40 - "KGB-DS" İÇİN HAK VE ÖZGÜRLÜK

Page 1

“KGB-DS” İÇİN HAK ve ÖZGÜRLÜK

2018 Ocak - Şubat Makale ve Analizleri


“KGB-DC” İÇİN HAK VE ÖZGÜRLÜK BULTURK BGSAM Yayınları Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi - BGSAM - 40 BULTÜRK Adına Genel Başkanı: Rafet ULUTÜRK Basım: Ocak - Şubat - 2018 Koordinatör: Dr. Nedim BİRİNCİ Editör: Raziye ÇAKIR İnternet sorumlusu : Kapak Tasarım: Murat ULUTÜRK Pazarlama Sorumlusu: Hamiyet ÇAKIR Arşiv: İbrahim SOYTÜRK İsteme Tel: 0212 511 63 47 www.bulturk.org; www.bghaber.org; info@bulturk.org İnternet sitesinin yazıları Adres: Yıldırım Mah. Şehit Kamil Balkan cad. No.114/A Bayrampaşa İstanbul Tel: +90 (212) 511 63 47 Belgegeçer: +90 (212) 526 51 98 https://bgsam.org/, https://issuu.com/bulturk, https://bulturk.org.tr/ Baskı : DİNÇ OFSET MATBAACILIK SAN. ve TİC. LTD. ŞTİ. Adres: Davutpaşa Cd. Emintaş San. Sit. No: 103/580-581 Topkapı - İstanbul Tel: 0090 212 493 24 67 TÜRKİYE CUMHURİYETİ YASASI GEREĞİNCE BU ESERİN YAYIN HAKKI BULTÜRK’ten İZİNSİZ KISMEN VEYA TAMAMEN ÇOĞALTILIP YAYINLANAMAZ

Web: www.bghaber.org ; E.Posta: rafetuluturk@yahoo.com


“Bilgi Ordusu, Bizim Ordumuz, Bildiğimizi Öğretmek,Bizim Borcumuz.” Rafet ULUTÜRK

Düşünceler dizisi olan elinizdeki eserin anlamı derin bir uğraşın ancak başlangıcıdır. Bulgaristanlı Türk Müslümanların başına 1970-72, 1984-85’te düşen yıldırımın bir daha düşmemesi için bir uyarı ve ışık niteliğindedir. Saygılarımızla, B U LT Ü R K İ st a n b u l



Önsöz Yerine Yıl 2018 2016 yılı Bulgaristan Türkleri ve soydaşlarımız için umut dolu gelmişti. Cumhurbaşkanlığı seçimi ve siyasi dönüşüm amaçlayan bir halk oylaması yapılacaktı. Vatandaşlar siyasi sistem değişikliğinin seçim sisteminden geçtiğini kavramıştı. Ancak parti listelerinde gösterilenlerin seçildiği “çoğulcu” uygulamadan kurtulup, seçmen tarafından gösterilecek ve seçmenin iyi tanıdığı kişilerin meclise gönderileceği mutlak ekseriyet (salt çoğunluk) sistemine geçişin müjdesini bekliyordu. Bu değişiklik için 2 milyon 500 bin seçmen oy verdi.Seçmen, meclis seçimlerinde parlamentoya giren siyasi partilere oy başı 11 leva verilmesine yani milyonlar ceplemesine son verilmesini ve seçimlerin zorunlu olmasını istedi. 2 milyon 500 bin seçmenin oyu mahkeme kararıyla rafa kaldırıldı. Siyasi sistem değişikliği için “izin veremeyiz” dendi. Bunu deyen ise, 1989 yılından sonra, “ben artık öldüm” aldatmacası yaparak, Bulgar toplumu içine boydan boya uzanan kaskatı totaliter sistemin yarattığı oligarşi ve sözcüleri oldu. Onlar aynı yıl Bulgar aşırı sağcılarını birleşmeye çağırdılar. Giderek birleştirdiler ve onlara “yolunuz iktidar basamaklarından tırmanmaktır” dediler. Avrupa’nın kaderi de kötüydü. Sığınmacılar, savaş kaçakları, kitle göçleri, kıta değiştirenler çatır çatır kıvılcım saçan faşizm her günümüzü zehir etmeye başladı. 1989’da parçaları anmalık olarak satılmaya başlayan Berlin Duvarı’ndan parçaların yerine yeni duvarlar çekmek için yeni duvarcılar belirdi. Doğu Avrupa ülkeleri aralarındaki sınırlara boydan boya tel duvar gerdiler. Tarih ayıbın böylesini daha önce görmemişti. Sınırları kaldırıp özgür bir dünyada yaşama hevesiyle birleşmeyi seçenler insanlara, “Toplama Kamplarını”, yargısız idamları, Nazileri, faşistleri anımsattılar. Avrupa Konseyi 3 Bulgar siyasi partisine, “Ataka”, İç Makedon Devrim Hareketi (VMRO) ve “Bulgaristan’ı Kurtarma Hareketi” ve bu üçlünün “Yurtsever Cephe” ortaklığı Türk, Müslüman, İslam,


6

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

sığınmacı, göçmen ve öteki düşmanlığı aldı yürüdü. Düşmanlık yılan zehrinden kötü olan... Müslümanları hem isteme hem de istememe siyaseti karıştıkça anlaşılmaz oldu. Avrupa Birliği üyesi 28 devlet Türkiye Cumhuriyeti karşısında boyun eğdi ve bir gün “ama şu göçmenleri durdurun, bizi çökertecekler” dedi. 2016 ve 2017’nin en büyük olayı buydu. Dev adımlarla büyüyen ve güçlenen Türkiye’ye daha önce 28 devlet birden yalvarmamıştı. Diz çöktüler ve 2016 ve 2017’de durumun özünü fark edemediler. Çökenler Güneşten uzaklaştıklarını fark edemezler. Kuşkusuz, önüne eğilmiş kafalardan biri olan Bulgaristan’dı. Hem Brüksel’e ve hem de Ankara’ya bakarken Bulgaristan Türklerini görmezden geldi. Onları siyasi olarak parçalayarak ve parçaladıkça ezerek mecliste faşistlere daha geniş yer açanların ve faşistleri 1944’ten beri ilk defa iktidar koltuklarına davet edenlerin tam olarak ne düşündüklerini ve ne istediklerini anlamak çok zor olmadı. Artık göç durmuş, doğal olarak geri göç başlaması zamanı gelmişti. Faşist düşmanın kafasında iki hedef birden doğdu. Camiler ve mezarlıklar. Camilerin içinde de Türkçe konuşmayı yasaklamak, Türkler için Vatan kalesi olan, mezarlıkları daraltmak hatta vakıfları kabristanlık olarak ayırdıkları bütün arsalara el atıp, onları cesetlerini gömecek bir insan boyu topraksız bırakmayı düşündüler. Sofya Türk Mezarlığı 28 yıl önce dolmuştu. Bunu Ahmet Doğan’a, Lütfü Mestan’a, Osman Oktay’a, Kasım Dal’a vb asla anlatamadık. Yakın geçmişte mecliste yaşlanan Ramadan Atalay’ın eşi vefat etti. Bir mezar yeri bulamadık, doktor hanım Bulgar mezarlığına gömüldü. Yazarlarımızdan İsmail Çavuş öldü, Sofya dışında Bankiya kasabasındaki Hıristiyan mezarlığına gömdük. Bu şehirde zengin Müslümanlar için de mezar yeri yok. Sofya kenarında 52 dönüm bir yer alındı. Toprak sahibi Bulgar komşular vakıf malımıza, kendi mülkümüze mezarlık yapılması için gereken “razıyım” belgesini vermedikleri için, 20 yıldır boş duruyor o kutsal toprağımız. Karşımızdaki devlet kale gibi! Püskülü faşist. Ortada kaldık. 2016 - 2017 bizim için çok zor yıllardı. Mezarlıksız Vatan olmaz!!! Mücadele devam ediyor. Raziye ÇAKIR


Önsöz: Elinizdeki kitapta, biz Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği BULTÜTK’ün aydın kadroları ile Bulgaristan Stratejik Araştırmalar Merkezi BG-SAM ekibinin kaleme aldığı yazıları bulacaksınız. Size değişen dünyamızı kendi açımızdan anlatmaya çalıştık. Bulgaristan’da ve Türkiye’de yaşamış ve eğitim almış bir ekip olarak öncelikle her şeyimizin ortak olduğu inancından çıkarak, ne kadar istesek de birlikte yürüdüğümüz yolu ve içinde birlikte olduğumuz zamanı zorlayabilmemizin mümkün olmadığını ama bu yol ve zamanın kendi kuralları olduğunu ve bunlardan akıllıca yararlanarak birçok işler yapılabileceğini açmaya çalıştık. Bu kitabın zaman kesimi 2018 yılının Ocak ve Şubat aylarıdır. Bu kısa dönem bizim BULTÜRK olarak 2002’den beri izlediğimiz yolun iki aylık devamıydı. Bizim için çok önemliydi. Bulgaristan’ın başkenti Sofya’da Avrupa Konseyi’nin (AK) 6 aylık dönem başkanlığını Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov yapacaktı. Siyasi öngörümüzde, ilk kez olmak üzere, Bulgaristan kurumları ve vatandaşları Avrupa Konsey, Komisyon ve Birlik yönetimiyle yüz yüze gelecek ve askıdaki problemlere çözüm aranacak ümidi vardı. Bulgaristan Balkanların büyük ülkelerinden biri olsa da, Avrupa Birliği bileşiminde orta boyutta, tarımı ve sanayi bunalım içinde, işsizlik oranı yüksek, eğitim sistemi kriz yaşayan, çok yoksul ve çaresizlikle boğuşan bir ülkeydi. Bulgaristan’ı 2009’dan beri yöneten halkın Avrupa vatandaşlığı seçeneğini temsil eden GERB partisi, 24 Mart 2017’i erken genel seçimlerinden sonra 3 aşırı milliyetçi partiyi kabineye almış ve AK’nin “faşist” olarak nitelendirdiği bu partilerle yönetimi paylaşmıştı. AK Başkanlığının “faşist” olarak damgaladığı güçlerin iktidarda bulunduğu bir ortamda 6 aylık dönem başkanlığını dağıtması ve yeni seçim yapılarak adalet ve demokrasi güçlerinin hükümet kurmasını istemesi beklenirdi. Ne yazık ki, AK’yi üyeleri dönem başkanlığı için keçi kılından elbise giyip samsak kolonyası kullandılar ve faşizm yılanına kendileri ısırtmadan işe varıp geldiler. AK başkanlığı Sofya’da büyük protesto gösterileriyle başladı. Bulgar başkenti köpürdü. Dönem toplantıları başkanı Boyko Borisov zulayı açtı ve karanlık güçlerin hiçbir zaman yenilgi kabul etmediğini kanıtlarcasına, bir çuvalda bir milyon leva olduğunu kabul etsek, 100 çuval leva dağıtarak önce polis ve jandarmayı yatıştırdı. Diğerleri beklemeye devam ediyor.


8

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu 2 ay BULTÜRK etkinlikleri için çok önemliydi. İlk kez olmak üzere Başkan Rafet Ulutürk yönetiminde bir heyetimiz Sofya Büyükelçimiz Sayın Hasan Ulusoy Beyi makamında ziyaret etti ve iki halk ve iki ülke, özellikle de Bulgaristan Türkleri, dostluk, barış ve güvenlik davası yararına başarılı çalışmalar temennilerinde bulundu. Bulgaristan Müslümanları Diyanetini ve Başmüftülüğü ziyaret etti. Sofya Kültürel Etkileşim Derneğinde yararlı bir görüşme gerçekleştirdi. Elinizdeki kitapta, Bulgaristan’da 2018 atılımlarına, oradaki kardeşlerimizin yaşam ve etkinliklerine, büyük bir hevesle başlattıkları aydınlanma sürecine ilk kez yayınlanan yazılar da bulacaksınız. Rafet ULUTÜRK BULTÜRK / BG-SAM 07.08.2018

Değerli Hemşehrilerim, Bulgaristan’da hepimiz zor günler yaşadık, itildik, ezildik, çiğnendik, hatta gün geldi vurulduk, şehitler verdik. Bu nedenle bizler kendi içimize kapanarak, yaşam mücadelesi vermeye çalıştık. Ancak bu içine dönüklükten kurtulmalıyız ve Türkiye’de yaşadığımıza göre, yasaların bize verdiği tüm haklardan bizlerde yararlanmalıyız. Peki, neden bunu yapamıyoruz? 1877-78 Rus-Türk savaşından sonra Osmanlının Balkanlardan çekilmesiyle birlikte, savaş esnasında işlenen akıl almaz katliamlar nedeni ile atalarımız asırlarca yaşadıkları yerleri terk ederek göç yolunu tutmuşlardır. Geride kalanlar ise Bulgaristandevleti’nin uygulamaya başladığı soy kırım politikalarına karşı direnmiş ve hayatta kalmaya çalışmışlardır. Şimdi ise burada Türkiye’de yaşayanlar oralara yardım edebilmek için, burada ilk önce bir araya gelmek ve bir merkez oluşturmalıyız. Artık bir kurum altında toplanmalı ve birlikte hareket etmeliyiz. Bu birliğe hepimizin ihtiyacı olduğuna inanıyorum. Artık bir birimizi kötülemekten vaz geçmeliyiz, birisi için yanında konuşamayacağımızı başka bir yerde konuşmamalıyız, yani kısaca arkasından konuşmamalıyız. En önemlisi samimi, hoşgörülü ve ahlaklı olmak. Zamanla her şey yerine


Makale ve Analizler - 2018

9

geleceğine inanıyorum, ama tabi ki bu dava üzerinde kafa yoran, stratejiler üreten ve devamlı bunun üzerinde çalışan olursa. Bizim savaşımız insanlarımızı ahlaklı yetiştirmek olmalı, birlik ve beraberliğe kendi insanlarımızla başlayarak tüm Türk Dünyasına taşmalıyız. Bizler burada Türkiye’de yaşayan Bulgaristanlılar büyük bir kitle haline gelmiş durumdayız. İşte bu nedenle şimdi bu kitleyi yani kendi hemşerilerimizi, bir araya toplayarak bir merkez, bir güç birliği oluşturmalıyız, tabi ki bu bizim doğal tabii hakkımızdır. Bizler de artık toplum gücünü kullanabilmeliyiz. Toplum olarak haklarımızı elde etmek zorundayız ve bu yönde çalışmalıyız. Biz bunu söylerken, önderlerimizi seçerken, başkaları kötüdür demiyoruz. Biz bu işi onlardan daha iyi yapabileceğimize, Türkiye Cumhuriyetine ve Türk Dünyasına daha verimli olacağımıza, buralarda bu bölgelerde yaşayan Türklerin daha iyi, daha güvenilir, yaşamalarını sağlayacağımıza inandığımız için, Önderliğe, Yönetime talibiz. Bu arada Bulgaristan’da kalan kardeşlerimizin hepsinin siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel kimliklerini, muhafaza edebilmeleri için mücadele etmeliyiz ve bu konuda gerekeni yapmalı ve gerekli yardımları yapmalı ve yaptırmalıyız. Aramızda Ahlâklı, Adaletli olanları seçmenli ve yüceltmeliyiz. Geçmişi konuşmaktansa, gelecekten söz etmeliyiz, bugünü değil, yarınları görerek hareket etmeliyiz. Aramızdan stratejistlere imkân ve fırsat vermeliyiz ve onları bizler yetiştirmeli yön verebilmeliyizkısa-10 ve uzunvadeli -50 yıllık hedefleri gösterebilmeliyiz. Aramızda kötü niyetli insanları tespit etmeliyiz, bilmeliyiz ki, onların kusurlarından dolayı değil, bu güne kadar yapılması gerekenleri engelledikleri için aramızdan uzaklaştırmalıyız. Bu güne kadar neler yapılmamış, onları araştırmalı, bilmeliyiz ve neler yapılması gerekir onları söylemeliyiz ve bunları bir an önce hayata geçirmeliyiz. Bizler gözyaşları dindirmek için, yaralara mehlem olmak için, her yüke ortak olabilmeliyiz. Gençlerimize, sadece balık pişirmesini değil, balık tutmasını da öğretmeliyiz, insanlarımızı denizlere, okyanuslara açılmalarını sağlamalıyız. Aramızda Tek Lider değil her sokakta, her mahallede bir lider yetiştirmeliyiz, biz dünyayı yönetmek için oğullarımızı yetiştirmeliyiz. Bizim insanlarımız yani Bulgaristan Türkleri şahsi başarıları Türkiye’de belkide en çok olanlardanız. İşte artık bizler toplum olarak haklarımızdan yararlanmasını bilmeliyiz. Her şeyden önce siyasi hakları-


10

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

mızı toplum olarak kullanmalıyız, daha sonra ekonomik ve kültürel haklar onu takip edecektir. Hepimizin gördüğü gibi, tarihte büyük güçler çok defa kötü politikaların kurbanı olmuşlar ve bunlar devam edecektir. Bir toplumun Lideri olmadan hiçbir şey olmaz, bu lideri de toplum çıkarmalıdır. Siyaseti güvenilir, sevimli hale getirmek bizim hedefimiz olmalı, bu gün çok zor, imkânsız olarak görünse de, yarınlara umutla bakabilmeli ve baktırabilmeliyiz. Var olabilmemiz için, var kalabilmemiz için, öncelikle temel hususlarda anlaşma sağlamalıyız. Aramızda bir birimize güveni kaynaştırmalıyız ve samimi olmalıyız. Her şeyden önce özgüvenimizi kazanmalıyız, birlik ve beraberliği ön planda tutarak insanları insan oldukları için sevip saymalıyız. İçimizde barışı sağlayıp, tek merkezde bir çatı altına toplanmalıyız. Bu çatı da “BULTÜRK Derneği” olmalıdır. Buradan tüm dünyaya sesimizi duyurabiliriz. Balkanlar konusundaki politikalarda etkili olabilmek için yolları aşındırmalıyız. Çünkü gelişmiş ve Bulgaristan’da etkili bir Türkiye Balkanlara tamamen hâkimiyet kurabilecektir. En önemlisi kararlı olalım ve birbirimize samimi, saygılı olmayı ve bir birimizi sevmeyi öğrenmeliyiz. Bizim derdimizi ve problemlerimizi en iyi anlayabilecek zaat bizden olduğunu idrak etmeliyiz. Bulgaristan Türkleri konusunda teşhisi bizler kendimizi yetiştirerek yetki mercileri alarak son noktayı biz koymalıyız, bu güne kadar ki eksikliğimiz budur. Ayrıca Balkanların anahtarı Bulgaristan’da yani Bulgaristan Türklerinden geçtiğini de öğrenmeli ve öğretmeliyiz. Sevgili dava arkadaşlarım. Kendimizde özgüveni, aramızda güveni ve merkezioluşturduktan sonra, kimsenin aramıza nifak tohumları ekmesi mümkün değildir. Bizim için önemli olan, eksiklerimizi bulmaktır. Geçmişi bırakarak artık bizler aydınlanma dönemine bir an önce geçmeliyiz. Halimizi tespit etmek çok kolay, gazete, dergi yayın hayatımız nerede, kaç gazete, tv, radyo bizimle ilgili haber yapıyor.Burada suçlu değil, sebepleri aramalıyız. Gelin bunları tartışalım, niçin bu güne kadar bir Bulgaristan Kültür Merkezi olmamış, bunu şimdi nasıl gerçekleştirilebiliriz, bunlara yönelik çalışmalar toplantılar yapmalıyız. Hedefimiz Türkiye Cumhuriyetini daha güçlü, daha huzurlu ve daha iyi yarınlara götürmek için olmalı. Güçlü bir Türkiye Bulgaristan da yaşa-


Makale ve Analizler - 2018

11

yan Türklerede güven ve huzur verecektir, onların daha rahat yaşamalarını hep birlikte sağlayabiliriz. Bunlar zannetiğiniz kadar zor işler değil. Dünyada insanlar bir iş için değil, bir İdeal için hayatını feda ederler. Bunun için güçlü olmak sesini duyurabilmek için öncelikle bir Kurum ve bunun Merkezini oluşturmalıyız. Çünkü Merkezi olmayan hiçbir topluluk bir yerlere gelmesi mümkün değildir. Bu güne kadar konuşmalar tartışmalar yapılmış fakat bir ağıç ekilmemiş işte bu gün bunu yaptık BULTÜRK tüm Bulgaristan Türklerinin biz öncelikle sadece Bulgaristanlıyız. Bizler elimizdeki kıt kaynaklarla bir merkez oluşturmaya çalıştık, bunda da muhafak olduk. Bu merkeze ulaşmakta büyük güçlükler ile karşılaştık bu konuda bizlere yardımcı olan emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz. Ayrıca bizlere kendi yerini veren Mümin Hocamıza huzurunuzda kendisine tekrar tüm halkımız adına buradan teşekkür ediyoruz. Bundan sonraki hedef de Türkiye’nin her yerine ulaşmak ve bu birlikteliği her yerde tesis etmektir. Bu merkezimizde artık kendimize ait bir kültür merkezimiz oluştu toplantı salonumuz da mevcuttur her 15 günde bir toplanıyoruz. Amacımıza ulaşabilmek için devletin bir şeyler yapmasını beklememeliyiz. Birlikten kuvet doğar Atasözünde olduğu gibi güçlerimizi birleştirerek devlet yönetiminde söz sahibi olmalıyız ve geleceğimize kendimiz yön vermeliyiz. Gençlerimizin devlete girmelerinin yolunu aydınlatmalıyız. Artık bizim de Ankara’da TBMM’de kendi temsilcilerimiz olmalı. Bizler de buralara kendi içimizden birilerini gönderebilmeliyiz. Aramızda birlik ve beraberliğimizi oluşturduğumuz takdirde kendi içimizde samimi olduğumuzda başarıların ard arda geldiğini göreceğiz bunu başaracağımıza eminim. İhtiyacımız olan tek şey kendi içimizde daha adaletli olabilmek. Sevgi ve saygılarımı sunarım, Genel Başkan Rafet ULUTÜRK


12

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Putin ve Erdoğan

BG-SAM-01.Ocak.2018

Konu: - Bulgarların Bulgaristan ve Bulgaristan Türkleri stratejisi nedir? - Rusçular şunu unutmasınlar: Bulgaristan batının güvenini yitirdiğinde, Türkiye’ye kalacaktır! - Birleşik Amerika ve Batı Avrupayı “canlarından can” olduğumuza ve bir Rus ya da Türk bölgesi olmak istemediğimize ikna etmeliyiz. Putin ve Erdoğan Kaleme alan. Bulgaristan’ın eski Moskova Büyükelçisi, Sofya’daki ABD Vakfı tarafından finanse edilen “Faktor. bg” elektronik yayınında politika yazarı Nikolay Vasilev. BG-SAM 2018 yılında Bulgaristan, Avrupa Birliği Bulgaristan Başkanlığı ve Bulgaristanlı Türkler konularında çıkan yorum, yazıları ve söyleşileri Türkçeleştirerek okurlarına sunacaktır. Bu yazı bir stratejik değerlendirmedir ve Bulgaristan Türkleriyle ilgili Bulgar kamuoyunda egemen görüşlere yer verdiği biçin seçilmiştir. *** 2017’de “Faktor. Bg” okurlarıyla Modern Bulgaristan tarihi; Bulgaristan’ın ceo-politik konumu; Geçiş Döneminin özü; dünya birincileri arasında ilk sıra devletlerinden biri olabilme şansını nasıl kaçırdık gibi konuları işledik. Analizlerimiz farklı konularda olsa da, hedefimizde Bulgaristan’ın geçmişine, bugününe ve geleceğine ilişkin görüşleri sistemleştirmeye çalıştık. Bu sistemleştirmeye “ulusal doktrin” diyenler de var. Naçizane görüşüme göre, içine kapanmış bir köylü, “kuru kara toprak”, “Doğlu” halktan dünyaya açılmış, “Batı tipi” bir sivil toplum ulus, tüccar, denizci bir halka dönüşmemiz için sürekli çaba göstermeliyiz. Anlam veremediğim yasağa rağmen, kahve ve çayhanelere bacak bacak üstüne oturmuş sigara içmekten keyif alan abdallar ulusu olmaya lanetlenmiş olduğumuza inanmıyorum. Böyle olsaydık, interneti en iyi ülkeler sıralamasından ilk sıralarda yer alabilir miydik? Ülkemizdeki yatırım ve iş ortamı gönül açıcı olmasa da, bu kadar çok bilgisayar şirketimiz olur muydu? Daha önceki yazılarımda okulda en önemli şeyi resim öğretmenimden öğrendiğimi paylaşmıştım. O, “genelden detaylara doğru hareket edeni” sözlerini sıkça tekrar ediyordu. Önemsiz ayrıntılar için strateji çizmemize gerek yok. Daha önce bunu yaptığımızda başımıza felaketler geldi! Bulgaristan için büyük olan tablo nedir?


Makale ve Analizler - 2018

13

Birleşik Amerika Stratejik Analiz Ajansı “Stratfor” tablosunda biz, dev bir Balkan devleti aynı zamanda bir Avrupa cücesiyiz. İlginç değil mi? Şu bir gerçektir. Balkanların en güçlü ve en zengin devletini kurma kaynaklarına sahip olan Bulgaristan’dır. (Dış etkenlerin etkisi altında kalmadığında bunu her zaman yapabilmiştir.) Ne ki buralarda dış etkenler hiç eksik olmadı. Balkanlar ceo-politik olarak depreme duyarlı bir döküntü bölgesidir. Biz her zaman “bozkırlardan” gelen (Balkanları periyodik olarak kırıp döken fakat bizim buralarda 20 - 30 yıldan uzun bir dönem kalmayan) sürülerin ve Anadolu yönünden gelen (ve asırlarca süren) fetihçilerin saldırılarına uğramış ve benzer saldırıları şimdi de bekleyerek yaşamaktadır. Bundan 140 yıl önce Bulgaristan Rusya ve Osmanlı İmparatorlukları arasında yürütülen büyük bir savaşta çarpışma alanı olmuştur. O zaman yaşayan Bulgarlar Osmanlı sultanını Rus Çarıyla değiştirmek değil, bir Avrupa (Batı) devleti kurmak istiyorlardı. Rusya’ya bağımlılıktan kurtulmamız, Bulgar Çarlığı ile Doğu Rumeli’nin birleştirilmesi. Bu yönde atılmış adımlardır. 1913 sonlarına doğru Londra Barış Antlaşması imzalanırken, bir ulus olarak başarılı olduğumuz görünümü vardı. Ege Denizi’ne çıkma hakkımız meşrulaşmış ve gelecekte önce Büyük Britanya ve ardından da Birleşik Amerika’nın stratejik müttefiki olma olanakları belirmişti. Ne ki, bunlar olacağına, art arda stratejik yanlışlar yaparak, Rusya ve Sırbistan tarafından kurulan bir tuzağa düştük Akdeniz havzasından uzaklaştık, daha sonra Hitler önünde boyun eydik ve Stalin’e kolay av olduk. 1944 yılından sonra Demir Perde ardında Avrupa demokrasisi için en iyi 10 demokrasi yılı yaşarken Sosyal ve manevi çöküşün en kötüsünü yaşadık. Tüm bu olaylar birbirine bağlıdır. Belirleyici önem taşımayan olaylar yüzünden büyük stratejiden uzaklaştık ve içinden çıkmak çok zor olan yanlışlar girdabına kilitlendik. Ben, hiçbir zaman Rusya ve Türkiye ile iş olsun diye Rusya veya Türkiye ile yüzleşme çağrısında bulunmam. Ne var ki, bizim stratejik çıkarlarımızla onların stratejik menfaatlerinin birbirine taban taban zıt olduğunu kavrayamamamız da aptallık olur. Tarihin belirli dönemlerinde Rusya ve Türkiye elitleri Batı Dünyasından bir parça olmak istemiştir ama her defasında bunun imkân dışı olduğu ortaya çıkmıştır. Bu durumda onların seçeneği nedir? “Stratejik Derinlik” aramaları doğaldır, yani Doğu Avrupa’da ve Balkanlar’da (en azından) etki alanı sahibi olmak isteyeceklerdir. Bizim temel çıkarımız onların bu emellerinde yolda kalmalarıdır. Burada kişisel olan hiçbir şey yoktur! Biz onların yolunu kendi güçlerimizle asla kesemeyiz, başta Amerika Birleşik devletleri olmak üzere Batı güçleriyle (ekonomik, politik ve kültürel) bağlanmak ve onları “canlarından can olduğumuza” bizi Rusya ve Türkiye nüfus alanında asla bırakmamaları gerektiğine onları kesin ikna etmemiz, hepimiz için hayati önem taşır!


14

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Söz konusu olan Amerikalılara “dalkavukluk etmek” değildir, çünkü bu işler dalkavukluk etmekle olmaz. Bizim kendi stratejik çıkarlarımızı uygulamalıyız! Bizim güçlü kurumlarımızı oluşturmak, Bulgaristan’ı özgür iletişim araçları olan, yatırım ortamı güvenli olan, entelektüel mülkiyet de bu arada, özel sektör için güvenli bir ortamı olan bir ülkeye dönüştürmeliyiz. Dinin düşmanlık aşılamak için kullanılmasına olanak tanımadan, ibadet haklarını güvence altına almalıyız. Cinsellikleri farklı olan kişilerin diğerleriyle eşit ve normal yaşayabileceği bir ortam oluşturmalıyız. Batılı bir kişinin kendini evinde hissettiği ve otomobiliyle gelebileceği bir ülke olmalıyız. Taksi çağırdığında bir tuzağa düşürüleceğinden korkmayacağı ve otel araç parkı alanındaki bekçiyle bile İngilizce dört laf edebileceği bir ülkeye dönmeliyiz. Estonyalılar buna yapabildiğine göre biz de yapabiliriz. Bunu yapamadığımız takdirde, uzak bir vadede Bulgaristan’ın toslayacağına şimdiden inanmalıyız! Rusya ve Türkiye insafa gelmez! Her hangi bir hedefe ulaşabilmek için, Rusya ya da Türkiye ile yani ikisinden biriyle “ortaklık yapamayız.” Bu ikisinin devlet sınırlarını aşarak Batıyı yönünde hamlede bulunması bizi ürkütmelidir. Onların dünyasına düştüğümüz an bizim için herşey bitmiştir. Rusçular, bizim ulusal kimliğimizin bir parçası Bulgaristan’ın Rusya’ya bağlılığıdır demeyi seviyorlar. Onlarla tartışman istemiyorum. Ne yazık ki, uyanış çağımızın ulusal stratejisine bir bütün olarak zarar veren, zamanını doldurmuş bu görüşe bağlı kalmış pek çok Bulgar hala aramızdadır. Belki de, Rusya yarın hukuk üstünlüğü ve yüksek düzeyde yaşam standarttı olan bir modern ve demokratik devlet haline gelebilir. Müttefikleri de gönençli günler görebilir belki... Mucizelere inanma günleri Noel ile birlikte geldi geçti. Rusya’nın Berdaev’in kitaplarında anlatılan yoldan yürümeye devam etmesi daha muhtemeldir: “Kaba bir yaşam tarzı, kargaşa ve çöküş, güce dayanan imparatorluğun yeniden derlenip toplandığı” izleniyor. Rus devletinin tek müttefiki kendi ordusu ve deniz kuvvetleridir! Dostoevski’yi okumayı sevip sevmememiz (bunu bizde yapanların sayısı çok azdır) ya da uzun çalanlardan Rus şarkıları dinlemeyi sevip sevmemize (onları dinlerken ben de zevk alıyorum) biz Bulgarlar için önemli olan Ruslardan her yerde ve her zaman uzak durmamızdır. Rusya gücünün zirvesinde olduğunda, biz Bulgarlar onun nüfus alanı dışında kalmaya çalışmalıyız. Yıkılırken ise, oluşan kargaşanın girdabından uzakta kalmamız zorunludur. Bulgar Rusofilleri şunu çok iyi bilmek zorundadırlar, Biz Batının güvenini yitirdiğimizde, Türkiye’ye bırakılacağımız olasılığı çok büyüktür!


Makale ve Analizler - 2018

15

Bulgaristan yurttaşlarından küçük olmayan bir oran Müslümandır ve onların daha büyük kısmı etnik Türk’tür. Onların, layık demokratik Bulgaristan’ı “öz” devletleri olarak kabul etmelerini sağlamamız bizim için çok önemlidir. Bulgaristanlı Türkler de diğer Bulgaristan vatandaşları gibi Güneydoğu komşumuzun giderek demokrasiden daha da uzaklaşmasından ve İslamlaşmasından korksalar da bu iş pek kolay olmayacak. Bu yüzdendir ki, Bulgar Ulusal Televizyonunda (BNT) Türkçe haberler gibi ya da Sofya’da ikinci bir cami kurulmasına karşı yükselen çığlıklar gibi Bulgar milliyetçiliğinin her belirtisi, Bulgar ulusal çıkarı için son derece tehlikelidir. Bulgar vatandaşlığı kanununu değiştirmemiz gerektiğini daha önce defalarca yazdım. Göçmenlerin Bulgar vatandaşlığını çocuklarına da vermesi normaldir. Fakat biz bu işe şartlarımızı koşmalıyız: Dış ülkelerde dünyaya gelen çocukların Bulgar vatandaşı kaydının yapılması için, anne-babalarının 5 yıl Bulgaristan’da yaşamaları gerekir. Bunu yapmazsak, yıllar sonra, Bulgarca bilmeyen ve Bulgaristan’la hiçbir ilişkisi olmayan milyonlarca Bulgaristan vatandaşı yaşadığı gerçeğiyle yüzleşeceğiz! Bu temele dayanarak “azınlık” ve “kollektif haklar” isteklerini geri püskürtebilmemiz için “Bulgar kökeni” kavramını - (herhangi bir anlaşmaya göre göç etmemiş olan) Bulgar episkop uğunun üyeleri olan veya ilgili ülkenin yasalarına göre kayıtlarda Bulgar görünen “Bulgar vatandaşların evladı” gibi, şeffaf olmayan bir etnik kavrama uzanan, bir kurumsal kavram olmaktan kurtarmalıyız. Bulgar kökenli olduklarından dolayı Bulgar vatandaşlığı isteyen kişilerde, Bulgarca ağızlarından biri de olabilir ama Bulgarca bilmeleri istenmelidir. Bütün Balkanların Batı karakterini koruyabilmemiz için diğer Balkan halklarıyla bağlaşıklık ilişkileri geliştirmeliyiz. Zor bir iş, ama olmayacak diye bir şey yok. Biz Makedonya ile geleneksel Bulgar kültür mirasının eşit haklı varisleriyiz. Bundan, 20. Yüz yılın acılı olaylarından kaynaklanarak, bizim Makedonlara bizden farklı kimlik tanımamız öne çıkmaz. Onlara “Makedonya Bulgarlarındır” sözlerini sürekli kakmamıza gerek yok. Fakat biz onlara “Bulgaristan’ın onların da olduğunu” anımsatmalıyız. Onları “Makedon dili olmadığına” ikna etmeye çalışmamız saçmalıktır. Günümüzün Makedonlar’ı için daha anlaşılır olması için onlara Bulgar imla kurallarından ve Bulgar edebiyatından örnekler sunmamız çokm daha akılcı olur. Kuzman Şapkarev vaktıyla böyle bir davette bulunmuştur. Son dönemde ise, artık hayatta olmayan Profesör Blagoy Şklifovda benzer çağrıda bulunmuştu. Ne ki onların isteklerine dikkat eden olmadı. Şu da çok önemlidir. Demir Perde ardında yaşadığımız sosyal ve ahlaksal çöküşün sonuçlarını aşmayı başardığımızda, Makedonları, geleceklerinin eski Yugoslavya’nın yok olan halklar “ailesiyle” değil, daha büyük bir ihtimalle Bul-


16

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

garlarla olduğuna ikna edebiliriz. Yunanistan’ın Batı Kıbrıs’la sürdürdüğü tesis ilişkilerine benzet ilişkiler tesis edebilmemiz için çok çaba göstermemiz gerekecektir. Fakat bunu yapmak Bulgaristan’ın stratejik çıkarlarına uygundur. Bu işler Sırplarla çok daha zor olacaktır. Ancak Sırpların Morova ve Vardar boyu Makedonya’sı yönünde yayılmaya başlamalarının son hesapta her defasında onları iflasa götürdüğü Belgrat’ta kavranmaya başlandığında, biz gerçek müttefik olabiliriz. Ben, 1998’de, Sırbistan’ın Kara Dağ ile bağlaşıklığını mutlaka koruması ve (Bosna’daki) “Sırp Cumhuriyeti” ile olası en yakın ilişkiler geliştirmesi ve Kosova’dan kurulması gerektiğini yazmıştım. Sırp idarecileri “Kosova çatışmasını” seçti, olumsuz baskılarını sürdürdü, Bulgaristan’la işbirliğinden elde edeceği kazanımları dikkate almak istemedi. Moskova ile oyun kurdu ve tosladı. Kendileri için çok daha büyük önem arz eden Kara Dağı’yı, Adriyatik Denizi’ne çıkışı ve Batının iyi niyet kırıntılarını kaybetti. Belgrat bu doktrini gözden geçirdiğine işaret vermiyor. Bölgede yitirdikleri nüfuslarını yeniden diriltmek için bölgenin “Avrupa ile bütünleşme” çabalarından yararlanma yolunca yürümeyi öğütlemelerini öğütlememiz bizim için pekiyi olmaz. Arnavutluk ve Kosova ile müttefiklik ilişkileri kurmak Bulgaristan için çok önemlidir. Bu iki ülkenin uzakta tutulması muhtemelen “Avrupa - Asya” cephelerine kaymalarına neden olabilir. Sırbistan’ın Makedonya üzerindeki (ekonomik, kültürel ve politik) etkisinin sona ermesi Bulgaristan ve Yunanistan’a eşitler arası ilişki kurma olanağı sunar. Bulgaristan’ın Ege Denizi’ne başlı başına (egemen) çıkışının son derece önemli olduğunu defalarca yazdım! Bulgaristan’ın Ege Denizi kıyısına kendi başına yerleşmesi onun dünyadaki yeri için belirleyici olacaktır! Fakat bu işte Bulgaristan açık veya gizli isteklerle bir şey elde edemeyecektir. Ne var ki, “eski Bulgar toprakları”, (Güney Dobruca’nın Bulgaristan’a iadeedilmesi ve Makedonya’nın Bağımsızlığına kavuşmasıyla zaten gerçekleşen) “Kahrolsun Neuilly Anlaşması türünden çılgın sloganlar” Bulgar ulusal stratejisi için hiçbir olumlu sonuç verecek nitelikte değildir. Biz ancak Yunanistan’a (binlerce yıl çıkışları ve yaşam alanları olan) Karadeniz’e çıkma olanakları önerdiğimizde Ege Denizi’ne çıkış, direk bağlantı ve ayak basma olanakları elde edebiliriz. Ne ki, bunun olabilmesi için, bizim önce Yunanları şuna inandırmamız gerekecek: Anadolu’dan gelecek muhtemel saldırı durumlarında Selanik’ten Karadeniz’e kadar olan baştanbaşa bir kuşağı deniz önüne gerilmiş bir duvar olarak değil, çünkü bu kesit artık böyle olmaktan çıkmış olacak, bir Yunan egemenlik bölgesi olarak göreceğini her yeni Bulgar hükümetinin onaylayavağına ikna etmeliyiz. Bulgar ve Yunan uluslarının büyük tabloyu görmesi ve detayları ebediyen unutması hiç de kolay olmayacak. Ben, bunun dışında kazançlı bir strateji göremiyorum.


Makale ve Analizler - 2018

17

1940 yılında Romanya ile başarılı bir antlaşma değişikliği gerçekleştirdik ve şimdi “bozkırlardan” gelecek saldırılara karşı ortak bir duvar germemiz için stratejik işbirliği tesiis etmemize engel olmaması gerekir. İyi bir diplomasi uygulayarak Moldova’daki Bulgar ailelerin (tek tek aileler olarak değil de bütün köy halkı birden) Romanya’nın da mali yardımlarıyla Bulgaristan’a taşınarak yerleşmesi için işbirli yolu açılabilir. Romanya yıllardan beri Birleşik Amerika ile stratejik ilişkiler kurmaya gayret ediyor ve Washington Bulgaristan’ı Romanya ile bir “blok içinde” görmekten vazgeçerse bizim için çok kötü olur. Yaptığımız analizlerde, sık sık “Avrupa’dan” söz ettik. Kanımca, Avrupa bir yapıdan fazla, bir mürekkep motordur. Bu benzetmeyi, Lord İsney’in sözleriyle açarsak, Avrupa motorunun çalışabilmesi için, Amerikalıların eski kıta sorunlarını kucaklamalı, Rusların ve Türklerin eski kıtaya etkide bulunabilme olanakları kısıtlanmalı, Almanya ise kontrol altında tutulmalıdır. (Kontrol altında bulundurmanın anlamı şudur: Kıtanın pazarlarına öncelikli olaşabilmeli, fakat ekonomisi verimsiz kıta uçlarına gizlice destek sunmalı ve Doğu Avrupa hakları hesabına olmak üzere Rusya ve Türkiye ile ikili ilişkiler geliştirmesi engellenmelidir.) Vaktıyla Başbakan Adenauer, ulusunun umut edebilecek olduğu en iyi olanın bu olabileceğini umut etmişti. Angela Merkel’in ardından gelenler bunu kavrayabilecekler midir? Yoksa Almanya ve Avrupa yeniden felaket mi yaşayacaklar? Ceo-politiğin kendi yasaları vardır. Biz onları görmezlikten gelemeyiz. Bu yüzdendir ki, ben özellikle “brekzit”ten sonra kaleme aldığım yazılarımın hepsinden Avrupa’nın Amerika’dan giderek kopma “Avrupa golizmi” eğiliminin olağanüstü tehlikeler gizlediğine işaret ediyorum. Şunu da düşünelim lütfe. Birleşik Amerika ile İngiltere Rusya ve Türkiye ile gün gelip anlaşırlarsa, kurban kim olacaktır? Bu film daha önce gösterilmişti. Sonunda şunu da unutmayalım, Bulgar ulusu olarak, içinde bulunduğumuz şu çok ağır koşullarda, birçok kez “Kutu dışında” düşünmemiz gerekiyor. Ayakları yere basan bir halk olarak bizim bunu yapmamız zor oluyor. Bugüne kadar sunduğum analiz yazılarımda iki soruna “kutu dışı” yani standart dışı çözüm bulmamız gerektiğine işaret ettim. Ne yazık ki, her ikisine de çözüm ararken elimize yüzümüze bulaştırdık. Daha 1990’larda Cumhurbaşkanı Petır Stoyanov’la birlikte Latin Alfabesi’nin Bulgar dili özelliklerine uygun kılınması önerisinde bulunduk. Bu uygulamanın okullarda ders olarak okutulmasını ve gerektiğinde her kilinin “yanlış yapmadan” herhangi bir Bulgar metni Latince yazabilmesini düşünmüştük. Hepsi bize karşı çığlık attı. Stoyanov alfabemizi değiştirmek istiyor, dediler. Sonuç şöyle oldu ki, bugün gençler “maymun” dilinde yazmaya çalışıyor, Bulgarca sözler Latin


18

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

harflerince yazıldığında yazılanın bir de Bulgarca okunması mümkün değildir. Örneğin “Kınev”, “Kanev” oluyor. İkinci standart dışı sorun da çok önemlidir. Buradaki analizimiz daha ciddidir. 1990’da biz kuşkusuz bir Cumhuriyet’tik. Fakat aramızda dolaşan ve kendisine “Yüksek Hazretleri” diye hitap ettiğimiz bir şahıs vardı. Cumhuriyet koşullarında Çar olmanın anlamını açan bir yasa hazırlanmasını ve onaylanmasını önerdim. Buna standart yanıt şudur: “Cumhuriyet koşullarında Çar olmaz. Fakat bu cevap boştu ve işe yaramıyordu. Bulgar Çar’ın, etnik ve dinsel çeşitlilik sunan Bulgar halkının geleneksel canlı bir sembolü olduğuna ilişkin “özel durum” önerdim. Çar (bu unvandan kendisi vaz geçmedikçe) Cumhurbaşkanı, başbakan, başkan, milletvekili vs seçilme hakkı olmayan birisi olmalıydı. Onun bir siyasi parti yönetme ve toplumsal tartışmalarda taraf olma hakkı olmamalıydı. “Çar mülkleri” Bakanlar Kurulu’nun hazırladığı bir yönetmelikle Çarın kendisi tarafından idare edilebilirdi. Önerimle alay edildi. Bulgaristan Avrupa monarşi sülalelerinin hepsiyle yakın ilişkisi olan bir kişiden yararlanacağına, Sakskoburgotski’nin tarihsel kişisel statüsünü aleyhimize kullanmasına olanak verdik. İkinci Semiyon Ulusal Hareketi’nin (NDSV) belirmesiyle Bulgaristan’da parti sistemi tuzla buz oldu, dev rüşvet olaylarına yeşil ışık yakıldı, “Çar Mülkleri” davaları Bulgar kamuoyunu bugün de zehirlemeye devam ediyor. Sayın okurların, demokratik toplumlar bugün ciddi bir bunalım yaşıyor. Bulgaristan demokratik dünyadan bir parça olabilecek mi? Bunun güvencesi yok. Doğudan gelen borazanları işitmemek, ülkemize çullanmış tehlikelerle baş etmemiz, komünist rejim zamanında alıştığımız ahlaksızları aşmamız için büyük irade sahibi olmamız zorunlu oldu. Gelen fırtınada alabora olmamamız için iyi bir pusulaya ihtiyacımız var. Şuna kesin inanıyorum. Arkada klan 28 yılda biz hepimiz komünist rejimi lanetleseydik, kök yeriz ama eskisi gibi olmasını kabul etmeyiz deseydik ve Moskova’dan kopmayı Geçiş Dönemi’nin ana ödevi olarak kabul etseydik, bugün Bulgaristan’da daha kolay yaşanacaktı. Özgürlüklerin egemen olduğu huzurlu ve güvenli yaşanan kıyılara çıkıp demirlememiz için yönümüzü iyi belirlememize çok çaba harcamamız gerekecek. 2018’de Tüm mutluluklar sizin olsun.


Makale ve Analizler - 2018

19

Anma Törenlerimiz

Tercümesi: Raziye Çakır-04.Ocak.2018

Şehitlerimizi anıyoruz: “Deutsche Welle” - Almanya’nın Sesi Radyosunda yayunlandı Konu: 1984 Zulmü Asla Unutulamaz! 1984 “soya dönüş süreci” şehitlerimizi anma törenlerimiz devam ediyor. Mogilyane köyü ve Momçilgrat şehri şehit ve kahramanların aziz hatırasına saygı, anıtlara çelenk ve çiçek koyma, mezar başında dua okuma ve mevlit törenleri devam ediyor. Bulgaristan Türklerinin bu çok anlamlı miting ve gösterileri yabancı basın, radyo ve televizyonlarının dikkatinden kaçmadı. Avrupa Birliği’nin 6 aylık başkanlık süresinin Sofya’ya taşındığı şu günlerde Almanya’dan ve Sofya’dan yayın yapan “Almanya’nın Sesi” radyosu Bulgarca programında 1984’te başlayan Bulgaristan’da Türklerin isim ve kimliklerini değiştirme zulmünde açılan yaraların açık olduğunu ve sızlamaya devam ettiğine bir yazıyla özel olarak değinirken mikrofonlarını mitinglere katılanlara sundu. Baskı ve terör uygulayanlara en büyük ceza Bulgaristanlı Türklerin vatanımızdan bir parça olması ve kışkırtıcı aşırı milliyetçilerin bizi aynı sokak ve mahallelerde yaşayan Bulgarlarla birbirimize düşürmeyi başaramamalarıdır diyen Vildan Bayramova şöyle konuştu: “1984’te suç işlenmiş, katliam yapılmış, af etmiş olsak dahi, hiçbir şey asla unutulmamıştır ve unutulmayacaktır.” Mitingde Bulgaristan’da yaşayan Müslüman Türklere karşı işlenen cinayetlerden bazıları hatırlanmış ve dualar edilmiştir. Deutsche Welle - Momçilgrat’ta şehitlere dua eden yerli Türkler. 2 Ocak 2018. Güney Doğu Rodoplarda her yılın son haftasında ve yeni yılın ilk haftalarında 1984 - 1985 yılında Türk Milli Kimliğini korumak için silahlı polis ve ordu birliklerine karşı verilen kanlı direnişlerde şehit düşen kahramanların aziz hatırası saygıyla anılıyor, Müslüman adetlerine göre anma törenler düzenleniyor. O zaman Bulgaristan Komünist Partisi tarafından örgütlenen zorla isim ve kimlik değiştirme saldırılarına güya “soya dönüş süreci” denmişti. 26 Aralık 1984’te Mogilyane köyündeki kitlesel propesto gösterilerinde 17 aylık Türkan bebe ilk şehit düşenlerden biri oldu, annesi yaralandı ve 2 Türk daha kurşunlanarak öldürüldü. Türkan anısına kurulan çeşme ve anıt başında her yılın 26 Aralık günü kalabalık anma ve saygı törenleri yapılıyor. Bu törenlere Türkiye’den ve Almanya’dan da büyük sayıda Türk katılıyor. O kanlı olaylar sırasında pro-


20

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

testocu Türklerden biri olan, 1984’te yaşı ancak 20 olan Bayan Selime Ali hatıralarını şöyle canlandırdı: “Perperek köyündeki dikiş atölyesinde ekip şef yardımcısı olarak görev alıyordum. Şefimiz bize isimlerimizi değiştirmeye gelecekleri haberini iletti. Bizden olay çıkarmamamızı, “disiplini” korumamızı istedi. Atölyemizin etrafını tank ve başka zırhlı araçlar sardı. Kırmızı bereliler içeri girdiler, panik başladı. Kargaşa çıktı. Bir saat sonra ben Kırcaali Milis Amirliğine çağrıldık ve işçilerin tepkisini kışkırtmakla suçlandım. 48 saat boyunca arasız üzerime çullandılar, manevi baskı gördüm. Silahlı kişiler bana yüzlerce defa “sen soy ağacını biliyor musun?” sorusunu sordu. Hamileydim. Hamile olmam beni “Belene” Ölüm Kampına göndermelerine mani oldu. Sürekli kin ve öfke beslememize gerek yok. İnsan başına gelenleri, çekileri, sürekli baskıyı unutamıyor. Gördüğüm zulmü kitaplaştırsam elimden gelmez, ama hiçbir şeyi asla unutamıyorum. Birçok kez ürperiyorum. Kâbus içinde uyanıyorum. Ağlıyorum. Selime’nin asla af edemediği acı gerçeklerden biri ise, Türk kabristanlığında mezar taşları üzerindeki Türk isimlerinin ve doğum ve ölüm tarihlerinin yontularak silinmesidir. Ölmüş kişilerin isimlerinin değiştirilmesi ve böylece Bulgaristan’da Türk ve Müslümanlık izlerinin tamamen silinmesi ve devletin ölmüş kişilere dayattı isimleri aynı taşlara yazarak Türklük izlerini tamamen yok etme vahşetidir. Şunları hatırlıyor: “Korkunçtu. Tutunacak tek dalımız kalmamıştı. Anneannemin ve dedemin mezar taşlarını da söktüler. Bunları asla af edemem. Bu vahşetin özür olamaz ve olmayacaktır. Öç almak istemesem de, bu cinayetleri işleyenlerin kendi yaptıklarından utanmalarını istiyorum. Onlara en büyük ceza bizim vatanımızı sevmemiz ve Bulgaristan’da yaşamamızdır. Bizim vatanımızın ayrılmaz ve koparılamaz bir parça olduğumuzu gördükçe, içten içe kudurduklarını biliyorlar. Bizim, beraber yaşadığımız Bulgarlarla alıp veremediğimiz yoktur.” Suçluların bilinen kişiler olması, toplumda görev almaya devam etmeleri, Selime’yi incitiyor. O görüşlerini şöyle paylaşıyor: “Adalet makamlarının, savcı ve yargıçların arşivleri açıp “soya dönüş süreci” suçlularına karşı yeni davalar açmaları gerekir. Biz, dostumuz olan Bulgarların ve komşularımızın bu işte suçu olmadığı görüşündeyiz. O zaman onlar da endişeliydi. Olaylardan ürkmüş ve korkmuşlardı. Suçlu olmadıkları görüşündeyim. Kızlarım bana o dehşet dolu günleri sorduklarında, bilinçli olarak detayları anlatmıyorum. Yavrularıma kin, öfke ve düşmanlık aşılamak istemesem de, hafızamı silmek mümkün değildir, herşey gözlerimin önünde, seslerini işitiyorum.” Dehşetin baş gösterdiği anlar.


Makale ve Analizler - 2018

21

Momçilgrat’ta bu yıl yapılan anma törenlerinden önce Veli Şakir ile görüştüm. O halen Kırcaali şehrinde inşaatı devam eden Elektrik Enerjisi Üretim, Tüketim ve Depolama Parça ve Sistem İleri teknoloji Fabrikası Müdürü görevinde bulunuyor. 1984’te Tryavna şehrinde çalışıyormuş. Yılbaşından önce Cebel Belediyesine bağlı Ustren köyünde ailesinin yanına dönmüş. Köye vardığında sokak lambaları sönük, evler karanlık, her yeri ısız bulmuş. Köyde in cin yok. Köpekler bile havlamıyormuş. Bu zifiri karanlığın içinden birdenbire büyük bir alay yola çıkmış ve Belediye Merkezi Cebel’e yönelmiş. Şunları paylaşıyor: “Yalnız karma ailelerin isimlerini değiştireceğini iddia eden devletin maskesi düşmüştü. Birçok kişi tutuklanmıştı. Kardeşim milis amirliğinde eşek udan gelene kadar dövülmüş, kemikleri kırılmıştı. Milislerin baskın ve saldırıları gece gündüz devam ediyordu. Protesto alayına yediden yetmişe hepimiz katıldık.” Tryavna şehrinde çalıştığım işletmeye benim adımı değiştirmek için alinde otomatik silahla gelen ve karşıma dikilen Bulgar asker arkadaşımın gözlerinde esef, utanç, pişmanlık ve rahatsızlık gördüm. Veli, beraber çalıştıkları Bulgarlara ne oluyor diye sorduğunda şu cevabı almış: “Onların da gönlü rahat değil, pişmanlık duyuyorlar, fakat hepsi emir kulu”. Fabrikanın en büyük atölyesinde Bulgar işçileri mitinge toplanmış. Parti ve sendika yöneticilerinin öncülüğünde “Bulgaristan Bulgarlarındır.Türkler Türkiye’ye!” sloganları atılmıştır. “O zaman 21 yaşındaydım. Kan kabartmanın ne anlama geldiğini tam olarak kavrayamıyordum.” Diye anlatmaya devam eden Veli şunları paylaştı: “Arkadaşlık ettiğimiz Bulgarlar “seçtiğimiz” isimlerle alay etmeye başlayınca ve yakınlarımızı geleneksel Müslüman usulünce değil de, Belediyenin istediği gibi ayakkabılı ve elbiseli gömmeye zorlandığımızda işlerin derinliğinin farkına vardık ve hepimiz birden ürperdik. Endişemiz korkuya dönüştü. Hele devlet seni ismini değiştirmeye zorlarken, aynı zamanda Bulgarların seni yeni isimle kendilerinden biri olarak kabul etmediğini gördüğüm ve senin Bulgaristan’da yaşamanı da istemedikleri yüzüne vurulunca, işler değişti. Türklerin ruh hali birden döndü.” Momçilgrat’ta (Mestanlı) isim değiştirmeye karşı direnişlerin öncü ve örgütçülerinden biri olan Mehmedali Ramadan defalarca tutuklandığını her defasında bütün yakınlarından halalık aldığını ve hep geri dönemeyeceğini düşündüğünü anlatırken şunları söylüyor: “Bu insanlar vatan ve vatan toprağının ne olduğunu çok iyi biliyorlar, sokaklarında ve balkonlarında asılı bayraklara bakınız. Hepsi vatana sadık ailelerdir. Kolektif suç olmadığını iddia ediyorlar ama üzerimize birlikte gelmişlerdi. Zaman suçlulardan hesap soruyor. Miliste dövülen Türker’den hala yaşayan birçok kişi var, sopacıları tanıyorlar, sokaklarda rastlaşıyorlar. Bazen düşünüyorum da, biz onlara neden sırt çevirmedik, ne-


22

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

den selam alıp veriyoruz, bize ettiklerinden sonra nasıl yaşadıklarını bilmiyorum. Biz Türkler hoşgörülü insanlarız. Af etmeyi de biliriz. Evlatlarımızı düşmanlık ve öfkeyle doldurmak istemdik. Bazen, bana da, öfkeni çıkarmak, öç almak istiyor musun? diye soranlar oldu. Her defasında gözlerimin önüne eli kanlı katiller değil, gerçek dostlarım geldi.” “Göze göz” diyenler oluyor. Ben yasaların üstünlüğünden yanayım. Kırcaali’nin merkezinde Agop Uzunbohosyan, Georgi Çeşmeciev ve Mehmet Uzunkış’ı oturmuşlar kahve içerken buldum. Agop ile Georgi, Türk kimliğini savunan ve isim değiştirme serüvenine karşı mücadeleyi örgütleyen birimlerden olan, “Uzun Kış” adlı Bulgaristanlı Türklerin insan hakları direniş hareketinin tarihiyle henüz tanışıyorlar. Örgüt lideri Muhammed 33 yıl önce işlenen suç ve cinayetleri asla af edemiyor. Ona casusluk, terörizm, devlete karşı etkinlik örgütleme, komünizme karşı propaganda yapma gibi uydurma suçlardan yargılanmış biri. Bulgar kulüplerinde kitarı ile müzik yaparak ekmek parası çıkaran müzisyen Kırcaali ili Benkovski belediyesinde orman yakmaktan tutuklanmıştı. Ormanı ateşe veren tanımadığı kişilerin lideri ilan edilmişti. Sofya’da Merkez Sorgulama Dairesinde 5 ay işkence görmüş, Sofya Merkez Hapishanesinden sonra, Stara Zagora ve Pazarcık hapishanelerinde yatmış, o kadar çok zulüm görmesine rağmen, o da bugün öç alma yolunu seçmeyelim, diyor. Fakat “Uzun Kış” lideri her suçun cezası olmalı, hiçbir katile ceza verilmedi, diye ekliyor. Muhammedin kanısına göre, “öç alma diş dişe, göz göze olmamalı, yasaların üstünlüğü son sözü söylemelidir.” Türklerin inim inim inletildiği günleri Agop da anımsıyor. “Aklımız karışmıştı. Felç olmuştuk. Ne olduğunu ve yapacağımızı bilmiyorduk. Bu adamlara yıllar boyu belirli bir isimle hitap etmişin, beraber top oynamışız, yeni isimleriyle hitap etmek bana çok zor gelmişti.” Diye başlıyor anlatmaye ve şöyle devam ediyor: “Kovuşturuldular, onlara Türkçe konuştukları için ceza kesiliyordu. 1985 yılının başında Varna’daydım. Uçak alanında Bulgar ismi olmayan vatandaşlara uçak bileti satılmadığı radyodan duyuruldu. 4 yıl sonra Bulgaristan Türklerinin Mayıs 1989 Ayaklanması patladı. Türkler sel olup Türkiye’ye akmaya başladı. Bu sel benim birçok dostumu ve meslektaşımı aldı götürdü.. 1989’da milisler yine bastı evlerini. Silah zoruyla kovuldular. Milisler onlara 24 saat içinde Bulgaristanı terk etmelerini emrediyordu. Mühendisler, doktorlar, öğretmenler göçe zorlandı. Bir insanın ismini değiştirmek ağır bir suçtur ve cezasız kalamaz. Vatandan kovulmak asla unutulamaz. Bu suçlar cezasız kalamaz!” “Türklere karşı işlenen suçlar, baskı terör, zulüm hiçbir zaman unutulamaz!”


Makale ve Analizler - 2018

23

Söze karışan Georgi Çeşmeciev de şöyle konuştu: “İnsanlarla alay edildi. Kimlikleri ayak altına alındı. Onurları darbe aldı. O zamanlar, Kırcaali pazarında bir bayide gazete satan bir Türk, Türkçe konuştu diye milis tarafından öldüresiye dövüldükten sonra, tekmelenerek yol kenarına itildi ve ben kendisini kliniğe götürenlere yardım ettim. “O dönem, benim Bulgar dostlarım, Türkler Bulgarlaştırılmalıdır,” diyordu. Ben, “Bu hiçbir zaman olamaz, hiçbir kimse kimliğini unutamaz, bu saldırılar hükümeti düşürebilir” diyordum, öyle de oldu. Ben onlara bugün de bunu hatırlatmaya devam ediyorum. Agop ile Gergi, “Türklerin isimlerinin geri verilmesi için düzenlenen Kırcaali mitinkilerine” katılmışlar. Bu istekle direnenlerin grubu küçükmüş. Yolun karşı yakasından “Türkler Türkiye’ye!” çığlıkları yükseliyormuş. Bunların hiç birisi unutulmamıştır. 29 Aralık 1989’da Bulgar devleti Türklerin isimlerini ve dinsel haklarını iade etti. Şimdi meydanlarda yumruk sıkan yok. Anma törenleri düzenleniyor. Bulgaristan Türkleri kimlik davalarına bağlılık mitingleri yapıyor. Duva ediyor. Mevlitlerde beraber oluyorlar. 33 yılda yenilenemeyen hayat hepsini üzüyor. Vildan Bayramova-Bulgaristan.

“KGB” ve “DS” İçin Hak ve Özgürlük

Tercume: Nedim Akın-05.Ocak.2018

Konu: KGB planlarında Bulgaristan. Andropov’tan Doğan’a kadar uzanan yakıp yıkan ateş çizgisi. Yazan: Georgi Bozduganov Bulgaristan’da sona ermeyen Geçiş Dönemi’ni bir anlatma denemesi olan bu yazımda özellikle Hak ve Özgürlük olayına ve son gelişmelere değinmek istiyorum. 1991’deki Anayasa değişikliği ve onaylanan birçok yasa ile yeni devlet modeli meşrulaştırıldı.


24

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Şubelerin isimleri değiştiren dizli polis “DS” “reform” yaptı. İşten çıkarılan polisler, gizli polis ajanları yeni siyasi partilere, iletişim araçlarına, öz şirketlere ve bankalara yönlendirilip işe yerleştirildiler. “DS” görevlileri ve yardımcılarının denetimi altında çalışan gölgedeki eşkıya grupları uyuşturucu trafiğinden, kaçakçılık, sahte hizmetlerden ve vatandaşları değişik uydurma vesilelerle para ödemeye zorlayarak vb işlerden zengin oldular. Yeniden yapılanma işlerde Rus modeli kullanıldı. Siyasi polis yasaklandı. “Reformların” plana uygun işleyip işlemediğini kontrol işleri sözüm ona “Kütüphaneci Enstitüsü” beyin takımına devretti. Olup biteni gözetlemek için Moskova’da Stratejik Araştırma Enstitüsü kuruldu. Bu Enstitüye, Bulgaristan’da “Reşetnikov Enstitüsü” dendi. 1997 - 2001 yılları arasında bankalar bilinçli olarak iflasa zorlanırken halkın tasarruflarına el atıldı. Amerikan Dolarının fiyatı 3 000 leva oldu. Halktan çalınan paralar, daha 1980’li yıllarda ülkeden kaçırılan ve dış ülkelerde açılan şirket hesaplarında toplandı ve daha sonra özelleştirmeye akıtıldı. Özelleştirilen işletmeler için emekçi halka tazminat bonoları dağıtıldı. Sanayi işletmelerinin gerçek değerleri defalarca düşürüldü. Devletin elinden yok pahasına çıkarıldılar. Özel sektörün eline geçtiler. Özelleştirme iki şekilde yapıldı.(Rusya’da da böyle yapılmıştı.) Tazminat bonoları karşılığında ve parayla. Kitlesel özelleştirme -“DS” yönetimindeki- Özelleştirme Fonları tarafından gerçekleştirildi. Hisse hakkı olan vatandaşların bonoları toplandı, hurda olarak kağıt fabrikasına götürüldü. Bu işlerin başındaki yetkili ise, Viladimir Putin’in yardımıyla UNESCO başkanı görevinde bulunan İrina Bokova’nın eşi, eski “DS” ajanı Kalin Mitrev’ti. Parasal özelleştirme ile Balkanların en büyük petrol kimya tesisi olan “Neftohim” Burgaz, benzinci zinciri, ilk ulusal cep telefonu şebekesi vs. vs. Rus mülküne geçti. 2017 sonunda Bulgar ekonomisindeki Rusya payı artık % 30’dan fazla oldu. Kremlin oligarşisi ile sıkı ilişki halinde olan ve “DS” tarafından yönetilen “Multigrup” şirketi bir eski Rus denizaltısını hurdaya kesti ve “ çok para kazandı” bank kurdu, gıda sanayiinde tekel durumuna geldi, inşaat ve taşımacılık işlerine el attı, turizm sektöründe vb nüfus sahibi oldu. Sivil polis “DS” görevlilerinden hemen hemen hepsine özelleştirmeden pay verildi. Böylece toplum içten içe yeniden birbirine bağlandı.


Makale ve Analizler - 2018

25

Şu unutulmamalıdır Bulgarların yeni siyasi polis - oligarşi sınıfı, Sovyetler Birliği’ne sadakatle hizmet etmeyi kabul etmiş bir tabakadan, Rusya KGB-sinin belirli bir şubesi alından geldi. Bulgaristan’da parti kuruculuğu önemsiz istisnalarla önceden çizilen bir plana göre gerçekleşti. “Yeniden biçimlendirilen” Bulgaristan Komünist Partisi’ne, yararlı olduğu sürece kadro ve para sağlanması planlanırken, muhalefet partilerine ise daha kuruldukları andan başlayarak yönetimlerine “DS” ajanları yerleştirildi. Aynı zamanda, yönetim ipleri “DS” elinde olan milliyetçi, çiftçi ve çevreci vs uydu partilerin ana partiye destek sağlaması da öngörülmüştü. Kremlinde çizilen ana çizgiden ve devlet siyasetinden yan çizmeye, niteliksel değişikliklere neden olmaya asla izin verilmedi. Demokratik Güçler Birliği (CDC) Başbakanı Filip Dimitrov hükümeti (1991 - 1992)mafyaya savaş açtı, ülkeyi hemen NATO ve Avrupa Birliği’ne katmaya karar verdi. “DS” tarafından tuzağa düşürülerek kısa sürede DPS meclis grubu oylarıyla hemen düşürüldü. Sosyalist Başbakan Jan Videnov (1995 - 1997) banalar ve devlet sanayi işletmeleri konusunda başarısız bir siyaset izlediğinden dolayı düşmedi. Doğalgaz sektörünü Rusya’ya devretmeyi kabul etmediğinden ötürü devrildi. Başbakan İvan Kostov (1997 - 2001) daha önceki hükümetlerin talihsiz kaderinden sonuç çıkarmadı. Özelleştirmeye eline verilen listelere göre devam etti. İşlenen suçların hiç birisi ile ilgili asla ve hiçbir zaman hesap sorulmaması modeline devam ederken, siyasi sağın kemiklerini iliklerinden ayırdı ve onu hareket edemez duruma getirdi. Bu uygulamaya gerekli olan yasaların hepsini peşin çıkardı. Aynı zamanda öğrenimli, lüks giyimli ve modern otomobillerle köy ve kasabalara uğrayan yeni oligarşi siyasetçileri, mahalle dernekleri ve kulüpler durumuna indirilen kitle örgütlerinde dünya siyasetine ilişkin nutuklar attılar. Daha sonra işbaşına gelen hükümetler oligarşi çevrelerine zarar vermediler. Üstelik “Kamçiya” ve “Rusenets” gibi kapalı Rus kamp-köyler kurdular. Kemlin lehinde propaganda yürütmek için güçlü medya merkezleri oluşturdular. Günümüzde Başbakan Boyko Borsov’un, Avrupa Birliği, Rusya ve Balkan devletleri arsında çıkarların dengelenmesinden çıkar sağlama çabaları, ince ip üzerinde çok tehlikeli bir sihirbaz oyunudur. Buna devam edilmesi Bulgaristan geleceğini karartabilir. DS - KGB tarafından yönetilip yönlendirilen, iktidarda denge sağlama işlevini üslenen, Türk etnik azınlık partisi olarak ilan edilen bir partinin katılımı Bulgar siyaset modelinde özgün bir etkendir.


26

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Adı, Hak ve Özgürlük Partisi (DPS) olan bu partinin doğuşu ve gelişimi üstüne bilgilenmek için yıllarca gerilere dönmek zorundayız. Tarihçesi şöyledir: KGB şefi Yuriy Vladimiroviç Andropov’un 1982 Aralığında Sovyetler Birliği Komünist Partisi (SBKP) MK Genel Sekreteri görevine gelmesinden sadece bir ay sonra. BKP MK Genel Sekreteri Todor Jivkov resmi bir ziyaret için Moskova’ya gitti. O, Moskova yoluna çıkarken, Andropov’un “tek tür Sovyet ulusu” konseptini, KGB’nin yakın gözetiminde Bulgaristan’da 200 bin isimleri değiştirilerek artık uyguladığını rapor etmeyi düşünüyordu. Kremlin idelerinin uygulanmasında şaşmaz devamlı tavrını bir kez daha göstermek niyetiyle Jivkov, Andropov’a “sosyalist milli homojenleşme” sürecini ülkede yaşayan etnik Türklerle devam etmeyi düşündüğünü paylaştı. Andropov, etniklerle ilgili yapılan tüm deneylerin SSCB için yararlı olacağı görüşündeydi. (Çünkü yalnız Rusya Federasyonunda 160’tan fazla milli azınlık yaşıyordu), bu arada geleceğe ilişkin bu planla ilgili Bulgaristan’da büyük bir olasılıkla baş gösterecek bir politik gerginlikte Kremlin daha güçlü bir arabulucu rolü görecekti. Moskova ile sıkı danışma yapmadan Jivkov kendi başına adım atmak istemiyordu. (Daha önce Bulgaristan’ın SSCB ile birleşmesi için 1963 ve 1973 yılında ülkemizin Sovyetler Birliği’nin 16. Cumhuriyeti olması için 2 başarısız öneride bulunmuştu.) Jivkov’un aldığı talimatların karakteri üstüne sonuçlarımızı olayları izlerken çıkarabiliriz. Gerçek adı, Türklerin isimlerinin değiştirilmesi ve Türk kimliklerinin yok edilmesi olan “soya dönüş süreci” nde en önemli sorgu yargıçlarından biri olan Mihail Gruev’in açıklamalarında işaret edildiğine göre, 1982 - 1984 yılları arasında işe alırken, bir işten başka bir işe değiştirirken, kimlik, pasaport ve başka kişisel evraklar çıkarılırken, nikah kıyarken vs Bulgaristan’da 50 bin kişinin ismi, baba adı ve soyadı kurumsal önlemlerle değiştirilmiştir. Aynı yıllarda, Bulgar baskı makamları yeni ve daha kapsamlı operasyonlara hazırlık görmüştür. Ordu, polis, jandarma, gönüllü birlikleri sayıca arttırıldı, eğitim aldılar, kargaşalıklarla mücadelede kullanmak üzere daha modern silahlar ve teknik araçlarla donatıldılar, İçişleri Bakanlığında İç görevlerde kullanılacak askeri birlikler kuruldu vs. Bununla birlikte ülke içinde gerginliği tırmandırmak için 1986’da bombalı saldırılar yapıldı. Bu saldırıları “DS” ajanları yaptı. Tutuklananlar ağır cezalar aldı, işkence gördüler. Tutuklu Türker’den üçü kurşuna dizilerek öldürüldü. Üçü de “DS” polisinin kanıtlanmış ajanıydı. Andropov’un varisi olan Çernenko çok yaşlı olduğundan dolayı, politik aktivitelerden ve yeni etkinliklerden yana olan biri değildi. KGB’nin yeni şefi olarak atanan Viktor Çebrikov ise, Abdropov çizgisinden yana olan biriydi. Jivkov Moskova’dan şu işlerden vazgeçin emri almadığından “soya dönüş süreci” ateşi


Makale ve Analizler - 2018

27

iyice alevlendi, her hanenin bacasını sevdi. 1984 Aralık ayının son günlerinden başlayıp 1985 Ocağına taşan kavgalı, çatışmalı, gösteri ve mitine büyüyen kitle olayları, tutuklamalarla, “Belene” toplama kampına sürgüne gönderme ve barışçı kişilerin kurşunlanarak öldürülmesiyle şiddetlendi, zulüm altında 800 bin Türkün ismi zorla değiştirildi. İsimleri zorla değiştirilen 72 bin Türkün cesaret bulup 1989 Mayıs Ayaklanması kanlı olaylarının örgütlenmesini rejime karşı koyma ve insan haklarını savunmaya kalkışan sivil toplum örgütlerini “Hür Avrupa”, “BBC” ve “Almanya’nın Sesi” radyoları destekledi. Neticede, Jivkov ve arkadaşları 360 bin Türki vatandan baskı yaparak kovdu. Sovyetler Birliği ve sosyalist blokun dipten tepeye bütünsel dönüştürülmesini öngören genel plan doğrultusunda, KGB, güç kullanarak, zorla asimile etmeye ve isim ve kimlik değiştirmeyi kabul etmeyip direnenlerden bir kısmını ülkeden kovmaya ilişkin Bulgar etnik planının başarılı sonuçlanmayacağı ihtimalini de hesaba katmıştı. Bu konuda farklı senaryolar da hazırlanmıştı. Bunların birinde, zorbalıkla kırılacak onur ve oluşacak korkunun Andropov modelinin uygulanmasını öngörülmüştü. Bu amaçla 80’li yıllarda Bulgar gizli polisi “DS” Türk nüfus arasında ajan ağları kurmaya yöneldi. Üstüne üstelik. Bulgaristan’daki şube merkezinde gözetleyici ve akıl verici rolünü bir yana bırakarak, halkın arasında direk çalışmalara başladı. Siyasi tutuklulardan biri olan Mehmet Ayyıldız’ın gazeteci - kameraman Evgeni Mihaylov’un kamarasının önünde anlattığına göre, o direk olarak KGB ile işbirliği yapma bildirisi imzalamıştır! Ayyıldız Ahmet, Doğan ile aynı hücrede kalmıştır. O, bu “yardım etme” bildirisini imzalamakla ne olup bittiğini anlamak istemiş, bir süre sonra niyeti anlaşılınca kafatası çekiçle ezilerek öldürülmüştür. Todor Jivkov’un devrilmesinden ve değişiklerin başlamasından hemen sonra, gizli polis “DS”nin üç şubesine birden ajanlık yapan Ahmet Doğan hapisten çıkarılarak, sivil hak ve özgürlükleri koruyacağını ilan edecek bir siyasi partinin başkanlığına atandı. Sivil polise yardım etmeyi kabul etmeyen politik mahkûmlardan çoğu içerde tutuldular. Ajanlardan kurulu olan parti yönetimi onaylandıktan ve parti Bulgaristan Büyük Halk Meclisi’ne girdikten sonra, 1990 yazında salıverildiler. KGB - DS tarafından yapılan, yeni kurulan partinin (DPS) olağanüstü faydalı bir siyasi oluşum olduğu değerlendirmesi doğrudur. Moskova’daki KGB merkezinde, baskı, terör ve zulüm yıllarında kurban olan Türklerin yakınlarının Bulgaristan Sosyalist Partisi saflarında gizlenen ve toplanan düşmanlarına


28

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

asla oy vermeyeceklerini iyi bildiklerinden, ana hedefi Bulgaristan’ı Sovyetler Birliği’nden koparıp NATO ve Avrupa Birliği’ne katma olan, Demokratik Güçler Birliği’ne (CDC) oy verebilecekleri ihtimalini dikkate aldı. Bu siyasetin başarılı olması ise, Bulgaristan’da bir oligarşi model oluşturma ve Balkanlar’da Rusya’nın ekonomik ve politik alanını oluşturmayı tehlike altına alabilirdi. Gizli polis “DS” tarafından kurulan ve yönetilen Ahmet Doğan liderliğindeki DPS partisi üç ana etki aracı kullanarak geniş ve kalabalık bir seçmen kitlesine dayanmalıydı. Bu araçlar şunlardı: Seçimlerde gereken desteği alamadığında, Müslümanlar arasında yeni bir “soya dönüş süreci” korkusu yayma; “Ataka” partisi bu amaçla kurduruldu.  İnsanların yaşayabilmek için “çok az”, ölmek için ise “bol keseden” nimet aldıkları Bulgaristan’ın karma bölgelerinde “şirketler çemberi” kurarak tam ekonomik egemenlik sağlama;  Türk vatandaşların akraba ve kültür bağları olan Türkiye C. İle dış siyasi ilişkileri bozma. Ne var ki, zamanın geçmesiyle bir “Saray” şirketine dönüşen partinin (DPS) yönetimi büyük bir titizlikle KGB - Oligarşi yönetim şemasının korunması için çalıştığı ortaya çıktı. Doğan partisine yöneltilen her eleştiri etnik barış ve ülkenin ulusal güvenliği için tehlike olarak saptandı. Saray tarafından işe koşulan politika uzmanları “Bosna” veya “Kosova” senaryosunu taban alarak sindirme propagandasına başladılar. Yoğun ve geniş kapsamlı propaganda yapılmasına rağmen “saray şirketine” beslenen güvende azalma ve kayma gözlendi. Geçen yılın Mart ayında yapılan son erken seçimlerde DPS büyük oy kaybına uğradı. Sonuçta Sosyalist Parti ile yeni bir ortak yönetim kurma planları şimdilik suya düştü. 200 bin oy kaybına uğradılar. Bu oyların 130 bini DOST partisi aldı. 70 bin seçmen de GERB partisine ve diğer siyasi partilere oy verdiler. 2017 Mart seçimlerindeki başarısızlık Kremlin’de endişe uyandırdı. Batı Balkanları birleştirilmesi süreci ve bu devletçiklerin NATO ve AB’ye alınma perspektifleri sonucu Rusya yörüngesinden tamamen koparılmaları Kremlin’deki endişeleri kat kat arttırırken panik yarattı. Moskova’daki kukla yöneticileri, Nazi - faşistlerini andıran “yurtseverler” birliği kanalıyla sibrit eylemler, muhalefetin ve Rusofil örgütlerin protesto eylemleri paralelinde konumlarını korumuş olsalar da iktidarla ortaklık planlarında başarılı olamadı.


Makale ve Analizler - 2018

29

Göçmen krizinin başarıyla aşılması ve sözde “yurtsever” liderlerin aptalca demeçleri Moskofcu birliğin nüfusunu düşürürken ve DPS de konum yitirirken önümüzdeki seçimlerde sağ veya sol olması pek önemli değil, küçük aşırı bir oluşuma dönüşmesi söz konusudur. Rusya ve Türkiye yöneticileri arasındaki ilişkilerin gözle görülür bir şekilde iyileşmesi neticesinde lider Putin, Bulgaristan’daki etki alanının paylaşılmasını önerdi. Bunun her iki devlet için de yararlı olacağı görüşü ağır bastı. Bu önerinin özünde DOST (Sorumluluk, Hoşgörü ve Özgürlük için Demokratlar) ve HHDP (Halkın Hürriyet ve Demokratlar Partisi) ile HÖH (Hak ve Özgürlükler Hareketi) partisi ile birleşerek “saray partisini” güçlendirmek olduğu ortaya çıktı. Hedefte, “saray şirketinin” öteki 2 Türk partisini yutması fikri ortadadır. Sofya meclisinin bir sonraki bileşiminde 40 - 45 işbirlikçi milletvekili bulundurma beklentisiyle oligarşi modelin dokunulmazlığı böylece Kremlin tarafından sigorta edilmesi niyeti gün gibi ortadadır. Bu plan yerel seçimler için de geçerlidir. Bu yönde çalışmalar başlamış ve taraflara öneriler sunulmuştur. Bulgaristan’daki üç Türk partisinin birleşmesinden Ankara şu gibi kazanç elde edebilir: Avrupa Birliği ile Türkiye Cumhuriyeti arasındaki ilişkilerin düzeltilmesi çabalarında bir aracı ve düzenleyici rolü üstlenecek hükümetin üzerinde güçlü bir siyasi oluşum tarafından devamlı baskı uygulama olanakları yaratma; İkinci etken ise, çok daha önemlidir. 2019’da yapılacak olan Türkiye Başkanlık seçimlerinde, Türkiye’deki Bulgaristan Türklerinin Recep Tayyip Erdoğan lehinde oy kullanmalarını sağlamak amacıyla Bulgaristan’daki etnik siyasi partilerin soydaşların seçime katılma ve oy kullanma tercihleri üzerinde etkide bulunmak: Son halk oylaması yönetimde bulunan AK Parti tarafından kıl payı kazanıldı. Başkan Erdoğan’ın yaklaşan seçimlerde muhtemel rakibi olan İyi Parti’nin kurucu lideri Meral Akşener’in Rumeli göçmenleri ve AK Parti kadroları arasındaki nüfusu giderek artıyor. T.C. seçimlerine soydaşlar üzerine Bulgar müdahalesi başka bir sorundur. Ankara’da böyle hesaplar yapıldığı dikkat çekiyor. Ankara’nın bir Balkan sorunları uzmanı olarak bilinen Aziz Pabuşçu’nun HÖH merkezine art arda yaptığı ziyaretlerin birleştirme hedefli olduğu iyi biliniyor. “Saray” masası altında DOST ve HHDP siyasi liderlerine çok büyük olanaklar teklif edilmeye devam etse de, iki partinin yönetimi ayrı ayrı, törenli bir ortamda intihar etmeyi asla kabul etmeyerek, Moskova’da düşünülen “Türk gambiti” bu defa tutmadı. İki partinin lideri kurban olmayı kabul etmedi. Başbakan Boyko Borisov ne gibi plan yaparsa yapsın “Vitoş Dağı” eteklerinden “saray” ile bağlaşıklığın her zaman ölümcül zehirli olduğunu unutma-


30

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

malıdır. Pratik, kullanılan zehrin panzehrinin henüz bulunamadığını kanıtlıyor. Bulgaristan’ın başarısı ülkenin tamamen demokratikleşmesi ve oligarşi modelin yok edilmesinden geçtiği unutulmamalıdır.

Yeni komplolar beklemeliyiz. Onlar bu işlerde 100 yıl deneyimlidir. *** Yayınladığımız özet, 2 bölüm halinde Sliven’de çıkan “Dün, Bugün ve Yarın” gazetesinde ve “Faktor.bg” de yayınlanmıştır.

Açlık ve Cahillik Bir Araya Geldiğinde

Nedim Akın-07.Ocak.2018

Okula gitmeyen çocuklar - 2018 Konu: Bunalımın 2018 renkleri Ve Çıkış Yolu Bizde, “kuru kakasına muhtaç” sözü vardır. Tıpış tıpış gelmeyen ayaklar için söylenmiştir. Biz hiçbir zaman hiçbir kimsenin kötü olmasını istemedik. Fakataltın kaplamalı yalanların altındaki küf kendini göstermeye başladı. Baharlar soluyor.


Makale ve Analizler - 2018

31

2018’ilk günlerinde Bulgar devletinin nüfus rakamları açıklandı. 2017’de 57 bin 175 çocuk dünyaya gelmiş. Bu rakamın dili çok acı. 1945 yılından sonra yanı son 72 yılda Bulgaristan’da bir yılda bu kadar az çocuk dünyaya gelmemişti. Olay bir felakete işaret ediyor. Sağlık Bakanlığı raporunda, 1 Ocak 2017 - 1 Ocak 2018 arası Bulgaristan’ın 28 ilinde dünyaya gelen çocuklar, 2016 yılında doğan çocuklardan 7 bin 809 daha azdır. 2016’da 64 bin 894 çocuk dünyaya gelmişti. Daha geri baktığımızda 2015’te dünyaya gelen çocuklar 65 bin 970; 2014’te ise 67 bin 585 idi. İstatistiklere bakılırsa son 70 yılda Bulgaristan’da en fazla çocuk 1950 yılında doğdu 182 bin 571 çocuk. Bu karşılaştırmayı iller arası yaptığımızda 2017’de en fazla çocuk Sofya’da (15 bin 262), ikinci yerde Plovdiv (Filibe) /6 bin 511/ ve en az da Vidin ilinde (369) ile Yambol ilinde (377) dünyaya geldi. 2017 raporunda azınlıkların doğum oranına işaret edilmedi. Bulgaristan’da doğumun çok azalması nedenlerinin arasında en önde şunlara işaret ediliyor: 1- Nüfusun fazla yaşlanması; 2- Doğum yapma çağındaki kadınların ekonomik sebeplerle ülkeden kaçması; 3- Genç neslin sağlık ve sosyal durumunun doğum yapmaya uygun olmaması vb. Doğum yapanların yaşının 30’un üstünde olması da ayrı bir sorundur. Bütün Bulgaristan’da sadece 27 bin aile 3 çocuk sahibidir. Öte yandan Bulgaristan’da kadın nüfusun azalma eğilimi yıldan yıla hız alıyor. 2001 yılında Bulgar İstatistik Enstitüsü verilerine göre, toplam nüfusun 4 milyonu bayanken, 2015’te bu rakam 3 milyon 600 bine düştü yani 400 bin azaldı. 2020 yılında kadınların 100 bin kişi daha azalması ve 3 milyon 500 bine düşmesi, 2070 yılında ise Bulgaristan’da kadın nüfusun 2.5 milyon kalması yanı son duruma göre, % 1,1 kişi azalması hesaplanmıştır. Avrupa Birliği nüfusuyla yapılan karşılaştırmalara bakıldığında 2015’ten 2016’ya kadar AB nüfusu içindeki Bulgar nüfus 51 bin 925 kişi azalmış ve % 1,4 kalmışız. Bunun sebebi ise, yüksek ölüm oranıdır. Genlerimizde akrabalık bağları olan Bulgar milletinin gitgide hayat yolunun sonuna doğru yaklaşması biz Bulgaristan Türkleri için üzücü bir gerçektir.


32

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

*** Bu gerçekler Bulgaristan’da “sevda pınarının” kuruduğuna işaret ediyor. Çok acı bir gerçek. İnsansız kalmış bir memleketi vatan olarak sevmekse daha da acı. *** Bulgaristan Cumhurbaşkanı Rumen Radev 2018 yılbaşı konuşmasında “halkın sırtına yapışmış açlık gömleğinden” söz etti. Avrupa ülkeleri arasında en yoksul olduğumuzu dile getirdi. Konuya değindi de, ülkemizde kurulan oligarşimafya rejiminin halkımızı alabildiğine sömürdüğünü, devleti rüşvetle soyduğunu ve hayat hakkımızı elimizden aldığını belirtmedi. Durumdan çıkış yolu göstermedi. Durumu en çarpıcı örneklerle halka anlatmadı. *** Kuzey Batı illerimiz olan Vidin, Vratsa ve Montana ile Tuna kıyısına yerleşmiş Lom şehrinde Yılbaşında kapı kapı dolaşarak anket kağıdı imzalatan gruplar vardı. Basın bu anketlerin o illerde yaşamaya devam eden insanların Bulgaristan’dan idari ve hukuksal olarak ayrılmak ve Romanya’ya bağlanmak için imzalatıldığı açıkladı. İşin tuhaf tarafı ise, köyleri boşalmış, okul ve hastaneleri kapanmış, yolları, köprüleri 30 yıldan beri onarılmamış, tarım kooperatif binaları yıkılmış, tarım makineleri kesilip hurdaya verilmiş, geçim kaynağı sanayi tesisleri, küçük üretim işletmeleri kapanmış olan bu insanların ekmek parası için her sabah 2. “Tuna” köprüsü üzerinden Romanya’ya geçtikleri ve gece karanlığında döndükleri yılların gerçeğidir. Ne yazık ki, bu iki ülke AB üyesi olmasına rağmen, iki devleti ilgilendiren hukuksal ve sosyal düzenlemeleri birer birer çözmeye yanaşmadılar. Okul, eğitim, uzmanlaşma, sağlık ve emeklilikle ilgili birçok sorun henüz düzenlenmedi. Bulgar devleti bu gibi sorunları masaya yatırmaya yanaşmadı. Kitle hareketlenmesi gecikmeli de olsa artık başladı. Kuzey Batı Bulgaristan’ın yukarıda adı geçen üç ili idari ve hukuksal olarak Romanya’ya bağlanma eylem ve işlemlerine başladı. Gerekli imzalı dilekçeleri toplandı. Etnik kimlik olarak bu insanlar Ulah’tır. Birinci Dünya Savaşından sonra Bulgaristan’a göç etmişler, isimleri ve kimlikleri değiştirilmiş, okul ve diğer kültürel aydınlık ocaklarını açamamışlardır. Dalga geri dönüyor. 100 yıldan sonra Bulgar devletinden kopmak isteyenler aslında eritilemeyen, asimile olmayan Ulah kitlesidir. *** Benzer bir sorun Dobruca da yaşıyor. Bilindiği üzere, 1919 yılında Paris yakınındaki Neuilly’de imzalanan ve Birinci Dünya Savaşı’nı bitiren barış anlaşması 1940 yılında Bukreş Antlaşmasıyla bozuldu. Güney Dobruca Bulgar Krallığına iade edildi. Nüfus değişimi yapıldı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bölgedeki


Makale ve Analizler - 2018

33

etnik azınlıklar anadil, anadilde eğitim, öğretim, etnik kültür ve gelenekleri yaşatma gibi konularda asla nefes alamadığından dolayı bölgede ciddi sorunlar yaşandı. İsim değiştirme olaylarından sonra zulüm şiddetlendi. 1986’dan sonra etnik kitle hak ve özgürlükleri uğruna hareketlendi ve 1989Mayıs Ayaklanmasına ön saflarda katıldı. Yüzlerce kişinin hapis edilmesi ve zulüm görmesi halkın hiddetini göklere çıkardı. Romanya’da bazı siyasi çevreler bu nüfusun hak ve özgürlüklerinin, kolektif haklarının tanınmasında yeniden ısrar etmeye başlayınca, bölgede ezilen etnik azınlığa hak tanıma, sivil toplum toplumu oluışturma sorunları gündeme geldi. Dobruca’da yaşayan azınlıkların etnik ve kültür sorunlarının çözülmesi için ilk adımlar henüz atılmamıştır. *** Bulgaristan’ın 2018 gerçekliğinde altın kaplamalı gösterişin ve Avrupa Birliği Dönem Başkanlığı parlayısının ardından sırıtan büyük bir gerçek daha var. Bu da “sokak çocukları” gerçeğidir. Okul dışı olan bu çocukların gerçeğine “kazanılmadan kaybedilmiş bir geleceğin” herhangi bir yerine sıkışmayı düşünenler eylem halindedir. Onları geçindirmek için her Cuma annelerini camiler etrafında el açmış görüyoruz. “Ben sokak çocuğuyum abi!” diyenler artıyor. “Yani ben yardıma muhtacım abi!” anlamına gelen bu sözler her birimizin canını yakıyor. İktidarda bulunan aşırı milliyetçi, faşizan zihniyetli, azınlıkların kör cahil, mesleksiz, geçimsiz, “getto-mahallere” kapanmış, devamlı polis gözetiminde bulunan, korku içinde yaşayan, özgürlük nedir bilmeyen, hak sözünü öğrenmelerine asla imkan tanınmayan ve halen Başbakan Yardımcısı ve “Etnik ve Demografi” Sorunları Devlet Komisyonunda Başkanı görevinde bulunan V. Stoyanov 2017 yılında Avrupa Birliği’nden ve Devlet Bütçesinden büyük paralar çimdikleyerek, belediyeleri, polis ve jandarmayı harekete geçirerek 2017 / 2018 ders yılı için azınlık çocuklarını okula toplamaya çalıştı. Eğitim bakanlığının yayınladığı rakamlarla gerçek duruma göz atalım: 2017 yılında okula gitmeyen öğrencilerin sayısı 206 378. Olağanüstü büyük bir rakam. Devletin bütün gayretlerine ve yapılan masrafa rağmen okula toplanabilen çocukların sayısı ise ancak 17 297. Bu çok acı bir gerçektir. Todor Jivkov’un zulüm döneminde de bu böyleydi. İşçi maaşları 120 leva iken, okula giden Çingene çocuklarının ana - babasına ayda 30 leva para veri-


34

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

liyordu. Üniversiteye giriş sınavında Orta (3) alan Çingen çocuklarının hepsini üniversiteye yazdırma kararı vardı. Bu karardan 1977 yılında Sofya Üniversitesinde Felsefe okumak isteyen Ahmet Doğan da yararlanabilirdi, ne yazık ki sınavda Zayıf (2) almıştı. Bu özel vurgulamayı yapmama neden şudur. Çingeneler yalnız bir Yüksek Okula yazılamıyordu: Hukuk Fakültesine; Psikoloji ve Sosyoloji okumaya. Bunun nedeni ise, hak ve özgürlüklerini savunabilecek, toplumdaki gerçek durumlarını öğrenmelerine imkân tanıyacak dersleri görmelerini önlemekti. İki, Çingen dilini de ana dil olarak okuyamıyorlardı, çünkü anadilin temelinde edebiyat, sanat, kültür ve uygarlık edinimlerinden istekleri olabilir ve etnik azınlık topluluğu olarak uyanabilirlerdi. Bulgar Çingenelerinin henüz alfabesi yoktur. Onlar için yapılan yerel yayınlar Bulgar dilinde yapılıyor. Genel istatistikler değerlendirildiğinde Bulgaristan’da 8. Sınıfı bitiren öğrencilerden her on kişiden biri öğretimine devam etmiyor. Okuldan ayrılıyor. Kaydı olsa bile derse girmiyor. “Amadipe” adlı sosyolojik araştırma merkezinin yaptığı yılsonu sondajlarında ortaya çıkan gerçek, ders odasına toplanan 17 bin 297 çocuk, daha önce hiçbir zaman okula ayak basmamıştır. Okula gitmeyi kabul etmeyen çocukların sayısı Sliven, Stara Zagora ve Plovdiv (Filibe) il ve ilçelerinde en yüksek iken, Smolyan (Paşmaklı), Gabrovo ve Vratsa illerinde okul dışı çocuk oranının en düşük olduğu ortaya çıktı. Aşağıdaki tabloda kırmızı renkle çocukların okula gitmedikleri, yeşil renkle ise okula bağlı oldukları illere işaret ediyor: Ajansın yayınladığı sonuçlarda, çocukların okula gitmemelerine değişik nedenler gösterilirken, annebabasının dış ülkeye iş aramak için yurt dışına gitmiş, birçokları çocuklarını da beraber götürmüş ve köy ve kasabalarında kalan çocuklar ise denetimsiz kalmıştır. Bazı ailelerin çocuğunu okula göndermeye parası olmadığı, okul giderlerini karşılayamadığı gibi sebepler ön plana çakılmıştır. Sofya Üniversitesi bilim adamlarıyla yapılan bazı söyleşilerden ortaya çıktığına göre, onlara göre ise, çocukların okula gitmek istememesine en büyük neden, en büyük engel, okulda çocuğun öğretmenlerin anlattıklarını ve ders kitaplarını anlamakta güçlük çekmesidir. Sofya Üniversitesi eski Rektörlerinden biri, bu konuda şu hususa işaret etti: “4 sınıfta bir öğrenciye İvan Vazov’un “Esaret Altında” romanını okutursanız, hem anlamaz, hem de anlatamaz. Okulda eski tarih çarpıtılarak okutulurken, son dönem tarihinden ise tek söz edilmemesi de kafa karıştıran bir gerçektir.”


Makale ve Analizler - 2018

35

Bulgar okullarında eğitimin anaokulundan ve ilkokulun birinci sınıfından başlayarak Bulgarca olmasından dolayı etnik azınlık çocukları ana dillerini öğrenemezken, onlar için bir yabancı bir dil olan önce Bulgar dilini kavramaya zorlanmaları da büyük algılama sorunları yaratıyor. Sonuçta Bulgar toplumu üstüne meclis kürsüsünden açıklamada bulunan Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) milletvekili Prof. Hristov’un belirtiği gibi, toplumun % 40’ı cahil, % 70’i okuduğunu anlayamaz durumda ve % 80’i de “debil” yani güçsüz zavallılar durumunaa bulunuyor. Bu çok acı bir gerçektir. Çünkü bu vahim durumun içinde bir de Bulgaristan Türkleri ve tüm Müslümanlar ve etnik azınlıklar vardır. Altın kaplama altındaki küflü gerçek budur. Ve bu gerçek bizim yarınlarımızı karartıyor. Son 28 yılda Bulgaristan’da en büyük etnik azınlık olan Çingeneler arasından seçerek 686 genci doktor ve 1000 çocuğu da mühendis yapmak sorunlara çözüm olamıyor. Önce yoksul nüfusa iş göstermek, hepsini getto-mahallerden çıkarmak ve insan gibi yaşam ortamı ve kültürel gelenekleriyle yaşam ortamı yaratmak şarttır. Araştırma Ajansı’nın çocukların okuldan ayrılmasına geçerli neden olarak gösterdiği, erken yaşta işe başlama, her köyde okul olmadığından ulaşım sorunları, erken yaşta evlenme gibi sorunlar biliniyor ve onların çözümü de sosyal ve ekonomiktir. Fakat bu nedenlerden hiç biri belirleyici değildir. Yarım asır süregelen uygulama Çingene ana - babaya 20 - 30 leva verip de çocuğun okul sorununu çözme yaklaşımının yanlış olduğunu defalarca kanıtladı. Azınlıkların yaşamında son 50 yılda değişen hiçbir şey olmaması buna kanıttır. Şimdiki durumda azınlıklar Bulgar sorun uzağında, her hangi bir köşede kalmış ve kendilerinden bir şey beklenmediğini biliyorlar. Kuşkusuz, gerek iktidardaki faşizan güçler, gerekse bakanlıklardaki görevliler her yıl yeni yeni öneriler sunarak bu sorunlara sözde çözüm önermiyorlar. Çözülmeyen sorunlar her yıl aynı yeni bir şiddetle çözülmemiş olarak ortaya çıkıyor. Bu ne zamana kadar böyle devam edecektir? Cahil kalan Çingene Türk Tatar ve Pomaklar modern toplumda yalnız hademelik ve temizlik mi yapacaktır. Biz topluma entegre olmadan Bulgar toplumu ileri adım atabilir mi? Başta eğitim ve sağlık gibi sorunlar çözülmeden demografi sorunu çözülemez. Azınlıkların doğurmasından korkan Bulgar toplumu kendisi üreyemez. Geleceğinden korkan Bulgar kavmi yeniden üretim sorununu çözmeden toplumda öncü olamaz. Etnik ayrımı ve özekileştirmeyi seçen bir toplum kendi esir düşme dehşetinden kurtulamaz.


36

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Çözüm bekleyen sorunların başında gelense Bulgar devletinin ülkede çok etnikli, çok dilli, çok dinli, değişik kültürlü bir azınlıklar topluluğu yaşadığını kabul etmesi gelir. Azınlkıklara kültürel otonomi tanıyabilmek için tek dilli ve tek ulusu Bulgar devleti kurma hevesinden kesinlikle vaz geçmelidir. Bulgar devletinin güç kaynağı ancak çok etnikli, çok dilli ve çok kültürlü buluşmadır. Bu konuda söz, dava ve eylem birliğidir. Balkanlarda devlet kurma geleneği olan 2 uklus vardır. Bunlardan biri Türkler, öteki de Bulgarlardır. Bulgaristan ortamında aralarında gen bağları olan bu iki ulusun birleşme yolunu bulması ve birbirine saygıda eksiklik bırakmadan güç kaynaklarını ve gelecek ufkunu açma zamanı gelmiştir. Çöküp yok olmaktan tek kurtuluş yolu budur. Paylaşmaya unutmayınız.

Moskova Camileri

Raziye Çakır-07.Ocak.2018

Moskova Müslümanları 2018 Konu: Moskova’da her 6 kişiden biri Müslüman. Rusya Federasyonu Başkenti Moskova’da Moskova Merkez Cainde ve Dolatynda 2017 Kurban Bayramı namazı. Rusya Federasyonu sınırları içinde bağımsız bir Cumhuriyet olan, Müslümanların yaşadığı Dağıstan’da Müslümanların Manevi Önderi olan Ahmad Abdullaev’in eşi ve danışmanı olan Bayan Ayna Gamzatova’nın 18 Mart’ta yapılacak olan Rusya Federasyonu Cumhurbaşkanı seçimlerinde Cumhurbaşkanı adayı olarak kaydını resmen yaptırması bütün Rusya’da ve Müslüman dünyasında çok geniş yankı uyandırdı. Bayan Gamzatova Rusya Federasyonunda çıkan “İslam” dergisinin yazı işleri müdürüdür.


Makale ve Analizler - 2018

37

Bayan Gamzatova Rusya Federasyonu’nun ilk kadın Cumhurbaşkanı adayıdır. Dünya basını olaya büyük dikkat ayırmaya başladı. Moskova’da seçime katılıp oy kullanma hakkı olan her 6 kişiden biri Müslüman seçmendir. Rusya Federasyonunda bu oran tüm seçmenlerin % 20’sinden fazladır. 18 Mart seçimlerinde Rusya Müslüman seçmenlerin Bayan Ayna Gamzatova’ya oy vereceği haberleri aldı yürüdü. Müslümanlar arasında büyük bir görüş birliği ve hareketlenme sağlandı. Seçmen kitlesi Rusya Gazeteciler Birliği üyesi olan ve yönettiği “İslam” dergisiyle Allaha iman eden çok geniş kitle tarafından tanınan adaya tam destek sunduğunu gizlemiyor. Seçim öncesi çıkan yazılarda, İkinci Dünya Savaşı öncesi yıllarda Sovyetler Birliğinde 20 bin cami ve mescit yıkıldığını hatırlatanlar, o dönemin tarihe karıştığını ve son yıllarda Rusya’nın manevi önerdiğini üslenmiş bulunan Aleksandır Dugin’in “İslam değerlerine” büyük önem verdiğine dikkat çekiyorlar. İslam ile ilgili Dugin’in görüşleri son yıllarda Rusya Başkanı Vladimir Putin’in Müslüman devletleri ve İslam dini liderleri ile sıkı işbirliği ve dostluk kurması vurgulamaya değer gelişmelerdir. Türkiye’de İslam değerlerinin korunarak gelişmesine olağanüstü büyük önem gösteren Türkiye Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan ile Putin arasındaki dostluk bağları ve 2017 yılında gerçekleştirdikleri 7 görüşme Müslüman devletlerde, Yakın Doğuda ve bölge dışında büyük etki yaratmıştır. Bu işbirliği ve koordineli yardımlaşma sayesinde Irak ve Suriye’de “DEAŞ” terör örgütünün beli kırılmış ve barış, güvenlik ve huzur tesis etmenin kapısı açılmıştır. 2017 yılı bu alanda yeni büyük adımların atıldığı yıl oldu. Türkiye’de ilk atomelektrik santralini Rusya’nın inşa etmesi kesinleşti; “Türk Akım” projesi üzerinde yoğun çalışmalar devam ediyor, savunma işbirliğinde “CC-400” favori hava savunma sistemi sözleşmesinin imzalanması bölgede dengeleri tamamen değiştirecek niteliktedir. Ticaret ve turizm alanlarında yeni rekorlar kırılıyor vs. Görüşleriyle yeni ideolojiyi belirleyen Aleksandır Dugin daha 2013 yılında Belgrat’ta çıkan “Ceo-politika” dergisine verdiği bir demeçte bu konuda şöyle demişti: “Batı Dünyası İslam değerlerini küçümsüyor, onlara gereken değeri vermiyor ve Müslümanların çıkarlarına karşı çalışıyor.” Bu açıdan bakıldığında Avrupa - Asya Birliği kurma fikri boş yerde doğmamıştır. Bunun temel dayanaklarından biri Rusya Federasyonunda İslam mevziilerinin güçlenmiş olmasıdır. Son yıllarda Rusya’daki gerçk durum değerlendirmesinde şöyle bir tablo ortaya çıkmıştır: Rusya Federasyonu’nda “Tek Rus Ulusu ve Tek Din” tezi buharlaştı.


38

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Rusya Federasyonu çok uluslu ve çok dinli, çok kültürlü bir devlettir. Moskova’da bulunan, Avrupa kıtasının en büyük cami olan ve son yıllarda onarılan “Büyük Cami” açılış töreninde: Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin; Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayib Erdoğan ve Filistin lideri Mahmud

Abas, Rusya Müslümanları Başmüftüsü vs. Moskova’daki camilerin sayısı 30’dan fazladır. Bunların 4’ü olağanüstü büyüktür. “Anıt Cami” Başkan Putin’in emri üzerine kurulmuş ve İkinci Dünya Savaşı’nda Kızıl Ordu saflarında savaşırken şehit düşen Müslümanlar onuruna inşa edilmiştir. İstanbul’dan sonra Avrupa’da en büyük sayıda Moslüman yaşayan şehir Moskova’dır. Rusya Başkentinde 2018’de 2 milyon Müslüman yaşıyor ve ibadet hakları özgürce kullanabiliyor. Cami ve mescitler dışında Moskova’da birçok Müslüman Kültür Evi, din okulu, Müslüman geleneklerinin düzenlendiği yerler kapı açmıştır. Moskova’da Müslüman Tatarların en kalabalık birlikte oturdukları, Kremlin Sarayı’ndan Güneyde bulunan tarihsel Müslüman Merkezi olarak bilinen “Zamoskvoreytski” semtinde ilk cami 1823’te kuruldu ve Moskova Tarihi Cami olarak ünlüdür. 1993’te temel onarımdan geçtikten sonra önemi daha da artan bu ibadet yerinin dünya ile elektronik iletişimi çok gelişmiştir. Bu caminin çocukları, gençleri ve bayanları İslam dini kurallarına ve ahlakına göre eğitim merkezi bir yandan internet üzerinden çok yaygınlık kazanmış durumda iken, ayrıca başkentin “Balşaya Tatarskaya” No 28 adresinde halka açık eğitim merkezleri de etkinliklerini sürdürüyor. Moskova’nın “İnanç” ve “Yardım” Cami Kompleksi Bu komplekste bir çatı altında Tatar ve Azerbaycan Şii cemevi “İnanç” toplanmıştır. Kompleks 1999’da açıldı. “Yardım” cami 1993’te açılan bir sunnihanefi ibadet merkezi olarak inşa edilmiştir. “Yardım” camiye bağlı imam hatip okulu, yüksek İslam eğitim merkezi, İslam yardımlaşma derneği, İslam din ve tarih eğitimi verilen merkez, Tatar ve Arap dil öğretim kurs ve enstitüsü faaliyet gösteriyor. “İnanç” ve “Yardım” merkezine bağlı “Hilal hizmet merkezi ve geleneksel hizmetler sunulan bölümler de açılmıştır. Burada düzenlenen forum. Panel, kurultay ve sergiler için de bölümler ayrılmış, kahvehane ve lokanta da


Makale ve Analizler - 2018

39

yöresel yemekler sunmaktadır “Haçaturyan” No 8 adresinde bulunan bu İslam dini kompleksinde Cumaya gelenlerin sayısı en ay 3 bin kişidir.” Anıt Cami İkinci Dünya Savaşı’nda can feda eden Müslümanlar anısına kurulan Anıt Cami Moskova’nın Şehitler Ormanı Bölgesinde bulunur. Cami, Tatar, Özbek ve Kafkasya halkları yüksek mimar ve sanat özelliklerine uygun olarak kurulmuştur. 1997’de açılan Cami’nin açılış törenlerine Moskova elediye Başkanı ile birlikte Kazakistan, Baş Türkistan ve Tataristan devlet başkanları da katıldılar. Moskova’da yaşayan Türk, Kazak ve Dagistanlıların en sık uğradığı ibadet yeridir. Adresi “Minskaya” No 26’dır. Büyük Cami Moskova Büyük Cami Rusya Başkentinin merkezinde bulunur. 1890 m2 üzerine kurulmuş 6 katlı bir sanat eseridir. İçinde 10 bin kişi birden namaz kılabilir. 23 Eylül 2015 yılında hizmete açıldı. Açılış Töreninde Rusya Federasyonu Başkanı Vladimir Putin, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyib Erdoğan ve Filistin yöneticisi Mahmut Abbas ile birlikte Azerbeycan, Ürdün, İran, Kazakistan, Katar, Kuveyt, Kırgızistan, Suudi Arabistan, Tacikistan, Türkmenistan ve Özbekistan’dan delegeler hazır bulundu. Moskova’nın her 6 sakininden birisi Müslüman İslam nüfus ve etkisi bakımından Moskova’da ikinci dindir. Moskova çok etnikli, çok kültürlü ve çok dinli bir şehirdir. Her etnik topluluğun, milletlerin kendi din ve kültürlerine, geleneklerine sahip çıkarak etnikler ve kültürler arası etkileşimin gelişmesine katkıda bulunması ülkede yeni bir uygarlık çabalarının temellerini oluşturuyor. Moskova 2018 Dünya Futbol Birinciliği hazırlıklarını bütün kültürlerin ortaklığı ve işbirliği ortamında gerçekleştirmeye özenle başlamış bulunuyor.


40

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Demir Kilise 7 Yıl Aradan Sonra Açıldı

Raziye ÇAKIR -07.Ocak.2018

İstanbul Balat’taki demirden inşa edilen tek kilise olma özelliğini taşıyan Bulgar kilisesi (Sveti Stefan Kilisesi ), nam-ı diğer “Demir Kilise” 7 yıl süren restorasyon çalışması tamamlandı. Bulgar Ortodokslar için tarihi bir öneme sahip olan Demir Kilise bugün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan Binali Yıldırım ve Bulgaristan Başbakanı Borisov, T.C. Başbakan Yardımcısı Hakan Çavuşoğlu, Bulgaristan ve Türkiye STK temsilcilerinin de katılımıyla düzenlenen törenle açıldı. Erdoğan: “Uluslararası Topluma Verilmiş Bir Mesaj” Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Demir Kilise’nin açılışında yaptığı konuşmada şu mesajları verdi: “Bulgaristan şu anda AB dönem başkanlığı görevini sürdürüyor. Böyle bir dönemde bu açılışın yapılıyor olmasını uluslararası topluma verilmiş çok önemli bir mesaj olarak değerlendiriyorum. İstanbul, şu fotoğrafla farklı din ve kültürlerin barış içinde yaşadığı bir şehir olma özelliğini tüm dünyaya bir defa daha göstermiştir. Bizde şu var: Kesrette vahdet anlayışı. Yani çoklukta birlik... Biz işte bu anlayışla diğer dinlere mensup vatandaşlarımızın ibadethanelerini ayağa kaldırma çalışmalarını yürüttük yürütüyoruz. Havra, şapel, kilise gibi din mekanların onarımlarını önümüzdeki dönemde de sürdüreceğiz.” AB Mesajı Bu dönemde Bulgaristan’ın farklı bir konumu da var. AB dönem başkanlığı kendilerinde. Böyle bir dönemde bu açılışın yapılıyor olmasını uluslararası topluma verilmiş bir mesaj olarak değerlendiriyorum. İstanbul farklı dinlerin ve kültürlerin bir arada barış içinde yaşadıkları şehir olma vasfını bir kez daha göstermiştir. Bir tarafta patrikhane bir tarafta Demir Kilise. Arada da çok fark yok. 200 - 250 metre mesafede bir yer. Bu kilise 1898’den bu yana ayakta duruyor. Kilisenin restorasyonu, belediye başkanlığım döneminde bir restorasyon daha geçirmişti ama 2011’de köklü bir restorasyon gerçekleştirildi. 15 milyon liranın üzerinde maliyetle tamamlanan restorasyon işlerini üstlenen ekip hassasiyetle bu duruma getirdi. Ben kendilerini


Makale ve Analizler - 2018

41

kutluyorum. Dininizi yaşamakta, ibadetlerinizi yapmakta serbestsiniz anlayışı ile onları hep koruma altına almıştır. Yeni Camii olarak adı konan camimiz bile 400 yıllık bir geçmişe sahiptir. Ayasofya İstanbul ile birlikte tüm dünyanın incisi durumundadır. Her eserin bizim gönlümüzde ayrı bir yeri var. Camiler var, kiliseler var, sinagog-havralar var. Bizde şu var. Kesrette vahdet anlayışı var. Yani çoklukta birlik. Havra, şapel, kilise gibi dini mekanların onarımlarını önümüzdeki günlerde de sürdüreceğiz. Biz herkesin özgürce ibadetini yapabilmesini temin etmenin devletlerin sorumluluk alanı olduğuna inanıyoruz. Önümüzdeki dönemde bu konuda çok daha güzel görüntülere, çok daha samimi birliktelikleri tüm dünyada şahit olacağız. Türkiye restorasyon alanında oldukça birikimli ve tecrübeli bir ülkedir. Bu eserleri yaşatmak ortak sorumluluğumuzdır. Bulgaristan’daki tarihi vakıf eserlerin ve camilerin de bakıma ihtiyaçları olduğunu biliyorum. Bu çalışmaları birlikte yapabiliriz. Bu projenin diğer benzeri projelere ilham kaynağı olmasını diliyorum. “İstanbul Demir Kilise’deki ibadet özgürlüğü ile Filibe Muradiye Camiindeki ibadet özgürlüğünü birbirinden ayırmıyoruz” ifadelerini kullanan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Bulgaristan Başbakanı Borisov’un açılış törenine Bulgaristan Başmüftüsü Mustafa Aliş’i de getirmiş olmasının, bu sürece pozitif bir katkı sağladığını ifade etti ve kendisine teşekkür etti. İnancı ve kökeni ne olursa olsun herkesin özgürce ibadetini yapabilmesini temin etmenin, devletlerin sorumluluk alanında olduğunun altını çizen Cumhurbaşkanı Erdoğan, şunları ekledi: “Bugün Sayın Borisov’un heyetinde Bulgar Ortodoks Kilisesi Patriği Sayın Niofit ile Bulgaristan Başmüftüsü Sayın Mustafa Aliş Hacı’nın beraber yer alıyor olması, Bulgaristan’ın da bu birlikteliğe verdiği öneme işaret ediyor. İnşallah önümüzdeki dönemde bu konuda çok daha güzel görüntülere, çok daha samimi birlikteliklere hep birlikte tüm dünyada şahit olacağız.” Cumhurbaşkanı Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu eserleri korumak ve yaşatmak, gelecek ne-


42

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

sillere karşı sorumluluğumuzdur. Osmanlı döneminde şimdiki Bulgaristan toprakları üzerinde çok sayıda cami, han, hamam, köprü, türbe gibi tarihî eser niteliğinde yapılar inşa edilmiştir. Bulgaristan’daki tarihî vakıf eserlerinin ve camilerin de onarıma ihtiyaçları olduğunu biliyoruz. Demir Kilise örneğinde olduğu gibi ortak kültürel mirasın muhafazasına yönelik bu çalışmaları birlikte yapabiliriz. Bulgar dostlarımızla Demir Kilise restorasyonunda gerçekleştirdiğimiz iş birliğini Bulgaristan’daki ibadethaneler konusunda da sürdürmeyi ümit ediyoruz.” Sofya’da 1882’den beri ibadete açık tek cami olan 450 yıllık Kadı Seyfullah Efendi Camii’nin restorasyonunun tamamlandığını öğrendiğini de aktaran Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Bu önemli kültür mirasımızın açılışını sizlerle birlikte yapmaktan memnuniyet duyacağımızı da ayrıca belirtmek istiyorum” dedi. Türkiye’nin bu alandaki deneyimini, ihtiyaç duyulması hâlinde katkılarını Bulgaristan’la paylaşmaya hazır olduklarını açıklayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Gerek yenilenen eserlerin, gerek eski eserlerin bakım ve muhafazasının da Bulgar dostlarımızca layıkıyla yapılacağından şüphe duymuyorum. Bulgar Devleti’yle dayanışma ve iş birliği içinde yürüttüğümüz bu projenin diğer benzeri projelere ilham kaynağı olmasını diliyorum” şeklinde konuştu. “Türkiye Restorasyon Alanında Birikimli ve Tecrübeli” “Biz inancı ve kökeni ne olursa olsun herkesin özgürce ibadetini yapabilmesini devletlerin sorumluluk alanında olduğuna inanıyoruz. Türkiye restorasyon alanında son derece birikimli ve tecrübeli bir ülkedir. Bulgaristan’daki tarihi vakıf eserlerinde tamire ihtiyaç olduğunu görüyoruz. Demir Kilise’de olduğu gibi bu onarımları birlikte yapabiliriz. Demir Kilise’nin restorasyonunda emeği geçenleri tebrik ediyorum.” Yıldırım: Hoşgörümüzün En Güzel Numunesidir Yıldırım: “Demir Kilise’nin restore edilerek Hristiyan vatandaşların hizmetine sunulması ülkemizde dinlere karşı ecdadımızdan gelen ve bugün de devam eden hoşgörünün en güzel numunesidir” dedi.


Makale ve Analizler - 2018

43

Başbakan Binali Yıldırım’ın konuşmasını şöyle devam etti: “Bu eser İstanbul’un yüzyıllardır bütün inançları bir arada tutan karakterini temsil etmektedir. Cemaat vakıflarının mallarının iade edilmesine karar verilmiştir. 167 cemaat vakfına ait 1029 eser, varlık cemaat vakıflarına aktarılmış ve geçmişten beri gelen bu önemli sorun da ortadan kaldırılmıştır.” 7 Yıl Süren Restorasyon İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB) katkılarıyla 2011 yılından başlayan restorasyon kapsamında Demir Kilise’nin yüzde 90’ı elden geçirildi. Yapılan çalışmalar kapsamında Demir Kilise’nin taşıyıcı sistem güçlendirme, dış cephe koruma ve restorasyon, iç restorasyon ile çevre düzenlemesi yapıldı. Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov da konuşmasında, “Cumhurbaşkanı Erdoğan bir söz vermişti ve bugün bu sözünü yerine getiriyor. Minnettarım size Sayın Cumhurbaşkanı” diye konuştu. Bulgaristan Başbakanı Borisov’un açıklamaları: “Sayın Cumhurbaşkanı, Sayın Başbakan, sayın belediye başkanları, dini temsilciler, müftümüz de hazır bulunuyor. Bulgaristan’daki Müslümanları temsil ediyor. Ortodoks Kilise Patriği de burada bulunuyor. Burada bir araya geldik, tartışmak için değil. Haliç’in yanı başında dinimiz temsil ediliyor. Dinimize saygı gösteriliyor. İBB’ye teşekkür ediyorum. Sayın Cumhurbaşkanı’na teşekkür ediyorum. Kültürel yönden nasıl bir değer taşıdığını anlatmama zaten gerek yok. Bulgaristan her zaman mükemmel ilişkiler tesis etmek istemiştir hem İslam hem Hıristiyan alemi ile. Terörizm her yerde var ancak müştereken mücadele edebiliriz. Sonuçlardan bahsediyoruz, sebeplere bakacak olursak kader bizi, cofrafi ve siyasi olarak birlikte yaşamaya zorunlu kılmıştır. Bütün Avrupa, Balkanlarda bir Hıristiyan, Müslüman ülkenin nasıl olduğunu, davrandığını gösteriyor Sofya ve İstanbul. Gerçekten kıskanılacak birer örnektir.” Türkiye - AB İlişkileri Türkiye AB’nin en büyük komşusudur. Türkiye bu bölgede en bü-


44

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) yük orduya sahip ülkedir. Bizler elimizden gelen her şeyi yapmalıyız. Cumhurbaşkanı’nın Macron ile yaptığı görüşmeyi ilgi ile izledik. 2018’de Türkiye ile AB ilişkilerinin normalleştirilmesi için çaba harcamamız lazım. Başbakan Yıldırım’ın açık-

lamaları: “Bu eser İstanbul’un yüzyıllardır bütün inançları bir arada tutan karakterini temsil etmektedir. Cemaat vakıflarının mallarının iade edilmesine karar verilmiştir. 167 cemaat vakfına ait 1029 eser, varlık cemaat vakıflarına aktarılmış ve geçmişten beri gelen bu önemli sorun da ortadan kaldırılmıştır. Dini ve kültürel kutuplaşma riski gittikçe artıyor. Ortadoğu’da yüzyıllardır bir arada yaşayan değişik dinlere mensup insanlar mezhepleri nedeniyle hedef olurken aynı eğilimler İslam düşmanlığı ve ırkçılık olarak Batı dünyasında da artan şekilde bugün ne yazık ki kendini gösteriyor. Irkçılık yabancı düşmanlığı, tarihsel önyargılarla istismarlar artıyor. Siyasi tablolar aşırılığa doğru yeniden evriliyor. Bir arada yaşama iradesi yerini, tasvip etmediğimiz olumsuz duygulara bırakıyor. Böyle bir dönemde Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov’un da katılımıyla buradan vereceğimiz mesajın son derece anlamlı olduğunu ifade etmek istiyorum. Tarihi ve dini mekanı ihya etmek değil aynı zamanda bu törenin felsefi boyutu ve hoşgörü mesajıdır. Bu vesile ile eserin ihya edilerek bugün tekrar ibadete açılmasında bizzat sayın Cumhurbaşkanım gösterdiğiniz himaye ile İBB katkıları ile çalışmalar tamamlanmış ve bu hale gelmiştir. Emeği geçen yüklenici firma başta olmak üzere herkese teşekkür ediyorum. 15 yıllık hükümetlerimiz döneminde tarihi değerlerimize, geçmişten gelen kültür mirasına verdiğimiz önem sayesinde 5 bine yakın eser ihya edilmiş ve gelecek kuşaklara taşınması sağlanmıştır. İstanbul bir dünya şehridir. Ecdadımızın bu konuya hep engin hoşgörü ile yaklaştığı malumunuzdur. Bu kültür de bu binalar da bize tarihi mirastır. Türk ve Bulgar halkları arasında köklü ve tarihi bağlar mevcuttur. İnsani ve kültürel yakınlığımız ilişkilerimize yeni bir boyut katmaktadır. Demir Kilise’nin ışıklandırılmış hali Türk asıllı Bulgar vatandaşlarımızın


Makale ve Analizler - 2018

45

oynadığı rol, aynı zamanda Bulgar asıllı Türk vatandaşlarının oynadığı rol de çok önemli. İlişkilerimiz olumlu yönde gelişmeye devam etmektedir. Bulgaristan’ın AB dönem başkanlığını üstlendiği bu süreçte ilave işbirliği imkanlarının ortaya çıkacağına inanıyorum. AB dönem başkanlığını alması dolayısıyla sayın Bulgaristan Başbakanı’nı tebrik ediyorum.” Bulgar Ortodosklar İçin Tarihi Öneme Sahip İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB) katkılarıyla 2011 yılından başlayan restorasyon kapsamında Demir Kilise’nin yüzde 90’ı elden geçirildi. Yapılan çalışmalar kapsamında Demir Kilisenin taşıyıcı sistem güçlendirme, dış cephe koruma ve restorasyon, iç restorasyon ile çevre düzenlemesi yapıldı. Yanan ahşap kilise yerine demirden inşa edilen ve açılışı 1898 yılında yapılan Demir Kilise, İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından 7 yıl süren çalışmayla baştan aşağı restore edildi. Büyükşehir Belediyesi ilk olarak kilise zemininde görülen kayma sebebiyle zemin ıslahı yaptı. Yapının üç cephesi, 5 bin 500 metre jet grout (zemine çimento enjeksiyonu) ile güçlendirildi. Paslı kolonlar statik projesine uygun olarak çelik kolonlarla değiştirildi. Sökülen dış cephe kaplama ve süsleme elemanlarının restorasyonları, astar ve boyaları yapıldı.

Boyko Borisov’a Sormak Lazım

Arif Gündoğdu-08.Ocak.2018

Haliç kıyısındaki tarihi “Demir Kilise” onarıldı ve bugün açılışı yapılacak. Kurdaleyi, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov birlikte kesecek. Yanan ahşap Bulgar Kilisesi’nin yerine 1898’de Osmanlı’nın özel izniyle demirden inşa edilen kilise, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın talimatıyla İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından 16 milyon lira harcanarak 7 yılda restore edildi. Türkiye ile Bulgaristan arasında yapılan ikili anlaşmalar ve Lozan Antlaşması ile tüzel kişiliği bulunan Bulgar Ortodoks Kilisesi’nin yaşatılması, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir zenginliği. Tarihi, kültürel ve sosyolojik bir zenginlik.


46

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Türkiye’ye gelmişken Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov’la kilise açılışının ötesinde sorunları konuşmak şart. Borisov, 2018’e “AB Dönem Başkanı” olarak girdi. Türkiye tavrını da Bulgaristan Devlet Televizyonu (BNT) ekranlarından şu cümlelerle aktardı Borisov: “Türkiye’nin AB’ye üyeliği konusunda ikiyüzlülüğü bırakalım. En iyisi oturalım ve Türkiye ile AB arasında özel bir anlaşma yapalım. Ayrıca 5 - 6 maddeden oluşacak anlaşmaya gümrük kolaylığı noktası da dahil edilmeli.” Sunucunun “Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hayır diyebilir misiniz?” sorusuna Borisov, “Biz birçok şey için ona “Hayır” dedik, fakat bir konuda her zaman “evet” dedik. Bulgaristan’a yönelik sığınmacı akını bıçak gibi kesildi. Sınırın korunması için Recep Tayyip Erdoğan ile çok iyi anlaşıyoruz” cevabını verdi. Zaten Avrupa’nın da Türkiye’ye bakış açısı net olarak bu: Ortadoğu ile Avrupa arasında “tampon bölge” rolünü sürdürmesi. *** Bulgaristan, AB’nin Türkiye’ye dayattığı hiç bir şartı yerine getirmeden birliğe kabul edilen ülkelerin başında geliyor. Aynı zamanda ABD’nin Balkanlar’daki önemli karakollarından biri oldu. Çok sayıda ABD üssü yanında, önemli sayıda asker de konuşlu Bulgaristan topraklarında. ABD ve AB’nin “himayesi” altındaki Sofya yönetimi, ülkesinde AB’nin “demokrasi”, “özgürlük”, “azınlık hakları” gibi birçok alanda zayıf bir karneye sahip. Komünist dönemde katliamlara kadar varan “Türk düşmanlığı”, Bulgar siyasetinin değişmez kıblesi. Birçok uluslararası antlaşmaya göre “azınlık” olarak tanımlanan Müslüman Türk nüfus, hem ekonomik hem kültürel baskı altında. Buna rağmen Bulgaristan, Arnavutluk’ta yaşayan ve sayıları 30 bini bulan Bulgarların “özel azınlık statüsü”ne kavuşması için çok uğraştı. Arnavutluk’u, ABD ve AB baskısıyla buna razı etti ve Arnavutluk Parlamentosu Hukuk Komisyonu, Bulgarları, Arnavutluk Azınlık Hakları yasa tasarısına dahil etti. Bulgarlar, başta Bilişta, Korça, Golo bırdo, Mala Prespa ve Naşa Gora bölgelerinde yaşıyor. *** Türkiye, Bulgaristan’taki Türk azınlığıyla ilgili politikasını hiç bir zaman olması gereken düzleme oturtamadı. Rejimin yıkılmasının ardından kurulan Hak ve Özgürlükler Partisi, Özal döneminde büyük yardımlar gördü Türkiye’den. Seküler bir yapıya sahip olan HÖH’ün yöneticilerinin neredeyse tamamı komünist


Makale ve Analizler - 2018

47

dönemde Bulgar istihbaratı tarafından yetiştirilmiş kişilerdi. Koalisyon ortağı olacak kadar önemli bir siyasi güce kavuştu HÖH. Türklerin siyasi güçle bazı hakları elde etme beklentileri bu dönemde önemli darbeler yedi. Bulgaristan’dan Türkiye’ye çalışmak için gelen ve Türk soylu olduğu için “ikametgah tezkeresi” ile uzun süre kalabilen “evlad-ı fatihan” için Bulgaristan’la bir anlaşma imzalandı. Türkiye’de bir yıl içerisinde 6 aydan fazla kalamaz oldular. Bulgaristan’da da “ekmek” aslanın midesinde olduğu için mecburen Portekiz, İspanya gibi ülkelerin yollarına düşüp, oralarda perişan oldular. Türkiye’de “kültürel etkileşim”le kendilerini muhafaza etme, hatta geliştirme şansı olan gençler, Avrupa’da asimile oldu, benliğini unuttu... Ardından Türkiye, önce Hürriyet ve Şeref Partisi’nin kurulmasına destek verdi. Bu parti seçimlerde başarılı olamayınca, DOST ittifakı için seferber olundu. Tek kelime Bulgarca bilmeyen ve Bulgaristan tarihine yabancı kişilerin hazırladığı bu hamle de boş çıktı. Çünkü, DOST ittifakına önderlik yapanlar da HÖH’ün eski yöneticileri ve kripto istihbaratçılardı. Son seçim döneminde DOST ittifakı üzerinden Türkiye’nin hamleleri, Sofya yönetimine “içişlerine müdahale” sayılabilecek hayli malzeme vermiş oldu. Bu, Türkiye’ye karşı Sofya’nın elini de güçlendirdi. *** Şimdi AB Dönem Başkanı sıfatıyla Borisov’la Avrupa Birliği kriterlerini konuşmanın tam zamanıdır. Türkiye’nin, tüm anlaşmalara sadık kalarak “azınlık hakları” konusunda çok ileri adımlar atması, azınlık vakıflarının mallarını iade etmesi, cemaati yüzleri aşmayan Bulgar Kilisesi’nin bile ihya edilmesi bir bir önüne konulmalı. Ardından, “Bizden beklenen demokrasi, özgürlük, azınlık hakları gibi konularda Bulgaristan neden pozitif adım atmıyor?” sorusuna net cevap istenmeli. Türk azınlığa, ana dilde eğitim hakkının değişik bahanelerle kullandırılmaması, dilinin yasaklanması, kültürel gelişimi için Bulgar devletinin üzerine düşen AB’nin yüklediği ödevleri yerine getirmemesi bir bir sıralanmalı. Türkiye, Borisov’la yeni bir anlaşma daha imzalayarak, işsiz, aşsız Türk azınlığın yeniden Türkiye’de uzun süreli ikametini mümkün kılacak şartları oluşturmalıdır. İstatistikçiler 2050 yılında Bulgaristan’da Bulgarların azınlığa düşeceğini söylüyor. Böyle giderse ve Sofya’nın Türkleri “eritme” siyasetini tersine çevirecek politikalar üretilemezse, nüfusun ağırlığını “Bulgarlaşmış Türkler” oluşturacak. Süreç oraya doğru gidiyor çünkü. Benden söylemesi...


48

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Kaynama Noktası

Musa Vatansever-09.Ocak.2018

Ölmemiş adamın helvası yenmez. 1 Ocak 2018’de Bulgaristan Avrupa Birliği Konsey Başkanlığını 6 ay için üstlendi. Avrupa’nın Başkenti Sofya oldu. Ben bu yazımı 9 Ocak sabahı büyük bir endişe içinde yazıyorum. Çünkü 2018’in ilk 8 gününde Sofya’da 8 kişi öldürüldü. Herkes bugün sıra kimde sorusunu soruyor. İnsanlar sokağa çıkma, işe gitme korkusu içinde, bakınıyor, düşünüyor ve yutkunuyor. Bulgaristan’da 57 bin polis var. 2 yıldan beri maşların zam yapılması için meclisi kuşatıyorlar. Halk bir yapmıyorlar deyip, isteklerine kulak vermiyor. Polisler Sofya merkezine dolduğunda apartmanlardan ve kurumlardan çıkıp onlara katılan, yumruk sıkan yok, çünkü polislere “hazır yiyiciler”, “haylazlar”, “bir işeyaramayanlar” olarak bakıyorlar. Tablo şöyledir. Şu anda Bulgaristan’da 653 mahpus kaçağı var. Devlet yargısı ve adalet sistemi bazı kişiler için işlemiyor. Polis bültenlerine göre 1 Ocak 2018’de arananların sayısı bin 161 kişidir. Bunlar yargılanmış, adalet kaçakları. Sözde “bulunup” tutuklanamıyorlar. 7 bin Bulgaristan vatandaşının adres kaydı yok ve nerede yaşadıkları bilinmiyor. Sofya kenarındaki “Novi İskır” yerleşim yerinde Yılbaşı gecesi 6 kişiyi kurşunlayarak öldüren ve 5 gün sonar kendi canına kıya Rosen Angelov 9 yıldan beri kanun dışı, kayıtsız yaşayan biri. Bu kişi nasıl geçinir, nereden para alır, nerede çalışır bilen yok. Bir vatandaşın devlet kurumlarıyla hiçbir temas girmeden 9 yıl yaşaması ve günlerden bir gün 6 kişiyi birden kurşunlayarak kayıplar karışması bütün memleketi ürpertti. Yüzlerce polisin katıldığı yıl başı arama ve sorgulamalarında ortaya çıktığın göre Bulgaristan’da adres kaydı olmayan 10 bin kişi yaşıyor ve bunlardan birçoğu İnterpol’un kırmızı bültenle Avrupa çapında aradığı kişiler. Polislerle ilgili çıkan köşe yazılarına “Bacak bacak üstüne atmışlar ve zam bekliyorlar”, “Devlet Tatilde” başlıklar atıldı. 8 Ocak günü Sofya’nın en gözde, en korunan, “rejim” caddesi olan “Bılgaria” bulvarında ofisine giderken hükümet çevrelerine çok yakın olan, GERB partisi meclis grubu başkanı Tsvetanov’un dostu, iş damlarından Petır Hristov yakın bir inşaattan gelen 4 kurşunla öldürüldü. Bu katliam Bulgaristan’da adaletin


Makale ve Analizler - 2018

49

sokakta dağıtıldığını, yargının sokakta hükmettiğini ve infazların da sokaklarda yapıldığını bir daha doğruladı ve ispatladı. Son haberlerde sokakta, meydanda, evinde öldürülen 180 vatandaşın katilinin bulunamadığını ortaya koydu. Bütün medya onun bundan tam 10 yıl önce “Naglite” ve “Kilarite” adıyla bilinen, Türkçesi “Küstahlar” ve “Keskin nişancılar” anlamına gelen, fidye için iş adamı kaçıran ve parmak ve kulak kesim 7 milyon leva toplayan grubu el veren kişi olduğunu açıkladı. “Hesaplaşma Başladı” haberi yıldırım hızıyla yayıldı. “Naglite” grubu katilleri şu an hapishanede olsalar da 2017 sonunda Sofya’nın bir pey semti olan “Pançerevo” da yaşayan bir iş adamının oğlu kaçırıldı ve 600 bin leva karşılığında serbest bırakıldı. Parayı ödeyen kaçırılan babası “polisle çalışmayı reddetti” ve olayı kendisi halletti. Bu olaylarla ilgili çıkan yorumlarda 4 milyon insanın yaşadığı Bulgaristan’da 1 Ocak 2018 itibarıyla toplam 120 bin kişinin arandığı, bulunamadığı, tutuklanıp sorgulamadığı basında manşet oldu. Memlekette durum bu kadar vahim ve endişe verici iken, Sofya’nın en fazla korunan “Boyana” semtinde adına “saray” denen bir evde, önü ardı korumalı, değişik kameralarla gözetlemeli, avlusu köpek çiftliği bir evde kalan DPS “fahri” başkanı Ahmet Doğan bir demeç verdi. Sorumluluk, Hoşgörü ve Özgürlük İçin Demokratlar (DOST) partisini “ölmüş” ilan etti. Tanıdıklarını “helvaya” davet etti. Kırcaali’ye bağlı Mogilyane köyünde mevlit okutup etli pilav dağıttı. Artık 28 yıldan beri Bulgaristan Türkleri aralık sonu Ocak başında şehitlerini anma törenleri düzenliyor. İsim değiştirme ve Bulgaristan’da Türk kimliğini yok etme mücadelesinde şehit düşenler saygıyla anılıyor, mezarlarına çelenk ve çiçekler onuyor. Mogilyane köyünde, Momçilgrad (Mestanlı) şehri merkezindeki sözüm ona “soya dönüş süreci” kurbanları anıtı önünde ve Türklerin yaşadığı daha birçok köy ve kentte anma törenleri mitingler, miting düzenleniyor. Bu sene, “her düğünden parsa toplamayı” planlayan Türkiye’nin “Bulgaristan falcısı” Aziz Pabuççu’nun sözüne inanan Ahmet Doğan, DOST partisi için helva döktürdü. Bu işin içinde büyük payı olan Pabuççu, “DOST”un göbeğini keserken iyi para almıştı şimdi de helvası dökülürken elini açtı. Halkın paralarını hep yanlış kişilere vermeye alışmış olan omşu yetkilileri de az kalsın ikinci bir yanlış yapıyordu. Ankara’ya gönderdiği raporlarda Bulgaristan Türk halkının taban kitlesini kurbanlık koyun olarak tarif eden Aziz Pabuççu’nun raporları iyi oldu da bu defa kurumsal yolda durduruldu ve yeni bir yanlışa yol verilmedi. Bu konuda dostlar çevrelerinde söz kaçıran Pabuççu, onlar zaten birbirlerine kıyıyorlar, “Türklerin alt katmanları kurban edilse ne olur” deyince çok büyük tepki toplamış ve kendisine elektronik yoldan selam gönderenler “bir daha Bulgaristan’a gelme kafanı kıracağız” demişler.


50

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu konuda bir yorum yazan Bulgar siyaset gözlemcilerinden Hristo Petkov şöyle diyor: Mеstаn ve Dоğаn Mestan’ın DOST partisinin “ölümü” ile ilgili haberlerin Ahmet Doğan tarafından salındığı ortaya çıktı. Son haberi Sofya’ya taşıyan Aziz Pabuççu pldu. DPS Genel Başkanı Mustaf Kardayı ile 2. Görüşmesinde “Karadayı eğer sen Aksakaldyı olmak istiyorsan “helva” demesini de bileceksin “halva” demesini de” demiş ve DOST’un öldüğü haberini birlikte uydurmuşlar. Bu görüşmelerde kendisine “feylesof” süsü veren Pabuççu Karadayı’ya “Helva şirin, nefis kafir” dediğinde parti başkanı “anlayamadım” demiş. “Yasaklanan ya da ele geçirilmesi güç olan her şeyin çekiciliği karşısında ona kavuşma isteğini yenmek güçtür.” İzahatında bulunan Pabuççu DPS partisinin Dobruc ve Deliorman’da; Türkiye’de soydaşlar arasında ve Rodoplardaki sökülme sürecine işaret etmek istemiştir. Ardından Pabuççu’nun aklına “Her ağaçtan kaşık olmaz!” atasözümüz gelmiş, şu Karadayı’yı da değiştirsek şeklinde biçimlenen bu fikir şimdilik dile getirilmese de ilk işaretleri hemen kendini gösterivermiş. Ardından da “Her ağaç kökünden kurur” diyesi gelmişse de, yalan dolan işlerin eninde sonunda bozulduğunu bildiğinden ve gerçeklerden korktuğundan onu da söyleyememiş. Son iki yılda Aziz Pabuççu’nun etkin bölücü tuzakları sonucu “DOST” partisinin siyaset sahnesine çıkmasından sonra, DPS partisinin Bulgaristan Müslümanları oyları üzerindeki tekeli parçalandı. Bulgaristan Türkleri arasında yeni süreçler kaynamaya başladı. Ara sıra kapağı kaldırılan kazan hep taşıyor. Bu yıl anma törenlerinde elinde badana fırçası genel tabloyu çizen olyar dikkat çekti. Gelişmeler dinamiktir. Olaylar birbirini izliyor. 2017’de parti bayraklarının ve sembollerinin en yüksek dalgalandığı ve karşılıklı yüksek sesli saldırıların en sert yaşandığı yer Mogiyane “Türkan Çeşme” anma törenleriydi. “DPS” ve “DOST” çığlıkları gökleri delmişti. O zaman hepimiz Türkleri parçalayıp birbirine düşüren Aziz Pabuççu’ya Bulgar ödülü verilmesini bekledi. Türk düşmanlığı kusan Bulgarların 70 yılda yapmadığını yapmıştı. Bu sene, “Türklerin birleşmesi adına kellesi kesileceklerin liste başında yer alan hemşerimiz Lütfi Mestan”, elini tez tuttu. 26 Aralık’ta “Türkan Çeşme” şehitleri anma mitinginde, adına “soya dönüş süreci” denen Türk isimlerini ve kimliğini değiştirme saldırılarında, 17 aylık Türkan kızımız gibi, 1971 - 1973 yılları arasında şehit düşen Müslüman Pomaklar; 1984 Aralık’ından başlayarak 5 yıl bounca şehitler veren Türkler gibi ve 1989 Mayıs’ında ayaklanan kahramanlarının hepsi komünist rejimin kurbanlarıdır. Bulgaristan’da demokrasi uğruna mü-


Makale ve Analizler - 2018

51

cadele edenlerin şehitleridir, dedi. Yaralı halkın daha da parçalanması süreci derinleştirilerek birbirine düşmelerinin engellenmesi amacıyla Mestan Mogilyane nma törenlerini DPS’den önce, Momçigrat’ta ise önce düzenledi. Bu defa Pabuççu oyunlarına gelmedi. Bu sene bu anma törenlerinde şapkasızlar yani DOST taraftarları DPS şapkası taşıyanlardan çok dah kalabalıktı. 26 Aralık 2017’de DOST partisinin cenaze namazını dağıtıp helvasını yemeye hazırlanan ve Doğan’ın “saray” emirlerine uyarak hazırlıklar yapan DPS ekibi ve olay verine gönderilen gazetecilerin eli ve ağızı açık kaldı. DOST kalabalığını görenler bu kez de şaşırdı. Karşılarında dik dik duran şahlanmış bir güç buldular. Aynı zamanda Momçilgrat alabalığı önünde “beddua ninnileri” söyleyen ve kiraladıkları eski Başmüftülerden biri de “cenaze namazı kılmaya” davet etse de arkalarından camiye giren olmadı. Bu rada, ilk defa olmk üzere, hem Momçilgrat’ta ve hem de Mogilyne mitinginde “Bulgaristan Türkleri ve Türk Müslüman kardeşlerimiz için etnik azınlık statüsü isteyen Mestan” coşkuyla ve uzun zaman alkışlandı. Bulgaristan Türklerinin hak ve özgürlük, demokrasi, adalet ve özgürlükler davasını yeni bir şamaya taşıyan Mestan artık para cezalarından korkmadığı, halk kitlesi davamıza çok yaklaştığı ve etkisinin arttığı dikkati çekti. Son 8 ayda susmayı tercih eden Lütfi Mestan Bulgar demokratik kamuoyunu da şaşırttı. Bu gelişmeler Bulgaristan toplumunda Doğan ve Pabuççu’nun kontrolünde olmayan, nesnel süreçlerin güç topladığını ortaya koydu. Bulgaristan Türklerinin yeni hareketlenmesi Mestan’ın bu yıl yapılacak olan Belediye ve muhtalık seçimlerinde başarılı olacağına işaret ediyor. Sosyolojik analiz ve araştırma sonuçları DOST partisi üyelerinin DPS’ye dönüp Doğan’ın elini öpmeyeceğin kanıtladı. DOST partisine daha sert saldırılar olursa, ynı kitlenin oylrını GERB partisine vermesi muhtemel görünüyor. Öte yandan DOST partisinin, bu işlerden anlamayan, siyasi mühendisliği sıfırın altında olan Pabuççu gibi bir dış baskıcının kontrolünde olmadığı da kesin ortadadır. Bu arada son olylar katılmak üzere DPS partisinin Blagoevgrat, Deliorman, Pazarcık, Plovdiv ve Star Zagora’dan otobüsle adam taşıdığı da dikkatte alındığında olayların gerçek yüzü gün ışında parlıyor. DPS ayaklarının altındaki kum 2014 yılından beri kaymaya devam ediyor ve bu sürecin Avrupa Birliği Başkanlı sürecinde daha da hızlanması bekleniyor, çünkü DPS faşistlere sert saldırmadığı gibi Müslümanların hakları için AB’den hiç bir şey istemiyor. Lütfi Mestan’ın “etnik azınlık statüsü” sloganı ise tuttu. Dahası da var, 2017 Martında saldırıya uğrayan, faşizan güçlerle seçim meydanlarında yüzleşen, direnen, tar-


52

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

taklanan ve yılmayan DOST seçmeni belirli bir hedef peşinde kenetlenmiş durumdadır. Geri adım atmayı, yılmayı asla aklının ucundan bile geçirmiyor. “Bir büyük şairimiz ve 23 yıl hapislerde yatan Nuri Adalının yolunca ileriyoruz. Bu yolun geri dönüşü yoktur. Biz pişmanlık duymuyoruz ve kimseden özür dilemeye niyetimiz yok!” diyen parti başkanı Mestan, “Totaliter-komünist rejimin zindanları Adalı’nın ruhunu esir alamamış, kalemini kırmamıştır!” vurgulamasında bulundu. Son olaylar Ahmet Doğan’ın zamanının dolduğunu, Müslüman nüfus ve seçmen üzerindeki otoritesinin yok olduğunu, “Bulgar Etnik Modeli”nin de çöktüğünü ve “DOST öldü” gibi çağırılarının tutmadığını gösteriyor. Bulgaristan Türkleri rtık Doğan ve çevresinden hiç bir şey beklemiyor. Bundan dolayıdır ki, Doğan ve beraberindekiler son dönemde GERB partisine gülümsüyor, yerel seçimlerde “şirketler çemberini” güçlendirmeye çalışıyor, fakat halkın onlardan beklentisi yoktur. Karma bölgelerde yaşayan Türkler artık boş vaatlere kanmıyor ve yerel seçimlerde DPS adaylarına oy vermemeye hazırlanıyor. Öte yandan DOST partisi “Oligarşi Kodamanları Dışında İktidar” programı yayınladı ve halka dağıtıyor. DOST partisi programında Bulgaristan’ın dipten tepeye ve her yerde demokratikleşmesini; Batıya yönelimin kesinleşmesini; Balkan devletleriyle güvenli iyi komşuluk ve dostluk istekleri Türkler arasında olduğu gibi Bulgarlar arasında da ilgi uyandırıyor ve taraftar topluyor. Bulgaristan Türk azınlığının ve diğer etnik azınlıkların devlet yönetimine gerçekten katılması; ekonomik kalkınmaya öz katkı sağlaması; Müslüman din damlarına devletin maaş ödemesi; anadil dersine giren öğretmen sayısını arttırması gibi istekler destek buluyor. Etnik azınlık toplulukları 1950’lerdeki kültürel otonomi dönemine dönülmesinde ısrar ediyor. Türk etnik azınlığın kendi gelenekleriyle yaşamasının güvence altına alınması, sivil toplum oluşturulması ve modern Bulgar devletinde etnik halk topluluklarının hak ettikleri yeri alması gibi istekler halk kitlelerinde yeni bir heyecana, coşkuya ve dirilişe vesile oluyor. Bulgaristan Müslümanlarının bu yönde birlik ve beraberlik kurması Yakındoğu’dan kopan aşırı kökten dincilerin ülkemize sızmasın ve aramızda kümelenmesine de engel olacak niteliktedir. GERB etrafında nefes alan, aşırı sağcı, faşizan nitelikli olup halkı yalandırarak iktidar tırmanan, ama toplumdaki gerçek oranları % 1’den fazla olmayan güçlerin DOST partisini Bulgaristan’ın temel sorunu olarak göstermeye çalışmaları bir kışkırtmadır. Bulgaristan’da GERB gibi sağ partilerin faşizan güçlerden gelecek tehlikeleri dikkte almaması, tarihten ders çıkarmaması, faşizan gidişi gemlememesi, Avrupa’da barış temellerini atn ve barış ruhunu yaşatan Avrupa


Makale ve Analizler - 2018

53

Birliği Konsey toplantılarının insan haklarını hiçe sayan ve faşizm kokan bir ortamda düzenlenmesi çok acı bir gerçektir. Bulgaristan’da faşizmin baş kaldırması, 8 günde 8 kişiye kıyılması ve yeni olaylar karşısında savcılık, yargı ve adalet anlayışının can çekişmesi gerçekten de vatandaşları “helva dökme” fikrinde birleştirdi. Şunu unutmasınlar zamanı dolmamış, yaşam hakkı yeni doğmuş ve güç toplayanların helvası ne dökülür ne de yenir. Saygılarımızla,

AB Başkanlığı - 1

Nedim Akın-10.Ocak.2018

Konu: Ah bu ineğin süttü kesilirse!!! 10 Ocak 2018’en başlayarak Bulgaristan Avrupa Birliği dönem başkanı oldu. Heyetler bir gün önceden Sofya uçak alanına indiler. Brükselli yüksek konukları karşılamak ve gezdirmek için satın alınan 50 elektrikli - otomobil sıra oldu, sanki kimin hangi renkte otomobile bineceği daha uçakta bildirilmişti ve misafirler usul usul araçlara bindiler ve bomboş yollardan şehir merkezine yöneldiler. Konukların ay konaklayacakları otellerin dolayındaki cadde ve yollar araba part etmek yasaklandı. Çöp tenekeleri boşaltıldı. Yenileriyle değiştirildi. Sokak polislerinin elbiseleri süper! Almanya’dan gelen ikinci el elbiseleri satan mağazalar bir gecede uçtu. Tatlıcılarda 3 gün bile beklemiş pastalar toplatıldı. Kapalı alanlara herkes giremiyor. AB delegelerinin geçtiği sokaklarda otobüs ve tramvay seferleri de durdu. Bir yere gitmesi gereken yerin altına girip metro bekliyor. Kimlik kartları herkesin cebinde, 6 ay işte böyle işte böyle pantolonlarımız ütülü, ayakkabılarımız boyalı, sessizce yaşayacağız. Gerekirse çocuklar bağırmayacak, yaşlılar ölmeyecek, ölseler bile cenaze kaldırmayacağız... Kurallara uymak istemeyenler de var kuşkusuz. 10 grup işçi otobüslerle v trenlerle taşradan gelmişler, büyük boy Bulgarca yazılı pankartlar taşıyorlar, kimileri iş, kimileri aş, diğerleri emekli maaşlarına zam, başka bir grup da “yeter bu


54

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

devleti ve memleketi soyduğunuz!” yazmış, Tuna boyu Vidin bölgesinden gelenler “Bulgaristan’dan ayrılmak istiyorlar!” Memleket Dobruca’da da çatlamış. Avrupa Birliği’nin Karadeniz kıyılarından el çekmesini istiyorlar. Güney Bulgaristan’dan otobüsle gelenler “sivil toplum örgütü ve sivil toplum düzeni” istiyorlar. Su ve elektriğe yılbaşında yapılan zamların kaldırılmasını isteyenler, Romanya ile Bulgaristan vatandaşlarına ikinci el vatandaş olarak bakılmasını protesto ediyorlar. Büyük bir grup yaşlı bir pankartın etrafına toplanmışlar ve “Belene” Ölüm Kampı ve hapishane dosyalarının açılmasında direniyorlar. Bu dosyaların açılması Bulgaristan’ın 2007’de AB’ye girmesinin ön şartıydı, ama hiçbir şey olmadı. Delegelerin misafir edileceği otel resepsiyonlarına İngilizce yazılmış davetiyeler konmuş. 22 Ocak saat 18’de Sofya Ordu Evi’nde “1947 -1987 Belene Kampı” kitabı tanıtılacak, onlar da davet ediliyor. *** Bulgar basın ve elektronik iletişim araçları olaya önem veriyor. Özel TV programlarından en fazla izlenen “bTV” Burgaz ili “Altın Kumlar” sayfiye merkezinde yabancı turistlere 10 çeşme yapmak için birkaç yıl önce Avrupa Birliği fonlarından alınan 2 milyon 825 bin Euro’nun başına geleni belgelerle anlattı. Çeşme başı yaklaşık 300 bin Euro yani 600 bin leva alınsa da hiçbir çeşme yapılmamış ve paralar da suyunu çekmiş. Burgaz ilinden sorumlu olan aşırı sağcı, faşist sözde yurtsever partiler bu parayı da yutmuşlar. AB son yıllarda bizim faşistleri besliyor. Türkiye Bulgaristan tel örgü sınır duvarı için de 168 milyon Euro yuttular. Sınır duvarı delik deşik. İyi ki Türkiye sığınmacıları salmıyor... Bulgaristan tarihinde böyle hırsızlık ve talan olmamıştır. İri kenelerden hiç biri AB damarından koparılmıyor. Şişip de düşen de yok. AB’nin parası bitmez deyip emiyorlar. Geçen hafta Cumhurbaşkanı Rumen Radev Rüşvete Mücadele kanununu bir az daha sertleştirin önerisini meclisten çevirdi. Hırsızlara şemsiye açan meclis komisyonları “sertleştirmeyi kabul edemeyiz” dedi. Milletvekilleri kendi aralarındaki konuşmalarda Hazreti Muhammed (sav)’in “Veda Hutbesi”nden söz ediyorlar. Hazreti Peygamber (sav), “ama sakın kimseye zulmetmeyin. Herkes kendi suçundan sorumludur. Oğlu babasının, babası dedesinin suçlarından sorumlu tutulamaz” dememiş mi? 1947 “Belene” katillerinden ayakta kılan yok. Hepsi zamanı gelince ecelinden ölmüşler.


Makale ve Analizler - 2018

55

Bu katillerin zulmettiği toplam 169 bin kişinin katillerinden artık hesap sorulmasa da olur. Bu dosyalar açılmasa da olur, çünkü işkence görenlerin de zamanı dolmuş ve onlar da bu dünyadan göç etmişler. Fakat 1971 - 1973 ve 1984 - 1987 katilleri henüz yaşıyor. Ne olacak? Avrupa Birliği Sofya dönem Başkanlığı ölüm kampları ve hapishane dosyalarının açılmasında ısrar etmelidir ve bu dosyaları 6 ay zarfında gerçekleri gün ışığına çıkarıp Bulgaristan toplumunun arınması sürecini başlatmalıdır İkinci olarak 2017’den beri Bulgaristan’a gönderilen paralarla ne gibi işler yapıldığı denetlenmeli ve kuru çeşmelere harcanan milyonlardan hesap sorulmalıdır. AB delegeleri gruplar halinde memlekete dağılmalı ve en az 100 il ve ortaokulu, Sliven, Plovdiv, Asenovgrat, Sofya, Blagoevgrat, Roman, Lom ve başka şehirlerimizdeki getto - mahalleleri, huzur evlerini, hastaneleri ziyaret etmeli ve vatandaşlarımızın yaşam standartı üstüne bilgi almalıdır. Aynı zamanda AB sosyoloji araştırma ajanları Bulgaristan vatandaşlarının % 50’sinin neden ülkeden kaçtığını, köylerimizin 3/1’inin neden insansız kaldığı sorununu incelemeli ve rapor etmelidir. AB hukuk komisyonları, bir AB üyesi olan Bulgaristan’da Helsinki nihai senedi, İnsan Hakları ve Azınlıklar Çerçeve Antlaşması (1997) ve İnsan Hakları Evrensel Hakları sözleşmelerinin neden uygulanmadığı ve azınlık haklarının neden tanınmadığı; azınlıkların anadillerinin neden yasaklandığı; azınlık medyalarının neden açılmadığı vb konuları araştırmalıdırlar. Avrupa Birliği Başkanlı konusunu yakından inceleyeceğiz. Lütfen bizi okuyunuz. Teşekkür ederim.


56

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Nüfus Krizi Ekonomide Çöküşe Davetiye Çıkarıyor

BG-SAM-11.Ocak.2018

Ülkemiz Bulgaristan, Avrupa İstatistik Ofisi Eurostat tarafından nüfus azalmasına ilişkin yapılan sıralamanın başını çeken ülkelerden biri. AB uzmanları ülkemizde nüfusun azalmaktan öte tehlike teşkil edecek derecede yaşlanmakta olduğu yönünde uyarıyorlar. Sağlık Bakanlığı verilerine göre geçen 2017’de 7 milyon 100 bin nüfuslu olan Bulgaristan’da 57 bin kadar bebek doğdu. Olumsuz yönde rekor olan bu rakam, önceki 2016 yılına kıyasla dünyaya gelen bebeklerin 8 bin az olduğunu gösteriyor. Ulusal İstatistik Kurumu verilerine göre aynı zamanda ülkede ölen kişilerin sayısı 108 bin. Bu rakama çalışmak veya okumak için yurtdışına gidenleri de katacak olursak Bulgaristan’ın haritasından 65 - 70 bin nüfuslu orta büyüklükte bir şehrin silindiğini söylemek mümkün. Nüfusun azalıp yaşlanması yönündeki bu eğilim dünden beri izlenmiyor. Demokrasiye geçiş döneminin başlamasından bu yana gerek siyasi, gerek sosyal ve ekonomik olsun ardı arkası kesilmeyen krizlerden ve refah düzeyinin düştükçe düşmesinden dolayı ülkemizin vatandaşları çocuk sahibi olmak konusunda temkinli davranmaya, ailedeki çocukların sayısını mümkün olduğu kadar az tutmaya başladılar. Günümüzde, geçen yılda herhangi bir kriz yaşanmasa da, ekonomi kalkınsa da nüfus durumunda değişiklik izlenmiyor. Anlaşılan ekonomik büyüme veya durgunluk, doğum oranını belirleyen tek faktör değildir. Hal böyle olunca vatandaşlar aile planlamasını yaparken neye önem veriyorlar sorusu beliriyor. Gelir düzeyinin başlıca etken olması tamamen doğal, çünkü çocuk yetiştirmek için gereken para hiç te az değil. Ancak her şey para ile bitmiyor. Kreş, ana okulu, süt mutfağı ve sağlık hizmetleri ile ilgili durum memnuniyet verici olmaktan çok uzak. Devlet gözle görülür çabalar harcasa da, sürekli yeni çocuk kuruluşları açılsa da yerler hep yetersiz kalıyor ve veliler, ya cep yakan özel çocuk yuvalarına başvurmak ya da çocuklarına emekli hısım ve akrabaya baktırmak zorunda kalıyorlar. Çocuk başına aylık 20 avro, 2 çocuklu ailelere ise 42 avro destek verilirken yapacak bir şey yok. Bulgaristan’ın içine düştüğü nüfus krizi, saatli bomba gibidir. Bu bomba infilak edince ekonomi başta olmak üzere her yere hasar geti-


Makale ve Analizler - 2018

57

recek. Ekonomi bir yandan nitelikli iş gücü kıtlığı nedeni ile diğer yandan nüfusun ödeme gücünün düşük olması nedeni ile zarar görecek. Doğum oranının düştüğü, nüfusun ise yaşlandığı durumlarda Avrupa’nın gelişmiş ülkelerinde genellikle genç ailelere destek önlemleri uygulanır. Ülkemizde de bu yönde kısmi tedbirlerin uygulandığını söylemek mümkün. Konu epey hassas, çünkü Bulgar ailelerinde doğum oranı düşükken bir milyona yakın Roman azınlığı çoğaldıkça çoğalıyor. Çözüm gerekliliği böylesine acil olurken kağıt üzerinde olan strateji ve programlar, memurların çekmecelerinde duruyor. İbrahim Karahasan: “Sofya camii müze olsun” Yazar İbrahim Karahasan Çınar, Sofya’daki Banya Başı Camisinin müzeye çevrilmesini istiyor. Çinar’ın müze gerekçesi ise başkentin merkezinde çok sayıda insanın toplanması ve gelişmiş altyapı. “Çok sayıda insanın toplanması ve gelişmiş altyapı nedeniyle Banya Başı Camisinin Sofya’nın merkezinde faaliyette bulunmasını uygun görmüyorum’ diyen Çinar, caminin müzeye dönüştürülmesi teklifinde bulundu. BNR radyosuna konuşan Çinar, Banya Başı Camisi müzeye dönüştürülüp başkentin başka uygun yerine yeni bir cami açılabileceğini belirtti. “Aşırı sağcılar seccadelerimizi yakyı, Cuma namazı kılanlara saldırdı ama müze tekifi getirmedi” Çınar’ın müze teklifini değerlendiren Müslüman din adamları, aşırı sağ faşizan milliyetçilerin Sofya camisinde Cuma namazı kılan Müslümanlara saldırdığını, seccadelerini yaktığını ancak asla camiyi müze yapalım demediğini hatırlatarak, böyle bir teklifin yapılmasının bile hakaret sayıldığını kaydetti.


58

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan Türkleri İçin Uzun Dönem İkamet İzni Başvuruları Başladı

BG-SAM-11.Ocak.2018

Konuyla ilgili Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği Genel Başkanı Rafet Ulutürk’ün duyurusu: “Saygıdeğer hemşerilerim, Mayıs 2017 tarihinde yayınlanan genelge kapsamında Türk Soyluların Uzun Dönem İkamet Tezkeresi başvuru hakkı verilerek bir defaya mahsus süresiz İkamet Tezkeresi almalarının önü açılmıştı. Başvuru süresi olarak da 15 Ağustos 2017 tarihi randevu almak için son tarih olarak açıklanmıştı. Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği olarak yaptığımız görüşmeler neticesinde sorunlarımızla yakından ilgilenen Sayın Başbakan Yardımcımız Hakan Çavuşoğlu’nun 16 Ağustos 2017 tarihinli talimat yazısı Göç İdarelerine gönderilerek Uzun Dönem İkamet Tezkeresi başvuru süresi 31 Aralık 2017 tarihine kadar uzatılmıştı. Devam eden süreçte Kasım 2017’de Başbakan Yardımcımız Hakan Çavuşoğlu’nun başkanlığında Göç Politikaları Kurulu toplanarak, 31 Aralık 2017 tarihine kadar Türkiye’ye giriş yapmış olan Bulgaristan Türkleri için Uzun Süreli İkamet verilmesi yönünde yeni bir karar alarak bu başvuru sürecini yeniden uzatmıştır. 08 Ocak 2018 tarihi itibarı ile yürürlüğe giren yeni genelge ile ilk başvuru süresini kaçıranlar için ikinci bir fırsat sunarak 31 Aralık 2017 tarihine kadar bir kez dahi olsun Türkiye’ye giriş yapan hemşehrilerimiz randevuları geçmiş olanlar tekrar yeni bir randevu alarak işlemlerini başlatabilirler. Daha önce başvuru yapıp randevu tarihi 8 ocaktan 2018’den sonra olanlar tekrar randevu almalarına gerek yoktur. Bu sürecin yeniden başlamasına vesile olan Başbakan Yrd. Sayın Hakan Çavuşoğlu başta olmak üzere katkısı bulunan, emeği geçen tüm yetkililere camiamız adına teşekkür ederek şükranlarımı sunarız.” Uzun süreli İkamet Tezkeresi alabilmek için Bulgaristan Türklerinin yaşadıkları illerde bulunan Göç İdarelerine başvurmaları gerekmektedir.


Makale ve Analizler - 2018

59

Başvuru İçin İstenilen Belgeler 1- Başvuru Formu (Geçerli pasaportu olanlar www.goc.gov.tr adresinden e-ikamet linkinden uzun dönem seçerek müracaat edecek), 2- Başvuru Dilekçesi (EK 2) (Geçerli pasaport olmayanlar ), 3- Tebligat Formu (EK 3 ), 4- Taahütname (EK 4), 5- Pasaport fotokopisi 6- Varsa Önceki İkamet İzin Belgesi, 7- 4 Adet biyometrik fotoğraf (Son 6 ay içinde çekilmiş, biyometrik fonu beyaz) 8- Adli Sicil Belgesi (11 Yaş üzeri olanlar için gereklidir, kendi ülke makamlarından veya Türk adli makamlarından alınabilir), 9- İkamet İzni Kart Bedeli (Vergi Dairesine yatırılacak) Daha detaylı bilgi: https://e-ikamet.goc.gov.tr/Ikamet/IstenenBelgeler/IlkBasvuruIstenenBelgeDownload

Sofya Camii’ni Kapatmak İçin Birilerinin Gücü Yetseydi 100 Küsûr Sene Önce Yaparlardı

Murat Ulutürk-11.Ocak.2018

Bulgaristan Başmüftülüğü Yüksek İslam Şura Başkanı Vedat Ahmet, yazar İbrahim Karahasan’ın Sofya’daki Banya Başı Camisinin müzeye dönüştürülüp ibadete kapatılması teklifini değerlendirdi. Sofya’daki camiyi kapatmak için birilerinin gücü yetseydi 100 küsûr sene önce kapatılmış olacağını belirten Ahmet, kötüemelleri dillendirmek ya da gerçekleştirmekiçin birilerinin yine kendilerinden birilerini kullandığını kaydetti.


60

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ahmet şunları söyledi: “Bulgaristan ile Türkiye arasında son günlerde yaşanan bazı olumlu gelişmeleri değerlendiren “Türk” ve “Türkiye” uzmanları bir yerlere mesaj verip yer tutmak için en azılı Türk düşmanlarının bile telaffuz etmediği saçmalıktan ibaret görüşlerini uzman görüşü olarak ortaya koymaktadırlar. Maalesef, Bulgaristan’da dün olduğu gibi, bugün de bazı kötü emelleri dillendirmek ya da gerçekleştirmek için birileri bizden birilerini buluyor. Bunları ya ön plana sürüyorlar ya da kendileri ortaya atılıyor. Sofya Camisinin ibadete kapatılması konusu tabir caizse şeytanın aklına gelmeyecek bir mevzu. Birilerinin buna gücü yetseydi 100 küsûr sene önce yaparlardı. Ayrıca “uzman” kişilerin çarpık mantığına göre Yahudî Sinagogu da başka bir yere, Katolik Kilisesi de başka bir tarafa, hatta Sveta Nedelya Kilisesi de kenar bir mahalleye değiştirilmeli... Böyle bir saçmalık ve pervasızlık olmaz.”

Cami Duvarına İşeyen İtin Ölümü Yakındır

Osman Bülbül-13.Ocak.2018

Konu: Sofya Cami müze olsun... Konu: Parayı verenin düdüğünü çalan İbrahim Karahasan Çınar. Yıllardan beri Sofya Türk aydınlarının arasına sokulmayan “Konovitsa” mahallesi Çingene çocuklarının tarih öğretmeni İbrahim Karahasan Çınar bütün manevi ahlak sınırlarını aştı ve Bulgar Mili Radyosu yayınında Türk ve Müslüman düşmanlığını döktü. Soyuna, diline, dinine, Türklük ve Müslümanlığa ihanet edenlerin saflarında yer aldığını gün ışığına çıkardı. Türkçe konuşmayan, camiye uğramayan, Bulgaristan Türklerinin şanlı tarihini reddeden bu zat, işi başımıza dert açmak olanların tuzağına düşmüş ve düşman “üst aklın” sözcüsü olmuştur. Çingene öğrencilerin beynine Türk ve Müslüman düşmanlığı akıtma işinde başarılı olunca görevinde yükseltilmiş, maaşına 3 kat zam yapılarak ve hatta bilim doktoru ilan edilerek siyasi polisin yeni ajanlarının eğitildiği Kütüphaneci ve Bilgi Teknolojileri Üniversitesi’ne (UniBİT) düşman eğitim ocağına atanmış ve yarının gizli polislerini nallıyor.


Makale ve Analizler - 2018

61

1950’de başlayan halk evleri ve kütüphanecilik geleneklerini sözde sürdürmek amacıyla önce yüksek enstitüsü ardından da üniversite olan bu kurum artık 15 yaşındadır. Kütüphaneci maskesi ardında gizli polis eğiten, kısa adı UniBİT olan bu ajan merkezini oluşturulmasında en büyük rolü HÖH - DPS şefi Ahmet Doğan, 1989’a kadar Altıncı Şube adıyla bilinen Bulgar politik polisinin Sovyet dış istihbaratı KGB ile bağlarını düzenleyen AltıncıAmirliği’in Amiri Albay Dimitır İvanov ve Moskova’nın Bulgaristan’da komünizm katillerinin cezalandırılmasını önlemek amacıyla kurduğu “Multigrup” şirket paraları ve yönetimi tarafından kuruldu. Bu oluşumun etkin olmasında aralarında Önal Lütfi, Ramadan Atalay, Lütfi Mestan gibi HÖH içinden siyasetçilerin ve HÖH dışından da Vejdi Raşidov gibi “multakların” (Multigrup’ta özel hizmetleri olan şahıslara verilen isim) önemli rolü olmuştur. UniBİT kurucusu ve rektörü ise “Multigrub” şirketinin Yürütme Müdürü Stoyan Dençev’tir. 2017’den sonra mali kaynak olarak Avrupa Birliği Eğitim Öğretim Fonları kullanılmış ve paraların UniBİT’e su gibi akmasında Ahmet Doğan en büyük rol oynamıştır. Başlıca Türklere ve Müslüman nüfusa karşı çalışan gizli polis eğiten bu eğitim kurumundaki burslar en yüksek, eğitim olanakları tamamen elektronikleştirilmiş, kampuslar lükstür... UniBİT’te İbrahim Çınar’dan daha önce ders okumaya başlayan kayıtlı ve kayıtsız Türk hocalar var. 2010 yılından sonra UniBİT’e Türk isimleri konusunda bir uzman olarak davet edilen, eski sivil polis Mümün Tahir çok kısa bir süre içinde Profesör ilan edildi. Onun, “isim değiştirme sürecinde” olağanüstü hizmetleri Altıncı Şube’nin Altıncı Amirliği Şefi Dimitır İvanov tarafından yüksek değerlendirildi. Dimitır İvanov, Rusya Dış Casusluk Örgütü (KGB) tarafından ödüllendirilen tek Bulgar subayıdır. Türkler ve Müslümanlar arasındaki çalışmaları daha derin örgütleyebilmek ve bu işler için ardında iz bırakmayan kadrolar eğitmek için Türk hocalara ihtiyaç vardır. Bu hocalar ancak Türk ve Müslüman toplum tarafından atılmış, dışlanmış lişiler olabilir. Bunlardan biri de Sofya “Banyabaşı” Cami’nin anakentin başat ibadet merkezi olarak kapatılarak bir müzeye dönüştürülmesini isteyen İbrahim Çınar’dır. O, daha 1991’de Bulgaristan Türk öncü aydınları tarafından kurulan ve “Kaynak” dergisini çıkaran “XXI. Yüzyıl Bulgaristan Türkleri Kültür Derneği”den mahkeme kararıyla atıldı. Bulgaristan Türkleri Kültürel Etkileşim Derneği’ne alınmadı. Türk kimliğimizi çarpıtan yazılarından dolayı Bulgaristan Türk yazarlar tarafından lanetlendi. Yeni durumda Türklüğümüze saldıran “üst akla” hizmet etmeyi kabul etti, kullanılmaya başlandı ve Sofya’da Avrupa Birliği Konseyi’nin 6 aylık dönem başkanlığının başlamasından 2 gün önce, sanki başkentimizin, Bulgaristan Türklerimizin


62

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ve Müslümanların çözüm bekleyen hiçbir sorunu yokmuş gibi en kutsal ibadet merkezlerimizden biri olan Sofya Camimizin temeline kibrit suyu ekmeyi seçti. Unutmayınız lütfen, İbrahim Çınar Bulgaristan Türk - Müslüman cemaati dışında olan ve ruhunu birkaç levaya satmış bir soytarıdır. Sofya’nın en büyük ve halen tek Müslüman ibadet merkezi olan “Banyabaşı Cami” nin kapatılıp bir Müze olarak işletilmesini isteyen bu şişirme balon bir hain ağzıyla konuşuyor. Arkasından çökmüş komünist dönemin birkaç albayını ve ajanlık parasıyla yaşayan birkaç dinsiz görünce tüylenen bu bilim adamı süprüntüsüne söz verip Milli Radyo (BNR) de konuşma hakkı tanıyanların da bu işlerde büyük suçu olduğuna inanıyorum. 1978’de Bulgaristan topraklarında kalan ve her biri yüksek mimarlığın birer şah eseri olan 2 353 cami ve mescidimizi koruyup, onarıp, halka açık kapılı kullanmayı başaramadı. Her medeniyet ocağından bir ışık ve aydınlık ocağı olarak faydalanma görevi olan Bulgar devleti de, anlaşılmayan nedenlerle Türk ve Müslüman düşmanlığı kokusundan kendini arıtamadı. Dost ve kardeşlik kokan ulusal bahçemize bir türlü çiçek aştıramadı. Hiçbir konuda işe yaramayan, kendi itirazları içinde kokuşmuşları Türklüğümüzün parlayan güneşini gölgelemek için ön plana sürmeye devam ediyor. 1978 yılında Rus askerleri Sofya’ya girerken 72 cami olduğu herkesçe bilinir. Bu camilerden % 99’u ya kiliseye dönüştürülmüş, Sofya Büyük Cami örneği eski eserler müzesi haline getirilmiş veya yıkılmıştır. Kala kala ayakta kalan ve ibadete açık bir tek Banyabaşı Camimiz kalmıştır. Bugün Sofya’da 25 bin Müslüman yaşıyor. İbadete açık bir tek o vardır. 1566’da kurulmuş, 2012’de onarılmıştır. Molla Efendi Kadı Seyfullah tarafından kurdurulduğu için onun ölümsüz adıyla da anılır. Cuma günleri en az 700, Bayramlarda da 1200 üzerinde cemaat toplar. Molla Efendi Kadı Seyfullah cami geçen yüzyıl pek çok saldırılara uğradı. Komünizm yıllarında karanlık güçlerin maskeli komandolarının sopalı gece saldırılarına uğrayan imam, müezzin ve müftülerimiz minareye tırmanarak, şerefeye çıkarak kurtuluş yolu aramışlar dinsel kimliğimizi korumak için ölüm kalım savaşı vermişlerdir. Bu mücadelede gösterdiği kahramanlık dolayısıyla din adamlarımızdan, bugünkü Sofya Müslümanları cami encümenliği başkanı Basri Pehlivan beyin ismini anmadan geçemeyiz. 2005’te “Multigrup” - HÖH - DPS şefi Ahmet Doğan’ın emri ve sekreter Ahmet Emin imzalı bir ödeme emriyle aşırı


Makale ve Analizler - 2018

63

sağcı faşizan, Moskovcu güçlerin siyasi öncüsü Volen Siderov’a verilen bir milyon 600 bin leva ile kurulan ve 2006 yılında ilk büyük eli sopalılar kanlı saldırısını “Banyabaşı Camii”ne “Ataka” saldırısı asla unutulamaz. Bu saldırı Bulgar 21. yüzyılın ilk faşizan hortlamasıdır. “Ataka” saldırısının kararı da bugün İbrahim Çınarı Bulgar radyosunda konuşturan -Rektör Stoyan Dençev, Albay Dimitır İvanov, hainler başı Ahmet Doğan- gibiler tarafından alınmıştı. Biz bu saldırıların ilkini daha 1928 - 1936 yıllarında Başmüftü Kaymakamı ve Başmüftü olarak kullanılan, Bulgaristan’da Atatürkçü Türk aydınlarına, Alfave devrimine, halkımızın aydınlanmasına karşı çıkan Hüseyin Hüsnü Efendi döneminde yaşadık. O zaman radyo falan yoktu. Polisin verdiği paralarla çıkarılan “Medeniyet” gazetesi Türklük düşmanı fikirler yayıyordu. 1970 - 1980’li yıllarda saldırılar, dini kimliğimize paralel olarak Türk kimlimizi hedef aldı. Saldırılar yine Türk “aydınlar” ağzı ve kalemiyle yapıldı. Bunlardan biri olan Şukrü Tahir (Orlin Zagorov) “Türk dili diye bir dil yoktur” teziyle öne sürüldü. İyi ki, Bulgar Bilimler Akademisi (BAN) konuya akılcı yanaştı ve “susturun şu sapıkları” dedi. Bu konularda kitaplar yazılabilir. 1990’dan beri Türk düşmanı “üst aklın” işleri başından aşırıydı. Bir defa Türklerin “kültürel otonomi” - hak ve özgürlük isteklerini kadro kıyımı ile ezerken, aynı zamanda güya “soya dönüş süreci” katillerini korumak, onlara kanat açmak, onları ve çevrelerini gizlemek, ödeşme davaları açılmasını ve hesaplaşmayı önlemekti. Bu emir de Moskova’dan gelmiş ve parasal kaynaklar da oradan sağlanmıştı. Bu işte Başarılı olduğu hesap edilen Albay Dimitır İvanov Kremlin’de “KGB Yıldızı” ile ödüllendirilirken, Ahmet Doğan’a da UNİBİT en yüksek ödülü verildi. Her şey ortadadır. Anlaşılan İbrahim Karahasan gibi bir suratsız ve kimliksiz zavallıyı Milli Radyo mikrofonlarına çıkararak, Türklere, Müslüman kimliğimize, tarihi mirasımıza ve İslam’a karşı mücadelelerinde yeni bir sayfa açmak istiyorlar. Bu defa da başarıya ulaşamayacaklardır. Böyle saçma bir teklifi İstanbul’da “Demir Kilise” açılış törenlerinde Türkiye Bulgaristan dostluğunda yeni kapıların açıldığı günlerde yapılması akıl alacak gibi değildir. İslam Türklüğümüzün alınmaz kalesidir. Bulgaristan Türk halkının vuslat yolu Müslümanlığı yaşatma ve güçlendirme kavgamızdır. Zafer bizimdir. Okuduğunuz için teşekkür ederiz. Bizi izleyiniz.


64

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan’da Türkçe Radyo Kurulması Engelleniyor

BG-SAM-13.Ocak.2018

İstanbul Milletvekili ve TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Mustafa Yeneroğlu 1989 yılında Bulgaristan’da Türklere uygulanan sert asimilasyon politikalarının yol açtığı göç ile ilgili olarak; “Bulgaristan’da 1989’da binlerce aile parçalandı ve yüzyıllardır o topraklarda filiz veren 350 bini aşkın Bulgaristan Türkü köklerinden koparılmış oldu. Aradan 28 yıl geçmesine rağmen, Bulgaristan Türklerinin çektiği acılar hala tazedir. Günümüzde yaşanan sorunlar Bulgaristan’ın hala özgürlükçü ve çoğulcu bir toplum olmaktan çok uzak olduğunu göstermektedir.” ifadelerini kullandı. Yeneroğlu açıklamasında şunları kaydetti: “Bulgaristan Türkleri bundan tam 28 yıl önce köklerinden, ait oldukları topraklardan koparıldı. Ülkedeki Türk - Müslüman nüfusunun güçlenmesinden endişe duyan dönemin faşist yönetimi; etnik azınlıkları eritmek için insan haklarını hiçe sayan sert asimilasyon politikalarına başvurdu. O zorlu süreçte; Türkçe konuşmak ve eğitim yasaklandı, Müslüman - Türk isimleri değiştirildi, İslam geleneklerine göre yapılan cenaze ve defin işlemlerinin önü kapatıldı, kıyafetlere yasak getirildi, sünnet yasaklandı. Türkler karşı karşıya kaldıkları bu muameleye; isyan ederek, açlık grevleri başlatarak karşılık verdi. Ancak bu baskılara direnenlerin hikâyesi ise hapishanelerde son buldu. Toplumsal gerilimin zirveye çıktığı 1989 yılının Mayıs ayına gelindiğinde, Türklere; ya benliklerinden vazgeçmeleri ya da ülkeyi terk etmeleri söylendi. 29 Mayıs’ta devlet televizyonları aracılığıyla “kibarca” ülkeden kovulan Türkler için pasaport işlemlerinin hemen yapılacağı açıklandı. Böylece binlerce aile parçalandı ve yüzyıllardır o topraklarda filiz veren 350 bini aşkın Bulgaristan Türkü köklerinden koparılmış oldu. Bu kişiler; kendilerine kapılarını açan, ev ve iş imkânı yaratan Türkiye’ye doğru yola çıktı. Bugün resmi kayıtlara baktığımızda ise Bulgaristan’da 585 binden fazla Türk yaşamaktadır. Kayıt altına alınmayanlar da bu gruba dâhil edildiğinde, sayının bir milyonu aştığı düşünülmektedir. Soydaşlarımız anadilin kaybedilmesi, camilere yönelik saldırılar ve ayrımcılık gibi sorunlarla karşı karşıyadır. Okullarda Türkçe dersleri seçmeli ders olarak verilmekte, ders saatleri katılımı engelleyici geç vakitlere koyulmaktadır. Bu durum anadile olan ilgiyi azaltmaktadır. Öte yandan devlet tarafından Türkçe yayın imkânının verilmemesi ve Türkçe radyo kanalı kurulmasının dolaylı olarak engellenmesi Bulgaristan’da


Makale ve Analizler - 2018

65

asimilasyon politikası kalıntılarının hala devam ettiğini göstermektedir. Günlük hayatta camilere ve imamlara yönelik saldırıların sürmesiyse karşılaşılan bir diğer sorundur. Ülkede sahip oldukları nüfus yoğunluğuna göre devlet dairelerinde yeterli düzeyde temsilin olmaması, dışlamanın bir başka göstergesidir. Aşırı sağ partinin hükümette yer alması da Türk ve Müslümanlar için yeni sorunların habercisi gibidir. Dolayısıyla Bulgaristan Avrupa’nın normatif iddialarından çok uzaktır. Maalesef ki aradan 28 yıl geçmesine rağmen, Bulgaristan Türklerinin çektiği acılar hala tazedir. Türkiye bu yaraları sarmak için elinden geleni yapmıştır. Şimdi ise bizlere düşen görev; bu acı olayları hafızalara kazımak ve gelecek nesillere öğretmektir. Yakın geçmişte Bulgaristan’da yaratılan bu toplumsal gerilimi ve öncesinde yaşananları bilmek asimilasyon politikalarının sonuçlarını görebilmemize yardımcı olacaktır. Ben de o dönemde Bulgaristan’da tüm bu zorluklara göğüs geren vatandaşlarımız başta olmak üzere, yurdundan uzakta yaşamaya zorlanan herkesin acısını paylaşıyorum.”

Turhan Gençoğlu, Ahmet Doğan ve Lütfi Mestan’la görüştü

BG-SAM-13.Ocak.2018

Balkan Rumeli Türkleri Konfederasyonu Onursal Başkanı Turhan Gençoğlu, HÖH Partisi Onursal Başkanı Ahmet Doğan ve DOST Partisi Genel Başkanı Lütvi Mestan ile görüştü. HŞH Partisi Kurucu Başkanı Kasım Dal ile de randevulaşan Gençoğlu, yeğeninin sağlık sorunu nedeniyle İstanbul’a dönmek zorunda kaldığı için Dal’la görüşemedi.


66

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ayak Divanı

Nedim Akın-13.Ocak.2018

Konu: Bulgaristan halkı Sofya’ya toplandı Osmanlı Padişahı Sultan Süleyman (1494 - 1566) Cumayı kıldıktan sonra Topkapı Sarayına dönerken onun isteği üzerine At Meydanı’nda kurulan Ayak Divanına geçer, sağ yanında Rumeli Beylerbeyi, sol tarafında Anadolu Beylerbeyi adalet için huzuruna gelenleri kabul eder, sorunu yerinde çözermiş. Halkımız, günümüzün Temiz Mahkemesi rolünü gören bu adalet dağıtma merceğine Ayak Divanı denmiş. Sultan Süleyman’ın ayağına kapanıp adalet arayanlar sorunları yerinde ve hemen çözüm buluyormuş. Döneme ilişkin Bulgar edebiyatında bu konuyu işleyenler, iki oğlu yeniçeri ocağında olanların üçüncüsünü evde bırakma ya da sefere kalkan orduya atını veren köylülerin öküzlerini elde tutma sorunları işlenmiştir. Dünya adalet dağıtma tarihinde bir benzeri olmayan Ayak Divanı, Osmanlı’daki hukuk üstünlüğü, hiçbir ayrım yapılmaksızın tüm tebaanın yasalar ve Sultan iradesi karşısındaki eşitliğinin çok parlak bir örneğidir. At Meydanından geçtiğimde değişik vakaları anımsarken, son dönemde Hürrem Sultan Hamamı ardında açılan lokantanın girişindeki gösterişçi dört köşe koltuk takımını gördükçe de anlatmaya çalıştığım divan aklıma gelir. Hatta bir defasında Ayak Divanı’nın anlatmak istediğim bir Bulgar grubunu oraya götürdüm, koltuklara oturduk ve tarih romancısı Vera Mutafçieva’nın eserlerinden konuya ilişkin kesitler anlatırken konuklarımı baya şaşırtmış azları açık kalıvermişti. *** Son 600 yılda dünyada adalet dağıtma işi de tamamen değişti tabii. Bugün 11 Ocak 2018, Bulgaristan başkenti Sofya’da, 2 milyonluk bir şehrin en güzel yapısı olan ve 2000 yılında restore edilen “İvan Vazov” Halk Tiyatrosunda Avrupa Birliği 6 aylık dönem başkanlığı bir uluslar arası resmi törenle açılacak. Dönem başkanlığını Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov üslenecek. Belki de sorunlarımız görüşülür ve çözüm bulur. AB ayağımıza geldi. Olayların çözülmesini beklemek bizim en doğal, yasal ve kutsal hakkımızdır. Ülkemizin böbür böbür kaynamaya başladığını görüyoruz. Sorunlar gruplaştırılmış, davasına sahip çıkanlar eylem halindedir. “Ayak Divanı”ndan karar bekliyoruz.


Makale ve Analizler - 2018

67

2017 yılı, hele Mart genel parlamenter seçimlerden sonra bu görkemli olayın işareti altında geçti. Brüksel’in Sofya’ya akması, kuşkusuz beraberinde birçok sorun da getirdi. Beklentiler doğdu. Burada 3 tür beklenti belirdi demek doğru olur. 1- Brüksel’in beklentileri; 2- Sofya hükumetinin beklentileri ve 3- Bulgar halkının beklentileri. Bu üç tip beklenti birbirinden çök faklı tür ve niteliklidir. Brüksel AB yönetimi, merkezden en uzakta olan 5 milyon nüfuslu Bulgaristan’ın daha güvenli, daha istikrarlı ve daha huzurlu bir yaşam sürmesini Ağustos 2018’de sona erecek olan dönem başkanlığı gündemine özel bir madde olarak almadı. Ülkeyi ve halkını yerinde gördükçe umut ederiz ki, Bulgaristan ile ilgili özel gündem maddeleri de ortaya çıkacaktır. Bu gerçekten etkilenen Bulgar kamuoyu, dertlerini Sofya uluslar arası uçak limanı ile başken merkezi arasında uzanan “Trakya” anayolu bilbordlarına (reklâm panolarına) yazdı, çizdi ve astı. Gelen konuklar daha kolay anlasın diye yazılar İngilizce ve kocaman harflerle yazıldı. Bu reklam duvarlarının en büyüğünde, eğitim, azınlıklar, kültürel haklar, kokuşmuş demokrasi ve ülke içinde her gün bir can alan iç hesaplaşma şeklindeki silahlı terör değil de, Bulgar polisinin istekleri dile geldi. Son iki yılda meclis meydanına toplanıp sigara içerek protesto eden ve izmaritleri yere atıp sarı kaldırım taşları üzerinde ezen polisler maaşlarına % 15 zam istiyorlar. Ülkede 34 bin (bürolarda oturan) polis görevlisi, 35 bin “çantacı” polis görevlisi; 35 bin sokaklarda nöbet tutan üniformalı polis; 5 - 6 bin trafik polisi ve birkaç bin de itfaiyeci var. Bu polislere eskiden (1989’dan önce) milis diyorlardı ve sayıları yine 80 90 bin çıvarındaydı. 1944 - 1989 yılları arasında Bulgar milisinin protesto etme, grev yapma, meydanları kuşatma ve zam isterken 140 yıllık Bulgaristan tarihinin en önemli olayı olan AB Konseyi’nin Sofya dönem toplantısı gibi bir olayı korumasız bırakma gibi bir hakkı yoktu. 1990’dan sonra kapısı aralanan Bulgar demokrasisinde halkın hak ve özgürlükleri, insan hakları ve adalet gibi istekleri yerine getirilmese de, polisler sendikal örgütlenme ve iktidara baş eğmeme, protesto eylemi düzenleme ve hatta ülkemizi Avrupa siyasi otoriteleri önünde rezil etme gibi birçok hakkı elde ettiler.


68

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Örneğin 10 Ocak günü AB Başkanlık Divanı üyelerini getiren uçağın Sofya uçak alanına inmesinden tam bir saat önce, uçak alanında “bomba var” gibi bir sinyal alsa bile, “birinci terminale” ek koruma ve bomba uzmanı göndermedi. Bu örnekleri verirken olayların çok ciddi boyutlar almış olduğuna işaret etmek istiyorum. Son dakikada gelen haberlere göre, Borisov, 2018 maaşları için polislere 100 milyon leva daha vermiş ve sözde durumu sakinleştirmeyi başarmıştır. Sanki birinci karar çıktı ve birinci kale duvarı yıkıldı... Ne de olsa “İvan Vazov” Halk Tiyatrosu’nun etrafı 1 km mesafede sıkı kuşatma altında bulunurken, polislerle birlikte daha 10 grup protesto gösterisi düzenliyor. Kalabalık oluşu ve taşıdıkları pankartların ve bayrakların büyüklüğü bakımından ikinci grup, “Kadın Haklarını Savunan İstanbul Anlaşması”nın hemen mecliste onaylanmasını isteyenlerin oluşturduğu kitlesel eylemdir. Polis nümayişinde erkekler yürürken, ikinci eylemdekiler daha fazla kadın, kız ve çocuklu anneler. Onlarda da isteklerini İngilizce yazmışlar. 1) Bulgaristan’da kadınların üçte birinin baskı altında olduğu; kadın ücretlerinin erkek ücretlerinden % 20 daha düşük olduğu, çocuk paralarının yükseltilmesi gerektiği iri harflerle yazılmış. Kadın haklarının özel yasalarla güvence altına alınması gerektiği ve en önemlisi de kadına yapılan baskı ve teröre son verilmesini öngören İstanbul Anlaşmasının diğer 17 AB ülkesinde onaylandığı gibi Sofya meclisinde de hemen onaylanması isteniyor. Bilindiği üzere Bakanlar kurulunda faşist başbakan yardımcıları ve bakanlar bu anlaşmaya oy vermedi. En kalabalık grup 3 kavşak doldurmuş ve haykırışları Halk Tiyatrosu’ndan işitilecek mesafede bulunuyor. Onlar ise “Pirin Dağını Koruyalım” şiarı altında birleşmişler. Çevre koruyucuları tarafından ateşlenen bir sorun var. Sayıları giderek artan bu kitle, Pirin Dağı’nın incisi olan “Bansko Kayak Merkezi”nde ikinci bir teleferik hattı kurmak için çam ormanlarının kesilmesine karşı çıkıyorlar. İki hafta önce Borisov hükümeti bu inşaat için izin verdi. İhalenin çatısı çökük bir evde yaşayan ve çöp tenekelerinden geçinen, 1000 leva için mafya ve oligarşi baskısına boyun eğen, üzerine şirket kurulmasını kabul eden, bir milyar 200 milyon Euro’luk Bulgar Banka Garantisini cebinde taşıyan bu şahız, düzgün evraklarla ve banka teminatlarıyla girdiği “teleferik ihalesini” kazanmıştır. Bunu öğrenen çevreci kitle patlamış ve “adalet” istekleriyle AB Konsey Dönem Başkanlığı kapısına dayanmıştır. Bu sorunların en acil olanlarının sayısı yukarıda da işaret ettiğimiz üzere 11’dir. Konuları dikkatle izlemeye devam ediyoruz.


Makale ve Analizler - 2018

69

AB yönetiminin ve parlamento grup başkanlarının Sofya’ya toplandığı dönemde, gündem olan ülkeler arasında başta gelen Türkiye Cumhuriyeti oldu. Bulgar basını “Türkiye Avrupa Birliği kalesinin koruyucusudur.” diye yazdı. Bulgaristan’ın eski Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev “NOVA TV” sabah programında, 2015’te ve 2016’da sığınmacı alayları Edirne’ye yaklaştığında kendisinin ve Başbakan Boyko Borisov’un Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sn. Recep Tayyip Erdoğan’a telefonla açıkladı. Bulgar sınırına doğru ilerleyen insan selinin durdurulması için rica ettiklerini ve Türk devletinin elinden geleni yaptığını ve sınırımızın zorlanmasına izin vermediğini ayrıntılı biçimde anlattı. AB Sofya zirvesi Bulgaristan’ın Balkanlarda bir faktör olduğunu ortaya koydu. Türkiye ile iyi komşuluğun hayattın dayattı büyük zorunluluk olduğunu öne çıkardı. Bu cümleden olmak üzere AB Sofya çalışmalarından Türkiye’nin tam üyeliği konusunda önemli kararlar çıkmasını beklememiz de hakkımızdır. Okuduğunuz için teşekkürler. BG-SAM olayları takip ediyor.

Sofya Hesapları Çarşıya Uymadı

Rafet Ulutürk-13.Ocak.2018

Konu: Toplumda ihtiyaç olsa da, herkes yol gösteremez. Son yıllarda kimin iyiliğimiz için çalıştığını anlayıp seçebilmekte güçlük çekiyoruz. Bir hafta önce Sayın Turhan Gençoğlu Sofya’ya geldi. Ondan önce de art arda 2 defa “Balkanlar ve Bulgaristan konularında kendisini söz sahibi bir uzman” zanneden Trabzonlu Aziz Pabuççu da Sofya’daydı. Biz Bulgaristanlı Türkler ve soydaşlar 2016 ve 2017’de sayesinde başımıza gelenlerden sonra, “Pabuççu çorbasını” artık üflemeden içmiyorlar. Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS) içinde mayalanan sağ kanat liberallerini kışkırta kışkırta 2015 yılı sonunda ana partiden (DPS) koparan (attıran) siyasetçi bozması Pabuççu “rüzgâr ekip ambar doldurmak” isterken başarısızlık duvarına tosladı. Hem de öyle bir toslama ki, kendi başarısızlığından hınç almak için HÖH parti kadrolarından birçoğuna Türkiye Cumhuriyeti’ne girme yasağı çıkarttı. Onun devlet görevi ise, iki ülke parlamentoları arasındaki dostluk ve işbirliği ilişkile-


70

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

rini pekiştirip geliştirmekti. Türk parlamenterlerin T.C.’ye girmesini engellemekle bu işi nasıl yaptığını gerçekten öğrenmek istiyorum. Sanki Türkiye Cumhuriyeti onun baba mirası... Vay be ne günler yaşadık, ne günler!! 1925 yılında Türkiye Cumhuriyeti ile Bulgar Krallığı arasında süresiz dostluk ve işbirliği sözleşmesi imzalanmasından sonra böyle bir olay yaşanmamıştı. Soruyorum. Bir Türkün anavatanı olan Türkiye’ye girmesini engellemek ve hatta yasaklamak suç değil mi? Bu şahsiyette toprak ağası zihniyeti olmalı... Devlet adamı gibi düşünmeyiyiz Pabuççu Bey!. Acaba o şu Edirne, Çanakkale, Sakarya savaşlarında düşen Balkanlı, Bulgaristanlı şehitlerin Trabzonlulardan kat kat fazla olduğunu biliyor mu? Yoksa siyaseti ve komşuluk ilişkilerini keşkek sanıp ver ateşi fokurdasın taşacak hali yok, havasında mı görüyor? Yaptıkları her iş yanlış olan, denedikçe denerken hep aynı sonucu alan Pabuççu gibi siyasetçileri Bulgaristan’da turist olarak bile görmek istemediğimizi nasıl anlatacağımızı biz de bilemiyoruz. Şu sert kış günlerinde cami odalarında toplananların ağzında şöyle bir söz var: “Bu kış soğuktan kemiklerimiz sızladı.” 2017 Mart meclis seçimlerinden önce parayı bulan güya “hayırsever” Pabuççu, oy toplamak amacıyla Deliorman köy camilerine klima göndermişti. Cami içi ve sohbet odalarının ısısını mevsime göre ayarlamak için yazın monte edilen bu aygıtlar sıcak günlerde havayı serinletmişti. Yazın serinleten kışın da ısıtır diyen cami encümenlikleri işi sağlama bağladık rahatlığıyla bu kış için odun kömür hazırlığı yapmadılar. Pabuççu ipine bağlanan tüm hesaplar bu defa da boşa çıktı. Duvardaki aygıtın yalnız serin hava üflediği anlaşılınca “vay yandık” dediler. Para ceplemeyi düşünenler yaşlılarımızın kemiklerini sızdırdılar. Mart seçimlerinde Pabuççu kanalıyla gelen paralarla köylerde yemiş fidanı da dağıtılmıştı. Bu fidanlardan her haneye birer “Papaz Armudu” fidanı da verildi. Bu fidanlar dikildi, tuttu. Köylüler bol bahar açıp meyve sarmadıklarını görünce Pabuççu armutlarını birkaç yıl sonra kesecekler. Çünkü “Papaz Armudu” başka armutlarla tozlaşmadığından 8 - 10 metre yakınında aynı cinsten başka bir ağaç yoksa mutlaka çiçek döker. İlk meyvelerini 6. yıl veren bu fidanlardan meyve toplamak isteyenler bahçelerine birer “Papaz Armudu” fidanı daha dikmeyi ihmal etmeyiniz. Hayatı bilmeyenler siyasetçi olamazlar. Bu bakıma sözüm direk olarak Pabuççu beye ve ekibinedir. Lütfen insanlarımızdan el çekin ve bizi kendi başımıza bırakınız. Tüm bu gerçeklerden, hele Halk ve Özgürlük Hareketimizin sol ve sağ liberal kanat olarak derin parçalanıp ağır yara almasından sonra Pabuççu bir daha Bulgaristan’a gelemez diyenler belirseler de, bu şahsın yılbaşı arifesinde Sofya


Makale ve Analizler - 2018

71

kahvelerinde yeniden boy göstermesine pek şaşırmadık. Tüm yüzsüzlerin 2 yüzü vardır. Birincisi beğenilmezse ikincisini sunanlar. Çünkü onlar bizim için “bu insanlara 40 yalan az” mantıyla iş görür. Ayaküstü bir sohbette o biz Bulgaristanlı Türkler hakkında şöyle demiş: “Ben onları pazara çıkarılmış kurbanlık koyun gibi görüyorum. Satılan satılır satılmayan sürüye katılır...” Öyle mi acaba! Öyle olsa Yılbaşından önce 2 defa Sofya’ya gelen Pabuççunun “kendi çizip kendi biçtiği” yeni misyonu için Sofya kapısını bir daha açardı. Anlaşılan toslamaktan bezdi ve “pes ettim” dedi. Pes mi etti, yoksa “Bulgaristan işini” bitpazarına mı çıkardı bilemem, ama elinden kaptırdığı 2018’in daha ilk günlerinde dikkat çekti. Sofya sahnesine çıkma niyetini BURSA BAL-GÖÇ kurultayında kürsüden yaptığı çağrıda, Bulgaristan Müslümanlarının dava önderi rahmetli Mümin Gençoğlu, Rumeli Göçmen Dernekleri Konfederasyonu Şeref Başkanı Sayın Turhan Gençoğlu niyetini açıklamış oldu. Pabuççunun beceremediğini ben derler toparlarım havası estirdi. Başbakan Yardımcısı Sayın Hakan Çavuşoğlu’nun da hazır bulunduğu bu ortamda kavsız çakmak gibi çakan ve yeni bir başlangıca işaret ederim coşkusuyla bu ilk parlayışa anlam veremeyenler, beklemeyi seçtiler. Niyetinin çarşı Pazar sohbeti olmasına fırsat tanımadan yola çıkan Turhan Gençoğlu soluğu yıllardır uğramadığı Sofya’da aldı. Rumeli Göçmen Dernekleri Konfederasyon Başkanı sıfatıyla ve BAL-GÖÇ adına yeni asrın başında bu şehre yaptığı ziyaret gazete arşivlerine bakıldığında “bereket yağmuru geliyor” umudu doğurmuştu. Basın toplantılarındaki yağlı ballı anlatımlarda Koca Balkan doruklarında ve Rodop bayırlarında ne kadar yaban meyve varsa toplanıp paketlenerek şok edilecek, o zamanlar pek bilinmeyen Euro’lar rengini bile görmemiş zavallı köylülerin torbalarına deste deste dolacaktı. Yeni kurulacak depolar güvem, ahududu, karamak, kızılcık, köpek gülü, bin bir çeşit şifalı ot-kökle dolacak; kekik otundan ıhlamur çiçeğine ve atkestanesine her şey değerlendirecekti. Öyle bir derinlik açılmıştı ki, ekip biçmeden paralar üzerimize gelecek, tütün katranından kurtulanlar kurbağa bacağı ve kaplumbağa işinden zengin olacaklardı. O zaman Bulgaristan’a ilk defa gelmiş olmasına karşın, yolsuz bayırlarımıza, fokur fokur kaynayan ayazmalarımıza, yeşilin üstüne serilmiş menekşeli sümbüllü doğamıza hayran kalmıştı. Bizim ayağımıza dolaşan ama görüp değerlendiremediğimiz bu nimetlerin üzerine lokum üstüne toz şeker serpiştirir gibi Euro ve US Dolar serpen iş adamı Turhan Gençoğlu Bey bir anda medyada manşet olurken gündem belirlemiş ve söz ettiği milyonlar az kalsın az gelirlileri zengin ederken, devletin sosyal fonlarına da giriyordu. İlk ziyaretinde Sayın Turhan Gençoğlu “çok önemli” üç şahısla görüşmüştü.


72

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Birincisi: “Bulgar Kooperatif Ticaret Bankası” BTK Şefi Tsvetan Vasilev idi. Onunla yapılan görüşmede “kuzu ve tavşan bokundan kazanacağımız paralar” bu bankadan geçecek dedi. Banka dolup taşacaktı. Bir şey olmayınca, Vasilev bankanın içindeki son para olan 7 milyar 200 milyon levayı da çalıp Belgrada kaçtı. Geri gelmiyor. Hesap vermiyor. Dış borç alıp halkın parasını halka “iade” eden Başbakan Boyko Borisov herkes tarafından sevildi ve 3. kez iktidar oldu. Turhan Gençoğlu’nun görüştüğü ikinci kişi ise, bazı holding, futbol kulübü, çalışmayan fabrika ve “umut havzası” Başkanı olan, Sosyalist Partinin devamlı azalan paralarını ve küçülen vaatlerini idare eden, eski sporcu Grişa Gançev oldu. Görüşmeleri çok samımı idi. Locça Balkanı, artık hemen hemen tamamen boşalan köylerinde köpek bile kalmayan Montana, Vratsa ve Vidin köylerinde hayat yeniden kaynayacaktı. Günümüzde yalnız yaban domuzların yediği meşe pelinlerine de Pazar olduğunu işitenler, hayallerinde okulların spor salonlarını hangara dolduracakları pelin depoları yapıyorlardı. Planda bunları İspanyollara satmak ve oradaki yaban domuzlara kış yemi ihraç etmek vardı. Bu haberlerle beslenen umut öyle bir güç topladı ki Batı Rodop gençlerinin ekmek parası için gurbetçilik planlarını altüst etti ve sanki hayatın normal gidişini birkaç ay dondurmuştu. Herkesin kafası tankına benzin dolmuş motor gibi çalışıyor ve konu komşu para dolduracakları torbalarının güve deliklerini aşılıyor ya da dükkânlarda büyükçe cüzdana bakıyordu. Turhan Beyin görüştüğü üçüncü kişi ise Ahmet Doğan’dı. O yıllarda, bize ihanet ettin diye kafasına kuru sıkı tabanca henüz sıkılmamış olan ve “Versaçe” kravat boynundan inmeyen Doğan, “Bulgaristan Türklerine, Çingene ve Pomaklarla birlikte işsiz güçsüz Bulgar emeklilere de” yakası açılmamış olanaklar sunan Turhan Beyle sıkı fıkı oldular. İkisi de bu işten kazanacakları paraları kafaları ayrı hesaplasa da, Doğan Avrupa’nın yoksullukla mücadele fonlarını da bu plana sokarak, hiçbir işyerinde, kooperatifte vb kaydı olmadan, sağlık sigortası ödenmeden, emekli primleri yatırılmadan dağ - bayır çalışacak bu emekçilerin oylarından da kazanacağı oy başı 11 levayı hesaba katınca kullandığı hesap makinesini değiştirdi ve daha büyüğünü aldı. Bununla da kalmadı. Parti merkezi dışında korumalı bir ofis kiraladı. Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi mülkünden büyük bir demir kasa seçti. Yeni üç döviz sayma makinesi ile birlikte hepsini bu ofise dizdi ve bu makinelerle çalışacak ve “girdi” hesaplarını tutacak 3 güzel kızı da işe tayin etti. Yağmamış yağmurun hesabını yapmayı seven Doğan, çilekeş halkımızın sırtından zengin olma muhasebesini bu makinelerle aylarca yaptırdı. Son hesapta


Makale ve Analizler - 2018

73

0 X 0 = 0, hayal katili zehir oldu. Panzehiri de bulunamadı, çünkü kansere yakalanan Turhan Gençoğlu yıllarca Bulgaristan’a gelemedi. Türkçemizde insan ölmeden niyetleri de ölmez, sözü vardır. Geçen hafta Sayın Gençoğlu bulutsuz bir havadan düşen damla gibi Sofya’da belirdi. Haberi alan Bulgaristan Müslümanları o gün bu gün Turhan adını işitince hep “biz umut çorbasına doyduk” deyip hemen geri çekiliyorlar. “Her buluttan yağmur beklenmez!” Yıllar içinde “boş” ve “dolu” bulut uzmanı olan kardeşlerimiz bu olaya dikkat çevirmediler. Sofya Halk Meclisi önünden geçerken, 8 kanatlı cümle kapısı üzerinde altın harflerle Bulgarca yazılmış yazıyı tercümana çevirten ve “Birlikten Güç Doğar” olduğunu öğrenen Turhan Gençoğlunu, “biri bozar öteki toplar” mantığı ile hareket etmeyi düşünürken, bu şiardan ilham aldı. O, “Birlikten Güç Doğar” sloganını geçen yüzyılın başında Prenslik ve Doğu Trakya Bulgarlarının Türklerden kurtulurken İstanbul’a yönelmek için yükseldiklerini, ardından da “Bulgaristan her şeyin üstündedir!” saçmalığının geldiğini bilmiyordu. Sofya havasını nefes ederken bugün Bulgar ruhunun parçalandığını, hatta nüfusun % 50’si gurbetçi olunca ağır yara aldığını sezemedi. İlk gelişinde Ahmet Doğan’ın Ofisi “Al. Stanboliyski” 45 A adresindeydi. Şimdi oraya Mustafa Karadayı pos attı. Misafirperverliği ile ünlü Borino köyünden olan Karadayı’nın 2 yıldan beri “DPS’den ayrılan geri dönemez” şiarıyla böbürlenmesi dikkat çekerken, Pabuççu ile görüşmelerinde “pişmanlık duyan ve tövbe eden elimizi öpmeye buyursun” demesi dikkati çekti. Pabuççu olaya parasal açıdan bakıyordu. 300 bin küsur oy 3 milyon 500 bin leva ederken, oyuna getirip Türk partilerini birleştirebilse bu para 7 milyon leva da olabilirdi ve bu işten ona da bir pay düşebilirdi. İkinci gelişinde zırnık kopmayacağını anlayınca umut defterini kapadı. Turhan Gençoğlu’nun aklından kıpırdayan ise, Türkiye’deki 620 bin seçmen ve onların genel seçimlerdeki değerinin tek başına 7 milyon leva olduğu düşüncesiydi. Karadayı gidenin geri geleceğine inanmıyordu. “Belene” kampında yatanlar bile DPS’ye oy vermez olmuşlardı. Cami cem atları da bölündü. 1985’te tankların önüne yatan Sliven Balkanı Kotel (Kazan) köylerinden bile DPS için oy çıkarmak zor olmuştu. Türklük kalesi Akkadınlar (Dulovo) ve Kemaller (İsperih) belediyeleri ve köyleri ise tamamen Güney Hüsmen kontrolüne kaymıştı. Güney Doğu Rodop belediye ve muhtarlıklarında durum yarı yarıya olmuş. Bu seçimde çıkardıkları 28 milletvekilinin yarısı muhtar ve polis tehdidi, öteki yarısı da aşırı milliyetçilerin yoğun saldırıları sonucu oluşturulan korku ve nefret orta-


74

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

mından toplanabilen oylardı. Olay ciddi idi. Turhan Gençoğlun’u tanıyanlar, ona inanarak bir defa yanan ve umutları harap olanlar, onun gibi sözde “misyonerlerin” sözünü dinleyip yön ve yol değiştirme niyetinde değildi. Eski bir siyaset adamı olan Turhan Gençoğlu, halka umut serpiştirme ve hatta okkalı yalan söylemenin Bulgaristan adaletinde ceza maddesi olmadığını biliyordu. Bu bakıma, Bursa’dan çıkarken torbasına kestane şekeri ve Doğan’ın da çok sevdiği şalgam suyundan fazla, okkalı yalanlar ve içi diş kıran fındık dolu lokum doldurmuştu. Turhan Gençoğlu bu defa, Hak ve Özgürlükler Partisi HÖH - DPS; Sorumluluk, Özgürlük ve Hoşgörü için Demokratlar (DOST) ve Halkın Hürriyet ve Şeref Partisi (HHŞP) gibi üç siyasi kuruluşu birleştirmeyi hayal etti. Aklınca Pabuççu’nun yapamadığını yapacaktı. Ahmet Doğan’ı, Lütfi Mestan’ı ve Kasım Dal’ı tanıyordu. Vaktiyle aralarında alış veril olmuştu. O zamandan bu yana derelerin altından çok su aksa ve bu üç lider ana partiden ayrılmış olsalar da, o da Bayram pazarından satılmayan kurbanlıkların sürüye geri çevirmenin âdetimizden olduğu görüşünde olup bu iş onun da aklına yatkındı. Ahmet Doğanla görüşmesi mükemmel geçti. Son beş yılda Türkiye’den gelen eski bir dostla görüşmemiş olduğunda hiçbir şeye “hayır” demeyen Doğan bu yemeği sen pişir “biz yeriz” dedi. Lütfi Mestan’la görüşmesi de samimi geçti. Aslında Lütfi, Turhan Beye, “ben denize akan bir seli dağa çeviremem” diyecekti, ama hiçbir şey dememeyi seçti. “Kanserli yatağından kalkmış yaşlı beyefendinin umudunu kırmak bana yakışmaz” düşüncesiyle aşağıdan aldı. Bulgaristan’da ikamet eden, Türkiye’de kalan ve Batı Avrupa ülkelerindeki gurbetçi hayal kırıklığına uğramış Türklerimizi birleştirmenin çok ağır bir ödev olduğuna inanan deneyimli siyasetçi Kasım Dal ise Turhan Gençoğlu ile görüşme davetini gerekçe bile göstermeden belirsiz bir tarihe erteledi. Mustafa Karadayı, Ahmet Doğan ve Lütfi Mestan ile ayrı ayrı görüşmelerin hiçbir soruna çözüm olmadığını kendisi de Bursa’ya dönerken yolda anladı. Fakat ilgili haber ajanslarına verdiği telefon demeçlerinde, yaş yolda toz bırakmadı, neredeyse her sorunu çözmüş ve yalnız birleşme kalmıştı. Oysa işin adını bile koyamamıştı. Parlamento duvarındaki “Birleşmekten güç doğar” yazısından övgüyle söz etmek de anlamsızdı, çünkü bu yazı bizi parçalayıp memleketten kovarak topraklarımıza oturmak isteyenlerin özümüzü sökmek için oluşturdukları ve 118 yıl ipine sarıldıkları bir slogandı. Başka ortamlarda, farklı işler için geçersi olsa bile, Bulgaristan Türklerinin öz davası için geçerli değildi.


Makale ve Analizler - 2018

75

Bulgaristan Türklerinin hak, özgürlük, demokrasi ve adalet davası birlik ve beraberliğe gerek duysa bile, DPS partisinden kopan, Ahmet Doğan’ın Türklerimize karşı kurduğu tuzakları gören, sahte oyunların, aldatıldığının bilincine varan, uyanan ve mücadele ruhunda yeniden buluşmayı seçen kardeşlerimiz, “Bulgar Etnik Modeli” tuzağına geri dönmeyi, pişmanlık duyup Ahmet Doğanın elini öpmeyi asla ve hiçbir zaman kabul edemez ve etmeyecektir. Bu tümceler Mustafa Karadayı için de geçerlidir. Eğer birleşme ihtiyacını idrak edip kabullen politikacılar bu konuda bir yerde buluşup konuyu tartışmayı istiyorlarsa, bu tarafsız bir mekanda, parti liderleri ile birlikte, kanat önderi aydınlarımızın, sivil toplum örgütü, federasyon ve konfederasyon başkanlarımızın, kulüp, öğretmen ve gençlik birimlerimizden birer temsilcinin de katılımıyla olmalıdır, olabilir.Bu foruma katılan her delege konuyla ilgili bir öneri programı sunmalı ve tartışmaya açık eleştirel bir yaklaşımla birleşmemizi gerekçelendirmelidir. Birleşme eşit tarafların tek oy hakkına, hainliği ve ajanlığı ortaya çıkmış kişilerin seçme ve seçilme hakkından men edilerek güvenli demokratik bir temele dayandırılmalıdır. Bu durumda, birleşme konusunda Ahmet Doğan’la yapılan görüşmeler, Bulgaristan Türklerinin yeniden HÖH etrafında ve kanadı altında toplama planları köleliğin sürmesini kabul etmeyi öngördüğü için tamamen geçersizdir ve asla kabul edilemez. Birleşme koşulları ve hedefi de çok derin incelenmeli ve halka indirilmelidir. 15 Temmuz 2016’da Türkiye’de oluşan ruha, uyanışa, atılımlara ayak uydurma gereği ortadadır. Yeni koşullar, Bulgaristan’daki çöküş ve yok olma ortamına bir reddedici yanıt olmalıdır. Bulgar toplumu kendi kendini üretemediği ve devlet olarak yok olmayı kabul etmek zorunda olduğu çırpınış ortamında Bulgaristan Türklerinin birlik ve beraberlik ortamında buluşması kaçınılmazdır. Fakat bu birleşme açlık, sefalet, kör cahillik ortamından kurtuluş, ekonomik kalkınma merkezleri oluşturma, memleketimize sahip çıkma yolunda yeni bir aydın tabaka yetiştirme vs koşulları yaratmalıdır. Hazırlanacak dava programı herkesçe kabul edilmelidir. Bulgaristan Müslümanlarını birleştirecek mücadele havuzu, siyasi sistem değişikliğini kabul eden tüm demokratik güçlerle, hele Stanboliyski geleneklerine bağlı kalmış demokrat çiftçilerle birleşme cephesinde buluşmalıdır. Bu hedeflerle birleşme yeni önderler doğuracak, yeni seçim sistemi belirleyecek ve Bulgaristanlı Türklerin hepsini siyaset sahnesine, temsilcilerini belediye meclislerine, muhtarlıklara ve milletvekilliğine taşıyacaktır. Birlik bu kapıları aşmak için ve başkaldıran faşizme ve oligarşi iktidarına karşı ortak mücadele için gereklidir. Başka hedef kabul edilemez.


76

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Turhan Gençoğlu - sözde 3 parçaya ayrılmış gördüğü Bulgaristan Türklerini birbirine yapıştırarak birleşirken zamkı bizden diyerek bu işi çözemez. Ahmet Doğan da bu işi pazara çıkarılmış üç sürü koyun olarak görüyor ve tamamen yanılıyor. Gelişerek derinleşen bir arınma süreci içindeyiz. Bize Turhan Güneşsiz ve Ahmet Doğansız bir birleşme gereklidir. Bu gerçeğe bugün her zamankinden fazla bugün inanıyorum. Parçalanma bir nesnel süreç olduğu gibi birleşmemiz de nesnel bir süreçtir. Telefon temaslarından kopan toz dumana önem vermeyelim ve dava yolumuza devam edelim. Okuduğunuz için teşekkür ederim.

Bulgar Kilisesi Yenilendi

Nedim Akın-14.Ocak.2018

Ortodoks Bulgar Cemaati tarafından 120 yıl önce inşa edilmiş olan Balat - Haliç kıyısında bulunan Nam-ı diğer Demir Kilise olarak bilinen “Sveti Stefan” kilisesi Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan ve Bulgaristan Başbakanı Sayın Boyko Borisov’un katıldığı büyük bir törenle 9 yıllık bir aradan sonra, “Hoşgörü bizim geleneğimizde var” sloganıyla İBB tarafından yapılan uzun bir konservasyon ve restorasyon sürecinden sonra yeniden açıldı. 1870’de yapılan Dünyada tek olan Demir Kilise’nin uzunluğu - 32,5 m. genişliği - 12,5 m. Kısa bir tarih: Rivayete göre, İstanbul’da yaşayan Bulgarlar 19. yüzyılda Rum Patrikhanesinden ayrılarak kendileri için bağımsız bir kilise yaptırmak isterler. Zamanın Osmanlı padişahına isteklerini arz ederler. O dönemde Ortodoks kiliselerinde Rumca ayin yapılmaktaydı. Bu nedenle İstanbullu Bulgarlar kendi dillerinde ayin yapabilmek için Fener Rum Patrikhanesi’nden bağımsız bir kilise kurmak istedilerse de


Makale ve Analizler - 2018

77

Patrikhane Bulgarların bu isteğine karşı çıkar. Rum Patrikhanesinin tüm itirazlarına rağmen Sultan Abdülaziz Bulgar halkının isteğini geri çevirmeyerek Bulgar kilisesinin kuruluşunu onaylar. Bu açıdan Bulgar halkı kendi kilisesine sahip olmaları nedeniyle Sultan Abdülaziz’e borçlu olduklarını unutmamalıdır. İşte bu restorasyonu gerçekleştiren sahne arkasında kalan kahramanlarımız Bunun üzerine Viyana’da demirden döktürülen kiliseyi, Bulgarlar Tuna Nehrinden geçerek, Karadeniz üzerinden Haliç kıyılarına kadar taşıyarak kiliseyi kurarlar. 100 yılı aşkın bir süreçte zamanın yıpratıcılığı karşısında yenik düşen kilise 2006 yılında kaymasını önleyecek önlemlerden sonra kendisine tekrar bir canlılık verecek dokuz yıllık bir restorasyon sürecinden sonra ilk yapıldığı zamanlardaki ihtişamına tekrar kavuştu. Kuşkusuz bu ihtişamın yeniden ayağa kalkması İBB’nin maddi ve idari desteğinin yanında; - Sahne arkasında bunu gerçekleştiren Kültür Varlıkları Daire Başkanı Hüseyin Tok Beyefendi Başkanlığında el emeği göz nuru titiz bir çalışma sergileyen İBB - KUDEB’in Ahşap Atölye Koordinatörü Sayın Demet Sürücü Hanımefendi - Usta Ekibinin ve Konservasyon - Restorasyon işlemlerinin genelinde görev alan tüm İBB çalı-


78

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

şanlarının - 18.03.2009 tarihinde başlayarak 2017 yılsonuna kadar görevlilerinde gösterdikleri azimli ve özverili katkıları ile meydana gelmiştir. Bulgaristan ve Türkiye iki ülke arasındaki dostluk ilişkilerinin daha da sağlamlaştırmasında katkıda bulunduğunuz için, bu konuda Bulgar halkı da Siz çalışanları unutmayacaktır. Bu Konservasyon ve Restorasyon işlerini yapan İlgilinin de dediği gibi “Bulgar Sveti Stefan Kilisesi 150 yıl daha tamir istemez” Bizlerde BULTÜRK olarak diyoruz ki, bu hareketiniz Türkiye Bulgaristan ilişkilerinde olumlu etkisi 150 yıl artarak devam edecektir. Bizler Bultürk yönetimi olarak tüm İBB çalışanlara bir kez daha teşekkür ederiz. Kilisenin Tarihçesi: Bâb-ı Âli’den alınan izin 1849’da Osmanlıdaki Bulgar cemaatinin ileri gelenlerinden ve o dönemde milletvekili olan Stefan Vogoridis, Bâb-ı Âli’den bir kilise yapılması için izin alır. Kilisenin yapımı için de ikisi kagir, biri ahşap üç bina ve geniş bir avlusu olan 25 odalı evini hibe eder.


Makale ve Analizler - 2018

79

İlk ahşap Bulgar kilisesi Böylece 1850 de Bulgar Eksarhlığı (önderliği) açılır. Eksarhlığın tam karşısına da ahşap bir kilise yapılır ve kiliseye bağışçının adına ithafen Sveti (Aziz) Stefan adı verilir. Bulgarlar on yıl sonra artık Fener Rum Patriğini dini önder olarak kabul etmeyeceklerini deklare ederler. Bunun üzerin Fener Rum patriği 1872’de Bulgarları aforoz eder. Bulgarlar da ahşap kilisenin yerine daha büyük ve gösterişli bir kilise yapma iznini Osmanlıdan alırlar. Her şeyi demirden yapılan kilise İzni alan Bulgarlar bu kilisenin inşasını Ermeni mimar Hovsep Aznavur yapar. Kilisenin inşası 1,5 yıl sürer. Kilisenin bütün dış cephesi, yan duvarları, pencere kenarları, merdivenleri, kabartmaları, çan kulesi neredeyse hemen her şey demirdendir, bu yüzden kilise Demir Kilise olarak da ünlenir. Kilisenin yeri denize çok yakın olduğu için kilise, aşınmaya karşı beton yerine tamamen demirden yapılır. Önce deneme amaçlı Waagner şirketinin bahçesinde prefabrik olarak kurulur. Sonra parçalar Tuna Nehri ve Karadeniz üzerinden İstanbul’a taşınır. 1898’de de Sveti Stefan Kilisesi açılır. Patrikhane de 1945’te Demir Kilise’yi tanımayı kabul eder. Çanlar Rusya’dan Neo-gotik ve Neo-barok stilde inşa edilen kilisenin sadece mihrap kısmı ağaçtan yapılır ve altın kaplanır. Kilisenin ikonaları için Moskovalı bir fabrikatör ile sözleşme imzalanır ve ressam Lebedev de bu ikonaları resmeder. Kilisenin kulesinde bulunan ve en büyüğü 400 kilo civarında olan altı çan ise Rusya’da dökülür. 500 ton ağırlığında olan kilisenin malzemesi ufak gemilerle İstanbul’a getirilir. Brezilya’da yetişen ve suyun içinde yaşayan ağaçlardan yapılmış 325 kazık Haliç’e çakılır. Komple demirden oluşan parçalar, vidalarla


80

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yolunuz İstanbul-Haliç’e düşerse bu ilginç ve güzel kiliseyi görmenizi tavsiye ederiz. Kilisenin yeni hali! denizin üzerindeki ağaçların üzerine monte edilerek 1898’de kilise ibadete açılır. Denizin üzerinde olması nedeniyle zaman içinde yapıda korozyon oluşur ve demir erimeye başlar. Haliç’in çevresi düzenlenirken, kilisenin önüne yapılan yol nedeniyle kilisenin üzerine monte edildiği ve su ile yaşayan ağaçlar su alamadığından zeminde çamurlaşma oluşur. Kilise denize doğru kaymaya başlar. Bunun üzerine 2006 yılında kilisenin çevresine 330 beton kazık çakılarak kilisenin denize kayması önlenir. Zamanında tüm dünyada sadece 2 adet olan demir kiliselerden diğeri zamanla yok olunca Balat’taki Sveti Stefan Kilisesi dünyadaki tek demir kilise olarak kalır. Üç kubbeli ve haç şeklinde olan kilise, dış süslemelerinin zenginliği ile de dikkatleri üzerine çeker. Mihrabı Haliç’e dönüktür. Çan kulesi giriş kapısının üzerinde ve 40 metre yüksekliğindedir. Dokuz yıldır restorasyon nedeniyle kapalı olan Demir Kilise 7. Ocak 2018’de yeniden ibadete ve ziyarete açıldı.


Makale ve Analizler - 2018

81

Siyasi Bütünlüğümüz İçin Tek Vücut Olma Talebimi Tüm Liderlerimize İlettim

BG-SAM-14.Ocak.2018

Balkan Rumeli Türkleri Konfederasyonu Onursal Başkanı Turhan Gençoğlu, HÖH Partisi Onursal Başkanı Ahmet Doğan ve DOST Partisi Genel Başkanı Lütvi Mestan ile görüştü. HŞH Partisi Kurucu Başkanı Kasım Dal ile de randevulaşan Gençoğlu, yoğun programı nedeniyle İstanbul’a dönmek zorunda kaldığı için Dal’la görüşemedi. Sayın Gençoğlu; Sofya’dan gelir gelmez, ayağınızın tozuyla bizimle söyleşi yaptığınız için teşekkür ederim. Sofya ziyaretiniz hakkında neler söylemek istersiniz? - Öncelikli olarak şunu belirtmek isterim; Bulgaristan’da ki siyasi parti liderlerinin soydaşlarımızın, halkımızın birliği ve bütünlüğü için fedakarlık yapmaya hazır olduklarını belirtmeleri beni çok mutlu etti. HÖH Onursal Başkanı Ahmet Doğan, HÖH Genel Başkanı Mustafa Karadayı ve DOST Genel Başkanı Lütfi Mestan ile Sofya’da çok yararlı görüşmeler yaptık. Buradan giderken de Bulgaristan’ın Avrupa Birliği dönem başkanlığının başlamasından dolayı, tüm liderlerin orada bulunacağını düşünerek herhangi bir randevu almadan gittim. Sadece, planımda olmasına rağmen Sayın Kasım Dal ile acil olarak geri dönmem gerektiği için yüz yüze görüşemedim. Kendisini telefon ile arayıp durumu izah ettim ve ilk fırsatta görüşeceğimizi karşılıklı teyit ettik. Dolayısı ile Kasım Dal kardeşimiz ile de en kısa zamanda bir görüşme gerçekleştireceğiz. Görüşmelerde, siyasi bütünlüğümüz için tek vücut olma talebimi tüm liderlerimize ilettim. Uzun uzun görüşmeler gerçekleştirdik. Bu sürecin kolay bir süreç olmadığını biliyorum. Birleşmenin, herkesin fedakarlık yapmasıyla gerçekleşeceğini düşünüyorum. Geçmişte bazı hatalar yapılmış olabilir, ancak artık geleceğe bakmamız gerekiyor. Önümüzde ki süreçte; birbirimizi eleştirmeyi bırakmamız gerekiyor. Genel başkanlarımızın, teşkilatlarını bu hususta uyaracağını umuyorum. Akrabalar arasında bile siyasi ayrışmadan dolayı küskünlüklerin olduğunu görüyoruz. Artık daha yumuşak bir dil kullanmalıyız. Bizler et ve tırnak gibiyiz birbirimizi kırmadan hareket edeceğimizi düşünüyorum. Ayrıca, siyasi parti liderlerimizin birleşme çağrımıza pozitif olarak baktıklarını görmekten dolayı çok mutlu olduğumu ifade ederek, kendilerine teşekkür etmek istiyorum. Önümüzde, zaman alacak olan bir süreç var ama biz bunun üstesinden gelebilecek güçteyiz.


82

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Türkiye ile Rusya arasında bir uçak düşürme krizi meydana gelmişti, bu olayda Cavit Çağlar bir görev üstlenmişti. Sizin bu çalışmalarınızı da bu yönde düşünebilir miyiz? - Evet, böyle bir benzetme yapabiliriz. Bu tarihi misyon hepimizin, bunu hep beraber başaracağımıza inanıyorum. Ben abileri olarak, çizmeleri giydim. Görüşmelerden sonra, daha da motivasyon kazanarak döndüm. Sizin çağrınızdan sonra, camia içerisinden gelen tepkiler var mı? - Bu çağrımızı ilk etapta yanlış anlayanlar olabilir, farklı amaçlar peşinde olanlar da olabilir. Bana bazen sanal ortamda yapılan yorumları göstermek istiyorlar, okuma tenezzülünde bile bulunmuyorum bu yorumları. Ben inandığım dava için bir göreve soyundum ve Allah’ın izniyle de bunda İnşallah başarılı olacağım. Ben size şunu söyleyeyim; bu çağrıdan sonra, yolumu kesip Allah senden razı olsun diyen insanları gördükten sonra, benim ne dediğimi bile anlamayan kişilerin gerek sosyal medyada gerek başka yerlerde söylemiş olduğu sözleri hiç umursamıyorum, umursamayacağım. STK’lar böyle durumlarda ortaya çıkmalı. Ben sağlığım elverdikçe halkımızın bütünlüğü için, birleşmesi için çabalayacağım. Devlet organları tarafından bir telkin ya da bir destek aldınız mı? Ben hiçkimseden bir telkin almadım. Amacımın devlet büyüklerimiz tarafından bilindiğini düşünüyorum. Bütünleşme ile beraber, soydaşlarımızın daha iyi temsil edileceğini, koalisyonlarda yer alacağını ve Avrupa Birliği üyesi olan Bulgaristan’ın ülkemize de önümüzdeki süreçlerde faydalı olacağını düşünüyorum. Dolayısı ile bu yapmış olduğumuz uğraşların herkes tarafından desteklendiğini ve destekleneceğini tahmin ediyorum. Bu görüşmelerden sonra, önümüzdeki süreç için neler diyeceksiniz? - Hepimizin arzuladığı ortamlara elbirliği ile ve herkesin fedakarlık yapmasıyla ulaşacağımızdan hiç şüphem yok. Kısaca şunu söyleyebilirim, “Her şey çok daha güzel olacak.’’ Tüm siyasi partilerimize, teşkilatlarımıza şu çağrıda bulunmak istiyorum; herkes daha yumuşak bir dil kullansın, İnşallah hepimizin beklediği bu birleşme sağlanacak, akrabalar yine eskisi gibi birbirleri ile görüşmeye başlayacak.Tüm parti liderlerimiz bu dilden uzaklaşmak için ellerinden geleni yapacaklardır. Söyleşi: Erdoğan Doğu - Ajans Bg - BURSA


Makale ve Analizler - 2018

83

Demokrat Bulgarlarla Birleşmeden Yanayız

BG-SAM-14 Ocak 2018 Son dönemde yaşanan parti birleşmesi tartışmalarını değerlendiren Bultürk Derneği Genel Başkanı Rafet Ulutürk, birleşmeye evet diyebileceklerini ancak kimin ne için birleştiğinin sorulması gerektiğini söyledi. Rafet Ulutürk: “Onların anladığı birleşmeyi bilmiyorum ancak biz Bultürk olarak birleşmeye evet diyoruz ama kimin ne için birleştiğini bilmemiz lazım. 30 yıldır zaten bir birleşme var. Bundan halkımız ne kazandı bizim için önemli olan işte burası Hainlere karşı birleşmeden yanayız. 30 yıl Bulgaristan’da Türkler ne kazandı ne kaybetti bir de bu çerceveden baksınlar. Bizler Bulgaristan’da Bulgarlarla işbirliği yapılması taraftarıyız, demokrat Bulgarlarla, Aleksandır Stanboliyski’nin torunları ile birleşmeye hazırız.” Ajans Bulgaristan

Birleşme Mevzusu Spekülasyondan Öte Gidemez

BG-SAM-14.Ocak.2018

Son dönemde yaşanan parti birleşmesi tartışmalarını değerlendiren HŞHP Kurucu Başkanı Kasım Dal, bu tür çıkışların amacı spekülasyondan öte gitmeyeceğini belirterek, birleşme mevzularının çakma olduğunu vurguladı. Kasım Dal: Son günlerde yine “birleşin” konusu ortaya atılmış olup benim ismim de Bal-Göç Onursal Başkanı Sayın Turhan Gençoğlu tarafından zikredilmiş diye duyumlar alıyorum, defaten bu tür spekulasyonlara cevap verdim. Yine diyorum ve tekrarlıyorum bu tür çıkışların amacı spekülasyondan öte gitmez. Öncelikle sormamız lazım ne değişti diğerlerinde? Ne oldu ki bu konu şimdi gündeme ısıtılıp ısıtılıp servis ediliyor? Son kez bilinsin ki Hürriyet ve Şeref Halk Partisi kurucu başkan ve başkan yardımcısı olarak şunları beyan ediyorum: Hiç bir şekilde bu ortaya atılan çakma


84

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

birleşme mevzuları ile HŞHP Gen. Başkanı Sayın Doç. Dr. Orhan İsmilov tarafından ve şahsım dahil Sayın Turhan Gençoğlu ile görüşmüş değildir. Bize oy verenlerin onuru ve haysiyeti ile pazarlık etmeyiz. Kaldı ki bize kimse şunu veya bunu dayatamaz, boşaltın ya da bir partiden diğerine geçiş, müzakere edin, dökülün ya da taşıma yapın diye müzakerelerde bulunulmamıştır. Bu tür apolitik spekulatif teklifleri Hürriyetimiz ve Şerefimiz uğruna zaten kayda dahi almayız. Bu söylentilere istinaden Biz Hürriyet ve Şeref Halk Partisi (HŞHP) olarak 02 Aralık 2017 tarihinde Eski Cuma (Tırgovişte) şehrinde Ulusal Merkez Karar ve Yönetim Kurulunda aldığımız karar çok açık ve nettir, bunu bazı kişiler her ne kadar mahsusuz anlamazdan ve duymazdan gelse de biz yolumuza yalnız devam ediyoruz, bunu da defaten net ifade ettiğimizi düşünüyorum. Parti tüzüğümüze ve Eski Cumada alınan kararlara sırt çevirmeden orada ne yazıldı ise buna sadık kalıp Bulgaristan da son yapılan seçimlerde bizim de HŞHP olarak koalisyon ortağı olduğu Dost Birliği’ne oy veren 120 bin kişinin bize vermiş oldukları güven oylarını kimseye teslim etmeyeceğimizi açıkça ve sorumlulukla beyan ediyoruz. Biz bu 120 bin insanımızın son seçimlerde bazı kişilere kırmızı karton çıkardıkları için onların onuru ve haysiyeti ile pazarlık etmeyiz, Bazı kendi benliğini kaybetmiş Höh “İş Adamları” çıkarlarını korumak için durumdan faydalanmak istedikleri aşikardır. Kısaca onlara tavsiyemiz hadi başka kapıya diyoruz. HŞHP tek başına yoluna devam ediyor Biz HŞHP olarak siyasi hayatımıza tek parti olarak devam ediyoruz ve bu doğrultuda tüm Bulgaristan da yaşayan çeşitli etnisitelerin haklarını korumaya, geliştirmeye devam edeceğiz. Hürriyet ve Şeref Halk Partisine güven oyu vermiş olduğu Halkımızın oyları katiyen pazarlık konusu olamaz olmayacakta.


Makale ve Analizler - 2018

85

Toplumsal Dönüşümlere Yol Açmak Ödevimizdir...

BG-SAM-15.Ocak.2018

Belçika’dan Yusuf Cunal Yazıyor. Bulgaristan Türkleri’nin “Kimlik Mücadelesi”ni en kapsamlı olarak kitaplaştıran Bulgaristan Türkleri Derneği Başkanı, yazar Rafet Ulutürk son yazısında önemli mesajlar verdi. Rafet Ulutürk’ün yazıısını okurlarımız ile paylaşıyor, kitabının ise Türkiye’de satışa sunulduğunu hatırlatıyoruz. “Toplumsal dönüşümlere yol açmak ödevimizdir. İradesini dayatan dik kafalı bilinçli azınlıktır. Biz Bulgaristanlı Türkler kendi ülkemizde bir azınlık’ız. 1878 yılında yapılan nüfus sayımına göre, yaşadığımız Bulgar Prensliğinde nüfus olarak çoğunlukmuşuz. Nüfusun % 52’si Müslüman Türk’müş. Ne ki göçe zorlandıkça gitgide azalmışız. Bizi topraklarımızdan kovan Bulgarlar azınlıkmış, fakat kaba, merhametsiz, toleranssız davranarak, zorbalık kullanarak üstün gelmişler. Türklere karşı dış devletlerden destek alarak baskılarını sürdürmüşler ve sonunda bugünkü dışlanmış, kıyına uğratılmış, bugün boynu bükük duruma düştük. Bu böylemidir. Bulgaristan Türkleri durumu kabullenmemiştir. Amansız davranmayı seçmiş, örgütlenmiş, 1989 Mayısında ayaklanmış, güçlerini ve iradesini takviye etmek ve bilemek için göç ederek mücadelesini sürdürmüştür. Bu anlamda her yenilgi yok olmak değildir. Sabırlı olmak şahlanmanın şartıdır. Doğu Rumeli ahalisi de Sliven, Kazanlık, Karlovo, Filibe, Tatar Pazarcık Avrat Pazarı, Otu Bol ve daha birçok yerleşim merkezlerinde durum aynıydı. 1876 Nisanı’nda ayaklanan Bulgarlar bir avuçtu. İngiliz ve Rus parasıyla silahlanmışlardı. Bir avuç çeteci militan tarafından kışkırtılmış köylüler yalana inanıp hayali beklentiler içinde evlerini yakmışlardı. Bu ayaklanma, İngilizler tarafından Osmanlı Sultanı Abdülaziz’i öldürmeye vesile yaratmak için düşünülmüştü. Rus İmparatoru II. Alekandır ise bir bütün olan Osmanlının azınlıklar ve milliyetler mermerini çatlatmak ve Balkanlardan bir parçaya basmak istiyordu. Peterburg


86

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ve Viyana arasında imzalanan gizli sözleşmelerde Avusturya - Macaristan imparatorluğunun da Batı Balkanlara basıp yerleşmek ve Müslümanları topraklarından kovmak istediğini görüyoruz. Yani Rusya ve Avusturya imparatorlukları Balkanlara kendi yayılmacı iradelerini dayatma işinde saldırganlaşmış, Bulgar ve Sırp azınlıkları emellerine alet ederek, azınlıkların bağımsızlık ve egemenlik istekleri ardına gizlenerek, kanlı savaşlar yürüttüler. Balkan topraklarını Müslümanlardan arıtma siyasetini baskı, terör ve zülüm ederek bir asır sürdürdüler. Bu olaylar, azınlığın çoğunluğa kendi iradesini kabul ettirmesi açısından doğal bir örnek olmayıp bu işin zorbalıkla olduğuna kanıttır. Bu iki örnek, 20. yüzyılda topraklarımızda uygulanan baskın siyasetleri doğrular. Yakın geçmişimizde bir avuç çapulcu, hırsız, bozguncu, komita ve kışkırtıcının iradesini dayatması dış dev güçlerin gözü kara başlattıkları savaşlar akla gelir. Geçen yüzyıl en fazla savaş yürütülen savaş parçası Balkanlar oldu. Osmanlıya düşman olan Rusya, İngiltere ve Almanya vb devletlerden yardım alarak başkaldırıp hortlayan Bulgar haydutluğu koskoca bir dünya imparatorluğundan parça koparıp bağımsız ve egemen bir devlet ilan edemezdi, fakat dış güçlerin kanadı altına girerek, devlet kurdu ve bir asırda topraklarını 3 kat büyüttü. Fakat şimdi durum değişti. Bulgaristan nüfus bileşimi değişti. Azınlıkların varlığını tanımak istemeyen, haklarını tanımaya yanaşmayan Bulgar devleti ve ulusu, bugün kendini yeniden üretemeyen, her konuda her şeyi yine dış devletlerden bekler duruma geldi. Topraklarımıza amerikan üsleri konuşlandırarak, NATO gölgesinde güvenlik arayarak, Avrupa Birliği fonlarıyla tencere kaynatmayı seçerek “bağımsız ve egemen devlet” formülüyle varlığını sürdürmeye çalışıyor. Bir avuç zenginin, birkaç gruptan oluşan oligarşinin sefa sürmesi, zenginlik içinde yaşaması, açlıktan midesi beline yapışanların, cebinde beş kuruşu olmayanları, selillik çizgisi altında kıvranan kitleyi, % 45’i bulan kör cahiliği daha fazla ayakta tutabilecek mi dersiniz. Bulgaristan’da yaşayan nüfusun % 62’si bugüne kadar AVM’ye (Moll, Bila, Kaufland, Bauhaus, Exspres Market, T-Market) gibi satış merkezlerine ayak basmamış, bunlardan alış veriş yapmamıştır. Aynı nüfus kredi kartı kullanmayı bilmiyor. Sonuç: Geçen yüz yıl Bulgar komünistlerinin halka zorla dayatmaya çalıştığı Rus kültürü ve yaşam tarzının tutmadığı ret edildiği gibi bugünkü sahte modern ite de yerleşemiyor. Sanki bizde turistler için suni bir yaşamtarzı yaratılıp geniş kitlelere de dayatılmaya çalışılır. Halk bunu kabul etmediğinde dolayı ise amansız ve çok keskin çelişkiler içinde yaşamak zorundayız. Bu çelişmilerin başında, gitgide toplumu yönetmeye talep olan ve yüz yılda pili biten Bulgar ulusu ile ülkede yaşayan etnik azınlık toplulukları arasındaki çelişkidir. Biz azınlığın çoğunluğa iradesini dayatmasını bu açıdan analiz etmek istiyoruz. Dizi yazımızın kırmızı çizgisi bu olacaktır.


Makale ve Analizler - 2018

87

Daha ilk anda, 21 Kasım 2017 sabahı Bulgar NOVA TV programlarından ana fikrim olan azınlığın çoğunluğa iradesini kabul ettirmesi konusunda bir örneği hemen paylaşmak istiyorum. Veliko Tırnova eyaleti “Byala” şehrinde 790 öğrencili bir terzi, şoför ve aşçı meslek lisesi var. 2016’da bu okulu sadece 3 öğrenci bitirmiş. Eğirim Öğretim ve Teknoloji Bakanlığı bu okulda eğitim alan her öğrenci için lise bütçesine farklı meslekler için 2 binden - 2 bin 800 levaya kadar para gönderiyor. Muhabir öğrenciler için de kişi başı 1000 ödeniyor. Yani okula milyonlar akıyor. Öğrenciler okula asla uğramıyor. Yerinde yapılan röportajlar hiç birinde kitap defter olmadığını ve okula uğramadıklarını kanıtlıyor. Öğretmenler protokolleri dolduruyor, okula uğramayan öğrenciler adına imzalıyor. Evrak üzerinde eksik, yanlış, düzeltilmiş uygulama yok. Okul İsviçre saati gbi tıkır tıkır çalışıyor, “kadro yetiştiriyor”. Eğitim, öğretim ve pratik uygulama dersleri için paralar alınıyor. Öğretmenlerden şikayet yok. Kağıt üzerinde aşçılar İngilizce ve Rusça biliyor, şöförler otobüs bile sürebiliyor, terziler defile düzenliyor, farklı modeller üretiyor. Demek istediğimiz şudur. “Byala” kenti, Bulgaristan içinde 1 kent. Öğrenciler Romen ve Bulgarca eğitimi kabul etmiyorlar. Bu boykot ülkeye yayılıyor. Azınlığın protestocu iradesi çoğunluğun devlet siyasetini toslatmış, kabul etmiyor, seyirci kalıyor ve alay ediyor. Komşu köylerden “Herakovo”ya uğruyoruz. Orada da büyük bir okul! 15 Eylül 2017’den beri hiçbir öğrenci derse girmemiş. Sayıları 259. Öğretmenler kendi kendilerine gelin güvey oluyorlar. Yani Bulgar eğitim sistemini kabul etmeyen azınlık artık iradesini dayatmış ve Bulgar öğretmenlere sahte rapor düzenlemeyi kabul ettirmişler ve resmi rakamlara göre nüfusun % 45’i okuryazar değil. Fakat diplomalı, karneli, bazı derslerden takıntılı olsalar da, evrak üzerinde son sınıfa kadar yükseliyorlar, varmış, varacaklar. Sahte sistem onları lise son sınıfa kadar taşıyor. Taşımazsa iflas edip çökecek. Çökmeyi kabul etmiyor. “Byala” kenti meslek okulunun 3 otobüsü var. Her gün boş gidip geliyorlar, sözde öğrencileri okula getiriyor ve dersler bitince de mahalle ve köylerine kadar götürüyorlar. Tatil günleri geziye gidiyorlar. Tratroya gitmişler, konser izlemişler. Bu okul evrak üzerinde en iyi okullardan biridir. Bu gerçek çok kötü. Olumsuzun olumsuzu bir örnek ama sarı ot, ayrık, eşek dikenleri gibi memleketimizi sarmış ve azınlıklarla ilgili eğitim ve öğretim siyasetini felce uğratmış. Tek devlet, tek ulus, tek dil Bulgarca deyen Bulgar ulusunun liderleri bu gerçeği görmek, kabul edip değiştirmek istemedikçe, Bulgar devleti anaya ve yasa değişikliği ile tek dilli ve tek uluslu devletten çok azınlıklı, çok dilli, çok dinli ve çok kültürlü halk topluluklarından oluşan bir toplum düzenini yasallandırmadıkça toplum çöküyor, devlet uçuruma gidiyor...


88

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Şu anlattığım azınlığın çoğunluk ve devlet iradesini nasıl sırt üstü getirdiğine taze bir örnektir. Bu örnekler çoktur, hepsi nefes alıyor, güçleniyor, nefret topluyor ve patlamaya hazırlanıyor.İşte bu örnekte, biz, Romenlerin ısrarlı toleranssızlığını, bilinçli hareketini ve eylem halinde olduklarını görebiliyoruz. Burada çoğunluk devletin körü körüne dayatmaya çalıştığı siyasettir. Onlar Romanya’da Çingene Üniversitesi oldukça gürültüsüz isyanlarını, devlet siyasetine karşı toleranssız, umursamaz, alıp vermez ve kabul etmez tutum içinde olduklarını ortaya koyuyorlar. Onlar aktifleşmiş durumdadır. Yazımın başında anlattığım iki örneğe burada iki cümle ilave etmek istiyorum. 1876 yılından önce haydarların dağda bayırda kılıç sallamaya başladığı devirde, Osmanlı devleti “gidin şunların hesabını görün” deyip başıbozukları Rumeli’ye gönderdiğinde. Örneğin Başıbozuk başı bir Türk Mahallesi’ne gelip, cami encümenliğini toplayıp, “gösterin şu komitaların evlerini yakalım” dediğinde, bizimkiler “aman siz İvan’a dokunmayın, iyi oğlandır, Balkan doruğuna dana çıkardık, onlara göz kulak oluyor”, “ Hristoya da rahatsız etmeyin, Beş Bunarda bağlarımıza, kiraz ve elmalarımıza” bekçilik yapıyor. Biz Bulgaristan Türklerinin konuşma ve ev dilinde neden “komita”, “haydut başı” gibi sözler neden yok hiç düşündünüz mü? Çünkü biz onlara hep “momçe”, ötekine “tavukçu” daha ötekine “çiftçi”, şu da “kavak budayan, pelin toplayan” demişiz, savunmalarını yapmışız. Bacayı saran ateşi görememişiz. Hiç birisinin kılına dokunulmasına müsaade etmemişler. Bulgarın “Türkten hain çıkmaz” sözü bu gerçeğe dayanır, biz onları devlete ihbar edecek zahmete bile katlanmamışız. Olay budur ve bugün Ahmet Doğan haini fesimize püskül olunca, Bulgar hemen “o bir şopar”, “o bir Kırım Tatarı” ve daha neler neler dedi. Neden birlik olup da onunla hesaplaşmamızı önlemek için tabii. Çünkü Doğan ajanını Bulgar devleti kendisi eğitmişti. Yine aynı nedenle Mestan ile Dalın dosyalarını sakladılar. Çünkü Türkün gazabını bilir onlar... Sonunda, bir onu gizler, bunu saklar, daha ötekini de görmezden gelirken çökmüşüz. Çoğunluktan azınlık olmuşuz. Aynı formül ve aynı hesaplarla, aslında tek kişi olan “hain Ahmet” bir buçuk milyonluk Türk milleti başına Sultan kesilmedi mi, “liderimiz” demedik mi? Yani oyuna getirildik. Kabul etmezsek, içine düştüğümüz kuyudan çıkamayız. Haydut komitacılar çoğldı, cezalandırılmadan kalabalaştılar, tam bugünkü katiller gibi. Aralarından cezalandırılan var mı. Hayır yok. Avrupa Birliği “birkaçını olsun içeri atın diyor”. Hepsi birden ayaklanıyorlar ve “biz egemen ve bağımsız bir devletiz, siz bizim İçişlerimize karışamazsınız” diyorlar. Veset, böylece 1000 - 2000 kişi olan suçlu katiller hemen bütün halk oluyveriyor, hatta biz de onları savunanların saflarına geçmiş oluyoruz. Perde indirildiğinde gördüğümüz gerçek budur.


Makale ve Analizler - 2018

89

Bizden de bir örnek. Şimdi bi ana konumuz, “ana dilimizi okuyamıyoruz”, “dilsiz kaldık, cahil kaldık”, “önümüz karanlık” dedikçe ana babalar susuyorlar. 1994’te 95 bin Tük öğrenci Bulgaristan’daTürkçe dersine girmişti, 2017’de bu rakam 7 bindir. Giderek azalıyor ve sıfıra doğru gidiyor. Sıfırlandığı an Bulgar Eğitim ve Öğretim Bakanlığı’nın “Tükçe dersleri için bütçe ödeneklerini kesip” Bulgaristan’da Türkçe derslerini kaldırdık, artık Türkçe’yi okumak isteyen vatandaş yok, dediği an, sözüm ona “Yurtsever” faşistler, biz size demedik mi” dediğinde, Prof. Dr. Bojidar Dimitrov gibi yeminli Türk düşmanları “Ben size demedim mi, bizimkiler Türk değil, Türk olsalar Türkçe okumaktan gönüllü vaz geçmezlerdi” diye yaygara koparacaklardır. Biz uyudukça zaman tuneli bizi bu çukura taşıyor. Burada etnik (soy) bilincimizin kuruduğuna, eylemci ruhumuzu söndürdüğümüze tanık oluyoruz. Bu çok ciddi bir konudur. 1878’den beri devam eden ve kızıştıkça kızışan bir mücadele alanıdır. Kimlik mücadelesidir. *** Azınlığın çoğunluk karşısında üstün geldiği örnekler değişik ve çoktur. İradesiz kalmış, bilinci sönmüş azınlığın eridiğini gösteren örnekler de boldur ve her biri bir ibret dersi olmalıdır. Bizim mücadelemizin kitabı yoktur. Ders aldığımız kaynak çekilerimizdir. Nitekim azınlığın haklı direnişlerinde geçerli öz kuralları var. Bu kurallar onun yaşamını belirleyendir olmalıdır. Başkasının gösterdiği yoldan yürürsek çıkmazda durmak zorunda kalırız. Balkanlarda haklarını alamamış tek azınlık biz kaldık. Arnavutluk 50 bin Bulgara azınlık hakları tanıdı. Bulgar doktorlar Sırbistan’a gidip Bulgarlara sağlık hizmeti veriyor. Bulgar eğitim Bakanlığı Türkçe ders kitaplarını yenilemek için 1997’den beri 5 leva ayırmasa da, dünya ülkelerinde 150 Bulgar okulu, kültür evi, kütüphanesi kurdu, din ve dil kursu açtı... Zaman ayırıp, işimizi gücümüzü bırakıp bu konuyu şimdiye kadar nı araştırma ve incelemeleri defalarca yapmak zorundaydık, ama yapmadık. Bir toplumun normal yani aksamadan, bunalmadan, deprem yaşamadan var olabilmesi için, onun bir avuç hoşgörüsüz, toleranslı olmayan, bir makam, beş on leva karşılığı hiçbir konuda müsamaha göstermeyen, hazırdan beklemeyen kardeşlerimize ihtiyacımız var. Onlar ve biz hepimiz soy köklerimizi iyi bilmeliyiz. Ecdadımızın ruhunu ayakta tutmalıyız. Etnik kimliğimizi, Büyük Türk ulusal kimliğinden parça olduğumuzu unutmamalıyız. Ulusal mensubiyeti konusunda bilinçli olan ve çok etkin, çalışkan, özverili kişilere, kadrolara, gençlere ihtiyaç vardır. Toleranslı olmayan, soyunu sopunu bilen ve bilinçli hareket eden, eylem halinde olan azınlıklar çoğunluğu her zaman çoğunluğu geriletmiş ve yenmiştir.


90

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Rafet Ulutürk - İstanbul - Belhaber

Bulgaristan’da 9 Tarihî Camiinin Tamir Edilmesi Gerekiyor

BG-SAM-15.Ocak.2018 Bulgaristan Kültür Bakanı Vejdi Raşidov ile Türkiye’li mevkidaşı arasında imzalanan, Taşınmaz Kültürel Mirasın korunmasına ilişkin imzalanan 4. Protokole göre, 2012 - 2016 yılları arasında Bulgaristan’daki toplam 9 caminin tadilatının tamamlanması gerekiyordu. Bu sözkonusu 9 camiden sadece Filibe’deki I. Murat Hüdavendigar Cami’nin tamiratı tamamlandı. Başkent Sofyada’ki Molla Seyfullah Efendi Cami’nin tadilatı ise çok yakın bir zamanda noktalanmak üzere. Şumnu’daki Tombul Cami’ni tamiratı ise bazı aralıklarla sürüyor. Vidin’deki Osman Pazvantoğlu Cami’nin onarımı da tamamlandı, ancak Kütüphane kısmında yapılacak bazı işler var. Silistre’deki Kurşunlu Cami’nin onarımı da kısmen sona erdi. Şu ana kadar bahhettiğimiz 4 cami ibadete açıktır. Ancak, harabe halinde olan ve UNESCO’nun sözümona koruması altında bulunan tarihi Pargalı İbrahim Paşa Camii’nin tadilatı için Hezargrat’ın yeni Valisi Günay Hüsmen’in yoğun çabaları nihayet sonuç verdi ve bu caminin kubbesinden dallar temizlenerek, delinen kurşun saçlar değiştirildi. Karlıova’daki Karlızade Ali Bey Cami, 2013 yılında Filibe İl Mahkemesi tarafından Bulgaristan’daki Başmüftülüğe iade edilmişiti, ancak Karlıova’daki ırkçı Bulgar milliyetçielerin itirazı ve baskısı sonucu 2015 yılında Sofya İstinaf Mahkemesi’nin kararıyla Başmüftülüğun elinden alındı. Bu protokol kapsamında bulunan ve kötü halde olan Privadi’deki Sarı Hüseyin Paşa Cami, onarım bekliyor. Yine sözde UNESCO’nun koruması altında bulunan ve harabe halde olan Ilıca’daki Fatih Mehmet Paşa


Makale ve Analizler - 2018

91

Cami’nin ibadete açılmasına şehirdeki ırkçı Bulgar milliyetçiler karşı çıkıyor. Genelde yıkık halde olan, Ihtıman’daki Mikailoğulları Cami de bu protokol gereğince tamir edilmesi gereken 9. camidir. Bursa Uludağ Üniversitesi Tarih Bölümü’nde doktora tezini hazırlayan Asan Ristemov, bazı diplomatik sorunlar ve iki ülkenin Bakanları arasında imzalanan Protokol’ün, Bulgaristan ve Türkiye Parlamentoları tarafından hala onaylanmaması yüzünden uygulanamadığını açıkladı. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov’un katılımıyla, 7 Ocak 2018 tarihinde İstanbul’daki Aya Stefanos Kilisesi’nin açılış töreninde yaptığı konuşmada, Bulgaristan’da Osmanlı İmparatorluğu’nun kurduğu birçok tarihi vakıf eserinin tamire ihtiyaç duyduğunu önemle belirtti. TürkuazBG

Komşu Bulgaristan’ın İnsan Kaynakları!

Deniz Gökçe, Akşam-16.Ocak.2018

Geçen hafta Bulgaristan’ın Avrupa’nın en fakir ülkesi olmasına rağmen son dönemde, 2017 yılında, yüzde 3,9 büyüdüğünü de yazmıştık. Bulgaristan aslında Avrupa Birliği’nden aldığı yardım fonlarını yerinde kullanan bir ülke. Bulgaristan ihracata dönük ha-


92

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

fif imalat sanayi ürünleri yapılmasını artırır ve de işgücünü de büyütürse, ekonomik büyümeyi kalıcı ve yüksek hale getirebilir demiştik, geçen hafta. Ancak dikkat edilmesi gereken bir nokta daha var. The Economist dergisi bu hafta Bulgaristan’ın eski sorunlarını aştığını ama yeni sorunlar yaşadığını vurgulamış. Nedir yeni sorunlar? Birleşmiş Milletler, Bulgaristan’ın önümüzdeki dönemde nüfus azalma sorunu yaşayacağını, nüfusun şu andaki 7 milyon 200 bin kişiden 20 - 30 yıl içinde 5 milyon 200 bine azalacağını vurguluyor. Bu nüfus kaybı ise, Bulgaristan’ı emek azalması açısından, dünyanın en hızlı daralan ülkesi yapıyor. Nüfus daralması da ülkenin en fakir kısmı olan ve adeta ihmal edilen kuzey batı kısmında gerçekleşmekte. Bu bölge göçle her yıl 2000 kişi azalıyormuş. Bu nedenle şirket yöneticileri çalışacak insan bulamadığından şikayetçi, çalışmak isteyenler de çalışacak iş bulmadıklarını söylemekte. Komünizm sonrasında 1990’lü yıllarda yüz binlerce genç insan. Batı Avrupa’nın daha zengin ve de dengeli Batı Avrupa ülkelerine göç etmeye başlamışlardı. Şu anda ise son dönemde Bulgaristan’ın 700 bin kadar vatandaşı, Avrupa Birliği’nin diğer ülkelerine göç etmiş durumda. Üstelik Bulgaristan Avrupa’nın en çabuk yaşlanan beşinci ekonomisi de! Emeklilerin yüzde 60 kadarı da devletin fakirlik limiti olan ayda 321 leva veya 196 dolar kadar bir parayla geçinmeye çalışıyorlar. Hükümet ise vatandaşların göç etmemeleri için de çok sayıda önlem almaya çalışıyor. Bulgaristan’ın nüfusu artan tek bölgesi ise başkent Sofya civarı. Demografiden sorumlu Başbakan Yardımcısı ve Bakan Valeri Simeonov çalışan insan sayısını ülke dışından emekçi transferi yaparak artırmaya veya en azından yabancılarla azalmayı engellemeye çalışıyor. Ama bu da başka sorunlar yaratıyor. Mesela Estonya Sovyetler’den ayrıldıktan sonra nüfusun yüzde 17 kadarını kaybetmiş. Ama şimdi göç almakta. Belki Bulgaristan’ın Estonya’dan öğrenilecek şeyleri de var!


Makale ve Analizler - 2018

93

Faşistler ve İslâm

BG-SAM-19.Ocak.2018

Konu: 20. yüzyıldan 21. yüzyıla taşan ideolojik kavgalar. Bölüm 1 Konuyu özel olarak araştırıp işlememizin nedeni, 2017 yılından başlayarak “Deutsche Welle” (Almanya’nın Sesi) Radyosunun sıklaşan Nazi, Türkler, Türkiye ve İslam konularına ilişkin yorum ve yazılarında birçok hususu çarpıtma yeltenişleridir. Tarih:12 Ocak 2018 - Sofya Nazileri, bir ideoloji olarak Nazizmi, toplumsal bir düzen olarak doğurduğu Faşizmi, 50 milyon insanın ölümüyle sonuçlanan II. Dünya Savaşı gibi büyük bir felaketi, Kısaca 1919 -1945 dönemini kapsayan bir tarih kesit ve İslam dinin bu gelişmeler içindeki yerini, fonksiyon ve rolünü, bu arada biz Türklerle ilgili bazı nüansları anlatabilmek için, İslam dini açısından biraz daha gerilere bakmak gerekir. Irkçı bir teori ve strateji olan Nazicilik ve bu ideolojiyi 1919 - 1933 yılları arasında oluşturan, 10 yıl siyasi iktidara taşıyan ve barış ve savaş koşullarında uygulayan Naziler, Nürenberg Mahkemesinde yargılandılar: Irkçılık sözde gömüldü. 70 yıldan beri bilim adamları Nazi devlet arşivlerini karıştırıyor. Yüzlerce kitap çıktı. Yalnız 80 cildin Nazi Propaganda Bakanlığı Doğu Arşivinden süzülmesi ve İslam’ı ve Müslümanları konu etmesi çok anlamlıdır. Bugün de Avusturya ve Bulgaristan’da faşist kırıntılar iktidara tırmandı. Almanya, Hollanda ve Fransa’da parlamenter muhalefet oluşturdu. Bir saat gibi sınırlı bir zaman içinde ucuna değineceğimiz bu dev konunun önemi ve aktüelliği ortadadır. Sizlere faşizmi, İslam dini ve Müslüman halklarla etkileşimini bir süreç olarak sunmak istiyorum. Yaşamdaki her şey gibi, aşamalı süreç olarak gelişen, Alman sağ, aşırı sağ ve nasyonal sosyalist akımı, bir ihtiyaç sonucu oluşmuş, belirli koşullarda gelişmiş ve amaçsallaştırılmıştır. Bu ihtiyaç, 1914 - 1918 Birinci Dünya Savaşı yenilgisi; toprak kaybı; Alman halkının elinin kolunun kıskıvrak bağlanması ve içinde ateş yanan bir şey, hatta kibrit üretmesinin bile yasaklanmış olması, halkın aç ve sefil yüzükoyun kalmış olması ve yeniden yeşerme, dirilme ve dünyayı soluma ihtiyacıdır. Koşullar değişim isteğini doğurmuş. Amaçsallaşan hedefte ulusun dirilebilmesi için ırksal arınma gereği belirmiştir. Alman ırkı çok savaşçı, çarpışmaları kazanan ama savaşları hep kaybeden bir milletir.


94

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yüzyıl savaşına 35 milyonluk bir German ırkı olarak girmiş 5 milyon kalmış; 30 yıl savaşına 20 milyon olarak katılmış 4 milyon kalmış, aynı faciayı 7 yıl savaşında ve Birinci Dünya Savaşı’nda da yaşamıştır. Fakat bir ırk olarak asla yok olmamış, hep yeniden kükremiştir. Hayat kavgasında yaratıcılıklarıyla ünlü Alman ırkı, 1919 köleleştirici Wersay Antlaşmasını imzalamazdan önce Bismark Berlin, İstanbul Bağdat üzerinden Delhi ve yine Berlin’den çekilen ve Medine’ye uzanan demiryolu boyunca büyük bir İmparatorluk hayal ediyordu. Bu hayal bir defa “son nefesini alan” Osmanlıya “can suyu” vaat ederken, tarihin en büyük İmparatorluğundan kopan Arap dünyasında kurulan İngiliz ve Fransız sömürgecilik sistemi için kalbe saplanan bir hançerdi. Üstüne üstelik İngilizler yine aynı yıllarda Yahudileri Kudüs’e taşımaya ve sözde “vaat edilen” topraklara yerleştirmeye başlamışlardı. “Orient Politik” denen dünya siyasetini çok yakından izleyen Almanlar, yenilgiyle gelen ağır durumlarına rağmen Münih’te “Deutsche Ausenpolitishe Strategi” (Alman dış siyaset stratejisi) ve “Ceopolitische Strategi” (Ceo-politik stratejisi) adlı iki dergi çıkarmaya başladı. “Yeni geliştirilen stratejide, bir: İtilaf devletleri emperyalisti ve özünde kötüydü. Ve iki: Türkiye İtilaf devletlerine bela olacaktı ve ne olursa olsun sonunda galip gelecekti.” İngiliz basını Osmanlıyı “ölmüş ve kokuşmuş” olarak tarif ederken, Alman strateji uzmanlarının “Türkler hasta değil!” diye yazması, sanki dünyada yeni bir yıldız doğacağını müjdeliyordu. 1. yüzyıl ilk çeyreği olaylarını, büyük düşünür Hegel’in şaşmaz diyalektik yasallıklar ve kategoriler teorisine göre irdeleyen Almanlar, Osmanlı yok olmadan içinden Türk ulusu ve devleti fışkıracağını öngörebilmişti. Onlar, şafakta ağaran ve dünyaya baş tutacak yeni devleti bu gerçeği Alman kamuoyuna anlatırken “olumsuzlamanın olumsuzlaması” yasallıyla birlikte, Kuran’ı Kerim ayetlerindeki “arınma” kategorisine gönderme yapıyorlardı. Nazi ideolojisi gerekçesinin anlaşılmasında olağanüstü büyük rol oynayan bu tezi şöyle açıklayabilirim. Osmanlı Türk kavminin yarattığı devlet, ırk olarak Türk suyundan gelme, ama ümmet denen dallarında pek çok farklı etnisiteyi yani farklı dil, din ve gelenek taşıyan, bunların pek çoğu İslam’ı ve Müslüman uygarlığına göre yaşamayı kabul etmeyen büyük unsurlardı. Hegel’in felsefesine göre, Osmanlı emperyalistlerin kesip kökü üzerinde ateş yakacakları bir ağaç olsa, kökünden fışkıracak olan yeni filiz Türk olacaktı. Bu açıdan yeni bir dünya görüşüyle uyanış arayan Almanlar Osmanlı içindeki Ermeni olaylarına, İngiliz omurgasının Çanakkale’de kırılmasına, Sakarya zaferine, Yunanın İzmir’de denize


Makale ve Analizler - 2018

95

dökülmesine, Fransızların Adana ve Mersinden, Rusların Kartsan - işbirlikçileri ile birlikte kovulmasına, uyanan Türk milletinin Osmanlı’yı ve mirasını olumsuzlaması yakından izliyor ve olumlu bir süreç olarak niteliyordu. 1919 - 1933 yılları arasında Alman basınında çıkan her 8 yorumdan biri “Tarihi reddederek dirilen” Türkler konusuna adanmıştı. Daha önce insanlık tarihinin yaşamadığı Türk örneğinden esinlenen Almanlar, toplumu arınmaya hazırlarken “haşarat” dedikleri Yahudilere ödünsüz savaş açarak, “üstün ırk” yani (arı ırk) yani “aryan” teorisini geliştirdiler. Sözü edilen dönemde, bir dünya devleti şanını yaşatmak için çırpınan Osmanlı da, İslam dünyasının merkezi olarak İslamcılık (Pan İslamizim), Osmancılık (Pan Osmanizm) ve Türkçülük (Turancılık) gibi üç ideoloji belirdi. Bu teorilerin ikisi Osmanlı zihniyeti, üçüncüsü de Jon Türkler ve İtaat ve Teraki hareketinindir. Türk halkını Türkçülüğü seçmeye çağıran Orta Asya Tatarlarından, İstanbul ve Paris Sorbonne öğrenimli düşünür Yusuf Akçura’dır. Türkçülük ideolojisinin meşalesi Diyarbakır Kürdü olan Ziya Gögalp olmuştur. Naziler 2. büyük savaştan önce ve savaşın ateşi içinde Müslümanları saflarına kazanmak için, bu teorilerin üçünden de yararlanmıştır. İslamcılığın temelinde Sultan II. Mahmut’un “Ben tebaamdaki din farkını ancak cami, havra ve kiliselerine girdikleri zaman görmek isterim” sözleri yarat. Osmanlı imparatorluğunun içinde bulunan, fakat İngilizler ve Ruslar tarafından kışkırtılan ve isyan edenlere karşı II. Abdülhamit’in siyaset çizgisi olmuştur. Irka bakılmadan din olarakbirleştirmeyi amaçlayan bir siyaset çizgisidir. Bu siyaset uygulanırken hilafet kurumunun rolü büyük olmuştur. Osmanlıcılık - Müslüman ve gayrı Müslüman kişilere siyasi haklarını tanımayı, farklı toplulukları eşitlemek, din özgürlü tanımak, din ve soy çelişkilerini tanıyarak aynı devlet çatısı altında yaşamayı öngörüyordu. Bu teori ulusal devlet teorisine yenik düştü. Türkçülüğün temelindeki cevher ise Türk Birliği’dir. Özünde anti-emperyalist olan ve Filistin topraklarında bir Yahudi devleti kurulmasına da karşı çıkan İslamcılık ve Osmanlıcılık’ta - bir Anti-emperyalist, antı,Bolşevik ve anti-Yahudi savaşında Müslümanları saflarına çekme anahtarı ve ilhamı bulan Naziziler, yabancı unsurlardan arınmış bir devlet kurma atılımlarında da Türkçülükten ilham almıştır. Tabii iş bununla bitmiyor: 1919’da Fas’tan Mısır’a, Delhi’den Yeni Zellanda’ya ve tüm Orta Asya’da ve Balkanlarda bağımsızlığını kaybetmiş ve değişik biçimlerde İngilizler, Fransızlar ve Ruslar tarafından sömürgeleştirilen İslam dünyasının uyandırılıp ateşlendirile-


96

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bilmesi için, yenilgi, parçalanma ve sömürgeleştirilerek ruhsuzlaştırılma nedenlerini gün ışığına çıkarmak ve bunları aşma formülünü yaratmak gerekiyordu. İslam’ın en büyük düşmanı Yahudiler ve müşriklerdir, kâfirlerdir, demekle düğüm çözülmüyordu. Şi’i fırkasını Yahudiler kurdu demek de Şiilerle sunileri birleştirmedi. Bu arada Nazilerin eline bir kitap geçer. 1710 - 1730 yılları arasında İstanbul, Bağdat, Kahire, İran ve Hicaz’da İngiliz casusu olarak çalışan ve İslam dininin özünü kurutmak için gizli çalışmalarını Hempher’in kaleme aldığı bu eser, 1950’de yazılmış, fakat yayınlanmasına 150 yıl yasak konduktan sonra taze somun gibi Nazilerin eline geçmiştir. Bu eserin birinci kısmında, İngilizlerin İslamiyeti imha, yok etmek için hazırladıkları alçak planlar açıklanmakta; ikinci kısmında ise, İngiliz planlarının Müslüman memleketlerde sinsice tatbik edilişi, devlet adamlarını nasıl aldattıkları, Müslümanlara akla, hayale gelmeyen işkenceler yaptıkları, Hind ve Osmanlı İslam devletini nasıl dağıttıkları anlatılmıştır. Bu kitapta İngilizlerin Osmanlıda kurdukları casus ağı ortaya koyulurken, İslamin içinde bir öz kemirici olan Vahhabiliğin nasıl para pul ve makamla yaratıldığı da gün ışığına çıkarılmıştır. Her okuyanın İslamiyetin en büyük düşmanı İngilizler olduğuna inanmasını sağlayacak kadar açık olan bu anlatımda, casus yazar İslamiyeti bir ağaca benzetmiş ve şöyle demiştir. “Başka kafirler, fırsat bulunca, bu ağacı dibinden keser. Müslümanlar da onlara düşman olur. Fakat bu ağaç bir gün yeniden filiz verebilir. İngiliz böyle değildir. O, bu ağaca hizmet eder. Besler. Müslüman da onu sever. Fakat bir gece kimse anlamadan köküne zehr sıkar. Ağaç öyle kurur ki, bir daha filiz süremez. İngiliz vah vah çok üzüldüm diyerek, Müslümanları aldatır. İngilizlerin, İslam’a böyle zehr salması dedmek, para, mevki, kadın vb karşılığında satın aldığı yerli soysuzların elleriyle İslam bilginlerini, İslam kitaplarını, bilgilerini, ahlakını ortadan kaldırmasıdır.” Nazi propaganda stratejisinin oluşturulmasında bu eser çok yararlı olmuştur. Uzatmayalım ve meselenin özüne geçelim: İngilizlerin anti-İslam yaklaşımı Kuran’daki 72 ayetin çarpıtılmasına dayanır, Naziler İslam lehindeki propagandası, 1918 yılında Kudüs Başmüftülüğü’ne getirilen, fakat İngilizlerin Filistin’e Yahudi yerleştirmesine karşı çıkan, görevini bırakıp Suriye’ye, oradan İran’a, ardından Türkiye üzerinden İtalya’ya geçen ve 1933’te Berlin’e vardığında devlet adamı gibi karşılanan, El-Ezher mezunu Emin El-Hüseyin tarafından biçimlendirilir. Hitler ona 90 bin Mark maaş ve işini örgütlemesi için 4 daire vermiştir. Şimdi, Naziler ve İslam etkileşiminde bir basamak daha derine inelim. 1919 Wersay Antlaşmasını daha il anda kabul etmeyen Milliyetçi Almanların “Lebensraum” - yaşam alanı, yeni bir dünya görüşü olarak ortaya çıktı. Bu


Makale ve Analizler - 2018

97

amaçla bir “Führer” - lider (önder) yetiştirme işinin de böyle başladığını herkes bilir. Bu bir kavgadır ve 2 dönem geçirmiştir. Birincisi, 1919’dan 1934’de kadar pasif; ikincisi de 1934 - 1945’e aktif eylem dönemindir. Bu kavga ve savaş öncelikle Faşist Nazici ve Bolşevik - komünist Dünya görüşü arasında amansız bir kapışma olarak tanımlanır. 20. yy için belirleyicidir. Konumuz Naziler ve İslam olduğu için, hemen altını çizeyim, bugün de geçerli olan bir temel kural var, İslam dünyası ile ittifak (müttefiklik-bağlaşıklık) geliştirmeyi esaslandıran ideoloji değil, maddi çıkarlar ve stratejik kavgaların motivasyonudur. Şu da var, III. Reich ideolojik bir devletti. II. Dünya Savaşı da ideolojik bir savaştı. “Weltanschaungkrig”di (dünya görüşü savaşıydı) Yani ideoloji tank, top ve uçaklar kadar önemliydi. Nazi ideolojisinin temelleri 1925’te Adolf Hitler’in Hapishane’de kaleme aldığı, daha doğrusu, 1934’ten sonra SS demir yumruk tümenleri baş komutanı Himmler’e dikte ettiği “Mein Kampf” (Savaşım) eseriyle atılmıştır. Bu eser 1990’a kadar yasaklıydı, şimdi “Slaveykov” meydanında 10 levaya satılıyor. “Mein Kampta” işlenen temel sorun IRK sorunudur. Hitler, ırkları -arı, aryan, üstün- Alman Irkı ve özellikle Yahudi, Çingene ve Islav ırkı olmak üzere “alt ırklar” - yani “yaşam hakkı olmayan ırklar” olarak ikiye ayırır. Bu görüşün bir strateji ve siyasette dönüştürülmesini, Berlin’de Irk Bakanlığı, daha sonra sayıları 56 ve içinde yakılıp imha edilen insan sayısının da 7 milyon kişi bulduğu gerçeğine işaret etmezden önce, “Mein Kampf” ideolojisinde İslam ve Müslümanlara bakış açısına bakmak zorundayız. Avrupa’nın geleneksel ırk teorilerinde İslam bir Sami Din, hatta aşağı bir Sematik Din olarak tarif edilmişti. Bu görüşün temeli, 1983’te Paris Sarbonne’e de Fransız Şarkıyatçi ve din teorisyeni Ernest Renan tarafından atılmıştı. “Semitik bir din” olarak İslam fikri - dolayısıyla bu ırkçı görüş, Nazi ideolojisinin oluşmasında önemli bir rol oynamadı. Çünkü Hitler eserinde “ırk ile dini” bir birinden ayırdı. Sami anlamı - Beyaz ırkın Arapça, Asurca, İbranice , Habeşçe gibi dilleri konuşan çeşitli budunların toplandığı koldu. Önce İbranice konuşanlara ilişkin, Yahudilerin Orta Doğu halklarından kesin bir şekilde ayrılması gerektiğini vurguladı ve “ani-semitizm” kavramı yanlıştır, “Anti-Yudizmus”, (anti-Yahudilik) /Yahudi karşıtlığı/ denmesi gerektiğine işaret ederek değiştirdi. 2- Nasyonal Sosyalist ırk teorisi Arapları, (çünkü son Peygamber onlardan seçildiği ve Kuran’ı Kerim vahiy de onlara indiği için) şanslı dünyaya yeni bir medeniyet taşıdıkları için kahraman ve Arapça gibi bir dilleri olduğu için


98

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bilge bir halkın tarihine bakan üstün nitelikli bir ırkın mensupları olarak kabul etti. (Yani Yahudiler gibi yok edilmeyeceklerdi.) Biliyorsunuz, Nazilerin ırk teorisi Avrupa’da yaşayan Yahudilerin üçte ikisini 3 yılda yok etti. Bilgi olarak sunuyorum: ırkçı teorinin akıl hocalarından biri olan Adolf Eichman, savaştan sonra Kudüs’te yargılanırken savunmasında “Arapları da kapsadığı için antiSemitizm” terimi yanlıştı ve bu nedenle “Yahudi karşıtı” olarak değiştirildi iddiasını kendisi söyledi. 3- Türkler, Mısırlı ve İranlılar hakkında şöyle dendi: Türkiye’nin Avrupa’nın bir parçası olduğu ve Türklerin de arı kan oldukları, hele sarı saçlı, mavi gözlü Mustafa Kemal Atatürk’ün simayıysa Almanya’ya kolayca kabul edildi. 1919 1934 yılları arasında Alman basınında çıkan her 8 yazıdan biri Türk halkının yeniden doğuşunu anlatı dedim yukarda, bu yazılarda Mustafa Kemal’i “Karanlıkta parlayan yıldız” olarak simgeleyen 17 adet “Mustafa Kemel - Otobiyografi” kitabı çıktı. Bu eserlerde, Türk ulusu, tüm emperyalist sömürgeci güçlere baş kaldıran ve tarihte ilk defa olmak üzere, emperyalist devletlerin Wersay, Sevır gibi anlaşmalarını hiçe sayıp bozan iradeli ve kölelik zincirlerini kıran kahraman bir halktı. Türk örneği uyuyan Almanları uyandıran rahmetti. 1918 -1934 yılları arasında Türkiye ve Türklerin lideri Almanlar için “rol model” oldu. Birçok gazete ve kitap milliyetçilikten, aşırı milliyetçiliğe ve faşizme atlayan Naziler’in “Türkiye ile büyüdüğünü” yazdı. Bir ideolojinin yaratılması için İhtiyaç, Ortam ve Hedef gerektiğine yukarıda işaret ettim. O yıllarda Almanya’da Türkiye’yi anlatanlar “bir kitlenin ulusa, olusun orduya dönüştüğüne, kıyametten çıkan insanların tek iradede buluştuğuna” vurgu yapıyordu. Türk ruhunun oluşması, toplumun arınması, çelikten bir adam olarak öne çıkarılan Atatürk’ün sert iradeli ve bir akü gibi enerji dolu oluşunun altı çiziliyordu. Almanya’daki Atatürk öyküsü bir Führer Çağrısı’na dönüştü. Türkçülük ülküsü, Alman milletinin uyanışıyla çakışıyordu. O yıllarda Almanya’da “İnsan ve Kitle Psikolojisi” üstüne çalışmaları başladı. İslam doğarken Allahın ipine sarılmak isteyen insanlar, Mustafa Kemal önderliğinde ordulaşmış ve Vatan uğruna birçok cephede birden savaşarak egemen olmuş. Cumhuriyet kurmuştu. Demek istediğim, dünyanın kaderini belirleyen irade ve görüşün değiştiğine işaret ediliyordu. Ulusu orduya dönüştüren lider anlatılırken, Alman basını “Lozan’a azmin zaferi, reel politikaya - güç ve anayurt sevgisi” dedi. Vatan ve Anavatan kavramları ile birlikte, “Tarihi yapan kimdir?” sorusu ortaya çıktı. Alman toplumu şu sorulara yanıt aradı: 1- İnsan mı, Tanrı mı? 2- Kitle mi, Lider mi? 3- İhtiyaç mı, koşullar mı, yoksa Führer mi?


Makale ve Analizler - 2018

99

Kamuoyuna yenidünya görüşü aşılanırken, Atatürk’ün izlediği siyasete “aktif” (eylem halindeki siyaset) dendi. Yahudiler ile birlikte İngilizler, daha sonra Bolşevikler ve Amerikan emperyalistleri kötü adam olarak simgelendi. Irkçı ideoloji, ırkçı ideologu Clauss’un kaleminden “Irk ve Ruh” eserini çıkardı ve İslam dini ile Kuzey ırkları arasında yakınlık var dedi, Endülüs üzerinden ve Osmanlı İkinci Viyana Savaşı’yla gelen bir İslam Zaferinin o zaman Avrupa’yı karanlıktan kurtarabilir olduğu ve bu olsaydı, Almanya ışık saçan ülke olacaktı, diye yazdı. Dünya görüşü olarak Nasyonal Sosyalizm ile İslam’ın yakınlığı vurgulandı. Bu arada, “İslam totaliter ve siyasal bir güçtür” diyenler, Yahudilerin, Bolşeviklerin ve emperyalizmin baş düşmanıdır, Müslümanların Füreri Halife, Türklerin Füreri Atatürk dediler. Aynı zamanda, bir dava adamı ve disiplin ideali olarak Hitler putu yontuldu. Bu yolda çalışmak, makale ve kitaplar yazmak, dünya görüşü geliştirmek için Berlin’e birçok Müslüman yazar ve gazeteci toplandı. Suriyeli Yazar Zedi Ali davet edilenlerden biridir. Düşünür Muhammet Sabri 1938’de “İslam, Yahudiler ve Bolşevizm” kitabını kaleme aldı. Başmüftü Emin El Hiseyin’in siyasi danışmanları Memsureddin Ahmet ile Reşit Rıza, tonlarca mürekkep tüketti. 4- Mısır ve İran halklarına da “ırkçı yasaların onları hedef almadığına güvence verildi.” Ne ki, eşeğini sağlam kazığa bağlamaya çalışan Şah Pehlevi, ülkesine “Persiya” yerine “İran” demesini emretri. “İran” sözü “Arı” kökünden gelir ve “Arilerin Ülkesi”ne işaret eder dedi. 5- Sovyetler Birliğindeki Müslümanlarla ilgili yaklaşım şöyleydi: Söz konusu olan Doğu Türkleriydi ve ortak adları Tatarlardı. Ne ki, Almancada “Tatar” çok aşağılayıcı bir kavramdı. “Berlin Doğu Bakanlığı “Tatar” sözüyle ilgili bir talimat çıkardı. “Tatar” sözü artık kullanılmayacaktı, Volga Ural Tatarlarına artık “İdil-Ural Halkları” denecekti. Kırım Tatarlarına “Kırım Türkleri” ve Azerilere “Azerbaycanlılar” denecekti. Altı: 1943’te Almanlar Bosna - Hersek’e girince, Biz Bulgaristanlı Müslümanlar için de “Avrupa’nın ırksal olarak değerli halklarının parçasıdır” dendi. Toparlarsak, “Türk halkların hepsi için “ırksal bakımdan değerlidirler” dendi. *** Hitler ve İslam konusu “Mein Kampf”ta yazıldığı gibi kalmadı, sürekli gelişti. Bu bakıma, annesi Alman Babası Mısırlı Arap olan Rudolf Hess’in;


100

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Üniversite okurken bir Türk öğrenci ile aynı odada kalan ve kendisinden çok etkilendiği için 1936’da Müslüman olan Himmler’in de katıldığı “sofra sohbetlerinde” Hitler’in bu konudaki fikirleriyle ilgili 1990’dan sonra şöyle anlatımlar da çıktı: Hitlerin her yerde ve her zaman ardinda olan gizli “Tuhle Gesellachaft” (Tuhle Derneğinin) kurucusu, Nazi ideolojisinin mayalanıp oluşumunda olağanüstü rol oynayan, Münih’te çıkan “Volkische Beoubachter” gazetesinin sahibi, 18 yıl Türkiye’de yaşamış, Türkçe Arapça ve Farsça bilen Baron Rudolf von Sebotendorff’un etkisi büyük olmuştur. Bu açıdan “Hitler bir İş kazası” değildir. Bu konu, Oksford, Elinoys, Harvard vb Üniversitelerin 400’den fazla eserine konu olmuştur. Hele “Soğuk Savaş” döneminin sona ermesiyle yeni bir patlama yaşanmış, Hitleri’in Dışişleri Bakanlığında işlenen İslam konusu 100’e yakın cilt halinde yayınlanmış ve konu incelemeye açıktır. Öyle olsa da, Hitler’in ardında, perde arkasından onu yönlendiren “Thule” adlı bir gizli örgüt bulunduğuna dikkati ilk çeken akademisyen Dr. Reginald Phelphe’nin, 1963’te “Journal de Modern Histori” dergisinde “Tuhle Derneği ve Sebottendorff”u anlatan uzun bir yazı yayınladığına işaret etmeden geçmeyelim. Bir yıl sonra ise Alman tarihçi Dietrich Bronder konuyu bir kitabında inceledi. Bronder, Hitlerin her adımını yönlendiren “Tuhle”nin çok tehlikeli, çok gizli, fakat tarihçilerin gözünden kaçmış bir örgüt olduğunu anlattı. Bu örgütün kurucusu olan Baron Sebottendorff için “eşi bulunmaz bir konspiratör” dedi. Buradaki soru şudur: “Nasıl olmuş da, bu tehlikeli ve esrarengiz kişi bunca yıl tarihçilerin dikkatinden kaçmayı başarmıştır?” Bunun yanıtını, söz konusu kişinin hayatıyla ilgili bazı önemli bilgilerin Türkiye “Derin Devletinin” Arşivinde özellikle gizlenmiş olmasında da arayabiliriz. *** Kuranı Kerim’e dönelim. Bu şiirsel anlatımda her şey su gibi sesiz aktıkça yol alırken, 2 hareket fiil dikkat çekiyor. Bunların birisi “arınma”, diğeri de “temizlenme” dedik. Eş anlamlı gibi görünseler de, derin düşünüldüğünde birisi iradenin kendi içindeyken, diğeri ise sanki şekilsel anlamlıdır. Hiçbir ayetinde “evrim” ve “devrim” denmeyen Kuranı Kerim, 19. asırda Alman idealizminin atası, feylesof Georg Wilhelm Fridrich Hegel’in “obje ve özne” tartışmalarında, “Felsefe Sistemi” ve “Felsefe Tarihi” gibi temel eserlerinin her satır arasında kendini belli eder. 1915’te Osmanlının, bir Türk ırkı olarak kendisini arıtması Almanya’da olağanüstü etki yapmıştır, dedik. Kendisini olumsuzlayan Osmanlı devlet ve toplumunun içinde her yaprağı Türk olan ve doğuşuyla birlikte Türklük iradesi ve bilinciyle dünyaya açılan tarihsel olgu, - Türkçülük; Alman halkının da “Yahudi


Makale ve Analizler - 2018

101

dedikleri haşaratlardan” ve Alman toplumunun kanını emen diğer “kenelerden” arınması gereğini doğurup ortaya koymuştu. Bu anlayışa göre bu olmasa da olurdu, yapılmasaydı Alman ırkı yok olurdu, yapıldı da ne oldu savaşın sonunda yine ölümcül yara aldı, deyenler de haklıdır ve bu görüş insan ayrımına ve ırk üstünlüğü teorilerine ateş açan ana görüş olmaya devam ediyor. Verdiği sonuçlara bakılmaksızın, bu yasallığın adı olumsuzlamanın olumsuzlanmasıdır. Osmanlının olumsuzlanmasından Allah’ın iradesi yerine, halkın iradesi, bir soy uzantısının yerine halkın lideri doğmuştur. Bu tarihsel olay, gün ışığında ve herkesin gözü önünde olmuştur. Bu bakıma, Hitler bu yasallıkta sanki bir taklit ya da bir istisnadır. Çünkü karanlık, okült, gizli, bilinmeyen, görülmeyen güçler tarafından tasarlanmış, tolumun lider ihtiyacını karşılamak için fese püskül yapılmıştır. Bu nedenledir ki, Hitler iktidara gelince kendi karanlık geçmişiyle ilgili bilgilere sahip olan herkesi öldürmüştür. Sağ kalan Baron Sebotendorff çareyi Türkiye’ye kaçmakta bulmuş ve yıllarca orada kalmıştır. Bu ayrıntıya girmemin nedenlerinden biri, daha önceci konferansımda, HÖH kuruluş örneğini anlatırken da değindiğim “gizli yaratılan ve damat fesine püskül edilen” örneğin öyküsüdür. *** Naziler ve İslam konusunu işlerken, Führer’in İslam dinine çok fazla ilgi gösterdiğine işaret ediyorum. O, “Mein Kampf”ın 292 ve 293. sayfalarında “İslam’dan büyülendiğini” adeta göstermiştir. 747. sayfasında ise, “İslami inancın Afrika ve Asya’da hızla ilerlediğini kabul etmiştir. Aynı zamanda Mısırda da “Türkiye’deki gibi bir kutsal savaşın, Müslümanlar halen uyuduğu için makineli tüfekle yok edileceğine işaret etmiştir”. Hitler’in eşi Eva Braun’un kız kardeşi İlse, savaştan sonra “Hitlerin kendisiyle ve kız kardeşiyle İslam dinini sıkça tartıştığını” paylaştı. Sofra sohbetlerinde Hıristiyanlığı, özellikle Katolikliği değersizleştirmek için İslam’ı Hıristiyanlıkla karşılaştırdığını, yazdı. İslam, buranın ve şimdinin bir dini olduğu halde, vaat ettiği cennetle karşılaştırıldığında Hıristiyanlığın pek çekici olmayan bir karanlık olduğuna vurgu yaptı. Bu görüşler üzerinde durmamın nedeni şudur. Adolf Hitler, 1933’te iktidara geldikten sonra “Yeni Alman Hıristiyanlığı” diye bir kilise kurdurmuş, hem Protestan hem de Katolik kiliselerini dışlamıştı. Bu kilisenin yayınladığı “İncil” de tek kelimeyle dahi Yahudi sözünün geçmesine izin vermemişti. İsa Mesih ise, aslen esmer ve Yahudi bir haham olduğu halde, Hitler’in yayınladığı İncil’de “Soylu bir Alman Prens” olarak gösteril-


102

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

miş ve irikıyım, sarışın ve mavi gözlü, uzun saçlı, kulağı küpeli bir Töton Şövalyesi olarak tanıtılmıştı. Bu açıdan bakıldığında Hitler için din yeryüzündeki yaşamı pratik olarak destekleyen bir araçtı. 1941’de Himmler’in de hazır bulunduğu bir ortamda o şöyle demişti: “İnsanlara yıkanmayı, belli içkilerden sakınmayı, belirli zamanlarda oruç tutmayı, güneşle birlikte kalkmayı vs., bütün bunlar akıllı kişilerin icat ettiği yükümlülüklerdir.” Ve şunları ilave etmişti: “Cesur savaşanlara da gerçek bir dünyevi cennet vaat etmiştir.” İki ay sonra, başka bir konuşmasında o, “Muhammed’in cennetinden heyecan duyan insanlar hayal edebilirim, ama Hıristiyanların yavan cennetinden değil” demiştir. 4 Nisan 1942’de ise bu görüşe şunları ekledi: “Tıpkı İslam’da olduğu gibi, Japon devlet dininde de hiçbir terörizm türü yoktur, aksine bir mutluluk vaadi vardır. Hıristiyanlık ise aksine “dinin terörizmini” evrenselleştirmiştir.” Hitler’in Hıristiyanlığa karşı aldığı bu tavırdan sonra, Almanya’da Konfüçyüs, Buda ve Hazreti Muhammed (sav)’in dinleri geniş taban bulmuştur. “Almanlar Müslüman olsaydı, tarihte daha başarılı olurdu” - sözleri Hitlere aittir. Fürer’in İslam’a duyduğu bu hayranlık ışığında. Propaganda şefi Goebels de, 1942 yılında “İslam dünyasıyla ittifakı öne çıkarma” emri verdi. *** İslam ve Propaganda: Nazilerin II. Dünya Savaşı arifesinde ve savaş esnasında yaptığı propaganda sözlü ve yazılıdır. Sözlü olan radyo yayınlarıyla ve ordudaki Müslüman siyasi subaylarla yapılmıştır. Almanları imanın savunucusu olarak tanıtan bu propaganda din yüklü büyük bir propaganda kampanyası olarak başlatılmıştır. Radyo yayınlarının ilk hedefte Kuzey Afrika ve Yakın Doğu Arap ülkeleri vardı. Bunlar Fransa ve İngiltere sömürgesi ülkelerdi. Hitler ordusu 11 Şubat 1941’de Libya - Trablus’a çıkınca başladı. Karşılarında ise BBC ve Paris Mondeal - gece gündüz durmadı. Alman propagandası İslam’ın siyasallaştırılmış bir versiyonunu yaydı. Berlin Nazi propaganda beynine göre Müslümanlar her gün birkaç defa bir araya gelen, Cuma ve bayramlarda toplanan, orta ruh sahibiydi, kulak algısı güçlü, imanlı ve ortak bir ruh taşıyandı. Arapça yayınların siyasi özünde, metropollerin barbarlığı, sömürgecilik, mandacılık, düzen, liderlik ve kuvvet idealleri gibi Nazizmin ve İslam’ın paylaştığı varsayılan değerlere göndermeler vardı. Bu göndermelerde, Fransa şeriatı baltalamakla, Kuran kurslarını yasaklamakla, camilere saldırmakla ve misyonerlik


Makale ve Analizler - 2018

103

yapmakla suçlanıyordu; Halk sömürge rejimine karşı mücadeleye çağrılıyordu. Ayaklanmak Allah’ın desteklediği ilahi bir görevdi. Spikerin sesi, “yolsuz, asalak Yahudi ırkı” dışında her ırka “Tanrı verdisi” diyordu. Sovyetleri, İngilizler’in gönüllü cellâtları olarak tasvir ediliyordu. Yayınlar her defasında “Fatih” sûresinden bir alıntıyla - “Allah sizin bildiğinizi bilir. Size yakın zamanda bir zafer verecektir.” sözleriyle bitiyordu. Yazılı propaganda “Büyük Müftünün Çağrısı” olarak düzenlendi. El kitabı ve kart postal olarak dağıtıldı. 20 milyondan fazla basıldı. Hedefte İngiliz karşı tearuzunun Arap Yarımadasında boşa çıkartılması vardı. 1943’te Arapça çıkan bir “İslam ve Demokratlar” broşürü İslam’ı temel aldı, düşmana düz bir mantıkla saldırdı. İngiliz, Amerikalı ve Yahudilere İslam’ın en büyük düşmanıdır’ dedikten sonra Kuran’dan Yahudi karşıtı ayetler seçilmiş, “İnsanlara en şiddetli düşman olarak Yahudiler ile Allah’a eş koşanlar”, dinsel bir çerçeve içinde sunuldu. Mihver devletleri topluca Müslümanların dostu olarak tanıtılırken, 20 bin cami ve mescit yıkan “Allahsız Bolşevizm” ve Müslümanları kutsal topraklardan kovan Yahudiler kınanıyordu. Tunus’a 6 milyon “Almanya ve İslam” broşürü dağıtıldı. Propaganda materyallerinde Hz. Muhammet’in Uhud ve Bedir Savaşlarıile Hitlerin verdiği savaşlar benzetmeli anlatılıyor, Mihver savaşı kaybederse Müslümanların Hıristiyanlaştırılacağı söylentileri yayılıyordu. “Gökyüzünde Allah’ı, yeryüzünde Hitleri isteriz” broşürü kapağında Büyük Müftü El Hüseyin ve SS askerlerinin resmiyle uçakla Suriye üzerine 300 bin, Akdeniz kıyısına 50 bin saçıldı. Almanlar İslam dostu olarak, Hitler de dinsel bir şahsiyet olarak gösteriliyor. Bu arada Himmler, 14 Mayıs 1943’te, Alman Güvenlik Baş Müdürlüğüne “Fürer’in Kuran’da ve Peygamber’in işini tamamlamakla görevlendirildiği kanaatine temel oluşturabilecek Kuran ayetlerini bulma” emri verdi. 4 ay sonra ilgili makam, “Kuran’da kullanılabilecek bir pasaj bulunmadığı, ama dünyanın bazı bölgelerinde Müslümanların, “Führer’le bir bağlantı”ya olanak veren, “Peygamber’in nurunun dönüşü”ne imada bulan Mesihçi inançlara sahip oldukları bildirildi”. İkinci bir cevapta ise, “İslami eskatoloji”, merkezi yer alan “Mehdi” düşüncesine işaret etti. “Mehdi’nin ahir zamanda ortaya çıkıp inancı savunacağı ve adaletin üstün gelmesini sağlayacağı farz edilir.” Görüşü ortaya kondu. Gerçekten de Mesihçi inançlar yüzyıllarca hem Şii hem de Sünni dünyada yaygın oldu. İki savaş arasında Mehdi Ayaklanmaları oldu. Kurtarıcılık ruhu hep canlıydı. Sömürgecilik karşıtı mücadele Mehdicilikle bağlandı.


104

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu konu üzerinde özel araştırmalar yapan Reich Güvenlik Başmüdürlüğü’nün “Doğu” Araştırma Seksiyonu uzmanları bir rapor hazırladı. “Führer’in ne Peygamber olarak, ne Mehdi olarak tasvir edilebileceğini, fakat “Kuran’da geri döneceği ve Şövalye George figürüne benzer biçimde, kıyamet günü dev ve Yahudi Kral Deccal’ı yeneceği öngörülen İsa olarak “tanıtılabileceğini” nımsatan yazı var denildi. Başmüdürlük buna uygun Arapça bir broşür çıkardı. Deccal’ı Yahudi düşman olarak tasvir eden broşürde şöyle dendiyordu: Broşürün adı: Filvaki Günün Bilgisidir. Bize, ahir zamanda Deccal’ın ortaya çıkacağı öğretildi. O, insanları kandıran ve yanlış yola sevk eden bir ucube. Bu, müminler için büyük bir baskı dönemi olacak. Ünlü Arap tarihçi Ebu Cafer Muhammed bin Cerir et-Taberi, Deccal’ın bütün dünyaya hükmedecek bir dev ve Yahudi bir Kral olduğunu söyledi. Muhammed bin İsmail el-Buhari, Deccal’ın kıvırcık saçlı ve şişman olduğunu söyledi. Ey Araplar, Deccal’ın vaktinin geldiğini görüyor musunuz? O, hile yapan ve bütün dünyayı yöneten ve Arapların toprağını çalan bir şişko, bir kıvırcık saçlı. Siz bu Yahudi’yi tanıyor musunuz? Aslında o bir ucubedir. Müttefikleri ise şeytandır! Bize, Deccal’ın hâkimiyetinin sürmeyeceği öğretildi. Abdullah Ömer El Bedevi, Allah mızrağıyla Deccal’ı öldürecek, yerlerini yıkacak ve hizmetkârını gönderecek dedi. Ey Araplar, Allahın hizmetkârını tanıyor musunuz? Dünyaya geldi, mızrağını Deccal’a ve müttefiklerine çevirdi, onlara derin yaralar açtı. Yazıldığı gibi, Deccal’ı öldürecek, yerlerini yıkacak ve müttefikleri cehenneme gönderecektir. Yazılı propagandada bu olay Şi’ilikteki beklenen 12. İmam olayına bağlandı ve yazılı metinlerde işlendi. Bunu yapacak olan da Hitler ordularıdır. Himmler bu metni onayladı. Propaganda bakanlığı hemen bir milyon bastı. Buna zemin hazırlanırken, tam Kuran’ın ağırbaşlı ve akıcı tonuyla “Mein Kampf” da İslam alimlerinin yardımıyla Arapçaya çevrildi. Fas’tan Hindistan’a kadar ses getirmesi beklenirken, Beyrut’ta çıkan İngiliz yanlısı “L’Orient” dergisi şu haberi verdi: “Alman Oryantalistler siyasal amaçlı yeni bir Kuran hazırlıyorlar. Müslümanlar Hitler’in Allah’ın Elçisi ve kitabının ilahı esinli olduğuna inansınlar diye, “Mein Kampf”tan seçilen pasajları Kuran ayetleri biçiminde sunuyorlar.”


Makale ve Analizler - 2018

105

Başmüftü El Hüseyni imzalı bir bildiride ise şöyle deniyordu: “İslam’ın en büyük düşmanları Yahudiler ve Bolşeviklerdir. Düşmanlarınızın saflarında savaşmak en büyük, ölümcül günahtır. Aynı zamanda ülkenize ihanet etmektir. Dinsel emirleri ve öğretileri çiğnemektir. Sevgi ve dostluklarla bağlı olduğunuz Almanlara karşı neden savaşıyorsunuz? Anayurdunuzu ve dininizi savunmak görevinizdir.” Radyo yayınları Broşürlerden önemliydi. İslam ülkelerine yönelik kısa dalga radyo yayınları önce Faşist İtalya’da 1934’te Radyo Bari’den Arapça başladı. Hitlerin Mekke ve Medineye uzanan Arapça kısa dalga yayınları Alman Askerilerinin Libya’ya çıkmasıyla başladı. “Radyo Berlin”in Zeesen’den yayınları 1936’da başladı. 1939’dan başlayarak aynı radyonun standart yayınları Türklere, İranlılara ve Hindistanlılara da yöneldi. Bu merkezde yazıcı, çevirmen ve sunucu olarak 80 kişi çalıştı. Bu merkezde Müslüman çalışanları Alimcan İdris yönetti. Arapça baş sunucu Iraklı gazeteci Yonus Bahri’ydi. Bu sunucunun ses özelliklerinde, sertlik, keskin ses, biraz sesini yükseltme ve saldırgan konuşma tarzı - Berlin propagandasında marka olmuştu. Arapça metinler okunmazdan önce son kontrol Alimcan İdris’indi. İslam dini kullanılarak İngiliz İmparatorluğu, Amerika Birleşik Devletleri, Bolşevizm ve Yahudilik saldırı hedefiydi. 400 milyon Müslüman’ın emperyalistlerin gücünden daha büyük bir güç oluştur duna basarak, mücadeleye davet ediliyorlardı. Başmüftü El Hüseyin de sık sık mikrofon başına geçiyor ve doğrudan şöyle diyordu: “Allah aşkına, tarih aşkına ve din aşkına bulunduğunuz her yerde Yahudileri öldürün!” Stalin’i hedef alan yayınlar, “Bolşevik ilkelerle İslam’ın taban tabana zıt olduğunu”, Moskova’nın camileri yıktığını, Kuranı yaktığını ve Müslümanların dinsel görevlerini yerine getiremediğini her yayında tekrar etti. Balkanlara yönelik yayınlarda, “Büyük Almanya’nın Balkan Müslümanlarının haklarını savunmaya hazır olduğunu vurguluyordu. Bu yayınlarda uyanmaya çağrı, cömertlik, bencillik, erkeklik, kahramanlık, fedakârlık, İslam’da yenilenme gibi konular işlenirken, dindarlık, doğruluk öğütlenirken, Haç üzerine sohbetler yayınlanıyordu. “Peygamberiniz gibi olun, yani laf adamı değil, amel adamı olun ve geleceğe hazırlanmak için geçmişten ders alın!” çağrısı yazılar arasında devamlı tekrarlanıyordu. Kutlu Doğum, kurban ve ramazan bayramlarına geniş yer ayrılarak yayınların derin bir ilgiyle devamlı izlenmesine gayret ediliyordu. Aslında bu İslamcı yanı Pan İslamist bir propagandaydı: Özünde “dost” ile “düşmanı” ayırmak vardı. Hitlerin yürüttüğü kıyım savaşı “Küresel bir İslami


106

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

savaş” düşüncesiyle propaganda edildi. Dinsel bir propagandaydı. Din kavramları ve Kuran ayetlerine devamlı göndermeler yapıldı. Yahudi karşıtı propagandaya sürekli Kuran’dan ayetler serpiştirildi. Dinsel olmayan terimler dinsel bir dille sunuldu. Örneklemek gerekirse bombardıman uçağının Almanca karşılığı “Ştuka”dır. (Ştutskampfflügzeug). “Peygamberin kartalı gibi gökten inip yerdeki düşmanı yok eden bir uçak” olarak çevrildi. Not düşmek istiyorum: Savaş sırasında Türkçe, Farsça ve Urduca propaganda saatleri arttı. Türkçe yayınlarda, ülkenin laik durumu dikkate alınarak” İslam’dan çok az yararlanıldı. Farsça propaganda’da “kabalığa kaçmamaya” dikkate edilirken, müminlerin derin duygularının incitilmemesi hassas noktaydı. Farsça propaganda’ da “beklenen 12. İmam” umuduna basılarak, “Hitler Allah’ın gönderdiği kurtarıcı” olarak sunuldu. Urduca yayınlarda, bireysel dinsel propaganda değil, İngiltere’ye dinsel nefret tohumları ekmeye çalıştı. İngilizlerin İslam düşmanlığı ve dünya egemenliği kınandı. İslam’a dayanan bir antiemperyalist fanatizm yaratılmaya çalışıldı. Naziler sözü geçen ülkelerde bedava kısa dalga alıcısı dağıttılar, kahve ve çayhanelerde Berlin Radyosunu dinleyenlere ikramda bulunuldu vs. Kuşkusuz bu yayınlara karşı susturucular, parazitli yayınlar vardı. 1942’de İran’da, Kum kentinde, Radyo Berlin’i dinleyenlerden biri, yakın geçmişin İslam Devrimi lideri Ayetullah Humeyni’dir. O, “Sırların açığa vurulması” başlıklı bir el kitabı yazarak, radyo yayınlarından gelen “Hitlerci ideolojiyi” eleştirirken “insan zihninin en zehirli ve iğrenç ürünü” diye lanetledi. “Hazreti Ali’nin halifesi Hitler” sloganını kınadı. Çok ilginçtir Savaş sırasında hiçbir Yahudi karşıtı ayaklanma olmamıştır. Alman propagandasının etkisi değişik ülkelerde farklı olmuştur. Örneğin Kahire’de Ezherli öğrencilerin çoğunun görüşü Alman yanlısı olduğu için kovuşturulmuşlardı. 1943’te Trablus Müftüsü Churchill ve Büyük Britanya’yı öven bir açıklama yaptı. Almanların İslam’ın kurtarıcısı olduklarına inanmadıklarını söyledi. Fransız Kuzey Afrika’sında 233 bin yerli Nazi Almanya’sına karşı savaşmak için gönüllü yazıldı. Bunların 134 bini Cezayirli, 73 bini Faslı ve 26 bini de Tunusluydu. Bu arada 9 bin Filistinli İngiliz ordu birliklerinde savaştı.


Makale ve Analizler - 2018

107

Aynı zamanda Hitler ordularında ve SS birliklerinde de 300 000 Müslüman yer aldı. Fakat Başmüftü El Hüseyin’in “Arap - İslam Ordusu” kurma fikri tutmadı. Cepheye gönderilen 79 piyade taburu arasında 54’ünde Müslümanlar egemendi. 35 - 40 Müslüman Volga Tatar Lejyonu; 110 - 180 bin arasında Türkistanlının katıldığı Türkistan Lejyonu, Kafkaslarda 110 bin Müslüman Lejyonu Almanların saflarında savaştı. 3 Müslüman taburu Stalingrad Savaşında kullanıldı. 1945’te Berlin’in savunmasında toplam 6 Müslüman taburu yer aldı. Yeri gelmişken Reistag’a zafer bayrağını dalgalandıran Kızıl Ordulu erin de bir Müslüman Tacik olduğunu vurguluyorum. Bosna - Hersek SS taburları sert ve aktifti. Birinci Dünya Savaşı’nda 9 bin 653 şehit veren Bulgaristan Türklerinden de Doğu Cephesi için asker almak istense de, tutmadı. Bu ölüm kalım yıllarının yere basan ayağı da vardı. Bir yandan “Pan İslam Konferansları” düzenleniyor, Suniler Buhara’da, Şiiler Bakü’da Hitler sürülerine karşı savaşı destekleme kararı alırken, Londra, Berlin, Tokyo ve Sarayevo’da yeni camiler inşa ediliyor. “Müslümanların dinsel mekânlarına ve geleneklerine kesinlikle saygı göstermeliyiz” çağrısında Bulunan Wermaht - Alman komutanlığı, “toplamayın, dolaba saklamayın!” çağrısıyla Kuran bastırıyor ve esir Müslüman askerlere dağıtıyordu. Biraz da doğu cephesine bakalım: Sovyetler Birliği’nde 20 milyondan fazla Müslüman yaşıyordu. 1917’den sonra bunların 20 bin camisisi, mescidi ve medresesi yıkılmış, ya da sosyal tesisse, lokantaya dönüştürülmüş, kutsal kitapları yakılmıştı. Nazi birlikleri Kırım, Karaçay - Çerkesya ve Kabardino Balkarya ile Çeçen İnguş bölgelerini ele geçirince, camilere minareler dikilmeye, ilk okulda din dersi okutulmaya, bayramlar kutlanmaya, Sovyetlerin kamulaştırdığı dini müessesseler, vakıf malları iade edildi, Pazar yerine Cuma gün tatil ilan edildi. Yıllar sonra kendi camilerinde namaz kılma özgürlüğüne kavuşan Müslüman Kırımlılar ve diğer Müslümanlar, Bolşevizm’e ve partizan çetelerine karşı silahlandı ve savaştı. Bölgesel yönetim İslami temelde yaratılırken, Akmescit’te bir Başmüftülük kurulması düşünüldü. Bu Başmüftülüğün SSCB’deki Tüm Tatarların Başmüftülüğü olması raporunu Alimcan İdris hazırladı. Kırımlı Tatarlar Birleşik İslam imparatorluğu yerine, Müslüman Halklar İttifakı istiyorlardı. İdris raporunda, Doğu’nun Türkleri bir halk savaşından sonra birleşemeyecekse ya da onlara ulusal bağımsızlık verilmeyecekse, “tek tip bir dinsel örgütlenme altında” örgütlenmeleri gerektiğini yazdı. Pan-İslam seferberliği yapıldı. Mescitler açıldı. İslam Hitler ordusuna asker toplamak için araçsallaştırıldı. Hitlerin Yahudi ve Çingene avı Kırım ve Kafkaslarda da devam etti. Sünetli Çingenelerle problemler yaşandı. Bu arada, Staling-


108

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

rat zaferiyle savaşın yönü değişti. 250 bin Türkün yaşadığı Kırım ve 300 bin Müslüman’ın ikamet ettiği Kafkaslar sürgün ve kıyım faciası yaşadı. Bu faciayı 4 cümlede şöyle özetleyebiliriz. 1) 17 - 18 Mayıs 1944’te Kırımın bütün Müslüman nüfusu Orta Asya ve Kazakistan’a aktarıldı. 2) Karaçaylıları, Balkarları, Çeçenleri ve İnguşlar yüksek ihanetle suçlandılar. 3) Kasım 1943’te bütün Karaçay nüfusu Orta Asya ve Kazakistan’a taşındı. 4) Çeçenler ve İnguşların çoğu sürgün edildiler. Doğu’ya doğru ilerleyen Almanlar pek çok şehir ve köyde Müslüman kültürü korumuş aileye rastladı. Litvanya’ya girdiklerinde Yakup Şinkeviç’i Litvanya ve ardından da Doğu Bölgesel Müftüsü yaptılar. Varşova İmamını değiştirdiler. Fakat şöyle bir gerçek de unutulmamalıdır. Irkçı propagandayla eğitilen Alman askerleri Doğu’daki “Asyatik” halklar arasında ayrım yapmak istemiyor, hepsini “insan altı varlıklar” olarak görüyordu. “Barparos” operasyonun ilk aylarında tutuklanan ve sünetli olan Müslüman askerler, Yahudi kabul edilerek SS mangaları tarafından öldürüldü. Almanların kafasını iyice karıştıran bir olay da Yahudilerin bir kısmının Müslüman olmasıydı. Örneğin Kırım’da Karaimler ve Kırımçaklar, Kuzey Kafkasya’da “Dağ Yahudileri” olarak da bilinen YahudiTatlar, Türkçe konuşan Karaimlerle ve Kırımçaklarla karşılaşınca SS mangaları ne yapacağını bilemedi. Kırımçaklar öldürüldü. Karaimler müttefik ilan edildi. Birçokları gönüllü birliklere katıldılar. Kırımlı Çingeneler Müslüman’dı. Binlercesi kurşuna dizildi. Aynı zamanda Kızıl Orduda binlerce Kırımlı ve Kafgasyalı savaşıyordu 1941’de Ufa Başmüftüsü Sovyet Müslümanlarını Sovyetler Birliği’ni din adına savunmaya çağırdı. Usa Müftülüğü Özbekçe, Türkmence, Tacikçe ve Farsça yazılı propaganda başlattı. 312 Ekim 1942’de Kafkasya için mücadele doruğuna ulaştığında “Pravda” gazetesinin yarısı Türkçe çıktı. Sovyetler Birliği’nin her yerinde camiler yeniden açıldı, imamlar vaazlarına şöyle başlıyordu: “Sovyet otoritesi Allah vergisidir. Bu yüzden Sovyet otoritesine karşı çıkan herkes, Allah’a ve Peygamber’i Hazreti Muhammed (sav)’e karşı çıkar.” Aynı dönemde Balkan Müslümanlarının durumu da ilginçtir. Bulgaristan Müslümanlarının yayınladığı bildirilerde yalnız dini sorunların çözümü istenirken, Bosna - Hersek’te Müslümanlar “Alman koruması altında özerklik” istediler.Tito partizanlarına ve Ortodoks Sırp Çetelerine karşı savaştılar. Bosna Müslümanları Pan-İslam referansla Hitleri övdü, Yahudiliğe, Farmasonluğa, Bolşevizme ve İngiliz sömürgeciliğine karşı olduklarını ilan ettiler. İslam


Makale ve Analizler - 2018

109

komünist öğretinin doğal düşmanı olarak güç topladı. Büyük Müftü El Hiseyin Bosnayı ziyaret etti. Müftü’nün ziyareti vesilesiyle halka 50 ton patates ve 10 ton şeker dağıtıldı. Bosna Hersek, Bohemya ve Moravya Müslümanları Viyana İslam Cemaatinde birleştiler. Balkanlara yönelik yazılı ve sözlü Nazı Propagandası arşivleri halen Frayburg’da saklanmakta ve açılmamıştır. Eldeki belgelerde, Tito partizanları İslam’ın düşmanı olarak bitelendirilirken, Alman propagandası İslam’ı Yahudi nefretiyle birleştirmiştir. Dağıtılan broşürlerde “Peygamber ile Hayber’in Yahudi Cemaati arasındaki çatışmayla başlayan kadim düşmanlık düşünceleri yayılmıştır.” Titonun partizanları Müslüman katliamına işaret ederken, yazılı propaganda belgelerinde “Doğudan gelen kızıl bir dalga, Balkanlarda bütün halkları ve dinsel cemaatleri yutmakla tehdit ediyordu.” Bu propaganda’da birçok kez hoparlörlü kamyonet kullanıldı. Burada vurgulanması gereken özel nokta, Bosna-Her sek’in daha 1882’de, bu yöreyi Osmanlı yönetiminden kurtarmak için Hasburg bürokrasisi tarafından kurulan “Reis-ül Ulema” üyesi önde gelen 4 din adamı ve bunlarda biri olan Yüksek Mahkeme Başkanı Fehim Spaho tarafından yönetilmesiydi. O yıllarda Ulema Meclisi’nin saygın bir üyesi olan Ali Aganoviç, Müslüman dinsel özerkliğinin ancak siyasal bağımsızlıkla kurulabileceğini, Balkan Müslümanlarının önemini vurgulayarak da, halifelik makamının Kudüs Müftüsü’ne verilmesini istemiştir. Bu arada Müslüman Kurtuluş Hareketi gibi Müslüman öz-savunma grupları kuruldu. Arnavut Müslüman politikacı Bedri Pejani Ortodoks Hıristiyanlardan temizlenen Kosova ve Sancak’ı, Bosna, Hersek ve Arnavutlukla birleştirerek Balkanlarda Müslüman bir devlet kurmak için Kudüs Müftüsünden yardım istedi, fakat Naziler engel oldu. Bu arada, Bulgar birlikleri, işgal ettikleri Yunanistan’ın Batı Trakya bölgesi idaresini ele almış ve yerli Müslümanları yönetiyordu. Savaş sonunda bütün Balkanlarda Müslümanlar yaygın bir biçimde işbirlikçi olarak damgalandı. Savaş yıllarında Müslüman askerileri motive etmek için imam hazırlayan okullar açıldı. “İslam’ın militan ruhuna” dayanarak bu eğitim merkezlerindeki çizgiyi Başmüftü El-Hüseyin belirledi. Hazreti Peygamber (sav)’i öldürmeye çalışan Hayber Yahudileri meselesi ön plana çıkarılarak Yahudi karşıtı ajitasyon ön plana çıkarıldı. İngiliz - Amerikalılar, Tito partizanları İslamın düşmanları olarak gösterildi. Katoliklerle ilgili konulara değinilmedi. Himlerin girişimiyle Brandenburg yakınlarındaki küçük Gruben kasabasında İmam Enstitüsü açıldı. Dersleri El-Hüseyin çevresinden Arap alimler ve Bosnalı din adamları verdi. 1944’te Budapeşte yakınlarında 60 imam için eğitim kursu açıldı. Dresden şehrinde de bir


110

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İmam Okulu açıldı. Münih’e yakın Götingen şehrinde de bir İmam eğitim okulu açılması hazırlıkları yapıldı, fakat başarılı sonuçlanmadı. İslam ve Alman Savaş Bakanlığı İkinci Dünya Savaşı’nda, Alman Savaş Banklığı Orduda görev alan İmamların dışında, Müslümanlar arasından politik subay eğitimine ve ordu içi yazılı propagandaya büyük önem vermişti. İmam okullarını anlattım. Politik subay eğitimi Berlin’de görülüyordu. Kurslarda işlenen an konular şunlardı: Nasyonal Sosyalizm ve İslam; Fürerin Yaşam Öyküsü; Halkını seven bir kişi neden komünist olamaz; Nasyonal Sosyalizm ve İslam hangi nedenlerle birlikte savaşıyor; Gelenekleri korumak, özgürlük ve yaşam hakkı; İslam ile Nasyonal Sosyalizmin ortak düşmanları vardır ve inançları örtüşür. Doğlu Türkler için İslam’ın öyküsü ve tarihi vb. Subaylardan istenen: “Kalkın Allah için Savaşın, malınızla, mülkünüzle ve ruhunuzla”; Bu amaçla “Kuran” binlerce nüsha basıldı. Kuran’dan ayetlerle her asker için muska yapıldı. Sonunda (1944) SS Kolordusu “Türk Birliği” yayınları başlattı. İlk defa olmak üzere Pan İslamızm’dan ve Pan-Müslümanizm’den sonra Doğu Türklerinin Birleşmesi sloganıyla “Pan Türkizm” amaçlı ortak bir yayın başladı. Bu yayınlarda “ulusal kültür ve kimliğin tanımlayıcı öğesi olarak dinin önemi defalarca vurgulandı. “İdel-Ural” yönetimi 1944’ün başında “Din ulusal maneviyatımızın temel taşıdır” diye ilan etti. Azerbaycan gazeteleri “Yeni Azerbaycan’da din öncü bir rol oynayacaktır” diye yazdı. Alman basını “El Ezherin tarihini yazdı”. Yazılar tercüme edildi ve “Türk Birliği”nde işlendi. Dergi İslam liderlerin kovuşturulmasını, Tatar ve Başkirler’in zorla vaftizini kınadı, camilerin kapatılmasını hatırlattı. “Müslümanlar İngiltere’ye güvenmez” başlığıyla yazılar çıktı Faşist dönem ve Bulgaristan Türkleri:


Makale ve Analizler - 2018

111

Ele aldığımız 1919 - 1945 döneminde Bulgaristan bir çarlıktı. Bulgaristan’ın Birinci Dünya Savaiında yenildiğini kanıtlayan Wersay Atlaşmasını Çiftçi Partisi Başkanı Aleksandır Stanboliyski imzaladı ve azınlıklarla ilgili maddelerini de uygulamayı kabul etti. Stanboliysiki 1923’e kadar uzanan ve halk-çiftçi liderinin barbarca öldürülmesiyle sona eren iktidarı Bulgaristan Türklerinin etnik haklarını tanıdı. Eğitimsel ve kültürel kalkınmalarına devlet kanat açtı. 1934 yılına kadar uzanan dönemde her yerde Türk okulu ve cami kapıları açıldı, Atatürkçü milli uyanışımızı simgeleyen Turan Dernekleri, Spor ve Sanat atılımlarımız siyasi nitelik kazandı. Öğretmen ve Gençlik kurultayları yapıldı. İlk Bulgaristan Türkleri Kurulyaı düzenlendi. Basın yayın Latin harflerine geçebildi. 1934 Askeri Darbesiyle Bulgaristan Türk Kimliği ve ulusal bilinçlenme eylemleri çok büyük darbeler aldı. Kurbanlar verdi. 1200 okul ve dini okulların kapısına kilit asıldı. Devlet Türk eğitim ve kültürünü desteklemekten vazgeçti. Ağır yaşam şartlarında mücadele eden Türklerin vizeli göçleri dinmedi, aydınlar hapsedildi. Birçok Türk faşizme karşı silahlı mücadeleye katıldı. 1934 - 1944 yılları arasında Müslüman Pomakların isim ve din değiştirilerek Hıristiyanlaştırılması için baskı ve zulüm devam etti. Büyük kayıplar verildi. Bulgar idaresine geçen Batı Trakya ve Makedonya’da Yahudi ve Çingene nüfusun vagonlara doldurulup ölüm kamplarına sürülmesi toplumda ağır yaralar açtı, korkuyu katmerleştirdi. *** Savaşın sonunda Naziler ve faşizm yenildi. Tutuklananlar. Güney Amerika’ya kaçtılar. Tutuklananlar Sibirya’ya sürüldü. İntihar edenler oldu. *** Not: “Kültürel Etkileşim” derneğinin Sofya Türk Aydınları Ocak 2018 seminerinde Hikmet Efendiev tarafından okunmuştur.


112

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

BULTÜRK Düzce Valiliği’ne Ziyarette Bulundu

BG-SAM-19.Ocak.2018

Düzce Valisi Dağlı BULTÜRK yöneticilerini ağırladı. Düzce Valisi Sayın Zülküf Dağlı Beye makamında bir nezaket ziyaretinde bulunduk. BULTÜRK yöneticilerini makamında kabul eden Sayın Dağlı, BULTÜRK Genel Başkanı Rafet Ulutürk’ten dernek ve faaliyetleri ile ilgili bilgi aldı. Bu güne kadar yaptıkları çalışmaları anlatan Ulutürk en çok gurur duydukları çalışmalarının Bulgaristan’da ilk defa bir Türk-Müslüman Cumhurbaşkanı adayı çıkartmaları olduğunu ve 21 adaydan arasından 9. Sırada Sonunda Valimize bizzat kendi yazdığı yer almasının Bulgaristan’daki Türk 2. kitabını taktim etti. Topluluğunun gücünü gösterdiğini belirtti. Ayrıca ilk defa bir STK olarak Bulgaristan Parlamentosunu ziyaret ettiklerini, ilk defa Türk Dünyası Liderlerini Sofyada topladıklarını, tüm Bulgaristan’ı sarsan büyük Anketi anlattı. Ayrıca İstanbul’da da Seminerler, konferanslar yaptıklarını, Özellikle Bulgaristan’da yapılan Kültürel Soykırım konularında hatta Azerbaycan Hocalı katliamlarını da andıklarını, dernek olarak tüm Türk Dünyası konusunda ilgisiz kalmadıklarını sözlerine ekledi. Sadece bu da değil İstanbul’da Bulgar Mezarlığını temizledikleri, hatta son kilise tadilatında bile vesile olduklarını, yani tüm Bulgaristan vatandaşlarına kuKaradere Hasanağa köyün Muhtarı ve cak açtıklarını belirtirken, en önemlisi de Bulgaristan seçimlerinde her cami cemati ile sohbet ettik.


Makale ve Analizler - 2018

113

zaman seçim öncesi tahminlerinin gerçeklere ne kadar yakın olduğunu kamuoyunun da dikkatini çektiğini ilave etti. Ayrıca Bulgaristan seçimleri söz konusu olduğunda Sayın Valimiz Dağlı’da İzmir’den buraya geldiğini ve İzmir’de Bulgaristan Fotografta bulunanlar: Alptekin Cevherli, seçimlerinde görev aldıklarını ve Nevzat Öztürk, Düzce Valisi Sayın eski hatıraları bir birileri ile hasbıZülküf Dağlı, Rafet Ulutürk ve hal ettiler. BULTÜRK Temsilcimiz Karadere Bu güzel sohbetin sonunda VaHasanağa köyünün Muhtarı limize yeni görevlerinde başarılar diÖzcan Fidan leyen Ulutürk, heyetini kabul ettiklerinden dolayı teşekkür etti.. Düzce Valisi Sayın Zülküf Dağlı’da heyete kendilerini ziyaretlerinden dolayı teşekkür etti ve soydaşlara yönelik faaliyetlerinde başarılar diledi. “Bu etkinliklere burada Düzce’de yardım ve destek sağlamaya hazırız. Sivil toplum adına, sosyal hayat adına Balkanlara ve Bulgaristan’a hizmet noktasında hayırlı faydalı işler yapmaya Bizler her zaman hazırız. Çıktığınız bu kutsal yolda Allah utandırmasın. Beni ziyaretiniz şahsımı onurlandırdı, Teşekkür ediyorum. Rabbim utandırmasın” dedi. Ulutürk de sosyal hayatın her alanında olduğu gibi artık soydaşlar siyasette de yer alacaklarını, diğer işlerde olduğu gibi buralarda da en iyisini yapmak için çalışmaya hazır olduklarını ve çok kısa bir zamanda tüm Türkiye’ye Bulgaristanlıları daha iyi tanımaları için Karadere - Hasanağa köyün caminin çalışmalar yapacaklarını belirtti. Yine Türkiye’de yine ilk defa Bul- önünde Özcan Fidan BULTÜRK Düzce Temsilcisi garistan Dernekleri Federasyonu


114

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) kurmak için ilk harcı attıklarını ve bu yıl içerisinde bunu hayata geçireceklerini söyledi. “Bu değerli zamanınızdan ayırarak bizleri kabul ettiğiniz için tekrar teşekkür ediyorum. Görevinizde başarılarınızın devamını dileriz.” dedi. Böylece bir birilerine hediyeler verildi ve günün anısına fotoğraf çektirerek tarihe bir not düşüldü.

BULTÜRK Genel Başkanı Rafet Ulutürk kendi kitabını Karadere - Hasanağa köyün Muhtarı Özcan Beye ve Sayın Ümit Dursun Beyefendiye kitabını taktim etti.

Telefon Görüşmelerinden Kopan Toz

Rafet Ulutürk-21.Ocak.2018

Herkes yol gösteremez Bir hafta önce Sayın Turhan Gençoğlu Sofya’ya gidip geldi. Ondan önce 2 defa art arda olmak üzere Trabzonlu Aziz Babuççu da Sofya’ya geldi gitti.İkisinin ziyaret amaçları bu defa çakıştı. Bulgaristan’daki Türkleri birleştirmek gibi önemli bir göreve giderken 30 kişilik bir “Belene” mağdurlarını da beraberlerine alsalardı iyi olurdu. Çünkü sayıları büyük olan ve hala “biz olmasaydık, hiçbir şey olmayacaktı” havasını soluyan bastonlu ağabeylerimizden bazıları belki HÖH “fahri” Başkanı hain Doğan’a “a be gülüm, biz hala ayakta dururken, sen bizim davamızı canlı mezara gömdün, neden böyle yaptın!” sorusunu yöneltebilirlerdi.


Makale ve Analizler - 2018

115

Üzücü olduğu kadar, bu bir de acı bir gerçektir bu. Öz davamızın aziz ve canlı abideleri olan bu kardeşlerimizi yürüdükleri dikenli yolların boyunda uyanış, diriliş ve direniş yaşandı. Tarih yazıldı. Şehitlerimiz düştü. Anıları canlıdır. Mustafa Karadayı ile Lütfi Mestan “bizim hak ve özgürlük davamızın köklerinde” yoktu. Kasım Dal gençliğinin en güzel yıllarını Sofya hapishanesinde geçirdi. Kuşaklaşıp dertleşmeleri iyi olurdu. 1989’da bu “Belene” mağduru kardeşlerimizin hepsi savaş alanında, aynı ruhta, ortak eylemde ve hedefte birleşmiştik. Mücadele eden bir halkın en büyük erdemi ruhsal birlikte buluşmaktır. Bu olmuştu. Şunu özellikle bilmenizi isterim. Bizim davamızın köklerinde, toprağımızın mayasında Türk - Müslüman kimliğinin mücadelesi suyu vardır. 1990’ın 04 Ocak gününde, HÖH partisinin kurulmasıyla bizim olan direniş ağacımızın dalları değişik kalemlerle aşılanmaya başladı. İlk kalem Ahmet Doğandı. İhanetçi çıktı. Taç belirledi ve dava ağacımızın şeklini, meyve tadını değiştirdi. Burada Belenecilerinin çoğu desteklemişti Doğanı, neden? Son 28 yılda aşılanmadık dal-budak kalmadı desem yalan olmaz. Aşı kabul etmeyenler daha 1989’da Türkiye’ye kovuldular. Memlekette kalan ve eritilerek kimlik davası değiştirme baskılarına tepki gösterenlerin güçlü kimlik sahibi olanları da git gide anavatana toplandılar. Şimdi sorun şudur. Kök suyu yüklü yaprak, tomurcuk, bahar, sürgün, meyveden eser bile olmayan, tamamen değişen olguları birleştirmek mümkün değildir. Bunları budayarak öze dönmek de olası değildir. Yol tektir. Köke (öze) dönebilmemiz için ağacı kökten kesmek ve yeni özünden filiz sürmesini beklememiz gerekir. Risklidir. Yeni bir bilinçlenme, fedakarlık ve son derece sorumlu bir kararlılık gerektiren bir süreçtir. Ne yazık ki, başka bir çıkış yolu da yok gibi... Varsa, o da Türkiye’ye giden kardeşlerimizin modern Türk kimliği taşıyıcısı olarak kaybettikleri memleketlerine dönüp davamıza dört elle sarılmaları olabilir. Bu bir şeref meselesidir. Önce birçok aydın emekli bunu yapabilir. Özel bir misyondur ve yürek ve irade ister. Bunu ancak avuçlarında ve kanatlarında hayal olan yürekli kardeşlerimiz yapabilir. Bunu davası olan dertli olanlar ancak becerebilirler. Bugün bizi yeni arayışa iten nedir? Önce ruhumuzun parçalanmış olmasıdır. Faşistlerin ve totaliter komünizmin yapamadığını hain tuzaklarına düşerek kendi kendimize yaptık. Yeni birliği sağlamanın Bulgaristan’ı, Ahmet Doğan’ı, Lütfi Mestan’ı, Mustafa Karadayı ve Kasim Dal’ı ziyaret etmekle, “olur” teyidi almakla, ya da “bakarız” demekle, “olabilir” umudu vermekle ateşlenecek bir ocak değildir bu. Peki halk ne dü-


116

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

şünüyor bununla ilgilenen var mı? Yok... işte bundan dolayı hep başarısızlıklar peşimizi bırakmıyor. Lütfen unutulmasın “umut dağlarına” 1989 “Büyük Göçü”nden beri, Ahmet Doğan şeref kaynağımız olan halk ve özgürlük, eşit insan hakları, kültürel halkımız, dil ve dinimiz uğruna kavgamızı yedi kat yerin dibine gömdü. Birlik ruhumuz çatladı, patladı ve aramızda hendek açıldı. Halkımıza hainlikten başka hiç bir şey yapmadı. Bu hendek bizim Türk ve Müslüman kimliğimizin mezarıdır. 2014 yılından beri Hak ve Özgürlük Partisi’nden (DPS) on binler ve yüz binler olarak ayrılan insanlarımız kimliğimizi koruma kavgası veriyor. Kimlik davamız tarihimizi, kültürümüzü, yazımızı, edebiyatımızı, şarkı ve türkülerimizi, halk sanatımızı, çocuklarımızın Türk geleceğini koruma davamızdır. Olaylara “Tarihimizi, geçmişimizi gömelim ve birleşelim” sloganıyla yaklaşmamız çok tehlikelidir. Bu bakıma bu sloganın müallifi olan Turhan Gençoğlunu, bizden biri olarak, anlamakta zorlanıyoruz. Düşmanlarımızın, öz davamızın ve Türklük hainlerinin değirmenine su, ocağına odun taşımaktır. Hainlere yamak olmak, düşmana hizmetkar olmak bize yakışmaz. Bu, vatansız kalmanın acısını unutamadık. Dedelerimizin mezar taşı kıranları, başında bayramdan bayrama bir Fatiha okuyamama acısı yakıyor içimizi. Biz ekin dolu tarlalarımızı, fokur fokur kaynayan pınarlarımızı, yeşil üzerine serilen çiğdem sarısını özledik. Ana-babavatan ve bunlara bağlı daha birlerce anlatılabilir ve anlatılamaz, sevgi kadar sıcak ve ihanet kadar yakıcı olan hiçbir şeyi unutamadık ve unutamıyoruz. *** Yaptıkları her iş yanlış olan insanların doğru yolu gösterebilmeleri çok zor bir iştir. Eğer bu bir misyonsa en iyisi daha şimdiden vazgeçilmelidir. İnsanların solmuş, küflenmiş, hiçbir işe yaramaz eski dünya görüşünü yenilemek kadar zordur. Asla silinmemek ve hiç bir şeyi unutmamak için yaratılan insan hafızasını boşaltmak ve içine zehir doldurmak, ah ne büyük suçtur. Yaşamadan ölmek, kardeş elinden zehirlenmek kadar zor... *** Acıların bin bir türünü çekmeyenler hayatı tanıyamazlar. Bu kişiler siyasetçi de olamazlar. Dolu gözlerle bakmak, göz bebeklerinde çekilerin suyu birikmiş anlamına gelmez. Hiçbir insan zamanın dolduğunu kendisi fark edemez. Kanatlarımda yeni tüy çıkar bir umuttur. Serçeler bile kartallardan yüksekte uçmayı hayal eder. Ve otur oturduğu yerde çağrısına uyanlar, uymayanlardan her zaman fazladır. Acı olan da budur. Çünkü hayat ve kavga hakkı isteyen genç kuşakların yolunu kes-


Makale ve Analizler - 2018

117

mek günahtır. Ceza kanununda maddesi olmadığından suç diyemiyorum, aslında ağır bir suçtur. *** Tüm bu gerçeklerden, hele Halk ve Özgürlük Hareketimizin sol ve sağ liberal kanat olarak derin parçalanıp ağır yara almasından sonra Bulgaristan’a gelip biz onları “birleştireceğiz” havalarına girmek de maddesi olmayan bir suçtur. Halka umut vermek veya doğrudan doğruya aldatmak olduğu için de ağır bir suçtur. Hepimizin hayatı, sosyal yaşantımız bir süreçtir. Bu hızlanan, duraklayan, sonra yine çekilen ya da bakınan, ama mutlaka hep hareket eden, hep yenilenen, hiçbir an geri dönmeyi düşünmeyen bir süreçtir. HÖH partisi, ondan kopan DOST ve HHŞP’nin ve diğer sökülmelerin yaşamı da aynı sürecin kurallarına uyar ve onlara göre değişir. Birleşme genç kuşakların işi ve davasıdır. Misyonu dolmuşların birleştikleri saflar, kabristan sıralarıdır. Kimse alınmasın, hepimizin bildiği, ama söyleyemediğimiz gerçeklerden biri de budur. Birileri menfaatlenebilir amma biz nesil kaybediyoruz artık bunun devam etmesine tahammulumuz kalmamıştır. Biz bu işe el atmaya top yekün halkın çıkarları yönde değişmeye yönelik birleşmeden yanayız. bizim tarafımız halkımızın çıkarları doğrulttuğunda. *** Pes edenlerin işini, misyonunu genç kuşak alır. Bu da bir kuraldır. Bir balıkçının sem elediği balığı tutan başka bir balıkçı, balıkçı ustası değildir. Aziz Babuççu “Bulgaristan işini” bitpazarına mı çıkardı bilemem, ama elinden kaptırdığı 2018’in daha ilk günlerinde dikkat çekti. Sofya sahnesine çıkma niyetini Bursa BAL-GÖÇ kurultayında kürsüden yaptığı çağrıda, Bulgaristan Müslümanlarının dava önderi rahmetli Mümin Gençoğlu’nun oğlu, Rumeli Göçmen Dernekleri Konfederasyonu Şeref Başkanı Sayın Turhan Gençoğlu niyetini açıklamış oldu. Babuççu’nun beceremediğini ben derler toparlarım havası estirdi. Başbakan Yardımcısı Sayın Hakan Çavuşoğlu’nun da hazır bulunduğu bir ortamda kavsız çakmak gibi çakan ve yeni bir başlangıca işaret ederim coşkusuyla bu ilk parlayışına anlam veremeyenler, beklemeyi seçtiler. Niyetinin çarşı Pazar sohbeti olmasına fırsat tanımadan yola çıkan Turhan Gençoğlu soluğu yıllardır uğramadığı Sofya’da aldı. Rumeli Göçmen Dernekleri Konfederasyon Başkanı sıfatıyla ve BAL-GÖÇ adına yeni asrın başında bu şehre yaptığı ziyaret gazete arşivlerine bakıldığında: “bereket yağmuru geliyor” umudu doğurmuştu. Basın toplantılarındaki yağlı ballı anlatımlarda Koca Balkan doruklarında ve Rodop bayırlarında ne kadar yaban meyve varsa toplanıp paket-


118

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lenerek şok edilecek, o zamanlar pek bilinmeyen Euro’lar rengini bile görmemiş zavallı köylülerin torbalarına deste deste dolacaktı. Yeni kurulacak depolar güvem, ahududu, karamak, kızılcık, köpek gülü, bin bir çeşit şifalı ot-kökle dolacak; kekik otundan ıhlamur çiçeğine ve atkestanesine her şey değerlendirecekti. Öyle bir derinlik açılmıştı ki, ekip biçmeden paralar üzerimize gelecek, tütün katranından kurtulanlar kurbağa bacağı ve kaplumbağa işinden zengin olacaklardı. O zaman Bulgaristan’a ilk defa gelmiş olmasına karşın, yolsuz bayırlarımıza, fokur fokur kaynayan ayazmalarımıza, yeşilin üstüne serilmiş menekşeli sümbüllü doğamıza hayran kalmıştı. Bizim ayağımıza dolaşan ama görüp değerlendiremediğimiz bu nimetlerin üzerine lokum üstüne toz şeker serpiştirir gibi Euro ve US Dolar serpen iş adamı Turhan Gençoğlu Bey bir anda medyada manşet olurken gündem belirlemiş ve söz ettiği milyonlar az kalsın az gelirlileri zengin ederken, devletin sosyal fonlarına da giriyordu. İlk ziyaretinde Sayın Turhan Gençoğlu “çok önemli” üç şahısla görüşmüştü. Birincisi: “Bulgar Kooperatif Ticaret Bankası” BTK Şefi Tsvetan Vasilev idi. Onunla yapılan görüşmede “kuzu ve tavşan bokundan kazanacağımız paralar” bu bankadan geçecek dedi. Banka dolup taşacaktı. Bir şey olmayınca, Vasilev bankanın içindeki son para olan 7 milyar 200 milyon levayı da çalıp Belgrat’a kaçtı. Geri gelmiyor. Hesap vermiyor. Dış borç alıp halkın parasını halka “iade” eden Başbakan Boyko Borisov herkes tarafından sevildi ve 3. kez iktidar oldu. Turhan Gençoğlu’nun görüştüğü ikinci kişi ise, bazı holding, futbol kulübü, çalışmayan fabrika ve “umut havzası” Başkanı olan, Sosyalist Partinin devamlı azalan paralarını ve küçülen vaatlerini idare eden, eski sporcu Grişa Gançev oldu. Görüşmeleri çok samımı idi. Lovça Balkanı, artık hemen hemen tamamen boşalan köylerinde köpek bile kalmayan Montana, Vratsa ve Vidin köylerinde hayat yeniden kaynayacaktı. Günümüzde yalnız yaban domuzların yediği meşe pelinlerine de Pazar olduğunu işitenler, hayallerinde okulların spor salonlarını hangara dolduracakları pelin depoları yapıyorlardı. Planda bunları İspanyollara satmak ve oradaki yaban domuzlara kış yemi ihraç etmek vardı. Bu haberlerle beslenen umut öyle bir güç topladı ki Batı Rodop gençlerinin ekmek parası için gurbetçilik planlarını altüst etti ve sanki hayatın normal gidişini birkaç ay dondurmuştu. Herkesin kafası tankına benzin dolmuş motor gibi çalışıyor ve konu komşu para dolduracakları torbalarının güve deliklerini aşılıyor ya da dükkânlarda büyükçe cüzdana bakıyordu. Turhan Beyin görüştüğü üçüncü kişi ise Ahmet Doğan’dı. O yıllarda, bize ihanet ettin diye kafasına kuru sıkı tabanca henüz sıkılmamış olan ve “Versace”


Makale ve Analizler - 2018

119

kravat boynundan inmeyen Doğan, “Bulgaristan Türklerine, Çingene ve Pomaklarla birlikte işsiz güçsüz Bulgar emeklilere de” yakası açılmamış olanaklar sunan Turhan Beyle sıkı fıkı oldular. İkisi de bu işten kazanacakları paraları kafaları ayrı hesaplasa da, Doğan Avrupa’nın yoksullukla mücadele fonlarını da bu plana sokarak, hiçbir işyerinde, kooperatifte vb kaydı olmadan, sağlık sigortası ödenmeden, emekli primleri yatırılmadan dağ-bayır çalışacak bu emekçilerin oylarından da kazanacağı oy başı 11 levayı hesaba katınca kullandığı hesap makinesini değiştirdi ve daha büyünü aldı. Bununla da kalmadı. Parti merkezi dışında korumalı bir ofis kiraladı. Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi mülkünden büyük bir demir kasa seçti. Yeni üç döviz sayma makinesi ile birlikte hepsini bu ofise dizdi ve bu makinelerle çalışacak ve “girdi” hesaplarını tutacak 3 güzel kızı da işe tayin etti. Yağmamış yağmurun hesabını yapmayı seven Doğan, çilekeş halkımızın sırtından zengin olma muhasebesini bu makinelerle aylarca yaptırdı. Son hesapta 0 X 0 = 0, hayal katili zehir oldu. Panzehiri de bulunamadı, çünkü kansere yakalanan Turhan Gençoğlu yıllarca Bulgaristan’a gelemedi. Türkçemizde insan ölmeden niyetleri de ölmez, sözü vardır. Geçen hafta Sayın Gençoğlu bulutsuz bir havadan düşen damla gibi Sofya’da belirdi. Haberi alan Bulgaristan Müslümanları o gün bu gün Turhan adını işitince hep “biz umut çorbasına doyduk” deyip hemen geri çekiliyorlar. “Her buluttan yağmur beklenmez!” Yıllar içinde “boş” ve “dolu” bulut uzmanı olan kardeşlerimiz bu olaya dikkat çevirmediler. Sofya Halk Meclisi önünden geçerken, 8 kanatlı cümle kapısı üzerinde altın harflerle Bulgarca yazılmış yazıyı tercümana çevirten ve “Birlikten Güç Doğar” olduğunu öğrenen Turhan Gençoğlu’nu, “biri bozar öteki toplar” mantığı ile hareket etmeyi düşünürken, bu şiardan ilham aldı. O, “Birlikten Güç Doğar” sloganını geçen yüzyılın başında Prenslik ve Doğu Trakya Bulgarlarının Türklerden kurtulurken İstanbul’a yönelmek için yükseldiklerini, ardından da “Bulgaristan her şeyin üstündedir!” saçmalığının geldiğini bilmiyordu. Sofya havasını nefes ederken bugün Bulgar ruhunun parçalandığını, hatta nüfusun % 50’si gurbetçi olunca ağır yara aldığını sezemedi. İlk gelişinde Ahmet Doğan’ın Ofisi “Al. Stanboliyski” 45 A adresindeydi. Şimdi oraya Mustafa Karadayı pos attı. Misafirperverliği ile ünlü Borino köyünden olan Karadayı’nın 2 yıldan beri “DPS’den ayrılan geri dönemez” şiarıyla böbürlenmesi dikkat çekerken, Babuççu ile görüşmelerinde “pişmanlık duyan ve tövbe eden elimizi öpmeye buyursun” demesi dikkati çekti. Babuççu olaya parasal açıdan bakıyordu. 300 bin küsur oy 3 milyon 500 bin leva eder-


120

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ken, oyuna getirip Türk partilerini birleştirebilse bu para 7 milyon leva da olabilirdi ve bu işten ona da bir pay düşebilirdi. İkinci gelişinde zırnık kopmayacağını anlayınca umut defterini kapadı. Turhan Gençoğlunun aklından kıpırdayan ise, Türkiye’deki 620 bin seçmen ve onların genel seçimlerdeki değerinin tek başına 7 milyon leva olduğu düşüncesiydi. Karadayı gidenin geri geleceğine inanmıyordu. “Belene” kampında yatanlar bile DPS’ye oy vermez olmuşlardı. Cami cem atları da bölündü. 1985’te tankların önüne yatan Sliven Balkanı Kotel (Kazan) köylerinden bile DPS için oy çıkarmak zor olmuştu. Türklük kalesi Akkadınlar (Dulovo) ve Kemaller (İsperih) belediyeleri ve köyleri ise tamamen Güney Hüsmen kontrolüne kaymıştı. Güney Doğu Rodop belediye ve muhtarlıklarında durum yarı yarıya olmuş. Bu seçimde çıkardıkları 28 milletvekilinin yarısı muhtar ve polis tehdidi, öteki yarısı da aşırı milliyetçilerin yoğun saldırıları sonucu oluşturulan korku ve nefret ortamından toplanabilen oylardı. Olay ciddi idi. Turhan Gençoğlu’nu tanıyanlar, ona inanarak bir defa yanan ve umutları harap olanlar, onun gibi sözde “misyonerlerin” sözünü dinleyip yön ve yol değiştirme niyetinde değildi. Eski bir siyaset adamı olan Turhan Gençoğlu, halka umut serpiştirme ve hatta okkalı yalan söylemenin Bulgaristan adaletinde ceza maddesi olmadığını biliyordu. Bu bakıma, Bursa’dan çıkarken torbasına kestane şekeri ve Doğan’ın da çok sevdiği şalgam suyundan fazla, okkalı yalanlar ve içi diş kıran fındık dolu lokum doldurmuştu. Turhan Gençoğlu bu defa, Hak ve Özgürlükler Partisi HÖH - DPS; Sorumluluk, Özgürlük ve Hoşgörü için Demokratlar (DOST) ve Halkın Hürriyet ve Şeref Partisi (HHŞP) gibi üç siyasi kuruluşu birleştirmeyi hayal etti. Aklınca Babuççu’nun yapamadığını yapacaktı. Ahmet Doğan’ı, Lütfi Mestan’ı ve Kasım Dal’ı tanıyordu. Vaktiyle aralarında alış veril olmuştu. O zamandan bu yana derelerin altından çok su aksa ve bu üç lider ana partiden ayrılmış olsalar da, o da Bayram pazarından satılmayan kurbanlıkların sürüye geri çevirmenin âdetimizden olduğu görüşünde olup bu iş onun da aklına yatkındı. Ahmet Doğanla görüşmesi mükemmel geçti. Son beş yılda Türkiye’den gelen eski bir dostla görüşmemiş olduğunda hiçbir şeye “hayır” demeyen Doğan bu yemeği sen pişir “biz yeriz” dedi. Lütfi Mestan’la görüşmesi de samimi geçti. Aslında Lütfi, Turhan Beye, “ben denize akan bir seli dağa çeviremem” diyecekti, ama hiçbir şey dememeyi seçti. “Kanserli yatağından kalkmış yaşlı beyefendinin umudunu kırmak bana yakışmaz” düşüncesiyle aşağıdan aldı.


Makale ve Analizler - 2018

121

Bulgaristan’da ikamet eden, Türkiye’de kalan ve Batı Avrupa ülkelerindeki gurbetçi hayal kırıklığına uğramış Türklerimizi birleştirmenin çok ağır bir ödev olduğuna inanan deneyimli siyasetçi Kasım Dal ise Turhan Gençoğlu ile görüşme davetini gerekçe bile göstermeden belirsiz bir tarihe erteledi. Mustafa Karadayı, Ahmet Doğan ve Lütfi Mestan ile ayrı ayrı görüşmelerin hiçbir soruna çözüm olmadığını kendisi de Bursa’ya dönerken yolda anladı. Fakat ilgili haber ajanslarına verdiği telefon demeçlerinde, yaş yolda toz bırakmadı, neredeyse her sorunu çözmüş ve yalnız birleşme kalmıştı. Oysa işin adını bile koyamamıştı. Parlamento duvarındaki “Birleşmekten güç doğar” yazısından övgüyle söz etmek de anlamsızdı, çünkü bu yazı bizi parçalayıp memleketten kovarak topraklarımıza oturmak isteyenlerin özümüzü sökmek için oluşturdukları ve 118 yıl ipine sarıldıkları bir slogandı. Başka ortamlarda, farklı işler için geçersi olsa bile, Bulgaristan Türklerinin öz davası için geçerli değildi. Bulgaristan Türklerinin hak, özgürlük, demokrasi ve adalet davası birlik ve beraberliğe gerek duysa bile, DPS partisinden kopan, Ahmet Doğan’ın Türklerimize karşı kurduğu tuzakları gören, sahte oyunların, aldatıldığının bilincine varan, uyanan ve mücadele ruhunda yeniden buluşmayı seçen kardeşlerimiz, “Bulgar Etnik Modeli” tuzağına geri dönmeyi, pişmanlık duyup Ahmet Doğanın elini öpmeyi asla ve hiçbir zaman kabul edemez ve etmeyecektir. Bu tümceler Mustafa Karadayı için de geçerlidir. Eğer birleşme ihtiyacını idrak edip kabullen politikacılar bu konuda bir yerde buluşup konuyu tartışmayı istiyorlarsa, bu tarafsız bir mekanda, parti liderleri ile birlikte, kanat önderi aydınlarımızın, sivil toplum örgütü, federasyon ve konfederasyon başkanlarımızın, kulüp, öğretmen ve gençlik birimlerimizden birer temsilcinin de katılımıyla olmalıdır, olabilir. Bu foruma katılan her delege konuyla ilgili bir öneri programı sunmalı ve tartışmaya açık eleştirel bir yaklaşımla birleşmemizi gerekçelendirmelidir. Birleşme eşit tarafların tek oy hakkına, hainliği ve ajanlığı ortaya çıkmış kişilerin seçme ve seçilme hakkından men edilerek güvenli demokratik bir temele dayandırılmalıdır. Bu durumda, birleşme konusunda Ahmet Doğan’la yapılan görüşmeler, Bulgaristan Türklerinin yeniden HÖH etrafında ve kanadı altında toplama planları köleliğin sürmesini kabul etmeyi öngördüğü için tamamen geçersizdir ve asla kabul edilemez. Birleşme koşulları ve hedefi de çok derin incelenmeli ve halka indirilmelidir. 15 Temmuz 2016’da Türkiye’de oluşan ruha, uyanışa, atılımlara ayak uydurma gereği ortadadır. Yeni koşullar, Bulgaristan’daki çöküş ve yok olma ortamına bir reddedici yanıt olmalıdır. Bulgar toplumu kendi kendini üretemediği ve devlet olarak yok olmayı kabul etmek zorunda olduğu çırpınış ortamında Bulgaristan Türklerinin birlik ve beraberlik ortamında buluşması kaçınılmazdır. Fakat


122

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bu birleşme açlık, sefalet, kör cahillik ortamından kurtuluş, ekonomik kalkınma merkezleri oluşturma, memleketimize sahip çıkma yolunda yeni bir aydın tabaka yetiştirme vs koşulları yaratmalıdır. Hazırlanacak dava programı herkesçe kabul edilmelidir. Bulgaristan Müslümanlarını birleştirecek mücadele havuzu, siyasi sistem değişikliğini kabul eden tüm demokratik güçlerle, hele Stanboliyski geleneklerine bağlı kalmış demokrat çiftçilerle birleşme cephesinde buluşmalıdır. Bu hedeflerle birleşme yeni önderler doğuracak, yeni seçim sistemi belirleyecek ve Bulgaristanlı Türklerin hepsini siyaset sahnesine, temsilcilerini belediye meclislerine, muhtarlıklara ve milletvekilliğine taşıyacaktır. Birlik bu kapıları aşmak için ve başkaldıran faşizme ve oligarşi iktidarına karşı ortak mücadele için gereklidir. Başka hedef kabul edilemez. Turhan Gençoğlu - sözde 3 parçaya ayrılmış gördüğü Bulgaristan Türklerini birbirine yapıştırarak birleşirken zamkı bizden diyerek bu işi çözemez. Ahmet Doğan da bu işi pazara çıkarılmış üç sürü koyun olarak görüyor ve tamamen yanılıyor. Gelişerek derinleşen bir arınma süreci içindeyiz. Bize Turhan Güneşsiz ve Ahmet Doğansız bir birleşme gereklidir. Bu gerçeğe bugün her zamankinden fazla bugün inanıyorum. Parçalanma bir nesnel süreç olduğu gibi birleşmemiz de nesnel bir süreçtir. Telefon temaslarından kopan toz dumana önem vermeyelim ve dava yolumuza devam edelim. Okuduğunuz için teşekkür ederim.

İstanbul’da Bir Bulgar Ocağı

BG-SAM-22.Ocak.2018

İstanbul, Şişli’de bulunan Bulgar Ekzarhlığı Vakfı binasını her Pazar günü çocuk sesleri çınlatıyor. Bulgar dilini, Bulgar geleneklerini, sanat ve kültürünü kendi çocuklarına da öğretmek ve aşılamak isteyen ailelerin de desteğiyle “Sv. Kiril ve Metodiy” Bulgar Pazar Okulu 2015 yılında kapılarını açtı. Okulun açılmasında katkısı olan ve en büyük desteği veren Bulgarstan Cumhuriyeti İstanbul Başkonsolosluğu sayesinde


Makale ve Analizler - 2018

123

öğretmen ve araç, gereçler tahsis ediliyor. “Pazar okulu” adı altındaki Bulgarca kurslar, büyük ilgi görüyor. Vasil Liaze başkanlığındaki Bulgar Ekzarhlığı Vakfı da Şişli’deki Bulgar Kilisesinden bir salonu öğrencilere tahsis etti. 2015 yılında ilk çalışmalar 17 çocukla başladı. Gittikçe artan talep karşısında şu an her Pazar iki grup halinde 35 çocuk okula geliyor. Küçük ve büyükler olmak üzere iki gruba ayrılan çocuklar, 3’er saatlik ders programıyla hem Bulgarcayı öğreniyor, Bulgar edebiyatı, kültürü, folkloru ve sanatı hakkında bilgi sahibi oluyor. Pazar okulunun müdürü Nevin Hünerel, Tırgovişte’den Türkiye’ye 1990’da göç etmişi öğretmenlikten emekliliğe ayrılınca de kendini tamamen buradaki göreve adamış bir öğretmen. “Okulumuza çok talep var, ancak mekan küçük olduğundan fazla öğrenci alma imkanımız şu an için yok. Öğrencilerimizin çoğu İstanbul’da iş nedeniyle bulunan Bulgar vatandaşlarının, diplomatların çocuklarıdır. Onların yanı sıra bu eğitim-öğretim yılından itibaren, talepleri doğrultusunda Bulgaristan’dan göç edenlerin çocukları ve torunları da eğitim görmektedir” dedi. Okulda Bulgaristan Milli Eğitim Bakanlığı’nın hazırladığı eğitim programına göre en başta Bulgarca dili ve edebiyatı, tarih ve coğrafya derslerinin yanı sıra, resim, müzik ve folklor dersleri de var. Okulda 6 öğretmen görev yapmaktadır. Eğitim- öğretim yılı içerisinde her iki ülkenin milli ve dini bayramları da kutlanmaktadır. Bunun dışında yetişkinlere de Bulgarca kursları açıldı ve şu an kurslara katılanların sayısı 45 kişiyi geçti. Şişli’deki Bulgar Pazar Okulu yoğun taleplere cevap veremez oldu. Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç etmiş Türkler de son zamanlarda çocuklarına Bulgarca öğretmek için buraya başvuruyor. Yeni ders yılında ise belki daha geniş bir yere ihtiyaç duyulacaktır.


124

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

BULTÜRK Derneği SASAM’da Yerini Aldı.

BG-SAM-23.Ocak.2018

BULTÜRK Derneği, Sahipkıran Stratejik Araştırmalar Merkezi - SASAM panelinde yerini aldı. Merkezi Ankara’da bulunan SASAM’da 19 Ocak 2018 günü gerçekleştirilen panelde SASAM Başkanı Sayın Süleyman Erdem tarafından “Suriye’deki Son Durum ve Türkiye’nin Seçenekleri” konulu sunum ile Suriye’nin stratejik önemi, olası Suriye Afrin Operasyonun Türkiye’nin iç ve dış kamuoyu üzerindeki etkilerinin neler olacağı ve Türkiye ve bölge için önemi teferruatıyla ele alınmıştır. Panelde ele alınan konular içerisinde; bölgede bağımsız bir Kürdistan kurulmasının ve Akdeniz’e uzanan bir koridorun engellenmesi başta olmak üzere operasyona neden ihtiyaç duyulduğu, askeri ve uluslararası diplomasi açısından risklerin neler olduğu değerlendirilirken, operasyon sonrasında nelerin yapılması gerektiği karar alıcı mekanizmalara tavsiye niteliğinde sunulmuştur. Panele BULTÜRK Derneğini temsilen Ankara Temsilcisi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı/M.Sc. İsmail Cingöz, Dulkadiroğlu Alaüddevle Vakfı Başkanı Sayın Füsun Nemutlu Hanımefendi ile Ortadoğu üzerine çalışmaları olan elit bir katılımcı grubunun yer aldığı görülmüştür. BULTÜRK Derneği


Makale ve Analizler - 2018

125

Borisov Büyükelçi Ulusoy’u Kabul Etti

BG-SAM-23.Ocak.2018

Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov, Türkiye’nin yeni Sofya Büyükelçisi Dr. Hasan Ulusoy’u kabul etti. Başbakanlık Basın Merkezinden yapılan yazılı açıklamaya göre Ulusoy, basına kapalı yapılan görüşmede, Bulgaristan’ın 2018’in ilk yarısında yürüteceği Avrupa Birliği (AB) Konseyi dönem başkanlığından dolayı Borisov’u tebrik etti. Ulusoy, dönem başkanlığının sadece Bulgaristan için değil, tüm Avrupa için yararlı olmasını temenni etti. Borisov ve Ulusoy, AB üyesi ülkelerin Türkiye ile diyaloğunun, karşılıklı anlayış ve alınacak sağduyulu kararlar çerçevesinde normalleşmesi gerektiği konusunda mutabık kaldı. Görüşmede, Bulgaristan ile Türkiye ilişkilerinin yanı sıra tarihi eserlerin restorasyonu konusu da gündeme geldi. Açıklamada Türkiye, Bulgaristan’ın hem kapı komşusu hem de terörle mücadele, tarım ve enerji sektörlerinde önemli bir ortağı olarak nitelendirildi.

Çanlar Çalıyor

Şakir Arslantaş-24.Ocak.2018

Konu: Bulgaristan yine karıştı ve parçalandı. Kadınlara yapılan cinayetlerle ilgili 2011’de İstanbul’da kaleme alınan ve 2016 yılında Bulgaristan tarafından da imzalanan ve ancak Bakanlar Kurulu geçen hafta kabul ettiği özel bir kararla onaylanmak üzere Halk Meclisine sunmaya hazırladığı sözleşme Bulgar kamuoyunu ve toplumunu ikiye böldü. Bu Antlaşma Avrupa Konsey Başkanlığı’nın kararı üzere hazırlanmıştır. Şimdiye kadar 44 devlet tarafından imzalanmış. İmza düzeyinde Avrupa Birliği ülkelerinden 28’i de “evet” derken, onaylamaya gelince ancak 17’si adım atmıştır.


126

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Dikkat çeken bir özellik ise, İngiltere, Fransa, Birleşik Amerika, Rusya Federasyonu ve bazı başka büyük devletlerin “İstanbul Sözleşmesini” kabul etmemesidir. Nihayet Türkiye’mizin de bu sözleşmeyi imzaladığı ortaya çıktı, fakat biz pek fark edememişiz. Sözleşmenin görüş ve tartışmak üzere 18 Ocak günü kamuoyuna sunulmasıyla sert ve anlamlı fikir alış verişi başladı. Önce, belgenin İngilizce ve Fransızca olarak hazırlandığı, Bulgar diline yapılan çevirisinde halen Bulgarcada karşılığı ve anlamı olamayan “jender” kelimesi dikkate çekti. Made 3 ve madde 4’te “Jender”in modern bir kavram olduğu, Amerikan İngilizcesinden geldiği ve “sosyal cinsiyet” anlamı taşıdığını anlatanlar belirdi. Bunlardan birisi, İsveç’te öğretmenlik yapmış Nikolova adında bir Bayan öğretmen. İsveç eğitim sisteminde bu kavrama “erkek” ve “kadın” cinsiyet arasında 13 cinsiyet anlamı yüklendiğini açıklayınca “üçüncü cins” tartışmaları kızıştı. Tartışmalar derinleşince, “İstanbul Sözleşmesini” imzalamamış olan İngiltere’nin Bulgaristan’a verdiği mali destekle artık bizde 18 “jender” merkezi kurulduğu, bunlarda öncelikle sosyoloji ve psikoloji uzmanları çalıştığı, bu merkezlerin Bulgar milli polisiyle işbirliği yaptığı, ama çalışmalarının sözde “taciz gören kadın ve kızlara yardım göstermek” olduğu gün ışığına çıktı. Biz şimdiye kadar Bulgaristan’da tacize uğrayan kız ve kadınların doktora veya sağlık ocağına gittiklerini ve orada tedavi gördüklerinin, yaraları pansuman edilince de evlerine döndüklerini, olayların polise bildirildiği ve istatistik tutulduğunu düşünüyorduk. Oysa olay öyle değilmiş. Bulgar polisi savcılığa veya karakola verilen yazılı şikâyet üzerine çalıştığı için klinik ve hastanelerden “kadına taciz” konusunda bilgi almıyormuş. 23 Ocak 2018 gecesi Sofya Halk Meclisi duvarında 23 kadının ismi ve soyadı belirdi. Bunlar 2017 yılında tecavüz esnasında öldürülen kadınların adlarıydı. Ardından basın bir milyon Bulgaristan’ı kadının, yani her 3 kadından birinin tecavüze uğradığını başlık yaptı. Köşe yazılarında “İstanbul Sözleşmesi”nin ancak “kadına tecavüzü önleme” amaçlı olduğu vurgulandı. “Bizde kadını, kadın haklarını koruyan yasa yok mu?” Sorusu gündem oldu. Kadın haklarının Anayasa ve yasalarda yer aldığı, bu konuda 1950’den beri onlarca bildiri ve yasa imzalandığı, ülkemizin Birleşmiş milletler Teşkilatının ve Kadın ve Çocuk Haklarını esirgeyen bildiri ve önerilerini kabul ettiği, “İnsan Haklarını Koruma Çerçeve Anlaşmasını” imzaladığı hatırlatıldığı ve bu anlaşmalar uygulansa yeterli değil mi sorusu yöneltildi. Tartışmalar derinleşirken bu bir “yanlış anlaşıma”, “tercüme yanlışlığı” diyenler olsa da tutmadı, çünkü “sosyal cinsiyetin” anlamı üstüne çıkan yorum-


Makale ve Analizler - 2018

127

larla “homoseksüellik” yani “hemcinssellik” olduğu ve “aynı cinsten olanların evlilikleri resmen tanınarak” Anayasamızın delinmek istendiği ortaya atıldı. Bu tartışmalara benzin dökmek için özel olarak Bulgaristan’a dönmüş olan bir bilim adamı da görüş açıklayarak, Birleşik Amerika’da “jender” anaokulları, “jender” sınıflar ve okullar olduğunu, “jender” sözünün sosyal yaşama meslek veya uzmanlaşma yolu seçmekten fazla “cinsiyet seçmek” yani “cinsiyet değiştirme” merkezleri olduğu bilgisini sundu. Kısaca bu tartışmadan “jender’in”, erkek tecavüzünden ve dayağından korunmak isteyen kadın ve kızların seçtikleri kurtuluş yolu olduğu anlaşıldı ki, bu noktada durum değişti. Çünkü çok farklı örnekler ortaya kondu. Bunlardan birinde, Bulgar bayan halter takımından Bayan Georgieva’nın 17 Mart 2017’e dünya şampiyonu olduğunda laboratuar sonuçlarının şampiyonun “erkekten dönme” olduğunu saptayınca, madalyası verilmedi. En kötü olan ise, ülkemizde bu işlerle uğraşan 19 merkezinde çocukları ana kucağından alıp daha 3 yaşında bu yönde etkilediği, erginlik çağına girmezden önce çocuklara hormon bloker verildiği ve bu “ilaçlar” 12 ay alındıktan sonra önü alınmaz bir değişim başlattığı, gencin psişiğine derin etkime bulununca beynin de yeni yönelim meydana oluştuğu toplumu sarstı. Bu konudaki tartışmalara “İstanbul Sözleşmesi”ne Gerekçe ile katılan meclis başkanı Ts. Karayançeva, “kuşku uyandıran 6 maddenin” mahkemelerinde uygulanmasını önleyici bir ek belge imzalanmasını önerirken, “çevirisi problemli” diyen hukukçular, aynı sözleşmeyi uygulayan Polonya’nın artık sorun yaşadığını çünkü hiçbir ulusal yasanın veya “açıklayıcı yorumun” sözleşmenin hiçbir maddesini bloke edecek, donduracak ya da uygulanmasını engelleyecek durumda olmadığını ortaya attılar. Tartışmalar kızıştıkça kızışırken açıklanan sosyolojik araştırma sonuçlarından, tecavüze uğrayanların % 83,5’i kadın; % 79’u çocuk; % 59’u azınlıklarda ve % 52’sinin de ülkemize gelen sığınmacılar olduğunu herkes öğrendi. “İstanbul Sözleşmesinde”, “sığınmacılara zulmün önlenmesi” konusu 5 madde işlense de, Bulgaristan’da bu olay, Avrupa Birliği’nin amacı bize “savaş kaçakları ve sığınmacılara arasından homoseksüelleri seçip göndermek ve ülkemiz eş cinsellerin cennetti olacak” şeklinde allanıp pullandı. Ne dersek deyelim, bu sözleşmede “kadından” sonra işlenen ikinci ana kavram “tacizdir”. Tacizi önlemek ve ortadan kaldırmak için uydurulan ve son 30 yılda Bulgar lisanına alabildiğine girip yerleşmeye çalışan yabancı kavramlardan biri olan “jender” in bir anlamını da Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’ne Kültürel Sorunlar Danışmalığı yapan Bayan Nikolova’dan öğrendik ki saçlarımız ve tüylerimiz dimdik oldu. Bu açıklamaya göre, kız ve kadınları tecavüz, baskı ve zulümden koruma anlamına gelen bu kavramın adı Yemen’de kız ço-


128

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

cuklara yapılan “klitoris sünnetinden” geldiği anlaşıldı. Bu da 1989 yılından beri Bulgaristan’da hamile kalan ve Yunanistan’a geçerek orada doğum yapan ve evladını görmeden 7 - 8 bin US Dolara satan Romen kadınların kara yazgısını anımsattı. Ortaya çıkan yeni soru ise şu oldu: Bu sözleşme onaylandığında getto-mahallerde 12 - 13 yaşlarında evlenme ve doğum yapma olaylarını önleye bilecek mi! Cevap hep “Hayır!” oldu. Bütün tırmanmaların doruğu olduğu gibi, Bulgaristan’daki “jender” tartışmalarının da zirvesi sivrili verdi. Sofya “Kliment Ohridsli” Üniversitesinin Büyük Salonu’na toplanan Bakanlık, kilise, Başmüftülük, Katolik Kilise, yüksek okullar, baro temsilcileri, sivil toplum örgütleri, öğretmenler, kadın dernekleri, spor kulüpleri, sosyoloji ve psikoloji uzmanları vb görüşlerini açıkladılar. Adalet Bakanı Tsaçeva, “sözleşmeyi yorumlayan bir bildiri hazırlanması ve Anayasa Mahkemesi” onayı istenmesini önerirken, Doğu Ortodoks Kilisesi piskoposu Kirkiyan, “sözleşme onaylanırsa Bulgar soyu kuruyacak, kimse torunlarını göremeyecek” dedi. “Meclisi bu sözleşmeyi onayladığı takdirde milletvekillerinin hepsini Hıristiyan kilisesinden atacağını” duyurdu. Protesto eylemine çağırdı. Din adamları ve Hıristiyanları kiliselere toplanmaya, ayine katılmaya çağırdı. “Çanlar her gün çalacak” buyurdu. Bu davet diğer kiliseler tarafından da desteklendi. Bulgaristan Müslümanları Başmüftülüğü de “Sözleşmeyi” reddeden görüş açıkladı. Aynı zamanda Bulgaristan Cumhurbaşkanı Rumen Radev de bir basın toplantısı düzenlerek, “İstanbul Sözleşmesi”nin onaylanmasını kabul edemeyiz”, dedi. Böylece dış ülkelerden ve özellikle de 6 aylık dönem toplantısı için Sofya’da bulunan Avrupa Konsey Başkanlığı’nın çok sert tepkilerine rağmen, Bulgaristan kamuoyu karpuz gibi ikiye yarıldı. Çanlar çalıyor...


Makale ve Analizler - 2018

129

Avrupalı Kimliği Sorunu

Nedim Akın-25.Ocak.2018

Not: İstanbul Sözleşmesi ile ilgili Bulgar basınında çıkan yeni yorumları tercüme edip dikkatinize sunacağız. Bu konuda meclise halk oylaması yapılması önerisi sunuldu. Konu: Avrupa Konseyi’nin “İstanbul Sözleşmesi” Bulgar meclisinden geçmedi. Avrupa toplumunun uygarlık kodunun değiştirilmesi denemesi suya düştü. Avrupa ikiye bölündü. Kırmızılar: İstanbul Sözleşmesini imzalayan devletler. Maviler: İstanbul Sözleşmesini onaylamayan devletler. GERB partisi Sofya meclisinde “İstanbul Sözleşmesi” 6 ay rafa kaldırıldı. İktidar partisi ayağının kaydığını ve bu sözleşmenin meclisten geçmeyeceğini fark etti. Bir de politik durumun lehlerinde olmadığını anladılar. Bulgar toplumunu ikiye ayıran bu sözleşme daha sonra bir daha meclise sunulacak. Gelişmeler, Avrupa Konseyi (AK) 6 aylık dönem başkanlığının Sofya’da devam ettiği bir zamanda, aslında AK’nin girişimiyle hazırlanan ve imza ve onaya sunulan bu belge üzerinde derinleşen ve uzun süreceğe benzeyen bir tartışmanın hükümet için pek faydalı olmayacağı kavrandı. Bu kadınların ve kızların tacizden korunmasını ve himaye edilmelerini ön görmektedir. Bulgar vatandaşlarının çoğu aile içi tecavüz dendiğinde kadın ve kızlar üzerindeki baskıyı anlıyorlar. Kuşkusuz biz ülkemizde doğrudan baskıdan, tecavüzden yana insan olduğunu iddia edemeyiz ve vatandaşlarımızdan çoğu aile içindeki baskıya, kadın ve kız takımına tecavüz edilmesine, saldırılmasına vb tamamen karşıdır. Bu sözleşme metnine ilişkin “Açıklama ve gerekçelendirme” metinlerinden “cennete giden yolun da ipek halı döşenmiş olduğunu” ortaya kondu. Bu sözleşme çağdaş toplumun ana hücresi olan aileyi mercek altına alırken, pek çok çocuğun geleceğine gölge düşürüyor. Ülkemizde yürütülen büyük sayıda tartışmalarda ve bunlara etkin biçimde katılan kadınların ifade ettiği görüşlerde, onların feminizmden etkilenmiş oldukları ve erkek ve kadın arasında kesin ve tam eşitlik taraftarı olduklarını gün ışığına çıkardı. Doğa insanı iki cins -erkek ve kadın- olarak yaratmış ve bunların ikisini de beceri, çeviklik, ustalık gibi ayrı özelliklerle yüklemiştir. Erkek ile kadın, aynı toplumun üyeleri olarak, farklı sosyal süreçlere katılan iki cinsten insan ve toplumsal etkileşimde 2 taraf olarak, ancak hukukta ve siyaset alanında eşittirler. Ne ki, eşitlik ve kadınlar üzerindeki baskıya ve tecavüze karşı sava-


130

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

şım maskesi ardında toplumdaki gerçek durum çarpıtılıyor ve değişken görüş ve ruh halleri kışkırtılmaya başlıyor. Ve İstanbul Sözleşmesi gibi gerçek anlamı pek anlaşılmayan belgeler ardına gizlenen hedeflerin hakiki hedefinin gizlenmesini sağlamış oluyor. Bu sözleşmede ön plana çekilmiş olan kadınlar üzerindeki baskı ve tacizi ve aile içi baskıyı durdurmaktır. Perde ardında ise, sözleşmenin gerçek amaçları, elde edilmek istenenler, öz hedefler istiflenerek gizlenmiştir. Dünya ülkelerinin hepsinde kadınların tacizden korunması için hazırlanmış, kabul edilmiş ve onaylanmış pek çok yasa var. Fakat hiç kimse onlarda eksik olarak hukuksal madde ve süreçlere işaret etmeden, nasıl sonuç verebileceği belli olmayan bu yeni sözleşmenin hemen uygulanmasından yana çıkıldığını anlamak zordur. Bu gidişten nasıl sonuçlar alınacağını kestirmek gerçekten güçtür. Bu sözleşmede yalnız baskıya, kadınlara tecavüze ve aile içi baskıya işaret ediliyor. Dolayısıyla kamuoyu görüşü çarpıtılıyor. Bu sözleşmeye karşı olan herkesin kadın ve kız çocuklara tecavüz edilmesinden yana olduğu iddia ediliyor. Hatta her vatandaşa karşı hoşgörülü davranması mesleğinin zorunlu şartlarından biri olan Milli Ombudsman gibi feministler bile değişik görüşlerle ilgili açık bir konum alamadı. O kamu önünde yaptığı konuşmasında bizde her 4 bayandan biri yani yaklaşık 1 milyon kadının evde tecavüz gördüğünü belirtti. Bu kadar çok zalimi nerede buldu dersiniz? Milli Ombusman ofisinde zalim erkekler fişlenmiş olabilir mi? Tacil cezalandırılması gereken bir olaydır ve İçişleri Bakanlığı tarafından kayıt ve denetim altındadır. Televizyondan işittim, radyo dedi, gazeteler yadı veya sosyolojik araştırma merkezi 800 - 1000 kadına sordu ve şu sonuçlar çıktı gibi saçmalıklar inandırıcı olamaz. Söz edilen milyonlar ise asla hayal ürünü olmamalıdır. İstanbul sözleşmesini hazırlayanların son amacı kamuoyunu yanıltmak olduğundan dolayı, tecavüzü yalnızca fiziksel baskı olarak göstererek, bir tek kadınlara ve aileye yönelterek gerçekleri çarpıtıyorlar. Onlar her sonucun ardında bir neden olduğuna işaret bile etmiyorlar. Onlar, tecavüzün, tecavüze uğrayan ve tecavüz eden gibi iki taraflı bir olay olduğunu sanki unutuyor. Tecavüz sadece birisine saldırmak, ona vurmak, fiziksel yaralanmaya neden olmak değil, bir de ahlak ve ruh sağlığı yönü olan bir olaydır. Tecavüz bir de baskıdır, zorlamadır, ezmedir, haksızlıktır, kişiyi yapmak istemediği bir şeyi yapmaya zorlamaktır. Büyük Rus yazar L. N. Tolstoy’un dediğine göre, “tecavüz, bir şey yapmayı kabul etmeyen bir kişi üzerindeki zorlamadır.” Bu anlamda, adına “reket” denen ve anlamı, başka birinin lehinde olan bir şeyi bunu yapmak istemeyen birini bunu yapmaya zorlamak da, bir tür tecavüzdür. Bu yapılırken kişi korkutulur, değişik yöntemler uygulanarak tehdit edilir.


Makale ve Analizler - 2018

131

Ailevi ilişkilerde, erkek tarafından yapılan tecavüz fiziksel güç kullanışıyla bağlanırken, kadınlarda ise ailesel konularda baskıda bulunma ve sürekli can sıkmayla izah edilir. Ne ki, İstanbul Sözleşmesi’nde işaret edildiğine bakılırsa, tecavüz yalnızca ailede uygulanan bir şey olmamakla birlikte, her yerde ve her zaman uygulanan bir baskı türüdür. Tecavüz, demokratik toplumda her kişinin şahsi dokunulmazlığına, genelde bir saldırı hareketi olmakla, aslında bir eylemdir ve yalnızca ve bir tek kadınlara yönelik olmayabilir. Tecavüz eden birçok kadın olduğunu da biliyoruz. Bu bakıma1 milyon tecavüz eden erkekten söz etmek sanki biraz saçmalık olsa gerek. Kız çocuklarını tokatlayan anneleri düşünelim! Bulgaristan’da bir hemşire kadının yeni doğmuş bir bebeyi şamarladığı TV’de gösterilmedi mi? Şu günlerde TV programları Gabrovo kentindeki özürlü çocuk yurdundan bakıcı bayanların sakat çocukları dövdüğünü göstermedi mi? Bu örneklerde suçlu olan yine erkekler mi? Şunu önemle belirtmek yerinde olur. İstanbul sözleşmesinde vurgu yapılıp altı çizilen sonuçtur, yani tecavüz. Fakat nedenlere işaret edilmemiştir. Nedenlerin aşılmasından söz edilmiyor. Ön plana çıkarılan sosyal cins için “jender” yorum getirmektir. Bu sözleşmede, tecavüz biçimleri fiziksel, psikolojik, ekonomik ve seksüel olmak üzere çeşitlilik içinde ele alınırken, nedenleri ise genelde ekonomik ve daha küçük sayıda da psikolojik ve seksüeldir. Aile tecavüzünün nedenleri vardır. Hiçbir kimse eşine ve kızına tecavüz etmek için aile kurmaz. Demek oluyor ki, aile ilişkilerinde bir şeyler değişmiş olacak ki, 2 taraftan biri diğerine tecavüz etmeye kalkmıştır. Rus hastalarından başkaları, keyif almak için öteki insanlara saldırmazlar. Ruh hastalarının yeri ise, ev değil, tımarhanedir. Genelde fiziksel tecavüz psikolojik, ekonomik ve seksüel anlaşmazlıktan ya da bir çatışma durumundan kaynaklanır. Birçok defa ekonomik ve psikolojik nedenler birbirine örülür ve bir tek ekonomik ve psikolojik baskıya neden olmakla kalmaz, fiziksel saldırı da doğurabilir. Günümüz Bulgaristan’da aile çatışmaları ve ailesel tecavüzün nedenleri nüfusumuzun büyük bir kesiminin belini büken ekonomik çaresizlik ve daha açık bir ifadeyle yoksulluktur. İşsizliğin ve ayrıca “çalışan fakirlerin” kalabalık olduğu koşullarda, çalışan yoksulların sömürüsünün çok şiddetli olduğu şartlarda, “sefil işçilerin” sömürüsünün olağanüstü sert olduğu günümüzde, aile üyelerinden birisinin iş günümün çok uzun olduğu koşullarda kazanılan ama yetersiz olan paraların dağıtımında, çocuk ve yaşlılara gösterilen hizmetin paylaşılmasında ve bazı başka durumlarda hır mır çıkması ve kavgaya dönüşmesi doğaldır. İşte bu koşullarda ailedeki tecavüzü önlemek için çocukların “jender” eğitimi ya da görevlerin “jender” sosyal paylaşımla çözülmesi çabaları çözüm olamaz.


132

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Aile tecavüzü insan soyunun günlük yaşamından bir öğedir. İnsanoğlunun ilk aileyi kurduğu günden bu güne kadar var olan bir ilişkidir. Belki de hiçbir zaman yok edilemeyecektir. Çünkü her kişinin iyi ve kötü, yararlı ve yararsız üstüne, aile paralarının harcanması konusunda kendi anlayışı ve görüşü vardır. Burada en önemli olan ailedeki tecavüzün azaltılması ve ağır sonuçlar doğurmasının önlenmesidir. Sosyal cinsiyet uygulaması ile küçük yaşta çocukların eğitim programlarının “jender” sistemine göre hazırlanması ve uygulanması bir yandan aile köklerini köreltirken, aynı zamanda toplumu da çökertecektir. Olaya politik açıdan baktığımızda İstanbul Sözleşmesi, sosyal menfaatleri asla dikkate almada, tamamen göz ardı ederek, toplumun gelişme gereklerini ve egemen olan uygarlığın geleneksel ilişkilerini de görmezden gelerek, insan dikkatini ancak ve yalnız kişi ve onun hakları üzerine yoğunlaştırmayı amaçlayan yeni liberalizmin stratejik tuzağıdır. Üstelik İstanbul Sözleşmesiyle dayatılmak istenen Avrupa toplumunun uygarlık kodunun değiştirilmesidir. “Erkek ve kadınların geleneksel ve doğuştan olan (stereotip) rollerinin değiştirilmesi, kadının alt kattan insan olduğu idesine dayanarak, önyargı, gelenek ve adetleri ve hayatta yer etmiş diğer değerlerin kökünü kazıma hedefiyle, ikisinin de sosyal ve kültürel model ve davranışlarının tamamen yenilenmesi” için önerilenler sözleşmenin 12. maddesinde gün gibi ortadadır. Kadın ve erkeğin stereotip rolleriyle örnekleyelim. Bu savlardan birinde, en iyi kalp-damar, sinir, mide-barsak vb alanlarda uzman cerrahlar erkeklerdir, denir. Bu işlerde hemşireler de en iyi yardımcılardır ve el ele vererek kadın hayatı da olmak üzere, birçok hayat kurtaranlardır. Biz şimdi stereotip rollerde değişiklik yaparsak ve bayanlar uzman cerrah, baylar da hemşire olursa ne olur. Avrupa uygarlığı baş aşağı döner. Gerektiğinde “Jender” eylemcilerden kaçı bayan cerrah ve kaçı operasyon hemşiresi olarak bir bay seçecektir? Bu olay Avrupa toplumu için tehlike gizliyor. Bu sözleşmeyi Birleşik Amerika, Kanada, Meksiko, Japonya, Rusya, Beyaz Rusya, Azerbaycan gibi devletlerin imzalamamış olması düşündürücüdür. Bu devletlerde yaşayanlar ahmak mıdır? Avrupa Birliği ülkeleri vatandaşları dünyanın en akıllıkları olmasın? Öte yandan, Macaristan, Yunanistan, Kuzey İrlanda, İngiltere, Lüxemburg, Latviya, Litva gibi ülkelerin anlaşmayı imzalamış olsalar da, onaylamaya acele etmemelerin anlamı da budur. Bulgaristan’da İstanbul Sözleşmesiyle ilgili iki tip tepki gelişti: Birinci grubu, GERB, DPS ve “Volya” gibi “Avrupa Birliği’nden yana olan” merkez sağ partiler oluşturdu. Bu partiler için belirleyici olan Brüksel’den gelen sinyallerdir. GERB, Frau Merkel’in ağzından çıkana bakıyor. Böylece sözleşmeyi destekleyenlere siz Avrupalısınız, desteklemeyenlere ise siz geri kalmışsınız, demek isti-


Makale ve Analizler - 2018

133

yorlar. Şanlı Helsinki Komitesi, homoseksüel vb dernek, dış ülkelerden aldıkları paralarla ayakta duran örgütler anlaşmanın onaylanmasından yana çıktı. İkinci grup, sözleşmenin onaylanmasına karşı çıktı. Bu gruba, kilise ve Başmüftülükten başka, Bulgaristan Sosyalist Partisi, aşırı sağ partiler, doktorlar ve öğretmenler girdiler. Bu sözleşmenin onaylanması konusunda zıtlaşan 2 grubun ikisi de ana nedeni görmek istemiyor: Bulgaristan’da aile içi tecavüzlerin, aile gerilimi ve manevi baskısının temel nedeni fakirliktir, büyük sayıda ailenin bir türlü aşamadığı ekonomik güçlükler, Romen topluluğundaki cahilliktir, işsizliktir. Ne sağcılar ne de sol siyasi güçler olağanüstü yoksulluk koşullarında yaşamak zorunda olan çocukların çocuk doğurmasının yolunun kesilmesi için tek bir öneride bulunmuyorlar. Bu bakıma İstanbul Sözleşmesi, almış başını giden yoksulluk ortamında kamuoyunun dikkatini başka bir yöne çekmeye çalışıyor. Sosyal, ekonomik, kültürel ve insan hak ve özgürlükleri unutturuluyor. Bulgar toplumunda daha fazla adalet savaşımı çan çalıyor.

Avrupalı Kimliği Sorunu

Nedim Akın-26.Ocak.2018

Not: İstanbul Sözleşmesi ile ilgili Bulgar basınında çıkan yeni yorumları tercüme edip dikkatinize sunacağız. Bu konuda meclise halk oylaması yapılması önerisi sunuldu. Konu: Avrupa Konseyi’nin “İstanbul Sözleşmesi” Bulgar meclisinden geçmedi. Avrupa toplumunun uygarlık kodunun değiştirilmesi denemesi suya düştü. Avrupa ikiye bölündü. Kırmızılar: İstanbul Sözleşmesini imzalayan devletler. Maviler: İstanbul Sözleşmesini onaylamayan devletler. GERB partisi Sofya meclisinde “İstanbul Sözleşmesi” 6 ay rafa kal-


134

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

dırıldı. İktidar partisi ayağının kaydığını ve bu sözleşmenin meclisten geçmeyeceğini fark etti. Bir de politik durumun lehlerinde olmadığını anladılar. Bulgar toplumunu ikiye ayıran bu sözleşme daha sonra bir daha meclise sunulacak. Gelişmeler, Avrupa Konseyi (AK) 6 aylık dönem başkanlığının Sofya’da devam ettiği bir zamanda, aslında AK’nin girişimiyle hazırlanan ve imza ve onaya sunulan bu belge üzerinde direnleşen ve uzun süreceğe benzeyen bir tartışmanın hükümet için pek faydalı olmayacağı kavrandı. Bu kadınların ve kızların tacizden korunmasını ve himaye edilmelerini ön görmektedir. Bulgar vatandaşlarının çoğu aile içi tecavüz dendiğinde kadın ve kızlar üzerindeki baskıyı anlıyorlar. Kuşkusuz biz ülkemizde doğrudan baskıdan, tecavüzden yana insan olduğunu iddia edemeyiz ve vatandaşlarımızdan çoğu aile içindeki baskıya, kadın ve kız takımına tecavüz edilmesine, saldırılmasına vb tamamen karşıdır. Bu sözleşme metnine ilişkin “Açıklama ve gerekçelendirme” metinlerinden “cennete giden yolun da ipek halı döşenmiş olduğunu” ortaya kondu. Bu sözleşme çağdaş toplumun ana hücresi olan aileyi mercek altına alırken, pek çok çocuğun geleceğine gölge düşürüyor. Ülkemizde yürütülen büyük sayıda tartışmalarda ve bunlara etkin biçimde katılan kadınların ifade ettiği görüşlerde, onların feminizmden etkilenmiş oldukları ve erkek ve kadın arasında kesin ve tam eşitlik taraftarı olduklarını gün ışığına çıkardı. Doğa insanı iki cins -erkek ve kadın- olarak yaratmış ve bunların ikisini de beceri, çeviklik, ustalık gibi ayrı özelliklerle yüklemiştir. Erkek ile kadın, aynı toplumun üyeleri olarak, farklı sosyal süreçlere katılan iki cinsten insan ve toplumsal etkileşimde 2 taraf olarak, ancak hukukta ve siyaset alanında eşittirler. Ne ki, eşitlik ve kadınlar üzerindeki baskıya ve tecavüze karşı savaşım maskesi ardında toplumdaki gerçek durum çarpıtılıyor ve değişken görüş ve ruh halleri kışkırtılmaya başlıyor. Ve İstanbul Sözleşmesi gibi gerçek anlamı pek anlaşılmayan belgeler ardına gizlenen hedeflerin hakiki hedefinin gizlenmesini sağlamış oluyor. Bu sözleşmede ön plana çekilmiş olan kadınlar üzerindeki baskı ve tacizi ve aile içi baskıyı durdurmaktır. Perde ardında ise, sözleşmenin gerçek amaçları, elde edilmek istenenler, öz hedefler istiflenerek gizlenmiştir. Dünya ülkelerinin hepsinde kadınların tacizden korunması için hazırlanmış, kabul edilmiş ve onaylanmış pek çok yasa var. Fakat hiç kimse onlarda eksik olarak hukuksal madde ve süreçlere işaret etmeden, nasıl sonuç verebileceği belli olmayan bu yeni sözleşmenin hemen uygulanmasından yana çıkıldığını anlamak zordur. Bu gidişten nasıl sonuçlar alınacağını kestirmek gerçekten güçtür. Bu sözleşmede yalnız baskıya, kadınlara tecavüze ve aile içi baskıya işaret ediliyor. Dolayısıyla kamuoyu görüşü çarpıtılıyor.


Makale ve Analizler - 2018

135

Bu sözleşmeye karşı olan herkesin kadın ve kız çocuklara tecavüz edilmesinden yana olduğu iddia ediliyor. Hatta her vatandaşa karşı hoşgörülü davranması mesleğinin zorunlu şartlarından biri olan Milli Ombudsman gibi feministler bile değişik görüşlerle ilgili açık bir konum alamadı. O kamu önünde yaptığı konuşmasında bizde her 4 bayandan biri yani yaklaşık bir milyon kadının evde tecavüz gördüğünü belirtti. Bu kadar çok zalimi nerede buldu dersiniz? Milli Ombusman ofisinde zalim erkekler fişlenmiş olabilir mi? Tacil cezalandırılması gereken bir olaydır ve İçişleri Bakanlığı tarafından kayıt ve denetim altındadır. Televizyondan işittim, radyo dedi, gazeteler yadı veya sosyolojik araştırma merkezi 800 - 1000 kadına sordu ve şu sonuçlar çıktı gibi saçmalıklar inandırıcı olamaz. Söz edilen milyonlar ise asla hayal ürünü olmamalıdır. İstanbul sözleşmesini hazırlayanların son amacı kamuoyunu yanıltmak olduğundan dolayı, tecavüzü yalnızca fiziksel baskı olarak göstererek, bir tek kadınlara ve aileye yönelterek gerçekleri çarpıtıyorlar. Onlar her sonucun ardında bir neden olduğuna işaret bile etmiyorlar. Onlar, tecavüzün, tecavüze uğrayan ve tecavüz eden gibi iki taraflı bir olay olduğunu sanki unutuyor. Tecavüz sadece birisine saldırmak, ona vurmak, fiziksel yaralanmaya neden olmak değil, bir de ahlak ve ruh sağlığı yönü olan bir olaydır. Tecavüz bir de baskıdır, zorlamadır, ezmedir, haksızlıktır, kişiyi yapmak istemediği bir şeyi yapmaya zorlamaktır. Büyük Rus yazar L. N. Tolstoy’un dediğine göre, “tecavüz, bir şey yapmayı kabul etmeyen bir kişi üzerindeki zorlamadır.” Bu anlamda, adına “reket” denen ve anlamı, başka birinin lehinde olan bir şeyi bunu yapmak istemeyen birini bunu yapmaya zorlamak da, bir tür tecavüzdür. Bu yapılırken kişi korkutulur, değişik yöntemler uygulanarak tehdit edilir. Ailevi ilişkilerde, erkek tarafından yapılan tecavüz fiziksel güç kullanışıyla bağlanırken, kadınlarda ise ailesel konularda baskıda bulunma ve sürekli can sıkmayla izah edilir. Ne ki, İstanbul Sözleşmesi’nde işaret edildiğine bakılırsa, tecavüz yalnızca ailede uygulanan bir şey olmamakla birlikte, her yerde ve her zaman uygulanan bir baskı türüdür. Tecavüz, demokratik toplumda her kişinin şahsi dokunulmazlığına, genelde bir saldırı hareketi olmakla, aslında bir eylemdir ve yalnızca ve bir tek kadınlara yönelik olmayabilir. Tecavüz eden birçok kadın olduğunu da biliyoruz. Bu bakıma bir milyon tecavüz eden erkekten söz etmek sanki biraz saçmalık olsa gerek. Kız çocuklarını tokatlayan anneleri düşünelim! Bulgaristan’da bir hemşire kadının yeni doğmuş bir bebeyi şamarladığı TV’de gösterilmedi mi? Şu günlerde TV programları Gabrovo kentindeki özürlü çocuk yurdundan bakıcı bayanların sakat çocukları dövdüğünü göstermedi mi? Bu örneklerde suçlu olan yine erkekler mi?


136

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Şunu önemle belirtmek yerinde olur. İstanbul sözleşmesinde vurgu yapılıp altı çizilen sonuçtur, yani tecavüz. Fakat nedenlere işaret edilmemiştir. Nedenlerin aşılmasından söz edilmiyor. Ön plana çıkarılan sosyal cins için “jender” yorum getirmektir. Bu sözleşmede, tecavüz biçimleri fiziksel, psikolojik, ekonomik ve seksüel olmak üzere çeşitlilik içinde ele alınırken, nedenleri ise genelde ekonomik ve daha küçük sayıda da psikolojik ve seksüeldir. Aile tecavüzünün nedenleri vardır. Hiçbir kimse eşine ve kızına tecavüz etmek için aile kurmaz. Demek oluyor ki, aile ilişkilerinde bir şeyler değişmiş olacak ki, 2 taraftan biri diğerine tecavüz etmeye kalkmıştır. Rus hastalarından başkaları, keyif almak için öteki insanlara saldırmazlar. Ruh hastalarının yeri ise, ev değil, tımarhanedir. Genelde fiziksel tecavüz psikolojik, ekonomik ve seksüel anlaşmazlıktan ya da bir çatışma durumundan kaynaklanır. Birçok defa ekonomik ve psikolojik nedenler birbirine örülür ve bir tek ekonomik ve psikolojik baskıya neden olmakla kalmaz, fiziksel saldırı da doğurabilir. Günümüz Bulgaristan’da aile çatışmaları ve ailesel tecavüzün nedenleri nüfusumuzun büyük bir kesiminin belini büken ekonomik çaresizlik ve daha açık bir ifadeyle yoksulluktur. İşsizliğin ve ayrıca “çalışan fakirlerin” kalabalık olduğu koşullarda, çalışan yoksulların sömürüsünün çok şiddetli olduğu şartlarda, “sefil işçilerin” sömürüsünün olağanüstü sert olduğu günümüzde, aile üyelerinden birisinin iş günümün çok uzun olduğu koşullarda kazanılan ama yetersiz olan paraların dağıtımında, çocuk ve yaşlılara gösterilen hizmetin paylaşılmasında ve bazı başka durumlarda hır mır çıkması ve kavgaya dönüşmesi doğaldır. İşte bu koşullarda ailedeki tecavüzü önlemek için çocukların “jender” eğitimi ya da görevlerin “jender” sosyal paylaşımla çözülmesi çabaları çözüm olamaz. Aile tecavüzü insan soyunun günlük yaşamından bir öğedir. İnsanoğlunun ilk aileyi kurduğu günden bu güne kadar var olan bir ilişkidir. Belki de hiçbir zaman yok edilemeyecektir. Çünkü her kişinin iyi ve kötü, yararlı ve yararsız üstüne, aile paralarının harcanması konusunda kendi anlayışı ve görüşü vardır. Burada en önemli olan ailedeki tecavüzün azaltılması ve ağır sonuçlar doğurmasının önlenmesidir. Sosyal cinsiyet uygulaması ile küçük yaşta çocukların eğitim programlarının “jender” sistemine göre hazırlanması ve uygulanması bir yandan aile köklerini köreltirken, aynı zamanda toplumu da çökertecektir. Olaya politik açıdan baktığımızda İstanbul Sözleşmesi, sosyal menfaatleri asla dikkate almada, tamamen göz ardı ederek, toplumun gelişme gereklerini ve egemen olan uygarlığın geleneksel ilişkilerini de görmezden gelerek, insan dik-


Makale ve Analizler - 2018

137

katini ancak ve yalnız kişi ve onun hakları üzerine yoğunlaştırmayı amaçlayan yeni liberalizmin stratejik tuzağıdır. Üstelik İstanbul Sözleşmesiyle dayatılmak istenen Avrupa toplumunun uygarlık kodunun değiştirilmesidir. Erkek ve kadınların geleneksel ve doğuştan olan (stereotip) rollerinin değiştirilmesi, kadının alt kattan insan olduğu idesine dayanarak, önyargı, gelenek ve adetleri ve hayatta yer etmiş diğer değerlerin kökünü kazıma hedefiyle, ikisinin de sosyal ve kültürel model ve davranışlarının tamamen yenilenmesi” için önerilenler sözleşmenin 12. maddesinde gün gibi ortadadır. Kadın ve erkeğin stereotip rolleriyle örnekleyelim. Bu savlardan birinde, en iyi kalp - damar, sinir, mide - barsak vb. alanlarda uzman cerrahlar erkeklerdir, denir. Bu işlerde hemşireler de en iyi yardımcılardır ve el ele vererek kadın hayatı da olmak üzere, birçok hayat kurtaranlardır. Biz şimdi stereotip rollerde değişiklik yaparsak ve bayanlar uzman cerrah, baylar da hemşire olursa ne olur. Avrupa uygarlığı baş aşağı döner. Gerektiğinde “Jender” eylemcilerden kaçı bayan cerrah ve kaçı operasyon hemşiresi olarak bir bay seçecektir? Bu olay Avrupa toplumu için tehlike gizliyor. Bu sözleşmeyi Birleşik Amerika, Kanada, Meksiko, Japonya, Rusya, Beyaz Rusya, Azerbaycan gibi devletlerin imzalamamış olması düşündürücüdür. Bu devletlerde yaşayanlar ahmak mıdır. Avrupa Birliği ülkeleri vatandaşları dünyanın en akıllıkları olmasın? Öte yandan, Macaristan, Yunanistan, Kuzey İrlanda, İngiltere, Lüksemburg, Latviya, Litva gibi ülkelerin anlaşmayı imzalamış olsalar da, onaylamaya acele etmemelerin anlamı da budur. Bulgaristan’da İstanbul Sözleşmesiyle ilgili iki tip tepki gelişti: Birinci grubu, GERB, DPS ve “Volya” gibi “Avrupa Birliği’nden yana olan” merkez sağ partiler oluşturdu. Bu partiler için belirleyici olan Brüksel’den gelen sinyallerdir. GERB, Frau Merkel’in ağzından çıkana bakıyor. Böylece sözleşmeyi destekleyenlere siz Avrupalısınız, desteklemeyenlere ise siz geri kalmışsınız, demek istiyorlar. Şanlı Helsinki Komitesi, homoseksüel vb dernek, dış ülkelerden aldıkları paralarla ayakta duran örgütler anlaşmanın onaylanmasından yana çıktı. İkinci grup, sözleşmenin onaylanmasına karşı çıktı. Bu gruba, kilise ve Başmüftülükten başka, Bulgaristan Sosyalist Partisi, aşırı sağ partiler, doktorlar ve öğretmenler girdiler. Bu sözleşmenin onaylanması konusunda zıtlaşan 2 grubun ikisi de ana nedeni görmek istemiyor: Bulgaristan’da aile içi tecavüzlerin, aile gerilimi ve manevi baskısının temel nedeni fakirliktir, büyük sayıda ailenin bir türlü aşamadığı ekonomik güçlükler, Romen topluluğundaki cahilliktir, işsizliktir. Ne sağcılar ne de sol siyasi güçler olağanüstü yoksulluk koşullarında yaşamak zorunda olan çocukların çocuk doğurmasının yolunun kesilmesi için tek bir öneride bulunmuyorlar. Bu bakıma İstanbul Sözleşmesi, almış başını giden yoksulluk ortamında


138

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kamuoyunun dikkatini başka bir yöne çekmeye çalışıyor. Sosyal, ekonomik, kültürel ve insan hak ve özgürlükleri unutturuluyor. Bulgar toplumunda daha fazla adalet savaşımı çan çalıyor.

Şubat Ayı 2018 Yazıları Ortadoğu’daki Savaşın Asıl Nedeni Nedir?

Abdullah Hacıfetthoğlu-03.Şubat.2018

Kur’an-ı Kerim’de adı geçen peygamberlerin çoğu Fırat ile Nil arasında yaşamıştır. Yine Kur’an’da anlatılan geçmiş toplumlara ait hadiselerin çoğu Fırat ile Nil arasında cereyan etmiştir. Gerek Eski Ahit’te (Tevrat) gerekse Yeni Ahit’te (İncil) isimleri zikredilen peygamberlerin ve anlatılan hadiselerin yaşandığı alan Fırat ile Nil arasındadır. Bugün Ortadoğu’da yaşanan savaşların ana sebebini petrole ve diğer yeraltı kaynaklarına bağlayan, “Ortadoğu uzmanları”, “Gazeteciler”, “Analistler”, “Siyasetçiler” tamamen yanılgı içindedirler. Çünkü, Ortadoğu’nun tarihi savaşlarla ve mücadelelerle doludur. Osmanlı döneminde bu savaşların geçici olarak kesintiye uğramış olması, Osmanlı’nın son dönemlerinde petrole bağlı olarak Ortadoğu yani Mezopotamya’nın yeniden dünya gündemine girmiş olması, bu sözde uzmanların algılarında “Ortadoğu = Petrol - Doğalgaz - Enerji” şeklinde yanlış bir algı oluşmasının en büyük nedenidir. Her kim hala Ortadoğu’da yaşananların ana sebebi olarak petrol ve diğer enerji kaynaklarını gösteriyorsa, bilin ki tarihten, özellikle dinler tarihinden bihaberdir. Ortadoğu’da savaşın sebeplerini öğrenmek isteyenlerin ilk bakması gereken yer dinler tarihidir. TV’de, radyoda, videolarda v.s. herhangi bir uzman Ortadoğu’daki savaşların nedeninin petrol, doğalgaz ve diğer enerji kaynaklarına bağlamış şekilde bah-


Makale ve Analizler - 2018

139

sediyorsa kapatın gitsin. Vaktinizi boşa harcayıp, kafanızı da yalan yanlış bilgilerle doldurmayın. Fırat’ın Batısı mı daha önemlidir yoksa Doğusu mu? Fırat’ın batısı doğusundan daha önemlidir. Hatta batısına kıyasla doğusunun hiç bir önemi yoktur bile denebilir. Çünkü, Yahudilerin Tanrı tarafından kendilerine verildiğine inandıkları “Vadedilmiş Topraklar”, Fırat ile Nil arasıdır. Fırat’ın doğusu bu ara‘nın dışında kalır. Bu nedenle öncelik batısındadır. Eski Ahit ve diğer kaynaklarda adı geçen Babil, Nippur, Uruk gibi şehirler konum olarak Fırat’ın kolları üzerinde ya da batısındadır. Devletimiz şimdi Fırat’ın batısına başladığı operasyonla belki bilerek, belki bilmeyerek “Vadedilmiş Topraklar” hayaline büyük bir darbe indirmiş oldu. Türklerin bir huyu var ki, girdikleri yerden bir daha kolay kolay çıkmazlar. Biz Fırat’ın batısında Afrin’den girdiğimiz ve önce Fırat’a sonra Irak’a kadar gitmeyi planladığımız bu harekatla Yahudilerin asırlar süren hayaline koca bir hançer saplamış olduk. Telaşa kapılmalarının esas sebebi bu. Şimdi beni çok dikkatli dinleyin. Çünkü arnlatacaklarım konunun daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır. Her şey İblis (şeytan)’in Adem (as)’e secde etmemesiyle başlıyor. Adem (as)’e secde etmeyen İblis (şeytan), Allah’a insanı yaratmakla ve yeryüzünde Halife kılmakla yanıldığını göstermek için (haşa) Kıyamete kadar süre istiyor, Allah’da ona istediğini veriyor. İblis (şeytan) insanlarla tek tek uğraşmak yerine Allah’ın insanlara gönderdiği dinleri bozuyor, çünkü böyle yaparak insanları toptan yoldan çıkarmak istiyor. İblis (şeytan)’in nihai amacı ise bir gün kendini insanlara Tanrı olarak ilan ettirip tüm insanlığı yoldan çıkarmak. İsa peygamber yeryüzüne geliyor ve getirdiği din o zamanın en büyük devleti olan Roma İmparatorluğunun resmi dini olarak kabul görüyor. Tam o zamanlarda büyük bir göç yaşanıyor. Adına “Kavimler Göçü” diyoruz. O zamana kadar göçebe bir hayat süren, dünyanın en savaşçı bir kaç milletinden biri olan Türkler İslam dinini seçiyor ve gelip Anadolu’ya yerleşmeye başlıyor. Bir süre sonra da Anadolu’ya tamamen sahip oluyor. Anadolu şu nedenle önemli. Gelecekte bir gün İblis (şeytan) kendini Tanrı ilan etmek için Hıristiyanlık dinini kullanacak. Hıristiyanların Mesih diye bekledikleri kişi aslında Mesih kılığındaki İblis (şeytan). Evanjelik inancına göre de Mesih’in gelebilmesi için Hıristiyanların Anadolu’da ki 7 kiliseye hükmediyor olması gerekli. Hıristiyanlar Mesih’in geleceği ve krallığını ilan edeceği yerdeki birçok devlete hükmediyor ama en kritik topraklara söz geçiremiyor. Bu 7 kiliseye sahip olamazsa Mesih’de gelemeyecek. 7 kilisenin bulunduğu topraklar ise ölmekten asla korkmayan sa-


140

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

vaşçı bir milletin elinde. Şimdi İblis (şeytan)’in Tanrılık planına karşı Allah’ın yüzlerce yıl öncesinden Türkleri müslümanlaştırması ve getirip bu topraklara yerleştirmesi, İblis (şeytan)’in hayallerini bozması yüce bir plan değil midir? Elbette bir şey için ol dediğinde oldurmaya gücü yeten Allah istese. bu planı doğrudan da bozar ve işi baştan bitirirdi. Ama biliyoruz ki Allah bir şey istediği zaman onu bir sebebe bağlayarak yapar. Her şey sebepler dairesinde oluşur ve gelişir. Bir fakire yardım edeceği zaman ona yardım edecek bir zengini sebep olarak gönderir. Veya birine bir konuda bir engel çıkaracağı zaman ona engel olacak bir sebep yaratır. Ben bazen böyle düşünüyorum da, Türklerin binlerce kilometre öteden gelip buraya yerleşmesi, İblis’in yüzüp yüzüp kuyruğuna geldiğinde karşısına Türklerin çıkması... Bunlar büyük bir İlahi planın tecellisinden başka bir şey değildir. Düşünün mesela, bu topraklarda Türkler değil de başka bir İslam toplumu olsaydı. Ya da müslüman olmasa da başka bir halk olsaydı. Başka hangi millet dünyanın süper güçlerine böyle direnebilirdi? Allah, İlahi planın bir tecellisi olarak bize de böyle bir Allah aşkı, vatan ve devlet aşkı bahşediyor. Bu değerler için ölmeye bu kadar meraklı başka bir millet daha tanımıyorum ben. Allah dinimizi, devletimizi, ordumuzu ve milletimizi daim kılsın. Amin.

BULTÜK’ten Sofya Büyükelçiliği’ne Ziyaret

BG-SAM-03.Şubat.2018

Merkezi İstanbul’da bulunan Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği (BULTÜRK) olarak Genel Başkanı Rafet Ulutürk başkanlığında bir bir heyet ile Sofya Büyükelçisi Dr. Hasan Ulusoy’a yeni görevinde hayırlı olsun ziyaretinde bulunuldu. Yanlarında 30 civarında kitap ile gelen heyet kendi yazdıkları kiapları ve BG-SAM yayınlarında 12 kitap taktim ettiler. Görüşmenin sonunda Sofya Büyükelçisi Dr. Hasan Ulusoy’a günün anısına bir plaket taktim edildi.


Makale ve Analizler - 2018

141

Heyette yer alanlar sırasıyla: Dr. Nedim Birinci - Genel Bşk. Yrd.; Dr. Nevzat Öztürk - BULTÜRK Üyesi; Prof. Dr. Ali Fuat Örenç - BULTÜRK Üyesi; Alptekin Cevherli - Yönetim Kurulu Üyesi; Rafet Ulutürk - Genel Başkan; Dr. Hasan Ulusoy - Sofya Büyükelçisi; Elif Güneş - Genel Sekreter; Şakir Arslantaş - Genel Bşk. Yrd.; Berk Arslantaş - BULTÜRK Üyesi; Bultürk Sofya Temsilcisi - Hikmet Efendiyev

Dr. Nevzat Öztürk, Alptekin Cevherli, Prof. Dr. Ali Fuat ve Rafet Ulutürk’ün kendi yazdıkları kitaplarını taktim ettiler ardından da BG-SAM Yayınlarından kitaplar taktim edildi; BGSAM Yayınları


142

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Sayın Dr. Hasan Ulusoy T.C. Sofya Büyükelçisi Öncelikle yeni makamınızı kutlar, başarılar dilerken, BULTÜRK heyeti olarak bize zaman ayırıp, kabul ettiğiniz için, kendim ve üyelerim adına teşekkür ederim. Ben kısaca derneğimizi tanıtayım: Dernek çalışmalarımız 2002 yılında başlar ve 2003 yılında resmi olarak 33 kişi ile kurulur. Kurucu Başkanımız Prof. Dr. Hayati Durmaz’ın görevi bırakması ardından 2011 yılında üyelerimiz kararı ile beni Başkanlık görevine layık gördüler. Bizler sadece Bulgaristan’da 1989 göçü sonrası resmi kayıtlara göre Türkiye’de yaşayan 720 bin çifte vatandaş için değil; aynı zamanda Bulgaristan’da halen yaşayan Türklerin de hak ve hukuklarını korumak için mücadele ediyoruz. Davamız Kanunlar dairesinde Türklerin haklarının takipçisi oluyoruz. Daha kurulduğumuz yıl yapılan Bulgaristan yerel seçimlerde İstanbul’da çalışan dernekler arasında öncü olarak gündem oluşturmaya başladık. Kırcaali Belediyesi’nin geriye kazanılmasında büyük emeğimizin olduğunu herkes iyi bilir. Bir yıl sonra 2004’te BULTÜRK “Bulgaristan Türklerinin Sesi” isminde aylık gazete çıkarmaya başladık. Bu gün Ocak 2018 itibarıyla 128. sayımızı yayınladık. Bu arada daha kuruluş yılımızda Dünya Türk Gençler Birliği teşkilatına üye olduk. Her yıl Türk Dünyası Gençlik Kurultaylarında yerimizi aldık. Ardından Türk Dünyası medya mensupları toplantılarında BULTÜRK Gazetesi olarak yerimizi aldık. Türk Dünyası Gazeteciler Federasyonu’nun da üyesiyiz. Türk Dünyasının Ankara’dan başlayarak Kırgızistan, Kazakistan, Yakutya - Omsak, Başkurdistan, Çuvaşistan, Tataristan, Kırım, Gagavuzyeri, Romanya, Makedonya ve KKTC’de yapılan tüm Kurultaylarda yerimizi aldık. Ayrıca Bulgaristan’ın Başkenti Sofya’da yapılan Türk Liderler Zirvesini de bizler BULTÜRK olarak organize ettik. Bulgaristan’da yapılan tüm seçimlerden önce ilgili makamları bilgilendirmek ve gerekli çalışmaların yapılmasında katkıda bulunmak üzere raporlar hazırladık. Kısaca Yaptıklarımız; 1. Ekim 2011 tarihinde gerçekleştirilen Bulgaristan’daki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Derneğimizin öncülüğünde ve desteği ile Bulgaristan tarihinde ilk defa Türk-Müslüman Cumhurbaşkanı adayı bu makama aday oldu. Gururla diyebiliriz ki dernek olarak maddi manevi katkılarımızla ve cesaretimizle karşı çıkan


Makale ve Analizler - 2018

143

birçok kişiye rağmen bu yoldan dönmeyerek ilk kez Müslüman - Türk bir kişiyi Bulgaristan Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı adayı olarak çıkartmayı başardık. 2. Sivil toplum kuruluşu olarak, Bulgaristan Parlamentosu’nun 1970’li ve 1980’li yıllarda, ülkede yaşayan Müslüman ve Türklere karşı Jivkov iktidarı tarafından uygulanan asimilasyon sürecinin kınanmasını Bulgaristan’ın başkenti Sofya’da ilk defa bir basın toplantısı ile kamuoyuna duyurduk. Bu basın toplantımıza Sofya Büyükelçimiz Sayın İsmail Aramaz da katılarak bizlere destek oldular. 3. Türkiye’de ilk defa “Bulgaristan’daki Mayıs 1989 Ayaklanmalarının yıl dönümünün anma toplantısını” Derneğimizce organize ederek İstanbul Üniversitesi’nden öğretim üyelerimizin de katkılarıyla geniş çaplı akademik bir bilgi şölenine dönüştürdük. Ardından 3. Uluslararası sempozyum yaptık. 4. Dünya Türk Gençler Birliği Liderler Zirvesini (Başkanlar Toplantısı) ev sahibi STK olarak Sofya’da 2010 senesinin Mayıs ayında Hotel Vitoşa’da tertip ettik. Daha sonra 2012 senesinde İstanbul’da Derneğimizin öncülüğünde yine bir Dünya Türk Gençler Birliği Liderler zirvesini yaptık ve Aralık 2013’de İstanbul’da Dünya Türk Genç İş adamlarının I. Kurultayının organizasyonunda da yer aldık. 5. Bulgaristan’ın başkenti Sofya’da ırkçıların Cuma namazı kılan cemaate saldırmasına karşılık, İstanbul Balat’ta Bulgar kilisesi önünde anlamlı bir protesto gösterisi düzenledik. Onların o sert ırkçı tutumuna karşın biz İstanbul’da Bulgar kilisesi önünde kilise cemaatine Müslümanlığa yakışır şekilde tüm kiliseden çıkanlara sevginin sembolü karanfiller dağıttık ve buradan uyardığımızı da belirttik. 6. Bulgaristan Parlamentosu Hükümeti tarafından yine ilk defa bir sivil toplum kuruluşu olarak resmi davet aldık. Dernek olarak 30 kişilik bir heyet ile Bulgaristan Parlamentosunda o günün iktidar partisi GERB’in grup başkan vekili ve İçişleri Bakanı Sn. Tsvetan Tsvetanov tarafından ağırlanıp, basına açık resmi görüşlerimizi karşılıklı ifade ettik. Bulgaristan’da ve Türkiye’de yaşayanların problemlerini ilettik. 7. Bulgaristan’da ve Türkiye’de geniş katılımlı olması ve çok yönlü sorular içermesiyle yankı uyandıran bir anket çalışması yapmayı da başardık. Bulgaristan’da 8 bin, Türkiye’de 5 bin olmak üzere toplam 13 bin denek ile 33 sorudan oluşan anket yaptık. Anketimiz hem yerel hem de ulusal basında büyük ilgi çektiği gibi son derece çarpıcı sonuçları da ortaya koydu. Aynı zamanda da Bulgaristan’da ortaya çıkan sonuçlar açısından aşırı Bulgar milliyetçilerin tepkisine neden oldu. Böyle


144

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bir çalışma şimdiye kadar Bulgaristan’da hiçbir kuruluş tarafından yapılamadı. Biz dernek olarak yapmış olduğumuz faaliyetlerle gençlerimizin ufkunu açmak ve teşvikte bulunmayı hedefledik. Gelecekte bu tür faaliyetler içinde olan kuruluşlarımızın veya teşkilatlarımızın sayısının artmasını umut ediyoruz. Fakat en ilginç olanı ise tüm gazetelerde yer alabilmemizdir. Tüm taraflar kendilerine bir şey buldular ve kendi gazetelerinde yayınladılar, böylece bizim sesimizi de duyurdular. İşte bunun için biz diyoruz ki, Türkiye’de bu işi profesyonel olarak yapan kuruluşlar var ANAR gibi İbrahim Uslu Bey bu konuda profesyonel. Bizim belki de çaylak olarak yaptığımız bir anket, Bulgaristan’da marka olmamızı sağladı. İnanıyorum ki, eğer bu anketi ANAR yapmış olsaydı çok farklı sonuçlar çıkacaktı ve bu gün bazı dernek federasyon ve konfederasyonların yaptığı gibi birleşin çağırısında bulunulmazdı. Çünkü net veriler elde olurdu ve net kişiler belirlenirdi. İşte ANAR gibi şirketler gelsinler burada bir araştırma yapsınlar. Hangi partiler kişiler revaçta vs. görülürdü. Halk ile partielrin arasındaki uçurumların tespitini bilimsel olarak ortaya koyulsun. Kısaca Yeni yol haritası ancak o bilimsel araştırmadan sonra doğrusu belli olacaktır. Bu gün birleşin diyenler çok bu halk zaten 30 yıldır birlikten ayrılmadı ki. Fakat bu birlikten kazanan kim oldu? İşte önemli olan bunu bulmak... İşte bunun içi bizim önerimiz şu: Bulgaristan’da bilimsel raporlarla bunlar tespit edilsin. Anket şirketleri bunları belirlesin ANAR olur başka biri olur bizim için fark etmez. Buradan çıkan sonuçlar ve hedefler doğrultusunda Sizlerin de himayelerinizde bize düşen her görevi üstlenmeye hazır olduğumuzu belirtmek isteriz. Bizler koltuk kavgasında değiliz. Biz hedefi daha ileriye götürme kavgalarında yarışma taraftarıyız. Koltuk kavgaları 30 yıl gördük milleti bölmekten başka hiç bir işe yaramadı. Artık insanlarımızı hedef birliğinde buluşturmalıyız ve bir birilerine kenetlenmelerini sağlamalıyız. Bu süreçte yapılan hatalı politikalar nedeniyle bu Dernek, Federasyon, Konfederasyon ve partilere Türkiye destek olduğu için Türkiye Cumhuriyeti’nin de prestiji düşüyor. Arık buna bir son verilmeli, Türkiye’ye zarar verenler cezasız kalmamalıdırlar, bu topraklarda anlayış budur. Bunun için tekrar ediyorum insanlarımızı hedef birliğinde buluşturmalıyız. Bu gün Türkiye’de bulunan Rumeli - Balkan - Dünya vs gibi tabela isimler çok büyük görünebilir. Ancak ne yazık ki bunların Bulgaristan’da etkilerinin derecelendirmesi hepsi için koskoca bir sıfırdır. Bulgaristan’da yeni kuşak


Makale ve Analizler - 2018

145

ve yeni stratejiler oluşturmak gerekir. Bu stratejilerin en önemli kısmı ekonomik temelli olandır. Biz şu anda Bulgaristan’da yaşayanlar dahi hangisi iyi, hangisi kötü bilemiyoruz. Bu kimilerinin hayali veya hamasi söylemleri ile değil bunları bilimsel metotlarla uygulayarak akılcı çözümler üretmeliyiz. Yeni Türkiye’nin uluslararası ilişkilerinde artan gücünden ve etkisinden bizler de, Bulgaristan Türkleri de faydalanmalıyız, bu bizim en doğal hakkımızdır. İşte bunun yerine getirilebilmesi için Bulgaristan’da bilimsel araştırmalar yapılmalı ve bu sonuçlara göre plân, program ve uygulanacak projeler belirlenmelidir. Ancak bu zamana kadar ve şu anda yapıldığı gibi değil. Şimdi yine bir birleşmeden bahsediliyor fakat neyi nasıl birleştireceklerini bunu düşünenlerin kendileri de dahi bilmiyorlar. Yani eskiyi eskiyle birleştirerek yeni bir şey çıkmasını bekliyorlar... Bunu köylülerimize sorsalar bile onlar şunu söyleyecektir: “eski atılır yerine yenisi gelir”. Sayın Büyükelçim bize yeni vizyon gerekir, bunun için eski partililer dernek federasyon ve konfederasyonların başında eski kafalarla yeni genç neslin buluşması imkânsızdır. Özellikle 90 sonrası halkımız birlik oluşturma konusundaki iradesi maalesef yönetme pozisyonunda olanların Türk halkının geleceğini düşünerek hareket etmediklerinden dolayı 30 yıldır heba edildi. Şimdi tekrar yapılmak istendiği gibi eski kadrolardan oluşmuş köhnemiş bir birlikten başarı elde edilseydi, zaten geçen 30 yılda gerçekleşmiş olurdu. Bizler dünya ile rekabet etmeliyiz, Dünya Liderimiz, Türkiye’yi Dünya ligine çıkardı. Artık bizler de bu maçlarda kazanmak istersek dünya kurallarına ve kendimizi yenileme moduna sokmalıyız. Dünya birbirine eskisinden daha çok yaklaşıyor, bizler de Bulgaristan’da ırkçılık yaparak değil, hatta dünyadaki görüşmeleri algılayabilen Bulgarları da içimize alarak, birlikte daha iyi, daha güzel nasıl yaşayabiliriz yollarını hep beraber bulmalıyız. Evet, son olarak yapılacak işlerin belli bir amacı ve hedefi olmalı, isimleri büyük yazarak büyük olmadığımızı kabul etmeliyiz önce. Son olarak, rejim değişikliğinden sonra ortaya çıkan Lider kadrolarına bağımlı yapının yerini sistemli ve kişilere bağımlı olmayan bir yönetim tarzının hayata geçirilmesinin gerekliği olduğunu düşünüyoruz. Aksi takdirde (Bulgar İstihbaratı) DS’ye çalışan “Türk” ajanlarının elinden kurtulamayız. Bizler gelecek nesilleri ileri taşıyacak bir sistemi kurmalıyız, bizim derdimiz o.


146

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Burada İsimler veya STK adları önemli değil; bizler Türkiye Cumhuriyeti’nin öncülüğünde Türk Halkının geleceğine yönelik adımlar atmalıyız, kültürümüzü tekrar buralarda ayağı kaldırmalıyız. Bu yaptığımız işten, bütün Balkan coğrafyasında yaşayan tüm insanlar için faydalı olacak işler yapmalıyız. Tüm bu faaliyetlerimize Türkiye Cumhuriyeti’ni temsilen Sofya Büyükelçisi sıfatıyla şahsınızdan gerekli tüm destek ve yardımlarınızı Arz ederiz. Saygılarımızla, Rafet Ulutürk Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği Genel Başkan

Kızılelma - Turan

Sakin Öner-03.Şubat.2018

Türküz tarihimiz binlerce yıllık Güneş bayrağımız, gök çadırımız Hep egemen olduk yapmadık kulluk Güneş bayrağımız, gök çadırımız

Her dönemin farklı Kızılelması Atilla’da Vatikan’ı alması Alparslan’da Anadolu yaylası Güneş bayrağımız, gök çadırımız

Cihana hükmetmek bizim ülkümüz Altay’dan Tuna’ya yansır türkümüz Tarih boyu tükenmez ki öykümüz Güneş bayrağımız, gök çadırımız

Fatih’in ülküsü İstanbul şehri Kanuni’de Viyana’nın ötesi Bağımsız Türkiye Ata ilkesi Güneş bayrağımız, gök çadırımız

Oğuzhan Atilla Sencer Alparslan Osman bey Yıldırım büyük kahraman Fatih Atatürk’le değişti zaman Güneş bayrağımız, gök çadırımız

Sandılar ki ruhumuzu çaldılar Cevabını Sakarya’da aldılar Türk’ü dimdik görüp şaşakaldılar Güneş bayrağımız, gök çadırımız


Makale ve Analizler - 2018

147

Kızılelma Turan ellerde Kur’an Türklük aşkı gönüllerde tutuşan Vatan millet sevdasında buluşan Güneş bayrağımız, gök çadırımız Sakin ÖNER (30.01.2018)

Bulgaristan Kültürel Etkileşim Derneği’nde

Nevzat Öztürk-05.Şubat.2018

BULTÜRK Heyeti Sofya - Bulgaristan Kültürel Etkileşim Derneği’ni Ziyarette Yaptığı Konuşma Metni (02.Şubat.2018) Nevzat ÖZTÜRK Düzce İl Milli Eğitim Müdürlüğü Maarif Müfettişi İlahiyatçı - Eğitimci - Yazar e-mail:nevzati52@gmail.com Öncelikle hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bizleri bu güzel mekânda ağırlayan Kültürel Etkileşim Derneğine, bizleri sizlerle buluşturan BULTÜRK’e çok teşekkür ediyorum. Görüyorum ki; sivil toplum çalışmalarında, Derneğin Yönetiminde kadınlar öndeler, bayrağı onlar taşıyor. Kendilerini tebrik ediyor, yapacakları güzel çalışmalarında başarılar diliyorum. Kadının önde olması önemlidir. Çünkü; İslam Peygamberinin ilk yardımcısı, ilk iman edeni, O’nu hiç yalnız bırakmayan kişi Hz. Hatice (ra), en zor zamanlarında yanında olan, İslam’ın bizlere ulaşmasında çok önemli role sahip olan, büyük fıkıhçı, muhaddis Hz. Aişe (ra)’dir. Diğer taraftan Hz. Peygamber (sav)’in soyu Hz. Fatıma (ra) yolu ile bize ulaşmıştır. Hz. Fatıma (ra), Hz. Hasan (ra) ve Hz. Hüseyin (ra)’in annesidir. Demek ki; kadın önemlidir, anne önemlidir. Bu nedenle bizler kadına İslam’ın verdiği değeri vereceğiz, İslam’ın değerleriyle donatacağız. Gelecek nesillerimizin kurtuluşu annelerin kurtuluşu ile mümkün olacaktır. Şurası bir gerçektir ki; İs-


148

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lam dini, kadının pazarlardan alınıp satılan bir eşya olmadığını, her şeyden önce onun da bir insan olup, toplumun en küçük bölümü olan ailenin kurulmasında erkeğin bölünmez bir parçası olduğunu, onsuz erkeğin hiçbir şey yapamayacağını çok açık olarak beyan eylemiştir. Değerli Misafirler, Türk Aydınları; Ben Bulgaristan kökenli, muhacir değilim. Orduluyum, Ordu İmam Hatip Lisesinden, Marmara İlahiyat Fakültesinden mezun olduktan sonra çeşitli okullarda öğretmenlik, yöneticilik yaptıktan sonra halen Maarif Müfettişi olarak görev yapmaktayım. Üç adet kitabım yayınlandı. Evet, Bulgaristan Türkü değilim. Ama BULTÜRK üyesi olarak ve bu heyette yer almam münasebetiyle sizlerle tanışma fırsatı buldum. BULTÜRK’e bir kez daha beni bu heyete aldıkları için çok teşekkür ediyorum. Bu ziyaretle sorumluluğumun ne kadar fazla olduğunu fark ettim. Dersimi aldım, neydi o ders, Bulgaristan’da her türlü asimilasyona, baskılara rağmen “Dinini, Dilini, Türklüğünü” unutmadan yaşam mücadelesi veren soydaşlarımızın yanında olmak, bu uğurda gönüllü çalışmak insanlık görevidir. Değerli Kardeşlerim, İlahiyatçı olmam hasebiyle sizlerle birkaç ayetin anlamını paylaşmak istiyorum. Yüce Allah (cc), Kuran-ı Kerim Al-i İmran Sûresi’nin 104.ayetinde, “Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır” buyurulmaktadır. Yani Allah (cc) bir topluluğun oluşturulmasını, onların Hakk’a davet etmesini, iyilikleri emrederek kötülüklerle mücadele etmesini emrediyor. Böyle bir görev veriyor, bu görev yapıldığında “kurtuluşa” ereceğimizi müjdeliyor. Bu ayeti tersinden düşündüğümüzde (mefhumu muhalifi), “Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden, kötülükten men eden bir topluluk bulunmazsa kurtuluşa eremezsiniz” anlamı ortaya çıkmaktadır. İşte sizler, Sivil Toplum Kuruluşları, Derneklerimiz bu görevi üstlenmiş durumdasınız. Sorumluluğumuz çok, dolayısıyla hep birlikte çok çalışmak durumundayız. Yine Kuran-ı Kerim Al-i İmran Sûresi’nin 103.ayetinde, “Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz” buyuruyor. Yani, bizlere hep birlikte Allah (cc)’ın kitabı Kuran’a sarılmamızı, tabi olmamızı, yaşamamızı, bu şekilde Kuran’a sarıldığımızda aramızdaki düşmanlıkların kaldırılacağını ve kalplerin birbirine ısındırılacağını beyan ederek Ensar ve Muhacirun arasındaki kardeşliği hatırlatıyor.


Makale ve Analizler - 2018

149

Bizler, aramızdaki farklılıkları bir yana bırakarak, tek yürek, tek bilek olarak Hakk davamızda ilerleyeceğiz. İslam’ın evrensel ilkelerini nefsimize, neslimize anlatacağız, yaşayacağız, yaşatacağız. Aksi durumda her iki dünyada da huzura eremeyiz. Bu gün İslam dünyasının yaşadığı perişanlığın sebebi aramızdaki farklılıkları düşmanlığa dönüştürerek, nefsimize yenik düşmek, İslam kardeşliğinin tesis edilemeyişidir. Kur’an, Hucurat Sûresi 10. Ayette, “Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin” buyurarak tüm Müslümanlar kardeştir, şayet aralarında ihtilaf çıkarsa adaletle aralarını düzeltin, şayet böyle davranırsanız Allah (cc) merhamet eder, yani, kardeşliğinizi tesis etmez, ihtilafları adaletle ortadan kaldırmazsanız merhamet olunmazsınız uyarısında bulunuyor. Yüce Rabbimizin rahmeti sınırsız, merhameti hudutsuzdur. İnsan, O’nun esirgemesi ve rahmeti ile dünya ve ahirette pek çok felaketlerden uzak kalmakta ve ilahi ikrama erişmektedir. Allah-ü Teala (cc)’nın bu engin rahmeti olmasaydı insanın yüzü gülmez ve saadet nedir bilmezdi. Rahmanımızın rahmeti, kâinatı içten ve dıştan kuşatmış bulunmakta ve yağmur misali beşeriyetin üzerine inmektedir. Kim kalbini ve elini bu rahmete açarsa, büyük faydalar elde etmekte, ilahi mağfirete ve huzur dolu bir hayata nail olmaktadır. Allah’ın rahmeti, inen belalara karşı siper, dalgalanan felaketler önünde set, çaresizlerin imdadına uzanan müşfik bir el gibidir. Eğer Allah (cc)’ın esirgemesi olmasaydı madde ve mana planında hüsrana uğrar, felaketlerden uzak kalamaz ve hidayete yol bulamazdık. Rahim olan Rabbimizin rahmetinin genişliği sebebiyle, en günahkâr insanlar hatalı yollardan sırat-ı müstakime dönmekte ve mağfiret-i ilahiye ermektedirler. Değerli Kardeşlerim, Bizler, Allah (cc), Rahmet ve Merhametini örnek alarak bütün insanlığı kucaklayacağız. İslam’ın engin hoşgörüsünü insanlara anlatacağız. Rahmanürrrahim (Esirgeyen ve bağışlayan) olan Yüce Allah (cc)’ın bu sıfatlarına sadakat gösterdiğimizde, Rabbimizin rahmet ve merhameti, inayeti, affı daima bizimle olacaktır. Rahmet ve merhamet ikliminde hareket ettiğimizde, Cenab-ı Allah (cc)’ı daha iyi tanıyacağız, O’na yaklaşacağız. Kuşatıcı rahmeti ile insanların İslam’ın güzelliğine koşacağını açık bir şekilde göreceğiz. Nitekim Nasr


150

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Sûresi’nde (1,2,3.Ayet); “Allah’ın yardımı ve fetih (Mekke fethi) geldiğinde ve insanların bölük bölük Allah’ın dinine girdiğini gördüğünde, Rabbine hamd ederek tespihte bulun ve O’ndan bağışlama dile. Çünkü O, tövbeleri çok kabul edendir” buyurmaktadır. Yani Allah (cc)’ın yardımı gelince insanların bölük bölük (kalabalık gruplar halinde) İslam’a girdiklerini hatırlatarak bizlere ders veriyor. Kucaklayıcı ve kuşatıcı olduğumuzda etrafımızda insanlar toplanacak ve gücümüze güç katacaktır. Bizler, bu doğrultuda hareket ettiğimizde Tasavvufu, Mevlana’yı, Yunus Emre’yi daha iyi anlayacağız. Şahsen, huzurunuzda şunu ifade temek isterim ki; bundan sonra sizleri yeniden ziyaret etmek, sizler için, genç nesillerimiz için bana düşen ne varsa yapmaya hazırım ve buna söz veriyorum. Her zaman şuna inanıyorum ki, şartlar ne kadar kötü olursa olsun Hz. Peygamber (sav)’in şartlarından kötü değildir. Yılmak yok, bıkmak yok, Hakk yolumuzda hep birlikte devam edeceğiz. Dinimizi (İslam’ı), Dilimizi (Türkçe’yi), Milliyetimizi (Türklük) unutmadan, unutturmadan yolumuza devam edeceğiz. Gelecek nesillere bu ana unsurları, bizi biz yapan örf ve ananelerimizi aktaracağız. Çok çalışacağız. İşte o zaman istikbal (gelecek) bizim olacaktır. Saygılar sunuyorum, Allah hepinizden razı olsun, Allaha emanet olun.

Bursa’dan Balkan Türkleri’ni Yeniden Birleştirecek Adımlar!

Ahmet Emin Yılmaz-06.Şubat.2018

Telefonla konuştuğumuzda, “Camia çok istedi, ben de çizmeleri giydim” dedi. Bal-Göç’ün, federasyonun ve konfederasyonun onursal başkanı olan Turhan Gençoğlu’nun uzun süredir göçmen camiasından gelen çağrılar üzerine harekete geçtiğini 14 Ocak günü bu sütunlarda duyurmuştuk. O yazıda... Gençoğlu’nun, Bulgaristan’daki Türk partileri HÖH ve DOST’u birleştirmek için liderleriyle ayrı ayrı görüştüğünü duyurduk.


Makale ve Analizler - 2018

151

Dönüşünde... “Yeniden hükümetleri yöneten koalisyonlara ortak olabilmek için birleşme sözü aldım” demiş ve büyük sorunun çözümü için ilk adımın atıldığını açıklamıştı. İşte... Bulgaristan’da alınan sözlerin ardından ikinci adım Bursa’da atılıyor. Çünkü... Göçmen camiasının Onursal Baekanı Turhan Gençoğlu dernek, federasyon ve konfederasyon yönetimleriyle HÖH ve DOST partilerinin Türkiye’deki temsilcilerini 11 Şubat Pazar günü toplantıya çağırdı. İzmir Yolu üzerindeki Penguen tesislerinde yapılacak toplantının amacını da şöyle açıkladı: “Sofya görüşmelerinde iki partinin de birbiri hakkında konuşmamaları kararı almıştık. Bu karar uygulanıyor. Şimdi nasıl bir yol izleyeceğimizi hep birlikte kararlaştıracağız.” Hedefi şu: “Yaza kadar da iki partinin liderleriyle oturup büyük birleşmeyi açıklamayı umuyorum.” Ahmet Emin Yılmaz, Olay Gazetesi aey@olaygazetesi.com.tr

Bulgaristan’a İlginç Ziyaretler

İsmet Topaloğlu-06.Şubat.2018

Son zamanlarda Bulgaristan’a ilginç ziyaretler gerçekleştiriliyor. Birileri Bulgaristan Türklerin hayatlarında yön değiştirebileceğini inanarak Bulgaristan’da Müslümanlar tarafından kurulan siyasi parti liderleri ile görüşmeler yapmakta. Siyasi parti liderlerle görüşmelere gidenler belli ki Bulgaristan tarihini bilmiyorlar. Bu işe soyunmadan birkaç yıl yakın geçmişi bilmekle


152

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

olmayacağının bilincin dışındadırlar. Türkiye sınırları dışından yaşamaya mahkûm kalan Türkler ve Müslümanların sorunlarını çözümü yönelik Yurt Dışı Türkler ve Akraba Toplulukları başkanlığı kuruldu. Başkanlığın çalışmaları koordine edilebilmesi için Türkiye Cumhuriyeti bakanlığına bağlanmaktadır. Belirli ülkeler için atanan sorumlu bürokratlar ne yazık ki çalışacakları ülkelerden bi haberler. O ülkeye ziyaretler gerçekleştirerek bir kısım insanlarla karşılaşarak o ülkede ikamet eden Müslümanların temel sorunları anlayamazlar çözüm üretemezler. Özellikle komünizm çöken ülkelerde ikamet eden Müslümanlara İslam’ın penceresinden bakmak gayet yanlıştır. Komünizm rejiminde din halka uyuşturucu niteliği etkisi olduğunu düşünülerek camilere ve kiliselerle girmek rejim tarafından yasak getirilmiştir. Bu yasak bu gün kalksa da ne yazık ki genç nesillere din eğitimi verilememekte. Bundan dolayı komünizm çökmüş ülkelerde dini eğitimden yoksun olarak yetişenler buna rağmen kendilerini Türk ve Müslüman olarak tanımlamaktalar. İnsanlık dışı zor koşullarda yaşamaya mahkûm edilerek benliklerini koruyarak bu güne kadar geldiklerine takdir edilecek yerde ne yazık ki sorumlu bürokratlar tam tersi görüş beyan etmekteler. Komünizm çökmüş ülkelerde yaşamaya mahkum kalan Müslümanlara, Müslümanlıktan çıktıklarını kaderlerine bırakılmaları görüşe sahiptirler. HÖH 27 Yıldır Var!? Bulgaristan’da yirmi yedi yıldan beri ülkede ikamet eden Müslümanlar tarafından kurulan HÖH hareketi azınlıkları haklarını savunmak için tek bir girişimde bulunmamıştır. Ara sıra parlamentoda cılız sele bazı sorunları dile getirmekten öteye geçmemişlerdir. Bu sebeplen dolayı ülke Müslümanları tarafından alternatif olarak HŞHP kurulmuştu. HÖH’ün yurt içinde ve yurt dışında güçlü lobisi ile 2014 yılında HŞHP devre dışı bırakmayı başarmıştı. Aynı hevesle DOST Partisi kurulsa da yarısının eski Bulgar devlet güvenlik ajanlarından oluşması nedeniyle ülke barajı olan yüzde dördü aşamamıştı. Yirmi yedi yıl sonra partini kurucusu olan HÖH fahri başkanı Ahmet Doğan her yılbaşı öncesi yaptığı konuşmasında net mesajlar vermiş oldu. HÖH fahri başkanı Ahmet Doğan ülkede yakın gelecekte yok olma sürecinin başlangıcına girecek olan Müslüman azılığa beklentilerini boşa çıkarılmış oldu. AK Parti İstanbul milletvekili Aziz Pabuşçu, Sofya’a giderek HÖH ve DOST parti liderlerine ülkede Müslümanlar tarafından kurulan üç partinin birlemesini önerdiği söylenmektedir. AK Parti milletvekili Aziz Pabuşçu Bulgaristan tarihini bilmediğinden dolayı bu tür girişimlerde bulunmuştur.


Makale ve Analizler - 2018

153

Aynı hatayı eski Balkan Rumeli Türkleri Konfederasyonu Onursal Başkanı Turan Gençoğlu yapmıştır. İki değerli arkadaşımızın çoğu Bulgaristan Müslümanları tarafından kurulan ve faaliyet gösteren üç partiyi hangi çatı altında ve şartlarda birleşmelerini önerdikleri merak konusu. HÖH onursal başkanı Ahmet Doğan bizi parçalamaya çalışanlar bizi birleştirmeye neye uğraşsınlar. Biz kimsenin güdümünde bir parti olmayız, kim isterse pişmanlık duyarak ayrılıkçı partiler yönetimi hariç partimize dönebilirler söylemi üç partinin birleşme yollarını tamamen kapatmıştır. Yirmi yedi yıldan bu yana HÖH yönetimin onursal başkanı Ahmet Doğan izledikleri politikanın yolunda devam edeceklerini açık bir dil ile beyan etmiştir. İstanbul Ak Parti milletvekili eski Balkan Rumeli Türkleri Konfederasyon Onursal Başkanı Turan Gençoğlu önce Bulgaristan tarihini gözden geçirerek neden çoğunluğu Müslümanlar tarafından kurulan üç parti mevcut şartlar ve koşullarda özellikle HÖH çatısı altında birleşemeyeceklerini anlaşmış olacaklardır.

Önemli Olan Halkın Anlamasıdır

Dr. Nedim Birinci-06.Şubat.2018

Konu: Bulgaristan Müslümanları diriliyor 2017 yılında Bulgaristan Müslümanları arasında suskunluk duvarı delindi, bekleyiş çıtası aşıldı ve halkımız yeniden başını kaldırarak Umut ışıkları aramaya başladı. Bulgaristan Müslümanları Diyaneti ve Yüksek Müslüman Şurası bu yeni uyanışın ateşlenmesinde olağanüstü büyük rol oynadı. Daha önceleri de olduğu gibi bu defasında da Türklüğümüzü uyandıran bu defada keser ve bıçkı sesi, taş yonanların türküleri, dostça el ele vermiş kardeşlerimizin ortak nefes almasından, yeni bir umut doğdu. Bir soruydu bu: Düşen hep yerde mi kalır? Gün olur belin doğrulur! Umuduydu bu. Bulgaristan Müslümanlar Diyaneti, 1990’da ateistlerle, komünistler arasındaki gözü dönmüşlerle mal mülk kavgasına başladı ve 15 - 20 yıldan beri devam eden mahkemelerden sonra, sivil polisten Başmüftülüğe tırmanan Nedim Gençev ile savaşımda üstün geldi ve hele Sofya ve Ruse gibi merkezlerde yasa


154

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

dışı yöntemlerle gasp edilen ve kişisel mülke geçirilen birçok taşınmazımızı geri aşabildi ve onardı. Birkaç yıl süren onarım çalışmalarından sonra Müslümanlar aynı çatı altında toplanmaya, Cuma sohbetlerine, dernek çalışmalarına, dertleşmeye yeniden başladılar. Fikir alış verişleri aldı yürüdü. Cuma ibadetlerine toplanan bacılarımızın sayısı da arttı. İmam Hatıp Okulları ve Yüksek İslam Enstitüsü dışında, 3 bine yakın çocuğun katıldığı kuran kurslarında cıvıl cıvıl bir hava yerleşirken, Hafız, Kuran ezberleme ve güzel okuma çalışmaları da aldı yürüdü. Manevi hayatımızdaki bu kükremede gençlerin özellikle etkin olmasına yardımcı olan şöyle bir olaya da dikkat etmek yerinde olur. Diyanet işleri başkanlığının, Doç. Dr. Halil Altuntaş ve Dr. Muzaffer Şahin tarafından hazırlanan Kur’an-ı Kemim Meali’ndeki açıklık ve derinlik kursçuların gönlünü kazandı. Belki de ilk defa, Kuran’ı Kerim anlamı, Balkan insanının gönlüne böylesi bir güzellikle akıp doldu ve herkesi kanatlandırdı. Bu atılımın ardından, gönüllerde bir yeşerme, yeni bir coşku aldı yürüdü. Yeni yön, geleneksel yaşam tarzımıza dönme, bildiğimiz ve arzu ettiğimiz gibi yaşamaya açıldı. Bu çalışmalarda, Hak ve Özgürlükler Partisi Belediye başkanları ve köy muhtarları değil, Bulgaristan Müslümanları Diyaneti Vakıflar Şubesi başa geçti. Halkımız, “su yatağını buldu” dedi ve yerel etkinliklere katkım olsun niyetiyle kollarını sıvadı. 2017 yılında, toplam 34 yeni vakıf mülkü tapusunun kaydı yapıldı. Başmüftülük, Vakıfları İşletme ve Yönetme Tüzüğüne dayanarak, 209’u tarım arazisi ve diğer 120’si de üstü kapalı mülklerle ilgili olmak üzere, toplam 329 kira sözleşmesini yeniledi. “Vakıflar” Şubesinin onarım işleri kütüğüne, Bulgaristan Müslümanları Diyaneti mülkünde olan ve onarılan mülklerin de kaydı yapıldı. Bunlar, inşaat ve montaj işleri tamamlanan ve önceden belirlenmiş şu işlevlerine göre kullanılan şu mülklerdir: P Smolyan şehrinde din işleri idari bina inşaatı P Ruen belediyesi Dropla köyünde Kuran kursu binasının onarımı PAytos belediyesi Karageorgievo köy camisinin onarımı P Glavinitsa belediyesi Zaritsa köy camisinin onarımı P Sevlievo şehrinde cami çatısının onarımı P Hitrino belediyesi Razvigorovo köyünde cami yanında ek yapı inşası P Slivo Pole belediyesi Malko Vranovo köyünde cami kuruculuğu P Dulovo belediyesi Oven köyünde minare kuruculuğu


Makale ve Analizler - 2018

155

P Dobriç şehrinde “Hacı Hasan Cami” onarımı P Karnobat belediyesi Klikaç köyünde camiye bağlı sosyal işler için ek bina kuruculuğu P Pleven şehrinde bir vakıf mülkünün onarımı P Ruen belediyesi Dıskotna köyünde yeni cami inşası P Sofya şehrinde “Knyaginya Mariya Luiza” bulvarı № 27 vakıf mülkü onarımı P Razgrat belediyesi Kubrat şehrinde cami onarımı P Dobriç şehri “Otets Payisiy” sok. № 32’de vakıf mülkü onarımı P Tırgovişte belediyesi Byala Palanka köyünde Kuran kursu ve kişisel ihtiyaç odalarında tamamlayıcı onarım işleri P Sliven şehri “Nadejda” semtinde cami çatısının onarımı PAytos belediyesi Çerna Mogila köyünde cami çatısı onarımı P Şumen şehrinde Kuran kursu yerleşke binasının onarımı P Sliven şehri “Kapitan Mamarçev” sok. № 11 vakıf mülkü onarımı P Ruse ili Slivo Pole şehri mezarlığına çeki düzen verilmesi PSofya’da “Bratya Miladinovi” № 27 sosyal etkinlikler binasında tamamlayıcı onarım P Sliven şehri “Br. Miladinovi” vakıf mülkünün onarımı P Popovo belediyesi Cvetlen köyünde cami onarımı P Popovo belediyesi Aprilovo köyünde cami onarımı P Çernooçene Belediyesi Kumuniga köyünde cami onarımı P Kaspiçan belediyesi Zlatna niva köyünde cami onarımı P Kaspiçan belediyesi Vırbyane köyünde cami onarımı P Popovo belediyesi Elenovo köyünde cami onarımı P Momçilgrad belediyesi Bivolyane köyünde cami onarımı P Kirkovo belediyesi Çakalarovo köyünde cami onarımı P Momçilgrad belediyesi Gruevo köyünde cami onarımı P Kirkovo belediyesi Grivyak köyünde cami onarımı P Sliven şehri “Tsar Osvoboditel” sok. № 24’te vakıf mülkü onarımı P Dulovo belediyesi Çernik köyünde cami onarımı P Şumen şehri “Vitoşa” sok. № 3 vakıf mülkü onarımı


156

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İnşaat ve Montaj İşleri Devam Eden Mülklerimiz ise şunlardır. P Rese şehrinde “Seyid Mirza Paşa Cami” yapı güçlendirme ve onarımı P Şumen şehrinde “Şerif Halil Paşa Cami” onarımı P Ruse şehrinde “Balkan” oteli onarım ve destekleme P Loznitsa belediyesi Manastirsko köyünde cami onarımı P İsperih belediyesi Vazovo köyünde cami çatısı onarımı P Haskovo şehrinde “Eski Cami” onarımı P İsperih belediyesi Podayva köyünde cami çatısı onarımı P Plovdiv belediyesi Lıki şehrinde camiye destek duvarı inşası P Plovdiv “İmaret cami” onarımı P Dobriç şehri “Aglikina Polyana” sok. № 1 iktisadi ihtiyaçlar için vakıf mülkü onarımı P Kırcaali şehri “Momçil Voyvoda” sok. № 1 iktisadi ihtiyaçlar için vakıf mülkü onarımı P İsperih belediyesi Malko Yonkovo köyünde ölü yıkama odası inşaatı P Loznitsa belediyesi Trapişte köyünde cami çatısı onarımı P Gotse Delçev belediyesinin Bukovo köyünde cami onarımı P Gotse Delçev belediyesinin Breznitsa köyünde cami onarımı P Gotse Delçev belediyesinin Gospodintsi köyünde cami onarımı P Gotse Delçev belediyesinin Lıjnitsa köyünde cami onarımı P Gotse Delçev belediyesinin Elhovets köyünde cami onarımı P Rudozem belediyesinin Bukovo köyünde cami onarımı P Satovça belediyesinin Slaşten köyünde cami onarımı P Loznitsa belediyesinin Sinya Voda köyünde cami onarımı P Çernooçene belediyesinin Sreditsa köyünde cami onarımı P Loznitsa belediyesinin Kroyaç köyünde cami onarımı P Samuil belediyesinin Vladimirovysi köyünde cami onarımı P İsperih belediyesinin Staro Selişte köyünde cami onarımı P İsperih belediyesinin Ludogortsi köyünde cami onarımı P Tırgovişte belediyesinin Payduşko köyünde cami onarımı P Plovdiv şehrinde “Rayko Daskalov” sok. № 23 vakıf mülkü onarımı PDobriç belediyesi Çerna köyünde cami kenarındaki iktisadi yapının onarımı


Makale ve Analizler - 2018

şası

157

Yeni Cami ve Başka Vakıf Mülkü İnşaatları P Smolyan belediyesinin Reka köyünde cami inşası P Vılçedrım belediyesinin Dolni Tsibır köyünde mescit inşası P Pavel Banya şehrinde cami inşası P Kotel belediyesinin Malko Selo köyünde cami inşası P Kaynarca belediyesi Goleş köyünde cami inşası PAsenovgrad şehri “Dolni Voden” semtinde camiye üst kat ve ek yapı in-

P Haskovo belediyesi Stanboliyski köyünde cami inşası P Sofya şehri “Orlandovtsi” semtinde birçok işlev görecek bir bina inşası P Nova Zagora belediyesi Banya köyünde cami inşası P Omurtag belediyesi Panoyot Hitovo köyünde cami inşası PYakoruda belediyesi Yurukovo köyünde cami inşası P Sliven şehrinde idari bina inşası P Kaloyanovo belediyesi Dılgo Pole köyünde cami inşası P Krumovgrad belediyesi Strancevo köyünde cami inşası. Bu çalışmalarımız Bulgaristan Müslümanları Diyaneti “Vakıflar” Şubesi çnderliğinde ülke çapında Müslüman köy ve kentlerinde bir canlanma olduğuna işarettir. Bunu mezarlıklarımızın temizlenmesi, cenaze yıkama odaların8ın onarılmasında, suyollarının gözden geçirilmesinde vb da izliyoruz. 2017’de, el ele verip kapı açmamız ve ata yolumuzca ilerlememiz, çok büyük bir başarı oldu. İlk adımlarda buluşmamız, ruhen birleşmemiz ve yüreklenmemiz kutlamaya değer bir başarımız oldu. Son gelişmeler, halk tabanında dokumuzu sıklaştırdığımıza, yan yana oturup aynı türküleri beraberce söylemeye başladığımıza işarettir. Baş kaldırışımızı kutlayalım...


158

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Tuna Boylarında Aliş’imiz Var! ...

Orhan Seyfi Şirin-08.Şubat.2018

Arda’da, Aras’ta, Zap’da kutlanır, Nevruz Günü, Hıdırellez’imiz var! Malkoçoğlu eyerler mi kıratı? Eser zaman, yakın eder serhati Mostar imiş şu dünyanın Sırat’ı Yıkık köprüsünde bir taşımız var! ... Kızanlar hatıra getire bizi... Balkanlar koynuna yatıra bizi... Yıllardır yaşatır hatıra bizi... Üsküp’te beş yüzyıl kalışımız var! ... Uyduk mürteciye, döndük şaşkına! Döndük bir bir muhacire, düşküne! Yetiş beylerbeyi Allah aşkına! Üç yüz yıl uykuya dalışımız var! Küfür saydık, felsefeyi bilimi; Ezberledik hurafeyi zulümü! ... Hak etmeden katliamı, ölümü, Üç yüz sene bozgun oluşumuz var! Al bre, al bizi, al götür bu yaz! Tuna’yı, Bosna’yı özledim biraz! Sorma bre sorma ne işimiz var! Tuna boylarında Aliş’imiz var! Orhan Seyfi Şirin

Sorma buralarda ne işimiz var! Tuna boylarında Aliş’imiz var! Yemen Türküsü’ne ağlayışımız, Nasrettin Hoca’ya gülüşümüz var! ... “Alı var” diyorlar “kırmızı güle” Hasan’ım martini alıyor ele, Ramizem’in evi kapılmış yele... Yusuf’la Arda’ya dalışımız var! ... Sevda yalan derler, sakın inanma! Tuna’dan geliyor ince donanma! Koca Yusuf seni unuttuk sanma! Deli Ormanlar’da güreşimiz var! Yunus gibi yüce pirlerim durur! Sarı Saltuk gibi erlerim durur! Anıttepe gibi yerlerim durur! Samsun’dan yükselen güneşimiz var... Akdeniz’de yüzer, Yavuz’umuz var! Manastır içinde havuzumuz var!


Makale ve Analizler - 2018

159

Bulgaristan Balkan Sevgisi

Elif Güneş-08.Şubat.2018

Konu: Adım adım Bulgaristan Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği (BULTÜRK) yönetimi Şubat 2018’in başında bir memleket ziyareti gerçekleştirdik. Ziyaretimizin amacı yalnız memleket havası koklamak, Avrupa Konseyi 6 aylık yönetim döneminde siyasi durum değerlendirmesi yapmak, yeniden yeşeren Türk dernekçileriyle haşır neşir olmak değil, bir de görevine yeni atanan Sayın Sofya Büyükelçimiz Hasan Ulusoy’a iki ülke ve tüm Bulgar ve Tükler için başarılı bir misyon dilemekti. Biz İstanbul’dan 8 kişilik bir heyet olarak yola çıkarken, radyo gece bültenleri, Yunan Adalarına büyük sayıda feribot yanaştığını ve Makedonya’ya “Makedonya” denmesini kabul etmeyen Yunanları Atina’ya taşıdığını haber veriyordu. Benim baba tarafım (Plovdiv) Filibe’li olduğundan, soy köklerimin de bu şehrin kabristanlığında yattığını iyi bildiğimden, bizim evde hep ikide bir açılan Filibe konusunu, bu kadim şehrin 5 tepesinden biri olan Nöbet Tepe taşına sırt dayamış çardaklı evimizin avlusundaki dev kestane altında gecelerce süren sohbetleri gazete ve kitaplardan bilgilerle hep beslemeye çalıştım. İşte bu defa da, iki yönlü ana yolun tabelalarında önce Bulgaristan sonra da Haskovo ve ardından da Plovdiv-Filibe belirince yüreğim yine hopladı ve sabahın erken saatinde, arka koltukta uyuyan arkadaşlarımın gibi biraz kestirmek aklımın ucundan bile geçmedi. Trakya tepsi gibi... BULTÜRK Başkan Yardımcısı Şakir Arslantaş’ın oğlu Berk kardeşim şoför koltuğunda. Arkamızda ağarmaya çalışan sabahın ilk ışıklarından kaçıyormuş gibi karanlığı alabildiğine deliyor. Asfalta serpişmiş gece yağmuru şakıyor. Ben ise gözlerimi yummuş, tarihin karanlığında, 5 milyon 200 bin kilometre karelik bir İmparatorluk kuran, bir tarihsel liderin kimliği, şanı şöhreti üstüne (adı ile ilgili kavga), 2 bin 300 yıl sonra bugün de yeniden alabildiğine kızışan, 200 bin Yunanı başkent Atina’ya toplayan Aleksandır Makedonski’yi arıyorum. Roma’nın bir şehir devlet olduğunu herkes bilir. O, öteki şehir devletlerini savaşlarda yenerek büyük bir imparatorluğu kurabilmiştir. Bu dev imparatorluğun içinde bulunan, günümüz Makedonya’sının adı o zamanlar Ematiya imiş. Genç Al. Makedonski’yi babası II. Filip’in yerine tahta çıkaran, bugünkü Yunanistan Topraklarında bulunan ve 2 şehir devlet olan Tebai ve Atina’yı savaşta yerle bir


160

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

edip ele geçirmesi ve ardından Makedon devletini diğer Yunan şehir devletlerine karşı üstün kılması olmuştur. II. Filip Yunanlara boyun eğdiren ve Balkan Yarımadasında en güçlü monarşiyi kuran hükümdardır. Babasının tahtına oturduktan sonra oğlu Aleksandır ‘ın Fars imparatorluğunu dize getirmesi ise, onu dünya lideri yapmış, Doğu ile Batı dünyasını birleştirmesine, Doğu ile Batı uygarlığının kaynaşması yolunu açmasına ışık vermiştir. Gelişmeler böyle olsa da M.Ö. 168’de Pidna Savaşından sonra Makedonya olduğu gibi yine Roma İmparatorluğu sınırları içine alınmıştır. Günümüzde Makedonya dendiğinde Balkan Yarımadasının göbeğinde bir coğrafi bölgeyi düşünsek de, “eski Makedonya” dendiğinde M.Ö. 148 Roma İmparatorluğu, M.S. 395 Doğu Roma İmparatorluğu’nun (Bizans) bir eyaletini, VI. Ve VII. Yüzyıllarda bu topraklara İslav boyların yerleşmiş. 670 - 675 yılları arasında bölge merkezindeki Manastıra Bulgar hükümdarı Kuber’in pos atmış. IX. yüzyılda Makedon topraklarının Birinci Bulgar Çarlığı sınırlarına kayılmış. 971 yılında Bulgar Çarlığının doğu eyaletlerinin Bizans egemenliğine katılmasından sonra, Bulgar devlet merkezi Makedonya’ya kaymıştır. 1018’de bu bölge bütünüyle Bizans’ın eline geçince Başkenti Ohri’ye çeken Kaloyan (1197 - 1207) ve II. İvan Asen (1218 - 1241) Bulgar çarları tarafından Bizans boyunduruğundan kurtarılmayı başarmıştır. Makedon toprakları, (1331 1355) yılları arasında hükmeden Kral Duşan zamanında Sırbistan’a bağlanmış, 1389 Kosova Savaşı’ndan sonra da Osmanlıya katılmıştır. Olaya Bulgar tarihçiler açısından baktığımızda, bölgede yaşayan İslavlar Hristiyanlığı Bulgar Çarı I. Boris (864 - 889) devrinde kabul etmiştir. Bulgar ve Makedon halkı Rum Ortodoks Kilisesi’ne karşı ortak savaş vermiştir. Osmanlı Sultanı bir fetvasıyla 1872’de Yunan Papazlar bu topraklardan kovarken, Doğu Ortodoks Hristiyan Kilisesi çanları çalmaya başlamıştır. Makedonların milli bağımsızlık kıvılcımları ilk kez 1878’de, günümüz Bulgaristan topraklarındaki Kresna ve Razlog Ayaklanmasında çakarken, hemen ardından günümüzde Türk ve Müslüman düşmanı Bulgar milliyetçiliği’ni şiddetle körükleyen İç Makedon Devrim Örgütü (VMRO) 1903’te kurulmuştur.


Makale ve Analizler - 2018

161

1912 - 1913 Balkan Savaşında Osmanlıdan kopan Makedonya toprakları, 1913 Bükreş Antlaşması’yla Sırbistan ve Yunanistan arasında paylaşılmıştır. 1929’da Yugoslavya’ya bağlanan bu topraklar, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Yugoslavya Federatif Cumhuriyeti’ne katılmıştır. Yugoslavya’nın dağılmasıyla, 1991’de özerkliğini ve 1993’te Makedonya Cumhuriyeti olarak bağımsızlığını ilan etmiş, fakat Yunanistan’ın adına itiraz etmesi sonucu, Birleşmiş Milletler tarafından Eski Yugoslav Makedonya Cumhuriyeti adıyla tanınmıştı. Tabii kadim tarihi olan bu halkın ilk bağımsız devlet sınırlarını Büyük devletlerce çizilirken, “Batı Trakya”, “Ege Trakya”sı vb. bölgeler milli sınırlarından kırpılmıştır. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’nda bir Krallık olan Yunanistan’ın gözü hep Doğu ve Orta Balkanlar üzerinde olmuş, hatta 1945’te sınırlar yeniden çizilirken Yunanlar Stanimaka (Asenovgrad şehrine kadar Batı, Orta ve Doğu Rodop bölgesini Karadeniz’e Kadar devlet sınırlarına katmak istemiştir. Aracım Filibe (Plovdiv) şehrine girerken dinlediğim sabah haberlerinde Makedonya’nın devlet olarak adını değiştirmesi için yapılacak Atina mitingine bir milyon kişinin toplanacağı bildirildi. Yorumda, “Yunanların Makedonya hükumetine” karşı baskıdan artık ilk sonuçları aldığı, önce kırmızı bayrağının sol kenarındaki yıldız, 1992 - 1995 döneminde aynı bayrağın ortasına konan güneş söktürüldü. Ardından yerine, Aleksandır Makedonski’nin sancağının bir başka biçimi olan, daha büyük güneşli bir bayrak geldi. Sırada Üsküp’ün Özgürlük Meydanındaki Büyük İskender abidesinin yıkılması gibi istekler var. Makedonlar da topraklarındaki askeri anıtların sökülmesini istiyorlar. Birinci ve İkinci Büyük Savaşta Bulgar ordusu Nazilerin desteğiyle Vardar boylarına ve Ege kıyılarına dalmışlardı. Yunan ve Sırp ordularının kıskacına düşünce binlerce cesedi arkalarında bırakarak kaçtılar. Onları destekleyen Makedonlar da Bulgaristan’a göç edip yerleştiler. Çatışma meydanında kalan askerlerin anıtları için Makedonlar “onlar istilacıydı” deyip sökülmelerini istiyorlar. Makedonları “Bulgar kökenli” ilan eden Sofya hükumeti ise, “iki devlet, tek halk” sloganını yaşatmaya çalışıyor. Bu yıl 70 bin Makedon’a Bulgar vatandaşlığı verilmiş. 1050 göçünden sonra Türkiye’ye sığınan ve toplam sayıları 2 milyonu aşan Bulgaristan Türkleri’nin (1950 - 1951 ve 1968 - 1976) vatandaşlık haklarının kolaylık sağlanarak iade edilmesinde ise güçlükler yaratıyor ve “olmaz” diyor. Basına göre, “Bulgaristan’da bir Türk hükumeti kurulmasından korkuluyor.” Olay böyle iken, Sofya ile Üsküp yakınlaşma arıyor, Makedonya’yı da içine alan Batı Balkanların NATO ve Avrupa Birliği üyeliğinden hele şu Avrupa Konseyi Başkanlığı günlerinde daha da sık söz ediyor. Karadeniz’i Adriyatik Denizi’ne bağlayacak iki yönlü yol ve hızlı tren projeleri çiziyor. Bunların hep-


162

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

sine “veto” hakkımı kullanırım diyen Atina hükumeti ise, Makedonya adlı bir devlet “yoktur ve olamaz diyor.” “Veto hakkımı” kullanacağım NATO ve Avrupa Birliği üyesi olamazsınız” diyor. 2018 başında Selanik ve Atina gösterilerinin anlamı budur, yani paylaşılamayan tarih. Plovdiv - Filibe’ye girerken, 1989 göçmeni olan Şakir Beyden, Makedon Kralı II. Filip’in kör biri olduğunu öğrendim. Bugünkü trajediyi görememiş olabilir diye düşündüm. Günümüzde Bulgaristan’ın 2. büyük şehri olan, eskilerde 400 kişinin yaşadığı sadece Meriç ırmağının 2 yakasına serilmiş yerleşim yerinde o zamanlar 20 kulübeli bir köycük varmış. Köylüleri de henüz domates, biber, patates ve lahanayı bilmez, kuzukulağı, dere ve börek otu, bol olan yaban meyvelerini kurutur, ırmaktan balık avlayarak, nehir boyunca çeltik yetiştirmekle ve hayvancılıkla geçiniyorlarmış. Şehrin temel taşını atan ve ona kendi adını veren II. Filip, Milattan önceki tarihin en büyük hükümdarı olmakla fazla övünemese de şehre kendi izlerini bırakmış. Plovdiv - Filibe’nin tarihi dokusu çok iyi korunmuş. Roma Açık hava Tiyatrosunda günümüzde de ulusal ve uluslar arası yarışma ve festivaller düzenleniyor. Hisar Kapıdan geçtik, Sahabeddin İmaret Cami ile Cuma Cami’yi de gördük. Şehrin içindeki 5 tepenin ismi Bulgar isimleriyle değiştirilmiş ve “Saat Tepe” ye bir Rus Askeri “Alyoşa” anıdı dikilmiş. Yerli halk bu anıtın sökülmesini istiyor, çünkü 20. yüzyılda şehre Rus askeri ayağı basmamış. Bir liman şehri olan Burgasa 1944’te giren Rus askerlerinden 20’si ile ellerindeki otomatik silahlarla metil alkol taşıyan bir sarnıcı delip çok fazla içince hepsi zehirlenerek ölmüş ve şehrin merkezine “Kahraman Rus Askerleri” anıtı dikilmiş. Yerliler bu anıtın da kaldırılmasında direniyor. Plovdiv - Filibe’deki Türk konakları müze haline getirilmiş. Örneğin “Mevlevi Evi”ne “Pılden kahve ve Restoran” demişler. Osmanlı döneminden kalan 32 camiden bazılar ise “lokanta” olarak hizmet veriyor. Müslümanların yaşadığı “Şeker Mahalle” gibi yerleşim yerleri son nefeslerini alıp vermeye devam ederken, “demokrasi” yıllarında kurulup biçimlenen “Yeni Mahale” (Stolipenovo) yerleşim yeri kadim şehre yeni renkler kazandırmış. Babamın anlata anlata bitiremediği “çardaklı evimizden” burada birçokları ayakta ve ön ceplerindeki Türk simgesi mavi boya, sanki bana da “hoş geldin kızım” dediler. Yunanları birleştiren, İskenderiye Kütüphanesi’ni kurduran, Persleri yenen, ordularıyla Hindistan’ı ezen ve sonunda Babil’de ölen Türk Tarihinde Büyük İskender adıyla geçen, fakat asıl ismi Aleksandır Makedonski olan hükümdar bu


Makale ve Analizler - 2018

163

şehre uğramamış. 20. yüzyıl savaşlarından sonra Ege kıyılarından ve Vardar boylarından Bulgaristan’a gelen Makedon göçmenlerin daha fazlası II. Filipin şehrine ve şehri terk edip Anadolu’ya göç eden Müslümanların evlerine yerleştirilmişler. Bu evlerden birisi bizim evimiz olacak ki, adresler devamlı değiştiği için tarifle bulabilmem adeta imkansız. Filibe’yi terk ederken Meriç köprülerinden geçiyoruz. Irmakta akan Rila Dağlarının berrak suları değil de, sanki bu şehri terk ederek göç edenlerin ardından dökülen gözyaşlarını taşıyor. İkinci bölüm: Sofya devam edecek.

Bulgar Türkleri ve Bulgaristan Türkleri -1-

Sibel Mustafa1-08.Şubat.2018

Özet Bulgar Türkleri ve Bulgaristan Türkleri kavramları günümüz kamuoyunda Bulgaristan’da yaşayan veya buradan göç etmiş olan Türkler anlamında eş anlamlı kavramlar olarak kullanıldıkları görülmektedir. 1- Kavramların eş anlamlı kullanılabilmesi için ifade ettikleri anlam ve olguların da bire bir aynı olması gerekmektedir. Bu çalışmada, söz konusu iki kavramın tam olarak neyin ifadesi olduğunu incelemek ve aralarındaki ilişkiyi tespit etmek amacı ile her iki kavram öncelikle ayrı ayrı ele alınmış ve kavram olarak tarihte oluşumları incelenmiş, tam olarak ne anlama geldikleri tespit edilmeye çalışılmıştır. Kavramların taşıdıkları anlam tespitinden sonra bu anlamlar tarihi, coğrafi ve kültürel açıdan karşılaştırılmış ve aralarında ilişki aranmıştır. Bu anlamları karşılaştırma sonucunda Bulgar Türkleri olduğu gibi Bulgaristan Türklerinin de her ne kadar farklı kolları olsa da Türkçe dilini kullanmış ve kullanılıyor oldukları tespit edilmiştir. Bu unsurun iki kavram arasında tek ortak nokta olduğu görülmektedir. Ancak bu ortak noktanın iki kavramı eş anlamlı kullanacak kadar birbirinin aynı yapmadığı da şüphesizdir. Bu çalışmada, herşeyden önce Bulgar 1- İstanbul Üniversitesi - Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü


164

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Türkleri ve Bulgaristan Türkleri kavramlarının farklı alanlarda somut anlamları olan iki farklı terim niteliğinde olduğu gösterilmeye çalışılmıştır. Bulgar Türkleri Kavramı Bulgar adı bir tarihi olay sonucu ortaya çıkmıştır: Avrupa Hun hükümdarı Attila’nın ölümünden Hun imparatorluğu sınırları içerisinde yaşayan kavimler ayaklanmış, isyan çıkarmışlardır. Bu isyan çatışmalarından birinde Attila’nın büyük oğlu Dengizik 469 yılında öldürülmüştür. Sonrasında Attila’nın küçük oğlu İrnek idaresinde Hun kitleleri Orta Avrupa’yı terk ederek Karadeniz kıyılarına doğru yönelmişler ve burada bulunan Türk boyları ile karışmışlardır. Bu karışımdan oluşan topluluk Türkçe “Bulgar” olarak anılmaya başlanmıştır. Bulgarlara ait elde edilen en eski belge olan “Hakanlar listesin”de İrnek adı Bulgarların ikincı hakanı olarak geçmektedir. 2- Kavim adı olarak “Bulgar” kelimesi beşinci asrın ikinci yarısından önce mevcut değildi; İlk defa 482 yılında, Bizans imparatoru Zenon’un, Doğu Got’larına karşı savaşmak üzere, askerî yardımlarına müracat ettiği Karadeniz kuzeyindeki topluluk ismi olarak ortaya çıkmıştır. 3- Bu şekilde ilk ortaya çıkışında “Bulgar” kelimesi henüz “Türk” kelimesi ile bağdaştırılmamıştır. “Türk” kelimesi ise günümüzde bilinen şekli ile tek heceli olarak Gök-Türk çağında (M.S. 6 - 8. asır) yazılan Orhun kitabelerinde görülmektedir. 4- “Türk” ve “Bulgar” kelimelerinin ilk başlarda beraber kullanılmadıklarını ve farklı coğrafyalarda ortaya çıktıklarını görmekteyiz. Bu anlamda Bulgar Türkleri kavramı çok daha sonra oluşmuş bir kavramdır ve Bulgarlar’ın kavim olarak uzun yıllar (150 yıldan fazla bir zaman) menşei araştırılması sonucunda farklı görüşler olmakla beraber Türk aslından geldiklerine dair ilk görüş Macar Türkolog A. Vambery (1832 - 1913 ) tarafından belirtilmiştir. Diğer bir Macar bilim adamı olan G. Feher (1890 - 1955)’in arkeolojik ve Macar dil bilimci Gy. Nemeth (1890 - 1976)’in linguistik araştırmaları bu görüşü desteklemiştir. 5- Bu araştırmalar sonucu Bulgarlar’ın Türk asıllı oldukları kesin sayılmış ve Bulgar Türkleri kavramı Karadeniz’in kuzeyinde yaşayan Türk boyları anlamında Türk bilim literatüründe kullanılmaya başlanmıştır. 19. yüzyılın sonu 20. yüzyılın başlarında Bulgar Türkleri kavramı bilimsel anlamda bu şekilde ortaya çıkmıştır. Diğer yandan Bulgar kelimesinin Türkler için tam olarak ne ifade ettiğini görmek için İlk Türkçe sözlük olan ve Kâşgarlı Mahmud tarafından 11. yüzyılda yazılan Dîvânu Lugâti’t-Türk’ e bakıldığında “Bulgar” kelimesinin şu şekilde geçtiği görülmektedir: “Rum’a yakın olan Bulgar, Suvar ve Beçeneklerin dili, kelimelerin uçları aynı tarzda düşürülmüş bir Türkçedir”


Makale ve Analizler - 2018

165

6- Sözlükte verilen bigilere bakınca Kâşgarlı Mahmud’u sadece bir sözlükçü ve gramerci olarak nitelemenin de yeterli olmadığı anlaşılır. O aynı zamanda bir diyalektolog (ağız araştırmacısı), etnolog ve halk edebiyatı araştırmacısıdır. 7- Bu bilgiler çerçevesinde değerlendirdiğimizde Bulgarlar’ın Türkçe konuşan bir kavim oldukları ve muhtemelen 11. yüzyılda da Bulgar Türkleri olarak adlandırıldıklarını tahmin edebiliriz. Bulgar Türkleri’nin kültürel özelliklerini, isimlerinin kültürel anlamda tam olarak ne anlam içerdiğini ve diğer Türk boylarından ne farkları olduğunu tespit etmek te kavramın kültürel çerçevesini çizmekte yararlı olacaktır. Yaklaşık 20 yıl boyunca günümüz Bulgaristan sınırlarında arkeolojik araştırmalar yapan Macar bilim adamı G. Feher’e göre Bulgar Türkleri hayvancılıkla olduğu gibi ciddi bir şekilde tarım alanında da maharetli olan, bununla beraber kuyumculuk becerileri de olan bir topluluktur. Bulgar Türkleri’nde kurt, kartal vs. gibi totemlerin tespit edilmesi mümkündür. Dini inançlarında totemizm gelişmiştir. Madara’da bulunan yazıtta Tangra sözü tespit edilmiş, diğer yazmalarda da geçen sözün anlamı yerdekilerden tamamen uzak semavi bir varlık olduğu tespit edilmiştir. Onların nazarında Han’ı , semavi hükümdar olan tanrı diğer insanlar üzerinde han tayin ettiği için farklıdır. 8- Bulgar Türkleri’nin kullandıkları dille ilgili çok fazla malzeme bulunamamıştır. Ancak buna rağmen kalan kısıtlı malzemelre istinaden dil bilimcileri Bulgar Türkçesinin bugün halen kullanılan Çuvaş Türkçesi ile ilgisi olduğunu tespit etmişlerdir. 9- Bulgar devlet ve milletini vücuda getiren Bulgar Türkleri 9. yüzyılın sonlarında teşkilatlandırdıkları Slavlar ile bir kavim oluşturmuşlardır. Bulgar Türkleri ile Slavların karışmasından bir Hristiyan Bulgar milleti vücuda gelmiştir. Bulgar Türkleri Slav dilini konuşmaya başlamalarına karşın Slavlar’da Bulgar Türkleri’nin teşkilatçılık ve askerlikteki meziyetlerini benimsemiş ve muhafaza etmişlerdir. Bugünkü Bulgar dilinde eski Türk-Bulgar dilinden neredeyse bir şey kalmamıştır. Ancak geleneksel köylü kıyafetlerinde eski Türklüklerinin izleri görülmektedir. 10- Yukarıda belirtilen şekilde gelişerek Bulgar Türkleri kavramı 9. yüzyılın sonlarına kadar var olmuş bir kavmin adı olarak, bir tarih terimi olarak oluşmuştur. Söz konusu kavramın tarihsel oluşumuna baktığımızda, aslında Bulgar Türkleri olarak adlandırılmış olan kavim bu kavram 19. yüzyılda Macar bilim adamları tarafından tespit edildiği zaman da 10 asır öncesinde var olan bir kavim anlamına geldiğini görebiliriz. Bu anlamda Bulgar Türkleri kavramının oluşumu başlı başına bir tarihsel olguyu ifade eden kavram niteliği taşıdığı sonucunu çıkarabiliriz. Yukarıda belirtilen sebeplerden dolayı günümüz kullanımında bu kavramın tarihi bir terim olduğu ve günümüzde yaşayan topluluklar anlamında kul-


166

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lanılmasının isabetli olmayacağı dikkate alınmalı ve anlam değişikliği olmaması açısından önemsenmelidir. Devamı: Bulgaristan Türkleri

Uçan Kilim

Şakir Arslantaş-10.Şubat.2018

Konu: Çok etkilendim. Kafalar eski... Akıllarında olan tarih millileştirmek ve 500 yıl geri dönmek... Çocukluğumuzda anlatılan Arap masallarından aklıma takılan uçan kilimi ve maharetli Hint hokkabazını düşünür oldum. O, hangi yönde uçuyordu? Geri vitesi var mıydı? Bu sorulara cevap arıyorum ve bulamıyorum. İnsan yedisinde neyse yetmişinde de odur. Geçen hafta bir günlüğüne Sofya’ya gittim. Gece karanlığına sarılmış, Trakya ovası bomboştu. Kara asfaltta yapışan araçla geceyi kovalayan küçük oğlum Berk yola kilitlenmişti. Daha önceki gidiş gelişlerimde köy sokakları ve evlerin kapıları üzerindeki loş ışıklar sönmüş, köpek havlamıyordu. Nemli karanlıkta insansız kalan doğanın gözyaşı vardı. Bir haber getirir umuduyla rüzgâr bekleyen kalmamıştı. Esse, okşayacak yüz ve savuracak saç bulamayacağını bildiğinden olacak, kış gecesinde o da sanki inine saklanmıştı. Uçan kilim masallında geri dönüş yoktur. Umut, gidişte mi yoksa dönüşte midir? Bu soruya cevap veremem. Bildiğim, bozulan bir düzeni, kırılan bir kalbi onarmanın imkânsız oluşudur. Giden gidişe, gelense gelişe sevinir. Giden kopar. Halkımıza göre, ayrılıkta “hayır” vardır. Dönüşün öyküsü yok. Dedem, fidan, aynı yere iki defa dikilmez, buyururdu. Gidişler fotoğraflanmasa, resimler duvarlara asılmasa her şey unutulurdu. Kovulmak ve ayrı düşmek acıdır. Kimse acı çekmek istemez. Fakat acısı da hayat hakkı istediğinden, hafızaya sığınır ve oracıkta yaşar. Yolumuz Sofya’ya. Gençliğimi, üniversite yıllarımı bıraktığım şehre. Ne kadar değişirse değişsin, gençlik anılarıma dönüyorum havasındayım... Kurucularından biri ve Yönetim Kurulu üyesi olduğum Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği BULTÜRK heyetinde yerimi aldım. Sofya Bü-


Makale ve Analizler - 2018

167

yükelçiliğine yeni atanan, Büyükelçimiz Sayın Hasan Ulusoy Beyefendiye yeni görevi hayırlı olsuna ve başarılar dilemeye gidiyoruz. Biz Bulgaristanlı Türkler için, Sofya Büyükelçiliğimiz, Filibe (Plovdiv) ve Burgaz Konsolosluklarımız diplomatik temsilcilikler olduğu kadar, alınmaz Türklük kaleleridir.Bulgaristan Türklerinin ayakkabımız vursa, başımız sıkışsa çaldığımız ilk ve son kapıdır burası. 1970’lerde yerle göğün arası zulüm ve şiddet dolduğunda, biz yerli Türkler, her derde derman kapısı bildiğimiz bu makama Bulgaristan’da Türkler bir gün 400 bin mektup yazmışız. Çuvallara doldurulan mektuplar Büyükelçiliğimize at arabalarıyla getirilmiş. Büyükelçi, konsolos, Bulgaristan Türkünün gönlünde ve vicdanında hatırı baş üstünde olan “Büyük Adam”dır. Ben Varna köylerindenim. Köyümdeki Türk Okulu kapandığında, yaşlılar cami odasına toplanmış, hocaya ne yap yap çocuklara Türkçe okuma yazma öğret, bakarsın Büyükelçiye mektup yazmaları gerekir, dediklerini asla unutamam. Büyüklerimiz bizi dizi dibine oturttu ve anadilimizde saymayı, yazıp okumayı öğretmişlerdi. 20. yüzyılda Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçiliği Bulgaristan Türkleri için en yüce devlet makamı kaldı. Hele Mustafa Kemal Paşa’nın Sofya Ateşe militerliğinden sonra emperyalist düşmanlarını bizim Bulgaristan Türklerinin de katılımı ile Çanakkale’de yenmesi, Sakarya ırmağı boylarında Yunanın belini kırması ve hemen ardından da İzmir’de denize dökmesi, dedelerimizin canına can katmış, umut yeşertmiş, ömür uzatmıştı. Bulgaristan Sofya Büyükelçiliğimiz de parlayan yıldızı olmuştu. 1989’da ben de bir gece bir uçan kilimle vatanından kopanlardan biriyim. Yedi yaşım, gençlik yıllarım, hatta kışın soğu ve yazın sıcağı orada kaldı. Bahar kokusunu, ekin tarlalarının dalgalanışını asla unutamadım. Kılçık süren yeşil engine karışan mavi çiçekler ve kırmızı gelincikler çocukluğumun en iyi tablosuydu. Bu doğa harikasını hayal ettiğimde, bulunduğum yer anavatan da olsa, her defasında göz bebeklerimden damlalar taşmıştır. Zamanla anladım ki, güzelliklerini anlatırken heyecanlandığım memleketimi, kovulurken, Büyükelçime, diplomatlarımıza emanet etmişim. Onlar görev başında oldukça, hiç bir şeyimize hiçbir şey olmayacağına inanmışım... Bu anlamda, bu saygı ziyareti benim için çok büyük önem taşıyordu. Sofya Büyükelçiliğimizin kapısını takım elbiseli, kravatlı 10 kişilik bir heyet olarak çalıyoruz. Taşıdığımız paketlerde kişisel hediyeden çok, göçmen ruhuyla kitaplaştırdığımız anılarımız, düşüncelerimiz ve önerileşen özlemlerimiz


168

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

var. Heyetimizde profesör, doktor, ilahiyatçı, gazeteci, dernekçi, siyasetçi vb arkadaşlar yer alıyor. Ortak kurduğumuz ve yaratıcılığımızın mihveri olan Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi (BG-SAM) yayınlarından 30 kitapla dünya görüşümüzü, fikirlerimizi ve tüm birikimimizi Büyükelçiliğimize taşıyoruz. Ziyaretimizi tuhaf bulanlar da olmuş olabilir. Çünkü daha önce bir emsalinin yaşanmadığı kulağımıza geldi. İlk ziyaretimizin, bir başka anlamı ise, devlet siyaseti ile dernek etkinliklerinde ifade bulan, hareketlenen halk kitlelerinin diplomatlarımıza “gözümüz üzerinizde” duyarlılığı gibi yaklaşmasıdır. Bu, yeni tay duran gerçekte, bir de, Bulgarların bize yineleyerek dayatmaya çalıştığı, siz “göç kilimine atlayıp gittiniz, bu gidişin dönüşü yok, sizin de burada işiniz yok” saçmalığında bir kırılma noktası oldu. Güçlenen Türkiye’nin doğurduğu yeni bir gerçek olarak kabul edildi. Cennet, insanın doğduğu yerdir. Kutsalını korumak kişinin hakkıdır. Ebedi olan kimlik ve vatandır. Soydaşlarımızı sarması ise doğaldır. Aynı zamanda, gerçek hayatın uçan kilim masallarından farklı olduğunu görmeyen kalmadı. Dönem toplantısını Sofya’da yapan Avrupa Konseyi’nin boş kalan köylerimizi Suriyeli sığınmacılara dağıtma planları da endişemizi arttırdı. Önceki nesiller, mazlum Bulgaristan Türkleri, Türkiye’nin Büyükelçileri ve konsoloslarla aynı konularda aynı şeyleri düşünebileceklerini, birlikte fikir yürütebileceklerini asla düşünememişlerdi. Görevlilerin onlar için çözümler bulmalarını sabırla beklemeye alışmışlardı. Bir asır böyle devam etmişti. Bulgaristan’dan sökülme, halkımızla devletimizin stratejik ve güncel konularda fikirde çakışma ve eylemde buluşma noktasında birbirine kilitlenmesi yeni bir aşama başlattı. Halkın sorunları halkın dışında çözülemez tezi bilinç oldu. Bu gelişmeyi en fazla etkileyense nedir bilemeyiz, çünkü yeni kuşakta “onlar her şeyi bilir, bize söz düşmez, dedikleri dediktir” gibi söyleyişe rastlamıyoruz. Virgül ve vurguların değiştiği bir çağda yaşıyoruz. Özel ziyaretimize, bu yeni açıdan bakıldığında, “yol ayrımı yaşamadan birlikte ilerleme niyetimiz” kendiliğinden ifade buldu. Biz Bulgaristan Türk erkeklerinin “büyüklerin sözü üstüne söz konmaz” geleneğini kadınlarımız bozdu. Uçan bir kilime yükledi. Sonra bir yerlere gönderdi. Nereye olduğu bilinmez. Eskiden kanaat sahibi, son sözü söyleyen hoca, imam ve müftülerimizdi. Giderek okul müdürleri, öğretmenler onların yerine geçti. Daha sonra parti sekreterleri, partililer, mürekkep yalamış üniversite diplomalılar geldi. Daha sonra Bulgarca bilenler ve sonunda Bulgarlar hüküm vermeye başladığında oyun bozuldu. Şu ajan, bu ihbarcı, bu da gammazcı olayları fısıltı


Makale ve Analizler - 2018

169

gazetesine düşünce, analarımız ve eşlerimiz bize “başkasının ağzına bakma”, “kimsenin sözüne güvenme”, “sesini kıs” nasihatinde bulunmaya başladı ki, “Belene” kampında yatanların 52’si “muhbir” çıkınca, desti kırıldı. Yine “Belene” kampında kalanlardan yarısının “parti biletli, komsomol sekreteri veya parti aday üyesi” olduğu anlaşıldığında ise, rüzgâr yön değiştirdi. Samimilik ile samimiyetsizliğin arası açıldı. Doğruluk ve haklılık kıstası aranıyor. Tam o yıllarda, Bulgar dilinde, “topka, jena ve politika” dişildir. Top her kaleye girer, kadın da uygun bulduğunda herkese güler, siyaset ise, senin benim değil, çıkarların adamıdır tekerlemesi aldı yürüdü. Demek istediğim, biz 1989’da ayaklanıp 1990’da partileşsek de, ilk kez ayrı bir güç olarak siyasete karışsak da, siyaset bizden uzak kaldı. Çıkarlarımızı, hak ve özgürlük davamızı taşımayı kabul etmedi. Yeni ortamda çilekeşlerin tek dayanak noktası sivil toplum örgütleri, Bulgarcada “hükumet dışı örgütlenme” adıyla bilinen dernekçilik ön plana çıktı. Bu bakıma, Sofya ziyaretimizin anlamı derindir. Biz Bulgar demokratik sivil toplum örgütleri arasında yerimizi bulmalıyız. Dış ülkelerdeki Bulgaristan vatandaşları arasında kurulmuş siyasi parti yok, fakat onlarca öğrenci, gençlik, işçi ve gurbetçi örgütü var. Yenileri kuruluyor. Hepsi memleketiyle bağlı çalışıyor. Neden olmasın! Bu yenidünya görüşü, Bulgar toplumuna da işledi. Büyükelçilikteki çıktığımızda, Bulgaristan “yeşilleri” her gün tekrar eden gösterilere ne toplanmış bulduk. Alman Yeşiller Partisi’nin Avrupa Birliği parlamentosu milletvekili Bayan Keller Sofya ulusal çevreyi savunma kitle gösterilerinin ön saflarındaydı. Müslüman Pomaklarımızın yaşadığı Pirin Dağında asırlık çam ormanları kesilerek, binlerce böcek, sürüngen, kuş, yaban hayvanın yiyeceksiz ve yuvasız bırakıp yok olmasına, doğaya kıyılmasına yol vermeyiz sloganıyla yürüyorlardı. Bayan Keller çok değerli vasıflara sahip bir öncü çevrecidir. Almanca, İngilizce, Fransızca dışında, Türkçe, Arapça ve Farsça okumuş, serbest konuşabiliyor. Türk olduğumuzu öğrenince, “pasif kalıyorsunuz, sizin yeriniz yeşiller hareketinde” diye işitebileceğimiz kadar yüksek sesle haykırdı. Gerçekten yürüyenler arasında HÖH, DOST, HŞDP gibi Türk partilerinden kimse yoktu. TV ekranında her konuda “akıl” veren Osman Oktay bile kahvesini çevrecilerle içmek istememişti. Oysa sıraladığım liderler, Büyükelçilerle görüşmeyi kendilerine öncelikli hak olarak gasp etmiş olanlardır.


170

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Protestoları süren çevreciler “suni kar döşemek için doğanın yok edilmesine karşı” savaş veriyorlardı. Bu konunun özünde politika var. İktidardaki GERB partisi, Başbakan Boyko Borisov ile iktidar ortağı olan aşırı sağcılar, sözüm ona “Yurtseverler Cephesi”, Avrupa Konseyi’nin kendilerine “faşist” partiler dediği “Ataka”, “VMRO” ve güya “Bulgaristan’ı Kurtarma Cephesi” liderleri birbirine girmiş durumdadır. Son günlerde, Hollanda Başbakanı Sofya’yı ziyaret etti ve başbakan Borisov’a “Sen bu faşistlerle kol kola oldukça, ‘Chengen’ üyeliğini unut”, milliyetçi hortlama şefi, Başbakan Yardımcısı Valeri Simyonov “erkek genel seçim” dedi. Görünüşte önemsi olan en küçük konuda bile kıyasıya kavga var. Toplum demokrasiye, adalet ve insan haklarına vb hamiledir. Halk bekleyiş içindedir. Bundan böyle Bulgaristan halkı dizginleri eline almak için çırpınıyor. Bu davada biz de varız. Bu anlamda, BULTÜRK halka inmiş bir kitle derneğidir. Halk davasını sırtlamıştır. Kitleye doğru yön verişi, modern bilinçlenmeyi hayata çağışı, bir sivil toplum hareketi olarak, siyasi partiler seçimler arasında rahatça uyumaya devam ederken, diriliş ve direniş bayrağını asla dürmedi. Hep yüksekte dalgalandırdı. Bulgaristan soydaşlarında devrimci ruhu uyandırdı. Oluşturdu. Şereflendirdi. STÖ olarak kitle siyaseti yaptı. Buna yasal hakkı olmayabilir, fakat BULTÜRK’ün savunduğu ve yaşattığı kutsallığımız doğal hakkımızdır. Eğer Brüksel sivil toplum örgütleriyle solumak, onların saflarına inmek zorundaysa, Türk diplomasisi de soydaşların ve Bulgaristan Türkleri kanaat önderlerinin, sivil toplum kuruluşlarının nabzını tutmak zorundadır. Birlikte hareket etmemeli, karar almamalı ve onlara hiçbir şey dayatmamalıdır. Görüşmemiz esnasında, Büyükelçimiz, “Bulgaristan Türkleri hayrına her birinizden birer istek almak istiyorum” demiş olsaydı. Şunu düşünmüştüm: “70 yıldan beri okullarımız kapalı, hocalarımızın Türkçesi zayıfladı, şu anadilimizde eğitim, öğretim, kültür sorunlarına bir el atsak!” Konu açılmadı... Uçan kilimlerin yönünü belirleyen kültür ve uygarlıktır. Okuma yazması olmayan insanların kültür ve uygarlık düzeyini herkes bilir. İnsanı köyde tutan, köye hapseden kör cahilliktir. Ben, cahillik çıtasını atlamamız gereğine kesin inanıyorum. Bin öğretmen, bir mühendis, 1000 doktor ve 1000 sanatçı, kültür adamı ve aydın yetiştirmeden içine itildiğimiz durumla baş edemeyiz. Biz uygarlık taşıdığımız için 600 yıl bu topraklarda hükmedebildik. Şimdi cahil bırakıldık ve köleleştirilmeye çalışılıyoruz.


Makale ve Analizler - 2018

171

Bir polis devleti kurulmak istendiğini görmeyen yok. “Parasızlıktan” bedava okul kitabı dağıtamayan hükumet, bir ay önce polislere 100 milyon leva hediye etti. Ayakkabıları, üniformaları, copları yenileniyor. Savcılık ve yargı derin dondurucuya kondu. Buna seyirci kalan siyasi partiler, diktatörlük sofrasına oturmaya hazırlanıyor. Halkın tek güvendiği güç sivil toplum örgütleri hala ayaktadır. Güven topluyor. Uçan kilimler 3 milyon vatandaşımızı dış ülkelere taşıdı. Vatandaş, iş, daha yüksek kültür, uygarlık ve yaşam standardı arıyor. Bulgar tarihinden yeni uygarlık ve yeni bir yaşam tarzı çıkarmak zor! Tarihimiz kılçık dolu, yenir yutulur tarafı yok. Bu nedenle olacak devlet tarihi devletleştirmek istiyor. Yeniden yazdırsa da değişen bir şey olmuyor. Bulgar tarihinden Türklüğümüzü söküp atmak isteyenler de var. Devletleştirilen tarih geçmişin zulümden, toplama kamplarından, yargısız infazlardan, soya dönüş sürecinden ve rüşvet illetinden temizlenecekmiş. Bu işin akıl hocaları “tarihin sonu” dediler. Dediler de bundan sonra ne olacağını söylemediler... Bizde, devletleştirilen kültürde yalnız Bulgarlığa dönülecekmiş. Yani 500 yıl önce Hıristiyan ve Müslümanların, Bulgar ve Türklerin aynı sokağın iki yanında komşu komşu yaşadığı yıllara dönülecekmiş. Başbakan yardımcısı Valeri Simyonov’un dediğine göre, “Bulgarlık kendini bundan böyle yeniden üretebilme kabiliyetini yitirmiş, ilk köklerine dönecekmiş. Yani Osmanlı Müslümanlığı ortamında, Bulgarlık canlandırılırken Türkleri bezdirip tiksindirmek için kapıları önünde domuz kestik, kanını kuyularına akıttık, kütük üstünde horoz kesip sokaklarında çırpındırdık, kanlı bıçaklarımızı çeşmelerinde yıkadık, hepsine tövbe ettirdik. Biz, Türkleri, kendimizden bıkıp usandırmaktan, tiksindirmekten doğduk. Başka çaremiz yok. Yine başa döneceğiz,” diyor. Demek oluyor ki, Bulgar milli duygusu Türk hasımlığına dayanır. Tabii bunları görüşmemizde konuşamadık. Sizin de gördüğünüze göre, her şey Arap saçı gibi, birbirine örülmüş. Masallardaki uçan kilim de yok. Olsa bile tarihin içine uçamıyor, geri vitesi yok... Devam edecek. İkinci bölüm: Vatansız kalma tehlikesi baş gösterdi.


172

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan Türkleri -2-

Sibel Mustafa-10.Şubat.2018

Çalışmamızın konusu olan diğer kavram Bulgaristan Türkleri kavramıdır. Bulgaristan Türkleri en genel anlamı ile günümüzde Bulgaristan Cumhuriyeti sınırlarında yaşayan Türkler anlamında kullanılan bir kavramdır. Bu kavramın ne şekilde oluştuğunu takip edebilmek için öncelikle Osmanlı Devleti tarihine bakıp Balkanrda fethedilen topraklara ne zaman ve ne şekilde Türk kitleleri gönderildiğini tespit etmekle başlamak isabetli olacaktır. Osmanlı Devleti ondan önce kurulan Türk devletlerinden farklı olarak sadece bir Asya devleti olmamıştır. Osmanlı Devleti hem Asya, hem de Avrupa devleti olmuştur. Öncelikle Marmara denizi kıyısında kurulmuş, ilk zamanlar Marmara’nın batısına, Balkanlara veya Rumeli’ye doğru genişlemiş, daha sonra da Marmara mihverinin iki yakasında, simetrik olarak genişleyip büyüyen bir devlet haline gelmiştir. Osmanlı Devleti’nin ilk başkenti Anadolu’da Bursa, ikinci başkenti Rumeli’de Edirne olmuştur. İstnabul’un fethiyle devlet, bir nevi tabii başkenti ve jeopolitik dengesine kavuşmuştur: Doğu’da Anadolu kanadı, batıda Rumeli kanadı ve orta yerde başkent İstanbul. Devlet için birinci derecede önem taşıyan başkent İstanbul’un korunması son derece önemli olmuş ve koruyucu kalkan durumunda olan ve Tuna nehrine kadar uzanan Rumeli toprakları, daha ilk fetih günlerinden başlanarak yoğun bir şekilde Türk nüfusu ile doldurulmuştur.2 Osmanlı devleti iskân politikalarında genel olarak dört temel hedef belirlemiştir: fethedilen bölgenin Türk-İslamlaştırılması, düzenli asker ihtiyacını karşılamak, üretimde sürekliliği sağlamak ve vergi kontrolünü elinde tutmak. Bu iskân politikası disiplinli bir şekilde 1357 yılından başlayıp, Birinci Beyazid döneminde artarak devam etmiş ve devletin yıkılışına kadar sürmüştür. Batıda fethedilen yeni toprakların Türkleştirilmesi için yerleşik halka nazaren daha disiplinli ve daha savaşçı bir yapıya sahip olan konar - göçerlerin kullanıldığı görülmektedir. Süleyman Paşa Rumeli’deki kaleleri zaptettikçe Orhan Bey’e: “Rumeli şehir ve kalelerindeki Hristiyan aileleri Karesi vilayetine geçirip, onların yerine de Anadolu’nun güneyinden göçebe Türkmen, gönüllü Gaziyan, fisebilillah gaza eden Dervişan ve kendi arzusuyla gelip yerleşmek isteyen köylüleri gönderip iskân eylemek gerek.” demiştir. Orhan Bey de bu bölgelerdeki aileleri Rumeli’ye göndererek iskân etmiştir. Osmanlı iskânları gelişigüzel değil, belirli 2- Berlin Ahidnamesi: Ayastafonos, Berlin, Kıbrıs muahedenameleri. 1908. İst. Karabet Matbaası, s.4


Makale ve Analizler - 2018

173

bir plan - program çerçevesinde gerçekleşmiştir. Mesela iskân mahallerine bir hükümet konağı yapılarak hem merkezi otorite hissettirilmiş, hem de vatandaşın kolayca arz-ı hâlini bildireceği bir merci bulundurulmuştur.3 Anadolu’dan Rumeli’ye gelen Türklerin “görevi” buralarda İslamiyetin din olarak benimsenmesini sağlamak, Anadolu Türk kültürünü her anlamıyla bu topraklara taşıyıp o zamanki anlayışa göre buraları şenlendirmek olmuştur. 14. yüzyıl itibari ile Anadolu’dan Rumeli’ye sürekli bir şekilde Türk nüfusu gönderilmiştir. Bu dönemde, Orta Asya’dan Moğol istilası nedeni ile Anadolu’ya sığınmış Türk nüfusu oldukça fazladır. Bu şekilde Anadolu’da sayıları artan Türkler Rumeli’ye kaydırılmıştır. Türkler haricinde Anadolu’da göçebe yaşamı süren Yörükler, Türkmenler, Konyarlar ve Tatarlar da Rumeli’ye götürülüp yerleştirilmişler ve bu topraklarda yerleşik bir hayat sürmeye başlamışlardır. Diğer taraftan yeni fethedilen toprakların çekiciliğine ve sundukları imkanlara kapılan, girişken bir takım Türk kitleleri de kendiliğinden Rumeli topraklarına göçüp yerleşmişlerdir. Bunlar dışında daha sonra Anadolu’da meydana gelen Celali ayaklanmaları gibi kargaşalar sebebi ile bazı Türk kitleleri buralardan kaçıp Rumeli’ye sığınmışlardır. Bu şekilde oldukça kısa bir sürede farklı sebeplerle Anadolu’dan göçen Türk kitleleri, Rumeli’nde de Anadolu’da olduğu kadar güçlü bir Türklük oluşmuşlardır. Anadolu’nun bir parçası olan Rumeli Türkleri, 14. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar beş yüzyıl boyunca bu topraklara bir nevi kök salmışlardır.4 Anadolu Türkleri’nin Rumeli’ye iskân etme politikası amacına ulaşmış bu topraklar sadece yönetim olarak değil kültür olarak ta Türk toprakları olmuştur. Balkanlar’da takip edilen hoşgörü politikası neticesinde hem Osmanlı hanedanının nüfuzu artmış hem de İslamiyet yayılmıştır. Balkanlar’da İslamiyetin yayılması kılıç zoruyla değil daha çok Osmanlı devletinin sosyal alanda sergilediği hoşgörünün bir sonucudur. Bu hoşgörü anlayışı sadece devletin kurulduğu ilk dönemlerde değil daha sonra da devam etmiştir. Örneğin “1806 - 1812 Harbi başlarında Ruslar, çeşitli vaatlerle ve cebren iki binden fazla Bulgar’ı yurtlarından kopararak Eflak - Boğdan taraflarına yerleştirmişler ve olaya iltica süsü vermişlerdi. Aradan bir müddet geçince Bulgarlardan her biri bir mahalde sefalet ve hakaretlere uğrayarak feryad-ü figan etmişler ve neticede tekrar yurtlarına dönmek için Osmanlı Devleti’ne başvurmuşlardır. Kendileri hakkında verilen fermanla tamamı affedilerek eski yerlerine dönmelerine müsaade edilmiştir.”5 Ayrıca Rus istilasıyla harap olan yerlerin 3- Ercilasun, Ahmet. 2007. Türk dili tarihi. Ankara: Akçağ yayınları, s.195 - 201. 4- Feher, Geza.1999. Bulgar Türkleri tarihi. Ankara: Türk Tarih kurumu. 5- Güneş, Nurcihan. 2011. “Bulgaristan Türklerinin dil durumu”. Modern Türklük araştırmaları de gisi. http://mtad.humanity.ankara.edu.tr/39-832011-512.php (Ocak 2018).


174

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yeniden şen ve mamur edilmesi hususunda Osmanlı Hükümeti gerekli girişimlerde bulunmuştur. Görüldüğü gibi Rumeli toprakları başarılı bir şekilde Türkleştirilmiş ve İslamlaştırılmıştır. 1877 - 1787 Osmanlı - Rus savaşı sonrasında. Osmanlı devletinin savaşı kaybetmesi ile yukarıda belirtilen şekilde yüzyıllar önce Rumeli’ye gönderilen Türk kitleleri bu kez buralardan kopup Anadolu’ya akın etmeye başlamıştır. “Osmanlı-Rus savaşı, bir tayfun gibi Rumeli’yi kasıp kavurdu. Rumeli Türklüğünü, beş yüzyıllık kökünden söküp attı”6 Rumeli topraklarında çok büyük bir bozgunluk yaşanmış ve atasözlerine dahil olara günümüze dek hiç unutulmamıştır. “Anadolu’nun salgını, İstanbul’un yangını, Rumeli’nin bozgunu” atasözü bunlardan sadece bir tanesidir. Savaştan hemen sonra sayıları yaklaşık bir milyon olan Rumeli muhaciri Anadolu’ya sığınmıştır. Onbinlercesi de Anadolu’ya ulaşamadan yollarda hayatını kaybetmiştir.7 1878 Berlin Antlaşmasıyla Osmanlı İmparatorluğu’nun Tuna Vilayeti üzerine bir Bulgar Prensliği kurulmuştur. Ancak çok milletli imparatorluk toprakları üzerine kurulan bu üniter milli devletin sınırları içerisinde birçok Türk kütlesi kalmıştır, öyleki Bulgar Prensliği nüfusunun üçte birinden fazlasını Trükler oluşturmuştur. Türk-Bulgar nüfus mübadelesi yapılmamıştır. 1878 Ayastefanos Antlaşması’nın müzakeresi sırasında Türk delegeleri Ruslar’a Balkan Sıradağları’nın kuzeyinde kalan Türklerin güneydeki Bulgarlarla değiştokuş edilmesi, taşınmaz mallarının da karşılıklı olarak tasfiye edilmesi yönünde bir teklif sunmuş ancak Rus tarafı bu teklifi kabul etmemiştir. Sonuç olarak Tuna vilayetinde yaşayan ve Rus savaşından önce Osmanlı tebaası olan Türkler, savaş sonunda kendilerini “Bulgar vatandaşı” olarak bulmuşlardır. Bundan böyle Bulgar yönetimi altında yaşamak, Bulgar yasalarına uymak ve bir “azınlık” olarak varlıklarını sürdürme durumunda kalmışlardır. Berlin Antlaşması’nın Osmanlı Türkçesi metninde kurulacak olan Bulgar Devleti’nin adı Bulgaristan olarak yer almaktadır.8 Dolayısıyla kurulacak olan bu yeni ülkenin sınırları içinde yaşayan Türk toplulukları da Bulgaristan Türkleri olarak adlandırılacaktır. Böylece Bulgaristan Türkleri kavramı da yabancı bir ülke sınırlarında yaşayan bir Türk azınlığı anlamına gelen sosyal bir terim olarak oluşmuştur.

6- “Almanya’da Bulgar Türkü anne ve oğlu bıçaklanarak öldürüldü”. Milliyet gazetesi. 13.09.2017 http://www.milliyet.com.tr/almanya-da-bulgar-turku-anne-ve-dunya-2518862/(01.2018) 7- Kafesoğlu, İbrahim. 2000. Türk milli kültürü. İstanbul: Ötüken yayınevi, s.190-194. 8- Kalaycı, İsa. Kızılkaya, Oktay. 2012. “Osmanlı Devleti’nin İskân siyaseti ve yerleşim birimleri üz rine bir değerlendirme.” Cilt: 9, Sayı:18


Makale ve Analizler - 2018

175

Ancak bu ilk oluşumunda Bulgaristan Türkleri kavramı sadece Tuna vilayetinde ikamet eden Türk toplulukları anlamına gelirken daha sonra anlamı biraz daha genişleyecektir. Bulgaristan, 1878’den sonraki tarihlerde topraklarını genişletmeye devam etmiştir. Nihayet 18 Kasım 1885 tarihinde Doğu Rumeli vilayeti burada yaşayan Türk kütleleri ile beraber Bulgaristan sınırlarına dahil olmuştur. Bu tarihten sonra Bulgaristan Türkleri kavramının anlamı biraz daha genişlemiş ve artık eski Doğu Rumeli topraklarında yaşayan Türkleri de kapsamıştır. Yukarıda belirtilen tarihi gelişmeler sonucunda eski Rumeli topraklarından Anadolu’ya olan göçler 19. yüzyıldan başlayarak günümüze kadar devam etmiştir. Bulgaristan’dan ilk büyük Türk göçü Doksanüç Muhacereti denen göç olmuştur. Bu göç 1877 - 1878 Osmalı - Rus Savaşı sırasında görülen bozgun göçüdür. Bu göç dalgası ile yüzbinlerce Türk Anadolu’ya gitmek üzere yerlerinden yurtlarından kopup yollara düşmüştür. 1886 - 1890 yılları arasında Bulgaristan’dan Türkiye’ye toplam 74 bin 753 Türk göç etmiştir. Sonrasında Bulgar resmi istatistik kayıtlarına göre 1893 - 1902 yılları arasında toplam 70 bin 603 Türk ülkeden göç etmiştir. İkinci büyük göç dalgası da Balkan Savaşları esnasında gerçekleşmiştir . Bu göç esnasında eski Rumeli topraklarından yaklaşık bir milyon Türk göç etmek üzere yollara düşmüş yaklaşık 200 bin kadarı savaş sırasında öldürülmüş, geri kalanı da Anadolu’ya ulaşmıştır. Bulgaristan’dan Türkiye’ye göçler Cumhuriyet döneminde de devam etmiştir. Bu dönemde göç faaliyetleri ilk kez düzenlenmeye başlamıştır. 18 Ekim 1925 tarihinde Ankara’da imzalanan “Türk-Bulgar İkamet Sözleşmsi” uyarınca Türklerin isteğe bağlı göçlerine engel olunmayacaktır. Muhacirler taşınabilir mallarını yanlarında getirebilecek taşınmaz mallarını da satabilecek ve elde ettikleri parayı da Bulgaristan sınırları dışına çıkarabileceklerdir. Cumhuriyetin ilk döneminde, iki dünya savaşı arasındaki yıllarda Bulgaristan’dan Türkiye’ye toplam 198 bin 688 Türk göçmüştür. İkinci dünya savaşı ve savaş sonrası yıllarda Bulgaristan’dan Türkiye’ye olan göç sayısı oldukça azalmş 1940 - 1949 yılları arasında toplam 21 bin 353 kişi göç etmiştir. Bu yıllar arasında gerçekleşen göç normal bir göç olmamıştır, nitekim yeni Bulgar rejimi Türkiye’ye göçlere izin vermemiş Türkiye - Bulgaristan sınırı göçe kapalı olmuştur.


176

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bundan sonraki göç dalgası 1950 - 1951 göçü olarak bilinir. 10 Ağustos 1950 yılında Bulgar Hükümeti, Türkiye’ye bir nota vererek sert bir dille Bulgaristan Türklerinden 250 bin kişinin 10 Kasım 1950 tarihine kadar Türkiye’ye gönderme isteğini açıklamıştır. Ancak Türkiye bukadar kısa sürede bukadar çok göçmeni kabul edecek imkâna sahip olmadığından notayı reddetmiştir. Buna rağmen göçmek isteyen Bulgaristan Türkleri’ne vize verilmeye devam edilmiştir ve 1950 - 1951 yılları arasında Bulgaristan’dan Türkiye’ye 154 binden fazla Türk göç etmiştir.9 Bundan sonra Bulgaristan Türkleri’nin göç tarihinde gerçekleşen en kısa zamanda en kapsamlı göç dalgası olan 1989 - 1990 tarihleri arasında Türkiye’ye zorunlu göç olmuştur. Göçün zorunlu olmasının önde gelen sebepleri bu tarihlerde Bulgaristan’da iktidarda olan komünist rejiminin Türklerin Türk isimlerini istekleri dışına zorba bir politika ile Bulgar isimleri ile değiştirilmiş olması, Türkçe konuşmanın resmi olarak yasaklanması, Türk aydınlarının hapse atılmaları gelmektedir. Bunlar karşısında Bulgaristan’da yaşayan Türklerin açlık grevleri yapması, çeşitli protestolarla karşı çıkmaları ve olayların dünya kamuoyuna yansıması sonucu Bulgar Hükümeti Türkiye sınırlarının açılmasını istemiş ve Türk olduğunu düşünen herkesin (Bulgar komünist rejimine göre Bulgaristan’da yaşayan Türkler Osmanlı zamanında asimile eidilmiş slav Bulgarlardır) ülkeyi terk etmesi gerektiği beyan edilmiştir. Bunun sonucunda Mayıs 1989 - Mayıs 1990 yılları arasındaki bir yıllık sürede Bulgaristan’dan Türkiye’ye toplam 345 bin 960 kişi göç etmiştir. Bunlardan 133 bin 272 kişi Bulgaristan’da komünist rejiminin düşmesi ve demokratik yönetime geçilmesi ile çeşitli sebeplerden dolayı tekrar Bulgaristan’a geri dönmüştür. Günümüzde halen Bulgaristan sınırlarında ikamet eden yaklaşık bir milyon nüfustan oluşan bir Türk topluluğu mevcuttur. Bu topluluk ülkenin siyasi hayatında aktif rol almakta ve bu konuda Türkiye’ye göçtükten sonra çifte vatandaş olan ve Bulgaristan’da da oy hakkı olan Bulgaristan göçmenlerinden ciddi destek almaktadırlar.10 Buraya kadar sunmuş olduğumuz bilgiler çerçevesinden Bulgaristan Türkleri kavramını ele alırsak bu kavramın zaman içerisinde taşıdığı anlamın dinamik bir şekilde kapsamlaştığını görebiliriz. Kavram olarak şekillendiği ilk zamanlarda sadece Osmanlı Devleti’nin kaybedilen Tuna vilayetinde yaşayan Türkleri kapsamaktadır, daha sonra Balkan Sıradağları’nın güneyinde yaşayan ve Bulgaristan sınırlarına sonradan dahil olan Türkleri de kapsam alanına almış9- Kâşgarlı, Mahmut. (2015). Dîvânu Lugâti’t-Türk. Giriş - Metin - Çeviri - Notlar Dizin (Hazırlaya lar: Ercilasun Ahmet B., Akkoyunlu Ziyat). Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. 10- Moskov, Mosko. 1988. İmennik na bılgarskite hanove (novo tılkuvane). Sofiya: dr. Petır Beron, s. 24-25


Makale ve Analizler - 2018

177

tır, sonrasında bu bölgelerden Anadolu’ya göçen Türkler de Bulgaristan Türkleri olarak literatüre geçmiştir, günümüzde ise Bulgaristan Türkleri kavramı bugünün Bulgaristan sınırlarında yaşayan Türkler olduğu gibi, Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç eden Türkler anlamına da gelmektedir. Bulgaristan Türkleri kavramı tarih içerisinde şekillenerek somut anlamı olan bir sosyal terim niteliği kazanmıştır. Bulgar Türkleri ve Bulgaristan türkleri kavramlarının tarihteki yolculuğunu takip edip günümüzde ne anlama geldiklerini tespit ettiğimize göre çalışmamızın bu aşamasında bu kavramlar arasında bir ilişki olup olmadığını görebiliriz . Öncelikle oluşum zamanı açısından ele aldığımızda görüyoruz ki Bulgar Türkleri kavramının oluşumu her nekadar 5. yüzyıla dayansa da kesin olarak ve günümüzde kullanılan biçimde 19. yüzyılın sonunda ve 20. yüzyılın başlarında bilim adamlarının araştırmaları sonucu ortaya çıkmış bir tarihi terimdir ve yaklaşık 9. yüzyılın sonularına kadar yaşamış olan bir Türk topluluğu anlamına gelmektedir. Bulgaristan Türkleri kavramı ise 19. yüzyılda belli başlı tarihi hadiseler sonucu oluşmuş daha çok sosyal bir terimdir. Dolayısıyla karşılaştırdığımız iki kavram farklı zamanlarda, farklı anlamlarda ve farklı alanların terimleri olarak oluşmuşlardır. Coğrafya açısından ele aldığımızda görüyoruz ki Bulgar Türkleri Karadeniz’in kuzeyinde yaşamış bir Türk topluluğu iken Bulgaristan Türkleri Tuna nehrinin’nin güneyinde ve Karadeniz’in batısında bulunan topraklarda yaşamış ve halen yaşmaktadırlar. Dolayısıyla Bulgar Türkleri ve Bulgaristan Türkleri farklı zamanlarda ve farklı coğrafyalarda yaşamış topluluklardır. Zaman ve coğrafya anlamında aralarında herhangi bir ilişki bulunmamaktadır. Karşılaştırdığımız iki kavram arasındaki en önemli fark birinin günümüze kadar gelememiş bir topluluğu ifade ediyor olması (Bulgar Türkleri), diğerinin ise günümzde var olan bir topluluğu (Bulgaristan Türkleri) ifade diyor olmasıdır. Neticede var oluş anlamında da iki kavram arasında bir ilişki söz konusu değildir. Kültürel açıdan ele alıp ilk olarak toplumları toplum yapan dil unsuruna baktığımızda görüyoruz ki Bulgar Türkleri’nin kullandıkları Türkçenin temsilcisi bugünkü Çuvaş Türkçesi sayılmaktadır ve Batı Türkçesi’nin özelliklerini taşıdığı bilnmektedir. Bulgaristan Türkleri’nin kullandıkları Türkçe ise muhakkak zamanla değişim göstermesiyle beraber günümüzde kullanılan şekli ile Modern Oğuz Türkçesinin Rumeli ağızları grubu içerisnde yer aldığı ve ölçünlü Türkçe içinde birleştiği bilinmektedir.11 Bu anlamda ele aldığımız kavramların ifade ettiği iki topluluk ta her nekadar birbirinden farklı olsalar da sonuç itibari ile Türkçe 11- Şimşir, Bilal. 2012. Bulgaristan Türkleri. Ankara: Bilgi yayınevi.


178

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

dilini kullanmış ve kullanılıyor olmaları açısından hafif te olsa bir ilişki olduğu kabul edilebilir. Kültürün diğer bir önemli unsuru olan din açısından baktığımızda Bulgar Türkleri dini inançlarında totamizmin geliştiği ve kurt, kartal gibi totemleri olan aynı zamanda da semavi hükümdar olan bir tanrıya inandıklarını görüyoruz. Bulgaristan Türkleri’nin dini ise şüphesiz İslamdır zira Anadolu’dan Rumeli’ye göç etmelerinin temel nedenlerinden biri bu toprakları İslamlaştırmak olmuştur. Dolayısıyla dini açıdan incelediğimiz iki toplum arasında bir ilişki veya benzerlik bulunmamaktadır Yapmış olduğumuz bu karşılaştırmalar sonucunda iki kavram arasında var olduğu sayılabilecek uzaktan da olsa bir dil ilişkisi ötesinde herhangi bir ilişki bulunmamaktadır. Sonuç Bulgar türkleri ve Bulgaristan Türkleri farklı zamanlarda oluşmuş ve farklı anlamları olmakla beraber, aralarında iki toplumun da kullandıkları Türkçe dil anlamında çok hafif bir ortak nokta olan, iki farklı kavramdır. Bu kavramların eş anlamlı olarak kullanılması son derece yanlış olacaktır. Günümüz Bulgaristan sınırlarında yaşayan Türkler’i ifade anlamında Bulgar Türkleri kavramının kullanılması bu topluma tarihten izleri birnevi silinmiş bir topluluk adı verilmiş gibi olur. Diğer taraftan, Karadeniz’in kuzeyinde 9. yüzyılın sonuna kadar var olmuş bir Türk topluluğunu Bulgaristan Türkleri olarak ifade etmek te bu topluluğu kendinden on asır sonra yaşamış olan topluluk adını vermek gibi olacaktır. Her iki kullanım şekli de yanlış ve yersiz olacaktır. Günümüz Türkçesinde ve özellikle gazetecilik dilinde Bulgaristan’da yaşayan Türkler veya oradan Türkiye’ye göç eden Türkler anlamında ne yazık ki Bulgar Türkleri kavramının kullanıldığını görmek mümkündür. Dolayısıyla kamuoyunda da bu kavram yanlış tanıtılmış olup aslı olmayan bir şekilde kullanılmasına yol açmaktadır.


Makale ve Analizler - 2018

179

Eğitim Ateşi Tutuşmuş

Elif Güneş-10.Şubat.2018

Konu: Adım Adım Bulgaristan. Sönmeyen vatan sevgisi... Trakya Ovasında anayolca Sofya’ya uzuyoruz. Filibe Plovdiv sanayi şehirden taşmış. Büyük lojistik merkezler, bacasız sanayi düzlüğe serilmiş. Köy evleri ile yeni tesisler arasında büyük fark var. Köyler Orient kokusundan kurtulamamış... Avluları meyve ağaçlı kerpiç-tuğla yapılar aynı tip, köylere girip çıkan yollar delik deşik. Tarım tesislerinin çatıları çökmüş. Kışa yatmış tarlalarında çöplenen kargalar kar habercisi. Benzinciler ve lokantacılar yol boyunu arasında paylaşılmış. Önümüzde tek tünel var. Bulgar trafik polisini ilk kez Tünel çıkışında gördüm. Yolculuğum esnasında Filibe ve Sofya ovalarının iki ayrı platoda olduğunu hissettim. Deniz seviyesinden yüksekliği 768 metre olan Sofya havzası Trakya’dan 300 metre yüksek. Osmanlı Rumeli’ye yayılırken, tünelden sonra genç şoför Berk’in takip ettiği yolu izlememiş, sola kırıp Meriç boyunca Rila Dağına tırmanmıştır. Onlar, yaylalarına bir metre kar yüklenince İstanbul kayakçılarının sıkça uğradığı Pamporovo kış turizmi tesislerinin bağlı olduğu Samokov şehrine pos atmışlar. Sevip yerleştikleri bu yere tarihi “Bayraklı Cami” kurmuşlar. Bugün müze olan cami Küpeli Çeşmesi ile ünlüdür. Filibe, Sofya ve Vardar ovaları yıllarca bu merkezden yönetilmiş. Lala Şahin Paşa öncülüğünde akıncıların Filibe - Plovdiv kapılarını 1330’larda çaldığı hatırlandığında, 15 Haziran 1389’da başlayan ve Sultan birinci Murad’ın Büyük zaferiyle sonuçlanan, Balkanlar’da Osmanlı çağını açan Kosova Savaşı’na kadar yarım yüzyıl olduğu dikkati çeker. Bu yarım asırda Samakov Yaylarında yeniçağın hazırlıkları tamamlanmıştır. O muazzam savaşta, tarihte ilk kez olmak üzere, Anadolu Müslüman uygarlığı ile Balkan Hıristiyan topluluğu yüz yüze gelmiştir. İslam savaş ruhu üstün gelmiş ve 500 yıl bu topraklarda hüküm sürmüştür. Osmanlı dönemi dışında Balkanlar 300 yıl savaşsız dönem yaşamamıştır. Bulgaristan’ın batısında bulunan Sofya’ya şehrini görmezden önce, yerli Türklerin Orta Balkan dediği (Sredna Gora) Güneydoğumuzda kalırken, Koca Balkan sıra dağları kuzeyimizi çevreledi. Şehre yaklaştıkça Vitoşa Dağı sanki önümüze dikildi. Rila ve Vitoşa Dağlarından inen, kışın dolan, yazınsa çavdar sapı gibi akan Sofya ırmak suları, sanki şehrin kılcal damarlarıdır.


180

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Önce 5 - 10 katlı panel binalarıyla dikkati çeken Sofya’nın tarihi çok eskiye uzanır. Toplu hayatı bir Trak kabile köyünde başlayan ve bugün 2 milyon nüfusu olan şehrin ilk adı “Serdi.” Çok beğendikleri bu şehre Romalılar “Serdika” demişler. Bu havzada yürütülen Roma ve Bizans (Doğu Roma) savaşlarında “Serdika” el değiştirmiş. 6. yüzyılda Bizans Kralı Yüstinyanus devrinde ticaret ve idari merkez olmuş. Ardından Balkan Yarımadasına akın eden Slavların eline geçen şehir, 9. yüzyılda adı “Sredets’e” değişmiş, Orta Çağ Bulgar devletinin idari ve kültürel merkezi olmuştur. 1018 - 1185 yılları arasında yine Bizans egemenliğinde kalmıştır. Sofya, Osmanlı’nın eline 1382’de yani Kosova Meydan Savaşı’ndan 7 yıl önce geçti. 14. yüzyıl sonlarında Sofya adını aldı. Rumeli Beylerbeyliğine başkent oldu. 19. yüzyılın sonuncu çeyreğine (1878) kadar Osmanlı egemenliğinde kaldı. 4 Ocak 1878’de Rus Orduları Sofya’yı Osmanlı egemenliğinden kopardı. 3 Nisan 1879 tarihinde Bulgar Prensliği Başkenti ilan edildi ve Sofya ismini artık 140 yıl koruyor. Osmanlı devrinden, 72 cami ve mescitle, büyük bir idari merkez, düzenli bir ticaret ve kültür şehri olarak ayrıldı. Bu kıyım savaşında Türkler şehri terk ettiler. İkinci Dünya Savaşı’nda Naziler tarafından işgal edilen anakent, 1943’ten sonra İngiliz ve Amerikan uçakları tarafından ağır bombalanmış ve bazı izleri bugün de canlı büyük hasar görmüştür. 15. yüzyılda kurulan, günümüzde Arkeoloji Müzesi olarak kullanılan, şehir merkezindeki Cumhurbaşkanlığı Sarayı önüne yerleşmiş olan “Büyük Cami” minaresi de bu bombardımanlara hedef olmuş ve yıkılmıştır. Önceden yer ayırttığımız “Sveta Sofya” oteli “Pirodska” sokağında bulunuyor. Adını, günümüz Sırbistan’ının Pirot şehrinden almıştır. Tarihçesi şöyle: 6 Eylül 1885’te Bulgar Prensliği ile Güney Rumeli’nin birleştiğini işiten Sırplar, Bulgarların büyük bir Balkan devleti olmasından korkarak, 7 yaşındaki prensliğe askeri saldırıda bulunur. Saldırganı püskürten Bulgar askerler Sırbistan topraklarındaki Pirot şehrine kadar ilerler ve otelimizin bulunduğu sokak bu zaferin anısını yaşatır. BULTÜRK Sofya temsilcimiz Sayın Hikmet Efendiev bizi otel lobisinde karşıladı. Hoş beşten sonra programımızı açıkladı. İlk ziyaret edeceğimiz kurum Bulgaristan Müslümanları Diyaneti Başmüftülüğü idi. Osmanlı sonrası Bulgaristan Türk topluluğunun dini yönetimini üstlenen ve örgütleyen Başmüftülük makamı, 1913 Osmanlı devleti ve Bulgar Çarlığı İstanbul Sözleşmesi Ek Protokolüne göre kurulmuştur.


Makale ve Analizler - 2018

181

Bulgaristan Müslümanları Diyaneti Genel Sekreteri Sayın Celal Faik 9 kişilik heyetimizi Başmüftülük makamının Yeşil Salonunda kabul etti. Bize, Bulgar Müslüman Diyanetinin Başmüftülük ve bölge müftülükleri olarak örgütlendiğini, Bulgaristan Müslümanları Manevi Şurasının da aynı binada bulunduğunu bildirdikten sonra, ülkede halen bin 100 açık camiolduğunu, dini hizmetler için 3 İmam Hatip Okulu ve başkentte bir Yüksek İslam Enstitüsü eğitime devam ettiğini anlatırken, “Sevdiğim Din” adlı birinci ve ikinci dereceli Kuran Kurslarına ilginin büyük olduğunu, öğrencilerle değişik konularda seminer, gezi ve yarışmalar düzenlediklerini, Müslümanların din eğitimini destekleme kampanyalarına aktif katıldığını paylaştı. Bilgilendirme sohbetinde, eğitim etkinliklerinde İstanbul BESADER, Bursa Kültür Derneği, İnegöl ve İstanbul “Aziz Mahmud Hüdai” ve Edirne İl Müftülüğü ve Diyanetle yakın işbirliği gerçekleştirdiklerine vurgu yaptı. “İslam Eğitimi” Fonuna yardım paralarıyla geçen yıl Madan şehrindeki Hafız kursları; Rudozem şehrindeki Eğitim Merkezi; Velingrat şehrindeki din eğitimi alan öğrencilerin yerleşmesi, Şumen şehrinde ve Ustina köyündeki İmam Kurslarının parasal yardım gördüğüne işaret etti ve birçok merkezde hafız kursu olduğuna da dikkat çekti. Genel sekreter, konukların sorularını yanıtlarken de, 2016 /2017 ders yılında 22 yerleşim yerinde 2 bin 671 öğrenciye “İslam Dini” eğitimi aldı, dedi. Hac ve Umre konuları açılınca, geçen yıl Bulgaristan Müslümanlarından 275 kişinin hac ibadeti yaptığını öğrendik. Aynı yıl 30 Müslüman da Umre’ye gitmiş. İlk kez bu denli inandırıcı bir açıklama işitiyorum ve ben Bulgaristan Türklerinin gerçekten has Türk olduklarına, “İslamlaştırılmış Bulgar” tezinin baştan sona yalan olduğuna inandım. Birden bire aklıma yerli asla doldurulamaz, ünlü sanatçımızın Zeki Müren geldi. Ah bu topraklarda ne Türklerimiz var diye düşündüm. Genel Sekreter Faik Beyden Bulgaristan Müslüman Diyaneti’nin “Yayıncılık” etkinlikleri ile ilgili bilgi sunmaya başlayınca dikkatimi toparladım. Bu çalışmaların Türkçe ve Bulgarca olmak üzere, iki dilde devam ettiğini, Başmüftülüğün aylık “Müslümanlar” dergisi ve çocuklar ve din eğitimine başlayan afacanlar için “Hilal” eki çıkardığını, ülke çapında 3 bin 500 adet dağıtıldığını öğrenirken şu bilgileri de aldım: Başmüftülüğün “Yayımcılık” Şubesi var. 2017’de yayınlanan eserler arasında, Türkiyeli yazar Prof. Dr. Abdurahman Çetin’in kaleminden çıkan ve Peygamberin (sav) hayatına ve etkinliklerinden değişik alanlara ışık tutan “Son Ha-


182

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

berci” kitabı Bulgaristan Müslümanları arasında büyük ilgi uyandırmış, birinci cildin 2. baskısı yapılmış. Genel Sekreter ikinci olarak, yazar Said Nuri’nin hazırladığı bir el kitabına değindi. Müslüman’ın Allah’ın tekliğine ve gönderdiği Peygamber (sav)’e inanmalarına ve namaz kılarken hepsinin kıbleye dönmelerine rağmen, Müslüman topluluğun birleşememesinin nedenlerini inceleyen bu eserde, kişisel çıkarlara bağlılık ve samimiyette eksiklik İslam topluluğundaki görüş ayrılıkları ile parçalanmanın temel nedenlerinden olduğuna yapıldığına vurgu yaptı ve Bulgaristan Türklerinin de benzer sorunlar yaşadığına değindi. Bulgaristan Müslümanları Diyaneti Başmüftüsü Dr. Mustafa Hacı Başmüftü görevine ilk kez 1997’de seçilmiştir. Din eğitimini Ürün’de görmüş, Doktora tezini de İstanbul Marmara Üniversitesi’nde savunmuştur. Maşmüftü görevine din adamları kongrelerinde tüm delegelerin oyuyla seçilmiştir. O, gerçekten de ilmiyle, ihlasıyla ve takvasıyla Bulgaristan Müslümanları için Yüce Allah (cc)’ın bir lütfüdür, sözleri çok etkileyici karşılanırken, aynı zamanda bir gizli polis subayı,, komünist ve dinsiz olduğu bilinen, totaliter rejim “Başmüftüsü” Dr. Nedim Gençev’in ağır kayıplar vererek totalitarizmden sıyrılan yerli Müslümanlara yeni tuzaklar kurmaya devam etmesi, Bulgaristan Müslümanlarını desteklemek için “Hanefi Başmüftülüğü” tescil ettirmesi, birçok Vakıf mülküne el atması ve Müslüman vakıflarına karşı mahkemelerde davaları sürdürmesi gibi ayrıntılar üzüntü uyandırdı. . Yayınlanan başka bir kitap ise, yazar Necati Ömer’in hacim olarak küçük, fakat önemi büyük olan, stresin (gerginlik) oluşum nedenlerini, üstesinden gelme yöntemlerini ve onunla mücadelede din ve dinsen inançların rolünü gözler önüne seren eserine gösterilen yakın ilgi ve düzenlenen tanıtım ve tartışma seminerleri üzerinde durdu. Uzmanlık alanım din psikolojisi olduğundan SayınFaik’in konuşmasına yakın ilgi gösterdim ve şu alıntıyı sizler için seçtim: “Çağımızın en aktüel hastalıklarından biri kuşkusuz strestir. Gelişen teknolojiler ile uygarlığın yükselişi insanlara konfor ve pek çok kolaylıklar sunsa da, aynı zamanda belirli problemler de doğuruyor. Eski ile karşılaştırıldığında, daha rahat ve konforlu bir hayat sürdüren çağdaş insan, daha mutlu olduğunu söyleyemez. Bu dehşetli hastalıkla başa çıkabilmek için insanlar bazen milyonlar verseler de, en iyi uzmanlar onun karşısında güçsüz olduklarını itiraf ediyorlar. İnsanın stres ve korkuyu aşamamasının nedenlerinden biri onun din ve dinsel inançlardan uzaklaşması kalmaya devam ediyor.” Sorularımızın hepsini seve seve yanıtlayan Genel Sekreter Faik’e “Kadın konusunda ne gibi yeni yayınlarınız var?” sorusunu yönelttim. Konuya şöyle girdi: “Yabancı din ve ideoloji temsilcilerinin en aldatıcı konularından biri ka-


Makale ve Analizler - 2018

183

dın ve onun İslam dini ve teolojisindeki yeridir. Kadının hiçbir hakkı olmadığı, erkeğinin adeta bir eki olduğu, paranca ile örtülü bir eşya olup İslam toplumunda herhangi yer almadığı iddiaları kem gözlerindir. Ne yazık ki, bu asılsız iddialar, İslam ortamında yetişmiş, fakat İslam din ve kültüründen uzak kalmış kişilerce de algılanıyor.” Ve konuyla ilgili Mustafa Muhammed et-Taxxan, bu iddiaları yalanlayan, Kuran ve sünnet kaynaklarıyla İslam toplumunda kadının aldığı yeri ve İslam dininin gelişi ve gelişimi sürecinde gösterdiği çabaları herkesin gözü önüne koyan bir eserini Bulgarcaya tercüme edip yayınladıklarını paylaştı. Sıralanan bu yayınlar dışında, yine Bulgar dilinde olmak üzere, cep boyutlu Kutsal Kuran hazırlanmış bastırılıp dağıtılmıştır. İslam’ı tartışmalara da giren, “Yayımcılık” Şubesi ünlü İslam teologlarından İmam Celalüddin es-Suüti’in (rah.al) “Miftah-ul-cenne” kitabını özetleyerek tercüme etmiş ve sünneti reddedenlerin öne sürdüğü deliller suya düşürmek amacıyla yayınlamış ve konuya açıklık getirmiştir. Bu gibi konulara ilginin arttığına vurgu yapan Genel Sekreter, din eğitimi alan çocuklar arasındaki çalışmalara da değindi ve şöyle dedi: “2017 yılında, Yüksek Müslüman Şurası “Yayıncılık” Komisyonu, çocuklar ve gençler için kitap yayınlamaya büyük önem vermeye kararlaştırdı. Din değerlerimizin çocukların da anlayabildiği bir dille, çocuk kitapları ve broşürlerde anlatılması yönünde, hazırlıklar görüldü. Komisyon kararlarını dikkate alan “Yayıncılık” şubesi, Hz. Peygamberin (sav) kısa, ama önemi büyük özlü sözlerinden 40’ını seçerek, Türk ressam Hasan Aycın’ın tasvirleriyle, “40 Hadis, 40 Resim” adlı kitabı basına hazırladı.” O, bu çalışmaların dışında Başmüftülüğün, “Bulgar Müslümanlarının Sosyal ve Dinsel Düşünüsünde Yeni Eğilimler” kitabına ve “Bulgaristan’da Cami ve Mescitler” derlemesinin Bulgar Bilimler Akademisi (BAN) “Prof. Marin Drinov” Yayımevi tarafından yayınlandığına da önemli yer ayırdı. Başmüftülük dışında, ilgili kurumlarla işbirliği yapılarak bu yöndeki çalışmaların da devam ettiğine işaret etti. Heyetten arkadaşlarım Sofya Müslümanlarının çözüm bekleyen en acil sorunlarıyla ilgilendiler. Genel Sekreter Faik, şu dönem çözüm bekleyen başat sorunun bir Müslüman Mezarlığı çalışmalarının sürdüğünü, Vakıf mülkü takasıyla Sofya’nın “Suhodol” mevkiinde 52 dönüm yer aldıklarını ve hukuki işlemlerin devam ettiğini bildirdi. Milliyetçi güçlerin engellemelerini aşabileceklerine inandığını söyledi. Halen Sofya’da 25 bin Müslüman olduğunu demokrasiye geçiş döneminde bu insanların hayatının yeniden şekillendiğini, İslami konularda cahillikte kurtulma yolunda önemli adımlar atıldığına gururla değindi. Onun şu sözleri dikkatimi çekti:


184

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Bulgaristan Müslümanlarının arasında bir uyanış var. Gençlerde İslam’a dönüş yaşanıyor. Cehaleti daha kaliteli hocalarla aşmak zorundayız. Sıkıntılarımız var. Birçok yerde imamlarımız Namaz kıldırabilir ve cenaze kaldırabilir, fakat daha ileri adım atabilecek durumda değildir. Yurt dışından gelen kadrolarımızla halkın İslam kültürünü yükseltmeye çalışıyoruz. Bu ülkede dinden başka ahlak oluşturacak ve yüksek moral eğitimi verecek bir kurum yoktur. Bir yandan Bulgarca din kitapları basarken, aynı zamanda Kuran Kurslarında Türkçe öğretiyoruz. Çingene mahallerine Kuranla birlikte maddi destek, gıda da dağıtıyoruz. Dış ülkelerden Müslümanların da gösterdikleri yardımlarla sorunlarımızı giderek aşıyoruz.” Sohbete dönüşen görüşmede, Yüksek İslam Enstitüsü ile de ilgilendik. Sayın Celal Faik, Sofya’da tam donanımlı bir İslam Enstitüsüne ihtiyaç olduğunu, bu amaçla bir arsa alındığını, fakat komünist, Müftü kalıntısı Nedim Gencev ve milliyetçi, Türk ve İslam düşmanı zihniyetin engellemeleri yüzünden henüz inşaat çalışmalarına başlayamadıklarına da değindi. Bulgaristan Müslümanları Diyaneti Vakıf mülklerini geri alabilmek için halen 73 dava yürütüyor. Osmanlı devrinden kalan toplam 2 bin 353 Yüksek Mimar ve Sanat eserlerinden Karlovo “Kurşun Cami”, Köstendil “Fatih” cami ve Nevrekop Camii gibi şaheserlerin acil onarıma ihtiyacı var. Türk diplomasisinin bu kapıyı açması zorunlu olmuştur. 2 saat süren görüşmemizden, Bulgaristan Müslüman Diyanetinin etkinlikleri üstüne bilgilenmiş olarak ayrılırken, kendilerine teşekkür edip başarı dileklerimizi ve hediyelerimizi sunduk. Bulgaristan Müslümanları Başmüftülüğünün genç idari lideri ve ekibinden umutla ayrıldık. Devam edecek. Üç: Büyükelçilikte görüşme.


Makale ve Analizler - 2018

185

Bulgaristan’da Hükümet Çatladı

Rafet Ulutürk-11.Şubat.2018

Konu: Sofya’nın Avrupa faşizmine başkenti olmasına izin verilemez. Her ülkenin siyaset ortamında aşılması yasak kırmızı çizgiler vardır. Bu kırmızı çizgi, aktüel siyasete ayar ve ölçüdür. Ayar bozulunca siyasi yön de değişir. Bulgaristan’da bu çizgi demokrasi ile faşizm arasından geçer. Geçmişte “Lukov hareketi” eylemlerinde kendini belli etmiştir. Bizde, 70 yıl yasak olan bu hareketin şimdi nasıl canlandığına bir göz atalım. Lukov, bir faşist Bulgar generalidir. Çar III. Boris hükumetlerinde Harp Bakanı olmuş, orduları Alman silahlarıyla donatıp, Stalingrad cephesine gönderme hevesiyle ün yapmıştır. Bu, Bulgar devletini yok edecek bir savaş kışkırtıcılığıdır. 1944’ten sonra bu faşist hortlama kesinlikle yasaklanmıştı. Savaştan sonra Halk Mahkemesinde idam cezası almıştır. Bu konu biz Bulgaristanlı Türkler için can alıcı sorun başında gelir. Biz, General Lukov’un bir savaş suçlusu ve faşist olarak idam edilmesine tepkili değiliz. Biz, onun tezlerinin bugün canlandırılarak siyaset belirlemesine karşıyız. “Lukov hareketi” adı altında 21. yüzyılda Bulgaristan’da faşizm baş gösterdi. Şekli şudur: “yurtsever” maskeli aşırı sağ milliyetçi - ırkçı faşistliği. Bundan 75 yıl önce, 1943’te, Ege Trakya’sı, Vardan boyu ve Pirot şehrinden 11 bin 343 Yahudi vatandaş ve aynı bölgelerden 5 binden fazla Çingene vatandaş Sofya idaresi emriyle tutuklanıp “Treplinka” ölüm kampına gönderildi. O zaman bu işi Bulgar ordusu yaptı ve Harp Bakanı General Lukov’tu. Bu düşmanlık zihniyeti bize karşı şöyle saldırdı. 1913’te, 1934 - 1944 yılları arasında 1964’te Müslüman-Pomak kardeşlerimizin isim ve dinlerini değiştirmeye yeltendi. Sert saldırılarda bulundu. Kurbanlar aldı. 1972’de isim ve kimlik değiştirme zulümleri gerçekleştirdi. Çok kardeşimiz öldürüldü. Sakatlandı. Sürgüne gönderildi. Birçoğu 20 - 30 yıl içeride kaldı. Bizi Müslüman Türkler olarak asimile ederek yok etmeye çalıştı. 1984 - 1989 sözüm ona “soya dönüş süreci” de aynı zihniyetin icadıdır. Türk, Müslüman ve İslam düşmanlığı konusunda Bulgar faşistleri ile komünistler ruhsal ve eylemsel birlik kurmuşlardır. Faşistlerin bitiremediğini komünistler devam ettirmiştir. III. Bulgar devletinin 140 yıllık yeni tarihi Türk ve Müslüman düşmanlığından devamlı güç almıştır. 1950, 1968 - 1969, 1970 - 1972 ve 1989’da göçe


186

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

zorlanmamız faşist - komünist zihniyetin ürünüdür. Bulgar Cumhurbaşkanı Jelü Jelev “Faşizm” eserinde bu gerçeği ortaya koymuştur. İsimlerimiz değiştirilirken bir tek Bulgar kalkıp da bizden yana çıksaydı, faşistlerle komünistlerin bir akılda olduğuna inanmazdım. Onları faşist ve komünist olanları ikiye parçalayan biz olduk. Bugün kendi aralarında birbirine düşmüş durumdadırlar. Bu konuyu işlememin nedeni ise, “Lukov Hareketi”nin önümüzdeki günlerde Sofya’da büyük gösterilere hazırlık yapmasıdır. Günümüzde bu gücün ardında duranlar kimdir? Önemli olan sokaktakileri değil arkadakileri görebilmek gerek... Yüzlerine “yurtsever”, “vatansever” maskesi takıp, bir Nazi - Lukov sloganı olan “Bulgaristan Her Şeyin Üstünde!” (Nalgaria nad vsiçko) sloganıyla gösteri, toplantı ve miting yapanlar Bulgar faşistlerinin ta kendisidir. “Patriyor” Latince kökenli bir Fransızca sözdür. Faşistler onu gerçek niyetlerini gizlemek amacıyla kullanıyor. Bunu gören Avrupa Konseyi, 2016 yılında “Ataka”, VMRO ve “Bulgaristan’ı Kurtarma Cephesi” adlı partilerin üçüne de “faşist” dedi. Şunu hemen belirtelim ki, aynı Avrupa Konseyi (AK) 2018 dönem toplantılarını Sofya’da yapıyor. Faşist güçler de, ona karşı başkentimizde büyük gösteri hazırlıkları yapıyorlar. Bulgar faşizmi nasıl yeşerdi ve başkaldırdı? Bu soruyu şöyle de sorabiliriz. Bulgar faşistlerin üzerindeki taşı kaldırıp güneş görmelerini kim sağladı. Önce ona bakalım. Rusya’nın dış ülkelerdeki gizli servisi (KGB) 2 uçak bileti alarak Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS) Başkanı Ahmet Doğan ile bu partiye çöreklenen Bulgar siyasi polisi (DS) ajanlarından Ivan Palçev’i Madrid’de gönderdi. Neden? 50 yıl Bulgaristan’a dönemeyen II. Simeyon Sakskoburrgotskiyi’ye “dön, hiç bir şeyde gözün kalmasın, istediğini al götür, hodri meydan” selamı Madrid’e böyle gitti. II. Simiyon’un 2001’de dönüp Başbakan olması, Bulgaristan’da “döneklik” devri başlattı. Çar başbakan, komünistler para babası, hak ve özgürlükçüler de sosyalistlere koltuk değneği olmayı kabul ettiler. Bulgaristan’da “döneklik” (renegat) kanunu yoktur ve kimseye sen neden döndün cezası kesilmez. Faşistler de böyle döndü. 1948’de bir halk oylamasıyla ülkeden kovdulan II. Simeyon dönüp başbakan olabiliyorsa, babasının döneminde dalkavukluk (Lukov) edenler neden sahneye çıkmasın?


Makale ve Analizler - 2018

187

Faşizmin geri dönmesi neden mümkün olmasın? Hatta 1945’te kesin yasaklanan, liderleri idam edilen ve bir “terör” örgütü olarak nitelenen İç Makedon Devrim Örgütü (VMRO) yeniden canlansa ne olur? İşte şöyle böyle derken, küçük ve ürkek adımlar sıklaşırken 1944 öncesi faşist subay ve aydınların çömezleri, 2002 Şubahında faşist General Lukov’a “hoşgörülü bir yurtsever” kılıfı uydurdular. Başbakan II. Simeyon olayı kutladı. Sofya sokaklarında pankart açarak dolaştırarak. İlk Nazi - Lukov gösterisini böyle yapıldı. Sosyalist Gençlik örgütü protestoya çıktı. Yumruk sıkıldı. Aldıran gören olmadı. 16 yıldan beri gelişen bu iğrenç hareketlenme “Ataka”, VMRO ve “Bulgaristan’ı Kurtarma Cephesi” şeklinde partileşti. “Yurtsever Cephe” kurdu. “Bulgaristan her şeyin Üstünde” Nazici slogan halk meclisinde bile söylendi. 26 Mart 2017 erken genel seçimlerde üçüncü siyasi blok oldular. 29 milletvekiliyle meclise girdiler. Azınlık hükumeti kurmaktan korkan GERB partisi lideri Borisov’a yapıştılar ve bakan koltuklarına yerleştiler. Bu aşırı sağcı milliyetçi-ırkçı faşistler hareketinin bugün 2 TV kanalı ve birçok bedava dağıtılan gazetesi var. Bu da yetmezmiş gibi faşistlerin Avrupa Birliği parlamentosu milletvekili Angel Cambazki, “Ataka” partisi lideri Volen Siderov, VMRO lideri ve Savunma Bakanı Krasimir Karakaçanov ve güya “Yurtsever Cephe” başkanı, Başbakan Yardımcısı ve 29 kişilik parlamenter aşırı milliyetçiırkçı faşistlik sürüsü öteki ulusal TV kanallarını ve meclis kürsüsünü işgal etmiş durumdadır. Sofya’da oturumlarına devam eden Avrupa Konseyi Başkanlığı Bulgar yeni faşizmi konusunda henüz bir özel karar almadı. Son 11 ay boyunca, ana muhalefet partisi (BSP) ve ikinci muhalefet gücü olan (DPS) aşırı sağcıların hükumetten çıkarılması için ses yükseltseler de, pek tutmadı. Rüşvet ve dolandırıcılık, beceriksizlik ve yalancılık gibi konularda yapılan oylamalarda GERB partisi 5 milletvekili ve 2 bakan yitirdi. Avrupa Konseyi’nin (AK) özel bir kararla “faşist” dediği güçlere pek dokunan olmadı. DPS Başkanı Mustafa Karadayı’nın “faşistlerin iktidardan sökülmesi” çağrıları da hep havada kaldı. 8 Ocak 2018’de AK altı aylık dönem yönetim merkezini Sofya’ya taşırken, faşistlerden ve sertleşen polis baskısından korkan halkın duyuramadığı konular sokağa aktı. Polisler de mitinge toplandılar. Onlara 100 milyon leva verilince sustular. Gazeteler, diktatörlüğe gidiyoruz, Başbakan Yardımcısı koltuğuna oturan bir faşist, yazdılar. Duyan olmadı.


188

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu şahız, Çingeneleri getto-mahallelere kapadığı ve vatandaşa kanlı Nazi gözüyle bakmaya başlandığı ortaya çıktı. AK toplantılarının başladığı gün Bulgar polisine yeni cop dağıtıldı. İhtiman şehri getto-mahallesinde bir günde iki Çingene öldürüldü. İşsizlik, emeklilerin sefilliği, azınlık çocuklarının okul dışı kalması, okula giden çocukları zorla Bulgarlaştırma çabaları, ana okullarından ve sınıf odalarından taşan dayak, zorlama ve zulümden sistemin tökezlemesi, sağlık hizmetlerinde ise tamamen çökmesi, kamu ihalelerinin faşist partilerin karanlık temsilcilerine kaydırılması vb vb problemler sokağa döküldü. Avrupa’nın en yoksul ülkesinde çok büyük problemler olduğunu görmeyen kalmadı. Hükumet siyasetinden kaynaklanan rüşvet ve yolsuzluklara tepki “gensoru” doğurdu. Direnişler siyasileşti. Aktifleşenler güç topladı. Sofya sokaklarında her gün gösteriler düzenleniyor. Pirin Dağında çevreyi koruma, Bansko kayak merkezine ikinci teleferik yapılmasına izin vermeyi önleme, suni karla kayan pistleri işletilmesine karşı ulusal cephe oluştu. Her gün araç kazası yaşanan “Kresna” anayolu protestoları da çevreci direnişlerinin alanına alındı. Çepçevre sarılı “Milli Kültür Sarayında” düzenlenen AK oturumlarında bu direnişler henüz gündeme alınmasa da, Brüksel parlamentosuna taştı. Çevre komisyonu başkanı, Alman Yeşiller Partisi milletvekili Bayan Acy Keller Sofya’ya geldi. Çevreyi koruma konusunun en ateşli olduğu Bansko ve Kresna bölgesini ziyaret etti. Halkla görüştü. Doğanın korumak için ayaklanan yerlilerle kaynaştı. Sofya çevreci mitinginde Başbakan Boyko Borisov ile hükumetin faşist ortaklarına ateş açtı. Turizmin geliştirilmesinden dem vuran GERB hükumetleri döneminde, “Karadeniz’in de dünyanın en kirli denizi olduğuna” işaret etti. Faşist sürüsünün başı olan Başbakan Yardımcısı Volen Simyonov, AB meclisinde yeşiller milletvekili ve komisyonu başkanı Bayan Keller’den “Bulgaristan’ı terk etmesini” istedi. AB Milletvekillini Sofya’dan kovma kararı, Bulgar toplumunda büyük tepki uyandırdı. Sinirini kontrol edemeyen Başbakan Yardımcısı Volen Simyonov, kırmızı çizgiyi aştı. Bulgar meclis ve hükümetleri, İnsan hakları, Kadın hakları, Çocuk hakları, Çevre sağlığı ve Azınlık haklarının korunması gibi konularda 1953 Birleşmiş Milletler kararlarından, 1985 Helsinki Nihai Senedine ve ardından gelen Paris İnsan Boyutları, Manstriyt ve Viyana Azınlık Hakları Çerçeve Sözleşmelerinin tümünü imzalamış, şartlı onaylamış ve hepsine “bu bizde uygulanamaz” gibi bir deklarasyon ekleyerek, hiç birini yürürlüğe koymamıştır.


Makale ve Analizler - 2018

189

Bunu bilen Başbakan Yardımcısı Simyonov bu alışılmış pratiği çevreyi koruma konusunda da sürdürmek istiyordu. İkinci teleferik izninin ardında bir milyar 200 milyon leva gibi bir para görünüyordu. Onuna göre çevreyi koruma ihalelerinde ondan güçlü olan yoktu. Aslında bu memleketten bir ayda 500 bin Türk kovulmuş ve tek bir bir tek milliyetçi - ırkçı faşistlerinin burnu kanamamış, hiç birinden hesap sorulmamıştı. Bir Alman çevreci Bayan’a “topla bavulunu ve gözüm görmesin seni” dense ne olurdu?! O, bir başbakan yardımcısıydı Onun bunun protestosunu dikkate almayı aklından bile geçirmemişti. Brüksel meclisinin “Natura 2000” adlı belgesini bile takmamıştı. AB parlamentosunda seçilmiş bir komisyon başkanının Bulgaristan’da çevreyi koruma suistimallerine tepkisi, fikir ve öneri beyan etmesi, hatta eleştirme hakkını yasal olabilirdi, fakat bu onun için geçerli sayılmazdı. Sofya, iletişim ortamı, kamuoyu birkaç gün gergin bir hava yaşadı. Bizde faşist zihniyetin filizleri böyle uzuyordu. Bu gergin hava 1989 Ağustosunda Türkler kovulurken yaşansaydı, bugün Bulgaristan tamamen değişmiş olurdu. Biz o zaman faşistlerle komünistlerin devlet eliyle ortak saldırısına uğramıştık. Onları birbirinden ayırt edemiyorduk, hepsi düşmanımızdı. Türklere karşı birleşmişlerdi. Bu bakıma o zaman bizden yana çıkan olmaması akıl alır gibi değil. Faşizm ve komünizmin Bulgarların kafasını gerçekten zehirleşmiş olduğuna artık inanıyorum. Bulgaristan’da şimdiye kadar doğan ideolojilerin ve saldırgan hareketlenmelerinin hepsi “Türklerle” yakın uzak ilişkilidir. Devrim dendiğinde, bunların aklına ilk gelen diyalektiğin 3. yasasıdır, yani birinin birinden arınması gerektiğini düşünürler. İlerici olduklarını gösterebilmek için Türklerden, Osmanlıdan, İslam’dan ve ona bağlı olan her şeyden kurtulmak isterler. Bu “kurtuluşun” adı “ilerlemedir.” Bulgar’ın ilerlemesi Türk düşmanlığını, İslam hasımlığını bilemek anlamına gelirdi. Çünkü tarih boyu bildiklerini Türklerden bedava öğrenmişler, zengin olanlarsa Türk mallarına bedava konmuşlardır. Dört elle sarıldıkları faşizmi Almanlardan çalıp barbarca uygulamışlar, komünizmi ise Ruslardan çalıp ellerine kollarına bulaştırmışlardır. Kurtuluşun ne Rus’ta ne de Batı’da olduğunu açık açık görseler de, günümüzde Türk’le işbirliği yapmamak, Araba yüz göstermemek sanki “yurtseverlik ve ilericiliktir.”


190

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bayan Keller’in “yeşiller”, “çevreciler” mitinglerinde söylediklerini bir Türk çevreci söylese, en azından “İçişlerine karışmış” olurdu. Protesto notaları tolu gibi yağardı... Haklı isteklerde bulunan halkı desteklemek, yerlilerin önünde açıklamada bulunmak, konuyu sivil toplum örgütleri ve Bulgaristan hükumetiyle görüşmek, çözüm önermek, hatta Brüksel komisyonlarına taşımak bir AB milletvekilinin görevidir. Bu görev, Bulgaristan Müslümanlarıyla ilgilenen Türkiye Cumhuriyetinde bulunan sivil toplum örgütlerinin de görevidir. İç sınırları kalkan topluluklarda, AB devletlerinde bunun tamamen normal karşılanması gerekir. İşte böyle bir ortamda, Başbakan Yardımcısı Volen Simyonov milletvekili Bayan Keller hakkında “susturun, memlekette kovun” emri verdi. Aralarındaki sınır kontrolü kalkmış ülkelerde bir kişinin girip çıkışına yasak konamaz, hele de dokunulmazlığı olan bir milletvekili için yasak uygulanamazdı. Simyonov’un kararı Bulgar toplumunu şok etti. AB vatandaşı ve milletvekili dokunulmazlığı kurallarının çiğnendi, kırmızı çizgiye basıldı. Gerginlik taşınca hükumeti toplayan Başbakan Borisov “Başbakan Yardımcısı Volen Simyonov’un tutumuna katılmıyoruz” bildirisi yayınladı. Bu bildirinin tek anlamı olmalıdır. Faşist Valeri Simyonov Başbakan Yardımcılığı ve Bulgaristan Etnik Azınlıklar ve Nüfus Sorunları Komisyonu Başkanlığından hemen çekilmelidir. Ne var ki, onun cevabı “yeni seçim” oldu. Hükumet çatladı. Geçen hafta Bulgaristan’ı ziyaret eden Hollanda Başbakanı Başbakanla görüşmesinde “faşistlerle ortaklığınız devam ederse “Shengen”i eğiri makarna deliğinden görürsünüz” dedi. Valeri Simyonov’un Bakanlar Kurulunda çekmelerini boşaltacağı haberi yayılınca, “üst akıl” yeni bir formül arayışı başlattı. Hemen buldu. GERB partisinden atılan ve Rusya Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Bayan Zaharieva’ya “kuru memeli” diyen Prof. Bojidar Dimitrov ile düzenlediği referandumu savunamayan, “şoumen” Vlavi Trifinov bir araya getirilerek, GERB için yeni bir koltuk değneği hazırlamaya başladı. “4 yıl asla ayrılmayacağız” sözleşmesi imzalayarak işbaşına gelen bu aşırı sağ milliyetçi - ırkçı faşist destekli hükumet birinci yılını doldurmadan çatladı. Nedeni: çevre sağlığını koruma, rüşvetle başa çıkma ve adaletsizlikle mücadele azmi oldu. İşte böyle Bulgaristan, yeniden “herkes ne hali varsa görsün” durumuna baş kaldırdı. Gün gibi ortada olan, kötü insanların günahlarıyla yüzleşmek istemeyişleridir. Amma artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacağı da açık olarak görünmektedir.


Makale ve Analizler - 2018

191

Kuşkusuz faşistler iktidardan kovulma rezilliğini halka anlatmada zorlanacaklar. Bu nedenle tüm güçlerini seferber ettiler. “Lukov” nümayişlerine paralel, 3 Mart 2018 Şipka Tepesinde miting hazırlıyorlar. “Şipka” Türk düşmanlığı demektir. 100 bin kişi toplayacaklarmış. Düşmanlık kazanda faşizm kaynıyor. AK tarafından “Faşist” olarak nitelenen güçler Sofya hükumetinden atılmazsa, AK dönem toplantısını kesip, Bulgaristan’ı terk etmelidirler. Modern demokratik ve liberal siyasetin olmazsa olmazı olan kırmızı çizgiye basılmıştır. Maskeli oyun durdurulmalıdır. Bulgaristan aşırı milliyetçi - ırkçı faşistlerin Avrupa faşizmine başkent olmasına yol verilemez, verilmemelidir. Okuduğunuz için teşekkürler, tüm yeni haberlere ulaşmak isterseniz... Bizi izlemeye devam ediniz.

Ayrıntılı Bilgiler

BG-SAM-12.Şubat.2018

Konu: Moskova’ya 200 tabut indi Yazan: İlyan Vasilev Bulgaristan Basınından: 12 Şubat 2018 Soğuk Savaş kaynak savaşa dönüşüyor. 200 Rus erinin cesedi Suriye’den tabutla döndü. Geçen haftanın cumasında (09 Şubat 2018) Fırat ırmağı bölgesindeki Kürt asilerin mevzilerine saldırı gerçekleştiren Rus askerlerinden 200 küsur er öldürülmüştür. Bulgar basınında yayınlanan bu acı haberle ilgili Rus basın, radyo ve TV kanalları susmaya devam ediyor. Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanlığından da açıklama gelmedi. Öte yandan, Moskova uçak limanına inen askeri uçaklardan tabut indiriliyor. “Ruskiy Mir” (Rus Dünyası) yayınına göre, konuyu duyuran değişik kaynaklar, Amerikan ordu birlikleriyle Rus birlikleri arasında çarpışma olduğunu ve Rus tarafının 200 ile 600 Rus askeri kaybettiğine işaret ediyor. Kaynak, öl-


192

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

dürülen Rus askerlerinin “Vagner Trup” adlı özel Rus birliklerinden olduğuna vurgu yapıyor. Bulgaristan Cumhuriyeti’nin eski Moskova Büyükelçisi, siyasi analizci İlyan Vasilev (Faktor.bg) yayınında olayı şöyle yorulmadı: “Suriye’deki gelişmelerin içinde en önemli olay budur. Bulgaristan üzerindeki etkisi de uzun yıllar devam edecek olan, dünya barışına damga vuran çok önemli bir gelişme meydana gelmiştir. Potin Suriye’de Kırım taktiğini uygulamaya çalışıyor. 200 Rus askerinin tabutu bu planların ilk bilânçosudur. Öğrenildiğine göre, Amerika Rusya’ ya birkaç defa “Kürtlere dokunmayın” uyarısında bulunmuştu. Kürtlerin Amerikan danışmanları olduğu da biliniyordu. Amerikalıların aldığı cevaplarda, Kürt birliklerine saldıranlar arasında Rus askeri olmadığına ve saldırı gerçekleştirenlerin kim olduğu hakkında bilgi sahibi olmadıklarına işaret edilmişti. Bu haberleşmeden alınan bilgiler Amerikan tarafını sorumluluktan muaf tutmuş ve askeri eylem yolunu açmıştır. İki kez daha uyarılmış olmalarına rağmen, “Vagner” adıyla bilinen özel elit Rus ordusu birlikleri saldırıda bulunmuştur. Moskova’da oturanlardan bazıları “yeşil” kamuflajlı askerlerle gerçek çarpışmaların gerçekten kazanılabileceğini düşünüyor. Onlar Matis ve Tilersın arasındaki gerçek farkı sanki göremiyorlar. Gelişmeleri izlemeye devam ediniz. Soğuk savaş artık sıcak savaş oldu. Unutmayalım, su savaş cephe çizgisi Bulgaristan’dan da geçiyor. Putin bu olaya Suriye’de cevap veremiyor. Bu yenilgiden intikam almak zorundadır. Şu an, Rusya adına can feda eden 200 kişiyi şanlı şerefli bir törenle toprağa vermeyi bile yapabilecek durumda değildir. Çünkü bir ay önce Suriye askeri operasyonlarının başarılı bir şekilde sona erdiğini resmen açıklamıştı. Anlaşılan, bir özel askeri güç olan “Vagner” birlikleri İstihbarat İdaresi Başkomutanlığı (GRU) emrinde bulunan bir güçtür.” Faktor BG


Makale ve Analizler - 2018

193

Özel “Vagner” birlikleri

BG-SAM-12.Şubat.2018

Basından seçmeler. Konu: Rus ordusu Sudana üsleniyor. Rus kaynaklarından gelen haberlerde, Rusya Başkanı Vladimir Putin’in “Vagner” adlı özel ordusunu Sudan savaşına gönderdiği yer aldı. Rusya Ceopolitik uzmanlarının yeni hedefinde Kızıldeniz var. Çizmelerinin çamurunu Hint Okyanusu sularında yıkamayı asırlar öncesinden hayal eden Rus askerleri Kızıl Deniz kıyısına üslenmeye hazırlanıyor. Cumgurbaşkanı koltuklarına gömülmüş Arap diktatörleri anlaşılan Rus kiralık askerlerden oluşan “Vagner” adlı özel askeri komando birlikleri olduğunu artık öğrenmişler. “Vagner” ordusu otoriter rejimlerde katmerleşen sorunların çözümünde kullanılıyor. Suriye Başkanı Başar Esad’ı ağır çarpışmalardan sonra bir nebzecik de olsa huzura kavuşturan “Vagner” özel askeri şirketi, Uluslar arası Ceza Mahkemesinin askeri cinayetleri için arama emri çıkardığı, Kremlin’in yakın dostu olan Sudan Cumhurbaşkanı Omar al-Beşer’e yardıma gönderiliyor. Suriye’de “teröristlerle” mücadele eden rejime destek için bulunduğunu iddia eden Kremlin güçleri, “teröristlerle” değil, öncelikle yerli halkla mücadele eden Sudan yönetimi Rus özel birliklerini neden davet etti? Rus özel komando birliklerinin Sudan’a gönderildiği haberini ilk duyuran BBC bazı dinleyicilerini şaşırtmış olabilir. Dimitir Utkin “Vagnet” tarafından yönetilen özel kiralık birliklerin Suriye savaşına karılması anlaşılır gibiydi. Moskova, ceo-politik planları için Beşer Esat’a yardım elli uzattı. Üstelik, 2015’te Kırım ve Doğu Ukrayna olaylarından sonra çıkmaz sokakta bulan Putin’in yüzünü aklamak için bir şeyler yapması gerekiyordu. Bu ortamda, Kremlin gölgesindeki özel “Vagner” ordusu, “İslam Devleti” terör grupları ve Suriye muhalefetiyle sert çarpışmalarda işe yaradı. Dikkatinizi çekerim. Yakın geçmişe kadar Rus haberlerinde Sudan’dan söz edilmezdi. Sudan’da Rus kiralık haberleri olduğu haberini veren BBC birkaç kaynak kullandı. Adının gizli tutulmasını isteyen, Doğu Avrupa ve Suriye savaşı gazisi olan, birinci kaynak şöyle dedi: “Rus kiralık askerleri artık Sudan’da çarpışmalara katılıyor.” Aynı yayında, BBC, diş ülkelerdeki Rus askeri güçlerinde bulunmuş olan iki kişiden daha haber aldı. Bu kaynak da Rus güçlerin Sudan savaşına artık di-


194

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

rek olarak katıldığını açıkladı. Bunlardan biri, kendi kendine gelin güvey olan vağımsızlık ilan eden Donesk Halk Cumhuriyeti Savunma Bakanı İgor Strelkov ve ikincisi de “RCB - Grup” adıyla bilinen başka bir özel askeri gücün komutanı olan Oleg Kranıtsin’dir. Bu haberler Sudan Cumhurbaşkanı Omar al-Başir’in Soçi ziyareti esnasında doğrulandı. Putin tarafından Başkanlık Konağında karşılanan Başir Putin’e “Ben Size Afrika’nın anahtarını getirdim” dedi. Böylece de, Rusya’yı kendi ülkesinin İçişlerine müdahalede bulunmaya davet etti. Bu görüşmede, Putin, Savunma Bakanı Sergey Şoygu ile birlikte Kızıldeniz’de Port Said körfezinde bir Rus askeri üssü kurulması önerisini görüştüler. Rus askerlerin tozlu çizmelerini Hint Okyanusu sularında yıkaması için 100 yıldan beri değişik planlar yapan Rus “ceo-politikacıları” Kızıldeniz inmek eski hayaldi. Anlaşılan, bu planların Kremlin’in dış siyaset çizgisiyle çakışma zamanı artık gelmiş görünüyor. 28 yıldan beri iktidarda olan ve çözemediği iç siyaset sorunlarını istifleyen Cumhurbaşkanı Başerin derdine derman olmak için Moskova “gölgedeki ordusunun” birliklerini Sudana artık göndermiş bulunuyor. Darfur’daki katliamda 400 bin vatandaşını katleden ve milyonlarca kişiyi de evsiz barksız bırakan, işlediği seri cinayetlerden ötürü Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından kırmızı bültenle tutuklama kararı çıkarılan Cumhurbaşkanı Beşir örneğini tekrar eden başka bir devlet başkanı yoktur. “Vagner” özel ordusu için bu ülkede yapılacak pek çok iş var. Omar alBaşir’in dağılıp çökmekte olan imparatorluğunun korunup ayakta tutulmasında Rus özel komando birliklerine ne givi ödevler düşeceği tam olarak bilinmiyor. Donesk Halk Cumhuriyeti Savunma Bakanı İgor Strelkov, “Vagner” komandolarının Güney Sudan’a gönderildiğini bildiriyor. Bu gelişmelerle ilgili yine BBC’de yorumda bulunan, “RSB - Grup” askeri birliğinin komutanı ise, “Sudan’ın Güneyinde sınır çatışmalarına katıldıklarını, sıtmaya yakalanan bazı Rus askerlerinin artık eve döndüklerini” açıkladı. Rus kiralık askerlerinin Sudan Operasyonu. Şunu önemle belirtmek yerinde olur ki, Kırımın askeri güçle ilhak edilmesine ve Doğu Ukrayna’da “Rus Baharı” askeri hareketine karılan aşırı milliyetçi Rus askeri çevreleri bile Sudan operasyonuna iyi bakmıyor. İgor Strelkov’un vurguladığına göre, Putin’in Suriye’de “DEAŞ” üzerinde tam zafer kazanıldığını belirtmiş olmasına rağmen, savaş bitmemiş ve devam ediyor.


Makale ve Analizler - 2018

195

İgor Strelkov bu konuda kaleme aldığı bir yazısında şöyle dedi: “Suriye’de zaferi kutlamak, yay gidilse, Çin kadar uzak. “Zafer elde ettik” dediler, demek oluyor ki, “kazanmışız” ve nokta kondu. Aslında biz çamura düşmüş ördek gibiyiz. Çırpındıkça batıyoruz. Rusya iki bataklığa birden düştü, Birisi Donbas öteki de Suriye. Bu işlerden yalnız askeri politik yönetimin ve gazetecilerin çıkarı var. Suriye’de yük büyüktür. Biz, Suriye’den başka Libya’ya da askeri yardımda bulunuyoruz. 19. yüzyılın son çeyreğinde ve 20. asrın ilk yıllarında “sömürgecilik çılgınlığı” kavramı vardı. Biz sanki bunu yaşıyoruz. Sudan olayını böyle değerlendirmek gerek.” Putin yeni savaşı Sudan’da ateşleyecek. Yakın Doğu uzmanlarından Anatoliy Nasmiyan konuyu şöyle yorumluyor: Bu ülkenin yöneticisi olan Omar al-Beşir’in Güney Sudan’la başı dertte. Bir de şu Darfur katliamı çıbanbaşı olmuş ve canını yeniden sıkmaya başlamış. Bu olayda Rusya’nın rolü gizemlidir. Biz gerginlik beliren her yana asker göndereceksen önce Orta Asya Cumhuriyetlerine gönderelim, orada insanlar çok daha huzursuz. Bir özel askeri güç olan “Vagner”, amerikan Academi (Blacjwater) tipi bir askeri güç değildir. “Onları motive eden, savaştan elde edilecek kazanç” yani borsacı mantığı değildir “Vagner” askeri gücü Kremlinin isteği üzere, Kremlin’e yakın insanlar tarafından ve yalnız Kremlin çıkarları için kurulmuştur. “Vagner” günümüz Rusya askeri politik yönetiminin gölgesindeki askeri güçtür. Ve onun tüm eylemlerinin, var oluşunun ve dışülkelerde gerçekleştirdiği operasyonların amacı politiktir.


196

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Doğan’sız, Mestan’sız Birleşme

Şakir Arslantaş14.Şubat.2018

Konu: Yer üfürdü, yel götürdü. Beş yıldan beri, 2013’ten bu yana Bulgaristan Müslümanlarının yeni bir siyasi parti için mücadele ettiğini görüyoruz ve yazıyoruz. Bu partinin omurgası ve öncüsü yine Türk topluluğu olmalıdır. Siyasi birikimler buna işaret ediyor. Yeni uyanış ve direniş ilk önce Ahmet Doğan’sız yeni bir siyasi hareket için başladı ve güç topluyor. Ahmet Doğan’ın Bulgaristan Müslümanlarının içinden gelmediğini, mayasından olmadığını, bize düşman güçlere hizmet ettiğini, insanlarımızın Avrupa kıtasının en yoksul ve cahil, biçare azınlığı olmasına neden olduğunu görmeyen, işitmeyen kalmadı. Bugün Bulgaristan’da hukukun üstünlüğü ve adaletin tecellisi olsaydı bu “şahsın” hapiste olması gerekirdi. Oysa, yıllık masrafı 2 milyon leva olan korumalarla korunarak, özel şatolarda yaşatılıyor. Neden siye sorsanıza! Başkalarına hizmet ettiği, bizi sattığı için. Bunun başka bir yanıtı yoktur ve olamaz. Bazı çevreler, yabancı bankalarda bir milyon levadan fazla parası olanlar, kaçakçı olduğu için, perde ardındaki güçlere hizmeti ne olursa olsun, devlet tarafından korunmamasını, korumalarının kaldırılmasını, korkuyorlarsa, özel koruma şirketlerine ödesinler ve kendilerini ve ailelerini korutsunlar, önerisinde bulundular. Bunu biz de istiyoruz. Halkına karşı çalışan bir kişinin, devlete hizmeti hizmetten sayılmamalıdır. Ahmet Doğan’ın korumasına ödenen 2 miliyon leva yetim Müslüman çocuklarına yardım olarak dağıtılşmalıdır. Bu para halkımızın parasıdır. Ancak “kardeşlerimiz” Bulgar milliyetçileri bir “Türk”e Bulgar halkının vergileriyle böyle bonkörce masraf yapılmasının içlerine nasıl sindirebiliyorlar. *** 11 Şubat 2018 günü, Rumeli Göçmenleri Konfederasyonunun fahri Başkanı Turhan Gençoğlu’nun Türkiye/ Bursa’da BAL-GÖÇ etiketi altında çağırdığı buluşma güya “birleşme” yönünde, fakat tamamen anlamsız bir adımdı. Biz bu forumu, Bulgaristan Müslümanlarının dışında bazı hesaplarla çağrıldığı görüşündeyiz. Bir diyet bildirisi dışında hiçbir sonuç vermemesi, buna kesin kanıttır. Haber kaynaklarının (HÖH ve DOST Birleşme Yolunda) haberleri baştan sona yalan-yanlıştır. Zaman HÖH ve DOST partilerinin birbirlerine yakınlaştırarak tozlaştırma zamanı değil, bu iki partinin ikisine de siyasi yönetim olarak kökten kesip kışın ateş tutuşturmak için odunluğa atma zamanıdır. ***


Makale ve Analizler - 2018

197

Bursa’ya 33 kişi toplanmışlar. Tam da, sözde 4 Ocak 1990’da Ahmet Doğan’ın Varda’da 33 hapisçi - hain ajan topladığı gibi, sonra da hepsine birer deste para verip, “ben sizi arayana kadar susun, hiç kimseye hiç bir şey söylemeyin, ben ne dersem odur!” dediği gibi bir şey oldu. Kim kimi temsil ediyor? Ölü dernekçilikle siyasi particilik arasında dağlar kadar fark vardır. O buluşmaya giden, yaşını içine kertmiş ağabeyleri anlamak istesem de isteyemiyorum. Gençliklerine dönmek istiyorlar galiba... Eğer bu Bursa buluşmasından Bulgaristan Türkleri lehinde herhangi bir şeycik çıkarsa, yer yerinden oynar. Bu gibi buluşmalara gidip de vakit kaybedenlerin yediği haram, giydiği ziyandır, bu böyle biline. *** Bir defa, Bursa buluşmasına gidenlerin Bulgaristan Türkleri ve tüm Müslümanları uyanış, diriliş ve direniş hareketi içinde kaynamamış, çoğonun hareketin özünden gelmeyen kişiler olduğunu yayınlanan katılımcı listede görüyoruz. Devrimci ruhu taşımak için “Beleneci” olmak yetmez, komünist olmak da engel değildir, önemli olan dönek (renegat) olmamaktır. Çünkü döneklik taşıyıcı olma, halk kitlelerini kucaklayıcı olma, kendi menfaatleri için, değil dava için yaşama ve savaşma vasıflarını yitirmiş kişilerdir. Sürükleyicilik, yol göstericilik geleceğin niteliklerine sahip değildirler. Bursa buluşmasına, özeş ve gizlice de olsa DOST Genel Başkanı sıfatıyla Lütfi Mestan’ın da gitmesi ise, onun “dönek” (ama fırıldak gibi dönek), “işe yaramaz”, “yüreklendirici olmaktan korkan” bir vasfa sahip olduğunu, bir daha kanıtlamıştır. Onun, arkasından yürünmez bir kişi olduğunu artık herkes görebilmiştir. Bu bakıma, yazık olmuş, çünkü Bulgaristan’da köy ve belediyelerdeki DOST’çular “Bursa Birleşme Buluşmasına” gitmek istemediklerini, Ahmet Doğan, menta Danço ve para aklayıcı Biserov, kazancının nereden kaynaklandığı bilinmeyen Peevski gibi sicili hapis koğuşuna el atan rüşvetçi ve dolandırıcıların “partisine” dönmek için dilekçe yazacak, kapısına gidip Ahmet Doğan haininin elini öpecek, özür dileyecek Bulgaristan’da Türk olan bir Türk yoktur! 1- Mestan bu gerçeği kendi gözleriyle görüp değerlendiremedi. Diyecek sözümüz kalmadı! Gün gelir birleşirsek, HÖH partisinden aşırdığı tüm paraların hepsinin hesabını vermek zorundadırlar. Bunlar bizim namusumuzu beş paralık ettiler. Bu zihniyete hizmet ederek Mestan gibilerin ardına duranların ipinin bit pazarında olduğu da artık gizlenemiyor. Bu zihniyet, Birleşik Türk partisinin yanından asla geçemez!


198

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bursa’ya toplananların, “siyasi birleşme” konusunda” prensip olarak anlaşması, bizim siyasi köleliğimizın sürmesi ile ilgili anlaşmışlardır. Hiçbir köklü değişiklik istemeden anlaşmayı seçmek sanki “yapboz” gibi olmadı mı? Yani çocuk oyuncağı gibi... Ahmet Doğan deniz şatosunda (kapalı hapis) sefa sürerken, Mestan “Audi” arabayla av kovalarken, bizim işsiz, parasız, çocuklarımız okulsuz, ailelerimiz parçalanmış, ekmek parası için gurbette çürümemiz, evlatlarımızın zorla Bulgarlaştırılmasını kabul etmemiz anlamına gelir. Bu birleşmenin başka hiçbir anlamı yoktur ve olamaz... *** İkinci olarak, Kasim Dal’ı da gelecek sayımızda yazacağız: *** Üçüncü olarak, Bursa buluşmasının bir balon olduğunu söyleyen, konuyu Salı akşam (13 Şubat 2018) bTV’de yorumlayan Bulgaristan Türklerinin önderlerinden Ardino Belediye başkanı, II. Simeyon hükümetinde Tarım Bakanı ve son yıllarda üç Türk partisinden üçünün de dışında sivrilen ve kanat önderi olarak iletişim ortamında sıkça görüş beyan eden Sayın Mehmet Dikme özetle şöyle dedi: “Böyle bir birleşmeden söz edilemez, fakat birleşebilsek en az 40 milletvekili çıkarabiliriz!” Ahmet Doğan’ın siyasetten çekilmesi, ters tepmez mi, Halk ve Özgürlük Hareketi (DPS) partisinin parçalanmasına neden olmaz mı? Sorusuna Dikme şu cevabı verdi: “Doğan olmasa, Karadayı olmasa, Menta Danço da olmasa HÖH partisi asla dağılmayacaktır. Doğan’da kurtulan Türk topluluğu partisine topluca oy cemreye devam edecektir. Bizde seçimler, yerel örgüt yapılanması tarafından örgütlenip gerçekleştirilmekte olduğundan, HÖH parti seçmeni aynı şekilde oy kullanacaktır. Ahmet Doğan halkımızı aldattı ve aldatıyor. İletişim araçlarını da tuzağa düşürmeyi başarıyor. Seçim başarılarını gerçekleştiren DPS yönetimi değildir, seçimleri yapan muhtarlar, belediye meclis üyeleri, belediye başkanları, hak ve özgürlük davasına ömrünü veren parti eylemcileridir. Hak ve Özgürlük Partisinin içerden yenilenmesi, kendisi reforme etmesi, yeni bir parti kurmaya gerek yok, parti yönetimi çekilse yeter, görüşü artık bütün ülkede hakimdir.. Müslümanlar, Bulgaristan nüfusunun % 15 gibi bir bölümü olduklarından dolayı, HÖH partisinin temsil eden siyasetçilerin Bulgaristan idaresine ka-


Makale ve Analizler - 2018

199

tılması gerekiyor. Parti yönetiminde Doğan ve onun etrafındaki “güruh” olmasaydı, hiçbir işe yaramayan kişilerden kurtulabilseydik, şimdi HÖH partisi GERB partisi ile birlikte ülkenin yönetimine mutlaka katılmış olacaktı. Mehmet Dikme şöyle devam etti: “HÖH ajan ve komünist makamlara bağlı kadrolardan arınmış olsaydı, GERB partisi ile DPS ortaklığı bir iktidar kurabilirdi. Bu yapılabilseydi, iktidar çok daha istikrarlı ve güvenilir olacaktı. İstikrarlı bir Bulgaristan devleti Avrupa ve dünya kamuoyu tarafından çok daha iyi kabul edilecekti. BALGÖÇ’ ün “birleşme” çağrısı ancak gelecek yıl Türkiye’de yapılması öngörülen Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve Ankara’nın Avrupa kurumlarında kendisi lehinde birkaç söz söyleyecek bir elçiye ihtiyaç duyması açısından değerlendirilmelidir.” *** Sonuç: Görüldüğü üzere, Bursa buluşmasına katılanlar arasında Kadir Gecesinde Doğan Yok. Bulgaristan Türkleri kendi alın yazılarını kendileri yazmaya devam edecektir. Bütün köylerde ve belediyelerde ve özellikle de soydaşlarımız arasındaki kanı da budur. Hiç birimiz hiçbir kimsenin kölesi olmak zorunda değildir. Halkın istemedikleri gider, yerine halkın seçtikleri gelir! Halka rağmen siyaset yapılamaz, bu böyle biline...

Zor Bir Ülke

Elif Güneş-15.Şubat.2018

Konu: Büyükelçilikte şereflendirildik Beni ve arkadaşlarımı Sofya Büyükelçiliğimize götüren taksici susuyordu. Oldukça eski binaların arasındaki dar sokaklarda ilerlerken aklım Napolyon Bonapard’a takıldı. Mısır’ı işgale giderken (1798) “Franklin” gemisinin güvertesinde ilk fermanını yazmış ve askerlerinden din ve bilim adamlarına saygılı olmalarını buyurmuştu.


200

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Din psikolojisi tahsil ederken, onun bu sözleri bende derin izler bırakmıştı. Din, evrim, devrim, kitle, zafer ve yenilgi psikolojileri gördüm. Napolyon, kaptan gemisine 40 bilgin, yetenekli sanatçılar ve Büyük Fransız Devrimi coşkusuyla tutuşmuş 100 zeki üniversiteli genç almıştı. Bir müzikhol ve akademiyi andıran yelkenli savaş teknesine alınan kitaplar listesinde “Yeni Ahit” ile “Kuran” başta geliyordu. Heyetimizin resmi unvanı Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği (BULTÜRK) olsa da, 10 kişilik gurubumuzu oluşturan arkadaşlarımdan her birinin ayrıca Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi (BG-SAM) kadrosu olarak, araştırmacı yazar yanı, dernekçilikten daha ağır basıyordu. Kuşkusuz biz, eserleri TV ekranlarından inmeyen, kitap fuarlarında ve imza günlerinde 5 - 10 tükenmez tüketen yazarlardan değiliz. Çalışmalarımızın kaynağı, özü ve biçimi Bulgaristan’dır. Onun halkı, oluşturucu büyük parçası Müslümanlar ve aralarında başı çeken ve belirleyici olan Türk topluluğudur. Her yanı tarih kokan Sofya’ya Hristiyanlık ve Roma medeniyetinden sonra, yüce bir nimet olan İslam dini ve uygarlığından kalan tüm eserlere sahip çıkan Bulgaristan Türk Topluluğu geçmişi daha iyi geleceğe taşımaya çalışıyor. Büyükelçiliğimiz, anakent merkezinde yan yana dizilmiş Ortodoks, Katolik ve Yahudi kilisesi ile camimizden biraz uzakta bulunuyor. Ay yıldızlı bayrağımızı görünce, “ha geldik” dedim ve araçtan indik. Ziyaret için hazırlık görürken, Büyük önder Mustafa Kemal’in Sofya Askeri Ataşeliği yıllarını anlatan eserlere şöyle bir göz atmıştım. Bunlarda, önümdeki çok katlı görkemli diplomatik temsilciliğin yerinde 2 katlı bir evceğiz vardı. Bahçesinde Yarbay Mustafa tavla ve satranç oynuyordu. Makedon diline yakın olan Bulgarca sözleri kısa sürede art arda dizmiş, geçen yüzyılın başında tiyatro ve opera binaları kapı açan bu şehrin sosyal ve kültürel yaşamına sık adımlarla katılışı öykülenmişti. Tabii dil, insanın içinde bulunduğu toplumla kaynaşmasında birinci anahtarsa, ikincisi zekâ, üçüncüsü ise kültürdür. Mustafa Kemal bu kentte Kasım 1913 ile Kasım 1914 arası bir Osmanlı diplomatı olarak kalmıştı. Diplomaside staj ve deneyim birikimi yaparken, bir dünya imparatorluğundan kopan küçük bir halkın yüzü Batıya bakan, modern bir devlet kuruşunu izledi. Batı ve Doğu diplomatlarıyla kahve sohbetlerinde, balolarda “dost” çehrelerin Türkü ve Türklüğü yok etme hazırlıklarını okudu. Kısacası, Sofya Mustafa Kemal’in diplomasi ve siyasi hayatta sertleştiği yerdi. “Olur, olur” deyip tavizler vererek, hatta göçe zorlanan Türklerin topraklarına konmayı düşleyen Bul-


Makale ve Analizler - 2018

201

gar başbakan ve bakanlara Osmanlı Bankasından bol keseden kredi bile açarak yürütülen diplomasiye son veren bir dönemdi. Mustafa Kemal 1913’te Çarlık makamının Müslüman Pomakları isim, dil ve din değiştirmeye zorlayarak başlattığı kimlik değiştirme siyaseti karşısına dikildi. Osmanlıdan sonra yabancı egemenlinde kalan Müslümanların hayat güvencesi yoktu. O, gasp edilen insan haklarını iade eden siyasi formülü buldu. Bu soydaşların garantörü Türkiye olacaktı. 20. yüzyıl boyunca uygulamada kalan bu yaklaşım, Bulgaristan Müslümanlarının menfaatlerinin savundukça güç topladı ve başarılı oldu. Bulgaristanlı Türk azınlığın siyasal, kültürel ve kimlik haklarının savunulmasında, her dönemde yanlarında olan bu yaklaşım, yakın ve uzak hedefte devlet diplomasisiyle kamu diplomasisini aynı kolda birleştirdi. Bizi buraya getiren de işte bu anlayıştı. Kapısından içeri girdiğimiz Büyükelçilik binasında 20. Büyükelçimiz Sayın Hasan Ulusoy’a kutlu ve başarılı olsun temennileri sunmaya gelmiştik. Bu makamı yönetmiş Büyükelçilerimiz duvardaki fotoğraflardan bize bakıyordu. Yeni sefirimiz bizi resmi kabul salonunda tebessümle karşıladı. Benim diplomatik temas ve görüşme masasında deneyimim yoktur. Diplomasi psikolojisinin hangi değerle başladığını da bilmiyorum. Girdiğim salonun tarihe ve geleceğe bakma yer olduğuna inanıyordum. Yazımın başında Napolyon’u çağrıştırmam, bıyığı terlememiş gençlikle ağırmış sakallı profesörleri, sanatçı ve hokkabazları Akdeniz’in beyaz dalgaları üzerindeki askeri geminin güvertesine toplayışım, eski medeniyetin beşiği Mısır’ı modern dünya eşiğine taşımanın nasıl gerçekleştiğini anlatabilmem amacıylaydı. Bu tarihte, piramitlerin kendisinden, yüksekliğinden, görkeminden ve içindeki gizemden önemli olan, (π) değerindedir. O bir anahtardır. Aydınlanma çağını başlatan gizemdir. Ona sahip çıkan eski kıtanın yapı ustaları dünyayı yenilemeyi başardı. Bulgarlar bir kavim olarak, Asya’dan gelseler de ruhlarına Avrupalık aşılamıştır. Yoktan var olup yücelme mayasını ise, Osmanlı beraberliğinde bulmuştur. Tanzimat’la (1839) yelkenlerine yenilenme rüzgârı dolduran Bulgarlar, Türklerden farklı olmayı seçerler. Yaklaşık 200 seneden beri ötelemekle kaynatılan Bulgarlık tüm aşamalarında, zihinsel işlemlerinde ve aklın ve ruhun bütün ilkelerinde, ötekileri tüm haklardan men etmeye öncelik tanıdı. Bulgar kavminden ve Hristiyan olmayan ötekiydi. Bulgar olanın üstünlüğüne ilişkin ırkçı anlayış Osmanlı ve Türk düşmanlarınca desteklenerek sürekli kışkırtıldı. Bulgarlık bu temelde diriltip toparlandı, devlet kurdu ve siyaset sahnesine çıktı. Bu mayalanma, Bulgar, İslav ve Hristiyan olmayanı ya özümseme ya da kendinden uzak-


202

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

laştırma siyasi içerik ve tavrıyla biçimlendi. Uygulamada bu, başta Müslümanları, onların dini İslam’ı ve daha sonra da Türkleri şiddet kullanarak ötelemeyi izledi. “Bulgaristan Bulgarlarındır!”, “Türkler Türkiye’ye” şovenizmine kadar da tırmandı. Bulgar ve İslav ırkından olanları da Bulgaristan’a toplama ya da onların yaşadığı toprakları Bulgar devletine katma şeklinde gelişti. 1876’da İngilizlerden aldıkları parayla Ayaklanan, 1877 - 1878’de Osmanlıya saldıran Rus imparatoru II. Aleksandır’a “kurtarıcı” diyen, ardından pişman olan, 3 Mart 1878 San Stefano Antlaşmasında adı geçmeyen, 3 ay sonra Berlin Konferansından sonra Padişaha vergi ödeyen bir “Bulgar Prensliği” kuran, 8 yıl sonra Doğu Rumeli’yi kendine katarak genişlemeye başlayan bir oluşum görüyoruz. 140 yıllık tarihinde 4’ü saldırı savaşı olmak üzere 8 savaşa giren, bütün çarpışmaları kazanan, fakat hiçbir savaşta yenenler arasında yer almayan Bulgarlar, bir asırda topraklarını hemen hemen 3 kat genişletti. 1909’da 3. Bulgar devleti kuruldu. Tek uluslu, Bulgar dil ve kültüründen başka maneviyat tanımayan, ülkedeki etnik azınlıklara hak ve özgürlüklerini yalnızca sözde tanıyan, kendinden başkasına geleneklerine göre yaşama ve kültürel otonomi hakkı tanımayan Bulgarlar, 1934 - 1944 arası faşist, 1973 - 1989 yılları arasında da komünist totaliter rejimi seçtiler. 1990’dan beri sözde demokrasi koşullarında rejimin azınlıklara yönelik siyaseti biçimsel değişiklik belirtileri gösterse de öz olarak değişmedi. İşaret ettiğimiz özellikler III. Bulgar devletinin 4 Anayasasında da değişmeden korundu. İnsan hakları açısından değişiklikler yapılmasını zorunlu ilan eden Uluslar arası Sözleşmelerin neredeyse hepsi imzalandı, ama hiç biri tam olarak uygulanmadı. 1919 Neully Anlaşmasında yer alan azınlık haklarını uygulama kapısı açan Başbakan Aleksandır Stanboliyski ilse eli kolu kesilerek, gözleri çıkarılarak kütük üzerinde kesilerek öldürüldü. Yasama, yürütme ve yargının ya Çar’ın ya da komünist parti liderinin faşist ya da komünist yumruğunda birleştiği totaliter düzenlerin azınlıkların maddi ve manevi varlığını yok etme çabalarını en iyi rakamlar anlatır. Bu ülkede 2 bin 700 Türk okulu, medrese, lise, din ve meslek okulu ve 168 Türkçe gazete ve dergisi kapatılmıştır. Bir gecede minareleri uçurulan ya da tamamen yıkılan Allah evleri için dökülen gözyaşlarına ve sönmeyen acıya değinmek istemiyorum. Etnik azınlıkların hepsini Bulgarlaştırarak asimile etme siyaseti farklı azınlık gruplarına karşı farklı zaman kesimlerinde uygulamaya geçirildi:


Makale ve Analizler - 2018

203

1913 yılında 250 bin Müslüman Türkün Bulgarlaştırma ve Hristiyanlaştırılmasıyla başladı. Ne var ki bu şiddetli saldırı bir asır asla durmadı. 1934’te Romanya’dan gelen Ulahların isimleri değiştirildi. 1934 - 1944 yılları arasında Pomaklar üzerindeki isim, din, dil ve kimlik değiştirme uygulaması geniş boyutlar aldı. 1949 - 50’de Makedonlar Bulgarlaştırıldı. 1962’de Romen nüfusun ismi ve dini değiştirildi. 1964’te Pomaklara karşı 3. büyük saldırı başarısız oldu. Ayaklanan halk saldırıyı durdurdu. 1972’de Müslüman Pomakların direnci kırılarak, birçoklarının genç canına kıyılarak, büyük sayıda aile sürgün edilerek, öncüler ve aydınlar hapislere atılarak isimleri ve dinleri değiştirildi. 1994 - 1995 yıllarında Türklerin isimleri değiştirildi, dilleri, dinleri, gelenekleri, kültür ve sanatları yasaklandı, okulları, radyo, televizyon, gazete ve dergileri, tiyatroları kapatıldı yasaklandı. Baskı, terör, zulüm ve şiddet çizgisi olarak belirlenen ve etnik azınlıkları çok yaralayan bu zorlama siyasetinden yalnız Türkiye Cumhuriyetine göç edenlerin toplu rakamı milyonları aşmış durumdadır. Geriye baktığımızda önümüze çıkan tablodaki fırça darbelerinden bazıları bunlardı. Bu arada 1918 ve 1919’da art arda 2 ulusal felaket, 1944’te 3. milli felaket ve 1988’de de 4. ulusal çöküşü yaşayan Bulgar halkı ve devleti, bugün de toparlayamamıştır. Avrupa’nın en yoksul, emeklilerin en düşük emekli maaşı aldığı, sosyal yardımları herkesi fakirlik çizgisi altında yaşamaya zorladığı, işsiz sayısı en büyük olduğu, nüfusunun % 50’si gurbette yaşamayı seçmeye zorlanmış bir ülke olmaya devam ediyor. NATO ve Avrupa Birliği üyesi olması bu durumu değiştirmediği gibi, sanki yıldan yıla her şey daha kötü oluyor. Tabii psikolojik analiz süzgecinden geçirildiğinde, devleti bir yüzyılda 4 defa iflas eden, bütün savaşlarda yenilen ve bir türlü ekonomik istikrar sağlayamayan bir halkın ayaklanması da doğaldır. Bulgar halkı, bir defa, Berlin Konferansında hayal ettiği toprak parçasını koparamadığından dolayı 1903 ile 1908 yılları arasında bugünkü Pirin bölgesinde 3-4 ayaklanma örgütledi. Bu Ayaklanmalarda Türk düşmanlığı iyice köpürdü. Amacında Osmanlı topraklarını tırtıklamak olan bu isyanlar farklı etnik ve dinlerden insan toplulukları arasında düşmanlık ateşleri yaktı. Bulgar halkı 1918 ve 1923’te olmak üzere, monarşiye karşı 2 defa ayaklandı. Yine Çarlık düzenine karşı olmak üzere 1942 - 1944’te silahlı ayaklan-


204

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

maya kalktı. Bu ayaklanmalar halkçı sol güçlerin öncülüğünde gerçekleşirken, azınlıklardan manevi destek aldı. Ne var ki, yine aynı dönemde 1923’te ve 1934’te tutucu güçlerin askeri darbe yapması hayata damga vurdu. Bulgaristan Müslümanları ise aynı yıllarda ümmet kabuğunu kırdılar. İslamcılık ve Osmanlıcılıktan silkinerek,. Türkler, Pomak Türkleri ve Çingene Türkleri (Müslüman millet), topluluk sahnesinde yeniden şekillendiler. Kimlik uyanışında öncü olan Türkler Turan, sportif, öğretmen, sanat ve esnaf derneklerinde örgütlenerek, Ulusal Türk Kongresi çağırdılar. Siyasi partide buluşma çabaları askeri darbeler tarafından kırıldı. Tüm baskılara rağmen, gazete ve kitap basma işlerinde daha da aktifleşerek Bulgaristan Türkleri edebiyatı direğini dikmeyi başardılar. Bulgaristan Müslümanları Diyaneti Başmüftülüğü ve İl Müftülükleri, Şeriat Mahkemeleri ve Din Okulları sistemi de o yıllarda gelişti. 1920 - 1923 Çiftçi Partili Başbakan Aleksandır Stanboliyski dönemi Bulgaristan Türklerinin altın çağı olarak kitaplara işlendi. Günümüz Bulgaristan’ında 1934 - 1944 döneminin “faşizm” olup olmadığı tartışmaları toplumu ikiye bölmüş olup, üzerindeki değer tartışmaları en keskin şekilde devam eden bir dönemdir. Yahudilerin, Çingenelerin toplanıp “Treplika” ölüm kampına gönderildiği, gönderilemeyenlerin bir parça kuru ekmeğe yol, köprü, tünel işlerinde çalıştırıldığı, Türklerin sürekli göçe zorlandığı bilinse de faşistlerin çömezleri her şeyi inkâr ediyor. Psikolojide bir şey üzerine tartışılması için onun aksinin de olması gerekir. Bulgar toplumundaki ters dönem totaliter-komünist yıllardır. Bu dönemde 1972 Pomak ve 1989 Türk Ayaklanmasından başka ayaklanma olmamıştır. Türk isyanına Pomaklar da katılmıştır. 20. yüzyılın en büyük Bulgaristan isyanına 72 bin kişi katılmıştır. 1950 - 1957 arası “kültürel otonomi” dönemi yaşayan Türkler, daha sonra baskı ve zulüm altında çok ezildiler. İsimlerinin değiştirilip anadillerinin yasaklanması, çocuklarının kör cahil bırakılması, mezarlıklara yapılan saldırılar silinmez izler bıraktı. Monarşi döneminin “Treplikası” olduğu kadar “Belene” ölüm kampı da ünlü oldu. Halka kabus yaşattı. Büyük Savaşta Yahudiler ve Çingeneler gerekçesiz tutuklanıp, sorgusu yargısız idama gönderilirken, komünist totalitarizm aynı uygulamayı Pomaklara ve Türklere uyguladı. Bugünkü komünistler babalarının kestiği faşistler için saygı duruşunda durmazken, faşistler de komünistlerin anısını saymıyorlar. “Soya dönüş” sürecinde şehit düşen Türkler ve Pomaklar anısına saygıya durma konusunda her iki taraf da hala çekimserdir.


Makale ve Analizler - 2018

205

Büyükelçimizin heyetimizi oturmak üzere davet ettiği masanın etrafında yerime yönelirken Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi’mizin hediye olarak hazırladığı eserleri BULTÜRK Başkanı Rafet Ulutürk masaya dizerken, öteki arkadaşlarım da kendi eserlerini çıkardılar. Bu yapıtların hepsini okumuştum. Bir ikisinin dışında içlerinde Sofya Büyükelçiliğimiz ve Büyükelçilerimizin çalışmalarıyla ilgili çok az bilgi vardı. Sayın Büyükelçi Ulusoy, ev sahibi sıfatıyla sözü önce kendine verdi. Hoş geldiniz konuşmasında, daha önceki Büyükelçilerin Bulgaristan Türkiye ilişkilerini hangi noktaya getirdiğini ve yeni doğrunun yönüne perde perde işaret ediyordu. Ben ise, diplomasi konusunda biraz yetersiz olduğumdan Büyükelçimizin yeni görevine ne kadar bir sürede hazırlandığını ve görev yerine nasıl bir yükle geldiğini düşünmeye başladım. Kendime sorduğum soruların cevabını aramaya devam ediyordum. Devletimizin diplomasi stratejisi içine monte edebilecek yeni bir Büyükelçiyi nasıl hazırladığını da bilmiyordum. Bildiğim Bulgaristan’ın zor bir ülke olduğuydu. Öngörüde bulunmak zordur, ne yapacağı “pek belli olmaz” diyenleri işitmiştim. Bu küçük ülkenin dış siyaseti 100 yılda 5 deva 180 derece yön değiştirmişti. Sabah güneşi gölgeleri Türkiye üzerinden gelen bu ülkede, Doğu, İslam, Müslümanlık ve Türklük etkisini önlemek için, iş saati uygulaması mümkün olsa ikindide başlayacak ve gece yarısına kadar devam edecek. Ne var ki, ikindi vaktinde bu ülkede Doğu ile Batı gölgesi ve Kuzey esintisi her gün buluşuyor ve birbirine hal hatır sormadan edemiyorlar. Burada görevde bulunmuş Büyükelçilerimizden çoğu Galatasaray ve Fransız Lisesi mezunu, ardından da Hukuk Fakültesi okumuşlar olsa da, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yüksek eğitim almışlar çoğunluktur. Hepsi, Dışişlerinde, siyasette ve mecliste deneyim sahibi şahsiyetlerdir. Aralarında, temel atıcılardan sayılan, Hüsrev Gerede sert imacıyla izlenimler bırakmıştı. Bulgar Türk ilişkilerine adanmış birçok eser de bırakan Ömer Engin Lütem (1983 - 1989) ağır zulüm yıllarında hep Bulgaristan Müslümanları yanında olmuş, eziyet içinde yenilmezlik ruhu oluşmasına sırt vermiştir. Yalçın Oral, Bulgaristan Türklerini ve tüm Müslümanları siyasal sahneye taşımayı başaran diplomatımızdır. Onun döneminde Türkler ilk kez kendi partileriyle 1990 seçimlerine girdiler. 24 milletvekili ilk meclis komisyonumuzu oluşturdu. 500 bin kardeşimizin göç etmesine rağmen gerçekleştirilebilen bu siyasi atılım yüksek kimlik ve politik bilinç düzeyine, vatan, Türk kimliği, temel insan hakları konularında ödün vermez bir iradeye işaret ediyordu.


206

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Aynı yıllarda diplomasiyi kamuya indiren, Türkiye diplomasisi desteğini her köy ve hanede hissettirmeyi başaran, başarılı çalışmaları ve mükemmel İngilizcesiyle Bulgar toplumunda derin izler bırakan Sayın Alev Kılıç da asla unutulmamıştır. Son dönem diplomatlarımızdan Sayın Haydar Berk döneminde iki ülke ilişkilerinde büyük bir yakınlaşma sağlanırken Bulgaristan Cumhuriyeti’nin Kuzey Atlantik Paktı NATO üyeliğine Türkiye garantör olmuştur. Bu yeni gelişme yönü Büyükelçi Mehmet Gücük döneminde başarılı sürdürülürken Bulgaristan Avrupa Birliği üyeliğini hak etmiştir. Büyükelçi İsmail Aramaz döneminde, Bulgaristan gerçek Avrupalı olmaya kendini alıştırırken, Türkleri sivil toplum örgütlerinde bir canlanma kaydedilmiş, öğretmen dernekleri aktifleşirken, soydaşlarımızın gerçek temsilcisi BULTÜRK derneği, bir Bulgaristan azınlık partisiyle birlikte, ilk kez Cumhurbaşkanı adayı çıkarıp 50 bin oy almıştır. 2017’de göreve başlayan Sayın Büyükelçi Hasan Ulusoy’un görevi Avrupa Konseyi’nin Bulgaristan dönem başkanlığına rastladı. O da bilgilendirmesine siyaset kapısından girdi. Ben de yerimi aldım ve dikkatle dinlemeye başladım. Türk Bulgar diplomasisinde (π) noktasını arıyordum.

Çapkın Aygıra Tazminat, İnsanlarla Alay(!)

Alptekin Cevherli-16.Şubat.2018

Kaç gündür yazmayayım diyorum ama bizim basının Nüfus İdaresi’nin E-Devlet üzerinden uygulamaya açtığı nesebi (soyu) tespit etme konusundaki hizmeti ile artık alenen alay edilmesi sonucu, mecburen bu yazıyı kaleme alıyorum... Hatırlarsınız; 15 Nisan 2010’da gazetelerde şöyle bir haber vardı: “İpini koparan yerli bir aygır, İnciraltı Atlı Spor Tesisleri’nin çitlerini yıkıp, aralarında şampiyon İngiliz atı Dinyeper’in yavrusu Happy Girl’ün de bulunduğu beş dişi atla çiftleşti. Sabah tesise giden M. A., aygırı dişi atların yanında çiftleşmeyi sürdürürken gördü ancak artık çok geçti. Atının yarış ha-


Makale ve Analizler - 2018

207

yatının biteceğini söyleyen tesis sahibi A., aygırın sahibini bulup 300 bin liralık tazminat davası açacağını açıkladı. ... Bu durum şu anda dört yaşında olan Happy Girl’ün koşu hayatının bitme tehlikesi demek. Bir diğer sorun ise doğacak yavruyla ilgili. Happy Girl’ün çiftleştiği at kendisi gibi İngiliz atı olmadığı için doğacak yavru safkan olmayacak. (Radikal)” Düşünün ki bir atın dahi yarışa girebilmesi için soyunun sopunun belli olması gerekiyor. Hatta belli olması da yetmiyor, asil olması şartı aranıyor. Yoksa baba at belli, hatta aygır cürmü meşhut halinde kısrak ile basılmış. Ama ne deniyor; “Atımın DNA’sı bozuldu en az 2 yıl yarışlara bile giremez(!)” Bu bir... Gelelim şuna; diyelim ki evinize, bahçenize köpek alacaksınız. Satıcıya gidiyorsunuz ilk soru, “Köpeğe ne için ihtiyacınız var?” - “Ya sana ne kardeşim, ver oradan bir yavru, diyebiliyor musunuz?” Ya ne deniyor; bekçi köpeği mi, süs köpeği mi, av köpeği mi, çoban köpeği mi, yardım köpeği mi...? Değil mi ya; ihtiyaca göre ayrı ayrı özellikleri, yetenekleri ve huyları olan yüzlerce köpek ırkı var. Av köpeğini koyun sürünüzün başına koyabilir misiniz? Koyarsınız elbette ama sabaha, başta köpeğiniz olmak üzere bütün sürünün leşini bulursunuz. Ya da kapınızın önüne süs köpeğini bekçi diye bağlarsanız, sabah kalktığınızda eşyalarınızla birlikte köpeğinizin de çalındığı gerçeği ile karşılaşırsınız, yalan mı? *** Bundan birkaç yıl önce İngiltere’de bir arkadaşımızın hazırladığı proje dâhilinde kütüphanelerle ilgili bir araştırma yapmak üzere bir haftalık programa katıldık. İngiltere’nin kuzeyinde hemen hemen Kocaeli ile aynı özelliklerde Durham kentindeki kütüphaneyi incelerken, rehberimiz bizleri çelik kasaların olduğu ve ancak filmlerde görebileceğimizi zannettiğimiz eski el yazmalarının bulunduğu bir kata indirdi. “Burası Durham’daki soy ağaçlarının (şecerenin) saklandığı bölüm. Herkes gelip ataları hakkında araştırma yapabilir. Atalarının mesleği, yıllık geliri, kaç çocuğu olduğu, eşi, gayrimenkulleri ve hatta sahip olduğu hayvan sayısına kadar bütün bilgiler burada mevcuttur. İsteyen buraya gelmeden kütüphanemizin internet sitesinden de ulaşabilmekte” dedi. Kayıtların 1200’lü yıllara yani Haçlı seferlerine kadar uzandığını ve hatta Durham’dan Haçlı Seferleri’ne katılan ve geri dönüp - dönemeyenlerin de bilgilerinin burada mevcut olduğunu söyledi.


208

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ne yalan söyleyeyim, babası meçhul diye kendi grubumuz içinde o an’a kadar alay ettiğimiz İngiliz gençlerle ilgili öğrendiğimiz bu bilgi karşısında imrenmedik dersem yalan olur... Çünkü hiç birimiz 4 - 5 kuşak ötemizi bilmiyorduk(!) Kilise’nin vergi toplamak maksadıyla tuttuğu kayıtlar, günümüze kadar saklanarak müthiş bir şecere bilgisi oluşturmuş ve bunu da halka açmışlar. Ve buna rağmen biz gittiğimizde 10 kadar farklı masada, çeşitli kişiler hâlâ araştırma yapıyordu... İlgi belki de yüz yıldır sürüyordu... Bizim “kuş beyinli” gazetecilerimiz de akıllarınca Tanzimat Fermanı’ndan beri hukuken olmasa da fiilen neredeyse yasaklanan soy bilgisini, vatandaşımız doğal bir merakla öğrenmeye çalıştığı için alay ediyorlar(!) Akıllarınca manşetten insanımıza laf sokuyorlar... Nesep bağı ve soy konusunda Türk Milleti kadar hassas bir millet daha dünyada var mıdır, bilmem. Töre cinayeti denilen zalimlikler de dâhil olmak üzere, vahşi kadın cinayetleri hep bu nesebi koruma derdi ile işlenmemekte midir? O zaman bu ne iştir ki; aklınıza gelebilecek her türlü cinsi sapıklık ve serbestliğin ve hatta çok daha fazlasını yapan veya yapabilen İngiltere’de soy kütükleri 1200 yılına kadar giderken; komşunun oğlu yan baktı diye öz kızını töre deyip vahşice kurşuna dizen bir ülkede, 2018 yılında ancak vatandaşa açılan bir şecere sistemi nasıl olur? Ve bu şecereler niye en fazla 19’uncu yüzyıl ortalarına kadar gider? Ya gerisi? Bunun mantıklı bir izahı var mıdır? Osmanlı döneminde Tanzimat Fermanı ile Türk ile gâvur ya da Müslüman ile gayrimüslim arasında yasalar önünde fark kalmayacak denilerek soy kütüklerinin imha edilmiş olması, yoksa aslında bir şehir efsanesi değil de, ciddi bir tarihi gerçek midir? Eğer böyle değilse, bizim kütükler neden 1850’leri aşamamaktadır? Kimse 2’nci Mahmut ilk nüfus sayımını 1831’de yaptı lafının arkasına sığınmasın. Elin 18’inci yüzyıla kadar dünyada varlığı ve etkisi bile olmayan adasında, nüfus sayımı mı yapılıyordu? Ey vatandaş uyan! Senin soyunu sopunu öğrenmek en büyük hakkın. Buna şimdiye kadar engel olanlar, soy kütüklerini kendi maksatlarını yürütmek için, arana rahatça karışıp ihanetlerini gerçekleştirebilmek için yaktırıp imha ettirenler, belki bu dünyada artık değil ama öteki tarafta en ağır cezaya emin ol muhataptırlar...


Makale ve Analizler - 2018

209

Bir köpeğin dahi fiyatı şecere belgesi olduğunda iki katına çıkan bir dünyada, hayvandan daha aşağı olarak önüne gelenle çiftleşen bir insan nesli yaratmak için beynini yıkayanları ve ahlâk kavramını demode olarak tanımlayanları gör! Yoksa, “çapkın aygıra 300 bin TL tazminat, insanlarla alay” senin uyumandan cesaretle oluyor! (Bu arada alt - üst soy bilgisinin vatandaşa açılmasına emeği geçen herkese teşekkür ederiz.) Değerli Kardeşlerim, Bizler, Allah (cc), Rahmet ve Merhametini örnek alarak bütün insanlığı kucaklayacağız. İslam’ın engin hoşgörüsünü insanlara anlatacağız. Rahmanürrrahim (Esirgeyen ve bağışlayan) olan Yüce Allah’ın bu sıfatlarına sadakat gösterdiğimizde, Rabbimizin rahmet ve merhameti, inayeti, affı daima bizimle olacaktır. Rahmet ve merhamet ikliminde hareket ettiğimizde, Cenab-ı Allah (cc)’ı daha iyi tanıyacağız, O’na yaklaşacağız. Kuşatıcı rahmeti ile insanların İslam’ın güzelliğine koşacağını açık bir şekilde göreceğiz. Nitekim Nasr Sûresi’nde (1,2,3.Ayet); “Allah’ın yardımı ve fetih (Mekke fethi) geldiğinde ve insanların bölük bölük Allah’ın dinine girdiğini gördüğünde, Rabbine hamd ederek tespihte bulun ve O’ndan bağışlama dile. Çünkü O, tövbeleri çok kabul edendir” buyurmaktadır. Yani Allah’ın yardımı gelince insanların bölük bölük(kalabalık gruplar halinde) İslam’a girdiklerini hatırlatarak bizlere ders veriyor. Kucaklayıcı ve kuşatıcı olduğumuzda etrafımızda insanlar toplanacak ve gücümüze güç katacaktır. Bizler, bu doğrultuda hareket ettiğimizde Tasavvufu, Mevlana’yı, Yunus Emre’yi daha iyi anlayacağız. Şahsen, huzurunuzda şunu ifade temek isterim ki; bundan sonra sizleri yeniden ziyaret etmek, sizler için, genç nesillerimiz için bana düşen ne varsa yapmaya hazırım ve buna söz veriyorum. Her zaman şuna inanıyorum ki, şartlar ne kadar kötü olursa olsun Hz. Peygamber (sav)’in şartlarından kötü değildir. Yılmak yok, bıkmak yok, Hakk yolumuzda hep birlikte devam edeceğiz. Dinimizi (İslam’ı), Dilimizi (Türkçe’yi), Milliyetimizi (Türklük) unutmadan, unutturmadan yolumuza devam edeceğiz. Gelecek nesillere bu ana unsurları, bizi biz yapan örf ve ananelerimizi aktaracağız. Çok çalışacağız. İşte o zaman istikbal (gelecek) bizim olacaktır. Saygılar sunuyorum, Allah hepinizden razı olsun, Allaha emanet olun. 02/02/2017


210

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Soyunu Bilmek İsteyenlere Rehber

BG-SAM-18.Şubat.2018

E-devlet üzerinden alt-üst soy sorgulama sisteminin açılması Türkiye için önemli bir dönüm noktasıdır. Bu bilgilere ulaştıktan sonra ailenin köklerini daha eskiye indirmek arşivlerde profesyonel ve uzun soluklu bir araştırma ister Son yıllarda insanlar kendilerinin nereden geldiklerini, soylarının nereye dayandığını daha fazla merak etmeye başladılar. Türkiye’de soy tarihi araştırmaları Avrupa’da olduğu gibi gelişmiş değildir. Soyunu araştırmak isteyen kişi ilk önce nüfus ve vatandaşlık hizmetleri genel müdürlüğünün alt-üst soy sorgulama sistemine müracaat ederek dedeleriyle ilgili ilk bilgilere ulaşabilir. Bazı nüfus müdürlüklerindeki kayıtlar 1800’lere kadar inmektedir. Ancak bu her nüfus müdürlüğü için geçerli değildir. Bu yüzden benim soyum eskilere gitmiyor diye vesveseye kapılmamak gerekir. Aile büyüklerinden ailenin geçmişiyle ilgili bilgilerin toplanması da büyük önem arzetmektedir. Çünkü ailenin geçmişini bilenler azalmaktadır ve bu bilgiler kayıt altına da alınmamıştır. Aileden gerekli malumat öğrenildikten ve alt-üst soy sorgulamadan bilgiler alındıktan sonra arşivlere müracaat ederek daha gerilere gidilebilir. Ancak bu profesyonel bir araştırma gerekir. Eski yazı ve arşivlerin sistemini bilmeyenler bu araştırmayı yapamaz. Nüfus Defterleri Soy tarihi araştırmaları için ilk olarak nüfus defterlerine bakmak gerekir. II. Mahmud’un emriyle 1831’de tutulmaya başlayan nüfus defterlerinin ilk sayımları Osmanlı Arşivi’ndedir. 1880’den sonraki defterler ve arada tutulan vukuat kayıtları ise Nüfus Genel Müdürlüğü Arşivi’ndedir. Bu defterleri destekleyecek diğer kayıtlar ise Osmanlı Arşivi’nde bulunan ve 19. yüzyılın ortalarına ait olan Temettuat defterleridir.


Makale ve Analizler - 2018

211

Ailemizin 1800’lerde yaşadığı yer belli ise nüfus defterlerinden hareket etmeliyiz. Son yıllarda Osmanlı döneminde yapılmış nüfus sayımları özellikle belediyelerin ve valiliklerin destekleriyle yayınlanmaya başlandı. Afyonkarahisar, Aksaray, Amasya, Balıkesir, Bayburt, Bursa, Çorum, Düzce, Kayseri, Kırıkkale, Kırşehir, Mardin, Rize, Samsun, Trabzon, Van, Görele, Tirebolu, Yusufeli, Ünye, Harşit, Şebinkarahisar, Yakacık - Akşehir-i Abad - Suşehri, Giresun, Besni, Gölköy, Payas, Siverek, Pazar, Ardeşen, Sürmene, Zara, Keşap, Körfez, Kavak, Pötürge, Arhavi - Hopa, İspir, Sincanlı, Çamardı, Maçka, Talas, Beyşehir, Yalvaç, Of, Çardak, Çıldır, Bayat, Bozdoğan - Nazilli, Köyceğiz, Bucak - Kızılkaya, Türkeli, Beykoz, Kartal ve Safranbolu’nun nüfus sayımları yayınlandı veya tez olarak hazırlandı. Birçok il ve ilçenin nüfus defterleri de hazırlanıyor. Tahrir Defterleri Nüfus defterlerinde bilgi bulunduktan sonra geriye doğru kayıt takip etmek ailenin belirgin bir vasfı yoksa oldukça zordur. 17. ve 18. yüzyıllar için şahıs vergisini ihtiva eden Avarız defterlerinin incelenmesi gerekir. 15. - 17. yüzyıllar için ise tahrir defterlerine bakmak gerekir. Tahrir defterleri bir bölgede yaşayan hane reisi erkeklerinden, bekâr erkeklere, dul kadınlardan, vergiden muaf olanlar ile yaşlı olup vergi veremeyecek durumda olanlara kadar o bölgede yaşayanları tek tek verir. Müslüman ve Müslüman olmayanlar ayrı ayrı kaydedilmiştir. Bazı bölgelerde etnik köken de verilmiştir. Bir bölgede yaylak kışlak hayatı yaşayan Türkmen (Yörük) aşiretleri de tek tek defterlere kaydedilmiştir. Tahrir defterleri İstanbul’da Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde ve Ankara’da Tapu-Kadastro Genel Müdürlüğü Arşivi’nde bulunmaktadır. Ancak bu defterlerde aile lakapları yazılmadığı, şahıslar sadece baba isimleriyle kaydedildiği için bağlantıyı kurmak oldukça zordur.


212

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Göçmen ailelerin soyu nasıl araştırılır? Osmanlı’nın küçülmesiyle birlikte Balkanlar’dan Kafkaslar’dan, Kırım’dan, Arap ülkelerinden, Adalar’dan birçok kişi Türkiye’ye göçetti. Özellikle, 1878, 1912 ve 1923’ten sonra çok yoğun göçler oldu. Bu yüzden nüfus genel müdürlüğünün arşivinde bulunan kayıtlar muhacirlerin geldiği yere kaydolmasıyla başlamaktadır. Bu kayıtlarda gelen kişinin doğduğu yer olduğu için muhacir kökenli olanlarımız dedelerinin nereden geldiğini öğrenebilmektedir. Bu konuda ilk olarak Bilal Şimşir, Nedim İpek, Ahmet Halaçoğlu, Muammer Demirel, Faruk Kocacık, Ferhat Berber, Abdullah Saydam, Süleyman Erkan, Hayati Bice, Mehmet Demirtaş, Derya Serin Paşaoğlu, Hakan Kırımlı, Sedat Kanat ve Tufan Gündüz gibi araştırmacıların eserlerini incelemek gerekir. Daha sonra Osmanlı ve cumhuriyet arşivlerindeki kayıtlarla bağlantı kurulabilirse daha geriye gidebilir. Örneğin mübadele ile gelenler Cumhuriyet Arşivi’ndeki tasfiye talepnamelerine bakarlarsa ailelerinin Yunanistan’dan hangi köyden geldiğini öğrenebilirler. Köyü öğrendikten sonra da Osmanlı arşivindeki nüfus defterlerinden ailenin 1830’lardaki durumunu tespit edebilirler. Nüfus ve Vatandaşlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün büyük hizmeti Yıllardır hem ders verirken, hem televizyonda, hem de konferanslarda en sık karşılaştığım soru “dedelerimi nasıl bulurum”du. Bu işin ilk adımı herkesin kendi kayıtlı bulunduğu yerlerdeki nüfus müdürlüklerinden üst soylarını istemeleriydi. Ancak bazı istisnalar dışında genelde nüfus müdürlükleri bu bilgiyi vermiyorlardı. Bu yüzden de insanlar kulaktan dolma dedikodularla hareket ediyor ve bilgilenemiyorlardı. Ancak İçişleri Bakanlığı çok doğru bir karar vererek alt-üst soy sorgulama hizmetini başlattı. Aşırı talep yüzünden sistem kilitlendi. Ancak bakanlık meydana gelen teknik sıkıntıları kısa sürede halledilip, sorgulamayı tekrar işler hale getirdi. Ardından da birkaç gün içerisinde 11 milyondan fazla kişi ailesiyle ilgili bilgi aldı. Bu yüzden İçişleri Bakanımız Süleyman Soylu’ya, İçişleri Bakanlığı Müsteşarı Muhterem İnce’ye ve Nüfus ve Vatandaşlık Hizmetleri Genel Müdürü Sinan Güner’e bir tarihçi olarak teşekkür ediyorum. Bu bilgilendirme İçişleri Bakanlığı’nın çok önemli bir hizmetidir. Yalan, yanlış ve maksatlı olarak insanlarımızın ataları konusunda kafasını karıştıranların verdiği kasıtlı bilgilerin önüne bu suretle geçilecektir.


Makale ve Analizler - 2018

213

Bundan sonra yapılacak iş sistemdeki bilgilerin eski defterler kullanılarak genişletilmesi (lakapların sisteme yüklenmesi) ve aksaklık görülenlerin (yer isimleri, ölüm tarihleri) düzeltilmesidir. Bu çok önemli sistemi Türk milletinin kullanımına sunan Nüfus ve Vatandaşlık Hizmetleri Genel Müdürlüğümüzün bu işi de yapacağına inanıyoruz.













Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.