgaristan’daki askeri ataşesi (ajanı) Saharov, bir grup Rusçu Bulgar subayının yardımıyla askeri darbe gerçekleştirmiştir. 26 Ağustos 1886 gecesi Konağa dalan subaylar Betanberg’e “tahtan vazgeçtim” belgesi imzalatmıştır. “Alman Prens, Bulgarları Rusya’ya bağlayan yüce ülküye bundan böyle hizmet etmek istemediğini” böylece beyan etmiştir. Bu olaydan sonra Batenberg ancak 3 gün iktidarda kalmıştır. Bu gelişmelerden sonra, Bulgar siyasetinin yeni yıldızı olarak parlayan Stefan Stanbolov Plovdiv’ten (Filibe) çıkıp Rumeli Ordusuyla başkent Sofya’ya girip darbeci subayları tutuklamayı başarmıştır. O dönem gücü pek büyük olamayan, sayıca da az olan Bulgar “Rusofil partisi” lideri olarak Stefan Stanbolov kabul edilmiştir. O günlerde Rusya İmparatorluğu Dışişleri Bakanlığına bir rapor gönderen Rus Konsolosu Aleksandır Kayander, “ülke, Ruslara ait olan her şeye karşı düşmanlıkla yoğrulmuş, fakat kendileri halka çok yakın oldukları için üzerinde onu kışkırtma nüfusuna sahip olan, Rus Papaz Okullarında okuyan ama son dersi görmeden ayrılanların arasından ortaokul öğretmenlerinin eline geçti.” diye yazdı. Bir sonraki seçimde Bulgar Prensi tahtı için aday gösterilen başarısız olunca, bu makama Avusturya ordusundan bir subay olan Saks Koburggotski oturmayı başardı. Bunu kişisel gücenme olarak kabul eden Rus İmparatoru Bulgaristan’la diplomatik ilişkileri kesmiştir. O zaman Rus İmparatoru, denenmiş yöntemlerle eyleme geçerek, Bulgaristan’ı yeniden işgal etmeyi hayal etmeye başlasa da, Bulgar mülteciler buna gerek olmadığına, “basit halkı”, “Rusofil bayrağı altına” kolayca toplayabileceğini iddia ederek, onu niyetinden vazgeçirmeyi başarmışlardır. Ne var ki bu bayrağın


Makale ve Analizler - 2017

159

altına toplanacak Bulgar bulunamıyor. 1887’de Silistra ve Rusçuk askeri birliklerinin ayaklanmaları kanlı bastırıldı. Aynı yılın Yüzbaşı Panitsa’ya karşı suikast suya düşürüldü. 1891’de Aralık ayında Başbakan Stefan Stambolov’a sıkılan kurşunla Maliye Bakanı Belçev öldürüldü. İstanbul’da Konsolos Vılkoviç’in hayatı söndü. Her katliamdan sonra katiller hep Odesa’ya sığındı. 1900 yılında III. Aleksandır’ın ölümünden sonra iki ülke arasındaki soğuk savaş sona erdi ve Bulgaristan Rusya ilişkileri normalleşme yoluna girdi. 1912’de Rusya’nın önerileriyle ve teşvikiyle Bulgaristan Sırbistan askeri sözleşmesi imzalandı. Türkiye topraklarını daha da bölüşme temelinde aralarında uzlaşma sağladılar. Bulgarlar Makedonya topraklarından daha büyük bir parçaya konarken, Sırplar da Arnavutluk üzerinden Adriyatik Denizine çıkacaktı. Osmanlı İmparatorluğuyla son savaşta bu 2 müttefik hızlı başarı elde ettiler. Fakat Rusya’nın Adriatik Denizi’nde askeri deniz üsleri kurmasından endişeli olan Avusturya ve İtalya’nın baskıları Sırpların Arnavutluğu ezerek denize çıkmasına engel olurken, Arnavut devleti kuruluyor. Yeni durumda Sırbistan Makedonya’ya çullanarak kayıplarını kapatmaya çalışıyor. O dönem sokaklarında “Islavcı gösteriler dinmeyen” Peterburg Bulgarlara baskı yapmaya devam ediyor. Çatalca’ya kadar inen Bulgar birlikleri, Rus Karadeniz askeri filosundan yardım bekliyor. Peterburg’a giden Bulgar heyeti sokak göstericileri tarafından alkışlansa da, devlet yönetimi tarafından soğuk karşılanıyor. Kendi gözlerini İstanbul’a dikmiş bulunan Rusya, Bulgar niyetlerinden pek ilgilenmiyor. İstanbul’a saldırı planlarından vaz geçmeleri karşılığında, 1912 yılı anlaşmasına göre Makedonya sorununun çözümünde hakem rolü üslenmeyi kabul etmeye hazır olduğunu açıklıyor. Herkesin bildiği üzere bu savaşta Bulgaristan Makedonyayı gasp edemiyor. Peterburg da Sırbistan’dan yana konum alıyor. 1913 yılında Makedon toprakları için yeni bir savaş başlıyor. Bu savaşta Bulgaristan karşısında Sırplar ile Yunanları buluyor. 1902’de Bulgaristan ile Rusya arasında imzalanan bir askeri sözleşmenin 3. maddesine göre, Bulgar devlet sınırlarının tehlike altına girmesi halinde Rusya yardım göstermek zorundadır. Ne var ki, 1013’te Bulgaristan’ın Rusya’dan yardım çığlıkları asla işitilmemiştir. İngilizlerin Peterburg Büyükelçisi Bükenın’ın yazdığına göre, Petergurg Romanya’ya karşı soğuk kanlık davranması gerekirken, Romanya’yı savaşa kışkırtıyor. O zaman Makedon Cephesinde savaşan Bulgar ordusuna Romanya tarafından yapılan saldırı çok kötü etkide bulunuyor. Bulgaristan milli felaket yaşarken, Makedonya’yı kaybettiği yetmezmiş gibi, Romenler tarafından ele geçirilen, Dobruca’nın bir kısmını da yitiriyor. O zaman Sofya’da “1878’de kurtarılmaktan ise, San Stefano Barış Anlaşması hükümlerine göre, otonomi olarak kalmak daha iyi ve hayırlı olacaktı”, sesleri yükselmeye başlı-


160

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yor. Bu açıdan bakıldığında Rusya İmparatoru II. Nikolay’ın 1915’te hayal kırıklığına uğramasına geçerli bir gerekçe yok gibidir. 1915’in 14 Ekim günü Prens Ferdinand’ ın Bulgarları Makedon kardeşlerini Sırp esaretinden kurtarmak için silaha sarılma çağrısı ve onun yarattığı milli heyecanda anlaşılmayan bir şey yoktur. Bu çağrıda Rusya ile savaştan söz edilmemiştir. Tarafsız konumda olan Romanya Rusya ve Bulgaristan arasında kıvılcım çakmasına engeldir. 1916’da Romenler Bulgaristan’a kendileri saldırdı. Aynı yılın Eylül ayında Bulgar ordusu Dobruca’da Rus süngüleriyle savaştı.Bulgar General Toşev anılarında, “O gün Bulgar ordusunun kurtarıcılarına karşı asla ve hiçbir zaman savaşmayacağı masalının çok derin gömüldüğünü” yazdı. Bu savaşta Bulgar devletine Türkiye yardım etti. 7 Eylül günü Bulgar şair İvan Vazov “Rus askerlerine hitaben” şunları kaleme alacaktı: “Biz sizden nefret ederken kendi özgürlüğümüzü seviyoruz....” Bulgarların “minnettar” olmayanlar olduğu iddialarına cevabı Vazov’un mısrasında bulabiliriz. Başka bir değişle daha 1879’da Bulgar Başbakan Konstantin Stoilov şunları söylemişti: “Bize, sizin kurtuluşunuzu biz ödedik ve bunun için sizin bize sonsuza kadar minnettar olmasız gerekir gibi sözleri yüzümüze vurmaya devam ederlerse, böyle kardeşlik olamaz. Bu külleten kurtulmamız için hesap çıkarsınlar ve faturayı önümüze koysunlar. Faizi de hesaba katsınlar. Biz bu hesabı öderiz ve bu işe bir nokta koruz.” Her şey ne kadar basit değil mi?! Fakat şunu unutmayalım. Rusya basit kararlar alan sıradan bir ülke değildir. Kaynak: Vedemosti .

İpek Demiryolu Hayırlı Olsun

Alptekin Cevherli-03.Kasım.2017

Yoğun iç gündem arasında bizim basın tarafından önemi pek de anlaşılamayan ve basit bir açılışmış gibi geçiştirilen İpek Demiryolu artık nihayet hayata geçti. Ne konferansı yapıldı, ne açıkoturumları... Diğer yandan TRT - AVAZ’da geçen kısa bir haberle de Türkiye’den Semerkant’a direkt uçuşların başladığı müjdesi verildi.


Makale ve Analizler - 2017

161

Şimdi bunları niye hatırlatıyorum? 17’nci - 18’inci yüzyıllara kadar yani “Türk asırlarının” sonuna kadar Avrasya coğrafyasının zenginliğinin temel kaynağı ticaret ve çağına göre çok ileri olan bilimsel gelişmelerdi. Bu ticaret ise Hazar Denizi’nin kuzeyinden geçen Kürk Yolu, Hint Okyanusu ve Kızıldeniz üzerinden gelen Baharat Yolu ve Türkistan’ın kalbinden geçerek Anadolu’ya ulaşan İpek Yolu’yla sağlanırdı. Avrupa’da Reform ve Rönesans’ın başlamasına sebep olan ise bu yolların her üçünün de Türklerin kontrolünde olması; dolayısıyla da zenginliğin Türk İslâm dünyasının tekelinde bulunmasıydı. Buna alternatif bir yol bulmak üzere çıkılan coğrafi keşifler ile de Batı uygarlığının doğuşuna öncülük edilmiş oldu. Elbette bununla rekabet edemememizde, çeşitli yıkıcı felsefi akımlara kapılarak akıl ve bilimi bir kenara bırakmamızın da büyük etkisi vardır. 30 Ekim günü Türkiye, Azerbaycan, Gürcistan Cumhurbaşkanları ile Özbekistan ve Kazakistan Başbakanının katılımlarıyla hizmete açılan İpek Demiryolu, 21’nci yüzyılın yükselen değerini ortaya koymuştur... 1990’da ilk olarak Rahmetli Cumhurbaşkanı Turgut Özal tarafından ortaya atılan İpek Demiryolu projesinin 2017 yılına kadar beklemesinin sebepleri ayrıca incelenmesi gereken bir konudur. Şu anda açılan ‘mevcut haliyle’ dahi yılda 1 milyon yolcu ve 6 milyon tondan fazla mal taşıyacak olan bu hattın gelecek birkaç yıl içinde yüz milyonlara ulaşması beklenmektedir... Bu kadar dev bir projenin 27 yıl beklemesinin, Türkiye’ye ve Türk Dünyası’na bırakın manevî maliyetini, sadece ekonomik maliyetinin bile çarpanlarıyla birlikte trilyonlarca dolara ulaşacağı aşikârdır... Diğer yandan Türkiye ve diğer kardeş cumhuriyetlerin karşılaşacağı düşük maliyetli mal ve hizmet ulaştırma imkânı; yaklaşık 100 yıldır ayrı kalmış kardeşlerin yeniden bir araya gelme ve entegrasyon süreçlerinin hızlandırılması gibi kültürel etkileri de asla göz ardı edilemez. Bu konuda, Cumhurbaşkanı Erdoğan ise açılış gününü “gurur günümüz” olarak nitelendirdi. Erdoğan, “Londra’dan Çin’e kesintisiz demiryolu bağlantısının kurulduğunu ilan ediyoruz. Kararlılığımızın ve vizyonumuzun eseri olan bu proje, hepimizin ortak başarısıdır. İstikbalimiz bakımından çok önemli bir adım atıyoruz. Dev proje Türkiye’ye ve paydaş ülkelere lojistik sektöründe rekabette büyük bir avantaj sağlayacak. Hâlihazırda, Güney Koridor’da ve Kuzey Koridor’da deniz de dâhil edildiğinde Çin’den AB’ye yük taşıma süresi yaklaşık 45 ilâ 62 gün sürüyor. Aynı yük orta koridordan yani BTK (Bakü Tiflis - Kars) Projesi güzergâhından gönderilirse 12 ilâ 15 gün içinde AB ülkelerine ulaşacak. Bakü - Tiflis - Kars (BTK) demiryolu projesi, hem kültürel


162

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ve ekonomik, hem de ticari ilişkilerin geliştirilmesine büyük katkı sağlayacak” diyerek projeyi özetlemiştir. Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev ise, “Bazıları bu projenin hayata geçeceğine inanmıyordu. “Bunun gerçekleşmesi mümkün değil” diyorlardı. Bu üç ülke gösterdi ki, bu mümkündür. Bizim güçlü irademizin, desteğimizin, inancımızın olduğu yerde, bütün işleri başarmamız mümkündür. BTK bunun örneğidir. Bu üç ülke daima birbirini destekleyecek ve birlikte olacaktır. BTK tarihi İpek Yolu’nun bir bölümünü oluşturması itibariyle küresel bir projedir ve ülkeleri birbirine daha da yaklaştıracaktır. Bu projeyi öz kaynaklarımızla inşa ettik” dedi. Bu satırları okurken Aliyev’in “Bazıları bu projenin hayata geçeceğine inanmıyordu. ‘Bunun gerçekleşmesi mümkün değil’ diyorlardı” sözü, Ufuk Ötesi gazetesinde 2000’li yılların ortalarında yazdığım şu makalemi akla getirdi: http://www.ufukotesi.com/yazigoster.asp?yazi_no=20040950 O yıllarda yazımızda özetle şöyle demişiz: Seçim dönemlerinde bütün siyasi partilerin programlarında yer bulan “Demiryollarına yatırım” konusu ne hikmetse iktidara gelindikten sonra sürekli unutulan ve hatta “Komünist” olarak adlandırılan düşman oluveriyordu... Fakat bu kez İpek Demiryolu Projesi gibi bütün dünyanın yakından ilgilendiği dev bir atılımın hayata geçirilmesine (Sayın Başbakan Erdoğan) karar almıştı... Ayrıca Körfez Savaşı`nın yıkıcı etkisinin ortadan kalkmasından sonra Hicaz - İstanbul Demiryolu`nun yeniden çalışır hâle getirilmesi için bir çalışma başlatılacağı gündeme geliyordu. Bu durumda Ankara, bir kolu ile Pekin`e kadar olan Türk Coğrafyası`na açılırken diğer kolu ile de Osmanlı`nın mirası olan Ortadoğu`yu kucaklıyordu. Evet, tahmin edebileceğiniz gibi bazı güç odaklarını olabildiğince rahatsız edecek ve gece uykularını kaçırabilecek dev iki proje aynı dönemde gündeme


Makale ve Analizler - 2017

163

gelivermişti. Öyleyse kendi uykularının kaçacağına, Türk Milleti`nin uykusundan istifade edilmesi gerekirdi... Ve öyle de oldu. Tren operasyonunun düğmesine basıldı... Hızlandırılmış Tren’in Pamukova`da meydana gelen kazasında pek çok vatandaşımız hayatını yitirirken makinistin söylediği bir söz dikkat çekiyordu. “Viraja o kadar süratli girmedim!” Bu olayın ertesi günü ise Adana`dan polisiye bir haber ajanslara düştü. Adana`da rayları birbirine bağlayan 300 kusur vidanın sökülmüş olduğu bildiriliyordu. Polisin yaptığı araştırmada ise hiç bir iz ve delile rastlanamadı. Aradan geçen yaklaşık bir haftada her gün ufak tefek tren kazaları oldu. Ve ardından da sinyalizasyon hatası olarak adlandırılan ikinci kanlı kaza meydana geldi. Bu kazada da makinist, “Ben sinyal ışıklarına geldiğimde yeşil yanıyordu. Bir anda kırmızıya döndü. Ne olduğunu anlayamadım.” diyordu. Ardından ise Anadolu`nun çeşitli bölgelerinde tren sinyal kontrol kutularının parçalanmış ve açılmış olduğu haberleri peş peşe ajanslara düşüyordu. Polis ise daha önce Adana`daki vida sökme hadisesinde olduğu gibi, hiç bir iz ve delil bulamıyordu. (İhanet olabildiğince profesyoneldi) Tren kazalarına son nokta ise boş bir gaz tankerinin tren geçmeden bir kaç dakika evvel raylara bırakılması ve içi yolcu dolu trenin buna çarpması ile yaşandı. Bu kazanın aynı zamanda bir uyarı olduğu komplo teorisyenlerince dile getirilirken, verilmek istenilen mesaj da herhalde ilgililer tarafından alınmıştı... “Gereği yapıldı ve kazaların ardı kesiliverdi...” demişiz. Şimdi; Sayın Cumhurbaşkanlarının açılışını yaptığı bu hattın iyi korunması ve proje dışında bırakılan Rusya, İran ve Ermenistan ile Çin’in önünü kesmek isteyen ABD tarafından sabote edilme ihtimaline karşı uyanık olunması ihtiyacı mevcuttur... Gerekirse AB ve Çin’den de destek alınmalıdır...


164

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Şiirleşen Hayat

Neriman Eralp Kalyoncuoğlu-03.Kasım.2017

Konu: Nuri Adalı’nın Özgeçmişinde yanan mumlar. Aramızdan ayrılışının 10. yıldönümünü andığımız Bulgaristan Türk edebiyat ve sanatının seçkin kalem ve sesi Osman Aziz “Aynalar Yolumu Kesti” eserinde Bulgaristan Türk edebiyatının kalesi Nuri Adalı ile sohbetlerine yer verdi. Bir şairimizin başka bir şairini anlattığı eserlerimizin sayıları parmaklarımızın sayıları kadar azdır. Şairlerimizi tanımadan, ezberimizde onların dörtlükleri ya da güzün buğday eker gibi tohum saçışını, çağırışlarını, haykırışlarını, acılarını, gece isyanlarını, suskun direnişlerini bilmeden ileri gidemeyiz. Şairler büyük Türk kimliği kalemizin temel ve köşe (çap) taşlarımızdır. Köşe taşı olmayan büyük bina olmaz. Birçok kardeşimiz için en büyük mutluluk şairlerimizin ruh denizinde yaşamak, onların soluduğu havayı nefes etmektir. Ne mutlu bize ki, şairlerimiz, anlatacakları tükenmeyen yürekli yazarlarımız, halk sanatımız, halk yaratıcılarımız vb yaratıcılarımız var. “Aynalar Yolumu Kesti” kitabında Osman Aziz büyük şairimiz Nuri Adalı’nın özgeçmişini şöyle anlatmıştı. Nuri Adalı’nın Özgeçmişi  “Merhaba, Nuri Ağabey! Sana nasıl hitap edeceğimi bilemiyorum. Benim kuşak için sen ağabeysin bence. Genç kuşak için manevi baba, gelecek kuşaklar için manevi dede... Özgeçmişini rica etsem senden!...”  Hay hay... Ama izninle gençliğimize bir çift sözüm olacak önce. Senin de belirttiğin gibi, ben gençlere her zaman öncelik tanırım. Çünkü onlardır bir halkın bugünleri, geleceği, umudu... Bütün iyiliklerin, güzelliklerin, başarıların anahtarı onların elindedir. Çalışarak insan olmak, dinleyerek insan olmak, okuyarak insan olmak, yazarak insan olmak, nihayet adamlarla adam olmak onların elindedir, onların hakkıdır. Ama şunu da unutmasınlar hiçbir zaman ki, haklı ile güçlü çoğu zaman bir araya gelemiyor. Haklı olan her zaman güçlü değil, güçlü olan her zaman haklı değildir.


Makale ve Analizler - 2017

165

 Nuri Ağabey, önce gençlerimize hitap ettiğine göre, 23 yıl cezaevlerinde kalmış biri olarak gençlerimize daha ne gibi öğütlerde bulunabilirsiniz lütfen?  Her şeyden önce paraya paradan çok kıymet vermesinler. Parayı insanlardan, inançtan, bayraktan üstün tutmasınlar, her paraya para demesinler. Kolay kazanılana, haramdan gelen paraya para demesinler. Asıl para helal kazanılandır. Paranın getirdiklerinin yanı sıra, götürdüklerini de unutmasınlar, para için namus elbisesini ters giyenlerden olmasınlar. Mutluluk mu? Mutlu olmak da onların elinde, onların hakkıdır. Ama mutluluk sanattır, evlatlarım. Ustasını arar. Gönül kapınızdadır her an. Hep kapıdadır. Açarsanız girer, açmazsanız bekler kapı önünde. Sevgiliniz gelmiştir, mutlu olursunuz. Askerlikteki kardeşiniz gelmiştir, mutlu olursunuz. Komşunuz zili çalar, tuz ister, verdiğinizden dolayı mutlu olursunuz. Onu anlamazsınız, çalmaz zilinizi, kapınızı... Sonunda, Atatürk’ün bir sözünü iletmek istiyorum gençlerimize: “Çalış, Öğün, Güven!” Çalış! Kendi benliğini koruyabilmek için çalış! Öğün! Ecdatlarımızın başarılarıyla övün! Güven! İnsanına güven, çalışan kişiye güven, sanat adamına, bilim adamına güven. İnsanına güven, sanata güven!  “Politikacına güven demeyi unuttun galiba, Ağabey...”  “Unutmadım, kardeşim. Güvenilmeyecek tek kişi politikacıdır.”  “Ama bizim övünebileceğimiz politikacılarımız da var Ağabey.”  “Övünebileceğimiz politikacılarımız var, kardeşim, ama güvenebileceğimiz politikacımız yok?”  “Halkın gözünde güvenini kaybetmekte olan biriyle nasıl övünebiliriz Ağabey?”  “Siyasette öyledir, kardeşim. Siyaset adamının çıkışları olur, inişleri olur.” Bir devlet, bir hükümet, tek kişi değildir. Maiyetindekiler son derece önemlidir. Bir de değerli gençlerimiz şunu da hiçbir zaman unutmasınlar: Hangi alanda olursa olsun, galibiyet “dünya benimdir” demek değildir. Ana babalarının onlardan istedikleri tek şey, onları geleceğe sağlıklı taşımalarıdır.


166

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Cesaretli olun, değerli gençler, siz güneşimizsiniz. Etrafınıza ışık saçmaya devam edin. Belki de ışığınızı balçıkla sıvamak isteyenler olacaktır. Baykuş, ateş böceğini neden öldürüyor? Etrafına ışık verdiği için... Size başarılar, mutluluklar!  “Şahsım ve bütün gençler adına teşekkürü sana borç biliyorum, Ağabey.” Sıra geldi özgeçmişine.  Değerli kardeşlerim, özgeçmişimiz üzerinde hep kara bulutlar döndü dolaştı. Güzel bir şeyler anlatmak istedim ama, iyilikler, güzellikler hemen hemen yok ki, özgeçmişimde...  Ne de olsa, birkaç söz, Ağabey!...  Benimkisi 23 yıla hapsedilmiş bir özgeçmiş, kardeşim. Çocukluğum da orada düğümlü gençliğim de... Olgunluğum da orada, vurgunluğum da... Ailem de orada... gailem de... Şiirim de orada... şarkım da... Filan filan zaman filan yerde doğdu diye sayıp sıralamanın bir alemi yok bence. Sohbetimiz sırasında bu düğüm mutlaka çözülecek, merak edenler muradına ermiş olacaklardır, inşallah. Mademki ısrar diyorsun, kısaca vereyim: Ben Nuri Turgut Adalı 22.Kasım.1922’de Kırcaali ili, Mestanlı ilçesinin Ada köyünde doğdum. İlköğrenimini Kaşıkçılar köyünde, orta öğrenimimi Hatipoğulları nahiyesinde yaptım. Lise dengi öğrenimimi Medreset’ün-Nüvvab’ın Ali Bölümü’nde üç yıl öğrenim yaptıktan sonra (tahsilime bir yıl kala) Kemalist düşüncelerimden dolayı okuldan azledildim. Bu olaylar Bulgaristan’ın Çarlık döneminde gelişti. Bir yıl sonra Kızılordu Bulgaristan’ı istila etti. 9 Eylül 1944’te komünist düzen hâkimiyeti ele aldı. Toplam 5 yıl Gümülcüne’de, Kırcaali’de ve Çorbacılar köyünde öğretmenlik görevinde bulundum. Öğretmenlik sevdiğim bir meslekti, fakat hayatımın kara günleri gelip çattı. Faşistler gibi beni komünistler de beğenmediler. 1945-46’da Nüvvap öğretmenlerinden Hacı Muharrem ve Hacı Ahmet Davutoğlu, gazeteci yazar Ahmet Kemal ile birlikte yollarını “Rositsa Temerküz Kampı”na sürüldüm. Tahliye edildikten birkaç sene sonra (1950 - 1951) “Belene Temerküz Kampı”na ikinci kez gönderildim. 1960’ta (o gün Türkiye Cumhuriyeti Başkanı) merhum Adnan Menderes’e Bulgaristan Türklerinin durumuyla ilgili (Bulgaristan’daki Türkiye Elçiliği vasıtasıyla) bir rapor gönderdim. 27 Mayıs 1960 devriminden sonra (Cemal Gürsel’in Cumhurbaşkanı döneminde) İbrahim Çelikdüven adında bir şahıstan benden önceki rapor mahiyetinde bir ikincisi istendi. İstenilen bu raporu gönderemedim. Musa Cebri adında dost bildiğim bir şahıs tarafından ihbar edildim ve tutuklandım. Mahkûm edildim. İlk duruşmamda mahkûmiyetimin 20 yıl olması istendi


Makale ve Analizler - 2017

167

savcı tarafından. Temyizdeki duruşmada cezam 15 yıla kesildi. Temyizdeki duruşmada cezam 15 yıla indirildi. Cezaevinde çalıştığım için 15 yıllık mahkûmiyetimi 12 yılda (1961 - 1973) tamamladım. Aktif asimilasyon kampanyası yıllarında (1982) tekrar tutuklandım. Nedeni, defterime yazdığım ve yayınlamadığım şiirlerimden dolayı idi. Bu defa 3 yıl hüküm giydim. . O yıllarda Bulgaristan’da sabıkalı olmak cezaevinde çürümek demekti. Tahliye edilmemin hiçbir anlamı yoktu. Çok sıkı bir takip altında tutuluyordum. Musa Cebri’yi de bu çirkin ve caniyane ihbara sevk eden ikinci bir kişi var ki onun adını vermek istemiyorum. O pek çok canlar yakmıştır. Eğer onda vicdan denen bir şey varsa vicdanıyla baş başa bırakıyorum. 3 yıl cezaevinde yattıktan sonra 7 Mayıs 1985’te tahliyem yapılmadı. Bana askeri rejim uygulanıyordu. Oturduğum evi terk etmek yasaktı. İzinli olarak ancak doktora gidebilirdim. Buna rağmen 2 ay sonra (7 Mayıs 1985’te) tekrar tutuklandım. “Belene” Temerküz Kampına gönderildim. O yıllarda bu kampta birkaç bin Türk bulunuyordu. Onların arasında bulunmam sakıncalı bulunmuştu. “Bu milliyetçiyi buraya diğerlerini zehirlemek için mi gönderdiniz” diye yakınanlar oldu. 3 ay burada kaldıktan sonra sözde tahliye edildim. Skomle, tek bir bacak Türkün bulunmadığı bir Bulgr köyü idi. Nüfusun artması ve haklkın şehirlere gitmesi nedeniyle köy bomboştu. Ancak 10 - 15 yaşlı insan dolaşıyordu. Burada yaklaşık 3 yıl kaldım. Ve tahliyem geldi. Baba ocağına dönmüştüm nihayet. Yine de sakıncalıydım. Sabah ve akşam olmak üzere 2 defa polise gidip imzamı veriyordum. 10 Haziran 1989’da iki bavulla, ihtiyar eşimle zorunlu olarak Anavatan Türkiye’ye kovuldum. Bal-Göç Derneği’nin çatısı altında gücüme göre bir göreve atandım. İnsanlara yararlı olmak tek amacımdı. Millette hizmetten daha şerefli bir görev yoktur. Özetlemek gerekiyorsa Türklük uğruna cezaevlerinde ve sürgünlerde 23 yılımı çürüttüm. Ömrümün en güzel yılları - gençlik yılları... 23 yıl yarım ömür. Söylenmesi dile kolay... Aziz dostlarım, bunları arz ederken, kıvanç duymuyor, iftihar etmiyor, asla gururlanmıyorum. Kutsal bir dava için feda edilen ömre acıyanlardan daha ziyade gülenler olduğuna inandığım için esef ediyorum. Değer miydi derken de vicdan, izan ve irfan sahibi Vatan, Millet ve Bayrak için her an ve her yerde her de her fedakârlığa hazır olanları öpülecek, bağra basılacak kimselerden af ve özür diliyorum. Onlar beni mutlaka anlayacaklardır. Hiç gerek yoktu bütün bunları anlatmaya. Çok sevdiğim şair Necip Fazıl Kısakürek’ın şu iki dizesi benim özgeçmişimdir deyip geçseydim yeter artardı bile:


168

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Suratımda her suç bir ayrı imza Benmişim kendime en büyük ceza!” *** Şair Nuri Adalı Bulgaristan Türk edebiyatının orta direğidir. Kimlik mücadelemizin bükülmez bileğidir. Vicdanımızın gururu, geleceğimizin umududur. Külliyatından kısa seçmeler seçtim: Bugüne dek kutlamadım asla doğum günümü Davulsuz zurnasız yaptım hatta dostlar, düğünümü Ben bir esir köleydim ecdat yurdu ülkemde Bir hayat ki, sürdü gitti güneşsiz bir gölgede Ahır ömrümde nasipmiş bayrağıma kavuşmak Böyle bir salonda sizlerle buluşmak! Kutlamaya gelmişsiniz bugün yetmiş yaşımı Şukran ile eğiyorum karlar yağmış başımı Hem Tanrıya, hem sizlere bitmez şükran borsum var Bayrağıyla, toprağıyla benim artık bu diyar. Nuri Adalı halkımızın türkülerinde kanatlanan bir şairimizdir: Karanlık hücrelerde ışık ararken içinde yankılanan sesi dinlemeyi seviyordu. Bir ev yaptırdım, yüceden yüce İçinde yatmadım üç gün üç gece... Hapishane parmaklıkları nereye bakarsa baksın o her zaman bizim dağları görmüştür: Urumeli dağları alçaklı yükseklidir Urumeli kızları fistanlı, eteklidir Süveybem aman... Evet Ağalar, evet... Bizim dağlar!... Bu dağları bize haram saydılar Tomurcuk gül idik, bir bir yoldular Daha pembe idik bize kıydılar Biz ağılamayalım da kim ağlasın! Küflü demir parmaklıklar ardında baharın kokusunu şöyle yudumlamıştır şair: Açtı’mola bizim ilin gülü yaprağı


Makale ve Analizler - 2017

169

Çekti beni Mestanlı’nın suyu toprağı Ayarladım kendimi bu yerlerin rüzgârına Yüreğim sevinçten alev alev yana mı, yana! Ağır zulüm yıllarında şair Adalı halkı isyana davet etmekle suçlanmıştır: İtiraz vardı. İtiraz vardı onun her dizesinde “Hakkın kolu bükülmez diyordu” o. Kan kusuyor dört bin yanda şu kulların Bir geçidi yok mu Yarab, sana varan yolların? O hücrede tutulsa da, Bulgaristan Türklerinin 1989 Mayıs Ayaklanması’nı şöyle hayal etmiştir: Her nefeste aşk ile Yaradanı anarız Namus meydanına birlik içinde girer de Binlerce budaklı şamdanda Bin tanemi bir yanarız. Dünya görmüş şairin bakış açısı farklıydı: Öldürenler gafil, Ölenler haklı Düşünen kafalar zindanda saklı... Çaresizlik konusunu birçok şiirde işlerden, şu sonucavarmıştı: Düşmüşüm denize boynumda yılan Dolar gibi hakim dünyaya yalan. Gençlerle görüşmelerinde “Yılandan mı korkarsınız, yalandan mı?” sorusuna verdiği yanıtında şöyle diyordu: Yalandan daha çok korkarım, Yılanın başını ezersin, geçersin... Ama yalanın başı yok ki... Çok uzun zaman koğuşta kalan şairimizi kimi defa olumsuz düşünceler de sardığında, kalemini alıp hafızasına şunları yontuyordu: Hakkın yolları pek dik ve kayalık Bu yoldan yürümek bir budalalık. Ya da İt olmaya bak oğulum, İt! Hayat sevmiyor yiğit! 23 yıl içerde kalan şairin en büyük kavgası yalnızlıkladır:


170

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Öyle yalnız kaldım ki hayatımda Kimi gün öldüm, kimi gün ilah oldum. Çok zaman annemin dizlerine haster Koydum başımı kendi dizlerime Doya doya ağladım. Şair Adalı “göçmenliği Bulgaristan Türklerinin kaderidir”, demişti: Kader, kime şikayet edeyim seni bilmem Alnıma yazılmış yazısın, derinsin silemem Doğarken yakışmış, benimsin, tenimsin silemem Alnıma yazılmış yazısın, tenimsin silemem. Totaliter faşizm ve komünizm yıllarında Bulgaristan Türk Kimlik maneviyatına saldırıları kısaca şöyle şiirleştirmişti: Yamadık dünyamızı yırtarak dinimizden Din de gitti dünya da gitti elimizden Ne mutlu o kitleye ki zulme karşı çıktı Hak ve özgürlük uğruna hayatını yıktı. Mestanlı’da şehitler anıtı onun özgürlüğü kucakladığı yıllarda dikildi. Her sabah anıt önüne gidip, peykeye oturum uzun uzun saygıda duruyordu sanki. Gençlere bakıyor, her birine ayrı ayrı gülümserken dokunuyor, yüreklerine kıvılcım veriyor, beyinlerinde olacak yeni depremlerin tohumlarını ekiyordu o. Şairin içinde kaynayan sonsuz insan sevgisini şu satırlarda da okuyoruz: Aheste yürütme gemini kaptan Rüzgardan bile hızlı gitmelisin İlerideki ülkelerde henüz doymamış çocuklar var Senin yolunu Tanrı bekler gibi beklemekte Tanrı gibi imrenmekte her biri sana Ancak kendi halkın doyunca değil başkasını da unutmazsın Ne mutlu sana ve sendeki insanlara! Büyük şair acı çekmekte mutluluk arayan biriydi. Dostluk ve hainlik üstüne birçok eser tarattı. “Hapishanelerde acı çektimse eğer. Hep dost yüzlerin şerrinden yandım!” dedi.


Makale ve Analizler - 2017

171

Dostla düşmanın birbirinden ayrılmasını öğütlerken hainleri lanetledi. “Dostlar” konusunda Zeki Müren’in okuduğu şu şarkıyı çok seviyordu: Sanırım gündüzdü anlarla gecem İçimde umuttu dost bildiklerim Ne zaman yıkılıp yere düştüysem Terk edip de gitti dost bildiklerim Nerde o sözlere kandığım günler Her güler yüzü dost sandığım günler Acıdan kahrolup yandığım günler terk edip de gitti dost bildiklerim! Rodoplu şairin yalnızlık kaderi, bıçağı ve tüfeği de dili olmuştu. O Bulgaristan Türkçesinin yürekli türküsüdür. Özlemlerini gemleyemediği, saçlarının parmaklığa dıolaştığı anların birinde şöyle demişti: Evim evim, vah evim, gönül bıçağı evim Tadım, rengim, ışığım, anne kucağı evim Renk renk hatıralarım oda oda silindi Anne kokan bir Türkçem vardı o da silindi. 72 Türkün ayaklandığı, hak ve özgürlükleri uğruna şehit olmaya hazır olduğunu dünyaya duyurduğu günlerde şair şöyle diyecekti: En güzel, en bahtiyar en aydınlık En temiz umutlar içindeyim Çok şükür göreceğim Özgürlükle doğan güneşimi! Nuri Adalı ölümü düşünmeyen, hayat sevinci ile yaşarken, ölümden korkmayan bir yaratıcıydı: Bende severek çarpan bir yürek var ya Gören gözlerim, duyan kulaklarım Düşünen başım, tutan ellerim Söyleyen bu dillerim var ya Güleceğim, duyacağım, seveceğim Öldürseler bile ölmeyeceğim! “Büyük Göç”le vatanından kovula şair şöyle dedi: Komünist rejim bizi göçe zorladı kardeşim!


172

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Gönül ister ki!” şiirinde 80’inde olduğunu gizlemeden duygularını şöyle ifade etmişti: Belki kabrim de bilinmez bu vahşet ülkesinde Gönül ister kabrim olsun bir çınar gölgesinde! Bizim oraların çınarı karaağaçlarımızdır. Büyük şair bir Rodoplu karaağacın gölgesindedir iki taşın ve hiç solmayan çiçeklerin altında ve büyük bir kuşağın umutlarında açmış vatan kokusuyla renk renk... Yattığın yer nur olsun Üstat. Vakit ayırıp okuduğunuz için teşekkür ederim.

Bir İridere insanının isyanı: İki yüzlüler!

Murat Ulutürk-04.Kasım.2017

Çanak yalayanlar zaten iki yüzlüdürler “Bulgar kökenliyiz” diyorlardı şerefsizler Dedelerinin mezar taşlarını kırdılar Kendi halkını sinsice kandırdılar Gece gündüz milis kapısı aşındıranlar Milletine akıl almaz işkence yaptıranlar Menfaat uğuruna anne babaya kıyanlar İşlerine gelmeyince seni beni satanlar Sanmayın bize o acıları unutturdunuz Sahte mecmualarla halkı uyuttunuz Çeşit çeşit paneller düzenliyordunuz Zavallıların işine de son verdiriyordunuz Eskisi gibi şimdi de çıkar için soyundunuz Ne olduğunuz bellidir sizin topunuz Hani zamanında Bulgar torunuydunuz?


Makale ve Analizler - 2017

173

Ne zaman Türk oğlu Türk oluverirdiniz? Tezgâhlarda boy boy gazete dağıttınız Toni’yi bile tezgahlı oyununuza getirdiniz Bursa’daki konserinde “Zdraveyte Bulgari” dedirttiniz Halkı delirttiniz, hala kimler için çalışıyorsunuz siz? Bırakın artık şu senli benli mantığını Beraberlik varken hâlâ niye ayrımcılık? Bitirin artık şu DOST çevresindeki şahsi kavgalarınızı Engellemeye kalkışmayın DOST çatısı altında birleşmemizi! (İsminin açıklanmasını istemeyen bir İridereli-Eğridereli) Kaynak: Arda - Tuna

Çok Acıklı Gerçekler

Dr. Nedim Birinci-04.Kasım.2017

Konu: Bulgaristan’da çok ciddi nüfus sorunları yaşanıyor. Biz memleketimiz olan Bulgaristan’da 1989 “Büyük Göç” olayından yani Türk nüfustan 500 bin yurttaşın Bulgaristan’dan zorla kovulmasından sonra meydana gelen duruma “bunalım”, “nüfus bunalımı”, belki de “önü asla alınamayacak bir yıkım süreci” demiştik. 28 yıl sonra her şey tamamen değişti. Bir milyon 200 bin ev ve dairenin lambaları artık hiç ışımaz oldu, pencereleri açılmaz, kapıları gıcırdamaz, avlularda köpekler havlamaz oldu. Devletin Nüfus Daireleri ve Bilimsel Enstitüler tarafından ne kadar gizli tutulmaya çalışılırsa çalışılsın son 28 yılda 3 milyon Bulgaristan vatandaşı ülkeyi terk etmiştir ve 2017 itibarıyla Bulgaristan’da yaşayan nüfus 5 milyon kişinin altına düşmüştür. Batı Avrupa ülkelerinde dünyaya gelen 200 bin çocuğun Bulgaristan nüfusuna kaydı yapılmamıştır. Ana-babalar çocuklarının Bulgaristan’da yaşamasını istemiyorlar. Bu Konudaki Derin Analiz Şöyledir.


174

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yeni durum artık bir bunalım değil, çok dehşet verici bir milli felakettir. Kullandığımız verileri Bulgaristan Bilimler Akademisi (BAN) Etnografya Enstitüsü’nde uzun yıllar bilimsel araştırmalar yapmış olan Doç. Dr. İgnat Minkov’un yayınlarından aldık. Etnografya, insan topluluklarının kültür oluşumlarının bilimsel incelenmesini yapan, budunları karşılıklı olarak ele alıp inceleyen bilim dalıdır. Bu yazımda budun kavramını (kavim), siyasi durumları ne olursa olsun, töre, dil ve kültür nitelikleri bir olup boy ve soy bakımından, birbirine bağlı bulunan insan toplulukları olarak ele alıyoruz. Yazımızda Bulgar, Türk ve Çingenelerden söz edeceğiz. Çingenelerin durumunu açıklarken de Hıristiyanlaştırılmış Çingeneler ve Müslüman Çingeneler gibi iki kavram kullanacağız. Bulgaristan’daki etnik toplulukların nüfus olarak gösterdiği dinamiklik (hareketlilik). Nüfus olarak Bulgar etnik topluluğuna ilişkin acı gerçekler: Doç. Dr. İgnat Minkov bu sene “Etnikler ve Etnik Topluluklar” konulu bir derin analiz kitabı yayınladı ve bugüne kadar hem bilinen hem de sır olan birçok gerçeği gün ışığına çıkardı. Bu eserde Bulgaristan’da demografi - İnsan nüfusunun büyüklüğü, yapısı, gelişmesi, dağılımı ve başka yönlerini ele alan bilim dalıdır - /nüfusbilim/ sorunları bir geçiştirilebilir bunalım olarak değil bir önü alınamayan milli faciaolarak işlenmiştir. İlk defa olmak üzere demografi sorunlarının etnik özü ve yönleri üzerine derin analiz yapılmıştır. Bulgaristan’da etnik sorunlarla ilgili yayınlanan yazıların hiç birinde konu etnik toplulukların özellikleri açısından ele alınmazken, gerçeklerin üzerine “İslamlaştırılmış Bulgarlar” gibi bir yalan perdesi çekilerek, somut gerçekler Bulgaristan ve dünya kamuoyundan gizlendi. Türkler, Pomaklar ve Çingenelerle ilgili ayrı ayrı araştırmalar yapılsa da bunlar yayınlanmadı, halktan gizli tutuldu. Önce şu ayrıntıya işaret edelim. Demografik (nüfusa ilişkin) azalma ve çoğalma gibi süreçler bir bütün bir toplumda değil, bu toplumu oluşturan etnik toplulukların içinde gelişen süreçlerdir. Yani etnik topluluğun durumuna ilişkin verilerdir. Bu anlamda, Bulgaristan’ın demografik durumunu açıklayabilmek için önce Bulgaristan’da yaşayan etnik toplulukların demografik durumunu ortaya koymak zorundayız. Demek oluyor ki, Bulgaristan’da Bulgarlarla birlikte Türk ve Çingenelerin de yaşadığını kabul etmeden biz bu konuya ışık tutamayız. Çünkü Bulgaristan demografisini oluşturan etnik topluluklarımızın durumu ve sorunlarıdır. Bu analizde etniklerin olmadığını iddia etmek (yani Bulgaristan’da Türk, Pomak, Çingene, Tatar, Gagavuz vb yaşamıyor demek) bu soruna çözüm değildir.


Makale ve Analizler - 2017

175

Örneklersek, 2001 yılında Bulgar nüfusta artış eksi binde sekizdir (- 0.008). Bu şöyle anlaşılmalıdır. 2001’de Bulgar nüfus bin kişide 8 kişi azalmıştır. Yani 2002 yılında 992 kişi kalmıştır. Aynı yıl Türk nüfus binde 2,7 (+ 2,7) artmıştır. Yani 2002 yılına her bin kişi artık 1003 kişi olarak girmiştir. Çingenelerde ise bu oran binde + 19’dur. Genel nüfusla ilgili yayınlanan rakamlarda 2001 yılında Bulgaristan nüfus artışının binde - 5 (eksi beş) olduğu ortaya çıkıyor. Ne var ki bu rakam gerçek durumu işe yarar bir şekilde yansıtmıyor. Ne Çingeneleri, ne Türklerin ne de Bulgarların gerçek durumunu yansıtmadığı için devlet siyasetinin çizilmesine temel olamaz. Bu nedenle 2001 yılından beri Bulgaristan’da etnik nüfusun gerçek durumuyla ilgili derin alan incelemeleri yapılmaya başlandı. 16 yıldan sonra gerçek durum ortaya çıkarılabildi: Şimdiye kadar Bulgaristan’da bir yılda yenidünyaya gelen çocuklardan kaçının Çingene ve kaçının Türk olduğu gizleniyordu. İlk kez 2016’da doğan 100 çocuktan ancak 45’inin Bulgar, diğerlerinin Müslüman etniklerden olduğu açıklandı. Bulgaristan’da kimin kim olduğu anket sorularıyla belirleniyor. Bu konuda çok dinamik bir değişiklikler süreci yaşanıyor. Bunu özellikle Müslüman Çingene nüfusta izliyoruz. Resmi makamlar bu vatandaşlara “İslamlaştırılmış olanlar” dese de, bu vatandaşlar anonim anket kâğıtlarına “biz Türk’üz” diye yazıyorlar. Böyle örnekleri Filibe (Plovdiv) “Stolipenovo” (Yeni Mahalle) semtinde yaşıyoruz. Burada yaşayan 80 bin kişi biz Türk kimlikliyiz derken, bu rakam Tatar Pazarcık (Pazarcık) kentinde 20 bin, Nova Zagora’da 12 bin, Vidin kentinde 10 bin vs olarak kimlik belirliyor. Şöyle ki Müslüman Çingeneler Bulgar istatistiklerinde Türk olarak kaydedilmiş bulunuyor. Öte yandan Hıristiyan dinine ait olduklarını söyleyen bir başka Çingene grubu ise anketlerde “Bulgar’ım” diye yazıyor. Bu rakamlar, Bulgarlarla ilgili gerçek durumu gizlemiş oluyor. Şöyle ki bu anketler yalnız Bulgar nüfusun ikamet ettiği bir yerel ortamda yapıldığında çok daha yürek yakan, feci bir tablo ortaya çıkmış oluyor. Bu anlamda bir facia (trajedi) yaşandığını iddia ediyoruz. Vidin ilinden çarpışı örnekler: Kuzey Batı Bulgaristan örneklerinde yalnız Bulgar nüfus arasındaki araştırma doğum oranının (-008) değil (- 020) olduğunu ortaya çıkarıyor. Vidin iline bağlı Kula belediyesinde Bulgar nüfus her yıl bin kişide 37 kişi, Boyçinovtsi belediyesinde bu oran bin kişide 38,9 kişidir; Grama’da Belediyesi’nde Bulgar nüfus her yıl 40 kişi azalıyor; Belogratçik Belediyesi’nde azalma oranı binde 43


176

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kişidir. Gerçek şudur ki 10–15 yıla kadar Kuzey Batı Bulgaristan köy ve kentlerinde Bulgar nüfus tamamen yok olacaktır. Şöyle ki 1989’da bunalım ya da “demografi krizi”, 2001’de felaket yani “demografi trajedisi” kavramlarıyla anlatmaya çalıştığımız süreçlere artık çöküp yok olma “demografi kazası” nitelemesinde bulunabiliriz. Fakat 2017’den başlayarak Bulgaristan’da yeni bir aşamanın yani dördüncü aşamanın başladığını görebiliyoruz bu bir ülke halk topluluğunun oluşturucu öğelerine (etnik unsurlarına) ayrışma yani çökme, parçalanma ve dağılma aşamasına girmiş oluştan söz ediyoruz. Bu dördüncü aşamaya “yok olma” aşaması adını verebiliriz. Dört aşamalı bir devamlı gerileme ve kesin yok olma süreci gelişmeye devam ediyor. Bulgar nüfus çok yaşlandı. Bu derin analize bir de Bulgar nüfusun yaş oranı penceresinden baktığımızda ise tablo şöyledir. Bulgar nüfusun ancak % 35’i, 30 yaşın altındadır. Çingenelerinse 30 yaş altındaki grup % 63’tür. Okullardaki gerçek durum: Önce şunu belirtmeliyim. Bulgaristan’da okuma yazma bilmeyen oranı resmen % 40 olsa da, Bulgarca okuma yazmayı sökmüş ama Bulgar dilini işe yarar bir şekilde kullanabilir durumda olmayan Bulgaristan vatandaşlarının oranı % 70’tir. 2001 yılından beri Çingeneler arasında eğitilip Çingene etnik topluluğuna hizmet sağlamak için 675 doktor ve 1000 adet mühendis yükseköğrenim almıştır. Bunlardan bir kısmı halen Bulgaristan’da çalışıyor. Bulgar devleti okullardaki Çingene çocuklarının sayısını bilmiyor. Başka bir ifadeyle, Bulgaristan okullarındaki öğrencilerin etnik kimleri üstüne bir kayıt yoktur. 2009 yılında GERB partisi lideri Boyko Borisov Birinci hükümetini kurduğunda, Eğitim bakanı yardımcılarından biri 2009 - 2010 yılında Bulgaristan okullarına kayıtlı öğrencilerin etnik bileşimi hakkında bilgi istemiş ve okula giden kaç Bulgar, kaç Türk ve kaç Çingene çocuk olduğunun rapor edilmesinde ısrar etmişti. O zaman Eğitim Bakanı olan İgnatov bu Bakan Yardımcısını hemen işten atmıştı. Gerekçesinde “devlet sırlarını açıklamayı engellemek” vardı. O zaman Hak ve Özgürlükler Partisi Bakan Yardımcısını savunsa da, Başbakan Borisov kararında kesindi ve Bakan Yardımcısını sokağa attı. 2017’dde birkaç verde Bulgaristan okullarına gitmeye zorlanan Çingene çocuklarının toplam öğrenci sayısının % 44,4 olduğu çıktı. Bir Çingene aydını olan öğretmen Yosev Nunev bu konuda bir araştırma yaptı ve şu sonuçlar ortaya çıktı: Örnekler Burgaz, Pleven ve Tırgovişte illerindendir. Birinci sınıfa toplanan Çingene çocukları toplam öğrencilerin % 26’sıdır. Bulgaristan için ortalama ise % 40,4’dir. Diğer bazı illerde bu rakamlar şöyledir. Stara Zagora ilinde


Makale ve Analizler - 2017

177

birinci sınıfa toplanan Çingene çocukları toplam aynı ilin tüm birinci sınıf öğrencilerinin içinde % 37,5’idir. Sofya ilinde birinci sınıfa toplanan Çingene çocukları toplam aynı ilin tüm birinci sınıf öğrencilerinin içinde % 30,0’idir. Vratsa ilinde birinci sınıfa toplanan Çingene ilinde birinci sınıfa toplanan Çingene çocukları toplam aynı ilin tüm birinci sınıf öğrencilerinin içinde % 30 dur. Yambol ilinde bu oran % 31; Pazarcık ilinde % 32; Sliven ilinde % 41; Haskovo ilinde % 44,1 ve Montana ilinde % 44’tür. Bulgaristan’da herkes Nova Zagora ilçesini Bulgar nüfuslu bir yer olarak bilir. Bu sene yapılan bir araştırmada 2017 - 2018 ders yılında 1 - 7 sınıflara kaydı yapılan öğrencilerden % 58’nin Çingene olduğu ortaya çıkmıştır. Fakat bu oran yalnız birinci sınıfa giren çocuklar arasında artık % 68’oranındadır. Bu demografi olayına bir de Bulgar nüfusun dış ülkelere çıkış süreciyle azalması açısındasn da bakılınca şu gerçek ortaya çıkıyor. GERB partisinin iktidarda bulunduğu son 9 yılda Bulgaristan’ı her yıl 35 bin ile 65 bin arasında vatandaş terk etmiştir. Bu süreç 1989’da başladı ve “demokrasinin ilk yıllarında” her yıl ortalama 55 - 60 bin kişi Bulgaristan’ı terk etti. 2001 yılında bir azalma kaydedildi ve ülkeyi yalnız 35 bin vatandaş terk etti. 2008 ekonomik bunalımından sonra bu rakamlar yine birden bire büyüdü ve geri dönmemek üzere Bulgaristan’ı terk eden nüfus 2016’da 48 bin kişidir. 2017 ders yılının başlamasıyla okullarda yapılan anketler öğrencilerden % 50’sinin lise öğreniminden sonra ülkeyi terk etmeye hazırlandığını ortaya koydu. Doğum kıyaslamaları. 2016 yılında dünya devletleri arasında doğum oranı kıyaslamasında Bulgaristan son sırada yer alıyor. Ölüm oranı kıyaslamasında ise dünya istatistik listesinde 2. sıradadır. Sonuç: Bulgar toplumu Bulgar halkının ürünüdür. Bulgar devleti ise tek uluslu ve tek dilli Bulgar etniğinin yapıtıdır. Şu gerçek çok can yakıcıdır. Bulgar etnik topluluğu kendini yeniden üretemez duruma gelmiştir. Dolayısıyla kendi dilini, kültürünü ve yaşam tarzını ayakta tutabilecek yeteneklerini ve vasfını yitirmiştir. Yani başka etnik topluluklarakültür ve uygarlık taşıyamaz, sunamaz ve aşılayamaz, çünkü dağılma, çökme ve yok olma sürecine girmiştir. Şöyle bir gerçek de vardır: Birinci ve 2. Dünya savaşlarından sonra Ege bölgesinden ve Makedonya’dan Bulgaristan topraklarına gelen nüfus bu topraklarda yaşamaya alışamamış, törelerinden vaz geçmemiş ve hiçbir topluluğa adapte ola-


178

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

mamıştır. Örneğin Plevne’ye bağlı Meçka (Ayılı) köyünde yaşayan At Hırsızı boylar güpegündüz insan öldürmeye devam ediyorlar. 2016’da aynı köyde 7 kişi öldürülmüştür. Son 9 yılda Kuzey Bulgaristan’da köylerin tamamen boşalması nedenlerinden birisi de “korkudur”. Devlet ülkede hüküm süren hırsızlık, rüşvet, talan ve dehşet olaylar önü alınmaz başa çıkılmaz boyutlar almıştır. Bulgar halkı Bulgaristan toplumunu örgütleyemez, yönlendiremez ve yönetemez duruma gelmiştir ki, bu da demografik facianın çok önemli bir çizgisidir. Toplumda başı çeken etnik unsur rolünü yitirmiştir. Bulgar devleti bunu görmek ve tüm etnik azınlıklara kültürel otonomi tanıyarak, devletin ve toplumun kültürel ve sosyal bünyesini yeniden yapılandırmak zorundadır. Avrupa Birliği bu sorunlar “Bulgarların iç işleridir” deyip konuya eğilmiyor. Bu nedenle Bulgaristan’da etnik azınlıklarının kendi çarelerine bakıp sorunlarına çözüm ararken birbirinden kopmaları, kendi içlerine kapanmaları önü alınmaz ve durdurulamaz bir gelişme yönü olmuştur. Etnikler Bulgar devletinden ve toplumundan yardım ve hizmet beklemez olmuştur. Etnik azınlıkların çocukları Bulgar okullarına gitseler de Bulgar dilini öğrenmek istemiyorlar. Bu yıl birçok belediyede 18 - 20 yaşında kızların belediyedeki işlerini halledebilmek için Bulgarcadan Çingene diline tercüman kullanmaları dikkat çekmektedir. Bu yanlış azınlık siyaseti, bu cahillik, bu ilgisizlik, bu işsizlik vs Bulgaristan’ı çok büyük problemlere gebe ediyor. Lütfen çevrenizle paylaşınız, Bulgaristan memleketimiz, vatanımız, ecdadımızın şanlı yurdudur.

Bulgarlar Yahudilerini Kurtardı mı? -1-

Nedim Akın-12.Kasım.2017

Konu: Yahudi katliamının kokusu çıktı Birinci bölüm. Bu sene Bulgar Yahudileri konusu Bulgar gençlerin öncelikle Sofya’da olmak üzere, ülkedeki yüzlerce Sovyet Anıtı’na incitici sözler yazması ve tahrik eden resimler çizmesiyle başladı. Bu yazılarda anti-semir ifadeler de olması, Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Bayan Mariya Zaharieva’dan tepki gelmesine neden oldu. Bulgar Dışişleri Bakanlığı’nın karşı tepkisine rağmen


Makale ve Analizler - 2017

179

Zaharieva’nın “anıtlarımıza sahip çıkın”, “suçluları cezalandırın” ve “Bulgar Yahudilerini biz kurtardık” sözleri kamuoyunu kaynattı. Bulgar tarihçilerinden eski Kültür Bakanı Bojidr Dimitrov sözcü Bayan Zaharievaya hakkında “göğüsüz sidikli” demesi olayları daha da kızıştırdı.. Bulgar basın, radyo ve TV programları 1943 yılında 50 bin Bulgar Yahudi’sinin yakılmak üzere dış ülkelerdeki Nazi toplama kamplarına gönderilmesini engellediğini yeniden gündeme getirerek uzun uzun yorumlasa da, ilk kez olmak üzere çok kesin yeni sesler de yükseldi. Bulgaristan Yahudi Dernekleri Başkanı Emil Koen, Bulgar kamuoyunu ikiye bölen 08 Kasım 2017 NOVA TV canlı yayın konuşmasında “1943 yılında Bulgarlar bizi kurtarmadı. Nazi Kamplarına gönderilen 11 bin 343 kardeşimiz dönmedi. 1942’de işgal ettiğiniz Makedonya ve Ege Trakya’sına “yeni” Bulgar Toprakları dediniz. O yıllarda bu topraklarda işlenen tüm suçlardan Bulgar devleti sorumludur. Oradaki Yahudiler Nazi ölüm kamplarına gönderildiler ve geri dönmediler. Birkaç milletvekili, yazar ve şairin Yahudileri savunması Bulgar devletini aklayamaz.” dedi. Bu sözler, 80 milletvekili adına ertesi gün meclis kürsüsünden konuşan sosyalist milletvekili Prof. Dr. İvo Hristov doğruladı. Gerçekleri bilmek isteyen kamuoyu kaynadı. Başkaldıranlar oldu. Bulgaristan’daki azınlıkları anlayabilmemiz için onların 20. yüzyıl tarihini iyi bilmemiz gerekir. Çünkü geçen asır yalnız Yahudi azınlık için değil, tüm diğer ulusal etnik azınlıklar için de baştan sona bir baskı, terör ve zulüm asrıdır. Uygulanan yok etme yöntemleri farklı olsa da son hedef aynı olmuştur. Son 70 yılda Bulgar Yahudilerinin başına gelenler birçok kitaba, konferansa, foruma konu oldu. Hatta Bulgar devleti Bulgar Yahudilerinin Nazi Ölüm Kamplarına gönderilmesinin önlenmesinde katkısı olan Bulgar Doğu Ortodoks Kilisesinin 2017 yılında “Nobel Barış Ödülü” ile ödüllendirilmesini istedi. Konuyu üç bölümde ele almak istiyoruz. Birinci bölüm: Sürülecekleri Haberini Kimden ve Nasıl Aldılar? Bu olay Bulgar Yazar Stefan Gruev’ın Çar III. Boris’ın hayatını ve davasını anlatan “Dikenden Taç” kitabında en ayrıntılı ve somut belgelere dayanılarak anlatılmıştır. 2009 yılı basımında 21. bölümde “Yahudilerin Korunması” konusu işlenmiştir. (Saysa 413) Türkçe çevirisini aynen verdiğimiz bu bölüm, “soya dönüş süreci” faciası yaşayan okurlarımıza çağrışımlı olmak üzere, en doyurucu bilgi sunuyor.


180

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Kalp durduran ve damarda akan kanı donduran” haber Yahudiler arasında hemen yayıldı. İşitenlerin kalbi önce Sofya ve Küstendil’de, ardından Plovdiv, Dubnitsa ve diğer şehirlerde sıkıştı. Kulaktan kulağa dolaşan, onları Nazilere teslim etmek için nefret ettikleri Yahudi Sorunları Komisyonu (YSK) tarafından Yahudileri bir yere toplama hazırlıkları görüldüğü idi. 1943 yılı Mart ayının ilk günlerinde yayılan bu habere göre, Bulgar Yahudileri Alman istilasında bulunan Polonya’ya gönderileceklerdi ve bu amaçla polis operasyonları 10 gün sonra başlayacaktı. 50 bin Bulgar Yahudi’sinin vatandaş haklarını sınırlayan “Devleti Koruma Yasası”nın 1941 Ocağında onaylandıktan sonra da benzer haberler dolaşmıştı. İkinci derece vatandaş ilan edilmeleri adaletsiz ve incitici olsa da, daha önce Yahudi düşmanlığı yaşanmamış olan bu ülkede, onlar kendirlini fiziki yok edilme tehlikesi altında hissetmiyorlardı. Bu nedenle de ilk bir buçuk yılda pek fazla endişe yaşamamışlardı. Ne var ki 1942 güzünün daha ilk günlerinde her yerinden düşmanlık fışkıran komiserliğin kurulmasıyla, inanılacak yanı olmaya en küçük fısıltı bile artık çok büyük endişe uyandırıyordu. Bulgar Yahudileri ölüm kampına sürüleceklerini kimden öğrendiler? Sofya Yahudi ailelerinden birine yakınlık besleyen Liyana Panitsa, YSK Başkanı Aleksandır Belev’in sekreteriydi. Şubat ayının sonunda Bayan Panitsa, dostu olan Buko Levi’ye Yahudi Sorunları Komisyonu’nun Makedonya ve Trakya Yahudilerini Polonya’ya sürmeye hazırlandığını paylaşmıştı. Birkaç gün sonra Bayan Panitsa, dostunun ailesinin de “eski” Bulgaristan’dan sürgün edilecek diğer Yahudi aileleri cetvelinde yer aldığı bildirdi. Bulgaristan Yahudileri Din Adamları Başkent Yönetiminde Başkan Yardımcısı olan Levi, bu bilgileri Yahudi önderlerinden kimilerine iletti. Yine Lilyana Panitsa kaynaklı haberler Yahudi Din Adamları Yönetim Kurulu üyesi olan Avram Alfasa tarafından da getirildi. Sürgün hazırlıkları Köstendil’de başlayacaktı Aynı hafta, bir görüşme için başkente gelen Küstendilli bir Yahudi olan Haim Behar YSK personelinin doktoru olan Yosif Vatev’e rastlamıştı. Karşılığında biraz para isteyen Doktor Vatev, yakında sürgün edilecekleri haberini ağazından çıkardı. Ertesi gün eve dönen Behar aynı haberi Küstendil Yöneticisi Lüben Mitenov’tan da aldı. Vali ona, şehirde yaşayan Yahudiler kendi aralarında 300 bin leva toplarsa, bazı aileleri kurtarmaya çalışırım, dedi. Behar, şehrin Yahudi yönetimini bilgilendirdi. Ertesi gün bütün Yahudiler paniğe kapıldı. Yahudi Sorunları Komisyonu’nda görevli memurları satın almak için istenen paralar fazla fazla toplandı. Köstendil Yahudiler, söylentiler doğru çıkarsa, Yahudilerin sürülmesinin durdurulması için Bulgarlardan oluşan 5 kişilik bir heyeti Sofya’ya gön-


Makale ve Analizler - 2017

181

derdiler. Mitanov, gizli haberi, o sırada Sofya’dan sürgünedilen ve Köstendil’de ecza açan Yahudi Samul Baruh’la da paylaştı. Samuil’in kardeşi olan Tako Bahur ise, Filistine göç vizesi veren Sofya’daki Yahudi örgütünün gizli temsilcisiydi. Başkentte ciddi bağlantıları vardı. Kardeşinden haberi alan Yako Bahur, Sofya Yahudi Din Konseyi ve Köstendil heyetinin girişimine katıldı. Nüfuslu Bulgar aramaya koyuldular. Çarın gözdelerinden Lulçev ve İç Makedon Devrim Örgütü VMRO saygın üyesi Vladimir Kurtev, Sofya Mitropoliti Stefan, milletvekilleri, yazar, Nikola Muşanov, Petko Staynov , Dimo Kazasov, Damyan Velçev ve bazı başka muhalefet önderleriyle temasa geçtiler. Hepsi haberi alınca serseme döndü. Saygılı ve ilgili davrandılar. Yardımlarını esirgemeyeceklerini dile getirdiler. Fakat Bayan Panitsa, Dr. Vatev ve Vali Mitanov tarafından bir sır olarak paylaşılan bu haberlerin doğruluğu ispatlanmamıştı. Bu söylentiler resmi makamlarca doğrulanmamıştı. Yako Baruh, ondan dostları için Filistin vizesi isteyen birçok resmi kişileri tanıyordu. Aralarında Ticaret Bakaı Nikola Zahariev de olmak üzere, bazılarını ziyaret etti. Bakan, beyanda bulunup riske girmek istemediği için sustu. Yako’ya, bir sır söylemekten de geri durmadı. Bakanlar Kurulu, Bulgar vatandaşı olmayan ve Alman hukukuna bağlı olan Yahudilerin Makedonya’dan ve Trakya’dan sürülmesi kararını onaylamıştı. Fakat hükümet eski Bulgar topraklarındaki Bulgar vatandaşları Yahudilerinden hiçbir kişinin sürülmesine belge imzalamıştı. Fakat Yahudi Sorunları Komisyonu ve Köstendil kaynaklı haberlere göre, Bulgar Yahudileri de kamplara gönderilecekti. Doğruyu söyleyen kimdi? Bu durumda Baruh öğrenci arkadaşlarından birini anımsadı. Dimitır Peşev, iktidar partisinden, Almanya yandaşı bir milletvekili ve meclis başkan yardımcısı idi. 7 Mart 2017 sabahı gidip Peşev’i ziyaret etti ve ona YSK’nin sürgün planıyla ilgili duyduklarını teker teker anlattı. Peşev bu olayı işitmemişti. O, parlamenter çoğunluk liderlerinin bilgisi dışında bu kadar büyük ve önemli bir kararın alınabildiğini düşünmek bile istemiyordu. Vali Mitenov’a anında telefon açtı.  “Şehrinizin Yahudi vatandaşlarının Polonya’ya sürüleceği haberleri doğru mudur?” diye sordu. “Esef ederim, fakat haber doğrudur cevabını aldı ve Komiser Belev gizli emirleri bu hafta kendisi getirdi”, diye ilave etti. Peşev, hemen Küstendil Polis Müdürünü çağırdı:  “Eminizdeyim”, diyen Polis Müdürü, haberleri doğruladı. 3 gün sonra yani 10 Mart günü Yahudi vatandaşlar tutuklanacak, “Fernandes” tütün deposuna toplanacak ve yolculuk için hazırlanacaklardır, bilgilerini verdi.


182

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ülkenin bütün il merkezlerindeki polis amirlikleri aynı emri almıştı. Yahudilerin ölüm kamplarına sürülmesine karşı olanlar kimdi? Yahudi nüfus çok ezgin bir durumda şok yaşıyordu. Korku yaşasa ve öfkeden kükrese de bu çirkin şayialara inanmak istemiyordu. Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinden birçoğundan farklı olarak, Hıristiyan ve Yahudilerin eşit haklı vatandaşlar olarak, sıkı dostane ilişkiler içinde, dostane bir ortamda yaşadıkları ülkede ırkçılık yoktu. Almanya, Polonya ve Romanya ile karşılaştırmada bulunurken Bulgarlar, eski bir aforizma olan “Her halk kendi Yahudilerini hak eder!” derken gurur duyuyorlardı. Bu, Bulgar Yahudilerinden daha fazlası sorun yaratmayan vatandaşlardı, yaşadıkları ülkeye sımsıkı bağlıydılar ve Bulgarların arasında yaşamlarından memnundular anlamının gerçek dolgusuydu. Bulgaristan’da “Yahudi Sorunu” yoktu. 6 milyonluk Bulgaristan’da onlar ancak 50 bin kişiydiler. İşlerin toprak veya olağanüstü büyük zenginlik sahibi veya herhangi bir meslekte tekel durumunda olmadıklarından dolayı Yahudiler hiç kimse için tehlike oluşturmuyordu. “Yahudiler her şeyi sadece kazanmak için yapıyor” ve “Yahudiler korkaktır” gibi ihtarlar etrafta dolaşsa da, bunlar bazı etnik veya yerel gruplar için söylenen basmakalıp sözlerde farklı anlamda değildi. Örneğin Gabrovo’lular da çok sıkı insanlardı: Mezar yerinden tasarruf etmek için ölülerini dik ve bele kadar gömüp bünyesinin yarısını kireçle sıvayarak mezar taşı olarak kullanıyorlardı. Ermeniler için ise, onların unsurları olağanüstü süslemeyi sevdikleri söylenir. Bulgarlarla aynı okullarda okuyan ve Bulgarlar gibi Bulgarca konuşan Yahudilere, Sinagog’da ibadet eden ve Pazar gün yerine Cumartesi bayram ede, sünnetli Bulgarlar olarak bakıyorlardı. Bulgaristan’da yaşayan Yahudiler kimdi? Bulgar Yahudilerinden daha fazlası İspanyol lehçelerinden birini konuşan seferatlar, diğerleri ise Almanca konuşan Eşkinazilerdi. Onlar şehirlerde yaşıyor, ticaret yapıyor, mali işlerle uğraşıyor veya serbest meslek sahibiydiler. Devlet makamları, Bulgar tebaalı olmayan Yahudilerin ülkede daha uzun zaman kalmalarına izin vermiyordu. Siyonist hareketin onlar üzerinde güçlü etkisi yoktu. Bulgar sağcı gruplarından bazıları, Romanya, Macaristan, hatta Fransa ve Belçika’da olduğu gibi herhangi bir siyasi rolü olan gerçek faşist teşkilatlar Bulgaristan’da hiçbir zaman olmamış olsa da, Yahudi karşıtı (anti-semist) sloganlar da dahil, Nazi fikir ve yöntemlerini kopyalamaya başlanmışlardı. Faşist Devleti Koruma Kanunu daha 1941’de çıkarıldı. 1941 yılının Ocak ayında Devleti Koruma Kanunu’nu (DKK) dayatan Filov hükümetinin Üçlü Pakt Sözleşmesini imzalamaya hazırlanmasıyla durum kö-


Makale ve Analizler - 2017

183

tüleşti. Almanya’da üstün olan fikirler 4 bölümlü kanunun bir bölümüne işlenerek, Yahudi dinine ibadet eden vatandaşlar siyasi haklarından men edildi. Daha sonraki aylarda onaylanan yeni dek retlerle Yahudilerin hakları daha da kısıtlanırken, taşınmazları üzerindeki vergiler daha da arttı ve bazı gıdalara Yahudi kotası uygulandı. Devleti Koruma Kanunu protestolar uyandırdı. Almanya’ya sempati besleyen Prof. Aleksandır Tsankov da aralarında birçok muhalefet milletvekili, “Bulgar vatandaşlarının hepsi yasalar karşısında eşittir” diye yazan, Anayasanın 57. maddesine dayanarak Devleti Koruma Kanunu’nu (DKK) halk meclisinde sık sık ateş altına alıyordu. Fakat oylama esnasında muhalefet güçleri kaybettiler. Yazarlar Birliği, Avukatlar Derneği, Hekimler Derneği ve bazı başka örgütler Başbakan Filov’a mektup gönderdiler. Ortodoks Kilise yönetimi de DKK’nunu resmen ve koşulsuz sert bir dille kınadı. DKK’nu desteklemeyen Bulgar nüfusun çoğunluğu rahatsızlık hissediyordu. Yahudi dost ve komşularının kaderiyle ilgili endişeliydi. Genel kanıya göre, hükümet Almanların güçlü baskısı altında karar almak zorunda kalmış ve elinde başka bir seçeneği kalmamıştır. Bulgaristan’da ilk faşist örgütü İç İşleri Bakanı Gabrovski kurdurdu. Yahudi azınlık Başbakan Filov’a ve “Ratnik” (mücahitler) faşist örgütünü kuran İç İşleri Bakanı Gabrovski’ye güven beslemiyordu. Ratniklerin Yahudi düşmanlığı daha da şiddetlendiğinde, bu örgüt hükümetten destek bulmasa ve halk önünde temsili bir yönü olmasa da gürültülü toplantılarından rahatsız olanlar kalabalaşıyordu. Ne ki Yahudiler öncelikle Çar III. Boris’e bel bağlıyorlardı. Çar Boris Yahudi dostu olarak biliniyor, adil ve insan halinden anlayan bir kişi olarak ün yapmış olduğundan dolayı, başlarına daha kötü bir şey gelmesine razı olmayacağına inanıyorlardı. Çar III. BorisYahudilerin sürülmesi konusunda ne düşünüyordu? Çar ve çevresinin, Bulgaristan’da Alman baskısı altında alınan Yahudi aleyhinde önlemleri onaylamadığı bir sır değildi. Bir defasında ailesi ve yakın dost çevresinde gayrı resmi bir söyleşide Boris, Nazilerin Yahudilerle iğrenç ve insanlık dışı münasebetleri hakkında tiksinerek ve öfkeyle söz eder. Yahudi ırkının tamamen yok edilmesine ilişkin bir gizli planı olduğundan şüphelenmese bile o bu Hitler’ci çılgınlığı geri zekâlıların Yahudi düşmanlığı belirtisi olarak gördü. Kendi hükümeti Yahudilere karşı yasalar hazırlamaya başladığında hayret etmişti. Boris, yeni yasaları iki kötülükten daha küçüğü olarak kabul etti. Önce Almanların tehlikeli ilerlemesi karşısında zaman kazanmak istemişti. İkincisi de, o Bulgaristan Yahudilerini Alman Nazilerinin eline vermek istemiyordu. Yahudiler konu edildiğinde, Çariçe Yoanna’nın daha sora açıkladığına göre, Boris o “Zavallı İnsanları” Nazilere vermek istemediğini devamlı vurgulamıştır, dedi..


184

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Çariçe Yoanna’nın aktifliği. Nazilerin Yahudilere ve diğer bazı azınlıklara karşı vahşi davranışları Çariçe Yoanna’da nefret uyandırıyordu. O, öncelikle Vatikan ve Sofya’daki İtalyan diplomatları aracılığıyla olaylara sesiz ve gizli müdahale ederek, Bulgaristan’da yaşayan İtalyan ve başka tebaadan olan Yahudilere yardım eli uzatıyordu. Bir gün o Sofya’da “Malarya Hastalığıyla Mücadele” sergisinin açılısında İtalya Dışişleri Bakanı Çano’nun damadı olan İtalya’nın Sofya Büyükelçisi Macistrati’yi gafil avladı. Sergilenmiş bir ilacın etiketinden ilgilenirmiş gibi eğildi ve Büyükelçiye kesin ve sert bir dille şöyle dedi: “Birkaç Yahudi için İtalyan pasaportuna ihtiyacım var.” Büyükelçi şu dönem İtalya’ya Yahudi kabul etmelerinin imkansız olduğunu söylese de, Malarya hastalığı ile savaşım teknik araçlarından ilgilenirmiş gibi yapan Çariçe şöyle dedi: “Bu kişilerin İtalya’da kalmayacaklarına ben şahsi garantimi veriyorum. Onlara transit İtalyan vizesi lazım, Arjantin’e gidecekler.” İtalyan diplomat istenen vizeleri daha ertesi gün getirmişti. Ne o ne de Çariçe bu konuyu bir daha açmadılar. Bu işler çok gizli yapıldıysa da, belirin şüpheler, Nazi çevrelerinde “Çar ailesinin Yahudilere kanat açtığı” kuşkularını arttırmıştı. Çar Boris zengin Yahudi aileleriyle dostane ilişki içindeydi. Çarın büyük sayıda Yahudi ailesiyle dostane ilişkiler içinde olduğu biliniyordu. Onun kişisel diş hekimleri Cerasi kardeşlerdi. Razenbaum kardeşler hanedan sülalesinin elbiselerini sağlıyordu. Boris otomobillerini “Pakard” şirketinin temsilcisi olan Lazar Geron’un yardımıyla seçiyordu. (“Dikenden Taç” kitabının yazarı olan Stefan Gruev’ın kardeşi olan Gruev Çarın özel kalemiydi ve Boris ona hitap ederken “Yahudi konsolu” diye hitap ediyordu.) Gruev Rozenbaum, Elias, Goldştain, Bakiş ile olduğu gibi aileleriyle de çok yakın ilişki içindeydi. Dış ülkelerden Bulgaristan’a gelen Yahudi ilerler Çar’ı ziyarete geliyordu. Sionistlerin başı sayılan Nahum Sokolov III. Boris’le görüştükten sonra Sofya Yahudilerine hitaben şöyle demiştir:  Çarınızla övünmelisiniz, o bizim dostumuzdur. Bulgar Yahudilerinin son umudu Çar Boris olmuştu. Mecliste ve meclis dışında sert baskı yasaları tartışılırken o kenara çekilip içine büzüldü. Yahudi azınlığı hükümdarın tavrını kendilerine karşı beslenen bir yakınlık (sevimlilik) işareti olarak yorumluyordu. 1942 yılında Yahudilere karşı hazırlanan yasa önerinin sert tartışılması esnasında, oğlu veliaht Simeon’un 5. doğum günü dolayısıyla Sinagog Yönetim Konseyi tarafından örgütlenen kutlama ve yapılan dualarla ilgili kendilerine özel tele gram göndererek teşekkür eden Boris, Yahudilere yakındığını bir daha belli etmişti. Olayı Berlin’e rapor eden, Alman istasyon şefi Bekerle, olayın ülkede geniş yorumlara vesile olduğunu yazmıştı.


Makale ve Analizler - 2017

185

Bir ay sonra Çar Sofya Ravin’i Dr. Aşer Hananel’i saraya davet ederek yeni kanunu kendisine ayrıntılı bir biçimde açıkladı. Bu gelişmelerden Naziler çok endişelenmişti. Bekerle başbakan Filov’a şikâyette bulundu. Saraya yakın olan bazı Yahudiler Çarın duyumlarını okuyabiliyordu. . Acı yaratan bazı gelişmeleri kaşınılmaz olan bazı taktik adımlar olarak kabul ederken, onun Yahudileri kurtarma yolları arayışı olarak yorumluyorlardı. Onlar Çar Boris’in Yahudiler konusunda kamuoyuna açık konuşmasının uygun olmadığın konusunda da hemfikirdiler. O dönemde Alman-Bulgar ilişkilerin olağanüstü hassas olduğundan dolayı, Hitlerin Yahudilere karşı planlarına açıktan açığa karşı koymanın, kendileri için feci sonuçlar doğurabileceğini hissediyorlardı. Birçok Yahudi ailesi Sarayı ziyaret ederek umut arıyordu. Yahudilere karşı kampanyanın iyice kızıştığı günlerde “Kraliçe Elionora” adlı kimsesiz çocuklar yurdu Çariçe Yuana’dan yardım olarak “büyük miktarda kumaş” kabul etti. Saray birçok Yahudi’ye ülkeyi terk etmeleri için yardım eli uzattı. Yine Çar’ın emriyle olmak üzere bazı Yahudilere karşı idari yaptırımlar kaldırıldı. Birçok Yahudi değişik devlet kurumlarından işlerinin yürümesi için Çar’ın Özel Kalem Odasından ilgili Bakan ya da Genel Müdüre açılan telefonda konuşma “Yüksek Hazretleri size şunu hemen yapmanızı buyurdu...” sözleriyle başlıyordu. Yahudi vatandaşların ülkeden çıkmasının olağanüstü zor olduğu o dönemde, Birleşik Amerika’ya giden Rozenbaum ailesi örneğinde görüldüğü bibi onlar pasaportlarını doğrudan doğruya Çarın müdahalesiyle alabilmişti. Faşistlerin bu ailenin yolunu kesip ülkeyi terk etmesini engellemek için Özel Kalem Müdürü Gruev, Rozenbaum ailesine polis kordonu ve gümrükten geçerken refakat etti ve Sofya tren garında kendilerini vagona oturtup yolcu etti. Devam edecek. İkinci bölüm: Yahudilerin sürülmesi için alınan yasal önlemler.


186

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgarlar Yahudilerini Kurtardı mı? - 2

Nedim Akın-13.Kasım.2017

İkinci bölüm: Yahudilerin sürülmesi için alınan yasal önlemler. Yahudilerin sürgüne hazırlanma süreci. İl kafile “Treplika” ölüm kampına gönderildi. Birinci yüzyılda Bulgaristan’da yaşayan tüm azınlıkların - Pomak, Makedon, Ulah, Gagavuz, Çingene, Tatar, Türk - hepsinin isimlerini ve kimliklerini değiştiren ve bu sürecin manevi baskısını bugün de devam ettirirken azınlıklara devleti koklatmayanlar özellikle 1942 - 1943 yıllarında Yahudileri Polonya’daki “Treplika” Nazi ölüm kampına göndermişti. Hedeflerin Yahudileri yakıp külünü saçmak vardı. Bu olay 2017’de basında, toplumda, mecliste ve diplomaside yeniden ciddi kargaşa yarattı. Olayları Çar Üçüncü Boris’in Özel Kalem Odası Şefi Gruev’in kardeşi Stefan Gruev’in kaleminden, “Dikenden Taç” kitabının 419. sayfasından bir alıntıyla açmaya devam ediyoruz. Biz Müslümanların da başımıza gelmedik kalmadı. Bir asır boyu dinimizle, dinimizle, namusumuzla, kültürümüzle uğraştılar ve bizi dilsiz, dinsiz ve kimliksiz bırakmaya çalıştılar. Akıl fikir erecek gibi değil, aralarındaki -faşist komünist- kavgasında 10 milyon olsa da, bu iki bağdaşmaz güç Bulgaristan Müslümanlarına karşı anlaştı, birleşti, kaynaştı ve saldırdıkça saldırdılar ve kavga bugün de devam ediyor. Fakat biz aynı zamanda hepimizin Bulgaristan’da yaşayan Yahudilerin başına örülen çorabı bilmekte, öğrenmekte yarar var görüşündeyiz. *** 1942 yılının yaz aylarında Devleti Koruma Kanunu (DKK) ile Yahudilerin başına sarılan büyük kötülük, onlardan özel bir vergi toplanması ve birçok yerde mal ve mülklerine el konması oldu. O zaman Bulgar Yahudileri henüz hayatlarının tehlike altında olduğunu düşünmüyorlardı. Onlar o zaman Alman Nazileri tarafından atanan bir özel grubun çok dehşetli bir karar aldığını henüz işitmemişti. Hitler ve Himler işgal ettikleri Rus topraklardaki Yahudileri yok etme kararı almıştı. Ne var ki onlar Avrupa Yahudilerinin hepsinden kurtulmak için en elverişli yolun hangisi olduğu konusunda henüz son kararı almamıştı. Üzerinde durulan seçeneklerden biri hepsinin Filistin’e sürülmesiydi. Hepsinin topluca Afrika kıtasına sürüp orada toplama kamplarında kapalı tutmak üzerinde çalışılan ikinci seçenekti. “SS” güçleri Genel Kurmay Başkanı Reinhart Heidrich’e Avrupa’da “Yahudi sorunu”nun “kesin çözümü” planını hazırlaması emredilmişti. 20 Ocak


Makale ve Analizler - 2017

187

1942’de Berlin’in “Wansee” sokağındaki çalışma ofisinde Adolf Eichman’ın da katıldığı, değişik bakanlıklardan 15 temsilciyle bir konferans toplamıştı. Yahudilerin fiziksel yok edilmesinin ön hazırlığı olarak, İngiltere gibi işgal edilmesi gereken ülkelerden de olmak üzere, İspanya ve Portekiz örneği bağımsız devletler de bu kapsamda, bütün Avrupa Yahudilerinin önce Polonya’ya sürülmesi planı bu konferansta hazırlanıp onaylandı. Onaylanan cetvelde 48 bin Bulgar Yahudi’sinin de ismi vardı. Macaristan, Romanya ve Bulgaristan gibi müttefik ülkelerde “SS” planı kendi Yahudilerini teslim ederken yerel idarelerle işbirliği yapmayı öngörüyordu. Bu işi Almanya Dışişleri Bakanlığı üslenmişti. Tasarımın derin gizlilik ortamında gerçekleştirilmesi için “Yahudi sorununun kesin çözümünden söz etmeden” yeni Avrupa “vatanı” olarak tanıtılan Polonya’ya “göç” olarak açıklanması karara bağlanmıştı. Almanların Yahudilere karşı onayladığı yasaları incelemeleri için, İç İşleri Bakanlığı Yahudi Sorunları Amiri Aleksandır Belev ile birlikte, İç İşleri Bakanı Gabrovski’nin yamaklarından biri olan, bir Yahudi düşmanı bir mücahidi Almanya’ya gönderdi. Velev, Bulgar hükumetine Yahudileri sürmeye hazırlanma ve taşınmaz olan neleri varsa hepsini gasp etmeye hazırlanma önerisi getirdi. Bu işin, ya İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ya da Alman ordularının Doğu Afrika’da uygun bir yeri ele geçirmesinden sonra gerçekleştirileceğini bildirdikten sonra, “Almanya Yahudileri kabul eder ve Galisiya’ya ya da Rusya’da başka bir yere yerleştirmeyi kabul etmezse, onları sürecek başka uygun bir yer olmadığını” sözlerine ekledi. Öte yandan, Yahudilerle ilgili tedbirlerin sertleştirilmesinde ısrar etti. Almanya’da bulunduğu günlerde Nazilerin güçlü etkisi altında kalan Velev, Bulgar’a evli, Doğu Ortodoks dinini kabul etmiş ve melez ve başka Yahudi grupları da içine almak koşuluyla yeni kısıtlamalar alınmasını da istedi. Velev, bir de Yahudilerin başkent Sofya’dan kovulmasını, Yahudi örgütleri üzerinde sıkı kontrol uygulanmasını ve Yahudi sorunlarınla ilgilenecek bir özel devlet komisyonu kurulmasını önerdi. Hükümet, Belev’in önerilerini güçlü Alman baskısı altında kabul etti. 1942 Ağustosunda yayınlanan bir emirle, Yahudiler için daha sıkı rejim uygulandı, Yahudi Sorunları Komisyonu (YSK) kuruldu ve Başkan olarak Belev atandı. YSK Yahudi işlerinin tümünden sorumlu oldu. Bakanlar Kurulu ancak en önemli kararlara onay verecekti. İşler birden bire değişti. 1942 yılının başında Bulgaristan Yahudileri göğüslerine sarı yıldız takmaya zorlandılar. Evleri ve mağazaları işaretlendi. İşletmelerinden daha fazlası kapatıldı. Büyük sayıda aile Sofya’dan çıkarıldı. Radyo alıcıları, otomobilleri ve telefonları gasp edildi; 20 ile 45 yaş arasındaki erkekler seferber edildiler ve yol yapım işlerinde çalıştırıldılar. Papaz Stefan bu önlemlerin Ortodoks Hıristiyanlığı kabul etmiş Yahudi erkekler için


188

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

geçerli olmamasını sağlayabilmişti. Başbakan Filov, Yahudi olmayan biriyle evlilik yapmış Yahudileri yakasında sarı yıldız taşımaktan serbest bıraktı. Yahudiler, işlerini kolaylıkla hallederken Bulgarlarla olan bağlarından ve onların hizmetlerinden yararlanıyorlardı. Aynı zamanda olan sıkı rejim altında yaşasalar da sürgün edileceklerine pek inanmıyorlardı. 1942 yılı güzün ve kış aylarında Yahudilere karşı önlemler sertleşmişti. Öyle de olsa, Alman kurumları Yahudileri gönderin diye Alman baskı dalgasının belirdiği her defasında, Bulgarlar ipe un seriyordu. Gerekçede hep Yahudilerin yol yapım işlerinde çok gerekli ve faydalı oldu yazdılar. Bekerle bile, iş gücü ihtiyacına büyük ihtiyaç olduğunun “gerçek” olduğuna vurgu yaparak, Berlin’de kendini kandırmıştı. Ribentrop dahi, “SS” ve “RSHA” (İmparatorluk Güvenlik Baş Amirliği) katında güvenlik idarelerini, Bulgaristan’la ilgili dikkatli olmaya çağırırken, henüz zamanın olgunlaşmadığı için sabır göstermelerini öğütlemişti. Ne var ki. RSHA gitgide şüphelenmeye başladı. Bulgaristan’ın Yahudiler konusunda tatmin edici işler yapmadığına ilişkin hazırladığı bir raporda RSHA casusluk dairesi başkanı Walter Schelenberg, “Bulgar halkın Yahudi aleyhinde onaylanan kanunlarla çok ileri gidildiği görüşünde olmasından” yakındığını dile getirmişti. O, Çariçe Mariya-Luiza’nın kirvesi olan, kıdemli devlet adamı Malinov’un bir Yahudi Bayan’la evli olmasından; Prens Simyon’un kirvesi olan General Nikolov’un torununun da bir Yahudi’ye evli olmasından yakınıyordu. Bunlar Yahudilerin Bulgarlar arasında asimile olduğunu kanıtlayan ufak deliller olsa da, RSHA görevlilerinin Yahudi düşmanı düşünce tarzı, çok değişik anlamlı bir eğilim ortaya koyuyordu. Çarın sekreteri görevinde bulunan Balan’ın Yahudi Sorunları Komisyonu önünde bir Yahudi için bir şey talep ederken “Çar emretti!” sözleri nasıl yorumlanmalıdır? Schelenberg, sarayda görev alan bazı başka kişilerin de Yahudilerden yana müdahalede bulunabileceğini, söylemişti. Schelenberg, Bulgar bakanlardan bazılarına ve bu arada İçişleri Bakanı Gabrovski’ye güvenmiyordu. Bir defasında ellerinde imzalı bir mektupla 300 Yahudi Sofya’da İçişleri Bakanlığına başvurduğunda, Bakan Gabrovski’nin kendilerini kapıda karşıladığını, bakanlık avlusunda yaptıkları görüşmede, “kötü olanın artık gelip geçtiğini” söyleyerek onları rahatlattığını rapor etmişti. İçişleri Bakanı’nın Yahudilerin eğlence yerlerini, çarşı pazarı ziyaret etmelerini hala yasaklamadığından yakınan Schelenberg, Bakan Gabrovski’nin Saray’ın ve Bakanlar Kurulu’nun daha ılımlı bir Yahudi siyaseti izlenmesinde ısrar ettiğine de işaret etmişti. Alman İstihbarat Şefi, Yahudilerin sarı yıldız taşımasını zorunlu hale getirmeyen Bulgar Adalet Bakanı Konstantin Partov’tan da şikâyetçiydi. Bekerle ise,


Makale ve Analizler - 2017

189

Bulgar hükümetinin Yahudilere karşı kendisinin özel girişimlerde bulunmamasından yakınıyordu. Yahudi işlerinde Çar Boris’in geliştirdiği taktiği aynen uygulayan Bulgar hükümeti, Yahudilerin sürülmesiyle ilgili Alman isteklerini kesin olarak reddetmiş olmamakla birlikte, bu konuda ikircimliğe düşmüştü de denemez. Bu konuda bir çatışma yaşamaktan kaçarken, “evet, fakat şimdi değil, vakti gelince” demeyi seçmişti. 2 Kasım günü Dışişleri bakanı Almanya’ya gönderdiği cevapta “Bulgaristan Yahudilerini sürmeye hazırdır, fakat şu an kendilerinden kamu inşaatlarında yararlanıyoruz” demişti. RSHA, Yahudileri tren vagonlarına veya gemi ambarlarına doldurup gönderme işlerinde yardımcı olması için Eichman’ın yardımcılarından biri olan Teodor Daneker’i Sofya’ya gönderdi. Bu Nazi temsilcisi Yahudi Sorunları Komisyonu ile birlikte 3 ay sıkı çalıştıktan sonra, Belev ile Daneker arasında bir gizli mutabakata varıldı ve bu anlaşma 22 Şubat 1943’te imza altına alındı. Bu gizli antlaşma maddelerine göre, “yeni topraklardan” (Makedonya ve Trakya) 20 bin Yahudi, 6 toplama kampına toplanacak ve masraflar Bulgar tarafından karşılanmak üzere Almanların işgal ettiği Polonya’ya gönderilecekti. Yahudileri gönderme işi Mart ayıda başlayacak ve Mayıs ayı sonuna kadar tamamlanacaktı. Sürülecekleriyle ilgili Yahudilere bilgi verilmeyecek, Bulgaristan içinde başka bir bölgeye değiştirilecekleri söylenecekti. Sofya hükümeti 2 Mart 1943 tarihinde Yahudilerin sürülmesi planını onayladı. Alman makamlarının razılıyla kısa bir süre önce kurtarılan “yeni topraklardan” 20 bin Yahudi’yi sınır dışına göndermek üzere Yahudi Sorunları Komisyonu’na 127 nolu hamiline emir kabul etti. Öte yandan, Daneker ile imzaladığı gizli antlaşmada yer alan “yeni Bulgar toprakları Trakya ve Makedonya” sözlerini silen Belev belgenin aslına kıymıştı. Aslı değişen evraka dayanılarak “eski Bulgar topraklarından” da Yahudiler sürülebilirdi. Bu sahtekârlık (aynı yeşil mürekkep kullanılarak) şahsen Belev tarafından yapılmıştı. O işgüzar bir Yahudi düşmanıydı. “Yeni topraklardaki Yahudi nüfus toplam 14 bin kişiydi. Almanlarsa ilk parti için 20 bin kişilik kota vermişlerdi. 6 - 7 bin kişilik kota kullanılamayacak, vagonlar “boş” gidecekti. Hükümet emri ile kendisinin imzaladığı gizli anlaşma arasında çelişkili bir durum olsa da, o sürülecek olan Bulgar vatandaşı “istenmeyen” Yahudilerden seçerek gönderilecekler listesini tamamlamıştı.” Gizli planla ilgili gayrı resmi yollardan haber alan, meclis başkan yardımcısı Peşev ve diğer parlamenterler, büyük bir öfkeye kapılarak, hemen hareket etmeye karar verdiler. 9 Mart sabahı erkenden Peşev’in makamında toplandılar. Yako Baruh ile Bulgar ordusunda en yüksek rütbeli Yahudi olan Albay Avram Tacer ve başka Yahudi öncülerin katılımıyla aynı günün akşamında sorunu mec-


190

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lise taşımaya karar verdiler. Saat 17’de, İçişleri Bakanı Gabrovski akşam oturumuna geldiğinde, Peşev ve arkadaşları ona bir kenara çekerek, sürgüne gönderme emri geri alınmazsa gensoruya yol açacak bir tartışma başlatacaklarını bildirdiler. Bu, ise bir hükümet bunalımına götürebilirdi. Böyle bir plan olduğunu önce reddeden Gabrovski gizli haber sızdığını anlayınca, problemi başbakan Filov ile görüşmek üzere meclisi terk etti. Saat 19’da meclise dönen Bakan, (Bulgar vatandaşı olmayan ve Almanların yargı alanında bulunan) Trakya ve Makedonya Yahudilerinin sürülmesinin feshedilemeyeceğini, fakat Bulgaristan Yahudilerinin gönderilmesine ilişkin emirlerin icraya konmasının durdurulacağını bildirdi. Bulgaristan Yahudilerinin tutuklanması aynı gecenin yarısında başlayacağından ötürü, Peşev ve arkadaşları İçişleri Bakanı’nın il polis amirlerinin hepsine telefon açarak operasyonu askıya almalarını emretmesinde direndiler. İçişleri Bakanı, milletvekillerinin yanında sekreterine telefon açtı ve eyaletlerdeki ilgili polis amirlerine gönderilecek telgrafı dikte etti. Ek olarak, Peşev Köstendil’le kendisi telefon açtı ve İçişleri Bakanı’nın yanında Mitenov’a son gelişmeleri bildirdi. İşte bu eylemle Bulgar Yahudilerin tutuklanması son anda önlenebildi. Bazı il amirliklerine gönderilen tele gramların ertesi sabah ele geçmesi ise, gece yarısı tutuklanan ve toplama kamplarına toplanan Yahudilerin, ölüm yolculuğu dehşeti yaşamasına engel olmadı ve ertesi gün salıverilmelerine kadar acı bir trajedi yaşandı. Filibe (Plovdiv) şehrinde tutuklamaların başlamasıyla Papaz Kiril Çara bir protesto telgrafı çekti. Ve vahşi uygulama durdurulmazsa vagonları Yahudi dolu trenin raylarına kendisi yatacağını duyurdu. Başbakan Filov ile İçişleri Bakanı Gabrovski’nin 6 binile 8 bin arasında Yahudi’yi eski Bulgaristan’dan toplama kaplarına sürülmesini 9 Mart 1943 günü saat 17 ile 19 arasında durdurmasını gerektiren ne oldu? Çar’dan emir mi aldılar? O dönemin, devletin aldığı tüm kararlarda son söze sahip olan, Çar Boris’in kişisel idare ettiği devirdi. O gün Filov ile Gabrovski’nin Çarla danışmamış olmasını düşünmek akla yatmıyor. Öte yandan Filov’un Yahudilerin başına gelen olaylara acıyarak baktığı bilindiği için, onun Gabrovski’ye Bulgaristan Yahudilerini kurban et emri vermesini düşünmek zordur. Almanya Büyük elçiliğinde hazırlanmış ve istasyon şefi Bekerle tarafından da imzalanmış olan raporda, ani karar değişikliği gerekçelerine ışık tutulmuştu. Meclis Başkan Yardımcısı Peşev’in müdahalesinden sonra yazılan raporda şöyle deniyor: “Eski Bulgar topraklarından Yahudilerin planlanmış olduğu gibi sürgün edilmesine başlanmasını durduran İçişleri Bakanı Gabrovski’ye emrin en yüksek yerden geldiğine kuşku yoktur. Şu iyi bilinmelidir ki, İçişleri Bakanı 9 Mart günü eski Bulgaristan’daki Yahudilerin evlerine dönmesini Yahudi Sorunları Komiserinin bilgisi dışında emretmiştir.


Makale ve Analizler - 2017

191

1943 yılında Bulgaristan’da “en yüksek yer” dendiğinde ancak ve yalnız Çar Boris anlaşılıyordu. Sürgüne gönderme emrinin durdurulması Yahudileri rahatlatmadığı gibi, Bulgar dostlarının nefretini de azaltmamıştı. 8 gün sonra, 17 Mart günü, başta Peşev olmak üzere, daha fazlası hükümet çoğunluğundan olan 42 milletvekili Halk Meclisinde toplanıp Başbakan Filov’a uzun bir mektup yazdı ve hükümetin Yahudi siyasetini sert bir dille eleştirdi. Mektubun altında sağ kanat lideri Aleksandır Tsankov’un imzası da vardı. Başbakan Filov kudurmuştu. Hükümet partisi milletvekillerinin halka açık bir şekilde ifade ettiği protestoyu bir itaatsızlık ve isyan olarak nitelendirirken, bunu “Yahudilerin Bulgaristan’daki yıkıcı etkinliklerinin” ifadesi olarak değerlendirdi. Kabineyi toplayan Filov, meclis başkanı yardımcısı Peşev’in görevinden alınmasını istedi. Daha sonra yapılan Bakanlar Kurulu toplantısında ise başbakan, Peşev ve iktidar partisinin öteki milletvekilleri imzalarından vazgeçmezlerse, gözden düşürülmelerini ve kendilerine güvensizlik ilan edilmesini istedi. Birkaç milletvekili imzalarından vazgeçti. Birkaç gün sonra toplanan meclis genel kurulunda “Ayıptır!”, “Siz Yüzkarasısınız!” gibi haykırışlarla kavgalı anlar yaşandı. Bulgaristan Yahudileri olaylardan ürkmüştü. Ne ki, onlar Makedonya ve Ege Trakya’sından toplanan ve resmi haberlere göre “çalışma kamplarına yerleştirilen” Yahudilerin başına gelenleri ah bir bilseydi tamamen panikleyecekti. O günlerde “son kararları”, Nazilerin hepsini yok etme planlarını pek bilen yoktu. 1943 yılının Mart ayında Makedonya topraklarından 7 bin 144 Yahudi ve Ege Trakya’sından 4 bin 58 Yahudi ve Pirot bölgesinden 185 Yahudi. Onlar, Bulgaristan Yahudi Sorunları Komisyonu tarafından düzenlenen 4 merkeze götürüldüler. Bu topraklarda yaşayan ve tarafsız devletlerin vatandaşlı olan Yahudilere dokunamadılar. /İspanya ve İtalya hükümetleri, Yahudilerin sürülmesi konusunda özendirilseler de Bulgaristan’da olduğu gibi istila edilen topraklarda ikamet eden Yahudi vatandaşlarına sahip çıktı./ 4 toplama merkezi Dubnitsa, Yukarı Cuma (Gorna Cumaya), Üsküp ve Pirot şehirlerinde bulunuyordu. Sürgüne gönderilecek olanlar vagonlara dolduruldu ve Polonya’daki “Treplika” ölüm kampına gönderildiler. Bu yolculuk tren yoluyla Yugoslavya üzerinden veya Tuna nehri yolunca Lom ırmak limanından yük gemileriyle yapıldı. Not: Bulgaristan Yahudi Dernekleri Başkanı Kalo’nun “geri dönmediler” dediği 11 bin 387” kişi bunlardır. Devam edecek: İkinci bölüm: Yahudilerin sürülmesi için alınan yasal önlemler.


192

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Dünya Türk Gazeteciler Orta Asya’da -1-

BG-SAM-16.Kasım.2017

Dünya Türk Medyası Almatı’da Uçağımız İstanbul Sabiha Gökçek Havaalanından havalandı ve 6 saat sonra Almatı ya indik. Uçak yolculuğunda bulutlar kendi esrarlı yerini kaybeder. Ulaşılmaz olmalarından kaynaklanan bir hayranlığımız vardır bulutlara. Ama şimdi bulutların üzerinde havayla dans etmiş bir şövalye olarak bulutların öyle çok yüce şeyler olmadığı hissine kapılırsınız. Ayrıca kuşlarında istediği yöne uçabilmelerinden başka, uçağı binen insanlardan daha hür olduklarına inanmazsınız artık. Uçaktan insenizde hürriyet bıçakla kesilir gibi kesilmez, tekrar kalkacağını bilmek teselli eder insanı. Ama her şeye rağmen yine de uçaktan inmek her şey için yeni bir başlangıçtır. Dilerim uçağa yeniden binişim her şeyin bitişi olmaz. Uçaktan indik bizleri kapıda Kazakistanlı kardeşlerimiz güler yüzleri ile karşıladılar. Aramızda kucaklaşmalardan sonra otobüslere binerek kahvaltı yapmak için yola çıktık. Uçaktan Bozkırı kuşbakışı göremedim. Ne atların, ne geyiklerin koşuşunu ne de doğanların tavşanları kovalayışını... Uçaktan son çıktım. Bu, Kazakistan’a ikinci gidişim. Ata cennetim kucaklıyor beni. Arkadaşlarım bu kutsal toprakların nefis havasını benden önce nefes etmeye başladı. Sabah ferahlığı kucakladı beni de. Kazak güneşi bizimkinin aynı... Bu günlerde aslında soğuk olması gerekirmiş amma bizim gelmemiz havayı da değiştirmişti. Almatı havası Kazakistanlı kardeşlerimizin coşkusu, kardeş ülke ve kucak dolusu sevgi ile karşılama. Modern uçak limanından çıktık otobüse bindik ve yarım saat sonra bir Türk lokantasında “Hoş geldiniz” kahvaltısı yaparak birer sabah kahvesi içerek uykuyu unuttuk. Almatı da sokaklar canlandı. Uyanan kadim şehir gazeteci baskınına hazırdı. 20 milyonluk İstanbul’dan 3 milyonluk Almatı’ya ısınıp haşır neşir olmamız güneşin yükselmesiyle oldu. Orta Asya incisi Alarau Dağları platosuna


Makale ve Analizler - 2017

193

serilmiş, çevre tepeler kar yüklü. İlk dikkatimi çeken insan emeğiyle yaratılan şehirle doğanın güzellik yarışı oldu. Türk Dünyası Gazeteciler Federasyonu, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Vakfı’nın öncülüğünde geçekleşen Türk Dünyası 3. Gazeteciler Şurası için önemli bir olay oldu. Heyetimiz, bağımsız Türk Cumhuriyetlerinden 46 sivil toplum örgütü ve Türkiye’den TV - Medyaları temsilen ve yarını kucaklamış yeni kamuoyunun ifadecisi olarak bir aradaydık. Bir hafta süren bu seyahat şöleninde Türklüğümüzün en derin kaynaklarından doya dola içecektik. Türk Dünyası’nın en büyük şehri İstanbul’dan Orta Asya Mekke’si olarak ün yapan Almatı’ya yolumuz 6 saat sürdü. Biz Türkler İslam ve nüfus olarak yer kaşarının üçte birine yerleşmişiz. Kazakistan kozmopolit bir ülke, nüfusun % 25 farklı etniklerden oluşuyor. Burada Ruslardan başka, Ukraynalılar, Almanlar da yaşıyor, ayrıca Kardeşlerimizden Özbekler, Uygur ve Tatarlarda bulunuyor. Hepsi ortak bir tarihin üzerinde farklı bir nakış oluşturuyor. Kazak sözcüğü sert, özgür, yiğit anlamına gelir. Doğası gerçekten sert, insanlarıysa özgür ve yiğit. Özgürlük öyle yumurtadan çıkan bilicin cık cık sıçrama serbestliği gibi bir şey değil. Bir defa Çengiz Hanın ikincisinde de Bolşevik komünizminin pençesinden kurtulmayı başaran mert ve gururlu bir halkın bilgeliği yaşıyor burada. Şehir ismini 1921’de almış. Elma diyarı olduğundan dolayı “Elmaların Atası” yani “Alma Ata” demişler. 2017 Dünya Türk Gazetecileri 3. Uluslararası Şurası Almata yani Almatı’da toplandık. Şehrin en güzel parkında elma anıtı var. Ebediyet anlamını sembolize ediyor. Kazakistan’ın yüz ölçümü yaklaşık Türkiye’nin dört katı. Haritaya baktığın zamanda Avrupa kadar büyüktür. Nüfusu 16 milyon. İstanbul Türkiye için neyse, Almatı’da aynı konumda. Ticaretin kalbi. Burada halk Kazakça ve Rusça konuşuyor. Türkçe anlaşabilirsiniz. Almatı İstanbul’dan 4 saat ileri. Kazak güneşi bizimkinin aynı. 1997’de Astana Kazakistan’ın yeni başkenti ilan edilmezden önce ülkenin en güzel şehri Almatı idi.


194

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Şehrin siluetini belirleyen gökdelen, yüksek konut, tarihi binalar, otel, minare ve kilise kubbeleri. Her adımda Batı ve Türklük dokusu var. Buradaki 2 bin 410 Türk şirketi çarşı pazarla birlikte inşaat sektörüne egemen olmuş. Orta Asya’nın kıtasal başkentini çevreleyen tepeler bir beyaz çelenk gibi. 200 yaşında olan modern kentin caddelerinde sıkışıklık yok. Eski başkent genç neslin nabzıyla yaşıyor. Burada Almatı’da bulunan Atatürk ve Özal caddeleri çok canlı. Kazakistan 66 Üniversiteli bir ülke. Orta Asya ve Sibirya teknolojik devrimi burada kaynıyor. Bunların en gözdelerinden 22’si eski başkentte bulunuyor. Şehri bir ulusal kültür merkezi olarak belirleyen toplam 39 cami arasında 3 bin kişinin aynı anda ibadet ettiği yeni cami, ulusal ve yerel kütüphane, kültür merkezi, tiyatro, opera, bale, patinaj ve başka spor tesisleri ve kültür parkları yüksek mimar eserleri olarak da çok etkileyici. Anakent yalnız Kazakistan’ın değil, Orta Asya Müslümanlarının adeta Mekke’sidir. Sönmeyen ateşin anlattıkları. Almatı’nın gezip görülecek yerlerinin başında ebedi ateşin yandığı, Panfilov anıtının yükseldiği, altın adam anıtının parladığı, atların step rüzgârıyla yarış ettiği, huzur ifadesi rengârenk çiçeklerle bezelinmiş berrak göletlerin rasathane gibi gökyüzünü süzdüğü, anakentin adını aldığı ve ülkenin bereketli topraklarının simgesi elmaların süzüldüğü, güvercinlerin seker gibi uçup konduğu bir parkta toplu resim çektik. Sönmez Ateş Sovyet halklarının Hitler faşizmi üzerindeki zaferini yaşatıyor. Her yıl 9 Mayısta burada Zafer Bayramı kutlanıyor. Kazakların tarihi bu son ve en büyük zaferindeki rolü ve payı çok büyük. Hatta paha biçilmez ölçüde görkemli... Önünde başını saygıyla eğen ziyaretçisi eksik olmayan “Panfilovcular Anıtı.” Bu anıt, 1941’in en sert kış günlerinde, 28 Kızıl Ordulu Kazak kahraman General Panfilov komutasında, Moskova ön savunma hattında faşist saldırganı yerine mıhlayıp, savaşın ve tarihin yönünü değiştirdiğine ölümsüz bir simge. Kazak kahramanlara Panfilovçu demişler. Hepsi komutanlarının adı ve şanıyla yaşıyor. Onların kahramanlığını sözle anlatmak çok güç. Olay, birçok kitaba konu olmuş, 2016 yılında filmleştirilmiş bir eşsiz kahramanlık öyküsü...


Makale ve Analizler - 2017

195

Buzlu kirpikler birbirine yapışmış. Etraf bir metre kar. 280 binlik Alman ordusu Moskova kapılarında. Bin topla birden ateş ederek zorluyor koca şehri. Gülleler Kızıl Meydan’a düşüyor. Ön kıta 54 Alman tankı Moskova’ya girdi girecek. O günlerde caddeleri ıssız şehir düşseydi, yalnız Asya değil, tüm dünya faşist çizme altında ezilecek, uygarlık dediğimiz birkaç yüzyıl küllük olacaktı. Esir halklar hiç kuşkusuz köle gibi çalıştırılıp yok edilecekti. En modern silahlarla donatılmış 280 kişilik Alman ordusu Kremlin yıldızını görürken General Panfilov emrindeki 28 kahraman Kızıl Ordulu Nazi tanklarını top ateşiyle paramparça ederek sürü sürü saldıran Alman gücünü durduruyor. Saygıyla eğildiğimiz anıtın önünde çiçekler asla solmuyor, ata kentin şeref caddesince çiçek halısı uzuyor. Almanlar üzerinde kazanılan büyük zafer Kazak halkının da zaferidir. O dehşetli yıllarda ata toprağımızın köy ve kasabalarında erkek kalmamış, Kazaklar cephenin her çukurunda düşmana kök söktürmüştü. Zafer kuşlar gibidir her ağaca konmaz. Bu Ata toprağımız da yenilgi nedir bilmez... Bir asrın en büyük olayının tarihini 70 yıl sonra tepe takla yaparak Kızıl Ordunun, saflarındaki çok kalabalık Türk gücün, dolayısıyla Kazakların rolünü azaltmaya küçümsemeye çalışanlar yanılıyorlar. O zaman dünyanın çelişkisi Faşizm ve Bolşevizm arasındaydı. Yenilip ezilen Fransızların, bombalanınca paniğe kapılan İngilizlerin, İkinci Cepheyi açmayı geciktiren Birleşik Amerika’nın rolü sonuç belirleyici olmamıştı. Hatta Japonlara Doğu Cephesini açtırmayan ve saflarındaki er ve subaylardan çok büyük bir kısmı Kazak olan Üçüncü Sovyet Ordusunu Sibirya’dan Stalingrad, Leningrad ve Moskova ceplerine aktarıp Almanları yenen Batı değil, bu toprakların yerli halklarıdır. Geçen asır Bolşevizm faşizmi yalnız cephede değil, ideoloji olarak da yok etmişti. 54 düşman tankını Moskova önüne gömen gücün içinde Moskova’dan Berlin’e bütün zaferlerde Kazak bahadırlar olması, savaştan sonra Kazakistan’a dünya siyasetinde yeni bir rol kazandırdı. Türk Dünyası Gazetecileri olarak bu “Ponfilovcular Anıtı” önünde toplu fotoğraf çektirmemiz olayın bu günkü görkemine anlam kazandırıyor. Orta Asya’daki barışın temellerinde Türk halkların sarsılmaz savaş kardeşliği var. 1945’te Berlin’de Reistag Binasına Zafer Bayrağı diker erin bu topraklardan olması hepimiz için ayrı bir gurur kaynağıdır.


196

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Altın Adam Anıtı’ndan doğan özgürlük ruhu Kuşkusuz bütün “kardeşliklerden” adalet ve eşitlik doğmaz. Bu gerçek 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasına ve Kazakistan Cumhuriyeti başta olmak üzere, bağımsız ve egemen 7 Müslüman Cumhuriyetin doğmasına neden oldu. Bozkırlara ve Sibirya’ya yayılmak isteyen Rus Çarlığı ve Sovyet iktidarının yükünü uzun zaman taşımak zorunda kalan Türk halklarının ezgi ve zülüm rejimini başarıyla silkmeyi başardı. Bu, ata toprağıma ikinci gelişim. Serpilip açan yeni umudu sokakta rastladığım gençlerin aralarında Kazakça konuşmalarında hissediyorum. Gençler Rusçayı ikinci dil olarak kullanıyor. 27 yıl gibi kısa bir sürede Kazakça yerleşmiş, bilim, edebiyat ve sanat dili olarak sevilmiş. Ziyaretimiz esnasında Kiril Alfabesinden Latin Alfabesine geçiş ilan edildi. Kazak dilinde Latin yazısıyla ilk gazeteler çıktı. Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev’in “Yıllar ve Düşünceler” adlı eseri yeni Kazak alfabesiyle yayınlandı. Önce aydınlar tarafından büyük bir coşkuyla karşılandı. Kazak halkı yeni atılımlara başladı. Öncelikle halkı birbirine kenetleyen anadilde iletişim kolaylaşıyor. Kültürel bütünleşme yapılanıyor, güçleniyor. Yeni atılımlar gücünü geçmişten alıyor. Şimdi 25’inde bir bahadır. *** Ata anakentimizde bir de “Altın Adam Anıtı” var. Rivayetlere göre, cinler altından kaçarmış. Ünlülerin şan ve şöhretini ebedileştirmek, Kazak halkının ruhunu sonsuza dek yaşatmak için kabirlerine altın kap kacak ve ziynet koyuyorlarmış. Bu tip 9 gömü bulunmuş. Bir prenses pul pul altın elbiselerle gömülmüş. Halen şehir müzesinde sergileniyor. “Altın Adam Anıtı” Kazakların kazaklık anıtıdır. 1986’da anıt önünde meydana gelen ve o zaman dünya kamuoyundan ısrarla gizlenen büyük gençlik direnişine “Jeltoksan” adı verilmiş. Bu değim olayların Aralık ayında olduğunu anımsatır. Bundan tam 31 yıl önce Bulgaristan’da isimlerimizi değiştirip kimliğimize çullandıkları o kanlı Aralık günlerinde biz de ayaklanmıştık. “Soya dönüş” sürecine halk tepkisi 24 Aralıkta patlamıştı. O karlı donlu günlerde kızlı erkekli Kazan gençler Altın Adam Heykeli dolayında birbirine kenetlenmiş. Direniş kuşağı böyle oluşmuş. Zamanını dolduran Bolşevizm ve totaliter komünizmden kurtulup özgürlük ve demokrasi için direnmişler. Sovyetler Birliği dışında bağımsız ve egemen bir Kazakistan için halk mücadelesi böyle kanatlanmış. Faşizmi yenen dedeleri gibi merhametsiz ve ce-


Makale ve Analizler - 2017

197

sur gençler, 70 yıl sonra zulüm eden rejime ilk büyük darbeyi indirmişler. Yalanlara kanmayan ve boş vaatlere inanmayanlar gece gündüz anıtın ruhsal alanından çıkmayıp halkın desteğinden güç almışlardır. O yıllarda “açıklık” ve “değişiklik” rüzgarı estiren Mihail Gorboçov askeri uçaklarla Moskova’dan Almatı’ya 70 bin komando göndermiş, şehir işgal edilmiş, halk evlerine kapanmış, aralığın en soğuk gün ve gecelerinde çırçıplak soyulan Kazak gençler haftalarca aç susuz soğuktan kaskatı donmuş ama yılmamış, gözleri umut yıldızı gibi parlamıştır. Hastalanmışlar, kızlar daha sonra doğum yapamamış, erkekler de baba olamamışlar. Kazak halkının yenilmez ruhu yok edilmek istenmiş, ama ayakta kalmış, yaşıyor. 1991’de bağımsızlığını ilan eden ve egemen Cumhuriyet olan bu Orta Asya Türk Cumhuriyeti öyle bir kükremiş ki, işitip gören parmak ısırıyor. Kısa kısa bilgiler; Almatı de Merkez Cami. Central Mosque (Merkez Cami) Almatıda bulunan en büyük cami. 1999 yılında yapılan yapıda Timur’un mimarisi kullanılmış. Etrafında külliyeler, ufak çapta dernek ve dersliklerin de bulunduğu cami; işportacıların oldukça fazla bulunduğu bir yerde yapılmış ya da işportacılar cami yapıldıktan sonra burada kendilerine yer bulmuşlar. Geleneksel müzik aletleri müzesi, Almatı Almatı de bulunan müzeleri de gezme olanağı bulduk. Bunlardan biri Geleneksel müzik aletleri müzesi. Bu müzede geçmişten günümüze halk müziği enstrümanları sergileniyor. Aynı zamanda Kazak kardeşlerimizin de ünlü ozanlarının heykelleri de bulunuyor. Tabiat müzesi Bu müze Milli Bilimler Akademisi içinde bulunuyor. Bu müzede en önemli figür Altın Elbiseli Adamdır. Almatı ünlü Arbat sokağı Burada ressamlar resimlerini sergiliyorlar. Burada isteyen ressamlara ücreti karşılığı kendi resminizi de yaptırabilirsiniz. Ayrıca gençler de müzik ve dans gösterileri de sergiliyorlar.


198

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Büyük Almaatı gölü Deniz seviyesinden 2510 metre yükseklikte dağlar arasında kalmış, eşsiz turkuaz rengi ile her mevsim ayrı güzel yansımalarıyla çok güzel bir manzara oluşturuyor. Suyu içme suyu olarak kullanıldığı için göle girmek veya çok fazla yaklaşmak dahi yasaktır. 24 saat gözetim altındadır. Alatau dağı Alatau dağı kışın karlarla kaplanıyormuş ve ta ki yaz aylarına kadar burada karlar kalkmıyormuş. Bu dağ üzerinde bulunan Çimbulak kayak merkezidir. Burada teleferik ve telesiyej bulunuyor. Kış ayları burası kayakçılar için ideal bir yerdir. Birinci yüzyıl Orta Asya tarihi anlaşılan yıllar sonra yazılacak. Aslında 1917’de Ekim Devrimiyle başlayan, 1991’de sona eren, Lenin ve Stalin zulmüyle damgalanmış, ayrıca yarısının mezar taşı olmayan 100 milyon kurban. Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinde ikamet eden 25 milyon Rus, anlaşılan vicdan azabı çekiyor olacak ki, bölgeden çekilmiş. 5 milyonu Kazakistan’dan ayrılmış. Kazakistan ata köklerine dönüyor... Bu ziyaretimizde Türk Dünyası Medya Temsilcilerinden Başkanlar bir araya gelerek Türkiye Gazeteciler vakfı başkanı Yılmaz Karaca ile birlikte Almatı vali Yardımcısını ziyaret ettik. Güzel bir karşılaşma ve sohbet sonrası Almati TV’ye geçildi. Birlikte resimler çekildi. Tüm ekip bir araya toplandık. Kısa bir şehir içi turu da atarak derin ve unutulmaz izlenimlerle uçak alanına yollandık. Devamı - İkinci durağımız Çimkent-Türkistan.


Makale ve Analizler - 2017

199

Dünya Türk Gazeteciler Orta Asya’da -2-

BG-SAM-17.Kasım.2017

Ahmet Yesevi Üniversitesinde Türk Dünyası Gazetecileri bilim denizinde Almatı ziyaretimiz tadımlıktı. Hava kararmadan uçak alanındaydık. Seyyahat halinde gerçekleştirdiğimiz Türk Dünyası Gazetecilerinin 3. Uluslararası Şuramızın ana durağı Çimkent’e uçtuk. Geç saatlerde Çimkent’te “SHYMKENT KONAK” oteline yerleştik. Ertesi sabah erken saatlerde Türkistan’a yola çıktık. Burada ilk İslam’ın Türk dilinde yayılmasında paha biçilmez katkıları olan, büyük üstat Ahmet Yesevi türbesini ziyaret ettik. Türkistan şehrinde bulunuyorduk. Burası Orta Asya’da İslam dininin büyük kalelerinden biri. Sönmez bir irfan ve ibadet ocağı. Hoca Ahmet Yasevi’nin yaktığı aydınlanma ateşi devamlı yanıyor. Bu ateşin büyük özelliği İslam dininin Türk dilinde yaygınlaşmasını ve halkın yaşamını belirlemesi beşiği olmasıdır. Burada arasız kuran okunuyor, dualar ediliyor, tatlı sohbetlerle dertleşiliyor, sorunlara çözüm, dertlere derman aranıyor. “Ahmet Yasevi” Türkiye Kazakistan Uluslararası Üniversitesi’nin bulunduğu Türkistan bir modern gençlik şehri. Yalnız öğrenciler değil, öğretim üyeleri ve akademisyenler de değişik ülkelerden gelmiş. Eğitim Türk ve Kazak dillerinde veriliyor. Öğrenciler Rusça ve İngilizce de öğreniyorlar. Arkeolojiden Elektroniğe tüm bilim dallarında Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 94. Yıl dönümünü bu bilim denizinde öğrencilerle birlikte kutladık. Dünya Türk Gazeteciler kafilesi büyük bir coşkuyla karşılandık. Büyük ilgi gördük. Türk dünyasının ortak bayramı olan Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 94. yıl dönümü münasebetiyle Ahmet Yesevi Üniversitesinde kutlama töreni düzenlendi. Türkiyeli öğrenci Konseyi Başkanlığının or-


200

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ganize ettiği 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlama programı, Ahmet Yesevi Üniversitesi Türkistan Yerleşkesi Kültür Merkezinde coşkuyla gerçekleşti. 30 Ekim Pazartesi günü Kültür Merkezi Tiyatro ve Sinema salonunda gerçekleşen programa; Ahmet Yesevi Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Valihan Abdibekov, Rektör Vekili Prof. Dr. Mehmet Kutalmış, Rektör Yardımcıları Prof. Dr. Taljan Raimberdiev, Prof. Dr. Nurlan Ajihanov, Prof. Dr. Nurlan Batırbaev, Doç. Dr. Bakıtcan Muhamedjanov, Yrd. Doç. Dr. Mustafa Eren ile çok sayıda akademisyen ve öğrenci katıldı. Rektör Prof. Dr. Valihan Abdibekov, Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Mehmet Kutalmış, Rektör Yardımcısı Prof. Dr. TaljanRaimberdiev, Prof. Dr. Nurlan Ajihanov, Prof. Dr. Nurlan Batırbaev, Doç. Dr. Bakırcan Muhamedjanov, Yrd. Doç. DR. Mustafa Eren ile diğer akademisyenler, ilgililer, kamuoyu temsilcileri ve öğrenciler katıldı. Türkiye Gazeteciler Federasyonu’na bağlı cemiyet başkanları, Türkiye Gazeteciler Federasyonu Başkanı ve yöneticiler, Avrasya Türk Dernekleri Federasyonu Başkanı İsmail Cengiz, Anadolu Gazeteciler Birliği Başkanı İbrahim Erdoğan, ünlü kıdemli gazetecilerden Türkiye’den Yavuz Donat, Almanya’dan Adnan Öztürk, Belçika’dan Yusuf Cinal ve başka bilinen kalemleri, usta yaratıcılar ve Türk Dünyası Film Belgesel Festivali Genel Başkanı Menderes Demir de katılarak 14 yaratıcının iştirak etmesi töreni onurlandırdı. Türk dünyasının her yanından gençlerin Mustafa Kemal Atatürk’ü sonsuz bir coşkuyla anması etkileyici oldu. Açılışta Türkiye ve Kazakistan milli marşları okundu. Türklük dokusundan yerel folklor oyunları izlendi. Rektör Prof. Dr. Valihan Abdibekov TC’nin kuruluşunun uluslararası önemine ilişkin değerli bir konuşma yaptı. Mazlum halkların önderi olarak tanıttığı lider Mustafa Kemal Atatürk’ün Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin bağımsızlık, egemenlik ve özgürlük savaşımına sabah yıldızı olduğunu vurguladı. Bağımsız ve egemen devlet kurma anlamında gerçek Atatürkçülüğün orta Asya’da yeni yeni dal budak saldığına işaret etti. XXI. Yüzyılın Büyük Atatürkçülük ve Büyük Türkiye asrı olacağını ifade ederken, Atatürk ideolojisinin Orta Asya halklarına esin kaynağı olduğuna parmak bastı.


Makale ve Analizler - 2017

201

Yeni Dünya’nın yeni kalbinin Türk Dünyası olacağına işaret eden Rektör, ortak uygarlığın temelinde ortak dil, kültür, din, adalet ve ahlakın yer aldığına işaretle Türk kimliğinin büyük bir hamle içinde olduğuna vurgu yaptı. Tören vesilesiyle konuşmasında Kazakistan ve diğer Türk Cumhuriyetleri ilk tanıyan ülkenin Türk devleti olduğu belirttikten sonra, Türk kardeşlerimizin Cumhuriyet bayramını en samimi duygularla kutladı. Prof. Dr. Mehmet Kutalmış ise, törensel toplantı konuşmasında Türkiye Cumhuriyetinin 94. yılını kutlarken, Atatürk önderliğinde kurulan Cumhuriyetin antiemperyalist savaş alevlerinden doğduğuna, özgürlük, adalet, akıl ve bilime dayandığına, derin reformlar gerçekleştirdiğine ve büyük kazanımlar elde ettiğine, günümüzde dünya çapında anti-terör davasının en önemli gücü olduğuna önemli yer ayırdı. O, Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan önderliğinde Büyük Türkiye davasının tüm Türk Dünyası tarafından desteklendiğini belirti. Günümüzde Emperyalist saldırıların daha da tırmandığı günümüzde mazlum halkların güvenli koruyucusu olan, 4 milyon sığınmacıya ev sahipliği yapan, ayrıca Sudan, Yemen, Afganistan, Bangladeş ve daha birçok yerde muhtaçlara yardım eli uzatan Türkiye’nin bölgesel rolünden övgüyle söz etti. Atatürkçülüğün bir ideoloji olduğuna da değinen Prof. Dr. Mehmet Kutalmış, bu ideolojinin XXI. Yüzyılda yeni enerjiyle dolu olduğunu vurgularken, faşizmin, komünizmin, sol ve sağ liberalizmin çöktüğü bir dönemde Orta Asya bağımsız Türk Cumhuriyetlerinde modern Atatürkçülüğün ulusal devlet, eğitimde atılım ve adalet yolunda sönmeyen meşale olduğuna işaret etti. Üçüncü Türk Dünyası Gazeteciler Şurasına katılan 46 basın mensubu, Balkan Türkleri, Bulgaristan Müslümanları, Türkiye’deki soydaşlarımız adına kutlama konuşması yapan konuklardan Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği BULTÜRK Başkanı, Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi BGSAM Kurucu Başkanı ve “Bulgaristan Türklerinin Sesi” gazetesi genel yayın yönetmeni Rafet Ulutürk uzun süre alkışlandı. O, Ahmet Yesevi Üniversitesi Rektörü ve eğitim öğretim ve bilim kadrosunu, öğrencileri ve hazır bulunanları Cumhuriyetimizin 94. yılı vesilesiyle en sıcak duygularla kutladıktan sonra şöyle devam etti: Sayın Rektör,


202

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Sayın Akademik Şura Üyeleri, öğrenciler, Değerli gazeteci, yazar, şair ve film yapımcısı arkadaşlarım, Zafer Bayramımızın 94. Yıldönümü kutlama törenimizin değerli konukları, Bayramımız hepimizin bayramı kutlu

olsun! Önce Türkiye’mizin ilk uluslararası devlet üniversitesinde, Cumhuriyetimizin 94. Yıldönümünde, böyle kutsal bir ortamda buluşmak, bana olduğu kadar, tüm arkadaşlarım, tüm Türk bilim ve itfan dünyası için en aydın gün, en büyük bayram. Evet, bilimle hayatın kaynaşması en büyük umudun kaynağıdır. Türkiye Cumhuriyeti henüz birinci asrını doldurmadan, bütün vatanımızı üniversitelerle donatıp aydınlığıma pınarımızın Türkistan’a taşırması çok anlamlıdır. Ahmet Yesevi Türk - Kazak - Orta Asya - Balkan - Dünya Türk halkları aydınlık, dostluk ve ortak ufuk kalesidir. Gurur kaynağımızdır. Çalışmalarınızda hepinize başarı dilerim. Her atılımda beraberiz. İlk uluslararası aydınlık ocağımızda eğitim - öğretim görmüş gençleri artık Sofya’da görüyorum. İş tutmuşlar. Türkçe kurslarında ders veriyorlar. Türk ocakları ateş alıyor. Türk ruhu uyandı, kol kanat salıyor. Bu üniversite yeni bir başlangıcın beşiğidir. Bin yıl sonra hayat yineliyor. Kanat açıyor. Bilimsel dokumuzu örüyor. Bütün Türk dünyasına yeni renkler kazandırıyor. Aynı bilgiyle donanmış aydın gençler, Ahmet Yesevi Hocamızın müritleri gibi Türk dünyasına yeniden can veriyorlar. Baskının, ezginin ve sömürünün her türünden kurtulma yollarını açıyorlar. Bu defa Müslümanlıkla birlikte ortak vasıflı Türk kimliği davamıza öncü oluyorlar. Hepsine başarı dilerim. Yeni devirde Türklük havarilerimiz sizsiniz. Türk Dünyasını birleştirerek yüceltme davasının görev erlerisiniz. XX. yüzyılda sönen dünya ateşini yeniden yakacak olanlar sizsiniz. Siz XXI. Yüzyılın Ahmet Yesevileri olmak zorundasınız. Türk Dünyası gazetecileri olarak bizler, tanıdıkça gizemi artan bu kutsal topraklarda 3. Şuramızı düzenlemeye yani ateş almaya, Türkiye ve Balkanları buraya taşırken, sizin atılımlarınızdan ders almaya geldik. Hedef birdir. Aynı hedefe hizmet ettiğimize eminim. Dünyanın dört bin yanında, tüm Türklük diyarında el ele verip bundan böyle de birlikte olacağız kısmetse. Geçen yüzyılın sonunda Türk dünyasının bir uçtan öte uca yabancı boyunduruğundan kurtulmasından daha


Makale ve Analizler - 2017

203

büyük bir zafer olabilir mi? Bilgi, bilinç, cesaret, zafere inanç başarılımıza temel oldu. Birliğimiz bizi yeni ufuklara taşıyor. Türkiyeden Türk dünyasına bakış çok değişti. Bildiğiniz gibi Türkiye İnönü döneminde Türk dünyası Edirne’den – Karsa kadardı; Özal döneminde Adriyatikten Çin Seddine kadar; Şimdiki Cumhurbaşkanımızın Recep Tayyip Erdoğan döneminde ise bu Dünyada Türkün bulunduğu her yer Türk Dünyasıdır olarak algılanmaya başlanmıştır. Yesevilik dünyada her insana sahip çıkmaktır. Bunun için kutsaldır. Bunalımlarını yenemeyen dünya “mitkoy” ve “transomalizm” gibi liberalizmin uzantısı teoriler geliştirdi ve uyguluyor. Odağında insan var. Sivil toplum içinde kişisel haklardan dem vurarak, kayıt dışı bir katman yetiştiriyor. Bunu Çin’de bazı eyaletlerden birden fazla çocuk yapma yasağının uygulanmasıyla doğan ikinci ve üçüncü çocukların oluşturduğu vatandaş kaydı olmayan katmanda görüyoruz. Sözde kişisel hakları sınırsız ama anaokulu görmemiş, okula gitmemiş, üniversiteye görmemiş bu katman artık hayata girdi, kayıtsız yaşıyor, kayıtsız çalışıyor, sivil toplumda yükümlülükleri yok, vatan duygusu ve sevgisi de yok. Kimliği olmayan bu katmanı Avrupa’da da oluşturmaya çalışıyorlar. Rusya Federasyonunda 15 milyon kayıtsız Çingene yaşıyor. Fransa’da bazı eyaletlerde yaşayanların yarısından fazlası Afrikalıdır, Fransa vatandaşıdır, Fransız sivil toplum örgütü üyeleridir, fakat kolektif hakları yoktur. Belçika’da, Hollanda’da ve başka Avrupa ülkelerinde durum aynıdır. Bulgaristan’da 1878’den beri Türk azınlığı olarak Anayasa ve yasalarda adımız geçmiyor. Kolektif haklarımız yok. Yani biz sanki kayıt dışı yaşıyoruz. Olay vahimdir. Türk medeniyetinin her insana ve her insan topluluğuna tanıdığı ortak hakları hiçbir medeniyet tanımamıştır. Ne mutlu Türküm diyene! Değerli dostlar, ben dünyada en önemli işin eğitim ve öğretim olduğuna kesin inanıyorum. Ecdadımız da en büyük enerjisini irfan ocakları kurmaya harcamıştı. Bulgaristan’da bizim bugün 3 imam hatip okulu ve bir İslam Enstitüsünden başka Türklüğümüze hizmet eden okulumuz olmasa da, 1878’de Rus-Bulgar esaretine düşmezden önce 2 bin 700 okulumuz, medresemiz, 2 binden fazla cami ve mescidimiz vardı. Bin 200’lerde İslam aydınlığını memleketime getiren ise, ünü o gün olduğu kadar, bugün de canlı Hoca Ahmet Yesevi’nin müritlerinden olan Sarı Saltık Dede’dir. Balkanlardaki 26 türbesinde aziz hatırası ve davası, sonsuz sevgi ve saygıyla yaşıyor. Eğitim, öğretim mücadelemiz bugün başa dönmüş durumdadır. 70 yıldan beri anadilimizde okuma yazma, toplantı yapma, miting düzenleme hakkımız yok. Türkçe konuşuyoruz, dua ediyoruz, fakat yazamıyoruz, okuyamı-


204

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yoruz. Demek oluyor ki, aydınlığımızın, kültürümüzün, medeniyetimizin yarısını kemirdiler, edebiyatımızı, sanatımızı bitirmek istiyorlar. Bizde komünizm ve onun asimilasyon politikası yok edilemedi. Kimliğimiz üzerindeki tehlike büyüktür. Birinci yüzyılda Bulgar faşist Çar rejimi ve komünist totaliter düzen zulmü dilimizi, dinimizi, geleneklerimizi, edebiyatımızı, halk kültürümüzü, İslam-Türk uygarlığımızı yok etmeye çalıştı. Kavga XXI. Yüzyıla taşındı. İsyan ettik. Büyük çarpışmadan 140 kurban verdik. 517’miz “Ölüm Adası” olarak ünlenen “Belene” Toplama Kampında işkence gördü. 12 500 Türk, Pomak, Tatar, Çingene kardeşimiz kovuşturuldu, sürgün edildi, içeri düştü, koğuşta kaldı, zülüm gördü. Bulgaristan içinde ve dışarıya sürekli göçe zorlandık. 1989 Mayısında hak ve özgürlüklerimiz için ayaklandık. Komünist diktatör, Türk-Müslüman düşmanı Todor Jivkov’u devirdik. Fakat derdimiz bitmedi. İsim ve din haklarımızı yani kişisel haklarımızdan sadece ikisini elde edebildik. Kolektif haklarımızı söküp alamadık. Anaokulu, ilk ve ortaokul, lise ve anadilimizde üniversite açma haklarımızı henüz elde edemedik. Bulgaristan’da daha 1948- 1958 yılları arasında “kültürel otonomi” haklarımızı elde edebilmiştik. Azerbaycanlı aydınların da yardımıyla öğretmen okullarımızı açtık. 5 Lisemiz vardı. Sofya Üniversitesinin 5 fakültesi Türkçe eğitim görürken, maneviyatımız aydınlanmıştı. Bu kadrolar Bulgaristan Türkleri edebiyatını yarattılar. Öz sanatımızı geliştirdik. Radyomuzu açtık. 5 gazetemiz her eve Türk dilinde girdi. Ne var ki, 138 seneden beri Türk kimliği mücadelesi veren bizler, yine de yolun başındayız. Çünkü XXinci yüzyılla eski kıtada faşizm yenildi, yasaklandı, sanki yerin dibine battı, fakat XXI. yüzyılda yine hortlamaya başladı. Almanya, Hollanda, Avusturya’da meclise doldular. Bulgaristan’da aşırı sağcılar, insan haklarını tanımayanlar, işleri Türk düşmanlığı körüklemek olanlar Başbakan Yardımcılığına çöreklenirken, birçok bakanlık da kaptılar. Öncelikleri Türkçe konuşmayı yasaklayan ve ceza kesen yasalar çıkarmak oldu. Biz tek dilli (yalnız Bulgarca) ve tek uluslu (yalnız Bulgar ulusu) devleti kurmaya çalışan bir Avrupa Birliği ülkesinde yaşıyoruz. Anadili yasaklı olanlar 2 milyon 500 bin kişiyiz. Bugün azınlık olsak da çoğunluk olacağımıza ve her şeyi lehimizde değiştireceğinize, demokrasi ve özgürlüklerin üstün geleceği, hak eşitliğine dayanan bir sivil toplum düzeni kurabileceğimize inanıyoruz. Biz o toprakları vatan yaptık ve 500 sene çoğunluktuk. Balkanlarda 300 sene savaşsız hoşgörü ve iyi komşuluk toplumu yaratan ecdadımızdır. Bayrağı düşürmemek kuşağımın ana ödevidir. Biz, Avrupa Birliği’nin bir Güney Doğu ülkesinde yaşasak da, anadilimize, kültürümüze, geleneklerimize konan ve kaldırılmayan yasaklar, ülkemde komünizm ve faşizm kalıntılarının diken büyüttüğüne kanıttır.


Makale ve Analizler - 2017

205

Zaman, Ahmet Yesevi Hocamızın hoşgörüye çağrı devri değildir. Tomurcuk çiçeklerin kana belendiğini görüyorsunuz. XX. yüzyıl karanlığının faşizm ve komünizm belasından kurtulmamız çok büyük bir zaferdir. Akın halinde olan biziz. Dünya dengesini sağlayan dev gücün Çengiz Han, Selçuklular ve Osmanlı olduğu devri gururla hatırlayanlar, Büyük Türkiye umuduyla yaşıyor. Düşmanlarımız katliamlarda öldürdüklerinin sayısını bilmek bile istemezken bizim de müsamahasız olmamız gerekir. Müsamahasız, bilinçli ve atılgan! Sevgili genç kardeşlerim, insanoğlu hoşgörülü doğmuyor. Hoşgörü bizim iyi niyetimizin ürünüdür. Batıdaki adı “tolerans”tır. Fransız lügatinde şöyle oluşmuştur. Kapitalizmin ilk dönemlerinde Fransa ile sömürgeleri arasında ticaret gelişirken, mal almaya gelen tüccarların otel köşelerinde beklerken canları sıkılmasın diye eğlence merkezleri kurulmuştur. Fahişe barındırılan bu genel evlerin iç tüzüğüne TOLERANS yani “hoşgörü” adı verilmiştir. Bu düzenlemede, müşteri seçme hakkı olmayan fahişelerden yüzüne gözüne, boyuna postuna, cilt rengine, özürlü olup olduğuna bakmaksızın aynı hizmeti en hoşgörülü bir şekilde sunmaları birinci ve son şarttır. Bizim anladığımız hoşgörünün özünde müsamaha, yardımseverlik, hayırseverlik, insan sevgisi ve saygı gibi vasıflar varken, onların anladığı toleransın anlamı köle olma ilişkisidir. 1990’yılınsan sonra Bulgaristan’da kurulan Türk Derneklerinin adının “Tolerans kulüpleri” olmasının istenmesinin derin anlamında gizlenen de budur. Bu konuya bizim yaklaşımımız “saygılı karşılıklı etkileşim dernekleri” kurmaktır. Ahmet Yesevi Hocamız müritlerinin Bulgaristan’a ve Balkanlara yayılmasıyla İslam’ı yaymasıyla Tanrı Severler (Bogomil) yani Hıristiyanlıkta da diğer dinlerle ortak dil bulma, hoşgörüde buluşma hareketi gelişmiş, Bosna Hersek’ten Fransa’ya kadar yayılmıştır. Hıristiyan ve Katolik kilise onları sapıklar (eres) olarak ilan etmiş, Bogomilleri nerede buldularsa orada yakmakla cezalandırmışlardır. Başka bir ceza uygulanmamış, külünü savurmak şartıyla yakmışlardır. Bugün camilerimizde Türkçe konuşmayı yasaklamak isteyenlerin, okullarımızı kapatanların “tolerans” anlayışı budur ve bu illetle ancak amansız cesur, bilinçli ve eylem halinde hoşgörüsüzlükle baş edebiliriz. Bu mücadelede bizim hoşgörü anlayışımıza karşı faşistler ve komünistler el ele vermiş sayısız katliam düzenlemişlerdir. Sayın genç kardeşlerim, Siz, bu uluslararası Türklük yuvasında, Tehlikedeki Türk Dilleri konulu Yedi Türkoloji forumu düzenlemişsiniz. Bu çalışmalara bundan böyle Bulgaristanlı öğrencileri en aktif bir biçimde kazanma çabalarınızı yürekten kutluyorum. Bu forumlara biz de katılmak isteriz. Diğer etkinlikleriniz arasında, XXI. Yüzyıl başında düşmanlarımızın bize karşı özünü değiştirerek kullandığı değimleri Türk-


206

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

çemizle tanımlama ve özünü gün ışığına çıkarma forumlarınıza katılma ve katkıda bulunmaktır. Sonunda kendi tanıtayım. Komünist zulümden kaçıp Türkiye’ye sığınan 1 milyon soydaşımın Çatı Derneği olan Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği BULTÜRK Başkanı ve Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi kurucusuyum. “Bulgaristan Türklerinin Sesi” - gazetesinin imtiyaz sahibiyim. Elektronik haber ve yorum yayınlarımız ve 14 ülkede bizi izleyenler var. Yazılı yayından sözlü yayına geçme hazırlıkları görüyoruz. Yayınlarımız İstanbul Türkçesiyle yapılıyor. Dünya Türklerinin ortak yayınlarına daha aktif katılmaya hazırlık görüyoruz. Başarılarımızın temelinde ve ilham kaynağımız olan Büyük Türkiye ülküsüdür. Biz dünyayı tek kutupludan çift kutupluya çevirme davasında, Büyük Başkan, devlet adamı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın yoğun çabalarını destekliyor ve kutluyoruz. 15 Temmuz 2016 darbe denemesinde ve karşı devrimci, terörist saldırılarla mücadelede devletimizin yanında yer aldık. Ne mutlu Türküm diyene, biz Bulgaristan Türklerinin XXI. Yüzyıl sloganımızdır. Türk Dünyasının tek dil ve Türk uygarlığı etrafından buluştuğuna sevinirken, geleceğin büyük ulusunun Türk ulusu olacağına da inanıyorum. Bu bayram gününde sizinle olma, bana şu yüksek kürsüden sizi kutlama olanağı verdiğiniz için mutluyum. Davamız ortaktır. En güçlü silahımız anadilimiz, Türk dünya görüşü, birlik ve beraberliğimizdir. Türk dünyasında ortak Türk kimliği oluşturma davamız ortaktır, hepimizindir. Teşekkür ederim. Kutlama töreninden sonra öğrencilerle gazeteci, film yapımcıları, şair, yazar ve halk ozanları kafilesi arasında yapılan samimi görüşmede Rafet Ulutürk’ün “Elli Yıllık Mücadele” kitabı büyük ilgi gördü. Türk Dünyasını adım adım öğrenerek gerçekleştirilen 3. Dünya Gazeteciler Şurasına katılanlar İslam dininin bütün Asya’ya yayılacağını müjdeleyen, bu ruhsal seferi iman edenlere taşıyan güçlü araç olarak Türk dilini donatan, bin mürit eğiten büyük üstat Ahmet Yesevi’nin gül bahçeleri içindeki mağrur ve muhteşem mozolesini ziyaret ettik. Asya kıtasının her yanından gelmiş ve burada dua edenlere biz de katıldık. Yesevi akademisini gördük. XXI. Yüzyıla taşınacak Türk Kimliğinin


Makale ve Analizler - 2017

207

enternasyonal kaynağının burası olduğuna bir daha inandım. Türki Dünyayı aktif öğrenerek tanıma seferimize otobüsle Bişkek yoluna düşerek devam ettik. Bozkırda mesafeler çok uzak, yerleşim merkezleri seyrek serpilmiş, Türkistan Bişkek arası 3 - 5 saat. Asfalt yol dışındaki stepte koyun sürüleri, Sivas Kangalına çalan köpekler, köstekli ve hür gezen boz atlar dikkatimi çekti. Burada suyun, ekmeğin, etin ve kımızın kendi tadı var. Acıyla terbi yedilmiş et seviyorlar. Somun ekmek görmedim. Ekmekleri güneş şeklinde ve güneşi andıran çiçeklerle süslenmiş. Kımızın içinde acımsı bir damar var. İçtikçe alışırsınız. At sütünden yapılıyor. İlk yoğurdun da at sütünden yapıldığını anlattılar. Burada en bereketli hayvan at. Bozkırın hükümdarlarından olan bizonlar sürü halinde geziyorlar. Kurttan kuştan korkmadıkları emin yürüyüşlerinden belli oluyor.

Dünya Türk Gazeteciler Orta Asya’da -3-

BG-SAM-17.Kasım.2017

Ata topraklarımızdan Kırgızistan. Orta Asya’daki 7 bağımsız Türk devletinden biri olan bu ülke belini Tanrı Dağlarına dayamış, güler yüzlü insanların yaşadığı bir cennet. Toplam nüfusu 5.5 milyon civarında olan bu ülkede her beş kişiden biri Bişkek’li. Ekonomisi tarıma ve öncelikle hayvancılığa dayanan bu ülke 1881’den 1991’e kadar Rusya egemenliğinde kalmış, Rus-


208

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lar Kırgızların ana dilini değiştirip Rusçayı yerleştirmek için yoğun gayret göstermişler ve ülkeyi 2 dilli duruma getirmişler. Dünyaca ünlü Kırgız yazar Cengiz Aytmatov bile eserlerini Rusça yazmış. Rusça yazmış da, eserinde, “yemin ederken Rus bayrağını öpmek zorunda kalan askerlerimiz, içten içe laneti bir işitseniz. Rus milli marşını söyleyen erlerin küfürlerine bir kulak verseniz” dememiş. “Her kötülüğün sonu iyiliktir” atasözüne inanarak susmuş ve beklemiş. Burada da “Panfilov” parkı var, iri ağaçlı, kalın gölgesi bir park. 1991’e kadar ateist bir ortamda yaşamaya zorlanmış olsalar da Kırgızların % 76’sı Müslüman. XXI. Yüzyıl şaheseri camileri var. Otobüsün penceresinden keçe çadırdan çıkıp ata binen ve bizim 4 teker kadar sürat yapan kız ve gelinlere hayran oldum. Kırgızlar çekik gözlü, yüksek dağlar arasında sıkışmış yayla insanı. Birinci gelişimde Tanrı Dağları göbeğindeki sıcak sulu Issık Gölünü görmüştüm. Ziyaretimiz Ekim sonuna rastladığı için at üstünde diyebileceğim Kırgız Festivallerini kaçırdık. Burada da kısrak kımızı içiliyor. Açık kahverengindeki zarı alınmamış pirinçten pilav yapıyorlar. Ben önce bulgur pilavı zannettim. Mutfakları ete dayanıyor. Tercih ettikleri koyun ve at eti. Kırgızistan’ın kuzeyinde yer alıyor. Kazakistan sınırı ile arasında sadece 25 kilometre bulunuyor. Bişkek, yaklaşık 1 milyon kişiye ev sahipliği yapıyor. Şehrin dört bir yanında parklar, müzeler bulunuyor. Tabi ki Sovyet izleri de hala dün gibi kendini hissettiriyor. Şehrin tam kalbini meşhur Ala-Too Meydanı olarak kabul edebilirsiniz. Bişkek, yemyeşil parkları, devasa caddeleri, onlarca meydanı ve mağazaları ile gayet keyifle gezdiğim bir başkent oldu. Manas üniversitesinin misafirhanesinde kaldık. Yeşil çaylarını beğendim. Sabah ziyaretimizin ana maksadı olan Türkiye Kırgızistan Eğitim Öğretim İşbirliğini kalesi olan, 5 bin öğrencili, 12 yaşını dolduran Manas Üniversitesinde ortak etkinliklere katılmaktı. Türk Dünyası ga-


Makale ve Analizler - 2017

209

zete ve dergileri sergilendi. Ziyaretçiler bilgilendirildi. “Bulgaristan Türklerinin Sesi” gazetemizi tanıtım. “www.bghaber.org” sitesinden bizi devamlı izleme olanakları olduğunu anlattım. Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi yayınlarından seçme kitaplarımızı sergiledim vs. Bunlardan; Osman Bülbül’ün, Musa Vatansever ve kendi kitaplarımı sergiledim. Türkiye Türkçesi ve Kırgız Türkçesiyle eğitim veren bu Üniversite’de Çevre Mühendisliği, Bilgisayar Mühendisliği, TV, radyo ve basın gibi bölümlerle birlikte kısa süreli meslek öğretimi de var. Üniversitenin kültürel etkinlikler salonunda öğrenciler ve öğretim üyeleriyle birlikte yaptığımız ortak toplantıda yaptığım kısa konuşmada şu noktalara değindim: Toplantının açış konuşmasını yapan Türkiye Gazeteciler Federasyonu Genel Başkanı Yılmaz Karaca, Devletimizin ve bazı önemli üniversitelerin yanı sıra sınırları aşan hizmetlere imza atmaya devam eden Türkiye Gazeteciler Federasyonu, hedefine “Türk Dünyası”nı oturtmuştur. Bu bağlamda ATA topraklarındayız. Eskişehir’de başlattığımız bir geleneği Kazan’da devam ettirdik. Kazakistan ve şimdi Kırgızistan’dayız. Arkadaşlarım ile Türk Dünyası’nın dilde, fikirde, kültürde, ve işte birlikteliğini çok önemsiyoruz. Türkiye Gazeteciler Federasyonu Yüksek Konseyi’nin Aralık ayında KKTC’de ve 2018 Yılında Brüksel’de toplanacağını kaydederek, Türk dünyası 4. Gazeteciler Şurası’nın ise Özbekistan’da gerçekleştirileceğini söyledi. İbrahim Erdoğan söz aldı; Türk dünyası tarifi şöyle yaptı: PTürk Steplerinin en güzeli Kazakistan’da… PTürk Dağlarının en güzeli Kırgizistan’da…


210

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

PEski Türk Mimarisinin en güzeli Özbekistan’da... PEski Türk doğallığının en güzeli Sibirya’da… PTürk Atlarının en güzeli Turkmenistan’da… P Türk Şiirinin en güzeli Azerbaycan’da… P Türk Tarih ve Fikir adamlarının en mükemmeli Kırım’da, Kazan’da… P Türk dilinin en güzel kaynağı Doğu Türkistan’da… P Türk mücadele ve mukavemet liderleri Kıbrıs’ta.. P Türk Fütühatlarının kaynağı Irak ve Suriye Türkmenlerinde… P Türk Kurucu ruhu ve yeniden aydinlanmasının Merkezi Balkanlar’da… P Türk Denizciliginin merkezi Akdeniz kıyıları ve Ege Adalarında… Hepsinin en güzel ortalaması Türkiye’de... diye sözlerini bitirdi. Sayın Rektör ve “Manas” Üniversitesi yönetimi, Türk Dünyasının Kıymetli basın mensupları, Saygıdeğer öğrenci ve konuklar, Eskişehir ve Kazan’dan sonra burada toplanan 3. Gazeteciler Şurasını kutluyorum. 20. yüzyılda parçalanan, boyunduruk altına giren Orta Asya Türklüğünün baştanbaşa özgürleşip, bağımsız devletler ve özerk bölgeler olarak tek ruhta ve bünyede, Büyük Türk Dünyasında birleşmesi yeni yüzyılın en büyük olayıdır. Zaman dünyayı yeniden inşa etme zamanıdır. Hedeflenen Tek kutuplu dünyayı gömerken, iki kutuplu dünyanın Orta Asya-Türk Merkezli ufku kendini belli ediyor. Nüfus olarak büyük olmayan Kırgızistan’ın yeni dengede önemli yer alacağına inanıyorum. Çeyrek asır başarılarıyla Kırgızistan tarih yazıyor. 3. Şuramızı Türk Dünyasının Tanrı Dayılarında toplanmamız, bu bakıma anlamlıdır. Biz gazeteciler her zaman yeni olanın doğ-


Makale ve Analizler - 2017

211

duğu yerde olduk ve olacağız. Şuramızı “Manas” Üniversitesi’nde toplamamız çok anlamlıdır. Değerli Dostlar, Üniversitelerimiz bizim en güçlü silahımız. Türklük kalelerimizdir. Gazetecilerimizin kaleminden düşen harflerden haber, yorum, sanat eseri, edebiyat, kültür, ideoloji, dünya görüşü doğar. Bu çabaların ortak adı bilinçlenmedir. Bizim renkli Türk dünyamızı en doğru biçimde yansıtan ve “Harf Devrimi” olarak bilinen Atatürk Devrimidir. 1928’de gerçekleşirken, Bulgaristan Türkleri tarafından da aynı yıl benimsenmişti. Ben 2 alfabeli (Kiril ve Latin) yazılımlı okula gittim. Ogün bugün çatal baş yetiştiğimiz düşünürüm. Türklerin, Türk devletleri ortak tek alfabesi olmalıdır. Bu da Latin yazı dilidir. Bu yönde tüm kardeş halkların elinden geleni yapmasını bekliyoruz., Kardeşlerim, biz hepimiz yazıp okumaktan fazla, anlatıp dinlemeyi seven insanlarız. Türkün doğası böyledir. 1989’da biz totaliter Bulgar diktatörü Todor Jivkov’un isimlerimizi, dinimizi, dilimizi ve kültürümüzü değiştirmesine karşı tepki verip ayaklandık, ardından 500 binimiz birden Türkiye’ye göç ettik. Yarım milyon insan göç ederken beraberinde yalnız 100 kitap getirmişiz.


212

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bunlarda Bulgaristan’da Türkçe çıkardığımız gazeteler ve orada Türkçe yarattığımız edebiyat ve sanatı anlatan Latin harflerle basılmış eserlerdir. Tarihimizi, mitolojimizi, edebiyatımızı, masal ve öykülerimizi, atasözlerimizi, sanatımızı, kültürümüzü bellek dar çığında taşıyan bir millet varsa o da biz Türkleriz. Bu noktaya değinmemin şöyle bir sebebi vardır. Yazıyı taşıyan ve beyaz kâğıda dönek kalemse, kültürümüzün tamamını taşıyan dildir. Türkün beynine giden hafıza havuzuna dolup kimlik, kültür, ideoloji ve dünya görüşü yaratan yol da gören gözle ve işiten kulakla başlar. Sözlü iletişim bizim için esastır. Bu bakıma biz Türkler tüm diğer halklardan farklıyız. Aralarında temas, iletişim kopukluğu olan hakların sohbet etme, dertleşme, dinleme, kulaktan bilgilenme kültürü yoktur. Geçmişinde asma altı çay sohbetlerinde bilinçlenen bir halk varsa o da Türklerdir. Biz kuranı bile Hocadan ezberleriz. Korkut Dede hikâyelerini nenelerimizden, Bin bir Gece Masallarını dervişlerden dinlemişizdir. Kısacası: Türk kimliğimizin aynası dilimizdir. “Radyodan işittim”. “TV’de gördüm” deyimlerinin “gazetede okudum” dan çok daha ağır bastığını hepimiz biliriz. Nüfusun 3 milyonu dış ülkelere çıkan ülkemizde, toplam sayıları 2 milyon 500 bin olan Bulgaristan Türk azınlığına okullarda anadilinde eğitim öğretim görme hala yasaklı olan ve hatta Türkçe konuşana ceza kesilen bir ülkede, Türk dilinde yapacağımız propagandanın taşıyıcısını -yazı mı, söz mü- olduğunu belirlemek olağanüstü büyük önem taşıyor. Bizden korkanlar bir de dilimizden kor-


Makale ve Analizler - 2017

213

kuyorlar. Bu öyle bir korku ki, hiç birini uyku tutmuyor. Dünyanın en yaratıcı dili bizim olandır. Ne Mutlu Türküm! Diyene... Başkanı olduğum Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği BULTÜRK ve Bulgaristan Türkleri Stratejik Araştırma Merkezi (BG-SAM) olarak elektronik yayınlarımıza Türkiye ve Bulgaristan dışında Türklüğü diriltip yüceltme yolunda birleştik. Davamız kutsaldır. 10 - 15 ülkede ciddi ilgi olduğunu, geniş izleyici kitlemiz oluştuğunu söyleyebilirim. Dünya Türk Gazetecileri saflarında yer almamız bizim için bir şereftir. Bizim kuşağımız birbirimizi bulabildi ve yüce davamız yolunda birleştik. Tarih birçok dili rafa kaldırdı. Pek çoğunu kör kuyuya attı. Türkçemizin geleceğin meşalesi olacağına inanıyorum.


214

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yeni yeni kurduğumuz yayınlarda bilgilerimizi haber, resimli haber ve yorum şeklinde yayıyoruz, duyuruyoruz. 70 yıllık yasağı yardık “Bulgaristan Türklerinin Sesi Gazetesi” çıkarıyoruz. Sofya’da en nüfuslu Bulgar gazetesi 4 - 5 bin tirajı aşamazken bizim “www.bghabr.org” elektronik bültenlerimizin yüzbinlerce okuru var. Son 2 yılda “Bulgaristan Türklerinin Durumu”, “50 yıllık Mücadele”, “Bulgaristan Türklerinin Kimlik Mücadelesi”, “Bulgaristan’da Azınlık Hak ve Özgürlükleri Sorunu”, “Bulgaristan Türklerinin Kültürü”, “Bulgaristan Türklerinin Edebiyatı” ve başka 10 - 12 kitap olmak üzere, halkımıza beyaz kâğıt üzerinde veya elektronik ekranda ulaştık. Adım adım ilerliyoruz. “Kültürel otonomi” ve “Etnik azınlık haklarımızı” gündeme taşıyoruz. AB üyesi olmamız Türk dünyası sorunlarımızın çözümüne anahtar olmuyor, tam tersi engel oluyor. Türkün dostu Türk’tür kardeşlerim. Davamız bugüne kadar ortaktı. Yarın da Ortak olacaktır. Büyük Türk Dünyasının kalbi Büyük Türkiye Cumhuriyetini yüceltmek de ortak davamızdır. Saygılarımızla, Manas Üniversitesi’nde Akşam Proğram Akışı Manasın Kızları Halk Dansları Topluluğu: Kırgız Geleneksel Dansı Opmayda- Eğitmen: KlaraKoyçokulova Güzel Sanatlar Fakültesi Müzik Bölümü Türk Dünyası Orkestrası Konseri.


Makale ve Analizler - 2017

215

1- Kırgızistan Geleneksel KüyüMinKıyal - Enstrumantaleser. İcra Türk Dünyası Orkestrası 2- Türk Halk Müziği - Tekirdağ Yöresi türküsü Ederemit’in Gelini. Türk Dünyası Orkestrası eşliğinde Solist.: Güzel Sanatlar Fakültesi Müzik Bölümü Mezunu ve Türk Dünyası Orkestrası Solisti Azat Sadıkov 3- Kırgızistan Geleneksel Şarkısı ( Irı) Esindebi: Türk Dünyası Orkestrası eşliğinde Solist: Güzel Sanatlar Fakültesi Müzik Bölümü Mezunu ve Türk Dünyası Orkestrası Solisti: SırgaSagınbekova 4- Kırgız Geleneksel Küyü Maş Botoy: Dastan Komuz Grubu ve Türk Dünyası Orkestrası icrası 5- Kerkük türküsü Altın Hızma Mulayım. Solist: Güzel Sanatlar Fakültesi Müzik Bölümü Öğretim Elemanı . Fatih Erenler,Bağlamalar: Fatih Erenler, Necip Yılgın. Nefesli: Fatih Erenler 6- Kırgızistan Geleneksel Şarkısı ( Irı) Agınsu- İcra Güzel Sanatlar Fakültesi Müzik Bölümü Marcan Müzik Topluluğu, 7- Kırgızistan Geleneksel Şarkısı ( Irı) Sen Degende :İcra Güzel Sanatlar Fakültesi Müzik Bölümü Marcan Müzik Topluluğu, 8- Türk Halk Müziği: Kayseri Yöresi türküsü .Gesi Bağları. Solist: Güzel Sanatlar Fakültesi Müzik Bölümü Öğretim Elemanı . Fatih Erenler, Bağlamalar: Fatih Erenler, Necip Yılgın. Nefesli: Fatih Erenler 9- Türk Klasik Enstrumantal eser: Doğu’nun Senfonisi: Beste : Göksel Baktagir. İcra Türk Dünyası Orkestrası 10- Türk Enstrumantaleser. Yöre: Makedonya Üsküp: İcra Türk Dünyası Orkestrası 11- Özbekistan Halk türküsü Lezgi ( Karagöz boy boy). Türk Dünyası Orkestrası eşliğinde Solist.: Güzel Sanatlar Fakültesi Müzik Bölümü Mezunu ve Türk Dünyası Orkestrası Solisti ElmiraTadcieva 12- Türk Halk Müziği: Elazığ Yöresi türküsü Şu Fıratın Suyu Akar Serindir (Fırat


216

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ağıtı). Türk Dünyası Orkestrası eşliğinde Solist.: Güzel Sanatlar Fakültesi Müzik Bölümü Öğretim Elemanı Sebahattin Sivrikaya. 13- Azerbaycan Halk türküsü: Arakçının Mendedir Ceyran. Türk Dünyası Orkestrası eşliğinde Solist.: Güzel Sanatlar Fakültesi Müzik Bölümü Öğretim Elemanı Sebahattin Sivrikaya 14- Kazakistan Geleneksel küyü Köroğlu (Final eser): İcra Türk Dünyası Orkestrası BULTÜRK - Bulgaristan Türklerinin gazetesi, Ata yurtta sergilendi.. Türkçe Medya Sergisi düzenlendi. Türk Dünyası Gazeteciler Federasyonu ve Türkiye Gazeteciler Federasyonu’nun Kırgızistan’ın Başkenti Bişkek’te yaptığı TGF 54. Başkanlar Konseyi Toplantısı, bu ülkede faaliyetlerine yoğun şekilde devam etti. Bişkek şehri bize biraz daha yeşil ve daha da güzel geldi nedense. Bişkek’i gezerken bir grup çocuk öğretmenleri ile birlikte rastladık katıldık ve onlara yaşasın Türkiye, yaşasın Kazakistan diye birlikte haykırdık. Küçük çocuklara kırmızı ay yıldızlı balonları dağıtık ve çocukların gözlerinde o sevinci görmeye değerdi... 70 Yıl esaret altında kalan bu topraklarda yeni özgürlük fidanları yeşeriyor. Bu fidanları sulamak, onların yanında olmak, birlik ve beraberlik sergilemek, kendi kültür değerlerimize sahip çıkmak gerekir. Buralarda Alperenlerin ruhları birlikte olmanın gururunu yaşadık” diyerek Şura’yı düzenleyenlere teşekkür etti. Birlikte Türk Bayraklarını açan kafiledekiler, Saygı duruşunu takiben birlikte İstiklal Marşı’nın söyleyerek, marşlarla yollarına devam ettiler.. Bişkek’te çok sayıda Türkçe konuşan kişilerle karşılaşmanız mümkündür bunun sebebi oradaki Türk yatırımlarından oluşan Türk varlığı, Türk Manas üniversitesi farkını gördük. Burada OŞ pazarını gezdik, bol bol parkları dolaştık. Türk Dünyası Belgesel Film Festivali gerçekleştirildi. Türk Dünyası Gazeteciler Federasyonu tarafından ilki bu yıl düzenlenen ‘ Türk dünyası Belgesel Film Festivalini Menderes DEMİR Başkanlığında Bişkek Seçkileri’ ile izleme imkânı bulduk. Türkiye, Kazakistan ve Kırgızistan’da gerçekleştirilen gösterimler, 30 - 31 Ekim 2017 tarihlerinde düzenlenen final gösterimleri ile gezimizin sonuna geldik. Manas Üniversitesi Cengiz Aymatov Kampüsü İletişim Fakültesi Sinema Salonu’nda gerçekleştirilen Gala’ya, Üniversite Rek-


Makale ve Analizler - 2017

217

törü Prof. Dr. Sabahattin Balcı, İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Hamza Çakır, Türk Dünyası Gazeteciler Federasyonu Başkanı Menderes Demir, Türk Dünyasından ve Türkiye’den gelen Gazeteci yazarlar ve üniversite gençleri katıldılar. Türk Dünyası’nın her yerinden gelen medya mensupları bu bilincin yeşermesi, dallanıp budaklanması, gürleşmesi için çalışmaları gerektiğinin bilincindedirler ve bu yönde bıkmadan, yorulmadan gecelerini gündüzlerine kattılar. Burada gerçekten büyük işler yapıldığını herkes bilmelidir. Tarihten de bilindiği gibi Türk Milleti büyük işleri tarihten bu yana hep yapmıştır ve bizlerde bunu devam ettireceğiz. Yalnız zaman mekân ve metot değişebilir, dün Çanakkale’de top tüfek ve süngüyle yapılanlar bu gün burada eğitim, bilgi ve iletişimle yapılıyor. Yarında neyi gerektirirse onu öyle yapacaktır. Kim ne derse desin bütün dünya bunun karakter meselesi olduğunu er ya da geç anlayacaktır. Hayat neyi niye yapacağımızı düşünebileceğimiz kadar uzundur. Ama düşünmeden yaptıklarımızı telafi edebileceğimiz kadar uzun olmayabilir. Coşkulu geçen forumdan ve başarılı geçen 3. Şuramızı tamamladıktan sonra THY uçağına binerek İstanbul’a döndük. Oradan da herkes geldiği yere döndü. Orta Asya, ata yurdumuz buram buram Türk kokuyor.





Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.