39 - BULGARİSTAN TÜRKLERİNİN VATAN IŞIĞI

Page 1

BULGARİSTAN TÜRKLERİNİN

VATA N IŞIĞ I

2017 Aralık Makale ve Analizleri


BULGARİSTAN TÜRKLERİNİN VATAN IŞIĞI BULTURK BGSAM Yayınları Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi - BGSAM -39 BULTÜRK Adına Genel Başkanı: Rafet ULUTÜRK Basım: Aralık - 2017 Koordinatör: Dr. Nedim BİRİNCİ Editör: Raziye ÇAKIR İnternet sorumlusu : Kapak Tasarım: Murat ULUTÜRK Pazarlama Sorumlusu: Hamiyet ÇAKIR Arşiv: İbrahim SOYTÜRK İsteme Tel: 0212 511 63 47 www.bulturk.org; www.bghaber.org; info@bulturk.org İnternet sitesinin yazıları Adres: Yıldırım Mah. Şehit Kamil Balkan cad. No.114/A Bayrampaşa İstanbul Tel: +90 (212) 511 63 47 Belgegeçer: +90 (212) 526 51 98 https://bgsam.org/, https://issuu.com/bulturk, https://bulturk.org.tr/ Baskı : DİNÇ OFSET MATBAACILIK SAN. ve TİC. LTD. ŞTİ. Adres: Davutpaşa Cd. Emintaş San. Sit. No: 103/580-581 Topkapı - İstanbul Tel: 0090 212 493 24 67 TÜRKİYE CUMHURİYETİ YASASI GEREĞİNCE BU ESERİN YAYIN HAKKI BULTÜRK’ten İZİNSİZ KISMEN VEYA TAMAMEN ÇOĞALTILIP YAYINLANAMAZ

Web: www.bghaber.org ; E.Posta: rafetuluturk@yahoo.com


“Bilgi Ordusu, Bizim Ordumuz, Bildiğimizi Öğretmek,Bizim Borcumuz.” Rafet ULUTÜRK

Düşünceler dizisi olan elinizdeki eserin anlamı derin bir uğraşın ancak başlangıcıdır. Bulgaristanlı Türk Müslümanların başına 1970-72, 1984-85’te düşen yıldırımın bir daha düşmemesi için bir uyarı ve ışık niteliğindedir. Saygılarımızla, B U LT Ü R K İ st a n b u l



Önsöz Yerine Yıl 2017 2016 yılı Bulgaristan Türkleri ve soydaşlarımız için umut dolu gelmişti. Cumhurbaşkanlığı seçimi ve siyasi dönüşüm amaçlayan bir halk oylaması yapılacaktı. Vatandaşlar siyasi sistem değişikliğinin seçim sisteminden geçtiğini kavramıştı. Ancak parti listelerinde gösterilenlerin seçildiği “çoğulcu” uygulamadan kurtulup, seçmen tarafından gösterilecek ve seçmenin iyi tanıdığı kişilerin meclise gönderileceği mutlak ekseriyet (salt çoğunluk) sistemine geçişin müjdesini bekliyordu. Bu değişiklik için 2 milyon 500 bin seçmen oy verdi.Seçmen, meclis seçimlerinde parlamentoya giren siyasi partilere oy başı 11 leva verilmesine yani milyonlar ceplemesine son verilmesini ve seçimlerin zorunlu olmasını istedi. 2 milyon 500 bin seçmenin oyu mahkeme kararıyla rafa kaldırıldı. Siyasi sistem değişikliği için “izin veremeyiz” dendi. Bunu deyen ise, 1989 yılından sonra, “ben artık öldüm” aldatmacası yaparak, Bulgar toplumu içine boydan boya uzanan kaskatı totaliter sistemin yarattığı oligarşi ve sözcüleri oldu. Onlar aynı yıl Bulgar aşırı sağcılarını birleşmeye çağırdılar. Giderek birleştirdiler ve onlara “yolunuz iktidar basamaklarından tırmanmaktır” dediler. Avrupa’nın kaderi de kötüydü. Sığınmacılar, savaş kaçakları, kitle göçleri, kıta değiştirenler çatır çatır kıvılcım saçan faşizm her günümüzü zehir etmeye başladı. 1989’da parçaları anmalık olarak satılmaya başlayan Berlin Duvarı’ndan parçaların yerine yeni duvarlar çekmek için yeni duvarcılar belirdi. Doğu Avrupa ülkeleri aralarındaki sınırlara boydan boya tel duvar gerdiler. Tarih ayıbın böylesini daha önce görmemişti. Sınırları kaldırıp özgür bir dünyada yaşama hevesiyle birleşmeyi seçenler insanlara, “Toplama Kamplarını”, yargısız idamları, Nazileri, faşistleri anımsattılar. Avrupa Konseyi 3 Bulgar siyasi partisine, “Ataka”, İç Makedon Devrim Hareketi (VMRO) ve “Bulgaristan’ı Kurtarma Hareketi” ve bu üçlünün “Yurtsever Cephe” ortaklığı Türk, Müslüman, İslam,


6

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

sığınmacı, göçmen ve öteki düşmanlığı aldı yürüdü. Düşmanlık yılan zehrinden kötü olan... Müslümanları hem isteme hem de istememe siyaseti karıştıkça anlaşılmaz oldu. Avrupa Birliği üyesi 28 devlet Türkiye Cumhuriyeti karşısında boyun eğdi ve bir gün “ama şu göçmenleri durdurun, bizi çökertecekler” dedi. 2016 ve 2017’nin en büyük olayı buydu. Dev adımlarla büyüyen ve güçlenen Türkiye’ye daha önce 28 devlet birden yalvarmamıştı. Diz çöktüler ve 2016 ve 2017’de durumun özünü fark edemediler. Çökenler Güneşten uzaklaştıklarını fark edemezler. Kuşkusuz, önüne eğilmiş kafalardan biri olan Bulgaristan’dı. Hem Brüksel’e ve hem de Ankara’ya bakarken Bulgaristan Türklerini görmezden geldi. Onları siyasi olarak parçalayarak ve parçaladıkça ezerek mecliste faşistlere daha geniş yer açanların ve faşistleri 1944’ten beri ilk defa iktidar koltuklarına davet edenlerin tam olarak ne düşündüklerini ve ne istediklerini anlamak çok zor olmadı. Artık göç durmuş, doğal olarak geri göç başlaması zamanı gelmişti. Faşist düşmanın kafasında iki hedef birden doğdu. Camiler ve mezarlıklar. Camilerin içinde de Türkçe konuşmayı yasaklamak, Türkler için Vatan kalesi olan, mezarlıkları daraltmak hatta vakıfları kabristanlık olarak ayırdıkları bütün arsalara el atıp, onları cesetlerini gömecek bir insan boyu topraksız bırakmayı düşündüler. Sofya Türk Mezarlığı 28 yıl önce dolmuştu. Bunu Ahmet Doğan’a, Lütfü Mestan’a, Osman Oktay’a, Kasım Dal’a vb asla anlatamadık. Yakın geçmişte mecliste yaşlanan Ramadan Atalay’ın eşi vefat etti. Bir mezar yeri bulamadık, doktor hanım Bulgar mezarlığına gömüldü. Yazarlarımızdan İsmail Çavuş öldü, Sofya dışında Bankiya kasabasındaki Hıristiyan mezarlığına gömdük. Bu şehirde zengin Müslümanlar için de mezar yeri yok. Sofya kenarında 52 dönüm bir yer alındı. Toprak sahibi Bulgar komşular vakıf malımıza, kendi mülkümüze mezarlık yapılması için gereken “razıyım” belgesini vermedikleri için, 20 yıldır boş duruyor o kutsal toprağımız. Karşımızdaki devlet kale gibi! Püskülü faşist. Ortada kaldık. 2016 - 2017 bizim için çok zor yıllardı. Mezarlıksız Vatan olmaz!!! Mücadele devam ediyor. Raziye ÇAKIR


Önsöz: Toplumların hayatında yazılı tarih büyük bir öneme sahiptir. Ancak bizde yazılı olmayan tarih, yani nesilden nesile aktarılan tarih vardır. Bu nedenle bazı olaylar zamanla faklı şekilde anlatılmakta veya algılanmaktadır. Gelecek nesillere aktarılacak olan bilgi birikiminin arşivlenmesi, kitap, dergi veya gazete gibi yayın organları aracılığı ile kalıcı hale getirilmesi büyük bir öneme sahiptir. Bu nedenle edindikleri tecrübeleri, yaptıkları çalışmaları toparlamak ve kitaplaştırmak güzel bir çalışmadır. Bunu bireysel olarak yapımaktan öte kurumsal olarak da yapmaları takdire şayan bir davranıştır. BULGARİSTAN TÜRKLERİ KÜLTÜR VE HİZMET DERNEĞİ kısa bir süre önce 2013’te kurulan internet haber sayfası www.bghaber.org sitesindeki yazıları bir araya getirerek yapılan bu çalışmaları kitapçık halinde getirerek bu konuda büyük bir ciddiyet göstermektedir. Derneğin internet haber sayfasında çıkan yazıları ve çalışmalarının yıllıklar halinde kitapçık haline getirerek yer aldığı bu çalışma gelecek kuşaklara aktarılacak ve ışık tutacaktır. Öte yandan dernek büyük bir arşiv de oluşturmuş durumdadır. Dernek faaliyetlerini gerekli ciddiyetle yürüten dernek Başkanı öncülüğünde dernek kurucuları, Yönetim Kurulu ve üyelerinin yaptıkları özverili çalışmalarından dolayı kutluyorum ve başarılarının devamını diliyorum. BULTÜRK


8

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Değerli Hemşehrilerim, Bulgaristan’da hepimiz zor günler yaşadık, itildik, ezildik, çiğnendik, hatta gün geldi vurulduk, şehitler verdik. Bu nedenle bizler kendi içimize kapanarak, yaşam mücadelesi vermeye çalıştık. Ancak bu içine dönüklükten kurtulmalıyız ve Türkiye’de yaşadığımıza göre, yasaların bize verdiği tüm haklardan bizlerde yararlanmalıyız. Peki, neden bunu yapamıyoruz? 1877-78 Rus-Türk savaşından sonra Osmanlının Balkanlardan çekilmesiyle birlikte, savaş esnasında işlenen akıl almaz katliamlar nedeni ile atalarımız asırlarca yaşadıkları yerleri terk ederek göç yolunu tutmuşlardır. Geride kalanlar ise Bulgaristandevleti’nin uygulamaya başladığı soy kırım politikalarına karşı direnmiş ve hayatta kalmaya çalışmışlardır. Şimdi ise burada Türkiye’de yaşayanlar oralara yardım edebilmek için, burada ilk önce bir araya gelmek ve bir merkez oluşturmalıyız. Artık bir kurum altında toplanmalı ve birlikte hareket etmeliyiz. Bu birliğe hepimizin ihtiyacı olduğuna inanıyorum. Artık bir birimizi kötülemekten vaz geçmeliyiz, birisi için yanında konuşamayacağımızı başka bir yerde konuşmamalıyız, yani kısaca arkasından konuşmamalıyız. En önemlisi samimi, hoşgörülü ve ahlaklı olmak. Zamanla her şey yerine geleceğine inanıyorum, ama tabi ki bu dava üzerinde kafa yoran, stratejiler üreten ve devamlı bunun üzerinde çalışan olursa. Bizim savaşımız insanlarımızı ahlaklı yetiştirmek olmalı, birlik ve beraberliğe kendi insanlarımızla başlayarak tüm Türk Dünyasına taşmalıyız. Bizler burada Türkiye’de yaşayan Bulgaristanlılar büyük bir kitle haline gelmiş durumdayız. İşte bu nedenle şimdi bu kitleyi yani kendi hemşerilerimizi, bir araya toplayarak bir merkez, bir güç birliği oluşturmalıyız, tabi ki bu bizim doğal tabii hakkımızdır. Bizler de artık toplum gücünü kullanabilmeliyiz. Toplum olarak haklarımızı elde etmek zorundayız ve bu yönde çalışmalıyız. Biz bunu söylerken, önderlerimizi seçerken, başkaları kötüdür demiyoruz.


Makale ve Analizler - 2017

9

Biz bu işi onlardan daha iyi yapabileceğimize, Türkiye Cumhuriyetine ve Türk Dünyasına daha verimli olacağımıza, buralarda bu bölgelerde yaşayan Türklerin daha iyi, daha güvenilir, yaşamalarını sağlayacağımıza inandığımız için, Önderliğe, Yönetime talibiz. Bu arada Bulgaristan’da kalan kardeşlerimizin hepsinin siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel kimliklerini, muhafaza edebilmeleri için mücadele etmeliyiz ve bu konuda gerekeni yapmalı ve gerekli yardımları yapmalı ve yaptırmalıyız. Aramızda Ahlâklı, Adaletli olanları seçmenli ve yüceltmeliyiz. Geçmişi konuşmaktansa, gelecekten söz etmeliyiz, bugünü değil, yarınları görerek hareket etmeliyiz. Aramızdan stratejistlere imkân ve fırsat vermeliyiz ve onları bizler yetiştirmeli yön verebilmeliyizkısa-10 ve uzunvadeli -50 yıllık hedefleri gösterebilmeliyiz. Aramızda kötü niyetli insanları tespit etmeliyiz, bilmeliyiz ki, onların kusurlarından dolayı değil, bu güne kadar yapılması gerekenleri engelledikleri için aramızdan uzaklaştırmalıyız. Bu güne kadar neler yapılmamış, onları araştırmalı, bilmeliyiz ve neler yapılması gerekir onları söylemeliyiz ve bunları bir an önce hayata geçirmeliyiz. Bizler gözyaşları dindirmek için, yaralara mehlem olmak için, her yüke ortak olabilmeliyiz. Gençlerimize, sadece balık pişirmesini değil, balık tutmasını da öğretmeliyiz, insanlarımızı denizlere, okyanuslara açılmalarını sağlamalıyız. Aramızda Tek Lider değil her sokakta, her mahallede bir lider yetiştirmeliyiz, biz dünyayı yönetmek için oğullarımızı yetiştirmeliyiz. Bizim insanlarımız yani Bulgaristan Türkleri şahsi başarıları Türkiye’de belkide en çok olanlardanız. İşte artık bizler toplum olarak haklarımızdan yararlanmasını bilmeliyiz. Her şeyden önce siyasi haklarımızı toplum olarak kullanmalıyız, daha sonra ekonomik ve kültürel haklar onu takip edecektir. Hepimizin gördüğü gibi, tarihte büyük güçler çok defa kötü politikaların kurbanı olmuşlar ve bunlar devam edecektir. Bir toplumun Lideri olmadan hiçbir şey olmaz, bu lideri de toplum çıkarmalıdır. Siyaseti güvenilir, sevimli hale getirmek bizim hedefimiz olmalı, bu gün çok zor, imkânsız olarak görünse de, yarınlara umutla bakabilmeli ve baktırabilmeliyiz. Var olabilmemiz için, var kalabilmemiz için, öncelikle temel hususlarda anlaşma sağlamalıyız. Aramızda bir birimize güveni kaynaştırmalıyız ve samimi olmalıyız.


10

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Her şeyden önce özgüvenimizi kazanmalıyız, birlik ve beraberliği ön planda tutarak insanları insan oldukları için sevip saymalıyız. İçimizde barışı sağlayıp, tek merkezde bir çatı altına toplanmalıyız. Bu çatı da “BULTÜRK Derneği” olmalıdır. Buradan tüm dünyaya sesimizi duyurabiliriz. Balkanlar konusundaki politikalarda etkili olabilmek için yolları aşındırmalıyız. Çünkü gelişmiş ve Bulgaristan’da etkili bir Türkiye Balkanlara tamamen hâkimiyet kurabilecektir. En önemlisi kararlı olalım ve birbirimize samimi, saygılı olmayı ve bir birimizi sevmeyi öğrenmeliyiz. Bizim derdimizi ve problemlerimizi en iyi anlayabilecek zaat bizden olduğunu idrak etmeliyiz. Bulgaristan Türkleri konusunda teşhisi bizler kendimizi yetiştirerek yetki mercileri alarak son noktayı biz koymalıyız, bu güne kadar ki eksikliğimiz budur. Ayrıca Balkanların anahtarı Bulgaristan’da yani Bulgaristan Türklerinden geçtiğini de öğrenmeli ve öğretmeliyiz. Sevgili dava arkadaşlarım. Kendimizde özgüveni, aramızda güveni ve merkezioluşturduktan sonra, kimsenin aramıza nifak tohumları ekmesi mümkün değildir. Bizim için önemli olan, eksiklerimizi bulmaktır. Geçmişi bırakarak artık bizler aydınlanma dönemine bir an önce geçmeliyiz. Halimizi tespit etmek çok kolay, gazete, dergi yayın hayatımız nerede, kaç gazete, tv, radyo bizimle ilgili haber yapıyor.Burada suçlu değil, sebepleri aramalıyız. Gelin bunları tartışalım, niçin bu güne kadar bir Bulgaristan Kültür Merkezi olmamış, bunu şimdi nasıl gerçekleştirilebiliriz, bunlara yönelik çalışmalar toplantılar yapmalıyız. Hedefimiz Türkiye Cumhuriyetini daha güçlü, daha huzurlu ve daha iyi yarınlara götürmek için olmalı. Güçlü bir Türkiye Bulgaristan da yaşayan Türklerede güven ve huzur verecektir, onların daha rahat yaşamalarını hep birlikte sağlayabiliriz. Bunlar zannetiğiniz kadar zor işler değil. Dünyada insanlar bir iş için değil, bir İdeal için hayatını feda ederler. Bunun için güçlü olmak sesini duyurabilmek için öncelikle bir Kurum ve bunun Merkezini oluşturmalıyız. Çünkü Merkezi olmayan hiçbir topluluk bir yerlere gelmesi mümkün değildir. Bu güne kadar konuşmalar tartışmalar yapılmış fakat bir ağıç ekilmemiş işte bu gün bunu yaptık BULTÜRK tüm Bulgaristan Türklerinin biz öncelikle sadece Bulgaristanlıyız.


Makale ve Analizler - 2017

11

Bizler elimizdeki kıt kaynaklarla bir merkez oluşturmaya çalıştık, bunda da muhafak olduk. Bu merkeze ulaşmakta büyük güçlükler ile karşılaştık bu konuda bizlere yardımcı olan emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz. Ayrıca bizlere kendi yerini veren Mümin Hocamıza huzurunuzda kendisine tekrar tüm halkımız adına buradan teşekkür ediyoruz. Bundan sonraki hedef de Türkiye’nin her yerine ulaşmak ve bu birlikteliği her yerde tesis etmektir. Bu merkezimizde artık kendimize ait bir kültür merkezimiz oluştu toplantı salonumuz da mevcuttur her 15 günde bir toplanıyoruz. Amacımıza ulaşabilmek için devletin bir şeyler yapmasını beklememeliyiz. Birlikten kuvet doğar Atasözünde olduğu gibi güçlerimizi birleştirerek devlet yönetiminde söz sahibi olmalıyız ve geleceğimize kendimiz yön vermeliyiz. Gençlerimizin devlete girmelerinin yolunu aydınlatmalıyız. Artık bizim de Ankara’da TBMM’de kendi temsilcilerimiz olmalı. Bizler de buralara kendi içimizden birilerini gönderebilmeliyiz. Aramızda birlik ve beraberliğimizi oluşturduğumuz takdirde kendi içimizde samimi olduğumuzda başarıların ard arda geldiğini göreceğiz bunu başaracağımıza eminim. İhtiyacımız olan tek şey kendi içimizde daha adaletli olabilmek. Sevgi ve saygılarımı sunarım, Genel Başkan Rafet ULUTÜRK


12

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İstanbul Siyasal Mezunları İçişleri Eski Bakanını Ağırladı

Alptekin Cevherli-24.Aralık.2017

İstanbul Siyasal Mezunları Vakfı Kocaeli Grubu “Yeni Dünya Düzeninde İç ve Dış Güvenlik Politikaları” konulu toplantılarında İçişleri Eski Bakanı Sebahattin Öztürk’ü ağırladı Başkanlığını Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Müfettişi Şeref Erol’un yürüttüğü İstanbul Siyasal Mezunları Vakfı Kocaeli Grubu’nca düzenlenen programda, “Yeni Dünya Düzeninde İç ve Dış Güvenlik Politikaları” ele alındı. İçişleri Eski Bakanı Sebahattin Öztürk’ün Konuk olarak katıldığı programa, Kocaeli Valisi Hüseyin Aksoy da iştirak etti. Toplantıda, dünyadaki ve Türkiye’deki terör olayları, buna karşı geliştirilen ulusal ve uluslararası güvenlik politika ve uygulamaları konuşuldu. Sebahattin Öztürk yaptığı konuşmada, FETÖ’yle mücadelenin önemini vurgularken, halen birçok kamu kuruluşunda bu mücadelenin bitmediğini ve devam ettiğini belirterek, Türkiye’nin bir an önce bu terör örgütünü tüm kurumlarından temizlemesi gerektiğini söyledi. Zorlu süreçte Ülkemizin çok yönlü saldırılar altında ve birçok terör örgütüyle aynı anda mücadele ettiğini, ancak bütün bu saldırılara rağmen devletimizin bunlarla baş edebilecek güçte ve dirayette olduğunu belirtti. Programa başta İZAYDAŞ Genel Müdür yardımcısı bayram Karakuş, Vakıfbank Saraybahçe Şube Müdürü Ahmet Şahin, Vergi Denetim Kurulu Başkan Yardımcı Ömer Gezer, Serbest Muhasebeci Mali Müşavir Süleyman Kızılkaya, T Bank Şube müdürü Selami Eren, Vergi Denetim Kurulu Başkan Yardımcısı Serdar Şahin, Ziraat Bankası Daire Başkanı Murat Öztürk, Büyükşehir Belediyesi Müfettişi Mücahit Bıyıkoğlu, Petro-kimya Gümrük Müdürü Temel Akkuş, İSU müfettişi Ahmet Özden, SMMM Hamit Akbulut ve pek çok İstanbul Siyasal mezunu katıldı. Sohbet havasında geçen program sonunda Dönem Başkanı Şeref Erol, katılımcılara teşekkür ederken, Sebahattin Öztrük’e grup üyelerinden Ahmet Şahin’in Kosova Prizren’de çektiği çerçeveli bir fotoğraf ile Osmanlı tarihi hakkında bir kitap hediye edildi.


Makale ve Analizler - 2017

13

Siyasetten Korkan Siyasetçi

Dr. Nedim Birinci-22.Aralık.2017

Konu: Dervişe Gitme Zamanı. Yoksa kulis merkezini mi arayalım? Kısa bir süre önce duayen yazarlarımızdan büyümüz Osman Bülbül “Kasaplık Koyun, Damızlık Koyun” başlıklı yazısında, 2018 siyasetinin kapısını aralamış ve ilgilenenlere koklatmıştı. Bu öyle çal kalem yazılmış bir köşe yorumu değildi. Bir yandan işin acemisi Türkiyeli serüven meraklısı Aziz Babuççu’nun Sofya sokaklarındaki çöp tenekelerinden siyaset kırıntısı toplayışını anlatırken, onun mimarlığında başlayan 25 Aralık 2015 Hak ve Özgürlük Partisini bölüp malaz posasından yağ çıkarma denemesinden sonra da, kulisler ve dervişleri birbirine karıştırdığını görüyoruz. Bana bu gidiş geliş, siyaset suyuna yeni düşmüş ve henüz suyunu alamamış HÖH Genel Başkanı Mustafa Karadayı ile 2 defa art arda görüşme, yeni bir tehlikesi serüven’in başlayacağına işaret ediyor. Aklıma gelen ilk şey, bir masalımız oldu. Sultanlardan birinin işleri pek gitmiyormuş. Yanına bir süsü danışman toplamış. Her kafadan bir ses... Yap boz yap-boz. Netice sıfır elde sıfır... Günlerden bir gün akıl hocalarından biri. “Haşmetlim işi çözdüm” demiş. “Bir derviş gördüm, ne derse doğru çıkıyor.” Kimmiş o diye sormaya kalmadan, “Hemen git getir demiş!” son hükmü veren. Çarşı pazar dolaşan, mevlit kaçırmayan eşeği nalsız, çulu tozlu, kuyruğu pıtraklı bir boz eşek üzerinde seyrek sakalı ağırmış, altı yok çarıkları ipsiz yaşlı başlı bir dervişi bulup yaka paça getirmişler. Olayı gören haşmetli, “yarından sonra her gün buradasın, şimdi git karnını doyur ve yorgunluğunu üzerinden at” buyurmuş. Huzura çekilen derviş önce tozunu silkmiş, sonra hamama girip ferahlamış, karnı doyunca gözü açılmış, uykusunu da alınca çağırmalarını beklemiş. Akıl hocaları heyeti sürekli tartışıyor, benim dediğim tutsa da büyük lokmayı ben yutsam diye hesaplar peşinde boğuşup didişirken, derviş de ara sıra aklına geleni söylüyormuş. Onun dediğine kuşak veren haşmetli, ondan işittiklerinin hemen yapılmasını emrediyor ve işler yoluna girdikçe gönlü ferahlıyormuş. Bir gün, beş gün bir türlü durulmayan sular durulmuş, “sen yapacağını yaptın,


14

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

şimdi artık huzura çekil, gerekince biz seni yeniden ararız” derken, “hiçbir şeyini eksik edilmesin” buyrulmuş. Derviş, şırıl şırıl akan ırmak kenarında, söğüt gölgelerinin koyu olduğu bir yerde güzel bir eve yerleştirilmiş. Haşmetli bir gün kendisini ziyarete gelene kadar yıllarca orada hayatından memnun huzur içinde yaşamış. Haşmetli kimi defa ondan ilgilendiğinde, “bir şikayeti yok, beş vakit namazında, ne var ki abdest alınca dış kapıya gidip çöp deliğinden dışarı bakmadan secdeye durmuyor” bilgilerini alıyormuş.. Ha, öyle mi diyen Haşmetli, bir gün uğrayıp bir bakayım şu kapı deliğinden dışarı... demiş ve dervişe hal hatır sormuş, hiçbir konuda yakınma almayınca, “canın sıkkın değilse şu çöp deliğinde dışarı bakman ne iş?” diye sormuş. Derviş, “kapı şurada, delik orada, buyurunuz” cevabını almış. Haşmetli kapıya yaklaşmış, gözünü deliğe götürmüş ve bir de ne görsün, karşıda bir çift altı yok bir çift çarık. “Bu ne iştir?” demiş. “Geldiğim yeri unutmayayım diye, her gün 5 defa bakarım!” demiş. Bulgaristan Türklerine bir türlü ısınamayan, Bayram namazını Sofya “Banya Başı Camiinde” kılacağına Plovdiv Camini şereflendiren Büyükelçi Süleyman Gökçe de gitmesine rağmen, Bulgaristan’ı hiç tanımayan Babuççu Sofya’ya gelip gitmeye devam ediyor. Siyaset “mühendisi” olarak kurduğu Bulgaristan politikası 26 Mart 2017 seçimlerinden toslayan Trabzon’lu Aziz Babuççu’nun ayağını inciten nasırın ne olabileceğini biraz düşündük. Çünkü o işleri karıştıran biz Bulgaristanlı Müslümanlar ve Türkler ise sırtımızda çekenleriz. Bir defa Bulgar parlamentosunda 10 Türk milletvekili kaybına neden oldular, ama başkasının sırtında 10 sopa azmış. Bulgaristan küçük ülke olduğuna biz her şeyi idare ederiz havalarına girdiler. O, 2016 yılında birkaç Bulgaristanlı Türk’e Anadolu ve Trakya Belediyelerinde çay kahve içmesini siyaset eylemi olarak göstererek Ankara yüksek makamları aldata-bildi. Bu sahneleri biz daha önce de görmüştük. Şöyle bir 15 - 20 yıl önce, o zamanın iktidar partisinden Başkan Yardımcısı Yalçın Koçak Bulgaristan Türkleri işlerine çok meraklanmıştı. Hatta Lütfi Mestan gibi o da HÖH - DPS yönetiminden olan Osman Oktay bir sürü adamla İstanbul Yeşil Yurt’ta devlet köşkünde kaldıklarını, sonra bir gece “hadi artık toplayın palanızı pırtınızı ve gözümüz görmesin diyene kadar, birkaç gün yaşattıklarını” yazdığı kitapta anlatır. Ama bizim Lütfi Bulgarca köy öğretmeni, Oktay ise köy sağlık memuru ve kültürel düzeyleri deneyim değişiminden ders çıkaracak kadar gelişip olgunlaşma-


Makale ve Analizler - 2017

15

mış olduğundan aldandılar ve sonunda her ikisi de sokakta kaldılar. Türkiye’de bu başarısız oyunların ve Bulgaristan Türkleri arasından kadroları tuzağa düşürmenin iyi ödenir bir meslek olduğunu bilenler, “kovan bozan parmak yalar” misali 2017’yi iyi geçirdiler. Lütfi Mestan “Audi” sürüyor, Şabanali Ahmet “Mercedes”ten inmiyor, daireler, köy evleri, Türkiye’de daireler derken yakaları oldukça genişledi. İşte bu iş bir yere kadar yukarıdaki masaldaki dervişin işine benziyor, fakat olanlar kapı deliğinden dışarı bakmadıklarından kısa bir süre sonra Aziz Babuççu tarafından “kasaplık koyun” ilan edileceklerini ne yazık ki hiç düşünemediler ve bu defa da boşa bastılar. Lütfi Mestan ve arkadaşlarını HÖH yönetiminden tekmeleyerek atan “fahri” başkan Ahmet Doğan, yıl başından önce bir demeç vermeyi 3 yıldan beri gelenek haline getirdi. Bundan 28 yıl önce Ahmet Doğan bir kış günü siyaset alanına çıktığı günden beri Bulgaristan halkı bu “köylü şopar” kimin adına ve kimden akıl alarak konuşuyor? Gibi sorusuna yanıt arıyor. Günümüz Bulgaristan siyaset sahnesinde “TV +” gibi kanal sahibi olan, demokrasiden önce “Deitsche Welle” - “Almanya’nın Sesi” mikrofonlarında sözcülük yapan gazeteci Georgi Koritarov, boş boş gidip gelerek mekik dokuyan A. Babuççu’nun nafile çabalarına ilişkin şöyle dedi: “Eski imparatorluklar pınarlar kuruyor. Ahmet Doğan konuşuyor. Bulgar politik eliti onu hiç düşünmeden alkışlıyor. Halk ise çok derin uykuda.” Koritarov yazısında aynen şöyle diyor: “Ahmet Doğan’ın Noel Bayramı demecine bu yıl Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS) partisi ile bu partiden ayrılan ve kuranların yakınlaşıp birleşmeleri için aktif çaba gösteren Ankaralı emi sarın (Aziz Babuççu) ciddi politik ısrarı ve etkinlikleri üzerinden girmeliydi. Önce Doğan’a yakın olan ardından da onu sert eleştiren kitle iletişim araçları DPS parti yönetimi ile AK Parti milletvekili Aziz Babuççu arasındaki görüşmeleri ateşe aldı. Anlaşılan DPS, DOST (Lütfi Mestan partisi) ve HDHP’ni (Kasim Dal Partisi) yakınlaştırıp birleştirme formülü aranmıştır. 2015 yılına kıyasla yepyeni bir durumla yüzleştik. 2 yıl önceki Noel demecinde Doğan “NATO” bunalımda, Avrupa uyuyor, dev güç Rusya” demişti. Demek oluyor ki, o zaman Ankara NATO lehinde konuşur, Doğan Kremlin gölgesindeydi. Bir yıl sonra, Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a karşı 15 Temmuz darbesi yapılırken, darbecilerin yolu kesilip hainlerden hesap sorulmaya başlandı an DPS - partisi “Türkiye’de demokrasi tehlikede” dedi. Ne var ki, aynı zamanda Ankara - Moskova ilişkilerinde ısınma başlamıştı. Putin’le Erdoğan arasındaki ilişkiler partnerlik aşamasını fersah fersah aşarak Moskova ile Ankara Avrupa Birliği’ne karşı değer yargı-


16

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ları sistemi oluştururken ve yakında NATO’ya da bir sürpriz sunabilecekken, Ankara’nın Sofya merkezli bu 3 siyasi partiyi birleştirme çabasının bir Atlantik tasarımı olmadığını düşünmek zorundayız.” Olayları yakından izleyenler, Ahmet Doğan’ın bu demecinde, “Hükümet düşerse yönetimi üslenecek kimse yok” demesi dikkati çekti. Bulgaristan’da şöyle bir gerçek var, artık politika alanında izi olmayan, II. Simeyon partisi 2008’de siyaset güvertesinden denizin dibine itileliden beri iktidarda yer almasa da, HÖHDPS hükümetin içinde ve gölgesindedir. Doğan’ın bu demeci III. Boyko Borisov hükümetine 6 aydan bir yıla kadar süre verdi. Huzur tanıdı. Fakat bunun karşılığında Valeri Simyonov gibi aşırı sağcıların iktidardan uzaklaştırılması yönünde adımlar atılmalıdır. Artık ilginç olan gelişmede aşırı milliyetçiler Reformcu Blok gibi iktidardan dökülecekler mi? Bunun olması için GERB partisinin siyaset merkezinden uzaklaşmış durumundan merkeze dönmesi gerekiyor. Doğan aşırı milliyetçilere (V. Simyonov) gibilere siyasetten çekilmeniz gerekir, dedi. Onun hedefinde Bulgaristan Türklerini iktidara taşımak değil, daha da ezilmelerine yol açmak var. Bu emirleri veren merkez nerede bulunuyor? Buradaki en ilginç gelişmeyi ise şöyle açabiliriz. Ahmet Doğan DOST ve HDHP üyelerini (toplam 100 bin kişi) Hak ve Özgürlük hareketine geri dönmeye davet ederken, pişmanlık duymalarını, yanıldıklarını kabul etmelerini, tövbe etmelerini istiyor ki, Mestan, Kasım ve Babuççu’nun gerçek durumu bu çizgiye, halkımızı açlık sınırı altına itmelerinden sorumlu tutulacak kişi kimdir? Ayrıca bu kişileri buradan neden ayrılmışlardı, hain yöneticilerin yanında kalmak istemiyorlardı. Peki ne değişti? Günün sorunu budur. Önümüzdeki yıl yapılacak olan yerel seçimlerde bu 100 oy ve ayrıca GERB partisine giden 120 bin oy HÖH muhtar ve belediye başkanlarına dönecek mi? Bu sorunun cevabı şu an verilemez. Bulgaristan Türkleri dönem insanlar değildir. Onurlarını ezdirmezler, ezdirt(e)meyiz. Başka bir soru daha var tabii. Bulgaristan’ı tanımayan Büyük Elçiler ve Ankara’lı yetkililer ne zamana kadar “baş-uzman” kesilip bizi Bulgarlar önünde küçük düşürmeye devam edecekler? Bu kişilerden hesap sorma günü gelmedi mi? Bundan tam bir yıl önce Rafet Ulutürk “www.bghaber.org” kürsüsünden Babuççu, Gökçe, Mestan, Şabanalı ve daha ne kadar kadro varsa hepsi toplansa ve çalışsa DOST meclise giremez, bu siyaset bir yıla kadar toslayacaktır diye herkesi uyarmıştı. Babuççu’nun Sofya ziyaretlerine anlam veremiyorum. Daha şerefli bir temsilci yok mu? Buradan açık açık Sayın Cumhurbaşkanımıza sesleniyoruz “bizler AK Partiye değil Sizlere Şahsınıza oy verenleriz.”


Makale ve Analizler - 2017

17

Biz Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanının sadece Türkiye Cumhuriyeti sınırları ile sınırlı kalacak düşünce yapısındaki kişilerin Türkiye Cumhuriyetini gelecekte olması gereken yerlere getiremeyeceği düşüncesindeyiz. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı yürütüğü faaliyetler yaptığı konuşmalar Adriyatikten Çin Seddine Kazandan - Hartuma kadar Türk ve İslam coğrafyasındakilerin tamamını etkilemektedir. Şimdiye kadar bu vizyonda Cumhurbaşkanı Türkiye’ye gelmedi. Biz bu büyük düşünceyi Sayın Erdoğan’da gördük bu nedenle oyumuzu kendilerine verdik ve vermeye de devam edeceğiz. Ancak bu düşüncelerini hayata geçirebilecek, kaldırabilecek kişilerin Bulgaristan’a göndermelerini arzu etmekteyiz. Tüm bunlar benim adıma bambaşka şeyler getiriyor? Soru 1: Bulgaristan Türklerine egemen olmak isteyen kulis merkezi nerededir? Soru 2: Ahmet Doğan’ın iplerini çeken kulis nerededir. Bu sorunun yarısı, Moskova, öteki yarısı da, DANS yönetiminde dese de değişen bir şey olmuyor. Aklıma Osmanlıyı yıkmak isteyen İngilizlerin daha 1710 yılında çizdikleri planları hatırlattı. Bu planlar İngiliz Casusunun İtirafları ve İngilizlerin İslam Düşmanlığı eserinde çok ayrıntılı bir şekilde Osmanlı topraklarında (İstanbul ve Bağdat’ta ve Necef’te vb başka merkezlerde) yıllarca casusluk yapmış Hempher geldi. O Osmanlıyı içinden kemiren çok başarılı bir casus olduğu için İngiliz Sömürgeler Bakanı tarafından Britanya Krallığının en yüksek madalyasıyla ödüllendirilmiştir. Bulgaristan’da Ahmet Doğan’a da en yüksek devlet ödülleri verildi. İlginçtir bu madalyalı alan casus Hampher, kim tarafından ve nasıl yönetildiğini bilmiyormuş. Öğrenmesi şöyle olmuş. Sömürgeler Bakanlığının bir odasına götürülmüş, orada yuvarlak bir masanın etrafında 10 adam oturuyormuş. Onların birincisi Osmanlı Padişahının kıyafetindeymiş. Türkçe ve İngilizce biliyormuş. İkincisi, İstanbul’daki Şeyhülislam’ın kıyafetindeymiş. Üçüncüsü İran Şahının kıyafetindeymiş. Dördüncüsü İran sarayındaki vezirin kıyafetindeymiş ve beşincisi de Necef’teki en büyük alimin kıyafetindeymiş. Bu son 3 kişi Farsça ve İngilizce biliyormuş. Bu adamlardan her birinin yanında, onların söylediklerini yazmak için, birer kâtip bulunuyormuş. Bu katipler aynı zamanda, bu adamlara casusların İstanbul, İran ve Necef’teki, onların asılları olan beş kişi hakkında topladıkları bilgileri bildiriyormuş. Hampher’e şu bilgi verilmiştir: Bu beş kişi, oralardaki beş kişiyi temsil ederler. Onların ne düşündüklerini anlamak için. Asılları gibi yetişmişlerdir. Biz İstanbul, Tahran ve Necef’tekilerle alakalı elimize geçen bilgileri, bunlara bildiriyo-


18

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ruz. Bunlarda, kendilerini oradakilerin yerinde kabul eder. Biz onlara soruyoruz ve onlarda bize cevap veriyorlar. Bizim tespitimize göre, buradakilerin cevapları, oradakilerin cevaplarına, % 70 mutabıktır. Bizde bu işler ne zaman yola girecek? Ne yazık ki, emi ser Aziz Babuççu’nun öngörüleri % 100 yanlış çıkıyor. Bulgaristan ile Türkiye ilişkilerine zarar veriyor. Hak ve özgürlük davamıza 28 yıldan beri darbe üstüne darbe vuran hainlerin eline yeni kozlar veriyor. Düşmanlarımızın bizimle alay etmesine yeni yeni olanaklar sunuyor. Son hesapta Bulgaristan Türklerinin siyasetten dışlanmasına, faşist darbelere yenik düşmemize, bizimle alay edilmesine imkân sunuyor. Ne zamana kadar? Saygılarımla, Not: Geçmiş yıllarda Türkiye’den gelen yine bir karadenizli olan Sayın Yalçın Koçak’ın “fındık dikin, tütünden kurtulun!” sözlerini hiç unutamadık. Şimdi yine bir karadenizli olan Sn. Babuççu’nun aklından geçeni düşünürken, şahsen benim aklıma bir de İngiliz incisi geldi. Hemde ta 1730 yılında kaleme alınmış, 100 yıl bekletildikten sonra yayınlanmış ve bir asır sonra da Türkçe’mize çevrileren İstanbul Fatih matbaalarında 100 defa basılmış bir eserde yer alan bir vakadır.

Bocuk Gerginliği

Raziye Çakır-25.Aralık.2017

Konu: Doğan’ın Yılbaşı Mesajına kim ne dedi? BSP lideri Kornelya Ninova: Ülkedeki gerginlikten tedirgin olan Balbakan Boyko Borisov, kendilerini “yurtsever” olarak tanıtan, aslında aşırı sağ faşist olan 3 parti ile mırın kırın yaşadığı, ayrıca sosyalistlerin rüşvet konusunda “gensoru” hazırlığı gördüğü son haftalarda, çareyi Ahmet Doğan’dan yardım istemekte buldu. Karşılıksız istenen bu “yardıma” Doğan “evet” dedi ve faşizme karşı savaş bayraklarını dürdü. Bu görüşü ifade eden Bulgaristan Sosyalist Partisi Başkanı Bayan Korneliya Ninova’dır.


Makale ve Analizler - 2017

19

Doğan’ın mesajı şöyle anlaşılmalıdır. “Yurtseverle” ortaklık yanlıştır. Onları iktidardan uzaklaştırın, biz sizi destekleyeceğiz. Yeni seçime ve yeni hükümete gerek yok. Doğan “el ele verelim ve istikrarı koruyalım” dedi. Fakat hangi istikrarı? Memlekette hastaneler istikrarlı bir devamlılıkla kapanıyor. Su ve elektrik fiyatı istikrarlı bir şekilde yükseliyor. Rüşvet işlerinde ve yoksulluk bakımından Avrupa birincisiyiz. Nüfustan bir avuç kişi istikrarlı bir şekilde daha zengin olurken, Halk kitleleri, emekliler, köylüler ve az gelirliler istikrarlı bir şekilde sefilleşiyor. Azınlıkların çocukları istikrarlı bir şekilde okuma yazma öğrenemiyor, cahillik artıyor. Bulgaristan nüfus olarak istikrarlı bir şekilde azalmaya devam ediyor. İki ucunu birbirine bağlayamayanlar istikrarlı bir şekilde iş için dış ülkelere gidiyor. Yaşlılar ilaç parası, çocuklar da okul harçlığı bulamazken yardım bekleyenlerin sayısı da istikrarlı bir biçimde artmaya devam ediyor. Sofya’da ve başka şehirlerde bu hükümete karşı her hafta gösteri ve mitingler düzenleniyor. Doğan kime ve kimin adına yardım eli uzatıyor ve beklentisi nedir? Bulgaristan vatandaşları yoksulları daha fakir zenginleri de daha zengin eden bu modelin devam etmesini istemiyor. Biz “yurtsever” maskelilerin yerine DPS ‘nin gelmesini de istemiyoruz, çünkü hiçbir şey değişmeyecek. BSP’nin 80 milletvekili var ve hükümete, yoksulluğa karşı mücadeleyi yalnız başına devam ettirecektir. Nikolay Slatinski: Doğanla ilişkiler öpücükle başlar kötüne tekmeyle biter. Şu dönemde Bulgaristan’ın can çekişmesi biraz da, kendisini Bulgaristan’ın manevi koruyucusu rolünde gören Doğan’ın küstahça konuşmasında gizlidir. Doğan Bulgar totalitarizminin göbek bağıdır. Ülkemizi yolsuzlukların, karanlığın, anarşi ve kargaşa rahmine geri çekiyor, gün yüzü görmesine engel oluyor. Er ya da geç, totaliter zamanla olan bu göbek bağı koparılmalıdır. Bu yapılmazsa Bulgaristan oksijen yetersizliğinden ve geleceksizlikten boğulacak ve yok olacaktır.


20

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Geçiş Döneminin ilk yıllarında, siyaset adamı olacaklarını bilmeyen, kapı ardına ya da adına demokrasi denen, Ayın görülmeyen yanı yani karanlık kısmına gizlenmiş olan bazı kişilere Doğan’ın temaslarına her zaman öpüşerek başladığını ve göte tekme vurarak bitirdiğini hatırlanmak isterim. Sonuç her zaman aynı olmuştur. Doğan’a yaklaşan Bulgaristan istikbalinden silinmiştir. Eski İçişleri Bakanı Bogomil Bonev: Boyko Borisov’u yaratan Doğan’dır. Geçiş Döneminin lanetlisi Boyko Borisov’a arka oluyor, diyenler var. Şahsi görüşüme göre, Doğan bu defa Borisov’u gömdü. O, aynı şekilde hareket ederek, 2009 yılında iktidar ortaklarından biri olmasına rağmen,, iktidar porsiyonlarını ben dağıtıyorum, demişti.. Bu haberi GERB’e fısıldadı ve 2 hafta sonra Boyko Borisov’u yaratmaya başladılar. İnanmayınız. Mustafa Karadayı Mleçino’da konuştu: HÖH Başkanı Mustafa Karadayı Kırcaali’nin Mleçino köyünde yaptığı konuşmada Başbakan Boyko Borisov ile GERB meclis grubu başkanı Tsvetan Tsvetanov’un Ahmet Doğan’ın Yılbaşı mesajını anlayamadığını söyledi. Doğan mesajında, memleketi yönetmek için yalnız ve bir tek DPS partisinin hazır olduğunu, ama yalnızca bunun yeterli olmadığını söylediğine işaret etti. Burada anlaşılması gerekenin Bulgaristan Sosyalist Partisi’nin yönetmeye hazır olmadığı, GERB partisinin de eşi olmayan ipek kumaşı olmadığı olduğu vurgulanıyor. Karadayı, Ahmet Doğan’ın bu memlekette yalnızca Boyko Borisov’un yönetebileceği fikrini söylemediğini açıkladı. Karadayı ve HÖH milletvekilleri Mogilyane köyüne isim değiştirme saldırılarında şehit düşen kahramanları anma mitingi ve mevlit için gitmişlerdi. “Bulgaristan’ı yönetmeye hazırlanın” çağrısında bulunan DPS Başkanı, Başbakan Doğan’ın Yılbaşı mesajını yanlış okudu, dedi ve şöyle devam etti: “Doğan bizim günümüz istemlerine göre yönetmeye hazır olmadığımızı söyledi, fakat bir hazırlık görmeye devam ediyoruz. Günümüzde Başbakan koltuğuna oturan Borisov, yapılan analizi doğru dürüst algılayamadı Yıllardan beri devletimiz baş aşağı gidiyor. Biz yönetimi ele almaya henüz hazır değiliz, ne ki hazırlanıyoruz. Borisov ise bu yükü taşımaya hazır olmadığının farkında bile değil.” HÖH genel başkanı şu vurgulamayı yaptı: “Biz gensoru olmayacağını söylemedik. Tam tersine. HÖH Merkez Konseyi karar aldı. Faşistler ve aşırı milliyetçiler iktidarda olduğu sürece bir gensoru değil, çok gensorular olacaktır.


Makale ve Analizler - 2017

21

Doğan ise konuşmasında, aşılmaması gereken bir sınır çizgisi olduğunu söyledi. Fakat hiçbir kimse, faşistler ve aşırı milliyetçiler iktidarda kalabilir demedi. Doğan gensoru olmayacak demedi,” dedi. Başbakan Boyko Borisov: “Hiçbir seçeneğimiz olmadığını artık çocuklar da biliyor. Bulgaristan için olağanüstü önemli 6 aya giriyoruz. Avrupa Konseyi çalışmalarını Sofya’dan yönetecek. Bu, ülkemizin iç sorunlarının ikinci plana itileceği anlamına gelmez. Borisov bu sözleri Bulgar Ulusal TV’nin 1. kanalında söyledi ve şöyle devam etti: Ekipler çök çalıştı. Yapılması gerekli görüleni artık yaptık. Avrupa Konseyi Başkanlığı aylarında yüksek düzeyde diplomasi olacak, görüşmeler yürütülecek, meslektaşlarımızla temaslarda bulunulacak, çünkü birçok devlet için açılıp konuşulması çok zor olan birçok sorun var. 27 devletin ve “brekzit” çıkarlarını savunmak zorundayız.” Batı Balkanlar ilk defa olmak üzer Avrupa Birliği önceliği olacak. Borisov’un bu demeciyle ilgili “Fakti.bg” özel bir yorum yayınladı ve Başbakan Borisov sözlerinin yorumlanmasını pek sevmiyor, fakat sözlerinde tamamlanması ve açıklanması gereken özel noktalar var ve bununla ilgili bu açıklamada bulunmak zorunda kaldık. Konu AK başkanlığının getirdiği sorumluluk; Batı Balkanlar; Türkiye ile ilişkiler; Türkiye ile Avrupa Birliği ilişkileri gibi konularda yapılacak olan görüşmelere Bulgaristan ev sahipliği yapacak; Bazı dış siyaset konularında verilen mesajlar açık ve anlaşılır değildi. BNT “Panorama” yayınında şöyle bir söyleşi gerçekleşti: Soru: Bu işlerde devletin rolü, HÖH milletvekili Delyan Peevskinin reel rolü nedir? Başbakan: HÖH - DPS partisinin milletvekilidir. Başka bir şey olsaydı, ortaya çıkarılırdı. “Basın yayın araçları sahibi olacak kadar ekonomik ve mali güç sahibi olan bazı oligarşiler aralarında kavga ediyor. Sabah haberlerine bakarsanız, gazete başlıklarından hangi gazetenin hangi oligarşinin basın organı olduğunu anlayabilirsiniz, çünkü onların somut çıkarlarını savundukları görülüyor. Milletvekili Delyan Peevki’nin medyaları var. Bunu gazete başlıklarında ve ticari tescilde görebilirsiniz. (Bu durumda birçok yayını olan D. Peevski’nin devlet yönetimindeki sözünün ağırlığı bir milletvekili sözünün ağırlığı kadar mıdır?) Çünkü bu kişi aynı zamanda bir oligarşi... Eğer bu doğru değilse, hangi


22

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

oligarşi temsilcileri ve hangi medyalar aralarında savaşım veriyor? Demokratik bir devlette, yöneten Başbakan Borisov mu, yoksa oligarşi mi? Ve neden hiçbir seçenek yok. Boğazlandık mı? Ülkenin demokratik usullerle idare edilmesinin mümkün olmadığını savunan Borisov muhalefetten yardım mı istiyor? Şu oligarşi yönetimi demokrasiden farklı bir yönetim biçimi midir. Borisov, Doğan’da farklı bir yönetime geçmek için mi destek istedi? Bizde yönetim biçimi değişmiyorsa, anlayamadığımız bir şeyler mi var. Yoksa bizde muhalefet mi idare ediyor?” “Bir devlette bunalımı önlemek olanaklıysa, neden yapılmıyor?” Olay şöyle: 2018 yılında Ulusal Sağlık Sigortası Kasası (NZOK) tarafından getirilecek yeni ilaçların ödenmesine hükümetin gerekçeli yasak uygulama kararını Başbakan ayrıntılı biçimde açıkladı. GERB partisi bakanları ve milletvekilleri getirilen yasağı savunan haklı ve adil olduğunu kanıtlayan demeçler verdiler, bu olanın Sosyalist Parti (BSP) ile bağlantılı olduğuna,bu nedenle muhalefet tarafından desteklenmediğine işaret ettiler. (Hak ve Özgürlükler Hareketi milletvekilleri ilaçlarla ilgili ödeme yasağının kaldırılmasını istediler.) Bu ödeme yasağı idaredekiler tarafından doğru olarak değerlendirildiğine göre, nasıl olur da devleti sarsan bir bunalıma neden olabilir? Hükümetin aldığı kararlar bunalım çıkmasını önlemek, çıkmışsa onu durdurup aşmak için alınmıyor mu? Yoksa yeni ilaç alınımını önleme kararı, sağlık sigortası için ödediğimiz paraların bazı kişiler tarafından gelişi güzel harcandığının itirafı midir? Boyko Borisov: “Doğan akıllı bir adam. 27 yıldan beri yönetimdedir. Gensoru geçerse ne olacağını fark ediyor.” Ahmet Doğan yönetim teknolojisini bilen biridir. Bulgaristan Sosyalist Partisi’ni çok iyi tanıyor. Kendi partisini de elinin içi gibi biliyor. Duruma hakim. Ve onlara şöyle buyuruyor: Şimdiki yönetimi değiştirebilecek bir güç var mı? Yok! Bunu bilmeyen çocuk bile kalmadı? Biz Avrupa Konseyi konusuna odaklanarak bu işten Bulgristan için bir şeyler elde etmeye çalışacağımıza, kirli çamaşırlarımızı ipe serme gayreti içindeyiz. Ahmet Doğan Bulgaristan’ı gerçekten 27 yıldan beri idare ediyor mu? O, birkaç yıl önce güncel siyasetten uzaklaştığını kendisi söylememiş miydi? Onana inanmamalı mıyız? Neden? 2018 yılının Ocak ayında Borisov şöyle dememiş miydi: “Beni DPS ile birlikte idarede görmeyeceksiniz.” O bunları defalarca söylemiş midir? Doğan’ın zeki olduğunu da kaç defadır tekrarlıyor. Ne ki.. GERB partisi artık birkaç kısa ve uzunca aralarla 2009’dan beri iktidarda değimlidir. Bu süre içinde HÖH par-


Makale ve Analizler - 2017

23

tisi muhalefette bulunuyordu. HÖH muhal ette iken, Doğan tek başına iktidarda mı bulunuyordu. Yoksa Bulgaristan’da, devlet yönetiminden başka, başka bir yönetim mi var? Yoksa burada Borisov’un dili mi sürtüştü? Burada gerçekten anlaşılmayan ve açıklanması gereken bir husus var... Öte yandan, şu dönem, iktidar devrilse, muhalefetin yönetimi ele almaya hazır olmadığını iddia eden Doğan belki de haklıydı. Olabilir ya, haklı olduğu izlenimi uyandırmaya çalışıyordur. Fakat onun söylediği her söz, Boyko Borisov tarafından yorumlanmadan anlaşılmaz oldu. “Ocak ayında Borisov hükümetine gensoru verilmesi doğru olmaz, deyen Doğan değil mi? Borisov yönetmeye hazırlıklı, muhalefette ise böyle bir hazırlık yok deyen de o değil mi? Yoksa daha somut ifade edildiğinde, gensorulu ya da gensorusuz 3. Borisov hükümeti devrilmemelidir, biz beraberiz mi?” dedi? Borisov, isteyerek mi istemeyerek mi “Doğan zeki biridir” diyor ya, öyleyse Doğan’ın şu sözlerini ve vurgulayarak işaret ettiği şu örneklerini neden atlıyor: “Milliyetçi oldukları yüzlerinden akanların iktidara ortak edilmesi, Düşmanlık söyleminin, düşmanlıkların ve saldırıların toplumu ve devleti bölüp parçalıyor, Devletin güvenliği ve istikrarı söz konusudur, Bunlar Bulgaristan’da demokrasinin var olabilme sorunlarıdır.” Vb. Doğan’ın pusulası iyice karıştı... “Kulüp Z” de yayınlanmıştır.

Tarih Bilinci ve Rafet Ulutürk

BG-SAM-26.Aralık.2017

Bir milleti millet yapan hasletler vardır. Bu hasletlerin başında tarih bilinci gelir. Nasıl ki; bir birey geçmişte yaptığı hatâları, yaşadığı felaketleri unutur, iyi ya da kötü, başına gelenler üzerinde kafa yormaz, onlardan ders almadığında kendi geleceği açısından kabul edilemez ve sakıncalı bir durum meydana gelecektir. O bireyin kafasında ve ruhunda bir bilgi, duygu ve deneyim birikimi oluşmayacaktır. Dolayısıyla yaşamı boyunca aldığı kararlar, yaptığı girişimler çoğunlukla


24

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

isabetsiz olacaktır. Sık sık başarısızlığa uğrayacaktır. Hep aynı hatâları işlemeye devam edecektir. Çünkü tutum ve davranışlarında sağlam bilgiye, denenmiş, doğruluğu daha önce kanıtlanmış bilgiye dayanmamaktadır. Nadiren isabetli kararlar, başarılı işler yapmış olabilir; ancak bunlar ağır maliyetlerin, büyük zaman kayıplarının pahasına elde edilmiştir. Milletler için de durum aynıdır. Tüm milletler, öncelikle, belli bir kimlik altında, kendi kültürel sistemi içinde, dünyayı anlayan ve yorumlayan kurumlarıyla varoluşunu sürdürmeye mecburdur. Bunu başarabilmenin yolu tarih bilincinden geçer. Kendi kültürel zemininin mücadeleye dayanıklı kısımlarını keşfetme, onu güçlendirme ve gerekli olan yanlarını yenileme ancak tarih bilinciyle mümkündür. Milletlerin varlığını sürdürebilmeleri, büyük ölçüde geleceği iyi planlamalarına bağlıdır. Bunu başaramayan millet ve toplumlar, yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Günümüzde her şeyden şikâyet eden, sadece bireysel yaşamları önemseyen tutumun toplumsal sorunların çözümünde yetersiz kalışının bir nedeni de, tarih bilincine sahip olmayışımızdır. Bu nedenle, özellikle genç kuşaklarda tarih bilinci oluşturulması ve güçlendirilmesi son derece önemlidir. Bunu, millî bir hedef haline getirmeliyiz. İşte bu amaca hizmet edeceğine inandığım, okurken zaman zaman gözyaşlarıma hâkim olamadığım bir eser. “Türk Dünyasında Bir Bulgaristan Türk’ü Rafet Ulutürk” kitabı...Sadece bir hayat hikâyesi değil, yaşanmışlıkların dile geldiği, dava adamının davası uğrunda yaptığı fedakârlıklar anlatılıyor. Rafet Ulutürk, Bulgaristan Türklerinin baskıcı, zorbacı rejimin zulmüne rağmen, Türklük ruhunu kaybetmeyen, İslam’la yoğurulmuş ruhların cihadını ele alıyor. Türkiye veAtatürk sevgisinin tüm asimilasyon çabalarına rağmen Bulgaristan’daki Türk kardeşlerimizin ana karakteri olduğunu, zihinlerin inşasında Türkiye ve Atatürk ile ilgili anlatılanların büyük rol oynadığını tarihi süreç içinde sade, samimi bir üslupla anlatıyor. Büyük Önder’in Kurtuluş Savaşı’ndaki siyasi ve askeri dehası, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundaki liderliği ve Türk Milletine olan güveni sayesinde kazandığı zaferlerin Bulgaristan Türkleri için kimlik mücadelesinin meşalesi olduğunu dile getiriyor. Kitap, aynı zamanda soydaşlarımıza karşı görevlerimizi hatırlatıyor. Bulgaristan Türklerinin yıllarca dininden, dilinden ve kültüründen uzaklaştırılmaya çalışıldığı, cehaletin dayatıldığı, ana dillerinin unutturulduğu gerçeği gözler önüne seriliyor. Ancak, kitapta sadece yaşananlar kronolojik olarak sıralanmıyor. Aynı


Makale ve Analizler - 2017

25

zamanda, Büyük Türkiye ile özdeşleşerek her alanda söz sahibi olmanın yollarını da gösteriyor. Rafet Ulutürk, bu eseriyle, en önemlisi kendi hayatıyla, azim ve asrın enstrümanları ile hareket edildiği takdirde başarının kaçınılmaz olduğunu zihinlere kazıyor. Muasır medeniyetler seviyesine ulaşabilmek için yılmadan, bıkmadan, birlik ve beraberlik içinde ulaşılabileceğinin müjdesini veriyor. Bilge insan Nasrettin Hoca’nın dile getirdiği, “damdan düşen adam” misali bir dava adamının mücadelesini en güzel şekilde bizlere sunuyor. Kimliğimi ve kişiliğimi oluşturmada en önemli süreç olan İmam Hatip’te okuduğum yıllarda Bulgaristan Türkleri’nin, soydaşlarımızın, evlerini barklarını bırakarak Türkiye’ye geldiklerini, gözyaşlarını çok iyi hatırlıyorum. Müslüman bir beldede doğmuş, büyümüş bir Türk evladı olarak, bu kitabı okuyunca bir kez daha sorumluluklarımızı yerine getirememenin mahcubiyetini yaşadım. Rabbimden niyazım odur ki; her şeye rağmen kimlik ve kişilikleri ile ayakta kalmayı başarabilen Bulgaristan Türklerine hizmet etmeyi nasip eylesin. Ömrün olduğu müddetçe, bu uğurda çalışmayı bir görev olarak değerlendireceğimin bilinmesini isterim. Rafet Ulutürk’e bu vesileyle, şahsım başta olmak üzere, bir uyanışa vesile olduğu için minnettarım. Kendisiyle tanışma bahtiyarlığa eriştiğim için şükrediyorum. Kendi imzasıyla şahsıma takdim ettiği, “Bulgaristan Türklerinin Kimlik Mücadelesi” kitabını keyifle okumaya, notlar almaya devam ediyorum. İnşaallah onu başka bir yazımda değerlendirmeye çalışacağım. Bulgaristan Türklerinin kimlik mücadelesinin sembolü, hizmetkârı! Unutmayın ki; Türk Milleti yanınızdadır, Yüce Mevla’nın yardımı sizinledir. Nevzat Öztürk Düzce İl Milli Eğitim Müdürlüğü, Maarif Müfettişi, Eğitimci Yazar


26

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Türkan Bebek ve Kimlik Sorunu

Rafet Ulutürk-26.Aralık.2017

Trakya - Çorlu CHP İlçe Teşkilatı Değerli Başkanım, Sayın Nesibe Hanımın daveti üzerine bu gün aranızdayım. Sevgili anneler, bacılarım, kız kardeşlerim. Sayın konuklar ve misafirler, 2017’nin son günlerinde bu denli sıcak ve kalpten duygularla dolu bir buluşmaya Çorlu CHP İlçe Başkanlığı ve Kadın Kolları Başkanı Hava Çolak Hanımefendiye ve Nesibe hanım tarafından davet edilmem beni çok onurlandırdı. Size, derneğinize ve ailelerinize Başkanı olduğum Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği (BULTÜRK) İstanbul - Bayrampaşa dernekçi yazar ekibimiz, arkadaşlarım ve derneğimizin üyesi olan soydaş bayanlarımızdan kucak dolusu, sağlık, başarı ve mutluluk dilekleri getirdim. Hedefimizde birlik, dünya görüşümüzü değiştirme, yeni irade ve fikir birliği, eylemde beraberlik, Türkiye projelerinde buluşma dilekleri var. Cumartesi ve Pazar günleri Bulgaristanlı soydaşların büyük kalesi Yeşil Bursa’da idim. Orada, en büyük soydaş dernek ve federasyonlarımızdan BalGöç kan tazeledi. Soydaşımız, Prof. Dr. Yüksel Özkan yeniden genel başkan seçildi. Pomaklar da yalnız irade ve amelde birlik değil, dil, din, gelenek, kültür ve yaşam tarzında da beraberlik yolunda yeni adımlar atıldı. Yani sizin bugünkü değerli buluşmanıza Yeşil Bursa’dan da başarı ve sağlıklı, huzurlu ve mutlu bir 2018 dilekleri getirdim. Ayrıca orada Konfederasyon başkanı birlik ve beraberlikten bahsederken, geçmişte olanlar geçmişte kalmıştır diyecek kadar ileri gitmesi tüm camiamızı üzmüştür. Bizler birlik ve beraberliği hainler ve ajanlar için istemiyor isteyemiyoruz hatta düşünemiyoruz. Buradan da kabul etmediğimizi beyan ediyoruz. Değerli kardeşlerim, İstanbul, Bursa ve Çorlu - Trakya göçmenlerinin birlik ve beraberlik kurması, tek yumrukta birleşmesi, aynı atılımlarla yücelmesi ne kadar önemli ve değerli bir bilseniz. Aslında biz böyle geleneklerinden geldik ve onları devam ettirerek yaşatıyor ve güçlendirmeye çalışıyoruz. Güç yalnız boğazdan gelmez bir de birlik’ten gelir. Bunu bildiğimiz için buradayız. Aynı dünya görüşünde fikir birliğinde buluşup kaynaşmamız için güçlü ve azimliyiz.


Makale ve Analizler - 2017

27

1984’ten beri yıl sonu Bocuk (Noel) günleri Biz Bulgaristanlı Türkler ve soydaşlar için önemli tarihsel anma ve Bulgaristan Türk Kimliği Davamızı yaşatma günleridir. Biliyorsunuz her yılın Aralık ayında Kırcaali ilinin Ardino (Eğridere) Belediyesi Tosçalı Köyü’nde ışık yakıldı, ilk kalkışma burada başladı, isimlerimizin ve Türk - Müslüman kimliğimizin değiştirilmesine karşı 1984 Ayaklanmamızın ilk şehidi ise Türkan bebek oldu. Bulgaristan’da totaliter baskıcı rejim tarafından Türklere yapılan zulümde annesinin kucağında 17 aylıkken vurularak hayatını kaybeden Türkan bebek 33. ölüm yıldönümündeyiz. Bulgaristan Türklerine yapılan zulmün, vahşetin ve neredeyse bir katliamın sembol ismi haline gelen şehit Türkan bebeği rahmet, minnet ve şükranla yad ettiğimizi ve Türkan bebeğin aziz hatırasının önünde saygıyla eğiliyoruz. Kısaca hikâyesi: Kızılağaç’ın (Kirkovo) Kayaloba, Kitna - Sütkesen köyü katledildiği vakit 17 aylıktı henüz. Ne Türklük biliyordu, ne Bulgarlık... Ne milletten anlıyordu, ne milliyetçilikten... Ne vatanseverlik duygusundan tatmıştı, ne de ihanet etmişti... Kendisi kadar küçücüktü dünyası... Doğduğu dağın havası, suyu, bağrı yanık annesinin gözyaşları gibi temizdi... Evet, adını biliyordu. Türkan deyince, hemen kulak veriyor, şakıyarak pıtıl pıtıl çağırına varıyor, boynuna sarılıyordu. Emeklemeden yürümüş, kekelemeden anne, baba demişti. Süt gibi beyaz, tombul bir yüzü vardı. Henüz bitmiş saçları sarıya bakıyordu. Gözleri, annesininkilere çekmişti, çakır ve pırıl pırıl parlıyordu. Sağ olsaydı hani, 33 yaşında akıllı ve güzel olacaktı şimdi. Belki bir işletmenin öncüsü. Belki bir akademisyenolurdu. Maalesef, on sekizinci ayı bile tamamlamamıştı!... Ebeveynleri, protesto yürüyüşüne hazırlanıyorlardı. Türkan kıpırdamalarından işi anladı ve vardı nenesinin şalvarından yakaladı. - “Bunu ne yapacağız?” diye sordu Fatma eşine. “Baksana nasıl sarıldı bana.” - “Götüreceğiz tabii”, dedi Feyzullah dedesi de. “Zaten bırakamayız ki. Mahallede kimse kalmıyor.” Fatma, gitti dolaptan yün bir giysi aldı, acele sırtını giydirip Türkanı sırtladı. Kapıda amcasıyla karşılaştılar. - “Nereye kızım”, diyerek sordu amcası minik yeğenini okşayarak. - “Nereye götürüyorlar seni?”


28

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

- “Kızı botuş”, diye yanıtladı küçük Türkan kendi dilince. Evet, “Kırmızı botuş alacağız sana” demişti ona ninesi. Mahalleden indiler, Kayloba’lılara katıldılar. Kayaloba (Mogilyane) Türkan’ı kah annesi taşıyordu kah babası. Mogilane’ye yaklaşınca, ırkçılar belki çocuk ve kadın isyancılara dokunmazlar ümidi ile anasının sırtında kaldı. Kayloba’lılar, Mogilyane ve Kitna halkını gergin bir durumda buldular. Bir yandan isyancılar birleşmeye, diğer yandan da milis ve iç müdahale askerleri, onların bu özenini engellemeye çalışıyorlardı. Çarpışma başladı, iki taraf bir birine girdi. Asker ve milis, eli boş insanları gaddarca dövüyordu. Türkan’ın dedesi Feyzullah, duramadı, komşularının yardımına koştu, ama bir gurup asker ve milis onun üzerine de atılarak cop, tekme ve yumrukla vurmaya başladılar. Bunu gören ninesi Fatma, küçük Türkan sırtında “Bırakın kocamı katiller, biz Türküz, bize dokunmayın!” diyerek hemen sıçradı ve eşini kurtarmak üzere ileri atladı. Ve silahlar takırdadı, birden bire bir kaç kişi yere yuvarlandı. Fatma, hala ne olduğunu anlayamamış, eşini savunmaya çalışırken yandan biri: - “Kan, kan akıyor Fatma abla!” diye bağırdı biri. “Sizden akıyor.” Fatma, panik bir şekilde bakındı, onda bir şey yoktu, hemen sırtından küçük kızını kucağına aldı ve ne görsün! Katil, kurşunlarını onun omuzu üzerinden sırtındaki küçük kızının tam alnına rastlamıştı, üstü başı kan içindeydi... Zulüm döneminde çekilen tüm acıların sembolü olan minik şehidimiz Türkan, “Türkan Çeşmesi” anıtında yatıyor ve artık anılarımızda büyüyor. “Ancak bu yaşananlar hiçbir millete zorla benliğinin unutturulamayacağını gösterdi. Buraya yapılan anıtın neyi temsil ettiği, gelecek nesiller tarafından iyi bilinmelidir” Bu gün ise 17 aylık Türkan bebenin düştüğü yerde, anıtı, çeşmesi, anıt kompleksi başında ve Mestanlı merkezinde de Kahramanlarımızın aziz hatırasını yaşatan büyük anıt önünde anma törenleri düzenleniyor. “1984 - 1985 direnişlerimizde totaliter rejim asker ve baretleriyle çarpışmalarımızda 37 şehit verdik. 1984 - 1989 yılları arasında gece gündüz verdiğimiz kavgada 140 kardeşimiz şehit düştü. Şehitlerimiz arasında yine ilk çarpışmalarda kurşunlanarak öldürülen Ayşe Mollahasan, Nazife Osman, Asiye


Makale ve Analizler - 2017

29

Deliosmanova, Fatme Şakirova ve Pembe Aşikova’yı saygıyla anarken, ruhlarına Fatiha ve yattıkları yer nur olsun, diyorum. Hepinizim hatırlayacağı üzere 1985 yılında Bulgaristan Türkleri için açılan Tuna nehri ortasındaki Persin adası “Belene Ölüm” kampına dönüştürüldü ve oraya 517 kardeşimiz hapis edildi. Onların arasında da birçok öğretmen, hemşire ve Doktor Bulgaristan Türk kadını vardı. Yeri gelmişken önemle belirtmek istediğim bir isim “Belene” Ölüm Kalım savaşı kahramanı Mestanlı kasabasından öğretmen Hüsniye Necati’dir. Hepinize hatırlatıyorum. Bütün, baskı, terör ve zulme karşın, işten atılmasına, Kırcaali polis müdürlüğü mahzenlerinde aylarca tutulmasına, yargılanmadan “Belene” Ölüm Kampına sürülmesine, orada özellikle 1985 kışının dondurucu soğunda çok sert işkence görmesine, Milisler öldü zannedip Derin Dondurucu Kamarasına atılıp, orada günlerce tutulup dondurulmasına rağmen, ölmüştür kağıdı çıkartılıp morga atılmasına karşın yaşayan, bizim Türk Kimliği Davamızı yaşatan, ismi, baba adı ve soyadı değiştirilemeyen tek ablamızdır. Morarmış etleri dökülmüş olsa da dayanmış ve Bulgaristan Türk kadınlarının, Türklüğümüzün, Müslümanlığımızın ve Türk Kimliği ile var olan ruhumuzun ve davamızın bayrağıdır. 1989’da o da Türkiye’ye geldi. Bursa’da hayata gözlerini yumdu. Ruhuna Fatiha. Değerli büyüklerim. Biz Bulgaristan Türkleri bir anaerkil toplumuz. Bu geleneğimiz devam ediyor. Bunu en anlaşılır bir şekilde şöyle anlatabilirim. Biz Bulgaristanlı Türk erkekleri köyde, kasabada, tarlada fabrikada, uzakta yakında nerede çalışırsak çalışsak paramızı aldık mı eve gidip eşimize veririz. Bizim ailemizde belirleyici olan, davranış ayarını veren kadındır. 1984 - 1989 zulüm yıllarında 12 bin 500 Türk erkeği yargısız hapseden, süren, ıssız Bulgar köylerine göndererek totaliter rejim başı Todor Jivkov, erkeklere zulüm etmekle hiçbir sorunu çözemeyeceğini, Türk ailesinde Türklük ruhunu yaşatanın erkek olduğu kadar kadın da olduğunu, erkeklerin direniş saflarında birbirine kenetlendiği, Türk ruhundan güç ve kudret aldığı gibi, kadınlarında ayaklanabileceğini ve tarih yazacağını düşünemedi, öngöremedi ve yenildi. 1989 Mayısında kadınların açlık grevleriyle başlayan ve Cebel, Koşukavak, Bohçalar, Prestoe, Ablanovo, Akkadınlar ve Kemaller’de aynı anda başlayan ve yarısı kadın olmak üzere 72 bin Bulgaristan Türkünün katıldığı Büyük Ayaklanma’da, ellerinde çapa kürekle başı çeken güç kadınlarımızdı. Onlar devrim okulu görmemiş, ilhamı hayattan almışlardı. Bulgar tankların üzerine çıktılar. Jandarma, polis, bereliler ve askerlerin yolunu kestiler. Silahlarını ellerinden aldılar. Bu 1909’da kurulan Üçüncü Bulgar


30

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

devleti tarihinde en büyük ayaklanmadır ve diktatör Todor Jivkov’un devrilmesiyle taçlanan büyük zaferimizdir. Bugün Bulgar okullarında bu isim değiştirme faciasından, devlet teröründen, ayaklanmamızdan, zaferimizden ve ardınızdan Bulgar devletinin çöküşünden söz edilmiyor, ama inanın bana yakın zamanda tarih yazanlar değişecek. Sofya Mahkemeleri isim değiştirme yıllarında sakat kalan, kötürüm olan kardeşlerimizin, “Belene” mağdurlarının, hapishanelerde veya sürgünde çürütülenlerin davalarına yıllarda beri bakmıyordu. Meclis onlar lehinde karar ve kanun çıkarmıyordu. Hükümet ve Cumhurbaşkanlığı ve sağır ve kör kalıyordu. Davalar üzerinde Başsavcılık ve aramızdaki hainlerin ve adaletin üstün gelmesini, açılan davaların sonuçlanmasını engelleyen siyasi şemsiye vardı. 27 yıldan beri ilk defa Sofya Belediye Mahkemesinde yargıç Bayan Dayana Todorova bu şemsiyeyi kenara itti ve “Belene” ölüm kampında kendisine işkence yapılırken parmakları kesilen bir kardeşimizin davasını sonuçlandırırken mahkeme karara şunları yazdı: “1991 Yılından başlayarak Bulgaristan Müslümanlarının açtığı hak arama davaları üzerinde şemsiye açan ve adaletin sağlanmasını engelleyen Başsavcılığı 100 bin leva cezalandırıyorum.” Zehir küpü patladı. Kadınlarımızın motor olduğu hak ve özgürlük, adalet ve demokrasi, Bulgaristan’da yaşayan Türklere ve tüm diğer etnik azınlıklara “kültürel otonomi” davamız devam ediyor ve edecektir. Bu şanlı davamızı 1989 Mayısında Mayıs Ayaklanmasıyla taçlandıran sizler, Bulgaristan Türklerinin hak ve özgürlük, insan hakları, sivil toplum örgütü, çok dilli, çok dinli, çok kültürlü, eşit haklı insanların yaşadığı adil devlet ve toplum hedeflerine doğru bugün de başarıyla yürütüyorsunuz. Bir defa 1989 Ağustosunda “Büyük Göçle” Bulgaristan’da topluca sökülüp anavatanımıza akmamız, olayları kökten değiştirdi. Özlediğimiz Türk dünyası denizinde artık 28 yıldan beri yaşıyoruz. Bulgaristan’da Komünist rejim ve totaliter diktatör yıkıldı. Bulgaristan’ı terk edenlerin sayısı giderek arttı ve artık 3 milyon kişiyi buldu. Bunun anlamı şudur. Bulgar soyu, Bulgar kavmi azaldıkça azaldı, gençsiz kaldı ve nüfus ve kültür olarak kendisini yeniden üretemez duruma geldi. Bulgaristan 2004’te Türkiye’nin garantörlüğünde NATO’ya ve 2007’de Avrupa Birliği’ne girdi, fakat oraya modern kültür taşıyamıyor, uygarlığı sönmüş ve yeni bir şeyler yaratamayan, sofrasında sarmalar, dolmalar, turşular, sırtında aba potur, kuşak çadır, sırtında davul, ağzında kavalla “Biz Bulgarız” diyor. İşte böyle bir hamleyle, kapısı porta, yolu Arnavut kaldırımı, avlusunda çeşme, evi çardaklı, yorgan, döşek ve çullu bir ortamda 2018’de ilk 6 ay Avrupa Birliği Konseyi toplantılarına ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor.


Makale ve Analizler - 2017

31

Son aylarda Sofya merkezine Türk kahvecisi, baklava, su böreği, künefe sunan yerler açmışlar, İskender Kebabı pişiren Türk lokantaları ve dönerciler açmışlar. Bunların hepsi daha 14. asırda dedelerimizin oralara taşıdığı medeniyet nimetleridir. Altı asır geçti, yeni olan ve beğenilen hiç bir şey icat edemediler. Kısaca değindiğim medeniyetimizi kuşaktan kuşağa taşıyan siz bacılarımız, analarımız, gelinlerimizsiniz. Biz çekilince meydan boş kaldı. Bulgar biz yaparız dedi, baklava ağdasına kıvam vermeyi bilmediği için bezelerin arasına bal döktü. Ama olmadı yapamadı. Büyük bir kültürün, yaşayış tarzı ve ahlakın belkemiği ve motoru olan siz Bulgaristan Türk kadınlarını kutlarken, şu an gurur duyuyorum, sağ olun var olun. Şimdi ben konuşmamı burada da noktalayabilirdim. Fakat izninizle Bulgaristanlı Türk Kadınının toplumdaki rolüyle ilgili birkaç hususa daha değinmek istiyorum. Biliyorsunuz, Komünist rejimi deviren Büyük Ayaklanmamızdan sonra Bulgar devleti isimlerimizi ve din haklarımızı iade etti. Fakat bunlar bizim isteklerimizin yalnızca ikisidir. Biz Türk dilinde okullarımızı, tiyatrolarımızı, sanat topluluklarımızı yeniden açmak, evde işte ve toplumda Türkçe konuşmak, anadilimizde anaokulu, ilk ve ortaokul, lise açmak istiyorduk, gazete, dergi ve kitap çıkarmak, anadilimizde kendi Televizyon yayınlarımız olmasını istiyorduk. Bunları ne yazık ki henüz elde edemedik. Hatta seçim mitinglerinde Türkçe demeç vermemiz bile cezalandırılıyor, çember sıkıştırılmaya devam ederken, camilerde Türkçe konuşmayı yasaklanmaya çalışılıyor vs. Demokrasi beklerken faşistler iktidar ortaklığına tırmandı ve son nefes alırmış gibi, azdıkça azıyorlar. Bütün engelleri aşmamız siz anaların elindedir. 1989 Haziran’ında bizim haklı davamızı desteklemek için, Bulgar demokratik kamuoyu ve kadınları adına Paris’te toplanan İnsan Boyutları Konferansı (AGİT’de) okunmak üzere bir BİLDİRİ götüren; bir yıl sonra 1990 Haziranındaki Büyük Millet Meclisi seçimlerinden sonra Demokratik Güçler Birliği’ni (CDC) adına Cumhurbaşkanı Yardımcısı seçilen şaire Blaga Dimitrova, kanın hayattaki rolünü anlatan “Kadın Olmak” şiirini sanki sizin için yazmış ve şöyle diyor.


32

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Kadın olmak bir acıdır. Kız olduğunda, acır. Sevgili olduğunda, acır. Anne olduğunda, acır.

Kadın Olmak Fakat şu dünyada tahammül edilemeyen Bir acı varsa, O da, bu acıların her birini Yaşamamış olmaktır.

Bu kısa şiiri seçmemin sebebi. Siz Bulgaristan Türk kadınlarının tüm acıları tatmış olmanızdır. Ama baş eğmeden, dimdik kalarak ve yarına adımlayarak... Yukarıdaki örnekler bunları doğruluyor. “Kadının işi bitmez!”dir bu çile dizisinin özeti. Ve şimdiki büyük ödeviniz şudur sevgili Bayanlar: Bir çocuğun anadili, evde anasının öğrettiği dildir. Köylerimizi terk ettik. Evlerimiz, köylerimiz, toprağımız yağmura değil, Türk sevgisine susamıştır. O topraklarda Türklüğümüzü yaşatan bizim burada genç kuşağı iyi birer Türk olarak yetiştirmemize bağlıdır. Bütün dereler dolar boşalır, dalgalar dökülür çekilir, kuşlar bile gidip gelir. İnsanlar da öyledir. Ben cennetin apartman dairesinde olduğuna inanmıyorum. Bizim cennetimiz atalarımızın cennetinden başka bir yerde olamaz. Bundan 6 asır önce Balkanlara taşan ve oraları vatan yapan Türkler yine taşacaktır. Büyük Türkiye büyük yuvasına taşacaktır. O akıncıları yetiştirme onları ruhlandırma ödevi siz analarındır. Biz vatan ettiğimiz topraklara dinimizi ve kültürümüzü, yaşam tarzımızı Türkçemizle taşıdık, bu açıdan anadilimizi her gün beslemek, geliştirmek ve en cömert bir şekilde öğrenme imkânı olmayanlara bahşetmek zorundayız. Biz Bulgaristan’da alfabesi olan, 2 bin 700 okulu ve 2 bin 353 cami ve mescidi olan, 167 gazete ve dergi çıkarmış, kendi sözlü yaratıcılığına dayanarak yazılı edebiyatını yaratan bir halk topluluğuyuz. Bunu feda edemeyiz. Biz kendi kültürü olan, mutfağında tarhanası, kapaması, böreği, yastığında nakış, başında yemene ve örtüsü olan bir kültüre sahibiz. Hoşgörülü komşuluğumuz ve yardımlaşmamız dillere destandır.


Makale ve Analizler - 2017

33

Balkanlarda bu nitelikleri taşıyan başka bir millet yok. Her ana kahraman yetiştiremez. Bu vasıf sizde var. Her ana lider yetiştiremez Bu vasıf da var sizde. İşte Trakya kadınının doğurup eğittiği dünya lideri Mustafa Kemal Atatürk’tür. Şöyle bir düşünün 1919’da Türk Müslüman âlemi sömürgeleştirilmiş, bağımsızlığını yitirmiş, boynunda esaret zincirleri ve Trakyalı, bir annenin doğurduğu bir Mustafa, önce Çanakkale’de, ardından Sakarya boyunda, İzmir’de ve daha birçok cephede düşmanı ezip Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuş ve bir milyardan fazla müslümana ilham ve örnek olmuş. Bugün sizden istenen sanki çok önemsiz, çocuklarınıza Türkçenin en ağlasını öğretmek ve Bulgaristan’da anadilinden mahrum bırakılan kardeşlerine birer Türkçe kitapçık götürüp hediye etmek. Ateşi yakan çalı çırpıdır sayın bayanlar. Hodri meydan... 21. yüzyıl yeni liderini sizlerden bekliyor. Bunu doğuracak ve eğitecek olan ise siz Türk analarısınız. Bu bakıma biz burada Çorlu’dan “Türk kadını evlatlarıyla ancak Türkçe konuşur” - “Türk mutfağının dili Türkçedir” gibi hareketler başlatıp Bulgaristan’a taşımak ve bu eylemleri beslemek zorundayız. Bu atılımlarımızda dün olduğu gibi bugün de devletimiz ardımızdadır. Bulgaristan’da lise bitiren her Türk çocuğu Türkiye devlet Üniversitelerine kaydını yaptırıp burslu okuyabilir. Sis kalkıyor. Yol açılıyor kardeşlerim. Ben son yıllarda BULTÜRK ve BG-SAM çerçevesinde, “www.bghaber.org” üzerinden yaptığımız günlük haber ve yorum, edebiyat eseri ve kültürel etkinlik yayınlarımızın paralelinde 2 kitap kaleme aldım. Gelirken ikisinden de örnekler getirdim. Birincisi “50 yıllık mücadele”. Bu eserimde Bulgaristan Türk Kimliği yaratma, geliştirme ve Türk Dünyasına tanıtma çalışmalarımı ve BULTÜRK’ün forum, seminer, bilgi şöleni ve diğer etkinliklerini anlattım. Derneğimiz 2003’te kuruldu. Tüm çalışmalarımızı, yaratıcılığımızı 17 cilt halinde topladık ve basmaya hazırlanıyoruz. Bu arada, geçen ay “Bulgaristan Türkleri Kimlik Mücadelesi” eserim de çıktı. Onu da getirdim. İlgi gösterirseniz büyük miktarda gösterebilirim. Bu çalışmam daha derin ve daha esaslı ve 1990’dan beri verdiğimiz sert kimliğimizi koruma davamıza da ışık tutuyor. Biliyorsunuz bir polis ajanı olan ve artık Bulgar milliyetçilerine hizmetlerinden dolayı korumalı sarayda yaşatılanların kimliklerine de tam ışık tutuyor. Adına “soya dönüş süreci” denen zulmün özü de tam olarak bol açıklanmıştır. Bulgar tarihi ve siyasi toplumsal görüşü kesikin eleştiri altına alınarak yenidünya görüşümüzün pencereleri ardına kadar açılmıştır. Yeni çıkan bu kitaba ilgi çok büyük...


34

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İşte böyle, sizi tanıma imkânı sunan Çorlu CHP ilçesinin Kadın kolları Başkanı Hava Çolak Hanımefendiye ve Nesibe Hanıma tekrar huzurunuzda teşekkür ederim. Çağırdığınızda her zaman gelmeye hazırım. Ayrıca kitaplarımı tartışma toplantıları da düzenleyebiliriz. Yaklaşan yeni yılınızı önceden kutlarken hepinize mutlu ve huzurlu yıl getirmesini diler bir daha en iyi temennilerimi ve bol şans dileklerimi de sunuyorum. Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim, Saygılarımı sunarım, Sağ olun. Türkan için şiirler Son Nefes “İsmin” dediler Bir darbe indi, Dedi: “Türkan”, Bir daha başına arkadan “Hayır” dediler Serildi yerlere, Bulgaristan’da Türk yok! Söndü gözlerinde ışık. Dedi: “Bilemediniz, Tür...kan diyebildi. Burada Türk çok! Kesildi ses. Atimzanı dediler. Soğuk bir titreyişle İsmin Tanya olacak! Uçup gitti son nefes. Dedi: Olmadı” Davud İsmailov İsmim Türkan kalacak!


Makale ve Analizler - 2017

35

Türk Nuru Böyle mi yazılmıştı senin kaderin? Türkan’dı senin nurlu adın Sen bir ışık misali hiç sönmeyeceksin Beyaz kan üstüne aktı kanın Cennet bahçesinde bir nur seli Henüz küçük idin bir buçuk yaşın. Şehitler ordusunda bir melek oldun Dillere destan oldu nurlu adın. Sarardı soldu gonca tenin Hak, eşitlik yolunda açıktır senin nurun! Al kanlara boyandı küçük bedenin Yusuf Türkoğlu Gözlerden sel aktı cümle alemin

Zulmü Kınama Günleri

Neriman Eralp Kalyoncuoglu-26.Aralık.2017

Konu: Belene kampı ve Bulgaristan Türk Protesto Şiiri 1984 -1989 Bulgaristan Türklerine karşı totaliter zulmün, Todor Jivkov diktatör rejiminin isim değiştirme, din yasaklama, Müslüman gelenek ve yaşam biçimini çarpıtma ve Bulgaristanlı Türklerin öz kimliğini yok etme denemesi halkımızın tek yumrukta birleşen tepkisiyle karşılanmış, yolu kesilen baskıcı düzeninin devrilmesiyle sonuçlandı. Bu çarpışmadan her iki taraf ağır yaralar aldı. İki büyük dalganın nasıl yüzleştiğini unutabilmem olanaklı değildir. Bu dalgaların birisi gericiliğin, tutuculuğun, devletin tepesine oturmuş saldırı emirlerini veren, göz kör olmuş ne yaptığını bilmeyen bir zümre ve karşısında da özgürlük, adalet ve demokrasi bayrağı yükselten, sokaklarda ve meydanlarda savaşım yolunu seçmiş ve devrimci ruhun taşıyıcısı olan büyük halk dalgasıydı. Halkın uyanışı dipte olmuş ve toplumsal düzeni kökten değiştirmeyi, yaşamı yenilemeyi ve adil bir düzen kurmayı amaçlıyordu. Direnişçilerin öncü müfrezelerini, özgürlük idelerinin taşıyıcısı olanlar mahpushanelerde, toplama kamplarında bulunsa, ülkenin en uzak ve ısız yerlerine sürgün edilmiş olsalar da, zulüm her saat şiddetlense, tehditler kat kat artsa da direniş dalgası asla durdurulamadı, bütün ülkeye yayılarak ulusal nitelik kazandı. Yüreklenmiş özgürlükçüler dalgasını zırhlı güçler bile durduramıyor, kolluk kuvvetlere ateş emri verenlerin gözü kararmıştı.


36

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Aynı dönemde “Belene” Ölüm kampında zulüm gören Türk aydınlar devrimci kalkışmanın başını çekiyordu. Onlar direnişimizi kanatlandırırken, yürekli kalemleriyle devrimci coşkuyu ölümsüzleştiren şiirler, destanlar şarkılar yazdılar. Belene Vahşetler, cinayetler adası Belene, Ortaçağ tarihinde belli olmaz yerin Oysa ki, o Bulgar’ın düşmüyor dilinden, Eşitlik, kardeşlik kavramı, Marks ve Lenin. Kadınları kocasız kaldı, çocuklar babasız, Akan gözyaşları koca bir Tuna’ya bedel. Kıydığın o garip Türkler günahsız Kan, kanı çağırır insafa gel!... Yakında Niğbolu anımsatıyor sana? Haçlılar özentisi, kahpe Belene. Bugün birse, yarın yüz bin el yapışacak yakana, O günü sen düşün, düşün sen Belene!... Şükrü Esen Bu kadar büyük acıdan sonra toplumumuz “Belene” Ölüm Kampını hatırlamak istemiyor. Her yıl Mayıs ayında şehitleri anma törenlerine katılmıyor. Bizden giden yok. Hiç kimse kahramanlar listesinde, anıt levhasında ismini aramıyor. Zulmün yarattığı büyük gerçek bu... Gidenler haftalarca baş ağrısı yaşıyor, istifra ediyor. Şairler şiirler yazıyor. Azı döküyor. Fakat “Belene” romanları yazılmadı. Çıkan kitaplar üstün üstün anlatımlı hatıra notları. Bulgaristan Türk topluluğu, Müslüman azınlıklar “Belene” zamanlarının dönmesini istemediği gibi, acı günleri işitmek, hatırlamak bile istemiyor. Bu olay İkinci Dünya Savaşından sonra Nazi “Toplama Kamplarında” yaşananları Almanya’da hiçbir kimsenin anlatamadığı ve yazamadığı gibi. Toplama kamplarındaki vahşet Amerika’da İngilterede beyaz kağıt üzerine döküldü. Yaralı bir ruhun kendisini anlatması çok zor...


Makale ve Analizler - 2017 Basri Tata’ya Bir kuş uçuyor üzerimde, Kanadında özgürlük. O aşıyor tel duvarları, Ben aşamıyorum. Bir çimen büyüyor Baharda yazda O güneşe seviniyor Ben sevinemiyorum. Güneş Bizi seviyor Bende dolu dizgin

37

Belene’den Mektup Sevgiler, Ayşe’m, Sevemiyorum. Geceler sonsuz, Benden sana giden yol gibi. Herkes yolunda koşar, Ben koşamıyorum. Sabret Ayşe’m, Ölsem bile metin ol. Bekle o gün gelecek, Vatan bize el edecek. Nebiye İbrahim Akbıyık

“Belene”ye kapanan Bulgaristanlı Türk zekâsı ve ruhu, orada boş durmadı. İsimlerimizi zorla değiştirenlere ve kimliğimize hançer çıkaranlara karşı birlik ve beraberlik, asla ödün vermeme ruhu Belene kamp gecelerinde yaşadı ve kaynadı. Öğretmenlerle hacılar hocalar imamlar davanın aynı dokuda sıklaştırılması ve halka bilinç taşınması konusunda yakınlaştı ve anlaştılar. Düşman birdi ve Türk düşmanlığını bayrak etmiş, silaha sarılmıştı. Daha sonraki yıllarda şu ya da bu sebepten Adalet Sarayı önünde kendisini ateşe veren Bulgarlar gördük. Fakat Türkler içeri düştüğünde, yargısız infazlar yapılırken, Komünist Partisi devletin, hükümetin, hukuk ve adaletin yerine geçmiş, dediği dedik oldu, ne oluyor, adalet olmayan yerde devlet olmaz deyip ayaklanmadılar. Hiçbir Bulgar kendini ateşe vermedi. Türklerden kurtulunca işlerin düzeleceği saçmalığına inandılar ve asırlarca süregelen iyi komşuluk ve dostlukları hançerlediler. İnsan haklarından ve azınlık haklarından yana çıkmadılar. En kötüsü de bu memleketin Türkülersiz çökeceğini ve yok olacağını göremediler. Belene Arkadaşlarım Bin dokuz yüz seksen beş yılının başında Haber vermeden yakın hiç kimseye Bulunduğumuz yerlerden yaka paça Tutuklanıp götürüldüler Belene’ye Ezilmiş gibi savaş makinesinde


38

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Dipçik yaraları yüzünde başında Kimi on sekiz kimi seksen yaşında Bulduk kendimizi zulüm kampında Suçumuz nedir diye sorduk defalarca Bana cevap veremediler aylarca Ne olduğunu sonradan anladım Suçumuz sadece Türk olmakmış Türk Kardeş olmuştuk orada biz hepimiz Hatta daha da öteydik kardeşten Demeden hiç güneyliyiz kuzeyliyiz Tek yumruk olmuştuk etten ve kemikten Batsa da ok gibi gardiyanların sözleri Acıtsa da coplar hırpalanmış bedenleri Ne kadar korkunç olsa da tecrit hücreleri Yıldıramadı bunların hiç biri bizleri Bu dünyada cezasız mı kalacaklardı Şu güzelim hayata hiç doyamadan Sonbaharda dökülen yapraklar gibi Göçüyorlar birer birer bu dünyadan Gidenlerden kalanlara bir vasiyet Yerini bulsun varsa hak ve adalet Gözleri açık giden arkadaşlarıma Dilerim Allah’tan gani gani rahmet

Ahmet Alpay “Belene” direnişleri her birimizin alnında derin çizgiler bıraktı. Bulgar bir türlü kapanmayan yaralardan çok korktu. Gang ren olup kolunun bacağının kesileceğini anladı ve uykusu kaçtı. Bu işle başa çıkamayacağını, Türklerin bu topraklarda payı olduğunu anladığında çok ürktü. Moskof’tan yardım istedi. Akıl verenler sürüye kurt sokun, aralarından ajan başı seçin, onları kendi kendilerine kırdırın, çok yerden birden kışkırtın, birbirleriyle boğuşmaya, kendilerini suçlamaya başlasınlar dediler akıl verenler ve bu iş için paralar akıttılar. Yeni bir kıyım başladı. Bu defa daha fazla kurban verdik. Yurttan kovuldukça kovulduk. Sonunda bir şoparın eline kaldık...


Makale ve Analizler - 2017

39

Haykırış Kendi topraklarımızdan Dövüldük, sövüldük Kendimiz kovulduk, Sabır taşını kırdık Kimimiz bekçi kaldık. Sonra dünyaya döndük Komünist rejimin alnına Avaz avaz haykırdık Siyah, silinmez leke sürdük. Sesimizi duyurduk Mehmet Macar Haklarımızı savunduk “Belene” trajedisi Bulgaristan Türklerinin şanlı tarihinde çok özel bir sayfadır. Bir etnik azınlık halk topluluğun devlete karşı ayaklanması ve başarılı olması seyrek rastlanan bir sosyal olaydır. Bunun olabilmesi için ezilenlerin tek ruhta kaynaşmaları şartı başta gelen koşuldur ve Bulgaristan Türkleri bunu sağlayabildiler. Ayaklandılar. Şehit verdiler. Zafer kazandılar. Bulgar’ı çökertme devlet, hükümet, meclis, ordu, polis, kolluk güçlerinin tümü ve en önemlisi toplumun öncü ve yönetici gücü olarak ahkam kesen Komünist Partisinin dağılması, yasaklanması ile sonuçlanan bir galibiyettir. Bu kavga en önemli olan bizim kendimize güvenmemiz oldu. Biz siyasi ve ideolojik platformumuzu Türklük ve insan haklarına dayanarak kendimiz yaratmış ve bayrak etmiştik. O yıllarda Bulgarlar ve Bulgar devleti bizden çok korkmuştu. Çöküşün kenarında, yok oluşun beşiğindeydi. Savaşım ilkeleri her birimizin belleğine kazınmış, yenilmezlik yumak olup hepimizi kanatlandırmıştı. O ağır günlerde “Belene” kampındaki bacılarımız da belleklerine şiirler diziyordu. Belene Beste Türk kanıyla yazdı sana adını Acımadan aldın onun canını Duymayan mı kaldı senin adını Yetmedi mi Belene, kaçırdın bak tadını. Yeter artık aldığın bunca masun can Dursun seni yaşatan bu kırmızı kan Ecdadım var topraklarında yatan Zulmündür Belene adına şöhret katan İsyan bayrağını çektirme Türk’e Sülaleni yaşatan bu millete


40

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Hakkından gelmek şöyle dursun belene Bulgar kalmaz dönersin illete. “Belene” kampı bir işkence sembolü oldu.

Fahriye Güney Bu kampta yapılan zulmü Bulgar halkı da bilmek zorundadır. 1948 - 1965 ve 1985 - 1989 Belene ölüm kampı faciası Bulgar okullarında tarih dersi olmalıdır. Sınav konusu olmalıdır. Bulgar edebiyatının 21. yüzyıl konusu olmalıdır. Bulgar devleti “demokrasi” gevelese de “Belene” ve hapishane dosyalarını açmaya yanaşmıyor. Öteki Avrupa ülkelerinden farkımız da bu. Zulüm dosyalarımız henüz açılmadı. En ağır işkenceleri görenler toplumsal ruhu bozmamak için susuyorlar. Komünist zulüm döneminin devamı olan siyasi partiler, başsavcılık ve komünist çömezi HÖH fahri lideri ve özellikle hainler başı Ahmet Doğan susuyor, korkudan sarayda gizli tutuluyor, Devlet de gerçeklerin açıklanmasından ve öğrenilmesinden yana olmadığından bu işler için senede 2 milyon leva harcıyor. Korku sisinin kalkmasına mani oluyor, “Belene” dosyalarının açılmasını istemiyor, her şeyi gizli tutularak unutulmasından yana tavır alıyor ve ikiyüzlü oynuyor. Ne var ki bu gerçekler tamamen açıklanmadan, suçlular tutuklanıp içeri atılmadan, yargılanıp cezaları kesilmeden sızılar ve acılar dinmeyecek, kafalar zonklamaya devam edecek ve halkın alt tabakalarından yükselen uğultu yükselmeye devam edecek. Zafer yine bizim olacak!

Büyük Yaralar Aldık

Nedim Akın-27.Aralık.2017 Siyasi Not: Şehitlerimiz miting ve mevlitle anıldı. Siyasi uyanış izleniyor. 2017 yılı siyasi bir yıl olarak Bulgaristan Türkleri ve tüm Müslüman kardeşlerimiz için son günlerine kadar çok ağır geçti. Fakirleşme sürecimiz derinleşmeye devam ederken bir yandan da siyasi olarak parçalandık. Mogilyane köyü ve Momçilgrat şehrinde şehitlerimizi 33. kez anma törenlerinde bu defa da ayrıydık. Üyeleri Türk olan bütün siyasi partiler “Türkan Çeşme” anıt kabrimize çiçek ve çelenkler koydu. DPS miting ve mevlit yaptı.


Makale ve Analizler - 2017

41

Halka hitaben konuşan Genel Başkan Mustafa Karadayı, Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) ile birlikte mecliste gensoru hazırlıkları yaptıklarını, Ocak ayının 18’inde sunulacak olan gensoruyu destekleyeceklerini bildirdi. Fahri Başkan Ahmet Doğan’ın Borisov hükümeti lehinde olan ve “yanlış anlaşılma” iddialarıyla yorumlanmaya devam eden son demeci ışığında değerlendirildiğinde, saraya kapanınca ülkemizdeki gerçek durumdan çok uzak kalan Doğan’ın sözlerinin son 2 yılda ilk kez ancak yorumlu anlaşılabildiği ve Genel Sekreter Karadayı tarafından kabul edilmediği dikkati çekiyor. 14 şehidimiz için dikilen Mestanlı meydan anıtı önünde konuşan Lütfi Mestan’ı dinleyen kalabalık, HÖH’ten ayrıldıklarına pişman olmadıklarını ve mücadeleye devam edeceklerini ifade ettiler. Mitinglerdeki havadan alınan bilgiler şöyledir. Yaşlı vatandaşlar, yetersiz olan emekli maaşları ile geçinemediklerini ortaya koydular. Ayakta durabilmek için Türkiye ve diğer ülkelerden her hanenin sürekli yardım beklediği herkese duyuruldu. 2016 yılını dış ülkelerden gelen bir milyar leva parasal yardımla GERB partisinde reform yapmasını bekleyen yok. Sağlık, eğitim ve sosyal hizmetler aralında işler iyice sarpa sarmış durumdadır. Ana babalar Türkçe dersine giden çocukların çok eski kitapları açıp kapamasından şikâyetçidir. Gerekli araç gerecin, kitap defterin sağlanması ve çocuklarımıza anadil eğitiminin doğru dürüst verilmesini istiyoruz diyenler yüksek konuşuyor. Mustafa Karadayı’nın bu konulara değinmemesi, acil sorun bekleyen sorunlara değinmeden, sorunları nasıl çözeceklerini açıklamadan Türk seçmeni HÖH partisine çağırması yuhalandı. Anma törenlerine Türkiye’den gelen konuklar yerli halkın isteklerinin yerine getirilmesini istediler. Karadayı konuşmasında “İsim Değiştirme” ve “Büyük Göç” olaylarının bir soykırım olduğunu vurgulamadı. “Bulgar Etnik Modeli” aldatmacısının da totaliter komünist eritme ve asimilasyon siyasetinin yeni biçim ve yöntemlerle devamı olduğuna da işaret etmedi. “Şaşırmış durumdayız” diyenlerin sesleri etrafta işitildi. 2017’nin defterini böyle kapıyoruz. 2018 umutlarımız hurdalık ve iskarto gibidir. 27 yıldan beri hendek dibine kayıyoruz, bu yılki gibi olmamıştı. Batışımızı durdurabilmek artık elimizde değil. Kimseye güvenmiyoruz diyenler kalabalıktı. Razgrad’ın Yankovo köyünden şair Niyazi M. Makak anma törenine şöyle seslendi:


42

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Siz Ölmediniz Gözlerinizde kin, içinizde isyan Kimliğinizi savunmaktı hedefiniz. Kim diyor ki öldünüz, o yalan Ölmediniz ölümsüzlüğü hak ettiniz. Bedeninizde iz bırakan hain kırbaç Yıldıramadı sizleri ileri yürüdünüz. Yaşlısı, genci, hatta okul çocuğu, Hep aynı şeyi çağırdınız - Biz Türk’üz. Bahar ağlıyordu dahi yapılan katliama Kirli bir atmosferdi teneffüs edilen. Dur diyordu çağın yüzkarasına Çığlıklar yükseliyordu gökleri delen. Sen kimsin ki milliyetimizi değiştireceksin Karşındaki bir ulustur tarihi var olan. Sen kimsin ki Ahmet’e İvan diyeceksin Bizi çöplük oyuncak mı sandın ulan?!

Şimdi sizlerin aziz aziz hatırası önünde Hürmetle eğiliyoruz kıymetli şehitlerimizin Onlar ne kadar öldüler deseler de Siz ölmediniz, ölümsüzlüğü hak ettiniz. *** 26 Aralık 2017’de Halkın Hürriyet ve Şeref Partisi Başkanı Doçent. Dr. Orhan İsmailov ve parti yönetimi Kırcaali ili Mogilyane köyünde “Türkan Çeşme” anıt kabrine ve Mestanlı (Momçilgrad) merkezindeki isim değiştirme ve Türk kimliğine silahlı saldırılar esnasında şehit düşenlerin anıtına çiçek ve çelenk koydu. Dr. İsmailov basın açıklamasında, “Kutsal değerimiz her birimizin kutsal değeridir ve biz her yıl düzenlediğimiz anma törenlerinde hürriyet için ne kadar yüksek değer ödediğimizi anımsıyoruz” dedi. Halkın Hürriyet ve Şeref Partisi heyeti Hak ve Özgürlük Partisi tarafından Mogilyane köyünde okutulan mevlide katılmadı.


Makale ve Analizler - 2017

43

Aynı gün internet üzerinden bir açıklama yapan HHDP kurucusu Kasim Daş şöyle dedi: Hak ve Özgürlükler Partisi bizi “birleştiremez!” Son günlerde çok yorumlanan sözde birleşme ile ilgili olarak Kasim Dal yazılı açıklamada bulundu: “02 Aralık 2017 tarihli bildirisiyle HHDP yönünü belirledi. Hedefimizin açık olduğunu ve bize inandıklarını seçimde partimize oy vererek kanıtlayan 120 bin vatandaşımızı ele vermeyeceğiz, her birine sahip çıkıyoruz. Azınlıkları Bulgaristan siyasi yaşamından yer alması için mücadelemize şaşmadan devam edeceğiz. Biz adımıza demeç verip açıklamada bulunmak için kimseye yetki vermedik. “Birleşme” konusuna ilişkin bir açıklama da Demokrasi için Sorumluluk, Özgürlük ve Hoşgörü - DOST partisi Başkan Yardımcısı Mehmet Hoca dan geldi. O, “birleşme ancak DOST çatılı altında olabilir,” dedi. 24 Aralık 2017’de Bursa’da yapılan en büyük göçmen örgütü olan BALGÖÇ kurultayında konuşan Balkan ve Rumeli Türkleri Fahri Başkanı Turhan Gençoğlu ise, “Üyeleri Türk olan Bulgaristan’daki politik partilerin hepsini birleşmeye” çağırdı. Bu çağrı Mogilyane ve Mestanlı toplantı ve mitinglerinde destek bulmadı. *** Bulgar iletişim araçları (medya) HÖH fahri başkanı Ahmet Doğan’ın “yılbaşı mesajını” yorumlamaya devam ediyor. 26 Aralık sabahı çok izlenen “bTV” sabah programına çıkan bilinen sosyolog ve siyaset yorumcusu Andrey Raçev ilginç değerlendirmelerde bulundu. “Lütfi Mestan Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS) partisine ölümcül darbe indirdi. Bu darbe HÖH partisinin kalbine çok yakındı.” Söylevine şöyle devam etti: “Boyko Borisov, HÖH ve DOST partileriyle pazarlık gibi bir şey yaptı ve bu pazarlık değişik kandırmalarla kuliste yapılmadı. Borisov, evet ben şimdi HÖH partisini kurtarıyorum, fakat siz de şimdi şunları şunları yapmak zorundasınız...” Bu yayında Başbakan Borisov’un Ahmet Doğan’dan “gensoruyu desteklememesini istediği” iki günde ortaya çıktı. Andrey Rayçev, Doğan’ın “şimdiki dönemde GERB’in alternatifi yoktur” sözlerini de yorumladı:


44

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“HÖH (DPS) partisi siyasi olarak Boyko Borisov’a bel bağlamış durumdadır ve o bu bağın gelişmesinden çıkarlıdır. Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan sayesinde, Borisov DPS partisine karşı saldırıları durdurdu” Bilinen yorumcu Andrey Rayçev DOST konusuna da şu yorumu yaptı: “Mart ayındaki erken genelseçimleri anımsayınız. Lütfi Mestan’ın parlamentoya girip giremeyeceği konusu seçim gündemini belirledi. Türkiye ülkemizde bir siyasi parti örgütledi. Sınırda sığınmacılarla tehdit ediliyorduk. Görüyorsunuz işte, Borisov, Recep Erdoğan’ın Avrupa’daki meşru savunuculuğunu elde edince, aracı Büyük Elçi rolünü üslendi.” Borisov ile Erdoğan arasındaki pazarlık şöyleydi: “Sığınmacılar Bulgar sınırını geçmeyecek ve Lütfi Mestanın partisi Bulgar toplumundan tamamen sökülecek.” Raçev’ın dediğine göre, “sorunu yaratan Bulgaristan’dı, fakat Bulgaristan hiçbir zaman olayların merkezinde yer almadı.” *** Ne yazık ki, Doğan izlediği hain siyaset çizgisiyle Bulgaristan Türklerini Başbakan Borisov hükümetlerine ezdirdi ve sonunda kendisi de Borisov’a borçlu kaldı. Oysa onun Hak ve Özgürlük Partisi’nin kurulmasında zerre kadar katkısı olmamıştır. Bu siyasi parti Bulgaristanlı Türklerin sözüm olan “soya dönüş süreci” acılarından ve çekilen zulümden süzülmüş ve doğmuştur. Doğan partinin yönetimine aşılanmış bir ajandır. 27 yıldan beri Bulgar siyaset ortamının ana sorunu olan hareketlenmemizin Doğan’ın şemsiyesi altına toplama çabaları bu defa asla sonuç vermeyecektir. Okuduğunuz için teşekkür ederiz.


Makale ve Analizler - 2017

45

Ankara ve Sofya Bıraksınlar Orta Oyunları, Tabandan Gelen İsteklere Kulak Assınlar

Erdinç Halim-27.Aralık.2017

Sayın Turhan Gençoğlu’nun çıkışı tesadüf değil, bu bir danışıklı siyaset mühendisliğidir. Parti ismi zikretmeden devam edeyim. Eğer Ankara ve Sofya bu konuda görüşmediyse Sayın Turhan Gençoğlu’nun konuşması vahimdir ama ya tersi olduysa yani bu bir danışıklı dövüş ise olay daha da vahimdir demek... Yıllarca yapılan hataların bedelini ödeyen Ankara’daki ve Sofya’daki siyaset mühendisleri değil, asıl mağdur Bulgaristan Türklerinin ta kendisidir. Allahtan Ankara bu sefer zamanında tabandan gelen birleşme tepkilerini gördü ve geri adım attı yoksa aylarca susan bir takım oy pazarlamacıları eğer tepkiler olmasıydı şimdi bugün daha farklı meseleleri konuşacaktık bence. Hatırlayalım ismi lazım değil o sözde Bursa’da büyük dernek ve başkanları bize yıllarca Bulgaristan’da asimilasyon cellatlarımızı Bulgaristan Başbakanı veya Bulgaristan Cumhurlarını, abuk sabuk vekilleri seçtirmediler mi? Evet seçtirdiler hem de bunu bilerek yaptılar ve yapmaya da devam ediyorlar edecekler de. İleride bundan hiç şüphem yok. Gelelim yine konumuza, eğer malum birleşme projesi başarılı olsaydı aylarca sözde sessiz bekleyen bazı zatlar dün karşımıza beraber çıkacaklardı bundan adım gibi eminim, Ankara Bursa Sofya arasında gidip gelenler, istişare edenler ap açık biliniyor kâhin olmaya gerek yok, bu zat-i muhteremler rey pazarlamacısı gibi aylarca mekik dokudular oradan buraya sırf bu sözde birleşme gerçek olsun diye lakin istediklerini alamayınca dün itibarı ile yine kedi köpek misali bir birilerine saldırmaya başladılar. Bakın görün önümüzde ki günler ve aylarda yine bir takım sözde birleşme hareketleri yaşanacaktır, bu birleşme olayları er veya geç bir şekilde olacaktır bu aşikardır ama Tabanın kendi isteği doğrultusunda ancak gerçekleşir yoksa diğer türlü bir takım dayatma ve yine pudralanmış eski artistleri makyajlayıp modifiye edip ısıtıp önümüze süreceklerinden hiç şüphem yok. Dolayısı ile Ankara ve Sofya bıraksınlar bu eski orta oyunları asıl tabandan gelen öneri ve isteklere kulak assınlar, tabanın istekleri makyajlı artistlerin gibi para pul değil, tabanın istekleri gayet insancıl ve basit: başta her iki ülke arasında huzur ve güven, sosyopolitik, sosyoekonomik projelerin her iki ülke arasında bir an önce devriye alınmasıdır. Bulgaristan da Türk Müslümanların anayasal haklarını ve iki ülke arasında belirli antlaşmalarda imza altına alınmış hak hukukları


46

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

iade edilmesidir. Ana dillerini ve ibadetlerini insanca icraat etmeleri hiçbir kısıtlama olmadan...Bulgaristan devlet dairelerinde üst makamlarda görev alabilmeleri v.s. Beyler akçeli işler, ah vah zamanı değil icraat zamanı!

Bizden Olmayanlar Hain mi?

Erdoğan Doğu-27.Aralık.2017

Kutuplaştık, yetmedi daha da kutuplaştık. Bizden olmayana hain dedik, bozguncu dedik çokta kolay söyledik bu ifadeleri... siyasi rekabetin yerine düşmanlık tohumları ektik. Öyle bir hale geldik ki; şehitlerimizin mezarlarına hep beraber gidemedik. Sizler şehit oldunuz ama bakın bizler sizi unutmadık, hep beraber karşınızdayız işte diyemedik. Bebek Türkan’ın karşısına bir olup çıkamadık. *** Bu sert ve huzursuz eden siyasetten bıktı herkes, beyler farkında mısınız bilmiyorum ama “Kırcaali düşüyor, kayıyor elimizden yavaş yavaş...” Önümüzde ki yada bir sonraki yerel seçimlerde Gerb adayının belediye başkanı olarak seçilmeyeceğini kim söyleyebilir bana? Türk nüfusu giderek azalıyor Kırcaali’de... ekonomik çıkmazlar yüzünden gurbette gençlerimiz, inançları yok artık sizlere... Çeşitli arayışlara girilmiş ama onlarda da hep kandırılmışız biz. Tüm bu umutsuzluk ve hayal kırıklıkları ile beraber, beyler bilmiyorum farkında mısınız ama Kırcaali düşüyor... *** Bir anne düşünün; kocası gurbette para kazanmak için. Eşinin annesi Türkiye’de hasta kardeşinin yanında,bir anne düşünün gece vardiyasında işe gitmek için çocuğunu evde yalnız bırakmak zorunda. Ve sabah eve geldiğinde ço-


Makale ve Analizler - 2017

47

cuğu boğularak öldürülmüş. Hepimiz üzüldük bu habere, kahrolduk kahrolduk... Bizde olmazdı böyle haberler... Parçalanmış, dağılmış aileler ve maddi imkansızlıklar ile boğuşurken bu insanlar; kim takar sizin ucuz siyasetinizi. Elbet yanınıza şakşakçı bulmakta zorluk çekmeyeceksiniz ama beyler asıl problemleri görmeyerek sizler bu halktan gitgide uzaklaşıyorsunuz... *** Bir birleşme furyası aldı başını gidiyor. Kısaca anlatayım; - “Önce, Aziz Babuşçu’nun Sofya’da Höh yetkilileri ile görüştüğü haberleri yayılıyor” - Ardından, Ahmet Doğan; “Türkiye ile iyi ilişkiler kurmaya mecburuz” diyor - Ve Bal-Göç Kongresinde Turhan Gençoğlu; “Geçmişi unutun, gün birleşme zamanıdır” diyor. - Bal-Göç Başkanı Yüksel Özkan; “Gençoğlu’nun sözlerine tam destek veriyor.” - Dost Partisi Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Hoca; “birleşme olamaz” diyerek, “bu tezi savunanların farklı gezegenlerde yaşadığını” söylüyor. - HŞHP Kurucu Başkanı Kasım Dal; Birleşme fikrinin spekülatif bir amaç taşıdığını belirterek karşı çıkıyor. - HÖH Genel Başkanı Mustafa Karadayı; İkiyüzlülere partimiz kapalı ancak; yanıldım diyenler partimize geri dönebilir diyor. Ateş olmayan yerde duman tütmez diyerek, bu ifadeler önümüzde ki sürecin nasıl gelişeceğine dair bizlere ipucu veriyor. Ancak birleşme tarafında olanlar; önce neden ayrıldığımızı bir güzel anlatsın bize...bu ayrılık zamanında kendilerinin ne yaptıklarını da anlatsınlar bir zahmet. *** En büyük ipucu ise; Türkiye’nin Sofya Büyükelçisi Hasan Ulusoy’un Türkan Bebek’i anma etkinliklerine hiçbir siyasi partinin yanında yer almadan katılmasıdır. Önceki yıllarda bu durum farklıydı. Daha önceki yazılarımda Türkiye’nin değişen uluslararası konjonktür ile beraber Balkan politikasının da değiştirmesi gerektiğini ifade etmiştim. Tabi politika ile beraber bürokratların değişimi daha da isabetli olacaktır.


48

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Balkan insanını tanıyan, havasını içine çekmiş, Balkanlar ile ilgili altyapısı, bilgi ve birikimi olan bürokratlara ihtiyacımız vardır. Bugün, bir şeylerin yanlış gitmesinin,aynı su ile iki defa abdest almamızın en büyük sebebi; yanlış bürokratlar ve yanlış yönlendiren bürokratlardır. Umut edilir ki; üçüncü abdestimizi alırken aynı suyu kullanmayız. *** Her ne olursa olsun, biz elbet bir olmasını biliriz. Farklı siyasi düşünceleri benimsesek bile, son deminde yaşarken benliğimiz, Kırcaali düşmeden, biz gene siyaset üstü aklımızla bir oluruz...

Totaliter Kemik Erimeye Başladı mı?

İbrahim Soytürk-27.Aralık.2017

Konu: 2017 defterini dürmeye hazırlanırken kalemime takılanlar. 2017 yılında Bulgaristan soysal ve siyasal yaşamını birkaç ana konu belirledi. Bunların başında gelen durgunluktur. İleri gitme ve geri bakma korkusunun stop ettiği ruh hali. Jivkov’un korucu başı olan Başbakan Boyko Borisov 10 Kasım 1989 sıkıntılarına bir daha teslim oldu. O zaman gençti. Koruduğu “lider” devrilmişti. 28 yıl sonra aynı duyguları kendisi için yeniden yaşıyor. Sıkıldıkça sıkılıyor. Toplumsal çöküş nereden başlar? Sosyal sosyoloji uzmanları hiç düşünmeden kültürden diyor. Bizde de öyle oldu. Kültür yaratan, eleştiren ve yok edenlerin birbirinin suratına tükürdükleri bir gazete olan “Kultura” (Kültür) “gelecek yılın 6. ayında” kepenkleri salacağını herkese duyurdu. Meclis Kültür Komitesi Başkanı Vejdi Raşidov (eski Kültür Bakanı) “okuyucularını kaybetti, nefes alamıyor, kültürsüz yaşayacağız” dedi. Eski Bakan’ın anlattıklarına bakılırsa, “Kultura” (Kültür) gazetesinin yazı işleri Müdürü Koprika Çervenkova, 28 yıl evvel çöken komünist rejimin yetiştirdiği bir kadro imiş ve okurlar “demokrasi” döneminde komünist totaliter kültürü özümsemek istemediklerinden gazeteyi okumuyorlarmış. Oysa şimdiye kadar aynı kişi aynı gazete için “60 yıldan beri entelektüel ve özgür ruhun kürsüsü-


Makale ve Analizler - 2017

49

dür.” diyordu. Komünist-totaliter kemiklerin henüz çürümediği ülkemizde, nasıl olur da, aydınların özgürlük ruhu can verir, akıl erdirilebilecek gibi değil! “Kultura” gazetesinin kapanmasıyla, Bulgaristan’da 27 yıldan beri nefes almaya devam eden komünist ruh mu öldü, yoksa totaliter-komünist dünya görüşünü reddetmek için doğmasını beklediğimiz demokrasinin özgürlük ruhu “ben geldim” demeden can mı verdi.!? Bunu birisi açıklasa, iyi olacak!? Aslında bir totaliter komünizmin kemiklerinin çürümesini bekliyorduk... “Kultura” gazetesinin parası “dış kaynaklardan” geliyormuş. Besbelli dış kaynaklar Bulgar kültürüne gerek olmadığını anlamışlar ve banka havalelerini durdurmuşlar. Birleşik Amerika’da “başbakan kurslarını” bitiren, memlekete dönünce haciz zincirleriyle kıskıvrak bağlanan iri sermaye temsilcisi Prokopiev de “yok artık kültür işlerine para vermem” demiş. Kültürsüz demokrasi olur mu? Bizde Çingenelerin, Pomakların, Tatarların, Ulahların, Gagavuzların ve Türklerin kültür yayını zaten yok, şimdi Bulgar yayınları da art arda kapanırsa iyice karanlıkta kalacağız. *** Eski Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev’e göre, 1991 Anayasasıyla sözde “gömülen” komünist totaliter düzen kemiklerinin erimemiş, bir de devlet ve toplumda günlük hayatı belirleyen olmasıdır. Plevneliev, 2017 sonunda da devlet kurumlarında görev alan ve hayatın her dalında söz sahibi olan siyasi polis “DC” /DS/ ajanı 10 bin 800 iş başındadır. Bunların 80’ni 240 sandalyeli Sofya meclisinde oturuyor. Hükümetin her bakanlığında söz sahibi konumlarda görev alıyorlar. Cumhurbaşkanı Plevnelief’in işaret ettiğine göre, Bulgaristan’da 27 yıldan beri devam eden geçiş dönemi bitmemiş, halk totaliter komünist düzenle ilgili farklı değerlendirmeler ve görüş ayrılığı içinde bocalamaktadır. 20. yüzyıl tarihini farklı bir derlendirme ve bakış açısından yazıp 21. yüzyıl nesillerine bırakmamız gerekiyor, fakat toplum totaliter komünist cesedin kemiğini çıkarıp yel değirmenlerinde öğütüp karanlık bir ormana rüzgârlı bir gecede saçamıyor. *** Fakat bazı işler var ki onları ne yapacağımızı bir türlü bilemiyoruz. Örneğin biz Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği zamanından (SSCB) lisansla “Kalaşnikov”, “tank savar”, “uçak savar” vb silahlar üretip Amerikan Casusluk Örgütü (CIA) üzerinden satıyoruz. Lisansı geçmiş silahları ürettiğimiz


50

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ya da onardığımız veya modernleştirerek üretime devam ettiğimiz için Rusya Federasyonu Bulgar devletini devletler hukukuna göre uluslararası mahkemeye verebilir. O zaman ne yapacağız? *** Yazılarımızda birçok defa belirttiğimiz üzere, sorun bazı ajan dosyalarının açılmasıyla noktalanmamalıdır. Önemli olan bu dosyaların irdelenmesinden, derin analizden sonuç çıkarmak, açılmamış olan ajan dosyalarının ve toplama kampları ve hapishanelerde tutulan kayıt dosyalarının da açılması ve işlenmesidir. Bu yapılmadan Bulgaristan’da demokrasi kapısı asla açılamaz, yerimizde saymaya devam ederiz, çünkü topluma korku hakim. Totaliter zulmün zehri bu dosyalarda gizlidir. Canlıdır. Sökülüp yok edilmeden toplumun huzura kavuşması asla olanaklı olamaz. Burgaz’da bir bayan şehir merkezindeki “Alyoşa Anıtı” önünü ölmek için en güvenli yer olarak seçmiş. Bu konu düşündürücü olmalı... *** Eski sosyalist ülkelerden birçoğunda totaliter rejim söküldü. Kemikleri müzeye kondu. Bulgaristan’da bu olmadı. Halk yalandırılmaya devam ediyor. Örneğin 2017’de işsizlik “azaldı” diyorlar. İşsizlik azaldı, çünkü 250 bin kişi iş aramak, birkaç para kazanıp yakınlarına göndermek için gurbetçiliği seçti. Gitmezden önce kendini işsizler cetvelinden sildirdi. Vatandaşın geçim derdinden evini barkını terk edip dış ülkelere gitmesini işsizlikle mücadelede başarı olarak gösteriyorlar. *** Çingene çocuklarının okula gitmesi için ana-babalarına para ödeniyor. Kör cahillikle mücadeleyi çocuğun okul başarısıyla değil ana babaya ödenen sosyal yardımlarla ölçüyorlar. Nüfusun büyük bir kısmının hele azınlıklardan vatandaşların sağlık sigortası yok, doktora gidemiyorlar, aile hekimlerini eve çağıramıyorlar, sağlık sigortası olmayanlar hasta bakımı dışında bir de otelde yatarmış gibi geceleme parası ödüyorlar. Ne ki ödeyemedikleri için hastaneye gitmiyorlar, ölümü bekliyorlar. Köylerin boşalmasının bir sebebi iç ve dış göçler, bir de yaşlıların birer ikişer başka dünyaya göç etmesidir. Çaresizliktir. *** Tüm bu örnekler totaliter, yani parti ile devletin kaynaştığı, günümüz değimleriyle GERP ve aşırı milliyetçileri ele geçirdikleri Bulgar devletinde birlikte kestiğim kestik biçtik siyasetidir. 10 bin 800 eski gizli polis ajanının (yenileri üstüne püskül tabii) devlet enstitü ve kurumlarında, meclis, bakanlık, belediye, polis ve orduda, okul ve hastanelerde kilit noktalarda görev alması totaliter kemi-


Makale ve Analizler - 2017

51

ğin boğazımıza durmuş ve bizi ölüme zorladığı anlamındadır. 27 yılda 10 yeni fabrikanın kurmadan; yol ve benzinci inşaatıyla ya da en fazla sosyalizm döneminden kalan beton panel yapılara manto kaplama yapmakla övündüğümüz son yıllarda insanların mantalitesinin (anlayış, kavrayış ve düşüncesinde) hiçbir şey değişmediğini görüyoruz. Sofya’ya son gittiğimde bir kitapçı vitrininde “20. Yüzyılın Bulgar Şahsiyetleri” kitabı dikkatimi çekti. Kapağından zalim diktatör Todor Jivkov’un resmi sırıtıyor. Bir insan kasabını, yargısız idamla yüzlerce kişinin hayatını karartan, bugün artık toplam 3 milyondan fazla vatandaşın memleketi terk etmesine neden olan bir soykırım katilini yüzyıl kahramanı yapan bir zihniyet son 27 yılda yerinde saymakla kalmayıp çok gerilere de gitmiştir. *** Kişisel kanımca, düşünen insanlar, ileri görüşlüler, yenidünya görüşünün duyumsayanlar ülkeyi terk ettikçe geriye kalan tortu totaliter - komünist kemikleşmeyi korumaya devam ediyor. Bu koruyuculardan biri “saray” bekçisi Ahmet Doğan’dır. O, Bulgaristan Türklerinin kalkınma, bilinçlenme ve medenileşme yolunu kesti. Halkımızı cahil bıraktı. Korku sisinin kalkmasına mani oldu. Etrafımızı düşmanlarla, aşırı sağcı milliyetçi şovenler ve faşistlerle doldurdu. Türklere saldırılarda 2005’ten beri iktidar ortağı olduğu ortaya çıktı. Son günlerde “Ataka” gibi faşist partilerin bakan ve bakan yardımcılarının aynı zamanda DPS adamı oldukları anlaşıldı. Günümüzde aşırı sağcı, şoven, Türk ve azınlık düşmanı faşizan güçlerle sarmaş dolaş olup birlikte iktidar kuran Boyko Borisov’un GERB partisi, Doğan’ın razılıyla hareket etmiştir. Bulgaristan’ın Avrupa Gelişimi için Vatandaşları adıyla bilinen GERB partisi aslında bir siyasi parti değildir, çünkü ideolojisi ve siyasi programı yoktur. 2009’dan beri belirli aralıklarla iktidarda olan GERB, 2001’de Madrid’den Bulgaristan’a dönen II. Simeon’un kuyruklu yalanlarla kurduğu ve saflarına İkinci Dünya Savaşı öncesi faşist zihniyetin taşıyıcıları olan komünist milliyetçilerin uzantısı olan 500 bin kişiyi toparlayan II. Semeon Ulusal Hareketi (NDSV) partisinin 7 yılda çökmesiyle (2008) ortada kalanları topladı. Günlük hayat yaşayan bu parti bir kadro hareketi olmadığı gibi, yatay ya da dikey bir örgütsel yapısı da değildir. Seçimden seçime toplanan bir oluşumdur. Bu partinin üyeleri güya “soya dönüş sürecinde” isimlerimizi değiştirmek için kapımıza dayanan milisler, gönüllü vurup kırıcılar, köy meydanında okul ve cami duvarına şarjör boşaltan silahlı berelet, zırhlı araçları ve tankları üzerimize süren asker, subay ve as subaylardır. Şimdi iktidarda olan partililer polis karakollarındaki sopacılar, ceza evleri, sürgün, hapishane kovuşları ve işkence odalarında kemik kırıcılar, tırnak sökücüler, saç yolucular, Türklerin ve Pomakların kafatasını mengenede sıkanlardır. Bulgaristan’da hukuk düzeni, hukukun üstünlüğü olsa garantili hepsinin yeri hapishane koğuşu olan suçlular,


52

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

katiller ve içerde olması gerekenlerdir. GERB partisi bu güçlere siyasi şemsiye açmıştır. Bu şemsiyeyi tutan elin biri ABD ve (CIA) casus örgütüdür. Bedeli ise Bulgaristan’daki US askeri üsleridir. Onlar bizde adaletin üstün gelmesi yolunu kesenlerdir. Açılan şemsiye rüşvetçilere, dalaverecilere, irili ufaklı hırsızlara olanak tanıdığı için yarım milyonluk GERB sürüsü ve onların suç ortağı, teri faşist kokan, atletleri kahverengi, baldırlarına kamalı haç işlenmiş zorbalık kırıntılarını etrafına toplamış ve bugün de yemliyor. 2007 yılından beri Bulgaristan’a Avrupa Birliğinden gelen fon ve yardım paraları öncelikle 500 - 600 aile arasında paylaşılırken bu kara ruhlu kitle de nemalanıyor. Bu asalak zümrenin oturduğu ve devlet hesabına açılıp toplanan kör sofraya az sayıda faşizan kadro da davet edildi. Bunlar geçen yüzyılın başında örgütlenen Makedon haydutlarının günümüz uzantısı İç Makedon Devrim Örgütü VMRO, Türk düşmanlığından köpürmeye her zaman hazır güya “Yurtsever Cepheciler” ve Türkleri ve Müslümanlara karşı havlatmak için siyasi polis ajanı Ahmet Doğan’ın verdiği parayla kurulan “Ataka” hortlaması gibi oluşumlardır.. Bu son üç partinin de ideolojisi yoktur. İslam düşmanlığı, Müslümanlara diş bilemek, Türkleri memleketten kovmak, Çingeneleri getto-mahallere kapamak bir ideoloji ve siyasi platform olamaz. Avrupa Birliği bu nedenledir ki, Bulgaristan’daki bu 3 siyasi oluşumun üçüne de “faşist” nitelemesi getirdi. Bu durumda, aşırı sağ kanattan faşizan güçlerle birlik olan GERB partisi çok ağır günler yaşıyor. Bir yandan niyetinde hiçbir reform ve yenilik yapmak yokken Avrupa Konseyi 6 aylık dönem toplantısına başkanlık yapmaya hazırlık görürken, aynı zamanda 17 Ocakta önü alınamayan rüşvet seliyle ilgili sosyalist parti (BSP) ve Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) tarafından ortak hazırlanan “gensoru” tartışmalarından ve oylamasından korkuyor. Gensoru görüşülürken meclis kuşatılacaktır. Grevler ve arasız yürüyüşler gibi protesto eylemleri hazırlanıyor. Halkın baskısına dayanamayıp şimdiye kadar 2 defa istifa eden Başbakan Boyko Borisov’un sıkışınca atacağı adımı öngörmek bu defa oldukça zor. Çünkü 3. istifa son fırsat olacak ve GERB defteri ebediyen kapanacaktır.1990’lı yıllarda Demokratik Güşler Birliği (CDC), İvan Kostov’un Güçlü Bulgaristan Hareketi (DCB), 2007 yılında II.Simyon partisi (NDSV) hep böyle yok oldu ve bir daha dirilemedi. Ülke nüfusunun yarısını oluşturan azınlıkların 2017 - 2018 kışını çok ağır geçirdiği gözle görülüyor. Tıbbi araştırma sonuçları, nüfusun % 80’inin yalnız ekonomik, maddi ve mali güçsüzlük içinde olmakla kalmayıp, sağlık ve ruh hali bakımından da “debil” olduğuna işaretler var. Hele bu kış Filibe (Plovdiv) “Şeket Mahalle”, “Berkovitsa” ve “Vratsa”da başlayan mahalle yangınları aldı yürüdü. Gıda ve yakıt sıkıntısından patlayan Petriç şehri getto-


Makale ve Analizler - 2017

53

mahallesinde yumruk ve sopalı gece kapışmasında, bıçaklar da şakıdı. Her gün yol kesiliyor. İnsanlar kavşakları işgal ederek hak arama kavgası veriyorlar. Köylerde toprak, su, tapu kavgası aldı yürüdü. Su ve elektriğe gelen yeni zamları hiçbir kimse kabul etmiyor. Hemşireler ve doktorlar klinik ve hasta önünde boykot yaparken. Zam isteyen polisler meclisi kuşatıyor. Dip dalgasındaki yükselmeden güç alan bu direnişlerin 1 Ocak 2018’de başlayacak olan AB Sofya yönetim dönemi yaklaştıkça kabarması ana caddelerin ve uçak alanının bloke edilmesi planları tedirginliği arttırıyor. Bulgar basının çıkan yazılarda Sofya Üniversitesi Profesörlerinden Nako Stefanov “Bulgaristan’ın sömürgeleleştirildiğinden” söz ediyor. *** HÖH fahri Başkanı Ahmet Doğan’ın “yılbaşı mesajı” 2017 sonunda en fazla tartışılıp yorumlandı. 2015 Aralığında HÖH Genel Başkanlığı’ndan ve üyeliğinden kovulurken “kalbini tutan” Lütfi Mestan, Doğan’ın yeni mesajını işitince elini yine kalbine götürdü. Bu defa bir sağ parti olan GERB ile ortaklık yapma arzusunu dile getiren Doğan, Lütfi Mestan grubunun “Bulgaristan siyasi siteminden sökülmesi” isteyenlere katıldı. O, Başbakan Borisov’a sözde “yurtseverleri hükümetten uzaklaştırın, mecliste sizi her zaman destekleyeceğiz” mesajı gönderdi. Bulgaristan Türkleri bu mesajı tepkiyle karşıladı. İsim değiştirme yılları şehitlerini anma törenlerinde, “Türkan Çeşme” ve Mestanlı mitinglerinde Türkler “Doğan Çatısı” altında toplanmak istemediklerini dile getirdiler. İnsanlarımız Bulgaristan gerçeklerini iyi biliyor. Boyko Borisov’un yerini dolduracak bir idareci olmadığına inanmıyor. Gerçek şudur. Suriye savaşının son aşamasında Bulgaristan’daki askeri - sanayi işletmelerinin hepsi 3 vardiya, yani yüzde yüz çalıştı. Üretilen silahları Amerikan Merkezi Haber Alma Örgütü (CIA) satın aldı. Suudi Arabistan’a, bir kısmını da DEAŞ’a ve Kürt asilere verdi. Bulgar askeri fabrikalarından üretilen silahların bir kısmı da Ukrayna faşistlerine (bandercilere) veriliyor. Olay şöyle anlaşılmalıdır. Birleşik Amerika Ukrayna’yı Rusya’ya karşı savaşa hazırlıyor ve silahlandırıyor. Bu savaşta çatılmaların Kırım, Donets ve Lugans bölgelerinde olacağı bildiriliyor. Şöyle ki, yaklaşan savaşta Bulgaristan şimdiden konum almış durumdadır. Bu açıdan analiz edildiğinde, Todor Jivkov zamanından kalan askeri sanayi tesisleri günümüz totaliter ve faşizan yapılanmasının ekonomik omurgasını oluşturuyor. Öyle ki, günümüz Bulgar idaresinin Suriye’de PKK ve YPG, Ukrayna’da savaşa soyunanlar yanında yer alırken, Balkanlar’da da Arnavutlukta Enver Hoca yönetiminden komünist parti kalıntıları ile Makedonya’da da Yosiv Broz Tito tarafından yetiştirilen kadrolarla yakınlaşarak Karadeniz’den Adriyatik Denizine kadar uzanacak bir totaliter - komünist köprüsü yaratmaya çalışıyorlar. Bu devlet-


54

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lerin Avrupa Birliği Sofya toplantılarına davet edilmesi bu açıdan çok anlamlıdır. NATO ve AB üyeliğine hazırlanıyorlar. Çabaların özünde büyük bir boşluk olsa da, Borisov hükümeti AB’nin Türkiye sınırının koruyucusu, Balkanlarda istikrar sağlayan “büyük devlet” rolü üslenmeye hazırlanıyoruz propagandası yapıyor. Bu stratejinin temelinde “Türkleri asla Türk kabul etmeyeceğiz” var ve bu siyaset uygulanmaya devam ediyor. Bu gidişin en saldırgan savunucusu olan VMRO Başkan Yardımcısı ve AB milletvekili Angel Cambazki yılbaşına 4 gün kala verdiği bir demeçte şöyle verdi: “DPS her Bulgar için bir rüşvet sembolüdür. Bu insanlar Bulgaristan’da hiçbir siyasi partinin kendileriyle ortaklık yapmayı neden istemediklerini düşünmelidir. GERB partisi DPS ile ortak iktidar kurmaya kalkarsa sonunun hemen geleceğini çok iyi biliyor.” Bu son 50 yılda değişmeyen bir saldırı yönüdür. Her şeyi ters yüz göstermekte ustalaştılar. Önce Müslümanlardı, ardından Türkleri hedef aldılar, sonra birlik ve beraberliğimize saldırdılar, şimdi de kendilerinin yetiştirdiği Doğan’ı korumak için HÖH partisini hedef alıyorlar. *** Gerçek durum bilim adamları açısından şöyledir: Bulgar ulusal radyosu (BNR) “İlk Horozlar” programına katılan Prof. Yülyan Yuçkov ise, 2017’de Bulgaristan “parlamenter demokrasi olmaktan çıktı, başbakan diktatörlüğü rejimi oldu”, dedi. Bilim adamlarının siyasi analizlerinde işaret edilen özellik, “komünisttotaliter kemiğin çürümediği” ve zamanı dolmuş bir dünya görüşü ve baskı ortamında yaşamaya zorlandığımız gerçeğidir. Bilim adamları, “28 seneden beri devam edem şu geçiş döneminin bizi bu bunalım bataklığına getireceğini hiç birimiz düşünmemiştik” diyor. Kamuoyunda görüş sahibi olan aydınlar şu noktada birleşiyor: “GERB partisi övünse de, ülkede normal ulusal güvenlik yok. Güvenlik diye bir şey olmadığını kanıtlayan pek çok örnek var. Bir, nüfus ülkeyi terk ediyor. 3 milyon kişi Bulgaristan”ı terk edip gitti ve geri dönmeyi düşünmüyor. Nüfusu eriyen bir ülkede ulusal güvenlikten söz edilebilir mi?” *** Son verilere göre Bulgaristan’da hiç okula gitmemişlerin sayısı 600 bini aştı. Yine yılın son günlerinde Başbakan Yardımcısı Tomoslav Donçev de geçen yılı değerlendiren bir demeç verdi. “Ocak 2018’de gensoru geçse bile Bulgaristan Sosyalist Partisi’nin (BSP) ülkeyi yönetecek kadrosu yok” dedi. Başbakan


Makale ve Analizler - 2017

55

yardımcısına göre, Bulgaristan’ı yönetmek için bir lidere ve 30 - 40 adet uzman kişiye ihtiyaç var. Fakat bu sözlere pek inanan yok. Çünkü BSP eski ve gelenekli bir partidir. Ülkede şöyle bir gerçek oluştu. 6 Kasım 2016’da Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanan sosyalistler ile Türkler büyük başarı elde ettiler. Bu yılın Mart ayında yapılan erken genel seçimlerde sosyalist parti oylarını yüzde yüz arttırdı, milletvekili sayısını 40’tan 80’e çıkardı. Parti lideri Bayan Kurneliya Ninova 4 ay önce 46. kurultayda tam destek aldı. Ona saldıran GERB’lı meclis başkanını görevinden uzaklaştırmayı başardı. Sosyalist parti “sıya dönüş sürecinde” parmağı ve eli olan eski komünistlerden kurtulmaya başladı. BSP genç kadrolarla yenileniyor. Batı üniversitelerinden gelen bu kadroların sivil toplum örgütü, etnik haklar ve azınlık topluluklarının kültürel hakları konusunda şeffaf görüşleri var. Ülke nüfusunun % 40’ından fazla olan azınlık nüfus gözlerini bu değişiklikten ayırmıyor. Belki de komünist totaliter kemiğin erimesini ve yok olmasını sağlayacak olan toplumsal güç reformlardan, demokratikleşme, adalet ve yenilenmeden yana çıkan bu kadroların öncülüğünde atılımlar yapacaktır. Yeni 2018 yılınız kutlu olsun.

Bulgaristan Türk Kurultayı

Rafet Ulutürk-30.Aralık.2017

Politik Not: Tarihsel Geleneklerimize sahip çıkalım. Bulgaristan Türklerinin kendi özlerine ve tarihlerine dönme zamanı geldi. Türkiye’de Bulgaristan Dernekleri Federasyonu kurma zamanı geldi. Yazan: BULTÜRK Genel Başkanı Rafet Ulutürk. Bu yazımı kaleme almama vesile olan 24 Aralık 2017 (Pazar gün) Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği Genel Başkanı olarak katıldığım Bursa - BALGÖÇ Kurultayında Balkan Rumeli Türkleri Konfederasyonu Onursal Başkanı Turhan Gençoğlu’nun, Bulgaristan’da soydaşları temsil eden siyasi partilerin birleşmesi... ve Sorumluluk, Özgürlük ve Hoşgörü için


56

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Demokratlar (DOST) Partisi Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Hoca’nın “birleşim” çağrılarının çok yanlış olduğu cevabıdır. *** 2017 yılı siyasi bir atılım yılıydı. Todor Jivkov dikta rejimi yıkılandan beri bu kadar sert bir yüzleşme yaşanmamıştı. Yarısı Türkiye’de, yarısı Bulgaristan’da veya gurbette Bulgaristan Türk topluluğu da, tüm azınlıklar ve Bulgar halkıyla birlikte yenilik ve dönüşüm isteyen bir dip dalgası olarak uyandı ve hareketlenerek siyaset sahnesine çıktı. Bu uyanışın itici gücü olarak genç kuşağı ve komünizmi, bizde baskı, terör ve zulüm rejimini olarak ne varsa hepsini olumsuzlama ve yerine adil, insan haklarına saygılı, azınlık haklarını tanıyan, demokratik ve özgür bir sivil vatandaş toplum düzeni çağıranların gür sesini herkes işitti. Bizim yeniden uyanışımız Dobruca’da başlandı. Bu, aynı neden ve hedeflerle ikinci şahlanışımızdı. Birincisi1984 - 1989’te totaliter devlet zulmüne karşıydı. İsimlerimizi, din ve kültürel haklarımızı, 1950 yıllarındaki kültürel otonomi statüsüne dönüş istekleriyle 1989 Mayısındaki ayaklanmamız bu direnişlerin zirvesi oldu. Bulgaristan Türkleri demokratik dönüşüm dalgasının ana taşıyıcı gücü, örgüt omurgasını oluşturan yapılanma olarak 1990’da kurulan Hak ve Özgürlükler Hareketini 20. yüzyılda gördüğü eziyet ve çekilen zulmün bir eseri olarak kabul etti. 1984 - 1989 yıllarında totaliter devlet karşımıza kolluk kuvvetleriyle çıkmış, birçok kurban alarak ve her köyü, her hanemizi basarak Türk kimliğimize saldırmış, tüm aydın ve öncüler içeri atıp sürgün ederek, 500 bin Türk’ten de göçe zorlayarak kurtulunca “bu işi bitirdim” hesapları yapmıştı. Bu planlı ve örgütlü ırkçı devlet saldırılarının en yakın hedefinde “Türklerin Türk olduklarını asla kabul etmeyip” ülkede yaşayan tüm Müslüman azınlıklarla ilgili faşist ve totaliter komünist devlet siyasetinin özünü oluşturan “İslamlaştırılmış Bulgarlar” siyasetini sürdürmek vardı. Türk kimliğimize karşı aralıksız ve planlı devam eden siyasi saldırılar. 1912’de Osmanlıya saldırıp Edirne’de Selimiye Cami minarelerine Bulgar bayrağı diken Bulgar Çarlığı’nın da burnu dikilmişti. Bulgar milliyetçiliği 1913’te Batı Rodoplar’daki Müslüman Pomak kardeşlerimize “siz İslamlaştırılmış Bulgarlarsınız” saçmalığıyla saldırdı. İsimlerini değiştirip, minarelerini yıktığı camileri kiliseye çevirdi. Evlerinden süngüyle çıkarılan köylülere vaftiz ettirerek Hıristiyanlaştırmaları denendi. Müslüman Pomakların başına kalpak geçirilmesi Hıristiyan ve Bulgar oldukları anlamına gelmedi. İsim ve din değiştirerek Kimlik aşılama siyaseti daha aynı yıl yenilgi alırken, 1918’de saldırgan Bulgar siya-


Makale ve Analizler - 2017

57

seti iflas etti. Ardından çoğunun isimleri geri alındı. Fakat şu asla unutulmamalıdır Bulgar Çarlığının ilk yenilgisi 1913’te Batı Rodoplar’da yaşanmıştır. Ne var ki 20. asrı belirleyen tek dilli ve tek uluslu Bulgar devleti kurma siyaseti 100 yıl boyunca azınlıkları eritme, asimile ederek Bulgarlaştırma ve Hıristiyanlaştırma siyasetinden asla vazgeçmemiş, hiç aralıksız ve şiddetlenerek devam eden bu yanlış politik uygulamaları günümüze kadar getirmiştir. Bulgaristan’da kimlik belirleme siyasetinin birkaç aşaması vardır. Pomak Kardeşlerimizle 1913’te başlayan bu iğrençlik 1934’ten 1944’e kadar şekil değiştirerek sürdürülürken, bu gün %60 lara varan oranda Pomak kardeşimizin Hristiyanlaştığı ortadadır. 1944’ten sonra Makedonlara, Ulahlara, Çingenelere, Tatarlara ve Türklere sıçramış, süreğen bir baskı, kırım ve kimsizleştirme zulmü halini almış, Çingene cephesinde 1964 ve 1972’de Pomak Cephesinde, 1984 - 1989 yılları arasında da Türklerin üzerine balyoz gücüyle inmiştir. Evet bu gün Osmanlı Türklerinden bile %10 civarında insanımız Hristiyan isimleri ile yaşamaktalar. 1990’da sonra şekil değiştirip “Bulgar Etnik Modeli” olarak eğitim öğretim ve kültürel yaşamımızı, Türk yaşam tarzımızı ve geleneklerimizi yasaklayarak ve özellikle de Türk diline saldırarak süregelmiştir. Evet bunu düzeltmek istemediler yine her zaman yaptıkları tuzaklarına devam ettiler. 1989’da halkımızın önderleri bu ülkeden kovulmasalardı bu isim değiştirme 1990 yılında reesen olacaktı ve Bulgaristan kurulduğundan günümüze kadar Bulgar devletinin değiştirdiği Müslüman isimleri otomatik olarak herkesin ismi geri dönecekti... Ha yeniden Bulgar ismi almak isteyen olursa o başka bir konu, onları da serbest bırakmalıydı. Gelişmelerin niteliğinde birkaç özellik vardır. Bunlardan birincisi, Bulgaristan Türklerinin hak ve özgürlük davası olarak alevlenip gelişen kimlik mücadelesinde 1985’ten sonra illegal ve yarı legal siyasi öncülerin belirmesidir. Bunların halkın birlik ve beraberliğini, koşulsuz dayanışmasını sık dokumayı ve ruhunu şahlandırmayı başarmasıdır. Türklük için ölünceye kadar mücadelede yılmazlık ve zafere inanç da hapishane koğuşlarında, sürgünlerde ve işkence odalarında devrimci su almıştır. Bir halk ayaklanmasının başarılı örgütlemesi de önemle vurgulanmalıdır. Çünkü halk ayaklanması bilinç düzeyinin yüksek doruklarından biridir ve irade birliği ve vicdan temizliği simgesidir. Ne var ki 1990’da Bulgaristan’da çok önemli birkaç olay yaşandı. Devlet Türklerin etnik kimliğini, yani isim ve dini haklarını iade ederek Müslümanlar olarak tanıdı, fakat Türklerin kolektif haklarının hiç birini tanımadı. Türklere belleklerini ve tarihlerini unutturma siyaseti devam etti. 20. Yüz-


58

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yılda Bulgar devletini gelişmesi ve ilerlemenin gelenekleri ve ilerleme atılımlarından güç aldığını tanımadı. Böylece kalkınma yolları kesildi. Biz Bulgaristan Müslümanları daha 1878’de esaret altına düştük. 1919’da tüm Müslüman dünyası esaret altındaydı. Fakat kölelik ve esaret zincirlerini kırıp egemenliklerini elde ettiler. Türkiye Cumhuriyeti kurulana ve Atatürk devrimi meyvelerini vermeye başlayana kadar Bulgar iktidarı İslam dinini boş bir ses olarak kullanarak uyanışımızı engelledi. Eğitim ve öğrenim olanaklarımızı kısıtlayarak güç tazelememize olanak vermedi. Müslüman kitlelerin ağır hareketliliğini, güçsüzlük ve takatsizlik olarak korumaya çalıştı. 1923 ve 1934 askeri darbelerinden sonra öğretmen birliklerimizin, sportif ve Turan derneklerimizin, kültürel derneklerimizin yasaklanmasının tek anlamı budur. Korkmaz, gözü pek, etnik bilinçli ve atılgan kadrolar yetişmesi engellendi. Bu öncülerle temas kurdukları halk katmanları arasında uzlaşma, uyum ve fikir birliği oluşmasını yani halkın bilinçli dirilmesini önlemekti. Çünkü halkın davasıyla yücelen önderler halkın iradesi ve fikridir. Her bir derin halk hareketinin kalbi ve damarında dolaşan kanıdır. Vurdum duymazlık, ilgisizlik ve güçsüzlük ancak baş gösteren tehlikelere karşı savaşıma katılmakla aşılabilir. Bulgaristan Türkleri kimliklerini korumak ve yeni vasıflarla bina etme mücadelesinde temel rol oynayan 2 faktör vardır. Bunların birincisi Şumen Türk Öğretmen okulunun açılması, ikincisi de yine Şumen’de Nüvvap Okulu’nun açılmasıdır. Bu okul din adamlarıyla birlikte şeriata göre hüküm veren kadılarda yetiştirmiştir. Nüvvap okulunun 5 ile 8 yıl arasında Türkçe eğitim öğretim vermesi ve yetiştirdiği kadroların çalışmaları Bulgaristan Türklüğünde köklü değişime neden olmuştur. Bulgaristan’da 1926 - 1947 döneminde yetişen 677 öğrenci bütün Bulgaristan’a Türklük ışığı dağıttı. Bulgaristan’da ilk ulusal Müslüman örgütlenmesi olan Baş Müftülük sistemi bu kadrolarla kurulmuştur. O dönemde çıkan Türkçe gazeteler halkımızın uyanarak örgütlenmesinde olağanüstü büyük rol görmüştür. Atatürkçü yani devrimsel dönüşümcü, reformcu Türk aydın ordusu oluşmuştu. 1906 - 1933 yılları arasında etkinlik gösteren, 23 kurultay yapabilen, Türk öğretmenler birliği bu uyanış ve dirilişte çok etkin olmuştur. Birer sivil toplum örgütü niteliğinde etkin örgütlenme etkinlikleriyle memleketi saran Türk Spor Birliği “Turan” da aralarında cemaat çalışmaları üstün başarılar elde etmiştir. Bulgaristan’da Birinci Türk Kurultayı 31 Ekim - 3 Kasım 1929 tarihleri arasına Sofya’da Bulgaristan Türk azınlığının ilk kurultayı toplandı. Bu forumun çağrılmasında o zaman başı çeken şahıs, Sofya’da “Rehber” adlı bir Türkçe gazete çıkaran, Dobriç’li Mehmet Celil Efendi


Makale ve Analizler - 2017

59

oldu. Sofya parlamentosundaki milletvekilleri milli kurultay fikrini benimsediler. Ve desteklediler. Bu milletvekillerinin isimlerini anımsayalım: Şumnu’dan (Şumen) Mehmedali Giray; Eskicuma (Tırgovişte) Mehmet Sait, Rusçuk’tan Hafız Sadık ve Paşmaklı’dan (Smolyan) Ağuşoğlu Hafız Emin Bey. O zamana kadara geçen 50 yıl içinde Bulgaristan Türkleri bir genel toplantı yapmamıştı. Her Türkü bağlayıcı ortak kararlar almamıştı. Bu kurultay bir parti, sınıf, mezhep, zümre, aydın grubu, çıkarcı kişilerin çete kurultayı değil, Bütün Bulgaristan Türklerinin sorunlarını görüşecek ve menfaatlerini kapsayarak problemlerini dile getirecek ve çözüm sunacak bir etkinlik toplanmıştı. İlk kurultayda gündemi 3 sorun belirlemişti:  Bulgaristan Türk azınlık okulları  Türklerin Dini Kurumları ve Vakıfları  Hayır dernekleri. O zaman Bulgaristan’da 780 bin Türk yaşıyordu. Kurultaya 460 delege katıldı. Bu kurultay bir özel kararla etnik azınlıklar üzerindeki zulmün durdurulmasını ve göçe zorlama siyasetine de son verilmesini istedi. Kurultayın tarihsel önemi Bulgaristan Türklerinin Millî olduğunu ve siyaset sahnesine kendi örgütüyle çıkma hazırlıklarını tamamladığını göstermesi oldu. *** 1990 yılından sonra, HÖH 9 Kurultayı, Ulusal Konferansları, DOST partisi kurultay ve forumları; Halkın Hürriyet ve Demokrasi Hareketi (HHDH), “Demokratik Kanat” partisi ve “Ulusal HÖH” hareketinin forumlarının hiç birisi Birinci Türk Kurultayı kararlarıyla karşılaştırılamaz, çünkü bu siyasi oluşumların her biri kendini devlete hizmet etme ve yaranma hırsına kaptırdılar ve Bulgaristan Türklerinin davasını unuttular. Birinci Türk kurultayı totaliter faşizm ve III. Boris döneminde Bulgar devletinin şu fikrini yenip yok etmek için toplanmıştı. Yukarıda sıraladığım 5 “Türk” partisinin kurultaylarında “Türk”, “Müslüman”, “azınlık hakları”, “Kültürel otonomi”, “gerçek demokrasi”, “halka adalet ve özgürlük”, “kültürel kıyım”, “baskı, terör, zulüm” sözleri geçmiyor, su taşınarak Türk suyu ile Bulgar değirmeni döndürülmeye çalışılıyor. Oysa 20. yüzyıl savaşımlarımızın özünde şöyle bir değişmeyen gerçek vardır ki, 21. yüzyıla da sarkmış ve Türk kimliğimizin boynunda bir prangadır:


60

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Kimliğimizle ilgili bu ileri gerili gidiş dönemini iyi anlatan bir yazı 1954 yılında Bulgar Milli eğitim Bakanı Dimitir Yanev tarafından şöyle kaleme alınmıştı: “1944’ten önce Bulgaristan burjuva yönetimleri Türk halkını tam cahil bırakmak için canla başla çalıştı. Milli Eğitim Bakanlığı Arşivlerinde öyle belgeler var ki, bunlar, faşistlerin Türk halkına karşı izlediği cahil bırakma politikasına tanıklık etmektedir. Teftiş Komisyonu’nun 1937 raporunda Türk okullarıyla ilgili olarak şu satırlar yer almaktadır: 1. Çarlık idaresindeki Türk azınlığı eğitimini mümkün olan en aşağı düzeyde bırakmak için bütün yasal tedbirler alınmaktadır. 2. Türk azınlığı gençliğine bilgilerinin basiti verilmeli, Türk okullarında dini eğitime daha geniş yer verilmesine dikkat edilmelidir. 3. Türk özel okullarına Bulgar öğretmenler pedagojik amaçla değil, istihbarat amacıyla atanmalıdır. 4. Bütün ülkede 404 Türk Okulu bırakılmıştı. Bunların 376’sı ilkokul, 27’si ortaokuldu. Okul çağındaki Türk çocuklarının ancak % 15’i okula, cani diplerindeki okullara gide biliyorlardı. Bu okullarda çok zaman oturulacak sıra bile bulunmazdı ve çocuklar yerlere otururlardı. Ders kitabı yoktu. Yarı cahil hocalar. Kurandan parçalar ezberletmekle yetinirlerdi.” Bulgar Bakan D. Yanev, faşizm dönemindeki eğitim öğretim dertlerimizin acısını anlatıyor, bu sorun 1958’den sonra Türk okullarının devletleştirilmesi ve tümünün Bulgarlaştırılmasıyla daha da kötüleşti. Bütün dersler Bulgarca verildi. Türk dili yabancı ders dili gibi öğretilmeye başlandı. Ders kitabı sorunu ortaya çıktı. 1954 yılında derse giren 3 bin 385 Türk öğretmenden 1985’te bir tek öğretmenimiz kalmadı. Türkçe konuşma yasaklandı, Türkçe tek söz söyleyene ceza kesilmeye başlandı. 1990’dan sonra da baskılar sürdü. Şu iyi bilinmelidir. Türkçemizi savunmayan, okullarımız için, kültürümüz için mücadele vermeyen hiçbir Türk siyasi partisi halkımız anlayamadı ya da anlamak istemedi. Türkçemiz için mücadele etmeye yanaşmayan hiçbir siyasi “lider” halkımızın saygısını kazanamaz. Bir Bulgar Bakan’ın faşist dönem değerlendirmesi, komünist dönemde daha da sertleşti, Demokrasi döneminde bütün hızıyla yeni şekillerde devam ediyor. Bugünkü “birleşmemizin” ilk ilkesi çocuklarımızdan ana dili olamayan kimliksiz tipler yaratmak isteyenlere ölüm kalım savaşımını kabul etmek, “Bulgar Etnik Modelini” kesinlikle yok saymak ve “kültürel otonomi” bayrağı altında birleşmektir. Bunun dışında hiçbir etnik birleşme güncel ve geçerli değildir.


Makale ve Analizler - 2017 etti.

61

Bulgaristan’da İkinci Türk Kurultayı yapılamadı, fakat mücadele devam

27 - 28 Aralık 1944 tarihinde Bulgaristan Türkleri Vatan Cephesi Komiteleri, Sofya’da bir milli toplantı yaptı. Türk azınlığın isteklerini ifade edildi. İstekler şunlardı: 1) Eğitim sorunları; 2) Vakıf ve dinin sorunları 3) Kültürel otonomi sorunları. Okullarda Bulgarca okutulan dersler dışında Türk okullarında (ilk ve orta) eğitim ve öğretimin Türkçe olması öne çıkarıldı. Türk okulların öğretmen yetiştirmek için Kuzey ve Güney Bulgaristan’da öğretmen okulları açılması istendi. Türk gençlere örgütlenme hakkı talep edildi. Değişmeyen bir ilke olan Türk düşmanlığının kitaplardan çıkarılmasında ısrar edildi. Dönem sonunda bu isteklerinin hepsi unutturulmuş, tarihten ve hayatımızdan silinmek istenmişti. Davamız kanlı bir boğuşmaya dönüştü. Yeni beklenti 1990’da belirdi. 10 Haziran günü Büyük Millet Meclisi seçimlerine giden Türklerin istekleri şöyle netleşti: İsimleri serbestçe geri almak; Türkçe eğitim, din özgürlüğü, kültürel otonomi, demokrasi ve adalet ortamında hukukun üstünlüğünde sivil toplumda kolektif haklarımızın tanınmasını vb. Toplumsal yapının kökten değişmesi için kan dökerek mücadele verenler umutluydu. Bu haklar tanınmadan demokratik düzen kurulmaz, hayat kökten yenilenemezdi. Ne yazık ki, 1991 Anayasası Bulgaristan’a demokrasi, hukuksal üstünlük, hayatın her dalında adalet, sivil toplum örgütlenmede garantili kolektif haklar getirmedi. Mücadelemizin hedefleri köreltildi. Davamızın havası yalanla dolanla alındı. Biçimsel ve özsüz demokrasi dayatıldı. Sonu görülmeyen bir Geçiş Dönemi masalı başladı. Özgürlükler unutturulurken, adil yargı üzerine siyasi ve savcılık şemsiyesi açıldı. Hak arama arayışı boğuldu. “Soya dönüş süreci” katilleri başta olmak üzere totalitarizm ve özelleştirme talanı suçluları sorgusuz ve cezasız kaldı. Komünist Parti nomeklatürünün yerine mutra - oligarşi zümresi geçti. Azınlıklara ana dillerinde eğitim ve geleneklerini yaşatma olanakları sunulmadı. Hak ve özgürlüklere yaşam hakkı tanımadı. Bulgaristan Türkleri, halkçı önderler, gerçek demokratlar bu gelişmelere omuz veren, Türklerin ve diğer azınlıkların madden ve manen ezilmesine seyirci kalanlara “hain” dedi.


62

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Biz bugün içi boş bir demokrasi ortamında yaşamak zorundayız. Reformlar yapılmadığı için faşist dönemde ve komünizm yıllarında çözülemeyen sorunlarımız bugünde cap canlı ve paketlenmiş çözüm bekliyor. Ezilmişlik azabı çekiyoruz. Çöküşümüzün temel nedenleri şunlardır: 1) Demokratik reformlar yapılmadı. 2) Başka halklara ve azınlıklara tanınan özgürlükler bize tanınmadı. 3) etnik azınlık topluluğu olarak kolektif haklarımız meşrulaşmadı. 4) Bulgaristanlı Müslüman azınlıklar kendi özgür sivil örgütlerini kuramadı. 5) Bulgaristan Türkleri özgür örgütlenmeye gidemedi. Yorum: İnsan haklarına ve azınlık anlaşmaları kapsamına giren özgün haklar Bulgaristan etnik azınlık topluluklarına tanınmadı. Sivil toplum ortamında kolektif haklar yasallaşmadı. Tanınmayan kolektif haklarımızla ilgili şu özellikleri vurgulamak istiyorum: Müslüman vatandaşların birbirinden kopmuş ve ayrı yaşadıkları ilke itibarıyla rastlanan ve geçerli bir durum değildir. Müslüman kendine ortam, topluluk ve düzen sağlar. Toplum içinde yardımlaşarak ve paylaşarak yaşamayı sever. Dünyayı ya değiştirerek yenilemek ya da kendisini değişmek ister. Bu bakıma yalnız yaşamayı seven Bulgarların kendi yaşam tarzlarını Türklere kabul ettirebilmesi olanaklı olamaz. Tarih, kolektif ve politik olamayan hiçbir İslam hareketi bilmez. Bu böyledir çünkü İslam aynı zamanda bir felsefe, iman, ahlak, düzen, üslup, yaşam havasıdır, kısacası entegral yaşam biçimidir. İslam’a inanıp da, İslam ahlakı dışı yaşamak mümkün olamaz. Kolektif haklar konusu böyle anlaşılmalıdır. Bu açıdan, günümüz liberal zihniyetin Türkü yaşadığı ortamdan koparması geçerli bir tez değildir ve topluma aşılanmak istese de tutmaz. HÖH, DOST, HHDH vb Müslümanlarla ilgili siyaseti geçersiz olduklarını zaten kendileri gösterdiler. Kısacası: Müslümanlar kolektif hakları doğal hak olarak kabul eder. Bu bakıma Bulgaristanlı Türkleri “Bulgar Etnik Modeli” içine sıkıştırmak büyük bir yanlış oldu. Bugünkü GERB - faşistler iktidarının baskın getto-mahalle siyaseti, polis rolünü arttırması kabul edilemez. Hak ve özgürlük mücadelesi vermiş bir etnik halk topluluğuna zorla “birleşme” veya Türklük adına “toplaşma” gibi bir çağrıda bulunmak yanlıştır. Direnen insanları ancak davaları birleştirir.


Makale ve Analizler - 2017

63

Mülkiyetçilik - Irkçılıkla karışması adına birleşmekten ancak düşmanlık doğar ki, o da çağımıza uygun bir tez olarak kabul edilemez. Sloganımız insan hakları, sivil toplum örgütleri, hak eşitliği esasında adalet, kolektif haklar, demokrasi, özgürlükler ve hukukun üstünlüğü olmalıdır. Eğitim ve öğretim haklarımızın sınırlandırılıp yasaklanması sosyal patlamalara gebedir. Bunlar önü alınamayan süreçlerdir. Bu bakıma Bulgaristan Türklerine baskı yapmanın, zulüm etmenin, onları aldatmanın, doğru yoldan saptırmanın, doğal haklarını tanımamanın sonuçları her zaman feci olmuşlar doğurmuştur. Kolektif haklarımız meşrulaştırmadan özgürlük kapısı açılamaz, demokratik ve adil bir düzene ayak basılamaz. Şu gidiş Bulgaristan’da “alt sınıf” insan kitlesi yaratmıştır. Bu kategoriden (yoksul yaşamaya mahkûm olmuşluktan) bireysel haklarla çıkılamaz. Bulgaristan Türklerinin bu gerçekleri algılaması için üniversite bitirmesine ya da bilimler doktoru olmasına gerek yoktur. Onların Kuran’ı Kerim’den kaynaklanarak dünya görüşü tarihimizin silinmek, dünya görüşümün karartılmak istendiğini kavramlarına yeterlidir. Topluluğumuz, insan vicdanının aile ortamında oluştuğuna, adalet duygusunun soy vasfı olduğuna, namusluluğumuzun geleneklerimizde kaynaklandığını vb iyi bilir. Bulgaristan Türk azınlığı açısından bu gerçekler derin anlamlı olup hayat ve siyasi tavır belirleyicidir: Geçen yüz yıl içindeki mücadele birikimimizden, bilgeliğimizden, yenilmez irademizden ve deneyim birikimimizden yararlanma fırsatı bulanlar, 1990’ın başında Hak ve Özgürlükler Hareketi adı altında bir siyasi parti kurdu. Bu parti gerçek demokrasi, halk için özgürlük ve azınlık haklarını bütünsel elde etme davamızın yolunması ve kanatsız bir kuşa düştürülmesi fikir ve niyetiyle hazırlanan planları uyguladı. Bu bir “üst akıl”, bu gizli polis DS - KGB stratejik tasarımıdır. Ahmet Doğan (Sava) ajanı eliyle uygulandı. Bunun bir komlo olduğunu ortaya çıkarabilmemiz için yıllar gerekti. HÖH partinin Bulgaristan Türkleri öz davasını hedefinden caydırma hainliği 10 bin aydınımızın partiden ve memleketten atılmasına neden oldu. HÖH partisi 27 yılda 5 - 6 kez parçalandı. Parçalanma gerekçeleri, hep Ahmet Doğan’ın haklı davamızı ve özgürlük savaşımımızı satma, kültürel otonom isteğimizi çarpıtma noktasında birleşti. Giderek olmak üzere, kısa bir sürede HÖH siyasi konseyinde yer almış olan hiçbir siyasetçiden yeni tip bir lider çıkmayacağı gün ışığına çıktı. Türk kitle buna inandı. Şu dönem doğal koşulların yeni bir lider doğurması bekleniyor. Yeni bir hareketlenme güç topluyor.


64

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

1994 yılında yeniden ve bu defa kendiliğinden hareketlenen Bulgaristan Türkleri Deliorman da 120 bin kişilik toplu bir kitle halinde genel seçimde parti listesine oy vermediler. Razgrad ilinden Güney Hüsmen milletvekili olurken, Blagoevgrad eyaleti Pomak seçmen aynı şekilde hareket ederek Musa Palev’i meclise gönderdi. Türk kimliği, hak ve özgürlük için dava mevzilerinde yeniden konumlandı. 2017 Mart seçimlerinde 120 bin HÖH’lü daha partiye sırt dönerek DOSTHHDH’ne oy verdi. Bu 2 atılım Bulgaristan Türklerinin 1990’da tuzağa düşürüldüklerinin farkına vardıklarının ve bilinç düzeyinde yeni bir aşamaya ulaştıklarının kanıtıdır. 1990’da bir daha kanatlanamamak üzere tuzağa düşürülen kitle böylece hareketlendi. Türklere yeni yol gösterilmek istendi. DOST - HHDH formülü 9 ay önce seçim sonuçlarında topladı. Toslamamış olsalardı, yani 170 bin oy alsalardı meclise gireceklerdi, grup oluşturacaklardı. Soru: milletvekili olsalardı Bulgar Meclisi rengini alacaklar mıydı? Çünkü şimdiye kadar meclise giren meclisin rengini hükümete giren hükümetin rengini aldı. Türk Müslüman kimliği davamızdan hep koptular. Lütfi Mestan Meclis Eğitim Komisyonu Başkanıydı ama bir Türk köyünde bir okulun onarılmasına ön ayak olmadı. 18 yıl mecliste kaldı ama bir adet bile “Türkçe” kitap basılmasına ısrar etmedi. Hatta öz davamızı baltaladı. Hep Türklüğümüze karşı olanlara araç oldu. Bugün de bu işi yapıyor dediğimizde neden yanıt vermiyor, dava açmıyor? Genel Başkanı olduğu HÖH, 27 yıldan beri Sofya meclisinde, 3 defa iktidarda yer aldı, 2005 yılından beri gizli iktidar ortaklığı içindeydi. Bulgaristan Türklerinin Kimlik davasına, hak ve özgürlük kavgamıza ne katkısı oldu. Çıksın bu gün bunları konuşsun. Çilekeş halkımızın bugünkü rengini biliyor mu? Türklüğümüzün sızıları arasında hangisinin öldürücü olduğunu biliyor mu?! Mogilyane köyü “Türkan Çeşme” anma mitinginde gerçek sorunlardan çok uzak oldukları yeniden ortaya çıktı. Doğan’ın mesajı parti içi çöküş ve çözülmeyi gizlemek için hazırlanmıştı. “Bulgaristan Türkleri İslamlaştırılmış Bulgarlardır” tezi 20. ve 21. yüzyılda farklı biçimlerde dayatılıyor. Geçen yüzyıl etnik azınlık haklarımız ilk kez


Makale ve Analizler - 2017

65

1919’da Paris (Nöyyi) /Neuilly/ Antlaşmasının imzalanmasından sonra, Başbakan Aleksandır Stanboliyski döneminde elde edildi. 1919 - 1923 yılları arasında Bulgaristan Türkleri biraz rahat nefes alabildi. Bulgar hükümeti Bulgaristan’da yaşayan Türklerle ilgili yükümlülükleri olduğunu ilk kez o zaman kabul etmişti. Bu yükümlülüklerle ilgi imzaladığı uluslararası anlaşmalara bağlı kalmaya çalışıyordu. Birinci dünya Savaşı’nda Bulgar cephesinde savaşan Türkler Bulgarlarla birlikte ölmüş olan 9 bin 653 Türk er Bulgaristan (vatan) için şehit düşmüştü. Neuilly Anlaşması bize şu haklarımızı tanımıştı: Bu gerçeklerden çıkarak Bulgaristan Türkleri 21. yüzyıl stratejisi çizmeliyiz. Bulgar devleti bizim doğal ve insan haklarımızı hem bireysel hem de kolektif haklar olarak tanımalıdır. Bu ancak Bulgaristan Müslümanlarının gerçek halk öncüleri ve davadan gelen yeni bir öncü akımı tarafından temsil edildiği koşulunda başarılı olabilir. Yeni atılım, Bulgaristan Türkleri ile Türkiye’deki soydaşlarımızı aynı idesel temelde birleştirmesi ve Bulgaristan’daki demokratik, özgürlükçü zinde güçlerle bağlaşıklık kurmasıyla zafere ulaşacaktır. Önce siyasi partiler dışı bir bütünleşmeye ihtiyacımız var. Bu yapılanma Türkiye’deki soydaşlarımızı kucaklamalı ve HÖH başta olmak üzere Bulgaristan’daki Türkleri temsil eden partileri baskı altına alarak kitle isteklerini kabul ettirmeleri için direnmelidir. HÖH ve diğer siyasi partiler Türk kimliği dışında bir kimlik aramaktan vazgeçmelidir. Başarılı olmak için yalnız hükümetin sökülmesini, aşırı milliyetçilerin siyaset ve iktidar dışı kalmalarını istemek yeterli olamaz. Atılacak yeni adımlar içinde soydaş derneklerinin bir Bulgaristan Dernekleri Federasyonunda birleşmeleri zorunluluğu kapı çalıyor. Bu federasyona tüm dernekler ve kulüplerle birlikte birey olarak tüm parti üyelerini de kucaklamalıdır. Bu amaçla yapılacak propaganda Bulgaristan’ın her köy ve kasabasına ulaşmalıdır. Yeni durumda “birleşme” önce siyasi partiler dışı olmalı ve yeni bir siyasi yapılanmaya zemin hazırlama amaçlı güç toplamalıdır. Yeni akım Sofya’da, İstanbul’da, Bursa’da veya Brüksel’de kurultay toplayabilir. Geleneklerimize bağlı kalarak Bulgaristanlılar Kurultayı toplamalıyız. Adı, Bulgaristan Türk Kurultayı olabilir...


66

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan Dernekleri Federasyonun Program ve Tüzüğü üzerinde çalışmalarımız devam ediyor. Okuduğunuz için teşekkür ederim.

Bulgaristan’da Müslüman Türkleri’nin Kimlik Mücadelesi

Dr. Nevzat Öztürk-30.Aralık.2017

“Varolma Mücadelesinin Tarihi” Düzce İl Milli Eğitim Müdürlüğü Maarif Müfettişi İlahiyatçı - Eğitimci - Yazar: e-mail:nevzati52@gmail.com Osmanlı Devleti’nin bölgesel bir güç olmaktan çıkıp cihan devleti olma stratejisindeki en önemli parametreyi Balkan coğrafyası oluşturmaktaydı. Devlet otoritesinin bölgedeki etkisinin ve kalıcılığının sistematik olarak gerçekleşecek bir İskân Siyaseti’nin varlığına bağlı olması, Anadolu’dan Rumeli’ye kitlesel göç hareketlerinin temelini oluşturmuştur. XIV. yüzyılın ikinci yarısından itibaren söz konusu coğrafyada siyasi egemen güç olmaya başlayan Osmanlı Devleti, uyguladığı politikalar sonucunda demografik dengeleri kendi lehine çevirmeyi başarmıştır. Bu durum salt Balkanlar genelinde kendisini göstermezken, bölgenin küçük örneklemi durumundaki Bulgaristan’da da aynı hususla karşılaşılmaktadır. Osmanlı Devleti’nin sosyolojik çerçevede yönetim felsefesini oluşturan hoşgörü, adalet ve barış kavramlarının Balkanlar’daki hâkimiyeti, 1789 Fransız İhtilali’nin sosyal psikoloji üzerinde yarattığı milliyetçi, özgürlükçü ve bağımsızlıkçı tepkilerin bölge halkları üzerindeki etkilerinin ortaya çıkışına kadar devam etmiştir. Ülkemizin son dönemde iç ve dış politikadaki yoğun gündemi, içten ve dıştan meşru iktidarı ne pahasına olursa olsun yıkma/devirme gayreti, darbe teşebbüsü ve bu minvaldeki gelişmeler dünyanın değişik yerlerinde Türk kimliği ile ayakta durmayı başarmış soydaşlarımız tarafından dikkatle takip edilmektedir. Osmanlı Devleti’nin yıkılışından sonra bölgedeki şanlı ama bir o kadar da hüzün dolu bir geçmişin mirası olan ve günümüzde “Müslüman Türkler” olarak


Makale ve Analizler - 2017

67

bölgede varlığını sürdürmeye çalışan Bulgaristan Türklerinin “kimlik mücadelesi” ibretlik olduğu kadar onurlu bir duruşun göstergesidir. Bulgaristan Türklerinin kimliksel anlamda sıkıntılarla karşı karşıya bırakıldığı, yok edilmeye çalışıldığı aşikârdır. Millet olarak varlıklarını sürdürmelerinin en önemli unsuru olarak kabul edilen dil ve dinlerinden mahrum bırakılmak istendikleri, ancak her şeye rağmen Bulgaristan Türklerinin dil ve dinlerine sahip çıktıkları ve bu sayede ayakta kalabilmeyi başardıkları görülmektedir. Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği (BULTÜRK) Genel Başkanı Rafet Ulutürk’ün Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi (BG-SAM) tarafından yayınlanan “Bulgaristan Türkleri Kimlik Mücadelesi” kitabı, Bulgaristan Türklerinin kimlik mücadelesini, sistematik, tarihi gerçeklikle örtüşen realist yaklaşım ve karşılaştırmalı olarak okuyuculara sunmaktadır. Bulgaristan Türklerini tanımak, destansı mücadeleyi öğrenmek isteyenler açısından son derece faydalı bir çalışmadır.Sınırımızın hemen ötesindeki, komşu Bulgaristan’da yaşayan soydaşlarımız, Müslüman Türk kimliklerini canları pahasına korumayı başarmışlardır. Güzel dilimiz ve dinimizi yaşama gayretleri asimile olmadan varlıklarını sürdürmelerini sağlamıştır. Rafet Ulutürk, bu kitabında; Bulgaristan Türklerinin Kimlik Mücadelesini, tarihi dönüm noktalarını esas alarak onyedi bölüm halinde ele almış, günümüze kadar olan süreci açık, net ve siyasi analizlerle okuyucularına sunmayı başarmıştır. Yazar, eserinde sadece geçmişi ele almamış, mevcut sorunlara, çözüm önerilerine, “Gelecekte Bulgaristan” (s:329) hayaline yer vermiştir. Ayrıca vefa örneği göstererek “Bulgaristan’da Türk Ruhu Yaşatanlar” (s:381) başlığı adı altında, eserde isimleri geçen ve Bulgaristan Türkleri Kimlik Mücadelesinde önemli katkıları olan, Bulgaristan’da yaşayan Türklerin ruhunu oluşturan, kanaat önderleri, aydınlardan bazıları hakkında kısa bilgiler vermeyi tercih etmiştir. Yazar, kitabında “Manifesto” başlığı altında (s:379) “Ölenle ölünmez! Tarih geri sayıyor. Beklenen Büyük Türkiye Güneşi doğuyor. Türklüğün birleşerek büyümesi tarihin buyruğudur” diyerek Türk dünyasının tarihi tekerrür ile yeniden cihana hâkim olabileceğini hatırlatıyor. XXI.yüzyıl Bulgaristan Türk Kimliği Manifestosu, Avrupa Birliği vatandaşı olup Bulgaristan ve Türkiye’de yaşayan soydaşlarımıza bir çağrıdır diyerek; “Ana Ödevlerimizi” şöyle açıklıyor: 1- Ne mutlu Türküm diyene onuruyla yaşamalıyız.


68

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

2- Bin yıllık kültürümüzün dimdik ayakta durduğu, yakınlarımızın ikamet ettiği, sabırla bizi bekleyen, doğduğumuz ve anılarıyla yaşadığımız kutsal topraklar ebedi vatanımızdır. 3- Vatanımıza olduğu gibi, dilimize, dinimize ve geleneklerimizle kültürümüze her yerde ve her zaman sahip çıkmalıyız. Türk kimliğimizi oluşturan niteliklerimizden asla vaz geçemez, ödün veremeyiz. 4- Türk kimliğimiz uğruna can veren, hapis yatan, sürgün gören, göçe zorlanan kardeşlerimize saygımız sonsuzdur. Kimlik davamıza saldırılara karşı can vermeye hazır olmalıyız. 5- Evlatlarımızı Türk kimliğiyle eğitip yetiştirmek ve Türk topluluğumuzu geliştirmek, birlik olmak için her yerde yeni olanaklar yaratmalıyız. 6- Yakın hedefimiz, çok etnikli, ve çok kültürlü bir Bulgaristan’da anadilimde eğitim, öğretim, iş ve yaşam haklarımızı elde etmek ve Türkçemizin ikinci resmi dil olmasını sağlamaktır. Her fırsatta vatan yuvamıza dönerek oradaki kardeşlerimize manevi destek vermeliyiz. Bir Türkün yaşadığı yer de Türk Dünyasıdır. 7- Değişmez hedefimiz, evlatlarımızı Türk kimliği ve Türkiye sevgisi ile eğitmektir. 8- Bulgar devletinden isteklerimiz, “Soya Dönüş Süreci” katillerini cezalandırıp, tüm biçimlerini kesin yasaklaması ve yasaklanan gazete, dergi, radyo ve televizyon yayınlarımızı iade etmesi ve edebiyat ,sanat ve kültürümüzün ulusal ve Avrupa kültüründe hak ettiği yeri almasına olanak ve kaynak sağlamasıdır. Türk kimliğimizi engelleyici önlemlerin hepsini kesin durdurmasıdır. 9- Bulgaristan Türk kimliği edinimlerinin yeni uygarlık demeti içinde yer almasını ne pahasına oluşa olsun sağlamalıyız. 10- Türkiye halkının, Büyük Türkiye hamleleri her yerde ve bütün gücümüzle destelenmelidir. 11- Bulgaristan Türklerinin 15 Temmuz 2016’da oluşan yeni Türk ruhuyla kaynaşması sağlanmalıdır. Ne mutlu Türk kimliği yaşayana!... Rafet Ulutürk, kitabında, “Kimlik Mücadelemizin en güçlü silahı bilgidir. Türk Tarih bilgimiz arttıkça ülkemizde ve dünyada söz sahibi olabiliriz” diyerek bizlere yol gösteriyor. Hâsılı, kitap okunmaya değer olduğu gibi, okutulmayı ve tanıtılmayı da fazlasıyla hak ediyor. Ayrıca; bir zamanlar Doğu ile Batı’nın sınırı kabul edilen Tuna’nın güneyinde, Romanya’nın küçük bir köyünde doğan ünlü tarihçi Kemal H. Karpat, hocamızın “Dağı Delen Irmak” kitabının da okunmasını şiddetle tavsiye ediyorum.


Makale ve Analizler - 2017

69

2017 Güle güle, 2018’e Hoşgeldin

BG-SAM-31.Aralık.2017

Tekerlendi Gitti ve Yenisi Geldi! Konu: Yeni 2018 Yılı Hepinize Kutlu olsun, Bol bol şans getirsin. Yeni yılda daha iyi günler, önce sağlık ve ardından mutluluklar getirmesi dilekleriyle, Değerli dostlar, önce hepinizin Yeni 2018 yılını kutlar, en kalpten sağlık, başarı ve mutluluk dileklerimi sunarım. Bu vesileyle geçen yıl boyunca birlikte atılımdan atılıma ilerlediğimiz Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği (BULTÜRK) eylemci ve üyeleri ile Bulgaristan Stratejik Araştırmalar Merkezi (BG-SAM) yönetim ve araştırmacı yazar ekibine, özellikle genç kalemlerimize ve “www.bghaber.org”, “www.bulturk.net”, “Bulgaristan Türklerinin Sesi” gazetesi “https://issuu.com/bulturk”, “www.bulturk.org.tr” üzerinden bizi izleyenlere teşekkürlerimizi sunuyoruz. Ayrıca bizimle fikir paylaşanlara, yazı gönderenlere ve tarihimize ve yeni günlere bizimle birlikte bakarak Bulgaristan Türklerinin yeni dünya görüşünü birlikte oluşturma çabalarına katılan tüm dost ve kardeşlerimin 2018 yılını kutlar, en iyi günlerin sizin olmasını dilerim. 2017 yılında BULTÜRK derneğimizin etkinliklerine seyirci kalmayan, iyi ve kötü günlerimizde beraber olduğumuz tüm soydaş kardeşlerime de yeni yılın sağlık ve huzur, bol kazanç ve bol şans getirmesini yürekten arzu ettiğimi en samimi duygularımla bildiririm. “http://www.bghaber.org/bghaber/bulgaristanturk-kurultayi/” Bulgaristan’daki dava kardeşlerimizin de Yeni Yılını kutlar, 2018’de daha yakın eylem ve işbirliği temennilerimizin, eğitim, öğretim ve kültür alanında ısrarla istediğimiz özgün haklarımızın gerçek olmasını, köy ve kasabalarımızda Türk - İslam bahçesinde çiçeklerin açması dileklerimi sunuyorum. Sevgili kardeşlerim haklı davamıza, Bulgaristanlı Türklerin Türklük mücadelesine, “kültürel otonomi” davasına ilgi gün geçtikçe artıyor. Bulgaristan’dan, Batı Avrupa ülkelerinden, Kanada ve Birleşik Amerika’dan Avustralya’ya pek çok ülkeden her gün yüzlerce ileti almamız buna büyük kanıttır.


70

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bizi izleyen, bize yazan, fikir paylaşan ve 21. yüzyıl dünya görüşünü oluşturma kavgasına katılan tüm okur, dost ve okuyan, paylaşan tüm kardeşlerimizin de 2018 yılı gönlünce olsun. *** Büyük umutlarla beklediğimiz, “Hadi gel!” dediğimiz 2017 yılı yüzünü çevirdi ve gitti. İstese de istemese de geri dönüş yok. İnsanlar zamanın ne olduğunu bilmeden yaşarken, yılların gelip gittiğini nice zaman fark edememişler. Gece ve gündüz, Güneşin doğuşu ve batışı, daha sonra da gölgelere taş koyarak geceleri çıra, mum ve kandil yakarak zamana uygun yaşamaya başlamışlar. Bu dünyada değişmeyen bir şey varsa o da zamanın sürati. İnsanlar aynı zaman içinde daha fazla işler yapmaya alışınca, daha önce hiçbir işe yaramayan nesneleri işe koşmaya başlayınca toplumsal ilerleme başlamış. İlerlemenin temelinde ise insanoğlunun kendi enerjisinden başka enerji kaynaklarını işe koşması devrimci yani sıçramalı ilerleme yolunu açmış. Aşamalarında hayvanların evcilleştirildiğini ve işe koşulduğunu, su ve rüzgar enerjisinden yararlanıldığını, buhar gücünün, elektriğin ve atom enerjisinin dev ilerlemelere temel olduğunu ve 21. yüzyılda ise çok sevdiğimiz doğamızdan enerji almak için onu yakıp yıkarak yok etmeye son verip, tüm bitki ve hayvan dünyası gibi ancak ve yalnız Güneş Enerjisiyle var olmaya döneceğiz kısmetse. Anlatmaya çalıştıklarım zaman ve mekanın geri vitesi olmadığına işaret ediyor. Aslında ilerlemenin bir başka adı da, zamanı dolanlardan vazgeçmek, onu rahata bırakmak ve yeni yaşam hakkı isteyene kol kanat açarak hep beraber yürümek, koşmak, yüzmek ve uçmaktır. Ateşi bulan, bilgisayar yapan insanoğlunun uzayda mekân kuracağına inanıyorum. Bunun bir başka ifade şekli dünyada yaşamamızın da zamanı dolacak ve başka gezegenlerde yaşama zamanı yakında bizi almaya gelecektir. Bu arada insanoğlunun bu yüzyılda tüm hastalıklarla baş edeceğine ve hastalıksız ve hastanesiz bir hayat başlayacağına, bütün dünya bilgilerinin her insanın doğduğu andan itibaren elinde olacağı bir çağda, hiçbir okula da gerek kalmayacağına inanıyorum. Eski çağlardan yeni zamanlar için diller, dinler ve bilim kalacaktır.


Makale ve Analizler - 2017 dır.

71

Dillere ihtiyaç azalmayacak çünkü diller sevginin ve uygarlığın taşıyıcısı-

Dine olan ihtiyaç azalmayacak çünkü en modern toplumun da olmazsa olmazı olan ahlakı yaratan ve yaşatan en güçlü kurum dindir. Bilime olan ihtiyaç da sürekli artacak çünkü geleceğin karanlığı ancak bilimle delinebilir. İşte böyle bir ortamda BULTÜRK ve BG-SAM gibi sivil toplum örgütlerinin sivil toplumdaki önemi ve rolü de asla azalmayacaktır. Çünkü geleceğin sosyal yapısı hukukun üstünlüğüne, adalete ve sivil toplum örgütleri yapısına dayanacaktır. İnsanlar diktatörlüklerden, birilerinin başkaları için çalışması hastalığından, yarının kaygısından, korkudan ve umutsuzluktan kurtulacaklardır. Gelecek dünyamızın kainat için çok küçük bir damla olduğuna, uzaydan bakıldığında hep o parladıkça parlayan o yıldızcıklardan birisi olduğuna inanan ve onu korumayı başat ödev ve bilinç yapanların olacaktır. Gelecek hepimizin ortak iradesinden, ortak vicdanımızdan, ortak bilincimizden beslenerek yaşayan büyük bir özlem olacaktır. Türkiye Cumhuriyeti insanlarımıza umudu, öz-güveni aşılamıştır, bundan böyle daha yükseklere çıkma yolu açılmıştır. Hedef Muasır medeniyetler seviyesi üzerine çıkmaktır. Yeni yılınız kutlu olsun. İlginize teşekkür ederim. Bizi izlemeye devam edin! Kalın Sağlıcakla... BULTÜRK Yönetimi Adına Genel Başkan Rafet Ulutürk


72

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristanlı Türklerin Vatan Işığı Gözlerinizdeki Türk dünyasını birlik ve beraberlikte buluşturan ışıltılar bir bilseniz ne güzel!

Hepinizi kutlarken panelimize başarılar diliyorum. Sevgili kardeşlerim, sayın, başkanım, büyüklerimiz, yazar, şair, halk ozanı ve geleneksel Yalova yaratıcılık şölenimizi sayıp da uzaklardan gelen elinin her hareketi bir subaşı, bir kaynak olan Dostlarım, önce müsaadenizle…. 15 Temmuz gecesi Türk halkının, anavatanımız Türkiye’mizin başına gelen ve en büyük yaratıcı olduğunu tüm dünyaya bir daha gösteren yüce halkımızın başarıyla başından savabildiği büyük felaketi püskürtebildiğimiz devlet darbesi denemesiyle ilgili hepinize, hepimize geçmiş olsun diyeyim. Bize, böyle bir felaketten kendi gücümüzle kurtulabilme cesareti, irade ve sağduyu veren Yüce Tanrımıza, tarihimizin o en karanlık gecesinde halkımızı zafer yolunda yüreklendirip yöneten büyük lider, Türkiye Başkanı Sayın Recep Tayip Erdoğan’a, Sayın Başbakanımız Binali Yıldırım’a, tüm Partili kardeşlerimize, özellikle de tüm Türk halkına ve Türk dünyasına GEÇMİŞ OLSUN derken, en barışçı, en huzurlu ve en aydın günlerin hepimizin olması temennilerimi iletmek istiyorum. Bu şölende, Bulgaristan Müslüman Türklerinin yaratıcılığına, şiirine, destanlarına yansıyan, yüreklere dolup şarkılaşan VATAN SEVGİSİNİ dile getirmek için huzurunuzdayım. Kuşkusuz, hepinizin en iyi niyetine sonsuz inansam da, içinizden VATANINIZI O KADAR ÇOK SEVİYORDUNUZ DA, ZORU GÜRÜNCE NEDEN BIRAKIP KAÇTINIZ diyenler olabilir. Bu, bir kötü niyet ifadesi olmasa bile, bir gerçektir, biz VATANIMIZDAN KOVULDUK ama VATANSIZ DEĞİLİZ, ATA VATANDAN ANA VATANA GELDİK. Ben, Yüce Tanrının yarattığı sevginin bölünmez bir bütün olduğuna inanan bir yaratıcıyım. Ne var ki, her bütün gibi, bizlerde vatan sevgisi de bir ATAVATAN VE ANAVATAN BÜTÜNÜDÜR. Hani şu, misafirperver Yalova gibi! Adını YALI’dan alan bu güzeller güzeli insanların yurdu olan yalı-şehir, dalgalarla karanın buluştuğu yer anlamına gelir ve bu buluşma, bir yarısı tuzlu sularda, öteki yarısı karada olsa bile bir bütündür. Bazen sırt sıvazlayan, bazen de hırçınlaşan ve kuduran dalgaların hışmına uğrasa da O SEVGİ her an bir BÜTÜNLÜK sergiler. Bu ana – evlat sevgisi gibi bir şeydir. Biz, Bulgaristanlı Türklerin Ata Vatan ve Ana-vatan sevgimizi yansıtan yaratıcılığımızı, tarihimizin belirli bir zaman kesiminde meydana gelmiş bir kopukluk olarak görmenizi rica ederken, geçmişte bir olan, gelecekte de buluşup kaynaşır inancıyla algılanmasının yararlı olacağı inancındayım. Biz hepimiz, Osmanlı düvelinin yaratıcılar orduları fertlerinin ruhunu bugünlere taşıyan ve Türk Dünyası Çağdaş Yaratıcılar


Makale ve Analizler - 2017

73

Ordusu’nu yaratan kalemşorlarız. Binlerce yıllık anadilimiz Türkçe’mizin artık her biri bir devlet dili olan kadim lehçeleriyle yaratsak da, çekiç vurdukça örsten gelen ses birdir, aynıdır. Büyük şair Kısakürek’in dediği gibi, “Türkçenin konuşulduğu her yer, Türk dünyasıdır.” Osmanlıda, Namık Kemal Vatan ya Silistre, demeden, her yer herkesin yurduydu. Bu yurtta açan renk renk ama farklı kokan çiçekler de Büyük Osmanlı demetiydi. Biz kokumuzu diğerleriyle karıştırmayız diyen ayrı ayrı çiçekler, Osmanlı’dan 44 demet, yani 44 devlet olarak çıktı. Bugün bu şiir şölenimiz Osmanlının günümüze uzanan ana dokusunun Türkçe olduğuna kesin kanıttır. Bu yaratıcılığın tarihteki yeni kahramanları sizlersiniz. Sayın kader kardeşlerim, biz hepimiz bir coğrafi bütünün birbirinden şirin, birbirine hem çok yakın hem de uzak diyarlarından, insanoğlunun kutsalları arasında en kutsalın VATAN olduğu inancıyla geldik. Bu inancın özünde, bir insanın doğup büyüdüğü yer onun VATANIDIR gerçeği yer alır. Bu insanın fıtratında olan bir gerçektir. Bu yüzdendir ki, biz Bulgaristan Türkleri bundan 138 yıl önce, Osmanlı’da koparıldığımızda ve Anadolu’da yeni Müslüman-Türk kimliği oluşurken, Balkanlarda ve özellikle de atalarım Bulgaristan’da Bulgaristanlı Müslüman Türk kimliğini oluşturma savaşımı henüz başlattılar. Bu bir asır devam eden olağanüstü ağır bir mücadeleydi. Biz, “uğruna kan dökülmeyen toprak VATAN olamaz” gerçeğinden çıkarsak, dedelerimiz Yemen’de, Erzurum dağları’nda, Çanakkale’de, Gelibolu’da, Sakarya ve Edirne cephelerinde kalmış yetim boylarındanız. Osmanlıda 300 sene kan dökülmemiş, 3 bin minareli, mescitli, medreseli, dilli, dinli, ananeleri, gelenekleri ve öz kültür ve medeniyeti olan bir diyarın Yeni kurulan Bulgar Krallığında öz vatandaş olsak da, oralarda ana vazifemiz Osmanlı bekçili yapmaktı. O gün bu gün biz orada egemenlik paylaşamadık. 1879’de kabul edilen ilk Bulgar Anayasası bir tek Vidin Müftüsü tarafından imzalanırken, 1908 ve 1948 Anayasaları baskı altında imzalatıldı 1992 Aanayasa Türk partisi milletvekillerince imzalanmadı, çünkü içinde temel insan haklarımız, anadil, din ve öz Türk-Müslüman kültürümüzün var olması savunulmamıştır. Bir asırda 6 büyük kitlesel göç, altı kültürel soykırım demektir. Biz, 138 yıldan beri o topraklarda egemen unsur değiliz, hele totalitarizm döneminde yaşadığımız baskı, terör ve zulümden sonra “uğruna can verebileceğimiz toprak” nitelemesinin tamam değer yitirdiğine büyük kanıt “Büyük Göçtür. Bugün 1 milyondan fazlamız çifte vatandaşız ve gönlümüzde yaşayan Türkiye sevdasıdır.


74

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Biz bu forumda, edebiyat, yaratıcılık konuşmaya toplandık. Konuyu dağıtmak istemiyorum. Biz Bulgaristanlı yaratıcılar, edebiyatı hayatı yansıtan bir yarış olarak gördük. Hedefimizde hep Bulgarlardan daha asil, daha yürekli, daha ilhamlı şiir, destan yaratmak, herkesi kucaklayacak romanlar yazmak vardı. Çünkü onlar bizden daha coşkulu eserler yaratırsa, gölgede ve ezilmiş kalabilirdik. Bu anlayış maddi kültürümüze de yansıdı. Örneğin Bulgarların uyanış ve aydınlanma çağlarını yaşadığı, Kilise bağımsızlığı elde ettikleri, Bulgar okullarının vızıl vızıl çalıştığı Osmanlı döneminde komita başı olan Vasil Levski’nini doğup büyüdüğü Karlovo kasabasında, 1934’te Müze Evi kurulması kararı alınmıştır. Yardım toplandığı haberi yayılınca, elini kuşağına sokup 17 Reşadiye çıkaran ve “hayır görün” diyen 1475’te ibadete açılan “Kurcun Cami” encümenlik başkanı Mıstık Mehmet olmuştur. Sofya’nın en büyük camilerinden 7’sinin Kilise yapılmasına, Büyük Cami gibi bazılarının Ulusal Müze haline getirilmesine itiraz edilmemiştir. Bu hoşgörü anlayışımız, “varsın onların da olsun” eşitle yarışmak daha hayırlıdır anlayışıyla hareket etsek de gelen yanıtlar hep ters olmuştur. Biz “komşu kapılı” bir tolerans kültüründen geliriz. Bu asil yarışta, Bulgaristan’a dünya ve olimpiyat güreş ve halter yarışlarından ilk altın madalyaları getiren ve Bulgar’ın bilinmemişliğine ün kazandıran yerli Türkler oldu. Hiçbir eserimize düşmanlık tuzu atmadık. Bu yarış, bugün de devam ediyor. Bu yarış aynı ruhla VATAN SEVGİSİYLE YARATICILIKTA da arasız devam etmiştir. Ne yazık ki, Bulgar kafası, dört elle tutulunca Vatan Sevgisinin daha yükseklere çıkarılabileceğine akıl erdiremedi. “Bulgaristan Bulgarların” faşist şahlanışı kemikleştikçe bizi bu sevdadan büyük ölçüde soğuttu. Kuru gürültüye ayakkabı bıraktık diyemem, çünkü biz kovulunca Bulgar toplumu ve ruhu çöktü ve bugün artık giderek, demek istiyorum, bir ağacın orman olmadığı, tek elden ses çıkmadığı bilincine varmaya başlıyor. Bir insan bir ülkede yalnız kendisi hiç bir şey yapmamışsa, hiç bir şeyi yansıtamaz, hayat ürünü yaratılan eserler köksüz olduğundan, ömrü az olur. Bir şairimizin, Türkler göç ederken arkalarında kalan alın teri bir anda bir yere toplansa “deniz olur” sözleri hep aklımdadır. Olmayan şey yansıtılamaz. Değerli dava arkadaşlarım, size anlatmak istediğim VATAN SEVGİMİZ ve geçirdiği evrim, öyle birbeş günde oluşmuş bir dönüşümsel değişim değildir. Bir-bir buçuk asır gerilere bakarak yuvarlanarak özleşen ve biçimlenen bir manevi-ruhsal olgu düşününüz. Bu oluşumun asıl adı, Bulgaristanlı Türklerin, Müslüman-Türk kimliği oluşturma mücadelesindir. Bu olgu, bir yandan 1878’de yapılan,


Makale ve Analizler - 2017

75

“93 Harbi” olarak bilinen, bir bölümü bugünkü Bulgaristan topraklarında yapılan, Plevne Savaşı, Şipka Savaşı vs olarak tarihe giren, Osmanlı – Rus Savaşı yıkımı ile başlamıştır. İlk döneminde, savaş yenilgisiyle gelen talan, soygun, hor görülme, göçe zorlanma ve kitlesel göç faciasından kaynaklanan zaruri yet sonucu meydana gelen bir yeni biçimlenme olup içinde birçok perde gizler. Bunlardan biri, egemen ulus olmaktan çıkıp ezilen ulus olma durumuna düşmek ve bu aciz durumda Osmanlı ümmet özünden ve bilincinden sıyrılıp, önce Bulgar Prensliğinde ve ardından da 1944’e kadar Bulgar çarlığında yaşayan Müslüman-Türk kimliğini oluşturma mücadelesinde çok çileli bir diriliş olarak düşünün. Bu uzun yolda, ümmet kabuğunu açan ve kendine hayat hakkı arayan Bulgaristanlı Müslüman Türk kimliği, Osmanlılı, Osmanlı Müslüman kalıtı, Rumeli ahalisi, Çar tabalı, Bulgar diyarlı ve benzer birçok ara aşamalardan geçerek bugünkü yaralı-yamalı Bulgaristanlı Müslüman Türk kimliğine kadar uzanabilmiştir. Bu bir vatan kavgası mücadelesidir, halk yaratıcılığımızda ve öz edebiyatımızda yansıtılmıştır. Bu oluşum çok dalgalı bir süreçtir ve özünü en fazla etkilemiş olan birkaç etken vardır. Bir, arasız verdiğimiz anadil, din ve kültürümüzü koruma kavgamız, bunun özündeki ana unsur okullarımızı, camilerimizi ve halk okuma evlerimizi açık tutma davamız; İki; bizi dil, din ve özgün Türk-Müslüman kültürü olarak eriterek asimile etmeye karşı, Bulgarlaştırıp-Hıristiyanlaştırma saldırılarına karşı bireysel ve toplu legal ve illegal mücadelemiz; binlerce kardeşimiz hapse düştü, binlercesi toplama kamplarında ve sürgünde ezildi, bilinçli kitle hep göçe zorlandı; Üç, tırmanan zülüm ve 6 kez kitlesel göçle bölünme ve parçalanma ortamında insanımızı öz toprağına yapıştırmaya çalışan bir yaratıcılık ki, bu çabalar Bulgaristan Türkleri Edebiyatını ve Öz Tarihini yarattı. Çile ve çeki dolu 20. yüzyılda biz Bulgaristanlı Müslüman-Türklerin Azerbaycanlı aydınların yardımıyla gerçekleştirebildiği bir 5-10 yıllık altın kültür çağımızda var ki, onun nemi bizi bu günlere, 21. yüzyıla taşımıştır. Ben de o kuşaktan biriyim. Özlü sözle, orada bu gün de 1.5 milyon Türk olsak da, 1989’da 10 bin aydınımızın toprağından sökülüp memleketimizden kovulması belleğimizde savmayan yaralar açmış, sızıları devam etmektedir. Biz 1989’da Ayaklandık, insan haklarımızı, 1950’lerde mayaladığımız kültürümüzü, Türkçe konuşup, Türkçe sevilme, Türk gibi yaşama ve Türk olarak ölme hakkımızı istedik. 500 binimiz 1 ayda sınır dışı edildik. Etnik halk topluluğumuzun ruhunda kara boşluk belirdi ve büyük Nazım’ın değişiyle “hava kurşun gibi ağır” dizeleri sanki bizim için yazılmıştır.


76

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2017

77

Türkan Bebek ve Kimlik Sorunu Trakya / Çorlu CHP İlçe Teşkilatı – 25.12.2017 Rafet Ulutürk Değerli Başkanım, Sayın Nesibe Hanımın daveti üzerine bu gün aranızdayım. Sevgili anneler, bacılarım, kız kardeşlerim. Sayın konuklar ve misafirler, 2017’nin son günlerinde bu denli sıcak ve kalpten duygularla dolu bir buluşmaya Çorlu CHP İlçe Başkanlığı ve Kadın Kolları Başkanı Hava ÇOLAK hanımefendiye ve Nesibe hanım tarafından davet edilmem beni çok onurlandırdı. Size, derneğinize ve ailelerinize Başkanı olduğum Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği (BULTÜRK) İstanbul / Bayrampaşa dernekçi yazar ekibimiz, arkadaşlarım ve derneğimizin üyesi olan soydaş bayanlarımızdan kucak dolusu, sağlık, başarı ve mutluluk dilekleri getirdim. Hedefimizde birlik, dünya görüşümüzü değiştirme, yeni irade ve fikir birliği, eylemde beraberlik, TÜRKİYE projelerinde buluşma dilekleri var.

Çorlu’da Bulgaristan’da Kimlik Sorunu Konferansından


78

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Cumartesi ve Pazar günleri Bulgaristanlı soydaşların büyük kalesi Yeşil Bursa’da idim. Orada, en büyük soydaş dernek ve federasyonlarımızdan Balgöç Kan tazeledi. Soydaşımız, Prof. Dr. Yüksel ÖZKAN yeniden Genel Başkan seçildi. Pomaklar da yalnız irade ve amelde birlik değil, dil, din, gelenek, kültür ve yaşam tarzında da beraberlik yolunda yeni adımlar atıldı. Yani sizin bugünkü değerli buluşmanıza Yeşil Bursa’dan da başarı ve sağlıklı, huzurlu ve mutlu bir 2018 dilekleri getirdim. Ayrıca orada E. Konfederasyon başkanı birlik ve beraberlikten bahsederken, geçmişte olanlar geçmişte kalmıştır diyecek kadar ileri gitmesi tüm camiamızı üzmüştür. Bizler birlik ve beraberliği HAİNLER ve AJANLAR için istemiyor isteyemiyoruz hatta düşünemiyoruz. Buradan da kabul etmediğimizi beyan ediyoruz. Değerli kardeşlerim, İstanbul, Bursa ve Çorlu – Trakya göçmenlerinin birlik ve beraberlik kurması, tek yumrukta birleşmesi, aynı atılımlarla yücelmesi ne kadar önemli ve değerli bir bilseniz. Aslında biz böyle geleneklerinden geldik ve onları devam ettirerek yaşatıyor ve güçlendirmeye çalışıyoruz. GÜÇ yalnız boğazdan gelmez bir de BİRLİK’ten gelir. Bunu bildiğimiz için buradayız. Aynı dünya görüşünde fikir birliğinde buluşup kaynaşmamız için güçlü ve azimliyiz. 1984’ten beri yıl sonu BOCUK (NOEL) günleri Biz Bulgaristanlı Türkler ve soydaşlar için önemli tarihsel anma ve BULGARİSTAN TÜRK KİMLİĞİ DAVAMIZI yaşatma günleridir. Biliyorsunuz her yılın Aralık ayında Kırcaali ilinin Ardino(Eğridere) Belediyesi Tosçalı Köyü’nde ışık yakıldı, ilk kalkışma burada başladı, isimlerimizin ve Türk – Müslüman kimliğimizin değiştirilmesine karşı 1984 Ayaklanmamızın ilk şehidi ise Türkan bebek oldu. Bulgaristan’da totaliter baskıcı rejim tarafından Türklere yapılan zulümde annesinin kucağında 17 aylıkken vurularak hayatını kaybeden Türkan bebek 33. ölüm yıldönümündeyiz. Bulgaristan Türklerine yapılan zulmün, vahşetin ve neredeyse bir katliamın sembol ismi haline gelen şehit Türkan bebeği rahmet, minnet ve şükranla yad ettiğimizi ve Türkan bebeğin aziz hatırasının önünde saygıyla eğiliyoruz. Kısaca hikâyesi – Kızılağaç’ın (Kirkovo) Kayaloba, Kitna – Sütkesen köyü


Makale ve Analizler - 2017

79

Katledildiği vakit 17 aylıktı henüz. Ne Türklük biliyordu, ne Bulgarlık… Ne milletten anlıyordu, ne milliyetçilikten… Ne vatanseverlik duygusundan tatmıştı, ne de ihanet etmişti… Kendisi kadar küçücüktü dünyası… Doğduğu dağın havası, suyu, bağrı yanık annesinin gözyaşları gibi temizdi… Evet, adını biliyordu. Türkan deyince, hemen kulak veriyor, şakıyarak pıtıl pıtıl çağırına varıyor, boynuna sarılıyordu. Emeklemeden yürümüş, kekelemeden anne, baba demişti.Süt gibi beyaz, tombul bir yüzü vardı. Henüz bitmiş saçları sarıya bakıyordu. Gözleri, annesininkilere çekmişti, çakır ve pırıl pırıl parlıyordu. Sağ olsaydı hani, 33 yaşında akıllı ve güzel olacaktı şimdi. Belki bir işletmenin öncüsü. Belki bir akademisyen olurdu. Maalesef, on sekizinci ayı bile tamamlamamıştı!… Ebeveynleri, protesto yürüyüşüne hazırlanıyorlardı. Türkan kıpırdamalarından işi anladı ve vardı nenesinin şalvarından yakaladı. -Bunu ne yapacağız? diye sordu Fatma eşine. Baksana nasıl sarıldı bana. -Götüreceğiz tabii, dedi Feyzullah dedesi de. Zaten bırakamayız ki. Mahallede kimse kalmıyor.Fatma, gitti dolaptan yün bir giysi aldı, acele sırtını giydirip Türkanı sırtladı.Kapıda amcasıyla karşılaştılar. -Nereye kızım, diyerek sordu amcası minik yeğenini okşayarak. Nereye götürüyorlar seni ? -Kızı botuş, diye yanıtladı küçük Türkan kendi dilince. Evet, “Kırmızı botuş alacağız sana” demişti ona ninesi. Mahalleden indiler, Kayloba’lılara katıldılar. Kayaloba (Mogilyane) Türkan’ı kah annesi taşıyordu kah babası. Mogilane’ye yaklaşınca, ırkçılar belki çocuk ve kadın isyancılara dokunmazlar ümidi ile anasının sırtında kaldı. Kayloba’lılar, Mogilyane ve Kitna halkını gergin bir durumda buldular.


80

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bir yandan isyancılar birleşmeye, diğer yandan da milis ve iç müdahale askerleri, onların bu özenini engellemeye çalışıyorlardı. Çarpışma başladı, iki taraf bir birine girdi. Asker ve milis, eli boş insanları gaddarca dövüyordu. Türkanın dedesi Feyzullah, duramadı, komşularının yardımına koştu, ama bir gurup asker ve milis onun üzerine de atılarak cop, tekme ve yumrukla vurmaya başladılar. Bunu gören ninesi Fatma, küçük Türkan sırtında “Bırakın kocamı katiller, biz Türküz, bize dokunmayın!”diyerek hemen sıçradı ve eşini kurtarmak üzere ileri atladı. Ve silahlar takırdadı, birden bire bir kaç kişi yere yuvarlandı. Fatma, hala ne olduğunu anlayamamış, eşini savunmaya çalışırken yandan biri: – Kan, kan akıyor Fatma abla! diye bağırdı biri. Sizden akıyor. Fatma, panik bir şekilde bakındı, onda bir şey yoktu, hemen sırtından küçük kızını kucağına aldı ve ne görsün! Katil, kurşunlarını onun omuzu üzerinden sırtındaki küçük kızının tam alnına rastlamıştı, üstü başı kan içindeydi…

Zulüm döneminde çekilen tüm acıların sembolü olan minik şehidimiz Türkan, “Türkan Çeşmesi” anıtında yatıyor ve artık anılarımızda büyüyor. “Ancak bu yaşananlar hiçbir millete zorla benliğinin unutturulamayacağını gösterdi. Buraya yapılan anıtın neyi temsil ettiği, gelecek nesiller tarafından iyi bilinmelidir” Bu gün ise 17 aylık Türkan bebenin düştüğü yerde, anıtı, çeşmesi, anıt kompleksi başında ve Mestanlı merkezinde de Kahramanlarımızın aziz hatırasını yaşatan büyük anıt önünde anma törenleri düzenleniyor. 1984–1985 direnişlerimizde totaliter rejim asker ve baretleriyle çarpışmalarımızda 37 şehit verdik. 1984-1989 yılları arasında gece gündüz verdiğimiz kavgada 140 kardeşimiz şehit düştü. Şehitlerimiz arasında yine ilk çarpışmalarda kurşunlanarak öldürülen Ayşe Mollahasan, Nazife Osman, Asiye Deliosmanova, Fatme Şakirova ve Pembe Aşikova’yı saygıyla anarken, ruhlarına Fatiha ve yattıkları yer nur olsun, diyorum. Hepinizim hatırlayacağı üzere 1985 yılında Bulgaristan Türkleri için açılan Tuna nehri ortasındaki Persin adası “Belene Ölüm” kampına dönüştürüldü ve oraya 517 kardeşimiz hapis edildi. Onların arasında da birçok öğretmen, hemşire ve Doktor Bulgaristan Türk kadını vardı. Yeri gelmişken önemle belirtmek istediğim bir isim “Belene” Ölüm Kalım savaşı kahramanı Mestanlı kasabasından öğretmen Hüsniye Necati’dir.


Makale ve Analizler - 2017

81

Hepinize hatırlatıyorum. Bütün, baskı, terör ve zulme karşın, işten atılmasına, Kırcaali polis müdürlüğü mahzenlerinde aylarca tutulmasına, yargılanmadan “Belene” Ölüm Kampına sürülmesine, orada özellikle 1985 kışının dondurucu soğunda çok sert işkence görmesine, Milisler öldü zannedip Derin Dondurucu Kamarasına atılıp, orada günlerce tutulup dondurulmasına rağmen, ölmüştür kağıdı çıkartılıp morga atılmasına karşın yaşayan, bizim Türk Kimliği Davamızı yaşatan, ismi, baba adı ve soyadı değiştirilemeyen tek ablamızdır. Morarmış etleri dökülmüş olsa da dayanmış ve Bulgaristan Türk kadınlarının, Türklüğümüzün, Müslümanlığımızın ve Türk Kimliği ile var olan ruhumuzun ve davamızın bayrağıdır. 1989’da o da Türkiye’ye geldi. Bursa’da hayata gözlerini yumdu. Ruhuna Fatiha. Değerli büyüklerim. Biz Bulgaristan Türkleri bir anaerkil toplumuz. Bu geleneğimiz devam ediyor. Bunu en anlaşılır bir şekilde şöyle anlatabilirim. Biz Bulgaristanlı Türk erkekleri köyde, kasabada, tarlada fabrikada, uzakta yakında nerede çalışırsak çalışsak paramızı aldık mı eve gidip eşimize veririz. Bizim ailemizde belirleyici olan, davranış ayarını veren kadındır. 1984-1989 zulüm yıllarında 12 bin 500 Türk erkeği yargısız hapseden, süren, ıssız Bulgar köylerine göndererek totaliter rejim başı Todor Jivkov, erkeklere zulüm etmekle hiçbir sorunu çözemeyeceğini, Türk ailesinde Türklük ruhunu yaşatanın erkek olduğu kadar kadın da olduğunu, erkeklerin direniş saflarında birbirine kenetlendiği, Türk ruhundan güç ve kudret aldığı gibi, kadınlarında ayaklanabileceğini ve tarih yazacağını düşünemedi, öngöremedi ve yenildi. 1989 Mayısında kadınların açlık grevleriyle başlayan ve Cebel, Koşukavak, Bohçalar, Prestoe, Ablanovo, Akkadınlar ve Kemaller’de aynı anda başlayan ve yarısı kadın olmak üzere 72 bin Bulgaristan Türkünün katıldığı BÜYÜK AYAKLANMA’da, ellerinde çapa kürekle başı çeken güç kadınlarımızdı. Onlar devrim okulu görmemiş, ilhamı hayattan almışlardı. Bulgar tankların üzerine çıktılar. Jandarma, polis, bereliler ve askerlerin yolunu kestiler. Silahlarını ellerinden aldılar. Bu 1909’da kurulan Üçüncü Bulgar devleti tarihinde en büyük Ayaklanmadır ve diktatör Todor Jivkov’un devrilmesiyle taçlanan büyük zaferimizdir. Bugün Bulgar okullarında bu isim değiştirme faciasından, devlet teröründen, ayaklanmamızdan, zaferimizden ve ardınızdan Bulgar devletinin çöküşünden söz edilmiyor, ama inanın bana yakın zamanda tarih yazanlar değişecek.


82

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Sofya Mahkemeleri isim değiştirme yıllarında sakat kalan, kötürüm olan kardeşlerimizin, “Belene” mağdurlarının, hapishanelerde veya sürgünde çürütülenlerin davalarına yıllarda beri bakmıyordu. Meclis onlar lehinde karar ve kanun çıkarmıyordu. Hükümet ve Cumhurbaşkanlığı ve sağır ve kör kalıyordu. Davalar üzerinde Başsavcılık ve aramızdaki hainlerin ve adaletin üstün gelmesini, açılan davaların sonuçlanmasını engelleyen siyasi şemsiye vardı. 27 yıldan beri ilk defa Sofya Belediye Mahkemesinde yargıç Bayan Dayana Todorova bu şemsiyeyi kenara itti ve “Belene” ölüm kampında kendisine işkence yapılırken parmakları kesilen bir kardeşimizin davasını sonuçlandırırken mahkeme karara şunları yazdı: “1991 Yılından başlayarak Bulgaristan Müslümanlarının açtığı hak arama davaları üzerinde şemsiye açan ve adaletin sağlanmasını engelleyen Baş Savcılığı 100 000 leva cezalandırıyorum.” Zehir küpü patladı. Kadınlarımızın motor olduğu hak ve özgürlük, adalet ve demokrasi, Bulgaristan’da yaşayan Türklere ve tüm diğer etnik azınlıklara “kültürel otonomi” davamız devam ediyor ve edecektir. Bu şanlı davamızı 1989 Mayısında Mayıs Ayaklanmasıyla taçlandıran sizler, Bulgaristan Türklerinin hak ve özgürlük, insan hakları, sivil toplum örgütü, çok dilli, çok dinli, çok kültürlü, eşit haklı insanların yaşadığı adil devlet ve toplum hedeflerine doğru bugün de başarıyla yürütüyorsunuz. Bir defa 1989 Ağustosunda “Büyük Göçle” Bulgaristan’da topluca sökülüp anavatanımıza akmamız, olayları kökten değiştirdi. Özlediğimiz Türk dünyası denizinde artık 28 yıldan beri yaşıyoruz. Bulgaristan’da Komünist rejim ve totaliter diktatör yıkıldı. Bulgaristan’ı terk edenlerin sayısı giderek arttı ve artık 3 milyon kişiyi buldu. Bunun anlamı şudur. Bulgar soyu, Bulgar kavmi azaldıkça azaldı, gençsiz kaldı ve nüfus ve kültür olarak kendisini yeniden üretemez duruma geldi. Bulgaristan 2004’te Türkiye’nin garantörlüğünde NATO’ya ve 2007’de Avrupa Birliğine girdi, fakat oraya modern kültür taşıyamıyor, uygarlığı sönmüş ve yeni bir şeyler yaratamayan, sofrasında sarmalar, dolmalar, turşular, sırtında aba potur, kuşak çadır, sırtında davul, ağzında kavalla–Biz Bulgarız diyor. İşte böyle bir hamleyle, kapısı porta, yolu Arnavut kaldırımı, avlusunda çeşme, evi çardaklı, yorgan, döşek ve çullu bir ortamda 2018’de ilk 6 ay Avrupa Birliği Konseyi toplantılarına ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor. Son aylarda Sofya merkezine Türk kahvecisi, baklava, su böreği, künefe sunan yerler açmışlar, İskender Kebabı pişiren Türk lokantaları ve dönerciler açmışlar. Bunların hepsi daha 14. asırda dedelerimizin oralara taşıdığı medeniyet nimetleridir. Altı asır geçti, yeni olan ve beğenilen hiç bir şey icat edemediler. Kısaca değindiğim medeniyetimizi kuşaktan kuşağa taşıyan siz bacılarımız, analarımız, gelinlerimizsiniz. Biz çekilince meydan boş kaldı. Bulgar biz yaparız dedi, baklava ağdasına kıvam vermeyi bilmediği için bezelerin arasına bal döktü.


Makale ve Analizler - 2017

83

Ama olmadı yapamadı. Büyük bir kültürün, yaşayış tarzı ve ahlakın belkemiği ve motoru olan siz Bulgaristan Türk kadınlarını kutlarken, şu an gurur duyuyorum, sağ olun var olun. Şimdi ben konuşmamı burada da noktalayabilirdim. Fakat izninizle Bulgaristanlı Türk Kadınının toplumdaki rolüyle ilgili birkaç hususa daha değinmek istiyorum. Biliyorsunuz, Komünist rejimi deviren Büyük Ayaklanmamızdan sonra Bulgar devleti isimlerimizi ve din haklarımızı iade etti. Fakat bunlar bizim isteklerimizin yalnızca ikisidir. Biz Türk dilinde okullarımızı, tiyatrolarımızı, sanat topluluklarımızı yeniden açmak, evde işte ve toplumda Türkçe konuşmak, anadilimizde anaokulu, ilk ve ortaokul, lise açmak istiyorduk, gazete, dergi ve kitap çıkarmak, anadilimizde kendi Televizyon yayınlarımız olmasını istiyorduk. Bunları ne yazık ki henüz elde edemedik. Hatta seçim mitinglerinde Türkçe demeç vermemiz bile cezalandırılıyor, çember sıkıştırılmaya devam ederken, camilerde Türkçe konuşmayı yasaklanmaya çalışılıyor vs. Demokrasi beklerken faşistler iktidar ortaklığına tırmandı ve son nefes alırmış gibi, azdıkça azıyorlar. Bütün engelleri aşmamız siz anaların elindedir. 1989 Haziran’ında bizim haklı davamızı desteklemek için, Bulgar demokratik kamuoyu ve kadınları adına Paris’te toplanan İnsan Boyutları Konferansı (AGİT’de) okunmak üzere bir BİLDİRİ götüren; bir yıl sonra 1990 Haziranındaki Büyük Millet Meclisi seçimlerinden sonra Demokratik Güçler Birliği’ni (CDC) adına Cumhurbaşkanı Yardımcısı seçilen şaire Blaga Dimitrova, kanın hayattaki rolünü anlatan “KADIN OLMAK” şiirini sanki sizin için yazmış ve şöyle diyor.

KADIN OLMAK

Kadın olmak bir acıdır. Kız olduğunda, acır. Sevgili olduğunda, acır. Anne olduğunda, acır.

Fakat şu dünyada tahammül edilemeyen Bir acı varsa, O da, bu acıların her birini Yaşamamış olmaktır.

Bu kısa şiiri seçmemin sebebi. Siz Bulgaristan Türk kadınlarının tüm acıları tatmış olmanızdır. Ama baş eğmeden, dimdik kalarak ve yarına adımlayarak… Yukarıdaki örnekler bunları doğruluyor.

“ Ka d ı n ı n i ş i b i t m ez ! ” d i r b u ç i l e d i z i s i n i n özeti . Ve şimdiki büyük ödeviniz şudur sevgili Bayanlar: Bir çocuğun anadili, evde anasının öğrettiği dildir.


84

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Köylerimizi terk ettik. Evlerimiz, köylerimiz, toprağımız yağmura değil, Türk sevgisine susamıştır. O topraklarda Türklüğümüzü yaşatan bizim burada genç kuşağı iyi birer Türk olarak yetiştirmemize bağlıdır. Bütün dereler dolar boşalır, dalgalar dökülür çekilir, kuşlar bile gidip gelir. İnsanlar da öyledir. Ben cennetin apartman dairesinde olduğuna inanmıyorum. Bizim cennetimiz atalarımızın cennetinden başka bir yerde olamaz. Bundan 6 asır önce Balkanlara taşan ve oraları vatan yapan Türkler yine taşacaktır. Büyük Türkiye büyük yuvasına taşacaktır. O akıncıları yetiştirme onları ruhlandırma ödevi siz analarındır. Biz vatan ettiğimiz topraklara dinimizi ve kültürümüzü, yaşam tarzımızı Türkçemizle taşıdık, bu açıdan anadilimizi her gün beslemek, geliştirmek ve en cömert bir şekilde öğrenme imkânı olmayanlara bahşetmek zorundayız. Biz Bulgaristan’da alfabesi olan, 2700 okulu ve 2353 cami ve mescidi olan, 167 gazete ve dergi çıkarmış, kendi sözlü yaratıcılığına dayanarak yazılı edebiyatını yaratan bir halk topluluğuyuz. Bunu feda edemeyiz. Biz kendi kültürü olan, mutfağında tarhanası, kapaması, böreği, yastığında nakış, başında yemene ve örtüsü olan bir kültüre sahibiz. Hoşgörülü komşuluğumuz ve yardımlaşmamız dillere destandır. Balkanlarda bu nitelikleri taşıyan başka bir millet yok. Her ana kahraman yetiştiremez. Bu vasıf sizde var. Her ana lider yetiştiremez Bu vasıf da var sizde. İşte Trakya kadınının doğurup eğittiği dünya lideri Mustafa Kemal Atatürk’tür. Şöyle bir düşünün 1919’da Türk Müslüman âlemi sömürgeleştirilmiş, bağımsızlığını yitirmiş, boynunda esaret zincirleri ve Trakyalı, bir annenin doğurduğu bir Mustafa, önce Çanakkale’de, ardından Sakarya boyunda, İzmir’de ve daha birçok cephede düşmanı ezip TÜRKİYE CUMHURİYETİNİ KURMUŞ VE BİR MİLYARDAN FAZLA MÜSLÜMAN’A İLHAM VE ÖRNEK OLMUŞ. Bugün sizden istenen sanki çok önemsiz, çocuklarınıza Türkçenin en ağlasını öğretmek ve Bulgaristan’da anadilinden mahrum bırakılan kardeşlerine birer Türkçe kitapçık götürüp HEDİYE ETMEK. Ateşi yakan çalı çırpıdır sayın bayanlar. Hodri meydan… 21. yüzyıl yeni liderini sizlerden bekliyor. Bunu doğuracak ve eğitecek olan ise siz Türk analarısınız. Bu bakıma biz burada Çorlu’dan “Türk kadını evlatlarıyla ancak Türkçe konuşur” – “Türk mutfağının dili Türkçedir” gibi hareketler başlatıp Bulgaristan’a taşımak ve bu eylemleri beslemek zorundayız.


Makale ve Analizler - 2017

85

Bu atılımlarımızda dün olduğu gibi bugün de devletimiz ardımızdadır. Bulgaristan’da lise bitiren her Türk çocuğu Türkiye devlet Üniversitelerine kaydını yaptırıp burslu okuyabilir. Sis kalkıyor. Yol açılıyor kardeşlerim. Ben son yıllarda BULTÜRK ve BGSAM çerçevesinde, “bghaber.org” üzerinden yaptığımız günlük haber ve yorum, edebiyat eseri ve kültürel etkinlik yayınlarımızın paralelinde 2 kitap kaleme aldım. Gelirken ikisinden de örnekler getirdim. Birincisi “50 yıllık mücadele”. Bu eserimde Bulgaristan Türk Kimliği yaratma, geliştirme ve Türk Dünyasına tanıtma çalışmalarımı ve BULTÜRK’ün forum, seminer, bilgi şöleni ve diğer etkinliklerini anlattım. Derneğimiz 2003’te kuruldu. Tüm çalışmalarımızı, yaratıcılığımızı 17 cilt halinde topladık ve basmaya hazırlanıyoruz. Bu arada, geçen ay “Bulgaristan Türkleri Kimlik Mücadelesi” eserim de çıktı. Onu da getirdim. İlgi gösterirseniz büyük miktarda gösterebilirim. Bu çalışmam daha derin ve daha esaslı ve 1990’dan beri verdiğimiz sert kimliğimizi koruma davamıza da ışık tutuyor. Biliyorsunuz bir polis ajanı olan ve artık Bulgar milliyetçilerine hizmetlerinden dolayı korumalı sarayda yaşatılanların kimliklerine de tam ışık tutuyor. Adına “soya dönüş süreci” denen zulmün özü de tam olarak bol açıklanmıştır. Bulgar tarihi ve siyasi toplumsal görüşü kesikin eleştiri altına alınarak yenidünya görüşümüzün pencereleri ardına kadar açılmıştır. Yeni çıkan bu kitaba ilgi çok büyük… İşte böyle, sizi tanıma imkânı sunan Çorlu CHP ilçesinin Kadın kolları Başkanı Hava ÇOLAK Hanımefendiye ve Nesibe Hanıma tekrar huzurunuzda teşekkür ederim. Çağırdığınızda her zaman gelmeye hazırım. Ayrıca kitaplarımı tartışma toplantıları da düzenleyebiliriz. Yaklaşan yeni yılınızı önceden kutlarken hepinize mutlu ve huzurlu yıl getirmesini diler bir daha en iyi temennilerimi ve bol şans dileklerimi de sunuyorum. Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim, Saygılarımı sunarım, Sağ olun.

Türkan için şiirler

SON NEFES

Davud İsmailov “İsmin” dediler Dedi: “Türkan”, Hayır” dediler Bulgaristan’da Türk yok! Dedi: “Bilemediniz, Burada Türk çok! Atimzanı dediler. İsmin Tanya olacak! Dedi: Olmadı” İsmim Türkan kalacak! Bir darbe indi,


86

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bir daha başına arkadan Serildi yerlere, Söndü gözlerinde ışık. Tür…kan diyebildi.

Kesildi ses. Soğuk bir titreyişle Uçup gitti son nefes.

TÜRK NURU

Yusuf Türkoğlu Türkan’dı senin nurlu adın Beyaz kan üstüne aktı kanın Henüz küçük idin bir buçuk yaşın. Dillere destan oldu nurlu adın.

Sarardı soldu gonca tenin Al kanlara boyandı küçük bedenin Gözlerden sel aktı cümle alemin Böyle mi yazılmıştı senin kaderin? Sen bir ışık misali hiç sönmeyeceksin Cennet bahçesinde bir nur seli Şehitler ordusunda bir melek oldun Hak, eşitlik yolunda açıktır senin nurun!


Makale ve Analizler - 2017

87

Bulgaristan Türkleri 1989-2017 1. Bulgaristan Türklerine karşı tutum Totaliter sosyalizmden liberalizme doğru 10 Kasım 1989’de Todor Jivkov’un alaşağı edilmesi bir devrim değildi. Parti içi bir darbeydi. Bu darbeyi zorlayanlarsa Türklerdi. Demokratik dönüşümlere açılan zorlu sürecinin ilk günü olarak tarihe geçti. Olay ülke çapında çalkalandı. Bu görevden almanın 5 kişinin el kaldırmasıyla gerçekleştiğine ve sokağın baskısıyla değişiklerin başladığına inanmak yanlış olurdu. 1989’da Bulgar Halk Meclisi (BHM)’deki ilk değişikliklerin derin nedenlerinin görülebilmesine günümüzde de aşılamamış büyük engeller var. Birincisi, Bulgar komunist partisi merkez komitesi (BKP-MK)’ne bağlı Çağdaş Sosyal Teoriler Enstitüsü arşivinin 1990’nın ilk günlerinde “kayıplara karışmasıdır.” SBKP ile MKP-MK arasındaki yazışmalar bu arşivde toplanıyordu. Tarihçilere açılmadan ya mikro filme çekildikten sonra imha edildi, ya da kimsenin bilmediği bir yere kaldırıldı. İkinci olarak da, Bulgaristan’da bazı işlerin istendiği gibi gitmediği ve “değişiklikler” ve mutlaka değişimler yapılması ektiği, daha 1956’da belli olurken, hala açılmamış olan SBKP-MK arşivinden, Batı kaynaklarının ele geçirdiği bazı bilgilerden sezilmişti. O yıllarda Bulgar İstihbaratının KGB ile bağlarını, yıllar sonra oğlu Başbakan olan Karlo Lukanov yürütüyordu. O, 1926’da SSCB’ne kaçmış ve orada KGB subayı olarak çalışmıştı. Todor Jivkov 1956’da BKP yönetimini ele geçirdi. 1989’da, oğlu An. Lukanov, BKP’nin yetkili kişisi olarak ön plana çıktı. Fakat çıksa da, 29 Ocak 1990’da yapılan BKP 14. Kongresinde Genel Başkan Al. Lilov seçildi. O, partiyi sosyalist partiye dönüştürdü. Bu dönüşüm gerçekleşirken, çözülmesi en zor olan sorun“soya dönüşün suç ve günah yükünü” kimin üstleneceği taşıyacağı sorunuydu. O zaman iki seçenek vardı: 1) BKP ve 2) Milli Güvenlik (DS) ve ona bağılı tüm birimler. 2) İkincisi “biz emir kuluyuz, bu sorumluluğu kabul edemeyiz” dedi ve geri çekildi. Böylece “soya dönüş süreci” Bulgaristan Komünist Partisini ikiye böldü. Partili yarısı 1990’da siyaset sahnesine çıkarken, kolluk güçler günah buzulunun altına gizlendiler. 2005’te Ataka, 2007’de GERB ve 2013’ten sonra “Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Yurtsever Cephe” gibi partiler ve büyük sayıda aşırı milliyetçi dernek ve hareket siyaset sahnesine çıktı, aktifleşti.


88

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

1964 - 1982 yılları arasında Leonit Brejnev’in SBKP-MK Genel Sekreteri olduğu dönemde, SSCB’nde Müslüman nüfus Hıristiyan nüfustan fazla olmuştu. Çoğunluğu İslam dinine bağlı olan bu nüfusun SSCB’nin geleceği için ciddi sorunlar yaratabileceğinden kaynaklanarak ve 1964’te BKP’nin Pomak Türklerin isimlerini değiştirme savaşımında ilediğini dikkatte alan, Bulgaristan’ı “daha kaba” bir baskıyla bir “pilot bölge” haline getirme isteğinde ısrar etti. 1970’lerde “soya dönüş süreci” hazırlıkları yürütülürken, Türk azınlık tabanına inip işten ve üniversiteden atma, kışlada sıkıştırma gibi tuzaklarla büyük sayıda Müslüman genç “ajan” olarak ele geçirilmiştir. Bu, BKP emriyle, fakat partinin dışında gelişen bir olaydır, çünkü BKP-MK Sekreterliğini onayı olmadan parti üyelerinin ajanlık yapmaya hakkı yoktur. Türkler arasında büyük sayıda ajan ele geçirme çabaları yine gizli ve sinsi bir plana dayandırılmıştı. Aktif ajanlara ajan, parti sekreteri ve memur tabakasına dayanarak BKP yönetimi “Bulgaristan Türkleri isimlerini kendi istekleriyle değiştirdiler” hazırlıkları görüldü. Bu ajanlar arasında birisinin hazırlığı ve rolü çok önemlidir. Bugün Ahmet Doğan olarak bilinen ajan “Sava” 1974 yılında inşaat eri olarak Türklere karşı işbirliğini kabul etmiş ve Varna “DS” Birinci Şubesiyle çalışmaya başlamıştır. “DS” onun bir bilim işçisi olarak yetişmesine özel çaba sarf etmiştir. Eğitim ve öğrenim harcamalarının hepsini karşılamıştır. 1984 yılında çıkarılan “B-1396” nolu direktifle Ahmet (ajan Sava) Dobriç’in Baraklar (Barakovo) köyünde Necmettin Hak ve arkadaşları tarafından kurulan Bulgaristan Türkleri Milli Kurtuluş Hareketi (BTMKH) adlı illegal örgüte yerleştirilmiştir. Bir yıllık illegal çalışmadan ve o bu örgütün lider olarak kabul edildikten sonra, polisin hazırladığı planın ikinci aşamasına geçilmiş, hareketin “lideri” ve üyeleri tutuklanıp mahkemeye çıkarılmış ve çeşitli yıllar hapis cezası almıştır. Ajan “Sava” da hapse atılmıştır. İsimlerin değiştirilmesine karşı, Türk kimliğinin korunması için ve “soya dönüş sürecine” karşı mücadelenin çek kahramanları ve öncüleriyle tanışması ve kendini kabul ettirmek için değişik hapishanelerde bulundurulmuştur. Türklerin onu lider olarak kabul etmesi için ortam yaratılmıştır. Aynı zamanda Pazarcık hapishanesinde Necmettin Hak ve arkadaşlarıyla de beraber olmuş ve birçoğu maksatlı ziyaretçiler kabul etmiştir. Sözde Pazarcık hapishanesinde yazdığı ve Paris İnsan Boyutları Konferansı (AGİT) ve diğer forumlara gönderdiği bildiri, çağrı ve duyuruların hepsi gizli polis tarafından hazırlanmıştır. Daha önce Dobriç’te BTMKH gizli örgütü adına Türkçe yayınlanan istekler, duyurular ve halka dağıtılan bildiriler de polis tarafından hazırlanmıştır. 1989 Mayıs Ayaklanmasından önce Dobriç köylerinde dağıtmak üzere, Türkleri direnişe davet eden, hak arama mücadelesine kışkırtan bildiriler de gizli polis tarafından yazılmış, Ahmet Doğan eliyle Necmettin Hak’a ve o da ziyarete gelen eşine vermiştir. Amaç Ahmet Doğan’ın lideri olduğu örgütü ve Doğan’ı halka kabul ettirmektir. Bu özel çalışmaların bir yönü de, Ahmet Doğan’ın


Makale ve Analizler - 2017

89

bir mücadeleci olarak Türk istihbaratına kabul ettirilmesi ve ektiğinde Türkiye Cumhuriyeti’ne gönderilmesi için de geliştirilmiştir. Ne var ki, son analizlerde, yıllarca hazırlık gören Ahmet Doğan’ın sözde hazırladığı bildiri, çağrı ve diğer propaganda malzemelerinin, onun kullandığı Türkçe ile hazırlanamayacağı sonucuna varılmış ve bu plan suya düşmüştür. Bu arada Ahmet -“Sava”- birçok isim değiştirmiştir: Ahmet İsmailov Ahmedov; Ahmet Hasanov Aptullov; Medi Doğanov ve Ahmet Doğan hep onun adları, “Angelov”, “Sergey” ve “Sava” ajan isimleri de ona aittir. Bu konuda özel araştırma yapan, Varna milletvekili, İçişleri Bakanlığı özel müfettişi, Miroslav Dırmov şu özel noktaya işaret ediyor. 1989 Martında BKP-MK Politik Bürosu “DS” Birinci Şubesine bir mektup göndererek “soya dönüş sürecine” karşı direnişe başlayanları kontrol altına alıp, gemlemek ve yönlendirerek yönetmek amacıyla hazırlıklı bir kişi istemiştir. Daha önce BKP-MK’de Ahmet Arunov, Ali Rafiev, Elmaz Tatarova, Salif İlyazov gibi partililer bu gibi çalışmalarda bulunmuştu. Yeni çalışma programında Türkler konusu parti dışına taşınacaktı. Bu işe uygun bulunan Ahmet Doğan partili değildi. Komünist partisine üye alınmamıştı. Birinci Şubeden BKP-MK’ne gönderilen cevapta yalnız Ahmet ismi kullanılmış ve ajan “Sava” için “kendisine güvenilebilir, ağırbaşlı, sabırlı, şahsi çıkarlarını önde tutarak devlet için çalışabilir” bir kişi denmişti. Daha sonraki yıllarda, yönetim ekibinde ve “lider” Doğan’ın 8 yıl özel kalem odası müdürlüğünü yaptıktan sonra izlenimlerini kitaplaştıran yazar “Yapov”, ajan “Sava”ya, “şeytan” dedi. Birinci Şube’den maaş alarak yattığı Pazarcık Hapisahnesi’nden alınıp, “parti (BKP) dışında bir Türk önderliği vazifesi için hazırlanmak üzere” aynı şubenin Beşinci Amirliğine gönderilmesi Mart 1989’un ikinci haftasına isabet eder. Bu ayrıntılı bilgiler ve “soya dönüş süreci” içinde Ahmet Doğan kadar hain rol oynayan Ünal Lütfi, Prof. İbrahim Tatarlı, Lütfi Mestan, Şerife Mustafa, Osman Oktay ve Kasım Dal gibi kişileri yakından tanımadan, ne Geçiş Dönemi ne Bulgaristan Türklerinin çileli alın yazısı ve ne de daha sonraki yıllar ve Bulgaristan’ın geleceği anlaşılabilir. Ayrıca bu çarpık ruhlu tiplere karşı amansız mücadele etmek Bulgaristan Türklerinin kimlik davası için olmazsa olmaz olduğundan dolayı her birinin maskesini düşürmek çok ezilmiş mazlum bir azınlığa yapılacak en büyük iyiliktir. Bu arada, Bulgaristan Türkleri ve Türkiye’deki soydaşlarımız gerçekleri görüp bu konuda arınmadan hak ve özgürlük davamızdan yeni hamle yapabilmemiz mümkün değildir. Çünkü 2017 yılının 2. yarısında hazırlanan sinsi planların niteliği hep aynıdır. Örneğin HÖH’ten kovulan ya da ayrılan Kasım Dal ve Lütfi Mestan ekiplerinin yeniden “yuvaya” dönme hesap ve hazırlıkları yaptığı dikkati çekerken, hepsinin iplerinin bir gizli merkezden çekildiği yeniden kanıtlanmış oluyor. ***


90

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan’da demokratikleşmeye “Geçiş Süreci” Sofya’da “bu işi nasıl yapalım görüşmelerinin ilk kez masaya yatırıldığı” ve adına “yuvarlak masa” denen tartışmalarla başladı. Bu masa yuvarlak olsa da, Bulgar totaliter siyasi sınıfı ilk kez ikiye bölündü. Bu bölünmede, Bulgaristan Türkleri BSP tarafında yani solda kaldı. Vazifeleri önceden belirlenmişti. BSP’yi desteklemek, ona “koltuk değneği” olmaktı. Türklerin, sağcı, muhafazakâr demokratik cepheyi aramasına ve o yönde atmasına olanak tanınmadı. Bu gelişmeler, henüz mayalanan Bulgaristan’ın demokratikleşmesine güçlü bir köstek oldu. Bir tarafta adını değiştirip komünistten sosyalist olan güçler, karşılarında da Demokratik Güçler cephesini oluşturan, birden bire türeyen değişimci, uzlaşmacı, çevreci, özgürlükçü, halkçı, çiftçi ve demokratik dernekler, hareket ve cepheler yer aldı. Sosyalistleri, eski BKP-MK Politik Büro üyesi, bakanlık ve başbakanlık yapmış Andrey Lukanov, karşı tarafı da Sofya Üniversitesi Felsefe Fakültesi’nde doktora tezi savunmasında, Lenin’in “Madde Teorisinde” eksiklik olduğunu kanıtladığı için 11 yıl sürgünde soğan kazmış Jelü Jelev temsil ediyordu. Müslüman Türklerin yeri Demokratik Güçler Birliği (SDS) yanında olması, kesin yer alması gerekiyordu. Doğan’ın iplerini çekenler, Türklerin, Bulgaristan Sosyalist Partisi ile Demokratik Güçler Birliği arasında tutulmasını, BSP’nin zor gün yedeği olmasını, onları kullanmayı istediler, demokratik ruhlu, bilinçli Türk kitlenin (SDS) kitlesine akmasını ve karışmasını, ortak dava saflarında buluşup kaynaşmasını engellediler. O yıllarda Mestanlı ve Kırcaali’de SDS’ci geçinen, aynı “DS” Şubesinde yeminli ajan olan, şimdiki “DOST” lideri Lütfi Mestan’ın ödevi de, zamanla Türkleri SDS’den geri toplanma olarak doğdu. Hatta o hep gizli çalışan Doğan’ı gölgede bırakarak, işleri Sofya’da “Kartal Köprü” başında BSP lideri Sergey Stanışev ile öpüşmeye kadar götürdü. Bu öpüşmeden önce “soya dönüş süreci” katillerinden 5 tanesi tutuklanıp yargılansaydı, Lütfi Mestan Türk halkının gözünden bu kadar düşmezdi. O yıllarda Mestanlı ve Kırcaali’de SDS’ci geçinen, aynı “DS” Şubesinden bir yeminli ajan olan, şimdiki “DOST” lideri Lütfi Mestan’a da bu işlerde aktifti. O, bir süre sonra, Türkleri SDS’den geri toplanma ödeviyle HÖH’ye alındı. Bu çalışmalarında 2014’de gelindiğinde, tüm hesapları gizli olan Doğan’ı gölgede bıraktı. Siyasi sahneye bir anti-komünist olarak çıkmasına karşın, Sofya’da “Kartal Köprü” başında BSP lideri Sergey Stanışev ile öpüştü. Bu, onun Türklerin “soya dönüş süreci” katıllerinin cezalandırılması ve Türklüğün kimlik davasından vazgeçtiğine işaret oldu. Bu öpüşmeden önce “soya dönüş süreci” katillerinden bir tanesi tutuklanıp yargılansaydı, Aynı sözler Halkın Şeref ve Hürriyet Partisi lider kadrosundan Kasım Dal için de söylenebilir.


Makale ve Analizler - 2017

91

*** Demokrasi temellerinin atıldığı o aylarda ve özellikle de “yuvarlak masa” başında, daha sonra Başbakan olan İvan Kostov /1997 - 2001/ gibi şahısların sol gruptan sağ gruba geçtiğine işaret etmemizde yarar görüyorum. Çünkü daha sonra bu bir moda oldu ve “milliyetçiliğin sağı solu olmaz” şeklinde kristalleşti. Bu ilkesiz çalkalanma, 2001’de İspanya’dan dönen Simeon Sakskoburrgotski’nin Başbakan İvan Kostov’a seçime birlikte girelim önerisini kabul etmesiyle durdurulabilirdi. Olmadı. Bulgar siyaseti 2017’de artık aşırı milliyetçiliğe kaydı. 1970’lerde Bulgaristan siyasetini belirleyen Pomak Türklerin isimlerini değiştirip dinlerini yasaklama ve 1980’lerde Bulgaristan’ı sarsan Türklere karşı zulüm, “soya dönüş süreci” ve sonunda komünist rejimin çökmesinde ve Doğu Avrupa’da “Berlin Duvarı”nın yıkılmasında, “Soğuk Savaş” defterinin dürülmesinde öz katkıda bulunan Türklerden hiçbir temsilci yuvarlak masaya davet edilmemişti. Doğan “mağdur” rolü oynuyor, ökçesi nalçasız ayakkabılarla “uzlaşma” komitesini de küçümsüyor, kahve, bar dolaşıyordu. Görüşmelerin sonunda, bir yan masada, siyasi polis “DS” subayı, Başmüftü Nedim Gencev belirdi. *** 1990 yılbaşından önce Sofya’da başlayan ve il merkezlerine yayılan “dönüşüm mitingleri”nde dile gelen istekler şunlardı: 1) Çok partili sisteme geçilmesi; 2) Komünist Partisinin iktidardan uzaklaştırılması; 3) Türk ahalisine hak ve özgürlük tanınması; 4) Okullarda din dersi okutulması; 5) Mahkemenin Adalet Sarayı’na taşınması; 6) Politik mahkûmların hepsinin serbest bırakılması; 7) Tırnovo Anayasa’nın yeniden yürürlüğe konması. İlk defa bu mitingde “komünistlerin derisinin duvarlara mıhlanmayacağı” söylendi. Bu istekler, Bulgar toplumunun köklü politik ve ekonomik dönüşümlere, insan haklarına saygılı bir demokratik ve adil düzen kurulmasına hazır olmadığını kanıtlıyordu. Çünkü 1889’dan Veliko Tırnovo Anayasası Bulgaristan’a monarşi getirmişti ve ardından faşist totaliter diktatörlük rejimi gelmişti. Nazi Almanya’sının


92

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kopyası olan İkinci Dünya Savaşı öncesi Bulgaristan’ına dönüş kabul edilir gibi değildi. Demokratik istekler “açıklık ve yeniden yapılanma, insan hakları” olarak yükseltilirken, demokratik devlet ve düzen diyenler de çoğaldı. Politik istekler arasında, hapislerin ve toplama kamplarının boşaltılması, polisin ve kızıl berelerin, siyasi polisin, İçişleri kolluk kuvvetlerinin dağıtılması, İçişleri Bakanlığı ve Savunma Bakanlığı kadrolarının ise %80 azaltılması başta geliyordu. BKP ile birlikte Komünist Gençlik Örgütü “DKMS”nin de yasaklanması istendi. Jivkov ve çevresi için ilk kez “Halk Mahkemesi” kurulması istendi. Milli bellek sorunu da gündeme geldi ve Jivkov’un devrildiği 10 Kasım 1989 tarihinin milli bayram ilan edilmesi istendi, Vasil Levski’nin “Temiz ve Kutsal Cumhuriyet” sloganı anımsandı. Ulusal sorunla ilgili ana tezler şöyle kristalleşti: Türklerin isimleri iade edilsin; Pomaklara da serbest seyahat hakkı tanınsın; Sünnet serbest olsun, Müslüman gelenek ve törelerine saygı; İsimler insan kimliğinin önemli bir unsurudur; Allah ulusu değil, ancak insanı yaratmıştır; Türklere özgürlük; Bulgaristan’da Türk ve Bulgar nüfusa hak eşitliği v.s. Dini haklarla ilgili de uyanan kitle şu sloganları destekliyordu: Dini özgürlük istiyoruz; Okullarda din eğitimi; Moralin esası dinsel ahlak olsun! “Soya dönüş süreci” ile “Büyük Gezi” devleti barut fıçısına oturtmuştu. Sofya’da devletin ayakları sallanmış, dayanakları yıkılmıştı. Bu nedenle Demokratik Güçler Birliği Başkanı Jelü Jelev mitinglerde yaptığı konuşmalarda “Barışçı Geçiş Süreci” demeye başladı ve dinsel çatışmaya karşıyız, barışı koruyalım gibi sloganlar getirdi. Sokaklardaki kalabalık kendi hak ve özgürlüklerini, kendi bildiği şekilde isterken, yumruk sallıyor, şapka sallıyor, okuma yazması olmayanlar, gençlere “haklarımızı istiyoruz”, “isimlerimizi istiyoruz”, “yok olsun komünizm” gibi yazılar yazdırıp yakalarına takıştırıyorlardı. *** Bulgaristan’da Pomak Türklerinin, Türklerin ve Müslüman Romanların Milli Kimliklerine barışçı gösterilerle geri dönme isteklerinin yeni bir zirvesi 28 Aralık 1989 sabahı oldu. Sofya Meclisi kuşatılmıştı. Abluka, 3 gün ve 3 gece sürdü. “İsimlerimizi geri almadan dağılmayacağız!” pankartı taşındı. Bu kararlı direniş, komünist yöneticileri geri adım atmaya ve “İsimlerin ve dini hakların iade edildiği” kararını yayınlamaya zorladı. Karar 12 Ocak 1990’da mecliste onaylanacaktı. *** Bu başarı, Bulgaristan’ı, Türk, Pomak Türkü ve Müslüman Romanlar ve Milliyetçi, ırkçı Bulgarlar olarak ikiye böldü. 1990’nın birinci gününde “isimlerin iade edilmesine ve Müslümanların dini haklarının yeniden tanınmasına” karşı olan milliyetçi, şoven


Makale ve Analizler - 2017

93

Bulgar komünist, komsomolcu, milis, kızıl bereli, komando, kolluk güçler ve aileleri Kırcaali, Haskovo, Razgrat, Kemaller (İsperih), Ruse, Tutrakan, Kubrat, Smolyan ve birçok başka şehirde hayatı felce uğrattı. Kırcaali mitingine 10 bin, Haskovo mitingine 25 bin, Sliven mitingine 8 bin, Razgrat ve Şumnu mitinglerine çok büyük sayıda aşırı milliyetçi toplandı ve “hükümetten isimleri geri vermemesini, Müslümanların dini haklarını tanımamasını” istediler. Bütün Bulgaristan’da Türkler şehirlere akın etti. Kırcaali merkezine organize edilmeden, kendiliğinden 40 bin Türk toplandı. Bulgaristan yanıyordu. Sofya’dan özel bir helikopterle Kırcaali’ye inen, daha sonra Bulgaristan’da 3 imam hatip okulu, Kur’an kursları ve Yüksek İslam Enstitüsü açılması kararını imzalayan Eğitim ve Teknoloji Bakanı, Akademisyen İlço Dimitrov göstericilerin önüne çıkarak, hükümet adına şöyle konuştu: “Evet, istekleriniz haklı isteklerdir. Sizin istekleriniz garanti altına alınacaktır. İsimlerinizin değiştirilmesi kaba bir yanlıştı. İsimleriniz iade edilecektir. Bu konuda kanun çıkacaktır.” Bu konuşma, dinleyen Türk kitleden “soya dönüş süreci şehitlerini diz çöküp bir dakika saygı duruşuyla analım” çağrısıyla kesildi. Akademisyen İl. Dimitrov sustu ve diz çöktü. *** Karşıdaki Bulgar milliyetçi mitingi kudurmuş çakallar gibi uğuluyorlardı. Bütün şehirlerde çanlar durmadan çalıyor, sanki Bulgar ırkçıları ayaklanmaya çağırıyordu. Hükümet de ikiye bölünmüştü. İçişleri Bakanı Atanas Semerciev Silistre ve Varna’dan Kırcaali ve Nevrokop’a (Gotse Delçev) art arda telefon açıyor, “yardım göndereyim mi?” diye soruyordu. Kitlesel etnik cepheleşme sahnesinde yeni bir figür - Türklere lider olması için özel eğitilip hazırlanmış, 16 yıl “Angel”, “Sergey” ve “Sava” olarak Türklere karşı köstebeklik yapmış, ne var ki aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti Sofya Büyükelçisi tarafından da kabul edilmiş, Medi Doganov /Ahmet Doğan/ isminde Türk halkı tarafından tanınmayan bir şahıs belirdi. O, hak arama kavgası verilen siyasi sahneye önce Sofya’da parlamento binası önünde elinde bir megafonla çıktı. Resmi polis arabasından indi. Pomak Türklere hitaben “halklarınızı ben iade edeceğim. Güvencesi benim, dağılın!” dedi. Kırcaali’ye Helikopterle indiğinde Türklerin değil Bulgar’ın cephesine geçti. Geceyi onlarla geçirdi. Irkçı Bulgar siyasetçilere Varna’da “Hak ve Özgürlükler Partisi” kurduğunu haber verdi. Toplantıyı “DS”nin örgütlendiğini ve katılanlardan 12’sinin gizli ajan olduğunu söylemedi. Bulgaristanlı Müslümanlar kendilerine karşı yeni bir cephe açıldığını, Türk kimliğini yok etmeye yönelik yeni tuzaklar kurulduğunu, Ahmet Doğan’ın 1990’la başlayan yeni dönemde Türkleri temsil ederken onların Türk


94

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kimlik özünü oyacağını sezip düşünememişlerdi. O güne kadar çok gizli yürütülen “Türklükle mücadele” yeni şartlarda yeni biçimlerde devam edecekti. Herkesi sürpriz bekliyordu. Doğan, Türklük bahçesinde, Bulgaristan’da Türklüğü yok etmek için baş göstermiş bir köstebekti. Halkın başına geçebilmesi için Türkiye Büyükelçisiyle tokalaşması yeterli oldu. 12 Ocakta 1990’da parlamento “Ulusal Sorun Bildirisi” kabul etti. Bildiride, bir prosedüre bağlanan isim değiştirme, devlet tarafından garanti altına alınmıştı. Irkçı milliyetçilerin temsilcileri ile kendi kendine gelin güvey olan gizli devlet destekli Ahmet Doğan, “Farklı olabiliriz, fakat millet olarak biriz!” tezinde mutabık kaldı. 13 Mayıs 1990’da Kırcaali’de Türk ile Bulgarların ortak mitinge toplandı. Kürsüde, İçişleri Bakanı At. Semerciev, Türkler adına Ahmet Doğan ve ırkçı Vatan Emek Partisi (OPT) Başkanı M. Minçev vardı. Irkçı partinin ileri gelenlerinden G. Parvanov, daha sonra Bulgaristan Sosyalist Partisi Genel Başkanı ve 2002 - 2012 yılları arasında, Türklerin de oylarını alarak, Bulgaristan Cumhurbaşkanı oldu. Doğan şöyle konuştu: “Hak ve Özgürlük platformunda “otonomi” kavramı yoktur. Hiçbir zaman da olmayacaktır. Bulgaristan bizim hepimizin vatanıdır!” Bir “Türk partisi” kurulmuş olması hazır bulunanlarda tepki uyandırmadı. Karşılarında İçişleri Bakanı ve ırkçı partinin yönetimi duruyordu. Bulgaristan Türklerinin o zamana kadar kurulmuş legal bir siyasi partileri olmamıştı. HÖH’ün bir tuzak olduğunu kim bilebilirdi!? Parti halkla daha şu ilk yüzleşmesinde kimlik krizine düşmüştü, çünkü Türklerin isim, hak, özgürlük ve adalet davasında arabulucu gibi bir tavır aldı. Bu platformu gören olmadı. Bütün Bulgar elektronik ve yazılı kitle haber araçları seferber edilerek, Ahmet Doğan’ı Bulgaristan Müslümanlarına ve Bulgar halkına bir “uzlaşma ve barış faktörü” olarak kabul ettirmeye çalıştı. *** Bu gelişmeler dünyanın küreselleştiği, manevi, sosyal ve ekonomik olarak Bulgaristan’ın Avrupa’nın kuyruğunda yer aldığı bir dönemde meydana gelmişti. Bulgaristan Müslümanları Türk kimlikleri, isimleri için mücadele ederken, Bulgarlar da kendilerine dayatılan çok etnikli, çok kültürlü toplumu şiddetle reddederken, yeni Bulgar kimliği arıyordu. Bu kimliğin oluşmasına en büyük engel Bulgarların Türklere karşı kendilerini suçlu hissetmelerinde ve ceza çekmeden aklanmak istemelerinde gizleniyordu. Aynı zamanda bu işten cezasız kurtulma planları yapanlar da az değildi. 2. 1991 Anayasası ve Türkler


Makale ve Analizler - 2017

95

1990’ın yarısında Bulgaristan’da Büyük Millet Meclisi Seçimleri yapıldı. Seçime HÖH de katıldı. Kurulduğu bildirilen fakat tescili henüz yapılmayan bir partinin alacağı oyların tanınıp tanınmayacağını düşünen pek yoktu. HÖH 24 milletvekili çıkardı. Tarihlerinde ilk kez Müslüman Türkler kendi partileriyle seçime girip kendi meclis grubunu oluşturmuşlardı. Bu işlerin lideri Ahmet Doğan’dı. Yani baş düşman olan BKP - BSP Türkleri yönetecek yeni bir düzen kurulmasının kaçınılmazlığını kabul etmişti. Aynı zamanda “tek milletli Bulgar devleti” fikrinden de vazgeçmemişti. Burada özellikle BSP üzerinde durma nedeni, bu partinin yağmurdan sonra mantar gibi biten partiler ve hareketler arasında tek ciddi, köklü ve esaslı parti olmasıdır. Diğer partilerin var olması ve gelişmesi ancak BSP’nın yaptığı yanlışlar ya da tanıdığı olanaklar kadar vardır... 1989’un başında “bu insanları kovmalıyız” (BHC Dışişleri Bakanı Petır Mladenov). Cezasız kalacak türden demeçler ve sözler olarak kabul edilemez. Todor Jivkov rejiminin son anına kadar Türklere ve Pomaklara karşı küstah, sınır tanımaz bir kötüleme söylevi devam etmiştir. Bu cümleden olmak üzere “soya dönüş süreci” baskı ve terörünün uygulayıcısı olan ve Türkleri küçük düşürmek için söylenen İçişleri Bakanı Dimitir Stoyanov’un “Türkler Türkiye’de yaşar, onlar Asyalıdır” sözleri de unutulacak türden değildir. Todor Jivkov’un “300 bin Türkten kurtuluyoruz” sözleri de başka bir yüz karasıdır. Ne var ki, aynı insanlar 1989’dan sonra iktidarda kaldılar, kamuoyunu etkilemeye, ipleri çekmeye devam ettiler, hiç biri vicdan azabı çekmedi, değişmediler, yalnız maske değiştirdiler, cinayetlerden sorumlu tutulmadılar ve tüm bunlar 1991 Anayasası’nın hazırlanmasına damga vurdu. Toplumda korku egemendi. Saldırılar, tehditler, cinayetler devam ediyordu. Türk milletvekilleri ve Demokratik Güçler Birliği’nden 39 milletvekili 1991 Anayasasını imzalamadılar. Sonuç: 2003 yılından başlayarak “Soya Dönüş Süreci” konulu el kitapları çıkmaya başladı. Daha sonra Parti MK ve İçişleri Bakanlığı (MVR) arşivi açıldı. Merkez Komitesi üyelerinin, bakanların ve bazı generallerin anı eserleri yayınlandı. Buna rağmen, en yeni Bulgar tarihinin en karanlık sayfaları “soya dönüş sürecinde” Türkler ve Pomakların başına gelenlerdi. Totaliter diktatör rejiminin Türklerin kimlik mücadelesi darbeleriyle devrildiği gerçeği, Bulgaristan’da Ahmet Doğan’ın bu direnişlerdeki rolü sorununu doğurdu.


96

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yalanların aşılanması uzun süren sert tartışmalara neden oldu. Sonunda 1989 Mayıs ayaklanmasının bağımsız, başına buyruk ve nitel farklılıkları olan bir süreç olduğu görüşü ağır bastı. Geliştirilen tezlerde, hak ve özgürlük, adalet ve demokrasi için direnen Türklerin lideri olma hakkı sanki herkesin hakkı olabilirdi. Bulgar devleti 1984 - 1989 döneminde Türkleri kendinden birileri olarak özümseyemedi ve onlara her zaman “yabancılar” olarak baktı. Aşamadığı bu setin arkasında kalanları idare etmek istiyordu. “Soya Dönüş Süreci” siyaseti fiyaskoyla sonuçlandı. Yenilgiyi kabul etmeyenler Türkleri göçe zorlamayı seçti. XX. yüzyıl Bulgar tarihi enerjisinden kurtulmak istediler. Böyle değerlendirildiğinde, 1989 yılının yaz aylarını “Soya Dönüş Süreci”nin doruk noktası olarak kabul etmek zorundayız. Aslında bu doruk noktası Todor Jivkov’un Türkler tarafından devrilmesidir. Kararlar. “Soya dönüş süreci” ile ilgili kararların ne kadar tartışmalı olduğuna bakılmaksızın, Bulgar tarihçilerin 2 noktada görüş birliği içinde olduklarını söyleyebiliriz. Birinci, 1980’li yılların ikinci yarısında Bulgaristan’da deprem yaratan olayların köklerini, Bulgar tarihinin Osmanlı’dan ayrıldığı dönemde yani çok derinde aramamız gerektiği gerçeğidir. En dipte, Bulgarların tek uluslu ve tek dil konuşulan devlet kurma çabaları bulunur. Bu değişmeyen bir devlet siyasetidir. Dalgalanmış, yöntem ve araçları değişmiş olsa da, özü değiştirmemiştir. Bugün de devam etmektedir. İkinci, XX. yüzyılda Türklere (genelde tüm Müslümanlara) karşı izlenen siyaset, değişik araçlarla izlenen aynı siyasetin değişik devirlerdeki uygulanışından başka bir şey değildir. Bu uygulamada süreklilik vardır. Faşist ve komünist dönemde uygulanan anti-Türk siyasetinde fark gözlenmemiştir. Aynen devam edilmektedir. Burada dikkati çeken olay, Bulgar milli devleti ve toplumunun birlikte yaşamanın kalıcı biçimlerini bulamadığı bir yana, ülkedeki halk topluluğuna karşı tutumunda süreklilik göstermiş olmasıdır. Öte yandan, asimilasyon, sürgün, kaba kuvvet kullanma, tehdit etme, yargısız hapse atma, azınlıkları yasa dışı yöntemlerle idare etme veya nispi yumuşama dönemleri yaşanmıştır. Entegre etme ya da kültürel kimliklerine karşı saldırılarda bulunma aşamalarını özendirme ya da ezme yılları izlemiştir. Son hesapta, Türklerle ilgili benzer yaklaşımlar kuşkulanma ve güvensizlik gibi sonuçlar doğurduğu gibi, daha ağır durumlarda düşman yaratmış ve devlet içinde “Türk olmasın” gibi gerekçelerle karar alınmasına temel olmuştur. Adına “yabancı olan bir unsuru taşıyamayız” süreçler Pomaklarda 1912’de, 1942’de ve 1972’de alevlendi. Bunlar, Bulgar toplumunun iltihaplanma devirleridir. Bu konuda kitap yazan Mihail Gruev ile Aleksey Kalyonski “Bulgaristan Türkleri


Makale ve Analizler - 2017

97

arasında göçün periyodik olarak izin verilip özendirilmesinden, göç konusunda karşılıklı propaganda savaşından, devlet sınırlarının açılıp kapanmasından, kışkırtma ve casusluk sahnelerinden, birçok iç ve dış faktörün göç közlerinin devamlı ‘kızarmasına’ neden olduğundan”, söz ediyorlar. Tarihçilerden Evgenya Kalinova ile İskra Baeva, Türklerin yaşadığı olayları, Türk azınlığın dürüstlüğüne inanmayan Bulgar makamlarının, tekrar eden bir oyunu olarak anlatmaya çalıştılar. Göçe kitlesel nitelik kazandırmak ya da onu durdurmak için değişik baskı yöntemleri uygulandığını, sınırlı tutma ya da denetim altında bulundurma yolları arandığını ve bir sonraki göçün daha öncekilerin ana çizgilerini şu ya da bu şekilde yinelendiğini, yazdı. 16 - 29 Eylül 1913 İstanbul Anlaşması, Bulgaristan topraklarına bağlanmış olan bölgelerde yaşayan Türk nüfusa Türk tebaasına geçme serbestliğini, yerlerinde kalanların da din haklarını güvence altına aldı. Müslüman belediyelerde mülk haklarını korudu. İki ülke vatandaşlarına serbest gidip gelme hakları tanıdı. 18 Ekim 1925 tarihli Ankara Anlaşması ise Azınlıklara savaş sonrayı uygulanan Versailles sistemi korumasına sağladı. Komşu ülkeye gönüllü göç etmek isteyenlerin önündeki tüm engelleri kaldırdı. Serbest göç ilkesini benimsedi. Bu anlaşma, 1968 bölünmüş aileleri birleştirme anlaşmasının imzalanmasına kadar yürürlükte kaldı.1989’da sınır kapısı yeniden açıldı ve kapanmadı. Bulgar devletinin Türklerle ilgili siyaseti giderek “azınlık hakları ve milli güvenlik” içine kapandı. “Soyumuzdan olmayan azınlıklar”, konusunda Bulgar polis raporları bir edebiyat türü gibi gelişirken, İçişleri Bakanlığının özellikle Türkler konusundaki çalışma usulü tamamen yerleştirdi. Özellikle 1944’ten sonra değiştirilmeden uygulamaya kondu. İkinci Dünya Savaşından önceki dönemde “Bulgaristan’da yaşayan Türklerin asimilasyona gelmediği” görüşü egemen oldu. 1934 yılında İçişleri Bakanlığı’na bağlı Polis Müdürlüğünün bir raporunda şöyle deniyor: “Ülkede yaşayan Türkleri bir gün eritebileceğimiz ve onları Bulgarlaştırabileceğimizi hayal etmek bile yanlıştır.” Burada bizim stratejik önerimiz şudur: “Türklerin yoksulluk içinde çürümeleri, kültür düzeylerinin mümkün olduğu kadar dip seviyelerde kalması, maddi ve ekonomik imkânlar konusunda ise ayağa kalkmalarına asla olanak tanımamamız için elimizden geleni ardımıza bırakmamamız gerekir” İkinci Dünya Savaşı’ndan önce Pomakların asimilasyonu siyaseti hiçbir an gündemden inmemiştir. 1930’lu yılların sonunda ve 1940’lı yılların başında, Pomakları Bulgarlaştırma uygulaması bir devlet ideolojisi olarak belirlendi ve nüfuslu toplumsal çevreler tarafından desteklendi. “Vatan” /Drujba/ derneğinin kurulması ve etkinlikleri bu ideolojik akımın kurumu oldu. Pomakların isimlerinin değiştirilmesi kampanyaları uygulandı.


98

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

1930’lu yılların başlarında Bulgar devleti Türklerin isimlerinin ve kimliklerinin değiştirilmesi siyasetini uygulamayı erteledi. Aldığı kararla, Türklerin ve onların dernek ve diğer örgütlerinin ülke içindeki etkisinin sınırlandırılması yolunu seçti. Ankara Antlaşmasının imzalanmasından sonra başlayan Türkiye’ye göç kapısını belirli kesimler için daha geniş açmayı düşündü. 1930’lu yıllarda Bulgar devleti Türklerin göçünü kışkırttı. 1944 yılına kadar Bulgaristan’dan Türkiye’ye 700 bin kişi göç etti. Göçler etrafında, Bulgaristan Türkleri için Türklük merkezinin Türkiye olduğu, aynı dili konuşan, aynı gelenek ve kültürle yaşayan, Türk kimliğini oluşturan, Türklük duygularıyla yaşayan bir arada olma isteğinden daha doğal bir şey olamazdı. Bu gerçek 1930’lu yıllarda Bulgaristan Türk kimliğinin oluşmasını belirleyen ana nitelikleri güçlendirdi. 1925’ten sonra Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç serbestti. Göç edeceklerin sayısını iki hükümet belirliyordu. Bu da bekleme, güvensizlik, diken üstünde yaşama havası yarattı. Bu dönemde Bulgar kurumları Türk milliğine kimliğine karşı ve vatandaş haklarının kısıtlanması yönünde baskılarını devamlı artırma yolunu seçti. Türkleri evlerinde kendi aralarında sıkıştırma siyaseti yayıldı ve güçlendi. 1944 yılından sonra Türklere karşı izlenen siyasetin bu oluşturucu öğeleri birleştirilerek bütünleştirildi. Bulgar komünistleri Çarlık döneminden bu siyaseti tamamen benimsedi ve geliştirdi. Türk topluluğa karşı izlenen bu kesintisiz baskı ve sıkıştırma siyasetinin doruğu ise, “Soya Dönüş Süreci” oldu. 1991’de örnek alınan siyasi pratik buydu. Bu anlayış komünist totaliter yıllarda daha da beslenerek, saldırı ve katliamlarla perçinlenerek sertleşmişti. 1991’da yeni anayasa ile Bulgarlarda yerleşen bu ruh halini değiştirmek sanki mümkün değildi. Bunun olması için derin demokratik uyanıştan güç alan bir devrim yapılması ekiyordu. *** 12 Temmuz 1991’de Bulgaristan Cumhuriyeti Büyük Halk Meclisi yeni Anayasa kabul etti. HÖH partisi adına Anayasa Komisyonunda çalışan milletvekili Yuri Bahnev, BSP-MK tarafından özel olarak gönderilmişti. Ulus devletin eşit haklı vatandaşı olarak görülen Türklerin uğruna mücadele ettikleri, şehitler verdikleri haklardan hiç biri tanınmadı. Bu Anayasa’da da “Bulgaristan Türkü”, “Bulgaristan Müslümanları” kavramları geçmedi. 1956 haklarımıza i dönüş kabul edilmedi. Yeni Anayasa’nın felsefesinde totaliter sosyalizmden demokrasiye ve serbest Pazar ekonomisine, yasaklar unutulup, baskı ve terör yasaklanarak, demokrasiye, adalet toplumuna ve insan haklarının tanındığı bir adil ortama dönmek varken, bu konuda da genel ifadelerle geçiştirildi. Anayasa “soya dönüş” zulmünü, başarıya


Makale ve Analizler - 2017

99

ulaşamayan asimilasyon siyasetini, azınlıklardan vatandaşların kimliksizleştirilmesini, devletten ve toplumdan uzaklaştırılmasını ve zorla göç ettirme politikasını da özellikle kınamadı. Oylamada, SDS milletvekillerinden bir grup ve HÖH meclis grubu Anayasa’yı kabul etmedi ve imzalamadı. Bu temel belge, ülkeyi Bulgaristan Cumhuriyeti ilan etti. Devlet biçimine olarak parlamenter cumhuriyet dedi. Özellikle de toprak bütünlüğü vurgulanırken, Bulgaristan’ın otonomilere yer verilmeyen bütünsel bir devlet olduğu vurgulandı. Siyasi sistem olarak çoğulculuk seçilirken, yürütme, yönetme ve yargı birbirinden ayrıldı. En önemli devlet organları Halk Meclisi, Bakanlar Kurulu, Genel, eşit, Cumhurbaşkanı, yargı sistemi ve yerel idare olarak yasallaştı. Genel, gizli ve direk seçim hakkını kullanırken vatandaşlara eşitlik tanıdı. Uğruna bu kadar kanlı ve zorlu mücadele verilen Türk kimliğinin oluşturulmasına olanak veren hiçbir hakkın Anayasa’nın hiçbir maddesinde yer almaması çok acı bir gerçekti. “Soya dönüş sürecinin” bir yanlış olarak kabul edildiğine ve isimlerin ve dinsel hakların iade edilmiş olduğuna göre, Bulgaristan Türkleri’nin haklarının yeni anayasada işlenmesi gerekirdi. Türklere eğitim ve kültürel yaşam olanakları tanınması bekleniyordu. Türkler her açıdan haklıydı, zulmettik kötü ettik, bile denmedi. Etnik varlığımız tanınmadı. 21. yüzyıla uygun kültürel kimlik hakları mutlaka iade edilmeliydi. Bulgaristan’ın huzurlu ve barışçı geleceğinin, kalkınma dinamizminin temelleri ancak etnik grupların bir halk bütünselliği içindeki harmonisiyle olabilirdi. Ayrım, haksızlık, baskı ve zulüm ulusal devleti çökertendi, ama yok oluş nedenleri yasalarla ortadan kaldırılmadı. Büyük bir kitleyle alay edilmişti. Ve hiçbir şey düzeltilmemişti. Bulgaristan’ın son Anayasası olan, kabul edildikten sonra, 50 defa değişiklik gören bu temel yasanın zihinsel yapılanmasında, Bulgaristan toplumunun en dinamik kesimi olan Türklerin başına Ahmet Doğan’ı getirenler ağırlık sağlamıştı. Bu anayasa Bulgaristan’da totalitarizmi yok etme yolunu açmazken, alt ve üst yapıda demokratikleşme kapısını da açmıyordu. Temel hak ve özgürlükler bakımından yani anayasa Bulgaristan vatandaşlarını parçaladı, böldü. Bölünmüş kitleleri yönetmek daha kolay olur zihniyeti ağır bastı. Anayasa, kişinin haklarını, şerefini ve güvenliğini ön plana çekse de, bunlar yalnızca tek ulus devletini kabul edenlerin haklarıydı, azınlıklar bu edinimlerin çok uzağında bırakılmıştı. Her vatandaşın ön kutsal ödevi Bulgar devletinin milli bütünlüğünü, demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü tanımak ve sosyal devlet adına korumaktı. Toprak bütünlüğü parçalanmaz olan memleketimizin resmi


100

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

dili Bulgarca, 2005’te yapılan bir değişiklikle Bulgar halkının Avrupa Birliği’nin gelişmesine katkıda bulunacağı, şeref ve hakları bakımından bütün insanların hür ve eşit dünyaya gelir, dendiği bu temel yasada, bütün çocukların özgür yetişmesi ve devlete yararlı olması için ekli koşullar yaratılır, denmedi. Referandumda gizli oy kullanılır, seçim yasasına göre, vatandaşlar eşittir, dendi, fakat referandum kararlarını meclis tanımayabilir, denmedi. Etnik grupların varlığı yasaklanırken, ırkçı partilerin kurulması yasakken, dini parti kurulmasına da izin verilmezken, 1953’ten beri Avrupa’da faşist siyasi parti kurmak yasaklanmışken, Avrupa Konseyi’nin “faşist” dediği partiler bizde yeniden kuruldu. Ulusun bekasının var olması ancak, ırkçı, şoven, aşırı milliyetçi partilerde görüldü ve hepsi meclise doldu. Azınlık hakları, dini hakları, etnik grupların ana dil, anadilde okul, sanat ve kültürel yaşam hakları hiçe sayıldı. İbadet serbesttir, diyen anayasa maddesi, camilere saldırılara sağır ve kör kaldı. Anayasanın II. 5. Maddesinde, Dış ülkelerde bulunan Bulgaristan vatandaşlarının devlet güvencesi altında bulunduğu vurgulanırken, 27 yıldan beri, Türkiye’deki soydaşlarımızın seçme ve seçilme hakkını tam olarak ve engelsiz kullanmalarına ekli olanaklar sağlanmadı. Dış ülkelerde bulunan Bulgarlar için Eğitim Bakanlığı ödeneklerinden 150 okul, kütüphane, kültür yurdu açılırken, Türkiye’de yaşayan soydaşlarımıza ne maddi ne de manevi hiçbir destek verilmedi. 35. maddenin 2. şıkkında her vatandaş dış ülkeden yurda dönebilir derken, soydaşlarımız sınırda tartaklanıyor ve vatandaş haklarımızı çiğneyenler hakkında dava bile açılmıyor. 40. madde tüm vatandaşlara basın yayın özgürlüğü tanırken Türkçe gazete dergi, çocuk ve ders kitabı, sanat eserleri basımını, radyo ve TV yayınlarına izin vermiyor. 43. madde, vatandaşlar toplantı ve yürüyüşlere barışçı ve silahsız toplanır derken, fen kulüpleri, motorcu grupların, etnik azınlık, Türk düşmanlarına ve holiganlara ırkçı saldırıları özel olarak yasaklamıyor. 44. maddenin, 1. şıkkı, vatandaşlar derneklerini serbestçe kurabilir derken, Türk derneklerinin ve diğer azınlıkların sivil toplum örgütlerinin çalışmalarına bin bir engel yaratmaya devam ediliyor. 48. madde, her vatandaşın emek hakkı var derken, devletin de iş sahaları açma yükümlülüğü vardır, demiyor. İşsizliğe karşı tedbirler öngörmüyor.


Makale ve Analizler - 2017

101

52. maddede, vatandaşların sağlık hakları sıralanırken, devletin etnik azınlıkların yaşadığı bölgelerde vatandaşları doktorsuz ve ilaçsız bırakma hakkı yoktur, denmiyor. 53. madde, çocukların eşit eğitim haklarını sıralarken, anadilde eğitim hakkına, din eğitimi hakkına, özgün kültürel eğitim alma hakkına, yerel etnik sanat ve kültürle yetişmelerine yasaklanmasına kimsenin hakkı yoktur, demedi. Devlet yerel etnik kültürü her bakıma desteklemek zorundadır ilkesini bir zorunlluk olarak ön plana çıkarmadı. 1991 Anayasası ve daha sonra yapılan değişikliklerle Türk azınlığın oy kullanma haklarına engeller getirirken, anadili Bulgarca olmayan öğrencilere, kendi dillerinde okuma ve gelişme olanakları öngörülmesi, etnik azınlıkların devletten uzaklaştırılması yollarını kesecek önlemler sıralanması gerekirken, bunların hiç birine yer verilmedi. Hayat “herkes eşittir” demekle toplumda eşitlik sağlanamadığını Bulgar örneğinde kanıtladı. Tek yanlı yaklaşım eşitlik yerine milliyetçilik uyandırdı ve şovenizm olarak palazlandırdı. Yeni Bulgar Anayasası demokrasi koşullarında etnik kültürel kimliklerin gelişmesine yaşam hakkı tanımadı. Totaliter komünist sistemden demokratik topluma ve serbest Pazar ekonomisine geçilmesini, temel hak ve özgürlükleri, hukukun üstünlüğünü sağlamak üzere hazırlanması ekiyordu. Bu Anayasa ile tarım, ekonomi, eğitim, sağlık ve hukuk gibi alanlarda beklenen köklü reformlar yapılamadı. Ekonomi ve sosyal yaşamla birlikte bütün sistem çöküş yaşadı. Etnik kültür çöktü. Seri bunalımlar Bulgaristan Cumhuriyetini Avrupa’nın en fakir, azınlıkları en sefil, çocukları okul dışı kalan, nüfusun %40’ı okuma yazma bilmeyen bir ülke durumuna getirdi. Toplumda ginliğin, öfkenin, ırkçılığın, düşmanlık ve saldırıların üstünlük sağlamasına yasal temel sundu. Anayasa değişiklikleriyle reformlar için kapı açma eylemleri halkın desteğinden güç alırken, iktidar çevreleriyle sert diyalog ve çarpışmalar şeklinde boğuşma süreci kapısını araladı. 3. Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH-) tuzağı Bulgaristan Türk Kimliği mücadelesini düşe kalka, yasaklı ve yasakları aşarak, güçlükleri yenerek, kurbanlar vererek adımlayan bir süreç ve 1989 Mayısında yaşanan Büyük Atılımın sonunda Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin kurulması olarak anlatmak isterdim. Büyük zaferler, insanların ortak zekâsından kanatlanan ruhun eseridir. Yaratan insanları ortak düşünebilme hakkından yoksun ama ruhta buluşup birleşme yetkisiyle yapılandırmış. Bulgaristan Türk ahalisi, bir siyasi partide birleşip, siyaset sahnesine çıkma ve ekonomik, ticari, eğitim, kültür vs azınlık haklarını savunarak


102

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

dört dörtlük Bulgaristan Türk kimliği bina etmeye açılan beyin fırtınalarını 1920’lerde yaşadı. “Turan” ocakları böyle tutuştu. Ulusal dernekleşme hareketi gelişti. Şairlerimiz “vatanı olmayan halk olmaz” derken, yazarlarımız halk yaratıcılığımızdan Bulgaristan Türkleri özgün edebiyat ve kültürünü bina ettiler. Öteki etniklerle ve Bulgarlarla eğitim, öğrenim, spor ve sanat dallarında bir yarışmadır başladı. Eli öpülesi sanatçılar yetişti. Öğretmenlerimiz ulusal edebiyat ders kitapları yazarken, ana-babalar okullara odun taşıdı. Deliorman’da sırtı arkaya gelmeyen pehlivanlarımız şanımızı Amerikalara, okyanus ötelerine taşıdı. 1934’te kıyıldık. Kimliğimizden beslenen halk ruhumuz yıllarca güneş göremedi, içimizde kaldı. Bulgaristan Türk Kimliği açısından başa gelene “sen gençliğimin katilisin” diyebiliriz. Tepelere bakan insanlar yalnız güneşi ve dağa dorukları aramaz, insan ruhunun ulaştığı yüksek dalgaları da görmek ister. Bulgaristan Türk kimliğinin oluşup yapılanmasında Mustafa Kemal Atatürk çelik başlık olmuştur. Yenilmez bir ruhla efsaneleşen büyük önder, zamanını yaşamış olanı Türklükten silkindi ve modern geleceği hayata çağırdı. Türk kimliğini uyandırırken Bulgaristan Türklüğünü de bilinçli şahlanmaya davet etti. “Sanat ve edebiyat ruhun gıdasıdır“ derken beklediğimiz oldu. 1950’lerde, bizi biz kadar seven, ezilmişlik, çöküş, göç acılarıyla boğuşan gönlümüzü büyük yaratıcı, büyük adam Nazım Hikmet kucakladı. Ateş böceği gibi, köy köy dolaşarak kapanmış kirpikleri açtı. Büyüdükçe gönüllerden taşacak bir birikim başladı. Türk kimliği uğruna yanmak isteyenler çoğalırken kimse ateş seçmedi. Ateşimiz yıldızların kardeşiydi. Nazımın 8 cildine dayanmış “Çalı Kuşu”, Namık Kemal, Ziya Gökalp “Çelik Nasıl Sertleşti”,“Bulgaristan Türklerinin Şiir Antolojisi”, Recep Küpçü, Sabahattin Bayram, Osman Aziz, Mehmet Çavuş, Ömer Osman v.s. yastık üstünde okumaktan aşınmış kitaplar, Kadriye ve Ayfer’i radyodan dinleyenlerin tiyatroya koşma heyecanı, en güzel düşlerin uyandığı kargaşayı yaşattı. Bulgaristan Türk kimliği kavgası 1984’te döktüğü kan kadar kan dökmemişti. Direniş ağacımız gözyaşlarıyla büyüdü. 1984’te kadar Bulgar askeri Türk köylerine girememişlerdi. Bu da oldu. Her ev didik didik edildi. Okumuşlar, pehlivanlar, gözü uzağı görenler, aklı kesenler, doğuştan akıllı olanlar ve yüreğinde ateş yananların hepsi en karanlık koğuşlara, en derin sularla çevrili adalara, it uğramaz köylere sürgün edildi, kapandı. Bulgaristan Türk kimliği ocağındaki közler elendi ve karanlık sulara atıldı. Anlaşılan Türklük ateşinin sönmez olduğunu, her sabah yeniden doğduğunu bilmiyorlardı. Üstüne Türk ruhunun kir kitap değil, bir ülkü olduğunu da bilemediler


Makale ve Analizler - 2017

103

ki, tüm kötülükler geri tepti. Bir araya gelen her iki Türk uyandı. 28 direniş örgütü kuruldu. Her Türk bir militan oldu. Hak ve Özgürlüğüm bayrağı doruklara kalktı. Türk kimliği ateşi kendiliğinden tutuştu. Dokusunu illegal, yarı legal ve serbest renklerle bezdi. Görülmeyen önderler yetişti. Kovulanların yerini yenisi aldı. 19 Mayıs 1989’da çatı örgüt Demokratik İnsan Hakları Birliği “Demokratik Lig” Koca Balkanın bağrında Alvanlar köyünde Kongre çağırmıştı. Partinin kurucuları ve memleket çapında örgütleyenleri Mustafa Ömer, Sabri İskender, Ali Ormanlı, İsmail Yılmaz, Avni Veli, Nazım Seliman ve daha yüzlerce partili hemen kovuldular. İlk Büyük Türk kongresinde şiirler destanlar okumaya hazırlanan Ömer Osman, Nuri Adalı, Ahmet Şerif de kovuldular. Aynı gün Cebel şehrinde tarihimizin en büyük ayaklanması patladı. Ön safta İsmail Yılmaz (Paniş) yürüdü. Bağrı tutuşmuşlar çatır çatır yanıyordu. Tanklara, zırhlılara, otomatik silahlara çıplak ellerle göğüsleyen bir ruh vardı. Bir şehidin yerini bin Türk doldurdu. 70 bin kişi tek yürek oldu. İsim, dil, din, kimlik kavgasında direndi. Bulgaristan Tük Kimliği siyasi mücadele teknesinden dünyaya taşıyordu. Radyolar, televizyonlar, sağırlar ve körler bizi anlatıyordu. “Al ömrümü! Ver haklarımı” pankartlarının anlamını anlayamayan Bulgar, şaşırmış kalmıştı. “Kapıyı açtım” dedi. Sanki biz uğruna ölüp ölüp canlandığımız bu topraklara kapıdan ve pasaportla girmiştik. Bu sözlerin hakkımızda sarf ettiği son sözler olduğu bilincine vardığında, iş işten geçmiş. Bulgaristan Türklerinin kimlik orduları yeni topraklara mevzilenmiş ve güneşin bir başka doğacağı günleri bekliyordu. Üzerinde kanımız olan taşlar vatanımızdır. Çatıda kiremit kıran dolu “Vatan sizin” diyordu. Halkım elektrik tellerine dizilmiş kırlangıçlar gibi süzülmüş, rahmet bekliyordu. *** İsimlerimize alındığı gün su alan Bulgaristan Türklük çeliği sertleşti. Şehitlere, yaralara, “Büyük Göç”e rağmen, 29 Aralık 1989’da “isimlerin iadesi” kararı çıktı. Bu, büyük bir zaferdi. Bulgar devletinin soy kırımlı asimilasyon saldırılarına karşı Bulgaristan Türk kimliği tarafından kazanılmış görkemli dördüncü kesin utkuydu. Ölüp ölüp dirilmek gibi bir şeydi. Bulgaristan Türklerinin Türk kimliği yeniden yaşam hakkı kazanmıştı. Bir asırda 4 defa boğazlanmış ama pes etmemişti. 1972’den beri boğuşma arasız sürmüş Müslüman Türklük cephesini ülke çapında birleştirmiş ve politikleştirmişti. Çıplak ellerle devletle boğuşmak, ezilerek yok olmaktan kurtulman kolay olmadı. Bu ölüm kalım mücadelesi özgürlüklerin tamamen yok edilmiş olduğu, aşırı baskın totaliter bir sistemde verişmişti ki, hapislerden çıkan aydınlara memleketlerinde yaşama hakkı bile tanınmıyordu. Hak ve Özgürlük


104

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Hareketi kuruldu haberinin işitildiği gün içinde Türk aydın kesim, hapis, kamp ve sürgünden geçmiş militan kadro, atılgan ve cesur gençlik yani 500 bin kişi vatandan kovulmuştu. *** Türklüğün dev zaferinin çığlıkları henüz işitilmişti ki, düşman yeniden kükredi. Ve işte bu ortamda, Bulgaristan Türklerinin Kimlik Mücadelesini bir daha toparlanamaz sanmışlardı. Bulgaristan şoven komünistleri, faşist kırıntılar, isimlerimizi zorla değiştiren sopacılar bütün büyük şehirlerde birlikte hareketlendiler. Türk düşmanları isyana kışkırtıldı. Yenilgiyi kabul etmiyorlardı. Öte yandan 5 gün önce hapisten “salıverilen” Ahmet Doğan’ı sahneye çıkardılar. Bulgar ırkçıları Türklerin isimlerinin geri verilmesine karşı kışkırtan ve Ahmet Doğan’ı “Türklerin savunucu lideri” olarak öne süren gizli güç, sivil polis “DS” idi. Oynanan sahnede Türklerin Bulgar devleti üzerindeki zaferi önemsizleştirmek istendi. Türkiye’den dönen dalganın daha da büyümesinden korkuyorlardı. Yıllarca hazırlanan gizli planın ikinci aşamasına geçildi. Artık Bulgar devletinin ve partilerinin çatısı altında çıkan Müslüman Türkleri bir siyasi partide toplamak ve yemlemek ekiyordu. Ortam uygundu. 1984 - 1989 Türk kimliğini yaşatma direnişleri yıllarında kurulan 28 siyasi parti, dernek ve hareketin yöneticileri ve aktif üyeleri sınır dışı edilmişti. Yapılan danışmalardan sonra kurulacak siyasi oluşumun adının Hak ve Özgürlükler Hareketi olmasında uzlaşıldı. Türkler, haklar ve kimlikleri için özgürlük istiyordu. Yeni oluşumun, 1985’te Ahmet Doğan’ın özel bir “DS” kararıyla içine aşılandığı ve lideri olduğu Bulgaristan Türkleri Milli Kurtuluş Hareketi’nin devamı olarak gösterilmesi uygun bulundu. Bunun için ekli hazırlıklar yapılırken kurucu başkan Necmettin Hak ve ailesi başta olmak üzere, illegal yapılanmaya katkı veren kadro, açlık grevlerine ve Dobriç’teki gösterilere katılan, tutuklanıp salınan Türklerin hepsi sınır dışı edilmişti. Dobruca - Deliorman yöresinden, HÖH kurmaya davet edilenlerle peşin konuşulmuş, öneri ve itiraz kabul edilmeyeceği hususunda mutabık kalınmıştı. Kurucuların 12’si “DS” ajanıydı. Türkleri siyasi olarak gemleme ve kontrol altına alma tuzağının hemen kurulması konusunda BKP-MK emirlerine uyan “DS” hızlı çalıştı. Doğan’ın salıverilmesinden sonraki 2. haftada “parti kurması” kayda değer bir başarıydı. Üçüncü adımı da Türklere “siz Türk’sünüz” demesi oldu. Alan boştu, propaganda Türkleri yeni bir “soya dönüş süreciyle” korkutuluyor ve kuduran şoven Bulgar kitle ile haklarını savunma uğrunda son güçlerini toplayıp meydanlara dolan Türkler arasına bir “arabulucu” dikmek ekiyordu. Bu da, yeni kurulan HÖH partisi ve onun BKP-MK tarafından atanan lideri Ahmet Doğan olacaktı. Varna’da toplanan en güvenilir


Makale ve Analizler - 2017

105

“DS” ajanlarının listesi hiçbir zaman açıklanmadı. Onlardan biri olan Kasım Dal, “hepsini tanıyorum” dese de, kimliklerini açıkla(ya)madı. Bu sır bugüne kadar gizli tutulurken 33 kişinin 60 m2 bir daireye nasıl sığdığı, ne gibi kararlar aldıkları da gizli kaldı. Doğan HÖH partisine “lider ilan edildi.” O, BKP-MK tarafından “değişmez lider” olarak önceden belirlenmişti. Değiştirilememesi için bütün “DS” güçleri nöbete çağrıldı ki, bu nöbet artık 27 yıldan beri devam ediyor. Aslında HÖH partisi Varna’da değil “DS” Birinci Şube siyasi laboratuvarlarında kuruldu. 4 Ocak 1990’dan başlayarak Bulgaristan Türklerinin siyasi geleceği bir muamma olacaktı. Liderin bir numaralı ödevi Mayıs 1989’da olduğu gibi kendiliğinden başlayıp gelişen halk ayaklanmalarına yol vermemekti. Böyle bir hareketlenme olduğunda hemen bastırmaktı. Türklerin yanında değil, Bulgarlarla aralarında (BKP - BSP) yer almaktı. Türkler için değil Bulgar devleti (Komunistler) için çalışmaktı. Kokusu henüz kalkmamış Türk İsyanı BKP’yi iktidardan devirmiş, zalim Todor Jivkov’u siyaset çöplüğüne atmış ve ülkenin demokratik devletler ailesine katılması yolunu açmıştı. Bulgar devleti için bu etnik gelişmelerin hak ve hukuk arama şeklinde yayılması ve devlet kolluk güçleriyle çatışmaları Bulgar devletinin varlığını dahi sarsmış ve geleceğine gölge düşürmüştü. Yeni hedef yağmur bulutları bekleyen kırlangıçların elektrik tellerine toplandığı gibi Türkleri tünetmek, vites dışı bırakmak ve cereyan kutusu anahtarını Doğan’ın eline vermekti. ektiğinde bir anda hepsini birden yakma fırsatı yaratmaktı. Doğan’ın rolü bir de buydu. Yukarıda sözü edilen hapishaneden çıkan bildiriler gibi, Ahmet’in eline “DS” merkezinde hazırlanmış bir Program ve bir de Tüzük almıştı. Tüzükte ve daha sonra yazılan değişik tüzüklerin hiç birinde lider nasıl seçilir, nasıl serbest bırakılır, Bulgaristan Türklüğüne ihanet ettiğinde, kürsüden atılmadan nasıl kovulur gibi konular işlenmemiştir. Doğan Bulgaristan Türklerinin liderliğine sanki köle sahibi olarak ebedi atanmıştı. Onun elindeki belgelerdeki esas fikir,“Bulgaristan Türklerinin Bulgar ulusundan ayrılmaz bir parça olduğu” teziydi. Türk kimliği uğruna savaş vermiş olsalar da, Türk adı taşıyan Bulgar olduğunu kabul etmeyenlere “DS” planına göre, HÖH’de yer olmayacaktı. Yıllarca Bulgar Bilimler Akademisi’nde gevelenen, fakat bir türlü programlaştırılamayan “Bulgaristanlı Türklerin Türk isimli Bulgar kimliği” yalanı, bu defa ana silah olmuştu. Tutması için iyi tuzak kurulmuştu. 1984-1989 Türk kimliği “katliamına” katılan elleri kanlı, vicdanları kirli ve günahkâr kadro değerlenip toparlanmış ve yeni bir siyasi yığın olarak siyaset sahnesine sürülmüştü. Türklerin yarınları konusunda belirleyici olmak istiyorlardı. Adına demokrasi denen yeni ortamdaki ana güçler sahnedeydi. Varna’ya çağrılanlardan biri olan, “Özgürlük” derneği başkanı, aydın dernekçi, Türk kimliği uğruna hapislerde çürümüş Halim Pasajov, “biz Türk halkından ayrılmaz


106

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bir parçayız” deyince, kurucu meclisten atıldı. Diğer katılımcılar, 200 metre ötede soğuk ve ürpertici Ocak ayı dalgalarının sahile taşıdığı ölü balıkları bekleyen glarus kuşları gibi, yüz yıl kimlik mücadelesi veren Bulgaristan Türklüğü hazinesinden pay kapmayı düşlüyorlardı. O an, Ahmet Doğan, kendini Ali Baba’nın hazinesinde hisseden “parti kurucularını” izliyor ve hepsinden nasıl kurtulacağını hayal ediyordu. Kasım Dal hariç, hazır bulunanlardan hiçbiri ne partili, ne de zengin oldu. Umutlarının daha o an, oracıkta söndürüldüğünün farkında değillerdi. Onlar, kaynağı bilinmeyen suda abdest alınmadığını bilmiyorlardı. Kullanılmışlar ve fark etmeden topluca yeni bir tuzağa düşürülmüşlerdi. Yeni ve derin tuzağın adı Hak ve Özgürlük Hareketi idi. Büyük zaferle gelen yeni başlangıçtı. ekçesinde etnik grupların asimilasyon sürecinin değişik yöntemlerle devam ettirmek vardı. Türk kimliğini yok etme siyasetinde zehrin dozunu belirleyecek lider Doğan’dı. Ocak 1990’dan beri Bulgaristan Müslüman Türklerine sabah akşam içirilen ilaç bu oldu. HÖH partisinin programı, tüzüğü, kampanyaları, girişimleri, düzenlediği mitingler, şehit mezarlarına konan çiçekler ve dinsizlerin okuduğu Fatihaların hepsi göz boyamaydı. *** Kişiler olarak, STK’lar, dernek olarak, BGSAM - Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi olarak 27 yıldan beri Bulgaristan Türklerine 4 Ocak 1990’da Bulgaristan Türk kimliğinin yeni bir tuzağa düşürüldüğünü anlatmaya çalıştık, çalışıyoruz. Bu gerçeği anlatabilmek için bizim de uzunca bir araştırma ve evrim süreci geçirmemiz gerekti. Aydınların, Türk kimlik davamızın mayası olan kadroların partiden sökülüp atılması, özellikle de 1994 Kırcaali Konferansı’ndan sonra 10 bin aydınımızın mücadele cephesini, vatanı terk etmek zorunda kalması, bizim gözümüzü açtı, uyanmaya başladık. Yüzlerindeki maskeyi indirmeye çalıştık. Kırcaali Konferansında parti içinde demokratikleşme çabaları Doğan’ın parti içinde tek kişilik diktatörlük kurma eğilimiyle sert kapıştı. Bu kavgada demokratların yanında yer aldık. Diktatörlüğün üstün gelmesi gerçek demokratların partiden atılmasına neden oldu. ***


Makale ve Analizler - 2017

107

Ahmet Doğan hak ve özgürlük, adalet ve demokrasi davamızı satan bir haindir. HÖH ile Bulgaristan Türkleri’nin kimlik mücadelesindeki enerji birikimi boşa, toprağa saldı. Aktif kadrolar pasifleştirildi. Bu, umutlarımızın boşa çıkarılması için yapıldı. Beyinlerindeki düşünme kabiliyeti söküldü. “Oy verme hakları eşit olan köleler” durumuna getirildik. Halk için düşünen ve direnenler, haksızlığa isyan edenler Türkiye’ye ya da Batıya kaçmak zorunda bırakıldı. Farklı düşünenler HÖH’ten atıldı. Doğan’ın tek kişilik diktatörlüğünü kabul etmeyenler ezildikçe ezildi. İmkân bulup farklı bir siyaset izlemek isteyenlere ise hayat hakkı tanınmadı. 2014 yılına kadar atılım içinde olanlar sindiridi. Aldandığını kabullenmek istemeyenlerin beyinlerini bilinç ışıklarıyla beslemek, onlara yepyeni dünya görüşü aşılamak, ufuklarında başka bir pencere açmak ekiyordu ki, bu süreç 7 - 8 sene önce bir taban hareketi olarak Kırcaali’de ve Deliorman’da aynı zamanda başladı. Sosyalist olmayı seçen komünistlerden ve HÖH hainliğinden tiksinenlerden oluşan taban deseni yeni ufuk ararken GERB partisine oy vermeye başladı. Bu hareketlenme HÖH partisinden bilinçli ve beraberce sökülmeyi gündeme taşıdı. Bizim Türk kimliği davamız GERB’e bağlanacak bir dava değildir. Bu olursa, bizim için, kötü olan daha kötü olana yenilir. Ümidimizde hep HÖH partisinin kendi içinde kaynayarak kendi kendini arıtması vardı. Aslında HÖH kendi kendini yeniden üretirken arıtabilme kapasitesini genlerinde taşıyordu. Sonra, 1990 Mayıs/Temmuz Büyük Millet Meclisi seçimlerinde Türk seçmenin önüne çıkan Ahmet Doğan değildi. Bulgar şovenizminin yükselen tepkilerini göğüslemek için mitinklerin başını çeken gazeteci Hikmet Efendi ile sevilen besteci Turgut Bey ve Av. Sabri Hüseyin halkı anadilinde bol ve etraflı bilgilendirerek Büyük Nazım’ın “Ben yanmazsam, sen yanmazsan, o yanmazsa, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa?” çağrısıyla davaya sadakat anıtı içtirdiler. Efendiev, yeni günleri renk renk gül demediyle tarif ediyor, beyaz ya da sarı gül olmamız önemli değil, önemli olan demedin Bulgaristan kokması diyerek alkış topluyordu. Konuşmacılar Bulgar tarihinde tuz biberimiz olduğu gibi, cennetimiz vatan toprağıdır, diyordu. Sosyalizm yıllarının nasırları hala ellerinde işçiler ve köylüler, madenciler, şoförler huzur istiyordu. Bu nedenle HÖH partisinin amblemine iki zeytin dalı uzattılar. Mitinglerde Türkçe konuşulduğu için İçişleri Bakanı Semerciev ve ırkçılar saldırdıkça saldırdılar. Halkın kudretinden büyük güç yoktu. İsim değiştirmeye gelen milisi kürek sapıyla öteki dünyaya gönderen sanatçı Fatma, Bulgaristan Türkleri halk sanatını ezberinden sazıyla renklendirerek yaşatıyordu. Okul öğrencileri Nazım sevdalısı meydanlarda “hava kurşun gibi” ağır derken “yediden yetmişe herkesi”, “kurşun dökmeye” çağırıyordu. 1990 Mayısı, 1989 Mayısının sesli, renkli, bayram havalı devamı olmuş, halk selamlaşıyor, coşuyor, birlikte yemek yeniyor, kucaklaşıyor ve bizi artık kimse durduramaz diyordu. Halk özgürlüğe susamış, hürriyeti içiyordu...


108

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) ***

İrade dışı göç koşullarında kurulan HÖH partisinin başta Türkler olmak üzere, Pomak ve Romanları da başarıyla temsil etmesi meşruluk kazanmasına yardım ederken, Bulgaristan devletinin birlik ve beraberliğine saygılı politikalar benimsemesi otoritesini arttırdı. Ahmet Doğan’ın şahsiyetiyle birleşen HÖH, Bulgaristan Türk azınlığını çek anlamda “temsil” eden tek siyasi oluşum olarak ortaya çıkmış ve yerleşmiştir. Bu partinin daha sonra beliren diğer Türk partilerinden çok daha büyük meşruluğu var. O yıllarda Bulgaristan’da HÖH partisine teorik olarak rakip olabilecek birçok parti belirdi. Bunlar arasında en önemlileri: Güner Tahir’in liderliğini yaptığı Ulusal Hak ve Özgürlükler (UHÖP); Nedim Gencev’in başkanlığını yaptığı Demokratik Adalet Partisi; Osman Oktay’ın kurduğu Demokratik Kanat Hareketi; Korman İsmailov ile Kasım Dal’ın kurduğu Halkın Şeref ve Özgürlük Partisi (HDÖP) ve Lütfi Mestan’ın kurduğu Sorumluluk, Özgürlük ve Hoşgörü için Demokrasi (DOST) partisidir. Nedim Gencev dışında, yukarıda sıralanan parti kurucu başkanlarının tümü Hak ve Özgürlükler Hareketinden ayrılmış kadrolardır. Ayrılma gerekçeleri Ahmet Doğan’ın ajanlığı, değişmez ve eleştiri taşımaz liderliğidir. Bu partilerden hiç biri HÖH Partisi’ne gerçek rakip olamamıştır. HÖH içinde kalan grup yetkilisi konumunda olan milletvekillerinden bazılarını tanıyalım: 1) Ramadan Atalay. meclis grubunda alevi vatandaş kesimini temsilen bulunur. Güvenilir bir “DS” ajanıdır. Alevi kesimin uyanıp celallenmesini önlemek için oradadır. Doğan’ın kaprislerini kabul etmiştir. 2) Alevi kadrolar arasında halka yakın olan Dr Nihat Tabakov ve bazı başka isimler ya hapiste ya da mahkemeliktir. Sebebi, halka Doğan dışında hizmet götürmeleridir. 3) Müslüman olmayan Romen - Çingenelerden oy toplamak için, eski SDS süprüntüsü, karışık işlerin avukatı, rüşvetçi Hristo Biserov Başkan yardımcılığında bulundu. İpleri pazara çıkınca çekildi. Hangi işimize bir çivi çaktı? Hangi derdimize deva oldu?


Makale ve Analizler - 2017

109

3) Yine Roman kitleden oy toplamaya çalışan Dimitrov (Bat Sali) ve İliya İliev gibi kadrolar da yasa dışı işlerde yakalandı ve partiden uzaklaştırıldılar. Atanmış lider ne kadar güçlü olsa da parti “DS” mülkündedir. “HÖH” zamanını doldurmuş, ama görevi bitmemiş bir partidir. Bulgaristan’da etnik sorun canlıdır ve her an yeniden patlayabilir. 4) Osman Oktay, örgüt sekreteri iken ve Demokratik Güçler Birliği ile demokratik platformda buluşmaya çalıştığı için atıldı. 5) Lütfi Mestan Demokratik Güçler Birliği’ne kayan Türkleri geri toplamak için partiye çağrılmıştı. 20 yıl milletvekili ve ardından Başkan Yardımcısı ve Başkan oldu. HÖH tabanının yönetime karşı patlama noktasında Ahmet Doğan tarafından partiden atıldı. Partiden uzaklaştırılan aydın ve davamıza sadık kadroların sayısı 10 binden fazladır. Onlar parti içinde tekel duruma isyan etmiş kişilerdir. Bu kıyım, Doğan’ın şahsi kaprisi ile mi gerçekleşti yoksa bir yerlerden “vur!” emri alındı mı? Çünkü Kasım Dal davranışına gerekçe olarak Doğan’ın “ajan dosyasını” gösterirken, Lütfi Mestan “CU-24” Rus savaş uçağı düşürüldüğünde Türkiye’ye yakınlık gösterdiği için siyaset güvertesinden indirildi. Mestan’ın bir NATO üyesi olan Bulgaristan’da Avrupa Atlantik siyaset dengesi çok yorumlandı. NATO ve Atlantik yandaşlığı siyaset değildir. Liberalizmden kovulan bir kişinin liberal parti kurması da görülmüş bir şey değildir. Bu olayların yönlendirildiği düşünüldüğünde, neticede 1950’de yasaklanan, 1990’da da buzulun altına saklanan Bulgar aşırı milliyetçiliği ve faşizminin yeniden kabarmasına olanak tanınması dikkat çekicidir. 1990 Ocağından sonra Bulgar milliyetçiliğinin Türklere ve Türkiye’ye karşı en güçlü kalkışması 2016/2017’de yaşandı. Sebep, HÖH partisinin NATO’cu bir kanatla parçalanması oldu. Genel Başkan konumundaki Lütfi Mestan ve sadık arkadaşlarının partiden topluca kovulması, HÖH/ içinde, her an baltalamaya hazır bomba piminin çekten Doğan’ın elinde bulunduğunu bir daha kanıtladı. 2013’ten beri ebedi Fahri Başkan olan Doğan liderliğini korumuştur. *** 26 Mart 2017 erken genel seçimlerinde HÖH’ten kopan 220 bin oydan HŞHP/ DOST seçim ortaklığı ancak 90 bin oy alabildi. HÖH ile HŞHP/DOST Birliği arasında


110

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Türkiye’de göçmenler arasında da ilk kez ciddi bir oy kavgası yaşandı. Göçmen oyları bölündü. Ana partiden kopan 100 binden fazla oy da GERB partisine aktı. Bu arada HÖH partisinin Roman ve Pomak seçmen oylarının aslan payını aldığı doğrudur. Bulgaristan’da Kırcaali, Şumen, Razgrat, Tırgovişte, Silistre, Smolyan ve Blogoevgrad HÖH kaleleri olarak kaldı. Son seçimde Türkiye’den en çok oy Bursa ve İzmir sandıklarından geldi. Bu gelişmeler seyrinde Bulgaristan’da “Türkün Türk’ten başka dostu yoktur” sloganı yeniden pekişmişti. HÖH’e her seçimde oy şeklinde geri dönen güç, meşruluğu, karma bölgelerdeki huzur ve belediye ve muhtarlıklar düzeyinde iyi örgütlenmiş olmasıdır. Bu arada HÖH partisinin “alternatifsizliği” de Türk kimliğinin yeni siyasi yapılanmasında ciddi engeller yaratmaya devam ediyor. Bunu Türk köylerindeki siyasi katılım oranında okuyabiliyoruz. 2017’de Bulgar ırkçı şoven siyasi tabakanın birleşerek güç toplaması ve Ahmet Doğan’ın tek uluslu devlet siyasetine arka olurken, Türklük cephesinde birleşmeyi frenlemesi, ülke içinde Türk kimliğinin yeni atılımlara geçmesini halen durma noktasına getirmiştir. HÖH partisinde önemli rol alan ünlü şahısları tanımaya devam edelim: Prof. İbrahim Tatarlı ve Ünal Lürfi, HÖH içindeki 20 yıl süren ödevleri ilginçtir: a) Bulgaristan Türklerinin hak ve özgürlük davası içine bir ajan olarak sokulan Ahmet Doğanın gerçek kimliğini gizlediler. Tatarlı bu konuda yazılan tüm kitaplardan ters sonuç çıkararak Doğan’ın 1989 Mayıs Ayaklanması önderi olduğu yalanını kabul ettirmek amacıyla eserler yazdı. b) “Değişmez lideri”, “HÖH davasının kutsallığını” ve “Bulgar Etnik Modeli”ni halka indirip benimsetmeye çalıştılar. Parti, aynı zamanda birçok hırsızı, rüşvetçiyi, palavracıyı gizleyen, koruyan bir legal örgüt rolü gördü. Diğer partilerin taşıyamadığı iri ajanları, suç dosyası kalın albay ve generalleri HÖH himaye etti. Onlara yaşam olanakları sundu. Devletin içindeki Türk düşmanlarını korudu. “Soya dönüş süreci” katillerine kanat açtı. Onları yemledi ve korudu. “Multi Grup” Ahmet Doğan’ın (KGB-DS) eseridir. Sosyalist devletin özelleştirilmesinden Türk, Pomak ve Romanların bonolarıyla yapılandı. Devlet ve kooperatif mülkünü talan eden en büyük birim oldu. Bir General torunu olan, Delyan Peevski’yi siyasete çeken, milletvekili yapan ve Bulgar oligarşisinde zorlu biri haline getiren de yine Ahmet Doğandır. HÖH’ün meşru parti olanaklarını kullanmış ve alabildiğine palazlanmasına imkân sağlamıştır.


Makale ve Analizler - 2017

111

Bu şahıs aracılıyla HÖH paraları dış ülkelere kaçırılmıştır. HÖH himayesinde bulunan ve Doğan’a yakın “şirketler çemberi” ulusal imkanları talana devam ederken, “Kütüphaneci Enstitüsü” gibi oluşumlarla Türkler arasında çalışacak köstebek ağını örüyor, yeni kadrolar yetiştiriyor. 1990’dan beri Bulgaristan yeniden yapılanamamışsa, enerji üretim kaynaklarını 3/2 ve ağır sanayi kapasitesini %80 oranında kaybetmişse, bu talanda HÖH lideri Doğan’ın katkı payı çok büyüktür. Tarımın aldığı darbelerle işletme sanayi çökertilmiştir. Aynı yıllarda “Belene-2” Atom Elektrik Santrali, “Güney Akım” doğal gaz boru hattı inşaatı, liman, kara yolu ve demiryolu modernleştirme işleri hep yarım kalmıştır. Sebepleri arasında, finans akımlarının hep Ahmet Doğan, yani kulislerdekilerin eliyle paylaşılması ve talan edilmesinde gizlidir. Bu gelişmeler Bulgaristan Türklerinin Bulgar toplumu içindeki yapıcı unsur otoritesine büyük zarar vermiştir. BKP-MK karar ve emriyle kurulan “Türk Partisi”nin ödevlerinden biri de Bulgaristan ve Türkiye Türklüğünün kaynaşmasını baltalamak oldu. “Büyük Göçle” anavatanı gören Bulgaristan Türkleri Türklük denizinde, Türklük kültüründe yüzdü. Değiştiler, yeni bir kişilikle kanatlanıp, şahlandılar. Türklük bazında, iki ülke vatandaşlarının oluşturacağı, kaynaşacak sermayenin güçlenmesine olanak tanımamak, ayrıca da Bulgaristan Türklerinin kendi öz sermayesinin oluşmasını, kendi işletmeleri olmasını engellemek de amaçları arasındaydı. Bu arada, gerek “Multi Grup” zamanında gerekse ardından gelen Peeevski yıllarında Bulgaristan Müslüman Türklerini desteklemek için gelen finans kaynaklarını ele geçirip, Bulgar finans oligarşi çevrelerinin hizmetine sunmak önemli işler arasına girdi. Bugün HÖH- mali imkânlarının Arap ülkelerine kaçırıldığını ve hatta Küba’da 8 otel kurulup kumar işlerine yatırılacağını okuyor ve büyük bir esefle izliyoruz. Karma bölgelerde HÖH girişimiyle kurulmuş işletme gösterebilmekse olanaksızdır. Bu bölgelerdeki tüm olanaklar BSP kodamanlarına peşkeş çekilmiştir. Oysa komünist totalitarizmi korumaya çalışan BSP zihniyeti, 1989 Mayısında isyan eden Türk kimliğinden ekonomik alanda intikam almaya çalışıyor. HÖH’le işbirliği yaparak Bulgaristan’ın karma nüfuslu bölgelerini Avrupa’nın en geri kalmış yöresi haline getirmeyi başardı. Bu bölgelerde bir il Belediye Başkanı, 34 ilçe belediye başkanı, yüzlerce muhtar ve 667 belediye meclis üyesi HÖH partili olsa da, ajan Doğan yönetimi devlet ve kooperatif mülkiyetini talandan kurtaramadı. Alın terimizin ürünü olan 15 bin 300 küçük-büyük ölçekli sanayi işletmesinden ancak 1500; 3 bin tarım üretim kooperatifinden ancak 300; 15 milyon koyundan 1 milyon 500 bin adet ve 1 milyon 650 bin sığırdan ancak 160 bin kalmış olması önü alınmaz çöküşü kanıtlamaya yeterlidir.


112

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Aynı bölgelerde insansız köyler 335, sağlık hizmeti olmayanlar 1000, okulsuz köy sayısı da her yıl artıyor, Türkçe eğitimin kapıları ise 1960’ta kapandı ve bir daha açılamadı. Ajan Doğan’ın Türklüğümüzü yok etmek için totaliter komünistlerle bu denli yakın iş birliği yapacağını bu kadarını kimse düşünememişti. 1990’dan sonra 3 defa sosyalistlerle iktidar ortaklığı yaptı. 1991’de ve 2013’te hükümet devirdi. Eline geçirdiği tüm imkânlarla ekmek teknemiz tütüncülüğü yok etti. Sigara fabrikalarını kapattı, “BULGARTABAC HOLDDİNG”i sattı. Hayvancılığımızın belini kırdı, tarım ürünlerini işleme sanayi yok edildi. Patatesi Polonya’dan, domatesi Yunanistan’dan, maydanozu Makedonya’dan ve biberi Türkiye’den ihraç ediyoruz. HÖH yönetimi Türk halkı ve onun öz davası için değil, Türk vatandaşları sıkıştırıp ülkeyi terk etmeye zorlamaya çalıştı. 1 milyon soydaşımız Türkiye’de barınırken, 300 bin civarında Bulgaristan Türkü de Batı Avrupa ülkelerine çıktı. HÖH- uşaklık zihniyeti etnik topluluğumuzun son mali birikimlerine de saldırdı. Müslüman Türkleri Avrupa kıtasında en yoksul ve sefil tabaka haline getirirken, amansız sömürü kapaklarını ardına kadar açtı. HÖH- kıyım zihniyeti Bulgaristan Türk zihniyetini tamamen köreltebilmek için okullarımızda Türkçe yasaklarının üstüne kilit üstüne kilit vurdu, anadilimizde gazete, dergi çıkarılmasını, TV ve radyo yayınlarımızı hep onlar engelledi. Düşünebiliyormusunuz bu gün Bulgaristan’da 1 Türkçe gazete, dergi veya kitap alacak yerimiz yok... Bu partili ajan-hainler güruhunu Bulgaristan Türk Kimliğini içinden oyarak kurutma çabaları faşist III. Boris ve totaliter diktatör Jivkov devrini sinsi düşmanlık ve eşsiz hainlik bakımından fersah fersah ilerde bıraktı. Bu bakıma HÖH- partisinin “Bulgaristan Türkü”, “Müslüman Türkler”, “Türk azınlığı”, “Türk Halk Topluluğu”, “1989 Türk Ayaklanması”,“Müslüman Türklerinin Kimlik Mücadelesi”,“Türk Kültürü”, “Bulgaristan Türklerinin Edebiyatı”, “Bulgaristan Türklerinin Özgün Kültürü” gibi kavramları anmadan yaptığı 9 kongreye değinme, konuşulanların içerin analizi etmek boşa zaman harcamak olur. Yüksek Mimarlık Öğrencisi Oktay Yeni Mehmedov’un 2013’te Sofya Milli Kültür Sarayı’nın 9. Salonunda Kongre raporunu okuyan Ahmet Doğan’ı kürsüden saman çuvalı gibi fırlatması bütün Bulgaristan Türklüğü tarafından alkışlanırken, salondakilerin akıl tutulmasına uğraması, kendi kendini anlatan bir olaydır. 2014 genel seçimlerinde HÖH Bulgaristan Türk kimliğinden sert bir sille yedi. İsperih ve Blagoevgrad’da HÖH lideri Doğan’ın hazırladığı aday listelerinin seçmen tarafından tasvip edilmemesi ve “tercihli” oy kullanılarak farklı kişilerin meclise gönderilmesi BKP-MK ve “DS” tarafından atanan lidere uykusuz geceler yaşattı.


Makale ve Analizler - 2017

113

İlk kez halk “turşu” kavanozlarının yerini kendisi değiştirmişti. Bu, parti içi isyandı. Demokrasi isteğinin zaferiydi. 2017 Mart seçimlerinde HÖH 12 sandalye birden kaybetti. Seçim özgürlüğü isteyen dalga yükseldi. 1990’dan beri geçen yılları kaybolan yıllar olarak algılayanlar artıyor. Artık neyi kaybettiğimizi az da olsa görenler olmaya başlamıştı. 27 yıldan beri HÖHyöneticilerinin verdiği basın toplantılarında, Kongre, Konferans konuşmalarında, Meclis kürsüsünden yaptığı konuşmalarda, “Türk” sözü kullanılmadı. Lütfi Mestan “Türkçe Kitap” kavramını ilk kez 2015’te partiden atıldıktan sonra ağzına aldı. Bu olaylar üzerinde derin düşünmemizi zorunlu hale getiren çok acı gerçeklerdir. Kısacası, liberal ideolojisi, siyaseti, felsefesi, kadroların CV’si ne olursa olsun HÖH- kadrolarının özünde Bulgaristan Türk kimliği aleyhinde olmak, Türklerin haklarının tanınmasına karşı yer almak, Türklüğün yeşermesini çiğneyenlere katılmak ana kıstas olmuştur. Bu işi ekmek parasından olmamak için yapanlara acıyorum. Ahmet Doğan olmak üzere, onlar her zaman karşımızda oldu. Bugün HÖH kimlik bunalımı içindedir. Yarı Bulgar yarı Türk partisi olmak mümkün değildir. Romen Çingeneler HÖH’ye toplanınca Bulgarlar çıktı. Parti yönetiminin ateist olması kitlenin İslam dinine olan bağlılığını etkiledi. Parti liderinin ve etrafına topladığı kadroların Türkiye aleyhinde tavır takınması, Bulgaristan Müslümanlarını HÖH’ten soğutan önemli etkenlerden birisi oldu. Büyük Türkiye lideri Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a dil uzatılması, 15 Temmuz 2016 darbesi konusunda çekiçi davranılmaması HÖH partisi Bulgaristan Türklüğü saflarından daha da uzaklaştırdı. Bunun hesabı ödenmemiştir amma kalacak değildir... Hürriyet ve demokrasi için mücadele eden kitlenin bir ajan tarafından yönetilmeyi artık kabul etmediği gün gibi ortadadır. Son yıllarda Bulgaristan’da programlarında Hak ve Özgürlük Hareketi Partisi’nin kapatılmasını (yasaklanmasını) isteyen siyasi parti ve hareketler belirdi. Bunların tabanı Bulgar ırkçı milliyetçiliği olsa da, saldırılarının özünde Türk Milli Kimliğimiz vardır. HÖH Partisi’nin birçok konuda pasif kalması, kişisel menfaatleri etnik azınlık çıkarlarının önüne çekmesi ve kimi defa ezilen halkımıza karşı devleti kışkırtması anlaşılır gibi değildir. 2017 itibarıyla Bulgaristan Türklerinin yeni bir siyasi partiye ihtiyacı var. Bu yeni yeşerme dernek çalışmaları, kulüp etkinlikleri ve gençlik hareketlenmesiyle güç toplamak zorundadır. Bulgaristan’da seçim sisteminde köklü değişiklik yapılabilse, halkımız HÖH sahtekârlığını kendi oylarıyla siyaset çöplüğüne atmaya hazırdır. Fakat totaliter sistemin hala yaşamasında önemli katkıları olan HÖH lideri Doğan da aralarında olmak üzere, geçmişe bağlı siyası çevreler, var olan


114

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

durumun yaşamaya devam etmesinde direniyorlar. Bu kitlenin ortasında HÖH liderliği de yaşıyor. Bulgaristan Türk kimliği kendilerini yeni bir partide yapılanmak istiyorlar. 4. Bulgar Enik Modeli 1990’da Bulgaristan’da demokratik dönüşüm başladı. Türklerin isimlerinin geri verilmesini istemeyen şoven Bulgarlar ile Müslüman Türkler arasındaki yeni cephe 1990 Ocak başında oluştu. Çatışma ortamı meydana geldi. ginlik tırmandı. Demokratik platform arayan barışçı çözüm çabalarına “Bulgar Etnik Modeli” adı verildi. Olayın tarihsel köklerinin “soya dönüş süreci” mezalim yıllarından çok daha ilerlere uzandığı hemen fark edildi. Bulgarlar kinli, Müslümanlar öfkeliydi. Hak ve özgürlüklere yaşam hakkı tanınmıyordu. Her şey “devlet”, “ulus”, “dil”, “din”, “özgün kültür”,“anadilde eğitim ve öğrenim”,“azınlık edebiyat, sanat ve kültürünün” ulusal uygarlık içindeki yerinin belirlenmesi gibi büyük bir düğümünde toplanmıştı. Bulgarların millet anlayışında, Türkler Osmanlının bir devamı olarak nitelendiğinden, sözde Bulgaristan bekası için yeni büyük bir tehlike oluştu. “Soya dönüş sürecinde” iyice kızışan totaliter milliyetçi propaganda, Osmanlı mirası ve Türklerin varlığını bütünüyle reddetti, tarihten sildi. İsimlerin ve bazı manevi hakları elde eden Türk kimliğinin yeniden canlanıp yeşerme korkusu bacayı sardı. Yakın tarihlerinde her çarpışmayı kazanmış, fakat bütün savaşları kaybetmiş, işlediği suçların boyutunu bilen Bulgar zihninde devletin meşruluğu kendiliğinden söz konusu olunca, tepki kükredi. Model tabloda, cephenin bir tarafında isimlerini henüz geri alamamış Müslüman Türk azınlığı, karşılarında 1984’te onların isimlerini zorla değiştiren ve demokratik devletin kendilerinden hesap sormasından korkan şoven Bulgarlar yer aldı. Renkleri ise koyu anti-Türk tonlarıydı. Kaderci bir anlayış sivrilen, Bulgar kökenli ve Ortodoks olmayanı dışlama ruhu yerli Türkleri hedef almıştı. Bu aslında devletin tamamen arkasında olduğu reel politikaydı. Tam da bu noktada suçlulara dokunmama, hesap sormama siyasetini gerçekleştirmek için siyasete katılan Ahmet Doğan’ın rolü arttı. Türkleri gemlemek, yola gelmeyi kabul etmeyenleri sınır dışı etme yolları bulma gündem oldu. Bulgarlar arasında kendini suçlu hisseden kesim 1944 yılındaki hesaplaşmadan korkuyordu. Ülkeyi terk etmeye başlayanların ilk durağı ya Güney Afrika Cumhuriyeti, ya Kanada yada Avusturalya oluyor, izlerini kaybettirmeye çalışıyorlardı. “Barışçı uzlaşma ve hesap sormama” siyasetini Moskova da destekledi. Ahmet Doğan’a petrol işlerinde ticari imkânlar sağladı. Yeni siyaset devlet desteği buldu ve kılıf


Makale ve Analizler - 2017

115

aranmaya başlandı. 2017’de Ahmet Doğan’ın Bulgar devletine nedir sorusunun cevabı“Türkleri gemlemesinde ve “soya dönüş süreci”nde suç işlemiş Bulgarlardan yargı önünde hesap sorulmasını önlemesinde” gizlidir. Yeni toplumsal tablo kendiliğinden oluştu. Bir tarafta isimlerini henüz geri alamamış Müslüman Türk azınlık Karşılarında suçlu şoven Bulgarlar vardı. Bir günlük HÖH partisinin çiçeği burnunda lideri Ahmet Doğan barışçı uzlaşı kahramanı olarak siyaset ortamına sürüldü. Bulgar toplumuna uzlaşma umudu olarak dayatıldığında, yerli Türkler onun azınlık haklarının koruyucusu olarak kabul etmişti. Soğuk Savaş’ın bittiği, Varşova Paktı’nın dağıldığı, Sovyetler Birliği’nde “açıklık” ve “yeniden düzenlenme” rüzgârlarının estiği yeni ortamda Bulgaristan’da güçler dengesi Türk Müslüman azınlıktan yanaydı ve insan hakları savunucuları sahneye çıkmıştı. Etnik çatışmayı önleyecek Bulgar Etnik Modeli’nden etnik hakları savunmasını beklemek doğaldı. O zaman kimse Bulgar Etnik Modeli’nin doğal ve sivil haklar, azınlıkların hakları açısından bir hayal olduğunu düşünmedi. Yeni tablo, 1984 ve 1989 Mayısında tepeden tırnağa silahlı kolluk güçler ve karşılarında çapa-kürekli köylüler, aralarında ise kanlı hicran gölü olan eskisinden, çok farklıydı. Bulgarlar silahsızdı. 1989 olayları, Bulgaristan’da değil bir başka yerde meydana gelmiş olsaydı ve onları bir Bulgar gazeteci yansıtsaydı, eminim “iç savaş” derdi. Son 27 yılda yazılan kitaplar ve bu dönemin en büyük olgusu olan totaliter sosyalizmden demokrasiye Geçiş Dönemi analiz edilse, Ahmet Doğan kişiliği ve Bulgar Etnik Modeli en önemli ve değişmeyen politik simadır. Modelde çelişkilerinde netleşen, resmi dili kullanan ve ulusal kültürü yaşatan Hıristiyan Bulgarlar çoğunluk ile anadili Türkçe ve dini İslam olan ama ikisini de kullanmada sorun yaşayan Müslüman azınlık arasındaki uzlaşmaz gerginliktir. Demokratikleşme sürecinin ta başında hayata çağrılan “Bulgar Etnik Modeli” bir kopya değildi. Orijinalliğinin ifadesi Bulgarca “zaednost” Türkçemizde (birliktelik) ya da /birlikte olma zorunluğu/ şeklinde panolara asıldı, gazetelerde başlık oldu. Daha önce böyle bir slogan yükseltilmemişti. Tarihimizde iyi komşuluklar ve hoşgörü vardı. Bu atılımda, Orijinalliğinde, sahte de olsa HÖH gibi bir partinin alelacele kurulması ve öne sürdüğü uzlaşma stratejisi vardı. Yeni parti Sofya’daki Uzlaşma Komitesi’nin


116

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yerini hemen aldı. Bulgaristan Türklerinde, sürekli sert baskıyla uygulanan tek tip bir ulus devlet yaratma siyasetinin “gözden geçirileceğine”, “halkı ezen bu yaklaşımın suya düşeceğine”, etnik topluluklar, ulus ve devlet arasındaki ilişkilerin yeniden yapılandırılmasının mümkün olacağına umut belirmişti. Etnik modele hayat ışığı veren de bu umuttu. Sahnedeki yüzleşmede kimlik ve din olarak asimile edemediklerini sınır dışı etmeye devam eden devlet, şoven ve ırkçı kalabalıktan yana yer almıştı. Yeni modelin içindeki en önemli ilişki Bulgar-Türk etkileşimi olacaktı. Bulgarların bir asır şiddetlenen zulmünün üstü “Bulgar hoşgörüsü” konulu yüzlerce yazı, tez ve kitapla hemen cilalanmak istendi. El kitapların kalınını Prof. Maksim Mizov yazdı: “Bulgar Etnik Modeli.” 3 bin nüsha basıldı. 2 binini Ahmet Doğan satın aldı. 1000 nüshayı da yeni devlet güvenli “DS” kadrolarını eğiten “Kütüphaneciler Enstitüsü”nden Prof. Dimitır İvanov ödedi. O, totalitarizm devrinde, en karmaşık ilişki olduğu sanılan, BKP-MK ile devlet güvenlik “DS” yönetimi arasındaki etkileşimi “Altıncı Şubeyi” yönetmişti. 1990’da ilk demokratik seçimde, Sofya meclisine giren 6 Bulgar, bu şubenin ajanıydı. İvanov, satın aldığı kitabı eski ve yeni ajanlarına hediye etti. Okuyan okudu da, kitabın ne anlattığını kimse anlayamadı. Bunu gören Ahmet Doğan “Üç Boyutlu Bütünleşme” yazısını kaleme aldı. İşler daha da karıştı. Kafa karıştıran Doğan’a devletin en büyük nişanı verildi. 1991’de kabul edilen Anayasa’da “Bulgar Etnik Modeli” kavramına yer verilmedi. Sonradan gelen değişiklere de girmedi, hatta herhangi bir kanunun açıklamasına eki de olmadı. Böylece bu model, “Bulgar demokrasisinin en önemli” yeniliği, kazanımı ve özelliği olsa da devletin ve toplumun dışında kaldı. Bakanlar Kurulu katlarında “Bulgar Etnik Modeli” şubesi kurulmadı. Yük yalnız Doğan’ın sırtında kaldı. Aşırı milliyetçi Bulgarlarla Müslüman Türklerin bir iç savaş çıkarmadan birlikte yaşamaları ise onun hesabına bir artı olarak geçti. Doğan planlı çalışıyordu. Demokratikleşmenin daha ilk yıllarında Moskova’ya davet edildi. Heyete “Multi Grup Holding” Başkanı İliya Pavlov, bugünkü “Kütüphanesi Enstitüsü” Rektörü Prof. Stoyan Dençev ve başka şahısları da aldı. Moskova’da, Rus yönetimi “soya dönüş süreci” suçlularının (katillerin) cezalandırılmamasını istedi. Karşılık olarak ticari olanaklar önerildi. Ruslar Bulgaristan siyasetini eskiden de böyle yürütmüşlerdi. Hatta Sofya Üniversitesi bile Ruslarla ticaretten kazanılan paralarla kurulmuştu. Yeni hedef uğruna gerekirse meclis felce uğratılacak, hükümetler düşürülecek ve başka yollara da başvurulacaktı. Sadık kadrolar korunacaktı.


Makale ve Analizler - 2017

117

Doğan teklifi kabul etti. Bulgar Etnik Modeli’nde siyasi öz böyle oluştu. Kendi üstüne şirket olmayan Doğan, 50 tanker ham petrol, benzin ve başka yakıt aldı sattı. 2005’e kadar “soya dönüş süreci” katilleri siyaset buzulunun altına gizlendi. Hiçbirinin kılına dokunulmadı. 15 yıllık Bulgar Etnik Modelinde yeni ortam yoklaması “Multi Grup” parasıyla kurulan aşırı sol, Rusofil “Ataka” partisinin siyaset sahnesine çıkarılmasıyla başladı. 2007’de Bulgaristan’ın Avrupa Birliği’ne üyelik dosyasında Hak ve Özgürlükler Partisi Genel Başkanı Ahmet Doğan imzalı çok önemli bir belge vardı. Bu belgede; “Bulgaristan’da etnik sorun yoktur. Bulgar etnik modeli iyi çalışıyor” yazılıydı. Ekine de, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Kenan Evren imzalı, “Türk-Bulgar anlaşması: Bulgaristan’da çözülmemiş etnik sorun yoktur” protokolü iliştirilmişti. Doğan, 2004’te Bulgaristan NATO’ya üye alınırken Türkiye Cumhuriyeti Büyük Millet Meclisi’nin özel destek kararı almasında da etkili olmuştu. Tüm bu katkılar, Geçiş döneminde ve Bulgar Etnik Modeli bina edilirken taşıyan sütün rolü gördü. Hepsi Doğan’ın Bulgar devletine olan özel hizmetleri hanesine eklendi. 2013’ten başlayarak o saraya geçti. 1984 - 1989 yaralarının üzerinden 20 yıldan fazla bir süre geçtikten sonra, 2012’de Bulgar meclisinden “Soya dönüş sürecini” kınayan özel karar çıktı. Hak ve Özgürlük Hareketi milletvekilleri kararı onayladı. Acaba değişen neydi? Bir defa Türk azınlığın siyasi parti kurma potansiyelini çalan Ahmet Doğan, devlet ihtiyaçları için kurduğu Hak ve Özgürlükler Partisi’ni, Türk azınlığın parlamentodaki temsilcisi olarak dayattı ve orta konumlu bir siyaset izleyen parti, ne sol ne de sağ cephede yeni bir Türk partisinin meclise girmesi yollarını tıkadı. Adem Kenan, Mehmet Hoca, Güner Tahir, Osman Oktay, Kasım Dal ve Lütfi Mestan’ın denemeleri başarısız oldu. Olaylara tarihçi gözüyle bakıldığında, HÖH’ün ve Bulgar Etnik Model’inin siyaset sahnesine çıkması, bu ülkede 1878 Osmanlı Rus Savaşı’ndan 1984 isim değiştirme katliamına kadar gelişmelerin bir ürünüdür. Gelişmelerin kıvılcımlarını 500 yıl çoğunluk ve egemen olan Türklerin 1878’de azınlık durumuna düşmesinde ve tek uluslu devlet kurma siyasetiyle eritilerek yok edilmek istemelerinde ve buna sert tepkilerinde görüyoruz. HÖH olduğu gibi Bulgar Etnik Modeli de Bulgar polisi “DS”nin “soya dönüş sürecine” karşı kurulan 28 direniş örgütünün oluşturduğu siyasi yapılanmayı yok etmesiyle mümkün oldu. Siyasi strateji, Bulgaristan Türklerinin hak ve özgürlük davasını parlamentoya kapamakla, olayın çözümsüzlüğüne kapı açtı. Bulgar Etnik Modeli’ni de Bulgar devletinin çözümü zor sorunlarının aşılmasında kullandı. Bu bakıma çizilen tabloda HÖH Partisi Bulgaristan Türklerinin Türk kimliği davasını temsil etmediği gibi, Bulgar Etnik Modeli de Bulgaristan Türklerini hak ve özgürlüklerine götüren bir yol olamadı.


118

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Meclis seçimlerinde HÖH’ün aldığı oy oranı da bu tespitimizi asla değiştirmedi: Seçim yılı

Sofya Meclisinde

%

Koltuk sayısı

%

1990

23

6. 03

1991

24

7.54

1997

15

6.25

1997

19

7.5

2001

21

7.5

2005

34

13

2009

38

14.45

2013

36

11.31

2014

38

14.84

2017

26

8.9

Bu dalgalanma HÖH partisinin mecliste Bulgaristan Türklerini değil, perde ardındaki oligarşiyi, Bulgar Etnik Model’inin de ancak devlet çıkarlarını temsil ettiğini anladığı derecede azalmış ya da çoğalmıştır. Bu model çok etnisiteli, çok dinli ve çok kültürlü devlet modelini boğma aracı olarak geliştirilmiştir. Bu planın Türkleri “temsil eden” partinin aracılıyla gerçekleştirilmesi, modelin doğurduğu en acı sonuçtur. Bulgar Etnik Modeli çok kültürlülüğü, çok dilliliği tanımayan bir modeldir. O, çok etnisiteli, çok dinli ve çok kültürlü devlet modelini boğma aracı olarak geliştirilmişti. Zamanı doldu. Etniklerin haklarını tanımayan hiçbir devlet gelişememiştir. Bu sinsi planın Türkleri “temsil eden” partinin aracılıyla gerçekleştirilmesi, doğurduğu en acı sonuçtur. Çünkü Bulgaristan azınlıkları arasında en gelişmiş ve en kültürlü olan Bulgaristan Türkleri, Pomak ve Müslüman Romana, Tatar ve Gagavuzların manevi hayatına can veren ana kaynaktır. Türklerin etnik saldırılara uğramasıyla diğer azınlıklar da yara almışlar. Romanların içlerine çekilerek getto-mahallelere kapanmak zorunda kalmışlardır. Bulgar Etnik Modeli 27 yıldan beri hiçbir azınlık topluluğunun hiçbir sorununu çözmemiş, çözüm engelleyici araçlar üretmiş ve baskı uygulamıştır. Millî Türk kimliğinin ifade edilmesi yasaklanmış, Çingene azınlık Gettolara sıkıştırılmış, Pomak bölgeler de insansız kalmıştır. 1960’tan beri okulları devletleştirilmiş ve


Makale ve Analizler - 2017

119

anadilinde eğitim yasaklanmış olan etnikler yalnız maddi sefalet içinde değil kültürel yetersizliklerle de baş edemez durumdadır. Bulgar Etnik Modeli içine alınan ve değişik programlarla entegre edilmeye çalışılan Romanlar toplumdan tamamen uzaklaştırılmış durumda Getto-mahaller içinde sefilliğin dibinde yaşamaya zorlanmıştır. Bu açıdan değerlendirildiğinde Bulgar Etnik Modeli totaliter komünist düzendeki insan ayrımını sürdürürken, açık terör uygulamasını yeni daha ince baskı yöntemleriyle devam ettirmiştir. Bulgar Etnik Modeli ülkede yaşayan Türklerin Bulgar ulusundan bir öğe olduğu tezine kilitlenerek Türkiye’deki soydaşlarla ekonomik, ticari ve kültürel yakınlaşma ve işbirliğine de engel olmuştur. Ahmet Doğan sözünde durdu ve Bulgaristan Türklerinin en zor yılları olan 1984 - 1989 döneminde işlenen cinayetler için bir tek Bulgar katilin burnunun kanamasına izin vermedi. “DS” ve BSP - BKP ile işbirliği yaparak Bulgaristan gerçeklerini katilleri duruşma salonlarından uzak tuttu ve Bulgar Etnik Modeli’ne paketleyerek korudu. Bu model, Türk-Bulgar etkileşiminin gelişmesine yardım edeceğine, Bulgaristan’daki Rus çıkarlarının korunmasına kalkan oldu. Bu model suçluları, zorbacıları, katilleri, rüşvetçileri, dalavereci ve dolandırıcıları korudu, ülkenin demokratikleşerek adalet sağlanması ve etnikler arasında huzur ve eşitlik tesis edilmesine de engeller yarattı. Sağ ve sol partilerin Batıya yaklaşma ve NATO, Avrupa Birliği, Dünya Bankası, İMF vb işbirliği siyasetinde ılımlı destek sağladı, Rusya çıkarlarını da her zaman ön planda tuttu. 2009’da, Ahmet Doğan’ın kıllarına dokunulmasına izin vermediği komünizm dönemi suçluları Bulgaristan’ın Avrupa Vatandaşları GERB Partisi kişiliğinde iktidara geldi. 1990 anti-Türk ve anti-Müslüman şoven mitinklerinde başı çekenler “Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Yurtsever Cephe” Partisi, İç Makedon Devirm Örgütü VMRO ve daha birçok dernek ve cephede birleşerek ülkede üçüncü siyasi birlik oldular ve 2017 seçimlerinde Başbakan Yardımcısı ve bakan koltuklarına oturdular. Aşırı sağ, şoven ve hatta Avrupa Konseyi’nin bir kararında “faşist” olarak nitelendirilen güçlerin programındaki birinci madde, Hak ve Özgürlükler Partisi’nin, meclis dışı diğer Türk partilerinin ve Bulgar Etnik Model’inin yasaklanmasıdır. Türklerin, Pomak ve Ramanların sivil toplum örgütlerinde örgütlenmesini engellemek, derneklerini tescil ettirmemek, yasaklamaktır. Çünkü Doğan ve çevresi Bulgaristan Türklerinin kolektif haklarını kullanma geleneğinden korkuyor. 2014’ten beri gelişen Deliorman ve Dobrucanın uyanışı, Kırcaali’deki başkaldırı Doğan ve “üst aklın” aklını karıştırdı. Bu mücadelenin ilk adımında Bulgaristan Türklerinin kimlik davası vardı, en yüksek doruklarında da aynı dava bayrağı dalgalanıyor ve dalgalanacaktır. Bu mücadelede devlet güçleri kullanılırken, propaganda saldırıları yoğunlaşıyor, milliyetçi ve ırkçı güç ortaklığı oluşturuluyor.


120

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2017

121


122

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Varna Ana-Baba Öğrenci Derneği Müsamere Grubu 1932

Eski Zara Turan Kongresi - 1932

Rusçuk Türk Kadınları Yeni Harf Kursunda - 1928

Eskicuma - Turan Kongresi - 1931


Makale ve Analizler - 2017

123


124

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

BULGARCA 78 агенти на бившата ДС са намерили място в листите за вота

пролет” – с 8.

BG-SAM-10.Mart.2017 78 агенти на бившата Държавна сигурност са намерили място в депутатските листи. От общо 4725 издигнати кандидати с картончета се оказаха хора от почти всички партии. Най-много те са в листите на БСП – 16, ДПС са с 9, а Обединените патриоти и „Българската

ДОСТ и ГЕРБ имат по петима, a „АБВ и Движение 21”, както и коалиция „Кой” - с по четирима


Makale ve Analizler - 2017

125

Реформаторите, “Нова република” и “Да, България” вече обявиха, че ще ги изтеглят от листите. Сред известните имена в списъка са Румен Гечев, Таско Ерменков, Славчо Велков и журналистът Тома Томов от БСП. Рамадан Аталай е в листите на ДПС, Красимир Каракачанов - на Патриотите, а Лютви Местан - на ДОСТ.

ВелизарЕнчевеиздигнатот„Българскатапролет”,конституционалистътГеорги Марков - от ГЕРБ, а Жорж Ганчев - от „Коалиция на недоволните”.


126

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan’da Seçim Sonuçları

BG-SAM-30.Mart.2017

Централна Избирателна Комисия РЕШЕНИЕ № 4670-НС София, 30.03.2017 ОТНОСНО: обявяване на резултатите от гласуването и разпределението на мандатите в Четиридесет и четвъртото Народно събрание На основание чл. 57, ал. 1, т. 1, чл. 300, ал. 1 и чл. 297 във връзка с чл. 290, ал. 2, изр. последно от Изборния кодекс и Решение № 4666-НС от 29 март 2017 г. на ЦИК Централната избирателна комисия РЕШИ: I. Обявява резултатите от гласуването в изборите за народни представители за Четиридесет и четвъртото Народно събрание, произведени на 26 март 2017 г., съобразно получените действителни гласове от страната и извън страната, както следва:


127

Makale ve Analizler - 2017

1. Брой на избирателите според избирателните списъци при предаването им на СИК: 6 810 341. 2. Брой на гласувалите избиратели според подписите в избирателните списъци: 3 682 151. 3. Брой на намерените в избирателните кутии бюлетини: 3 682 493. 4. Брой на недействителните гласове: 169 009. 5. Брой на действителните гласове: 3 513 419. 6. Разпределение на гласовете по кандидатски листи на партии, коалиции и независими кандидати според наименованието и номерацията в бюлетините и „Не подкрепям никого“:

ПП ДРОМ ПП Движение за радикална промяна Българската пролет Политическа партия Движение Напред България Нова Република – ДСБ, Съюз за Пловдив, Българска демократична общност КОАЛИЦИЯ НА НЕДОВОЛНИТЕ (БСД – Евролевица, Българска Социалдемократическа партия, Християн-Социален Съюз) ВОЛЯ ПП БЪЛГАРСКИ ДЕМОКРАТИЧЕН ЦЕНТЪР - БДЦ Коалиция АБВ - Движение 21

Брой действителни гласове

Партия, коалиция или независим кандидат

Брой недействителни гласове

%

4.989

0,14

360

9.232

0,26

215

6.644

0,19

267

86.984

2,48

457

5.945

0,17

193

145.637

4,15

1473

3.130

0,09

163

54.412

1,55

488


128

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Движение за права и свободи 315.976 - ДПС БСП за БЪЛГАРИЯ 955.490 ПП ГЕРБ 1.147.292 партия на ЗЕЛЕНИТЕ 10.159 Обединение ДОСТ 100.479 ПП Възраждане 37.896 КП ДВИЖЕНИЕ ДА 101.177 БЪЛГАРИЯ (Зелените, ДЕОС) ОБЕДИНЕНИ ПАТРИОТИ 318.513 НФСБ, АТАКА и ВМРО КОЙ – Българската левица и 2.916 Зелена партия ПП НАЦИОНАЛНА РЕПУБЛИКАНСКА 2.325 ПАРТИЯ БЪЛГАРСКО НАЦИОНАЛНО 3.921 ОБЕДИНЕНИЕ РЕФОРМАТОРСКИ БЛОК 107.407 ГЛАС НАРОДЕН Соня Спасова Маркова - независим, издигнат в 292 първи изборен район Благоевградски Красимир Иванчев Жейнов независим, издигнат в трети 374 изборен район - Варненски Росица Пенчева Йорданова независим, издигнат в трети 295 изборен район - Варненски Златко Спасов Здравков - независим, издигнат в 85 единадесети изборен район Ловешки

8,99

5.146

27,19 32,65 0,29 2,86 1,08

12.812 14.573 357 4.120 634

2,88

505

9,07

1.940

0,08

124

0,07

142

0,11

139

3,06

637

0,19 от гласовете в района

7

0,18 от гласовете в района 0,14 от гласовете в района 0,12 от гласовете в района

10 2

1


129

Makale ve Analizler - 2017

Димитър Огнянов Игнатов 0,43 от - независим, издигнат в 537 гласовете 3 петнадесети изборен район в района Плевенски Румен Желязков Домбашов 0,38 от - независим, издигнат в 227 гласовете 5 двадесет и втори изборен в района район - Смолянски Георги Стоянов Кадиев 1,00 от - независим, издигнат в 2.270 гласовете 8 двадесет и трети изборен в района район - Софийски Димитър Кирилов 0,25 от Байрактаров - независим, 463 гласовете 5 издигнат в двадесет и пети в района изборен район - Софийски Иван Стоянов Матев 0,36 от независим, издигнат в 573 гласовете 6 двадесет и седми изборен в района район - Старозагорски Не подкрепям никого 87.850 2,50 Общо 3.513.490 44.432 II. В изборите за народни представители за Четиридесет и четвъртото Народно събрание няма избрани независими кандидати. III. Определя четири на сто от действителните гласове, получени в изборите за народни представители в страната и извън страната, произведени на 26 март 2017 г. (без гласовете за независимите кандидати и „Не подкрепям никого“) – 136820.96 (сто тридесет и шест хиляди осемстотин и двадесет цяло и деветдесет и шест стотни) гласа. IV. Определя партиите и коалициите, получили не по-малко от четири на сто от действителните гласове в страната и извън страната: Партия/коалиция ПП ГЕРБ БСП за БЪЛГАРИЯ

Брой действителни гласове 1.147.292 955.490

% 33,54 % 27,93 %


130

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ОБЕДИНЕНИ ПАТРИОТИ – НФСБ, 318.513 9,31 % АТАКА и ВМРО Движение за права и 315.976 9,24 % свободи – ДПС ВОЛЯ 145.637 4,26 % Общо 2.882.908 87.850 V. Разпределя мандатите в Четиридесет и четвъртото Народно събрание по метода на Хеър – Ниймайер и съгласно Методика за определяне на резултатите от гласуването и разпределяне на мандатите при избори за народни представители – Приложение № 1 към чл. 248 от Изборния кодекс, както следва:

5 6 6 3 1 2 2 2 1 2 2 2 4 2

1 2 2 1 1 1 1 1 0 0 0 0 1 0

Общо мандати

3 4 4 3 2 2 1 2 1 2 2 2 3 2

ОБЕДИНЕНИ ПАТРИОТИ - НФСБ, АТАКА и ВМРО

2 2 1 1 0 0 0 1 3 0 1 1 1 0

ПП ГЕРБ

Движение за права и свободи - ДПС

0 0 2 0 0 1 0 0 0 0 0 0 0 0

БСП за БЪЛГАРИЯ

ВОЛЯ

Изборен район Благоевградски Бургаски Варненски Великотърновски Видински Врачански Габровски Добрички Кърджалийски Кюстендилски Ловешки Монтана Пазарджишки Пернишки

11 14 15 8 4 6 4 6 5 4 5 5 9 4


Makale ve Analizler - 2017

131

Плевенски 1 1 3 3 1 9 Пловдив 1 0 3 5 2 11 Пловдивски 1 1 4 4 1 11 Разградски 0 2 1 1 0 4 Русенски 0 1 3 3 1 8 Силистренски 0 1 1 1 1 4 Сливенски 1 0 2 2 1 6 Смолянски 0 1 1 2 0 4 София 23 1 0 6 8 1 16 София 24 1 0 4 6 1 12 София 25 1 0 5 6 2 14 Софийски 1 0 3 3 1 8 Старозагорски 1 1 4 4 1 11 Търговишки 0 2 1 1 0 4 Хасковски 0 1 3 3 1 8 Шуменски 0 2 1 2 1 6 Ямболски 0 0 2 1 1 4 Общо мандати 12 26 80 95 27 240 VII. Обявява броя на получените предпочитания (преференции) за кандидатите по кандидатски листи в отделните изборни райони, съгласно приложението. Решението да се обнародва незабавно в “Държавен вестник”. Председател: Ивилина Алексиева Секретар: Севинч Солакова


132

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Български изселници в Турция ще търсят сметка на ДОСТ заради провала на изборите

BG-SAM-30.Mart.2017

Председателят на Дружеството за култура и сътрудничество на българските турци “Бултюрк” в Истанбул Рафет Улутюрк заяви, че от организацията му ще настояват управляващите в Турция да потърсят отговорност от партия ДОСТ заради провала им на изборите в България. Призивът е поместен на страниците на органа на дружеството, вестник “Бултюрк”, предава БТА. С твърденията, че имат влияние в България и че непременно ще влязат в българския парламент, Дост излъгаха редица турски политици и институции, които директно или индиректно ги подкрепяха. Представяха се сред българските турци като “партия на Ердоган” и фактически нанесоха вреда на турския президент и на Турция като цяло. Затова трябва да се потърси най-строга отговорност от ДОСТ и нейните застъпници, а председателят й Лютви Местан трябва да подаде оставка, посочва председателят на дружеството. Отношенията между Турция и България не бива да се напрягат заради партийни интереси, те трябва да се поддържат добри, защото това е от взаимен интерес, се казва в изявлението на председателя на “Бултюрк” в Истанбул Рафет Улутюрк. Orjinali; http://bnr.bg/post/100814538/balgarski-izselnici-v-turcia-shte-tarsatsmetka-na-dost-zaradi-provala-na-izborite


Rafet Ulutürk, Selanik’te Mustafa Kemal Atatürk’ün doğduğu evde...













Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.