42 KİMSE DÖNEK DOĞMAZ, DÖNEK OLUNUR

Page 1

KİMSE DÖNEK DOĞMAZ, DÖNEK OLUNUR!

2018 Mart - Mayıs Makale ve Analizleri


KİMSE DÖNEK DOĞMAZ DÖNEK OLUNUR! BULTURK BGSAM Yayınları Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi - BGSAM -42 BULTÜRK Adına Genel Başkanı: Rafet ULUTÜRK Basım: Mart - Mayıs - 2018 Koordinatör: Dr. Nedim BİRİNCİ Editör: Raziye ÇAKIR İnternet sorumlusu : Kapak Tasarım: Murat ULUTÜRK Pazarlama Sorumlusu: Hamiyet ÇAKIR Arşiv: İbrahim SOYTÜRK İsteme Tel: 0212 511 63 47 www.bulturk.org; www.bghaber.org; info@bulturk.org İnternet sitesinin yazıları Adres: Yıldırım Mah. Şehit Kamil Balkan cad. No.114/A Bayrampaşa İstanbul Tel: +90 (212) 511 63 47 Belgegeçer: +90 (212) 526 51 98 https://bgsam.org/, https://issuu.com/bulturk, https://bulturk.org.tr/ Baskı : DİNÇ OFSET MATBAACILIK SAN. ve TİC. LTD. ŞTİ. Adres: Davutpaşa Cd. Emintaş San. Sit. No: 103/580-581 Topkapı - İstanbul Tel: 0090 212 493 24 67 TÜRKİYE CUMHURİYETİ YASASI GEREĞİNCE BU ESERİN YAYIN HAKKI BULTÜRK’ten İZİNSİZ KISMEN VEYA TAMAMEN ÇOĞALTILIP YAYINLANAMAZ

Web: www.bghaber.org ; E.Posta: rafetuluturk@yahoo.com


“Bilgi Ordusu, Bizim Ordumuz, Bildiğimizi Öğretmek,Bizim Borcumuz.” Rafet ULUTÜRK

Düşünceler dizisi olan elinizdeki eserin anlamı derin bir uğraşın ancak başlangıcıdır. Bulgaristanlı Türk Müslümanların başına 1970-72, 1984-85’te düşen yıldırımın bir daha düşmemesi için bir uyarı ve ışık niteliğindedir. Saygılarımızla, B U LT Ü R K İ st a n b u l



Önsöz Yerine Yıl 2018 2016 yılı Bulgaristan Türkleri ve soydaşlarımız için umut dolu gelmişti. Cumhurbaşkanlığı seçimi ve siyasi dönüşüm amaçlayan bir halk oylaması yapılacaktı. Vatandaşlar siyasi sistem değişikliğinin seçim sisteminden geçtiğini kavramıştı. Ancak parti listelerinde gösterilenlerin seçildiği “çoğulcu” uygulamadan kurtulup, seçmen tarafından gösterilecek ve seçmenin iyi tanıdığı kişilerin meclise gönderileceği mutlak ekseriyet (salt çoğunluk) sistemine geçişin müjdesini bekliyordu. Bu değişiklik için 2 milyon 500 bin seçmen oy verdi.Seçmen, meclis seçimlerinde parlamentoya giren siyasi partilere oy başı 11 leva verilmesine yani milyonlar ceplemesine son verilmesini ve seçimlerin zorunlu olmasını istedi. 2 milyon 500 bin seçmenin oyu mahkeme kararıyla rafa kaldırıldı. Siyasi sistem değişikliği için “izin veremeyiz” dendi. Bunu deyen ise, 1989 yılından sonra, “ben artık öldüm” aldatmacası yaparak, Bulgar toplumu içine boydan boya uzanan kaskatı totaliter sistemin yarattığı oligarşi ve sözcüleri oldu. Onlar aynı yıl Bulgar aşırı sağcılarını birleşmeye çağırdılar. Giderek birleştirdiler ve onlara “yolunuz iktidar basamaklarından tırmanmaktır” dediler. Avrupa’nın kaderi de kötüydü. Sığınmacılar, savaş kaçakları, kitle göçleri, kıta değiştirenler çatır çatır kıvılcım saçan faşizm her günümüzü zehir etmeye başladı. 1989’da parçaları anmalık olarak satılmaya başlayan Berlin Duvarı’ndan parçaların yerine yeni duvarlar çekmek için yeni duvarcılar belirdi. Doğu Avrupa ülkeleri aralarındaki sınırlara boydan boya tel duvar gerdiler. Tarih ayıbın böylesini daha önce görmemişti. Sınırları kaldırıp özgür bir dünyada yaşama hevesiyle birleşmeyi seçenler insanlara, “Toplama Kamplarını”, yargısız idamları, Nazileri, faşistleri anımsattılar. Avrupa Konseyi 3 Bulgar siyasi partisine, “Ataka”, İç Makedon Devrim Hareketi (VMRO) ve “Bulgaristan’ı Kurtarma Hareketi” ve bu üçlünün “Yurtsever Cephe” ortaklığı Türk, Müslüman, İslam,


6

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

sığınmacı, göçmen ve öteki düşmanlığı aldı yürüdü. Düşmanlık yılan zehrinden kötü olan... Müslümanları hem isteme hem de istememe siyaseti karıştıkça anlaşılmaz oldu. Avrupa Birliği üyesi 28 devlet Türkiye Cumhuriyeti karşısında boyun eğdi ve bir gün “ama şu göçmenleri durdurun, bizi çökertecekler” dedi. 2016 ve 2017’nin en büyük olayı buydu. Dev adımlarla büyüyen ve güçlenen Türkiye’ye daha önce 28 devlet birden yalvarmamıştı. Diz çöktüler ve 2016 ve 2017’de durumun özünü fark edemediler. Çökenler Güneşten uzaklaştıklarını fark edemezler. Kuşkusuz, önüne eğilmiş kafalardan biri olan Bulgaristan’dı. Hem Brüksel’e ve hem de Ankara’ya bakarken Bulgaristan Türklerini görmezden geldi. Onları siyasi olarak parçalayarak ve parçaladıkça ezerek mecliste faşistlere daha geniş yer açanların ve faşistleri 1944’ten beri ilk defa iktidar koltuklarına davet edenlerin tam olarak ne düşündüklerini ve ne istediklerini anlamak çok zor olmadı. Artık göç durmuş, doğal olarak geri göç başlaması zamanı gelmişti. Faşist düşmanın kafasında iki hedef birden doğdu. Camiler ve mezarlıklar. Camilerin içinde de Türkçe konuşmayı yasaklamak, Türkler için Vatan kalesi olan, mezarlıkları daraltmak hatta vakıfları kabristanlık olarak ayırdıkları bütün arsalara el atıp, onları cesetlerini gömecek bir insan boyu topraksız bırakmayı düşündüler. Sofya Türk Mezarlığı 28 yıl önce dolmuştu. Bunu Ahmet Doğan’a, Lütfü Mestan’a, Osman Oktay’a, Kasım Dal’a vb asla anlatamadık. Yakın geçmişte mecliste yaşlanan Ramadan Atalay’ın eşi vefat etti. Bir mezar yeri bulamadık, doktor hanım Bulgar mezarlığına gömüldü. Yazarlarımızdan İsmail Çavuş öldü, Sofya dışında Bankiya kasabasındaki Hıristiyan mezarlığına gömdük. Bu şehirde zengin Müslümanlar için de mezar yeri yok. Sofya kenarında 52 dönüm bir yer alındı. Toprak sahibi Bulgar komşular vakıf malımıza, kendi mülkümüze mezarlık yapılması için gereken “razıyım” belgesini vermedikleri için, 20 yıldır boş duruyor o kutsal toprağımız. Karşımızdaki devlet kale gibi! Püskülü faşist. Ortada kaldık. 2016 - 2017 bizim için çok zor yıllardı. Mezarlıksız Vatan olmaz!!! Mücadele devam ediyor. Raziye ÇAKIR


Önsöz: Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği BULTÜRK yönetiminin tüm çabaları özgür ve adil bir yaşam mücadelesinde yoğunlaşmıştır. Mayıs ayı bizim için bir örgütlenme, bilinçlenme ve mücadele ayıdır. Aynı zamanda Büyük Göçün dinmeyen büyük acısının ayıdır. Kapanmayan bir yaradır. Elinizdeki kitabın her satırını sıksanız içinden çıkacak ter damlasının analizinde başka hiç bir şey bulamazsınız. Adresimiz, Bulgaristanlı soydaşlarımızın, memlekette kalan ya da ekmek teknesini başka bir yere taşımış kardeşlerimizin her birinin gönlüdür. Bizi arayan ve okuyan dostlarımız artık yarım milyondan fazladır. Her tıklama bizim için çok değerlidir. Nefesimizin okur nefesine vurmasıdır. Gönül buluşmasıdır. Kitapta yer alan yazılarımızdan başka, “bghaber.org” sayfamıza girenler güncel haber ve röportajlarla büyük ve küçük şehir ve köylerimizde ilk bakışta önemsiz görünen olayları öne çektiğimizi, okulsuz çocukların yanında, spor alanlarında, su altında kalmış tarlalarda, doludan kırılmış dallarda ve yatmış ekin tarlalarında olduğumuzu görürsünüz. Mayıs 1989’da Naim Süleymanoğlu Hürriyet Yıldızımız oldu. 21 Mayıs 1989’da Demokratik Birlik Partimiz ilk Kurultayını çağırmıştı. Mayıs ayında Bulgaristan demir perdesi yıkıldı, hürriyete doğru sel gibi aktık. Mücadelemiz özgür bir yaşam mücadelesidir. 1989’dan beri aynı yolun yolcuları olsak da, toparlandıkça toparlanamadık, Mayıs ayı Ayaklanma ayımız olsa da, alevler büyükçe göklere sarılmadı. Şanlı diriliş yolunu kavrayamadık! Sanki yaktığımız ateşi genç kuşağa devredemedik! Yeni adımlardan heyecan duymaz, dolup taşmaz olduk! Her sabah yeni duygusal düşüncelerle kanatlanmaz olduk! Safdil sevdamız ve üstün aklımızla her sabah “sen ulaşıldıkça ulaşılmaz olan memleketimsin” demekten vaz mı geçtik? Hayır geçmedik. Geçmesek de bekleneni ifade edip hareketlenemedik... Ömürlerini hile ve dolandırıcılıkla geçirenlerin dalgası çığ gibi geldi üstümüze. Aldatmak ve dolandırmak, yetkiye bağlanmak, onun bunun kopoyu olmak, dalkavukluk yapmak, sahte kılıflara bürünüp ün peşinde koşmak ve haram kazanç elde etmek, kul hakkı yemek sel gibi aktı üstümüze. Üstüne aydınlıktan korkanların kir akan sularına, değersizler sürüsüne katılmak aldı yürüdü. Oysa Bulgaristan Müslümanı, Türklerimizin suyu ve mayası adalet, eşitlik, insan sevgisi ve kardeşlikle örülmüştür. Budur nedeni, kıyasıya bir savaşımdır ön aldı, herkesi birbirine kattı, bizi parçaladı, toplumumuz kemirgen doldu, kurbanlar aldı, bizi dağıttı. Doğuştan cesur ve zeki olsak da, kan emicileri ve kemirgenleri


8

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ortaya koyup adalete teslim edecek ve kurtuluş kapısını açacak bir ortam henüz ağarmadı. Yazılarımızda, toplumumuzun büyük bir arayış içinde olduğunu, karanlığın kabuklarını çıtır çıtır kırdığını ve doğru olanı, tüm varlıklara aynı ışıkları ve sıcaklığı gönderen Güneşin Adaletini aradığımızı göreceksiniz. Biz dik başlı bir milletiz ve kimsenin ağına veya tuzağına düşmeyiz! Gözümüzü budaktan sakınmayız! Kendi liderlerimizi yetiştirirken yeni günlerin renklerini seçiyoruz. İyi okumalar! Rafet Ulutürk BULTÜRK / BG-SAM 08.08.2018

Değerli Hemşehrilerim, Bulgaristan’da hepimiz zor günler yaşadık, itildik, ezildik, çiğnendik, hatta gün geldi vurulduk, şehitler verdik. Bu nedenle bizler kendi içimize kapanarak, yaşam mücadelesi vermeye çalıştık. Ancak bu içine dönüklükten kurtulmalıyız ve Türkiye’de yaşadığımıza göre, yasaların bize verdiği tüm haklardan bizlerde yararlanmalıyız. Peki, neden bunu yapamıyoruz? 1877-78 Rus-Türk savaşından sonra Osmanlının Balkanlardan çekilmesiyle birlikte, savaş esnasında işlenen akıl almaz katliamlar nedeni ile atalarımız asırlarca yaşadıkları yerleri terk ederek göç yolunu tutmuşlardır. Geride kalanlar ise Bulgaristandevleti’nin uygulamaya başladığı soy kırım politikalarına karşı direnmiş ve hayatta kalmaya çalışmışlardır. Şimdi ise burada Türkiye’de yaşayanlar oralara yardım edebilmek için, burada ilk önce bir araya gelmek ve bir merkez oluşturmalıyız. Artık bir kurum altında toplanmalı ve birlikte hareket etmeliyiz. Bu birliğe hepimizin ihtiyacı olduğuna inanıyorum. Artık bir birimizi kötülemekten vaz geçmeliyiz, birisi için yanında konuşamayacağımızı başka bir yerde konuşmamalıyız, yani kısaca arkasından konuşmamalıyız. En önemlisi samimi, hoşgörülü ve ahlaklı olmak. Zamanla her şey yerine


Makale ve Analizler - 2018

9

geleceğine inanıyorum, ama tabi ki bu dava üzerinde kafa yoran, stratejiler üreten ve devamlı bunun üzerinde çalışan olursa. Bizim savaşımız insanlarımızı ahlaklı yetiştirmek olmalı, birlik ve beraberliğe kendi insanlarımızla başlayarak tüm Türk Dünyasına taşmalıyız. Bizler burada Türkiye’de yaşayan Bulgaristanlılar büyük bir kitle haline gelmiş durumdayız. İşte bu nedenle şimdi bu kitleyi yani kendi hemşerilerimizi, bir araya toplayarak bir merkez, bir güç birliği oluşturmalıyız, tabi ki bu bizim doğal tabii hakkımızdır. Bizler de artık toplum gücünü kullanabilmeliyiz. Toplum olarak haklarımızı elde etmek zorundayız ve bu yönde çalışmalıyız. Biz bunu söylerken, önderlerimizi seçerken, başkaları kötüdür demiyoruz. Biz bu işi onlardan daha iyi yapabileceğimize, Türkiye Cumhuriyetine ve Türk Dünyasına daha verimli olacağımıza, buralarda bu bölgelerde yaşayan Türklerin daha iyi, daha güvenilir, yaşamalarını sağlayacağımıza inandığımız için, Önderliğe, Yönetime talibiz. Bu arada Bulgaristan’da kalan kardeşlerimizin hepsinin siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel kimliklerini, muhafaza edebilmeleri için mücadele etmeliyiz ve bu konuda gerekeni yapmalı ve gerekli yardımları yapmalı ve yaptırmalıyız. Aramızda Ahlâklı, Adaletli olanları seçmenli ve yüceltmeliyiz. Geçmişi konuşmaktansa, gelecekten söz etmeliyiz, bugünü değil, yarınları görerek hareket etmeliyiz. Aramızdan stratejistlere imkân ve fırsat vermeliyiz ve onları bizler yetiştirmeli yön verebilmeliyizkısa-10 ve uzunvadeli -50 yıllık hedefleri gösterebilmeliyiz. Aramızda kötü niyetli insanları tespit etmeliyiz, bilmeliyiz ki, onların kusurlarından dolayı değil, bu güne kadar yapılması gerekenleri engelledikleri için aramızdan uzaklaştırmalıyız. Bu güne kadar neler yapılmamış, onları araştırmalı, bilmeliyiz ve neler yapılması gerekir onları söylemeliyiz ve bunları bir an önce hayata geçirmeliyiz. Bizler gözyaşları dindirmek için, yaralara mehlem olmak için, her yüke ortak olabilmeliyiz. Gençlerimize, sadece balık pişirmesini değil, balık tutmasını da öğretmeliyiz, insanlarımızı denizlere, okyanuslara açılmalarını sağlamalıyız. Aramızda Tek Lider değil her sokakta, her mahallede bir lider yetiştirmeliyiz, biz dünyayı yönetmek için oğullarımızı yetiştirmeliyiz. Bizim insanlarımız yani Bulgaristan Türkleri şahsi başarıları Türkiye’de belkide en çok olanlardanız. İşte artık bizler toplum olarak haklarımızdan yararlanmasını bilmeliyiz. Her şeyden önce siyasi hakları-


10

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

mızı toplum olarak kullanmalıyız, daha sonra ekonomik ve kültürel haklar onu takip edecektir. Hepimizin gördüğü gibi, tarihte büyük güçler çok defa kötü politikaların kurbanı olmuşlar ve bunlar devam edecektir. Bir toplumun Lideri olmadan hiçbir şey olmaz, bu lideri de toplum çıkarmalıdır. Siyaseti güvenilir, sevimli hale getirmek bizim hedefimiz olmalı, bu gün çok zor, imkânsız olarak görünse de, yarınlara umutla bakabilmeli ve baktırabilmeliyiz. Var olabilmemiz için, var kalabilmemiz için, öncelikle temel hususlarda anlaşma sağlamalıyız. Aramızda bir birimize güveni kaynaştırmalıyız ve samimi olmalıyız. Her şeyden önce özgüvenimizi kazanmalıyız, birlik ve beraberliği ön planda tutarak insanları insan oldukları için sevip saymalıyız. İçimizde barışı sağlayıp, tek merkezde bir çatı altına toplanmalıyız. Bu çatı da “BULTÜRK Derneği” olmalıdır. Buradan tüm dünyaya sesimizi duyurabiliriz. Balkanlar konusundaki politikalarda etkili olabilmek için yolları aşındırmalıyız. Çünkü gelişmiş ve Bulgaristan’da etkili bir Türkiye Balkanlara tamamen hâkimiyet kurabilecektir. En önemlisi kararlı olalım ve birbirimize samimi, saygılı olmayı ve bir birimizi sevmeyi öğrenmeliyiz. Bizim derdimizi ve problemlerimizi en iyi anlayabilecek zaat bizden olduğunu idrak etmeliyiz. Bulgaristan Türkleri konusunda teşhisi bizler kendimizi yetiştirerek yetki mercileri alarak son noktayı biz koymalıyız, bu güne kadar ki eksikliğimiz budur. Ayrıca Balkanların anahtarı Bulgaristan’da yani Bulgaristan Türklerinden geçtiğini de öğrenmeli ve öğretmeliyiz. Sevgili dava arkadaşlarım. Kendimizde özgüveni, aramızda güveni ve merkezioluşturduktan sonra, kimsenin aramıza nifak tohumları ekmesi mümkün değildir. Bizim için önemli olan, eksiklerimizi bulmaktır. Geçmişi bırakarak artık bizler aydınlanma dönemine bir an önce geçmeliyiz. Halimizi tespit etmek çok kolay, gazete, dergi yayın hayatımız nerede, kaç gazete, tv, radyo bizimle ilgili haber yapıyor.Burada suçlu değil, sebepleri aramalıyız. Gelin bunları tartışalım, niçin bu güne kadar bir Bulgaristan Kültür Merkezi olmamış, bunu şimdi nasıl gerçekleştirilebiliriz, bunlara yönelik çalışmalar toplantılar yapmalıyız. Hedefimiz Türkiye Cumhuriyetini daha güçlü, daha huzurlu ve daha iyi yarınlara götürmek için olmalı. Güçlü bir Türkiye Bulgaristan da yaşa-


Makale ve Analizler - 2018

11

yan Türklerede güven ve huzur verecektir, onların daha rahat yaşamalarını hep birlikte sağlayabiliriz. Bunlar zannetiğiniz kadar zor işler değil. Dünyada insanlar bir iş için değil, bir İdeal için hayatını feda ederler. Bunun için güçlü olmak sesini duyurabilmek için öncelikle bir Kurum ve bunun Merkezini oluşturmalıyız. Çünkü Merkezi olmayan hiçbir topluluk bir yerlere gelmesi mümkün değildir. Bu güne kadar konuşmalar tartışmalar yapılmış fakat bir ağıç ekilmemiş işte bu gün bunu yaptık BULTÜRK tüm Bulgaristan Türklerinin biz öncelikle sadece Bulgaristanlıyız. Bizler elimizdeki kıt kaynaklarla bir merkez oluşturmaya çalıştık, bunda da muhafak olduk. Bu merkeze ulaşmakta büyük güçlükler ile karşılaştık bu konuda bizlere yardımcı olan emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz. Ayrıca bizlere kendi yerini veren Mümin Hocamıza huzurunuzda kendisine tekrar tüm halkımız adına buradan teşekkür ediyoruz. Bundan sonraki hedef de Türkiye’nin her yerine ulaşmak ve bu birlikteliği her yerde tesis etmektir. Bu merkezimizde artık kendimize ait bir kültür merkezimiz oluştu toplantı salonumuz da mevcuttur her 15 günde bir toplanıyoruz. Amacımıza ulaşabilmek için devletin bir şeyler yapmasını beklememeliyiz. Birlikten kuvet doğar Atasözünde olduğu gibi güçlerimizi birleştirerek devlet yönetiminde söz sahibi olmalıyız ve geleceğimize kendimiz yön vermeliyiz. Gençlerimizin devlete girmelerinin yolunu aydınlatmalıyız. Artık bizim de Ankara’da TBMM’de kendi temsilcilerimiz olmalı. Bizler de buralara kendi içimizden birilerini gönderebilmeliyiz. Aramızda birlik ve beraberliğimizi oluşturduğumuz takdirde kendi içimizde samimi olduğumuzda başarıların ard arda geldiğini göreceğiz bunu başaracağımıza eminim. İhtiyacımız olan tek şey kendi içimizde daha adaletli olabilmek. Sevgi ve saygılarımı sunarım, Genel Başkan Rafet ULUTÜRK


12

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu Acı Dinmez, Adamı Yiyip Bitirir.

Musa Vatansever-18.Mart.2018

Konu: Bizim vatanımızdan sökülüp atılmamıza üzülen yok. Varsa yoksa Yahudiler. Başbakan Borisov’un Makedonya’dan toplanıp, Bulgar hayvan taşıma vagonlarına bindirip, Bulgar silahlı asker ve polislerinin gözetiminde, Polonya’nın “Treplika” ölüm kampına gönderilip, orada gaz kamaralarına atılıp yakılan Yahudi erkek, kadın ve çocuklar için özür dilemesine Bulgarlar irkildi. Toplumdaki tiksintide, “sıç...mız her boku bize yedirirlerse!” koku ve korkusu ortalığı sardı. Üzerinden tam 76 yıl geçmiş olmasına karşın hiçbir şey unutulmamış. Olay çap canlı ve ciddileştikçe ciddileşiyor... Bulgar istilasındaki Makedonya köy ve kentlerinden toplanan ve “Treplika” kampına gönderilen Yahudilerin sayısı 7 bin 144 olarak gösterilse de, Bulgar vagonlarına doldurulan ve asker ve polis gözetiminde aynı kampa götürülen Yahudilerin toplam sayısı, Ege bölgesi Yahudileri ile birlikte 11 bin 400 Yahudi’dir. Fakat Boyko Borisov, Ege Bölgesinden olup “Treplika” kampında öldürülen Yahudiler için özür dilemiyor. Selanikteki Yahudi Müzesini ziyaret etmedi. Bu iş bu kadarla da kalmıyor, çünkü “Treolika” kampına gönderilenlere 20bin kişi olana kadar Çingeneleri de eklemek gerekir ki, onlar da Bulgar treniyle “kampa” vardıklarında hemen öldürülmüşlerdir. Bu konunun devamında, ikinci büyük savaş yıllarında damgalanan, sarı yıldızla gezen, mallarına mülklerine, otel, dükkan ve işletmelerine el konan ve 1944’ten sonra Bulgaristan’ı terk eden 48 bin Bulgaristanlı Yahudi’nin kara alın yazını da eklemek gerekir. Son günlerde kızışan tartışmalarda, Balkan ülkelerindeki Yahudilerin kara kaderini deşen didişmelere 1942’deki Köstendil Valisi’nin torunu olan Bayan Sofia Şişmanova da katıldı. Yazar Natan Grinberg’in “Yahudiler Konusunda Veri ve Belgeler” eserini anımsattı. 2015’te çıkan bir eserin 183. sayfasından, “Bulgar Yahudilerinin hepsinin “Treplika” kampına gönderilmek üzere hazır durumda tutulduğunu” yazıyor. Aynı konuyu ele alan İvan Dimitrov Popov ise, 1941 - 1942 yıllarında Yahudilerin deniz yoluyla da Bulgaristan’dan çıkarıldığını yazıyor. Güvertesinde 700 Yahudi olan Bulgar “Mesta” yolcu gemisinin Rus “Şt 212” deniz altısı tarafından torpido ile Karadeniz’de batırıldığını ve yolculardan kurtulan olmadığını yazıyor. Büyük savaştan önce “Yahudilerin yaşadıkları ülkelerin halklarını soyduğunu” yazılıp anlatılıyordu.


Makale ve Analizler - 2018

13

Soru: Gerçek hırsız kimdir? Makedonya Yahudileri Bulgar vagonlarına doldurulmazdan önce Makedonya ve Ege Trakya’sındaki Yahudi mülklerinin tümüne Bulgar makamları el koymuştur. Gasp edilen 58 milyon leva değerinde olup, Bulgar makamlarında kalmıştır. Yahudi altınları ve diğer mücevherleri alınmış, hepsi evlerinden ve mülklerinden edilmişlerdir. Bu Çingeneler için de geçerlidir. Hayvan vagonlarına doldurulduklarında arkalarında onlara ait olan yok edilmiştir. Aynı ülkede birlikte yaşadığın insanları doğru dürüst idare edemediğin için ölüme hem de yakarak ölünme göndermek af edilemez bir suçtur. 1939’dan 1944’te Kızıl Osru Polonya’daki Nazı ölüm kamplarına girip, insanları yakan gaz ocakları olduğunu duyurana kadar, bu gerçek bilinmiyordu. Bulgar makamları da yaptıklarının yanına kalacağını, cinayetlerinin açıklanmayacağını hesap etmişlerdi. Yakarak ölümlerine sebep olunan bu insanların kimisi için özür dileyip diğerlerini “olan olmuş, bize ne” şeklinde kabullenmek onaylatamazdı yara açmaya ve dinmeyen sızılara neden olmaya devam edecektir. Bulgar toplumunun arınabilmesi için tüm cinayetler için, Ege Trakya’sı Yahudileri için olduğu gibi Çingeneler için de Özür Dilemesi ve yaraları sarması gerekir. Bununla da yetinmeyerek; 1913 Pomak Türklerine yapılan baskı ve terör, isim ve din değiştirme kustahlığı, Batı ve Orta Rodoplar’dan kovulan Pomak Türkleri, katledilenler, yıktıkları cami ve medreseler için de özür dilenmelidir. 1934 - 1944 yılları arasında Orta Rodoplar’da, Paşmaklı (Smolyan) bölgesinde isim değiştirmeyi gerçekleştirirken uygulanan baskı, terör ve zulüm için de Özür Dilenmelıdır;  1962’den başlayarak Romenlerin kimliklerine yapılan saldırılar, bu nüfusun 70 yıldan beri gettolarda anlatılması zor baskı altından tutulmasına son verilerek, hak ve özgürlükleri tanınmalı, halk geleneklerine uygun yaşamalarına olanak sağlanması ve Bulgarlarla uyum sağlamaları içim yapılan eziyete kesinlikle son verilmelidir. Bütün azınlıkların çok kültürlü ortamında mutlu olmaları yolu nihayet açılmalıdır. Sayıları her geçen gün artan bu azınlığın yaşam özelliklerine uygun hayat modeli yaratmak Bulgar devletinin ana görevidir. Ezınlık haklarını tanımayan Bulgar devleti sosyal ve kültürel yaşamın yeniden örgütlenmesi gibi konularda hastadır. İsimleri daha 1934’tedeğiştirilen Ulah azınlığının günümüzde hukuksal ve idari işler bakımından Bulgaristan’dan kopmak istemesi, sosyal sigorta, eğitim, yargı, sağlık hizmetleri gibi konularda Bulgar sosyal ve siyasal düzeyine yüz çevirip bir halk oylamasıyla memleketimizden kopmak istemeleri, daha önce eşine rastlanmayan bir direniş ve tepki biçimidir. Hepsi için kör cahil, bakımsız ve sefil,


14

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

tiksinecek halde olduklarına işaret edilen bu insanların son derece yüksek bir siyasi mücadele bilinci sergilemesi, akan suları durdurmuştur. Bu insanların acısı o denli derinleşmiş ki, artık özür istemekten vazgeçmişler, akıllarından geçen alıp başlarını gitmek. Bizim 1989’da topluca sel gibi aktığımız gibi...  1964 ve 1972 saldırıları ile ilgili olarak Pomaklardan bin defa özür dilense azdır. Hapislere yatanların, sürülenlerin, sakat kalanların, kurşuna dizilenlerin sayısı hala bilinmiyor. Ne yazık ki, Bulgar hükümeti ve makamları aynı yaraların kaplarını her gün yolmaya, her gün kan akıtmaya ve insanları üzmeye devam ediyor. 1913 kanlı katliam ve zorbalık olaylarından bu yana 100 yıldan fazla geçmiş olsa da, Pomak yaralarına kez ab dökülmeye devam ediyor. Yerli makamlarda, belediyelerde ve başkentte, üniversite ve enstitülerde Pomak Meseleleriyle uğraşan, Pomak yaralarını kaşımaktan geçinenlerin sayısını söyleyemiyorum. Bunların bir kısmı gizli çalışıyor, bir kısmının ömrü sosyolojik araştırma yapmakla, falcıların iskambil kâğıtlarını ya da kibrit çöplerini karıştırdığı gibi rakamları karıştırarak, hep olduğundan farklı ve yalnızca kendi bahçelerine su taşıyan yani kendi işlerine yarayan sonuçlar çıkarmaya devam ediyorlar. Son sosyolojik soruşturmada Mesta (Kara Su) Batı Rodoplar ve Pirin Dağ köylerinin hepsi “Biz Türk’üz, vazgeçin artık bizimle uğraşmaktan”, demişler ve gazete sayfalarında çarşaf çarşaf “Pomak Meselesi” yazıldı çizildi, yazılıyor. Sosyalistlerin (BSP) partisinin “Duma” (Söz) gazetesi 15 Mart 2018 sayısında, Pomak Türklerine güya “Bulgar” dedikleri için hızlı prosedürle Profesör olan ne kadar emekli varsa hepsinin görüşüne yer verdi. “Pomak etnik grubu” keşifçisi olarak ün yapan Prof. Evgeniya İvanova, Rodoplar’da yaşayan Pomakların “öz Pomak bilincine ulaşmış bulunduklarını” yazmış ve bu sürecin halen yalnız elit kesim katında kaldığına işaret etmiştir. Bulgarca konuşan bu grubun, kendisine “Bulgar” dedirmiyor diye de vurgu yapmış. Prof. İvanova “Batı Rodoplar’da ve Pirin Dağı yöresinde yaşayan Pomakların, kendilerini kesin olarak Türk olarak gördüklerini” yazıyor. Şarkıcılığıyla ünlü Valya Balkanska da “etnik konularda” görüş beyan etmeye başladı ve önce “Pomak” isminin kitaplardan kazınmasını, belleklerde yakılmasını ve zorla unutturulmasından yana olduğunu gizlemiyor. Aydın geçinen bu kişiler, hiçbir zaman insanların yanında olamadılar. İşlerin Radyo ve TV’de şarkı söylemekle düzeleceğini düşünenler çok yanılıyorlar. İnsanın yanında ol ki, insan da seni insan bilsin. Valya Balkanska gibi sanatçılar hep iktidar partilerinin yanında oldular. Pomakların çilesini anlayamadılar, çünkü dertlerini paylaşmadılar. Hiç kimsenin hatırını sormadılar. İnsanların gönlünü kazanıp, kendilerine saygı gösterilmesini hak etmediler. Şair Naim Bakov gibi “Ömür bahçesine kimse dökmesin zehri!” diyemediler.


Makale ve Analizler - 2018

15

Basındaki “Türk Pomaklar” konulu tartışmalara aktif katılan, bilim adamı Dr. G. Zelengora, Balkan Savaşı (1912 - 1913) yıllarında “Bulgar merhametsizliği ve vahşeti” üzerine araştırmalarını sürdürürken, “Balkan Savaşı Bulgar Devletinin Pomak azınlığa karşı işlediği en şiddetli zalimliktir” diye yazdı. Bu gaddarlıkla 250 bin Müslüman Pomak’ın ismi ve dini zorla değiştirilmişti. Bu konuda Bulgar devleti Utanç Anıtını ne zaman dikecek? Smolyan köylerinde yaşayan Pomaklardan bazıları da, “Pomak” isminin çok sorunlu olduğundan, “Bulgar Muhammed anları” adını da kabul etmediklerinden dolayı, kendilerine “Ahreyn” adıyla hitap edilmesini istiyorlar. Ahret (Âhiret) adını kendilerine uygun bulanlar, “biz bu dünyadan el çektik, artık yalnız ahiret kaygılarıyla davranıyoruz” diyorlar. Kuşkusuz bu kişilerin ismi ve dinleriyle, töre ve yaşam tarzlarıyla, ahlak ve namus sorunları üzerine bir asır arasız, baskın ve sürekli şiddet uygulanması sonucu, bu vatandaşlara güncel dünyevi işlerden tamamen el çektirmiş ve kendilerini zikre vermiş olabilir. Zaten Şubat sonu ve Mart başında Rodoplar’a bol yağışlar ve derin kar, 200 çığı kopmasına neden olmuş, yollar kapanmış, su boruları patlamış ve herkes evlere ve camilere kapanmış, havanın açması ve baharın patlaması için dua ediyor. Tabii bu sönmeyen tartışma konularında, son söz isteyenler, her zaman ve her yerde, kısır tartışmalardan çıkışı hep “çok etnikli, çok dilli, çok dinli, çok kültürlü bir Toplum ve devletinde buluşamazsak, Bulgar devleti çöker” tespitinde buldular. Bu bilim adamlarının artık bir asırlık uğraşıdan sonra Türk Pomakları iyi tanıdığına ve Türk kimliği için mücadele eden bu dağ insanlarının değişmez kılavuzunun “ölmek var dönmek yok” olduğuna inanmaya başladıklarına kesin inanıyorum. Türk Pomaklar büyük kalpli, gönül bağları güçlü, geleneklerine sımsıkı sarılmış bir kardeş topluluğumuzdur.  Bu cümleden olmak üzere, Bulgaristan Türkleri defteri de kapanmamıştır. Etnik halk topluluğumuzun yalnızca isim ve din haklarının iade edilmesi, 1989 Mayıs Ayaklanması isteklerimizin % 5’i bile değildir. Yayınlanan istek listeleri, devlet makamlarına 30 yıl önce gönderildi, dünya radyolarınca okundu. Türkiye’de ikamet eden 1 milyon 20 bin vatandaşımız haklarımız ve özgürlüklerimiz, hukukun üstünlüğü, demokratik adil sistem kurulsun da evlerimize dönelim diye bekliyorlar. Yara kapanmamıştır. Sorun çözülmemiştir. Bundan 76 yıl önce “Treplikaya” gönderilen Yahudi ve Çingene sorunları gibi, İsrail’e kovalanan 48 bin Bulgaristanlı Yahudi’nin sorunu gibi tekrar tekrar her yıl her gün aktüelle-şip kapı çalacaktır. Bu sorunlar susmakla asla çözülemez. Aldatmakla, yalan söylemekle veya boş vaatlerle ise hiç çözülemez. Halkımızı avutmak, usandırmak ve boyun eğdirmek için hainleri kullanmaktan ise hemen vazgeçiniz. Artık şapka düştü ve kel göründü.


16

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Şu asla unutulmasın: O ısız, gölgesiz yolun sonunda Gördüğün o tümsek ey orada, Hak uğrunda, özgürlük yolunda Can veren babamın yattığı yerdir. Bilmem anlatabildim mi? Bu dünyada İlahi Adalet vardır. O acı asla dinmez, adamı yiyip bitirir! Paylaşmayı ihmal etmeyiniz.

Kimse Dönek Doğmaz. Dönek olunur! -1

Mehmet Çakır-19.Mart.2018

Konu: Döneklik. Döneklerin geçmişimizde ve bugünümüzde oynadığı roller Döneklik psikolojinin ve dolayısıyla siyasetin en önemli konularından biridir. Meteoroloji uzmanları rüzgarın nereden eseceğini bilir, fakat siyaset uzmanları dönekliğin ne zaman belireceğini çok zor öngörebilirler. Hemen aktüaliteden bir örneklemeyle başlayalım. 14 Mart günü yapılan oylamada Almanya Meclisinde yapılan oylamada (Bundestag) 4. kez başbakan seçilen Bayan Angela Merkel Almanya’daki Hıristiyan Demokrat Birliği ile Hıristiyan Sosyal Birliği Partilerini yönetiyor. Başbakanlığa ikinci kez olmak üzere Alman Sosyal Demokrat Partisi ile iktidar ortaklığı kurarak aday çıktı ve kazandı. Bunun içindeki dönekli nerede mi? Döneklik oylamada belirdi. Alman “Welt” (Dünya) TV kanalı olayı şöyle verdi: Bundestag bileşiminde 709 milletvekili var, Bunlarda 692’si oylamaya katıldı. Kullanılan oylarda 688’i geçerli sayıldı. Bayan Merkel 364 oy aldı. Bundestag çoğunluğu 355 oydur. Fakat Merkel’in kurduğu Büyük Hükümet Ortaklığı toplam 399 oy oluşturuyor. Demek oluyor ki Merkel’in kendi partisinden


Makale ve Analizler - 2018

17

35 milletvekili “karşı oy” kullanmıştır. Yanı hükümet sadece 10 oy çoğunlukla kurulabilmiştir. İşte bu 35 Milletvekili sözün tam anlamında Dönektir. Bu oylama gizli yapıldığından, hükümet kurulmasına “karşı oy” verenlerin Sosyal Demokratların saflarından olması da düşünülebilir. Ama bu bizim tanımımızı değiştirmez, o zaman dönek olan onlardır. Fakat Alman basını, “Merkel kendi partisinden 35 oy alamadı” diye yazdı. *** Bulgaristan iktidar partisi GERB’ten bir örnekleme: 2018 Bulgaristan’ında, kişisel izlenimlerime göre, “döneklik” demokrasi ilkelerine ihanet etmek, rüşvetçilik ve ahlaksızlık şeklinde ortaya çıkmıştır. “24 Çasa” (24 Saat) gazetesinin Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) Başkan Yardımcısı Dragomir Stoynev ile yayınladığı bir söyleşide, “Bulgaristan Avrupa Birliği üyeliğinin Bekleme Salonuna ve Shengen bölgesine alınmayacak, çünkü devlet rüşvetle yönetiliyor, kamu düzeni baştan çıkmış, her işte ahlaksızlık almış yürümüş ve demokrasi ve adalet ilkelerine ihanet edilmiştir”. Demokratik bir toplum düzeni, sivil toplum ve hukuk üstünlüğü ilkelerine ihanet olan bu gidiş de bir dönek’liktir Bulgaristan’ın Avrupa Vatandaşları Partisi GERB, 2007’de esaslandırdığı kuruluş ilkelerine ihanet etti yanı döneklik yaptı. Demokratik bir parti olacağını beyan etmişti. Parti saflarına yalnızca eski polisleri, emekli subayları, emekli itfaiyecileri, gizli polis kadrolarını veya gizli polisin güvendiği ve çalıştırdığı kadro sürüsünü topladı. Bugün GERB partisi ülkede, belediyelere ve kamu kuruluşlarına bağlı 200 bin kişiye maaş veriyor. Bunlar korucu, gözetleyici, izleme ve dinleme cihazlarının bakımından sorumlu, üniformalı polis ve trafik polisi, köy bekçileri gibi işlere tayın edilmiş, yaptıkları işlerden hesap sorulmayan bir seçme kitlesinin omurgasını oluşturan aktif sürüdür. Bunlara mahkeme kayıtlarında tescilli görünen 100 bin sivil güvenlik şirketi var. Bunların yönetimindeki kadrolar üniformalı ve sivil polisten emekli olmuştur. Şirket kayıtlarında işte görünen toplam 500 bin kişi de GERB partisine yandaş olan ve ona oy veren kişilerdir. Görüldüğü üzere GERB partisinin bir milyondan fazla maaşlı “üyesi” ya da başka bir değişle güvenli “oy havzası” var ki, Boyko Borisov bu havzayı 2009 yılından beri ayıklanarak seçilmiş ve güvenilir saydığı militan kadrolarla doldurdu ve besledi. Bu da onu “tek yumruk”, “diktatörlük hevesli lider” durumuna getirdi. Halktan kopardı.


18

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu gelişmenin özünü oluşturan “demokrasiye ihanet ve dönekliktir.” 2018 yılına politik damga vuran, “Boyko Borisov’a güya “Dobriç seçmeninden 400 kilogram sucuk almış taşırken yakalanan bir milletvekili olayı”, bana kitaplardan okuduğum, Çarlık Bulgaristan’ında köylerde doğan ilk süt kuzu Çar’ındır hareketi anımsattı. Bu da ahlak ve adalet ilkeleri bakımından bir “dönemlik” türüdür. Bu dönekliğin özünde, adalete ve namusa ihanet dönekliğidir. HÖH - DPS döneklik örneklerini anlatmakla bitiremeyiz. Kimse dönek doğmaz. Dönek olur, dedik. Bir defa şuna işaret edelim. Bulgaristan’da Türklerden hiçbir kimse soruna sofuna, diline, dinine ve geleneklerine ihanet edip gönüllü olarak ismini, dinini ve kültürünü değiştirmemiştir. Halkımız (insanlarımız) ağır bir baskı ve teröre maruz kalmış, düzeni zorla bozulmuş, özüne ihanete zorlanmıştır. Bu döneklik değildir. Zulme başkaldıranlar yargısız ceza almış ve içeri atılmışlar. Sopadan ölenler, kurşunlanarak öldürülenler var. Aziz hatıralarını yaşatıyoruz ve yaşatacağız. 1989 Mayıs Ayaklanması, kalpleri ve vicdanlarında bilur gibi Türklük parlayan kardeşlerimizdir. Hiç birine hiçbir konuda asla ve katiyen DÖNEK denemez. Onlar, 120 yıl biriken ve ayaklanma şeklinde patlayan ve dünyaca duyulan bir ruhsal şahlanmanın ölümsüz kahramanlarıdır. Fakat bu davanın son hedefine ulaşmasına hak ve özgürlük ateşini çalarak sahip çıkan Ahmet Doğan ajanına “hain” diyen biziz. Hainliğin kökünden döneklik doğar. Bu sorun şöyle anlaşılmalıdır: Baskı ve zorbalığın doruk yaptığı 1986 yılında Ahmet Doğanla ilgili şu bilinmelidir. Onun hiç bir zaman üyesi olmadığı Bulgaristan Komünist Partisi’nin (KP) yönetim organı olan Merkez Komitesi “Türker’in direniş örgütleri içinde ajan sızdırmayla ilgili aldığı bir karar” uygulanmaya konmuştur. Bulgar İstihbaratı (DS) Birinci Şubesi ödevi ajan “Sava’ya” yani Ahmet Doğan’a yüklemiştir. Ajan Sava Dobriç’e bağlı Baraklar (Barakovo) köyünde Necmettin Hak ve arkadaşları tarafından kurulan illegal bir örgüt olan Bulgaristan Türklerinin Milli Kurtuluş Hareketi’ne aşılanmıştır. Şu noktaya vurgu yapmamız gerekir. Çünkü Ahmet Doğan, 1974 yılında inşaatçı askerken gizli polisin ağına düşmüş ve 1986 yılına kadar tam 12 yıl arasız eğitim görmüştür. Bu eğitimin son amacı eğer onun Bulgarlığı kabul etmesiyse ve o 1986 yılında o kendi inisiyatifiyle (girişimi) bu adımı atmamış olduğundan, ilk dönemde o ancak Türklük davasına hainlik etmeye hazırlık görmüş


Makale ve Analizler - 2018

19

birisi olarak kabul edilebilir. Çünkü o, “ben adımı değiştirdim diye” bayrak dalgalandırmamıştır. Şöyle ki, babası Varnalı bir şopar, annesi de Kırım Tatarı olduğundan dolayı ve aslında Bulgar sosyal ortamında “kimliksiz” bir kişi nitelikleri basa basa kafasına aşılanmış birisi olarak eğitilmiş olduğundan dolayı, Ahmet’in kimlik özünde “ben ne yapıyorum” ya da “bana ne yapıyorlar” gibi şiddette uğradım tepkisi uyanmamış ve ya bir kadeh viski (votka) ile böyle bir tepkiyi bastırmış olabilir. Çünkü o kendisi Türk kimliği sahibi birisi değildir. Bu şerefe ulaşamamıştır. Ömründe hiçbir zaman “Ne mutlu Türküm diyene!” diy(e)memiştir. Bu örnekte, Türk kimliği ile Türklüğün onun açısından hiçbir anlamı olmadığı gün gibi ortadadır. Ahmet Demir, Ahmet Doğan gibi isim ve soyadlarının onun için anlamsız olduğuna işaret etmek yerinde olur. O, adı Ahmet olan Kırımlı Tatarı Hüseyin dedenin torunudur. “Ahmet” ismi verilmiş, ama özü Türk kimliği mayasıyla karılmamış birisidir. Biz bu gerçeği onun Polis Akademisi “Bilimsel” heyeti önünde savunduğu doktora tezinde, BKP MK İdeolojik Sorunlar Sekreteri Stoyan Mihaylov için hazırladığı “Azınlıklarla uyum sağlama önerilerinde” ve daha sonra bir kitap olarak çıkan, gazeteci Benovska ile söyleşisinde de güneş gibi meydandadır. Bu eserlerde, esas olan, “Türk kimliği olmayan bir kişinin” (doğru dürüst Türkçe konuşamayan, aptes almayı bilmeyen, bağdaş kurup sofraya oturma kültürü olmayan) Bulgaristan Türklerine “Bulgar kimliği aşılama” ya da “Bulgar kimliğini kabul etmeye zorlama” önerileri yer almıştır. O kendini “Türklerden biri” olarak tanıtmaya çalışarak, “Türkler adına ve onlara karşı” işlenmiş bir ihanet söz konusu olduğu ortadadır. Ahmet Doğan, kendisi ve savunduğu ideleri haklı çıkarmak için, “isim değiştirme” işini BKP iken mayalayan BSP ideolojik laboratuarlarında görev alan Prof. Nizov’a (oğul) “Bulgar Etnik Modeli” - konulu 2 ayrı kitap da yazdırdı. Bu çabaları bol keseden ödedi. Yazdırdığı kitaplardaki ideler günümüzde polis kadrosu eğiten “Kütüphanecilik Enstitüsünde” öğrencilerin beynine yüksek bursla ve bol keseden harçlıklarla tatlandırılmış şekilde akıtıldı ve akıtılıyor. Yakaladıkları zavallı gençlerin bellek hafızalarına kopmayacak bir şekilde oyularak yapıştırılıyor. Bu bakıma Türk kimliğimiz açısından, Ahmet Doğan’ın döneklikleri çoktur, katmerlidir, öldürücü zehirlidirler. Bunların sonuncusu. Onun Hak ve Özgürlükler Partisi lideri olarak, Bulgaristan’daki tüm azınlıklar adına, 2006 yılında, “Bulgaristan’da Çözülmedik Etnik Sorun Yoktur” bildirisi döneklik ve ihanetin doruğudur. Çocuklarımız cahil kaldı. Avrupa’nın en sefil ülkesinde sürünüyoruz. Birçoğumuzun kefeni, ötekilerinse mezar yeri yok. O ise,


20

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgar polisinin koruduğu 40 kişiden biri oldu. Yıllık koruma masrafı 2 milyon US Dolar. Sormadan ayakyoluna gidemiyor. Haysiyetsiz dönektir. O, eşine uluslararası alanda seyrek rastlanan bir döneklik ve ihanetle, Bulgaristan etnik azınlıklarının dil, din, kültürel otonomi, gelenekleriyle yaşama ve yaratma, mutluluk oyası örmesini, vatan toprağımızda Bulgar toplumu içinde hak eşitliğine dayalı uyumlu yaşama yolunu kesmiş ve gömmüştür. Bu onun en büyük dönekliğdir. Halkımızı aldatmıştır. Bir de Lütfi Mestan’ın ihanetlerine bakalım Lütfi Bey Bulgaristan Demokratik Güçleri (CDC) tarafından eğitilmiş bir kadrodur. Bu çabaların gerekçesi, Hak ve Özgürlük için direnen Türklerin ayrı bir partide örgütlenmesini engellemek ve onları CDC saflarına çekmektir. Siyasete katıldığı ilk yılları Bulgaristan’da Türk ve Bulgar demokratik atılımı kaynaştırmak olan Lütfü Mestan, CDC’den milletvekili adayı oldu. Kazanamadı. Hemen ardından işin içine biraz eşi ve biraz da kayınpederinin otoritesini aktifleştirerek, ilk siyasi dönekliğini başarılı gerçekleştirdi. Bulgaristanlı Türklerin demokratik güçler saflarına kaymasını önlemeyi kabul ederek, HÖH partisinden milletvekili oldu. Mestan’ın dosyasında, Mestanlı (Momçilgrad) Belediyesi Eğitim Şubesi Müdürü olduğu yıllardan “lekeler olduğunu” vurgulayanlar var. Bulgaristan Türklerinin Nelson Mandela’sı, 24 yıl hapis yatan, büyük şairi Nuri Adalı, onun Ada emirler (Ostrovets) köyünden hemşerisidir. Büyük şairin cenazesinin 6 gün sonra bulunması ve Mestan’ın HÖH Genel Başkanı sıfatıyla kabrine çiçek taşıması, içinde vicdan azabı olan bir jest olarak algılandı. Mestan’ın (18 yıl milletvekili ve 3 yıl HÖH Genel Başkanı) olduğu yıllarda Bulgaristan Türklerinin “Türkan Çeşme” Şehitleri Anma törenleri “domuz köftesi yiyip bira içme” festivaline dönüşmüştü. Halkla görüşmeler anlamsızlaşmış, halkımızın geleneksel ahlakına ve hayat değer ve namus kavramlarının içi boşaltılmış, geleneksel Türk kimlik vasıflarımıza Bulgar çıngırdakları takılmıştı. Bu cümleden sıralamalara, HÖH partisini parçalama ve Sofya meclisi dışına taşıma, Bulgaristan Türk kimliğini küçümseme tuzakları ve daha birçok olumsuzluklar eklendiğinde küplü dönekliklere yıldız da takabiliriz... Bu konu “Dönekler” dizimizde geniş olarak işlenecektir. Gerçekleri öğrenmeden geleceği göremeyiz. Kasım Dalı da kısaca tanıyalım Liderlerin dönekliği, halkın yanıltılması ve karanlığın zifirileştirilmesi, çekilerin de katmerleşmesi anlamına gelir. Son yıllarda Halkın Demokrasi ve Şeref


Makale ve Analizler - 2018

21

Partisi’ni (HDŞP)perde kenarından yöneten kurucu liderdir. Kasım Dal, Dobriç’in Baraklar köyü gizli direniş örgütüne Ahmet Doğan tarafından kazanılmıştır. Tutuklanıp yargılandıktan sonra Sofya hapishanesinde yıllarca ayakkabı dikmiştir. Mücadele erlerinden biri olarak direndiği yıllarda, kendisinin anlattığına göre, 04 Ocak 1990’da, 12’sinin gizli polis ajanı olduğunu iddia ettiği, 33 kişi tarafından Varna’da güya “kurulan” HÖH partisinin ilk toplantısında hazır bulunmuştur. Varna’da HÖH il lideri ve ardından yıllarca milletvekilliği yaparken, HÖH Genel Başkan Yardımcısı ve Örgüt İşleri Sekreteri görevinde bulunurken, “Ahmet Doğan’ın gizli Bulgar polisi “DS” ajanlığını olduğunu gerekçe göstererek partiden ansızın kopan” ve çok ilginç bir otobiyografisi olan birisidir. Biyografiyi daha da ilginç yapan şudur: “Benim dosyam yok” iddialarıyla ocakta kül bırakmayan Kasım Dal’ın, HDŞP Genel Başkanlığına, hemşerisi olduğu bilinen, V. Tırnova Askeri Akademisini bitiren, yazdığı doktora tezinin bilimsel yöneticisi de, “yeni tıp casus yetiştirme merkezi olarak ünlenen” Kütüphaneciler Enstitüsü’nün kurucusu ve müdürü olan Prof. Stoyan Delçev’in olması dikkat çekicidir. Bu şahıs, Bulgaristan Nitelikli Veriler Merkez Dairesi Amir Yardımcılığı görevinde bulunan Orhan İsmailov’u seçmiş olması ilginçtir. Partinin 26 Mart 2018 seçimlerine “Dost Birliği” bayrağı altında girmesi ise sürprizdi. Bu gelişmeler için “dönek” ve “döneklik” gibi değimleri hafiftir. Deşilecek çok sivilci var, kimileri çıbanbaşı gibi sivrilmiştir. Dönekler (renegatlar) ve döneklik derin bir konudur. Psikolojinin ağaç kabuğu altına açılan derin kurt deliğidir. Son hedefinde ağıcı kurutmak vardır. Renegatlar siyasi partilerin içindeki hizip, bölüntü, kanser tümörlerinin adıdır. Hainler ve dönekler tarihi siyasi literatürde örtüşür. İkinci Bölüm: Dönekliğin kökleri ile devam edeceğiz


22

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Aynaya Bakma Zamanı...

Raziye ÇAKIR -20.Mart.2018

Yaşanan bir tarihin ardında kalanları; Bir çay sohbetinde âlim zât’a bir genç sordu. “Hocam ne yapmalıyız? Nasıl daha iyi anlatabiliriz dinimizi?” Hiç aklımdan çıkmadı, âlimin verdiği cevap... Yine okuduğum bir yazar; “Müslüman’ın en etken tebliğ aracı bizzat yaşayışıdır.” diyordu. İkisi de haklıydı, dinini; yaşam tarzı bilenler lazımdı. Bakın size küçük bir yaşanmışlık anlatacağım: ● 1984 olimpiyatları ve Judo final müsabakası. Minderde Mısırlı Judocu Muhammed Ali Rasvan ve rakibi Japon Yaşuhiro Yamashita. Müsâbakalar sırasında Yamashita’nın sağ kasları yırtılmıştır ve finâl karşılaşmasına sakat olarak çıkar. Olayı hatırlamayanlar, bilmeyenler, bulup videosunu izlerlerse görürler. Yamashita sol ayağıyla yürüyor, sağ ayağını resmen sürüklüyor peşinden... Maç sırasında Muhammed Ali’nin antrenörü kenardan sürekli halde bağırır. “Sağ bacağına oyna! Sağ bacağına vur !” Hakikaten maçı izleyen herkes de görüyor ki, Muhammed’in rakibinin sağ ayağına bir defa vurması yetecekti. Fakat yapmadı. Yenildi ve gümüş madalya ile yetinmek zorunda kaldı. Maçtan sonra etrafını saran bütün gazetecilerin sorusu aynıydı. - “Niçin?.. , Niçin yapmadın?...” Cevaben: “Benim Din’im insana, yaralıya, hele de yaralı yerinden vurmayı yasaklıyor. Eğer o durumdayken bir de ben oradan yüklenip oraya vursaydım, sakat da kalabilirdi. Madalya için bunu o’na yapamazdım” der. Muhammed’in bu tavrı ayakta alkışlandı ve Uluslararası Fairplay Komitesi “1984 Fairplay Ödülüne” lâyık görüldü. Daha sonra gittiği Japonya’da da onu bir kral gibi karşıladılar. Şimdi Dikkat!


Makale ve Analizler - 2018

23

● O sene binlerce kişinin o’nkun bu tavrından etkilenip, İslam’ı inceleyip Müslüman olduğu kayıtlara geçti!.. Muhammed, kimseye “Müslüman olun” dememiş, Müslüman olmaları için de bir çaba sarfetmemiş; sadece Müslüman gibi davranmış ve bu da yetmişti. “Müslüman kime denir?” sorusuna Hz. Peygamber (sav)’in cevabı gayet kısa ve özdür: - “Güzel âhlâk sahibi olana denir.” Hemen ardından gelen “peki güzel âhlâklı olmak ne demektir?” sorusuna ise cevabı: ● “İşlediği her amelinden, kimseye bir zararı olmayan, olsa olsa yarar sağlayan insandır.” Yani diyebiliriz ki; Müslüman “Hayırlı” kimsedir. Aynaya bakma zamanı... Müslüman’ın müslüman olduğunu; Sezai Karakoç ağabeyimizin sözü ile bitirelim... “İslam’ı öyle sağ canlı ve diri yaşa ki, seni öldürmeye gelen sende dirilsin.”

Nevruz, Türk Dünyasının Bayramı Kutlu olsun

Raziye Çakır-20.Mart.2018

(9 Mart - 21 Mart) Dünyanın en eski bayramı İlkyaz (Nevruz), Türk dünyasında Göktürkler’in Ergenekon’dan çıkışı ve 12 hayvanlı Türk takviminde yeni yılın başlangıcı olarak binlerce yıldan bugüne kutlanıyor. “Yeniden Doğuş, Yeniden Diriliş, Yeni Hayat, Yeni Gün” anlamlarında olan Nevruz; Türklüğün Sevincidir. Türklerin Birliğidir.


24

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Atatürk Nevruz kutlamalarında Kaşgarlı Mahmut, Divan-ı Lügati’t Türk isimli eserinde “Türklerde yılın başlangıcı Nevruz’dur” demektedir. Atatürk de, 22 Mart 1922 günü Ankara Keçiören’de Nevruz Şenlikleri düzenletmiş ve bizzat katılmıştır. İlk Türk topluluk ve devletlerinde olduğu gibi M.Ö. 3. yüzyılda Mete Han zamanında da bu kutlamaların büyük şenliklerle yapıldığına ilişkin bulgular mevcuttur. Selçuklu ve Osmanlı’da da milli bayram olarak kutlanmıştır. 2010’da Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, asırlardan beri kutlanmakta olan Türk kökenli bu şenliği, Dünya Nevruz Bayramı ilan etmiştir. Bu suretle Türklerin, dünyaya bir medeniyet hediyesi daha olmuştur. Nevruz, Ergenekon, yeşil - sarı - kırmızı renkli atkılar Türklerin ortak malı ve bayramıdır. Tamamen Türklere özgüdür. Türk adet ve geleneklerinden kaynaklanmıştır. Tarih boyunca gelmiş geçmiş bütün Türk Devletlerinde kutlanmış ve kutsanmıştır. Türk Kültüründe Nevruz En eski Türk geleneklerinden biri olan Bahar Bayramı (Nevruz), baharın gelişiyle doğaya gelen canlanmayı, toprağa ve bitkilere yürüyen yeni yaşam ile bereketi simgeler. Bu yönüyle Ergenekon Destanının içinde yer bulur. Bozgunculardan ve düşmanlardan kaçıp yüzlerce yıl erişilmez dağlar arasındaki ovada gelişen Türklerin, yeniden dünya yüzüne çıkmaları, yeniden yaşam bulmaları aynı anlayışa dayanır. Ergenekon Destanı resmi belgelerde ilk defa Büyük Hun Devleti döneminde geçer. Çin generali Çian Kien M.Ö. 119 yılında İmparatoruna sunduğu raporda, Ergenekon Destanından da bahseder. Buradan biliyoruz ki; Mete’nin babası Teoman (Tu-men/Duman) Han zamanında 21 Mart’ta kırlara çıkıp toylar düzenlenerek bahar bayramı kutlanırdı. Nizami Gencevi ise “İskendernâme” adlı eserinde, M.Ö. 350 yıllarından bu yana Türklerin bahar bayramını kutladığını bildirir. Genel Türk kültürü 21 Mart tarihini Ergenekon’dan çıkış günü sayar. Türk tarihi üzerinde önemli kaynakların ortak görüşü, Ergenekon’un al bin yılın üzerinde bir geçmişi olduğu yönündedir.


Makale ve Analizler - 2018

25

Zaman içeresinde baş gösteren kıtlıklar, sert geçen kışlar, otlak yetersizlikleri, nüfus artışı sebebiyle bulunduğu alana sığamama gibi ekonomik sebepler ve Tanrıdan geldiğine inanılan kut gereğince cihan hâkimiyeti ülküsünü gerçekleştirme gibi nedenlerle, kabından taşarak güney ve özellikle batıya hareketlenen Türk boylarınca gittikleri coğrafyalara da götürüldüğü görülür. Günümüzde, Çin Seddinden Adriyatik kıyılarına kadar geniş coğrafyada, birçok farklı ülkede yaşayan Türk toplulukları tarafından benzer motiflerle kutlanır. Tarihi belgelere göre; Türkler 12 hayvanlı takvimin yılbaşını 21 Mart olarak belirlediler. Selçuklu Sultanı Melikşah ünlü matematikçi Ömer Hayyam’a hazırlattığı ve kendisinin “Celâl-üd Devle” ünvânı sebebiyle “Celâli Takvimi” adı verilen takvimin yılbaşı yine 21 Marttır. İbrahim Hakkı Hazretleri “Maarifetnâme” adlı eserinde yılbaşını günesin koç burcuna girdiği 21 Mart olarak verir. Ömer Hayyam “Nevruznâme”, Selçuklu Veziri Nizâmül-Mülk “Siyasetnâme”, El Biruni “Eski Halklardan Kalan Yadigarlar” ve Kâşgarlı Mahmud “Divân-ı Lügât-it Türk” adlı eserlerinde, Nevruzun Türklerin yılbaşı günü olduğunu, Orta ve Ön Asya ile Uzak Doğu Türk topluluklarında coşku ile kutlandığını bildirirler. Nevruz sözcüğü Farsça nev (yeni) ve ruz (gün) sözcüklerinin birleşmesinden meydana gelmiş olup yeni gün anlamına gelmektedir. Eski İran takvimine göre yılın ilk günüdür ve güneşin Koç burcuna girdiği ilkbaharın başlangıcı sayılan bir gündür. Güneş 21 Marta kadar güney yarımküreye daha çok ışık ve ısı verirken, 21 Mart tarihinden itibaren kuzey yarımküreye daha çok ısı vermeye başlar. Bu nedenle kuzey yarımkürede yaşayan bazı halklar için 21 Mart günü uyanış ve yaradılışın sembolü olarak kutlanmaya değer bir gün anlamı taşımaktadır. İran mitolojisine göre Tanrı dünyayı, insanı ve güneşi bu günde yaratmıştır. İran’ın efsanevi padişahı Kiyumers tahta oturarak bugünü bayram ilan etmiştir. İran’da ihtişamın sembolü olan Cemşid de aynı gün tahta oturmuştur. Ayrıca Hz. Adem (as)’in 7. torunu olan Cem 21 Mart günü Azerbaycan’a gelmiş ve bugünü bayram ilan etmiştir. Anadolu’da Nevruz-i Sultan, Sultan Nevruz, Navrız, Mart dokuzu gibi adlar verilen Nevruz, farklı yörelerde değişik biçimlerde kutlanır. Tarımsal uğraşın yoğun olduğu yörelerde bir tür bolluk ve bereket töreni olma özelliği de taşımaktadır. Alevi - Bektaşi topluluklarda ise inanca dayalı bir anlam da ifade etmektedir. Alevi - Bektaşi topluluklarda Nevruz, Hz. Ali (kv)’nin doğum günüdür, Hz. Ali (kv) ile Hz. Fatma (ra)’nın evlendikleri gündür, Hz. Muhammed (sav)’in veda haccı dönüşü Hz. Ali (kv)’yi kendine halife tayin ettiği gün olması özelli-


26

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ğini de taşımaktadır. Bu günün sabahı mürşidin okuduğu duadan sonra süt içilir, Nevruziye adı verilen şiirler, nefesler ve Hz. Ali (kv)’nin Mevlidi okunur. Nevruzda önceden hazırlanmış olan çöreklerle mezarlık ziyaretine gidilir,ölüler ziyaret edildikten sonra orada çörekler yenilir. Osmanlı Devleti zamanında Nevruz gününe özel bir önem verilmiştir. Padişahlara Nevruz günleri “nevruziye” adı verilen kasideler sunulurdu. Bu kasidelerde ağaçların yeşermesi, çiçeklerin açması, havanın ısınması gibi konulara yer verilirdi. Nevruz günü Adem (as)’in yaratıldığı, Nuh’un gemisinin karayı bulduğu, Hz. Ali (kv)’nin doğduğu, halife olduğu anlatılırdı. Nevruz gecesi bütün yaratıkların Tanrı’ya secde ettiği, dileklerin yerine getirildiği belirtilirdi. Nevruz günlerinde müneccimbaşı, yeni takvimi padişaha sunar, bahşişini de alırdı. Buna da “nevruziye bahşişi” adı verilirdi. Saray hekim başıları tarafından hazırlanan ve Nevruziye denen çeşitli baharatlardan yapılmış macunlar, padişah ailelerine ve büyüklere sunulurdu. Bugün için yapılmış macunlar, porselen kapaklı kaseler içinde sunulur ve günün hangi saatinde yenmesi gerektiğini yazan bir kağıt da kaselere iliştirilirdi. Nevruziye adı verilen macunun kökeni, kimi araştırmacılar tarafından Persler dönemine kadar götürülebilmektedir. Persler zamanında Nevruz günlerinde hekimler ve eczacılar toplanarak bu özel macunu hazırlamışlardır. Bu macundan yiyenin bütün yıl boyunca hastalıklardan korunacağına inanılmıştır. Zamanla bu gelenek değişime uğramış ve Nevruziye Nevruz günlerinde yenen özel bir tatlının adı olmuştur. Son zamanlarda bu geleneğin bir uzantısı olarak 21 Mart günü Manisa’da mesir macunu halka dağıtılmaktadır. Doğu Anadolu halkı için sadece Nevruz günü değil, Nevruz gecesi de kutsallık taşımaktadır. Bu gece canlı cansız bütün varlıkların Tanrı’ya secde ettiğine inanılır. O gün herkesin bir yıllık kısmeti ve geleceği belirlenir. Herkes güzel ve yeni elbiseler giyerek yeni yıla hazırlanır. Evlerde yemekler yapılır, karşılıklı ziyaretlerde bulunulur. Mart ayı içerisinde Anadolu’nun bazı yörelerinde görülen bir diğer gelenek de “Kara Çarşamba” geleneğidir. Mart ayının ilk çarşambası olan bu günde çeşitli törenler yapılır, çeşitli yiyecekler hazırlanarak birlikte yenir. Gençler bir dilek tutarak komşuların kapısını dinlerler. Nevruzla ilgili geleneklerden biri de “Mart ipliği” adı verilen uygulamadır. 21 Marttan itibaren ısınmaya başlayan havalar nedeniyle ağaçların güneşten etkilenmemesi için bez bağlanır. Giresun’da uygulanmakta olan “Mart bozumu” adı verilen gelenek de Nevruzla ilgili önemli geleneklerden biridir. Mart bozumunda akarsulardan alınıp getirilen su evlere serpilir. Ayağı uğurlu bir misafirin gelmesi ve “Martınızı bozuyorum” demesi beklenir.


Makale ve Analizler - 2018

27

Nevruz İç Anadolu Bölgesi’nde “Mart dokuzu” olarak bilinmektedir. 21 Mart günü sabah erken kalkılır, mezarlık ziyareti yapılır, niyet tutulur. Niyetlenecek kişi mezarlardan birer taş alarak kırka tamamlar. Bir torbaya doldurup evinin duvarına asar ve bu arada bir niyet tutar. Bir yıl sonra torbaya baktığında taşlar kırk bir olmuşsa niyetinin gerçekleşeceğine inanır. Bir daha ki Mart Dokuzunda taşlar iade edilir. Nevruz günü ziyaretler esnasında çeşitli yemeklerden oluşan sofralar hazırlanır, oyunlar oynanır, eğlenceler düzenlenir, boyalı yumurtalar yenir ve büyük ateşler yakılır. Her toplumun kendine özgü nedenlerle kutladığı Nevruz, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Özbekistan, Tataristan, Uygur Bölgesi, Anadolu ve Balkanlarda geleneksel kutlamalarla canlılığını günümüzde de sürdürmektedir. Yurdumuzda ve Orta Asya’da Kutlamalar Yurdumuzda ve OrtaAsya’da Nevruz Kutlamaları Orta Asya’da yaşayan Türkler, Anadolu Türkleri ve İranlıların yılbaşı olarak kabul ettikleri güne, Farsça Nev (yeni), Ruz (gün) kelimelerinin birleşmesinden oluşan ve yeni gün anlamına gelen Nevruz adı verilir. Nevruz, gece ve gündüzün eşit olduğu Milâdi 22 Mart, Rumi 9 Mart gününe rastlamakta olup, Nevruz-i Sultani, Sultan Nevruz, Sultan Navrız, Mart Dokuzu gibi adlarla da anılmaktadır. Nevruz İranlılara mal edinmekte ise de, “On iki Hayvanlı Türk Takviminde” görüldüğü üzere, Türklerde de çok eskiden beri bilinmekte ve törenlerle kutlanmaktadır.Türklerde Nevruz’la ilgili başlıca rivayet, bugünün bir kurtuluş günü olarak kabul edilmesidir. Yani Ergenekon’dan çıkıştır. İşte bu nedenle Türklerde Nevruz, yeni bir yılın başlangıcı olarak kabul edilmiş ve günümüze kadar bayramlarla kutlana gelmiştir. Orta Asya’daki Türk topluluklarından Azeri, Kazak, Kırgız, Türkmen, Özbek, Tatar, Uygur Türkleri, Anadolu Türkleri ve Balkan Türkleri Nevruz geleneğini canlı olarak günümüze kadar yaşatmışlardır. Kazakistan: Kazaklar, Nevruz törenlerinde Mevlit okuturlar. Evler baştan başa temizlenir, herkes en iyi elbiselerini giyer. Nevruz törenleri sırasında ev duvarlarına veya çeşitli eşyalar üzerine kil kaplar atılarak parçalanır, ateş üzerinden atlanır. Ateşten atlamaların, eski yılın kötülüklerinden ve hastalıklarından sıyrılmak, yeni yıla sağlıklı bir şekilde girmek için yapıldığı tespit edilmiştir. Kazaklar, Nevruz’da yaptıkları yemeğe “Nevruz - köcö” adını verir. Ayrıca nevruz çor-


28

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bası veya lapa adı verilen başka bir yemek de yaparlar ve bunları o gün komşularına dağıtırlar. Kırgızistan: Kırgızlar, yeni yılın ilk gününe Nooruz adını verirler ve o gün “Nooruz köcö” denilen özel bir yemek yerler. “Köcö”, darı yarması yahut bulgur konulmak suretiyle yapılan bir nevi tirittir. “Auz köcö” denilen “kavut” da bu günün özel yemeklerin dendir. Kırgız yılı, gece ile gündüzün bir olduğu günde yapılan Nevruz Festivali ile başlar ve Yılbaşı bayramı 21 Mart’ta kutlanır. Özbekistan: Özbekistan’ın Semerkand, Buhara, Andican taraflarında Nevruz törenleri, Nevruz günü başlar ve bir hafta devam eder. Halk, bu Nevruz eğlencelerine “Seyil Eğlenceleri” adını verir ve Seyil Yerleri dönme dolaplar, çalgıcılar, beççeler, seyyar satıcılarla dolar. Nevruzun birinci günü, halk çadır çadır gezerek birbirlerinin bayramını kutlar. Bu ziyaretler sırasında ikram edilen yemek, “aş” adı verilen pilavdır. Ayrıca çay ve çeşitli meyveler de sunulur. İkramların yanısıra, Köpkari, güreş, at yarışları ve horoz dövüşleri gibi spor gösterileri düzenlenir, Nevruz kutlamalarından esinlenmiş tiyatro eserleri sahnelenir. Türkmenistan: Türkmenler, yeni yılın ilk gününe Novruz adını verirler. Novruz’dan beş altı gün önce, her Türkmen ailesi temizlik yapmaya başlar. Novruz için Türkmen çöreği, Türkmen petiri, külce, yağlı börek, şekşeke, koko, bovursak, Türkmen palovu hazırlanır. Ne kadar çok yiyecek hazırlanırsa, yeni yılın o denli iyi geçeceğine inanılır. Semeni, Novruz’un özel yiyeceğidir. Birkaç aile birleşip büyük bir kazanda buğday özüne, un, su ve şeker ekleyerek hazırlarlar. Bir gün önceden pişirilmeye başlanan semeni, 21 Mart sabahı hazır olur. Azerbaycan: Azerbaycan’da Nevruz, üç gün sürmektedir. Her yıl Mart ayının 21-23. günleri, büyük törenle kutlanır. Nevruz’dan sonraki en önemli gün, “ahir çerşenbe - son çarşamba”dır. Bu güne, “ılin ahir tek tek” günü de denir. Bayram ayı içindeki dört haftanın Çarşamba günleri de önemlidir. Buna “üskü” denilmektedir. “Ahir çerşenbe”den önceki Salı günü mezarlığa giden erkekler, Fatiha okuyup dönerler. Kadınlar ise mezarlığa, hazırladıkları helva, pilav ve daha başka yiyecekler ile giderler. Mezarlıkta Kuran-ı Kerim okunur, Fatihaların ardından yemekler fakirlere dağıtılıp, 1 - 2 saat sonra mezardan ayrılınır. Böylece Nevruz’da Kabirüstü uygulaması da sona erer. Selçuklular: Selçuklular’da ve Anadolu Beylikleri’nde yılbaşı olarak Nevruz kabul edilmişti. Osmanlı Devletinde Nevruz halk arasında olduğu kadar saray için de önemliydi. O dönemde Nevruz için yazılan şiirlere “Nevruziye” de-


Makale ve Analizler - 2018

29

nir ve Hekimbaşı her 21 Mart’ta çok özel Nevruz Macunu yaparak padişahtan “Nevruz bahşişi” alırdı. Osmanlı ailesinin mensup olduğu Kayı Boyunun Karakeçililer kolu, 21 Mart tarihinde Ertuğrul Gazi’nin türbesi etrafında toplanıp birlikte bayram yaparlardı. Padişah şenliklere katılarak halkın bayramını kutlar, bu sebeple de o güne “Nevruz-i Sultanî” adı verilirdi. Veziriâzam ve devlet erkanı tarafından padişahlara donanmış atlar ve pahalı kumaşlar hediye edilir, adına da “Hediyye-i Nevruziye” denilirdi. II. Abdülhamid Han zamanında Ertuğrul Gazi’yi anma törenleri Nevruzda yapılırdı. XVI. Yüzyılda başlayan Manisa Mesir bayramı da aynı geleneğin devamıdır. Nevruz, Anadolu’nun bazı bölgelerinde “Yörük Bayramı, Hıdırellez, Bettem” gibi farklı adlarla kutlanır. Sonuç: Bayram günü erkekler ve kadınlar, ayrı ayrı toplanarak bayramlaşırlar. O yıl ölenlerin, evleri ziyaret edilir ancak o gün yas tutulması günah sayılır. Evler dolaşılarak şeker, pirinç, yumurta vb. yiyecekler fakirlere dağıtılır. Hasta ve dost ziyaretleri önemlidir. Nevruz: Bulgaristan’da ilk yaz, Karapapaklar’da Nevruz, Kırım Türkleri’nde Navrez, Gündönümü; Batı Trakya Türkleri’nde Mevris, Makedonya ve Kosova Türkleri’nde Sultan-ı Navrız adlarıyla kutlanmaktadır. Nevruz’da sabahı erken kalkılır. Yeni ve temiz elbiseler giyilerek, önceden hazırlanan yiyeceklerle birlikte mezarlığa gidilir. Mezarlığın başında bulunan ocaklarda kahve pişirilir, sohbet edilir. Herkes komşu mezarları ziyaret etmek ve çay, kahve içmek zorundadır.Daha sonra topluca yemek yenir. Bu arada sazlar çalınır, şarkılar, türküler söylenir, ağaçlarda salıncaklar kurulur ve çocuklar “bayrak” adı verilen uçurtmaları uçururlar. Öğleden sonra kadınlar geniş bir tabağa çerezler koyarak, “hak üleştirir”ler. Yiyecekler gelen geçene dağıtılarak, “ölünün ruhuna değsin” dileğinde bulunur. Yemekten sonra aile fertleri teker teker mezar taşını öperler, daha sonra mezarlıktan dönülür. Akşam komşu ve akrabalar, eğlencelerini ve sohbetlerini, yeme ve içmelerini sürdürürler, sohbetler sabaha kadar devam eder. Bu bayramda herkes güler yüzlüdür. Suçlar bağışlanır. Bayrama katılmak zorunludur, katılmayan köy halkınca dışlanır. Yörükler arasında; Nevruz ile birlikte kışın bittiği ve bahar mevsimin başladığı kabul edilir. Köy ve yaylalarda 22 Mart’ta şehirlerde ise Nevruz Pazar gününe rastlamazsa, bu tarihi takip eden Pazar günü kutlanır. Köy halkı, 22 Mart sabahı yaylalara doğru yola çıkar, daha önceden “davar evleri”ne yerleşmiş olanlar, köyden gelen akraba ve komşularına ev sahipliği ederler. Köylerden gelen grupla yayladakiler karşılaştıklarında, bir el silah atarak “Nevruzunuz kutlu.


30

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Dölünüz hayır ve bereketli olsun” şeklinde selamlaşırlar. Gelen misafirler çadırlara yerleşir, kendilerine ikramlarda bulunulur. Sürü sahipleri tarafından kesilen kurbanlar, hep birlikte yenilir. Sünni olan Yörüklerde, imamlar tarafından yapılan dualara halk da katılır ve şükredilir. Gençler tarafından yapılan eğlenceler düzenlenir, yemekler yenir, şarkı ve türküler söylenir, oyun oynanır. Eğlenceler geç saatlere kadar devam eder. Bilindiği üzere eski takvim, Mart ayından başlardı. Mart ayının ilk on iki günü ayrı ayrı ayları temsil etme suretiyle, o yıl içinde neler olacağı ilk on iki günden tespit olunurdu. O gün yedi çiftin, bir tek baş harfi S ile başlayan yiyeceklerden yemesi gelenektendir. Osmanlı Padişahlarınca da Nevruz’a özel önem verildiğini görüyoruz. Padişahlara Nevruz günlerinde “Nevruziye” adı verilen telhisler yazılarak, padişah kutlanırdı. Nevruz günlerinde müneccimbaşı, yeni takvimi padişahlara sunar, o anda aldığı bahşişe de “Nevruziye Bahşişi” adı verilirdi. Saray hekimbaşları tarafından hazırlanan ve Nevruziye denen çeşitli baharatlardan yapılmış macunlar, padişah ailelerine ve büyüklere sunulurdu.O gün için yapılmış olan macunlar, porselen kapaklı kâseler içinde takdim edilir ve müneccimbaşılar tarafından Nevruz günün hangi saatinde yenmesi gerektiğini yazan bir kağıt, bu kâselere iliştirilirdi. Geçmişte Nevruziyeler sadece fakirlere ve hastalara verilirken, zamanla (silindi) talebin artması nedeniyle, haksızlık olmaması için çevreye saçılmaya başlanmıştır. Mesir ile Nevruz Macununu aynı uygulamadan kaynaklanmakta ve her ikisinin de sağaltım niteliği bulunmaktadır. Nevruz geleneği, uygulamada bazı farklılıklar görülmekle birlikte, Orta Asya Türk Toplulukları, İran, Anadolu ve Balkanlarda, aynı tarihler arasında her toplum tarafından kendine özgü bir nedene dayandırılarak kutlanan, geleneksel bir bayram niteliği kazanmıştır. İran’da günümüzde de kutlanmakta olan Nevruz, efsanevi bir niteliğe sahiptir. Bu efsanelerde ateşi bulduğuna inanılan Cemşid, ağırlık taşımaktadır. İran’da Tanrı’nın, Adem’i Nevruz günü yarattığı ve yıldızların o gün, burçlarına ayrıldığına inanılmaktadır. İran’da Nevruz, 13 gün sürer. Selçuklular’da ve Anadolu Beylikleri’nde yılbaşı olarak Nevruz kabul edilmişti. 1) Azerbaycan - 21 Mart Nevruz Bayramı (Resmi Tatil) 2) Kazakistan - 21 Mart Nevruz Bayramı (Resmi Tatil) 3) Kırgızistan - 21 Mart Nevruz Bayramı (Resmi Tatil) 4) Özbekistan - 21 Mart Nevruz Bayramı (Resmi Tatil) 5) Türkmenistan - 21 Mart Nevruz Bayramı (Resmi Tatil)


Makale ve Analizler - 2018

31

6) Türkiye - 21 Mart Nevruz Bayramı 7) Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti - 21 Mart Nevruz Bayramı

Nevruz Duası

Sakin Öner-20.Mart.2018

Bütün Türk Dünyasının Nevruz Bayramı kutlu olsun inşaallah... Bismillahirrahmanirrahim Esirgeyen ve bağışlayan Allah’ın adıyla... Ey Hanlar Hanı... Ey Ulular Ulusu... Kâdir Tanrım... Sen Yücelerden Yücesin, Kimse bilmez, nicesin? Nice cahil seni gökte arar, yerde ister, sen bütün inananların gönlündesin... Sen anadan doğmadın, Sen Atadan oladın, Her yerde teksin, Yücelerden Yücesin! Hani öğdüğümüz beyler, erenler? Dünya benim, diyenler? Ecel aldı, yer gizledi, Fani Dünya kime kaldı? Gelimli gidimli Dünya, sonucu ölümlü Dünya Allah Allah denmeyince işler onmaz. Kâdir Tanrı vermeyince er bayımaz. Ecel vade gelmeyince kimse ölmez. En nihayet uzun yaşın ucu ölüm, sonu ayrılık! Yerimiz bu kara yer... Her şeye Kâdir Tanrım, bizi en sonunda arı imandan ayırmasın... Ak pürçekli analarımızın yeri uçmak olsun, ak sakallı atalarımızın yeri cennet olsun... Cümle günahlarımız derlenip toplansın, adı güzel, kendi güzel Hazreti Muhammed Mustafa aşkına! Bağışlansın... Ey gözden uzak, gönüle yakın, herşeye Kâdir olan Yüce Tandım... Karşı yatan kara dağın yıkılmasın, gölgelice ağaçların kesilmesin, karlı buzlu akan görklü suların kurumasın, ektiğimiz göversin, diktiğimiz yeşersin... Çevremiz biçim biçim ağaç, renk renk çiçek dolsun... Altın perçemli oğullar, sırma saçlı kızlarımız olsun... Bozkurt soyumuz artsın, çoğalsın... Dünya durdukça Dünyaya yayılsın... Uzayan kol bizden olsun... Görklü Tanrım, ak yüzümüze kara çalınmasın... Yeşil umutlarımız kırılmasın... Bizleri elsiz ve ayaksın bırakma... Bizleri namerde muhtaç etme... Malımız çok, düşmanımız yok olsun...


32

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Hastalarımıza şifa eyle, düşmanlarımıza cefa eyle, soyumuzu reha eyle... Bölücüye, yıkıcıya aman verme... Onları kahret, yer ile yeksan eyle... Evimiz yıkılmasın... Ocağımız sönmesin... Yiğitlerimiz ölmesin... Vatanımız bölünmesin... Ayımız günümüz dönmesin... Üstte mavi gök basmayıp, allat yağız yer çkmeyince ilimiz, töremiz bozulmasın... Aalnımıza kara yazı yazılmasın... Darda kalırsak, elimizden tut, kaldır... Milletimizi ereksiz, yiğitlerimizi yüreksiz bırakma... Meydanlarımızı pehlivansız, vatanımızı kahramansız bırakma Ey Tanrım!... Ey Hanlar Hanı... Ey Yüceler Yücesi... Herşeye Kâdir Tanrım... Gökyüzünde parıldayan güneşin daim bizi ısıtsın, ışıtsın, ydınlatsın, sönmesin... Ay yıldızlı al bayrağım, nazlı nazlı göklerde dalgalansın, bir an yere inmesin... Ezanımız, Dünya durdukça okunsun, gökkubbeden hiçbir vakit dinmesin... Çin Denizinden Atlantik’e, Kuzey Buz Denizinden Akdeniz’e, Baltık’tan Hazar’a, yedi deniz, yedi iklimde Türk Dünyası, hem dilde, hem fikirde, hem de işde birlik olsun... Kızıl Elma, hayal değil, gerçek olsun... Bir olalım, iri olalım, diri olalım... Geleceğimiz aydınlık ve mutlu olsun... Nevruz tepsisinde bolluk olsun.. Gönüllerde hoşluk olsun... Barış olsun, birlik olsun, dostluk olsun, beşbin yıllık kökleriyle, Ergenekon geleneğiyle, Türk’ün kadim kültürüyle... Turan elinin, Türk Dünyasının, Ergenekon’dan çıkış bayramı, Nevruz yeni gün Bahar Bayramı, Nevruz Toyu Kutlu Olsun... Ulu Tanrım! Türk Milletini korusun ve yüceltsin... “Büyük Türklük” dâvasına ömrünü fedâ edenlerin Allah yardımcısı olsun, bu uğurda çalışırken vefat edenlerin ruhu şâd, mekânı cennet olsun... Âmin... Âmin... Âmin... El-Fâtiha...


Makale ve Analizler - 2018

33

Ölüm Cezası ve “Dehşet Odası”

Todor Şopov-Çeviri: Raziye ÇAKIR-20.Mart.2018

Kaynak: Fakti. Bg, tarih 19 Mart 2018. Sofya - Bulgaristan. Bulgarcadan çeviridir. Konu: Bulgaristan Hapishanelerinde dün ve bugün. Dönem toplantılarını Sofya’da yapan Avrupa Konseyi açıklamalarına göre, 2016 yılında 27 AB ülkesi arasında hapishanelerdeki mahkûm sayısının artışı bakımında Bulgaristan yılın şampiyonudur. 2015 yılına kıyasla Bulgaristan’da içerdekilerin oranı % 10,8 artmış ve 2016 Eylülünde 8 bin 347 kişi olmuştur. Bulgar mahpuslarında 258 kadın var. Reşit olmayan 22 çocuk da içerdedir. Kapalı kapılar ardında yatanların % 96,9’u erkek olup, bunlardan 191’i yabancıdır. *** Sosyalizm yıllarından anılar: Ölüm cezası ve “Dehşet Odası”. Ölüm bedenlerine girdiğinde Kefene sarılmadan gömülenler. 28 yıldan beri Bulgaristan’da idam cezası infaz edilmiyor. Bulgaristan mahkemelerinde, idam cezası alan birçok vatandaş daha sonra aftan yararlandı. Ardından da moratoryum (infaz erteleme) devri başladı. Bu süre bitince, içerdekilerden bazıları salıverildi, diğer idamlıkların cezaları da müebbet hapse çevrildi. Bugün dışarıda olanlar, demir parmaklıklar ardındaki idam cezalı olanların geçirdikleri yılları asla anımsamak istemiyorlar. Bak socb.com. Her gün ve her saat tam 10 yıl ölümü bekledikten sonra serbest bırakılanlardan biri, başka çıkış kalmadığından ölümü kucaklayıp bağrına basmaya da hazır olduğunu paylaştı. Fakat o bir istisnadır. Onun kara kader kardeşlerinden birçokları intihar etmeyi denemişler ya da gardiyan gelip kapıyı açarak kendilerini son “geziye” çıkarmasını beklerken delirmişler. Burada söz konusu olan, gardiyan, hapishane müdürü ve cellâdın (bazen bunların üçü de aynı kişidir) katıldığı “tiyatro sahnesi” dediğimiz bir ritüelin baştan sona icra edilmesidir. Ölüm yolu: İlk adımda Bulgaristan Halk Cumhuriyeti “Ölüm Cezasını” onaylıyordu. İkinci adımla, özel bir kurye “idam” edilmelidir yazan kağıdı ilgili yere götürür. Üçüncü adımla, idamlık kişi bulunduğu hücreden çıkarılır. Ardından gardiyan idamlıyı şaşırtmak için küfür etmeye başlar.


34

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bunları idam edeceklerine af ediyorlar. İt oğlu it palanı pırtını topla. İdamlılar bu oltaya asla yakalanmazlar. Bunları anlatan Sofya Merkez Hapishanesi gardiyanlarından biridir. O an idamlıların tırnaklarından kan akmaya başlayana kadar duvarları yolduğunu, saldırdıklarını, kaçmaya çalıştıklarını, fakat gardiyanların kuduz gibi üzerlerine çullandıklarını, can çekişeni tekmelediklerini anlatıyor. Gardiyan anlatıyor: Emekli maaşını almak için bir yaşlı köylü kadını boğazladığı için en ağır cezaya çarptırılan Vasko adında bir Çingene genç koğuş kapısı açılınca kaçmayı başarıp kaçmıştı. Gardiyanlardan biri üzerine atladı. Vasko boğazına yapışarak onu boğmaya başladı. Tabancasına uzanan gardiyan Vasko’yu öldürdü. Sorgulama raporunda “kendini savunurken öldürdüğü” yazıldı. Olay kapandı. Ardından gardiyan “kahramanlık ödülü” aldı. Şu anlattığım bir istisnadır. Üçüncü adımı atarken, yanı ölüme mahkûm edilmiş bir kişinin başına gelecek olan en kötü şeyler, Dördüncü adımla yanı “dehşet odasında” işlenir. “Ölüm Odası” denen bu yer, merkez hapishanenin tam ortasında ve mahzende bulunur. Merkez hapishanede çalışmış ve olayları yakından bilen kişilerin anlattığında göre 1990 yılında “dehşet odası” bir “evrak deposu” haline getirilmiştir. Bu odada olup bitenlerden kimsenin haberi olmazdı, içeri ışık girmediği gibi, penceresi de olmayan “dehşet odası”nın duvarları çok kanın kumaşla kaplıydı. Büyük bir salon olan bu “oda”, tam ortasından “aynalı duvarla” ikiye bölünmüştü. Öldürülmezden önce idamlık yüzüne gözüne bu aynada bakabilirdi. Bu odaya Papaz ya da Hoca girmemiş, öldürülmezden önce mahkûma yakınlarıyla son görüşmeye izin verilmemiş, hiç kimseye “son arzun nedir” sorusu sorulmamıştır. Cellâtlar, mahkûmları kurşuna dizerken ya da başka bir usulle bir insan öldürürken sembol anlamlı hiçbir şey görmemiştir. İnsan öldürmek onlar için kanlı, iğrenç, ağır, fakat o yıllar için iyi para getiren bir “günlük iş” haline gelmiştir. Sinirine hakim olamayanlar bu “işi” yapması olanaksızdır. Anlattıklarına göre Merkez Hapishanede çalışmış cellâtlardan ikisi tımarhaneye düşmüştür. Cellatların, morg görevlileri ile mezar kazıcıların hepsi alkolden ölmüştür. İdamın yerine getirilmesi İdam edilecek olan mahkûm “Dehşet Odası” ortasında betona mıhlanmış ağır bir sandalye vardı ve idamlık önce bu sandalyeye sımsıkı bağlanıyordu. Bu,


Makale ve Analizler - 2018

35

kolay bir iş olmasa gerek, çünkü koğuş kapısı açılınca çılgına dönen idamlık, yeniden çılgın saldırılara başlıyordu. Cellâtlar başa çıkamayınca, yardıma yetişen hekim oluyordu. Doktor büyük doz uyuşturucu iğnesi yapınca, mahkûm hayat yolunun nasıl sona erdiğini fark etmeden öteki dünyaya geçiyordu. Şuuru yerinde olarak idam edilenler her şeyi görerek ve hissederek ölüyorlardı. Onların görmedikleri bir şey varsa o da, duvarın içine saklı monte edilmiş tabanca ve tüfeklerdi. Bu silahların tetiği, hepsinin bağlı olduğu bir elektrik düğmesiydi. Birinci silah tutukluk yaptığında ikincisi hedefin kalbine kurşunla anında deliyordu. Bu mermiler anında öldürüyordu. Kısa bir süre sonra hapishane hekimi ölüm saatini tespit edip evrakları imzalayınca, ceset sandalyeden sökülür ve “dehşet odasından” çıkarılırdı. İdam edilenlerin cesetleri yakınlarına teslim edilmiyor, ancak nöbetçi gardiyan ile hapishane müdürünün bildiği bir yere gömülüyordu. Bundan dolayı idam edilenlerin yakınlar, çok uzun zaman yakınlarının öldürüldüğünü bilmiyordu. İdam edilenlere ayrı mezar kazılmıyordu. İdam edilenlerden birçoğu morglarda yakılmazdan önce, cesetler stajyer tıp öğrencileri tarafından kesilip biçiliyordu. Doktorların anlattığına göre kurşunlanarak öldürülen bu cesetlerden göz akı, değişik organlar vb alınarak, yasa dışı bir yolla olmak üzere, dış ülkelere gönderiliyordu. Bu işleri yapan ise, ilaç ve medikal ürünler dış satımı yapan özel olarak kurulmuş bir dış ticaret şirketi tarafından yasa dışı yollardan gerçekleştiriliyordu. Günümüzde Filibe (Plovdiv) Belediyesine bağlı olan Novo Selo köyü muhtarı yedek Albay Geno Yunakov Bulgaristan’da idam cezalıları infaz eden en karanlık kişilerden biridir. O bu “kahrolası zanaatta” 22 yıl çalışmıştır. O bu işe Sliven Hapishanesi’nde başlamış, daha sonra da Plovdiv Hapishanesi’ne değiştirilmiştir. “İşini yaparken” idam cezasının nasıl yerine getirildiğine defalarca tanık olmuş ve kendisi de infaz etmiştir. Yunakov, 1982 yılında idam cezası olanların ırmak kenarında öldürüldüğünü anlattı. Fakat o, bu kişilerin neden ırmak kenarında kurşunlanarak öldürüldüğüne açıklık getiremedi. İdam cezası olan mahkûmlar Sofya’da İskır nehri, Plovdiv’de ise Meriç (Maritsa) nehri boyunda kurşuna dizilmişlerdir. Mahkûmların kurşuna dizildiği “dehşet odası” Sofya Merkez Hapishanesi’nde daha sonra kuruldu.


36

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Köydeşlerinin ve meslektaşlarının “yiğidimiz” olarak hitap ettikleri Albay Yunakov, birçok defa ölüm emrini yerine getiren bir kişidir. O şunları anlattı: Gece ter içinde uyanıyorum. Uzun süre uyuyamıyorum. Daha doğrusu, kanı olayları yeniden yaşamamak için uyumamaya çalışıyorum. Katilin hafızasında en derin yarayı Bulgar Havacılık Şirketi BGA “Balkan” hostesi Lüdmila Ravnyaşka’nın gaddarca kurşuna dizilmesi açmıştır. Ravnyaşka, malına mülküne el koymak için teyzesini öldürmüştü. 26 - 27 yaşındaydı. Çok güzeldi. Zeki, yüksek tahsilli ve yabancı dil bilen bir kızdı. Yaşlı teyzem genç olanlara para ödeyerek eğlenmeye başlamamış olsaydı, asla öldürmezdim, diyordu. Genç kadın bir sevgili tutmuş ve ondan teyzesini öldürmesini istemiştir. O da yaşlı kadının kafasına çekiçle vurarak ölümüne sebep olmuştur. Yakalandıktan sonra, hostes azmettirici, oğlan da öldüren olarak, ikisi de idamlık olmuştur. 26’sındaki güzelin öldürülmesi. Cellâdın anlattığı üzere, Sliven Kadın Hapishanesi’nde Lüdmila’yı sevmeyen yokmuş. Bu kadar güzel bir genç kızın idam edilmesine herkes karşıymış. Ne ki emri yerine getirme görevi Albay Yunakov’a verilmiş. Bu onun gerçekleştireceği ilk infaz olmuş. O zamana kadar “sinek öldürmemiştim” diye anlatıyor. Hostes kıza mezar kazmaları için önce Sliven mezarlığına gitmiş ve mezar kazıcı Çingenelere bir leva 50 stotinka ödemiş. Sonradan öğrendiğine göre, 5 yüksek rütbeli subay kızı öldürme emrini kabul etmemiş. Sonunda bir teğmen razı olmuş. İnfazdan önce 3 kadın doktoru Lüdmila’yı muayene etmişler. Kadınlar öldürülmezden önce mutlaka muayene ediliyormuş, çünkü hamilelik tespit edildiğinde, ölüm cezası değiştiriliyormuş. “Lüdmila çok sakindi. Öldürüleceğine son dakikaya kadar inanmadı. Bir sigara istedi. Ateş vermemi kabul etmedi. Sigarasını kendisi yaktı, parmakları titriyordu. İçti. Her birimizin gözüne baktı. Ve “Hazırım. Bir an önce bitirin!” dedi. Gözlerini kapadı... (emekli celladın sesi bu noktada titremeye başladı ve kesildi.) Sonra soluklandı ve bu vahşetin hikayesini şöyle tamamlamaya çalıştı. Gece yarısıydı. Göz gözü görmüyordu. Mezarın kanarında dik dura kıza, katil ateş etti. Onun da eli titremiş olacak. Kızı bir kurşunla bitiremedi. Kız mezar diye kazılan çukura boylu boyunca düştü, fakat ölmedi, yaşıyordu. İnfazdan 16 dakika sonra doktor “nazı atıyor” dedi.


Makale ve Analizler - 2018

37

İnfaz grubu içinde “ikinci bir kurşunla öldürmek yasaya uygun mudur” tartışması kızıştı. 17. dakikada doktor ölüm saatini kaydetti. Katil’e 20 leva prim verdiler.” Geno Yunakov, başka bir ünlü Bulgar Bayanın öldürülmesini ise şöyle özetledi: “Plovdiv’lı dağcı Mariya, hamileydi. Amcasına yakmıştı abayı. İkisinin ortak işi olduğundan dolayı sıkça görüşüyorlarmış. Bir gün kavga etmişler ve Mariya ortağının karnına şemsiye uzatmış, delmiş ve adam ölmüş. Tutuklanıp yargılanan Mariya Sliven Kadın Hapishanesi’nin idamlık koğuşuna böyle düşmüş. Kendisiyle birlikte dağlara tırmanan Metodi Savov ne yaptıysa yapmış ve ölüm cezasının bozulmasını sağlayabilmiş.” Albay Yunakov, torununu fırına atıp yaktığı için, ölüm cezası alan, fakat infazdan kurtulan Topolovgrad’lı bir nene de tanımış. Avlusunu süpürürken komşusundan torununun oğlundan olmadığı haberini alan nine, süpürgeyi bir yana itmiş, kimseye tek söz söylemeden, torununu yakalayıp, yanan ocağa atmış ve cayır cayır yakmış. Yaşlı kadın birçok defa doktora çıkarılmış ve kendine malik olmayan raporu hazırlanınca idam edilmekten kurtulmuş ve hapishanede ecelinden ölmüş. Ölüm cezasının yerine getirilmesinden kurtulan bir başka Bulgar Bayan da Sofya’lı V. P.’dir. Albay Yurukov olayı şöyle anlatıyor: “Eşinden kurtulmak isteyen bu bayan, bir gece kocasını kesip parçalamış ve sonra da kavanozlara kapamış. Her sabah büyük ihtiyaç için ayakyoluna giderken bu katil kadın beraberinde bir kavanoz götürüyor ve lağım kuyusuna atıyormuş. “Kavanozcu” bayan bir gün yakalanmış ve milis mahzenlerinde sıkıştırılınca olayı itiraf etmiş. Oysa kocasını gömmesine mahzende sadece 2 kavanoz kalmışmış. Herkes katil kadına ölüm cezası verilmesini beklerken, 15 yıl almış. Komşuları ve tanışları tanık olmuş ve onu erkek şiddeti çıkarmayı başarmışlar. Kocası hakkında şiddete baş vuran ve eşini döverken sınır tanımayan, sevgili besleyen ve aile birikimini yabancı kadınlarla içen biri demişler. Mahkeme de dayaktan çıldıran bayanın cinayeti kocasından kurtulmak için işlediğine kanaat kılmış.” Gardiyan Yunakov, Sliven Hapishanesi’nde idamlık bir Türk bayan da tanıdığını anlatıyor. “İki çocuklu bir ana olan bu Bayan’da başka birine gönül vermiş. İş evlenmeye gelince, sevgilisi “seninle evlenmek istiyorum, ama ben senin çocukla-


38

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

rına” bakamam deyince, çocuklarından kurtulma yolları aramaya koyulmuş ve zehirli mantar toplayarak onlara çorba yapmış ve ikisini de zehirlemiş. Evlenmesine engel kalksa da bir türlü evlenememiş. Kadın hapse girince de “o katille işim olmaz” demeye başlamış ve hapishaneye hiç uğramamış. Tamamen hayal kırıklığına uğrayan kadın çıldırmış ve ampulü çıkararak elini duy prize sokmuş (fasonga) ve 22o W cereyana canını feda etmiş. “Novo Selo” köyü muhtarı, eski hapishane Albayı Yunakov’un anlattığına göre, hücre ve koğuşlarda canına kıyanların sayısı “çok azdır”, idamlıkların her biri yaşamak ister.”

Kefene Sarılamayanlar

Çeviri:Raziye Çakır1-21.Mart.2018

Konu: Dosyaların içinden Şu dosyalardan anlatılanlar tüyler ürpertiyor. Bize yıllarca sosyalizmde cinayet işlenmediği aşılanmıştı. Nedir bu ölüm cezaları, infazlar, seri cinayetler?! Bir ninenin torununu ocağa attığını, bir kadının kocasını kesip kavanoza doldurduğunu, ölüm odalarını ve seri infazları ilk kez işittim. Ne oluyor. Hem de henüz politik cinayetlere geçmedik! Bulgaristan’da ölüm cezası vardı. Ölüm cezasına karşı olanların elindeki en güçlü delil, devletin insan canını almaya hakkı olmaması isteğiydi. İnsanlar yeni zamanlarda “göz göze, diş dişe” hırsından sıyrılmamızı istiyorlardı. İnsan hakları örgütlerinin yükselen sesinde şu vardı: “Bir adam bir evi ateşe verdiyse, ceza olarak onun evini yakmıyorlar.” Onlar, ölüm cezasının kaldırılması için direnirken verdikleri örneklerde, Birleşik Amerika’nın bazı eyaletlerinde de ölüm cezası var, infazlar yapılıyor, fakat işlenen suçlarda azalma olmuyor, diyorlardı. Bu konu üzerinde araştırma yapan psikologlar ise, doğuştan katil olan kişilerin kendi hayatlarını telef ederken olduğu gibi, başkalarını hayatına saldırırken de, asla düşünmediklerine hep vurgu yaptılar.

1- Fakti. Bg, tarih 19 Mart 2018. Sofya - Bulgar dilinden Türkçeleştirilmiştir.


Makale ve Analizler - 2018

39

Ne de olsa, ölüm cezası verilmesine karşı en güçlü kanır her zaman “yargı yanlışı” oldu. Bir kişi haksız yere yargılanıp ölüm cezasına çarptırıldığında, “yargı yanlışı” artık mezarın dibindedir. Bulgaristan’da bugün de sosyalizm yıllarında ölüm cezası alanların, kısa yoldan öldürüleceklerine, uran madenlerine gönderildiği anlatılır. Mahkûmlara madenci elbisesi bile verilmeden, 14 - 15 saat çalıştırıldıkları bilinir. Sabahları ısıtılmış su ve ekmek kenarı, öğlen ve akşamlık olarak da bulamaç gibi çorba yedikleri unutulmamıştır. Madende şualaşanlar 3 - 4 ayda hastalanıp ölürlerdi. Onlardan kurtulmak için devletin bu yolu seçmesinin nedeni ise devlet bütçesi için masrafsız olmasıydı. Ağızdan ağza dolaşanlar arasında, Birinci bölümde anlattığımız “dehşet odası” uygulamasının aslında gösteriş olsun ve gerçekleri gizlemek için 10 Kasım 1989’dan sonra kurulduğu da var. O zamana kadar idam cezası almış olanların köy kenarında, dere boylarında kuduz köpek gibi kurşuna dizilip kenara itildiği anlatılır. Olaylar, içerdekiler arasında çıkan bir kavga sonucu olarak gösterilmek suretiyle, idamlıklar içerde öldürüldükten sonra, araç römorka atılarak kırlara çıkarılıyor ve derelere tekerleniyordu. Ölüm cezasına çarptırılan kadınlar ise yolunu bulup içerde hamile kalıyor ve cezanın kaldırılmasını ve af beklemeye başlıyordu. “Loveç”, “Belene” ve “Skrevena” Kamplarında işlenen vahşi suçların unutulmayan acıları hala uğultularda yaşıyor. Buralardaki gaddarlığın adı sadizm zulmüdür. Gardiyanlar insanları odunla dövüyor, cesetlerini domuzlara atıyordu. Hiç suçu olmayan vatandaşların “koşulları çok ağır olan toplama kamplarına göndermek” ölüm cezasına eşdeğer bir uygulamaydı. Kamplardaki tutukluların sağ kalmasına ya kısmetleri ya da yukarıdan birisinin müdahale etmesi şans olurdu. Bulgaristan’da kurşuna dizilerek öldürülen en genç kurban, Tepeler şehri (Filibe) Katolik Kilisesi Papazı Pavel Cicev’tir. O, 1952’de casus suçlamasıyla tutuklanmıştır. Filibe kasaplarının birinde “Etlerin iyisi Moskova’ya gidiyor, kalan da bize satılıyor” sözleri tutuklanıp yargılanmasına gerekçe olmuştur. Tutuklanır tutuklanmaz kurşuna dizilmiştir. Yakınlarına haber verilmemiştir. 1952 yılının güzünde, Cicev’in görev yaptığı Kilisedeki kadın keşişlerden biri olan Tsanka Ronçeva, üzerinde “Kızardeşime teslim edilsin” yazan bir koli almış ve içinden bir çift çarık ve papazın elbiseleri çıkmıştır.” Cicevi ailesi ölüm haberini 1996 yılında almıştır. Kurşuna dizilen papazın yeğeni olan Petır Cicov paylaşıyor: “Yıllar yılı birçok erkek ve bayan teyzemin kapısını çaldı, kardeşinin hapishanede olduğunu


40

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

iddia ederek, içeri götürüp vereceklerini vaat ederek, para ve yiyecek istediler.” Yakınları Pavel Cicev’ten hiç bir haber gelmeyince artık hayatta olanlar arasında olmadığını duyumsayarak vermemişlerdir. O zaman kalem kırmak kolaydı. Mahkemelerin verdiği yanlış kararlar anlatılırken, şu olay da her defasında hatırlanır. Sosyalizm yıllarında, daha doğrusu 1970’lern sonlarında Sofya’da bir evde karı koca arasında bir kavga çıkar. Kadın kapıyı çekip gider. Kocası bir gün beş gün beklese de, kadın dönmez. Üstü başı yırtılmış, şiddet görmüş, kanlar içinde yatan ve daha sonra şiddetle boğulduğu tespit edilen kadın başkent yakınlarındaki “Lozen” köyü kırında bulunmuştur. Polisler kocasını tutuklamış ve komşulardan topladıkları derme çatma delillerle yargılanan kocaya “idam cezası” kesilmiş ve kısa bir süre sonra kurşunlanarak öldürülmüştür. Aradan bir ay geçer geçmez olay çorap gibi sökülmeye başlamış ve katilin Sofya köylerinde bir işkenceci olduğu ortaya çıkmış. 3 yıl sonra o da ölüm cezası alsa da, olan toprak altında çürüyene olmuş. 1990’da idamlıklara süre erteleme uygulanmazdan önce, kurşuna dizilerek öldürülenlerden biri olan ve birçok kişinin canına kıyan Nikolay Tsaykin, işlediği son cinayetlerden sonra tutuklansa da, polisin elinden kaçarak, Karlovo şehrinde 4 katlı bir apartmana saklanmıştır. Olacak işte, katil Tsaykin’in saklandığı dairenin bir altındaki dairede, birkaç hafta önce doğum yapan ve bebesiyle birlikte oturan gardiyan Geno Yunakov’un kızıdır. Bir gün kucağındaki bebekle birlikte balkonuna çıkar, apartmanı kuşatan polisler kapıları kırıp içeri girişini ve caniyi nasıl yakaladıklarını izler, vahşetten süttü kesilir. Ertesi gün Filibe (Plovdiv) lokantalarından birinde Yunakov katil Tsaykin’i nasıl tutukladığını ballandıra ballandıra anlatırken, karşı masadan bir bayan seyreder. O, 100 US Dolar verseler hemen gidip canına kıyarım dediğinde, kadın yüksek sesle çığlık atmaya başlar. Oysa oturan bayan katilin eşiymiş. Bulgaristan Not: Avrupa Birliği’ne üye alınırken Bulgaristan’a koşulan şartlardan birisinde, “Belene” Ölüm Kampı, diğer toplama kampları ve hapishane dosyalarını açması istendi. Fakat henüz bu dosyaların hiç biri açılmadı. Dönmeyen tutukluların kaderi bilinmiyor. Yazdıklarımız hapishanelerde gardiyan ve cellâtların ve bugünün muhtarlarının köy meyhanelerinde anlattıklarından seçmelerdir. Bulgaristan toplumunda büyük bir sıkıntı ve huzursuzluk var. Bunun temelindeki ateş ocağı toplumun içinde bulunduğu ve kalkmayan karanlıktır. Geçmi-


Makale ve Analizler - 2018

41

şin konuşulmaması isteniyor. Çünkü totalitarizm yılları ejderhasından korkmayan vatandaş yok. “Belene” kahramanlarımızın neden sustuğunu sanki anlamaya başladık. Fakat politikacılarımızın yere bakıp yutkunmalarına henüz bir anlam veremiyoruz.

Döneklikle Yüzleşme - 2

Muh. Mehmet Çakır-22.Mart.2018

Konu: Oyunlarınızın devamını görüyoruz bugün de bizler Kaleyi içerden alma çabalarınız da taşa vuracak! Bu sabah E-postamı açtığımda şairimiz Naim Bakov’un bir şiirinde, “Bu Vatanın içinde tüm etnik gruplar kardeştir, bunu bilin! Aralarına nifak sokmayla siz varırsınız ki nereye?”gibi iyi bir tespit ve yerinde bir soru vardı. Bizi yenip, yere serip, üzerimizde tepinebilmeleri için, önce bizimle savaşı, ardından da bizi parçalanmayı seçtiler. Bir bütünün parçalanmadan özüne karşı dönmeyeceğini biliyorlardı. Kafalarında olan, buzağının anasına tekme atması gibi bir şeydi. Hedeflerine giden yol bizden küçük küçük kıymıklar koparmaktı böyle başladı. Bunlar odun kıymığı olsalar, onlarla önce dönekler ısıtılacak, daha sonra da büyük ihanet ateşleri yakacaklardı. Devlet onlarındı. Yürütme kendi kafasıyla çalışmıyordu. İşleri bugün DANS’a (Ulusal Güvenlik Devlet Ajansı) sorduğu gibi, o zaman da önce Çar’ın gizli polis şefi Nikolay Geşev’e, soruyordu. Geşev Bulgaristan’da casusluk ve aksi istihbarat ağını kuran ve çalıştıran kişidir. Sosyalist totalitarizm yıllarında da gizli polis “DC” (Devlet Güvenliği) ya da koordinasyon sağlayıcı bir devlet güvenlik ajansı olan “Altıncı Şubeye”, Askeri istihbarat ve hatta bu yapılara ajanlık yapan köy muhtarlarına soruyordu. Kısacası her şeyi onlar belirliyordu. Çünkü devlet onlarındı. Bu işleri yaparken ilk işleri “yüreklerin” kulaklarını sağırlaştırdılar. Karanlıkların aydınlığa çıkmasını istemiyorlardı. Bu adamlar hayatlarında Dostaevski’nin “Kuduz” ve “Delilerinden”, zifiri karanlığı daha da


42

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

karartma çabalarını anlatan eserlerinden başka hiçbir sayfa okumamış gibi hareket ettiler bir yüzyıl.... Onlar heybetleştikçe zavallılaştılar. Bu süreçte, işlerini “döneklere” yaptırdılar. Biz bu yazı dizimizde “döneklik” doğuran ortamları ve “dönek” karakterlerinin alçak olduğu kadar, çaresizliğini de anlatacağız. *** Normal insanları parçalayıp birbirine düşürmenin çok değişik yolları vardı: Nüfus yapısında ana unsur olan Bulgarlarla azınlıkların arasını açmak kolay olmadı. “Sizin bu devletten bir şeyler beklemeniz yanlış olur!” tezinin yerleşmesi yıllar oldu. Örneği Çiftçi Partisi lideri Al. Stanboliyski, 1919’da Versay’da “yenilgi” anlaşmasını imzalarken, çukurun ne kadar derin olduğunu görmüş ve azınlıklarla birlikte el ele vermeden bu bataktan çıkılamayacağını anlamıştı. Türk’ü Çingene’ye, Pomak’ı Türk’e düşürme siyaseti Çarlık zamanında yerleşti. Daha sonra hepimizi birbirimize düşürmeye bu nedenle çalıştılar. İlk bölünmeler ilk göçlerle oldu. Bölüp parçalayıp eritip asimile ederek yutma siyaseti daha 1913’te Pomakların isimlerini ve dinlerini değiştirme saldırılarıyla başladı. 250 bin kişiye yapılan zulüm toplumu ürküttü ve korkuttu. Rodoplar’ın yerlileri ilk defa kitle halinde yurtlarından kaçmaya zorlandılar. İlk büyük yara böyle açıldı. 1934’ten 1942’ye kadar bu yara Rodoplar’da kap bağlayamadı, hep kanadı. Bulgaristan’da Müslüman azınlıkların bölünmesi çok yönlü gelişti. Ana kitle zorbalık karşısında Türkiye’ye göç ederken, iş bulan köyden sökülüp şehre taşındı. Gençler de okullara dağıldılar. Gidenler geri dönmediler. Özden soğutulmaya çalışıldı. Bir yandan şehirlerde yaşayan Türkler göçe zorlanırken, köyden kente inenlerin yeni bir kentli Türk yaşam kültürü yaratabilmesine çok yönlü engel olundu. Bulgaristan Türklerine ilk yaralar böyle açıldı. Dedelerimizden dinlerdik. Köyüne dönemeyen, sılayı özler, yakınlarını özler, ocağından kopanlara bir burukluk oluşur. Bir türlü düzelemez, hep sızlar. Bu Deliorman yarasıdır, Rodop yarasıdır, Dobruca yarasıdır. Sıla özlemi şeklinde derinleşmiştir. Boş kalınca eşek dikenliği olan ve git gide unutulan tarlalar.


Makale ve Analizler - 2018

43

Tozlu yollarda silinen izler. Kiremitleri dökülmüş, olukları yosunlu çatılar. Menteşesi küflenip kopmuş kapı kanatları. Çap taşları kaymış yada çatlamış duvarlar ve kalplerde her zaman canlı olan o sönmeyen anıların dinmeyen sızıları. Sıla acısı gurbette yürek parçalayan güçlerden biridir. O, bütüne, dahil olduğu topluma, yakınlarına dönememe ve ebediyen ayrı kalınca eriyip kaybolmanın sızısıdır. Aynı zamanda bu bir korkudur. Korkuyu yaşatan ise devlettir. Örneklemek gerekirse, 24 Mart 1964’te Batı Rodoplar’da Sırnitsa, Avramovo köyüne yapılan asker, milis, kolluk kuvvetleri, köy karşısına dikilen topları, hareket halindeki Pomakları, “Biz Kendimizi Vermeyeceğiz!” çığlıklarını hatırlayın. Düşen iki şehitti. Yaralı bazıları. Türk isimlerimiz, dinimiz ve Türk kimliğimiz için verilen kazma kürekli, satırlı kosalı direnişi ve gelenlerin korkup sürü sürü kaçışını. Ama olay bununla bitti mi? Korkutma ocağına devlet odun atmaya devam etmedi mi? Köy merkezlerinde mertliği, inanmışlığı, namusluluğu, ahlaklılığı ve yardımseverliğiyle bilinen kardeşlerimizi birer ikişer toplayıp içeri çekmediler mi? Yargısız içeri düşenlerden geri dönmeyenleri, dördüncü kattaki sorgu odalarından kendilerini yere atanları bir düşünün. Bu korkutmaya çalışanlar ile “biz sizden asla korkmuyoruz” çığlığını yaşatanlar arasında bir amansız mücadele değil miydi? Karasu (Mesta) ırmağı boyu köylerinin dinmeyen sızısı, vicdan şahlanması, beter bir kimlik dayatmasına isyandır. Türklüğünü yaşatabilmek için işsizliğe katlanan, açlığa dayanan, direnirken çıldıran, hapishane karanlıklarında tırnaklarıyla hürriyet yazmayı başaran ve demir parmaklıkları iradesiyle büküp, özgürlüğe yol açarak aydınlığa çıkanların mücadele yoludur bu. Yaşananlar bizim öz tarihimizdir. Hiçbir kimsenin başka birisinin cildi içinde yaşayamayacağı gibi, bizim özgürlüğümüz de ancak bizimle yaşar ve yaşayacaktır. Bizi parçalamak yöntemleri farklıydı. Bulgaristanlı Türk’ten dönek üretebilmek için, hepsi Müslüman olsalar da, onlara hep “kardeş olmadıkları” söylendi. Pomak kardeşlerimize 22 isim uydurdular. Bunların hepsi Türklüğü unutturmak ve Pomak kardeşlerimizde farklı bir kimlik yaratmak için yapıldı. Dönekler sürüsü yaratıp bizi öz kimliğimize ihanete zorlama peşindeydiler. “Türk özüne soyuna ihanet etmez!” Bu gerçek, Bulgar diline ve inancına da yerleşmişti. Türklerin arasından göze kestirdikleri birini çekip almak kolay iş değildi. Bulgaristan’da Müslüman-


44

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ları parçalama ve onların arasından dönek üretme makinesi yaratma projesi, 138 yıl önce akıllarında şakıdı. 1879’da Veliko Tırnova’da kendi kendilerine gelin güvey olup kabul ettikleri Birinci Anayasa’yı gönüllü gidip imzalayan bir tek Müslüman - hoca, müftü, hoca, yargıç olmaması hem Bulgar’ı hem de işgalci Rusları çok düşündürmüştü. 4 Anayasa olan 1991 Anayasası da Türk milletvekilleri tarafından imzalanmadı. 1879’dan tam 128 yıl sonra, HÖH Genel Başkanı Ahmet Doğan’ın, oylarını aldığı Bulgaristan Müslümanlarına danışmadan, “Bulgaristan’da Çözülmedik Etnik Sorun Yoktur Bildirisi” imzalayarak, Brüksel’e gönderip, Avrupa Birliği kapısını açması, kimliğimize, hak ve özgürlük davamıza son derece büyük bir ihanettir. Bulgaristan Türkleri ve azınlıklarımız içinde ilk “döneğin” kim olduğunu öğrenemedim. 1985 yılının Mart ayında bir milyon 253 bin Türkün isimlerinin değiştirilmesinden sonra, Bulgaristan İçişleri Bakanlığı özüne ihanet edip ajanlığı seçenlerin toplam sayısının 3 bin 16 olduğunu açıklamıştı. Fakat biz bu kardeşlerimizin hepsinin dönekliği gönüllü kabul ettiklerine inanmıyoruz. Bunların çoğu bu işe zorlanmış, hatta mecbur bırakılmışlardır. Öyle olsa da, hainlik için aldıkları para makbuzlarının altına imza atanların itler önüne kemik gibi fırlatılması, “korkunun ecele faydası yok” düşüncesine yenik düşenlerin uykusunu bozmuş İzmir, Bursa’da ve daha başka yerlerde kuytu bulanların gece kâbusları devam edenler var. İlk yıllarda Müslümanlara verecek hiç bir şeyleri yoktu. İl dönemde, devlet ondan maaş alanlar, geçimi Bulgar’a bağlı olanlar arasında avlanma kurguları yapsa da, maaş alan Türk yoktu. Müslüman kadınlar arasında bu işi düşünmek baştan yanlıştı. Tutunacak bir dal bulmak için çok uğraştılar. İki Büyük Savaş arasında Türkler kendi derneklerinde, sanat topluluklarında birleşmişti. Türk aydın kamuoyu ve kültür merkezi önce Rusçuk’taydı, zamanla Şumnu’ya değişti. Merkezci hükumet kurulduğunda Sofya’ya taşındı. Birinci Milli Türk Kongresi Sofya’da 1929’da topladılar. Önemli kararlar aldılar. Bu kararlar bugün de geçerlidir. 1990’da Ahmet Doğan’ın “Türklere, Siz Türksünüz” demesi, 2018’de Başbakan Boyko Borisov’un “Kırcaali bölgesinde Türk yaşıyor!” demesi, Türklüğümüzü yaşatabilmemiz için artık yetersizdir. Bu sözlerin boş olduğunu ve bu külde artık alevlenecek ateş kıvılcımı olmadığını görmeyen kalmadı. Kül savurup gözlerimizi kör etmelerine ise bundan böyle yol vermeyeceğiz. “Beleneci” şanıyla gelecek bina etmek de mümkün değil, kök-


Makale ve Analizler - 2018

45

lerimiz daha derindir. İlk yıllarda Müslüman Türklere verecek hiçbir şeyleri olmayanların bugün de elleri boştur, muhtaç olan kendileridir. “İslamlaştırılmış Bulgarlar”, “Bulgar Müslümanlar” gibi balonlar patlatıldı. “Camiye gitmezsen iş veririz” Çok itici bir gerçekti. Müslüman mezarlığına gömülmeyi kabul etmezsen mezar taşın olur kadar iticidir. Ekmek parasından olmamak için Camiye, bayrama gitmemek İslam’dan vazgeçmek anlamına gelir. Dinimiz bizim Kimliğimizi oluşturan ana özdür. Bizi dinsiz bırakmalarının amacı, meydana gelen boşluğu, ateizm veya Hristiyanlıkla doldurmak amacıyla yapılmıştı. Onlar, dini değiştirilen bir Türkün kimlik değiştirmek zorunda olduğunu iyi biliyorlardı. Müslümanlık ve Hristiyanlık arasına yerleştirilen ateizm, aslında bu günümüzün kişiliksizlerini yaratmıştır. Tartışması devam eden, iktidarın meclisten geri çektiği “jender” kimliği saçmalığı da özümüze ve namusumuza bir saldırıdır ki, derelerin bulanık aktığını ve beyinlerin aptallaştığına kanıttır. Bulanık akan Bulgar sularının durulması için daha pek çok balonun patlayacaktır. Korku derinliklerinde saklanan gerçekler. Bir defa Bulgaristan’da 1952’de başlayan gerekçesiz tutuklamalar ve alıp götürmeler, İzi kaybolanlardan, haber alınamayanlar, sır olanlar, sırı açığa çıkarılamayanlar, kısacası sırra kadem basanlar olayı toplumda sıkıntı yaratmış ve birçok başka nedenle birlikte “gizemli yaşam” konusu Bulgaristan Türklerini 1968 göçüne sürüklemiştir. 8 yıl sonra bu göçün sürmesinden sonra, Türkler arasında korku ocağını devamlı tütmek isteyen devler, ikişer, beşer, onar, on beşer, duruma göre Türk gerekçeli gerekçesiz toplamış ve “bir yerlere” sürmüş, kapamış, çalıştırmış ve bir yerlerde, bir takım işlerde kullanmış olsa da toplumun sıkıntısı artarken, hep dağları bekleyen korku olmuştur. Bu kişilerin isimleri biliniyor, bilinmesine de, isimleri bilinmeyenler de var. Örneğin, “Belene” ölüm kampında Bulgar “Resmi Gazete” de (Dırjaven vestnik) kampta kalanların 517 kişi olduğunu ve Bulgar isimlerini yayınlarken, başka kaynakları, adadakilerin arasında isimleri kaydedilmemiş 200 kişi daha olduğunu konuşuyor. Şimdi Soruyoruz: İsimleri kaydedilmeyen ama “Belene” Ölüm Kampından geçen Türkleri orada işi neydi? Görevli miydiler? Anlaşılan “Belene” tablosunun boyası kazınmadan soydaş dernek, federasyon, kulüp ve kahvelerindeki üstü kapalı konuşmalar da noktalanmayacaktır. Bir de şu var, gerçekleri durulamak için yükselen su paçalarına erişenlerde son zamanda bir “telefon haberleşmesi, tehdit savurmalar” var ki, bunun se-


46

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bebi, “bizim işlerin sahtecikten olduğu ortaya çıkarsa, emekli maaşıma ek olarak Bulgar’da emekliliğime ek olarak, oradaki ortalama ücretin % 30 kadar ek prim elden gider mi acaba, korkusu olabilir m?”, “Avanta paralar tatlıdır ve herkes güle güle ve kıtır kıtır yesin de”, görmüş geçirmişlerin ağzına kaynak yağan, bildiklerini unutturan ve sırra kadem basanlar hakkında bile yeminliymiş gibi susanları anlamaya çalışıyoruz. Bu konuya devam ederken, gelecek yazımda, Memleketim Şumnu’da kurulan 40 kişilik gizli direniş örgütünün “Belene’de” yatan biri tarafında, “Belene” den çıktıktan sonra ihbar edilmesinin 17 aileyi nasıl söndürdüğüne özel olarak değinmek istiyorum. Kayıplara karışanlardan başka, üzerinde durulması gereken bir grup daha var. 13 yıl boyunca gizli yaşayan aileler sorunu. Bilindiği üzere 1972 ‘de patlayan Pomak meselesi, 1975’de kapandı, dendi. Ne var ki, kapanan bir sayfadan sonra yenisi açıldığı gibi, tam o zaman sözde “karışık aileler” konusu aktüelleşmiş ve yeni kurbanlar bulup isimlerini değiştirme işleri yeniden alevlenmişti. Bu zulme maruz kalan “karışık ailelerin” sayısı, aile üyeleriyle birlikte toptan sayıları açıklanmadı. Bunlardan kayıplara karışanlar, kaçıp da dönmeyenler, içeri düşüp kurtulamayanlar, dış ülkeye kaçıp haber vermeyenler olduğu biliniyor. Bu da, devam edecek olan çalışmalarımızda çok özel bir yer alacaktır. Bu kardeşlerimiz “dönekliğe” karşı, ajan ağına düşmeyelim diye 10 - 15 yıl boyunca gece gündüz mücadele vermiş, kimlik kartlarını değiştirememiş, kayıtlı sigortalı işlerde çalışamamış, çocuklarını okulla gönderememiş, hatta kira kontratı bile yapmadan yaşamak zorunda kalmışlardır. Türklerin ve Pomak kardeşlerimizin genellikle Yunan sınırı boyundaki birinci, ikinci ve üçüncü sınır bölgelerinin içinde yaşadığı dikkate alındığında, çekilen çileleri anlatmak yürek ister. “Döneklik” konumuza devam edeceğiz. Hedefimiz köklerini birer birer analiz edip sebeplerini ortadan kaldırmaktır. Düşman bildiğimiz güçlerin yeni yöntemlerini ortaya çıkarmaya ve gün ışığında sergilemeye çalışacağız. Başarımızın güç kaynağı birlik ve beraberliğimiz, kardeşliğimiz ve kader ortaklığımızdır. Sağlıcakla kalınız.


Makale ve Analizler - 2018

47

Gönül Bağlarımız Hedefte

Muh. Mehmet Çakır-23.Mart.2018

Konu: Büyük Başkan Erdoğan’ın Varna görüşmeleri arifesinde selam vardır insanı uyandırır. Söz vardır insanı kanatlandırır. 28 yıldan beri Bulgaristan’ı araştıran “Fridrich Nauman” vakfı, “III. Boyko Borisov hükümeti için ancak yıl sonuna kadar dayanabilir”, dedi. Ülkenin hakça tutulan TV şovmeni Slavi Trifonov, milletvekillerine hitaben “Kafalarınızı kuma ne kadar derin sokarsanız sokun, popolarınız hep dışarıda kalacak” dedi. “Galıp”in Avrupa Birliği ülkelerinde yaptığı son ankette, “ülke nüfusunun yüzde kaçının VATAN uğruna savaşmaya hazır olduğu” ortaya çıktı. Bulgaristan’da bu oran % 25. Fakat Bulgaristan’ın Kuzey Batı eyaletleri olan Vidin, Vratsa ve Montana toprakları için kan dökmeye, silaha sarılmaya hazır olan neredeyse yok gibiyken, Sayın Devlet Başkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın Sakarya AK Partisi kurultayından gönül selamı gönderdiği ve “kalbimin bir yarısı oradadır” dediği Kırcaali ilini elden kaçırmak istemeyen Bulgarlar çok kalabalıklaştı, onlarda birden Kırcaali’yi hatırladılar. Bu tartışmalar ve Kırcaali konusunda kamuoyu üzerine çullanan yeni baskı aslında 3 Mart “Bulgar Milli Bayramı” kutlamalarının devamı olarak kızıştırılıyor. Bilindiği üzere, 1878 Berlin Konferansı Kırcaali, Haskovo, Blagoevgrad topraklarını Osmanlıya bırakmıştı, Filibe, (Plovdiv), Tatar Pacarcık (Pazarcık), Eski Zara (Stara Zagora), Slivne (Sliven ve Burgaz topraklarını da “Doğu Trakya” otonom bölgesi olalar ilan etmişti. Başkenti Sofya olan Bulgar Prensliği de Koca Balkan’ın kuzeyine Tuna boyunca Vidin ile Varna arasına sıkıştırılmıştı. Balkan ve Dünya Savaşlarının hepsine katılan ve hepsinden yenik çıkan Bulgaristan, Prenslik topraklarını 3 misli genişletirken, Türklerin yaşadığı Güney Doğu Rodopları, Müslüman Pomakların yaşadığı Batı Rodopları ve Pirin Bölgesi ile Yambol ve Burgaz yörelerini de devletin sınırları içine alabildi. Bu topraklarda yaşayan Müslüman nüfus, tek milletli, tek dilli ve Hristiyan dinine bağlı bir devlette yaşamak istemediklerinden dolayı Kırcaali yöresinin Bulgaristan’a bağlandığı 1914’ten beri Türkiye’ye göç devam ediyor. Gerçek durumun analizinden çıkarak, 1925’te Ankara Bulgar Çarlığı ile bir “Dostluk Antlaşması” imzalayan Türkiye Cumhuriyeti hükumeti göç kapısını da resmi olarak açtı.


48

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

O günden bu güne 91 yıl geçmiş olmasına rağmen, bu topraklarda yaşayan Türk-Müslümanların ne göç seli durdu, ne de onların Türk-Müslüman olarak yaşamaktan vazgeçirmek amacıyla yapılan baskıların ardı arası kesildi. O kadar ileri gittiler ki, Okul ve anadilde konuşmayı, yazmayı, haberleşmeyi dahi yasaklayan, 1985’te bu insanların isimleri, dinlerine ve Türk-Müslüman kimliklerine saldıran Bulgar devleti, Bulgaristan’da Türklüğü, Türk yaşam şeklini, namus ve ahlakını, Müslüman dinini ve geleneklerini, eğitim sistemini yok etmek için hiçbir gün elini ardına koymadı, niyetini bozmadı. Bu olayların en sonuncusu Mastanli (Momçilgrat) şehrinde, 3 ile 6 yaş arasında 130 Türk, Bulgar ve Çingene çocuğun gidip geldiği bir anaokulunda yaşandı. Anaokulu yönetiminin girişimiyle düzenlenen “Birlikte Yaşayalım Birlikte Mutlu olalım” etnik şenliğinde, Türk çocukların “Türk Dansları” sergilemesi Makedon İç Devrim Hareketi lideri (VMRO), aşırı milliyetçi gruptan şu anda Başbakan Yardımcısı ve Savunma Bakanı Kasimir Karakaçanov öncülüğünde devleti ve kurumlarını ayağa kaldırdı. Ellerinde olsa anaokulu avlusunda Türk Danslı gösterisi düzenlediler diye devletin topunu, tankını, uçağını, polisini ve daha ne kadar kaz kafalı Bulgar devlet görevlisi varsa hepsini çocukların üzerine sürecek ve onları ezdirecek. Şimdiye kadar aşırı saldırıdan, aşırı şoven, aşırı milliyetçi dediğimiz, Avrupa Konseyine göre ise “faşist” olan bu şahsı biraz tanıyalım: Uyanık Olunuz: Siyasetçiler yurtseverliği kişisel zenginlik yığmak için kullanıyorlar. Devlet Güvenliği (DC) Arşiv №: 546 DOSYA VMRO - İç Makedon Devrim Örgütü. Ajan “İvan” Krasimir Donçev Karakaçanov 11.05 1989 günü ajan olarak kazanılmıştır. 16.05.1989’da ajan olarak kaydı yapılmıştır. 1990 yılından beri VMRO örgütü üyesidir. 1997 tarihinden beri VMRO Başkanıdır. İkinci kuşak Bulgar gizli servisinin ajanı olan bir sözde “yurtseverin” mülkleri: 1. Bu kişi bankalardan kişisel ihtiyaçları için kredi alırken yönettiği “VMRO - Vakfı” mallarını ve taşınmazlarını ipotek ediyor.


Makale ve Analizler - 2018

49

2. 2003 yılında Sofya’nın en pahalı semtlerinden biri olan “İztok” (Doğu) parasal değeri 200 bin Euro olan 130 m² bir daire almıştır. 3. 2004 ve 2005 yıllarında Karadeniz sahilinde Kranevo mevkiinden bir daire, ikincisi de Varna iline bağlı Aksakovo Belediyesinde 1173 m² bir arsa elde etmiştir. 4. 2013 yılında Tryavna Belediyesinde 1000 m² bir arsa ele geçirmiş ve daha sonra bu yere babasının (Donço Karakaçanov) adına bir otel inşa ettirmiştir. 5. 2007 yedi yılında “Banka DSK” bankasından kredi çeken Kr. Karakaçanov, yönettiği “VMRO Vakfı”na ait Petriç şehrindeki bir mülkü ipotek olarak göstermiştir. 6. Sandanski Belediyesi, Lübovişte köyü topraklarından 1500 m² bir arsa satın alan Kr. Karakaçanov, orada da otel inşaatı başlatmış ve babası adına çekilen krediye “VMRO Vakfı” mülkünü ipotek olarak göstermiştir. *** VMRO örgütü Bulgaristan’ın 3 Başbakanı ve daha birçok devlet adamının canına kıymış bir örgüttür. (Bu cinayetleri için de hiçbir ceza çekmemişlerdir. Hala hesap soran yok) Mestanlı anaokulu çocuklarının Türk Dansları oynamasından rahatsız olan Savunma Bakanı Karakaçanov, ülkemizin yolsuzlukta başı çeken kişilerinden biridir. Bu kişi adalet, namus ve şeref sözü edemez, büyük rüşvetçilerden birisidir. (Bulgar devletinin her yıl 2 milyon bulgar levasını devlet bütçesinden Doğanı korumak için vermesine söz dahi edil(e)miyor) “B NEWS” elektronik haber merkezinin bildirdiğine göre, 2015 yılının başından bugüne kadar, Bulgaristan sahte “yurtseverleri” 28 milyon Euro tutarında Bulgar pasaportu satmıştır. 2017 yılında Kr. Karakaçanov’un “pasaport fabrikasında” çalışanlara karşı birkaç ağır ceza davası açılmıştır. Her Bulgar kimliği için 550 - 1500 Euro arasında para alan bu kişiler her gün 200 yabancıya hizmet vermiştir. Bugün hükumet ortağı olan üçlü yurtseverler pasaport sahtekârlığından toplam 28 milyon Euro ceplemiştir. Kaynak: (Afera.bg) *** Hatırlanacağı üzere 1984 Aralığının son günlerinde aynı çocukların dedelerine aynı anaokulundan 20 adım ötedeki meydanda ateş edilmiş ve birçokları öldürülmüştü. O zaman kahramanlar isimlerimiz, dilimiz, dinimiz için can feda ettiler. Şehir merkezindeki dev anıt onların şanlı davasını yaşatmaya devam ediyor. Onlar bu anıtın önünden geçerken annelerinden “dedemin adı hangi sırada” diye soruyorlar.


50

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bugün ise, aynı devletin aynı faşist - komünist alaşımı aşırı milliyetçi “yurtsever” Savunma Bakanı, aynı kahraman Türklerin torunlarına Türk Dansı oynadınız diye kurşun yağdırıyor. Onların ruhunu ve geleceğini berbat etmeye çalışıyor. Türk - Müslüman kimliklerini ebediyen silmeye hazır olduğunu gizleyemiyor. Bugün Başbakan yardımcısı ve bakan olan bu kişilerin yeri mahkeme, koğuş ve hücre olmalıdır, devletten çaldıkları milyonları geri vermelidirler. *** Mestanlı Türk çocuklarına baskı konusu Bulgar TV programlarının hepsinde işlendi, basına tamamı yansıdı. Anaokulu öğretmenleriyle yapılan (Galya Asenova - müdüre) söyleşilerden anlaşıldığına göre, bu Türk ve Çingene (hepsi Müslüman) çocuklarının aralarında bir tek Türkçe söz söylemeleri bile kesin yasaklanmıştır. Beyinlerindeki Türk dili hücrelerinin zehirlenerek öldürülmesine özen gösteriliyor. Yemeklerinde, her öğünde bilerek özellikle domuz eti yer alıyor. Küçük ve büyük ihtiyaçlarını Müslüman gibi yapmalarına, müsaade edilmiyor. Çocukların kendi aralarında Türkçe konuşmaları da özellikle yasaklanmıştır. İşte burası Avrupa Birliği, özgürlüklerin ülkesi... Müslümanların Bayram gününde oynanan Türk dansında da çocukların şarkı sözlerini öğrenmemelerine dikkat edilmiş ve pleybek müzik kullanılmıştır. Aynı törende oynanan Rus Danslarına hiç bir şey denmezken, Türk çocukları Türk Dansı oynadılar diye ulusal tepki gördüler, hor görüldüler, ana - babalar okula toplandı, şehir yeniden şahlandı. (Aslında ilahi söylemeleri daha şık olurdu) “Biz onların tek Türkçe söz söylemesine imkân vermiyoruz, Türkçe temas kuranları cezalandırıyoruz” diyen Bayan öğretmenlerin ve eğitimcilerin böbürlenmeleri dikkat çekti. Müslümanlarımız arasında son derece büyük bir tepki uyandırdı. Türk ve Romen ana - babalar okula yürüdü. Anadilde eğitim veren anaokulu istediler. (Bu arada sözde Türk partileri nerede gören yok...) Olay hiç de küçümsenecek nitelikte değildir. Son kalelerimizin de yıkılmaya çalışıldığına ve bu işin ardında Savunma Bakanı başta olmak üzere 4 devlet gücü olduğuna işarettir. Hatırlanacağı üzere, daha 1913’te Batı Rodoplar’da ve Pirin yöresinde ve Karasu (Mesta) köylerinde bazı verilere göre 250 bin, diğer kaynaklara göre ise 400 bin Müslüman Pomak kardeşimizin ismi, dini değiştirilir ve Türkçe konuşmaları yasaklanırken Çar Ferdinand, Baş Papaz ve Başbakan bu işlerin ardındaydı. Jandarma, Polis ve VMRO çetelerini örgütlemişlerdi. 1972’de Pomaklara büyük saldırıda da hükümet ve devlet yönetimi orduyu ve diğer kolluk güçleri kullandı. 1984 - 1989 yılları arasında Türklerin isimleri ve kimlikleri değiştirirken, isimleri yasaklanırken, Müslüman usulüne göre ev-


Makale ve Analizler - 2018

51

lenmeleri, yaşamaları, namuslu ve ahlaklı kişiler olmaları zorla önlenirken ve binlerce Türk-Müslüman bu küstahla karşı koyduğunda, her köyde ve kasabada kan dökülürken yine Komünist Partisi, sosyalist hükumet ve totaliter devlet baskı ve terörü yönetip yönlendirdiler, zırhlı ordu birlikleri harekete geçirildi, savunma bakanı Dobri Jurov olağanüstü aktifti. Şimdi de aynı koltukta oturan Makedon bozguncu VMRO şefi Savunma Bakanı sıfatıyla, çocuk yurdunda “Türk gibi yaşamasınlar” emri veriyor. Bu baskıyla, devlet gücüyle mücadelede sıradan insanlarımızın eli kolu bağlıdır. Şimdiki durumda Eğitim Reformu, Türk çocuklarına ayrı anaokulu ve okul istekleriyle Eğitim ve Teknoloji Bakanıyla geçen hafta Kırcaali’de özel bir görüşme de yapıldı. Başbakan “Kırcaali’de Türkler yaşıyor” dedi. Oraya bir büyük nokta konuyor ve işler duruyor. Yeni yasağın “Türk gibi nefes alma!” Olacağına inanlar çoğalıyor. Olaylar dayanılır gibi değil. Bu patlamada zararı Bulgara da Türk’e de olur, bizden hatırlatması... *** Varna’da 26 Mart 2018 Pazartesi günü, ardından Mayıs Ayında Türkiye Cumhuriyeti Devlet Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’la Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov, ardından özel olarak Cumhurbaşkanı Rumen Radev’le ve dolayısıyla Avrupa Konseyi ve Birliği yönetimiyle görüşmeler düzenlenecektir. Burada verdiğimiz somut örnek, hain ajanlar tarafından yönetilen bir devletin azınlıkların tepesine binmiş, maddi ve manevi kimliklerini nasıl ezdiğine bir küçük örnektir. Biz soydaşlar ve Bulgaristan Müslümanları için önemli olan bizim öz sorunlarımızın, “kültürel otonomi” sorununun çözülmesi sorunudur. Biz Bulgaristan’da Müslümanlar artık nefes alamıyoruz.

Doğan Sayfası Kapandı

Şakir Arslantaş-24.Mart.2018

Konu: Yeni sayfa açmak zorundayız. Yirmi birinci asırda cehalet Asıl besin maddesidir adamın


52

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Demokrasi dediği bir hayalet Eseridir bunca çile ve gamın! Şair Naim Bakoğlu-24.03.2018 - Silistre Herkes aynı şeyi söylemeye başladı. Dr. Jelü Jelev Cumhurşkanı iken, danışmanlarından biri olan Prof. Mihail İvanov, Mastanlı (Momçilgrat) anaokulundaki “Tür Dansı Oynadılar” olayı ve Başbakan Yardımcısı ve Savunma Bakanı Kr. Karakaçanov’un bütün şehri, ana babaları ve Türk ahalisini ayağa kaldıran şiddetli saldırısıyla ilgili şunları yazdı: “Mestanlı’da demokrasi çoktan bir hayal oldu, bir işe alınmak için DPS partisinin elini değil ayağını öpmen gerek!” Koşukavak’ta DOST’çulara tütün ekmek için toprak kiralanmıyor. Nerede devlet, nerede adalet? Politika bilimcisi Nikolay Vasilev şöyle yazdı: “Türk danslarına ve oriental ritimlerine” delice saldırı, Bulgaristan Türkleri ve Müslümanlarını, bu memleket bizim değil, fikrine itebilir ki, son derece tehlikelidir. Savunma Bakanı Karakaçanov, ne yazık ki Bulgaristan’a dikilmiş asker anıtlarının birçoğunda Türk isimleri olduğunu bilmiyor. Bakan, 1944 yılından önce, Bulgar ordusunda imamların görev aldığını ve Müslüman askerler için ayrı kazanlarda (domuz eti ve domuz yağı kullanılmadan) yemek hazırlandığını da bilmiyor. Bu Bakan, Osmanlı devrinde Bulgarların toprak kölesi değil, hak eşitliği olan normal vatandaş olduğunu da bilmiyor. Ne yazık. Düşmanlık körükleyen Pazarcık Savcısı Nedyalka Popova’nın bir demecinden: “Bu gidişle Cumhurbaşkanımız başka bir dinden olacak, Başbakanımız, bakanlarımız, muhtarlarımız başka bir dinden olacaktır. Eski Hıristiyan Avrupa’da başka dinden olan muhtarların sayısını biliyor musunuz? Bizim kabul ettiğimiz Hıristiyan din değerlerini bu gidişle savunabileceğimizi düşünebiliyor musunuz!” Bulgarların kafası böyle yıkanıyor. İçlerine düşmanlık uyandıran aşı yapılıyor. Boş bir hayale yenik düşen Bulgarlara, etnik tolerans, hak eşitliği, sivil toplum vb gibi konularda, zehir şerbeti içiriyorlar. Her Bulgara Türk ve Müslüman düşmanlığı aşısı yapılıyor. Bu savcı Bayan, Pazarcıkta imamlara karşı yıllarca devam eden davada devleti temsil etti, anayasal adaletini sözde savundu. Bu kadar kör kafalı savcılar duruşmaya giriyorsa, bu davalar nasıl kazanılır ve adalet nasıl kurulur??


Makale ve Analizler - 2018

53

Kötülük kapıdan girdiğinde adalet ve mutluluk pencereden çıkar. Ahmet Doğan ve taşıdığı zihniyet budur. Bulgaristan’ı ne kurtarabildiler, ne de koruyabildiler. Güvendikleri dağlara hep kar yağdı. Arkalarında duran Rusya idi. Rusya’nın emperyalist sömürücü çıkarlarıyla, zavallı etnik azınlıklarımızın (Bulgaristan Müslümanlarının) menfaatleri ve beklentileri asla örtüşmedi. Ezilen biz olduk. Moskova bizde yalnız birkaç kişiyi zengin yaptı. Ötekilerin hepsini birden ezmeyi hedefledi ve başardı. Fakirlikte Avrupa birincisiyiz. Ölüm liste başı, doğumda ise liste sonuyuz. Tüm uçların başındayız. Cahillikte ve debillikte de öyledir. Ceplerine para akıtılan Ahmet Doğan ile D. Peevskidir. 16 milyar KDV kaçakçılığında, Ticaret Bankası (KTB) soygununda, her işten rüşvet almada rol aldılar ve başarılı oldular. Hırsızlık, dolandırıcılık ve rüşvette bizim taş öyle büyük ki, onu kaldıracak vinç Avrupa’da bile yok. Vurguncular hep parmak yaladı. Zenginleştikçe halktan uzaklaştı. Siyasetten çekildiler. Meclise uğramıyorlar. Bakan olmak bile istemiyorlar. Devlet korumasında yaşıyorlar. Servetleri dış bankalarda, Milletimiz yediden yetmişe santime kurşun sıkıyor, onların umurunda değil. Bir memlekette iç barış, güven yoksa ülkede yaşayan insanların bireysel ve tolu (ortak) hak ve özgürlükleri tanınmamışsa, eski yaraların hepsi açıksa, huzur olmaz. Adalet ve demokrasiyi ise tamamen unutunuz. Bu ortamda, kötülükler unutulmaz, sızılar dinmez. Bizdeki yeni durumsa şöyledir. Bulgar devleti 1980’li yıllarda “Belene” toplama kampına, Bulgar köylerine sürgüne, hapishanelere topladığı Türklere de “ülkedeki ortalama emekli maaşının üçte biri kadar, emeklilik üstü prim ödemeyi kabul etti.” Bu işten Türkiye’deki “gazi” soydaşlarımız da yararlanıyor. Bu para “Belene” kampına kayıt dışı, ajanlık yapmak için gidenlere verilmiyor. Bizim güya “savaşçılar”, yani gaziler, yani eski tüfekler bu parayı 10 yıl önce almaya başladılar ve abalarını üstüne çekip uykuya daldı. Sanki “Belene” ölüm kampına emeklilik primi alamaya gitmişler ve istedikleri olmuş gibi bir hava oluştu. Bulgar parası bankaya, T.C.’den de yardım cebe damlayınca “gel keyfim gel” hepsi sustu. Kahvelerde konuşmaz oldular. Dernek toplantılarına bile gelmiyorlar. Çanakkale Şehitler Anıtı gezilerine katılmadılar. Okullara gidip Bulgaristan Türkü öğrencilere isim ve kimlik değiştirme, anadilimizi yasaklayan zulmü her hafta anlatacaklarına, gel keyfim gel, susarak da yaşamak varmış deyip uzanacak gölge arıyorlar. Ballı emzik ağızlarında. Uykuda bebeler gibi mışıl mışıl mışıldıyorlar. Türkiye Cumhuriyetindeki soydaşlarımız arasında toplam sayıları 2 bine yakın olan böyle kaskatı ve her işe engel ve köstek olan bir tabaka var. Biz bu sayfayı si-


54

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

zinle birlikte açmak okumak istiyoruz. İtirazlarınızı yazabilirsiniz. Yanlışları düzeltmek de davamızın bir yönüdür. Bu birbirine kilitlenmiş tabaka tamamen pasif de değil tabii. “Aman işimiz bozulmasın da ne olursa olsun, bana ne diyen” bu sahte kahramanlardan birçoğu 3 Mart Konsolosluk ziyafet sofrasında yer aldı. Atalarımızın Ruslar tarafından nasıl öldürüldüğünü, Bulgaristan’ın Bulgarların olduğunu, Bulgaristan’da Bulgarcadan başka dil konuşulmayacağını, İslam’ın çok zararlı ve radikal bir din olduğunu, Rus imparatorluk ordusunun kurtarıcımız olduğunu ve başka masalları dikkatle dinlediler ve aldıkları paraları hak ettiler. Vedalaşırken, “sene gene buyurun” davetine “siz masaları hazırlayın” biz geliriz, cevabını tebessümle verdiler. Yapılan Türk kimliği davamıza, özümüze ve benliğimize ihanetti bu. Kimliklerini 150 levaya satan bu “kahramanlar” sürüsüne katılanlar ne hakçı, ne özgürlükçü, ne demokrat, ne dernekçi, ne gazi ne de onurlu kişilerdi. Ufak hesaplı çıkarcılardı. İsim değiştirmeyi, dil ve dini bahane ederek, sürgüne göndeilmelerini “pasif, durgun, frenleyen ve her konuda yol kesen” olma şartıyla maaşa bağlanmış bu kişiler derin yabancı bir stratejiye hizmet eden ve “Büyük Göçten” 30 sene sonra aktifleştirilmiş kimliksizlerdir. Bundan böyle biz onları bizden sayamayız. Davamızın bu kadar ucuza satılacağını bilmiyordum. Bu işlerin DPS kanalıyla gerçekleştiği gün gibi ortada. Encek yılanlar “saraydan” çıktı. İlk baş gösterişleri “Türkan Çeşme Anma Törenlerinde” yaşandı. Onlar T.C.den gelip bira içme yarışlarına ve köfte yutma müsabakalarına katıldılar. Böylece gerçek kahramanlarımız ve onların aziz hatıralarıyla alay ettiler. DPS yönetiminden boş boş konuşan ve hatta söyledikleri sözlerin anlamını bilmeyen ve ne desen geçer kafasıyla atıp tutanları alkışlayanlar o biracı-köfteci takımıydı. “Belene” toplama kampına neden götürüldüklerinin bilincinde olmayan ve vazifesini oraya vardıktan sonra alan bu “kahramanlar” Türken Çeşme anma törenlerine de ancak işleri karıştırmak, bira üstüne bira çekerek olayı sulandırmak için gönderiliyorlardı. Onlar, kurban etini biraya meze yapmadan çekinmediler. Onlar, hak arama davamıza, Türklüğümüze ve Müslümanlığımıza fırsat buldukça hep ihanet ettiler. Gençlere kötü örnek oldular. Hatta Hak ve Özgürlük uğruna mücadelemizle, bu kutsal davamızın şanlı şehitleriyle de bilinçli bilinçsiz alay ettiler. Onlar “beslenenlerdi”, onlar ceplerinde para olanlardı, onlar anlamsız konuşmaların hepsini alkışlayanlardı. Dikkatinizi çekmiştir, onların hepsi aynı


Makale ve Analizler - 2018

55

şirketten giyinmiş kişilerdi. Takım elbiseler ve ayakkabılar aynı markaydı. Etraftaki kitle ise işlerin bu kadar derine gittiğine inanmak istemeyenlerdi. BGhaber ve BGSAM bu konuda yaptığı araştırmalarda elde ettiği sonuçları yazılarında işlemeye başlayınca durum değişti ve sertleşti. Derneğimiz ve araştırma merkezimize tehdit telefonları yağıyor, hainler sürüsünün çakalları inden çıktı, baş çıkardı ve birlikte havlamaya başladı. Bu konuyu işlemeye devam edeceğiz. Kesin olan “Doğan lambasının artık sönmüş olduğudur. Fitili bitmiş, gazı tükenmiştir.” Yeni durum budur. Hainlik perdesi tamamen kaldırılacaktır. Anlaşılan hain olan Doğan yalnız değil, hainler ordusu Bulgaristan’ı olduğu gibi T.C. deki soydaş katmanlarına da yayılmış ve hepimizin Türk kimliğimizi, onur ve şerefimizi zehirlemeye çalışıyor. Biz bu gerçeği hemen göremedik. Aramızda geçen konuşmalarda hep, bizim parayla işimiz olmaz, bu işte bir yanlış var dedik. Ne ki, yanılmışız. TV ekranlarına çıkıp Rusya’dan medet umanlar belirdi. Beyin yıkama işinde bu kadar başarılı olabileceklerini de düşünemedik. 1878’den beri yaşadığımız topraklarda 140 yıl huzur yoksa işler kötüden kötüye gitmişse, bunun baş sorumlusu Rusya ve Rusçu Bulgarların kendileridir. Türk etnik topluluğu dini ve siyasi liderlerinin bu dümen suyunda yürümesi, 3 Mart zaferi şerefine resmikabullerde kadeh kaldırması, bardağın tamamen taştığına işarettir. 1944 - 1989 döneminde köle gibi çalışanlar kıtlık, yoksulluk ve sefalet içinde emekli oldular ve bugün kıvranıyorlar. Halkımızın gerçeği budur. Bulgar toplumunda dinamikleri çöktü. Toplum kendi yükünü taşıyamıyor, kendini yenileyemiyor. Sefalete demir atmış, yerinden kımıldayamıyor. Aile enerji kaynağımız odundan, kömüre, kömürden doğal gaza ve elektriğe geçemedi. Ocak ve sobalarımızda okun yakılıyor. Enerji devrimi yapamayan bir ülkede sosyal ve kültürel ilerleme sağlanamaz. Avrupa’nın kuyruğunda sürünmemiz durumu günden güne ağırlaştırıyor. Devlet ve siyasetçiler kendi derdinde, halkımızı soyma yarışı devam ediyor. 1990’dan beri Rusya’ya bağlı olarak planlanmış ve projeleri çizilmiş olan hiçbir işimiz bir arpa boyu yol alamadı. Burgas - Aleksandropolis petrol boru hattı döşeyecekti, olmadı. “Güney Akım” doğal gaz boru hattı ve doğal gaz dağıtım merkezi kuracaktık, o da olmadı. Rusya “Gazprom” artık kendi topraklarında bu tesis için döşediği boruları söküp çıkarmaya başladı. “Belene - 2” Atom Elektrik Santrali kuruculuğu da yüz üstü kaldı. Rusya ile başlattığımız işlerin hepsinde bir hile var ki, bize iyi gelmiyor. İşlerin körlüğü o kadar derinleşti ki, İngiliz “Times” gazetesi de, “Bulgaristan Rus diplomatları kovacak” diye yazdı. Kendi başımıza hiçbir konuda karar alamıyoruz. “Yeni “dostlarımız” ne derse onu mutlaka yapmak zorundayız.


56

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Size Ahmet Doğan sayfasının kapandığını, Doğancılık yapanların birkaç paraya karşı tuzağa düşürüldüğünü, bu kişilerin Bulgaristan Türk toplumunu bir tümör gibi sardığını, T.C. deki soydaşlarımızın ruhunu da zehirlemeye çalıştığını anlatmaya çalıştım. Bu ölümcül uğurun büyümesi ve bizi bitirmesi için gün ve gece çalışanlar var. Onlar kendilerine T.C.’de de paragöz ortaklar buluyor ve kuyumuzu kazmaya devam ediyorlar. Her yerde belirdikleri ortadadır. 28 yıldan beri hiçbir hayırlı iş yapmadıklarını ve beliren bu hainler çetesinin yolunun mutlaka kesilmesi gerektiğini, onları siyasetten bir Osmanlı tokadı ile atmamızın zamanı gelmiştir, demek için yazdım, siz de zaman ayırıp okudunuz. Bu bizim ortak davamızdır. El ele vermek, eylem birliğinde buluşmak zorundayız. Davamızın ruhsal, idesel temizliği ve onurumuzun yüceliği devamlı konumuzdur. Bizi okuyunuz ve okutunuz. Teşekkür ederim.

Birleşik Amerika Katar ve Türkiye’deki Askeri Üslerinden Çekiliyor

Tercüme eden: Raziye Çakır-25.Mart.2018

Yakı Doğu’da yeni bir Jeo-politik sarsıntının eşiğinde bulunuyor. İsrail istihbaratına bağlı çalışan “DEBKA file” analiz merkezi, Suudi veliahttı Prens Muhammed bin Salam an’ın son Washington ziyareti esnasında ABD Başkanı Donald Trump ile görüşmelerinde, Yakındoğu’daki en büyük Amerikan askeri üssünün Katar’dan Suudi Arabistan’a taşınması konusunda anlaşmaya varmıştır. Birleşik Amerika ile sözüm ona “İslam Devleti”ne karşı mücadele koalisyonuna katılan devletlerden silahlı personel ile Irak, Suriye ve Afganistan ve daha 17 ülke askeri hava güçlerinin uçuşlarını kontrol eden Pentagon komando merkezinde konuşlanan toplam 11 bin askeri görevli Katar’dan sökülerek Suudi Arabistan’a taşınacaktır. ABD Dışişleri Bakanlığı’nın aktif müdahalesiyle Katar bunalımına çözümüne umut belirmişti. “Terörizme ve aşırı ideolojilere karşı destek” sağlarken Doxa ‘a yöneltilen istekler, bu arada Suudi Arabistan’a da olmak üzere bölge ül-


Makale ve Analizler - 2018

57

kelerinden birçoğuna karşı da aynı zamanda yöneltilebilirdi. Ne ki bu konuda o zaman bir sözleşmeye varılamadı. Bunun neticesinde Katar - Türkiye - İran müttefikliği oluştu. Bu birliğin oluşmasıyla Yakın Doğu’daki güçler dengesinin bu denli büyük bir değişiklik kaydedeceğini yakın zamana kadar hiç kimse düşünemezken, denge oranları ansızın değişti. Katar’daki Türk askeri varlığı hızla arttı. Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, “Katar da askeri üs kurmamızın amacında ayrı bir devletin güvenliği değil, tüm Yakın Doğuda istikrar sağlamak vardır” ve “Yakındoğu ülkelerinden herhangi birisine yönelik bir askeri saldırıyı biz her zaman, bize yöneltilmiş bir saldırı olarak kabul ediyoruz,” dedi. Öte yandan, Doxa Rus savunma füze birimi C-400 satın alma niyetini beyan etti. Öyle ki, Suriye’de çatılmalar devam ederken ve genel olarak Basra Körfezinde başka bir çatışmanın patlak vermesi olasılığının var olduğu şu durumda, ABD askeri üssünün Katar’dan Suudi Arabistan’a taşınması stratejik öneme sahiptir. Olay bununla da bitmiyor. Washington Türkiye’deki İncirlik üssünden de çekilme kararını da açıklamış bulunuyor. “The Wall Street Jurnal” verilerine göre, İncirlik askeri üssündeki Amerikan uçakları üssü terk ediyor (ya da yakında terk edecek) ve Doğu Avrupa’daki üslere ve Afganistan’a yöneltiliyor. İncirlik üssündeki amerikan varlığının azaltılmasının bir geçici önlem olmadığını belirtmemize olanak veren deliller var. 2017 yazında Alman askeri hava gücünün İncirlik’ten çekildiğini hatırlatırız. Bazı uzmanlarına göre, Washington Türkiye’yi “stratejik önemi olan bir müttefik” olarak göstermeye devam etse de, Suriye Kürtleri, C-400 savunma sisteminin satın alınmasıyla ilgili Rusya - Türkiye sözleşmesi; NATO üyesi olmasına karşı, Türkiye’nin NATO’dan bağımsız bir askeri politika izlemesi Ankara ile Washington arasındaki gerginliğin nedenlerinin başında sıralanıyor. Bu gelişmelerin anlamı nedir? “DEBKAfile” göre, ABD’nin Katar ve Türkiye karı birbirine bağlı 2 karardır. Bunlarda gerekçe olarak “DEAŞ saldırılarının birden bire azaldığı”na işaret edilmiştir. Rus kaynaklarından gelen haberlerde, “ABD’nin Yakındoğu’daki askeri güçlerini yeniden gruplaştırmaya” başladığına yer veriliyor. Bu nedenlerden birisi olarak da, Yakındoğu’daki bölgesel oyuncuların Moskova’nın bölgesel rolünü benimsemeleri ve birlikte hareket etmeyi kabul etmeli de olabilir. Yeni başlayan sürecin gelişmesiyle, Türkiye, İran ve Katar’ın Rusya’ya ortak savun-


58

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

maya geçme gibi ortak güvenlik sağlama yolunda askeri bütünleşmeye yönelmeyi önermeyi de beklenebilir. Ankara ile Tahran arasında askeri birlik kurulması, Türkiye için “ortak çıkarlarımızı sattı” diyen Suudi Arabistan tarafından düşmanca karşılanıyor. Bu cepheleşme Arap dünyasında İran’a karşı bir ortaklık kurulmasını suya düşürüyor. Basra Körfezi’nde kurulan yeni güç dengesi, tarihin daha önceki aşamalarından hiç birinde görülmemiştir. Bu da daha önceki yıllarda Batı güçlerinin bu bölgede daha önce asla görülmemiş bir güçlen dengesi kurabilme planlarının gerçekleşmesine engel oluyor. ABD ve ortakları bu nedenle manevra yapmaya başladı. Türkiye, İran, Katar ve Suudi Arabistan’la ve aynı bölgedeki diğer devletlerle yakın ilişkiler geliştiren Moskova da diplomatik esneklik göstermeye hazırdır. Türkiye gazetelerinden “Hürriyet”in de altını çizdiğine göre, Yakındoğu’da çok karmaşık bir zaman kesimine giriliyor. Wizz Air / Stanislav Tarasov

Büyük Türkiye’nin Büyük Başkanı Hoşgeldiniz

BG-SAM-25.Mart.2018

Konu: Avrupalı Kimliği nasıl oluşturulur? Bulgaristan’ın Avrupa Konsey Başkanlığı bizde hiç bir şeyi değiştirmedi. Karanlık ile aydınlık arasında karşılaştırma yapılır ve Balkan karanlığını aşma yolunun neresinde olduğumuz anlaşılır, bize de sade bir dille anlatırlar ve biz de artık yolumuzu öğrenmiş oluruz, diye düşünmüştüm. Sofya’da dolaşıyorum. Kültür Sarayı çevresinde olta atıyorum. Avrupa Konseyi’nden bir kimseyle tanışamadım. Tanışabilseydim, ona inceden kar yağan bir ortamda, “Konak” ocak başında ince saz dinletirken, dört lafın belini kıracaktık. Kıramadık. Gençliğimde yaratıcılığına hayran olduğum Johann Wolfgang von Goethe’nin üzerinde resmi olan 20 Alman Mark’ları topluyordum. Onun “Doğu - Batı Divanı”nı okuduktan sonra Balkanlar’da doğup büyüme ve ömür törpülemenin bir kara kader olduğunun farkına vardım.


Makale ve Analizler - 2018

59

Şiirlerini dikkatle okuduktan sonra, Goethe’nin şiirini Doğu ve Batı arasındaki bir diyalog olarak anlamak mülkün, bilincine vardım. Çok hocalar dinledim, nedense Peygamberler arasındaki farkı bir türlü anlayamamıştım. Bu ince çizgiyi de onda buldum: Tüm safiyetle hissediyordu İsa, İçinden bir tek Tanrı’yı düşünüyordu. Kendisini tanrılaştıranlarsa, O’nun ilahi hislerini rencide ediyordu. İmdi Muhammed’in başardığı Hak olsa gerektir doğrusu; O bir tek vahdet fikriyle Tüm dünyayı ram etti kendine Burada ram - boyun eğdirdi, tabii kıldı anlamındadır. Batı’ya aydınlık eşek sırtında gitmemiş, Goethe’nin şiir, sanat, hukuk, felsefe, renk ve müzik anlayışıyla sevilerek yerleşmiştir. Seyirciler Tanrı ve Şeytan simalarını onun “Faust” trajedisinde tanımışlardır. Batı’da İslam çiçeklerinin yeşermesini engellemek isteyenler aslında Goethe’nin bahçesini bugün de çiğniyorlar. Biz Hıristiyan’ız diye kesip biçenler asil ve derin olanın mavi rüyalar dünyasından korkuyorlar. 3 aydan beri Avrupa Konseyi ağırlıyoruz, çağdaş Avrupa kimliğini sergileyen bir tek sanat eseri göremedik. Şu Avrupa Birliği’nin milli marşının güftesi ve müziği hala 18. yy’dan. Avrupa yeni bir çağ açamıyor, yeni bir uygarlığa gebe kalamadığı için boş boş işlerle uğraşıyor ve bizi de uğraştırıyor. Aslında Goethe, vahdet inancını savunan tüm Peygamberleri tebcil eder (büyütür, saygı duyar); ona göre Hz. Musa (as), Hz. İbrahim (as) ve Hz. Davut (as) peygamber de tıpkı Hz. İsa (as), Hz. Muhammed (sav) gibi Monoteizmi yani vahdet inancını yaymaya çalışmışlardır. O, vahdet inancının, bir tek Allah (cc)’a imanın insanı yücelttiğine inanır ve “Doğu - Batı Divanı’nın Notlar ve Araştırmalar” bölümünde (Gazneli Mahmut) başlığı altında şöyle der: “Bir tek Alah’a iman, her zaman ruhları yüceltici bir etki yapar; İnsanı, kendi iç birliğine ve ahengine kavuşturur.” Dinimizin özü olan vahdet inancı dev şairi büyülemiştir; İlhamın kendisine en çok hitabeden tarafı da budur. Sofya’da aradığım Batılı’nın bu düşünce ve inancı birazdan biraza sırtında, omuzlarında ve hafızasında taşımasını istiyorum. Çünkü bir Doğu ile Batı’nın


60

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

tam ortasında, Doğu ve Batı kırıntılarının döküldüğü yerde yaşıyoruz. Bu kırıntılardan doğacak yeşilliği ve çiçeklerin Koca Balkan karanlığını aydınlatmasını bekliyoruz. Türkiye Cumhuriyeti Başkan’ı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın AB yöneticileriyle Varna’da görüşmesi ayaklarına gittiği anlamına gelmez, ayağına geldiler anlamındadır. Karanlıkta kalmış ve muhtaç olan Avrupanın ta kendileridir. Goethe’yi okurken zaman zaman durmayı, dört yana bakmayı çok severim. Onun şu sözleri bugün de geçerlidir: Birisi tekerlense, düşse ya, Allah kulu dönüp bakmaz arkaya. Bu sözler bugünümüz için geçerli değilmi?. Biz düşmedik. Duraklayıp düşen onlardır. Merhamet gösteren biziz, Büyük Türkiye’dir, Doğrusu ve gerçeği budur. Hale onun şu “Cömert insan istismar edilir!” deyişi asla unutulmaz. Ne var ki, bizim cömertliğimiz, hayırseverliğimiz, mahrumlara olan sonsuz merhametimiz Doğulu nitelik ve vasıflarımızın en yücesidir. Hafızı, Mevlana’yı ve Büyük İskender’i Doğun tüm güzellik, mutluluk ve güç simgelerini şiirleriyle Batıya taşıyan Goethe, en büyük eseri olan “Faust” trajedisi ile insanların dünyasını güzel ve çirkin, iyilik ve kötülük, adalet ve adaletsizlik üstüne bilgilerle donatırken, bir de Mephistopheles - Şeytan siması yaratmıştır. Şu satırları yazarken çok üzgünüm: Çünkü bu topraklardan Osmanlı gittikten sonra Balkanlarda kalan hep çirkin olan, kötü olan, adaletsizlik besleyen ve umutsuzluğun karanlığı oldu. Biz Balkan Karanlığından kurtulmak için Türkiye ile el ele vermeliyiz. Bilge Faust’un yakamadığı geleceğin deniz fenerini Balkanlarda bu defa bu ışığı biz yakmalıyız. Bu toprakların dört bir yanında 300 sene savaşsız mutlu yıl yaşandığı devri asla unutmamalıyız... Karanlığın içinde aydınlığı mutlaka arayıp bulmalı ve çıra gibi yakmalıyız. Dedesi Türk olan büyük usta eserinde İnsanı ve onun mutluluğunu anlatabilmek için Tanrı ile Şeytan’ı yüzleştirir. Ortaçağı Hıristiyanlı ile Aydınlık Çağının İnsan anlayışını karşı karşıya getir ve Batı’da Doğu çırasını yakar. Tanrı karşısında insanın hiçliğini ortaya koyarken, onun çalışması, yaratması ve sürekli ilerlemesi için karşısına Şeytan’ı diker. İnsanı tahrik ettirir. Bu, insan hayatının anlamı ve İnsanoğlunun tanınması, yüreklendirilmesi ve yönlendirilmesi için bir sonsuz kavgadır.


Makale ve Analizler - 2018

61

Şeytan insanları Tanrıya karşı başkaldırmaya çağırırken, aksakal Faust boyun eğmeye davet eder. Aralarındaki pazarlığın “felsefe taşı” İnsan mutluluğudur. Varna görüşmesinde bu bakıma anlaşılamayacak hiçbir şey yoktur. Yarınlara el ele vererek yürümek zorundayız. Bunları anlatmamın nedeni, olayın 18. yy’da vuku bulması ve 21. yy’da Avrupa Konseyi Sofya toplantılarına bizim Şeytan Ahmet Doğan’ın konuklara bir “hoş geldiniz!” demek için “domuz kotrası” sözde saraydan çıkmamasıdır. Daha da ötesi, Avrupalı değerli konuklardan çok daha değerli olan Dünya Türklerinin Lideri Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın Varna resmi ziyaretine geldiği anda uçak alanında şeref misafirimizi karşılayacak heyete katılmak istemeyişidir. Türkiye güçlü olmaz ise bize Bulgaristan’da Müslümanlara neler yapılacağını daha görmeyen kaldı mı? 1878’den günümüze çekmediğimiz daha ne kaldı? İsmin bile değişti daha ne olsun. İşte 30 yıldır Bulgaristan Türklerinin oy verdiği Sözde Türk partisi bu. Bunu herkes görsün... Bu dünya kuruldu kurulalı İyiler ve Kötüler arasında didişme ve mücadele hiç sönmemiştir. Batı’nın Doğu’suz olmadığını ve olamayacağını her İnsan görmüş olsa da, fason ve çalım yapanların hala adımıza söz sahibi olması ve bizi temsil hakkına sahip olduklarını sanmaları hepimizi yeniden şaşırttı. Büyük Goethe, İnsanlara dünyayı ve özellikle de kadim kültürümüzden kaynaklanarak “Daha fazla aydınlık! Daha fazla aydınlık!” sözleriyle 83 yaşında hayata gözlerini yumarken, gözleriyle Doğu’ya işaret etmiştir. Biz, Doğu ile Batı’nın kesiştiği yerde yaşıyoruz. Yani Aydınlık kaynağında!. Kardeşlerim Büyük Türkiye’nin Büyük Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan geldi. Hadi uyanın artık! Yeniden dirilişe, yeniden uyanışa geldi. Haydi kalkın ayağa, çıkın karşılamaya! Türkiye Cumhuriyeti Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan hepimizin tüm Bulgaristan’ın misafiridir. Burada Batı’nın da Doğu’nun da Ev sahibi biziz. Hoş geldiniz. Hoş geldiler!


62

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Çekirge Bir Sıçrar İki Sıçrar ...

Mehmet Çakır-27.Mart.2018

Dönekler bölüm - 4 Konu: Döneklerin bugün hala sesi çıkıyor. Şu dönek kurtları hak ve özgürlük; insan hakları ve adalet; barış ve huzur; ayrıca da hukuk düzeni ve demokrasi davamızın içinden çıkarıp ezmeden işler durulmayacak. Atalarımız, “sıkıntı yok, çekirge bir sıçrar, iki sıçrar, üçüncüde düşer ve çamura saplanır” demiş ama bizimkiler dayanıklı çekirgeler, onları havadan sudan besleyenler ve gördükleri yerde ezilmeyenler de olduğundan dolayı, artık irileştiler ve hantal oldular ama, nefes alıp vermeye devam ediyorlar. Döneklik dediğimiz eski bir iştir. Hainlerin yaptığı iş de dönekliktir, faili de dönektir. Siyasi partiler kurulmazdan önce ve insanlar bu partiden öteki partiye, cephe ve harekete geçmeye başlamazdan yanı davalarına ihanet edip, ben değiştim diyerek karşı cepheye sıçramaya başlamazdan önce, din değiştirmişler ve din değiştirenlere de “renego” demişler yani döneklik ve bu yüz çevirmeyi seçen dönekler adını almışlar. Bunu en kolay bir biçimde anlatabilmem için hatırlatıyorum. 1878’de Bulgaristan’da kalan Türklerin yüzde yüz Müslüman’dılar. İslami hayat kurallarına uyarak yaşıyorlardı, 1980’lı yıllarda yani yüz sene sonra din eğitimi yasaklanınca, medreseler kapanınca, imamlardan mevlitlere 3 kişiden fazla toplanmasına izin verilmemesi istenince ve Cumaya gitmek bile engellenince insanlarımızın çok büyük bir kısmı içten Müslüman kalmaya devam etseler de, görünümde ateist yani dinsizleştirildiler. Bayramlar kalkmış, oruç yasaklanmış, umre ve haç kesin yasak, camiye sadece 70 yaşın üzerindekilere serbest, kuranı Kerim de toplatılmıştı.Bulgar bunu Müslümanlara ve İslam’a karşı mücadelesinde büyük bir “başarı” olarak kaydetti. Biz anadil öğrenmelerine, Türkçe şiir okumalarına, şarkı türkü söylemelerine izin verilmeyen çocuklarımız “ana dilimizi öğrenme konusunda soyumuza ihanet ediyorsunuz” diye baskı yapamayız koşullar böyle. Görüyorsunuz geçen hafta Mestanlı (Momçilgrad) anayurdunda Türk Dansları sergilediler diye Savunma Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Krasimir Karakaçanov az kaldı. Devletin tüm kalaşnikov silahlarını, tankılarını ve toplarını çocuklarımızın üstüne az kala Mastanlı’ya gönderiyordu. İnsanımız ürperdi. Ayağa kalktı. Bu cocuklarımız


Makale ve Analizler - 2018

63

“dönek” değil, bizim canımızdır. Kahramanlarımızdır. Tüm yasaklara rağmen anaokulu avlusundaki etnik törende “Kol Bastıyı” patlattılar ve dünyayı sarstılar. Demek istediğim her olayı somut analiz edip somut çıkarmamız gerekir. Bir düşünsenize, Türkiye Cumhuriyeti, TSK, Türk halkının Türkiye dışında yaşayan Türklerle sıkı dayanışması olmasa ne olurdu. Yeni patlama 30 günde bire varıncaya kadar her birimizi, ailelerimizi, bu defa mezar taşlarımızla birlikte yepimizi toptan yok edebilirlerdi. Veya Kapıkule’den öteye gönderme hevesini gerçekleştirebilirdi. Avrupa Konsepti, Avrupa Komisyonu ve Avrupa Birliği de durduramazdı bu defa kuduracak olan Bulgarları. Hani 1985’te SBKP MK Politik Büro üyesi Haydar Aliev’in, isimlerimizin değiştirilmesine karşı Gorboçov’u harekete geçirmek için çok çaba göstermesine karşın, başarısız kaldığı gibi.. Bize karşı olan zehir öyle bir panzehiri olmayan bir zehir ki, panzehiri yok. Sanki Türk düşmanlığı olmasa Bulgar milliyetçiliği olmayacak, olsa bile dişsiz ve buruşmuş, 140 yaşında bir Bulgar babo gibi olacak ve ısırdığı yere diş batıramayacak, kendi sıkıntısından kendi çatlayacak. . Döneklik olayına şöyle de bakabiliriz. 23 Mart 1985’te Bulgaristan İçişleri Bakanlığı Kolegyumu’nda (yüksek yönetim makamı) yapılan bir General ve Albay Hesap verme toplantısında, sözüm ona “soya dönüş” sürecinin isimleri, kimlikleri ve diğer evrakları değiştirme ve Bulgar isimleriyle kayıt yapma sürecinin ilk baskı aşamasında, Bulgar kayıtlarında resmi olarak bir milyon 253 bin 583 Türk’ün isimlerinin değiştirildiği ve bunlardan 3 bin 16 Türk’ün “ajan” olduğu açıklandılar. Bu rakamlarla yapılan işlemlerden Bulgaristan Türklerinden 100 yılda % 03,8’inin muhbirci yapabildi ve sözün Bulgarca anlamında “ajan” muamelesi gördüğü ortaya çıkarılmıştı. Demek oluyor ki, Türk kimliğimiz açısından baktığımızda dönmeyi kabul etmiş olanlar, kimliğine ihanet etmeyi kabul edenler devede kulaktan küçüktür. Ajanlık bir olaydır. Sap olsa bulamadan yeşermez, büyümez ve bağlamaz. Onlarda boşa bırakılmadılar. Hep kollandılar, gerektiğinde sırtları keselendi, gerektiğinde dipleri kazıldı, sulandılar ama bahçeye renk verdiler. Gerçeklerin gün yüzüne çıkmasını engellediler. Paracık aldılar keyf çattılar ve sustukça gerçek hainlerin tutuklanmasına, onlardan hesap sorulmasına engel oldular. Ne güzel be, sanki Hak ve Özgürlük Davamız bir kişisel davaydı. Onlar muhbir maaşı alacak ve bizim ortak davamızın serpilip açmasına engel olacaklar. Uyanın kardeşler. 1985’te Barutin köyünde ismi değiştirirken kurşunlanan ve ömür boyu sakat kalan kız kardeşimizin sosyal yardım maaşına 10 leva prim vermeyi kabul etmeyen Bulgar devleti nasıl oldu da hainlere para veriyor, çünkü


64

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

onlar hala onlara yardım ediyorlar. Olayın özü budur. Dieğr taraftan bu gün Doğan haine Bulgar devlet bütçesinden 2 milyon yıllık korumayı gören yok, nerede bu milliyetçi Bulgarlar... Bulgar atasözleri arasında çok yaygın olan “Türk’ten Bulgar’a muhbir olmaz”, bugün de geçerlidir. Şu anda, bu yazımda “döneklik” olayını anlatmaya gayret ederken, bu kardeşlerimizden büyük çoğunluğunun gammazcılığı çok ağır koşullarda, baskı altında, eziyetten, toplama kamplarında sürünürken, hastanelerde ameliyat olmayı beklerken, iş ararken, sopa yemekten kurtulmak için kabul etmek zorunda kaldığını biliyoruz. Türk olan Türk gönül razılığıyla hafiyelik yapmaz, biz bunu gururumuza yediremeyiz. Bu olayın nefes almaya devam ettiğini, yeraltı sularıyla beslendiğini vb biliyoruz ve kokusunu alıyoruz. Zaten bunu yapanların büyük çoğunluğunun da kökünde bir eksiklik vardır ya babası ya anası yabancıdır. Dünya görüşümüze, vicdanımıza, kimliğimize ters olan bazı çok acı olaylar yaşansa da, dinimize ihanet açısından değerlendirme yapıldığında, Camiden çıkıp kilise kapısı açan hiçbir Bulgaristan Türkü olmadığını gururla belirtiyoruz. Bu güne kadar bunu başaramamışlardır. 3 Mart günü, bir sahte yıl dönümünü Milli Bayram olarak kutlama törenlerine Başbakan Boyko Borisov bile gitmezken, “her çağrılan yere giden ve sonradan pişman olanların” bugün telefon açarak bize, “ama onlar da bizim iftar soframızda, kurban ziyafetimizde bulunuyor,” demelerine de hala anlam veremiyorum. Bilincimiz bu kadar sığı bir tabakaya mı sığınmak zorunda kaldı acaba?! Bulgarların dönek (renegat) kavramına verdiği anlam ise genellikle siyasi çerçevede barınıyor. Örneğin bir komünist partisinde istifa edip, bir Nazi (faşist) partisine girmek gibi bir şey düşünün. Olabilir mi? Olsa bu ihanetin ve dönekliğin kaçıncı derecesi olur acaba ve bunu yapanın yüzüne kaç kişi birden tükürür!? Dünya siyaset tarihinde döneklere, hizipçiliğe ayrılmış başlıklar ve eserler var, okuyun da görünüz. Siyasi döneklerle hesaplaşmanın bedelini de öğrenin... Ne var ki günümüzde bu kıstaslar da değişti. Değer yargıları buharlaşmış bir dünyanın kapısındayız. Bahçelerdeki güller kokmuyor, daha ne deyelim... 1990’dan sonra kurulan siyasi partiler “biz liberaliz” davulu çalıyor. Şu dünyada birinin Liberal buğday ektiğini, biçip dövüp ekmek yaptığını ve “yenir” dediğini işitmedim. Liberal çiçeği de görmedim. Hak ve Özgürlük Partisi (DPS) “sol liberal” parti grubuna katıldı. Türk’ten sözde Bulgar olduğumuz gibi, bizim komünistler, çiftçiler ve partisizler birden bire “sol liberal” oluverdiler. Kimse liberalizmin ne olduğunu bilmiyordu!


Makale ve Analizler - 2018

65

Liberalizm köklerinin 1926’lara kadar uzandığını, Rus Bolşevikler ve Alman Naziler savaş hazırlıkları yapmaya çalışırken, Yahudi Troçki önderliğindeki liberalleri dünya egemenliği kurma planları hayal etmeye başladılar. Avrupa’da Bolşeviklrle Naziler birbirlerini kırarken, Amerika’da finans egemenliği kurabilmek için ortam bilen Liberaller iyice palazlandılar ve Soğuk Savaş’tan (1990) sonra da Doğu Avrupa ülkelerine sıçradı ve Soros gibi para babalarının uluslar üstü egemenlik sağlamasına yol açtılar. Milli olandan vazgeçip ulus üstü olanlara gönül vermek de “döneklik” türlerinden biridir. Sonuçta ulus devletleri ve bu ülkelerde yaşayan halkların soyulmasına neden olan bir olaydır. Bulgaristan’ın Avrupa Vatandaşları Partisi - GERB “sağ liberalim” dedi. 2007’dem beri Avrupa Halk Partileri grubunda boy gösteriyor. Eski ordulu, polis ve itfaiyeci kadroları ve yakınlarını örgütleyen bu parti, sözde “soya dönüş” sürecini gerçekleştiren kadroları örgütledi. Bugün Bulgaristan’da bu partinin çatısından telefon gelmeden iş bulmak, işbaşı yapmak bir gelir sahibi olmak tamamen imkansızdır. Bu kadroların büyük bir kısmı totaliter dönemde komünist partiliydi. BKP kapanınca uzun zaman partisiz maskesi ardından gizlendiler. Komünistlikleri ve kirli işleri biraz unutulunca da GERB partisinde birleştiler ve iktidara uzandılar. Bu kadrolar ve partileri izlerini kaybettirdiler ve şimdi Avrupa Halk Partisi sularında yüzüyorlar. Komünist Partisinden vazgeçip Bulgaristan Sosyalist Parti (BSP) olan eski komünist partisi profesyonel kadroları “dönekliklerini” kabul etmiyorlar. Oysa komünistler “proletarya diktatörlüğü, sınıfsız ve devletsiz toplum düzeni” isterken, sosyalistler “sosyal devlet” sloganı yükselttiler. İkinci Dünya Savaşından önce Komünist Enternasyonale, savaştan sonra Uluslar arası Komünist ve Sosyalist Harekete bağlı olan BKP partisi, Sosyalist Partiye dönüşünce, Avrupa Sosyalist Hareketi (PES’e) üye oldular. Avrupa Birliği Parlamentosuna katıldılar. DOST partisi kurucuları, “sol liberal” bir parti olan DPS’den koparak kurdukları partiye “sağ liberal” dediler. “Sağ liberaller” genelde elini işe sürmeden yaşayanlardır. Faizden ve kira gibi parazit gelirlerden aldığı paralarla yaşarlar. Bizim zavallı kıt kanat geçinenler, her gün sefillikle boğuşan ve yoksulluğa pes etmemeye gayret eden köylülerimiz liberalizmin “sol” ve “sağ” türleri arasındaki farkı bilmedikleri gibi, birisinden ötekine atlamanın “döneklik” yani “ihanet” olduğunu da bilmezler. Nasıl oluyor da “sol liberal bir parti” bir gecede, “sağ liberal bir partiye” dönüşebiliyor? Bu da, bir dönekliktir kuşkusuz! Benzer durumlar sayısızdır. Sorulan sorulara da cevap veren yok gibi... Toplum sanki baştan sona “dönekler” alayı kurmuş ve daha fazla yara kazanma yolunda insanlar birbirini her konuda af ederken, döneklik de sulandırılıyor.


66

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Her ajan “dönek” midir? İnsan kendi kendine ve kendi özüne ihanet etmeden “ajan” olabilir mi? Ajanlık bir dava mıdır. Neden bazı ülkelerde ajanların yaptığı her iş ödüllendiriliyor, övülüyor da, diğer ülkelerde ise, ajanlıkla hainlik eşdeğer görülüyor. Burada doğru anlaşılması engellenen konu nedir? Biz Bulgaristan Türkleri Birinci ve İkinci Dünya savaşlarında Vatan için savaşırken Türk ve Müslüman nüfus olarak 9 bin 653 şehit verdik. Yaşadığımız toprakları Vatan bildik. Besbelli insanın 600 yıl üzerinde yaşadığı toprakları Vatan bilmesi doğal olmalıdır. Son günlerde üzerinde düşünmeye çalıştığım şöyle bir sorun var. Soyun Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan Avrupa Konseyi ve Avrupa Komisyonu Başkanlarıyla zirve görüşmesine katılmak üzere Bulgaristan’ın Varna şehrinde (26 Mart 2018) yapılacak görüşmeye katılmaya giderken, Bulgar aşırı milliyetçileri Varna’ya toplanmışlar. “10 milyar US Dolar isteriz” diye haykırarak tüm yolları kesmek istediler. Aynı anda (Filibe) Plovdiv Ulusal TV kanalı Eurocom ‘da “Özgür Alan” programında gazeteci G. Kuritarov eski kıdemli diplomat ve Dışişleri Bakanı Yardımcısı Kisyöv’a “10 milyar US Dolar talep ediyorlar, bu iş nasıl çözülür?” diye sordu. Bakan Kisyov, “Biz bu işi Ankara’da görüştük. Tamam, verelim de, 1989’da Bulgaristan’dan kovulanların yaraları açık, akmaya devam ediyor, onların tazminatını kim ödeyecek, sorusuna yanıt veremedik,” dedi. Türkiye’de bir milyon 20 bin Bulgaristanlı Türk göçmen var. Çok büyük kıtasal gelişmelerin gölgesinin en kenarında bir yerde bulunan Bulgaristan Türkleri ve Türkiye’deki 4’üncü kuşak göçmenlerimiz Bulgaristan ile Türkiye arasındaki ilişkilerinin her hücresinin özünde bulunduğunu artık herkes anlamalıdır. Şu asla unutulmamalıdır memleketimizde inşa edilen barajların % 80’nin nasırli ellerimizin ürünüdür, yıkılıp satılan hurda edilip yerlerinde yeller esen fabrikaların yarısından fazlasını biz kurmuştuk, ahırlarımızda bir milyon 690 bin iri baş hayvanımız, 15 milyon koyun kuzumuz vardı. Her yıl 280 bin ton tütün, yüz binlerce ton domates, biber, patates, üzüm, mısır, buğday, elma armut üretiyorduk. Bozulan bu düzenin tazminatını kim ödeyecek. 2 - 3 katlı evlerimizin, ahırlarımızın, su pompalarımızın, traktör ve biçer döverlerin, orak, çekiç ve kosaların, dibeklerimizin, değirmenlerimizin ve fırınlarımızın tazminatını kim ödeyecek. Sorun budur? Çok derin bir çıkmazın içindeyiz. Bilmem çıkabilecek miyiz? Çekirge bir sıçrar, iki sıçrar, üçte...


Makale ve Analizler - 2018

67

Etnikler Yapı Dolgusu Değildir

Celal Faik-24.Mart.2018

Etnikler sorunu başlangıç İnsanlar yaşamadıkları acıyı anlatamaz. Çocukların hepsi bir ana evladıdır. Hiç biri doğmazdan önce anasının kim, hangi soy, boy, kavim, etnik ve milletten olduğunu bilemez. İnsan kimliğini anadili, baba dili, vatan dilinden, ibadet ve dinlerden, şu gizem kutusu dünyada yalnız yaşamaktan veya cennet veya cehennemde kaybolma korkusundan önce belirleyen, ana baba, ana soy, ana etnik boy ve ana ulus ilişkisidir. Annenin toplum içinde bir halk bireyi olarak yeri de belirleyicidir. Fikirlerin doğru anlaşılması için, iş içe yaşadığımız Bulgarlarla bu konuda aynı kategoriden olduğumuza vurgu yapmak istiyorum. Bizde, doğan çocuğun kaydı, Bulgar ana babadansa, Bulgar soyuna, Türk ana-babadansa, Türk soruna yazılır. Anası Türk, Babası Bulgar ise, İslam hukukuna ve Müslüman geleneklerine göre, babanın İslam’ı kabul etmesi ve çocuğun da Müslüman yani Türk olarak kaydedilmesi zorunludur. Ne ki, Biz Bulgaristanlı Türklerin gelenek bağlarımızda, dini inançlarımızda ve 1934’te Şeriat’tan kaynaklanan hukuk düzenimiz bozulunca kimliği belirsiz kişiler, 1944’ten sonra İslam baskı altına alınarak dinsiz bir tabaka yetiştirilince, 1957’de anadilde okullarımızın kapısına kilit vurulunca da anadili unutturulan bir zümre olarak biçimlenmeye başlandık. Ulus ve halk kimliğimiz bir yana Etnik kimliğimiz de dalsız budaksız, çiçek açamayıp öksüz kaldı. Bir gözlem olarak yazıyorum, ağaçların hepsi ağaç olsa da her ağacın değişik nedenlerle birbiriyle tozlaşamadığı için, sanki insanların hepsi de birbiriyle tozlaşmasınlar diye farklı yaratılmışlar ve ne parçalanmaları ne de birleşmeleri biten bir girdabın içine atılmışlardır. Bütün insanların ortak adı olan insan, insanlık, insan toplumu, insan dünyası, insanlığın geçmişi ve geleceği gibi hepimizi kucaklayan kavramları ortaklığını, özünden kıymık vermez bütünlüğünü parçalamada kullanılan, Almancadan gelen, adına “etnos” denen (etnik olan) takoz’ dur. Bulgaristan Türkçe lehçelerinde takoza kama ya da sil denir. Taş ve odunu parçalamada kullanılır. Örneğin mermerlerin damarları olur ve kama damara vurulunca bir bütün olan mermer kütle aynı yerden çatlar ve parçalanır. Bu insan topluluklarında böyledir. İnsan topluluklarını parçalamak için kama vurulan nokta soyların konuştukları diller-


68

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

deki farklı özellikler, inançlarda ve yaşam tarzına yerleşmiş bazı detaylar, sanata ve kültüre yansımış bazı renklerdir. Etnik, daha fazla halk, milliyet ve hatta kavim anlamında da kullansa da, bir topluluk anlamı da taşıdığından dolayı, kavimden, milletten ve halk önce gelenleri toplayıcı, birleştiren anlamı da taşır. İnsanların etnik kimliğiyle uğraşan, bu konuyu araştıran bilim dalına etnoloji, uzmanlarına da etnolog denir. İnsanı irdeleyen bu bilim, değişik insan grupları arasındaki kültürel ve sosyal farklılıkları gün ışığına çıkarır. Çalışmalar derinleştikçe incelemeler etnik genlerin tanımından, yaşam tarzı özelliklerine kadar inmiştir ki, Naziler “arı kan” arayışlarında insanları “alt” ve “üst” tabakaya ayırarak, işi, etniklerine bakmaksızın, ikinci gruptan olanların hepsi yakıp yok etmeye kadar uzatmışlardır. Tarihte her dönemde iki yön birden, paralele gelişmiştir. Tek dil konuşulan Babil devletinde, her etnik kendi dilini konuşsa ve sevdiği gibi yaşasa insanlık daha mutlu olacak sonucuna varılınca, birbirinin omzuna basarak gökyüzüne uzananlara, dağılın ve istediğiniz gibi yaşayın denmiş. Böylece dünyada sayısız dil, sayısı bilinmeyecek kadar çok, birbirinden çok farklı yaşam tarzı, soy, boy, kavim, etnik, millet, halk vs oluşmuş ve oluşuyor. Bu kadar çok çeşitliliği fazla bulanlar ise işleri yeniden toparlayıp tek yönlü yola sokmaya çalışmışlar. Babil’’in bir günlük kuş uçuşu ötesinde yaşayan Yahudiler, anası Yahudi olan Yahudi milletindendir derken, Hazar Türkleri “anası belirleyici olamaz, milli kimlik için önemli olan babasıdır, demiş her kadın tüm erkeklerindir” teorisini geliştirmişler. İslam’ın gelmesiyle “dört kadınlı aile düzeni” kurulurken, etnik olanın belirleyici rolü yitirilmiş ve etnik kimliğin yeni dini mozaik olan “ümmet” anlayışı yerleşirken, bu bütünlük ve dinsel farklıklar damarından çatlatılmıştır. İnsanın son devlet tipi olan tek uluslu, tek dilli, tek etnikli ve tek kültürlü devlet, birleşmeyenleri bütünleştirmeye çalışırken çöküş eğilimi ağırlıklı öncülük kazanınca, insan kimliğine ilişkin tüm teorileri reddeden ve yepyeni bir anlayış getiren “jender” kuramı gündem oldu. Bu defa da umut dişini kıran, her meyvelerin farklı mevsimde olgunlaştığı gerçeği oldu. Aile düzeni dağılan, soyağaçları çizmekten vazgeçen, atalarının kabrine çiçek taşımaktan vazgeçen “yeni insan” tüm farklılıkları olumsuzlarken, sanki herkesin kimliğinin tek ifadesi olarak Arap harfleriyle ifade edilen bir farklılık ve kimlik anlayışını kabullenmeye hazırlanıyor. Bu anlayışa isyan edenler, “her baharat her çorbaya” katılmaz deseler de, erkeklerin aşçılığını ve leventlerin garsonluğunu kabul eden insanların, kazandan yemekten vazgeçtiği gibi, bu konuda da eski tasavvuru el ucuyla kenara itmeye hazırlanmak zorunda kalacağı inancı üstünlük sağlayabilir.


Makale ve Analizler - 2018

69

Kuşkusuz bu konuda en ağır değişen dinsel görüşlerdir. Dine “dogma” demek en kolaydır. Bu, kedinin erişemediği et için “mundar” dediği gibi bir şeydir. Din havadaki rüzgâr gibi, insan ruhunda deniz gibi dalgalanarak yaşayan bir iman olduğundan dolayı, elle tutulması imkânsız olduğu gibi, onsuz olmak da, onunla yaşamak kadar zordur. Düzenli yaşamanın bir gereği olan dinlerin sayısını bilmediğimizden ve dinle gelen dünya görüşünün temel dinamitlerinden bazılarına işaret ederek, etnik kavramında gizlenen birbirini tamamlayan farklılıkların birliği açısından İslam Dini’nin hayatla uyum sağlama diyalektiğine kısaca işaret etmek istiyorum. Etnik ve etnikler konusunda insanlık tarihinde en önemli belge, Hz. Muhammed (sav) tarafından 622’de derlenen Medine Sözleşmesidir. Siyasi tarihin daha başında temel atıcı nitelikli bu sözleşmede, ayrı dinlere mensup kimselerin İslami idare altında hakları tayin eden temel ilke, Medine medeniyetinin idaresi için hazırlanmıştır. Bu yapılanmada, etnik olan duvar dolgusu değil her biri birer köşe taşıdır.. Medine Müslümanları, “diğer dinlere mensup halklarla bir arada barış ve dostluk içinde yaşayacak bir sözleşmenin yapılanması böyle oldu”. Müslüman, Yahudi ve Pagan etnik ve milletlerinin, tüm toplulukların “ümmet” adı altında eşit insan hakları, adalet düzeni, insan kardeşliğin yer alma hakları ve sorumlulukları böyle bina edilmiştir. Müslümanlığın Osmanlı devletiyle yayılmasıyla Hıristiyanlık ve Hıristiyan etniklerle yüzlenilmiştir. Müslümanlar Hıristiyanların yerleşik düzenini oldukça üstün görmüşler, kendi kimliklerini ve benliklerini koruyarak, etnik ve halklarına da aynı düzeni sağlamak yollarını aramışlardır. Müslüman ve Hıristiyan halkların “ayrı fakat barış içinde beraber yaşamalarını kaçınılmaz”, doğal bir ilke olarak benimsemişlerdir. Yaşadığımız topraklara göçerek gelen Osmanlıların esas göçebe kültürleri ve bundan doğan bir siyasetleri olmuştur. Hıristiyan halka tolerans gösterilmiş, “Osmanlı Hoşgörüsü” eşitliğin temellerini oluşturmuştur. Bu bağlamda olmak üzere, Balkanlardaki kavim, etnik topluluk, ulus ve halk kavramını irdeleyip anlayabilmek için, Osmanlıyı asırlarca ayakta tutan başlıca etmen olan tolerans kavramının, Osmanlı devlet yönetimi tarafından uygulanış tarzını irdelemek yerinde olur. Dikkati çeken süreç, Klasik Osmanlı dini kültürel düzeninden Ulus devlete giden yol, tek tek etnikler için ayrı incelenmelidir. Balkanlarda son dönemde 17 devlet olduğunu yazanlar, bu devletlerdeki etnik toplulukların toplu sayısını henüz veremedi. Bu azınlıkların ayrışım, parçalanma, ayrılma ve bütünleşerek erime süreçleri devam etmektedir. Azınlıkları ve etnikleri birleştiren veya ayrıştıran güç. Yeni uygarlık düzenidir. Ne yazık ki dünya-


70

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

nın bu Yarımadasında yeni bir uygarlığın ufku henüz ağarmaya başlamamıştır. Tarihin özüde iki yol vardı, Birisi çok dinli ve çok etnikli devlet düzeninde buluşarak yapılanma, ikincisi de ulus devletin öteki olan her şeyi eritip asimile ederek yeni bir alaşım yaratarak ilerleme yönüdür. Şu anda ülkemiz Bulgaristan’da ikinci yolca sürünüyoruz. Osmanlı, uluslar ve tüm etnikler üstü bir yapılanmaydı. Dağılışının açtığı yaralar kapanmıyor. Çözülemeyen konu Türkler, Müslüman Pomaklar ya da Çingeneler değildir. Problem, parçalayıp, öğütüp, eritip yeni alaşımın bulunamamış olması ve bu yeni mozaikteki oranların henüz saptanmamış olmasıdır. Bulgar’a kırmızı, Türk’e mavi, Pomaklara yeşil, Çingenelere Sarı ve diğerlere de turuncu renk verilse, 2050 yılında Bulgaristan tablosunun baştan başa sararması tehlikesi büyürken, kırmızı rengin yok olmasını isteyenlerin hepsi devletin düşmanı oluveriyor. Toplumsal boyamayı “boyacı kazanı” sanıp ocağa ateş verenler yanılgı içindedir. Bir ağacın açacağı çiçekleri köküne su vermekle değiştirebileceklerini düşünenler günümüz siyasetinin başında bulunuyorlar. Onların bir vazifesi de açan çiçekleri tozlaşmadan dökmek, ham meyveleri kurutmaktır ki, bu da tabloyu renksiz kılabilir ve eser heba olur. İnsanları birbirlerinden ayırmak ve birbirlerine düşürmek için zanaatlarına göre etnik ve milli ayrıma tabii tutmak da yanlıştır. Kalaycı ile burgucu aynı etnikten sanatkarlardır. Alevi ile Suni Müslüman’dır. Hıristiyanların da farklı etnikleri vardır. Karakaçanlar ile Ulahlar birbirinden çok farklı Hıristiyanlardır. Etniklerin özüne inmek için atılacak ilk adım budur. Etnikler uzaktan görünmez. Dağ çiçekleri gibidirler. Uzaktan bakınca ormanlar yeşildir, içine girince renk renktir. Okuduğunuz için teşekkür ederim.


Makale ve Analizler - 2018

71

Sahte Pasaportlar 3000 Euro

Tercüme: Raziye Çakır2-27.Mart.2018

Konu: Bulgaristan sahte pasaportlarla Avrupa Birliği’ne mezar kazıyor. Paris’te çıkan “Noel Observer” gazetesi, Makedon, Arnavut, Kosovalı, Sırp ve Moldovalı 20 bin kişinin Bulgar vatandaşlığı için sırada beklediğini yazıyor ve Bulgaristan’in için bir sağmal inek olan Bulgar pasaportu elde edip Avrupa Birliği’ne yerleşmek isteyenleri uzun uzun anlatıyor. Aralarında suçluların da bulunduğu binlerce yabancıya Bulgar pasaportu verme işini yüksek makamlarda oturan Bulgaristan görevlileri yapıyor. Bunları dünyaca bilinen ve nüfuslu Fransız “Noel Observer” gazetesi Sofya’dan yayınladığı bir muhabir yazısında anlatıyor ve şu noktalara işaret ediyor: Bu yazı, Bulgaristan’ın en büyük hava limanı olan Sofya sınır kapısından “Bulgaria Air” uçak şirketiyle gelen bir grup yabancının pasaport kontrolünden geçmeden ülkeye başarılı giriş yapmasından birkaç gün sonra yayınlandı. Gazete şu ihtarda bulunuyor: “Sahte Bulgar kimlik belgeleri verilmesi ve Bulgar vatandaşlığı almak için başvurulan dolandırıcılık yolları Bulgaristan Cumhuriyeti’nin güvenliği için çok ciddi bir tehlike oluşturuyor.” Bulgar Milli İstihbarat Ajansı Müdürü Dragomir Dimitrov da böyle bir uyarıda bulundu. O bu açıklamayı, yönettiği ajansın hazırladığı son raporu meclis kürsüsünden okurken özellikle vurguladı. O, milletvekilleri önünde 2017 yılının Ekim ayında konuşmuştu. Kendilerine Bulgaristan vatandaşı evrakı verilen bu yüzde yüz sahte Bulgarlar, aynı zamanda ellerindeki evraklarla Avrupa Birliği vatandaşıdır, AB ülkelerinde serbestçe dolaşabiliyorlar, bu ise Avrupa Birliği için çok ciddi bir tehdit oluşturuyor. Bulgaristan’da aldıkları sahte evraklarla Avrupa Birliği vatandaşı oluyorlar. “Noel Observer” yazısında bu kişilerin vatandaşlık aldıktan sonra terör örgütleriyle bağlantı kurma yolları açılıyor, diye yazıyor. Gazete, bu konuda Bulgar hükümetine ve Sofya’daki Avrupa Konsey Başkanlığına yöneltilen sorulardan hiç birine yanıt alamadığını, yazıyor. “Noel Observer”, sahte kimlik ve pasaport elde etmek için başkent Sofya’da bu işlerde uzmanlaşmış bazı ofisler çalıştığına dikkat çekiyor. Sahte pasaport hizmet fiyatının 500 Euro ile 3 bin Euro arasında değiştiğini, Bulgar olmak isteyen, fakat geçmişlerinde siyah lekeler olanların daha yüksek fiyat ödediklerine ışık tutuluyor. Fransız gazetesine bu bilgileri, Bulgaristan Adalet Bakanlığı bünyesindeki “Vatandaşlık Şubesi” Müdürü Bayan Katya Mateva vermiş. 2017 yılının 2- Fakti.bg;


72

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ekim Ayında Bayan Mateva görevden uzaklaştırılmıştır. Kendisinin anlattığına göre, o bu sahtekarlığın yolunu kesmeye çalışınca hemen işten uzaklaştırılmıştır. Söyle anlatıyor: “İnterpola gönderdiğim evraklardan Bulgar vatandaşlığı isteyen bu kişilerin suçlu kişiler olduğunu anlayınca, 60 yabancının evraklarını geri çevirmeye karar verdim. Başa çıkamadım. Bana göre, GERB partisinin aşırı milliyetçilerle kurduğu şimdiki hükümetteki Başbakan Yardımcılarından birisi çalışmaya devam eden suç şebekesiyle bağlıdır.” Katya Mateva, sahte pasaport satma işlerine hükümetin ve devletin en uüksek katlarından kanat gerilmiştir. . Mateva, Başsavcıya ve Başbakan Boyko Borisov’a illegal yollardan Bulgar vatandaşlığı veren şemayı yazılı şekilde bildirmiş, Başbakan Boyko Borisov, onu iktidarın Başbakanı koltuğunda tutan, “gevrek hükümet ortaklığının çökmesinden korkuyor” gibi bir tahminde bulunan “Noel Observer” şöyle devam ediyor. Bulgaristan’ın dört bir yanı ortası delik bir simidi andırsa da, Başbakan “Shengen” alanına girmek ve vatandaşlarının eski kıtayı pasaportsuz ve kontrolsüz gezebilmesini sağlamak için çaba gösteriyor. Şu an Bulgar pasaportu için sıra bekleyen 20 bin kişi var. Olayla ilgili çıkan yorumlarda, Başbakan Yardımcısı ve Savunma Bakanı Karakaçanov yönetiminde çalışan pasaport şebekesinin şimdiye kadar 80 bin Makedon’u Bulgar yaptığı ve 18 milyon Euro ceplediğine işaret edildi.

Dengenin Kanatları

Rafet Ulutürk-28.Mart.2018

Konu: Soğuk Savaş sonrasının büyük zirvesi Varna’dan 26 Mart 2018 Varna zirvesi 21. yüzyıl dengesinin ilk dayanak noktası oldu. 678 yıl önce, 1444’te Haçlılar ve Osmanlılar arasıdaki Varna Savaşı’ndan sonra da güçleri dengeleyen böyle bir tarih kayda geçmişti. Batı ve Doğu Dünyaları arasındaki dengeli yakınlaşma 1877’ye kadar sürmüş ve 433 sene sonra, Rusya Çarı II. Aleksandır tarafından Varna deniz çıkarmasıyla bozulmuştu. Şimdiki Varna görüşmesine 1956’dan başlayarak adım adım gelindi.


Makale ve Analizler - 2018

73

1915’te Çanakkale Savaşı’nda yenik düşen Batı emperyalizmi, Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında ve Soğuk Savaş yıllarında kendini harcarken, “Yurtta Barış, Dünyada Barış” şiarıyla bir istikrar ve güvenlik kalesine dönüşen Türkiye Cumhuriyeti, Bulgaristan Varna masasında, Doğu Batı dengesinin bir kanadını tek başına açtı. Bütün gazeteler “buzlar eridi” derken, Bulgar siyasi gözlemcileri, “Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki Soğuk Savaşın artık saygılı soğuk savaşa dönüştüğünü” ifade ettiler. Bu adımın atılmasında, Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın şu sözleri sonuç belirleyici rol oynadı: “Avrupa’yı daha güçlü kılmamız için bize gelin!” Varna yolunun daha büyük kısmını onlar geçti. Bu davet, Türkiye’nin doğru yolda olduğunu kanıtladığı gibi, Avrupa Birliği’nin aradığı ufku bulamadığına da bir işaretti. Türk ulusu 1836’dan beri yenileşerek Avrupa ışığına doğru hamle yapıyor. Hele son 15 yılda Türkiye’nin dinamik ve atılımlı gelişmesini, Batı’nın ise çaresizlik ve kıskanç davranışlarını ve kışkırtmalarını görmeyen kalmadı. Bu bakıma, Varna zirve görüşmesinde karadenizin hırçın dalgalarının dindiği, rüzgârın kesildiği ve eşit partnerlerin yarışma hırsının huzur bulduğu ve birleşmeyi özlediği bir an olarak da değerlendirebiliriz. Görüşme masasının ortasına kendiliğinden dikilen soru şu oldu: Düzenli bir yapılanma mı? Yoksa dökme bir birlik mi? İki - üç saat süren bu görüşmede, ilk kez AB Konsey Başkanı Donald Tusk, AB Komisyon Başkanı Jane-Clode Junker ile Türkiye Cumhuriyeti devlet, hükumet ve iktidar partisi Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan iki tarafın da çıkarlarını koruyacak uzun vadeli stratejilerden söz ettiler. Ortak bir stratejiden söz edemiyorum, çünkü İngiltere’nin AB’den ayrıldığı ve yeni diplomatik skandallara sebebiyet verdiği son dönemde, AB ülkelerinin durumu bir kutuya dizilmiş 27 yumurtadan da farklı, bir sofraya dökülmüş bir sepet cevizi andırıyor. Her şeye rağmen, Varna görüşmesinde taraflar arasında 2017’de alevlenen karşılıklı kaba saldırı sayfası kapandı ve karşılıklı saygı ortamında birkaç ay sonra yapılacak yeni görüşmelerin yolunu açtı. Varna görüşmesinin küfe kanatlarında birkaç çok önemli sorun vardı. Türkiye devlet başkanı önce 2 yıl önce imzalanan ve halen Türkiye’de barınan 4 milyon savaş kaçağı ve sığınmacının AB ülkelerine geçmesine yol verilmediği takdirde ödenecek toplam 6 milyar Euro’nun ödenmesinde ısrar etti ve 2 yıl içinde hepsi ödenecek ve gerekirse yeni anlaşmalar imzalanacak yanıtını alınca, sorun kapandı.


74

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İkinci olarak; Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına vizesiz AB’ye girip çıkma hakkı tanınmasını vaat eden anlaşma maddesi hatırlatıldı, fakat beklenen yanıt alınamadı. Üçüncü olarak; Türkiye ile Avrupa Birliği ülkeleri arasındaki gümrüksüz ticaret anlaşmasının genişletilerek yenilenmesi, daha geniş çaplı çok yönü işbirliği konularında komisyonlar kurulmasında uyum sağlandı ve AB - Türkiye diyaloğuna devam edilmesi kararı alındı. 26 Mart’ın akşam saatlerinde Karadeniz’in Varna kentimde AB Konsey Başkanı Donald Tusk, AB Komisyon Başkanı Jane-Clode Junker ile Türkiye Cumhuriyeti devlet, hükümet ve iktidar partisi başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan arasında, Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisovev sahipliğinde yapılan görüşme, Eski Kıta Avrupa ile Küçük Asya liderleri arasında yapılan ilk ve çök önemli bir görüşme gerçekleşti. Bu görüşmede “gümrük birliğini” bir aygıt olarak kullanan Donal Tusk ile Jane-Clode Junker, Avusturya’nın “Türkiye Cumhuriyeti’nin AB üyeliği görüşmelerinin kesilmesi” isteğini masaya taşımadı, üyelik görüşmeleri dosyasını açık bıraktılar. İlginç konulardan biri Afrin zaferi ve Kürt asilere karşı mücadelede Avrupa Birliği’nin tutarsız gerekçeler öne sürerek müttefikliği kabul etmemesidir. Bu konuda ev sahibi olan Bulgaristan da, AB’den bir parça olarak davranmış ve Bulgar çıkarlarının AB çıkarlarıyla birlikte savunulduğu ve garanti altında bulunduğu bilinciyle hareket etmiştir. Dış siyaset ve Avrupa Konseyi’nin 6 aylık Sofya Başkanlık döneminde en fazla Batı Balkanların AB üyeliğine kazanılması için çalışıldığı dikkatte alındığında, Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın “Balkanlar, Avrupa Birliği ile Türkiye arasında ortak coğrafyadır” sözleri ilgi çekti. Bu sözlerin söylendiği an Moldova’nın başkenti Kişin ev meydanlarını dolduran ve Romanya ile Moldova arasındaki sınırın kaldırılması ve aynı dili konuşan 2 halkın birleşmesi için büyük miting dağılıyordu. Karadeniz başkentimizin “Evsinovgrad” köşkünde görüşmelerin başladığı dakikalarda kafaları 1912 yılında kalmış Bulgar aşırı milliyetçileri Varna merkezine toplanmış Edirne Kalesinin düşmesini kutluyorlardı. Bir yıl sonra savaşı kaybeden Bulgar ordusu ile birlikte Lüleburgaz ve Tekirdağ bölgesinden çekilen Bulgar aileler için 10 milyar US Dolar tazminat istekleriyle miting başladı. Bu etkinlikleri hükümet ortağı olan sözüm ona “Yurtsever Cephe” liderleri örgütledi. Başbakan Borisov AB - Türkiye liderler görüşmesine katılırken Başbakan Yardımcıları Valeri Simyonov ve Krasimir Karakaçano ve daha birçok milletvekili


Makale ve Analizler - 2018

75

ve bakan aşırı milliyetçi etkinliklere katıldı. Bu etkinliklerin düzenlenmesi halkın ve toplumun ne kadar derin bir uçurumun iki yanında bulunduğunu bir daha ortaya koydu. Sözü edilen görüşmeler yıllar önce Ankara’da başlamış ve “yaraları hala kanayan Bulgaristanlı göçmenlerin tazminatını kim ödeyecek?” sorusu yöneltilince görüşme masası dağılmıştı. Varna’da Borisov Erdoğan ikili görüşmesinde bu sorun yeniden ele alındı ve yeni bir komisyon kurularak görüşmelere başlanması önerisinde taraflar anlaştı. Biz, Bulltürk Derneği olarak, bu diplomatik yuvarlak masaya, tüm STK temsilcilerinin de davet edilmesini istiyoruz. Bununla birlikte, aynı yuvarlak masada Bulgaristan Müslümanlarına “kültürel otonomi”, seçimlere engelsiz eşit katılma ve eşit temsil hakkı, hayatın her dalında eşit haklı vatandaş haklarının yasalarla tanınmasını ve uygulanmasında asla engel yaratılmamasını istiyoruz. Çocuklarımız için Türk anaokulları, ilk ve orta okullar, meslek okulları vb istiyoruz. Bulgaristan’ın yarınlarını belirleyecek olan ana eğilim Türkiye ile dostluk ve işbirliği olmalıdır. Bugün Bulgaristan’da etnik ve kültürel azınlıklara karşı düşmanca tutum Bulgarların sorumluluktan kaçmasından ve kendilerini zayıf ve küçük görmesinden kaynaklanıyor. Her gün yaşadığımız etnik düşmanlık, kışkırtı ve saldırı belirtileri aslında Bulgar milletinin özgürlükten kaçtığına ve azınlıkların haklarını ve özgürlüklerini tanımak istemeyişinden, adil ve demokratik toplumu ötekilerle paylaşmak istemeyişinden kaynaklanıyor. Özgürlük sorumluluktur. Bulgar halkı özgür olmaktan, Bulgar devleti de azınlıklara özgürlüklerini tanımaktan korkuyor ve kaçıyor. Bu bakıma AB üyesi olmak azınlıklarımız için hiçbir garanti sağlamamıştır. Çok kültürlü bir toplumsal yaşamın kapısı hala açılamamıştır. . Şu asla unutulmamalıdır. Varna’da eski kıtanın ve Küçük Asya’nın doruk görüşmesi değil, dünya zirvesi de yapılsa, Bulgar halkı kendi sorunlarını kendi sırtına yüklenmekten korktukça ve tarihsel geçmişinden hep Türkleri ya da başka birilerini sorumlu gördükçe, ileri adım atılamaz. Bu gerçeği de özgürlükle açıklarsak, hürriyet bilinci bir ihtiyaçtır. Olayı bugünün sorunlarıyla örneklersek, Bulgar devleti Bulgaristan halkını eşitlik temelinde ve çok kültürlülük esasında birleştirmeli ve her vatandaşa gelecek umudu aşılamalıdır. Bizim toplumumuzda korku var. Bulgar milleri “benim bir gözüm olacağına, komşumun iki gözü de olmasın” kafasından kurtulamadı. Büyük Türkiye’den çok büyük bir korku var ki, bu korkudan silkinmek için komşu Türkiye’ye dost eli uzatanları alkışlayacağımıza, onun her başarısından korku bacayı sarıyor. 2023 yılına kadar Akkuyu, İğneada ve Sinop’ta üç atom elektik santrali kurulması, “Terkoz” gölü kenarına dünyanın en büyük sivil hava limanı yapımı, “Boğazlara” dizilen köprüler, alt geçitler, demiryolu köprüleri, “Afrin Zaferi”, Türk askerinin


76

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Vatan toprağında üretilen silahla savaşıp zafer elde etmesi, “C-400” savunma sistemi, yakında Trakya ve Anadolu’ya konuşlanacak “F-35” jetleri, Türkiye’den geçen doğal gaz boru hatları, ipek yolu hızlı tren hatı, hızlı yolcu treni ve otoyolla sanki Bulgarların uykusunu kaçırıyor. Avrupa Birliği de bu başarıları azmedemiyor. Denge kanadının Türkiye küfesinin ağır basışından korkuyorlar. Varna zirve görüşmesi, Tahran ve Yatla zirve görüşmelerine benzetildi. O zaman eski kıtanın haritası yeniden çizilmişti. Halkların beklentilerine göre çizilen haritalarda adalet ve hakkaniyet çizgileri uzun zaman silinmez. Bunu 1444’te Balkanlar ve Avrupa ilk defa yaşamıştı. Tarih tekerrürden ibarettir. Tarihin devamını günümüz liderleri yazıyor. Tarihte kökleri olmayanlar günümüzde kimliklerini savunamaz, ulusal çıkardan ve önceliklerden söz edemez. Gölge verebilmek için ağaç olmazdan önce Güneş olmak gerekir. En uzun yolun da küçük bir adımla başladığını unutmayalım. Varna’da yeni bir adım atıldı. Bu umuda götüren yoldur. Biz Bulgaristan Türkleri geleceğimizi Büyük Türk halkıyla, dostlarımızla birlikte kurmak zorundayız. Karanlıktan aydınlığa, tarihin yeni ufkuna yürümek hakkımızdır. Dünyanın bizim için dönmesini istemek kutsal hakkımızdır. Varna’da yeni dengenin kanatları açıldı ve herkes gerçek durumu gördü. Türkiye artık dünyada dengeleri kuran bir devlete dönüşmüş durumda bunu görenler ve görmeyen var. Uçmak istiyorsak yeni dengenin Türk kanadında yerimizi alalım. Uçakta boş yer varken yerinizi alınız. Yeni dünya dengeleri değişiyor zamanınız az kaldı, bizden söylemesi, gerisi size kalmış. Saygılarımla,

Yaşlanma Çilesi

Raziye Çakır3-28.Mart.2018

Emekliler 1 Konu: Huzur Evlerine Girmek için 3 600 Bulgar Vatandaşı Kuyruk Bekliyor. Bulgaristan’da toplam 82 adet yaşlı huzur evi var. Bunlarda 5 bin 600 kişi kalıyor. Bu evlerinde kalanlar emekli maaşlarının % 70’ini ödüyorlar. 3- 24 Saat Gazetesinden alınmıştır.


Makale ve Analizler - 2018

77

2018’de huzur evlerine girmek için bekleyenlerin sayısı 3 bin 600’ü buldu. Bu rakamların kaynağı 2018 - 2021 yılları arasında uzun yıllık hizmet sunmayı öngören Ulusal Strateji Merkezidir. Halen 82 yaşlı evinde toplam 5 bin 605 emekli kalıyor. Bulgaristan kanunlarına göre yaşlıların huzur evlerine ödedikleri para aldıkları emekli maaşlarından bir orandır. Geçen yılın Mayıs ayı sonunda memleketimizdeki 54 huzur evine girmek için listelere kaydı yapılanların büyük bir kısmı ruhsal çöküş yaşamış veya manevi sarsıntı geçirmiş kişilerdir. Yaşlıların ve ruhsal hastalıklar türünden rahatsız olan kişiler huzur evinde kalmayı seçmelerinin nedenlerinden birisi bu merkezlerle hastaneler arasında yakın ilişki ve sağlık hizmeti sunma anlaşmaları olmasıdır. Kimsesi olmayan bir yaşlının hastaneye düşmesiyle, doktorlar ve hemşeriler, ihtiyacı olan yaşlılara yardım gösterilmesi işlerini örgütlemek amacıyla “Sosyal Yardım” merkezine bilgi veriyorlar. Öyle ki kimsesiz yaşlı daha hastanede kaldığı süre içinde sosyal görevliler onun hangi huzur evine yönlendirileceğine karar veriyor ve hazırlık görüyorlar. Bulgaristan’da sosyal yardıma ihtiyaç duyan insanların oluşturduğu en büyük grup yaşlılardır ve devletin ayırdığı sosyal yardım kaynaklarının daha fazlasını tüketen de onlardır. Ülkede nüfusun hızla yaşlanmasından dolayı emeklilere ve hasta kişilere yardım gönderilmesi eğilimi artmaya devam edecek. Bulgaristan’da tek başına yaşamak zorunda kalan yaşlıların huzur evlerini seçmelerinin ana nedeni aldıkları emekli maaşlarıyla yaşayabilmelerinin imkânsız olmasıdır. Başka bir sebep ise, yaşlıların huzurlu ve sıkıntısız yaşamaları için başka bir seçeneğin olmamasıdır. Bu kişilerin birçoğunun sağlık sorunları da var ki, bu da yalnız yaşamalarını olanaksız kıldığı gibi yarattıkları sorunlar da yaşın ilerlemesiyle artıyor. Bu nedenledir ki, bu vatandaşlara zorunlu olarak huzur evine girmezden önce de, genel sağlık durumlarına ve varsa özürlülüklerine uygun sağlık hizmeti sunulmalıdır. Yaşlıların bakımına ilişkin başka birçok önemli sorun da Bulgaristan’da yaşlılara geçici hizmet sunan merkezlerin olmamasıdır ki, bu yüzden onlar da mutlaka huzur evlerinde kalmayı seçiyorlar. Uzman görüşlerine göre, genel sağlık durumu kötüleşen ve kendi hizmetini göremez durumda bulunan yaşlılara özel hizmetler sunulması gereğini gündeme getirmiştir. Yeni geliştirilme düşünülen koşullarda, yaşlılar huzur evine girmeden, yalnızlık ve yaşlıların dünyadan kopmuş tek başına kalmasının önlenmesine çalışılıyor. Kronik hasta olanlara ve kalıcı özürlü olanlara da evde kalacak yardımcı verilmesi ve evde sağlık hizmeti sunulması üzerinde planlı çalışmalar da devam ediyor.


78

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

2017 Mayıs ayı sonunda Sosyal Yardım Ajansı Opaka Belediyesinin Gırçinovo köyündeki Huzur Evinin kapatılması kararını açıkladı. Huzur Evi binasının olağanüstü kötü, yaşlılara sunulan hizmetlerin de yetersiz olduğu açıklandı. Ajans, Tırgovişte kentinde yeni bir Huzur Evi kurulacağını, bu amaca uygun bir bina bulunduğunu duyurdu.

Bu Suçun Affı Olmaz

Mehmet Çakır-28.Mart.2018

Konu: Döneklik, geri dönüşü olmayan bir yoldur. Döneklik nasıl başlar ve nedir? Döneklik, yeni beliren bir şeyden yarar çıkarmak için daha önce hissedilip benimsenmiş, algılanmış olan bir şeyden, örneğin bir dünya görüşünden, imandan, davadan vazgeçmektir. Yaşayış, insanın hayattaki yeri, var oluşun anlamı ve yaşamanın anlamı ve başka sorunlarla ilgili kişinin görüşlerinin kökten değişmesidir. Bu açıdan bakılınca, döneklerin kendilerini eleştirenlere, onların görüşlerine karşı doğru tezler savunanlara karşı tavrı çok sert, amansız, düşmanca ve hatta gaddarca şiddet (saldırı) içeriz. Bunun örneklerine hepimiz rastlamışızdır. Döneklik kırılışına giren kişinin kafası zonklamaya başlar, huzuru kaçar, sıkıntılı olur, durduğu yerde duramaz ve “başımda bir zonklama var” demeye başlar. Kendisine “ah ben ne yapıyorum?” sorusunu sormaya başlar. Bu bunalımın yönünün ve derinliğini belirleyen ise “çıkarlar ve hedeflerdir.” Döneklik olayını hayatımızdan bir örnekle açalım. Bu dönekliği 1996 yılında Hak ve Özgürlük hareketi içinde yaşadık. Genel Başkan Ahmet Doğan “parti içi demokratik yönetim ilkelerini” Tüzükten çıkarıp unutturmak ve tek başlı ebedi parti içi diktatörlük kurma yolunu seçti. Bu, Hak ve Özgürlük Partisi (DPS) nin gelişme, inkişaf etme, yıldan yıla güçlenme yolunu kesen ve Bulgaristan’da ikinci siyasi parti olma yolunu kesen bir karardır. Bir partinin iç dinamiklerinin motoru olan demokratik merkeziyetçilik ilkesinin Tüzük’ten yanı parti içi hayattan sökülüp atılması, duraklama ve çöküş getiren ana sebeptir. O zaman (1996 yılında) DPS Milli Konferansı Kasım Dal’ın önerisi üzerine Kırcaali’de yapıldı. 1000 delege gelecekti. Cumartesi ve Pazar olmak üzere


Makale ve Analizler - 2018

79

2 gün devam edecekti Delegelerin büyük kısmı Kırcaali otel ve misafirhanelerine, bir kısmı da Haskovo’ya bağlı Ilıcalarda (Haskovski Bani) tesislerinde konaklayacaktı. O yıllarda DPS’nin yönetim kadroları arasında önde gelen Osman Oktay, 2016’da çıkan, DPS gerçekleri, Bir Hayalin Çöküşü adlı kitabının 72 - 77. sayfalarında “DPS’de İç Mücadele” bölümünde çok ayrıntılı bir şekilde olayı anlatıyor. Parti içi dönekliğin, Ahmet Doğan’ın hak ve özgürlük davamızın demokratik ilkelerinden, parti içi yönetimin demokratik merkeziyetçilik ilkesinden vazgeçip, tek kişilik sorgusuz ve sorumsuz yönetim aşamasına geçişi anlatmaya “bu bir zulümdü” diyerek başlıyor. Demokrasi ve adalet mücadelesinin ağır illegal, veya yarı gizli yıllarından, toplama kampları baskılarından, hapishane teröründen, 1989 Mayıs ayaklanmasından aldıkları ağıryaralı sızlamaya devam eden delegeler, DPS partisi içinde ilk kez olmak üzere ilk kez Kırcaali milli konferansında baş kaldırdı. Ahmet Doğan’a diklenenler parti içi demokrasiyi, partinin tüzüğün en önemli ilkelerinden biri olan demokratik merkeziyetçilik prensiplerine uygun bir şekilde yönetilmeye devam etmesini istiyorlardı. Aslında bu kavga birden bire kızışmadı. Daha ilk kongrede Ahmet Doğan ile Demokratik Lig başkanı Mustafa Ömer, seçmenlerin büyük desteğiyle ilk meclise seçilen Mehmet Hocov ile Ahmet Doğan arasındaki sert çekişmeler hep ilkesel temelde gelişirken, parti içi demokrasi savunuluyordu. Birçok ilkkegal devirden gelen kahramanımız ve ilk aydın milletvekillerimizle kavgalarda üstünlük sağlayan Doğan, Kırcaali milli konferansında partinin belkemiğini kırmaya çalıştı. Bu iş nasıl oldu: Görgü tanığı olan ve kitabında konuyu işleyen Osman Oktay anlatıyor. Sayfa 73. “DOS Gerçekleri” kitabından bir alıntı. “Haskovo Ilıcalarındaki otele, Ahmet Doğan ile Şirin Karnobatlı evlenirken sağdıçlık yapan ve “ARİEC” şirketi Müdürü olan gizli polis “DC” Albayı Yordan Yordanov kondu ve yerleşti. Söz konusu şirket “MULTİGRUP” şirketinin benzincilerini yönetiyor ve Türkiye’de TOFAŞ otomobilerli getiriyor ve satıyordu. Albayın kaldığı otele eski baretlilerden 50 kişi de yerleşt. Hepsi silahlıydı. Bu silahlı kişiler MULTİGRUP güvenlik şirketlerinde görev alıyordu. Kırcaali Milli Kurultayının ilk oturumları Cumartesi yapıldı. Delegelerin Tüzük değişikliklerini kabul etmeyeceği ortaya çıktı. Delegelerin bir kısmı gecelemek için Ilıca otellerine taşındı. DPS İl Başkanlarından birçoğunu gece kaçırıldı. Önce hırpalandılar. Dayaktan geçirildiler. Hhizaya gelmeleri sağlandı. Tüzük değişikliği oylamadan önceki gece delegeler dayaktan geçirme operasyonu Albay Yordan Yordanov ve Kasım Dal yönetilmişti. Tartaklanan delegelerden DPS Tüzüğündeki değişiklikleri kabul etmeleri ve parti Başkanı Ahmet


80

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Doğa’nın tek kişilik yönetimini onaylamaları istenmiştir. DPS partidindeki demokrasiden diktatörlüğe dönüş şiddetle, burun kanatarak, kafa kırarak, partiden atarak ve ihanetle oldu.” Delegelerin büyük bir kısmı Tüzüğe sahip çıktı. Değişikliğe oy vermediler. Davamıza hainlik etmediler. Burada hain olan bu zulmü örgütleyen ve gerçekleştirendir. DPS partisi içine korku sisi böyle çöktü ve bir daha kalkmadı. O zamandan beri parti 6 defa parçalandı. Parti içi zulümden kaçanlara, hak ve özgürlük davamıza ihanet etmedikçe, dönek deyemeyiz. Çünkü onlar Ahmet Doğan döneklik, ihanet ve zulmünden kaçtılar. 1996’da DPS içi zulmün açtığı yaralar. 1996’dan sonra Hak ve Özgürlük Hareketinden 10 bin Bulgaristan Türk’ü aydını, eski tüfek, gazi, militan kadro atıldı. Ağır duruma düştüler, işten oldular. Çocuklarının normal gelişim yolu kapandı. Daha fazlası dış ülkelere kaçmak zorunda kaldılar. Mustafa Ömer içine kapandı, siyasetten çekildi. Mehmet Hoca inşaat işçisi olarak İstail’e gitti. Dönüşü 18 dene sonra oldu. Almanya, İsviçre, Kanada ve Avustralya’ya kaçanlar oldu. İzlerini kaybettirdiler. Siyasi bir partinin demokrasiden iç diktatörlük rejimine geçmesi, halkımızın tüm umutlarını suya düşürdü. O gün bu gün bütün işlerimiz yarım kaldı. Olaya bu açıdan baktığımızda ve derin analiz yöntemleri uygulandığında, “dönek” kavramının bizde öncelikle davamıza, mücadelemize, umutlarımıza “ihanet eden” anlamında da kullandığını görürüz. Halk dilimizde ve lehçelerimizin her birinde bu “boktan adam” şeklinde kullanılır. Ahmet Doğan’a “ihanet ettin” yani “sen bir hainsin” diyen Bulgaristan Türkleri bugün de DPS partisi içinde davamızın içindeki boğucu illetten kurtulma mücadelelerine devam ediyorlar. Bunun ilk örneklerini önce Türkiye’deki seçmenlerimiz arasında gördük. Tepkinin ilk patlaması 2005 seçimlerinde oy kullanan soydaşlarımızdan % 2’sinin aşırı sol sloganlarla siyaset alanına çıkan “Ataka” partisine oy vermelerinde gördük. Bu DPS partisine karşı 1996’dan sonra biriken nefretin patlama biçimiydi. Bu tepki daha sonra yapılandı. Halk ve Özgürlük davamızın ana kelelerinden olan Dobruca’da İsperih (Kemaller) ve Dulovo (Ak Kadınlar) seçmeni DPS listesine oy vermedi ve seçmeli sistemden yararlanarak Bugünkü Razgrat Valisi Hüsmen Güney Beyi meclise gönderdi. Aynı olay Blogoevgrat’ta Musa Palev ile de gerçekleşti. Halkın parti içi diktatörlüğe boyuneğmediği ve demokrasi istediği gün gibi ortaya çıktı. Daha sonraki seçimlerde 120 bin Kuzeyli seçmenimiz GERP partisine oy verirken, DOST partisi olayı yaşandı. Devlet ve faşist baskılar olmasaydı DOST partisinin 26 Mart 2017’de Sofya meclisine girmesi işten değildi. Bugün de 1996’da Kırcaali’de HÖH öncü kadrosunun dayaktan geçirilmesine yani dönekliğe ve ihanete karşı mücadele devam ediyor. Bulga-


Makale ve Analizler - 2018

81

ristan Türkleri arasında büyük bir yeniden uyanma var. Bu süreç, 1996’dan beri Bulgaristan Türkleri önünde konuşurken yumruk sallayarak konuşanların hepsini sahneden atacak, dönek ve ihanetçi politikacıların toplu mezarına kefensiz gömecektir. Olaya başka bir bakış. Döneklik ve hainlik tekrar eden bir olaydır. Biz, Müslüman bir ananın hain doğurduğuna, doğurabileceğine asla inanmıyoruz. Böyle bir şey söylemedik. Bu görüş bizim değildir. Analarımız kutsaldır. Her biri çocuğunu dünyanın en iyi, en hayırsever, en dürüst, en mutlu evladı, adamı olsun özlemiyle doğurur. Böyle olduğuna inanmamıza karşın, Bulgar egemenliğinde yaşadığımız yıllarda “dönek” ve “hainler” - olay olarak da “döneklik” ve “hainlik” belirdi. Bu olaya ilk önce 1929’da toplanan Bulgaristan Türkleri Birinci Milli Kongresinden önce rastlıyoruz. Kongreye 460 delege katılmıştır. Bu aydınlar Atatürkçü zihniyete ve dünya görüşüne sahipti. Onlara saldıracak, onları parçalayıp dağıtıp birbirine düşürecek, jurnallayıp içeri atılmları kolaylaştıracak kadrolar, o yıllarda sayıları 780 bin olan Türklerin arasında aranmaya başlandı. İlk dönekler Baş Müftülükte yuvalandı. Atatürkçülüğe karşı çıktılar. Kaz kafalı molla örgütleri başladı. Onların başında bulunan, Çar hükümeti tarafından 1928 - 1936 yılları arasında Başmüftü Kaymakamı ve Başmüftü olarak kullanılan Hüseyin Hüsnü Efendi Atatürkçülük ruhunda ilerleme, değişme, yenileşme yolunu kesmek için amansız bir saldırıya başladılar. Polisten aldıkları parayla “Medeniyet” gazetesi çıkararak halkın kafasına zehir doldurdular. En büyük saldırıları okullara ve öğretmenlere karşı oldu. Faşist rejimin desteğini bulan bu kara kafalı molla takımı, okullarımızı eski yazıya dönmesini başarırken, yeni yazıyla okul kitapları basılmasını engelledi. Katran kafalılar aydın Türk öğretmenlerini polise jurnal ettiler, okuldan kovdurdular, ülkeden kaçmaya zorladılar. Bulgar tarihinde Müslümanların aydın-ileriviler ve kara kafalı müftüler olarak ilk ihanet, il derin döneklik böyle başladı ve on binlerce halk audının zulüm görmesine, yurttan kovulmasına neden oldu. 1996’da Ahmet Doğan aynı ihaneti DPS içinde 2. defa gerçekleştirdi ve o da bizi böldü ve Türk kimliğimizi baltalamaya çalıştı. İnsanlarımızın birçoğunu önce devletten sonra da vatandan soğuttu. Bu kavga 20 yıldan beri kıyasıya devam ediyor. Türkleri parçalayıp kimliklerine sadık kalanlarla döneklik ve hainlik edenleri birbirine düşürme taktiği bir stratejiye dönüştü, faşizm döneminde (1928 - 1936), totalitarizmde (1973 - 1989) ve demokrasi döneminde 1996’dan sonra) günümüze kadar uygulandı ve uygulanmaya devam ediyor. Farklı olan şiddetin dozu ve sahnedeki aktörlerin değişmesidir. Hüseyin Hüsnü Efendi’nin yerini Ahmet Doğan’ın alması hiçbir şey değiştirmedi. O zaman hainler kara mollalardı. Şimdi bu iş bir dinsiz dönek ve haine yaptırıldı.


82

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ahmet Doğan olayı. Bulgaristan’ın bilinen gazetecilerinden Toma Bikov’un 2009’da kaleme aldığı, “Ahmet Doğan Dosyası” kitabında, ajan “Sava” ajan “Sergey” ve ajan “Angelov” vs köstebeklik hünerlerini anlatırken, 134. sayfasını açınca siz de okuyabilirsiniz. 29 Mart 1954 doğumlu olan ve tam bu gün 64 yaşını dolduran Ahmet İsmailov Ahmedov Tolbuhin’e bağlı Pçelarovo köyünde doğmuş ve Varna’ya bağlı Drındar köyünde yaşamıştır, “Türk’tür” yazıyor. Anasının Kırım Tatarı, babasının da Varna şoparı olduğuna işaret edilmemiş. Bulgar gizli sevisi “DC” görevlisi Yüzbaşı Stanço Lübenov Staykov tarafından “Türkiye’de hısım akrabası olan Bulgaristanlı Türkler arasında ajanlık yapmak için celbe dildiği” yazıyor. Ne var ki, Bikov’un 428 sayfada anlattığı ama bitiremediği Doğan köstebeklik hikâyelerinin birisi çok ilgimi çekti. “DC” ağına düştüğü “İnşaat Erleri” bölüğünde olan hırsızlıkları bir gün yazılı şekilde anlatıp yüzbaşıya verdiğinde, aldığı cevap şu olmuştur. Subaydan, “Bulgarlara karşı yazmayacaksın” emrini almıştır. Halkımızın “Karga Karganın gözünü çıkarmaz” atasözü bu gerçeğe dayanır. Doğan’ın ajanlığa başlamasından 20 yıl sınıra 1985 Martında köstebek sayısının 3 bin 16 (üç bin on altı) olduğu ortaya çıktı. Son hesapta köstebeklerden büyük bir oranı, Doğan da aralarında, bir birini yemek için hapislere ve kamplara, sürgüne düştüler. Şu çok ilginçtir. Türklerin verdiği bilgilere dayanılarak tutuklanan ve yargılanan tek bir Bulgar yoktur. Bu Amerika’da da böyle olmuştur. Siyah derili (zenci) bir köstebeğin beyaz derili birine karşı ajanlık yapmaya ve ona karşı bilgi toplamaya hakkı yoktu. Almanya’da da Yahudilerin Nazilere karşı dava açma hakkı yoktu. Bu olay Britanya sömürgelerinde ve Fransa müstemlekelerinde de yaşanmıştır. Bu karşılaştırmayla sosyalizm yıllarında Bulgaristan’daki durumumuzu daha iyi görebiliriz. Döneklik (hainlik) açısından değerlendirildiğinde, bu ihanet yöntemi bizim birbirimizi ele vererek hırpalatıp bitirmemiz için kullanılmış bir yöntemdir. Yargısız infazlar da bu gerçeğe dayanır. Bizim zayıf düşmemiz Bulgarları güçlendirmiştir. Toplum içindeki sıkıntı ve dinmeyen baskı ve zulüm ise, her defasında dış göçlere kapı açmıştır. Burada vurgulanan, Bulgar gizli polisinin ve Komünist Partisinin Müslümanlar arasına soktuğu dönek ajanlarla, Türkün kendi kimliğine ve soy köklerine karşı dönekliği beslenmeye çalışılmıştır. Son yarım asır bu kapandan kaçıl olmadığını kanıtlarken, halen gizli kalmış, çok ağır tarih sayfaları yazmıştır. Dö-


Makale ve Analizler - 2018

83

neklerin, ajanların ve hainlerin aklanması diye bir olay yoktur. Vicdan ve ruh kiri hamamda demlenip keselenmekle çıkmaz... Döneklerin mantığı, “düşmanımın düşmanı dostumdur” usulüne göre çalışır. Bulgaristanlı Türklerden hiç birinin gerçek Bulgar dostu olamadığını yıllar kanıtlar. Dostluklar olmuştur ama bunlar bir yere kadar samimidir. Yıllar içinde iyi koşuluklar ve yardımlaşmalar da yaşanmıştır. 28 Mart 2018 sabahı “bTV” kanalında, “demokrasi” koşullarında azdıkça azan Türk düşmanlarından biri olan Ermeni kökenli sunucu Hekimyan, DOST Partisi başkanı Lütfi Mestan’ı köşeye sıkıştırmaya çalıştı. Başarılı olamadı. Mestan, Türklüğümüzle ilgili konularda doğruluğun yalan ve kışkırtmaları yenebildiğine onurlu örnekler vererek kamuoyunun dikkatini çekti. Ondan istenen Osmanlının Bulgarlara ve Ermenilere karşı soy kırımı işlediğini “bTV” ekranında kabul edip ilan etmesiydi. Kaşınan uyuz hep aynı. Sunucunun dilini şişiren, varsa yoksa “Ermeni Soykırımı”. Tarihsel gerçeklik açısından bu olay olmamış olsa da, bugün de Bulgaristan Türkleri üzerinde bir kara bulut gibi dolaştırılması anlamsızdır. Olmamış bir şeyin şuna buna yaranmak için tanınması Türk kimliğine ve Müslüman dürüstlüğüne, ahlakımıza, moralimize ve vicdanımıza terstir, döneklik ve ihanet olur. Sonra bu bir kişisel sorun değildir. Dünya siyasetinde tartışmalı olayların Bulgaristan Türk kimliğini incitmek ve ezmek için kullanılması ise suçtur. Medya özgürlüğü bu olamaz. Bu düşmanlık kışkırtmaktır. Her konuda dönekliği zorlanmamız yani parçalanmamız yani birbirimize düşürülmek istenmemiz ortadadır. Onların en fazla korktukları ise “Büyük Türkiye”, Türklerin birliği ve beraberliği, Türk anasının Vatansever ve cesur asker doğurması, Türk devletinde insan ayırımı olmaması ve tüm insanları kardeş bilerek hepsine kanat açmasıdır. Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın Varna görüşmesinde, hiçbir konuda ödün vermemesi, bütün Avrupa Birliğini karşısına alarak, Balkanlar Türkiye ile Avrupa Birliği arasında bir coğrafya alanıdır” demesi, Müslümanların hepsini gururlandırdı. İlgi çekişidir, Sofya Başkanlığı döneminde Avrupa Konseyi’nin dış siyasetini Batı Balkanları AB üyeliğine kazanmaya ayırması ve diplomasideki bölgesel yoğunlaşma, AB - Balkanlaşıyor yorumlarını getirdi. Bu da bir dönekliktir, çünkü Avrupa Birliği bölgesel istila enstrümanı değildir. Balkan Türkleri ve tüm Müslümanlar, tarihi, kültürel ve sanatsal miras açısından Türkiye’nin Balkan Müslümanlarının her zaman yanlarında olduğunu ve aynı konumda kalacağını kesin biliyorlar. 20. yüzyılda yıkılıp yakılan birçoklarına el konan Müslüman vakıf mülklerinin geri alınacağını ve işletileceğini, Müslü-


84

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

man medeniyetinin bu topraklarda yeniden üstünlük sağlayacağına kesin inanıyorlar. Aslında dengeli, suskun ve vaat edici bir havada ve ortamda geçen Varna görüşmesi, son haberler açısından değerlendirildiğinde, umut veren ışıklarla parladı. İngiltere’nin “brekzit” yani ayrılma kararı, Almanya’ya yılda 7 milyar Euro yükleyecek ki, bu da Almanya’nın ve diğer Batı Avrupa AB ülkelerinin Türkiye Cumhuriyetini dört gözle arayacaklarına bir kanıttır. Bu görüşler, yalnız biz Türklere ait değildir. Batı dünyasında ve kültüründe de “döneklere” ve “hainlere” karşı toplumun ve hukuk üstünlüğü olduğu ülkelerde adalet sisteminin, toplum vicdanının hesap sorma kaideleri çok sert ve acımasızdır. 10. sınıfta Batı Edebiyatı görürken, Cumartesi ve Pazar günleri okula toplanıyor ve klasikleri yüksek sesle okuyor ve ne anladığımızı tartışıyorduk. Dönekliğin tarihsel önemine işar eden örnekler. Dante Alighieri “İlahi Komedya” eserinde hainleri cehennemin dokuzuncu katında bir buz gölünde dondurduğunu sanki şimdi de işitiyorum. Floransalı büyük yazar, döneklik ve hainliği insan maneviyatının dipsiz uçurumu ve ruhun çöküp kokuşarak çürümesi olarak anlatmıştır. 1989 Mayıs Ayaklanmasında Şumen yöresinde Türk devrimci direniş örgütünü ele veren “şahsın” 17 kişiyi içeri düşürdüğü bir gerçek olduğu kadar, kendisi de vicdan azabından tımarhaneye düşmüştür. Döneklik ve hainlik iki tarafı da yiyip bitiren, kök soy kurutan bir kötülüktür ve tedavisi yoktur. Ama siz şimdi bana, Ahmet Doğan’ın Burgaz kenarında 5 katlı lüks konakta yaşadığını, viski elden balık gölden sefa sürdüğünü görmüyor musunuz? diyebilirsiniz. Bu konak bir gösteriştir. Türklük ve Müslümanlık davasına, Bulgaristan Türklerinin hak ve özgürlük, demokrasi ve adalet davasına ihanet edin ve gelin siz de yaşatın çağrısıdır. Seçim sizindir. Bu çağrıyı kabul etmek, Türk olarak ölüm hapı yutmayı kabul etmek anlamına gelir. Seçenek sizindir. Dönüşü olmayan ihanet yolu açıktır. Devam edecek.


Makale ve Analizler - 2018

85

Erdoğan’la Türkiye Büyük Bir Devlet Olduğunu Kanıtlamış

Mehmet Çakır-30.Mart.2018

Konu: İnsanları kışkırtmak ve yalan söylemek de dönekliktir. Döneklikte kendisini aldatan başkasını aldatamaz. Dönek 6 bölüm Dönekliğin çok önemli özelliklerinden biri yalan söyleyerek insanları kazanıp kışkırtmaktır. 30 Mart 2018 sabahı “Fakti.bg” ekranında haber dinliyordum, birden bire ekranda DPS - HÖH partisi eski ileri gelenlerinden Osman Oktay belirdi. 2001’e kadar parti başkan yardımcılığı görevinde bulundu. O zamanlar hapse girmemiş, dayak yememiş, yüksek tahsili de olmayan bir köy sağlıkçısından nasıl olur da yeni kurulan, halımızın kanla karışık gözyaşlarından süzülen birinin durmada zorlanan politik dava partisinin Genel Sekreterliğine, Örgüt İşleri Sekreterliğine ve Genel Başkan yardımcılığına yükseldiğini hepimiz şaşırmıştık. Bulgaristan’da kendisi parti kurdu arkadaşlarından gelen olmadı, kendisinden başka birini o partide gören de olmadı, o kadar değerli ki, yanına bir kişi bile alamadı. 1990’da sonra Ahmet Doğan’ın Bulgaristan Türklerinin kimsizleştirme, cahil bırakma, bezdirerek yoksulluğa alıştırma tarlasını sürerken “karpuz hıyara dönen” ve son yıllarda dünyayı gözlerini kapayarak yorumlamaya başlayan Osman Oktay’ın nasıl tohumlar serpmek istediğini sizin de öğrenmenizi isterim. Çünkü dönek ve hain vardır, bir noktada işin nereye gittiğini anlar, içine kapanır ve durduğu yerde kalır. Oktay onlardan değil, sepetine doldurulan tohumları serpmeye devam ediyor. Tabi önemli olan onun önlüğüne bu tohumları dolduran kimdir? Sepetine, önlüğüne, eleğine doldurulan tohumlar diyorum, çünkü bu tohumların hepsi zehirli ve HÖH partisi dışına atılmış olsa da o, akla karayı birbirinde ayıramaz duruma gelmiş olmasına rağmen, TV ekranlarına çıkmazdan önce kendisine yazılı şekilde verilen ve ezberlediği saçmalıkları, gözlerini yumarak anlatıyor. Sanki fal açıyor. Sanki kahinlik yapıyor. El açmalar, el toplamalar, parmak kırmalar... Bulgaristan’da TV’ler de hazırolda onu bekliyorlar, çünkü konuştukları çok değerli ... 30 Mart sabahı ne dedi bir bakalım: Gözlerini yumdu, kendine gizemli bir hava verdi ve şunları söyledi;


86

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Türkiye çok büyük bir çelişki içindedir. Yakında Türkiye’de Kürtler ile Türkler arasında büyük bir iç savaş başlayacak. Kıyasıya savaşacaklar. Çok kan dökülecek.” Bu adam kapalı gözlerle Baba Vanganın yerini almış kahinlik yapmaya çalışırken gerçekten bir girdaba düşmüş. Türk Silahlı Kuvvetlerinin “Zeytin Dalı” zaferinden sanki kendisi ağır bir yara almış, PKK katillerine yakınlık duyduğu sözlerinden beli oluyor, yüz binlerce insan öldüren asileri sempatiyle anlatıyor, sıradan dinleyicilerin kafasını iyice karıştırmak için Türkiye gazetelerini izlediğini, Başbakan Boyko Borisov’la sık sık görüştüğünü, Türkiye’de kamuoyunu belirleyen siyasetçilerle sık sık görüşmelerde bulunduğunu tekrarlayarak, “bana inanın” demeye çalışıyordu. Osman Oktay’ın “aklını peynir ekmekle yediği” gün gibi ortadadır. Ne de olsa kime hizmet ettiğini öğrenmeyi siz de istersiniz. Sayın okuyucularım. Beyazı en beyaz, ak pak, parlak beyaz yapmak zordur, ama karayı daha da karalayıp zifiri kara yapmak kolaydır. Bu işi öğrenmek için üniversiteye gitmek gerekmez. Ne yazık ki Osman Oktay fırça elinde gerçekleri boyuyor ve Güneşin balçıkla sıvanmadığını sıvanamıyacağını bilmiyor. Türk düşmanlığı gözünü karartmış... Ataka Lideri Volen Siderov’u bile sollamış... Geçmişimizi bilmeyen geleceğini öngöremez, uşak olduğu ortadadır, bunu da çok iyi yapıyor. “Baba Vanga” adıyla bilinen ve garipten haberler verişiyle ünlenen Bulgar kaini Vanga nine rahmetli olalıdan bu yana, Bulgar makamları halkın kendisine inanacak kişi ve kişiler bulma ya da yaratma derdindedir. Osman Oktayla bu iş daha 1990’ların başında başladı. Gazeteciler ona soracakları soruları getiriyor, o da güzel alıntılarla, yasalardan maddelerle cevap verebilmek için yanıtları ezberliyordu. Verdiği cevapların anlamına inemese de, kitaba uygun konuştuğu için, sıradan insanlar etkileniyordu. Bu yönde çalışmalar Ahmet Doğanla da yapılmıştı. Önce onun öz ismi değiştirilirken, “Medi” dendi. Bu da “medyum” sözünden gelir ve Bulgarcada ki anlamı, ruh ötesi deneylerinde, ruhlarla insanlar arasında aracılık ettiğini öne süren kimsedir. Ellerinde olsa Ahmet Doğan’ı ilahlaştırmaya hazırdılar. Ahmet İsmailov’a “Doğan” soy adı verilmesi de Bulgar istihbaratı Birinci şubesinin işidir. Çünkü Ahmet, Ahmet doğmuştur ama soy adı İsmail’dir, ötesi halkı etkilemek için icat edilmiştir. Çünkü Ahmet Doğan Türk kimlikli bir kişi değildir. Bunun en büyük kanıtı da, dili ve dininden başka, 8 Türk kızınla evlenip hiç birisiyle yaşayamaması, ortak dil bulamaması, bizim ahlakımızdan çık farklı bir yaşam tarzı ve namusluluk sergilemesi, kadını insan yerine koymamasıdır. Aysel gelini, bir kış gecesi ç...l ç..lak “saray” kotrasından karlı kışlı köyünün avlusuna babasının evine atması, fırtınadan korunmak için çamların altında


Makale ve Analizler - 2018

87

kuytu arayan gelinin bir battaniyeye sarılarak kendi koruma ve şoförler tarafından baba evine götürülmesidir. Dinimizde, Müslümanlığımızdan, Türklüğümüzden, namus ve şerefimizde olmayan, bu insanlık tarihinde görülmemiş bir olaydır bu, ahlak ve namusumuza ihanet eden şerefsiz, dönektir ve bizden değildir. Bu bakıma, Ahmet’ten “medyum” - Fransızca bir kavramdır, yaratmak isteyenlerin baltası taşa vurmuş ve Bulgaristan Türkleri ile ilgili siyasetten yüzlerine sözüm yabana “b.k” sıçramıştır. Osman Oktay dönekliğinin tehlikeli çizgileri var. Köydeki yaşlı babasından, eşinden, Türkiye Cumhuriyetine okumaya gönderdiği çocuklarından kopan ve 2001’de halkımızın hak ve özgürlük davasından da vazgeçen Osman Oktay’ın Türkçe mucize, keramet, garibe ve harika gibi sözlerin anlamını bilmese de, Bulgaristan siyasetinin iplerini çekenlerin uşağı gibi bir şey oldu. Önce içi tamamen boş olan beynine birkaç şırınga yapıldı. Meslekten iğneci olduğuna beyin boşluklarının Türk düşmanlığı, Türkiyeyi sürekli kötüleme, her yorumda Bulgar milliyetçiliğinden yana yer alma ve halkın gözüne gül suyu serpme mikropları yerleştirilmesine “hayır” demedi. Kuranı açmamış, Anayasayı okumamış, yasaları mertek sanan bu pansumancı, Bulgaristan’ı Türkiye’den daha huzurlu ve güvenli bir ülke olarak göstere bilmek için, insanlarımızı “Türkiye’de çok kan dökülecek, huzur kaçacak” gibi baskı iğneleri yapıp önleyici terör ve zulüm vuruşları için temel hazırlıyor. Bu, dönekliğin çok ilerisinde olan bir olay ve düşmanın saldırgan planlarına uşaklık etmektir, affı yoktur. Artık Türkiye’ye karşı konuşanlar dikkat etme zamanı gelmiştir, bu günden itibaren artık bunu yapan herkese bir fatura kesilecektir, bu güne kadar bu yapılmadığı için Türkiye unutuldu bir İngiltere 100 yıl sonra bile hesap keserse bizlerde 200 yıllık hesapları kesmeye başlıyor herkese hak ettiği kadar değer hak ettiği kadar saygı vsy. Osman Oktay ruhunu satmış biridir. Bulgar TV programlarına çıkan Türklere sorulan nöbetçi sorular var. Birincisi: “Osmanlı Bulgarlara soy kırım uygulamış mıdır?” İkincisi: “Osmanlı 1915’te Ermeni soykırımı yapmış mıdır?”, “Evet” dersen onlardansın, susarsan, yanıtı başka tarafa çekersen ya da “hayır yapmamıştır” dersen kapın kapanır. Totaliter diktatörlük yıllarında askerdeyken bu soru Türk askerlere şu şekilde soruluyordu: “Türkiye ile Bulgaristan arasında bir savaş çıkarsa, ya da Varşova Pakti ile NATO arasında bir çatışma başlarsa, hangi tarafta yer alırsın?” Başlamamış bir savaşta mevzi belirlemek zor, veya “cevap veremem” dersen klasmandan


88

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

düşersin. Birinci dünya savaşında 9 binden fazla Türk asker Bulgar ordusu saflarında telef oldu, bir anıt bile dikmediniz,” demen ise, yandın demektir. Bu sorular, TV ekranında açık yüreklilikle sorulmuyor Osman Oktay’a Anlaşılan o bu sınavı vermiş. Dönekliği kabul etmiş. Hainlik deresini de geçmiş ve şimdi gözlerini yumup saldırıyor, kışkırtıyor, karalıyor, kahinlik yapıyor. Türkiye’nin düşmanları bizim de düşmanlarımızdır. Garipten haber veren Osman Oktay artık kendini inandırmış ve konularını genişletmiştir. Bir şırıngacı ve pansumancının (Felşer) dünya stratejik siyasetini yorumlamaları ilginçtir. Varna AV-Türkiye zirvesini ele alan Oktay “bir şey olmadı” diyor ve Yunanistan’ın kışkırtmalarına karşı Türk F-16’larından bir filonun Atina semalarında belirmesine “saldırganlık” diyor. Dünya Liderimiz Türkiye Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’a dil uzatırken, “diktatör” sıfatını kullanıyor, Afrin “Zeytin Dalı” harekatına işgal diyor ve Kürt asi çetelerinden yana çıkıyor, Doğu Akdeniz’de doğal gaz kaynakları araştırma işinde Güney Kıbrıs’ı haklı görüyor vb. 16 Temmuzda onun diktatör dediği bizim dünya liderimizin bir sözü üzerine Türkiye ayağa kalktı ve canını ortaya koydu. Dünyada bir başka lider var mı halkı ölüme hazır olsun. Daha ne olsun... Türkiye’yi karalarken, kötü ve olumsuz olayları abartıp siyah ve korku saçan bir tablo yaratıyor. PKK paçavrasına “barış bayrağı” diyecek kadar da ileri gidiyor. Kürt ihanet hareketinin başı olan Demirtaş’a ve FETO’culuktan, halkın hukuk devletine ve demokratik düzene kıyanlara “adalet savaşçıları deyecek kadar” da ileri gidiyor. Savunduğu kişilerin hepsi Türkiye devletini devirmeye yeminli terör çeteleri mensuplarıdır. Osman Oktay adalet ve adaletsizliğin doğru çizgisini çizebilecek bir siyaset adamı değildir. Bulgaristan Türklerinin çöpe attığı bir politika süprüntüsü olup çöplük karıştırmakla geçiniyor. Çöplük derken eski komunist sofrasından ne verirlerse yetiniyor. Kendini yerden yere atmalar Osman Oktay’ın dönekliğini aklamaz. TV konuşmalarında Hak ve Özgürlük Hareketi kurucularından biri olarak tanıtan Oktay yalan söylüyor. Bir defa 04 Ocak 1990’da Ahmet Doğan Varna’da Hamdi Vahid’in dairesinde, Kasim Dal’ın açıkladığına göre, 12’si gizli polis (DC) ajanıyla parti kuran, toplam 33 kişinin arasında değildi. O kış günü köylerde yaşlılara öksürüp hapı dağıtıyordu. Hak ve Özgürlük Hareketi kurucularından olmadığını, totalitarizm döneminde Deliorman köylülerinin devrimci nabzını düşürmeye çalıştığını gizliyor. O dönem hala köy sağlıkçısı olarak çalışırken, soyundan hapsi giren, dayaktan ölen kimse yokken harekete HÖH’e neden katıldığını hala anlatamıyor. Şu


Makale ve Analizler - 2018

89

soru herkesin kafasında iğne gibi batıyor. Nasıl olur da 1990’ın 6. ayında henüz Sofya sokaklarının adlarını bilmeyen Osman Oktay’ı Altıncı, Birinci ve İkinci Şube generalleri Ahmet Doğanla birlikte kabul eder ve beraberce hatıra resmi çektirirler? Bu fotoğraf bugün bir Profesör olan ve “Kütüphaneciler” Yüksek Okulunda ders veren Dimitır İvanov’un “Altıncı Şube” adlı kitabının son sayfasında yayınlandığı dikkati çekiyor. Şu da var, 1990’da Büyük Halk Meclisi’ne giren Türk Milletvekillerin altısı Altıncı Şube ajanıdır. Osman Oktay 2016’da çıkan “DPS Gerçekleri” kitabında Bulgaristan Türklerinin bir etnik, kültürel ve dini azınlık olduğunu ve hak ve özgürlük davasının kutsal olduğunu yazsa da, 2018 yılı TV konuşmalarında, “Türk”, “Türklerin kültürel otonomi hakları”, “Türk çocuklarının ana okullarda Türk eğitimi alması gereğinden” söz etmiyor. Türklerin bir radyo yayını, hiç olmazsa 5 - 6 saatlik bir anadillerinde ve halk kültürlerine dayanan bir TV programı, bir dergi ve Türkçe kitap basma haklarının meşrulaştırılmasına da değinmiyor. 2003 yılında “Demokratik Kanat” hareketini tescil ettirip, DPS hareketini parçalayarak, politik özünü mezara göme planları yapan ama başarılı olamayan Oktay, Hak ve Özgürlük Hareketinin Demokratik Güçler Birliği (CDC) ve Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) arasında, denge sağlayıcı işlevini de doğru dürüst algılayamamıştır. Bulgaristan Türklerinin hak ve özgürlük “kültürel otonomi”, ekonomi, sosyal hayat, kültür ve sanat, din ve eğitim dallarında başına buyruk bir atılım yüklemeden bir Türk partisi kurmanın imkansız ve yüzde yüz hayal olduğunu da kavrayamamıştır. Bulgaristan Türklerinin yalnız bireysel haklarını değil, kolektif haklarını da mutlaka savunmayan bir siyasi mayalanmanın tutmayacağı her zaman gün gibi meydanda olmuştur. Şu da var. Osman Oktay HÖH’te ve daha sonraki siyasi liderlik hevesli çalışmalarında ve son dönem TV ve siyasi yazarlık uğraşılarında, Bulgar ulusal yapısının azınlıklar konusundaki ikiyüzlülüğünü açmak için çaba göstermemiştir. Onun yönetimlerde bulunduğu, millet meclisinde olduğu yıllarda imzalanan Kopenhag ve Viyana İnsan Hakları ve Çerçeve sözleşmelerinin hiç biri “kısıtlamasız ve şartsız, azınlıkların hakları konusundaki özü” yok edilmeden onaylanmamıştır. O, konuşmalarında ve yazılarından baştan sona yalan - sahte “Geçiş Dönemi”ne de değinmiyor. Bulgaristan tarım, ağır ve hafif sanayinin talan edilmesi, sosyal, eğitim ve sağlık sistemlerinin çöküşü, halkımızın Avrupa’nın en sefil, yoksul ve gırtlağı sıkılmış kitlesi olması gibi konuları da ele atmıyor. Hele Hak ve Özgürlük uğurunda ve davasındaki şehitlerimiz, suçluların bulunması ve kendilerinden hesap sorulması, katillerin cezalandırılması gibi konularda balık gibi susuyor. Bu konuda ağzını bıçak açmıyor. Neden?


90

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Totaliter diktatörlük döneminde Deliorman’a, onun köyüne sürülenleri, gizli direniş biçimlerini, halk ayaklanmasını anlat(a)madı. 1949’da açılan “Belene” ölüm kampından, Deliorman da dahil memleketin dört yanında kurulan 50 toplama kampından, öldürülen, sakat kalan ve kayıplara karışanlardan da hiçbir TV konuşmasında ve yazısında söz etmedi. Kitabında da, olayların özüne inmiyor, aklını başkasına kira etmiş gibi yazıyor. Sanki köşe dönme peşinde... Sosyal memnuniyetsizlik ve kitlesel şikayet, gösteri, miting, yürüyüş gibi eylemlerin derin çelişkilerini analiz etmiyor. Her oylamadan önce meclis içinde dağıtılan paralardan payına düşen kısmını da gizli tutuyor. Bulgaristan Türklerinin Bulgar devletinin kurulma, kalkınma ve dünyaca tanınan bir ülke olmasında nüfusunun yarısını oluşturan azınlıkların oynadığı role, gurbetteki işçilerimizin durumuna, Avrupa’da Bulgaristan pasaportluların ikiye ayrıldığına, bir kısmının insan yerine konmadığına ve ikinci el göçmen muamelesi gördüklerine işaret etmiyor, yöneticileri uyarmıyor. Bulgaristan’da bir çok Türk’ün Bulgar isimleri ile devam ettiği umrunda bile değil. Oktay, büyük siyasi olaylar yorumculuğuna sıvanıyor. Kendi halkını ise hiç tanımıyor. Bulgaristan’ın Avrupa Konseyi dönem toplantısına değinirken de, ülkemizin Avrupa Birliğine üye olunca egemenliğini yitirdiğini, tüm kararların Brüksel’de alındığını, onlara her şeyin NATO ve Birleşik Amerika tarafından dikte edildiğini, fakiriz çünkü hiç bir şey üretmiyoruz diyemeyen Osman Oktay, son konuşmasında Rusya’nın Batı Avrupa ülkelerine “kimyasal silah sızdırdığını” iddia ederken, uluslararası diplomatik bunalım, Batı dünyasının ve özellikle de İngiltere’nin AB ülkelerine baskıları konularında saçma sapan yorumlamalarda bulunuyor. Halbuki Türkiye Başkanına kulak verseydi, Dünyanın 5’ten büyük olduğunu söyleyebilirdi. “Dünyanın büyük savaş eşiğinde olduğu” gibi iddialarda bulundu. ABD’nin Türkiye ile savaş meydanında yüzleşmek istemediğinden, Suriye’den ve Yakındoğu’dan çekilmeyi seçmesini de sanki hüzünle karşılamış gibi anlattı. Evet sayın Oktay bağılı olduğun Totaliter zihniyet istese de istemese de Erdoğan’la - Türkiye büyük bir devlet olduğunu kanıtlamış ve bunu artık Dünya tanımaktadır. Sizler ve eski totaliter zihniyet hariç tabi ki. Bu saptamalardan sonra biz Osman Oktay hakkında, ilk özünden kaymış ve başka bir kimlik kazanmış (deviat) kavramını kullanabiliriz. Riyakarlık ve ikiyüzlülük değimlerinin bir türü olan bu terime eski literatürde gerçekten ahlaksız (farisey) şeklinde de rastlıyoruz. Kişilik olarak bu tipler ilk dönemlerde ilerici


Makale ve Analizler - 2018

91

niteliklerle öne çıksalar da (Osman Oktay’da bu 1990 - 2001 yıllarını kapsar), daha sonra milliyetçilik esaslarına göre tezler savunurlar. Onun savunduğu Bulgar milliyetçiliği ve Bulgar milli çıkarları olduğundan dolayı yerli Türkler tarafından benimsenmiyor. Oktay aşırı milliyetçilerin Türk düşmanlığı ağzıyla konuşuyor, hatta dünkü programında rekor kırarak onları bile geçti. Dünya Lideri Sayın Başkan Recep Tayyip Erdoğan’nın Varna zirvesinde verdiği sözleri tutmadığını iddia ediyor. Suriye “Zeytin Dalı” anti-terör operasyonlarını tasvip etmiyor. Yunanistan’ın FETO, Kıbrıs çevresinde sorun ardından sorun yaratmasına adaletli değinmek istemiyor. Oktay, kendi inançlarına ve vicdan ilkelerine dayanarak değil, günümüz güçlülerinin güvenini kazanıp bazı öncelikler elde etmek amacıyla, politik, ekonomik ve manevi erk ellerinde toplanmış olan başkalarına borazanlık yapıyor. Suratındaki krem ve saçındaki cilanın ardında ikiyüzlülük hatta üçyüzlülük gizleniyor. Osman Oktay kendini “disident” çıkaramadı. Son 50 yılda Bulgarcada “disident” sözü, özellikle Bulgarların kendi aralarında çok yaygınlaştı. Sosyalizm yıllarında “Faşizme ve kapitalizme karşı savaşçılar” kadar oldular. Orta çağda “dinden dönen” anlamına gelen bu kavram, son dönemde farklı inancı olan kişi ya da inançlarından dolayı devletle çelişkiye düşen, şiddet gören veya dış ülkeye kaçan kişi anlamında kullanılıyor.. Örneğin, Todor Jivkov diktatörlüğünün son döneminde Fransa’da kalan ve 2016’da DOST partisi kurucularından biri olan Petır Boyaciev fikirlerinden ötürü devletle çelişkiye düşmüş bir “disident”tir. Bu kişiler iktidardakilerin siyaset ve ideolojisine karşı mücadele verirken, uzanabildikleri her şeyi kendi hanelerine yazmaya çalışır. Bugün de davranışları değişmemiştir. Örneğin, 1989 Mayıs Ayaklanmamızın Fransa’dan örgütlendiği iddialarına kadar uzayan bir serüven yaşadık. Bulgaristan Türklerinin öz davasıdır Mayıs Ayaklanmalarımız, tabi bunu sen bilemezsin. Kendimiz örgütledik, kendimiz yönettik, kendimiz yönlendirdik, şehitler bizimdir. Tutuklanıp dayak yiyen biziz, ne var ki, DOST partisi saflarında rahat eylem fırsatı bulan Petır Boyaciev, isyanımızı Bulgarlara ve başkalarına mal etmeye çalıştı. Tartışmalar uzun zaman devam etti. Bunu Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezimizin haber ajansında www. bghaber.org gerçeklerin çiğnenmesine engel oldu. Yani Bulgaristan’da herkesin sözüne söz söyleyebilen bir merkez oluştu bundan hepiniz rahatsız olduğunuzu biliyoruz, gençlerimiz geliyor sizin yaşlılığınız zor geçecek gibi... 2016 ve 2017 yıllarında Petır Boyaciev’le devrimci vicdan ciddi mücadele etmek zorunda kaldık. Bir “disident”in hırslı tavrı kolayca kayıp iktidar tavrıyla buluşabilir, bu kaymadan kaybeden her zaman ayaklanan kitle olur. Çünkü Bul-


92

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

garistan Türklerinin psikolojik kaynaşma ve kendiliğinden hareketlenme özellikleri ülkemizdeki diğer azınlıklarda yoktur. Bulgar görüş sahiplerinin Türklerin sırlarını çözemediği artık herkes tarafından biliniyor. Osman Oktay gibi Mayıs Ayaklanmasından ve Bulgaristan Türk iradesinin siyasi mayalanmasından sonra ortaya çıkan ve doğrudan yönetimde yer alan kişiler için de Bulgaristan Türkleri hala bir muammadır. Disident dediklerimiz, iktidar veya devletle fikirsel çelişkiye düşmezden önce, yönetim sofrasında bulunmuşlar, sokak ölçüp çalışmadan yaşamayı, bolluk içinde yüzmeyi tatmışlar ve iktidarın hakkaniyetli ve dürüst olduğuna sözde inandıklarını da gizlememişlerdir. Örnek olarak, önce parti ve devlet başkanı Todor Jivkov’un kızı, Kültür Bakanı Lüdmila Jivkova’ya aşık olan fakat sonra İngiltere’ye iltica eden yazar Georgi Markov’u gösterebiliriz. Markov orada “DS” tarafından bir çadırdan sıkılan zehirli bir saçmayla öldürülmüştür. Bulgar disidentlerinin başı olarak bilinir. Günümüzde de böyle bir olay yaşıyoruz. İngiltere’de “kimyasal gazla öldürüldüğü iddia elden Rus casusu Skripal” olayı bu türdendir. Bu süreç Rusya’nın Kırım Yarımadasını istila etmesinden sonra başlamıştır. Kovulacak “diplomat” yok diyen Bulgaristan tavrı ise ilginçtir. NATO ve AB yönetiminde Rusya’ya karşı alınan kararları onaylayan, ama somut olarak bir şey yapmayan Bulgaristan, uluslar arası karar ve sözleşmeleri imzalayan, ama uygulamayan bir ülke olarak başı çekiyor. Bu olay sadece bu ajanların öldürülmesi değil bunun arkasında daha büyük bir iş var buna senin aklın ermez. Osman Oktay bu tavrı “Bulgar milli çıkarları kılıfına sıkıştırarak” haklı çıkarıyor. Oysa aynı taktikle hareket eden Bulgaristan 1919’dan başlayarak ve hale Başbakan Al. Stanboliyski’nin öldürülmesinden sonra (1923) azınlıklarla ilgili hiçbir antlaşmayı fiilen uygulamamış, “çok kültürlülüğü”, “çok din ve dilli” olmayı kabul etmediği gibi, etniklerin kendi kimlikleriyle yaşamalarına da olanak tanımadı ve tanımıyor. Bu gün Türkiye’deki soydaşların seçme ve seçilme hakkının yüzde yüz uygulanması da gündeme getirmiyor. İstanbul’da BULTÜRK Derneği 6 ay önce sunulan dış ülkelerdeki vatandaşların posta ile seçime katılması önerisine de Bulgarlardan destek gelmiyor. Sivil toplumda hukuk üstünlüğü, vatandaşların her konuda eşitliği, siyasi örgütlenme hakkından yararlanma gibi haklarına kısıtlama ve engel getirilmemesi de yuvarlak masaya yatırılmıyor. En acı olan ise, Müslümanlarımızı temsil ederek konuşan Oktay ise dünyayı ve tüm gerçekleri görmemek için gözlerini yumuyor ve ezberledikleri harman edip savuruyor. Bu


Makale ve Analizler - 2018

93

gün Bulgaristan’da ana okullarda Müslüman çocuklarımıza domuz eti veriliyor, okullarda Türkçe yok, Türkçe gazete, dergi, radyo, TV’ler yok bu konuda sesi çıkmıyor çünkü Türklerin - Müslümanların sözcüsü değil, Totaliter sistemin yöneticilerine uşaklığını yapmaya devam ediyor. Bulgaristan’da 1989 yılından önce çifte standart bir yaşam vardı. Partinin kanadı altında iyi yaşayanlar şikâyet etmiyordu. Yoğun yalan propaganda halkın gözlerini kör etmiş kulaklarını tıkamıştı. “Geçiş Döneminde” gece gündüz uyumadılar ve kendilerini “totaliter düzene karşı savaşçı” çıkarmaya çalıştılar. Yazdıklarımdan anlaşıldığı üzere, generallerin, “DS”nin omuzuna basarak yükselen ve şimdi uşaklık eden dönek kişilerden biri de Osman Oktay’dır. Biz kendisine kaypak, dönek, zavallı derken, Ahmet Doğan’la aralarında geçen olayları kıstan olarak almıyoruz. Bu kavgalar bazı sebeplerin neticesidir. Bu köy sağlıkçısı iğne yapmakla geçinirken anlaşılan “ajanlık” yapmış ve oldukça başarılı olmuş ki, 1990 yılının ortasında Generaller tarafından Ahmet Doğan’la birlikte görüşmeye davet edilmiş, ortak fotoğraf çektirmişler ve bir kitabın arka sayfasına girebilmiştir. Bulgaristan vatandaşlarına, “dikkat edin” bu adam bizim adam denmiştir. Daha o zaman bu olay “anlayana sivri sinek saz, anlamayana davul zurna az” şeklinde algılanmıştır. Çünkü bizim halkımız onları çok iyi tanırdı. Osman Oktay’ın, gözlerini kapayarak, ezberlediği yalan ve uydurma metinleri anlatırken hiç düşünmemesi ve hatta “ya bu anlattıkların hakikatten böylemidir diye kendi kendine sormaması” dikkat çekiyor. Bu bir tepegözlüktür. Türkiye Cumhuriyetinin kurucusunun ismini biliyor amma Türkiye tarihinde iç savaş olmadığını beyefendi bilmiyor. Zaten Türkiye dışından Atatürkün ismini bilen Türkiye’ye karşı konuşma hakkı kazanıyor sanki, onun ismini bile Atatürk’ün evini ziyaret eden ilk Türkiye Başbakanının da Erdoğan olduğunu bilmesi gerekir. Atatürk’ün evine git bir bak ne hale getirdi, bunu Erdoğan yaptı. Erdoğan’nın gittiği yol medeniyetlerin üzerine çıkmak. Ayrıca Türkiye’de Türklerle Kürtler aynı ülkenin vatandaşı ve kardeştirler, sen bunu anlayamazsın zorlanma. Bizim Atasözümüz size bir cevap olsun, “Yalancının mumu ancak yatsıya kadar yanar”... Biz okurlarımıza Oktay’ın anlattıklarına inanmamalarını, bir kulağımdan girdi bir kulağımdan çıktı, benim derdime iğneci derman olamaz, ben doktora gideceğim, deyip gerçekleri ve daha fazlasını öğrenmek için Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezinin “www.bghaber.org” yayınlarından bilgilenmenizi arzu ederiz.


94

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Devam edecek. Dostlarınızı da bilgilendiriniz.

Nisan Ayı - 2018 Yazıları Kısa Süreli ve Tehlikeli

Nedim Akın-1.Nisan.2018

Yazan: Nikolay Vasilev Konu: Bulgaristan’ın izlediği ikili dış politika ülkeyi 140 yıl geriye itiyor. Batı devletleri, NATO ve Avrupa Birliği Bulgaristan’a olan güvenlerini kaybederse, Türkiye ile bir çatışma çıkarsa Batı bizi savunmak için başını bile kaldırmayacak ve kendiliğinden gerçekleşen bir kehanet yaşanacak. Diplomat: Nikolay Başbakan Borisov Rusya ile Türkiye’ye şefkat Vasilev gösteriyor. Cumhurbaşkanı Radev Türkiye ile ilişkileri kırmızı kor hali alana kadar kızıştırmak istiyor. Hiç olmazsa Batılı müttefiklerimizle aramıza bir çizgi çekildiği görünümü yaratarak, Rusya lehinde olmak üzere, Avrupa Birliği (AB) ile Kuzey Atlantik Paktı’nın (NATO) parçalanması haklı gösterilmeye çalışılıyor. Başbakan Borisov’ın izlediği politika kısa sürelidir. Cumhurbaşkanı Radev’in izlediği siyaset ise son derece tehlikelidir. Rusya bir müttefik olarak kabul edilirken, Türkiye ise gerçek müttefik iken, Bulgar siyaset adamlarının “Batı Yanlısı” bir siyaset izlemesi zor değildi. Birleşik Amerika Cumhurbaşkanı’nın Sofya ziyareti günlerinde, yaptığı konuşmaların birinde, hiç yeri değilken, “George W. Bush” ile olduğu kadar “Vladimir Putin” ile de dost olduğunu söylemişti. O zaman bu demeç bir büyük “pot kırma” olarak değil de, “akılcı ve dengeli bir siyaset” olarak yorumlandı. Dostum dediği Vladimir ile Pırvanov bir tek sorun bile çözemediler. Moskova Bulgaristan’a sattığı doğal gaz fiyatını düşürmediği gibi, Bulgar ürünleri için Rus pazarını da açmadı.


Makale ve Analizler - 2018

95

Ne var ki, bu dönemde Bulgaristan “Belene” SES gölünde ve diğer hayali tasarımların bataklığında milyarlar kayboldu. Türkiye’ye gelince, akılcı davrandığı dönemde, Bulgaristan’la Mutlu dere sınır çizgisi, bu nehrin nehre aktığı alan, Kardeniz’de iki devlet arasındaki karasuları gibi konularda yıllardan beri devam eden müzakereleri lehimizde çözdük. Kuşkusuz o zaman da, bir asırdan beri süregiden Trakya göçmenlerine tazminat ödenmesi konusunda bir sonuç alınamamıştı. (fakat Bulgaristan’dan Türkiye’ye göçenlerin de hakkı çözülememşti). Şu da var, Bulgaristan NATO’ya aday üye olunca Türkiye çözülmemiş sorunların üzerine bir çizgi çizelim şartını koşmadı ya da Bulgar isteklerine karşı yükseltilmiş olan karşı taleplerin yerine getirilmesinde de direnmedi. Bu arada, Rusya’nın dönüşüm geçireceği, Türkiye’nin ise Batının ebedi partneri olacağı görüşleri de git gide buharlaşırken, Bulgaristan, Rusya ve Türkiye’nin iyi niyetine bağlı olan bağımlılıktan kurtulma stratejisi geliştirmedi. Enerji konusunda, Rusya bağımlılığımızı azaltabilmemiz için 190 yılık bir dönem vardı. Bu yıllarda ordumuzu NATO standartlarına göre yeniden donatabilirdik. Yine bu yıllarda, Türkiye’den gelen sığınmacı selini güvenli bir şekilde karşılayıp önleyebilecek, denetimsiz sızmaları önleyecek, hatta sığınmacı selinin sınırı süpürüp ülkemize girdiğinde onu durdurabilecek, güvenli bir sistem de oluşturabilirdik. Bunu da yapmadık. Bu konuda, Batılı ana müttefiklerimizle sıkı ve koordineli ilişkiler oluşturabilirdik, güvenlik güçlerimizi müttefiklerimizin bize olan güvenini pekiştirecek bir biçimde yeniden örgütleyip düzene koyabilirdik. Birisinin Bulgaristan Başbakanına ulusal güvenliğin en güçlü oluşturucu öğelerinin Adalet Reformu, yasaların üstünlüğü ve güvenli yatırım havası olduğunu anlatması gerekirdi, ama bu da yapılmadı. GERB partisi lideri, Başbakan koltuğuna oturdukça, Bulgaristan Cumhurbaşkanı’nın belirgin ve kuşku uyandırmayan Avrupa - Atlantik değerleri savunan bir kişi olması gerektiğini, böyle bir Cumhurbaşkanı’nın ancak GERB ve Reformcu Blok’un ortak devlet başkanı adayı olabileceğini ve bu adayın asla ve asla Bayan Tsetska Tsaçeva olmasının gerekmediğini, mutlaka söylemesi gerekirdi. Sürekli dönemeçe giren ve bir şeyleri dengelemeye çalışan Başbakan Boyko Borisov işleri öyle bir çıkmaza götürdü ki, artık istese de açık ve inandırıcı bir Avrupa ve Atlantik siyaseti yürütemez. Öyle olsa da o, Rusya ile ilgili izlenecek siyaset konusunda Cumhurbaşkanı, sosyalist parti BSP, “Ataka1” ve benzeri partilerin görüşlerini dikkatte almak zorunda olduğunu sanarak, aynı güçler tarafından Türkiye siyasetiyle ilgili ortak şiddetli saldırıya uğradı. Böylece Bulgaristan bir yandan tek başına kalırken, kendini “kurumlar savaşı” içinde buldu.


96

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Varna Zirvesinden sonra demeç veren Cumhurbaşkanı Rumen Radev, “Dayanışma çok önemli bir ilkedir, fakat körü körüne ve tek yanlı dayanışma olmaz” dedi ve geçen sene erken genel seçimlerden önce, sözde “Bulgaristan’ın İçişlerine müdahale etmesi” gerekçesiyle Batı devletlerinden dayanışma istediğini, ama hiçbir cevap gelmediğini anımsattı. Cumhurbaşkanı Radev, Avrupa dayanışmasını böyle anlamadığını beyan etti ve şöyle dedi: “Ne yazık ki, Türkiye’nin İçişlerine müdahale etmesi konusunda olduğu gibi ikili ilişkilerimizde de, bizi destekleyen hiçbir dayanışma sesi gelmedi. Benim için bu bir dayanışma değildir.” Aynı zamanda Cumhurbaşkanı Radev, Borisov hükümetinin İngiltere’ye dayanışma ifadesi olarak, danışmada bulunmak amacıyla Moskova Büyükelçimizin geri çekilmesinden de hoşnutsuzluğunu belirtiyor. Cumhurbaşkanı Radev dayanışmadan söz ederken, bir ulusun karşısına çıkan sorunla kendi güçleriyle hiçbir surette başa çıkamadığı durumda ancak uluslar arası dayanışmanın hareket geçtiğini iyi bilmek zorundadır. Yeri gelmişken, Cumhurbaşkanı Radev’in “uluslar arası dayanışma bulamadığı soruna” hep birlikte bakalım. Anlaşılan o, Bulgaristan’da kurulan Hürriyet, Hoşgörü ve Sorumluluk için Demokratlar, (DOST) partisine Türkiye tarafından aldığı destektir. Birinci soru şudur. DOST partisi dış ülkeden gelen bir teşvikle kurulmuşsa, Bulgaristan Yüksek Temyiz Mahkemesi 29 Temmuz 2016 tarihinde bu partinin tescil edilmesine neden onay vermiştir? Cumhurbaşkanı’nın beklentileri nedir? Avrupa liderlerinin Bulgar Yüksek Mahkemesi kararına reddetmelerine gerekçe ne olabilirdi? Cumhurbaşkanı Radev’in kendi seçimiyle kurduğu geçici seçim hükümeti yönetiminde 2 Türk vatandaşını ülkemizden kovdu ve bir üçüncüsü için de “istenmeyen” dedi. O zaman, geçici hükümetin Başbakanı, Bulgaristan seçimlerine Türkiye’nin seçim sürecine hiçbir surette müdahale etmesine hiçbir şekilde olanak verilmeyeceğini beyan etmişti. Öyle ki, Türkiye Bulgaristan serken genel seçimlerine müdahale etmek istese bile, Bulgar devleti bu sorunu kendisi çözebilmiştir. Şöyle böyle de dense, DOST seçim çıtasını atlayıp meclise giremedi ve mecliste temsil edilmiyor. Bu konuda Bulgaristan’a gerekli olan “uluslararası dayanışma” ne olabilirdi? Şu da var, Cumhurbaşkanı Radev, Rusya’nın Bulgar seçimlerine müdahalesini neden konu etmiyor. Cumhurbaşkanı ve ülkemizdeki Rusofillere böyle telkin yapıldığı ortadadır. Onlara göre, Bulgaristan semalarında hepimiz için dolaşan çok büyük yalnız bir tehlike var ki, o da Türkiye! Türkiye Bulgaristan’a saldırdığında, Batının


Makale ve Analizler - 2018

97

ruhu duymayacak. Bundan dolayı da, Rusya ile “geleneksel iyi ilişkilerini” sürdürmek zorundayız. Biz hepimiz, birçok Bulgar’ın bu masala inandığını biliyoruz. Bu masalın içinde anlamlı bir analiz yoktur. Bu masalın kaynağında olan, 140 yıl önce olmuş bazı olaylar, dil, yazın, din yakınlığıdır. Belirli bir hedefle kışkırtılan bu iddialarda, Rusya’nın dünya düzeni konularında halklara aşılamaya çalıştığı zamanını doldurmuş savlar yer alır. Sofya’daki İngiltere Büyükelçisi Ema Hopkins’in duyurduğu üzere, “Rusya, Kırım’ı ilhak ederek, Karadağ’da darbe yapmayı deneyerek, bütün dünya ülkelerinde seçimlere müdahalede bulunarak, yalan bilgiler yayarak ve siber saldırlar gerçekleştirerek vb. Moskova dünya hukuk düzenini bozuyor ve yıllardan beri kaba güç kullanmaya devam ediyor.” Artık görme özürlülerin de görebildiğine göre, Rusya’nın bu hareketleri İngiltere’den fazla Bulgaristan için tehlike oluşturuyor. Avrupa devletlerinden hiç biri Rusya ile tek başına başa çıkamaz. Bu iş için demokratik dünyanın ortak eylemleri gereklidir! Bu bakıma Bulgaristan’ın başka bir devletle dayanışmada bulunurken kendinden kurban vermesi söz konusu değildir. Burada söz konusu olan, Bulgaristan’ın dolaysız tehlikeden korunması başta olmak üzere, hepimizi koruyacak bir müttefiklik oluşturulması gerekir. İngiltere ile dayanıştığında Bulgaristan, Rusya’nın iyi niyetini kaybedeceğinden korkmamalıdır, çünkü Rusya Bulgaristan’a karşı hiçbir zaman iyi niyetli davranmadı. Son 140 yılda Rusya hiçbir dönemde Bulgaristan’ın dostu olmadı. Yakın bir gelecekte görüşlerini değiştirip de bizimle dost olmasını beklemek de yanlış olur. Bunu bilinçli mi yapıyor yoksa istemeyerek mi söyleyemem ama Başbakan Borisov Bulgaristan’ı Batı’dan uzaklaştırıyor. Cumhurbaşkanı Radev ise, zaten sorunlu olan Türkiye ile ilişkilerimizi bile bile ve hedefli gerginleştirmeye gayret ediyor. Böylece, Bulgaristan, Rusya İmparatorluğu ile Osmanlı İmparatorluğu arasındaki 1877 - 1878 Savaşı (93 Harbi) yıllarına yani 140 yıl geriye dönüyor, Batı dünyası ile kalıcı ve geri dönüşü olmayanbir şekilde bütünleşme ufku da kararıyor. Rusya, dünya demokratik güçlerine karşı başlatacağı bir savaştan galip çıkamaz. Fakat Batı Bulgaristan’a olan güvenini kaydettiğinde, Rusçuların propaganda ettiği bir iddiadır, Türkiye ile bir çatışma çıkarsa Batı bizi savunmak için başını bile kaldırmayacak ve kendiliğinden gerçekleşen bir kehanet yaşanacaktır.


98

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Rusya’ya gelince ise, 1902 yılında imzalanan Askeri Anlaşmamız gereğince Bulgaristan’a yardım etmesi gerekirken, 1913’te Bulgarları yalnız bıraktığı gibi şimdi de, şimdi de parmağını kıpırdatmayacaktır. Başbakan Borisov’un ikircimlikli, Cumhurbaşkanı Radev’in ise tehlikeli siyaset çizgileri Bulgaristanlı korkunç bir milli felakete itiyor. *** Nikolay Vasilev bir politika uzmanıdır. “Bulgar Diplomasisinin Zaferleri ve Yenilgileri” ile “Son Yüzyılın Son 10 Yılında Bulgaristan için Mücadele” eserlerini yazmıştır. Bulgaristan’ın Moskova Büyükelçi görevinde bulunmuştur. Faktor.bg

Bulgaristan’da Maskeler Düştü

Rafet Ulutürk-01.Nisan.2018

Konu: Bulgaristan Siyasi kriz içinde tepindikçe batıyor... Bir nisan şakası değil gerçekler. Dünyada herhangi bir devletin ekonomisi Rusya ile yakın işbirliği bağları içinde bulunuyorsa, şu dönem çok dikkat etmelidir. Kimyasal bir gazla zehirlendiği, bu öldürücü gazın da Rusya’dan getirildiği iddia edilen “Skripal” olayından sonra, çığ gibi gelişen diplomatik skandalda İngiltere’ye katılan ve dayanışma gösteren devletlerin sayısı görünmemiş bir hızla artıyor. NATO ve Avrupa Konseyi’nin Rusya’ya karşı yaptırımlarının daha da şiddetlenmesi kararlarına katılan, Moskova Büyükelçiliği’ni ancak danışmada bulunmak için geri çeken ve 3 ay sonra geri göndereceğini açıklayan Bulgaristan Bakanlar Kurulu, şimdilik yeni adım atmaya kararlı değil.. Bu karar, Bulgaristan hükumetini ayakta tuttu. Sözde “Yurtsever Birliği” diplomatlarımızı geri çekmemiz ve Sofya’daki Rus diplomatlarından bazılarını “casus” ilan edip geri göndermemizin ardından hükumetten ayrılacaklarını açıklamıştı. Avrupa Konseyi dönem başkanlığını yapan Başbakan Boyko Borisov yeni diplomasi krizinde, hem Başbakanlıktan hem de AK dönem Başkanlığından ayrılmak zorunda kalacaktı. Bulgaristan’da Hükumette düşecekti. Aşırı gericile-


Makale ve Analizler - 2018

99

rin hükumeti düşürmesi şeklinde yorumlanacak olan bu hareket, Avrupa Birliği içinde çok büyük bir skandal doğurabilir. Hatta “Batı Balkanlar” planı daha tartışma masasındayken suya düşebilir. Önümüzdeki günlere dikkat... Yedek planda, güya “Yurtseverler” - yani aşırı milliyetçiler Sosyalistlerle ve “Volya” (İrade) partisiyle ortaklık kurup yeni bir hükumet kurmayı kabul etmişlerdi. Sosyalistler, aşırı milliyetçiler gibi Rusya ile ilişkilerin bozulmasını istemiyor. Avrupa Konseyi dönem toplantıları devam ederken erken genel seçime gitmenin politik çöküş yaratacağı görüşünde birleşen kamuoyu, pür dikkat durum değerlendirmesi yapıyor. Bu gün erken seçime gitseler de pek bir şey değişmez daha da kötü olma ihtimali daha da yüksek. Bu olay, Bulgaristan vatandaşlarının % 80’inin Rusya’ya sempati beslediğini ortaya koydu. “İngiltere’yi destekliyoruz ve onunla dayanışma halindeyiz” fakat Rus “casuslarını” kovmayacağız” sözleri büyük kitleye sanki rahat bir nefes aldırdı. Rusların dış ülkelerde casus yemleme stratejisi “üçüncü kuşakta” uyandırma uygulamasıyla çalışır. 1878’den beri Bulgaristan’da Rus ailelerin veya karışık ailelerin çocukları doğuyor, artık beşinci ve altıncı kuşaktan söz edebiliriz, bunların hepsi Bulgaristan vatandaşıdır, ajanlar ve istasyon şefleri hepsi Bulgaristanlıdır. Rus ajanlarına dokunmama kararı, aslında Bulgaristan’ı Avrupa Birliği ve NATO’dan uzaklaştırdı ve biraz daha kopardı. Bu karar, iktidar partisi olan Bulgaristan’ın Avrupa Vatandaşları GERB partisi ile Sosyalist Parti (BSP) nin dış siyaset konularında aynı davulu çaldıklarını gösterdi. Böylece GERB ile BSP’nin dış politik konularında gizli ortaklık içinde olduğunu da kanıtladı. Bunun gerçek anlamı, Todor Jivkov partisi Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) partisinin GERB içindeki kanadı ile BSP içindeki kanadının çok sıkı temas ve görüş birliği içinde olduklarına da işaret etmiş oldu. BSP’nin izlediği reel siyaset Bulgaristan’ı NATO ve AB’den koparmayı amaçlarken, Borisov hükumetinin aldığı karar da ülkeyi Brüksel’den biraz uzaklaştırmayı başardı. Alınan karar şunlara da işaret etmiş oldu: 1- Altı aylık AK Başkanlığı süresinde, Boyko Borisov’ta Batı Balkanların lideri olma hevesi uyandırdı. 2- Bulgaristan’ın öncülüğünde ve girişimleriyle Makedonya, Karadağ ve Arnavutluk gibi ülkelerde AB üyeliği düşü uyandı ve Borisov’ta ise “ben bunların ipini çekerim” fikri alevlendi. Bunun altında Borisov’un Balkanların Büyük lideri olma hesapları da saklıdır.


100

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Demek oluyor ki, Bulgar siyaset adamlarının ve siyasetinin gerçek maskesi artık düştü. Şöyle bir hatırlatma yapmak istiyorum; Kosova olayları başladığında NATO Yugoslavya’da Miloşoviç rejimini bombalıyordu. O zaman Rusya Bulgaristan’da uçakları için uçuş sahası istemişti. 38. Halk Meclisi bu isteği onaylamadı. Rus uçaklarına Bulgaristan üzerinden uçma yasağı getirildi. Bu harekete yanıt olarak Bulgaristan NATO (2004) ve AB’ye (2007) kabul edildi. O zaman Bulgaristan’ın Başbakanı Boyko Borisov olsaydı, Halk Meclisi bileşimi de şimdiki gibi olsaydı, Bulgaristan NATO ve AB’ye asla üye alınmazdı. Bu konularda halen dilini yutan Ahmet Doğan ve Mustafa Karadayı düeti, dünya savaşa gidiyor savsaklığı ile vatandaşlarımızı yanlış yönlendirmekten vazgeçsinler ve göbekten bağlanmış oldukları totaliter diktacı kadro zincirinden kopmak bir yana daha iyi kölelik nasıl yaparız derdindeler. Bulgaristan Türkleri için bu bir zorunluluktur. Bulgaristan’da maskeler düştü. Bulgaristan sırat köprüsünden geçiyor. Doğru yolu seçemezse AB’den atılan ilk ülke olabilir. 23 Rus diplomatını Londra’dan kovan İngiltere hükumetine Moskova’dan gelen cevap “50 diplomatınızı” çekin oldu. TASS ajansı, Sankt Peterburg’daki İngiliz Konsolosluğu, Rusya Federasyonu’ndaki Britanya Konseyi kapandı haberini verdi. Bulgar siyaset bilimcisi Prof. Evgeni Dynov, “Yönetimde bulunanlar el ele vermişler ve Bulgaristan’ı batıdan koparmaya ve dolayısıyla Rusya’ya bağlamaya” çalışıyor, dedi. Eski Rus ajanı “Skripal ve kızının” Londra’da zehirlenmesi ve Batı ülkelerinin ortak hareketlerinde ağır ve gevşeklikle tavır aldığına değinen Prof. Evgeni Daynov şunları yazıyor: “Rusya saldırganlığının şiddetlendiğini görmeyen kalmadı. 2008’de Rus birlikleri Gürcistan’a saldırdı. Abhazya ve Güney Osetya’yı kopardılar ve bölgesel himaye sağladılar. Batı bu saldırıya karşı gürültü kaldırdı. Ama bir şey yap(a)madı. Sonra yutkundu. Birkaç yıl sonra Rus askerileri Kırın’ı Ukrayna’dan kopardılar. Kırım, Mariopol, Dombas kuşağı Rusya’ya bağlandı. Ardından Rusya Odesa’yı da yutmak istedi. Rus ordusu Romanya sınırına çıkmak istedi. Ukrayna’nın denize çıkışı kalmayacaktı. Bu defa Batı’dan yüksek sesli tepkiler geldi. Ama yine her şey sesli tepkide kaldı. Rus planı bu gürültülü tepki yüzünden değil, Mariopol şehri halkının her evi her sokağı savunmak için aşılmaz bir plan hazırlaması saldırganı durdurdu. Odasa’yı ele ge-


Makale ve Analizler - 2018

101

çirme planı da başarısız oldu. Odesa halkı Rus askerinin çizmesinin nalçalı altında ezilmek istemediğini gösterdi. Bir süre sonra Ruslar Kara Dağda askeri darbe yapmayı denedi, fakat bu da tutmadı. Burada da Karadağlılar darbecilerle kendi güçleriyle başa çıktılar. Bu olaylarda Batı hep gözlerini kaçırdı ve derlenip toparlanamadı”. Batının bu ağırdan alan tutumu yeni değildir. 1930’lu yıllarda Hitler ve Musolini diğer ülkelerden toprak ilhak etmeye başlandığında da böyle bir gevşeklik hakimdi. Polonya’nın işgal edilmesinden ve Almanların Fransa’ya dalmasından sonra uyanış ve fırtına başladı. “Skripal ve Kızı Yulya” bir büyük, gelişmiş ve önde gelen Batı devletinde, “BOV” adlı bir kimyasal savaş silahıyla zehirlenmiştir. “BOV” dünyada yasak bir silahtır. Ordular bunu ancak savaşta kullanabilirlerdi. Geçen hafta Batı demokrasisi bir savaş silahıyla ve kendi devletlerinde saldırıya uğradıklarını görünce çok kızdılar. “Hadi yeter artık bu kadar” diyerek hiddetlendiler. İkinci Dünya Savaşı yıllardan beri Batı ülkelerinin etrafında dolaşıyordu savaş.Bu kez evlerinin içine girmişti. Bugünün kurbanı İngilizler, yarın bize yapılabilir, dediler ve birleştiler. İşte böyle bir anda Boyko Borisov hükumeti dayanışma çizgisinden yan çizdi. Avrupa Birliği ve Birleşik Amerika’dan Rus diplomatlarının kovulması böyle anlaşılmalıdır. Bulgar devlet ve hükmet yöneticilerinin şu günlerde alacağı kesin kararlar ülkenin önümüzdeki 30 - 50 yılda izleyeceği siyaset çizgisini belirleyecektir. Şu anda görebildiğimiz Rusçu totaliter - komünist tabakanın birbirine kenetlenmeleridir. Batıdan uzaklaşma planları hezimete götürebilir. Bulgar yöneticileri Bulgar halkını Rusya kanadı altına toplamaya gayret ediyor. Gerekçe olarak “bilgiler eksik” denmesi de inandırıcı gelmiyor, çünkü 30 ülkenin elinde bilgi var da, bir tek Bulgaristan habersiz yakalandı. Gelecek hafta uluslararası laboratuarlardan “BOV” zehirli gazı ile ilgili analiz ve deney sonuçları geldiğinde, “bilgi yetersizliği” sorunu kendiliğinden ortadan kalkınca ne olacak? Boyko Borisov hükumetini Avrupa Birliği komiserleri geri çevirip, “ilk kararınla doğru yolu bulamadınız, hadi bakalım şu sırat köprüsünden bir daha geçin” dediklerinde ne olacak? İstenen Bulgaristan’ın geleceği ile ilgili doğru politik karar alınmasıdır. Şu anda, dikkati çeken Cumhurbaşkanı seçimlerinden (13 Kasım 2016) sonra ilk kez Cumhurbaşkanı Rumen Radev, Başbakan Boyko Borisov ve muhalefet lideri Kurnelya Ninova’nın siyasi bunalım konusunda ip gibi bir sıraya dizilmiş


102

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

olmalarıdır ve Ahmet Doğan’ın da geçen hafta kutladığı doğum günü mesajında “ben de yanınızdayım” demesi ve her çorbada tuz olmaya çalışan ve hemen TV ekranına çıkan, Bulgaristan Türkleri adına konuşuyorum havalarına giren Osman Oktay’ın da ipleri ve şişleri birbirine karıştırarak bir şeyler söylemeye çalışmasıdır. Eski hamam eski tas artık işe pek yaramıyor. Bu gün Bulgaristan’da ne söylerlerse söylesinler, kafalarında uğuldayan Batıdan kopmak ve Rusya kucağına düşmektir işte gerçek durum bu. Rusya Büyükelçiliğinden aldıkları kutlamalar da hepsini yüreklendiriyor. Şimdilik... Adı geçen tüm bu liderlerin su içtiği Bolşevik ideolojinin en önemli eserlerinden biri olan V.İ. Lenin’in “sıçanın gizlendiği delik” son günlerde aktüel oldu. İkisi de sıçanı yakalamak isteyen Başbakan Borisov ile muhalefet lideri Ninova, bir ağızdan konuşmaya başladılar ve Türkiye ile AB arasında Varna görüşmesinde “ev sahibi” ve bir yere kadar da “aracı” oldukları gibi, şimdi de Rusya ile Batı arasında “köprü” veya “aracı” olmak istiyorlar. Tabi ki, onların bu kutsal niyetleri propaganda yalanları içinde görülmüyor, sıçan gibi deliklerin birinde saklanıyor. Askerler köprüleri ateş açarak nasılsa geçer, ama Bulgaristan’ın Rusya ile Batı arasında “aracı” olması gülünç değil mi?! Bir de orta’da en fazla Rus diplomatı kovalayan ABD var. Üstüne üstelik Bulgaristan AB ve NATO üyesi. Bu işte hem Batı hem de Rusya dışından bir devlet olabilir. Biz 2004’ten beri Batının içindeniz, bütün kademelerinde yer alıyoruz. Çocuklarımız Batıda okuyor. Ekonomimiz Batıya bağlı. Artık istesenizde istemesenizde Avrupa parlamentosundan bir parçayız. Bu durumda nasıl olur da “arabulucu” olabiliriz? Biz bu konuyu ters yönden yorumlarsak. Bugünkü yöneticilerimiz Bulgaristan’ı Batı’nın gözünden düşürmek ve Rusya’nın kolları arasına atmak istiyorlar, işte bunu net diyebilirim. Ahmet Doğan ve O. Oktay’in “biz de Rusçuyuz” demesine başka anlam verilemez. GERB’in Avrupa Halk Partilerini, BSP’nin Avrupa sosyalistleri ve DPS’nin de Liberaller memesinden emdiğini unutmayalım. Amerika, “Mig savaş uçaklarıyla işi olanların hepsi yaptırımlar kapsamına alınacak” demesine rağmen, uçaklarımızı Moskova’ya onarıma göndermemiz de kendiliğinden buna işaret etmiyor mu? Savaş uçaklarımızı Rusya’da onardımıza göre, Bulgaristan yaptırımlara hazırdır. Bunu bize dayatan ise, ülkemizde askeri üsleri bulunan ve “en büyük müttefikimiz olan” ABD’dir. Yapacak bir şey yok. Her şey Arap saçı oldu. Benim kendi kendime sorduğum tek bir soru var. “Devlete ihanet nedir?” Bu sorunun cevabını bir türlü bulamıyorum. Batının Rus saldırısına karşı hazırlıklara başladığı şu günlerde, Bulgar liderlerinin tavrına ne diyelim?


Makale ve Analizler - 2018

103

Şu da asla unutulmamalıdır. Batı ihaneti af etmez. Sonra şu da akıllarda tazedir. 3 hafta önce Batının ısrarına rağmen İstanbul Sözleşmesini meclisten geri çektik. Şu da var, Batı ile insan hakları konusunda imzaladığımız anlaşmaların hiç biri Bulgaristan meclisinde değişiksiz onaylanmadı. Okullarda Türkçe dersleri bu yüzden zorunlu olamadı. Radyo ve TV programlarımızı açamadık. Kültürümüz sakat kaldı vb. Bulgaristan nereye gidiyor? Bilen gören var mı? Bulgarcada “bir torba tuz ve 100 kam şık masalı” var. Burada anlatsam doğru olurdu ama çok uzayacak. Gelecek haftaya devam ederiz. Sırat köprüsünden geçerken devletlerin ve insanların kaderi bir anda değişebilir... Okuduğunuz için teşekkür ederim. Siyaseti birlikte izleyelim.

Bulgaristan Yüksek İslam Şurası’ndan Açık Mektup

BG-SAM-04.Nisan.2018

P Bulgaristan Cumhuiyeti Cumhurbaşkanı Sayın Rumen Radev’e, P Bulgarşstan Cumhuriyeti Meclis Başkanı Sayın Tsveta Karayençeva’ya, P Bulgaristan Cumhuriyeti Başbakanı Sayın Boyko Borisov’a, P Bulgaristan Cumhuriyeti Adalet Bakanı Ssyın Tsetska Tsacheva’ya, P Bulgaristan Cumhuriyeti Başsavcısı Sotir Tsatsarov’a, P Bulgaristan Cumhuriyeti Diplomatik Temsilcilikleri Yöneticilerine, PAvrupa Parlamentosu Başkanı Sayın Antonio Tayani’ye, PAvrupa Meclis Başkanı Donald Tusk’a, PAvrupa Komisyon Başkanı Sayın Jan-Klod Yunker’e, P Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Organizasyonu Başkanı Ssyın Ancelino Alfano’ya, P İslâm İşbirliği Organizasyonu Başkanı Ssyın Yusuf Bin Ahmet ElUseymin’e kadar


104

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

P Yüksek İslâm Şurası’nın Savcı Nedyalka Popova’nın İslâmofobik ve Müslüman Karşıtı Söylemlerinden Dolayı Açık Mektup 3 Nisan 2018 Tarihli ve 844 Numara ile Kabul Edilen Karar Bulgaristan Cumhuriyeti Müslümanlar Diyaneti Yüksek İslam Şura Meclisi antidemokratik veya nâm-ı diğer ile 13 imama karşı açılan davayı takip eden savcı Nedyalka Popova’nın söylemini şidettle kınamaktadır. Savcı Popova’nın bu söylemi Bulgaristan Cumhuriyeti’ndeki bütün müslümanlara ve yurt dışında yaşayan müslüman yurttaşlarımıza karşı nefret suçu niteliğindedir. Savcı Popova tarafından ifade edilen bu söylem, an itibariyle Avrupa Birliği Konseyi’ne başkanlık eden demokratik bir devlet savcısına kesinlikle yakışmamaktadır. İmamlara karşı dava süreci başladığında davalı imamlara açık ve kesin desteğimizi beyan ettiğimizi hatırlatıyoruz. Bir Avrupa devletinin vatandaşlarını dini inançları ve uygulamalarından dolayı yargılaması kesinlikle kabul edilemediğinin farkındayız. Bulgaristan Cumhuriyeti’nde ise dini inanç hakları her türlü unsurları ile anayasal olarak belirlenmiştir. Devletin temel sütünu olan bir kurumun temsilcisinden gelen bu ifade duruşmanın başlangıcında sanıkları savunmak için yaptığımız beyanlarımız uygun, zamanında, yerinde hatta gerekli olduğunu göstermektedir. Savcı Popova’nın ifadesinin yorumlanmasına gerek yok. Savcının ifadelerinden açıkça anlaşılmakta olduğu gibi, Bulgaristan’da yaşayan, çocuk ve torun sahibi olmak isteyen her Müslüman ve Müslüman kökenli Bulgaristan vatandaşlarının yüzdesinin artmasına ulusal güvenlik için bir tehdittir. Bu konuşmada ceza yasası ve ayrımcılığa karşı korunma yasası kapsamında Müslümanlara ve Türklere karşı nefret uyandırma, dini ve etnik temelli ayrımcılık, yabancı düşmanlığı, islamofobi, nefret söylemi gibi fazla suç işlendiği görülmektedir. Bu söylemler, hatta Müslüman nüfus sayısını sınırlamak için “harekete geçmek için” bir teşviktir. Savcı Popova’nın Bulgaristan’daki Müslüman toplumu, ülkenin ulusal güvenliğine bir tehdit oluşturduğu, temsilcilerinin yüksek idari ve siyasi görevlere alınmamaları ve yurt dışında yaşayan müslüman kökenli vatandaşlar anavatalarında hoş karşalanmadıklarına dair bu konuşması var olmayan bir tehdid algısıdır. Bu takdirde biz Bulgaristan Müslümanlar Topluluğu’nun temsilcileri olarak, Cumhurbaşkanı, Bakanlar Kurulu, Savcılık ve Yargı kurumu yöneticilerine soru yöneltiyoruz:Savcı Nedyalka Popova’nın söylemi Bulgaristan’daki Müslümanlara karşı devlet siyaseti ile orantılı mı? Yani bu devlet siyaseti mi yoksa savcının kişisel görüşü müdür?


Makale ve Analizler - 2018

105

Müslüman toplumu insan haklarının elinden alındığı zamanı hatırlar ve bu üst düzey yetkilinin ve yasa savunucusnun bu söylemleri büyük endişeyle bu zamanların tekrar geri geldiği sorusunu kendimize sormak durumunda kalıyoruz! Biz Müslümanlar olarak hiç bir zaman islamofobik ve Müslüman karşıtı söylemlere asla mutabık kalmayacağız. İnsan haklarını koruyan bütün demokratik yasal araçları kullanacağızımız gibi, yetkili Avrupa kurum ve kuruşlarına da başvuracağız. Bizlere Müslüman olduğumuz için suç istinad etmelerine izin vermeyececiğiz. Biz, Bulgaristan’daki Müslümanlar her zaman vatanımızın sadık vatandaşları olmuşuzdur ve olacağız. Gerekli nitelik, eğitim ve uzmanlığa sahip isek de herhangi bir pozisyona tayin edilmek için tam anayasal hakka sahibiz. Müslümanlara yönelik nefret suçundan dolayı Ceza Kanununda ilgili maddeler gereğince Bulgaristan Cumhuriyeti Savcılığı’nı ve ilgili kurumları olayla ilgilenmeleri yönünde davet ve ısrar ediyoruz. Bulgaristan Başmüftülüğü

Yalçın Topçu Bulgaristan’da

BG-SAM-05.Nisan.2018

Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Yalçın Topçu Bulgaristan’ın başkenti Sofya’da düzenlenen Nevruz bayramı programında konuştu. Topçu, “Türkiye ve Bulgaristan arasındaki dostluk ve diyalog ne kadar güçlü, ne kadar sağlam olursa, başta iki ülkenin vatandaşları olmak üzere tüm Balkan ve AB coğrafyasında yaşayan halklar bundan fayda sağlayacaklardır” dedi. “Tüm Renkleriyle Türk Dünyası” Nevruz Balkan turnesi çerçevesinde 8. gösterisini Bulgaristan’ın başkenti Sofya’da yaptı. Türkiye, Azerbaycan ve Kazakistan büyükelçiliklerinin himayelerinde düzenlenen programa Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Yalçın Topçu, Uluslar Arası Türk Kültürü Teşkilatı TÜRKSOY Genel Sekreteri Düsen Kaseinov, Türkiye’nin Sofya Büyükelçisi Dr. Hasan Ulusoy, Bulgaristan’ın eski Kralı Simeon Sakskoburgotski, ayrıca Kazakistan, Azerbaycan Endonezya, Sudan, Pakistan, Mısır, Danimarka, Hollanda, İsrail, Brezilya, Lübnan, Fas, Macaristan Sofya Büyükelçileri ve çok sayıda Sofyalı katıldı katıldı. Şölenede Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekis-


106

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

tan ve Moldova gibi ülkelerden 70’ten fazla sanatçı sundukları gösteriyle Sofyalıları mest etti. “Merhum Başbuğ ve aziz Ülkü şehitlerimizi saygı, rahmet ve şükranla yâd ediyorum” Programda yaptığı konuşmada sözlerine “bugün önemli bir siyaset adamını ölüm yıl dönümü. Türk Siyasetinin önemli isimlerinden ve Milliyetçi Hareketin lideri Merhum Başbuğ Alparslan Türkeş’i ve aziz ülkü şehitlerimizi saygı, rahmet ve şükranla yâd ediyorum” diye başlayan Topçu, AB ve NATO üyesi Bulgaristan’la ilişkilerimizin son dönemde artan üst düzey ziyaretler vesilesiyle geliştiğini görmekten mutluluk duyduğunu belirterek“ülkelerimiz arasındaki ilişkilerden, terörle mücadele de dahil olmak üzere bütüncül bir yaklaşımla halklarımızın ortak yararına ileri götürme konusundaki çalışmalardan memnuniyet duyuyoruz. Geçtiğimiz günlerde Türkiye - AB Zirvesi vesilesiyle Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan ile Bulgaristan Başbakanı Sayın Boyko Borisov yaptıkları görüşmede, ikili ilişkilerimizde kaydedilen ilerlemeleri ele almış; “siyaset, ekonomi, ticaret, enerji, kültür ve beşeri alanlarda mevcut işbirliğimizi güçlendirme imkânlarını da değerlendirmişlerdir” ifadelerini kullandı. “Bulgaristan dışındaki Müttefiklerimizden de aynı desteği bekliyoruz” Topçu şöyle devam etti: “Türkiye, PKK,PYD,YPG, DHKP-C ve FETÖ gibi küresel terör örgütlerine karşı ülke içinde ve dışında BM’nin 51. maddesinden aldığı meşruiyetle mücadele etmektedir. Bulgaristan Başbakanı Sayın Boyko Borisov 6 Ocak 2018 tarihinde verdiği bir mülakatta “Türkiye olmadan gerek terörizmle gerekse göç akımı ile baş edemeyiz. Bulgar güvenlik servisleri Türkiye güvenlik servisleri ile çok iyi bir iş birliği yapmaktadır.” diyerek Türkiye’nin küresel terörle ve terör örgütleri ile mücadelesine destek olduğunu ifade etmişlerdir. Türkiye, masum sivillerin ve dünyanın güvenliği adına küresel terör örgütlerine karşı verdiği bu mücadelede diğer dost ve müttefiklerinden de aynı anlayış ve desteği beklemektedir.” “Her iki ülke için de soydaşlarımızın varlığı ilişkilerimize köprü olmaya devam edecektir” Bulgaristan - Türkiye dostluk İlişkilerinde Bulgaristan vatandaşı olan soydaşlarımızın varlığı iki ülke içinde önemli bir unsurdur. Balkan coğrafyasında Bulgaristan’ın da komşularında soydaşları bulunmaktadır. Her iki ülke için de


Makale ve Analizler - 2018

107

soydaşlarımızın varlığı ikili ilişkilerimize katkı sağlayan çok önemli gönül köprüleri olmaya devam edecektir. “Bulgar halkını Türk misafirperverliğini yaşamaya davet ediyorum” Restore edilerek 7 Ocak 2018 Pazar günü İstanbul’da ziyarete açılan Demir Kilise’ye değinen Yalçın Topçu “Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan ve Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov’un katılımlarıyla ibadete açılan “Demir Kilise”ye Bulgar halkı başta olmak üzere tüm Hristiyan alemini Demir Kilise’ye hem ibadet etmeye hem de Türk misafirperverliğini yaşamaya davet ediyorum” diye konuştu. Ayrıca Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Topçu Bulgaristan’ın eski Kralı Sakskoburgotski’ye günün anısına bir şilt takdim etti. “Nevruz insanlığa mal olmuş bir kültürel değerdir” Türksoy Genel Sekreteri Kaseinov ise konuşmasında Türksoy’un iki kez UNESCO, iki kez de Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda Nevruz kutlaması gerçekleştirdiğini belirterek “Nevruz Türk dünyasının ortak kültürel mirası olduğu gibi aynı zamanda insanlığa mal olmuş bir kültürel değerdir.2009 yılında UNESCO, Nevruz’u “Somut Olmayan Kültürel Miras Listesi”ne dahil etmiştir. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu ise 2010 yılında aldığı kararla 21 Mart tarihini uluslararası Nevruz Günü olarak ilan etmiştir” diye konuştu.

Mevsim Artık Sonbahar

Nedim Akın-10.Nisan.2018

Konu: Köyüm, kökenim ve bendeniz. Yazan: Mustafa Bayramalı - avukat, araştırmacı yazar. Birkaç aydan beri Kırcaali İl Hastanesinin Yoğun Bakım bölümünde ikinci ay yatıyor. Yukarıdaki başlıkla 2015’te çıkan son öykü derlemesinin sonunda kendini anlatan usta yazar Mustafa Bayramali “havada gri renkli bulutlar” sözleriyle başlamış.


108

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Arkadaşım, beyin kanaması ameliyatından sonra üç ay kalmıştı yoğun bakımda. Bir gün kendisinden, “sen gittin geldin, ötesi nasıl!?” diye sordum. Bana tam da son günlerde nabzı sıçrayan, nefesi ciğerlerini doldurmayan, bembeyaz tavana kapalı gözlerle bakarken büyük dostumuz gibi “gri renkli bulutlar” gördüğünü söyledi. Birçoklarımız geçmişini, soy köklerini öğrenmeden göçtü gri bulutlu dünyaya. Köyüm, kökenim ve bendeniz. Köyüm Halaçdere. Halaçdere adının nereden geldiği meselesi beynimi daha çocuk yaşta kurcalamaya başladı. Hadi dere, köyün alt tarafından geçen Kocadere’den alınmıştır, diye düşündüm. İllâ şu Halaç nereden gelmiş ve ne anlama geldiği soruları bana huzur vermedi. DelikanYazar Mustafa Bayramali lılık çağlarımda, Halaç kelimesinin anlamını daha büyüklerime sordum, sözlüklerde aradım. Halaç kelimesini bulamadım da, hallaça rastladım. Anlamı “yorgan yatak gibi şeylerde kullanılan pamuğu, yay ve tokmak ile yumuşatan iş adamı” imiş. Bu beni tatmin etmedi. Pamuk nerede, benim memleketim nerede. Pamuk ovalarda bakılır, dağda taşta yetişmez. Neyse isteksizce razı oldum. Hatta kendi kendimize köyün adını bildiğimiz gibi Halaç değil de, Hallaç olarak yazmağa başladık. Köyün adı 1912 yılında Halaçdere’den Halaç olmuş. 1980 yılı başında da Brezen olarak adlandırılmış. Belli ki köy etrafına sonradan dikilen huş ağaçları (Akağaç) göz önüne alınmış. Demokrasi dönemi geldi ufkumuz genişledi. Ben yeniden araştırmaya koyuldum ve kendimi tatmin edecek bilgilere ulaştım. “Hala” İsmi Türk Boylarından Birinin Adıdır. 9. ve 10. yüzyıl kaynaklarına göre, Halaçlar Afganistan’ın Seyhun’u yakasında yaşayan göçebe bir Türk boyudur. Öz vatanları İran’dır. Memleketleri ise İran’ın Afganistan ve kuzey sınırında bulunan, başkenti Meşhet olan Horasan bölgeleridir. Horasan güneşin yükseldiği yer anlamına gelir. 603 yılında Kandahar havalisinde yaşayan Halaç Türkleri İran’ın kuzey doğusunda Peçinken adlı bir Türk devleti oluşturmuşlar. Bu Soğd ve Fergana bölgelerine de hakim olan bir devlettir. Bazı araştırmacılara göre Halaç Türkleri 480 yılında Afganistan’da devlet kurmuşlar ve bu devlet Göktürklere karşı izlediği yanlış politikanın sonucu 7. yüzyıl sonlarına doğru zayıflamış. Halaç Türkleri 7. yüzyılda, Hz. Osman (ra)’ın Halifeliği zamanında Müslümanlığı en kolay kabul eden Türk boylarından biridir. Hz. Osman (ra), Hz. Ömer


Makale ve Analizler - 2018

109

(ra)’den sonra üçüncü Halife olup Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed (sav)’in ikinci kızı Rukiye (ra)’nin eşidir.. Daha sonra Halaç Türklerinin İran’da kurdukları devlet zayıflamış ve Afşar Türklerinin lideri Nadir tarafından hâkimiyetine son verilmiştir. Netice olarak da Halaçlılar, Hindistan ve Afganistan ile birlikte İran’a, Azerbaycan ve Anadolu’ya yayılmışlar. Burada 70 halaç aşireti Yozgat’tan Sivas’a, Adana ve Kayseri’den, Konya’ya kadar yayılmıştır. 1932 yılı araştırmalarına göre, Türkiye’nin 16 ilinde 16 Halaç köyü mevcuttur. Kuzey Azerbaycan’da da 5 köy Halaç adını taşır. Halaç Türkleri üzerine ilk araştırmayı yapan Alman Türkoloğu Gerhard Doerfer’dir. Ona göre hâlâ İran’ın başkenti Tahran’ın 200 km. Güney Batısında 46 köyde sayıları tahminen 20 bin - 25 bin olan Halaç Türkü oturmaktadır. Her Türkçe bilen kendileriyle rahatça anlaşabilirmiş. Horasan eyaletinde de Halaç isimli üç köy vardır. Halaç Türkleri lehçesinin yazı dili yoktur. Halaçlıların dillerinden ilk söz eden Kâşgarlı Mahmud’tur. Onun “Dîvânu Lugati’t Türk” eserinde. Halaç Sözcüğünün Anlamı “Kalaç”, Yani “Aç Kal”dır. Yıllar sonrası da halk diline Halaç olarak yerleşmiştir. Anadolu’ya gelen Halaçlar Türkiye’deki Türk boylarına, aşiret obaları – Kanglı, Karluk, Oğuz, Onaklarla birlikte Yörük Yasası’yla Yörükler sınıfı altına toplanmışlar. Zaten Halaçlıklar hayvancılıkla meşgul olan Türk oymaklarından biridir. Babasının yerine tahta geçen Birinci Sultan Murat, kendine muhalefet eden kardeşlerini ortadan kaldırıp Anadolu’da düzeni sağldıktan sonra Lala Şahin Paşa’yı yanına alarak Rumeli’ye geçiyor ve 1361 - 1389 yılı Edirne’yi, ardından Filibe’yi ve daha sonra da Balkanlar’ı fethediyor. Bu fetihlerin yanı sıra Rumeli’ye Anadolu’nun çeşitli bölgelerinden Türk Oymakları akını başlıyor. Bu devirde, belki de bundan daha önce, Balkanlar’ın bir bölümüne Yörük sınıfı adı altında Halaç Türkleri de gelip yerleşiyor. Zaten Yörüklerin orduya at, keçi, koyun gibi hayvan sürüleri yetiştirme hizmetlerde bulunan ikinci bir yan asker birlikleri olduğu biliniyor. Bizim yöreye tam hangi yıllarda geldiklerine dair yazılı kaynak yok. Şu an hala ayakta olan Emir oğulları, Kır başlar, Kocabaşlar mahallerindeki eski evlerin temellerinin ne zaman atıldığı da bilinmiyor. Benim köyüm Halaçdere. 1912 yılındaki Balkan Harbinden sonra Bulgaristan devletinde kalıyor. 1934 yılında 818 nüfusu ile 07 Aralık 1934 tarihli 3775 sayılı Bakanlar kurulu emri ile adı Halaç olarak değiştiriliyor. Bizim köyden başka Bulgaristan’da Halaç adlı daha üç köy mevcuttur. Kırcaali ile Çernooçene (Karagözler) belediyesi sınırları dahilinde bulunan Halaçlar


110

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

(Hambarcılar) köyü. 1885’te Bulgaristan Topraklarında kalıyor ve 1900 nüfusu ile 14 Ağustos 1934 tarihli, 2 bin 820 sayılı Bakanlar Kurulu emriyle adı Jitnitsa olarak değiştiriliyor. Yine bugünkü Haskovo ili İvaylograd (Orta Köy) belediye sınırları içinde Halaçlı köyü mevcut. Köy ismi 122 nüfusu ile 14 Ağustos 1934 tarihli, 2820 sayılı Bakanlar Kurulu emri ile Odrintsi olarak değiştiriliyor. Halaçlı isimli başka bir köy de Varna ilinde bulunuyor. Köy 1878 Rus - Türk harbinden sonra Bulgaristan Topraklarına katılıyor. Köyün adı 07 Aralık 1934 tarihli, 3775 sayılı Bakanlar Kurulu emri ile Drandar olarak değiştiriliyor. Bu köyün Ahmet Doğan soyu ve sülalesiyle bir bağlantısı yoktur. Onlar bu köye onun annesinin ikinci evliliğinden sonra taşınmışlardır. Daha sonra da, 4001 nüfuslu olan bu köye sessizce Drındar adı veriliyor. Bunlaerdan başka Kırcaali ilinde, Tokaçka (Tokatçık) ve Çorbaciysko (Çorbacılar) bölgelerinde bu adı taşıyan birkaç da mahalle bulunuyor. Edindiğim bilgilere göre, eski Yugoslavya Sosyalist Cumhuriyeti’nde de Halaç adı taşıyan soyadları ve sülale varmış. Zikredilen bu bilgilerden anlaşılıyor ki, şu anki Bulgaristan Coğrafyası’nda bulunan bu köylerde ve bunlara yakın başka yerleşim merkezlerinde oturan Türk nüfusunun kökü, kökeni Orta Asya’dan, Afganistan, İran ve başka topraklarda yaşamış, Anadolu’ya yerleşmiş ve daha sonra da Balkanlara akın etmiş Halaç Yörük Türklerinin torunlarıdır. Sözüm ona, soya dönüş devrinde sahte bilim adamlarının yalan yanlış yazdıkları gibi Bulgarlardan Türkleştirilmiş etnik topluluk değildir. 1985 yılında araştırıp hazırladığım soy ağacına göre 190 yıl geriye dönebildim ve kökenimde şüpheli bir bilgiye ulaşamadım. Zaten ulaşmam da mümkün değil. Halaç Türkleriyle ilgili yapılan çeşitli araştırmalardan da anlaşılıyor ki, yukarıda adı geçen ve etraf köylerde oturan Türklerin adetlerinde, deyimlerinde, lehçe ve şivelerinde bu gün bile Halaç Türklerine ait unsurlar bulunuyor. Örnekleyelim. Bizim köydeki eve yakın pınarın adı Çöğürçü. Bize bir şey ifade etmiyor. Başka köylerde de böyle isim ve deyim yok. Sözlükleri karıştırsak anlamının çöğüş adlı sazı çalan kimse olduğunu göreceğiz. Çöğüş bir çalgı aleti. İri olan gövdesine göre sapı kısa bir saz. Çöğüş sözcüğünün diğer anlamı da “ağaç, diken, çalı, fidan, ahlat ağacı”. Bu sözcük, Halaç Türklerinin buralara yerleşirken vy pınara verdikleri ad olduğu şüphe götürmez bir gerçektir. Halaç köylerinde kız kaçırma yöntemi ile evlenme usulü, başlık parası, kan davası gütmemek, çok yakın, çok samimi karşılıklı koşuluk ilişkileri, erkek çocuklarına genellikle aile reisleri, gelin adayını tespit etmesi, ölen ağabeyinin eşi, kayını tarafından alınması, gelin yeni eve gelince içeriye girmeden evvel kapının üst tarafına yağ sürüp, çivi çakılması, Dünyanın sarı öküzün boynuzunun üzerinde olduğu ve başını sallayınca deprem olduğu inancı v.s. geçen astın yetmişinci yıllarına kadar bizim yörede de geçerliydi.


Makale ve Analizler - 2018

111

Halaç Türkleri bu topraklara akın ederken en lüzumlu eşyalarının başında eşeğinin, atının semerinin en dokunulmaz bir yerine Kur’an-ı Kerim’i yerleştirmeyi de unutmamış. Buralara Müslümanlığı, ezan sesini getirmiş ve yaymış. Mestanlı (Momçilgrad) Osmanlı eserleri araştırmacısı Hakif Atakan, Eğridere Belediyesi’nin Köstanlar (Golobrad) köyündeki Tumbarların yanık evinde bir Kur’an-ı Kerim bulmuş. Bu mukaddes kitaba sahibi şöyle bir not düşmüş. “Edirne vilayeti, Gümülcine sancağının, Edirne kazasının, Halaçdere karyesinden Molla Hasan oğlu Osman Kızı Ümmügüsüm bu Kuran’ı Kerimi vakıf eylemiştir. Okuyanlar merhumenin ruhuna üç ihlas, bir Fatiha bağışlaya. Bu Kuran’ı Kerimi satanlar onmaya, iki cihanda yüzleri gülmeye.” Osman Kızı Ümmügülsüm Sene 1246 Hicî, 1832 Milâdi Bu Kur’an-ı Kerim şu anda Momçilgrad (Mestanlı) Atakan Kütüphanesi’nde korunmaktadır. Yukarıda sözünü ettiğimiz dört Halaç köyü ve etraf köylerde “Sen Horasanlı mısın?”, “Horasanlı gibi”, “Seni gidi Horasanlı” deyimleri günümüze kadar ulaşmıştır. Halaç Türkleriyle ilgili bizim adamları ve birçok araştırmacı cilt cilt kitaplar yazmış. Ben, bunların çok az bir kısmını karıştırıp okuyabildim. Edindiğim bilgilerden köyüm Halaçdere’nin kökeni İran’ın Afganistan ve kuzey sınırında bulunan, başkenti Meşhet olan Horosan bölgesinde yaşamış ve hâlâ yaşamakta olan Halaç Türklerine dayandığı kanısına vardım. Halaçdere köyü Emiroğlar, Kırbaşlar, Kocabaşlar, Salifoğulları, Kalaycılar, Üstencikler mahakllelerinden ibarettir. Hep Türk adları. Köyümün tarihini tam bilen yok. Köy mezarlıklarınınbazılarında 300 yıllık taşa rastlamak mümkündür. Fakat mezarlıkların daha eski kısımları da var. Mezar taşları irili ufaklı yerli kara taştan. Hepsi Türk İslam geleneklerine göre dikilmiş. Köyümün yaklaşık 600 senelik bir tarihe sahip olduğuna inanıyorum. Köyde, Konyalı, Mersinin Mümin gibi lakaplar var. Demek, buralara gelen Yörük Türkleri o bölgelerden. Yörenin şivesi yumuşak ve akıcıdır. Birçok kelimelerde ön sesteki “k” ünsüzü “g” olur. gara goyun, gara gızım, gara guzum, gara bayır vb. Ancak bu durum her kelimeye yansımamıştır, yani keşiye geçi, katıra da gatır denmez. Yıllar öncesi binden fazla nüfusu olan köyümün, şu an yaklaşık 250 sakini bulunmaktadır. Okulu kapandı, doktoru yok, harap olmuş, avluları diken bürümüş evlerin sayısı çok... Etraf köylere kıyasla buralarda daha çok aydın yetişmiş. Merhum Sait Efendi, Abdurahman Efendi gibileri. İkisi de Şumnu Medresetü’n Nuvvâb mezunudur.


112

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İkisi de öğretmen. Bundan başka Sait Efendi yıllarca Kıcaali İl Müftülüğü’nde kâtip olarak çalıştı. 1950 yılı Bulgaristan’dan kovuldu. Türkiye Cumhuriyeti’nin Akhisar kentine yerleşti. Orada uzun yıllar okul müdürlüğü görevinde bulundu. Abdurahman Efendi de o zaman Kırcaali Türk Tiyatrosu’nun müdürlüğünü yaptı. Bestekar Sami Hatipoğlu Bakü’de öğrenim gördü. Yıllarca Sofya Konservatuarında öğretim üyesi oloarak görev aldı. 1960 yılında Rumeli Türk Halk Türkülerini derleyip kitap halinde notalarla yayınladı. Halen Eskişehir Anadolu Üniversitesi Konservatuarında emekli öğretim üyesi olarak görevlidir. Merhum Mümün Hatipoğlu, Sofya Ünversitesi’nin Bulgar Filoloji Bölümü mezunu olan gazeteci ve öğretmen olarak çalışmıştır. Uzun yıllar Sofya Radyosu’nun Türkçe yayınlarının Güney Bulgaristan Muhabirliğini yaptı. Kırcaali’de çıkan Nov Jivot gazetesinin Türkçe sayfası editörü olarak çalıştı. Bu kimselerden başka Tarım ve makine mühendisleri çok sayıdadır. Köyümün ilkokul ve orta okul öğretmenleri de vardır. Lakin 1989 göçü hepsini köyünden, kökünden koparıp yad ellere attı. Çoğu Türkiye Cumhuriyeti’nde hizmet vermektedirler. Onlardan biri Şevket Haliloğlu’dur, Bursa’nın Yörüklü Mahallesi lisesinde kimya öğretmenidir. Bendeniz Mustafa Bayramali Hasan, yapraklar dökülürken, ayvalar sararırken 1938 yılında, Doğu Rodoplar’ın bağrında, Kırcaali ile Ardino (Eğridere) belediyesinin Halaç (Halaçdere) köyünde dünyaya geldim. Orta öğrenimi doğduğum köyde, lise tahsilimi Ardino “Eğridere” kasabasında ikmal ettikten sonra, Sofya Üniversite Hukuk Mahallesinden mezun oldum. Faaliyetlerime gençlik örgütlerinde görev alarak başladım. Belediye başkanlığı ve hukuk danışmanlığı yaptım. Sonunda Kırcaali’de avukat olarak çalıştım. Gazeteci sayın Resmiye Mümün hanımefendinin bir araştırmasına göre, Kırcaali’nin Bulgaristan topraklarına dahil olmasından sonra buradaki ilk Türk avukatıyım. Edebiyat sevgim daha öğrencilik yıllarında başlamıştır. Dönemin Türkçe gzete ve dergilerinde çeşitli yazılar yazdım. Yetişkin çağıma geldiğimde öykü, fıkra, mizah hikayeleri gibi edebiyat türleri üzerinde kalem oynattım. Çeşitli çalışmalara katıldım. Ödüller kazandım. Öykülerimin bir kısmı Türkiye, Yunanistan, Romanya ve başka ülkelerde de yayımlandı. Öykülerim yaşanmış olayların ta kendileridir. Kesinlikle düş değildir. Dağların, dağlının fısıltısıdır. İlk dönemde yazdığım öykülerimi Şahin Yuvası adı altında toplayıp okuyucularıma sundum. Bu ikinci öykü kitabımdır.


Makale ve Analizler - 2018

113

Mevsim Artık Sonbahar. Eserimi kıvançla sunarken, asıl değerlendirmeyi siz saygıdeğer okurlarıma bırakıyorum. Kitabımda yer alan birkaç gerçek öykünün de konuları demokrasi döneminde yaşanan olayların güncel yansıması olduğundan hoşunuza gitmesini umuyorum... İki oğlan babası ve üç torun dedesiyim. Halen yoğun bakımda olan yazar Mustafa Bayramali Büyümüze geçmiş olsun, acil şifalar diliyoruz.

Nüvvap İlk Basamaktı

Raziye ÇAKIR -10.Nisan.2018

Konu: Eski yıllar yeni döneme hiç benzemiyor. Bulgaristan’da yaşayan azınlıklardan 13 bin çocuğun okula gitmediği haberini okuduğumda şok oldum. 1994’te 96 bin Türk öğrencinin Türk dili dersine girdiğini öğrendiğimde olumlu şok yaşamıştım. 2018’de bu rakamın 6 - 7 bine düştüğünü haber alınca ise bu türden yeni bir haber almayayım diye kulaklarımı tıkadım. Modern dünyada bir insanın kulaklarını tıkaması, hatta siyah gözlükle dolaşması, belirli merkezlerin onun için her şeyi bilmesine engel olmuyor. Osmanlı döneminde dedelerimiz medrese tahsili görmek için Edirne veya İstanbul’a gidiyorlarmış. Birkaç kişi de Kahire’de El Ezher - Yüksek İlahiyatını bitirmiş bildiğim kadarıyla. 1922 - 1923’ten sonra yön değişmiş, köy ve kasaba mekteplerinden sonra bilim basamaklarından çıkmak isteyenler Şumnu Nüvvab okulu basamaklarını çıkmaya başlamışlar. Amaçları basamakları çıktıkça aydınlık yüklenme ve sonra da bu bilgileri ülkenin dört bir yanına saçmakmış. Biz bugün Şumnu’ya gitsek ve günümüzde o yaklaşık bir asırlık geleneği sürdüren İmam Hatip Lisesi’nde Çarlık dönemi Nüvvabçılarıyla ilgili bilgi toplasak, 1945’te kapanan okul arşivinin Eğitim Bakanlığı’na teslim edildiğini, oradan da Bulgar Devlet Arşivi’ne taşındığını öğreniriz. Öğretmenlerle ilgili bilgiler ise bir defa öğrencilerin beynine çok derin çizilmiş, basında, kamuoyunda canlı kalmış ve başımızı geri çevirdiğimizde gördüğümüz o büyük irfan ocağı odur. Bugün bilgi toplamak için insan bilgiye gitmiyor, bilgi insana geliyor. Yakın zamanda, bizden önce yazılmış tüm kitapları, çözemediğimiz tüm ödevlerin


114

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

çözümünü, dinlemek istediğimiz fakat fırsat bulup dinleyemediğiniz tüm müzikleri her an dinleyebilir, görebilir, seçme hakkını kullanabilir. Fakat cep telefonu henüz diploma vermiyor. Cep telefonları farklılık, vasıf, nitelik, farklı tipler de yaratmıyor. Okul, Nüvvab bunu yapabiliyordu. Üstelik Nüvvab öğrenci ve öğretmenlerinde ortak bir ruh, birleşik irade, kolektif davranış yaratabiliyordu. Bu, Türk iradesinden güç alan, Müslüman hu halinde düğümlenmişti. Nüvvab arif Türkler eğitmişti ki, onlar ümmetten Türk kimliği çıkardılar, Osmanlı edebiyatından Bulgaristan Türk edebiyat, sanat ve kültürü süzüldü ve geliştirdiler. Bir asırda 100 Bulgaristan Türk şair ve yazarı bu kaynaktan çıktı. Bu gelişmelerin içinde bu ırfan merkezinden çıkan müftü ve yargıçlar halkımıza birlik olmayı, ekip halinde çalışmayı, yardımlaşmayı esas alan bir ahlak taşıdılar. Bu eğitmen, öğretmen, müezzin, hafız ve müftülerle geliştirilen geleneklere bağlı Bulgaristan Müslümanlarının dürüstlük, namus, adalet ve hoşgörülü birliktelik anlayışı, memleketimizde Doğu ve Batı medeniyetlerinde buluşmuş bir Bulgaristan Türk kimliği oluşturulmasını sağladılar. Bu gelişmelerin Bulgaristan’daki arşivi, ne devlet arşividir ne de kimlerin olduğu belli olmayan gizli arşivlerdir. Bu bilgilerle oluşan maneviyat hepimizde yaşıyor, ibadetimizden güç alıyor ve nesilden nesle akıyor. 1923 ve 1934 faşist darbelerin sıkıyönetim ve yasaklı dönemlerinde okullar kapanır, düşünenler memleketten kovulurken, Bulgar devleti tek milletli bir ulusal kimlik kurmaya çalışırken, Bulgaristan Türklerinin dil, din ve kültürlerini koruyarak ayakta kalmalarında Nüvvab aydınlığı çözümleyici rol oynamıştır. Bu aydınlık ocağında yetişen ilk kadrolar bir yandan gençlerimize Allah (cc)’a, Peygamber (sav)’e ve İslâm’a inanmayı öğretirken, aynı zamanda bol bol dünyevi bilgi de verdiler. 2 - 3 dil bilen kadrolar yetişti. Türkçe ve Bulgarca hüküm veren yargıçlar yetişti. Yetişen kadrolar devlet kurumlarında, mecliste görev alacak şerefli ve bilgili kişilerdi. İlk öğretim kurumuna daha yakından bakalım. “93 Harbinden” sonra Bulgaristan Müslümanları dini ve kamu ihtiyaçlarını artık İstanbul’a bağlı olarak sürdüremeyeceklerini kısa sürede anladılar. Bu sırada Bulgaristan ile Osmanlı Devleti arasında 6 - 9 Nisan 1909’da İstanbul Protokolü imzalandı. 29 Eylül 1913’te ikinci İstanbul Antlaşması’nın İkinci Ek Protokolünün 7. maddesi gereğince Nüvvâb Müftü ve Müftü Vekili Yetiştirmek üzere dini bir okulun açılması kararlaştırıldı. Osmanlı Devleti Bulgaristanlı Müslümanlara ilk büyük yatırımını eğitim - öğretim, yani kadro yetiştirme alanına yapmaya karar vermişti. Bu o dönemin medeniyetinin üstüne çıkıp öne geçmemiz için açılan tek yoldu. Birinci Dünya Savaşı nedeniyle bu anlaşma uzun süre uygulanamadı. Bu okulun ihtiyaçları ve giderleri ile ilgili Çar hükümeti özel ka-


Makale ve Analizler - 2018

115

rarlar aldı. Hazırlıklar 1918 - 1923 yılları arasında gerekli hazırlıklar görüldü ve bu gelişmeler Çiftçi Partisi lideri Aleksandır Stanboliyski gerçekleşti. Okul 2 dereceli ve Baş Müftülüğe bağlı olacaktı. Zamanın Baş Müftüsü Süleyman Faik Efendi 12 Haziran 1920 tarihli bir emirle Nüvvâb’ın İç Tüzük ve Ders Programını yazmakla görevlendirdi. Nüvvâb tali ve âli olmak üzere iki dereceli bir eğitim kurumu olacaktı. 1922 - 1923 öğretim yılında tali (lise) kısmı açıldı. 1923 tarihinde öğrenciler arasında işbirliğini arttırmak, kardeşlik duygularını geliştirmek, kütüphane kurmak ve konferanslar düzenlemek üzere öğrenciler tarafından bir dernek kuruldu. Bu dernek Nüvvab’ın tarihi boyunca çok aktif rol oynamıştır. Daha sonra Bulgaristan Çarlığında Öğretmen örgütlerini, Turan, edebiyat, sanat ve sportif derneklerini kuranlar da bu kadrolardır. Bu okul Bulgaristan Türklerinin dini ıslahat çabalarının da odağı haline gelmiştir. Nüvvab ders programı çok yüklü ama modern eğitim kurumlarına uygun bir enstitüydü. Kur’an, Arapça, Farsça, fıkıh, kelâm, ahlâk, İslâm tarihi, umumi tarih gibi derslerin yanında müfredatın büyük kısmını matematik, botanik, coğrafya, Bulgarca, Bulgaristan tarihi, umumi tarih, Türk edebiyatı, hüsn-i hat, resim, tabii bilimler, kozmoloji, kimya, fen-i tedris ve terbiye gibi dersler oluşturuyordu. 1933 yılında tali kısmına lise statüsü verilince ayrıca pedagoji, yerbilim, beden eğitimi, el işleri ve musiki dersleri ilâve edildi. 18 Ekim 1930’da Nüvvab’ın 3 yıllık ali kısmı açıldı. Bu bölümde din, medeni ve dünya hukuku, hukuk bilimi, usul hukuku, aile hukuku, iktisat ve ekonomi hukuku gibi dersler yer aldı. 9 Eylül 1944’ten sonra Komünist Partisi Nüvvab’ın bir Türk lisesine çevrilmesi, Bulgar liseleriyle eşit haklara sahip olması, ali kısmının da Yüksek Pedagoji Enstitüsüne dönüştürülmesini önermiş ve okulun dini niteliğinin ortadan kaldırılmasına yönelik çalışmalar başlatılmıştır. 1945 - 1946 öğretim yılında eğitim süreci beş yıldan dört yıla indirilmiştir. İlk kez okula Türk kız öğrenciler de kaydedilmiştir. 1949 yılında din dersleri kaldırılmış ve okul Nazım Hikmet Türk Lisesi adını almıştır. Nüvvab bitirenler müftü, müftü vekili, imam ve şer’iyye mahkemelerinde kâtip olabiliyordu. Enstitünün ali kısmının ilk mezunlarını vermesiyle müftülük görevine sadece bu kısımdan tayin yapılması kararlaştırıldı. 28 Haziran 1933 tarihinde Nüvvab pedagoji bölümü mezunlarına öğretmenlik hakkı tanındı. Bu hakkın elde edilmesi geliştirilmesi içim 1927’den başlayarak öğrenci boykotları şeklinde güçlü gençlik eylemleri gerçekleştirildi. Tabi kısmı 1947’de kapatılıncaya kadar 676,


116

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ali kısmından 1945’e son dönem dahil 67 kişi mezun oldu. Toplam 743 kişi mezun oldu. Nüvvab’ta bütün sürede ders kitabı ve yardımcı kitap sorunu yaşanmış olmasına rağmen, analiz ve karşılaştırmaya dayalı bir eğitim usulü uygulayan enstitü başarılı kadrolar yetiştirmiş ve Bulgaristan Müslümanlarının Türk kimliğiyle uyanmasında olağanüstü büyük bir rol oynamıştır. Açık kaldığı yirmi yedi yıllık süre boyunca Nüvvab’da sırasıyla Emrullah Efendi; Yusuf Ziyaeddin Ezheri, Ahmet Hasan (Davudoğlu), liseye dönüştürüldükten sonra da Beytullah Şişman müdürlük yapmıştır. Kapatıldığı döneme kadar aralıksız hocalık yapan Yusuf Zeyaeddin Ezheri ve Süleyman Sırrı’nın da aralarında bulunduğu 36 hocadan üçü Bulgar, altısı Türkiyeli, diğerleri de Bulgaristan Türkü idi. Hocalardan 10’nu Nüvvab’ın ala kısmından mezun olmuştu. 1950 yılları göçünde Ahmet Davudoğlu, Osman Keskioğlu, Hafız Nazif Konuk, İsmail Ezherli, Osman Kılıç, Halil Ali Osman Aydoğdu’nun da içlerinde yer aldığı hocaların önemli bir kısmı Türkiye’ye göç ederek çeşitli kurumlarda hizmet verdiler. Medrese 1950’den beri kapalı olsa da, orada yetişen kadroların hizmetleri Türkiye’de olduğu gibi Bulgaristan’da da aktif bir biçimde hizmet vermeye devam ettiler. Demokrasi döneminde birisi Şumnu’da Nüvvab Okulu binasında olmak üzere, Bulgaristan Müslümanlarının dini ihtiyaçlarını karşılamak için üç İmam Hatip Okulu ve Sofya’da bir Yüksek İslam Enstitüsü açıldı. Bugün çalışmalarına devam ediyor. Ne ki, bu kurumlar arasında çok büyük farklar var...

ABD Korktu

Raziye Çakır-12.Nisan.2018

Konu: Ankara zirve görüşmesinin Ceo-politik mesajları. Yazan: Zornıtsa İlıeva - “Duma” gazetesinden. Putin - Ruhani - Erdoğan el skıştı. Ankara resmi dünya medyasını dolaştı. Basın bu fotoğrafı “güçlerimizi birleştirdik” şeklinde yorumladı. Rusya-Türkiyeİran Ankara görüşmesi önemli olmakla birlikte bütün dünyaca yakından izlendi. Aynı zamanda “yeni birşeyler oluyor, gelecek için belirleyici olan birşeyler başlıyor” şeklinde gelen en kesin sinyaller parladı.


Makale ve Analizler - 2018

117

Bu görüşlere, “Birleşik Amerikanın Korktuğu Birşeyler Oluyor” gibi ekler de geldi. Bu yeni görüşün biçimlenişi ile ilgili tartışma yürütülebilir, fakat bu üçlü görüşmede alınan kararları ve uyumlanan sözleşmeleri göz ardı edemeyiz. Türkiye Dışişleri Bakanı yayınladığı bildiride, “Rusya ve Türkiye ile her konuda anlaşmaya varabildiğimizi böyleyemeyiz” dedi. Ne ki, Suriye’nin geleceği ve Esed ülkesinde 7 yıl savaşından çıkması gibi olağanüstü önemli konularda kararlar alındı. “Suriye dışında bulunan güçlerin ülkeyi parçalama düşüncelerinin bir yana atılması” gerekiyor. Ankara’nın açıklamasına göre, “kırmızı çizgi Suriyenin bağımsızlığı ve toprak bütünlüğüdür.”, “Suriye’de terörün yok edilmesi” ve “ABD’siz bir Suriye” ve ayrıca “Suriye halkının geleceğini belirleyecek olan Suriye halkıdır ve hiç kimsenin müdahaleye hakkı yoktur” konularında üç devlet arasında bir anlaşmaya varılmıştır. Bu arada “savaş yıllarında ülkeyi terk eden Suriyelilerin geri dönmesi ve Fırat nehrinin Doğu’sunda PYD güçlerinin ABD destekli bir devlet kurmalarına olanak tanımama” gibi konularda da kesin anlaşmaya varılmıştır. Ankara’nın, “Türkiye’nin “Zeytin Dalı” operasyonuyla ele geçirdiği Suriye topraklarını Şam hükumetine bırakarak, Suriye’den geri çekilmesini beklediğine” ilişkin İran Cumhurbaşkanı Ruhani’nin demecine cevap vermesi de gerekecektir. Bu nedenle olacak, “Türk iletişim araçlarından bazıları Ankara ile direk temasa geçildiğinde, bu süreçler hızlanacak” yani “hem Menbiç’te hem de Fırat’ın doğusunda işler hızlanacak” şeklinde yorumlar yaptılar. Türkiye Dışişleri Bakanlığı şu aşamada, “İranlılar güvenliğimizi sağlama konularında bizim endişelerimize anlayış gösteriyorlar, etkinlikleri Şam ile uyumlama konularında görüş birliğinde buluşamadık” görüşünü açıkladı. Bilinen Türk gazeteciler, henüz zamanı gelmemiştir “fakat yakın zamanda bu da olacak” görüşünde birleştiler. Putin, Erdoğan ve Ruhani’ye bu soru yöneltildiğinde alınan yanıt ise, ancak bir tebessüm olmuştur. “Erdoğan’ı Şam ile temas kurmaya davet edildiği” gazetecilerin çıkardığı sonuçtur. “Şimdiye kadar Türkiye Batı hegemonyasına boyun eğerken artık yeni bir aşamanın kapısını açıyor” gibi sonuçlar çıkaran Türk köşe yazarları, “ilk hedefte, Afrin operasyonu esnasında Türk birliklerinin ele geçirdiği bölgelerden kaçan teröristlerin konuşlandığı Tel Rifat olmak üzere, Menbic yönündeki Türkiye askeri operasyonlarına devam edecektir. Tel Rifat Türkiye - Suriye sınırına yakın bir yerdir.” Ankara “Türkiye için tehlike olduğu” görüşündedir. Türkiye için tehlike olduğu görüşü Rusya ve İran Başkanlarına anlatılmıştır. Tel Rıfat’ın bir PYD sığnağı olmaması arzusu ifade edilmiştir. Türkiye Cumhur-


118

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

başkanı Erdoğan, Türk birliklrinin “terörden temizlediği” bölgelerde yani Kürt güçlerin terk etmeye zorlandıkları bölgelerde normal günlük yaşma geçilmesi olanaklarına imkan verilmesini istemiştir. Menbic’e doğru ilerlemeyi engelleyen başka nedenler de var. Bu bölgede yalnız Kürt değil, Amerikan birlikleri de var ve Türkiye onların bölgeden çekilmesi için aylardan beri Vashington’la görüşmeler yürütüyor. Şimdiki aşamada Türkiye Dışişleri Bakanlığı, “Amerika yeni Dışişleri Bakanı görevine başlamadan ayrıntılara girmek istemediği” görüşünü açıkladı. Vashington’la ikili ilişkileri gerginleştirmekle kalmadığı gibi, geleneksel yakın müttefiklik ilişkilerinde de güvensizlik yarattığı biliniyor. Bu konu, Erdoğan’ın “bu sayfa artık kapandı, anlaşma imzalandı” dediği, Rus C - 400 füze savar sistemlerinin satın alınmasıyla kapanmadı. ABD - Türkiye uyumsuzluk konularından biri “Zarrab” davasıdır. Yakın günlerde ne gibi haberler çıkacağı ilgi uyandırsa da, “Türkiye’nin geri dönüşü olmayan yeni bir yola girdiği” görülüyor. Ufukta Doğu olsa da, acaba bu gergin ve endişeli ortamda, Türkiye Cumhuriyeti Başkanı Erdoğan geleneksel siyaset edevam etmeyi seçer mi? Hürriyet gazetesi şöyle yazdı: “Batıdan kopmamak şartıyla, Rusya ile dostluklara evet”. “Yeni Şafak” gazetesi analizinden ise şu çıktı: “Rusya’yı kenara sıkıştırma ve Türkiye’yi gemleme planı suya düştü.”, “Doğu yükselirken, Batı nefes alamıyor, tık nefes oldu.” Dahası var “siyasi genetic devam ediyor, biz ise sabırlı, kararlı ve mukavemet göstererek devam edeceğiz, çünkü Selçuklular bizi 21. Yüzyılın artasına yerleştirecekler.” Bu sonuncusunun “tarih köklerinin yeniden yapılandırılması siyasetiyla ilintilidir. Türkiyenin Osmanlı devrinde başı çeken motor gücün Selçiklular olduğuna” işaret ediliyor. Moskova ile Ankara arasında yalnızca bir taktik işbirliğinden değil, aynı zamanda “stratejik partnörlükten” de söz ediliyor ki, bu da ceo-politik oyuncuların kulağına gitmiş olmalıdır. “Büyük Türkiye” çizgisi izleyen Erdoğan için bu doğaldır. Bu ona yeni seçim zaferi kapısını açarken, 2023 yılını Türkiye Başkanlık Cumhuriyeti lideri olarak karşılamasına temel oluşturacak ve Türkiye’nin Cumhuriyet ilan edilişinin 100. Yıldönümü torenlerini yönetmesini de sağlamış olacaktır. O ülkesinin Osmanlı azametinden gururla söz ederken, Türkleri şanlı geçmişlerinden ve yakın gelecekte büyükler arasında yer alacağından gurur duymaya davet ediyor. Çöken Osmanlı imparatorluğu hakaretlerine katlanan bir devletten, Yeni yeni doğan çok kutuplu dünyada başı çeken devletlerin arasında yeni dünya düzenini dikte eden anka kuşu gibi parlayacağına inanç aşılıyor.


Makale ve Analizler - 2018

119

Bu stratejik mesajda Ankara’da düzenlenen üçlü stratejik görüşme sonuçları bir aşama olabilir mi? Bunun anlaşılabilmesi için zamana ihtiyaç var. Türkiye ile Rusya arasında ekonomik ve ticari işbirliği, “Türk Akım” da stratejik işbirliği, “Akkuyu” Atom Santrali, ortak üretim alanlarını da kapsayan askeri işbirliği Suriye, Irak ve genel Yakındoğu görüşmelerinde 2. Planda kaldı ve çok kesin mesajlar verildi. Kuralları yine mali sorunların dikte edeceği Suriye’yi yeniden inşa etme sürecinde menfaatler taraflar arasında anlaşmalar imzalanmasını zorunlu kılıyor. Bu işte yorganı kendi üstüne çekmek isteyenlerin dayanak nokrası yine mali konular olacaktır. Suriye’nin Birleşmiş Milletler resmi temsilcisi Başar Caferi, bağlantısız ülkelerin Bakü Konferansında, Şam’ın Suriye’nin yeni anayasasını hazırlama komisyonuna girmek isteyen adaylar listesinin derlenmesi işinin Rusya ve İran ile devam ettiğini bildirdi. O, Türkiyenin adını söylemese de, Ankaraya yönelttiği istekte, “Putin’in Erdoğan ve Rohani ile yürüttüğü görüşmeler neticesinde, Ankaranın askerlerini topraklarımızdan çekmesini bekliyoruz” dedi. Şam, terör örgütlerini izlemek amacıyla İdlib’e hafif silahlı birlikler göndermeyi üslenen Ankara’nın bölgeye ağır silahlı askeri birlikler göndermekle Astana Sözleşmesini ihlal ettiği görüşünü savunuyor. Birleşik Amerika destekli Suryeli Kürt asi güçlerinin bu bölgelerde bir devleti kurumlaştırma çabaları yalnız Ankara’yı endişeye düşürmüyor. Bölgedeki güçler arası durumu da gerginleştiriyor. Putin’in Ankara’da söylediği, “Suriye Kürtlerinin ülkenin politik yapılanmasında yeri olmalıdır, fakat bunu belirleyecek olan ancak Suriye halkı olur” sözleri, Erdoğan için yeterli olmayabilir. Suriye’nin toprak bütünlüğü ve egemenliğinin korunmasına ilişkin uyumlanan karar bu konuda daha büyük güvence sağlasa da, Birleşik Amerika ve müttefiklerinin kararının ne olduğu henüz bilinmiyor. Suriye’ye Fransız askeri birlikler gönderme arzusunu açıklayan Mackron, bölgede konuşlanmış olan taraflar arasındaki gerginliği daha da arttırdı. Birleşik Amerikada Başkan Trump, Pentagon, Senato ve demokratik parti tutumları arasında konum belirlemek oldukça zor bir ödevdir. Bulgaristan olarak, bizim için önemli olan, kim nerede, kim kiminle, bizim köklerimiz hangileri ve ne durumdadır, çıkarlarımız nerededir ve yeni kurulan dünya düzeninde yönelimimiz nereyedir gibi Ankara’daki üçlü görüşmeden çıkan mesajları nasıl okuyacağımızdır. Durumumuz zaten bellidir. Büyükler önünde boyun eğmek ise adetimizdir.


120

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Türk - Bulgar Dostluğu Kapıda mı, Yoksa...?

Rafet Ulutürk-12.Nisan.2018

Seçim Ufku, Demokratik Bulgaristan? Konu: “Demokratik Bulgaristan” muhalefet hükümeti kuruldu. Bulgaristan’daki politik yamasının her elbisede süs gibi durmasında ve halka “çok yakışmış” görüşünün dayatılmasında en fazla katkısı olan araştırma ajansı Gallup İnternational’dır. Bir defa bu ajansın ABD Gallup... ile bir ilişkisi olmadığını açıklayalım. Bizimkisi daha fazla BBSS merkezine bağlı ve kafa karıştırma işlerinde ustalaşmıştır. Hem “muhalefetteyim” diyen hem de iktidarı destekleyen bu ajans, son günlerde, hele de 26 Mar günü yapılan Sayın Recep Tayyip Erdoğan - Avrupa Konseyi ve Koalisyon Başkanları görüşmesinden sonra, Başbakan Boyko Borisov’u öve öve göklere çıkarırken, neredeyse yine Varna’da bir de AB - Rusya zirvesi hazırlamayı düşünürken ve 2 - 3 günde bir açıkladığı sosyolojik araştırma sonuçlarında GERB - sözde “yurtseverler” hükümeti için “çok başarılı” derken, hiç beklenmedik ve sosyolojik araştırma sonuçlarına da yansımayan bir şekilde, ansızın Demokratik Bulgaristan parlamento dışı sağ muhalefet hükumeti, bakanlar kurulu üyeleri, bakan yardımcıları ve yeni alternatif hükumet programı hazırlayacak kişiler ve uzmanlar açıklandı. Bulgaristan TV ve basında patlama yaşandı. Bu açıklamayı yapan, II. GERB hükumetinde Adalet Bakanı görevinde bulunan ve köklü bir Adalet Reformu yasa önerisini meclise sununca, o zaman HÖH Genel Başkanı görevinde bulunan Lütfi Mestan engellenmesiyle suya düşürülen, engellenen girişimin ısrarlı devamıdır. Bu nedenle olacak Demokratik Bulgaristan girişiminde, NATO’cu, Batıcı, AB’ci ve ABD’ci güçlerin başı olan Lütfi Mestan yok. Birinci Borisov hükumetine katılan, ama Borisov tarafından engellendiklerinden dolayı hiç bir reform gerçekleştiremeyen aydın kesim yeniden kendi başına ve Müslümanlardan uzak başkaldırdı. Güner Tahir’den Mustafa Karadayı’ya hatta tüm Türk partilerinin tamamen siyaset dışı bırakılması ilginçtir. Yeni sağ merkezciler sanki bizi topluca dışlıyorlar veya... Demokratik Bulgaristan muhalefet kabinesinin Başbakanı yok.


Makale ve Analizler - 2018

121

Seçim ve program hazırlamak için kurulan bir kabine ortaya çıktı. Reform paketinin içindeki en ağır kısım Adalet Reformu, Eğitim Reformu, Eğitim ve Teknoloji Reformu ve çevre sağlığı siyasetini yeniden düzenleyecek dönüşümler başta geliyor. Aslında reformcular bir defa bu işi denemişlerdi de başaramadılar, GERB partisi bu siyasi gücü 2016’da parçaladı, birbirine düşürdü ve meclis dışı bıraktı. Bu güçlerden birisi Kasım Dal’ın yönettiği Halkın Hürriyet, Şeref ve Demokrasi partisiydi ve “DOST Birliği” sloganıyla birlikte 26 Mart 2017’de seçimlere girmişler, barajı atlayamamışlardı. Demokratik Bulgaristan parlamento dışı muhalefet hükümeti, bu defa Bulgaristan’da kamuoyunu işleyip her gün yeniden biçimleyen Gallup kamuoyu oluşturma grubunu mat etti ve yere serdi. Bu sosyolojik grup Moskova’daki Rus Stratejik Araştırmalar Merkezi ile sıkı işbirliği içinde olup Bulgaristan’la ilgili araştırma sonuçlarını işlenmiş şekilde merkezden alıp direk uygulamaya koyuyor. Bu merkez olayları sürekli izlerken Demokratik Bulgaristan mayalanmasını ve oluşumunu yakalayamamış olup muhalefeti can çekişen ya da bir daha asla dirilemeyecek bir ölü görüyorlardı. Bu arada şunu da hemen belirtelim, Bulgaristan kamuoyunda kazanını ısıtan, ya da kalaycılıkta nışadırı eritme işini yapan bizdeki “Ataka” ve “VMRO - İç Makedon Devrim Örgütü” ikilisi de bu defa gafil yakalandılar. Demokratik kıpırdanıştan haber alamamışlar. Bu gelişmenin ardında 1990’lı yıllarda tek başına iktidar olmayı başaran İvan Kostov’un bulunduğu seziliyor. Çünkü günümüz iktidar ortakları, son gelişmeler demokratların iktidarda olmasını istemiyor. Aşırı sağcı 3 parti, zaten Reformcu Blok (RB) - 5 partili koalisyonundan geri kalan siyasi boşluğa yerleştiler. Kafaları Moskova’ya bağlılıkla, cepleri de Ruble dolu bu siyasi güçler, “Skripal” olayında ülkeyi NATO ve Avrupa Birliği dışında bıraktılar. “Ortaklık bozulur” dediler. Coğrafi konumu belli olmayan bir “Güney Doğu Avrupa” ülkesi olarak kabak çiçeği gibi açtık. “Skripal” olayında Bulgaristan kamuoyunun % 54’ü Rusya’yı haklı gördü. Burada hatırlatılması gereken geçmişten kalma ve şimdi “Skripal” zehirli gazla yok etme denemesinde tekrar eden bir olay var. 1980’li yıllarda Todor Jivkov totalitarizminde Londra’ya kaçıp sığınan Bulgar yazar Georgi Markov bir şemsiyeden ateşlenen zehirli bir saçmayla bacağından vurulmuş ve ölmüştü. Daha sonra yine Bulgar gazeteci Kostov, Rus istihbaratçısı gibi olaylarda bu kişisel katliamlar belirli aralarla yenilenmişti. Burada önemli olan bu katliam düzeneğini çevirenin kim olduğu bilinse de, 30 yıl içerisinde hiç kimse tutuklanmadı, hatta sorguya dahi alınmadı. Kısaca 30 yılda kimse yargılanmadı. Bu konuda Bulgar toplumunun içindeki korku buharlaşmadı. Boyko Borisov hükumetinin Doğu ile Batı arasındaki sözde “denge” sağ-


122

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lama siyaseti, aslında bu somut durumda katillerden yana, bir ülkenin İçişlerine kimyasal silahla müdahale etmekten ve bu işleri yapanların cezasız kalmasından yana yön almıştır. Bu olan özellikle Bulgaristan için son derece ve olağanüstü önemlidir, çünkü 34 Türk hak ve özgürlük savaşçısının kurşunlanarak öldürüldüğü 1985 - 1989 olaylarında katliam işleyenlerin hiç birinin de kılına dokunulmadı. Cumhurbaşkanı Petır Stoyanov ve Başbakan İvan Kostov’un 1990’lı yıllarda sözüm ona “soya dönüş” süreci için bir “katliamdır” deseler de Adalet mekanizmasının çalışmadı çalıştırılamadı, eski dönemde yaptıklarından hiç bir katilin tutuklanmadığı, adil yargılanıp içeri atılmadığı bir ülkede bu sözlerin değeri “sıfır”dır. Adalet konusu günümüz Bulgaristan’da özgürlük, demokrasi, insan hakları, azınlık hakları gibi konuların önünde gelir. Çünkü insan hakları, hukuk üstünlüğü olmadan hiç bir şey elde edilemez, savunulup korunamaz. Son aylarda çok gürültülü gelişen, Bulgaristan’ın Batı Balkan devletlerini Avrupa Birliği’ne kabul etme siyasetinin de geleceği olmadığını herkes gördü. Bir defa Yunanistan Makedonya’nın adının değiştirilmesi konusunda taviz vermezken, Kosova’yı bir devlet olarak asla tanımayacağını açıkladı. Sırplar da Priştine ile toprak kavgası içindedir. Tiran’ın Büyük Arnavutluk hayalleri de asla sönmemiştir. Bölgedeki 7 devletin yedisinde de etnik ve kültürel azınlık sorunları, çözülmemiş, çözülemeyen problemler var. Eski tarihi ve değerleri hiçe sayarak gömerek, kültürel ve tarihsel mirası hiçe sayarak ve Batı Balkanlardaki etnik ve kültürel azınlıklarla ilgili siyasete saygılı olmadan, ölçmeden yeniden biçmek ve terzi makasını hep kendinden yana oynatmak, bölgedeki hiç bir ülkenin haddine değildir. Kültür işler üstüne büyük hesaplar yaratarak bölgesel egemenlik hesapları yapmak tamamen yanlıştır. Balkan devletçiklerinin hepsinin milli ve etnik azınlık haklarına, tarihine, diline ve dinine, her vatandaşın bireysel ve kişisel haklarına gerekli olan meşru, yasal saygıyı göstermeden bu yönde hiç bir adım atılamaz. Birçok defa özel yorumlar yazarak, GERB partisi ile BSP partisinin arasında göbek bağı olduğunu, bu iki partinin 1944 - 1989 döneminde yönetimde bulunan Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) devamı olduğunu yazdık. Sosyalist Parti (BSP) BKP’nin sivil kanadının, işçi ve köylüler arasındaki komünistlerin devamı olduğunu defalarca yazdık çizdik. Bu partinin kendi başına ve tek parti olarak iktidar olabilmesi imkansızdır, çünkü üye bileşimi çok yaşlanmıştır. Partili ve seçmen sayısı ve oranı düşüyor, BSP ülkeye halen alternatif gösteremiyor.


Makale ve Analizler - 2018

123

GERB partisi ise 1989’dan önce partisizleştirilen, yanı BKP partisinden ihraç edilen polis, sivil, ordu, itfayiyeci ve devlet kurumlarındaki partili kadrolardır. Partisizleştirilmiş olmaları onların inanç ve ruhunu değiştirmemiştir. 16 yıldan sonar 2005’te bu siyasileştirilmiş olan güçler gönülden Moskova’ya bağlı olsalar da ABD ve Almanya desteğiyle yeniden partileştiler ve iktidar oldular. Onlar artık sağa bakıp solu görecek durumda olgunluk gösterecek durumda olgunlaşmışlardı. Bu hareketin başını çeken ve 3. Kez başbakan olan Borisov’un son 9 yılda en büyük derdi işte bu Doğu-Batı arasındaki dengede ezilmemek, sıkışık kalmamaktır. Öte yandan Demokratik Bulgaristan hareketi kuranların karşısına yeni dev bir rakip de hemen boy göstermeye başladı. Yeni projenin mimarı, Moskova merkezindeki stratejik düşünür, Bulgaristan’dan sorumlu Reşetnikov’dur. Onun görüşüne göre Bulgaristan vatandaşlarından % 80’ni Rusya sevenlerdir. Bunlar artık 5’inci kuşak Rusçu’dur. Rusçu tabakanın okumuş, okumamış, sağlıklı veya sağlıksız olması hiç önemli değil, önemli olan onlara umut kırıntısı saçarak, oylarının başarılı toplanmasıdır. Parlamento’da kesin çoğunluklu bir parlamenter nüve oluşturmak ve NATO ve AB üyesi bir Bulgaristan’a nefes alma ve yaşama hakkı tanımaktır. Moskova’nın baskısıyla kurulması muhtemel olan yeni bir GERB - BSP koalisyon hükumeti hiç birimizi şaşırtmamalıdır. Bugünkü GERB ve BSP yönetimi aynı nesilden insanlardır, aynı kışlada askerlik yapmış, aynı üniversitelerde eğitilmiş ve hayat hakkı kazanmış kişilerdir. Bulgarlar, Batıya bakan ama Doğuya dua eden kişilerdir. Anlaşılan yeni bir ortamın başlangıcındayız. Gallup gibi beyin yıkama ve beyinlere yanlış dolgu yapma ajanslarının ödevleri büyüktür. Şimdi seçmenleri GERB - BSP, Boyko Borisov K. Ninova kavgalarının gereksiz olduğuna alıştırmak gerek. Bu işte, Türkleri ve tüm Müslüman seçmenleri “susmaya” davet eden Varna’ya bağlı “Halaç” /Drındar/ köyünden olduğunu iddia eden, ama Sofya kenarında bir kotrada (Saray) 6 yıldan beri kapalı tutulan Doğan’ın da rolü az değil. Bu susmanın nedenine gelince, Şimdi Gallup Ajansının hemen bir “araştırma” yapması ve içinden kulaklarından sımsıkı tutulmuş beyaz bir tavşan çıkararak, “halkımız büyük GERB - BSP koalisyonu” istiyor haberini yaymasıdır. Şöyle bir gerçek de var. Bugün Bulgaristan’da işbaşında olan sosyolojik araştırma yapan ve 30 yılda ajans şefi durumuna yükselen sosyologların hemen hemen hepsi komünist Başbakan Andrey Lukanov tarafından işe alınmış ve gö-


124

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

reve atanmıştı. Bugün bu sözde uzmanların hepsinin ipleri Moskova’da Ofisi olan General Reşetnikov tarafından yönlendiriliyor. Yalan yanlış sosyolojik sonuçlar çıkaranlar halka en büyük kötülük yapanlardır. Drındarlı “düşünür” Doğan’a çenesini tutup, düşünür gibi yapıp bir şeyler gösterirken Batıya bakıp Rusya’ya yeni öpücük gösterme vakti bekleniyor. Şu iyi bilinmelidir: Ahmet Doğan’ın “esasız ve asılsız” konuşma sayfası HÖH 8. Kurultayında kapandı. Oktay Hasan Yeni Mehmedov bir kurusıkı tabancayla hem Bulgaristan Türklerine hem de Bulgaristan’da “yüzünü kimsenin görmediği” kulis güçlerine büyük hizmet yapıldı. Türkler Doğan’dan sanki kurtuldu. Kodes - saraya kapanınca Moskova ile olan telefon bağları kesildi. “Kulis” babası ne derse “saraya” gönderiyor ve sonra Doğan’ın traşlı fotoğraflarından biri seçilip, “Doğan şöyle dedi” bildirisi okunuyor. O görüşlerin hiç birisi Doğan’ın ne kafasında doğmuş, ne de kaleminden düşmüştür. Bunlar, Moskova’nın Bulgaristan Müslümanlarına mesajlarıdır. Bu defa gecikiyor. 8.Kurultay salonunda Oktay Yeni Mehmedov’u en fazla tekmeleyenlerin videosunu izledim. Hiç işe yaramayanlar, örneğin Karadayı gibiler “sopacı başı” kesilmiş. Türkiye’den giden STK’larda o videoda yerini almışlar hatta onlara da dava açılacaktı son anda iptal edildi... Zavallı Lütfi Mestan, “yapmayın, öldüreceksiniz” diyenler arasında sivrilmiş. Yeni bir hareket doğarken öldürülmek, ezilmek istemişti. Oktay yıllarca içerde kaldı. D.Peevski ve Karadayı 20 yıl içeride kalması için Başsavcı Tsatsarov’u bayağı zorladılar. Ne işse “kulis babası” razı gelmedi. Oktay da iyi oyuncu çıktı. Dayandı, yattı, çıktı, kenara çekildi. Neyle geçinir bilemem, ama sağ salim olduğunu biliyorum. Lütfü Mestan, “kulis babasının” onu neden partiden attırdığını henüz anlatmadı. Şu DOST da nasıl bir partidir birader, Artık 2 yıl oldu fakat hala bu çocuk tay duramıyor. Çok samimiyim etrafına topladığı kadrolarda da pek iş yok. İmam hatipli kadrolar dua eder, particilikten anlamaz. Birkaç gün önce Doğu Rodop belediyelerini dolaşırken Başkan Yardımcısı Mehmet Hocov çok isabetli bir laf söyledi: “Bir arpa boyu yol alamadık!” dedi. Neden acaba? Mevlit gezmekle cennete gidilmediği gibi seçim de mi kazanılmıyor acaba. Siyaset ceza yemek değil, örsle çekiç arasında ezilmektir ve gerektiğinde kalbini çıkarıp halka yol göstermektir. Kısaca bu temsil ettiğin toplum için zamanı geldiğinde kendini feda edebilmektir. 1.Mestan’ın dışarıdan gelen “birleşme” çağrılarına cevap vermesi birçok kişiyi şaşırttı. Bizim düşmanımız içimizdedir. Lütfü Mestan’ın Ahmet Doğan’a


Makale ve Analizler - 2018

125

saldıran Oktayı kurtarmaya çalışması, çok anlamlıdır. Onun DPS kurultayından, halkımıza ettiklerinden, kör cahil kalmamızdan, torunlarımıza kalem defter alamayacak duruma ve ufkumuzun karanlık oluşundan memnun oluşuna vs birçok önemli ve arasan bulunmaz şeylere işaret olduğu ortadadır. Bu bir krizdir. İdesel ve siyasi bir çıkmazdır. Sağcı Bulgarlar, Demokratik Bulgaristan hareketinde buluştular. Peki Sağcı Türkler nerede? DOST’un ilkelerinden biri de demokrasidir, ama onu davet eden yok. Sanki dünyada bin çeşit demokrasi var. Sanki demokrasi yarına kaldı. Biz bu devletin, toplumun, demokrasinin, insan haklarının içinde yoksak nasıl oluruz?! Bunlar gölge hükümeti değil, yönetime seçenek sunuyorlar, DOST’u, Kasım Dal’ı ve Orhan İsmailov’a “buyurun” diyen yok. Bunların hepsi “sağ liberaliz” diyorlar, ama aralarında diyalog da yok. Seçim istiyoruz, diyorlar, Geleceğin hükümet programını masaya yatırıyorlar. İşe adalet reformuyla başlayacağız diyorlar. Ruşvet babaları, banka soyguncuları, bir günde milyoner olanlar, deniz kıyısına 27 milyonluk köşk dikenler ve Bulgaristan halkını aç bırakanlar artık hapse girer mi dersiniz? Bulgaristan’ın gidecek yolunu bulduk, diyorlar. Özgürlüklerden ve Avrupa değerlerinden yana olduklarını gizlemiyorlar. Şükür son yıl sonar Sağcı Bulgarlar “özgürlük” dedi. Belki bu sefer tutar. Eskilerde Stanboliyski’nin yaptığı gibi seçim öncesi gidip Türk halkından temsilci isteyebilir. İşte o zaman Bulgaristan’da bu maya tutar. Bir de buna bu Bulgar partisi Türk bölgelerinde birinci sıraları verirse işte o zaman 30 senedir Bulgar - Türk kavgasını ve karşıtlığını bitirebilir ve yerini Türk - Bulgar dostluğuna bırakır. Demokratik Bulgaristan savaşçıları rüşvetçilerle mücadele edeceğiz diyorlar. Soruyorum: Hangi silahla?! Ancak Adalet, Demokrasi, Ahlak ve vicdanla bunlar çözülebilinir, bizden söylemesi... Kalın sağlıcakla,


126

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Kaç Kişi Kaldık?

Musa Vatansever-13.Nisan.2018

Konu: En değerli varlık insandır. İnsanların sayısını bilmek kadar değerli birşey yoktur. Kendilerini bilim işçisi olarak tanıtan birçok kişinin işi aslında, istatistik kalıpları yaratmaktır. Bu kalıplarla dünya yalan üstüne kurulur, ideolojiler yalana hizmet eder ve savaşlar bile yalan iddialarla başlar. Bu gece Amerika’nın Şam’ı bombaladığı gibi. İddiası “kimyasal silah imalar merkezlerini imha etmektir” ki, dünya Suriye’nin kimyasal silah üretmediğini biliyor. Besbelli ki Amerikalılar yalana inan(dır)mışlar... Bir ülkenin ele geçirilmesinden önce toprakları boşaltılır. Bu da yalanla olur. Yalanlar tutmazsa bombalar yağar. İnsanlar evlerinden ve topraklarından kovulur. Biz Bulgaristan’dan kovulmadık mı? Şimdi de 28 milyokluk Suriye’den 12 milyon kişi kovulmuş haberleri yayılıyor. Suriye toprağı verimli, sulanır, yer altı zenginlikleri bol bir ülkeydi. Bu zenginlikler Fırat’ın Kuzey vadilerinde bulunur. Amerika Suriye’de tam bu bölgelere yerleşmiş, FKK ve YPG güçlerini bu bereketli topraklara bekçi yapmak istiyor. İçme sularından sulama tesislerine, barajlara ve ormanlık sahalara varıncaya kadar yer bölgeye kendi adamlarını, YPG teröristlerini yerleştirirken, ülkeyi parçalayarak zenginliklerine oturmak ve alabildiğine sömürmek, alıp götürmek istiyor. Bu bakıma atılan her bombanın bahanesi yalandır. “Amerika katil” diyenler de haklıdır. 21.yüzyıl savaşlarının bir başka nedeni de halkları kendi dünyalarından, toplumlarından, doğal ortamından ve ülkesinden, hatta kıta’larından ... koparmak, kovmaktır. Doğal ortamlarından kovulan insanlar kendilerini yeni ortama alıştırmak, uyum sağlamak, üretime katılmak, kendi ülkelerinde önemli sandıkları ve uydukları gelenek ve göreneklerinden, değerlerinden ve alışkanlıklarından vazgeçmek zorundadırlar. Yeni yere yerleşmek 3 nesil sürer. Gelen köylerden geliyorsa daha da uzun sürer. Son 28 yılda biz Bulgaristan Türkleri de çok değiştik. Bizimle ilgili özel istatistikler yayınlanmasa da, Batı Avrupa ülkelerindeki toplam 10 milyon Müslümanın belirli bir kısmını bizler oluşturuyoruz. Gittiğimiz yerde biz yeniyiz. Seçme ve seçilme veya herhangi bir şeyler isteme hakkımız pek yok. AB üyeliği bize böyle bir hak tanımıyor. Almanya’daki 310 bin kayıtsız Bulgaristanlı’dan üçte biri Müslüman’dır. Topluma adapte olamıyorlar. Almanlar tarafından terk edilmiş kentlerde, semtlerde, mahalle ve sokaklarda, hatta köylerde barınıyorlar. Yarı aç yarı tok yaşayanlar var. Okul görmemiş


Makale ve Analizler - 2018

127

çocuklar var. Yaşam alanı olarak kapanmış eski fabrikaları kullanıyorlar. Onların yaşam tarzı yerliler tarafından Kabul edilmiyor, aynı toplumun içinde birbirine tamamen yabancı hücreler, gruplar, azınlıklar yaşam hakkı için mücadele ediyor. Şişe toplayarak geçinenler büyük bir grup oluşturmuşlar. Hayat kavgası veren bu topluluklar, yerlilerden paradan ve sosyal yardım ve hizmetten başka hiç bir şey istemediklerinden tüketim toplumundan bir halka olmanın mutluluğuyla avunuyorlar. Bir insanın kendisini dünya süreçleri içinde görebilmesi zordur. Hele dil bilmedikleri için yerli haberleşme süreçlerinden yararlanamayanların başka bir kültüre adapte olmaları imkansızdır. Fakat 21. yüzyılda çok hızlanan insanların kıta’dan kıta’ya akışı, dünya nüfus haritalarına da yeni renkler kazandırdı. Birleşmiş milletlerin 2050 yılı öngörülerine göre yeryüzünde 9 milyar 800 milyon nüfus yaşayacaktır. 2100 yılında ise dünya nüfusu 11 milyar 200 milyon kişi olacaktır. Demek istediğim Bulgaristan’da nüfus her yıl biraz daha azalırken dünya nüfusu çoğalma trendine devam ediyor. Bu sonuçtan da, biri gider yenisi gelir mantığıyla hareket edildiğinde, yeni göç akımlarının kapıda olduğu sonucu çıkarılabilir. Bulgaristan’ı işgal edecek olan yeni akımların Asya’dan mı, Yakındoğu’dan mı Yoksa Afrika’dan mı geleceği sorunu bugün pek çok kafalarda sorun arıyor. Cevap bulunamasa da tehlike çanları devamlı çalıyor. Bu çanlardan 557’si 19. Yüzyılda Rusya’nın Tula şehrindeki dökümhanelerde üretilmiş ve 1877 - 1878 savaşına gelen Rus Ordularıyla birlikte Bulgaristan’a getirilmişti. O zaman camiden kiliseye dönüştürülen ve çatılara ek inşa edilen kulelere takılan çanlar bugün de çalmaya devam ediyor. Fakat bu çanlarla yeni doğan çocuklara haber verilmiyor, onlar yalnız ölüm haberleri duyuruyor. Ve son yıllarda çok sık çalmaları da bundandır. Kilise dışı kalmış Bulgarlar için çan çalınmadığından, bir haberleşme olan çanlara güvenilerek istatistik yapılabilmesi de imkansızdır. 2200 yılında Bulgaristan’daki yaşlıların, 80 yaş üstü grubun % 20 artacağı haberi verildi. Bu habere bir de Amerika’da yapılan araştırmalarda elde edilen “insan ömrünün 130 yıla kadar uzatılabileceği” haberi geldi ve yaşlılarımız birden bire yeni bir panik yaşadı. Bu gruptan insanlar ve özellikle de huzur evlerinde kalanlar “nasıl dayanırız?” sorusunu birbirine sordular ve hiç biri cevap veremedi. 21.yüzyılda dünya nüfus artışı yalnızca 9 devletten gelecekmiş. Diğer 200’e yakın irili ufaklı devlet bu klasmandan düşmüştür. Bunlar, Hindistan,


128

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Nijer, Kongo, Pakistan, Etiopya, Tanzanya, Birleşik Amerika, Uganda ve Endonezya’dır. Bu yüzyılın sonuna kadar nüfus büyüklüğü bakımından Nijer dünya üçüncüsü olacakmış. 2017 yılında dünyanın en az gelişmiş 47 ülkesinden oluşan en az gelişmiş ülkeler grubunda yaşayan bir milyon insan, 2050’de bir milyon 900 bin olacakmış. Biz bu grubun içinde değiliz, çünkü Bulgaristan’da 2050 yılına kadar nüfusun azalma eğilimi devam edecektir. Bizdeki azalma eğilimini belirleyen, bir defa her yıl ölenlerin doğanlardan daha fazla olması, bir de belirleyici niteliğini koruyan dış göçtür. Bulgaristan nüfusu azalırken, 26 Afrika ülkesinde nüfus 2050’ye kadar katlanacaktır. Avrupa Birliği ülkelerinde nüfus azalmaya ve yaşlanmaya devam ederken, bu eğilimi sürdüren oran şu an 60 yaşın üstünde olan Avrupalıların genel nüfusun % 60’tan fazlasını oluşturmasıdır. Bu % 25 oranı, 2050’de % 35’i bulacak ve Birleşmiş Milletler istatistiklerine göre asrın sonuna kadar böyle devam edecektir. Dünyada insanların kıta’dan kıta’ya akmasına neden olan savaşlar ve açlıktır. Avrupa’ya gelen sığınmacıların yarısı kendi ülkelerinde iş bulamadıklarını, yarı aç yaşadıklarını, barınacak bir yerleri olmadığını anlatıyorlar. Bununla birlikte az gelişmiş ülkelerdeki yetenekli gençlerin, bilim adamlarının mucitlerin Birleşik Amerika, İngiltere, Kanada ve Avustralya’ya göçü de hızlanmaya devam ediyor. Bulgaristan matematik liselerinden ve bazı üniversitelerden çıkan gençleri de kapıyorlar ve hiç biri geri dönmüyor. Dünya bankası raporlarında yeni dünya düzeninin silah gücü ve parayla sağlandığı, dünya paralarının % 82’si nüfusun yalnızca %1’nin elinde toplanmış olduğunu ve bu kişiler de yalnız 2 - 3 ülkede yaşadığını, bunun da çok ciddi dengesizliklere neden olduğu belirtiliyor. Patlamalar işte bu dengesizliğin de ürünüdür. Silah gücünün belirleyici oluşunu kesinleştiren bir de şudur. Yeni imha füzelere ışık hızından 6 - 8 defa daha yüksek sürat yaptığından dolayı, hiç bir savunma sistemi bu füzeleri durdurabilecek ya da havada imha edebilecek durumda değildir. 14 Nisan gecesi atılan amerikan füzelerinin hepsi Şam’a düşmüştür. Daha önce İstail’den fırlatılan 8 füzeden 5’i Suriye hava savunma sistemince indirilmişti. Bu yeni durum yani savunmasızlık da insanları diken üstünde yaşatıyor.


Makale ve Analizler - 2018

129

Günlük iş güçle uğraşan sıradan insanlar globah tehlikelerle yaşamak istemiyorlar. Onları savunma işlerini meslek edinenler bu işten çok para kazansalar bile, şu durumda yapabilecekleri birşey yoktur, çünkü hepimizin kaderi ancak birkaç kişinin iradesinde ve elinde bulunuyor. Dünya bir de nükleer silahı olan ülkelerin sürekli tehlikesi altındadır. Rusya ve Amerika’nın elinde 7 biner nükleer başlık bulunması hepimizin ölüm fermanının yazılmış olduğu anlamına gelir. Bu fermanın bir nüshasını da Fransa’nın elindeki 300 nükleer bomba, İngiltere depolarındaki 215 başlık, İsrail sığınaklarındaki 80 atom bombası, Pakistan’da 140; Hindistan’da 130, Çin’de 270 ve Kuzey Kore’de de 60 nükleer bombanın depolanmış diye yazmıştır. Örneklersek, bütün Fransayı bir atom bombasıyla yok edecek devlet olması zaten her şeyi alt üst ediyor. Küçük devletlerin askeri güç, hava kuvveti, deniz filosu bulundurması gülünç oldu. Delik deşik devlet sınırların tel çitle korunması ise komik olaylardan bir başkasıdır. Avrupa Birliğinde yeni bir askeri birlik kurma kıvılcımları çakması da anlamsızdır. Çünkü bu güç ABD ve Rusya gibi askeri devlerle asla boy ölçüşemez. ABD’de, Nebraska - Linkıln üniversitesinde hazırlanan bir raporda belirtildiği üzere , dünyanın herhangi bir yerinde yalnızca 1 adet 5 mega tonluk nükleer silahın patlaması sonucu, yeryüzüne 5 milyon ton zehir saçacak ve atmosfer “nükleer güz” yaşayacak, yağışlar artacak, tarlalardaki ürün çürüyecektir. Bundan başka bir milyar insan anında ölürken, 5 milyar insan da 5 yıla kadar açlıklar hayata gözlerini yumacaktır. Bir tek Çin’in elinde bu bombalardan 20 adet var. İşte böyle, konumuz çok geniz ve çok boyutludur. 21. yüzyılı görebilmemiz için birçok bilgiye ihtiyacımız var. Bunları size değişik açılardan bakarak ve farklılıklara dikkat çekerek sunmak istiyoruz. Sorumuz hep aynı olacak: Kaç kişi kaldık?


130

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

190. Askeri Saldırı, Kutsal Geceye Denk Düştü

Şakir Arslantaş-14.Nisan.2018

Konu: Suriye Barışından korkan ABD ve ortakları. 1992’de Yakın Doğu bataklığına batan Birleşik Amerika 14 Nisan 2018’de şafak sökerken 19. Hava saldırısını gerçekleştirdi. Kızıldeniz ve Doğu Akdeniz’den ateşlenen Tomahawk fizelerine Fransa’dan ve Güney Kıbrısta’ki İngiliz askeri üssünden kalkan savaş uçakları kanatlarının altında taşıdıkları füzeleri Suriye’nin Şam ve Homs şehrilerine fırlattılar. Aynı anda fırlatılan ölümcül füze sayısının 110 olduğu bildirilse de 71 havada radara yakalandı ve imha edildi. C-300 ve C-400 gibi son model füze ve uçak savar sistemleri olmayan Suriye, Varşova Paktı yıllarında yani bundan 35 yıl önce satın aldığı Rus uçak ve füze savar sistemleriyle saldırıyı boşa çıkartmayı başardı. Bu defa Birleşik Amerika, İngiltere ve Fransayı da kendi düştüğü bataklığa çekebildi. Onlarda terörü destekleyenler, istediklerini cezayı kandıranlar ve egemen olma hevesini yenemeyenler arasında yer aldılar. 2014 yılının yaz aylarından bu yana Suriye topraklarında iki parallel savaş devam ediyordu. Bu savaşların birisi, Suriye’de nüfusun daha kalabalık olduğu Batı bölgelerde, Suni Arap asilerle devlet başkanı Başkan Beşer Esat arasında devam ederken, ikinci savaş hattı da sözüm ona İslam Devleti (DEAŞ) ile ABD’nin başını çektiği koalisyon güçleri arasında yürütülüyordu. Sözde DEAŞ yerin dibine gömüldü, fakat ABD ve müttefikleri bölgeden çekilmiyor. Varlıklarını ve egemen durumlarını biraz daha güçlü hissettirmek için Müslümanların kutsal saydıkları Kadir gecesinde Cumartesi sabahının şafağında 190. Askeri hava saldırısını gerçekleştirdiler. Füzelerinin dörtte üçü düşürülse de, saldırı emrini veren Başkan Trump “bundan fazlası yapılamazdı”, dedi. Yakındoğu konusunda kafası iyice yıkanan Batı dünyasındaki orta ve kararsız alt kesim, Surye savaşının merkezinde Amerikayı görmekten sanki zevk alıyor. Suriye Savaşı zaten ABD ve müttefikleri tarafından dıştan kışkırtılan ve ateşlenen bir savaştı. Suriye halkını dize getirmeden ana hedef olarak gösterdiği İran’a füze gönderemeyen ABD, bu gidişle bölgede beyaz bayrak çekmek zorunda kalacak. Viyetnam ve Afganistan’dan sona Yakın Doğu’da da kendi mezarını kazmak üzere olan Vashington, şanını ve şöhretini gece saldırılarıyla yaşatmak ve halkın gözüne parlak yıldızlar ve zafer vaatleri serpmek peşindedir.


Makale ve Analizler - 2018

131

ABD’nin kendi kadrolarıyla yarattığı DEAŞ planı patlasa da, ABD ve müttefikleri - Fransa ve İngiltere bölgeden çekilmek istemiyor. Suriye topraklarının % 30 emperyalizm ve cinayet ortağı yerli terör ortakları YPG ve PKK vb tarafından işgal altındadır. Onlar silah yıdığı işgal bölgelerinde kendi kantonlarını oluşturarak kalıcı yerleşmeye çalışıyorlar. Bu arada Urdün’deki 60 bin Suriyeli’nin kaldığı “Rukhban” kampı gibi merkezler de ABD tarafından eğitilenve silahlandırılarak çatışma hattına sürülen teröristler kazanıdır. Terörist üreten kuluçka makinası rolü gören bu kamplar Yakın Doğu ateşinin daha da ateşlenmesinde büyük rol oynuyor. 4 milyon sığınmacı ve savaş kaçağına kanat açan Türkiye Cumhuriyeti, Baş Komutan Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan yönetiminde toprak bütünlüğü korunarak, Suriye’nin tüm terör örgütlerinden temizlenmesi, özgür ve demokratik bir rejim kurularak, sığınmacıların köy ve kentlerine dönmesi ve huzur sağlanması mücadelesinde öncü güçtür. Bütün dünyaya örnektir. 18 Mart 2018 tarihinde Türkiye Silahlı Güçleri (TSG) Genel Kurmay Başkanlığı Afrin’in kurtarildiğini haber verdi. Yöredeki 200 yerleşim yerinde Türkiye Cumhuriyeti ve Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) bayrağı dalgalandı. Başarılı operasyonda, 3 bin 603 terörist etkisiz hale getirildi. PKK ve PYD silahlı terör güçleri inlerinden çıkarıldı. 1000 km2 bölge kurtarıldı. “Zeytin Dalı” operasyonu ile Suriye kurtuluşunun birinci sayfası yazıldı. Bu operasyon, ABD ve batılı emperyalist güçler desteği olmadan PKK ve PYD güçlerinin her cephede hezimete ve yenilgiye mahküm olduğunu gösterirken, Afrin düştü, büyük toprak kaybına uğradılar. Bir ucu Akdeniz’e uzanırken, başkenti Rojava olması planlanan sözüm ona “Kuzey Suriye Demokratik Federasyon” adıyla sahneye çıkarılmak isteyen ve Suriye coğrafyası haritasını parçalayıp Tğrkiye Sınırına bir çıban başı dikme hayalleri yerle bir oldu. “Sırtı yere gelen yenilmeye doymaz” diye bir arasözümüz vardır. Yalan,dolan ve kışkırtıcı propagandaları devam eden PKK, PDE ve PYD gibi terör örgütleri şimdi “strateji değişikliği yapacaklarını” ve kurtarılan bölgelerde silahlı çete savaşlarını sürdüreceklerini ilan ediyorlar, sanki şimdiye kadar başka birşey yapıyorlardı. TSG’nin Menbic ve dolayındakı Merkezleri teröristlerden arıtması ve ÖSO milislerinin himayesinde ve Türkiye’nin kurumsal öncülüğünde bölgeye Arap sığınmacı yerleştirilmesi normal yaşama dönülmesi ve güvenlik sağlanması açısından giderek daha büyük önem kazanıyor ve uzlaşmadan ve özgürlükten yana olan zinde güçler tarafından destekleniyor. 290 Füzeli Saldırının Nedenlere Bakalım.


132

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Tabii ki, bu nedenlerin hepsi bir yenilgi feryadıdır. Özetlersek: Mart 2018’de dünya iletişim araçları hep Doğu Guta’dan söz etti. Gidip görenler bilir. Doğu Guta Şam’ın Batı, Güney ve Doğu’sunda 400 km kareye yayıılmış bir vahadır. Şam Homs ana yolu yoyunca uzanır. 1980’li yıllarda imara açılmış ve 21. yüzyıla 2 milyon 200 bin nüfusla girmiştir. Emperyalistlerin desteklediği “an-Nusra” ve “Ceyş’al - İslam” 2011’de bölgeye yerleşince gerginlik ve silahlı saldırı olayları başladı. 2015’te Şam hükümeti ilk kez bölgeyi terör örgütlerinden temizleme operasyonu başlattı. 2016 güzünde Sedam güçleri bu yörenin stratejik mevzi olan Tel-Saban tepesini ele geçirdiler. 4 Mayıs 2017’de Rusya, İran ve Türkiye arabuluculuğunda ve stratejik garantörllüğünde barış anlaşması imzalandı ve bölgeye Kızılay Yardım Konvoyu gönderildi. 19 Şubat 2018’de BMT Genel Sekreteri sözcüsü Farhan Haq, bir basın toplantısında şöyle dedi: “Suriye’nin kurtarılan Doğu Guta bölgesinde 400 bin kişiye insani yardım ekipleri yiyecek içecek ve sağlık yardımı sağlarken, terör güçlerinin yığınak yaptığı da gözleniyor. Şam’ın merkezinden 10 km Kuzeydoğudaki Duma şehri merkezinde silahlı çatışmaşlar yürtülürken, havadan bombardıman da başladı. İlk saldırıda 30 kişi öldü. 15 Şubat’ta Doğu Guta da bombalanmaya başlandı. Birçokları çocuk ve kadın büyük sayıda insan katledildi. Aynı dönemde 36 füze ise Şam’ın merkez semtlerine düştü. Ölü ve canlılar var. “ Bilindiği üzere, 24 Şubat 2018’de BMT Güvenlik Konseyi hemen yürürlüğe giren 30 gün süreli Suriye’de ateş kes kararı aldı. Bu kararda, Irak’ta DEAŞ’a, Al-Kayda, an-Nusra (ANF) ve Al-Kayda ve DEAŞ’la bağlı tüm kişiler ve gruplara ve Güvenlik Konseyi tarafından terör örgütü olarak ilan edilen tüm diğer güçlere karşı mücadelenin devam edileceği duyuruldu. Ayrıca Doğu Guta, Yarmuk, Fua ve Kefraya’da insani yardım konvoylarına yol verilmesi ve yardımların halka ulaşımına engel olunmaması istendi. Doğu Guta’daki terör güçlerinin bu karara uymadığını dünya öğrendi. Şam hükümetinin bu cıhat güçleriyle mücadelede “kimyasal silah” kullandığı iddiaları, 290’ıncı emperyalist saldırıya neden oldu. (Savaşta kimyasal silah kullanılması 100 yıl önce BMT tarafından yasaklanmıştır.) Yani ABD, İngiltere ve Fransa sinsi planlarının suya düşürülmesine tahammül edemediler ve yalanı vesile ederek silahları ateşlediler. 290. Saldırı, Suriye savaşının bir iç savaş olmaktan çıktığını ve neredeyse bir bölgesel üçüncü büyük savaşa tırmandığına kanıttır. 2. Dünya Savaşında hiç bir cephede bir saat içinde 110 füze atılmamıştı. *** İrili ufaklı terör örgütleri sayısının bilinmediği, yok olanın yerinde hemen yenisinin belirdiği bu bölgede, ABD’nin oluşturduğu DEAŞ’ın dağılmasından


Makale ve Analizler - 2018

133

ve bir yere kadar yok edilmesinden sonra emperyalizmin ne fazla güvendiği güç olarak, deneyimli katil terrorist örgütü PKK ön plana çıktı. Türkiye Silahlı Kuvvetleri Kuzey Irak’ta PKK’ya karşı yıllardan beri silahlı savaş yürütüyor. TSK, bu katillerin Sıvas’tan Kayseri’ye kadar Türkiye Cumhuriyeti vatan topraklarımıza göz dikmesi emellerini her gün yerin dibine gömüyor ve gömecektir. PKK ile mücadele stratejik önem taşır. Vatan toprağının her karışında PKK’nın kökü kazınmadan güvenli huzur ve barış sağlanmasının olanaksız olduğunu görmeyen kalmadı. Hain planlar önce Suriye’nin parçalanması planlarında çok önemli yer almaya devam ediyor. Bütün Yakındoğu’nun PKK - PYD - FETO güçlerinden temizlenmesi Suriye cephe savaşlarında kırmızı çizgi olmaya devam edecektir. Son gelişmeler, Fırat nehrinin iki tarafından da tüm terör odaklarının silahsızlandırılıp temizlenmesine kadar devam edeceğine kesin işarettir. Suriyeyi parçalama ve küçük terör devletleri oluşturma ve Yakındoğu’ya 21. yüzyıl boyunca göz açtırmama planları mutlaka suya düşürülmeli ve emperyalist güçler ve uşakları bölgeden kovulmalıdır. Yakın Doğu, Suriye ve Irak artık bir Arap bataklığı değil, mutlaka kurutulması gereken komşu topraklarıdır. Dava ortaktır. Devam edecek: Kim ne istiyor -2

Bulgar Olduklarından Utanan Bulgarlar

Mehmet Çakır-15.Nisan.2018

Konu: Bulgar olduklarından utanan Bulgarlar. Her toplumda olduğu gibi Bulgar toplumunda da yeni tabakalar oluşuyor. Hayat hakkı isteyen yeni gruplaşmalardan birinde ön plana çıkan vasıf ve niteliklerden birinde Bulgar doğduğundan çekinme, hatta utanma var. Bu özellikle Avrupa ve Amerika’ya okumaya giden ve tatil için geri dönenlerde dikkati çekiyor. Bunların mantığında “anam babam, soyum sopum Bulgar ama ben Bulgar değilim” tavrı ve yaklaşımı toplumda bir sarsıntı belirmesine neden oldu. Bu yeni genç tipler anne anne ve baba annelerinin yaşadığı köyleri görmek istemiyor, dede ocağına uğramak, yaşlıların elini öpmeyi reddediyorlar. Bulgar dünyaya geldiklerini inkar etmeseler de, farklı bir Bulgar, Bulgaristan’da yaşa-


134

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yan Bulgarlardan üstün bir insan varlığı oldukları bilinciyle davranıyor ve kendilerini topluma kabul ettirmeye çalışıyorlar. Böyle bir Bulgar tabakasının oluşmasına Almanya ve Avusturya gibi ülkelerde, Bulgar pasaportluların ikiye bölünmüş olması da yardım ediyor. Bir kısmı işsiz güçsüz, yaz aylarını sokak kenarlarında, inşaatlarda çadırlarda bin bir sorun içinde geçiren, geçici vatandaşlığı olmayan, işsiz kaldığında sosyal yardım alamayan, çocukları okula gidemeyen, dil bilmediklerinden dolayı yerli topluluklarla kaynaşma bir yana temas bile kuramayan bu insanlar, sanki Bulgaristan getto-mahalle hayatını Avrupa merkezlerin taşıyorlar. “Biz o kir, pis, göz kızartan ve el açan, her hareketinden muhtaç olduğu belli olan, işsiz, sigortasız, biçare ve acınası kitleden değiliz” diyenlerin hayatı sanki kendiliğinden yoluna girmiş. Yüksek okullara yazılarlara bankalar kredi açmış, yerleşmeler kapı açmış, kütüphaneler kitapları masalara sermiş onları bekliyor. Birahanelerdeki milliyetçi Alman şarkılarını dinledikçe de, Bulgar halk tabakasının üzerinde uçma hakkını kendilerine sağlayan kanatların tüyleri birer ikişer kendiliğinden uzuyor. Kimliğini reddetmek ve kimliksiz olmayı kabul etmek modern dünyanın insanoğluna açtığı son kapılardan biridir. Bir milletin evlatları için yüz karası olan bu gelişmelerin önünü kesmek hele Avrupa’da şu dönem mümkün değildir. Bu gelişme genellikle gelişme stratejisi olmayan ülkelerde oluşuyor. Bugün Bulgaristan stratejik ufku olmayan bir ülke dolduğundan dolayı, Bulgar gençler kendi köklerine, geçmişlerine bakmak, öz gelenekleriyle yaşamak istemiyorlar. Siyaai iradeyi ifade eden Cumhurbaşkanı Rumen Radev’in siyasi parti kurarak, Bulgar toplumunu dönüştürmeye başlayacağına kimse inanmıyor. Geçmiş Bulgar Cumhurbaşkanlarından parti lideri çıkmadığını kanıtladı. Bu işi ne Jelü Jelev, ne Petır Stoyanov, ne Georgi Parvanov yapabildiler. Son Cumhurbaşkanı Rosev Plevneliev’in de siyasi parti kuracağı ve halkı peşinden sürükleyeceğinden söz ediliyor, fakat ilk adımı atamıyor. Bugünkü devlet başkanı Radev’le gündeme gelen başkanlık sistemi, parlamenter düzenin dağılması, majoriter seçim sistemine geçilmesi, hatta savcıların ve polis amirlerinin bile halkın direkt oylamasıyla seçilmesi gibi ideler konuşuluyor, ne var ki siyaset ufkunda yok. Radev kendisi iradesi uzun menzilli birisi değil. Derin reformların yapılabilmesi zaman istiyor. Stratejik düşünceye gerek var. Parti yapmaya kalktığında alay konusu olur. Ondan istenen iyi niyetini korumasıdır. GERB partisine ve onun lideri Boyko Borisov’a gelince, 3 defa iktidar olmasının temel nedeni var. Bu parti 1990’da dağılan ve çöken Bulgar devletini


Makale ve Analizler - 2018

135

yeniden yapılandırmayı başardı. Dikkatli karşılaştırma yapıldığında 2009’da dirilen Bulgar devletinin 1986 totaliter Jivkov devletiyle tamamen örtüştüğünü görürüz. “Demokrasi” yeni diktatörlüğün pembe sisidir. Totalitarizmi parçalayan hiçbir reform yapılmamıştır. Azınlıkların ezilmişliği devam etmektedir. Bulgar kimliği dışında tüm kimlikleri ve özellikle de dilleri ve kültürleri yasaktır. 2009’dan beri teni totalitarizm pekiştirilmekte ve güçlendirilmektedir. 2018’de halk bataklık içinde olduğunu fark etmeye ve ben bu bataklıktan değişim hareketi güç toplamaya başlamıştır. Memleketin en güçlü kurumları şimdi Milli Devlet Güvenlik Ajansı (DANS), İçişleri Bakanlığı, Muhtarlık ve belediyeler olduğunu görüyoruz. 1986   sürecinde de devlet silahlı güçlere ve polis ve polisiye kol ordularına ve gizli istihbarat ve siyasi polis şubelerine ve bunların ihbarcı ağına dayanıyordu. Arasında devlet güvenliği “DS” Birinci ve İkinci Şubeleri, Askeri İstihbarat ile Komünist Partisi ile istihbarat birimleri ve Sovyetler Birliği Dış İstihbarat Teşkilatı (KGB) arasına oturan ve işleri uyumlayan (koordine eden) Altıncı Şube olduğunu görmemek için kör olmak gerekir. Altıncı Şube’nin 4. Amirliği Türkler konusunda çalışan en etkin birimdi. 1990 Haziranında Büyük Millet Meclisine giren 6 Bulgaristan Türkü bu amirliğe hizmet ettikleri için milletvekili olmuştur. O zaman Altıncı Şube’nin önemli kişilerinden biri olan Prof. Dr. Albay Dimitır İvanov, (Multi Grup” Holgding kurucusu) HÖH “fahri” başkanı Ahmet Doğan’ı “senin söz hakkın bitti” anlamında “saraya” kapatan, sonra ödüllendiren, deniz köşkünde yaşatan, en zavallılarımızdan profesör, doktor, doçent, milletvekili, belediye başkanı seçtiren yine o’dur. 1990 da demokrasiye geçiş döneminden sonra bile Varna’nın Dılgopol ilçesinde eskiden totalitar sistemde Türklere eziyet yapan bir Bulgarı Türk seçmenlere seçtirebilen de onlar DC istihbaratıydı. İstediklerini TV ekranlarında konuşturan, geçmişimiz, bugünümüz ve geleceğimiz konularında milletin kafasına karanlık eken yetkili kişidir. 1986’da da durum tam öyleydi. O zaman totaliter devletin ve partinin başında BKP-MK Genel Sekreteri Todor Jivkov bulunuyordu. Bugün ise işlerin başında GERB Başkanı ve Başbakan, Todor Jivkov’un koruması Boyko Borisov bulunuyor. Avrupa Konseyi’nin 6 aylık Sofya dönem toplantısında görev alan Bulgar kadroların hemen hemen hepsi BKP-MK ve Politik Büro üyelerinin, Albay, General, Amiral ve Genel Müdürlerin torunlarıdır. Bunlar ömürlerinde bir Bulgar köyüne gitmemiş, bir fabrikaya girmemiş, devlet okulunda okumamış, öğrenci yemekhanelerinde yemek yememiş, yerleşke bataklığında gecelememiş vb. gençlerdir ki, özel steril şartlarda eğitilerek yetiştirildikleri için Bulgar kokusunu bile ayırt edemezler, ağızlarındaki ilk ve son söz “biz Avrupalıyızdır” ki, Bulgar milletinin Avrupa içinde eriyerek özleşmesini isteyen kesimin özün-


136

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

dekilerdir. Boyko Borisov’ın Todor Jivkov’un elinden su içtiği gibi, sözünü ettiğim kadrolar ve hele etnik, din, dil ve kültürel haklar konularında Bulgaristan Komünist Partisi’nın düşmanca ideleriyle beslenmiş, halktan tamamen kopmuş, Bulgaristan problemlerini yalnızca kâğıt üzerinde ve rakamlarla tanıyan bir tabakadır. Onlar için Bulgaristan soyut bir kavramdır. Bu genç kesim domatesin kızarmazdan önce yeşil olduğunu, köyde horoz öttüğünü, koyun, keçi, inek ve manda sütünün farklı olduğunu bilmez. Onlar için önemli olan ayakkabı, elbise, kahve ve arabaların markaları; kullandıkları kartların her zaman geçerli ve dolu olmasıdır. Onlar Bulgar tüketici toplumunda yetişen önder olmaya doğmuş elit olup, ne yazık ki Bulgar olduklarından utananlardır. *** Biz eğer Todor Jivkov’un başına gelen, Boyko Borisov’un da başına gelir, tarih tekerrürden ibarettir, düşüncesine inanıyorsak şunu kabul etmeliyiz. Todor Jivkov, komünist partisi içi bir komplo sonucu 10 Kasım 1989’da devrilmişti. Bu komployu, BKP içindeki Moskova’ya bağlı kadrolar tarafından (Andrey Lukanov, Petoır Mladenov, Dobri Jurov) gerçekleştirilmişti. Todor Jivkov’u deviren baş aktörler BKP-MK üyesi Andrey Lukanov ile o yıllarda SSCB Sofya Büyük Elçisi olan Şarapov’du. Yıkılan totaliter devlet - BKP olmuştu. Şimdi Borko Borisov’un da bir parti içi komploya kurban gitmesi bekleniyor. Yeni darbeyi, Rus olmayan bir Büyükelçi ile Borisov’un yakın çevresinden biri yapacaktır. Bu nazik bir devrim değil, kadife eldivenlerle yapılmış sesiz bir “devirme” operasyonu olacaktır. Kendisi Moskovcu olan Boyko Borisov, Amerika ile Almanya arasında bir uzlaşma sonucu iktidara getirilmişti. (Görüşmeleri Münih’te ve Vashington’da GERB meclis grubu başkanı Tsvetan Tsvetanov 2005’te başlatmıştı. Partiyi kuran da odur.) Borisov yapacağını yapmıştır. En büyük başarısı Hak ve Özgürlükler Hareketi 3 defa parçalaması olmuştur. Kasim Dal, Lütfi Mestan hizipçiliğinden sonra, Güney Hüsmen eliyle de 120 bin oy almıştır. Bulgaristan Müslüman politik kimliği daha önce böylesi ağır ve seri darbe almamıştı. Faşistleri iktidara taşıması da kulise verdiği büyük bir hizmettir. Onun zamanında ilk kez Bulgar kimliğini ancak Bulgarlar oluşturur görüşü tabana inmiştir. Türkler devletten sökülmüş ve ötelenmiştir. Bulgaristan Türkleri ile Türkiye Türkleri arasına kama kakılmıştır. Onun en yiyi yılları mazide kaldı. Bundan sonra onun için en elverişli ve uygun göre Avrupa Birliği Batı Balkanlar komiserliğine atanmaktır. Balkanlar’da Aşktan ve Barıştan sorumlu komiser de olabilir. Çünkü onun gideceği yolların hepsinin sonunda onu bir Savcı beklemek zorundadır. Bulgar savcılar iktidarda olanlarken sabah kahvesi içerken, iktidarda olmayanlara uygun olmayan ve rahatsız eden sorular soruyorlar ve o bunu biliyor. Siyasi kulislerde gevelenen yeni konu GERB içi komployu kimin yöne-


Makale ve Analizler - 2018

137

teceğidir. Bu, kadife eldivenli bir “sen kalk da, ben oturayım” operasyonu olabilir. Böylece bir erken seçimden sonra 4. GERB kabinesi kurulabilir. Fakat bunun için Bulgaristan’da elit kadroları değiştirmek gerekir. Kafalarında Macar lider Orban stratejisi olan ve taktiksel olarak da üç dört defa alınmaya unutulmuş hap gibi davranan kişilerin uyuşukluğu gerek, çünkü “karga karganın gözünü çıkarmaz!” Ne var ki, Bulgaristan’da sivil toplum örgütleri hareketlenmesi yalnız ve sadece Soros sermayesinden beslendiği ve Soros’un Avrupa Birliği’nden tamamen ve her köşeden kovulması düşünüldüğünden dolayı, belki de Bulgaristan’daki yeni STÖ anti-Soros, anti Atlantik Kulübü, dolandırıcılığa karşı, devlet katlarındaki rüşvetçilikle mücadele şeklinde gelişecektir. Bununla birlikte, Ajan Dosyaları Komisyonu artık NATO’cu tavrıyla bilinen, Atlantik Kulübü kurucularının ajan dosyalarını birer birer açıklayarak halka göstermelidir. Komisyon bu işi hemen yapmalıdır ki, Bulgaristan’da Atlantik Kulübü kurucularından yalnızca bir kişinin ajan dosyası olmadığı söyleniyor ve kamuoyu gerçekleri bilmek istiyor. Bir Anti-Atlantik sivil toplum hareketi kitleleri kucaklayabilir. Bununla birlikte, Bulgaristan’da insan haklarının, azınlık haklarının ve azınlıkların kolektif haklarının tanınmasına, azınlık çocuklarının okula gitmesine engel olmayı başaran bir Anti-Soros hareketi de büyük kitlelere ulaşabilir. Bugün Sorosçu örgütler sosyal ve kültürel hayatımızın kanını emiyor ve toplumu uyuşturuyor. Yeni STÖ hareketi buradan yani maskeli Atlantikçilere karşı da çekilebilir. Türklere karşı işlenen cinayetleri emredenlerin ve işleyen katillerin isim ve kimliklerinin açıklanması ve nihayet davaların başlaması da çok önemli bir hareketlenme noktası olabilir. *** Ben Bulgar kimliğini kabul ediyorum diyenlere, Bakan olmaya kadar yolunuz açıktır, gelin hepinizden doktor, doçent, profesör yapalım denmemiş miydi?... Şimdi de hiçbir işe yaramayanların yeni sürüsü oluşturulmaya başlandı. İsimlerini doğru dürüst yazabilenlerden doktor üretme mekanizması yine çalışmaya başladı. Bunların yeri yarının meclisinde GERB’ci totaliter sistemi “çok demokratik” olarak onaylayacak olanlardır. Jivkov’un icat ettiği baskı ve yönetim makinası onarılmış ve bugün de çalışıyor. Türkler adına kukla azından konuşturmak gelenek oldu. Türklüğünü unutmaya hazır olanlara yeşil ışık yakılmıştır. Bulgaristan’da da sözde “demokratik” seçim yapılıyor, sözde adalet var, sözde özgürlükler serpilip açıyor. Siyasetten anlayanların ve perde arkasını görebilenler, kimin başbakan ve kimin hükümet ortağı olacağını önceden görebiliyor ve biliyorlar. Bizdeki seçimler bir taş değirmen gibidir. Dönmeyen ve dönen


138

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

taşların arasında seçim günü herkes öğütülür, ufacık un tanecikleri gibi aynı büyüklükte ve aynı beyazlıkta çuvala dolarken, ötede beride iri bütün taneler kalması bir mucizedir. Bulgar halkı için bu artık bir mucize olmaktan çıktı. Çünkü herkes oylamanın bir oyun olduğunu, Türklerin oylarını doğru dürüst vermesini engellemenin planlı yapıldığını gördü öğrendi. Türkiye’deki soydaşlarımızın 640 bin oy potansiyeli olduğunu bilen Bulgar siyasi kulisi ve Moskovalı akıl hocaları “serbest” oy kullanmamız için elden geleni yapıyor. Otobüsleri durduruyorlar. Seçim günü bildiri doldurtuyorlar. Seçim günü Türk seçmenleri dövenlerden Başbakan Yardımcısı Yapacak kadar yüzsüzleştiler. Bu gelişmeler, Bulgar milletinin değiştiğini, faşist ruhlu gelişen yeni grupların insan haklarını, azınlık haklarını, çok kültürlülüğü asla tanımak istemedikleri gibi, “ektiğimiz ektik, biçtiğimiz biçtik” deyip korku ekiyorlar. Onlar kulislerin onların yararına çalıştığını, kendilerine arka olduklarını, bir Türkün veya Müslüman’ın yasal haklarını kullanırken tartaklanmasından dolayı bir Bulgar’ı mahkemeye vermesine asla izin verilmeyeceğini, daha kazanmayı ve Bulgar’ı cezalandırmayı ise aklının ucundan bile geçirmemesi gerektiğini iyi biliyor. Azınlıklar için adalet kapıları kapalıdır. Onlar buna inanıyor. Köle sahibi gibi davranmalarının nedeni budur. Kendilerini her durumda ve her zaman, her yerde ve herkese karşı haklı görüyorlar. Etniklerden birisi dava kazansa bile hakkını alamayacağını biliyorlar. Vakıf malları davalarında (2015 - 2016), Asenovgrat olaylarında (2017) öyle olmadı mı? Biz mahkeme falan tanımayız diyen yaban sürüler meydanlarda ulumadı mı? Onlar bizim “demokrasi” ortamında yetişen yeni aşırı milliyetçi, faşist Bulgar tiplerdir. Birbirinden faklı ortam ve koşullarda yetişen ve biçimlenen Bulgar tipi azınlıkların tamamen haksız ancak ince un olarak öğütülmeye hazır kimliksiz bir tabaka oluşturmasını hedeflemiştir. Bu, ulusal lider ruhlu kabadayılar, değirmenden çıkan una “Marka 300”, “Marka 500”, “ekmeklik”, “pidelik”, “yemlik” ya da “çöp” gibi marka etiketlerini yapıştırma hakkını kendilerinde görüyorlar. Onlar, “siyah un marka olsa” Türk paketlerine “siyah un - işe yaramaz” etiketi yapıştıracaklar da, Allah işi, işte unun siyahını yaratmayı ihmal etmiş. Örneklersek, tüm gazete, radyo ve TV’ler her sabah bu gün şu ya da bu Hazretin Günüdür, Hıristiyan kimliğinde şu ya da bunu yapmak gerekir diye anlatsa dahi, Hıdırellez’de bile kiliseye gidip mum yakan çok azdır. Herkes boyanmış yumurtaları birbirine tokuşturarak yer, içer ve olay bitti. Bulgar kimliğini kabul etmeyen Bulgarlar dinsizdir. Dini törenlerde aile üyelerinin toplanması geleneği bozulmuştur. Sosyal dayanışma duyumu sıfırlanmış, azınlıkları insandan saymamak gelenekleşmiş, 11 Nisan’da kutlanan zulüm anma törenlerine katılan olmadı. Biz unutursak onlar her zaman kazanır.


Makale ve Analizler - 2018

139

Merkel Yeni Sığınmacı Akınından Korktu

Tercume: Raziye Çakır-15.Nisan.2018

Konu: Suriye saldırısı konusunda Almanya parçalandı. 14 Nisan şafağında Suriye’ye saldıranlar arasında Almanya yoktu. Başbakan Angela Merkel, ZDZ TV kanalının bildirdiğine göre, müttefik güçlerin askeri saldırılarına katılmayı reddedince, Almanya siyaset ortamı parçalandı. Hür Demokrat Parti (HDP), Başbakan Angela Merkel’in tavrını ve kararını eleştirdi. Askeri saldırı için inandırıcı gerekçe gösterilemediğine işaret eden HDP yetkilileri, bu saldırının yeni sığınmacı ve savaş kaçağı dalgasına neden olabileceğini vurguladılar. Avrupa sol partiler lideri Gregor Grizi, Birleşik Amerika liderliğinde yapılan saldırılar için herhangi bir geçerli gerekçe gösterilemediğini belirtti. ZDF siyasetçiler tartışmasına katılan Grizi, hiçbir yerde hiçbir araştırma yapmadan aşar Esad ve Rusya’yı suçlu göstererek saldırıya geçilmesini desteklemek, “kimyasal silah” kullanıldığını kabul etmek anlamına gelir. Meslekten bir avukat olan Gizi, her olayın ardında gerekçe ve çıkar olduğuna inandığını belirtirken, “Birleşik Amerika”nın saldırıya geçmesi için, Esad ve Vladimir Putin’in Suriye’de “kimyasal silah” kullanmasına anlam veremediğini söyledi. Alman sosyalistlerinin eski lideri, ABD’nin daha önce bir defa BMT Güvenlik Konseyine Suriye’nin “kimyasal silah ürettiğine” dair “kesin kanıt” sunduğunu, fakat hepsinin boşa çıktığını hatırlattı. Seyircileri var olduğu iddia edilen “kanıtlara” inanmamaya davet etti. Almanya Hür Demokratik Parti Dış politika uzmanı Graf Lambdorf ise aynı tartışmada, Başbakan Angela Merkel’in askeri müdahaleye katılmaya hemen “hayır” demesine cevap olarak “müttefiklerimizin yardım ve birlikte olma çağrısına” birden bire ret cevabı vermesini eleştiri hedefi yaptı. ZDF - yorumunda, Berlin’deki bir konuşmasında, “hükümet kararı olmadan, askeri müdahaleye katılma davetini Angela Merkel’in kabul etmediğini” hatırlattı.


140

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bununla beraber Alman hükümeti, Suriye savaşında “kimyasal silah kullanılmasına karşı” elinden geleni yapmak amacıyla olayları yakından izlediğini duyurdu. Öte yandan, hükümetin ortağı olan, Alman Sosyal Demokrat Partisi Meclis Dışişleri Komitesi Başkanı Norberg Rötingen, bir demeç vererek, Almanya’ya yönelen yeni bir sığınmacı alayı belirebileceğine uyarıda bulundu. Onun belirttiğine göre, Batı Suriye’deki askeri çatışmaların daha da derinleşmesini kabul ettiğinde, yeni sığınmacı ve savaş kaçağı dalgası yükselmesini kabul ediyor demektir. Çünkü Suriye bombalandıkça, insanların vatan toprağından kaçması ve sığınacak yeni bir yer aramaları kaçınılmaz olacaktır. *** “Kimyasal silah” meselesi tartışılmaya devam ediyor. Birleşik Amerika Savunma Bakanı James Mattis Suriye saldırısıyla ilgili bir demeç verdi ve şöyle dedi: “Kanıt yok!” Saldırıları sürdürdüğümüzde “savaş kontrolden çıkabilir.” İngiltere’deki gelişmeler çok çelişkilidir. Başbakan Theresa May, senatodaki Lortlar ile danışmadan İngiltere’yi bir savaş serüvenine sürükledi. Birleşmiş Milletler kontrolünde “kimyasal silah kullanılıp kullanılmadığını araştırma istemeden” uçakları havalandırdı ve bomba yağdırdı. Her iki tarafın da insanlara kıymaya öncelik tanınması ve sığınmacıların evlerine, köy ve kasabalarına dönmelerine olanak sağlanması öncelik olmalıdır. Suriye konusunda barış ve güvenli bölge oluşturma görüşmelerine yeniden başlanmalıdır. Suriye çatılmaları politik olarak uyumlanabilir duruma sürüklenmelidir. Görüşme masalarına oturulmalıdır. Suriye’deki emperyalist güçlerin ve terör örgütlerin silah indirip bu ülkeden çıkmaları sağlanmalıdır *** ABD Suriye’den çekilmiyor. Birleşik Amerika’nın BM Daimi Temsilcisi Nikki Haley, “ödevler yerine getirilmeden ABD askeri birliklerini Suriye’den çekmeyecek” dedi. Nikki Haley, Fox News’e verdiği demeçte ABD’nin Yakındoğu’daki 3 hedefini şöyle sıraladı: 1. ABD çıkarlarını zedeleyemeyecek bir düzeyde, kimyasal silah kullanılmamasının garanti altına alınması; 2. DEAŞ üzerinde kesin zafer sağlanması; 3. İran’ın yaptığı her şeyi gözetleme olanakları elde edilmesi;


Makale ve Analizler - 2018

141

Ayı Oynatılıyor

Dr. Nedim Birinci-16.Nisan.2018

Konu: Havai Fişek Savaşı Herkes Suriye’yi konuşuyor. Çocukluğumda şehre ayı geldiğinde ve Pazar yerinde ayı oynatılırken bu kadar gürültü kopardı. Şimdi de Birleşik Amerika sanki ayı oynatıyor ve aslında eğer “ayı” Rusya ise, oynatamıyor. Fırlatılan 105 kanatlı füzeden 71’ini 35 yıl önce SSCB’nde imal edilmiş, Suriye Savunma sistemi düşürdü. Ayıyı iki ayağı üzerine kaldırıp sağ sola bakarak oynarken görmek isteyenler bu defa rezil olmaktan iyice korkarak ve dünya metropollerinde Başkan Trump’a karşı davul çalmaya başladılar. İnsanlık tarihinde ilk kez bir savaşta insan kaybı yok, üç Suriyeli yaralanmış, bir eşek de çöken ahır çatısının altında kalmış. Dikkatimi çeken şudur. Daha 9 Nisan 2018 günü, Trump “saldıracağız” dediği gün, Rusya atom güçleri de bu kapsamda, tüm Askeri Uzay Güçlerini alarma geçirdi ve birkaç kıtayı da Astrhan bölgesine konuşlandırdı. Bunu, NATO ve ABD biliyordu. Şu da var, 1 Mart günü Vladimir Putin “hiçbir radar sistemine takılmayan teni Rus füzelerini” tanıtırken, dünya şaşkına dönmüştü. Batının silah tekelleri büyük bir savaş isteklerinde ısrar etmeye devam etseler de, hepsi birden sustular, çünkü ürettip fırlattıkları kanatlı füzeler 30 - 40 yaşındaki Sovyet C-125; C-200; “Buk”, “Kvadrat” ve “Osa” sistemiyle olmuş armut gibi düşürüldüler. “B-1B” uçaklarından atılan akıllı bombalar, “F-15” ve “F-16” uçaklarından atıln “hva-toprak” füzeleri, İngiliz “Torndo” savai uçaklarından fırlatılan SCALP-EG füzelerinden hiç biri hedefine ulaşamadı. “Düvali” hava limanına yönlendirilen 4 dört füzeden 4’ü de vuruldu. “Dümeyr” hava limanına yönlendirilen 12 füzeden hepsi vuruldu. “Bley” uçak limanına fırltılan 18 füzeden hepsi vuruldu. “Şayrat” uçak limanına fırlatıln 12 füzeden hiç biri hedefine ulşadı. “Homs” uçak alına atılan 16 füzeden, 13’ü indirildi.


142

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Halen kullanılmayan “Mezze” uçak alanına atılan 9 füzeden, 5’i indirildi. Trump’un otoritesini de yerle bir eden bu başarısız saldırı birçok soruya kendiliğinden yanıt getirdi. Bir defa, Amerikan uçak gemilerinin ancak kendi uçağı olmayan ülkelere karşı saldırıda işe yaradığını gün ışığına çekti. Bugünden başlayarak ABD ve NATO silahlarının Rusya’ya diş batıramayacağı göründü. Irak, Libya, Afganistan gibi ülkeleri ezip geçem ABD’nin Suriye’yle baş edemeyeceğine inanmayan kalmadı. Suriye topraklarında Rusya, İran, Türkiye ve Çin gibi bir ortaklığın karşısında cüce kaldıklarını, kendilerinin yaratıp eğittiği ve silahlandırdığı terör örgütleriyle, kendi elleriyle ördükleri terörist İslam ağıyla birlikte yok olmalarının yakın olduğunu anladılar. *** Hangi yönden bakarsak bakalım olaylar ABD Başkanı Trump’un Suriye’den kolay kolay vaz geçip çekişmeyeceğine işaret ediyor. Anlaşılan o daha Başkan seçilmezden önce Amerikan derin devleti ve İsrail’in ABD sağ lobisi ve cemaati önünde bu konuda belirli sözler vermiş görünüyor. Suriye ve İran konusunda daha sert çizgi taraftarı olmaya devam ediyor. Ne var ki, ABD’nin bütün bir devleti yok edebildiği günler tarih oldu. 14 Nisan 2018 gecesi yapılan ve bir eşek hırının çatısını yıkan saldırı ABD Başkanı kim olursa olsun bu kişinin artık bir hiç olduğunu gölgeden çıkardı. Trump kendi endamını gösterebilmek için, ölüp ölüp dirilmeye çlışan özellikle de Avrupa Birliği ile süregiden didişmelerini ve öncelikli olarak da ABD derin devleti ile kızışan iç savaşı mutlaka kazanmak zorundadır. CNN TV yorumlarını, ekranda konuşan general ve siyaset damlarını dinlerken, Foreign Policy’deki yazıları okurken, insanlık değerlerinden haberi olmayan kişilerle karşılaşıyoruz. Bulgaristan’da da konuları gerçekçi bir açıdan analiz eden TV ve gazete kalmadı. Halk kitleleri savaşa karşı gösteri yaparken bile yok edici bir savaştan yana olanlara daha sık rastlıyoruz. Dünyanın barışa doğru yepyeni bir dönüşüm yaşayacağına inananlar giderek artıyor. Bu saldırının yapılacağı dünyaya duyurulmuştu. Amerikan füzelerinden biri Suriye’deki Rus askeri üslerinden birine düşseydi ve oradaki Rus askerlerinden ölen olsaydı, arşı saldırı başlayacaktı. Rusya Federasyonu Genel Kurmay Başkanlığı açıklamasına göre, birkaç uçak kaldıran Fransa hedeflere bomba fırlatmamış, yalnız gövde gösterisi yapmış. Bu da Birleşik Amerika’nın gerçekten ayı oynattığına bir işrettir. Eşeğe yazık oldu.


Makale ve Analizler - 2018

143

Fransa Suriye’de Gizli Savaş Yürütüyor

Tercume-Figaro-Raziye Çakır-16.Nisan.2018

Konu: “Le Figaro”, Fransa Suriye’de Gizli Savaş Yürütüyor. Fransa gizli servisleri, Suriye ve Irak’a Fransa’dan gelen ve DEAŞ’a katılan teröristlerle kendi gizli savaşlarını veriyorlar. “Le Figaro” gazetesinin bildirdiğine göre, Fransız hükümetinin başlıca hedeflerinden birisi, teröristlerin vatanların yani Fransa’ya geri dönmelerini önlemektir. “Le Figaro” şunları bildiriyor: “2010 yılından beri, Fransız gizli servisleri, DEAŞ safların katılan ve Fransa için tehlike oluşturan teröristlerle gizli savaşım yürütüyor. Bu teröristlerin arasında en tehlikeli olan, daha önce, Fransız Yabancı Lejyonunda savaşan, halen DEAŞ liderlerinden biri olan, 2015’te Paris ve 2016’da Brüksel terör olaylarının örgütleyicilerinden biri olan Abdelila Himiç isimli kişidir. 2017 yılının sonarına doğru kayıplara karışan bu teröristin aranmasına “Allat” adında bir özel polis örgütü katılıyor. Bu örgüt adını, Yakındoğu’da İslam öncesi yerli halkın taptığı bir ilahtır. Fransız vatandaşı olup Suriye ve Irakta savaşan teröristleri yakalamak için öze olarak 2015’te kurulan ve Fransa İç Güvenlik Genel Müdürlüğü bünyesinde yer almaktadır. “Allat” örgütü, kod adı “Germes” olan ve Fransa Askeri İstihbarat bünyesinden olan gizli örgütle birlikte çalışıyor. Fransız ordusu Genel Kurmaylığına verilen ve Suriye’de imah edilmesi gereken yerlerin ve kişilerin listesini hazırlayan “Germes” örgütüdür.” “Germes’in” hazırladığı ve Fransız vatandaşları terörist listesinde bin 700 kişi var. “Le Figaro” bunlardan 300 teröristin artık geri döndüğünü ve gözetim altında bulunduğunu yazıyor. Hazırlanan listelerde Abdelil Hamiç’ten başa birçok bilinen terör eylemcisinin de ismi geçiyor. Bunlar tutuklanması veya etkisiz hale getirilmesi gereken kişiler olarak gösteriliyor. Güya “özelikle değerli” olan teröristlerin yok edilmesiyle ilgili emirlerin onaylanmasına Fransa Cumhurbaşkanı da şahsen katılıyor. Eski Cumhurbaşkanı Fransoa Olland’ın yaptığı bir açıklamaya göre, kendisi teröristlere karşı 4 nota atışının yapılmasını durdurmuştur. 2013 - 2017 yılları arsında Fransa terörist listesinde yer alan 50 kişiyi dünyanın değişik yerlerinde kendisi veya müttefik ülkelere verdiği bilgilerle etkisiz hale getirmiştir.


144

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Le Figaro” bu “gizli savaş daha çok yıllar sürecek” diye yazıyor. DEAŞ yönetiminden olan kadroların büyük bir kısmı yok edildi, fakat diğerleri “radarda kayboldu.” Bu açıklamayı terör olayları analiz merkezi şefi Jan-Şarl Brizar yaptı. Gazetenin yazdığına göre, göreve başar başlamaz verdiği ilk demeçlerinde Emmanuel Macron, teröristlerle ilgii eski Cumhurbaşkanının sert tonunu sürdürdü. “Hiç birinin gözyaşın bakmayınız! Fransa’ya geri dönmelerine engel olunuz!” dedi. Fransa Savunma Bakanı da teröristlerle mücadele konusuna şunları ekledi: “Rakka’da ne kadar çok cihatçı ölürse, o kadar daha iyidir.” Yakındoğu’da cihatçı avı 2015’te başladı. O yıllarda Halifelik ilan eden terör güçleri Irak ve Suriye’de bildiğini okuyordu. “Le Figaro”, Abdelhamid Abauda yönetimindeki terör grubunun hazırladığı, Paris ve Amsterdam arsındaki tren seferinde terör olayının önlenmesinden sonra Başkan François Hollande, 4 Eylül 2015 tarihinde, Rakka’daki terörist gruplarının kaldığı yerere saldırı düzenlenmesine “yeşil ışık” verdi. Fakat bu operasyon, başka güçlere de zarar verilebilir gerekçesiyle, gerçekleştirilmedi. 2015’in Ekim yılında Fransız askerleri Rakka’da başka bir operasyon girdi, fakat başarı elde edemediler. O tarihte, teröristler artık bölgeyi terk etmişler ve Paris saldırılarını gerçekleştirmek üzere Avrupa’da bulunuyorlardı. Paris terör saldırılarından sonra Başkan François Hollande onlara ağır bir darbe indirmeye hazırdı. Onun yardımına Amerikalı müttefikleri yetişti. Öncelikli olarak Amerikalıların Rakka hava saldırılarında Fransız uzmanlar tarafından listeye alınan teröristlerden büyük bir sayı etkisiz hale getirildi. Bu saldırılarda, “Fırtın İntikamı” operasyonuna başlayan Suriye “Demokratik Güçleri” de büyük kayıplar verdi. Fransa ve ABD yetkililerinin “dış ülkelerden gelen teröristlerin hepsine Suriye mezar olmalıdır” çağrılarına rağmen, onların büyük bir kısmı ülkelerine döndüler ve terör işlerine devam ettiler. Hava akınlarından sonra terör güçleriyle mücadele Irak’ın Musul bölgesinde karada devam etti. Bu operasyonun hazırlanmasına binden fazla Fransız er ve subay katıldı. “The Wall Street Journal” 30 Mayıs 2017 tarihi sayısında, Fransa’nın Iraklı müttefiklerine “etkisiz hale getirilmesi gereken kişilerin” listesini vermiştir. DEAŞ saflarında kalan teröristlerle ilgili olarak, Fransız ve müttefik ülke kaynaklarına bakıldığında, Jan-Şarl Briza’nın verdiği demeçlere göre, onları yakalama ve etkisiz hale getirme işi devam ediyor. Ona göre, “İslam Devleti ken-


Makale ve Analizler - 2018

145

dini yenileme süreci içindedir. Afganistan ve Libya başta olmak üzere savaşımın özellikle devam ettiği bölgelerde yeri direniş grupları oluşturuyorlar.” Fransa İçişleri Bakanlığı’nın resmi açıklamalarında ifade edildiği üzere, Suriye ve Irak’ta halen 730 reşit yaşta ve 538 reşit olmayan yaşta Fransız vatandaşı bulunuyor. Bunlardan 10 kişi Irak ve 60 kişi de Suriye hapishanelerinde bulunuyor. Fransa Dışişleri Bakanı Jan-İva Le Drian’nın açıklamasına göre, Tutuklu yakınlarının büyük sayıda dilekçe ve mektup göndermesine karşın, tutukluların Suriye ve Irak’ta yargılanması bekleniyor. Teorik olarak bu tutuklulardan ancak reşit yaşta olmayanlar psikolojik yaşta olmayanlar Fransa’ya dönebilirler. Fransa terörizm analiz merkezi verilerine göre, Yakın Doğu savaş alanlarından 258 yaşlı ve 68 çocuk Fransa’ya dönmüştür. Bunlardan 180’ni tutuklanmıştır. Fransa Yüksek Mahkemesi 29 Arlık 2014 tarihli bir kararıyla “İslam Devletini” (İD) terör örgütü ilan etmiştir.

Memleket Karanlık

Neriman Eralp Kalyancuoğlu-17.Nisan.2018

Konu: Bulgaristan’da, rüşvet, para kaçırma ve dolandırıcılıktan doğan çöküş. Suriye saldırısının 2. gününde Bulgaristan Cumhurbaşkanı Rumen Radev Sofya Universites’inde öğrenciler önünde konuştu. Savaşa ve siyasete değindi. Bulgaristan’ın yeniliklere ve değişikliklere gebe olduğuna işaret etti. “Çatışma dönemlerinde, kritik günlerde yaşıyoruz” dedi. Ok tehlikeli konularda Birleşmiş Milletler Teşkilatı kararlarının dikkate alınmadığına vurgu yaptı. Gençleri daha az silah ve daha çok diyalog olacak bir dünya kurmaya çağırdı. Cumhurbaşkanı Radev’in görüşleri, Borisov hükümetinin Suriye konusundaki siyasi görüşlerinden uzaktı. “Bulgaristan karanlık içindedir,” diyen Radev, “yeni Bulgaristan’ı karanlık içinde kuruyoruz, bizde hukukun üstünlüğü diye bir şey yok, kurallar herkes için farklı işliyor, adalet ışığına ihtiyaç var,” gibi vurgulamalar yaptı. “Siz bir siyasi parti kurmayı düşünüyor musunuz?” sorusuna verdiği yanıtta ise, kapıyı açık bıraktı ve “Bulgaristan’da birçok yeni parti kurulacak,” dedi.


146

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Konuşmasını Büyük aydınlıkçı Goethe’nin “daha fazla aydınlık, daha fazla aydınlık” sözleriyle bitiren Cumhurbaşkanı Radev, daha fazla ışığı rüşvet, kaçakçılık ve dolandırıcılık olayları için istediğini gizlemedi. *** Bulgaristan Başbakanı Borisov’un işi zor. Durum sıkıntılı ve gergin. İngilizlerden ajan Skripal ailesine yapılan kimyasal saldırıyla ilgili “kanıtlarınızı görebilir miyim” demesi, bu keçi patikasını daha da dik ve dar yaptı. Batı ile Doğu arasında arabulucu y da köprü olma fonksiyonu zor bir iş olduğu kadar, “her eşeğe taşıyabileceği kadar yük yüklenmeli” atasözümüzü asla unutmamalıyız. Bulgaristan bir heybesinde Rusya’yı ötekinde de ABD, İngiltere, Fransa ve diğerlerini taşıyabilecek bir durumda ve güçte değildir. Memleketimiz böyle bir yükü taşımaya hazır değildir. Bu işler sofra açıp birlikte yemek içmekten çok uzak bir alandır ve burada “elçiye zeval olmaz” sözümüz geçerli kabul edilemez. Çünkü elçinin kendisi de bu tarafların ikisinden birinin kampında mutlaka yer almak zorundadır, çünkü tarihte Bulgaristan bu rolü hep taraf olarak oynamıştır. “Skripal” olayında Bulgarlardan % 80’ni “biz Rusya’dan yanayız deyiverdi” ve Batı şaşırdı. Bulgaristan’ın Büyükelçisini danışmak üzere Moskova’dan geri çağırması, diplomatik ilişkilerde, ikili ilişkilerin kesilmesinden önce atılan son adımdır. İkili ilişkilerin kesilme durumuna çekilmesinden kurtuluş ise, Borisov’un “biz ise Bulgaristan’dan Rus diplomatlarından herhangi birini kovmayacağız” sözlerinden sonra ancak sular tek yönü durulmaya başladı. Fakat aynı zamanda Bulgaristan’da ciddi bir karışıklık yaşanıyor. Rusları sevenlerin oranı ansızın açmıştır. Genelde bizde yabancıları sevmeyenlerin oranı % 87’e çıkmıştır. Bu yabancıların başında Müslümanlar geliyor. İnsan ayrımcılığının adı ırkçılıktır. Siyasi adı faşizmdir. Politik adı totalitarizmdir. Bulgaristan’da faşistlerin iktidara sarıldığını ve onu boğduğunu görmeyen kalmadı. Son günlerde Bulgaristan’da faşistlerin lideri olan Valeri Stoyanov’un, totaliter düzenin özünden olduğu, dedesinin ve babasının faşizme ve kapitalizme karşı aktif savaşçı maaşı aldığı, babasının siyasi subay olduğu, Başbakan Yardımcısının faşist kanattan siyasete girerken, adres değişikliği yaptığı, ailesini reddettiği, ismini ve soyadını değiştirdiği açıklandı. Bu bilgileri sunarken, devlet bilgisi dışında bu memlekette kimsenin isim, soy isim, adres ve kimliğini aklına esti diye değiştiremez, yani faşistleri göreve çağıranın devletin kendisi olduğu dikkati çekiyor. Bu durumda sahte kimlikle, suçlarını, katliamlarını gizleyerek herhangi bir kişinin iktidarda kalması kabul edilemez. Hükümet istifa etmelidir.


Makale ve Analizler - 2018

147

*** İşte böyle bir ortamda, Bulgaristan İşverenler Birliği Başkanı Domuzciev, “Kanal 3” TV ekranında çıktı ve “ülkede 300 bin yabancı işçiye ihtiyaç var,” dedi. Şimdi sığınmacı, savaş kaçağı, jender, siyah derili, çekik gözlü veya Müslüman yabancı istemeyen Bulgar milli ruhu seçim yapmak için başını kuma soktu. Bu ülkede kör siyasetçilere neden ihtiyaç duyduğu da bir ben bire parladı. Faşist “Yurtsever Cephe” hemen istifa etmelidir. Sahte kimlikli hükümet temsilcilerinin görevde olduğu bir ortamda Avrupa Konseyi dönem toplantısı devam edemez, mutlaka ve hemen bir geçici seçim hükümeti kurulmalı ve seçim hazırlıkları başlamalıdır. 3. Borisov iktidarı zamanını doldurmuştur. *** Yönetenlerin yöneticisi olarak hareket etmeyi ve gövde gösterilinde bulunmayı seven Başbakan Boyko Borisov, kimseye benzemeyen, fakat değişik şekiller alabilen bir lider tipi olarak ortaya çıkabiliyor. Herkes her şeyi bildiği için GERB-kertenkelesinin yeniden kuyruk koparmasına ya da renk değiştirmesine gerek yoktur. Başbakan zengin mimiklerle kendini ifade etme taktiklerinden vazgeçmelidir. Sihirbaz biri olmakla birlikte, ortama uyum sağlarken başka vasıflar da göstermesi artık gereksizdir. Borisov’u Angella Merkel ile uzun süre temas ederken görseniz Merkel’e benzer davrandığını ve ifadeler kullandığını, Vladimir Putin’le uzun müddet birlikte olduğunda da onun gibi konuştuğunu görebilirsiniz ki, bu aslında bir zayıflık ya da üstünlük ifade etmez. Fakat bu özel siyasetçi vasıfları Bulgaristan’da hiçbir şeyi değiştirmiyor. Vatandaşlar Boyko Borisov Bulgaristan’ın adıyla bilinen artık tarih sayfasından çekileceğini duyumsuyor. Borisov, Bulgaristan’ı ileri taşıyabilecek bir kapasite ve ufka sahip değildir. 10 yıldan beri kullanılan kurnazlıklar sanki bitti. Son virajlar da alındı. Yolun sonu görülüyor. Halkın arasında şu fıkra dolaşıyor: P Ev yaptırmışsın kutlu olsun, parası nereden? P Şu asfaltı döşedik ya.... Birkaç zaman sonra aynı kişiler yine görüşür. P Bu köşk kimin? P P Hangi parayla yaptın? P Şu yolun parasıyla! PAma burada yol yok...


148

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

*** Biz 3 ay daha Sofya’da Bulgar elitini görmek zorundayız. Ulusal Kültür Evi’nin etrafı polislerle çevrildi, abluka kalkmıyor. Yollar kesik, bahçelerde çiçekler açmış. Fıskiyeler gece gündüz akıyor. Törensel bir hava esiyor. Şık elbiseli görebildiklerimiz sadece son 3 Bulgar hükümetinde yer alan yetki ve söz sahiplerinin eşleri, metresleri, mankenler, genç kız ve oğlanlar... Bu genç kadrolar 1990’da Bulgaristan’da ılımı geçişi gerçekleştirenlerin en yakınlarıdır. Bu ılımlı geçişle Bulgaristan ruhu derin bir çukura gömüldü. *** Sol liberalizmden sağ liberalizme kayma Biz totaliter komünizmden liberalizme geçmeyi beklerken, birbirinin devamı ve birbirine kaynaşmış olan bizdeki faşist totalitarizm ile komünist totalitarizmin erimesini, parçalanmasını ve yok olmasını beklerken sağ liberal, milliyetçi, şoven, aşırı milliyetçi v ırkçı yaklaşım ve siyaset doğdu. 28 yılda iktidar olmayı başardı. Öte yandan, Avrupa ve Avrupa Birliği de durmadan değişiyor. Yenilenmek zorundadır. Herkesin halinde olan güçlerin başında yeni sollar ve yeni sağcı güçler var. Bizdeki olay ve gelişmelerin suyu Bulgaristan’da kaynamıyor kuşkusuz. Bataklığın suları şişelenmiş ve bize içecek olarak sunuluyor ya da marketlerde satılıyor ve biz de alıp bol bol ferahlıyoruz. Avrupa ülkelerinde sol liberalizmden sağ liberalizme ve daha doğrusu ırkçılık ve aşırı milliyetçilikten Nazilik ve faşizme kadar yuvarlanan bir değişim gözleniyor. Avrupa’daki bu gelişme 21. Asrın en önemli sorunudur diyebiliriz. Günümüz propagandasında faşizmin nemini işçi hareketinden sosyal demokrat özden aldığı geveleniyor. Faşizmin kökleri sol alandadır diyenler, İkinci Dünya Savaşında çarpışan Nazi totaliteriz mi ile Bolşevik totalitarizmin ikisinin de sol köklü olduğunu iddia ederek, kendilerini demokrat çıkarmak isteyenler çoğalıyor. Bu gelişmenin Bulgaristan’da yüksek bir hızla yol alması korkutucudur. 2 000 yılından beri Makedonya İç Devrim Örgütü VMRO, 2005’ten beri aşırı milliyetçi “Ataka” partisi ve sözüm ona “Bulgaristan’ı Kurtarma Hareketi” ve bu üçlü aşırı milliyetçi hreketlenmenin 26 Mart 2 017 genel erken seçimlerinden kısa bir süre önce adı “Yurtsever Cephe” olan bir faşizan örgütlenmede buluşması ve hükümete tırmanmaları halkımıza bel büktürdü. Toplumun kanını alabildiğine emiyor. Aslında bir yıkım olan bu yükselişe devlet göz yumdu. Bu gelişmelerin içinde en tehlikeli olan ise, Bulgar siyasi elitinin, Bulgar kamuoyu öncülerinin bu korkunç gelişmeden ilgilenmemesi, bir kamu kitle hareke-


Makale ve Analizler - 2018

149

tine öncülük etmeye hazır olmamasıdır. 20. Yüzyılda faşizmin 50 milyon insanın ölümüne sebep olduğu unutuluyor. Yahudilerin katledildiği unutuluyor. Hayat bir film gibi seyrediliyor. “Olacak olan olur” görüşü ağır basmaya başladı. Tehlike kitlelerin uyumasından fazla uyanmak istemeyişinde gizleniyor. Sivil toplumda vatandaş düzeni kurulmadığı için Avrupa’nın her bakıma gerisinde bulunuyoruz. 20. Yüzyılda adalet tatmayan Bulgar kamuoyu, 21. Yüzyılda adalet dendiğinde “bu da ne?” demekten kendini alamıyor. Başbakan yaptırdığı için kimse “bu yollar kabristan!” diyemiyor. Başbakan paralarını Kuveyt’te, oradan Suudi Arabistan’a çıkardığı için, herkes paralarını Bulgaristan’dan kaçırıyor, “Kimse ne oluyor, parasız pulsuz kaldık, ölüyoruz!” demiyor. *** Avrupa’da ve Bulgaristan’da yeni ve eski solcular birbirinden köklü farklıdır. Eski solcular Stanişev solcularıdır. (Sergey Stanişev Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) eski Başkanı ve Avrupa Sosyalistleri (PES) şimdiki Başkanıdır) Bu güçler İstanbul Anlaşmasın, çok kültürlü topluma vb duyarlıdır. Bu, bir BSP partisi siyasetidir. Zamanını doldurmuştur. Avrupalı yeni sosyalistler bu köhnemiş siyaseti çöpe atmaya hazırlanıyorlar. Bulgaristan’da yeni sosyalist hareketin ideolojisi henüz biçimlenmemiştir. İdeologları sahneye çıkmamıştır. Fakat bu konuda hazırlıklar yapılıyor ve video ve TV periyodik programları hazırlanıyor, görüş sahipleri belirlenmiştir. Parti içindeki yenilenme hareketi öğrenimlerini Batı merkezlerinde gören genç kadrolara yol vermeye de yanaşmıyor. Bulgaristan sosyalistlerinin dönüşüm denemelerinin başarısız olduğunu son 2 yılda siz de izlediniz. Örneğin koyu Moskovcu olan Filibeli (Plovdiv) Gergov grupu, parti yönetimini ele geçirmeye ve GERB ile kaynaşarak iktidar olma denemelerinde başarısız oldu. Şimdi bu perde yeniden kalktı ve GERB sözüm ona “Yurtsever Cephe” grubundan kopunca, eski komünistlerden bir grubu koparıp hükümete tırmandırmak istiyorlar. Bulgaristan’da ışığa ihtiyaç var. Bu ışık yanmadan GERB’in silkinebilme ve yeniden derlenip toparlanma yolları kapalıdır.


150

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Toplum İskeleti - Rüşvet

Rafet Ulutürk-19.Nisan.2018

Konu: Borisov: Türk Partisi Hükümet Ortaklığına Kabul Edilmez! Gidip gelenler memleketimizi farklı görüyor ve farklı anlatıyorlar. Neye inanacağını şaşırmış olanlar var. İşte ilk görüş Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov İsviçre’de çıkan “Neue Züricher Zeitung” (NZZ) gazetesine verdiği demeçte, “Türk azınlığın partisi ve muhalefetle asla hükümet ortaklığı kuramayız” dedi. O, “son seçimlerde GERB partisinin sağ kanttaki doğal müttefiklerinin meclis dışı kaldığını hatırlattıktan sonra, şimdi “Birleşik Yurtseverler” ile “bir birimizi tamamlıyoruz” diye konuştu. Örnek olarak, Bulgaristan Türkiye sınırının korunmasını, göç yolunun kesilmesini ve eğitim masraflarının yükseltilmesine işaret etti. Geçen hafta Bulgar kamuoyu “Skripal” skandalı konusunda, “Boyko Borisov Rusya çizgisine geçti. Avrupa rotasını değiştiriyor mu?” sorusunu yöneltti. NZZ gazetesine verilen yanıt şu oldu: “Bulgaristan’ın Osmanlı İmparatorluğundan kurtarılması için binlerce Rus hayatını feda ettiği için minnettarlık hisleri olması doğaldır. Fakat Rusya ve Batı arasında bir seçim yapılması söz konusu değildir. Bulgaristan AB. Bulgaristan NATO’dur. Tarih kültür, iş görme ve gelenekler başak bir şey, Batı yönelimimiz bizim kesin kararımızdır.” Bunlara Avrupa Konseyi Sofya şamatasını ve Batı Balkanlar siyasetindeki “başarıları” eklediğimizde tablo son şeklini alıyor ve sanki bazıların beğenisini bile kazanıyor. Kanıtlarla ispatlanana kadar suçsuzluk zannının Avrupa yargı sisteminde ve hukuk devleti ilkelerinde merkez yer aldığı sözleri ise, NZZ gazetesi aracılığıyla Avrupa kamuoyuna gönderilen mesajda rahatsız edici bir şey olmadığın işaret ediyor. Öyle midir? Fırsat her vakit ele geçmez Siyaset, Başbakan Borisov’a bu ay ip atlatıyor gibi. Adam bir ileri bir geri sıçrarken iyice yoruldu. Terini silmeye vakti yok. 2009’dan beri 2 defa istifaya zorlansa da, bu ay ilk kez ciddi sendeledi. Muhalifleri, çamaşır sepetinde birikenlerin hepsi birden ipe serdi. NZZ gazetesine anlatılanlar “ben o değilim, buyum” anlamında algılanabilir.


Makale ve Analizler - 2018

151

Öyle olsa da, “Ne oluyor?” demeyen kalmadı Cumhurbaşkanı Rumen Radev, üniversiteli gençlere hitaben yaptığı konuşmada, bu kadar çok kirlisi olan bir adamın “başbakan koltuğunda oturmasına nasıl tahammül edebiliyorsunuz?” dercesine, “lambaları yakın, “daha, daha fazla ışık verin”, birlikte mahzene inelim, neler neler göreceksiniz” gibi vurgular yaptı. Bu konuşmanın 2 sebebi vardı. Birinde, bu işler böyle gitmez, bu hükümet hemen dağılsın ve ben geçici bir kabine kurayım, 26 Mart 2017 seçimlerinden önce olduğu gibi, “dediğim dedik, biçtiğim biçtik” yöneteyim, anlayışı vardı. Radev, 2016 Başkanlık seçimlerini kazanınca çekilen II. Borisov kabinesinin yerine, 2009’dan önce her bakıma iflas etmiş, seçmen gözünde sıfırlamış, hiçbir iş yapabilecek kapasitede olmadıklarından dolayı, Bulgar halk tarafından siyaset sahnesinden atılan beceriksizlerden bir hükümet derlemişti. Yine o hukukçu geçinen, “Anayasa hukukçuluğuyla övünen” ama çocukluğu akıl hastalığı ve denge bozukluğu muayenehanelerinde geçen Prof. Gercikov’u seçim hükümetine başbakan yapmıştı. Prof. Gercikov’un besbelli devam eden eski nöbetlerinden “Türk ve Müslüman düşmanlığı” tuttu ki, 26 Mart 2017 seçim günü hepimize trajedi yaşattı. General - Başkan Radev bu trajediyi perde ardından yönetti. İlk yumruğu Müslümanlara göstermesi anlamlıdır. Karşılaştırmalı düşünürsek, 1909’da Çar olan Ferdinand da 1913’te Müslüman Pomakları üzerinden yuvarlak gibi geçmiş, yarısını Bulgarlaştırıp Hıristiyanlaştırırken, öteki yarısına da Ege Denizi’ni göstermişti. Şimdi siyasetin yönü değişti, gidenler dönüyor, seçime katılıp Bulgaristan geleceğinde biz de olacağız azmiyle oy kullanmaya geliyorlardı. Mazlumları vatan toprağından söküp atanlar Bulgar milliyetçileri, Çar, papazlar, hükümetler, generaller, çeteciler, ordu, jandarma polislerdi. Aynı mazlumlar yasal haklarını kullanıp oy vermek için geri dönerken aynı barbar, vahşi, silahlı, aşırı milliyetçi, çeteci, elleri kanlı, bakan, başbakan yardımcıları, sözde yurtseverler ve generaller tarafından karşılandılar. Dövülerek “uğurlananlardı”, dövülerek “karşılandılar”. Bizi ilk defa kovanlar 1923 ve 1934’te askeri darbe yaptılar, hep iktidarda kaldılar. 26 Mart 2018’de sopayla karşılayanlar da iktidara tırmandılar. Bulgaristan’a Naziliği, aşırı milliyetçiliği ve şovenliği yerleştirmek için kimlik değiştiren Valentin Stoyanov gibileri Başbakan Yardımcısı, örgütsel ta-


152

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

rihi baştan başa kanlı olan VMRO’nun şefi Başbakan Yardımcısı ve Savunma Bakanı oldu. Başbakan Borisov’un onlar hakkında “birbirimizi tamamlıyoruz” demesi normal vatandaşın nefesini kesmiştir. Cumhurbaşkanı Radev’in bu gerçekleri görebilmesi için “ışık, daha fazla ışık” çağrısı da anlaşılır gibi değildir. Radev’in, Başsavcı Tsatsarov’a hemen emir verip, sahte kimlikli bir siyaset bozuntusu olan Başbakan Yardımcısı Volen Simyonov’u, Türkiye - Bulgaristan sınırına tel çit çekmek için aldığı 68 milyon Euro dolayı sorgulatmak için tutuklatması gerekirken, görmezlikten gelmesi dikkat çekicidir. Bir askeri jet pilotu olan Cumhurbaşkanı Radev, yüksekten bakınca yeryüzündeki bazı ayrıntıları ve detayları göremiyor olmalı ki, siyasetçiler ve sosyologlar bunu kanıtlıyor. Sosyalistlerin milletvekili olan sosyolog Prof. İvo Hristov, rüşvet denizinde yüzen devlet konusunu işlerken, “Bulgaristan rüşvet sistemi devletin iskeletidir, sökülürse devlet çöker,” dedi. Eski İçişleri Bakanı 2 ay önce Rüşvetle Mücadele Komisyonu işe başlayınca, Bulgaristan’da Sofya “Mladost 3” belediye başkanı, “Pazarcık” Belediye Başkanı, “Rakovski” şehri Polis Amiri ve emrindeki ekip vs. gibi seri tutuklamalar yapılıyor. Bu kişilerin makam araçlarında ve ofislerinde büyük miktarda paralar bulunuyor. İçeri atılıyorlar. Sanki “demokratik Bulgaristan’ın yeni kahramanları” yetiştiriliyor. 30 yıl hapse çarptırılanlar bile Strazburg İnsan Hakları Mahkemesinde Aklanıyor. Devlet milyonlarca Euro tazminat ödemek zorunda alıyor. 16 milyar leva KDV ödenmemiş, tutuklanan kimse yok... 3 milyon Bulgaristan vatandaşının hanesine elektrik enerjisi veren “ÇEZ” şirketini satın almak isteyen, sermayesi 50 milyon leva olan bir Bulgar şirketinin dış bankalardan getirdiği 200 milyon Avro değerindeki “Banka Garantisi” boş çıkmış, kimsenin umurunda değil. Yarın öbür gün 3 milyon kişi, fabrika ve yollar, devlet ve özel kurumlar karanlıkta kalacak ve hayat duracak kimsenin ruhu duymuyor. Gerçek tablo ve GERB ile neo-faşistlerin işbirliği sonuçlarından bir kısmı bunlardır. Fırsat her zaman ele geçmez siyasetinin hedefinde iskeleti parçalayıp bitirmek ve devleti çökertmek olabilir mi? Eğer bu böyleyse Bulgar devletinin yerini dolduracak olan nedir? *** Kim Kimden en fazla korkuyor?


Makale ve Analizler - 2018

153

Cumhurbaşkanı Yardımcısı İlyana Yonçeva, “Pogled.info” yayınında “Cumhurbaşkanı Radev, GERB partisi meclis grubu başkanı Tsvetan Tsvetanov’un Cumhurbaşkanı Radev hakkında yürüyen kabusudur” dedi. Yonçeva’ya göre, GERB ile Cumhurbaşkanlığı arasındaki uzlaşmaz zıtlaşmanın temelinde “Cumhurbaşkanı’nın gerçekleri gizlememesi” bulunuyor. Örneğin Bulgaristan vatandaşlarından yarısının açlık çizgisinde, çok yoksul bir durumda yaşadığını GERB gizlemeye çalışıyor. Sofya’daki Avrupa Konseyine sunulan ve halka açıklanmayan raporda, açlık, işsizlik, eğitim, sağlık, sefillik gibi kalemlerin hepsinde Bulgaristan 27 ülke arasında sonuncu sıradadır. Siyasetten anlayan kişilerin iş başına getirilmesi gerekiyor. İş başında olan Bulgarlar rüşvet almadan iş görmüyorlar. Öyleyse azınlıklardan deneyimli ve öğrenimli kadroların göreve çağrılması gerekiyor. Hayat azınlıklar göreve davet edilmeden Bulgaristan’ın ayağı üzerine kalkamayacağını defalarca kanıtladı. 30 yıldan beri memleketimizin gerçek ihtiyaçları, kalkınma olanakları ve yolları, imanlarımız üstüne bir rapor hazırlanmadı. Nasıl insana ihtiyacımız olduğu araştırılmadı. Biz 30 yıldan beri kadro yetiştirip dış ülkelere gönderiyoruz. Ve şu an nüfusun % 60’ı okuduğunu anlayamaz duruma gelmiştir. Devleti ve halkımızı soyup soğana çevirenlerin turizmi geliştirerek Bulgaristan’ı ayağa kaldıracakları hesapları da boşa çıktı. Çünkü Bulgaristan’a gelen Batılı ve Doğulu turistler o ülkelerin en yoksul kesiminden seçilmiştir ve Bulgar milli gelirine katkıda bulunamıyorlar. Demokrasi Bulgar tarımını çökertti. AB’den gelen paralar yalnız ve bir tek büyü toprak sahiplerinin banka hesaplarına akıyor. Sebze ve meyve üreticileri üvey evlat durumundadır. Hayvan bakıcılar perişandır. Bu kurallar değişmelidir. Bulgaristan’da belediyelerde harcanan paraların% 85’i Brüksel’den geliyor ve çalınıyor. Bu bir kör düğümdür. Devlet başını kuma gömmüş, poposunu gösterip övünmekle geçiniyor. 11 yıldan beri bu böyle gidiyor ve toplum felç olmuştur. Cumhurbaşkanı Radev siyasi parti kuracak mı? Can alıcı soru şudur: Cumhurbaşkanlığı dış ülkelerdeki Bulgarlar için mi programlar geliştirmeli, para göndermeli, yoksa önce memleketimizde zar zor geçinenlere mi el uzatmalıdır. Bu soru çok önemlidir. İnsan önce yanındakilere el uzatmalıdır. Siyasi boşluk olmadan politik parti kurulmaz.


154

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

28. Siyasi partiyi kurmak isteyen Radev, yalnız dış ülkelerde bulunan Bulgaristan vatandaşlarını temsil etmeyi hedeflemiş olabilir mi? Çünkü bu gidişle Bulgar seçimlerinde oy verenlerin % 50’den fazlası dış ülkelerde sandık başına gidecektir. Bu bir hayal ürünü olabilir mi? Bu gelişmeler Bulgaristan’da “Geçiş Dönemi” siyasi sisteminin aşındığını ve artık enerji üretemediğini gösteriyor. İleri adım atabilmek için siyasi sistemin değiştirilmesi gerek. Bu sorun, ancak GERB ve Boyko Borisov hükümetinin gitmesiyle çözülemez, faşistler siyaset alanından kovulacak, totaliter sistem cesedi de Bulgaristan siyasi sistemden çözülecektir. Rüşvet iskeleti tamamen yok edilecektir. Rüşvet zenginlerinin tüm paralarına devlet el koyacak ve sefillere barınak kurulacak, iş verecek, artı değer üreten üretimler geliştirilecek, açların karınlarını doyurmalıdır. Belki de yapılacak olan ilk iş çok büyük hapishaneler kurup soyguncu, talancı, dolandırıcı, rüşvetçi tipleri içeri atıp çalıştırmak olmalıdır. Demokrasi koşullarında halkı soyanlar için başka ceza olamaz. Memleketteki yeni yargıç ve savcıların yarısı azınlık çocuklarından olmalıdır. Bulgar’ın Bulgar’a adil davranmadığını tüm Bulgaristan değil dünya da gördü. Cumhurbaşkanlığının resmi rakamlarına göre 3 milyon aktif yaşta (genç) Bulgaristan vatandaşı dış ülkelerde bulunuyor. Dış ülkelerden okula giden Bulgaristan vatandaşlarının çocuklarının toplam sayısı 400 bin oldu. Türkiye de arzu eden Bulgaristanlı soydaşların çocuklarının vatan dilini öğrenmelerine olanak sağlıyor. Soru: Herkes Bulgaristan’ı terk ederse ne olur? Ve bu mümkün müdür?!. Bu, 3 milyon seçmen vatandaşın posta ile oy kullanması neden sağlanmıyor? Önerilerimiz neden dikkate alınmıyor. Bu seçmenler oy vermeden nasıl bir Bulgaristan kurulabilir? Bu vatandaşların hepsi Bulgaristan vatandaşıysa, neden ayrıma tabi tutuluyorlar? Kimileri isteniyor, kimileri ise istenmiyor!


Makale ve Analizler - 2018

155

Artık Top Bizde

Rafet Ulutürk-21.Nisan.2018

Konu: Yeni Durum Hepimizi İlgilendirmeli Meyvesiz ağacı sallama boşa Ne yaprağını dök canım Ne dalı inci. Vesile Cebeci’nin çalıp söylediği bu eser, Bulgaristan’daki son durumu çok isabetli yansıtıyor. Memleketin iç kaynakları tamamen tükendi ve gözler dışarıda, biz gurbetçilerde, soydaşlarımız-dadır. 2017’de yurtta kalan yaşlılarımıza devletin ödediği emeklilikler ve sosyal yardımlar ile biz gurbetçilerin yakınlarımıza gönderdiğimiz geçim yardımları eşit-leşti. Bulgaristan’da yaşayanlar % 50 devletin, % 50’de dış ülkelerdeki yakınlarının sırtındadır. Artık Bulgar devleti “ben her şeyim” diye böbürlenemez. Vatandaşın lokması dışarıdan geliyor. Kimsenin kötülüğünü istemem, fakat 1- 2 sene sonra kesilmesi beklenen Brüksel (AB) fon yardımlarının “dibinin kuruyacağı” gün ve saati sabırsızlıkla bekliyoruz. Çünkü bugün gerçek durumu anlayabilmek oldukça zor, çünkü Bulgar ağacı meyvesiz, fakat bahçeden çıkanlar sepet dolu meyveyle çıkıyorlar. İş Avrupa yardım fonlarından gelen paraların çalınmasında gizlenmiştir. Biz, Bulgaristan’da hırsızların devlete “sana ne, aldım çaldım, dışardan gelmiş para, ben çalmazsam başkasının elinde kalacak” zihniyeti aldı yürüdü. Bu gelişmelerin içinde en tehlikeli olan husus ise, “Rüşvet İskeleti”nde yer alanların ve devleti sömürerek palazlananların GERB hükumetine koltuk değneği olan aşırı sağcı faşist güçler olmasıdır. Bu gidiş durdurulmazsa Bulgar faşistler tek başına iktidar olabilir. Bulgar faşistlerinin siyasi programında en önemli madde Türklerin siyasi örgütlerini, parti ve derneklerini kapatmak, camileri birer birer müze haline getirmek ve Türkleri okulsuz ve kültürel kurumlarından yoksun bıraktıkları gibi, giderek dilsiz ve dinsiz bırakmaktır. Bu faşist güçler şunlardır: Hükümet ortağı “Ataka”, İç Makedon Devrim Örgütü “VMRO” ve “Bulgaristan’ı Kurtarma Hareketi” ve bu üçlünün buluştuğu güya “Yurtsever Cephe”. Arkalarında sürükledikleri “Trakya Göçmenleri” gibi 25 irili ufaklı 25 cephe de sıralanabilir. Bunlar genelde para militer kuruluşlardır. Bu yapılan-


156

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

mayı besleyen Türk, Müslüman, İslam düşmanı zihniyettir. Bunlar domuz kesip kanını sokağa, kuyularımıza veya diğer su havzalarımıza atanlardır. Onların uykusunu kaçıran Bulgaristan Türklerinin hak arama davasına yeniden uyanışı, dernek-leşmemiz, halk sanatımızın yeşermesi ve Türkler arasında siyasi özgürlük kıvılcımları çakmaya başlamasıdır. Bu işin en acı yanı ise, aşırı Bulgar milliyetçileri Bulgaristan Müslümanlarını temsil etmekle geçinen bazı şerefsizlerle siyaset arenasında buluşmalarıdır. Bu çevreler bu defa, 26 Mart tarihinde Varna’da yaptıkları gösterilerden memnun görünüyorlar. 26 Mart onlar için çok önemli bir tarihtir. “Trakya Göçmenleri” gününü kutluyorlar. Trakya’dan gelen Bulgarları şereflendirme günü olarak kutlanan bu tarihte, geçen sene aynı gün parlamenter seçimlerde oy kullanmaya gelenleri sınırda durdurup, otobüsten indirerek tartakladıkları ve Türkiye Cumhuriyetine VMRO’dan adam gönderip soydaş seçmeni sandık başında serbest oy kullanmasını engelleyebildikleri için mutludurlar. Onlar bu başarıdan sonra Başbakan Yardımcılıklarına tırmandılar ve bir yıldan beri azdıkça azdılar. Hele Varna görüşmesinden sonra, Türkiye Cumhuriyeti Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’dan Osmanlı dönemine ait asılsız isteklerde bulunmanın saçmalık olduğunu kamuoyu da değerlendiremiyor. Toplumda “Türk’ten ne koparabilirsek kardır” zihniyetiyle nefes alan bir zümre var ve sanki bu tabaka zaman geçtikçe genişliyor. Samimi beyanlarında “Bulgar olmayı kabul etmeyene” kapı açık gidebilir, diyecek kadar yüzsüzleştiler. Hele şu “jender” tartışmaları içinde, “bizden de kimliğimizden vaz geçmemiz isteniyor” *** Gözlenen durumdaki ana çelişki nedir? 1989 - 1990 yılları arasında savaşan Bulgaristan halkı köklü değişim istemişti. Bu değişimin özünde bireysel ve kolektif haklar, daha iyi, daha huzurlu ve daha kaliteli bir yaşam standardı hedeflenmişti. 30 yıl sonra, 3 milyon genç ülkeyi terk etmiş ve nüfus faciası yaşıyoruz; ekonomik gelişmemiz durdu; toplum çok zenginler ve zor geçinenler olarak parçalandı; eğitim ve sağlık hizmetleri halktan koptu; geleceğimize ilişkin plan yok... Halkın sabrı tükenmiş, Bulgar inancı ve umudu bir somun ekmek kozasının içine sığınmış, gökten Tanrı inse Avrupa’ya ve Atlantik siyasetine bağlılığımızın, özellikle de sahte yurtseverlik sıçramalarının hiç kimsenin durumunu iyileştiremeyeceğine kendisi de inanacaktır. Her şey Arapsaçına döndüğünden dolayı, ülkede refah ve serinlik fışkıran bir kaynak bulmak artık olanaksızdır. Bu yüzdendir ki, Cumhurbaşkanı Radev umudu dış ülkelerde çalışan ve okuyan gençlerimizde ve ailelerinde görüyor.


Makale ve Analizler - 2018

157

Ne yazık ki dibe vurduk 2018 yılı 1990 Bulgaristan’ı değildir. Artık tüm imkânlar tükenmiştir. Önce akıllı olanlar unutuldu. Geri dönmüyorlar. Sonra letafet ve güzelliğe güvenenler denediler. Olmadı! İktidardan inen merdivenler siyaset hep mezarlığına çıktı. Şanslı olanlar bazı yabancı vakıflardan geçici bir zaman daha emebildiler. Bulgar liderler toplum hastalıkların teçhiz koyamadıkları gibi tedavi sürecini de belirleyemediler. Bugün artık değiştirilmeleri gerektiğine herkes inanıyor. Bunu Bulgar kulisi de yapamadı. Demokrasi hurdalığını seçim dolaplarıyla bugüne kadar taşıya-bildiysek, biz perde ardındaki güçleri de gün ışığına çıkarmak zorundayız. Bu gün Bulgaristan’ın gerçek problemi budur. Çünkü son hesapta 3 milyon kişinin ülkeyi terk etmesine sebep olan onlardır. Hiç kimsenin geri dönmek istemeyişine neden olan da kendileridir. Biz bugün Bulgaristan, ekonomi, yatırımlar, Avrupa fonları sözlerini işittikçe çoktan kalkmış gitmiş bir treni anımsıyoruz. İnandığımız bir şey varsa, o da “bu tren bir daha bizim gara uğramaz” tahminidir. Halkımız demokrasi kalesi kapısında şöyle bir gerçekle yüzleşti: Ya yoksullar demokrasiyi kullanarak mülk sahipleriyle kavgada galip çıkacaklar ya da yoksullaşmaktan korkan mülk sahipleri demokrasiyi tuzla buz edecekler. Bizdeki durum çok daha kötüdür. Büyük zenginlerimiz oy ve siyasetçi pazarı kurdular, her şeyi alıp satıyorlar. Dışardan bakan soydaşlarımız, gurbetçilerimiz, sıla hasreti çekenlerimiz bu gerçeği görebiliyorlar. Bu sahte görünüme karşı mücadeleye karılmak, ışık tutmak ve deniz feneri olmak istiyorlar. Doğru insanlarla buluşup birleşmemiz şart oldu. Dış ülkelerdeki gurbetçi Bulgaristan vatandaşlarının tek elde, tek yumrukta, dernek, federasyon, konfederasyon ve tek partide toplanması ülkemiz için de tek çıkış yoludur. Siyasi temsilciliği olmayan bir yere sermaye akmaz. Dışarıdan gelecek olan sermayeyi, yatırımları mecliste gurbetçilerimizin partisi temsil edecektir. Bugün bu partinin potansiyel 3 milyon oyu var. Parti yönetiminde Batı Avrupa; Doğu Avrupa ve Balkanlar; Amerika ve Kanada ve Türkiye Masaları olacaktır. Bu masalar eş-başkanlar tarafından yönetilecektir. Eski partililer ve “DS” ajanları, HÖH, DOST ve Kasım Dal partisi yönetiminde yer alan kadrolar seçim listelerinde yer almamalıdır. Memleket çıkarlarını savunan Cumhurbaşkanı Radev, seçim listelerinde adayların ancak % 20’sini gösterebilir. Seçime katılma posta ile olacaktır. İngiltere, Almanya ve Avusturya’da dış ülkelerdeki seçmenler posta ile seçime katılıyorlar. 3 milyon oy en kötü durumda 150 milletvekilidir ve Sofya meclis çoğunluğu kendiliğinden olmak üzere, san-


158

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

dalye çoğunluğunu oligarşi, rüşvet babaları, dolandırıcı ve hırsız-hain grubundan çekip alacaktır. Bu bir siyasi reform, sistem değişikliği ve adalet yolu açan bir dönüşüm olacaktır. İlk adımları biz attık Bu konuda uzun bir çalışma yapan Stratejik Araştırma Merkezimiz (BGSAM) ve BULTURK Derneğimizin hazırladığı rapor Bulgaristan Ankara Büyükelçisi Sayın Bayan Nadejd Neyski’ye verdik. Bu konuda kendilerini ziyaret ettiğimizde yaptığımız aydınlatıcı konuşmalarda özellikle ilk adım olarak posta ile oy kullanma usulüne vurgu yapmamızı seçmenlerimiz tarafından büyük destek buluyor. Seçmen kardeşlerimiz en temel insan haklarımızı kullanırken yaşanan trajedinin, yüz karası olayların aşılma ve kesin çözüm yolunun BG-SAM ve BULTÜRK olarak kendilerine önerdiğimizi burada da belirtmek isteriz. Seçmenler, ırkçı hortlamalara, trajik olaylara ve oy pazarlılarına ve milletvekili tavlamaya son verilecek ilk genel seçimden sonra dış ülkelerdeki iri sermayenin ve büyük yatırımcıların Bulgaristan’a yöneleceğine kesin inanıyor. Bunalım derinleşiyor Dış ülkelerdeki Bulgaristan vatandaşlarına ilginin söndüğü şu dönemde, Bulgaristan’daki ekonomik bunalım daha da derinleşiyor. Nisan ayının ilk 19 gününde, tekstil dalında fason çalışan 30 adet sanayi tesisi kapılarını kapadı. Bu işletmeler kendi emeğimizle gurbette biriktirdiğimiz sermayemizle kaynaşmış olsaydı ayakta kalacak ve kepenkleri kapatmayacaktı. Bu, Türk yatırımcılar için de geçerlidir. Köy onarım ve bayındırıma işlerine kendi sınırlı birikimlerimizle başlayabiliriz. Çeşmeler, pınarlar, köy misafir odaları, dere ve çay üzerindeki köprüler hepimizi dışarıda olan bizleri el atmamızı bekliyorlar. Bu işlerde daha güvenli ve etkin olmamıza AB içindeki Avro bölgesine giremememiz tereddütler uyandırıyor. Daha anlaşılır olmak amacıyla bir kıyaslamalı örnek vermek istiyorum. 2007’de AB’ye alındık. O zamandan beri para birimimiz leva kaldı. AB ülkelerinden çoğu Avroya geçti. Bulgaristanı bekletiyorlar. ABD örneği Birleşik Amerika’daki 50 eyalet US Dolar bölgesine girmek için ayrı ayrı beklememişlerdi. 4 Temmuz 1776’da ABD Kongresi bir karar alarak 2 Nisan 1792’den başlayarak US Doları bütün eyaletlerin ortak parası yaptı. Bu ABD bağımsızlığını kazandıktan 16 yıl sonra gerçekleşti. Yararla zarar baş başa Levanın dolaşımdan alınması ve Avroya geçilmesiyle % 20 - 50 arasında hayat pahalılığı gelmesi bekleniyor ve bu da sosyal alanda deprem etkisi yapa-


Makale ve Analizler - 2018

159

bilir. Maaşlara zam yapılmazsa bu deprem şiddetlenebilir. Bunun dışında istikrarın korunabilmesi için birisi 300 milyon Avro, ikincisi de 4 milyar Avro olmak üzere Avrupa güvenlik sistemlerine 2 yatırım yapılması gerekiyor ki, bu etkenler AB Avro bölgesi üyeliğimiz konusunda toplumu % 50 - % 50’ye bölmüş durumdadır. Bu bunalımın aşılmasında da gurbetçilerimizin katkısı en büyük olacaktır, çünkü onlar her yıl Bulgaristan’daki yakınlarına toplam 1 250 milyar yardım gönderiyorlar. İşte böyle bir ortamda dış ülkelerdeki Bulgaristan vatandaşlarımızın yeni bir siyasi sisteme dayanan istikrarlı bir Bulgaristan yaratılmasında oynayacakları rol kendiliğinden ortaya çıkıyor. Bu bakıma biz Bulgaristan’ı meyvesiz bir ağaç olarak görmüyoruz. Ayrıca her geçen güçle memleketimiz Bulgaristan’ı dönüştürecek olan temel sosyal gücün biz olacağımıza da gönülden inanıyoruz. Artık top bizde, oyunu iyi oynamak zorundayız hata yapma lüksümüz kalmadı. Konumuz devam edecektir. Saygılarımızla

Var Olma veya Yok Olma

Şakir Arslantaş-22.Nisan.2018

Konu: Dördüncü Sanayi Devrimi ve Biz Türkiye’ye göç etmezden önce Dobriç’e bağlı Baçık bölgesinde çalışıyordum. Türkiye’den gelen ve kuruyük limanından buğday dolduran gemileri seyrediyorduk. Tayfa iri buğdy tanelerine baktıkça dudak ısırıyordu. 1970’te Dobruca ovasından dekar başına 270 - 280 kg buğday alınırken, biz ne olduğunu anlayamadn, birden bire herşey değişti. Verim 500 - 550 kiloya çıktı. Nasıl mı oldu? Hikayesi şöyledir: 1970’li yılların başlarında Batı ülkeleri yüksek verimli yeni cins buğday geliştirmişti. Fakat Doğu Avrupa ülkelerine tohum stmıyordu. Batı’yı ziyaret eden bir Bulgar kooperatifçiler heyeti olayı görür, fakat tohum çalamaz. Ziyarette hazırlanan ikinci heyete katılanların pantolonlarının paçaları geniş dikilir. Dolgun


160

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ve olgun başaklı tarlalarda biçerdöverlerin çalışmasını izlerken birkaç başağı avucunda ufalayan heyetten biri taneleri pantolonun paçasına salıverir. Böylece Bulgaristan’a yeni cistenden 20 buğday tanesi gelir. Bunlar tohum geliştirme enstitüsünde ekilir ve 5’i biter. Birkaç yıl yoğun çalışma sonunda yüksek verimli “Dobruca 21” ekmeklik buğday cinsi geliştirilir. Bulgristan yüksek proteinli ekmeklik buğday dış satımını kat kt arttırır. O zaman Bulgar tariminda yüksek verim devrimi yaşanmıştır. Bunu anlatmamın sebebi, şağıda yazdığım ama anşılmsının zor olduğunu düşündüğüm yazıyı daha kolay anlayabilmenize pencere açmaktır. *** İçinde bulunduğumuz yılın 23 ile 26 Ocak günleri arsında İsviçre’nin Davos forum merkezinde “Dördüncü Sanayi Devrimi” forumu düzenlendi. Zaman beklenen devrimin seçeneksiz olmadığını gösterse de, dünya haritasını, küresel güçler ve dengeleri, ülke ve hakların gelecek planlarını etkiledi ve etkiliyor. Memleketimize gelince, foruma ktıdı. Gelişim planlarında büyük bir olasılıka devlet ve nüfus olarak gözle görülen ve hesaplanabilen bir gelecekte yok olmamızdan söz edildi. Bu durumda varolabilmemiz için, “Dördüncü Endüstri Devrimi” platformuna ayak basmamız git gide daha büyük önem kazandı. “Var olabilirmiyiz yoksa yok olmayı kabullenelim mi?” sorusu güncelleşti. Dördüncü edüstri devriminden ne anlaşılmalıdır? Önelikle ekonomiyi, teknolojileri ve toplumsal yaşamı bir bütün olarak kuşatan ve etkisi altın alan, fiziksel, sayısal/dijital ve biyolojik olanı birbirine bağlayan yeni teknolojilerden söz ediyoruz. Konuyu açtığımızda şunarı görebiliyoruz: Yeni enerji kaynakları; yeni teknolojik atılımlar; sıcak ve soğuk termik nükleer sentez; 3D basın, insandan bğımsız taşıt araçları; kvant bilgisayarlar, yeni bilgi teknolojileri; biyo teknolojiler, nanoteknolojiler, çok az insanla yapılabilen yüksek verimli tarım vs. Konuyu açabilmek için yeni teknoloji dallarından yalnızca birisinin üzerinde duralım. “Lockheed Martın” silah firması artık “sıcak” ve “soğuk nükleer sintez” için nükleer reaktörler “CompactFusionReaktor-CFR” geliştirdiğini açıkladı. Bu gelişme enerji üretiminde devrim yapacaktır. Bu reaktör bir kamyna, bir lokomotive, bir uçağa sığacak kadar küçüktür. 2 hidrojen atomun bir heliyum atomunda birleştiğinden çıkardığı enerjiyle sanki Güneşe benziyor. Bugüne kadar, nükleer parçalanma ilkesine göre çalışan, nükleer reaktörlerde elde edilen enerjiden 10 defa daha fazla enerji üretiliyor. Bu işin devrimsel yönü parçalanmadan birleştirmeye geçişte gizlidir.


Makale ve Analizler - 2018

161

Nükleer sentez ilkesine göre, çalışan reaktörlerin işe koşulması insanlık için hacmi sınırsız miktarda içme suyu, bütün kentler için karbonsuz enerji, nükleer atıksız enerji üretimi, Mars gezegenine bir ayda varabilen uzay gemileri, gemilerin deniz enginlerinde ebediyen kalabilmeleri vs. anlamına gelir. Nano-teknolojilerle paslanmayan ve küflenmyen çok dayanıklı araç ve gereçler üretimine doğru emin adımlar atılıyor. Türk ev araç ve gereçlerinin internet üzerinden bilgisayar ağına bağlanması, (2020 yılında artık 30 milyar araç e gereç böyle çalışacak) akıllı evlerde, akıllı araçlarda ve akıllı kentlerde olduğu gibi, büyük zaman ve insan emeği tasarrufu sağlanacak ve çok büyük ekonomik kazanç elde edilecektir. Bu yolda ilk adımlar daha 20. Yüzyılın sonlarında atılmıştı. Böylece dünya hayvan ve insanların gösterdiği akıllı davranışları dışında bir de, makine “aklıyla” tanıştı. Makinelerin eğitime, dil öğrenimine, çeviri işlerine, planlamaya, problem çözümüne, algılama, öngörü kullanımlarından yararlanma hatta yaratıcılık yetileri göstermesinden hepimiz etkilendik. Son model telefonlar dünyayı avucumuz taşıdı. Bugün artık toplumun yeni bir insan faktörüne gerek duyduğunu görebiliyoruz. Bu yeni tip yaratıkta kendini motive etme ve kendini yönetme anahtar önem kazandı. Başarılar gelişmiş ülkelerde tarım sektöründe çalışanların oranını nüfusun % 5 - 10’una indirirken, otomatik sistemlerin imalat sanayine girmesi ise bu sektörde çalışanların oranını tüm çalışanların % 15 - 20’sine düşürmeyi başardı. Bu gelişmeler insanların hizmet sektörüne kaymasına neden olurken, şimdi bu alanda da işleri makineler devralıyor ve toplumsal yapılanma kökten değişiyor. Türkiyenin insansız hava araçları üretimindeki başarıları dünyca ilgi gördü. Dördüncü sanayi devrimi açısından Bulgaristan’da durum nedir? 1990 yılında Bulgaristan’ın “Geçiş Dönemine” girmesi ve ardından da “demokrasi ve piyasa ekonomisine” açılması çok ciddi bir çöküş devri doğurdu. Bu, sosyal ve ekonomik, manevi ve psikolojik alanları kapsarken, devlet, siyaset, etnik azınlık sorunları, kültürel ve medeniyet gibi alanlarda felç yarattı. Bugüne kadar bunalımların bu dallarındaki sorunlarla başa çıkılamazken nüfus (sosyal - demografi) sorunlarında kriz derinleşti. Herşeyin temeli olan ekonomide durgunluk aldı yürüdü. Dünya Ekonomik Forumunda ortaya çıktığına göre, ekonomide yenilik uygulama işlerinde 139 devlet arasında 95. yerde olmamız durumu netleştirdi. İletişim hizmetlerinin geliştiği dikkati çekse de, ekonomik kalkınma moduna girmek için yeterli olmadı. Klasik yöntemlerle nükleer elektrik ener-


162

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

jisi üretimini bile yenileyemedik. Termik ve hidro santrallerimizin ise kulanım ömrü doldu dolacak. Büyük ölçekli tarımda tahıl üretiminde ilerleme kaydedilse de işlenir toprakların büyük bir kısmına traktör girmiyor. 1988’de işlenir topraklardan % 67’si sulanırken 2017’de ancak % 3 - 5’ine su verildi. İri ve büyük baş hayvan sayısı azaldı. Bazı yerde “büyük hayvan çiftlikleri” belirdi. Fakat daha önce et ve etli mamuller ve süt ürünleri satan Bulgaristan günümüzde et, süt mamulleri, elma, armut, soğan, patates vb ihracat eder duruma geldi. 2018 baharında Romanya, Ukrayna ve Sırbistan’dan süt, süt mamulleri ve et ihraç etmeye devam ediyoruz. Ucuz süt ürüneri üretme teknolojilerimiz olmadığından, koyun süttü yükseltemiyor ve satamayınca hayvan yemi olarak kullanmaya devam ediyoruz. Tarım ve sanayi üretiminin dar boğaza sıkıştıran bir de AB fonlarının yalnız büyük ölçekli üretimlere verilmesidir. AB üyesi ülkeler arasındki dağılım eşit değildir. Büyük çiftlikçieri özendirici niteliktedir. Bu da durgunluk yarattığı gibi iş gücünün dış ülkelere çıkmasına da neden oluyor. Bu, işçileri dış ülkelerde ekmek parası aramay iterken, AB fonlarını kynak olark kullanan Belediyelerimizin üçte ikisi de sıkışmış durumdadır. Bir yandan 3 milyon emekçi ve 400 bin öğrenci ülkeyi terk ederken, 30 yılda ülke nüfusu % 20 oranında azalmıştır. Bunalımla birikte banka ve sigorta işleri ve sermayesi yabancıların eline geçti. Kazancın büyük kısmı her yıl dış ülkelere akıyor. Bulgaristan Geçiş Döneminde altyapısını kuramadı. Davos dünya ekonomik forumunda açıklanan rakamlar, ana yollarının, durakların ve köprülerin durumu bakımından, 139 ülke arasında Bulgaristan 135. Sıraya dizildi. Halen bir yol kavşağında bulunuyoruz. Seçim yapmak zorundayız.Bu zor bir seçim olacaktır. Çünkü yatırım kaynaklarımız sınırlıdır. Avrupa ve dünya devletleri arasında kalıp kalmayacağımız, haritadan silinip silinmeyeceğimız yapacağımız seçime bağlıdır. Burada belirleyici olan ülkenin yeni biçimlenen dünya endüstrisinde yerini bulup diğer ülkelerle bütünleşmeyi başarıp başaramayacağımız kriterlerince belirlenecektir. Bir taraftan naokullarına ve ilk okulla giden çocuklarımıza birer bardak süt veremezken, koyun südünü yeme katmaya devam edersek, anlatmya çalıştığım sorunlar hiç bir zaman çözüm bulamaz. 2 temel seçenek var: Birisini belirleyen faaliyetsizlik, hareketsizlik ya da eskiden hız lamayan durgunlukla belirenir. Önumüzdeki 5 - 10 yılda Bulgaristan’da bu seçeneğin hakim olacağı % 80 ile % 95 arasındaki beklentidir. “Bizden birşey olmaz!” Deyimini besleyen budur. Fakat Cumhurbaşkanı Radev’in “Işık, Daha Fazla Işım Verin!” çağrısı, şu an tüm toplumu düşündürmüş durumdadır.


Makale ve Analizler - 2018

163

İkinci seçenekle yenilikler uygulama ve hızla ilerleme yönünü seçmektir. Bu da % 5 ile % 20 arasında olası sayılıyor. Hareketsizlik senaryosunda şu renkler görüyoruz: Bulgaristan yeni liberal sosyal-ekonomik ve siyasi-kültürel kalıpların içinde kalacak gibi. Derinleşen çöküşe kendini alıştırırsa, çıkış yolu bulunamaz. Tutucu düşünce tarzı ülkede hakimdir. Seçim yerinde saymak olursa, geleceğimiz ve güvenliğimiz için en tehlikeli olan süreçler durdurulacak ya da engellenecektir. “Belene” AES’nin durdurulması, azınlıklar eğitim ve kültüre haklarının tanınmaması gibi birçok örnek baskıyla uygulanıyor. Sözde radikal İslam’a karşı Müslümanların manevi hak ve özgürlüklerini engelleyen yeni yasalar meclise sunuluyor. Eğitim ve kültürel haklarımızı tanıma konusunda kıpırtı yok. Şu devlet yüklerimiz, dünyada tüm buguları yapan yaratıcı ve mucitlerin tüm yenilikleri anadillerinde yaptığını ve geliştirdiğini anlamak istemiyorlar ve halkımızla inatlaşmaya devam ediyorlar. Bu gibi gelişmelerin derin anlamında, ülkemizde sosyal - ekonomik-siyasi ve kültüre bölgelerin belirmesi ve bu yörelerde hayatın tamamen durması gizleniyor. Eğitim, sağlık, kültürel yaşam, ekonomik ve sosyal var olabilme imkânlarının sıfırlanması sonucu Kuzey Batı Bulgaristan’ın Vidin, Montana ve Vratsa illerinin idari ve hukuksal olarak Romanya’ya bağlanmak istenmesi bu durgunluğun neticesidir. Başka bölgelerde de izlenen bu olumsuzluklar içinde hayat ancak -10 sene daha devam edebilir. Kültürel alanda bir geçmişe özenme izleniyor. Hepimiz ab-potur giysek, kuşak sarsak, masadan sofraya insek ve ağaç kaşıkla yemeye başlasak ne değişecek ki? Yenilikler uygulayarak hayatı geliştirme seçeneğine yol açılmaması öncelikle 2025 - 2030 yıllarından sonra olumsuz sonuçlar vermeye başlayacaktır. Yaklaşan tehlikeli durumda devlet ve hükümet yönetimi izlenen stratejik çizgiden vaz geçerek dördüncü endüstri devrimine uygun adımlar atmalıdır. Geleceğimiz için yeni kararlar alınmalıdır. Bu yapılmazsa Avrupa ülkeleri arasında her bakıma ve her yerde en geri kalmış durumumuz ebediyen devam edebilir. Bu gidişle yeniden toparlnmamız zor olacak gibi... İlk anda yapılması gerekler arasında şunlara işaret ediyorum. 1- Yeni bir “yuvarlak masa” kurulmalı ve ulusal aktüel gündem masaya yatırılmalıdır. Bu masada tüm azınlıkların temsilcileri yer almalıdır. Türler temsilcilerini bir Milli Türk Kongresinde seçmelidir. Uzlaşma alanları çizilmiş olan yeni bir toplum sözleşmesine gidilmeli ve görüşmelerde azınlıkları, Müslümanları Ahmet Doğan gibi hainler, Lütfi Mestn ve Kasım Dal gibi azınlık kitlelerinden tamamen kopmuş ve hiçbir kimseyi temsil etmeyen, siyasi vizyonsuz kimseler değil, gerçek kitle temsilcileri, sivil toplum örgütlerinin öncüleri, aydınlarımız


164

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

temsil etmelidir. Soydaşlarımız, Batı ve Doğu Avrupa’daki gurbetçilerimiz ve diğer gurbetçiler de temsil edilmelidir. 2- Bu yuvarlak masada Bulgaristan’ın reel geleceğini belirleme projesi çizilirken gurbetçilerimizin temsilcileri de yer malı ve görüş beyan etmelidir. Uzman ekipleri dünyanın, Avrupa ve Balkanların geleceğini belirleyecek teknolojik alanlarla ilgili bilgilendirici raporlan sunmalı ve uygulamalar önermelidir. Eğer Çin için 4. Endüstri devrimi, “İpek Yolu” hızlı tren yollarının açılmasından geçiyorsa, bizim için çık farklı olabilir. Belki de ipek böceği üretimi ve bu temelde yeni teknolojileri uygulama olacaktır vs. 3- Öncelikle yeni teknolojiler dikkate alınarak Bulgaristan’daki yatırım ve gelişim alanları belirlenmeli, eğitim sistemi gelişim perspektiflerine göre kadro eğitmeli, uzmanlık kursları açılmalı, sağlık ve kültürel gelişim de bu genel gelişim çizgisine göre yönlendirilmelidir. Bulgaristan’ın gelişim planları dış ülkelerden işçi getirip çalıştırmaya değil, milli kaynaklarımıza uygun biçimlenmelidir. Azınlık konularında uzlaşma sağlanmadan ortak milli gelişim stratejisi geliştirilemez. Bu programlarda dış ülkelerdeki kadrolarımız, işçilerimiz de katılım sunacak ve gelişmeleri özendirmelidir. Memleketimiz hepimizin ortak vatanıdır. 4- Yenilikçi gelişim çizgisini geliştirmek için azınlıklar arasından da eşit miktarda aydın ve uzman kadro eğitilmesi ve onların da zamanımıza uygun ihtisaslaştırılması yolları açılmalıdır. İnan hakları eşitliği ve azınlık haklarının eksiksiz tanınması temelinde yeni ulusal bütünlük biçimi bulunmalıdır. Avrupa Birliği azınlıklarımızı kalkındırmak için pilot bölgeler yaratmalı ve özendirmelidir. 5- Sosyal ve ekonomik alanda yeni teknolojilerin uygulanması temelinde rejim değişikliğine gidilmesi ve yeniliklere hayat hakkı tanınmalıdır. Hukukun üstünlüğü ve herkese eşit adalet esasına dayanarak sistem değişikliğine hemen başlanmalıdır. Politik sistem değişikliği ana konu olmaya devam edecektir. Çünkü şimdiki siyasi sistemle teknolojik devrim yapabilmek, hele 4. Ekonomik yenilenme olanaksızdır. Bu sisteme AB fonları 29 milyar Avro akıttı, rüşvet kuyuları bütün parayı yuttu. Dördüncü sanayi devriminde yer almak istersek bazı yönlerimiz şunlar olabilir: Modern tarım ve yeni teknolojik istemlerle yerli sebze, meyve, etli ve sütlü mamul üretimi. Biyo-teknolojilere öncelik tanımak. Şunu unutmayalım. Paris pazarında satılan sebze ve meyvelerin yarıdan fazları bu şehrin 150 km etrafında üretiliyor. Biz Fas maydanozu yedikçe sağlıklı olamayız. Yerli doğal ürünlerle beslenmeliyiz...


Makale ve Analizler - 2018

165

Yeni nesil bilgi teknolojileri uygulamaya yatkın eğitilmesi ve Bulgaristan’ı bir bilgi merkezine dönüştürmeliyiz. Akıllı araçlarla modern tarıma öncelik tanımalıyız.  İnsana hizmet sağlayan teknolojiler geliştirmeliyiz vb. Okullarda, yüksekokullarda ve uzmanlık merkezlerinde, halka açık akşam kurslarında teknolojik eğitim ve ustalaşma etkinlik ve eğitimleri bedava olmalı ve herkesi kapsamalıdır. Okullar yeni baştan donatılmalı, çekim merkezine dönüştürülmelidir. Emeklilik bekleyen öğretmenler ve 1960 yıllarında yazılmış ders kitaplarıyla 4. Teknolojik ve ekonomik devrim yapılamaz. İnsan ayrımı yapılan bir ülkede ulusal bütünlük olamaz, dolayısıyla ekonomik ve teknolojik yenilenme de gerçekleştirilemez. Bunlar yeni bir başlangıcın en küçük ilk adımları olacaktır. Bunlar yapılmadan ne yeni iş sahaları açılabilir, ne yatırım gelir, ne sefalet son bulur, ne de dördüncü sanayi devrimine uzanan devletlerin ve halkların ailesine katılabiliriz. Konumuzu işlemeye devam edeceğiz. Saygılarla

Devrilen Fincan

Oya Canbazoğlu Dirier-23.Nisan.2018

İlk yazıma başlarken; sizlerle Bir zamanlar dedemin biz torunlarına anlattığı Vatan Öyküleri’ni paylaşmak isterim.. Hatıralardaki bu öyküler, düşünce tarzımızı belirleyen ve bizi geçmişten bugüne bağlayan en önemli etken olmuştur. O, anlatmaya çok parlak bir benzetmeyle başlamayı severdi. “Bir küpe sirke koysan sirke kokar, su koysan su korur, pirinç doldursan böcek toplar” gibi tekerlemelerle söze girerken sanki anlatacağı olayı arar, gözümüze bakarak ilgimizi sorgulardı. Bir gün bize; Büyük Vali Mithat Paşa’nın Rusçuk (Ruse) Varna demiryolunu Osmanlı Devleti adına hizmete açılmadan önce nasıl kontrol ettiginii anlattı. Büyük bir yenilikçi, köklü bir reformist olan Mithat Paşa’nın 1822’de doğduğunu, mesleğinin sadrazamlık (başbakanlık) olduğunu, İstanbul’da dünyaya


166

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

gelmiş olsa da, soy köklerinin Rusçuk’a dayandığını söyledikten sonra, asıl adına geldi.. Ve asıl adının Ahmet Şefik olduğunu, ama halk arasında Mithat Paşa olarak ünlendiğini, halkın ona Büyük Vali dediğini, özellikle de (kendi yaşadığı şehri) Varna tren garını inşa ettiren kişi olduğunu sanki övünerek gururla anlattı. Bahçemizdeki asmanın 2 çotuğu aynı cinsten olan “Hafızali” üzüm cinsini de Rumeli’ye O’nun getirdiğini, ihraç edilen ilk üzümlerin bu cinsten olduğunu özel olarak belirttikten sonra, beklediğimiz konuya geçmeden önce, onun bir de Osmanlı devletine Anayasa ve Anayasal düzen getiren büyük adam olduğunu söylemeden edemedi. Öykülerin girişinde Osmanlı Meclisinde 1876’da kabul edilen Kanun-i Esasi’nin, kanunların anası,yani bir Anayasa olduğunu açarken, “yasa sözünü” pek kullanmazdı ve hatta bir defasında “yasanın” bir “yalan” anlamına geldiğine bile değinmişti. Sesini yükselterek ve biraz da sanki gururlanarak anlattığı husus ise, Mithat Paşa’nın 1. Meşrutiyet’in ilan edilmesinde öncülük yaptığına vurgu yapmasıydı. Benim ve kardeşlerimin Meşrutiyet kavramının ne olduğunu bilmediğimizi bildiğinden olacak, sonradan öğrendiğime göre, “kanunların yani hukukun üstünlüğüne dayanan bir toplumsal düzen” demesi gerekirken, o sayfayı atlar ve “Hakk’ın adaletinden üstün yoktur” deyip uzunca soluklanırdı. 1864’te Rusçuk Valisi atanan ve 2 yıl bu görevde kalan Mithat Paşanın Osmanlı devleti topraklarında kurulan ilk demiryolu olan Rusçuk - Varna demiryoluyla yaşadığımız şehrimize gelişi dememin en fazla ballandırdığı öykülerinin başında geliyordu. Uzunluğu 223 km. olan ve Deliorman’ı bir uçtan bir uca bir rüzgâr hızıyla geçen ilk tren seferi 7 Kasım 1866’da yolcu ve yük taşımacılığına başlamadan önce bir devlet komisyonu tarafından kabul edilmiştir. Devralan heyete Osmanlı tarafından, heyet başkanı olarak Rusçuk Valisi Mithat Paşa, inşaatı yapan İngiliz şirketi adına da Henri ve Trevor Bırklı kardeşler katılmıştır. Büyük Vali Mithat Paşa birinci sınıf vagona binip lüks kompartımanda yerini aldıktan sonra İngilizlerin beraberinde getirdiği hosteslere hitaben şöyle demiştir: - “Biz bu yolculuğumuz boyunca her tren garında birer yudum Türk kahvesi içeceğiz, fincanlarımız hep dolu olacak. Biz bir yudum alınca hemen cezve ile gelip ilave yapacaksınız” buyurmuştur. Teklif İngilizler tarafından da kabul edilince geleceğin sadrazamı şöyle devam etmiştir:


Makale ve Analizler - 2018

167

- “Giderken trenin yaptığı sarsıntı yüzünden fincanımdan kahve dökülürse kalitesiz işten doğan zarar ve ziyan isteklerimiz kabul edilecektir.” İngiliz inşaat şirketi bu istekleri kabul edince, püf-püf düdük çalmış ve Varna istikametinde ilk tren seferi başlamıştır. Kiremit görünce duran tren yolcuları kahvelerini yudumlamış, fincanlara ilave yapılınca düdük yeniden çalmış, buhar lokomotifinin puflaması Deliorman’a hayat gücü taşımıştır. İlk ciddi sarsıntıya Deliorman’da bir manda neden olmuştur. Siren sesine kafa sallamakla cevap veren iri hayvan, rayların arasından çekilmemiş, gelen lokomotife “sen de kimsin” dercesine boynuz sallamıştır. Ani fren yapan makinist, fincandan dökülen kahve kaymağı beyaz örtüye sıçradığında, kendi kendilerine “nasıl olur” sorusunu sormakla kalmayan İngilizler, sebebiyet verdikleri rahatsızlıktan dolayı ince bir nezakete Büyük Vali’den özür de dilemişlerdir. Bu öykünün burasında soluklanmayı seven dedem, bizim de mandalarımız olduğundan, mandanın inatçı bir hayvan olduğunu anlatmayı atlardı ve Deliorman üzerinden tren yolculuğuna devam ederdi. Her defasında ilk trenin ancak 5 vagonu olduğunu, sonra bir de posta vagonu eklendiğini, daha sonraki yıllarda yolcu trenlerin en fazla üç adet yük vagonu da eklendiğini hatırlattıktan sonra, bizi Kardan tren garına götürürdü. (Burada Büyük Vali ve İngiliz heyeti Osmanlı topraklarında kurulan ilk tren garı lokantasında ilk kez bir resmi yemek yenmiştir.) Öğleden sonra erişilen Şumnu garından sonraki durak Şeytancık’tır. Bu yerleşim yerinin ismi Hitrino olarak 50 sene sonra değiştirilmiştir. Tren görmek için etraf köylerden yaşlı ve gençler toplanmış, heyecan dorukta ray üzerinde koşan mucizeyi görmeye sabırsızlanırken, birden bire bir ses duyulmuş, vagon güçle sarsmış, fincan Mithat Paşanın poturları üzerine devrilip dökülmüştür. Bu sebeple Şeytancık o günden sonra burası uğursuz bir tren garı olarak bilinir. Burada kahveler yeni fincandan yudumlanmış ve yola devam edilmiştir. Varna’ya ulaşana kadar birkaç defa daha fincan kazası yaşanmış ve her kazayı not eden Mithat Paşa İngiliz heyetten, para isteyeceğine, aynı yıllarda döşenen ama bitirilemeyen Edirne Silivri yolunun tamamlanmasını talep etmiştir. Dedemden öğrendiğim ve unutmadığım vatan öykülerinden bir tanesini anlatmaya çalıştım. Umarım beğenmişsinizdir.


168

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Saygılarla, Oya Canbazoğlu Dirier BULTÜRK-Genel Sekreteri

Biz Teknolojik Devrimin Neresindeyiz?

Müh. Şakir Arslantaş-23.Nisan.2018

Konu: Diğer halklardan öğreneceğimiz çok şeyler var. Sofya’da Maden Mühendisliği okuduğum yıllara Çin Halk Cumhuriyeti dendiğinde geri kalmış, açlıktan ağacı kopmuş, köpekler gibi üreyen insan topluluğu düşündüğümü saklamama gerek yok. Hatta 2 arkadaşımı Maocu olduğundan dolayından dolayı önce gençlik örgütü KOMSOMOL üyeliğinden çıkarmışlar, ardından da öğrenciliklerine son verilmiş ve ellerine birer kazma kürek tutuşturmuşlardı. Mao Tse Dun 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Çin Halk Cumhuriyetini kuran, sosyalist dünyada Sovyetler Birliği liderliğine kafa tuttuğu için düşman bilinmiş ve ötekileştirilerek bir kenara itilmişti. Bizdeki sözde Maocular da birer birer bulunmuş, olmayan yerde yaratılmış ve kafaları ezilmişti. Bu defa Sofya’ya gittiğimde bir Çin lokantasında yemek yedim. Başkentte 52 Çin lokantası kurulmuş. Bunlarda çalışan Çinliler gururlu insanlar. Aralarında Çince konuşuyorlar. Çinli olduklarını kapı gibi yazılarla yazmışlar, fenerleri asmışlar ve dünyaya Çin ışığı satıyorlar. Onların, tadını tuhaf bulduğum havuçlu, soğanlı, dereotu ve maydanozlu “pilavlarına” bayıldım diyemem, fakat bu lezzet tuhaflığı içinden, hele de üzerinde vıcır vıcır yağıyla sundukları o ünlü “Çin Ördeği” sofrasından nasıl oldu da bir dev dünya öncüsü çıktı diye düşünmeye başladım. Daha doğrusu şunu hatırladım. “Coca Cola” Çin pazarına heveslendiğinde ve her Çinliye hafta bir coca cola satsam hesaplarını yapmaya başladığında, ne olursa olsun bu kaleyi içinden alacağız kararı almışlar. Çin yönetimiyle ilk görüşme yapılmış, Çin tarafı “6 ay sonra gelin” demiş. İkinci defa masaya oturduklarında kartlar açılmış.


Makale ve Analizler - 2018

169

Çin’in isteği şu olmuş: “Birleşik Amerika’da ve diğer ülkelerdeki üniversitelerinizde son 10 yılda savunulan bütün doktora tezlerini getireceksiniz ve bizim işaretlediğimiz konularda 30 bin yükseköğrenimli Çinli gencin İngilizce öğrenmesini ve doktora tezi savunmasını sağlayacaksınız. Bu işin tüm masraflarını karşılayacaksınız. Gençlerimiz geri dönene kadar fabrika ve depolarınızı kurabilirsiniz, fakat üretim ve satış yasak.” Çin teknolojik devrimini gerçekleştiren, Çin’i Amerika’nın önüne çeken, hatta Başkan Donald Trump’un son dönemde Çin’e karşı aldığı ekonomik yaptırımların hepsini, meclis toplamadan, gürültü yapmadan,hatta bir kaleme bile uzanmadan geçersiz kılan ve “kardeşim sen işine bak, o zamanlar geçti” diyebilen günümüz Çini’ni doğuran bu 30 bin bilim adamı, önder ve yöneticidir. Konuya kendi açımızdan baktığımızda yüreğim cız cız ediyor. Bulgaristan 2000 yılından sonra Birleşik Amerika’ya kira sözleşmesi imzalamadan, rüşvet dışında işin adını bile koymadan 3 askeri üs verdi. İnip kalksınlar diye 2 hava alanımızı askeri hava alanı yaptık, pislerimizi uzattık ve genişlettik. Ormanlık yaylalarımıza US askerlerine talim alanları tesis ettik. Devam etmeyeyim, 1000 Bulgar; 1000 Türk, 1000 Pomak; 1000 ve bir o kadar Ulah, Millet, Gagavuz ve Çerkez-Tatar çocuğu da okutsalardı bu memleket bulutları çıldırtırdı. Bize de çok Amerikan, Fransız, İngiliz, Alman, hatta FETO lise ve yüksek okulları geldi, güzel boyalı binalara yerleştiler, fakat fiyatlar el değil kalp yakıyor. Yıllık fiyatlar 12 bin levadan başlıyor, orta maaşlı bir babanın yıllık kazancı, taşıt parası, ev masrafları, elektrik, su, ısı, tatıl nerede!? Olacak iş değil. Yalnız zenginler verebildi çocuklarını bu okullara ve bitirenler de soluğunu Sofya Uçak Alanının dış uçuşlar terminalinde aldı ve bir daha geri gelen yok. Gelelim teknoloji anlayışına: Teknoloji müthiş bir gömü. Fakat kazma kürekle çıkarılan bir şey değil. İlk teknolojik devrim odun ve kömürün lokomotif ve gemi ocaklarında, demir cevheri eriten fırınlarda yanmasıyla başladı. Buhar at, eşek, manda, öküz vb gücünün yerini aldı. İkinci teknolojik devrimin babası elektrik alanını keşfeden, ilk jeneratörleri kuran, radyoyu yapan ve daha pek çok icatları olan ve elektrik enerjisini insan hizmetine taşıyan Nikola Tesla’dır diyebiliriz. Elektrik büyük ölçüde olmak üzere yeraltını ve yerüstünü (kömür ve odun tüketimi anlamında) yok olmaktan kurtaran kişidir. Ardından gelen üçüncü teknolojik devrimle insanoğlu atomu parçalamış ve su elektrik santrallerde ve ısı elektrik santrallerde (kömür, doğal gaz ve petrolden) elektrik enerjisi üretmekten vaz geçmeye başlayarak Atom Elektrik Santralleri kurmaya başlamıştır. Bulgaristan’da 1970’li yıllarda Tuna kıyısında Kozloduy


170

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

şehrinde 6 adet kurulmuştu ve tüm Balkan ülkelerine elektrik enerjisi satıyorduk. Limdi bizimkiler eskidi, AB 4’ünü kapattı ve yenisini de kuramıyoruz. Türkiye Cumhuriyeti Akkuyu, Samsun ve Bulgar Türkiye sınırı yakınlarında 3 adet AES kurarak, üçüncü teknoloji ve ekonomi devrimini tamamlamaya çalışıyor. Bu atılımlar, Büyük Türkiye projesinde çok önemli yer alıyor. Balkan devletlerinin bütünsen etki altına alıp, sömürücü planlar yapan AB’den koparma yolu budur. Çin’den çekilen ve Türk Dünyasının ve Türkiye Cumhuriyeti üzerinden Yavuz Sultan Köprsü üzerinden geçen “İpek Yolu” hızlı tren yolunun tamamlanması, Rusya doğal gazının “Türk Akım” projesiyle Batı Balkanlara ve Güney Avrupa’ya akıtılması ve Kıbrıs deniz bölgesi ve Katar Doğal gaz projelerinin de Batı Avrupa’ya uzatılmasının tamamlanması zorunlu adımlar olarak çözümler bekliyor. Bu işlerde ve özellikle Batı’nın aç gözlülüğünün sınırı yok. Şunu unutuyorlar. Kırım Savaşı’ndan sonra 100 yıllığına İngilizlere bırakılan Kıbrıs Adası’nda kara suları hakkı Osmanlı’da kalmıştır. Enosisçi Makaryos ve izinden gelenlerin adanın yarısına oturdukları yetmezmiş gibi, denizlere de göz dikmesi, yüzsüzlüğün ta kendisidir. Katar doğal gazının Batı Avrupa’ya ulaşmasını engellemek isteyenlerin Suriye’de denemedikleri bomba kalmadı... Yakın Doğu ve Balkan ülkeleri arasında 4. Teknolojik ve ekonomi devrimine en hazırlıklı ülke Türkiye’dir. Bu büyük atılımlarına engel olmak, son uykusundan uyanamayan Avrupa’nın önüne geçmesini engellemek için enflasyon, değer düşürme, döviz kuru ve benzer konularda art arda gelen darbeler, Kürtlerin silahlandırılması, terörizmin altındaki yılanbaşı budur. Türkiye’yi 4. Endüstriyel devrime götüren Büyük önder Recep Tayyip Erdoğan’ı tahtan indirme planlarının altında yatan, ülkemizi, halkımızı, milli birliğimizi parçalamak ve bizi güçsüz kılmaktır. Başarılı bir şekilde kucaklayabilirsek 4. Sanayi ve teknoloji devrimi bizi dünya eliti arasına çekecek ve hakkımızda yapılan planların hepsi suya düşecektir. Utanarak yazıyorum: Türk düşmanlığının Avrupalı olmanın ön şartı olduğunu görüyoruz. Bulgarlar da bu salgına yakalanmış durumdadır. Bizi ötekileştirmelerinin, bizden kurtulmak istemelerinin ana nedeni budur. Şu da var, bizim, Büyük Türkiye projesinden koparak, kendi başımıza, Bulgarlarla birlikte Avrupa vatandaşlığı derinliklerine girmemizin anlamında da, Türk kimliğimizi kıtır kıtır yenip yok edileceğimizi gördükçe ürperiyor, hiddetleniyor ve başkaldırmaya hazırlanmaya başlıyorum. Bizden korkmalarının nedenleri var. Aslında biz Türkler yaratıcı bir ırkız. Atı, eşeği, mandayı, deveyi ve öküzü insanın ve toplumların işine koşan yani evcilleştiren biziz. At üstünde kazandığımız savaşlar unutulmamalıdır. Tavukları


Makale ve Analizler - 2018

171

kümeste yumurtlamaya alıştıran da biziz. Atalarımız daha Orta Asya’da iken, çiçek hastalığına karşı aşı geliştirmişler. Biz dünyaya uygarlık taşımış bir milletiz ve katkılarımız saymakla bitmez. Bulgaristanlı Türkler olarak bizler ezgin bir durumdayız. Dilimiz, yazımız, kültürümüz yasaklanmış. İnsanoğlu öyle yaratılmış ki, en kolay, en verimli, en yararlı ancak kendi dilinde düşünür ve yaratabilirsin. Böylece biz dördüncü teknoloji ve ekonomi devrimden de uzakta bırakılıyoruz. Cahil, sefil ve güçsüz bırakılan etnik grupların 4. Devrime katılma yolumuz kesilmiş demektir. 3. konumuz, 1960 ve 1070’lı yıllarda Bulgaristan’da gerçekleşen teknolojik ve ekonomik dönüşüme azınlıkların katılımı olacaktır. Okuduğunuz için teşekkür ederim. Sağlıcakla kalınız.

3 Mart Osmanlı Köleliğinden Kurtuluş Günü

Rafet Ulutürk-24.Nisan.2018

Bulgaristan’da Bulgar Başbakanı bu yılki 3 mart törene katılmadı Bulgaristan’da Bulgarlar da ikiye bölündü bu yılki bağımsızlık gününde BG-SAM internet sayfasındaki “Bazı Türkler Osmanlı’nın katledildiği günü Bulgarlar ile kutladılar” başlıklı yazımızla ilgili şikayete dair mütaalamız: 3 Mart 1878 Ayastefanos (Yeşilköy) anlaşmasının yapıldığı günü Bulgaristan Devleti “Osmanlı esaretinden - köleliğinden Kurtuluş Günü” olarak kutlamaktadır. Bazı Bulgar yönetici ve aydınları, Osmanlı idaresinde kaldıkları devri “kölelik dönemi” olarak anmaktadırlar. Hâlbuki Osmanlı gittiği her yere hizmet ve adalet götürdüğü gibi asla asimilasyon uygulamamıştır. Bugün Bulgarların tamamının Bulgarca konuşabilmeleri ve kendi kiliselerinde kendi dinlerinde ibadet edebilmeleri kuşkusuz Osmanlı dönemini açıklayan çok güzel örneklerdir. Ayrıca Rus askerleri bile 93 Harbi (1877 - 1878 Osmanlı - Rus Savaşı) esnasında kuzey Bulgaristan’a girdiklerinde Bulgar köylüsünün refah içinde olduğunu, rahat ve zengin bulunduklarını, Rusya’daki Pomeşçikler (Çorbacıların) hayatını


172

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yaşadıklarını müşahede ettiler. Hâlbuki Rus askerlerine, Osmanlı idaresinde bulunan soydaş Bulgarların açlık ve sefalet içinde, esir hayatı yaşadıkları söylenmişti. Hatta Ruslar, Bulgarların perişan halde oldukları, dinlerini ve dillerini yaşamalarının yasaklandığını bu nedenle Slav kardeşlerinin kurtarılması maksadı ile Balkanlara getirildiklerini zannediyorlardı. Şu hususa ayrıca vurgu yapmamız gerekir ki Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı’nın varisi sıfatıyla onun kültürel ve siyasi mirasının sahibidir. Tarihi gerçekler böyle iken bizler, Bulgaristan’ın ceddimiz Osmanlı’dan koparılışını bazı Bulgar yönetici ve aydınlarının “zulümden, baskıdan kölelikten, esaretten kurtuluş” olarak tanımlanmasına veya görülmesine sessiz kalamayız. Aynı durum özellikle bazı Batılı ülkelerin siyasi bir argüman olarak kullandıkları 1915 Ermeni iddialarında da söz konusudur. Osmanlı dönemine dair bazı Bulgarların görüşlerini kabul etmek “atalarımıza”, “şehitlerimize” ve “yüzlerce yıllık şan ve şerefle dolu tarihimize” büyük bir haksızlık, iftira, zulüm ve hatta ihanet olur. Bu nedenle 3 Mart “Bulgaristan’ın Osmanlı esaretinden - köleliğinden Kurtuluş Günü” kutlamalarına diplomatik görevi bulunmadığı halde katılan kişilerin özgürlüğü kadar, bir Türk ve Osmanlı torunu olarak bu katılımı eleştirme ve tarihi gerçekleri hatırlatma özgürlüğümüzün olduğunu düşünmekteyiz. Üstelik Osmanlı Devleti’nin asırlık idaresi ardından bağımsız Bulgaristan Devleti vatandaşı iken dünyada eşi pek az görülen zulümlere muhatap olmuş, isimleri zorla değiştirilmiş, dini inancını bırakın yaşamayı ifade etmesi bile yasaklanmış, ana dilini kullanması ağır suç sayılmış ve önemli bir kısmı ülkeyi terk etmek zorunda kalmış bir nesil olarak bu gerçekleri ifade etmek hakkımız olmalıdır ve bu ifade hürriyetimiz kapsamındadır. Elbette Bulgarların 3 Martı kuruluş günü olarak kutlamaları biz Türkleri ilgilendirmez. Bulgaristan bağımsız bir devlet olarak Osmanlıdan ayrılış günü veya bağımsızlık günü olarak bunu kutlayabilir, hatta Türkleri yok sayan kendi gerçeklerine göre bir tarih de yazabilirler. Bunlar Osmanlı idaresinde kalan bütün Balkan ülkelerinde ne yazık ki sık karşılaştığımız hususlar. Bulgaristan İstanbul Konsolosluğu’nun düzenlediği 3 Mart “Bulgaristan’ın Osmanlı esaretinden - köleliğinden Kurtuluş Günü”, etkinliği münasebetiyle bu tarihi perspektif doğrultusunda 3 Mart 2018 tarihinde yaptığımız eleştiri içeren yazımıza, bu yazıda hiçbir şahıs ve isim zikretmediği halde, nedenini hala anlayamadığımız bir şekilde şikayette bulunulduğunu üzüntü ile öğrenmiş bulunmaktayız. Bu şikâyeti yapan Sayın Behra Vagas Hanımefendinin söz konusu yazıda tarihi gerçeklere dayalı değindiğimiz hususları ve bilhassa kendi tarihine duyarsız yaklaşım sergileyenlere olan haklı haklı eleştirilerimizi neden kendi üzerine alındığını anlamakta güçlük çekmekteyiz. Halbuki bütün Türklerin has-


Makale ve Analizler - 2018

173

sas olması gereken ortak konu tarihte yapılan yanlışların çekilen büyük acıların bir daha tekrarını önlemek adına hassas davranılması olmalıdır. Dolayısıyla Sn. Behra VAGAS Hanımefendiden, bu konudaki hassasiyetimiz ve çalışmalarımız nedeniyle destek ve teşekkür beklerdik. Bulgaristan Devleti için önemli görülen bu güne diplomatik ilişkiler çerçevesinden Bulgarlar tarafından yapılan davete resmi görevlilerin katılması, iki komşu ülke ilişkileri açısından anlaşılabilir bir durumdur. Ancak bizim eleştirimiz, ifade hürriyeti kapsamında Bulgaristan ve Balkan Türklerini temsil ettiğini söyleyen bir kişinin katılımınadır. 93 Harbinde ve akabinde Balkan Savaşları’nda İstanbul Yeşilköy’e kadar gelmiş ve Bulgar ordusunca milyonlarca Müslüman Türk’ün katledilmesinin kutlamasına katılmak; kendi tarihine ve milletine yabancı olayı göstermez mi? Böle bir tavrı bir Bulgar veya bir Yunan vatandaşı yapar mı. Mesela bir Yunan vatandaşı İstanbul’un 1453’teki fethinin kutlandığı bir etkinliğe katılır mı? katılsa bile bu hoşgörü ile karşılanır mı? Bir Bulgaristan Türk’ü olarak Türk - İslâm tarihindeki kara bir leke olan bu kutlamaya katılanlar hakkında duygularımızı ifade ederken kullanmış olduğumuz “yüz karası” ifadesi duygularımızın, yaşadığımız acıların, gördüğümüz zulümlerin, Belene’de yaşanan vahşetin sadece küçük bir yansımasıdır. Amacımız kimseyi tahkir etmek değildir; sadece bu duyarsızlığa olan tepkimizi dile getirmek ve dikkatlerini çekmektir. Biz atalarımıza, milyonlarca şehidimize ve tarihimize saygısızlık yapıldığında sessiz kalmayı uygun göremeyiz. Biz Bulgaristan’daki tarih kitaplarından Osmanlı “esareti” terimini kaldırıp Osmanlı dönemi olarak adlandırılması için çalışmalar yaparken, bir kısım insanlarımızın bilerek veya bilmeyerek bu törenlere iştirak etmeleri Bulgar tezlerinin sürdürülmesini ve devam etmesine katkı sağlamaktan öteye ne anlam ifade eder? Elbette Bulgaristan Türkleri olarak bu gibi tavırları sorgulayacağız ve yadırgayacağız. Bu bizim en doğal hakkımızdır. Son olarak, kısaca izah etmeye çalıştığımız tarihi ve kültürel gerçeklere duyarlı Bulgaristanlı Müslüman - Türkler olarak, doğruları ifade etmeyi görev addettiğimizi ve Bulgaristan Türklüğü adına her ne şartta olursa olsun sorumluluktan asla kaçamayacağımızın bilinmesini isteriz. Saygılarımla, Rafet Ulutürk BULTÜRK Genel Başkanı


174

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Zorlu Dönüşümler ve Çöküş

Müh. Şakir Arslantaş-24.Nisan.2018

Konu: Sosyalizm yıllarındaki Bulgaristan ekonomisi. Bugünkü Bulgaristan’da emekçi halkın neden herhangi bir beklentisi olmadığını, neden köylülerin sabanı toprağa saplanmadığını, neden bir uyanış ve diriliş yaşanmadığını anlayabilmemiz için 70 yıl önceye bakmamız gerekir. 1945’te Bulgaristan 2. Dünya Savaşı’ndan galip gelenler arasında, ama yenilenlerden biri olarak çıktı. Savaş yıllarında, Bulgaristan’ın dış siyasetini 1 Şubat 1941’de Neubacher’de imzalanan ve Bulgaristan’da yerleşecek olan Alman askeri birliklerinin masraflarının, maaşlarının ve tüm diğer giderlerinin Bulgaristan tarafından karşılanmasını öngören Bulgaristan Almanya Anlaşması belirlemişti. Bu anlaşmaya göre 1941 - 1944 yılları arasında Almanya Bulgar Halk Bankasından 7 milyar 39 milyon ) leva çekmiş, iki ülke arasında 23 milyar 641 milyon 456 bin 540 mal takası yapılmış ve bu rakamlar o zaman için o kadar büyüktür ki, Bulgaristan iflasın eşiğine gelmiştir. 1944’te Bulgaristan nüfusunun % 80’ni köyde yaşıyor ve köy işletmelerinin toprak mülkiyeti dağılımı şöyledir: 50 dekara kadar toprak sahibi olanlar 712 bin hane 50 - 100 dekar arası toprak sahibi olanlar 254 bin hane 500 dekardan toprak sahibi olanlar 200 hane Bulgaristan nabzını tutan büyük sayıdaki gizli işsizliktir. 13 Nisan 1945’te Bulgar tarımının gönüllü kooperatifleştirilmesi yasası çıktı. 3 yılda yalnız tarımın % 8’i kooperatiflerde birleşti. 1946’da Bulgar iri toprak sahiplerinin toprakları millileştirildi ve topraksız köylülere dağıtıldı. Kooperatifçilik hareketinde zor da kullanılarak 1948 sonunda toprağın % 34’ü kooperatifleştirildi. Emek Tarım Kooperatifleri TKZS’ler kuruldu. Aynı yıllarda Bulgar iri ölçekli sanayı tesislerinin ve madenlerin % 83,6’sı özel sektörün elindeydi.


Makale ve Analizler - 2018

175

1947’de başlayan sanayi işletmelerini millileştirme sürecinde ilk hamlede bin 997 büyük ölçekli sanayi işletmesi ve 4 bin 27 irili ufaklı sanayi tesisi, atölye ve zanaatçı dükkanı millileştirildi. Bu rakamlar geçen yüzyılın 40’lı yıllarının sonunda Bulgar sanayinin “zanaatçı endüstrisi” olduğunu görmeye yeterlidir. Bu işyerlerinde en fazla kullanılan basit araçlar ve el emeğidir. Bulgaristan’da 1950’li yılların ekonomi siyaseti. Bu uygulamanın temelleri 1948’de kabul edilen Birinci beş yıllık (1949 1953) planla atılmıştır. Ana hedefe ağır sanai kurarak ülke ekonomi yapısını yeniden biçimlendirmek çekişmiştir. Ağır sanayiye dayanarak ekonomik kalkınma Batı Avrupa ve Kuzey Amerika ülkelerinde 100 - 150 yıl önce başlamıştı. İlk önce köylerdeki “fazla” nüfus ve gizli işsizler sanayi kuruculuğuna çekilerek, dış ülkelere işçi akımı önlenecek ve istihdam yaratılacaktı. 1948’den başlayarak Bulgar ağır sanayine 170 milyar leva yatırım yapıldı. Bu ekonomiye yapılan toplam yatırımların % 82’sine eşitti. Bulgaristan’da “Sovyet modeli” sanayileşme uygulandı. Devlet ve kooperatif sosyalist mülkiyet biçimleri merkezi yönetime bağlıydı. Devletin üretime dağıtım ve tüketime katılımı öncelikle yatırımcı olarak gerçekleşti. 1950 yıllarının başında Bulgaristan bir tarım ülkesidir, çalışanlarım % 78,8’i geçimini tarımdan sağlamaktadır. 1950’lı yılların sonunda tarımda çalışanların oranı % 61,1’e azalırken, sanayide istihdam bulanlar % 30 olmuştur. 1949 - 1958 yılları arasında Bulgaristan’da 154 sanayi işletmesi kurulurken, siyah ve renkli metal sektörü öncelikli tutulmuştur. Pernikte demir döküm, Kırcaali’de kurşun çinko ve Eliseyna’da bakır üretim fabrikaları, Dimitrovgrat ve Devnya’da gübre fabrikaları, Sofya’da da makine yapım fabrikası üretime başlamıştır. Bulgaristan’da sanayileşmye geçildiği bu 10 yıllık dönemde yıl ortalaması % 14 gibi bir artış kaydedilmiş ve halkın reel geliri de yüzde yüz artış kaydetmiştir. İşte bu yıllarda ülkenin tarım ülkesi olmaktan kurtularak bir sanayi ülkesine doğru adım arması başarıyla sağlanabilmiştir. Burada ilginç olan sermaye birikiminin tarım emekçilerini bir sefillik çemberine kapayarak gerçekleştirilmemesi, birçok sanayi tesisinin teknik tasarımının Bulgaristan’a SSCB tarafından bedava verilmesi, kadro yetiştirmedeki yardımlar önem kazanmıştır. Bu dönemde Bulgaristan’ın SSCB ve Doğu Avrupa ülkeleriyle ekonomik bağları gelişim kaydetmiştir.


176

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

*** 1960’lı yıllarda Bulgar ekonomisi Sosyalist ülkeler arasında kurulan Ekonomik Yardımlaşma Konseyi içinde iş bölümüne ve uzmanlaşmaya yöneldi. 1962 yılında sosyalist ülkelerin arasında iş bölümünün temel ilkeleri hazırlandı ve Bulgaristan’a makine yapımı sektörü düştü ve bu sektör ülkemizin ana gelişim yönünü belirledi. 1958 - 1968 yılları arasında ağır sanayi kolları geliştirilirken, Pernik’ten sonra Sofya’da “Kemikovtsi” demir döküm tesisi, Kırcaali’den sonra Plovdiv’te de yeni bir renkli metaller fabrikası, Panegürişte “Medet” açık madenlerde elde edilen bakır cevherinin zenginleştirme tesisleri üretime geçti. Burgaz limanında “Nefto-him” kimya fabrikası üretime başladı. Tarımsal gelişimin özendirilmesi açısından ise Stara Zagora kentinde üretim yapan Sunni Gübre ve petro - kimya ürünleri tesisi önem kazandı. Bu tesisiler bulgar sanayiinde “A” grubu oluştururken, işleme ve hafif sanayi tesisleri de Plovdiv, Vratsa ve Blagoevgrat kentlerinde yoğunlaştı. Tekstil sanayi işletmeleri Sofya, Vidin, Varna, Pleven ve başka kentlerde toplandı, Batı pazarına hitap eden fabrikalar fason iş yapmaya başladı. Yıne aynı yıllarda Elektrik taşit araçları (elektro ve motokar) fabrikası, Ruse ve Botevgrat’ta da yarı iletken tesisleri inşa edildi. Sopot ve Kazanlık kentlerindeki silah fabrikaları üretimiyle bu sektörde Bulgaristan dünya 10’una girerken, torna ve başka metal kesme makinaları üretimi başladı. Bunları Kuzey Bulgaristan’da zırhlı araç ve Varna’da terane açılması izledi. Bunlara “Maritsa-İztok” 1 ve 2 olmak üzere elektrek enerjisi üretimi de eklenince, Batının 150 yılda yaptığını biz 10 yılda yapabildik propagandası başladı. Bu “Stalin usulünce sanayileşmeydi”. Lisanslar SSCB’den gelmiş, uygulama ve üretim Bulgaristan’da yapılıyor ve ürünler Rusya’nın işaret ettiği merkezlere satılıyordu. Tarım alanında da üretimin makineleştirilme ve el emğinin azaltılması yönünde yoğun çalışılırken Bulgaristan toplumu modernleşme yoluna yöneldi. Çarlık döneminde 2 milli facia geçiren, 1944’te de bitmiş durumda olan Bulgaristan 1960’lı yılların sonlarında ağır sanayi makine yapımına, taraımı da teknik kültürlere dayanan bir ülke haline geldi, onlarca üniversite kuruldu. Özetlemek gerekirse 1960’lı yılların sonunda Bulgaristan bir tarımsal - endüstri ülkesinden, endüstri-tarım ülkesine geçişi başarıyla tamamladı. Gayrı Safi Milli hasılanın hemen hemen yarısı sanayi sektöründe üretmeye başlandı. *** 1950’li, 60’lı yıllarda “Soğuk Savaş” gündem belirlerken, 1970’lerde Amerikan’ın Vietnam yenilgisi, ardından gelen uygulamalar, Uluslararası yakıt


Makale ve Analizler - 2018

177

piyasasında OPEK’in petrol fiyatları belirlemedeki rolü ve Yakındoğu savaşları Bulgar sanayi yükseliş dinamiklerini omurgasını kırdı. Global siyasette aynı yıllarında (1975) Helsinki süreci başladı. 33 Avrupa devleti ile ABD ve Kanada Uluslararası İşbirliğinin yeni ilkelerini belirlediler. Bulgaristan yeni süreçten başarılı yararlanmayı başardı. 1. Bulgaristan’da ve Balkanlar’da birinci Atom Elektrik Santrali “Kozloduy” keninde başladı. 4 Eylül 1974’te 440 MW ilk reaktör çalıştı, ardından 5 adet daha kuruldu. 2. “Arda” nehrine 3 elektrik santrali, “Belmekn-Sestrimo” HES ve “Maritsaİstok” elektrik üretim tesislerinin geliştirilmesi Bulgaristan’ın enerji üretimini güvence altına aldı ve ülke teknolojik gelişimin ikinci aşamasında ileri adım atmayı başardı. 3. 1970’li yıllarda ulaşılan başarıların hepsini sıralamak mümkün olmasa da 1977’de Varna tersanesinde ilk 100 bin tonluk tankerin suya salınması, ülkede metalürji, makine yapımı ve mühendislik düzeyinin ulaştığı sahilleri kendiliğinden anlatmış oldu. 4. 1972 - 1973 yılında Bulgaristan’da yaşayan Müslüman Pomakların devlet terörüne maruz kalması, isimlerinin değiştirilmesi, kültürel gelişmelerinin yasaklanması ve zorla eritilerek Türk kimliklerinin asimile etme çabaları ilk uluslararası tepkileri almaya başladı. Bulgaristan’da adalet, hukuk devleti, azınlıkların hakları konular başta olmak üzere insan haklarının ihlal edildiği siyaset konusu oldu. Uluslararası toplumdan protestolar yükselmeye başladı. 1980’li yıllarda Bulgaristan’da ekonomik politika. 1944’ten sonra Bulgar devleti ülkede istihdam sağlayamadığı nüfus sorunlarını (1951 ve 1968 - 1976) göçü ile 250 binden fazla Türkü kovarak çözmeye çalıştı. Helsinki Senedi’nin kabul edilmesinden sonra Batı dünyası özellikle insan hakları konusunda Bulgaristan’a ters bakmaya başladı. Bu terslik, Papa II Pavel’e suikastta Bulgar parmağı olduğu iddialarıyla şiddetlenirken, 4 bin 254 TIR, 4 ırmak ve 4 deniz gemisi ve bunlarda çalışan 10 bin kişiyle taşımacılık yapan ülkenin adı uyuşturucu ve silah kaçakçılığına da karıştı ve ekonomik çöküş dönemi başladı. 1985’te başlayan Mihail Gorbaçov “yenilenmesi” de totaliter Bulgar rejimiyle ters düştü. Kaçakçılık gelirleri sıfırlanan devlet, Türklerin bankalardaki paralarına göz dikti, “soya dönüş” süreci adı altında Türk nüfusa karşı baskıyı azdırdı, şiddetlendirdikçe şiddetlendirdi. 500 bin kişiyi sınır dışı etmekle durumu sakinleştireceğini sandı. Olmadı. 3 milyon insan yurdu terk etti. Uretim artışı


178

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

durdu. Emek verimliği düştü. Mamul kalitesi düştü. Kalifiye emekçiler üretimden ayrıldı. Bulgar tarım ve sanayi çökme trendine girdi. Böylece Bulgaristan sanayi ve teknolojik gelişmesi 3. Teknolojik devrimin başına demir attı. Sosyalizm yıllarında ulaşılan birikim yitirildi. Yeniden diriliş için gerekli birikim de toplanamadı. SSCB’den koparak Batı’ya sarılmak da kendiliğinden yeni bir ufuk açmadı. Bugün Avrupa Birliği ülkeleri arasında en geri kalmış, en sefil, en cahil, nüfusu azalan ve sorunları büyüyen ülke olmamızın nedeni budur. Saygılarımla,

Siyaset, Sofrada Bulunmak Değildir

Neriman Eralp Kalyoncuoğlu-25.04.2018

Konu: Olaylar yön değiştiriyor. Başkaları henüz söylemiyor, fakat bizim söylememiz için zaman gelmiştir. Siyaset, yarını görebilmek için geçmişle geleceği bugünde birleştirmektir. Bu sentezi kavrayamayan, siyaset yapamaz. 3 Mart 2018 gecesinde, İstanbul Bulgar Konsolosluğu’na gidip “beni de adam yerine koyup sofraya davet ettiler” havasına giren ve hatta böbürlenmeye kalkanlara birkaç sözüm var. Kendilerine üstelik “yaptığınız iş mi? Kendine nasıl yakıştırdın?” dendiğinde “insan haklarımız çiğneniyor” diyecek kadar ileri giden tarihini unutan, geleceğini göremeyen ve kimliğinden tamamen vaz geçmiş tipler başkaldırdılar. Bu başkaldırı o adar ileri gitti ki, Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği BULTÜRK yayın organı bghaber.org sitesi mahkemeye verildi. Bu olay bende çok değişik çağrışımlar uyandırdı. Bizim Stremtsi köyünde bir Yusuf aga vardı. “Belene” ölüm kampına düşmüş ve çıktıktan sonra kuyu başı sohbetlerinde “Ya bu Bulgar beni de saydı ve “Belene”ye gönderdi. Çıkarken de elime bir tomar para verdi” dediği anlatılırdı. Yusuf aga “Belene”ye gönderilmeyi bir görev, önemi bir iş, başkalarının yapamayacağı bir vazife olarak kavramış ve orada ne yaptıysa, ne gibi hizmette bulunduysa karşılığını almış ve hainlikle övünecek derecede gözleri körleşmiş ve kafası bunalmıştı.


Makale ve Analizler - 2018

179

10 yıl önce Yazarı Sopot’ta bağlı “Anevo” köyünden Aziz olan bir dizi kitapta, Bulgaristan Türkeri’nin yakın geçmişi ve özelikle de “Belene” dönemi ayrıntılı bir şekilde anlatılmıştı. Oayların içindeki kahramanlardan birisi Cebelli Tahsin Ulutürk isminde biriydi. Tahsin Bey “Belene”ye sarhoşluktan düşmüştü. 1985’te isim değiştirme zumünün acısının iyice yaktığı bir akşam şehrin kenar meyhanelerinden birinde yarayı rakıyla iyice suladıktan, kafa bulandıktan sonra “keseriz”, “yıkarız”, “yakarız” haykırışları ve sağ sol yumruk sallayışlar, onu da Tuna’mın en derin aktığı yerdeki “Persin” adasına götürmüş ve Türk aydınlar sülalesine katmıştı. Adamla buluşmuş adam olmuş misali, Bulgar polisler de onu ayık görünce adamdan saymışlar, “bizden yana geçersen seni Moskova’ya okumaya göndeririz, Sofya’da 2 + 1 daire senin, eşine iş, çocuklarına istedikleri yüksekokul ve üniversite seç vs” vaatlerde bulunmuşlar. Tahsin, “be neymişim!” havalarına girmiş, vaatlerin hepsini kucağına sığdıramadığından bir kısmı çuvala koymuş sırtlamış ve Ankara’ya kadar taşımış, devlete anlatmış, tutanaklara kaydedilmiş, Aziz Bey de kitabında olaya birkaç sayfa ayırmıştı. Şimdi bu tipler, Atalarımızın katledildiği, 500 yıllık malımıza mülkümüze el konduğu, baba ocağından sökülüp vatansız bırakıldığımız anlamına gelen, hem de öyle bir sökülme ki, 25 binimiz hala Kuzey Kıbrıs’ta, 50 binlik büyük bir koloni halinde Kanada ve Birleşik Amerika’da, 300 binimiz Batı Avrupa ülkelerine dağılmışız. Bir milyondan fazlamız da Türkiye’nin dört bir yanına saçılmışız. 140 yıl önce açılan bir yaranın sızıları içindeyiz. Parçalanmışız. Dağılmışız. Birbirimize düşürülmüşüz. Aynı bilinç çizgisinde buluşup kentleşeceğimize artık düşman saflarına geçen ve durumlarından güç alarak saldırıya geçenlerin taarruzuna hedef olmuşuz. Gerçekleri anlatanlara, halkımızı yenidünya görüşünde buluşturup birleştirmeye çalışanlara, Sayın Başkanımız BULTÜRK Genel Başkanı Rafet Ulutürk’ü mahkemeye verecek, hakkında dava açacak kadar burun kaldırıyorlar, satılmışlıklarını gizleyemiyorlar. Yenidünya görüşümüzde teslim olmak y da hainler önünde boyun eğmek yoktur. Bu tüylenme ve kibirlenmenin ardında bir özendirme, bir kışkırtma ve güç kaynağı olsa gerek. Neymiş Efendim? “93 harbinde” yani 1877 - 1878 Plevne Savaşı’nda Osmanlı “köleliğinden”, “eziyetinden” kurtulmuşuz. Yalnız Ruslara “siz bizim kurtarıcımızsınız” demediğimiz ve Bulgar haydutlarının da elini öpmediğimiz kaldı. Bu bilgisiz, kimliksiz ve ruhsuz sivrilişin temsilcilerini yarın Sofya’daki II. Alksandır anıtına çelenk taşırken gördüğümüzde ya da Şipka tepesi mitinglerinde Osmanlıya yumruk sıkarken gördüğümüzde şaşırmamalıyız. Halkının tarihini bilmeyenin tarih ve gelecek üstüne konuşmaya hakkı yoktur. Olmamalıdır! Geleceğimiz hakkında ise bir tek söz söyleyemez.


180

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

1877 - 1878 Osmanlı ile Rusya İmparatorlukları savaşı 19. Yüzyılın en önemli savaşlarından biridir. Bu savaş Osmanlı ve Türk düşmanlığının 140 yıldan beri yanan ateşini yakmış ve bu ateş “Türk düşmanı olmadan Batılı olamazsınız!” şeklinde bugün de yanıyor. Kışkırtılıyor. Bu savaş, onlar açısından, her Türk için verilen bir savaştır. Onlar için Bulgar zulmünden evinden köyünden sökülüp kaçmış, Türkiye’yi sığınmış 600 Bulgaristanlı Türk’ü İstanbul Konsolosluğunda bir ortak “kölelikten kurtuluş” sofrasında toplamak “zaferlerin zaferidir”. İlk ve son hedefleri bizden kurtulmaktır. Zulüm, Göç, kovma, sürgün etme vb ancak küçük teferruattır. Türk’e zulümden tutuklanmış ve yargılamış Bulgar yoktur ve olmayacaktır. Bu bir stratejik uygulamadır. Hedeflerindeki yeni hedef bizi birer birer kazanmaktır. FETO - köfte sofralarında bunu başardı. Türk devletini içinden oydu. Türkün ciğerini oyan bıçağın Batıdan ya da Doğudan olması, bir zavallı hain elinde olması fark etmez. Şu emperyalizm kıtada tüm halkları köle etti, bir tek Türk halkını istediği gibi ezemedi, hırsından geberecek. Bu zavallılardan biri olan FETO T.C. devletini devirmeye yeltenmedi mi? O zaman PKK’dan ne farkı var. O zaman 1915’te Çankalle’ye dayananlardan ne farkı var? Biz Bulgaristan Türkeri’ni içinden oyma davası işgalci Rus İmparatorunu “kurtarıcı” kabul etmekle başlamıştır. 140 yıl başaramadılar. T.C’ye kovulunc gelip sığınanlar anlaşılan gevşediler. İlk kurbanlar verildi. Anlaşılan dernekler görev başında değil, iyi çalışmıyor. Su akıntıya bırakılmış ve kurban topluyor. İlk kurbanların sayısı 600 kişidir. Çok üzgünüm! Göçmen Türker’in kafasını kendi tarihleri açısından bulandırma, karıştırma ve esir alma büyük bir zaferidir. 3 Mart 1878 Türklük tarihinde en kahrolsı gündür, en büyük yenilgi günüdür. Tarihimizin en kara günlerinden biridir. Avrupa’dan 1815’te çekilmeye başladık. Balkanlar’dan ayak çekmemeye zorlanmamız ise Plevne, Şipka vb yenilgileriyle başladı ve 140 yıldn beri akan bir sel oldu. Aslında Büyük önder Mustafa Kemal Paşa 1918 Sakarya Cephesinde bu geri dönüşü durdurdu. 100 yıl sonra 2018’de Afrin Zaferiyle düşmanın inine girildi ve yerinde ezildi. Büyük ve Güçlü Türkiye’den korkanlar aramıza nifak sokmak için bizi parçalamak, bölmek ve ezmek için her fırsattan yararlanıyor. 3 Mart 2018 “bira ziyafeti” ve sözde “kurtarıcı”nın şerefle kutlanmasına coşkuyla katılmak, biz Bulgaristan Türklerinin hala içimizden çökmeye devam etiğimize yeni bir işret oldu. “Beni insan sayıp Belene’ye gönderdiler” ya da “beni Moskova’ya gönderip Bulgaristan Türklerine karşı çalışacak subay yapacaklar, Sofya’da 2 + 1 dairem olacak” zihniyetinin aramızda yaşadığını gördük. BULTÜRK yayın merkezine açılan dava ise, bu dönekler zihniyetinin birerlerden desteklendiğine kışkırtıldığına kanıt oldu. Bulgaristan Türkleri tarihinde benzer olay yaşanmamıştı.


Makale ve Analizler - 2018

181

Komünist rejim birkaç Türk’ten savcı yapmış (Kırcaali’de İsmet gibi) ve Türk direnişçileri sürgün ediyor, hapse attırıyordu. Fakat bizim halkımız 3 Mart gibi yenilip ezildiğimiz bir tarihi, kazanan, istila eden ve ezenlerle birlikte kutlamamız gibi boyutsuz bir şerefsizliği bize yaşatmamıştı. 3 Mart 2018 konsoloslukta güya “kurtarıcı” şölenine katılmak ve “hey siz ne yapıyorsunuz, fazla olmuyor mu?” diyen bilinçli kardeşlerimizi de haklarında dava açarak korkutmaya çalışmak, haklarında hapis cezası istenerek anavatanımızda mahkemeye vermek, tüm soydaşlarımıza gözdağı vermek anlamına gelir. Bu olay 26 Mart 2017’de sınırda tartaklanmamızın, seçim bürolarımızda faşizan komando kontrolü uygulanması; DOST partisinin meclise girmesinin önlenmesi zincirinden yeni halkasıdır. Olay kişisel değildir. Ortak bilincimize yönelmiş bir saldırıdır. Tüm derneklerden, federasyon ve konfederasyonlardan, aydınlarımızdan kesin ve kararlı yığınsal tepki ve BULTÜRK’e ve yayınlrına destek bekliyoruz. Duruşma gününün hainleri lanetleme gününe dönüştürülmesini bekliyoruz. Alçaklığın bundan büyük bataklığı olamaz. Ruhu çürümüşlerin arasında kaldık, kurtulmlıyız. Çok üzgünüm... Bizim kendi tarihimizde utanacağımız hiçbir şey yoktur. Başkalarının tarihiyle gururlanmak bize yakışmaz. Bir defa 3 Mart 1878 kutlanacak bir yıldönümü değildir. Yeşilköy’de aralarında savaşan ki imparatorluk arasında savaşı keselim protokolü imzalanmıştır.. Bu savaşa ne Osmanlı ne de Rusya tarafında Bulgar Ordusu katılmamıştır. Protokolde Bulgar ve Bulgaristan sözü yoktur. Bulgar temsilci de katılmamıştır. Ne ki bu Protokolün imzalanmasından sonra Tuna Boyu, Deliorman ve Dobruca’dan büyük bir Türk göç seli kopmuş ve bugün hala devam etmektedir. 140 yıldan beri vatanımızdan soğumamız, kopmamız ve takke kafaya iki bohça sıkıp yol çıkmamız için çalışanlar var. Bu çalışmaların bir ucu artık Türkiye’deki mahallelerimiz kadar girmiştir. 3 Mart kutlamalarına katılmamız ata mezarlarımızın, okullarımızdan, dernek ve kültür evlerimizden, medreselerimizden sonra camilerimizin de yıkılmasını kabul etmemiz anlamına gelir ki, zaten 1878’den beri 1300’ü yıkılmış, minareleri devrilmiş, onarıma izin verilmediği için harabelik halinde kendi kaderine bırakılmıştır. Defineci geçinen hırsız çeteleri kubbelerdeki kurşun kaplamayı sökmek, altın aramayı bahane ederek duvarları ve cami dibini kazmaya fırsat kolluyorlar. Onlar son Türk çeşmesini de yıkmaya, sok Türk pınarını da doldurmaya yeminlidir. İmkân bulsalar bize suyu altın karşılığı satmak akıllarından geçen en cazibeli fikirdir. Türkiye’de, Türklük denizinde, Türk kimliği ve Türk kültürü deryasında yaşayıp da 3 Mart hayranlığına esir düşmek, hepimizi çok ama çok düşündürmelidir.


182

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Adaletin tarihimizde kökleri vardır. Geçmişimizi bilmeyen, öğrenmek istemeyen, Büyük ve Güçlü Türkiye davası mücadelesinde bizimle birlikte olmayı kabul etmeyenlere, mahkeme kapısından önce Kapıkule Kapısı açıktır... Güle güle.

İki Ölüm Yok

Nedim Akın-27.Nisan.2018

Konu: Rodopların incisi Kırcaali güzel şehir. Rodopların incisi Kırcaali’deyim. Zümrüt yeliş bir şehir! Gönül alan güzelliğin pırlanta taşları çiçekler! Akasyalar, kestaneler, öbek, öbek laleler, sedir ağaçlar sıra bozup birden açmışlar yollarca boydan boya. Esintilerle oynaşan Nisan Güneşi bahar kokuyor. Mest eden kokularıyla genizlere dolarken insanlara konuşuyor: Sıra bozduk. Ders olsun diye aynı günde açtık. Sevdiklerimiz için buradayız. Bize kana kana doyun, bizi birlikte görün, beraberliğimizi kucaklayın ve siz de bizim gibi olun diye geldik huzurunuza Kırcaali’de... Birlikteliğimiz hem ibret olsun hem de örnek olsun istedik. Kırcaali çiçekler içinde çok serdiği bir sakinini son yolculuğuna uğurluyor. Müzeyyen Durgudova’yı... Nüvvab’ın ala bölümünün son öğrencilerinden, Koşukavak’ta (Krumovgrad) ilk Türk okulunun kurucusu, Kırcaali Türk Pedagoji Okulunun Kurucu Müdürü Turgut Ragıbov’un sevgili gelini, Erdinç ve Ercan’ın annesi ve 4 torunun anneannesi Müzeyyen Hanım 86 yaşında hayata gözlerini yumdu ve Allah’ın rahmetine kavuştu. Bu büyük aile Kırcaali toplumuna Türklük mayalayan büyük çınarlardan biridir. Doğu Rodoplar’ın Türk öğretmen, şair, yazar ve toplumcuları, köylüden kentli olan kadınları, bu büyü yürekli ve fedakâr insanların iyiliğini görmüş, elinden su içmiştir. Merkez mezarlıktayız. Hıristiyan cesetler mezarlığın ana kapısından, Müslüman naaşlar yan kapıdan arkadan giriliyor. Mezarlık Bulgar Türk aynı avlu içinde bir yol var aralarında. Ana kapıdan girildiğinde kilise var bulgar kısmında o sebepten olacak herhalde arka kapıdan giriyor Müslümanlar. Türk mezarlara bakan yan yana çeşmeler, su sesini dinleyenler tepenin belinde, şehre ve içinden geçen Arda nehrine, deli deli esen rüzgârların su aynası oyununa bakıyor. Yan yana,


Makale ve Analizler - 2018

183

sıra sıra taşları yıldızlı kabirler. Hepimize, her yere ve gökyüzüne aynı mesafede. Mezarlık dünü bugüne ve yarına bağlayan, herkesin baş eğdiği kutsal yer. Burada toprak çatlamış. Parça parça bugünkü toplum gibi! Biz yaşayanlara siz işte busunuz, diyor üzgün sesle ve son yol, hak ettiğiniz cennet beraberliği olduğuna göre, dört günlük hayatta kavga etmeye, bölünüp parçalanmaya, küs yaşamaya ne gerek var diye soruyor. Başka birilerin çıkarlarına uyup sinsi tuzaklarına düşerek birbirinize düşman olmaya değer mi ikazında bulunuyor! Toprak kayıyor. Aranızda anlaşıp birlik olmazsanız sizi bağrıma basmam diyor. Türklükten, Müslümanlıktan, geçmişinden, geleneklerinden, umutlarından kopmuş olanlar, nifak yaratanlar, yeryüzünde size yer yok, gelin şu çatlakları doldurun, bana sağının, diyor sanki! Bağrımda ayrı gayrı, menfaat çıkar, kıskançlık hırsızlık, fesatlık fitnelik, insan kayırma, ezme, gammazlama, kötüleme, hasta liderlik hırsı, tek milletli, tek uluslu, tek dilli devlet yok, ve daha ne kadar illet varsa orada, hiç birine yer yok burada. Ölü ve canlı Tüm diller konuşuluyor, herkes özgürlüklerin esri, telleri kopmuş sazlar durmadan çalıyor ve orada görmediğiniz renklerle açıyor çiçekler ve insanlar kardeş, birlikte yaşamaktan alıyorlar cesareti. Sevdikçe sevesin gelen, gördükçe göresin gelen, ışığın bittiği yerde şimşekler çakan bu dünyayı terk etmek çok zor. Doğa, yaşayanlara iyiliklerle güzellikler, ağaçların her birine yeşilden ayrı bir ton, goncalara tek tek renk seçip gönülleri ferahlatan kokular bahşederken, ölümü insanlara uygun görmesi hayata anlam veriyor. Gözler mezarlarda. Kırcaali gibi bir yerde neden ayrı kendilerine has Türk Mezarlığı yok diye düşünüyorum. Burada bile “En iyi yerleri kapışmışlar” geçiyor akıllardan. Her an sorguluyor bizi doğa. Nasıl olur da bu kadar değişebilirsiniz diyecek dili sökülse, tuhaflaşıyor birden. Bir yanlış mı yaptım insanı yaratırken, yankılanıyor kabirlerin arasında! Yaşlılar kabirlere hayat suyu veriyor. Dua ediyor. Hafızlar El Fatiha okuyor. İşitilen ise sadece Amin... Yirmi birinci yüzyılda, bir önceki asırda verilen büyük ve sert mücadeleden yorulmuş Türkler yatıyor karşıda eski Kırcaali Merkez Türk Mezarlığında. Anıt taşlarını kem gözlerden korumak için kahraman lakabı yontulmamış güneşe bakan yüzüne, ama yerleri korunmuş. İslamiyet, Müslümanlık ve Türklük kavgası nişan, madalya, levha istemez. Şehitlerimize doğanın çelengi yeter de artar. Hepsi kışın bahara gebe olduğuna inanır. Hak ettikleri cennettir. Ahirette Peygamberle beraber olmaktır. Büyük ni-


184

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

met Türklük ışığıdır. Şefkatle başlayan ve sevgiyle bütünleşen Türklükle mayalanmış ufuktur. Ay yıldızlı, Türk isimli mezar taşları arasındayım. Çınar gölgeleri koyu ve serin. Güllere bezenecek cennet, koncalar dallarda.. Vuslat durağı burası! İsim, baba ve soyadı, doğum ve ölüm tarihi sorulan yer. Bir sorgu değildir bu. Kendilerine hayat hakkı tanıdığı dünyada en asil soylardan olan Türklerin nerelere kadar uzandıklarını, Müslümanlığın yeryüzünde nerelerde hakım olduğunu, yüce vasıfların nereye kadar yayılabildiğini öğrenmektir amaç. Adalet, mutluluk ve huzur yaşadığı yerler bilinmelidir. Şu tepenin belinde yatanların hepsi kardeştir. Ne var ki, döneklik, ajanlık, ihanet edenlere cennet kapısı kapalıdır! İnsanın insana ettikleri dünyada kalır. Kötülüklerden ve vicdan azabından arınma bunun için yaratılmıştır. Siyah renk ve düşmanlık yaratandan gelmemiştir. Karalar bağlamak kaderin yavrusudur. Dereler, ırmaklar insandan ve toplumdan olmayanı denizlere taşır, mavi suların derinliklerine gömer. Yolun sonunda görünen yalnız iyilik ve ibrettir. Mezar çukuruna iki kürek toprak atmadan, bir kabre bir ibrik su dökmeden, bir Fatiha okumadan geçen ömürler hayat felsefelerini anlamazlar. Kendilerinden iyilik beklemek yanlış olur. Kırcaali yeni Türk mezarlığında toprak çatlamış, açılmış. Ayrılıkçıları, bölücüleri, birlik bozucuları ve Türklüğe ihanet edenleri bekliyor. Toprağın altında ayrı gayrı, sen ben, bölünmüşlük, düşmanlık yok. Saraydan emir alıp da halkı birbirine düşürmek de yok. Beraberce, iç içe, birlikte yaşamaya davet var. Kardeşçe yaşamak hepimizin boynumuzun borcunuz! İki ölüm yok. Nurdan başka ışık da yok. Her şey unutulabilir Ama iyi insanların değerleri asla! Çünkü bizi daha iyi yarınlara taşıyan onlardır. Kalın sağlıcakla,


Makale ve Analizler - 2018

185

2017’de Bulgaristan’da Siyasi Gelişmeler

Musa Vatansever-28.Nisan.2018

Konu: Bulgaristan’da İnsan Haklarının durumuyla ilgili Helsinki Komitesinin Yıllık Raporundan bir alıntı ve yorumlar. Bulgaristan’da 2017 yılı Cumhurbaşkanı tarafından atanan, başbakanı Prof. Ognyan Gercikov olan bir seçim hükümetiyle başladı. Bu hükümetin başlıca görevi erken meclis seçimlerini yapmaktı. Seçim tarihi 26 Mart 2017 idi. Seçime katılmak için 11 siyasi parti, koalisyon ve 9 bağımsız aday kayıt yaptırdı. Meclise girmek için sadece beşi gerekli oyu aldı. Halk Meclisinin salıverilmesine kadar ülkeyi yöneten Bulgaristan’ın Avrupalı Gelişimini Vatandaşları GERB partisi de meclise girdi, fakat hükümet kurabilecek oyu alamadı. İkinci yere Bulgaristan Sosyalist Partisi BSP dizildi. Meclise giren üçüncü koalisyon 3 aşırı milliyetçi parti koalisyonundan oluştu. Bunlar, sözüm ona “Yurtseverler Birliği” adını aldı. Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) ile siyasi kimliği ortaya çıkmayan “Volya” (İrade) partisi de meclise girdi. Seçimden birkaç ay önce Halk Meclisi Seçim Kanununda değişiler yaparak dış ülkelerdeki seçim sandığı sayısını 35’e indirdi4. Bu ayrımcılık yapmak için yapılmıştı. Özellikle de T.C.’den gelecek oyların meclisteki ağırlığı baltalanmak istenmişti. Türkiye’den gelen oyalar öncelikle Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) ile yeni kurulan Demokrasi için Sorumluluk, Hoşgörü ve Özgürlük (DST) partisine gidecekti. Bu yasa değişikleri Batı Avrupa ülkelerindeki Bulgaristan vatandaşları arsında sert tepkilere neden oldu. Bu protestolar sonucunda Bulgar Meclisi Ekim 2016 sonunda aynı yasadaki değişikleri ancak Avrupa Birliği ülkeleri için değiştirdi ve kaldırdı. 2014 yılında Türkiye’de 136 seçim sandığı açılmışken, 2017’de bunların sayısı 35’e düşürüldü ve sonuçta seçime katılanların sayısı da 2014’e göre çok azaldı. Seçimlerle ilgili olan Bulgar yasaları uluslararası yasalarla kıyaslandığında birçok başka kısıtlamalar da içerdiği hemen görülüyor. İçerdeki mahkûmlar ve Sabıkalılar da milletvekili olamıyorlar. Milletvekili olamıyorlar. 2016 yılının Ekim ayında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 2 Bulgar vatandaşının açtığı bir davada, Avrupa İnsan Hakları Anlaşmasının 3. Maddesinin 1. Nolu fıkrasına ters düşen durumlar saptadı, fakat Bulgar meclisi Anayasa ve yasa değişikleri yaparak gerekli düzeltmeleri getirmedi. Dahası da var, Meclis özel bir karar alarak, Bulgar dilinden başka bir dilde seçim propagandası yapılmasını da yasakladı DOST partisi liderleri seçmene Türkçe hitap ettikleri için ceza aldılar. 4- Bulgaristan Helsinki Komitesi (BHK) Bulgaristan’da İnsan Hakları 2016, Sofya, BHK.


186

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Seçim kampanyasında birkaç parti ırkçı, ötekileştiren ve düşmanca, ayrımcı söylev kullandılar. Güya “Yurtseverler Birliği” GERB ve “Volya” gibi partiler Türk ve Romen milli azınlıklarına karşı kin, nefret, düşmanlık uyandıran sözlü ve yazılı saldırılarda bulundular5. Türkiye’nin Bulgaristan seçimlerine etkisi olduğu gerekçesiyle basın yayın ve TV organları amansız bir saldırıya geçtiler. Bu saldırılarla Türkiye’deki soydaşların DOST partisine oy vermesini engelleme şeklinde anlaşıldı. 8 Mart günü Yüksek Seçim Kurulu DOST partisi seçim afişini yasakladı. Gerekçe olarak T.C. Sofya Büyükelçisi Sayın Gökçe’nin 2 saniye gibi bir sürede bu görüntüde yer alması gösterildi. Oysa GERB liderinin dış ülkeler parti ve hükümet başkanlarıyla resimleri engellenmeden ve değişik dillerde yayınlandı. Seçimlerden bir hafta önce “Yurtsever Cephe” liderleri ve militanları, T.C.’de yaşayan Bulgaristan vatandaşı Türklerin seçime katılmasını, en doğal ve meşru hakları olan oy kullanma hakkını özgürce kullanmalarını engellemek için Bulgar Türk sınırına yığınak yaparak otobüslerin seçmen taşımasını engellemeye çalıştılar. Sınırda durdurulan otobüslerden zorla indirilen Bulgaristan Türklerinden yaşlı Bayanlar tartaklandılar. Bu saldırılar TV kamaraları önünde gerçekleşti. Bulgaristan Ceza Kanunu’nun 167. Maddesinin 1. Fıkrasına göre bu gibi zorbalıklar, baskı uygulama, yalan söyleme, aldatma, para ile oy satın alma, tehdit etme, tartaklama ve benzer eylemlere başvuranların yargılanması ve ceza almaları gerekirken, Bulgar Savcılığı dava bile açmadı. Seçimlerden sonra, 4 Mayıs günü GERB ile güya “Yurtseverler Birliği” – aşırı milliyetçiler ortak hükümet kurdu ve GERB lideri Boyko Borisov Başbakan oldu. Güya “Yurtseverler Birliği” liderlerinden ikisi Başbakan Yardımcısı oldu. 1990’dan beri ilk kez olmak üzere Bulgaristan devlet yönetimine aşırı milliyetçilikleriyle ünlü anti-demokrat siyasi güçler girdi ve Romenlere, Türklere, Müslümanlara, sığınmacılara Yahudilere ve kendi seçtikleri güçlere karşı şiddetli saldırgan bir propaganda ile oy topladılar. Güya “Yurtseverler Birliği” üçlüsünden biri olan sözüm ona “Bulgaristan’ı Kurtarma Cephesi” başkanı Valeri Simyonov, Bulgaristan’da azınlıkların entegre edilmesiyle yükümlü tek devlet organı olan Etnik ve Entegre etme Sorunlarında İşbirliği Milli Konseyi Başkanı seçildi. Onun yönettiği parti, etnik ve milli azınlıklara krşı kin ve nefret kusan, düşmanlık kışkırtan partidir. 2014 yılında Volen Simeonov Bulgar parlamentosu kürsüsünden Romenler hakkında “kudurmuş insan müsveddeleri” dedi. Romen anneler hakkında ise “sokak köpeği alışkanlığı olan kadınlar” dedi6. Simeyonov’un bu mili komiteye başkan seçilmesi birçok üyesinin, azınlık sivil toplum örgütü5- OCCE / 2017 BC. Genel erken seçimler. 26 Mart 2017. Rpor. (15 s.) osce.org/bg/odihr/elections/3 29976??downlood=true. 6- BHK (2015) 2014’te B’de İnsan Hakları, Sofya


Makale ve Analizler - 2018

187

nün üyelikten uzaklaşmasına neden olurken7, 2013 yılından beri bu milli konseyin azınlıklar lehinde hiç bir şey yapmadığına işaret edildi. 2017 yılının Mayıs ayında “Roma-Lom” vakfı ile Sağlık Uzlaşmazlıklarında Arabulucular Ulusal Ağ da istif ettiler. En büyük Yahudi örgütü olan “Şalom” da Eylül ayında üyeliğini dondurdu. Bulgaristan’da GERB ile güya “Yurtseverler Birliği” hükümetinin kurulmasından sonra, insan hakları, etnikler arası ve dini hoşgörü gibi konularda sosyal ortam bozuldu. Azınlıkların ve sığınmacıların topluma uyum sağlamsı gibi konulara sıkı kısıtlalar getirildi. İnsan hakları, dini haklar ve başka konularda kabul edilen kısıtlayıcı ve engelleyici bazı yasalar daha sonra uluslararası baskı sonucu bozuldu8. Bulgar toplumunda bazı duyarlı etnik azınlık topluluklarına karşı düşmanlık uyandırma ve düşmanlık kışkırtma, ayırım uygulama ve baskı uygulama devam ederken uyarılan ve cezalandırılan olmadı. Hükümetin sivil topum örgütleri ve özellikler insan haklarını savunan derneklerle ve kurumlarla ilişkileri çok kötüleşti. Yorum: Bulgaristan’da insan hakları. Bulgarların bir kısmı için insan haklarıdır, diğerleri için ise, değildir. Bulgaristan’ı soyup soğana çevirenlerin insan hakları var, diğerlerine hakları kokutulmuyor. Loveç, Vidin, Montana ve Vratsa köyleri başta olmak üzere Bulgaristan’da it hakkı olmayanlar gettolarda kapalı yaşıyor ve kendilerine soy kırım uygulanıyor. Büyük şehirlerin kenar mahallerine kapanmış bulunan Romener gettolar sıkıştırılmıştır. Bu gettolar Alman toplama kamplarını andırıyor. Hayvan çiftliklerindeki hayvanların koşulları bu gettolardaki şartlardan daha iyidir. Türkler ve Müslümanlar topyekûn baskı altında eritilmeye ve asimile edilmeye çalışılıyor. Türklere ülkeyi terk edip gitsinler diye arasız baskı yapılıyor. Devlet güvenlik makamlarının yoğun desteğiyle şiddetlenen Bulgar açık aşırı milliyetçiliği ülkeyi etnik, ekonomik ve dinsel yıkıma itiyor. 50 - 80 binlik anormal koşularda yaşayanlar Rom gettolarında yanız Çingenece konuşuyorlar. Gettolar, Bulgar’ız ikinci Bulgaristan oldu. Bulgaristan’da azınlıkların insan haklarıyla ilgili şiddetlenen yanlış ve yıkıcı siyasetin faturası en geç 2040’ta kesilecek. Bulgarların soyu kuruyor ve nüfusu bir milyon 500 bin kişi kalacak ve bir daha geri dönüş olmayacak. Sağlıcakla kalınız.

7- 13 Romen örgütü Etnik Sorunlar Konseyinden ayrıldı. http://www.bghelsinki. 8- Yargı bağımsızlığı ve adil duruşma.


188

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Mayıs Ayı 2018 Yazıları İlham Mezarlığı Yok

Raziye Çakır-01.Mayıs.2018

kir.

Konu: Bugünün şiiri yarın yazılmaz. Yaşanan günün hakkını veriyor muyuz? Şair aklından geçen duygu ve düşüncelerin her gün kaleme alması gere-

Daha net anlaşılması için, bunu herhangi bir şeyle karşılaştırmamız gerektiğinde, en uygun olan, bamyadır. Çiçeği ne kadar büyük ve vaat edici olursa olsun, meyvesi ilk günün sabahında koparılır. Bekletileni makbul değildir. Şair de yaşadıklarını her gün kaleme alır, düşündüklerini, karşılaştığı şeyleri dumanı ütünde yazıp anlatırsa, doğru davranıyor demektir; ama arada bir bunu yapamazsa, fazla bir şey kaybetmiş sayılmaz. Tolstoy “Savaş ve Barış”ı o savaştan 45 yıl sonra yazmıştı. Bir yaratıcının yeteneği birden bire, ilk eserlerinde bütün gücüyle parlayamayabilir. Ne ki, insan kendini işine adadığını hissediyorsa ve çaba harcıyorsa yürüyeceği yolu bulur. Bizim Bulgaristan Türkleri yaratıcılığında son çeyrek yüzyılda duraksama gözleniyor. Son yılların ne seçme hikâyeleri, ne seçme şiirleri ne de seçme fıkraları çıktı. Ahmet Şerif, Halit Dağlı, İsmail Cambaz, Sabri Alagöz gibi yaratıcılarımızın eserleri yaratıcılık dünyamıza ilham veremedi. Aydınlarda birikim patlaması olmadan, dip dalga hareketlenmez! 21. yüzyılda Bulgaristan Türkleri edebiyatını yaratma çabalarımız sanki yerinde sayıyor. Çekinerek yazsam da, ilerleme olanaksız hale geldi. Elektronik medya çağında, olaylar ve karakterler bilinir, şair ve yazara sadece olan biteni yazı diliyle canlandırmak kalır. Tek şey, kendi hazinesini de kullanarak, kaleme almak ve paylaşmaktır. Yirminci yüzyılın ikinci yarısında yaratan şair ve yazarlarımızın büyük kısmının Türkiye’ye geçtiklerinde, orada duygularını devamlı besleyen ilham ortamı bulamadıkları artık biliniyor.


Makale ve Analizler - 2018

189

Oysa onlar beraberlerinde çok uzun süren bir zulüm devri izlerini, hapishane yaralarını, “Büyük Göç” acısını, hemen öyle kısa sürede solması beklenmeyen bu gerçeklikten motifler, ifade edilmesi gereken konular asıl özdü. Bunları güzel yapıtlar olarak ortaya koymak ise, şair ve yazarlarımıza düşerdi. “Belene” şarkısı, ata toprağından sökülmemizin ağıtı, Büyük Göçün destansal, poetik, sanatsal yansıması vs beklendi. Bunu, Bulgar hükümetinde görevli, maaşlı yaratıcılardan beklemedik, çeki deryasında ezilenlerin ruh sesinden umut etmiştik. Düşünüldüğünde, insan birçok şeyi yazabilir, ama yaşanmayanı, yeterince derin araştırmadan yazamaz. “Belene” kampında kaldınızsa, balıkları ve balıkçıları anlatabilirsiniz belki ama kutup ayılarını ve avcıları değil.1990 birçoklarımız için bir kırılma dönemi oldu. Yazmadan edemeyen aydınlarımızın kaleme yazmaz oldu... Yıllarca süren eziyetten sonra, düşüncelerini bir çınar gölgesinde gökten dökülürce akıtmak için giden yazar ve şairimizden biri olan yazar Ömer Osman’ın son eserine “Sevgi Kırıntıları Arıyorum Yollarda” adını koyması manidar oldu. Doğal yeteneği olanlar bile, kıvamlı huzura kavuşamadan, güneşe ve yıldızlara sorup anlatmak istediklerini dökemeden sustular. Mehmet Türker gibi Rodoplu, Sabri Tata gibi Deliormanlı yaratıcılarımız kitap ardına kitap yazsa da, etnik topluluğumuzun çocukluk hallerini bilmediklerinden olacak, kalemin ucunu efsanelerimize dayandırıp başımıza gelenleri doyurucu ve doğru yansıtamadılar. Her devrin, her ortamın ve her neslin kıvamını tutturmak çok zor olsa gerek. Türkçe de yazan tükenmezlerini ceplerinde taşıyanlarımızın Koşukavak, Mestanlı ve Kırcaali buluşmaları külleri karıştırdı karıştırmasına da, hemen alevlenen köz bulunamadı. Üzerlerinden yarım yüzyıl geçen “Soğuk Pınar” tartışmalarını zaman soldurmuştu. Eğri Dere’de geleneksel edebiyat buluşmaları, yerli yazar ve şairlerimizle periyodik görüşmeler tohumlarını ekmeye devam ediyor. Edebiyatımızın canlanması için yeni bir Nazım Hikmet rüzgârı bekleyemeyiz. Sabahattin Ali, Orhan Kemal, Yaşar Kemal ilhamı da soldu. Yol göstericilere ihtiyaç var. Yetenek sahibi yeni nesilden daha çok şey beklense de, kıdemli kalemler sanki gonca kelemlere aşı yapamıyor. Edebiyatımız düşecek olan son kalemiz olmalıdır. Dayanmak zorundayız. Anadilimizden farklı ikinci veya üçüncü bir dilde yaratmak kısırdır. Bakış açısı, düşünü tarzındaki bazı özellikleri bize çok yakın olsa bile, Elif Şafak gibi anadilimizden farklı bir yazı dili seçmemiz bize çok ağır yaralar verecektir. Sevarlı Hasan Karahüseyin’in oğlu şair Mehmet’in isim ve kimlik davamızda kendini yakması capcanlı emsaldir. Ben yazmazsam, sen yazmazsan, biz yaz-


190

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

mazsak anadilimizde, nasıl durulur Türkçemizde değim, kavram, terim ve konsept keşmekeşi? Bizim kaynaklarımız durudur. Biz bunu kendi aramızda, memleketimizde aşmıştık. Aramızda anlaşılmayan bir şeycik kalmamıştı. 1995’te kalemini, Rodoplar’ın gökdelen çamlarından birinin altında okul çantalı bir evlada hediye edip cennetlerin cennetine göç etmezden önce güneşin ilk ışıklarından ilham alarak yorulmadan yazmıştı Faik İsmail Arda: Rumeli Gızanı Ben Rumeli’li Ben Rumeli’li Gazallık Gızanı Faik Arda Gazallık Gızanı Faik Arda Şu koskoca dağlar 85’te öldüm, 89’da dirildim. Küçücük kalbime nasıl sığmışlar Bir Gazallık Gızı sevdim Bilmiyorum. Elleri tütüne kokuyordu, Gazal içinde büyüyen Ayakları, fıstık ayakları – Boğaziçi’nde yaşayamaz... Gıldır gıldır mekik dokuyordu... Gözleri, ah ne güzel gözleri – Ben Rumeli’li Kibritsiz gandil yakıyordu... Gazallık Gızanı Faik Arda 85’te öldüm, 89’da dirildim... Ben Rumeli’li Şimdi bir Gazallık gızı seviyorum Gazallık Gızanı Faik Arda Öldürmeyin beni boşuna İstanbul’da Boğaziçi’nde değil Sonra daha büyük, Rumeli’de gazal içinde büyüdüm Daha Gocaman diriliyorum... Karpuzçatlatan kaynaklardan Eğilip sular içtim... Şu dağlarım uğruna Sevgilimden vazgeçtim... Yazan insan kendisini anlatır. Önce en yakını için yazar. Yazdı diye kalem kırılsa, kendisi için kırıldığını bilir. En yakın bildiğimiz ruh değiştirmek zorunda kalır ve anadilini öğrenememişse, Şafak’ın dizileri gibi Bulgarcaya da tercüme edilmesi gerekir ki, havası değişir, mayası bozulur. Sofya “Vitoş” caddesinde kitap fuarı var. Çeviriye uygun olan kitapların hepsi çevrilip basılmış. Alıp okuyorlarda, bir de şu var: Yabancı bir dilde yazan şair ve yazarın başka bir halkı mayaladığı ve dirilttiğine örnek yoktur. Yazarın şu ya da bu hesapla uzak geleceğe ilk adım atması yeterli olmaz, atılan her yeni adım hem yakın hedefe hem de ileriye doğru atılan bir adım olmalıdır. Geçen sene bir arkadaşım Bulgar Meclis


Makale ve Analizler - 2018

191

üyelerine 240 adet “Sefiller” dağıttı. Hediye çantasını verirken milletvekillerinden her birine ayrı ayrı Victor Hugo anlaşılmadan ne devrim ne de reform yapılabilir, dedi. Dedi de ne oldu?! İki gün önce “rüşvetle mücadele edelim yasa önerisi” onaylanmadı. İnsan dünkü yağmurdan bugün ya da yağmamış yağmurdan yarın ıslanamaz. Şu da çok önemlidir. Bulgaristanlı Türk halk kültürünün ve edebiyatımızın kendini besleyemez duruma geleceği gün yaklaşıyor gibi görünüyor. O an geldiğinde anadilimizin ayakta durma takatti sönecek ve geleceğimizi kendi ışığımızla görebilmemiz olanaksızlaşacak. Karanlık basacak. Düşmana uymaktan, ihanet deresini akıtmaktan vazgeçmeliyiz. İçimizden geldiği gibi davranmak, yazmak, söylemek, yaratmak gerektiğinde Türkçe küfür etmek ve Türk ruhumuzu yaşatmak zorundayız. Şu iyi bilinmeli! Bizim kavgamız Hak ve Örgütlük Hareketinin yerel veya merkez yöneticileriyle veya milletvekilleriyle, Kasım Dal ve Korman İsmailov gibi particilik oynayanlarla ya da politik sahnede fol yumurta gibi tekerlenen Nedim Gençev’le değildir. Anadilimizi bilmeyenlerin Türklük mumu çoktan söndü. Yıl 2015! Bu üç partinin üçü de şimdiki ve yarınki seçimlerde bir olsa Bulgaristanlı Türk ve Müslümanların evrensel değil, en doğal haklarına bir zırnık ilave edemez. 4 Ocak 1990’da Varna’da HÖH partisi kurulurken bizim bahçeleri çiğ kavurdu. Bizi yakan sabah zehrinin adı Ahmet Doğan’dır. Güz mevsimini beklerken yaz boyu sepet ördük. Maalesef nafile! Bu üç partinin ve Bulgaristan Türk aydınlarının ve demokratik kamuoyunun karşısında Bulgaristan etnik azınlıklarının dilini, dinini ve özgün kültürünü ne pahasına olursa olsun yok etme konusunda sımsıkı kenetlenmiş siyasi partiler ordusu, yasama, yürütme ve yönetme ve binlerce bilinçli ve bilinçsiz, ama hepsi vicdansız hain sürüsü var. 1921’de 1723 Türk Okulu olan memleketimde kardeşlerim istemeye istemeye de olsa “Merhaba’yı” unuturken, “Maraba!” kendi gelen oluyor yani biz köleliği kabul etmeye kendimiz geldik işaretleri veriyoruz. Maraba, anadilimizde toprak kölesi demektir. Dilin çamaşır makinesi ve kuru temizlikçisi edebiyat, yazmak ve okumaktır... Türk’üz ama bugün bir tek okulumuz yok. Ne kadar geriletildiğimizi, ne büyük darbelere göğüs gerip dayandığımızı düşünebiliyor musunuz? Biz artık yaralı değiliz, çünkü yara acılarını hissetmez duruma gelmişiz. Kırılan her kalem kalbimizi kanattı. Onlar nice nice idi. Bizi bir asırdan fazla bir zamandır Türk olarak, dil, din, özgün kültür olarak silip süpürmek isteyen Bulgar devletinin ta kendisidir. Son 136 yılda 63 baş-


192

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bakan değişti. Bulgaristan Türklerine ve Müslümanlarına karşı politika değişmedi. Anayasalar değişti, Türklerin insan hakları yazacak ne sayfa, ne madde ne de fıkra bulunabildi. Fıçının çemberleri devamlı sıkılıyor ki, Türk halkının Türk balından tadamasın. Edebiyatımız, anadilimiz, halk yaratıcılığımız bizim balımızdır. Şiirlerimiz, düz yazımız, şarkı ve Türkülerimiz, efsane, masal, öykü ve romanlarımız, fıkra ve taşlamalarımız ruhumuzun balıdır. Manevi hayatımızın tek gıdası, kıvamlı şerbeti, tatlısı ve acısıdır. Gıdalaşamayan ruh ölür. Ruhu ölen halklar yaşayamaz. “YouTube” bakıyorum, 600 Türkü ve şarkısı olan Bulgaristan Türklerinden bir eser takılmamış. Çalınmayan Türküler ölür. Yazılmış ama okunmayan, ezberlenmeyen, şarkılaşmayan şiirler de dayanamaz, can verir. Şairlerimiz nerede olurlarsa olsunlar sabah çiğiyle topladıkları balı Facebook’ta paylaşmalıdır. Bekliyoruz. Her satır, her dörtlük bir cankurtaran olabilir. Konu yok, sabahları balkondan gerinmemiz, kahve gırgırı uzun sürüyor demeyin. Ahmet Kayayı dünyaya tanıtan hapishane çileleri değil, balkondan nenize bakarken bestelediği şu “kum gibi” satırlarıdır. Dünya öyle büyük, öyle zengin, yaşam öyle renkli ki, şiir yazmak için konu bulmakta hiç dert sorun olmaz. Büyük Nazım’ın ilk şiiri “Yangındır”. Dün gece İstanbul’u sel aldı. Hiçbir şairden çıt çıkmadı. “Aman kurtulduk şu kocaman şehrin Kirinden pasından, Ne olduğu belli olmayan, kokusundan!” Diyen olmadı. Evet sabah kahveleri hep köpük kokar ve kokacaktır. Ne yazık ki suskunluğun kokusu yok ve belki de hiç olmayacak. Ölülerin konuşmadığı gibi, bizim olan o güzel hayat da bir gün gelip konuşmayacak. Aman gelsin de şu anadilimde birisi bana küfür etsin, kavga edelim, birinin yakasına yapışayım da imanını gevreteyim diye bekleyeceksiniz. Büyük Goethe’nin nasıl şair olduğunu biliyor musunuz: Lise öğrencisiyken mahalle Papazı’na mezar başı methiyelerini yazıyormuş. Yaza yaza yazar olmuş! Yeteneğinin patlaması için 1755’te Lizbon depremi ruhunu sarsıp gözünü açmış ve o da her gün yazmaya başlamış. Bütün yazdıklarının arasında en değerli olan nedir bilir misiniz? Hazreti Muhammed (sav)’e inen vahiylere Almanca ve Fransızca çeviride “Devrim” demiş. O zamana kadar gerçeği karanlık içinde arayan eski kıta, ışık dünyasının Doğu olduğunu, Doğuda yaşayanları görebilmiş.


Makale ve Analizler - 2018

193

Hakikat denen bir şey var. Biz bir sorun yaşıyoruz. Nefesimizi kesmek isteyenler bizi durdurdu. Her sorunun çözümü onun kendi içindedir. Her şair ve yazarın kendi yazgısı olduğu gibi, kitapların da yazgısı vardır. Ancak yazılmayan eserlerin, çıkmayan yapıtların yazgısı yoktur. Biz şu an “ölü” durumdayız. Yani yazgımız yok! Zaman canlanma zamanıdır. Biliyorum aranızdan, “bekleyelim” yazan olur, deyenler çıkacak. Şu beklemeyi sevenlere hatırlatıyorum: “Yazı ölülerin dilidir” Boş yere dememişler. Biz uyutulduk! Çocuklarımızın anaokullarında ve okulda ana dil eğitimi almasında gerektiği gibi ısrarlı değiliz. İlerlemeyi beceremediğimiz gibi, üstüne üstelik geriliyoruz ki, bu da kabul edilemez. Biz hepimiz köy kökenliyiz, ilk zaman tarla sürüp, hayvan gütmekten başka bir şey bilmiyorduk. Gözle görülür yoksulluk içinde alçakgönüllü idik, kendi kendimize ve biraz da el yordamıyla anadilimizde yazı yazmayı güzel çizmeyi öğrendiğimizde başladı mutluluk duygularımız kıpırdamaya. Biz o zaman zevk aldık ama uykudan uyanmayı, her şeyin bilincine varmayı örenemedik. Öğrenmiş olsaydık 1989 İsyanımız destanlaşır, “Büyük Göç” romanlaşırdı. “Belene” kapında Tuna’yı dinlerken korkanlar sorunlara kendi içlerinde çözüm aramaya başlardı. Biz hep sustuk, susuyoruz. Tren garlarında doğan çocuklar Türkiye’ye kayıtsız ve isimsiz girdi, 26 yaşında delikanlılar vatan toprağımızın kokusunu, yüzlerimizin neden buğday rengi olduğunu, çiçeklerimizin mutlaka her bahar açmak için güneşi bekleyişini hala bilmiyorlar, çünkü anlatamadık. Aydın ödevimizi yerine getiremedik. İlhamı olmayanlar konu bulamaz. Esin içimizdedir. Esin mezarlığı yok. Kaleme ve tükenmeze de gerek yok, internete yazıp dünyayı uyandırın. Biz de varız deyin. Herkes sizi bekliyor. Haydi ileri...


194

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Büyük Türkiye Seçim Sandığı

Rafet Ulutürk-01.Mayıs.2018

Konu: Dönüşüm kapısını açacak genel seçimler Türkiye’de seçim heyecanı birden bire arttı. 24 Haziran erken genel seçimler yön belirledi. Türkiye emin adımlarla Büyük ve Güçlü Türkiye yoluna girmiş durumdadır. Bu yıl erken genel seçimler diğerlerinden farklı olacak aynı günde ve aynı yerde 2 bültenli olacak. Birisiyle, 600 üyeli yeni Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni (TBMM), İkincisiyle de ilk defa Türkiye yeni Başkanı’nı seçeceğiz. Türkiye nüfusu ve sorunlarının çözümündeki sorumluluğun büyümesiyle TBMM bileşimi 450 milletvekilinden 600 milletvekiline çıktı. Seçim demokrasinin ana bileşimidir. Partili ve bağımsız adaylar için seçim sistemi olanaklarının açık olduğu bir ortamda, düzenli bir atılımla, barış ve huzur içinde, 24 Haziran’da, tam eşitlik ortamında ve yasal güvenceler içinde seçime gidilecektir. Bu seçim büyük bir siyasi beklentiye yanıt olacaktır. Bu seçimde, aday adaylarının dernekler, federasyonlar ve konfederasyonlar tarafından yükseltildiğine tanık oluyoruz. Tam bağımsız ve tarafsız hareket eden dernekler, ancak ulusal ve geniş kitle çıkarlarını göz önünde bulundurarak, demokratik bir aday adaylığı yarışına kanat açmış bulunuyorlar. Aday adayların önceden bilinmemesi, kulislerden gösterilmeden halk arasından yükseltilmesi gerçek ve kapsamlı demokrasinin yerleştiğine işaret ediyor. Son gelişmeler, Türkiye’nin demokrasinin her yükünü taşıyabilecek bir kıvama geldiğini dünyaca kanıtladı. Bu erken seçimlerin, 15 Temmuz 2016 FETO - NATO kanlı darbe denemesi ve iç ve dış terörizm ve bölücülerle silahlı mücadelenin zorunlu kıldığı olağanüstü hal ortamında başarılı yapılması, bir de demokrasi babası olmakla böbürlenen Avrupa’ya da bir ibret dersi oluyor. Ve olacak. Aday adaylarından Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı dışında, etnik ve milli kimlik, dil, din, mezhep vb. gibi konularda özel istemler yok. Çatışma ve ötekileştirme, ayrım ve hor görme kültüründen uzak, bölücülüğü ve terör örgütlerini lanetleyen, yapıcı ve yaratıcı bir yaklaşım sergileyen aday adamları ön saflara


Makale ve Analizler - 2018

195

çekiliyor. Yaklaşan genel seçim, Türk demokrasisinin temel dokusu olan parlamentarizmin devlet erkinin ana ayaklarından biri olarak yürütmeden ve yargıdan tamamen ayrıldığını tüm diğer halklara büyük bir inandırıcılıkla sergiliyor. Türkiye’de tek ayrım var terörist ve feto bağlantısı olmaması. İlk kez uygulanacak olan yeni yasalara göre, kuvvetler ayrılığı sürdürülebilir bir şeffaflıkla hayat hakkı kazanacaktır. Bir yandan Cumhurbaşkanı ve başbakanın üstün gücü daha kesin bir yerleşiklikle ortaya çıkarken, bu dünya görüşünde esas olan, çoğunluğun azınlık üzerindeki hâkimiyeti, % 51 çoğunluk zorunluğu ile mecliste yasaların ret edilebilirliği ilkesi sürdürülebilecektir. Yeni siyasi ortamda istikrar çoğunluğun temel güç kaynağı olmaya devam edecektir. 21.asır Türk demokrasisi, yeni TBMM ve ilk kez Cumhurbaşkanı yerine Başkan seçimini birlikte ve güvenli bir ortamda gerçekleştirmekle tüm partileri, farklılıkları ve görüş ayrılıklarını kucaklaya bildiğini de doğruluyor. Darbeci uzantı ve kırıntılarının hala sinsi planlar peşinde olduğu günümüz Türkiye’sinde, anarşiye olanak vermeden, hukuk üstünlüğünde ve meşru bir ortamda, aday adaylarının, adayların, siyasi partilerin program, nitelik, özellik ve farklılıklarına bakılmaksızın siyasi yarışın engelsiz gerçekleşmesi olağanüstü büyük bir başarıdır. Türkiye’de demokrasi, bilgi ve tecrübenin, ülkeyi daha verimli yönetme konusunda ortak görüşün ürünüdür. Bu görüş tüm ortaklık ve birlikteliklere açıktır. Türk demokrasisi kişilere bağlı değil, ilkelere bağlı bir demokrasidir. İttifaklar içinde demokrasi tanımı farklı yoruma açıktır. Toplumun her kesimini kucaklayacak kapsamdadır. Seçim arifesinde önemle belirtilmesi gereken şudur: Türkiye demokrasisinde siyasi partiler anlayışı, onların düşünce, ideoloji, dünya görüşü ve tavır aracı olmalarında düğümlenir. Demokrasimizde, Türkiye, Türkiye Cumhuriyeti, Türkiye ve Türk Halkının birlik ve bölünmezliği tüm değerlerin önünde gelir ve gelmelidir. Biz çifte vatandaş soydaşlar Türk Milletinden ve Türkiye Cumhuriyeti’nden ayrılmaz bir unsurdur. TBMM, Cumhurbaşkanı ve Hükümetin başında Başbakan bizim de güvendiğimiz en yüksek devlet organlarıdır. Demokrasimiz, siyasi partilerin ve Cumhurbaşkanı-Başbakan adaylarının anayasa ve yasalar çerçevesinde kalmalarını, seçim süresince zorunlu kıldığı gibi, kargaşa-anarşi yaratan partilerin kapatılması ve ilgililerin cezalandırılması yasalarda öngörülmüştür. Ülke ve millet gerçekleri, milli güvenlik ve ulusal çıkarlar siyasi partilerin hesap ve çıkarlarının


196

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

her zaman üstünde bulunur. Ancak bu son seçimlerde Türkiye’ye ilk defa Yeni Başkan ve 600 kişilik Parlamento seçilecektir. Bu ilke 24 Haziran seçimleri için de geçerlidir. Derneğimiz de aralarında tüm siyasi kurumların temel amacı sorunlara çözüm üretmek ve halk lehinde çalışmaktır. Kafayı ideolojik kıskaca kaptırmış aday adayları TBMM yarışına devam edemez ve etmemelidirler. Aday adaylarının STK’lar tarafından yükseltilmesinde öncelik ararken, aday adayı faziletlerinin STK’larda en iyi ortaya çıktığından kaynaklanıyor. Özellikle Türkiye dışında faaliyet yapan STK’lara öncelik tanınmalı. Ayrıca Türkiye dışında çalışma yapan STK’lara TBMM’de adaletli temsili sağlanmalıdır. Biz aday adaylarımızda eğitim düzeyi, ahlak, namus, Türklük, din gibi niteliklere öncelik tanıdık. Bizler siyasette komitacılığa karşıyız. Bundan dolayı partilerin ancak gerçekleştirdiklerine ve Türkiye dışında yaptıklarına öncelikle bizim için Bulgaristan Türklerine burada ve orada yapılanlara önem veriyoruz. Bu bakıma, AK Parti hükümetinin seçimden önce Kurban ve Ramazan bayramlarında 1000’er TL prim, emeklilerin borçlarının silinmesi ve toplumsal çatışmalara takılan gençlere af getirmesi kararlarını halkımız gibi bizde destekliyoruz. Biz BULTÜRK olarak faydalı liderlere, ülkemizin geleceğine geleceği gören ufuk açan, bizi Büyük ve Güçlü Türkiye’ye taşıyacak öncü önderlere güveniyor ve oy vermeye hazırlanıyoruz... Bu seçimlerde, “Fırat Kalkanı” ve “Zeytin Dalı” gibi askeri operasyonlarda elde edilen büyük zafer, Türkiye Cumhuriyeti diplomasisi girişimiyle dal budak açan Astana Barış süreci yeni değer kazandı. Terör odaklarına karşı kesin ve kararlı iç ve dış savaşımız arasız devam ederken yapılacak erken seçimlerde tam huzur ve güvence egemendir. Hele de Varna Zirvesinde, Büyük Türkiye’nin kültürel ve dini kapsam alanında kalacak olan Balkanlar Siyaseti bu erken seçimle yeni bir stratejik önem kazanacaktır. Tarih boyu son lokmasını komşusuyla paylaşma kültürüne hayat veren Türk yardımseverliği, özellikle Bulgaristan’a yaptığı yatırımlara, orada açtığı irili ufaklı işletmelerle yeni bir eşitlik ve adalet anlayışı getirdi. Bulgaristan ekonomisinin omurgasını oluşturan Şumen Alüminyum, Tırgovişte Şişe Cam, Sofya, Burgas, Sliven ve Kırcaali’deki T-KLAS tesislerinde işçilere ortalama 1200 leva maaş ödeyerek, ücretler arasında 5 kat fark olan Bulgaristan’da, en istikrarlı ve en yüksek ücret ödeyen sanayi yatırımcısı oldular.


Makale ve Analizler - 2018

197

Kırcaali bölgesi bu gidişle ülkenin en istikrarlı kalkınma kaydeden bölgesi olma şansını elde edebilir. AK Parti döneminde Bulgar - Türkiye ilişkilerinin aldığı yol memleketimizde yaşayan kardeşlerimize çok yönlü ve dalları bahar açan umut aşılamış, hepsini yüreklendirmiştir. Ekonomik alandaki güvencenin temelinde, 3 Atom Elektrik Santrali’ne dayanan Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni enerji stratejisine işaret etmeden geçemeyiz. TANAP ve “Türk Akım” doğal gaz denizaltı - kara gaz boru hatları, Kıbrıs ve Arap Yarımadasında mayalanan yeni girişimler bütün Avrupa’nın dört gözle beklediği umut olmuştur. Türkiye’nin en önemli, en değerli yönü Dış Politikasıdır! Türkiye’nin nerede olduğu, kiminle olduğu, kime karşı olduğu çok ama çok önemlidir. Bu bizim Büyük Devlet olduğumuzunda göstergesidir.... Bu arada askeri sanayi üretim ihtiyaçlarının % 67’sini kendi üretiminden karşılayan ve çok yakın bir zamanda C-400 savunma sistemlerinin monte edilmesiyle hava sahasını güvence alacak olan Türkiye, dış bileyenlere dudak ısırttı. Havada hâkim olan, karada da hâkimdir mantıyla hareket eden ve Birleşik Amerika’dan 116 adet F 35 askeri uçak sipariş eden TSK siparişinin yerine getirilmeyeceğine ilişkin ABD Kongre kararı, kimin kimden ve neden korktuğunu bir daha ortaya koydu. 2 bin km menzili olan bu jetler Büyük Türkiye gölgesini belirleyecek güçtedir. Avrupa Birliği’nin Batı Balkanları kanadım altına alayım siyaseti baştanbaşa boşa çıkaracak atılımdır. Türkiye önemli bir viraja daha girdi. Dünya da... Türkiye 24 Haziran’la birlikte Yeni Düzen’deki yeni yerini alacak... Bu nedenle kurulacak olan sandıklara “o parti”, “şu parti” diye bakamıyorum. 24 Haziran’da da Akdeniz olacak. Sonuçlarına bakınca sizler de göreceksiniz. ABD’de ya da ABD’nin etkilediği ülkelerdeki çekişmeye baktığımız zaman finans lobisi ile silah lobisinin kavgasını görüyoruz. Amaç Türkiye’nin hükmettiği Hatay - Kıbrıs - Mersin üçgenini rahatsız etmek, mümkünse buradaki zenginliği almak! Oyun bu! Plan bu!. Bilmemiz gereken şu: Akdeniz’deki savaş 24 Haziran’da da görülecektir. Hissedilecektir. Fark edilecektir. Dünyanın en büyü olan 3. havalimanı Trakya’ya inşası ve Yavuz Sultan Köprüsü’nü yapmamız, Batıyı Doğuya ve Doğuyu Batıya bağlayan ve en büyük ve en güvenli, hava ve karadan köprüler kuran Türkiye’yi karalamak isteyenlerin susmak zorunda kalması bu sebepledir.


198

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Büyük Türkiye’yi doğru çözen, oluşumuna her zaman el uzatan, bu seçimlerde de katkısını esirgemeyen Bulgaristanlı göçmenlerin kültürel ve dayanışma örgütleri arasında öncülük eden (BULTÜRK) Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği Türkiye’de yaklaşan erken genel seçimlerin anlam ve önemini halka açıklamada ve seçmen kilesini yüreklendirmede bayrağı en yükseklerde dalgalandıran bir sivil toplum kuruluşudur. Adayların parti üyeliğine aynı mesafede ve hoşgörülü yaklaşan ve çok partili bir temel üzerinde birlik bina eden BULTÜRK, aday adaylarını açıkladı: Türkiye Cumhuriyeti’nde siyasi tarihinde birçok bakıma bir öncü olan BULTÜRK, bir soydaş STK olmasına rağmen, Prof. Dr. Ahmet Çolak, Muhammet Birinci, Cahit Eftekin ve İsmail Cingöz’ün adaylığıyla Rize, Sivas, Van ve Adana doğumlu aday adaylarının da gönlünü kazanarak onlara güven telkin etmeyi başarmıştır. İlk kez olmak üzere, sivil toplum örneği temelinde, hem Anadolu nüfusundan hem de Bulgaristan kökenli soydaşlar arasından, anavatanımızın güvenli geleceği için, Büyük Türkiye davası uğrunda aynı ortamda yetişen ve eğitilen kadroların aday adaylığını görüyoruz. BULTÜRK aday adaylarının 24 Haziran katılım listesi: 1. Oya Canbazoğlu Dirier - Ak Parti / İstanbul 3. Bölge 2. Müh. Mehmet Çakır - AK Parti / İstanbul 2. Bölge 3. Cahit Eftekin - Ak Parti / İstanbul 1. Bölge 4. Muhammet Birinci - Ak Parti / İstanbul 1. Bölge 5. Bülent Turan - Ak parti Çanakkale 6. Elif Güneş - Ak Parti / Çanakkale 7. Yavuz Subaşı - Ak Parti / Balıkesir 8. Dr. Ahmet Çolak - MHP / İstanbul 3. Bölge 9. İsmail Cingöz - MHP / Adana 10. Orhan Çakır - CHP / Edirne 11. Okan Korkmaz - İyi Parti / İstanbul 12. Sabri İskender - İyi Parti 13. Sakin Öner - İyi Parti Bu liste Türkiye’de sivil toplum örgütleri temelinde bir çatışma kültürü olmadığına, hoşgörülü yaklaşımın egemen olduğuna, soydaşlarımızın Türkiye Cumhuriyeti demokrasisine inandığına ve umut beslediğine kanıttır. Erken genel se-


Makale ve Analizler - 2018

199

çime büyük bir umutla katılmaya hazırlanıyoruz. Oyumuzu Büyük ve Güçlü Türkiye umudumuzu gerçekleştirmek için vereceğiz.

Narkoz

Dr. Nedim Birinci-01.Mayıs.2018

Konu: Bulgaristan Türklerinde Etnik Bilincin Oluşması ve Türk Kimliğine İhanet Süreci 2018’in Nisan ayında Ünal Gazi arşivini açtı ve içinden 27 - 28 Kasım 1993 tarihlerinde Sofya’da yapılan Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) – /DPS/ Kongresi parti albümünden 2 fotoğraf açtı ve yayınladı. Parantez açarak işaret ediyorum, bu fotoğraflar Bulgaristan Türkleri siyasi tarihinin paha biçilmez belgeleridir. Bunlar olmadan tarihsel gerçekler açıklanamaz ve açıklansa da kanıtlanamaz ve halka inandırıcı bir şekilde sunulamaz. İkiyüzlü olarak tarif ettiklerimizin küstahlığını gösteremeyiz, iddialarımız havada kalır. Ünal Gazi Beye teşekkür ediyoruz. *** Mücadele tarihimiz şanlıdır. Butarih, bir yandan Türk kimliği oluşturma ve güçlendirme, aynı zamanda ajan ve hainlerden kurtulma, arınma kavgamızdır. Politik oluşum ve biçimlenme kavgamızda çok değerli birikim sahibiyiz. Geriye bakarak ileri gidiyoruz. Bulgaristan Türkleri ince duyarlıdır. Bundan böyle gerçekleri çarpıtanlar ve tuzak kurnalar başarısız olacaktır. Bulgaristan Türkleri üstüne yeni hesaplar yapmanın hiç bir anlamı yoktur. Şimdiye kadar bize yapılan komploların hepsinin amacında, Türk kimliğimizi, Müslümanlığımızı, Türklüğümüzü Bulgar fıçısında tuzlanmak istendi. Geçmişimiz bunların tutmayan bir taktik ve strateji olduğunu kanıtladı. Gerçek budur. Onların sinsi niyetleri asla değişmedi. Siyasi alanda 30 yıldan beri yaşadığımız baştan sona hile dolu bir yaşamdı. Sahtekârlığın yarattığı karanlığa rağmen, Bulgaristan’ daki Türklerin oluşturduğu Etnik Türk Kimliğini, ulaşılan Etnik Türk bilincini Bulgarlar, Bulgar devlet ve toplumu, kamuoyu, bütün Türk Dünyası ve Avrupa kabul etmiş bulunuyor. Bu mücadelede BULTÜRK’ün katkıları olağanüstü büyük oldu. Bu davanın özünü ise Bulgaristan Türklerinin politik kimliği oluştu ve güçlendi.


200

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu gelişmeler Bulgaristan iç çelişkilerine yön değiştirtti. Özellikle iktidar partisi GERB ve aşırı sağcı “Yurtsever Cephe” 2014’ten sonra siyasetin sivri ucunu Türkleri ötekileştirmeye, kurumlardan sökmeye çevirdi, yeni yöntemlerle asimile etmeye öncelik verdi. Şu iyi bilinmelidir. Bulgar devleti, kurumlar ve kamuoyu, özellikle de aşırı sağcı, milliyetçi, şoven ve faşizan kesim, Bulgaristan Türklerinin siyasi Türk kimliğinden korkuyor. Bu siyasetin 1984 - 1989 zulüm döneminde güçlendiğini unutamıyor. Türklük ruhunun pekişmesini ve Bulgaristanlı Türk bilincinin güçlenmesini engelleyip yok etmek için elinden geleni ardına koymuyorlar. HÖH partisini kapatmayı parti programlarına aldılar. Liberal Türk siyasi bilinci taşıyan partilerden (DOST) (Üzeyir kardeşler) partisi vb çalışmalarını, seçime katılmalarını, meclise girmelerini, halkı kucaklamalarını vs sert önlemler alarak engelliyorlar. Bu tespitlerimizi Kazanlıklı Kunduz Bey yönetimindeki İnsan Hakları Derneği ve başka birçok demokratik dernek, kulüp ve topluluk için de söyleyebiliriz. Kunduz Beyin derneği Strazburg İHM’de klandı. Demokrasi mücadelemizin sivil toplum örgütleri dokusunun edebiyat ve sanat dernekleriyle, öğretmen kulüpleriyle, gençlerin sportif birlikleriyle sıklaşmasına yol verilmiyor. Bu kavga 30 yıldan beri devam ediyor. Narkoz - 1 HÖH partisinin siyasi mayasında ihanet var. 4 Ocak 1990 günü Varna’da “kurulduğu” iddia edilen Hak ve Özgürlük Hareketi bir komplo idi. Bu komplo, Bulgar gizli polisinin bir kararıyla gerçekleşti. Komplocu başı hain - ajan Ahmet Doğan’dı. Bu işe, 12 polis ajanı daha angaje edilmişti. Derin düşündüğümüzde, 1989 kanlı Mayıs Ayaklanmasından ve “Büyük Göç”ten sonra Bulgaristan’da kalan kardeşlerimize bu ilk Narkoz yapılarak siyasi bilinçlenme ve aktiflik durduruldu. Türk partisi kurma hevesi DC ve ajan Doğan tarafından gasp edildi. Türklerin bir asır süren büyük bir acısı, faciası ve özellikle son trajediye dayanmaları bir mucizeydi. Tarihlerinde 7 defa kırılarak çöken Bulgar ırkı her defasında karşındaki önünde boyun eğmişken, Türklerin başının dimdik olmasına asla kabul edemediler. Birinci Narkoz’u planlayanlar şunu düşünmüştü. Türk ruhunu uyutmak; Türklüğü ezip eritmek! Türklerin bir daha başkaldırmasına asla yol vermemek, imkan tanımamak... *** Birinci Narkoz, siyasi bir Narkozdu. İsyancı Türkler, devletin tüm kolluk kuvvetlerine karşı direnirken 28 illegal ve yarı legal direniş örgütü kurdu. Türkle-


Makale ve Analizler - 2018

201

rin ruhunda siyasi mayalanma gerçekleşti. Düşmanın kafasında bilinçlenme sürecimizin mutlaka kesilmesi vardı. Büyük hedef buydu. Bu da Türkleri cahil bırakmak ve parçalanmak, onlar söz sahibi olma hakkı tanımamakla olacaktı. Türkler adına DC ajanları konuşacaktı ve her isteği suya düşüreceklerdi. Türkleri ve Müslümanların tümünü uyutmak için azınlık toplumuna bir uyuşturucu iğnesi yapılmalıydı. Bu da politik bilinçle biçimlenen hareketin yönetimini ele geçirmekle mümkün olabilirdi. 04 Ocak 1990’da bu operasyon gerçekleşti ve HÖH kurulduğu ilan edidi. *** Düşünülen Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) mayalanması adını 1989 Mayıs direnişçilerindeki isteklerden aldı. İstenen politik, kültürel, eğitimsel, sosyal ve diğer haklardı. Özgürlükler ise sınırsız olacaktı. Halkın ayaklanmada dile getirdiği isteklerden parti dı çıkarıldı. HÖH böyle bulundu. Bu plan tamamen gizli hazırlandı. Türklerin hak ve özgürlüklerine sözde sahip çıkıldı. Bu bir oyundu ve aslında çilekeş halk uyuşturulacaktı. Bu amaçla, kimseye hissettirmeden, ajanlar aracılıyla azınlık toplumuna birinci Narkoz yapılacak ve aman siz artık bu işlerle uğraşmayın denecekti ve dendi. Türkler işin özünü anlyınc bir daha ayaklnmadılar. Bu işi yapabien, yani Türkleri uyutan Ahmet Doğan’ı Bulgar devleti, yaldızlı madalyaların en büyünü verdi. Ve sonra, onu da saray - kotesine kapadı. *** Türkleri uyutarak uyuşturma politik özelliklerle donatılmış bir hareket olacaktı. Bulgaristan Türk ve Müslümanlarında siyasi aktiflik, politik bilinçlenme, totaliter anayasada yer almayan etnik ve kültürel isteklerin dile getirilmesini felce uğratacak güçlü bir uyku ilacı olacaktı. Genelde Türklerin öz isteklerle e başka etnik azınlıklarla dayanışmak için hareketlenmesini suya düşürecekti. Burada Türklere verilecek olan Uyuşturucu Madde ise, siyasi yalan, boş vaatler, isteyene göç vizesi, istemeyene dayak ve umut, Türklerin sorunların kişisel kazığa bağlama, ortak - kolektif bilinçlenmeyi baltalama, ruhsal bütünlük inanç yollarını kesme ve genelde 1989 Mayısında ayaklanan Türk kitleyi kör cahil, işsiz, aç susuz ve perspektifsiz, parasız, imkânsız ve güçsüz bırakma ve vatandan soğutarak göç yoluna yöneltmeye hizmet edecekti. Bunu yapanlara biz onun için hainler dedik. Özellikle eğitim ve kültür dallarına inecek balyozlar Türkleri dar boğaza sıkıştıracaktı. Birinci Narkoz Bulgaristanlı Türkleri siyasi bilinçlenmeden uzaklaştıracak, eğitimsiz bırakacak ve kör kitle halinde Bulgar partilerine sığınmaları yolunu açacaktı.


202 ladı.

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Yukarıda yazdığım gibi bu operasyon 1990 Ocağının ilk günlerinden baş-

İlk Narkoz’un adı HÖH (DPS) partisiydi. Hareket olarak kuruldu ve Türklerin başına çullandı. Bilinçlerini kıskaca aldı. Ahmet Doğan “sizden ben sorumluyum” dedi. İlk narkozla uzun vadeli olarak şu hedeflenmişti: Türklere amansız ve sert bir mücadelede galip geldiklerini unutturmak! İsim ve kimlik değiştirme, sürgün ve hapis, zulüm yıllarından söz etmemek. Katillerden hesap sormamak ve sordurmamak! Toplumdaki oluşturucu unsurlar arasında denge sağlanmasına engel olmak, hukuk üstünlüğünde sivil topum düzeni kurulmasına engel olmak, eşitlik dengesini bozmak ve sözde demokrasi ortamında, Bulgarların azınlıklar üzerindeki egemenliğini kurup azınlıklara kabul ettirmek. Bu temel esasında tek dilli, tek uluslu, tek kültürlü baskıcı Bulgar devletini yaşatmak mümkün olabilirdi. Türkleri, isimlerin iade, kırıntı “Belene”, sürgün ve hapisçi “parası”, “emekli eki” verme, kırıntı emeklilik primi ve 20 - 30 leva primler gibi küçük isteklerle avutmak, asla ödün vermemek vs. Türklere, Türk tarihini ve anadillerini unutturmak! Şanlı ve büyük bir millet, Türk Dünyasından kopmaz bir halk topluluğu, edebiyatı ve özgün kültürü olan bir azınlık oldukları bilincine ulaşmalarına, çocuklarını bu bilinçle yetiştirmelerine ne pahasına olursa olsun engel olmak, Türkiye ve Türk Dünyasıyla kaynaşmalarına mani olmak, Türk kültüründen uzak kalmalarını sağlamak vs... T.C’nin ekonomik, sosyal, eğitimsel, kültürel, teknolojik, sanat ve edebiya vb başarılarını öğrenmelerine ve bunlarla gurur duymalarına olanak vermemek. 21. Yüzyılın Büyük Türkiye’den ilham almalarını engellemek gibi ödevlere hizmet edecekti. Büyük ödevde Bulgaristan Türklerini kapsüllere kapama, nefese muhtaç duruma getirmek vardı. 1989 Mayısında siyasi isteklerle ayaklanan Türk topluluğunu Çingene ve diğer azınlıklarla aynı düzeye çekmek ve amansızca ezerek şahsiyetsizleştirmekti. Osmanlı devleti tarihinin, hoşgörü felsefesinin ve dünya uygarlığına İslam, Müslümanlık ve Türklerin katkılarının, tarih ve sanat eserlerinin öğrenilmesi de engellenecekti, engellenmeliydi. Bununla birlikte faşist ve komünist totalitarizm yıllarında çarpıtılan Osmanlı tarihi yalan yanlış anlatılacaktı. Ters yazılarak ders kitaplara alınacak ve DPS partisi tepki göstermeyecekti. Eğitim ve Teknoloji Bakanlığında Bakan Yardımcıları Türk olsa bile, öneride bulunma ve tepki gösterme, Türk çocukları için istekte bulunma hakları olmayacaktı, maaşını alıp susacaktı. Yani uyuşturulmayı kabul etmiş biri olacaktı. Örneğin 1876 “Batak Katliamı” olarak kitaplara geçen olayların gerçek yüzü


Makale ve Analizler - 2018

203

gizlenecek, çetelerin bir tüccar kervanına saldırından kaynaklandığı açıklanmayacak, Türklerin bu olaylara hiç mi hiç katılmayışı da karanlıkta tutulacaktı ve onlar “katil” gösterilecekti. Başka bir örnek olarak da şunu anlatabilirim: Günümüzde en büyük devlet ve birlik olan Birleşik Amerika, Osmanlı düzenini temel alarak kurulmuştur. Bugün bunalımlar içinde bocalayan Avrupa Birliği’nin Osmanlı devlet rejimini esas alarak yapılanmaya çalışıldığı açıklanmayacaktı. Var olma ve uyanış, diriliş ve uygarlık dönemlerini Doğu ışığıyla aydınlattıklarını gizlerken, bizi uyutarak, karanlık içinde yaşatmak isteyeceklerdi. Hain diye adlandırdığımız, HÖH yönetiminde buluşan Türk aydınlar, bu ihaneti kabul etmişlerdi. Bulgaristan Türklerini uyutma ve maneviyatlarını hırpalama işinde Narkozcu olarak Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) kuruldu. Görevi gizli kişilerdi, hain olmayı benimseyip üstlenmişlerdi. Çocukları ABD üniversitelerinde okudu ve orada kaldılar. Hedeflerinde, Bulgaristan Türklerinin beynini ameliyat etmek ve içinden Türk kimliğini kesip almak vardı. Bu ameliyatla 20. Yüzyıl mücadelelerinde onlarda oluşan Türklük vijdanını, Türk onurunu, hak ve özgürlük ruhunu, “kültürel otonomi” isteklerini, demokrasi ve adalet için uyanışı kesip alınca köpek ve kedilere atmak vardı. Olmadı! Çünkü Türklük Bulgaristan topraklarında, ormanlarında, suyunda ve havasında, halkın mayasında, ruhunda ve bilincinde, her yerde yaşıyordu ve her yağmurdan sonra mantar gibi fışkırıp doğa gibi yeşerip serpilip açıyordu. Baş Narkozcu olarak seçilen Ahmet Doğan’ın aslında Bulgaristan Türklerine diyecek tek sözü yoktu. Narkozcu fazla konuşmayan gizemli bir tipti. O kendisi bunu bildiği için 1990’ın 4 Ocağında ilk uyuşturucu iğneyi yaparken sustuğu gibi, Aynı yılın Mayıs ve Haziran ayında yapılan Büyük Halk Meclisi ulusal seçim kampanyasında düzenlenen mitinglerde de hiç konuşmamıştı. Onun işi, kitleye uyku ilacını vermek ve halkın sendeleyişini seyretmekti. 1990’da birçok yerli Türk aydın Bulgaristan Türkü Hak ve Özgürlük Hareketi saflarından ayrıldı. 1984 - 1989 zulüm yıllarında kurulan 28 direniş örgütü liderlerinden HÖH’e katılan olmadı gibi. Türklerin geleceğine ilişkin açılan ufku farklın görüyorlardı. Halkımız hak ve özgürlükleri uğruna direnen bilinçli kitle, bu direnişi uyuşturarak engellemek için görev aşına gelen ve parti oluşturan bir avuç hainden ayrıldılar. Yeni bir partide buluşmalarına da yol verilmedi. Sürekli parçalanıp dağıldılar. Narkozcu başının ve narkozcu tayfasının halkımıza söyleyecek sözü yoktu. Bunun için bu konuda Ahmet Doğan’la 1992 Kasımında yaptığı ilk söy-


204

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

leşiyi 126 sayfaya sıkıştıran gazeteci İlyana Benovska, o uyuşturucu sıvısına ancak biraz koku katabildi. Yıllar yılı HÖH Genel Başkan Yardımcılığından geçinen Osman Oktay’da 2016’da beynini sıktı ve içinden çıkan 133 sayfalık yazıda işe yarayan bir şeycikler olmadığını Bulgar da Türk de gördü. Gerçek kitaplarda ve Bulgar basınında hep gizlendi ve tersyüz gösterildi. Bulgaristan Türklerine narkoz yapılmasının ve onların gerektiğinde ömürlerinin sonuna kadar yatakta, seme ve uyur gezer durumda olmalarından Bulgarlar rahatsız olmamaya yeminliydi. Çünkü uyandıklarında tarihte işlenen soykırım cinayetlerinden, yargısız infazlardan hesap sorulacağını biliyorlardı. Uyuyan bir kişinin dava açması ve mücadele etmesi imkânsızdı. Uyurgezer kişilerin delilleri ise mahkemeler tarafından dikkate alınmıyordu. Hiçbir dava açılamadı, açılanlar da savcılıkça engellendi, hiç birisi başarılı sonuçlanmadı. Delillerin esasa dayandırılması hep engellendi. Bulgar kamuoyu da öyle etkilendi ki “soya dönüş” süreci unutturulurken, “Belene” kampı müze haline getirilirken, dünyadan haberi olmayan, patates tarlalarından topladıkları yeni “iderler” arasından seçim yapmaya başladılar. Bulgaristan Türkleri konusunda Ahmet Doğan uyumak istemeyen, mücadeleye devam eden ve Türk kimliği ile var olmak isteyenlerin kafasına, seçimlerden oy başı aldığı 11 levadan biraz ayırarak yazdırdığı yalan dolan kitaplarla vuruyor. “Bulgar Etnik Modeli” başlıklı 2 ciltlik kitap yazdırdı. Prof. Mizov’a 50 bin leva para verdi. Anket yapıldı. Bu kitabı hiçbir kişinin okuma zahmetinde bulunmadığı ortaya çıktı. Dönelim yazımızın gerekçesine. Hak ve Özgürlük Hareketi, Bulgaristan Türklerini uyutma işinin yasal olduğunu ve Bulgar toplumunun şoven siyasetine iyi geldiğini kanıtlamak için sık sık kongre toplamaya başladı. 1993’te toplanan Kongreye artık herkes giremedi. Kapıya en kör, en kafasız ama adaleli HÖH - kopoyları dikildi. İçeri istedikleri alındı. 1993’te Sofya’da Milli Kültür Evi salonunda yapılan 300 delegeli Kongre Başkanlığına, 1990 Ocağında Varna’da ve aynı yılın Şubat ayında Sofya’da “Banya Başı” Camiinde toplanan HÖH kurucu meclisinde bulunmayan, adı geçmeyen, pek bilinmeyen Ünal Lütfi seçildi. Bu şahıs gizli polis (DC) Türkler Şubesinin maaşlı ajanıydı. Kürsüye çıkan Kırcaali delegesi, bugünkü DOST Partisi Başkan Yardımcısı Mehmet Hoca, Önal Lütfi’nin gizli polisten aldığı ajan maaşının bordrosunu herkese gösterdi. Salon ayağa kalksa da Ünal Lütfi Kongre Başkanlığından indirilmedi. Devre dışı bırakılan başka bir ajan da olmadı. Dele-


Makale ve Analizler - 2018

205

geler arasında, HÖH Genel Başkanı Ahmet Doğan’ın da Bulgar gizli siyasi polisi (DC) tarafından özel yetiştirilmiş maaşlı bir hain olduğu konuşulmaya başladı. Milletvekili Mehmet Hocaoğlu (Hoca) tarafından ajan maaşı bordrosunun kürsüden tüm delegelere gösterilmesi, HÖH 8. Kurultayında genç delege Oktay Yeni Mehmedov’un tabanca çıkarıp Genel Başkan Ahmet Doğan’ı kürsüden itip indirmesinden sonra yaşanan en etkileyici ve narkozdan uyandırıcı olay olmuştur. Bulgaristan Türklerine göz açtıran bu iki olay mücadelenin yönünü belirleme açısından çok önemli oldu. Ajanlar ağında başarılı olmanın mümkün olmayacağı anlaşıldı. Bütün Bulgaristan Türkleri ve soydaşlarımız arasında yıllarca konuşulmuş ve yorumlanması bilinç taşımıştır. Kongre salonundan çıkanlar. 1993 yılı kongresi Bulgaristan Türklerinin HÖH partisini ajan ve hain tayfasından arıtma davasında erişilen çok önemli bilinçli ilk adım oldu. HÖH üye kitlesini narkozla uyuşturanların Ünal Lütfi’yi Parti Genel Başkan Yardımcılığından anında atmaması Tüm Bulgaristan Türklerine ibret dersi oldu. Bilinçli kitle tuzağa düşürüldüğünün farkına vardı. Parti içi hareketlenme başladı. Orta tabaka yerinden oynadı. HÖH’ten ayrılma hareketi bugün de devam etmektedir. Deliorman ve Doğu Rodoplar yoğun parçalanmalar yaşadı. 1993 Kongresinde Sofya’ya gelen 300 delegeden 101’inin Kongre salonundan çıktı. Ahmet Doğan ve Ünal Lütfi’yi ve diğer ajan ve hainlere indirilen ilk güçlü darbe yaşandı. Bulgaristan Türklerinin politik ruhu parçalanmış ve tepeden inen, sahte hapis yatan, sahte “Belene”ci ve yapmacıktan tutuklanma oyunlarıyla insanlarımızı aldatmaya çalışanlara ilk Osmanlı Tokadı o zaman yerinde ve böyle vurulmuştu. Bu gelişmeleri kabul etmeyen delegelerden Kongre’yi terk eden bir daha HÖH saflarına dönmeyen şu arkadaşlarımızı hatırlayalım. 1. Dimitır Sepetçiev 2. Recep Çınar - Haskovalı 3. Hukukçu İsmail İsmail - Silistre 4. Mehmet Hoca (Hocaoğulu) - Kırcaali/Skalişte. Milletvekilliğinden istifa ederek Demokratik Değişimler Partisini kurdu. 5. Hukukçu Sabri Hüseyin - Filibe (Plovdiv), Demokratik Değişimler Partisi kurucularından biridir. 6. Vb. toplam 101 Bulgaristan Türklerinin hak ve özgürlük, demokrasi ve adalet davasında yetişen arkadaşlar.


206

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Biz, Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi olarak 1990’ının 04 günü Varna’da sözde kurulan Hak ve Özgürlük Partisini Bulgaristan Müslümanlarının birlik, kolektif haklar ve sınırsız özgürlük, gerçk demokrasi ve herkese adalet davasına ilk narkoz olarak kabul ediyoruz.. , İkinci narkoz 1993’te HÖH Sofya Kurultayındaki büyük bölünmedir. Halkımızın öz davasını ve çıkarlarını savunanlar partiden atılmıştır. Halkımızın davasında yetilen, halkımızın tüm umutlarını kendilerine yüklediği kadroların kongreden ayrılması, ilk kez ajanların parti saflarından çıkarılması ve parti saflarının temizlenmesi isteğinin bu kadar yüksek kürsüden dile getirilmesi ve belgelenmesi ve partiden kitlesel ihraçlar ikinci narkoz olmuştur.

İskra Köyü’nde Balkan Savaşı Şehitleri Anıldı

BG-SAM-02.Mayıs.2018

Ardino’nun (Eğridere) İskra köyü sakinleri, 1912 yılında Balkan Savaşında hayatını kaybedenlerin anısına dikilen anıt taşı önünde bir araya gelerek, şehitler için dua ettiler. Dua merasimi, sağlık ve bereket mevlidinden önce yapıldı. 106 yıl önce burada Balkan Savaşı esnasında yerli sakinlerden Salih Süleyman, Miman Salih, Ramazan Miman, Şerif Mahmud, Üzeyir İsmail, Murad Ali, Tahir Çauş, Halil Halil, Ramazan Yenipazar ve Bayram Topal Köşe hayatını kaybediyorlar. Onların anısına yapılan anıt taşı, şehitler mezarlarının bulunduğu İskra köyündeki mescidin bahçesine dikildi. Mermer taşının ön yüzünde şehitlerin isimleri yazıldığı Türkçe yazı bulunuyor. Anıt taş, Türkiye’ye 1976 yılında göç eden 56 yaşındaki Bursalı iş adamı Sadettin Sabri’nin (Garip) mali desteğiyle inşa edildi. Şehitlerin anısına anıt taşı dikilmesi fikri, başta uzun yıllardır öğretmenlik yapan Sami Mestanov, Nazmi Çauş ve şu anda Türkiye’de yaşayan 87 yaşındaki Şaban İzzetov’a aittir. Girişimciler, “İlk başta Balkan Savaşında ölenlerin isimlerini araştırdık. Mahallede yaşayan en yaşlıla-


Makale ve Analizler - 2018

207

rın yardımıyla savaşın kurbanlarından 11 kişinin tam isimlerini tespit etmeyi başardık. Anıt taşı inşa etmeye maddi imkanımız olmadığı için Türkiye’de yaşayan komşularımızdan yardım istedik” diye paylaştılar. Onlar, bu şekilde mahalledeki genç nesillerin savaşın kurbanı olmuş atalarının isimlerini unutmamalarını amaçlıyor.

Narkoz - 3

Dr. Nedim Birinci-04.Mayıs.2018

Konu: HÖH partisinde Türk Kimliğini Kırma Operasyonu Bulgaristan’da, Mayıs 1989 Türk direnişleri, kaotik bir ortamdan gelmedi. Türklere karşı tırmanan devlet terörü ne kadar planlı, örgütlü ve düzenli şiddetlendiyse, onlar da o kadar, birbirine kenetlenmiş, nizamlı ve cesur, kırılmaz ve yenilmez bir ruhla savaştı. Türk ruhunu canlarından çıkarmak isteyenler, yapamadı! Başarılı olamadı! Biz Türkler kazandık! *** Türkler yaşadıkları toprakların gerçek sahibi olduklarına inanır. Vatan sevgisi onlarda, yeni evler dikerek, yollar açarak, uzak kaynaklardan su getirerek, çeşme akıtarak, avluları asmayla gölgelendirip meyve ağaçları yetiştirerek ve başka etkinliklerde devamlı yaşar. Hayat sevgisi her yıl baharla fışkırır. “Gelecek iyilik, bizden gelsin” bir aile inancıdır. Gelse çift gelir, bu inancın ekidir. Bulgaristanlı Türkler için “hükümet” 140 yıldan beri anlam taşımayan bir sözdür. İşleri düşse muhtara (mıhtar) gider, çocuklarını öğretmene (muallime) teslim eder, sağlıklarını da iyi kötü sırtlarında taşırlar. *** Bulgarcada iktidar (vlast) tekil bir sözdür. Yönetim anlayışlarında insanı insan olduğu için kardeş bilmek, bu nedenle sevmek, her kişiye saygılı olmak gibi bir incelik yoktur. Başkası hep yabancıdır. “Entegre olma” dedikleri, onlarla kaynaşmaksa imkânsız gibidir. Tarihte bir defa İslavlarla kaynaşmışlar ve pişman olmuşlar. Bizans’ta yok olma derecesinde kan kaybetmişler. Normal yaşama Osmanlıda dönebilmişler. Çok trajediler atlatmışlar ki, vicdanlarını belirleyen, “Önemli olan benim iyi olmam değil, ötekinin kötü olması!” atasözü olmuş. Bu konunun araştırısı en kalın psikoloji ve felsefe eserlerine sığmaz... Bu


208

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

atasözünün siyasi anlamı şudur: “Bulgar iktidarında Bulgar’dan başkasına yer yoktur!” Konumuz olan Üçüncü Narkozun şifresi ise şudur: Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) yönetiminde görevli ajanlardan başkasına yer yok! Bu konu çok işlendi, fakat doğru dürüst açılamadı. Bulgaristan Türkleri ve konuyla yakından uzaktan ilgilenenler hep yanlış bilgilendirildi. Olaya anlaşılır biçimde anlatabilmek için şöyle bir örnek vermek istiyorum. Birkaç yıl önce Bulgaristan’a geçtiğimde “Lübimets” yolunun iki tarafına karpuz yığılmıştı. Durdum. Aracımdan indim. Satıcıya “şu karpuz” dedim. İşaret ettiğimi aldı. Deldi. İçi kan gibi. Köye vardığımda kestik, tadı et gibi. Sonradan öğrendim. Kapuzlara daha tarlada eşek idrarı enjekte ediliyormuş. Olmadan kızaran karpuzların tadı yok. Biz Türkler ve azınlıklarla ilgili olay narkozlanmış karpuz örneğinin aynısıdır. Sözde (kitap üstünde) sanki bütün haklara sahibiz, ama gerçekte kendi anadilimizde konuşma, yazıp çizme, şarkı türkü söyleme hakkımız bile yok. Hangi kurultayda istediğimiz kararı onaylayabildik? *** 140 yılık Bulgar tarihi, kıskançlıktan ve sahtelikten kokuşmuş bir yalan üzerine kurulmuştur. 15 - 20 ciltlik tarih kitaplarında anlatılanlar doğru olsa, bu millet bir sonuç çıkarır ve bugünkü çöküşü, yok oluşu durdururdu. Kökler çürük ve bina sallanıyor... Dün akşam (02.05.2018) “bTV” (saat 10,30) /Slavi Şousu/ programında, 1846 yılına kadar Rumeli Eyaletine bağlı bir sancak olan, Pazvant oğulu Camii, külliyatı, kalesi vs ile ünlü, Tuna kıyısına serilmiş Vidin’den 25 yaşında bir kız gözyaşlarını siliyor ve konuşuyordu. Annesi İtalya’ya, Babası Hollanda’ya, ikiz kardeşi Birleşik Amerika’ya işe gitmiş, o da okumuş ama hayatı dolunca ölen şehrinde iş bulamıyor. İnsanlar göçebe kuşlar gibi. Göç ettiler. Ben burada bir serçe gibi kaldım, diyordu. *** Gerçek bu iken, bir saat sonra sunulan “bTV” Haber Bülteni’nde, Vidin, Montana ve Vratsa yöresini kapsayan Kuzey Batı Bulgaristan’a Avrupa Birliğinde geliştirilmiş programlar, paralar, yardımlar, yeni olanaklar geldiği, geleceği vs anlatılıyordu. İşte bu haberler, vaatler, yalanlar bir narkozdur. İşte bu bölgede artık Türk ve Bulgar kalmamış, bıçak kemiğe dayanınca narkozdan uyanan Romenler ve Ulahlar “biz Bulgaristan’dan ayrılıp Romanya’ya bağlanmak istiyoruz” demişler. Onlar “kültürel otonomi” istemiyor. İdari ve hukuksal olarak Bulgar devletinden kopmak ve Romen devletine bağlanmak istiyorlar. Belki de


Makale ve Analizler - 2018

209

21. Yüzyıl devrimlerinin adı “kopma eylemi” olacak. Bu insanlar da narkoz altındaydılar. Görevli ajanlar tarafından yönetildiler. *** Ulahların isimleri 1930’larda değiştirildiği, Çingenelerinse bir kısmının 1960’lı yılların başlarında, aralarında Müslüman dinine bağlı olanlarınsa 1980 yıllarının başında değiştirildiği için narkozları geçmiş, ayılıp uyanmışlar ve biz “Bulgaristan’dan kopmak istiyoruz” diye haykırıyorlar. İmza toplamışlar. Herkes imzalamış. İmzalı devrim yapıyorlar... TV ekranında ağlayan ve kendini Vidin çöplüğünü eşeleyen bir serçeye benzeten kız da, anasına, babasına, ikiz kardeşine danışmadan, aynı gün “Bulgaristan’dan kopma” Bildiriyi imzaladığı için gözyaşı döküyor, üzülüyordu. Vatan toprağından üç ili (Vidin, Vratsa ve Montana) kesip komşuya (Romanya) hediye etme acısı yaşıyordu. Topraklarla beraber kendisi de Romanya’ya geçecekti. Bulgar milli ruhu yeniden kırılıyor, kardeşlerim. Bu sekizinci kırılıştır. Büyük bir trajedi yaşanacak! Hazır olalım... *** Bu insancıklar da biz gibi ana dilsiz, dinsiz, edebiyatsız ve kültürsüz bırakılmıştır. Cahiller uyanamaz diye düşünülmüştür. Sanki bu topraklarda isyan eden Ispartalılar’ın, Tırak kölelerin okuma yazması vardı! Bugün bu 3 ilde 13 bin çocuk okula gidemiyor. Kısacası bu “eşit haklı” vatandaşlar “demokratik” Bulgaristan’da iktidar ve kurumlarının dışında bırakılmış, “siz bu işlerden anlamazsınız” durumuna getirilmişler. *** 1989 Mayıs’ında Türklerin bir volkan gibi kükreyip ayaklanacağını öngörememişlerdi. Bunu o zaman düşünemeyenler, 2017 / 18 döneminde yani 28 yıl sonra “bizi eşek kuyruğuna benzettiniz, ne uzuyor ne kısalıyoruz, biz kopmak istiyoruz” diyecek duruma geldiler. Bulgaristan’dan silah patlatmadan ve burun kanamadan ayrılmak için bir imzayla işi bitirmek isteyeceklerini kim aklından geçirebilirdi? Onları Dobrucalıların izlemeyeceğini kim söyleyebilir? Biz yerli Türkler henüz narkozlu olduğumuz için böyle bir istekte bulunmadık. Ne yazık ki, bu faciayı biz de yaşamak zorundayız. (Bulgaristan Stratejik Araştırmalar Merkezi BG-SAM Bulgar tarihindeki kırılmalarla ilgili özel bir dizi hazırlıyor.) Bulgaristan’a son katılan ve Sofya’dan her bakıma en uzak olan idari bölge Doğu Rumeli Devletidir. *** Şimdi Bulgaristan Türklerine üçüncü Narkozu mikroskop altına alalım:


210

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Görevli Ajanlar ve Komando Operasyonu Onların aktüel problemlerini, dertlerini inceleyen, hatta Büyük Göç’ün yaralarını saran, insanlarımızı kucaklayan ve onlara sürekli sıcaklık veren bir yayın merkezimizi 2010 yılına kadar kuramadık diyebilirim. Şair ve yazarlarımız hep yazdı ama gönül açan, sevinç saçan bir ırmak akıtamadılar. Bursa BALGÖÇ yayınları hep tek kalemli görüş olarak uzadı. Naim Bakov Tuna kıyısından, Galip Sertel Silistre külliyatından, Hikmet Efrahim Deliorman denizinden, Mehmet Türker Rodoplar’dan ve daha birçok aydın arkadaşımız yazdı, anlattı. Mümin Topçu akıntıları “Misyon”da birleştirmeye çalıştı. Yeni Bulgaristan Türk Edebiyatı, dediler. Eskisini neden beğenmediler anlayamadık. Halkımız alışıktır. Yağmur yağar yağmur suyu içer, kış günleri içilen kar suyudur. Ben şimdiye kadar 2 bölümlü öykü görmedim. Yara aynıysa, 2 pansumana ne gerek var?! Ne ki, bizim en fazla güvendiğimiz dallarımızı kesenlere Naim Bakov’tan başkası sanki “ne yapıyorsunuz” diye sormadı. Komünistlerimiz parti yapısı, demokratik merkeziyetçilik, parti içi demokrasi, partili olmanın gururu gibi konularda kör cahildiler. Gelen tehlikeleri hissetmiyor ve ayağa kalkıp gelen tehlikelere karşı bilinçli tepki vereceklerine, “eh” dediler. Bizdekiler din bakımından “deyis”tiler. Allah’ın yaratıcı olduğuna inansalar da, yaşam tarzını belirlemesine tepkiliydiler. Müslüman aile yaşamının sımsıkı içinde olsalar da, aslında evde bir, sokakta başka yaşamaktan yorulmuşlardı. 1984’ten sonra birçoklarının “Belene” kampına yargısız sorgusuz gece gece toplanması ve uzak Bulgar köylerine sürgün edilmesinin nedeni budur. Şu unutulmamalıdır! O zamanlar, (devlet başımıza çullanmıştı) Komünist Partisi üyeleri partiden ihraç edilmeden yargılanamaz ve tutuklanamazdı. Türk komünistlerin “soya dönüş” sürecine örgütlü tepkisi parti ile siyasi polis (DC) arasını açabilirdi. Yargısız sürgün edilen partililerin ruh halini incelemek aydın ve yazarlarımız için üzerinde çalışılması gereken çok önemli bir konudur. BKP içinde, örgütlerinde, yerel hücrelerde “Türk İsyanı” patlamadı. Fakat böyle patlamalar yaşanmadı da diyemeyiz. 1985’te partili ve partisiz kimlikli olan, ama halkın kendine en yakın kabul ettiği, 39 Türk aydından, devlet ve parti, “soya dönüş sürecini destekliyorum” imzası istediğinde, Hikmet Efendiev, Naci Ferhadov ve Ahmet Nuriev (orta kuşağın temsilcileri olarak) “hayır veremeyiz” demişti. Yazar Sabri Alagözün son kitabında imzalayanların fotoğrafları var. Gençler bu Bildiriyi imzalamadılar. Buna rağmen, isimleri ve fotoğrafları gazetelerde “destekleyenler” listesinde çıkmıştı. Ve Bulgaristan toplumu daha o yıllarda çok yoğun bir şekilde olmak üzere, “İslamlaştırılmış Bulgarlar” ve “destekleyenler” gibi narkoz şırıngalarıyla sürekli şaşalatılmıştı. Bu pirincin taşı bugün hala ayıklanmamıştır. ***


Makale ve Analizler - 2018

211

Ben, Bulgaristan Türk komünistlerinden hiç birinin camiye taş attığını, cami duvarı kenarına ayakyoluna gittiğini işitmedim ve görmedim. Bir tek, Salif İlyazov, Moskova’da okuyup döndükten ve Bulgar asıllı eşinin gırgırı karşısında kafası fazla karışınca, Kırcaali’ye bağlı “Kaloyantsi” köy imamını “Soğuk Pınar” (StudenKladenets) baraj sularına itmişti. İmam dava açsa, İlyazov’un BKP’den çıkarılması ve duruşma tebligatı alması gerekirdi. O zaman İlyazov BKP Merkez Komitesi kadrosuna alındı. Sofya’ya yerleşti. (Halktan uzaklaştırıldı). İmam da hoca oldu ve sustu. Ne ki, kişiler unutabilir, fakat halk unutmuyor ve yeri geldiğinde ve fırsat belirdiğinde hesap soruyor. İmamı baraj sularına kaktım, hiyerarşide yükseldim, Kırcaali’den kurtuldum, Sofya’ya yerleştim zihniyetiyle hareket eden Salif İlyazov, Güney Rodoplar’ın Karamantsi köyünde yerli Türklere “Siz Bulgar’sınız” deyince, eşek sudan gelinceye kadar dövülmüştü. Bu da halkın adaleti oldu. Demek oluyor ki, bu NARKOZ tutmamış, geri tepmişti. Salif İlyazov BKP Merkez Komitesi adına konuşuyordu. Bu sözlerimle, Bulgaristan Komünist Partisinin (BKP) içi çalışmalarla, parti örgütleri, ajitasyon ve propaganda şubelerinin etkinlikleriyle, çalışmalarıyla “soya dönüş süreci” (Bulgarlaştırma) aşısı hiçbir yerde tutmadı. Pomaklardan farklı olarak (1964 - 1972 yılları arasından örneklenebilir) Türklere “adını değiştir de seni şu işe alalım”, “adını değiştir de üniversiteye kaydını yapalım” vs diyemediler. Bu gerçekler, Türk komünistlerin totaliter dönemde ruhen eritilemediğine, yüksek Türk kimliği bilincine sahip olduğuna ve onu koruduğuna kanıttır. *** Yazımın birinci ve ikinci bölümlerinde BKP’nin Türklerin asimilasyonuna ilişkin aldığı tutumundan söz etmedik. Nedeni? Çıkan son belgelerle de kanıtlandığına göre, 1944’ten sonra, Türkler de bu kapsamda, “Bulgarlaştırma” kararlarının yalnızca BKP MK Genel Sekreteri ve Devlet Konseyi Başkanı Todor Jivkov başta olmak üzere, yedi kişilik bir BKP MK Politik Büro grubu tarafından alınmış olması değildir. Bu kararlar, BKP İl Komiteleri Birinci Sekreterleriyle, MK görüşü olarak, gizli sözlü bilgi olarak paylaşılırken, İçişleri ve Savunma Bakanlıklarına, gizli polis (DC) yönetimine uygulamak üzere emir olarak gönderilmiştir. Bundan dolayı, 1990’da BKP dağıldıktan sonra, yerine gelen sosyalist parti (BSP) Cumhurbaşkanı Petır Stoyanov ve Başbakan İvan Kostov’un “soykırım” olarak adlandırdığı olayların iğrenç yükünü üstlenip taşımayı kabul etmemiş, “özür dilemiş” ve cezasız kalan cinayetleri partisizleştirilen ordu ve polis güçleri ile sivil polis (DC) sırtına yüklemeye çalışmıştır. Böyle olmasına rağmen, Bulgar devleti ve tüm kurumları Türkleri Bulgarlaştırma siyasetinden asla vaz geçmemiş, olay Bulgar kurumlarından alınarak, Türklerin başına sarılan HÖH-


212

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

partisi yönetimi eline sıkıştırılarak yeni biçimde ve yeni tuzaklarla sürdürülmüş yeni icatlarla devam etmektedir. *** 1993’te HÖH Kongre salonundan çıkan ve Türk partisinin sivil polis (DC) görevli ajanları tarafından yönetilmesini kabul etmeyen, açık ve sert protesto eden hareketlenme Türk cemaatini baştanbaşa sarsmıştı. 1990’da seçiminde 24 sandalye kazanan partinin milletvekilleri 1994 seçimlerinde 17’ye düştü. Partinin ihanet çizgisine kaydığını hisseden 500 bin seçmen Türk’ten ancak 283 bin 894’ü sandık başına gitti. “Bize tuzak kurmaktan vaz geçin” ikazında bulundu. Türklerin adalet ve demokrasi ruhu kırılınca yeni bir dış göç dalgası kabardı. Demokrasi ruh ve bilinçli Bulgaristan Türk aydınların devlet kurumlarında gerçekten görev alıp güven kazanabileceği umudu da sönmeye başladı. Gizli polisle birlikte hareket eden HÖH Genel Başkanı Ahmet Doğan, parti içi demokrasi, yönetimin demokratik yollardan seçilmesi hevesine kapıldı ve böyle bir operasyonu gerçekleştirmenin tuzağını kurma hazırlıklarına başladı. Bu iğrenç işlerde o yıllarda HÖH Örgütleme İşleri Sekreteri olan Kasım Dal’ın rolü büyük oldu. 1993’te 101 Kongre delegesinin sahnelediği protesto eylemi, Sofya’da olmuş, merkez basına yansımış, kamuoyu bir şeyler olduğunu fark etmişti. Bu skandalın tekrar etmesine izin verilemezdi. Bu nedenle Kasım Dal yeni forumun Kırcaali’de yapılmasını teklif etti. Üçüncü Narkoz olayı şöyle gelişti: Kuruluşunun 6. Yılında, DPS partisi yönetiminde gizli polisten 8 subay vardı. Bunlar Ahmet Doğan, Ünal Lütfi, Prof. Dr. İbrahim Tatarlı, Yuliy Bahnev, Plamen Simov, M. Dırmov, Roza Georgieva idi ve partinin yönetimini ele geçirmişlerdi. Hepsinin partiden ihraç edilmesi için verilen mücadele hiçbir sonuç vermemişti. Sosyal kökleri ve toplumdaki yeri bakımından Demokratik Güçler Birliği (CDC) yakınında konumlanması gerekirken HÖH partisinin sürekli sosyalist partiye (BSP) yakınlaşması Müslüman tabanda tepki uyandırıyordu. Ahmet Doğan’ın katil diktatör Todor Jivkov’la görüşmesi, sosyalistlerle hükümet ortaklığına kapı açması, Kırcaali milletvekili Mehmet Hoca, Silistre milletvekili İsmail İsmail ve Filibe (Plovdiv) milletvekili Emil Buçkov’un HÖH meclis grubundan ayrılması; Parti Genel Başkanı’nın MULTİ GRUP Holging bünyesinde eski 6. Şube yönetimi ve finans oligarşi ile buluşması, “soya dönüş süreci” katillerinin yargılanıp hapse atılmasının engellenmesi ve adalet ve demokrasi yollarının tıkanması halkın gözünden kaçmadı. HÖH partisi içten içe kaynıyor ve demokratik yönetim ilklerine geçmek için güç topluyor, hazırlık yapıyordu.


Makale ve Analizler - 2018

213

Aynı zamanda, Stoyan Dençev gibi adamlarını HÖH listesinden milletvekili sandalyesine oturtan MULTİG GRUP ve G-13 gibi oligarşi güçleri, Türk partisinin demokrasi yoluna açılmasını kesmişti. Parti içindeki sağduyulu güçler sağ kanattan 18 parti, hareket, birlik ve kulüple yakınlaşıp protokol imzalamış olsa da, Türkleri bir daha narkozlayım, Tüzük değişikliği yaparak partiyi tek kişinin - Ahmet Doğan’ın eline vermek isteyenler de tuzaklar kuruyorlardı. 1996 Aralığında toplanan 1000 kişilik HÖH Kırcaali Milli Konferansı böyle bir tuzaktı. Operasyon “DC” Albayı Yordanov ve HÖH Başkan Yardımcısı Dal tarafından yönetildi. HÖH partisinde demokratik yönetim, parti politik yönetiminin “DC” ajanlarından temizlenmesini isteyen ve BSP partisi ile işbirliğini kabul etmeyen delegeler, konaklamak üzere bir geceliğine Haskovo “Ilıcaları”na götürüldüler. Albay Yordanov “Ilıca” otellerine önceden eli coplu, beli tabancalı 50 sopacı komando getirmiş ve yerleştirilmişti. Aynı gece, Ahmet Doğan’ın aldığı kararların tartışmaya açılmamasını kabul etmeyen, lider diktatörlüğüne karşı çıkan delegelerin hepsi sabaha kadar dövüldüler. “Soya Dönüş Sürecinde” bile Türkler kolektif dövülmemişlerdi, bu kadar feci ezilmemişlerdi, kolu bacağı kırılanlar, kafa tası çatlayanlar ertesi gün Konferans salonuna girmediler. Evlerine toplandılar, bavul sıktılar ve bir daha geri dönmemek üzere vatan topraklarını terk ettiler. Bu 3. Narkoz o kadar ağırdı ki, parti içindeki demokratikleşme filizlerinin hepsini birer birer yoldu, kırdı, ayakaltına alıp çiğnedi. DPS içindeki kolektif organların hepsinin yetkileri gasp edildi. Parlamento grubunun haklarına da el atıldı. Doğan “biçen kesen lider” ilan edildi. HÖH partisinin Demokratik Güçler Birliği ile yakınlaşmasından, birleşmesinden ve ortak eylemde bulunmasından yana olan bütün kadrolar politik yönetim organlarından atıldı. Büyük sayıda delege konferanstan çıktı ve dönmediler. HÖH kurucularından hiç biri politik yönetim organlarına giremedi. Ahmet Doğan ilk ve son söz sahibi, tek imza hakkı olan bir lider olarak bugün de baştadır. 3. Narkoz 12 yıldan beri devam ediyor. Başkaldıran eziliyor. Olay kitaplara düştü, ama değişen bir şey olmadı. MULTİ GRUP komandoları tarafından gerçekleştirilen 3. Narkozla HÖH partisindeki gerçekçi demokratik, halkçı kadroların ödü korkudan patlatıldı. 10 bin aydın kadro ülkeyi terk etti. Bu Narkoz son olmadı. Parti içinde yeni süreçler başladı.


214

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Anadolu’da Türk Geni Az” Palavrası

BG-SAM-04.Mayıs.2018 Genetik biliminin kurucusu Gregory Mendel, “GENOTİP (hangi geni taşıdığı) ve FENOTİP (nasıl göründüğü)” kavramlarını yaptığı deneylerle ortaya koyar. Mendel, ayrıca dominant (baskın) ve resessive (çekinik) gen ayrımını çok iyi yapar. Son yıllarda Anadolu’da güya, genetik araştırma yapıldığı bu araştırmalarda Türk geninin çok düşük oranda bulunduğu yalanı pompalanır oldu. Türk geni nedir? Türk geni, hele hele saf Türk geni diye bir gen var mıdır? Hangi gen veya genler Türk genidir? Bu soruların cevabı bilimsel olarak halen verilmiş değildir. Dolayısıyla siz A genini Türk geni olarak alırsanız, buna dayanarak yorum yaparsanız, yaptığınız yorumun bilimsel bir temeli olmayacaktır. Genetiği bilen bir tıp adamı olarak olaya baktığımda Osmanlı sülalesinin genotip ve fenotipini izahta zorlanıyoruz. Şöyle ki: Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Gazi’nin fotoğrafının gözünüzün önüne getirin, Yanına Orhan Gazi’nin fotoğrafını koyun, Onun yanına da Fatih Sultan Mehmet’in, Yavuz’un, Kanuni Sultan Süleyman’ın, Üçüncü Selim’in, Sultan Abdülhamit’in ve Vahdettin’in fotoğraflarını koyun... Bu fotoğraflara baktığınızda ne görüyorsunuz? Uzun bir burun, öne doğru çıkık belirgin bir çene ve basık bir alın görürüz. Bunlar adeta 620 yıl devam eden ve birbirini takip eden bir görüntüdür. Bunun anlamı şudur; 620 yıldır hüküm süren bu padişahların yüzde 70’inin annesi Türk olmamasına rağmen görüntüleri değişmemiştir. Bu açıdan bakıldığında Anadolu’da karıştık söyleminin bilimsel değeri olmayan bir saptırma olduğu ortaya çıkar ***


Makale ve Analizler - 2018

215

Bu noktada, kendini Türk hissetmeyenlerin, Türke düşmanlıklarının sosyopsikolojik analizini yapmak kaçınılmaz olmaktadır. Kendisini Türk hissetmeyenler, Türk milletine karşı daima bir kıskançlık beslemekte, buna dayanarak da bir takım saptırma gayretlerine girmektedirler. Peki, neden Türk’e düşmanlık ve haset duyulmaktadır? Neden Türk Milleti kıskanılmaktadır? Kendisini Türk hissetmemekle birlikte Müslüman olan kavimlerin Türk’e kıskançlığı tarihin her döneminde olmuştur. Çünkü 1400 yıllık İslam tarihinin en az bin yılında İslam’ın liderliği ve bayraktarlığını Türkler ve Türk Milleti yapmıştır. Diğer Müslüman kavimler, Türk Milletinin kurup yönettiği İslam devletlerinde yaşamıştır. Bu durum kendilerinde ciddi bir haset doğurmuştur. Bu doğrultuda Türk Milletinin güçlü olduğu zamanlarda bu hasetlerini gizlemiş, zayıfladığı düşündükleri anlarda hasetlerini ön plana çıkarmışlardır. Siyasal İslam’ın yıllar içerisinde geliştirdiği teorilerde bu haset “İslam” ve “İslamı yaşama” adı altında kamufle edilmeye çalışılmıştır. Bunun için din ve milliyet özellikle birbirine karıştırılmış, milliyet görmezden gelinerek din içerisinde dinin adı kullanılarak eritilmek istenmiştir. Siyasal İslamcıların; “Türk müsün? Müslüman mısın?” sorularının temelinde baskılanmış bu haset vardır. Bir Alman’a, “Alman mısın? Hıristiyan mısın?”, Veya bir Fransız’a “Fransız mısın? Yoksa Hıristiyan mısın?” diye sorsanız, “Bu adam kafayı yemiş din ile milliyeti birbirine karıştırıyor” diye cehaletinize güler. Maalesef bu soru ülkemizde halen sorulmaktadır. Müslüman Gürcülerin yaşadığı Batum’da Acaristan Özerk Bölgesinin, Hıristiyan Gürcistan’a mı yoksa Müslüman Türkiye’ye mi bağlanmasıyla ilgili 1921 Halk Oylaması’nda Müslüman Gürcülerin liderinin söylediği sözler hasetle ilgili bir tarihi ibret vesikasıdır. Mehmet Emin Abaşidze isimli bu lider şöyle der; “Bizi hep Türkler mi yönetecek. Biz Gürcü’yüz. Müslüman Türkiye’ye değil, bizim gibi Gürcü olan Hıristiyan Gürcistan’a katılmalıyız”. Bu yıllarda Osmanlı Halifesi yaşıyordu. Mehmet Emin Abaşidze bu doğrultuda propaganda yapar ve sonunda Misakı Milli sınırları içindeki Batum’u kaybederiz. Hıristiyan - Ateist Gürcü olan Stalin kendisinin ödülünü birkaç yıl sonra kurşuna dizerek verir.


216

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

*** Uzun süre haset çeken insanlar, zihinsel dünyalarında kompleks yaşarlar. Kompleks patolojik bir durumdur. İnsan zihnini kemirir durur. O nedenle komplekslerden kurtulmak için dikkatler başka yöne yöneltilir, “Hangi milletten olduğumuz önemli değil; Sadece Müslüman’ız bu bize yeter” derler. Oysa dünyada farklı coğrafyalarda; Filistinli Müslüman kardeşi, Somalili Müslüman kardeşi, Myanmarlı Müslüman kardeşi, Bosnalı Müslüman kardeşi olanların, Türk Müslüman kardeşi nedense yoktur(!). İşte kompleksin insanları gerçeklerden koparması budur. *** Uzun süre komplekse giren insanlar, düşünce dünyalarında kin duymaya başlar. Kinlenenler, ellerinde yetki yoksa içine kapanır ve görmezden gelmeye sığınırlar veya yok saymaya devam ederler. Beş bin yıllık Türk Tarihini ve Türklerin kurduğu onlarla ifade edilen Türk devletlerini yok sayarak, Türk Milleti ve Türk yoktur derler. Ellerinde yetki varsa kötüleme ve aşağılama aşamasına yönelirler. Kıskandığı, haset duyduğu millete karşı aşağılayıcı üsluba yönelirler. Türk milliyetçiliğini ayaklar altına alırlar, T.C. ifadesini kaldırırlar. Son aşama, intikamdır. Türk Milletinden intikam almaya giden her şeyi desteklerler. Türk Milletini ve devletini yıkmak için elinden ne gelirse yapmaya çalışırlar.

Narkoz - 4

Dr. Nedim Birinci-04.Mayıs.2018

Konu: Türk Diline Kesilen Cezalar da Bir Narkozdur Geçen 2017 yılının 26 Martında yapılan erken genel seçimlerden sonra, 4 Mayıs tarihinde GERB ile sahte “Yurtseverler” birleşerek yeni hükumeti kurmuştu. İktidar kavgasında, yalan dolan, yumruk tekme, devletin polis gücünü ve parasını kullanan aşırı milliyetçi, Türk - İslam ve Müslüman düşmanı Bulgar milliyetçileri, özel bir kanun çıkararak seçim mitinglerinde Türkçe konuşanları cezalandırmıştı.


Makale ve Analizler - 2018

217

DOST partisi Genel Başkanı Lütfi Mestan’a 15 Mart 2017 günü Varna’ya bağlı Medovets köyünde Türk seçmenlere hitaben Türkçe konuştu diye 2 bin leva ceza kesilmişti. Provadı (Provadya) Bölge Mahkemesinde çıkak karar, Varna İl Mahkemesi ve Sofya Yüksek Mahkemelerinden geçmiş ve yasallaşmıştır. Bir leva için insan öldüren aç Bulgarlar şimdi cezayı icraya vermişler. Daha önce kesilen 34 bin leva ile ilgili kararları Lütfü Mestan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) gönderdi, fakat karar henüz gelmedi. Benim şöyle bir önerim olacak; Yönetimde olan şimdiki faşistler kardeşlerimizi Türk gibi kaşımasına, Türk gibi yumruk sıkmasına, Türk gibi öksürmesine ve düşünmelerine de, özel bir kanın çıkararak ceza kessinler de, artık ne olacaksa olsun... Sayın okurlar, Türklere karşı yapılan her şeyin, çıkarılan her kanunun, kesilen her cezanın, kendileri için “kutsal” olduğunu, size iki olay hatırlatarak anlatmak istiyorum. Bu örnekler bize, hakkımızda yapmayacakları yoktur, sonucuna götürmelidir. Vereceğim örnekler düne kadar bir sır olsa da, artık gizem perdesi düşmüş, sis kalkmış ve olaylar bizi uyandırmak amacıyla kitaplarda işlenmiş ve bu eserler birçok dilde yayınlanmıştır. Söz konusu olan Bulgar Prof. Stoyan Dinkov’un, “Siela” yayınlanınca 2011’de yayınlanan, “Osmanlı-Roma İmparatorluğu, Ön Bulgarlar ve Ön Türkler” ile yine “Siela” basım evinden 2013’te çıkan “İskit ve Hunlardan Türk ve Bulgarlara - Turan” yapıtlarıdır. Örnek Bir: “Ben 1989’da 36 yaşındaydım, “Büyük Göç” başladığında Bursa Bal-Göç’ün Başkanı Mümin Gençoğlu idi. Turgut Özal’a “Jivkov sen de gel” dedirten adamdır. Bu yanlışı yaptırıp sınır kapısının ardına kadar açılmasını sağlayanların, Bulgaristan Türklüğü ’nün azalması ve seyrelmesini temin edenlerin bu hizmetleri karşılığı Todor Jivkof’tan başarı şeritli madalyalar ve 3 milyon Fransız Frangı para aldıkları da devletin malumundadır.”9 BULTÜRK Derneğimiz ve BG-SAM Stratejik Araştırma Merkezi kurucu kadroları olarak biz, artık gerçekleri söyleme zamanı geldiğine artık kesin inanıyoruz. Anlaşılan daha önceleri Bulgar totaliter devletine önemli hizmetleri olan, Bulgaristan / Cebel göçmeni rahmetli Mümin Gençoğlu’nun 1989 Mayısında şahlanan Bulgaristan Türkleri hak ve özgürlük kavgası ruhunun kırılmasında “kitlesel göç kapısını açmanın” büyük rol oynadığı biliniyor. Bundan 10 yıl önce memleketimize gelen, anamızdan emdiğimiz süttü burnumuzdan getiren totaliter komünistlerinin kopoylarıyla sarmaş dolaş olup gazetelerin birinci sayfasına pos atan ve 9- Balkan Üniversiteler Birliği (BU), Garbiyat Üniersitesi ve NİKEA e-unuversiti. “Bulgarlar Tür tür.” Syf. 20.


218

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“ben hepinize ekmek vermeye geldim” rüzgârları estiren Turhan Gençoğulu’nun rolü de gün ışığına çıkmıştır. 2018 yılı başında Sofya’da gövde gösterileri, telefon görüşmeleri, “Ben Bulgaristan Türklerini birleştireceğim” havaları, Bursa’da 10-15 kişilik görüşmeler, toplantılar, verilen demeçleri alaylı tebessümümüz-le karşılandı. Artık her şeyi doğru dürüst algıladığınızı görüyoruz. Bulgaristan Türkleri düşlerinde hile, kişisel hesap, tuzak kurmak olan hiçbir kimse tarafından bundan öte yönetemez... Birleşeceksek biz kendi irademizle birleşiriz! Örnek iki: “Karşılık beklemeden iş yapılmaz. Bulgaristan politikası dernekler üzerinden yapılamaz. Türkiye’deki göçmen derneklerinin hepsi hiç istisnasız Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS) denetimindedir. Çifte kimliklilik ruhlarına işlemiştir. Bulgar gizli polisi (DC) Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS-HÖH) partisini siyaset sahnesinde, bir temsilcisi, parlamentoda yandaş bir borazanı olarak kullanmaktadır.”10 Biz bu sözlerin Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği BULTÜRK ve Stratejik Araştırma Merkezi BGSAM ve yayınları, “bghaber.org” ve “Bulgaristan Türklerinin Sesi” gazetesi ve yayınladığımız kitaplar için söylendiğine inanmıyoruz. Bu sözler kravatlı dernekçi ve siyasetçiler için sarf edilmiştir. Buna rağmen, bu çok ciddi ve büyük tehlikelere işaret eden, soydaşlarımıza her an narkoz yapabilecek ve tüm plan ve çabalarımızı alt üst edebilecek, bir hayalet güç dolaştığına, evlerimizde, derneklerimizde her etkinliğimizde var olduğuna ve fırsat gözettiğine kuşku ve inancımızı arttırmıştır. 26 Mart 2017 günü olayları bir tuzağın var olduğunu ve her an karşımıza çıkabileceğini ve gücünü de Bulgar devletinden aldığını kanıtladı. (Bu güne kadar bu kitaba ve içinde yazılanlara karşılık veren itiraz eden de olmamıştır.) “Belene”ci ve diğer tutuklanıp sürgüne gönderilen ya da yargılanmadan içeri atılanlara hizmetlerine göre emekli ve sosyal maaşlarına prim gönderilmesini de aynı doğrultusunda yorumluyoruz ki, gerçekleri açıklayan BULTÜRK yayınlarının mahkemeye verilmesine, Bulgaristan’da Türklerin katledilmesi yıldönümü olan, 3 Martta Konsolosluklarda kadeh kaldıranların coşkusuna başka bir anlam veremiyoruz. Bu konuda Başkanımıza herhangi bir dernek veya bir Beleneci sahip çıktığını da gören var mı bilemiyorum, ben duymadım. Vermek de mümkün değil ve asla olamaz. Gülünç duruma düştüler. Rezil oldular. “Belene”de kaldım primi alanlardan, “beraber değil miydik, bana şahitlik et de, ben de “Beleneci primi” alayım” diye göz kızanlar çok kalabalalık oldular. Resmi kayıtlara göre, 517 kişi oldukları bilinen Belene mağdurlarının aslında 10- (Aynı eser. Safa 20.de görebilirsiniz)


Makale ve Analizler - 2018

219

2 bin kişi oldukları, fakat 1500’üne “Belene Primi” verilmediği ortaya çıktı. Biz, arızalı beyinlerin bizi yönetmesine izin vermemeliyiz. Bulgar devletinden gelen “iyiliklerin” ardında her zaman bir başka hesap olduğunu düşünmek zorundayız. Ne yazık ki, sokma akılla akıl olmuyor demiş atalarımız. 1972’de isim değiştirme ve 1989 Mayısındaki protesto gösterilerinde vs. Yukarı cuma / Blagoevgrad iline bağlı Barutin madenci köyü yöresi 300’e yakın ölü ve yüze yakın da yaralı verdi. Adına adalet ve demokrasi çatışmaları dediğimiz bu kavgada özürlü kalan, bir daha çalışamayan ve geçim sıkıntısı çeken bir yaşlı köylü kadın için köy muhtarlığı 46. Halk Meclisinden ilaç ve odun parsı olarak birkaç leva sosyal yardım istendi, ne yazık ki, dilekçe onaylanmadı... Yorumu siz yapınız. Bu gün de totalitarizm uşakları ve aşırı milliyetçiler iktidarda iken, memlekette yaşayan sakat bir Müslüman nineye ilaç, elektrik ve odun parası yardım yapılmasına onay vermezken, demokrasi savaşçısı Türklere para ödemesine anlam vermek her şeyden daha zordur. Bu bilmeceleri çözmeden biz Vatan Mücadelesinde, adalet ve demokrasi kavgasında, illerdeki direnişlerde daha ileri adım atamayız. Örnek üç. Hatıralarımdan yazıyorum. Bulgaristanlı olup günümüzde de orada yaşayan Türlerin evlerinde evinde üst üste 5 Bulgarca kitap görmedim. Dolap ve raflarında Kur-an, İslam dinine ilişkin Türkçe açıklayıcı eserler ve Bulgaristan Türk Edebiyatından şiir, hikâye, şarkı - Türkü ve atasözü değerlemelerine rastlanırdı. Özenci sanat yarışmaları düzenlenirdi. Ozanlar dinlenir, saz ustaları saygı görürdü. 1950 - 1964 - 1989 göçlerinden sonra Türkçenin suyu çekilirken, 2000 yılından sonra anadil yasaklarına rağmen geleneksel yaşantımız yeşerdi, ozanlarımızda, şair, yazar ve sanatçılarımızda tabana dönme, tarihi günümüze taşıma hareketlenmesi gözleniyor. Bu, aynı zamanda, Bulgar devletinin özellikle 2009’dan beri ve özellikle de 2017’den sonra Türkleri sosyal ve kültürel yaşamdan tamamen uzaklaştırma ve kendi başlarına terk etme ve ötekileştirme eğiliminde izliyoruz. Bulgar devleti günümüzde Bulgaristanlı Türklerle adeta pazarlık halindedir, banka hesaplarında hiç para olmayan belediye ve muhtarlıklar, en acil sosyal hizmetler için Boyko Borisov hükumetiyle oy pazarlığı içindedir. Ver oyu, al hizmeti siyaseti önümüzdeki seçimlerde Kırcaali, Cebel ve Kirkovo Belediyelerinin GERB partisi eline geçmesine neden olabilir. Bu seçim taktiği Fiibe (Plovdiv) Yeni Mahalle’de (Stolipenovo) 80 bin Millet oyunun % 90 oranında GERB’e kaymasına sebep olmuştur. 26 Mart 2017 genel seçimlerinde, sosyalist partinin (BSP) aşırı sol kanadından olan gazeteci Aleksndır Simov’un Türk seçmenlerin oylarıyla meclise girmesi de düşündürücü bir örnektir. ***


220

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ülkemizde, Türkler, Türkçingeneler - Millet ve Türkpomaklar toplanabilirsek ve okullarda zorunlu Türkçe okunmasını da içine alacak bir programda anlaşsak, hatta “kültürel otonomi” konusunda Sofya’daki devletle uzlaşmış olsak, kamuoyunda ve politik çevrelerde egemen olan görüşe göre, HÖH (DPS) partisi bu uygulamaya karşı çıkacaktır. Çünkü böyle kapsamlı bir programın gerçekleştirilmesi DPS - HÖH - ajanlar ve hinler partisinin kesin sonu demektir. Halkımızın artık kesin bildiğine göre, DPS - HÖH ile gizli polis (DC) arasında daha 1990 yılının başında imzalanmış bir gizli sözleşme vardır ki, bu belgeye göre DPS HÖH 50 yıl daha Bulgaristan’da totaliter komünist sistemin ayakta durmasın ve değişik biçimlerde ve güçlerle yönetmesine istendiği an destek verecektir. Bu yarım asrın 30 yılı artık geçmiştir. Ne var ki, memleketimizde yalnız 2 etniğin (Bulgarların ve Türklerin) devlet ve hükümet kurma ve yönetme yeteneğine ve vasıflarına sahip olduğu bilinse de, izlenen, bu 2 topluluğun birbirinden uzaklaşmasının özendirilmeye çalışıldığı dikkate alındığında, 1879 temel olayının tekrar etmesi düşünülebilir. Bulgarlar 1879’da da nüfus olarak azınlıktaydı. Genç Prenslik’te çoğunlukta olan nüfus Müslümanlardı. O zaman Bulgar azınlık Rus işgal güçlerinin yardımlarıyla iktidar kurdu. Türklere “siz güzel halksınız” deyip güler yüz göstermedi. Kurulan çok acımasız ve insanlıktan tamamen mahrum bir devletti. Ayrımcılık devlet siyaseti oldu. Teker teker yutulan veya grup ya da sürüler halinde göç eden Türkler hep yutuldu, azaldıkça güçsüzleşti, ezildikçe azınlık iktidarının egemenliğini tanıdılar ve eşitliğin ne olduğunu tamamen unuttular. 140 yıl sonra olay tekrar ediyor. Bulgar’ın ardına Avrupa Birliği, Birleşik Amerika durdu. Bilinçsiz bir oy kalabalığı oluşturan Dale ve Türk-çingenelerin-Millet ezici çoğunluğu sefiller ve cahiller çıtası altına sıkıştırılırken ve gettolara toplanırken, onları yönetme kabiliyeti gösteren 2 bin Romen son 1 yılda eğitimini tamamladı, devlet kurumlarına ve belediyelere işe alındı. Yeni bir “evetçi” tabaka oluşturuluyor. Bu sahnede “vatandaş eşitliği” kılıfına sokulan Türkler ise, burunları sürtüle sürtüle toplum öncüsü fonksiyonlarını kaybetmeyi kabullenme kalıyor. Bu yeni pasiflikte en büyük rolü üslenmiş siyasi güç yine DPS partisidir. Koltuk değneği işlevinden memnun olduğunu gizlemeyen bu siyasi güç, ikiyüzlü yaklaşımlarıyla azınlık olan Bulgarların asrın sonuna kadar iktidarda kalmalarına göz yumacak benziyor. Oysa bizim işlevimiz, şair dilinde şuydu: “Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz, Gelmişiz dünyaya insanlık nedir öğretmişiz! Kapkaranlıkken bütün lüzumsuz insaniyetin, Nur olup fışkırmışız ta sinesinden karanlığın.”














Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.