38 - HALKIN UYANDIĞI GÜN

Page 1

HALKIN UYANDIĞI GÜN

2017 Eylül - Kasım Makale ve Analizleri


HALKIN UYANDIĞI GÜN

BULTURK BGSAM Yayınları Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi - BGSAM -38 BULTÜRK Adına Genel Başkanı: Rafet ULUTÜRK Basım: Eylül - Kasım - 2017 Koordinatör: Dr. Nedim BİRİNCİ Editör: Raziye ÇAKIR İnternet sorumlusu : Kapak Tasarım: Murat ULUTÜRK Pazarlama Sorumlusu: Hamiyet ÇAKIR Arşiv: İbrahim SOYTÜRK İsteme Tel: 0212 511 63 47 www.bulturk.org; www.bghaber.org; info@bulturk.org İnternet sitesinin yazıları Adres: Yıldırım Mah. Şehit Kamil Balkan cad. No.114/A Bayrampaşa İstanbul Tel: +90 (212) 511 63 47 Belgegeçer: +90 (212) 526 51 98 https://bgsam.org/, https://issuu.com/bulturk, https://bulturk.org.tr/ Baskı : DİNÇ OFSET MATBAACILIK SAN. ve TİC. LTD. ŞTİ. Adres: Davutpaşa Cd. Emintaş San. Sit. No: 103/580-581 Topkapı - İstanbul Tel: 0090 212 493 24 67 TÜRKİYE CUMHURİYETİ YASASI GEREĞİNCE BU ESERİN YAYIN HAKKI BULTÜRK’ten İZİNSİZ KISMEN VEYA TAMAMEN ÇOĞALTILIP YAYINLANAMAZ

Web: www.bghaber.org ; E.Posta: rafetuluturk@yahoo.com


“Bilgi Ordusu, Bizim Ordumuz, Bildiğimizi Öğretmek, Bizim Görevimiz.” Rafet ULUTÜRK

Düşünceler dizisi olan elinizdeki eserin anlamı derin bir uğraşın ancak başlangıcıdır. Bulgaristanlı Türk Müslümanların başına 1970-72, 1984-85’te düşen yıldırımın bir daha düşmemesi için bir uyarı ve ışık niteliğindedir. Saygılarımızla, B U LT Ü R K İ st a n b u l



Önsöz Yerine Yıl 2017 2016 yılı Bulgaristan Türkleri ve soydaşlarımız için umut dolu gelmişti. Cumhurbaşkanlığı seçimi ve siyasi dönüşüm amaçlayan bir halk oylaması yapılacaktı. Vatandaşlar siyasi sistem değişikliğinin seçim sisteminden geçtiğini kavramıştı. Ancak parti listelerinde gösterilenlerin seçildiği “çoğulcu” uygulamadan kurtulup, seçmen tarafından gösterilecek ve seçmenin iyi tanıdığı kişilerin meclise gönderileceği mutlak ekseriyet (salt çoğunluk) sistemine geçişin müjdesini bekliyordu. Bu değişiklik için 2 milyon 500 bin seçmen oy verdi.Seçmen, meclis seçimlerinde parlamentoya giren siyasi partilere oy başı 11 leva verilmesine yani milyonlar ceplemesine son verilmesini ve seçimlerin zorunlu olmasını istedi. 2 milyon 500 bin seçmenin oyu mahkeme kararıyla rafa kaldırıldı. Siyasi sistem değişikliği için “izin veremeyiz” dendi. Bunu deyen ise, 1989 yılından sonra, “ben artık öldüm” aldatmacası yaparak, Bulgar toplumu içine boydan boya uzanan kaskatı totaliter sistemin yarattığı oligarşi ve sözcüleri oldu. Onlar aynı yıl Bulgar aşırı sağcılarını birleşmeye çağırdılar. Giderek birleştirdiler ve onlara “yolunuz iktidar basamaklarından tırmanmaktır” dediler. Avrupa’nın kaderi de kötüydü. Sığınmacılar, savaş kaçakları, kitle göçleri, kıta değiştirenler çatır çatır kıvılcım saçan faşizm her günümüzü zehir etmeye başladı. 1989’da parçaları anmalık olarak satılmaya başlayan Berlin Duvarı’ndan parçaların yerine yeni duvarlar çekmek için yeni duvarcılar belirdi. Doğu Avrupa ülkeleri aralarındaki sınırlara boydan boya tel duvar gerdiler. Tarih ayıbın böylesini daha önce görmemişti. Sınırları kaldırıp özgür bir dünyada yaşama hevesiyle birleşmeyi seçenler insanlara, “Toplama Kamplarını”, yargısız idamları, Nazileri, faşistleri anımsattılar. Avrupa Konseyi 3 Bulgar siyasi partisine, “Ataka”, İç Makedon Devrim Hareketi (VMRO) ve “Bulgaristan’ı Kurtarma Hareketi” ve bu üçlünün “Yurtsever Cephe” ortaklığı Türk, Müslüman, İslam,


6

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

sığınmacı, göçmen ve öteki düşmanlığı aldı yürüdü. Düşmanlık yılan zehrinden kötü olan... Müslümanları hem isteme hem de istememe siyaseti karıştıkça anlaşılmaz oldu. Avrupa Birliği üyesi 28 devlet Türkiye Cumhuriyeti karşısında boyun eğdi ve bir gün “ama şu göçmenleri durdurun, bizi çökertecekler” dedi. 2016 ve 2017’nin en büyük olayı buydu. Dev adımlarla büyüyen ve güçlenen Türkiye’ye daha önce 28 devlet birden yalvarmamıştı. Diz çöktüler ve 2016 ve 2017’de durumun özünü fark edemediler. Çökenler Güneşten uzaklaştıklarını fark edemezler. Kuşkusuz, önüne eğilmiş kafalardan biri olan Bulgaristan’dı. Hem Brüksel’e ve hem de Ankara’ya bakarken Bulgaristan Türklerini görmezden geldi. Onları siyasi olarak parçalayarak ve parçaladıkça ezerek mecliste faşistlere daha geniş yer açanların ve faşistleri 1944’ten beri ilk defa iktidar koltuklarına davet edenlerin tam olarak ne düşündüklerini ve ne istediklerini anlamak çok zor olmadı. Artık göç durmuş, doğal olarak geri göç başlaması zamanı gelmişti. Faşist düşmanın kafasında iki hedef birden doğdu. Camiler ve mezarlıklar. Camilerin içinde de Türkçe konuşmayı yasaklamak, Türkler için Vatan kalesi olan, mezarlıkları daraltmak hatta vakıfları kabristanlık olarak ayırdıkları bütün arsalara el atıp, onları cesetlerini gömecek bir insan boyu topraksız bırakmayı düşündüler. Sofya Türk Mezarlığı 28 yıl önce dolmuştu. Bunu Ahmet Doğan’a, Lütfü Mestan’a, Osman Oktay’a, Kasım Dal’a vb asla anlatamadık. Yakın geçmişte mecliste yaşlanan Ramadan Atalay’ın eşi vefat etti. Bir mezar yeri bulamadık, doktor hanım Bulgar mezarlığına gömüldü. Yazarlarımızdan İsmail Çavuş öldü, Sofya dışında Bankiya kasabasındaki Hıristiyan mezarlığına gömdük. Bu şehirde zengin Müslümanlar için de mezar yeri yok. Sofya kenarında 52 dönüm bir yer alındı. Toprak sahibi Bulgar komşular vakıf malımıza, kendi mülkümüze mezarlık yapılması için gereken “razıyım” belgesini vermedikleri için, 20 yıldır boş duruyor o kutsal toprağımız. Karşımızdaki devlet kale gibi! Püskülü faşist. Ortada kaldık. 2016 - 2017 bizim için çok zor yıllardı. Mezarlıksız Vatan olmaz!!! Mücadele devam ediyor. Raziye ÇAKIR


Önsöz: Toplumların hayatında yazılı tarih büyük bir öneme sahiptir. Ancak bizde yazılı olmayan tarih, yani nesilden nesile aktarılan tarih vardır. Bu nedenle bazı olaylar zamanla faklı şekilde anlatılmakta veya algılanmaktadır. Gelecek nesillere aktarılacak olan bilgi birikiminin arşivlenmesi, kitap, dergi veya gazete gibi yayın organları aracılığı ile kalıcı hale getirilmesi büyük bir öneme sahiptir. Bu nedenle edindikleri tecrübeleri, yaptıkları çalışmaları toparlamak ve kitaplaştırmak güzel bir çalışmadır. Bunu bireysel olarak yapımaktan öte kurumsal olarak da yapmaları takdire şayan bir davranıştır. BULGARİSTAN TÜRKLERİ KÜLTÜR VE HİZMET DERNEĞİ kısa bir süre önce 2013’te kurulan internet haber sayfası www.bghaber.org sitesindeki yazıları bir araya getirerek yapılan bu çalışmaları kitapçık halinde getirerek bu konuda büyük bir ciddiyet göstermektedir. Derneğin internet haber sayfasında çıkan yazıları ve çalışmalarının yıllıklar halinde kitapçık haline getirerek yer aldığı bu çalışma gelecek kuşaklara aktarılacak ve ışık tutacaktır. Öte yandan dernek büyük bir arşiv de oluşturmuş durumdadır. Dernek faaliyetlerini gerekli ciddiyetle yürüten dernek Başkanı öncülüğünde dernek kurucuları, Yönetim Kurulu ve üyelerinin yaptıkları özverili çalışmalarından dolayı kutluyorum ve başarılarının devamını diliyorum. BULTÜRK


8

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Değerli Hemşehrilerim, Bulgaristan’da hepimiz zor günler yaşadık, itildik, ezildik, çiğnendik, hatta gün geldi vurulduk, şehitler verdik. Bu nedenle bizler kendi içimize kapanarak, yaşam mücadelesi vermeye çalıştık. Ancak bu içine dönüklükten kurtulmalıyız ve Türkiye’de yaşadığımıza göre, yasaların bize verdiği tüm haklardan bizlerde yararlanmalıyız. Peki, neden bunu yapamıyoruz? 1877-78 Rus-Türk savaşından sonra Osmanlının Balkanlardan çekilmesiyle birlikte, savaş esnasında işlenen akıl almaz katliamlar nedeni ile atalarımız asırlarca yaşadıkları yerleri terk ederek göç yolunu tutmuşlardır. Geride kalanlar ise Bulgaristandevleti’nin uygulamaya başladığı soy kırım politikalarına karşı direnmiş ve hayatta kalmaya çalışmışlardır. Şimdi ise burada Türkiye’de yaşayanlar oralara yardım edebilmek için, burada ilk önce bir araya gelmek ve bir merkez oluşturmalıyız. Artık bir kurum altında toplanmalı ve birlikte hareket etmeliyiz. Bu birliğe hepimizin ihtiyacı olduğuna inanıyorum. Artık bir birimizi kötülemekten vaz geçmeliyiz, birisi için yanında konuşamayacağımızı başka bir yerde konuşmamalıyız, yani kısaca arkasından konuşmamalıyız. En önemlisi samimi, hoşgörülü ve ahlaklı olmak. Zamanla her şey yerine geleceğine inanıyorum, ama tabi ki bu dava üzerinde kafa yoran, stratejiler üreten ve devamlı bunun üzerinde çalışan olursa. Bizim savaşımız insanlarımızı ahlaklı yetiştirmek olmalı, birlik ve beraberliğe kendi insanlarımızla başlayarak tüm Türk Dünyasına taşmalıyız. Bizler burada Türkiye’de yaşayan Bulgaristanlılar büyük bir kitle haline gelmiş durumdayız. İşte bu nedenle şimdi bu kitleyi yani kendi hemşerilerimizi, bir araya toplayarak bir merkez, bir güç birliği oluşturmalıyız, tabi ki bu bizim doğal tabii hakkımızdır. Bizler de artık toplum gücünü kullanabilmeliyiz. Toplum olarak haklarımızı elde etmek zorundayız ve bu yönde çalışmalıyız. Biz bunu söylerken, önderlerimizi seçerken, başkaları kötüdür demiyoruz.


Makale ve Analizler - 2017

9

Biz bu işi onlardan daha iyi yapabileceğimize, Türkiye Cumhuriyetine ve Türk Dünyasına daha verimli olacağımıza, buralarda bu bölgelerde yaşayan Türklerin daha iyi, daha güvenilir, yaşamalarını sağlayacağımıza inandığımız için, Önderliğe, Yönetime talibiz. Bu arada Bulgaristan’da kalan kardeşlerimizin hepsinin siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel kimliklerini, muhafaza edebilmeleri için mücadele etmeliyiz ve bu konuda gerekeni yapmalı ve gerekli yardımları yapmalı ve yaptırmalıyız. Aramızda Ahlâklı, Adaletli olanları seçmenli ve yüceltmeliyiz. Geçmişi konuşmaktansa, gelecekten söz etmeliyiz, bugünü değil, yarınları görerek hareket etmeliyiz. Aramızdan stratejistlere imkân ve fırsat vermeliyiz ve onları bizler yetiştirmeli yön verebilmeliyizkısa-10 ve uzunvadeli -50 yıllık hedefleri gösterebilmeliyiz. Aramızda kötü niyetli insanları tespit etmeliyiz, bilmeliyiz ki, onların kusurlarından dolayı değil, bu güne kadar yapılması gerekenleri engelledikleri için aramızdan uzaklaştırmalıyız. Bu güne kadar neler yapılmamış, onları araştırmalı, bilmeliyiz ve neler yapılması gerekir onları söylemeliyiz ve bunları bir an önce hayata geçirmeliyiz. Bizler gözyaşları dindirmek için, yaralara mehlem olmak için, her yüke ortak olabilmeliyiz. Gençlerimize, sadece balık pişirmesini değil, balık tutmasını da öğretmeliyiz, insanlarımızı denizlere, okyanuslara açılmalarını sağlamalıyız. Aramızda Tek Lider değil her sokakta, her mahallede bir lider yetiştirmeliyiz, biz dünyayı yönetmek için oğullarımızı yetiştirmeliyiz. Bizim insanlarımız yani Bulgaristan Türkleri şahsi başarıları Türkiye’de belkide en çok olanlardanız. İşte artık bizler toplum olarak haklarımızdan yararlanmasını bilmeliyiz. Her şeyden önce siyasi haklarımızı toplum olarak kullanmalıyız, daha sonra ekonomik ve kültürel haklar onu takip edecektir. Hepimizin gördüğü gibi, tarihte büyük güçler çok defa kötü politikaların kurbanı olmuşlar ve bunlar devam edecektir. Bir toplumun Lideri olmadan hiçbir şey olmaz, bu lideri de toplum çıkarmalıdır. Siyaseti güvenilir, sevimli hale getirmek bizim hedefimiz olmalı, bu gün çok zor, imkânsız olarak görünse de, yarınlara umutla bakabilmeli ve baktırabilmeliyiz. Var olabilmemiz için, var kalabilmemiz için, öncelikle temel hususlarda anlaşma sağlamalıyız. Aramızda bir birimize güveni kaynaştırmalıyız ve samimi olmalıyız.


10

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Her şeyden önce özgüvenimizi kazanmalıyız, birlik ve beraberliği ön planda tutarak insanları insan oldukları için sevip saymalıyız. İçimizde barışı sağlayıp, tek merkezde bir çatı altına toplanmalıyız. Bu çatı da “BULTÜRK Derneği” olmalıdır. Buradan tüm dünyaya sesimizi duyurabiliriz. Balkanlar konusundaki politikalarda etkili olabilmek için yolları aşındırmalıyız. Çünkü gelişmiş ve Bulgaristan’da etkili bir Türkiye Balkanlara tamamen hâkimiyet kurabilecektir. En önemlisi kararlı olalım ve birbirimize samimi, saygılı olmayı ve bir birimizi sevmeyi öğrenmeliyiz. Bizim derdimizi ve problemlerimizi en iyi anlayabilecek zaat bizden olduğunu idrak etmeliyiz. Bulgaristan Türkleri konusunda teşhisi bizler kendimizi yetiştirerek yetki mercileri alarak son noktayı biz koymalıyız, bu güne kadar ki eksikliğimiz budur. Ayrıca Balkanların anahtarı Bulgaristan’da yani Bulgaristan Türklerinden geçtiğini de öğrenmeli ve öğretmeliyiz. Sevgili dava arkadaşlarım. Kendimizde özgüveni, aramızda güveni ve merkezioluşturduktan sonra, kimsenin aramıza nifak tohumları ekmesi mümkün değildir. Bizim için önemli olan, eksiklerimizi bulmaktır. Geçmişi bırakarak artık bizler aydınlanma dönemine bir an önce geçmeliyiz. Halimizi tespit etmek çok kolay, gazete, dergi yayın hayatımız nerede, kaç gazete, tv, radyo bizimle ilgili haber yapıyor.Burada suçlu değil, sebepleri aramalıyız. Gelin bunları tartışalım, niçin bu güne kadar bir Bulgaristan Kültür Merkezi olmamış, bunu şimdi nasıl gerçekleştirilebiliriz, bunlara yönelik çalışmalar toplantılar yapmalıyız. Hedefimiz Türkiye Cumhuriyetini daha güçlü, daha huzurlu ve daha iyi yarınlara götürmek için olmalı. Güçlü bir Türkiye Bulgaristan da yaşayan Türklerede güven ve huzur verecektir, onların daha rahat yaşamalarını hep birlikte sağlayabiliriz. Bunlar zannetiğiniz kadar zor işler değil. Dünyada insanlar bir iş için değil, bir İdeal için hayatını feda ederler. Bunun için güçlü olmak sesini duyurabilmek için öncelikle bir Kurum ve bunun Merkezini oluşturmalıyız. Çünkü Merkezi olmayan hiçbir topluluk bir yerlere gelmesi mümkün değildir. Bu güne kadar konuşmalar tartışmalar yapılmış fakat bir ağıç ekilmemiş işte bu gün bunu yaptık BULTÜRK tüm Bulgaristan Türklerinin biz öncelikle sadece Bulgaristanlıyız.


Makale ve Analizler - 2017

11

Bizler elimizdeki kıt kaynaklarla bir merkez oluşturmaya çalıştık, bunda da muhafak olduk. Bu merkeze ulaşmakta büyük güçlükler ile karşılaştık bu konuda bizlere yardımcı olan emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz. Ayrıca bizlere kendi yerini veren Mümin Hocamıza huzurunuzda kendisine tekrar tüm halkımız adına buradan teşekkür ediyoruz. Bundan sonraki hedef de Türkiye’nin her yerine ulaşmak ve bu birlikteliği her yerde tesis etmektir. Bu merkezimizde artık kendimize ait bir kültür merkezimiz oluştu toplantı salonumuz da mevcuttur her 15 günde bir toplanıyoruz. Amacımıza ulaşabilmek için devletin bir şeyler yapmasını beklememeliyiz. Birlikten kuvet doğar Atasözünde olduğu gibi güçlerimizi birleştirerek devlet yönetiminde söz sahibi olmalıyız ve geleceğimize kendimiz yön vermeliyiz. Gençlerimizin devlete girmelerinin yolunu aydınlatmalıyız. Artık bizim de Ankara’da TBMM’de kendi temsilcilerimiz olmalı. Bizler de buralara kendi içimizden birilerini gönderebilmeliyiz. Aramızda birlik ve beraberliğimizi oluşturduğumuz takdirde kendi içimizde samimi olduğumuzda başarıların ard arda geldiğini göreceğiz bunu başaracağımıza eminim. İhtiyacımız olan tek şey kendi içimizde daha adaletli olabilmek. Sevgi ve saygılarımı sunarım, Genel Başkan Rafet ULUTÜRK


12

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Babuşçu’nun HÖH - D(p)S Merkezine Yaptığı ZiyaretDurmuş Arda-18.Kasım.2017

Birkaç gün önce, Ak Parti İstanbul milletvekili Aziz Babuşçu’nun, Sofya’daki HÖH - D(p)S genel merkezini ziyaretinden sonra, HÖH - D(p)S yandaş basını bu olayı, “Sansasyon! Erdoğan’ın yeni stratejisi!?...” başlıklarıyla duyururken, Bulgaristan’da yaşayan Türkler arasında ise, “Türkiye, HÖH - D(p)S konusunda siyaset değişikliğine mi gidiyor?” sorusu sorulmaya başlandı. Bilindiği gibi, 28.03.1990 tarih ve 3620 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkındaki Kanun Hükümleri gereğince, Türkiye - Bulgaristan Parlamentolar Arası Dostluk Grupları oluşturulmaya başlanmıştır. Bu dostluk grupların Türkiye başkanlıklarını, 19. ve 20. Yasama Dönemlerinde Ali Dinçer, 21. Yasama Döneminde Hayati Korkmaz, 22. Yasama Döneminde İbrahim Köşdere, 23. Yasama Döneminde Cemalettin Uslu, 24.Yasama Döneminde Mustafa Öztürk yürütmüşlerdir. Hepimiz biliyoruz ki, Türkiye - Bulgaristan ilişkileri, Bulgaristan’da yaşayan Türkleri gözardı edilerek yürütülemez! Aksi taktirde bu, Türklüğe ve Müslümanlığa ihanet olur! Çünkü Türkiye Cumhuriyeti, 1878 yılında imzalanan Uluslararası Berlin, Osmanlı Devleti ile Bulgaristan arasında 1909 yılında imzalanan İstanbul protokolü ve 1913 yılında imzalanan İstanbul Antlaşmalarına Osmanlı devletinin devamı olarak, 1925 yılında Bulgaristan ile imzalanan Ankara Antlaşmasında ve diğer uluslararası ve ikili antlaşmalarda, Bulgaristan’da yaşayan Müslümanların öğrenim hakkı, vakıf ve şahsi malvarlıkları garanti altına alınma şartlarının tarafıdır. Biz Bulgaristan’da yaşayan veya bu ülkeden Türkiye’ye göç etmiş Türkler olarak, bu Türkiye - Bulgaristan Parlamentolar Arası Dostluk Grupları başkanlıklarını yürütenlerin Bulgaristan’da yaşayan Türklerin özlük haklarına ne gibi katkı sağladıklarına bakarız. Çünkü bu görevleri yürütenler, Türkiye’nin Bulgaristan’a karşı yürüttüğü siyasette hayli etkili olabilecekken, maalesef, daha önceki dönemlerde bu görevleri yürütenler hayli pasif kalmışlardır. Geçmiş Yasama Dönemlerinde Türkiye - Bulgaristan Parlamentolar Arası Dostluk Grupları Başkanlıklarını yürütenlerin icraatları hakkında bir değerlendirme yaparsak...19. ve 20. Yasama Dönemlerinde (1991 - 1999) bu görevi yürüten rahmetli Ali Dinçer, Hezargrad (Razgrad) doğumlu olduğundan dolayı, Bulgaristan konusunda daha çok nostaljik, görev yap-


Makale ve Analizler - 2017

13

tığı dönem olan 1993 yılında Silistreli caz sanatçısı Yıldız İbrahimova ile evlenmesinden sonra ise romantik takıldığı için, Bulgaristan’da yaşayan Türklere veya Türkiye’de yaşayan göçmenlere hiçbir faydası olmamıştır. Onun göreve başladığı dönemde, Bulgaristan’da 110 binden fazla Türk çocuğu Türkçe öğrenim görüyordu, görevi bıraktığında ise bu sayı yarı yarıya düşmüştü. 21.Yasama Döneminde (1999 - 2002) bu görevi yürüten Hayati Korkmaz, Bulgaristan’da yaşayan Türkler açısından en hayırlısını yapabilirdi, fakat bunu beceremedi. Bulgaristan, onun döneminde NATO üyesi oldu. Türkiye NATO üyesi olarak, Bulgaristan’da yaşayan Türklerin özlük haklarının korunmasını, Türklerden ve Müslümanlardan gasp edilen vakıf mallarının iadesini, 1993 yılından beri basılmayan Türkçe ders kitaplarının basılmasını, Türkçe radyo ve televizyon yayınlarının yapılmasını, Türkçe gazetelerin basılmasını, Türklere karşı yapılan negatif ayrımcılığın kaldırılmasını, yapılan etnik temizliğin durdurulmasını vs gibi hakların verilmesini talep edebilirdi. Aksi takdirde, Bulgaristan’ın NATO üyesi olmasını engellemek için veto hakkını kullanabilirdi. Bu konuda, Türkiye’deki mercileri harekete geçirecek olan Hayati Korkmaz, maalesef görevini iyi yapamamıştır. Bir ülke, uluslar arası ilişkilerde yaptırım gücü kadar etkilidir. Ancak Türkiye, bu yaptırım gücünü, Hayati Korkmaz gibilerinin sayesinde değerlendirememiştir. 22. ve 23. Yasama Dönemlerinde (2002 - 2011) bu görevleri yürütenler ise, tamamen HÖH - D(p)S güdümüne girip, bu dönemlerde aynı partinin en çok oy almasına hayli katkı sağlayarak, Bulgaristan’da yaşayan Türklerin asimilasyonuna, yani Hıristiyan- Slav kültürüyle daha bir bütünleşmesine yardımcı olmuşlardır. Bu dönemin sonunda, Bulgaristan’da Türkçe öğrenim gören çocuk sayısı 8 binlere kadar düştüğünü de unutulmamalı. 24.Yasama Döneminde (2011 - 2015) bu görevi yürüten Mustafa Öztürk, şöyle bir tespit yaparak tarihe geçmiştir: “Yıllardır Bulgaristan’daki kardeşlerimizin din, kültür ve dil konusundaki meselelerini göz ardı eden, Bulgaristan’daki soydaşlarımızın ve Müslüman kardeşlerimizin refahı için değil kendileri için siyaset yapan, gençlerin önünü tıkayan, Türkiye ilişkilerine mesafe koyan HÖH’ün (Hak ve Özgürlükler Hareketi) yeni lideri Lütfi Mestan ve ekibi ile cumhurbaşkanımızın kabulünde bir aradaydık. Kabulün öncesinde ve sonrasında, geçmişteki yanlışların sorumluluğunun kendilerine ait olduğunu, Türkiye ile ilişkileri arttırmak istediklerini, Türkiye’nin hem bölge, hem de kendileri için umut olduğunu ifade etmelerini ve Türkiyesiz yapamayacaklarını anlamalarını olumlu bir gelişme olarak değerlendiriyorum. Ama yeterli olmadığını dü-


14

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

şünüyorum. Bu hareketin temel zihniyet ve bakış açısını değiştirmeleri gerektiği halkın dillendirdiği en önemli husustur. HÖH daha fazla adım atmalı, halkın güvenini kazanmalı, yapacağı icraatlarla samimiyetini göstermelidir. Şeref başkanları Ahmet Doğan ve kuruluşundaki dinamiklerin etkisinden kurtulmalıdır.” Bu tespiti ile Musrafa Öztürk, HÖH - D(p)S konusunda en iyi teşhisi koyan gelmiş geçmiş en iyi Türkiye - Bulgaristan Parlamentolar Arası Dostluk Grubu Başkanıdır. Onun döneminde, Bulgaristan’da (2013) 4. sınıfa kadar Yardımcı Türkçe Ders Kitapları basılmıştır(Bilindiği gibi, Bulgaristan’da yasal olarak Türkçe’nin seçmeli ders olmasına rağmen, 1993 yılından beri hiçbir temel Türkçe ders kitabı basılmamıştır). Birkaç gün önce Sofya’daki HÖH - D(p)S genel merkezini ziyaret ettiği gerekçesiyle gündemde olan Aziz Babuşçu ise, Türkiye Büyük Millet Meclisi en son 26. Yasama Dönemi Türkiye-Bulgaristan Parlamentolar Arası Dostluk Grubu Başkanıdır. Aziz Babuşçu, bu görevi kendi isteğiyle değil, zoraki olarak üstlendiğini; Balkanlar’ın, Bulgaristan’ın ne kadar yabancısı olduğu, 2015 yılının son günlerindeki Kırcaali ziyaretinde yaptığı bir konuşmasında ele veriyordu. Aziz Babuşçu, görevi gereği Bulgaristan Parlamentosunda grubu olan tüm partilerle münasebette bulunması gerekirken; gerek diplomasinin, gerek başka unsurların etkisinde kalarak, sadece yeni kurulan DOST Partisi’ne yakın münasebette bulunmakta bir sakınca görmemesi, Bulgaristan gerçeğini tanımamasının bir göstergesiydi. Bu da Bulgaristan Parlamentosunda grubu olan tüm partilerin şimşeklerini üzerine çekmesine neden oldu ve daha sonra Bulgaristan’da istenmeyen adam olarak ilan edildi ve kendisine bir müddet Bulgaristan’a girme yasağı konuldu. Aziz Babuşçu’nun Türkiye - Bulgaristan Parlamentolar Arası Dostluk Grubu Başkanı sıfatıyla, Bulgaristan parlamentosundaki her parti grubuyla görüşme yapması gibi, aynı ülkenin parlamentosunda grubu bulunan HÖH - D(p)S partisi mensuplarıyla da görüşme yapmasını, olumlu bir gelişme olarak görüyorum. İstesek de, istemesek de HÖH - D(p)S, Bulgaristan siyasetinde bir realitedir! “Siyasette küslük olmaz!” denir ya... Dün siyasetini beğenmediğimiz bir lideri veya bir partiyi, bugün bize yakın siyaset yürüttüğünü görüp işbirliği yapar veya destekleyebiliriz.


Makale ve Analizler - 2017

15

Ancak Türkiye’deki resmi kurumların HÖH - D(p)S’nin şimdiki politikasına destek vereceğini düşünmüyorum. “Erdoğan’ın yeni stratejisi!?” konusuna gelince... HÖH - D(p)S’nin tepe yöneticileri, Bulgaristan’da yaşayan Türklere yönelik yürütülen gizli asimilasyon, etnik temizlik politikaların bir parçası oldukça, şimdiye kadar tüm dünyadaki mazlumların, ezilenlerin yanında yer alan Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, aynı partinin bu politikalarını destekleyen bir strateji değişikliğine gideceğini zannetmiyorum.

İktidar Sökülüyor Şakir Arslantaş-18.Kasım.2017 Konu: Siyaset satranç gibidir, bilmeyen oynayamaz yoksa kaybeder. Kasım ayı Bulgaristan’da değişiklikler ayı olarak isim yaptı. 10 Kasım 1989’da Bulgaristan Komünist Partisi diktatörü Todor Jivkov devrilmişti. O zamandan bugüne geçen 28 yıl, Bulgar halkına tepeden kopan bir dalın, bir ağacın gövdesini ve kökünü pek etkilemediğine inandırdı. Jivkov, partinin ve devletin başı olarak budandı, fakat totaliter komünist gövde ayakta kaldı, 28 yıldan beri aynı ağacın zehirli ve çürük meyvelerini yemek zorundayız. Sanki toplum sol ve sağ olarak ikiye bölündü. Fakat 1981 - 1989 yılları arasında Birleşik Amerika Başkanı olan siyaset adamı ve aktör Ronald Reagan, görevinden ayrılmazdan önce “toplumda sol ve sağ diye bir şey yoktur. Yalnız ve bir tek yukarısı ve aşarsı var.” demişti. Tabi bu formül ancak liberal toplum için geçerlidir. Faşizm zamanında böyle bir şey olamazdı. Faşizm sağdı ve soldaki komünistleri, sosyal demokratları, Çingeneleri, Yahudileri, Slavları ve gözüne kestirdiği tüm diğer halkları öldürmeyi kendisine ana hedef seçmişti. Hitlerin iktidara çıktığı 1933’ten yıkıldığı 1945’e kadar Avrupa’da en az 50 milyon insan en barbar bir şekilde yok edildi. Komünizm sol bir ejderha idi ve sağ kanatta gördüğünü yok etmek veya kullanmak istemişti. 1917’den yine 1989’a kadar Rusya’da ve Doğu Avrupa ülkelerinde iktidar oldu. Sömürgen kapitalist (burjuva) dediği kitleyi darağacında sallandırmak veya kurşuna dizmek için kanun çıkarmaya bile gerek duymadı. Ne ki, her şeyin zamanı dolduğu gibi, 20 yüzyıl olguları olan faşizm ve komünizm de yine 20. Yüz yılda sanki yok oldular. Ye-


16

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

rine, her insanın sol ve sağ elli, kolluk, ayaklı, bacaklı, gözlü kulaklı doğduğu gibi o da “sol liberalizm” ve “sağ liberalizm” olarak doğsa da, “yok ben bir kavak ağacıyım ve tepem çatal değildir” dedi. Komünizmin ve faşizmin biri birini yiyip bitirmesinden doğan liberalizm değişik ülkelerde farklı boy gösterdi. Örneğin Rusya’da “Putin Partisi” olarak bilinen iktidar partisi kendi içinde sol liberal ve sağ liberal olmak üzere ikiye bölünmüş ve çatal baştır. Bizde Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) sol liberal parti olarak oluşsa da, içinde sağ liberal öz de varmış ki Lütfi Mestan DPS içinden söküp çıkardığı kanada (DOST Partisi) “biz sağ liberaliz” dedi. Olaya “tabandakiler” ve “tepedekiler” olarak baktığımızda, Bulgaristan’da tepedekilerin kendi kişisel özgürlükleri için savaşmış olduklarını görebiliyoruz. En büyük özgürlük “sarayda yaşamak” olarak kabul edilirse, Bulgaristan’da “en özgür adam” Ahmet Doğan’dır. O hapishanede sahtecikten de yatsa, “özgürlüğüne kavuştu” anlamında, yukarıdan bakma hakkını elde eden kişidir. Lütfi Mestan için aynı şeyi söyleyemeyiz. Kasım Dal ya da Orhan İsmailov için de bu bakıma söyleyecek sözümüz yok, çünkü halkın dediği gibi “her kuş her ağaca konmaz” ve onlar “Doğan olamaz”lar. Taban olarak, halk kitleleri, iki ucunu bağlayamayan insanlarımız açısından baktığımızda “tepedekiler/Doğanlar, Mestanlar, Dallar ve O. İsmailovlar” insanlarımızı bir karınca ocağı olarak görüyorlar. Karınca yuvasını - beraber yaşayan “özgür” insanlar olarak tarif ediyorum. Karıncaşların başlarını sağ sola sallayarak şu ya da bu yana gitmekte, durmak, yürümek ve koşmakta özgür oldukları dikkatinizi çekmiştir. Tabi bu bir düzendir. Liberal toplum düzeni budur. Ortada, yanına yaklaşılamayan bir “saray bekçisi” ve etrafta dolaşma özgürlüğünün tadını çıkaran karınca sürüsü var. Ne var ki, 1989’da liberalizme geçileli günden bu yana biz “tepedekilerin” söküldüğünü ve dağ başından kopan bir taş gibi büyük bir gürültüyle dere dibine yani karınca yuvasına doğru tekerlendiğini görüyoruz. Cuma gün Bulgar “TV-3” kanalından Sofya meclisi oturumunu isledim. Müthiş bir kavga, sert çıkışlar, saldırı ve istifa çağırışları sonucu, Sosyalist Partisi ile HÖH partisi (sol liberaller), bir “sağ liberal” olan, iktidar partisi GERB önemli figürlerinden, meclis başkanı Dimitır Glavçev’i istifaya zorladı yani tepeden söktü ve meclisten de atabildi. Bu ilk olay değil. Sağlık Bakanı ve daha birkaç milletvekili de şapkasını alıp “yolcu yoluna” şarkısını söylemeye zorlandı.


Makale ve Analizler - 2017

17

Şu da var tabi. Bulgaristan’da yaşayanlar yamyam değil. Yani tepeden koparılan ve karınca yuvasına itilenler, yiyeceği olan karıncalar isyan etmezler ve ağcın tepesine tırmanıp en yukarıdaki nazik yapraklardan başlayıp bütün yaprakları koparıp meyveleri daha kolay yiyebilmek için ağıcı yapraksız bırakmazlar, demek istiyorum. Öyle de olsa, Reygan’ın vurguladığı “tepeden tabana” hareketi izliyoruz. Lütfi Mestan, Kasım Dal, Osman Oktay, Güner Tahir, Mehmet Hocov ve daha birçokların Türk Partisi tepesinden koparılıp dereye yuvarlanışını bilmeyen yok. Kuşkusuz bu sıralanan şahısların hepsinin karıncalara yem olduğunu iddia edemem, çünkü Lütfi Mestan grubundan olan Şabanali Bey’in yaz aylarında 3 defa 5 yıldızlı otelde tatil geçirdiği ve “sefa sürdüğü” başka gerçekler anlatıyor. Sonra 15 Aralık 2015’ten beri “bir işe yaramayan” bu şahısın Kırcaali’de 120 metre kara lüks daire alması, köyünde de 3 kat ev yaptırması, dili olmayanlara, dudak ısırtmıştır. Bilirsiniz demir paranın yazı ve turası olduğu gibi, rüzgarın da yönü vardır. Bir güneyden bir kuzeyden eser. Bunları yazarken, benim gibi Deliormanlı olan ve beden eğitimi öğretmenliğinden sivil polise, oradan da müftülüğe ve sonunda Baş Müftü lük’e terfi eden ve aynı yıllarda isminin önüne Profesör, Doktor, Bulgaristan’ın “en büyük üfürükçü ve tükürükçü hocası, lanet duacısı vb” lakap ve unvanlar takmayı başaran Nedim Gencev’i hatırladım. 1994’te kurşunlanan Başbakan Andrey Lukanov ona Sofya’nın en göbeğinden sarı paveli “Batenberg Meydanından” 160 metrekarelik bir daire vermişti. Gencev Arap vakıfları ve din şirketleriyle iş yapardı. Bir defasında Sofya’ya yarım uçak Arap gelmişti. Gencev’ten verdikleri paraların hesabını sordular ve hem lüks daireyi ve Bal Pınar (Glodjevo) köyünde babasının malını mülkünü, tarlalarını, çayır ve korularını sattırdılar. Başkasının başına gelmesin. Yorumunu siz yaparsınız artık... Bu yönetim işlerinin nasıl olacağını çok eski kalemler yazmış, hatta Aristotel bile bir toplumda tepenin (iktidarın) örgütlenmesi için sadece 2 yol vardır şeklinde konuşmuştur. Bunlardan birisi, aralarında eşit olmayanların Padişahlik, Krallık, ağalık gibi iktidar (egemenlik) şekli iken, ikinci yönetim şekli ise aralarında eşit haklı olan insanların egemenlik biçimidir. Bu iki iktidar şekli tarihte kâh belirmiş, kâh yok olmuş ve sonra yine belirmiştir. İnsanların aralarında eşit olması gerektiği toplumsal düzene bir “sivil toplum düzeni” diyoruz. Yukarıda “karınca yuvası” dediğimde bunu düşünmüştüm. Karıncalar yuvada (toplumluklarında) aralarında eşittir. Güncel siyaset açısından nitelendirdiğimizde onların “kolektif” hakları yoktur. Bu


18

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

toplumsal düzen, İngiltere’de İç Savaş (1644 - 1651) Cumhuriyetçiler ve Kraliyet yanlıları arasında yürütülmüştü. Oradan başlayarak, ilk Bağımsızlık Bildirisi (1776) yayınlanmasına kadarki verilen mücadelelerden “tüm insanların eşit olduğu sivil toplum” fikri doğuşuna kadarki süredir. Bunun derin anlamında Kralık yerine Cumhuriyet, Padişahlık yerine Cumhuriyet idaresi kurulmasıdır. Cumhuriyet yönetim biçimi her kesin tek oy hakkı olduğundan dolayı ve yönetimi halkın kendi iradesiyle seçme olanağı bulduğu işin “siyasi bir yönetimdir” yani bireysel hakların eşitliğine dayanır. Sözünü ettiğim modern toplumdur. Toplum sözleşmesine ve vatandaşların (seçenlerin) yöneticiler (seçilenler) üzerindeki egemenliğine dayanır. Bulgaristan toplum düzeni Cumhuriyet biçiminin en kötü örneklerinden biridir. İçinde yaşadığımız karınca yuvasında her karınca seçtiği yöneticiyi beslemekle yükümlüdür. Karıncaların yuvalarına tane, yaprak, yosun, küf, mantar kıymığı ve daha birçok yiyecek taşıma işinde adeta yarıştıklarını görmüşünüzdür. Onlar doğanın hiçbir meyvesini yemezler. Ödevleri onları bulup yuvalarına taşımaktır. Yuvanın yüklüğünü, iç yollarını ve katlarını da bilmezler. En önemli vazifeleri ise taşıdıkları yiyeceklerin üzerine işemeleridir. Böylece onlar istif ettikleri yiyeceklerin çürümesini ve yenir hale gelmesini sağlarlar. Yuvada biriken yiyeceklerinden kimin ne kadar pay alacağını belirleyense onların aralarında eşit hak kullanarak seçtikleri yöneticileridir. İnsan toplumunda olduğu gibi, çalışanların emeği devlet haznesinde, bütçede toplanmıyor mu! Bu paradan işçinin, köylünün, öğretmenin, polisin veya emeklinin kaç para alacağını belirleyen ise oy kullanarak seçtiğimiz hükümet değil midir. 26 Mart 2017’de seçtiğimiz iktidar, dün yaptığı bir açıklamada 24 Aralık gecesi kutlanacak Noel (bocuk) bayramında az gelirli Hıristiyanlara emeklilere 40’ar leva verecekmiş. Az gelirli Müslümanlar bu bayramı kutlamıyor. Onlar göz kızartacak. Yani seçerken var olan eşitlik ve adalet, dağıtırken yok. Çok küçük bir aktüel örneğini verdiğim adaletsizlik insanda güvensizlik ve huzursuzluk yaratandır. Faşizm, Nazizm, Bolşevizm, Komünizm bu nedenle yani “adaletsizliğe” son vermek için doğmuştur. Bu olay geçen yüzyılın başına rastlar. Hem faşizm hem de komünizm yasalar çıkarmış, seçilen diktatörlerin (Lenin, Stalin, Hitler, Musolini vb) iradesi üstünde olan bu yasalarla diktatörlerin üstünde hüküm sürmeyi, adalet aramayı denemiş, umudun canlı kalmasını sağlayabilmiştir. Bizde de 1934 - 1944 arası faşizm ve 1971 - 1989 arası totalitarizm vardı ki, aynı zamanda Anayasa ve yasalar da yürürlükte olduğundan, insanlar belirli bir umutla yaşamışlardı. Fakat Bulgaristan’da yaşayan etnik azınlıklar için aynı şeyi söyleye-


Makale ve Analizler - 2017

19

meyiz. Çünkü 1879’dan sonra kabul edilen hiçbir Bulgar Anayasası’nda onların adı geçmemiş, esemesi okunmamıştır. Onların haklarını tanıyan tek bir kanun çıkarılmamıştır. Hatta 1972’de ve 1985’te isimleri değiştirilirken bile hukuksal dayanak yoktur. Bu yıllarda “eşitlik” tanınmayan kesim “düşman” olmuştur ve bize eşitlik tanınmadığı için düşman olarak görülmüş ötekileştirilmiş, baskı, terör ve zulüme maruz kalmışızdır. Birinci karınca yuvalarından XXI. yüzyıla geçen yalnızca liberal demokrasi kaldı. Kökleri yine geçen yüzyılın başlarına uzanan bu siyasi modeli sanki yıkacak kimse kalmadı artada, çünkü faşizm ile komünizm birbirini yedi bitirdi. Francis Fukuyama gibi yazarlar “Tarihin Sonu” tezini savundu. Onun demek istediği, 1796 Büyük Fransız Devrimi ve Ekim 1917 Devrimi gibi devrimler artık olmayacak. Karabulutlu, fırtına ve boralı, gece gündüz şimşek çakan sıkıntılı tarihin artık gömüldüğünü müjdeliyordu. Bulgaristan gibi ülkelerde bu “liberal demokrasiye engel yoksa Rusya’dan kopalım ve Almanlar gibi olalım” şeklinde yorumlandı ve “Geçiş Dönemi” başladı. Biz 27 yıldan beri geçiş tünelindeyiz. İstatistiklere göre artık eski kıtada en yoksul ve karamsar ülkeyiz. Bulgaristan sosyalist meclis muhalefetinden Prof. Dr. İvo Hristov’un dediğine göre, % 40’ım kör cahil, % 60’ımız okuduğumuzu anlasak bile kullanamaz ve % 80’inimiz “debil” yani güçsüz durumdayız. Faşizm ve sosyalizm yıllarında kurulan altyapıyı yıktık yaktık ve toplumu “politik adalet düzeni” ilkelerine göre örgütlemeye gayret bile göstermedik. Önce hızlı hızlı yürüyen, sonra yağmurdan ve doludan kaçan karıncalar gibi koşuşan insanlardan 3 milyonu yuvayı (Bulgaristan’ı) terk etmeyi seçti. Tabi ki, olmayan insanlarla düzen kurulamaz, bizde de herkes bildiği gibi saldırmaya başladı. Bugün artık sanki “kayıt dışı” yaşıyoruz. Karıncalar yöneticilerden hiçbir şey beklemez oldular, kural tanımıyorlar, eskiden üzerine işedikleri nimetlerin kırıntılarını toplamaya devam ediyorlar. Bu yıllarda modern toplumda liberal demokrasiye da seçenekleri olabileceğini, modernize bize uymuyorsa daha önce iyi yaşadığımız günlere bizi döndürecek yeni ideolojiler, siyasetler, uygulamalar aramayı düşünen de olmadı. Bulgar toplumu art arda skandallar yaşıyor. TV tartışmalarında bunları dinlerken sanki, dikili taşları oyan ve özlerini açıp iğrençliği görülebilen duruma getiren bir tablo izliyorum. Karıncalar doğadan çalıyor, fakat doğal olan herhangi bir şeyi yemekten zevk almamakla cezalandırılmış olduklarından, her şeyi yuvalarına taşıyorlar. Bizde, talan edilen toplum son ke-


20

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

miği de soyulmuş, kontrol kaldırılmış, toplum kemiklik çöplüğüne dönmüş, her siyasi parti obur oligarşi besliyor, oligarşilerdense egemenlerin -hükmedenler- sınıfı oluşuyor. Yapılan son sosyolojik anket sonuçlarında, insanların % 55’i zulmü kafamıza kazınan diktatör Todor Jivkov zamanının geri dönmesini istemiş. Bunun bir anlamı, toplumun feodalizme dönmek istediğine işaret ediyor. Bulgarlar feodalizmi Osmanlı’da yaşamışlar. O zaman da toplumun ilke, kural ve yasaları varmış, hırsızlara, talancılara kılıç oynadığı unutulmadı. Bulgar milliyetçiliğinin keskin kaleme sayılan Prof. Bojidar Dimitrov her Cuma “Trud” gazetesinde yazdığı yazısında, bu defa “Biz Türklerden çok gördük, çektik, ama onlara çok da kıydık” diye yazmış. Ne yazık ki ortaklığımızdan akıllarında kalan hep kötülük! Yaptıkları kötülüklerden sıyrılamıyorlar. Kafaları kötülükle öyle dolmuş ki kendini arıtamıyor. Ne var ki, feodal dönemde oynayan kılıç, birçok defa “egemen” güçleri de izaha getirmiştir. Bulgaristan’da “eskiye dönme” özlemi yaşandığını Oligarşi temsilcileri, örneğin GERP partisi meclis grup başkanı Tsvetan Tsvetanov duyumsuyor. Kendisin aynı zamanda bir 19. yüzyıl centilmeni olduğunu göstermek için panayıra, festivale, pikniklere toplanan halkın özlem uyuzunu kaşımak için aba poturla, kasketle, çarıkla, kuşaklı çıkıyor meydanlara... DPS lideri Mustafa Karadayı henüz bu uzaklığı göremiyor. Lütfi Mestan da girdi camilere, mevlit pilavı yedi, fakat tutmadı. Kurt olup da koyunlar arasında yaşamak zor iş. Nitekim, asilzade onurunun “efendilik” kodunda özürlüye, takatsize, hastaya, kötürüme el uzatmak, yardım etmek var, onları ezmemek, onlara çektirmemek olmalıdır. 21. yüzyılda centilmen kişinin yaşam kuralında bu yer almalıdır. Bu bir beklenti olsa da, Ahmet Doğan ve Lütfi Mestan hiçbir fakirin damı akan evinin kiremidini değiştirmemiş, damla tutmamıştır. Yalnız yaşlıların kaldığı hiçbir köyde yaşlı sofrası açmamıştır. Kış geliyor camilere kömür dağıtmamıştır. Bugün Bulgaristan güçlü olanların kanun ve kural tanımayan, saygı bilmeyen, namusu ayak altına alan beyliğine dönüş yaşıyoruz. Bu gelenek de tanımayan gidişin ucunda şöyle birkaç nokta olduğu dikkati çekiyor. Bir: İnsanlar (karıncalar misali) özgürdür. Hiç kimsenin üzerinde ahkâm kesen, hükmü olan birinin olmadığı iddia ediliyor. Ahmet Doğan’ın “özgürlük” konusunu da işleyen 1991’de gazeteci Benatova’ya verdiği bir söy-


Makale ve Analizler - 2017

21

leşide de belirildiği üzere, üzerinde söz sahibi olan birisi olmayan kişiler özgürdür. Modern dünyada insanlar bu durumda kararlarını kimseye sormadan kendileri alabiliyorlar. Ne var ki, bu ancak kişisel haklara ilişkindir. Fakat her insan köyünde oğluna ya da kızına tek kişilik özel okul kurduramaz. Her kişi kendisi için gazete çıkaramaz, radyo yayını yapamaz ve TV programı da açamaz. Bu insanların toplu, ortak, kolektif hakkıdır. Bulgar devleti kolektif insan hakkı diye bir şey tanımıyor, bu haklarımızı anayasaya almıyor, yasalaştırmıyor. Biz sivil toplum toplumunda yaşıyoruz deyip, karıncanın kişisel hakkı gibi bize de kişisel haklar tanıyorlar ve kolektif haklarımızı tanımıyorlar. Bunu gören nüfus karamsarlığa düşüyor, geleceğini karanlık görüyor, ben tek başına bir şey yapamam deyip, insanların aralarında dayanışma hakları olan ülkelere göç ediyorlar. Bulgaristan’dan kaçıyorlar. Örneğin 1985’te yani isimlerimizin değiştirildiği zaman ülkede nüfus artışı - % 5’e düşmüş ve bir türlü toparlanamadı ve Bulgar toplumu kendini yeniden üretemez duruma geldi. İki. İnsanların karıncalar gibi hak eşitliğine sahip olduğu yalanına kapılan insanlar, gerektiğinde adil bir toplumda yaşadıklarına inanmaya başlıyorlar, gerektiğinde mahkemede zenginleri yargılayabileceklerine inanıyorlar. Fakat her defasında mahkemede tosluyorlar ve bu memlekette yargılanan, hapse düşmüş hırsız, rüşvetçi, dalavereci, dolandırıcı olmadığını gördükçe hayal kırıklığı geçiriyorlar. Zenginlerin, soyguncu ve talancıların git gide daha da zenginleşmesi, fakirlerinse sayadaki aç susuz koyunlar gibi melemesi onları geleceksiz kılıyor. Üç. Bu arada var olduğu iddia edilen eşitlik dengesinde azınlık topluluklarına hiçbir tanınmamış olduğu da bir gerçek. Son 28 yılda hiçbir Bulgar şehrinde çocuk bahçeli, oyun alanlı, anaokullu, semt okulu olan bir etnik azınlık semti kurulmasına izin verilmedi. Etniklerimiz GETTO-Mahalleler içinde yaşayan bireyler olarak eşit haklara sahiptir. Aynı zamanda bu “eşitlik” ortamında azınlıkların kolektif haklarını arama hakkı yorktur. 1989 Mayısında kolektif hak ve özgürlüklerimizi isterken kurşunlandık. Kişisel haklarından fazlasını isteyenler tutuklandı, yargılanmadan içeri atıldı, sürüldü, sınır dışı edildi. Bu durumun aşılması gerek. Tek yolu vardır. Anayasa değişikliği ve bütün azınlıklara azınlık hakları, kültürel otonomi hakları tanınmalıdır. Bulgaristan Türkleri bu hedefe 1950’lerde ulaşmıştı ve yeniden ulaşmalıdır.


22

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Dört. Güçlü olanların iktidarının güçsüz ve zayıf olanların denetiminde (kontrolünde) olduğu savı yalandır. Kontrol kolektif bir haktır. Kolektif haklarımız tanınmadığına göre, Bulgaristan halkı iktidarı denetleyemiyor demektir. Bulgaristan Türkleri Ahmet Doğan’da bile hesap soramayacak duruma gelmiştir, çünkü hesap sormak isteyenler memleketten kovuluyor, 2013’te Mehmet Yenimehmedov HÖH Kurultayında Ahmet Doğan’dan hesap sormaya kalkınca 3 yıl hapis yattı. Oysa suçu yoktu, çünkü onun “liderden” hesap sorma hakkı vardı. Bizdeki sorun bazı vatandaşların diğerlerinden daha büyük haklara sahip olmasından kaynaklanıyor. Adaletsizliğin başı buradadır. İktidardan hesap sorulamıyor. Bütün memlekette devlet görevinde çalışan 5 Türk yok. Devlet asfalt ezen yuvarlak gibi eziyor hepimizi. Ezilen asfaltın yuvarlağı durdurduğu nerede görüşmüş ki? Bulgaristan’da “eşit olmayanlar” arasında derebeylik düzenine dönüş yaşanıyor. Ağacın dalları her bahar onların bahçesinde yeşeriyor, gölgede oturan onlardır. Zengin tabaka oligarşi! Örneklersek 2018’de zam yapılacak dendi: 180 leva emekli maaşı alana 20 leva, asgari ücrere 80 leva ve kurumlardaki devlet memurlarına 500’den 1500 levaya kadar zam yapılacak. Eşitlik ve adalet bunun neresindedir? Kişisel gelişmede adalet mantığı Bulgaristan’da yıkılan Todor Jivkov’un yakın koruyucusu olan Boyko Borisov’u Başbakanlığa getirdi ve o “benim için her şey kişiseldir” dedi. Günümüzün yenileri mecliste onaylanmamış yasa ve kurallarla yaşayan, sömüren, soyan, kaçıran ve talan eden zümredir. Geçerli yasa güçlülerin iradesi oldu. Bu güçlüler arasına Ahmet Doğan da girdi ve Bulgaristan Müslümanlarını sözde “özgürlük” kuralları içinde ezdi ve hâkimiyet kurdu. Bulgaristan Türkleri devletten gelecek her iyiliği lanetler duruma geldi, “gelecek olan da gelmesin” diyecek duruma getirildi. Devletten soğutulan, ötelenen, koparılanlar özgürlüğü başka bir çeşit okumaya başladılar, karınca sürülerde birleşmeye başladı. Bulgaristan Türkleri seçilmiş “kişiler” listesi ve çevresi dışında kaldı ve kişisel özgürlükler bizim yazgımıza ölüm ve yok olma damgası vurdu. Kişisel iktidara uzanan GERB partisi, 2009’da hükümet olalıdan beri, ülkeyi soyma sitemi oluşturmaya çalışıyor. Belediyelerin kanını emiyor. Hısım akraba, bacanak çotanak derebeyliği yerleştiriyor. Tüm azınlıkları köle durumuna getirmiş alabildiğine sömürüyor. Şu da ülkemizde bir köy, bir şehir ne kadar küçükse “kuralsız düzen” o kadar yerleşmiş ve güçlüdür. İnsanları bir yalana inandırmak isteyenler, demokrasinin sivil toplum


Makale ve Analizler - 2017

23

örgütünde kişisel haklar yalanından geçtiğini tekrarlamaya ediyorlar. Kolektif haklarımızı konuşmak yasaktır. İki hafta önce Lütfi Mestan, 50 bin Bulgar’a Arnavutlukta “azınlık hakları”nın resmen tanınmasını vesile ederek, “biz de ulusal etnik haklarımızı istiyoruz” dedi. Bir hafta sonra üzerindeki balyozun ezmesinden ürkerek fikrini değiştirdi “sivil toplum içinde etnik azınlık olarak ancak kişisel haklarımızı istiyoruz” dedi ve “Audi” arabasıyla balık ve av turlarına engellenmeden devam etti. O, fazla okumuş olmadığından ve yalnızca ağzına sıkıştırılanı çiğneyip tükürdüğünden, Ahmet Doğan’ın uşağı olduğu yıllarda anlattıklarına “özgür lider” olarak da tekrarlama moduna girdi. Osman Oktay da, FETO’cuların ele başı Mehmet Ömer ve Kasım Dal ile Orhan İsmailov da “seçilmiş kişiler” olarak aldıkları paradan ve durumlarından memnundur. Halk ezilmiş kime ne. Onlara bir tek sözüm var. Ezilenler su alır ve gün gelir hiç birinin bileğini bükemezsiniz! O gün gelecektir. Biz Bulgaristan Türkleri artık demokrasi ve özgürleşme umudunu yitirdik. Şimdi yeni daha büyük bir tehlike var. Biz modernleşmeden de sınıfta kaldık. Halk bu gelişmelerden rahatsız olmaz oldu. Sosyalizm yıllarında 37 yıl karınca ocağında yaşamış ve söz dinlemişti. Karınca yaşamının anayasası ve kuralı yoktu. Halk mücadelesinin de kuralı yoktur. Bugünkü psikolojik savaşta muhalefet üstünlük sağlıyor. Yazımın başında meclis başkanlığından devrilen Glavçev olayı, GERB ve dayandığı faşist zümre gerileme vitesine girmiş bulunuyor. Ülkemiz 2018 baharında erken genel seçime gidecek. Hazırlanmalıyız. Kişisel hak olarak mektupla oy kullanma hakkı isteyelim. Dış ülkelerdeki Alman ve İngilizler bu kuralla savunuyor kişisel haklarını ve Türkiye’den 620 bin, Batı ülkelerindeki kardeşlerimizle 150 oy toplayarak, önce meclisteki bu yürekler acısı durumu değiştirelim. Şans bizimdir. Türk milletinin 20. yüzyılda kuvvet aldığı slogan şudur: İttihat ve Terakki! Yani Birlik ve İlerleme. Şiarımız bu olsun kardeşlerim. Okuduğunuz için teşekkür ederim.


24

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İstanbul’da Siber Konferansından Rafet Ulutürk-18.Kasım 2017 Değerli Konuklarımız, Değerli arkadaşlarım , Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği BULTÜRK ve Ural Eğitim, Kültür ve Stratejik Araştırma Derneği olarak, şimdiye kadar bilgilendirme ve soydaşlarımızın dünya görüşü değiştirme çalışmalarımızda biz “siber savaş”, “siber saldırı”, “siber soygun” ve “siber çökertme” ve benzer kavramlarını açmadık, konu edip yazılar yazmadık, yorumlamadık. Bulgaristan eski Cumhurbaşkanı Plevneliev birkaç defa “Rusya bize siber saldırıda bulunuyor” dese de, ne olduğunu pek anlayan olmadı. Biz de pek ilgilenmedik. Bu akşam bu konuda bu seminer çalışmamızı düzenlemekle, günümüzün en can alıcı konusuna parmak basmak istiyoruz. Dünya Üniversitelerinde 40 yıldan beri “Sibernetik Fakülteler” var. Bu fakültelerde okutulan derslerden biri güdüm bilim dersidir. Bu bilim merkezlerinde, güdülebilen objeler yaratılıyor. 40 yıldan beri bu yolda alınan yolun son ürünü - 2 hafta önce Suudi Arabistan’da bir konferansta kürsüden rapor sunan bir “kukla” bayan kimliğinde göründü. Boyunu postunu o kadar güzel yapmışlar ki, İngilizce konuşuyor, sorulan soruları yanıtlıyor, gülüyor, gülümsüyordu. Allah’u Teâla (cc.)’nin yarattığı en yüce varlık insandır. İnsan da elleri ve zekâsıyla bu kuklayı artık yaratabildi. Ne var ki can veremedi. TV’de izlemişsinizdir, gazeteler de yazdı. İnsanoğlu beden, zekâ, hisler ve ruhtan oluşur. Yani psişik bir varlıktır. Benzerimiz, kopyamız yaratabilmiştir. Bu klonlamaktan yani canlı kopyalamaktan farklı bir olay. Sünni yaratıklar yarın aramızda dolaşacak, bir masaya oturup bizimle müzakere edecek, alış veriş yapacaklardır. Fakat onlar insan değildir. İnsanı temsil edebilir, fakat kendisi olamaz. Bizim onlardan farklı olmamız bedenimizin canlı olmasıdır. Yaratan insanı kendi dışında canlı bir varlık yaratma yetisiyle donatmamıştır.


Makale ve Analizler - 2017

25

Zekâmızın öğrenebilmelerinde gizlidir. Yedeği (suni zekâ) bize yardım etmek için yaratılmıştır, bizim zekâmız gibi kendi kendini yenileyemez, insanın programladığı dışında hiç bir iş yapamaz, hiçbir icatta bulunamaz. Mumya insanlardan farkı ise, hareket etmeleri ve iş yapamaz, hiç bir icraatta bulunamaz. Hislerimiz, sinirlerimiz yeri asla doldurulamaz nimetlerimizdir. Evet, yanına yaklaştığımız kapılar Ali Babanın söylediği sözleri bile söylemeden açabilir, ampuller yanıp söner, cep telefonlarımız kaydediyor. Fakat bunların hepsi insan icadı olduğu için ve insana yardım etmek amacıyla yaratılmış, üretilmiş ve vardır. İnsan ısısından etkilenip yanıp sönen bir ampul kendi kendini onaramaz. Ruhumuz ise bir tek bize aittir. Hiçbir siber aygıtın ruhu, psişiği olamaz. Onlar saygı, merhamet nedir bilmediklerinden tehlikelidirler. Suudi Arabistan’daki o “yapay bayan” Suudi vatandaşlığına alındı. Yemeyen ve içmeyenler hanesine kaydedildi. Birkaç zaman sonra Bu tipleri Bulgaristan’da da görebiliriz. Beni ilgilendiren bunlara nasıl isim takacaklar? Uzaya gönderilen Bulgar’ın İsmi Georgi İvanov’tu. Adamcağız Vratsa Çingenesiymiş. Şimdi açıklandı. Suni adamların Türkçe bilmesine yasak konacak mı dersiniz. Seçim mitinginde Türkçe konuşsa kaç para ceza keserler? Bu siberler, seçim sonuçlarını bile değiştirebiliyormuş. Bunlara vatandaşlık da verilebildiğine göre, artık Bulgarların üremesine de gerek yok. Fabrika bandından çıkanı nüfusuna kaydedebilirsin. Ekmek istemez su istemez. Siber saldırı dendiğinde, ben işleri karıştıran, bilgisayar içine girip istediği düzeltmeleri yapan bir sihirli araç düşünüyorum. Geçen sene bu aracın Bulgaristan’da yaptığı işlerden birkaç örnek verelim: Bulgar - Makedon gümrüklerine bağlanan softu ere müdahale edilerek 10 milyon Dolarlık kaçakçılık yapılmasına yol açılmış. Burgaz, Varna akaryakıt gümrüklerine ve sarnıçla akaryakıt taşıyan tren vagonlarının tahliye edildiği gümrüklere siber saldırı ve ek cihazlar monte edilerek bir milyar Euro gümrük ve KDV kaçırılmış. 2015’te Bulgaristan’ın en büyük Ticaret Bankası olan “BTK-Bank” 7 milyar 200 milyon leva kayıpla patladı. Sofya Merkez Vergi Kurumuna yapılan siber müdahaleler sonucu her yıl yaklaşım 400 milyon leva vergi iade edildiğini gazeteler yazdı.


26

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu işin askeri, istihbarat, terörle mücadele, yerel ve küresel boyutları var. Başkan Tump’un seçilmesine Rus siber müdahale şayiaları gündemden düşmüyor. Bu gözle görülmeyen, ardında iz bırakmayan bir savaşım biçimidir. Mısır uygarlığı çağında da insanlar birçok şey yapmışlar. Yaşanan yıkım devrinden sonra, piramitle, mumyalar ve bir de “Pi” - teoremi kalmış. Masonlar inşaatçısıymışlar. “Pi”yi bulunca kubbe yapmaya başlamışlar. Bildiklerini korumak için gizli örgütlenmişler, yani masonlaşmışlar. Bizim bu uygarlığa bir şey olursa ve Mısırda olduğu gibi her şey yerle bir olur ve hiçbir iz kalmazsa, şu siber işlerin şifresi kalsa yeter. Üçüncü uyanış “0 ile 1” den doğacak uygarlık olur. Biz bugün makineler insandan akıllı olamaz desek de, insana ve topluma çok büyük zarar verebilir görüşünde birleşiyoruz. Bir taraf saldırıya hazırlanırken, düşman taraf savunma önlemleri alıyor. Bu saldırılar son yıllarda özellikle iletişim ortamı üzerinden oluyor. En büyük çatışma halen Rusya ile Birleşik Amerika; Rusya ile Avrupa Birliği arasındaki siber saldırı savaşıdır. Bu saldırının sayısız aracı var. Fakat en güçlüsü yalandır. Yalan bir propaganda aracıdır. Geçen sene Avrupa Birliği’nin zayıf düşürülmesi için Rusya’dan siber saldırı yapıldığı ve gerekli önlemlerin alınmadığı ortaya çıktı. 21 ülke, AB Dışişleri Bakanı Federike Mogerini’yi şikâyet etti. Rus siber saldırılarına karşı koymak için (Star Com) oluşturuldu. 8 milyon Euro bütçe belirlendi. Hedefi siber saldırı yapan Rusya şirketlerini belirlemekti. Geçen ay “Star Com” biriminde “Batı Balkanlar” bölümü kuruldu. “Star Com - Doğu” Bulgaristan’a yapılan siber saldırılara yanıt veriyor. Amerika’da bu işler “Global Engajement Center” kurumuna devredilmiş. Bünyesinde 80 kişi çalışıyor ve bütçesi 60 milyon dolardır. 2017’de Rusya’nın Bulgaristan’ı alt üst eden birkaç saldırısını, açılış konuşmamın sonunda özellikle işaret etmek isterim. 1- Rusya Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Zaharieva “Bulgarlar 2. Dünya Savaşı’nda Yahudilerini kurtarmadı, biz kurtardık” dedi. Bulgar diplomasisi tepe takla etti.


Makale ve Analizler - 2017

27

2- Bulgarların “Kiril Alfabesini” Ruslara da vermekle övündükleri bilinir. Putin, Moskova’dan “Biz Kiril Alfabesini Makedon topraklarından aldık,” demesin mi, Bulgarlara dünyayı dar etti. 3- Dünya satranç Şampiyon Kasparov bahar 2017’de Bulgaristan’a gelmişti. Stara Zagora kentinde verdiği bir basın toplantısında “Biz Kiril Alfabesini Bizans’tan aldık, Bulgar’dan değil” demesin mi! Başbakan Borisov’un özel emriyle aynı gün Bulgaristan’dan kovuldu. 26 BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Siber saldırıların özünde “yalan yayma” yöntemi çok gelişmiştir. “Bize “siz İslamlaştırılmış Bulgarlarsınız” dedikleri yıllarda başımıza gelenleri unutmadık. Acısı ciğerimizi yakmaya devam ediyor.” Bu örnekler sıralamakla bitmez. Çok değerli konuşmacılarımız bize tespih boncuğu gibi şimdi yenilerini sıralayacaktır. Tüm katılımcılarımıza Teşekkür ederim, hoş-geldiniz sefalar getirdiniz.

Halkın Uyandığı Gün Osman Bülbül-19.Kasım.2017 Konu: Bulgaristan’ı nasıl okumalıyız? 28 yılda olan nedir? 18 Kasım 1989’da yani diktatör Todor Jivkov’un devrilmesinden 8 gün sonra Sofya’da büyük halk mitingi yapılmıştı. Bu mitingde 370 pankart açıldı ve halkın istekleri yazılı şekilde dünyaya duyuruldu. 28 yıl sonra bu yazılı istekler 27 istek grup halinde toparlandı. Bunların yerine getirilmiş olması açısından bugünkü durum nedir. 2018 Bulgaristan gerçekliğini nasıl okumalıyız? 45 yıl yasaktan sonra düzenlenen birinci “özgür miting” bir kitlesel antikomünist çıkış olmaktan fazla, Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) ve devlet yönetimindeki imtiyazlı kadrolara (nomaklatür - elit) karşı düzenlenmişti. O tarihe kadar BKP yönetimine ve totaliter devlete karşı düzen-


28

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lenen en büyük eylem Müslüman Türklerin Mayıs 1989 ayaklanmasıdır. Bu isyana 72 bin Türk katılmıştı. Mitingin yapılmasına BKP’nin hemen değişen ve “değişim siyasetini benimseyeceğini” duyuran yeni yönetimi izin vermişti. Mayıs isyanında Türkler hiçbir makamdan izin talep etmemişlerdi. 20 yıl Hapis yatan ve Bulgarların İnsan Hakları Örgütünü Kuran İliya Mitev kürsüye alınmamış, konuşmasına engel olunmuştu. Hapislerde çürümüş Bulgar kesimi temsil ederek konuşan Petır Gogov ilk söz alan olarak “derileri duvarlarda sallanmalıdır” deyince kürsüden indirilmişti. Türklerin Mayıs direnişlerinde kişisel hesaplaşma yoktu. Yalnız politik ve kültürel istekler öne sürülürken en başta isimlerin, dini ve kültürel haklarımızın iade edilmesi, hapislerdeki tutukluların hemen serbest bırakılması, 1950 yıllarında Bulgaristan Türklerine tanına “kültürel otonomi” haklarının geri verilmesini, hak ve özgürlüklerini, okullarını geri istemişlerdi. Sofya’da toplanan mitingde siyasi öz parlamadı. Toplananlar iktidar değişikliği operasyonu yapılırken “kansız operasyon için” sanki “cerrahlara” teşekkür etmeye toplanmışlardı. Bu miting “BKP’nin yönetici rolüne”saldırmadı. Bir tek Moskova’da başlayan ve Mihail Gorbaçov tarafından yönetilen “açıklık” ve “yenilenme” siyasetinden yana çıktı. Mayıs ayında ayaklanan Türklerin istekleri daha derin ve rejim değişikliği, demokrasi, adil ve özgür bir toplum istediğinden dolayı ve bu uğurda toplam 140 şehit verdiği için çok daha esaslı ve yön göstericiydi. İşte bu noktada, toplumsal yenilenme bayrağı kaldıran Bulgaristan Türk milli azınlığı ilk kez bilinç ve örgütlülük düzeyi olarak Bulgar ulusundan öne geçmiş, tüm etnik azınlıkların isteklerine siyasi öncü olmayı üstlenmişti. Daha sonraki yıllarda Cumhurbaşkanı Jelü Jelev’in danışmanlarından olan Petko Simyonov bu mitingde en esaslı konuşmayı yaptı ve “Bulgaristan’da gelişmiş sosyalizm olarak tanıttığımız düzen bir sosyalist düzen olmadığını ve yerinde saydığını” belirtti. Todor Jivkov’un devrildiğini ve ardında “çok ağır ekonomik, sosyal, politik ve moral sorunlar bıraktığı” belirtildi. Fakat bu sorunların başında Bulgaristan’da yaşayan azınlıkların kimliklerinin yok edilmesi yarasının kanadığını söyleyen olmadı. Azınlıklardan yana bayrak kaldıran da olmamıştı. Konuşmacıların derdi imtiyazlı komünist güruhla hesaplaşmaktı. Sofya mitinginde konuşan Jelü Jelev, Petır Beron, Blaga Dimitrova, Emil Kuşlukov, Hristofor Sıbev, Emil Kuşlukov, Evdin Sugarev ve başka de-


Makale ve Analizler - 2017

29

mokratlar, mitingden sonra yaptıkları analizde katılan kitlenin “komünistlerle hesaplaşmaya hazır olmadığı” sonucunu çıkarmıştı. İşte bu doğru bir tespittir. 28 yıl süren “demokratikleşme” sürecinde Bulgar komünistlerle, cinayet işleyen katillerle, isimlerimizi değiştirenlerle, baskı, terör ve zulüm uygulayan güçlerle hesap kesilmedi. 6 ay önce Türklerin ayaklanmasından söz edilmezken 500 bin Türkün sınır dışı edilmesi de sorun edilmedi. Demokratik güçlerin öncüsü olarak sivrilen, kendi köyüne 11 sene sürgün edilen Jelü Jelev’in okuduğu ve kabul edilen bildiride şu istekler vardı: 1) Basın yayında sansürün kaldırılması; 2) Ajan dosyalarının açılması; 28 BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) 3) Politik mahkûmların salıverilmesi ve 4) Bulgaristan’ın bir demokratik devlete dönüştürülmesi. Mitinge katılanların yükselttiği pankartların birinde “Hemen Yenilenme! Bugün Demokrasi!” yazıyordu. 2,5 saat süren ve 150 bin kişinin katıldığı bu mitingde, katılanların evlerinde el yazısıyla yazdığı bazı isteklerde “BKP dağılsın!” ve “Türk ahalisinin hakları tanınsın!” gibi yazılara da rastlanıyordu. Okullarda din dersleri olsun. Sofya merkezindeki adliye binasının Adalet Bakanlığına verilmesin ve 1879 Tırnova Anayasasının yürürlüğe konması gibi istekler de dikkati çekiyordu. Komünizme karşı sivil toplum ve direniş örgütlerinde birleşemeyen Bulgar halkının istekleri netleşmemiş, demokrasi mücadelesi programlaşmamış, Moskova’daki hava Sofya’da estirilmiş ve ülkemizin özgün durumu da doğru dürüst görülememişti. 18 Kasım 1989’dan günümüze kadar yürünen yolda ne kadar mesafe alınabildi? 1) Bizim kaderimizi oy birliği ile alacağınız kararlara bağlamayınız! Bu istek, 45 yıl boyunca BKP MK’nin oy birliği ile aldığı kararlarla halkın ve ülkenin kaderini belirlemesini reddediyordu. Ne değişti? Partiler son söz sahibi olmaktan alı konuldu. Toplum sol sağ ve aşırılarla merkez güçler olarak parçalandı. Tasama, yürütme ve yargı sözde birbirinde ayrıldı ve yasama meclis bırakıldı. Meclisi halk seçiyor. Fakat sivil vatandaşların ancak bireysel hakları olan toplumda seçmen meclisi denetleyemiyor. Sivil örgütlenme sınırlanırken, etniklerin kolektif hakları yasaklandı. Yasaklr anayasa ve yasalara girdi ve hak ve özgürlük davamızın yolu tıkndı. Bulga-


30

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ristan Türklerinin hakları “hepimizi seçilmeden temsil eden Ahmet Doğan haininin eline verildi. O da halktan koptu. Saraya saklandı. Tüm isteklerimiz yüzüstü kaldı.” 2) Emekçi yerine vatandaş olmak istiyoruz! Yasalara göre Bulgaristan’da vatandaşlar sivil toplumda yaşasalar da insan haklarına saygı yoktur. Azınlıklarınmilli hakları tanınmamıştır. Bireysel kişi haklarını sözde garanti eden Bulgar toplumu, kolektif hakları tanımadığı gibi, bireyler arasında da seçim yapmakta ve seçtiklerini yedirip içirirken halkın sefaletine göz yummaktadır. Bulgaristan Türkleri arasında Bulgar istihbaratı ve devleti tarafından seçilen ve yedirilip içirilenlerin başında Ahmet Doğan, Lütfi Mestan, Kasım Dal, Orhan İsmailov, Osman Oktay, Güner Tahir, Ünal Lütfi, Güner Tahir, Ramadan Atalay ve daha birkaç kişi vardır. Bu kişiler dokunulmazlık altında olup, korumalı araçla dolaşır ve hiçbir iş yapmadan, ancı halkı aldatmak ve uyutmkla görevlendirilmişlerdir. Bulgaristan’da demokrasinin kök salmasını engelleyen kişilerdir.Hiç biri Mayıs 1989’da yapılan Türk İsyanına katılmamıştır. Bu tipler, ülkemizde sivil toplum örgütlenmesini de engelemiş ve engellemektedir. Onlar sözde demokrasinin imtiyazlı kadrolarıdır. 3) Hemen değişiklik istiyoruz. Yarım önlemler bizi boğuyor! Bu istekse asla yerine getirilmemiştir. Devletin aldığı tedbirlerle toplum kutuplaşmış. Zenginler Avrupa Birliği’ne bağlanmış, paralarını Batı bankalarına kaçırmıştır. Bulgar toplumunun % 80’ni güçsüz, sefil, yoksul, ekmek parasına muhtaç, suyunu ve elektriğini ödeyemeyecek durumdadır. Toplumun azınlıklarını temsil eden HÖH partisi, onun meclis grubu ve diğer azınlık partileri aşırı sağcı faşist grupların ve iktidarın saldırına hedef oluyor. Bulgaristan’da yapılan değişiklikler, “değişmez ve yeri doldurulamaz bir güç olan öncü BKP”nin yerine güya Yurtsever Cephe’yi iktidara getirdi ve GERB ile aşırı sağcı grup arasında imzalanan ortaklık sözleşmesine göre, onların 3. Borisov hükümetinde aldığı 4 bakan ve 2 Başbakan Yardımcısını 4 yıl boyunca görevden uzaklaştıracak “güç” yoktur. Bu acı durumu ancak yeni bir seçim ve halkın ortak eylemleri gerçekleştirebilir. Şu da var, 18Kasım 1989’da “komünistlerin iktidardan düşmesi için yumruk sıkmayan mitingciler” bu günde faşistlere defolun gidin demiyor. Bulgar halkının hem komünist katillere hem de aşırı sağcı faşistlere hoşgörüsü düşündürücüdür. 4) Sansür, bulaşık çanağı yalayanlar, hainler basın, radyo ve TV’den dışarı! Bu alanda bazı değişikler oldu. Özel basın yayın kurumları oluştu.


Makale ve Analizler - 2017

31

Batılı güçler ve Moskova kendi yayınlarını başlattı. TV çağında yaşıyoruz. Sofya TV’sinden işitemediğimizi Ankara, Moskova veya Lpondra programlarından izleyebiliriz. Çanak antenler, kablolu yayınlar, bedava dağıtılan basın pazara hakim oldu. En büyük güç hakline gelen propaganda araçları parası olanların, oligarşinin eline geçti. İstedikleri yayını istedikleri an durdurabildikleri gibi, beğenmedikleri gazetecileri sokağa atmaları da işten değil, Son olaran NOVA TV’den Ani Tsolova işten uzaklaştırıldı. Şoumen Slavi Trifon’un “halk oylamasından” sonra bacakları sallanmaya başladı, yayından alındı ve nihayet “ben uslu çocuk olacağım” sözleşmesi imzalayarak her akşam “bTV” de saat 10.30’da tatsız tuzsuz yayın yapmaya devam ediyor. Azinlık yayınları yasaklıdır. Bulgaristan’da merkez Türkçe gazete olarak yalnız FET’cuların “Sedmiçen Obzor” gazetesinin çıkmasına izin veriliyor. Radyo programı isteyenin dilekçesi kabul edilmezken, Türkçe TV programı da BNT-1’de ancak her gün saat 16’da 10 dakika olarak devam edebiliyor. Hiçbir özel kanal Türk dilinde yayına başlamadı. Türkçemiz boğuluyor, Çingene dilinde yayından söz edenin dili kesiliyor. Bizdeki basın özgürlüğü ancak imtiyazlı dil olan Bulgarca için geçerlidir. Bizim ayrılığımız sınıfsal, politik, kast ve soy ayrışımı değil, dil, anadil, etnik kültür, halk bilinci ve birliğinden korkma temelindedir. Bulgar basın organlarında, radyo ve Tv programlarında çalışan Türk, Çingene, Pomak, Tatar, Gagavuz ve Ulah yoktur. 5) Memleketimizin gelişmesini frenleyen kurumsal komuta sistemi bozulsun! Bu istek de gerçekleşmemiştir. Bulgaristan’da “geleceği olan şirketlerin sahipleri devlet tarafından seçilmiş” ve önleri açılmıştır. Onlar vergi kaçırabilir. Onlar KDV ödemeye bilir, ödese de geri alabilir. Onlar bankalardan kredi çekebilir, bazen bu kredileri geri de ödemeyebilir. Onlar işçilerin maaşlarını geciktirebilir, birkaç ay vermeyebilir. Onlar Bulgaristan’ı devlet olarak çökerten imtiyazlı eski komünistler ve evlatları olarak ezilen sefil halk kitlesinin üzerindeki kaldırılamayacak kadar büyük taştır, psişik baskıdır, zulmeden görünmeyenler ordusudur. Onlar memleketimizin her hücresini kemiren oligarşinin dayanaklarıdır. Totaliter faşist ve komünist omurga onların ana dayanağı olarak ayaktadır. Memleketimizin gelilmesini, özgürleşmesini, demokratikleşmesini 28 yıldan beri frenleyen işte bu totaliter cesettir. Satsan satılmaz, kaldırsan kaldırılıp atılmaz... 6) Herkesi savunan yasalar çıkarılsın! Yasaların ve anayasanın değişmesi demokraside hukukun üstünlüğü sağlamak için zorunludur. Bulgaristan’da 4 anayasa çıkarıldı. Birincisi Prenslik-Krallık rejimi getirdi. İkincisi sosyalist demokraside komünist partisinin öncülüğünü yasallaştırdı ve hatta komü-


32

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

nist partisinin yasaların üzerinde bir güç haline getirdi. Son anayasamız 1991’de kabul edildi ve parlamenter demokrasi düzeni getirirken, memleket nüfusunun yarısını oluşturan azınlıklarımızın adını, isteklerini, haklarını, özgürlüklerini, kültürel otonomi hak ettiklerini yasallaştırmayı kabul etmedi. Bulgar yasaları Bulgarlar için geçerlidir denirken, isterseniz memleketi terk edebilirsiniz, isterseniz kayıt dışı yaşarsınız, zaten anayasada adınız esemeniz yok denildi ve “Bulgaristan Bulgarlarındır!” sloganı yükseltildi. Sivil toplum kurulamadı. İlan edilen sivil toplumda yalnız kişisel haklar olacak dendi. En büyük şahsi hak sahibi kişi ise Boyko Borisov oldu o beylerbeyi duruma geldi ve kişisel diktatörlüğe doğru adımlıyor. Herkesi savunan yasalar çıkarılmadığı gibi sivil vatandaş toplum hiçbir kimseye kolektif hak da tanınmadı. Son gelişmeler bizdeki liberal demokrat toplumda yaşayanların % 80’inin debil olduğunu ortaya çıkardı. Bunun anlamı da, tüm debillerin kişisel hak eşitliği olduğundan, sorun yok gibi bir gerçeklik ortaya çıktı ki, memnun olmamak elde değil. Zenginlerimiz de vergi kaçırmakta, soyup sömürmekte, kaçakçılıkta ve rüşvetçilikte eşit fırsat sahibidirler. 7) Feodal bir çiftlik mi yoksa hukuk devleti mi? Bu sorunun cevabında hukuk devleti olamadığımız tamamen ortaya çıktı. Savcı devleti, polis devleti, bir itfaiyecinin başbakan olup hükmettiği bir devlet olduğumuz söylenebilir. Böyle bir devlette adalet, hukukun üstünlüğü, yasar karşısında vatandaşların gerçekten eşit olduğu hakikatten söylenemez, çünkü çökertilen bir devlette kodesi boylayan yok. 1997’de 15 banka kapandı, suçlu yok, yargılanan yok. Yani hukuk yok. 500 bin Türk memleketten kovuldu suçlu yok. 140 kişi kurşunlandı. Sorgu açılmadı. Yani hukuksal düzen yok. Bugün örneklerine bakalım biraz da. Türkiye sınırına tel örgü çekildi. AB’den bu iş için 168 milyon euro alındı. İş, Haskovolu yeni-faşist bir “LTD” şirketine havale edildi. Bu şirket, 2 kat tel örgü yerine bir kat tel çekti, her kilometrede delik bıraktı, kapılar araladı. Memleketimize giren kaçakların sayısı arttı, tutuklanan yok. Yani seçilmişler için “hukuk yok”, adalet yok, saya yok, yargı yok... Feodal çiftlik miyiz sorusunun cevabı çok daha kolaydır. Bulgarlar feodalizmi Osmanlıda yaşadıkları için feodal düzen ve bu düzende adalet kuramazlar. Feodalizm tarım toplumuna ve kişisel yönetime ilişkin olduğundan, geri dönseler, ancak 1944 öncesi faşist düzene dönebilirler. Şimdi bu uygulama zaten gerçekleşiyor. AB’den tarımsal kalkınma için aldığımız yardım ve özendirme paralarının % 98’nini 100 seçilmiş “tarımcıya” vermişiz. Bu yüzü de İçişleri bakanlığı ve siyasi parti başkanları belirlemiş. Bu bakıma geçen ay GERB partisinden bir milletvekilinin Dobruca’dan Baş-


Makale ve Analizler - 2017

33

bakan Boyko Borisov’a 400 kilo sucuk getirirken yakalanmasına şaşmıyorum. Bana da bavul dolusu para verseler ben de senede bir 400 - 500 kilo pastırma, kavurma, sucuk gönderirim. Alan belli veren belli bu işlerin bizde kanunu kuralı yoktur. Bu bakıma biz faşist-feodal kişisel derebeylik düzeni zaten kurmuş gibiyiz. Bu bakıma Borisov Todor Jivkov’u geçti. İkincisi evde yemek yemediğinden gıda türünden rüşvet kabul etmezdi. 8) “Gastronom” - gıda dolu mağazalardan tebessümlü günleri yeniden yaşayalım. 1989’da Bulgaristan’da mağazaların rafları boşalmış ve kıtlık başlamıştı. Mitinge katılanlar yiyecek sıkıntısı sorununun çözülmesini istediler. Son 28 yılın ilk yarısında bu sıkıntılar devam etse de, bugün artık AVM sistemine geçilmesiyle, “Billa”, “Kaufland”, “Moll”, “Bauhaus”, “Fantastiko”, “T-Market” ve “Euro Market” vb gıda zincirlerinin Bulgaristan’ın dört bir yanına yayılmasıyla bu sorun çözülmüştür. Çözüm bekleyen problem, halkın gelirinin düşmesi, Avrupa’nın en geçinemeyen, en yoksul ülkesi durumunda, en büyük sayıda işsiz olan ülkesi olmamızdır. Halk yoksullar “cennetinde” yaşamak istemiyor. 9) Aylıklarını değil, emekli maaşlarını açıklayınız! Bu istek çok önemliydi. Çünkü BKP Merkez komitesinde çalışanlardan birçoğu maaşını partiden değil, güya çalıştıkları ağır sanayı tesisleri yönetim konseyi üyeliğinde alıyordu. Birinci sınıf emeklilik aldılar. Hayatlarını garantilediler. Bulgar Bilimler Akademisi üyelerinden bazılarına 3 bin leva emekli maaşı verildi. Generallere ve Amirellere tavandan yüksek primli emekli maaşları ödendi. Bu nedenle, en yüksek emekli maaşının bizde 700 leva olduğunu bilenler, özel emekli maaşlarının açıklanmasında direnseler de, dosyalar açıldı, ama emekli maaşları listesi açıklanmadı, gizli kaldı. Köylülere ise 130 leva emekli maaşı verildi. Şimdi de 2 milyon emeklinin % 80’nın 2018’den başlayarak 200 leva (100 Euro) emekli maaşı alacak. Sosyal uçurum çok derin. 10) İmtiyazlara son verilsin. Bakanların köylerine para akıtılmasın. 28 yıl önce ülkemizde imtiyazlı kesim için Merkez Komitesinde, Bakanlar Kurulunda, Bakanlıklarda ve Bazı kurumlarda hususi alış veriş merkezleri vardı. Bunlar kapatıldı. Yenileri açılmadı. Ticarette imtiyazlı olan kesim halka karışmak zorunda kaldı. Köylerde de insan kalmadı. 11) Kızıl zengin zümrenin paraları alınsın ve üniversite öğrencilerine burs verilsin! Bu istek gerçekleşmedi, komünist zenginler arasında seçilenlere çuvalla yeni paralar dağıtıldı. Parti, Komsomol ve Bakanlıklardaki paralar seçilmişlere dağıtılırken, kalın enseli haylazlar (mutri) grupları oluştu


34

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ve onlar 1990 yılların sonlarında birbirini temizlerken 176 kişi öldürüldü ve diğerlerinden DPS’li milletvekili D. Peevski, Prokopiev, Zahariev, Borisov, Vasilev, Domusçiev vb oligarşi temsilcileri türedi. Onların paraları gasp edilmedi, artırmaları için kapılar aralandı. Şimdi mecliste talancı ve soyguncuların, yasa dışı yollardan zengin olanların yargılanması için bir yasa tasarısı görüşülüyor. Rüşvetle mücadele komisyonu ise henüz kurulamadı.Öğrencilerin durumu ise aynı kaldı. 12) Bulgar nasyonal-sosyalizmine hayır. Daha 1989’da sosyalist toplum süzeninin yıkılmasından faşizm doğacağından korkanlar, daha ilk mitingde faşizme hayır demişlerdi. Demiş olsalar da tarihindeki kan lekeleri kurumayan İç Makedon Devrim Hareketi (VMRO)1990’dan başlayarak derneklerde örgütlenmeye başladı. 25 adet faşist tabanlı sözde yurtsever hareket, kulüp, parti ve federasyon kuruldu. Bunların temelinde birleştiren etken Türkiye Trakya’sındaki topraklarını ve haklarını istemek oldu. Anti-Türk, anti-Türkiye, anti-Müslümanlık ve anti-İslam temelinde buluştular ve örüldüler. Yıllar sonra (2005) sol uçta “Ataka” anti-Türk, anti-etnik milliyetçi partisi kuruldu. Ardından yine ayni faşizan temelden sözüm olan “Yurtsever Cephe” belirdi ve birleştiler. Bugün 2 Başbakan yardımcısı, 4 Bakan ve 15 bakan yardımcısı bu güçlerdendir. İktidar ortağı oluşturdular ve Bulgaristan’da demokrasinin mezarını kazıyorlar, tek kişilik sınırsız haklara sahip diktatörlük için savaşım veriyorlar. Sivil vatandaş toplumunda milli azınlıkların kolektif haklarını tanımak istemeyen bu aşırı sağ güçler tek uluslu, yalız Bulgarca konuşan, azınlıkların etnik haklarından hiç birini tanımayan bir “demokratik” Bulgaristan için birleşmiş bulunuyorlar. Bu noktada ülkemiz faşizm yıllarına döndürülmeye çalışılıyor. 13) Benzin ucuzlasın, maaşlar yükselsin! Bu konuda tam tersi oldu benzim hep zam gördü, maaşlar ise yükselme yolunu bulamadı. AB’de en düşük maaşlar ve emekli maaşları bizdedir. 14) Biz dün dönüştürenlerin bugün bir daha dönüştürmesine imkân tanımayalım! Bu da olmadı. Komünizmin yetiştirdiği kadrolar maske takıp ayakta kaldılar. Dosyası olanlar kamuda işbaşı yapamaz, dediler o da boşa çıktı. Krasimir Karakaçanov dosyalı ajandır, ama Başbakan Yardımcısı ve Savunma bakanı oldu. Bugün mecliste 86 dosyalı ajan var. HÖH partisi meclis milletvekili grubundan eksik olmadılar. Son seçimde (26 Mart 2017) 5 ajan DOST listesinde meclise girmeye çalıştılar. Mestan ile Doğan’ın ajanlıkları kitaplara konu oldu. Demokratikleşmemize ve özgürleşmemize, zenginleşmemize, insan gibi yaşamamıza engel olan hep onlardı.


Makale ve Analizler - 2017

35

15) Faşizme ve kapitalizme karşı savaşıma katılan günahkar neslin halkımızın önünde tövbe etmesini istiyoruz. Bu da olmadı. Bu kayıp nesille kişi başı 150 - 200 leva “kıdemli aktif savaşçı” maaşı veriliyordu. Bu paralar kesildi. Faşizme karşı savaşanlar ağır ve sıkıntılı yaşlılık geçirdi ve artık hemen hemen yaşayanlar arasından ayrılmış durumdadır. Onlara tanınan imtiyazlar evlatlarına geçmedi. 16) Sosyalizm metastazlarını (yayılmasını) önleyelim. Bu yolda önemli adımlar atıldı. BKP yasaklandı. Toplumdaki öncü rolü Anayasadan çıkarıldı. Malına mülküne el konuldu. Kooperatifçilik ve devletçilik dağıldı. Sosyalizmin sosyal sigorta kurumları bozuldu. Yerine tarımda mülklerin birleştirilmesi temelinde yeni tip kooperatifçiliğe geçildi. Sanayide özel sektör işletmeciliğine geçildi. Tıpta ve eğitimde etnik azınlıklar dışında özel kurumlar oluşmasına yol açıldı. 17) Gündöndü siyasetçilerden kendinizi koruyunuz. Partili bukalemunlar (hameleonlar) kahrolsun! Bu da yapılamadı. Eski katillerin ipi çekileceğine bugün GERB partisinde buluştular. Komünist partisinin aktif üyeleri sosyalist maskesi taktılar. Demokratik Güçler Birliği (CDC) saflarından Volen Siderov tipi önce sol aşırı uç, ardından da sağ uç faşizan hareketlenmeler doğdu. Makedon savaş kaçakları ve göçlerinden (1912 - 1918) aşırı sağ faşizan tehlikeli oluşumlar belirdi. Gelip Bulgaristana sığındıkları yetmezmiş gibi bir de yerli unsur olan Türklere karşı saldırıya geçtiler. Bugün artık kendi kendini yenileyemeyen Bulgar toplumunda orta direk güç yoktur. 18) Komünizm dönüştürülemez, (reformla değiştirilemez) mutlaka tavsiye edilmeli (sökülmelidir). Olay şöyle ki ne dönüştürülebildi ne de sökülebildi. Gökten düşmüş bir meteor taşı gibi tarlanın (toplumun) ortasına uzanmış kımıldamadan duruyor. Söksen sökülecek vidası yok, çünkü insanların beyninin tam ortasına yerleşmiş. Kasım 2017’de yapılan bir ankette Bulgarların yarısından fazlası (% 55) komünizme dönmek istiyoruz demişler. İşsiz adamın karın tokluğuna köle gibi çalışmaya hazır olduğunu görüyoruz. GETTO’lara tıkılan insanların nefes almak istediğini görüyoruz. Üreyen kesimin çocuklarına özgürce bakmak istediğine tanık oluyoruz. Dilleri yasaklanmış kardeşlerimizin anadillerinde konuşmak istediklerine tanık oluyoruz. 28 yıl hurdaya çıkarılmayan komünist kalıt, toplumun sırtında baskın bir yüktür. Ağırlığı artıyor. Komünizm yıllarında Güney sınırımızı geçmen isteyenler kurşunlanıyordu. Şimdi devlet sığınmacıları soymak, paralarını almak için sınırda gedikler açmış. Fark nerede. Katil ile hırsızın ve soygunun cezası aynı olabilir. Ama ne suçlanan, he hor görü-


36

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

len ne de lanetlenip yargılanan var. Hatta bu işlerden zengin olan Valeri Simyonov gibi kişiler Başbakan Yardımcılığına kadar yükseldiler. Komünizmin köküne kibrit suyu dökülmesi için önce insanların dünya görüşü ve vicdanı değişmelidir. Bu, okullarda tarih dersi okutmamakla olmuyor besbelli. 19) Doğasına kıyılan ülkenin soylarına da kıyılır. 28 yıldan beri Bulgaristan doğasına kıyılıyor. En amansız kıyımı Çar II. Semeon 2001 - 2008 yılları arasında yaptı. Kocaman Rila Dağında ne kadar asırlık Çam varsa hepsini kesti ve Yunan tüccarlarına sattı. Ardından Pirin Dağı doğasına kıyıldı. Bansko’da kış sporu geliştirenler kayak alanı ve teleferik yolu açarken çamların ağalanışından etkilenmediler. Şimdi bir de 2. teleferik hattı açmaya çalışıyorlar. Dobruca’nın Balçık-kaliakra kıyısına Avrupa Birliği “Natura 2000” programı el atmış. Dobruca düzlüğünün alt katlarında kaya gazı arama lisansı Rus şirketlerine verilmiş, insanlar susuz kalacağız ve yok olacağız telaşı içindedir. Haskovo yöresinde kapanan madenlere toplanan sulardan baraj ve içme su kaynakları ağır metalle zehirlenmiş. Barajlarımız bakımsız. Mezdra yöresinde patladılar, bu güz de Burgaz ilinde 6 köy su altında kaldı. Felaketlerin önü alınamıyor. Bulgar soyu üremez oldu. İnsan topluluğu ve kültür olarak stop etmiş. Azınlık durumuna düşüyor. 20) Tiran Jivkov’un bukalemunlarını tutuklayalım. Bu konuda hiçbir şey yapılmadı. Katiller serbestçe dolaştılar, önce politikaya girmekten kaçındılar, fakat Bulgaristan’ın renk değiştirip Avrupa Birliği ve NATO üyesi olmasıyla yüreklendiler ve devlet katlarına tırmanmaya başladılar ve bütün devleti ele geçirdiler. GERB partisi ve sözde “Yurtsever Güçler”, “soya dönüş sürecinde” isimlerimizi zorla değiştiren, hapishanelerde ve sürgünlerde baskı ve terörü uygulayanlardı. Hiç birine hiçbir şey olmadı. Komünizm katliamları araştırılmadı, katiller tutuklanmadı, halk mahkemesi açılmadı, adalet dağıtılmadı, yaralar açık kaldı. Burada geçerli olan tez: katilleri koruyanlar katildir. Bu bakıma halkımız 28 yıl uyutuldu, yalandırıldı, yüzüne gül suyu sıkılarak gözlerini açması engellendi. Soya dönüş uydurması gerçeklerinin açıklanmasında en büyük engeli yaratan HÖH lideri Ahmet Doğan haini oldu. Katillerle işbirliği yaptı. 21) Çernobil - Kozloduy. Mitinge katılanlar Çernobil Atom Elektrik Santrali kazasından sonra Bulgaristan’ı kaplayan radyasyon dalgası harbinin halktan gizleyenler cezalandırılması istendi. Bu konuda da bir şey yapılmadı. Bulgaristan AB’ye girmezden önce 6 reaktörlü “Kozloduy” AES ‘de reaktörlerin dördü tehlikeli bulunduğu için kapandı, ikisi hala çalışıyor.


Makale ve Analizler - 2017

37

22) Suçlular yargılanmalıdır. Mitinge katılanlar Bulgaristan’ı ekonomik, sosyal ve kültürel olarak çökertenlerin, halkı parçalayanların, işlenen katliamların sorumlu ve suçlularının tutuklanıp yargılanmasını istedi. Fakat olmadı. Moskova himayesine giren suçlulara HÖH ve BSP partileri kanat açtı. Onlara ekmek verdi. Onları gizledi ve hiç birinin kafasından tel düşmesine izin vermedi. Bugün de hükümette, mecliste, yargıda, polis ve savcılıkta oligarşiye hizmet sunuyorlar. Devlet çökerken halk ezilmiş, işsiz, aç susuz kalmış, 3 milyon kişi ülkeyi terk etmiş, köylr boşalmış kimsenin umurunda değil. Bu konuda savcılık tek dava açmadı. 23) Jivkov taraftarları aramızdadır. Mitinge katılanlar Livkov çetesinden tüm kadrıların devletten temizlenmesini, atılmasını, onlardan hesap sorulmasını istese de onlar, gizlenmeyi başardı ve sonunda Jivkov’un birinci koruması olan Boyko Borisov 3. hükümetini kurdu, Türkleri devlet kurumlarından söktü ve haklarının tanınmasına her zamankinden daha sert bir tavırla engel olurken, Dobruca’da 120 bin Türk olu alarak başarı da elde etti. Bu konu geleceğimizi karartıyor. Türkleri parçalayanlar en büyük düşmanımızdır. 24) Kızıl milyonerlerin milyonları devlet tarafından gasp edilmelidir. Bu da yapılmadı. Seçilmişlere çanta dolusu paralar yeniden dağıtıldı. Yeni milyonerler, onların arasından da oligarşi ve zengin kulis zümre yaratıldı ve bugün perde ardından memleketimizi idare ediyor. Çöküşü durdurmak kimsenin aklından bile geçmiyor. Seçilmiş kişilerden biri olan Boyko Borisov “mecliste uyuşturucu tacirleri var.” Meclise girmek için “hapishanelerde para dağıtanlar meclis sandalyelerinde oturuyor” dese de aldıran olmadı. AB fonlarıyla milyonerlerin rengi ve para çantaları, kimlikleri değişti, sayıca azalırken kimileri çok büyüdüler. 25) Jivkov dinozoru tutuklanıp yargılansın, sürüsünden hesap sorulsun. Bu istek güzel de Jivkov mahkemeye çıkarıldı, fakat ceza almadan kurtuldu. Katliam kararlarını, Türkleri, Pomakların, Tatarların, Ulahların, Makedonların ve Çingenelerin isimlerini değiştirme, dillerini yasaklama, dinlerini yasaklama, yaşam tarzlarını yasaklama kararlarını, göstericilere ateş aşma emirlerini sözde hep “kollektif almışlar” ve Bulgar yasalarında “kollektif suçlar için ceza öngörülmüyormuş”. Uydur uydur söyle. Karga karganın gözünü çıkarmaz! Birbirlerini kurtardılar. Suç ortakları da ceza almadı. Kahveden kahveye dolaşıp gün geçiriyorlar. Bugünkü ortam sol ve sağ liberaller arasında fark olmadığını, hainlerin de onlara hademelik ettiğini kanıtlıyor. “Devletin malı deniz yemeyen eşek” atasözünü seçkinler


38

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

arasında uyguladılar. Halkı sofradan kovdular ve bir daha yaklaştırmadılar. Hiçbir katilin derisi duvara asılmadı. 26) Rüşvetçiliğe son verin, milyonlarını gasp ediniz! Bu çok eski bir şiardır. Özgürlük sembolü olarak belirmiştir. Fransız devrimiyle doğmuştur. Geçen yüzyılın başında Bulgaristan’da rüşvet moda oldu. 100 yıl aldı yürüdü. Ne rüşvet alan doydu ne de adalet yerini bulup soyguncuların malına mülküne el kondu. Bu iş bugün de böyledir. En büyük rüşvetçiler bankacı ve politikacılar, avukat, savcı ve yargıçlardır. Bakanlar Kurulu rüşvet kazanı kaynayan yerdir. Yeni liberalizmin damarında dolaşan kan rüşvettir. Rüşvetle mücadele kanunu olmayan bir ülkede rüşvetle savaşım kazanılamaz. Rüşvet Bulgar demokrasisinin yağıdır. Yağlananlar Rüşvetten yağlanmıştır, işten değil. 27) Azınlık siyasetinin sosyal patlamaya dönüşmesine yol vermeyiniz. Sabırlı olalım! İnsan olalım. Allah ulusu değil, insanı yaratandır. Bu alanda Bulgar makamları başarılı oldular. Aynı yılın sonunda Müslümanların isimlerini ve din haklarını iade ettiler ve dosyayı kapattılar. O gün bu gün başka bir hak elde edemedik. “Kültürel otonomi” istiyoruz. İşiten yok. Yıllar geçti. O zaman korkak korkak adımlarla mitinge toplanan insanların yükselttiği istekler bugün radyo, TV ve basında tartışılıyor. Bir gün gelir belki hepsi çözülür. Fakat biz Türklere hak ve özgürlüklerimizin tepsi içinde sunulacağına inanmıyorum. Mücadele etmemiz gerek. O zaman kürsüye çıkan şair Bayan Blaga Dimitrova “Todor Jivkov Bulgaristan’ı Güller Vadisinden, geri zekâlılar tımarhanesi haline getirdiğini” söylemişti. Her şey çok değişti. Bugün okullarımızda çocuklarımız cahil kalıyor. Hastanelerden canlı çıkan çok az. Bu 28 yıl Bulgaristan azınlıklarını çok ezdi. Kimliğimiz koruma mücadelemizde büyük sayıda vatandaşımız dış ülkelere kaçmak zorunda kaldı. Daha aktif, daha bilinçli ve ödün vermeden mücadele etmek zorundayız kardeşlerim. Bulgarlar artık kendi işlerini beceremiyor, bize verecek bir şeyleri kalmamış. Her şey göz önündedir. Saygılarımızla,


Makale ve Analizler - 2017

39

Başbakan Karşıladı Başbakan Uğurladı Nedim Akın-19.Kasım.2017 Konu: Bulgaristan Türklerinin Eşsiz Kahramanını uğurladık. Edirnekapı Şehitliği bizim de şehitliğimiz... 28 Eylül’den bu yana tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybeden Türk sporunun efsane ismi Naim Süleymanoğlu (50) için bugün (19 Kasım) Fatih Camii’nde cenaze töreni düzenlendi. Kılınan cenaze namazının ardından milli atletin naaşı Edirnekapı Mezarlığı’na defnedildi. Türk milletinin, Bulgaristan Türk kimliğinin büyük kahramanı Naim Süleymanoğlu ile helalleştik. O, Rodop Dağları Türklüğünün ruhuydu. O, bizim daha yükseğe ulaşmaya, daha güçlü olmaya, mükemmelliğe ulaşmaya, her zaman ve her yerde yenen güçlü bileğimiz ve kanadımızdı. Bizim her birimiz gibi o da Doğu Rodop köylerinin birinde, dar çatı bir evde, 23 Ocak 1967’de dünyaya geldi. Bizim orada emeklemek zordur. Her yer ya sarıdiken, ya da kavgalaz dikeni ya da eşek dikenidir. Bu dikenlikten çıkıp bir tay durdun mu artık kimse önüne duramaz. Naim 9 yaşında (1977) bu yolu tamamladı. İlçe merkezi Mastanlı (Momçilgrad) kasabasında spor salonuna girdi ve 15 yaşında Brazilya’da düzenlenen Dünya Gençlik Halter Şampiyonası’nda tüm rekorları rafa kaldırarak, 2 altın madalya aldı ve dünya şampiyonu oldu. Kariyeri boyunca 3 Olimpiyat Altın Madalyası, 9 Dünya Şampiyonluğu kazandı. Efsane adam yoluna girdiğinde koparma silkme ayırımı yapmadı. 1.47 boyuyla kilolarının 3 katını kaldırana kadar yapıştığını kurtardı. Hepimizin yaşadığı çileleri Naim Süleymanoğlu, annesi Ayşe hanım, babası Süleyman efendi ve kardeşleri de yaşamıştı. O da kardeşleriyle birlikte anadilimizde eğitim alamamıştı. Bu eksiklik onun yüreğini sürekli büzüyor, içinde bir iğne batıyor, battıkça acıyordu. O vatanı Bulgaristan’a madalya taşıyor, fakat onun ruhunun kanatları olan anadili Türkçe’mizi okuyup öğrenmesi yasaklanmış ve okutulmuyordu. O, Kırcaali spor kulübünde yetişti. O, bir rol modeldi. Milyonları peşinden sürükleyen biriydi. Kazandığı başarılar onu “Time” dergisine kapak yaptı. Spor basını başlıklarından yıllarca düşmedi. Daha önce hiçbir Türk sporcu bu denli büyük bir başarıya ulaşamamıştır. O aynı zamanda dostluklar, kardeşlik, arkadaşlık ve olimpizm ruhuyla kitleleri sürükleyen biriydi.


40

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

1963 - 1986 döneminde gençlerde 13, büyüklerde 50 olmak üzere tam 63 rekor kırdı. Dünya spor tarihi daha önce böyle bir başarı görmemişti. O Bulgaristan Türklerine, Türkiye’ye ve Dünya Türklüğüne ve sporuna 52, 56 ve 60 kilogram şampiyonlukları yaşattı. Hayatın en ağır ve sıkıntılı dönemi olan 1984, 1985 ve 1986 yıllarında dünyada yılın haltercisi seçildi. O spor yarışmalarına Türk ismiyle çıkmak ve Bulgaristan Türklerini yüreklendirmek, onların isimlerinin iadesi için mücadelesini dünyaya duyurmak istiyordu. Bulgaristan Türkleri Naim’i bağrına basmıştı. Her adımını yakından takip ediyordu. Lütfi Ahmetler’in, Osman Duralievler’in Avrupa, dünya ve Olimpiyat şampiyonluğu madalya furyasından sonra onurlanmamızda meydana gelen boşluğu halterci Naim doldurmuştu. Hepimiz kendisiyle gurur duyuyorduk. Radyolar onu anlatırken Bulgaristanlı bir Türk olduğunu vurguluyordu. Bunu işiten kardeşlerinin de göğsü kabarıyordu. Deliorman’ın Ayva Altı (Podayva) köyünden Lütfi Ahmetov Pehlivan 25 altın madalya kazanmış, sırtı yere gelmeden minderden başarılı ve şerefli bir şekilde ayrılırken Bulgaristan Türk kimliğinin yenilmezliğine parlak bir örnek Naim olmuştu. Onun kudreti halkımızın kudretine dönüşmüş ve hem bedenen hem de ruhen yenilmezliğimizin sembolü olmuştu. Antrenörü Abaciev bile ona “Naum Şalamanov” diye hitap etmeye başladığında, kırıldığını anlamıştı. Bir gün ikisi arasında bir konuşmada, Naim ona - “Derdiniz varsa, kendi adınızı değiştirsenize. Aba ve abacılığın pazarı kapandı. Türkçe isimle dolaşacağınıza, Bulgarca bir isim alın ve öyle ünlenin”, demişti. - “Seni incittimse, özür dilerim. Dünya Naum Şalamanov adında bir Avrupa, dünya ve olimpiyat şampiyonu tanımıyor. Bu şampiyon Naim Süleymanoğlu’dur. Sen haklısın. Ne yazık ki, yapacak bir şey yok”, gibi bir şeyler söylemişti. Naim üstün özelliklere sahip bir sporcuydu. O, bir yetenekti. O, Türklüğü ile gurur duyan biriydi. Olimpiyat şampiyonu olmanın dünya tarihine geçmek olduğunu iyi biliyordu ve dünya tarihine aynı insan iki isimle ve iki kimlikle geçemezdi. Olimpiyatçı ruhuyla yaşayan Naim’in dostlukları ve sporculuğu gölgelenmiş ve yara almıştı.


Makale ve Analizler - 2017

41

O, 1984 -1985 yıllarında baskı, terör ve zulüm uygulanarak gerçekleştirilen sözüm ona “soya dönüş sürecinden” sonra Rodoplar’da kaynayan Türklük kazanını hissediyor, öfkesini, kin ve nefretini duyamadıkça içten içe hiddetleniyordu. Etrafında dönüp dolaşanların yapmacık tavırlarından nefret ediyor, çıkış yolu arıyordu. O dönem, Bulgaristan’da totaliter devletle, Todor Jivkov rejimiyle Türkler gırtlak gırtlığa mücadele veriyordu. Bulgar polis ve kolluk güçlerin tümü, hatta orduların zırhlı birlikleri Türk direnişçilere karşı kışlalardan çıkarılmış, Türk köylerine sürülmüştü. Tankların altında kalanlar, kurşuna dizilenler, namazı kılınmadan gömülenlerin ruhu direnişe çağırıyordu. Naim Süleymanoğlu 1986’da Melbourne’de düzenlenen Dünya Halter Şampiyonasında Türkiye Büyükelçiliği’ne sığınarak, Türkiye’ye iltica etti. Getirilmesinde Başbakan Turgut Özal devreye girdi. Sülymanoğlu’nun Bulgaristan’ı terk edip Türkiye’yi seçmesi ve kaçmayı başarması, 1986’dan başlayarak Bulgaristan Türklerini çok etkiledi, cesaretlendirdi, yüreklendirdi, hak ve özgürlük, isimlerimizin iade edilmesi, din, dil ve kültürel otonomi haklarımızın tanınması mücadelemizde bayrak oldu. Onun başarılı kaçması Bulgar devletini geriletmişti. Bulgaristan Türklerinin büyük Türk milletinden bir parça olduğunu tüm dünya gördü. Bu savaşımda Naim Süleymanoğlu’nun katkısı paha biçilmez oldu. O son gününe kadar Bulgaristan Türklerinin hak ve özgürlük davasına bağlı kaldı, katıldı, esin verdi. Bugün Türk bayrağına sarılmış naşı toprağa verilirken yüzlerce Bulgaristan Türkü oradaydı. 4 çocuğunu Türk milletine emanet etti. Gururumuzdu. Çok sevdiğimiz kardeşimizdi. O bizim haklı davamızın ölümsüz kahramanıdır. Onun aramızdan ayrılması Bulgaristan Türkleri, Türk halkı ve dünya sporunun büyük kaybıdır. O, dünyanın en önemli sporcularından biri olarak Türk ruhunun yenilmezlik sembolü oldu. Onu Türkiye’de karşılayan Başbakan Turgut Özal olmuştu. Son yolculuğuna uğurlayan da yine Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Binali Yıldırım oldu. Naim Süleymanoğulu’nun zamansız vefatı, yalnız 50 yaşındaydı, dünya Türklüğünün bileği güçlü, yüreği büyük bir efsaneyi ebediyete uğurlamamız yeri doldurulamaz, çok büyük bir kaybımızdır.


42

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

O, Türk doğan ve Türk olarak ölen, hayatıyla onurlandığımız bir kardeşimizdi. Onun bizde hakkı çoktur. Dünya halter sporu ona minnettardır. Dünyanın 20. yüzyıl en önemli sporcusunun yattığı yer nur olsun. Mekânı cennet olsun. O naşı Türkiye Cumhuriyeti Devlet Başkanları tarafından taşınan gururumuzdur. Bu gün (19 Kasım) İstanbul Fatih Camii’nde Törene T.C. Başbakanımız Binali Yıldırım, eski Başbakan Ahmet Davutoğlu, Gençlik ve Spor Bakanı Osman Aşkın Bak, MHP Genel Başkan Yardımcısı Celal Adan, CHP Yalova Milletvekili Muharrem İnce, İstanbul Valisi Vasip Şahin, Türkiye Basketbol Federasyonu Başkanı Hidayet Türkoğlu, Bursa’dan BAL-GÖÇ Genel Başkanı Yüksel Özkan başta olmak üzere tüm Bulgaristan dernekleri ve iş adamları ile çok sayıda kişi katıldı.

Zorbacı Mutlak Hükümdar Rafet Ulutürk-20.Kasım.2017 Konu: Bulgaristan’da Hükümet ortaklığı çatladı. GERB Partisinde İkili Yönetim Oluştu. Bu niteleme Bulgaristan Cumhuriyeti Başbakanı Boyko Borisov hakkında yapıldı. Boyko Borisov’u Zorbacı Mutlak Hükümdar olarak tanımlayan ise, Bulgaristan Başbakan Yardımcısı, “Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Yurtsever Cephe” faşist partisi başkanı, İç Makedon Devrim Hareketi (VMRO), “Ataka” Partisi ve “Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Yurtsever Cephe” üçlüsü arasındaki “Yurtsever Cephe” siyasi ortaklığı başkanı Valeri Simeonov oldu. Bulgaristan’da siyasi durum değişti. Başbakan Borisov, Bulgaristan’ın Avrupalı Vatandaşları siyasi partisi (GERB) ile aşırı sağ milliyetçi bir ortaklık olan “Yurtsever Cephe” arasında 26 Mart 2017 genel erken seçimlerinden sonra hükumet kurabilmek için imzala-


Makale ve Analizler - 2017

43

dığı 4 yıl süreli ortaklık sözleşmesini rafa kaldırdı ve Mutlak Hükümdar gibi hareket etmeye başladı. Bu olayın en parlak örneği 17 Kasım günü Sofya Meclisi Başkanı (GERB’li) Dimitır Glavçev’in görevinden “kendi isteği” ile ayrılması esnasında yaşandı. Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) meclis grubu, Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) meclis grubunun da desteği ile D. Glavçev’in istifasını istemişti. Mecliste 122 oyu olan GERB “Yurtsever Cephe” ortaklığı durumu kurtarabilirdi. Fakat Cuma sabahı (17 Kasım 2017) meclise gelen başbakan Borisov, meclis başkanına “kendin bilirsin” diyerek “istifa etsen iyi olur” demiş oldu ve Glavçev anında kişisel nedenlerle istifasını sundu ve iç tüzüğe göre oylamaya sunmadan kabul edildi. Bu olay kamuoyunda derin yorumlara neden oldu. Bir defa gazeteler Sosyalist Partinin Mart seçimlerinden beri mecliste 5 milletvekili ve bir bakan kaybettiğini hatırlattı. Sağlık Bakanı Niki Petrov kızıyla birlikte yaşayan mustakbel damadının şirketine bir milyon levadan fazla havale çıkarmakla suçlandı ve istifaya zorlandı. Milletvekilleri ise değişik rüşvet olaylarına karıştıkları için istifa etmeleri istendi. Bulgaristan, 1991 Anayasına göre bir parlamenter demokrasidir. Yürütme, yasama ve yargı birbirinden ayrıdır. GERB partisi başkanı olan Boyko Borisov başbakan seçildikten sonra parti başkanı görevini vekaleten başkan yardımcısı ve meclis grubu başkanı Tsvetan Tsvetanov’a devretmiştir. Demek oluyor ki, parti içi sorunlara direk olarak müdahale etme ve karar dayatma hakkını bir süre için yitirmiştir. Şu da var, yine anayasaya göre, meclis tarafından seçilen Başbakan, Bakanlar Kurulu Başkanı sıfatıyla direk olarak meclisin İçişlerine karışamaz. Meclis başkanı Glavçev, başbakan önerisiyle değil, GERB meclis grubu önerisiyle ve GERB “Yurtsever Cephe” oy çoğunluğuyla seçilmiş ve parlamento başkanı olmuştur. Onu bu görevden ancak meclis bileşimi alabilir. Boyko Borisov’un parlamentoya gelip Meclis Başkanının istifaya zorlaması, egemen ve bağımsız bir güç olan yasamaya müdahale olup, anayasayı, yasaları ve meclis tüzüğünü çiğnemek anlamına gelir. “Yurtsever Cephe” lideri ve Başbakan Yardımcısı V. Simyonov, “olayı basından öğrendiklerini”, kendileriyle hiç bir şey danışılmadığını açıklarken, Başbakan hakkında Zorbacı Mutlak Hükümdar dedi. Başkan Simyonov, Başbakan “azınlık hükumeti istiyorsa, sorun yok çekiliriz” diye ekledi. ***


44

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Son 6 ayda gerek sosyalist parti gerekse Hak ve Özgürlük Hareketi meclis grubu “Yurtsever Güçlerin” azınlıkları ötekileştiren, ayrımcılık yapan, rüşvete batmış, insan kayıran, sığınmacı ve savaş kaçakçısı düşmanı, Türk, İslam, Türklük ve Türkiye düşmanı, Avrupa Konseyi tarafından “faşist” olarak nitelenen siyasetine işaret ederek hükumetten ayrılmalarından ısrar ediyordu. Yine bu cümleden olmak üzere HÖH (DPS) başkanı Mustafa Karadayı “Yurtsever Cephe” hükumetten ayrıldığında ve 4 bakanlık ve 15 bakan yardımcısı görevini boşaltmasından sonra “GERB siyasetine parlamenter destek vereceklerini” ve “azınlık hükumetini ayakta tutacaklarını” defalarca beyan etti. HÖH’ün meclis sandalye sayısı aşırı milliyetçilerden sadece bir adet azdır. Başbakan Borisov ile “Yurtsever Cephe” siyasetçilerinin arasının açılması nedenlerinden biri ise, Bakanlar Kurulu Başkanının Türkiye’nin NATO üyesi ve aynı zamanda stratejik partneri kalmasında ısrar etmesidir ki, sahte yurtseverler Türkiye konusunda “olumsuz” enerji taşımaya devam ediyor. Avrupa Birliği ülkelerinin “mülteciler, göçler, sığınmacı ve savaş kaçakları” konusunda “Vişegrat Dörtlüsü” / Çekler, Lehler, Macarlar ve Slovenler) olmak üzere “yabancı kabul etmeme ve bu konuda Brüksel kararlarına uymama” tavrından ödün vermemesidir. Borisov “girdikleri ülkeye geri çevrilecek sığınmacılar” programını kabul ederken, 3,5 milyon sığınmacıya ev sahipliği yapan Türkiye’ye de takdir ve saygı ifadelerini fırsat buldukça yineliyor ve AB’den bu durumu dikkate almasını istiyor. *** Ne var ki, GERB partisi Hak ve Özgürlükler Hareketinin izlediği siyasete kuşkulu bakıyor. 30 Aralık 1992’de Filip Dimitrov (Demokratik Güçler Birliği Başkanı) azınlık hükumetini gensoru oylamasından desteklemeyen DPS - meclis grubunun tavrını unutmuyor. Benzer yanları olan bir olay bağımsız başbakan Plamen Oreşarski’nin 6 Ağustos 2014’te istifa sunarken de yaşanmıştı. Bulgaristan siyasetini izleyenler artık 3. GERB hükumetini yöneten Başbakan Boyko Borisov’un “akşam ve sabah söylediği sözlerin birbirini tutmadığını” da iyi bilir. O, bunu şimdiye kadar 2 defa olmak üzere, 13 Mart 2013’te ve 27 Ocak 2017’de, mutlak bir yönetici gibi istifa ederken kanıtladı. Kararı hep tek başına aldı. Bu açıdan, GERB parlamento grup iradesini hiçe sayması parti için büyük deprem yaratırken, milletvekillerinin iplerinin başbakanlıktan çekildiğini ve GERB milletvekillerinin birer kukla olduğunu herkes gördü. GERB’in gerçek kurucusu olan, şimdiki GERB


Makale ve Analizler - 2017

45

meclis grup başkanı Tsvetan Tsvetanov ise aylardan beri bu konuya tepki göstermiyor. Elektronik basın, Borisov ile Tsvetanov’un farklı Büyükelçiliklerle görüştüğünü yazmaya başladı. Dimitır Glavçev’in istifasından sonra, Sosyalist Partinin “gensoru” hazırladığı, aralık ayında meclisin yeniden kaynayacağı, rüşvet, dalaverecilik, milli çıkarlara ihanet, Türkiye - Bulgaristan sınırında dönen kaçakçı dolapları, demografik sorunlar, gençlerin memleketi terk etmesi ve başka konularda gelişmeler hız alırken 2018 baharında yeni erken genel seçim yapılması gereği gündem oldu. Yeni erken seçim yapılması konusunda GERB içinden ciddi tepki yükselirken, birinci ve temel gerekçe olarak “yetkileri sınırlı bir seçim hükumeti” ile Avrupa Birliği Dönem Başkanlığına ev sahipliği yapılmaz öne sürülüyor. İkinci gerekçe ise, bir “geçici hükumetle” idare edilecek Bulgaristan’ın Sofya toplantılarında ele alınacak olan “Avrupa Birliği bir Birleşik Devletler Topluluğu” mu olsun yoksa egemen ve bağımsız devletlerin federasyonu olarak mı şekillensin sorusuna yanıt veremeyeceğidir. Aynı zamanda Bulgaristan dünyanın en büyük pazarlarından biri olan Avrupa Birliği pazarını elden kaçırmak istemiyor. Gözlemci iddialarına göre, “muhalefet Bulgaristan’ın gelecek yılın ilk yarısında AB Konsey Başkanı” olması hazırlıklarını suya düşürmek istiyor. Bu başkanlık esnasında, 17 Mayıs 2018’de Sofya’da AB ülkeleri başkanları ile Batı Balkanlar ülkeleri başbakanları ortak toplantısının düzenlenmesi öngörülen en önemli forumlardan biri olacak. Bu zirvede, Batı Balkanlar devletlerinin AB’ye üye alınması, İngiltere’nin çıkmasından sonra AB’de açılan boşluğun doldurulması ana konu olacaktır. Bu cümleden olmak üzere, Bulgaristan’ın en kuzey-batı eyaleti olan Vidin ve komşu Montana ve Vratsa eyaletlerine Fransa ve Almanya tarafından özel yatırım yapılması öngörülüyor. Halen bu eyaletlerde yalnız Romenler yaşıyor ve hayat durmak üzeredir. Bu yöndeki hazırlıkların il aşamasında 6 - 8 Aralık 2017’de yine Sofya’da Avrupa ve Dünya’nın dev banka müdürleri ile Balkan devletleri yetkilileri (Bulgaristan, Makedonya ve Arnavutluk) katılacağı bir yuvarlak masa düzenlenerek ve Sofya - Üsküp - Tiran bölünmüş kara yolu ve hızlı tren hattı döşenmesi finansman sorunları ele alınacaktır. Bu planın gerçekleştirilmesi Bulgaristan Başbakanı, GERB partisi ve lideri Boyko Borisov’un uluslar arası otoritesini yükseltecektir. Başkanlık toplantısının engellenmesi ise, GERB ve milliyetçi hortlamanın sonu olabilir.


46

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Pogled.İnfo” kaynağında yayınlanan bir yorumda, Birinci Borisov hükumetinin ABD 67. Dışişleri Bakanı Hillary Clinton tarafından yapılan diplomatik baskı sonucu istifa sunduğu açıklandı. Bulgar kaynaklarına göre ise, I. Borisov hükumetini düşüren sebep ise 15 Mart 2012’de “Belene” II. AES kuruculuğuna başlanması ve maliyeti 20 milyar olan bu inşaattın ülke içinde patlattığı sert iç bunalımdı. Ne var ki, o zaman 2 hafta sonra 180 derece dönüş yapan Borisov, kuruculuğu durdurmuştu. Başka bir örnekte de hükumet istifası olayı tekrar etti. Başbakan Plamen Oreşarski (29 Mayıs 2013 - 6 Ağustos 2014 ) “Güney Akım” adlı Bulgar - Rus gaz boru hattı döşenmesine imza atında hükumet deprem yaşamıştı. Avrupa Enerji Komiserleri, iyi niyetli ödemeli gösteri payan vatandaşlar tarafından baskı altına alınmış ve kısa bir süre sonra iki amerikan senatörünün gözetiminde 8 Haziran 2014’te işleri durduran hükumet kararını imzalamak zorunda kalmıştı. Bu gibi bunalımlar bizim koşullarımızda aşama aşama tekrar ederek derinleşiyor. Aldığımız son haberlere göre, “Belene” II. AES’de çalışacak olan İkinci Reaktör, her biri 330 ton ağırlığında 9 ünite halinde ve toplam 4 bin 700 ton olmak üzere yola çıkmış ve Bulgaristan’a geliyor. Rusya ile mahkemelik olan Bulgaristan bu donatım için bir milyar 200 milyon leva ödedi. “Belene” inşaat alanına da bir milyar 500 milyon leva gömüldü. Reaktörün gelmesiyle, inşaata devam ya da vazgeçme kararı alınacak ve ülkede siyasi bunalım yine şiddetlenecek. Böylece dış faktörlerin, medyanın ve paralı nümayişçilerin baskısı altında yeni seçim sloganları yazılacak ve baskı meydanlara dökülecektir. Borisov için kötü bir haber de Almanya’dan geldi. Angela Merkel 4. hükumetini kuramıyor. Alman basını “yeni seçim olsun” yazılarıyla döşeniyor. Borisov’un AB’de sözünü geçirebildiği tek lider Angela Merkel’di. Bulgaristan Türklerinin memleketimizin iç ve dış siyasetinde söz sahibi olması için dışlanma ve hiçe sayılma siyasetine son verilmelidir. GERB partisi bizden 120 bin oy aldı. Bizim lehimizde ne yaptı “hiç”. Razgrad’da Hüsmen Günay Beyi Razgrat valisi atamakla işler kendiliğinde çözülmüyor. Dobruca’da Bulgar hayvan çiftliklerinde 6 bin inek ve dana var. Hani bizim çiftliklerimiz. Yüz üstü kapanan tarımı halkın ihti-


Makale ve Analizler - 2017

47

yaçları için canlandırmak gerekir. Vidin ili köy ve kasabalarına Fransa ve Almanya’dan para bekleyenler, 2018 Bulgar bütçesine bu bölge yatırımı için beş leva ayırmadı. Taşıma su ile değirmen dönmez. Bizim kendi sorunlarımızı kendimizin çözme zamanımız geldi. Bunu yapmazsak ne kadar egemen ve bağımsız olduğumuzu söylesek de bağımlı ve ipi kısalan oluruz. Bataktan asla çıkamayız. Biz memleketimize 5 fabrika parası arayacağımıza, Tiran’a demiryolu parası arıyoruz. Üretirsek Arnavutlar gelir ve mallarımızı kendi arabalarıyla alır. Biz seçim yasasını değiştirilmesini ve hepimizin oy kullanabilmemiz için AB de orneklerden Almanya, İngiltere ve Avusturya örneğine uyarak oyumuzu mektupla gönderelim. 650 bin oyumuz var. Yalnız soydaş oylarıyla istediğimiz yasayı geçirebiliriz. Yeni ortaklıklar kurmak, gerekirse bir süre için eski defterleri kapamamız zamanı gelmiştir. Bunu yapmalıyız. Bulgaristan kökten değişmek zorundadır. Derebeylik, faşist diktatörlük, totaliter tiranlık zamanı geçtiği gibi zorbacı mutlak hükümdarların da, aşırı sağcı faşistlerin de zamanı dolmuştur. Sağlıcakla kalınız.

Durum Betonlaşıyor Levent Rasim-26.Kasım.2017 Konu: Eski hamam eski tas. Araba devrilene kadar böyle gidecek benziyor. 2018 yılı mali bütçesi mecliste görüşülürken, milletvekillerinden herhangi birisinin yerinden kalkıp, “artık meclise giren partilere her oy için partilere her sene 11 leva ödenmesinden vazgeçilsin, bu paralar viski-votka sofralarında içilmektense, odun alamayan vatandaşa, okullara, hastanelere yardım edilsin, gelen kıştır” desin diye bekledik. Kimse yerinden kalkmadı. Hepsi çıkarılmadan kalmış ve tarlada unutulmuş ve toprağın içine gizlenmiş trup gibi sandalyelerine büzüldüler ve aralarında göz temasına bile geçmeden, acele acele oy verip menfaatlerini savundular. Bu bütçeden de meclisteki partilere 26 Mart erken meclis seçimlerinde oy alan partiler her oy için 11 leva almaya devam edecekler. Meclis dışında kalan DOST, “Evet Bulgaristan” ve “Yeni Cumhuriyet” vb siyasi partiler de


48

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

aldıkları oylar için oy başı bir leva alacaklar. Yani kimileri sofrada, diğerleri de masa altında yemeye devam edecekler. Seçime katılıp meclis giren partilere her oy için 11 leva verilmesine karşı 2 milyon 500 bin vatandaş 6 Kasım 2016’da halk oylamasına katıldı ve seçim sisteminin, dolayısıyla politik sistemin değişmesini istedi. Bir defa bir halk girişim komitesi tarafından örgütlenen bu halk oylamasının (referandum) sonuçları hükümet ve meclis tarafından dikkate alınmadığı gibi, ülkeyi eski hamam eski tas idare etmek isteyen bugünkü yönetim ve onun açık ve gizli destekleyicileri, bütçeden büyük paylar kopararak, durumun değişmesini istemediklerini ortaya koydular. Olayı şöyle yorumlayabiliriz: Halkın % 80’nin (yüzde seksen) yoksul yaşadığı ve yaklaşan kış koşullarında iki ucunu bağlayamadığı bir ortamda siyasi partilere (örneğin sosyalist partisine 11 milyon leva, GERB partisine 15 milyon leva, Hak ve Özgürlükler Partisine ve aşırı sağcı faşist Türk ve azınlık düşmanlarına 5 milyon leva) para dağıtıldı. Yaşatın kardeşim gün bu gündür. Yarın ne olacağı bilinmez havasına girip bayram ediyorlar. Hiç bir şeyin değişmediğine, yoksullar üzerindeki zulmün devam ettiğine bundan büyük kanıt olamaz. Siyasi partiler halkımızdan, seçmen iradesinden tamamen kopmuş ve zamana karşı kürek çekiyorlar. Bu yoldan çıkış tektir. Halkla inatlaşma devam edecekse, bundan sonra emekçilerin gelir vergileri patronlar tarafından değil, ücretlinin kendisi tarafından ödensin ve parasını alan “benim oligarşi, rüşvetçi, soyguncu, hazır oncu partilerine verecek param yok” desin ve vergisini ödemesin. Bütçede para olmayınca, bu bol keseden para dağıtma, meclis sandalyesinde ve parti merkezlerinde oturmaktan buruşan milletvekilleri dağıtılan milyonların kaynağı da kesilir. Aslında sen bizim partiye oy verdin diye partilerin seçmene birkaç leva vermesi gerek ki yol parası yapsın. Ama nerede! Dikkat çeken bir başka unsur da, Avrupa Birliği ülkelerinden biç birinde siyasi partilere “aman ne güzel oldu da meclise girdiniz, masraflarınız bundan böyle bizden, alın şu parayı da gelecek seçimlere kadar dediğimizi yapın” demiyorlar. Her parti kendi yağıyla kavruluyor. Bizde Hak ve Özgürlükler partisi milletvekili, Rusya siyasi ve ekonomim menfaatlerini savunan, oligarşi bozması D. Peevski’nin 8 (Bulgarca çıkan) gazetesi var. Birçok TV kanalında her sabah burunlarını ve kaş ve kirpiklerinin uzunluğunu gösteren kız ve gelin sunucuların maaşlarını oligarşi ödüyor. Onlar işe başlamadan önce gördükleri kurslarda, “aman okşarken ve kaşırken hiç kimsenin hiçbir yanını kanatmayın” kurallarını öğreniyorlar.


Makale ve Analizler - 2017

49

Bulgaristan Komünist Partisi’nin 1947’de yapılan V. Kongresi 3 gün sürmüştü. Şimdi GERB partisi (partinin demir yumrukta birleşen kadroları) yeni kurultayını 3 - 5 dakikada bitirme kararı almış. 1200 delegeler Boyko Borisov’u partinin yeni Genel Başkanı olarak seçecekler, kahvelerini yudumlayıp birkaç sandviçi çantalarına atıp işi bitirecekler. Program, taktik, strateji görüşülmeyecek. Bir de Sosyalist Parti ile asla iktidar ortaklı kurmayalım Deklarasyonu kabul edildi. Bunlar ana-babaları olan sosyalistlere bir yudum ekmek vermezken, nlaşılan GERB partisi komünistliği sosyalistlerde (BSP) çalmak istiyor, çünkü Sofya’da toplantının yapıldığı “Arena” adlı kapalı spor salonunda BKP - GERB yazısı belirdi. Delegeler arasında dinsiz imansız Türk geçinen ateist Vejdi Raşidov’tan başka “Türk damızlığı” yok. Türklerin ve diğer azınlıkların GERB’e avuç açmamız boş iş. Bulgaristan görmüştü de, bunlar gibi doymak bilmezler sürüsü görmemişti. Olmayan Bulgar demokrasisi çöküyor. Yürütmenin başı olan Başbakan Borisov’un meclis başkanı Glavçev’i istifaya zorlaması buna en yeni örnektir. Yapılan bu yanlışlığı kitaba uydurmaya çalışanlar “halk böyle istedi, görüyorsunuz itiraz eden yok” diyorlar. Yargı tamamen yürütmenin emrinde olduğuna göre, meclisin de emir üzerine iş görmesi, bizde demokrasiden iz bile kalmadığını körlere bile göstermiş oldu. Aralarında güçlü bir dayanışma var. Meclis Başkanlığından çaktırılan Glavçev toplamda GERB Parti yönetimine yuvalandı. Denetim komisyonu başkanı oldu. GERB 4. toplantısında aşırı milliyetçilere büyük ilgi gösterildi. Aşırı milliyetçilerin toplumu paröaladığı, azınlıklara her gün saldırdığından söz bile edilmedi. Borisov aşırı sağcıları arkaladı. Kışa giremeyen bir milyon emekliye devlet bütçesinden 40’ar leva yardım verileceğini duyurarak övündü. Aynı yardımın Yunanistan’da 6 defa daha büyük olduğuna değinmedi. GERB partisi “Avrupa’nın en yoksul insanlarının ülkesiyiz”, Bu memlekette Türkler, Pomaklar, Çingeneler, Ulahlar, Tatarlar yaşıyor, bu insanların haklarını vermeliyiz, demedi. “İnsan hakları ve hukukun üstünlüğü” sözlerini kullanmadı. Kurultaydan anlaşıldığı üzere GERB partisi iktidardan ayağım kayar diye kaygılı. GERB’e karşı Bulgaristan sosyalist partisi tarafından “gensoru hazırlandığı” biliniyor. Bu gensoruya yanıt olarak GERB yönetimi “işlenen ekonomik ve mali suçların miladı olmamalı” dedi ve olayı ulusal toplantıya taşıdı. Daha GERB partisi üyeleri “soya dönüş süreci” yıllarından Türklere, Pomaklara ve diğer azınlıklara yapılan zulme bizzat katıldıkları


50

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

için güncel politik sahneye çıkmaktan korkarken /1994 - 2007/ yılları arasında yapılan özelleştirme talanı suçlularını duruşma salonuna davet etmek istiyor. Fakat Türklerin isimleri değiştirilirken öldürülen 140 kişinin katilerini, 500 bin vatandaşımızı vatandan kovanları, mallarına konanları, 12 bin 500 Müslüman’ı hapseden ve sürgüne gönderenleri tutuklayıp yargı önüne çıkarmaya yanaşmıyor. Üstelik namaz esnasında cami basan ve secdede Müslümanları yaralatan faşistleri, “Ataka” partisi militanlarını savunuyor. Buna paralel olarak Osmanlı devrinden kalan camilerimizi onarmamıza izin vermediği gibi, vakıf mallarımızı da geri vermiyor. Okullarımızı açtırmıyor. Kültürel haklarımızı engelliyor. Bizi yok sayıyor. Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi emekli üyeleri tarafından yazılan ve Bulgaristan’da son dönemde çıkan politik kitaplarda “Devlet” eserinin yazarı, düşünür Platon’dan sık sık söz ediliyor. 1989Ağustosunda, Kuveyt’te, “isim değiştirme, Türklere yapılan zulüm ve Büyük Göç” konularını görüşmek üzere BKP ve Bulgar devleti adına katılan, Kültür Bakanı Georgi Yordanov TC Dışişleri Bakanı Mesut Yılmaz bizim için “onlar İslamlaştırılmış Bulgar” demiş ve hiçbir hakkımızı tanımayı kabul etmemişti. O şimdi, “Samimiyet” başlıklı eserini Sofya kamuoyu önünde tanıttı. Bu kitabın başına Aristotel’den alınmış şu cümle var: “Platon yakın dostumdur, fakat benim için gerçek daha değerlidir.” Yordanov’un gerçekleri, BKP yönetiminin 1962’de Çingeneleri, 1972’de Pomakların ve 1985’te Türklerin isimlerini değiştirip, kimliklerini yok ederek, onları Bulgar halkı içinde eritme ve asimile etme siyasetinin doğruluğudur. Okul kitaplarının doğrulu değerlendirmeler içirdiğini yazan Yordanov, 28 yıl sonra baskı, terör ve zülüm siyasetini destekliyor ve Avrupa’da en hastalıklı, en aç, en yoksul, işsiz ve güçsüz bir halk topluluğu olmamızın nedenini de BKP tarafından yapılan durum değerlendirmelerinin çarptırılmasından kaynaklandığına işaret ediyor. Bu çalışmalarla, emekli maaşları yüksek olanlar 28 yıldan beri yazdıkları kalın kitaplarla, tarihimizin en azılı, en çekili, en baskılı dönemi olan 1970 - 1989 dönemi üzerine Arnavut kaldırımı döşemek ve üstüne de asfalt değil, beton döşemek istiyorlar. Bu konuda onların kafasındaki gerçekte biz “İslamlaştırılmış Bulgarlarız”, 28 yıldan beri çalışmalarında hepimiz anadilimizi unutturulmaya çalışılıyoruz. Onların planlarına göre 2050 yılına kadar Bulgaristan’da Türkçe konuşan genç kalmayacak ve “işte Bulgar milleti bu” diyecekler. Bu konuda bizim fikrimizi almalarına gerek yok. Kendi gelin kendi damat olmaya devam ediyorlar...


Makale ve Analizler - 2017

51

Son günlerde Bulgarların kafası iyice betonlaştı. Ne ileri ne geri bir durum belirdi. Borisov’un son Makedonya ziyareti esnasında birçok papaz el öpmesi halkın dikkatini çekti. 28 yıl öncesine kadar “ateistler” devleti olan Bulgaristan’da papazların devletten aldıkları maaşa karşı birinci ve son vazifesi kiliseye girip çıkanların listesini hazırlayıp gizli polise sunmaktı. Şimdi artık Bulgaristan’da Yüksek Mahkeme yargıçları papaz ayiniyle atanıyor. Bugün Sofya hükümetine sözleşmeli yamak olan sözüm ona “Yurtsever Güçler” grubundan biri olan ve Makedonculuğuyla ün yapan İç Makedon Devrim Örgütü (VMRO) haydutları “din işlerinde ve özellikle de Bulgar kilisenden, Doğu Ortodoksluğunun yavru kilisesi olarak Makedon Ohri Ortodoks Kilisesini bağımsız ve egemen bir kilise olarak tanımasında ısrar ediyor. Başbakan Borisov’ın geçen hafta Makedon - Strumitsa şehrini ziyareti esnasında 3 papazın elini öpmesi ve bir manastır ziyaretinde bulunması dikkati çekti. Sıkça olmak üzere, sözü edilen “Ohri Başpiskoposluğu” ile ilgili basında farklı yorumlar çıktı.15 bin Bulgar askerinin 2 gözünü de çıkaran Bizans İmparatoru II. Vasiliy 1019 ile 1025 yılları arasında 3 imtiyaz name imzalamıştır. Bu şahadetnamelerde Başpiskoposluğun Makedon değil, bir Bulgar Başpiskoposluğu olduğuna işret edilir. Sofya Üniversitesinden Prof. Lüdmil Georgiev’in yaptığı bir açıklamaya göre, şimdi sözde “yurtseverler” ve VMRO’lu “debiller” Sofya Başpiskoposluğuna şiddetli baskıda bulunarak Makedon başpiskoposluğuna “annelik” yapmasını istiyorlar. Profesör Georgiev’e göre, bu eşine rastlanmamış bir “ihanet” olacaktır. Prof. Georgiev, “Makedon ulusunu” ve “Makedon dilini” tanıdıktan sonra “Makedon Ortodoks Kilisesini” de resmen tanıyınca, Komünist Enternasyonal’in Makedonya konusundaki kararlarını 80 yıl sonra da olsa tamamen gerçekleştirmiş olacağız. Bunu yapmak isteyen Amerikalı para babaları ise, Bulgaristan’ı kullanarak Makedonya’yı NATO’ya alarak, Rusya’ya karşı boynunda kayış olan bir köpek gibi havlatmak istiyorlar. Aşsında düne kadar Bulgar “siyasi elit” diye bir şey yoktu. Olup biten ve ayakta olan tarihini Bulgar halkı kiliseye borçludur. Bu konudaki çıtayı önce Makedon kilisesi atlamalıdır. Çünkü onun Bulgar Başpiskoposluğundan “anam olur musun” başvurusunda bulunması gerekiyor ki, bu da zor iş. Avrupa Konseyi’nin gelecek yılın ilk gününden başlayarak Sofya’da toplanması için hazırlık yapılıyor. Kaldırım taşları dizen, dört yanı kamaralarla donatan, eğlence merkezlerini, lokanta ve bistroları türlü yiyecek ve


52

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

içeceklerle dolduran, yeniden donatan ve misafirlerin gözüne gül suyu serperek ülkeyi ve durumu allı pullu göstermeye çalışan Boyko Borisov muhafazakâr-faşist iktidar ortaklığı, ben bunu böyle yaparsam düşmekten kurtulurum havalarında kanat açmış uçuyor. Böyle bir olay Avrupa Konseyi Prag toplantısı esnasında Çek Cumhuriyetinde de yaşanmıştı. Fakat hükümet istifaya zorlandı ve devrildi. Bulgaristan’da olup bitenleri çok yakından izleyerek hepinizi bilgilendirmek görevimizdir. Deliorman’da kar serpiştiriyor. Selam ederim.

Geri Dönmek De Güzel Neriman Eralp Kalyoncuoğlu-26.Kasım.2017 Konu: Dalgaların sesinde Nazım var. Deniz dalgaları ve martıların sesinden doğan senfoniyi kimse notalamamış. Balçık martıları Bakırköy martılarından çok farklı, Çetin kaya caddesindeki balıkçıdan uskumru kafası beklerden çıkardıkları seslerde ne birinci ne de ikinci ses var. Aynı kuyrukta boşa kürek çekiyorlar diyebilirim. Hatta aynı balık kuyruğuna dizilen kediler bile kendi aralarında bir başka konuşuyorlar, uskumru başı senin, lüferinki benim miyavlamalarına kulak versen bayılırsın. Balçık, büyük sevdaların, Prenseslerin, Kralların sahili! Ferdinand Sarayı avlusuna oturup etraftaki taşların sarısını ve yaprakların yeşili paylaşamayan dalgaların sahile koşarken sürat toplamasını, hızlanırken köpürmesini, köpükleri beyazlığını denizde bırakıp yalıyla kucaklaşmasını izlemek var. Nazımın 1957 Temmuzunda Bulgaristan’ı 2. ziyaretinde neden başka bir yeri değil de tam olarak Balçık sayfiyesini seçtiğini anlar gibiyim. Hayatı durmadan kaynayan bir kazan gibi gören büyük ozan, kaynayan denizin hayat tenceresinin kapağını kaldırmaktan başka bir de bu yükseliş ve alçalışın senfonisini martılarla sahile dökülen dalgalardan dinlemek istemiş. Dalgalarla martıları dinlerken ve onları okşayan güneş şualarına sevinirken Beethoven’in violin conçertosu canlanır Nazım’da ve bu ölümsüz eseri


Makale ve Analizler - 2017

53

en güzel seslendiren David Ostrah kemanıyla okşar kulağını. Balçık’tadır Nazım ama Balçıkta değildir ve kalemine uzanır: David Ostrah’a Mektubumdur İstanbul’a gitmişsiniz Konserinizdeymiş, Çok bahtsız bir kadını bahtiyar etmişsiniz. Yahmura uzanan iki yeliş yaprak gibi gözleri Bakmış parmaklarınıza. Mektubunda: “Unuttum hey şeyi” diyor. Kahırlarından başka unutacak şeyi yok. “Ağladım” diyor, ferahladım. Makale ve Analizler - 2017 51 “Dünya” diyor, “güzel”, içim “rahat” Siz kıskandığım biricik insansınız üstat. 1 Temmuz 1957, Balçık. Bu şiirde, martı ve dalgalarda, Beethoven’de ve Ostrah’ın kemanından çok aşk, özlem ve hayata doyumsuzluk var. Denizin öteki kıyıdan getirdiği büyüleyen bir selam. Martının kanadında gelmemiş bu selam, deniz buram buram selam kokuyor. Tuzlanmış balık kokusu gibi net bir koku. Sevda yudumluyor Nazım ve kaleme sarılıyor yine: Mavi Liman Çok yorgunun, beni bekleme kaptan, Seyir defterini başkası yazsın. Çınarlı, kubbeli, mavi bir liman. Beni o limana çıkaramazsın. Balçık. 1 Temmuz 1957 Denize bakarken, dalga köpüklerinin beyazlığı ile Karadeniz maviliği arasında kaç ton olduğunu saymaya çalışan şairin ruhsal derinliğinin en derinlerinden kazınan bu dörtlük öyle sade duygularla yüklü ki, anlamayana anlatmak imkansız. Aniden boşanmış bir yağmurun damlaları kadar temiz ve sanki “bulamazsın, bulamazsın benim gibi seveni, senin için öleni” diyor hiçbir kimseye fark ettirmeden. Yıllar sonra, Yunan adalarında aynı hislere


54

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yenilenbüyük sanatçı Cem Karaca dünya şarkısı yaratıyor bu dörtlükten ve bütün dalgaları ve martıları susturuyor. Büyük Beethoven bile Nazimla Cem sembiyozu olan bu yeni senfoniyi dilemek için mezardan başını kaldırıyor. Büyük şairler aynı zamanda feylesoftur. İndirir bindirir serer kurutur. Nazım hayatı doğada okuyan bir düşünürdü. Aynı dün Balçik Botanik bahçesini geçer. Burada dünyanın dört bir yanından bitkiler getirilmiş ve yan yana dikilerek, sulanıp kazılarak birlikte yaşamalarına özen gösterilmiş. Nazım, yeşillikler ve çiçekler arasında dolaşır, dolaşır da bir türlü huzur bulamaz. Bahçeden çıkar. “Telli turnam selam götür sevgilimin diyarına” geçer gönlünden. Hılar ötesinden Çankırı hapishanesinde Kemal Tarih sazının yanık sesi gelir kulağına... Sevgiye mezar mı kazıldı, geçer dünyasından ve karşı alanda yüz yıllık bir ceviz ağacına yönelir. Koklar ağacı, yapraklarının yeşilini, püskül dökmüş dallarını, okşar pıtrak pıtrak ham meyvelerini ve dünyası yeniden açılır. Yine sarılır kalem kağıda: Ceviz Ağacı Önce “Bu dünyanın direği yok, Merhametin yüreği yok” demek ister kâğıda, durulur ve yapraklardan aldığı ilhamla şöyle der. 52 BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz, Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkında, Budan budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz... Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında. Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkında. Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl. Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril. Koparıver, gözlerinin, gülüm yaşını sil. Yapraklarım ellerimdir, tam yüz bin elim var. Yüzbin elle dokunuyorum sana, İstanbul’a. Yapraklarım gözlerimdir, şaşarak bakarım. Yüzbin gözle seyrederim seni, İstanbul’u. Yüzbin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım. Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkında. Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında. Balçık 1 Temmuz 1957.


Makale ve Analizler - 2017

55

Son dönem Balçık sahiline gitmişseniz dikkatinizi çekmiştir, ceviz ağacı orada. Yapraklarına yalnız güney konuyor. Meyve veriyor ve kızlar yapraklarını kaynatıp kına yakıyor. Biraz ilerde toprak, yalı ve deniz! Yalı toprakla denizin buluştuğu yer, kah taşlı, yosunlu, kah çukurlu, taşlı. Altın gibi şakıyan sarı kumlu herleri de var. Dalgalar hep karşı sarı kayalara gidip onlarla sevişmek istiyor. Çünkü yosunlarda ve kumsalda iz bırakamıyorlar. Kayayı oyabilirsin. Sevda burgu gibidir yonar sevgilinin yüreğini. Ayrılık gibi, sıla hasreti gibi... Öyle yaralar açar ki insanda hiçbir şeyle doldurulamaz ve onarılamaz. Nazım’ın yüreğini erittiği gibi... Gelin bir sonraki defa Balçık’a beraber gidelim. Nazım kokusu yaşıyor. Martılarla dalgalar da orada, kumsal ile yosunlar kış aylarında donuyor. Gevrektir bizim sahilin buzu, üzerine basınca kırılıyor. Tabiatın bin bir haline küsmeyense martılar, deniz, dalgalar, ceviz ağacı ve Nazım. Biz hepsini seviyoruz...

Toleranslı Olmayanlar Kazanır Rafet Ulutürk-26.Kasım.2017 Konu: Toplumsal dönüşümlere yol açmak ödevimizdir. İradesini dayatan dik kafalı bilinçli azınlıktır. Biz Bulgaristanlı Türkler kendi ülkemizde bir azınlık’ız. 1878 yılında yapılan nüfus sayımına göre, yaşadığımız Bulgar Prensliğinde nüfus olarak çoğunlukmuşuz. Nüfusun % 52’si Müslüman Türk’müş. Ne ki göçe zorlandıkça gitgide azalmışız. Bizi topraklarımızdan kovan Bulgarlar azınlıkmış, fakat kaba, merhametsiz, toleranssız davranarak, zorbalık kullanarak üstün gelmişler. Türklere karşı dış devletlerden destek alarak baskılarını sürdürmüşler ve sonunda bugünkü dışlanmış, kıyına uğratılmış, bugün boynu bükük duruma düştük. Bu böylemidir. Bulgaristan Türkleri durumu kabullenmemiştir. Amansız davranmayı seçmiş, örgütlenmiş, 1989 Mayısında ayaklanmış, güçlerini ve iradesini takviye etmek ve bilemek için göç ederek mücadelesini sürdürmüştür. Bu anlamda her yenilgi yok olmak değildir. Sabırlı olmak şahlanmanın şartıdır. Doğu Rumeli ahalisi de Sliven, Kazanlık, Karlovo, Filibe, Tatar Pazarcık Avrat Pazarı, Otu Bol ve daha birçok yerleşim merkezlerinde durum aynıydı. 1876 Nisanı’nda ayaklanan Bulgarlar bir avuçtu. İngiliz ve Rus parasıyla silahlanmışlardı. Bir avuç çeteci militan tarafından kışkırtılmış köylüler


56

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yalana inanıp hayali beklentiler içinde evlerini yakmışlardı. Bu ayaklanma, İngilizler tarafından Osmanlı Sultanı Abdülaziz’i öldürmeye vesile yaratmak için düşünülmüştü. Rus İmparatoru II. Alekandır ise bir bütün olan Osmanlının azınlıklar ve milliyetler mermerini çatlatmak ve Balkanlardan bir parçaya basmak istiyordu. Peterburg ve Viyana arasında imzalanan gizli sözleşmelerde Avusturya - Macaristan imparatorluğunun da Batı Balkanlara basıp yerleşmek ve Müslümanları topraklarından kovmak istediğini görüyoruz. Yani Rusya ve Avusturya imparatorlukları Balkanlara kendi yayılmacı iradelerini dayatma işinde saldırganlaşmış, Bulgar ve Sırp azınlıkları emellerine alet ederek, azınlıkların bağımsızlık ve egemenlik istekleri ardına gizlenerek, kanlı savaşlar yürüttüler. Balkan topraklarını Müslümanlardan arıtma siyasetini baskı, terör ve zülüm ederek bir asır sürdürdüler. Bu olaylar, azınlığın çoğunluğa kendi iradesini kabul ettirmesi açısından doğal bir örnek olmayıp bu işin zorbalıkla olduğuna kanıttır. Bu iki örnek, 20. yüzyılda topraklarımızda uygulanan baskın siyasetleri doğrular. Yakın geçmişimizde bir avuç çapulcu, hırsız, bozguncu, komita ve kışkırtıcının iradesini dayatması dış dev güçlerin gözü kara başlattıkları savaşlar akla gelir. Geçen yüzyıl en fazla savaş yürütülen savaş parçası Balkanlar oldu. Osmanlıya düşman olan Rusya, İngiltere ve Almanya vb devletlerden yardım alarak başkaldırıp hortlayan Bulgar haydutluğu koskoca bir dünya imparatorluğundan parça koparıp bağımsız ve egemen bir devlet ilan edemezdi, fakat dış güçlerin kanadı altına girerek, devlet kurdu ve bir asırda topraklarını 3 kat büyüttü. Fakat şimdi durum değişti. Bulgaristan nüfus bileşimi değişti. Azınlıkların varlığını tanımak istemeyen, haklarını tanımaya yanaşmayan Bulgar devleti ve ulusu, bugün kendini yeniden üretemeyen, her konuda her şeyi yine dış devletlerden bekler duruma geldi. Topraklarımıza amerikan üsleri konuşlandırarak, NATO gölgesinde güvenlik arayarak, Avrupa Birliği fonlarıyla tencere kaynatmayı seçerek “bağımsız ve egemen devlet” formülüyle varlığını sürdürmeye çalışıyor. Bir avuç zenginin, birkaç gruptan oluşan oligarşinin sefa sürmesi, zenginlik içinde yaşaması, açlıktan midesi beline yapışanların, cebinde beş kuruşu olmayanları, selillik çizgisi altında kıvranan kitleyi, % 45’i bulan kör cahiliği daha fazla ayakta tutabilecek mi dersiniz. Bulgaristan’da yaşayan nüfusun % 62’si bugüne kadar AVM’ye (Moll, Bila, Kaufland, Bauhaus, Exspres Market, T-Market) gibi satış merkezlerine ayak basmamış, bunlardan alış veriş yapmamıştır. Aynı nüfus kredi kartı kullanmayı bilmiyor. Sonuç: Geçen yüz yıl Bulgar komünistlerinin halka zorla dayatmaya çalıştığı Rus kültürü ve yaşam tarzının tut-


Makale ve Analizler - 2017

57

madığı ret edildiği gibi bugünkü sahte modern ite de yerleşemiyor. Sanki bizde turistler için suni bir yaşamtarzı yaratılıp geniş kitlelere de dayatılmaya çalışılır. Halk bunu kabul etmediğinde dolayı ise amansız ve çok keskin çelişkiler içinde yaşamak zorundayız. Bu çelişmilerin başında, gitgide toplumu yönetmeye talep olan ve yüz yılda pili biten Bulgar ulusu ile ülkede yaşayan etnik azınlık toplulukları arasındaki çelişkidir. Biz azınlığın çoğunluğa iradesini dayatmasını bu açıdan analiz etmek istiyoruz. Dizi yazımızın kırmızıçizgisi bu olacaktır. Daha ilk anda, 21 Kasım 2017 sabahı Bulgar NOVA TV programlarından ana fikrim olan azınlığın çoğunluğa iradesini kabul ettirmesi konusunda bir örneği hemen paylaşmak istiyorum. Veliko Tırnova eyaleti “Byala” şehrinde 790 öğrencili bir terzi, şoför ve aşçı meslek lisesi var. 2016’da bu okulu sadece 3 öğrenci bitirmiş. Eğirim Öğretim ve Teknoloji Bakanlığı bu okulda eğitim alan her öğrenci için lise bütçesine farklı meslekler için 2 binden - 2 bin 800 levaya kadar para gönderiyor. Muhabir öğrenciler için de kişi başı 1000 leva ödeniyor. Yani okula milyonlar akıyor. Öğrenciler okula asla uğramıyor. Yerinde yapılan röportajlar hiç birinde kitap defter olmadığını ve okula uğramadıklarını kanıtlıyor. Öğretmenler protokolleri dolduruyor, okula uğramayan öğrenciler adına imzalıyor. Evrak üzerinde eksik, yanlış, düzeltilmiş uygulama yok. Okul İsviçre saati gbi tıkır tıkır çalışıyor, “kadro yetiştiriyor”. Eğitim, öğretim ve pratik uygulama dersleri için paralar alınıyor. Öğretmenlerden şikayet yok. Kağıt üzerinde aşçılar İngilizce ve Rusça biliyor, şöförler otobüs bile sürebiliyor, terziler defile düzenliyor, farklı modeller üretiyor. Demek istediğimiz şudur. “Byala” kenti, Bulgaristan içinde 1 kent. Öğrenciler Romen ve Bulgarca eğitimi kabul etmiyorlar. Bu boykot ülkeye yayılıyor. Azınlığın protestocu iradesi çoğunluğun devlet siyasetini toslatmış, kabul etmiyor, seyirci kalıyor ve alay ediyor. Komşu köylerden “Herakovo”ya uğruyoruz. Orada da büyük bir okul! 15 Eylül 2017’den beri hiçbir öğrenci derse girmemiş. Sayıları 259. Öğretmenler kendi kendilerine gelin güvey oluyorlar. Yani Bulgar eğitim sistemini kabul etmeyen azınlık artık iradesini dayatmış ve Bulgar öğretmenlere sahte rapor düzenlemeyi kabul ettirmişler ve resmi rakamlara göre nüfusun % 45’i okuryazar değil. Fakat diplomalı, karneli, bazı derslerden takıntılı olsalar da, evrak üzerinde son sınıfa kadar yükseliyorlar, varmış,


58

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

varacaklar. Sahte sistem onları lise son sınıfa kadar taşıyor. Taşımazsa iflas edip çökecek. Çökmeyi kabul etmiyor. “Byala” kenti meslek okulunun 3 otobüsü var. Her gün boş gidip geliyorlar, sözde öğrencileri okula getiriyor ve dersler bitince de mahalle ve köylerine kadar götürüyorlar. Tatil günleri geziye gidiyorlar. Tratroya gitmişler, konser izlemişler. Bu okul evrak üzerinde en iyi okullardan biridir. Bu gerçek çok kötü. Olumsuzun olumsuzu bir örnek ama sarı ot, ayrık, eşek dikenleri gibi memleketimizi sarmış ve azınlıklarla ilgili eğitim ve öğretim siyasetini felce uğratmış. Tek devlet, tek ulus, tek dil Bulgarca deyen Bulgar ulusunun liderleri bu gerçeği görmek, kabul edip değiştirmek istemedikçe, Bulgar devleti anaya ve yasa değişikliği ile tek dilli ve tek uluslu devletten çok azınlıklı, çok dilli, çok dinli ve çok kültürlü halk topluluklarından oluşan bir toplum düzenini yasallandırmadıkça toplum çöküyor, devlet uçuruma gidiyor... Şu anlattığım azınlığın çoğunluk ve devlet iradesini nasıl sırt üstü getirdiğine taze bir örnektir. Bu örnekler çoktur, hepsi nefes alıyor, güçleniyor, nefret topluyor ve patlamaya hazırlanıyor.İşte bu örnekte, biz, Romenlerin ısrarlı toleranssızlığını, bilinçli hareketini ve eylem halinde olduklarını görebiliyoruz. Burada çoğunluk devletin körü körüne dayatmaya çalıştığı siyasettir. Onlar Romanya’da Çingene Üniversitesi oldukça gürültüsüz isyanlarını, devlet siyasetine karşı toleranssız, umursamaz, alıp vermez ve kabul etmez tutum içinde olduklarını ortaya koyuyorlar. Onlar aktifleşmiş durumdadır. Yazımın başında anlattığım iki örneğe burada iki cümle ilave etmek istiyorum. 1876 yılından önce haydarların dağda bayırda kılıç sallamaya başladığı devirde, Osmanlı devleti “gidin şunların hesabını görün” deyip başıbozukları Rumeli’ye gönderdiğinde. Örneğin Başıbozuk başı bir Türk Mahallesi’ne gelip, cami encümenliğini toplayıp, “gösterin şu komitaların evlerini yakalım” dediğinde, bizimkiler “aman siz İvan’a dokunmayın, iyi oğlandır, Balkan doruğuna dana çıkardık, onlara göz kulak oluyor”, “ Hristoya da rahatsız etmeyin”, “Beş Bunarda bağlarımıza, kiraz ve elmalarımıza” bekçilik yapıyor. Biz Bulgaristan Türklerinin konuşma ve ev dilinde neden “komita”, “haydut başı” gibi sözler neden yok hiç düşündünüz mü? Çünkü biz onlara hep “momçe”, ötekine “tavukçu” daha ötekine “çiftçi”, şu da “kavak budayan, pelin toplayan” demişiz, savunmalarını yapmışız. Bacayı saran ateşi görememişiz. Hiç birisinin kılına dokunulmasına müsaade etmemişler. Bulgarın “Türkten hain çıkmaz” sözü bu gerçeğe da-


Makale ve Analizler - 2017

59

yanır, biz onları devlete ihbar edecek zahmete bile katlanmamışız. Olay budur ve bugün Ahmet Doğan haini fesimize püskül olunca, Bulgar hemen “o bir şopar”, “o bir Kırım Tatarı” ve daha neler neler dedi. Neden birlik olup da onunla hesaplaşmamızı önlemek için tabii. Çünkü Doğan ajanını Bulgar devleti kendisi eğitmişti. Yine aynı nedenle Mestan ile Dalın dosyalarını sakladılar. Çünkü Türkün gazabını bilir onlar... Sonunda, bir onu gizler, bunu saklar, daha ötekini de görmezden gelirken çökmüşüz. Çoğunluktan azınlık olmuşuz. Aynı formül ve aynı hesaplarla, aslında tek kişi olan “hain Ahmet” bir buçuk milyonluk Türk milleti başına Sultan kesilmedi mi, “liderimiz” demedik mi? Yani oyuna getirildik. Kabul etmezsek, içine düştüğümüz kuyudan çıkamayız. Haydut komitacılar çoğldı, cezalandırılmadan kalabalaştılar, tam bugünkü katiller gibi. Aralarından cezalandırılan var mı. Hayır yok. Avrupa Birliği “birkaçını olsun içeri atın diyor”. Hepsi birden ayaklanıyorlar ve “biz egemen ve bağımsız bir devletiz, siz bizim İçişlerimize karışamazsınız” diyorlar. Veset, böylece 1000 - 2000 kişi olan suçlu katiller hemen bütün halk oluyveriyor, hatta biz de onları savunanların saflarına geçmiş oluyoruz. Perde indirildiğinde gördüğümüz gerçek budur. Bizden de bir örnek. Şimdi bi ana konumuz, “ana dilimizi okuyamıyoruz”, “dilsiz kaldık, cahil kaldık”, “önümüz karanlık” dedikçe ana babalar susuyorlar. 1994’te 95 bin Tük öğrenci Bulgaristan’daTürkçe dersine girmişti, 2017’de bu rakam 7 bindir. Giderek azalıyor ve sıfıra doğru gidiyor. Sıfırlandığı an Bulgar Eğitim ve Öğretim Bakanlığı’nın “Tükçe dersleri için bütçe ödeneklerini kesip” Bulgaristan’da Türkçe derslerini kaldırdık, artık Türkçe’yi okumak isteyen vatandaş yok, dediği an, sözüm ona “Yurtsever” faşistler, “biz size demedik mi” dediğinde, Prof. Dr. Bojidar Dimitrov gibi yeminli Türk düşmanları “Ben size demedim mi, bizimkiler Türk değil, Türk olsalar Türkçe okumaktan gönüllü vaz geçmezlerdi” diye yaygara koparacaklardır. Biz uyudukça zaman tuneli bizi bu çukura taşıyor. Burada etnik (soy) bilincimizin kuruduğuna, eylemci ruhumuzu söndürdüğümüze tanık oluyoruz. Bu çok ciddi bir konudur. 1878’den beri devam eden ve kızıştıkça kızışan bir mücadele alanıdır. Kimlik mücadelesidir. *** Azınlığın çoğunluk karşısında üstün geldiği örnekler değişik ve çoktur. İradesiz kalmış, bilinci sönmüş azınlığın eridiğini gösteren örnekler de bol-


60

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

dur ve her biri bir ibret dersi olmalıdır. Bizim mücadelemizin kitabı yoktur. Ders aldığımız kaynak çekilerimizdir. Nitekim azınlığın haklı direnişlerinde geçerli öz kuralları var. Bu kurallar onun yaşamını belirleyendir olmalıdır. Başkasının gösterdiği yoldan yürürsek çıkmazda durmak zorunda kalırız. Balkanlarda haklarını alamamış tek azınlık biz kaldık. Arnavutluk 50 bin Bulgara azınlık hakları tanıdı. Bulgar doktorlar Sırbistan’a gidip Bulgarlara sağlık hizmeti veriyor. Bulgar eğitim Bakanlığı Türkçe ders kitaplarını yenilemek için 1997’den beri 5 leva ayırmasa da, dünya ülkelerinde 150 Bulgar okulu, kültür evi, kütüphanesi kurdu, din ve dil kursu açtı... Zaman ayırıp, işimizi gücümüzü bırakıp bu konuyu şimdiye kadar nı araştırma ve incelemeleri defalarca yapmak zorundaydık, ama yapmadık. Bir toplumun normal yani aksamadan, bunalmadan, deprem yaşamadan var olabilmesi için, onun bir avuç hoşgörüsüz, toleranslı olmayan, bir makam, beş on leva karşılığı hiçbir konuda müsamaha göstermeyen, hazırdan beklemeyen kardeşlerimize ihtiyacımız var. Onlar ve biz hepimiz soy köklerimizi iyi bilmeliyiz. Ecdadımızın ruhunu ayakta tutmalıyız. Etnik kimliğimizi, Büyük Türk ulusal kimliğinden parça olduğumuzu unutmamalıyız. Ulusal mensubiyeti konusunda bilinçli olan ve çok etkin, çalışkan, özverili kişilere, kadrolara, gençlere ihtiyaç vardır. Toleranslı olmayan, soyunu sofunu bilen ve bilinçli hareket eden, eylem halinde olan azınlıklar çoğunlu her zaman çoğunluğu geriletmiş ve yenmiştir. Paylaşınız lütfen. Okuduğunuz için teşekkür ederim..

Gelecek Bizim İçin Geliyor Dr. Nedim Birinci-23.Kasım.2017 Konu: Sonu yakındır. İpler koptu kopacak Azınlık topluluğunun çoğunluk üzerinde egemen olabilmesi için, aydınlar ordusu kurmasına gerek yoktur, deyen arkadaş larım haklıdır. Büyük Fransız Devrimi 10 - 15 kişinin aklı ve cesaretiyle yapılmıştır. İkinci Dünya Savaşı’nda taş üstüne taş kalmayan Almanya’yı Adanauer ayağa kaldırmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Büyük Mustafa Kemalin eseridir. Büyük Türkiye atılımını Sayın Recep Tayyip Erdoğn başlatmıştır. Tarihte 3 - 5 cesur


Makale ve Analizler - 2017

61

ve sözünün eri erkek, ulusal bilinç düzeyi yüksek ve aydın, eylem halinde olan kişi, bu işe yeter de artar. Benzer durumları Bulgaristan’da bugün de bekliyoruz. Bulgar toplumu kendi gerçek liderini yetiştiremiyor. Toplumda bir durgunluk bir yorgunluk, bir çökmüşlük var. Kısır bir kavga ve kapışmadır gidiyor, fakat bu didişme toplumun ana ve temel çelişkisi olmaktan uzak. Toplum yeni fıkra bile üretmez oldu. Yerinde saymaktan yorgun. Todor Jickov bir zamanlar, Pravets kentinde yarı iletken fabrikası açılış töreninde yaptığı konuşmada, “Bu yıl yarı iletken gelecek sene bütün iletken” demişti ve toplum kendisiyle yıllar yılı alay ederken, bu adam “anadan doğma geri zekâlı” diyordu. Sofya’da bir kazı başlasa, “Todor Jivkov’un diplomasını arıyorlar” diyerek devlet başkanının öğrenim görmemiş biri olduğuna işaret ediliyordu. Bugün toplum, biz “% 80’ni debiliz” yoksa “% 100 mü” tartışması almış yürümüş. Ekim 2017’nin ilk haftasında “24 saat” günlük gazetesinin siparişi üzere “Trendi” ajansı tarafından yapılan siyasi ankette, % 4 çıtasını aşamayan “Volya” İrade partisi lideri, akaryakıt kaçakçısı Mareşki, “Bulgar toplumu % 80 güçsüz (debil)” diyen Prof. İvo Hristov meclisi terk edene kadar 12 milletvekili ile parlamentodan çıktı. Geri dönmeyecekmiş. Böylece Bulgar parlamentosu da söküldü ve milletvekili sayısı 240’tan 218’e düştü. Olağanüstü ilginç bir dönemeçteyiz. Siyaset uzmanlarından Prof. Mariy Pirgova, Bulgaristan’da son dönem gelişmelerini yorumlarken, “Borisov yönetiminin miadını doldurduğunu, kapasitesiz olduğunu” söyledi. Buna karşın, “Trendi” anketinde GERB partisi % 21,2 oranını korudu, sözde “yurtsever” faşistler ise, oy oranı olarak % 9’dan % 5,47’ye gerileyerek, dördüncü parti oldular ve % 6,3 oy oranını pekiştiren Hak ve Özgürlükler Partisinin arkasına sıralandılar. 2018 baharından yeni bir seçimin gündeme geldiği şu günlerde yapılan bu anket, “DOST” partisini meclis dışı tutmaya devam etti. İktidar ortaklığına tırmanalı söylevleri biraz değişen “faşizan” üçlüyü de sağ merkezin ucuna doğru geri adım attılar. 2014 2016 “Reformcu Blok” beşlisinden olan ve oy kitlesi üzerine “Yeni Cumhuriyet”, “Bulgaristan Evet” gibi bayraklar diken siyasi güçler de dağınıklığını koruyor ve çıtayı aşamıyor. Yeni durumda, HÖH Başkanı Mustafa Karadayı, “2018 yılında hiçbir konuda reform yapılması öngörülmüyor”, biz BSP tarafından sunulacak “genso-


62

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ruyu destekleyeceğiz” derken, parti yönetiminden olan ve Ahmet Doğan’a yakınlığıyla bilinen milletvekili Nikolay Tsonev ise şöyle konuştu: “Ataka”, “Yurtsever Cephe” ve “VMRO” gibi aşırı sağcılar başbakan yardımcıları, bakan ve bakan yardımcılarıyla hükümetten uzaklaştırılırsa, “gensoruya” oy vermeyiz diyor. HÖH partisinde yeni bir çatal başlık mı belirdi sorusunu soranlar, çok uğursuz bir kişi olduğu bilinen Aziz Pabuşçu’nun “Bulgaristan’a girme yasağını delerek” yeni bir misyonla Bulgaristan’a girdiğine ve DPS Merkez Yönetim Binasına girdiğine içerde görüştüklerine bazı işler için “para teklif ettiği” basına düştü. Sofya Parlamentosu Başkan yardımcısı HÖH partisi yönetiminden Dr. Nigar Cafer, “Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) tarafından hazırlanmakta olan “gensoru” Hak ve Özgürlükler Hareketi meclis grubu tarafından desteklenecektir.” Derken, “sağlık” ve “güvenlik” sektörleri gensoru için el atıyor açıklamasında bulundu. Son günlerde aktifleşen milletvekili Hamid Hamid iese, sözde “Yurtsever Cephe” hükümet ortaklığından çekilirse, “gensoruyu” desteklemeye biliriz şeklinde konuştu. Bu denli bileşik bir ortamda, 2015 sonunda HÖH partisini parçalamayı başaran, Pabuşçu’nun rolünün Bulgar milliyetçileri tarafından bu defa da “Bulgaristan’ın İçişlerine karışıyor” şeklinde yorumlanmayışı ise, herkesi şaşırttı. Sırtlarındaki çile yükü artan insanlarımız, bizi parça parça edip itlerinin önüne atan Pacuşçu gibi Türklük düşmanlarından uzak duralım kardeşler, çağrısında bulunuldu. Biz bu karışık ortam da azınlık öncülerinin artan rolünü görebiliyoruz. Birkaç defa yazılarımızda “devlet çöküyor”, “devlet soyuluyor”, “iktidar çatladı”, “iktidar çökmüyor” dedik ve hayat haklı olduğumuzu her geçen günle yeniden kanıtlıyor. Ve Bulgar devleti bu gidişle yalnızca ülkede Bulgar nüfus azalsa azaya dibe vuracak savındaki parlak gerçekle çöktüğünü haber vermekle kalmıyor. Bu sabah gelen haberlere göre Egeden esen Lodos rüzgârına dayanamaya Türkiye Bulgaristan tel örgülü sınır duvarı çökmüş. Devlet içinden yendiği için çöküyor. Sınır 2 kat olsun dediler, aynı paraya bir kat çektiler, direkler kalın olsun, derin gömülsün, dipleri beton lansın dediler, ince dikildi, “beton bulunamadı” ama 168 milyon Euro ceplendi. Tel örgü altından delikli yapıldı, içine gizli kaçakçılık kapıları bırakıldı, basamak dayanıp atlanacak yerler işaretlendi vs. Bunun adı “çürük iştir.” Yani her işimizde


Makale ve Analizler - 2017

63

hırsızlık olduğu için “her işimiz çürüktür” ve çökeceği tarih yakındır. Bugün rüzgârdan, yarın doludan, sonra kardan kıştan gidiyoruz işte... İngiliz BBC radyosu Ağustos ayının ikisinde Bulgar-Türkiye sınırından bir canlı yayın yaptı. “sınır serbestçe geçilebiliyor, çünkü delik deşik” dedi. Röportajda, her gün 20 - 30 kaçakçının sınırı geçtiği, bunların sınır bekçileri tarafından tutuklanmadığı, hatta karşılandığı ve özel araçlarla Sırbistan sınırına nakledildiği ve bu işin para için yapıldığı ve bu kaçakçılıktan payını alanlar var, dendi. Türkiye Cumhuriyeti’nin Bulgaristan’ın komşusu olması büyük bir şans. Türkiye kaçakları tutmasa şimdiye kadar ülke çöker, Avrupa da sığınmacıya boğulurdu. Bazen düşünüyorum da Soroslar, FETO - hain takımı ve finans sermayenin diğer paşa temsilcileri, Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a ve Türkiye’mize neden kızmışlar, neden “Gezi” olayları, “15 Temmuz darbe denemeleri” düzenliyorlar? Çünkü onların planlarında “Avrupa’yı ezip geçmek var.” Avrupa kıtasını Afrika ve Ortadoğu, Afganistan, Pakistan, Hindistan kaçak, sığınmacı, mülteci dalgasıyla boğmak var. Sayın Erdoğan bu dalgayı durduruyor. Bu işte kazanç görenler parası ödenmiş duvarı doğru dürüst çekmediler, aman gelsinler, geçsinler de tuzaklarımıza düşsünler ve paracıklarını alalım diye düşündüler ve düşünüyorlar. Halk bunu görüyor. Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov Sofya meclisi kürsüsünden “şu sandalyelerde oturanlar arasında uyuşturucu kaçakçıları var” dedi. Meclis kaynadı ve sonunda Meclis Başkanı Glavçev “şapkasını alıp” başkanlıktan çekilmek zorunda kaldı. Yeni “kurbanklar” da düşecek. Bulgaristan’ın en büyük dolandırıcılarının Başbakan Yardımcısı, bakan ve bakan yardımcısı olamayacağını herkes anlamaya başladı. Son yıllarda Bulgaristan’da bölünmüşana yollar yapıldı. Yapıldı da kazalar arttı, ölü ve yaralıların sayısı tırmandı. Bu işten anlayanlar “yollar ucuza mal olsun diyenler mühendis hatalarını düzeltmemişler” diyor. Hatali yollar olacağına olmasın! Kaliteli iş yapamayan bir iktidar, Bayandırık ve Ulaştorma Bakanlıkları, Karayolları ve tüm diğer kurumlarıyla birlikte çökmüş demektir. Son beş yılda ülkemizde 15 baraj patladı, köyler kasabalar su altında kaldı birinci kat mutfaklarında başıklar tavaya kendileri girdi. Halen ülkemizde 465 baraj varmış ve bunların 186’sı arızalıymış. Bu işler artık seri arızalı olmaya başladı birisi patlıyor ve ardından 5 - 6’sı birden taşıyor, akıveriyor, etraf göz - deniz oluyor. Bu “mühendis hatalarından” kazanan, “Leylek Yuvası” barajı inişaasından bir milyar 250 milyon Euro komisyon alan “diplomasız mühendis” Ahmet


64

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Doğan” gibi saray bekçileridir. Başlayan devletsel, kurumsal ve maneviyat çöküşüdür ve önü alınıp, durdurulamaz boyutlara ulaşmıştır. Siyasi sistemin baştanbaşa değişmesi, kökten yenilenmesi, yalan defterlerinin dürülmesi ve halk adına yemin edilip yeni baştan kollarımızı sıvama zamanıdır. Meclisin kapanması, milletvekillerine devlet işinde çalışma yasağı getirilmesi, parti liderlerinin de siyasetten uzaklaştırılması ve işlerin yeni kuşağa devredilmesi devri kapımızdadır. Bunu yapmazsak topluca tahtalıköyü boylayabiliriz. Bulgaristanın siyasi sistemini değiştirmesi ve belki de T.C. örneği Başkanlık sistemini seçmesi isabetli olur. Hayat bize, neyin nasıl yapılması gerektiğini kendisi gösteriyor. Bosna’da 9 bin Müslüman erkeğe kıyan Radko Miladiç Lahey’de (Haga) müebbet hapis cezası aldı. Tarihe “Müslüman erkekleri katleden adam” olarak geçen bu “Bosna Kasabı” kaçtı, saklandı, izini kaybettirmeye çalıştı, ama sonunda yakalandı ve cezasını aldı. Bu katiller “Balkanlarda Müslümanları katletme” yemini içmişlerdi. Bulgaristan’da yapılan Müslüman Türk, Pomak, Çingene, Tatar katliamlarında da çok kurban verdik. 20. yüzyıl bizim için tarihimizin karanlık asrıdır. Bugün “sarayda” lokması ağzına verilen Ahmet Doğan, sözde bizim adımıza “yanlış beyanlar vererek, sahte deklarasyonlar imzalayarak” suçluları aklamaya, katillere yaşama hakkı tanımaya çalışırken, gözyaşı dinmeyen anaları görmedi, ezilen halk topluluklarını daha da ezenlerin yanında yer aldı, tuzaklar durdu ve hala sinsi planlarını uygulamaya devam ediyor. Bu oyunlar bitecektir. Katillerin katil olduğu, hainlerin hainliği, ajanların ajanlığı yüzüne yapıştırılacaktır. Zaman mazlumlar için çalışıyor. Okuduğunuz için teşekkür ederiz.

Sosyoloji Aynası Raziye ÇAKIR-26.Kasım.2017 Konu: Bulgarlar yaklaşan kıştan korktu, hareketlenmek istemiyor. Bulgaristan’da bunalmış ve güçsüz bir toplumda yaşıyoruz. 1989 öncesi tek elden yönetilen, baskı uygulayan diktatör Jivkov’a özlem ateşlenmeye başladı. Seçmenin ancak % 17’si yeni seçim istiyor. % 60’ı seçimle bir şeyin değişmeyeceğine inanıyor. Başbakan Borisov, belki de Anayasayı ve içindeki erk ayrımını, yürütmenin yasama işlerine karışma hakkı olmadı-


Makale ve Analizler - 2017

65

ğını, Başsavcı ile anlaşarak istediği baskıyı uygulama hakkı da olmadığını işitmek istemiyor. 28 yıldan beri izlenen siyasetin nüfusun % 45’ini cahil; % 70’ini okuduğunu anlayamayan, anlasa da uygulayamayan ve % 80’inin güçsüz (debil) durumda getirilmiş olmasının resmen açıklanması toplumda şok yarattı. Bu ancak planlı - programlı bir uygulama sonucu elde edilebilmiştir. Bulgaristan’a son gittiğimde kahvelerde gazete okuyan kimse görmedim. Kitap satan tezgâhlar azalmış. Kitapların baskı sayısı (tirajı) düşmüş. İlgisizlik almış yürümüş. İnsanların gözleri aç, okumak öğrenmek istiyor, olanak yok. Toplumda büyük bir korku var. Bu korkunun kaynağı iktidarın halkın üzerine çullanmış olmasından geliyor. “Fakti.bg” haber yayını Bulgaristan’ın nasıl yönetildiğine ilişkin bir yorum yayınladı. GERB parti yönetiminin son oturumunda Başbakan Boyko Borisov, “Ben başla (Başsavcı) ile anlaştım, şu listedeki kişilerin hesabı görülsün” demiş. Listede, istenmeyen gazetecilerin, sivil toplum örgütü başkanlarının, şirketler vb. sıralanmış. Hükümeti eleştiren yayınların yok edilmesi için gösterilen süre 2018’yılının Ocak ayı sonudur. Bu emre göre, isimleri geçen kişiler önce, engellenecek, hırpalanacak, sıkıştırılacak, istifa etmeye zorlanacak, gönüllü istifa etmedikleri halde, kirletilecek, üzerlerine çamur atılacak, rezil edilecekler ve sonunda “fiziksel” darbe de alabilirler. Bu kişiler ve işleri denetim altına alınacak, uydurma nedenlerle haklarında dava açılacak, yargılanacaklar, kurumsal baskı altına alınacaklar. Son aylardaki gelişmeler, birçok gazetecinin sokağa atılması, yükselen seslerin, adalet, hukukun üstünlüğünü, hak ve özgürlük arayanların, azınlıkların kolektif haklarının tanınmasını isteyenlerin hor görülmesi çarpıcı örnekler veriyor. 1994 yılında 115 bin Türk öğrenci Türk dili derslerine giriyordu. Türkçe öğretmenleri ordusu vardı. Aydınlar ordumuz sıra düşmüştü. Şimdi bu çocuklara ne oldu? Sayıları neden ancak 7 bin kaldı. Ana - babalar neden susturuluyor? 1997’den beri Türkçe ders kitabı bastırılmıyor. Anadilini öğrenmek isteyen evlatlarımız 10 yıllık kitaplarla derse giriyor. Elektronik haber kaynakları, 2017 yılının sonuna kadar, yani önümüzdeki 30 - 40 günde “hükümetin dümen suyunda gitmeyenlere karşı baskıların artacağına” uyarıda bulunuyorlar. Bu gelişmeler ülkemizi idare eden mafyanın geleceğini karanlık görmesinden kaynaklanırken, korku makinesini


66

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

çalıştırmakla ömrünü uzatmaya çalıştığına yeni bir kanıttır. Mafya, Avrupa Birliğinden gelecek olan yeni karşılıksız paraları ve yatırımları başkasına kaptırmak istemiyor. Somut örneklemek gerekirse, “Bivol”un kapatılması, Profesör Vesislav Minekov’un, gazeticilerden Lüba Kuleziç, Manol Glişev, insan hakları savunucusu avukat Nikolay Hacıcıgeov ve başka şahısların susturulması istenmiştir. 2017 yılının 25 Mart günü, yani erken genel seçimlerden tam 1 gün önce, “Frans Pres” ajansı “Bulgaristan rüşvetle başa edecek durumda değildir” haberini yaymıştı. Tam yedi ay sonra Sofya meclinde “Bulgar halkının % 80’i güçsüz /debildir/ dendiğinde, Fransız ajansının haberi doğrulandı.” Ajans Bulgar halkı hakkında “küreksiz bir kayıkta” demişti. Avrupa Birliği’nin “en geri kalmış” ve en “yoksul” ülkesi olarak nitelendirilen Bulgaristan’da “Yüksek Yargı Organları rüşvetle mücadele konusunda kötümserdir” Saptaması yapılmıştı. Meclise giren 5 siyasi partiden hiç birinin seçim programlarında “rüşvetle, dalaverecilikle, yalancılıkla, dolandırıcılıkla, kandıranlarla vb” mücadele maddesi yoktur. Geçen hafta, meclis kürsüsüne çıkan Başbakan Borisov, Martta yapılan erken seçimlerde oy almak için hapishanelerde gardiyanlara para dağıtıldığını söyledi, fakat arkasını getirmedi. Rüşvetçilerin üzerine gidilmesi için “Bulgar bağımsız savcılığı” ve “Rüşvetle Mücadele Komisyonu” oluşturulması gerekiyor. Bunların ikisi de kurulamıyor. Devlet yönetimi başkanı kimin seçeceği ya da atayacağı konusunda anlaşamazken, sözde hazırlanmakta olan “Yargı Reformu” da içerikten soksun. Dosyalar aylarca yıllarca açılmıyor. Kaçakçılar, rüşvetçiler, dolandırıcılar tutuklanıp tutuklanıp serbest bırakılıyor. Gazete haberlerine göre, Bulgaristan akar yakın pazarında egemen olan dev şirketler her yıl bir milyar leva fon ve KDV kaçakçılığı yapıyor. Sağlık ve eğitim sisteminde tüm işler rüşvete dayanıyor. Paranın sesini işitmeyen doktorlar doğru dürüst muayene etmiyor, okullar ise ancak öğretmenlerin, eğitmenlerin, hademelerin ve müdürün maaş alması için çalıştırılıyor. Öğrencilere kaliteli eğitim ve öğretim verme işi çoktan unutulmuştur. Sistemdeki çöküş durdurulmak istenmiyor, yeni iyileştirici önlemler alınmadığı gibi, denetim de rafa kaldırılmış veya hasıraltı edilmiş durumdadır. Tolumda bir durgunluk var, güçsüzler, takatsizler, debiller oturdukları yerden kımıldamak istemiyorlar. Seçim yapılırsa bir şey olur umudu da sönmüş. Önemli sosyoloji analiz uzmanlarından Pırvan Simeonıov. Başbakan Borisov barış istiyor. Hak Ve Özgürlükler Partisi ise iktidar istiyor, şeklinde


Makale ve Analizler - 2017

67

demeç verdi. O bu söylevinde HÖH partisinin iktidar memesinden emse de, bir meme daha istediğini açıkladı. HÖH partisi yaklaşan yerel seçimlerden önce gevezelik ediyor, diye konuştu. 1980’li yıllarda sosyalist sistemin çöküşünü, 20. yüzyıl başında da finans kapital bunalımlarının yükünü sırtlayan memleketimizde güler yüzlü vatandaş kalmadı desek yalan olmaz. Şu dönem Bulgaristan halkı yeni bir mihrap arıyor. Sırtını dayayacak yeni bir orta direk. Tabii bir milletin bir lideri 100 yılda yetiştirdiği dikkate alındığında, geçen asrın Bulgar lideri yüz yüz Birinci ve İkinci Balkan Savaşından, Birinci Dünya Savaşı’ndan dönen (1918) yorgun ve bezgin Bulgar askerlere tüfekleri bir yana bırakıp sabanın sapına yapışarak ucunu toprağa batırtması olmuştu. Bu işi yapan Çiftçi lideri Aleksandır Stanbıliyski oldu. Ardından Al. Stanboliyski çok gaddar bir şekilde öldürüldü. O günden beri yani artık 99 yıldır Bulgar halkı heyecanını ve enerjisini yitiriyor. Önümüzdeki hafta Bulgaristan’ın Avrupa Vatandaşları GERB partisi’nin Aralık ayının ilk günlerinde bir olağanüstü ulusal toplantı yapacağı açıklandı. GERB meclis grubu başkanı Ts. Tsvetanov bu toplantıda Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) ile asla hükümet ortaklı yapmayacaklarını açıklamak amacıyla bir Bildirge kabul edeceklerini açıkladı. Bu olay olağanüstü derin anlamlıdır. Şimdiye kadar GERB ile BSP arasındaki çelişkiler bu denli keskinleşmemiş ve patlamamıştı. Bu iki parti, 1989’da kapatılan Bulgaristan Komünist Partisinin; birisi parti kanadının (BSP), ötekisi de (İçişleri, istihbarat, jandarma, komando, ordulu emeklilerin vs) kolunun günümüz temsilcileridir. Aralarındaki kavga miras ve beka kavgasıdır. Kamuoyunun derin bir bölünmüşlük içinde olduğuna kanıttır. Bu uçurumun daha da derinleşeceği gün gibi ortadadır. Başbakan Borisov hükümetinin istifa etmesinde sürekli ısrar eden en güçlü kurum ise, artık Cumhurbaşkanlığı makamıdır. 2017 yılı sonunda en otoriteli siyaset ve devlet adamı olarak Cumhurbaşkanı Rumen Radev siyasi ortamda kendini daha fazla hissettirmeye başladı. Seçmenin yaklaşık % 70’inden aldığı güçle GERB partisinin demokrasi temellerine balta sallayan, sivil toplum örgütü oluşmasını engelleyen, ülkede yaşayan azınlıkların temel hak ve özgürlüklerini vermemekte direnen vb. İktidar partisi eleştirel tavrını sertleştirirken erken seçimden de söz etmeye başladı. Ne var ki o rüşvetle mücadele bayrağını henüz yükseltemiyor. Ekonomik kalkınmaya ve sosyal huzura doğru ilk adım henüz atılamıyor. Okul kitaplarını yeni dünya görüşüyle yazmakla görevlendirilenler korku içinde-


68

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

dir. Vratsa il hastanesi gibi hastanelerin borçları 13 milyon levayı bulmuş, Avrupa’da en erken yaşlanan ve en genç yaşta vefat eden ülke olmuşuz. Güney Doğu, Orta ve Batı Rodoplar’da ve Kuzey Batı Bulgaristan’da, Deliorman’da sağlık merkezleri halktan her geçen gün uzaklaşıyor, hemşiresiz hastaneler var. Yaşlılar ilaç alamıyor. Ölümün pençelerine telsi olmayı tercih ediyorlar. Bu bölgelerde yaşayan yaşlı akrabalarınızla ilgilenin lütfen. Gelen kıştır. Sağlıcakla kalın.

Etnik Azınlıkların Nitelikleri Farklıdır Nedim Akın-26.Kasım.2017 Konu: Aşılamayacak hiçbir engel yoktur. En büyük yardımcımız hayatın kendisidir. Şiirimiz Mehmet Fikri Bulgaristan Türk gençleri için yazdığı bir şiirinde şöyle der: “Korkma yürü, ümidisin milletin Her manii yıkar, ezer himmetin1 Tuttuğun yol terakkinin2 yoludur Kalbin fikrin emel ile doludur. Kuşkusuz bizim için en iyi ve en fazla umut verici olan zamanımızın dolmamış ve enerji dolu olmasıdır. Biz tüm diğer halklardan ve topluluklardan, millet ve halklardan farklıyız. Çünkü büyüyoruz, güçleniyoruz ve atılım halindeyiz. Geçen yüzyıl 8 milyondan 80 milyon olduk. Birkaç yüzyıl önce biz cihan devletiydik. Bugün de dünyanın geleceği çizilirken kapı çalan değil, davet edileniz. Biz lider yetiştiren bir halkız. 20. yüzyılda milli devletimizi, Cumhuriyetimizi Atatürk kurdu. 21. yüzyıl kapısını başbakan ve cumhurbaşkanı rejimiyle, kitle partisi başkanının halk lideri olduğu Sayın Recep Tayyip Erdoğan çaldık. Yarının dünyası bizi bekliyor. 1- himmet – kudret 2- terakki – ilerleme


Makale ve Analizler - 2017

69

Biz Bulgaristan Türkleri bileşik bir sistem içindeyiz. Bu sistemin güçlü üyesi, arkamızda duran güç, hepimizi ileri sürükleyen Türkiye Cumhuriyetinin varlığıdır. Görkemini yaşatmak için kırk devletle birden savaşmak zorunda olan Osmanlı devletinin devamı olan Türkiye Cumhuriyeti bugün de zavallı yeni 40 devletle boğuşmak, savaşmak ve onları dağıtıp kovmak zorundadır. Bundan tam 100 önce İngilizler Sakarya Savaşında Yunanlara 1000 kamyon destek, yardım, mühimmat göndermişti. Yenildiler. Bugün Yakın Doğuda PKK, YPG, DEAŞ ve daha birçok Kürt asi grubuna 3 bin 500 TIR silah gönderdi. Bize hayat vefasız kuldan vefa beklememeyi öğretmişti. Bildiklerimiz hep doğru çıktı. Biz yaşadığımız topraklarda 10 bin yıl varız gibi marur, onurlu ve gururluyuz. Dünyamız ruh suyunu 10 bin yıl derinden aldığı için yenişmez bir gücüz. En büyük kudretimizin sabır olduğunu bilmediklerinden yanlış üstüne yanlış yapıyorlar. Bilmedikleri bir şey daha var. Başkasının sofrasından çalınan ekmekle bir defa doyulur. Mutluluğu köle olmakta arayanlar, yanlış yolda olduklarını yakın zamanda anlayacaktır. İnsanlar yeni vardıkları, giderek yerleştikleri topraklarda önce hep azınlıktır. Bul Rumeli’ye azınklık olarak gelmişiz de git giden çoğunluk ve egemen olmuşuz. Sebebine gelince yeni olanı, insanların daha sağlıklı ve mutlu yaşam sırlarını birlikte getirmemiz ve hiç kimseden kıskanmadan karşımıza çıkanı kardeş bilip ona yardım eli uzatmamız bizi son söz sahibi yani hükmeden durumuna getirmişiz. O zaman bu ilişkilerin mürekkep olduğu gibi bu gün de bir halk topluluğu olarak bileşik ilişkiler içinde yaşıyoruz. Arkada kalan yıllarda suların akıp gittiği gibi, eski ilişkiler de zamanını doldurdukça yerini yenilerine bırakmıştır. Bu açıdan ben toplumsal ilişkileri deniz dalgalarının sahile döküldüğü gibi bir ileri bir geri ve yine ileri hamleler içinde görüyorum. Sosyal analizler, büyüklüğü yıllar içinde azaldıkça azalan ve bütün içindeki oranı yüzde 3 - 4’e düşen bir azınlığın bütünü (hepsini) kendi iradesine bağlayabildiğine pek çok kanıt sunuyor. Ve öyle olurken oluşan duyumsal ve optik tabloyu karşıdan seyreden birinde hiçbir şeyin değişmediği, azınlığın çoğunluk üzerinde egemen olduğu yeni durumun henüz belirmediği izlenimi (hayali) henüz belirmiyor. Bunun sebebi de bileşik oluşumlarda tasavvurun bazen gecikmesinden ileri gelir. Oysa, gerçeklikte artık hiçbir şey çoğunluğun istediği gibi değil, azınlık hükmüne geçmiştir. Yazımızda buna örnekler vereceğiz. Gerçeğin görülebilmesine hakikati söy-


70

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lemekten korkan bilim enstitüleri de mani olduğuna sayısız örnek vardır. Bir örnekle desteklersek, 1970’lı yıllarda Pomak kardeşlerimize kan kusturan isim ve din değiştirerek Bulgarlaştırma sürecinde ve daha sonra Bulgaristanlı Türklerin yaşadığı “soya dönüş zulmünde” insanlarımız devamlı “başına bela gelesinin tohumu kurumuş” derdi. Basın ve radyoda böyle bir haber olmasa da, daha snra daya 1970’ten başlayarak Bulgar sorunun kendi kendini üretememe sürecinin başladığı, 1985’te Türklerin isimleri değiştirilirken Bulgar etniğinde nüfus “artışının” binde - 5 olduğu gizleniyordu, zamanla ortaya çıktı. Demek oluyor ki 1878’de çoğunluk olan Müslümanların giderek nüfus olarak azalmasına rağmen, Müslüman Türklerin dışında olan bazı nedenler yüzünden (20. yy savaşlardaki kıyım, ulusal felaketler, yarın korkusu, dikta rejimlerinin yönetim kabiliyetsizliği, uygulanan baskı, terör, zulüm, ardı arası kesilmeyen hesaplaşmalar, başbakanların öldürülmesi, ayaklanmalar, darbeler, bozgunlar, talanlar, peşkeş çekmeler vb) gibi sebeplerle Bulgar halkının hayat şevkinin söndüğüne, çocuk yapmak istenmeyişine, üremekten korktuğuna, hayattan bezdiğine tanık oluyoruz. Yani bizim kuşağımızın hayatı içinde, hayat dalgası geri döndü ki, bunu kabul etmek istemeyen Bulgar milleti, acısını Müslümanları Bulgarlaştırmakla çıkarma yolunu seçti ve tamamen tosladı. Bu çok acı bir gerçektir. 3 milyon vatandaşımızın vatanını bırakıp gurbetçiliği seçmesinden daha acı bir gerçek olamaz. Şöyle de ifade edebiliriz. Bulgar halkının yüreğinde bir ateş var ki, kendini soğutmak için onu başka yerlere götürüyor. Bileşik sistemler, yani birçok etnik topluluktan oluşan bir halkın durumu sürekli değişim, titreşim, ölüm ve doğum, sağlıklı ve rahatsız olma gibi durumlar içindedir. Bunu anlaya bilmek için, mutlaka büyünü oluşturan parçaları ayrı ayrı görüp analiz etmek gerekir. Yani Çingeneleri çingene, Türkleri Türk, Bulgarları Bulgar, Ulahları Ulah, Pomakları Pomak, Tatarları Tatar olarak görmek zorundayız. Çünkü durumu belirleyen somut olandır. Konuyu farklı bir örnekle açmak istiyorum. Daha önce de yazmıştım. Türklük dendiğinde, Türkiye Cumhuriyeti, Orta Asta ve Kafkaslarda bağımsız 7 Türkî Cumhuriyet, 14 otonom bölge ve kendi kendini yöneterek yaşayan toplam 80 adet soy boy kabilemiz var. İkinci Dünya Savaşında (AVAZ TV’de filmini izledim) Havaz boylarımızdan birinde ne kadar eli silah tutan erkek varsa toplamışlar ve Hitler Almanlarına karşı cepheye süğrmüşler ve 2 yıl eve dönen, haber ileten, selam gönderen olmamış. Bu durumda bu kavimde üreme durmuş, kavmi yaşatmak için kadınlar erkeklere sormadan, onların görüşünü almadan boşanma kararı almış-


Makale ve Analizler - 2017

71

lar, kavmi aksakallar yerine yöneten yaşlı bayan heyeti bu kararı onaylamış ve İslam ahlak kurallarının hepsi rafa kaldırılarak, kadınlara kavmin hayatını yaşatma hakkı tanınmıştır. Kuşkusuz bu bir istisnadır. Fakat olmuştur ve bir ibret dersidir. Nüfusun yaşlanması da varlığını sürdürebilmesine büyük bir tehlike oluşturur. İkide bir hatırlattığım 1878 yılında Bulgaristan’da kalan Müslümanlar bir topluluk olarak yaşlıymışlar, çünkü Osmanlı devleti varoluşunun son 200 yılda askeri yalnız Müslümanlardan aldığı ve gençlerin savai cephelerinde kırıldığı için, bizim atalarımızın topluluğu gençleşememiş. Bulgarlardan asker alınmadığı içinde onlar üremişler, dinçleşmişler ve genç toplum yaratabilmişler. Ne ki, bizim Anadoluya göç etmemizle ateşlenen Türk toplumunun üreme ateşi iyice alevlenmiş ve bugün Türk milleti eski kıtanın en gen.ç ve dinamik toplumuna dönüşmüş. Sayın Erdoğan’ın “üç çocuk istiyorum” çağrısı ancak böyle anlaşılmalıdır. Demek istediğim haklklar bileşik sistem oluşturur ve içindeki azınlıklar ayrı ayrı incelenmeden, gerçek durum anlaşılamaz. Bizde yılda binde 27 çoğalma kaydeden Çingelerin isimlerinin geri verilmemesi de tam bu açıdan okunmalıdır. Şu da çok önemli bir özelliktir. Bir defa halk dedik, iki bu halkı oluşturan etnik topluluklar dedik ve bunların ayrı ayrı her birinin içindeki durumun farklı dinamiklik kaydeyyiğine işaret ettik. Belirleyici olan bir de burada Bulgar, Türk, Pomak, Çingene, Ulah, Makedon, Tatar, Tatar, Yahudi ve Gagavuz etnik grupları, Hıristiyan, Müslüman ve Katolik gruplar arasındaki etkileşim durumuna bakmak zorundayız. Topraklarımızda 600 yıldan beri var olan gelenekler var. Bir Hıristiyan bir Müslüman kız istese Müslümanlığı kabul etmek zorundadır ve doğan evlat Müslüman’dır. Bir Hıristiyan bir Yahudi kızla evlense, Yahudi dinine geçmeye bilir, fakat doğan evlat annesinin dininden ve milletindendir vs. Burada kurallar Müslümanlığı çoğaltan yönde olduğundan halk topluluklarımız kendilerini karışmaktan korumuştur. Ulusal mensubiyetin önemli öğelerinden biri anadil olduğundan, Bulgar hükümetleri anadilde okumamıza,konuşmamıza, iletişim araçları oluşturmamıza engel olmakla, yasak koymakla, ceza kesmekle ve insanlarımızı sindirmekle, aslında asimilasyon siyasetine devam ediyorlar. İyi kki halk kültürümüz, sözlü edebiyatımız, şarkı ve türkülerle bezenmiş yerel kültüğrümüz, TRT ve TC radyo, TV vb kültürel yayınları var ki, Türk maneviyatımızı yaşatabiliyoruz. Avrupa Birliği devletlerinin Bulgarların bu eritme ve asimile etme siyasetine susarak ve göz kırparak arka çıkması, eşi olmayan bir iki yüzlülük ve eşekliktir. Durum şöyle ki, farklı etnik kültürleri birbirine karıştırarak bir yeni bileşim meydana getirme çok


72

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

denenmiş ve asla olumlu bir sonuç vermemiştir. Bunun en kesin örneğini Rodopların bülbülü Kadriye Latifova ve Bulgarların “çirkin bülbülü” Lili ivanovayı yan yana getirerek en iyi görebiliriz. Bu iki yaratıcılık ve sanatın kaynaşması imkandızdır. Bunları için halkımız birisinden ekçi ayran zevki alırken, diğerinden de tatlı hoşav tadı almaktadır, ikisi de güzeldir, ikisinin de yeri ayrıdır, ikisi de sevilesidir, kimseye gönül koymuyoruz. Ama birisinin daha fazla sevilmesi için ötekinin yasaklanmasından daha anlamsız bir şey de olamaz... Biz burada ayrı ayrı etnik toplulukları, tek tek şarkı ve türkülerini ve hatta insan olarak her birinin ayrı ayrı kokularını analiz ederken tam gerçeğe asla varamayız, çünkü bu gerçek canlıdır, kaynama halindedir, özgündür ve etkileşim içindedir. Çok saygın arkadaşım Şakir Aslantaş Beyin yazısında sıkça kullandığı karınca örneğine dönelim. Sonu sonunda bir Türk ulusuna ait olsak da Bulgaristan’da yaşayan Türkleriz ve eğer Bulgar vatanı bir karınca yuvası ise, bu, yuvada çok sayıda karınca vardır, anlamına gelir. Biz bir karıncayı alıp analiz edip, onun yolunu, kaynayan yuvasını, topladığı yiyecekler üzerine attığı asidi, kokusunu, uyumasını ve her şeyini ve her şeyini öğrenebilsek, o yuvanın nasıl soluduğunu, nasıl yaşadığını, kendini nasıl ürettiğini, nasıl koruduğunu öğrenemeyiz. Bu işe, karınca duası da yetersizdir. Demek istediğim şudur: Bulgar devleti bize kişisel haklarımızı verdiğini iddia ediyor.Kişisel haklarla ne yapabiliriz. Hiçbir şey yapamayız. Bize tanınan kolektif haklar birlikte dua edip, cenazelerimizi beraberce kaldırmaktan ileri gitmiyor. Yuvanın kaynaması için tek karıncanın bilmediği ama var olan, binlerce başka kural var. Örneğin karıncaların çiftleşmesi, eş seçmesi, yumurtlaması, yumurtaların korunması, karınca yavrularına özel ilgi ve onları hayata katma, kışlama, baharda uyanması vs. Bugün Bulgar devletinin ve faşist olarak nitelendirdiğimiz (aşırı sağcı lideri) Başbakan Yardımcısı Valeri Simyonov’ın Bakanlar Kuruluna Bağlı Etnik ve Nüfus Sorunları Başkanı olarak en büyük baş ağrısı (çözemediği sorun) nedir biliyor musunuz? En başta, yönetmeye çalıştığı ülkemizde bir yılda 46 bin çocuk doğarken, nasıl olur da 49 bin çocuk aldırılır bilmecesidir. Bu gerçeğin gün ışığına çıkması Bulgaristan’ı sarsan dinmeyen ve durmayan depremdir. Bu doktorların, jinekologların veya ebelerin işinden fazla toplumsal bir bilmecedir. Halkın devletinden ve sosyal düzenden soğuması ve “böyle yaşamaktansa ölmek daha iyi” atasözünü kılavuz etmiş olanların nüfusun çoğunu oluşturmasıdır. Ki bu çok büyük bir acı, yıkım,


Makale ve Analizler - 2017

73

trajedi ve dramdır. Ölüme sorunmuş insanları yönlendirmek ve yönetmekse kolaydır. Çoğunluk olmaları hiç önemli değildir. İçlerinde Türk ve İslam düşmanlığı kaynayan Hıristiyanların oruç sofralarında kuyruk oluşturmaları sözlerime en parlak örnektir. Çingene kızların 15 yaşında hamile kalması ve 16 yaşında doğurmaları, Simyonov için bir gizem düğümüdür. Çingeneleri eritip asimile etmek isteyenler, Nazilerin yakmak için topladıkları Yahudilerle temas kurmak istemediği, onlarla konuşmadıkları, dertlerini ve sorunlarını dinlemedikleri gibi, Bulgarlar da Çingene problemlerine eğilmek istemiyorlar. 28 yılda 678 Çingene doktor ve 1000’e yakın mühendis ve iktisatçı eğitmişler ve onlarla problemleri çözeceklerini sanıyorlar. Ülkede hala Çingene avukat, savcı, yargıç yok. Yargı sisteminde temsilcisi olmayan bir azınlığın yaşadığı toplum sivil vatandaş toplumu olamaz tabii. Bunun için iktidardaki GERB partisinin en gözde temsicileri de, “bizde sivil toplum örgütü yok”, bizdeki “büyükelçiliklerle ilişkilerde aracılık yapanların toplumudur” diyorlar. Bizde sivil vatandaş toplum örgütü olmamasının başlıca sebebi ise, azınlıklar arasında en kalabalık topluluğu oluşturan Çingenelerin kapalı gettomahallelerde yaşaması, Bulgar kültür ve eğitim sistemini kabul etmedikleri için okula gitmemesi, cahil ve işsiz olmaları, meslek öğrenmeyi ve çalışmayı kabul etmemeleridir. Üç kuşak işe gitmemiş getto-mahalle sakinleri var. Çingenelerimizin avrat pazarı kurup 15 yaşında kızlarını satması sorunların sorunu değil midir?! Yanıtı, 800 yıldan beri bu topraklarda var olan Çingene geleneklerinde aramamız yeterli olur mu? Şurasını dikkatle okuyun lütfen. Ben bir önceki yazımda ve burada okurlarıma azınlığın çoğunluk üzerinde egemen olmasının mümkün olduğunu ve bunun için kaba tavrı seçip minnettar, hoşgörülü, toleranslı olmaktan kurtulup, soy, boy, etnik ve ben buyum bilincine ulaşmak ve eyleme geçmek yeterlidir. Bizde Çingeneler bunu yapamaz ve bizde ve Avrupa’da bunun çok esaslı nedenleri var.Yapamazlar, çünkü tüm sosyoloji araştırmalarının gösterdiği üzere, azınlık olan ulusun çoğunluk üzerinde egemen olması ancak kapalı ortamda (getto-mahallelerde) yaşamayan ve ana nüfus arasına dağılmış olarak yaşayan etnik azınlık için geçerlidir. İsa Peygamber’in çarmıha gerilmesinden sonra Avrupa’ya gelen Yahudileri düşünün. Şehirlere, fuarlara, Pazar yerlerine girmelerini yasaklayan özel kanunlar çıkarılmış, sıkı rejim içinde Yahudi gettolarında yaşamışlar. İzinsiz hiçbir şey yapamamışlar. Almanların, Fransızların, İyalyanların arasına dağılamamışlar. Kendi bildikleriyle ve kendi aralarındaki etkileşimle yetinmeye zorlanmışlar. Bizde Çingeneler getto-mahallelere sıkıştırılıyor, Asenovgrat’ta /Stani-


74

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

maka/ getto-mahalle girişine kapı monte edildi, içine de polis karakol binası yapıldı. Filibe /Plovdiv/ Yeni Mahalle (Stolipenovo) semtinde durum aynı değil mi? “Boğuluncaya kadar kokuşsunlar?” demiyorlar mı! Filibe sakinlerinin balniyo trenine (motritsa) binip Hısar şehri hamamlarına aktığı, insan gibi arınıp paklanıp nefes almaya çırpındığı dikkatinizi çekmiyor mu? Olayda benzerlik yok mu? Yaşadıkları yerde halkın arasına yayılamayan azınlıklar egemen olamazlar. Aynısı biz Türklerin 1989’dan önce kasabalara inip ev ya da daire alamadığımız, köyden kente akma sürecini yani sosyalleşmeyi ve medenileşmeyi yaşayamadığımız gibidir bu. Köyden köye izin kâğıdıyla gittiğimizi unuttunuz mu? Çocuklarımızı otobüsle alıp şehirdeki okula götüreceğine köye öğretmen gönderilmiyor muydu? Bunun sebebi sosyalleşmemizi engelleyip önlemekti. Uygarlaşmamızın yolunu kesmekti ve totalitarizm döneminde bunu yapabildiler. Bizde Çingene köyü olmadığı gibi, Çingene kasabası da yoktur. Onlar ancak kent kenarlarında ayrı yoksul mahallerin sakinleridir. Bu da onların sayıca giderek hızla çoğalmalarına rağmen, çoğunluğa boyun eğdiren egemen etnik azınlık olabilmelerine en büyük engeldir. 1990’dan sonra demokrasi kapılarının açılmasıyla sahneye çıkan Çingeneler “Çalga” müziğiyle çoğunluğu gönlünü kaptılar. Fakat tek dilli, tek uluslu ve yalnız Bulgar sanat ve kültürünün egemen olmasında direnen devlet organları bu dalgayı kırdılar, en başta yasaklarla olmak üzere “Çalga” müziğine mezar kazdılar. Oysa 2007’de Bulgaristan Avrupa Birliğine kabul edilmesi vesilesiyle verilen resmikabulde “Çalga” - orkestra ve ses sanatçıları konser vermişti. Bakû’de düzenlenen “Eurovizyon” yarışmasında Bulgaristan’ı bir Çingene Bayan sanatçı temsil etmişti. Çingene genç sanatçılar Bulgaristan’da yapılan “Yılın Sesi” yarışmalarında jüriyi iyice zorlamışlardı, fakat bu ateş giderek söndürüldü. Bizdeki getto mahallelerden hiç birinde Çingene Okulu, Çingene hamamı, Çingene sineması, tiyatrosu, kütüphanesi, gazetesi, radyo yayını ve daha aklınıza ne gelirse yoktur. Çünkü bunların belirmesi Çingene bilincinin çakmak çakmaya başlamasına zemin olabilir. Bulgar devleti bunun bilincindedir ve onların hırsızlıktan geçinmesine ve istedikleri kadar sürünmelerine göz yumuyor. Onlara 2 köfteye karşı 1 oy veren bir yumurtlayan tavuk gözüyle bakıyor. Türklerde bu iş farklıdır. Okuduğunuz için teşekkür ederim.


Makale ve Analizler - 2017

75

Azınlık Kuralı Rafet Ulutürk-27.Kasım.2017 Konu: Değişmeyen kuralların etkisi altındayız. Azınlık olmamız kimseyi korkutmasın! Balkan ülkelerinde azınlıklar sorunu derin mevzulardır. Bulgaristan 2017’de Batı Balkanlar’daki Bulgar azınlıkları konusunu iyi yakaladı. Düne kadar esemesi okunmayan, yaşadıkları yerlerin adı bilinmeyen Arnavutluk’taki Bulgar azınlığı “milli azınlık” statüsü kazandı. Hakları yasallaştı. Tirana meclisinde onaylandı. Şimdi Sofya hükümeti 30 ile 50 bin kişinin yaşadığı dağlık köylerde okul, kültür evi, yol, kütüphane, internet kaffeler, sinema salonları, amatör sanat toplulukları, sağlık ocakları kurup çalıştırmak ve orada Bulgarlığı yaşatmak için kesenin ağzını açmaya karar verdi. Bu başarının elde edilmesine vesile olan ise Arnavutluğun Avrupa Birliği’ne katılma arzusu oldu. Bulgaristan sizde yaşayan “Bulgar topluluğunu milli azınlık olarak tanımazsanız, bu işi bozarım, engellerim” deyince, çözülmeyen mesele ansızın çözülüp kanunlaştı. Uluslararası diplomaside bunun adı şantajdır. Millet “o insanlar Makedon’dur” dedi ve neredeyse ayaklandı ama bir şey yapılamadı, olan oldu, konu kapandı. Bu olayın 2 aylık ömrü var yok. Şimdi Kosova Bulgar azınlığı gündemde! Kosova da Avrupa Birliği’ne üye olmak arzusundadır. Bulgar diplomasisi aynı kozu oynadı. “Sizde yaşayan Bulgarlara azınlık hakkı tanınacak” dedi. Kestirip attı. Şu an Priştina’da Bulgar milli azınlığının haklarının tanınması evrakları hazırlanıyor, meclise sunulacak, onaylanacak. Sonra Bulgar okulları kurulacak. Bulgar hastaneleri açılacak. Bulgar Kültür evleri üzerinde bayrak dalgalanacak vs. 20.yüzyılda “azınlık”, “milli azınlık”, “milli azınlık özerkliği”, “milli azınlığı kültürel otonomisi”, “azınlıkların egemenlik ve bağımsızlığı”, “azınlık statüsü” vb konular sürekli yazıldı, çizildi. Bu konularda binlerce bilimsel tez savunuldu. On binlerce bilim adamı doktor ve profesör oldu. Ne ki, birçok olumlu gelişmeler olmuş olsa da, azınlık haklarımız, kolektif kimliğimiz Anayasa’ya işlenmedi, kanun maddesi olmadı. 1919’da Birinci Dünya Savaşı’nın sonuç belgelerini imzalayıp kabul eden uygulamaya başlayan Bulgaristan Başbakanı Aleksandır Stanboliyski ulusal etnik azınlık haklarımızı tanımıştı. Okullarımız devlet desteği gördü. Si-


76

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

vil toplum örgütlerimiz kuruldu. Atatürkçü gençlik kanatlandı. Başmüftülüğümüz Şumnu’da Nüvvab ve Öğretmen Okulu kurulması çabalarına hız verdi. Öğretmenlerimiz ders kitaplarını kendileri yazmaya ve ana - babalardan toplanan bağışlarla basmaya başlamıştı. Osmanlı Devleti ile Bulgar Krallığı arasındaki diplomatik görüşmelerde Bulgaristan Müslümanlarının durumu, hak ve özgürlükleri, geleceği, eğitim sorunları masaya yatırıldı. Sözleşme ve tutanaklara işlendi. 1945’te İkinci Dünya Savaşı sona erince meydana gelen değişikliklerle, özellikle faşist monarşi idaresinin Müslüman Türk azınlık üzerindeki baskı ve terör izlerini sarmak ve Türklerin kültürel haklarını tanıyarak kendilerini sosyalizm uygulamasına kazanabilmek öncelik kazandı. Birçok ılımlı tedbir alındı. Bunların başında kapanan Türk okulları açıldı. Ders kitapları basıldı. Türklüğü yaşatma davası yeni yeni adımlar attı. Basımevi kuruldu, Türkçe gazete ve dergiler çıkmaya başladı. Kitaplar basıldı. Orta ve yüksek eğitimli Türk aydın tabaka oluştu. Pedagoji okullarında kadrolar eğitildi. Hatta Sofya Üniversitesinde birkaç fakültede Türkçe eğitime geçildi. 1947 Anayasına işlenmemiş olsa da, fiiliyatta Bulgaristan Türklerine eğitim ve kültür alanlarında otonomi tanınırken, din hakları, Müslüman yaşam tarzı, Müslümanlar arasında serbest etkileşim kapıları ardına kadar açıldı. Türk kimliğinin oluşmasında Kırcaali, Şumen ve Razgrat Türk Tiyatroları, köy ve kentlerde kurulan yüzlerce özenci sanat topluluğu, Türk halk sanatı festivalleri, yarışları, Sofya Radyosu’nun “Bulgaristan Türklerine Mahsus Yayınları” özel rol oynadı. “Halk Gençliği” ve “Yeni Işık” gazeteleri, “Yeni Hayat” dergisi, şiir ve öykü derlemeleri, aydınlarımızın köy köy dolaşarak halkla kaynaşması çok yararlı oldu. Halkın ruhu ateş aldı. Bulgaristan Türklüğü kanatlandı. İşte bu iki örnekte biz Bulgaristan Türklüğünün siyasi durumdan faydalanarak iki defa “kültürel otonomi” haklarını elde edebildiğini görebiliyoruz. O yıllarda reel başarıya ulaşılabildiği ortadadır. O yıllarda Türk nüfusun ruhunun pekiştiği, güçlendiği ve tüm halkı yeni bir medeniyet arayışına yöneldiği iyi bilinir. O zaman oluşan durum huzurlu ve sakin gibi görülse de 1951 kitle göçü göz önünde bulundurulduğunda, çok derin bir parçalanma yaşanırken, aklında kültürel şahlanmamızın göçle çok kan kaybettiğimiz bir ortamda meydana geldiği ortadadır. Bugün artık o dönem Bulgar devlet ve toplumunun bekleme moduna girdiğini söyleyebiliriz. Bu huzurlu bekleyiş yılları çok büyük gerginliklere gebeydi. 1957 - 1958 ders yılından başlayarak,


Makale ve Analizler - 2017

77

Türk okullarını devletleştirilerek, Bulgar eğitim sistemine katılması geldi. Ardından 1962’de Çingene nüfusun isimleri Bulgar isimleriyle değiştirildi. Hıristiyanlaştırıldılar. Daha sonra 1913 ve 1934 - 1944 yıllarında geri tepen asimilasyon denemelerinden sonra, 1964’te Pomaklara karşı yeni isim ve din değiştirme saldırıları şiddetlendi. Bu deneme de geri püskürtüldü. Kanlı olayların ve azınlıklar çemberinin sosyalist toplum kuralsızlığınca sıkılması ilk hamlelerini yaptı. Adım adım ilerleyen Bulgar devleti sabırsızdı. Aynı zamanda kan dökmeyi göze alacak kadar cesaretlenmiş, zırhlı araçları azınlık köylerine gönderecek kadarda güçlenmişti. Bulgar halkını oluşturan etnik azınlık unsurlarından Çingene ve Pomakların yaşadığı çileler Türk azınlıktan ve diper topluluklardan gizlendi. Toplumda insanlar birbirine inanmaz olurken, dayanışma, destek sağlama, hatta cenazelerde beraber olma yasaklanmış, azınlıkları birbirlerinden koparma süreci baskın başlamıştı. Azınlıkların birbirinin durumundan haberdar olması yolunun kesilmesi için özel önlemler alınırken, azınlık grupları birbirine yabancılaştırılıyordu, ilgisizlik yaratılmaya çalışıyordu. “Her keçi kendi bacağından” diyenler çoğalmıştı. Azınlıklar birbirinden uzaklaştıkça, toplum parçalanıyor ve Bulgar unsurun toplumsal eğitim ve kültürün öne geçmesi, taşıyıcı olması ve ulusal kültür üreticisi olmasına büyük paralar harcanıyordu. Yine aynı yıllarda, Bulgar nüfus topluluğunda ve ülkede yaşayan diğer etnik halk azınlıklarında farklı içsel durum kaynamaya ve gelişmeye başlamıştı. Çünkü öncü, belirleyen ve çözümleyen rol üslenen Bulgar etnik topluluğa daha büyük yatırımlar yapılmaya başlandı. Böyle bir ortamda “azınlık kuralı” kendiliğinden işlev üslenir. Ve geçmiş yılların deneyimlerinden kaynaklanan “azınlık kuralı” bize toplumun normal çalışması için ona birkaç müsamahasız, toleranssız ve hoşgörüsüz, fakat aynı zamanda etnik azınlık temsilcisi olarak bilinçli ve militan, eylemci, yön veren kişi gerekli olduğu bilinir. Azınlık kuralını bilen polis kurumları ajan öncü, militan, yönlendirici ve lider yetiştirmeye olağanüstü büyük önem verir. Örneğin Ahmet Doğan hainajanlığıyla ünlüdür. Kendisini Bulgaristan Türkleri kimlik hareketine adamlara kabul ettirmek için hapislere sürünmüş, toplama kamplarında hafiyelik yapmış toplam 3 bin 16 ajanın aramızda çalıştırıldığı daha 1985 yılında açıklanmıştı. Onlardan daha çoğunun bu işlere zorlandığına, tuzağa düşürüldüğü, kader kurbanı olduğu açıklanan dosyalarda sırıtıyor. Sahte liderler, gerçek liderleri saf dışı ekmek, hareketi doğal hedeflerinden, adalet yolundan saptırmak, aynı davaya baş koyan diğer güçlerle birlik kurmak, müttefik olmak, ortak eylem düzenlemelerini engellemek için hazırlanır ve


78

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

harekete sızdırılır. Örnek olarak Ahmet Doğan’ın 1986 yılında Dobriç’in Barakovo köyünde Necmettin Hak ve arkadaşları tarafından kurulan Bulgaristan Türklerinin Milli Kurtuluş Hareketine lider olarak aşılanması verilebilir. Aşılanan liderlerin ödevi hareketi çökertmek, amaçlarından caydırmak, toslatmak, tavsiye etmek vb. olabilir. Bulgaristan Türkleri örneğinde “lider” durumuna getirilen ve halen “sarayda” yaşatılan Ahmet Doğan’ın ödevi, hareketi güçsüz kılmak, sosyalist partiye yamamak, devamlı budamak ve kontrol altında tutmaktır. Şu günlerde, Hak ve Özgürlük Partisi içindeki fikir ayrılıklarından doğan ve fazlasıyla gerginleşen ortam, 20 yıllık milletvekili Ramadan Atalay’ın Sofya meclisi önünde felç geçirip sarı paveli Arnavut kaldırımı üzerine devrilmesine neden olmuştur. Bu işin gerçek nedeninin, onun milletvekili olmazdan önce, Ticaret Müdürü olarak çalıştığı, Balkanların en büyük demir çelik işletmesi olan “Kremikovtsi” metalürji kombinasının çökertilip bir US Dolara satılmasındaki rolüne ilişkin dosyanın bir daha açılacağı ve talancı şirket “Multi Gruba” olan hizmetlerinin savcılığa taşındığı haberleri olabilir. Bu araştırmalar derinleştikçe Bulgaristan yeni erken seçimi dört elle çağıracak benziyor.Burada 16 bin işçinin çalıştığı “A” sınıf bir sanayi tesisini “Multi Grup” yönetiminden birkaç kişinin çökertmesi, 3 5 hainin ne kadar büyük zarar verebileceğine de kanıttır. Öte yandan bir toplumun çöküşü gibi, ekonomik ve ahlak olarak yükselişi de, küçük bir grup insanın ürünü ya da başarısıdır. Kuşkusuz zafere ulaşmak için seçkin kişilerin elini taşın altına koyması gerekir. Toplumsal ibrenin yön değiştirmesi için komitelere, meclislere, sosyolojik araştırmalara, oy vermeye vb işlere gerek duymasından fazla ihtiyaç duyulan birkaç öncünün oynadığı rol yeterlidir. Buna temel olansa asimetridir. Bunun Türkçemizdeki adı toplumu oluşturan parçalar arasındaki bakışımsızlıktır. Etrafımız asimetriyle dolup taşıyor. Örneğin 1989 Mayısında Kemaller (İsperih) yolunda yürüyen isyancı Türk kadınlarının üzerine tanklar sürülmüştü. Ayşe gelin elindeki çapa ile zırhlı aracın üstüne çıktı. “Ben kocamla beraber yaşamak istiyorum” diye sesinin çıktığı kadar bağırdı. Yani eşinin “Belene” Ölüm Kampına sürülmesi, aile simetrisini bozmuş ve asimetrik bir ilişki (denge) oluşturmuştu. Ayşe gelinde bunu protesto ediyor, eşinin hemen serbest bırakılmasında direniyordu. O zaman Bulgar diktatörü Jivkov, Bulgaristan Türklerini “koyun” gibi görüyor ve karşılarına sürdüğü zırhlı araçları “aslan” olarak gördüğünden, koyunları güdeceklerini sanmıştı. Tersi oldu. Türk kadınları dişi aslanlar olduklarından karşılarındaki koyunları kovalayabildiler. Komünist rejim okumuşların, aydınların, en cesur olanların hepsini tutukladığı için ayak-


Makale ve Analizler - 2017

79

lanma beklemiyordu. Ayaklanma öncülerinin kadınlar olabileceğini düşünememişti. Hele hele koyun sürüsü sandığı Türk kadınları... Başarılı isyan gerçekleşti. Bu isyanı örgütleyen Demokratik Lig kurucuları yalnızca 5 kişiydi. Halkımızı ayaklandırmayı başarabildiler. Bulgaristan tarihinde 20. yüzyılda gerçekleşen en büyük isyan 5 kişi tarafından böyle örgütlenmiş ve yönlendirilmişti... Azınlık kuralı işlemişti. Kendimizi tanımamız açısından çok önemli olduğundan dolayı Aralık ayında bu konumuzu işlemeye devam etmek istiyoruz. İlginize teşekkür ederiz.

Kendini Kendine Anlattığın Oldu mu? -1Osman Bülbül-29.Kasım.2017 Konu: Paçayı kurtarmak gurur duyulacak bir şey midir? Viyana uçak alanına dün akşam sularında indim. Karlı bulutları Balkanlarda bıraktım. Burası güllük güneşlik! Yalnız ben burada güneşin hangi dağın ardına battığını bir türlü öğrenemedim. Bizde Balkan Sıra Dağları doruğunun ardına kayar. Bizde gün batışında gökyüzü parlar yanar. Neden sonra mavinin içinden yıldızlar parlar. Kıyaslasam, memleketim Orta Avrupa’dan belki 1000 adet 100 W ampul daha aydınlık. Umutlu bir dünyada yaşamışım. Bu yüzden hayatın birçok ayrıntısını daha detaylı görebilmişim. Viyana’daki odanın duvarında “Belene” Sürgün Kampı mahkûmlarının Bursa’da çekilmiş toplu resmimiz var. 2004’ten. “Büyük Göç” bulanık sularıyla gittiğimizde aydınların, “Belene” ölüm kampı ateşinden geçenlerin Ankara görüşmelerimiz olmuştu. Türkiye’yi tanıma, Türkçe dil kursları, Türkiye konferansları ve Türkiye gezilerimize olmuştu. Fakat Bursa “Bal-Göç” buluşmalarımızın anlamı başkadır. Bursa’ya toplananlar sanki daha sıkı biz bize idik. Dertleşmelerimiz daha derindi. İşte o zaman çekilmişti bu fotoğraf. Hapisçiliğin, sürgünlüğün ve göçün yükünü silkmişlik var üzerimizde. Bu bir orta direk resmidir. Bu görüşmelere katıldığımızda artık dernek ve kulüplerde buluşmuş, kimin hangi kahveye gitti beliydi. Duvarımdaki değerli fotoğrafın birinci sırasının solunda saçlarına kar düşmüş şairimiz Büyük Türk Ömer Osman öğretmenin şu satırları gelir hep aklıma:


80

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Güldüm Alay ediyorsun dediler Ağladım Şikâyet Sustum İsyan İki yüzlü olmak kaldı nihyet.”

Fotoğraf susuyor. Bizim 30 yıldan beri sustuğumuz gibi. Benim ömrümün üçte biri olan bu yıllarda biz sanki hayat tortusunun yüzeye çıkmasını ve öz olanın da dibe inmesini bekledik sanki. 1985 - 89 ağır zulüm yıllarında sağla samanın birbirine karıştığını fark etmiştik. Çünkü bizim Türk doğmamız ve vatan toprağında dünyaya gelmemiz suç sayılamazdı. Bulgar devleti görevlilerince suç sayılması da anlaşılır gibi değildi, izahı yoktu. Bir devletin topraklarında yaşayan bir başka halktan insanları baskı altına alması ve inim inim inletmesi izahı olmayan bir Bulgar gerçeğidir. Resimdeki kardeşlerim, yine geçen bu yıllarda birçoğunu kaybetmiş olsak da, Türklüğü, insanlığı, merhameti, çekileri, bizden oluşu ağır basan kardeşlerimdir. Onların hepsi bir Türk incisi, birer Türk elmasıdır. Kendilerine beslediğim büyük bir hürmetle bu değerlendirmede bulunurken, incilerin birbirini etkilemediğini, elmasların da kendi başına parladığını bilirim ve bu fotoğraftaki kardeşlerimiz bir inci veya elmas kolyesi olarak görüyorum ve birer birer kolyeden düştüklerinde onları kaybedişimize üzülüyorum. Onlar bizim zulüm ateşinden geçenlerimiz. İnsanımıza atılan dayak, insanımızın aldığı yaralar, gözlerinden akan yaşlar, gözyaşlarının kan olması varsa, bunu bizzat yaşayanlar onlardır. Karanlığın içinden süzülen duygusal ifade şuydu: “Simsiyah perdesini ufkuma geren gece Bir dünümüz vardı ya yarınımız bilmece.” 500’ün üstünde aydınımız, öğretmen, doktor, mühendis, eğitmen dayaktan geçirildikten sonra “Belene” Ölüm kampına sürülmüşlerdi. Onlar, totaliter Bulgar devleti ile Türk milli kimli arasındaki 1984 - 1985 çarpışmasında tutsak alınan kardeşlerimizdi. Baskı, terör ve zulmün her aşamasından başı dik geçenlerdi. “Belene” kampında onlara zulmü daha ezici bir baskıyla devam ettirenlerin oğulları (BSP milletvekili Toma Tomov) bugün Sofya parlamentosunda olması zihniyet, hedef, misyon ve ufuk olarak hiçbir şeyin zerrecik kadar değişmediğine en inandırıcı kanıtlardan biridir.


Makale ve Analizler - 2017

81

Resimden bana bakan ve ben de kendi kendime konuşarak kendilerini izlediğim dava arkadaşlarımın kendilerine zulüm eden, hor gören, tekmeleyen maskeli katillerin isimlerini ve soyadlarını bilmediğine eminim. İnsan dövmekten zevk alan, feryat işittikçe galeyana gelen katiller olduğunu biliyorum. Beni karanlıkta yumruklayanlar “Buradan sağ çıkmayacaksın!” diyorlardı. Arkadaşlarıma da aynı seslerin aynı sözleri haykırdığına inanıyorum. Her birimizin onuru var tabi. Arkadaşına “seni döverlerken altına kaçırdın mı” sorusu sorulmaz. Burada ortak olan tek bir şey vardır. Düşman elinden sağ sağlım kurtulmak Ama bu mengeneden şaşa, topal, sağır, dilsiz, kolu kurık, parmaksız vs çıkanların kusuru görülmez, hepsi bizden, hepsi kardeşimiz, hepsi kahramanımız, en güzel insanlardır... Şu baktığım hayatımda çekilmiş en önemli ve en değerli resmimdir. Ben hepimizi aynı mezarlıkta defnedilmemizi ve Allah’ın rahmetine kavuşmamızı ne kadar isterdim bir bilseniz. Eşimin ve çocuklarımın resimleri yok bu duvarda. Bana bakanlar halkımın davasına dalga olan arkadaşlarım. Bu dava benim davam bilinciyle yaşayan korkmaz, yılmaz, Türklüğümüzden kıymık ödün vermez arkadaşlarımın toplu resmi bu. Fotoğrafa baktıkça “Biz bu davanın dalgasıyız” duyumu kabarıyor göğsümde. Dalga diner, düşer, çarpar ama gene döner geçiyor aklımdan. Bendeki, Bulgaristan gül bahçelerinden kalkıp Viyana’ya vuran büyük dalga. Sosyal dalgalar devrim alametidir. 1985’ten sonra Bulgaristan bir içsel devrim yaşadı, fakat bu devrim Bulgarlığın ve Bulgaristan’ın birçok illetini özünden söküp çöpe atamadı. Olay, etnik konularda ırkçı ve ayrımcı yaklaşıma kilitlendi. Zulüm perdesi açılmadı. İnsan hakları, adalet, demokrasi, hukukun üstünlüğü kısır kaldı. Azınlıkların özgürlükleri, kolektif hakları tanınmadı. Faşist dönemde (1934 - 1944) başlayan ve sosyalist ve totaliter dönemde devam eden (1957 - 1089) azınlıkları cahil, okulsuz, kültürsüz, uygarlıksız, yaşam kültürsüz bırakma yani benliksizleştirme ve kimliksizleştirme siyaseti bütün şiddetiyle 1990’da sonra da şekil değiştirerek pratikte uygulandı. Ulusal etnik azınlıklara ulusal otonomi özgürlüğü tanınmadı. Etnik azınlıkların beklediği anayasal ve yasal değişikliklerle hak ve özgürlükleri meşrulaştırılmadı. İşte bu durumda biz totaliter düzenin kendi kendini kilitlediği için, hastalandığından dolayı zamanını doldurduğunu belirtirken, tek uluslu devletten çok uluslu devlete, tek kültürlü ülkeden çok kültürlü ülkeye yani yeni bir medeniyete geçilmesini istedik.


82

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Resimdeki aydınlar, toplumsal köhnemişliğin ancak devrimle tedavi edildiğini bilen kişilerdir. Bu bilgiye sahip hek çok Bulgar aydın da var. İşte Sofya Üniversitesi Fesle ve Politik psikoloji fakültesinden, Oxfor eğitimli Prof. Evgeni Daynov “Bir Devrimcinin Not Defteri” dizisinin yeni çıkan ve beraberimde Viyana’ya getirdiğim 3. cildinde, “Bulgar devriminin kısır kaldığını” yazıyor ve daha girişte şu fikirlere yer veriyor: “10 Kasım 1989 Bulgar “devrimi” bir tepe darbesiydi. Beni en fazla etkileyen 1990 baharında bir milyon 200 bin kişinin katıldığı oldu ve bu bakıma ben 1990 yılına sonrasız devrim yılı diyorum. Ardıl darbeler arasında en etkileyici olan, 1912 yılında Sofya’da “Kartal Köprü” istilası oldu. Çünkü 1912 yılında ülkemiz ve toplumumuz için mücadele sahnesine yeni bir nesil çıkmıştı. Son yıllarda Bulgaristan’da büyük olaylar olmadı. Biz şimdi bir ara dönem içindeyiz. Suskunluk var. Yarın belirleyici olaylar olmuyor. Yoksullaştık. İnsanlarımız güncel dertlerine kapandılar.” İşte bu cümleler bile, bana, karşımdaki resme bakarken, daha metin ol, daha derin düşün diyor. Çünkü en ileri görüşlü olarak kabul etmek istediğimiz Bulgar sosyal bilimcileri bile bizim 1985’ten önce başlayarak şiddetlenen ve güçlenen mücadelemizi kabul etmek istemiyorlar. Tutuk evlerinde, sorgu odalarında, hapishanelerde, toplama kamplarında, tek kişilik zindanlarda, sürgünde, zorla çalıştırıldığımız maden ocaklarında çektiğimiz çileyi görmezden geliyorlar. Hiç biri hiçbir eserinde, konferans konuşmasında, Radyo ve TV demecinde, basında çıkan yazılarında “1989 Türk İsyanı! Türk devrimci atılımı! Bulgaristan’da dönüşüm kapısı açan Türk kahramanlığı!” demedi. Hep “olay” dediler. Hep özünü açmadılar. 1989 Mayıs Ayaklanmamızı, verdiğimiz kurbanları, varımızı yoğumuzu elimizin tersiyle iterek göç yollarında düşmemizi, vatandan kovulmamızı ve Bulgar devleti içinde arkamızda açılan derin çukura diktatör Todor Jivkov ve arkadaşlarının itilişini kabul etmek istemediler ve istemiyorlar. 1989 dönüşümünde Bulgarların bizden 5 yıl sonra uyandığı gün gibi ortadadır. Türklerin rolü açıklanmadan ve itiraf edilmeden, Todor Jivkov ile totalitarizmin devrilmesi ve 1990’da başlayan ama satıhta kalan “Geçiş Dönemi” asla anlaşılamaz. Sosyal kısırlığın, dönüşemezliğin nedenleri görülemez. Bulgaristan’ın 2017 yılında Avrupa’nın en sefil, yoksul, aç kalmış, köleleştirilmiş, cahil ve güçsüz insanlar ülkesi olduğunu iddia edenler, bu topraklarda Türkler olmadan, Türklerin yeni kuşağı kollarını sıvamadan ve traktörlerin dümenine oturmadan hiçbir reform yapılamayacağını, durumun değişmeyeceğini itiraf etmek zorundadır.


Makale ve Analizler - 2017

83

Fotoğraftaki arkadaşların Bulgaristan’a 1990’da pansuman yapıldığını, ama kuşunun yarada kaldığını iyi biliyorlar. Prof. Daynov’un 2012’de Birinci Boyko Borisov hükümetine karşı yapılan “Karta Köprü” gösterisinin “hükümete kaderin elimizde” işareti olmuştu. Ne ki, o genç nesil artık Bulgaristan’da yok. Ülkeyi ekmek parası için terk ettiler. Memleketten kaçmalarının nedeni “demokratikleşmenin dondurulması”, “hayat ışığının karartılması”, ufuksuz bir ortamda % 80’ni “debil” güçsüz insanların el yordamına yol aramasıdır. Bursa “Beleneciler” (Bulgaristan’da hak ve özgürlük kavgasının omurgasını oluşturduğu kabul edilen arkadaşlarıma halkın verdiği ad) toplu fotoğrafı, bu defa da suskun karşıladı beni. Duvarda 125 kişiyiz. Büyütmüştüm, hepsini tek tek daha iyi görebileyim diye. 517 kader kurbanı mahkümdur. Kalanı yok duvarda. Onları hafızamda taşıyorum. 52’mizin ajan - hain olduğu yıllar içinde posa gibi süzüldü ve ortaya çıktı. Eskiden hepimiz saftık, birbirimizden kuşkulanmaz, kuşkulandıklarımızı komşuluktan silerek işi bitirir, Cuma namazında Allahın karşısına yine aynı safta durur ve tövbe ederdik. Bizimki biraz köylü işi, biraz Türk işi idi. İnancımıza göre, bir sürü koyun içinde kurt barınamaz. Aramıza katılsa bile kokumuzdan boğulur. Bizim aramızda hainlik eden olsa bile, osuruğu ve ağzı Türk kokar inancı vardı. Hepimizin gideceği yer belliydi. “Bulgar’dan bize hayır gelmez!” inancı güçlüydü. “Bulgar’sa Türk’ten muhbir olmaz!” diyordu. Öyle olsa da Bulgarların Türk mermerini çatlatması ilginçtir. Çatlattı ve parçaladı. Yarım milyonumuzu birden sınır dışına itti. Ülkede kalan kardeşlerimici Lütfücü. Ahmetçi, Dayıcı sopacı diye ufalamaya devam ediyor. Şimdi hesaplarında bizi meclisten atmak var. Çocuklarımıza Bulgarca öğretim anasına “mama”, babasına “tatko” dedirtmeye çalışıyor. “Dyado” işiten dedeler köpürüyor. Böylece Türkiye’deki yakınlarımızla dil, kültür, ailevi yakınlık bağlarımız da baltalanmak istiyor. İnadından vazgeçmiyor, saldırdıkça saldırıyor. Hedefinde Türk kimliğimizi yok etmek var. Bulgaristan Türkleri arasından ilk muhbir kimdir diye çok düşündüm. Şipka’da Rus tarafında Türk yokmuş. Müslüman Çingenelerden Rus atlarına arpa, nal, yular satan olmuş. Aramızdaki kırgınlıkları bayramdan bayrama kucaklaşıp el öperek aşmak âdetimizdir. Birbirimize yumruk sıktığımız, tüfeğe sarılıp tetik sıktığımız işitilmez. Ailede olan evde, köyde olan köyde kalırdı. Kooperatifçilikle “temel”, “subaşı”, “dere kenarı”, “araba yolu şuradan geçer” gibi kavgalar da olmazdı bizde. Harmanda “düven sırası” da unutulmuş. Bizim düvenler bir kuytuya asılmış, harman makinesi gelince, gelmeyen harmanı beklerken çatlamıştı. Çocukluğumda yaşlılar ara-


84

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

sında öküz boyunduruğundaki serelerle ilgili de “aman canım, al senin olsun” dendiğini işittiğim olmuştur. Babam da kızılcık sere çubuklarının işe yaramadığı, demir çubuk olması gerektiğini savunuyordu. Bu bakıma biz uysaldık, iş güçten baş kaldırıp sağ sola bakamazdık, alçak gönüllü, ana - baba - oğul uşak kadar hayvan ve toprak seven insanlardık. Bizim kimliğimiz Müslümanlığımıza ve Türk kimliğimize bağımlıydı. Din üstüne tartışmazdık. “Bulgaristan Müslümanlığı” üstüne tartışma yürüttüğümüzü hatırlamıyorum. Bizde “Bulgar İslam’ı” kavramı yoktur. Bulgar ya da Bulgaristan Müslüman’ı kavramları bizi Müslüman ve Türk dünyasından koparmak ve parçalamak için uydurulmuştu. Müslüman kimliğine derin bağlı olan inamlarımız, aramıza nifak düşse bile cennet ve cehennem olduğuna, verilmeyen hesap olmadığına, ahlak kurallarımızın doğruluğuna inanıyordu. Bu inanç silsilesi herkesin günlük yaşamını belirlediğinden dolayı, sürüden ayrılıp da hainlik yapacağına inanmıyorduk. “Sürüden ayrılanı kurt yer” atasözümüz çok yaygındı. Öyle de oldu halkımıza kötülük edenlerden hangisinin yüzü güldü ki, ya rakı kadehinde boğuldular, ya kaza geçirdiler ya da tövbe ederken secdede kaldılar. Fotoğraftan bana bakan kardeşlerimin hiç biri Cuma kaçırmazdı. “Belene” kampında bile gardiyanların gözünden uzak namaz kılıyor dua ediyorlardı. Aramızda hoca ve öğretmenler vardı. Hiçbir akşam “politik İslam”, “ateizm”, “komünizm” gibi konuları tartışmadık. Biz uğruna içeri düştüğümüz davada başkasının hak ve hukukuna göz ve gönül koyma olduğuna inanmıyorduk. “Bizim olan bize yeter” inancıyla dik başlı ve gururluyduk. İsimlerimizi, din haklarımızı, okullarımızı, kendi kültür ve sanatımızla yaşamak, Türk gibi yetişip, Türk gibi yuva kurup, ana baba olmak ve Türk olarak ölmek bizin en doğal ve kutsal hakkımızdı. Biz Hıristiyanların, Bulgarların ve dinsizlerin edinimlerinden zırnık istemedik. Bizden zorla alınanın, doğal haklarımızın geri verilmesini istiyorduk. Bu öz davamızdı, Bizim aramıza sokulmuş ve bizi ele verenlerin Türklüğümüze ihanet ettiğindense hiç birimizin şüphesi yoktu, olamazdı da. Oradan çıktıktan sonra “Büyük Göçle” Türkiye’ye geldiklerine de inanmıyorum. Çünkü hainlik bir prangadır. İnsanın önce ruhunu öldürür. Kalbini oyar ve bitirir. Bunların hepsi öyle de, 1989’dan sora hainler büyük şair Naim Bakov’un Tuna boyundan yazdığı gibi “dallardan sararmış yapraklar gibi” dökülmediler. Şairin mantığına göre, “kâh ışır gözümüz, kâh kızarır yüzümüz” ve “son baharın bir daha dönüşleri yok.” Ne ki “hainliğin musalla taşı yok.” 30 yıldan beri Bulgaristan’da hainlik kendini yeniden üretmeye devam


Makale ve Analizler - 2017

85

ediyor. Bu yeniden yeşermeyi sırtından destekleyen ise, kendilerini hain saymayanların susmasıdır. Bizim hiçbir kimseyle hesaplaşmamamız ve yüzüne karşı “sen hainsin!” dememizdir. Yani hainlere karşı “halk mahkemesi” kurulmuş olsaydı, şahitlik yapmaya bile hazır olmayışımızdır. Kendi aralarında toplanıp futbol maçı sohbetlerine biraz ara verip, “neden içeri düştük”, “nasıl boşa bastırıldık”, “çıkarken senden ne istediler”, “yemin imzalattılar mı?”, “içerideyken sık sık müdürün odasına çağrılıyordun ne vaat ettiler?”, “nasıl aldatıldık!” gibi konuları analiz edip büyüteç altına almamamız oldu. “Sızlamayan yara bin yaşasın”, “kaşınmayan uyuz iyidir” anlayışıyla hareket edildi. Bizim “Belene” çekilerimiz nadas kaldı. Tekrar etmemesi için özünü deşip akıta madık. Bir ara “Belenecilerin” çekilerini harmanlama işi ısınmış gibiydi. Bir yandan Bulgarlar kendileri de 1949 - 1989 Tuna Adası “Persin” deki “Belene Toplama Kampı” dosyaları açmaya heveslendiler. Bu adadaki “ölüm kampı” adıyla ünlenen bu adadaki sürgün kampı birkaç defa açıldı ve kapandı. 1953 yılında kapandığında kapısından yalnız Bulgar çıktı. 1956 Macaristan İsyanı’ndan sonra yine açıldı. 1959’da yine kapandı. 1972’de Müslüman Pomakların isim ve dinlerine devlet azgın saldırısının başlamasıyla yine açıldı. Kara su (Mesta) ırmğı boyunda Barutin, Kornitsa, Breznitsa ve Lıjnitsa köylerindeki “meydan savaşları”, isyanlar, “Kotnitsa Türk Cumhuriyeti” ilan edilmesi sonunda şehit düşenlerin sayısı büyük olduğu kadar, 10 bin kişinin içeri atıldığı veya sürgüne zorlandığı tarih ve kader yazan gerçekleridir. Bu adaya büyük sayıda Pomak erkek, kadın ve aile geri dönmemek üzere sürülmüştür. 1984’ten sonra “Belene” kampına Türkler dolduruldu. 1989’a kadar doldu taştı açık kaldı. Belene Bursa 2004 “Belene” Ölüm Kampı kahramanları bir arada Kökümüz Türk özümüz Türk Küsme bize şuh özgürlük Yara aldık tutsak düştük Yakındır sonun Belene Dışarıda sis duman duman Lanet olsun puslu zaman Bize sancak onur iman Yakındır sonun Belene


86

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Biz evlad-ı Fatihanız Ölmek için can atanız Zuüm bize vız gelir, vız Yakındır sonun Belene. Ey genç yaşlı gün bugün Korkmasın zalimden gözün Yarın gerçekleşir ülkün Yakındır sonun Belene.

Bulgaristan Komünist Partisi ve Vatan Cephesi hükümeti tarafından kurdurulan bu toplama kampına rejim düşmanları dolduruldu ve orada ezildiler. Ada kampa ilk girenler komünist rejime karşı olan aydınlar, köylü ve kentliler, siyasi muhalefet temsilcileri, Çarlık döneminde fabrikatöre, çiftlik sahipleri, bankacılar ve polislerle subaylar, Türk ve Alman tutsaklar, Sırp siyasi mültecileri, Yunan askeri tutsakları, Pomaklar ve Türkler, Titocu komünistler, Beyaz Ruslar, Katolik ve Müslüman din adamları, Troçkist, anarşist ve İç Makedon Devrim Örgütü militanları hep bu kampa sürüldüler. 1949 yılında Bulgaristan’da 800’ü “Belene” kampında olmak üzere 4 500 sürgün vardı. Aynı yılın sonunda % 90’nı politik sürgün olmak üzere bu ada kampta 2 bin 348 kişi kapalı tutuluyordu. 1956 yılında “Belene” sürgün kampının kapatılması kararlaştırıldığında, tutukluların bir kısmı Lovça (Loveç) kenarında kurulan “Slınçev bryag” (Güneşli Sahil) kampına götürüldüler. Kamp sayısı toplam 165’ti. Bu ölüm ateşinden geçenlerin sayısı da 249 bini buldu. Kampları kpamakla tarih değiştirdiklerini sananlar aldanıyorlar. Bu konuda kitaplar yazıldı. Resim sergileri düzenlendi. TV, radyo ve basın aktifleşti. Sürgünlerin arasız 70 - 80 saat çalıştırıldığı, büyük sayıda sürgünün dayaktan öldüğü, birçok kişinin kayıplara karıştığı, cesetlerle domuz beslendiği vs açıklandı. Şunu hemen söylemek yerinde olur. Bulgaristan’ın Avrupa Birliği üyeliğinin temel koşullarından biri “Belene” ve diğer toplama kampları dosyalarının kayıtsız koşulsuz açılması olsa da, 2007’den beri şart yerine getirilmemiş ve gizli polisin “Belene” dosyaları açıklanmamıştır. Her yılın baharında eski politik tutuklular adada toplanıp öldürülen arkadaşlarının aziz hatırasına saygı gösterseler ve isimleri yazılı anıt duvara çelenk ve çiçekler koysalar da, sürgün kapının açık olduğu yıllarda açık olan ve halen de çalışan


Makale ve Analizler - 2017

87

“Persin” adasının Batı kısmındaki hapishanede halen mahkûmlar yatıyor. Bugün de adaya çıkan köprüden geçerken kimlik kontrolü yapılıyor. Okuduğunuz için teşekkür ederim. İkinci bölüm: “Belene Kahramanları anlatıyor.”

Aralık Ayı 2017 Yazıları Kötü Talihliler -2Osman Bülbül-2.Aralık.2017 Konu: Adaletli bir dünya uğruna adım atmak zorlaşıyor. Günümüz için olağanüstü aktüel olduğuna inandığım artık 3. bölümünü kaleme almaya çalıştığım konuma girmek bile her geçen günle zorlaşıyor. Hangi taşı kaldırsam altından oracıkta 30 - 35 yıldan beri saklanmış iri solucanlar, kertenkeleler, yengeçler, kırkayaklar, irili ufaklı yılanlar baş gösteriyor. Hepsi bir ağızdan “biz geçmişiz, bize dokunma, senin adıl gelecek dediğini ısırıp, kemirip, parçalarız, yok ederiz. Biz gibi taşın altında ve karanlıkta yaşamayı kabul edeceksiniz” diye haykırıyorlar. Bu olayı dün akşam Bulgar TV programlarında bir daha izledim, ürperdim, köpürdüm, haplarımı içsem de sabaha gözüm açık çıktım. Viyana’da yalnız olmam olayı daha da ağırlaştırıyor. Sık geçen bir haber var. 1 Ocaktan sonra Bulgaristan Avrupa Konsey Başkanlığı yapacak. Bir yere kadar olsa da Avrupa işlerine Sofya Kültür Evinde bakılacak. Bununla ilgili parlamento kaynıyor. Hak ve Özgürlük Hareketi Milletvekilleri Meclis kürsüsüne çıkarak, Avrupa Konsey toplantısında, “aşırı milliyetçilerin, faşistlerin siyasete girmesini yasaklayan, iktidar ortaklığında olanların hükümetten sökülmesini öngören bir karar tasarısı sundular. Bununla birlikte iletişim araçlarında Türkiye’deki demokratikleşme sürecinin daha geniş ve doğru dürüst yansıtılmasını” istediler. Sen misin faşistler aleyhinde öneri sunan. Bir defa bu demokratik öneri geçmedi. İkincisi de sunanlara demedik kalmadı. Yine bu hafta beni çok ilginç, daha önce rastlamadığımız, etkileyici bir gelişme oldu. Hak ve Özgürlükler Partisi’nin (DPS) Şumen iline bağlı Hitrino


88

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

(Şeytancık) belediyesindeki yerel parti teşkilatlarından (örgüt birimlerinde) 20’si çözüldü ve dağıldı. “Soya dönüş” zulmüne karşı mücadele ateşinden doğan bu örgütlerin yirmisinin birden dağılması yeni bir gelişme süreci başlatmıştır. Bilindiğine göre, Bu süreç 2014 seçimlerinde Deliorman yöresinde bireysel eylem olarak başlamış ve genel seçimlerde 120 bin oy GERB partisine kaymıştı. O zaman kişisel bir karar olarak beliren bir hareketlenme artık kolektif bir eylem biçimine dönüştü. Gerekçesi HÖH partisi içinde dikta yönetim uygulanması, parti örgüt ve üyelerine baskı yapılması, kolektif özgürlükler bir yana, kişisel hak ve özgürlüklerin de hiçe sayılmasıdır. HÖH partisini, Türk halkı öncülüğünde adalet, demokrasi ve özgürlük mücadelelerimizde kurulduğundan dolayı ve Bulgaristan’da çok etnikli ve çok kültürlü bir devlet düzeni istediği için yıkmaya, dağıtmaya, parçalamaya, kapatmaya, soldurup unutturmaya çalışan çok “lider” bozuntusu ortaya çıktı. Bunların sıralaması şöyledir. Hainler başı Ahmet Doğan, ne istediği belli olmayan ve iktidara yalakalık yapan Kasım Dal, çivisi oynamış Osman Oktay, Güner Tahir ve partinin kalbine hançer saplayacak kadar ileri giden, kendine Türklük aşılama gayretinde olan Lütfi Mestan ve diğerleridir. Partiyi dağıtan güçlerin yeni bir parti kurabileceğini düşünmek yanlış olur. Yine sahte, boyama, faşist ruhlu “Bulgar Yurtseverleriyle” amansız mücadelemiz babında son günlerde hele de Boyko Borisov hükümetinin Makedonya “Strumitsa” kentinde iki ülke hükümetinin bir ortak bakanlar kurulu toplantısı düzenleyerek ve hükümetler arası 6 anlaşma imzalayarak böbürlenmesine püskül olarak, Sofya’nın karlı caddelerinde “Mizya, Trakya, Makedonya!” Pankartlarıyla fener alayları belirdi. (Mizya, Kuzey topraklar anlamındadır.) İç Makedon Devirm Hareketi (VMRO) Başkan Yardımcısı ve AB meclis üyesi Angel Cambazki gibi göz boyayan milliyetçiliği ayyuka çıkmış saldırgan faşistler, 1919 Noyyi (Neully) Antlaşmasına saldırırken, Ege’ye çıkamadık, Vardan Makedonyasına pos atamadık, Sırbistan Bulgaristan topraklarındaki topraklara el atamadık diye göz yaşı dökmeye devam ediyorlar ve 100 yıl ellerinden geleni yapmalarına rağmen, Balkanları Müslümanlardan arıtmayı nasıl başaramadık diye yanıp kavruluyorlar. Geçelim konumuza: Tüm bu gelişmeleri, 1990 yılına kadar içinde ölüm kampı “Belene”nin de bulunduğu, halen de ağır suçluların mahkum edildiği Tuna adası “Persin”de yıllar yılıp olup biten ve bir türlü unutulamayan olaylara dönelim: Sabah kahvemi içerken, toplu resimdeki Kötü Talihliler


Makale ve Analizler - 2017

89

dediğim dava arkadaşlarımın 2004’te Bursa’da çekilen toplu fotoğrafına bakmaya devam ediyorum. Dikkati çeken bir özellik var: 1949’dan başlayarak “Belene” ölüm kampının her döneminde Türkler içeri düşmüş olsa da, bugün de köprüsünde polislerin nöbet tuttuğu “Belene” zulüm kampını anlatmak üzere Bulgarca yazılan toplam 15 kitabın sadece birinde Türklerden sşz ediliyor. Demokrat yazar, Çiftçi Partili Ogoyski, 1950’lerde tarımda kooperatifçiliğe karşı çıktıkları için tutuklanıp sürülen Kemaller (İsperih) köylerinden Türklerin isimlerine yer vermiştir. Onlara yapılan bası ve zulmü anlatmıştır. Biz hep Bulgar siyasetinin dışında tutulurken susmadık. Bulgar yazarlar Türkler konusunda genelde ortak hareket etmiştir. Çünkü “yurtsever” Bulgar siması Türklere karşı vasıfları ön plana çıkarılmadan yaratılamaz. Onların hepsi için biz, birer “İslamlaştırılmış Bulgarlar” kaldık. Bizim hakkımızı haktan, benliğimizi kimlikten, ruhumuzu yenilmez olarak asla göremediler. Bu işte biri bin yapma işinde çok becerikli olan İngilizlerin rolü büyük oldu. 1860’lı ve 1870’li yıllarda ve hele kışkırttıkları 1876 Bulgar Nisan Ayaklanması dolayında İngilizler yalan dolan işlere kendilerini öyle kaptırmışlar ki, insanın bataklıktaki köklere el attıkça bir yılan balığı veya yengeç yakaladığı gibi art arda ve yeni bulgu “şah eserler” keşfedişi son bulmuyor. Şair Oscar Wilde /1854 -1990/ (İrlanda bir oyun yazarı) işini gücünü bırakmış o zaman henüz devlet sınırları (1876) ve adı olmayan “Bulgaristan’da Hıristiyanların Katledilişine Sonat” başlıklı “yeni” bir eseri bulundu. Ben “sonatı” sizin için özel olarak şu sebeple çevirdim. 517 kardeşimiz “Belene1” adasında ezildi. 12 bin 500 kardeşimiz zindanlarda çürütüldü Batı şairlerinden hiç birinin tükenmezi yazmadı. Biç bir besteci, “Bulgaristanlı Müslümanları Savunma Sonatı” ya da “Bulgar totaliter faşistlerini kınama senfonisi” yazmadı. İngilizlerin 1876 baharında “size mermer konaklar yapacağız, parası bizden” vaatleriyle 70 Bulgar köylüsüne kulübelerini yaktırdığı gerçeği görmek istemeyen Oscar Wilde bakınız ne yazmış ve 141 yıl sonra bu hafta tüm Bulgar basını bunu bastı: Bulgaristan’da Hristiyanların Katledilişine Sonat İsa Peygamber, sen sağımısın, yoksa Beyaz kemiklerin toprak altında mı? Dirilişin, kutsal günahkârın Sadece bir rüyası mıydı yoksa? Sessizliği güçlü iniltiler bozdu Aziz papazların öldürülüyor.


90

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Katılaşmış çocuk cesetleri Çığlıklara ilgisiz mi kalacaksın? Sen, Yüze Tanrının aziz oğlu, in şu kinli dünyaya! Kapkara yıldızsız bir gecede, Uzanmış kahrolası hilal, haçın üzerine Sen gerçekten kabri açıp dirilmişsen, Boşluğunu Hazreti Muhammet doldurmadan Gel ve kurtar onları!

Onlar yazar ve şair olmalarına rağmen, başka dünyaların insanlarıdır. Bize hep vatanlarında yaşayan ama ata ocaklarını terk etmeye zorlanmaları ve kötülenmeleri gerekenler olarak baktılar. Ne modernleşebildiler, ne de büyüyebildiler. Hep karanlık, çamur ve pislik içinde yaşamaları gerçek olmayan dönek ruhlu aydınların hakikati yazmasına pranga koydular. Aynı kampta ölüm bekleyen insanların 28 yıl sonra bile, bizde “Belene” gibi kamplarda can feda edenlerin anıt duvarına çelenk ve çiçeklerin yan yana konmasına tahammüllü olmayanların arasında yaşamak zorundayız. Oysa o çiçekler aynı bahçelerde yetişmişler. Kinin derin anlamı olmalı. Bizimki kışkırtıcıların gerçek yüzünü saklayan perdedir. İyi ki kendi yazarlarımız, öz edebiyat, sanat ve kültürümüz var. Şimdiye kadar kimseden gözyaşı dilenmedik. Rodoplu usta kalem yazarlarımızdan, Mehmet Türker “Belene” zulmü konusunu birçok açıdan kaleme aldı. Eserleri film senaryosu, en büyük ve ünlü orkestralarda çalınan müzik eserinden etkilidir. Ne ki, Bulgar Yazarlar Birliği “getirin Bulgarcaya tercüme edelim” demedi. Yaşattıkları vahşetten kendileri korkuyorlar. Bulgar bataklığı günümüzde alabildiğine ve burun direği kırarcasına kokmaya devam ediyor. 2001’de Bulgarlar AB Meclisi tarafından “Schengen” siyah cetvelinden çıkarılınca biraz rahatladılar. 3 milyon vatandaş AB ülkelerinde serbest dolaşma hakkı kazandı. Oralarda çalışarak gönderdikleri üç beşle evde kalan yaşlılara ve çocuklarına nefes aldırdılar. Bugünkü temel sorunların ana nedeni ise, sözüm ona “soya dönüş sürecinde” açılan derin uçurumun, aşırı sağcı ve faşizan güçlerin hükümete tırmanmasıyla daha da derinleşmiş olmasıdır. Bu ayrışımın en büyük simgesi ise, anti-totaliter mücadelede düşen kahramanlarımız için dikilen anıtlarımıza çiçek demetlerimizi yan yana koyamamamız, koyun poslu faşist kurtların elini kolunu sallayarak aramızda dolaşması ve bizi idare etmeye yeltenmesidir. Bunu kabul edemeyiz.


Makale ve Analizler - 2017

91

Bu cümleden olmakla “ulusal bilinç” sorunu ortaya çıkıyor. İlk bakışta dikkati çeken, Bulgar ulusal bilincinin taşıyıcısı olduklarını iddia eden sözde yurtseverler sürüsü “devlet sınırlarının yayılmasını, Makedonya topraklarına, Vardar ırmağı boyuna ve Batı Trakya’ya çöreklenmek, atları Ohri gölünde sulamak” arzusuyla yanıp tutuştuğunu görüyoruz. Tarihlerinde en büyük zaferinde 1912 saldırı savaşını başlatmazdan önce Sırplar, Karadağlılar ve diğer bazı Balkan güçleriyle birleşmeleri olduğuna işaret ederken, 1918 Milli felaketini hemen unutuyorlar. Aslında azınlık haklarımızı, “kültürel otonomi” isteyen, çocuklarımızı kendi okullarımızda hoca dizinde, öğretmen önünde eğitmek isteyen bizler için değişen hiç bir şey yok. Tekirdağ doğumlu vatan şairi Namık Kemal’in (1840 - 1888) geçen asrın başında şiir yazarken kullandığı değimlerle, “Belene” zulmünü ve 2017 gerçekliğini anlatırken kullandığımız değimlerin aynı olması, hiçbir şeyin değişmediğine kesin kanıttır. “Sen oldun zulüm hey kalp kıran, ben hüzünlü; Kader gülsün, kalp kırıcı; sen hüzünlü, ben hüzünlü; Ölürsen görmeden millete ümit verdiğin feyzi; Makale ve Analizler - 2017 87 Yazılsın mezar şaşımda vatan hüzünlü, ben hüzünlü!” Kaynak: Şairimiz Galip Sertel iletisi: Dobriç’ten Fethi Ayan “Hücreden” şiirinde şöyle diyor: “Zaman cansız, ağırı verir kalbe yoksul saatte Özlem çekmek yıllarca bir şeyler duymak için Kalbimde alev bu şiddetli arzu gitgide Açık ışık size hücreden, milletim benim.” “Belene” ölüm adasından gelen seslerden: Ellerimize kelepçe de vursalar, ayaklarımıza elektrik de verseler Boynumuza ip de çekseler, Türklüğümüzde asla vazgeçiremezler Murat Kerim Hoca Ve katillere, zorbacılara, zulüm edenlere bütün dünya totaliter faşist zihniyeti sahip çıksa olmadı ve olamazdı. Belene bizim Türk lük’e yeni uyanışımızın beşiğidir. Geceleri toplu geçirdiğimizden, gece boyu dertleşmiş olmamızdan, aramızdaki konuşmaları Türkçe yürütmemizden, koğuşlarda Bulgaristan’ın dört bir yanından kar-


92

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

deşlerimizle dertleşme olanağı bulmamızdan dolayı bir diriliş, dayanışma ve sırt sırta verme ocağıdır. “Soya dönüş süreci”nin tamamlanmasından sonra mukavemet göstermeye devam eden Türklerin “Belene” sürgün kampına gönderilmesi emri 4 Mart 1985 tarihinde Başsavcı K. Petrov ve İçişleri Bakanı D. Stoyanov tarafından imzalanmıştır. Bu gerçekler Alman ZDF TV programı ve TRT tarafından çevrilen belgesel filmlerde herkesin anlayabileceği şekilde ortaya çıkarıldı ve dünya uyandı. Hiçbir zalim, yukarıda şiirini verdiğim taraflı şair Oscar Wilde gibi Bulgar şövinizmini destekleyen şiirler yazmadı. Moskova’da Mihail Gorbaçov bile suskun kaldı, Jivkov zulmüne arka olmadı. Bir de o zaman yaşadığımız çağ, Avrupa ve dünya halklarının demokrasiye uyanış çağıydı. 1989’da Jivkov mezalimliği Bulgar demokrasi kalkanını delemedi, yıkamadı, ayakaltına alamadı. Fakat demokrasi yolunca birlikte yürüme, Türkler Çingene ve Pomaklar, Tatarlar ve Ulahlar lehinde çok emin, kesin kararlı adımlar da atılamadı. “Belene” dosyalarının açılmasını isteyen sloganlar atılmadı. Bulgarlar bugün de hapishane dosyalarının hepsinin ve hemen açılması çağrısında bulunmuyor. Kamuoyu susuyor. “Komünizm suçlarının süresi olmaz” diyorlar somut adım atanlar yok. Hiç kimse bir daha tutuklanmak, kelepçelenmek, itham dinlemek, boş sorular cevaplamaya zorlanmak, boş kâğıtlar imzalamak, kırbaçlanmak, kırık kemiklerini sürümek, yaralarını üzerine işeyerek tedavi etmek istemiyor. İstemiyor da zulüm işleyen katillerin içeri atılması için de kollarını sıvamıyor. Görüldüğü üzere Bulgaristan Türklerinin haklarının verilmemesi konusunda aktif rol oynayan BKP MK üyesi, Ağustos 1989 Kuveyt Görüşmelerinde Bulgar totaliter zulmünü savunan Georgi Yordanov, kitap yazmaya, azınlıklara karşı zehir saçmaya, tek dilli tem uluslu devlet çıkmazını savunmaya devam ediyor ve kılına dokunan, “a be sen diyorsun, durumu görmüyor musun? Halkımızın % 80’i “debil” oldu demiyor.” Totaliter faşizm taşını gerçekten kaldırıp altındaki çürümüşlükte topaçlaşmış solucan ve yılanları kimse görmek istemiyor. Herkes o taştan (tarihinden, geçmişinden, gerçeklikten) kaçıyor. Taş yerinde dururken ve insanlar ondan uzaklaşırken statüko korunuyor, ömrü uzuyor. 20. yüzyıldan 21. yüzyıla geçebildi.... Yıllar önce, İstanbul “Çemberilitaş” merkezinde cumadan sonra koku almış balarısı gibi toplanır, konuşur, dertleşirdik. Güz çiçeklerinde bal olmadığını anlamamız zaman aldı. “Belene” açtıkça, mahkûmlar açılacağına içlerine kapandı. Uzun zaman eski toprakların ağzına baktık. İç dünyala-


Makale ve Analizler - 2017

93

rını dökmeye yanaşmadılar. Söze gelmediler. Sır küpü oldular. Ben birbirlerinden çekindiklerini hissediyordum. İdeolojisi olmayan insanların ufku kapalıdır. Onları düşüncede modernleşmeye kazanmak isteyen Sayın Yalçın Koçak, bu olayı “Aziz” kod adıyla yazan, “ekonomik ve mali gerekçelerle, farklı bir dönemde, içer kalmış” bir Bulgaristan Türk aydınına havale etmişti ve birçok kitap çıktı. Olay Bulgarca yazıldı. Sanki Bulgar’a “bakın ne yaptınız” denmek istendi. Bu ise, Bulgar milliyetçiliğini birbirine sıktı, pekiştirdi ve son hesapta Türk düşmanlığından 21. yüzyıl Bulgar faşizmi doğdu. O eserler olaylar sıradan olaylarmış gibi sıralanırken, ideolojik özden uzak, hayali bir anlayışla tuzlanarak, birçok sürgünün kişisel fotoğrafıyla da beslenerek yayınlandı. Bulgarların silahı “ulus devlet” kurmak için patladı. Bütün azınlıkları ulus devlet makinesinde (çarkında) kıymaktı ve 20. yy. boyunca kıydı. Üzerimize gelen saldırı, ideolojisi olan bir saldırıydı, devlet siyasetine, baskı ve terör uygulamasına dönüşmüştü. Biz Türkler ise, Türk kimliğimizi, Türkçülük ve Müslümanlık olarak savunduk. Türkçülük bizim ideolojimizdi. Yani bizim de yenilmez ideolojimiz vardı. Türkçülük, Yusuf Akçura’dan, Namık Kemal, Ziya Gökalp ve Mustafa Kemal Atatürk’le doğan ve güçlenen bir ideolojidir. 20 yüzyıl ideolojisidir. Son doruklarından biri Bulgaristan Türk ve tüm Müslümanlarının, kimlik olarak Türk ulusundan kopmaz, sökülmez bir parça olarak kendi kabul ettirmesini beyan etmemizle taçlanmıştır. Bu gerçek uğruna ayaklanmış olmamız tarihsel bir olaydır. Ne var ki, insan hakları bir ideoloji değildi. Benliksiz ve kimliksiz insan tipi yaratmak isteyen, azınlıkları bu iş için uygun gören neo-liberaller bu işin deşilmesini istemediler ve istemiyorlar. Bugünde yükü ve zulmü altında ezildiğimiz ve özümüzün çıkarılmak istendiği ulus devlet koşullarında, neoliberalizm savunuculuyla geçinenler, şarlatandır. İdeoloji, çiğnenmek için üretilmiş bir amerikan sakızı değildir. İnanç meselesidir. Vijdan işidir. Birikim ister. Hain Ahmet Doğan başta olmak üzere Lütfi Mestan da 28 yıl “Belene” ölüm kampına uğramadı. Çünkü “Belene” bir zulüm tezgahı olarak, liberalizm ocağı değildir. Faşizmin, totalitarizmin, sosyalizm ve komünizmin ve onlarla beraber liberalizmin de red edildiği, boğazı sıkılıp Tına deryasına fırlatıldığı yerdir. “Belene” kampında ölüm bekleyenler liberalizm doğsun diye beklemediler. Hak ve özgürlük, adalet ve demokrasi güneşinin doğmasını beklediler. Bunun için zulme katlandılar, dayandılar, canları alınanların ruhu yaşıyor.


94

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Hainlerin iplerini çeken var. Kendi akıllarıyla çalışmıyorlar. “Belene” olayı kamuoyu masasına, yuvarlak masaya yatırılmadı, hükümet ve meclis gündemine gelmedi. Zulme dayananlar miting kürsülerinde dinlenmedi. Yani pirincin taşı ayıklanmadı. Hatta “Belenecilerin” arasında 52 kişi oldukları iddia edilen ajanların listesi çıkmadı, yayınlanmadı. En kolay iş 3. kadehten sonra her komünistte bir “ajan - provokatör” görmekti. Yumrukla masaya vurmak. Sözde hepsine kök söktürmekti. Şöyle ki, “Belene’de” muhbirlik yapan ve kapman çıkarken eline yüksek tahsil diploması verilenlerin şerefi dahi sorgulanmadı. “Onların arasına sokulmayı başarmış, biz de biraz arkalayalım da belki bir şeyler olur” zihniyeti üstün geldi. Ajanlar “inci” olsa kolye dizilecek ve boyuna takılacaktı. Bir ara öyle değerlenmişlerdi ki. İnsan bazen hep yanlış tahtaya basılması nedenleri üzerinde düşünürken, acaba suyun durulmasını istemeyenler mi var geçiyor akıldan! Kampta kalmış ve daha sonra 1989 Mayıs Ayaklanmasına katılan kardeşlerimiz çok değerli eserler kaleme aldı. Ne ki bu çalışmalarda “sürgün olayının” politik psikolojisi aşamaları ve patlaması ele alınmadı. 2010 yılında “Belene” yarasına Ankara Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyoloji Anabilim Dalında Vildane Özkan 2010’da doktora tezinde parmak bastı. Konu: “Bulgaristan Halk Cumhuriyeti’nde Siyasi Otorite ile Ulusal Türk Azınlığı Arasındaki Güç İlişkileri Bağlamında Belene Toplama Kampı (1985 - 1986). Bu bilimsel çalışmada olay bir “kültürel - kırım” olarak ele alınıyor. “Avrupa tarihinde en hızlandırılmış kültürel - kırım olduğuna” işaret ediliyor. 1989’da uygulanan “sınır dışı sürgünü” ise, İkinci Dünya Savaşından sonra “en büyük sürgün” olarak nitelendiriliyor. Bu doktora tezinde, karşımdaki resimden bana bakan 1985 - 1986’da Belene kampında tutulan, tanık katılımcılar, Türkiye vatandaşı olarak taşıdıkları ad ve soyadlarıyla sıralanmıştır: Okuduğunuz için teşekkür ederim.


Makale ve Analizler - 2017

95

Sosyoloji Konuşuyor Rafet Ulutürk-02.Aralık.2017 Konu: Politikaya girmek var, çıkmak var. Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi Genel Sekreteri ve Devlet Konseyi Başkanı Todor Jivkov’un en yakın koruması olan, 2009’dan beri belirli aralıklarla Bulgaristan Cumhuriyeti Başbakanı olan Boyko Borisov komünist partisinin üyesiydi. Bütün zulümlerin başı olan diktatörün en yakın korumalığını yaptı. Bazı istisnalar hariç, Bulgaristan’da komünist partisi üyelerinden daha fazlası ve ajan dosyaları köpeklere atılanların da daha fazlası işsiz kaldı ve hatta süründürüldü, süründürülüyor. Öte yandan Boyko Borisov gibi kişiler için Moskova’dan Cumhurbaşkanı Georgi Pırvanov’a (2002 -2012) bir telefon geldi ve Boyko Borisov’a devlet görevi verilmesi istendi. O da fırsattan yararlandı. Önce İçişleri Bakanlığı Genel Sekreteri, ardından Sofya Belediye Başkanı, daha sonra da Amerikancılığıyla bilinen eski polislerden Tsvetan Tsvetanov’un Sofya’daki “Amerikan Vakfı” finansal desteğiyle kurduğu kısa adı GERB olan ve geçen hafta 4. Ulusal Toplantısını yapan Bulgaristan’ın Avrupa Birliği Vatandaşları partisi’ne Başkan atandı ve ardından da Başbakan oldu. Borisov, 26 Mart 2017 seçimlerinden sonra kurduğu 3. hükumete de başkanı oldu. Bir gözüyle hep Moskova’ya baktı. Paraların geldiği Brüksel’den gözünü hiç ayırmadı. Almanya Başbakanı An. Merkel’in boynuna asılı kaldı. 4. Kongre’de herkes GERB partisinin seçmenden, halktan ve anası olan BKP’nin varisi Sosyalist Partiden (BSP) tamamen koptuğunu gördü. Ne var ki. Sofya “Arena” kapalı spor salonunda 12 bin kişiyle yapılan 4. ulusal toplantıdan bir hafta önce, Avrupa Parlamentosu, Avrupa Konseyi ve Dünya Bankası siparişi olarak AB ülkelerinde sosyolojik araştırma yapan otoriteli “TNS opinion” uluslararası sosyoloji anket ajansı, Bulgaristan’da yaptığı son anketin kesin sonuçlarını yayınladı ve gazeteler Borisov gidiyor! Batan GERB gemisinde panik yaşanıyor! Gibi başlıklar attı. Bu forumdan bir tek belge çıktı. GERB partisi sosyalist partiyle iktidar kurmak istemediğini ve hiçbir konuda ortaklığa yanaşmayacağını belgeledi. Bu belge, oy birliği ile kabul edildi. 4. kurultaya kadar, GERB partisi hep Hak ve Özgürlükler Partisi ile


96

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ortaklık yapmak istemediğinden, Türkleri devletten söküp atmaktan dem vuruyordu. Şimdi bu işleri, Türk, Çingene, Pomak ve diğer azınlıklar meselelerini aşırı milliyetçi, faşizan güçlere bıraktı. Spor salonuna dizilen mavi renk, yeni koltukların birinci sırasına faşist bir parti olan “Ataka” lideri Volen Siderov; yine faşist bir parti olan ve tarihinde kan ve göz yaşından başka hiçbir şey olmayan İç Makedon Devrim Hareketi VMRO lideri, başbakan yardımcısı ve Savunma Bakanı Krasimir Karakaçanov ve yine bu partinin kuduz köpek gibi havlayan başkan yardımcısı ve AB parlamentosu milletvekili Angel Cambazki ile 21. yüzyıl Bulgar faşizminin babası olarak tarihe geçmeye hazırlanan, Çingene, Türk, Pomak, İslam, Müslümanlık ve azınlıklar düşmanlığının kudurmuş iti, Başbakan yardımcısı ve Bakanlar Kuruluna Bağlı Azınlıklar ve Demografi Sorunları Genel Müdürlüğü Başkanı Valeri Simeonov, hükumetteki faşizan ruhlu bakanlar, bakan yardımcıları ve genel müdürler kör lamba şişesi gibi dizildiler. Başbakan Boyko Borisov bu it sürüsüne sıcak bakarak, tebessümlü bir eda ile “aman iyi ki varsınız, siz olmasanız biz ne yapardık, sayenizde hükumet kurduk ve devleti ve halkı soyup sömürmeye devam ediyoruz” der gibi konuştu. İkinci Dünya Savaşı öncesi ve savaş esnasında Avrupa halklarının antifaşist direnişlerinden doğan Avrupa Halk Partisi (ENP) hareketi yönetim temsilcileri de kurultaya katıldı. Onlar Bulgaristan’da sağ kanat kenetlenmesinden, ülkedeki komünist totalitarizmin koruyuculuğu yapan GERB polis - ordu - itfaiyeci ve diğer kolluk kuvvetlerin kalıntılarından derlenen hareketin, tarih süprüntüsü faşistlerle birlik kurmasından memnun oluşlarını açıkça alkışladılar. İşin tuhaf yanı ise, Avrupa Halk Partisi liderler ekibinin Bulgar faşistleri ve aşırı sağcı güçleri için “onlar o bildiğimiz faşistlerden” değil gibi bir şeyler gevelemesi oldu. Faşistin “iyisi, bizim adamı, ılımlısı veya hoşgörülüsü olmaz!” 21.yüzyıl başında Almanya, Avusturya, Hollanda ve Fransa’da ardından da Balkan devletlerinde ve özellikle azınlıklara düşmanlık esasında yeni - faşizmin Bulgaristan’da boy atması ve 2017 genel seçimlerinde sandıktan 3. parti olarak 92 BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) çıkarak, hükümet ortaklığına tırmanması Bulgaristan halkına ve özellikle de ülke nüfusunun hemen hemen yarısını oluşturan azınlıklara uykusuz geceler yaşatıyor. Azınlıkların yaşadığı Getto-Mahallelere polis ve sopacı


Makale ve Analizler - 2017

97

saldırıları arttı ve şiddetlendi, Pazarcık, Plovdiv, Asenovgrat, Lom, Varna ve daha birçok yerde azınlık temsilci ve eylemcilerine karşı davalar yürütülüyor. Hükümet beceremediği, çözemediği, üstesinden gelemediği işlerin acısını azınlıklardan çıkarıyor. Bulgaristan’da 2017’de oluşan ve artık bir halkın dip hareketlenmesi olarak baş gösteren yeni durumu sevilen ve bilinen şairlerimizden Naim Bak oğlu bu sabah E-posta adresime sıcak somun gibi gönderdiği şiirinde şöyle dile getirmiştir: Zor Zor be dostum, öylesine ki çok zor Kendini anlatmaya sakın kalkma Biri yazıyor diğeri bozuyor Kendini ara ateşinde yakma! Boş ver salla da gitsin tasaların Şeytan alsın götürsün şüpheleri! Böyle yazmış yaşam yasaları Okumaya yetmez gözlerin teri! Bir ömür yetmez anlamaya aslı Kim haksız, kim haklı hiç bilemezsin! Karşına çıkar bunca gözü yaşlı Gerçekçi gözyaşını bilemezsin! Bunu söylüyorum, görmüşüm çünkü El verdiklerin sana dert açıyor! Desteğe muhtaç olan daha dünkü Umutlarını da alıp kaçıyor! Naim der, zor be kardeşim, hem de çok zor. “Dert çok, hem dert yok” demiş ya şair! Şurada kalbimde alevlenen kor Ağıtlar yakıyor, vefaya dair! 30 Kasım 2017 Naim Bakoğlu


98

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yukarıda değindiğim, “TNS opinion” sosyolojik ajansının açıkladığı verilere, şair Bakoğlu’nun “zor” ve “alevlenen kor” saptamasından çıkarak, yakından bakalım: Bu uluslar arası saygın ajansın elde ettiği sonuçlar ve yayınladığı rakamlar, Bulgaristan halkının bundan böyle “GERB ve faşistler diktatörlüğünde” yaşamak istemediğini gün ışığına çıkardı. Ankete katılanlardan % 48’i şimdiki politik sistemin kökten sökülüp çöpe atılmasını ve yeni kurulacak bir siyasi parti öncülüğünde ülkede yeni, adil bir siyasi düzen kurulmasından yana olduklarını ortaya koydular. Anket sonuçlarını dile getiren rakamlar, Bulgaristan siyasi bataklığını tamamen karıştırdı. Şimdiki yönetimden memnun olmayanların toplamını bir TV şovmeni olan ve Bulgaristan siyasi sisteminin kökten değiştirilmesi: meclis seçimlerinin parti listelerine göre değil, en fazla oy alan kazanır (majoriter) usulünce yapılmasını; siya partilere her yıl oy başı 11 leva verilmesine son verilmesi; büyük ve küçük kentlerde polis amirlerinin ve savcıların halk tarafından direk oylamayla seçilmesi; her vatandaşın ülke içinde ve dışında seçime katılmasının devlet tarafından güvence altına alınması gibi isteklerle, 6 Kasım 2016 tarihinde yapılan halk oylamasında (referandum) 2 milyon 500 bin oy alan Slavi Trifonov tarafından yönetilirse, bu hareketlenmenin Bulgar seçmenlerinin hepsinin toplam oylarının % 50’den fazlasını bugün (GERB Kurultayından bir hafta önce) alacağı somutlaştı. Ne yazık ki, siyasi sistem değişikliğini daha bu yılın (2017) başında başlatacak olan ve hatta 26 Mart seçimlerinin majoriter usulle yapılmasını öngören bu referandum, kabul edilmedi, sudan sebeplerle mahkemeye verildi, meclis onayına sunulmadı ve dolayısıyla rafa kaldırıldı. Nedir ki, tüm bunlar Bulgar halkının gözü önünde olduğundan dolayı, halkın kini ve öfkesi birikti ve katmerleşti. Sosyolojik anket sonuçlarına da böyle yansıdır. Yani bir genel seçimde GERB partisinin tüm oyların ancak % 12,5’ini alabileceği, seçime katılım 26 Mart’ta olduğu gibi % 50 olur ve Türkiye Cumhuriyetinde ve Batı ülkelerindeki seçmenin oyunu vermesi engellenirse oyunu verebilenlerin ancak % 25’inin oyunu alabileceği ortaya çıktı. Kuşkusuz halk oylaması (2016) referandum sonuçlarının hiçe sayılmasına tepki olarak 18 yaş üstü Bulgaristan vatandaşlarının büyük bir kısmı yine sandık başına gitmeyecektir. Referandum sonuçları yürürlüğe konsaydı, 26 Mart seçimlerinde seçmenin % 78’i sandık başında olacaktı ve % 64’ü (anket sonuçlarına göre) Sofya meclisindeki milletvekili sayısının 240’tan 120’ye indirilmesine; si-


Makale ve Analizler - 2017

99

yasi partilere devlet bütçesinden karşılıksız para dağıtılmasına son verilmesine; majoriter seçim sistemi uygulanmasına ve il ve ilçe merkezlerinde polis amirlerinin halk tarafından seçilmesine oy verecekti. “TNS opinion” ajansının Brüksel parlamentosuna ve Avrupa Konseyine sunduğu sonuçlarda bu gerçek var. GERB kurultayından önce ortaya çıkan bu rakamlar ve bu yeni eğilimin halk hareketi, yeni bir dip dalgası boşandırabileceğini iyi bilen Başbakan Borisov, anket sonuçlarına yanıt olarak, şöyle konuştu: “Tanımadığım sosyologlar beni iktidardan hep düşürüyor da, evdeki hesapları çarşı - pazara uymadığı için, yönetmeye devam ediyorum!” Böyle bir şey yok. Yanlış olan, sosyologların hesapları değil, seçim sistemi ve seçim günü dönen dolaplardır. Son günlerde Bulgaristan’da sorulan soru şudur: 3 hükümet kuran Boyko Borisov 2009’dan beri Bulgaristan için ne yaptı? Yanıt: Devleti kırık döken, rüşvetçi ve zorba kalın enselilere, oligarşi yamaklarına devretti hediye etti. Bulgaristan bir avuç çok zengin ve kalabalık çok yoksul kitle şeklinde kutuplaştı. Azınlıkların hepsini çok sefiller bataklığına itti ve üzerlerindeki baskıyı arttırdı. Gençler tam bir hayal kırıklığı içinde tek yönlü uçak biletiyle Sofya Uçak Limanının Dış Hatlar gişelerine yöneldi. Kurultaydan sonra, Bulgar kamuoyunu belirleyen kanaat öderleri ve bilim adamları ne dediler? Prof. Lübomir Georgiev: “Borisov, Bulgar siyasetindeki çarpıklığın simgesidir.” Prof. Minço Zlatev: “Borisov’un temel eksikliği sosyal duyarsızlığı ve Tepegöz oluşudur.” Prof. İvaylo Znepolski: “Boyko Borisov’un soygunculukla belirlenmiş geçmişi ve Bu günü GERB partisinin temel sorunudur.” Hristo Krasin: “Ben yaşadığım devletin ömründe bir kitap okumamış bir kişi tarafından yönetilmesinden utanıyorum. Soruyorum: Ekonomiden ve sosyal işlerden biraz olsun anlayan bir kişi bulmakta gerçekten zorluk mu çekiyoruz?” Sofya’da çıkan ve okuyucu kitlesi geniş olan “Çok Gizli” aylık gazetesinin imtiyaz sahibi ve başyazarı Krasimir İvanciiyski ülkemizdeki yeni durumu yorumlarken “Mafyaya Karşı Halk!” başlığıyla çıktı. Yayınlanan mafya elebaşları fotoğrafında, yönettiği Bulgar (BTK) bankasından 7 milyar 200 mil-


100

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yon leva çalarak yurt dışına kaçan Nikolay Vasilev başta gelirken, ikinci sırada “saray” denen bir yere kapanan ve korumalı yaşayan, Bulgaristan Türklerinin hain ajan dediği, HÖH fahri lideri Ahmet Doğan yer aldı. GERB kurucusu, halen GERB meclis grubu başkanı, eski polis Tsvetan Tsvetanov, GERB Başkanı ve Başbakan Boyko Borisov, Bulgar Başbakanı Suudi Arabistan’a giderken İran’da indirilen uçağında bulunan düşük çar II. Semeon; HÖH - DPS milletvekili Delyan Peevski; “Ataka” partisi lideri Volen Siderov; Sosyalist Enternasyonal Başkanı Sergey Stanişev; son 5 hükümetin maliye bakanları, enerji sektörü şefleri vb bu listede ön sıralarda yer alıyor. Şimdiye kadar Bulgaristan’da sloganın “Onlar bizi yok etmezden önce, biz onları yok edelim!” olduğunu hatırlatan İvanciiysiki, durumun değiştiğini, yeni slogan “Mafyaya Karşı Halk!” olduğunu yazıyor. Yorumdan bir alıntı: “Ne yazık ki, “onları yok edelim” çağırımız artık gecikti. Bir avuç soyguncu Bulgaristan iktidarına el koydu. Bizim savunmamız gereken devlet ve kamu kurumlarına artık yerleştiler. Sıradan vatandaşlar yeni bir soykırım yaşamak zorundadır. Hiçbir işe yaramayan ve yeri çöplük olan bir grup soyguncu “demokrasi” diyerek halkımızı bir kaşık suda boğmaya çalışıyor.” Yöneten mafya halkımızı gerçekten yok etmeye çalışıyor. “Üçüncü dünyanın” az gelişmiş ülkeleri arasında insan ömrünün uzunluğu bakımından son sıradayız. Dünya Sağlık Örgütü 191 ülkede yaptığı araştırma sonuçlarını açıkladı ve biz insan ömrünün uzunluğu bakımından 150. yerdeyiz. Azınlıklar arasındaki ölüm oranı en yüksek. Yoksulluk: Bulgaristan vatandaşlarının % 50’den fazlasının en düşük yaşam standart çizgisinin altındadır. İşsizlik % 20. İş gücü üretme kapasitesi tükenmiştir. Eğitim, bilim ve spor çökmüş. Gelişmemiz durmuştur. 1990 yılına kıyasla Gayri Safi Milli Hâsılamız (GSMH) 2 defa azaldı. Tarım işletmelerinin sayısı da 2 defa azaldı. Hırsızlıktan hapis yatanların sayısından başka büyüyen bir şey yok. Bulgaristan bunalımları, bir de adına “Küresel tüketim medeniyeti” bunalımının sonucudur ki, bu “bunalımların bunalımı” olarak, insanlık tarihinin daha önce görmediği bir derinlikte süre giden bir krizdir. Biz bugün Avrupa’nın “Gettosu” olduk. Halkımızın hiçbir seçim hakkı yok: “Kolera ve veba” ikisinden birini seçmeye zorlanıyoruz. İvanciiski şöyle yazıyor:


Makale ve Analizler - 2017

101

“Halkımız ve ülkemiz sökülüyor. Bazı bölgeler, etnik gruplar artık devletin tamamen dışındadır. Devletin sömürülmesi bir hedefle yapılıyor. Bu iş için güç kullanılıyor, kolluk güçlerden, suç işlemiş bazı gruplardan ve yeni teknolojilerden faydalanılıyor. Kişisel birikimleri çalınan, kooperatifçilik dağılırken topraklarına el atılan köylüler, sanayi özelleştirilirken talan edilen devlet mal ve mülkleri gasp edilirken halka karşı ekonomik savaş verildi. Yarattıkları devlet mülkünden pay almasınlar diye Türkler ülkeden kovuldu. Halk ekonomimiz çökertilirken emekçiler, teknik kadro ezildi ve yoksullaştı.” “Son dönemde halk kitlelerinde bir kudurma seziliyor. Bulgaristan can çekişiyor. Bağışıklık sistemi durmuştur. Sokağa fırlama bir virüsle ateşlenebilir. Aslında halk artık sokaktadır, fakat bunu söyleyebilme cesareti henüz bulunamadı. Herkes hayal kırıklığı yaşıyor. Aç, fakir, yarınsız ve çıkış yolu göremeyen Bulgaristan artık kudurma aşamasındadır” Basında açıklanan sonuçlar, siyasi ve sosyal sisteminde bundan öte böyle var olamayacağına kanıtlar sunuyor. Dayatılan model, devletin varlığını gündeme taşıyan bir çılgınlıktır. Sosyolojik anketlerden rakamların siyaset dili şu sorularla karşımıza dikiliyor:  Sizi savunmak ve korumak için seçtiğiniz kişiler bizi soyuyorsa ve no mal saydığınız usulce yaşamanıza engel oluşturuyorsa ne yapmalıyız?  Üretim olmadığından dolayı iki ucu bağlanamayan devlet bütçe bohç sının doldurulması için devamlı dış borç alınıyorsa ne yapabiliriz?  Başınızda, sizden “çalmadan” ayakta duramayan bir iktidar varsa ne yapmalısınız?  Hiçbir yargıca, hiçbir savcıya ve hiçbir polise güvenmiyorsanız ne ya malısınız?  Kendilerini “elit”, “sınıf” ve “lider” olarak tanıtan kendini beğenmişler bir çapulcu, haymana, soyguncu, rüşvetçi ve haylaz kalın enseliler sürüsü ise ne yapabilirsiniz?  Seçim sonuçlarının doğruluğunu hiçbir kimsenin denetlemesine olanak olmadığı ve demokrasi koşullarında ana ilke olan “bir kişi bir oy” sisteminin hiçe sayıldığı bir durumda ne yapabilirsiniz?  İyi ve becerikli genç insanlar vatanlarını dönmemek üzere terk ederse ne yapabilirsiniz?


102

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

 Bir toplumda yasalar iki çeşitse, yani zenginler için ayrı yasalar, yoksular için de farklı yasalar yürürlükteyse ne yapabilirsiniz?  Bugün iktidarda olan soyguncu sürüsü, yönetim ve talan etme işlerini çocuklarına devretmek istiyorsa bunu nasıl durdurabilirsiniz?  Bir toplumda insanların çoğu doğuştan getto-mahallelere kapanıyor ve oradan çıkabilmeleri yolları bütün araç ve vasıtalarla kapanıyorsa ne yapabilirsiniz? Vs. Bulgaristan’daki yeni durumda “onlar ya da biz” formülü geçerlidir. Öfke sarmalı gerilmeye devam ediyor. Bulgaristan halkı mafya yönetimine karşı baş kaldırıyor. 28 yıl sahte demokrasiden sonra toplum kokuştu ve havalandırmak zorunlu oldu. Bütün yayınlar şu soruyu soruyor. “Bulgaristan’da yarım kalan devrimi kim bitirecek. Halkı kim yönetecek? Haklarımız haklı davamız uğruna ayaklanırsa bir bu işte biz de varız. İdeolojisi ve lideri olmayan halk ne yapacağını bilemez. Bulgarların kütük üzerine başına satır vurduğu ve salıverdiği tavuklar gibi sıçrar sıçrar ve toslar. Bu işlerin Batı ve bizdeki ajanları da seyircisi olur.” Makale ve Analizler - 2017 97 Bulgaristan devlet bünyesi ölümcül hastadır. Totalitarizm kalıtı altında inliyor. Halkın baskıyı, demokrasi kavgasını güçlendirmesi gerekiyor. Bu çarpık siyasi sistemin çok edilmesi ve çöpe atılması kaşınılmaz olmuştur. Bu mücadele “halkın mafyaya karşı savaşımı” biçiminde ortaya çıkıyor. 2017 yılı sonunda Bulgaristan sosyolojik gerçekliği buna işaret ediyor. Saygılarımla,


Makale ve Analizler - 2017

103

Özel: GERB Kurultayı Gerçeği Nedim Akın-03.Aralık.2017 Konu: İnsanlar neden yeni bir şey icat edemez? Kasım 2017 sonunda GERB partisi Sofya’da 4. ulusal toplantısını (kurultay) topladı. Bulgaristan’da iktidar partisinin kısa adı GERB’tir. Açılımı da Bulgarların Avrupa Birliği Vatandaşları şeklindedir. 2005’te mayalanan bu siyasi oluşumun, bir ayağı Birleşik Amerika’ya, öteki Almanya’ya bağlıdır diye yazılar yazdı. Büyük gerçek asıl şimdi ortaya çıktı. Bir gözü sürekli Rusya’ya bakarken, ötekisi de Batı Avrupa’dan gelecek paraları gözler. Bu partiyi bir tasarım olarak yaratan eski istihbarat subaylarından Tsvetan Tsvetanov. halen partinin ikinci kişisi, motoru ve meclis grubu başkanıdır. Başbakan Boyko Borisov’un GERB Başkanlığı Moskova’nın önerisiyle olmuştur. 3. kez başbakan olan Borisov, siyasete ve hükumete futbol karşılaşmasında takım koçu olarak bakıyor. O, birinci hükümetini (27 Temmuz 2009 - 13 Mart 2013) azınlık kabinesi olarak kurmuştu. İkinci hükümeti (7 Kasım 2014 - 27 Ocak 2017) Reformcu Blok (RB) ortaklığında kurdu. Üçüncü hükumetinde 26 Mart 2017 seçimlerinden sonra aşırı sağcı cepheden kendilerini “yurtseverler” olarak tanıtan faşizan güçlerle ortak oldu. İşbirliği yapıyor. 1944’ten sora faşistleri, eli kanlı ve niyetleri bozukları iktidar koltuğuna oturtan GERB oldu. 4. Ulusal toplantı Sofya’da “Arena” kapalı spor salonunda yapıldı. 12 bin 500 kişi hazır bulundu. Toplantıda “Bulgaristan Sosyalist Partisi BSP ile ortak kabine kurmama bildirisi” oybirliğiyle kabul edildi. Bu kurultayda Türk, Müslüman, İslam, Çingene, Pomak sözü geçmedi. Sanki azınlıklarımız siyasetin dışındaki en uzak çöplüğe atılmıştı. HÖH Genel Başkanı Mustafa Karadayı’nın “Faşistler hükümetten ve devlet kurumlarından sökülsün” çağrıları sandı onların arasındaki gizli bağları kuvvetlendirdi ve uyumu güçlendirdi. GERB partisinin Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) ile asla işbirliği yapmama, hiçbir ortak noktada buluşmama bildirgesi, iktidar güçlerinin antikomünist yol benimsediğine kanıt oldu. Anti-komünizm yeni bir ideoloji değildir. Bu dünyada siyaset yapmanın en büyük ustalığı olup biteni ters


104

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

göstermekten, yalandan, sahte sima yaratmaktan geçer. Faşistler ve komünistler siyaset sahnesine demokrasiden söz ede ede çıkmışlardır. İktidar olunca da birbirlerini yok etmişlerdir. Nazi Almanyasında kurulan “Buchenvald” Toplama Kampında kurşunlanarak öldürülen ilk kişilerden birinin Almanya KP Genel Sekreteri Ermst Telman olduğu unutulmamalıdır. Dünya işçi ve demokrasi hareketi lideri Bayan Klara Setkin’in de faşistler tarafından yok edilmiştir. 20. Yüzyıl, İkinci Dünya Savaşında faşizm ile komünizmin yüzleştiği meydanlarda kıyasıya kırım yaşandığı bilinir. Bu savaşta faşizm yok edilmişti. 1944 yılından sonra Bulgar faşistleriyle hesap görüldü. 169 toplama kampında yatanlar faşistler (brannikler) idi. Fakat tohumları kurutulamamıştı. Özellikle soykırım, “soya dönüş süreci” gibi ırkçı eylemlerde komünistler onlardan faydalandı ve1944’te parçalanan Bulgar ulusunu 1989’a kadar “ötekilerle” mücadelede kaynaştırdı. Bugünkü Bulgar hükümetinde 1972 ve 1985 - 1989 döneminde Anti-Türk ve anti-Müslüman temelinde, faşizmin ve komünizmin en büyük hedefi olan tek uluslu ve tek dilli, tek kültürlü devlet oluşturma şiarı etrafında birleştiklerini görüyoruz. Batı Avrupa ülkelerinde (Almanya, Avusturya, Hollanda ve Fransa’da) faşistlerin 2017 seçimlerinde güç toplaması, Bulgar faşistlerini de iktidar koltuklarına taşıdı. 4. ulusal toplantıda delegelerin hep birden “evet” oyu çıkması bütün Bulgaristan’ı (sağduyulu kamuoyunu) düşündürdü. GERB kurultayı gömülüp çürüdüğünü sandığımız totaliter kongreleri hatırlattı. 30 yıl önce Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) kurultaylarında aynı sahneler oynanırdı. Jivkov konuşur, itiraz eden olmazdı. Milis ve jandarma güçleri vatandaşın köyden kente pazara gitmesine izin vermezken, Pazar çantalarındaki patatesleri sayarken, Kurultay kürsülerinden “aydın ufuklu komünizmden” söz edilirdi. Hiçbir kurultayda “Türklerin okulları kapandı, cahil kalıyorlar” diyen olmadı. Bütün konuşmalar aylar öncesinden yazılıyor, kontrolden geçiyor ve onaylanmadan asla okunmuyordu. Komünist Partisi devlet gibi hareket ediyordu. Şimdiki gelişmelerde böyle bir hava sezildi. “GERB partisi devletleşti mi?” sorucu aktüel oldu. BKP kurultayları Ulusal Kültür Sarayında yapılırdı. Büyük Salona 5 bin delege toplanır ve hepsi bir ağızdan “BKP! BKP!” diye tempo tutardı. Şimdi kılıf değişti salon büyüdü. “Arena” spor salonunda “GERB! GERB!” diye haykıran 12 bin 500 kişi kiremitleri yerinden oynattılar. Dikkati çeken komünist-totaliter ruhun daha bir olgunlaşmış “sesi kalınlaşmış” şekilde hayat bulması oldu. “Yaşasın GERB!” Çığlıkları atan ve sürekli tempo tutanların hayatı hayattı, cepleri dolu, mideleri toktu. Bunlar birbirini tanıyan, üniforma giymiş, selamlaşan, kendi arala-


Makale ve Analizler - 2017

105

rında kodla konuşan, şifreleri olan kişilerdi. Biz Avrupalı Bulgarların partisiyiz sözlerini çok sık kullanan GERB’çilerin arasında aba poturlu, üstü başı tütün, ahır veya saya kokan adam yoktu. Bunların hepsi lüks giyimde birbiriyle yarışır duruma gelmişler, spor salonun park alanındaki araçların arısından fazlası “Mercedes” veya “BMW” marka, lüks salon, alüminyum contalıydı. Bu delegelerin hepsinin suç dosyası olsa bile, hiç biri sorgulanmamış, haklarında dava açılmamış ve başlarında bir şey geleceğinden korkmayan kişilerdi. Bulgaristan onların babalarının çiftliği gibiydi... Kurultay, Boyko Borisov’u oy birliğiyle yeniden Parti Başkanı seçildi. Borisov’un otoritesi Bulgaristan için bir şey yapmış olmasından değil, 1989’da illegalliğe geçenBulgaristan Komünist Partisi üyesi ordulu, milis ve gizli polis, itfaiye ve komando - baret birliklerinden kadroları 2005’e kadar uzanan gizlilik, pasiflik, saklanma ve siyaset dışında kalarak korunma döneminden çıkarmasında ve 2009’da iktidara taşınmasında gizlidir. Faşizm (1934 - 1944) ve komünizm (1970 - 1989) dönemlerinde Bulgaristan’da eğitilen tüm önemli kadroların soy ağıcı Moskova tarafından bilinir. Bu kadrolar, liberal ruhta değil komünist ruhta eğitim almış kişilerdir. Bir defa Çar III. Boris’in idare etti yıllarda hem faşistlerin ve hem de komünistlerin fişleri Bulgar gizli Polis şefi Geşev tarafından İstanbul’da İngiliz Mi 6 istasyon şefi aracılığıyla Moskova iletildi. 1944 - 1989 yılları arasındaki kadroların hepsi ise, Moskova Akademilerinde eğitim aldı. Bunun için Moskova’nın sözde bir Amerikancı ve Almancı parti olarak komünist partisini bir Avrupacı yapılanma (GERB) olarak canlandırması zor olmadı. Bu yeni oluşumun içinde Bulgaristan azınlıklarına Türklere, Pomaklara ve Çingenelere yer olmaması doğal karşılanmalıdır. Bugün tüm ipleri yürütmeye bağlı olan Bulgar istihbaratı Türk bölgelerini yalnız HÖH-ajanlarıyla değil, kendisi de direk olarak kontrol edebiliyor. Şumen - Hitrino (Şeytancık) HÖH parti teşkilatlarının GERB 4. ulusal toplantısından bir hafta sonra 20’si birden patlaması çok anlamlıdır. Daha da anlamlı olan ise, her boklukta biten ısırgan otu gibi, 1986’da Tolbuhin’in Barakovo (Baraklar) köyünde 2 arkadaşıyla Bulgaristan Türklerinin Halk Kurtuluş Hareketini kuran ve böylece Bulgaristan Türkleri tarihinde en büyük hainin yetişmesine yuva hazırlayan; 2016’da Sofya’da Demokrasi için Sorumluluk Hoşgörü ve Özgürlük (DOST) saçma adıyla yeni bir parti kurulurken Grand Otel Sofya salonunda ocakta kül bırakmayan Necmettin Hak’ın GERB kurultayı günlerinde “yeni bir parti kurmak için” Şumen’de belirmesi sizi düşündürmedi mi! Bulgaristan planlı, parsellenmiş, ajanları


106

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

sayılı bir memlekettir. Hiç bir şeye şaşmayın. Son hedeflerinde HÖH partisini içinden patlatmak ve meclis dışı bırakmak var. Bu iş için en başarılı eğitilen ajanları arasında Lütfi Mestan’dan sonra “bombalama ustası” olarak Necmettin Hak’ı ikinci sıraya koyabiliriz. Bundan sonra ne olacağını da düşünmüyorlar değil. Son dönemde gizli hainlerin başında gelen sözde “dosyasız” Kasım Dal ile sözde “bağımsız” Vejdi Raşidov her hafta “Arkadiy” lokantasında birlikte yemek yemeye başladılar. HÖH partisi dağıldığında son kırıntılarını da ezmek için hangi çizmelerden alalım hesapları yapıyorlar. Bu konuyu başka bir yazımızda daha derin analız ederiz... Biz dönelim GERB kurultayına... 10 Kasım 1989 tarihinden önce BKP kurultaylarına delege olanlar, ulusal forumları TV ekranından canlı yayın olarak izleyenler veya konuşmaları radyodan dinleyenler bilir. Bulgaristan’da bu işler iyi hazırlanmış gövde gösterileridir. BKP geleneği GERB tarafından sürdürülüyor. Daha doğrusu yeniden hayata çağrılıyor. Yalan çarkı dönüyor. Fıskiyelerden gül kokulu su fışkırıyor. Bu kurultayda GERB partisi illegallikten olgun bir parti olarak çıktı. Bu partinin faşist güçlerle ortaklık kurması, azınlık politikasıyla ellerini kirletmek istememesi ve bu işleri eli sopalı aşırı milliyetçiler sürüsüne bırakma niyetlerinde gizlidir. Bulgar faşistlerinin bugün 2 önemli ödevi vardır: Türkiye Bulgaristan sınırındaki kaçakçılıktan beslenip, memleket içindeki azınlıkları getto-mahallerde boğmak ve bu işlerde ideoloji ve yöntem olarak faşizmi kullanmak. Son hesapları ise, Bulgarların ırksal üstünlüğünü dayatarak azınlıkları cahillik bataklığında işsiz - güçsüz kılarak asimile etmektir Kurultayda anti-komünist bir eğilimin çığ gibi güç topladığını şahit olduk. Bu büyümenin özünü belirleyen “bize hiçbir kimse hiç bir şey yapamaz, bizden kimse hesap soramaz” hortlamasıdır. GERB partisi hırsızlara, rüşvetçilere, dalaverecilere sahip çıkıyor. Bazı tutuklama olaylarında kendilerinden olmayanları görebiliyoruz. Damadına bir milyon 200 bin leva havale eden Sağılık Bakanı neden içerde değil? Bu kurultay Bulgaristan’ı talan edenlerin yolunu açmış ve “devam edin” demiştir. Öyleyse, Bulgaristan’da 1989’dan sonra anti-komünizm tam olarak ne zaman belirdi ve ilk anti-komünistler kimdi sorusu ortaya çıkıyor. Kuşkusuz biz bu analizi yaparken, Ahmet Doğan, Lütfi Mestan, Kasım Dal, Osman Oktay vb gibi söylediği sözlerde kendisinden tek fikir olmayan kişilerin sahte anti-komünizminden söz etmek istemiyoruz. Çünkü onların havlatmak için beslenen itler olduğunu bilmeyen kalmadı.


Makale ve Analizler - 2017

107

Şunu önemle vurguluyorum. Bulgaristan’da şimdiki kuşak anti-komünistler BKP Merkez Komitesi üyelerinin oğulları ve kızlarıdır. Boyko Borisov gibi cebinde parti biletli kadrolardır. Bulgaristan’da “Kahrolsun BKP!” sloganı yükselten ilk kişi, BKP Yayın organı olan “İşçi Davası” (Rabotniçeski Delo) gazetesinin Londra muhabiri olmuştu. Yani her şey bir senaryodur. GERB partisinin 25 Kasımda yaptığı kurultay bir devlet forumunu andırıyordu. Benzer kurultaylar Bulgaristan’da BKP 14. kurultayından sonra yapılmamıştır. Bugün Bulgaristan’da hiçbir siyasi parti böyle bir kurultay toplayabilecek durumda değildir. Sosyalist partinin içinde 50 hizip var. HÖH partisinden GERB 120 bin oy, Lütfi Mestan da 100 bin kopardıktan sonra gruplar halinde yerel sökülme başladı. GERB’in sergilediği birlik son gelişmeler parti sınırlarının aşıldığını ve partisinin devlet yapısıyla bütünleştiğine işaret ediyor. Boyko Borisov’un Kurultay kürsüsünden “Ben Partiyim!”, “Ben Devletim!”, “GERB Devlettir!” demesi beklendi. Alkış tufanı asıl o zaman kopacaktı. Bu sözleri en çok bekleyenler ise, Avrupa Konseyinin kendileri “Bulgar faşistleri” dediği, “yurtsever” maskesi takmış ve kurultay misafirleri arasında birinci sıraya oturan aşırı sağcıların başı Valeri Simyonov, tarihi ve elleri kanlı VMRO lideri Krasimir Karakaçanov, Başkan yardımcısı, AB parlamentosu milletvekili Angel Cambazki ve “Ataka” partisi başbuğu Volen Siderov, faşist bakan ve bakan yardımcılarıydı. Burada artık üç düğümlü bir bütünsellik izleniyor. Bir defa Bulgar Devleti GERB olmadan olamaz. İki GERB partisi Boyko Borisov olmadan olamaz. Dolayısıyla Bulgar devleti de Borisov olmadan alamaz. Bu saçmalık, en düşük emekli maaşı alan halkın kafasına 40 leva Noel Bayramı primi ile yağlanmış ve küflü enser gibi çakılıyor. Bu formül, Borisov’un, yakın koruması olduğu Todor Jivkov zamanında geliştirilmişti ve 30 yıldan sonra ideolojisiz bir parti tarafından yeniden uygulanıyor. Bu gelişmeler, bana, herkesi olduğu gibi, Bulgaristan’da Komünist Partisinin hayattan koptuğu ve etrafı saran kokulardan kurtulmak için vatandaşların onu bir çukura gömmeyi düşündükleri yılları hatırlattı. Bulgaristan halkı bunu ilk önce 1970’lerde hissetmişti. 1980’lı yıllarda hemen 1985’ten sonra BKP iyice bunalmış, ayakları tutmaz olmuş, çöktü çökecek bir kukla durumundaydı, hayat gücünü, toplumun öncüsü olma yetisini tamamen


108

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yitirmişti. Parti ile devlet birbirine öyle kaynaşmıştı ki, kimin devlet, kimin parti olduğunu ayırt etmek imkânsız olmuştu. Mahkeme kararları, duruşma salonunda değil, parti sekreterinin odasında alınıyor. Bugün hangi tarlanın sürüleceğini Tarım kooperatifi yöneticileri, tarım mühendisleri değil parti sekreterleri karar veriyordu. Hatta anaokulunda çocukların öğle yemeğinde ne yiyeceklerine de onlar karışılıyordu. BKP’nin bir ölü varlık gibi gömülmesi zamanı geldiğinde, bu işle ilgile olanlar, bir tek şey düşünüyorlardı. Aman parti ile birlikte paralarını da gömmeyelim. Dertleri, paralar “bize” yani kendilerine kaslın işgüzarlığıydı. Siyasi tabloyu baştanbaşa açtığımızda, sanki GERB partisinin öteki dünyadaki refah dönemini yaşadığı izlenimiyle kalıyoruz. Ardından, Bulgaristan Sosyalist Partisinin (BSP) akçacık pakçıcık, tertemiz, kiri keselenmiş, katil yüzü pudralanmış, kanlı evleri kremli, eldivenli karşılanması gündeme gelmişti. BSP adına konuşanlara önceden ayar verilseydi ve ilk kurultaylarında “Biz 90 yıllık partimizin varisiyiz” dememiş olsalardı, belki de kimse hiçbir şey anlamadan araba tekerlenip gidecekti. Pomak isimleri, Çingene isimleri, Türklerin İsimleri, Tatarların isimleri, Ulahların, Makedonların, Gagavuzların dinleri, dilleri, kimlikleri ve daha neleri varsa her şeyleri değiştirilirken vicdanını, onurunu, namusunu kirletmiş, elleri kanlı GERB’li milis, polis, itfaiyeci, ordulu subay, kızıl baret, deniz komandosu ve daha bilmem kimler yani etnik azınlıklara saldıran, ateş açan, köylerine zırhlılarla, tankla girenler yıllarca beklediler. 2005’e kadar başlarını taşın ardından çıkarmadılar. 50 yıl önce, 249 idam cezasının imzalamasından ve tüm kirli işleri becerdikten sonra Bulgaristan’dan kovulan Çar II. Simeon’un ülkeye geri dönüp birdenbire Başbakan olması, “ne süt içmiş, ne süt dökmüş” yani hiç bir şey olmamış gibi, suratına bir kürek katran sürüp memlekete gelip çorabını örmeye başlamasıyla birlikte GERB’çiler uyandılar. Bu memlekette onlara “gelin şu günahların bedelini ödeyin!” diyecek güç olmadığını fark ettiler. Ve bugün artık mirasına oturma hazırlıklarını tamamlayarak BSP partisini yoldan çıkarmaya çalışıyorlar. Bu olayı şöyle de anlatabilirim. Gerçeğin özünde şu var. 1990 yılında BKP partisi gömüldü derken, bugün artık 27 yıl sonra GERB kişiliğinde komünist partisinin yeniden dirildiğini izliyoruz. Dirilen BKP’dir yani dirilen partidevlettir. Yani totaliter düzendir. Bugün artık bütün televizyonlar, basın ve yayın organları, radyolar, sözcüler, mahkemeler, savcılık GERB için çalışıyor. Hatta HÖH milletvekili D. Peevskinin gazeteleri bile Borisov demekten nefes alamıyorlar. GERB partisi yönetiminde birlik ve beraberlik


Makale ve Analizler - 2017

109

olduğu, tüm delegelerin Borisov’un elini öptüğü görüldü. Borisov’un Lütfi Mestan’ı da tongaya getirdiği, HÖH partisini böldürdüğü ve palyaço durumuna getirdiğini de görmeyen kalmadı. GERB partisini komünist partisinin devamı olarak görürken şu ayrıntıları gözden kaçırmayalım. GERB komünist partisinin olgunlaşmış dönemidir. Bu partide artık, yiye bildiğin kadar ye, doymak yok yemeye devam hareketi başladığını izliyoruz, devlet malı, deniz gibidir yemekle bitmez hareketinin hız aldığına tanık oluyoruz, herkesin yerine daha iyi yanaştığına tanık oluyoruz, hırsız çetesi gibi hareket edildiğini gizlemiyorlar, kimseden korkmuyorlar, suçlulardan hesap sorulmuyor. BKP zamanında da tam böyleydi. Farklı olan, Avrupa Birliğinden de büyük paralar almaları ve bunları kendi aralarında kimseye sezdirmeden paylaşmaları. Sosyalizmin son yıllarında parti sekreterleri ile İçişleri Bakanları amirleri çok zenginlemişti. Şimdi de GERB önderlerinin, polislerin, savcı ve yargıçların paralarının hakkı hesabı yok. Bankalardaki birikimleri 49 milyar leva olmuş. Halk açlıktan ölüyormuş, kemer sıkıyormuş, hiç birisinin umurunda değil. Demek oluyor ki, 2017 yılının sonundan başlayarak BKP ölmedi, GERB kişiliğinde dirildi ve GERB - devlet şeklinde yaşıyor. GERP partisinin kadroları, 1980’lı yılların sonunda Türkleri ezebildik rüzgârı esen Bulgaristan’da parti sekreterlerinin şişkin sahte onurunu yeniden besledi. Buradaki fark şudur. 1980’li yılların sonunda BKP sekreterleri Bulgar paralarını yeniden saymak istiyorlardı. O zaman Türklerin paralarına el atıldı. GERB partisi sekreterleri leva saymak istemiyor, kasalarına Avrupa parası istif etmek istiyorlar. Fark budur. Bugünkü GERB 1980’lı yılların komünist partisidir. Marksizm Leninizm’den silkinmiş ve liberalizm maskesiyle sahnededir. GERB partisinin, bir Marksçı - Leninci parti olmadan, Bulgaristan’da 1980’lı yıllar ruhunu canlandırabilmesi çok ilginçtir. Şu dönem Bulgaristan’da yapılan anket sonuçlarında katılımcıların yarısının Todor Jivkov dönemine dönülmesini istediği; Karl Marks’ın Marksist olmadığı, “Kapital” eserini sipariş üzerine yazdığı, ömründe hiçbir zaman hiçbir fabrikanın kapısından içeri girmediği üzerinde en fazla durulan konular oldu. Zaten külliyatı 153 cilt olan Marks ve Engels yapıtlarının yalnız 56 cildi Bulgarcaya tercüme edilmişti. Mayıs 1989 Türk Ayaklamasından sonra, Bulgaristan Komünist Partisi’ne dağılsın, ölsün de gömelim, diktatör Todor Jivkov’a da devrilsin de kenara çekelim diye yardım edenler oldu. Bunların başında KGB Generali Krüçko geliyordu. Todor Jivkov’ın koltuğundan kaldırılma-


110

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

sını, Demokratik Almanya Cumhuriyetinde Erich Honeker’in devrilmesini, Romanya lideri Çauşesko’nun kurşunlanmasını örgütleyen hep aynı kişi -Krüçko- oldu. Daha sonra Krüçko’nun yerine KGB şefliğine Bakatin getirildi. Onun ödevi ise KGB’yi yok etmekti. Sonra Krüçko emekli oldu. Anılarını yazmaya başladı. Bir gece ansızın bu dünyadan gitti. Belki bazı anıların yazılmaması gerekiyor. Bu işten ders çıkarmak gerekir. Demek oluyor ki, bazı kişilerin anılarını yazmaya hakkı yoktur. Anılarını yazınca ölecekleri ya da öldükleri gün gibi ortadadır. Bu gelişmelerden çıkarılan sonuç şudur. BKP tarihini bilmeyen, BKP kazanında kaynamamış olan bir kişi bu günkü GERB partisini çözemez, anlayamaz ve anlatamaz. Bir morgda olduğumuzu düşünün. 1989 yılında ölmüş BKP’nin iç organları bir mermer masa üzerine dizilmiş. Karşı masada ise 2017 yılı GERB partisi organları dizilmiş olsa. Biz BKP’nin öteki dünya hayatının bugünkü GERB kimliğinde yaşadığını görebiliriz. 1980 yılları gerçekliği ile 2017 yılı BKP - GERB gerçekliği örtüşüyor. 4. milli toplantıya gelen GERB delegelerinden Bayların cebinde, Bayanların da el çantalarında beyaz birer mendil vardı. Bu mendil ne işe yarar diye düşündünüz mü? Komünistlerden ve komünizmden söz edilince bu delegeler kendilerinden söz edildiğini fark ettikleri için hemen beyaz mendili çıkarıp alın teri silmeye başlıyor. “Ama ben o zaman komünist partisine üye olmadım, beni zorla partili yaptılar, Mark bile partili değilmiş, ben o ideolojiyi asla benimsemedim, hep lanetledim” gibi sözleri bozuk bir 45 devir plak gibi tekrar etmeye başlıyorlar. Her birinde 1980’lı yılların parti sekreteri zihniyeti var. BKP şimdi bizde GERB benliğinde tam bu şekilde dirildi. Kendilerini inkâr eden, kendi özünün onun olmadığını ısrarla savunan ve geçmişlerinde işledikleri cinayetlerin açıklanmasından, sorgulanmadan, hesap sorulmasından korkan kişiler, GERB gölgesinde bey paşa gibi yaşıyorlar. Onlar 1980’lerde ah 10 Kasım 1989 gelse de bir kurtulsak diyenlerdir. En parlak örneğini 2. Borisov hükümetinde GERB’li meclis başkanı, 6 Kasım 2016 seçimlerinde Cumhurbaşkanı adayı, bugünkü 3. Borisov hükümeti Adalet Bakanı Tsetska Tsaçeva kimliği bu açıdan çok şakıyan bir örnektir. Bu Bayan kendisi BKP’lidir, ama babamı komünistler öldürdü diye gözyaşları dinmez, dedesini ise faşistler katletmiştir. GERB 4. kurultay delegeleri arasındaki en göze çarpanlar bu tip totalitarizm kırıntılarıydı. Bunlar, gençlikleri komünist bataklığında geçmiş kişilerdir. Yeni bir kimlik oluşturmaları olanaksızdır. Daha ağır konuşmama izin verirseniz, Bayan Tsaçeva gibilerin kızlığı o komünist bataklığın kokulu dünyasında kalmış ve o ömür boyu bu bataklık konusundan paklana-


Makale ve Analizler - 2017

111

mamıştır. Şu da var, Bayan Bakan Tsaçeva “beni neden Komünist partisine üye almıyorlar” diye 2 defa intihar etmeye kalkmışken, şimdi komünist totaliter dönem kurbanlarının başında yer alıyor. Ne ki, yapacak bir şey de yok sanki... Bugünkü Bulgaristan gençliğinin ülkeyi terk etmesinin temel nedenleri arasında şöyle bir şey de var. Onlar, bir defa komünistlerin komünizmden kurtuluş çırpınışlarını, ardından da demokratik liberalizme dört elle sarılarak anti-komünist oluşlarını izledi ve kabul edemedi. Hiç kimse kimliksizler dünyasında yaşamak istemez. Gerçek budur. Bulgaristan dışındaki seçmen 3 milyon kişi olsa da ancak 100 bin kişinin oy vermesi bu gerçeği doğrulayan bir kanıttır. Sonuç olarak: 2017’de Bulgaristan’da BKP zafer kazanmıştır. Anti - komünist maskeli parti sekreterlerinin birlik ve beraberliği sağlanabilmiştir. Ve biz bugün artık Bulgaristan Komünist Partisi’nin ahrete, öbür dünyaya ait, uhrevi hayatını yaşamaya başladık. GERB’in getirdiği budur. Kurultay bunu kanıtlamıştır. Bu yeni düzen ne kadar yaşayacaktır. Avrupa Birliği paraları bitince bu sefalı, sofralı, zevki sefalı hayat bitmeyecek mi? Post-komünizm sofrası ne zaman kalkacak sorusu, günümüzün ve devrimizin en önemli (başat) sorunudur. Avrupa Birliği rantından (getiriminden) geçinen GERB partisi, AB fonları bittiğinde, yani inek çangallaştığında, getirim geliri boruları tıkandığında ne yapacak, dayanabilecek mi, ayakta durabilecek mi? Bugün GERB partisini destekleyen büyük toprak sahipleri var. Kendileri ortalıkta dolaşmayan, sahip oldukları topraklar değişik şirketlerin üzerinde kayıtlı görünen ve AB’den gelen tarım fonları ile Bulgar devletinin karşılıksız tarım destek fonlarının % 98’ini alan bu şahısların son kararı şudur. 2023 yılına kadar bekleyeceğiz. Yani kaynaklar belirmezse topraklarımızı yabancılara satıp ülkeyi terk edeceğiz. Bu gibi toprak sahiplerinin modern literatürdeki adı latifundisttir. 21. yüzyılda yabancıların ülkemize yerleşmesi şöyle oluyor. Önce Yahudiler, İsrail’de ölmek ve Kudüs’te gömülmek isteseler de, Bulgaristan’da bir parça toprak sahibi olma adeti geliştirdiler. Son yıllarda Çinliler Bulgaristan’da büyük orman arazileri satın aldılar. Ruslar daire ve apartman satın alırken şimdi arza ve tarımsal arazi almaya öncelik verdiler. Biz GERB partisini üzerine monte edilmiş büyük sayıda sifon olan bir Avrupa Borusu olarak hayal edebiliriz. Bu sifonların çapları farklıdır ve en büyük kapasiteli olanlar iktidara ve parti yönetimine yakın olanlardır. GERB Bulgar Avrupa rantçılarının partisidir. Hatırlanacağı üzere, HÖH Başkanı


112

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ahmet Doğan Nevrekop (Gotse Delçev) belediyesine bağlı Kornitsa köyünde bir seçim mitinginde “Avrupa’dan gelen paraları dağıtan sifon benim elimdedir” dediğinde kopan patırtı Bulgaristan’ı karıştırdığı gibi, HÖH partisini de iktidar memesinden uzaklaştırdı. Şimdi bu paralar GERB kazanına ve sözde “yurtsever” faşistlerin tenceresine akıyor. Bu nedenle de “lider” süprüntülerinin hepsi parlatılmış lamba şişesi gibi GERB kurultayında birinci sıraya yerleşmişler ve “sen söyle biz yapalım” konumu almışlardı. Biz, bu Avrupa Paraları’nın ülkemize akması için fabrikalarımızı yıktık, hurdaya çıkardık ve yarınlarımızı kurmaya hazırlandık. Ve işte paralar geliyor ve biz de geleceğimizi sözde kuruyoruz. Bu iş nasıl mı oldu. Bulgaristan devlet egemenliğini Brüksel’e ipotek etti ve rant alıyor. Ama bu paralar Türklere, Çingenelere, Türkiye’deki soydaşlara, Pomaklara, Tatarlara, Ulahlara ulaşmıyor. Hatta ülkeyi ne kadar daha fazla vatandaş terk ederse GERB için daha iyi, çünkü paraların hepsi ona kalıyor ve kimseyle paylaşmaya gerek yok. Bulgaristan nüfusunun devamlı 7 milyon gösterilmesinin nedeni de budur. Ne kadar kalabalıksa gelen paralar da o kadar büyüktür. Şu yazdıklarını şöyle anlayınız lütfen: Bulgaristan eliti 500 ailedir. Toplam yaşlı ve çocuklarıyla birlikte 10 bin kişidir. Bunlarla birlikte bir de % 5 - 6 oranında bir “orta katman /sınıf/” meydana getirilmiştir ki, bu da üretimde elde ettikleri bakımından oluşan bir orta sınıf değil, “AB rant (getirim) borusundan” kendilerine verilen pay açısından orta sınıftır. AB borusu boşaldığında bu orta sınıf asla hayal edemediği bir trajedi yaşayacaktır. Şimdi birkaç yıl sonra “AB borusu” boşalırsa oyun bitiyor. Çünkü Bulgar iktidarı ben AB paraları dağıtıyorum gerçeğine dayanıyor. Yani, sen benim adamım isen sana para vereceğim ve değilsen vermeyeceğim. Bu oyunun şimdiki kuralı budur. Bugünkü Sofya iktidarının sırı şudur: Ben AB parasını dağıtma şifresini biliyorum. Sır budur. Bugünkü Bulgar elit bir şeyler üretmekten utanıyor. Sürmek, kazmak, biçmek, fabrika çalıştırma işinden çok uzak bir zihniyete sahiptir. Burada hakim olan zihniyet üretmeden tüketmek hem de sınırsız tüketmek alışkanlığı yaratmaktır. Bu artik yaratılabildi. Ne ki, yakında boru boşalırsa ne olacak? Bu gerçekler Bulgaristan’da elit kesim bir sömürgecilik idare kastını andırmaya başladı. Bu kastın içinde Ahmet Doğan, Kasım Dal ve Vejdi Raşidov’tan başka “soylu” yok gibi. Durum 1980’leri andırıyor. O zaman da BKP “cemaatleşmişti”. Bir iş yapabilmek için birinin adamı olmak ge-


Makale ve Analizler - 2017

113

rekiyordu. BKP Merkez Komitesinde Türklerden Salif İlyazov (Aleksandır Kolev), Çingenelerden de İvan Kolev sorumluydu. Onların bilgisi ve razılığı dışında kimse bir şey yapamıyordu. GERB bu “cemaatçi” gerçekliğe döndü. Durum budur. Bir sonraki yazımızda, ana muhalefet partisi olan, Bulgaristan Sosyalist Partisinin toplumsal ve siyasi rolüne değinmek istiyoruz. Okuduğunuz için teşekkür ederim.

Faşistlere Karşı Birleşelim Raziye Çakır-04.Aralık.2017 Konu: Bulgar neo-Nazi hortlaması hemen yasaklanmalıdır. Sofya “BİT” TV programında Dünya “İvrid” Örgütü Genel Başkan Yardımcısı Soloman Bali ile bir söyleşi: “Faşist Lukov” nümayişleri yasaklanmalıdır. BİT: Dünya Yahudi Kurultayı ve “Şalom” adlı Bulgar Yahudi Örgütü adına “Lukov Nümayişi” denen, 2003 yılından beri düzenlenen neo-Nazi gösterilerine karşı imza toplama kampanyası başlattı. Bu yıl Sofya neo-Nazi nümayişleri Bulgaristan’ın Avrupa Konsey Başkanlığı günlerine rast geliyor. Bu konudaki sorularımızı yanıtlamak üzere, Avrupa “İvrit” Örgütü Başkan Yardımcısı Salomon Bali stüdyomuzdadır. Soru: “Lukov Nümayişi” eylemini durdurma isteğinizin gerekçeleri nelerdir? Yanıt: Biz Yahudileri faşistler yok etmeye çalıştı. Biz anti-Nazi bir örgütüz. Gerekçemiz hayatı kurtarmak, özgürlükleri savunmaktır. Biz dünyadaki tüm Yahudileri Sofya’da yapılacak “Lukov Nümayişlerine” karşı birleşmeye davet ettik. Avrupa bağımsız gözlemcilerinin kanısına göre bu bir faşist hortlama olacak. Avrupa’daki faşistlerin ve faşist çizgili ve nitelikli örgüt ve grupları birleştiren bir uluslar arası örgüt olan “Kahverengi Enternasyonal”in 2018 eylem takviminde yer alan, bu eylemlerin yapılmasının önlenmesi için mücadele ediyoruz. Sofya’daki neo-Nazi nümayişlerine Almanya, Fransa ve İsveç, Avusturya ve başka ülkelerden faşizan örgüt gruplanın katılması bekleniyor. Bu önlenmelidir.


114

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Soru: “Faşist Gösteriler” dediniz. Bulgaristan için “Faşist Gösteri” denmesi biraz abartılmış olmadı mı? Yanıt: Neden? Soru: Bulgaristan’daki aşırı sağcı gruplar ve partiler ile Avrupa’daki yeni faşistler aynı tip insanlar mı? Yanıt: Bu tiplerin hepsinin ideolojisi, dünya görüşü aynıdır. Onlar ayrımcı ve insan düşmanıdır. Bulgaristan’a “yurtseverlik” maskesi altında örgütlenmişlerdir. Başbakan Yardımcısı Valeri Simyonov’un başkanı olduğu “Bulgaristan’ı Kurtaralım” örgütü; Savunma Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Krasimir Karakaçanov’un yönettiği “İç Makedon Devrim Örgütü” (VMRO), Volen Siderov’un Başkanı olduğu “Ataka” partisi -üçü de- faşist partilerdir. Onların arasında faşist ideoloji savunan kişiler var. Bulgar Ceza Kanunu’nun 106. ve 182. maddesine göre yargılanmış kililer varsa, burada itirazda bulunulacak bir husus yoktur. Bunlar faşist eylem yüzünden yargılanmış kişilerdir. Bulgaristan’da neo-Nazikliği yeniden patlatmak istiyorlar ve Avrupa faşist örgütlerinden destek alıyorlar. Aynı zamanda Sofya’da Şubat 2018’de düzenlenecek olan faşist gösterilerde 1944 yılı öncesi insan kıyımına karılımı, öncülük etmiş faşistlikten yargılanmış kişilerin övüldüğünü, resimlerinin sokaklarda taşındığını, faşist bayrakların dalgalandığını görüyoruz ki, bu faşist hortlamadır, durdurulmalıdır. Biz tarihin tekrar etmesini istemiyoruz. Biz Bulgar faşistlerinin “yurtsever” olmadığını biliyoruz, onların “yurtsever” olarak lanse edilmesine ve övülmesine, örgütlenmesine ve tüm eylemlerine kesinlikle karşıyız. . Soru: Buörgütlenme ve faşist olarak nitelendirdiğiniz “Lukov Nümayişleri” daha 2003’te başladı. Siz yıllarca sustunuz. Yanıt: Hayır susmadık. İlk günden beri karşıyız. 2003’ten beri defalarca uyarı bildirisi yayınladık. Hükümeti uyardık. Geniş kitleler çağrılarımıza birden bire uyanmadı, tepkilerimizi farklı görüşlü örgütler destekledi. Sokaklarda bayrak sallayan neo-Nazilerle, hükümete tırmananların aynı kişiler olduğunu anlamakta ve tepkilerinde geciktiler. Soru: Hangilerinin aynı kişiler olduğunu söylüyorsunuz? Yanıt: Ne yazık ki faşist sokak gösterilerini destekleyenler bugün ülkemizin yönetiminde yer alıyor ve onlara karşı susmayı yeğleyen bir kitle var. Tek söz söylemiyorlar. İktidar partisi mecliste neo-Nazilere arka oluyor. Ortaklıkları devam ediyor. Ne yazık ki, günümüzde Bulgaristan bakanlar kurulunda görev alan kişilerden birçoğu, konuşmamın ilk bölümünde


Makale ve Analizler - 2017

115

anlattığım tiplerin aynıları gibi hareket ediyorlar. Aralarında fark gözlenmiyor. Bugünkü Başbakan Yardımcılarından V. Simyonov ve Kr. Karakaçanov daha 2003 yılında “Lukov Nümayişleri” düzenlenmesine öncülük eden kişilerdir. Soru: Siz bugünkü Bulgaristan yönetimine katılan “Birleşik Yurtseverler” arasında neo-Nazi diye karakterize ettikleriniz güçlerden temsilciler görebiliyor musunuz? Hükümet ortaklığında bu güçlerden 3 parti yer alıyor? Siz, neo-Nazi dediğinizde bu üç partinin üçüne de mi işaret ediyorsunuz, yoksa üçten yalnız birisine mi? Yanıt: Önce “Ataka” Partisi lideri Volen Siderov’un kitaplarının içerdiği Yahudi düşmanlığına değinmek istemiyorum. Çünkü biz kimseye düşman değiliz. Siderov insan düşmanlığını gizlemiyor. İkinci olarak VMRO partisini ele alırsak, tarihinde her zaman “Lukov Nümayişlerini” desteklemiştir. Gençlik örgütlerini bu nümayişlere göndermiş ve politik temsilcileri bu hareketleri her zaman ve her yerde desteklemiştir. “Yurtseverler Birliği”ni üçüncü üyesinin mülkü olan “Skat” TV ise tüm yayınlarında “Lukov Nümayişinden” yana çıktığı gibi ülkemizde ve toplumumuzda “düşmanlıklar dilini” yayan televizyondur. Lideri Simyonov Bulgar neo-faşizminin önderidir. Bunların üçünü birbirinden ayırmaya gerek yoktur, hepsi yabancı ve öteki düşmanıdır. Soru: Siz aşırı milliyetçiler ve faşist oldukları için sözüm olan “Yurtseverler Birliği”nin bugünkü hükümetten düşeceklerini düşünüyor musunuz. Tam da bu faşist etiketten ötürü! Yanıt: Önce şunu söyleyeyim. Onlar aşırı milliyetçi etiketiyle gurur duyuyorlar. İkinci olarak, son genel seçimde oy kullanmaya gelen yaşlı insanları sınır kapısında otobüsten indirip tartaklayan bir kişi için söylenebilen en hafif sözdür. Onları yakalayın Ceza Kanununa göre yargılamak ve içeri atmak gerek. Oysa iktidara tırmandılar. Soru: Siz, Valeri Simyonov’un Türkiye sınırında seçim günü bir bayanı dövmesini hatırlattınız değil mi? Yanıt: Yalnız o değil. “Ataka” sopacılarının Sofya “Banya Başı” camiinde Cuma namazına duranlara polalı saldırısını unutula bilir mi? Soru: Evet bunu “Ataka” yapmıştı. Yanıt: Yalnız “Ataka” partisi değil. Avrupa’da benzer olaylara sahne olunduğunda, ülkenin uluslar arası nüfusu yaralanıyor, ülke içinde ciddi so-


116

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

runlar yaşanıyor ve bu gibi hareketlerde bulunan siyasi partilerin ülkenin yönetimine katılması kabul edilir bir şey olamaz. Hükümetten çekilseler iyi olur. Soru: Ben Avrupa’daki milliyetçilerin bizdekilerden çok daha aşırı oldukları görüşündeyim. Yanıt: Ben sizin günümüz milliyetçiliğini hangi kıstaslara göre ölçtüğünüzü bilmiyorum. Fakat kıyaslama yapılırsa Bulgar aşırı milliyetçilerinin başı çektiği kanısındayım. Soru: Söyleşimizin başında, “Lukov Nümayeşleri” Şubat ayında yapılıyor, yani Bulgaristan’ın Avrupa Konsey Başkanlığı başlamış olacak, bununla ilgili olarak siz kışkırtma olayları bekliyor musunuz? Yanıt: Ocak ayından başlayarak 6 ay devam edecek olan Avrupa Birliği Başkanlığı döneminde tam olarak neler yapmak istediklerini öngöremem. Gerçek şudur. Avrupa Konseyi Başkanlığı gelip gidicidir, fakat Bulgaristan’a yerleşen faşizmin tasını tarağını toplayıp gitmeye niyetlendiğini ne yazık ki göremiyoruz. Üstelik Bulgar faşizmi hele 2017’de basın yayın, radyo ve TV programlarında meşrulaştırmaya çalışıyor, bu çabaları Hükümet ortaklığına davet edilmelerinde de gördük, faşizm sorunu Bulgar toplumu için çok ciddi bir problemdir. Biz, bundan 80 yıl önce dünyaya hakim olmaya çalışan, milyonlarca insanın ölümüne neden olan bir zihniyetin yeniden dirilişine, iktidar olmasına, güçlenmesine ve kıyımlı saldırılarına başlamasına kapı aralandığını görüyoruz. Soru: Çağrınız ne olacak? Avrupa Konsey Başkanlığı esnasında “Lukov Nümayişleri” ile ilginiz nedir? Yanıt: Dünyanın dört bir yanında yaşayan faşizm düşmanları birleşiniz! Çağrımızı imzalayınız lütfen Okuduğunuz için teşekkür ederiz. Tanıdığınız özgürlükçülerle paylaşınız lütfen.


Makale ve Analizler - 2017

117

Arkadaşlarım Osman Bülbül-03.Aralık.2017 Konu: Biz “Belene” toplama kampından geçenleriz. Büyük Rus yazar, ömrünün sonunda Müslüman olan Lev Tolstoy’un yazdıklarının arasında şöyle bir cümle de var: “Hükümetin gücü halkın cahilliğinden güç alır. Hükümetler bunu bildiklerinden dolayı, her zaman halkın aydınlanmasına karşı mücadele yürütür.” Aydınlanmayı durdurma yönlerinden biri de tarihi unutturmaktır. Halkın başından geçenleri hatırlayarak yeni kuşaklara devretmesini engellemek ve böylece azınlıklar başta olmak üzere halkın tarihini, kavgalarını ve kimliğini unutturmak ve köreltmek gire devreye. Bizim “Belene” adasında toplanmamızın nedeni de buydu. Türk kimliğimizi belleğimizden silmekti. Köy ve kasabalarımızda değiştiremedikleri isimlerimizi orada zorla değiştirmek ve bizi “Belene” adasından hamamdan çıkmış Bulgar gibi eve göndermekti. Fakat olmadı. Yapamadılar. Bulgaristan Türk aydınların, öğretmenlerin, okul müdürlerinin, mühendislerin, tarım uzmanlarının, baytarların, doktor ve sağlık personelinin “Belene” Kampında gördüğü baskılar bu yöndeydi. Bizi ve dolayısıyla Türkleri ve Türklüğü güçsüz, ışıksız, öngörüsüz, karanlıkta çamura saplamaktı. Aydınlarımız halkımızın başıydı ve önce bizim başımızı yılan bataklığına saplamak istediler. Biz “Belene” gecelerinde “ölüm” ve “tövbe etme” gibi konuları açmadık. Bulgaristan Türklerinin milli şuurunun artık uyandığını biliyorduk. Köy ve kasabaların kaynadığını, halkın direniş ruhunun oluştuğunu, gecelerin uykusuz geçtiğini duyumsuyorduk. Kimlik bilincini bilemek zaman alıyordu. Kavganın dalgası yükseldikçe halk içten içe köpürüyor. Zafer sıradan insanların içine doğuyordu. Hepimiz yüksen bir halk dalgasıydık. Halkımızın kavgasıydık. Fakat bu kavgada “söyledim” duydu anlamına gelmiyordu. Bir de ne anladığını kendisinden dinlemek vardı. Çünkü “duydu” doğru anladı anlamına gelmiyordu. “Anladı” da hak verdi ve davaya baş koyacak anlamına gelmiyordu. Bu konuda defalarca “görüşmek” ve “sınamak”, birlikte adımlar atmak gerekiyordu. Söylediklerime “hak verdi” de davaya inandı anlamına gelmiyordu. Davaya “inanmak” kendini ateşe atmak, kurşunlara


118

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

göğüs germek, tankların önüne yatmak, üstüne çıkmak, dava bayrağını dalgalandırmak ve gerektiğinde şehit düşmek anlamını taşıyordu. “Davaya inanmak” kavramında “davaya ihanet etmek” yoktu. Olayı bu açıdan ele aldığımızda “Belene” ölüm kampına tıkılan bizlerin isimlerimizi kapalı bir odada, “cop başımızın üstünde” değiştirmemiz bir Türk kimliği davamıza “büyük ihanet” olarak nitelenmemelidir. Çünkü öz davada “geri adım atmak” da bir taktik adımdır. Mazlum kitleyle yeniden kaynaşmaya açılan bir kapıdır. Ardıl dalgaya katılma olanağı verendir. Bulgaristan koşullarında İkinci Dünya Savaşı öncesi ve esnasında Yahudilerin bir halk topluluğu olarak yok olması taktik uygulamalarla, zaman kazanılarak, kurtuluş ufkun kadar dayanmıştır. İşte böyle sağduyulu bir yaklaşımla biz içeri alınıp ismi zorla değiştirilen arkadaşlarımızın hiç birine “Bulgar” adın nedir sorusunu sormadık. Onları aramıza aynı sıcaklıkla kabul ederek, yeniden kaynaştık ve Türk kimliğine ateş verdik. Bu gerçeği nasıl anlatırsam anlatayım, isim değiştirme esnasında arkadaşlarımın tepkili tavrı, direnişi, söyledikleri sözler onları (Bulgar polisinin) tasarrufunda (dosyalarında) kaldı ve bugün de bize karşı bir silah olarak kullanılıyor. “Ajan dosyalarının” bir kısmının açılması, Bulgaristan Türkleriyle alay etmek anlamına gelir. “Sofya”, “Pazarcık”, “Stara Zagora” hapishanelerindeki tutanaklarla Ahmet Doğan dosyasının açılmasını istiyoruz! “Sofya” hapishanesinde işlenmiş Kasım Dal Dosyasını okumak istiyoruz. Şahsen ben, “Pazarcık” hapishanesinde nakışlanmış Necmettin Hak dosyasını okumak istiyorum. Gerçekleri bilmediğimiz, göremediğimiz, öğrenemediğimiz için Ahmet Doğan hainine karşı mücadelede başarılı olamadık. Zaman geldi aramızda kendisine minnet duyabileceğimiz kimse kalmadı. *** Mehmet öğretmen vardı. Kaldığım koğuştaydı. Nazım Hikmet’i ezberinden söylerdi. “Yaşamaya Dair” şiirinin üçüncü bölümünde ayak kalkar, elleriyle konuşurdu: Bu dünya soğuyacak, Yıldızların arasında bir yıldız, Hem de en ufacıklarından, Mavi kadifede bir yıldız gecesi yani, Yani bu koskocaman dünyamız.


Makale ve Analizler - 2017

119

Bu satırlarda sesi yükselir ve sertleşirdi. Tüm gardiyanlara, “bizden ne farkınız var? Aynı kaderin kurbanlarıyız!” diye haykırırdı. “Nazım demiş bunu!” dedikten sonra, bir ara verir ve şöyle devam ederdi: Bu söz etkileyiciydi. Nazım’ı aramızda hissediyorduk. O bizimle beraberdi: Bu dünya soğuyacak günün birinde, Hatta bir buz yığını Yahut ölü bir bulut gibi de değil, Boş bir ceviz yuvarlanacak Zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız... Şimdiden çekilecek acısı bunun, Duyulacak mazlumluğu şimdiden. Böylesine sevilecek bu dünya “Yaşadım” diyebilmen için... Şiirden sonra, Mehmet’imiz uzun konferansa geçerdi. Konusu hep aynıydı. “Bulgar ateşle oynuyor.” Söylediklerine öyle inanıyordu ki, ateşli bakışlarından biz de yürekleniyorduk. Hürriyet sevdalısı biriydi. Özgürlük ateşi yakma ustasıydı. Sesindeki metalin etkileme gücü çok güçlüydü. Hale ses tellerine Nazım’ı yükleyince gönüller dolardı. Birbirine bıçak çeken, silah yönelten Bulgarların ruhen çöktüğünü görüyor. Hürriyet azimli motor olarak ancak ve yalnız Türkleri görüyordu. Bizim burada tuzumuzu çıkarıp itlere yalatmak isteyenler, “ekmek yapmayı bizde öğrenmişler”, onlardan bir şeyler beklememiz tamamen yanlış olur sözlerine her zaman vurgu yapıyordu. Türklerin Bulgaristan’a medeniyet getirdiklerini, dinlerini vatan toprağına kendi dilleriyle taşıdıklarını özellikle belirtiyordu. Onun, medeniyet (uygarlık) ile ilgili yorumlarını asla unutamam. “Kültür ile medeniyet yaratmak arasında çok büyük fark vardır” diyordu. Çinlerin kibrit, barut, kâğıt, ipek doku yaratmakla kültür yarattılar, fakat eleştiri kabul etmeyen, icadını kıskanan, paylaşmayı bilmeyen bir millet olduklarından dolayı, medeniyet yaratamadıklarını uzun uzun anlatıyordu. Çin basım makinesi yaptı 7 kitap bastı, Batı Avrupa aynı makineyi kurdu ve 7 milyon kitap bastı. Kültür yaratan Çin’dir, uygarlık yaratansa Batı’dır, diyordu.


120

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Biz Türklerin ise, aramızda “ben kimseye minnet etmem” diyenler vardı. Hoşgörülü, derin minnet duygulu, alçak gönüllü, iyi komşu ve yardımlaşmayı seven bir millet olduğumuzdan olacak, 500 yıl boyunca hiçbir Bulgar hakkında ihbarda bulunmamış, onurlu Türk kimliğimizi lekelememişiz. Bulgaristan topraklarına medeniyet taşıdığımızı, daha önce ev kurmak bilmeyenlere, temel atmayı, kuşak çekmeyi, köşe tutmayı, çatı çatmayı, döşeme ve tavan döşemeyi, ayakyolunu öğrettiğimizi -koğuşta olduğumuzu unutturan- bir köy evi çardağına kurulmuş bir sofra sohbeti havası gibi yaşatmayı başarıyordu. O, sohbet açıp, sohbet bağlama ustası biriydi. Sonunda hep, kurduğumuz yüzlerce çeşmeden “yalnız Türkler su içer”, açtığımız yüzlerce ayazma ve pınarda “yalnız Türkler hayvan sular”, “işlettiğimiz binlerce dükkânda yalnız Türkler alış veriş eder” veya kurduğumuz köprülerden yalnız “Türkler geçer” demiş olsaydık, bize “medeniyetle ilişkisi olmayan halk” diyebilirlerdi. Ama deyemediler, çünkü ağızlarını tatlandıran baklava ve börekleri de bizden öğrendiler demezden önce, medeni olduğumuzu kanıtlayan kırk dereden kanıt getirirdi. İzmir’de hayatta gözlerini yumduğunu işittiğimde, dualar okudum. *** Koğuşlarda özgürlük ve Türklük ateşiyle yanıp kavrulan bizler, kimliğimizle alay edenler, bize hakaret ederken “Değişik adlar taşıyan menşei belirsiz bir grup insan” demeye başladılar. Bu bir “Belene” icadıydı. Türk isimlerimizle Tutuklandık. İsimlerimiz içeride (Belene kampında) değiştirildi. Kapalı tutulduğumuz odalarda birbirimize Türkçe adlarımızla hitap ediyor, anadilimizde dertleşiyorduk. Fısıltılı gece sohbetlerimiz Türkçeydi. Kimse kimseye Bulgar adıyla hitap etmedi. Bazen gardiyan kapıya dayanır “Emil”, “Peter”, “Krasi” gibi isimler haykırıyor, bizse yerimizden kımıldamıyorduk. Kalkmıyorduk. Bu bizim başımıza sarılan belaya protestomuzdu. *** “Belene” kampında arkadaşlarımdan “Herkes ne hali varsa görsün” sözünü işitmedim. Her konuda dayanışma içindeydik. Görüşme günlerinde birimize evden bir pide, gözleme, çörek, kaynatılmış yumurta, kuru yemiş gelse, hepimiz sofraya otururduk. Bu dayanışma ve paylaşmayı izleyen gardiyanların günlük notlarına “Türklerden kurtulmak mümkün değil, onlar paylaşma ve arkadaşlık biliyor, kanlarında birlikte olmak var” sözlerini yazıp yazmadıklarını merak ediyorum. Bizim aramızda kötü adam yoktu. Kötü adamlar günahlarıyla yüzleşmek istemezler. Her birimiz mazimizi anlatıyorduk. Hata ile yalan arasındaki


Makale ve Analizler - 2017

121

farkı aramaya, görebilmeye çok zaman ayırıyorduk. Şunu şöyle yapmasam, bunlar olmazdı şeklinde konu açanların pişmanlık duyduğu ortadaydı ama hiç birinin ödeyecek bedeli yoktu. Her şeyden suçlu olan Bulgar devletiydi. Kendi kendine kudurmuş, hırsını yenemeyen bir ejderha haline gelmiş, kaderine yenik düşmüştü. Yaşanan genel gerginliğin ana nedeni bir saftil bulunma, aldatılmış olma, fazla inanıp bel bağlamışlık olsa da, bu acıyı yaşayanlar, bırakın beni, kafamı dinleyeceğim, deyip kenara çekilmiyor, aynı havayı solumaktan, öfkeli akan Tuna nehrinin alçalıp yükselmesini seyrederken sabır akülerini şarj ediyorlardı. Hiçbir suçumuz yoktu. Vicdan azabı çekmiyorduk. Biz aklanmak istemiyorduk. Aklanmamız gereken hiçbir suçumuz yoktu. Bugün artık doksanına basmış biri olarak, doğduğum andan ve Şekerciler hocasının kulağıma “adın Osman” dediği andan sonra hayatımın baştan sona yalan ve kendimi yaşadığım ortama uyarlama ve kimliğimi arama kavgası olarak geçtiğini söyleyebilirim. O adada, söyleyeceğimiz hiçbir söz bizi mazluk kılamaz, aklayamazdı. Bunun içinde suçsuz bir kişinin beraat beklemesi de baştanbaşa saçmalıktı. Bizi bu adaya kapan devletin bizden kurtulma yolu aradığını, siyah “Volga” arabalarla sık sık Sofya’da gelenlerin sinirli bakışlarından okumak zor değildi. Biz ailelerinden, yakınlarından koparılmış, vatan sevgisi söndürülüp köreltilmek istenen Türklerdik. Vatansızlığı kabul ettiğimizde, yeni bir “gönüllü göç” hazırlıklarına artık başlandığına henüz akıl erdiremiyorduk. Bu işlerin iplerini çekenler dersini iyi biliyor, uzak menzilli çalışıyordu. Birkaç yıl sonra Türkiye’ye göç etmek zorunda kaldığımızda bize “Bulgarlar” denmesi çok incitici olmuştu. Ezelden soylu Türkleriz biz Dokunmayız kimsenin ismine, cismine, yaşama hakkına Sözleri akla ve milliyet açısından Bulgaristan Türkleri Türkiye Türklerinin ayrılmaz bir parçasıdır gerçeği şöyle gerçekleşti: Hor görülmüş baba, dede soyları Geçmişleri belli, belli boyları Bizim gibi düğün, bayram torları Bulgar’dan kaçmışa Bulgar demeyin.

“Belene” arkadaşlarımdan birçoğu geçen yıllar içinde “soya dönüş iğrençliğini” başımıza saranlar hakkında “hain canavarlar”, “kalpsiz köste-


122

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bek”, “insan kasabı” gibi nitelemeler kullandılar. Büyük gerçeği şu dizelerle dile getiriyorum: Ne kadın, ne ihtiyar, ne minicik çocuklar İnsansızca yıktığın o güzel yuvacıklar Mezarlardan ruhları, seni boğacaklar Yirminci yüzyılın yüzkarası palyaçoları. Makale ve Analizler - 2017 115 Duvardan bakan arkadaşlarımın hepsinin bu görüşte olması beni gururlandırıyor. Okuduğunuz için teşekkür ederim.

Bulgaristan ve Makedonya Kiliselerini Kim Birleştiriyor! Ömür Çelikdönmez-04.Aralık.2017 Bulgar ve Makedon Kiliseleri Ortodoks Kilisesine bağlı. Ortodoks Kilisesi; Vatikan’dan farklı dini hiyerarşik yapıya sahip. Bir Hristiyan mezhebi olan Ortodoks Kilisesi; 4. ve 8. yüzyıllar arasında toplanmış Ekümenik Konsillerin kanonik olduğunu kabul eder. Dünyada yaklaşık 225 - 300 milyon kişilik cemaatiyle, Roma Katolik Kilisesi ve Protestan Kilisesi’nden sonra sayı bakımından üçüncü büyük Hristiyan mezhebidir. Ortodoks Kilisesi genellikle Doğu Ortodoks Kilisesi olarak anılır, İstanbul’daki Patrik Ortodoks Kilisenin başı yani eşitlerin birincisidir. Yunanistan, Rusya, Bulgaristan, Ukrayna, Gürcistan, Romanya, Sırbistan ve Kıbrıs kiliseleri, Doğu Ortodoks Kilisesi’ni oluşturur. Bununla birlikte Suriye, Kıpti ve Habeşistan kiliseleri gibi bazı Asya ve Afrika kiliseleri de Doğu Ortodoks Kilisesi sınıflamasına dahil ediliyor. Ortodoks Kilisesinin, her ülkede ayrı örgütlenmesi mevcut. Her bağımsız Ortodoks kilisenin bir başpiskoposu ve ona bağlı piskoposları bulunur. Başpiskopos kendi piskoposlarını seçer ve piskoposlarından oluşturduğu meclis ile (Sen Sinod) şehirlerin veya böl-


Makale ve Analizler - 2017

123

gelerin başında bulunan piskopos ya da metropolitleri vasıtasıyla tüm ülkedeki kiliselerin dini reisi olur. Patrik, Katolik Kilisesi’ndeki gibi devlet başkanı statüsünde değildir, diğer kendisi de bir başpiskopos olup sadece saygınlık bakımından diğerlerinden üst seviyededir ancak diğer başpiskoposların yönetim bölgelerine müdahale yetkisi yoktur. Ortodokslukta Patriklerin ya da piskoposların yanılmazlık özellikleri yoktur bunun ifadesi dahi şirk kabul edilir.3 Balkan uluslarının milli kilise talepleri; şimdiye kadar devam eden teolojik sorunların etnik topluluklar arasında siyasi soruna dönüştürdü. Osmanlı Devleti’nden ayrılmak isteyen Sırp ve Bulgarlar, Rum etkisinden uzaklaşarak kendi milli birliklerini sağlayacaklarına inandılar ve XIX. yüzyıldan itibaren kendi milli kiliselerini kurmak için uğraştılar. Bulgar cemaati 1870’de Rum Patrikhanesi’nden ayrılarak Bulgar Eksarhlığı’nı oluşturdu. Bunun üzerine Sırplar da özellikle Makedonya’daki emellerini gerçekleştirmek için kendilerine ait milli kiliseler kurmak için harekete geçti. Sonuçta Makedonya; Rum - Bulgar ve Sırp cemaati arasında bir mücadele alanı oldu. 19. yüzyılın sonunda Makedonya sorununda, Osmanlı Devleti ve Avrupa devletleriyle beraber üçüncü taraf olan Balkan devletleri arasında en çok Bulgaristan, Sırbistan ve Yunanistan etkiliydi. Bu ülkelerin Makedonya bölgesine olan coğrafi yakınlığı, etnik, din ve dil yapıları, eğitim kurumları ve daha önemlisi tarihsel birliktelikleri Makedonya sorununda etkili iç unsurlardı. Bulgaristan’ın Makedonya’daki durumunu 1870’te Bulgar Kilisesi’nin (Ekzarhhane) kurulması etkiledi. 1870’te Ekzarhhane’nin kurulması ile Bulgaristan, Makedonya bölgesinde Yunanistan’ın dini etki alanına rakip oldu. Sırbistan’ın Makedonya’da güçlü bir kilise örgütlenmesi yoktu. 1830 sonrasında kendi kendini yöneten bir Ortodoks kilisesi olan Sırbistan, ilk zamanlar Bulgar kilisesi ile pek sorun yaşamadı ancak 1880’de Sırpların Bulgar kilisesine olan tutumları değişti. Bulgarların 1870’de elde ettikleri kilise kurma hakkı elde etmeleri, güçlerini arttırmaları en önemli nedendi. Bulgarlar, dini ve politik güçlerini sağlamlaştırdıklarından Makedonya’da daha etkili konuma gelmişlerdi. Osmanlı Devleti’nin, Sırpları Bulgar etkinliğinin artması karşısında denge unsuru olarak kullanma yönündeki politikasına da uygun olarak, Sırpların isteği olan Makedonya’da bir Sırp Piskoposluğu kurma fikri hayata geçirildi ve Makedonya’da kilise savaşlarında Sırplar da önemli aktör oldu.


124

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

1967’de Sırp Ortodoks Kilisesi’nden ayrılan Makedon Kilisesi’ni şimdiye kadar sadece Bulgar Patrikliği tanımıştı. Makedonların parçalı bir coğrafyaları var. Çünkü Makedonya coğrafyası, bugün bağımsız Makedonya, Yunanistan, Bulgaristan, Sırbistan, Kosova ve Arnavutluk arasında 6 parçaya bölünmüş durumda. Bağımsız Makedonya, Yunanistan Makedonyası ve Bulgaristan Makedonyası bu ülkenin “büyük parçalarını”, Sırbistan Makedonyası, Kosova Makedonyası ve Arnavutluk Makedonyası ise bu ülkenin “küçük parçalarını” oluşturur. Makedon Hıristiyanların Sırp Kilisesiyle sorunları, Makedonları Sırplarla karşı karşıya getirebiliyor. Nasıl getirmesin? Sırp Ortodoks kilisesi, Yugoslavya’dan ayrılmasıyla birlikte bağımsızlığını ilan eden Makedon kilisesini tanımayı reddetti. Çünkü Sırplara göre bu bir dini egemenlik meselesi. 1. Dünya Ortodoks Kiliseler tarafından otosefalitesi tanınan en eski kiliselerden biri konumundaki Sırbistan Ortodoks Kilisesi mülkiyet ve egemenlik (otosefalite) konularında, Makedonya ve Karadağ Kiliseleri ile sıkıntılar yaşıyor. Sırp milli kimliği ile Sırp Ortodoks Kilisesi/SPC’nin özdeş görüldüğü için Makedonların Sırp Kilisesinden ayrılması ve bağımsızlaşması aynı zamanda Sırp kimliğinden soyutlanması demek. Rusya Ortodoks Kilisesi Makedon Kilisesinin Fener Rum Patrikhanesi tarafından tanınmamasına eleştirel yaklaşıyor. Rum Patrikhanesi’ne olan ABD desteği, Sovyet Rusya’nın çöküşü ile birlikte ABD’nin adeta bir dış politik hedefi oldu. Rus Kilisesi’nin şemsiyesi altında ya da himayesi altında olmayı kabul etmeyen ve Sovyet rejimin çöküşü/bitişinin hemen ardından Rus Patrikhanesi’nin dini hiyerarşisinden kopan, Baltık ülkelerinin kiliseleri ile Ukrayna ve Gürcistan kiliseleri Moskova’dan ayrıldığında, ABD; Ortodoks dini kurumları kullanarak, Rusya’nın dış politikasına nüfuz etmeye çalıştı.5 Bu nedenle olsa gerek, 17.06.2016’da Rusya Ortodoks Kilisesi Dış İlişkiler Başkan Yardımcısı Başrahip Nikolay Balaşov, tüm kiliselerin katılımı olmadan yapılacak bir Ortodoks Kilisesi Konsili’nin birliği tehdit edeceğini söylemiş, Rus, Bulgar ve Gürcü kiliseleri, Fener Rum Patrikhanesi’nin başkanlığında Yunanistan’ın Girit Adası’nda 19 Haziran’da toplanacak Ortodoks Konsili’ne katılmayacaklarını açıklamıştı.6 Geçtiğimiz yıl Büyük Pan Ortodoks Konseyi Yunanistan’ın Girit Adası’nda Fener Rum Patriği Bartholomeos’un başkanlığında toplanmış, Ortodoks dünyasının sorunları, oruç, evlilik, diğer kiliselerle olan ilişkiler, teknoloji ve bilimin Ortodoks dünyasına etkileri gibi konular tartışılmıştı. Ortodoks Kilisesi; Rusya Patrikhanesi, Bulgar Kilisesi, Şam Patrikhanesi ve Gürcistan Patrikhanesi’nin katılmaması nedeniyle en büyük rakibi Katolik kilisesine


Makale ve Analizler - 2017

125

karşı birlik fotoğrafı verememişti. Yunanistan’ın Girit Adası’nda düzenlenen Büyük Pan Ortodoks Konseyine katılmayan Bulgar Kilisesi’nin Fener Rum Patrikhanesi ile sorunlarının tarihi ve kültürel temeli mevcut. Sultan Abdülaziz 6 Mart 1870’de Bulgarlara müstakil bir kilise kurulmasını, ruhani ve idari açıdan Patrikhaneden ayrılmalarını kabul edince, Bulgar Kilisesi’nin bağımsızlığı tekrar tescillendi. Ancak Rum Patrikhanesi bu oldubitti uygulamayı kabullenmediğinden, İstanbul’daki Bulgar kiliselerine zaman zaman Rum din adamları göndererek ayinlerin Bulgarca değil, Rumca yapılmasını istedi. Hatta Fener Rum Patriği Bartholomeos, Sofya ziyareti sırasında Bulgarlara “-II. Dünya Savaşı sırasında gasp ettiğiniz ikonaları iade edin” sözleriyle büyük kriz yarattı. 10.11.2015’te Fener Rum Patriği I. Bartholomeos’un Bulgaristan ziyaretine, tepkiler, skandallar ve randevu iptalleri damgasını vurdu. Patrik Bartholomeos’un Bulgarları “hırsızlıkla suçlaması” nedeniyle Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov, Bartholomeos’la yapacağı görüşmeyi iptal etti. Bulgar Patriği Neofit’in davetlisi olarak Sofya’ya giden Patrik Bartholomeos’un, 2. Dünya Savaş sırasında Bulgaristan’ın Yunanistan’dan “ele geçirdiği ve çaldığı” dini ikonalar ve değerleri geri istemesi skandala yol açtı.8 Rusya Patrikliğinin Antakya yani Suriye Patrikliğini ayartarak Gürcistan Kilisesinin Yunanistan’ın Girit Adası’nda gerçekleştirilen Büyük Pan Ortodoks Konseyi’ne katılmaması, en çok Vatikan’ı memnun etmiştir. Fener Rum Ortodosk Patrikliğinin Vatikan karşıtlığını, Ruslarla işbirliğine giderek aşmaya çalışan Papalık, diyalog faaliyetleriyle Müslümanları hipnoz ettiği gibi Ortodoks kiliselerini de birbirine düşürmeyi başarmıştır.9 Bulgar ve Makedon Ortodoks kiliselerinin yakınlaşması iki ülke arasındaki siyasi ve toplumsal buzların erimesiyle sonuçlanabilir. Uzmanlara göre savaşlarla oluşan düşmanlık yerini Bulgar Kilisesi ile Ortodoks Ohri Başpiskoposluğu arasındaki dostluğa bırakabilir. Bulgar Kilisesi 19 Kasım’da Makedon Ortodoks Kilisesi’nin himaye edilme talebine ilişkin Ortodoks dünyasının geri kalanıyla bu konuyu görüşmek üzere bir komite kurdu. Bu kararla birlikte Makedon Kilisesi’nin diğer Ortodoks kiliseler tarafından da tanınması için Bulgar Kilisesi’nin önemli bir adım attı. 27 Kasım Pazartesi günü yapılan toplantıda, Bulgar Ortodoks Patrikhanesi, Makedon Ortodoks Kilisesi’nin Sırp Kilisesi ile yaşadığı statü problemiyle ilgili olarak diğer Ortodoks kiliselerle görüştüğü açıklandı. Yapılan görüşmeler sonucunda bu problemi çözmek için bir komite oluşturuldu. Bulgar


126

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Patrikhanesi’nin web sitesinde Makedon Kilisesi’nin bağımsız statüsünün diğer Ortodoks kiliseler tarafından tanınması için savunuculuk yapmanın Bulgar Kilisesi’nin “kutsal bir görevi” olduğu belirtildi. Bulgar Ortodoks Kilisesi, Makedon Kilisesi’nin “çektiği acılara” hiçbir zaman kayıtsız kalmadığını ifade etti. Makedonlar, Bulgaristan’ın “kardeşleri” olduğu için onlara bu desteğin verilmesi gerektiği söylendi. Bulgar Kutsal Meclisi Makedon Kilisesi’nin statüsünü tartışırken, Makedon Kilisesi’ne destek olmak için yüzlerce insan bir araya geldi. Makedon Kilisesi’ne sahip çıkılması gerektiğini söyleyen göstericiler Bulgar Kilisesi’nin doğru bir karar vermesini istedi. Diğer kiliselerle olan müzakerelere öncülük etmeyi amaçlayan komisyon üyelerinden Lovech Metropolitan Gavrail, Bulgaristan’ın Makedon Kilisesini tek taraflı olarak kabul etmesi halinde Makedonya’ya yardım edemeyeceklerini ve kendilerine zarar vereceklerini savundu. Geçtiğimiz hafta Bulgaristan Devlet Başkanı Rumen Radev ve Bulgar patriği Makedonlardan gelen mektubu ele aldığı açıklanmıştı. Toplantıdan sonra, “Bulgaristan Devleti ve Bulgar Kilisesi, Makedonya ile olan ilişkileri derinleştirmek için birleştiler” şeklinde bir ortak bildiri yayınlayarak sürece olumlu yaklaştıkları sinyalini verdi.10 Patrik Neofit Sen Sinod sarayına girerken, Bulgar kilisesinin, Makedon kilisesinden uzatılan eli tutması gerektiğini söyledi. Makedon Ortodoks Kіlіѕeѕі - Ohrіd Başріѕkoрoѕluğu Kutѕal Ѕіnod’u, уerel Ortodokѕ Kіlіѕeler ailesindeki durumunun nіhaі çözümü іçіn aldığı deѕtekleme kararından dolaуı, Bulgar Ortodoks Kіlіѕeѕіne teşekkürlerini ѕundu. Makedonya Başbakanı Zoran Zaev, destekleme kararını “ѕon dereсe olumlu” olarak değerlendirirken diğer Ortodoks kіlіѕelerіn de Bulgar Kіlіѕeѕіnі örnek alma beklentіlerіnі dіle getіrdі.11 Ancak Makedonya Ortodoks Kilisesi’nin himaye talebini kabul eden Bulgar Ortodoks Kilisesi diğer Ortodoks kiliseleriyle cepheleşme yaratabilir. Bulgar Kilisesi bu kararıyla, Sırp Patrikliği’ne, Makedonya Kilisesi’nin ona bağlı olduğunu iddia edemeyeceğini söylemek istiyor. Bu durum [Sırp Patriği] İriney’i köpürtecektir. Rus Patrik Kirill de buna izin vermez, aksi taktirde on yıllardır otokefallik (kiliselerin özerkliği) için mücadele veren Ukrayna Kilisesi de aynı yoldan gidecektir.12


Makale ve Analizler - 2017

127

Milislerin Göremediği Dev Güç Osman Bülbül-05.Aralık.2017 Konu: “Belene” toplama kampında bizi ayakta tutan özgürlük ruhu oldu. “Türk doğdum, Türk ölürüm” dizeleri “Belene”deki ölümcül uğultuda doğdu. Kovuştan alıp sorguya ya da dövülmeye götürüldüğümüz anlarda umutlarım sanki azalıyor gibi bir şeyler doğuyordu içimde. Boğulacak gibi sıkılıyordum. Bu anı umudum beni terk ediyor ya da biraz daha eksiliyor gibi yorumlamıştım o zamanlar. Fakat kış günleri yüzüme vuran deli Tuna boyu rüzgârı ruhumu uyandırıyor ve beni hemen derleyip topluyordu. O an rüzgâr haberci rolü görüyor ve sanki kulaklarıma özgürlük yakındır, dik yürü diyordu... Tuna rüzgârlarının bilinci yoktu. Onların “benden beni istediklerini” bilmiyorlardı. Fakat 1949’dan beri bu adaya düşenlere “toparla kendini ruhu aşıladıklarından” hiçbir şeyden, ne faşizm ne de totalitarizmden korkmadan, hepsine meydan okuyarak esiyordu. Dar vakitlerdi. Adada kapalı tutulanların suçsuz olduğunu bilen azap melekleri buraya uğramadı. Ayrılık sancıları ve kaygı ruhları sarmıştı. Bahardı. Güneş her gün ziyaretime geliyordu. Bir sabah güneşle birlikte eşim de geldi köprübaşına. Elime sarmaşık tohumları verdi. “Açmasını beklerken günler geçer” demişti. Bir taş duvar dibine ektim, boyumca uzadı. Mavi açtı. Yine bir hafta sonu köylüm kemik Mehmet belirdi köprübaşında. Koca Balkana ağaç devirmeye gider gibi geldi. İri yarı oluşu milisleri ürkütmüştü. Dertleştikten sonra “korkma geçer, rüzgâr değişiyor” dedikten sonra torbasından bir koyun postu çıkardı. “Ranza önüne at, üstüne batarsın, gece de sırtını yaslarsın” dedi. Kolları uzun zaman boynumda kaldı. Bir defasında bir tespih geldi bana. Göz nuruyla işlenmiş. Boncukları dizilmiş, birliğimizi simgelemiş, kardeşten kardeşe içten bir selamdı. Aramızda bilekleri Rus kelepçelerinden morarmış arkadaşlar vardı. Gözleri uykusuz gecelerden mosmor olmuş kardeşlerimiz. Ay ışığını beklemekten yorgundu ruhları: O gecelerde yan ranzada gözleri gökyüzünde şair ruhlu Mahmed’in Ne güzel şey hatırlamak seni Sana tahtadan bir şeyler oymalıyım yine Bir çekmece


128

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bir yüzük Ve üç metre kadar ince ipekli dokumalıyım Ve hemen Fırlayarak yerimden Penceremde demirlere yapışarak Hürriyetin sütbeyaz maviliğine Sana yazdıklarımı bağra bağıra okumalıyım... Makale ve Analizler - 2017 121 Ne güzel şey hatırlamak seni Ölüm ve zafer haberleri içinden Hapiste Ve yaşım kırkı geçmiş iken...

Sözleri kulağıma mehlem gibi geliyordu. “Belene” kahramanlarının yenilmez, bükülmez, diz çelmez ruhu böyle doğdu. Birçoğumuzun dayaktan sırtı mosmor, eli kolu kırık olsa da, o çilenin ve eziyetin içinde bizi birbirimize bağlayan bir elektrik vardı. Bu belki de hepimizin bu dünyadan kopmuş, kara kaderli Tuna adasında yakınlarımızı hatırladığımız gecelerde ya da sabah kalkarken selamlaşırken beliren bir duyguydu. Birçok kişinin gömüldüğü ve 20 - 30 yıllık ağaçların kış gecelerindeki uğultusu ve ne istediğini bilmeden taşmış nehrin adayla birlikte bizi de boğmak istediğini var gücüyle bağırması hepimizi titretiyordu. Ve oluşan korku kırık kemiklerin sızısını unutturuyordu. Bu kampı yaratanlar katmerli dehşet yaşatmayı başarmışlardı. Bir “temerküz kampı”, bir işkence merkezi, insan hakları bakımından kontrolsüz bir hapishane, bir mezarlık, insan ruhunu çökertme tezgâhı, karanlık bir dünya, ne istediğini bilmeyen ve dalgalarıyla saldırdıkça saldıran çılgın sularla çevrili bir toprak parçası. Buraya düşmezden önde “Belene” ölüm kampı olduğunu bilmiyordum. Harita’da Tuna nehri kıyısında “Belene” adlı bir şehir vardı. Karşısındaki ada “Persin” idi. Ada içindeki cehenneme şehrin adını verdikleri kimin aklına gelebilirdi. Biz Türkler 1985 Martından sonra buraya sürülmezden önce, “Belene” ölüm kapından alınan Bulgarları “Güneşli Sahil’e” götürüyorlarmış. Bunu işiten ve gerçeği bilmeyen, mahkûmların Burgaz kumsalındaki “Güneşli Sahil’e” tatile götürüldüğünü sanacak! Oysa zorbalar aynı isimle Lovça (Loveç) balkanında bir başka ölüm kampı açmışlar ve orada mahkûmları hem taş ocaklarında çalıştırıyor hem onlara işkence etmeye devam ediyorlarmış. Çifte standart işte budur.


Makale ve Analizler - 2017

129

“Belene” ölüm kampında yatan vatan haini yoktu. Hepimizin kökü vatan toprağımızdaydı. Bizi buraya getiren de vatan sevgimizdi. Çok gördüler bizim vatan sevgimizi. Sırtımızdaki işte bu yüktü. Orada bizi birleştiren, Türk kimliğimizden aldığımız güçle zalim diktatör Jivkov’un zincirlerini kırmış olmamızdı. Bu hepimizde bambaşka bir ruhsal beraberlik, dayanışma ve omuzdaş olma duyumu yaratmıştı. Buraya düşmezden önce insan ruhunun yaşadığı durumdan etkilendiğini ve iç ve dış etkenlerin etkisi sonucu öz ve biçim değiştiğini, sertleştiğini, katılaştığını bilmiyordum. Bizim hepimizi en fazla etkileyen haksız yere tutuklanmamız ve polis karakollarındaki dayak ve kakalamadan, “Bulgar değilsen insan değilsin” havalarından sonra her birimizi tek tek içsel düzenleyen, yönelten ve bilinçli bir hedefe yönelten ruhumuzdu. “Belene” ölüm adasında kişisel ruh mahkûmu terk ediyor ve toplu bir ruhta birleşiyordu. Öteki mahkûmlara farklı gözle bakıyor tek söz etmeden her biriyle anlayabiliyordum. Ruhumuz canlıydı ve aramızdaki anlaşma düzenini sağlamıştı. Ruhumuz doğru olan kavramış ve bizi bir bütün olarak kabul etmişti. Bu temel üzerinde kurulan birliğimizin ülküsü ise isimlerimizi, dinimizi, dilimizi geri almak, yasalarla meşrulaştırmak ve özgür yaşatmak hedefine yönelmişti. Bu adada sürünürken bizi hayata çağıran büyük gerçek ülkümüzdü yani Türklüğümüz ve hak ve özgürlüklerimizi elde etmek uğruna mücadele etmekti. Hepimizin halkımızın kavgasından bir parça olduğumuz köprübaşı görüşmelerinde dile geliyor, damlayan gözyaşları Tuna sularına karışıyor, feryadımızın yankıları olarak memleketin ve dünyanın dört bir yanına yayılıyordu. Tuna rüzgârının kavurduğu köprübaşı görüşmelerinin birinden sonra şaire kızımız Aynur Açıkgöz şöyle haykırdı: Korkusuzum Konuşurken Türkçe yüreğim Bakar gözlerim anadilimce Gönlüm kuş misali uçar Rumeli’de Gördüyse de cennetinde zulüm Eğilmedi gönlüm çünkü ben Türk’üm Atalarımın hep burada tüterdi ocakları Ayrılığın acısıdır yakan İnce ince esse de rüzgâr Serinletmez yüreğimi Çünkü üzerinde ateşten bir gömlek


130

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Kuşkusuz halkımızın ruhunun birlik halinde uyanışa mayalanmasında, öz edebiyatımızdaki esin kaynağı dev simaların etkisi çok güçlüydü. “Belene” ölüm kampındaki öğretmen mahkûmların hepsi Mehmet Akif Ersoy’un Bulgar Mezalimi (Kulağına Küpe Olsun) unutma şiirinin 5. dörtlüğünü biliyor ve yeri geldikçe hatırlatıyorlardı: Ey Müslüman kendini hiç avutma Yüreğini öç almadan soğutma İnim inim inleyişi yurdunun Kulağında küpe olsun unutma! Ruhsal olarak birliğimizden kaynaklanan biz kendi kendimize yeteriz bir ülkü olarak kanatlanmaya başladı. Bu fikirler “Belene” adasında kalanlar arasında kök saldı ve daha sonra kurulan direniş örgütlerinin bağlaşıklık, ortaklık aramadan savaşım alanına çıktığı, yalnızca Müslümanları örgütleyerek de zafer elde edilebileceğine inanç oldu. “Belene” de doğan özgürlük anlayışımız salt bizim fikrimizdi. Kopyalanmış, çalınmış, yamanmış bir fikir değildi. “Ölüm adası” bizi değiştirmiş, ruhumuzun içindeki iyilikleri, minnettarlığı, toleransı söküp atmıştı. Bütün gücümüzü susmaya yoğunlaştırmış olsak da, içimizde köpüren bizler, artık kaba, nazik sözleri bir yana itmiş, yerine karşısındakine “aklını başına devşir” diyen değim ve atasözleri koymuştu. Bunları sıklıkla kullanmasak da hepimiz biliyorduk. İkinci olarak “Belene” hepimizin Türk bilincini ve Müslüman kimliğini de güçlendirmişti. Tüm yasaklara rağmen her akşam namaza duruyorduk. İmamımız vardı. Şairler bu konuda şöyle dedi: Biz, Cennetmekân dedelerin Rumeli’ye götürüp ektiği Arkadan gelen devletlerin -Amansız ve de imansızBulgarların insafına terk ettiği Türker’iz.

Bulgaristan Türk aydınlarından çok önemli bir kısmının uzun zaman bir arada, aynı ortamda, eziyet çekerek, baskı görerek, Türklük özleri çıkarılıp, yerine Bulgar oldukları iddiasının doldurulmasına güçlü tepkidir yukarıdaki satırlar ve bu görüşü destekleyen yüzlerce söylev gelmiştir ardından.


Makale ve Analizler - 2017

131

Kimlik oluşturmanın çok önemli unsurlarından biri de sürekli eylemdir. “Biz Türk’üz ve Türk kalacağız” inancı eyleme dönüştü. 1984 Aralığından 1985 Mart’ı sonuna her gün ve saatin, coşkun gelişmelerin silinmeyen izleri vardı. Kurşunlanan kardeşlerimizin her gün cenazelerini kaldırdık. Köy ve kentlerimize derin hüzün düşmüştü. “Belene” temaslarında. “Sizden öldürülen var mı, ardında kaç can kaldı?” gibi sorular sık geliyordu. Emin Mahmedali ve arkadaşlarının uluslar arası yankı uyandıran direnişine hemen hemen her akşam değinildi. Efrahim Salim’i yakından tanıyanlar hayat öyküsünü anlattı. İsim değiştirme saldırısının başladığı ilk günün sabahında Rodop tepelerinde milis kurşununa kurban giden Ayşe Mollahasan’ı tanıyanlar kalabalıktı. İbrahim Çetin, Abdullah Çakır, Ali Solak, Musa Yakub, Necip Necip, Hüseyin Recep ve Adil Mustafa’yı bilenler Fatih okuyordu. Bu amansız kavgada Asiye Deliosmanova, Fatme Şakirova, Pembe Aşıkova, Nazife Osman gibi Türk kimliği davası kurbanları, anne ve bacılarımız ve ilk kurban küçük Türkan kızımız için dualar ediyorduk. “Blene” ölüm kampında zulüm bir an olsun hafiflememiştir. Mestanlı (Momçigratlı öğretmen bazımız Hüsniye Necati kardeşimizin son 24 saat derin dondurucuda (buz kamarasında) tutulup canlı donmasına karşın ismini vermemesi, ölümüne direnmesi, mosmor olmasına rağmen, ölüm haberinin yayılmasına, yakınlarına gönderilmesine ve öldü evraklarının doldurulmasına rağmen dayanması ve ayakta kalması. “Ölüm kampından” Türk ismiyle çıkmayı başaran bayrak oldu. “Belene” kahramanlığı 1989 Mayıs Ayaklanmamızda sıcak ve ışık yayan Güneş etkisi yaptı. Kampta oluşan güçlü ruhsal birlik bütün memlekete yayıldı ve halkı sardı, yüreklendirdi ve ayaklandırdı. Bulgar karanlığı çatladı ve dağıldı. Zafer kazanan bir kişinin değil bir halkın mücadelesiydi. Tek kişi hakkı ve özgürlüğü değil, kolektif hak ve özgürlüklerimiz uğruna mücadeleydi. Bu davamızın aşamaları var. Yükselen ve alçalan dalgaları var. Bugün karşımıza Bulgar totalitarizminin faşist güçleri dikildi ve onlarla mutlaka hesaplaşmamız gerekiyor. Bizim kavgamız vatan kavgasıdır. Her karışı kutsaldır. Unutulan veya unutulacak olan hiçbir şeyimiz yoktur. Bundan 30 yıl önce verdiğimiz savaşımda milisler, ajanları ve parti ile devlet, bizim dev gücümüzü görememişti. Bu bizdeki Türk ruhudur. Yaşıyor ve yaşayacaktır.


132

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İlk Fiyatı Kim Teklif Edecek? Şakir Arslantaş-05.Aralık.2017 Konu: Açık arttırma: Bulgaristan’da Türk azınlığı var mı? Arkadaşın birisi bana şunu sordu: - “Sen odundan demir gördün mü?” - “Görmedim”, dedim. İkinci soru dedi:  Bulgar’ın arasında canlanan aşırı milliyetçi faşistleri. “Bulgaristan’da Türk yok!” Hak ve Özgürlük Partisi’ne ve DOST partisine “Türk Partisi” diyorlar, “demirden odun” bu değil mi? İsteseler de istemeseler de Bulgaristan Türklerinin azınlık hakları sorunu artık siyasete gündem oldu. Bugün Bulgar meclisinde “Radikal İslam Bulgaristan için Tehlike mi?” yasa önerisi tartışmaya açıldı. Türkler ve tüm Müslümanlar faşistler tarafından kuşatılmaya çalışılıyor. Kavga alevlendi ve çatır çatır boy atıyor. Bulgaristan’da Türk ulusal etnik azınlığı var mı yok mu? Temel sorun haline gelirken yeni sayfayı hayatın kendisi açtı. DOST lideri Lütfi Mestan’ın sözde 50 bin Bulgar asıllının yaşadığı Arnavutluk’ta “Bulgar azınlığının” resmen tanınmasından ve birkaç yüz Bulgar’ın yaşadığı Kosova’da da “Bulgar azınlığı tanınması” teni isteklerin öne sürülmesinden kaynaklanarak, “Bulgaristan Türkleri’nin azınlık hakları ne zaman tanınacak?” sorusunu sorması yaygra kopardı. Ne yazık ki, bu problemin olağanüstü güncel olmasına karşın, açıklamasından sadece bir hafta sonra, Mestan öne sürdüğü isteği biraz değiştirdi. Bu biraz değiştirmesi onun liberalizm, insan hakları, bireysel haklar, kolektif haklar ve sivil vatandaş toplumunda bireysel hakların kolektif kullanılmasıgibi temel konularda tamamen yalınayak olduğunu bir kez daha gün ışığına çıkardı. Bulgaristan Türklerinin ulusal azınlık haklarının Bulgar sivil toplumu içinde tanınmasını istiyorum şeklinde idare ederek, ilk konumundan bir vites geri çark etti. Çünkü ülkemizdeki sözde “demokrasi” ve hayal “liberalizmin” hangi şeklinin gerçek olduğunu iddia ederseniz edin, ne ki bizde yerleşmiş bir sivil toplum örgütü olduğunu henüz asla iddia edemezsiniz. Biz bu gerçekten çok uzaktayız. 2017’de memleketimizde totalitarizm kalıntılarına ve eski komünistlere sırtını dayayan faşizm ülküsü boy atıyor. Ah da desek oh da desek, istesek de istemesek de iktidar oldular. “Türk partisi HÖH (DPS) yi kapatmayı ve yok etmeyi programlarına aldılar”. DOST’u bir kaşık suda boğmaya hazırlar.


Makale ve Analizler - 2017

133

Hangi nedenleyse bilmem Kasım Dal’ın HDHP’ni görmezden geliyorlar. Aynı zamanda, Türk kültürünün yeşermesine ve okullarınızın açılmasına gece gündüz engel olarak, halkımızı kör cahil bırakmaya ısrarla devam ederken, faşist suyundan geldiklerini her gün kanıtlıyorlar. Ne var ki, kim ne derse desin “Bulgaristan Türklerinin bir azınlık olarak var oluşu” ve “hak ve özgürlüklerine, kültürel otonomi haklarına mutlaka döneceklerine artık kuşku kalmadı, siyasi alanda yeni dalga kabarıyor”. Bu memleketin Türkler kollarını sıvamadan kalkınamayacağını, huzur bulamayacağını herkes biliyor ve anlatıyor. Bu konuda birçok yazılar basılmaya başladı. Bunlardan birini Georgi Bozduganov yazdı. Konuyu bir araştırmazı yazar ve tarihçi olarak işledi. “Bulgaristan’da Türk azınlığı sorunu”, kilisedeki “Kadının canı var mı?” tartışmasına benzedi” başlığı altında “Faktor.bg” de çıktı. Tercümesini aynen veriyoruz: 19 yıldan beri Bulgar devleti “ulusal azınlık” kavramına kendi özel ulusal tanımını getirmedi ve getirmek istemiyor. Neden acaba? “Kadının canı var mı?” Bundan 14 asır önce Mackon Kilise Konseyi’nde tartışılmış. Günümüzün Bulgaristan’da Türk azınlığı var mı yok mu didişmesi bunu anımsatıyor. Faşistler Türklerimize “İslamlaştırılmış Bulgarlar” demeye devam ederken, Bulgaristanlı Türk ulusal azınlık topluluğu haklarını istiyor, meşrulaşmada direniyor. Bazı yazarlara göre, kadının canının olduğu yalnız bir oyla meşrulaşmıştır. O tartışma, aslında böyle bir tartışmanın olup olmadığı üstünedir. Bugün “kadının canı var mı?” sorusu herkese saçma geldiğinden, tartışmanın yürütüldüğüne de inanan kalmadı. Birçok etnik topluluktan oluşan modern Bulgar ulusu sorunu çok ciddi bir sorun olmamış olsaydı, faşizan Nazi demagoglarının (lafebelerinin) ve akıl ufukları çok dar olanların günümüzde öne sürdükleri “kanıtları” dinlerken ben de gülmekten kendimi alamazdım. Bir Türk ulusal etnik azınlığı oluşturan Bulgaristan vatandaşlarının oldukları gibi bir ulusal azınlık olarak tanınması şu anlama gelir: Diyanet işlerinin, anadil eğitim ve öğretimi ile kültürel geleneklerinin resmen tanınması; onların sosyal yaşamda eşit haklı yer bulmalarının sağlanması; devlet iktidarı (parlamento, hükümet, yerel idareler) tarafından kendilerine normal meşru garantiler verilmesi. Bunun üstü altı, eksik ve fazlası olamaz. Burada söz konusu olan, Bulgar anayasasının onlara tanımak istemediği kolektif hakların tanınmasından önce, Bulgar Anayasası maddelerine ve Bulgar devletinin taraf olduğu devletlerarası antlaşmalar gereğince vatandaşların kişisel haklarını birlikte uygulaması ilkesidir. Yüksekten bakıldığında, işaret ettiğim şu iki tanımlama arasındaki fark yok denecek kadar az olsa bile, aslında büyük ve önemli bir fark söz konusudur.


134

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Örneklersek: Bulgar devleti Doğu Ortodoks Kilisesine mali yardım gösteriyor. Ne ki bu yardımların verilmesi bizdeki Hıristiyanların kendilerine düzenlenmiş ayrıcalıklar tanıyan bazı kolektif haklara sahip olduğu anlamına gelmez. Etnik azınlık topluluklarına ait olan kişilerin hakları ve onların topluma entegre edilmesi sorunu bir dünya sorunu olduğu gibi, kıtamızın tüm devletlerini ilgilendiren bir problem olduğundan dolayı Avrupa kurumları Ulusal Azınlıkları Korumak için Çerçeve Antlaşması ile İnsan Haklarını Savunma Anlaşması gibi 2 adet çok önemli, temel nitelikli anlaşma kabul ettiler. 1997 yılında Bulgaristan Azınlıkları Koruma Çerçeve Antlaşmasına katıldı. Ülkede aşırı milliyetçiliği savunan bir grup komünist milletvekili anlaşmadaki tek tek metinlerin Bulgaristan Anayasası’na aykırı olduğunu ve bir büyün olarak bu antlaşmanın Bulgar Anayasa’sına ters düştüğünü sapTayyip ilan etmesi isteğiyle Anayasa Mahkemesine başvurdular. 18 Şubat 1998 tarihinde, Bulgaristan Anayasa Mahkemesi kararını açıkladı. “9 Ekim 1997 tarihinde imzalanan Ulusal Azınlıkları Savunan Çerçeve Antlaşmasının 7., 8., 9., 10. ve 11. maddeleri ve bir bütün olarak bu antlaşma, Bulgaristan Cumhuriyeti Anayasasına uygundur.” Böylece aşırı milliyetçilerin bu konudaki tüm istekleri toplu halde ret edildi. Bulgaristan Cumhuriyeti Halk Meclisi bu devletlerarası antlaşmayı bir kanunla onayladı. Onaylanan kanun, uluslar arası antlaşmayı Bulgaristan şartlarında zorunlu uygulamaya açıldı. İtiraz gerektiren bir durumda yaşanmadı. Her şey normalmiş gibi görünse de ayrıntılarda Şeytan İzi Aramaya Koyuldular. Çerçeve anlaşma, kabul eden devletlerin her birine, anlaşmanın ruhuna bağlı kalmak şartıyla kendi özel “ulusal azınlık” kavramı tanımı yapma hakkı tanıdı.  Bir yasa ile onaylanan ve kabul edilen bir devletlerarası antlaşmanın kon suna 20 yıldan beri tanım getirmeyen Bulgar parlamentosu Çerçeve Antlaşmasının geçerlilik süresinin bittiğini mi bildirecektir yoksa antlaşmanın fesih ve iptal edildiğini mi açıklayacaktır? Aksi takdirde biz Bulgaristan vatandaşlarının tümü olarak içeriğinin ve tanımının ne olduğunu bilmediğimiz bir devletlerarası antlaşmayı uygulamak zorunda kalacağız. Bu antlaşmayı yerine getirmeden vazgeçmek bir çılgınlık olduğu kadar, bu konudaki siyasi uygulama da zırvalıklarla doludur. Şimdi ortada hol yok yumurta yokken Fransa, Belçika, Türkiye ve Yunanistan gibi devletlerin siyasi pratiğinden örnekler getirilerek durumu çarpıtıp yamamaya çalışmak saçmalık değil de nedir. Çünkü bu 4 devlet Çerçeve Antlaşmasına katılmıyor.


Makale ve Analizler - 2017

135

- İkinci sorunun yanıtı daha kolay gibi: 2011 yılında Bulgaristan’da yapılan nüfus sayımında kendilerini Türk olarak tanımlayan 588 bin 318 vatandaş Bulgaristan nüfusunun % kaçını oluşturuyor? Çoğunluk olmadığına göre, bu nüfusun bir etnik azınlık olduğu ve göz ardı edilmeyecek kadar büyük bir etnik azınlık topluluğu oluşturduğu gün gibi ortadadır. Demek oluyor ki onlar, bir sivil ulusal azınlık olarak kendi anadillerine, din ve kültürel geleneklerine sahiptirler. Bu durumda Bulgar toplumunun çağdaş karakterli bir ulusal topluluk olduğuna işaret etmek ve “ulus” kavramının üzerine yanlış anlam birikimi yüklenmemsi için “ulusal azınlık” kavramına “sivil toplum” kavramını da ilave etmemiz gerekir.  Bulgar kurumları, kullanılan kavramın içeriğini ve önemini kendileri bilme ken, Bulgar soy kökenli grupların ulusal azınlık olarak tanınmasını ve onların anadillerini ve kültürel geleneklerini yaşatırken garantili devlet yardımları görmelerini öteki devletlerden hangi esasa dayanarak talep edildi? Arnavutluk’ta ve Ukrayna’da Bulgar azınlığın resmen tanınması gerçekten itiraz götürmez ve alkışlanması gereken bir başarıdır. Ne ki Çerçeve Antlaşmasının onaylanan metnini anlamsızlaştırmamıza vesile olamaz. Bu antlaşmanın 15. maddesinde şöyle deniyor: “Taraflar, ulusal azınlıkla dahil olan kişilerin kültürel, sosyal ve ekonomik yaşama olduğu gibi, özellikle kendilerini ilgilendiren özgün etkinliklere katılmaları için gerekli ortam ve koşulları oluşturmakla yükümlüdürler.” Şöyle bir sorum var: İşsizliğin salgın hastalık boyutlarında olduğu ve tütün üreticileri üzerindeki malı baskıların ezici olduğu karma bölgelerde yaşayan Türk ahalisine ekonomik yaşama verimli katılması için ne gibi şartlar sunulmuştur?  Türklerin yaşadığı yerleşim yerlerinde imam maaşları ödenmezse ve okullara öğretmen gönderilmezse boş kalan yerlerin ülkemizin güvenliğine tehlike yaratan Feytullah Gülen ve diğer kökten dinciler tarafından doldurulacağını düşünebilmek o kadar mı zor.  Bulgar devleti Adaletli bir düzene dayanan çok kültürlü bir sivil toplum ulusu oluşturmayı seçecek mi yoksa “etnik barışın” kırılganlığı ile ilgili yalan söyleme ustası olan kişilerin kişisel iktidar ve ekonomik önceliklerini tatmin etmek için demagojiye dayanan siyaset mi uygulayacaktır? Komünist propagandanın devamı olan ve gizli polis DC tarafından herkesin canına tak diyene kadar tekrar edilen “Bulgaristan’dan toprak parçası koparma”, “otonomi”, “Türkleştirme” ve başka yalanlarla günümüz yeminli sahte “yurtseverlerin” tümü 3 temel hedefe hizmet ediyorlar: - Utanç veren, yüzkarası “soya dönüş süreci” adlı isim ve kimlik değiştirme vahşetini haklı çıkarmaya çalışıyorlar.


136

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

- Hasta, aklı zayıf ve tahsilsiz kitleye “Türk tehlikesi” olduğu yalanını zorla dayatarak, Bulgarların azınlıklar üzerinde etnik bakıma üstün olduğunu iddia ederek aşırı milletçi grupları etraflarına toplama çalışıyorlar. - Kendisini yeni bir isim değiştirme süreci başlamaması için yegâne güvence gösteren aynı zamanda Türk nüfusun yaşadığı bölgelerdeki ekonomik araçların ve olanakların -şirketler çemberi, yardım paylarının dağıtılması vb- tümünü kontrolü altında bulunduran, Moskova ve eski gizli polis (DC) kadroları tarafından denetlenen Saray Kütüphaneci karteşini destekliyor. Saray şirketleri ve aşırı milliyetçi oluşumlar ara sıra birbirine karşı zehir kussalar da, 27 yıldan beri hepsi göbekten Kremlin’e bağlıdır. Yıllardan beri Balkanları kendi etki alanına çekmeye çalışan Moskova’nın beslediği itleri birbirine karşı havlatması eski ve denenmiş siyasetlerinden biridir. Bulgaristan’da Türk ulusal etnik azınlık haklarının tanınmasına karşı olan güçlerin kışkırttıklarıyla şiddetlendirilen korkuda ülkeden toprak parçası koparılacağı başta geliyor. Bu uydurmaların geçerli tarafı olmasa da, Avrupa Birliği devlet sınırlarından bir toprak parçası koparma yeltenişinde bulunmak dahi ancak “debil” kafalardan çıkabilir. Burada cevap aranması gereken şu sorular vardır: “Türkiye Cumhuriyetinin Bulgaristan çıkarları nedir?” “Türkiye Bulgaristan’a karşı düşmanca eylemlerde bulunmuş mudur?” Türkiye Cumhuriyetinin çıkarları şunlardır: - Türkiye öncelikle iyi komşuluk ilişkilerini yaşatmaya gayret ediyor. - Yatırım yaparak ve uygun işbirliği olanaklarından yararlanarak işbirliği geliştiriyor. - NATO çerçevesinde yardımlaşıyor ve işbirliği yapıyor; - AB üyeliğini gerçekleştirmek için, engeller belirdiği durumlarda, sorunların çözülmesinde Bulgaristan’ın aracılığından ve yardımlarından faydalanmak istiyor; - Bulgaristan’da yaşayan etnik Türk azınlığının iyi yaşamasını, toplum içinde hak eşitliğinde faydalanmasını, Bulgarların dış ülkelerdeki etnik azınlık haklarının tanınmasını istediği gibi Bulgaristan’da yaşayan Türklerin azınlık haklarının da tanınmasını istiyor;  Cumhuriyet kurulduğu günden beri vatanımıza karşı düşmanca tavırda b lunmamıştır.


Makale ve Analizler - 2017

137

Osmanlı devletinin Balkanlarda egemen olduğu döneme ilişkin atıflarda bulunarak suçlamalara başlamak hiç de uygun sayılamaz. 92 yıllık ortak tarihimizde, soğuk savaş döneminde dış baskıdan doğan saldırganlığı bir yana bıraktığımızda, iyi komşuluk ilişkilerimize gölge düşüren örnek gösterebilmek zordur. 1925 yılında Ankara’da Bulgaristan ile Türkiye devletleri arasında ikili dostluk anlaşması imzalandı. Bu Antlaşmanın 1. maddesinde, “Bulgar Çarlığı ve Türkiye Cumhuriyeti arasında gölgelenmemiş barış ve içten ve ebedi dostluk var olduğu” kaydedilmiştir. Bu antlaşmanın ayrılmaz bir parçası olan ek tutanakta şöyle deniyor: “İki taraf, Nöyyi Antlaşması maddelerinde yer alan hususların himaye altına alınıp korunmasını güvence altına aldığı gibi, Bulgaristan’da yaşayan Müslüman azınlığın ve Türkiye’de yaşayan Bulgar azınlık haklarının da Lozan Antlaşması maddelerinde öngörüldüğü gibi korunmasını her iki devlet yükümlülükleri altına almıştır. Ankara antlaşması süresizdir. Günümüzde de geçerlidir. 1992 yılında, daha geniş kapsamlı bir Bulgaristan Cumhuriyeti ile Türkiye Cumhuriyeti dostlık, iyi komşuluk, işbirliği ve güvenlik antlaşması imzalandı. Antlaşma Sofya meclisinde onaylandı. Birinci maddesine göre,. Türkiye Cumhuriyeti ile Bulgaristan Cumhuriyeti ilişkilerini karşılıklı güvene, iyi komşuluk ve işbirliğine dayandıran iki komşu ülkedir. Taraflar, Bağımsızlık, egemenlik ve toprak bütünlüğü, sınırların dokunulmazlığı, İçişlerine karışmama, hak eşitliği ve çıkarlara karşılıklı saygı ilkelerine dayanarak aralarındaki ilişkileri her alanda aktif ve çok yönlü geliştirme niyetlerini teyit etmiştir.” Antlaşma karşılıklı ilişkilerin ortak çerçevesini belirlemiş ve Ankara’nın somut etkinlikleri antlaşma maddelerinde öngörülene uygundur. Yeni kurulan Türk devletinin Atası olan Mustafa Kemal ile Bulgar Çarı III. Boris arasındaki büyük saygı ve oluşan güven ilişkileri İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasına kadar iki ülke arasındaki ilişkilerin anlaşma ruhunda gelişmesine temel olmuştur. 1938’de Atatürk’ün naşının toprağa verilmesi törenlerine katılmak ve Türk halkının milli kahramanına yüksek saygı ifade etmek üzere III. Boris Türkiye’ye bir süvari taburu göndermiştir. Aynı yıl “Bulgaristan’da yaşayan Türk azınlığa insancıl muamele yapıldığını” vurgulayan ve Romanya’daki Türk azınlığında iyi münasebet görmesi temennisi ifade eden Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Araz, Romanyalı meslektaşlarını Dobruca sorununu çözmeye davet etmiştir. 1940 yılının Şubat ayında, Balkan Antantı Konseyi’nin Belgrat toplantısında, Güney Dobruca’nın Bulgaristan’a iade edilmesini ilk olarak gündeme getiren Türk diplomatlar olmuştu. Bu öneri, Avrupa devletlerinden ve Birleşik Amerika’dan diplomatları güçlü etkilemiştir.


138

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

1941 Şubatında, Bulgaristan’ın Üçlü Mihvere zorla katılmasından ve Alman Nazi güçlerinin ülkeye girmesinden hemen önce, “güven ve dostluğu” asla zedelememek amacıyla “her türden saldırıyı önlemek iki ülkenin de dış siyasetinin değişmez temeli olacağını” güvence altına alan bir ikili Bulgar - Türk Bildirgesi imzalanmıştır. Belirtilen barışçı niyetlere rağmen, Türkiye’nin Edirne yakınlarına bir kol ordu konuşlandırması, III. Boris ile Sofya hükümetine Hitler ile görüşmelerinde “açık tehlike” masalı anlatmalarına vesile olduğu gibi, Bulgar ordusunun savaş cephelerine ordu göndermelerini haklı gösteren bir neden rolü de görmüştür. Yakın geçmişte gizli diplomasinin bu belgesi gün yüzü gördü. Bu belgede, meydana gelmiş olan “dengenin” on binlerce Bulgar erinin savaşta yok olmasını önlediği yazıyor. Savaşa katılması için Sovyetler Birliği ve İngiltere Ankara hükümetine büyük baskı yapmıştı. 1941 yılının Aralık ayında Sovyet - İngiliz sözleşmesi imzalanması için yürütüklen görüşmelerde Stalin İngiltere Dışişleri Bakanı Antoni İdın’a Savaştan sonra devlet sınırlarını yeniden çizerken Burgaz kentinin güneyinde bulunan ve “genellikle Türk nüfusun yaşadığı toprakların” Türkiye’ye bırakılmasını önermiştir. Stalin’e göre, Bulgaristan’dan Burgaz ilinin alınması ve Türkiye’ye verilmesi savaş yıllarındaki tavrının bedeli olacaktı. O, Bulgaristan’ın Yugoslavya ile sınırında da toprak kaybına uğramasında ısrar etmiştir. “O, Bulgaristan’a bir deniz limanı tamamen yeterlidir!!!” demiştir. Bu gerçeği Alman istihbaratı da öğrendiğinde bu konuda özel rapor hazırlanmış ve Türkiye’nin aç gözlülük göstermediğine yer verilmiştir. Adana, Kahire ve Tahran’da yapılan sonraki konferanslarda baskı yoğunlaşmışyır. 1943 yılının Kasım ayında Tahran’da yapılan Konferansta, Stalin, Türkiye Müttefik Devletlere katılırsa Sovyetler Birliği’nin Bulgaristan’a savaş açacağını açık olarak beyan etmişti. Sonunda SB Bulgaristan’a savaş açtı. Ankara’daki yöneticiler ordularını cepheye sürmediler. Müttefik orduları hava kuvvetlerine Türk askeri uçak limanlarından faydalanma izin de vermediler. 1943 - 1944 yıllarında müttefik güçlerin bombardıman uçakları kuzey Afrika ve İtalya’dan kalkıp Sofya’nın merkezi harap etti. Devlet yönetimi felç oldu. Binlerce kişi öldü. Bu bombardıman uçakları Edirne ve Tekirdağ’dan uçsaydı, Bulgaristan’da taş üstünde taş kalmazdı. Buna inanmayanlar, Almanya şehirlerinin savaştan sonraki resimlerine bir göz atabilir. Türkiye savaş boyu tarafsızlığını korudu. Savaşa, 1945 yılının Şubat ayında katıldığında artık cephe Almanya’ya taşınmış ve savaşın sonu görünüyordu. Bu siyasetin birçok nedeni var.


Makale ve Analizler - 2017

139

Bunu yalnızca Türkiye’nin Bulgaristan’a karşı iyi niyetli oluşuna ve imzalanan anlaşmalara sadık kalmasına bağlayamayız. Ankara, Balkanların büyük orduların çarpıştığı bir savaş alanına dönüşmesini, milyonlarca insanın ölmesini ve tüm alt yapının yıkılmasını istemedi. 1944 yılında Türkiye hükümeti ülkemizin Amerika ve Britanya ile barış antlaşması imzalayarak Sovyet istilasından kurtulması için diplomatik yollardan yardım yapmaya çalıştı. Aynı yılın Ağustos ayı sonunda Başbakan Şükrü Saraçoğlu, görüşmelerin gecikmesini vesile ederek Amerikan Büyükelçisi Staynhard’a sitemde bulundu. Barış görüşmelerinin suya düşmesi neden olan Sofya diplomasisinin gecikmesi ve Bulgar heyet başkanı Stoyço Moşanov’un ihanetidir. Ardından gelen komünist propaganda iddiaları ve özellikle de BKP-MK Sekreterliğinin Tsola Dragoyçeva’nın ağzından yaydığı “10 yıllık Türk işgali öngörüldüğü” iddiaları gizli polis DC subaylarının yıllar boyu yaydığı uydurmadır. Komünist dönemde, Todor Jivkov rejimi tarafından güya “soya dönüş süreci” soykırım cinayetlerinin işlendiği yıllarda bile saldırı hareketleri başlatılmamıştır. Hatta bir katmerli yalan olan “Büyük Seyahat” gibi uydurma adlarla 360 bin vatandaşımızın baba ocağından zorla sökülüp göçe zorlandığı aylarda dahi Türkiye diplomatik ilişkilerini kesmemiş ve düşmanca hareketlere girişmemiştir. Şu bir gerçektir. Kim nasıl serbest yorum yapmaya kalkarsa kalksın Bulgaristan Türkiye ilişkilerinde bu delilleri karalayamaz ve çarpıtamaz. Türkiye ile ilişkilerimizde tehdit ve tehlikelerden söz edenler yazımı bir kez daha okusun lütfen. Bulgaristan Cumhuriyetinde Türk ulusal etnik azınlığın varlığını tanımamız, ulusumuzu dağıtma denemesi olarak algılanamaz. Türk azınlığın tanınması ve ona daha geniş hak ve özgürlükler sağlanmasına doğru bir adım ve çok kültürlü Bulgaristan’da modern sivil toplum örgütü kurulması yolunda yeni ve çok önemli bir adım olacaktır. Bulgaristan Türklerinin kendilerini ikinci derece ve bir kenara itilmiş, ötelenmiş insanlar olarak algılanmaması için, ülkemizin tüm vatandaşlarının öz vatanı olduğundan kuşkulanmamaları için Bulgaristan Türk etnik azınlığı meşrulaştırılmalıdır. Yıllar önce Türkiye ve Balkan ülkelerinin Avrupa’nın parçası olduğundan asla şüphelenmeyen Büyük Mustafa Kemal Atatürk TCBMM kürsüsünden şöyle demiştir: “Güya mutlu olmaları için, insanların birbirini boğazladığı sistemler insanlık dışıdır ve ancak esef etmeye laiktir. İnsanların mutlu edilmesi için tek araç onları birbirine yakınlaşmaya, maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılamaya götüren etkinlik ve çabalardır. Toplumun gerçekten mutlu olması dünyada barış koşullarında, bu yüksek ülkü yandaşları başarıdan başarıya gittiğinde olanaklı olabilir.”


140

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Not: 1998’de Avrupa Azınlık Haklarını Koruma Çerçeve Antlaşmasının Sofya meclisinde bir kanunla onaylanmasından sonra Türklerin ve diğer azınlıkların sivil topluk örgütlenmesi içindeki bireysel haklarını birlikte kullanmasının engellenmesine neden olan ve bilinmesi gereken bir büyük gerçek vardır. Bu konuda Ahmet Doğan ile BSP temsilcisi Elena Poptodorova arasında bir görüşme yapılmış ve bu görüşmeden bir ortak bildiri çıkmıştır. Bu bildirinin metni henüz halka açıklanmamış olsa bile, kolektif ulusal etnik haklarımızın tanınmasını engellediği biliniyor. HÖH - DPS milletvekilleri artık18 yıldır Bulgaristan meclisinin “ulusal etnik azınlık” tanımı yapmasında bu sebepten ötürü ısrar etmıyorlar. DOST lideri Lütfi Mestan o dönem sözü geçen milletvekiliydi. Bu gerçeği bilmesi gerek. Bildirinin metnini açıklayabilir. Kendisinde bu konuda beyanda bulunmasını, basın toplantısı düzenlemesini ve Doğan - Poptodorova yani DPS BSP görüşünü, 18 yıl sonra olsa da, açıklamasını bekliyoruz. Siyaset oy başı 11 leva ceplemek değil, halkın can alıcı sorunlarına inmek ve onları çözmektir. Etnik azınlık haklarımızın tanınması başat sorunumuzdur. Bekliyoruz. Teşekkür ederim.

Kasaplık Koyun - Damızlık Koyun Viyana’dan Osman Bülbül-6.Aralık.2017 Konu: Azınlıkların kendilerinin örgütlenmesine saygı gösterilmelidir. Azınlıklar üzerinde baskıların kaldırılması ve pazarlıkların sona ermesi şarttır. Viyana soğuk. Odama kapandım. Burada adına “Berliner Herd” denen ocağımda briket yakıyorum. Sabah doldurdum mu akşama kadar ılık. Kendimi yerlilere uyduramadım. Şapkam, ceketim, bastonum yerli yaşlılara uygun. Yaşlandım. Akranım olan komşularım var. Soğukta pek çıkmıyorlar. Saat 15’te kahvelerde “Mocca” içmeye toplanıyor, hep aynı konuları açıyorlar. Aralık ayında Noel priminin emekli maaşı olması bekliyorlar. Benden çok daha rahat yaşadıklarını kabul etmek zorundayım. Kafamda kaynayan bizim problemlerimiz. Derdi her insanın kendi sırtında. Çocukluğumun sorunlarını halletmeye çalışırken ömrüm rüzgâr gibi geçti. Bir ayağım çukurda artık. Son yazılarımda “Belene” ölüm kampındaydım. Tuna üzerindeki 42 adadan biri. Bir hapishane olan “Persin” adasında yattık biz. Beynime derin yaralar açıldı orda. Talihi kara arkadaşlarımın resimleri ve kitaplarıyla gönül eğiliyorum şimdi. Bulgaristan haber ve yorumlarını izliyorum internette.


Makale ve Analizler - 2017

141

13 Kasımda günübirlik Sofya’yı ziyaret eden Türkiye AK Parti İstanbul ekibinden sayılan, fakat yaptığı seri yanlışlardan sonra pili sönen Aziz Babuççu değişik yorumlara vesile olunca can sıktı bu hafta. Türkiye’nin Sofya Büyükelçisi Sayın Süleyman Gökçe’nin süresi dolunca Babuççu’nun ateş çalar gibi gelip gitmesi sürpriz oldu. 26 Mart’ta yapılan 2017 Bulgaristan genel erken seçimlerinden sonra mali imkânları çok genişleyen siyasi zamanı dolmuş bu zattın Sofya’daki görüşmeleri niyetinin değiştiğini gösterdi. 2017’nin Aralık ayında Hak ve Özgürlük Partisi Genel Başkanı olan Lütfi Mestan ve parlamenter fikir yoldaşlarından Bayan Maryana Georgieva, Hüseyin Hafızov, Aydoğan Ali ve Şabanali Ahmet ile birlikte partiden kopanlar 2 yıldan beri kurmaya çalıştıkları yeni partinin hedefini, özünü ve yönünü bir türlü açıklayamadılar. DOST partisi rüzgâra göre sallandıkça kök salarım, gölgelenmek isteyenlere gölge olurum, dese de olmadı. Bu partinin ideolojik temelinde, ideolojik olmaktan uzak, daha fazla siyasi olan nedenler var. Bu nedenlerin başında Bulgaristan’ın Avrupa Atlantik fikrine ve NATO’ya daha sıkı bağlı kalma çağrısı geldi. “NATO karın doyurmaz”, “NATO’dan Bulgaristan Türküne fayda gelmez” desek de anlayan olmadı. Mestan ile ona akıl hocalığı yapan Babuççu 2 yıl önce Bulgaristan halkının ruhunu okuyamadılar. Anlaşılan Bulgaristan tarihini ve bu geçmişin içinde Bulgaristan Müslümanlarının önemli rolünü de bilmediklerinden, derli toplu bir idesel tezle ortaya çıkamadılar. İdeoloji ise bir siyasi partinin gübresi, suyu ve havasıdır. Olmadan olmaz. Zaten Bulgaristan’da Babuşçunun Türkiye’de yazdığı “AKP ile hepimiz Türk olmaktan kurtulduk! Kaynak Yeniçağ: AKP ile hepimiz Türk olmaktan kurtulduk!” yazısını okuyan herkes ona yan gözle bakıp, Rum mu acaba deyip ona pek güvenmiyorlardı. Bulgaristan devleti üçlü bir bütündür. Bu bütünün bir parçası Batıcılık, bir parçası Rusçuluk, bir parçası da Türkçülüktür. Dünya Batıdan Doğuya yön değiştiriyor. Balkanlar ve Bulgaristan ile Türkiye bu hareketin içindedir. Doğuya kayan dünyayı aman hareket etmesin bir şey olur ve rahatımız bozulur diye Batı’ya bağlı tutmaya kalkarsan olmaz, bugünkü derin bunalımların daha derinini yaşarsın. İdeoloji olarak Lütfi Mestan HÖH Genel Başkanı iken sol liberaliz diyordu, partiden atılınca sağ liberalim dedi. O sol ve sağ liberalizmin kökünün bir olduğunun farkında değil. Sağ liberaller parasını saymakta güçlük çeken zenginlerdir. Bulgaristan’da onların sayısı 500 - 600’dür. O kendisi “sular akarken bakırlarını doldurduğu” için ben “sağ liberalim” diyor. Oysa sağ-liberaller birbirine kenetlenmiş, iktidara ve Avrupa Birliği’nden gelen paralara sahip çıkmış, kimseye zırnık vermiyor, hatta


142

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

beş para koklatmıyor. Halkımızın acınası durumuna bak. Ne yazık ki, Lütfi Mestan ve arkadaşları “Audi” ve “Mercedes” arabalarla köy yollarına sapmıyorlar. Halkımızın çektiği çileyi unuttular. Aynı sözler Babuççu için de söylenebilir. Bulgaristan’ın özelliklerini bilmeyen hiçbir kimse bu ülke için tek söz söyleyemez, çünkü Babuççu ile Bulgaristan Türkleri’nin menfaatleri birbiriyle çakışmıyor. Hiçbir zaman da çakışmadı. Mestan’ın Amerikancılığı ve Avrupa Birlikçiliği tutmadı. O trenin biletleri peşin satılmıştı ve yer yoktu. 1989’da kapatılan komünist partisinin totaliter kalıtının siyasete katılmasına ve iktidara yerleşmesine yeşil ışık yakan Washington, ülkemize US askeri uçak alanları kurdu. Askeri üsler konuşlandırdı. Bu istek Başbakan Boyko Borisov tarafından benimsendi ve gerçekleşti. Mestan’ın bu siyasetin içinde ne işi olabilir ki? Babuççu’nun amerikancılığından bize ne? Bulgaristan ruhunun bir parçası Rusçudur. Bunu değiştirebilmek zordur.

Bulgar Rusçuluğu demir gibi dövülmüş dövülmüş, su almış, sertleşmiş ve yeniden potaya atıp eritmeden değişmez. Şu dönem bunun da zamanı değil, çünkü Bulgaristan varını yoğunu 2004’te NATO’ya ve 2007’de Avrupa Birliği’ne ipotek etmiştir. O yıllarda Lütfi Mestan Sofya meclisinde milletvekili idi ama olanı biteni fark edememiş olabilir ki, 2 yıl önce Babuççunun desteklemesiyle NATO rüzgârı estirmeye çalıştı. O tren geçti. Yapacak bir şey yok. Üçüncü parçamız da Müslüman Türkçülüktür. Bulgaristan’daki Türk varlığını tanıma, adam yerine koyma, hak ve özgürlüklerinin tanınması ve tanınmadığı halde yaşadıkları toprakların Türkiye Cumhuriyetine dahil edilmesi konularında Batıdan fazla Rusya bizden yana çıkmıştır. Bu ilk defa 1878’de San Stefano sözleşmesi imzalanırken yaşandı. Osmanlı diplomasisi Balkan Sıra Dağlarının kuzeyinde yaşayan Türklerin Güneyde yaşayan Bulgarlarla değiş tokuş edelim önerisinde bulunduğunda, Rus diplomatlar “yaşasınlar yaşadıkları yerde” demişti. 27 Kasım 1919 tarihinde Neully’de Rusya’nın da imzaladığı, Birinci Dünya Savaşı’na nokta vuran, Bulgaristan Türklerine de ulusal etnik ve dini azınlık hakları tanıyan Barış Anlaşmasını Bulgaristan Çiftçi lideri Başbakan Aleksandır Stanboliyki uygulamıştı. O dönemde bizim etnik azınlık haklarımızı 1923’te ve 1934’te Almanların arkaladığı faşist askeri darbeciler baltaladı. Bulgaristan Türklerinin azınlık haklarının tanınması veya Burgaz limanının güneyinde bulunan ve Türklerin yaşadığı toprakların Türkiye Cumhuriyetine bağlan-


Makale ve Analizler - 2017

143

ması 28 Kasım - 1 Aralık 1943 tarihleri arasında Tahran’da yapılan konferansta Sovyet lider J.V. Stalin ile İngiltere lideri W. Churchill arasındaki ikili görülmede masaya konmuştur. Bulgaristan’ın İkinci Dünya Savaşı sonrası kaderi ve dolayısıyla Bulgaristan Türklerinin geleceği 1945 yılının 4 ile 11 Şubat günleri arasında yapılan Yatla Konferansı’nda yine Stalin ve Churchill arasındaki ikili görüşmede ele alınmıştır. Demek oluyor ki, bu konu bugün de olağanüstü aktüeldir. Yukarıda sözünü ettiğim Bulgar yayınlarında iki hafta önce yine Kırım Adası’nda yapılan PutinErdoğan arasındaki görüşmede de ele alındığını yazıyor. Bugünkü durumumuz bellidir. Memleketimizin egemenliğini Brüksel’e ipotek eden Bulgaristan ülkedeki azınlıklarla istediği gibi oyun oynama hakkı elde etmiş gibi hareket ediyor. 1997’de imzaladığı Azınlık Hakları Çerçeve Antlaşmasını ve İnsan Hakları Antlaşmasını mecliste onaylamasına rağmen, sudan sebeplerle uygulamıyor. Bulgaristan Türklerinin sivil toplum içinde bireysel haklarını kolektif kullanmasına olanak yaratılmıyor ve yolları kesilmiştir. Hak ve özgürlükleri, uğruna mücadele verdikleri “kültürel otonomi” hakları tanınmamıştır. Bu uğurda Yunanistan ile paralel hareket eden Yunanistan’daki durum 7 Aralık 2017 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın Atina ziyareti esnasında çok kesin bir şekilde olmak üzere Batı Trakya Türklerinin dini hakları ve yaşam standardı açısından ifade edildi. Bir Yunan vatandaşının yıllık gelirinin 18 bin Euro olduğunu hatırlatan Erdoğan, Batı Trakyalı bir Türk yılda 2 bin Euro ya geçinmek zorundadır, adalet nerede diye sordu. Batı Trakya’da “Türk” kelimesinin ağza alınmasından korkanlar olduğuna işaret edildi ki, bizdeki Türklerin durumu da aynıdır. Demek oluyor ki, Bulgaristan Türklerinin hakları, hukuku ve adaleti Batıya bağlı olunca biz çöküyoruz, bizim için tek dayanak var o da Türkiye Cumhuriyeti’dir, ama Lütfi Mestan ve AKIL Hocaları oltamızı, göbeğimizi ve geleceğimizi ölü balıklar gölü olan Batıya atmaya çalıştılar, ama tutmadı. Bu sözler özellikle azınlık siyasetçileri için geçerlidir. GERB hükumeti Balkanlarda en Amerikancı ve AB’ci bir siyaset izleyen güç haline geldi. AB’yi batı Balkanlara da taşımak için katır olmayı da üstlenmeye hazır olduğunu gizlemiyor. Bu yönelimin bir ucunda ABD askeri üslenmesi ve Rusya’ya karşı kalkan oluşturulması varken, öte ucunda da Avrupa Birliği’nin Güney Doğu Avrupa’nın bütününe yerleşme ve Bulgaristan aracılığıyla hem Ortadoğu’dan gelecek sığınmacı, göçmen, savaş kaçağı selini durdurmak var. Aynı zamanda Bulgaristan yardımlarıyla Batı Balkanlara yayılıp yerleşmek, onları yeni sömür-


144

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

geci ağına örmek istiyor. Bulgaristan Almanya çıkarları için 2 defa Makedonya’ya girdi, Sırbistan’a uzandı ve iki defasında da tosladı. Bu işlerde Babuççu’dan akıl alan Lütfi Mestan ve ekibi bu stratejik derinliği göremediler. Okuyamadılar. Öngöremediler. Ve artık görüşmüyorlar. Bu gelişmelerden DOST tohumunun bizim toprakta bitmeyeceği ortaya çıktı. (Bunu BULTÜRK Türkiye’den haykırırken duymadılar) Çünkü halkımızın siyasetten anlamayan kişilerin liderlik heveslerine kandı da bıktı. Bizi kör tünele itenlerin Bulgaristan’da lider olduğunu herkes biliyor. Türkiye’de artık politika çöplüğüne atılmış olduğunu sandığımız Aziz Babuşçu’nun son ziyaretinde Sofya’da Lütfi Mestan’la görüşmemesi bu bakıma kamuoyunun dikkatini çekti. Yazanlar “kasaplık koyun” dedi. Son yıllarda Bulgar toplumu çöküyor derken, kendisinin ve siyasetinin de çöktüğünü göremeyen Mestan’ın DOST Genel Başkanı olarak hiçe sayılması ve her konuda “evet” değişleriyle ün salan Şabanali ve Hüseyin Hafızov’la yetinmesi, siyaset izleyenlerin aklında başka şüpheler de düşürdü. Şöyle ki, Mart 2017 seçimlerinden önce, kış aylarında Batı Avrupa yabancı işçi merkezlerini dolaşan ve Bulgaristanlı Müslüman gurbetçilerle “aman bize oy verin” görüşmeleri yapan biz karşılayacağız, demişlerdi. Garibanları “sizin yaptığınız her Euro sent masraf tarafımızdan karşılanacak” havalarına giren ikili Liderlerden misyonerleri “kendilerine masraf faturaları gönderilmesine rağmen, insanlarımızı eli açık bıraktı” seçim masrafları karşılanmadı. Viyana’ya geleli hep telefon alıyorum. “Osman aga sen yazdın da biz inanmadık, dediklerin doğru çıktı” diyorlar. Biliyorsunuz bu konuda “Bulgaristan Türklerinin Durumu” kitabımı bu kokuya adadım, fakat gurbetçilerimiz arasında dağıtamadık. Almanya’da “www. bghaber.org” yayınımızın 40 bin izleyicisi olması durumu değiştirdi tabii. İnsanımız biraz naif, Doğan’a öfkeli olduklarından, Mestan’a hemen bel bağladılar. Ne yazık ki yine aldandılar. Bu öfkenin çok derin kökleri var kuşkusuz. 600 yıldan beri kimseye el açmadan ailelerimizi besleyebildiğimiz vatan toprağında, Mestan, Şabanali, Hafızov, Babuççu serüvenci paragöz sürüsünün dediğine baktık ve aç kaldık. Analarımız sınır kapılarında dövüldü, elimizde kolumuzdan tutulup tekme tokat otobüsten indirildik. Rezil olduk. Bu sivri akıllı çıkarcıların demokrasi, insan hakları, adalet ve gurbetçilik anlayışı ile bizim beklentilerimiz arasında dağlar kadar fark var. Bu siyaset bozguncuları seçime şahsi menfaat için girmişler. Gazeteler yazıyor; Şabanali 200 kilo olmuş. Seçimden sonra Kırcaali’de yeni lüks daire almış, köyüne de üç katlı bina dikmiş.


Makale ve Analizler - 2017

145

Yaz aylarındaki tatillerinde 3 adet 5 yıldız otel değiştirmiş, şoförlü “Mercedes” altında, millet tarhana bulgur kış çıkarıyor ona ne, gel keyfim gel... Ne oldu şimdi siyaset tortusu Babuççu Bulgaristan’da son ziyaretinde Lütfi Mestan’ın kahvesini içmemiş, yani Mestan “kurbanlık koyunlar sayasına mı kapandı?” Şabanali ile Hafızov’a ise selamımız var, Babuççu’nun siyaset suyu bulanıktır, içsen mide şişirir. Adamcağız Bulgaristan’a yalnız turistik gezi için gelmiş biri ve bu bilgisizlikle nasıl siyaset yapsın, dilini bilmez, tarihinden kültüründen habersiz, tüm siyaset anlamazlar gibi, o da çöktüğünün ve devrildiğinin farkına varamıyor. Mestan’a olan tavrı ise, “ben olmazsan sen de olamazsın, zaten yaptın masrafın faturasını veremedin” şeklinde. Şabanali ile Hafızov’a “siz Doğan’ın elini öpmüş kişilersiniz, bir yanlışlık yaptınız, damızlık koyunlar sayasında kalmak istiyorsanız HÖH partisine geri dönme yolu arayın!” emri vermiş. Her şey aklımdan gelirdi de, Babuççu’nun Bulgaristan Türklerini “damızlık ve kasaplık” olmak üzere iki koyun sürüsüne ayıracağı aklıma gelmezdi. 13 Kasım Sofya gezisinin bu özürlü siyasetçinin memleketimize son ziyareti olacağına inanmak istiyorum. Birkaç saatlik bu ziyaret esnasında, şimdiye kadar kapısını çalmadığı Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS) “Aleksandır Stanboliyski 45 A” adresine de uğrayan Babuççu parti Genel Sekreteri Mustafa Karadayı ile kahve içmiş ve “partiden kovulanları, bu arada Kasım Dal ve arkadaşlarını da HÖH’e toplamasını tavsiye etmiş, Lütfü Mestan’ı almayabilirsin” demiş. (Yani koskoca Türkiye Cumhurbaşkanımıza HÖH’e dönmemiz gerekir demeye mi çalışıyor! Yanlış yaptık seni bölmek istedik amma bölemedik sen bizden güçlüsün mü diyor! (Aman sikkat bu oyuna gelmeyiniz!) Tabii siyasetten anlamadığı ve 2015’ten beri süregelen kışkırtmalarıyla Bulgaristan Türklerinin birlik ve beraberliğine büyük darbeler indiren bu siyaset dışı kişiyle görüşmek istemeyen Karadayı tesadüfen parti merkezindeki ofisinde bulunmuş. Konuğu “bir milyarlık yatırımdan söz eden ve ancak havanda su döven” ve “para” dendiğinde yalnız “nereden ne tırnaklayabilirim” diye düşünen biriydi. O, 3 defa rüyasında Bulgaristan’dan 5 bin erkek tosun ithal ettiğini gördüğünü yakın çevresine anlatmıştı. Yine kulaktan kulağa dolaştığına göre, 2 defa bizdeki Türk lokantalarında yediği yemeği ödemeden kalkmıştı. Misafirinden bir beklediği olmadığından, acil bir telefon alan parti genel başkanı, “kusura bakmayın gitmem gerekiyor” diyerek koltuğundan fırlayıp kaçıp kurtulmuştur.


146

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Babuççu ilk kez girdiği bu ofiste etrafına baktı baktı da, Moskof uşakları “Multi Grup” Başkanı İliya Pavlov ile HÖH Genel Başkanı Ahmet Doğan ve Türkiye’nin Sofya Büyük Elçisi Tahsin Burcuoğlu’nun bu ofiste masa kurduklarını göremedi. Gece saat 3’lere kadar sohbet ettiklerini, Türkiye’den oy beklediklerini, 96 bin oy gelince kadehlerini von dip yaptıklarını da göremedi. Geçmiş zaman işte. Neler neler olmadı bu odada... Bu oylarla eski BKP yöneticileri ve gizli polis generalleri hep meclise girmedi mi. Kısmet be, nerede ve ne zaman çıkacağı belli olmaz... Türk partisi listesinden meclise kim girmedi ki? Babuççu’nun işi ayakkabı dikerken iğneyi eline batırmamak. Kahveyi tek başına yudumladı. Bulgaristan Türkleri vicdanın süzüldüğü, ihanetlerin düğümlendiği ve milyonların hangi hesaplara havale edileceği tespitlerinin yapıldığı odada, hiçbir şeyin kokusunu alamadı... Babuççu, Bulgaristan Türklerine kuduz köpek gibi saldıran bugünkü İç Makedon Devrim Örgütü VMRO eski liderlerinden Todor Aleksandrov’un adını taşıyan bulvara da uğradı ve Halkın Hürriyet ve Demokrasi Partisi kurucusu Kasım Dal’la görüştü. Türkiyeli “kendi gelin kendi damat” konuk Babuççu, oradan da beklediğini alamadı. Kasım Dal hapiste yatmış, görmüş geçirmiş, deneyimli ve olgun biri olarak, ağaçtan kesilen bir dalın geri ne yapıştığını ne de aşılandığını iyi bildiğinden, anlatılanları dinler gibi yapsa da, önem vermedi. HÖH partisine geri dönmesi asla aklından geçmemişti. Dosyalı Doğan’dan ötürü HÖH partisinden ayrılması da anlamsızdı, “Belene” ölüm kampı ve hapiste yatan, sürgünde bulunan Bulgaristan Türk, Pomak, Çingene ve Tatarlarının tutuklu bulundukları merkezlerdeki dosyalarının da açılmasını isteyecekti. Büyük balıklar ancak o dosyalardaydı, ama buna akıl erdiremedi. Şimdi yeniden başa dönmeyi ise istemiyordu. Hakkında birçok şey bildiği Babuççu’ya pek ilgi göstermedi. Boş boş vaatler dinlemektense bıkmış usanmıştı. Bu ziyaret, Bulgaristan Türkleri kaşığının Aziz Babuşçu ağzına büyük geldiğini gösterdi. 1878’den beri Osmanlı, Türkiye Cumhuriyeti, Almanya, Rusya ve İngiltere siyasetinde, 21. yüzyılda ise Birleşik Amerika ve Çin Avrupa ve Balkanlar siyasetinde yer alan Bulgaristan Türkleri “sokma akıldan akıl olmaz” ata sözünü çok iyi bildiklerinden Aziz Babuççu’ya Sofya’da doğru dürüst “hoş geldin” bile diyen olmadı. Bulgaristan Türklerini damızlık koyun ve kurbanlık koyun diye ikiye ayıran bu siyasetçi kırıntısı devlet makamları tarafından Bulgaristan’a girmesi yasaklanmış kişiler listesinde başta yer almıştı. Bu günübirlik gelişinde eski hevesini kaşıdı. Olmadı. Tutmadı. İstanbul’da yaptığı hesaplar tamamen boşa çıktı.


Makale ve Analizler - 2017

147

Yeni bir ufka açılmaya hazırlanan Bulgaristanlı Türkler 1990’da başlattıkları siyasi atılımlarının bir ırmak deltası gibi parça parça, kol kol olmuş ve denize çok yakınlaştığının farkındadır. Yeni bir atılıma doğru yükseliyoruz. En yüksek dağların en tepesindeki büyük çınarların kökünden kaynayan pınarların gururuyla yeniden yola çıkmaya hazırlanıyoruz. Fakat bu defa tam ovaya inip tüm bağların bahçelerin, çayır ve ormanların yüzünü güldürdüğümüz zamanda bize akıl vermek isterken suyumuzun bulandırılmasına izin vermeyeceğiz. Bizler olacak olanları önceden mutlaka olacağını biliriz ve buna inanırız. 90 yaşlık geçmişim beni bunları yazmaya zorladı. Yazdım. Aziz Babuççu’ya Viyana’da selamlar. Buyurun gelin bir de benim kahvemi için! Burada artık hava kapandı. Rüzgarlar Kuzeyden esiyor. Sağlıcakla kalınız.

Türkistan’dan Rumeli’ye BG-SAM-11.Aralık.2017 Tartışılan konulardan biridir. Orta Asya ile Türkiye’nin bağları uzun zaman önce koptu denir. Aksine atalarımızın göçettiği Türkistan coğrafyası ile fethettiğimiz Rumeli topraklarına kadar geniş coğrafya’da yaşayan Türk topluluklarının temasları daima olmuştur. Gerek Karadeniz ve Hazar’ın kuzeyinden, gerekse güneyden yapılan göçler vasıtası ile temaslar devamlı sürmüştür. Kuzeyde Kırım hanlığı ile ilişkiler kardeşlik seviyesinde devam ederken düşman bulunmadığı zamanlar da birbirleri ile savaşan Türk toplulukları ve hükümdarlıkları zamanında da bu temasların sıklığı araştıranlar tarafından iyi bilinir. Osmanlı zamanında hilafetin merkezinin İstanbul’da olması nedeniyle de bu temaslar kesilmemiştir. Ruslar’ın kuzeyden inip Türkistan coğrafyasının bir kısmını işgalinde de göçler hep hür Türk topraklar ına olmuştur ve halen de olmaktadır. Rusya’da çarlık döneminin son döneminde Türk topluluklarında milli uyanışlar başladığında da en önemli uğrak ve eğitim merkezlerinden biri İstanbul’dur.


148

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Çarlık dönemi biterken Türkistan coğrafyasında kurulan bütün Türk cumhuriyetlerinin temelinde yine İstanbul ile bağlar kuvvetle vardır. Kırım Tatar Türklerinin liderlerinden Numan Çelebi Cihan, Cafer Seydahmet Kırımer, Azerbaycan ilk cumhurbaşkanı mehmet Emin Resulzade, Kazan ve başkurdistan’ın liderlerinden Sadri Maksudi Arsal,Yusuf Akçura gibi 1917’li yıllardaki milli uyanış liderlerinin çoğunun İstanbul’daki eğitim dönemleri tarihe meraklılar tarafından araştırılınca görülecektir. Sovyet diktatörlüğünün temeli bolşevik ihtilali sonucu milli hükümetler teker teker yıkılınca bu liderlerin çoğunun Türkiye’ye göçettiği, hatta bizzat yeni Türk Cumhuriyeti’nin önderi Atatürk tarafından davet edildiğini de unutmamak gerekir. Türkiye Cumhuriyeti adına İstanbul’u teslim alan anlaşmayı imzalayan Yusuf Akçura bir Kazanlı Tatar’dır. Kırımlı fikir adamı Gaspıralı İsmail ile birlikte çalışmış daha sonraki dönemlerde Türkiye’ye yerleşmiştir. Başkurdistan devlet reisi ünlü tarihçi Prof. Dr. Zeki Velidi Togan bizzat Atatürk’ün daveti ile Türkiye’ye göçetmiştir. Anadolu’daki milli mücadeleye en büyük desteği veren Buhara Cumhuriyetinin lideri Osman Hoca’nın (Osman Hocaoğlu) son vatanı da Türkiye olmuştur. Hatta ünlü bir anektod vardır. İstanbul’da sokağa çıkma yasağı sırasında bir bekçi yasağa uymakta geç kalan 3 ihtiyar adamı çevirir ve kimlik kontrolü yapmak ister. Aksilik hiç birinin üzerinde kimlik yoktur. İçlerinden biri bekçiye; “Oğlum ben sakıt Azerbaycan hükümeti reisi Mehmet Emin Resulzade’yim. İnanmazsan yanımdaki Sakıt Baaşkurdistan hükümeti reisi Zeki Velidi bey ve sakıt Buhara cumhurreisi Osman Hoca’ya sorabilirsin’’ Tabii devrin cumhurbaşkanı İsmet İnönü’den başka cumhurbaşkanı duymamış bekçi üçünü de alır karakola götürür. Komiserine “Başkomserim 3 yaşlı amca getirdim.Üçü de kendisinin cumhurbaşkanı olduğunu iddia ediyor’’ diyerek malum işareti yapar. Elinin ayasını yukarı çevirerek bileğini oynatır ve akıl hastası olduklarını ima etmeye çalışır. Meseleyi farkeden başkomiser yerinden fırlar ve misafirlere gereken ilgiyi göstererek bekçiye çıkışır. “Oğlum doğru söylüyorlar. Her üç muhterem zat ta cumhurreisidirler ve bizim saygıdeğer misafirlerimizdir’’ der.


Makale ve Analizler - 2017

149

*** Sovyet rejimi dolayısıyla bu bağlar ve ilişkiler kısa bir dönem kesintiye uğrasa da Rumeli tarafında da devam etmiştir. Garbî Trakya Hükûmet-i Müstakilesi / Batı Trakya Bağımsız Hükûmeti; (günümüzde Batı Trakya Türk Cumhuriyeti olarak adlandırılmaktadır), 31 Ağustos 1913 tarihinde Batı Trakya’da kurulmuştur. Kurucularının çoğu da Osmanlı subayları ve batı Trakyalılardır. 3 ay sonra Osmanlı hükümetinin çağrısı üzerine subaylar bölgeyi terkedince ortadan kalksa da Batı Trakya Türklüğü yeni kurulan Türkiye cumhuriyeti tarafından unutulmamış, Misak-ı Milli sınırları içinde Kerkük ve Musul ile birlikte yer almıştır. 2. Dünya savaşı sonrası esir iken kendini almanların Türkistan lejyonlarında asker bulan, ya da almalnların işgal ettiği topraklardan zoraki işçi olarak Almanya ve Avusturya’ya getirilen Türk asıllıların da savaş sonrası sığındığı son liman Türkiye olmuştur. Kıbrıs ise malum. 1745 - 1814 dönemindeçoğunluk olan Kıbrıs Türklerindedir. ,İngilizlere geçici olarak bırakılan Kıbrıs anlaşmalar dışında Yunanistan’dan göçen rumlarla doldurulurken ekonomik zorluk çeken Türk toplumunun İngiltere ve Türkiye’ye göçleri sonucu Türk nüfusu azalmış, çoğunluğu ele geçiren rumlar Kıbrıs üzerinde hak iddia etmeye başlamıştır. Bağımsız Kıbrıs cumhuriyetinin de ilanı çare olmamış, 1963, 1967 ve 1974’te Türklere uygulanan katliamlar sonucu Türkiye Kıbrıs’a müdahale etmiş ve sonunda Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kurulmuştur. Son dönemlerde Bulgaristan’daki Türklere yapılan baskılar sonucu Türkiye’ye yapılan göçleri de hatırlayalım. Hatta Kosova ve Bosna’daki müslümanlara yapılan zulüm ve katliam sonrası Türk kökenli olmayan müslüman boşnakların da sığındığı liman Türkiye’dir. Bu yazıyı hatırlatma amacı ile yazdım. Sovyetler Birliği’nin yıkılması ile yeni Türk Cumhuriyetleri kurulurken söylenen “21 asır Türk asrı olacak’’ söylemlerinin unutulup Mısır, Filistin topraklarındaki global savaşların propogandasına kapılanların bazı gerçekleri hatırlaması için yazdım. Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın batı Trakya’yı ziyaret edişi ve unutulan bazı gerçeklerin hatırlanması sebebiyle yazdım.


150

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

O insanların hala mücadeleye devam ettiğini ve haklarını aramak için verdikleri bir mücadelenin olduğunu hatırlatmak için yazdım. Az insanla, ama inanarak, bu yolda şehit olan liderleri, Almanya’dan gülerek kaderine uğurladığım aziz dostum Sadık Ahmet’in yolunda Avrupa’da nasıl lobi oluşturarak Avrupalılara davalarını hatırlattıklarını yazmama vesile olacakları için yazdım. Milli meseleleri slogan atarak değil, çalışarak, inanarak ve Gaspıralı İsmail’in “Dilde, Fikirde, İşteBirlik’’ şiarını rehber edinenlerin başaracağına inanarak yazdım. Ne mutlu Türklüğün bekasına, Türk Dünyası’nın gerçek olması için mücadele verenlere...

Bazı Devletler Aksini İddia Etseler de Suriye Savaşı Sona Ermedi Raziye Çakır-11.Aralık.2017 Mogarini: Kudüs Konusunda AB Birleşik Amerika İzinden Gitmeyecek Avrupa Birliği Dışişleri Konseyi toplantısından sonra düzenlenen basın toplantısında, Avrupa Birliği’nin Dışişleri ve Güvenlik Sorunları En Yüksek Temsilcisi Federika Mogerini, “Amerikan Büyük Elçiliği’nin Tel Aviv’den Kudüs’e taşınması konusunda AB Amerikan örneğine uymayacaktır” dedi. Brüksel’de Mogarini ile bir görüşmede bulunan İsrail Başbakanı Benyamin Natanyahu, “Avrupa ülkelerinden çoğunun Birleşik Amerika Başkanı Donald Trump’un kararına uyacağını” ifade etmesinden sonra, AB diş politika Yüksek Komiseri şöyle konuştu: “Natanyahu siz istediğin şeye inanabilirsiniz, fakat Avrupa Birliği Birleşik Amerika’nın ardından böyle bir adım atmayacaktır” dedi. Bayan Mogarini, “AB’nin temel amacı Cenevre batış görüşmelerine dönerek, Yakındoğu’da barış tesis etmektir. Batışı sağlama yolu uzun görünüyor. Amerika’nın katılımı olmadan bölgede barış kurulması da olanaksız gibi görünüyor. Fakat Avrupa Birliği için kabul edilir tek çözüm, ortak başkenti Kudüs olan, iki devletli çözümdür.” dedi ve şöyle devam etti:


Makale ve Analizler - 2017

151

“Yıllardan beri hiçbir zaman ve hiçbir kimseden ya yana var olacak iki devletli bir çözüm dışında bir olasılık işitmedim. Mogarini. Yakın Doğu konusuna ilişkin yorumunda, farklı iddialar işitsek de, Suriye’de savaşın sona ermediğini belirti. AB Komiseri bu yorumu, teröristlerin yok edildiği ve Suriye’de barış tesis edilmesine olanaklar oluştuğu iddialarından sonra Rusya Başkanı V. Putin’in Suriye’deki askerlerini kademeli olarak geri çekeceği ve Şam, Kahire ve Ankara ziyaretine başladığı esnada yaptı. Mogarini basın demecinde, esef ediyorum, fakat Yakın Doğu savaşının sona erdiği haberleri asılsızdır. Suriye etki bölgelerine parçalanamaz. Cenevre barış görüşmelerinde bir barış sözleşmesi imzalanmasından sonra AB Yakın Doğu’ya mali yardımda bulunmaya hazırdır” diye vurgulamada bulundu.

Başka Bir Bulgaristan Hayal Etmek de Mümkündü Çeviridir: Raziye ÇAKIR-14.Aralık.2017 Konu: Kahramanlarımız Yaşıyor ve Yaşayacaktır. Pes etmek yok! Softa Belediye Mahkemesi’nin işine bakmadığı için Bulgar Başsavcılığını 100 bin leva cezalandırması tarihsel bir karardır. Alman “Deutsche Welle” (Almanya’nın Sesi) radyosunun Sofya muhabiri Bayan Tatyana Wacksberg bu mahkeme kararıyla ilgili yazdığı bir yazıda aynen şöyle diyor: Bu tarihsel bir karardır. Güya “soya dönüş süreci” (Bugarlaştırma” zulmü ilk yarayı almıştır. Bu karar Bulgaristan adalet sistemi tüm aşamalarda ve katlarda adalet için mücadele eden adil bir hukuk sistemi olsa Bulgaristan’ın nasıl bir ülke olabileceğine ilk kesin işarettir. Her yıl düzenlenen “Şehitlerimizi Anma ve Soya Dönüş Sürecini lanetleme” miting ve törenlerinde çelek ve çiçeklerimiz asla eksik olmadı. Softa Bölge Mahkemesinin kararı basın ve yayında hak ettiği yeri alamadı. Fakat bu mahkeme kararından sonra sözüm olan “soya dönüş süreci” yalnız bir katliam olarak gösterilmekle kalmayıp artık parasal değer olarak da sayılabilir. Türklere yapılan zulmün Bulgaristan için maddi değerini yazar Pumen Avromov bu yılın Ocak ayında yayınladığı eserinde Halka açıkladı. Bulgar devleti çöktü.


152

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Totalitarizm uzantısı basın gerçekleri anlatmak ve olaya dikkat çevirmek istemese de olacak olan oldu: Sorgulama ve araştırma yaparak gerçekleri su yüzüne çıkarmak istemeyen Bulgaristan Başsavcılığını kınayıp 100 bin leva cezalandıracak onura ve vicdana sahip bir yargıcın, bu mahkeme kararının altında imzası olan, Sofya Belediye Mahkemesi yargıcı Dayana Topalova şu değerlendirmede bulundu: “Bulgaristan Türkleri zor kullanılarak asimile edilmiştir; Bu uygulama hukuk dışıdır, adil değildir, zorla yapılmıştır, kanun uygulamamıştır.” Devlete karşı daha açan, ismini, baba adı ve soyadının ilk harfleri Ş.S.M. olan Bulgaristan Cumhuriyeti vatandaşına, Bulgaristan Başsavcılığı 100 bin leva ödeme cezasına çarptırılmıştır. Mahkeme evraklarında isim Ş.S.M. olarak geçen vatandaşımızın öz geçmişi şöyledir. Ben şahsen, Ş.S.M. isimli vatandaşı tanımıyorum. Fakat onun 1991’de Bulgar devletini yargılamak için mahkemeye sunduğu dilekçeyi mahkemenin dava dosyasında buldum ve okudum. Şöyle yazıyor: “Ben bir Türküm. 1984 - 1985 yıllarında silahlı Bulgar ordusu ve Bulgar milisi mensupları evimi basarak, zor kullanarak ismimi, baba adımı ve soyadımı zorla değiştirdiler. İsmimi vermedim. Direndim. Yakalandım, Dövüldüm. Tutuklandım. “Belene” ölüm kampına kapandım. Oradan çıkarıldıktan sonra Bulgaristan’ın en uzak ve ısız köylerinden birine sürüldüm. Bu köyde yalnız Bulgar yaşıyordu. Köyden çıkmam yasaktı.” “Todor Jivkov’un düşmesinden sonra, Ş.S.M. Bulgaristan Türklerine karşı işledikleri zulümden ötürü Todor Jivkov ve BKP MK Politik Büro üyesi birkaç kişi hakkında açılan davayı dikkatle ve yakından izledim. Ş.S.M. bu davaya savcı tanığı olarak çağrılmıştır. Fakat sorgulamanın bir netice alınana kadar süreceğine asla inanmamış. Bu yıllarda, o sanıkların birer bire hayattan gittiğini, vefat edenlerden bazılarına büyük anıtlar dikildiğini, kahraman ilan edildiklerini, bazılarının da kitap yazarak, işledikleri cinayetleri, soykırımı haklı göstermeye çalıştıklarını izlemiştir. Adına “soya dönüş süreci” denen ve bir baskı, terör ve zulüm düzeni olan komünizmin kelepçelerinden kurtulunca devlette adalet egemen olacağına, hak ve özgürlüklerin, adaletin gömüldüğünü gözleriyle görmüş.” Özetlersem: 1991 yılında savcılık benim dilekçemle ilgili soruşturma başladı ve yıllardan 2017 oldu ve henüz bitiremedi. Her şeyin çok mürekkep olduğunu ve bu yüzden sonuç elde edemediklerini iddia ettiler. Ne ki, mahkeme başkanı yargıç Topalova için, “işlenmiş olan cinayetle ilgili yürütülen bir sorgulamanın cezayı tahkikatın sona ermesi greken yasal, mutlak süresinden hemen hemen 2 defa-


Makale ve Analizler - 2017

153

dan fazla uzaması için geçerli özür olamaz.” Çünkü davanın geçerli bir gerekçe gösterilemeden sürüncemede bırakılması, mağdurun haklarını bir ömürde elde edebilmesini imkansızlaştırıldığından dolayı, bunun tek bir anlamı kalmıştır, bu da adaletten vazgeçmektir.” Cezasız kalan suçlar. Ben, ve Bulgaristan kamuoyu sonuçlanan bu dava ile ilk haberleri günlük “Sega” gazetesinde çalışan Doroteya Daçkova’dan öğrendik. Birkaç gün sonra bu haber “Dnevnik” gazetesinde de basıldı. Ve herşey ansızın durdu. DPS milletvekili olan D. Peevski’nin gazeteleri bu habere yer vermedi. Sanki 26 yıl devam eden bu tarihsel dava ile ilgili söylenecek bir şey yoktu. Bu dava 1984 - 1985’te isimleri değiştirilen bir milyon 235 bin Bulgaristan Türkünü direk olarak ilgilendiriyor. Burada söz konusu olan bütün Bulgaristan’ı her Bulgar vatandaşını 1984’ten beri ilgilendiren bir olaydır. İsim değiştirme ve Bulgarlaştırma saldırılarında toplan 140 Türk öldürülmüştür. Çünkü Bulgaristan’da komünizm suçlarından ötürü yargılanmış ve içeri atılmış bir tek kişi yoktur. Bugün Bulgaristan’da Bulgarlarla tüm azınlıkların arasını açan olay budur. Bu mahkeme kararıyla Sofya Bölge Mahkemesi bir ipotez, (varsayım) sunuyor, fakat buna ilgi göstermek isteyen henüz yok. HÖH ve DOST partileri de susuyor. Kulak veren yok. Yugoslavya’da meydana gelen etnik soykırım olayları boyutunda ve belki de daha da büyük ölçülerde gerçekleştirilen bir cinayetten söz ediyorum. Bulgaristan Türklerinin başına gelen trajedi, “etnik temizlik” kavramını dünya siyasi lügatine katan Yugoslavya katliamlarından çok daha erken olmuştu. “Almanya’nın Sesi” yayınının daha da önce de yazarak işaret ettiğine göre, Bulgaristan savcılığı güya “soya dönüş süreci” mahkemelerde bile bile süründürme yolunu seçti. Üstüne Müslümanların isimleri, baba adları ve soyadları değiştirilirken, yalnızca yerel ortamda baskı terör ve zulüm uygulandığını kabul ederek, aslında Todor Jivkov idaresinin uyguladığı siyaseti doğrudan doğruya savunma ve üzerine toz kondurmamayı seçmişti. Böylece Bulgarlaştırma zulmü konusundaki tüm cinayetler ters yüz okunmuş ve yalanlanmaya çalışılmıştı. Bu savunmada, cinayet boyutlarının küçültürken, suçluları akladı, cinayetleri işlenmemiş göstermeye bir gayret sergiledi. “İnsan şerefi ayak altına alındı, insanlar yıllarca direnirken üzüldü.” Yargıç Dayan Topalov, Ş.S.M. kısa adlı vatandaşın da çektiği, Bulgaristan’da işlenen etnik suçlara kendi vicdanıyla okudu: Türklerin isimleri değiştirilirken Bulgaristan Halk Cumhuriyeti devletinin güç kullanan bakanlıklarının hepsinin bütün imkânlarıyla saldırılmış ve tüm devletin tüm kolluk güçleri ve zulüm olanakları harekete geçirilmiştir. Davacıya karşı kullanılan devletin baskı ve terör güçleri,


154

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

silahlı asker ve polisi, bir Türk olan mağdur vatandaşın etnik kimliğin zor kullanılarak değiştirilmesi ve aynı zamanda davacı mağdurum toplumdaki diğer etnik Türk vatandaşların sindirilmesi, baskı altına alınması ve terörle korkutularak hepsinin kimliklerinin değiştirilmesi amacıyla bir araç olarak kullanılmıştır. Kişisel haklara saldırının bu şekil ve boyutu, olağanüstü ezici, üzücü, kırıcı ve zorlayıcı olmakla birlikte, insan onurunu da ayak altına aldığından dolayı, temel insan haklarının da hiçe sayıldığını kanıtladığı gibi, aynı dönemde bu zulmü sürekli görmek zorunda olan vatandaşın ölmesine de sebebiyet vermiştir. Gazeteci Tatyana Vatsberg Bulgar basınındaki kalın kalemlerin susmasına, radyo ve TV programlarının olaya sağır kalmasına karşın, Sofya Belediye Mahkemesi’nin aldığı bu karar sözün tam anlamıyla ve olağanüstü derinliğiyle bir tarihsel mahkeme kararıdır. Çünkü birinci, çok büyük olan ve birbirine kopmaz bir şekilde bağlı olan iki büyük cinayetle ilgili mahkeme tarafından karara işlenmiş bir değerlendirmeyi ortaya çıkmıştır. Bunların birincisi, Bulgaristan Türklerinin isimlerinin baskı ve zulüm altında değiştirilmiş olması ve bu cinayeti işleyen katiller üzerinde yıllardan beri şemsiye açılıp yargılanıp ceza almalarının engellenmiş olmasının ortaya çıkarılmasıdır. İkincisi: bu mahkeme kararı bir pilot (emsal) mahkeme kararıdır, çünkü bu mahkeme kararı büyük sayıda Bulgaristan Türkü’ne Bulgar mahkemelerinde dava açarak adalet arama kapısını açtığı gibi, istinaf yargı katı bu kararı onaylarsa, davaları kazanma umuduyla hareket edebilme olanaklarını önlerine sergilemiştir. Üçüncü olarak da, işte bu mahkeme kararı, Bulgar adalet sistemi birinci aşamadan sonuncu dereceye kadar aynı kapasite, vicdan ve adalet anlayışıyla çalışırsa, Bulgaristan’ın yeni çehresinin nasıl olabileceğini gösterebilir. Okuduğunuz için teşekkür ederim. Mücadele yeni başlıyor.


Makale ve Analizler - 2017

155

Hazmedemedikleri Büyük Lider Raziye Çakır-11.Aralık.2017 Konu: “Dik dur eğilme Allah seninle”, “Reis sana canım feda”. Türkiye Cumhuriyeti Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan ile beraberindeki resmi heyetin 7 - 8 Aralık’ta Yunanistan’a yaptığı ziyaret Balkanlar’da çok büyük etki yaptı. 65 yıl aradan sonra gerçekleşen ziyaretin her adımı çok derin siyasi anlam taşıyordu. Başkent Atina’da Yunanistan Cumhurbaşkanı Prokopis Pavlopoulos ile görüşen Cumhurbaşkanı Erdoğan “Geçmişten ibret alırsak tarih tekerrür etmez” dedi ve iki ülke arasındaki karşılıklı yararlı işbirliğinde yeni bir sayfa açmak için birçok öneride bulundu. Bunların başında iki ülkeyi bağlayan Lozan Antlaşması gibi temel antlaşmaların günümüzün değişen koşullarına göre gözden geçirilip ikili protokollerle daha işlevsel bir duruma getirilmesini, karşılıklı yatırımlarla birlikte üçüncü ülkelere ortak yatırımlarla çıkma yollarının aranmasına işaret etti. Yunanistan Cumhurbaşkanı da ülkesinin Türkiye Cumhuriyeti’nin Avrupa Birliği’ne tam üye olma hamlelerini desteklediğine işaretle, sığınmacı selinin durdurulması konusunda Türkiye’nin oynadığı sonuç belirleyen role önemle değinirken bu konuda imzalanan antlaşmaların AB tarafından tamamen yerine getirilmesi gereğine vurgu yaptı. Başbakan Sipros ile de görüşen Cumhurbaşkanı Erdoğan resmi görüşmesini Batı Trakya’ya geçerek sürdürdü. Batı Trakya ziyareti esnasında Cumhurbaşkanı Erdoğan ile birlikte eşi Emine Erdoğan ve beraberindeki devlet erknı Batı Trakya Türklerini de ziyaret etti. Çok sıcak bir ortamda geçen Gümülcüne ziyarete Genel Kurmay Başkanı Hulusi Akar, Başbakan Yardımcısı Hakan Çavuşoğlu, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Adalet Bakanı Abdulhamit Gül, Avrupa Birliği Bakanı ve Baş müzakereci Ömer Çelik, Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu katıldılar. Sayın Erdoğan ve heyet Cuma namazını Gümülcü ne’nin Kırmahalle Camisinde kıldı. Heyeti Gümülcüne seçilmiş Müftüsü İbrahim Şerif, İskeçe seçilmiş müftüsü Ahmet Mete ile Türk Azınlık Kurum ve kuruluşlarının temsilcileri tarafından karşılandı, çocuklar çiçek sundu.


156

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Cumhurbaşkanı Erdoğan “Dik dur eğilme Allah seninle!” ve “Reis sana canım feda!” şeklinde tezahüratlarla kendisini bekleyen vatandaşları yanlarına giderek selamladı. Erdoğan Kırmahalle’deki “Celal Bayar Azınlık Okulu ve Lisesini” de ziyaret etti, İskeç milletvekilleri Mustafa Mustafa, Ayhan Karayusuf ve Hüseyin Zeybek temaslara katıldı. Bu ziyaret ve görüşmeler, yerli Rodop halkının Türkiye Cumhurbaşkanı’nı son derece sıcak karşılaması, miting konuşmasını ilgiyle dinleyip alkışlaması dikkati çekti. Özellikle geçen ay Türkiye hükümetinin Batı Trakya’da, Bulgaristan ve diğer Balkan ülkelerinde lise bitiren Türk Müslüman öğrencilere Türkiye Yüksek Okul ve Üniversitelerinde eğitim ve öğrenim görme, yüksek lisans yapma hakkı tanıması büyük bir sevinçle ve takdirle karşılandı. Bu ziyaret esnasında Batı Trakya Türklerinin hiçbir konuda ve asla yalnız olmadığı bir daha her yönüyle kendini belli etti. Azınlık haklarının korunmasında Balkanların büyük lideri olarak beklenen Güneş gibi doğan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın Batı Trakya ziyareti Batı Trakya’da yaşayan Müslümanların hepsinin hak ve özgürlükleri, ekonomik, sosyal ve kültürel haklarının adalete dayanan çözümleri için ifade ettiği siyasi tutum Bulgaristan’da etkili oldu. Bulgaristan azınlıkları izlenen dayanışma, birliktelik ve ortak gelecek siyasetine tam estek verirken, aşırı sağcı milliyetçiler, özellikle VMRO Başkan Yardımcısı ve Avrupa Parlamentosu milletvekili An. Cambazki, “Batı Trakya’da Türk yaşamadığını, orada ikamet edenleri Bulgaristan’dan kaçmış Müslüman Bulgarlar olduğunu iddia ederek tepki aldı. 1913 yılında Çar Ferdinand iktidarının Balkan Savaşı yenilgisinden sonra Batı Rodoplara yaptığı din, isim ve gelenek değiştirerek Müslümanları Bulgarlaştırma saldırısına 250 kişinin hedef olduğu ve bir o kadar vatandaşımızın da zulümden kaçarak kurtulma yolunu seçtiği bilinir. Bu saldırılar esnasında Karasu (Mesta) boyu köylerinde katliam işlenmiş, camilerin minareleri yıkılmış, mescit ve medreseler kilise okulu, camilere de papaz atanarak kilise haline getirilmişti. Asker ve jandarma gücüyle cami avlularına toplanan Pomakların fesleri toplanmış, başlarına külah geçirilmiş, kuranlar halkın gözü önünde yakılmış ve herkes zorla vaftiz ettirilerek Bulgarlaştırılmıştır. İsim, din ve gelenek değiştirmek istemeyenlerin gece gece köylerinden kaçmak zorunda kaldığı, birçoklarının kendilerini köprülerden atıp ya da kış günlerinde taşkın dere ve çaylardan geçerken boğulduğu zorbalıkta bugün faşist Angel Cambazki’nin temsil ettiği aynı insan düşmanı zihniyet Bulgaristan’da aslında çökmüş ve kokuşmuştur. Çünkü komşu bir ülkede (Batı Trakya’da) yaşayan Türklerin diğer Yunanistan vatandaşlarından 9 defa daha yoksul işsiz ve


Makale ve Analizler - 2017

157

zorluklar içinde yaşadığını görmeyen Cambaski ve benzerlerinin bir yerde 4 Bulgarca kelime bilen her kişiye “sen Bulgarsın” demesi ilgi çekicidir. Bu cümleden olmak üzere, Bulgaristan Ankara Büyükelçiliği’nde soydaş dernekleri başkanlarının Büyükelçi Neyski’den Bulgarca kitap ve Bulgar dili kursu açmasını istemesi de anlaşılır gibi değildir. Sanki 100 yıllık zulüm unutulmuş ve yaralarımızı Bulgarca pansuman edeceğiz... Aynı dernek başkanlarının ve “Belene” ölüm kampı mağdurlarının 24 Aralık’ta “Türkan Çeşme Mitinginde” muhtemelen yapacakları konuşmalarda ne diyeceklerini bugünden merak ediyorum. Bana öyle geliyor ki, bizim insanlarımız 1989 Mayıs Ayaklanmasından sonra “hiç bir şey yapmamanın” kısır döngüsü içine düştüler. Atalarımız çaresiz insanlar büyük yalanlara inanmaya hazırdır, demişler. Yakın geçmişte Bulgar’ın birisi bana “sizlere yalan söylemek de güzeldi, o yalanlara inanmanız da ilginçti,” demesin mi? Bulgar meclisinde “vatandaşlarımızın % 80’ni zavallı güçsüz (debil)” diyenler etnikler arasında böyle bir araştırma yapsalar, acaba ne gibi sonuçlar elde eder? Memleketimizde çok sert ve çok büyük bir çatılmadır hala devam ediyor. 28 yıl sonuçlanamayan bu kapışmanın daha ne kadar süreceğini söylemek bugün de çok zor. Fakat bu işlerin ne kahvehanede pişti veya bel ot oynamakla ya da yalnızca hayal ederek beklemekle de çözülemeyeceği ortadadır. Kazananlar susup bekleyenler değil, gece gündüz direnenlerdir. Hak ve Özgürlük Hareketi meclis grubu, güya “soya dönüş süreci” yıllarında isimleri değiştirilen ve Bulgar adlarıyla şehit düşen kardeşlerimizin Türk isimlerinin iade edilmesini istese de, bu defa da tosladı. Ne ki bu sorunun Avrupa Konseyinin Bulgaristan Başkanlık dönemi öncesinde güncelleşmesi iyi oldu. Gelişmeler o denli kanlı bıçaklı ki. Yine HÖH’ün yine Aralık 1989 ile Mart 1985 arasında ve 1989’a kadar süren zulüm süresinde kurşun ve dayaktan kötürüm kalan Müslüman vatandaşlara mağdur emekliliği verilmesine ilişkin tekliflerinin de kabul edilmesi, 28 yıldan beri uyuyan birçok kişinin gözüne buzlu su gibi geldi ve artık uyandılar. Bulgar Etnik Modeli’nin insan ayrımcılığının Bulgar modeli olduğuna inanmak istemeyenleri de uyandırdı. Köylerde anaokullarından ve okuldan dönen çöcukların Türk analarına Bulgarca konuşması, Bulgar dilinin hane dili olarak yerleşmeye başlaması, “nereye gidiyoruz” sorusunu güncelleştirdi. Yalnız camiye gitmekle, bir tek Müslümanlıkla Türk kimliği oluşturmanın mümkün olmadığının farkına varanlar artıyor. Müslümanlığımız, dinimiz Türk kimliğimizi sadece bir yarısıdır. Öteki yarısı ise dilimiz, edebiyatımız, sanatımız, geleneklerimiz, kültürümüz ve Büyük Türk uygarlığından bir oluşturan parça olmamızdır.


158

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Son 28 yılda bu amaçla verilen mücadele ilk bireysel meyvelerini vermeye başladı. Güya “soya dönüş süreci” (Bulgarlaştırma) esnasında sakat düşen adının yalnız birinci harfleri Ş.S.M. olarak açıklanan bir kardeşimiz, açılan bir davanın kabul edilebilir bir süre içinmde bakılıp karara bağlanmasına ilişkin vatandaş haklarını çiğneyen Bulgar devletinin Sorumluluk Yasasına uymayan Bulgar Savcılığına dava açtı, mahkemeyi kazandı. Sofya Belediye Mahkemesinde görülen davadan, uzun yıllar kör sokakta kalan davadan, suçluların cezalandırılmadan kalması ihtimali belirmesinden doğan korku, 1991 -2017 yılları arasından sürekli tehdit ve öç alma endişesinden manevi sarsıntı ve çöküntü geçiren sanığa 100 bin leva tazminat ödenmesini kararı çıktı. Bu konuyu işleyen Sofya’da çıkan “Sega” gazetesi, “adaletin yerini bulacağı umudunun boşa çıkması, haklarının ve şerefinin ayakaltına alınması, sebep olunan duygusal gerginlik yaşantıları, devlet kurumlarına güveni tamamen yitirilmesi ve sebep olunan sağlık problemleri tazminat kararı alınmasına gerekçe olmuştur. Burada söz konusu olan, 1980’li yıllarda güya “Bulgarlaştırılmış” Bulgaristan vatandaşlarının isimlerinin zor kullanılarak değiştirilmesidir. 1991 yılında açılan sorgulama davası henüz tamamlanmamış ve dosya kapanmamıştır.” “Sega” gazetesine göre, Sofya Belediye Mahkemesi bu dava ile ilgili kararını bir hafta önce aldı. Tabii ki bu birinci dereceli bir mahkemenin 27 yılda aldığı bir karardır ve itiraza açıktır. Başsavcılığın konuyla ilgili açıklamasında olayın karmaşıklığından dolayı davalarda karar alınması uzuyor. Fakat bütün Bulgarları Türklerin üzerine sürüp 3 ayda bir milyon 253 bin Türk’ün isimlerinin değiştirilmesi uzun sürmemişti. Bu noktada davaların hızlandırılması için “Belene” ölüm kampı, sürgün kamplarının hepsinin, hapishanelerin ve Türklerin zorla yaşamak veya çalışmak için sürüldüğü yerlerin hepsinde oluşturulan dosyaların açılması ve suçluların yargılanması ve mağdurlara veya yakınlarına tazminat ödenmesi şarttır. Soykırım yapıp da aklanmayan hiçbir halk ileri adım atamaz, tarih sahnesinden çekilmek zorundadır. Bulgaristan Türkleri şerefleri ayak altında kalacak bir topluluk değildir. Ülkede yapılacak olan Adalet reformunda ve istenen Anayasa değişikliğinde en önemli konu totalitarizm suçlarının açılması, suçluların cezalandırılması ve ülkede yaşayan halk topluluklarının kardeşlik ve dostluk yolunun açılmasıdır. Alınacak olan ilk kararsa, faşist partilerin iktidardan uzaklaştırılıp yasaklanmaları olmalıdır. Bulgaristan’da faşizme yer olamaz, olmamalıdır.


Makale ve Analizler - 2017

159

Artık Haykırmak İstiyorum! Abdullah Hacıfettahoğlu-15.Aralık.2017 Tarih boyunca Türkler, her daim mazlumun yanında olmuşlardır. Ne zaman ezilmiş ve haksızlığa uğramış bir topluluk varsa onlara yardım etmişler ve bunu sadece inandıkları dava için yapmışlardır hiçbir karşılık beklemeksizin. Bu yardım etme sağduyusu Türkler islamiyeti seçmeden önce de vardı. Hele bir de islamiyeti seçtikten sonra daha fazla bu konuya rağbet ettiler. Çünkü son Peygamber Hazreti Muhammed (sav) bir hadisi şerif’inde: “Muhacirlere yardım eden yarın kıyamette benimle beraberdir” diyerek işaret ve orta parmağıyla misal vermiştir. Bu sebeple Türkler daha fazla muhacirlere destek olmuşlar, daha fazla ilgi göstermişlerdir. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra, sınırlarımız dışında kalan Türk topluluklarından zaman içerisinde yurdumuza çok gelen (hicret eden) olmuştur. Ve bunlara da tarih boyunca olduğu gibi kucak açtık ve bağrımıza bastık. Daha sonraki yıllarda 1979 - 1988 yılları arasında Afganistan - Rus savaşı boyunca Afganistan’dan Türkmen veya Afganlar ülkemize sığındılar. Lakin bunlar geldiklerinde tabelalarımızda Urduca harfler görmedik. Urduca konuşmakta inat eden Afganlara rastlamadık. Cami önlerinde, sokak başlarında dilenen hiçbir Afgan’a rastlamadık. Toplumun huzurunu kaçıracak herhangi olaya karışmadılar. Çete kurmadılar, kendi aralarında savaş ederek toplumun huzurunu bozmadılar. 1989 yılında Bulgaristan’dan göçe zorlanan Bulgaristan Türkleri geldiklerinde de tabelalarımızda Kiril alfabeleri oluşmadı. Bulgarca konuşan ve Bulgarca konuşmakta inat eden Bulgaristan Türklerine rastlamadık. Sokak başlarında, cami önlerinde dilenen Bulgaristan Türk’üne rastlamadık. Hatta ve hatta Türkiye’nin daha fazla teknolojik alanda ilerlemesine sebep oldular. Toplumun iç huzurunu bozucu davranış ve tavırları olmadı. Çete kurmadılar, kendi aralarında savaş ederek toplumun huzurunu bozmadılar. 1992 - 1995 yılları arasında Bosna’dan da Boşnaklar ülkemize sığındı. Yine aynı şekilde tabelalarımızda Kiril alfabesine rastlamadık. Boşnakça konuşan ve Boşnakça konuşmakta inat eden Boşnaklara denk gelmedik. Sokak başlarında, cami önlerinde dilenen Boşnaklara rastlamadık. Toplumun iç huzurunu bozucu davranış ve tavırları olmadı. Çete kurmadılar, kendi aralarında savaş ederek toplumun huzurunu bozmadılar. Gel gelelim;


160

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

2011 yılından bu yana ülkemize Suriye’den bir yığın sığınmacı katıldı. Tamam, mağdurlar, muhacirler, yardım etmek atalarımızdan gördüğümüz gelenek ve göreneklere göre ağırlamak gerekir. Lakin ne hikmetse, tabelalarımız Arapça yazılardan geçilmiyor. Her tarafta dilenen Suriyeliler insanlara rahat vermiyor. Kendilerine saygısı olmayan bu topluluk zamanla, kendi aralarında savaş ederek toplumun iç huzurunu bozuyor. Her yerde Arapça konuşan insanlar. Her yerde birbirine sataşan Suriyeliler. Birbirini gasp eden, hatta ve hatta kendi vatanımızda bize bile posta koyan Suriyeliler var. Artık devlet ve millet olarak buna bir dur demek lazım gelir. Bunları toplumun kendi potasında eritip insanlık öğretemiyorsak, dışarıya atmamız gerekir. Eğer bu Suriyeliler mesela, Fransa’ya gitse mecburen Fransızca, Almanya’ya gitse Almanca, İtalya’ya gitse İtalyanca, İngiltere’ye gitse İngilizce konuşacaklardı. Arapça konuşmak ve Arapça tabela kullanmayı kesinlikle düşünmeyeceklerdi. Neden burada bu tavırı biz onlara koyamıyoruz. Sebep bizim iyi niyetimizi suistimal etmekten başka bir şey değildir. Şimdi diyeceksiniz ki; “sen Suriyelilere düşman mısın?”, hayır, değilim. Demem o ki, bunlar artık toplumun iç huzurunu bozuyor ve toplumun bozulmasına sebep oluyorlar. Ya kendilerine çeki düzen versinler, ya da devlet bunlara bir ayar versin. Artık dışarıdan gelenler tarafından haklarımıza ve yaşantımıza müdahale edilmesini istemiyoruz. Selam ve dua ile... Saygılarımla.

Bulgaristan’da Elektronik Seçim Rafet Ulutürk-15.Aralık.2017 Seçim usulü değişiyor. Konu: Bulgaristan’da değişen seçimde oy kullanma usulünde yolda kalmayalım.

2018 yılıyla birlikte Bulgaristan kapısını yeni seçimler çalacak inşallah. Bunların birincisi belediye ve muhtarlık (yerel) seçimlerdir. İkinci seçimin ne zaman yapılacağını söyleyebilmemiz için 17 Ocak 2018 günü Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) ile Hak ve Özgürlükler Partisi’nin (DPS) mec-


Makale ve Analizler - 2017

161

lise sunacakları “gensoru” önergesinin onaylanmasından alınacak sonuçlar belirleyecektir. “Gensoru” geçerse, III. Borisov hükümeti düşecek. Aşırı sağcı faşizan güçler hükümetten ve devlet makamlarından sökülecek ve memleketimiz rahat bir nefes almak için, erken genel seçime gidecektir. Gensorunun geçmemesini ve III. Borisov hükümetinin faşizan üçlüyle birlikte iktidarda kalmasını isteyenler toplumda azınlık olsalar da, meclisteki çoğunluğu hala onlar oluşturuyorlar. Topluca gitmelerini isteyenler, çıkarken iktidar kapısını kapatmalarını ve bir daha asla geri dönmemelerini istiyorlar. Çünkü faşizm 21. yüzyılda hiçbir Avrupa ülkesi için gelecek olamaz. Son aylarda “Bulgar faşizmi Avrupa faşizminden farklıdır” propagandası yapanlara selamımız var. İkinci Dünya Savaşında Avrupa faşizminin burnu kırıldı, fakat Bulgar faşistleri maske takarak ilk 70 yılı Bulgar totaliter komünist şemsiyesinin gölgesinde geçirdiler. 2017 yılında Boyko Borisov’un GERB partisi (sağ liberal) yerli faşistleri iktidar çadırına davet etti ve birlikte hükümet kurdular. Bulgaristan’da içinde bulunduğumuz yılın 26 Mart günü genel erken seçime gitmiş olsak da yine “erken seçim” diyorsak, çok esaslı nedenleri olması gerek. Bir defa Mart ayı seçimleri ülkemizdeki güçler dengesini ve kamuoyunda kümelenen bilinci doğru bir biçimde yansıtmadı. Bunun da birçok nedenleri var ve en başta gelen erken seçimin özgür bir ortamda, seçmenin beklentilerine uygun ve serbest bir ortamda yapılamamış olmasıdır. Diş ülkelerde 2,5 (iki buçuk) milyon olduğunu bildiren Sofya Merkez Seçim Komisyonu büyük bir gerçeği ifade ederken, bu oyların ülkedeki oylara eşit olduğuna da işaret ediyor. Ne var ki Mart aynıda seçimde dış ülkelerden 500 bin gelmedi. Türkiye’deki sandık sayısının 100 adet indirilmesi kitlesel katılımı etkiledi. Sandık başına (seçim kanununda ismi geçmeyen) devlet komiserleri gönderilmesi son seçimlerin iptal edilmesi için yeterli olabilirdi. Fakat memleketimizde (sizin de bildiğiniz gibi) etkin ve adil bir yargı sistemi olmadığı gibi, (gazetelerin de ısrarla belirttiği üzere) bütün mahkemeler Başsavcılığın basısı altındadır ve nefes almakta zorlanıyor. Oy kullanma hakkı olan ve dış ülkelerde bulunan (yalnız Hollanda’da 80 bin Bulgaristanlı Müslüman seçmenimiz var, oradan gelen oy ise 10 /on/ binden azdır) soydaşlarımızın siyaset dışı atıldığını ve memleketimizin geleceği hakkında söz sahibi olamadıklarını her yerde görebiliyoruz, yaşıyoruz üzülüyoruz. Biz BULTÜRK (Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği) olarak 6 Kasım 2016’da seçim sisteminin değiştirilmesi için yapılan halk oylamasına (referanduma) aktif bir şekilde katıldık. Bu referandum 2,5 (iki buçuk) milyon oy aldı. Olumsuz oy verenler yok denecek kadar azdı. Ne yazık ki, Bulgaristan Yüksek


162

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İstinaf Mahkemesi halk oylamasını sonuçlarını sudan sebeplerle tanımadı ve rafa kaldırdı. Bu zaman, BULTÜRK yönetimi Bulgaristan Cumhuriyeti Ankara Büyükelçiliğine giderek, seçim yasasının değiştirilmesinde ve Türkiye Cumhuriyetinde ikamet eden ve Bulgaristan seçimlerinde oy kullanma hakkı olan 620 bin seçmenimizin insan ve vatandaş haklarını kullanmak istediğini iletti ve şöyle bir öneri sundu: Dış Üülkelerdeki Seçmeni Oyunu Posta ile Göndesin! Bu önerimize henüz bir cevap alamadık. Oysa örnek olarak Avrupa Birliği üyesi olan Almanya, Avusturya ve İngiltere örneğini vermiştik. Bu uygulamanın en büyük AB ülkelerinde çok başarılı olduğunu sözlü anlatmıştık. Ayrıca Makale ve Analizler - 2017 155 BGSAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) yayınlarında posta ile seçime katılma olayını işledik. Söz konusu olan Türkiye’deki Bulgaristan seçimlerinde oy hakkı olan 620 bin soydaşımızdır. Bulgaristan’daki parti listelerine (çoğulcu usul) sisteme göre kullanıldığında 620 bin oy 31 milletvekilidir. Bu rakam Bulgar parlamentolarındaki dengeyi değiştirecek niteliktedir. Vatandaşın oy kullanması değişik baskı yöntemleri kullanılarak engellendiğinde demokrasiden söz edilemez. Ancak diktatörlüklerde oy kullanılmaz. Hatırlanacağınız üzere baskıcı totaliter diktatörlükte % 98 seçim başarısıyla hep aynı kişiler meclis sandalsallarına oturtuluyor ve hiç bir şey değişmiyor, yalana yalan ekleniyor ve çöküş çarkı dönüyordu. 2018’den başlayarak gündeme Elektronik Seçim geliyor. BSP milletvekili, sosyoloji profesörü, milletvekili İvo Hristov’un geçen ay Sofya meclis kürsüsünden vatandaşlarımızın % 48’inin okuryazar olmadığı, % 70’inin okuduklarını anlamakta güçlendiği ve % 80’inin de çaresiz (debil) olduğunu açıkladığı sözlerini hatırladım. İşte bu durumda bocalayan bir ülkede elektronik seçimin ne kadar verimli ve gerçekçi sonuç verici olduğunu söylemekte güçlük çekiyorum. Bir de, Mart ayında seçim bürolarında başımıza çullanan sivil polislerin “Bulgarca biliyor musun” takıntısı gibi... “elektronik seçim kiril alfabesiyle yapılacak” takıntısı ortaya çıkarsa, Batı Avrupa ülkelerindeki, ABD, Kanada ve Yeni Zelanda ve Avustralya’daki ayrıca ve özellikle de (tüm isteklerimize rağmen, 1989’dandan beri birkaç Bulgarca kursu açılamayan Türkiye’de) bu defa da işler -elektronik oy kullanma ortamında- yeniden sarpa saracaktır. Kuşkusuz biz elektronik oy kullanmasına karşı değiliz. Evde kahvemizi içerken ya da elimizdeki telefon aracılıyla oy kullanabilmemizden daha iyi bir şey ola-


Makale ve Analizler - 2017

163

bilir mi?! Seçim sandığı, komisyon, oy sayma, dilekçe doldurma, imza atma ve başka yüzlerce engel ortadan bir kalemde kalkacak ve biz dernekçiler de rahat edeceğiz. Ama nerede, çünkü elektronik seçim ilk kez Norveç’te kullanılmış ve ilk denemeden sonra kaldırılmış. Bizde ilk denemeler 2018’de yapılacak yerel seçimde ve ardından da 2019’da yapılacak Avrupa Birliği Parlamentosu seçimlerinde yapılacakmış. Bu denemeler 2014’te Estonya’da başarılı olmuş. İlk hamlede % 31 elektronik katılımlı seçim yapmışlar, Estonyalılar elektronik devlet de kurmuşlar. Devletlerini akıllı ev gibi idare ediyorlar. Örneğin bu ülkede bir şirket kurmak 18 dakikada, mahkemede dava açmak 20 dakikada olabiliyormuş. Ama bizde davaların 26 yıl devam ettiğini düşündükçe, kıyaslama yapmayı size bırakmak istiyorum. Bizim işimiz de zor kuşkusuz. Bulgar bize gidin, gözüm görmesin sizi diyor, bizse bacadan giriyoruz. Haklarımızı yaşatmak için kapı aralamaya çalışıyoruz. Bulgaristan’daki kardeşlerimizden başka, Türklerin dış ülkelerde 770 bin oy sahibi olması Bulgar siyasi ruhuna uyku uyutmuyor. Bunun anlamı en kötü durumda 40 milletvekilidir ki, memleketteki seçmenden de 30 milletvekili çıksa toplam 70 eder ve biz o zaman Bulgaristan meclisinde ikinci siyasi güç oluyoruz. Sorun budur kardeşlerim. Siyasi güç olmak. 1989’da ayaklanarak Bulgaristan ve Avrupa siyaset sahnesine çıktım, fakat o gün bu gün biz parçalanmak bölünmek zorundayız. Başta terör ve göçe zorlanmamız geldi, ardından ekonomik göç kapı çaldı şimdi artık bütün Avrupa’dayız ve irademizi Bulgaristan’a dayatmak zorundayız. Bu bakıma gerçek durum çok anlamlıdır. Kim ne derse desin. Hiç kimse suya girmeden yüzme öğrenemediği gibi, şu elektronik seçime katılma işini de biz denemeden öğrenemeyiz. Çok yakın dayanışma zorundayız. Gençler anne ve babalarına, nene ve dedelerine seçim kurallarını ve yeni işlemleri öğretmek zorundadır. Gerektiğinde kurslar düzenleyeceğiz, ama davadan vazgeçmek yok kardeşler. Bu bizim kimlik davamızdır. Gerekirse Türk kimliğimize elektronik seçmendir, ekini ekleyeceğiz. Hak ve özgürlükleri uğruna başkaldıran mert bir soydur ekini katacağız. Biz Türkiye’de yaşayan Bulgaristanlı soydaş diasporası olarak seçimler başta olmak üzere her etkinliğe başarılı katılmayı başaramazsak bundan böyle alt-insan, ikinci derece vatandaş durumuna kendiliğinden dahil oluruz. Biz Bulgaristan’dan kaçmış bir kopuntu sürüsü değiliz. Biz 21. yüzyıla savaşarak giren çok kalabalık ve büyük yürekli umut dolu insanlar topluluğuyuz. Bize alt-insan, ezilmişler, kovduklarımız olarak bakılmasına asla imkân vermemeliyiz, verilmemelidir. Birlik olalım! Gelecek bizimdir.


164

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

2017 Mart seçimlerinde Lütfi Mestan tuzağı ile Bulgaristan Türk seçmenin kafası karıştırıldı, bunaltılmaya çalışıldı. Birbirimize düşürüldük. Sandıktan DPS’ye çıkan oy kadar, Güney Hüsmen’in ardından giden ve Lütfi Mestan’ın şaşırttığı kitle oyu çıktı. Bir daha toparlanmamızın önlenmesi amaçlanarak bölünmemizin hesapları yapılmıştı. Başaramadılar. Bundan böyle bölünmeye asla yol vermememiz gerekiyor. Bölünürsek toparlayamayız. Hepimiz vatansız, inançsız, malsız mülksüz çıplak elliler gibi kalırız. Unutmayalım bize birbirimizin sıcaklığı yeter. 600 yıldan beri üzerinde yaşadığımız topraklardayız tapulu mülkümüzdür. İstanbul’da, İzmir’de ya da Berlin’de ya da Amsterdam’da olmamız, çalışmamız, yaşamamız hiç bir şey değiştirmez. Birlik ve beraberlik ruhunu her yerde yaşatmalıyız. Bulgaristanlı Türk ruhunun şahlanışı gücü her an artan mıknatıs gibi diğer etnik azınlıkları yanımıza çekecek, hepsi dolayımızda sarmal olacaklar. Açacağımız şemsiyenin altında hepsine yer var ve olacak. Kimlik davamıza katılan kardeşimizdir. Toplumun kendi kendini yeniden üretebilen, ilham kaynakları olan, kültürünün geleneksel biçimlerini de yaşatabilen, dini ve dini esin kaynağı olan etnik toplulukların dirilişini hepimizi bekliyor. Bu şans 21. yüzyılda bize düşmüştür ve gerçekleştirmek zorundayız. Beklenen birliğimiz kendiliğinden oluşacaktır. Bulgaristan’ın yarını bizleriz. Sizlersiniz! Dünü de bizdik. Biz çekildik, topraklar nadas kaldı, köprüleri ve baraj duvarlarını seller aldı götürdü. Hiçbir fabrika bacası tütmüyor. Yollarda yalnız yabancı plakalı taşıt araçları dolaşıyor. Memleketimizin gözü bizdedir. Gelecek de bizimdir! Oyuna gelmeyelim. Seçimin her türüne, her tuzağına her şekline hazırlanmak, her seçimde zafer kazanmaya hazırlanmak hepimiz için büyük şanstır. Dimdik ve birbirimize kopmaz biçimde bağlanmış ve kenetlenmiş olduğumuzu önce ilk şehidimizin düştüğü Killi “Türkan Çeşme” 2017 şehitlerimizi anma mitinglerinde gösterelim. Toplanma saati 10:00 Tarih 26 Aralık 2017. Gelecek tarihine bağlı kalan, tarihini yaşatan insanlarıdır. Yani bizimdir...


Makale ve Analizler - 2017

165

Siyasi Yolumuzu Ararken Şakir Arslantaş-16.Aralık.2017 Siyasi analiz Konu: Bize siyasi pilotlar lazım. Bulgaristan göçmenlerinden kızımız Ferihan Işık hayat ve savaşım davamızda bize emsal oluyor. O da 1989 göçmeni yani Bulgaristan’dan zorla göçe zorlanan Dobruca Türk ailelerden birinin kızıdır.Kendisiyle İstanbul - Londra uçuşu esnasında tanıştım. Salonda oturan bizlere kendisini İngilizce anons etti. Bizi Londra hava limanına yumuşak inişle indirdi. Kendisini alkışladık. Kutluyorum... Siyasette de böyle önderler, liderler arıyoruz. Toplumda kitleleri fırtınalardan ve ateş çemberinden geçirecek ve gözü her zaman son hedefte yani zaferde olacak kişiler. Ferihan kızımız gibi kardeşlerimizi tanıdıkça gönlümü kabarıyor, gurur yaşıyoruz. Şahsen benim gözlerimin yaş dolduğunu da yine gururla söyleyebilirim. *** Biz hepimiz aynı kaderin kişileriyiz. Türkiye’de şahsiyet olduk ve kimlik kazandık. Biz göçmenlerin bir yanımız siyasi kimliktir, çünkü hepimiz zulüm siyaseti kurbanıyız. 20’nci yüzyılın en büyük çatışması olan ve faşizm ile sosyalizm - komünizm (Bolşevizm) arasında yürütülen kıyasıya sıcak ve soğuk savaşın Balkan (Bulgaristan) kurbanlarıyız. Son hesapta bu sıcak savaşın (1939 - 1945) ve devamı olan soğuk savaşı (1945 - 1989) Türkiye’ye gelirken boş ellerle gelenler bile “anne beni kısmetimle doğur da, istersen çöp kutusuna at” atasözünü asla unutmadılar. Çünkü insanoğlunun kısmetinin onu nerede beklediği, karga dahi olsa, devlet kuşunun omzunuza nerede konacağı pek bilinmez. Tabii şartların, siyasi iradenin insanımıza olan tavrı da bir o kadar belirleyici olmuştur. Biz Bulgaristan Türkleri askerliğimizi maden ocaklarında, inşaatlarda, demir yollarında kazma kürekle yaparken değil pilot olmayı, uçağa binmeyi bile asla umut ve hayal edemeyecek durumdaydık. *** Bulgaristan Stratejik Araştırmalar Merkezi (BG-SAM) kadrolarından ve BG-SAM yönetiminden biri olarak, insanoğlunun yaşadığı büyük zaferlerinden birinin korkuyu yenip kanatlanması olduğuna her zaman inanmışımdır. THY pilotu Ferihan Kaptan korkuyu yenmiş bir sima. 2017 sonunda memleketimiz Bulgaristan’da vatandaşlarımız sahte, yalan yanlış haberlerle korku kuyusuna itilmeye devam ediyorlar. Basında, güvenliğin ve


166

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

geleceğin en sağlam dayanağının mezarlar olduğunu iddia edenler var. Memlekette 20’nci yüzyıl boyunca mezar kazıldı. Örneklersek, toplumun ilk çatlaması ve parçalanması 1918’de Makedonya cephesinden dönen askerlerin Vladaya’da Ayaklanmasıyla oldu. Silahlarını Çar Ferdinan’da yönelten askerler Cumhuriyet istediler ve ilan ettiler. Ülkeyi sarsan, Çar rejimine, monarşiye karşı bir asker ayaklanmasıydı olan. Çar tacını oğlu III. Boris’in başın geçirdi. Bir daha geri dönmemek üzere Bulgaristan’dan kaçtı. 1923’te İşçi Ayaklanması oldu. Kanlı bastırıldı. Aynı yıl ilk askeri darbe yaşandı. 1934’ün 19 Mayısında tekrar etti. Bu iki darbe Bulgaristan oluşmakta olan Türk kimliğinden korktu ve okullarımıza saldırdı. 20’inci asra 2 bin 700 ilk ve orta okul, medrese ve meslek okuluyla giren Bulgaristan Türkleri’nin İkinci Dünya Savaşı sonunda 500 okulu kaldı. Bugünün ana sorunu ise Müslümanlara mezar yeri sorunudur. Vatanda ölmek de korku yaratıyor. Okulların kapatıldı, yağma edildi, öğretmenler Türkiye’ye kovuldu. Sürüldü ve terör gördüler. Türk kimliğimizin aydınlık tarafı ezilirken, 1930’dan sonra sivil toplum örgütleri düzeyinde “Turan” derneklerinde, sportif kulüplerde birbirimize kenetlenmemiz, kolektif haklarımız için düzenlediğimiz 2 Milli Kurultay kararının gerçekleştirilmesi baltalandı. Öncü aydınlarımız sindirildi, kovuşturuldu ve Türk ocaklarımız, alevlenen Türk bilincimiz söndürülmeye çalışıldı. Türklük bizim içindeki ruhsal durumdu. Çocuklarına Türkçe öğreten ana babalar Türklüğümüzün ayakta kalacağına kesin inanıyor, geleneksel kültürümüzü yaşatmaya çabalıyordu. Bizim o zaman köy ve kasabalarda söylenen 600 türkü ve manimiz vardı. Ozanlarımız halk sanatını ateşlemeye devam ediyordu. Bugünkü Bulgaristan’da insanların korkularından amaca yönelik biçimde yararlanmaya çalışıldığını görüyoruz. Rejimin elindeki en büyük silah sanki genç kuşağı kör cahil bırakmaktır Biz, Bulgaristan Müslüman Türkleri olarak kendimizi dünya istatistik cetvellerinde bulmaya çalışırken zorlanıyoruz. Yayınlanan son rakamlara göre, eğitim ve öğretim görenlerin toplu ortalamasında, Hıristiyanlar % 9, 3 yıl, Müslümanlar ise % 5,6 yıl okul eğitimi alıyor. Biz Bulgaristan’da bu cetvelin neresindeyiz? 2017 yılında Üniversitede okuyan 50 öğrencimiz yok. İlk ve orta öğrenimde zorunlu anadil eğitimi verilmediğinden, kaliteden söz edemeyiz. Yine dünya ortalamasında Yahudilerin % 61’i, Hıristiyanların % 21’i ve Müslümanların ancak % 8’i yüksek eğitim görebilirken, bir de bizim dünyamızda kadın-erkek ayırımı var ki, onun yarattığı sorunlar da entelektüel düzeyimizin vahim durumuna işaret ediyor. Modern toplum dışında kaldığımıza da bir kanıttır bu. Bu bakıma “cahilin gözü karadır” deyimimizi bir yana bırakırsak, hepimiz yarın açısından korku içinde yaşıyoruz.


Makale ve Analizler - 2017

167

Yaşamsal sorunlarımızla ilgili gerekli bilgileri toplamak için radyo, anadilimizde basın, gazete ve dergi, TV programlarımız olmadığından biz ancak bir malumat toplumu ortamında yaşıyoruz ve bu toplumda bilgisizlik korkuları yenmemize engel oluyor. Buna kanır, okur yazar olanlarımızın % 70’şinin okuduğunu algılayamamasıdır. Bulgarlar “korku toplumu” yaratma işinde ustalaştı. Son dönemde bizde bir “ilaç hırsızlığı” olayı ortaya çıktı ve halka korku aşılanmaya başlandı. Şöyle, devletin dış ülkelerden ithal ettiği pahalı ilaçlar sözde doktorlar tarafından, onlardan ihtiyacı olmayan “hastalara” yazılıp, eczanelerden toplanıp fiyatı daha yüksek olan başka bir ülkeye ihraç edilerek büyük paralar kazanılıyor. Şimdiye kadar kimsenin yakasına yapışılmasa da, sağlık personelini, eczane işletenleri korku sardı. Hatta ilaç - eczane işlerinde “baba” olan Kanadalı multi milyoner “Apotex” ilaç şirketinin sahibi Bırnard Ştirman ile eşinin Toronto’da ölü bulunması haberi bile, bizde rüzgarda dalgalanan bayrak gibi dalgalandı. 1. Borisov hükümetinde Sağlık Bakanı olan Doktor Moskov’un kardeşinin şirketi üzerinden Türkiye’den getirdiği çocuk aşılarıyla ilgili kışkırtılan yersiz endişe ve korkular yıllarca gündem oldu. Geçen ay ilaç dış alımına moratoryum uygulandı. Hükümet insanların korkusunu sömürüyor, üzerine basmış ve kendi ömrünü uzatmaya çalışıyor. Aynı zamanda sürekli propaganda yeni il ve ilçe hastanelerinin kapatılacağından, yeni özel hastane kurulmasına izin verilmeyeceğinden söz ediliyor. Sağlık konusundaki insan korkusu derin bir endişedir ve herkesi çökerten bir etkendir. Yılbaşı yaklaşırken, 340 levanın altında emekli maaşı alanlara 40 leva Noel ikramiyesi dağıtılacağı anlata anlata bitirilemezden, “insanlıktan” söz edilmeye başlandı. Bizde, “insanlık”, “insan sevgisi”, “insanlar arasında yardımlaşma olmadığından”, “insanlık” kelimesi işitildiğinde yapılmamış, yarım kalmış, bir yana itilmiş bir iş anlaşılıyor. Bulgaristan’da hiçbir reform yapılmadı. Adalet reformu yapılmadan ileri adım atılamaz deyenler çoğalsa da, yaprak kımıldamıyor. Yargıçlar, yargı üzerinde siyasi şemsiye var, Savcılık adaleti solutmuyor deseler de, bu şemsiyeyi kapatacak siyasi irade sok. En büyük tehlike ise, memleketimizin parlamenter -demokrasi ülkesinden anarşik- demokrasi ülkesine dönüşme tehlikesidir. Bunu engelleyecek güç olan sivil toplum örgütlerinin (STK) siyasete karışması bizde yasalarla yasaklanmıştır. Bulgaristan Cumhuriyeti Anayasası’nın 12. maddesi sivil toplum kuruluşlarının siyasete karışmasını yasaklamıştır. Bu halkın elinden alınan kolektif haklardan biridir. Bizde, vatandaşın seçime katılma ve oy kullanma hakkı var, ama milletvekilini gösterme ve seçtikten sonra onu denetleme, hesap sorma hakkı yoktur.


168

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Son günlerde yeni bir haber salındı. 17 Ocak 2018’de Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) ile Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) birlik olup III. Borisov hükümetini düşürmek için “gensoru” verecekmiş. Bu işte Cumhurbaşkanı Rumen Radev de politikanın tam göbeğine sözde çadır kurmuş ve hükümeti devireceklermiş. HÖH (DPS) partisi ise “gensoruyu” aşırı sağcı, faşizan, halk düşmanı, Türk düşmanı Valeri Simyonov, Krasemir Karakaçanov ve Valen Siderov üçlüsünü iktidardan atmak için destekliyormuş. “Gensoru” geçerse, 1 Ocak 2018’de başlayacak ve 6 ay sürecek olan Bulgaristan’ın Avrupa Birliği Başkanlığı’na rastladığından dolayı “hükümet düşerse” rezil olacakmışız. Dertleri bu. Oysa Borisov hükümeti 2 defa düştü ve artık düşüp kalkmaya alıştı. Fakat faşistlerin ayağı kayarsa sofradan kalkmaları gerekecek. Böyle olaylar bizde yakın geçmişte de yaşanmıştı. Bir önceki Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev BSP - DPS ortaklığı Plamen Oreşarski hükümetinden (2013 - 2014) siyasi güvenini çekmiş ve “2 yıl halkımızı parçaladı” masalı dinledik. Şimdi aynı sözler Rumen Radev için de fısıldanıyor. Hükümetin düşmesini istemeyenler destek ararken 2018 Mayısında Sofya’ya Avrupa Birliği başbakanları, Çin başbakanı, Batı Balkan devletleri hükümet yöneticileri ve Türkiye Devlet lideri Sayın Receb Tayyip Erdoğan’ı da davet sunulduğuna vurgu yapıyorlar. Hükümet düşerse, Bulgar Anayasası’na göre geçici hükümetlerin böyle bir uluslar arası forum yönetmeye yasal hakkı ve yetkileri olmadığından, AB liderlerinin Brüksel’e toplanacaklarından ve büyük bir fiyasko yaşanacağından söz ederken korku yayıyorlar. “Rezil olma” korkusu. Kuşkusuz midesi omurgasına yapışmış, yaşamı ateşten gömlek, ilaç alamayan, doktora gidemeyen 2 milyon emeklinin umudu tamamen sönmüştür. Borisov hükümeti şu AB sürecini gereği gibi yapmak zorundadır, çünkü Brüksel’den 23 milyar leva karşılıksız para alınmış ve bu paralarla ülkede yüzde yüz istihdam sağlanacağına, % 6 - 7 ekonomik kalkınmaya ulaşılacağına, dış ülkelere göç durdurulacağuına Bulgaristan 2 vitesli bir ucubeye dönüştü. İktidar 2009’dan beri AB paralarını yuttu. Sonuç sıfır. Elde olan sıfır. Eğitim, sağlık ve adalet sisteminde reform -modernleşme - yenileşme- yeniden düzenlenme yolunda tek adım atılmadı. Tosladık. Şimdi bunu binlerce yabancı konuğun gözünden gizlemek var. Şöyle bir düşünün lütfen. Rahmetli T.C. Başbakanı muhterem Bülent Ecevit’in Bulgaristan’a son gelişinde yaptığı gibi, şimdi Sayin Devlet Başkanımız Recep Tayyip Erdoğan da, benbir Türk köyü görmek istiyorum, bir camide namaz kılmak istiyorum, bir Türk evine girmek, insanlarımla sarmaş dolaş koklaşmak, dertlerini dinlemek istiyorum, beni bir Türk anaokuluna götürün ve yavrularımın başını sıvazlayayım, bir Türk okuluna girmek istiyorum, bir Türk köyünde miting yapalım derse, ne cevap verecekler? Türkçe konuştuğunda ceza mı kesecekler?


Makale ve Analizler - 2017

169

Tabii memleketimizde her gün yeni bir şeyler oluyor. GERB partisi 2017 yılının son 6 ayında fazla gayret göstererek BSP Genel Başkanı Bayan Kornelya Ninova, Milli Ombudsman (BSP’li) Bayan Maya Manolova ile artık 1 yılını tamamlayan Cumhurbaşkanı Rumen Radev’i birbirinden ayrı ve uzak tutmaya, sosyalist partisi parçalamaya, HÖH (DPS) partisini de yön değiştirmeye zorlamaya çalıştı. Ne ki, bu defa, bu siyaset tutmadı. Siyasi konumu yüksek olan bu üçlü güç yürütmeye karşı birleşti ve yeni bir ısrarla dayatıyor. Örneğin Ombudsman Bayan Manolova içme suyunun % 20 zamlanmasını önlemeye çalıştı. Cumhurbaşkanı Radev askeri uçak satıl alınmasına karıştı ve işlemleri durdurdu.BSP lideri de rüşvet dizi filmleri gibi sahneler oynatmakta, delik deşik dikenli telli sınır duvarındaki trajediyi halka anlatıp göstermede uzmanlaştı. Artık halkın olaylara seyirci kalmak istemediği hissediliyor. Otobüslere dolan bastonlular haftada bir meclisi kuşatıyor. Gelişmeler öyle bir yön değiştirdi ki, Bulgaristan parlamento dışı geleneksel siyasi muhalefeti ile siyaset tablosunun solundaki meclis muhalefetin aynı meydanlarda buluşuyor, siyasi sürpriz oluşuyor. Borisov’un etrafında toplanan siyasi elit ile AB fonlarından beslenen ve toplam sayıları 600’den fazla olmayan orta katman zümresinin ürktüğü dikkati çekiyor. Gelecek yazımızda bu ortamda Türklerin durumunu ele alacağız.

Bulgar Silahları Hep DAEŞ’e Gitmiş Raziye Çakır-15.Aralık.2017 Bulgaristan’da üretilen ve ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CİA) trafından satın alınan silahlar Suriye’deki terör örgütü DEAŞ’in eline teslim edilmiştir. İlk örnekleri Sovyetler Birliği zamanında SSCB’nde Tula kenti askeri füze üretim fabrikasında 9m111 “Fagol” adıyla imal edilen ve daha sonraki yıllarda seri imalatı Filibe (Plovdiv) ili Sopot kenti “Vazov Makin Yapım Tesisleri” (VMZ) gerçekleştirilen bu ürünler terör örgütü DEAŞ eline verilmiştir. Suriye muhlefet güçleri için sipariş edilen füzeler “İslam Devletine” verildi. Haber kaynağı Fakti.bg Kısa dı (CAR) olan Conflict Armament Research monitoring şirketince hzırlnan bir rapora ve “Buzzfeed” kaynağının haberine göre, Birleşik Amerika Merkezi İstihbarat Örgütü (CIA) tarafından Bulgaristan yetkilileriyle yapılan gizli görüşmelerde, Bulgaristan’a sipariş edilen ve üretilen olağanüstü güçlü tank savar füzeler DEAŞ’ın eline verilmiştir. 2015 yılının sonunda satın alınan tanksavar füzeler 2 ay sonra DEAŞ’in eline teslim edilmiştir. Olayı


170

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yorumlayan uzman Aram Roston, Suriye’deki teröristleri silahlandıran Amerikan programının ne işler çevirdiğine yalnızca bir örnektir. CIA üç yıl boyunca DEAŞ’ın kullandığı silahlar üzerine araştırma yapmıştır. Çarpışmalar esnasında Irak, Suriye ve Kürt savaş gruplarının eline geçen DEAŞ silahları üstüne özel incelemelerde bulunulmuştur. Bu füze silahlarından biri “Fagot” tanksavar silahıdır. Yapılan araştırmadan sonra yazılan raporda, olağanüstü büyük miktarlarda olan bu silahların önce sözde Suriye muhalefet güçleri için Suudi Arabistan ve Birleşik Amerika’ya verildiği saptanmıştır. Güdümlü bir tanksavar olan 9m111 “Fagot” SSCB zamanında Tula kentindeki askeri imalat fabrikasında geliştirilmiştir. Bulgaristan’daki üretim merkezi ise Filibe (Plovdiv) ili Vazov Makine Yapım Tesisleridir. “BuzzFeed News” 3 yıldan veri CIA’nın DEAŞ teröristlerine “Fagot” füze tedariki peşindedir. Aynı haber kaynağına göre, Birleşik Amerika İstihbarat Merkezi 2014 yılında “Kiesler Police Supply” şirketi ile 600 adet “Fagot” tanksavar füzesi için bir antlaşma imzalamıştır. CAR tarafından kullanıldığı saptanan bu tanksavarların “Kiesler” tarafından sağlandığı tam olarak tespit edilmiş. Satın alma tarihi ise 2015 yılının 15 Aralık günüdür. 59 gün sonra Irak’ın Ramadı mevkiinde DEAŞ bu silahı kullanmıştır. 201 sayfa olan bu raporda Bulgaristan’ın adına 200 defa rastlanıyor. Araştırmaya göre, Suriye’ye satılan silahlar dışında, çarpışma bölgesinde kullanılan silahların % 50’si Bulgaristan tarafından sağlanmıştır. Bu silah satışının toplam değeri bir milyar US Dolardan fazladır. Amerika’nın bölgeye sattığı silahlarla ilgili şöyle bir problem de var. Bir defa silah ambargosu ihlal edilirken birçok devletlerarası antlaşmaya da uyulmuyor. “Buzzfeed” daha önce gerçekleştirdiği bir araştırmada ise, bu silah üretim ve sevkiyatını gerçekleştiren Bulgar şirketlerinin örgütlü cinayet kurumlarının da eli olduğu ortaya çıkardı. Bulgar “Bivol” Ajansının katılımıyla, BIRN ve OCCRP uluslararası ekibi tarafından yapılan bir çalışmada, Bulgar devleti ABD ve CIA’nın gizli programları için silah sağlayan devleler arasında başta geliyor. Bulgar idareciler bu siparişlerden aldıkları paralardan ve silah imalat sektöründe istihdam genişlemesinden memnun olduklarını ifade ederken ABD ve Suudi Arabistan eliyle Suriye’de savaşan taraflara verilen silahlarla ilgili BuzzFeed, BİRN ve OCCRP birlikte gerçekleştirdiğimiz araştırmalarımızı “Yok Edici Darbe” bölümünde bulabilirsiniz. 2017 yılı için en prestijli araştırmacı gazetecilik prizi olan Global Shining Light Award ödülü “Yok Edici Darbe” çalışmalarımıza verildi.


Makale ve Analizler - 2017

171

Ortadoğu’dan Balkanlar’a: Kuşatma, Direniş ve Türkiye Erdem Eren-18.Aralık.2017 İslam İşbirliği Teşkilatı Çarşamba günü Kudüs gündemli olağanüstü bir toplantı gerçekleştirdi. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın çağrısıyla İslam dünyasından birçok devlet İstanbul’da bir araya gelirken, 48 ülkenin temsil edildiği zirvede 16 liderde hazır bulundu. Bunlardan en ilgi çekici olanı ise sosyalist bir ülke olan Venezüela’nın lideri Nicolas Maduro’ydu. İslam dünyasından Suudi Arabistan ile Mısır’ın lider düzeyinde katılmaması ise en dikkat çekici noktaydı. Zirve olağanüstü olduğu gibi kararları da olağanüstü oldu. Güçlü bir kınama dışında kimse İslam İşbirliği Teşkilatından bir haykırış beklemiyordu. Tam tersi oldu ve zirveden ABD Başkanı Donald Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan etmesine yönelik sert bir itiraz geldi. Hem bu itiraz hem de İsrail’in bir işgal ve terör devleti olduğu Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan tarafından tüm dünyanın gözü önünde salonda yankılandı. Zirvenin sonucuna gelecek olursak, duygusal değil akılcı kararlar tercih edildi. Biliyoruz ki dini hassasiyetleri olan herkes bırakın Kudüs’ü Ortadoğu’daki Siyonist İsrail’in varlığından rahatsız. İsrail’in ilk Kıblemizin, Peygamber Efendimizin Miraca yükseldiği yerin olduğu Mescid-i Aksa ve Kubbet-Üs Sahra’nın yakınlarına bile ayak basmasını istemeyiz. O yüzden bu zirveden ABD ve İsrail’e yönelik ekonomik bir ambargo, siyasi ve askeri yaptırımlar çıkmasını isteyende oldu. Ancak bu çıkmadı. Bunun gerçekle uyuştuğunu parçalanmış İslam dünyasını göz önüne aldığımız da söyleyemeyiz. Zirvenin sonuç bildirisinde;  Başkenti Doğu Kudüs olan Filistin Devletinin tanındığı ilan edildi.  Dünyanın tüm devletlerine Doğu Kudüs’ü Filistin’in başkenti olarak tanıma çağrısı yapıldı.  ABD Başkanı Trump’ın kararı kınandı.  BM Güvenlik Konseyi ve Genel Kurulu’na harekete geçme uyarısı yapıldı. Zirvenin sonucunu takiben Çin, Rusya, Slovenya, İskoçya gibi farklı ülkelerden zirvenin sonucunu destekler tepkiler çıktı. Zirve’de ısrarla BM’nin 1980 yılındaki 478 sayılı kararına atıfta bulunuldu. ABD’nin de kabul ettiği o karar İsrail’in başkentinin Tel Aviv olduğunu, yine İsrail’in Doğu Kudüs’ü işgal edemeyeceğini vurgulayan bir karardır. BM vurgusuyla İslam İşbirliği Teşkilatı uluslararası arenadaki


172

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

desteklerini de çoğaltmış oldu. Uluslararası kamuoyuna doğru bir kanaldan hitap edilmiş de olundu. Bu açıdan zirvenin kararları rasyoneldir denebilir. Teşkilatın bu kararlarıyla şunların farkına da varmak gerekir. Başta Türkiye olmak üzere İslam devletleri İsrail - Filistin sorununun zaman içerisinde çözümüne yol bırakmış, ancak Doğu Kudüs’ün yani İslam dini için en kutsal bölgelerden birinin hiçbir zaman İsrail’e bırakılmayacağına vurgu yapmış, bu savunmayı şimdiden duyurmuştur. Gelelim Kudüs’ün Türkiye için önemine; Kudüs Türkiye için sadece bir manevi öneme sahip bir yer değildir. Aynı zamanda bir beka sorunudur. Bugün ABD İsrail şer ittifakı Mısır’da yapılan darbe gibi Suudi Arabistan veliahdı üzerinden Suudi Arabistan üzerindeki kontrol mekanizmasını kuvvetlendirmiş, İran’a karşı Ortadoğu’da kılıç çekmiş, Irak’ta Barzani üzerinden bir bölme oyununa girişmiş, Suriye’de PYD kartıyla Türkiye’ye karşı bir tehdit oluşturmuş, Katar gibi ülkeleri ambargolarla boyun eğdirmeye çalışmıştır. İşte Kudüs hamlesini bu plandan ayrı göremeyiz. Kudüs hamlesiyle Ortadoğu’daki saflar daha belirgin hale gelmiş, yeni bir kaosun fitili ateşlenmiştir. Söndürülmezse Ortadoğu yeni bir savaşa gebe kalabilir. Ortadoğu’nun istikrarsızlaştırılması, Irak ve Suriye üzerinden Türkiye’ye yönelik hamlelerin yapılması herkesten evvel Türkiye’nin siyasi ve ekonomik çıkarlarına terstir. Tüm bu hamleler Türkiye’yi bölgede daha da kuşatma hamleleridir. İşte Türkiye İslam İşbirliği Teşkilatı ve Rusya ile İran gibi ülkelerle giriştiği işbirlikleriyle bu kuşatmayı yarmaya çalışmaktadır. Türkiye’nin Kudüs haykırışını bu pencereden de izlemek gerekmektedir. Peki, Türkiye’ye yönelik kuşatma sadece Ortadoğu’da mı? Ya Balkanlar? Balkanlar: Kuşatma, Direniş ve Türkiye Ortadoğu gibi Balkanlar’da yüzlerce yıldır hâkimiyet alanımızda bulunan; Türk, Arnavut, Boşnak, Torbeş, Rum, Makedon, Bulgar demeden kardeşlik ikliminin hâkim olduğu, refahın ve barışın olduğu bir coğrafyaydı. Bugün Balkanlarda Türkler gibi, önemli bir etnik kimliğe sahip olan Arnavutlar ve Boşnaklar gibi Müslüman kardeşlerimiz yaşamaktadır. Türkiye’nin Ortadoğu’da nasıl mezhep kavramını reddettiyse, Balkanlarda da etnik yaklaşımı reddetmesi gerekmektedir. Türkiye’nin Balkan politikasının Ortadoğu gibi revize edilmesi gerekmekle birlikte; etnik temelli değil daha bütüncül hem Balkanlardaki tüm İslami toplulukları hem de tüm Balkan halklarını kapsayıcı olması gerekmektedir. Türkiye’nin ABD ile güç mücadelesi, Rusya ile pazarlık sahası sadece Ortadoğu mu olmak zorundadır? Ya Balkanlar? Bugün Bulgaristan ABD ile Rusya’nın güç mücadelesine


Makale ve Analizler - 2017

173

şahittir. Yunanistan ABD ve İsrail ile ciddi oranda yakınlaşmıştır. Makedonya’da da ABD ve Rusya çekişmesi vardır. Arnavutluk ve Kosova ise ciddi anlamda ABD’nin baskısı altındadır. Bosna Hersek başta olmak üzere Balkanların birçok ülkesinde İran ve Suudi Arabistan’ın mezhepsel ve ideolojik misyonerlikleri mevcuttur. Vatikan, Arnavutluk ve Kosova dâhil olmak üzere Balkan ülkelerinde Hıristiyanlaştırma hamleleri yapmaya çalışmaktadır. Bu ülkelerde inşa edilen kiliseler, katedraller ve okullar buna en köklü delildir. Rusya, Sırbistan ve bölge ülkelerindeki siyasi, askeri ve ekonomik ilişkileri ve baskılarıyla bu ülkelerde söz sahibi olmaya çalışmakta, ABD siyasi ve askeri gücünün tehdidiyle Arnavutluk, Kosova ve Makedonya gibi devletlerin hem siyasetini hem de yer altı ve yer üstü zenginlikleriyle ekonomisi dizayn etmeye çalışmaktadır. Ne kadar dizaynsa... Bu ülkelerin dışında birçok devletin gizli servisleriyle, FETÖ’nün Balkanlardaki faaliyetlerini saymıyoruz bile. Ya da bir ele alalım. Nereden geldik bu gündeme? Geçtiğimiz günlerde eski askeri savcı Ahmet Zeki Üçok televizyon programlarında ve sosyal medya aracılığıyla Balkanlarda bazı gizli servislerin ve FETÖ’nün suikast timleri oluşturduğunu, özellikle Makedonya ve Kosova’daki kamplarda hazırlandıklarını iddia etti. Yine Üçok’a göre bu timler Türk siyasilere suikast düzenleyebilirlermiş. Çok vahim ve ciddi iddialardı. Çok detaya girmeye de gerek yok. Kimsenin kimseyi korkutmasına hakkı da yok. Türkiye Cumhuriyeti kurumları ve misyonları hem yurt içinde hem yurt dışında özellikle Balkanlarda başı dik ve cesurca faaliyetlerine devam etmektedir, edecektir de. Bu tür iddialarla korku üretmekte teröre yenilmek olur. Terörün en temel amacı zaten korku salmaktır. Üçok’a bu ihbarları yapanlar, öncelikle Türk misyonlarının Balkanlarda rahat hareket etmesini engellemeye çalışmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Balkanlarda etkin olmasın da ABD, İsrail, Rusya, Almanya, Vatikan ve birçok gizli servis ile FETÖ mü etkin olsun? Zaten Türkiye Cumhuriyetinin ilgili güvenlik güçleri devletimizin misyonlarını koruyacak güce de sahiptir. Üçok’a katılabileceğimiz en önemli nokta şu: Anlattığımız üzere Balkanlarda ABD ve Rusya güç paylaşımı yapmakta, gizli servisler cirit atmakta, FETÖ kullanışlı bir piyon olarak hayat sahasını sürdürmektedir. Türkiye bu coğrafyada maddi ve manevi olarak, açık ve gizli misyonlarıyla güçlü olmazsa ABD ve Rusya bölgeyi daha da domine edip, FETÖ gibi, çetnik ve radikal dinci (İslamcı - Hıristiyan) paramiliter gruplarla istikrarsızlaştırabilir. Balkanlar buna müsait olmakla birlikte Makedonya’da Kumonova olayları, Bosna Hersek’deki çetnik katliamları tarihsel olarak buna örnektir. Ortadoğu’yu istikrarsızlaştırıp, İsrail’e hayat sahası açan,


174

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bölgenin yer altını kaynaklarını sömüren, Türkiye’yi çevrelemeye çalışan ABD; Balkanlarda da aynı taktiği uygulamakta ve uygulayacaktır da. Türkiye artık eski genel geçer politikalarını revize edip, Balkanlarda yumuşak gücü olan kamu diplomasisinin yanında özellikle ekonomik hamleleri ve sert gücü ile de aktif olmalıdır. Türkiye Balkanlarda kültürel ya da tarihsel bir oyuncu değil, oyun kurucu olmalıdır. Bunun yolu da reel politik ve akılcı politikalardan geçmektedir. Türkiye nüfus olarak azınlıkta olan Türk soydaşlarımızın yanında bölgede çoğunlukta olan Müslüman gruplar Arnavutlar ve Boşnaklar üzerinden de coğrafya da etkisini siyasi ve ekonomik olarak arttırmalıdır. Müslüman toplulukların kolektif hareket etmesini sağlayacak entegrasyon projeleri ve politikaları geliştirmelidir. Bu toplumları temsil eden güçlü gruplar ve temsilcileriyle ittifaklar kurmalıdır. Türkiye’nin Balkanlarda yapması gereken en temel hareketlerden biri de bölgeye yapılan maddi yardımların yatırıma ve üretime dönerek istihdam üretmesi, çeşitli kaymak tabakanın elinde ziyan edilmemesidir. Öyle ki bölgeye yapılacak ciddi yatırımlar mevcut hükümetleri de baskı altına alacak, Balkanların geleceğinde Türkiye’nin söz sahibi olmasını sağlayacaktır. İyi senaryoları da kötü senaryoları da Türkiye atacağı adımlarla belirleyebilir. Sonuç olarak Türkiye, Balkanların kaderini ve istikrarını ABD ve Rusya’nın, çeşitli istihbarat örgütlerinin ve bilumum devletlerin eline bırakmak istemiyorsa; oyuncu değil oyun kurucu, denge gözeten değil denge belirleyen olmalıdır. Nasıl ki Türkiye Ortadoğu’da kendisine yönelik çevreleme ve kuşatma girişimlerine direniyorsa ve sesini yükseltiyorsa, Balkanlarda da yükseltmeli; Balkanların yeniden Ortadoğu gibi istikrarsızlaşmasına ve istikrarsılaştırılmasına mani olmalıdır. Üç tarzı siyasete, stratejik isim ve ideolojilere gerek de yok. Formül belli: Adil düzen, ekonomik ve toplumsal refah, barış; Türk, Arnavut, Boşnak; Rum, Bulgar, Romen demeden güçlü ve bağımsız bir Türkiye ve Balkanlar...


Makale ve Analizler - 2017

175

Dr. Mümin İsov ve Dr. Antonina Jelyasdkova ile bir söyleşi. Tercüme: Raziye Çakır-16.Aralık.2017 Konu: Azınlıklar ve onların güverteden hissettirmeden atılması üstüne. Dr. Mümin İsov 1968 yılında doğdu. Bir Haskovo köyünde tarih öğretmeniyken, “XIX. Yüzyılın İkinci Yarısında Bulgar Tarih Ders Kitaplarında Osmanlı (Türkler) ve Osmanlı İmparatorluğu (Türkiye) Siması” konusunda bir doktora tezi yazdı. 2004 yılında Yüksek Akademik Konsey (BAK) İhtisaslaşmış Bilimsel Tarih Konseyi önünde (19’a karşı 2 oyla) tezini savundu. 2005 yılında Azınlıklar ve Uluslar arası Kültürel Etkileşim Merkezi bu doktora tezini “En Farklı Komşu” başlığıyla bastı. (Bak: Kultura, sayı 34, tarih 10 Ekim 2017.) Bu eserin kaderiyle ilgili Antonina Jelyaskova şöyle dedi: “Sessizliğe gömüldü. Osmanlı dönemini anlamalarında öğrencilerimizin eğitimi söz konusu olsa da değişen bir şey yok. Bu araştırma yapılmamış gibi; eserin üniversitelerde okutulmasının olanaklı olmadığı; lise sınıflarında tarih öğretmenlerine yardımcı kaynak olamayacağı gibi.” Dr. İsov, Plovdiv Üniversitesi’nin Kırcaali kolunda bir süre ders okudu. Hiçbir Bulgar Üniversitesinde ona boş bir Hoca yeri bulunamadı. O, Bulgar Tarih Derneği Yönetim Konseyi üyesidir. Şu dönem o ekmeğini fayans levhaları dizerek çıkarıyor. Antonina Jelyaskova Tarih Fakültesi yüksek yetkinlik programında İslam ve Hıristiyanlık açısından Balkanlarda Uygarlıkların Yüzleşmesi konusunda konferans sunuyor. Aynı zamanda Azınlıklar ve Uluslar arası Kültürel Etkileşim Merkezi Müdürüdür. Hristo Butsev soruyor: Dr İsov isin için bir öğretmen yeri bulunamaması önyargıdan mı kaynaklanıyor? Mümin İsov: Sebebin yüzde yüz önyargı olduğunu söylemek doğru olmayabilir. Bulgar üniversitelerinde şöyle bir uygulama var. Atanırken devlet siparişiyle doktora tezi savunanlar önceliklidir. Özellikle Bulgaristan Türklerinin topluma katılması ve genel olarak da azınlıkların konusunda duyarlı bir ilgi olsaydı konu daha derin ele alınabilirdi demem de mümkündür. Ruhu şad olsun, Profesör Milço Lalkov’un bundan15 yıl önce beni bu probleme yönlendirdiği zaman olduğu gibi.


176

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Klişe ve önyargı problemlerini bilmeden Hak ve Özgürlükler Hareketine, Türklere karşı konuşarak yaratılan psikozu Ahmet Emin’in ölümüyle ilgili de görüyoruz. Öteki simasıyla ilgili olumsuz tasavvurun çizgilerinin inceltilmesinden ve söndürülmesinden sorumlu olan yetkililer ise, sorunun ciddiliğinin bilincinde değildir. Örneğim, Eğitim ve Öğretim Bakanlığı kişiliğinde olmak üzere devlet, benim araştırmama ilgisiz kaldı. Bulgar Etnik Modeli’nde, azınlıkların topluma başarılı katılımının sağlandığından, olağanüstü önemli olan, tarih dersi kitaplarındaki klişeler konusundan dem vurulsa da, bakanlık tamamen ilgisiz kalmaya devam ediyor. Bu konuda öğretmenlerin üniversitelerde aldığı bilgilerde eksiklik olduğundan dolayı, bir de öğretmenlerin bu konuda daha hazırlıklı olmasını sağlamak amacıyla metodik eserler hazırlanmasını bakanlığın mali olarak karşılamasına vurgu yapmak amacıyla bakanlıkta yüksek düzey bir yetkili ile görüşmem oldu. Aldığım yanıt şu oldu: “Doktor İsov ben uzun yıllar öğretmendim, biz öğretmenler papazlar gibiyiz, bildiğimizi okuruz!” 2004 yılından beri Azınlık Çocuklarının Eğitimle Topluma Katılması Stratejisi uygulanıyor. Bu programda Bakanlık, ortaokul ders kitaplarının azınlıklardan öğrencilere karşı olumsuz tutum aşıladığı konumunu değiştirmekle bağlanmıştır. Ne ki bu yönde hiçbir şey yapılmamıştır. Bu belge, güzel bir iyi niyet bildirisi olarak kalmıştır. Bu delilerim, çok uzun yıllar hazırlandığım mesleğimde neden çalışamadığımı, eğitim ve öğretim sisteminde hak ettiğim yerimi neden alamadığımı, anlamanız için yeterli olmuştur. Antonina Jelyaskova: Şahsi görüşüme göre, hoşgörü konusunda bizim biraz daha düşünmemiz zamanı geldi. Bulgar Etnik Modeli’nde söz etmek benim de canımı sıkıyor artık. Biz toleranslı gibiyiz, fakat fazla değil. Son günlerde “Şalom” adlı Avrupa Yahudi Örgütü lideriyle yapılmış bir söyleşi okudum. Bay Benvenitski, büyük savaşın alevlendiği o yıllarda bir grup Nazi hortlaması gencin Sofya’da “Pirotska” sokağında gösteri yaptığını birkaç mağaza vitrinini indirdiğini; bir işçi semti olan “Üç Bunara” vardıklarında, saldırganları karşılayan bir grup Bulgar ve Yahudi gencin yumruklarıyla karşılandıklarını, kovulduklarını ve Bulgaristan’da “kristal gece” denemesinin, bu çirkin olayların böylece noktalandığını anlattı. 1943 yılında Bulgarların aynı zamanda 2 yerde, Bulgarlar bir yandan Yahudileri kurtarmak için nümayiş ve dayanışma eylemleri düzenlerken, (örneğin benim annem ve babam aynı yılın 24 Mayısında Yahudi üniversite öğrencileriyle birlikte protesto gösteri ve mitinglerine katılırken, onlara saldıran atlı polislerin coplarıyla dövülürken, tutuklanırken vb.) aynı günlerde başka Bulgarlar düşmanca hareket ederek, Edirne Trakyası ve Vardar Makedonya’ sinden 11 bin 343 Yahudi’yi vagonlara doldurup ölüme göndermelerine bir türlü aklım ermiyor. Bu grupların her ikisi de aynı halktandır, belki de aynı ailedendi bu kişiler. Sürülenlerden ancak 5 - 6 kişi sağ kalmıştır. Fakat bu


Makale ve Analizler - 2017

177

Bulgarlardan bir kısmı yeni istila edilen topraklara asker olarak gönderilmiş ve emir yerine getirmişlerdir. Söyleşimizde Bay Benvenisti şöyle dedi: “Yahudiler aralarında sıkı birlik olduklarından, iyi Bulgarca konuştuklarından, Bulgarlar gibi yaşadıklarından ve aralarında dramatik sosyal farklar gözlenmediğinden dolayı olacak, başlarına en az kötülük Bulgaristan’da gelmiştir.” Bay Bevenisti şunları da ilave etti: “Komşuları yabancı bir dil konuştuklarını işiten Bulgarların pek hoşuna gitmiyor. Tam da böyle olmuştur. Yeni istila edilen topraklardan Bulgarlar tarafından Yahudiler en amansız bir şekilde ve kaba kuvvet kullanılarak sürülmüştür. Başka bir dil konuştukları için Bulgarlar tarafından kabul edilmemişler ve ölüme sürülmüşlerdir.” Mümin İsov: Bu gibi örnekleri ben de sıralayabilirim. Geçen hafta ortak anı konulu bir saha araştırmasıyla ilgili Momçilgrad kentinde idim. İncelediğim alanda bir çeşme vardı. Birkaç sene önce inşa edilmiş ve duvarında Bulgarca ve Türkçe, Latin harfleriyle yazılmış sözler vardı. Türkçe sözlerin üzeri silinmiş ve kirletilmiş ve “Artık öl!” yazılmıştı. Türkçe yazı yazılmasına tahammülleri yok. Kurucuları Müslüman ve Türk olan birkaç çeşme son yıllarda gözüme takılıyor. Çeşmelerden biri 2 - 3 ayda bir değişik biçimlerde pisletiliyor. Geçen sene çeşmelerin yanından geçerken dikkatimi çekti, Türkçe yazılar çimento ile sıvanmış ve yok edilmişti. “Çeşmelere neden Türkçe yazı yazıyorsunuz!” dediklerini işitiyorum. Böyle başka örneklerim de var. Çeşmelerin duvar yüzündeki Türkçe yazıları siliyorlar. Fakat aynı yazılar yine Türkçe yazılmış ve iç duvarda da var. Bir defa 3 Mart’ta Latin harfleriyle yazılmış Türk İsimlerine av tüfeği ile ateş edilmiş, çeşme başındaki peykelerse kırıp dökülmüştü. Dün akşam okudum, Haskovo köylerindeki birkaç okul duvarına Türkçe yazı yazılmış, Türk bayrakları asılmış, Kemal Atatürk’ün Nutkundan alıntılar yazılmıştır. Bu olayları dostlarımla, meslektaşlarımla, tanışlarımla tartışırken, bu hareketleri içgüdüsel olarak suçsuz kılma, küçümseme duygularımız pratikte üstün geliyor. Oysa bizim önce bunları kınamamız, toplumun bunu lanetlemesinde direnmemiz ve daha sonra bu eylemleri önemsizleştirecek yollar aramamız gerekiyor. Toleransa (hoşgörü) gelince, Kırcaali’de ders verdiğim üç yılda, ben öğrencilerimle özgün bir anket yaptım. Onlar bana “Bulgar ulusu (veya Bulgar halkı ya da Bulgar topluluğu) fazlasıyla hoşgörülü” dediklerinde, ben kendilerinden hoşgörünün tanımını istedim. Onlar bana genel çizgileriyle şu tanımı veriyordu: “Biz Bulgaristan’daki azınlıkları tahammül ediyoruz.” Bu yanıtı alınca ben de onlara söyledikleriniz farklı kavramlardır, diyerek itiraz ediyordum. Tahammül etmek farklı bir şeydir ve farklı olanı olduğu gibi kabul etmek anlamına gelir. Kendi korkularından kör inançlarından ve korkularından yola çıkarak ona bazı niteliksel çizgiler yakıştırmak olamaz, diyordum. Tolerans, ancak diyalog olan yer ve uzamdır. Bulgaristan’da diyalog var mı? Komşular ara-


178

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

sında, günlük yaşam düzeyinde müsamahadan söz etmiyorum. Örneğin Bulgar aydınları tarafından kışkırtılmamış olan bir diyalog söz konusudur. Bulgar devlet kurumları tarafından başlarılan bir diyalog da olabilir. Bu şeyler üstüne somut konuşulmalıdır. Oğlumla bir örnek verebilirim. O şu an Haskovo okullarından birinde 7 sınıfa gidiyor. 6,5 yıl başka bir okulda okuduktan sonra geçen sene şimdiki okuluna değiştirdik. Çünkü sınıf öğretmeninin verdiği bilgilere göre son 1,5 yılda o okul arkadaşları tarafından sürekli rahatsız edilmiştir. Oğlumun öğrenci arkadaşlarından farklı olan yalnız bir şeyi var, ismi. Aralarında başka bir fark yok. (Bu arada biz yıllar içinde onun doğum gününe gelen arkadaşlarının seyreldiğini izledik. Kör inançlarından ve karanlık geçmişinden kurtulamayan yaşlılar zaman içinde çocuklardan kendiliğinden kopuyorlar...) Oğlumu üzen baskılara gelince onların öğretmenlerin gözü önünde olması ilginçtir. Ben kendimi Bulgar toplumuna tamamen entegre olmuş birisi olarak kabul ettiğimden, olaylara etkide bulunmaya çalıştım. Yüksek öğrenimimi Bulgaristan’da görmüş olmam, Doktora tezimi de Bulgaristan yüksek enstitüsünde savunmuş olmamın Bulgar toplumuyla bütünleşmiş olmama bir kesin kanıt olduğu görüşündeyim. Ben bir vatandaş olarak harekette bulunarak bu sorunu çözmeye çalıştım. Ne ki öğretmenlerin bu konuda hazırlıksız olduğunu gördüm. Okul idaresi de bu konuda yavandı. Hatta müfettişlikte ve bakanlıkta da tamamen hazırlıksız bir durumla karşılaştım. Bir gün eve mosmor olmuş gözle döndüğünde onu günlerce okuldan arayan soran olmadı. Haskovo’da bir Bulgar okulunda bu gibi olaylarının olmasının normal olmadığını düşünerek oğlumu Müfettişler Müdürüne götürdüm. Müdür, ortaokulda etkin olması gereken araçları zorlayarak soruna çözüm aramaya başlayacağı yerde, oğluma kavgaya kim başladı sorusuyla söze girdi. Ardından konuyu Bulgar ve Türk dostlarımla danıştım. Bana şöyle dediler: “Ayrımcılıktan koruma komisyonuna bir mektup yazsan? Bulgaristan Cumhuriyeti kamu denetçisine bir mektup göndersen?” Ben bu mektupları yazayım mı yazmayayım mı diye düşündüm kaldım! Bu danışma ve görüşmelerimde dikkatimi çeken şöyle bir olay oldu. Bu gibi olaylar, Türklerin azınlık olduğu yerde Türklerin, Bulgarların azınlık olduğu yerde Bulgarların başına gelebilir, fakat bu gibi olaylar kamuoyuna duyurulmuyor. Ve ben burada işin allandıra ballandıra anlatılan Bulgar toleransında gizlendiğini düşünüyorum. Ne de olsa ben, bu gibi olayların kamuoyunda tartışılmasından Bulgar toleransının yara alacağı görüşünde değilim. Bunu yapacağımıza bir çocuklarımızı okuldan alıp başka bir okula yazdırmayı seçiyoruz. Bu konuda Bakan Yardımcısı da vurdumduymaz tutum içindedir. Kendisine başımıza gelenle ilgili bir E-mail gönderdim ve aldığım cevap şu oldu: “Oğlum da benzer olay yaşadı. Ben de onu başka bir okula değiştirdim.” Geçerli yöntem bu mu?


Makale ve Analizler - 2017

179

Hristo Butsev: Biz yaşadığımız dönemde ulusun birbirine entegre olmasından, ulusun kaynaşmasından söz etmeliyiz, fakat ben de aramıza gitgide daha yüksek duvar örüldüğü, Tür ve Bulgar topluluklar içinde kapsülleştiğimizi, Vidin yoluna baktığımda ise, orada da başka bir kapsülleşme süreci görüyorum. Antonina Jelyaskova: Bulgarların çıkarlarına dokunulmazsa, onlar faydacı tolerans gösterirler. Bulgar, kendisinden çok fazla farklı olmayan insanlara karşı toleranslıdır. Ben bunu sözüm ona “soya dönüş sürecinde” ve 1989sonunda ve 1990 başındaki milliyetçi histeride şahsen yaşadım. Ulusal Uzlaşma Komitesi sözcüsü olduğumdan dolayı Kırcaali’den telefon alıyordum: “Biz silahlanıyoruz ve Türkleri öldüreceğiz” diyorlardı. Ben de onlara, “Durun. Bekleyin. Sizin Türk komşunuz yok mu?” diyordum. Onlar da bana: “Komşum Ahmet iyi biridir. Komşum Emine çok iyi bir bayandır. Fakat Türkler çok kötü insanlar!” diyordu. Bulgaristan’sa hoşgörü (tolerans) vatandaş toplumunda ve felsefi bir kavram olarak algılanmamış yalnızca günlük yaşam düzeyinde vardır. Toleransın anlamı şu noktaya bağlanmıştır: “Benin komşum Yahudi ve benim dostum olan Türk iyi kişilerdir. Ben onları savunurun (korurum). Fakat onların ikisi de bir topluluk olarak çok kötü ve çok tehlikelidir.” Güya “Soya dönüş sürecinde” Bulgar zulmünden kaçan Türklerin evlerini, hayvanlarını, mallarını komşu Bulgarlar dost ve arkadaşlarına bırakıp yola çıktıkları ve onların da bir düğme kaybolmasına vesile yaratmadan her şeyi koruduklarını anlatan pek çok örnek var. Fakat bunu yapan komşudur. Ve bu Türk “koruyucusuna” yalnız kalınca sorduğunuzda, o hemen “Türk işte, biliyorsunuz işte... Türkçe konuşuyorlar. İktidarı kemirdiler vs...” diyecektir. Karmaşık köylerde komşunun bayramına geleneklerine saygı gösterilmesi gerektiğini herkes bilir, kurban etinden komşuya verilir, o da Paskalya’da boyalı yumurtalar getiri, bunun titiz uygulandığını herkes bilir. Fakat bu olaylar günlük yaşayıştandır. Tolerans bir moral (ahlak) olarak, vatandaş boyutlarında yüksek madde olarak da idrak edilmelidir. Bir Onlar hoşgörülü davranıyoruz diye gönül dolusu gururlanmaz ya da şunları söyleyemez mi? “Okullarda Türk dili okumayı neden istiyorlar? Belediyede bizi yönetenler neden onlar?” Bir Türk nasıl olur da Bilim Doktoru olur ve üniversitede benim çocuklarıma ders vermeyi isteyebilir?’ Mümin İsov: Gide gide millet (ulus) ve milliyetçilik probleminin yeniden biçimlendirilmesi noktasına vardık. Irnst Genler şöyle der: “İki kişiden her biri kendini bir ulusun üyesi hissediyor ve bu hakkı ötekine de tanıyorsa, bu iki kişi aynı ulusun üyesidir.” Benim gibi olanların Bulgaristan’daki sorunu şudur. Ben kendimin yüzde yüz Bulgaristan ulusuna üye olduğumu sanıyorum. Aynı zamanda başkaları benim bir yabancı olduğumu düşünüyorlar. Bu öteki, örneğin Plov-


180

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

div şehrindeki “İvan Vazov Halk Kütüphanesi’ndeki kütüphaneci bayan olabilir. Ben kendisinden kütüphaneden nasıl faydalanabileceğimi, okuma salonunun nerede olduğunu gibi konularda bilgi almaya çalışırken, okuyucu müşteri kartımı hazırlamazdan önce ismimi daha önce işittiğinden etkilendiğinden dolayı, bana önyargı dolu değişen gözlerle bakmaya başlıyor. Antonina Jelyaskova: Bakışta bir donukluk beliriyor, bunu alan çalışmalarımda ben de yaşadım. Bu konuda kullandığım kavram şudur: Hissettirmeden güverteden atmak... Memurlar ve işverenler de böyle yapıyorlar... Mümin İsov: O bayan bana, sen şöyle birisi olduğundan dolayı ben sana hizmet vermeyeceğim... deyemese de, değişen bakışları beni uyarıyor. Antonina Jelyaskova: Reel (etnik ve dinsel) bütünleşme olup olmadığı, gerçekte hoşgörünün nasıl bir yeri olduğu değerlendirilirken, sosyal bilimler ölçüt olarak, karma aileleri esas alır. Bulgaristan’da karma aile olmadığını büyük bir kesinlikle söyleyebilirim. Var tabii de, bunlar yok gibidir. Son sayımda, Bulgaristan’daki 2,5 (iki buçuk) milyon evlilikten ancak 40 - 50 bininin karma çiftler olduğu ortaya çıktı. Bunlar Bulgar, Türk ve Çingene arasında kurulan karma aileler değil. Bu aileler Ruslar, Çekler, Lehler, Lakın Doğu veya hatta Afrika’dan olan kişilerle kurulmuş yaşam ortaklıklarıdır. Yerli azınlıklardan birileriyle değil, yabancılarla paylaşımdır. Karma nüfuslu bölgelerde ben her defasında şu soruyu yöneltiyorum: “Burada karma aile var mı?” 25 - 30 bin kişinin yaşadığı orta büyüklükte bir belediyede bana en fazla bir iki örnek gösterebiliyorlar. Bu kader birliği karma nüfuslu bir mahallede kurulmuşsa, her iki tarafından iradesine boyun eğmeyen gençler bavullarını sıkıp daha büyük ve kalabalık nüfuslu bir yerleşim yerine taşınıp, kalabalık içinde kayboluyorlar. Bu da bizim beraber yaşamadığımızı gösteriyor. Bulgaristan’daki gerçek durum budur. Bizim Etnik Modelimiz de budur, bir paralel yaşayan bir tolumuz. Özellikle de karma nüfuslu bölgelerde olmak üzere, işlevsel bakımdan önemli olan yüzyıllardan buyana geçerli olan kurallarla, bir denge sağlamaya çalışıyoruz. Bu ortamlarda çatışma olmasın, insanların barış içinde normal yaşamaları için, birlikte değil, paralel yaşayabilmeleri adına bazı yazılmamış kurallar etkili olmaya devam ediyor. Hristo Butsev: Bu duvarlara, paralel var olmaya ne gerek var... Mümin İsov: İletişim araçlarını gücü dikkate alınmalıdır. Ve siyaset adamlarının davranışları da. Ben herhangi bir partiyi tutan biri değilim, konuşacak olduğum konularla ilgili söyleyeceklerimin kolektif psikolojide nasıl yankılanacağıdır önemli olan benim için. Genel seçimlerde basın yayın araçlarının daha fazlası mikrofon ve kamaralarını “Kapıkule” sınır kapısına veya Kırcaali şehrine taşıyor, yayınlar oradan yapılıyor, inanda bu yerlerde Stalingrad Meydan Savaşı oluyor,


Makale ve Analizler - 2017

181

Bulgaristan’ın kaderi bu noktalarda belirleniyor gibi bir duyumsama oluşuyor. Hiçbir zaman Türk görmemiş, ömründe Kırcaali’ye ayak basmamış Vidinli bir Bulgar vatandaşta bu yayınlar korku hisleri uyandırıyor. Üstelik son 20 - 30 yılda ve özellikle sözüm ona “soya dönüş sürecinde”, Kıbrıs’ta olanlar bizde de olabilir, Bulgaristan Türkleri ülkemizden bir parça koparabilir görüşü, çoğunluğun temel inancına işledi. Son siyasi skandal paralelinde bu iddialardan faydalanmak isteyenler olduğunu da gördüm. Öte yandan yene yene bitirilemeyen şu iktidar olayı da var...Ben burada olayların siyasi yanlarına değinmek istemiyorum, işaret etmek istediğim, Türklerin öteki oldukları savundaki çizgilere ışık tutmaktır. Hristo Botsev: Sayın İsov, verdiğiniz Kırcaali örneğinde, Hak ve Özgürlükler Partisi’nin (DPS) dayattığı bir içine çekilme (kapsüle olma) söz konusudur. Özür dileyerek söylüyorum, gerçek budur. Mümin İsov: Ben de gelecektim bu noktaya. Başka bir yere göçen Bulgar vatandaşlarının seçimde oy kullanıp kullanmayacağı Bulgar seçim yasasına bağlı bir olaydır. Fakat bu seçim yasasını DPS tek başına çıkarmadı. Demokrasi bir aritmetik düzenidir, Milletvekili sayıları belli olan DPS yasayı kendi lehinde değiştiremez. Ne ki medya olaya böyle yanaşmıyor, bu gerçek söylenmiyor. Kırcaali ile ilgili yaptığınız saptamaya gelince, DPS partisinin bu bölgede yaşayan insanların gözüne kül atmasında gizlenmiyor büyük sorun. Dev sorunun kaynağı, Bulgar siyasi partilerinin bu bölgeden demir almış olmasındadır. Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP), Demokratik Güçler Birliği (CDC) ve Güçlü Bulgaristan Partisi (DCB) gibi siyasi oluşumların yalnız Türklerin ikamet ettiği köyüm Komuniga’da örgüt kurmlarına engel olan nedir? Sebep nedir? Hristo Butsev: Gerçekten onlara engel olan bir şey var mı? Mümin İsov: Siyasi partilerin her biri seçmen sayısını arttırmak istemez mi? BSP partisinin Kırcaali’de daha fazla oy almasına engel olan var mıdır? Cevabım şudur: Bir parti “ben değişiyorum” dediğinde, listesine bir şeylerin değiştiği yansımalıdır. DPS’den söz ettiğimizde “değişiyorsa” Kırcaali’de seçilecek bir yerden etnik Bulgar aday gösterilmesi de gerekir. BSP’de söz ettiğimizde, seçim adayları listesinde seçilecek bir yerde bir etnik Bulgaristan Türkü gösterilmesi gerekir. Seçilmeyeceği bilinen birini listenin 10. - 11. sırasında bir köşeye sıkıştırmaya gerek yok. Eğer bu partiler kendi yapılarını oluşturmak istiyorsa ve belirli yerleşim yerlerinde kendi propagandasını yapmak istediğinde engelleniyorsa, bu devletin bu işleri sorgulayan ve gerekeni yapan organları harekete geçmelidir. Kanımca “Bulgar partileri bu yörelerde etkin olmak istiyor, fakat beceremiyorlar” savı kendilerini haklı göstermeye çalışanlar tarafından kullanılıyor. Ulusal Bulgar partiler her zaman, Türklerden şu kadar oy alırsam, Bulgarlardan da üç


182

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kat daha fazla oy kaybına uğrarım hesabını yapar. Bilmem anlatabiliyor muyum. Millet üstüne anlayışı yeniden tanımlamayı isterken de böyle konuşuyorlardı. Bulgaristan’da millet (ulus) ile ilgili etnik anlayış bugün de çok günceldir. Antonina Jelyaskova: Oysa anayasaya göre biz bir siyasi ulusuz. Mümin İsov: 1989 yılına kadar Bulgaristan’da uluslar (milletler) ve milliyetçilik üstüne yapılan araştırmalar ideolojikleştirilmiş ve satıhsaldır. 1989 yılından sonraki dönem ise bir milliyetçiliğin tüm renklerini su yüzüne çıkarabilmek için çok kısa bir süredir. Savunmak istediğim fikir çok basittir. Büyük siyasi partiler azınlıkların arasına girmelidir fikrimi savunuyorum ve biri çıkıp aksini savunarak beni bu inancımdan caydırana kadar savunmaya devam edeceğim. Siyasi partiler azınlık sorunlarını çözmek için kullarını sıvadıklarında kaç oy kazanacaklarının ve torbada keklik saydıkları seçmenden kaç oy kaybedeceklerinin hesabını her zaman yapmışlardır ve yapıyorlar. Ben, bu konumun, ulusal açıdan sorumlu bir siyasi konum olduğu görüşünde değilim. Bu vatandaşlarla yalnızca seçimden seçime flört etmemiz doğru değildir. Etnik konularında platformlu ve ulusal bağlanmış bir parti olduğumuzu gösterebilmemiz için kariyer peşinde olan (namuslu ve bilinçli de olabilir tabii) her hangi birini partiye alınmasının yeterli olduğu görüşünü paylaşmıyorum. Şimdiki bunalımda, sorunun etnikleştirilmemesini isteyen; komşuluktan, yıllar öncesinin tarihsel geleneklerinden söz eden, Başbakan ve Cumhurbaşkanına bir bakınız. Devletin iktidar gömleğini giymiş siyaset adamlarının birlikte yaşamamız konularında ne yaptıklarını soruyorum. Eskiden yapılmış bir işle sonradan övünmek çok kolay bir iştir. Bunalım dönemlerinde siyasi partilerin etnikler arası ilişkiler konusunda aldatıcı ve kandırıcı olan ve aynı zamanda etnikler arası uçurumu daha da derinleştiren konuşmalarını işittikçe sanki kuduruyorum. Etnikler arası görüşmeleri zamanını doldurmuş görüşlerden, önyargılardan temizlemek ve kandırma dolabından kurtarmak için yeni bir tartışma sayfası açılmadıkça, Bulgar entelektüelleri konuşmaya ve etnikler arası ilişkileri şeffaf anlatmaya başlamadıkça, her şey çok daha kabalaşabilir. Hristo Butsev: Aynı fikirdeyim. Sizin kanınızca, şu ikisinden hangisi ötekiden çok daha uzak ve kendi içine büzülmüştür? Şu dönemde Bulgar ve Türklerden söz ediyorum. Siz bu değerlendirmeyi yapabilecek durumda birisiniz. Siz her iki topluluğun da içinde hareket ediyorsunuz.


Makale ve Analizler - 2017

183

Mümin İsov: Somut bir araştırma yapılmadan böyle bir değerlendirmede bulunmak güç olur. Ben okuduklarıma inanıyorum. Temsili nitelikli olan ve kullandığım sonuçlara da güvenim tamdır... İşaret etmek istediğim iki özellik var. Birincisi: Bulgar Türkleri tarih açısından değerlendirdiklerinde birey olarak değil, bir topluluk olarak kabul ediyorlar. Hristo Butsev: Korku açısından değerlendirdiklerinde de öyle. Mümin İsov: Korkunun kaynağı işte budur. Tarihsel bakış açısı. Bulgar topluluğunun daha büyük bir kısmı Osmanlı İmparatorluğunu Türkiye Cumhuriyetiyle, Osmanlıları Türklerle, Bulgaristan Türklerini Osmanlı Türkleriyle özdeşleştiriyorlar. Sözünü ettiğimiz Türkiye Cumhuriyeti toplumunun siyaset ve ideoloji olarak Osmanlı İmparatorluğuyla yakın ve uzak hiçbir temas noktası olmayan modern bir devlet olduğu üstüne bilgi sahibi olsa, her şey değişir ve yerli yerini bulurdu. Kitle zihniyetinden benzer özdeşleme hevesi olduğunda, hele hele bunalımların ve burada Balkanlar’daki kanlı çarpışmalar açısından bakıldığında, Büyük İslamcı ve Büyük Müslümancı devlet sonucu farklı renkler almaya başlıyor. Daha 1989 yılından önce, sözüm ona “soya dönüş süreci” hedefleri açısından olmak üzere, Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi Şubeleri değişik araştırmalar yaptı. Bu araştırmalardan çıkan, Türklere kıyasla, Bulgarlar Türklere karşı daha kapalıdır gibi sonuçlar bugün de geçerlidir. Türkiye Cumhuriyetinde Bulgarlara karşı düşmanlık aşılayan, devlet destekli bir eğitim öğretim sistemi olduğundan söz edilemez. Antonina Jelyaskova: Üstüne üstelik Türkiye ve Türkler Bulgaristan’dan ve Bulgarlardan asla korkmuyorlar. Mümin İsov: Derin inancıma göre, Bulgar ulusuyla ilgili konseptin (kavramın), anlayışın yeniden tanımlanması için çalışmak gerek. Bu uğurda çalışmak istiyorum, fakat olanak bulamıyorum, içimi sızlatıyor. Doktora tezim üzerindeki çalışmalarımı birkaç yıl önce tamamladığımda, Birinci Dünya Savaşında Bulgar Ordusunda şehit düşen Türklerin istatistik verileri elime geçti. Toplam şehit veya kayıplara karışanların sayısı 88 106 iken, bunlardan 9 604’ü Bulgaristanlı Türk’tür. Bu rakamların doğruluğunu tasdik etmek için bir tarihçiye başvurdum. Aldığım cevap şu oldu: “Birinci Dünya Savaşında bu kadar çok Türk’ün Bulgar Ordusunda şehit düşmesi mümkün olabilir mi? Yeter saçmaladığın!” Bulgar toplumunda, Bulgaristan Türklerinin Bulgaristan vatandaşlı olarak sadakatli, kendilerine güvenilebilir vatandaşlar olduğuna ilişkin kuşkular var. Ben bu konuda, derin sosyolojik araştırmalar üzerinde çalışmış ciddi bir bilim adamı olarak konuşuyorum.


184

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Biz, tarihin sunduğu olumlu delileri kaynak olarak kullanarak, bu günkü Bulgaristan Türklerine dedelerinin Bulgar bayrağı altında savaşırken şehit düştüklerini; aynı zamanda Bulgar çoğunluğa da, Bulgar Türklerinin bir korku ve beşinci kol ordu olmadığını anlatmak zorundayız. Bulgaristan Türklerinde Bulgaristan’dan toprak parçası koparma hevesi olmadığını en şeffaf biçimde inandırıcı örneklerle sunmalıyız. Olaylara bir de ters yönden bakalım: 2001’de açıklanan Ulusal İstatistik Verilerine göre, Bulgar toplumunda yani Bulgar çoğunlukta değişik bilim dallarında 10 bin 434 bilim adamı var. Bulgaristan Türkleri arasından ise yalnız 16 bilim adamı yetişebilmiş. Ülkede Bulgar ve Türk nüfus oranı ise dokuza karşı birdir. 625 Bulgar bilim doktoruna karşı bir Türk bilim doktoru var. Bu gerçek duruma, kapsülleşme yani içine çekişme açısından değerlendirme getirirken, olaya yalnız Bulgaristan Türkleri açısından bakmamız yeterli olmaz. Çoğunluk ne yapıyor? Bulgar çoğunluk azınlığı topluma kazanmak, entegre etmek için çaba gösteriyor mu? Örnek olabiliyor mu, gerçek entegrasyon için ötekilere olanak sunuyor mu? Antonina Jelyaskova: Bu gibi sosyolojik sondaj ve araştırmalar her yıl yapılıyor. Aramızda bir dikey duvar olduğu gözle görülüyor. Bu duvarın bir yanındaki Bulgarlar kendi içlerine daha kapanmıştır. Azınlıklarla ilgili olmak üzere, azınlıkların Bulgarlara karşı kurtulamadığı batıl inançlardan çok daha fazla kör inanç kurbanı olan Bulgarların kendileridir. Azınlıklar çoğunlu örnek almaya yatkındır, çoğunluğa karşı daha açıktır, onda daha kaliteli olanı benimsemek istiyorlar. Öte yandan Bulgarlar azınlıklara karşı daha üstün olduklarıyla böbürlenerek, azınlıklara alt- insan, ikinci kalite kişiler olarak bakarak yaşamışlar. 1878’de kurtuluştan beri bu böyledir. Bu gerçek Bulgar’ın ulusal ruhsal portresine işlemiş, ulusal mantalitesinden (zihniyetin) oluşturucu bir parçası olmuş, bizi beş yüz yıl çiğnediklerine göre, başına gelecek olan buydu anlayışı yerleşmiştir. Durum böyleyken, sosyolojik sondaj çalışmalarında biz, nasıl olur da “kızınızın bir Türk’le ta da bir Romen’le evlenmesine razı mısınız?” sorusuna “Evet” yanıtı verebiliriz, ya da okulda öğretmenini ya da bakanın bir Türk olmasına razı olabiliriz? Hata 1989 yılına kadar bile, Bulgar nüfusun azınlık, Türker’in ise çoğunluk olduğu şu karma bölgelerde, devlet ve belediye makamlarındaki tüm idari imkanlar Bulgarların yani azınlığın elinde toplanmamış mıydı? Son zamanda, Türklerin de nüfusun % 75 - 80 - 85 gibi çoğunluk oluşturduğu, Bulgarların ve Hıristiyanların ise azınlıkta olduğu karma bölgelerde nasıl yaşadıklarına ilişkin araştırmalarda bulunduk. Bu yerlerde yerel idarenin yasal yollarla Türklerin eline geçtiğinde, onlar azınlığın yönetimde görünür bir şekilde yer almasını sağlamaya çalıştı, örneğin muhtarın Türk olduğu yerde, Bulgarlar 5


Makale ve Analizler - 2017

185

hane olsalar bile, muhtarlık sekreteri Bulgar oldu. Şu merakımı doyurmak amacıyla pek huzurlu olmadıkları sırıtan Bulgar azınlığı rahatsız eden şeylerin ne olduğunu söküp alabilmek ve öğrenmek için sıkça gidip uzun süre insanların yanında ve arasında olmak gerektiğini iyi bilirim. İşleri olan, rahatsız edilmeyen, etnik ve dinsel nedenlerle canlarını sıkan olmadığına göre, bu insanların sakin yaşamalarına engel olanın ne olduğunu anlayabilmek için akşam saatlerinde onlarla birlikte sofraya oturduğumda kulağıma fısıldanan gerçekler şunlardı: “Sizin Sofya’da işiniz iş. Rahatınız yerinde. Bizi burada Türk idarecilerin eline bıraktınız. Onlar karma bölgelerde Türklerle sıkıntısız yaşadıklarından dolayı olacak, bu sözleri dört göz arasında, çok gizli bir şeymiş gibi paylaşıyorlar. Kuşkusuz bu bölgelerde Türklerle Bulgarların çok yönlü ilişkileri var, ortak iş yapıyorlar, fakat son 120 yıldan beri idare ettikleri gibi yönetemiyorlar.” Mümin’ün Bulgar ulusunun çok etnikli olduğu gerçeği konusunu yeniden gözden geçirelim, üzerinde bir daha fikir yürütelim, konuyu halka indirelim dediğine ben, vatandaş kültürü oluşturma dedim. Asırlar boyunca birlikte yaşadığın insanların şimdi seni idare etmesinden huzursuz olmak anlaşılır gibi değil. Ben karma nüfuslu bölgelerde ne görmek istiyorum biliyor musunuz? Çok sağlam, önemli, esaslı olan günlük yaşayış düzeyindeki müsamahanın, doğal ilişkilerdeki hoşgörünün giderek büyüyerek sivil vatandaş toplumu hoşgörüsüne dönüşmesini arzu ediyorum. Türklerin, Çingene ve Yahudilerin yönetmesinden, okul müdürünün, çocuklarının öğretmeninin Türk olmasından kimsenin içinin burkulmadığı günleri görmek istiyorum. Hristo Butsev: Sözünü ettiğimiz sivil toplum hangi dili konuşuyor Sayın İsov? Mümin İsov: Çoğunluğun dilini. Sivil toplum isteğinin Bulgar ulusunun temellerini çökerteceğinden korkmamak gerekir. Bunun altında bir komplo aranmamalıdır. Bu anlayışı yaratan ben değilim. Uluslar ve milliyetçilik teorilerinde iki konsept (kavram), iki yaklaşım vardır. Birisi sivil vatandaş yani politik toplum, ikincisi ise etnik ya da kültür ulusudur. Birleşik Amerika ve Fransa’da sivil toplum ulusu varken, Almanya’da etnik ulus hakimdir. Bir multi etnik (çok etnikli) imparatorluğun sınırında bulunan Bulgaristan’da anlaşılır halkçılık nedenlerine dayanılarak Almanya’daki gibi etnik ulus modeli oluşuyor. Geleneksel Bulgar milliyetçiliğin orta direğini oluşturan Türklere karşı, Müslümanları yererek çene çalmadır. Bu benim savunduğum bir tez olmaktan fazla, Mariya Todorova ve birçok başka araştırmacının savunduğu tezdir. Fakat bir ulusun formatı (boyutu) ebediyen Var olmak için oluşmaz. Muhtemelen yeniden tanımlanması ise modern Bulgar ulusu kurucularına ihanet anlamına gelmez. Şimdilik benzer bir tez halk arasında pek tutulmadı. Bir gazeteye demeç verirken gazetecinin bana “Siz kendi-


186

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

nizi kim olarak duyumsuyorsunuz?” sorusu yönelttiğini iyi anımsıyorum. Ben ona, her kişinin birçok kimlikle birlikte yaşadığını; an gelir kişinin cinsiyet kimliğinin üstün geldiğini; başka bir anda ise etnik ya da ulusal kimliğinin ağır bastığını anlatmaya çalıştım. Ben kendimi bir etnik kimlik olarak Türk, ulusal kimlik olarak ise Bulgar olarak tanımladığımı söylediğimde, o yüzüme şaşkın baktı, cevap veren ben değil, sanki Mars gezegeninden düşmüş biriydi. Antonina Jelyaskova: Korktuğundan dolayı samimi olmadığını da düşünmüş olabilir. Etnik hoşgörü Mekke sine düştüklerinden çok mutlu oldukları yüzlerine vuran bir grup Avrupalı konuğum olan gazeteci ona dönerek “Sizin Pirin Makedonya’sından olduğunuzu anladık. Milli mensubiyetinizi Makedon olarak mı tanımlıyorsunuz?” dediklerinde hiddetten köpürdü ve şöyle dedi: “Ben Bulgar olduğumu her zaman biliyordum. Milli mensubiyet sahibi olarak ben Antonina’nın kocasıyım...” Mümin İsov: Şu aşamada insanların daha büyük kısmının anlayışında Türk ve Bulgar birbirine yakın ve bağdaşık olmayan iki kategoridir. Kendilerini medyada göstermekten zevk alan Bulgar aydınlardan bir kısmı insanlarım duygularıyla oyun oynamayı seviyorlar. Kendilerini yenilikçi olarak tanıtanlar (Bulgaristan Türklerinin sözde değil gerçekten çoğunluktan eşit haklı ve kopmaz bir parça olduğunun kabul edilmesinin zorunlu olduğunu savunması gerekenler) hemen ajan, ulusal hain veya dış merkezlerden para alanlar olarak ilan edildiğinden dolayı bu konuda gerçek tartışma henüz başlayamıyor. Konuşmalar bu ruhta devam ettikçe böyle bir tartışmanın başlaması henüz beklenemez. Hristo Butsev: Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) hakkında görüşünüz nedir? Mümin İsov: Geçiş döneminin ilk yıllarında Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) etnik gerginliğin azalmasına yarayan bir tampon, bir transmisyon rolü gördü. Fakat sonra... Bazı kişiler kendilerini unutunca makine de yerinde saymaya başlıyor. Her defa tekrar ettiğimi bu defa da yinelemek istiyorum. DPS partisine diğer partilerin tavrı açısından da bakmak gerek. Karma bölgelerde başka parti yok, insanların başka seçeneği de yok. Türklere oylarını DPS’ye verdiklerinden dolayı sitem edilmemelidir. Kime versinler? Antonina Jelyaskova: Geçiş döneminin başlangıcında gerginliğin düşürülmesi için, Türklerin ve Müslümanların kendilerini eşit haklı Bulgaristan vatandaşı hissedebilmeleri için Hak ve Özgürlükler Hareketine olağanüstü gerek vardı. Hak ve Özgürlükler Hareketi kurulduğunda ve iktidara uzandığında, Türklerin ulusal siyasi partilere giderek akmaları için uzun zaman gerekli olacağından dolayı, DPS’ye yıllar yılı gerek duyacağımızı öngörmüştüm. Anlaşıldığına göre benim öngörüm


Makale ve Analizler - 2017

187

pek tutmadı, karışıklık oldu. Çünkü Türklerin ihtiyaç duyduğu yeni güvenlik duygusunun oluşması için arkada kalan yıllarda ulusal partilerden hiçbiri bir şey yapmadı. BSP, DCB veya CDC gibi ulusal partilerden her hangi birisinin Türker’in ve Müslümanların haklarını savunacağı, kendilerinin ötekileştirilmeyeceği beklentisi gerçekten de boşa çıktı. Yakın tarihimizi, ilk demokratik seçimler yapılırken, yeni kurduğu DPS partisiyle Ahmet Doğan’ın CDC’den entegral bir parça olarak, koalisyon halinde genel seçime katılma isteğinin, o zaman CDC yönetiminde yer alan dostlarımız tarafından reddedildiğini de unutmamamız gerekir. Gerekçeleri şuydu: “Türklerden 300 bin oy alırız da, korkak Bulgar seçmenden 900 bin oy kaybederiz!” Erken demokrasinin büyük günahlarından biridir bu. Ahmet Emin’in vefat etmesinden sonra beliren bu bunalımda, DPS’nin bir rüşvetçi ve demokratik olmayan bir partiye dönüştüğünü, yeniden beliren korku alametinden, Türklerin kendilerini bir daha tehlikede hissettiklerinden dolayı, Boyko Borisov’un medyada bildirdiği üzere, her şeyin ansızın kötüye dönebileceği tehlikesinin yeniden nefes almaya başladığını en uzak Balkan köylerindeki kör cahil Bulgaristan Türkünün de görebildiği günümüzde Bulgaristan’da iyimser konuşmaya ortam yoktur. İSTANBUL SİYASAL MEZUNLARI İçişleri ESKİ BAKANINI AĞIRLADI

Alptekin Cevherli-18.Aralık.2017 İstanbul Siyasal Mezunları Vakfı Kocaeli Grubu “Yeni Dünya Düzeninde İç ve Dış Güvenlik Politikaları” konulu toplantılarında İçişleri Eski Bakanı Sebahattin Öztürk’ü ağırladı Başkanlığını Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Müfettişi Şeref Erol’un yürüttüğü İstanbul Siyasal Mezunları Vakfı Kocaeli Grubu’nca düzenlenen programda, “Yeni Dünya Düzeninde İç ve Dış Güvenlik Politikaları” ele alındı. İçişleri Eski Bakanı Sebahattin Öztürk’ün Konuk olarak katıldığı programa, Kocaeli Valisi Hüseyin Aksoy da iştirak etti. Toplantıda, dünyadaki ve Türkiye’deki terör olayları, buna karşı geliştirilen ulusal ve uluslararası güvenlik politika ve uygulamaları konuşuldu. Sebahattin Öztürk yaptığı konuşmada, FETÖ’yle mücadelenin önemini vurgularken, halen birçok kamu kuruluşunda bu mücadelenin bitmediğini ve devam ettiğini belirterek, Türkiye’nin bir an önce bu terör örgütünü tüm kurumlarından temizlemesi gerektiğini söyledi. Zorlu süreçte Ülkemizin çok yönlü saldırılar altında ve birçok


188

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

terör örgütüyle aynı anda mücadele ettiğini, ancak bütün bu saldırılara rağmen devletimizin bunlarla baş edebilecek güçte ve dirayette olduğunu belirtti. Programa başta İZAYDAŞ Genel Müdür yardımcısı bayram Karakuş, Vakıfbank Saraybahçe Şube Müdürü Ahmet Şahin, Vergi Denetim Kurulu Başkan Yardımcı Ömer Gezer, Serbest Muhasebeci Mali Müşavir Süleyman Kızılkaya, T-Bank Şube müdürü Selami Eren, Vergi Denetim Kurulu Başkan Yardımcısı Serdar Şahin, Ziraat Bankası Daire Başkanı Murat Öztürk, Büyükşehir Belediyesi Müfettişi Mücahit Bıyıkoğlu, Petro-kimya Gümrük Müdürü Temel Akkuş, İSU müfettişi Ahmet Özden, SMMM Hamit Akbulut ve pek çok İstanbul Siyasal mezunu katıldı. Sohbet havasında geçen program sonunda Dönem Başkanı Şeref Erol, katılımcılara teşekkür ederken, Sebahattin Öztürk’e grup üyelerinden Ahmet Şahin’in Kosova Prizren’de çektiği çerçeveli bir fotoğraf ile Osmanlı tarihi hakkında bir kitap hediye edildi.

Türkiye’nin Balkanlar’daki Gücü Çift Taraflı Haber Akışının Kontrolüyle Orantılı Murat Ulutürk-23.Aralık.2017 Uluslararası haber akışı denildiğinde akla gelen üç haber ajansı var dünyada. Reuters, Associated Press (AP) ve Agence France-Presse. Söz konusu ajanslar, uluslararası alandaen gelişmiş haber toplama ağına sahip ve aynı zamanda da geniş haber dağıtım ağına sahipler. Daha birkaç yıl öncesine kadar Bulgaristan’dan Türkiye’ye haber akışının % 90’ı bu üç haber ajansı tarafından sağlanıyordu. Örneğin Reuters’in Bulgaristan’daki Türkleri konu aldığı haberleri Türkiye’de İngilizce’den tercüme edilirken Ayşe ve Hasan gibi Türk isimleri Ayshe ve Hassan olarak yazılıyordu. Türk gazeteleri de Reuters’in tercüme haberlerindeki bu isimleri Ayshe ve Hassan olarak yayımlıyordu. Kısacası Kırcaali’deki Ayşe’nin haberini Sofya’daki Reuters muhabiri George yazıyordu. Mersin’deki Mehmet de Kırcaali’deki Ayşe’nin haberini İngilizce’den tercüme okuyordu. Sevindirici olan bugün durum değişti. Türkiye büyüdü ve artık Bulgaristan’dan Türkiye’ye haber akışının yüzde 90’nı yabancı haber ajanslarının kontrolünde değil. Bulgaristan’dan Türkiye’ye haber akışının kontrolü artık Türkiye’nin en büyük üç haber ajansı olan Anadolu Ajansı (AA), Doğan Haber Ajansı (DHA) ve İhlas Haber Ajansı’nın (İHA) elinde bulunuyor. Üç ajansın da Bulgaristan’da muhabirleri var.


Makale ve Analizler - 2017

189

Ne var ki, haber akışının kontrolü şimdilik tek taraflı. Bölgede güç olan Türkiye çift taraflı haber akışında da söz sahibi olmalı. Türkiye’den Balkan ülkelerine, o ülkelerin dillerindeki haber dağıtımındaki ağırlık yine Türk haber ajanslarında olmalı. Bir sonraki aşamada ise olması gerekenlerin arasında, haber akışının kontrolünden sonra, toplanan haberlerin analiz edilmesi geliyor. Rutin haber tek başına önemlidir ancak rutin haberlerin toplamının değerlendirilmesi daha da önemlidir. Bulgaristan örneği tüm Balkan ülkeleri için gerçerli olduğunu söylemeye gerek yok sanırım. Daha önce de dile getirdik. Büyük şirketler, devletler, hükümetler, medya... kendi çıkarları için kendi haberlerini üretirler. Bu bağlamda enformasyon savaşının yani bilgi ve bilgilendirme üzerine gerçekleşen bir güç kavgasının varlığını kabul ederek bilgi akışının lehinde kontrolünü sağlayabilen ülkeler veya gruplar psikolojik üstünlüğü de elinde tuttukları tartışılmaz.

Toplumsal Başkalaşım Kıskacında... Alptekin Cevherli-24.Aralık.2017 Eskiden sokakta bir şey yemek ayıp sayılırdı. Olur, imkânı olmayan biri görür de canı çekerse diye düşünülür, sokakta oynarken dahi bir poğaçayı ya da içine bir şeyler konmuş bir parça ekmeği dahi annelerimiz elimize vermezdi. - “Gel içeride yemeğini ye, sonra çıkıp oynarsın, arkadaşlarına ayıp olmasın”, denirdi. Lokantaların camlarında içerisi görünmeyecek şekilde tel üzerine gerilmiş tül perde olurdu. Böylece içeride kim ne yemek yiyor görünmez, sokaktan geçenlerin canı çekmesin diye azami gayret gösterilirdi. Ya da bir yere gittiğinizde, orayı eşinize dostunuza anlatırken, yeme içme konusuna girerseniz edeplice uyarılırdınız: - “Yediğin içtiğin senin olsun, sen gördüklerini - gezdiklerini anlat” diye... Yemek yerken ekmek kırıntısı ya da eski adıyla “furda” yere dökülmesin, sonra bereketi kaçar denirdi. Bu nedenle de sofra bezi veya peçete benzeri büyükçe bir örtü üzerinde yemekler yenilirdi ki, ekmek kırıntıları yere dökülmesin de, yiyeceklerimizin bereketi kaçmasın. Yemeğe oturmadan mutlaka eller yıkanırdı ki, günlük iş gailesi içerisinde pis bir şeyleri tuttuysak yiyeceklerimize o ellerle dokunduğumuzda mikrop kapmayalım da hasta olmayalım denirdi. Bu arada bunun töresel ve dini olarak yemeğe oturmadan ve yemekten sonra da mutlaka ellerin yıkanacağı kuralı vardı. Vardı diyorum, çünkü artık yok... Bunlar geçmişte kaldı.


190

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Geçmiş dediğim de öyle Osmanlı - Selçuklu dönemi filan değil ha, 15 - 20 yıl kadar öncesinden bahsediyorum. Şu an yaşı 35 ve üzeri olanlar sanırım bu dediklerimi hatırlamışlardır... Eskiden sokakta açıktan simit yemeği dahi ayıp gören ve bir lira 25 kuruşluk simidi alamayan olabilir, canı çeker de ayıp olur diye düşünen milletin çocukları artık, yol kenarlarında kaldırım üzerine atılmış masalarda yanından gelip geçenlere aldırmadan kebaptır, köftedir lupur lupu mideye gönderiyor. Fakir fukaradan biri ya da bir dilenci yanına geldiğinde de önce azarlayıp, ardından garsonlar vasıtasıyla gereği yapılıyor... Lokantaların yerini “Restoranlar” alınca, camlar fora olduğu gibi, binaların dış cephesi ve vitrinleri de tok adamı bile acıktıracak enfes yemek fotoğraflarıyla donanıverdi... Artık gezilen yerlerin fotoğraflarını facebuk’a, integram’a ve tviter’e atarken en önemli ayrıntı: Yenilen yöresel yemeklerin başında, fotoğraflar oluyor... Görgüsüzlüğün bu kadarına pes dedirtircesine de; “Soframız hazır, buyurun” diye de sanki 500 kilometre ötedeki ahbaplar gelebilecekmiş gibi bir de ukalalık yapılıyor. Şimdi ayakta gezerken bir şey yemek artık “in” olunca, mecburen sofra bezleri de “out” oluyor. Bu arada ekmek kırıntısının bereketi, bunların sofradan özenle toplanıp kuşlara verilmesi filan da tarihteki yerini alıyor. Bereket mi? O da neymiş, kaldı mı ki? Artık yemekten önce eller yıkanmıyor, ama yemekten sonra ıslak mendille kibarca dudaklarda kalan yağlar temizleniyor. Bu da bir şeydir tabii. Avrupalıların tuvalet kültürü olmadığı için parfümü icat etmeleri gibi bir şey, ama olsun... İş vatan millet, din iman, insan hakları eşitlik konularına gelince mangalda kül bırakmayan bir toplum için bu da bir şeydir. Biz mi başkalaştık, yoksa her şeyi boş vere, boş vere bu hale mi geldik? Hani eski bir şarkı derdi ya: “Boş vere boş vere ne hale geldik? Her yüze güleni biz dost bildik Geçti aylar, geçti, geçti yıllar... Neredeydik, nerelere geldik!”


Makale ve Analizler - 2017

191

Bursa Pomak Türkleri Derneğinden BG-SAM-23.Aralık.2017 Bursa Pomak Türkleri Kongresine Değerli Fehmi Başkanım, Sevgili kader kardeşlerim, Öncelikle Fehmi Başkanımızın bizleri bu toplantıya davet ettikleri için huzurunuzda teşekkür etmek isterim. Bulgaristan Müslüman Türklerinin kutsal davasını Türkiye’de de hararetle yaşatan sizleri Yeşil Bursa’da Bultürk - Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği adına selamlamak, benim için şereftir. Bulgaristan Türk Kimliği bilincini ayakta tutmak için geçen yüzyıl en ağır ve en büyük mücadeleyi yürütürken, en fazla kurban veren sizleri İstanbul / Bayrampaşalı kardeşlerim adına bağrıma basıyor, sağlık ve başarı dileklerimiz sunarken, kurultayınıza da en isabetli kararları almasını temenni ediyorum. Değerli Başkan ve yöneticiler, delegeler ve konuklar, 20. yüzyılda Bulgaristan’da ve Balkanların birçok yerinde en ağır zulüm ve Baskılara rağmen, Türk Pomak kimliğini beş defa kendinizi yenilemeyi başarmış olmanız vesilesiyle, derin dayanışma ve dava ortaklığı ruhu ve duygularıyla sizi bir daha kutluyorum. En iyi günler sizin olsun! Yüzyıl boyunca biz hepimiz Bulgaristan’da dil, din, kültür, geleneksel yaşam tarzı, sanat ve uygarlık gibi en doğal haklarımız uğruna arasız kavga verdik. Bu kavgayı daha 1912 - 1913’te siz başlardınız. Karasu (Mesta) nehri boyu ve Pirin köylerinde verdiğinin şanlı mücadele, sırtı yere gelmez bir ruh sahibi olduğunuzu, Müslüman Pomak Türk kimliği için, din için, dil için can feda etmeye hazır olduğunuzu, görmeyen, işitmeyen, sizinle gurur duymayan kalmadı. Şiirleşen, efsaneleşen Pomak kimliği davanız Pomak Türkü halk ruhunu doğurdu, sizi Müslümanlık etrafında kenetledi. İnsanlara Allahü teâlânın insana verdiği en büyük nimet olan Kimlik, Biz Balkan insanlarında birçok çizgiyle ortaya çıkıyor. Biz dinsel kimlik olarak Müslümanız. Etnik kimlik olarak ise Pomak Türkleriyiz. Şu kurultayınızı yaptığınız Ege İncisi Bursa da dâhil, Rodoplara, Balkanlara, Struma, Mesta ve Vardar boylarına nereden ve nasıl geldiğiniz hiç önemli değil. Bir atasözümüz “İnsanlar aralarında yaşadıkları ağaçlara benzerler” der. Benim de memleketim olan Bulgaristan’da sizin Ardıçlar, çamlar, sedef ağaçları arasında yaşadığınızı biliyorum. Bu ağaçların ortak bir özelliği var. Büyüdükçe gövdesini daldan-çöpten temizler. Yüzlerinizdeki beyazlık, gözlerinizdeki beyazlık ve ellerinizdeki nasırlar bu büyük gerçeğin yansımasıdır.


192

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Siz yürekleri, vicdanları, iradesi, geçmişi ve geleceği tertemiz-parlak, onurlu ve şerefli insanlardınız ve bugün de öylesiniz. Sizinle beraber olmak, Kurultay kürsüsünden sizi kutlamak ve en kalpten temenniler iletmek, beni gururlandırıyor. Sizi tanımakla mutluyum. Bizi birleştiren Müslüman Türk kimliğimiz, anadilimiz Türkçemiz, ortak geçmiş ve geleceğimiz var. Bizi birleştiren 100 yıl dövülen ve pekişen Müslümanlık ve Türklük ruhumuz var. Bizim kimliğimiz bir elmanın iki yanı gibidir. Belirleyici olan özelliğimizde, bir yanımızın Müslüman bir yanımızın Pomak Türkü ve bütünümüzün de XXI. yüzyıl Türkü olmamızdır. Yani biz bir damlanın iki yarısıyız. Bu iki yarının her biri aynı olanın ta kendisidir. XX. yüzyılda bizler medeniyet değiştirdik. Osmanlı medeniyetinden Türk Cumhuriyet medeniyetine geçtik. Cumhuriyet Türkiye’sinin tüm özelliklerini öz kimliğimize işledik. Modern kişilik sahibi olduk. Bulgar devletinin 1913’te; 1934 - 1944 yılları arasında, 1964’te ve 1972’de Nevrekop - Kornitsa olayları unutulabilir mi? Köy minaresine ve muhtarlığa Ay Yıldızlı Türk Bayrağı dikince, çocuklara ve kadınlara, yaşlılara yaylım ateşi açan kudurmuşları nasıl unutalım? Dipçik ensede tutuklandığımızı, sürüldüğümüzü, birçoklarımızın yollarda yargısız infaz edildiğini, sorgu odalarını, elektrik şokunu, hapishaneleri, zindanları, koğuşları, “Belene” Ölüm Kampını nasıl unutabiliriz? Mezar taşı olmayan, bir Fatiha okumadan gömülen kardeşlerimizi unutmak mümkün olabilir mi? Bizler garezli, öfkeye yenik düşen bir millet değiliz. Aramızda kinden kuduran yok. En büyük vasıflarımızdan biri aralarında yetiştiğimiz çamlar gibi kalbimizi kanatan hayat ceplerini içimizden atabilmemiz ve kimseye hissettirmeden kendimizi aklayabilmemizdir. Bu nedenledir ki, 20. Yüzyıl bizim hepimiz için ırkçılık yüzyılıydı. Biz ırkımızdan, dinimizden ve kimliğimizden asla utanmadık ve utanmıyoruz. Bize üstünlük taslayan, kimliğimizi, geçmişimizi aşağılayan herkse her zaman karşı durduk, bizi ezmek isteyen, kimliğimizi değiştirip asimile ederek yok etmek isteyenlere karşı her zaman başkaldırdık. Kuşkusuz hayat deniz gibi dalgalıdır. Bu ezenler ve ezilenler arasında bir kavgadır. Ezilenlerin haklı olduğunun kanıtlanması bazen çok uzun sürebilir, fakat halkın haklı davası için her zaman her şey onurludur, şereflidir, kutsaldır.


Makale ve Analizler - 2017

193

Biz hiçbir zaman Bulgar devletine borçlanmadık, yani özgürlüğümüzü satmadık. Para ve mevki için bunu yapanlardan uzak durduk. En ağır günlerimizde Mesih beklemedik, kurtuluşumuz uğruna birlik olduk, mücadele ettik. 29 Aralık 1989 gecesi Sofya’da kar altında, buz kesmiş bir ortamda isimlerimizi ve din haklarımızı geri alırken biz Pomaklar - Türkler ve diğer Müslümanlar beraberdik. Vatan toprağının çok derinlerine kök salmış dev bir ağacı söküp atmanın kolay olmadığını Bulgar halkına gösteren biz olduk. 1913’te, 1946’da ve 1989’da isimlerimizi 3 defa geri almamız yenilmez, teslim olmaz ve zaferden başka hiçbir şey tanımayan ruh ve gücümüzün parlak örnekleridir. Bizim devletimiz, modern Türk iradesinin ürünü Türkiye Cumhuriyetidir. Dili Türkçe, Dini İslam, devlet düzeni demokrasidir. Yaşadığımız topraklarda yanın dil, kültür, din, ahlak kardeşliği içindeyiz. Türkiye Cumhuriyetinden başka devlet otoritesi, Sayın Recep Tayyip Erdoğan’dan başka Devlet Başkanı tanımayız. Türk devletine, demokratik düzen ve özgürlüklerimize el uzatan tüm güçlere, PKK, FETO ve diğer terör odaklarına kesin karşıyız, devletimizin yanındayız. *** Değerli delegeler, Her şeye rağmen, Bulgaristan’da yaşayan Pomak kardeşlerimizin bugün artık % 65 civarında ateist olduklarını işitiyoruz. Türklükten koptular ama “Müslüman kaldılar” diyenler var. Yukarıda belirmeye çalıştım. Türklük giderse, Müslümanlık gider. Türklükle Müslümanlık bir elmanın iki yarısıdır. Birisi yaralansa öteki de çürür ve yok olur gider. Bulgar devleti önce Türklüğü yok etmeye çalışıyor. Türkçe okullarımız kapandı. 1878’de bizim 2 bin 700 okulumuz vardı. 1951’de bizim 6 lisemiz, 2 öğretmen okulumuz vardı. Sofya Üniversitesi’nin 5 fakültesinde Türkçe eğitim veriliyordu. 1950 -1958 yılları arasında “kültürel otonomi” haklarımızı elde etmiştik. 1965 yılında Bulgaristan Müslümanlarının %85’i Türk dilinde okuryazardı. Halkımız yalnız din eğitimiyle yetinmiyor. Dünyaya Türkçe bakıyordu. 70 yıl önce Türk okullarının devletleştirilerek kapatılması, bizi kör cahil bırakıp kalbimizden Türk kimliğimizi söküp almak için yapılmıştı. Bu bizim Müslüman Türk kimliğimize bir saldırıydı.


194

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İşte o zaman Pomaklarla Türkleri bir birinden ayırma, uzaklaştırma, isim ve din üzerinden önce Pomak kardeşlilerimize bir darbe indirilmeye çalışıldı. 1964’te bu saldırıların önlenmesi, Türklük ve İslam uğruna dökülen kanlar Bulgaristan Türk kimlik abidelerinden birini dikmiştir. Büyük bir özgürlük zaferidir. İşte o sebeple bu gün Bulgaristan’da Türkçe eğitimine dönme çok önemlidir. “Kültürel otonomi” hakkımızdır. Çünkü Türkçe gittiğinde Müslümanlık da yok olur gider. Kısaca Müslümanlığı anlatabilmek için bir dile ihtiyaç var o da ancak Türkçedir. İslam Bulgaristan’a Türkçe gelmiş ve yerleşmiştir. Biz, son yıllarda bu yolda yoğun çabalar verdik. BULTÜRK soydaşlarımız arasına yepyeni bir ışık taşıdı. Başarılarımızın temelinde Bilgi ve Birliği ön plana çektik. Bu gün de Müslüman Türk kimliğimizi koruma davamızın bilgisiz olmayacağı görüşündeyiz. Bu açıdan çocuklarımızın, genç kuşağın Türkçe eğitim ve öğrenimine çok büyük önem verdiğiniz için hepinizi kutluyorum. Balkanların göbeğinde aydınlanma ateşleri yakan eli öpülesi emekli öğretmenlerimizin, okul müdürü ve eğitmenlerimizin, sazıyla hak sanatımızı yaşatan ozanlarımızın, bine yakın ninni, şarkı ve türkümüzü, cilt cilt şiir ve destanlarımızı belleğinde yaşatan yaşlı kurultay delegelerimizi sonsuz hürmetler sunuyorum. Ben Çepelare’de Aguşlar Konağını gördüm. İçinde 6 bin kitap varmış. Paşmaklı bir aydınlık ocağıydı. Nevrekop Müslümanlık kalesi... Manevi varlığımızın her kırıntısı bizim için son derece değerli olup, yakındır Avrupalı kimliğimizden de parçalar olacaktır. Salonda oturan eski tüfek delegelere Bayrampaşalı adaşlarından candan selamlar! “Bulgaristan’a giderken torunlara masal kitabı, şiir derlemesi götürmeyi unutmasınlar” dediler. Konuyu konuşmanın başına çekmemin sebebi ise, saflarımızdan biri olan ve bu yıl artık dava dümenimizin başına geçen Sayın Başbakan Yardımcısı H. Çavuşoğlu’nun göreve başlar başlamaz, Bulgaristan, Batı Trakya ve diğer Balkan ülkelerinde lise bitirmiş Türk çocuklarımızın Türkiye devlet Üniversitelerinde serbestçe eğitim alma ve yüksek lisans yapma kapısını hemen açmasıdır. Ufkumuzun ışığı bilgiyse, yolumuz aydınlanmıştır. Bu, 1989’da Türkiye Bulgaristan kapısını bir daha kapanmamak üzere açan sizlerin ve vatanda kalan kardeşlerimizin elde ettiği en büyük başarıdır. Tüm okullarımızı kapatması neye yarar, 80 milyonluk Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm devlet üniversiteleri evlatlarımızı bağrına basmaya hazırken! Bu bizim memlekette ve burada Türk kimliğiyle yaşama davamızın zaferidir.


Makale ve Analizler - 2017

195

Şu dönem Bulgar devleti Arap ülkelerinden alınan din eğitimli kardeşlerimizin tanınmasına engel oluyor. Bu durumda din kadrosu eğitiminin Momçilgrad, Şumen ve Rusçuk İmam Hatip Okullarına, Sofya İslam Enstitüsüne yönelmesi yerinde olur. Sofya Bölge Müftülüğünde 30 - 35 Pomak Türkü gençle dinsel dernek çalışmaları başarılı yol almaktadır. Türkçe kursları başlamıştır. BULTÜRK olarak, 2007 yılından beri Bulgaristanlı soydaşların yenidünya görüşünü, olaylara yeni bakış açısını oluşturma, geliştirme işinde gece gündüz demedik, canla başla çalıştık. Bulgaristan Türkleri Stratejik Araştırma Merkezi - BG-SAM ve ekibini kurduk. “Bulgaristan Türklerinin Sesi” elektronik ve baskılı aylık gazetemizin 125. sayısını çıkardık. “www.bghaber.org”, “www.bulturk.net” elektronik haber ve yorum sayfalarımızın Türkiye’de 250 bin; Amerika’da 115 bin; Bulgaristan’da 41 bin; Almanya’da 40 bin, İspanya ve Hollanda’da 30’ar bin izleyici ve okuru var. Yayınlarımız iki dilde çıkmaktadır. Bu çalışmalarımız esnasında yazılı yayınlarımızı 18 ciltlik bir külliyatta topladık. Musa Vatansever “Bulgaristan Türkleri”, Büyümüz, aksakalımız Sayın Osman Bülbül “Bulgaristan Türklerinin Durumu”, ve “1877 - 1878 Harbi ve Kazanlık Türkleri”, ben Kırcaali’nin Köseler köyünden Rafet Ulutürk “50 Yıllık Mücadele” ve “Bulgaristan Türklerinin Kimlik Mücadelesi” kitaplarını yazdım ve dağıtıyorum. Arkadaşlarımızdan Varna’dan Şakir Arslantaş yüksek maden mühendisi “Modern Balkan Siyaseti ve Bulgaristan Türkleri” gibi bir araştırma üzerinde çalışırken, “Bir Damlanın İki Yarısı” romanımızı da yakında kitapçı raflarından alabilirsiniz. Genç kalemlerimizden Dr. Nedim Birinci “Siyasi konular” ve Neriman Eralp “Halk Edebiyatımızın ilmekleri” üzerine yoğunlaştı. Ortak çabalarımızla 20. yüzyılda yazılı yaratıcılığımızın mihveri olan Bulgaristan Türk Edebiyat ocağına bir iki odun atmaya çalışıyoruz. Bazı örneklerini getirdim, yönetime bırakacağım, alır okursunuz. “50 yıllık Mücadele” araştırmamda kendimi örnekleyerek Bulgaristanlı bir köylü Türk çocuğunun hak ve özgürlük davasına atılışını, “soya dönüş süreci” adıyla dayatılan kanlı yıllarda başıma gelenleri, 1989 Mayıs ayaklanmamızı, Kırcaali ve Sofya’da 1990 mitinglerini ilk ağızdan anlattım. Siyasi mücadelemizi, “Büyük Göçü”, partinin kuruluşunu, hain Ahmet Doğan’ın rolünü, 1990 - 2000 yılları arasında Türk aydın kıyımını belgeleyerek sundum. İkinci eserim “Bulgaristan Türklerinin Kimlik Mücadelesi” geçen ay basıldı. Taş fırından somun gibi sıcak sıcak sizlere de getirdim. Bu çalışmam 3 yıl sürdü. Balkanlara ve günümüz Bulgaristan topraklarına ilk Bulgar ve Türk kavimlerin geli-


196

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

şinden, Kumanlar -Kıpçaklar- da dâhil, bugüne ve 2050’de Bulgar kavminin son nefesini verişine kadarki 1370 yıllık döneme ışık tutmaya çalıştım. Hıristiyan ve İslam medeniyetinin yüzleşmesi, çarpışması, İslam dininin anadilimizin sırtında Balkanlara gelişini, savaşları, Osmanlıda 200 yıl süren barış dönemini, dev bir medeniyet olarak yükseliş, dökülüş, çöküş ve yeniden dirilişimizi anlattım. 19’uncu yüzyılın sonu ile 20 yüzyılın başında beliren ve artık 139 yıldır ciğerimizi kemiren Bulgar milliyetçilik ve düşmanlığını büyüteç altına aldım. 500 yıl katıncaya yol veren atalarımızın mezar taşları kırılana kadar azan Bulgar şovenizminin Bulgar ruhuna İngiliz ve Rus aşısı olduğunu ortaya çıkardım. 1773 Küçük Kaynarca Anlaşması’yla Ruslara Hıristiyanlığı kollama olanakları sunulması ve Tazminat ’tan sonra bu özel imkânları maddeleştirilmesi ve milli uyanış için Osmanlı imkânlarından faydalanışlarını anlatırken, ağızlarına verdiğimiz ballı süttün, bize karşı zehir olarak döndüğüne işaret ettim. En dikenli ve hiçbir işe yaramayan ağaçların her bahar yeşerdiği gibi, Bulgar siyaseti de yüzyılda bir yineliyor. 1910’da İstanbul’ gelip Padişah’ın elini öpen Ferdinant’ın 2 yıl sonra Edirne Selimiye Cami Şerifelerine Bulgar bayrağı astığı gibi, 2009’dan beri Bulgar aşırı milliyetçilerinin de “Ah şu Erdoğan NATO’dan bir çıksa ve Amerika ile arayı bozsa da, hesaplarını şaşırtsak!” Rüyaları gördüğünü biliyoruz. Bu sayıklamalar halen fısıltı olsa da, ağızlarından damlayan salyalar gazete sayfalarına damlıyor. Son yıllarda anti-terör mitinglerinde “barış”, “güvenlik” ve “huzur” konuşmaları yapan komşu, bir yandan da değişik kanallardan DEAŞ katillerine 2 milyar 200 milyon silah satmış, PKK’yı sigara bayii yapmış. Allah nasip eder, kısmetse Yakındoğu tarihini Türkiye yazar. BULTÜRK ve diğer dernekler olarak, 2 hafta önce, ortak bir eylem gerçekleştirdik. Başkanlar heyeti olarak Ankara’daydık. Bulgaristan Büyükelçisi Bayan Nadejda Neyski ile resmi görüşme yaptık. Bir tek isteğimiz vardı. Bulgaristan seçim kanunun değiştirilmesi ve çifte vatandaşların ve ekmek parası, geçim derdi için Batı ülkelere çıkan vatandaşların Almanya’da, İngiltere’de ve daha birlik ülkede olduğu gibi, seçim gününden 15 gün önce başlamak üzere “mektupla oy verme” usulünün uygulanmasını talep ettik. Bizim, dış ülkelerde bulunan toplam 2 milyon 500 bin Bulgaristan seçmeni olduğumuz açıklandı. Zarfların üzerinde Sofya Merkez Seçim Komisyonu adresinin yazılmış ve bir de ücreti ödenmiştir damgası olmasını istedik. Biz Türkiye’de 620 bin Bulgaristanlı seçmeniz. Bulgar meclisinde 31 milletvekilimiz olması ve haklarımızı savunmaları gerekir. Batı Avrupa AB ülkelerinde Bulgaristanlı 150 bin Müslüman seçmen var, onları seçime uyandırmak da ortak eylemlerle olabilir. Dernekler olarak bu işin üstesinden gelebileceğimize, el ele verip büyük bir


Makale ve Analizler - 2017

197

atılım gerçekleştireceğimize inanıyorum. O zaman, “Bulgarca biliyor musun?”, “İmzan var mı?”, “otobüsten in de, seni tartaklayalım” gibi faşizan saldırı vesileleri yerin dibine gömülecektir. Seçim kanununu değiştirmek ve oy kullanma hakkımızı istediğimiz şekilde meşrulaştırmak, ortak eylemlerimizin ortak yönü olmaya devam edecek. Zalim Jivkov’un yakın koruması Boyko Borisov Başbakan, bundan tam 33 yıl önce evlerimizi basan silahlı asker ve jandarmalar, hapis hücrelerinde sizi bir kaşık suda ve karanlık zindanında boğmaya çalışan gardiyanlar, sivil polisler, sorgu yargıçları, “Belene” Ölüm Kampı sopacıları “Avrupacı demokrat” kılıfıyla bugün iktidardır. Avrupa Konseyi’nin kendilerine “faşist” dediği “Ataka”, VMRO ve sahte “Yurtsever Cephesi” partilerinin liderleri ve aşırı sağcı kadroları hükümet ortağı oldular. 1944 öncesi faşizm kırıntıları ile komünist totaliter dönem kalıtları 2017 erken genel parlamento seçim sonuçlarında buluştular ve birlikte hükümet kurdular. Balkanlarda ilk faşizan hükümet Bulgaristan’da kuruldu. Kuşkusuz, Bulgaristan’da demokratikleşme, özgürleşme ve adaletli düzen hayallerinin gerçekleşememesinin başat nedeni o kahrolası komünist-totaliter leşin kaldırılamaması oldu. Leş dediğimiz bu kurtlaşmış cesedin kaldırılıp gömülmesine en büyük engel ülkede adalet reformu yapılamamasıdır. 1991’de kabul edilen son anayasa, komünist partisinin boya ve maske değiştirerek, sağ - sol leberal ya da sosyalist veya sosyal-demokrat kılıflarla ayakta kalmasına yol açtı. Malumunuzdur. 1962’de Çingenelerin isimlerini, 1972’de Pomak Müslümanların isimlerini, dinlerini ve kimliklerini, 1984 - 1985’de Türklerin, Tatar ve Müslüman Çingenelerin isimlerini ve Türk kimliğini zorla değiştiren, 517 aydınımızı “Belene” Toplama Kampında ve 12 bin 500 Müslüman’ı hapishanelerde ezen, sürgün eden, 140’ını kurşunlayarak öldüren, yaralayan, kötülerin suçluların hiç biri yargılanmadı. Bir süre sustu, saklandı şimdi dimdik dikildi ve iktidar oldu. 1991’de Todor Jivkov güya yargılanırken, Kırcaali köylerinden olup, ismi zorla değiştirilirken, evini basanlar parmaklarını kesen ve sonra yargılamadan Persin Adasındaki “Belene” kampına klan bir kardeşimiz zulüm görenlerden biri olarak savcı tanığı gösterilmişti. Kardeşimiz biraz da kendi haklarını aramak amacıyla yine 1991’de zalimleri yargılamak ve tazminat davası açtı.


198

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Dava 26 yıl sürdü. Şimdi Kasım ayında sonuçlandı. Sofya Belediye Mahkemesi Yargıcı Deyana Todorova “soya dönüş süreci” katliamını adalet duvarına diken bu ilk mahkeme kararında, davanın sonuçlanmasını yıllarca engelleyen Bulgar savcılığını 100 bin leva cezalandırdı ve bu karar emsal olabilir dedi. Şimdi karar İstinaf Mahkemesi Başkanlığına taşındı. Oradan da geçerse, tonlarca çeki, gözyaşı, eziyet ve zulümden sonra ilk kez bize de güneş doğacak. Sofya’da çıkan “Sega” gazetesinde bu kararı okuduktan sonra kendi kendime “Allahın Adaleti” dedim ve daha önce kış aylarından birinde birkaç ay kaldığım Stockholm’ü anımsadım. Orada insanların pencerelerinin önüne ayna koyuyorlardı. Güneş doğarsa aynadan ışıklarını görebilsinler diye değil. Bizim adalet kavgamız da böyle bir şey. Çok uzadı. Zor oldu. Kokuşmuş, çürümüş, kurtlanmış komünisttotaliter ceset benzetmesiyle hem Bulgar’a hem Türk’e nefes aldırmayan büyük bir sosyal - siyasal gerçeği anlatmaya çalıştım. Uzattımsa özür dilerim. Bizim köyde buna “güneş bizim avluya da doğacak” diyorlardı. Umut var... Yine sözlerime son verirken Başkanımız Fehmi Beye bizlere davet ettikleri için çok çok teşekkür eder çıkmış olduğu bu yolda kendisine başarılar dilerim. İlginiz ve dinlediğiniz için teşekkür ederim. Her zaman her yerde beraber olalım. Sağlıcakla kalın.

Balgoç İçin Yazılmış Yazımız Bursa BAL-GÖÇ Kurultayı- 24.Aralık.2017 Türkiye’de Bulgaristan Türklerinin kutsal davasını, Türk kimliğiyle var olma kavgamızı Kuşaktan kuşağa taşıyan en bilinçli ve en büyük kitle ordusu - BALGÖÇ Kurultayını- İstanbul / Bayrampaşa BULTÜRK Derneğimizin yönetimi ve bütün üyeleri adına en kalpten, en sıcak başarı selamlarıyla kutluyorum. Bugünden sonra BAL-GÖÇ ve BULTÜRK Marmara Denizi’nin iki yakasından birbirine el sallayan ya da ıslık çalarak selamlaşan iki göçmen örgütü değildir. Bugünden sonra aynı hedefe giden yolumuzda paralel yürümeyeceğiz, el ele vermiş, yumruklar havada, dalgalanan Anadolu’da BAL-GÖÇ bayraklı ve Avrupa’da BULTÜRK bayrakları, ile “Zafer Mutlak Bizim Olacak!” sloganları altında omuz omuza birlikte yürüyeceğiz.


Makale ve Analizler - 2017

199

İşte bu çağrıyla, Değerli Kurultay Başkanı, Başkanlığı ve yönetimi, tüm delegeler ve konuklar, Hepinizi en hararetli dileklerimle selamlıyorum. Kurultay coşkunuzu bir daha kutluyor ve bu ruhta birleşme mutluluğumuzu paylaşıyorum. En iyi günler sizin olsun! BAL-GÖÇ Kurultayları her zaman ateş yakan ve kıvılcım saçan büyük forumlar olmuştur. XX. yüzyıl boyunca Bulgaristan’da verdiğimiz dil, din, kültür, geleneksel yaşam tarzı, sanat ve uygarlık kavgamızın güçlendikçe güçlenen motoru Bursa’da durmadan çalıştı ve hepimize aydınlık ve kudret verdi. Bursa, BAL-GÖÇ bizim Türk ve Müslüman erdemlerimizin alınmaz kalesidir. Ortak davamız Türk kimliğinin ölümsüzlüğüne adanmıştır. Kurultayınız, Tüm Türk gençliğine Bulgaristan Türklerinin Türk kimliği kavgamızın Büyük Türkiye davasından kopmaz bir parça olduğuna emsalsiz bir çağrıdır. Zafer yolumuzda yepyeni bir atılımdır. *** Sizin son yıllarda yoğun çabalarla elde ettiğiniz yeni başarıları ve etkinlik raporundan birlikte dinledik. Genel Başkanı BAL-GÖÇ’e yepyeni bir ışık taşıdı. Tüm başarılarımızın temelinde Bilgi ve Birlik olduğunu ön plana çekti. Kendisine inandık. Biz de, bu işlerin bilgisiz olmayacağı görüşü içerisindeyiz. Çocuklarımızın, genç kuşağın eğitim ve öğrenimine çok büyük önem verdiğiniz için hepinizi kutluyorum. 1950 - 1960 döneminde, babalarımız Bulgaristan’ da Türk dilinde okuryazar oranını %72’ye çıkarabilmişti. Milletimiz uyanmış ve dirilmişti. Bulgar boyunduruğuna düşerken bizim orada 2 bin 700 okulumuz, 2 bin 353 cami ve medresemiz vardı. Atalarımız kuşaktan kuşağa aydınlanma, kültürü ve uygarlığımızı yeniden üretme bakımından tüm azınlıklar arasında orta direkti. Diğer etnik ve kültürel azınlıklar, Pomaklar, Romanlar, Tatarlar, Gagavuzlar biz nefes aldıkça onların da soluyabileceklerine inanıyorlardı. Balkanların göbeğinde aydınlanma ateşleri yakan eli öpülesi emekli öğretmenlerimizin, okul müdürü ve eğitmenlerimizin, sazıyla hak sanatımızı yaşatan ozanlarımızın, bine yakın ninni, şarkı ve türkümüzü, cilt cilt şiir ve destanlarımızı belleğinde yaşatan yaşlı kurultay delegelerimizi sonsuz hürmetle kutluyorum. Bu, 1989’da Türkiye Bulgaristan kapısını bir daha kapanmamak üzere açan sizlerin ve vatanda kalan kardeşlerimizin elde ettiği en büyük başarıdır. Tüm okullarımızı kapatması neye yarar, 80 milyonluk Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm dev-


200

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

let üniversiteleri evlatlarımızı bağrına basmaya hazırken! Bu bizim memlekette ve burada Türk kimliğiyle yaşama davamızın zaferidir. Kurultayı kutlama konuşmamın kırmızıçizgisinden çıkmamak kaydıyla, BALGÖÇ, BULTÜRK ve diğer dernekler olarak, 2 hafta önce, ortak bir eylem daha gerçekleştirdik. Dernek ve federasyon başkanları heyeti olarak Ankara’daydık. Bulgaristan Büyükelçisi Bayan Nadejda Neyski ile resmi görüşme yaptık. Bir tek isteğimiz vardı. Bulgaristan seçim kanunun değiştirilmesi ve çifte vatandaşların ve ekmek parası, geçim derdi için Batı ülkelere çıkan vatandaşların Almanya’da, İngiltere’de ve daha birlik ülkede olduğu gibi, seçim gününden 15 gün önce başlamak üzere “mektupla oy verme” usulünün uygulanmasını talep ettik. Bulgaristan’ın, dış ülkelerde bulunan toplam 3 milyon civarında Bulgaristan seçmeni olduğu açıklandı. Bu nasıl olacak son seçimlerde Avrupa ülkesi Almanya’da olduğu gibi; Zarfların üzerinde Sofya Merkez Seçim Komisyonu adresinin yazılmış ve bir de ücreti ödenmiştir damgası olmasını istedik. Biz Türkiye’de 620 bin civarında Bulgaristanlı seçmeniz. Bulgaristan meclisinde 31 milletvekilimiz olması ve haklarımızı savunmaları gerekir. Batı Avrupa AB ülkelerinde Bulgaristanlı 150 bin TürkMüslüman seçmen var, onları seçime uyandırmak da ortak eylemlerle olabilir. Dernekler olarak bu işin üstesinden gelebileceğimize, el ele verip büyük bir atılım gerçekleştireceğimize inanıyorum. *** Sayın dostlar, 1971’den sonra izlenen ve Müslüman azınlık okullarımızı giderek kapatan, bildiğiniz “soykırımı” ve “kültür kırımı”, “eğitim kırımı” boyutuna tırmanan asimilasyon ve bizi Türk kimliğimizden etme zulmü, keskin hançeriyle Türk zekâmıza saldırırken, bilincimizi körelterek bitirmek istedi. 194 BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Bu siyaseti, “Ya Hıristiyan ol! Ya öl!” sözleriyle daha 100 yıl önce, bize bayrak olacak şekilde ifade eden, ulusal şairimiz Mehmet Akif Ersoy oldu. Karşımıza dikilen totaliter diktatör Jivkov’un tek dili Bulgarca, tek ulusu Bulgar devleti bizi eritmek için baskı ve terörü seçti; 138 yıldan beri Türklere, Pomaklara, Romanlara, Tatarlara “İslamlaştırılmış Bulgarlar” dedi. Sofya iktidarlarının hiç istisnasız hepsi “Bulgar olmayı kabul etmeyeni” göç ve gurbete zorladı. Yerlerine dış Bulgarları ve Makedonları toplayıp yerleştirdi. Nüfus değiştirmeye çalışıyor.


Makale ve Analizler - 2017

201

Bu siyaset Balkan Savaşlarında, Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’nda ve bugün sürüyor. 2017’nin başından beri 72 bin Makedon’a Bulgar vatandaşlığı ve kırmızı pasaport verildi. Etnik azınlıklardan gençlerin % 35’i işsizken, Besarabya’dan 6 bin genç getirildi ve turizm sektöründe çalıştırıldı. Yeni siyasetin yüksek mimarı, 20.yüzyıl Bulgar tarihinde iki Başbakan, birçok bakan, siyasetçi ve generali öldüren, büyük sayıda suikast düzenleyen, 1934’te ve 1945’te terör örgütü ilan edilip yasaklanan, İç Makedon Devrim Örgütü, kısa adı VMRO teşkilatıdır. Bugünkü Başbakan Yardımcısı ve Savunma Bakanı Krasimir Karakaçanov; AB milletvekili Angel Cambazki bu işlerin başını çekenlerdir. Üsküp üzerinden Tirana - Sofya siyaset hattını pekiştirmeyi düşünenler, Makedonya ve Arnavutluk’u NATO ve AB’ye çekerek, sırtlarını başkanı Bulgar Bayan Kristalina İvanova olan Dünya Bankası’na dayayarak, Karadeniz – Adriyatik hızlı tren hattı ve çift yönlü otoyol ile bağlamaya çalışıyorlar. Bu planların ardında Makedonları Bulgar olmaya zorlamak varken, bir de Avrupa Kapıkule’ye kadardır, ötesi Asya karanlığıdır propagandası kızışıyor. İlave ediyorum: Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın Batı Trakya’da Türk Müslüman kardeşlerimizi ziyaret edip onlarla bir baba şevkatıyla kucaklamasından sonra, Bulgar aşırı milliyetçiliğinin bugünkü borazanı ve AB Parlamentosunda faşizm renginde Bulgar’a uygun nüans arayan, VMRO’lu Cambazki, Batı Trakya Türkleri için “onların hepsi Bulgar” dedi. Bunların yalanları ve iftiraları, geçen asrın yalan makinesi Göbelsi gölgeledi. Fakat ben artık korkmuyorum. BAL-GÖÇ - BULTÜRK birliği kuruluyor. Bu salonda aramızdaki ruhsal birliği soluyorum. Amaç ve araçta birleştik. Birliğimizin anlamının farkındayız, bilincindeyiz. Arkamızda Büyük Türkiye devleti var. Türkiye Cumhuriyeti Başbakan Yardımcısı bizlerden biri, daha ne olsun ki!? Yeri gelmişken değinmeden geçemeyeceğim. Türkiye’nin hangi yerleşim yerinde yaşarlarsa yaşasınlar Bulgaristanlı soydaşlarımızın ideolojik ve politik dünya görüşü yenilenmiş, uzak görüşlü bir Bulgaristan Federasyonun’da birleşmesi gerektiğine inanıyoruz. Bu işte bizde varız. Daha yarın kollarımızı sıvamaya hazırız. Türk kimliği, hak ve özgürlük, demokrasi ve adalet davasında bizden sadık yandaş bulamazsınız! BULTÜRK olarak, 2007 yılından beri Bulgaristanlı soydaşların yenidünya görüşünü, olaylara yeni bakış açısını oluşturma, geliştirme işinde gece gündüz demedik, canla başla çalıştık. Bulgaristan Türkleri Stratejik Araştırma Merkezi - BG-SAM ve


202

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ekibini kurduk, başına da Dr. Erdal Karabaş seçildi. “Bulgaristan Türklerinin Sesi” elektronik ve baskılı aylık gazetemizin 125. sayısını çıkardık. “www.bghaber.org”, “www.bgbulturk.net” elektronik haber ve yorum sayfalarımızın Türkiye’de 250 bin; Amerika’da 115 bin; Bulgaristan’da 41 bin; Almanya’da 40 bin, İspanya ve Hollanda’da 30’ar bin izleyici ve okuru var. BG-SAM bu çalışmalarımız esnasında yazılı yayınlarımızı 18 ciltlik bir külliyatta topladık. Musa Vatansever “Bulgaristan Türkleri”, aksakalımız Osman Bülbül “Bulgaristan Türklerinin Durumu”, ve “1877 - 1878 Harbi ve Kazanlık Türkleri”, ben Kırcaali’nin Köseler köyünden Rafet Ulutürk “50 Yıllık Mücadele” ve “Bulgaristan Türklerinin Kimlik Mücadelesi” kitaplarını yazdım ve dağıtıyorum. Arkadaşlarımızdan Varna’dan yüksek maden mühendisi “Modern Balkan Siyaseti ve Bulgaristan Türkleri” gibi bir araştırma üzerinde çalışırken, “Bir Damlanın İki Yarısı” romanımızı da yakında kitapçı raflarından alabilirsiniz. Genç kalemlerimizden Dr. Nedim Birinci “Siyasi Bilimler konularında”, Neriman Eralp “Halk Edebiyatımızın ilmikleri” üzerine yoğunlaştı. Ortak çabalarımızla 20.yüzyılda yazılı yaratıcılığımızın mihveri olan Bulgaristan Türk Edebiyat ocağına bir iki odun atmaya çalışıyoruz. Genç kalemlerimizden İbrahim Soytürk, Raziye Çakır ve Nedim Akın vsy. yazılarına devam ediyorlar. Ben “50 yıllık Mücadele” araştırmamda kendimi örnekleyerek Bulgaristanlı bir köylü Türk çocuğunun hak ve özgürlük davasına atılışını, “soya dönüş süreci” adıyla dayatılan kanlı yıllarda başıma gelenleri, 1989 Mayıs ayaklanmamızı, Kırcaali ve Sofya’da 1990 mitinglerini ilk ağızdan anlattım. Siyasi mücadelemizi, “Büyük Göçü”, partinin kuruluşunu, hain Ahmet Doğan’ın rolünü, 1990 - 2000 yılları arasında Türk aydın kıyımını belgeleyerek sundum. Türkiye’mizdeki dernek çalışmalarımızı, BULTÜRK kuruluşunu, tarihini, yayınlarını, toplu çalışma, forum ve bilgi şöleni çalışmalarımızı bir daha ele aldım. Bulgaristan Türklüğünün Türk ulusundan, Dünya Türklüğünden kopmaz bir parça olduğunu anlattım. 24 Türk ülkesine, diyarına, otonom bölgeye ziyaretlerimde, Dünya Türk Gençliği çalıştaylarına ve Büyük Türk Kurultaylara katıldım. 2006’da Sofya’da düzenlenen Dünya Türk Genç Liderler Zirvesini örgütledim. Tüm olayları fotoğraflarla belgeledim ve okurların dikkatine sundum. Bulgaristan’da ve Türkiye’de iki bin adet dağıttım. “Biz neymişiz be!” diyenler oldu. Belki de biz parmaklarımızı ısıra ısıra uyanacağız. Belli olur mu? İkinci eserimi de geçen ay basıldı. Taş fırından somun gibi sıcak sıcak sizlere de getirdim. BAL-GÖÇ merkezine hediyem olacak. İlgilenenler alıp okuyabilir. Bu


Makale ve Analizler - 2017

203

çalışmam 5 yıl sürdü. Balkanlara ve günümüz Bulgaristan topraklarına ilk Bulgar ve Türk kavimlerin gelişinden bugüne ve 2050’de Bulgar kavminin son nefesini verişine kadarki 1370 yıllık döneme ışık tutmaya çalıştım. Hıristiyan ve İslam medeniyetinin yüzleşmesi, İslam dininin anadilimizin sırtında Balkanlara gelişini, savaşları, Osmanlıda 200 yıl süren barış dönemini, dev bir medeniyet olarak yükseliş, inişimiz, çöküşümüz ve yeniden dirilişimizi anlattım. 19. yüzyılın sonu ile 20. yüzyıl başında beliren ve artık 139 yıldır ciğerimizi kemiren Bulgar milliyetçilik = ırkçılık ve düşmanlığını büyüteç altına aldım. 500 yıl katıncaya yol veren atalarımızın mezar taşları kırılana kadar azan Bulgar şovenizminin Bulgar ruhuna İngiliz ve Rus aşısı olduğunu ortaya koydum. 1773 Küçük Kaynarca Anlaşmasıyla Ruslara Hıristiyanlığı kollama olanakları sunulması ve Tazminat’tan sonra bu özel imkânları maddeleştirilmesi ve milli uyanış için Osmanlı imkânlarından faydalanışlarını anlatırken, ağızlarına verdiğimiz ballı süttün, bize karşı zehir olarak döndüğüne işaret ettim. En dikenli ve hiçbir işe yaramayan ağaçların her bahar yeşerdiği gibi, Bulgar siyaseti de yüzyılda bir yineliyor. 1910’da İstanbul’ gelip Padişah’ın elini öpen Ferdinant’ın 2 yıl sonra Edirne Selimiye Cami Şerifelerine Bulgar bayrağı astığı gibi, 2009’dan beri Bulgar aşırı milliyetçilerinin = ırkçıların da “Ah şu Erdoğan NATO’dan bir çıksa ve Amerika ile arayı bozsa da, hesaplarını şaşırtsak!” Rüyaları gördüğünü biliyoruz. Bu sayıklamalar halen fısıltı olsa da, ağızlarından damlayan salyalar gazete sayfalarına damlıyor. Son yıllarda anti-terör mitinglerinde “barış”, “güvenlik” ve “huzur” konuşmaları yapan komşu, bir yandan da değişik kanallardan DEAŞ katillerine 2,2 milyar silah satmış, PKK’yı sigara bayii yapmış. Allah nasip eder, kısmetse Yakındoğu tarihini Türkiye yazacaktır. Dün Birleşmiş Milletlerde bu kutlu yürüyüşümüzün ilk adımları atılmıştır. *** Sayın dostlar, Geride kalan yıllarda, hepinizin bildiği üzere, Bulgar milliyetçiliği = Irkçılığı hep Türk ve Müslüman düşmanlığıyla beslendi. Türkiye okullarında bu düşmanlık, yani “Bulgar konusu” işlenmiyor. Bu problem herhalde bize, derneklere bırakılmıştır. Yeni Bulgar tarihinde 1903 Kresna, 1908 İlinden - Preobrejenie, 1918 Vladaya, 1923 Eylül, 9 Eylül1944 ve Mayıs 1989 Türk Ayaklanması olmak üzere, 7 başkaldırı yaşanmıştır.


204

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

1989 da yediden yetmişe ayaklanan 2 milyon Müslüman’ın kalbi zindanlarda, hücrelerde, sürgünde, sokak ve meydanlarda tek yumruk olmuş, tek kalpte atıyordu. Ruhumuz kanatlanmış bizi zafere götürüyordu. Bu duyguları birlikte yaşadık. Aynı nefesi bir daha 15 Temmuz 2016 gecesi Yeni Türk Ruhu Doğarken yine birlikte, biz İstanbul’da siz Bursa’da yaşadık. Bizim 1989 Mayıs İsyanımız Bulgar tarihine sayfa yeniletti. Siz, anne ve babalarınız, dede ve nineleriniz 100 yıl devam eden Türk kimliğiyle gururlanarak insanca yaşama mücadelemizi Siyasi Platforma taşıyanlarsınız. Anını söyleyemeyen, dilini yutmuş, dini unutturulmuş şahlanıp isyan etmesi ve bu isyandan bir siyasi parti doğması, paha biçilmez tarihsel bir olaydır. Bu atılım Hak ve Özgürlükler Hareketi siyasi kişiliğinde kurumsallaştık. Hepinizi kutlarım. O parti sizindir. Biz bu zaferimizi, anavatanımızda, Bursa’da, İstanbul’da, sivil toplum örgütlerimizde, dernek ve federasyon kurultay ve forumlarında göğsümüzü gere gere anıyoruz, coşuyoruz, yeni hamlelere kanat açıyoruz. Fakat şunu asla unutmayalım. Bulgar demokrasisi, Bulgar özgürlüğü özürlü doğdu. Kolektif haklar meşrulaştırılmadan (resmen yasallaştırılmadan) hiçbir azınlık hakkı, etnik topluluk hakkı ve kültürel otonomi haklarımız tanınamaz, yasalaştıralar da uygulatmazlar. 1989 Mayısında da kolektif haklarımız yoktu. Bireysel ruhumuzun birleşmesi ve kenetlenmesiyle ayaklandık. Zafere ulaşınca göçe zorlandık. Şimdi durum farklı... Mücadele kurallarımızı halk dokumuza yeniden nakışlamak zorundayız. 21-inci yüzyılın hak arama kurallarında özellikler var. Bunların başında gelen, etnik azınlığı etnik çoğunluğu şimdi de yenmesinin mümkün olduğu kuramıdır. Bunun için önce Bulgar Etnik Modelini çöpe atıp, Bulgaristan’daki yakınlarımızı asla yalnız bırakmamak, onlarla sımsıkı kaynaşmak, Bulgaristan’a taşan ve sayıları neredeyse birkaç bin olan Türk şirketleriyle de kaynaşmak ve boyun eğmez, dik kafalı, Türk bilincine sahip, eylemci kadrolar dolayında toplanmalıyız. Bulgarlar bizim devlette görev almamızı istemiyor. Öyleyse biz de Türkiye’ye bağlı şirketler kurup onları bulundukları ortamda devlet kadar güçlü hale getirmeliyiz. Yürünecek yol budur. Anadilde anaokulu, anadilde ilk ve ortaokul, lise ve üniversite, sanat kolektifleri, basın yayın, radyo ve televizyon hakları elde etmemiz zorunlu olan kolektif haklarımızdır. Güya “Soya dönüş süreci”, “Belene” toplama kampı, politik tutuklular, mahkûm ve sürgünler olaylarını aydınlatmaya zorlamak da bizim ortak is-


Makale ve Analizler - 2017

205

teğimiz ve hakkımızdır. Hapishane dosyaları, “Belene” arşivi, politik tutuklularla ilgili arşiv gerçekleri açıklanmadı. Siyasi polisin 2005’te açtığı ajan dosyaları, Çingene Mahallesinde çamaşır ipine serilmiş, işe yaramayan pala pırtıdır. Onlara dayanarak ne dava açabilirsin ne de dava kazanabilirsin. Bulgaristan’ın Avrupa Birliği üyelik şartlarından biri “Toplama kampı, sorgu daireleri, tutuk evleri, hapishane ve sürgün” dosyalarının açılmak, isteyene arşivlere girme hakkı tanımaktı ki, bu da havada kaldı. Yapılacak daha çok iş var kardeşlerim. Bu davayı yürütmek bizim “kollektif - ortak hakkımızdır”. Sonuna kadar gitmeye var mısınız???? *** Dirilişimiz, ruhsal birlik sağlamamız, birlikte ayaklanmamız çok büyük bir tarihsel olaydır. Önemi, katil Jivkov’un ve komünist zümrenin iktidardan devrilmesiyle sınırlı değildir; Asıl tehlike şu rakamlardadır; Halkın % 45’i okuryazar değil, % 72’si okuduğunu anlayabilecek durumda değil, yine resmi rakamlara göre, % 80’ni de debil yani zavallı ve güçsüzdür. Sağlık sigortası olmayanlar artık hastaneye gidemiyor. Sağlık sistemi ile eğitim - öğretim sistemlerinin çökmüş durumda olduğunu itiraz eden yok. İşte 2050 yılında toplam sayısının 600 bin olması öngörülen Bulgar nüfus bugün artık kendini demografik olarak yeniden üretemez duruma gelmiş durumdadır. Bizden her fırsatta kurtulmak isteyen Bulgar devleti demografik hesapları tutturabilmek için komşu ülkelerden adam topluyor, bu sene (tekrar gibi olmasın) 72 bin Makedon’a ve 120 bin Besarabyalıya Bulgar vatandaşlığı ve kırmızı pasaport verildi. Özetlersek. BULTÜRK heyetini davet etmeniz iyi oldu. Aynı havayı nefes ederek, dertleştik. Ortak noktalarımızın birçoğunu birlikte gördük. Bilgi ve birliğin davamızda beraberlik ve zafer anahtarı olabileceğini görebildik. BAL-GÖÇ bir marka, işiteni yerinde mıhlayan bir isim. BULTÜRK’Ü de İstanbul ve Bulgaristan her geçen gün daha iyi tanıyor. Siz de tanıyacaksınız. Bir Federasyon’da veya Konfederasyon’da birleşirsek kimse bileğimizi bükemez. En önemli ödevlerimizin başında tarihimizi yaşarmak geliyor. Yarın Tosçaya, Kirliye Mestanlıya şehit anma törenlerimize giden yolunuz aşık, şansınız uğurlu olsun. Anıt bekleyen yalnız Birinci Dünya Savaşında can vermiş 9 bin şehidimiz var. “Soya Dönüş” zulmü kurbanlarımızın Ulusal Şehitliği’ni açamadık. Bu bizim ödevimizdir. Amacımız Büyük Türkiye seferberliğinde birlik olmaktır.


206

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İzninizle kurultay adına, Bursa’dan Bal-göç - Bultürk birlikteliğinin Devlet ve Hükümet Başkanımız Dünya Lideri Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a kalpten sağlık ve başarı dileklerimizi gönderiyorum. Sözlerime son verirken, hepinizi sevgi ve saygılarımı sunuyorum. Sağ olun var olun. Teşekkür ederim.

Bulgaristan’ın Çökmesinden Kim Sorumlu? Osman Bülbül-24.Aralık.2017 Konu: Biz neden fakiriz? Aramızdaki şeytanlar. 85’ini sürdürdüğüm şu “kısacık” ömrümde Bulgaristan’da 2 çok önemli dönem yaşadım. Birisi bundan 70 yıl önce 23 Aralık 1947’de ülkedeki tüm sanayi işletmeleri ve madenlerin ve 5 gün sonra da 50 bankanın birden devletleştirilmesi oldu. Devlet mandıralara, değirmen ve esnaf dükkânlarına da kilit vurmuştu. Bu işten değirmenci, darakçı, fırıncı, yağcı, kasap, dükkân sahibi, celep ve zanaatçı Türkler de zarar görmüştü. Daha 1944 yılının sonunda ve 1945 yılı başında hisse senetleri Almanların ve Macarların elinde bulunan, karlı çalışan 200 sanayi işletmesi Sovyet işgal güçlerinin eline geçti. Bunların arasında 18 tütün işletmesi, Kırcaali Kurşun Çinko fabrikası ve madenler de vardı. Devletleştirme ve özel mülkleri gasp etme işleri o dönem Moskova emriyle yapılıyordu. Bulgaristan’da rejim değişikliği oldu. Faşist diktatöre yıkıldı. Sosyalist düzene geçildi. Devletleştirme bağımsız var olabilecek, çalışabilecek bir tek sosyal katman bırakmadı. Toplumsal mülkiyet köleleştirildi. “Halk Mahkemesi” kuran komünistler iri sanayicileri, bankacıları ve siyaset adamlarını yargıladı, müebbet hapis veya ölüm cezası verdi. Mallarına kondu, ailelerini sürdü ve pek çoğunun da hayatına kıydı. O zaman devletleştirmeden sonra özel kanunlar çıkarıldı. Yolsuzluklarla ilgili savcılığın dava açması yolu yasalarla kapandı. Devletleştirici soyguncuların hiç biri içerisini boylamadı.


Makale ve Analizler - 2017

207

3 yıl sonra tarımda kooperatifçilik başladı. Köylünün elindeki koyun, keçi ve öküzler, saban, pulluk ve arabalar toplandı, tarlaların arasındaki sınırlar kalktı. Karşı koyanlar sürüldü. “Belene” kampı hala kan kokuyor. 1950’lı yılların sonunda Bulgaristan iflas etti. Moskova’dan yeni kredi alabilmek için devletin altın rezervi trenle Moskova’ya taşındı ve “Gostbank” korumasına teslim edildi. SSCB’den alınan kredilerle üretimine sürüm olmayan fabrikalar kuruldu. 1978’te Sovyetler Birliği Başbakanı Aleksey Kosigin Bulgaristan Komünist Partisi MK’ne gönderdiği bir mektupta, “malı satılmayan yeni fabrika kurmayın” dedi. Sonuçta Bulgar ekonomisinin döviz kaynağı yalnızca Sovyet doğal gaz ve petrol ürünleri oldu. Rusya’da aldığımız ham petrolü Varna, Vratsa, StaraZagora ve Dimitrovgrad suni gübre tesislerinde veya Burgaz “Neftohim” petrolkimya tesisinde işlenip T.C. “Petkim” şirketi üzerinden Türkiye’ye ya da Batı ülkelerine satarak kazanıyordu. Bu gelişmeler seyrinde, Bulgaristan, özellikle “soya dönüş süreci” adlı isim değiştirme ve Türk Müslüman kimliğini zorla yok etme döneminde ve özellikle 1988’de yeniden iflas etti. Sosyalizm yıllarında yaratılan devlet ve kooperatif mülkünün özelleştirilmesi ise 1992’de tarımda ve 1997 - 2001 yılları arasında sanayi ve bankacılıkta gerçekleştirildi. 2017 yılında Bulgar devlet ve hükümet yönetiminin, meclisin ele aldığı, kamuoyuna sunduğu ve şu an “spot” etmiş, derin derin inceleyeyim mi incelemeyeyim mi diye üzerinde kösteklendiği ana konu oldu. 1997 - 2001 yılları arasında (İvan Kostov hükümeti dönemi) yapılan özelleştirme esnasında işlenen suçları, torbalanıp çalıp kapılanı, suçluları, devleti talan edenleri, yurtta ve dış ülkelerde daire, saray, köşk ve deniz villası ve dağ evi sahibi olanları, ayrıca bu yasa dışı işlerden zengin olanları tutuklatıp mal - mülküne el atıp hırsızları yargılayarak içeri atalım mı? Atmayalım mı? gibi sorular aktüel siyaseti belirledi. Sofya 46. meclisinde oturan kadroların % 80’den fazlası tartışma konusu “özelleştirmelerden” parmağını yalamış ve zengin olmuş kişilerdir. Fakat bunların arasında “sular akarken bakırlarımı doldurayım” yaklaşımıyla dozu iyice kaçıranlar bu defa çok fazla göze çarpıyor. Aralarından “Ne oluyor?” deyip uyananlar Hak ve Özgürlük Partisi (DPS) ve Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) saflarındandır. İşte böyle bir siyasi ortamda, deprem olacağına haber veren farelerin kocuştuğu günleri yaşamaya başladık. Bu depremin ilk çıtırtılarını 2016’da Cumhurbaşkanı seçimleri öncesinde duyumsamıştım. Tam olarak 14 - 15 yıl sonra ortaya çıktı. Pek geçerli ve inandırıcı olmayan sebeplerle istifa eden 2. Borisov hükümetinin aslında bu adımı “devlet olarak iflas etme ve bu yükün altında kalma” tehlikesini gözle gördüğü için yaptığı öğrenildi. Bunu öğrenirken, bir de 2014’te iflas eden


208

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“KTB”nin - (Bulgar kooperatif Ticaret Bankası) devleti de peşinden sürükleyip çökertecek büyüklükte olduğunu öğrendik. Bankalar arasındaki büyüklük sıralamasından üçüncü sırada olan KTB için hazırlanan uzman raporu 15 bin sayfa, portföyünden çalınan para bir hesaba göre 4 milyar 700 milyon leva, başka bir uzman hesabına göre ise 7 milyar 500 milyon levadır. Sofya’da şatosu, birkaç süper lüks dairesi, Karadeniz kıyısında 2 köşkü, dağ evleri, İsviçre’de sarayı ve daha birçok gayrı menkulü olan bu bankacımız şimdi Belgrat’ta firarda. Sofya’da açılan davaya gelmiyor. Bizim Yugoslavya ile aranan suçluların mahkeme kararıyla yakalanmalarından sonra iade edilmesini öngören antlaşmamız yokmuş. Bankacı Vasilev Tuna kıyısında bir otelde kalıyor, koruma, avukat vb parası derken aylık masrafı $ 200 bin US Doları buluyormuş. Tabii ayda 200 levaya geçinme çilesi çekenlere 2014’ten beri bu rakamları anlattıkça insanlar uyandı. Örneğin Bankacı Vasilev’ın son aylarda Belgrat’ta geçinebilmesi ve olayları takip etmesine gerekli olan sözü edilen 200 bin US Dolar, Rusçuk gibi Tuna limanlarımızda demirlemiş bazı ırmak gemilerinin hurdaya çıkarılıp kesilmesinden, yine aynı şehirdeki tersanesinin hurdaya çıkarılmasından vs sağlanıyormuş. Andora kutusunu açan ise, “Dunarit” AŞ adlı askeri fabrika dolayında dönen bazı dolaplardan onun büyük paralar sağladığı, fabrikanınsa aylardan beri işçi maaşlarını ödeyemediği ortaya çıkınca, işçilerin ayaklanması ve Sofya’da Bakanlar Kurulu önünde toplanmasıyla ortaya çıktı. Daha kısa bir anlatımla Mart 2017’den beri 3. Borisov hükümetinin ayakları sürekli sallanıyormuş. Sağın orta çizgisinden daha da sağa kayarak faşistlerle sarmaş dolaş olması da bu sebeple haklı gösteriliyor. Bu böyle ve gözle görülürken, uyanan halk kitlesinden “şu daha önce çalınan paralar da bir sorgulansın” havası geldi. Borisov’un başkanı olduğu GERB partisi de “1997 - 2001” döneminde yapılan özelleştirmelerin dosyaları açma kararı aldı. Bu işin 2 aşaması var. Birisi mali sermayenin özel ellere geçmesi, ikincisi de sanayinin özelleştirilmesi. Bankalar 1996 -1999 yıllar arasında özelleştirilerek soyuldu. Toplam 6 milyar D.Mark (Alman Markı) çalındı. 15 Banka çöktü ve iflas etti. Bulgaristan’da bankaların içinin boşaltılmasına “mali sermayenin özelleştirilmesi” dendi. Ardından eldeki paralarla da özelleştirilmeye açılan sanayi işletmeleri 100 tüzel kişi tarafından satın alınarak olay noktalandı. İkinci aşamada sanayi talan edildi. 1997 - 2001 yılı arasında, Bulgar devletinin ekonomik ağır sanayi omurgasını oluşturan “A” sektörden 1100 sanayi tesisi - demir döküm fabrikası, kimya te-


Makale ve Analizler - 2017

209

sisi, silah fabrikaları, büyük ölçekli makine ve taşıt araçları yapım üniteleri, uçak alanı, demiryolu ve tersane ve limanlar İvan Kostov hükümeti tarafından satıldı. Toplam 39 milyar leva değeri olan “A” sektör tesislerimiz 3 milyar levaya elden çıkarıldı yani özelleştirildi. Çalınan 36 milyar levadır. Bu özelleştirmenin anlamı Başbakan İvan Kostov etrafındaki çevrenin özelleştirmeden pay alarak zenginleşip palazlanmasıyla anlatılıyor. Bulgar devleti böyle likide edildi. Bu talandan HÖH Başkanı Ahmet Doğan da parmak yaladı, zengin oldu ve adaletten korktuğu için “saraya” kapandı. Bu hırsızların sayesinde biz zengin bir devletten yoksul bir devlet olduk Eğitim, sağlık (ilaç için) ve emeklilik için paramız vardı, şimdi yok. Bu öyle bir talandı ki, 1998’de yapılan emeklilik reformuyla 360 leva emekli maaşı alan bir öğretmenin aylık geliri 70 levaya düşürüldü. Halk boğazlandı. 2002 yılında sözde yasal özelleştirmee talanına katılan ve hırsızlık yapan 1577 kişi hakkında savcılık dava açtı. Kimse tutuklanmadı. İçeri atılmadı. Başbakandan, kabineden sorumluluk aranmadı. Çünkü Bakanlar kurulunda kararlar kolektif alınıyor. (Bulgaristan’ın 1991 Anayasasına göre kolektif alınan kararlarla ilgili sorumluluk aranamıyor. Bu meclis için de geçerlidir.) Bazı özelleştirme kararları ise birkaç bakanlık tarafından ortak alınmıştı. Hesap sorma, savcılık tarafından dava açılması yolları özel yasalarla kapandı. İşte böyle bir ortamda Bulgaristan büyük ve orta ölçekli sanayi çökertildi. Ahmet Doğan bu işin içindeydi. Devlet yönetimindeydi. Ceplerini doldururken halkımızı uyarmadı. “Kapıda hırsız var, bizi bitirecek,” demedi. Parti yönetiminde hırsız başının yakınında görev alan Osman Oktay, Kasım Dal ve Lütfi Mestan gibileri bu işten susma payı ve mecliste hırsızlığı meşrulaştıran yasaları onaylama payı aldıkları için Ahmet Doğan kadar suçludur. Bazı kararların mecliste HÖH grubu tarafından onaylanması için direk baskı yapıldığı (zarar için 10 - 20’şer bin leva dağıtıldığı biliniyor) ama namusumu parayla satmam deyip tepki gösteren olmamıştır. Örneklersek 70 - 80 uçağı olan “Balkan” sivil havacılık filosu 100 milyon US Dolar’dan fazla değere sahipken, 130 bin US Dolara satıldı. “Kremikovtsi Demir Döküm Kombinasıni” bir US Dolara sattık. 5 yıl sonra kombinanın hisse senetlerinin % 60’ı 600 milyon US Dolara piyasaya sürüldü ve hemen satıldı. 1997 - 2001 yılları arasında sıkı dostlar arasında devlet taşınmazlarını haydutça peşkeş çekmeyi örgütleyen Başbakan İvan Kostov’tur. Ondan da asla hesap sorulmadı. Başbakan İvan Kostov’un danışmanlarının hepsi sabıkalı kişilerdi. Önce özelleştirme kanunları yazıldı, eskiler öyle değiştirildi ki, arkalarında iz bırakmamaya özel özen gösterdiler. Devlet dolandırıldı. Soyuldu. Büyük rüşvetler paylaşıldı. Para kaçırmak amacıyla ilk banka hesabını İtalya’da yaşayan İvan Kostov’un


210

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kızının “Maçigani” şirketine açtı. Ardından büyük sayıda Of Shor hesabı açıldı. Evrak özerinde Başbakan imzası olmadığı için hesap sorulamadı. O yılların Başsavcısı olan Filçev hakkında akıl hastası dediler. Ahmet Doğan da evrak imzalamadığı için kuruda kaldı. Bulgaristan yasalarında cezai suçlar için somut zaman ve mekân tespiti istendiği dikkate alındığında bu işin iyi hazırlandığı, hırsızların kuruda kalması planlarının tuttuğu daha o zaman anlaşıldı. Bizde hapishanelerde yatanlar çingenelerdir. Onlar ufak tefek hırsızlık veya dalaş - dövüşten 4 5 ay içeri düşer ve kışı kaloriferli koğuşlarda devlet sofrasında geçirmeyi tercih eder. En büyük dolandırıcılar “suçsuz” ve dışarıdadır. İçeri düşenler ise hastanelerdeki lüks odalarda hizmet görür. Bulgaristan gerçekliği bu iken, bu yıl da Yılbaşı arifesine HÖH “fahri” başkanı, hem kendi korkusunu gizlemek hem de çapulculuk işlerinde yakın ortağı olan Boyko Borisov’u sakinleştirmek için yeni bir demeç okudu. Asıl sebebi, Borisov’un 1997 - 2001 dönemi özelleştirme dalavereleri artık tozlanmış dosyalarını açıp, durumu kurtarmak için birkaç para toplamaktı. Bu olmazsa bile “gensoru” hazırlıkları yapan BSP muhalefetine gözdağı vermekti. Borisov’un niyeti BSP partisini korkutmadı. Fakat HÖH “fahri” liderinin ruhunun titrediğini herkes görebildi. Doğan’ın demecinde “biz gensoruyu desteklemeyeceğiz, rahat ol ve işine bak” demesi, cidden korktuğunu ele verdi. Çünkü “Bulgartabac Holding”, “Leylek Yuvası Barajı”nda vb. ceplenen komisyonların kaç sıfırla yazıldığı henüz açıklanmadı. Sonra Mehmet Dikme’nin bakanlığı zamanında dönen dolapların elenmesi de araba devirebilir. Ahmet Doğan yılbaşı mesajında, hükümetin geleceğine ışık tutmaya çalışırken, geçmişimizden söz bile etmiyor. Partinin adını bile söylemiyor. Ne ki onu endişelendiren birçok olay oldu. Son günlerde “Prokopiev” adlı bir oligarşi temsilcisinin 200 milyon levasına haciz kondu. O bir Razgratlı’dır. Özelleştirme yıllarında Kaolinovo belediyesindeki kil ocaklarını devletten araklayan ve kendi hesabına işleten bir ünlü iş adamıdır. Taşınmazlarının 2 milyar leva olduğu anlatılıyor. Hükümete ateş püsküren “Kapital” yayınları onundur. Doğan bu kişinin işletmesine el konup malının mülkünün devletleştirilmesini istemiyor. Devletin talan edilmesini durdurmak da istemiyor. Çünkü o çorap bir sökülürse korkusunu yaşıyor ve işler denizdeki Köşküne, otellerine ve birçok işletmedeki gizli senetlerine ve Of schor hesaplarına dayanırsa korkusu canlıdır ve artık gecelerinde kâbus oluyor. Bu nedenle Ahmet Doğan Bulgar milliyetçiliğinin savunduğu “ulusal çıkarlar” plağını çevirerek Başbakan Borisov’un arkasında durdu. “Sen faşistlerle ortaklık yapıyorsun, bu ulusal güvendiğimiz için tehlikedir” demedi. Bulgar siyasi bünyesi


Makale ve Analizler - 2017

211

için adeta vebalı olduk. Bunu görmezden gelip hesap sormuyor. İktidara yağcılık yapıyor. Demek oluyor ki, tüyleri dikilmiş ve titriyor. Doğan kaç yerden maaş aldığının açıklanmasından korkmu yor mu? Korkuyor kuşkusuz! Yılbaşı bildirisindeki üslup ve endişeler de buna işaret ediyor... Halkımız bu pis rüşvet, talan, çalmak, satmak, aldatmak işlerine karışmamıştır, ruhu temizdir. Bu bildiriyi okuyanlar Doğan’a “haydi kardeşim yeter bu kadar, sen sürüden ayrıl, sen saraya biz davaya” diyor. Doğan’ın, siyaset işlerinde tamamen yavan olan Pabuççu’nun Karadayı ile görüşmelerinden sonra “isteyen DPS’ye dönebilir, elimi öper saraya girer” çağrısı bu defa tutmayacaktır. Doğandan kopanlar şerefli Türklerdir. Görüyorsunuz Deliormn’da Vali seçtiler, muhtar ve belediye başkanlarını kendileri seçiyor ve hakları uğrunda baş kaldırmış gururla yürüyorlar. Halkımızın ikiyüzlü Doğandan artık kurtulması gerek. Biz 200 leva ile geçinmeye çalışırken 1997 - 2001 yıllarında yapılan talandan, II. Simyon döneminde alıp yürüyen rüşvetçilikten sorumlu tutulamayız. Kanunlar değiştirilsin ve İvan Kostov ile Ahmet Doğan başta olmak üzere, Vasilev gibi hırsız bankacılardan, üstelik Avrupa Birliğinden gelen paraları çar çur edenlerden hesap sorulsun. Ahmet Doğan teşviki ve açtığı şemsiye altında halkımızın malını mülkünü gasp eden günümüz zenginlerinin (Prokopievlerin) tutuklanıp içeri atılmasını garantilemek ve milyarları halka, devlet hazinesine toplamak için özelleştirme suçları için zaman aşımını kaldırıp işe başlama zamanıdır. Doğan bu demecinde de suçlulardan, dalavereci, dolandırıcı ve rüşvetçilerden yana yer aldı. Bulgaristan Türklerinin durumunu görmüyor. Görmek istemiyor. Gerçek budur. Adaletten yana olmayan hiçbir kişi büyük siyasetçi olamaz. Adalet mutlaka yerini bulacaktır. Adil olmayan bir kişi azınlık haklarını savunamaz. Türklük davamızı yarı yolda bırakmadı mı? Yine bu açıdan bakıldığında, Doğan demecinde mahkemelerdeki davalar üzerindeki savcılık çadırının kaldırılmasını istemeliydi. Bunu da yapmadı. Yıllarca süren davaların sonuçlanmasını ve adaletin yerini bulmasını da istemeliydi, İstemedi. Sopa hainlere, ajanlara, müzevirlere dönecek diye korkuyor. Eli ayağı titrese de susuyor. Bu defa da totalitarizm kurbanlarının yargılanmasını istemediğini bir daha ortaya çıktı. Onun adlarını söylemeye korktuğu kişiler bizim şehitlerimizdir. O Türk kimliğine düşman bir lider. O, Türkler partisini yönetemedi ve yönetemez. Bundan böyle Bulgaristanlı Türkler adına söz söyleme hakkına sahip olamaz! Bu işleri kurcalayana bir bakalım!


212

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Başta gelen, Bulgaristan’ın Avrupalı Gelişimi için vatandaşları (GERB) partisidir. Çünkü 2005 yılından sonra kurulduğu için özelleştirme suçlarından sorumlu olmadığı havasındadır. İkinci olarak, aşırı milliyetçi ve faşist iktidar ortaklarıdır. Onlar da “biz bu talanda” yoktuk hesapları peşindedir. Onların hedefinde Ahmet’i hapse göndermek, HÖH’ü kapatmak ve Türkleri siyasetten dışlamak var. Bu defa Ahmet Doğan’a diz çöktürmüşlerdir. Türklerin pişmanlık duygusuyla Doğan’a dönmeyeceklerini biliyorlar ve seviniyorlar. Türkiye’nin siyaset bozuntuları lehimize çalışıyor “yaşasınlar” diye kadeh kaldırmışlar. Savcılığın görüşü nedir? Bulgaristan’ın ekonomi ve maliye olarak çökertilmesinden kim sorumlu sorusuna cevap ararken o yılların Başsavcısı Filçev (Şimdi Sofya Üniversitesi Hukuk Fakültesinde Ceza Hukuku Profesörü) “soyguncular sorumludur” dedi. Özelleştirmenin sonucu şudur: Bugün Avrupa’da Bulgaristan halkından daha yoksul, daha cahil, daha hasta bir halk yoktur. Özü (geri dönüş) olan ve adına da “Geçiş Dönemi” denen o yıllarda başına gelen kötülüklerden daha feci olanı yaşanmamıştır Bulgar tarihinde. Olay şöyle ki, bir Türk olarak ben, 681’de kurulan Han Asparuh devletinden beri böyle bir talan görülmediğini yazıyorum. Bu talancı ekonomik ve sosyal kemirişten, memleketimizde yaşayan insanların tümü manevi olarak da büyük zarar görmüştür. Cevap arayan şöyle bir soru daha var: İşlerin bu kadar kötüleşmesi sonucunu doğuran o kararları kim aldı? Kamuoyu, azınlıklar şu sorulara yanıt arıyor: Özelleştirme kanunları Başbakan Jan Videnov (1995 - 1997) /BSP/ hükümeti mi yoksa Demokratik Güçler Birliği’nin İvan Kostov (1997 - 2001) hükümeti zamanında mı yazılıp onaylandı? Ajan ve işbirlikçi olduklarını kabul etmeyen, dışardan beslendiklerine yanaşmayanlar o kararların Birleşik Amerika ve Avrupa Birliği’nin baskısıyla alındığını söylüyorlar. Sanki pişmanlık duyuyorlar, fakat ABD Büyükelçiliğinin bir dediğini iki etmiyorlar. “Onlar bize her şeyi dikte ettiler” demek suçluları aklamaz. Bizim üzerimize öyle bir baskı çullanmıştır ki, o zamanlar yani 1995’te 9 milyon olan Bulgar nüfus 2017’de artık 6 milyon kaldı, % 50’si de dış ülkelere kaçtı. 1997’de bir gazete’de Bulgar nüfusun sadece 3 milyon kişi kalacak yazıyordu. Bu rakamın içinde Türkler var mı? Oysa her etnik son darbeden yara aldı, azalmaya devam ediyoruz. Çok azaldık. Gençler, memleketimin en parlak, en umutlu kişileri dışarı kaştı. Sokaklarda genç kişilere rastlanmıyor. Yok oluyoruz.


Makale ve Analizler - 2017

213

Bana kalsa bu gelişmeler baştan sona dış baskı sonucu olmadı. Doğan, kendisini akıllı satıyor, fakat o gibilerin 27 yıldan beri Bulgar devlet yönetiminde aldıkları kararlarla bu duruma getirildik ve bu kör gidişin sorumlularından birisi kendisidir. Hemen tutuklanıp yargılanmalıdır. Bizim adımıza aklına geleni konuşamaz. Ebedi dokunulmazlık yoktur. Mezar bekçisi de yoktur. Halkların istemediğinin mezarına kazık kaktığı bilinir. İyi günler.

Doğan Yine Hava Kaçırdı Şakir Arslantaş-24.Aralık.2017 Konu: Bulgaristan Türkleri arabasına supapsız lastik lazım... Düşmanına hayat hakkı tanıyan kendi mezarını kazar. Bulgar ahlakına ve Bulgaristan anayasası ve yasalarına göre ihanet edene, yalan söyleyene ve büyük çalanlara, halkın hak ve özgürlüklerine, demokrasiye ihanet edenlere ceza öngörülmüyor. Adalet, özgürlük ve demokrasiye balta vurmak, halk kitlelerini aldatabildiğince aldatmak sanki siyasetçilerimizin birinci işi ve ustalığı oldu. Ne zaman mı yalan söylüyorlar? Ne zaman mı ihanet ediyorlar? Ne zaman mı bozulmuş kaşar peyniri gibi kokup hayatı yaşanmaz hale getiriyorlar? Bunların hepsinin zamanı var tabii. HÖH eski başkanı Ahmet Doğan yıllandıkça gerçek boyası ve kokusu ortaya çıktı. Şoparmış. Kokusu burun direği kırıyor. Düzen öylesine bozuldu ki, zavallı vatandaşlarım yalanı bekler oldular, hani yılbaşı, hani lotarya çekilişi, hani çocukların bayram şekeri bekler gibi yalan bekliyorlar...Boştan boşa sıçrarken telef oluyoruz. Yalan dünyada yalanla avunmaya alıştırdılar bizi. Açın tükürükle doyduğu gibi. Yalancıların arasında en büyük yalancının bizim “Drındar” köyünden şopar Ahmet olması gerçeğinden hem Türkiye’de hem de Bulgaristan’da iyice utanır oldum. Bulgar devlet zihniyetinin “başlarında bir Türk olmasın da kim olursa olsun!” fikrinden iyice utanır olduk. 1958’ senesinde, Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesinde, “Türk Şubesi” şefi Ali Rafiev’in “Türk ilk ve ortaokullarının,


214

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

pedagojilerimizin kapatılması ve Türk Okullarının devletleştirilerek Bulgar okulu yapılması” programına itiraz ettiği için, Todor Jivkov’un “bitirin işini” yani “yok edin” dediğini hatırladıkça, bir daha başımıza aklı başında ve bizden biri olan, hainlik nedir bilmeyen, Türk gelmedi geçiyor sürekli aklımdan. O zaman, bu yargısız infaz yerine getirilmiş olsaydı ki, bu katliamı önleyen SSCB Devlet Başkanı Podgorni oldu. Türk kimliği davamızın ilk kurbanlarının başında 2 yıl önce Allahın rahmetine kavuşan Ali Rafiev olacaktı. Sofya mezarlığında yattığı yer nur olsun. O gün bu gün bizi birer birer ve hissettirmeden güverteden atma taktiği uygulanıyor. Yalana dolana ve boş vaatlere doyduk. Etraf bataklık ve göl oldu. *** Yakın geçmişte, yollar kuruyken, “Dede Ağaç” sınır kapısından geçerek, deniz boyuca Varna’ya ve oradan da köyüme uğradım. Bulgaristan Türklüğü kadar eskidir benim köyüm. Şimdi 350 haneden 150 hane kalsak da, bir kükrersek köy meydanı dolar da taşar. Cami çıkışı komşularımdan Koca Hasan: “Şakir çocuğum sen bu işleri neye benzetiyorsun?” diye sordu. Ve “şimdi yoldan gelmişsin ve bizim buraların değişen kokusuna henüz alışamamışsındır, ben kendim olayları şöyle görüyorum, kısaca bir anlatayım da bakalım sen ne diyeceksin” dedi ve kızılcık bastonuna hem dayandı, hem de ağar ağar anlattı: “Ben,” dedi, “Bulgaristan’ı bir kokuşmuş göl gibi görmeye başladım. Baharda bataklıklarda bol kurbağa ve sivrisinek, akort tutturamayan orkestra gibi ses, yaklaşsan bol koku olur, işte öyle bir şey. Suyundan içsen içilmez, tarla sulasan buna da yaramaz. Kaldık iki ortada. Senin fikrin nedir!?” Yaşlı komşumun derdi büyüktü. Vicdanı ve ruhu temiz insanımız yaşlandıkça sosyal ve siyasal kirliliği düşündükçe, rüyasında yaşadıkça manevi baskı altında ezilmeye başlamış Yıllardan beri gençlerin köyümüzü terk etmesinden, köyümüz kenarına Ahmet Doğan’ın yetenekli çocuklar için kurdurduğu ama bir türlü açamadığı, odalarında İngiliz şato cadılarındaki gibi şeytanların dolaştığı söylenen sözde okul da köydeşlerimi huzursuz kılmaya başladı. Hayal etmek başka, iş yapmak başka... Takkesi yanda, başını dikmiş ne diyeceğimi bekleyen Hasan aganın sırtını avucumla sararak şöyle dedim: “Bilirsin bizim toprağımızda göl olmaz. Olsa bile, ya toprak suyunu çeker, ya da yaz sıcağına dayanamaz buharlaşır da kurur. Buharlaşan bataklık suyu rüzgarla, kara bulutlarla, gök gürültüsü ve yıldırımlarla boğuşurken temizlenir, arınır ve rahmet olup düştüğünde yumuşak yağmur suyu olarak içilir. Toprakta kaybolan bataklık suyu da öyledir, toprak onu yine içilir kıvama getirir ve bir ayazma, bir dere kaynağı olarak bize geri


Makale ve Analizler - 2017

215

gönderir.” Sıkma canını sıkma sen, en eğiri yollar bile gide gide ip olur, yılan bile kıvrım kıvrımdır da deliğinden çıkarken mum gibidir” dedim ve yaşlı komşumu bahçe kapısına kadar uğurladım. Bakıyorum herkesin bir beklentisi var. “Aman düzelsin şu işler artık. Biz de bir nefes alalım” demek istiyorlar da sabırsızlandıklarını ele vermemek için susuyorlar. Onların canını sıkan bir de şu Ahmet Doğan’ın yılbaşı arifesi mesajları. Bulgar’ın Noel Bayramı öngünlerinde supabına (ventiline) basıp gazını alıyorlar ve “ama bu yıl da Türk korkusu yok, yiyin için, şenlenin, bayram edin” diyorlar. İnsanların yılda bir gribe yakalandığı gibi o da yılda bir halkımıza, demokrasi ve özgürlük davamıza ihanet etmeye devam ettiğini yüksek sesle halka duyururken etrafına topladığı beslemelerine “açık büfe siz de tıkının” diyor. Bu sene etrafındaki tosunlar azalmış, yaşlılar seyrelmiş, fahişe sürüsünü de devet gitmemiş. Eskiden bu törenlere Abbaz da davet edilir ve klarneti şişirirdi, fakat “Bulgaristan Etnik Modeli” balonu patlayalı çağırmaz oldular. Meclis sofrasında ucuz köfte yemeye alışmış olan milletvekilleri Mart seçimlerinden beri 21-inci yüzyıl faşist sürüsü dediğimiz sahte “yurtseverleri” Üçüncü Borisov hükümetinden sökmeye çalışsalar da, adamlar 7 aydan beri devlet memesinden aç kene gibi emiyorlar. Tüyleri iyice şakıdı. Takım elbiseler, kravatlar her gün değişiyor. Her hafta birini “Kanal 3” TV programında “Benatova Soruyor” köşesine çekiyorlar. Söyleşiden sonra, terlediyseniz “eve dönünce değiştirirsiniz, terinizi alır” temennileriyle birer “T-Short” hediye ediyorlar ve “Okumadınızsa okuyun, aklınızı devşirin!” dilekleriyle hepsine birer 126 sayfalık el kitapçığı dağıtıyorlar. Bu kitabın kahramanı Ahmet Doğan. Adı “Kim Kimdir?” Artık yüzü boynu iyice buruşmuş, gözlerindeki ateş de solup sönmüş olan Bulgar gazeteci Bayan İvelina Benatova bu söyleşiyi 1992 yılının Kasım ayında yapmış. İlgi duyup okuyan olmadığına 25 yıldan beri bedava dağıtıyor. Bu kitabın 1992 yıl baskısının 115. sayfasından birkaç satırı tercüme ederek size sunmak istiyorum. “Ben bütün kadınlar birlikte olsalar, hepsini birden sevebilirdim. Benim hoşuma giden bütün kadınları birden sevebilirdim. Böyle bir ihtiyaç duyuyordum.” Bu sözler toplumsal anarşinin, Hıristiyanların Müslüman ahlakını bozma planlarının ana silahı olduğundan, beni çok düşündürdü. Nasıl yaptılarsa Doğan’ın kafasına aşılanmış bir ahlaksızlık ve anarşik hayat anlayışı aşılanmış. Anlaşılan daha 1974’te Ahmet’i askeri casusluğa ajan olarak kazanırlarken düşmanlarımızın aklında aile ahlakımızı bozmak varmış ki, ona viski - vodka içire içire içindeki aile duygusunu söküp alabilmişler. Ne de desek aradan 35 yıl geçince ve onun 7 - 8 kızı koynuna alıp bazılarından çocuk peydah-


216

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

layarak sonra bir tekmeyle kapı dışı etmesinin ardında yatan neden budur. Ahlaksızlık. Aile duygusundan yoksun bencil kişilik. Komünist gizli servis (DC) ile Rusya gizli servisi (KGB) gibi casus ocaklarına girmiş çıkmış bir kişinin kadrodan profesyonel komünist olması gerekirdi. Fakat köydeşim Ahmet’ten “Liberal” çıktı.1990 yılına kadar Bulgaristan’da liberalizmle ilgili kitap çıkmadığına ve yabancı ülkelerden de böyle kitaplar getirilmediğine, kitap fuarları düzenlenmediğinden benim kuşağım “liberalizm” konusunda yalınayaktık. Hatta aramızda liberalizmin bütün kötülüklerin arasında en iyisi olabileceğini düşünen bile olmuştur. 1990’da Ahmet Doğan’ın “ben liberalim” sözlerini ilk işitenler, bu adam bir “bohem” içki seçmekte ve kadın tavlamakta serbest olduğundan böyle laflıyor şeklinde algıladı. Oysa onun ahlakını bozan ve içine aile, dolayısıyla çevre, dolayısıyla toplum ve siyaset konularında dingili sökülmüş bir ahlaksızlık (anarşik anlayış) yerleştirenler, aslında başarılı olmuşlar ve bugün meyvelerini topluyorlar. Şöyle ki, bir yandan ben “sol liberal” bir anlayışın propagandasını yapan HÖH partisi, Avrupa sol liberalleriyle organik bağlanan, toplantı ve konferanslar düzenleyen ve ortak eylem planları yapan Doğan’ı bizim köyde anlayan tek bir kişi yok. Liberalizm nasıl bir hayvandır ve kesilince hangi bacağından asılır bilen yok. İşte bu yüzdendir ki, Doğan bizim köyümüzde bile kimliksiz insan tipi yaratmaya çalışıyor. Köydeşlerime kapağı kapalı kavanoz dışından komposto içiriyor. Yetenekli Türk çocukları için kışla gibi okul yaptı ama 15 yıldan beri açmıyor. Cami yaptı kapısında anahtar. Kütüphane yaptı içinde kitap yok. Sanat topluluğu kursa, sahnede sanatçı yok... Doğan 8 defa sözde evlenip çocuk peydahlarken hiçbir zaman bu çocukların babası ben olacağım diye düşünmemiş, kimliksiz sokak çocukları yetiştirme zihniyetiyle çiftleşmiştir. Bu tip insan yaratmayı önce, insan klonlayan Nazi Doktoru Menge denemişti. Çin’deki nüfus patlamasını durdurmak için Bazı eyaletlerde 1 çocuktan fazla doğurana çok ağır cezalar getirilince, birden fazla çocuk yapanlar evlatlarını kaydettirmediler. Böylece devlet kütüklerinde kaydı olmayan, elinde kimliği olamayan, okula gitmemiş, askere aranmayan, sigortası olmayan, günübirlik çalışan ve kayıt dışı yaşayan milyonlarca Çinli belirdi. Doğan’ın son 35 yılda saçtığı tohumdan peydahlanan çocukların birçoğunun da baba adı olmadığı, o bakıma kayıt dışı oldukları biliniyor. Liberalizmin bu anlayışı bizim Türk kimliğimizi balyoz gibi ezen bir dünya görüşüdür ve artık uygulanıyor. İnsanlar kapağı kapalı kavanoz içinde mor erik gibi. Erik oldukları biliniyor, fakat hangi ağaçtan, hangi bahçeden ve hangi bahçıvanın erikleri olduğunu bilen yok. İlginç bir örnekleme.


Makale ve Analizler - 2017

217

Bu örneği siyaset alanına çekersek tablo şöyledir. 22 Aralık sabahı Sofya basınında yayınlanan Ahmet Doğan’ın mesajında o, kendi partisi “sol liberal” olsa da, “sağ liberal” olduğunu iddia eden ve 21’inci yüzyıl faşistleri olan sözde “Yurtsever Cephe”, “Ataka” ve VMRO gibi aşırı sağcı milliyetçilerin ortaklığını destekledi. Doğan’ın fırıldak gibi döndüğünü kanıtlayan ilk örnek değildir bu. Daha 1992’de o Demokratik Güçler Birliği (Filip Dimitrov) hükümetini düşüren DPS oldu. 2014’un Ağustos ayında yıkılan Başbakan Plamen Oreşarski hükümetinin sandalyasını çeken Doğan oldu. Şimdi ise 3. Boyko Borisov hükümetine “sakin olun” mesajı gönderen ve 2018 yılı başında “gensoru” ile düşürülmek istenen sağ - liberal - faşistler iktidarına “ben buradayım sen korkma” diyen yine bizim “şopar”dır. Bu oynaklığın sebebi nedir? Toplumdaki çelişkiler kızıştıkça ve patlama noktasına gelince “Doğan supabı basıldı mı yoksa kendiliğinden hava mı kaçırdı? Basıldıysa, onun boğazını sıkan kimdir? Doğan’ın günahları o kadar mı büyük ki, kendi aklı, vicdanı ve iradesiyle bir şey yapamıyor ve her defasında iplerini çeken kulise boyun eğiyor.” 7 aydan beri faşistlerin 3. Borisov hükümetinden sökülmesi ve partilerinin yasaklanması için meclis mücadelesi veren Başkan Karadayı ve etrafındaki çakallar neden her defasında dilini yutuyor ve “saray” adlı emir alma merkezine dik kafalı girip, “süt dökmüş kedi gibi” çıkıyorlar. Bu burkanın kapağını ne zaman açılacak. Açıldaysa içindeki erikler kimin. Açılmadıysa gerçekleri ne zaman öğreneceğiz ve Bulgaristan Türkleri bir kavanozdan bir kavanoza değiştirilen çekirdeksiz erik midir. Biz ne zaman insan yerine koyulacağız. Yoksa bizim kimliksiz, iradesiz insanlar olduğumuzu mu sanıyorsunuz. Biz bundan böyle DPS mahzeninde kavanoz içinde komposto eriği gibi yıllanmak istemiyoruz dediğimizde, bizi işitmek bile istemeyenlerin aramıza girip bizim adımıza konuşmaya ne hakkı vardır. Anlaşılan Doğan “saray” mahzeninde kompostolar azalmış ki, erik topluyor, gelin sizi kavanoza kapayım ve çürüteyim diyor. Artık anlaşılmak istiyoruz. Drındarlı Koca Hasan da benim gibi düşünüyor. Ahmet Doğan ile Boyko Borisov dostlukları ne kadar derinlere dayanıyor? İkisi de “DS”’ci, ikisi de Todor Jivkov’cu, ikisi de murta, ikisi de oligarşiden, ikisi de bekar, ikisi de “verme başkasına ver bana” mantığına hizmet eden Moskof uzantısıdır. İkisinin de ödevleri aynıdır: Bulgaristan’da totaliter dönemim cinayetlerini gizlemek, katilleri ve katliamların açıklanmasına engel olmak; suçluların tutuklanmasına da engel olmak, adalet yolunu kesmektir. Bu ortamda memleketimizde sivil toplum örgütü kurulamaz, demokrasi yerleşemez, özgürlüklerden söz edilemez, Türklere “kültürel otonomi” hakları tanınması zaten yasak. Doğan “fahri


218

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

başkan” olup “saraya” saklanalı yayınladığı mesajlarında “Türk”, “Pomak”, “Çingene”, “Tatar”, “Müslüman”, “İslam”, hatta Hak ve Özgürlükler Partisi’nin adını bile ağzına almıyor. Genel Başkan Karadayı’ya, Karadayı bile demedi. Sanki, dedesinin köy çobanı, babasının dale şoparı olduğunu unuttu. Hayatta bir tek supap rolü görüyor. Basın iğneme de ben de ötekilerin canını çıkarayım diyor. Canı çıkarılacak olan ise onun ve benim komşumuz Koca Hasan. Düşmanına hayat hakkı tanıyan kendi kuyusunu kazar. Doğan Bulgar aşırı sağcı faşistlerine istediğiniz gibi yaşayabilirsiniz dedi. Bu sözlere düşman bile inanamadı.








Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.