43 - GÖK KUBBEMİZ

Page 1

GÖK KUBBEMİZ

2018 Mayıs - Haziran Makale ve Analizleri


GÖK KUBBEMİZ BULTURK BGSAM Yayınları Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi - BGSAM -43 BULTÜRK Adına Genel Başkanı: Rafet ULUTÜRK Basım: Mayıs - Haziran - 2018 Koordinatör: Dr. Nedim BİRİNCİ Editör: Raziye ÇAKIR İnternet sorumlusu : Kapak Tasarım: Murat ULUTÜRK Pazarlama Sorumlusu: Hamiyet ÇAKIR Arşiv: İbrahim SOYTÜRK İsteme Tel: 0212 511 63 47 www.bulturk.org; www.bghaber.org; info@bulturk.org İnternet sitesinin yazıları Adres: Yıldırım Mah. Şehit Kamil Balkan cad. No.114/A Bayrampaşa İstanbul Tel: +90 (212) 511 63 47 Belgegeçer: +90 (212) 526 51 98 https://bgsam.org/, https://issuu.com/bulturk, https://bulturk.org.tr/ Baskı : DİNÇ OFSET MATBAACILIK SAN. ve TİC. LTD. ŞTİ. Adres: Davutpaşa Cd. Emintaş San. Sit. No: 103/580-581 Topkapı - İstanbul Tel: 0090 212 493 24 67 TÜRKİYE CUMHURİYETİ YASASI GEREĞİNCE BU ESERİN YAYIN HAKKI BULTÜRK’ten İZİNSİZ KISMEN VEYA TAMAMEN ÇOĞALTILIP YAYINLANAMAZ

Web: www.bghaber.org ; E.Posta: rafetuluturk@yahoo.com


“Bilgi Ordusu, Bizim Ordumuz, Bildiğimizi Öğretmek,Bizim Borcumuz.” Rafet ULUTÜRK

Düşünceler dizisi olan elinizdeki eserin anlamı derin bir uğraşın ancak başlangıcıdır. Bulgaristanlı Türk Müslümanların başına 1970-72, 1984-85’te düşen yıldırımın bir daha düşmemesi için bir uyarı ve ışık niteliğindedir. Saygılarımızla, B U LT Ü R K İ st a n b u l



Önsöz Yerine Yıl 2018 2016 yılı Bulgaristan Türkleri ve soydaşlarımız için umut dolu gelmişti. Cumhurbaşkanlığı seçimi ve siyasi dönüşüm amaçlayan bir halk oylaması yapılacaktı. Vatandaşlar siyasi sistem değişikliğinin seçim sisteminden geçtiğini kavramıştı. Ancak parti listelerinde gösterilenlerin seçildiği “çoğulcu” uygulamadan kurtulup, seçmen tarafından gösterilecek ve seçmenin iyi tanıdığı kişilerin meclise gönderileceği mutlak ekseriyet (salt çoğunluk) sistemine geçişin müjdesini bekliyordu. Bu değişiklik için 2 milyon 500 bin seçmen oy verdi.Seçmen, meclis seçimlerinde parlamentoya giren siyasi partilere oy başı 11 leva verilmesine yani milyonlar ceplemesine son verilmesini ve seçimlerin zorunlu olmasını istedi. 2 milyon 500 bin seçmenin oyu mahkeme kararıyla rafa kaldırıldı. Siyasi sistem değişikliği için “izin veremeyiz” dendi. Bunu deyen ise, 1989 yılından sonra, “ben artık öldüm” aldatmacası yaparak, Bulgar toplumu içine boydan boya uzanan kaskatı totaliter sistemin yarattığı oligarşi ve sözcüleri oldu. Onlar aynı yıl Bulgar aşırı sağcılarını birleşmeye çağırdılar. Giderek birleştirdiler ve onlara “yolunuz iktidar basamaklarından tırmanmaktır” dediler. Avrupa’nın kaderi de kötüydü. Sığınmacılar, savaş kaçakları, kitle göçleri, kıta değiştirenler çatır çatır kıvılcım saçan faşizm her günümüzü zehir etmeye başladı. 1989’da parçaları anmalık olarak satılmaya başlayan Berlin Duvarı’ndan parçaların yerine yeni duvarlar çekmek için yeni duvarcılar belirdi. Doğu Avrupa ülkeleri aralarındaki sınırlara boydan boya tel duvar gerdiler. Tarih ayıbın böylesini daha önce görmemişti. Sınırları kaldırıp özgür bir dünyada yaşama hevesiyle birleşmeyi seçenler insanlara, “Toplama Kamplarını”, yargısız idamları, Nazileri, faşistleri anımsattılar. Avrupa Konseyi 3 Bulgar siyasi partisine, “Ataka”, İç Makedon Devrim Hareketi (VMRO) ve “Bulgaristan’ı Kurtarma Hareketi” ve bu üçlünün “Yurtsever Cephe” ortaklığı Türk, Müslüman, İslam,


6

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

sığınmacı, göçmen ve öteki düşmanlığı aldı yürüdü. Düşmanlık yılan zehrinden kötü olan... Müslümanları hem isteme hem de istememe siyaseti karıştıkça anlaşılmaz oldu. Avrupa Birliği üyesi 28 devlet Türkiye Cumhuriyeti karşısında boyun eğdi ve bir gün “ama şu göçmenleri durdurun, bizi çökertecekler” dedi. 2016 ve 2017’nin en büyük olayı buydu. Dev adımlarla büyüyen ve güçlenen Türkiye’ye daha önce 28 devlet birden yalvarmamıştı. Diz çöktüler ve 2016 ve 2017’de durumun özünü fark edemediler. Çökenler Güneşten uzaklaştıklarını fark edemezler. Kuşkusuz, önüne eğilmiş kafalardan biri olan Bulgaristan’dı. Hem Brüksel’e ve hem de Ankara’ya bakarken Bulgaristan Türklerini görmezden geldi. Onları siyasi olarak parçalayarak ve parçaladıkça ezerek mecliste faşistlere daha geniş yer açanların ve faşistleri 1944’ten beri ilk defa iktidar koltuklarına davet edenlerin tam olarak ne düşündüklerini ve ne istediklerini anlamak çok zor olmadı. Artık göç durmuş, doğal olarak geri göç başlaması zamanı gelmişti. Faşist düşmanın kafasında iki hedef birden doğdu. Camiler ve mezarlıklar. Camilerin içinde de Türkçe konuşmayı yasaklamak, Türkler için Vatan kalesi olan, mezarlıkları daraltmak hatta vakıfları kabristanlık olarak ayırdıkları bütün arsalara el atıp, onları cesetlerini gömecek bir insan boyu topraksız bırakmayı düşündüler. Sofya Türk Mezarlığı 28 yıl önce dolmuştu. Bunu Ahmet Doğan’a, Lütfi Mestan’a, Osman Oktay’a, Kasım Dal’a vb asla anlatamadık. Yakın geçmişte mecliste yaşlanan Ramadan Atalay’ın eşi vefat etti. Bir mezar yeri bulamadık, doktor hanım Bulgar mezarlığına gömüldü. Yazarlarımızdan İsmail Çavuş öldü, Sofya dışında Bankiya kasabasındaki Hıristiyan mezarlığına gömdük. Bu şehirde zengin Müslümanlar için de mezar yeri yok. Sofya kenarında 52 dönüm bir yer alındı. Toprak sahibi Bulgar komşular vakıf malımıza, kendi mülkümüze mezarlık yapılması için gereken “razıyım” belgesini vermedikleri için, 20 yıldır boş duruyor o kutsal toprağımız. Karşımızdaki devlet kale gibi! Püskülü faşist. Ortada kaldık. 2016 - 2017 bizim için çok zor yıllardı. Mezarlıksız Vatan olmaz!!! Mücadele devam ediyor. Raziye ÇAKIR


Önsöz: 2018’i gensoru ile karşılayan Bulgar iktidar partisi GERB, 6 ay sonra Avrupa Konseyi (AK) dönem başkanlığını kapatırken de, mecliste bir gensoru oylama bekliyordu. 7 partili Sofya parlamentosunda bugüne kadar gensoru ile düşürülen hükümet olmasa da, sanki siyaset şans oyunu olmuş ve az da olsa bir ümit belirmişti. Türk Ayaklanmasından sonra, 10 Kasım 1989’da totaliter diktatör Todor Jivkov’un devrilmesiyle çatlayan tolumda renk değiştirerek siyaset sahnesinde kalan veya perde ardına gizlenip fırsat kollayan güçler sakindi. Çelişkiler ve depreşin ne kadar sert ve keskin olursa olsun Bulgaristan toplumunun ana sorunu, 28 yıldan beri defnedemediği komünist totaliter cesedi artık kaldırmak ve yerine demokrasi fidanı dikmekti. AK dönem toplantıları başlarken, komünist-totaliter cesetle birlikte 3 partili “faşist” grubun hükümet ortaklından sökülüp ellerine “Avrupa’da siyasete katılamazsınız” sertifikası verileceğini ümit edenler de kalabalıktı. Ne var ki, AK toplantıları hep gece ve kapalı kapılar ardında yapıldı. Anlaşılabildiği üzere, 27 ülkeden delegeler zamanın üçte ikisinde Dublin Anlaşmasındaki İltica haklarında değişiklik yaparak 2018 Avrupa Birliğinde sığınmacı sorunlarına çözüm bulmaya çalışmıştır. Delegelere, Bulgaristan’ı tanıtmak için birçok gezi, ziyaret ve toplantı düzenlendi. Ne ki, azınlıkların yaşadığı okulsuz ve sağlık ocağı olmayan köyler ve gettolar ziyaret edilmedi. Ülkemiz için dev olan ve 6 ay süren bu olay 3 bin 500 polis, jandarma ve özel ekiple korundu, kuş uçurulmadı. AK Sofya toplantılarında, AB üyesi ülkeler Başbakanları ve Batı Balkanlardan 6 ülke başbakanı bir ortak toplantı yaptı ve AB’nin Adriyatik Denizine doğru genişleme niyetlerine ilişki bir İyi Niyet Mektubu imzaladılar. Bu girişimle rafa kaldırılmış olan birçok yerel sorun, Makedonya Cumhuriyeti’nde isim değişikliği, Kosova’da sınır değişikliği vs. şeklinde gündem oluşturdu. Ayın ve yılın olayı ise, Türkiye Cumhuriyeti’nde 24 Haziran günü yapılan Cumhurbaşkanlığı Başbakan yönetim sistemi ve meclis seçimleri oldu. Bu seçimde AK Parti Genel Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan T.C. Başkanı seçildi ve yeni hükümeti ilan etti. Seçim ittifakı kuran AK Parti ile MHP, yasama organının tökezlemeden ve kilitlenmeden çalışabilmesine gerekli TBMM oy çoğunluğunu sağladı. Seçim öncesi muhalefet lideri Muammer İnce’nin Bulgaristan ziyareti ve Kırcaali’de Türklere hitaben anlamsız konuşması ise sert eleştirilere neden oldu.


8

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Bindiği Dalı Kesen MHP’li” başlıklı yazı da Bulgaristan Türklerine yöneltilen anlamsız saldırılara sert bir yanıt olarak geniş yankılanmıştır. Elinizdeki eserde, özenle işlenen konulardan biri Yeni Büyük Türkiye perspektifidir. Bulgaristan Türklerinin ve azınlık topluluklarının kültürüne, eğitim ve sağlık gibi yaşamsal sorunlarına, ekonomik bunalım darboğazından yüzerek çıkma problemlerine özel yer ayrıldı. Memleketimizde uçuşan ırkçılık kıvılcımlarının çağırdığı tehlikelere birçok yazıda işaret edildi, okurlar uyarıldı. Kitabın sayfalarındaki her satır dünya, bölgesel ve ulusal siyasette Bulgaristan Türkleri ve onların mutlu olması için bir ümit ışığı ararken, hiçbir ideolojiye kölelik edilmeden kaleme alınmıştır. Rafet Ulutürk BULTÜRK / BGSAM 08.08.2018

Değerli Hemşehrilerim, Bulgaristan’da hepimiz zor günler yaşadık, itildik, ezildik, çiğnendik, hatta gün geldi vurulduk, şehitler verdik. Bu nedenle bizler kendi içimize kapanarak, yaşam mücadelesi vermeye çalıştık. Ancak bu içine dönüklükten kurtulmalıyız ve Türkiye’de yaşadığımıza göre, yasaların bize verdiği tüm haklardan bizlerde yararlanmalıyız. Peki, neden bunu yapamıyoruz? 1877-78 Rus-Türk savaşından sonra Osmanlının Balkanlardan çekilmesiyle birlikte, savaş esnasında işlenen akıl almaz katliamlar nedeni ile atalarımız asırlarca yaşadıkları yerleri terk ederek göç yolunu tutmuşlardır. Geride kalanlar ise Bulgaristandevleti’nin uygulamaya başladığı soy kırım politikalarına karşı direnmiş ve hayatta kalmaya çalışmışlardır. Şimdi ise burada Türkiye’de yaşayanlar oralara yardım edebilmek için, burada ilk önce bir araya gelmek ve bir merkez oluşturmalıyız. Artık bir kurum altında toplanmalı ve birlikte hareket etmeliyiz. Bu birliğe hepimizin ihtiyacı olduğuna inanıyorum. Artık bir birimizi kötülemekten vaz geçmeliyiz, birisi için yanında konuşamayacağımızı başka bir yerde konuşmamalıyız, yani kısaca arkasından konuşmamalıyız.


Makale ve Analizler - 2018

9

En önemlisi samimi, hoşgörülü ve ahlaklı olmak. Zamanla her şey yerine geleceğine inanıyorum, ama tabi ki bu dava üzerinde kafa yoran, stratejiler üreten ve devamlı bunun üzerinde çalışan olursa. Bizim savaşımız insanlarımızı ahlaklı yetiştirmek olmalı, birlik ve beraberliğe kendi insanlarımızla başlayarak tüm Türk Dünyasına taşmalıyız. Bizler burada Türkiye’de yaşayan Bulgaristanlılar büyük bir kitle haline gelmiş durumdayız. İşte bu nedenle şimdi bu kitleyi yani kendi hemşerilerimizi, bir araya toplayarak bir merkez, bir güç birliği oluşturmalıyız, tabi ki bu bizim doğal tabii hakkımızdır. Bizler de artık toplum gücünü kullanabilmeliyiz. Toplum olarak haklarımızı elde etmek zorundayız ve bu yönde çalışmalıyız. Biz bunu söylerken, önderlerimizi seçerken, başkaları kötüdür demiyoruz. Biz bu işi onlardan daha iyi yapabileceğimize, Türkiye Cumhuriyetine ve Türk Dünyasına daha verimli olacağımıza, buralarda bu bölgelerde yaşayan Türklerin daha iyi, daha güvenilir, yaşamalarını sağlayacağımıza inandığımız için, Önderliğe, Yönetime talibiz. Bu arada Bulgaristan’da kalan kardeşlerimizin hepsinin siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel kimliklerini, muhafaza edebilmeleri için mücadele etmeliyiz ve bu konuda gerekeni yapmalı ve gerekli yardımları yapmalı ve yaptırmalıyız. Aramızda Ahlâklı, Adaletli olanları seçmenli ve yüceltmeliyiz. Geçmişi konuşmaktansa, gelecekten söz etmeliyiz, bugünü değil, yarınları görerek hareket etmeliyiz. Aramızdan stratejistlere imkân ve fırsat vermeliyiz ve onları bizler yetiştirmeli yön verebilmeliyizkısa-10 ve uzunvadeli -50 yıllık hedefleri gösterebilmeliyiz. Aramızda kötü niyetli insanları tespit etmeliyiz, bilmeliyiz ki, onların kusurlarından dolayı değil, bu güne kadar yapılması gerekenleri engelledikleri için aramızdan uzaklaştırmalıyız. Bu güne kadar neler yapılmamış, onları araştırmalı, bilmeliyiz ve neler yapılması gerekir onları söylemeliyiz ve bunları bir an önce hayata geçirmeliyiz. Bizler gözyaşları dindirmek için, yaralara mehlem olmak için, her yüke ortak olabilmeliyiz. Gençlerimize, sadece balık pişirmesini değil, balık tutmasını da öğretmeliyiz, insanlarımızı denizlere, okyanuslara açılmalarını sağlamalıyız. Aramızda Tek Lider değil her sokakta, her mahallede bir lider yetiştirmeliyiz, biz dünyayı yönetmek için oğullarımızı yetiştirmeliyiz. Bizim insanlarımız yani Bulgaristan Türkleri şahsi başarıları Türkiye’de belkide en çok olanlardanız. İşte artık bizler toplum olarak


10

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

haklarımızdan yararlanmasını bilmeliyiz. Her şeyden önce siyasi haklarımızı toplum olarak kullanmalıyız, daha sonra ekonomik ve kültürel haklar onu takip edecektir. Hepimizin gördüğü gibi, tarihte büyük güçler çok defa kötü politikaların kurbanı olmuşlar ve bunlar devam edecektir. Bir toplumun Lideri olmadan hiçbir şey olmaz, bu lideri de toplum çıkarmalıdır. Siyaseti güvenilir, sevimli hale getirmek bizim hedefimiz olmalı, bu gün çok zor, imkânsız olarak görünse de, yarınlara umutla bakabilmeli ve baktırabilmeliyiz. Var olabilmemiz için, var kalabilmemiz için, öncelikle temel hususlarda anlaşma sağlamalıyız. Aramızda bir birimize güveni kaynaştırmalıyız ve samimi olmalıyız. Her şeyden önce özgüvenimizi kazanmalıyız, birlik ve beraberliği ön planda tutarak insanları insan oldukları için sevip saymalıyız. İçimizde barışı sağlayıp, tek merkezde bir çatı altına toplanmalıyız. Bu çatı da “BULTÜRK Derneği” olmalıdır. Buradan tüm dünyaya sesimizi duyurabiliriz. Balkanlar konusundaki politikalarda etkili olabilmek için yolları aşındırmalıyız. Çünkü gelişmiş ve Bulgaristan’da etkili bir Türkiye Balkanlara tamamen hâkimiyet kurabilecektir. En önemlisi kararlı olalım ve birbirimize samimi, saygılı olmayı ve bir birimizi sevmeyi öğrenmeliyiz. Bizim derdimizi ve problemlerimizi en iyi anlayabilecek zaat bizden olduğunu idrak etmeliyiz. Bulgaristan Türkleri konusunda teşhisi bizler kendimizi yetiştirerek yetki mercileri alarak son noktayı biz koymalıyız, bu güne kadar ki eksikliğimiz budur. Ayrıca Balkanların anahtarı Bulgaristan’da yani Bulgaristan Türklerinden geçtiğini de öğrenmeli ve öğretmeliyiz. Sevgili dava arkadaşlarım. Kendimizde özgüveni, aramızda güveni ve merkezioluşturduktan sonra, kimsenin aramıza nifak tohumları ekmesi mümkün değildir. Bizim için önemli olan, eksiklerimizi bulmaktır. Geçmişi bırakarak artık bizler aydınlanma dönemine bir an önce geçmeliyiz. Halimizi tespit etmek çok kolay, gazete, dergi yayın hayatımız nerede, kaç gazete, tv, radyo bizimle ilgili haber yapıyor.Burada suçlu değil, sebepleri aramalıyız. Gelin bunları tartışalım, niçin bu güne kadar bir Bulgaristan Kültür Merkezi olmamış, bunu şimdi nasıl gerçekleştirilebiliriz, bunlara yönelik çalışmalar toplantılar yapmalıyız.


Makale ve Analizler - 2018

11

Hedefimiz Türkiye Cumhuriyetini daha güçlü, daha huzurlu ve daha iyi yarınlara götürmek için olmalı. Güçlü bir Türkiye Bulgaristan da yaşayan Türklerede güven ve huzur verecektir, onların daha rahat yaşamalarını hep birlikte sağlayabiliriz. Bunlar zannetiğiniz kadar zor işler değil. Dünyada insanlar bir iş için değil, bir İdeal için hayatını feda ederler. Bunun için güçlü olmak sesini duyurabilmek için öncelikle bir Kurum ve bunun Merkezini oluşturmalıyız. Çünkü Merkezi olmayan hiçbir topluluk bir yerlere gelmesi mümkün değildir. Bu güne kadar konuşmalar tartışmalar yapılmış fakat bir ağıç ekilmemiş işte bu gün bunu yaptık BULTÜRK tüm Bulgaristan Türklerinin biz öncelikle sadece Bulgaristanlıyız. Bizler elimizdeki kıt kaynaklarla bir merkez oluşturmaya çalıştık, bunda da muhafak olduk. Bu merkeze ulaşmakta büyük güçlükler ile karşılaştık bu konuda bizlere yardımcı olan emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz. Ayrıca bizlere kendi yerini veren Mümin Hocamıza huzurunuzda kendisine tekrar tüm halkımız adına buradan teşekkür ediyoruz. Bundan sonraki hedef de Türkiye’nin her yerine ulaşmak ve bu birlikteliği her yerde tesis etmektir. Bu merkezimizde artık kendimize ait bir kültür merkezimiz oluştu toplantı salonumuz da mevcuttur her 15 günde bir toplanıyoruz. Amacımıza ulaşabilmek için devletin bir şeyler yapmasını beklememeliyiz. Birlikten kuvet doğar Atasözünde olduğu gibi güçlerimizi birleştirerek devlet yönetiminde söz sahibi olmalıyız ve geleceğimize kendimiz yön vermeliyiz. Gençlerimizin devlete girmelerinin yolunu aydınlatmalıyız. Artık bizim de Ankara’da TBMM’de kendi temsilcilerimiz olmalı. Bizler de buralara kendi içimizden birilerini gönderebilmeliyiz. Aramızda birlik ve beraberliğimizi oluşturduğumuz takdirde kendi içimizde samimi olduğumuzda başarıların ard arda geldiğini göreceğiz bunu başaracağımıza eminim. İhtiyacımız olan tek şey kendi içimizde daha adaletli olabilmek. Sevgi ve saygılarımı sunarım, Genel Başkan Rafet ULUTÜRK


12

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bizi Uyutmayı Meslek Edindiler

BG-SAM-05.Mayıs.2018

Konumuz: Bizi uyutmayı meslek edindiler. Narkoz-1’de ABD ve AB gibi çok uluslu, çok etnikli, çok dilli ve çok kültürlü devletlerin Osmanlı Devlet Yapılanması Alt Dokuları esas alınarak tesis edilmiştir, demiştim. Osmanlı’dan 63 devlet çıktığı, 800 senelik egemenlik süresince hiçbir halkın, aşiretin, hak topluluğunun, soyun ve boyun kimliğini, dilini, dinini, törelerini, kültürünü yitirmediği, tam tersine geliştirdiği bir gerçektir. Avrupa Birliği’nde üye 27 (28) devletin imzaladığı antlaşma, sözleşme, senet ve taahhütlere bakılınca, insan aynı ilkelerin uygulandığı intiba ile kalıyor, ama hiç de öyle değil. Ye devletler anlaşmaları imzalıyor, fakat kendi ulusal parlamentolarında antlaşmalardan bazı çök önemli olan, (örneğin etnik azınlıklara dil, din, anadillerinde anaokulu ve ortaokul, lise vb kültürel otonomi gibi haklarını tanımayı zorunlu kılan maddeleri vb) onaylayıp uygulamıyorlar. Osmanlı azınlık, dil ve din özerkliği haklarını tanımıştır. Kopyalayanlar seçmeli davranıyorlar ve halan Avrupa’da 35 dilin körelip yok olma, 23 etnik azınlığın anadilinde okuyup yazma öğrenmesine direk baskı uygulanarak kör kalmayı kabullenmelerinde ısrar ediliyor. *** Bulgarcadaki iktidar kavramındaki tekillikte, devlet olarak yalnızca Bulgar nüfus için var olma, bir tek Bulgar’a ait olanı yaşatma, sadece Bulgar kültürüyle olma gibi özellikler gizlidir. Bu yaklaşım 140 yıldan beri ana nüfus olan Bulgarlarla hızla çoğalan etnik Müslümanlar arasındaki çatlağı hendek halinde derinleştirmiştir. *** Sırtlarındaki ağır yükü daha öte taşımak istemeyen Bulgaristan Türkleri 1989 Mayısının daha ilk günlerinde direniş bayrağı kaldırdı. Dillerinin altında olan ama söyleyemedikleri şu dörtlükten ilham almışlardı: “Bir zamanlar biz de millet, hem de nasıl milletmişiz. Gelmişiz dünyaya insanlı nedir öğretmişiz. Karanlıkken bütün fakı insaniyetin, Nur olup fışkırmışız ta sinsinden zulmetin.” Bıçak kemiğe dayanmıştı. Bulgarları daha iyi yaşatmak için Türkleri her bakıma ve tüm baskı araçlarıyla ezmeye çalışan iktidar günlerinin sayılı olduğunu sanki hissetmiyordu. Duyumsamış olsa da ne olacaktı ki, Türkün kalbinde ya-


Makale ve Analizler - 2018

13

nan ışığı görebilmesi, Türklüğün ruhunda yanan mücadele ateşini görebilmesi olanaksızdı. Hayat dağının tepesinde onlar için yanan ışığı halka indiren cesurlar yumruk sıkmıştı. Direniş dalgası köpürüyor, inip çıkıyordu. *** 60 yıl önce başlamıştı bu kavga... 1929’da Milli Türk Kongresi toplamışlardı. Bulgarlarla Türklere ayrı iktidar olmaz demişlerdi. Her vatandaşa eşitlik, her vatandaşa aynı mesafede ve ayrım yapmayan devlet demişlerdi. Türkler çalıştırılıp Bulgarlara yedirmek olmaz demişlerdi. Devletin gidişi Müslüman adalet anlayışının tamamına yerden göğe tersti. *** Müslümanların anlayışında, İnsanın hak ve özgürlüklerinin, huzur ve güveninin garantisi olan adaletin temelinde, insana saygı ve doğruluk vardı. İnsana saygı Türkler için bir yaşam ilkesiydi: İnanılan, Yaratan, insanı kendi ruhundan yaratmıştır!.., dolayısıyla her kişi saygıya laiktir. Evrenin sırrı - şifresi, hayatın özü, anlamı ve hedefi insan olduğu bile bile, kendi elleriyle, sorumlu yaşamanın da farkında olarak demokrasiyi yaratmıştır. Demokrasi hak ve özgürlüklerin yaşayabildiği eşi olmayan bir toplum evidir. İnsanoğulu demokrasiyi kendisinin güvenli özgür ve mutlu yaşyabilmesi için yaratmıştır. Demokrasinin iyi işlemesi ise insanın getirdiği yasalara, tutum ve davranışlarına bağlıdır. Biz Bulgaristan’da devlet yönetimini ele geçirme kavgaları içinde, hileler, tuzaklar ve seri cinayetler içinde yaşıyoruz. Bir de bizdeki demokrasi hiçbir zaman gerçek demokrasi olmamış, her zaman adalet olarak budanırken, azınlık hak ve özgürlükleri, kolektif hakları asla tanınmamıştır. Bu keşmekeş içinde biz Türkler her zaman aşağılıkları ve üstünlükleri ayırt ettik, herkese eşit hak ve özgürlükten yana oldu, insancıl akıma katıldık ve insancıl olmadan haklı olunmaz ilkesine inandık. Bu bakıma, insana sevgiyi ararken, sevgili Yunus Emre’yi okumak insan olmaya yeter: “Gelin tanış olalım, işi kolay kılalım! Sevelim, sevilelim, dünya kimseye kalmaz!...” Yaptıkları işler sanki hep aynıydı. Günlük hayatta işlerde tamamen ustalaşmış bu kişilerden her biri yaşadıkları köylerde dev bir çınardı. Kıt kanat yaşayan bu insanların en büyük gücü sabırdı. Toprağın yağmur beklediği, kışın karı sevdiği gibi onlarda daha iyi günlerin geleceğine inanıyor ve sabırla bekliyorlardı. Sabrı tükenen daldan düşen sarı yaprak gibi 500 yılık dev ağacın dalından kopup düşüyor ve umudunu sırtına yüklenerek göç ediyordu. Ama onların kesin kanılarında hiç biri göçer konar değildi. 35 kuşak aynı toprak-


14

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

larda yaşayan bu soylar göçebeliği belleklerinden çoktan silmiş ve en ağır kışın sonunda çiçek yüklü baharın mutlaka geleceğine kesin inanıyorlardı. 1984’ten sonra gidip görmedikleri, ne olduğunu da bilmedikleri, karşılarına üniformalı milislerle çıkan hükümetle arları tamamen açılmış, ağır ve gergin bir dönem yaşıyorlardı. Kapılarına gelen “ben kanunum”, “ben devletim” gibi değimler kullanan silahlı kişilere uzun zaman anlam veremediler. Hatta isimleri değiştirilirken bile aralarına sokulan ve “Allah’ın kestiği parmak kanamaz” gibi

“İsme Dair Bir Roman” Adlı Kitap Bulgaristan Türkleri’nin Hikayelerini Anlatmış

BG-SAM-06.Mayıs.2018

Bundan önce 3 şiir kitabı yazan Lyudmila Mindova, “Bu kitap benim için bile neredeyse beklenmedik bir şekilde oluştu, çünkü sürekli içimdeki roman yazma isteğini susturmaya çalışıyordum. Ancak belli ki bu roman kendisi bir şekilde ortaya çıkmak istedi” diyor ve şöyle devam ediyor: “Totaliter rejimlerde hepimiz sayıyız, ismi olan insanlar değiliz. İsimlerimiz yok, hiç olmamıştır sanki.” Lyudmila’nın isim konusundaki duyarlılığın temelinde özel bir hikaye de yatıyor. “Ben beklenenden çok daha erken dünyaya gelmişim, ve o zamanlar hayatta kalıp kalmayacakları belli olmayan bebeklere hemen isim verilmezmiş, bunun yerine bu bebeklere numara verilirmiş.Bu şekilde ben hayatımın yaklaşık bir haftası bir numara olarak var olmuşum. Ve bu sebeplebir isim sahibi olma aşamasına gelebildiğim için, kendimi çok şanslı hissediyorum.” Bütün Bulgaristan toplumunun 1944 yılında Bulgaristan’da gerçekleşen komunist devriminin kurbanı olduğunu düşünüyorum, diyen roman yazarı, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Yargılamak değildi niyetim, sadece anlatmak istiyordum”.


Makale ve Analizler - 2018

15

Kronolojik olarak,olayların başlangıcı Bulgaristan Yahudileri’nin İkinci Dünya Savaşı esnasında kurtarılması ile başlar. Ancak romanın en merkez noktası ve en ağır basan tarafı, Bulgaristan Türkleri ile ilgili olan kısmı, diyen Lyudmila Mindova bir çocuk hatırasını da paylaşıyor: “Türklerin isimlerini değiştirdikleri dönemde çok küçük olmamakla beraber çocuktum. Romanda da anlattığım şekilde bir gün sınıfımıza öğretmen girdi ve bugünden sonra sınıf arkadaşınız Alişin adı artık Aliş değil dedi. Bu hatıra sürekli bende kaldı ve beni rahatsız etti, taa ki bu kitabı yazana kadar”. “Türkler isimlerini geri aldı tabii ki daha sonra. Ancak bu Türklerin büyük kısmı hiç geri dönmedi. Yahudilerin de dönmediği gibi. Bulgarların da dönmüyor oldukları gibi. Dahası da var. Gitmeye devam ediyorlar. Ne zamana kadar böyle devam edecek ki bu durum?” Sibel Mustafa’nın “İsme Dair Bir Roman” kitabının yazarı Lyudmila Mindova ile yaptığı söyleşiyi ekli ses dosyasından dinleyebilirsiniz.

Profesörler Hükümeti

Musa Vatansever-05.Mayıs.2018

Konu: Siyasi sistem değişikliği önerilerinden biri Cuma gün (4 Mayıs 2018) Bulgar siyasi tarihinde çok ilginç bir olay yaşandı. Siyasi partilerin kaydını yapan Tescil Ajansı, Birinci GERB - Boyko Borisov hükümetinde Kültür Bakanlığı yapan, halen Arkeoloji Müzesi olarak kullanılan, Sofya merkezindeki “Büyük Cami”yi yönetim merkezi olarak kullanan Prof. Bojidar Dimitrov’un girişimiyle tescil ettirilmek istenen, “Hak Kubrat Bulgar Partiler Üstü Birlik” partisini tescil etmedi. Ajansın gerekçesinde şunları okuyoruz: “Anayasanın 1. Maddesine göre, Bulgaristan bir Parlamenter Cumhuriyettir ve değiştirilemez.” Bu konudaki endişede, anayasamızın birinci maddesinin kaldırılmasıyla hukuk devleti ilkesi de kaldırılacak, çünkü parti kurucuları olan Bulgar Profesörler, siyasi sistem değişikliğine giderek, bir cumhurbaşkanı düzeni kurmak istiyorlar. Bu istek 6 Kasım 2016 tarihinde Cumhurbaşkanı seçimiyle birlikte yapılan ve 2 milyon 500 bin seçmenin oyunu verdiği Halk Oylaması (referandum) isteklerinden birisi de “sistem değişikliği” olmuştu. Mecliste


16

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

görüşülmeyen ve 500 imzadan ötürü yaslara takılan halk oylaması sonuçlarında 1990’dan beri parti listelerine göre yapılan seçimlerin , bundan sonra halkın önerdiği kişilerin seçilmesiyle gerçekleştirilmesi yani çoğulcu sistem tarihe bırakılıp majoriter sisteme geçilerek yapılması istenmiş ve referandumda seçmen tarafından onaylanmıştı. Profesörlerin 7 maddelik parti programında, siyasi sistem değişikliğinde siyasi partilerin devreden kaldırılması, 240 kişilik meclisin dağıtılması, Cumhurbaşkanının göstereceği “iş yapacak - uzman” kişilerden 100 milletvekilli yeni halk meclisi seçilmesi ve parlamento dışı kadrolardan Profesörler Hükümeti kurulması öneriliyor. Partinin kaydını yapmayan Ajans, “Başkanlık Cumhuriyeti isteyenler, darbe yapmak istiyor” dedi. Böyle bir niyetleri olmadığını kanıtlamaya çalışırken, Prof. B. Dimitrov, “9 Haziran 1923’te Bulgaristan’da gerçekleştirilen askeri darbenin bir avuç subay tarafından yapıldığını” hatırlattı. (1923’te Bulgar Ordusu, bugünkü ordudan daha küçüktü, askeri darbe yaparak Aleksandır Stanboliyski’nin seçimle işbaşına gelen yasal Çiftçi Partisi hükümetini devirmiş ve Başbakan Stanboliyski öldürmüştü.) Hedefinde askeri darbe yapmak olmayan, fakat Bulgaristan’ın siyasi sorunlarının çözülmesi için siyasi parti gibi çalışarak, seçimlere katılmayı da istemeyen, bu siyasi birlikin Cumhurbaşkanlığı kanadı altında bir sivil toplum örgütü şeklinde örgütlenip çalışarak ülke problemlerini çözmek istemesi kamuoyunda yorumlanıyor. Bulgar toplumunu yakından ilgilendiren bu siyasi gelişmeler, özellikle siyasi sistem değişikliği, Cumhurbaşkanı Rumen Radev ile Başbakan Boyko Borisov ve diğer GERB yöneticileri ve bilhassa GERB meclis grubu arasında kızışan ve karşılıklı tahammülsüzlük aşamasına tırmanan zıtlaşmanın bir sonucudur. 2009’dan beri iktidarda bulunan ve yeni bir seçim olsa yine en fazla oy alacağından emin olan GERB partisini “yosuzlukla” itham eden ve rüşvet olaylarının görülebilmesi için daha fazla “ışık” isteyen Cumhurbaşkanı Radev, Avrupa Birliği’nin Sofya dönem toplantılarına karşın, değişiklikler yapılmasında ve şeffaflıkta ısrar ediyor. Prof. B. Dimitrov’un konuyla ilgili demecinden: “Bulgaristan’da parlamenter demokrasi dumura uğradı. (kuruyup hareketsizleşti) Bizim hareketimiz ‘partiler üstü’ bir eylemdir. Gerekirse bütün Anayasa değiştirilir. Anayasa daha önce de değiştirilmişti. Gerektiğinde halk


Makale ve Analizler - 2018

17

oylaması d bu arada, her şey yapabiliriz. Biz demokrat bilim adamlarıyız. Biz hukuk devletinden yanayız. Hukukun üstünlüğü sağlanmalıdır.” Bulgar elektronik medyası siyasi sistem değişikliği olayını yakından izledi. “Fakti.bg” şöyle yazdı: “Bulgar halkının çoğunluğu değişiklikler istiyor. İstenen “kurtarıcının” değişmesi değil, yönetim biçimi değişmelidir. Ülkenin Cumhurbaşkanı tarafından yönetilmesine karşı olan birilerini bulmak zor oldu.” İnisiyatif sahibi B. Dimitrov, “bazı siyasi partiler bize katılmak istediklerin açıkladı. GERB lideri Borisov ile Sosyalistlerin öncüsü Bayan Ninova’yı da davet etmek istiyorum” dedi ne niyet açıklamasını şu şekilde yaptı: “Biz meclise girmek istemiyoruz. Cumhurbaşkanı seçimine katılacağız, Profesörler arasından seçim yaparak Bakanları ve hükümet başkanını o seçecek ve atayacak. Milletvekilleri yönetime katılmayacak. İşleri yasaları onaylamak olacaktır. “Hak Kubrat Bulgar Partiler Üstü Birlik” partisi programında belediye başkanları, muhtarlar ve milletvekillerinin sayısı azalacak. Yürütme, yasama ve yargı üzerindeki kontrol Cumhurbaşkanına geçecek. Bu yeni siyasi sistem içinde, Biz Bulgaristan Türkleri, sefil azınlıklar, dış ülkelerdeki 3 milyon gurbetçi emekçi, bugün haksız hukuksuz olan ve sefalet çizgisi altında yaşamak zorunda olan bir milyondan fazla yurttaşın hali ve kaderi ne olacak? Hangi reformlar yapılacak? Hangi işlere öncelik verilecek asla belli değil! Gazetelerin yazdığına göre, bu siyasi hareketlenmenin akıl hocası, Cumhurbaşkanı Rumen Radev’in siyasi danışmanlarından biri olan, BSP milletvekili ve meclis kürsüsünden “Bulgaristan vatandaşlarının % 80’nı “debil” - güçsüz ve yetersiz”, % 40’ı okuma yazma bilmiyor, % 60’ı da okuduğunu anlamıyor, diyen Prof. İvo Hristov’tur. Prof. İvo Hristov’un eşi, av. Bayan Hristova, 1990’lı yıllarda MULTİGRUP Holding hukukçularından biriydi ve memleketin soyularak yüz üstü kapanmasını hukuka uyduran kanun bozanlardan biridir. Olay MULTİGRUP’a uzandığına göre, “Saray” bekçilerine de uzanır, anlamına gelir ki, komünist totaliter sistem hayaletinin ömrünü uzatmak için düşünülmüş olabilir. Biz Türklerden işe yarayacak Profesör olmadığına göre, görüldüğü üzere, biz siyasi sitemin, yürütme ve yargının dışında kalacağız. Kısacası şimdilik değişen bir şey olmasa da genel huzursuzluk ve arayışlar devam ediyor. Bu gelişmeerin hepsinin kökleri kulislere uzandığına göre ve halen Bulgaristan’daki 300 Profesörün herhangi bir işe yön verecek bir şeyler icat etmediğine göre, bu defa da olayın özünde “verin bir süre de biz yiyelim” olabilir. Gelişmeleri dikkatle izliyoruz. Bizi okumaya devam ediniz.


18

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgar Ordusu 140 Yaşında

Şakir Arslantaş-06.Mayıs.2018

Konu: Askeri nümayişin yönü değişti 6 Mayısta Bulgaristan’da “Kahramanlar Günü” (Aziz Georgi Günü) ve “Ordu Bayramı” kutlandı. 3 gün resmi tatil. Sofya’da yapılan askeri nümayişi TV’de izledim. Cumhurbaşkanı Rumen Radev katıldı. Kutlama konuşması yaptı. NATO’dan, ülkedeki US üslerinden söz etmedi. Resmi tribünde NATO ve US askeri güçlerinin temsilcileri yer almadı. Bulgar bayrağı Helikopterle taşındı, NATO ve Avrupa Birliği bayrakları yoktu. Dikkati çeken başka bir özellik de şu oldu: Başbakan Boyko Borisov, GERB partisi meclis grubu başkanı, partinin ikinci adamı Tsetan Tsetanov, Başbakan yardımcısı aşırı milliyetçi Valeri Stoyanov, Rusçu “Ataka” partisi lideri Valen Siderov, Bulgaristan’ın NATO askeri paktından çıkmasında ısrar eden “Volya” partisi başkanı ve halk meclisi başkan yardımcısı Veselin Mareşki törene katılmadılar. Hıristiyan dini resmi temsilcileri dışında, öteki dinlerden temsilciler, parlamento içi ve dışı siyasi partilerden Hak ve Özgürlükler Hareketisi’nden (DPS - HÖH), Demokrasi İçin Sorumluluk, Hoşgörü ve Özgürlük (DOST) partisinden ve Hürriyet ve Şeref Halk Partisi’nden (HŞHP) sivil toplum örgütlerinden temsilci katılmadı. Askeri nümayişe 5 bin 500 asker ve subay, askeri araçlar katıldı. Zırhlı birlikleri 1970’lı yıllarda üretilen “T-72” tankı temsil etti. Yerli yapım, karada ve suda giden zırhlı araçlara 15 km menzilli havan topları ile donatılmış araçlar geçti. Varşova Paktı yıllarında Bulgar halk Ordusuna verilen “M-17” tipi 3 helikopter, bir kaç “Spartan” - askeri ve sivil nakliyat uçağı, 3 adet zırhlı CU-24 savaşçı uçağı ve 3 adet MİG - 29 jet uçağı uçtu. Roket Birliği 75 km menzili değişik füze tipleri ve C-300 savunma sisteminin 6 hedefe birden ateş edebilen modernleştirilmiş varyasyonu gösterildi. Sofya’yı savunan uçak savar sistemlerine özel vurgulama yapıldı. Genelde tüm teknik donatım 1978’yılı Varşova Paktı olanaklarını anımsattı. Sofya askeri nümayişinde gösterilen silahların tümü 1990 öncesi Sovyet yapımıydı. Bu silahların tümü Amerikan emperyalizmi ve NATO’dan savunma için imal edilmiştir. Ve bugün NATO üye olan Bulgaristan’ın bu silahlarla kendini Rusya’dan nasıl kollayacağından söz eden olmadı. Yorum yapılmadı. Daha


Makale ve Analizler - 2018

19

önceki yıllarda yani 139 yıldan beri, hep Rus ya da Alman silahlarıyla donatılmış olan Bulgar Orduları hep Kuzeyden Güneye yürüdü, akın etti ya da gövde gösterisi yapıyordu. 1912 Birinci Balkan Savaşı, 1913 Makedonya saldırı akını yaşandı. Silahlı kuvvetler 1913’te Batı Rodoplar’da Pomak köylerine saldırdı. Cami yıktı, isim ve din değiştirdi, kan akıttı. 1984 Aralığında küçük Türkan kıza ateş açıp öldüren bir Bulgar askeriydi. 1985 Şubatında karlı kışlı bir gecede Sliven’in Yablanova köyüne saldıran tanklar Türkleri zincirleri altında ezerek öldürdü. Öldürenler ortada fakat hakim karşısına çıkan yok... Bu yaralar açıktır. Bayram yerinde Müslüman ve Türk yoktu. Sofya’da yapılan 2018 askeri gösterisinde birden bire yönde değişti. Askeri nümayiş şimdiye kadar hep Kuzey’den Güney’e yürürken, bu defa Güney’den Kuzey yürüdü. Askeri uçaklar Filibe (Plovdiv) askeri hava alanından uçtular ve Sofya semasından Kuzey’e gittiler. Helikopterler de kuzey yönde uçtular. “Düşman Kuzey’de mi?” sorusu belirdi. “Kahramanlık Günü” olarak yapılan yorumlarda hep Bulgar Çar Ordusu’nun Edirne Zaferi anlatıldı. Saldırı seferinin durdurulduğu Çatalca Çarpışmaları için de, Başkanların, Avrupa’nın ve dünyanın en kıskanç milletlerinden biri olan Bulgarların cömertliği için de şöyle propaganda yapıldı: 1912’de Bulgar askerleri Çatalca’ya yaklaştıklarında ve İstanbul minarelerini gördüklerini Genel Kurmaya haber edince, Bulgar hükümeti Rus Çatı II. Nikolay’a bir gizi mektup gönderdi. 100 yıl sonra bu mektup açıklandı. Mektupta, “biz İstanbul’u işgal ediyoruz, 1877 - 1878 Savaşında siz bizi kurtardınız. “Ödeşmek umuduyla şehri Size hediye etmek istiyoruz. Lütfen kabul edin!” deniyordu. Hurda askeri araçlarla gövde gösterisi yaparken, Bulgar ruhunu yükseltmek ve hortlamış tutmak için “şanlı” tarihten sayfalar açıp cömertlik salyaları hatırlatmak, bu defa gerçekten de gülünç oldu. Tarihten bir şey hatırlatılacaksa, 970’te İlk Bulgar Başkenti Preslav’ın Ruslar tarafından işgal edildiğini, bir yıl sonra 971’de Bizans İmparatoru tarafından ateşe verildiğini ve küllerinin derelere savrulduğu, hatırlatmak iyi olurdu. Çok okunan Bulgar Tarihçilerinden Stoyan Dinkov eserlerinde, 14. Yüzyılda Osmanlıya katılamazdan önce, Bulgar emirliklerinin kavgalı ve zayıflamış olduğunu, Sırpların ve Bızans’ın onları eritip yok etmeye hazırlandığını ve Bulgar kimliğinin ve kültürünün Osmanlı devrinde korunduğunu ve geliştiğini, yazıyor. Şu unutulmamalıdır ki Bulgar Ordusu’nun Rusya işgalci saldırılarına karşı Birinci Dünya Savaşı’nda (1918) verdiği silahlı çarpışmalarda yardım aldığı tek


20

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ülke Türkiye olmuştur. O zaman ilk kez olmak üzere Bulgar ve Türk şehit askerlerinin abidesi, Tutrakan’da dikilmişti. Tarih hiçbir şeyi unutmaz. Bulgarlar daha ilk devletlerini kurmadan, Kan Kubrat onları Kafkasya’dan toplayıp Hun Atilla ve Avarlar’dan kalan Batı Hun topraklarına yerleştirip Büyük Bulgar devletini ilan etikten sonra, Atilla’nın 9. Kuşak torunu olan Han Asparuh, Bizans’tan Tuna kıyısında rahat edecek bir toprak parçası talep etmiştir. Bulgaristan’a böyle gelmiştir. Ne ki, 6 Mayısta “kahramanlık günü” kutlayan Bulgarlar, 671’de Kan Asparuh’un Tuna’ya gelişinden bugüne hep Boğazlara baktı ve heveslendi. 1300 yıllık bir tarihte o zaman Konstantinapol’e saldırı hazırlıkları görülürken, savaş, yenilgi ve zafer umutları ve hayal kırıklıklarıyla geçmiştir. Bugün de Bulgar evlerindeki el işi işlemelerde minyatürlerde ya Han Krum’un Bizans Kralı I. Nikifor’un (811) kafatasından şarap içtiğini; başka bir minyatürde Bulgarların vaftiz edilişini (863), ya da 917’de Büyük Çar I. Semeyon emrindeki Bulgar ordusunun Bizanslı Foka’yı yendiğini anlatan çerçeveli işlemelere rastlarsınız. Yine evlerdeki oyma resimlerde Bulgar Haa, Prens ve Çarlarını da görebiliriz. Fakat Hıristiyanlığı kabul etmeyen, Tengri dinini Hıristiyanlığa değiştirmeyen ve ayaklanan 52 Bulgar zengininin 9 kuşak yakınlarının yok edilişi, Bizanslıların bugünkü Küstendi (Velbaş) 1104 Savaşında 15 bin Bulgar askerin binde birini tek gözlü bırakmak şartıyla hepsini kör edişini anımsatan ve genç kuşakları ibret almaya zorlayan hiçbir hatıra yaşatılmaz. Bu tespitler Osmanlı devri için de geçeridir. 300 yıl huzur içinde, hoşgörü ve iyi komşuluk ortamında yaşananlar devlet eliyle unutturulurken, birçok olay da çarptırıldı. Okul kitaplarında 1876 Batak olaylarını “yaşatan” Leh ressamın tablosu tamamen uydurmadır. Artık Bulgar gerçekçi tarihçilerin de yazdığı gibi, Batak olaylarına hiçbir yerli Türk katılmamıştır. Şehir Müzesinde üst üste yığılmış kafatasları etraf köy kabirlerinden toplanmıştır. Aynı yılın Nisan ayında evlerini yakan Bulgarlara Sofya’da ki İngiliz Konsolosluğu tarafından para ödendiği gerçeği gizlenmiş ve tarih çarpıtılmıştır. 6 Mayıs günü Sofya’da Bulgar Ordu Bayraklarını takdim eden, onlara kutsiyet veren papazlar tarihin neden arınması gerektiğinin farkında mı acaba!? Bir ülkede yaşayanların yarısı silah taşıma, barış kahramanı olma ya da şehit olsalar bile mezar taşı hakkı olmayanlar listesinde olduğu için, öteki yarısının da kahraman olma ve kutsanma hakkı olmamalıdır. Bütün halk tarafından sevilip sayılmayan kahramanlar, kahraman değildir! Okuduğunuz için teşekkürler.


Makale ve Analizler - 2018

21

Bulgaristan’nın Radyo Tarihi

BG-SAM-08.Mayıs.2018

“Alo, Alo! Sofya Radyosu!” sözleri, 1929 yılının sonunda Bulgar radyo yayınında duyulan ilk sözlerdir. Bu sözler, Sofya’daki Askeri Mühendis Atölyesi’nin avlusunda Georgi Vılkov tarafından basit bir mikrofon önünde söylendi. Vılkov, eğitimini Almanya’da görmüş yüksek kalifiyeli bir teknisyendir. Kendisi, yayın için kullanılan vericiyi tek başına yapmıştır. Bugün Georgi Vılkov’un böyle bir mikrofon önünde durduğu fotoğraf ve bu mikrofonun bir örneği, Sofya Üniversitesi’nin Gazetecilik Fakültesi’nin Radyo Tarihi Müzesi’nde görülebiliyor. Bulgaristan Milli Radyosu’nun Altın Fonu’nun uzun yıllık müdürü Zahari Milenkov tarafından yirmi yıl önce kurulan ve daha sonra bağışlarla geliştirilen teşhirde farklı yıllardan radyo cihazları, antenler, mikrofonlar, nadir ses ve yazı belgeleri, Bulgar İlk Bulgarca yayınında radyosunun bütün gelişimini belgeleyen fotoğrafkullanılan mikrofon lar içeriliyor.Müze küratörleri Zahari Milenkov ve I. Mühendis grubunun “Bulgaristan Radyosu”nda uzun yıllık müzik edi“Vatan radyosu” törü Antoaneta Radoslavova, müzede her eşyanın vericisinin cihazı kendi tarihi olduğunu paylaşıyor. Zahari Milenkov, Bulgar Radyosu’nun ilk adımlarını anlatarak şunları söylüyor: “Radyo hayranları ve aydınlar, Bulgar Radyosu olmasını isterdi. Onların başında bulunan Prof. Asen Zlatarov, “Yabancı radyoyu dinlememek için bizlere bir an önce “Rodno Radio” gereklidir” diye iddia etti. 1927 tarihli ilk Radyo Yasası’nda radyonun devletin tekeli olduğu deniliyor. “Ancak eğer devletin, tek başına radyo yapma imkânı olmazsa, bunu Bulgaristan vatandaşlarına imtiyaza verebiliyor. Asen Zlatarov’un başını çektiği aydınlar Zahari Milenkov Altın grubu, bu imkandan faydalandı.” fonu’nun ilk restorrasyon Radyo hayranları, ilk denemelerini mesai sa- odasında. Günümüzde atlerinden sonra Mühendis Atölyesi’nin aynı avlu- Antoaneta Radoslavova ile birlikte. sunda yaptı. Çalışmaları başarılı olduğu için dev-


22

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

let, onlara yardım etmeye karar veriyor ve onlara Benkovski 3 No’lu sokağında birkaç odalı küçük bir bina verdi. Orada radyo severler, “Rodno Radio” birliğinde her iki günde bir ikişer saat süren ve Sofya birkaç köyde duyulabilen bir program yapmaya başladı. Georgi Vılkov, bütün Bulgaristan’ın nüfusuna ulaşabilmek üzere daha güçlü bir vericinin yaratılması üzerinde yoğun olarak çalışıyor, ancak bunu başaramadı. Vatan radyosunun ilk binası. Zahari Milenkov, sözlerine devamla şunları anlatıyor: “Sonunda Georgi Vılkov, işten çıkarıldı, Georgi M. Georgiev ve aralarında Mehmet Refik adında bir Türk prensinin de bulunduğu birkaç diğer mühendis daha güçlü bir verici yapmakla görevlendirildi.” Mehmet Refik, eğitimini Viyana’da tamamladı, Bulgaristan’a ses kaydı alanında çalışmak üzere geldi, ancak radyo hayranlarının çalışmalarıyla ilgilenerek ikinci daha güçlü vericinin yapılMühendis Georgi M. masına katıldı. iki hafta süren çabalardan sonra yeni Georgiev. Mehmed verici hazırdı. Refik(solda) ve Zahari Milenkov, şunları da belirtiyor: “Bulgar “Vatan radyosu” Birliği radyosunun diğer bir özelliği, devlet değil, kamu Başkanı mühendis Marin radyosu olarak başladığıdır. Bir arkadaşına mekMarinov. tubunda Asen Zlatarov, radyo lambaları için mülkünün bir kısmı karşılığında bahir parası aldığını paylaşıyor. Dört yıl içinde “Rodno Radyo” birliği, çalışmaları çok kadar arttığı için Moskovska 19 No’lu sokağında büyük bir binanın ikinci katına taşındı.” Zahari Milenkov sözlerine devamla şunları da açıklıyor: “19 Mayıs 1934 yılında Bulgaristan’da darbe yapıldı. Ancak bu darbenin Bulgar Radyosu için olumlu rolü oldu. Halk Meclisi, partiler ve gazeteleri kaldırıldı. Yeni iktidarın kullanabildiği tek organ, radyodur. İktidardakiler, radyonun devletleştirilmesi gerektiğini biliyordu. Ocak 1935 yılında kamu radyosunun maddi bazı devletleştirildi ve Petır Petrov ve Petır “Sofya Radyosu” kuruldu.” Miluşev Philips EL 3530 marka teyp ile.


Makale ve Analizler - 2018

23

Radyonun başına lakabı Sirak Skitnik olan Panayot Todorov Hristov geçti. 1936 yılında Sirak Skitnik, radyoda yabancı dilde yayınlar da başlattı. Böylece Bulgaristan’dan haberler, yabancı ülkelere ana dillerinde ulaşabiliyordu.

Çiprovtsi Kiliminin Zengin Tarihi Festivalde Sergileniyor

BG-SAM-08.Mayıs.2018

Üç yüz yılı aşkın bir süre önce, bilgin Petar Bogdan, Çiprovtsi’yi “Bulgaristan’ın çiçeği” olarak adlandırdı, çünkü doğanın en nazik canlıları, renkleri sayesinde harika Çiprovtsi kilimlerinde hayat buluyorlardı. Ve bugün, dağ kasabasındaki ustaların güzel ürünleri, Avrupa müzeleri ve dünyanın her yerinde sevenlerinin evlerini süslüyor. Fakat maalesef, halı tezgahının sessiz kalacağı ve kilim dokuma zanaatının yok olacağı gün uzak değil. Çiprovtsi kilimi nasıl dokunur - ipliğin yıkanma aşamasından, tezgaha yerleştirilmesine ve kilimin oluşmasına kadarki aşamaları, aynı adı taşıyan kasabada, 5 ve 6 Mayıs’ta düzenlenecek olan “Çiprovtsi Kilim Festivali”nde ziyaretçilerin görme imkanı olacak. Örtü üzerine figür dokuma ve Çiprovtsi kilimleri açık hava sergisi de programdaki diğer ilginç etkinlikler arasında. Çiprovtsi Tarih Müzesi Müdürü Anita Komitska: “Ulusal Sanat Akademisi öğrencileri, Çiprovtsi kilim motiflerini içeren kıyafetleriyle gösteri düzenleyecekler. Ayrıca meydanda kilim motifleri kullanarak, farklı şekilde hayatta kalabileceğini ve onları unutmamamız gerektiğini gösteren kilimler, hediyelik eşyalar ve geleneksel el sanatları ürünleri


24

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) satılacaktır. Festivalin ilk gününde, İranlı yönetmen Djavad Daneshvar ve operatör Petar Petrov tarafından hazırlanan, Çiprovtsi kilimi hakkında bir film yayınlayacağız. Bu şekilde, Doğu’nun kilimleriyle benzerliklere bakacağız. Dahası, bu kumaş için kullandığımız ke-

lime İran’dan gelmektedir ” diye anlatıyor. İlk Çiprovtsi halıları 17. yüzyılda dokundu, el sanatları ise Rönesans (18. ve 19. yüzyıl) döneminde gelişti. “Etnolojimizde Çiprovtsi kilimciliğinin başlangıcı ile ilgili iki görüş var” diyor Anita Komitska. “Daha önce fikir, Çiprovtsi halkının 1688’deki Çiprovtsi ayaklanmasından sonra, Pirot yakınlarındaki köylere kaçarak, halı dokuma yeteneğini orada öğrendikleri yönündeydi. Ancak bu tez giderek güç kaybetmekte, çünkü bugün Bulgaristan Doğu ve Bulgaristan Batı halıcılığından bahsediyoruz. Doğu -bunlar Kotel kilimleri olup, batıdakiler ise- Çiprovtsi, Pirot, Prilepe, Selanik, Dimitrovgrad (Tsaribrod), Samokov’da dikey bir dokuma tezgahında dokunan kilimlerdir ve kendine özgü imalat, süsleme Pirot, karakaçka ve ve renk özelliğine sahiptirler. Ancak, Çiprovtsi kibakamski kilimi. liminin Pirot kiliminden alındığını iddia edemeyiz, çünkü en eski modelleri - “karakaçka” deseni ve “bakamski” tipi kilim, 17. yüzyıldan beri dokunmakta ve Pirot’ta görülmemektedir. Bu yüzden daha çok yakın merkezlerin gelişmesi ve modellerin ve ana motiflerin birbirine karşılıklı olarak etki ettiğini söyleyebiliriz.” diyor Anita Komitska. Ha birkaç yüzyıl önce ha bugün, ruhunu, kalbini ve düşüncelerini kilim yaratmaya harcayan, tezgahın arkasındaki her kadın, usta olarak adlandırılabilir, diye ekliyor müzenin müdürü ve Çiprovtsi halısının yüzyıllar boyunca nasıl değiştiğini hatırlatıyor. “En eski dokuma döneminde, daha iddiasız ve soluk tonlar kullanılıyordu -toprak rengi ve mavi gibi. Bu renkler doğal boyalarla elde edilirken sadece renk dayanıklılığı değil, aynı zamanda yumuşaklık da sağlıyor. Bu kilimler


Makale ve Analizler - 2018

25

temel bir alan ve geometrik motifler ile karakterize edilir. İkinci aşamaya “dekoratif” denir, çünkü Çiprovtsi kilimleri daha fazla renk ve motifle zenginleştirilir - hayat ağacı, ilkbahar ve sonbahar asmaları, dalların üzerindeki kuşlar ve birçok antik sembol görülür. 20. yüzyılın başları ise, küçük ve düzenli olarak tekrar eden motiflerle, halıcılığın gelişiminde süslenme dönemine yol açmıştır. Ayrıca kimyasal boya kullanımından dolayı, kilimler daha parlak renktedir. Bu halılar günümüzde de dokunmaya devam etmektedir ” diyor Komitska. Hayat ağacı, ilkbahar bağı ve sonbahar bağı. Ancak, bu zamanla daha nadir hale gelmekte ve gelenek giderek yok olmakta, diyerek kabul ediyor Anita Komitska. Ancak, Bulgarların er ya da geç sadece güzelliğinden dolayı değil, aynı zamanda iyilik ve refah gibi birçok sembole sahip Hayat ağacı, ilkbahar bağı ve sonbahar bağı. olduğu için, Çiprovtsi kiliminin zenginliğini takdir edeceklerini umuyor.

Rus İstasyon Şefi DPS - HÖH Otelinde Konakladı

İbrahim Soytürk-07.05.2018

Konu: Kalıpları ustalar yapar. Rusya’da, Başkan Vladimir Putin ekibinin Bulgaristan siyaseti başuzmanı General Leonid Reşetnikov 26 Nisandan beri Rodop Dağlarının göbeğinde Smolyan’ın Devin Belediyesinde bulunan “Orfey” otelinde özel konuk olarak ağırlanıyor. Bu otel Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS - HÖH) fahri başkanı Ahmet Doğan’ın özel mülkünde ve kişisel ihtiyaçları ve özel gizli konuklar için kapı açan, ocak yakan, çevirme kızartan ve gece boyu şarkı türkü ve göbek dansları arasız devam eden bir tesistir. İçmekten hararet yapanlar için özel ha-


26

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

vuzu, içince masaj yaptırmadan uyuyamayanlar için spa merkezi, Rus hamamı ve daha saymakla bitmeyecek kadar çok hizmetiyle ünlüdür. Moskova’dan gelen konuk Kral Katında ve Kral Odasında kalıyor. Hususi hizmetlere 24 saat ara verilmiyor, siyah Jeep’lerle gelen ziyaretçilerin de biri giderken, yenileri geliyor. Artık bir emekli general olan Bay Reşetnikov, Bulgaristan’la çalışmak ve Bulgaristan siyasetinin satranç tahtasını dizmek ve kimin galip geleceğini belirlemek için özel eğitilmiş bir diplomat, siyasetçi, danışman ve Stratejik Araştırma Merkezi Başkanıdır. KGB’de görevli olarak Bulgaristan’da İstasyon Şefliği yapmıştır. Raşetnikov’un Bulgaristan’a ilgisi daha lise çağında başlamış, “Kliment Ohridski” Sofya Üniversitesi’nde tarih, siyaset ve felsefe okurken derinleşmiş ve üniversiteli yıllarda tanıdığı Ahmet İsmailov gibi şahıslarla zenginleşirken daha sonra aynı kişi onun için stratejik önem kazanmıştır. Üniversite yılları arkadaşı, Pazarjık hapishanesinde yüzyılın emsali olmayan hainliği için eğitim alırken, İngilizce ve Rus dili kursları görürken, Sovyetler Birliği’nin Sofya Büyükelçiliğinde diplomatik göreve başlayan V. Raşetnikov, Rodop Dağları’nın başka bir cennetinde, Paşmaklı (Smolyan) gölleri yakınındaki çam ormanlarının en sık olduğu bir korunun içine gömülmüş olan Rus Diplomatları Dağ Evini sık sık ziyaret ediyordu. Camları perdeli siyah “Volga” araba ile Dağ Evine giderken o, Pazarcık Hapishanesinden sahte “mahkûm” Ahmet İsmailov’u alıyor ve Rodopların serinliğinde votka kokteyli karıştırarak gelecek planları yapıyorlardı. Burası bir av köşkü değildi. Daha sonraki yıllarda Ruslar buraya bir rasathane yaptılar. Burası geleceği planlama ve görebilme yeriydi. Özel olarak seçilmişti. Topluma yıldızlara bakar gibi bakıyorlar ve kimseyi rahatsız etmeden gizli tuzakları nasıl kuracaklarını tartışıyorlardı. Açılan ve tartışılan konu hep Bulgaristan Türkleri ve Müslümanlarının geleceğine ilişkindi. Türklerin içerideki aydınlarını adlarıyla biliyorlar, kimden ne isteyeceklerini de biliyorlar, kiminle çalışılabilir, kime güvenilebilir, hangisinin ne ihtiyacı var konularını işliyorlardı. Rus diplomat, görüşmelerde aynı konuyu açıp kapıyor, isim değiştirme, din yasaklama, kültürel dokunun değiştirilmesi gibi işleri önemsemiyor ve sanki onay vermiyordu. Her defasında Çariçe Ekelerine (1725) tarafından İslam’a ve Müslümanlara karşı geliştirilen Panslavizm teori ve siyasetine getiriyordu. Rusya, Küçük Kaynarca Antlaşmasından (1773) sonra, son hedefinde Osmanlıyı etnik ve milliyetler damarından çatlatıp parçalamayı hedeflerken, milliyetçiliği körüklemiş, başarılı olmuş ve Osmanlı devletine saldırı zemini yaratmak için isyanlar


Makale ve Analizler - 2018

27

kışkırtmayı başarmıştı. İnsanların ve toplulukların kafasını karıştırma konusunda Rusların geliştirdiği teoriler ve yöntemler hep etkili olmuştu. Raşetnikov, bu dağ evi görüşmelerinde kendisini, 1870 yıllarında Odesa, Kiev, Kişinev, Harkov okul, din okulu ve üniversitelerinde Bulgar asi, komitacı eğitip yetiştiren, öğretmenlerden birinin yerine koyuyordu. O zaman bu eğitim merkezlerinde Osmanlı devletine, Müslümanlara ve Türklere karşı savaşacak, konakları ve sarayları yakacak, çılgın haydutlar yetiştiriliyor, silahlandırılıyor, ellerine para verip Tuna buzlandığında Bulgaristan’a gönderiliyorlardı. Şimdi bu dağ evinde eğitilen kişi Türklere ve Müslümanlara, onların bilinçlenmesine ve örgütlenmesine karşı, eğitimsiz, işsiz, aç susuz, sefil kalmaları için çalışacaktı. 1985’te isimleri değiştirilen Türkler sabırla susuyor, asla teslim olmuyor ve aslını söylemek gerekirse ruhsal dokuları oluşmuş ve bir ayaklanma şeklinde büyük bir patlamaya hazırlanıyorlardı. Moskova’da yapılan analizlerden çıkan sonuçlarda, sosyalizm çöktüğünde Bulgarların Ruslarla beraber olmayı istemeyeceği, toplumun parçalanacağı ve yeni durumda bir denge sağlayacak topluluk ve siyasi güç oluşturulması, Rusya’nın Bulgaristan ve Balkanlardaki çıkarlarının korunması gerekeceği sonucuna varılmıştı. Genel kanıda Bulgarların iyilikten anlamaz, minnettarlık duygusunu yitirmiş oldukları ağır basmaya başlamıştı. Üniversitelere ödev verilmiş, tarihte Bulgar ırkının kırılma noktaları üzerinde daha derin psikolojik çalışmalar yapılması istenmişti. Raşetnikov, Bulgar ruhunu ancak Bulgar olmayan biri irdelerse gerçek ortaya çıkar fikrindeydi. Kendisi Bulgaristan’da yetişmiş, Rusçu Bulgar aydın katmanının oluşması için elinden geleni ardına koymamış, birçok öğrencinin Rusya yüksek okullarına gönderilmesine yardım etmiştir. Raşetnikov, votka kadehini kaldırırken, Ahmet’in komünistleri sevmediğini, Marksist-Leninist ideolojiye insan hakları konularında şüpheci ve eleştirel yaklaştığını, hatta Müslümanların istediği hak ve özgürlükler ile İnsan Hakları Direniş Örgütlerinin talep ettikleri arasında ne gibi farklar olduğunu biliyordu. Ahmet’in haberi olmasa da Bulgar devletine karşı başkaldırmaya hazır 28 illegal ve yarı gizli Türk direniş biriminin Batı radyolarından seslerinin duyulduğundan da haberdardı. Diplomatın vazifesi, hak ve özgürlük deresinde balık tutmak isteyen Türk direniş örgütlerine engel olmak değildi. O, onların tuttukları balıkların hepsini bir sepete toplatmak ve Ahmet’in yardımıyla balık dolu sepeti yani balıkların hepsini çalmaktı. Bu iş için eğitilen, istediği kadar ve en pahalısından votka içmesine olanak sağlanan bir Bulgar değil, kimliksiz bir kişiydi. Bulgar gizli servisi (DC)’ye bağlılık yemini etmiş olsa da, aynı duyguları Bulgar polisine ve askerine de beslediğini söylemek zordu. O hayatı, çileyi, parayı, sevgiyi ve nefreti soyutlayan biriydi.


28

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Soyut olanı nesnel bir köke beslemeyi de sevmiyordu. Bu işi kimlik sabi olan yerli Türklerle yapmak imkânsızdı. Çok çekmişlerdi. Ruhları dönmüştü. Bulgarlar Türklerin arasından 3 bin 16 kişiyi kazanabildiklerini, birçoklarını para karşılığı kullandıklarını, hatta 1985’ten sonra onlara çalışan imam ve hocalar olduğunu iddia ederken övünmeyi sevseler bile, Bulgarların 20. yüzyıl vahşetini iyi bilen ve yaşayan Türk hane ve soyların bu konudaki samimiyetine inanmıyordu. O, isim değiştirmenin Türk Ruhunu kırdığına, camileri kapatmanın onları dinsiz yaptığına, kasap dükkânında tavuk, koyun, sığır eti satılması yasaklansa, Türk tenceresinde domuz paçası kaynamayacağını iyi bilen ve bildiklerine inanan biriydi. Kazan, Taşkent, Semerkant ve diğer Sovyet Müslüman merkezlerinde bulunmuş, birçok Müslümanla birlikte bulunmuş, dostluk etmişti. Ahmet onun için kimliksiz biriydi, ne Bulgar, ne Türk, ne Tatar ne de Çingeneydi. Bu onun ten kokusundan vardı, bakışından da belliydi. O durumu anlıyor. Ajan olup ruhunu satmış bir kişiden, işe yarayan bir kimse olmayacağını bilmesine rağmen, Bulgaristan Türklerinin başına geçirilecek bir püsküllü fes biçip dikme işine ısrarla devam ediyordu. Bu çok zor bir işti. Bu kişi, Türkler ve Müslümanlara kendisini kabul ettirecek, isimlerini değiştiren ve kahraman kardeşlerinden 37’sini öldüren, 12 bin Türki süründüren Bulgarlarla iyi ilişki kuracak, her gün her saat bir dilenci gibi Bulgarlara el açacak şerefsiz bir kişi olacaktı. O, ancak pil takıldığında canlanacak ölü bir lider olacaktı. Raşetnikov, onun haylaz biri, avantadan içmeyi seven bir bohem olduğunu bilse de, Rodoplarda katır görünce hep onu düşünüyordu. O, bu katırın kıl hibelerine buğday, mısır, arpa, semerine odun yüklemek değil, onun sırtından ve aracılıyla kendi fikir ve planlarını Türklere ve Müslümanlara kabul ettirmek istiyordu. Katır devamı olmayacak tek tipti ve örnek olarak da uygundu. Formülü Moskova’da anlatmak ve kabul ettirmek zor olmuştu. Reşetnikov şimdiki ziyaretini Bulgaristan’daki Rusofil (Rusya’yı sevenler) örgütünün daveti üzerine gerçekleştiriyordu. Özellikle 1 Ocak 2018’de Avrupa Konseyi ve Avrupa Komisyonu’nun 6 aylık Sofya Dönem Toplantısı başlangıcından beri gelmemişti. 2016 gücünde Ahmet ve sosyalistlerle mükemmel bir operasyon yaparak, Türk ve Müslüman seçmeni kullanarak General Rumen Radev’ı Cumhurbaşkanı seçtirmişlerdi. Borisov da Moskova’nın yetiştirdiği bir kadroydu, fakat 3 defa Başbakan olunca kanatları büyümüş ve kendisi Doğu ile Batı arasında ana denge unsuru görmeye, Balkan ülkelerini NATO ve Avrupa Birliği kanadı altına almaya ve Balkan lideri olma gibi hülyalar görmeye başlamıştı. Cumhurbaşkanı Radev ile araları açık olduğu halde, Dünyayı Sofya’ya toplamayı heves etmiş ve çelişkileri derinleştiriyordu.


Makale ve Analizler - 2018

29

Gelişmeler öyle yönlenmiş ki, Bulgaristan, eski kıtadaki yeni yapılanmada, Avrupa merkez güçleri arasında yer almayı hayal etmeye başlamış ve bu gidişle AB ve NATO dışında kalabileceğini sanki göremiyordu ya da görmek istemiyor gibiydi. Ahmet Doğan’a yeni sürprizler getirmiş, eskiden olduğu gibi şimdi de boştan doluya, doludan boşa doldurup çözüm arayacaklardı. Türklerin GERB partisine kaymasından, Lütfi Mestan’ın da Türkçe konuştuğu için sürekli cezalandırılmasından, bir de Mestan’ın NATO ve Atlantik siyaseti konuşmaktan neden vaz geçtiğinden girdi konuya. Ahmet, Moskova için bunların önemli olduğunu düşünmemişti. Bu sene Devin’de bahar gecikmiş, otel bahçesindeki çiçekler yeni yeni açıyordu.

Bulgaristan’a Okkası 3 Kuruşa Satılan “Tarih”

BG-SAM-11.Mayıs.2018

Eski Osmanlı Arşivi Daire Başkanı İsmet Demir, bir bölümü kağıt hamuru yapılmak üzere 1931 yılında okkası 3 kuruşa Bulgaristan’a satılan Osmanlı arşivinin kopyalarının geri getirilmesinde önemli rol oynadı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Vakıf Haftası ve Restorasyonu Tamamlanan 250 Eserin 7 Bölgeden Canlı Bağlantılı Toplu Açılış Töreni”ndeki konuşmasında Osmanlı arşivlerinin okkası 3 kuruşa Bulgaristan’a satılmasını, birbirinden değerli belgelerin yer aldığı arşivin bugün Sofya Kütüphanesi’nin en nadide, en muteber eserlerini oluşturduğunu gündeme getirdi. Türkiye’nin 600 yıllık askeri, siyasi ve iktisadi belgeleri, 1931 yılında dönemin Maliye Bakanlığınca Latin alfabesine geçildiği, Osmanlı Türkçesi, Arapça ve Farsça yazılı belgelerin işlevini yitirdiği gerekçesi ve ayrıca gelir elde edilmesi amacıyla satışa çıkarıldı. Askeri, mali, siyasi, hukuki, edebi, denizcilik ve bilim tarihi ile ilgili yaklaşık 30-50 ton arası değerli belge, Sofya’da faaliyet gösteren Srnee Berger kağıt fabrikasının sahibi İsviçre Asıllı Ermeni Berger ailesi tarafından, İstanbul Deftarlığı


30

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Maliye Arşivi’nden kağıt hamuru yapılmak üzere satın alındı. Sultanahmet’teki Osmanlı Arşivi Binası’ndan balya balya sarılarak çıkarılan belgeler, vagonlara yüklenerek trenle Bulgaristan’a götürüldü. Arşiv belgeleri, hamur olmaktan kurtarıldı Arşivin satışından haberdar olan ilk kişi, Son Posta Gazetesi yazarı İbrahim Hakkı Konyalı oldu. Yaptığı haberlerle evrak satışının durdurulması için uğraşan Konyalı, bu girişiminde başarılı olamadı. Türk arşivciliğinin kurucusu Muallim Cevdet İnnaçalp, büyük bir hassasiyetle konunun üzerine giderek İstanbul milletvekili Halil Edhem Eldem vasıtasıyla Başbakan İsmet İnönü’ye ulaştı. Arşivin satışının durdurulması için Manisa Milletvekili Refik Şevket de TBMM’ye önerge verdi. Bu önerge üzerine genelge yayınlayarak arşivin satışı durduruldu. Türk basınının yoğun haberleri üzerine Bulgaristan Başkonsolosluğu’nda görevli Bulgar Panço Doref, Sofya’daki Srnee Berger fabrikası tarafından satın alınan kağıtların lüzumsuz kağıt değil, önemli Osmanlı belgeleri olduğunu kendi hükümetine bildirdi. Satılan belgelerin hurda kağıt değil, tarihi arşiv belgeleri olduğunun anlaşılması üzerine Bulgar hükümeti arşiv belgelerine, fabrikaya ulaşmadan Sofya Tren İstasyonu’nda el koydu. Bu sayede arşiv belgeleri, hamur olmaktan kurtarıldı. Bulgaristan bu sayede en büyük Osmanlı arşivlerinden birini kurmuş oldu. Belgelerin kopyaları, 62 yıl sonra Türkiye’de Bugün, Bulgaristan Milli Kütüphanesi Nadir Eser Departmanı’nda Osmanlı Devleti’ne ilişkin bir milyona yakın arşiv belgesi bulunuyor. Bunların büyük bir bölümü Osmanlı Türkçesi, geri kalanı ise Arapça ve Farsça belgeler. Kütüphanede 191 adet kadı sicili, 720 maliye, 405 tımar defteri bulunuyor. Ülkenin hafızası niteliğindeki bu arşivin Bulgaristan’da kalmasına gönlü razı olmayan Devlet Arşivleri Genel Müdürü İsmet Binark (1992 - 1997), Osmanlı Arşivi Daire Başkanı İsmet Demir ile harekete geçti. Yaklaşık bir yıl süren tarih operasyonu sonunda, belgelerin orijinalleri değilse de kopyaları 62 yıl sonra Osmanlı Arşivleri’ndeki yerini aldı. Arşiv dizaynıyla eksik belgeler tespit edildi Eski Osmanlı Arşivi Daire Başkanı İsmet Demir, 1992 - 1993 yıllarında gerçekleşen tarih operasyonunu, AA muhabirine anlattı. Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı’nda görev yaparken 150 kişilik bir personel ile arşivin dizaynını gerçekleştirmek için çalışmalara başladıklarını anlatan Demir,


Makale ve Analizler - 2018

31

dönemin Devlet Arşivleri Genel Müdürü İsmet Binark’ın Bulgaristan’a satılan belgelerin ve evrakların yeniden temini konusunu gündeme taşıdığını aktardı. Uzun bir çalışma sonunda mevcut Osmanlı belgelerindeki eksikleri, tarihi belgelerdeki kopuklukları tespit ettiklerini ifade eden Demir, bu kopukluğun tamamlanması için ilk önce mevcut evrakların tespitinin yapıldığını belirtti. “Belgeler ülkemize geri gelmemiş olsaydı...” Demir, Osmanlı Arşivleri’nin önemine ilişkin şunları söyledi: “Bir milletin, tarihini yeterince kavramadan, bilmeden ne milletinin ne vatanının kıymetini idrak etmesi mümkün değildir. Tarih, milletlerin dirilişinin kaynağıdır, vesikasıdır. O olmadan, millet tarihini bilmeden geleceğini koruması, muhafaza etmesi veya geliştirmesi mümkün değildir. Tarihi bilgi, insanların damarlarındaki kan kadar değer taşır. Dolayısıyla milletler o tarihi doğru olarak idrak ettiği sürece, devletini korumayı muhafaza etmeyi, geliştirmeyi, oradan aldıkları ilhamla kurarlar. Bu arşiv bizim kanımız kadar kıymetli. Bu belgeler ülkemize geri gelmemiş olsaydı, bacağı, kolu, beyni yok olmuş bir topluluk haline gelirdik.”

Reşetnikov Doğan Görüşmeleri

İbrahim Soytürk-12.Mayıs.2018

Konu: Yeni dengede Türkler dolgu mu olacak? Hain Ahmet’i Devin’e gece götürdüler. “Orfey”in parlayan ışıkları uzaktan göründü. Reşetnikov eski dostunu giriş bölümünde bekledi. Karşılamaya gelen Devin ve Barutin Belediye Başkanları ile sohbet etti. Konu HÖH’ün genç lideri Mustafa Karadayı etrafında döndü. Konuk, köylü oğlanı lider koltuğuna oturtanları uzaktan tanıyor, yakın planlarını bilmiyordu. O, Doğan’ı yetiştiren guro idi. 1996 Kırcaali konferansında Tüzük değişikliği ile Doğan’ın Osmanlı kalıtı sultanlık parçasını kiminle yöneteceği şahsen asla karışmamış, yalnızca Doğan’la ilgilenmişti. Onun tavrını belirleyen birkaç temel görüş vardı. Birisi, Sultanın güçlü olduğu dönemlerde Türklerin baş kaldırmadığı tarihsel gerçeğine dayanıyordu. İkincisinde, köylerine cami ya da cem evi bina eden ve kapılarını kayıtsız koşulsuz halka açanlara türbe yapıldığı, saygı duyulduğu gizliydi. Bunu bilenler, 1880’de Bulgaristan’dan dönerken Rus komutanlığının Sliven’in Abla-


32

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

novo (Yablanovo) köyüne tek katlı, minaresiz bir Allah Evi diktikleri ve Kazan (Kotel) yöresindeki 12 Türk köyü halkına bıraktıkları iyi biliyordu. Diplomatik çevrelerde katıldığı sohbetlerde ve Farsça kale alınmış Balkan Tarihi eserlerinde, Koca Balkan tepe yaylalarını vatan ve cennet bilen bu cesur insanların Büyük Süleyman’ın İran seferlerine isyanla celallenen alevi boylarından olduğu da tekrarlanarak anlatılıyordu. Rusların bu dağ Müslümanlarına cem evi bırakması, bu bakıma “biz sizin ardındayız” anlamını yıllarca taşıdı. Şu da var, yöre Alevileri 1985 Şubatında isim değiştirmeye karşı sert direnişlerde olduğu gibi, 1989 Mayısı kitlesel direniş hareketinde de kahramanlık örnekleri verdiler. Bulgaristan Türklerini ayaklandıran 28 direniş örgütünden biri olan Demokratik Lig (Demokratik Birlik) kurucuları da bu köylerden çıkmıştı. Bulgaristan’da kurulan illegal ve yarı gizli siyasi partiler arasında 21 Mayıs 1989’da ilk ulusal kongre de Ablanovada çağrılmıştı. Reşetnikov, Bulgaristan üzerine düşüncelerinde, Alevilerin ve Bulgar soylarının Pers kökenli olduğu tezlerini savunanlarla da birçok defa temasta bulunmuştu. Onun inancında, Bulgarların Türk ya da Farsi kökenleri ortaya çıkarsa, Bulgar kimliğini oluşturmada kullanılan Türk karşıtlığının dayanakları çökerdi. O, bu konuların derinlerinde yüzen birçok yaşlı Rus akademisyeni Doğan’ın mekanına getirmiş ve ona tartışmalı fikirleri dinletmiş, 140 yıldan beri Türkiye kapısı kapanmazken tası tarağını toplayıp çocuklarını sırtına aline alıp Dobruca, Deliorman, Trakya ve Rodoplardan sökülmeyen bu hayat ve insan sever, son derece çalışkan ve namuslu, iş güç yaratıp kendi geçimlerini kendileri yaratan, geleneklerince yaşayan bu insanların Rusya’ya bakmasını sağlamanın mümkün olduğuna ikna etmişti. Tabii ki, bu ideler çok beslenmiş, Doğanın bir dediği iki edilmemiş, Lideri çevreleyen şirketlere tankerler dolusu petrol, benzin, mazot verilmiş, Burgas limanı kenarında, “Lukoyl” şirketine ait gözde kıyı arsalarından birisi stratejik çözüm yüklemek istedikleri kişiye tahsis edilmiş, üzerine 27 Milyonluk Deniz Köşkü kurmasına, köşk limanına yatlar çekilmesine göz yumulmuştur. Bulgarları parçalayıp birbirine düşürme ve Türkleri de onlardan uzaklaştırma planı böyle gerçekleşmiştir. 10 günlük ziyaret için geldiği Bulgaristan’da yeni HÖH lideri Mustafa Karadayı’nın yetiştiği köy ve kentin havasını koklamak, insanlarla serbest temas kurmak, sohbet etmek, olduğunca oturup beraber yemek yemek, kahve veya çağ içmek emekli KGB generali için çok önemli ve değerliydi. İnsanlara baktıkça fakirlik ve çaresizlik içinde olduklarını, fakat kimseden de bir şey istemediklerini fark etti. “Bulgar’dan ödünç para alınmaz” burada bir atasözü olsa da, bu insanların devlet olan güveni de kırılmıştı. Emeklilik yıllarına iyi giren madencilerin 1997’de emekli maaşlarının “sigorta sistemi çöktü”


Makale ve Analizler - 2018

33

gerekçesiyle % 50’i azaltılması, orman işçilerini tarım işçileriyle eşitlemiş ve gelirlerini sıfırlamıştı. Tütün primleri de hep muhtarların ve ekip şeflerinin elinde kaldı. Yeni yeni filizlenen korkuda ise, Bulgar levasının kalkacağı ve Yüzünü görmedikleri Euro’ya geçilmesinden endişeliydiler. Kasabada anıtlar var. “Müslümanlaştırılmış Bulgarlar” kavgası çok uzun sürmüş, 4 kuşak kurban almış. 300’den fazla şehit düşmüş... Şehirde sürgün edilenlerin, hapse düşenlerin, geri dönmeyenlerin hatıraları yaşıyor. Akan çeşmeler sanki onları anlatıyor. Sular eskisi gibi akarken, toplum da alıştığı tehlikelerle bildiği gibi yaşıyordu. Köylerde hala köskötürüm yatakta insanlar olduğunu anlattılar. Şehri daha uygar bir çehreyle gezerken modern dünyadan çok uzak bir yerde olduğunu hissetmişti. Bu dağlarda yaşayanlar kültürel yenilenme ve değişimlerin geleceğinden korkmuş gibiydiler. Mutluluğun köklerine, anane ve törelerine bağlı kalmakta olduğuna inanıyorlardı. Ahmet’in gelmesinden bir gün önce Sofya’dan başka konuklar gelmişti. Körpe kuzu çevirdiler ve üzerine çam balı sıvadılar. Daha önce hiçbir yerde görmemiş ve yememiştim. Yemek listelerinin hiç birinde olmayan bir sürpriz oldu. 1878 Berlin Anlaşmasında bu topraklar Bulgar’a verilmemişti. Osmanlı’da buradan çekilmedi. 1913 vahşeti olmasaydı, şu sakin ve vicdanlı, Allah’ın verdiğinle yetinmeyi bilen bu insanlar, Bulgar devletini de sevebilirdi. Fakat o yılların genç ve hırslı Çarı Ferdinand, Bulgarların gözüne girmek ve kendini sevdirmek için tarih boyu başlarına ne gelmişse, hepsini Bulgar olmayanlara da yaşatmak, Müslümanlara eziyet çektirirken kendini sevdirmek istiyordu. Örneğin, 862’de Hıristiyanlığı kabul etmeyen Bulgarlardan 100 bini kesilerek veya asılarak öldürülmüştü. Bu zihniyetle kuduran ve Batı ve Orta Rodoplar’da 250 bin kişinin ismini ve dinini değiştiren, fesleri toplatıp yakan, minareleri yıktıran Çar ve intikamcı gürüh, 250 bin haneyi de Bulgaristan’dan kovmuştu. 20. yüzyıla bu kadar kara bulutlarla giren bu dağlarda huzurun oturmadığı her yerde hissediliyordu. Devin, Orta Rodoplarda bir Müslümanlık kalesiydi. Burada Çan sesi işitmedi. 9 Mayıs sabahı kahvaltıya indiğinde Rus Halkı’nın Büyük Vatan Savaşı zaferinin 73. Yıldönümü vesilesiyle masasında bir buket yaban Rodop çiçeği ile karşılanacağını, Belediyeden, HÖH yönetiminden veya BSP partisinden birkaç kişinin gelip kendisini kutlayacağını düşünmüştü. Sürpriz oldu. Gelen olmadı. 1942’den sonra Alman Nazi askerlerini besleyen bu insanlar, “kurtarıcı” olarak tanıtılan Sovyet askerlerinin yüzünü görmemişti. Bu dağların onların olduğu ve tüm gelenlerin gidici olduğu inancı hepsinin görüşünde belirleyici olandı.


34

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu insanların geçmiş ve gelecek vizyonunda anlamı insan kardeşliği olan, ümmet anlayışı yaşıyordu. Müslüman olmaları hayat kaynağıydı. Camiye gittikçe sanki ruhları arınıyor ve güçleri tazeleniyordu. Onlarda Müslümanlıktan kopmayız ve koparılamayız bilinci derin kök salmış ve imanlarının özünü belirlemişti. Yerli halkın sezgisi güçlüydü. Onları siyasete kazanmak, modern siyasetin virajlarına sürüklemek ve tuzağa düşürmek kolay işler değildi. Kendi kanat önderleri olan bu insanlara sahte lider dayatmak da kolay değildi. Reşetnikov, karanlığa açılmış ve perdesi aralanmış pencereden otel önündeki boş havuza bakarken, ansızın bir hareketlenme oldu. “Geldiler.” Diyenler beklenen konuğu karşılamak için sıra düzerken, “Lena, brat moy!” (Leonid kardeşim benim) diyen hain Ahmet Doğan, ondan 2 karış yüksek adamın boynuna sarıldı. Öpüştüler... Bu görüşme, Reşednikov için bu görüşme büyük önem arz ediyordu. 26 Şubat 2016’dan beri yüzyüze görüşmemişlerdi. Avrupa Konseyi Sofya toplantısının sonuna kadar Cumhurbaşkanı Rumen Radev ile Başbakan Boyko Borisov’un ayrı ayrı Moskova’ya gitmesi ve Başkan Vladimir Putin’le görüşmesi planlanmıştı. Radev ile Borisov’un arsı iyi değildi. Borisov siyasi hiyerarşi yolunu Cumhurbaşkanı olarak tamamlamayı düşünürken, Radev de başkanlık sistemine geçerek bugünü iktidar güçlerini politik shneden uzaklaştırma planları hazırladığını gizlemiyor. 6 Kasım 2016’da Cumhurbaşkanı Radev’in Hava Kuvvetleri Generalinden büyük bir seçim başarısıyla Cumhurbaşkanı olması da Raşetnikov’un yönettiği Moskov merkezinin başarısıydı. Bu planda Türk seçmenlerin oyları belirleyici olmuştu. Halka demokrasi diye tanıtılan son 28 yılda, Ahmet Doğan’ı parmağında istediği gibi oynatan Rus istasyon şefi, 1997’de Türk seçmenin Demokratik Güçler Birliği CDC Başkanı Stoyanov’a oy verilmesini isterken, 2002 yılında tam tersini talep etti. Milliyetçi komünistlerin lideri, Bulgarlaştırma sürecine aktif katılanların önderi olan, 2004’te Türklerin isimlerinin değiştirilmesine karşı Kırcaali’deki Bulgar hortlamasını yöneten, Türklerin isimlerinin, din haklarının, anadillerini kullanarak yaşamalarının ve kültürlerinin yok edilmesinden yana olduğunu asla gizlemeyen, BSP liderliği görevinde bulunan Georgi Parvanov’a oy verilmesini isteyen de oydu. Bu milliyetçi komünist 2012 yılında da Türklerin oylarıyla Cumhurbaşkanı oldu, ama ne Müslümanlar ne de Türkler için hiç bir şey yapmadı. Hatta bugün başımıza bela olan aşırı milliyetçi, saldırgan “Ataka” partisi yine Moskova’nın önerisiyle ve Multigrub’un parsıyla 2005’te G. Parvanov’un onayı ile kuruldu.


Makale ve Analizler - 2018

35

Rus planları için Ahmet Doğan aracılığıyla Bulgaristan Türkleri hep kullanıldı.

Biz Türk’üz ve Halklarımızı İstiyoruz!

Rafet Ulutürk-12.Mayıs.2018

Konu: Bir hükümetin ödevi ne olmalıdır? Derin analize geçmezden önce kamuoyunda çok tartışılan bazı rakamlar üzerinde durmak isterim. Beş aydan beri Avrupa Birliği ile yatıp AB ile kalkıyoruz. AB dediğimiz yenir bir şey olsaydı, 2007’den beri yiyip bitirecektik. Ne elle tutuluyor, ne gözle görülüyor. Bizde 490 milyoner olmuş, onlardan bir hayır gören yok. Kazanlık ovasında güller açtı. Ne var ki Bulgaristan halkının ve çocuklarımızın geleceği gül pembe olmadı. AB üyesi 27 ülke bugünden sonra 90 yıl yerinde sayarsa, biz Bulgaristan vatandaşları olarak 2018 yılında Avrupa standardının ortalamasına doğru yaklaşmış olacakmışız. Eğer AB ülkeleri yılda % 0,5 artış kaydettiğinde ise, biz onların bugünkü seviyesinin orta düzeyde 140 yıl sonra yani 2159 yılında erişebilecekmişiz. AB ülkeleri yılda sadece % 1 oranında gelişirse ise, biz onların bugünkü standart ortalamasına ancak 233 yıldan sonra yani 2251 yılında erişebileceğiz. AB ülkelerindeki yıllık ortalama gelişme oranı % 2,3 - 2,5 arasındadır. Bulgaristan’ın ekonomik gelişimi ise yılda % 3,5 - % 4 arasındadır. Bu bir fil ile karıncanın yarışmasını anımsatıyor. Fil ağar ağar ilerlerken bir adım attığında karınca 10 adım atsa bile gerçekten yerinde saymaya devam ediyor. Bulgaristan’ın bu “gidişi” aşmak için ne gibi öncelikleri olmalıdır? 28 yıldan beri Bulgaristan halkı her konuda parçalanmaya devam ederken, siyasi partiler, hareketler, milletvekilleri, vs birbirinin yüzüne bakamaz oldular. Cumhurbaşkanı Rumen Radev ile Başbakan Boyko Borisov bile el sıkışmıyorlar, selamı bile kesmişler. Yürek acısı olayı daha anlaşılır bir biçimde anlatabilmek için, müzikte notların uzunluğunu ölçmede kullanılan KAERTON aletini örnek alalım. Ayarı “la” notasına göre yapılır. Dışarıdan vurunca çalışmaya başlar. Bizim bütün planları-


36

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

mız ve ümitlerimiz de AB’den gelecek paralara bağlıdır. Kendi imkânlarımızla herhangi bir şey yapmayı düşünemez olduk, her şeyi AB’den bekliyoruz. İki sene sonra AB fonları tükenecek. O zaman ne yapacağız? Yıllardan beri AB’den tarım sektörümüz için gelen paraların % 70’ini büyük ölçekli tahıl üreticilerine akıttık. İhracat için üretim yapan geleneksel tarım sektörlerini göz ardı ettik. Eskiyi hatırlarsak Bulgarları Bulgar olarak uyandıran gül, lavanta ve başka eterik yağ üretimidir. Güller vadisindeki Bulgar şehirleri bu üretime dayanarak kurulmuştur. Bazı üretim kolları tamamen yok oldu. Eterik yağ bitkileri ancak 33 bin dekardır. 2 yılından beri dünya piyasasında gül yağ fiyatı 6 kat yükseldi. “Alba” gülünden elde edilen yağın fiyatı artık 22 Bin Euro oldu. Osmanlı zamanında bizde gelişen ve binlerce aileye geçim sağlayan gül yağ, lavanta ve başka eterik yağlar üretimini neredeyse yok ettik. Onun yerine geliştirilen tahıl üretimi ise dış piyasaya bağlıdır. Bundan 12 yıl önce A merkezine sunulan Bulgar makro ekonomi planında, öncelik tahıl üretimine tanınmıştı. 80 milyoner tarımcı yetişti. 1988’de Bulgar tarımı Gayrı safi milli hasılatın % 10’nu sağlarken, bugün ancak % 5’ini veriyor ve yok olma tehlikesiyle yüzleşmiş olduğunu şöyle bakınca görebiliyoruz. Avrupa’nın en büyük tahıl üreticisi olan Ukrayna, üretimini 2 kat arttırdı, döviz elde edebilmek için buğdayını imalat fiyatı üzerinden satıyor. Tahıl borsasında söz sahibi olan Rusya üretim hacmi olarak Kanada ve ABD’yi arkasında bıraktı. Bizim onlarla rekabet etme şansımız yok oldu. Öte yandan Bulgaristan siyasetçiler, kamu kurumlarında çalışanlar vs kadrolar şirketler etrafına kümelenmişler ve kamu ihaleleri şeklinde piyasaya her gün ortalama sunulan 5 milyon levayı aralarında paylaşmak için kuduz köpekler gibi birbirlerine saldırıyorlar. 10 yılda bu alana 79 miyar leva akıtıldı. Bu ihalelere katılanlardan yalnızca % 10’u siparişlerin % 80’ini kazanırken, kazancın da 3/2’sine sahip oluyorlar. Tekeller oluşuyor. Rüşvetçiler duruma hâkim olmuştur. En zenginler ve en yoksullar arasındaki fark AB üyesi 27 ülke arasında en fazla bizde derinleşmiştir. Bulgaristan’daki gerçek duruma azınlıklardan 13 bin çocuğun okula gidemediğini, etnik azınlık çocuklarının ana dilde eğitim almasına olanak tanınmadığını, din haklarının ve özgürlüklerin her geçen gün daha da kısıtlandığını, 2 bin köyün tamamen boşaldığını, dış ülkelerdeki işçilerimizin ülkedeki yakınlarına her yıl bir milyar 500 milyon Euro geçim yardımı göndermese, hayatın sürmesinin asla mümkün olamayacağı, insanların açlıktan, hastalıklardan ve geçim-


Makale ve Analizler - 2018

37

sizlikten kırılma tehlikesi dikkate alınarak çözümler aranması gereken iktidarın işini gücünü bırakıp son aylarda yine Türklere, yine Müslümanlara ve İslam’a saldırmaya başlamasına anlam vermek gerçekten zordur. Biz Bulgaristan Türkleri bugün çok yönlü mücadele vermek zorundayız. Bu Kimlik bilinci, anadil bilinci ve tarih bilinci gibi mücadele kollarımızdır. Hiç birisini ikinci plana bırakamayız, küçümseyemeyiz. Yaşamak istiyorsak geçmişin sesini dinlemek ve tarihimizi bilmek zorundayız. Tarihin biliminin amacı tarihi olayları meydana getiren nedenleri araştırıp ortaya çıkarmaktır. Tarihini bilmeyen geleceğine yön veremez. Biz Bulgaristan Türkleri Türk Dünyasından kopmaz bir parçayız. Türk ulusunu oluşturan bir bütünüz. Derin ve sağlam bir tarih bilincine her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. Bulgar devletinin bizi sarıp sarmalayan bir sevgisi olmadığını gördükçe “kültürel otonomi”, “etnik bağımsızlık” sesleri yükselmeye başladı. Biz tarihi parçalanmış, aileleri parçalanmış, geleceği karanlık insanlarız ve bu durumu aşmak istiyoruz. Anadil mücadelemiz gelecek mücadelemizdir. Gelecek genç nesillerindir. Anadilini unutmuş bir genç neslin kölelikten başka geleceği olamaz. Bu gün yüzümüze gülenler, yarın çocuklarımızdan bizim dilimizi kullanıyorsunuz vergisi toplayacaktır. Cahillik ve bilinçsizlik vergisi ödemeye zorlanacağız. Bulgarca ve Türk dili arasındaki diller mücadelesinde mutlaka bizim çocuklarımızın kazanması gerekir. Bu mücadelede çocuklarımız yardım etmek, onlarla yalnız kendi dilimizde konuşmak, onlara olanak sağlamak ve yön göstermek zorundayız. Anadilimizi kaybettiğimiz an Türk kimliğimizi kaybederiz ve tarihimiz ile bağımız kesilir ve yok oluruz. Bu açıdan değerlendirdiğimizde kalbimizde uyuyan tüm hisleri uyandırma zamanı geldi. Hiç kimseye düşmanlık beslemeden ana babalar olarak Türk milliyetçisi olmak zorundayız. Zorluk ve sefalet içinde geçen yıllar bizi ezdi. Hayatımızı ancak kendimiz kolaylaştırabiliriz. İlk adım aile huzuru sağlamaktır ve bu ancak ve yalnız aile içinde komşularımızla anadilimizde konuşarak yeniden elde edilebilir. Bu nimet, marketten satın alınamaz, içimizdedir ve uyandırıp yaşatmak zorundayız. Bu mesele çok hassaslaşmıştır ve geri atılacak adım kalmamıştır. Daha fazla ödün verilemez. Dil bilincimiz bunu gerekli kılıyor.


38

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Oğullarımıza ve kızlarımıza her sabah Günaydından önce şunu söylemeliyiz. Çocuğum biz Türk’üz, sakın bir Türk-Müslüman evladı olduğunu unutma! Kızım sen bir gün bir Türk annesi olacağını asla unutma. Buna şimdiden hazırlan. Oğlum sen bir gün bir Türk babası olacağını asla unutma, buna şimdiden hazırlan! Biz Bulgar milletine düşman değiliz. Bulgar yurtseverliği ve hatta milliyetçiliği de varsın olsun. Biz Bulgar milliyetçiliğinin, aşırı-ırkçı milliyetçiliğinin yani ırkçılığa varan, şovenizm ve faşizmin Türkleri, azınlıkları, hiçbir suçu olmayan, insan haklarını kullanarak, demokratik ve adil bir toplumda yaşamak isteyenlere saldırılarına karşıyız ve mücadelemiz devam edecektir. Bulgarların Türk ve Müslüman düşmanlığı püsküllüdür. Yasalara ve insan haklarına aykırıdır. Krasimir Karakaçanov, Angel Cambazki, Volen Siderov ve Vaentin Stoyanov gibi Bulgar siyasetçileri aşırı-ırkçı milliyetçi, şoven, faşistlerdir. Bu partilerin halk meclisi ve AB parlamentosunun yolları kesilmelidir. Hepsi bir an önce hükumetten indirilmeli ve partileri hemen kapatılmalıdır. Onlar bugün milli güvenlik yaygarası yaparak, Türlere ve Müslümanlara karşı yeni bir saldırı hazırlamış bulunuyorlar. Hitlerin Yahudilere yaptıklarını bize çektirmek istiyorlar. Camilerimize Bulgar bayrağı dikip, Kur’an-ı Kerim’in orijinal dilinde okunmasını yasaklamak, camilerimizde anadilimizde konuşmamızı ve ibadet etmemizi yasaklamak istiyorlar. Yarın namaz kılmamızı yasaklayacak olanlar yine bunlardır. Şimdiye kadar 10 defa aptes almamızı ve camiye girmemizi yasaklayan kendileridir. Kuran yakan da onlardır. Şalvar kesen, farece yırtan, mezar taşlarımızı kıran, Türkçe konuştu diye 5 leva ceza kesen de onlardır. Bu faşist güçler bizim vatan sevgimizi ezmek ve içimizden söküp almak istiyorlar. Çocuklarımızı Vatanını seven Türk gençler olarak yetiştirmemize engel oluyorlar. 1989 Mayıs olaylarında hak ve özgürlüklerimiz için direnen kardeşlerimizin gözlerinde vatan sevgisi vardı.


Makale ve Analizler - 2018

39

29 yıl geçti. Üzerimizdeki baskılar hala azalmadı. Anılarımız bulanık değildir. Biz Bulgaristan’ı parçalamak istemiyoruz. Biz insan haklarımızı istiyoruz. Anayasanın ve yasaların uygulanmasını istiyoruz. Her vatandaşının eşit olduğu bir ülke istiyoruz. Faşistlerin yasa hazırlayıp meclise sunmalarının yasaklanmasında ısrar ediyoruz. Faşistlerin kol gezmediği ve halka saldırmadığı, huzurlu ve güvenli bir vatanda yaşamak istiyoruz. “Büyük Göç” Bulgar milliyetçiliği tarafından kamçılanıştır. Göç bir çiledir. Vatanımızda huzur içinde yaşamak istiyoruz. Tarih bilinci, kimlik bilinci, anadil bilinci bizim olmazsa olmazımızdır. Faşistler adalet getiremez. Tarihimiz, kimliğimiz ve anadilimiz hepimizi birleştiren 3 ana konu olmalıdır ve birlik olmak zorundayız. Camilerimizde ve cem evlerimizde Bulgarca konuşulmasını kabul edemeyiz. Not: Ahmet Doğan son haberlere göre, çok ağır hastadır. Vefat etse bile, yerine yeni bir hain bulana kadar ölüm haberinin açıklanmayacağı Bulgarlar arasında fısıldanıyor. Bulgaristan Türklerinin Milli Kongresini toplayıp durumu yeniden değerlendirmek, “kültürel otonomi” haklarımız başta olmak üzere, evrensel insan haklarımızın tanınması temelinde yeni bir yapılanmaya doğru adımlamak zorundayız. AB üyeliği ve uluslararası insan hakları zaten bize bu hakları tanıyor. Bu yönetimle yalnız Bulgarların değil hepimizin devletin yok olması bile çok yakındır.

Sıkıntı Şişkinliği

İbrahim Soytürk-12.Mayıs.2018

Konu: Hasta adam hasta toplumu yönetemez. Gençliğini tanıdığı Ahmet tanımayacak kadar değişmişti. Şişkinliği yüzüne vurmuştu. 2016 Şubatından beri görüşmemişlerdi. O zaman, “Saray” adıyla ünlü, yıllardan beri kapalı tutulduğu 2 katlı kiralık evde gece saat ikilere kadar baş başa konuşmuşlardı. Bu arada görüşmemiş olsalar da, durumun vaziyetinde köklü bir


40

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

değişiklik dikkat çekmemişti. 26 Mart 2017 seçim sonuçları öngörüldüğünden farklı çıkmamıştı. Hak ve Özgürlük Hareketi’ni (HÖH partisi) iktidardan uzaklaştırma ve Avrupa Konseyi’nin “faşist” dediği Rusya destekli “Ataka” partisi lideri Volen Siderov önderliğindeki aşırı milliyetçilerin iktidara taşınmasına itiraz olmayışın nedeni, Bulgaristan’ı NATO ve Avrupa Birliğinden biraz da olsa uzaklaştırmaktı. Öne çıkan kadrolar solu gösterip sağ vurma işinde ustaydı. Gizli hesapta ülkede kurulan ABD askeri üslerinin sökülmesi vardı. Bu adımlar ufak ufak atılırken HÖH partisinin büyük yaralar alışı Ahmet Doğan’da büyük sıkıntılara neden olduğunu işitiyordu. HÖH çuvalı delinmiş, Doğan yamalamaya yetişemiyor, çuval akıyordu. Şimdiki Razgrat valisi Güney Bey HÖH içinden 120 bin kişilik bir kol ordu çıkardı. Yandaşlarını GERB’e kattı. DOST’u kuran Lütfi Mestan’a da 120 bin kişi katıldı. Cami’ ci ve sağcı söyleve inanmayan Türkler tutucu davrandı ve sel oluşturmadılar. Daha önce kendilerinde hiçbir iyilik gelmeyen kişilerden birden bire büyükçe bir şeyler beklemenin yanlış olabileceğini düşünenler kendi aralarında buluştu ve kenara çekildiler. HÖH’ten kolaylıkla çıkan bu ikinci kolordu, oluşu gergin ortamda yerinde durum bakınmayı seçti. Üstelik ikinci parçalanma Türk partisini özüne döndürebilir korkusu da aldı yürüdü ve Doğan Hükümette yardım talep etti. Parçalanma süreci, hükümete, devlete, aşırı milliyetçiliğe, şovenizme ve faşist hortlamaya rağmen gerçekleşti. Büyük potansiyel gizlediğini bilenler bugün de rahatsızdır. Yeni bir patlama, yani 3. hamle HÖH’ü alıp götürebilir. Sel haline dönüşürse 28 yıllık partiyi siyaset dışına atar ya da halk meclisinin yeni çök tenekelerinden birine sıkıştırabilir. Doğan bunu düşündükçe çökmüş ve şişmiş olabilirdi. Salında yıllar içinde herkesle arası açılmış, tutunacak dalı da yoktu. Omuzlarını 2 eli arasına eski dostunu süzerken, fazla ilerlemiş olan bu şişkinliğin sıkıntı birikimi olduğunu düşündü. Bir ay önce, “Ataka” lideri Siderov Kırım’daydı. Kendisiyle kaktüs bahçesinin bir kenarında görüştüler. Boyundan bir metre yüksek, sırık gibi uzamış, bu iğneli bitkiyi dikkatle süzen Siderov’un ne düşündüğünü çözememişti. Amerika çöllerindeki kaktüsler ile Kırımdakiler arasında göze çarpan farklar vardı. Bu fark onların iğnelerinin sıklığında, uzunluğunda veya uçlarının sivriliğinde olmayıp su depolamalarındaydı. Kırım kaktüsleri düz boy ve göbeksizdi. 2 günde bir yağmur düşen, nemli deniz havasında uzayan Kırım kaktüslerinin su depolama sorunu yoktu. Kuru Neva çölünde yetişenler bellerindeki yumrulara su depoluyordu. Şişkinlikleri deve kamburu rolü görüyordu. Arap çöllerinde dolaşan devlerin kamburları su doluydu. Ne var ki, onu ilk def bu kadar tombul gören eski dostu, Ahmet’in şişkinliğini vücudunun su toplamasına bağlamadı. Gözlerinin altı da yuvarlak ve mo-


Makale ve Analizler - 2018

41

rarmıştı. Bu sinir sisteminin endişe, korku ve kararsızlığa yenik düştüğünü gösteriyordu. Oyunu kaybetmişti. Dalları kopan ağacın kaderi kurumaktı. Bunu hissediyor olabilirdi. Moskova’nın bir dediğini iki etmeden Bulgar totaliter komünistlerinin yargıdan ve hapisten korunmasında önemli rol görmüştü. Başına bir şeyler gelse, onu kurtaracak birileri yoktu. Politik durum çok değişmiş ve halk ondan yüz çevirmişti. İçinde tutulduğu sert korumalı durumda aklından Moskova’ya kaçmak geçmiş olabilir diye düşündü. Bu da kurtuluş değildi. Moskova Ahmet Doğan’ı Bulgaristan Türk ve Müslümanlarını manipüle etmek için eğitmiş ve kullanmıştı. Her insan gibi onun da zamanı dolmuş olabilirdi. Onlar için önemli olan lider bile olsa bir kişi değil, Bulgaristan’ın devlet kurma, örgütlenme, ayaklanma ve kendini dengeleme iradesi olan bir büyük halk topluluğuydu. Liderler gelip geçer, arkalarında iz bile kalmayabilirdi. Hayat deniz dalgaları gibi kumsaldaki istenmeyen izlerin hepsini hemen silmeye her zaman hazırdı. Rahat edebildiniz mi? Burayı nasıl buldunuz? Soruları Reşetnikov’un düşüncelerini kesti.  Hı, güzel, rahat ettim, sıcak ilgi gösterdiler, derken özel görüşme için hazırlanan salona geçtiler. 2017 yılında Rusya Bulgaristan siyaseti için bir milyar 800 milyon Euro harcadı. Raşetnikov’un erken genel seçimden önce gelip seçtiği ve onayladığı aday General Rumen Radev büyük bir farkla Cumhurbaşkanı seçildi. Bulgaristan Komünist Partisinden (BKP)’den Bulgaristan CSosyalist Partisi (BSP)’ye ve oradan Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) ye ve oradan da “Ataka” partisine uzanan zincir işlemiş ve “Ataka” yönetiminde NATO’cuyuz diye tempo tutan fakat Moskofcu olan aşırı milliyetçi grup iktidar oldu. Moskova merkezinin 1923Ten beri beslediği İç Makedon Devrim Hareketi (VMRO) lideri Kr. Karakaçanov Savunma Bakanı oldu. Yardımcısı An. Cambazki de Brüksel parlamentosuna demir attı. Bütün bunların hepsi iyi de, işlerin dengesi bozuktu. Reşetnikov, Doğan’la ülkeye hakim olan huzursuzluğu, genel gerginliği, Başbakan Boyko Borisov’un Batı Balkanları Avrupa birliği ve NATO’ya pazarlama siyasetine kendini kaptırmasını ve sonunda, eski bir ajan olan, Rus damadı “Volya” partisi şefi Mareşki’nin Fransız Le Pen faşistleriyle sarmaş dolaş olmasını ve olası yeni dengeyi görüşmek istiyordu. Masa kuruldu. Her derde derman mey dolan kadehler doldu boşaldı. Konu açılmazdan önce, 4 - 5 aylık bir süt kuzudan yapılmış buğulama çömleği açıldı. Ahmet eliyle bizi yalnız bırakın işareti verdi.


42

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Seni Unutamayız

Neriman Eralp Kalyoncuoğlu-13.Mayıs.2018

Konu: Bulgaristan’da Türklüğümüzün Büyük Bir Çınarı Yıkıldı Doğu Rodopların ve Bulgaristan Türklerinin edebiyat ve insanlık çınarlarından Mustafa Bayramali 12 Mayıs 2018’de Kırcaali’de hayata gözlerini yumdu ve Allah’ın rahmetine kavuştu. Bulgaristan Türkleri arasından yetişmiş derin bir hukukçu, halkımızın öz davasının öncüsü, dirençli bir avukat, kalemi Türk ruhunu açan ve anlatan yetenekli bir öykücü yazar, ekmeğini bölüp de yiyen aydınımız 21 Kasım 1938’de dünyaya gelmişti. Ömür boyu Türkçe yazan ve birçok kitabı imzalayan usta, son olan “Mevsim Artık Sonbahar” eserini 2015’te Kırcaali’de okurlarına sundu. O yalnız eşinden, çocuklarından, torunlarından, akrabalarından ve yakın dostlarından ayrılmadı, Edebiyatsever Bulgaristan Türklerini de boynu bükük bıraktı. Biz, Bulgaristan Türkleri olarak, yaklaşık 1,5 asırda 200’den fazla şair, 50’den fazla düz yazı ustası ve daha nice edebiyat ustası yaratıcı yetiştirdik. Mustafa Bayramaali edebiyat merdivenlerini hemşerisi ünlü şair Naci Ferhat ve Rodop Türkü desenini romanlarında oya oya bitiremeyen usta yazar Halit Aliosman Dağlı ile birlikte çıkmıştı. Mustafa Bayramali, aylarca süren Kırcaali İl Hastanesi “Yoğun Bakım” Bölümünde ayrıldı mücadele dünyasından. Milletimizin manevi rehberi olan yaratıcılarımızdan birisinin daha Hakkın rahmetine kavuştuğu haberini Türkiye’de alan soydaşlarımız da acı yaşadı. O bizim manevi dünyamızın aydınlığını taşıyan ağabeylerimizden biriydi. Mahvolmaya zorlandığımız o çileli yıllara tepkimiz olan direnişlerde bizimleydi. Onun yokuşu dikleşen ve çilesi artan dikenli yaratıcılık yolu Bulgaristan’ın birçok yerinde aynı adla rastlanan Türk köylerinden biri olan Eğri Dereye bağlı Halaçdere’de başladı. Onu “Oku oğlum, oku, adam ol!” diye özendiren dedesi Çarıkçı Mustafa olmuştu. Kırcaali’de Türk Pedagoji Okulunda vatan ve insan sevgisiyle mayalanırken, insanların mutlu olması için eşit, toplumun ise adil olması gerektiğine inandı. Sofya Üniversitesi’nde Hukuk okudu. Avukat oldu. Ne var ki, hak ve özgürlükleri uğruna uyanan ve direniş bayrağına sarılan Türklerin gece gece tutuklandığını, yargılanmadan mahkûm edildiğini ve içeri atıldı-


Makale ve Analizler - 2018

43

ğını iyi bildiği yıllarda hukuk rafa kaldırılmış, adaletse hasıraltı edilmişti. İşsiz güçsüz gezek, davalara salınmayan avukatlardan biri de oydu. 1985 - 1989 yılları arasında, Bulgaristan Türkleri bilincinin tamamen taşlaştırılarak dondurulmak istendiği yıllarda, günlük geçim için verilen ağır mücadelede, Bulgaristan Türklerinin uyuşturulması için uygulanan sınırsız zulmü çok yakından izledi. Türk azınlığın kültürel hayatını bozanlar bunu kendi yaşamlarının üstünlüğünü dayatmak için yapıyorlardı. Görevlilerin hepsinin kanına ve ruhuna ırkçılık işlemişti. Faşist ırk teorisinin uygulandığı ve toplam 100 milyondan fazla insanın hayatına mal olan yıllarda bile elde edilemeyen bir şeye heveslenmişlerdi. İnsanların anadil ve öz kültürlerinin, din ve uygarlıklarının değişmesiyle ırklarının değiştirilemeyeceğini algılayıp kabul etmek istemiyorlardı. Türk’ten Bulgar olmaz diyeni zindana tıkmışlardı. Bulgarların anlamak istediği başka bir gerçek daha vardı. İşte öyle, sulamakla, beslemekle, eğitmekle, terbiye etmekle yetenekli insan, deha yaratmak olanaksızdı. Kabiliyet, vasıflar, üstün nitelikler insanın yaratılışında ya var ya da yoktur. İnsan doğadan üstün değildir. Doğada deha aşısı yoktur. Varlığı üstün kılan mücadeledir. Yazar Mustafa Bayramali iyi kalpli biriydi. Yaşamak isteyen kavga etmelidir ilkesine inanmıştı. Çorak toprakların evladıydı. Hiçbir zaman boşboğazlık etmedi. Bulgarların bambaşka bir medeniyet ve insanlık ürünü olduğuna inanmıyordu. Onlar kendilerini hem yüksek ırk olarak tanıtıyorlar hem de sözde kendilerinden alçak bir ırk olduklarını iddia ettikleri ve tavırlarıyla bunu her gün kanıtlamaya çalıştıkları zulüm ettikleri Müslüman azınlıkları “Bulgarlaştırma” eziyeti de, baştan sona bir zırvalıktı. Çünkü insanlık tarihinde üst bir ırkın alt bildiği bir ırkla zorla ya da gönüllü kaynaşmaya razı olduğu da, görülmüş bir şey değildi. Bulgar, bu vahşeti hiçbir yasaya uydurmadığı, Anayasa kapsamına almadığı için dünya hukukuna göre, adalet uygulansa ağır yaralar alabilirdi. 1989 Mayıs ayaklanmasından sonra bu planların çöktüğünü görmeyen kalmadı. Planlar çökmüş ama Bulgar devletinin ve totaliter faşist ve komünist ırkçılık heveslilerinin gizli hesapları değişmemişti. Zorla mahvolmak ve yok olmak istemeyenler için bunu yavaş yavaş kabullenmeleri planları uygulanacaktı ki, o bunu bir avukat ve aydın olarak geç fark etti. “Saray haini”, “Halk Haini”, “Dava Haini” ya da “Saraylı İnsan Dostu” yetiştirilip eğitildiğini nereden bilebilirdi! Rahmetlide şu derin çizgi belirleyiciydi: Türkler Bulgaristan’dan kırbaçla kovulamaz! Bu topraklarda derin kökleri, toprakları, evleri, köyleri, kasabaları vardı. Ömür boyu kökü olmayan ve onlara sızıp dolanan, can sularını emmeye çalışan ve onları kurutmak ve yok etmek isteyenlerle mücadele etmişlerdi. 1878’de Ber-


44

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lin Konferansı’nda Bulgarlar Türklere karşı koyma hakkı kazandı, devlet kurarak Türklerle savaşma ve Türklere karşı işlenen cezalardan hiçbir Bulgar’ı cezalandırmama hakkı kazanmışlardı. Bu fikirlerle bir hukukçu olarak beyninde hep mücadele etti. Onun inancında, zeki, akıllı, güçlü olanlar içeri düşmez kurgusu vardı. Üstelik Bulgaristan Türklerinin geleneksel iş görme, bireysel ve kolektif çalışma kültürü, yardımlaşma gelenekleri vardı. Bunlardan biri Türklerin ıslah ettiği toprakları vatan bilip orada kalma gereği inanç olmuştu. Türkler yaşadığı topraklara yapışır ve cennet bilirdi. Bulgaristan Türklerini birbirine bağlayan yalnız dinleridir, İslam’dır diyenler yanılıyordu. En büyük güçleri Türk olmalarıydı. Türk kimlikli oluşları! Oluşturdukları Türk topluluğu en büyük güç kaynaklarıydı. Onlar bir bütünde özdü. Parçalanış kurtuluş yolu değildi. Hastanede ölüm yatağında yatarken aldığı bölünme ve parçalanma haberlerine çok üzülüyor, ziyaretine gelen dostlarına “biz aydınlar bu gidişe kör kalamayız!” diyordu. Bulgaristan Türklerinin ortak nimeti Türk oluşları ve Vatanlarıydı. Bulgaristan Türk kimliği, köyleri, okulları, Camileri, gelenekleri, görenekleri, yarattıkları sanat, edebiyat, kültür ve uygarlık onların dayanaklarıydı. O gitti, fakat Bulgaristan Türklerinin kökü bu topraklardan asla ve hiçbir zaman kazınamayacak. Onlar kültür ve uygarlık yaratan yeteneklere sahiptir. Türkler yeni uygarlık yaratacak kudrete sahip bir millettir. Güzel milletimizin en iyi evlatlarından biri aramızdan ayrıldı: Yazar Mustafa Bayramali. Yerini binlerin doldurmasını bekliyoruz. Anadil Bir Sahne Oyunu mu? Sabah sabah kahvesini yudumluyor, günlük gazeteleri karıştırıyordu. Bir ara okul öncesi ve okul eğitimi Mustafa Bayramali yasa tasarısı ile ilgili yazıya kaydı gözü emekli öğretmenin. Dikkatle okudu. Döndü tekrar okudu. Aklınca kendine göre yorumladı tasarıyı. Bugünlere Türkçemiz üzerine sahnede yeni adımlar oynanıyor. Okullarda seçmeli mi, saçmalı mı okutulmalı sorunu gündemde. Yeni okul öncesi ve okul eğitimi yasasının meclisten geçmesiyle ilgili bir sürü lakırdılar dökülüyor ortaya. Ne gerek var? Bir milyona yakın Türk bu topraklarda ömür yıpratıyor. Ana dilleri Türkçe, Vatanı Bulgaristan Türkleri. Bu şüphe götürmez bir gerçek. Hal böyleyken lakırdıya ne gerek var? “Türk çocukları devlet ve belediye kullarında kendi ana dillerini mecburi okumalıdır” cümlesi yasada yer alsın ve durum çözülsün. Bir de, yasada yine uzmanların fikri alındıktan sonar “Haftalık 4 veya 6


Makale ve Analizler - 2018

45

saat okunmalı” diye belirtilsin, o kadar. Zaten kendi Anayasamız, Avrupa Birliği yasaları ve devletleri anlaşmaları da bu hakları tanıyor zaten. Doğru dürüst benimsenmesinde zarar yok, aksine fayda var. Dülün iyi öğrenilmesi de okullarda, daha çocuk yaşta olur. Yasalar okunmasını mecbur kılar, devlet gereken okulları sağlar ve mesele hallolur. Yasa tasarrısının 74. Maddesinde, “Okullarda eğitim süreci esnasında, anadili dersi ile sahne yönetimi dersi okunabilir” diye belirtiliyor. Yasa bu haliyle meclisten geçerse vay halimize! Anadili sahne oyunu oluyor. Nereye çekerseniz çekin, nasıl yorumlarsanız yorumlayın. Öyle de olur, böyle de. Okunur da, okunmaz da. Zorunlu da olur, seçmesiz de. Bu nedenle ana dilimizTürkçenin öğretimiz ile kurulan Kırcaali ve Şumnu derneklerinin, diğer sivil toplum örgütlerinin ve Türk aydınlarının seslerini yükseltmek, duyurma, aslanın ağazından kemiği çekip alma zamanıdır bu zaman. Susma zamanı değil. Aksi takdirde vay halimize! Totaliter rejimin bizden aldığı hakları, demokrasi iade etmedi daha. Geçen asrın 1970’li yıllarında Türkçe okullarda haftalık dört saat mecburi okunuyordu. Kendisi de Kırcaali Türk Pedagoji okulu mezunuydu. Uzun yıllar şehirde ve etraf köylerde çocuklara Türkçe okutmuştu seve seve. Biz bu ülkenin eşit haklı vatandaşlarıyız. Hakkımıza hukukumuza saygılı insanlarız. Çocuklarımızın ana dilleri Türkçeyi okumalarına mani olunmamalıdır, çok görülmemelidir bize. O, onların hakkıdır. Doğru dürüst Türkçeyi oğlanıp kullanmak her çocuğun temel ihtiyacıdır. Çocuk her türlü süt ile de beslenir, ancak ana süttü olmaz. Vatan dili Bulgarca’nın benimsenmesinde, Türkçenin okullarda öğretilmesi ön ayak olacaktır. Biz, kimse ayak seslerimizden çarık çalıbı çıkarmaya kalkışmasın, ana dili öğretimini sahne oyununa benzetmeye yeltenmesin. Biz bu toprağın üvey evlatları değiliz. Kimse de bizi üvey evlat olarak göremez, görmemelidir. Buna izin vermemeliyiz. Türkçemizi hamamda veya yorgan altından çıkarıp okullara dahil etmeliyiz. Bir ara kendine geldi. “Anadilimiz sahne oyunuyla kıyaslanıyor vesselam. Ne bu rezalet, ne bu alçaklık! Peki bu nedenle başkaları çocuklarımızın dünyaya geldikleri zaman ilk aldıkları besin ana süttü olduğunu bilmiyorlar mı yoksa? Ya da bilmezlikten mi geliyorlar? Ana dilini bilmeden, kendi kültürünü, gelenek göreneklerini öğrenmeden yetişen nesil sakat kalmıyor mu?” diye içini çekti emekli öğretmen Nuri Bey. Bayramali, 2005, Kırcaali


46

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

BULTÜRK Etnospor Kültür Festivali’nde Balkanları Temsil Etti

Seydullah Halaç-13.Mayıs.2018 Yenikapı Meydanı’nda “At Binenin Kılıç Kuşananın” sloganıyla düzenlenen ve 5 gün süren festivalde, Türk dünyasına, Orta Asya, Balkanlar, Kafkaslar ve Anadolu’ya özgü gelenekler hayat buldu. Her yıl farklı kültürleri İstanbul’da buluşturan Etnospor Kültür Festivali’nin üçüncüsü başladı. 9 - 13 Mayıs’ta İstanbul’da düzenlenecek kültür festivalinin tanıtım toplantısı yapıldı. İşte geleneksel 11 spor dalını kapsayacak festival... Dünya Etnospor Konfederasyonu tarafından organize edilen Etnospor Kültür Festivali’nin üçüncüsü, “At Binenin Kılıç Kuşananın” sloganıyla başladı. Organizasyonun açılışı töreninde konuşmalar öncesi kortej yürüyüşü gerçekleştirildi. Yenikapı Meydanı’nda 5 gün süren festivalde Türk dünyasına, Türkistan, Balkanlar ve Anadolu’ya özgü şenlikler gerçekleştirdiler. Festivalde geleneksel Türk sporlarının yanı sıra geleneksel kıl çadırlarda oba yaşamı, tarihi el sanatları atölyeleri, kılıç kalkan ve atlı gösteriler gibi pek çok aktivite yapıldı. Dünya Etnospor Konfederasyonu tarafından geleneksel Türk sporlarından mangala, kökbörü, atlı cirit, atlı okçuluk, aşık oyunu, kuşak güreşi gibi sporların canlandırılması amacıyla bu sene 3’üncüsü yapılan Etnospor Kültür Festivali sona erdi. Çocuklar için 33 geleneksel oyun Etnospor Kültür Festivali’nde çocuklar da 33 geleneksel oyuna katılma fırsatı buldular. Organizasyona katılan çocuklar; topaç, çember, tiktak, kale, menekşe, aşık, sıçratan top, bezirgan başı, üç taş, beş taş, dokuz taş, misket, ip atlama, salıncak, çuval yarışı, yumurta taşıma yarışı, kaşık kukla, masal, bilmece-mani küpleri, köy seyirlik oyunları, koz oyunu, seksek, çocuk tiyatrosu, mendil kapmaca, birdirbir, dalya, halat çekme yarışı, istop, kutu kutu pense, yağ satarım, cicili tavuk, basmık ve teneke oyunlarına katıldılar.


Makale ve Analizler - 2018

47

Gençlik ve Spor Bakanı Osman Aşkın Bak: “ Tozlu raflarda kalan spor dalları yeniden ortaya çıktı” dedi. BULTÜRK çadırında bu 5 gün içerisinde 2 bin kişiye BULTÜRK Gazetesi ve broşürümüzü dağıttık. 147 kişiyi derneğimize üye yaptık. 300 kişi yapmış olduğumuz organizasyonlardan haberdar olamk istediklerini yazarak bizlere ulaşmış oldu. Bu gibi organizasyonlar halkımızla kucaklaşmakta ve İstanbul’da bulunan tüm Sivil Toplum Kuruluşları ile tanışma fırsatı buluyoruz. Bu çadırımızın kurulmasında bize destek veren iş adamlarımız, yöneticilerimiz, üyelerimize ve ayrıca çadırımızı ziyaret ederek destek olan tüm dostlara teşekkür ederiz, Saygılarımızı sunarız. Seydullah Halaç

BULTÜRK Çadırımızı Ziyaret Edenler


48

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bayrampaşa Kaymakamımız Osman Canbaba çadırımızı ziyaret etti

300 Yıllık Ölümsüz Uykunun Hikayesi: Yedi Uyurlar Milattan sonra 2. yüzyıl başlarında putlara tapmayı reddeden 7 gencin, sığınarak 309 yıl uyudukları rivayet edilen Mersin‘in Tarsus ilçesindeki Ashab-ı Kehf Mağarası, BULTÜRK Çadırını ziyareti.


Makale ve Analizler - 2018

49

Hikayeler, birçok dinde ve toplumda farklı anlatılsa da genel hatlarıyla aynı: İçinde bulunduğu toplumdan kaçan ya da kendi toplumuna sırt çeviren 7 kişiden oluşmuş grubun yüzyıllarca uyuması... Yedi Uyurlar hikayesinin temeli Hristiyanlık’a dayanır ve 7 kişinin hikayesinden yola çıkıldığı için “Yedi Uyurlar” ismini alır. Hikayenin bir başka ayrıntısı da bu kişilerin peşine takılan köpeğin (İslam’daki adı Kıtmir) cennete gittiğidir. Selçuk-Efes mağarasında geçen ilk hikaye şöyle anlatılır: Decius (Dakyus) döneminde yedi uyurlar isimleri Maximilian, Lamblicus, Martinian, John, Dionysius, Dünya Etnospor Exacustodianus ve Antoninus (İsimlerin kesinliği kanıtKonfederasyon lanamamış) olan 7 genç, putperest inanışların getirdiği Başkanı Bilal uygulamalar yüzünden kurban edilmek zorunda kalır- Erdoğan çadırımızı lar. (Yedi Uyurlar isimleri, Hıristiyanlık’ta böyle geçiziyareti yor) Bunu kabul etmeyen gençler kralın askerlerinden kaçarak bir mağaraya sığınırlar. İçeriye girmekle uğraşmayan askerler mağaranın üzerini kapayarak 7 genci ölüme terk eder. Aradan geçen 200 küsür yılın ardından Lamblicus, mağaranın kapağını açarak şehre iner. Şehirde her şeyin değiştiğini gören adam, alışveriş yaparken eski para kullanılmadığını ve insanların artık İsa’ya inandığını görerek bu olayı baş piskoposa anlatır. Piskopos’a göre bu bir mucizedir.


50

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ortodoks ve Katolik kiliselerinde yad edilen bu hikaye, Protestanlığın yükselişiyle değerini kaybetti ve Yedi Uyurlar, Hristiyanlık dininde sadece bir hikaye olarak kaldı. Kuran’da bi surede geçen Yedi Uyurlar efsanesi Ashab-ı Kehf olarak, “Kehf Sûresi”nde yer alıyor. Ancak kutsal kitapta da olayın gerçekliliği konusunda kesin bir şey söylenmezken sadece rivayete dayandırılıyor. Hikayeye göre: Afşin şehrinde yaşayan Yemliha, Mekselina, Mislina, Mernuş, Debernuş ve Şazenuş adlı 6 kişi Putperestliği bırakarak din değiştirir. Ancak hükümdar bunu kabul etmeyerek herkesi putperest yapmak ister. Altı genç bu zorlamayı reddederek hükümdardan kaçar ve ibadet etmek için bir dağın yolunu tutarlar. Bu sırada Kefeştetayyuş adlı çoban ve köpeği Kıtmir de gençlere katılarak Yedi Uyurlar’ı oluştururlar. Dağa yaklaşan Yedi Uyurlar bir mağaraya girerler. Mağarada dua eder ve merhamet dilerler. O sırada hükümdarın askerleri bu gençleri mağaraya hapsederek onları ölüme terk eder. 300 - 309 yıl arası arası derin bir uykuya dalan gruba bu koca yıl sanki bir gece gibi gelir. Şehre inmek için yola çıkan Yemliha, karşısında bambaşka bir şehir görünce bir şeylerin ters gittiğini anlar. Dönemin hükümdarı ile tanışıp olayları anlattıktan sonra uykusunu alamadığını, yeniden uyumak istediğini söyler ve arkadaşlarıyla yeniden uykuya dalar. Bunun bir mucize olduğunu düşünen halk daha sonra mağaranın önüne mescid yaparak Yedi Uyurlar’ı şereflendirmişlerdir. Ülkemizde Afşin, Selçuk, (Efes), Lice ve Tarsus’da bulunan mağaralardan en sık ziyaret edileni Tarsus’daki Ashab-ı Kehf olarak biliniyor. Ayrıca Adana’da “Yedi Kardeşler” adında bir türbede mevcut.


Makale ve Analizler - 2018

51

Tam yeri hangisi diye sorarsanız Kuran’daki Kehf sûresinin 17. âyetinde geçen “(Resûlüm! Orada bulunsaydın) güneşi görürdün: Doğduğu zaman mağaralarının sağına meyleder; batarken de sol taraftan onlara isabet etmeden geçerdi. (Böylece) onlar (Güneş ışığından rahatsız olmaksıİstanbul Türk Dünyası STK’ları zın) mağaranın bir köşesinde (UyurBULTÜRK çadırında lardı).” bölümüne göre Yedi Uyurlar mağarası Lice’deki Ashab-ı Kehf olarak biliniyor. Kısa tarihçe: Dünya Etnospor Konfederasyonu 2015 yılında Kırgızistan’da kurulmuştur. Milletlere mâl olmuş geleneksel oyunların yeniden canlanması, bilinirliklerinin artması ve yaygınlaşması için uluslararası düzeyde faaliyetlerde bulunan konfederasyon binlerce yıldır kuşaktan kuşağa aktarılan ata sporlarını profesyonel bir bakış açısı ile icra etmeyi ve sürdürülebilirlik kazandırmayı hedeflemektedir. Kurumsal yapı olarak bünyesinde şu an yedi ülkeden farklı geleneksel spor dallarını temsil eden on sekiz federasyon bulunduran konfederasyon stratejik hedef olarak uluslararası üye kabulünü ve icraatlarını arttırmayı planlamaktadır. Bölgesel kıta federasyon birliklerinin kurulması ve konfederasyona dâhil olmasıyla konfederasyonun kurumsal yapısı ve bilinirliliğini güçlendirecektir. Kurulumundan bugüne birçok başarılı organizasyona imza atan konfederasyon etkinliklerine katılım ve teveccüh üst düzeyde gerçekleşmektedir. Uluslararası geleneksel oyunların zirvesi olarak kabul edilen Dünya Göçebe Oyunlarına ana sponsor olarak destek veren konfederasyon, Türkiye’de Etnospor Kültür Festivali’ni düzenlemiş ve yüzbinlerce insanın ata sporlarını öğrenmesine veya hatırlamasına katkıda bulunmuştur. Bunun yanı sıra, çeşitli ilköğretim okullarında okul etkinlikleri düzenleyerek çocuklarımızın ve gençlerimizin geleneksel sporlarımızı tanımasına ve deneyimlemesine yönelik çalışmalar yapmıştır ve yapmaya devam etmektedir. Dünya Etnospor Konfederasyonu tarafından organize edilen Etnospor Kültür


52

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Festivali‘nde yer alacak sporcuların bir kısmı Yavuz Sultan Selim Köprüsü‘nden atlarıyla geçti. Seydullah Halaç BULTÜRK Derneği

Kırantaya Yeni Semer

İbrahim Soytürk-17.Mayıs.2018

Konu: HÖH bir de GERB’İ kurtarabilir mi? Bulgaristan Türklerinin konuştuğu yerel lehçelerde “kıranta” yaşını almış, belinin kamburu iyice çökmüş eşektir. HÖH “fahri” Başkanı Ahmet Doğan ile Moskova’dan gelen devletin gizli işlerinden emekli istihbaratçı Reşetnikov arasında Devin “Orfey” otelindeki “gizli salonda” akşam ziyafeti esnasında yapılan “herkesten gizli” görüşme, Bulgar servisi DANS tarafından kayda alındı. Paşmaklı (Smolyan) balkanındaki dağ evlerinde defalarca yapılan daha önceki içkili görüşmelerde Altıncı Şube’nin 4. Amirliği her zaman işini yapmış, konuşmaları kayda alınmış, deşifre edilmiş, fakat Doğan’ın “Sava” ajan dosyasında bu “gizli işlerden” söz eden olmadı. Hiçbir gazeteci - araştırmacı yazar perdeyi aralayamadı. Çıkan kitaplarda bu “çok gizli” konu işlenmedi. Ne ki, tüm bunlara rağmen, Bulgaristan’ın Türkleri politik sisteme almadan işlerin yürümeyeceği, ırkçılığın hiçbir derde çözüm olmadığı ve olamayacağı ortaya çıktı. Bu gerçeği Bulgar kamuoyu da gördü. Ahmet’in yıllarca burnuna halka takıp çılbırını çeken “DC” istihbarat subaylarından, gardiyanlardan, hapishaneye girip çikan hukukçu ve avukatlardan, doktor ve sopacılardan hiç biri de, defalarca mülakat vermelerine karşın, bu konulara değinmediler. Bu analizlerden Ahmet Doğan’la birkaç şubenin birden ilgilendiği ortaya çıkıyor. Bu bilgilerin, gizli dosyaların, tuzakların, oyunların bir yere toplanıp sıkılması ve değerlendirmesi zamanı gelmedi mi? Günümüzde Bulgaristan siyaseti başlıca 2 demirci işliğinde dövülüyor. Bunlardan birisi, ABD Büyük Elçiliğinde, ikincisi de Rusya’nın Sofya Büyükelçiliğinde bulunuyor. 2013 yılında DPS 8. Kongresi’nde rapor okurken kürsüden itilmesinden sonra, ev hapsine alındı. “Korumalı göz hapsinde tutulmasında” Reşetnikov’un da önemli katkıları olmuştu. Eğitilip yetiştirilmesine milyonlar


Makale ve Analizler - 2018

53

harcanan bir “Bulgaristan Türkleri ajanının” Amerikalıların kem gözlerinden uzak tutulması da iyi olmuştu. Bulgar tarihinde böyle olaylar bir değil iki değildi. Hunların Doğu ve merkezi Avrupa’ya yerleştiği çağda, sevdiği akraba çocuklarından Kubrat’ı eğitim alması ve yetiştirilmesi için Bizans’a göndermişti. Daha sonra Hanların Hanı olan ve Hazret ilan edilen Kubrat, eğitimini tamamladıktan sonra Kafkas ve Hazar bölgesindeki Dulo Bulgar kavimlerini derleyip toparlamak ve Kuzeye çekilerek Hunların topraklarına Bizans dostu bir devlet kurması için ardından sürekli para ve destek (silah) bile göndermişlerdi. Mega (Büyük) Bulgar Devleti damgası, Kubrat’ta bir yüzük olarak Konstantinepol’de parmağına takılmıştı. Birkaç yıl önce Ukrayna’da bir gömüde bulundu. Bulgar yazar, Prof. Dr. Stoyan Dinkov’un “Bulgarlar Türktür” ve Bulgarları Tuna kıyılarına indiren Kan Asparuh’un Kan Atila’nın dokuzuncu kuşak torunu olduğunu yazmasının temelinde bu gerçekler de var. Bu bakıma, Reşetnikov Bulgar tarihinin süzülmesinden ve içindeki yaşan dolgulardan, taklalardan ve uydurmalardan arıtılmasından korkuyor. Çünkü Bulgar soy özünün Türk olduğu ortaya çıkıp halk tarafından kavrandığında Ahmet Doğan gibilerin siyasi geçerlilik süresi dolar ve çöplük olurlardı. Bu büyük bir korkuydu! Bulgaristan Türklerine daha nice yıllar kullanmak için hazırlanmış bir koyun sürüsü, Ahmet Doğan’a da bu sürünün önünde yürüyen bir kıranta gözüyle bakan “Büyük Yerin - (Moskova)” adamı, masaya oturduğundan beri “semeri değiştirmeyi” düşünüyordu. Eski semer artık Ahmet’in beline dar geliyor, ötesinde berisinde derisini iyice kazımış ve kızartmıştı. Aslında eşeğin değiştirilmesi gerekiyordu da, yenisini henüz yetiştirilememişlerdi. Derken, söze önce o başladı ve Bulgarca şöyle dedi:  Şükür yumru (Tümör) olumlu çıkmış, yeni belirtiler var mı? Bulgaristan’da istasyon şefliği yapmış deneyimli diplomatın öğrenmek istediği 2013 - 2015 yılları arasında Hak ve Özgürlük Partisi (DPS) Genel Başkanı görevinde bulunan Lütfi Mestan’ın ve arkadaşlarının bir olumsuz tümör (ur) gibi partiden kesilip atılmasından sonra, DPS içinde yeni belirtilerin olup olmadığını öğrenmekti. Benim partiden kovduklarına, özel iznim olmadan hiç bir yerde iş verilmez. Bulgaristan’daki ekonomik durumun olağanüstü kötüleştiği dikkate alındığında, parti içi parçalanma için yeni tehlike yok, dedi. Tümör enciklemiyor, kurudu gibi diye ilave etti. Reşetnikov’un kafasındaki plan ise başkaydı.


54

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Avrupa Konseyi’nin Sofya zirve toplantısından sonra, Başbakan ve GERB başkanı Borisov’un supabına biraz basmak ve havasını almak gerekecekti. Sanki diktatör Jivkov’un mirasçısıydı. Halkın Avrupacılık heyecanı geçince problemler yeni bir hızla baş gösterecekti. Büyük vaatlere rağmen hiçbir ilerleme ve gelişme olmadığı ortaya çıkacaktı. AB toplantılarındaki elitin ülke sorunlarını çözmeye yetersiz olduğu yeniden ortaya dökülecekti. Yürütme katlarındaki ilişkilerin gülünç durumda olduğu, rüşvetsiz iş yürümediği yeniden parlayacaktı. Ülkenin hiçbir perspktifi olmadığı yol kesecekti. Fikirsel, siyasi, manevi ve ahlaksal çöküş kendini gösterecek ve dertler sel olacaktı. Reşetnikov bu seli görüyordu. Onun kanısınca Batı Balkanlar siyaseti bir defa baştanbaşa sahteydi. 1996 savaş yaraları sarılmamıştı. İnsan hakları mahkemesinde katillerin yargılanması da sona ermemişken, birleşmeden söz etmek boş işti. Bu bölgede 88 etnik azınlık yaşıyordu da 80’inin hiçbir hakkı tanınmıyor, kimlikleri yokedilmeye çalışılıyordu. Hiçbir Balkan ülkesi başbakanı bu etniklerin adını, dilini, neyle geçindiklerini ve ne gibi hayalleri olduğunu bilmiyordu. Camiye giden, oruç tutan Müslümanlara saldırmak hiçbir soruna çözüm değildi ve olamazdı. Bu konuları görmek istemeyen, olayları susmakla, kör kör bakarak çözeceğini zannedenlerden birisi de Ahmet Doğan’dı. O susmakla ve görmemekle geçiniyordu. Bu azınlıklarda 7 - 8’inin hakları sözde savunuluyor, anadil hakkı, kültürel otonomi hakkı tanınmış, diğerleri eziliyor ve sömürülüyordu. Bu insanların AB’den beklediği bir şey yoktu. 17 milyon insan yaşayan küçük 7 Balkan ülkesinin toplam Milli Geliri 96 milyar US Dolardı. Hepsi çok ağır ekonomik durumda bulunuyor. Bu ülkelerin nüfusunun % 50’si dış ülkelerde, daha büyük kısmı Türkiye’de bulunuyordu ve gece gündüz memleketlerini düşünen bu insanların sorunların ezberden çözülmesi imkânsızdır. Kim olursa olsun her bir kişi vatandaşı olduğu ülkenin sorunları üstüne çözüme katkıda bulunmaya öteden beri hep istemişlerdi. Hepsinin içinde sönmeyen bir vatan ateşi yanıyordu. Avrupa Birliğini Güney Doğu Avrupa’ya genişletmesi, yayma İngiliz uçaklarının Karadeniz semalarında nöbet uçuşları gerçekleştirmesine ve Amerika’nın Bulgaristan’daki üslerine silah yığınağı yapmasına izin vermesi, sözün siyasi anlamında silah patlatmadan yayılma anlamına geliyordu. Bunlar hoşa gitmeyen yeni gelişmelerdir. Bu toprakların üzerinde uygarlık eserleri vardı. Toprakların yarısı vakıf malıydı. Toplam 4 binden fazla cami, medrese, mescit, okul ve kütüphane vardı ki, bunların sahipleri yaşıyordu... AB’nin burada ne işi vardı... Onun saptamalarına göre, Kasım 2018’de Bulgaristan’da yeni bir seçim ortamı oluşacaktı. O zaman erken seçim yapılsa, 800 bin kişiye maaş veren Borisov, 26 Mart 2017’de aldığı oyları yine alabilir, oysa pili tükenmiş, kafası yeni fikirler üretmiyor, halkı ezerek yönetmek istiyordu. O, rüya gördüğü siyaseti uy-


Makale ve Analizler - 2018

55

gulamaya şaşmadan devam ederdi. Ona Bulgaristan işlerinden el çektirmek ve AB Batı Balkanlar Komiserliği veya AB Dışişleri Komisyonunda bir başka görev verilmek daha hayırlı olur, düşüncesi ağır basıyordu. Şu an, Borisov tek kişilik totalitarizme kucak açmış, mali imkanları elinde tutan kodamanlara yani oligarşiye teslim olmuş durumdadır. Avrupa Konseyi’nin Sofya toplantısı Haziran sonunda bitecek. Artık zirveden iniş başladı. Hiçbir komisyona bir tek Türk alınmadı. Türkçe konuşulmadı. Türk ve Türkiye denmedi. Bulgar yönetimisanki Balkan ülkelerinin AB içinde birleşmesini ve Sofya tarafından yönetilmesini hayal ediyordu. Bu gelişmelerin anlamında, Borisov’a tuzak kurup, Başbakanlıktan indirme kapısı açılıyordu. AB, ABD ve NATO’ya kopoy olmaya can atanlardan birini daha fazla Hükümet yönetiminde tutmak zarar verebilirdi. Türkleri de hükümete kabul edecek birini bulmak gerekiyordu. Borisov, yalnız elini değil, kolunu da emperyalizme kaptırmış, Bulgaristan’ı köleleştirmeye terk edilişin sanki farkında değildi. Reşetnikov sakin ve sabırlı konuşuyordu.  Türkleri yeniden iktidara çekme zamanı geldi. Bunu söylerken, kaynağını gizleyerek, parlamento içinden bir hükümet çıkarılabileceğine inandığını belli etti. Meclis dışından olup bizi seven ama NATO ve Atlantik yanlısı olduğu bilinen birkaç kişi seçip onlar üzerinde dikkatle çalışmamız gerekecek, senden istediğim, Biri Müslüman Çingene, ikisi Pomak ve ikisi de Türk, yükseköğrenimli, halka inebilen ve dikey yönetimde görev üslenebilecek yetenekli kadro bulup bunları elimizin altında bulundurup, zaman gelince işe koşmaktır. Meclistekilerde fazla iş yoktu. Ceplerinin derin olduğu bakınca belli oluyor, dedikten sonra muhatabının gözlerinin içine baktı ve kadehe uzandı. Doğan, Moskovalı konuğun işaret ettiği sorunları iyi kavradı. 6 aya kadar hükümet değişikliği olacak ve meclis dışında birkaç emin kadroyu hazırlaması gerekiyordu. Bunların Bayan mı erkek mi olduğunu belirleme işi kendisine düşmüştü. Yeni dengeyi göremeyen, Batı Balkanları Avrupa Birliğinden yana çekerek Rusya’ya karşı denge sağlamaya çalışan Borisov’un zamanı dolmuştu. Sergey Stanişev bu işi daha iyi yapmıştı. Geçti aklından ve sözü aldı: İyi ben bakarım. Hükümetten sökülünce zayıf düştük, bu işe çözüm bulunması iyi olacak. Aşırı milliyetçiler yılan gibi, sürekli sıslıyorlar, etnik azınlıkların huzuru kaçtı. Siz uygun bir başbakan bulmaya bakınız, ben İdeolojik takıntıları olmayan, bağımsız düşünebilen ve davamıza bağlı birkaç kişi üzerinde çalışmalarıma hemen başlarım, dedi.


56

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

O, bu konuşmaların dinlendiğini ve kaydedildiğini biliyordu. Onları dinleyenler, derin devletin en dibinde oturuyor ve gerektiğinde depremlere neden olanlar onlardı. Borisov’u 2 defa düşürenler onlardı. Birinci ve 2. Hükümeti onlar yıktı. Sakin sakin konuşmaları çok iyi oldu. Moskova’nın kendisinden ne istediğini böylece derin devlet de duymuştu. Bu işler Bulgar istihbaratının derme çatma ajan dosyalarını savuranların parlayıp sönmesinden farklı bir işti. Çok gizli yani “birinci derece gizli” işlerdi. Konuşulanları dinleyenler Ahmet Doğan’ın KGB ajan kod adını bile bilmiyorlardı. Gizli ajan adı olmayan bir kimsenin KGB’den yani yeni ismiyle (FSB) /Federal Güvenlik Dairesi/ nden “madalya veya nişan alamayacağını” bilseler de, yapacak bir şey yoktu. Reşetnikov Doğan’a güveniyordu. DPS’ye bağlı olan Türkler yarı yarıya azalınca otoritesinden kaybetmişti. Fakat 2016 Kasımında bir lider olarak sivrilen Rumen Radev’ı Cumhurbaşkanı seçerken başarılı çalışmış ve 300 bin adet bir oyla büyük hizmette bulunmuştu. Uzakta planlan iktidar değişikliğinin yeni bir liderle değil kurumsal ve yasal değişikliklerle gerçekleşebileceğini düşünüyordu. Deneyimleri onu zor günlerde Bulgar halkının Amerikan, Rus ve Türk yetkililerin görüşünü dikkate almadan yeni bir lider öne çıkarabildiğine inandırmıştı. Fakat her şeyin birden değişmesini beklemek için henüz erkendi. Toplumun mayalanması süreci henüz tamamlanmamış, toplum kabarmamıştı... Bıçak kemiğe sanki tam olarak dayanmamıştı. Öndeki 6 ay içinde, geçen ay Erevan’da olduğu gibi, Sofya meydanlarına toplanacak olanların iktidar alaşağı etmesi, ya da hükümeti istifaya zorlayacak güç toplaması için henüz erkendi. Birkaç yıllık bir uzlaşmalı geçiş, ılımlı bir yuvarlanma gerekiyordu. Halkta isyan ateşi yakacak gücü görebiliyordu. 2022 yılında Avrupa fonları % 50 azalınca, Yanar Dağın ateş püsküreceğini biliyordu. Bulgarlar AB sömürgesi olmayı kabul etmeyecek, NATO’dan çıkmak ve Rusya ile yeniden yakınlaşmak, Türkler ve Müslümanlar Türkiye’ye sarılmak isteyecekti. Ateşen o zaman kendiliğinden alevlenecekti. Reşetnikov’un yeni bir erken seçim yapılmasından yana olmadığını gören Ahmet Doğan, bu işin içinde başka ne olabilir diye düşünmeye başladı. Lütfi Mestan tehlikesinin geçmediğini görmüş ve görüyor olabilirler. DOST seçmeni bir daha hareketlenirse, DPS bendini yıkabilirdi, geçti aklından. Bu durumda yeniden yüzleşmeleri Avrupa Birliği Parlamentosu seçimlerinde olacaktı. O güne bir yıldan fazla bir zaman vardı. Fakat Brüksel’e hukuk bitirmiş, yabancı dil bilen birkaç temsilci gönderse, Bulgaristan’daki yolsuzlukları, adaletsizliği, komünist diktatörlüğün tüm pisliklerini oraya taşıyabilir ve Bulgar siyasi sistemi içinde DOST - DPS’nin yerini alabilirdi. Bulgaristan’da 1990’dan beri kurulan


Makale ve Analizler - 2018

57

siyasi partilerin hepsi Bulgaristan Komünist Partisi BKP içinden çıkmıştı. Bunların arasında en tehlikeli olan iktidarda olan asalak (parazit) kesimdi. İş bilmez, iş öğrenmez, işten korkan bu kesin gölgede yatan ve hazıra bekleyen zümreden olduğundan dolayı yalnız devleti değil, halkın geleceğini baştanbaşa çökertecek tipten bir ucubeydi. Bu ucubeye karşı dikilecek en kararlı kadrolar Türkler olacaktı. Bulgar artık çok değişmiş, kendini çiftlikte inek gibi görüyor ve her gün yemliğin yeniden fazla fazla doldurulmasını bekliyordu. Feci durum tehlike duvarından taşmıştı. Yüksek konuk, bu nedenle Doğan’ın semerini değiştirip taşıması için hibelerine “iktidar” doldurmak istiyordu.

İyi Niyet Mektubu

Şakir Arslantaş-18.Mayıs.2018

Konu: Batı Balkanlar üzerindek gezinen boş bulutlar Sofya’daki 6 ay süreli Avrupa Konsey Başkanlığı dönem zirve görüşmeleri sona erdi. 28 Avrupa ülkesinin başbakanları Bulgaristan başkentine toplandı. 17 Mayıs günü en önemli görüşmeler tamamlandı. İlk kez olmak üzere, Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov’un inisiyatifiyle 6 Batı Balkan ülkesi başbakanları ve yetkililer de Sofya Zirvesinde hazır bulundular. Böylece 138 yıllık devlet tarihinde Sofya’ya ilk kez 35 ülke başbakanları toplanmış oldu. Bunlar arasında kendilerine en büyük önem verilenler Fransa Başkanı Macron, Almanya Başbakanı Merkel ve İngiltere Başbakanı Mey dikkat çekti. Bu ziyaret, görüşme ve Batı Balkanların Avrupa Birliği’ne üye alınması için bir İyi Niyet Mesajı niteliği taşıyan ve devletler ve hükümetler adına değil, sadece katılan başbakanlar kendi adına bir belge imzaladılar. Bu inisiyatifin Avrupa Birliği’nin en fakir, en geri kalmış, rüşvet siyaseti tarafından boğazlanmış, vatandaşlarının yarısı memleketi terk etmiş ve ekmek parası için gurbetçilik yapan Bulgaristan’dan gelmesi ilgi uyandırdı. Çünkü bilindiği üzere, 2007’de AB üyeliğine alınan Bulgaristan Cumhuriyeti, adalet reformu, demokratik düzen kurma, sivil vatandaş toplumu oluşturma, sosyal adalet, hukukun üstünlüğü, azınlıkların haklarını tanıma vb kriterlere uymadan dosyaları aceleden açılıp kapanmış ve politik kararlarla üye alınmıştı. Bu adımın en kötü


58

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yanı, Bulgaristan’da totaliter komünist düzenin sökülmesi, hurdaya çıkarılması ve yok edilmesi gerekirken, korunması ve bugün de iktidarda bulunması gibi sonuçlar doğurdu. Bunun sonucu olarak da, Sofya’da AB ülkeleri Başbakanlarını karşılayan liderin Başbakan Borisov’un, diktatör Todor Jivkov’un yakın koruması, AB Sofya İşleri Başkanı’nın BKP-MK Politbüro üyelerinin çocukları ya da torunları olması gerçeğini doğurdu. AB Sofya dönem başkanlığında Bulgaristan adına görev yapanlar arasında ülkede yaşayan azınlıklardan hiçbir Türk, Pomak, Çingene, Ulah, Tatar veya Gagavuz görev almadı. Yani bu forum, Bulgaristan nüfusunun tümünü temsil etmedi. Bulgaristan’daki azınlıklarla ilgili hiçbir karar alıunmadığı da dikkati çekti. AB’nin Batı Balkanları da kapsayacak bir hamle yapması ilk kez, bundan10 yıl önce AB Selanik Toplantılarında ele alınmıştı. Son yıllarda ağır basan, AB içi mali bunalımlar, ekonomik bunalım, İngiltere halkının “brekzit” (AB’den ayrılma) kararı, sığınmacı bunalımı ve genelde AB’nın 4. Teknolojik devrimi gerçekleştirmede tökezlemesi vs Batı Balkanlar konusunu unutturmuştu. Bilindiği üzere Balkanların eski adı Rumeli’dir. Roma Devletinin toprakları demektir. Bizans devrinde bu isim değişmemiştir. Osmanlı Çağında da korunmuştur. Bölgeyi Rumeli Beylerbeyliği yönetmiştir. İlk dönem bu merkez Sofya’dadır, sonra Manastır’a değiştirilmiştir. Farsça bir söz olan Balkan günümüz Güney Batı Avrupa bölgesi için Alestandır von Hunbold (1769 - 1859) döneminde Alman bilim çevrelerinde kullanılmaya başlanmıştır. Avrupa Birliği’nin 2018 Sofya dönem başkanlığı toplantılarına kadar aktüel politik literetüre girmemişti. Bu yeni terminolojiyi getirenler, sanki Doğu Balkanlar dendiğinde Bulgaristan ve Romanya’nın (İkisi de AB üyesidir) anlaşılmasını istiyorlar. Batı Balkanlara Makedonya, Kosova, Sırbistan, Karadağ, Arnavutluk ve Bosna Hersek vb katmak istiyorlar. Bu ülkelerde toplam 17 milyon 500 bin insan yaşıyor, toplam Gayrı Safi Milli Hasılatı 96 milyar US Dolar olan bu devletçiklerin hepsi çok derin ekonomik sorunlar yaşıyor. Nüfus olarak Müslümanlar Arnavutluk, Bosna, Kosova’da çoğunluk oluştururken Makedonya’da da toplam nüfusun üçte biridir. Makedonya, Kosova ve Arnavutluk’ta yaşayan Türk azınlıklar da var. Müslüman Pomaklara da daha fazla Makedonya’da rastlanıyor. Balkan ülkelerinde toplam 80 etnik azınlık yaşıyor. Bunların dil, din, etnik ve kültürel kimlik, yaşam tarzı özelliklerinin korunması gibi sorunlar çözüm bekliyor. Balkan ülkeleri devlet ve hükümet yönetimi etnik ve kültürel sorunların çözümünü genellikle nüfusu seyrelterek, iç ve dış göçlere, iş aramak için Batı Avrupa ülkelerine göçlere teşvik sağlayarak çözmeye gayret ediyor. Sofya toplantısında, Batı Balkan ülkelerindeki esas ekonomik, mali ve sosyal sorunlar gündeme alınmadı. Ele alınan konuların başında, AB üyeliğine alı-


Makale ve Analizler - 2018

59

nacak bu ülkelerin sıralamasının yapılması üzerinde toplandı. Bu sıralamada bir NATO üyesi olan Karadağ başta gelirken, Sırbistan ikinci yere alındı. Bu arada, Sırbistan’ın Kosova ile toprak ve sınır sorunları, Bosna Hersek’le olan 1996 savaşından kalma ağır problemleri ve ayrıca Sırbistan’ın Bulgar sınırına yakın Niş şehrindeki Rusya Federasyonu Casusluk Merkezi’nin kaldırılması gibi sorunlar bile gündem oluşturmadı. İlk ikilinin 2022’de üye alınmasından söz edilirken, Daha sonraki bir dönemde Arnavutluk ve Makedonya için ufuk belirir gibi oldu. Oysa Yunanistan engellemeleri nedeniyle Makedonya’nın bugün hala resmi devlet adı bile yoktur. Makedonya için ikinci büyük engelse Anayasasının değiştirilmesi ve tarihinin yeniden yazılması noktasında kilitleniyor. Kosova ise henüz 6 AB devleti tarafından tanınmamıştır. Bu ülkelerden birisi İspanya’dır ve İspanya Başbakanı Yoheloy Sofya İyi Niyet Mesajını kendi adına bile imzalamamıştır. Batı Balkan ülkelerindeki Roma ve Osmanlı dönemi tarih ve yüksek mimar ve kültür eserlerinin korunması da özellikle çözülmesi gereken sorunlardan biridir. Bölgedeki cami, saray, köşk, köprü, medrese ve mescitlerle türbelerin korunmasını ve bakımını Avrupa Birliği tarafından üstlenilmesi sorunu masaya yatırılmamıştır. Sofya forumunu baştan beri dikkatle izleyen ve yansıtan Alman “Handes Plat” yayını, zirveye ayırdığı fotoğraflı sayfasına “AB’nin Güçsüz Tablosu” başlığını attı. Bulgaristan 5 aydan beri ısrar etmese, Batı Balkanlar konusunun gündem oluşturmayacağına işaret etti. AB ülkeleri başbakanlarının Batı Balkanlar’ın AB üyeliğine çekilmesi konusuna heyecan ve umutla bakmadığını yazdı. Bu girişimle Balkanlar’da alt yapı tasarımları gerçekleştirilerek başlanması planlanıyor. Varna ve Burgas limanlarının Arnavutluk’un Duras limanına demiryolu ve karadan bağlanması söz konusudur. Bu planların gerçekleşmesi için Bulgaristan’a ek olarak demiryolu altyapısı tesisleri için 4 milyar Euro harcanması, bu yatırım paralarını Avrupa Merkez Bankası ayıramazsa, Çinli yatırımcıların davet edilmesi öngörülüyor. Basında ve TV yayınlarında yapılan yorumlarda ana hedefin Rusya ve Türkiye’nin Batı Balkanlardaki nüfusunun daha da arttırılmasını önlemek, bu iki ülkenin Balkanlar’da söz sahibi olmasına AB gücüyle engel olmaktır. Londra’ya yaptığı son ziyarette, Balkanlar konusuna da değinen Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Batı Balkan ülkeleri nüfusunun büyük bir kısmının İstanbul’da ve diğer Türkiye kentlerinde yaşadığını ve ülkelerindeki karışık durumun durulmasını beklediğini söyledi ve bu göçmen kitlenin görüşü alınmadan Balkan ülkelerinden hiç birinin kaderi çizilemez, vurgulamasını yaptı. Son dönemde Balkanlara en büyük sanayi yatırımları yapan, ticari alış verişi sürekli artış kaydeden ülke Türkiye’dir. Şu durumda Türkiye el uzatmasa Batı Balkanlar ülkelerinin nefes alması mümkün olamaz. 1996’da Sırp katliamlarının dur-


60

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

durulması da Türkiye’nin NATO güçlerini harekete geçirmesiyle sağlanmıştır. Balkan halkları 300 yıl barış ve huzuru Osmanlı döneminde yaşadıklarını unutmamıştır. Geçen yüzyıl balkanlarda 5 büyük savaş olmuş, halklar kırılmış, göçe zorlanmış, çile çekmiştir ve sefil yaşamaya devam ediyor. Halkları birbirine cepheleştirme siyaseti hiçbir dönemde başarılı olmamıştır. Avrupa’nın geleceği bütün halkların dostluk ve kardeşliğinde gizlidir. Sofya AB zirvesinde konuşulmayan konular da vardı. Fransa Cumhurbaşkanı Macron, Batı Balkanlara genişlemeden önce, AB ülkeleri içinde derin reformlar yapılması gerektiğini, AB’nin merkez ülkeler, 2. Kuşak ülkeler ve kenar ülkeler olarak üçe bölünmesinde ısrar ediyor. Merkez ülkelere Fransa, Almanya, Avusturya, İspanya ve İtalya gibi gelişmiş ülkelerin girmesi öngörülürken, ikinci kuşağa Macaristan, Polonya, Çek ve Slovenya gibi ülkelerin alınması, hatta Bulgaristan’ın sefiller ve rüşvetçilikten başkaldıramayan 3. Gruba alınması düşünülüyor. Tartışmalara konu olan en önemli konu ise ABD Başkanı Donald Trump’un Avrupa Birliği’ne yeni gümrükler uygulama planları ile İran’la imzalanan Atom Enerjisi antlaşmasından çekilmesi oldu. Batı Balkanlar böylece AB gündeminden belki de bir 10 yıl daha ertelenmiş oldu. Okuduğunuz için teşekkür ederim. Biz siyaseti sizin için izliyoruz.

Genç Kalmak İmkânsız

İbrahim Soytürk-18.Mayıs.2018

Konu: Bulgar toplumunda kendilerine yer bulmayan sosyalistler. Genç Kalmak İmkânsız İnsanoğlunun en büyük davalarından biri olabilse devamlı genç kalabilme kavgasıdır. Devin kentinin “Orfey” otelinin özel görüşme salonunda Rusyalı kıymetli konuk, kıdemli istihbaratçı, KGB Generali Leonid Reşetnikov saçlarına beyaz düşünce içten içe ebediyen genç kalma heveslilerinden biri olsa da, konuya girmek istemedi. Sosyalist partiyi anlatabilmek ve ameliyat masasına yatırıp iç organların bol ışık altına alıp muayene etmek gerektiğini anlatabilme için ne de olsa konuya o kapıdan girdi.


Makale ve Analizler - 2018

61

Canlılar ve cansızlar arasında örneklemeye yarayan benzerlikleri bulmak zordur.  Kiraz ağacını gençleştirmek için dalı budanır. Dut ağacı da öyledir. Goethe, bilge Profesör Faust’u yaşlanmayan bir genç gibi 20 yıl yaşatabilmek için, şeytanla anlaşma imzalamıştır. Bu anlaşmayı, mürekkeple değil, diviti kendi kanına bandırarak imzalar. Bu örnek gençliğin önemini anlatabilmm için yeterlidir, sözleriyle giriş yapan Reşetnikov Bulgaristan -sosyal demokrat- komünist ve sosyalistlerinin tarihi şöyle özetledi: “1891’de Koca Balkan’ın “Buzluca” doruğunda Bulgaristan Sosyal Demokrat Partisini kuruldu. İdesel kökleri kurucu başkan Dimitır Bogoev’in Peterburg Üniversitesinden taşıdığı fikirlere dayanır. Bilirsin ide dediğim insanın kafasına girince çıkışı bulamaz. Kafanın içinde kapalı klan ideler parçalanır ve insanların dünya görüşünü de parçalar ve onları birbirine düşürür. Bulgar sosyalistlerinin geçmişi buna pek çok örnekler verir. İki yıl sonra sosyal demokratlar temel fikirlerini değiştirmeden bu defa parti adını değiştirir ve Bulgar İşçi Sosyal Demokrat Partisi (BİSDP) adını alır. 1903 yılında “geniş sosyalistler” ve “dar sosyalistler” olmak üzere ikiye bölünür. “Dar sosyalistler” partisinin varisi olarak 1919’da Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) (dar sosyalistler) kurulur. Daha sonraki yıllarda “dar sosyalistler” kaldırılır. 1908’de aynı kollar birleşir ve BİSDP (birleşmiş) kurulur. 1919 - 1944 yılları arsında komünistler iktidara muhaliftir. 1943 yılından sonra aynı parti Bulgar İşçi Partisi (komünistler) adıyla illegal etkinlik gösterir. 1944 - 1989 yılları arasında iktidar partisidir, totaliter komünist diktatörlük kurmayı başarır, 1989 Mayısında gerçekleşen Türk Ayaklanmasıyla devrilir. 3 Nisan 1990’da komünist partisi (BKP) ismini değiştirir ve Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) olur. Günümüzde 80 milletvekili ile Sofya Halk Meclisinde ana muhalefettir.” Sağ elindeki çatalı beyaz örtü üzerine bırakmış, gizli işler arkadaşını can kulağı ile dinleyen Ahmet Doğan,  “Bayan Kurneliya Ninova 2 yılda aşındı mı? Demek istiyorsunuz. Ben bunu görüyorum, fakat parti yönetimi kaynamaya devam ediyor ve Batı’da eğitim alan sosyalistler arsından henüz sivrilen yok”, diye ilave etti. Reşetnikov kadehine bir daha uzandı. Söylemek istediklerini şeffaf açıklayamadığını düşündü ve eliyle okuduğu kitabın yeni bir sayfasını açar gibi bir hareket yaparak şöyle devam etti:  Tarih kitaplarınızda “faşist” dediğiniz Kimon Georgiev 1936 yılında Sovyet istihbaratı için çalışmaya başlamıştır. Biliyorsun, 1923 ve 1934 askeri


62

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

darbelerinden sonra başbakan olan Kimon Georgiev, 1944 yılından sonra da 3 Bulgar hükümetini yönetti. Faşistlere ve Çarlık sistemiyle hesaplaşmayı yönetti. Onun yönetiminde 30 bin düşman öldürüldü. 1923 askeri darbesinden sonra komünistlerle hesaplaşanda Başbakan Kimon Georgiev’ti. Hiçbir dönemde sosyalist, komünist olmadı, İşçi Partisine de katılmadı. Hem komünistleri öldürdü hem de komünist hükümetleri yönetti. Faşizmin kol gezdiği, katliamlar yapıldığı, değişik yasalarla idare edilen ülkede Tırnova Anaysası ile parlamenterimiz kaldırıldı, fakat Sovyetler Birliği’nin devlet çıkarları başarıyla savunuldu. Ahmet Dağan dikkat kesilerek dinlese de, çok ciddi bir konu açan istasyon şefinin onu bir konuda uyarmak istediğini sezse de, tam olarak ne demek istediğini bir türlü çıkaramadı. Şimdiye kadar, son 28 yılda kendisinden istenenlerin hepsine uymuştu. Önce 1991 Anayasasının hazırlanmasına katılmayın, uzak durum, Türk azınlığı sözünün temel yasaya işlenmesini istemeyin demişti, 24 milletvekilinden hiç biri Anayasayı imzalamadılar yani kabul etmediler. Sonra, Hak ve Özgürlük Partisi’nin Demokratik Güçler Birliği (CDC) ile yakınlaşmasına engel olması istendi, binlerce aktif hak ve özgürlükçünün partiden kovulması pahasına olsa da, bu ödev de bşarıyla yerine getirildi, üstün 1992’de CDC’li Başbakan Filip Dimitrov’un hükümeti devrildi. BKP, DS, Ordu ve Altıncı Şube yönetiminden, 1984 - 1989 yılları arasından Türkleri öldüren ve zulüm uygulayan katillerden hiçbir kimseden hesap sorulmadı. Bulgarların Türklere karşı işlediği cinayetlerin, suçların cezasız kalması, 1913’te 260 bin Bulgar Doğu Trakya’dan Bulgaristan’a göç ederken sözde öldürülen 60 bin kişinin öcünün alınması şeklinde yorumlandı. Bu teze göre, sözüm olan “soya dönüş süreci” bir öç alma denemesiymiş, bu defa bizden yalnızca 240 kurban alabildiklerine göre, kelleye kelle mantığıyla daha 59 bin 760 kardeşimizi kurban vermeye hazır olmamız gerekmektedir. T.C. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer (2000 - 2007) döneminde, Bulgar meclisindeki partilerin hepsinden birer temsilciden oluşan bir milletvekilleri heyeti Ankara’ya gitmiş ve “Trakya Göçmenlerine” tazminat olarak kendisinden 10 milyar US Dolar tazminat istemişti. İki ülke arasındaki diplomatik ilişkilere zarar gelmesin diye, Bulgar milletvekillerin “Çankaya”dan kovulduğu gizlenmişti. T.C. lideri Sayın Recep Tayyip Erdoğan Sofya ziyaretlerinden birinde Halk Meclisi’ne girerken aynı parayı, Rusya emri ve DPS parasıyla kurulan “Ataka” partisi lideri Volen Siderov da talep etmişti. Ardından bu konu “Alfa” ve “Skat” TV programlarında devamlı konu oldu. Sonunda Bulgar milliyetçi partileri hü-


Makale ve Analizler - 2018

63

kümete tırmandılar. Seslerini daha fazla yükseltmeye başladılar. Diğer TV kanalları da konuyu gündeme aldı. Bu gün de, artık Bulgaristan’da 1913 göçüyle gelenlerin genel nüfus içindeki oranının bir milyon kişi olduğunu iddia ediyorlar. Bu icatçıların başında “Trakyalılar Birliği” bulunuyor. Hep aynı aynı yarayı kaşıyor. Güney Bulgaristan’da 20 bin temel örgüt, dernek, kulüp, köy derneği kurmuşlar. Hatta yönetimine ve saflarına bazı Bulgaristan Türklerinden aydınları çekebilmişler. Trakya Enstitüsü, basın-yayın merkezi uydura uydura yazdığı kitapları Rusça, Fransızca ve İngilizceye tercüme ederek Büyükelçiliklere dağıtıyor, dış ülkelerdeki gurbetçi Bulgar ailelere gönderiyor. Ucuz fiyattan piyasaya sürüyor. Bu gelişmeler Ahmet Doğan için de endişe uyandırıcıydı. 1989’dan sonra inine giren yılan yine başını çıkarmış, dilini uzatmış sıs sıs ilerliyordu. Bu gelişmeler Türklerin kovandan çıkıp kendilerine yeni bir yuva aramalarına sebep olabilirdi. Karşısında oturan konuğu yemeğini acele etmeden yerken, onun kafasında dolaşanlar bunlardı.  Yerli kuzu, çok lezizdi, diyerek ve teşekkür ederek akşam yemeğini bitiren Rşetnikov, şarap şişesine uzandı. “Melnik” serisinden kırmızı şaraplardan birinden döktü, dostuna da teklif eti, o eliyle ret ederken düşünmeye devam ediyordu. “Trakyalılar” konusunda Bulgar milliyetçilerinin desteklemesini isterse, verecek cevabı yoktu. O zaman 1878’den beri bu memleketten kovulanların hak ve hukuku, mal ve mülk tazminatları söz konusu olacaktı. Bulgaristan 100 yılda yıkılıp yakılan 1000’den fazla cami ve mescidin parasını bile ödeyebilecek durumda değildi... Bir yıldan beri Bulgaristan’da gelişen propagandanın anti-Türk tohumlarında, Türklerden tazminat koparma siyasetinde, Ermenileri örnek almak vardı. 1915 yılında Ermeni tacirinin sözde “Ermeni Katliamı” olarak dünyaya kabul ettirilmesinde yıllardan beri uygulanan taktik, strateji ve yöntemlerin kopyalanması isteniyordu. Ermenilerin bu işler için aç milyar harcadığını düşünmek isteyen yoktu. Bu işin astarı yüzünden pahalıya mal olabilirdi. “Trakyalılar Birliği”nin 1925 Angora Antlaşmasını tanımaması da ilginçti. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 26 Mart 2018’de Varna ziyareti esnasında Başkakan Borisv’un Trakyalıların hakları konusunu Başbakan görüşmeleri düzeyine taşıması, Türk ve Türkiye düşmanlarını çok yüreklendirmiş ve ulusal bir hortlama hazırlıklarına hazırlıklar başlamış gibiydi. Reşetnikov konusun geri döndü:  Şu an BSP dünya görüşü olarak ikiye bölünmüşler.


64

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bizi sevenler var ama AB ve Amerikancı bölüntü güç topluyor. Bayan Kurneliya iki cephe arsına sıkışmış kalmış ve yeni fikir üretemiyor. Bu partinin bölünüp parçalanması, isim değiştirmesi ve lider çıkaramaması hsta olduğuna işarettir. Bu nedenle partiler dışı bir Başbakan bularak, meclis içi ve dışından bir hükümet derlememiz ve GERB siyasetçilerini zayıflatmamız gerekiyor. Geç olabilir. Amerikalılar yığınak yapıyor. İngilizler de aktifleşti. Makedonya siyasetinde 2 defa burnu kırılan Bulgarların, yeniden ateşlenmesi de anlaşılır gibi değil, buna dur demek gerekecek. Doğan’ın içi biraz ferahladı. Konu bu muymuş dercesine kadehine uzandı, viskisini “Devin” özel kaynak suyundan buzlarla besledi ve “Sağlığınıza”, dedi. Reşetnikov kırmızı şaraptan yudumladı. Kadehini yavaşça masaya koyduktan sonra, BSP artık çok yaşlandı. Eski kadroların gençleşmesi imkânsızdır. Onlar kafalarındaki fikir, merak ve umutlarla gidecek bu dünyadan. Şimdi BSP’nin yapması gerekeni yapacak dışardan birini göreve çağırmak gerek. GERB’lilerin de dağılmasına az kaldı. Saat iyice ilerlemişti. Yeni fikirleri masaya yatırma zamanı geçmişti. Olay ortadaydı. Bulgar halkının istediği sistem değişikliğinin siyasi renkleri parlıyordu. Gerçekten de 20. Yüzyılın fikirleriyle 21. Asrı yönetmeye çalışan Bulgar sosyalistlerinin başarısızlığı ortadaydı ve Moskova’nın bile dikkatini çekmişti. Yeni durumda herkes kendi adamına güveniyor. Moskova merkezi de Cumhurbaşkanı Radev’e bel bağlamıştı. Toplumun alt katmanlarından yeni bir lider başkaldırana kadar yapacak başka bir şey yoktu. Son Okuduğunuz için teşekkürler.

Dost Kazığı

Mehmet Çakır-19.Mayıs.2018

Konu: AB ile ABD’nin arası açılıyor. Sofya’da Başbakanlar toplantısı yapan Avrupa Birliği ve Batı Balkan ülkelerinin, masaya yatırılan ana konu Avrupa Birliği (AB) ile Amerika Birleşik


Makale ve Analizler - 2018

65

Devletleri (ABD) arasındaki yeni ilişkiler oldu. Bu ilişkilerin yeni sayfasını ABD Başkanı Donald Trump’un 8 Mayıs günü İran’la Nükleer Antlaşmayı bozması açtı. Başkan Barak Obama döneminde imzalanan bu anlaşmayla, İran Nükleer Silah ve Stratejik Füze geliştirmeyi durdurmuştu. Müslüman İran halkının normal nefes almasına karşı olan ve genelde İran’ın Suriye’de askeri birlik bulundurmasına ve daha nelere nelere karşı olan Tel Aviv hükümeti, geçen ay “İran nükleer programını geliştirmeye devam ettiğini” sözde “kanıtlayan” yüzlerce evrak dosyası çıkardı. Bunları Başkan Donald Trump’a götürdü. O da Nükleer Antlaşmayı bozdu. Kuşkusuz 2015’te imzalanan bu bu antlaşmanın altında Rusya, Büyük Britanya, Çin, Fransa ve Almanya gibi uluslararası aracıların, nükleer devletlerin de imzaları var ve tek taraflı “bozdum” girişimi, hepsinde tepki uyandırdı. “Bozdum” demenin anlamında, “İran’a karşı ambargo”, İran’la ticaret yapan ülkelere de yasak rejimine geçildi, var. ABD İran’a karşı yeni yaptırım girişimlerine başlıyor. Bu cezalandırma adımlarının en başında “İran’a ham petrol ve petrol ürünleri satma yasağı” geliyor. Dünyanın en büyük ve güçlü petrol üreticilerinden biri olan Tahran hükümetine böyle bir ambargo (yasak) uygulanması, bir defa bu ülkenin ve halkının İçişlerine müdahale olduğu gibi, birçok ülkenin de ekonomik güçlükler yaşamasına kapı aralıyor. Avrupa Birliği’nin Tepkisi Sofya’ya gelmezden bir gün önce İran’a ambargo haberini alan Avrupa Konseyi Başkanı Donald Tusk, Brüksel’de verdiği demeçte “Trump hakkında İnsanın böyle dostu olacağına olmasın daha iyi!” dedi. Sofya Hava Limanı’na indiğinde öfkesi burnundaydı. AB Komisyon Başkanı Jean-Claude Junker, AB’de politika tasarlayıcısı ve koordinatörü sıfatıyla harekete geçti. AB diplomasisi şefi Federika Magerini hemen Fransa, Almanya, İngiltere ve İran dış şleri bakanlarını Brüksel’e topladı. Taraflar İran’la ekonomik ve ticari işbirliğini güçlendirme ve petrol ticaretine devam kararı aldılar. Son dönemde ABD ile AB ticaret savaşı eşiğinde bulunuyor. Başkan Trump’un baskılarına karşı, AB üyesi (28 devlet) İran’la petrol ticaretini US Dolar üzerinden değil, EURO üzerinden yapmayı düşünüyor. 14 Mayıs rakamlarına bakıldığında, İran 24 saatte 2 milyon 62 bin varil petrol ihraç ediyor. Bu dış satım öncelikle in, Çin, Hindistan, Güney Kore ve Japon pazarına (% 60) gidiyor. OPEK ülkeleri arasında petrol üreticisi 3. ülkedir. Dünya petrol piyasasındaki sürümün % 4’ünü sunuyor.


66

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

AB ülkeleri 24 saatte İran’dan 350 - 500 bin varil ham petrol çekiyor. En büyük miktarı ithal eden Fransa ve İtalya’dır. ABD “Kuzey Akım 2” /Nord Stream 2, Rusya-Almanya) likit doğal gaz boru hattı çekilmesi işlerini durdurmaya çalışıyor haberini veren Alman “Der Spigel” dergisi, “tehdit ediliyoruz” diye yazdı. İran petrolü alımında AB US Dolar yerine Euro kullandığında ABD ciddi yara alacak. ABD’de İran’a ticaret yapan ülkelerin paralarını bloke ederek ödemeleri durdurma yolunu seçmiş bulunuyor. Buna uymayanları da tutuklayıp cezalandıracak. Petrol ödemeleri dışında, AB ülkeleri dış ülkelerle dış veriş ve yatırımlarını Euro üzerinden gerçekleştirmeye geçerken, US Dolardan vaz geçmeyi tasarlıyor. 1973’te ABD, Suudi Arabistan ve OPEK, kendilerine güvenlik sağlanmasına karşı, petrol ödemelerinin US Dolar üzerinden yapmayı kabul etmişlerdi. ABD’nin Rusya’dan sonra İran’a da ambargo uygulaması, küçük ve büyük devletlerde giderek daha fazla korkmaya başladı. Bugün Rusya AB, Çin ve Beyaz Rusya’ya US Dolar üzerinden petrol satmaya devam ediyor. Çin US Dolar ticaretini bozmak isteyen en büyük devlet. Rusya ile yeni petrol antlaşmasını Çin Milli Parası YUAN üzerinden imzaladı. Asya ve Pasifik Okyanusu bölgesinden birçok devletle ticaretini ulusal para birimleriyle yapmaya başladı. Milli rezervleri US Dolar olan birçok ülke dolardan kurtulmaya çalışıyor. Çin yatırımları dolardan bağımsız ve milli para birimiyle yapmaya öncelik veriyor. Akan sutaşları uflar mantığıyla, ABD yönetimi, Amerika’ya karşı finans dünyasında büyük çelişkilere gebedir. Mali dünyada savaş asıl şimdi başlıyor. Büyük bankalardaki durum da değişti. 2018 Şubat verilerine göre, ABD Federal Rezervi (FED) artık dünyada 4. Yerde bir bank durumuna düştü. En büyük banka artık Çin Halk Bankası, ardından gelen Avrupa Merkez Bankası; Gayri Safi Milli Hasılat Aktifleri açısından birinci yerde bulunan banka ise Japonya Merkez Bankası’dır. Diş ülkelere verilen krediler ve yapılan yatırımlar açısından insanlar dünya birincisinin ABD banka sistemi olduğunu düşüne dursunlar, Birinci yeri rtık Japonya kapmıştır. Japon bankalarının 2018 aktifi 17 trilyon US Dolar iken, ABD banka aktifi 12,8 dolarda kalmıştır. Şöyle de diyebiliriz. Japonya’nın bugünkü banka aktifleri, Almanya, Fransa, İtalya, İngiltere ve İspanya’nın banka aktiflerinin toplamına eşittir. ABD lideri Donald Trump’un genel çöküşü durdurmak ve paçayı kurtarmak için uluslararası terörizmi neden aktif işe koştuğunu anlamanız kolaylaş-


Makale ve Analizler - 2018

67

mıştır. Doların en güçlü dünya parası durumunu yitirmesi anlaşılan Dost Kazığından olacak!!!. Devam edecek. Türkiye için çok önemli olduğundan dolayı konuyu izleyeceğiz.

Kanatsız Kuşlar

Dr. Nedim Birinci-20.Mayıs.2018

Konu: Siz Güneşi Karartamazsınız! Belediye başkanları ve bazı sivil toplum örgütleri yöneticilerinin Cebel merkezine kurulan kürsüden havaya fırlattıkları beyaz barış güvercinleri, 19 Mayıs 1989’da aynı meydanda parlayan isyan ateşi alevleri kadar yükselmeden, çatılara tünediler. Barış, birlik ve mutluluk sembolü olan beyaz güvercinlerin şehir üzerinde süzülerek, çırpınarak, kanat açarak takla atmaması, Bulgaristan Türkleri tarihinde zulüm karşı halk patlamasının 29. yıldönümünü kutlama mitinginden etraf dağlara ve köylere selam iletmeden sağ sola bakılması çok anlamlıdır. Güvercinler, doğruyu gördükleri halde düşüncelerini değiştirmeyenlere, taş kafalılara, korku saçarak, birlikte os...rak insanların fikrini değiştirebileceklerini sanan boş kafalı cahillere, mutluluğu tatmadan, mutluymuş gibi yaşadıklarını sananlara ve bundan böyle de kulluk etmeye hazır olanlara bir tokat vurdu. Yaşasın 19 Mayıs Bulgaristan Türkleri tarihinde en önemli gün 19 Mayıs 1989 günüdür. Çocuklarımıza söylüyorum: Biz O Gün Ayaklanmıştık. Ruhumuz alevlenmiş bütün Bulgaristan’ın her Türk ve Müslüman köyünde ve hanesinde yanmış, sıkılan yumruklar meydanlara dolmuş, şehit olmak isteyenler zafer yollarına düşmüştü. İlk büyük patlama Cebel’de olduğu için her yıl aynı gün buraya toplanıyor ve sesimizi duyuruyor, bayraklarımızı dalgalandırıyoruz, davamızı yaşatıyoruz. 19 Mayıs 1989 bir Türk Ayaklanmasıdır. Ayaklananlar Türkleridir. Bize zulüm edenlere Türkçe küfür edilmiş, şehitlerimiz kıbleye karşı toprağa verilmiş, din dilimizde dualar edilmiştir. Bu ayaklanma, 100 yıl ezilemeyenlerin, iradesi asla kırılmadan bir asır zulüm görenlerin


68

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

isyanıdır. O tarihte, hiç kimse nutuk tutmadı. Hiç kimse mikrofonda konuşmadı. Türklerin suskunluğu ile dağların uğultusu birleşti ve düşmanın tüm güçleri ve umutları donduruldu. Bizim tarihimizi yazmak isteyenler yazamadılar. Biz Bulgaristan Türklerinin yazılmış tarihimiz yok, ama yazılacak tarihimiz var. Yaşayan insanların tarihi olmaz, otobiyografisi, hal tercümesi, hayat yolu olur. Bu yolun şanlı ya da kahrolası olduğu son gün belli olur. Şerefli kişilere yaşarken anıt dikilmez, hiç kimsenin mezarı önceden kazılmaz, cenaze namazı peşin kılınmaz. En sevdiklerimizi son yolculuğa uğrarken bazen yaşadığımız en acı anda en sevdiğimize mezarın dar geldiğine, çiçeklerin ağladığına, kuşların sustuğuna ve doğanın baka kaldığına tanık oluruz. İsyan ve Ölüm Anları Kardeştir İsyan uzun bir yolun başlangıcıdır. Kırcaali Cebelde başlayan halk ayaklanması Bulgaristan’da 29 yıldan beri devam ediyor. Bu 29 yıl içinde hayat bize birçok şey öğretti. Bunların birincisi düşmana yaranılmaz gerçeğidir. Hatırlıyorum: 1964’de Batı Rodopların Ribnevo köyü Birinci Bulgar Ordusu tarafından basılmıştı. 1972 Barutin katliamı nasıl unutulabilir? Tek dil, tek din, tek kültür, tek devlet siyasetini kabul etmeyenleri 18 Mart 1973’te Pomak kardeşlerimizin köylerini gece gece atlı birliklerle köpeklerle basanlar, 5 kişinin kurşunlanarak öldürülmesi, bir günde 60 yaralı, 300 hanenin sürgüne gönderilmesi ve -insan haklarından söz edilmesi- anlaşılır gibi değildir. Öldürülen kahramanlar var. Akan kan var, ama suçlu yok. Katiller devlet himayesindedir. Hiçbir şehidin mezarı, mezar taşı, mezar taşında Ayyıldız, yakınında akan bir çeşme yoktur. O yıllardan beri geçen yarım asırdır Rodoplarda güller açmıyor, bülbüller ötmüyor. Tutuklanan 10 Müslümana 98 yıl hapis cezası veriliyor. Biz çok acınası bir tarihsel dönemde yaşıyoruz. Zulmü işleyenler kalemi almış Bizim Tarihimizi yazıyorlar. Yönetimde bulunan elleri kanlılar bizim geçmişimizi kalem alıp gelecek kuşaklara anlatıyorlar. Çok acı bir gerçektir bu. 1973’te Kornitsa, Lıjnitsa ve Breznitsa köylerinin “Dağlılar Cumhuriyeti” ilan ettiklerine, minarelere ay yıldızlı bayrak dikildiğini, Bulgar ordusunun 3 ay köylere giremediğini nasıl yazacaklar. Yazamazlar. Nedeni de hiçbir kimse yenilgisini anlatamaz çünkü... Ayılar Pomakların v Çingenelerin avlusuna girdiğinde, biz Türkler yardımlarına koşamadık. Ama aynı ayı 10 yıl sonra bizim evimize de girdi. Kırcaali ve Deliorman, Balkan ve Ova ayaklandı. Ayır ayırabilirsen, şimdi buyur devlet siyasetine karşı yumruk kaldırdık. Bizi ayıramazsınız ve bize buyuramazsınız dedik. Bugün


Makale ve Analizler - 2018

69

Cebel’e gelen beyaz şapkalılar, otobüslerden inenler, o zaman zırhlı araçlardan ve bizim kollarımıza kelepçe vuranları anımsattı bana. Siyaset çok zor bir bilim. Vatan toprağından kaçanlar siyaset cahili olmuşlar, yüreğim kan ağlıyor. Biz Türkiye’den gelen otobüslerle bize göz dağ vermek isteyenleri, 100 YTL’ye ruhunu satmış olanları beklemiyoruz. Böyle geleceklerse bir daha gelmesinler. Biz kendi başımızın çaresine bakarız. Biz Türkiye’de kahraman olmak için Bulgaristan’dan kaçmadık. 19 Mayıs 1989 İsyanı’nın sayfalarını kanımızla yazdık ve gururumuzu ezmeye çalışanlara, başımıza 200 polis ve jandarma saranlara aramızda yer yoktur ve konuksever olamayız. Biz bu toprakların gerçek sahibiyiz, vatanımız cennetimizdir, huzur bulmak ise bizim öz görevimizdir. Hatırlıyorum: Uçuşan askeri helikopterler, tanklar ve zırhlı araçlar köyü kuşatmıştı. Top sesleri, coplu ve silahlı asker ve milisler. Gönüllü elleri sopacılar. Zavallı Müslüman kadın, kız ve nenelerimize amansız saldırdılar. Nenelerimiz “sen deden Müslüman” doğurdun diye dövülürken, kızlar “sen de mi Müslüman doğuracaksın” diye dövüldü. Şehitler! Mahkemesiz yargılananlar. Sürgün edilenler. Tüm tüm dağıtılanlar. Kovalananlar. Kayıplara karışanlar. Sakat, özürlü ve öksüz sayısı açıklanmadı. O zamanlar Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesinde, isim, din ve kimlik değiştirme işlerinden sorumlu görevli olan, döneklerden biri olan, sirkesi çok keskin militan Salif İlyazov’tu. 10 yıl sonra o da öldü. Hayvanları suyu Arda’dan içen Kobilyane köyündendi. Köydeşleri, bizim mezarlığımızda dönek birine yer yok, dedi. Naşi kabul etmediler. Kırcaali Mezarlığına gömdüler. Cenazede minareye çıkan olmadı, çanlar çalmadı, Müslüman kimliğinin yok edilip yerine Hristiyan Bulgar kimliği dayatılmasına hizmeti olmuştur deyip, “DC” polisi, Bulgar Ordusu, Komünist Partisi 20 pare top patlatmadı. Kırcaali KP İl Komitesi Türk mezarlığına bir tek temsilci göndermedi. Mezarı başına bir taş diken, toprağına bir ibrik su döken, Fatiha okuyan, başucuna bir demet çiçek koyan olmadı. Döneklerin milleti, vatanı, halkı, dostu, ailesi, kendilerine sahip çıkan bir kültür, din veya başka bir anlayış olmaz, olamaz diyenler haklı çıktı. Bu gerçekleri bilen Ahmet Doğan -19 Mayıs Türk İsyanı Haini- Cebel’e gel(e)medi. Yıllardan beri gelemiyor. Devlet o kadar çok yanlışlar yaptı ki, hangisini haklı çıkaracaktı. Şehitler ortada, sakatlar dileniyor, çocuklar okula gidemiyor, polis çullanmış halk susuyor. Yuhalanmaktan korktu. Korkuyor. Korkacak...


70

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgar devletinde insanlık diye bir şey yoktur. Yara açılıyor, derinleşiyor. Ama çözüm yolu Türkiye Cumhuriyeti’nden otobüsle gelip yumruk sıkmak değildir. Halk önderlerini vatandan kovmak değildir. Baskı, zulüm, yalan, dolan değildir ve olamaz... Şu da bir gerçektir. Bulgaristan Türk ve Müslüman azınlığı Türk soyundan gelmeyen hiçbir kimse yönetemez. Kanı bozuk, şerefsiz ve hainlere aramızda yer yoktur. İnsana karşı olan hiçbir şeyin yaşama hakkı olamaz. Bu büyük gerçek Bulgaristan azınlıklarının tüm çekileri için geçerlidir. Kürsüye çıkan Belediye Başkanına sırt dönmek de çözüm değildir ve olamaz. 1990’dan sonra Bulgaristan’da kurulan azınlık partilerin hepsi BKP ve “DC” emriyle kurulmuş ve yaşamını tüketmiştir. Bulgaristan siyasi olarak sıfırlanmıştır. Her şeyi yeniden başlamak gerek. Bizim hiçbir kimseye borcumuz yok. Devlet önce, 1964’ten, 1972’den ve 1984’ten sonra tüm şehitlerimizin, tutuklatın, sürülen ve hapiste yatanların, vatandan kovulanların isimlerini açıklamak, züllüme ilişkin tüm devlet kararlarını açıklamak zorundadır. Bulgaristan halkı yaralıdır, Yaralar sarılmadan ileri tek adım atılamaz. 19 Mayıs’ta Cebel’e gelip, 200 polis ve jandarma tarafından korunanların ajan ve hain olmadığını kim bile bilir? Bulgaristan Türkleri 1945 -1989 tarihini ve son 30 yılı Bulgarlar yazamaz... Bizim hayatımız bir süreç değil, çile küpüdür. Geri dönüş hainliktir Biz çilellerimizle yaşayan bir halkız ve Bulgarlar bizi anlayamaz, anlayamamıştır ve anlayamayacaktır. Bulgaristan’da hainler hala devletin koruması ve kanadı altında olsalar da, artık tıknefes oldular, sıkıntıdan boğuluyorlar. Dünya tarihinde kıtalık askerlerle savaşan, otobüsle yuhalayıcı taşıyan hükümdarlıkların, hatta imparatorlukların hepsi yıkılmıştır. Biz 3 Mart “kurtarıcılarını” kutlayan ve 19 Mayısta, kendilerinin olmayan bayrakların altında yumruk sallayanların aynı kan grubundan olduğuna inanıyoruz. Görüldüğü üzere 19 Mayıs Cebel İsyanın yıldönümünü anma törenlerine yerli halktan insan toplayamayan Doğan - Karadayı grubu, bu defa Türkiye’den Kürtlük sevdalısı, FETO hayranı mankafalar getirdi. Otobüslerden inenlerin doğru dürüst Türkçe konuşamayan, Cebel sokaklarını ve yerli liderleri bile tanımayan, Rodoplarda akrabası olmayan, emirle hareket edenler oldukları dikkati çekti. Birbirlerini tanımayan bu kiralık kopoylar Türkiye’den gelen dernek, federasyon ve konfederasyon başkanlarını da tanımıyorlardı ki, Rumeli Federasyonu şefini de yuhaladılar.


Makale ve Analizler - 2018

71

Daha önce görmedikleri HÖH Başkanı Karadayı’nın galak Türkçesini işitince kendisini aralarına sokulmuş Bulgar gizli servis ajanı sandılar. Tam saldırmaya hazırlanırken, iyi oldu da Türkiye Cumhuriyeti Sofya Büyükelçimiz Dr. Hasan Ulusoy aracından indi ve kendisiyle tokalaşıp sarmaştı da, gerginlik aşıldı. 1989’da İsyan patladığı an 20 polis olan Cebel’de 2018’de 200 polis, jandarma ve bir o kadar da sivil güvenlikçi görev başındaydı. Olayların rengini saptama işini sizin yorumunuza bırakıyorum. İnsanın Son Yolu Suyun Aynasıdır. Geçen hafta sevilen kardeşlerimizden avukat, yazar, araştırmacı kalem, halk aydınlarımızdan Mustafa Bayramali Allah’ın rahmetine kavuştu. Yattığı yer nur olsun. Naşı, hayatının daha uzun bir kesimini yaşadığı sokaktan yakınları, arkadaşları ve dava yoldaşlarıyla birlikte alay oluşturan büyük bir kalabalık Müslüman seli tarafından omuzlarında taşınırken, avlulardan sarkmış Mayıs Gülleri belirdi. Ne var ki, Bulgar komşularından hiçbir taziyeye gelmedi. Yol boyunca rastlanan Bulgarlardan hiç biri saygıya durmadı. Başınız Sağolsun! Diyecek kadar vakit bulamadılar. Devletin propaganda makinesi, yazarlar, aydınlar, TV, radyo, gazete ve dergiler angaje olmuş “tarihi unutursak” anlaşabiliriz, diyor. Bizim Unutacak Utanacak Bir Tarihimiz Yok Bulgaristan’da “Kadına Şiddeti Yasaklayan” İstanbul Anlaşması onaylanmadı. İnsana şiddet anlaşması yazılsa kabul edilir mi diye düşünüyorum. Bulgarlar Çingenelerden, Pomaklardan, Tatarlardan, Ulahlardan, Türklerden üstün bir ırk değildir. Tüm azınlıklardan hayır ve iyilik görmüştür. Fakat azınlıkları anlamayı asla istememiştir. Devlet politikası etnik, kültürel, din ve dil azınlıklarını ezmeyi, eritmeyi ve yok etmeyi hedeflemiş ve baskı ve terör uygulamıştır. Cebel semalarında 19 Mart 2018 tarihinde beyaz güvercinler uçmadı. Demokrasimiz, etnikler arası barış kanatsız kuş gibi. 1964’ten beri bu beyaz güvercinler Rodop dağları semasında uçmaktan korkuyor. Demokrasi için Sorumluluk, Hoşgörü ve Hürriyet Partisi lideri Lütfi Mestan ile Hak ve Özgürlükler Partisi çömez-şefi Mustafa Karadayı’nın kürsüye çıkıp meydana toplanan Cebel halkını selamlayıp, şimdiye kadar işledikleri günahları itiraf etmeye korktuğu gibi... Son. Mayıs 1989 olaylarını yeni bir bakış açısıyla değerlendiriyoruz.


72

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Geride Kalan Kahramanlarımız

Raziye ÇAKIR -21.Mayıs.2018

Konu: Telefon masraflarını gül burcu parasıyla karşılamıştık. 1989’da bahar gecikmişti. Tomurcuk kokuyordu Mayıs. Demokratik Birlik (Demokratik Lig) Birinci Kongresi Koca Balkan’ın Alvanlar (Yablanovo) köyünde toplanacaktı. Tarih, 21 Mayıs 1989’du. Mübarek Ramazan gelmişti. Oruç tutmak yasaktı. Kongreyi destekleyen açlık grevleri başladı. 13 Kasım 1988’de kurulan Bulgaristan Türklerinin Demokratik Lig adlı insan haklarını savunma örgütünün Kongre çağırdığı kimseden gizlenmedi. “BBC”, “Almanya’nın Sesi”, “Hür Avrupa” ve “Ankara Radyosu”nu açanlar birinci haberin tekrarını defalarca işitiyor. Yüreklendikçe yürekleniyorlardı. Bulgaristan Türkleri tarihinde ilk legal milli kongresi çağırılmıştı. Kongre, aynı gün patlaması planlanan Milli Politik Ayaklanmanın siyasi yönetimini üstlenecekti. Ayaklanma inceden inceye örgütlenmiş, Türkler şahlanmıştı. Sofya’da general yumrukları masalarda patlıyor, kırılıyordu. Subaylar ve kurumlar birbirlerini başarısızlıkla suçluyordu. Dalga dönmüştü. BKP ve kolluk güçlerin patladı patlayacak milli isyanı durduracak gücü yoktu. Komünist düzen, isim değiştirme ve Türklüğü yok etme siyaseti tamamen çökmüştü. Gizli çalışan polis, Birinci Kongreye katılma hazırlıkları içinde olan davetlilerin listelerini ele geçirmiş, Sliven, Kotel ve Yablanovo otobüslerini durdurmayı, yol kesmeyi düşünmü, hepsini tutuklama hazırlıkları yapmıştı. Demokratik Lig siyasi örgütünün 17 bin kişinin karıldığı grev ve 72 bin kişinin katıldığı halk ayaklanmasında, kavganın ön sıralarında can feda eden kahramanları saygıyla anıyoruz: 47 yaşında Recep Osmanov; 45 yaşında Hasan Arnavudov; 55 yaşında Mehmet Lom; 37 yaşında Mehmet Saliev; 50 yaşında Mehmet Saliev; 38 yaşında Recep Saliev; 18 yaşında Sezgin Saliev; 31 yaşında İzzet Osmanov;32 yaşında Tahir Halilov; 18 yaşında Mehmet Karov; 18 yaşında Mehmet Fevziev: 37 yaşında Ahmet Burukov. Kurşunlanarak öldürülen bu 12 kahraman büyük halk isyanımızın kavşak noktalarında dümen başındaydı ve ayaklanma ateşini Demokratik Lig Kongresine taşımayla görevliydiler. O zaman adı Mihaylovgrad olan bugünkü Montana ilinin “Kamenno Pole” ve “Draşan” köylerinde sürgün olan “Demokratik Lig” önderleri, oluşturdukları siyasi yönetim merkezinde, ani bir saldırıyla yeniden tutuklanmış ve bindirildikleri polis araçları Kapıkule’ye yönelmişti. Batı radyolarıyla temas kurduklarından şüphelenilenler ve direniş merkezleri arasında koordinasyonu sağlayanlar


Makale ve Analizler - 2018

73

da gözaltına alındı. Hapse girmiş çıkmış, sürgünden dönen aydın, militan Türklerle birlikte Ayaklanmanın yedek 280 bin kişilik yedek ordusunun komutanları olan Pomaklar da tutuklanıp yurt dışı ediliyorlardı. 100 yıllık bir mücadele tarihinde sert terör rejimi yasaklarını açıp direniş alanında omuz omuza buluşmuşlardı. Toteliter düzen iyice korkmuş tutukluları Belgrad ve Viyana’ya gönderiyordu. Militan kadrolu sınır dışına paketlenme planı gece gündüz işliyordu. Avrupa Bulgaristan’ı konuşuyordu. 1956 Budapeşte ve 1947 Prag ayaklanmalarından sonra Bulgaristan Türkleri BKP’yi, Bulgar silahlı güçlerini ve Varşova Paktını karşısına almıştı. Kongreye katılmak isteyen birlerce Türk delege politik savaşa soyunmuşlardı. Daha önce hiçbir kongre ve foruma katılmamış olan bu vatandaşlar politik sahneye çıkma heyecanı yaşıyordu. Bulgar siyasi polisi bu bebeği ölü doğurtmak için elinden geleni yapıyordu. Aralarında zulüm makinesinden geçmeyen yoktu. Halkın iradesinde, demokrasi davasından geri dönüş olamaz, insan hak ve özgürlüklerinin ayaklar altına alınmış, sosyalist toplum çöktü bilinci olmuştu. Güneşe bakması yasak kitle “Dönmez Geri Türk Askeri” marşını söylüyordu. Demokrasi gelmeden adalet Güneşi doğmayacağına hepsi inanmıştı. Toplum çatlamış, üniformalı Bulgarlar ve azınlıklar arası baştan başa açılmıştı. İsim değiştirme zulmüne katılmayan Bulgar olmadığını bilmeyen yoktu. 35 yıl sonra “o işlerde biz yoktuk” diyen Bulgarlar inandırıcı değildir. Ağır suç işleyenlerin birçoğu, hesap sorulursa korkusundan, daha sonra ülkeden kaçmıştır. Büyük bir “katliam” olduğu itiraf edilen isim değiştirme suçundan BKP yönetimini, Generalleri, gizli polisleri, gardiyanlardan herhangi biri hakkında herhangi bir Bulgar kurumu tarafından dava açılmış olsaydı, samimi davranıldığı bir yere kadar inandırıcı olabilirlerdi. Bulgar insan hakları ve demokrasi hareketi “Nedir bu eşeklik!”, “Nedir bu Türklere ve azınlıklara edilen zulüm?” şiarıyla başlasaydı, Bulgaristan Türkleri ve Bulgarlar yine yakınlaşma ve birleşme noktası bulabilirdi. Ne ki onlar çevre sorunları ve Mihail Gorboçov’un “yenileşme” hareketinin etkisiyle yumruk sıktılar. Bu iki direniş kanadında Türklerle ilgili samimiyet yoktu. Türklerle, Müslüman mahkûmlarla dayanışma, isimlerimizin geri verilmesi davamızı destekleyen gruplaşma ve kitleleşme oluşmadı. Demokratik Lig’in Alvanovo Birinci Kongresine konuk delege ve gözlemci olarak katılacağını bildiren Bulgar siyasi kuruluşu yoktu. Oysa, Kongrede karara bağlanacak ana mücadele yönleri yıldız gibi parlıyordu: - Hepimiz için demokrasi ve adalet. Hepimiz için Türk kimliği, dilimiz, dinimiz, geleneklerimiz ve yaşayış düzenimiz kutsaldı; (6 ay sonra isimlerimiz iade


74

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

edildi, fakat isimleri 1962’de ve 1982’de değiştirilen Müslüman Çingenelerin çilesi yüz üstü kaldı. Günümüz Pazarcık patlamaları, tutuklamalar, baskınlar, davalar aynı sürecin yenilenemeyen mıntıkalarında gelişiyor.) - İsimlerimizi geri alma Türk kimliği davamızda yalnızca bir halkadır. Özde 1950 kültürel özgürlük dönemine dönmek vardı. Demokratik Lig programında işlenen “kültürel özgürlük” sorunu, Birinci Kongrede karara bağlanacaktı. Hak ve özgürlüklerimiz garantili bir sivil toplum örgütü, demokratik adil düzen yaratma davamızla gelişerek kutsallaşacaktı. Davanın özünde etnik otonomi hedefi esastı. Hak ve Özgürlük adında kristalleşen öz davamızda hepimiz eşittik. Etnik ayrımı yoktu. İnsan haklarının güvence altına alınması başta geliyordu. Davanın bir başka anlamı da, satırını bileyen, yabasını sırtlayan, abasını alıp yola, meydana çıkan, sürgüne itilen, yargılanmadan içeri atılan her kardeşimiz kahramandı. Bu büyük ve öz davamızın ilham ateşini yakan 200’den fazla şair ve yazarımız dardı. Ressamlarımız direniş meydanlarında kavganın renkleriyle fırça darbeleri yapıyordu. – Şehit düşen, direnmeye devam eden, direnişe hazırlanan ve direniş meydanında kalanların hepsini sayamadık. Ama isimlerini geri almak için mücadele edenlerin toplam sayısının bir milyon 253 bin 563 Türk olduğunu biliyoruz. Biz sayıca Bulgar ordularından 3 defa daha büyük bir kitleydik. Yüreklerin birleşmesinden, ruhların kaynaşmasından doğan güç ise kat kat daha büyüktü. Her Türk bir mücahitti. Bu davada küçük ve büyük kahraman yoktur. Her birimiz kutsal davamızın aziz dava eriydi. - Çocuklarımızın anadilimizde ninni söylemesine, kızlarımızın meydanlarda türkü yakmasına, Ramazan davulunun gümbür gümbür çalmasına ve Türk gibi bayramlaşmamıza, çocuklarımızın anadilimizde eğitim almasına, kongrelerimizi, seçim mitinglerimizi anadilimizde yapmamıza, anadilimizde yayın yapan gazete ve dergilerimize, radyo yayınlarımıza konan tüm yasaklar hemen ve kayıtsız şartsız kaldırılmalıydı. Davamız bütün vatanda yol yol, meydan meydan, köy köy, demet demet Türklere gönül açıyordu. Çiçeklerimizde koku ve tohumu bitirmeye çalışanlar aldanmış, gafil çırpınıyordu. - Bulgaristan Türklerine Türk olarak yaşama ve mutlu olma hakkı mutlaka yasalara işlenmeli ve tanınmalıydı. Bulgar ırkının Türk ırkından üstün olduğunu düşünen ve bu yalanı yayanların hepsi sahtekârdı ve hemen tutuklanmalıydı. Şu isim değiştirme, eritme, zorlama, sürgüne gönderme, hapse atma işleri, tuzakları, oyunlarının hepsinden düşmanlık kaynıyordu. Bu düşmanlığın kökleri Batının Türk korkusuna, Doğunun İslam korkusuna, Bulgar’ın ise yok olma korkusuna kadar inmiş ve yerle göğü birbirine katmıştı. Bir tek tüfek patlatmadan Türk isyancıların Bulgarın elindeki silahları dondurması, tankları ve hırhlı araçları dur-


Makale ve Analizler - 2018

75

durması, kaz kafalı generalleri bakan körler haline getirmesi, bir harika oldu. Tarih yazdı. Afrika zaferler tarihine eşiz bir zafer olarak işlendi. - Zaman öyle bir zamandı ki, Türkler hayır meleği olsalar düşmanlarımızın düşmanlığı devam edecekti. Buna inanmayan kalmamıştı. “Dünyanın en büyük ve en güçlü devletini kuran Türkler,” diyen hayatından edilse de, kahramanların gönlünde değişen bir şey olmadı. Meydan kavgalarının kahramanı kadınlarımız, bazılarımız, gelinlik kızlarımız dehşet ve mucizeler yaşattı. Görülen köy kılavuz istemiyordu, en fazla kötülenen Türkler, bilim ve sporun, kültür ve sanatın her dalında dünyaya en büyük başarılar bahşedenlerdi. - Her şeyin bir de geçmişi vardı. Türklere saldıranlar kendi geçmişlerine bakmaktan acizdiler. Onlar Osmanlı Türklerinin arasına, ümmetine katılmazdan önce tamamen yok olma dehşeti yaşamışlardı. Orada burada tek tük kalan Bulgarlara kendi özlerini bulma, canlanabilme trendine girme, yeniden yeşerme, ulusça uyanma, dirilme, eğitim, iş, kültür ve özellikle kendi dinlerinde ibadet hakkı hep iyi komşu, hoşgörülü Türklerin el uzatmasıyla olmuştu. Halkı uyandıran Bulgar gençlerinin hepsi İstanbul okullarında su içmiş el öpmüştü. - Her birini kardeş bilsek bile, İngilizlerin kulaklarına fısıldadıkları “azınlıklar çoğunluğu zorlayabilir, hatta devirebilir” fikri nasılsa bir solucan gibi kafalarına düşmüş ve solucan körlüğüyle kafalarının içindeki karanlığı karıştırdıkça karıştırmıştı. Temizlenerek, arıtılarak yeniden yazılacak bir tarih varsa o da Bulgar tarihidir. Davanın ortak noktası vardı. Komünist zulme son verilmeliydi. Demokratik Lig adlı milli direniş örgütü 04 Ocak 1990’da Varna’da Bulgar gizli polis ajanları Ahmet Doğan ve ajan arkadaşları tarafından kurulan örgütten kökten farklıydı. Haklarımız ve özgürlüklerimiz uğruna direnen halkımızın gerçek yiğitleri, gerçek kahraman evlatları tarafından 7 ay daha önce Demokratik Lig kuruldu. Bu iki örgüt farklıdır. Birleşemediler. Ahmet Doğan direnişlerimize sahip çıkmaya çalıştı. Hareketimizin ruhunu çaldı. 1994’te iki örgüt arasındaki tüm yakınlaşma çabaları son buldu, kesildi. Demokratik Lig Kurucularını tanıyalım. 1- Mustafa Ömer, “Belene” ölüm kampı sürgünü, Koşukavak (Krumovgrad), Kırcaali ili, öncü halk aydını, öğretmen, feylesof. Program ve Tüzük bazında hepimizi milli çapta legal direnişe çağıran, insan hakları güneşi mutlaka doğacak habercisi bir liderdir. Sürgünde, illegal koşullarda toplanan kurucu mecliste Başlan seçilmiştir. 9 Mayıs’ı 10 Mayıs 1989’a bağlayan gece Bulgaristan’dan kovuldu. Aynı yılın yazında Paris İnsan Hakları Konferansında Bulgaristan Türklerini temsil etti. Davamızı ilk kez bir uluslararası forumda dünyaya anlattı.


76

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Daha kurulurken Demokratik Lig gizli (yedek) başkanı olarak mühendis Hüseyin Nuh Oğlu seçilmişti. 17 Mayıs’ta Demokratik Lig Başkanı görevine geçti. İlk Kongreyi örgütleme ve yönetmeyi üstlendi. 2- Ali Ormanlı, Alvanlar, (Yablanovo) köyü, İslimiye (Sliven) ili, kendisine en ağır işkencelerin uygulandığı mert kahraman, “Belene” kampı mağduru, sürgün, direnen halkın umudu, aydın halk öncüsü, kitle önderidir. 3- Sabri İskender, İslimiye (Sliven) ili, Kazan (Kotel) ilçesine bağlı Türk köylerinden bir kahraman. Sliven işkence merkezlerinden sonra, Sofya’daki “Razvigor” merkez sorgulama merkezinde 6 ay kaldıktan sonra “Belene” ölüm kampına atılmıştır. 1986 yılında Avusturya başkenti Viyana’da toplanacak Avrupa Güvenlik ve İşbirliği konferansına Bulgaristan Türklerinin durumunu, baskı ve terörü, halk üzerindeki çekilmez baskıları duyurmak amacıyla Yugoslavya sınırını aşıp Viyana’ya kaçmayı dener. Demokratik Lig Genel Sekreteri seçilir. Köpek burcu toplayıp kazandığı parayla Batı radyolarıyla telefon bağı kuran, demokratik gizli, yarı legal ve legal halk ayaklanmamızı Avrupa’ya, dünyaya duyuran, Batı İnsan Hakları örgütlerini uyandıran ve hareketlendirmeyi başaran halk kahramanıdır. 4- Ali Mustafov Hüseyinov, Razgrat ili Yonus Abdal (Yonkovo) köyündendir. Hapislerin en ağır çilelerinden geçmiş, “Belene” ölüm kampında yok edilmeye çalışılmış, dayanmış ve halkımızı mücadeleye yüreklendirmeyi başaran kahramanlarımızdan biri olmuştur. Çilekeş zamanlarda şafakları yakan kahramandır. 5- Slistreli Hayrettin Aliev. “Belene” ölüm kampında Türk mahkûmların canı ciğeri, onları yüreklendiren ve sözleriyle her birine hayat suyu içiren kahramandır. Demokratik Lig mücadelesine Kuzey Batı Bulgaristan köylerinde sürgünlük yıllarında katılmıştır. 6- Nasuf Bilalov, İslimiye (Sliven) ilinin Doğancılar (Sokolartsi) köyündendir. Direnin ağının kurulmasında en başarılı örgütleyici olmuştur. Köy köy dolaşmış, Demokratik Lig ateşi yakmış, insan hakları ocağına odun taşımıştır. Bundan 30 yıl önce Bulgaristan’da ki toplam 3 bin 199 Türk köyünün hepsinde ayaklanma ocağı yakılmış, örs ile çekiç arasında direniş planları dövülüyor, gençler göreve toplanırken, genç gelinler, kızlar ve yaşlı bacılar ön saflarda direnmek için can atıyorlardı.


Makale ve Analizler - 2018

77

Hepiniz Kahramansınız 2

Raziye ÇAKIR -21.Mayıs.2018

Konu: Yeni Ruhun Doğuşu. 1989’da Bulgar devleti bizim ayaklanacağımızı düşünememişti. Öğretmenleri, doktorları, mühendislerimizi vs. aydınlarımızı içeri attığı ya da sürgünde tuttuğu için takatsiz ve çaresiz olduğumuz görüşü amirliklerde egemen olmuştu. Sofya “Simyonovo” Polis Akademisinde, Pazarcık milis okulunda ve diğer askeri ve üniformalı eğitim merkezlerinde, müsteşarlıklardaki analiz merkezlerinde Bulgaristan Türklerinin isyan etme olasılığı sıfırın altında bir hiç gibi değerlendiriliyordu. Türkleri korkuttuklarına inanmışlardı. 1985’ten beri uygulanan dil tahlillerinde Dobruca ve Rodop Türklerinin konuştuğu lehçelerde “isyan”, “başkaldırı”, “ayaklanma” ya da “celallenme” gibi söz ve kavramlara rastlanmadığı gibi, işte ve sokakta Bulgarca konuşan Türklerin “bunt” yani “toplu direniş” sözüne rastlanmamıştı. Türklük içine çekilmişti. Dişleri dillerini kilitlemiş, dudaklarına fermuar çekilmişti. Bulgar Bilimler Akademisi üyesi doktor, doçent ve profesörlerin kaleminden 1795 Vidin Pazvantoğu Ayaklanması, 1876’da Bulgar Nisan Ayaklanmasının bastırılmasında Karlovalı Tosun Bey’in karakteri ve rolü, Batak İsyanında Türklerin ve Pomakların rolü tek tek incelenmişti. Türk köylerine girip çıkanlar biliniyor, araçlar aranıyor, kuş uçamıyordu. Türk çocukların Posta Güvercinine bakması, avcıların av köpeği yasaklaması yasaklanmıştı. Türkiye’de tarih bilimi taçlısı Prof. Dr. Halil Ilıcak’ın “Bulgaristan Topraklarındaki Ayaklanmalareseri Bulgarcaya tercüme edildi. Uluslararası nüfusu fazla olmayan, ama her konuda bildiklerini doğruluk terazisine koymadan anlatmayı seven Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın yazıları incelendi. 1878’den 1989’a kadar Bulgaristan’da çıkan Türkçe gazete ve dergi yazılarda da halk kitlelerinin evrimi ve devrime mayalanması, ruhsal dönüşüm, kitle psikolojisinde değişiklikler ve yeni ruhun oluşumu gibi konular işlenmemişti. Bu konular, Bulgar devletine Türklerin, Pomakların, Müslümanların ayaklanacağına ilişkin en küçük bir ipucu vermiyordu. Uzmanlarının kafasında kapkara bir karanlık vardı ki, havada dolaşan direniş ruhunun dirilişi sezilememişti. Buhranlar yumağına dönüşmüş Bulgaristan toplumu büyük değişiklere gebeydi. Bu değişiklerin içinde hiçbir vatandaşın Bulgarlaştırılmasına gerek yoktu. Türkler asil ve şahsiyetli bir duruş içindeydi. Kadim bir medeniyetin akisleri vardı ruhlarında ve bir asırdan beri süregelen mücadelelerin yaratacağı güçlübir deprem beklentisi vardı.


78

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgarların anlayamadığı başka gerçekler de vardı. Örneğin Makedonya topraklarında yetişen, Selanik’te ruhu uyandıktan sonra, Fransa Sorbonne niversitesinde Edebiyat okuyan, Osmanlı ümmetinden doğan Türklüğe yürek verip kanat takan şair Yahya Kemal’i okumamışlardı. Bu konuda o şöyle demişti: “Çok insan anlayamaz eski müziklimizden Ve ondan anlamayan bir şey anlamaz bizden” Bulgar makamları Türklerin Vatan şuurunu da okuyamadı. Bulgaristan Türklerinin tarihi Rumeli’ye yerleşmemeleriyle başlamamıştı. Fakat İslam medeniyeti ile Batı uygarlığı Rumeli topraklarında yüzleşirken, onlar daha öncü, daha ilerici olan Müslümanlığı temsil etmişlerdi. Onların da katıldığı İstanbul’un fethi yeni bir çağ açmıştır. Dünyanın en büyük devleti, imparatorluğu, şehri, en adil toplumunun kuruluşunda onların ter damlaları vardı. Bu çilekeş insanların belleğinde Alpaslan Ruhuna Gazel, yasaklanmış dillerinde “Halilim” türküsü, yüreklerinde Türklük yemini vardı. Türkler en ağır günlerinde bile kendilerini yenilerken güç toplayan bir topluluktur. Her cenaze ardından odalara badana yapılması, cenazede kullanılan sabunların bile yakılması, vefat edenlerin kişisel eşyalarının onu sevenlere dağıtılması, eşleri evde olmayan kadınların gece boyu bekleyişi gibi sayısız örnekler ruhsal güzelliğimizi tamamlayan farklılıklarımızdır. Bulgarlar bir de, ezilen, zulüm gören insanların topraklarında sihirli bir rüzgâr estiğini de bilmiyordu. Türkler, rüzgârın sihrinden isyan daveti alıyordu. *** Camilerin kapısında kilit, cemaat ve encümenliklerin toplanması yasak, tarım kooperatiflerinde ve sanayi tesislerinde çalışan Türker’in 4 yıl boyunca bir araya gelmesi, toplantı yapması, karar alması vs özellikle yasaklanmıştı. Sünnet törenleri, düğün, mevlit, Müslüman usulü cenaze yasaklanmış, hatta Müslümanların köyden köye gitmeleri bile izne tabii idi. Hapishane ve toplama kampı ziyaretleri de kaydediliyordu. Türk köylü kadınların özgürlüğü ev ile tarla arasına kilitlenmişti. İsimleri değiştirildikten sonra özgürlükleri tamamen budanmıştı. Durum böyle iken, Deliorman, Dobruca, Koca Balkan, Doğu ve Batı Rodoplar’da ve Trakya’da 5 yıl boyunca dokunan ayaklanma dokusu renklerini almıştı. Yeni oluşum aslanlar kafesinde Türkler kaplan gibiydi ve aslanlardan korkmuyordu. Nasıl oldu da Türkleri çözemedik diye 35 yıldan beri kafa kaşıyan Bulgar kanaat önderleri, siyaset ve bilim adamları Bulgaristan Türklerinin Anaerkil bir toplulukta yaşadıklarını, bu topluluğun yalnız ve bir tek kendilerine ait olduğunu, hayat hakkını koruduğunu, bu ortamda Bulgarlardan çok farklı, düzenli


Makale ve Analizler - 2018

79

ve ilk ve son sözün hanımlara ait olduğu, ne kadar büyük olursa olsun ailede eli öpülenin, en büyük içsel saygının analara olduğunu vs. sanki bilmiyorlardı. İsim değiştirme silahlı saldırılarından ilk kurbanların yaşlı kadınlar ve gelinler olduğunu unutmuşlardı. Bulgar devlet ve makamları Bulgaristan Müslüman kadınları toplum dışı, kültür dışı, uygarlık dışı bırakılmıştı. Birkaç Türk Bayanın milletvekili olması veya yüksek devlet makamlarında görev alması gerçek durum üzerinde etkili değildi. Ülkede Türklerin önüne geçecek bir otorite bir kudret bir lider yoktu. Durum aile ve soy önderlerinin elindeydi. Erkekler tutuklu, hapiste veya sürgünde olduğu için dizginler kadınların elindeydi. Türk hanelerde tek söz Bulgarca bilmeyen bayanlar yaşıyordu. Erkeklerin askere, okula, işe, gurbete gittiğinde onlar hep endişeliydiler. Hapisler, sürgünler, aile içine yabancı saldırıları çok sıkıntılar yaşatmış, geleneksel yaşam düzenleri bozulmuştu, yaşayış gelenekleri altüst olmuştu. Hapisane duvarlarına dayanmış Türk kadınlar eşleriyle, yakınlarıyla görüşebilmek için günlerce bekletiliyordu. “Belene” ölüm kampı önü panayır yeri oluyordu. Her kişinin her birimiz için ölmeye hazır oluşu böyle biçimlenmiş ve pekişmişti. Ayaklanma ruhu her gün oluşuyor, her gün pekişiyor, her an yükseliyordu. Türklerin “Merhabasında” isyan hazırlıklarını tamamladınız mı, Kongre’ye gelecek misin sorusu vardı. Köylere jandarma yerleşmesi de hayra alamet sayılmazdı. Bu açıdan bakıldığında 1989 Mayıs Ayaklanması kıvılcımı dışardan taşındı iddiasında bulunanlar 30 yıldan beri yalan söylüyorlar. Bulgaristan Türklerinin ilk ulusal ayaklanması Pazarcık hapishanesinde otel sefası süren Medyu Doğanov (Ahmet Doğan) tarafından yönetildiğini, örgütlendiğini iddia edenler de 30 yıldan beri yalan söylüyorlar. Bu yalanların yarattığı öfke, kin ve nefret pek çok kardeşimizin canına mal oldu, onların hepsi de ölümsüz kahramanlarımızdır. HÖH Başkanı Karadayı 2018 şehitleri anma mitinglerinde Bulgarca yaptığı ve ne demek istediği anlaşılamayan konuşmalarda, Ayaklanmayı Doğan yönetti yalanlarını gençlerin beyinlerine ekmeye devam etti. Bu yalanların bilincimizi ve ruhunu zehirleyen özü cımbızla çıkarılıp yok edilmeden ileri adım atamayız. 1989 Mayıs Ayaklanmasının ruhunda ve eylemlerinde hainlik yoktu. Hainlik 4 Ocak 1990’da başladı. Ayaklanmaya katılan 72 bin Türkün herpsi kahramandır, kardeşimizdir. Ayaklanmamızı birpikte anıyoruz. Sizden biri olmak ne güzel! Devam edecek. Dalga dalga ayaklanma.


80

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan Göçmenleri Atalarının Mirasını Yaşatmaya Devam Ediyor

BG-SAM-23.Mayıs.2018

Bilecik’in Gölpazarı ilçesine bağlı Kurşunlu Köyü sakinleri, atalarından miras çiçekli bahçeleri tüm renkleriyle yaşatmaya devam ediyor. 70 haneli ve yaklaşık 200 nüfuslu köyde yaşayanların tamamı, Bulgaristan göçmenlerinin çocukları ve torunlarından oluşuyor. Bahçesinde 50’nin üzerinde sebze ve meyve yetiştiren üç çocuk annesi Seher İpek, dedelerinin 1930’lı yıllarda Bulgaristan’dan geldiğini anlatarak, geleneklerinden taviz vermediklerini söyledi. İpek, atalarının gelirken tohumlarını da getirdiğini ifade etti. “Evlerini bırakmışlar ama mısırından tut ayçiçeği, soğan, sarımsak, kavun, karpuz, aklına ne gelirse hepsinin tohumlarını getirmişler. Kültür burada. Çiçek olmazsa olmaz, biz çiçeksiz yapamayız. Bu tohumlardan vazgeçmeyi kesinlikle düşünmüyoruz, onları devam ettireceğiz. Kıyafetlerimiz de değişmedi yemeğimiz de. Mesela hamur işlerini çok yaparız, börek yaparız. Babaannelerimizden böyle gördük. Babaannem bir otururdu ocağın başına, çok da kalabalıktık. Hayvan da çoktu, çok güzel zamanlar geçirdik. Halen evimde atmadığım hasırlarım, kayınvalidemden ibrik var. Asla onları bırakmam. Biz oradan geldik bağımızdan kopmamak için her şeyimizi aldık geldik.” Köy sakini Mutlu Yıldırım da, teknolojinin şartları değiştirmesine rağmen dedelerinin bıraktığı hayatı yaşamaya devam edeceklerini belirterek, “Yaşlılarımız, dedelerimiz oradan nasıl çilelerle geldiklerini


Makale ve Analizler - 2018

81

anlatırlardı. Evlerini, tarlalarını bırakıp buraya sefil perişan halde geldiklerini anlatırlardı. Oradan gelirken getirebildikleri çiçek, mısır, ay çiçek tohumudur, ceplerine koyabildiklerini getirmişler. Biz de onların devamını yaptırmaya çalışıyoruz. Çiçek bahçelerim var, biz de vazgeçemiyoruz. Kanımızdan gelen bir şey. Onların getirdiği ürünlerden yetiştirmeye çalışıyoruz” dedi. “Çiçek sevgisi göçmenlerin kanında var” İzmir’de emekli olduktan sonra köyüne döndüğünü anlatan 63 yaşındaki İsmail Karakütük ise şunları söyledi: “Dedelerimiz buraya gelirken getirebilecekleri her çeşit tohumdan getiriyorlar. Çiçek, buğday domates tohumu getiriyorlar. Burada halen onları üretmeye çalışıyoruz. Bizim bahçemizde biber, domates, marul, maydanoz, dereotu, patates hepsi var. Çiçek sevgisi, göçmenlerin kanında var.” Köy muhtarı Fahrettin Doruk, köyün 70 haneli olduğunu, çok göç verdiklerini ancak halen 200 civarında nüfusa sahip olduklarını aktardı. Köyün 1926 yılında Bulgaristan’dan gelen 8 aile tarafından kurulduğunu ifade eden Doruk, şunları söyledi: “Devamında akrabalar gelmiş. Göçmen köyüyüz, köyümüz temizdir. Biraz da gelenek görenek. Köyümüzün planı projesi çok güzeldir. Dedelerimiz domatesi getirmiş, eski buğdayları getirmiş, halen bazı komşularımız eker. Çiçeklerimiz oradan gelmiş, kadınlarımız çok çiçekçidir. Bahçelerimiz çok güzeldir, oradan gelen bir gelenektir.”


82

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Balkanlara Büyük Bir Atılım

Rafet Ulutürk-23.Mayıs.2018

Konu: Bizler olaylara Bulgaristan Türkleri açısından bakmak zorundayız. Türkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın bu yılki Mart ve Mayıs aylarında Varna ve Saraybosna’yı ziyaretleri çok anlamlı ve Balkanlarda yeni bir siyaset başlattı. Köksüz Çınar Olmaz! hatırlatmasında bulundu. Bugünkü siyaset kadim siyasetin devamıdır, farklı olan nüanslardır. Yeni çağadan önce Rumeli şimdi doğu Avrupa toprağı olmakla ünlenen Balkanlar, hep Doğu ve Batı kültür ve uygarlığının buluştuğu ve yüzleştiği yer olarak her zaman birleştirici, kaynaştırıcı bir jeopolitik alan oldu. Eski Osmanlı Rumeli Beylerbeyliği’nce idare ettiği Başkanların adını değiştirmedi. Rumeli Beylerbeyliklerini Sofya ve Manastır’da kurdu. O dönem Osmanlı dünyanın en büyük saray, köşk, cami, minare, köprü ve Mevlevi evlerini bu topraklarda kurdu. Edirne Selimiye Camii, Sofya Banyabaşı Camii, Şumhu Tombul cami, Beylerbeyi köşkü, Makedonya topraklarındaki kültür abideleri ayaktadır. Bu kültürel yayılım Adriyatik Denizine kadar uzanmış, Balkanların en büyük camisi Kırcaaliye planlanmış fakat Tirana’da kurulmuştur. Osmanlı bu topraklardan çekilirken 600 yıl yönettiği bu topraklarda inşa etmiş olduğu binlerce yüksek mimari ve tarihi eseri ardında bıraktı. Onlardan sonra en görkemlisi bugün ddahi kurulamadı, yıkılanların yeri ise doldurulamadı. Osmanlı dönemiyle başlamayan ve Osmanlı muhteşemliğini hele hele Bulgaristan’ın olmadığı bir Balkanlar anlat(a)mayan bir Balkan-Rumeli tarihi yazılamaz. Osmanlı aslında bir Balkan devletidir, bu da yapılan tarihi eserlerden ortaya çıkmaktadır. Avrupa Birliği XXI. Yüzyıla girerken Balkanların adını değiştirmeye çalıştı. Güney Doğu Avrupa dedi. Bu isim 2018’le başlayan Avrupa Konseyi 6 aylık Sofya Dönem toplantısında Balkanlar adına geri döndü. Siyasi anlamlı Batı Balkanlar kavramı belirdi. Şu anda Balkanlarda 14 devlet var. Buralarda 80 etnik azınlık yaşıyor. Bunlardan her birinin tarihi, kültürel gelenekleri olsa da, birçoğunun ismi bilinmiyor, kayda dahi geçmemiştir. Kimisinin henüz alfabesi, anadillerinde yazılmış kitabı, TV programı, radyo ve gazetesi yok.


Makale ve Analizler - 2018

83

Balkanların köklü bir kültür devrimine ihtiyacı var. 1950 yıllarında açılan ve yüzlerce aydın öğretmen yetiştiren Kırcaali Türk Pedagoji Okulu mezunlarının 26 Mayıs 2018 (Cumartesi) Kırcaali’de buluşması olacak. Hayatta olanlar arasında 1 3 kişi kalmış, bunlardan birisi de babamdır. 60 yıllık yasaklı durgunluk bütün ışıklarımızı söndürdü karanlık içinde kaldık. Bu karanlık Balkanlardaki etnik azınlıkların hepsi için geçerlidir. 28 AB üyesi devletin başbakanlarının Sofya toplantısında, Batı Başkanlar adına sığıdırılan Makedonya, Kosova, Sırbistan, Karadağ, Arnavutluk gibi ülkeleri Avrupa Birliği çatısı altına toplama, Hristiyan dünyasına dâhil etme ve kaderlerini değiştirme planları uzun uzun tartışıldı. Bu konuya ışık taşımak için AB Konsey Başkanı Donald Tusk ile AB Komisyon Başkanı Jean Claude Junker “Batı Balkan” ülkelerinin tüm başkentlerini birer birer ziyaret ettiler. Durumu sonunda AB ülkelerinin Başbakanları ve Batı Balkan ülkelerinin Başbakanları Sofya’da bir iyi niyet bildirisi imzaladılar ve ortak fotoğraf çektirdiler. Varna’da AB siyasi yöneticileri Tusk ve Junkeri karşısına alan Sayın Erdoğan yeni dengelerden söz etti. AB’nin Türkiye ’siz yapamayacağını, ilerlemesinin olanaksız olduğunu, Avrupa ve Asya’yı bağlayan coğrafyadaki ülkenin Türkiye olduğunu bir daha hatırlattı. 600 yıldan beri Balkan ülkeleri halklarının Türkiye’nin ve İslam’ın etkisi altıda olduğunu vurguladı. Tüm Balkanların geleceği Türküye ile dostluk ve kardeşlik ilişkileri dışında düşünülemeyeceğini, Balkanların sahipsiz bir toprak parçası olmadığına geniş geniş anlattı. Balkanların geleceğine ilişkin çok değerlendirme ve nitelemelerde bulundu. Bu ay içerisinde Londra’ya da bir ziyaret yapan Sayın Erdoğan, yeni ismi ile Batı Balkanlara yeniden değindi. “Orada doğmuş iki Müslümandan biri Türkiye Cumhuriyetinde yaşıyor” dedi. Bu gün Balkanlarda yaşayan tüm azınlıklardan en az 2 - 3 kat fazlasının Türkiye’de olduğunu belirtti. Balkan devletlerinden hiçbirinin geleceğine ilişkin hiçbir sorunun bu somut gerçek dikkate alınmadan çözülemez vurgusunu kalın çizgilerle çizerek yaptı. Şu an Batı Balkanlarda yaşayan 27 milyon nüfusun yarısı Müslümandır. Bosna, Arnavutluk, Kosova, Makedonya sakinidir. Bölgede 3 Müslüman devlet var. Bunların din, dil, kültür ve adalet düzeni Müslüman dünya görüşüne ve İslami uygarlık beklentilerine dayanır. Balkanların en büyük camileri ve kültür merkezleri Müslüman kentlerde bulunuyor.


84

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Merkezi Avrupa 15. Asırdan beri Müslüman kuşatmasındadır. Birinci ve İkinci Viyana kuşatmaları Avrupa tarihinde dönüm noktalarıdır. Akdeniz ve Endülüs üzerinden gelen uygarlık baskıları Avrupa’yı uyanışa zorlamıştır. Günümüzde genişlemeye çalışan Batı Avrupa derin bir bunalım içindedir ve bu buhranın etkileri diğer ülkelerde de yaşanıyor. Enflasyon ve döviz kuru dalgalanması Balkan ülkelerine de zor günler yaşatıyor. Gelişmiş batının azgelişmiş dünyaya saldırıları amansızca devam ediyor. Bu gelişmeler Müslüman dünyasının AB ülkelerine göçünü de hızlandırıyor. AB’ye XXI. Yüzyılın Büyük İslam Göçünü Türkiye Cumhuriyeti tarafından şimdilik durdurulmuş bulunuyor. 2018’de Avrupa ülkelerinde yaşayan ve çalışan 50 milyon Müslüman var. Bu nüfus artık AB nüfusunun dinamiğini oluşturuyor. Bunlardan 6 milyonu eğitimli, kültürlü, birkaç dil bilen, meslek sahibi, dinine ve dünya görüşüne bağlı, inancı kesin Türk’tür. Bunların arasında Türk diasporasına bağlı Bulgaristan Müslümanı da var. Onlar Avrupa’da Türk olarak, Müslüman dinine bağlı bir eğitim ve ahlakla yaşıyorlar. 20-30 yıllık yeni bir hamle sonrası eski kıtadaki Müslüman nüfus 150 milyon olacaktır. Avrupa anakentlerinde yaşayan her 3 kişiden biri Müslüman olacak. Önümüzde 4. Teknolojik devrimi onların gerçekleştireceğine dair umut bağlanmıştır. Avrupa’da en tutarlı din artık İslam’dır ve yeni yaşam biçimi Müslümanlıktır. Hıristiyanlık ahlak yaratamıyor, yeni yüzyılda “jeder” sapıklığına saplandı kaldı... Yeni kimliğin temelinde git gide Türk dili daha fazla yer alıyor. Durum bu iken, AB Konsey ve Komisyon şefleri “Tusk ve Olan” kimin adına konuşuyor, ekip biçiyorlar? Çin’den para dilenip Batı Balkanlara alt yapı yatırımları yapacaklarmış. Batı Balkanları elden kaçırmamak ve etki alanına alıp, sürüm pazarına dönüştürebilmek için AB üyelik sistemini değiştirerek, henüz dosya sayısı bilinmeyen 6 ülkenin elini kolunu bağlamaya çalışıyorlar. Balkanlar XXI. yüzyıl sömürgesi olamaz. Bölge ülkelerinin her birinin ayrı ayrı özgün problemleri var ve özel yaklaşımla çalışılmasını zorunlu kılıyor. Hatta devletlerin içerisinde bile kuzey gü-


Makale ve Analizler - 2018

85

ney stratejileri farklı olabilir. Sözlerim Türkiye’deki dernek ve federasyon çalışmaları için de geçerlidir. Örneğin, Müslüman etnik sorunları konularında Arnavutluk ile Bulgaristan arasında hiç bir benzerlik bulunamaz. Birincisi etnik azınlıkları tüm kültürel haklarını tanırken, ikicisinde totaliter eritme ve asimile etme etkinlikleri devlet siyaseti olarak devam ediyor. Bulgaristan’da anadilde konuşma yasağı yürürlüktedir. Dil, din ve geleneklerin kültürel uyanış ve yükselişin temelinde olduğunu bilen Bulgar devleti tüm etnikleri eziyor. *** Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan geçen hafta Bosna Hersek’i resmi ziyareti esnasında Avrupalı Türk Demokratlar Birliği (UETD) 6. Olağan Genel Kurulu’nda Zetra Olimpik Spor Salonunda Batı Balkan ve Avrupalı Türklere hitaben bir konuşma yaptı. Saray Bosna’dan Avrupa ve Türk Dünyasına çok ilginç mesajlar gönderdi. Önce, 24 Haziran’da yapılacak seçimlerde Türk bilinciyle yaşayan herkesin Cumhurbaşkanı adayı Sayın Erdoğan’a ve AK Partiye oy vermeye çağrıları kamuoyunca desteklendi. Tüm katılımcılardan Türkiye’de birlik ve beraberlikten yana olmaları gerektiğini yeni bir dirilişe karşı tüm Türkiye beraber destek vermeleri gerektiğini haykırdılar. Türkiye’den gelenler bizlere hep birlik olun diyorlardı şimdi sıra sizlerde Türkiye’de hepiniz Türkiye’de bir ve beraber olun, Türkiye’ye sahip çıkın diye toplanana halkın içinden haykırdılar. Balkanlar ve Türk-Müslümanlar, Balkan ülkelerde derin ayak izlerini ve eserlerini, ruh belirleyen etkisini görüyorlar. Yerliler Balkanların içsel bağlarını yenide kurulmasını ve güçlenmesini birbirine yeniden düğümlenmesini ve yeniden dirilişi ancak Büyük Türkiye’nin çabaları ve yardımları, yatırımlarıyla gerçekleşecek gerçeğine kesin inanıyor. Balkan halklarının kimliği kendilerinin belirlemesi gerektiği inancı yerleşiyor. AB planlarında Balkanları Hıristiyanlaştırma eğilimi ağır basıyor. Etniklerin kimliğinin tarihten silinmek istendiğini artık her kes görüyor. AB Sofya toplantılarına Bulgaristan etniklerinden bir temsilcinin davet edilmemesi en kesin kanıt oldu. Sayın Erdoğan’ın Bosna’ya bir milyar US Dolar altyapı yatırım programını açıklaması, kamuoyunda ve tüm Batı Balkanlarda büyük etki yaptı.


86

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yeni okullar, kültür merkezleri, fabrikalar, üniversiteler kuruluyor. Halkı eğitimli olmasına büyük önem veriliyor. Medeniyetin ilk adımı yol olduğunu bildiği için, Altyapıda yıllardan beri devam eden Türk şirketi ENKA’nın Balkan devletleri arasında ana yollarla birbirine bağlama çabaları yakından izleniyor ve iyi sonuçlar veriyor. Şimdi bunlara bir de devlet hamlesi ekleniyor. Sayın Erdoğan’ın Balkanlar’daki Osmanlı - Türk tarih, yüksek mimar ve dini mirasına sahip çıkması, Arnavutluk ve Bosna’daki tarihi camilerin hepsinin onarılması halkı da memnun etmiştir. Saraybosna’daki 500 yıllık Osmanlı Şehitliği Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan talimatıyla TİKA tarafından onarılarak yeniden düzenleniyor. Cumhurbaşkanımızın Osmanlı Şehitliğinin yanında bulunan Kovaçi Şehitliği’ndeki Aliya İzzetbegoviç kabrini ziyaret etmesi de anlamlıydı. Bu şehitliğin çevre düzenlenmesi de TİKA tarafından yapılacak ve çalışmaları artık başlamış bulunuyor. Olaylara gerçekçi gözle bakıldığında, Balkan aksanının Doğu ve Batı Balkanlar gibi bir bölünme mihveri yoktur. Balkanların aksanı İstanbul’dan başlar, Rumeli Beyler Beyliği Sofya’dan geçer ve Saraybosna’ya uzanır. Bu mihver 1878’de Bosna - Hersek’in Avusturya Macaristan elinde kalmasıyla kırılmak ve değiştirilmek istenmiştir. Şu asla unutulmamalıdır. Büyük önder Atatürk Batı Dünyasını Osmanlıyı yok etme saldırılarını (1815 - 1918) Sakarya Savaşında durdurdu. Balkanlardan Müslümanları kovalama süreci 1996’ya kadar devam etti ve Bosna-Hersek ve Kosova devletlerinin kurulmasıyla Batı Balkanlarda durduruldu. Bu süreç henüz noktalanmamıştır. Batı Balkanları AB’ye çekilme girişimlerini bu açıdan da okumak yararlı olur. AB ilk olarak Yunanistan - Selanik’te masaya yatırdığı, 10 yıl sonra Sofya’da ana konu olmasının siyasi anlamı büyüktür. Balkanların ana mihverinin Vara-Burgaz - Sofya - Üsküp - Tirana - Duras yönünde değiştirilmek istendiği ortadadır. Türkiye AB’den tamamen koparılmak isteniyor. Bu Suriye ve Irak’ta sonra Müslümanlıkla savaşın yeni cephe hattı olarak düşünülüyor. Balkanlarda Bosna, Kosova, Arnavutluk Müslüman devleti grubu oluşması Batı’nın uykusunu kaçırdı. *** Birinci Dünya Savaşıdan1996yılına kadar Balkan iç mihverinin Atina Belgrat hattına çekilmesi Yugoslavya’nın dağılmasıyla tamamen bozuldu.


Makale ve Analizler - 2018

87

Bosna’nın Kurucu Başkan Aliya İzzetbegoviç’in Bosna halkından ulus ve ulusal devlet yaratmasından ve Cumhurbaşkanı koltuğuna oturduktan sonra her 2 şehitlikte de her mezar taşı anıt niteliği kazandı. Tarihte eski ve yeni kahramanlar yoktur görüşü ağırlık kazandı. Mezar başlarındaki güller ve çiçekler bir başka açtı. Balkanlarda Müslümanlığın yeniden toplumsal bilinci belirlenmesi ve daha derin yeşermesi bizim için sevindirici bir perspektif açıyor. Halkları halk yapanın da ana dil olduğu da gönülleri sardı. Bu iki unsur olmadan politik bilinçlenme olamayacağı da artık kavrandı. Yüzyıl savaş ve facialarından, faşizm ve totaliter uygulamalarından, yıkımdan ve çöküşten, “Srebrenitsa” gibi katliamlardan, Yugoslavya’nın parçalanmasından, 1989 Bulgaristan “Büyük Göç”ünden sonra Balkanlarda beklenen değişiklikler ve demokratikleşme gerçekleşmedi. AB bugün bunu görmek istemiyor. Balkanlardaki azınlıkların hakları tanınmamıştır. Bulgaristan gibi devletlerde anadil yasağı var. Anadilimizi unutturmak isteyenler bizi tarihten silmek ve bu arada Balkanlara da istedikleri gibi yerleşmek istiyorlar. Toplumun, nüfusun, ulusal zekânın % 50’si ülkeleri terk etmiştir. Göç süreci devam ediyor. Bulgaristan da bu arada bu ülkelerin hiç birinde huzur yoktur. Osmanlı döneminde tam güvenli ve barış içinde yaşayan bu etnikler ve halklar bugün de güven arıyor ve huzur istiyorlar. 1996 katliamlarının anıları canlıdır. Bulgaristan’daki etnik azınlık haklarının tanınmamış olması büyük bir yaradır. Batı Balkanlar konusunu 10 yıl sonra açan Bulgaristan Başbakanı Borisov, bu yükü taşıyabilecek bir durumda olmadığı gibi, AB kurucu ülkeleri de bunalım içindedir. Bulgaristan’ın tarih konusundaki temel görüşleri değişmeden, okullarda Osmanlı varlığının “esaret”, Bulgarların “esir” olduğu gibi iddialar, azınlıkların da eşit haklı katılacağı bir sivil toplum örgütü, demokrasi ve adalet olmadan Balkanlarda barış tesis edilemez. Hiç unutamayacağım. Bulgaristan’da halkımız totaliter zulüm altında iniminim inlerken, Sofya hükümeti milliyetçi yazar Anton Donçev’in sözde Pomakların Müslümanlaştırılmasına adamış “Vreme Razdelo” (Ayrılık Zamanı) romanını Noel Komisyonuna 2 defa sunmuş ve ödül için ısrar ediyordu. Baş-


88

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bakan Borisov’un “Türklerin isimlerini değiştirilmesi iyi oldu” sözlerini asla unutamam. Bunları yazmamın nedeni Balkan devletlerinin hepsinin demokratikleşmesi sorunları aktüel olduğundan dolayı, bu konularda şeffaf çözümler için bölgeyi iyi tanıyan, Osmanlı tarihini iyi bilen ve demokratik ilkeler içinde Osmanlı geçmişine yaşam hakkı sağlayabilecek bir diplomasiye ihtiyacımız var. Her konuda taraf olan ve tarihinde bağımsızlık ilkelerini asla kullanamamış, medeniyetlerden her hangi birisinin gerçek yaratıcı olmamasına rağmen, kurucu başkanlığa, aktif arabuluculuğa, AB Batı Balkanlar komiserliğine soyunan Bulgaristan’ın yapamayacağı ortadadır. Bulgaristan, şimdiki zihniyetle Batı Balkan ülkelerinde ancak “insan hayvanat bahçeleri” kurabilir ve şimdi yaptığı gibi, “İşte bu okuma yazma bilmeyen Bulgaristanlı gacal”, “işte bu Bosnalı”, şu ise “Kosovalı Arnavut” gibi Brüksel yetkililerine ancak numuneler gösterebilir. Kendisi çok ağır bir bunalım içinde bulunan ve etnik sorunlarının hiç birine 20. yüzyıl boyunca çözüm aramadığı gibi hepsini ve vahşi tutumunu 21. yüzyıla taşıyan bir devlet ve halktan başka hiçbir şey beklenemez. Balkanların en büyük sorunu insan hakları ve hukuk üstünlüğü, yargının çalışmadığı, ekonomik durgunluk gibi sorunlar oluşturuyor. Bu sorunların çözümünde Eski ismiyle Balkan - Rumeli’ye öncü ve yardımcı olacak devlet Büyük Türkiye olabilir. Son Balkan Müslümanlarının aynı kaderi paylaştığını anlatmaya devam edeceğiz.

Bulgaristan’daki Türklerin Acısı 29 Yıldır Taze BG-SAM-25.Mayıs.2018

Bulgaristan’da 45 yıl iktidarda kalan komünist rejimin ülkedeki Türk ve diğer Müslümanlara uyguladığı kampanya, 29 yıl aradan sonra bugün de üzüntüyle anımsanıyor. Bulgaristan’da 1944’te darbeyle iktidara gelen komünist rejimin uyguladığı asimilasyon politikaları sonucu 500 bin Türk göçe zorlandı, isimleri değiştirildi,


Makale ve Analizler - 2018

89

ibadetlerini yerine getirmeleri yasaklandı. Dönemin komünist diktatörü Todor Jivkov liderliğindeki rejimin uyguladığı zorunlu göç nedeniyle Türk ve Müslüman köyleri boşaldı. Geçmişi Üzüntüyle Anıyorlar Boşalan köylerdeki yaşam mücadelesi, bugün de devam ediyor. Bulgaristan’da kalan yaşlılar, geçmişi hüzünle anıyor. Ülkenin güneydoğusunda Yunanistan sınırına yakın Adaköy’de (Ostrovetz) yaşayan emekli öğretmen Mestan Adalı, o dönem uygulanan asimilasyonun, köyü ölüme mahkum ettiğini söyledi. Önceleri 240 hanede bin 300 nüfusa sahip köyün asimilasyon politikaları sonrası boşaldığını anlatan Adalı, köyde artık doğum olmadığını, ölümlerin ise çok olduğunu ifade etti. Karaman Türklerinin kurduğu 600 yıllık Adaköy’de huzurun da kalmadığını kaydeden Adalı, “Komünist rejim, 1956’da aldığı kararla asimilasyon kampanyası başlattığında milletimizin boynu bükülmeye, kalbi kırılmaya başladı. Okullarda Türkçe öğretimi yasaklandı. Camiler kapatıldı. Özgün kıyafet yasağı getirildi. Evde, sokakta Türkçe konuşmamız engellendi.” ifadelerini kullandı. Adalı, oğullarının İngiltere ve Belçika’da yaşadığını belirterek yıllar geçtikçe işlerin kötüye gittiğini, tarla ve fabrikaların boşaldığını, ekonominin çöktüğünü aktardı. 3 Kişilik Köy Aynı bölgedeki Cebel şehri yakınında bulunan Gölcük (Lebed) köyü de zorunlu göç nedeniyle ıssız kalan Türk köylerinden biri. Daha önce 500 nüfusa sahip köyde bugün sadece 3 kişi yaşıyor. Köy sakinlerinden traktör şoförü Emin Mestan Mustafa, 120 haneli köyde bugün sadece 3 hane bulunduğunu söyledi. Zorunlu isim değiştirme kampanyasının başlamasıyla Bulgar güvenlik güçlerinin 1984’te önce Gölcük köyüne geldiğini anımsatan Mustafa, “İsmini değiştirmek istemeyenleri sopalarla dövdüler, sürgün ettiler. Benim adım Emin Mestan Mustafa iken Emil Mitov Vodeniçarov oldu. Eşim Ayten Mehmet Mustafa ise Ana Mitova Vodeniçarova oldu.” diye konuştu. Dehşet içinde kaçan köy halkının Türkiye ve Avrupa ülkelerine sığındığını anlatan Mustafa, 1989’daki zorunlu göçün ardından rekoltenin tarlada kaldığını, sahipsiz kalan hayvanların dağıldığını, terk edilen evlerin yağmacıların eline geçtiğini söyledi.


90

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Asimilasyonun Tarihi Eski Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinin (SSCB) desteğiyle 1944’te hükümeti devirerek yönetimi ele geçiren Bulgaristan Komünist Partisi (BKP), iktidarda kaldığı 45 yıllık dönemin son yıllarında ülkedeki Türk ve diğer Müslümanları asimile etmeye çalıştı. Tek milletli bir devlet yaratma çabasındaki komünistler, ibadet yasağı getirdi, Türk ve Müslümanların isimlerini değiştirdi. “Bulgarlaştırma” girişimleri sonucu 1985 sonuna dek 310 bin kişinin isimleri değiştirildi. O dönem 8 milyon 500 bin nüfusu olan ülkede Müslümanların asimilasyon kampanyasına karşı direnişinde 24 kişi hayatını kaybetti. Cebel şehri civarında başlayan direniş, tüm ülkeye yayıldı. 1989’da devrilen komünist rejimin başındaki Todor Jivkov, amacına ulaşamayınca Türkiye ile sınırları açtı. Yaklaşık 500 bin Türk, Türkiye’ye göç etti. Bunların 150 bini, 10 Kasım 1989’da Jivkov rejiminin düşmesinin ardından Bulgaristan’a geri döndü. Asimilasyon kampanyası ile ilgili 1991’de açılan dava zaman aşımına uğradı. Davanın sanıkları Jivkov, dönemin İçişleri Bakanı Dimitar Stoyanov, Dışişleri Bakanı Patar Mladenov ve Politbüro Üyesi Penço Kubadinski ise artık hayatta değil.

Bütün Alfabeler Eşittir

Nedim Akın-24.Mayıs.2018

Konu: Başkalarının dilini, yazıp okumasını yasaklayan bir halkın alfabesi kutsal olamaz. Dünya insanları ve halkları arasındaki ilişkilerde temel ilkeler vardır. Bunların başında her insanın kimliğine, şerefine saygı, eşitlik ve eşit haklılık gelir. Bu sözde eşitlik ya da yasalara geçmiş ama uygulanmayan, kâh tanınan kah rafa kaldırılan eşitlik ve onu karşıtı ayrımcılık tarih yazdı. Eşitliğin karşıtı bir insan ve ırkın başkalarından üstünlüğüdür. Siyasi anlamında Nazilik ve faşizm gizler. ***


Makale ve Analizler - 2018

91

Bugün günlerden 24 Mayıs 2018. Bulgaristan’da “Kiril Alfabesi”, yazı ve Slav Kültürü günü kutlandı. Bu, çok anlamlı bir gündür. Kiril ve Metodiy yarattıkları Kiril Alfabesi, yaptıkları tercümelerle Slav kilise dilini, edebiyatını ve gramerini yaratan aydınlardır. Bu 2 kardeş din sahnesine çıkmazdan önce kilise ayinleri yalnızca3 dilde (İbranice, Yunanca ve Latince) yapılıyor, kitaplar da ancak bu 3 dilde basılıyordu. Kiril, Venedik’e gidip dillerin ve alfabelerin eşit olduğunu savunan kişidir. Ne ki, bugünkü Bulgar yönetimi bu gerçeği çoktan unutmuştur. Bulgaristan’da yaşayan Türk, Makedon, Ulah, Çingene, Tatar, Gagavuz, Pomak vb. etnik azınlıkların tümüne anadillerinde konuşmalarının yasaklamış olduğundan başka, kendi alfabeleriyle yazıp okumaları, sanat ve kültür yaşatıp geliştirmeleri kapıları kapanmıştır. AB yönetiminin tek yanlı siyasetlerle buna göz yumması anlaşılır gibi değildir. Türkçe konuşanlara kesilen cezalara ne demeli? Ülkede yaşayan ve nüfusun yarısını oluşturan azınlıkları manevi karanlığa itmeye hemen son verilmelidir. Irksal üstünlük, tek dilli, tek uluslu, tek kültürlü devlet rejimini zorla yaşatma inatçılığı Bulgar olayını bitirebilir. Oysa, görüldüğü üzere, Türklükten çıkan Bulgar ırkının insanlığın kültür tarihine taşıdığı birçok edinim var. Her şeyi tepe takla ederek tarih yazılamaz. *** 24 Mayıs bayramı Osmanlı devrinde, ilk kez 1803’te Şumen’de kutlamıştır. Bu Deliorman şehrindeki Bulgar öğrenciler, aydılar, esnaf haneleri bir araya gelip bir kutlama yapmıştır. Bugün de Bulgar okullarında öğretilen “24 Mayıs Aydınlık Günü” marşı - “Uyanan Halk, İleri!” 1892’de yazılmıştı ve bu gün de defalarca söylendi. Bu ülke okullarında yüz yıllarca başka alfabelerin harfleriyle yazan divitlerin batırıldığı okkalarda mürekkebin kuruması (devlet yasakları sonucu kurutulması) Bulgar alfabesini daha büyük yapmıyor. Bugün 293 milyon insan Kiril Alfabesi kullanıyor. Bulgaristan’ı 2007’de AB üyesi olmasından sonra, bu alfabe Brüksel diller hazinesine alındı, hatta internet yazı dili oldu. Her dilin kendi alfabesini aradığı bir gerçektir. 1917’den sonra Sovyet iktidarı tarafından Orta Asya Müslüman halklarına dayatılan Kiril Alfabesinden 1990’dan sonra bu devletler egemenliğini ve bağımsızlığını elde edince vazgeçildi ve Latin Alfabesi benimsendi. *** Osmanlının hoşgörü ortamında 100 yılda biçimlenen Bulgar uyanış ve dirilişin ilk kıvılcımını “Bulgar - Slav Tarihi” (1760 - 1762) eserini yazan Payisiy Hilendarski çaktı (1722 - 1773). Hiledarski eserinde, Osmanlı tebaası olan, fakat daha Osmanlı ümmetine girmezden önce, Birinci ve İkinci Bulgar Çarlıkları arasında Bizans esaretinde alfabesi, yazı dili, dini, kültürü, gelenekleri olduğunu unutan Bulgar ırkına öz tarihini anlatmıştır. Bu, Osmanlı İmparatorluğu toprak-


92

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ları içinde, bugünkü 60 devletin, 100’den fazla etnik grubun ve büyük sayıda dil ve lehçenin konuşulduğu bir ortamda olmuştur. O zaman yaşanan uyanış devrinde Bulgarların asırlar önce Ten gri adında bir tanrısı olduğu, 862’de Birinci Boris’in devlet dini olarak Hıristiyanlığı kabul ettiği, 5 yıl sonra Anadolu’dan gelen Kiril ve Metodiy kardeşlerin yazı dilini başlatan “Kiril Alfabesi”ni getirdikleri ve yaydıkları anlatılmıştır. Uzun zaman bugünkü Makedonya’da bulunan Ohri Manastırında çalıştıkları ve eski kitapları Bulgar diline yeni alfabeyle tercüme ettikleri bilinir. O devirde kâğıt, baskı makinesi vb olmadığı, bu çevirilerin işlenmiş deri üzerine yazıldığı hatırlandığında, olayı önemi anlaşılır. Okuryazarların ancak kilise ibadetlerini yöneteler olduğu da unutulmamalıdır. Günümüzde Kiril Alfabesiyle Bulgarca yazılmış birçok kitabın çöp tenekelerine atılması yürek sızlatan bir gerçektir. Başkalarının kedi anadillerinde kendi alfabeleriyle yazıp okumasına izin vermeyenleri yüce adalet sanki cezalandırıyor... Bulgaristan Çingenelerinin henüz Alfabesi yoktur. 1878’de toplam sayısı 2 bin 700 olan Türklerin okulları ise yarım asır önce kapatılmıştır. Bu gelişmeler sonucu olarak günümüzde Bulgaristan nüfusunu % 52’si okuryazar değil, % 80’i ise manevi konularda yetersi ve güçsüzdür. *** Bulgarların tarih eserlerinde ve bilimsel yazılarda “Osmanlı olmasaydı Bulgarlar yok olurdu”, “Bulgarları yok olmaktan Osmanlı kurtardı”, “Osmanlı hiçbir zaman Bulgarları esaret altına almadı” gibi cümlelere değişik vesilelerle sık sık yer verilmeye başlandı. Osmanlı döneminde hiçbir halk dilini ve dinini kaybetmemiş olması günümüzde konferans konusu oluyor. Avrupa Birliği’nde 35 dilin “yok olacak diller” listesinde bulunması endişe uyandırıyor. 80 etniğin yaşadığı Balkanlarda yalnız 2 - 3 alfabe kullanılması da bir uyarıdır. Sofya ve Filibe (Plovdiv) gibi şehirlerindeki İngiliz, Fransız, Alman ve başka Batı dilinde eğitim veren liselerde Bulgar tarihi okutulmaması dikkat çekerken, tarih okutulan liselerde Bulgaristan Türkleri etnik azınlık tarihiden, sanat ve edebiyatından söz edilmemesi de düşündürücüdür. Bulgaristan Türk aydınlarını Eğitim ve Teknoloji Bakanlığında anadilimizin, din ve geleneklerimizin ve tarihimizin Müslüman nüfusun yaşadığı yerleşim merkezlerinde ders programlarına alınmasına ilgi gösterilmiyor. Örneğin İslam dini dersi ancak 5 bin Müslüman hanenin yaşadığı Sofya yakınındaki “Botunets” belediye okulunda okutuluyor. 3 bin Türkün yaşadığı Sofya’nın “Orlandovtsi” semtinde bu yönde başarılı bir adım atılamamış, bir mescit kurulmasına, anadillerinin ders programı kapsamına alınmasına izin verilmemiştir. Türk Alfabesinin kullanılması, anadilde eğitim, Türkçe yasağı Bulgaristan’da çok ciddi problem oluşturmaya devam ederken, faşizan siyasi kesimin meclise


Makale ve Analizler - 2018

93

sunduğu son yasa önerisinde, cami ve mescitlerde Türkçe konuşma yasağı getirilmesi isteniyor. *** Bulgaristan Türklerinin anadil problemleri geleceklerini karartan büyük bir tehlikedir. Yaşadıkları topraklarda daha önce benzer bir trajedi yani çocukların okulsuz ve geleceksiz bırakılması yaşamadığı için giderek daha da bocalıyorlar. 2017’de 49 bin okul yaşında çocuk gurbetçi ana babaları tarafından dış ülkelere çıkarılmış ki, bunları büyük kısmı Müslüman ailelerin çocuklarıdır. Yine geçen yıl, T.C. Başbakan Yardımcısı Hakan Çavuşoğlu tarafından açıklanan ve dış ülkelerdeki Türklerin lise bitiren çocuklarına T.C. Üniversite ve Yüksek Okullarında devlet bursuyla öğrenim alma olanakları çok önemli kazanım oldu. Filibe Yüksek eğitim kurumlarının bazılarında Türk dili öğreniminin öncelik kazanması çok önemli bir değişiklik getirdi. 24 Mayıs Slav Alfabesi ve Bulgar Kültürü Günü dolayısıyla Eğitim Bakanı Vılçev mesajında “Topluluğumuzun gelişmesinde eğitimden daha önemli bir faktör yoktur” dese de, o yalıca Kiril Alfabesi temelinde eğitim ve öğretim kastediyor. Bu eğitim bizi sakatlıyor. İstikbalimizi karartıyor. Çünkü temelleri anadilimizden farklıdır. Aynı sözler kültürümüz için de geçerlidir. Kültürümüz, temelindeki İslam ahlakı yerleşmemiş ve Bulgar halkı tarafından benimsenmemiş olan Hıristiyan ahlakından yeni, üşütün ve farklıdır. Bulgar bencilliği Müslümanlıktaki farklılıkları nitelik ve vasıf olarak kabul etmiyor. Yeni medeniyetin farklılıklardan demet olacağını da kabul etmediğinden dolayı, tek dilli ve tek kültürlü bir dünya görüşü dayatmaya çalışırken, esasız olanı temel alıyor. Bulgar edebiyat dili yabancı dillerken dolarken, anlaşılma bir dil keşmekeşi içinde kalıyoruz. Makedonya ve Moldova’dan insan toplayıp Bulgar vatandaşı yapmaya çalışanlar, memleketimizi Bulgarca bilmeyenler diyarı haline getiriyor. Öte yandan, Türkiye’deki Bulgaristan vatandaşlarının AB vatandaşlığını sürdürebilmeleri, seçime katılmaları vs için ise Bulgarca bilmeleri şart koşuluyor. Şu dönemde Bulgaristan Türkleri içi esas olan azınlık statüsünü yeniden elde etme davasıdır. 1950’li yıllarda yaşadıkları kültürel otonomi ortamına gerine dönebilmektir. Bunu kabul etmeyen Bulgaristan Türklüğüne yön veremez, önder olamaz ve topluluğumuz tarafından dışlanmayı kabul etmek zorundadır. Cebel bayramında gördünüz. Meydanı dolduran kitle Lütfi Mestan, M. Karadayı ikilisini kabul etmedi. Cemaatin arkasında duran imam namaz kıldıramaz. Kürsüye çıkan Belediye Başkanı B. Ömer’e ise aynı kitle sırt döndü. Bu büyük bir buhrandır. Kitle liderden geçinenleri, dayatılmak istenen ahlakı, uydurma kuralları kabul etmek istemiyor. Yeni durumda, Bulgaristan Türklerinin azınlık olarak tanınamayacağı ve kendilerine “kültürel otonomi” tanınamayacağı tezi kabul edi-


94

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lemez. Birleşme ve ilerleme yolumuz kültürel otonomiden geçiyor. Bunu kabul etmeyen yolumuzdan çekilsin ve engel olmasın. Kültürel otonomi en doğal hakkımızdır. Türkler Osmanlı devletinde ilk Türkçe gazeteyi 1828’de Kahire’de çıkarırken, Bulgar dilinde ilk gazete İzmir’de daha öce basıldı. Osmanlının “Kiril Alfabesine” hoşgörülü yaklaşımı ve özgürce kullanımına olanak sunması ve destek vermesi, Orta Çağlarda Roma Başpiskoposu 3. Loeve’in bu yazının kullanımına izin vermesinden ve XX. Yy’ın sonunda Papa II. Yoğa Pavel’in aynı izni yasallaştırmasından çok daha önemlidir. Kiril Alfabesinin Doğu Ortodoks kiliselerinde ayin ve kilise okullarında eğitim amaçlı kullanılması ise, 1872’de Sultan Fermanıyla gerçekleşmiş ve olayın Bulgar milli kimliğinin oluşmasındaki önemi çok büyüktür. Harfler diğer harflerle birlikte yaşar. Yazılar diğer dillerdeki yazılarla birlikte var olmak için vardır. Edebiyatlar da öyle, Kültürler de... Bu gerçeği kabul etmeyenler manevi-kültürel çöküşü asla durduramaz. Sevimli olmayanların dilini konuşanlar, yazısını yazan ve okuyanlar azalır, kitapları çöp tenekelerine dolar, şarkıları dinlemez... Sözlerine kulak veren olmaz. Bu dünyada üstü dil, üstün alfabe vs yoktur. Bize inen OKU! dur ve neyi okuyacağımızı seçme bize kalmıştır... Devlet yasakları kaldırılmalıdır!

Kanlı Mayıs! 1989 Göçü

Şenay Kobak-Silivri-26.Mayıs.2018

Merhaba dostlar...Vaktiniz varsa biraz konuşabilirmiyiz? Paylaşacaklarım var sizinle? 14. yüzyıldan beri Bulgaristan’da yaşayan biz Türkler, Avrupa’nın 2. Dünya Savaşı’ndan sonraki en büyük zorunlu göçünü yaşadık... Bu yıl bu bugün yani 29 oldu... Bulgaristan Türkleri 1989’un yazında Türkiye’e göç etmişlerdi. Tam anlamı ile bir insanlık ayıbı, bir insanlık suçu olarak tarihe geçmiştir.


Makale ve Analizler - 2018

95

İlkokul öğrencisiydim, her gün gibi yine sabah kalkıp okulumuza gitmiştik İlk dersten çıkınca teneffüste öğretmenlerin telaşı dikkatimi çekmişti, lakin herhangi bir tehlike görünmüyordu. İkinci derse girdik ve ders sırasında koridordan erkek sesleri yükseldi “İzlezte ot klas, bırzobırzo” diye Bulgarca, “Sınıflardan çıkın, çabuk, çabuk” diye bağrıyorlardı. Anlam veremiyorduk her şey yolundaydı günler önce. Sınıfın kapısı açıldı içeri askerler girdi,korktuk, öğretmen hemen seslendi “Çocuklar sığına koşunnn, hemen” diye. Biz koridora çıkarken bazı öğrenciler pencerelerden atladıklarını gördüm. Neler oluyordu. Koridora çıktım her yer insan, anneler babalar çocuklarına koşmuşlar. Sıyrıldım aralarından, okulun bahçesine çıktım mahşer gibiydi, çocuklarına sarılıp ağlayan anneler babalar, askerler itip kakıyorlardı insanları. Birden babamı gördüm, koştum ona doğru beni bileğimden tutup “koş kızım” dedi “Baba çantam kaldı kitaplarım kaldı sınıfta alalım”, “hayır çabuk gidiyoruz” diye bağırdı. İlk kez babamı korkmuş gördüm, gözleri kıp kırmızıydı, elimden tuttu ve koşmaya başladık, hala anlam veremiyordum neler oluyor. Eve gittik herkes perişan vaziyette ağlıyordu, korku sarmıştı bedenleri gözleri, konu komşu toplanmış konuşuyor ve bir karar verilmesi gerekiyordu... Ama neydi o karar? Camiler ibadete kapatıldığını söylüyordu babam. Bazıları ambara dönüştürüldüğünü. Türkçe kesinlikle yasaklandığını. Ceza ve hapis olduğunu konuşuyorlardı... Yalnızca ihtiyarların camiye gitmesine izin veriliyormuş. Biz Türklerin cenazelerimizi bile dilediğimiz gibi kaldırılmasına yasak geldiğini. Cenazenin yıkanma usulü yasaklanmış, Arapça ve Türkçe yazılı mezar taşları paramparça edildiğini ve zulmün başladığını. Sürekli Jivkov’dan bahsediliyordu. O zaman anlamıştım artık... Çünkü Jivkov Türklere karşı bir diktatördü, Bulgaristan’da Türkleri istemiyordu ve Bulgaristan’ın 2. Dünya Savaşı’na Almanya’nın yanında katılmasının ardından, Sovyetler Birliği ülkeyi işgal etmişti. Faşist rejim devrildi, yerine komünizm geldi artık idare Sovyet destekli Vatan Cephesi’nin elindeydi.


96

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ülkenin diktatörü Jivkov idi ve Jivkov asimilasyonun yeterince hızlı ilerlemediğini düşünerek sert asimilasyon dönemini başlatmıştı. Türkçe konuşma yasağı “sert” asimilasyonun bir diğer önemli ayağıydı tabi. Jivkov’un en ağır asimilasyon darbesi anadilin yasaklanması değildi sadece. Bu kanlı sürecin “Soya Dönüş Süreci” adını vermişti. Okuyorduk okulda, Osmanlı döneminde zorla Türkleştirilmiş olan Bulgarların, Bulgar isimlerini gönüllü olarak geri aldıklarını iddia ediyordu... Tarih 20 Mayıs gösterdiğinde Deliormanda büyük eylem başlamıştı artık. Bülent Ecevit, Bulgaristan’dakinden çok daha az sayıda Türk’ü savunmak için adaya asker çıkartmış. Jivkov, Bulgaristan Türklerini kimliklerinden koparıp, Bulgaristan’daki Türk azınlığının varlığını inkâr etmezse aynı kadere mahkûm olabileceğinden korkuyormuş. Türkiye soydaşlarını almaya hazırlanmış, uzun bir süreç sonrasında ama Bulgaristan vermeye niyetli değilmiş. O vakit gelinceye kadar, bizler Türk benliklerini savunmak zorundaydık... Türklerin örgütlenmelerinde ve eylemlerdeki tansiyon da hızla yükseliyordu. Sonunda silahlar patladı... Eylemci dedikleriTürkler Jivkov’un askerlerini, Jivkov ise Bulgaristan Türklerini suçluyordu. Türklerin verdikleri şehitler her geçen gün artıyordu... 1980-84 döneminde öldürülen Türk sayısının 700 ila 900 arasında yazılmıştı. Eyleme katılan büyüklerimiz eve geldiklerinde yaralarını sarıyorlardı... Anlamak çok zor... Her şey çok güzeldi oysa... Çocukça! Çocuk ne anlar politikadan? Kanlı politikadan Herkes evlere kapanmıştı, herkes ağlıyordu, korku sarmıştı her yeri buz gibi bir durum,korkunçtu! 1984 ve 1985 yıllarında Filibe Tren İstasyonu’nda ve Varna Havalimanı’nda bombalar patlamış. Saldırılardan Türk örgütleri sorumlu tutulmuş ve 3 Türk ölüm cezasına çarptırılmıştı. Bir akşam babam hepimizi bir odaya topladı bir liste çıkarıp “buradan isim seçeceksiniz kendinize” dedi. Ama bizim isimlerimiz vardı ki kız kardeşim Zeynep, erkek kardeşim Mustafa. Türk sanatçısı Şenay Yüzbaşıoğlu gelmiş o dönemlerden önce konsere. Babam kızım olursa adı Şenay olacak, oda hep sevgiden ve barıştan yana olsun demiş ve koymuş. Ondandır her halde “Hep sevgiyi, kardeşliği ve barışı isteyip on yaşımdan beri hep bunları yazmam, hattabunlar için savaşmam!”


Makale ve Analizler - 2018

97

Sonra babaanneme döndü ve ağlayarak,önce kendisine sonra ölen eşi için bir Bulgar ismi seçmesini istedi. Kızdı babaannem, aldı kâğıdı babamın üstüne attı ve “Babanın adı Mustafa’ydı, 10 yıl oldu vefat edeli, Peygamberin adını taşıyordu, kimse ona gâvur adı koyamaz” diye bağırmıştı (asla unutmam o öfke dolu gözleri,) “Anne vefat etmiş babamında ismi değişecek” dedi. “Hayır, onun adı Mustafa asla değişemez” diye bağırdı tekrar. “Ben kendime seçerim, ver” diye çekti kâğıdı elinden babamın ve: “Bak evlat ben anayım, Türk kadınıyım, Rabbim Allah, dinim İslam, İtikatta mezhebim Ehli Sünnet, Ümmetim Muhammed ümmetidir, kitabım Kur’an, benim adım Ana olacak o kadar” dedi! Babaannemin adı “Anna” oldu ! Çok acı içindeydi... Bir kadının bedeninin yandığını gözlerinde gördüm ben. Herkes kendine bir Bulgar adı seçti ve liste oluşturuldu. Kimsede yeme içme kalmadı. Herkes açlık grevindeydi. Ama bir işe yaramıyordu. Zulüm devam ediyordu... Sonra erkek kardeşim sünnet olmasını söyledi babam, olurya bir göç olursa neyaparız oralarda düşüncesiyle... Kardeşim bir yaşındaydı daha, küçüçük... Çok tehlikeli. Hijyen vs. çok zor ve yasak. Askerler köylerde sokaklarda şehirlerde devriye geziyorlardı. Karar verildi ve Sünnetçiyi gizlice getirdiler eve, akrabalar devriye gezdiler o dakikalarda korku içinde...Babaannem gizli gizli hayvanların ahırına gidip Kuranı Kerimi okuyor sürekli dua ediyordu.Sürekli Türkiye’den bahsediyordu.Vatan diyordu.Görseler,duysalar cezalar azarlanmalara maruz kalacaktı ama vazgeçmiyordu.Ah o al şanlı bayrak ah deyip ağlıyordu. Annem ; - “Ses yok kızım, sesyok, yoksa babanı alır götürürler dedi, yalvarırım ses yok, hala o korkmuş sim siyah gözleri gözlerimin önündedir, inci gibi duran gözyaşlarınla birlikte...” Belene’yi kitaplardan okumuşunuzdur... Belene ya da Belene Ölüm Kampı. Tuna nehri kenarında Todor Jivkov tarafından açılmış. 1985’te yaklaşık bin Türk liderinin yattığı o meşhur Bulgar zindanı... Mahkûmlar gece gündüz, madenlerde köle misali çalıştırılıyorlarmış... Bunları bildiğimizden sustuk, Çok sustuk, Sünnet bitti, sünnetçiyi gece sakladılar evde sabah aydınlanmadan götürdüler.


98

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Diplomasi sonuç vermemişti, sonuç alabilmek için Bulgaristan Türklerinin daha radikal eylemler gerçekleştirmesi gerekiyordu.Sonra Belene mahkûmları açlık grevine başlamış sonra biz Türkler serbest uluslararası dolaşım hakkını elde etmiştik. Devam eden açlık grevleri de Jivkov’u hem iç hem de dış baskıya maruz bırakmıştı. “Mayıs olayları” olarak da bilinen bu süreçte, Deliorman, Razgrad, Kırcaali ve Haskovo’da gösteriler düzenlendi. Binlerce Türkün katıldığı eylemlerde, dönemin komünist partisi polisinin göstericilere ateş açması sonucu üç Türk hayatını kaybetti, onlarca kişi yaralandı. Olaylarda 17 aylık “Türkân Bebek” de annesinin kucağında hayatını kaybetti... Jivkov asimilasyon politikasında bir değişikliğe gitmesi gerektiğini farkına varıp ve yeni yöntemin adı zorunlu göç olarak ilan etti.1989 göçü başlamıştı artık. Bulgaristan’daki biz Türkler, Dünya tarihinde görülmemiş, bir zulüm ile yurtlarından “kovuldular”. Totaliter rejimin baskısı şiddeti ve soykırımdan kaçıştı, göç değildi! Evlere, banka hesaplarına, mallarına, mülklerine el konulmuştu.89 Göçü olarak bilinen 1989 bir insanlık dramıdır aslında. Buna göç demek son derece yanlıştır. Çünkü göç insanların kendi rızalarıyla bir yerden bir yere taşınmasıdır. Bu zulümdu. Bulgaristan yönetimi 1989’da “Türkler dışarı” sloganlarıyla bir yürüyüş düzenleyerek Türklere ve Türkiye’ye karşı kamuoyu oluşturma çabasına girmiştir. Böylece İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yaşanan en büyük kitlesel göç olayı başlamıştır. Bulgaristan’dan zorunlu göçün başladığı 1989 Mayıs, Haziran, Temmuz 3 ayda vizesiz 345 bin 960 (82 bin 390 aile) geldi. Bunların 298 bin 243’ü (69 bin 904 aile) Edirne Kapıkule karayolu demiryolu ile Türkiye’ye gelmiştir. 47 bin 717’si (12 bin 486 aile) ise Kırklareli Dereköy kapısından girmiştir. Pasaportunu alan herkes yollara düştü. Kâbusgibiydi, kâbus. Genci yaşlısı... Çoluk çocuk peri-


Makale ve Analizler - 2018

99

şan, askerde olan oğlunu Bulgar hükümetinde bırakan anne babalar. Pasaportu çıkmayan annesi kızından, baba oğuldan ayrılıyordu... Zorla! Dedim ya kıyamet günüydü... Onlardan biri de benim. Anne, baba, kardeş, abla, hepsi orada...! Sonra: 10 Kasım 1989’da Jivkov devrilmişti. Devrilmesine devrilmişti ama ülkedeki ekonomik krizin, ekonomik krizde de toplanmayan hasatının payı vardı. Jivkov, 13 Aralık günü, etnik gruplar arasında düşmanlık yaratma, görevini kötüye kullanma ve devlet kaynaklarını zimmetine geçirme suçlarından tutuklanarak ev hapsine mahkûm edildi. Edildi edilmesine de? O zulüm o baskı, o çaresizlik asla ne beyinden ne yürekten ne tarihten silindi, silinmeyecekte ! Diyeceğim o ki: Türkiye özlemi çok küçükten içimizdeydi. Vatan, bayrak sevdası Balkanlarda dikkat edin çok yoğun ve kutsaldır.Türkiye’den gelenler sakız vermişlerdi o zamanlar, biliyormusunuz hala ambalajı durur. Ulu önder Atatürk’ün resmi hep hayranlıkla izlenirdi, onu konuşmak, resmini asmak Türkçe olan her şey yasaktı. Bir keresinde okulda: “Kim sizin lideriniz dediklerinde Vasil Levski dememiz gerekiyordu, ben ise Mustafa Kemal Atatürk dedim diye beni dersten kovdu öğretmen, zaten Türk düşmanıydı. Babama söylemişti, notumu düşürmüştü falan, zaten biz Türk çocukların notlarını hep düşük veriyorlardı bizde inadına yüksek alıyorduk. Onu okumak için kilere giderdim ben, mum ışığında okurdum, korkudan görmesinler diye çünkü Atatürk Balkan kökenli dünyanın en büyük devrimcisiydi çünkü o Türkiye’yi kurandı, kurtarandı, Türk oğlu Türktü bizler gibi. Siz hiç eğilip Türkiye’yi toprağınızdan öptünüz mü? Çünkü biz Türktük! Türk ırkı her ırktan üstündür çünkü! Biz asla özün vermedik özümüzden, Türklükten vazgeçmedik. Söz konusu bile değildi. Kan döküldü, can verildi ama Türklüğü savunmamızın önüne geçilemedi... Türkiye’nin kıymeti bilinsin. Türk’e Türk’ten başka destek yok. Biliniz, ben bunu yaşayan ve bunun savaşını vermiş biri olarak söylüyorum kutsallığı idrak edilsin... O günden bu güne “Tek Bir Şey” değişti;


100

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

O zaman çocuk aklımla savaş vermiştim, şimdi ise yetişkin aklımla savaşıma devam ediyorum... Ve ben bin kez değil ölene kadar, bu vatan için çalışmaya, ulu önderin önderliğinde bu bayrak adına, Türklük adına ne yapılması gerekiyorsa yapmaya ve “Ne Mutlu Türküm Diyene!” demeye devam edeceğim... Kanlı Mayıs adını verdiğim bu günlere bizler evet Balkanlarda kanıyorduk. Bu günleri yaşayan istisnasız her insana sevgi ve saygılarımı sunuyorum. Bu yara kapanmaz bende biliyorum, ailelerimizi parçalayıp elimize hasreti özlemi verdiler, her gece anamı aramam her zor durumda babama dokunamamanın acısını, kardeşlerimin özlemini ancak yaşayanlar bilir... Bu Ülke için değil Türkiye için çalışacağım, orada var olacağım dediğimin kararın hala ve her zaman arkasında olacağım... Ben ve benim gibiler için bu çok acı, ama Yaradan herkese taşıyabileceği kadar yük verir ya hani. Bu zulmün yıl dönümü olmaz! Anca acıyla hatırlamak olur, hayatını o zamanlarda kaybedenlere minnet şükran sevgi ve rahmet diliyorum. Can verdiniz ama Türklükten ödün vermediniz, ölümle gurur duyulmaz belki ama Türklükten vazgeçmek ise söz konusu zaten çıksın o can bedenden... Sevgi ve barış içinde kalın dostlar... Unutmayalım lütfen: Türk’e Türk’ten başka dost yok!

Şunları Bilmemiz Gerek

Şakir Arslantaş-26.Mayıs.2018

Konu: Sovyetler Birliğinin çökmesinde fikir sahibi kimdi? Birçok arkadaşımla dostane sohbetlerimizde, Bulgaristan’dan geldiniz, nasıl oldu da şu kocaman Sovyetler Birliği çöktü. Bu işi yapan, bu tuzağı kuran kimdi? Sorusu sık sık soruldu. Bir sıra arkadaşlarımdan birisi iyice üstelemişti. Konuyla yakından ilgilendim. Bu arada ABD Devlet Sekreteri Henry Kissinger’in eserle-


Makale ve Analizler - 2018

101

rine sarıldım. “Diplomasi”, “Dünya Düzeni” ve “Amerika’nın Dış Politikaya İhtiyacı”nı okudum. Kanmadım. İnandırıcı değildi. Aradığımı bulamadım. Bulgaristan Stratejik Araştırmalar Merkezi (BGSAM) yazarı olarak konuyla ilgimi kesmedim. Bulgaristan ve Türkiye’de konuya ilişkin yazı - kitap ararken, yazar arkadaşlarımla konuyu deşmeye başladım. Fikirler insanların beyninde doğar. Bu teze inanan biriyim. Çok yemekle ya da kaliteli içecek - yiyecek tüketmekle akıllı olunduğuna inanmam. Akıl ve bulgu temelinde zekâ ve çaba olduğuna inanırım. Doğru yanıta götüren ışığı önce Zbignew Brzezinski’nin “Satranç Tahtası” eserinde de aradım. Bir gün elime 1981 - 1989 yılları arasında Birleşik Amerika’ya başkan olan Ronald Reagan’ı ve çalıştığı ekibi anlatan bir kitap geçti. Özü açan ilk tahlilde Rusya uzmanı tarihçi Richard Peyns’in ismine rastladım. O, İkinci Büyük Savaşı’ndan önce Portekiz üzerinden ABD’ye göç eden bir Leh Yahudi ailesinin oğlu. 1959’da kendini Harvard Üniversitesi Kütüphanesi Rusya tarihi bölümünde bulan R. Peyns, giderek birçok araştırma eseri kaleme aldı. Rusça ve Almanca da aralarında olmak üzere, birkaç dil bilen araştırmacı yazar, Rusların silah gücüyle yayılmacılığını büyüteç altına alan bir bilim adamıdır. XVI. yüzyılın ikinci yarısından başlayarak Rus Çarı topraklarının her yıl 130 bin kilometre kare genişlettiğini tespit eder. Korkunç İvan döneminden başlayarak birbirini kovalayan saldırılarla nefes alan Rus siyasetinde gasp edilen bütün toprakların bir tek Çarın mülküne geçer. Gasp edilen yerlerin korunması için özel ordu birliklerinden başka, ideolojik polis, siyasi polis, azınlıklar polisi vs gibi değişik baskı araçları oluşturulduğunu kitaplarında taşır. Ayrı ayrı Rus Çarlarının yönetim biçimlerinin Doğu despotizminden başka bir şey olmadığını ortaya koyarken, özelliklerini inceler. İki kıtaya yayılmış bu uçsuz bucaksız diyarın tüm halklarının asırlar boyu ağızdan çıkan emirler ve satır gücüyle yönetildiğini yazar. Yasa ve kuralların hiçbir kaydı yoktur. Keyfi yönetim eski Rus rejimlerinde olduğu gibi, Sovyet ve sözde “demokratik” rejimlerde de değişmeden uygulanmaya devam eder. Eski devirde, Rusya’nın devlet yapısı totalitarizmdir. İmparatorluk, yasal düzeni olmayan, hukuk üstünlüğünü hiçe sayan, anayasa ve adalet tanımayan Çar tarafından yönetilir. 75 yıl (1917 - 1992) ayakta kalan Sovyetler Birliği’nde değişmeyen totaliter Çarlık düzeni “Sovyet demokrasisi” ile el değiştirse de, ilk ve son söz Sovyetler Birliği Komünist Partisi (SBKP) Merkez Komitesi (MK) Politik Bürosu’nun ve özellikle de parti Genel Sekreterinin iradesiydi. İdeolojik ve siyasi polis ile milletler ve azınlıklar polisi görevine devam etmiştir. Baskı düzenine “işçi köylü iktidarı” adı verilmiştir.


102

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Araştırmacı yazar Richard Peyns analizlerinden çıkardığı sonuçlarda, Rusya’nın ayakta kalabilmek için sınırlarını devamlı genişletmesi gerektiğine işaret eder ve şu 3 stratejik ilke üzerinde özellikle durmuştur: 1. Tarih boyu askeri saldırıları yalnız batıya yönelten Moskova, akınlarına devam edebilmek için, ele geçirdiği Doğu topraklarında yaşayan halkların huzurunu ve güvenliğini güvence altına almak zorundadır. Çünkü cepheyi besleyecek olan gıda ambarı ve insan kaynağı Doğu’dur. 2. Batı devletleri dünyadan koparılmalıdır. Aralarında düşmanlık yaratılmalı, birbirlerine düşmeleri için kışkırtılmalıdırlar. Savaş hallerinde taraflardan hepsi desteklenmelidir. 3. Rusya müttefik aramadan her zaman savaş yürütecek durumda olmalıdır. Rusya, Sovyetler ve bugünkü Putin rejiminin yalnız 2 müttefiki vardır. Birisi, Rus Ordusu, ikincisi de Rus Askeri Deniz Kuvvetleridir. Kuşkusuz bu gün bu güçlere Rusya Askeri Hava ve Uzay Kuvvetleri de eklenmelidir. Bu temel ilkeler asırlarca asla değişmemiştir. Rusya, Varşova Paktı yıllarında bile “silah kardeşi” olarak tanıttığı askeri müttefiklerine genelde güvenmemiştir. Sovyet Rusya’nın dağılmasına ve çökmesine neden olan delilleri kütüphane arşivlerinden gün ışığına taşıyan tarihçi yazar R. Peyns, milletlerin ve azınlıkların insan haklarından tamamen yoksun bir toplumsal düzende yaşadığına dikkat çeker. 15 milletten ve 96 azınlıktan oluşan Sovyet toplumunda vatandaşların kişisel haklarının kısıtlanmış, ortak haklarının yasaklanmış olduğuna vurgu yapar. Özgürlük için dirilişin toplumu sarstığını görür ve dünyaya anlatır. Moskova yönetiminin kimseye güvenmediğine Bulgaristan örnekleri verir. 1985’te isim değiştirip yaşam tarzı yasaklayarak Türkleri Bulgarlaştırma faciasında hak ve özgürlük için uyanışa işaret eder. Müslümanların Bulgar zokasını asla yutmayacağı kafasına dank eden cahil köylü diktatör Todor Jivkov çılgınlık içinde “SS-23” orta menzilli Sovyet füzeleri aldı. Modern silahları Pleven’e (Plevne) bağlı Tiliş’e konuşlandırdı. Ne var ki, Ruslar, güvenmedikleri Bulgarlara “SS-23” füze başlıklarını vermemişti. Sliven (İstinye), Koca Balkan, “Mavi Kayalar” mevkiine konuşlandırılan “SS - 22” füzeleri de bir işe yaramadı. 1990’lı yıllarda Bulgaristan hepsini kesmek zorunda kaldı. Ordusunu 40 bin kişiye düşürdü. Bugün Bulgar Ordusu 1977 Sovyet silahlarıyla donanmış bir NATO gücüdür. Bulgaristan’ı çökerten de insan hakları, etniklerin hak ve özgürlüklerinin tanınmadığı gibi bir de devlet baskısı kullanılarak Türklerin, Pomakların, Çingenelerin, Makedonların, Ulahların ve Tatarlarla Gagavuzların asimile edilerek Bulgarlaştırması oldu. Kimlik ve insan hakları, kültürel özerklik sorunu sosyal


Makale ve Analizler - 2018

103

ve ekonomik sorunların önüne geçmiş ve toplumsal düzenin geleceği için belirleyici olmuştu. Yukarıda adı geçen füzelerin hurdaya çıkarılıp kesilmesi, tankların bomba düzeneklerinin sökülmesi, birçok silah fabrikanın kapatılması gerçekleşti. Fakat totaliter yapı de-monte edilip gömülmedi. Özellikle de azınlıkları entegre ederek asimile etme yaklaşımı şekil değiştirerek ayakta kaldı. Totalitarizmi yaşatma, azınlık haklarını tanımama, yasaları rafa kaldırarak idare etme yani haksızlık ve adaletsizlik yoluna devam etti. Bulgar devlet yapılanmasının özünde ve Bulgar soyunda olan azınlıklara haklarını tanımama korundu. Siyasi düzende şekilsel değişikliklerle totalitarizmin kendiliğinden çözülüp yok olacağını düşünenler yanıldılar. Totalitarizm Bulgar devletinin kökündeydi. Bulgar milliyetçiliğinin özünü oluşturan Türk düşmanlığı sönmedi. Demokrasi paket içinde kaldı. Azınlık hakları yasallaşmadı yani saldırılara hedef oldu. Faşist Çarlık düzeninden, sosyalizme ve sözde demokrasiye geçilmiş olsa da, totalitarizm ve azınlıkları haksız-hukuksuz ve devlet işlerinden uzak tutma siyaseti korunup beslendi. Burada vurgulanması gereken, Bulgarların azınlıklara düşmanca yaklaşımının aşılanmış olmayıp, doğuştan ve belki de değişmez olduğu gerçeğidir. Bu siyasette Rusya ve Sovyetlerden kopyalanmış birçok çizgi vardı. İnsan hakları sorunlarını sözde çözerken azınlıkları topraklarından kovma, taşınmazlarına el koyma, devlet sınırlarını genişletme vs Bulgarların Ruslardan aldığı bazı yönetim yöntemidir. Bunlar sayesinde 1878 - 1919 arasında Bulgar devleti topraklarını 3 defa genişletmiştir. 1989’da 7 milyon nüfusu olan Bulgaristan’da 2018’de 3 milyon 500 bin - 4 milyon insan yaşıyor. Azınlıkların yaşadığı 2 bin köy insansız kaldı. Amerikalı strateji analizcisi R. Peysn’ın itiraf ettiğine göre, o bu çok önemli konuları araştırırken yazar Sergey Salavyov’un 32 ciltlik külliyatını okumuş. Bu eserlerden aldığı bir alıntıda “Totaliter düzende devlet dağılıyor, halk yoksullaşıyor, ama devletin azınlıklarla ilgili siyaseti değişmez” denir. Bu külliyatta “Bulgaristan’ın en büyük düşmanı Rusya’dır” tespiti birkaç defa geçer. Özellikle, Çar II. Nikolay’ın “Rusya bir ülke değil yeryüzünden bir parçadır” savı üstüne çarpıcı yorumlar yazan tarihçi R. Peyns, 1976’da ABD Merkezi Haber Alma Örgütü (CIA) bünyesine alındı. Ödevi, Sovyet gerçekliğini analiz eden gruba rekabet etmek olan “Grup - B” başkanı atandı. Bu çalışmalarıyla, 1985 Helsinki Konferansında ABD ve Batı dünyasının masaya yatırdığı “insan hakları senedi” tezini geliştirdi. Bu senet, Bulgaristan tarafından da imzalandı fakat uygulanmadı. 500 bin Bulgaristan Türkü vatanlarından kovuldu. (1985 Bulgaristan Türklerinin isimlerinin baskı ve terörle değiştirildiği ve tüm insan haklarının tamamen yasaklandığı yıldır. 1989 Bulgaris-


104

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

tan Türklerinin hak ve özgürlükleri için ayaklandığı yıldır. Totaliter Bulgar devleti sahtekârlık yapıp ülkede yaşayan Türklerin “Müslümanlaştırılmış Bulgarlar olduğu” yalan tezini savunarak, imzaladığı uluslararası senedi ve anlaşmaları uygulamadı. Bulgar baskısına tepkiler giderek arttı. 2018’de “kültürel otonomi” mücadele bayrağı dalgalanıyor.) “Grup - B” yaptığı özel analizlerde Sovyetlerin balistik ve orta menzilli taktik ve çok başlıklı füzeler geliştirmede önemli yol kaydettiğini ilk saptadı. 1980’li yıllarda Batı Avrupa ülkelerinde devlet ve hükümet liderlerinden birçoğu Sovyet politikası için kazanılmıştı. Anti-Sovyet tavırdan caydırılmışlardı. Bazıları satın alınmışlardı. Bu işlerde, 10 milyar US Dolar gibi büyük paralar oynadığını, Avrupa Komisyonu Londra Merkezinde görevli Bayan Katrin Astam’ın vicdanlarını satanların mali işler müdürü olduğunu, paraları paylaştırdığını gün ışığına çıkaran “Grup B”dir. Bu arada Papa’yı öldürmeyi deneyen Mehmetali Ağca’ya Batı Almanya’dan büyük paralar vaat edildiğini de kanıtlayan aynı istihbaratçı grup olmuştur. İşte böyle son derece gergin bir ortamda, bugün artık 30 dile çevrilmiş ve defalarca basılmış olan R. Peyns’in kitaplarının dünyayı etkilemeye başlamasıyla, Moskova’da çıkan “Oganyok” dergisi baş redaktör Karatiç’in imzasıyla 1989’da “Komünizmin Cinayetleri” başlıklı bir yazı çıktı. Karatiç, milletlerin ve azınlıkların bağımsızlık, egemenlik ve kendi devletlerini kurma ve öz dillerinde kültür geliştirme konularını işledi. 1992 yılında 3 Baltık ülkesi, Ukrayna, Beyaz Rusya, Moldova ve Türk Cumhuriyetleri (14 devlet) ve büyük sayıda azınlık özerklik kazandı, milli devlet kurdu. Her birinin yasal sınırı, başkenti, milli marşı, meclisi, hükümeti ve Cumhurbaşkanı vs var. Mihail Gorbaçov yönetiminde çöküp dağılan Sovyetler Birliği, Başkan Vladimir Putin yönetiminde yeniden silah gücüyle Rusya Federasyonu olarak genişlemeyi seçti. Kafkaslarda birçok özerk etnik cumhuriyet işgal edilirken, Gürcistan’a saldırıldı. Kırım Adası işgal edildi. Doğu Ukrayna eyaletlerinde işgalcilerle savaş devam ediyor. Peyns’in insan hakları ve azınlık hakları formülü tuttu. Yugoslavya Federatif Cumhuriyeti dağıldı. 9 bağımsız devlet kuruldu. Bulgaristan’da etnik azınlıklar sorunu çözüm bekliyor. Sovyetler Birliği stratejik askeri güçler uzmanlarından Georgi Arbatov da aynı “Aganyok” dergisinde özel bir yazı bastı. Varşova Paktı’nda NATO’dan 20 bin adet fazla tank bulundurduğunu açıkladı. Hepsinin Doğu Avrupa ülkelerinde konuşlandığını duyurdu. Bulgaristan - Sliven merkezli Bulgar Üçüncü Ordu emrinde 3 bin tank olduğunu, 1985 - 1989 yılları arasında yine Bulgaristan’da “nükleer silah” bulunduğunu, Stranca Dağındaki baraj ve gölet havzasının “nükleer mayın” döşeli olduğunu bildirdi. O zaman Sovyet dergisi Bulgaristan’da toplatılmıştı. “Amerika’nın Sesi” Radyosu tehlikeli durumu dünyaya duyurdu. 1985’ten


Makale ve Analizler - 2018

105

sonra gece uykusu bilmeyen Bulgaristan Türkleri hem korku içinde yaşadı, hem de yeni yeni sert çıkışlar yaptı. İllegal örgütlendiler. Onlar “SS-23” orta menzilli füzelerin savaş başlıklarının Bulgarlara verilmediğini bilmiyorlardı tabi. Sovyet sistemi çöküşünün akıl hocası olan Richard Payns’ın 1981’de ABD Başkanlığına emin adımlayan Ronald Reagan ekibine alındığını da bilmiyordu. Hepimizin tüyleri diken dikendi. 1985’te Moskova’da SBKP-MK Genel Sekreterliğine Mihail Gorbaçov seçilince Sofya yakınında, Samokov yöresinde konuşlanmış olan Sovyet askeri güçlerini çekti. Bunun anlamı “ne yaparsanız yapın, beni karıştırmayın” anlamında yorumlansa da, SBKP-MK Politik Büro üyesi, Azerbaycan KP-MK Birinci Sekreteri Haydar Aliev’in, Bulgaristan Türklerine baskıların durdurulması için bir karar alınması talepleri, Todor Jivkov’u lanetleme diretişi, ne yazık ki olumlu sonuç vermedi. Şu da var, aynı konuda ABD Başkanlığından da ciddi bir ses çıkmamıştı. Ezilen Türklerle Türkiye Cumhuriyeti devleti ve kurumları, soydaşlarımız, derneklerimiz ve Müslüman dünya dayanıştı, sert tepkilere ara verilmedi. Batı dünyası Helsinki ve viyana insan hakları sözleşmelerinin uygulanmasında ısrar etmedi. Sanki Jivkov yalanlarına kandı. 1989 Ağustosunda Türk göç selinin sınıra yönelmesinde hayat tehlikesi içeren haberler çok büyük rol oynadı. Dezenformasyon yapılmadı. Direk saldırıya geçildi. Olayların mağduru olan biz Bulgaristan Türklerinin üzerindeki baskılar henüz kalkmadı. Devamlı eşeleyip bir şeyler öğrenmeye çalışsak da, bilmediğimiz daha neler neler olduğuna inanıyorum. Bu sır yumağı henüz çözülmedi. Çözülse huzur gelirdi. Millet rahatlardı. Herkesin içinde bir korku, ruhlarda sıkıntı var. Bunun nedeni ise, Bulgar ve Bulgaristan olayının ruh köküne inecek birinin henüz ortaya çıkmamış olmasındadır. Tanıdığımız liderler yetersiz kaldı. Son yıllarda bizim konulardan sorumlu olduğu ortaya çıkan (uzmanlık alanı olmayan ama hemşehrileri çok olan) Aziz Babuşçu’nun yetersizliğini anlatmama gerek yoktur. Cebel kutlamalarında Sayın Büyükelçimiz Hasan Ulusoy’un boynuna sarılan, Ahmet Doğan’ın “başpehlivan” olarak sahaya sürdüğü, eksik yanları yeteneklerinden kat kat fazla olan Mustafa Karadayı’da da “iş yok” diyenler çoğalıyor. İnsanlarımız çok ezildi ve herkesin ardından yürümek istemiyor. Bize görülemeyeni görebilen, bizim işitemediğimizi duyan ve uzaktan koku alan birisi lazım. Baba yit! Bir oturuşta bir kuzu yiyen ve halkın “Afferim!” dediği birisi... Milletin ardında saf tutacağı biri! Başka türlü bu düğüm çözülmez. NATO içinde bu kadar tehlikeli bir tümör olması ise, bizi endişelendirdiği kadar, korkutuyor da...


106

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Başında işaret ettiğim üzere, basından ve görsel ve sözlü yayınlardan, hele de George H. W. Bush devrinde, Sovyetler Birliği uzmanı olarak bilinen H. Kissinger, M. Olbrayt gibi Devlet Sekreterlerinin, Zbignew Brzezinski gibi Başkan Yardımcılarının ardında duran, Sovyet düzenini çökertme formülünü bulan kişiyi görebilmiş olmam, arkadaşlarım önünde beni rahatlattı. Size de yardımcı olabildimse, okuduklarınız olaylara başka bir gözle bakmanızı sağladıysa ne güzel.

VI. Uluslararası İstanbulensis Şiir Festivali’nden İzlenimlerim

Habibe Ahmedova-26.Mayıs.2018

Anadolu, İstanbul, ahhh İstanbul, sana gittim, seni gördüm ve Rodoplara yine geldim. İnan Rodoplar kadar seni de sevdim. Senin adın bugün İstanbul değildi sanki, ucu - bucağı olmayan kocaman bir sonsuzluktu. Sokakların, caddelerin, denizin, martıların, yunus sürüsünün sulara dalıp dalıp insanı duygulandıran bir ihtişamla sarmaş dolaşları. Bütün bunları bizleri bir araya getirip de beraberlik ve barışın namına yaşatan, kucak açan, edebiyatın önemini, şairlerin ve şiirin sevilmesi gerektiğini üstüne basa basa çağrıda bulunan ve gelecek nesillere ümitler aşılanmasına yardımını esirgemeyeceğini söyleyen, anlatan, gösteren ve de gerçekleşmesine her hususta yardımını esirgemeyen çok değerli Sultanbeyli Belediye Başkanı Hüseyin Keskine ne kadar teşekkür etsek azdır. İstanbul’un adı bugün (okullarda, liselerde, deniz boyunda, Türkiye Edebiyat Vakfı kütüphanelerinde, Kültür Merkezleri salonlarında el ele, kardeşçe tüm edebiyatseverlerin katılımıyla, “Türk Dünyası” alt başlığı ile gerçekleştirilen VI. Uluslararası İstanbulensis Şiir Festivali’nin teması Modern Türk Şiiri olarak belirlendi ve şiir oldu. Festivale katılan şairler farklı coğrafyalarda bulunan Türk devletlerinden, Balkanlardan seçilerek şiir geleneğinin Türk topluluklarındaki önemi ve bugünü ifade edildi tabii ki. Şairler modern Türk şiirinin sihirli diliyle farklı örnekler sunarak, bunun yanı sıra akademik boyutuyla da şiir ele alındı. Üç ay öncesi VI. Uluslararası İstanbulensis Şiir Festivali 02 - 05 Mayıs 2018 tarihle-


Makale ve Analizler - 2018

107

rinde dört gün sürecek olan bir dizi edebi ve sanatsal etkinliği içermekte olacak olan Festivale davet edilince çok heyecanlanmıştım. Artık oradan dönmüş olmama rağmen bu heyecan hala gitmedi dersem yalan sayılmaz. Orada bu çok güzel organize edilip de gerçekleşen Uluslararası büyük düzey etkinlikten edindiğim bilgiler, dostlar, dostluklar, beni hala oralarda dolaştırıyor âdeta. İstanbul Sultanbeyli Belediyesi 2012 yılında uluslararası bir organizasyon olarak başlatmış olduğu şiir festivalini gelenekselleştirerek her yıl yeni bir tema ile sürdürmüştür aslında. Dünyanın dört bir yanından davet ettiği şairlerle şiirin etkisini kitlelere yaymış, heyecan uyandırmıştır. Bu yılki “Türk Dünyası” alt başlığı ile gerçekleştirilen VI. Uluslararası İstanbulensis Şiir Festivali’nin teması Modern Türk Şiiri olarak belirlenmişti. Festivale katılacak olan şairler farklı coğrafyalarda bulunan Türk devletlerinden seçilerek şiir geleneğinin Türk topluluklarındaki önemi ve bugünü ifade edildi. Şiir festivali kapsamında açılış ve kapanış programlarının yanı sıra özel etkinlikler ve şiir buluşmaları yer aldı. Bu etkinlikler, uluslararası ölçekte Türk şiirini gündeme taşıyarak, şiirin ruhunun canlı kalmasına katkı sağlamakta. Bunun yanı sıra İstanbulensis Şiir Festivali’nin yıllardır devam eden özgün uygulaması “Şairler Okullarda” etkinlikleri vesilesiyle genç nesil şiirle hemdem olmakta ve buralarda bizlere de bir nevi örnek olabilir bile diye düşündüm bizzat ben. Okulların salonlarının şiir buluşmalarında kullanılmasıyla tüm öğrencilerin ve eğitimcilerin ilgisini şiire çekmekte. Çok anlamlı ve bir o kadar da güzel mi güzel. VI. Uluslararası İstanbulensis Şiir Festivali Projesinin bir diğer özelliği ise toplumun tüm kesimlerine hitap edebiliyor olması. Seçilen tema gereği bürokrasiden medyaya, edebiyat camiasından sade vatandaşa tüm bireylerini kapsayıcı bir program tasarlanmış. Türkiye’den ve dünyanın çeşitli ülkelerinden şairlerinin bir araya geldiğii ve Sultanbeyli’yi dört gün boyunca “şiirin başkenti” haline getiren bu etkinlik şüphesiz ülkenin sanat, edebiyat ve kültür birikimine önemli bir katkı sağlıyor ve sağlam izler bırakıyor. Keşke bu tür (varsın daha küçük ve dar kapsamlı olsun) etkinlikler bizlerde de gerçekleşebilse, edebiyata, kültüre, gelenek ve göreneklere siyasetçiler de bambaşka gözlerle bakabilseler. Şiir bir milletin en kurucu unsurlarından biridir. İstanbulensis Şiir Festivali yıllardır düzenlemiş olduğu uluslararası festivallerde kadim dönemlerden beri önemini ve etkileyiciliğini hiç yitirmeyen şiirin bu boyutuyla seslendirildiği bir bağlam oluşturmuş. Her yıl belirlemiş olduğu temalar ile dünya sahnesinde yerini ve duruşunu ifade etmiş. Birde Trakya - Rumeli kitabını hediye ettiler Türk halk müziği ve oyunları içeren bu kitapta bizim ozanlar da yer almakta, başta merhum Osman Aziz olmak üzere. Ömer Lütfi kütüphanesine de var bir cilt özel olarak hediye. Birde çok güzel ve beklemediğim bir şey oldu aslında benim için bir sürprizdi. Ken-


108

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

dileri Araştırmacı, Eğitimci, Gazeteci, Şair, Yazar ve şu an Türkmeneli Kültür Merkezinde basın ve kültür Müşaviri olan dr. Şemsettin Küzeci baskıdan yeni çıkan “Nevruz Çiçekleri” başlığı altındaki muhteşem bir güldesteyi bana onur belgesi eşliğinde takdim etti. Bu kitapta 100 Türk Dünyası Kadın şairlerinin eserleri bulunmakta ve benim de Kadriye Cesur, Aynur Açokgöz, Mefkure Mollova ile birlikte 4 adet şiirim bulunuyor. Gözlerim yaşardı. Çok dokunaklı bir sahne sergilendi. Çok yeni dostlarla tanıştık, dostluklar edindik, eski dostları gördük ve nicelere diyerek ayrıldık. İstanbul Sultanbeyli Belediye Başkanı çok değerli Hüseyin Keskin selâmlama mesajında sıcak konuşmasıyla bizleri daha da yakınlaştırdı birbirimize sanki. Başkan “Yıllardır dünyanın dört bir yanından şairlerle halkımızı buluşturan festivalimiz son üç yıldır bir tema ekseninde planlanıyor. Bu yıl Türk Dünyası’nı festivalimizin teması olarak belirledik. Bu temanın belirlenmesi, bir anlamda zulme bir başkaldırı bildirisidir. Zorbalıkla çizilen suni sınırları elbette kabul etmemiz mümkün değildir. Kanı bir, canı bir, dini bir, imanı bir kardeşlerimizle ayrı düşmemizi gönlümüzün kabul etmesi mümkün değildir. Uluslararası İstanbulensis Şiir Festivali aracılığı ile buradan (Sultanbeyli’den) tüm dünyaya sanatın, edebiyatın ve şiirin birleştiriciliği ile kardeşliğimizi haykırmak istiyoruz. Birikimlerimizi paylaşarak güç birliği yapmanın gereğine inanıyoruz çünkü. Gönüllerimizin yakınlaşmasıyla maddi ve manevi güçlerimizi ümmet bilinciyle birleştirdiğimizde Dicle kenarında, İdil’de, Tuna boyunda hiç kimse bize zulmedemeyecek, haksızlık edemeyecektir. Adriyatik’ten Çin Seddine kadar emniyet içinde yolculuk yapıldığı günleri, daha doğrusu tarihi yeniden inşa edebilmeyi önce şiirin birleştiriciliğinde gerçekleştirmeyi ümit ediyoruz. Coğrafyalarımız dışında hiçbir farklılığımız yoktur. Bundan böyle aynı hedefe ok atan çeriler olmak, Allah’a, dostlarına ve adalete düşmanlık edenler karşısında saf bağlayıp sıra dağlar gibi durmanın yüce bir erdem olduğunun bilincindeyiz. Bu bilinçle uyuyanları uyarmanın, yaralıların yaralarını tımar etmenin derdindeyiz. Türk dünyasının farklı bölgelerinden gelerek festivalimize katılan ve farklı lehçelerde, farklı ağızlarda şiirler okuyacak olan değerli şair dostlarımızın sesi yankılansın istiyoruz. Bir kez daha gür sesleriyle zulme dur desinler. Dört gün boyunca İstanbul’da Türk Dünyası şairleri ve şiirleri şehrimizin sokaklarında dolaşacaktır. Sözlerime son verirken festivalimize katılan şairlerimize ve bu organizasyonu gerçekleştiren mesai arkadaşlarıma teşekkür eder, festivalimizin hayırlar getirmesini temenni ederim” diye ifade etti. Ben onun sözlerini tekrarlamadan geçmek istemedim, buradan gazetemizin sesiyle tüm katılımcılar adına, Sultanbeyli belediyesinin sevgi dolu yürekle dü-


Makale ve Analizler - 2018

109

zenleyip sunduğu ve gerçekleşmesinde payı olan o vefalı ekibine teşekkür etmek istiyorum. Sonsuz teşekkürler Türkiye, İstanbul, Sultanbeyli belediyesine. Mayıs 2018 Habibe Ahmedova Kobilyane, Kırcaali

Siyasi Yön Değişiyor!

Musa Vatansever-27.Mayıs.2018

Konu: Bu yol bölünmüş yol, kenara bakan kaza yapar. Memleketimde Bulgaristan’da “çatal baş” sözü vardır. Bir gözü camide, ötekisi hormakta (köy Restoranı) olanlar hak etmişti. 1968 - 1970’de Bulgaristan’dan Türkiye’de göç vardı. Parçalanmış aileler toplanıyordu. Aynı zamanda Rusya’ya işçi gönderilmeye de başlandı. Kimileri “Komi Otonom Cumhuriyetinde” tomruk kesip biçiyor, bir başkaları “Orenburg gaz Boru Hattı” döşüyordu. Onlara da “çatal başlar” denmişti. Bu insanların nereye baktığını kestirebilmek zordur. İki arada kalmış gibiydiler. 20 yıl sonra “İki Arada” şiiri ansiklopedilere girdi. Şair babasının Güney Rodopların Hisar (Kemikli) köyünde, anasının ise Bursa’nın Nilüfer kabristanlığında rahmete kavuştuğunu yazdı. Yaşayanların ruhu parçalandı. Kalanların gözü yola, gidenlerin geri vitese takıldı. Parçalanmayan bir tek soy kökü kaldı. Toprak parçalandı, toplum gibi, insanların ruhu gibi. Korkuyorum bu büyük hendek köklerimize inecek ve bizi tüm tüm bir daha dağıtacak diye. Köklerimiz derin olduğu için budandıkça yeşerebiliyoruz. Kıvılcımımızı bugün de dedelerimizin kavından alıyoruz. Baharı seviyorum. *** Bulgar devleti, kitaptan % 20 vergi alırken, kumarcılardan KDV almıyor. Şehrim Varna’da kitap okuyanlar azalmış. Denizi dinleyenler artmış. Gençler, “anlatın da dinleyelim” diyor. Şarj edilmemiş aküden enerji alınabilir mi? Toplum par am parça olmuş, çatlaklar açılıyor... Sonumuzun yakın olduğuna işaret eden bir başka olay daha var. Sosyal sigorta sistemi havzası boşalmış. Emekli maaşları, sosyal yardımlar ve özürlü pa-


110

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

raları % 60’ı çalışanlardan primlerden, % 40’ı devlet bütçesinden ödeniyor. 13 yıldan beri Avrupa Birliği üyesiyiz, geldiğimiz şu noktaya bak! Bu yolun solu sağı yok. Bir tek toslamak var. Cahillik de toslamaktır. *** Bir buçuk yıldan beri derinleşen yeni bir çatlak belirdi! 140 yıl geriye baktığımızda benzeri yok. 1878 - 1944 arası Prensler, Çarlar yönetti (Prens Aleksandır Batenberg, Çar Ferdinand, Çar III. Boris ve II. Semeyon Sakskoburrgotskı). Anayasaya göre, parlamenter bir devlettik, demokrasi faşist düzene kamuflaj Moskova bakanlar 66 yıl Batıya yürüdüler. 2. Büyük Savaş’ın Rus cephesinde 72 halktan ceset bulundu, III. Boris asker göndermedi. 1944 - 1989 arası Bulgaristan Halk Cumhuriyetini komünistler yönetti (Başbakan Kimon Georgiev 1936’da KGB ajanlığını kabul etmiş Başbakan Vılko Çervenkov BKP askeri kanadından, Todor Jivkov ise “Çavdar” partizan çetesinden gelmişti). Bulgar halkı Batıya baktı, Sovyetler Birliği ile kaynaştı.  1989 - 2018 arası Bulgaristan Cumhuriyeti köklerinin, soylarının, beyinlerindeki her hücrenin kırmızı - komünist olduğunu gizleyemeyenlerin sosyalist, sosyal demokrat, yeşil, kahverengi ve rengi hemen ellerindeki para rengini alan çocukları ve torunları tarafından yönetiliyor ve Batıya giden bölünmüş yolda hep kenara bakan ve “U” dönüşü arıyanlar tarafından yönetildi ve yönetiliyor. *** 2018 yılının Mayıs ayında “çatal baş” sendromu (belirgisi) Bulgaristan dış siyasetini sımsıkı sardı. Seçim önü siyasi amçlı bir milyar 800 milyon Euro yatırım yapan Rusya’nın etkisi arttı. 2016 Kasımında General Rumen Radev Cumhurbaşkanı oldu. 26 Mart 2017’de Sosyalist Parti (BSP) milletvekillerini 40’tan 80’e çıkardı. Bu arada, 1925’ten beri Moskova’ya bağlı nefes alan İç Makedon Devrim Örgütü (VMRO); Komünist Partisi suyundan gelen ve yönetiminde gizli polisin legal yumruklaştığı Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) parasıyla tescil edilen “ATAKA” partisi; bir de Türklere, Müslümanlara ve İslam’a saldırılarıyla ünlenen ve Avrupa Konseyi tarafından “faşist parti” olarak tanımlanan aşırı milliyetçi “Bulgaristan’ı Kurtaralım” partisi ve aynı ırkçı vasıflarda buluşan üçlünün oluşturduğu “Yurtsever Cephe” iktidara taşındı. Bu para bu işi yaptı. 27 Mayıs 2017 tarihinde, “bTV” - “120 Dakika” yayınında Rusya Federasyonu Başkanı Vladimir Putin’in “Analitik Merkez Müdürü” KGB (SBR-yeni adı) General Leonid Reşetnikov ile canlı söyleşi gerçekleşti. Sorular, Cumhurbaşkanı Radev’in bu hafta Moskova’yı ziyaretine ve 29 Mayıs’ta Başbakan Boyko Borisov’un Vladimir Putin’le yapacağı görüşmeye ilişkindi. Raşetnikov, “Bul-


Makale ve Analizler - 2018

111

garistan bir parlamenter Cumhuriyettir, önemli kişi yürütme başkanı, Başbakan Borisov’tur. Görüşmeyi bekliyoruz” dedi. “Bizdeki politik partilerin hangileriyle yakın siyasi temas ve işbirliği yürütüyorsunuz?” sorusuna verdiği yanıtta ise, işbirliği yaptığı Bulgar siyasi partilerini şöyle sıraladı: “Avrupa vatandaşları partisi GERB, Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP), İç Makedon Devrim Hareketi VMRO, Ataka ve Demokratik Güçler Birliği CDC’den bazı kanatlarla vb.” Bu partilerin dışında HÖH - DPS “fahri başkanı” Ahmet Doğan’la gizli görüştüğünü söylemedi. Raşetnikov, bu siyasi partiler arasında “biz ayrım yapmıyoruz” dedi. KGB Generali, Bulgar izleyicilere yakın zamanda Kuzey Atlantik Paktı (NATO) askeri paktının dağılacağını ve gergin durumun huzur bulacağını da bildirdi. O, Bulgar siyasetçilerini yakından tanıdığını itiraf etti. Onlarla sık sık görüştüğünü saklamadı. Moskova ile söyleşide Bulgaristan Türklerinden, Pomaklardan, Çingenelerinden, Bulgar devletinin insan hak ve özgürlüklerini uygulamadığından, ülkede adalet olmayışından, totaliter baskı düzeninin halkı soymaya ve yoksul yaşatmaya devam ettiğinden söz edilmedi. Cumhurbaşkanı Radev ile Başbakan Borisov’un Rusya konusuna farklı yaklaşımı ve ardından gelen incelikler Bulgar siyaset gözlemcilerinin yorumlarına konu oldu. Sosyolog Pırvan Simyonov, Bulgar Ulusal Radyosuna verdiği demeçte, “Son haftalarda ve aylarda Bulgaristan’ın dikkat çeken bir şekilde DOĞU’ya döndüğünü ve bulun Birleşik Amerika ile Avrupa Birliği arasındaki çatlamaya rastladığını” söyledi. Bunu öncelikle, “Skripal” olayında Bulgar hükümetinin Moskova’dan diplomat çekmemesinde, ardından “Belene” Atom Elektrik Santrali projesine yeniden dönüş yapma denemelerinde ve Moskova’dan Bulgaristan için Karadeniz altından özel bir gaz boru hattı döşenmesi isteklerinde ve Cumhurbaşkanı Radev ile Başbakan Borisov ziyaretlerinde görüyoruz,” dedi. Basında çıkan yazılarda, (Fakti.bg) Bulgaristan’ın Rusya karşısında milli çıkarlarını savunamadığına işaret edilirken, şöyle bir hatırlatma yapıldı: “2009’un Ocak ve Şubat ayları çok soğuktu. İktidar koltuklarında Cumhurbaşkanı Pırvanov ile BSP’li başbakan Sergey Stanişev oturuyordu. İkisi de Rusya’nın en büyük dostudur. O zaman Putin Ukrayna’yı cezalandırmak için gaz vermeyi kesmişti. Bulgaristan’ın Rusya’nın büyük dostu olduğunu, Slav Alfabesini düşünmedi bile, biz de soğukta kaldık. Bulgaristan’ın mağduriyetini düşünen olmadı.” Borisov’un Rusya ziyareti Sankpeterburg Ekonomi Forumunun yapıldığı döneme rastladı: Bu foruma Fransa Cumhurbaşkanı Emmanue Macron, Japon


112

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Başbakanı Şindzo, Çin Başkan Yardımcısı Van Tsışyan katıldılar. Ardından Hindistan ve Almanya Başbakanları da Putin ile görüştü. Bu temasların hepsinde ana konu ABD Başkanı Donald Trump’un “İran’la Nükleer Anlaşmayı bozması ve bu ülkeye ambargo uygulayacağını açıklaması” oldu. ABD’nin devletler hukukunda yeri olmayan bu önlemleri dünya devletleri tarafından destek görmüyor. Bu tek taraflı uygulanmanın değiştirilmesinde ilk itiraz eden, Vladimir Putin 2017 Münih konuşmasında şöyle demişti: “Ambargo uygulamadan kimsenin yarar sağlamadığını defalarca söyledim. Birleşik Amerika’nın iç yasalarına, uluslararası geçerlilik kazandırma çabaları beyhudedir. Bu konuda uyarıyorum. Bir tek devlet devletler hukuku normlarını belirleyemez.” Konuyu geliştiren Putin, Macron ile görüşmesinde şöyle dedi: “Tek taraflı kararlar ve ambargolar dünya düzenini bozuyor. Amerikalı partnerlerimizle her tarafın kabul ettiği davranış kuralları üzerinde anlaşmalıyız. Bu olağanüstü önemlidir, çünkü bu bizim karşılıklı güven üzerine yürüttüğümüz tartışmanın özünde ve temelinde olandır. Bu ya vardır ya da yoktur, olmayınca yapılacak bir şey yoktur.” Donald Trump’un saldırılarından en fazla zarar gören İran Ruhani Lideri Ali Humeney, Avrupa Birliği ülkelerine gönderdiği sert bir mesajda, “Bizimle ticaret yapmak istiyorsanız, alım ve satım için bankalarınızdan teminat getiriniz,” dedi. Yine geçen hafta Almanya’nın çiçeği burnunda Dışişleri Bakanı Sosyal Demokrat Hayko Maas “İran’a yeni ambargo” haberiyle karışan ABD - AB - Almanya ilişkilerine çeki düzen vermek için Washington’u ziyaret etti. Dönerken verdiği basın toplantısında şöyle dedi: “ABD’nin seçtiği yol, özellikle Almanya tarafından olmak üzere, Avrupa Birliği’nce izlenmeyecektir. Korkutarak ve gümrükleri yükselterek karşılıklı güvene dayanan ticaretten söz edilemez.” “Wall Street Journal”ın yazdığına göre, AB’den ihraç edilen demir ve alüminyuma % 25 gümrük koymak isteyen Donald Trump, Alman otomobil sanayiine de çattı. 2017’de 193 milyar US Dolar ödeyip 8,3 milyon Mercedes, BMW ve Volkswagen ithal eden ABD, AB ülkelerine 2 milyondan az otomobil ihraç etmiş ve ancak 57 milyar US Dolar kazanmıştır. Trump Alman araçlara % 35 vergi konmasında ısrar ediyor. Dünya yeni bir Ticaret Savaşı eşiğinde bulunuyor. İşte böyle bir ortamda Başbakan Borisov Putin’le görüşmeye gidiyor. Görüşmek istediği konular arasında “özel doğal gaz boru hattı ayrıcalığı” ile 20 yıl önce “göle” düşen 2. “Belene” AES’i kurtarmak var. Kuşkusuz Putin’in Batı Balkanları Avrupa Birliği’ne hibe etme siyasetine ne diyeceği de sabırsızlıkla


Makale ve Analizler - 2018

113

bekleniyor. Ziyaretten 2 gün önce KGB General’i Reşetnikov bu konularda kesin bir şey demedi. İzlenimlerden, Borisov konusu ile birlikte Bulgaristan’ın çatal baş durumunun da masaya yatırılması bekleniyor. Bu konuda, değerlendirmeleri ilgi uyandıran, Prof. Antoeneta Hristova şöyle dedi: “Bulgaristan çok sıcak bir siyasi sezona giriyor. Başbakan Borisov’un Cumhurbaşkanlığı makamına, Cumhurbaşkanı Radev’in de yeni bir politik derinliğe yönelip yönelmeyeceği gün ışığına çıkmalıdır.” “Fokus” radyosuna kanuşan siyasi psikolog Prof. Hristova, siyasetin parçalanmışlığına ilişkin şu vurguyu yaptı: “Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasındaki zıtlaşma süreci derinleşiyor. Cumhurbaşkanı Radev’in, Cumhurbaşkanlığı döneminden sonra, politik kariyere ne kadar ilgi göstereceği henüz bilinmiyor. Etkinliklerini uluslararası siyasete taşıran Başbakan Borisov’un ise, yeni bir seçimde GERB partisinin başarılı ya da başarısız olması açısından nasıl hareket edeceği de henüz değerlendirilemiyor. Öyle ki, keskinleşen zıddiyet Bulgaristan’ın dramı olmaya başlıyor.” Prof. Hristova’ya göre, Radev ile Borisov 2 ayrı kurumu temsil ederken, uyum halinde olmalı ve daha fazla erk için zıtlaşmalara son vermelidirler. Bulgar basını siyasi analizlerinde, Avrupa Konseyi Sofya Dönem Başkanlığında tüm enerjisini Batı Balkanların Avrupa Birliğin’e kazanılmasına yoğunlaştıran Bulgaristan’ın, iç ve dış problemlerin doğru çözmede sorun yaşadığını yazdı. Cevap aranan soru: Son gelişmelerle Bulgaristan Rusya’dan uzaklaşıyor mu? Rusya’ya yakınlaşıyor mu? “Faktor.bg”: Rusya - Çin Birliğinden korkan sadece Birleşik Amerika değildir. Avrupa Birliği (AB) de durumunun kötüleştiğinin farkındadır. AB gelecekte ABD’nin rakibi olacaktır. Bunun olması için önce AB’nin jeopolitik boyutta Amerikan kontrolünden kurtulması zorunludur. İyi de, NATO çadırından nasıl çıkabilir mi? Avrupa - Asya devini durdurmak için Birleşik Amerika ile işbirliği yapmanın anlamsızlığı artık ortadadır. Avro - Asya devi ile rekabet edebilmek imkânsız oluyor. Bulgaristan’da endişe yapan ise şu alıntı oldu: “Rusya ile Çin arasında söz gelişi bir müttefiklikten söz etmiyoruz. Söz konusu olan, öncelikle Asya ülkelerini birleştiren, “Yeni İpek Yolu” alt yapısı üzerinde yücelen, yeni Avrupa-Asya birliğidir. Asya ve Uzakdoğu işbirliği sayesinde oluşacak yeni güç karşısında Avrupa Birliği’nin yok olması gerçekten düşünülebilir. Rusya, Çin, Hindistan, İran, Türkiye, Pakistan ve Vietnam’dan başlayıp Malezya’ya uzanan Güneydoğu Asya ülkelerinin hepsini kaplayan bir güç Batı’ya doğru yayılarak oluşuyor.”


114

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Yer küresi merkezi Pasifik Okyanusuna kayıyor. Dünya yeni bir tabloda buluşuyor. Bu yeni tabloda Avrupa, son birkaç yüzyılda yeryüzüne hakimdim, ne oldu bana, gözyaşlarını silerken göreceğiz...” İşte böyle bir ortamda, 30 yıldan beri Rusya’dan uzaklaşırken bölünmüş yolca Batıya yönelen Bulgaristan devlet yönetiminin artık yolun bir tek kenarına baktığını, sanki sapak aradığını, ülkedeki yaşlı Moskof sevdalıların aktifleştiğini izliyoruz. Bu gelişmelerin şöyle debir özelliği var. Bulgaristan vatandaşlarının yarısı Batı Avrupa ülkelerinde ve Türkiye Cumhuriyetinde yaşıyor. Bundan sonra gurbetçiler ve yoksullar adına karar vermenin kolay olmayacağı gün gibi ortadadır. Avrupa Konseyi Sofya toplantısı biterken Bulgaristan’ın yeni bir siyasi döneme girdiği görüşüne katılırken, şimdiki mekik dokuyan sistemin değişmesi gereğine de her zamankinden fazla inanıyoruz. Çatalbaşların bir de arkaya bakan 3. Gözü varmış, ama Bulgarlarda olduğuna inanmıyorum. Siyaset politikacılardan öğrenilir.

Meral Akşener Bulgaristan Türklerini Sınır Dışı Etti mi?

BG-SAM-30.Mayıs.2018 Milliyetçi ve maneviyatçı bir Balkan kızı olmakla övünen ve “ülkücü olmayacağı” ilan edilen bir yeni parti kurma çalışmalarında olan Meral Akşener, İçişleri Bakanlığı zamanında 400 bin Bulgaristan Türkü’nün sınır dışı edilmesi için genelge yayınlamış. 1989 yılında Bulgaristan’da komünist idarenin uygulamaları ile yaşanan zulüm bilinmektedir. Bulgar hükümeti Türk’lerin isimlerini hatta mezar taşlarındaki isimleri bile değiştirecek kadar bir ırkçılık örneği gösteriyor ve Türklere akıl almaz baskılar uyguluyordu. Bu baskı ve zulümden, insanlık dışı uygulamalardan kaçan Bulgaristan Türkleri kendi vatanları bildikleri Türkiye’ye sığınmaya, kaçmaya başladı. Tabi bu kaçış çok zor şartlar altında, pasaportsuz kimliksiz ve can havli ile bir kaçıştı. Aileler parçalamış, ana oğul ayrı düşmüş, kaçabilen sınırı geçebilen Türkiye’ye gelmişti. Bu yollarla yüzbinlerce Türk, Türkiye’ye sığınmıştı.


Makale ve Analizler - 2018

115

400 bin Türk’ün Sınır Dışı Kararını Vermiş Siyasetcafe.com Meral Akşener’in İçişleri Bakanı olduğu dönem ile ilgili çok çarpıcı bilgilere ulaştı. TBMM tutanaklarına göre kendisini sürekli “Balkan kızı olarak” lanse eden Meral Akşener, İçişleri Bakanlığı yaptığı dönemde tam 400 bin göçmen Türk’ün sınır dışı edilmesine imkan veren genelgeyi yayınlamakta bir beis görmemiş. Dönemin ANAP Bursa Milletvekili Feridun Pehlivan, İçişleri Bakanı Meral Akşener’in 20 Ocak 1997’de yayınladığı Genelge üzerine yaptığı konuşmada şunları söylüyor: “Sayın Meral Akşener 20 Ocak’ta, 400 bin vatandaşın geri gönderilmesi ile ilgili bir genelge yayınlıyor. Sayın Meral Akşener’den bir müddet önce, Sayın Bakan Turhan Tayan tarafından Bal-Göç’te bu insanlarımıza ikamet belgelerinin nasıl verileceğinin ve TC vatandaşı nasıl olacaklarının sözü veriliyor; aynı gece ASTV’de Bursalı hemşerilerimize “İçişleri Bakanıyla, Dışişleri Bakanıyla görüştüm. Böyle bir mesele yoktur” deniliyor, insanlarımız umutlandırılıyor, arkasından 20 Ocak’ta Meral Akşener’in bu genelgesi patlıyor. Dün de tekrar Sayın Bakan Gürcan Dağdaş’ın bir görüşü kamuoyuna yayılıyor, bu da “Öyle bir şey yoktur, kimse telaşlanmasın” şeklinde. Allah aşkına hangisi doğru...” İnönü ve Boraltan Köprüsü Buna benzer bir olay İnönü zamanında yaşanmış İnönü Rusya’dan o zaman SSCB olan komünist rus rejiminden kaçan Azerbaycan Türklerini İsmet İnönü “Türkiye sınırının dışında Türk yok” diyerek iade etmiş ve 146 Azerbaycan Türk’ü Stalin tarafından kurşuna dizilmişti. 1944 yılında olan bu olay tarihe “Boraltan köprüsü” olayı olarak geçmiş ve şimdi bile sıcaklığını korumaktadır. “Balkan Kızı” Göz Yummuş Akşener Balkan Türk’ü olmakla övünür. Her fırsatta “Bir Rumeli kızı olarak” diye söze başlar. Ama içişleri bakanı olan Rumeli kızı, Balkan Türk’ü Akşener TBMM’nin Meclis tutanaklarına göre 400 bin Balkan Türkü’nün sınır dışı edilmesine göz yummuş.


116

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Dönemin İçişleri Bakanı Meral Akşener, 400 bin göçmen Türkü vatandaşımızı Bulgaristan’a iadesi ile ilgili yayınladığı genelgeyi ise cevaben yaptığı konuşmada şöyle savunuyor: “Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemiz, dünyada nüfus artışının en hızlı olduğu ve en fazla göç alan ülkelerden biri durumundadır. Ayrıca dış mihraklarca tahrik edilen terör hareketleri de ülke kaynaklarının büyük bir kısmının savunma harcamalarına ayrılmasına yol açmaktadır. Bu sıkıntıların, büyük devlet olmanın sorunları olduğunun bilincindeyiz. Zamanla bu sıkıntıların tamamı aşılacaktır. Soydaşlarımızın problemleri, tarafımdan, yakinen bilinmekte ve takip edilmektedir. Onların meselelerine sahip çıkarken, yalnız bugünü değil yarınları da düşünmek zorunda olduğumuz kanaatindeyim. Dünyadaki bütün Türkler, ay yıldızlı bayrağımız altında, Anadolu’da yaşamak arzusundadır. Ne var ki, problemlerin Türkiye’ye taşınarak, burada çözümlenmesinden öte, mahallinde çözümlenmesi gereği vardır. Amacımız komşularımızla aramızdaki dostluk ilişkilerinin hakim olmasıdır. Komşularımızla ilişkilerimizin iyileştirilmesi, burada bulunan soydaşlarımızın biraz daha rahat yaşamalarını sağlayacaktır.” Sözle Milliyetçilik Olumuyor Siyaseten her türlü değeri kullanmakta mahir olan bizim siyasetçiler icraata geldi mi nedense ne inançlarını ne Türklüklerini hatırlamıyor ! 10 Ağustosta Türkiye sınırı kapattı ve 2 ay sonra 10 Kasım’da komünist Bulgar rejimi dağıldı. Bir Balkan Türkü ve içişleri bakanı olarak sınırın kapatılması ve 400 bin Türk’ün sınır dışı edilmesi olayında hangi iradeyi hangi tepkiyi koyduğu merak ediliyor. Milli Savunma Bakanı El Koyuyor Merak ediliyor çünkü, yine TBMM tutanaklarında yaşanan bu tartışmalar üzerine söz alan dönemin Milli Savunma Bakanı Turhan Tayan, yaptığı açıklama ile olaya el koyuyor ve şöyle diyordu: “Yurt dışında bulunduğum sırada ortaya çıkan bu genelgenin yanlışlığını ve haksızlığını, bulunduğum ülkeden, telefonla yerel televizyonlara açıkladım. Şimdi buradan açıklıyorum. Hükümetimiz, 01.11.1993’den itibaren turist vizesiyle gelmiş bulunan tüm Bulgaristan menşeili soydaşlarımıza ikamet tezkeresi vermek konusunda kararlıdır; bu karar Perşembe günü ilan edilecektir...... Hü-


Makale ve Analizler - 2018

117

kümetimiz bu konuda kararlıdır, kesinlikle hiç kimse yurt dışına gönderilmeyecek ve vatandaşlık hakları verilecektir.” “Hiç Unutmadık” Konuştuğumuz Bulgaristan göçmeni Türkler bu olayı hiç unutmadıklarını söylüyor. Ve hemen sonrasında sınırların ardına kadar açılarak yüzbinlerce Peşmerge’nin (Teröristin) Türkiye’ye alınması ile kendilerine uygulanan ayrımcılığı sorguluyor. Bugün 5 milyona yaklaşan Suriyeli mülteciler ile kıyaslamak bile istemiyorlar. Ki, öz be öz Anadolu’dan giden ve Türkmen olan Bulgaristan Türkleri öz yurtlarına alınmamıştı. “Rumeli kızı olmayı siyaset meydanlarında seçim malzemesi yapmak yerine içişleri bakanı iken bize sahip çıkarak ispatlamasını beklerdik” diyor Rumeli Türkleri. Çok da haksız sayılmazlar. Bulgaristan Türklerinin uğradığı soykırım ve insanlık dışı muameleler her nedense gündemimizde pek yok. Bu dramatik olayı hatırlayalım, unutmayalım ve siyasileri daha dikkatli olmaya davet edelim istedik. Türklük; siyaset malzemesi değil uğrunda makam, mevki, para hatta can verilecek kutsal bir değerdir.

Kıvılcımlarımız

Neriman Eralp Kalyoncuoğlu-29.Mayıs.2018

Konu: 1989 Mayıs Ayaklanması destanımızı henüz yazamadık. 1989 Mayıs ayaklanmamız “Ben, Başka bir Millettenim!” kavgasıydı. Osmanlı ümmetinde yaşayan, dini Hıristiyan olduğundan dolayı Hz. Muhammed (sav) ümmetinden oluşlarını kabul etmeyen, Bulgarlarla milletimizin kimlik kavgasıydı bizimki! Bulgarlar Türk olsalar bile, milli kimliğin yarısı


118

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

olan din, bizi Müslüman ve Hıristiyan olarak birbirimizden uzaklaştırdı. Devam eden ayrışımı, Bulgar devleti isim değiştirmekle, Bulgarca dışında yerli azınlıkların dillerini, sanatını, edebiyatını, kültürünü yasaklamakla, cami kapatmakla ve daha birçok kısıtlayıcı uygulamalarla kendi lehinde değiştirmeye ve külünü savurmaya çalıştı. Ümmet, Bulgaristan Türklüğünde erkek ismi olarak yaşıyor. İlgilenenler büyük bir insanlık mahşeri olduğunu yeni öğrendiler. Şimdi yerini Türk Dünyası alıyor izlenimi doğdu. BULTÜRK Genel Başkanı Rafet Ulutürk’ün 20 yıldan beri süregelen çabalarıyla Bulgaristan Müslümanları da Türk Dünyası’ndan bir halka olma kavgası verdi. Bugün anlamlı olan sorun şudur. “Dünya Türk dolu, birazı da Bulgar olsa, ne olacak?”, “Eti senin, kemiği benim!”, “Müslümanlığı söküp alsak, Türklükten ne kalır?” vs. vs. gibi bizi, Müslümanlık ve Türklük birbirine tesadüfen yapışmış iki parça olarak anlatan, gösteren, bu görüşü kafalara aşılamaya çalışan aşama arkada kaldı mı? Cevabım: Kalmadı! Bulgar milli devletinin ümmeti reddeden dünya görüşünün Fransız Devriminden (1796) mi? Amerikan İç Savaşından mı? Yoksa 1878 Berlin Konferans masasından mı geldiğini söylemekte zorlanıyorum. Ne var ki, Rus ve Slav Panislamizm’inden geldiğini biliyorum, çünkü Pan - Slavizmin özünde olan modernleşme ve ulusallaşmada temel olan, öncü olan her milletin ötekileri kendi bünyesine çekerek özümsemesidir. Bunun anlamında gizlenen, biz cahil ve yoksul, kör ve bahtsız kaldıkça, yok edilmemiz yolu daha da genişliyor. Osmanlı’nın buna cevabı Osmanlılık ve İslamcılık oldu. Onun, devletini yaşatma ümitleri sönmemişti. 1878’le başlayan Bulgar kimliğinden devlet yaratma ve paralelinde Türk kimliğini de ümmet dışı bırakma ve parçalama süreci şiirimize uzun süre yansımadı. O günlerden günümüze, elde kalem sürekli yaratan ozan ve şairlerimizden kalan destanlar değil ufak ufak kırıntılardı. Kum içinde şakıyan altın tanecikleri gibiydi onlar. Sanki hiç biri, Osmanlı gibi büyük bir çınarın kökünden veya gölgesinden farklı bir dünya yeşereceğine inanmıyordu. 1861’de kapılarını açan İstanbul “Robert Kolej”e kayıt yaptıran Müslüman olmayan, ama ümmetten öğrencilere, ümmetin ne olduğunu öğretmeye İngiltere ve Amerika’dan gelen misyoner gelen eğitmen ve öğretmenlerin bir tek ödevi vardı: öğrencilerin dünya görüşünü değiştirmek. Bu da, milletin din ekseninde tanımlanması; Kavimin kan bağı, akrabalık - kabile ilişkisi ekseninde tanımlanması ve ırkın da cins ekseninde tanımlanmasıydı. Bulgaristan Müslümanları arasında ümmet ile millet aynı anlamda kullanıldı. Irk üstünlüğüne hayat hakkı ta-


Makale ve Analizler - 2018

119

nındı. Dedelerimizin dünya görüşünde bu konuda ikilik yoktu, çünkü millet, ümmet ve kavim kavramlarının üçü de Kuran’da vardı. Bulgar Prensliğinde yaşayan Bulgarların farklık kimlik sahibi oldukları fikri, Fransızca olan “nation” (millet)- “Bulgarska natsiya” (Bulgar Milleti) kavramlarıyla Robert Kolej’de, Odesa, Kiev, vb. Merkezlerde yetişen, Osmanlı devlerini dağıtmak ve Bulgarları ondan kopmak için savaşımı örgütleyecek komitacıhaydut hazırlığı gören aydınlara yüklendi. Lüben Karavelov ve Hristo Botev gibi Bulgar milli yazar, şair ve fikir adamlarının işlediği Milli Bilinç ve İrade konusu bu oldu. Aşılanan ideolojinin içinde İslam ümmetini, Osmanlı İslam devletini, Müslümanlığı, Müslüman yaşam tarzını, iman ve inancını kesinlikle ve ebediyen reddedip, bunlara hayat hakkı tanımamak vardı. İlk büyük yaralar “93 Harbi”, Plevne Savaşı’nda (1877 - 1878) alındı. Büyük sayıda cami, mescit, okul, kale ve konak harap oldu, ümmet sarsıldı, ruhu taşıyan Müslüman kanaat önderleri dağıldı. Aydınlar öldürüldü, kovuldular. Üstüne üstelik Milli Fikir fikirle uyanıp yeşermek Osmanlıda yasaktı. Bulgaristan’da yaşayan Müslümanların umudunda Osmanlı’ya dönüş canlıydı. Bulgar Prensliğinde “Rumeli Müslüman Kavmi”, “Balkan Müslüman Kavmi”, “Bulgaristan Türkleri Kavmi” veya bunlara benzer Bulgaristan’da yaşayan Müslümanları birleştirici kavm oluşamadı. 1908’de Genç Türkler Devriminden ve II. Meşrutiyetin ilanından sonra millet/milliyet kavramları ve Bulgaristan Türklerinde büyük Türk milletinden olan bir parça oldukları bilinci biçimlenmeye başladı. Millet, kavimde farklı olduğu gibi, din de değildi. Bulgar Prensliğine yaşayan Müslümanların hepsinin Türk olduğu bilincine yürümesi bir zihniyet değişikliği demekti. Hele Türkten Müslüman, Müslümandan Türkün anlaşıldığı bir kültür ortamında, bu gelişme çok önemliydi. Özellikle Birinci Balkan Harbinin Başlamasıyla bütün Rumeli’de millet, milliyet ve milliyetçilik kavramları Müslüman bilinci sarmıştır. 1913’te Bulgar devletinin Batı Rodoplarda isim, din, bireysel ve milli kimlik değiştirme zulmü, tüm Müslümanları Türk kimliğine uyandırdı. Irk kavgası başladı. Bu politik bir kavgaydı. Bugün de acımasız devam ediyor. Bulgar devleti, daha 1879’da, ilk Anayasayı kaleme alırken ve misyoner okullarından çıkanlardan hükümet kurarken, Müslümanları kurumlardan uzaklaştırdı. Müslüman varlığını Anayasaya alsa da, Müslümanların arasına farklılık tohumları saçmaya, onları ötekileştirmeye başladı. Kadim Bulgar tarihinde, çok önemli yerleri olan Müslüman Pomakların Bulgar ve Osmanlı devrinde İslamlaştırılmış Bulgar ilan edilmesiyle Mislümanlık ve İslam’a karşı artık 105 yıl devam eden bir saldırı başlatılmış oldu. Bu kavgada, Türklük birleştiren, geleceği olan, umut aşılayan olarak güç topladı. Hakkın sesinin Türklükten geldiğine ina-


120

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

nanlar Biz Bir Halkız dedi. Daha da doğrusu Halk, Vatan’la birlikte doğdu. Kırcaali köylerinden Hasımlar’da dünyaya gelen şair Ferhat Yusuf (1840 - 1932) “Vatan Destanında”, “Bizi de Vatan’da halk etti Mevla” dedi. Hemen ardından “Mustafa Kemal Destanında”- “Aman Kemal Paşa kurtar Vatanı” haykırışı geldi. Parçalanan Rumelinin başka bir Müslüman halkı olan Boşnaklar İzzet Begoviç’in izince yürüyerek devlet kurdular. Anlaşılan devleti yaşatmak devlet kurmaktan daha zor olduğundan olacak, Begoviç cennete girmezden önce, Türkülün güvenli kalesi Türkiye’den Recep Tayyip Erdoğan’ı çağırdı. “Bosna’yı sana emanet ediyorum, halkımı koru!” vasiyetinde bulundu. Onların kavgası da 100 yıl sürdü ve o da “Biz, başka bir milletiz!” kavgasıydı. Vatan, artık bir toprak parçası değildi. Vatan, hepimizde şöyle kristalleşti. “Vatan” deyip öleceksin semada olsa yerin. Nasıl tahammül eder hür olan esaretine? Kör olsun ağlamayan, Ey Vatan, felaketine! Delirman’ın göbeğinde kıvılcım saçan şair Hüseyin Merdanov Ahmedov (1908 - 1982) değişen dünyada Vatan’da bir de “Vatandaşlık” istedi. Bu vatandaşlık halkımızın her ferdine, eşitlik, eşit haklılık, adalet, sonsuz özgürlük ve adalet olarak istendi. Bulgaristan Müslümanlarına Türk diyen, “Bir Yiğit, Bir Vatan Kurtarır!” şiirini kaleme alan, Eski Cumalı Hasan Basriev “Aziz Türk Oğlu” Yükselt Sesini şiirinde, “Türk’üz” dedi ve şöyle devam etti: Verme haksızlığa meydan “Haklarım” diyerek atıl ileri Zaferli umutlar taşıp ruhundan Birer, birer yıkıp aş engelleri... Böyle alevlendi bizim kavgamız. Bir asırdan beri kıvılcım saçıyor. Toplam 240 şehit verdik. Mayıs aylarında 1984 - 1989 yılları arasında Türk Kimliği uğruna can feda edenleri saygıyla anıyoruz. Anıtlara çiçek taşıyoruz. Özgürlük düşü altında binlerce kefensiz yatan kardeşimizi de anıyoruz. Şehitlerimizin her birinde Türklük, millet, hak ve özgürlük küremiş sel gibiydi. Onlar bugün bizimle yaşıyor ve aynı kıvılcımları saçıyor. Mekânları Cennet Olsun. Şehitlerimiz Aralık 1984 - Mayıs 1989


Makale ve Analizler - 2018 Nizami Niyaziev İbrahimov - Rıjena - Starazağora 1969 - 1984 Turkan Feyzullah - Kayaloba, Kircaali 1983 - 1984 Ayse Mollahasan - Kayaloba, Kircaali 1937 - 1984 Musa M. Yakup - Kitna, Kircaali 1945 - 1984 Mumun M. Ahmet - Raven, Kircaali 1968 - 1984. Yusuf A. Mehmet - Nanovitsa, Kircaali 1941 - 1984 Mustafa O. Osman - G. Dyulevo, Kircaali 1954 - 1985 Abdulaziz R. Bekirov - Gruevo, Kircaali 1950 - 1984 Mustafa İ. Aliev - Gruevo, Kircaali 1923 - 1984 Mustafa M. İbrahimov - Svoboda, Kircaali 1940 - 1985 İbrahim Çetin - Filaretovo, Sliven 1934 - 1985 Mustafa E. İlyaz - Golyamo Gradishte, Targovishte 1930 - 1985 Ali S. Solak - Bisertsi, Razgrad 1933 - 1985 Adil M. Mehmet - Golyamo Tsirkovishte, Targovishte 1926 - 1985 Mustafa B. Mustafa - Sredna, Shumen 1944 - 1985 Hüseyin H. Recep - Rakovski, Razgrad 1944 - 1985 Mumun İ. Kocaali - Gorski İzvor, Kircaali 1945 - 1985 Efrahim Salim - Garchinovo, Targovishte 1956 - 1986 Ömer Hacıoglu - Mujentsi, Kircaali 1939 - 1987 Mehmet S. Emberlerli - Golyam Porovets, Razgrad 1909 - 1987 Süleyman İ. Ahmet - Loznitsa, Razgrad 1956 - 1987 Aliosman A. Hüseyin - Austa, Kircaali 1950 - 1988 Saffet R. Recep - Tri Mogili, Kircaali 1953 - 1988 Emin Mehmedali Ali - Tranak, Burgas 1944 - 1988 Abdullah A. Çakır - Panichkovo, Kircaali 1947 - 1988 Necip B. İsmail - Novi Pazar, Shumen 1954 - 1988 Hasan Salih Arnavut - Todor İkonomovo, Shumen 1941 - 1989 Mehmet Salih Lom - Todor İkonomovo, Shumen 1937 - 1989 Mehmet S. Sarac - Todor İkonomovo, Shumen 1952 - 1989 Necip O. Necip - Kus, Shumen 1945 - 1989 Sabri E. Yahya - Staro Selishte, Razgrad 1954 - 1989 Mehmet M. Kara - Dyankovo, Razgrad 1959 - 1989

121


122

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Mehmet Emin - Dyankovo, Razgrad 1924 - 1989 Ahmet M. Burak - Ezerche, Razgrad 1952 - 1989 Sezgin S. Karaömer - Ezerçe, Razgrad 1972 - 1989 Nazife H. Osman - Medovets, Varna 1965 - 1989 Şakir Ş. Şakir - Medovets, Varna 1955 - 1989 Salih İ. Salih - Dobroplodni, Varna 1950 - 1989 Salimehmet R. Sefket - Lyaskovo, Kircaali 1952 - 1989 Ve daha İsmi bilinmeyen, mezar taşı dikilmemiş, kıvılcımı katmamış, Gizli Kahramanımız olan nice Şehitlerimiz...

Kadriye Latifova’nın Anısına

BG-SAM-30.Mayıs.2018

Onu yıllar öncesi tanımıştım. Neredeyse yarım asırdan fazla bir zaman. Ailece Rodoplara öğretmen olarak yolculuk yaparken trende tanışmıştık. Sonra bu tanışıklığımız samimi dostluğa dönüştü. Ama ne yazık ki bu uzun sürmedi. Hiç beklenmedik bir anda henüz 34 yaşındayken onu aramızdan yitirdik. Bugün sağ olsaydı 90 yaşında nurlu yüzlü bir nine olacaktı. Ve mutlak yine etrafına gülücükler saçacak, belki de yine o kadife sesiyle sevdiklerini neşelendirecekti. Ama olmadı. Kader istedi ki, o hepimizin çok sevdiği Kadriye ablamız hep genç ve güzel kalsın, kulaklarımızda o eşsiz sesi ve gönüllerimizde o hoşgörülü büyük kalbiyle yaşasın. Kadriye Latifova için yıllar içinde çok yazılıp çizildi. Araştırmacılar ona hala borçlu olsalar da, bir noktada hepsi hemfikirdirler. Kadriye Latifova Bulgaristan’da ses sanatının 20. yüzyıl 50 - 60’lı yıllarının ilk ve en büyük temsilcisidir. Büyük başarıyla icra ettiği halk türkü ve şarkıları ülkesinde olduğu gibi, Türkiye’de, Balkanlar’da, hatta Türk dünyasında geniş bir ün kazanmış bu yerlerin bülbülü


Makale ve Analizler - 2018

123

olarak nitelendirilmiştir. Onun ses sanatı ulusal, bölgesel ve global zenginlik olarak kabul edilmiştir. 30 Mayıs 1928 yılında Haskovo (Hasköy) ilinin Golemantsi (Beyköy) köyünde doğan Kadriye Latifova Türk halk türkülerine hayran bir ailede yetişmiştir. Güçlü sesiyle köy ve yöre bayram ve törenlerde söylediği türkülerle herkesi büyülemiş, halkın arasında ünlü bir ses sanatçısı olarak kabul edilmiş., ülke çapında da kabul bulmuştur. 1952 - 1959 yıllarında Haskovo Devlet Türk Estrat Tiyatrosu’nun ses sanatçısı olmuş. 1959 - 1962’ye kadar ise çalışmalarını Kırcaali’de sürdürmüştür. Bazı kaynaklara göre 500’den fazla türkü seslendiren Latifova’nın kayıt yaptığı 200 türküsü Sofya Radyosu’nun Türkçe fonetiğinde bulunmaktadır. O bir çok yarışmada ödül kazanmış, yüzlerce sahne ve meydan temsillerine katılmış, halk dansları, tiyatro ve dram eserlerinde birçok rol almış, Rodoplar’dan başka Dobruca ve Deliormanda temsillerde bulunmuştur. Onun hakkında yazılan bir yazıda “Ne kadar yeni şarkıcı yetişse de, Kadriye Latifova bir tek kalacaktır” denilmiştir. Ne yazık ki 1962’de Kırcaali Devlet Estrat Tiyatrosu’nun Krumovgrad (Koşukavak) sahnesinde temsilden sonra yolculuk esnasındaki korkunç kaza onun yaşamına zamansız son vermiştir. Ben ünlü türkücümüzün şahsen tanıdığımdan itibaren onu dost bilmem benim için büyük onurdur. Ve ne zaman Kırcaali’nin merkezindeki ismini verdikleri tiyatro binasının önünde 80. doğum yılı münasebetiyle açılan heykelin yanından geçsem, önünde durur, o şahane insana saygımı ifade etmiş olurum. Bu anlamlı 90. doğum yıldönümünde sevgi ifadesi elini öpüp çiçeklerimizi sunamasak ta, mutlak onu herkes onu saygıyla anacaktır. Çünkü halk olarak daha hayattayken efsaneye dönüşen Kadriye ablamız hepimizin gururudur. Mekânı cennet olsun!


124

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ocağımız Korku Nedir Bilmez

Neriman Eralp Kalyoncuoğlu-30.Mayıs.2018

Konu: Yüreklerimiz Aynı Hisle Çarptığı için varız. Vatan bildiğimiz topraklarımız, biz Bulgaristan Türkleri için sahiplendiğimiz bir ocaktır. Biz toprağı bir dost olarak görürüz. Toprak çatlasa kaysa üzülürüz. Toprakla bütünleşmiş olmamız yalnız onun bizi doyurduğundan kaynaklanmaz, o bizi yaşarken olduğu gibi, ölünce de cennettir, bizi bağrına basar. Biz hepimiz toprakla temas ederek yetiştik. Biz hepimiz köy çocuklarıyız. Ağaç diktik, tohum ektik, tütün ektik, kırdık, ocak yaktık, ölülerimizi gömdük. Çocuklarımızı dünya insan içindir. Her halkın toprağı vardır. Büyüleyici insan sıcaklığından yeşeren toprak vatandır bilinciyle yetiştik. Vatanımız, ailelerimizin Türk Ocağı yaktığı toprağımızdır. Türk Ocağı Türklük Ateşinin yandığı yerdir. Aile ocağı, fikir ocağı, görev ocağı, sevgi ocağı vs. hepsi bizimdir. Biz ocak başı kuşağıyız. Bugün de ocak başında aldığımız sıcaklıkla yaşıyoruz, çalışıyoruz, yaratıyoruz. Bizim için ateş ve ocak sağlık, birlik, dirlik, diriliş ve bütünlüktür. Biz bir Türk ocağının aleviyiz ve bu alev parçalan(a)maz. Bu inançta bireysellik yoktur ve olamaz. Nikâh kıyıp aile kurmak, sönmeyen bir ocak tutuşturmak, yuva kurup soy sülalemizi yaşarmak, evlat yetiştirmek anlamındadır bu sözler. 30 yıl önce şu günlerde başlayan ve binlerce hane ve aile ocağımızı söndüren 89 Büyü Göç’ün acısı içimizde yanmaya devam ediyor. Kin ve nefret ile dolu değiliz. Lanet kusmuyoruz. Geçmişi süzerken, bugünü daha güzel bir yarına bağlamamız gerektiğine inanıyoruz. Ocaksız kalmak, ocağı sönen, ocağı yıkılan, ocağı kararan, dağılan ve batan olmak istemedik asla ve buna yol vermeyeceğiz. Ruhumuz Vatan Ocağında kaldı. Anavatanımıza gelirken vatanımızdaki ocağımızın tamamen sönmesi, vatan topraklarımızın geri dönmemek üzere elden gitti anlamına getirildiğinin bilincindeydik. Oyuna getirildik. Ocağımızı söndürmek isteyenler bugün sırıtıyorlar. Kendi kendimizi kolektif yönetmek zorundayız. Aldatıldığımızı asla unutmayalım... Gerekli dersler alınmıştır. Ayağımıza dolaşanların yoldan çekilmelerini rica ediyoruz... Ve korktuğumuz, aş ocağımızın, nice derin sohbetlerin edildiği, dertlerle sevinçlerin birbirine karıştığı kahve ocağımızın, ustalık öğrendiğimiz esnaf ocaklarımızın, bir dönem sayıları 2 bin 700’ü bulan irfan ocaklarımızın, hastalıklara derman bulduğumuz ocakların ve başka nicelerin birer birer sönmesinden fazla Vatan Ocağımızın elden avuçtan gitmesiydi. En büyük kaybımız aydın ve cesur


Makale ve Analizler - 2018

125

insanlarımızı kaybetmemizdir, seyretmemizdir. Bu mücadelede bizler korkusuzduk, şimdi de korkmuyoruz. 3,5 yıl “Belene” ölüm kampında kalan ve gece gündüz “Yurdumun üstünde o en son Türk Ocağı tüttükçe, Türkün kalbinde o ateş yandıkça, biz var olacağız” diye düşünen Kırcaali’den Ahmet Süleymanov Softa. “Belene’den Garip Bir Ses” şiirinde şöyle haykırdı: “Toplanmışız memleketin dört bucağından Korkmak yok, sarıldık birbirimize candan Hazır olduk zehir içmeye hep aynı fincandan Dünyayı sarsan ocağımız yanıyor, hiç korkmadan.” Bizi bize, yüzyıllarımızı birbirine bağlayan, Türk ocaklarımızdır. Vatanımıza hiçbir zaman bir toprak parçası olarak bakmadık. Vatan yaratırken üzerine evler, ocaklar, köyler, kentler, değirmenler, barajlar, Allah Evleri, okullar, köprüler, konaklar vb vb kurduk. Ekip biçen, ekmeği pişiren, suyu köye götüren, fabrikalar inşa edip çalıştıran bizdik. Biz bugün, Vatanımızda Türklük Ocaklarının birer birer söndürülmeye çalışılmasından endişeliyiz. Hiçbir türkümüzü unutmaya hakkımız yok. Çocuklarınızı Türkçe küfür etmeye öğretin, lazımdır... Türk Ocağı korku nedir bilmez. Vatan üzerinde tüten son ocak bizimdir. *** Vatan sevgimiz sonsuzdur. Bu sevginin dayanağı bu vatanda yaşayan Türkler olmamızdır. Türk Ocaklarında yetişmiş ve Vatanımızla övünmeyi hak etmiştik. Şair Alkayalı Hüseyin Pehlivanı anlatıyor: Altın kemer yıllarca süslemişti belimi Nice şanlı pehlivan öpmüştü elimi Doğduğum yer Rumeli, Rodop köyü Alkaya Nize koçlar, danalar toplamıştır bu saya. Ata sporu bu güreş, onu candan severim Ataları gece gündüz şerefle anarım. Karşıma dikilenler, divan çapraz kaldılar Daha ilk damlada nasibini aldılar. Yağlı güreş çağlarca bize şöhret şan verir Türkün milli onuru meydanlarda devleşir. *** Türkün kalbinde korkuya yer ve yuva kurmasına izin yoktur.


126

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan Türklerinin benlik, kimlik, hak ve özgürlük, demokrasi ve adalet mücadele yüzlerce şehit verilmiş olmasına rağmen, korkusuzluk egemendir ve hiçbir tehlikeye boyun eğmememiz ümit kaynağımızdır ve geleceğin bizim olacağına inancımızın ifadesidir. Mücadelemizde herkesi her birimizde görme düzeyine yükselebildik. Ortak ruhumuzu oluşturan, aynı ocaktan gelmemiz, aynı imanla yaşamamız, birliğin gücünü bulabilmiş olmamızda ifade bulmuştur. Bunu 1989 Mayısında 72 bin Bulgaristan Türkünün ayaklanmasında, 700 bin kardeşimizin de yedekte hazır durmasında, ağır virajlardan sonra Türkler ayaklanınca 300 bin Müslüman Pomak kardeşimizin de hak arama davasında saf aldığını gördük ve yaşadık. Birliğin gücünden Tek Ruhta Birleşme doğmuştur. İnancımızda halkımızın birliği bize, bir yürekten Büyük Bir Yürek oluştuğunu gördük. Bu gerçekte biz Türk Ocaklarında yanan ateşin hiçbir şeyden korkmadığı, kükredikçe korkusuzluğu büyüttüğünü izledik. Bu halkımızın korkusuzluğunun bugün özünde olan da budur. *** Halkımızın birliğini oluşturan ve pekiştiren vatan sevgimizdir. Günümüzde Bulgaristan Türkleri bölünmüş, parçalanmış ve birbirine düşmüştür. Yarımız Türkiye’de, öteki yarımız vatanda, bir o kadarımız da Batı ülkelerinde gurbetçi olsak da, vatan ocağına sevgimiz şairimiz, Mülazım İsmailov Çavuşev’in “Vatan, Vatan Diye...” şiirinde ifade ettiği şekilde nettir. Evimin önünde çağlayan Kamçı Anamın gülen yüzü pamuk saçı, Mağrur yaşayanların bilmem kaçı Vatan, vatan diye seslenir bana.

Kazanlığın bahar kokan gülleri Turna gözlü berrak o dağ gölleri Dört mevsimde şakıyan bülbülleri Vatan, vatan diye seslenir bana.

Rila’nın, Pirin’in benbeyaz karı Dobruca’nın gülen ayvası, narı Bağ bahçesinde bal toplayan arı Vatan, vatan diye seslenir bana.

Bu ülkeden cennetten yoktur farkı Renk, renk çiçeklerdir bahçesi, parkı Dilimden düşmeyen türkü ve şarkı Vatan, vatan diye seslenir bana.

Doğup büyüdüğüm bizim Gerlova, Yaşam meltemiyle okşayan hava Ve burada kurduğum her mesut yuva Vatan, vatan diye seslenir bana.


Makale ve Analizler - 2018

127

Bu yaklaşımda, vatan ocağımıza sevgi ve bağlılığımızda birimizin, hepimizle ve yaşadığımız toprakların ve doğanın da bir bütün oluşturduğunu görüyoruz. 140 yıllık Bulgar devleti sınırları içinde yaşarken, aynı sesi hiç kusursuz yükselten ve ocağımıza bağlı kalmaya ve vatanımızı sevmeye çağıran 200’den fazla şairimizin eserlerinde, vatanımızda ve dış ülkelerde yayınlanan 38 adet antoloji ve derlemede yer aldı ve Bulgaristan Türklerinin vatanımızın her karışına aynı sevgiyi yüklediğine tanık olduk. Yeni yazılarımızda üzerinde durmak istediğimiz konu Bulgaristan Türk şair, yazar ve aydınlarının “ben”, “biz” ve “Doğamızı” vatan kavramında birleştirmesi ve “biz” olgusunu oluşturmasıdır. Şairlerimiz büyük bir kısmı devlet sınırının bu ve öte yakasında asla ayar bozmadı ve aynı dille, aynı inanç ve iradeyle yazdı ve çağırdı. Çünkü onların hepsi aynı Türk ocaklarında, aynı alevlere, yıldızla ve hilale bakarak yetişmişler ve toprağımıza, var oluşumuza ve bu topraklarda mutluluğumuzun ebediliğine güven ve ümit yüklenmişlerdir. Kırcaali’nin Elmalı (Yabılkovets) köyünden Adil İzzetov Mülazımov (19302011) bu konuda duygularını şöyle ifade etmiştir: İnanmayın Az bir süre ayrı düşsem bu yerden Sarp taşları alev, alev olur gözüme Yanılır da kötülersem bir gün ben Rodoplar, inanmayın benim sözüme. *** Devam edecek.

Stoyan Dinkov: “Türk ve Müslüman Azınlıklar Asimile Edilmeye Çalışıldı”

BG-SAM-31.Mayıs.2018

Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA) ve Stratejik Düşünce Enstitüsü (SDE) iş birliğinde 11 Balkan ülkesinden bilim adamı, akademisyen, din adamı, sivil toplum kuruluşu temsilcisi ve yabancı basın mensuplarının katılımıyla gerçekleşen 2. Balkan Buluşması Ankara’da yapıldı.


128

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Balkanların tarihindeki önemli dönüm noktaları ve getirdiği değişikliklerin tartışıldığı “Balkan Tarihinde Temel Kırılmalar” başlıklı oturuma farklı ülkelerden çok sayıda akademisyen katıldı. Bosna Hersek’in ilk cumhurbaşkanı merhum Aliya İzzetbegoviç’in yakın arkadaşı Osman Brka, Soğuk Savaş’ın bitişi ve Balkanlarda dağılma dönemi üzerine yaptığı konuşmada, Bosna Hersek’te partileşme sürecinin geç ve zor olduğunu dile getirdi. Brka, bu süreçte, Müslümanların ve Boşnakların 1990’ların başında yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığını belirterek, “İyi ki Aliya İzzetbegoviç ve arkadaşları 1990’da bir oluşum içerisine girdi ve Demokratik Eylem Partisi’nin Genel Başkanı oldu.” ifadesini kullandı. Balkan coğrafyasına hiçbir ayrım gözetmeksizin yardım eden TİKA’ya teşekkür eden Brka, “Biz asla Bosna’nın bölünmesinden yana değiliz. Bosna Hersek’te yaşayan bütün milletler aynı hakları taşısın istiyoruz.” ifadesini kullandı. “Türk ve Müslüman azınlıklar asimile edilmeye çalışıldı” Bulgar akademisyen ve siyasetçi Stoyan Ivanov Dinkov da İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki sürecin Bulgaristan’daki Türk ve Müslümanlar için çok acı tecrübelere sahne olduğunu hatırlattı. Dinkov, “Bulgaristan’da komünizm, Türklerin kimliğini kaybederek tek tipleşmesini, Bulgar, komünist ve Hristiyan olmasını amaçladı. Türk ve Müslüman azınlıklar özel bir odaklanmayla asimile edilmeye çalışıldı. Rejim, bütüncül politikalarla Müslüman topluluğun ortadan kaldırılmasını hedefledi.” dedi. Dinkov, Bulgar komünist rejiminin bölgedeki diğer rejimlerden daha sert ve acımasız olduğunun altını çizerek, 21. yüzyılda yakalanan barış ortamının devam etmesi için Balkanlarda ve Türkiye’de istikrarın devam etmesi gerektiğinin altını çizdi. Macaristan’daki Dunaujvaros Üniversitesinden Doç. Dr. Falus Orsolya Fruzsina, Balkanlardaki Osmanlı yönetimini ele aldığı konuşmasında, “Osmanlı döneminde Ortodokslar ve Katolikler, bütün dinler bir arada yaşamıştır. Modern Avrupa’da bu çok kültürlülüğe başka hiçbir yerde rastlanmamıştır.” ifadelerini kullandı. Atina Üniversitesi Siyasi Tarih Profesörü Athanasios Veremis de Balkan ülkelerinin 19. yüzyılda bağımsız olma süreçleri ve bu süreçte verilen mücadelenin yanı sıra modern milliyetçiliğin Balkanlarda doğuşunu ele alan bir konuşma yaptı. İki dünya savaşının olduğu ve büyük bir hayal kırıklığının yaşandığı 20.


Makale ve Analizler - 2018

129

yüzyılın ardından Balkan ülkelerinin 21. yüzyılda kalkınmaya ağırlık verdiklerini vurgulayan Veremis, “Balkan ülkeleri 21. yüzyılda geri kalmış toplumlardan kısmen kalkınmayı başarmış toplumlara dönüştüler.” şeklinde konuştu. Varşova Üniversitesinden Prof. Dr. Danuta Chmielowska da insanlık tarihinin başlangıcından bu yana coğrafi, bölgesel ve iklimsel faktörlerin etkisinin toplumları birbirinden ayıran özellikler olduğuna işaret etti. Her milletin kendi değerlerini taşıyan kültürel yaşam biçimini oluşturduğunu söyleyen Chmielowska, toplumların üzerinde yaşadığı coğrafyanın da insanların yaşam biçimlerini belirlemede oldukça etkin olduğunu vurguladı. Chmielowska, “Her milletin kendi değerlerini taşıyan kültürel yaşam biçimleri olmuştur. Bu, kimi zaman din, dil, inanç, yaşam biçiminde ortaya çıkmış, kimi zaman da örf ve adetleri etkisi altına almıştır. Dünyanın farklı bölgeleri göz önünde bulundurulduğunda verilen bilgilerin teorik alandan çıkarak gerçek hayata yansıdığını görmek mümkündür.” değerlendirmesinde bulundu.

Haziran Ayı 2018 Yazıları Kimliğimizi Ararken

Oya Canbazoğlu Dirier-01.Haziran.2018

Konu: Bulgaristan Türklerinin Milli Marşına doğru atılan adımlar Dedemin yineleyerek açtığı konulardan biri Milli Marş idi. Marş konusu onun için çok önemliydi ki, oğlan olsam, bütün gün marş söyleyecek ve bana talim yaptıracaktı. Kız olmam beni bu çileden kendiliğinden kurtarmış gibiydi. Bazen sakalını sıvazlar ve bıyığının altından gelen ritmik bir sesle, trımp trımp başlardı. Bu ritim belki de onun en çok sevdiği melodiydi. Hayatında, tanıdığı en yüksek ruhlu Türk’ün öğretmen ve şair Mehmet Pomakov (Perim ) olduğunu gizlemezdi. Onun, ilk nefesini, Rodop dağlarının en sık ağaçlı beldesi olan Satovça’da aldığını, Bulgaristan Türkleri arasından Türk


130

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Milli Kurtuluş Savaşı’na katılan ilk gönüllü olduğunu, Mustafa Kemal Paşa’yı şahsen tanıyan biri olarak büyük bir gururla yaşadığını ve tanıdığı her kişide derin bir iz bıraktığını özel vurgulamalarla paylaşıyordu. Daha sonra isminin Mehmet Behçet Perim (1885 - 1965) olduğunu öğrenebildiğim bu halk aydını Milli Kurtuluş Savaşı’nda bir kör İngiliz kurşununa hedef olmuş ve yaralanmıştır. Tedavisi için Bulgaristan’a dönmüştür. O dönemde, Osmanlı, Almanlar, Bulgarlar ve bazı başka devletler Antant güçlerine karşı aynı cephelerde savaşmış, zafer sevinci ile yenilgi acılarını birlikte çekmişlerdir. Edirne Sultanisinde yükseköğrenim alan Perim, hayatını öğretmen olarak aydınlık saçmaya adarken birçok gazete ve dergi çıkarmış, şiir ve destan yazmış, güncel olayları ve 19. asrın başındaki siyasi eğilimleri yorumlamıştır. Bulgaristan Müslümanlarından Osmanlı dışında bir halk oluşacağına derin inanan, Dünya Devleti dışında kalan kardeşlerimizin örgütlenmesinin bilgilendirme seferberliğinden geçeceğine inandığı için daha 1920 - 1922 yıllarında başkent Sofya’da “Ahali” gazetesini çıkarmıştır. Onun çıkardığı birinci gazetenin adına “Ahali” demesinin çok derin anlamı vardır. O, gazetenin sayfalarında hitap ettiği insanların, yalnızca aynı yerde oturan ve ocak başında kalakalmış insanlar olmakla kalmayıp, en yüce dine ibadet ettiklerini, birbirini tamamlayan bir ortak yaşam biçiminde bilinçli fertler olduklarını, aynı dili konuştuklarını, din dillerinin ve inan kitabın herkes için kutsal olduğunu anlatmaya çalışmıştır. Halk aydını, 1925’te Ryahovo’da “Koca Balkan” gazetesini yayınlarken ise, aylık yayının başyazarı olarak, 1878’den sonra Bulgar’da kalan bütün Müslümanların bir halk oluşturduğunu duyurdu. Bu halkın da Türk halkı olduğunu ve Prenslikte ve Doğu Rumeli ile Krallık kapsamına yeni alınan kardeşlerimizin hepsinin damarında Türk kanı aktığını ve birlik ve beraberlik kurma yolunda birleşmeleri gerektiğini ısrarla anlatmıştır. 1926’da Filibe’ye (Plovdiv) geçen halk aydını Mehmet Pomakov “Bulgaristan” gazetesini çıkarmış ve Osmanlı’dan kopan Müslüman ahaliye, yaşadıkları topraklardan kopmadan, yeni bir ruhta buluşarak, Müslüman Halk oluşturma davasına yelken açmıştır. Bu bir bilinçlenme sürecidir. Gazeteyle bütün öğretmenlere ve din adamlarına, üst sınıflardaki öğrencilere ve esnafa ulaşabilmek için gecesini gündüz eder. Halkı aydınlatma çabalarının bir mücadele olduğuna kesin inanan şair, Osmanlı döneminde modernleşme işlerinde pilot bölge olan “Eski Bulgaristan”a geçer. Trakya ve Rodoplular için Tuna boyları, Deliorman ve Dobruca “eski Bulgar”dır. Bu yöre insanlarını daha görgülü, uygarlığa gönül açmış, aydınlığı daha emin ve güçlü bir hamleyle arayan bir kitle olarak görür. 1927’den sonra Razgrat’ta “Tuna Boyu” ve Plevne’de çıkan “Mücadele” gazetelerinde kalem


Makale ve Analizler - 2018

131

oynatır, yön gösterir. 1923’te Stanboliyski hükümetinin Müslüman azınlığın eğitim ve öğretim işlerine, kültüre verdiği önemi değerlendirir, uzatılan eli tuttu ve halka götürdü. 1923 Askeri Darbesinden sonra Bulgaristan Türk aydınlarına saldırılar artmıştır. Gazeteler kapanmış, öncü kalemler ve öğretmenler tutuklanmış, direnenlerden daha fazlası anavatana göçe zorlanmıştır. Bunlardan biri de yüksek ruhlu Bulgaristan Türk şairi ve gazeteci Mehmet Perim’dir. Bulgaristan köy ve kentlerine “Turan” fikrini, sımsıkı örgütlenme biçimini taşıyan aydın da büyük şairdir. O, bilinçlenmenin kendi başına bir şey ifade etmediğini, kolektif ruh ve maneviyat yaratılması gerektiğini savunurken, bir öğretmen olarak Jimnastik birliklerinin, sanat topluluklarının birçoğunu kuran, geliştiren ve Turan fikirleri eken öncü örgütçüdür. Bulgar faşist darbecileri ve Çar rejiminin kuduz köpekleri Türk Turan Örgütlenmesiyle amansızca hesaplaştı. Ne var ki, akan kana, hapishane zulmüne ve aydın gençlerin yurt dışına kovulmasına ve geri dönmesinler diye yakınlarına yapılan eziyette rağmen, Mehmet Perim’in bir şair olarak Satovça’dan Varna’ya, Filibe’ye, Plevne ve Razgrat’a kadar her Türk köyüne, her Türk ocağına saçtığı tohumlar yeşermiştir. Memleketimizin güzel topraklarında dalgalandıkça dalgalanmıştır. Onun bu kutsal davaya olan katkısı öncelikle şiirlerinde yaşar. Onun yüksek değer yüklü eserleri arasında birisi, ilk olması bakımından son derece önemlidir. Mehmet Perim, Bulgaristan Türklüğünün ilk Milli Marşını yazan şairdir. “Tunalılar Marşı” adıyla halk tarafından benimsenen bu ölümsüz eser, Turan birliklerinin sportif karşılaşmalarında Türk gençler tarafından yıllarca söylendi. Hapishaneye düşen gençlerimizin hepsi zindan kapısından Tuna Marşı’nı haykırarak çıkmıştır. Mücadeleye hazırlanması kaçınılmaz olan bir halkın marşı olması gereğine inanmıştı. Arkadaşları ve meslektaşlarıyla sohbetlerinde, eğer Müslümanlar Bulgaristan’da yaşamak istiyorsa, ayrılık ve gayr ılıktan, nifak ve şikaktan uzak durmalı, etrafımıza tuzaklar kuruluyor, bu yüzden birlik ve beraberlik içinde olmalıyız diyordu. Kanaat sahibi köylülerle konuşmalarında “ümitsizliğe düşmek” dinimize göre “küfür” sayılmıştır, bunun için kendimizden ve Allah’tan ümit kesmemek gerekir, diye uzun uzun anlatıyordu. 1913’te Satovça köyüne yapılan asker - jandarma - haydut çeteleri saldırılarını, isimlerin ve ibadet haklarının iade edilmesinde o yıllarda Sofya’da Askeri Ateşe olan Mustafa Kemal’in büyük hizmetlerini ve rolünü anlatırken övünüyordu. “Türkiye Cumhuriyeti bizim de cumhuriyetimizdir” diyordu. Şair Pe-


132

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

rim, sıradan insanlarla konuşurken, halkı birlik ve beraberliğe çağırdıktan sonra ana hatlarıyla şu anımsatmayı yapıyordu: “Düşmandan asla dost olmaz!” Bir Hıristiyanlık bir Müslümana dostluk göstermesi mümkün değildir. Bunun için dostlarımızı düşmanlarımızı iyi tanımamız gerekir. Müslümanın en büyük düşmanı fitne, fesat, nifak, gammazlık, ajanlar, hainlerdir. Bunları yok etmek Müslümanların en büyük ödevidir. Onu dinleyenler bunları asla unutmadı. Camilerde yaptığı konuşmalarda düşman bizden paramızdan, mülkümüzden, taşınmazlarımızdan önce, hayatımızı, dilimizi, dinimizi, imanımızı istiyor, birliğimizi bozmaya çalışıyor, bizi dağıtmak istiyor, dedikten sonra, müminlerin her birinin ayrı ayrı gözüne bakarken, aklımızı başımıza almamız gerekiyor, deyip derin bir nefes alıyordu. Şair Perim, mensubu olmakla şeref duyduğumuz İslam dini üstüne konuşurken “dinimiz bir sefalet dini değildir, hak, hukuk ve adalet dini olduğuna” işaret ediyordu. Deliorman’da ve Rodoplar’da yerlilerle görüşmelerinde, hayatta asıl gayenin, insanca yaşamak, Allah’ın rızasında kazanmaktır, derken düşman çetelerinin köylerimizi yakıp yıkmasını lanetliyordu. Şair, Bulgaristan Türklerinin tarih, namus, şan ve şerefinin ayaklar altına alınmasına tahammüllü olmayan genç şairler ve yazarlar onun çıkardığı gazetelerde yazıyor, halkı uyandırıyordu. Öğretmen, şair, yazar ve gazeteci Mehmet Perim “Tunalılar Marşı”nı sevgili öğrencilerine adamıştı. Aslında bu marş Bulgaristan Türklüğüne adanmıştır. Dedemin ezberindeydi. Rahmetli, bana her gün bir defa söylüyordu: Tunalılar Marşı Biz Tunalı Türk oğluyuz; Azmimizde er oğluyuz Bilgi, soydaş hak için hep Ölümlere peymanlıyız.

Alemdar’dan feyz almışız Mithat Paşa’yı tanırız Azmimizi ileriye... Dönmemek için salmışız.

Gözlerimiz ilerdedir. Hırslarımız hünerdedir. Hakkımızı korumak için Başlarımız siperdedir.

Bilgi, kuvvet, çene, yürek; Bunlar bize silah gerek Bir alırız hakkımızı Bu dört şeye güvenerek.


Makale ve Analizler - 2018

133

Biz Tunalı Türk oğluyuz; Azmimizde er oğluyuz. Bilgi, soydaş, hak için hep Ölümlere peymanlıyız...

Oya Canbazoğlu’nun Rafet Ulutürk ile Reportajı -1-

Televizyon-1-01.Haziran.2018

Bulgaristan Türklerini daha yakından tanıyalım - 1 Sunucu Oya Canbazoğlu: Bulgaristan üstüne bol bilgi aldık, şimdi de sizi, Bulgaristanlı Türkleri biraz daha yakından tanıyalım. Siz Kırcaali’ye bağlı Köseler doğumlu olduğunuzu söylediniz. Bahar açmıştır şimdi Vatan bağrında, değil mi? Rafet Ulutürk: Taşların kuytusunda açmıştı kardelenler son gidişimde. Biz kardelene “akça bardak” deriz. Çiğdemler, menekşeler, sümbüller tütün fideleriyle birlikte boy atar. Biz Güney Doğu Rodoplular “tütüncü çocuklarıyız”, tarlada yetişmişiz. Ben de ilk ayakkabılarımı Bayırda, Arda boyunda ve davar ardında eskittim, okuduğum ilk kitapları Arda boyu patikalarında kaybettim. Arda sularının Kırcaali Barajına dolduğu yüksek vadidedir köyümüz. Köyümüzden baktığınızda Kırcaali ayaklarının altında kalır. İnsan özlüyor tabi ki. Sıla hasreti geçmeyen bir yara... “Arda ile Kırcaali’nin arası, saat sekiz arası” Türküsü bizim oraların acı bir yankısıdır. Bir dinleyelim isterseniz: Video (Arda ile Kırcaali arası.) 3,5 dak. Canbazoğlu: Yakınlarınız kaldı mı oralarda?


134

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ulutürk: Evimiz tarlalarımız boş da olsa duruyor. Annem babam, gidip geliyorlar. Bahar yaz oradalar. 1952’de Büyük Nazım gelmiş bizim oralara. Ben o zaman hayatta yokmuşum. Gezip gördükten sonra olacak ki, “Memleket isterim” şiirini kaleme almış: (“Memleket isterim Şiiri” Nazım Hikmet; Okuyan: Cahit Sıtkı Tarancı. Video - birinci dörtlük) Video - (ilk küplet - doğa çiçeklerle bezeli) https://www.youtube.com/ watch?v=t7UW21rXyBk “Memleket isterim, Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun! Kuşların, çiçeklerin diyarı olsun. Memleket isterim, Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun! Kardeş kavgasına bir nihayet olsun!” Canbazoğlu: Memleket isterim ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun. Ulutürk: Memleket isterim yaşamak sevmek gibi gönülden olsun. Olursa bir şikâyet ölümden olsun. Canbazoğlu: Sizin orada da, “yârin yanağından” sonra en paylaşılmaz duygular, VATAN sevgisi, değil mi. Bildiğim kadarıyla, bu konuda Bulgaristan Türkleri çok duyarlı. “Büyük Göçle” gelen, arkadaş olduğum, Mehmet’le çok yakınız, evine davet etti. Sehpa üzerindeki televizyonun yanında, içi toprak dolu bir kavanoz, dikkatimi çekti. - “Bu ne dedim?” - Dedem getirmiş, rahatsız, öteki odada yatıyor. “Mezarıma serpersiniz!” diyor. Büyük ricası ve bizden son isteği bu! Mezarında Vatan toprağı kokusu içinde olmak istiyor... Ulutürk: Bunun bir de tersi de var; Bir arkadaş Türkiyeye kaçak geliyor ve Türk Polisi tutukluyor bunları. Üzerini ararken cebinde toprak buluyor. Bu ne diye bağırıyor yüksek sesle. Kendin geldin yetmedi toprak da mı getirdin buraya. Adamcağız yok o toprak buradan Türkiye’den diyor. Peki neden ne yapacaksın bu toprağı diye yine bağırıyor. Eğer beni geri gönderirseniz mezarımın üzerinde Türk toprağı olsun diye cebime aldım. Diyor ve sessizlik sarıyor etrafı. Tabi Türk polisi özür diliyor ve bunları İstanbul’a kadar götürüyor ve onlara yardımcı oluyor.


Makale ve Analizler - 2018

135

Burada bir örnek daha vermek istiyorum; Bir gün bir Bulgaristanlı Ankara’da önemli bir kurumu ziyaret ediyor. Orada ziyaret esnasında 3 kişi giriyor ve onları tanıştırıyor “Bulgaristanlı arkadaş” diyor ve acil dışarı çıkıyor. O gelen kişilerden biri soruyor “Bulgaristan’dan geldiğine pişman mısın” diyor; Bulgaristanlı ufak tefek birisi hemen cevap veriyor; “Evet, pişmanım” diyor. Hemen arkasından “peki niye dönmüyorsun Bulgaristan’a seni Türkiye’de zorla tutan mı var” diye cevabı yapıştırıyor. Ufak tefek genç “Nedenini Sorsaydın Daha İyi Olurdu” diye cevaplıyor. Yanında diğer memur “peki neden pişmansın” diye soruyor. “Bakın beyefendi ben Bulgaristan’da doğdum orada büyüdüm ve ben orada yaşarken benim gönlümde Büyük bir Türkiye vardı. Bu gün dünyayı yöneten ABD olduğunu 7 yaşında çocukta biliyor artık. Amma benim ve benim gibi Bulgaristan’da yaşayan Türkler biz çocukken kavga bile etsek biriyle. O da Türkiye için bir kötü laf söylediği an hemen arkasından yapıştırırdık. “Bu söylediğin kötü lafı Türkiye kaydetti bunun cevabını ve faturası sana geç de olsa kesecektir. Bunu unutma” derdik ve buna inanırdık. Şimdi buraya geldik sizleri de gördük ne yaptığınızı ve benim içimde olan Büyük Türkiye küçülmeye başladı, işte bunun için pişmanım.” diye yapıştırıyor cevabı. Tabi bunun karşısında hepsi şok oluyor. İşte biz Bulgaristanlıların düşüncesi budur. Canbazoğlu: Rafet Bey Sofya Büyükelçisini ziyaretinizi anlaturmısınız? Ulutürk: Şubatta Sofya’daydım. BULTÜRK, Bulgaristan Stratejik Araştırmalar Merkezi - BG-SAM ve “Bulgaristan Türklerinin Sesi” gazetemizden 9 kişilik bir heyet oluşturduk, Yeni Büyükelçimiz Sayın Hasan Ulusoy’un yeni görevini kutlamaya ve çalışmalarında başarılar dilemeye gittik. Bulgaristan Müslümanları Diyaneti - Başmüftülük ve orada aktif etkinlikler yürüten “Kültürel Etkileşim Derneği” ziyaretlerimizden, ruhumu sarsan ve beni çok üzen bir izlenimle ayrıldım. Görüştüğümüz kişiler, Bulgaristan Türkleri arasından yetişmiş aydınlardı. Aralarında profesörler, doktorlar, yazar ve gazeteciler, yaşlı ve gençler, yıllardan beri bir sorunu çözemediklerini anlattılar. Mezarlık ve mezar yeri sorunu! Sofya merkez mezarlığındaki Müslüman parseli dolmuş. Yıllar önce 25 dönüm bir mezarlık yeri almışlar. O da dolmuş, çünkü Sofya Romanları da Müslüman kabristanlığına ve dini ritüelle defnediliyor. Başmüftülük ata mirası vakıf mülklerinden 52 dönümlük bir araziyi yeni mezarlık için tesis etmiş, fakat tarla komşusu Bulgarlar, birlik olmuşlar ve “etrafımızda Türk mezarlığı istemeyiz” eylemleri başlatmışlar. Sorun bir türlü çözülemiyor. Komşular “itirazımız yok” imzası atmıyor. Yerli Türk kanaat önderleri yaşlıların girişimiyle bu arazinin dört yanından ikişer dönümü başka Müslüman mülkleriyle takas edip, yeni mülk sahipleri, yeni


136

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bir engel çıkmazsa, imza verecekler. Takas edilen 8 dönüme de mezarlık etrafına çepçevre sedir ağacı dikerek, mezarlığımızı kem gözlerden korumak istiyorlar. Duyarlı şairlerimizden Ak Kadınlı Ali Bayram “Küçük Bulgar Mezarlığında Büyük Türkler Yatıyor” şiirinde şöyle diyor: Metin okuyucu, şiir (fon müziği ve Bulgaristan’dan mezarlık görüntüleri) “Küçük Bulgar Mezarlığı” Bu karşıda gördüğüm küçük Bulgar Mezarlığı Soykırım devrinin acı hatırasıdır. Kabirler üstündeki soygun açan çiçekler Bulgar adı altında yatanların yasıdır. Buna benzer mezarlık görmedim hiçbir yerde. Ne İsa’nın haçı var, ne ağacı ne gülü... Bu mezarlık kanayan bir yaradır yüreklerde. Toprağında yatanlar kalbimizde gömülü. Mezar taşlarındaki eski Bulgar adları, Biz Türklerin gözüne bir ok gibi batıyor. Istıraplar içinde geçmiştir hayatları, Küçük Bulgar mezarlığında koca Türkler yatıyor.” Ulutürk: Konumuz, Sofya’daki Müslüman mezarlıklarında yer kalmamış olmasıydı. Ki bu şehirde 25 bin Müslüman yaşıyor. Bu rakam yalnız vasiyetleri “Beni Türk Mezarlığına gömün” olan ve sayları 200 bine yaklaşan Romanların dışındadır. Canbazoğlu: Sorun çok ciddi diyorsunuz. Bizim diyanet Başkanlığı bu işe el atmıyor mu? Ulutürk: Olayın ciddiyeti herkesçe anlaşılmış gibi. Bulgaristan’a tam teşekkül 14 cenaze aracı göndermişler. Bunlardan birisi Sofya’da Naaşları başkent hastane, bakım ve huzur evlerinden memleketlerine götürüyor. Fakat bu sorunu orada çözmek gerek. Sofya’da bir de binlerce Müslüman Arap yaşıyor. Onlar çareyi Bulgar mezarlıklarından mezar yeri satın alarak çözmeye çalışıyorlar, ne var ki Bulgar mezarlıklarında Müslüman defin ritüeli ve merhumun kıble yönünde defnedilmesi yasak. Sofya’daki özel Hıristiyan mezarlıklarında Türklere de Mezar yeri satılıyor. Bir mezar yeri 5 bin leva yani 2 bin 500 Euro. Sofya’daki Müslüman emeklilerin aldığı emekli maaşı 200 leva yani 100 Euro. Şimdiki durumda evlatlarına


Makale ve Analizler - 2018

137

yük olmak istemeyen bir Yaşlı Müslüman’ın 250 emekli maaşını biriktirip, kendine mezar yeri alması mümkün değil. Yemek, içmek, ilaç, huzur evi ve başka masrafları dışında 20 ay tüm gelirini biriktirmesi anlamına gelir ki, bir de buna, 1200 leva defin parası eklemesi gerekiyor... fazla konuşmak istemiyorum... Bu sorunu mutlaka çözmemiz gerek. /15 - 20 saniye video - Bulgaristan’dan genel görünümler - tarafsız fon müziği) Canbazoğlu: Tabii burada “cennet insanın doğup büyüdüğü” yerdir anlayışı ağır basıyor. Anlaşılan Bulgaristan Türklerinin yurt ve vatan sevgisini en net ifade eden söz - memleket, memleketim, değil mi? Ulutürk: Lehçelerimizde “memleket”, “köyüm”, “bizim oralar” ve benzeri sözler sıcaklık, saygı ve gönül okşayan anlatılabilmesi zor bir eda ile yüklüdür. Bulgaristan’da kalan yaşlılarımız son yıllarını orada geçirmek istiyorlar. Vatan konusu Bulgaristan Türklerinin hak yaratıcılığında, şarkı, türkü, şiir ve destanlarında işlenerek geliştirilmiş bir konudur. Bulgaristan Türkleri arasından geçen yüzyıl, 100 şair ve 10’dan fazla hikâye, uzun öykü ve roman yazarı yetişmiştir. Tüm yasaklara rağmen, Bulgaristan Türk edebiyatı oluştu. Recep Küpçü, Osman Aziz, Naim Bakov, Faik İsmail Arda ve başka şairlerimiz, Ahmet Tımış, Ömer Osman ve Halit Aliosman Dağlı ve başka yazarlarımız Vatan duygu ve anlayışını biçimlendirip beslerken, hiçbir zaman, hiçbir eserde “Kalın komşular göç etmeyelim!” demediler. Kovulmasaydık gelmezdik. Dara düştük, çok sıkıştırıldık, zorbadan kaçtık. Biz Bulgaristan’da Vatan kavgası verdik. Vatanımız o topraklarda yaşayanların ortak değeridir. Birinci dünya savaşında Bulgaristan Türkleri “o Vatan bildiğimiz toprak uğruna” 9 bin 653 şehit verdi. O kahramanların, orada, Vatan uğruna savaşta şehit düşen kahraman Bulgaristan Türkleri anıtı ve şehit isimlerinin altın harflerle yazılmış olduğu bir anıt levhası olmasa da, onların hepsi, egemen sınıfın ve zümrenin değişmesine rağmen Bulgaristan Türklerinin yaşadığı toprakların her karışının Vatanımız olduğunun kanıttır. Bizim orada, 140 senedir süregelen bir Vatan Kavgası yaşanıyor. “Bulgaristan” şiirinde şairimiz Recep Küpçü Türklüğümüze net renkler veriyor: Metin okuyucu: (fon müziği ve “Bulgaristan” şiiri)


138

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Bulgaristan Yabancı değilim Bulgaristan Yabancı değil tozduğum Yollarım

Bulgaristan İndirdiğim Babam ve annem Senin toprağındadır Bulgaristan Yabancı değilim ben Türkoğlu Türk’üm.”

Mezarlarına ellerimle Canbazoğlu: Bulgar devleti, makamları ve aşırı milliyetçi kesim Türkleri yasa dışı ve yasal yollardan sıkıştırarak Vatanlarından, ata ocağından söküp atarken, ana dil ve kültür konularına en şiddetli saldırıyordu. 21. yüzyılda, Avrupa Birliği üyesi ve uluslararası insan hakları ve azınlık hakları sözleşmelerinin her birini imzalayan bir ülkede, hiçbir azınlığa anadilde konuşma, yazıp okuma, eğitim alma olanakları verilmemesi, değişik engelleme yollarına başvurulması, bu konuda hiçbir önerinin dikkate alınmaması dikkat çekicidir. Son durum nasıl Rafet Bey? Ulutürk: Anadil konusunda yasaklı durumda değişiklik yok. Devlet etnik azınlık, kültürel azınlık, anadilde eğitim, “kültürel otonomi” gibi 21. yüzyılın olmazsa olmaz olan insan haklarını işitmek istemiyor. 2018’in Şubat ayında Kırcaali ilindeki 7 Belediye Başkanı toplandılar, Eğitim ve Teknoloji bakanına Türkçe eğitimin zorunlu ders programına alınmasında ısrar ettiler. Türk dili bizim anadilimiz, günlük iletişim dilimizdir. Biz Türkçesiz edemeyiz. Türk dili ders programında son ders olamaz! 1994’ten beri Türk dili ders kitabı basılmamıştır. Yeni ders kitapları hemen basılmalı ve bedava dağıtılmalıdır. Ek kitaplar yayınlanmalıdır. Bu konuda Bulgaristan Türklerini desteklemek gerek. Son yıllarda Bulgaristan Türkçe Öğretmenler Sendikası. Genç yazar ve şairler derneği kuruldu. 40 adet Türk Kültür Derneği tescil edildi. Bir yeşermedir geliyor bu baharla. Köylerde halk sanat toplulukları belirdi. Bulgar Türklüğünün yeni ruhu doğuyor. Çok değerli hikâye ve roman yazarlarımız da var. Halk edebiyatımız sonsuz bir kaynak. Sazlarımız yine çalmaya başladı. O sayfaları hiç açmadan bugün Şiirle başlayalım Birkaçını birlikte dinleyelim: İşte Türkiye Devleti bunlara yardım etmeli bunların önünü açmalı. Canbazoğlu: Hayhay...


139

Makale ve Analizler - 2018 Metin sunucu: (fon müziği - Anadilimiz) Anadilimiz Ezanına minare Türk milleti dilini Türkiye saz taratmış, Asırlardır işlemiş, Dil kitaptır, hak çare Toprağını, ilini Varımıza nur katmış! Türk ruhuyla süslemiş! Annem bana bir yürek Bir ezanlı ad vermiş, Dil kitaptır, hak çare Varımıza nur katmış!

Dilim bayrak, hasretim, Milletimin incisi; Kutsal milli servetim Türklüğümün Türkçesi! Ahmet Şerif Benim Türkçem

Ne tatlısın anadilim, Varım yoğum, gerçeğim, İlk aşkım, büyük sevgim, Dillerin Güldür Anadilim!

Varsam ben seninle varım, Anadilimsiz ben yarımım. Sen ruhumun gıdası, Türkçemsiz ben ne yaparım?

Türklüğümü sende bildim, Sensin yarınım geleceğim. Mutluluğum, ümitlerim. Anadilimle ben yüceyim! Semiha Yılmaz Bekir Canbazoğlu: İsim değiştirme sürecinde, o karlı kışlı zulüm günlerinde, ismi değiştirilmeyen kaldı mı? Ulutürk: Yok, kimse kurtulamadı. Bir milyon 53 bin 563 Türkün ismi Aralık 1984 ile 1985 mart sonu arasında değiştirildi. 37 şehit verdik. Kurşuna dizilen kızlarımız, gelinlerimiz var. 17 aylık Türkan kızımız Birinci kurban düştü. Silahla vuruldu, Her sene “Mleçino” ( ) köyünde şehitlerimizi anma ve terörü lanetleme, Türk kimliğimizi bileme ve hak ve özgürlük davamıza devam mitingleri düzenliyoruz. Soydaşlarımızdan da çok katılımcılar oluyor. Kahramanlık şiirleri söylüyoruz, Türk ruhumuzu kabartan şarkı ve türküler söylüyoruz. Türkan Çeşme Anıt’ına çiçek ve çelenk koyuyoruz. Bultürk derneği olarak bu anma törenlerine, Mestanlı anıtı önünde “safları yoklama” mitinglerine devamlı katıldık, katılıyoruz. Sorunuzu cevaplayayım, adı değiştirilmeyen kalmadı, fakat 72 Türkçem benim, benliğim, Seninle “ana” dedim. Seninle gözüm açıldı, Yaşamayı seninle sevdim!


140

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bin kardeşimiz, çok değişik nedenlerden dolayı Türk isimlerini geri alamadılar. Bu yöndeki çalışmalarımız devam ediyor. Bazı evrakları Bulgar ismiyle, Türk vesikaları ise Türk ismiyle olan büyük bir kitle var. O ağır yıllarda, biz genç kuşağın Vatanı’na küsmemesi için çalıştık. Şairlerimizden bazıları şu mısralarla çıkmıştı ortaya: “Benden nasihat olsun sana, Yerle gök birbirine karışsın ister Köksüz bir ağaca dönme Unutma sakın, sarıl Vatana!” İşte bu dörtlük gibi mısralar tutmuştu. İkilik oluştu. Sele kapılıp Türkiye’ye gelseler de, bazılarının aklı orada kaldı. İkilik oluştu. Sonuçları ortadadır. Bu sorunlarla ilgili ayrı bir inceleme ve araştırma yapmak istiyoruz. Canbazoğlu: Kuşkusuz biz maneviyata ilişkin konularda, pürüzleri aşarken, “Türklerin en az geçmişleri kadar büyük gelecekleri olacak ve bu gelecek, o geçmişe dayanacaktır.” diyoruz. Ulutürk: Öyle de milleti ayakta tutan inanç birliğidir. Bir ileri, bir geri bakanlar doğru yolu bulamaz. Milletim Türk’tür. Bulgaristan Türkleri Büyük Türk milletinden kopmaz, bölünmez bir parçadır. Tüm kapılar kapansa Türkiye kapısı açıktır, dediğimizde, çok uluslu, çok etnikli, çok kültürlü bir yapılanmayı kabul etmeyen bu ülkede, atılım gerçekleştirmek çok zor bir iş. Bu ortamda Türk ülküsüyle yaşamak, ancak kişisel bir hak düzeyinde kalıyor. Kollektif eylem hakkı olmaya ortam bulamıyor. Azınlıklara ortak (kollektif) hakları tanınmayınca, sivil toplum örgütleri hedeflerinde başarılı olamaz. Bulgar dilinde “hükümet dışı” ya da “siyaset dışı” adıyla bilinen, sivil toplum kuruluşlarıyla geleneksel dünya görüşünü yaşatmak ne kadar zorsa, yenisini aşılamak da o kadar zordur. Hayat bize birçok şey öğretti. Bunlardan biri, sürgün edilmenin, içeri düşmenin, “Belene” gibi toplama kamplarında yıllarca ezilmenin ancak büyük bir toplumsal boşluk oluşturduğunu ve bu boşluğun Bulgar devleti ve makamlarıyla - Türk halk topluluğu arasında derinleştiğini gösterdi ve bizi buna inandırdı. Ne yazık ki, Türkçe kitaplarından yastık yapma hareketi doğmadı. 72 bin Türk sokaklara döküldü. Meydanlar doldu. Her yer gösterici doldu, taştı. Bulgaristan tarihinde Bulgaristan Türkleri ilk kez ayaklanmıştı. Bu bir devrim değildi. Çünkü siyasi hedefleri yoktu. Komünist iktidarın devrilmesini isteseler de, iktidar olmaya şahlanmamışlardı. Gelinler eşlerinin sürgünden, hapisten salıverilmesini, kitle Türk isimlerinin geri verilmesini, yaşlılar camilerin ve tekkelerin açılmasını, hak ve özgürlükler kapsamında anadil ve anadilde, ilkokul, ortaokul, lise ve üniversite özgürlüğü, Türkçe radyo ve televizyon, basın yayın - kısacası “kültürel


Makale ve Analizler - 2018

141

otonomi” istemişlerdi. Kimse dünyanın geri dönmesini istememişti, herkes birlikte ileri gitmek istiyordu. Canbazoğlu: Rafet Bey, çok etkileyici anlattınız. 1984–1989 zulmünden önce, daha doğrusu 1985’te Bulgaristan Todor Jivkov hükümeti Helzinki Senedi’ni imzalamıştı, değil mi? Ulutürk: Evet, Ardından Manstriit, Kopenhag ve Viyana sözleşmelerini de imzaladı ve bu evrakların hepsinin altında “değiştirilmeden, kısaltılmadan ve ek yapmadan onaylanır” notu olmadığını bildiği için, devletler hukukuna göre imzalanmış bu uluslararası sözleşmelerine birer “Deklarasyon” eki takarak hepsini rafa kaldırdı. Bu eklerle, hep azınlık haklarının tanınmasını engellemiştir. Örneğin İnsan Hakları Cenevre Antlaşması, HÖH Başkanı Ahmet Doğan’ın sosyalist parti BSP ile birlikte hazırladığı ve halk meclisine sunduğu bildiride “Bizde çözülmemiş etnik sorun yoktur!” dedi. Sosyalistler, II. Simeyon ve HÖH’ün iktidar olduğu 2001 - 2008 döneminde, Bulgaristan Avrupa Birliğine üye olduğu 2007’de, yine Ahmet Doğan, Avrupa Konseyine bir bildiri göndererek “Bulgaristan Cumhuriyeti’nde Çözülmemiş Etnik Sorun Yoktur” dedi ve tüm umutlarımızı yine söndürdü. Tabii, anlaşılan Avrupalılar da artık bazı kurnazlıkların farkına vardı ki, bir ay önce Sofya’da “İstanbul Sözleşmesi” onaylanmak üzere meclise sunulunca, “değiştirilemez, ek yapılamaz, kısaltılamaz” maddesi dikkatlerini çekti ve hemen geri çektiler. Canbazoğlu: Siz Avrupa Birliği’ne girince etnik azınlık haklarınız, kollektif haklarınız ve özellikle de kültürel haklarınızı elde etme davasında bir arpa boyu yol alamadınız değil mi? Ulutürk: 1 Nisan Pazar günü Berlin’de Katalunya Bağımsızlık Mitingi yapıldı Bulgar medyalarında “çıt” yoktu. Kanımca, 21’inci yüzyıl “azınlıklara haklarının tanınması yüzyılı” olacak. Avrupa Birliği’nde 35 azınlık dili ölecek diyorlar. Buna yol vermemek gerekir. Bulgaristan’da Türkçeden, 4 lehçemizden başka 10’dan fazla azınlık dili, yalnız Romence’de 20’den fazla lehçe var. Avrupa Birliği en kısa bir sürede “Azınlık Hakları Bildirisi”ni kabul etmeli ve bunu topluluk Anayasasına işlemelidir. Canbazoğlu: Rafet Bey, siz, bundan 30 - 35 yıl önce yeni bir ruh oluştu Bulgaristan Türklüğünde dediniz, bunu biraz açabilirmiyiz? Ulutürk: Benim bir şey yapmama gerek yok. Belene’de yatan ve Bulgaristan “Resmi Gazetesinde” 517 kişi oldukları isimleriyle açıklansa da, 200 de kayıtsız kalmış içerde ve bu kahramanların yarattığı bir “Belene” ölüm kampı edebiyatı var. Temsilcilerinden biri Murat Kerim Hoca “Belene Zindanları” şiirinde şöyle diyor:


142

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Metin okuyucusu: (fon müziği – (Belene fotoğrafları) - Belene Zindanları Belene Zindanları “Acayip karanlık olur hücreler, ilk uğrak Vahşi canavar bekliyordu, BELENE son durak Ne suç işlemiştik biz, masum fertler Ne ile ödenir, o kanlı işkenceler, eziyetler. Kırılmadı, tek bir arkadaşımın, o inançlı ruhu Direndik, mücadeleden bıkmadık, Bekledik doğacak güneşi Kükredi hep kaynadı birlik duygularımız Her birimizin başı dik, alnı ak, yıkılmadı umudumuz.

Recep arkadaşımın morarmıştı vücudu ağır dayaktan Ama o, kolay lokma değildi ki yudulsun ayaktan Bir gün hücrelerde alnım secdede, öğle vakti Gardiyan şaşkın şaşkın, Hemen kanlı copu boynuma dayattı. Davamız kutsal, şerefli, kimse döndüremez Yolumuzdan Yalanlar, iftiralar boşa gider, yok edemezler Kimliğimizi Ellerimize kelepçe vursalar, ayaklarımıza Elektrik de verseler Boynumuza ip de çekseler, Türklüğümüzden asla Vazgeçiremezler. Canbazoğlu: Rafet bey, Bulgaristan’da hiç illegal örgüt kuruldu mu? Ulutürk: Şimdi şöyle bir şey var. 1985’ten sonra Hak ve Özgürlük Davamızın dünyaya mal olmasında Radyoların, hele Ankara Radyosu’nun rolü olağanüstü büyük oldu. Bunu böyle anlatmak kolay da, o zaman Bulgaristan’da dış ülkelere telefon etmek, yabancılarla görüşmek, Türkiye’ye mektup yazıp doludizgin bildiğini döktürmek yasaktı. Mektuplar tek tek okunuyordu. Telefonlar dinleniyordu. Halen BULTÜRK üyesi olan, Sabri İskender o yıllarda “Belene” den sonra Mihaylovgrad’ın “Kamerovo” adlı Bulgar köyüne sürgün edilmiş ve


Makale ve Analizler - 2018

143

orada arkadaşlarıyla birlikte “Demokratik Lig” (Demokratik Birlik) adından bir illegal örgüt kurmuşlar. Sabri Bey’e de “Almanya’nın Sesi” radyosu ile temas kurma ödevi düşmüş. O da Bulgarca yayın Şubesiyle bağlanmayı başarmış ve 6 ay haber akıtmıştır. “Belene” den sonra “Roman” ilçesinde sürgünlük hayatı devam eden şairimizden Ömer Osman Erendorum’un bir kulağı hep radyolardaymış. Bir gün kalem elinde şu şiiri yazmış: Metin okuyan: (Fon müziği, Bulgaristan Bulgar köylerinden bir video. “Türkiye’nin Sesi Radyosu Aracılığıyla Oğlunu Arayan Ana”) Öner Osman Erendoruk - Türkiye’nin Sesi Radyosu Aracılığıyla Oğlunu Arayan Ana Tel tel dağılan siyah saç gibi indi gece Istırap sokaklarında kol gecen bir bilmece Bir oda dolusu genç ihtiyar kadın erkek Susuyorlardı kutsal dua dinlercesine Sözcü konuştu ağır ağır inlercesine Dinleyenler soluğu kesmişti ürpererek Radyo çatırdıyordu titrek bir sesle çın çın Doluştu kulaklara bir kadın sesi hırçın “Ben dokuz yüz yetmiş beş göçmeni Selver Esin Doğumum Mesyanlı’nın bir köyü babam Yüksel Evladım oralarda kalmıştın on yıl Canciğer yavrucuğum sağ mısın neredesin?” “Bir tek haberciğini aldık bulanık duru Sözde seni kurşuna dizmiş Bulgar Gâvuru Kadının hırçın sesi değişti yavaş yavaş Odaya ağır bir ses doluyordu ağlayan Bazı sesler fısıltı kimileri çağlayan “Evlâdım sağ isen... diye devam etti ses İki satır yazı yaz üçüncü satırda kes Ananın cılız sesi tir titredi kinden “Oğlum Türklüğün için öldürürlerse seni


144

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yüce Allahımdan güç dileneceğim yine Öcünü alacağım er geç Bulgar itinden...” Ulutürk: Biz Bulgaristan Türkleri 20’inci asrın sonunda çok ağır bir trajedi yaşadık. Kırıldık, yıkıldık, parçalandık, 30 yıl geçti, yeni bir kuşak yetişti, hala toparlanamıyoruz. Bizi birbirimize kilitleyecek formülü henüz bulamadık. Buraya gelen 400 bin kişinin bagajındagelen kitap sayısı yüzü geçmez. Onların yarısı da Kuranı kerimdir. Kuşkusuz burada Türklük Denizinde yüzdük. Türkiye’yi tanıdık. Sevdik. Alışamayanlar döndü. Memleket sevgisini evlatlarına aşılamak isteyenler onları Sofya, Filibe ve Varna’ya okumaya gönderdiler. Gönderirken de, tekrar tekrar “aman hiçbir şeye bulaşmayın” diye tembihlediler. Bu neye benzedi biliyor musunuz: Demirci dükkânı: Ocak yanıyor! Kofa su dolu! Örs ve çekiç! Bir de sen! Kofaya girsen ıslanmaktan, Ateşe atsalar kızarmaktan, Örse yatsan çekiçten ve ezilmekten korkuyorsun. Olmadı işte! Yeni gelen kuşağın büyük bir kısmı “al bebek, gül bebek” yetiştiler. Kimlik Mücadelemize dolgu bile olmaz birçoklarından. Ama ne yapalım? Davanın durumu bu!. Canbazoğlu: 1989 Mayıs Ayaklanmasında Bulgaristan Türklerine çok güçlü uluslar arası destek geldi değil mi? Ulutürk: En büyük destek Türkiye’den geldi. Bir ayda 400 bin kişiye kucak açmak, her yiğidin işi olamaz. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’in olimpiyat şampiyonumuz Naim Süleymanoğlu’nu Avustralya’dan aldırması, isimleri geri alma ve Türk kimliğimizi yaşatma mücadelemize yenilmez ruh aşıladı. Türk kimliğimizin olmazsa olmaz ateşi tabana indi. Direnişlere akan kitle psikolojisi düşmanı tankı, topu, zırhlısı, keleşçisi, sopacısı, polisi ve gardiyanlarıyla birlikte hipnoz etti. Komünist Parti ve “DS” bile dış dünyaya duyarsız olmuştu. Asimile ederek yok edici güçlerin nefesini kesen, “ama bir gün gelir, her şey ters döner ve bizden hesap soran olur!” korkusu oluştu. Canbazoğlu: Hesap soran, hiçbir suçu olmayan kardeşlerimizi kurşunlayarak öldürenleri tutuklayan, sorgulayan, yargı huzuruna çıkaran olmadı tabi? Bu, nasıl önlendi?


Makale ve Analizler - 2018

145

Ulutürk: Bulgar yargı sistemi Bulgar katillere karşı işlemiyor. Kemikleri kırılmış, tırnakları sökülmüş, parmakları kesilmiş, gözü oyulmuş mağdurlarımız var. Recep aga diye birisi, soyadı şimdi aklıma gelmedi, “Belene” ölüm kampında kolunu kaybetmiş. Nasılsa elinde bir de adlî uzman doktor incelemesi rapordu vardı. 1992’de Todor Jivkov zulmüne karşı dava açıldığında Savcılık Tanığı olarak çağrıldı. Katil diktatör 2 sene yargılandı yargılanmadı delil yetersizliğnden serbest bırakıldı. Tanığın hak arama davası 26 yıl devam etti. Birinci dereceli mahkemede bu davaya bakan Yargıç Yordanova, “davanın sonuçlanmasının engelleme ve belge karartma” suçundan Başsavcılığa 150 bin leva ceza kesti. Hak arayan Recep aga davanın sonuçlanmasını bekleyemedi, yılbaşında öldü. Fazla anlatmama gerek yok. Bu kokuşmuş iğrençlik bataklığında, HÖH yönetimi katiller ve suçlular tarafında yer aldı. Birçok kişinin ölümüne, vatandan kovulmasına neden olan ihbarcı, jurnalci, muhbir, ajan, kışkırtıcı - ajan ve hainlerden hiç biri hakkında dava açılmadı. Ajan dosyaları açıldı. Suçsuz insanların zindanlarda çürümesine ve ölümüne sebep olanlardan hiç biri hakkında dava açılmadı. “Belene” kampında kalmış bir Bulgar, “ben içerdeyken benim adımdan 10 sene ihbarda bulunulmuş ve 2 aile yok edilmiş” gerekçesiyle bir dava açtı. O da sonuçlanmadan kaldı. Çünkü taraflardan birbirini tanıyan olmadığı saptandı. Canbazoğlu: Bu ajan dediklerinin sayısı ne kadar, açıklandı mı? Ulutürk: Şu, dosyası açılanların hepsi ajan değil tabii. Adam fişlenmiş ve dosyası var. Rejim düşmanıymış, yine dosyalı. 11 bölüm ve bilmem kaç kat dosya toplanmış 45 yılda. Sayıları bilinmiyor. Çalışan ajan dosyalarının içi boş! Lütfi Mestan ve başkaları gibi, “ajan değildim” diyenlerin esamesi okunmaz oldu. Genç kuşakta, “ajan olmanın neresi kötü?” sorusunu soranlar belirdi. Nefes almakta zorlanan alt tabaka, onları yemleyen üst tabaka ve dosyaların üstüne oturan üst tabaka? Tabaka değiştirmek yok. Şimdi yeni bir zümre belirdi: “Yalnız dosya kapakları korunmuş olanlar.” Toplam sayıları bilinmiyor. Gazetelere göre, 80’ni mecliste ve 11 bini de devlet kurumlarındaymış. Toplam 15 686 ajandan 3 bin 16’sı Türk’müş. Bu rakamlar 1985’ten, son 33 yılda ne gibi değişikler oldu bilen yok. Tartışılan soru: “Ajanların hepsi dış ülkelere çıksa, sular durulur mu?” Canbazoğlu: Türklere karşı çalışan ajanlardan yargılanan oldu mu? Ulutürk: Bulgaristan’ın hukuk devleti olması en az 100 yıl ister. Avrupa kanunlarının kopya edilmesiyle adalet sağlanamıyor. Ticaret Bankası “BTK Bank” iflas etti. 7 milyar 200 milyon leva uçtu gitti. Bugünkü hükümet 4 milyar leva dış borç alarak, sigortalı hesaplardaki paraları ödedi. Şimdi halktan vergi topluyor dış borcu ödemek için. Avrupa’nın en fakir, ölüm oranı en yüksek, doğum durdu duracak, yeniden üretim hayal olmuş memleketimizde, milletvekili


146

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Profesör sosyolog İvo Hristov, nüfusun % 40’ı okuryazar değil, % 60’şı okuduğunu anlayamıyor, % 80’ni “debil” yani her bakıma yetersiz açıklamasında bulundu ve neredeyse linç edilecekti. Maskeleri düştükçe kuduruyorlar. Canbazoğlu: Sayın seyirciler Rafet beyle su tatlı sohbete doyum olmuyor. Çok birikimli bir konuk ağırlıyoruz. BULTÜRK Genel Başkanı, Stratejik Araştırma Merkezi kurucusu ve “Bulgaristan Türklerinin Sesi” gazetesinin imtiyaz sahibi, dinlemeye doyum yok. Sonraki bölümde günce siyasete döneceğiz. Sakın ayrılmayın...

Bir Dakika Saygı Duruşu

Raziye Çakır-025.Haziran.2018

Konu: “ Botev’i kurşun değil, korku, kararsızlık ve ilgisizlik öldürdü.” Cumhurbaşkanı Rumen Radev-Vratsa, 02.Haziran.2018 Savaşım Aklı yerinde olanlara “deli” diyorlar. Aptallara her yerde saygı büyük. Hristo Botev Bulgaristan okullarında öğretmenlik yıllarımdan bir hatıram var. Her yıl Haziran ayının 2. Günü saat tam 12’de kasabamızda 1 dakika siren çalar, oturanlar ayağa kalkkar, trafik durar, hastanelerde ameliyat yapan doktorlar bile necderi bir yana bırakıp saygıya dururdu. Bu gelenek bugün de devam ediyor. Çünkü yeniden yazılacağı söylenen ve bütün yarih kitaplarının değişeceği konuşulan Bulgaristan’da, Hristo Botev ile Vasil Levski olmasa, tarih çöker diye düşünenler de var. 2 Haziran’ın bir başka adı Botev Günü. Botev, 1848’de, değişik kaynaklarda farklı doğum yeri gösterilse’de, Karlovo’da, Kalofer köyünde ya da Vratsa köylerinden birinde dünyaya gelmiş, onun komitacı olacağını sanki doğururken sezen annesi, Osmanlı’da çan çalan kiliselerin hiç birinde kaydını yaptırmamıştır. Yüksek ruhlu bir genç olan Hristo’nun amacı doktor olmaktır. Böyle bir ni-


Makale ve Analizler - 2018

147

yetle Bukreş’e gider, fakat yeni bir dünya görüşüyle tanışması Odesa’da komitacı eğiten bir okulda olur. Ömründe yalnız 20 şiir yazan ve dünya edebiyatına giren şair, kendini Bulgarların Osmanlı’dan koparılması ülküsüne kaptırır. 2 Haziran onun ölüm günüdür. Yıllarca alnına sıkılan bir kurşundan öldüğü anlatılırken, 1990 ‘dan sonra ilk kurşunun kalbine sıkıldığı iddiası ağır bastı. Kuşkulu olmayan bir gerçek, bu kurşunun onun emrindeki çeteden biri tarafından sıkılmış olmasıdır. Çünkü o an “Okolçitsa” da 204 çeteciden başka kimse yoktur. 2 gün önce, Romanya’dan “Radetski” vapuruyla gelip Osmanlının Tuna kıyısında “Kozloduy” limanına çıkan çetecilerden biri, Komutan Botev’in birinci yardımcısı olan ve 1939 yılına kadar yaşayan Nikolay Obretenov’un anlattığına göre, “Vinchester” marka bir tüfekle onna iki el ateş edilmiştir. Ardından olayla ilgili gerçeğin kimseye söylenmemesi için asi şairin kanı üstünde halk adına yemin edilmiştir. Uzun yıllar bu olayın bir süikast olduğu, şairin kalbine sıkılan kurcunu Obretenov’un kendisinin sıktığı, çünkü ayaklanmayı örgütlenme işlerinden sorumlu olan Obretenov, komutan Hristo Botev’i hayal kırıklığına uğratmıştır. Kılıç kuşanmış, tabanca belde, tüfekler omuzda ve torbalar mermi dolu sırtta Kozloduy’ya ayak basan çeteyi tesadüfen oradan geçen yalnızca 2 kişi karşılamıştır. Vardıkları köylerde halk coşmamış, çanlar çalmamış, kırda yaylada kışlık ot biçen erkekler köylerine dönmemiş, çeteye katılan olmamıştır. Botev’in hayal ettiği isyancı seli oluşmamış ve işinde gücünde insanlarda kin ve öfke birikimi olmadığı görülmüştür. Botev’in sert tavrına karşı başkaldıranlar arasından gelen kurşunun “Bulgar milli onur ve iradesini koruyabilmek” ve “Osmanlıya ve Türklere karşı oluşan Bulgar kan kabartma” düzenini bozmamak için katilin Bulgar olmadığı savı öne çıkarılmış ve efsaneleştirilmiştir. 2018 törenlerinde tekrarlanan katilin adı Çerkez Cambolet idi. Bu tezi savunan bilim çevreleri, Hristo Botev’in 1876 yılının 1 Haziran günü saat 20’de kalbine isabet eden kurşunla öldürenin Çerkez Cambulet olduğunu “kanıtlamış” olurken, çete başının alnını parçalayan kurşunun nereden geldiği ilgilileri düşünceler ieffaflaşmamış, gerçek “Ölmez Halkının özgürlüğü için ölen!” sloganı ardında gizlenmiştir. Nisan 1876 Bulgar Ayaklanmasının ve bastırılan isyan ateşini yeniden alevlendirmek için Mayıs 1876’da ülkeye giren Hristo Botev’i en iyi anlatan komitacılardan tarihçi Zahari Stoyanov şunları yazdı: “Botev, voyvoda şanına çelenk olsun diye, alnından vurulmuştur. Kalbinden ya da alnından önemli olmamalı, o bir dava adamıyd. Örgütlü, nizamlı, kurmaylı, papazlı, bayraktarlı, borazancısı ve veznedarı olan bir çetenin ba-


148

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

şıydı o. Büyük devletlerin Bulgaristanı görüp kurtarması gibi bir stratejik hedefi olan çete onun sayesinde amacına ulaştı.” Nisan Ayaklanması İngilizler tarafından kışkırtılmış, parayla desteklenmış ama bastırılmıştı. Batak olayı da ters anlatıldı, şişirildi. Olmadı. Silahlı çeteler gönderip Nisan Ayaklanmasını yeniden alevlendirme kararı Gürgovo’da İç Devrim Örgütü Merkez Komitesi tarafından alındı. Komiteye başkanlık eden Aleksandır Stanbolov, 1972’de sözde aslıan Vasil Levski’nin yerine geçmiş ve 1975’te Stara Zagora’da Türkleri kovup topraklarına ve evlerine oturmak isteyen 17 köylüyle bir celallenmeyi yönetmişti. Bu başarısız başkaldırının da devamı olan Hristo Botev çetesinin Osmanlı saldırısına katılanlar kimlerdi, fakir, topraksız, sügün ya da idam cezası almış kişilermiydi? Onları tanıyalım: 5 terzi, 6 ayakkabıcı, 2 çarıkçı ve terlikçi, 3 kürkçü, mutafçı, gaytancı, çileci, bozacı, fıçıcı, 4 baskıcı, 16 teknik, doğramacı, duvar ustası, taş örücüsü, kiremitçi, 21 bahçivan, 2 tatlıcı ve 2 kasap, 2 kahveci ve 2 sütçü, 2 lokantacı ve bir hancı, 5 öğretmen, 5 ticaret şirketi görevlisi, 20 toptancı ve perekenteci, birkaç zengin ve bir de lise öğrencisi, 2 subay. Bulgar halkının her kesiminden birkaç kişi bu çeteye katılmıştı. Çetecilerin paralı haydutlar olduğu sanılır. Botev, çeteyi donatmak için prayı Kişinev’de yaşayan zengin bir Bulgardan aldı. Hedeflerinde, Batı devletlerini Osmanlı imparatorluğuna karşı savaşa çekmek önde gelir. Bu savaşta Osmanlı’dan kopacaklarına inanıyorlardı. Hepsi Batıyı tanımaz, Batı dili bilmez, Batı devletleriyle teması olmayan kişilerdi. “Radetski” gemisinden indiğinde, Botev kaptan Dagobert Englender’den “Yaşasın Hıristiyan Avrupa” sözleriyle ayrılmıştı. Ölümünden bir yıl önce (4 Nisan 1975’te) “Zname” (Bayrak) gazetesinin 13. sayısında Botev, “Rusya İmparatoruna inanmadığını” açıklamış ve şunları yazmıştır: “Rus Çarı Kafkaslara sürgün etmek amacıyla Eflatun’dan 1000 Bulgar genç toplamış ve onları çok kötü hava koşullarında eski bir gemiyle Karadeniz’de sefere çıkarmış, gemi batmış, gençlerin hepsi ölmüştür. Bu haberden sonra Bulgar haydutların (hışların) Romanya’da çıkardığı gazetelerin Rusya’ya girmesi yasaklanmıştır. Başka bir yazısında ise Botev Kazakların Eflatu’nda bir Bulgar köyüne baskınını şöyle anlatmıştır: “Kazaklar bir Bulgar köyündeki yaşlıların, erkek ve gençlerin hepsini sicimle bağladılar. Kadın, kız ve çocukların ırzına geçtiler. Köylülerin varını yoğunu aldılar, tavukları ve hayvanları kestiler, onlara ceza veren olmadı.” bu haberleri yazan da Botev’tir. Bu olaylar Botev’i çok etkilemiştir. Direniş hareketinin aydın önderi Georgi Sava Rakovski gibi, o da “Rus esaretine düşmekten” korkusunu gizlememiştir. Kışkırtılmamış olsalar, Botev’in yaşadığı dönemde de, “barışçı dönüşüm” yani evrim yolları vardı. Fakat o silahlı yolu seçmiştir.


Makale ve Analizler - 2018

149

Nisan 1876 Ayaklanmasında Filibe (Plovdiv) ve Tatar Pazarcık (Pazarcık) şehrinde hiçbir esnaf ve zanaatkârın evini ateşe vermediği ve Türklere saldırmadığı gibi, Botev’in arkasına takılıp da Türkleri topraklarından kovma olayları yaşanmamıştır. Bu da iki ayrı dine mensup olan insanların vatan bildikleri aynı topraklar üzerinde hoşgörü ve iyi komşuluk ilişkileri içinde yaşadığını bir daha kanıtlamıştır. Botev’in her sözünde bugün için bir anlam var. O, başkalarının hademesi olursak, kimliğimizi yitirirsek özgürlük anlamsızlaşır ve biz bir halk olarak yok oluruz, demiştir. Onun şu sözleri bugün de anlamlıdır: “Biz vatanımızla bütünleşmiş kimliğimizi kaybedersek, kendimize olan saygımızı yitirirsek, kendimizle biz kendimiz ilgilenmezsek, kendi mülkümüz üzerinde, baba ocağımızda, kendi evimizde yabancı durumuna düşersek, yabancıların siyasi oyunlarına alet olursak, hürriyetin anlamını anlayamayız, bir halk olarak yok oluruz.” Bulgarlarla aynı ortamı paylaşarak yaşamaya devam ettiğimize göre, şairin şu sözlerini de unutmamamız gerekir: “Halkımızın kendi yaşam biçimi, kendi huyu, karakteri, kendi çehresi vardır ve bunlar onu diğer halklardan ayırandır. Ona ortam ve olanak tanıyınız ve hangi vasıflarını geliştireceğini kendiniz göreceksiniz.” 1877 - 1878 Plevne Savaşı’na kadar ülke içinde ve ülke dışındaki Bulgar komitacı ve haydutlar arasında “Nasıl bir devlet kuralım?” konusu çok tartışılmıştır. Rusçu bir Papaz tarafından ihbar edilen ve idam cezasını yine Rusya sevdalısı, Hacı Pençeviş adında bir Bulgar yargıç imzaladıktan sonra, 1872’de hayatından olan, İç Devrim Hareketi Başkanı V. Levski gibi, Tuna ardında çete kuran Hristo Botev de Bulgaristan’ın Osmanlı’danRus silahıyla koparılmasına karşıydı. Tarihçi Zahari Stoyanov bu konuda şöyle demiştir: “Karavelov ve Botev Osmanlı devletine karşı olan iki devrimciydi. Sizce, halk iradesine dayanan bir Bulgar Hükümetine, Ruslardan para alan ajanlardan başka, kim karşı olabilirdi. Çünkü Botev yazılarında devamlı olarak halklar arasındaki akılcı birlik ve beraberlikten söz etmiştir.” Şu unutulmamalıdır ki, Botev’in yazılarında sözünü ettiği “akılcı ve kardeşçe birliği” kurana kadar Avrupa geçen yüzyıl 2 Dünya Savaşından geçti. Ne ki, Bulgar milliyetçileri ve göbeği dışa bağlı siyasetçileri 21. Asırda bu gerçeği anlayabilmiş değillerdir. Bunun sonucunda Bulgaristan’da ne gerçek demokrasi kurulabildi ne de özgürlüğün ve adaletin anlamı kavranabildi. 1876 Mayısından bu yana artık 142 yıldır tarihimizi çarpıtmaya devam ediyoruz.


150

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu ters yüz gösterme ve çarpıtma sonucu olacak ki, Bulgaristan’daki yabancı kolejler ve liseler, dış ülkelerdeki üniversiteler Bulgaristan Tarihini müfredattan çıkardı. Böylece Bulgaristan Türkleri Tarihi de ders programı dışında kaldı. Bu çarpıklığın sonucunda Bulgaristan Avrupa ülkelerinin geçirdiği sosyal ve ekonomik tarihsel gelişim aşamalarının hiç birinden şerefle ve doğru dürüst geçmediği için yerinde saymaya devam ediyor. Geçen hafta yapılan bir sosyolojik araştırma sonuçlarından Botev’in hayata gözlerini yumduğu yaşta olan Bulgar gençlerinden % 41’i hiç tanımadıkları Jivkov’un Moskova’ya bağlı dikta rejiömine dönülmesini istiyor ki, bu da tarihimizi bilmeden ileri gitmemizin mümkün olmadığını bir daha kanıtlıyor. 2 yıl önce 2 Haziran sabahı, Botev çetesinin Kozloduy kıyısına 140 yıl önce tam ayak bastığı vakit, Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev hazır bulunan binlerce kişi önünbde bir konuşma yapmıştı. O konuşmasında, Bulgaristan halkının parçalanmış durumda olduğunu ve bu bölünmüşlüğün onu güçsüz kıldığını ve gelişme yollarını tıkadığını belirirken, dış ülkelerdeki Bulgaristan vatandaşlarına hiç istisnasız seçme ve seçilme hakkı tanınmasını istemişti. O günden bugüne değişen bir şey olmadı. Durum daha da kötüleşti. Faşistlerin ajan tayfası iktidar oldu. İnanınız! Botev sağ olsaydı, bugünkü duru görünce, hemen çete kurmaya kalkardı. Okumanız iyi oldu. Sirenler çalmaya devam ettikçe, neden çaldıklarını bilmek zorundayız. 142 yıldan beri gerçeği kavramakta zorlanan Bulgar halkına yardım etmek ödevimizdir. Bilginin, hak ve özgürlüğün, adaletin, demokrasi ve insan haklarının milleti ve devleti yoktur. Botev’i okumazsak anlayamayız... İşte bir şiir: Yakarış Ey tanrım, ey adalet tanrısı! Sen değil, göklerde oturan! İçimizdeki sen, ey tanrım, içimdeki, yüreğimdeki, ruhumdaki!

Çamurdan yaratıp kadını erkeği, sonra da yarattıklarının toprak üstünde köle gibi yaşamalarına razı olan, sen değil.

Önünde papazların ve rahiplerin eğildikleri, Ortodoks sürülerinin mum yaktıkları, sen değil.

Acı çekmeyi öğreten kölelere, boş umutlarla besleyen onları ta mezara dek, sen değil.


Makale ve Analizler - 2018 Ey yalancıların tanrısı, sen değil! alçakların, zorbaların tanrısı, insanlığın düşmanı, salakların putu, sen değil. Sen, ey aklın tanrısı, sen! Tüm köleleri koruyan! Çok yakın kurtuluş günü o kölelerin, tekmil halk yakında kutlayacak o günü!

151

taksın canını dişine, dövüşsün, halkı ezenlere karşı. Güç ver benim de koluma, silâhıma, başkaldırdığı gün köleler! Güç ver ki, ben de kendi mezarımı dövüşenler arasında bulayım!

Koma yaban ellerde sönsün yalım yalım yanan bu yürek. Sesim boşa gitmesin, Uyandır tek tek her insanda, ey tanrım, sesim kalmasın çöllerdeki gibi gerçek özgürlük sevgisini, yankısız.

Oya Canbazoğlu’nun Rafet Ulutürk ile reportajı -2-

TV Bölüm 2-01.06.2018

Canbazoğlu: Üçüncü ve son bölüme geçiyoruz Rafet Bey. Bu bölümde ana konumuz olan siyaset tenceresinin kapağını bir daha kaldırmazdan önce, bir nebze de olsa İstanbul’da bulunan derneğinizin, etkinliklerinizden, planlarınızdan, halk kitlelerine inmenin yollarından, gelecek müjdeleyen tohumlardan ve kısacası “işler nasıl gidiyor?” sorusuna cevap arayalım mı? Ulutürk: Yayının başından beri anlatmaya çalıştığımız nedir! Bulgaristan’ın az nüfuslu, adaletli kamu düzeni yerleşmemiş, iç dinamikleri açılmamış, kendi içinde huzur sağlayamamış, Balkanlara göre büyükçe, ama genelde küçük ve genç bir devlet olduğu, çok etnikli bir coğrafyada, tek uluslu rejim kurmaya çalıştığı için ağırlaşan problemler yaşadığı gerçeğidir. 2- Bulgaristan üzerinde her gün üç gölgeli olan bir ülkedir.


152

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Sabah güneş doğarken bu gölge Doğu’dan, yani Türkiye üzerinden gelir. Öğleden sonra Batıdan uzanan bir başka gölge AB ve gün boyu Rusya esintisi hissedilir. 3- Bulgaristan diye bir devlet yaratan, Bulgarların kendisi değildir. Bulgaristan devleti aslında bir dış tasarımdır. Mayalamayı misyonerler yapmıştır. Bulgaristan’da okurken ve gençlik yıllarında bunun böyle olduğuna ben de inanmak istemezdim. Bulgaristan’la ilgili ağır söz işitmem ağırıma gidiyordu. İçimde memleket sevgisi vardı. Oradaki Türk toplumu kapalı yaşasa da, Prens ve Çarların dışarıdan geldiği ortada, yalan dumanından çıkıp gerçekleri görebilmek uzun zaman alıyor. Şimdi iletişim ve haber araçları çok gelişti, fakat sosyalizm yıllarında ülkeye çökmüş bir sis dalgası vardı. Yalan karanlığından herkes çıkamıyordu. Canbazoğlu: Hayat durgundu demek istiyorsunuz. Ulutürk: Eskiden Bulgaristan’da yabancı radyoları dinlemek yasaktı. Bulgaristan kendisi radyo üretmiyor, kısa dalgalı radyo da ithal etmiyordu. Sofya Radyosu devlet ağzıyla konuşuyordu. Haftalık çıkan “Yeni Işık” gazetesi Komünist Partisi Merkez Komitesi yayın organıydı. Uyanan kamuoyu oluşmasında, memleket içinde çalışan işçiler, Türkiyelilerle görüşme ya da Batı Radyolarını dinleme olanağı yakalayabilenler önemli rol oynuyordu. Rodoplarda İstanbul Radyosu Orta Dalga üzerinden de işitiliyordu. Canbazoğlu: Uyanış bilinci birikimi çok uzun bir sürede biçimlendi, öyle mi? Ulutürk: Evet öyle. Örneğin okullarda Rus ve Batı klasiklerinin eserleri görülüyordu. Lev Tolstoy’un “Diriliş” romanı, okunması zorunlu kitaplar listesindeydi. Bu roman Rusya’da toprak köleliği devrinde bir toprak kölesi kızı ile bir toprak ağası oğlunun birbirlerine sevdalansalar da evlenmelerinin ve mutlu olmalarının tamamen imkânsız olduğunu anlatırdı. Bu engelin bir Çar direktifi (buyruğu) ile kaldırılabilmesinin de imkânsız olduğunu, toplumda köklü hukuk reformu, kilise, yargı sistemi, zengin zümre ve Çarın toplum ve devletteki rollerinin yeniden düzenlenmesi gerektiğine işaret ederdi. Fakat sorunlar asla öyle görülmüyordu. Fransız Devrimini anlatan Viktor Hügo, Batı’nın aydınlığı Doğu’dan aldığını anlatan Göte ve diğer yazarların hepsini okuduk, ama hiçbir şeyin özüne adil bir düzen nasıl kurulur basamaklarınca inilmediğinden, hak ve özgürlük ışığını ararken hep kendi çöplüğümüzde eşelendik. Herkesin kafasına tıka basa doldurulan olmayan “sosyalist adaleti” ve parti sekreterinin her konuda haklı olduğu idi. Bunu aşmak çok zor oldu ve çok kurban aldı. Doğu Blok’u ve


Makale ve Analizler - 2018

153

sosyalizm çökmeseydi, Bulgar halkı kendisi bu karanlıktan uyanamazdı. Çakmağı çakıp, kavı yakan Türkler oldu. CanbazANBAZOĞLU: Bu açıdan baktığımızda, 1989 Mayıs Ayaklanması öncesi sizin orada kurulan ve ön temaslarımızda değindiğimiz 28 direniş örgütünün kurucuları, devrim hareketinin örgütleyicileri, bilgisizlik karanlığını yırtmış aydın kişiler olmalı... Ulutürk: Evet öyle, bizde öğretim yılında Medresetü’n-nüvvâb’ın tâlî kısmı açıldı. Şumnu’da kurulan Türk Öğretmen Okulu ve Yüksek İslam Enstitüsü (Nüvvab) ışığıyla aydınlandık. Türklüğün duygu ve bilgi birikimi oldu. Nüvvab’ın eğittiği Müftüler, kadılık da yapıyordu. Bilgili kişilerdi. Halkın arasından yetişmiş, toplum öncüsü, saygın aydınlarımızdı. 1930’larda kurulan Turan, sanat ve sportif sivil toplum örgütleri Türklük ateşini yaktı. STK’ların Türk bilincine kenetlenmedeki rolü son derece büyük oldu. 1929’da Sofya’da İlk Milli Türk Kongresi toplandı. Bulgarlarla hır mır çıkarmadan barış içinde yan yana yaşama kapısı açıldı. Türklüğün ve Bulgar vatandaşlığının temel ilkeleri Kongre kararlarıyla devlete ve halka duyuruldu. Her şeyi yasaklayan 1934 askeri darbesinde büyük yara aldık. Sağ kalan aydınlarımızın çoğu Türkiye’ye sığındı. Okullarımızın sayısı 1200’den 500’e düştü. Sert baskı şeklinde beliren Bulgar faşist zulmü ilk kez o zaman zalimce hortladı. Halkı korkutmak için, kitle öncüleri, kanaat önderleri, öğretmenler sürgüne gönderilmeye o zaman başlandı. Çarlık döneminin kin ve nefret katmanları Bulgaristan Türklerinin belleğinde çok kalındır ve asla silinmez. Canbazoğlu: Burada dış etkenlerin rolü büyük tabi! Yıllar, Nazi Almanya’sının ateş püskürdüğü yıllar. Siyasi akımlar hep dışardan gelip, içerisini kasıp kavuruyor, diyorsun: Ulutürk: Bulgaristan güçlü fırtına, yeni akım ve siyaset boynuz doğan ne bir deniz ne de bir okyanus. Rüzgâr hangi yönden gelirse gelsin, memleket kapısı hepsine açık bir ülke. Siyasetle örneklersk, 1878’den yani halk arasında “93 Harbi”nden beri Bulgaristan üzerinden ikisi Kuzeyden yani Rusya’dan ikisi de Batıdan yani Avrupa’dan olmak üzere, 4 rüzgâr esmiştir. Bulgar halkı, bu hava dalgaları için “gelip geçer” ya da Büyük Atatürk’ün deyimini kullanırsak “geldikleri gibi giderler” diyor. Korkuları var. Güneyden bir şey gelmesinden korkuyorlar. Mart ayında Avusturya Başbakanı’nı Sofya’da konuk eden Başbakan Borisov “Güneyden gelenler 500 sene kalıyor, çok uzun bir süre” dedi. 30 yıl öncesine kadar Sovyetler Birliğine 16. Cumhuriyet olarak katılmak isteyen Bulgaristan, bugün Avrupa Birliği’ne sarıldı, Şengen’e katılmak istiyor, ülkeye 3 Amerikan askeri üssü konuşlandı...


154

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Canbazoğlu: Rafet Bey, siz bir dernek Genel Başkanı, stratejik araştırma merkezi kurucusu ve soydaşlarınıza hitaben yayın yapan iletişim aracı sahibi, hatta 2 kitabı çıkan bir yazar olarak, Bulgaristan’da tutacak tohum üretip ekmeye çalışıyorsunuz. Bu konuda ne dersiniz. Ulutürk: (Eliyle gösterir) “Türk Dünyasında Bir Bulgaristan Türkü ve Elli Yıllık Mücadele” ve “Bulgaristan Türklerinin Kimlik Mücadelesi” kitaplarımın konusu da, Bulgaristan Türkleri ile ilgili klişeleri yıkmak ve yok etmekti. “Bulgaristan’da Türk Yok” dediler. Dünya Türk Gençlik Birliği üyesi olarak 24 ülke gezdim, Türkiye’nin yaptığı Türk Dünyası Kurultaylarının tamamına katıldım, yapılan tüm forumlara katıldım ve Bulgaristan’da Türk ve Müslümanlar yaşadığını, onların kimliğini, tarihini, kültürünü edebiyatını, savaşımlarını ayaklanmalarını ve “Büyük Göçte” vatanlarından kovulduktan sonra yerleştikleri Türkiye’deki etkinliklerini BULTÜRK Faaliyetleri olarak anlattık. “İslamlaştırılmış Bulgarlar” dediler, onun öyle olmadığını, Rumeli - Balkanlara Osmanlı ile birlikte geçtiğimizi, Türk - Müslüman olarak geldiğimizi ve burada İslam âleminin en güzide eserlerini yarattığımızı anlattım. “İsimlerini kendi istekleriyle değiştirdiler” dediler. İsim, dil, din, gelenek ve göreneklerimiz için verdiğimiz kavgada kurşuna dizilen, tutuklanan, dayaktan ölen, toplama kamplarına, “Belene” Ölüm Kampına, tutuk evlerine, zindana düşen, idam edilen, sürgünde kalan kardeşlerimizi, Mayıs 1989 Ayaklanmamızı anlattım. Canbazoğlu: “Bulgaristan Türklerinin Kimlik Mücadelesi” eserinizde işlediğiniz konu da ilginç... Ulutürk: Bu eserim 2017’de çıktı. Okur kitlem dernek ve federasyon başkanları, Bulgaristan’la yakından ilgilenen aydınlar, üniversite öğrencileri, Bulgaristan’da kalan ve şimdi yeni yeni örgütlenen geniş kitlelerdir. Burada işlediğim konular orada seminer konusu oluyor. Biz yayınlarımızla, bize öz haklarımızı, bir azınlık olarak temel insan haklarımızı, hele de kollektif haklarımızı tanımak istemeyen oradaki aşırı milliyetçi, devlet destekli güçlere karşı sürekli mücadele veriyoruz, onları göğüslüyoruz. Bir denge sağlanabilmesi için bizim insanlarımızı bilinçlendirmemiz gerekiyor,


Makale ve Analizler - 2018

155

yıkmamız gereken putlar, asla hayat hakkı tanınmaması gereken peşin hükümler var, onları kırmak, tuzla buz etmek için yazılmış bir kitaptır bu... Bu eser, hem Bulgaristan tarihinin, hem de Bulgaristan Türkleri tarih taşının arka yazısıdır. Her okuyan kim olduğumuzu, neyi savunduğumuzu, olmazsa olmazlarımızı ve tarihteki yerimizi öğrensin diye. Daha da önemli olan Üçüncü Bulgar devletini ve bu devletin geleceğinin neden gölgelendiğini, halkının neden yok olma trendini seçtiğini öğrensinler... Canbazoğlu: Bir azınlığın çoğunluğu nasıl yendiğine ilişkin çok ilginç bir analiz sunmuşsunuz, dileyicilerimize okumalarını tavsiye ederim. Şu tohum yaratma konusuna az buçuk dönebilir miyiz? Ulutürk: Evet, biz tohum yaratıyoruz. Bulgaristan Türklerinin beynine ekilecek tohumları yetiştiren fabrika bizimdir. Amacımızda herkesin seveceği tutacağı ve bağrına basacağı tohumları yaratmak var. Bunlar memleket ve vatan sevgisi tohumları, insanların kardeşçe yaşayacağı bir toplum yetiştirmek içindir bu tohumlar. Bizim tohumlar, Amerikalıların fitne yaratma, “ayır buyur” siyaseti tohumlarından ya da Rusların kurtarma bahanesiyle “kendine köle etme” tohumlarından çok çok farklıdır. Biz, Bulgaristan vatandaşlarını eşit haklı insanların adaletli düzeninde, özgür, demokratik ve adil toplum vatandaşlığında buluşturmak istiyoruz. Yani biz Osmanlı’nın adil yönetim dönemini tekrar yaşamalarını arzu ediyoruz. Biz, hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını savunacak tohumların ne Batı’dan ne de Doğu’dan gelmeyeceğine inanıyoruz. Her toplumun değiştiği gibi Bulgaristan toplumunun da daha iyiye değişeceğine aslında gelişeceğine (bildiğiniz gibi gelişmek iyidir) inanıyoruz ve en insancıl ilkeler temelinde, ayrım tanımayan bir toplumsal düzende yeniden buluşacağımıza inanıyoruz. Canbazoğlu: Bu asil işte “Bir arpa boyu yol alabildiniz mi?” yoksa o gün bu gün 28 yıl gelip geçti ve siz hep yerinizde mi sayıyorsunuz? Ulutürk: Bu gibi soruları sormak kolay da, kısa cevap vermek biraz zor. “Doğada olmayan bir şeyin, toplumda benzeri bulunamaz” diyenler haklı. Sosyal olayları okumak çok zor! İki haftadan beri mevsimler bahara ulaştı. İzninle, memleketimin Doğasında baharın gelişini anlatan, şairlerimizden Hocamız İsa Cebeci’nin iki dörtlüğünü okumak istiyorum. Hem de, işittiğime göre, hastanedeymiş, bir geçmiş olsun selamı olur:


156

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bahar kokuyor tüter ovada Yeşiller bürünür Tuna boyları Bu kaçıncı cemre titrer havada Renkler sarılır Tuna boyları

Mavi atlas gerilmiş de göğüne Güneş dolmuş bahçesine bağına Börtü böcek, kuşlar gelmiş düğüne Soğuktan arınır Tuna boyları

İsa Cebeci Bir şair bu tabloyu her bahar için çizebilir. Fakat sosyal sahada periyodiklik kuralı farklıdır. Her sene “evrim”, “devrim” olacak diye bir şey yoktur. İnsanları “güneş toplamaya” çağırmak kolay. Fakat biz dernekçilerin, fikir emekçilerinin, kalem tüketenlerin işi sanki daha zor bizim işimiz “deniz dalgası köpüğü” toplamaktan farksızdır. Toplar toplar, bir bakmışsın kovanın dibinde bir avuç su. Yukarıda anlattım gibi. Bulgaristan Türkleri 1878’de Rus - Türk harbinden sonra sökülmeye başladılar ata topraklarından, o günden bu yana biriken öfke, bir asrın çilesi göçlerle sel olup aktı aktı da, sonunda 1989 Mayıs Halk Ayaklanması olarak patladı. Halk İsyanı yapraklanan bir goncadır. Direniş suyu halkımızın bağrından 100 sene toplandı. Birikti. Her yıl mutlaka açan baharla benzerlik bulmak kolay değil. Periyodiklik aramak zor olduğu kadar, Doğa bize mutlaka olacak iyi şeylere ancak ümit ve işaret veriyor. Canbazoğlu: Sizi dinlerken birden bire “git gel” yasallığını düşündüm. Ulutürk: Örnekleme olarak “Büyük Göçü” alırsak, geri gidecek olanlar 1989’da buraya gelenler olmayacak. Kuşak büyük ölçüde değişti. Sahneye yeni bir nesil çıktı. Bizim vazifemiz “dünü bugüne, bugünü de yarına bağlamaktır”, eğer biz geçmişimizin temel değerlerini bugünkü genç nesle aktaramazsak, bu iş biter. Bizim, Yeni Pazar yöresindeki “Kız Ana” tekkesinde Osmanlı şehitliği var. Anlatılan efsaneye göre, yılda en az bir defa buraya uğrayan ve bir Fatiha okuyan olmazsa, kabir taşları toprağa bir santimetre batarmış, dua eden olursa, bir santimetre büyürmüş. Demek istediğim bizleri orada Bulgaristan’da bekleyenlerimiz var. Onlar bize “Asıl yar Vatandır, Gerisi yalandır” hatırlatması yapanlardır. Bu işler, “Ben postumu Türkiye’ye attım, gitsem de olur, gitmesem de” meselesi değildir. İşte bunun için buradan herkes payına düşeni alsın. Bizleri bu topraklarda bekleyen atalarımız var, bizlerden mezar başına gidip bir Fatiha okumamızı bekliyorlar, bunu çok görmeyiniz.


Makale ve Analizler - 2018

157

Canbazoğlu: (Müzik ve Bulgaristan’dan fotograflar, Karlovo, Köstendil, Sofya, Plovdiv, Şumnu, Balçık.) Atalarımız Balkanlara insanlık tarihinin birçok şaheserini bırakmıştır. Bulgaristan’da kalan 2 binden fazla cami ve medresenin hiç biri birbirine benzemeyen birer numune eserlerdir. Osmanlı Beylerinden Karlı Bey 15. asrın ortalarında Meriç Boyundan “Soğuk Su” (Stryama) ırmağı boyunca kuzeye yönelmiş. Aylardan Mayısmış. Dorukları kar şapkalı, eteklerinde akasya ve ıhlamur baharı, kanatları bal yüklü arıların bayram ettiği bu diyara gönül vermiş. Yola çıkmadan 5 kuzu kestirmiş. Balkan’dan yan yana ama deli dolu inen suların kenarına kuzular asılmış. Dönüşte 7 gün sonra hangisi kokuşmamışsa, şehri oraya kurdurmuş. Köprüler gerilmiş. Uçuruma - şelaleye bakan bele çardaklı evler dizilmiş. Sedir, kestane ve ceviz ağaçlarının göğe en fazla yaklaştığı yere, göz kamaştıran güzellikte, bir Allahın Evini kurmuşlar. Yıl 1475. Adı “Kurşun Cami”. Kuşaklarında getirdikleri çubukları dikmişler, gül bahçeleri çevrelemiş camiyi. Karlıova olarak ünlenen şehirde hayır işleri hep bu camide görülmüş. Okumak isteyen çocuklara “Adın ne?” diye sormadan göndermişler okullara. Komitacı Levski’ye Müze Evi yapılırken bile, “hemşerimizdir” deyip, harcına altın dökmüşler. Geleceğin pusu kurduğunu hiç düşünmemişler. 70 yıldan beri “Kurşun Cami” kapısı ibadete ve ziyarete kapalı. Ezanların sesi kesilen bu şehirde Türk evleri birer ikişer boşalmaya başlamış. Burada kırmızı güller sahiplerini arıyor. Akasya ve ıhlamur kokusuna hayran gönül kalmamış. Arılar eskisi gibi uçuşmuyor. Arı su içer bal akıtır; Yılan su içer zehir akıtır. Karlıova şimdi Karlovo Camisi sahiplerine iade edilsin davası 20 sene sürdü. Çıktı, şimdi de uygulama yolu kesildi. İbadet hakkı eli sopalı ruhu bozukların saldırına uğradı. Müslümanlar da ayaklandı. Allaha inancın kurşuna dizildiği bir ülkede ne adaletten, ne hukuktan, ne saygıdan, ne de insanlıktan söz edilemez. Bahar geldi Bulgaristan’a diyemeyiz, çünkü cemre ne havada titredi, ne suya ne de toprağa düştü. Canbazoğlu: (Köstendil, müzik, video, Fatih Sultan Camii) Osmanlı döneminin en seçkin mimari eserlerinden olan, 1530 - 1531 yıllarında inşa edilmiş Fatih Sultan Mehmet Camii Kuzey Batı Bulgaristan’ın Makedonya sınırı yakınlarında Köstendil şehrinde bulunuyor. Bulgar topraklarında Osmanlı mimari eser mirasının en nadide örneklerinden biridir. Sözüm ona “Soya Dönüş Süreci” (1984 - 1989) öncesine kadar burası ibadete açıktı. Şehirdeki Türklüğün son, dimdik duran, canlı kalelerinden biri olan İzzettin Ali, son imamın oğlu. O, kubbelerden 20 ton kurşun kaplaması gece gece patır patır sökülüp hurdaya


158

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

satılmış, polisler olaya seyirci kalmış, kilimler toplanıp yakılmış, minderler didik didik edilişmiş, cami içinde gömü arayanlar gece kazılarına, altın arıyoruz gerekçesiyle duvarlardan taşların sökülüşüne tanık yok. Yılların çilesine dayanamayan saçı sakalı ağırmış, şehirdeki son Türklerden biri olan İzzetin Ali, sesi hüzünlü anlatıyor: “Bu kış kuzey rüzgârları sert esti, minarenin tenekelerini kopardı. 112’ye telefon edenler olmuş, Acil Servis geldi. Minareye çıkamadılar. Tehlikeli, yıkılacak, diyorlar. Tadil-tadilat yapılmıyor. Bekliyoruz. Küstendil Fatih Sultan Camii 500 yıl sonra Fatihini Bekliyor. Türklerin, Pomakların ve Müslüman Milletin gözleri Büyük Önder Sayın Recep Tayyip Erdoğan’da. Hepimiz ümitle yaşıyoruz. Dua ediyoruz”. Köstendil bir yol kavşağı, Müslümanların uğrak yeri, Kosova’dan, Makedonya’dan geliyorlar, Bosna’dan gelenler var. Şehrin tam merkezinde, secdeye kapanıp dua ediyorlar. Farklı mimari süslere sahip minaresine bakıp üzülüyorlar. Bu İslam ve Türklük kalesini Müslümanlığı Balkan halklarının ortak şaheseri olarak yaşatmak istiyor. Canbazoğlu: Aldığım son bilgilere göre Razgrad’daki Kanuni Sultan Süleyman devrinin sadrazamı Pargalı Damatİbrahim Paşa Cami’nin onarım işleri de belirsiz bir halde bulunuyormuş: (Kanuni Sultan Süleyman devrinin sadrazamı Pargalı Damat İbrahim Paşa Camii’nden fotoğraflar gösterilir) http://dunyacamileri.blogspot.com.tr/2011/08/ ibrahim-pasa-camii-razgrad-bulgaristan.html Ulutürk: Çatısı akıyordu. Son seçimde 120 bin Deliormanlı Türk seçmen GERB partisine oy verince, onların doğal lideri olan Sayın Güney Hüsmen Razgrad Valisi atandı. Biliyorsunuz seçimler geçen yılın 26 Martında yapılmıştı. Hemen ardından şehrin tam merkezinde bulunan 402 yıllık Kanuni Sultan Süleyman devrinin sadrazamı Pargalı Damatİbrahim Paşa Cami’de çatı onarımı başladı. “Hürrem Sultan” gibi filmlerden sonra ününe ün katan tarihi Kanuni Sultan Süleyman devrinin sadrazamı Pargalı Damat İbrahim Paşa simasını herkes öğrendi, sevdi, camiye olan ilgi birden arttı. Deliorman’ın eski adı Orman Denizi’dir. Razgrad’ın eski adı ise Hazargrat’tır. Yerli halk son dönemde Kanuni Sultan Süleyman devrinin sadrazamı Pargalı Damat İbrahim Paşa Camii’nin neden tam da bu yere yapıldığını öğrendi. Bulgaristan Bilimler Akademisinden Lübomir Mikov uzun bir araştırmadan sonra “Razgrad’da İbrahim Paşa Cami ve İbrahim Paşa’nın Razgrad’daki Camisi” başlıklı bir kitap yazdı. (Kitabın sonundaki ekte 50 - 60 fotoğraf ve resim var) Bu şehirdeki “İskender Bey Camii”, “Mustafa Çelebi Camii”, “Behrem Bey Camii”, “Üç Kurnali Mahallesi


Makale ve Analizler - 2018

159

Camii” ve Saat Kulesi hakkında da bilgi verilen 200 sayfalık eserinde Mikov, Razgrad’da 2 Pargalı İbrahim Paşa Camii olduğunu, fakat birisinin henüz esaslandırılamayan nedenlerle 17. yüzyılda yıkıldığını anlatıyor. Ayakta olan camii Pargali İbrahim Paşa vakfı tarafından inşa edilmiştir. Şumnu’daki Tombul Cami ile birlikte 600 yıldan beri Deliorman’da Türklüğe nefes aldıran en önemli kaleler olarak bugün de ayaktadır. Canbazoğlu: (Pargali cami fotoğrafları) 1927 yılından beri Pargalı İbrahim Paşa Camii müze hüviyetindedir. Bu durum hala değişmemiştir. Son dönemde Vejdi Raşidov 2 defa Kültür Bakanı olmuş olsa da, eski durum korunmuştur. Bulgaristan Kültür Bakanlığı nezrindeki bölge tarih müzesine bağlı caminin restoreden sonra cami olarak açılıp açılmayacağı da belirsizliğini koruyor. Pargalı İbrahim Paşa Camii ile Sofya’daki “Büyük Camii” Kültür Bakanlığının elinden alınmalı ve kapılarını ibadete açmalıdır. Önce bu yapılmadan Bulgaristan’ın Balkanların manevi merkezi olma hayali asla gerçekleşemez.” Canbazoğlu: Onarımı tamamlanmış camiler var mı? Ulutürk: Sofya’daki “Banyabaşı Camii”, Filibe’deki “Muradiye Camii” ile Kırcali’ye bağlı Podkova - Nalbantlar “Yedi Kızlar” camileri ve bazı başka eserlere el atıldı. Canbazoğlu: Metin okuyan: (Yedi kızlar camii videolar) “Yedi Kızlar Camii” 1428’de inşa edilmiştir. İsmini de, sevdikleri askere giden ve dönmeyen yerli yedi kızın çeyizlerini satarak yaptırmasından almıştır. Çivi çakılmadan yapılmış bir yüksek mimari eserdir. Güney Doğu ve Batı Rodoplara açılan yol kavşağında ve ırmak boyunda inşa edilmiş olması ve güzide minaresiyle ünlü olan, bu Allah mekanı hiçbir dönemde cemaatsiz kalmamıştır. Yasakların en şiddetli olduğu dönemlerde, Bulgaristan Türk azınlığı milli ve dini aidiyetini bu mabetlerde koruyabilmiştir. Kimliğini yaşatırken köklerine dönmüş ve sığınmıştır. İnsanlarımız camilerimize ilgili ve kenetlidir. Aynı sözleri soydaşlarımız için de söyleyebilirim. Cami törenlerine, mevlitlerimize İstanbul ve Bursa’dan yoğun katılım oluyor. Kısacası, Camiler, mescitler, türbeler Bulgaristan Türklerinin Müslümanlık ve Türklük tapusudur. Canbazoğlu: Benzer örnekler başka bölgelerde de var mıdır? Ulutürk: Bizi fazlasıyla inciten bir örnek de Karadeniz kentimiz Balçık’ta var. Canbazoğlu: (müzik, deniz, video ve fotoğraflar – Balçık., Dobruca videoları)


160

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Kumasalın tam önünde, asırlık çınarların ve çiçeklerle bezenmiş zümrüt yeşil bir parkın içinde birbirine yapışmış bir cami ve kilise... Bu emsalsiz tarihsel eser de müze olarak kullanılıyor. Öykülenmiş... Bu evin yarısının cami olduğunu ele veren çatısındaki minare ve yan yana dizilmiş taş koltukların birindeki ay yıldızlı kabartmadır. Burası aslında Romanya Kraliçesi’nin “Tenha Yuva” adlı yazlığı! Kraliçe Marie’nin sarayı olarak bilinir. Mariye bir Türk denizciye aşık olmuş, koca Avrupa’da eşine rastlanmayan bu şaheseri yaratmış, kavuşamayınca kalbinin buraya gömülmesini vasiyet etmiştir. Ancak yıllar sonra kalbinin gömülü olduğu özel mezar Bükreş’e götürülmüş ve orada vücutla birleştirilmiştir. Yazlık Saray’da camiye yapıştırılmış bir de kilise var “Stella Maris” 1929’da inşa edilmiş. Ustalar bu kiliseyi Kıbrıs Magosa’daki bir cami-kilisenin ikizinden kopyalamışlardır. Balçık, 1913’te Romanya’nın toprağı olmuş ve 1940’ta yine Bulgaristan’a geçmiştir. Kilise-camii 1987’den beri kültür anıtı olarak kullanılıyor. Ne var ki, Kilise tarafı onarılmış, cami tamir edilmemiş, duvarların sıvası dökülmüş, kiremitler çatlamış, oluklar dökülmüştür. Ayrımcılığın bu kadarı artık fazla... Balçık yöresi Dobruca’nın çevre köylerinde Türklük tüten yerdir. Köylüler Kraliçe Marie öyküsünü biliyor. “Denizciye gönül mü verilir” deyip, defteri kapıyorlar. “Kuma baksana, kumda iz yok” diyenler var. Yakan sevdanın tek taraflı olduğuna işaret ediyorlar. Gerçekten burası Kuzey Karadeniz, doğası koyu yeşil, renkler net, dalgalar ve taşıdıkları köpük halı geniş, sahil taşlık ve hiçbir yerde hiçbir iz yok. Ne ki, bu anlatılanların tam da efsanedeki gibi olmasını isteyenler git gide çoğalıyor. Mariye zamanında olduğu gibi şimdi de aşkın sonunun nasıl olacağını kestirmek mümkün olmayanların sevilen kahramanıdır. Burada da her an doğa değişiyor. Değiştikçe de yeni umutlar doğuyor. Canbazoğlu: Rafet Bey, bizde balık baştan kokar derler, burada balık baştan kuyruğa kokuşmuş bir durum var. İzlenim bu. Osmanlıdan kalan 2 binden fazla camiden yalnızca 5 - 6’sını görüntülediniz, hüzünlü bir tablo, beliren ya da sezilen çözüm alternatifleri var mı? Ulutürk: Türkiye İktisadi Kalkınma Ajansı (TİKA) bizde de aktif bir kurum olarak çalışamıyor. Bulgar devleti buna hala izin vermiyor. Her şeye rağmen Türkiye Bulgaristan’da kendini hissettiriyor. Çekiç ve keser sesleriyle hiç kimseyi rahatsız etmeden, yaratıcı bir yaklaşım ve geleneksel bir ustalıkla Osmanlıyı uyandırıyor. Bulgaristan Müslümanları çakılacak her çiviye çekiç vurmaya hazır, camilerin hepsinden birden ezan sesi işitmek istiyorlar. Memlekette toplumun baştanbaşa ve dipten tepeye değişip yenileceğine inanıyorlar. Tabi bunları yaparken insan yetiştirmeyi de unutmamalıyız, çünkü insanın olmadığı bir yerde hayat yok demektir.


Makale ve Analizler - 2018

161

Canbazoğlu: (genel Bulgaristan videoları, şehirler, dağlar ovalar) Bulgaristan Türkleri son 30 yıldan beri çocuklarına “hak”, “özgürlük”, “adalet” ve “demokrasi” sözleri ezberletiyor. Demokratik Bulgaristan davasının en büyük demircilerinin Türkler, Müslümanlar olduğuna herkes inanmış. Tamamlanamayan dönüşümleri başlatan onlar. Bulgaristan toprağında devlet kurma istidadına sahip iki millet var. Türklerle Bulgarlar. Ne ki son yıllarda Bulgaristan toplumu çok ciddi bir stres yaşıyor: Bulgarlarda kendi geleceklerine ilgi yok!!! Gençler pasif. Gözleri dışarıda. Ucuz uçak biletine bakıyorlar. Bulgarlar övünmeyi seven bir millet. Şan şerefi sadece kendi geçmişlerinde arıyorlar. Bugünümüze ilişkin olan kamuoyu tartışmalarının daha fazlası yakın ve uzak geçmiş üstünedir. Bu tartışmalar henüz TV stüdyolarına taşınmadı. Çünkü alevlendikçe toplumun yeni parçalanmalarına neden yaratıyor. Oysa Bulgar toplumu zaten gereğinden fazla parçalanmış durumda ve durmadan dalgalanıyor. Bazı günler sabah % 60’ı Batıcı, öğleden sonra bakmışsın % 80’ni Moskovacı. Avrupa Konseyi dönem Başkanlığının Sofya’da yapılması durumu pek etkileyemiyor. Bulgaristan’da, Geçmişle Geleceğimiz arasında bir bölünmüşlük, derin bir kopukluk var. Bu gerçek, kazıbilimciler ve gelecek bilimciler arasındaki didişme ve kavgadan çok daha derin bir şey. Geçmişten çıkan malzemeyle gelecek bina edilemiyor. Toplumun tarihsel geçmişinden yalnız peşin hükümler seçiliyor, klişeler kullanılmak isteniyor ki, bunlar toplumu daha da parçalıyor, tarihten geleceğin ortak olacağı ruhu doğmuyor. Oysa geçmiş ortaktı. Bu kabul edilmedikçe ortak gelecek kurulamaz. Tarih, hele ülkede yaşayan azınlıklar konusunda yalan yanlış iddialardan arınmadıkça, ortak bir gelecek parlayamaz. Kazıbilimciler ile geçmişi eşeleyen siyasetçiler, Bulgaristan’daki Türklerle ilgili “93 Harbi”nden derine inmek istemiyorlar. Onlar için Bulgaristan Türkleri “Plevne Savaşı”nın yetim evlatlarıdır. Bulgar’a emanet edilmişler sanki. Osmanlıda yaratılan, şair Naim Bakov’un “Hoşgörüden yararlanan yağmacılar” dedikleri Türklere miras kalan her şeyi bizim olmaktan çıkardı ve onların oldu. Müslümanlar, ucu sınır dışına çıkan bir karanlığa itildi. Maddelerinde Türklerin adları geçmeyen 1879 Tırnova Anayasası onlara “eşit haklı vatandaş” olabilirsiniz, dedi ama arkasını getirmedi. Birlikte yaşamanın ve ortak bir devlet kurmanın yolları aranacağına “siz bizi 500 sene ezdiniz” dediler. Değer yargıları yer değiştirdi. Osmanlıdan kopanlar “Türklerden kurtulduk” havasına girdi. Sonra da “kurtarıcı Rus’un” bu işi hayrına yapmadığı, “Türklerle birlikte onları da esir edip köleleştirmek istediği” anlaşıldı amma


162

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

geç olmuştu. Artık Kurtuluşlarından utanıyorlar. Değişen kurtarıcıların kâh birini kâh ötekini övüyorlar. Mağrurluk aranan zamanda yaşıyoruz. Milli duyarlılığın çöktüğü bir ortamda, ulusal kimliğin derin bunalımı içinde iftihar edilecek kırıntılar bile bulunamıyor. Dipte pes etme durumu Bulgaristan’da daha önce de yaşanmıştı. 3 Mart 1878’de Yeşilköy’de masaya davet edilmedikleri gibi Sözleşmede “Bulgar” ve “Bulgaristan” sözleri yer almadı. Büyük bekleyişe karşın Berlin Konferansı’na da davet edilmediler. Özgürlüğü “kurtarıcının” gölgesinde arayacaklardı. Bulgaristan’ı kim ve neden kurtardı tartışması 140 yıldır kızışıyor. 3 Mart’ın iftihar edilecek bir tarih olmadığını anlamayan kalmadı. Milli bayram günü toplumu param parça ediyor, “Kurtarıcı” Şipka tepesinde lanetleniyor. “Sizi biz kurtardık” hatırlatmasını yenilemek için özel olarak gelen Moskova Baş Piskoposu Kiril, bu defa Cumhurbaşkanı Radev’e gözdağı verdi. Başbakan Borisov resmi törene gitmedi. Halk bu bayrama anlam veremediği için yeni Milli Bayram günü istiyor. Demokratik Kamuoyu bir dünya egemeninden kopup diğerine bağlanma övgülerini 21. yüzyıl köleliği olarak kabul ediyor. Bulgar kibri Birinci Dünya Savaşından sonra da sönmüştü. İftihar edilecek hiç bir şey kalmamıştı. Köylülere sabanı nadasa saplatan, toprağa tohum saçtıran ve orakçılara koumalarını bileten büyük önder, Çiftçi lideri Aleksandır Stanboliyski katledilince halkın ruhu yeniden kırılmıştı. O ağır açlık yıllarında Bulgarların bir halk ve devlet olarak birleşmesi olanaklıdır fikri tartışıldı. Bu birleşmenin ancak azınlıklarla birlikte olanaklı olabileceği sonucuna varıldı. Toplumun sosyal dokusunda azınlık renkleri işlenecekti. Bir daha bütünleşemeyecek şekilde dağılmış olan Bulgar ruhunun azınlıklarla birleşince yeniden uyanabileceğine inananlar artmıştı. Türkiye Cumhuriyeti’nin doğuşundan ve devletin ilk başarılarından ilham alan Bulgaristan Türkleri Birinci Türk Milli Kongresine yelken açmışlardı. İki Büyük Savaşın arasında 2 askeri darbe ve 3 ayaklanma yaşadı Bulgaristan. Toplumda denge bozulmuş, diyalog kesilmişti. Atalarımız o ağır yıllarda Bulgar milletinin yeni tarihin kolay uyuyan, kolay aldatılabilen, fakat zor uyanan bir kundak çocuğuolduğuna inanmış ve yardım eli uzatmıştı. Ne yazık ki, onlar bu meme çocuğunun kendi ana sütünden fazla sütanneden emmek istediğini görememişlerdi. Bu sütannesinin Rusya ya da Batı olması çocuğu rahatsız etmiyordu. 37 yaşına kadar emen bir Çin Kralı gibi Bulgar devleti de 140 yaşına girdi ama yabancı memeden vazgeçemedi. Dıştan ge-


Makale ve Analizler - 2018

163

len her şey haramdır deyip azınlıkların akrabalık bağlarını dahi koparırken, kendisi güçlendi ve hırçınlaştı. Bundan dolayıdır ki, Osmanlı döneminden sonra Bulgaristan Türkleri hiçbir dönem Bulgarlarla aynı zamanda uyumadılar. Su uyur düşman uyumaz bilinciyle, hep kuşku duydular. Birlikte olmak için Bulgarların tek ulus tek devlet ülkü ve rejim anlayışından vazgeçip tüm vatandaşların kabul ettiği bir değer sisteminde, kollektif bir irade ile güçlü bir inançta buluşmaları şarttı. Ne yazık ki, tarihinin büyük bir kısmı uykuda geçen Bulgar’ın Türkler, Müslümanlar, İslam dini ve uygarlığı kâbuslu rüyası devam ediyor. Hayat öyle bir şey ki, düşe kalka çocuğun etrafında birleşenler ancak ona yardım etmek için oradadır. Gelişmeler minnettarlık duygusu olmayana yardım etmekten kötülük doğar dersini çıkartı. Çünkü her şeyi yanlış yapan, fakat kendi doğruluğuna yüzde yüz inananlardan ancak amansız düşmanlık doğar. 20. yüzyılda ve günümüzde Bulgarlara en yakın olan topluluk Türklerdir. Bulgaristan Müslümanlarının 20. yüzyılda yaşadığı derin acının kökünde onların ruhunda olan kardeşçe yakınlaşıp yardımlaşma çabalarımızda, yani kendimizde aramalıyız. Kendi içinde de huzur sağlamayı başaramayan bu toplumun Çarlık dönemi tarih dolabında elinde parlarken iftihar edebileceği hiçbir şeyi maalesef yoktur. Canbazoğlu: Bulgaristan’da sosyalizm ağacı neden meyve vermeden kurudu? Ulutürk: Bu sorunun tek bir yanıtı var: Çünkü sosyalizm yıllarında yaşayanlar faşizm döneminde doğmuşlardı. 1944 - 1949 yılları arasında sosyalizm fidanı dikilirken köküne su değil, 10 bin kişinin kanı döküldü. Toprağı Rus çizmesiyle çiğnendi.156 bin kişinin toplama kamplarından geçmesi, birçoklarının geri dönmemesi. Büyük Savaş yıllarında Türklerin araçsız göç etmesi. Büyük sayıda kurban alan sözüm ona “soya dönüş süreci” zulüm ortamında toplumun kanının donması. 20 bin Yahudi ve Romen’in gaz kamaralı “Treplika” kampına gönderilişinin unutulmayan acısı. 48 bin Yahudi’nin Bulgaristan’ı terk etmesi, bugün 3 milyondan fazla vatandaşımızın ekmek teknesini sırtlayıp gurbeti seçmesi, düşünenleri düşündürmelidir. Bir toplum için en büyük tehlike düşünenlerin düşünemez duruma gelmesidir. Fikir üretiminin durması ve toplumun et yığınına dönüşmesidir. Tablo budur. Sosyalizm yıllarında doğan ve artık 40 yaşlarındaki, yani olgunluk çağını yaşayan kuşak boş bir sahnede ölü ışıklı bir lamba rolü görüyor. % 40 okul görememiş, % 60’ı okuduğunu anlayamayan, % 80’ni ise “debil” - yani takatsiz olan bir toplumda, her kafadan bir fikir çıkan ve kaynadıkça kaynayan bir yaratıcı ortam yaratmak olanaklı olamaz. Avrupa doldursun ve biz de nemalanalım bekleyişi boşunadır. Çünkü Avrupa bu defa hiçbir şeye gebe değildir. Üstelik ol-


164

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

muş olsa bile, Türklerin ve Pomaklarla Çingenelerin de bu yaratıcı ortama kabul edilmesi tamamen imkânsız görünüyor. 1000 adet Çingene doktor ile 1000 adet mühendis yaratmakla toplumsal buluşma ve kaynaşma sorununu çözmeyi düşünenlerin seçeneği de yanlıştır. Balık çiftliğinde birkaç balık semizletmekle, deniz suyunun değişeceğine ve balıkların irileştiğine kimseyi inandıramazsıbız. Çingeneler getto-mahallelerde, Türkler ve Pomaklarsa atalarından kalan köylerde, aynı dere ve tepelerin arasında yaşamaya devam ediyorlar. Toplumsal diyalog başlayamıyor. Azınlıklarla Bulgar ulusu arasındaki temas kanalları kapalıdır. Çocuklarına 70 yıldan beri devlet anaokulunda ders görme hakkı tanınmayan azıklıklar yeni yalan işitmek istemiyor. Sosyalizmdeydi o, kötü şartlarda yaşarken ve ağır koşullarda çalışırken aydınlık kapısının açılacağını ve bir adım ötedeki cennete geçmeyi hayal etmek. Bugün hayal gücünü yitiren yalnız azınlıklar değil, genç kuşak da rüyalara dalmak istemiyor. Siyasi alanda köklü sistem değişikliği isteyenler 16 Kasım 2016 ’da halk oylamasına katıldılar. 2 milyon 500 bin kişi politik sistemin değişmesini, seçimlerde parti listelerindeki adaylara son verilmesini, halkın göstereceği adaylara majoriter oy verilmesinde birleştiler. Seçimlerin zorunlu olmasını, oy veren seçmen için partilere bütçeden para ödenmesine son verilmesinde kesin ısrar ettiler. Türkiye’deki ve diğer ülkelerdeki seçmenlerin oy verme ve yüzde yüz katılımını sağlamak için dış ülkelerdeki vatandaşların genel seçimlere posta ile oy vererek katılmalarını Büyük Elçiliklere giderek anlattılar. Bugün artık memlekette kalan seçmenlerin dış ülkelerdekilerden daha az olduğunu herkes kabul ediyor. Bulgaristan Türklerinin siyasi yaşamdaki rollerinin arttırılması için ruhlarını satarak Sofya meclisine giren milletvekillerinden kurtulması gerekiyor. Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH), Özgürlük, Hoşgörü ve Sorumluluk için Demokrasi (DOST) ve (Halkın Hürriyet ve Demokrasi Partisi (HHDP) gibi Bulgaristan Müslümanlarını temsil ettiklerini ifade eden siyasi kuruluşlar, Türklerin hak ve özgürlük, adalet ve demokrasi ve Türk kimliği ile yaşama davasını engellemek için görev başındadır. Bu partilerin üçünün de programında “Türk kimliğini yaşatma”, “kültürel otonomi” Bulgaristan’ın imzaladığı uluslar arası insan hakları, azınlık hakları antlaşmalarının kusursuz imzalanması cümleleri yoktur. Bu üç partinin siyaset sahnesine çıkalıdan beri Bulgaristan Türklerinin siyasi, ekonomik, kültürel, sosyal, eğitim ve sağlık haklarında hiçbir edinim elde edilememiş, durum daha da kötüleşmiş ve hayat yaşanmaz hale gelmiştir.


Makale ve Analizler - 2018

165

İnce Kazanırsa Bulgarlar Bayram Eder

BULTÜRK Genel Başkanı Rafet Ulutürk-01.Haziran.2018

Çocuklar: Sesiz! Anne babalar: Bulgar’a verginizi ödeyin. Nine ve dedeler: Siz gününüzü bekleyin! Büyük Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) 24 Haziran 2018’de Türkiye’de erken genel seçimlerde Cumhurbaşkanı adayı olarak fizik öğretmeni Sayın Muharrem İnce’yi aday gösterdi. 31 Mayıs, Perşembe İnce Kırcaali’ye geldi, iftar açtı. Güney Doğu Rodoplar’ın incisi olan bu zümrüt yeşil şehir, Bulgaristan Türkeri’nin kimlik mücadelesinde bir ateş hattı, fetih edilemeyen bir Türklük kalesi oldu. Şimdi de Bulgaristan’da Türklüğü yaşatmaya çalışan en büyük merkezdir. Muharrem İnce’nin Kırcaali’de ne işi vardı demeyiniz. Buraya memleketi Gümülcine’den geldi. Dedesi oralı olmalı. İnsan bir şey olunca ya da olma şansı belirince önce köyüne gider ve hemşirelerine bir hava atar. O da öyle yaptı, Bulgaristan’a uğraması da işin uzantısıdır. Edirne, Silivri ve Kırcaali belediyelerinin ortaklaşa yaptıkları iftarda 2 - 3 bin civarında yerli ve konuk katıldı. Dostluk ve işbirliği hamlelerine katkı oldu. İnsanımız bir araya geldi, bir birileri ile hasbihâl ettiler. İnce’den önce buradan Bayrampaşa “Bereket Konvoyu” her yıl geçmekteydi bu yıl İnce onları da solladı. Bu iftarlar artık hava değiştiren bir etkinlik oldu. Şehirde İnce coşkusu yaratmak için HÖH yöneticileri oldukça çalıştığı da görülmekteydi. Zurnalar davullar Rodop havalarına ritim can verdi. Ayrıca bu görüşme, HÖH - CHP kaynaşması ve belediyeler düzeyinde aynı siyasi havayı buluşturan bir girişim oldu. HÖH Genel Başkanı Mustafa Karadayı Kırcaali’de ilk kez halkla birlikte iftar açtı. Bozuk Türkçesiyle İnce’ye anlatmak istediklerini anlatmaya çalışırken iyice zorlandı. Kırcaali Belediye Başkanı Hasan Aziz’in birkaç defa yardım etmesi gözlerden kaçmadı. İftara toplananları mitinge toplananlarla karıştıran İnce hemen kürsüye atladı. Bulgar polisiyle önceden anlaşmaya varılmış olacak ki, Türkçe propaganda yaptığı için ceza dahi kesilmedi. Çünkü seçim kürsüsünden Türkçe konuşmayı yasaklayan ve ceza kesilmesini öngören yasada, “iftarda Türkçe konuşmak ve Türk dilinde propaganda yapmak yok” fıkrası yoktu.


166

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İnce, “millet” cephesinden aday olduğunu ve Türk milletinin Bulgaristan’da yaşayan Müslümanları da kapsadığını söyle(ye)medi. “Millet” anlayışının “milli bilince” ve oradan da “Türk kimliği milli bilincine” çok yakın olduğundan dolayı, Bulgar makamlarıyla ön uzlaşma sağlanırken, “Millet” kavramını kullanmayacağına söz vermiş olabilir. Bize, “etnik” veya “etnik azınlık”, hatta “Müslüman halk topluluğu” veya ülkenin “en büyük dil ve din topluluğu” da demekten kaçındı. 2050 yılında Bulgarları sayıca aşarak, Bulgaristan’da ülke nüfusunda ana faktör olacağımızı ise görmezden gelip pas geçti. İlk alkışı alan İnce, hemen “huzur” ve “B” şıkkına geçti. “Büyük Türkiye” projesine değinmekten ise korktu veya gerek görmedi. Oturanlardan “biz bu projenin neresindeyiz?” sorusu gelebilir, diye korkmuş olabilir. “Huzura” takıldı. Ezan sesi bekleyen dinleyiciler huzurluydu. Fakat konuşmacı, onlar da Türk olduğu için, “huzur baklava gibidir, huzurla iftarda da açılır, üstüne de gider” mantıyla devam etti. Sözleri alkış getirmeyince 140 yıldan beri ezilip çeken bu insanlar “artık huzur nedir unutmuşlar” diye düşünmüş olacak ki, birden bire ileri yeni bir adım attı, açık hava ortamına çöken Türklük ruhunu dağıtmak için, “Siz Bulgar vatandaşısınız” dedi. Bu da alkış getirmedi. “Siz, Bulgar devleti kuruldu kurulalı Bulgaristan vatandaşısınız, üstüne üstelik bir de Avrupa Birliği vatandaşısınız, elinizdeki pasaportla dünyayı vizesiz dolaşabilirsiniz. Sizleri kıskanıyorum!” gibi bir tekerleme yapsaydı, belki de biraz tutar ve birkaç kişiden alkış alabilirdi, fakat bu da olmadı. Ardından birden bire arpası az gelen katır gibi, kıç attı. “Gözümüz Orta Asya göçebe çadırlarında değil, Avrupa Birliği uygarlığındadır!” dedi ve bu sözleri işitenler şunları düşündüler: “Avrupa Birliği üyeliği bir tiyatro oyunudur. Üye olduk. En fazla işsiz, en yoksul ve iki ucunu bağlayamayan, çocuklara okul harçlığı veremeyen, Müslüman çocuklar domuz etiyle beslenen, kendi aralarında Türkçe konuşturulmayan, camilerde Türkçe konuşmaları yasaklanmak istenen,” durumu yaşayanlar biziz. Burada yaşayan insanlarımızın Avrupa kapısı açık iken bile Türkiye’yi seçtiğini de bilmediği ve anlatılmadığı da ortaya çıktı. İnce konuşmasında birden bire yön değiştirdiği ve Türkiye’nin “daraldığını”, “gerildiğini” ve “özgürlüklerini” geri istediğini söyledi. Bu daralma ve disiplinli duruşun vatan ve millet düşmanı PKK, FETÖ, PYD, YPG, DEAŞ gibi örgütlerle içte ve dışta silahlı mücadeleden kaynaklandığına hatırlatmada dahi bulun(a)madı. Yılanın başı Yakındoğu’da ezilmezse yer altında sürüne sürüne gelir ve Bulgaristan’a, Balkanlara geleceklerini, demedi diyemedi. Terörle, emperyalizmle, Türk kimliğimize el uzatan, söz atan hain ve döneklerle müca-


Makale ve Analizler - 2018

167

delemiz ortaktır vurgusu da yapmadı yapamadı. Siyasi ortamın son dalgalanmalarında aktüel anlamı tamamen boş olan “halkların kardeşliği”ne atıf yaptı. Muharrem İnce, “Afrin Zaferi”nden söz dahi etmedi edemedi. PKK ve DEAŞ’ın omurgasını Suriye topraklarında kıran TSK’nın yenilmez gücüne de işaret etmedi edemedi. Bu silahlı çatışmalarda Bulgaristanlı soydaşlarının da Türkiye için şehitler verdiğini ve kahramanlıklar gösterdiğini söylemedi söyleyemedi. ABD’nin Büyük Türkiye’ye 15 Temmuz 2016’da darbeye kalkmasını püskürten, Türk halkının sert bir silahlı askeri darbeyi göğüslediğini, ağır yaralar aldığını, büyük kayıplar verdiğini, ama ardından toparlanarak “Yenikapı Zafer Ruhu” oluşturduğunu da konu etmedi edemedi. 81 milyonluk Türkiye vatandaşının Cumhurbaşkanı olmuş gibi konuşan İnce, her sözünde Bulgaristan’ı, Bulgaristan Türklerinin tarihini ve şimdiki ruh halini bilmediğini, parçalanmış Türk kimlikli bir halk topluluğu olan soydaşlarımızın ağır geçim sıkıntısı yaşadığını, dil, din, eğitim ve kültür sorunlarından tamamen habersiz olduğunu da gizleyemedi. İnce’nin kürsüye çıktığı an, Eski Zağra - Stara Zagora’da milliyetçiler rakı şarap şişelerini açmış, büyük kutlamaya hazırlanıyorlardı. Aynı gün Eski ZağraStara Zagora Belediye Meclisinde 39 evet, 4 hayır ve 2 çekimser oyla 850 coğrafik mekânın Türk isimleri Bulgarca uydurma isimlerle değiştirilmişti. Bu zafer kutlanıyordu ve bu 1989 yılında rafa kaldırılan sözde “soya dönüş” sürecinin bir devamı olarak kabul ediliyordu. Bulgar milliyetçiliği saldırılarını sürdürüyordu. Fakat Türkiye’nin Cumhurbaşkanı adayı İnce, Bulgaristan’ın İçişlerine karışmamakta sanki yeminliğiydi, hükümete tırmanan 3 faşist partinin adını anmadan konuşmasına devam etti. Parti üstü, vizyon sahibi bir cumhurbaşkanı olacağını anlatan İnce, dış ülkelerde yaşayan Türklerin kanayan yaralarına da derman arama niyetinde olmadığını belli ederek, konuşmasına şöyle devam etti: “Sizler başka bir ülkenin, Bulgaristan’ın vatandaşısınız. Sizin göreviniz Bulgaristan’ı kalkındırmak, vergi ödemek, ülkenin kurallarına uymaktır.” dedi. Bu sözler hazır bulunanları adeta şok etti, şaşırttı. Bu iftara gelenler Bulgaristan Türkleri olduğunu da unutmuştu. Buraya gelen elleri nasırdan çatlamış, yüzleri dertten buruşmuş, bu ülkenin bütün fabrika ve barajlarını, köylerinin yollarını, kara ve demiryollarını, üniversite ve kültür enstitülerini vs. hepsini inşa etmiş, fakat şu an avucunda bir şey olmayan kalabalık, “bu adam nereden gelmiş” der gibi şaşkın şaşkın bakındı. Bu insanlar yılda 280 bin ton tütün üreten, her gün Sovyetler Birliğine kalkan 380 vagonu gıda maddesi dolduran, bir milyon 500 bin iri baş hayvan ve 15 milyon


168

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

koyun kuzu bakan, bugün soyulmuş ve olağanüstü sefil yaşamaya zorlanmış insanlar bir anda kürsüden gelen sesi işitmez oldular. “Bulgaristan’ı kalkındırın. Vergi ödeyin!” çağrısı, “köle olmaya razı olun! Ben Türkiye’ye Başkan olursam benden bir şey beklemeyin!” anlamına geliyordu. Türkiye’ye olan umutlarını da söndürdü. Aldığımız haberlere göre, ertesi gün Kırcaali Türk aydınları Sofya Meclisi Sosyal İşler Komisyonu Başkanı HÖH milletvekiline mektup göndermişler ve Muharrem İnce’ye “Vergi Toplama Dairesinden” bir maaşa bağlanmasını teklif etmişler. Çünkü GERB lideri Boyko Borisov’un iktidara geldiği 2009 yılından beri 16 Milyar leva vergi toplanmayan bu ülkede, ilk kez bir siyasetçi, kürsüye çıkıp Türkleri vergi ödemeye davet etmiştir. Bu emeğin primi ödenmelidir. Dikkati çeken şu da oldu. İnce’nin Türkçe konuşmasına sağır kalan Bulgar polisi onun Bulgaristan Türklerine hitaben vergilerinizi ödeyin, demesi “İçişlerimize karışma” sözü olarak nitelenmedi. Fakat Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan “Birkaç ay önce Kırcaali’de gönül kardeşlerim yaşıyor!” dediğinde dünya ayağa kalkmıştı. Bulgaristan’da Irkçılar kudurmuştu, bu nasıl söyler bu sözleri... Şimdi ise hava huzurlu, her yer süt liman, en azılı Türk düşmanları bile sustu, Radyo, TV ve basın dilini yuttu. Bu işin içinde bir şey var... Bulgar aşırı sağ milliyetçiler, faşistler Muharrem İnce’nin kazanmasını arzu ediyor gibiydiler, Bulgarlar, İnce’nin kazanmasını Türklerden çok istiyor havası esti. Cumhurbaşkanı adayı İnce’nin yüksek sesle söylediği sözlerin bir benzerini, ezan sesi bekleyen yaşlılar daha önce Cumhurbaşkanı olarak buraya gelen General Kenan Evren’den de duymuşlardı. Diktatör Todor Jivkov’la görüşmesinde, o Bulgaristan Türkleri için “Eti senin, kemiği benim!” demişti. 37 yıl tuz yalamış koyunlara saya kapısı açar gibi, devletin sınır kapısını açan Cumhurbaşkanı Turgut Özal ise, tamamen parçalanmalarına sebep olmuştu. “Bulgar’dan hayır gelmeyeceğini” bildikleri gibi, Türkiye’den Recep Tayyip Erdoğan öncesi Türk siyaset adamlarının kendileri üzerinden zor buldukları sorunları çözmeye büyük siyasete alet etmeye çalışmamışlardı. 1968 - 1978 göçleriyle Bulgaristanlı kalifiye Türk işçilerini toplamışlar ve Türkiye sanayileşmesinin sorunlarından birini çözmüşlerdi. Türkiye yöneticileri 1989 yılında Türkiye’de kalkınmaları için özellikle kadınların çalışmalarına büyük katkısı olurken, Bulgaristan’ı 50 yıl daha rahat nefes almalarını da sağlamış oldular. Kürsüde bir sağ bir sol yapan İnce’nin iki kolunu açarak “siz benim canlarımsınız” demesini beklediler, fakat meslekten öğretmen olan Muharrem İnce için geçerli olan bir şey varsa o da “hoca bildiğini okur” gerçeğiydi.


Makale ve Analizler - 2018

169

Dili dönse o, “28 Avrupa ülkesi arasında en düşük ücretle çalışıp, en düşük emekli maaşıyla geçinen, 13 bin 500 çocuğu okula gidemeyen, çocukları anadillerini öğrenmeye ilgi göstermeyen, anaokullarında Müslüman çocuklara domuz eti veren, okula gidenlerden % 40’ı okuma yazmayı öğrenemeyen, % 60’ı da okuduğunu anlamayan bir topluluk durumuna getirilmişsiniz, ben bu sorunları çözeceğim, arkanızdayım, yalnız değilsiniz.” demesi beklenirdi. Bunlar gibi cesaretlendirici sözler söylemesi iyi olur ve büyük de alkış toplardı. Bu beklenti de tamamen boşa çıktı, halk Büyük Türkiye’nin küçük adayını gözleri ile gördü ve gördüklerine de üzülerek inşallah seçilmez dercesine kararsız masum gözleriyle bakmaya devam ettiler. Büyük Türkiye’nin büyük insanlara ihtiyacı olduğu ortaya çıktı. İnce bir fizik öğretmeniydi, elektriğin, atomun, kuantum vb ismi tüm dillerde aynıydı ve Türkçe öğrenmelerinin onun için bir anlamı da yoktu. Bekleyenlerin beklentileri ile anlatanın anlattıkları arasında çakışma ve örtüşme yoktu. Elinde mikrofon İnce bir arada ansızın vites değiştirdi, sanki kendine durumu fark etti ve şöyle dedi: “Bulgaristan’ı gelişmiş ülkelerin düzeyine çıkarmak için çalışmalısınız ama bunu yaparken yönetiminde ortak olmalısınız. Bulgaristan vatandaşısınız ama Türk ve Müslümansınız. Benim amacım sizi Türkiye’nin sıcak siyasetinin içine çekmek değil, sizinle hasret gidermek, dertleşmektir. Türkiye’nin sıcak siyasetin içinde olmayın zaten. Türkiye’de her şeyi böldüler, sizi de bölmeye çalışıyorlar ama siz bölünmeyin.” Bu arada Kırcaali Belediye Başkanı Hasan Aziz’in Tekirdağ Çorlu’ya gitmiş. Daha CHP’den aday belli bile değilken orada CHP’ye oy istemişti. Bu konuda propaganda yaptığını bilmiyordu herhalde. Tabi çevresinden de bunu söyleyen olmamış belli ki, Konuşmacı, Bulgaristan azınlıklarının tek dilli, tek kültürlü ve ter uluslu devlet rejiminin dışında tutulduğundan haberi dahi yok gibiydi. Bulgaristan’da yaşayan azınlıklardan hiç birinin okulu yoktu. Bulgar devlet vergisini topluyor ama vatandaşa anadilde eğitim ve kültürel hizmet olarak geri vermiyordu. Türkiye’de de bir milyondan fazla soydaşımız var, onların vergilerini de Türkiye Cumhuriyeti devleti topluyor, ama yarısının Bulgaristan’da Türk Kimliğini yaşatmaya harcamıyordu. İnce’nin de böyle bir niyeti yoktu. Hepsi gibi o da vatandaştan oy istiyor, fakat “sizin için şunu şunu yapacağım” demiyordu diyemiyordu... Onlara gelince para hep yetişmiyordu. Bu vatandaş karşılarında kendi liderini görmeyi iyice özlemişti... Kırcaali’ye onu karşılamaya sadece Hak ve Özgürlük Hareketi (HÖH - DPS) Başkanı Mustafa Karadayı ve Kırcaali Belediye Başkanı Hasan Aziz geldiler. Demokrasi İçin Sorumluluk, Hoşgörü ve Özgürlük Partisi (DOST) ve Halkın Hürriyet ve Şeref Partisi (HHŞP) yönetiminden, sürgünde ve hapishanede kalanlar-


170

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

dan ve Türk Pedagoji Okulu mezunlarından, şair, gazeteci ve yazar aydın, kanaat önderi zümresinden sırada duran bir heyet “Hoş geldiniz!” demedi. Bulgaristan Türklerinde CHP’ye yani sola karşı güven Bülent Ecevit’ten sonra büyük ölçüde azaldı. Dış Türkler konusunda bu partinin tutumunda sosyal demokrat kararsızlık, ikiyüzlülük ve kincilik alıp yürüdü. “Vatan” konusunda bile söyleyecek sözleri yoktu. Zaten Türkiye’de İnönü döneminden Dış Türkler konusu şöyle anlaşılırdı; Van’dan - Edirne’ye kadardı; Özal döneminde Adriyatik’ten - Çin Seddi’ne kadardı; Recep Tayyip Erdoğan döneminde bu Tüm Dünyada Yaşayan Türkler haline dönüştü. İşte gerçekler bunlar. 10 Ağustos 2014 Pazar günü Kırcaali de Türkiye’nin halk tarafından seçilen ilk Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı kutlamak için çıkan halkın karşısında toplanan polisler bu gün hiç biri yoktu. Kırcaali’de İl Valisi, bu şehirden birer milletvekili çıkaran BSP ve GERB, her kamu eylemine üşüşen polisler ve Bulgar kenesi ırkçı partiler de ortalıkta görünmedi. Muharrem İnce ile sözü uyan aynı görüşü paylaşan Belediye Başkanı Hasan Aziz’den misafirini Kırcaali şehri “fahri” başkanı yapmasını bekleyenler de boşa heveslendiler. Anlaşılan Sofya’dan onay gelmemiş “dur bakalım” seçilsin bakarız demişlerdi. Yoksa Bayrampaşa Belediyesi 13 Haziranda burada Kırcaali’de olacak fazla ileri gitmeyelim bunları da karşılayalım sonra bakarız mı dediler bilemem... Mayıs ayında Cumhurbaşkanı Rumen Radev ile Başbakan Boyko Borisov’un Moskova ziyaretlerinde Başkan Vladimir Putin’in konuklarından önce “1878’den sonra Bulgaristan topraklarında kurulan ve bulunan Rus ve Sovyet anıtlarının hepsinin korunması ve bakımı için devlet garantisi istendiğini” burada hazır bulunanlar biliyordu. Kırcaali kültür çevreleri Cumhurbaşkanı adayı İnce’den, Evlad-ı Fatihanların Osmanlı yadigârı binlerce cami, köprü, okul, mescit, medrese, taşınmaz, abide, kabir ve kabristanlık, vakıf malları, tarlalar ve mülkleri, Türk evleri, Türk köyleri ve diğer taşınmazlar için Baş müftülük, Bulgaristan Müslümanlarının Diyaneti, tüm Bulgaristan Müslümanları ve vakıflarımız lehinde garanti talep etmesini beklediler. Ne var ki İnce oralı bile olmadı. Bu iftara katılanların umutlarını yitirerek hepsi evine döndü. Köylerde onları bekleyenlere nasıl geçti diye soranlara, Köseler’den Ali aga bu adam “Büyük Türkiye’yi kaldıramaz, Buna bu gömlek büyük gelir” diyerek, yanındakiler de hep bir azdan... İnşallah seçilmez diye de eklediler... Kırcaalililer borçlu kalmamak için, Türkiye’de okuyan çocuklarınız olduğunu biliyorum, seçilirsem “bir fizik öğretmeni ve cumhurbaşkanı adayı ola-


Makale ve Analizler - 2018

171

rak size bir söz veriyorum; hiçbir gencimizi hiçbir tarikat yurduna muhtaç etmeyeceğim.” diye konuştu. Öğretmenlerimiz Muharrem İnce’den 2018 - 2019 ders yılında Bulgaristan Müslüman çocuklarının hepsinin Türk okullarında anadilinde okuyacaklarına söz veriyorum sözlerini işitmek isterken, “Hepinizi 24 Haziran’dan sonra geldiğinizde Çankaya köşkünde bekliyorum” sözleriyle konuşmasını tamamladılar. Dinleyenler koskoca saray varken neden Çankaya dediğini de pek anlamadılar amma soru sorulmadığı için arada bu da kaynadı. Muharrem İnce’nin Kırcaali konuşmasını yerliler şöyle anladı: Çocuklar: Sessiz! Anne babalar: Bulgar’a verginizi ödeyin. Nine ve dedeler: Siz gününüzü bekleyin! Büyük şehirlerde Müslüman Mezarlığı yoksa Bulgarların gösterdiği mezarlığa gömün veya köylerinize götürünüz. Bu adam Bulgar’a yaranmaya mı geldi? Yani bu sessizlik hayra alamet değildi! Evet Kırcaali ahalisinin umutları yine bir başka seçime mi kaldı... yoksa...? Dostlarımızla Paylaşalım birlikte bilinçlenelim, birlikte aydınlanalım...

Nabız Yoklama

Müh. Mehmet Çakır-03.Haziran.2018

Konu: 30 yıl bulanan bir göl ilk akışında durulmadı. Bulgaristan Cumhurbaşkanı Rumen Radev ile Başbakan Boyko Borisov Mayıs ayında bir hafta arayla Moskova’ya gidip geldileRumen Radev yalnız gitti. Başkan Putin’le Kırım’da görüştü. Borisov heyetine 5 de bakan aldı. O Putin’le Moskova’da yüzleşti. Bakanlardan üçü görüşmeye alınmadı. Bu, Putin ile Borisov arasında üçüncü görüşme oldu. 9 yıldan beri iktidarda olan Boyko Borisov ile Vladimir Putin’ini bu görüşmesi en anlaşılır bir şekilde yazabilmem için belki de şöyle demem gerekir.


172

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İkili ilişkiler bir ev olsa, o evde yaşansa da yaşanmasa da, istesek de istemesek de zaman içinde evin önünde, etrafına çöp birikir, içi tozlanır. Evin ortak sahibi olan taraflar evi yeniden kullanmak istiyorlarsa, temizleyip bakım yapmakla başlamak zorundadırlar. Moskova’da da öyle oldu. Biriken çöple mukayese edilebilecek birçok sorun masaya kondu. Vladimir Putin’e göre, şu an en önemli sorun, 1878’den bu yana Rus Çarı II.Aleksandır, “93 Harbi”ne katılan Rus General ve erleri şerefine Bulgaristan’da dikilen anıtların, kilise ve anıt kabrin, köy, kent, sokak, meydan ve okulların vs adlarına, bakımına ve korunmasına saygı göstermek başta gelir. Bu ödev, Cumhurbaşkanı Radev’e verilmedi. Çünkü Bulgaristan bir parlamenter demokrasidir ve yürütmenin başı başbakandır. Başbakan Borisov, Moskova’da verdiği basın toplantısında ve Sofya’ya döndükten sonra gazetecilerle yüzleşirken bu ayrıntıyı atladı. Onun için önemli olan, son yıllarda çok sivrisinek toplayan ve baharın daha ilk ayında irileşen bu haşaratın hükümeti de ısırıp bulaşıcı hastalığa kurban etme korkusuydu. Başbakan kendi ağızından Türkçe “bataklık” anlamına gelen, Bulgarca “göl” dediği “Belene” adlı 2. Atom Elektrik Santrali inşaatından söz ediyorum. Olayın evrakları, Todor Jivkov döneminde rafa kaldırılmıştı. Jivkov, anlamadığı bir şeyi anlatmak isteyince, söz bulamadığında, el kol savuruyor, şapkasını çıkarıp sallıyordu. Onun izah etmeye fırsat bulamadığı Büyük Milli İnşaatlardan biri, harfi yatı çıkarılmış, çukuru göl olmuş, kenarına dikilen depolarda sandık içinde, Rus yapımı 2 reaktör bekletilen korumalı alandır. Şimdiye kadar 3 4 milyar Euro gömülen bu bataklıktan elektrik enerjisi elde etmenin maliyeti 20 milyar Euro’yu bulur diyenler uzmanların kendileridir. Bu dosyaları tozlu raflardan indiren Komünist Cumhurbaşkanı Georgi Pırvanov (2002 - 2012), Sosyalist Başbakan Sergey Stanişev (2005 - 2009) ve Elektrik Enerjisi işlerinden anlamayanların Baş Mühendisi Ahmet Doğan üçlüsüdür. Dosya tozlarını bir üflesek, halkın gözü kamaşır ve biz parayı çukalarız diye düşünmüşlerdi. Olmadı. 2009’da iktidardan düştüler ve bir daha kalkamadılar. Bizim memlekette komünistlerle sosyalistler bir demir paranın yazı ve turası gibidir, birbirlerini görmek istemezler, tanımazla, fakat onları birbirine bağlayan kırtıklı orta kısmı var ya o da itilen yere tekerlenen Ahmet Doğan’dır, gizli polistir, Bulgar “DC” ve şimdiki DANS’ı ve Moskova’daki eski KGB yani şimdiki FCB’dir. Olaya böyle bakınca, Başbakan Borisov’dan “hiçbir işe yaramazların” çöpünü temizlemesi istenmiş gibi bir izlenim kalıyor insanda, ama bu böylemi? Şu incelik var, Borisov da aynı evde ve aynı avluda yetişmiştir, konağa dönmek istiyorsa çöpünü de temizletmek zorundadır.


Makale ve Analizler - 2018

173

Kuşkusuz bu çöp temizleme işi sadece “Belene” AES ile bitmiyor. Bir de boruları gelen ama döşenemeyen “Güney Akım” gaz boru hattı projesi var. Bu iş de Pırvanov-Stanişev-Doğan zamanında yattı. Yatması bir yana, yatağı çürüttü. Karadeniz altından Rus doğal gazı gelecekti, batı sınırımızdan Yugoslavya, Makedonya, Arnavutluk, Hırvatistan, Avusturya, İtalya ve bu sıralama biraz daha uzayabilir, hepsinin ocağını biz yakacak, kümbetini biz ısıtacak, sabah kahvaltısında sucuklu yumurtalar bizim vereceğimiz gazla pişecekti. Bizim yerli dilimizde, “fazla açma ağzını, boğazına sinek kaçar” diye bir atasözü vardır. Bu iş de öyle oldu. Her bakıma güvendiğimiz ve her isteğimizi yerine getireceğine inandığımız Avrupa Birliği “ben bu işe garantör olamam” deyiverdi. Bu arada, ABD’nin Washington’dan uzattığı uzun değnek Borisov’un kafasına dokunmuş da olabilir, “Güney Akım” boru hattı birden unutuldu. Bu arada Rusya, “ben Ukrayna transit boru hatlarına doğal gaz akıtmam” dedi ve bizdeki döşenmiş eski gaz borularının da boş kalması tehlikesi baş gösterdi. O zaman Başbakan Borisov’un aklına, biz bir “Balkan Gaz Boru Hatlarına Hıp Yapalım” esti. 6 ay halka HIP’ın ne olduğu anlatılmaya çalışıldı. İnsanlar ne zaman nerede bedavadan ham hum yapabilirim diye düşünürken, HIP’ın yenir yutulur bir şey olmadığı anlaşıldı. Bu, 3 uluslararası gaz boru hattından gelecek doğal gazın bir göle akacağı ve sonra da başka bir müşteriye pompalanacağı tesismiş. Bu da anlaşıldı, fakat Bulgaristan’a doğru uzanan bu 3 gaz boru hattı nerede?. Hangi dağda kurt öldü? Borisov’un Moskova görüşmesinde en fazla zaman ayrılan proje buydu. Bulgaristan, Karadeniz dibine döşenen “Türk Akım”dan biz de bir bacak alalım ve bize de aksın, Ukrayna durunca “borularımız boş kalmasın” dedi. Bu işin son şeklinde Rusya Brüksel’den ve Bulgar devletinden “garantiler” talep etti ki, bu da yeni bir çengel gibi önümüze asıldı. Bulgar Başbakanı, Türkiye üzerinden Avrupa’ya yola çıkan TANAP boru hattından Azerbaycan gaz boru hattı önce bizim HIP’ı doldursun diyor, ama devlet garantilerinden söz etmiyor. Suriye savaşı yolunu kesmeyeydi, Katar’dan çekilecek bir gaz boru hattı, konu komşunun ve özellikle de Kıbrıs ve İsrail Akdeniz gazını da toplayıp Avrupa’ya akıtacaktı. Bulgaristan yol üzerinde olduğundan bu girişime de el açmış bulunuyor. Fakat işler o kadar derinleşti ki, hem Suriye’de kan akıtan katillerin silahlarını ve bombalarını vereceksin, hem de “yağmur size yağsın, nemi ve serinliği bize yeter” siyaseti yürüteceksin, zor iş... Biz bu gelişmeleri Radev ve Borisov’un Rusya ziyareti ışığında değerlendirirken, bazı enteresan noktalara işaret etmeden geçemeyiz. Bir defa Rus yönetimi Cumhurbaşkanı Radev’e insancıl, saygılı, ciddi davrandı. Bıyık altından


174

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

gülümseyenler yoktu. Basın alay etmedi. Radev’e bir General ve ilk ziyaretini gerçekleştiren bir devlet başkanına yanaşır şekilde davranıldı. Borisov, kendisiyle alay edildiğini sanki anlayamadı. Bulgar siyasi hizmetkârlığına hak ettiği yanıt verildi. Bu hepimiz için acı bir gerçek olsa da, “gerek duyulduğunda dost, lazım olmayınca çöp” mantıyla yürütülen dış siyaset tosladı. Önce şunu söylemek gerekir ki, Bulgaristan ile Rusya arasındaki ilişkiler çökmüştür. Ne ki, bu çöküş bir gecede olmamıştır. Kuyuyu kazan bir tek Başbakan Borisov da değildir. Daha XX. yy’ın başında Rus Çarı, “İki müttefikim var: birisi kara kuvvetlerim, ikincisi de deniz kuvvetlerim” derken dış ülkelerden kendisi uzaklaşmıştır. Ne var ki, biz bugün XXI yüzyıldayız ve benzer söylevler zamanını yaşamıştır. Şu da var. Günümüz Rusya’sında “eski dostlar” (kardeşlerimizden) /bratuşki/ hiç birini istemiyoruz diye haykıran büyük bir aşırı milliyetçi azgın kitle oluşturdu. Tabii Bulgaristan’daki Rusofob (Rusya’yı sevmeyenler) kitlenin de kalabalık lığından şüphe eden yok. Onlar 1877 - 1878 Rusya ve Osmanlı imparatorlukları arasındaki savaşa bir “kurtuluş” savaşı olarak bakmıyor ve 140 yıl önce Rus esaretine düştüklerini belirtirken, Rus anıtlarının sökülmesinde direniyorlar. Öyle ki biz, bugün dibe vuran Rusya - Bulgaristan ilişkilerinin son çöküşünün 1990’da Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) dağılmasıyla başladı. Önce Bulgaristan okullarında Rus dili dersleri kaldırıldı. Moskova TV kapatıldı. Bunu Ruslar kendileri istedi. Bulgaristan Rusya ilişkileri ekonomikleşti. Yeni jeopolitik ortamda şarkıya türküye, kültüre, kahramanlık filmlerine, dökülen kanlar ve çekilen sızılarla yaşamaya gerek yoktu. Bunun böyle olduğunu halka anlatmak için “onların bize 100 milyon US Dolar” borcu var dendi. Aynı Masal Rus halkına da anlatıldı. Ortada böyle bir para yoktu. Rus basını, biz “Bulgarları kurtardık” ama onlar daha sonra her 2 dünya savaşında da bize karşı cephedeydiler. “Döneklere imtiyazımız yok, onlarsız da oluruz,” yazdı. 1990’lı yılların başında dünya siyaseti ekonomikleşiyor ve BKP-MK Politik Büro üyelerinin çocukları ya uluslararası tüccar, ya casus ya da bilim adamı olmak istiyorlardı. Moskova Üniversitelerine giden yol kapandı. Bu yolu kesen M. Gorbaçov’un “yenileşme” siyasetiydi. Bu yeni siyaseti Bulgaristan’a Ruslar kendileri taşıdılar. Örnek: Bulgaristan’da 1989’un sonunda kurulan Demokratik Güçler Birliği (CDC) kökleri Rusya Devlet Başkanı Mihail Gorbaçov (1988 - 1991) zamanında, Sofya Üniversitesi’nde kurulan “yeniden yapılanma ve açıklık” derneğine uzanır. Üniversite hocalarına bu fikri aşılayan Fizik Prof. Aleksey Şeletko’dur. O, 1944 yılında öğrenciyken KGB tarafından kazanılmış, 45 yıl soğuk dondurucuda tu-


Makale ve Analizler - 2018

175

tulmuş ve Gorbaçov “reform” ve “değişiklik” deyince canlandırılmıştır. Bu gerçek, Cumhurbaşkanı Jelü Jelev’in yardımcısı olan demokratik şaire Blaga Dimitrova’nın eşi Yordan Vasilev tarafından yazılan “Çekiler ve Sevinçler” kitabında anlatılmıştır. Moskova’daki Stratejik Analiz Merkezi Şefi KGB Generali Leonid Reşetnikov ise, 2009’da meclis seçimlerini GERB partisinin kazanması konusunda “Bizim için onlar da çalışabilir. Fark etmez!” demiştir. Biz bu yıllarda insanların hemen değiştiğini, yazının tuta, turanın yazı olduğunu gördük. Leningrad’da “Bilimsel Komünizm” okuyanlar, bir gecede Sangpeterburg’da “Kült üroloji” okuduklarını “diploma” göstererek kanıtladılar. Demek istediğim, Bulgar - Rus ilişkilerinin çürümesi 10 yıldan fazla sürdü. Antiemperyalistler arasından, Amerika’yı her şeyden fazla seven yeni bir kuşak belirdi. Bu tipler Sofya’da Fukuyama’nın “Tarihin Sonu” eserini parasız dağıttılar. Ne ki her şeyin sonu olduğu gibi ve belge olmadığı yerde tarih olmadığını tekrar ederek 2008 yılın ’da Parvanov - Stanişev-Doğan döneminde, Rusya bize 3 büyük proje önermişti. 1) Burgaz - Aleksandropolis ham petrol boru hattı. 2) “Belene” AES. Bu santralin inşa edilmesine ilişkin Avro - atom’dan alınan izin, Rus - atom’un çekmecesindedir. 3) “Güney Akım” doğal gaz boru hattı. Borisov 2009’da Başbakan olunca bu yol daralmaya başladı ve bugün artık çıkmaz olmuştur. Ruslar’la anlaşılamazken, Avrupa Birliği de istediklerimiz vermez oldu. Sıkıştık kaldık. Borisov’un etrafında modern düşünen adam yok, Avrupa Birliğinden gelen paraları paylaşmaya hazır bir harem kadın ve harem ağası var ama iş yapacak kimse yok ki, Bulgar bakanlar görüşmeye alınmadılar. Çok acı bir gerçek...Moskova GERB partisinin AB paralarıyla yaşayan Bulgar görevliler olduğunu iyi biliyor. Bu durumda soru şuduRumen Radev ve Borisov’un Moskova’ya gitmesi iyi mi oldu? Kötü mü? Gerçeği söylemek gerekirse iyi oldu. Çünkü “Rusya bizim hayatımızın içine yaptı” tezinde buluşanların artık burnu sürttü. Zenginleşip elbise değiştiren ve “Amerika arkamda oldukça sırtım yere gelmez” deyip böbürlenenlerin de balonu soldu. Şimdi ülkede tartışılan sorun şudur: “Borisov bir telefonla istifaya zorlanabilir mi?” Borisov’un Moskova’ya uçarken çantasında bir kuruntu daha vardı. “Bulgaristan Rusya’nın uygar dünya yolculuğunda arabulucu olabilir mi?” Bu teori, “Bulgaristan, Rusya 5. Kol ordusu olarak NATO’ya girdi” fikrine saptananlar tarafından yaratılmıştı. Onlara göre, Bulgaristan Doğu ile Batı arasında Büyük Köprü rolü görecekti.


176

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu hikâyeleri dinleyen General Reşetnikov: “Biz Bulgaristan’da köprü aramıyoruz. Köprüler kurmuş ve köprüler yıkmış bir halkız. Biz dost arıyoruz” demişti. Radev ve Borisov’un Rusya ziyareti hepimizi yakından ilgilendiriyor. Devam edecek.

Çöpü Çak Yak

İbrahim Soytürk-04.Haziran.2018

Konu: Her şeyimizi değiştirseler biz yine Türk kalırız. Bulgarların bizimle uğraşması ne dün başladı ne de yarın biter. Geçen yüzyılın başlarında devlet eliyle ayyuka çıkan “dilimizi Türkçe sözlerden temizleyelim kampanyası” kibrit sözüne takılmıştı. Bulgarca “drasni pali kleçka” demişlerdi kibrite, bir de geri alınınca “çöpü çak yak” çıkmıştı. Hiç güleceği olmayan insanlar bile kahkaha atmıştı. Konuyu açmamın nedeni, Eski Zara (Stara Zagora) Belediye Meclisinde alınan bir kararla bu Trakya ve Koca Balkan yöremizdeki 850 Türk yer (toponim) ismin değiştirildi. 4 kişi karşı oy kullanmış. Kendilerini kutluyorum. Toplum tamamen boş değil. Halk bu çılgınlığa kibrit çakmaya başladı... Bunu neden mi yapıyorlar diye soracak olursanız. Hemen şunu söyleyebilirim. Bu yerlerin hepsinin isimleri Türk ismdir. Hele tarla, çayır, koru, otlak, yayla, kışlak, yol, çeşme, bunar, ayazma vb isimleri Türk ismi taşıdığın gibi, bir de Türk isimleri taşıyan coğrafya sınırlarıyla çevrilidir. Örneğin “Akpınar”, “Bağlar başında”, “Kara Mustafaların çayırı kenarında”, “Yayla yolu kavşağında”, “İnek kaya altında”dır. Şimdi bu 5 Türk adlı yerin isimlerinin hepsi birden değişince, Akpınar’ın nerede olduğunu kimse bulamaz. Belediye ve muhtarlıklarda kadastrodan ve arşivden sorumlu memurlar durumu bildikleri için başvuranlara yardım etmeye çalışsalar da, 10 sene sonra, Türkiye’den mülkünü aramaya gelen çöp bile bulamaz ve hiçbir şey ispat edemez. Sonra eski tapulara göre çıkarılmış evraklar ve tapuların kendilerindeki durum da Arapsaçına dönmüştür. Üstelik 1984 - 1989 yılları arasında değiştirilen isimlerimiz iade edildiğinde elimize Türk isimlerimizle kimlik verildi, fakat o 5


Makale ve Analizler - 2018

177

yılda Bulgar isimleri kullanılarak ve işlenen vesikaların üzerindeki isimlerde değişiklikler yapılmadı. Milliyetçi Makedonların, sahte yurtseverlerin ve “Ataka”cıların kalabalık olduğu, çoğunluğun da GERB - maaşlılar hükmünde bulunan Eski Zara (Stara Zagora) belediye meclisi, 1990’dan beri gizli süregelen sözüm ona “soya dönüş” Bulgarlaştırma serüvenine devam ettiklerini ve niyetlerinden kıl payı caymadıklarını bir daha kanıtlamış oldular. “Soya dönüş” çılgınlığı yalnız bizim şahsi isimlerimizle ilgili bir olay değildir, Türk Müslüman kimliğimizi, yaşam tarzımızı, mal ve mülkümüzün adını ve durumunu da kapsar ve hukuksal durum keyfi olarak değiştirilemez. Düşman sürünerek ilerliyor. Bu değişiklikler yerel olmaktan çıktı ve asla kabul edilemez. Bu acı olay, Avrupa Konseyi Sofya 6 aylık dönem toplantısı döneminde gerçekleşti. Konseyden çıt çıkmadı. Bir bildiri yayınlanmadı. Bir milletvekili kürsüye çıkıp yaptığınız nedir demedi! Benzer bir oysa yılın başında Arnavutluk hükümeti “ülkemizde Bulgar azınlık yok” deyince, AK merkezi - Brüksel, “dağlarınızda yaşayan 30 bin kişiye etnik Bulgar azınlığı statüsü tanımazsanız, AB üyeliğini unutun” demişti. O insancıklar “biz Makedon’uz, halimizden memnunuz” deseler de, “nasıl olur, siz Bulgar’sınız ısrarında bulunuldu ve Arnavutluk Anayasasına etnik Bulgar azınlığı olarak işlendiler.” Demek istediğim, ne sebepleyse “doğruluk”, “hak”, “hukuk”, “adalet” rüzgârı hep Bulgar’dan yana esmeye başladı ki, bunun sonu ne olur? Halkın içinde bir korku var. Çünkü aralarında yaşadığımız ve kendi soyadları “Sepetçi”, “Samancı”, “Çovanov”, “Karakaçanov”, “Cambazov”, “Bokov”, “Çeşmeciev” vs olan bu vatandaşların önce kendilerinin nüfus müdürlüğüne gidip isim değişikliği yapması ve “Bulgar vatandaşına uygun bir isim seçmesi” iyi olur. Bu teklifi bizden önce DOST partisi Genel Başkanı Lütfi Mestan yaptı. “Siderov” gibi aşırı milliyetçi siyasetçileri isim değiştirerek Bulgarlaşmaya davet etti. Eski Zara ilinde 850 yer isminin değiştirilmesine Bulgaristan Müslümanları Diyaneti, Bulgaristan Müslümanları Manevi Şura Başkanlığı ve Sofya Baş Müftülü de bir bildiri yayınlayarak sert tepki gösterdiler. Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) de sert bir bildiriyle tepkisini duyurdu. Kamuoyunda sözü geçen birçok Bulgar aydın demokrat da bu defa olaya tarafsız kalmadılar.


178

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Seçilmesi için oyumuzu verdiğimiz General Radev, Cumhurbaşkanı olarak ağırlığını koymadı. Susmakla yetindi. Her zaman Türk oyuna muhtaç olan Sosyalistler de susuyorlar. Burada tehlike arz eden nedir? GERB partisinin milliyetçiliği, ortağı olan üç güya “yurtsever” partinin de faşizan salgın ortamında Eski Zara’da başlayan yeni komplolarının tüm il ve ilçelere yayılması, uygulayamayan vali ve polis şeflerini işten uzaklaştırma tehlikesiyle başkaldırdı. Sinsi planlar hasıraltında yayılıyor. Bulgaristan çapında baskı ve terörün tırmanması bekleniyor. Demokratik kamuoyu ve etnik çevreden bazı aydınların yazdığı yazılarda, “Bulgar” sözü üzerinde duruldu “karışma, karışıklık” gibi anlamlar taşıdığına işaret edildi. Hele Batı Balkanlar konularında ve Avrupa Birliği üyeliği gibi kandırma tuzakların işletildiği şu dönemde, Bulgarların geçen yüzyıl birkaç defa Makedonya, Sırbistan ve Türkiye’ye girdiği, Romanya’dan Dobruca’yı kopardığı, ülkeden yaşayan bütün azınlıkların isimlerini değiştirdiği, din, dil ve kültürel baskılar hatırlatıldı. Son yıllarda ve aylarda Bulgar Balkan politikasındaki bazı özellikler üzerinde durulurken şu vurgulamalar dikkati çekti. 2004’ten beri NAT0 üyesi olmasına rağmen, Bulgaristan 2015 yılında ABD füzesavar sistemlerini kendi toprağına almadı. Üsler Romanya’ya taşındı. 2016 yılında Bulgaristan Türkiye, Romanya, Ukrayna ve Gürcistan ile birlikte Karadeniz’de anti-Rusya deniz gücü oluşturulmasına katılmadı. Bulgaristan’ın reddi projeyi gömdü. 2017’de Bulgaristan “MİG 19” savaş uçaklarının Rusya’da onarılması için Moskova ile antlaşma imzaladı. Washington ve NATO kudurdu. 2018’in başında Bulgaristan “skripal” olayında Moskova’dan diplomatlarını çekmedi. NATO ve AB siyasetine ters düşmekten çekinmedi.  4 Haziran 2018’de Bulgaristan meclislisi “Belene” 2 AES inşaatına halk oylamasıyla konan durdurma kararını kaldırdı. Bunlar vb paralel gelişmeler ile ülkedeki iç saldırılar dikkate alındığında siyaseti izleyenler Bulgar siyasi milliyetçiliğinin gözünün karardığına işaret ediyorlar. Camilerde, mevlitte, cenazede Türkçe konuşulmasını yasaklayan, ezan okunmasını yasaklamaya yönelik yasa tasarıları, anaokullarında ve okullarda çocuklarımıza süregiden baskı uygulayışı da işlerin iyi gitmediğine kanıtlar sunuyor.


Makale ve Analizler - 2018

179

Bu gidişle Bulgar hükümetinin çok yakın bir zamanda, Amerika’dan ve Rusya’da ağır hafriyat makinaları ithal etiğine ve bir köşesinden başlayarak ülke toprağını bir mezar derinliğinde bir uçtan bir uca elemeye başlayışına ve bulunan Müslüman kemikleri toplayıp yakarak külünü Atlantik Okyanusuna savuruşuna şaşmamak gerektir. Yer isimlerinin değiştirilmesi bir yeni deliliğin henüz başlangıcıdır. Bu işlerde destek buldukça olayların iyice karışacağı gözle gerülüyor. Bu gelişmelerin “dünyada hiçbir ülke ile anlaşamayan Türkiye’nin en büyük dostu olma” perdesi ardında gelişmesi ise gerçekten düşündürücüdür. Bu bir okunmayan gazete yazısı değildir. Bulgaristan Türklerine bir çağrıdır. Kibritimizi kullananlar, ona yeni isim bulamadılar, fakat çöpleri çakmaya devam ediyorlar. Okuduğunuz için teşekkür ederim.

Yine Komünist Damarları Tuttu

İhsan Aydın1-05.Haziran.2018

Türkiye Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlere kilitlenmişken, bugünlerde Avrupa Birliği üyesi komsu Bulgaristan’dan gelen haberler üzücü. Bulgaristan yerel yöneticilerinin yeniden eski komünist liderleri Todor Jivkov damarı tutmuş. Ülkede yüzyıllardır korunan Türk yerleşim yerlerinin isimlerini yeniden değiştirmeye başlamışlar. Haberi gördüğümüz de yorumlarız diye not etmiştik. Siyaset ve kent gündem yoğun olunca bugün fırsat bulabildik. Bulgaristan’ın Eski Zağra Belediye Meclisi 838 Türkçe yer ismini Bulgarca’ya dönüştürme kararı almış. Üstelik, bu karar Belediye Meclisi’ndeki üyelerin 39’unun evet, 2’sinin hayır, 4’nün de çekimser oylarıyla kabul edilmiş. Karara hem Eski Zağra Müfüsü hem de Bulgaristan Müslümanlarının Başmüftüsü tepki göstermiş. 1- Olay Gazetesi


180

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bir bakıma baskıcı eski lider Todor Jivkov dönemine geri dönülmüş. Yer isimleri değiştirilerek yeniden kültürel asimilasyon başlatılmış. Bulgarlar geçmişte Jivkov’un baskısıyla Türk adlarını da Bulgar ismine dönüştürmüşlerdi. Kararın AB üyesi bir ülkenin yerel yönetimince alınıyor olması düşündürücü. Bulgaristan’daki Türk nüfusu sindirme, baskı altına alma, kültüründen, dilinden ve dininden uzaklaştırmayı amaçlayan bu karar çok konuşulacaktır. Karar iki halk arasındaki bağları da zayıflatacaktır. Eski Zağra Belediye Meclisi’nin yanlışına Türkiye sessiz kalmamalı. Bu kent ile kardeşlik ilişkisi kuran Türk belediyeleri var ise onlar da demokratik tepkilerini ortaya koymalı. Gerekirse, kardeşlik ilişkilerin askıya almalı. Benzer bir askıya alma kararını, daha evvel sözde Ermeni soykırımı tasarısını tanıyan Bulgaristan’ın Filibe kenti ile kardeş olan Bursa Büyükşehir Belediye Meclisi almıştı. Yüzyıllarca aynı isimle anılmış yerleşimlerin ismini Bulgarca’ya döndürmekle o topraklarda yaşayan insanlara büyük bir saygısızlık yapılmıştır. Eski Zağra Belediye Meclisi umarız bu yanlışından döner. İki komşu ülkenin dostane yürüyen ilişkilerine böylesi bir dinamit konulmamalı. Türkiye, soydaşlarının, soy bağının bulunduğu coğrafyada atılan bu densiz adıma sessiz kalamaz. Bu konuda merkezi Bursa’da bulunan BAL-GÖÇ’ün de harekete geçmesi gerekiyor. Çünkü; o topraklardan Bursa’ya göç etmiş on binlerce soydaşımız bu şehirde yaşıyor. Atalarının doğduğu toprakların isimleri değişmemeli.


Makale ve Analizler - 2018

181

TİKA’nın Balkanlar’a Stratejik Hamlesi

Osman Atalay2-05.Haziran.2018

Balkan ülkeleri, Osmanlı döneminde, barış ve refah içerisinde yaşarken bugün Avrupa, Amerika ve Rusya’nın tahakkümü altında bulunuyor. Türkiye, son 15 yıldır bölge halkıyla daha yakın olma fırsatını yakaladı. Balkanlar’da yaşayan dindaş ve soydaşlarımızın Türkiye’den çok ciddi beklentileri var. TİKA’nın 2. Balkanlar Buluşması çok önemliydi. Türkiye’nin Balkanlar politikası Yugoslavya’nın dağılması süreciyle birlikte 25 yıldır bölge halklarıyla daha yakın olma fırsatını yakaladı. Bu süreçte Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı’nın (TİKA), Stratejik Düşünce Enstitüsü (SDE) ile birlikte geçen hafta Ankara’da 2. Balkan Buluşması gerçekleştirmesi, zamanlama ve içerik olarak çok anlamlıydı. 16 Balkan ve Doğu Avrupa ülkesinden 500 bilim adamı, akademisyen, din adamı, siyasetçi, sivil toplum kuruluşu temsilcisi ve yabancı basın mensuplarının bir araya getirilmesi Türkiye’nin Balkanlar’daki potansiyel etkisini gösteriyordu. TİKA’nın önemli diplomasi hamlesi olan buluşma, sadece Balkanlar ve Doğu Avrupa ülkeleri değil, Litvanya, Slovenya, Romanya, Hırvatistan, Macaristan, Bulgaristan ve Yunanistan gibi ülkelerden gelen temsilcileri de aynı masa etrafında buluşturdu. Balkanlar’ın tarihindeki önemli dönüm noktaları ve getirdiği değişikliklerin bugüne miras bırakılan problemlerin çözümü masaya yatırıldı. Katılımcıların çoğu Balkanlar’ın bugün en temel problemine işaret ettiler. Özellikle katılımcıların profili çok iyi idi, akademik siyaset ve din adamlarının seçiminde titiz davranılmış. Katılımcılar iki gün boyunca, “Çok dinli ve kültürlü olan Balkan toplumu, bir arada barış içinde yaşama kültürüne odaklanmalıdır” cümlesinin özellikle altını çizdiler.

2- Yeni Akit


182

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın ve Başbakan Yardımcısı Hakan Çavuşoğlu’nun da programa katılması, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Balkanlar’a verdiği değeri göstermesi açısından çok önemliydi. Bölgenin sorunlarına yönelik olarak son 20 yıldır yapılan en önemli organizasyonlardan biriydi. Balkanlar’ın TİKA ile buluşması katılımcılara moral ve ümit verdi. Hem genel olarak dünya siyasetinde Balkanlar’ın yerinin belirlenmesi hem de Türkiye’nin, Balkanlar politikası için Balkan Stratejik Planı’nın çıkarılabilmesine yönelik düşüncelerin paylaşılıp tartışıldığı buluşmada, 100 yıldır aynı bölgede yaşayan ancak ilk defa aynı masa etrafında bir araya gelen Balkanlıların olması, programın önemini ve bölgeye olan etkisini gösteriyordu. Programda, konuşmacıların özellikle ortak sorun olarak Balkan toplumunun bir arada yaşama kültürü ile ekonomik istikrar konusuna vurgu yapmaları ve bunların bölgede barışın teminatı olduğunun altını çizmeleri önemliydi. Bugün ekonomik istikrarsızlık nedeniyle Balkanlar’ın genç ve dinamik nüfusunun göçe zorlanması en büyük problemlerden biridir. Balkanlar’ın, Türkiye’den beklentisi ise çok fazla, burada bize büyük görevler düşüyor. Konuşmacıların, Osmanlı’nın Balkanlar’daki barış ve güvene dayalı politikalarından sık sık örnek vermeleri AB sürecinin bölge halklarının sorunlarına hâlâ karşılık veremediğinin somut göstergesiydi. Bu kapsamda, Macaristan’daki Dunaujvaros Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Falus Orsolya Fruzsina, Osmanlı döneminde Balkanlar’da, Ortodoksların, Katoliklerin ve farklı dinlerdeki insanların bir arada yaşadığını, modern Avrupa’da bu çok kültürlülüğe başka hiçbir yerde rastlanmadığını söyledi. Bulgar akademisyen ve siyasetçi Stoyan Ivanov Dinkov da İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki sürecin, Bulgaristan’daki Türk ve Müslümanlar için çok acı tecrübelere sahne olduğunu belirtti. Bulgaristan’daki Türklerin, kimliğini kaybederek tek tipleşmesini, Bulgar, Komünist ve Hristiyan olmasının amaçlandığını anlatan Dinkov, Komünist rejimin, bütüncül politikalarla Müslüman topluluğun ortadan kaldırılmasını hedeflediğini, bölgedeki diğer rejimlerden daha sert ve acımasız olduğunun altını çizdi. Dinkov, 21. yüzyılda yakalanan barış ortamının devam etmesi için Balkanlar’da ve Türkiye’de istikrarın devam etmesi gerektiğini vurguladı. Buluşma, Balkanlar’daki sorunların belirlenmesi, çözüm için gerekli adımların neler olduğunun tespit edilmesi ve yeni yol haritası çizilmesini sağladı.


Makale ve Analizler - 2018

183

Bu çerçevede TİKA Çalıştayı’nın Türkiye’de, Balkan politikalarımızın hükümetler, kurumlar politikasından ziyade devlet politikası olarak algılanmalı ve çalışmalarımızın bu yönde yapılması fikrini güçlendirmiş oldu. TİKA Başkanı Dr. Serdar Çam’ın böyle bir toplantıyı üstlenip gerçekleştirmesi takdire şayandır. Balkanlar Masası Şefi, Dr. Mahmut Çevik ve Balkan Masası uzmanlarının heyecanı ve enerjileri TİKA’nın Balkanlar için ne kadar önemli bir kurum olduğunun ispatıydı. Bu Önemli Çalıştaya destek veren başta Stratejik Düşünce Enstitüsü Başkanı Muhammed Savaş Kafkasyalı’ya ve tüm SDE temsilcilerine teşekkürler... Katılımcıların kahir ekseriyetinin Balkanlar’a hizmette kusursuz çalışma yürüten ve kalıcı etki bırakan TİKA’nın vizyonu, hedefi, projeleri ile doğru yolda olduğunu teyit etmeleri çok önemliydi. Osman Atalay, Yeni Akit

Bulgaristan’da Dip Dalgası, Hak ve Adalet Dalgası Yeniden Hareketlendi

Nedim Akın-06.Haziran.2018

Konu: Bu kavga asla bitmez. Faşistler mecliste “Biz ne dersek o olacak” diyorlar. Demokrasi oyunu tamamen bozuldu. Ya onlar her konuda haklıysa, bu memlekette sizin için geçerli kanun yok, cümlesi dilaltında şişkinlik yapmış, can sıkan ve söyleyemedikleri buysa, söylesinler ve olay bitsin. Neler İşittik. Neler dinledik. Buna da alışırız. Çünkü biz artık şu dünyada durumları bizden kötü olanların da bocaladığını biliyoruz. “Guyana” dendiğinde insanların aklına bir Hollan’da Guyana’sı, bir de Fransa Guyana’sı gelir. “Depertement d’Outre-Mer Guyane Française” Fransız Guyana’sının Fransızca adıdır. Buralar 70 yıl öncesine kadar Fransa’nın okyanus ötesi sömürgesiydi. Oraya yalnız ölüm cezalı mahkumlar gönderiliyordu. Bizde istenmeyenlerin yargılanmadan gönderildiği Tuna nehrinin “Persin” adasındaki “Belene” ölüm kampı gibi. “Belene” ünlü bir Bulgar sürgün kampıdır. Müslüman Pomak ve Türklerle birlikte birçok Bulgar ailenin ocağına da ateş düşürmüş-


184

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

tür. “Guayana” kampından Fransa’ya dönen olmamıştır. Kaldı ki, Bulgaristan’da yaşayan Türkler ve Pomaklar kendi topraklarında yaşadığı ve kendi ocaklarında ısındığı için “Belene”den sağ çıkanlar kendi evlerine, kendi köylerine, ata ocağına döndüler. Memleket sıkıntılarına dayanamayanlar baba ocağını geçici bir süre için söndürüp ana-vatana geçtiler. Bu bizim kader yazımız oldu. Biz bugün de memleketimizde çok ağır şartlarda ve huzursuz yaşasak da, şanslı insanlar olduğumuzu söyleyebilirim. Asırlar önce büyük dedelerimiz Rumeli’ye geldiklerinde, daha önce kimsenin yaşamadığı, bomboş yamaçlı yayılalı, çayırlı ve otlaklıklı, dereli ve çaylı, dağlı tepelerin vs ismi olmayan engin diyara yerleşmişler. Hiç kimse kimsenin malına konmamış. Türk Bulgar’ın tavuğuna kış demeden asırlarca yaşamış. Türkün kendi yağıyla kavrulduğunu dünya bilir. Bu yerlere de Türk ismi vermişlerdir. Yerleştikleri boş toprakları bağrına basıp vatan eden onlar. Allaha bin şükür. O zamandan beri bizi ata ocağından söken hiçbir doğal felaket başımıza gelmedi. Yeller, seller gördük ama her defasında birbirimize sarıldık ailelerimizle yurdumuzda kalmayı başardık, dualarımız hep birlik ve beraberlik için olmuştur. *** Türkler sömürgecilik bilmez. Hak yemez. Sömürgecilik Garba (batı devletlerine) özgü bir şeydir. Bunların arasında büyük sömürgeci devletler Fransa, Hollanda, İngiltere, İspanya, Portekis ve başkalarıdır. Bu yıl iş başına gelen Fransız liberallerin lideri ve dünyaya yeni düzen verme heveslisi Emanuil Macron sömürgecilik devrinden kalan topraklardan “daha verimli yararlanma” formülü geliştirdi. Bu formülde Batı uygarlığını arıtmak ve ötekileştirilmek istenen yabancıları eski kıta toplumundan atmak öngörülmüştür. Eski Avrupa’yı, Afrikalı ve Asyalılardan arıtmayı hedefleyip hayal eden Başkan Macron ülkesine davetsiz gelen yabancıları iki gruba ayırdı. Birinci grup: Doğal afetler yüzünden ocaklarından, topraklarından, ülkelerinden kaçmak zorunda kalan, göçe zorlanan kitlelerdir. Bu doğal afet sıralamasında yanar dağ patlaması sonucu köy ve kasabaların yanması, kül altında kalması. Arap çöllerinde kum dağlarının hareketlenmesi sonucu köy ve kasabaları, su kaynaklarını ve canlı hayatı yutarak Akdeniz’e doğru kayması. Kara Kum çölünün Azov denizini yutması gibi örnekler var. Buzulların çözülmesi sonucunda dünya okyanusunun yükselmesi, zunamiler, verimli toprakların, şehirlerin su altında kalmasına işaret edilmiş. Bu gruba girenlere “yurtsuz, ocak sız, hiçbir şeysiz kalanlar” da diyebiliriz. Örneğin Tunus ve Cezayir gibi eski Fransız sömürgelerindeki doğal afetlerden kaçarak ana - ülke - metropol Fransa’ya sığınan bu


Makale ve Analizler - 2018

185

insanlar bu gruba oluşturuyor ve onlar için geliştirilen Macron Çözümü’nden söz ediyorum. İkinci gruba ise, savaş kaçakları, ekonomik çöküşten, işsizlikten kaçan ekonomik göçler, askeri darbeden, zulümden, tutuklanma tehlikesinden kaçan sığınmacıların oluşturduğu açlar seli giriyor. Bu grup için kesin yeni program açıklanmadı, eski kıtada iş gücü olarak kullanılması düşüncesi ağır basıyor. Konumuz, birinci gruba giren, doğal felaket sonucu vatansız, ocak sız, tarihsiz, kültürsüz ve perspektifsiz kalan kocaman (hiçbir ülkede kaydı olmayan) insan yığınıdır. Hani yüzlercesi birden, ayağını basacak bir kara parçası bulma umuduyla, şişirme lastik botlara binip, ecel ne bir nefes evvel, ne bir nefes sonradır inancıyla, Akdeniz sularına çılmayı göze alanlardır. Fransız sömürgeciliğinin yeni lideri olan Em. Macron deniz dalgalarıyla başa çıkıp Fransa kıyısına ayak basan doğal afet kurbanı bu kaçak sığınmacılar için geliştirdiği programı ilan etti. Macron, doğal afetler nedeniyle ülkesine gelenleri, 1946’ya kadar Fransız sömürgeci iktidarlarının ölüm cezasıyla ikamete gönderdikleri Guyana’ya gönderme kararını açıkladı. Bu karara göre, Fransız Guyana’sı sahillerinden uzakta, açık denizde boş sarnıç üzerinde inşa edilecek ahşap veya plastik kent-koloniler kurulacak ve felaketzedeler bunlara yerleştirilecekler. Böylece toplumdan tamamen koparılacaklar. “Doğal felaket korku ve streslerini Avrupalılara yaşatmayacaklar,” toplumu sarsmayacaklar. O uzak, okyanus içi kent kolonilerde, eski kıtada standart dışı ilan edilmiş, süresi geçmiş, bozulmuş, miktop kapmış gıdalarla, hangi gölden doldurulduğu bilinmeyen pet şişe suları veya arınmış deniz sularıyla hayat törpülemeye devam edecekler. Öyle ki, sığınmacıların ve ailelerinin sanki dünya karası üzerinden yaşama hakları ellerinden alınacak. Okyanus vatandaşı olacaklar. 2014’ten beri Avrupa’da gettolarda kalmak zorunda olanlar, toprak kokusunu, su şırıltısını unutacaklar. Bahar yaz, kış ve güz nedir bilmeyecekler. Çiçek açmış bir dal görmeden, dalından iki meyve koparmadan, dünya karasını asla tanımadan ömür törpüleyecekler. Bunlar ocakları, köyleri, yolları, su kaynakları kum dağları altında kalmış, tarihlerini kaybetmiş, beyinlerindeki bilgiden başka hiçbir şeyleri olmayan “insanlar” olacak. Karşılaştırmak için Eski Mısır’ı hayal edebilirsiniz. Mısır Piramitleri, Ramzes Heykeli, çölü sarı kum dağlarının altından çıkan eski kentler olmasa ve bir tesadüf üzere Fransızlar bu kadar ince ve çok kumun içinde “Pi” formülünü ve “0” (sıfırı) bulamamış olsalardı, Eski Mısır Uygarlığından hiç bir şey bilmeyeceklerdi.


186

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bugünkü durum çok daha feci ve acıdır. Tuzlu deniz rüzgarlarının durmadan salladığı bu su üstü semt - kolonilerde güneşten, denizden ve hayat umudu olan yıldızlardan başka hiçbir şey görmeyecek ve bilmeyecekler. *** Bunları neden mi yardım? Aynı tehlike bizim de başımızda. 06 Haziran günü Sofya meclisinde direk olarak bizim geleceğimizi ilgilendiren bir tartışma oldu. Çok şimşek çaktı. Kamuoyu, basın, yayın, TV, radyo vs açısından herşey yüzde süz gizli ve bir sır olan, hepsi silahlı milis, polis, baret, sopacı, kırıcı, kovalayıcı, ordu ve sivil güçlerin, hiç istisnasız tüm Bulgarların başımıza çullandığı 1972 - 1973, 1984 - 1989 yıllarında her şey gizli, silah gücü, baskı, terör ve zulümle yapılırken, 2018’de artık kartlar açık oynanıyor. 2018 Soya Dönüş Süreci Eski Zara (Stara Zagora’da) artık başladı. Bu defa ya onlar bizi bitirecek ya da biz onlara su testisini suyolunda kırdıracağız. Başka çaremiz kalmadı. “Ataka” faşistlerinden, eski MVR gizli polis subayı, mecliste faşist grup başı Stanil Stanilov, bir hafta önce Eski Zara’da 850 yer isminin Bulgarlaştırılmasını protesto eden HÖH bildirisini okuyan parti Genel Başkanı Mustafa Karadayı’nın yüzüne şöyle bağırdı: “Biz ne dersek o olacak!” Bulgaristan’da demokrasiye kontrol kurşun çekilmiş ve faşizm meclise zafer bayrağı dikmiştir. Biz yaşadığımız ortamın yer isimlerinin tamamen değiştirildiği bir yerde yaşayamayız. Karlovo’da “Beş Pınara” (orehite) /cevizler/; Dobruca’da üretiten sucuk markasına (orehite) /cevizler/; birçok yerde çeşme başına hep (orehite) / cevizler/ demişler. Bey Koru - Çorbacı Bayır, olmuş. Kalpazanlar Bayır (Yalov Rıd) olmuş. Heyva, çorba, şkembe çorbası vb binlerce söz ve değime karşılık bulamamışlar. Sarmaya (guşenitsa) demişler ki, bu sözün türkçesi erkek ve kanınların sıkışmasıdır. İşin içinden çıkılı gibi değil... Halkın bu değişiklikleri Kabul etmesi asla mümkün değildir. Bulgaristan’da dip dalgası, hak ve özgürlük dalgası yeniden hareketlendi, Dağlarımızın taşlarımızın Türk kimliği mücadelesi biçimlendi. Kazdıkça Taşa Vuruyoruz, ne zamana kadar? “Belene” hepimize yeter mı dersiniz... Devam edecek...


Makale ve Analizler - 2018

187

Bize Karşı Duramazlar

Nedim Akın-06.Haziran.2018

Konu: Kavgamız yeni değil. Etrafımıza baktığımızda faşistlerle çevrili olduğumuzu hemen görürüz. Başkan Emmanuel Macron’un okyanus içinde sığınmacılar için yüzer gettolar yaratma planı tepki bulmadı. Çünkü Fransa’nın iç içiymiş. Felaketzedelerin Avrupalıların gözünden uzak okyanus üstünde dalgalarla sallanan adalara sünülmesi fikrini Almanya Başbakanı Angele Merkel de Brüksel’de AB merkezinde destekledi. Zavallıları çağıranlar şimdi kurtulma yolları arıyorlar. Bize karşı başlayan yeni baskılara da seyirci kalıyorlar. Faşizme karşı insan hakları bayrağını, azınlık hakları bayrağını yeniden yükseltme zamanı geldi. Eski Zara (Stara Zagora) belediyesinin ildeki Türk isimli yerlerin isimlerini değiştirmesi de Sofya’da Avrupa Konseyi (AK) bileşiminde tepki uyandırmadı. Yemelerine içmelerine bakan heyetler yerel haberlere dikkat çevirmedi. Birkaçı grup hafta sonunu Karadeniz sayfiyelerinde geçirdiler. Otel ve lokanta isimlerinin Batı dillerinden çalınmış olmasından endişe duymazken, sokaklarda, lobilerde, gece kulüplerinde, dondurmacı ve kahvelerle bistrolarda yalnız Rusça konuşulması bazılarını endişelenmişler. Kendilerini işgal edilmiş bir toprak parçasında hissedenler olmuş. Avrupa Birliği’nden Çingeneleri modernleştirerek uygarlaştırmak için alınan bavul bavul paraların Moldova ve Ukrayna’dan çağrılan kısa etekli garson kızların Bulgarlaştırılmasına harcandığına şaşmamışlar. Her meydana dikilmiş Rus anıtları ve Rus isimli sokaklara, “Kamçiya” (Kamçı nehri) bölgesinde kapalı Rus sayfiyelerine akılları takılmış. Bir AB ülkesinde Rus işgal mıntıkaları olmasına anlam verememişler. Sofya’da AK Milli Kültür Evi (NDK) önünde yılın kitap sergisi bu defa çadır kitapçılarda açıldı. 21 çadırın her birini dolaşanlar en kalın, lüks baskı 2 eserden etkilenmişler. Birisi, Bulgar Dilinde Yeniz Sözler Sözlüğü. Sofya’da, 2010 yılında, “Bilim ve Sanat” yayınevi tarafından derlenmiş ve basılmış. XX. Yüzyılın sonu ile XXI. Yüzyılın birinci 10 yılını kapsıyor. 515 sayfa. 1989-2010 yılları arasında genelde elektronik yoldan Bulgarcaya 240 milyon sözle baskı yapılmış, bunlar 6 bin 700 elektron belgede, 1400 kitapta ve 5 bin 300 periyodik yayının ayrı ayrı nüshalarında toplanmıştır. Konuya ilişkin, aynı dönemde çıkan 167 araştırma eseri ve tez de irdelenmiştir. Bu eserden Bulgar diline yeni sözlerin % 80 gibi bir miktarda Batı dillerinden girdiği ortaya çıkıyor.


188

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Batı dilleri Bulgar dilini boğarken, Türkçemize, güzelliklerimizce düşmanca saldırılar anlaşılır gibi değildir. Bu işe Lütfi Mestan’ın meclisteki anlaşılmaz bir Bulgarca ile okuduğu raporlar ve konuşmaları da her şeyin çarpıtılmasında özel bir rol oynadı. Sade olmayı öğrenemedik gitti... Konuya ilişkin ikinci eser ise, Bulgarcadaki Yabancı Sözler Eseridir. Aynı yayın evi tarafından basılan bu kitap 850 sayfadır ve Bulgar diline sızmış ve halkın anlamını bilmediği sözlerle ilgili açıklamalarda bulunuluyor. Öyle ki medyada kullanılan söz ve kavramlar sıradan dinleyici ve seyirciler tarafından işitilse ve izlense bile, kimse ne konuşulduğunu anlayamıyor. Bu gerçeklere dayanılarak Cumhurbaşkanı Rumen Radev’in danışmanlarından Prof. Dr. İvo Hristov, meclis kürsüsünden “halkın % 40’ının okuryazar olmadığını, % 60’ının okuduğunu anlayamadığını ve % 80’ini de çaresiz (debil)” olduğunu söyledi. İnsanlar yaşadıkları toplumsal ortam içinde tamamen yetersiz bir durumda bırakılmışlardır. İşte böyle bir ortamda Bulgaristan’ın Eski Zara (Stara Zagora) eyaletinde tarihi mekânların, köylerin, kentlerin, toponimlerin, isimleri Belediye Meclisi kararıyla değiştirildi. “Balkan” gibi bazıları Farsça’dan gelen isimler de değişiklik gördü. Böylece faşist zihniyetli, üstünlük taslayan Bulgar zihniyeti yeniden hortladı ve XXI. yüzyıl sözde “soya dönüş” yani Bulgarlaştırma siyasetini başlattı. Olay mecliste tartışıldı. “Ataka”, “Yurtsever Cephe”, İç Makedon Devrim Hareketi VMRO voyvodaları ile Avrupa Birliği fonlarından maaş alan eski Bulgar polis ve Komünist Partisi sekreterleri, Varşova Paktı subayları ve milis generalleri vb birlik olarak, “Burası Bulgaristan biz ne dersek odur!” dediler. Kendilerini haklı göstermek için de “Biz bu işe daha 1879’da başladık. Bulgar Etnik Modeli - Ahmet Doğan’ın, Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS) falan filanın malı, icadı, bulgusu değil, bizimdir” demekten geri durmadılar. Böylece büyük bir gerçek ortaya çıktı. Ahmet Doğan’ı büyük bir “model mucidi” yapanlara neden deste deste para ödendi anlayabilmiş değilim. Bulgarlar tamamen boş kafalı insanlardan çok sevilen ve sayılan insan yaratma işinde hakikatten ustalaşmışlar. Ahmet Doğan örneği buna kanıttır. Köylüden katil, katilden ajan, ajandan hain, hainden halk lideri yapmak gerçekten çocuğun gazını çıkarmak kadar zor bir iş olsa gerek. Bravo! Bulgarların kendilerine göre, Türk yer isimlerinin Bulgar isimleriyle değiştirilmesine (toponomi değişikliğine) daha 1934 yılında başlanmıştır. O zaman da Eski Zara öncü olmuş, ulusal baskıya oradan başlanmış ve bu işi, 1934 askeri darbesiyle görev başına gelen ve Başbakan olan Kimyon Georgiev başlamıştır. 1936 yılında K. Georgiev Rusya dış istihbarat örgütü KGB tarafından ajan olarak


Makale ve Analizler - 2018

189

kazanılmıştır. Ne ki, Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün Çar III. Boris’e gönderdiği bir mektupla bu çılgınlığa son verilmiştir. 1970 ve 1980 yıllarında sözüm ona “soya dönüş” zulmüyle toslayan Bulgar totaliter devletçiliği, halen çok ağır bir bunalım içinde ve etkin bir askeri güce sahip değildir. M-19 askeri uçaklarını şu an onarım için Moskova’ya göndermiş olsa da, onarım süresince dışardan gelecek muhtemel bir saldırıya karşı Rusya Federasyonu himayesi altında bulunduğundan dolayı yeni Bulgarlaştırma aşaması başlatarak yılan gibi başını delikten çıkarmıştır. Bunlara, Cumhurbaşkanı Radev’in Moskova ziyareti esnasında Başkan Vladimir Putin ile 40 dakika özel görüşmede bulunduğu da eklenmelidir. Bu olay, 2 yıldan beri hazırlanmıştır. 31 Mayıs 2018’de 838 yerin isminin değiştirilmesi onlara göre, zayıf bir günümüzde gerçekleştirilmiştir. Şu aylarda TSK’nin Doğu illerinde konuşlanmış olmasında, Afrin, Membich ve PKK, DEAŞ ve FETRO operasyonlarıyla angaje olmuş olmasında fırsat aranmıştır. T.C.’nin erken genel seçim kampanyasının da gerilimli geçmesi, ortamı, son yıllarda 4 milyon savaş kaçağının T.C.’de barınması da sinsi planların yerine getirilmesine engel olunamayacağı inancını güçlendirmiştir. Eski isimlerin yok edilmesi, Bulgaristan’da Osmanlı mirasının ve Türklüğün yok edilmesine doğru yeni bir başarıdır. Bu saldırı durdurulamadığı halde yenileri beklenebilir. Yeni “soya dönüş” sürecinin 1984 - 1989 döneminde olduğu gibi tepki ve protesto dalgası uyandırmasının önlenmesi için Bulgar diplomasisi hareketlendi. Bunun için Sofya AK toplantılarından da yararlanıldı. Bulgaristan etnikleri ezme siyasetinde AB kurumlarını arkasına almayı başarıyor. Gelecek yılın Mayıs ayında yapılacak olan AB meclisine milletvekili göndermek için daha şimdiden çalışmaları başlatmak zorundayız.AB meclisi azınlıklar ve hukuk komisyonlarında delege edilmiş milletvekilleri bulundurmak zorundayız... Kırım’da, Vladimir Putin’in elini öpen, aşırı milliyetçi, faşist uzantısı, üstüne Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) eski lideri Ahmet Doğan’ın bir milyon 600 bin leva ile tescil ettirilen “Ataka” partisi lideri Volen Siderov, Türklere karşı her hareketin, saldırının, tüm tuzakların ve açılan yeni hendeklerin baş mimarı olarak İran’a gitti geldi. İran ile Bulgaristan’ın arası şu Bulgarlaştırma yıllarında da yağlı ballıydı. İran isimlerimizin değiştirilmesi, camilerimizin kapatılması, kör cahil, geleneksiz ve görenek siz bırakıldığımız yıllarda da, zulüm yıllarında da bizim lehimizde ağzını açmadı, bir protesto bildirisi göndermedi. Kanlı olaylara sağır ve kör kaldı. Siderov Tahran’da “biz Yeni bir toponomleri Bulgarlaştırma yönünde bir ulusal kampanya başlatıyoruz. 1934’te olduğu gibi bu defa da pilot bölge ola-


190

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

rak Eski Zara’yı seçtik, bilgilendirmeye geldim” demiş. O, Bulgarların arı Fars (Pers) kökenli oldukları, Yeni Çağdan önce bugünkü İran topraklarında 2 bin 500 (iki bin beş yüz yıl) bir Bulgar devleti olduğu görüşünü savunan Bulgar bilim adamlarına çanak açanlardan biridir. Anlaşılan kendisinden Fars kökenli olduğu bilinen “Bulgar” sözünü de değiştirmek isteyip istemedikleri sorulmuş ki, “karma karışık” anlamına gelen bu kavramın şimdilik “soyadı” olarak korunacağını cevap vermiş. Yine Pers sözlüklerinde de olan “Balkan” ismine gelince, artık bu özel ismin tarih, edebiyat ve sanat eserlerinde “Stara Planina” anlamı (Eski Balkan ya da Koca Balkan) ismiyle değiştirileceğini haber vermiştir. Bu gelişmeler Bulgaristan için çok ciddi problem olmaya başladı. Örneğin “Bulgaria” (karışık bir halk anlamındaysa), “Bulgar” sözünün kökü olan “Bulgamak” (Frasça kökenlidir) - 1980’li yıllarda okullarda “karıştırmak” olarak öğretiliyordu. Öyleyse Bulgarların Türk boylardan geldiğine ve karışa karışa şimdiki halini aldığına yeni kanıtlar arama kapısı açılıyor. O zaman şu isim değiştirme gayretinin tamamen anlamsız olduğu ortaya çıkıyor. Prof. Dr. Stoyan Dençev gibi bilim adamları Bulgarların Türk olduğuna ilişkin tezler savundular ve alkış aldılar. Balkanlar isminin Osmanlı evraklarında ve kütüklerinde asla kullanılmadığı biliniyor. Geçerli olan Rumeli olmuştur. Şu günlerde Yunanların, Makedonlara ülkelerinin adı olarak Kuzey Makedonya, Yeni Makedonya, Vardar Makedonya’sı bile demelerine tepki gösterirken, resmi belgelerde Batı Balkanlar gibi isimlerin kullanılmasına göstereceği tepkiler sabırsızlıkla bekleniyor. Onlar yüzde yüz Eski Bizans, Avrupa Bizans’ı gibi isimlerde direneceklerdir. Bu gelişmeler Bulgar hükümetinin hazırlıksız başlattığı Batı Balkanlar, 6 devletin NATO’ya ve AB’ye alınması siyasetinin çok sekeceği daha şimdiden görünüyor. Bu gelişmeler sonucu, her kafadan bir söz çıktı. Bilim adamları diğer Balkan ülkelerinde de kullanılan Türk, Arap, Pers sözlerinin değiştirilmemesini ve korunmasını önerdiler. Şimdiki durumda Bulgarcadaki Türkçe kelimelerin hepsi değiştirilmiş olsa, Bulgar dili tamamen anlaşılmaz bir dil olacaktır. Günümüzde okuduğunu anlayamayanların oranı % 60 olan ülkemizde bu oran daha da artacaktır. Bulgaristan’da Türkçe yer adları Güney Doğu, Orta ve Batı Rodoplarda, Trakya, Gerlovo, Balkan arası, Deliorman ve Dobruca’da yaşıyor. Bu il merkezlerimizin Valileri, Belediye Başkanları ve Belediye Meclisleri kararlar aldıklarında ülke diyagonalden Silistre - Satovça istikametinde kendiliğinden ikiye bölünmüş olacaktır. İslam, namaz, kuran, İfrat, ezan vb kavramların da değiştirilmesine karşı yeni bir dip dalgası yükselmesi bekleniyor ki, o zaman Bulgaristan Müslümanları ikinci kes kendi vatanlarında iktidar devirmiş olacaklardır.


Makale ve Analizler - 2018

191

Türklerin 1989 Mayıs Ayaklanması 10 Kasım 1989’da katil Todor Jivkov diktatörlüğünü devirmişti. Bu defa totalitarizm kalıntısı Boyko Borisov’un istifaya zorlanması, İnşallah vatanımızda demokratikleşme ve adalet kapısını da açar ve halkımızın yüzü güler. Bu selin Ahmet Doğan hainini de götürmesi cani gönülden temennimizdir. Türklere kötülük yapmak için eğitilmiş ve aramıza sıkıştırılmış hiçbir kimse halkımızın önderi olamaz. Uyanık olalım.

Bilmekte Yarar Var

Şakir Arslantaş-07.Haziran.2018

Konu: Yönü değişmezse Türkiye bizi içine çekecek. Türkiye bizi Osmanlı nüvesinde varoş olarak görüyor. Çeviri Fakti. Bg’de yayınlandı. Bulgaristan’ın eski Moskova Büyükelçisi Vasil Vasilev’in Sosyalist Parti (BSP) milletvekili ve Cumhurbaşkanı siyasi danışması Prof. Dr. İvo Hristov ile söyleşisi TV “Evrocom” de yayınlandı. Vasil Vasilev: Son dönemde Bulgaristan’da ve dünyada durumun değiştiği görülüyor. Türkiye’nin Avrupa’da artan etkisini Rusya Federasyonu’nun dikkatle izlerken endişe etiğini, Vladimir Putin’le 40 dakika süren dört göz arası özel görüşmesinden sonra verdiği demeçte Cumhurbaşkanı Rumen Radev’in ifade edişi dikkat çekti. Size göre, bu gelişmenin anlamı nedir? Bu yalnızca Avrupa için mi geçerlidir, yoksa bu Bulgaristan da bu işin içinde midir? Prof. İvo Hristov: Doğru olan ikincisidir. Türkiye’nin Avrupa ile ilişkilerinde mantığa uygun sistemli sorunlar olduğu biliniyor. İki bloklu dünyanın, NATO ve Varşova Antlaşması’nın çökmesinden ve SSCB’nin dağılmasından sonra, Türkiye jeopolitik statüsünü hiç zaman kaybetmeden değiştirdi. Bir yandan Türkiye NATO Güney Doğu Kanadından Merkeze kaydı ve bugün artık kendi çevresi olan bir devlet oldu. Bu değişikliği Ahmet Davutoğlu’nun “Stratejik Derinlik” eserinde de görülebilir. Türkiye Bulgaristan’a Osmanlı nüvesinin çevresindeki bir ülke gözüyle bakıyor. Türklerin konu ettiği, Yeniz Osmanlı Projesinde, Balkanlar, Karadeniz Bölgesi, Kafkaslar ve Yakındoğu iç kesimdir. Bu bakıma, Putin’in Bulgar Cumhur-


192

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

başkanına diplomatik bir şekilde söyledikleri bir kırmızı sinyaldir. Bulgaristan’da kendi başına düşünebilen bir elit var mı, varsa böyle bir tehlikenin var olduğunun bilincinde olan elitin kendi başına geliştirdiği bir fikir var mı? Yok! Vasil Vasilev: Bazı kişiler farkında olunca, önlemler almaları gerekirdi. Çünkü bu Demokles kılıcı gibi Bulgaristan’ın üzerindeki problemdir. Örneklersek, NATO dağılabilir hipotezi gerçekleşirse, ne olabilir? Türkiye ile Bulgaristan arasındaki ilişkilerden söz ediyoruz. Ya da başka bir değişle Türkiye NATO’dan çıkarsa ne olur? Prof. İvo Hristov: İkisi de olası hipotez. Birisi bana bunu 3-5 yıl önce söylemiş olsaydı, bunun bir fantezi olduğunu söylerdim. Arzu edilen gerçekmiş gibi hayal edilmiş olurdu. Bu konuda gerginlik artmaya devam ediyor. Başkan Trump’un son adımları, onun Amerika’yı dev devlet yapmak için, seçimlerden önce verdiği vaatlerin ardında durduğuna işaret ediyor. Her şeyden önce ve her şeye rağmen Amerika. Bunu, NATO ve diğer ekonomik ve askeri yerleşik kurumsal birimler için de geçerlidir. Öyle ki, Bulgaristan’ın savunma açısından bir anda çıplak kalması tehlikesi belirmiştir. Şimdi bu gerçekleşmiş bir durum değildir. Tarihte ve jeopolitikte, adına jeopolitik fizik demek istediğim bir durum var. Türkiye’nin 80 milyon nüfusu var. Yüzyılın yarısına kadar 100 milyon olacaklar. Genç ve enerjik bir nüfus! İki, Türkiye’ sıçramalı gelişir ekonomiye sahip, Bulgar toplumunun geçen yüzyılın 50’li, 60’lı yıllarında yaşadığı kentleşmeyi yaşıyor. Üç, Türkiye, topumun modernleşmesi ve aynı zamanda kendi İslam ve Osmanlı köklerine dönüş gibi olağanüstü enteresan bir deneme gerçekleştiriyor. Türkiye’nin dağılması bunun bir sentezi olabilir. Bu olursa olay Bulgaristan’da bir jeopolitik volkan olarak patlayacak. Bunun tam tersi de olabilir. Türkiye bir büyük atılım, yükseliş yaşayacak, yeni bir aşamaya geçecek ve bölgesel süper güç olacaktır. Her iki durumda da, bugün Bulgaristan’ın 120 yıldan beri en ağır ekonomik durumda bulunması gibi, çok basit bir neden yüzünden, Bulgaristan dev etki altında kalacaktır. Bulgaristan bugün can çekişen bir ülkedir. Başlıca Batı yönünde olmak üzere demografi potansiyeli tamamen tükenmiştir; son 25 yılda dev adımlarla gelişmemize ilişkin balonlar uçurulmasına rağmen, sanayimiz çökmüş ve çalışma durumdadır; milli güvenliğimiz açısından hiçbir garantisi olmayan bir ülkeyiz. Bulgar eliti önceden olduğu gibi şimdi de bir tek yabancı güçlerin himayesine güveniyor. Direk söylemem gerekirse, jeopolitik hizmetkârlığa bel bağlıyorlar. Bu elitin şu ya da bu konuda, kendi fikri olabileceği ve ileri geri manevra


Makale ve Analizler - 2018

193

yapabilmesi, bir an için olsa düşünülemez. Bunu yapabilmek, bu elitin bambaşka nitelikler göstermesini gerektirir ki, onda bunların birisi yok. Basil Vasilev: Hatta Trump Başkan olmazdan önce NATO için zamanını doldurmuş, demişti. Kaldı ki o seçim programını titizlik ve devamlılıkla yerine getiren birisi, bir gün gelecek ve Avrupalılara başınızın çarenize kendiniz bakın deyip NATO’dan yüz çevirmesini bekleyebiliriz! Günümüzde alevlenen ticaret kavgası olduğu gibi... Bu olursa, Avrupa Birliği’ni, eski kıtayı ağır günler bekliyor. AB’nin dağılmasını da aynı şekilde bekleyebilir miyiz? Brekzit artık bir gerçek. İtalya’da olanlara bakalım. Vişegrad dörtlüsünün görüşüne kulak verelim. Tüm bunlar olduğunda, yumurtalarının hepsini ayni küfeye koyan, Bulgaristan’ın hali ne olur. Prof. İvo Hristov: Ben, Bulgaristan’ın kendi tarihinin nesnesi değil öznesi olduğunu defalarca ifade ettim. Bizimle danışmadan, bize sormadan, bizi Doğu’dan Batıya değiştirenler, yumurtalarımızı aynı küfeye mi koydular, yoksa bizimi küfeye koydular siz söyleyiniz. O zaman Bulgar yöneticilerinin güneşi batan SSCB’den koparak, doğan güneş Atlantik Paktına taktılar. Buna çok sevinen oldu. Şimdi AB dağılırsa Bulgaristan için karanlık günler basacak. Bu gelişme beni de huzursuz eder. Endişemi arttıran ise, ilk bakışta pek fazla önem arz etmeyen bir olay oldu: Recep Tayyip Erdoğan’ın Saray Bosna’da düzenlediği dev miting. Bir Türk yaşamayan bu kentte Erdoğan binleri mitinge topladı. Kurucu Başkan İzzet Begoviç’in oğlu tarafından yönetilen, Bosna’nın ikinci büyük siyasi partisi tarafından örgütlendi bu miting. Bu miting, Türkiye’nin jeopolitik güçlerini Kuzey Batı yönde Behaç’a ve Güney Doğu yönde de Suriye’ye kadar yaydığını kanıtladı. Bulgaristan olarak biz bu coğrafyanın ortasında bulunuyoruz. 2- biz Avrupa’nın bizi besleyeceğine ve Amerika’nın da koruyacağına inanıyoruz. Trump, bu ikisinin olmayacağını açıkça söyledi. O “Amerika her şeyin üstündedir!” dedi. Amerika’nın askeri, ekonomik vs gücüne bağlı var olan bu kurumların hepsini yok edebilir o. 3- Benzetmeli düşünme tarzı çok zarar verici olsa da, açık olarak şunu da söylemeliyim. Bun, günümüzde Amerika’nın, vatıyla Roma İmparatorluğunun yaşadığı o bilinen geç döneme ayak basıyor. Bu dönemde, adına Roma İmparatorları dönemi dediğimiz, İmparator Diaklesiyan başta olmak üzere, yönetenler imparatorluğa bir nefes daha aldırıp 200 - 250 sene daha ömür kazandırmışlardı. “Amerika her şeyin üstündedir!” bir de “Her şeye rağmen Amerika!” anlamına geliyor. O bunu dünyayı lanetlerken söylemiyor. Onun demek istediği şudur: Biz sizi koruyoruz. Bedelini siz ödeyeceksiniz. Ödemezseniz sizi bunu yapmaya zorlayacağız!


194

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bunu söyleyen Trump kendini aldatmıyor, duygusal da değil. Sözlerimi Putin’in dediklerine bağladığımda, Rusya bölgemizde çok karmaşık bir oyun içindedir. Biryandan, Ruslar bizi uyarırken, öte yandan Türkiye’de büyük yatırım yapıyorlar. Rusya Türkiye’yi ekonomik düzeyde bağlarken, Astana sürecinde izlendiği üzere, İran ile birlikte jeopolitik olarak da kazanmaya çalışıyor. Rusya’nın herhangi bir şekilde olmak üzere Türkiye’yi Avrupa- A tlantik bağımlılıklarından uzaklaştırmaya çalıştığını Akdeniz kıyısında Ak Kuyu’da Atom Elektrik Santrali kurarak ve yine aynı bölgeye C-400 savunma sistemleri monte etmesinde görebiliyoruz. Bunların gerçekleşmesiyle o bölgede her şey yıldırım düşmüş gibi değişecektir. Akdeniz bölgesinde ve Balkanlarda her şey yeni bir yön alacak ve dev etkide bulunacaktır. Her iki eğilimin -ikisinden birinin- gerçekleştiğinde bu Bulgaristan’ın sonu olacaktır. Bu, bazılarının düşündüğü gibi davullu zurnalı olmayacak. Bulgaristan’ın özü emilecek, gelişmekte olan bir ülke olan Bulgaristan’ın fiziki enerjisini ve tüm diğer potansiyelini Türkiye kendi içine çekecek. Dolaylı örneklerini bugün yaşıyoruz. Geçen yıl yapılan erken genel seçimler öncesi Kırcaali’ye gitmiştim. Görüşmemizde yerlilerden biri, Kanada’da yaşayan çocuklarını görmeye gideceğini paylaştı. Sofya’dan uçmuyor. İstanbul “Atatürk” Havalimanını kullanıyor. Çünkü daha yakın, daha uygun, daha ucuz. Öyle ki, Bulgaristan’ın tamamen oraya dönmesi ve akması zamana kalmıştır. Türkiye’nin, bizde olmayan, ama onlarda olan, çok ciddi bir jeopolitik elitti var. Bu elit, Bulgaristan’a her zaman Rusya İmparatorunun iradesine uyularak bundan 120 yıl önce meydana gelmiş ve omurgasız davranırsak 120 yılda geldiği yere dönecek tarih kargaşasında bir talihsizlik olarak bakmıştır. Bu omurgayı göremiyorum. Basil Basilev: Bu yılın 1 Mart günü Rusya Federasyonu Başkanı Putin yeni güçlü silahları gösterdi. ABD bu silahları durdurabilecek sistemleri olmadığını itiraf ettiler. Amerika bu füzeleri düşürebilecek durumda değildir. Bu gelişme dünyayı kökten değiştirdi. Güçler dengesi değişti. Küfe bir yana eğildi demesek de, terazi oynadı. Rusların savunma silahları üzerinde değil de saldırı silahlarına ağırlık vermesi, dünyaya deprem yaşattı. ABD ile Rusya arasında uzlaşmanın sükûn noktası bulunabilir mi? Yani hem savaşlar önlensin hem de bu iki devletin ikisinin de milli güvenliği garantilenmiş olsun? Dünya hala büyüktür. Prof. İvo Hristov: Bir, ben, Putin’in 1 Mart günü söylediklerinin henüz anlaşılamadığı, henüz özümsenemediği görüşündeyim.


Makale ve Analizler - 2018

195

2- Putin’in bu enformasyonu neden tam 1 Mart günü açıkladığı da bir muamma kaldı. O, Rusya’nın sosyal - ekonomik ve başka sorunlarına vurgu yaptı. İddialara ve Başkan Beşer Esad’ın da yakında beyan ettiğine göre, ABD ile RF arasında direk çatılma arifesinde bulunmuşuz. Sizin de dikkatinizi çektiği üzere, Putin boş konuşmuyor. Putin şöyle dedi: Bizim ve müttefiklerimizin çıkarları tehlikeye düştüğünde biz onları savunabiliriz. İnsan düşününce, şu dönem yok edilmek istenen tek Rusya müttefikinin Suriye olduğunu görüyor. Putin, son konuşmasında açıkladığı silahlar da bu kapsamda gerektiğinde bütün araçları kullanacağını söyledi. O, başka bir demecinde ise, kırmızıçizgiye dayandıklarını, artık geri adım atacak alan kalmadığını, kendilerinin jeopolitik ve bir uygarlık olarak ayakta kalması konu olduğunda ve zorunda kaldıklarında Rusya’nın kendisiyle birlikte bütün dünyayı da uçuruma sürükleyeceğini belirtti. 3- Fazla dikkat çevrilmeyen bir başka demeç de, RF Genel Kurmay başkanının bir söylevidir. O şöyle dedi: Bundan sonra Rusya kendi topraklarında savaş yürütmeyecektir. Bu, İkinci Dünya Savaşı kıyım ve yıkımının Rus halkı için bir daha tekrar etmeyeceği anlamına gelir. Bu, yeni silahların neden saldırı silahı olduğu sorusuna da yanıttır. Savaş Bakanı Sergey Şoygu, Birleşik Amerika’nın askeri sanayi kompleksine yaptığı çok büyük yatırımları hurdaya çıkardığını söyledi. O, NATO füzesavar sisteminin delik deşik olduğuna işaret etti. Balıkçı sermesi gibi olduğunu belirtti. Şoygu, “biz batıdan, kuzeyden güneyden, kuzey kutuptan, nereden istersek girip hedefimize ulaşırız,” dedi. Bir Amerikan atasözünde şöyle denir. İnsanlar daha öncesinde eşit değillerdi. “Colt” (Amerikan otomatik tabancası) icat edildi ve hepsini eşitleştirdi. Şimdi onları eşitleştiren, önceleri kartondan yapılmış veya yalnız fotoğraf olduklarından söz edilen Rus silahları hizaya getirdi. Putin’in dünyayı yağlı boya tablolarıyla tehdit etmediği anlaşıldı. Ciddi analizciler sustular ve düşündüler. Yeni silahlardan “Kınjal” 9 Mayıs “Zafer Bayramı” askeri gösterisinde görücüye çıkarıldı. Putin demeçlerinde artık birkaç defadır Rusya’nın ekonomik alanda bir sıçrama, atılım yapması gerektiğine işaret ediyor. Bu konuda Stalin 1931’de yaptığı bir konuşmada şöyle demişti: “Başka halkların 100 yılda yaptığını biz 10 yılda yapamazsak, onlar bizi bitirir!” Moskova artık gözyaşlarına inanmıyoRumen Radev ile Borisov son Moskova ziyaretlerinde bunu gördüler. Bundan böyle “Bulgar Rus Dostluk” gösterilerinde duygusal anlar yaşanmayacak. İkinci olarak, ben Borisov’un Moskova ziyaretini bir sondaj olarak değerlendiriyorum, o bir şeyler yapılabilmesine olanak var mı diye yoklamaya gitti. Bulgar yöneticileri Brüksel ve Washington yönetimlerine danışmadan hiçbir şey


196

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yapmadıkları biliniyor. Şu da var, Avrupa en nihayet yumurtaların hepsini bir küfeye koyduğunu fark etti. Türkiye ise, enerji işlerinde Avrupa’yı zorluyor. TANAP gaz boru hattı, Türk Akım ve bu gidişle, ABD ile bağlar gevşediğinde, Avrupa belki de yeni bir şekilde Güney Akıma dönebilir. Öyle ki, Borisov’un Moskova ziyaretini iki yönlü değerlendirmemiz doğaldır. Trump’a bizim geçerli Rus kozumuz var istemiş olabiliriz ya da onlar bizim Moskova ile Ankara’dan çok bağımlı olmamızı önlemek için Güney Akım konusuna yeniden yeşil ışık yakılmasına razılık göstermişlerdir. Avrupa elitinin ABD’den ne kadar bağımlı olduğunu hesaba katarak, yalnız Almanya’nın Birleşik Amerika’ya yılda 180 milyar Euro otomobil sattığını düşündükçe, Avrupa ekonomisinin de ABD’ye sımsıkı bağlı olduğunu söylemeden geçemem. Bu Almanya’nın ABD dış satımının aslan payıdır, şimdi bu dış alıma ABD’nin ‘% 25 gümrük uygulayacağını hesaba kattığımızda, bunun bir yaptırım olduğunu düşünmeden edemiyorum. Bu da Almanya’da yüzde yüz güçlü sosyal hareketlenmeye neden olacaktır. Bir Alman iş adamı bana, iki vardiya çalışan Alman işletmelerinde, vardiyanın birisi sokağa atılacak, dedi. O zaman bir de Alman sosyal modelinin halini birlikte düşünelim.

Demokratikleşme 1923’te gömüldü

Musa Vatansever-09.Haziran.2018

Konu: Bulgaristan tarihinde birinci askeri darbe. 9 Haziran 1923’te Bulgaristan’da askeri darbe yapıldı. Seçimle iş başına gelen Çiftçi Partisi iktidarı devrildi. Bulgaristan köylülüğünün lideri Başbakan Aleksandır Stamboliyski feci bir şekilde öldürüldü. Bu cinayette “feci” - başbakan Aleksandar Stamboliyski’nin kendi köyünde, evinde ağır işkencelerden sonra eli kolu ve başı kesilerek, vücudu parçalanarak öldürülmesi anlamındadır ki, haberi alan çiftçiler, ülkenin dört bir yanında ayaklanmış, protestoları aylarca sürmüştür. Aleksandar Stamboliyski 20. Yüzyılda Bulgaristan’da yetişen en etkili ve en çok sevilen reformcu halk önderiydi. Bulgar parlamentosuna ilk Türk - Müslüman Milletvekilleri onun sayesinde girmişlerdir. Sağladığı meclis çoğunluğunda Müslüman milletvekilleri de birinci parti olmasında etkili olmuşlardı.


Makale ve Analizler - 2018

197

9 Haziran 1923 askeri darbesi Aleksandar Stamboliyski hükümetini devirdi. Yenine Aleksandır Tsankov başkanlığında, komünistler dışında, meclis muhalefetinden bir kabine kuruldu. Çar III. Boris askeri darbeyi ve yeni hükümeti tanıdı. Günümüz siyasi dünya görüşünde “milli çıkarları savunmak için legal bir araç” olarak nitelenen askeri darbe, o zaman Bulgaristan tarihinde ilk kez seçim kazanan ve kendi iktidarını kuran Çiftçi Halk Partisi hükümeti düşürüldü. Çiftçi lider katledildi. Artık 95 yıldan beri Bulgaristan çiftçileri, köylüleri ve kooperatifçileri bir daha iktidar olamadılar. Bölündükçe bölündüler, parçalandılar ve siyaset sahnesinden uzaklaştırıldılar. Bu konuda yüzlerce kitap yazıldı. Darbeciler, Aleksandar Stamboliyski’yi Mosolinicilikle, köylü ordusu kurmakla, Turuncu müfrezeler oluşturmakla ve diktatörlükle itham ettiler. “Turuncu” Bulgar köylü hareketinin bayrak rengidir. Çiftçi partililer, askeri darbenin Balkan savaşlarında (1912 - 1913) ve Birinci Dünya Savaşında (1914 - 1918)cinayetler işleyen, 1018 Vladaya Asker Ayaklanmasını basıran eli kanlı Ordulu katillerin işi olduğunu savundu. 1918 Asker Ayaklanması Monarçi’nin Cumhuriyetle değiştirilmesini istedi. Al.Stanboliyski 1919 Neully Anlaşmasını Bulgaristan adına imzalayan, silahlı kuvvetleri dağıtan, azınlık haklarını tanıyan başbakandır. Bugün de her fırsatta tekrar edilen darbe nedenleri ise, Çiftçi liderin izlediği iç ve dış siyasetten Çarın ve sağ siyaset çevrelerinin memnuniyetsizliğinde gizlidir. Darbe, Halk Mürtecileri ve Askeri Birlik tarafından örgütlendi. Sofya ve il garnizonları darbeyi destekledi. Devrilen yasal iktidarın yerine mürteciler hükümeti kuruldu. Tacı, ülkeyi felakete sürükleyen babası Ferdinant’tan 1818 Ekiminde alan III. Boris, Çiftçiler kendi iktidarlarını kurunca tahta oturuyor ama ülkeyi yönetmiyordu. Stanboliyski’nin başlattığı reform hareketi özel mülkiyet temellerine dokunmasa da, faizciliği ve büyük çiftlik sahiplerine darbe üstüne darbe indiriyordu. Devlet ve belediye mülklerinde topraksız köylülere toprak, araç gereç dağıtılıyordu. Varna, Şumen ve Rusçuk eyaletlerinde Türk okullarına da geçim kaynağı olarak toprak, koru ve orman arazisi verilmişti. Hükumet tedbirleri tutucu güçleri ve iri zenginleri korkutmuştu. Savaştan dönen ve ordudan atılan subaylar hoşnutsuzdu. Aleksandar Stanboliyski hükümetine karşı başkaldırının başına, Stamboliyski 1922 Haziran’ında kurulan ve s.o. Anayasal Blok adını


198

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

aldı. Temellerini Birleşik İlerici Halk Hareketi, Demokrat Parti ve Radikal Demokrat Parti attı. Yeni grup Çiftçi iktidarını devirmeyi programına aldı. Bunun için üç büyük halk panayırı düzenlemeyi düşündüler. Birincisi Eylül 1922’de toplandı. Bu legal forumda büyük bir kargaşa olunca, öteki ikisini çağırmaktan vaz geçtiler. Saray ve sağ politik güçler, legal direniş biçiminden vaz geçerek, askeri araçlar kullanmada anlaştılar. Adı Askeri Birlik olan savaştan dönmüş ama ordu dışı kalmış subaylar darbenin askeri-teknik yönünü üstlendiler. Askeri Birlik, çok kalabalık bir örgütlenme olan Halk Mürtecileri’ni harekete kazandılar. Darbe hazırlıkları Saray’dan yönetildi. 1923 Baharında Askeri Birlik ajanları ülkenin dört bir yanında bulunan garnizonlarda yuvalanmayı başardı. Subaylardan daha fazlasını darbeye kazandı. Nisan 1922’de XX. Halk Meclisi seçimlerini büyük bir başarıyla kazanınca Bulgaristan Halk Çiftçi Birliği (BHÇB) yönetiminde baş gösteren coşkudan bunalma ve gevşeme darbecileri da ha sıkı hazırlık görmeye itmiştir. BHÇB, siyasi çalışmalarının yönünü, seçimden ikinci parti olarak çıkan Bulgaristan Komünist Partisi (dar sosyalistler) /BKP d.s./ karşı çevirmiş ve komünistlerle boğuşmaya başlamıştır. Bu bir ideolojik kavgadır. Komünistler toplumun sınıflara bölündüğünü ve sınıf savaşının kaçınılmazlığı tezini savunurken, çiftçiler toplumun katmanlara parçalandığını ve onların emekçi köylü tabakayı temsil ettiklerini savunagelmişlerdir. İktidarın kendilerinden ilgilenmediğini gören darbeciler, kışlalarda çalışmalarına hız kazandırmıştır. Askeri Birlikte buluşan darbecilerin Merkez Yönetimi başkent ve il merkezleri için özel darbe planı hazırlamıştır. Bu planda başkentin ve il merkezlerinin askeri güçler tarafından işgal edilmesi öngörülmüştür. “Kubrat” adlı yedek subay derneği, askeri hazırlık gören gençlik örgütleri darbecilerin saflarına geçmişlerdir. Aynı zamanda, darbecilere İç Makedon Devrim Örgütü VMRO tarafından destek ve yardım vaat edilmiştir. Demek oluyor ki, bugün Başbakan Yardımcısı ve Savunma Bakanı Krasimir Karakaçanov tafından yönetilen VMRO daha 1923’te Bulgaristan Çiftçi Halk iktidarının kanlı devrilmesine ve Başbakan Aleksandar Stamboliyski’nin vahşi katledilişine bizzat katılmışlardır. VMRO Çiftçi iktidarına katılan bakanlara ve genel müdürlere ve ailelerine karşı saldırılarını daha Mart ve Nisan aylarında başlatmış ve iktidarın gelen tehlikeyi görebilmesine engel olmuştur. Bulgar çiftçi hareketinin ve Vladaya Asker Ayaklanması’nın (1918) önderlerinden biri olan Rayko Daskolov VMRO katilleri tarafından kurşunlanmıştır.


Makale ve Analizler - 2018

199

Bulgar siyasi tarihinde, darbenin başlamasına vesile olarak, Aleksandar Stamboliyski’nin Mayıs 1923 sonunda rüşvetçilere, faizcilere, dolandırıcılara ve iri sermayeye ve Çara karşı Haskovo’da yaptığı bir konuşma kullanılmıştır. III. Boris ağır suçlamaların altında ezilince, darbecilere “başlayın” işareti vermiştir. Askeri Birlik Merkez Yönetimi darbe tarihi olarak 8 Haziranı 9 Hazirana bağlayan geceyi seçmiştir. Darbe tarihi garnizonlara özel kuryeler tarafından iletilmiştir. Darbe Albay İvan Vılkov, yedek Albay Kimon Georgiev ve yedek Yüzbaşı Nikola Rayçev vb tarafından yönetilmiştir. Darbe gecesi Aleksandar Tsankov başkan ilan edilmiştir. Yine bu gruptan Albay Kimon Georgiev, Aralık 1934 darbesini de gerçekleştirmiş, 1936’da Rusya istihbaratı için çalışmayı kabul etmiş ve 1944’ten sonra 3. Bulgar hükumetine başbakan olmuştur. Çar III. Boris askeri darbeye bizzat katılmıştır. O, darbeden bir dün önce, 7 Haziran 1923’te Başbakan Aleksandar Stamboliyski’yi doğduğu köy olan Pazarcık ilinin Slavovitsa köyünde ziyaret etmiş, uzun bir görüşme esnasında onun uyanıklığını köreltmeyi başarmıştır. Darbe önceden hazırlanan bir plana uygun gerçekleştirilmiştir. Askeri Okul öğrencileri devlet kurumlarını işgal gücü olarak kullanılmıştır. 2 - 3 polis amirliğinden başka mukavemet gösteren olmamıştır. Tren garı, poşta, köprüler, devlet kurumları darbecilerin eline geçerken, çiftçi partili bakanlar, milletvekilleri ve 700 gardiyan tutuklanmıştır. Sofya girişindeki “Vrana” köşküne giden yeni başbakan Aleksandar Tsankov III. Borise hükumet değişikliğine ilişkin belgeleri aynı gece imzalatmıştı. Bu olaylar, 1944’te Arjantin’e kaçıp sığınan Aleksandar Tsankov tarafından 15 yıl boyunca “Anılarım” eserinde işlenmiştir. Askeri darbe ülkede şaşkınlıkla karşılanmıştır. Aleksandar Stamboliyski’nin barbarca öldürüldüğünü haber alan çiftçi partililer yaba ve tırpanları alarak ayaklanmıştır. 12 bin kişinin başkaldırısı kanlı bastırılmıştır. Türklerin kalabalık yaşadığı Pleven, Şumen, Karlova, Kazanlık, Rusçuk, Vratsa ve başka merkezlerde silahlı çatışmalar haftalarca sürmüştür. Direnişçi 10 bin Pazarcık köylüsü ile hesaplaşma ağır olmuştur. Bulgaristan işçi sınıfı ve sol muhalefet partileri Çiftçi partisine saldırılara karşı çıkmasalar da, 9 Haziran 1923 gerici askeri darbesine karşı tepkiler aynı yılın 23 Eylülünde emekçiler öncülüğünde bir yeni halk ayaklanması başlatmıştır. Başlıca Sofya ve Kuzey Batı yöresini saran başkaldırı kanlı bir şekilde bastırılmıştır. Bulgaristan’da legal bir çiftçi iktidarının ve işçi sınıfı direnişlerinin kana boğulmasına karşı, 2 yıl hazırlıktan sonra 16 Nisan 1925 tarihinde Sofya’da “Ts. Nedelya” kilisesinde büyük bir terör olayı gerçekleştirilerek, iktidar çevresinden 200 kişi öl-


200

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

dürülmüş ve 500 kişi yaralanmıştır. Bulgaristan halk ayaklanmaları tarihinde en büyük ve güçlü isyan Mayıs 1989’da Türk ve Müslüman nüfusun yaşadığı bölgelerde gerçekleşmiştir. Ülkenin karma nüfuslu bölgelerini baştanbaşa saran bu Türk ayaklanması 1944’ten sonra iktidara gelen ve azınlık kimliğini yok sayarak yöneten totaliter komünist diktatörlük rejimini aynı yılın 10 Kasım günü devirmiştir. 1972 - 1973 ve 1984 - 1989 yılları arasında isimleri değiştirilen, dilleri, dinleri, gelenekleri, kültür ve uygarlıkları yasaklanarak asimile edilmek isteyen Müslüman azınlıklar Türk kimliği ve “kültürel otonomi” hakları için ayaklanmışlardır. Toplam 240 şehit veren Müslüman ayaklananlardan 500 bini sınır dışı edilmiştir. 9 Haziran 1923 askeri darbesini ve Bulgaristan’da emekçi köylü iktidarının yıkılması ve ardından gelen katliamları anımsarken, yeni Bulgar tarihinde en önemli devinim gücün Türkler ve Müslüman dayanışması, birlik ve beraberliği olduğunun bir kez daha altını çiziyorum. Büyük bir çöküş ve içinden çıkamadığı bunalımlarda çırpınan Bulgar iktidarları için Müslüman azınlıklarla uzlaşmaktan başka çıkış yolu yoktur. Bu kitle yeni bir dirilişe kanat açıyor. Bugünkü Sofya meclisinde, 1923 askeri darbesini yapanların torunlarının nefes aldığını ve milliyetçilik adı altında modern liberal faşizm savunduklarını görüyoruz. Aleksandar Stamboliyski’den önce Başbakan Vasil Radoslavov’un Liberal Partisi meclis bileşiminde (1913 - 1918) 24 Müslüman mebus, Aleksandar Stamboliyski BHÇP meclis çoğunluğunda birçok Müslüman milletvekili olduğu unutmamalıyız. 1989 Ayaklanmamız kendi partimizi kurmak, politik sahneye çıkmak ve yönetimde hak sahibi olmak ve halkımızın demokratik hak ve özgürlüklerini, herkese hak eşitliği taleplerini yerine getirmek için gerçekleşti. Bugünkü çağrımız yeni bir birliktir. Yeni bir programla haklarımızı elde etmektir. Okuduğunuz için teşekkür ederim Aleksandar Stamboliyski


Makale ve Analizler - 2018

201

Yılan Dişlerini Çıkardı

Raziye ÇAKIR -10.Haziran.2018

Konu: İsimlerimizi değiştirenler kahraman ilan ediliyor. Avrupa Konseyi Sofya toplantılarının son günlerinde Bulgaristan’da her şey birden bire ters döndü. Totalitarizm, güya “soya dönüş süreci” yani Bulgarlaştırma bir daha canlandırılamaz desek de, düşmanlık ocakları bir bir yakılıyor. Eski Zara’dan (Stara Zagora) sonra Şumnu da (Şumen) Türk yer isimlerini değiştiriyor, kıvılcımlar Veligrat’a sıçradı. 134 bin 102 (yüz otuz dört bin yüz iki) ajan dosyasını yok ederek katilleri gizleyen eski partizan, General Atanas Semerciev’in suçları aklandı. Şehrin en gözde meydanına “Atanas Semerciev Şehrin Kahramanı” levhası takılıyor. Gen. Semerciev’in Bulgaristan Türklerine ve Pomak kardeşlerimize karşı işlediği cinayetler saymakla bitmez. 1972 - 1973 ve 1984 - 1989 olayların Da Zorbalığı uygulayan bu general idi. Son gelişmeler karma bölgelerde belediyelerin komünist-totaliter döneme döndürüldüğüne tanık oluyoruz. Son yıllarda birçok belediye merkezinde sokaklara istilacı Sovyet ve Rus generali ismi verilirken, “Byala” şehrinde kent merkezlerine Sovyet Generali Chukov’un anıtı dikildi. Plevne köylerine Todor Jivkov anıtı dikiliyor. Otobiyografinde tezat olan, terörist partizanlar arasında, imha gruplarında bulunmuş, büyük sayıda vatandaşın sorgusuz yargısız hapse atılmasına veya öldürülmesine neden olan General Atanas Semerciev gibi totaliter zulüm aygıtını yönetmiş kişiler sözde aklanmış gibi ön plana çıkarılıyor ve hayatları efsaneleştirilmeye çalışılıyor. Bu terörist partizanlardan biri de artık hayata gözlerini yummuş olan General Atanas Semerciev’tir. Bilinmeyen bir yerden gelen büyük bir baskı sonucu Velingrad Belediye Meclisi 31 Mayıs 2018 günü Karar № 199 olarak kayda geçen, şu belgeyi onaylamıştır: Komünist Militanın Doğduğu Evin Duvarına Övgü Levhası Konulmalıdır. Velingrat Belediye Meclisinde 29 üye vardır. Bunların arasında bulunan Hak ve Özgürlük Partisi (DPS) meclis üyeleri de sözüm ona “soya dönüş süreci” Bulgarlaştırma terörünün önderlerinden biri olan General Atanas Semerciev’in hatırasının şehirde yaşatılmasına “evet” oyu kullanmıştır. Belediye meclis üyeleri 2000 yılında Sofya Meclisinde kabul edilen “Komünist Rejimi Cinayi Bir Toplumsal Düzen İlan Eden Yasayı” hiçe saymıştır. Bu, kabul edilemez durumla ilgili Bulgar basınında birçok yazı çıktı. General Atanas Semerciev, ismi komünist dönem suçlarıyla direk olarak bağlı olan biridir.


202

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) tarihini iyi bilenler, Semerciev’in BKP yönetimindeki en çelişkili kişilerden biri olduğunu hatırlar. Bugün tarihin terörist bir hareket olarak nitelediği, Bulgaristan bağımsızlığını baltalamak için örgütlenen partizan hareketine katılmış ve gizli eylem yürütmüş olan bir savaşçıdır. Konuyu inceleyen Prof. Todor Balkanski, araştırma eserinde, General Atanas Semerciev, BKP saflarını içten temizlemek için, işaret edilen kadroları imha eden, bir terör grubunda yer aldığını yazmıştır. Anti-faşist mücadele efsanelerinden biri olan Metodi Şatarov - Şarlo’nun Semerciev tarafından öldürüldüğü biliniyor. 9 Eylül 1944’ten hemen sonra Atanas Semerciev Bulgar Askeri İstihbaratı tarafından “Slaveyçeto” /Bülbülcük/ takma adı ile ajan olarak kullanılmış, fakat daha sonra muhbir dosyası imha edilmiştir. 1989’da Totaliter rejim yıkılana kadar SSCB’ne en yakın olan Bulgar General olarak bilinir. 1962 - 1989 döneminde Bulgar Halk Ordusu Genel Kurmay Başkanıdır. Komünist diktatörlük döneminde BKP MK üyesidir. 1966 - 1989 yılları arasında BHC Savunma Bakanı Yardımcısı görevinde bulunmuştur. 1968’de Bulgar Ordusunun “Prag Baharını” bastırmaya göndermesi, iki, 1984’te isim değiştirerek Türkleri Bulgarlaştırma olaylarında ve onların barışçı gösterilerini ezmek için silahlı kuvvetleri kullanması General Atanas Semerciev’in yargılanarak içeri atılması için yeterlidir. Fakat o bu kanlı ve trajik olaylardan yargılanmamıştır. Bulgaristan’da demokrasiye geçişin ilk yıllarında General Semerciev’in oynadığı rol çelişkili ve çok tartışmalıdır. Halkın öfkesi ve nefretiyle Başbakan Andrey Lukanov’un iktidardan düşürüldüğü günlerde General Semerciev İçişleri Bakanıdır. O zaman o, devlet güvenliği “DS” ve Askeri Karşı İstihbarat (VKR) ile bağlantısı olan kişilerin dosyalarının imha edilmesini emretmiş ve bu eylemin gerçekleştirilmesini denetlemiştir. O zaman, İçişleri Bakanı görevinde bulunan General Semerciev’in emriyle, aynı Bakanlığın “Arşivler” Şubesi tarafından hazırlanan ve onaylandıktan sonra, İçişleri Bakanı Yardımcısı Org. General Stoyan Savov tarafından sunulan № IV - 68 çok gizli raporda, olağanüstü gerginleşen politik ve operatif durumla ilgili olarak, yabancı ülke vatandaşlarının ve gizli yardımcı sıfatıyla çalışan Bulgar vatandaşlarının dosyalarının imha edilmesi önerilmiştir. İmha edilen dosya kutularının içine formel olarak, yalnızca takma ajan adı ve ajan numarası yazılı, isimsiz birer karton konması ve bunların mikro-filminin hazırlanması istenmiştir. Çok değerli ajan dosyaları da bu kapsamda olmak üzere, 134 bin 102 ajan dosyası böylece imha edilmiştir. 1992 yılında, Bulgar Başsavcılığı, komünist “DS” dosyalarının imha edilmesiyle ilgili olarak, General Semerciev’e ve “DS”, “Arşivler” III. Şube müsteşarı General Bayan Nanka Serkecieva’ya karşı soruşturma başlatmıştır.


Makale ve Analizler - 2018

203

11 Nisan 2002 tarihinde Yüksek Temyiz Mahkemesi Gen. Atana Semerciev’e 4 yıl 6 ay, General Bayan Serkecieva’ya da 2 yıl hapis cezası vermiştir. Kişilerden ikisi de, 1990 yılında toplam 144 bin 235 ajan dosyasını imha etmek, devlet görevini kötüye kullanmaktan suçlu bulunmuştur. General Semerciev 2,5 yıl ev hapsinde tutulmuş, daha sonra bu karar, para cezasına çevrilmiştir. İkisi de af için Yüksek Mahkemeye başvurmuştur. Yüksek yargı organı suçların hukuk açısından geçersiz olduğunu ilan etmiştir. 2003’te mahkeme kararı geçersiz ilan edilmiş, dava savcılığa geri çevrilmiş ve bir daha mahkemeye dönmemiştir. Yurt dışına çıkma yasağı da 2005’te kaldırılmıştır. 2006’da dosya tamamen kapanmıştır. Öyle ki “demokrasi” yıllarında işlenen en büyük suçlardan birisi (ajan dosyalarının yakılması) cezasız kalmıştır. Geçen Cumartesi saat 10 ile 12 arasında politika yazarı Anton Todorov “Avrupa” TV’de yayınlanan “Belgeler” programında, General Semerciev’e çok yakınlığıyla bilinen siyasi polis subaylarından “DS” görevlisi Todor Nikov’un 1990 yılından başlayarak Demokratik Güçler Birliği (CDC) örgütünü içerden yıkma çalışmalarını anlattı. Subay Nikov “DS” sisteminde “terör” şubesinde çalışmıştır. CDC’yi dağıtma etkinliklerinde elde ettiği başarılardan ötürü Cumhurbaşkanı Georgi Pırvanov tarafından ödüllendirilmiştir. Geçen sene Bulgaristan Milli Eğitim ve Teknoloji Bakanlığı okul tarih kitaplarına, komünizm suçlarının da alınmasını karara bağladı. Şehirleri hala en ünlü komünist teröristlerden birinin ismini taşıyan (Vela Peeva) ve işlediği insanlık suçlarının sayısı bilinmeyen General Atanas Semerciev’in “övgü levhası” aynı şehirde evinin duvarında asılı dururken, yerli öğrencilerin tarihi nasıl öğreneceklerini bilmek isterim. 1972 - 1973 Müslüman Pomakların isimleri değiştirilirken, bu şehirde ve etraf köylerde yaşayan Müslüman Pomakların hepsinin ismi de zorla değiştirilmişti, Genel Kurmay Başkanı General Atanas Semerciev tankları ve diğer zırhlı araçları bu Rodop köylerine sürmüş ve köylüleri sürgün etmişti. General Semerciev’i bir kahraman olarak kabul eden DPS, gerçekten her şeyi gerçekten unuttu mu?!


204

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bizi Yok Oluşa Doğru Yuvarlıyorlar

Oya Canbazoğlu Dirier-10.Haziran.2018

Konu: Trakya ve Deliorman kendini yakar mi? Eski Zara (Stara Zagora) bölgesinden sonra Deliorman’da da yer isimlerinin Bulgar isimleriyle değiştirilmesi, dilimizin, edebiyatımızın, yaşam tarzımızın ve medeni dünya görüşümüzün yok edilmesine doğru atılmış yeni bir adımdır. Yaşadığımız yerler Türklük kalesidir ve hiçbir ismin değiştirilmesini kabul edemeyiz. İsimlerin değiştirilmesinin anlamı şudur. Deliorman’ın Türk kimliğine el kaldırılmıştır. Artık menekşe koklayamayacağız, Ayşe Gelin Kirazı yiyemeyeceğiz, Beş Pınarda Hıdırellez sofrası açamayacağız, Balkaya’da çobanlık yapamayacağız. Çünkü gelecek bahar, adı değişen menekşeler zalim insanlara küsüp artık açmaya bilir. Ayşe Gelin Kirazı Türk güzelliğiyle allanamayabilir. Beş Pınar adında bir yer olmayacak. Balkaya tepesinden gırtlağımızın çıktığı kadar haykıramayacağız. Yanık Türküler söyleyemeyeceğiz. Adı değiştirilen her yerin silinemez anıları var. Hayat o anılardan fışkırmaya devam edecek. Kafirin milliyetçiliği kestiği domuzun kanını porta kapılarımıza, kuyularımıza atarak büyüdük. Cami kapılarına asılan domuz kellerini unuttunuz mu? Artık ata yadigarı çeşmelerimizin kurnalarına her sabah gidip domuz yağı sürmeye üşenmezler. Çünkü adları değişince onların olacak. “Çeşmeye” ne dediler acaba? Elimizdeki tapuların hiçbir değeri ve geçerliliği kalmayacak, çünkü Türk isimli olan hiçbir mülkümüz olmayacak. Biz, sözde onların olan, toprakları üzerinde göçebe kuşlar gibi yüzer gezer bir durumda ömür törpülemeye itiliyoruz. Guguk kuşu oldular. Bizim yuvalarımızı kullanacaklar. Bu Karlovo’da 10 sene önce de yapılmıştı. 1475’te inşa edilmiş olan Kurşun Camimizi geri alabiliyor muyuz? Alamıyoruz. Adam ne diyor bize, “Bulgar mülkü üzerine kurulmuştur” deyip tersliyor, kestirip atıyor, mahkeme kararlarını tanımıyor. Protesto gösterisi yapsan 1000 motorlu toplanıyor. Motor sesinden konuşsan da işitilmiyor. Hayat boğuluyor. Demokrasi can çekişiyor. Adalet dar ağacında ipte sallanıyor. XXI. yy. tablosu budur. Oysa Karlı Bey askeriyle o vadiye yerleşirken etrafta tek Bulgar yokmuş. Kim nasıl isterse öyle anlasın. Artık şairlerimiz de, söndürülmek istenen vatan sevgimizle şiir yazamaz, çünkü bizim ortak erdemimiz olmayan bir şeyi övmek neye yarar?


Makale ve Analizler - 2018

205

Trakya Ovası, Balkan, Deliorman ağlıyor. Bahar hüzünlü. Bulgaristan Türkleri için 2018 yılı, 21. yüzyılın kara yılıdır. 1984 - 1989 zulüm yılları arasında isimlerimizin değiştirilmesine isyan eden şairlerimizden Mehmet Karahasan, Mehmet Ali Oruç ve daha birçokları kendilerini yaktılar veya astılar. O yıllarda dertten kurtuluşun sanki başka bir yolu yoktu. Yer altından, çok derinlerden bir uğultu gelse de, karanlıkların delinebileceğine ve ışığın doğacağına inanlarımız yaşayabilmek için yeterli değildi. İsim değiştirme, Kimliğimizi yok etme baskılarına karşı tepki göstermeyen, şiir ardından şiir yazıp halkımızı isyana davet etmeyen, ses yükseltmeyen ozan, şair ve yaratıcımız yoktur. O yıllar çok virajlıydı. Birçokları zulme dayanamadı. Diğerleri kenara itildi. Bir başkaları imana sarıldı. Fakat hepsi her zaman ana konuda birdiler, kavgamız ortaktı. Patlamaya hazırdık. O yıllarda Bulgaristan Türklerinin doğa, vatan ve insan sevgisi doğru bir Türkçe’yle ve her kalpte yer yapan bir atılımla parladı. Dayanamayanların gen kuşağa vasiyeti her zaman her yerde “sakin soy kökünü kestirme” oldu. Yaşadığımız yerlerin Türk isimleri bizim soy kökümüzden bir parçaydı, bizim tapularımızdır. İçinde yaşadığımız doğanın her çalı- çırpısı, her goncası ve çiçeği, ağaç dalındaki her umut, her meyvenin, dere boylarındaki yalabık taşların, su-çurumların, saçlarını suyun aynasına sermiş salkım söğütlerin ve daha her şeyin isimlerinin değiştirilmesi, bizim soy kökümüzün baltalanması, boğulması, kesilmesi, budanması ve hayat hakkından olması anlamındaydı ve bugün de öyledir. İnsanoğlu doğanın bir parçasıdır, ürünüdür ve ona ad verendir. Biz 1000 seneden beri yarattığımız dünyanın köküne kibrit suyu dökülmesine göz yumamayız. “Biz sizin dostunuz!” kılıfına girmiş katiller, bizim doğamızda yaşayamaz, ne ki onlardan önce doğa kendisi ölür. Deliorman sık ormanlık, Ağaç Denizi olmaktan çıkar. Her Bulgar ortamı gibi, boşalan 2 bin köy gibi eşek dikenliğe ve yılanlık olur. Trakya da kurur. Rüzgarlar küser, Balkan’dan esmez olur. Doğamızın doğal ismi değiştirilince ve yeni uydurma isimler kabul edilmeyince, ne olur dersiniz. Balkan, şairlerimiz gibi kendini ateşe verir mi? Deliorman kendini yıldızlara asmaya ip bulabilir mi? Biz sanal bir dünyada yaşamak istemiyoruz. Köklerimizden beslenmeden modern bir dünya uygarlığına uzanamayız! Çünkü milli his doğadan ve toplumdan doğar ve insanlarda ve onların beraberliğinde, kendi ortamlarında yaşar.


206

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yüzlerce şairimizin vatan sevgisini anlatmak için kullandığı binlerce kaynak birden yok edilmek isteniyor. Dili besleyen önce doğa, sonra da toplumdur. Bu konuda Büyük Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk daha 1930’da şöyle demiştir: “Milli his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilim milli ve zengin olması milli hissin inkişafında başlıca müessesedir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir, yeter ki bir dil şiirle işlensin. Ülkesini, yüksek istikbalini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır. Gazi Mustafa Kemal 2018’de yeniden alevlenen Bulgar milliyetçilik ateşi, bizim ana dilimizi okullarda öğrenip geliştirmemizi engellediği yetmezmiş gibi, doğa ile aramızdaki bağları da koparmaya çalışıyor. Belediyelerde alınan yerel isimleri değiştirme kararı faşizm kokuyor ve yeni büyük kavgalar müjdeliyor.” Şair emiz Ayşe İsmail Bilal - Şişmanova (1941 - 2012) 20 Mayıs 1991’de bugün hüzünlü Ağaç Denizi’nin göbeğinde bulunan Balabanlar köyünde yazdığı şiirinde şöyle anlatmıştı. Deliorman Ormanda güvermiş meşeleri Deliorman asırların Türk sesi Toprağına ter döker efeleri İnsanıyla sarmaş dolaş yaşayan... Gündüz sıcak, serindir geceleri Ağıt yazar Demir Baba çeşmesi Deliorman sevgiliye dert yakan. Aşık gibi sevgiliye dert yakan... Bulgaristan Türklerinin Vatan sevgisinin özünü Deliorman toprağına olan sevgi belemiştir. Bu sevgiden ne pehlivanlar, ne sanatçılar çıkmıştır. Bir Rodop Şairi olan Hasan Aliev Aliev bile, Deliorman coşkusunu şöyle dile getirmiştir. Deliorman, Deliorman Deliorman, Deliorman Sendedir din, sende iman... Sen ecele bile derman Olursun ey Deliorman.

Sularını içen bilir Yollarını geçen bilir İnsanını seçen bilir Eşin yoktur Deliorman.

Kızların var asma gibi Ovaların var basma gibi Ormanların var yosma gibi Sen güzelsin Deliorman.

Rodoplu der: Sen tatlısın İnan ki mert kıratlısın Varlığınla çok bahtlısın Cennetsin sen Deliorman.


Makale ve Analizler - 2018

207

Şumnu (Şumen) iline bağlı Kerimler (Oreşene) köyünde Deliorman göbeğinde yetişen şairlerimizden Tahsin Ebazerov Hidayetov’un vatan duyguları şöyle açmıştır: Deliorman Bu yemyeşil ormanda Bizim Deliorman’da Seni sevesim geldi. Bu çiçekli kırlarda Koştuğumuz yollarda Seni göresim geldi.

Türkçe’mle türkülerle Yepyeni ülkülerle Sana hevesim geldi Sarmaş dolaş olunca Gözlerim de dolunca Kucağımda ölesim geldi. 1989 Kemaller (İsperih) ***

Devam edecek.

Zaferin Renkleri

BG-SAM-10.Haziran.2018

Konu: İlk demokratik seçimlerde Müslümanlar tek yumruktu Totaliter komünist rejimin 19 Kasım 1989’da devrilmesinden sonra, ilk demokratik seçimler 10 Haziran 1990’da yapıldı. Etnik, dil, din ve kültür azınlıklarını, demokratik güçleri, insan hakları savaşçılarını ezen, totaliter sosyalist düzenin hukuksal temeli olan, Ana-yasa’yı değiştirecek bir Büyük Halk Meclisi (BHM) seçildi. 1989’da kabul edilen ilk Bulgar Anayasası’na göre, olağan meclis 240 milletvekilinden oluşur, BHM bileşimi ise 400 kişidir. Bu ilk demokratik seçime, Bulgaristan Müslümanları, Türk azınlığın öncülüğünde ve Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) listesiyle katıldılar. Milletvekillerinin yarısı çoğulcu (proporsional), yarısı da en fazla oy alan kazanır (majoriter) sisteme göre seçildi.


208

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

HÖH partisi 156 milletvekili adayı çıkardı. Seçimlere 6 milyon 876 bin 620 vatandaş katıldı. İlk kez Türkiye Cumhuriyeti’nde de seçim sandıkları açıldı. Bir yıl önce Büyük Göçle Bulgaristan’dan kovulanlar serbest oy kullandılar. Hepsi oyunu DPS partisine verdi. Seçim sonuçlarına göre, Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) % 47,1; Demokratik Güçler Birliği % 36,2; Hak ve Özgürlük Hareketi % 5,75; Bulgaristan Çiftçi Halk Partisi (BÇHP) % 4 ve Vatan Birliği % 0-5 oy aldı. BHM’nde, BSP 211, CDC 144, DPS 23, BHÇB 16, Vatan Birliği 2, bağımsız 1, Vatan Partisi 1 ve Sosyal Demokrat Parti (Marksist olmayan) 1 sandalye aldılar. Doğu Avrupa ülkelerinde birinci demokratik çok partili seçimler Bulgaristan’dan daha önce yapılmış ve özgürlükçü muhalefet güçleri kazanmıştı. Bulgaristan’da maske takan ve bir anda “komünist” olduklarını unutarak, “sosyalist” olan parti (BSP) meclis çoğunluğunu elde etti. Seçimi kazandı. Moskova’nın Bulgaristan istasyon şefi Andrey Lukanov başbakan koltuğuna oturdu. HÖH’lü aydınlar buna şaşmadığı gibi, sevinmedi de, fakat CDC içindeki gerçek demokratlar hayal kırıklığına uğradı. Gazetelerde, “Seçimler, şerefsiz, hileli ve özgür değildi” başlıkları çıktı. İlk kez o zaman, Bulgar kitle “bu işin içinde bir tuzak var”, “sahne ardında bir rejisör duruyor” demeye başladı. Seçmen, Bulgaristan’da “demokrasi zamanı geldi” sloganını dürdü. Meclise kendi partileriyle giren Müslümanlar bayram ediyordu. Bu 111 yıl süren bir kavgada kazanılan çok büyük bir zaferdi. 1879’da Tırnovo kentinde Kaymakam Konağında toplanan Birinci Bulgar Meclisinde Müslüman temsilci yoktu. Olup bitenin farkında olan geçici Rus yönetimi başkanı Korsakov, Birinci Bulgar Anayasasını imzalatmak için 6 müftü bulmuştu. Birinci Anayasa’da ülkede Müslümanların da yaşadığı kaydedilirken, 19 73’te hazırlanan “Jivkov Anayasası”nda “Türk” ve “Müslüman” sözlerine yer verilmemişti. Bulgaristan Müslümanları, Vasil Radoslavov’un Liberal (1913 - 1918), Aleksandır Staboliyski’nin Halk Çiftçi partisi (1919 - 1923) listelerinden meclise girmiş ama parlamenter grup kurmuşlardı. 1944’ten sonra Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) ve Bulgaristan Halk Çiftçi Birliği (BZNS) listelerinden de meclise giren Türk ve Pomak milletvekilleri olmuştu. Onlar birleşip kendi aralarında bir meclis grubu kuramamışlardı. Yepyeni bir durum oluşmuştu. 1990 BHM seçimlerinde Bulgaristan Müslümanları ilk defa ayrı bir siyasi parti listesiyle seçime katıldılar. 23 milletvekili çıkararak diğer siyasi güçlerden bağımsız olan kendi meclis grubunu oluşturdular.


Makale ve Analizler - 2018

209

Bu, kutlanması gereken, çok büyük bir politik zaferdi. 1989 Mayıs Türk Ayaklanmasının barışçıl yollarca devamıydı. Bulgaristan Müslümanları ilk kez ayrı bir kolektif siyasi güç olarak Bulgaristan ve Avrupa siyaset sahnesine çıkabilmişti. 28 yıl sonra, Bulgar makamlarının, politik iradesinin ve özellikle Mosko’va Bulgaristan Müslümanlarını siyaset sahnesine çekme gereğini neden duymuştu? Bu soruyu sorma zamanı artık geldi. Cevabını şöyle verebiliriz: 1) Bulgaristan Müslümanları hak ve özgürlükleri, isimleri ve dil ve din hakları için Mayıs 1989’da Bulgar tarihinde en büyük ayaklanmayı gerçekleştirmiş, siyasi olarak olgunlaşmış, Türklüğün yenilmez ruhunu şahlandırıp kanlı diktatör Todor Jivkov’u tarih çöplüğüne iterek, siyasi yaşama kolektif katılma hakkı kazanmışlardı. 2) 1972 - 1989 illegal mücadele yıllarında oluşan resmi 28, gayrı resmi 52 siyasi direniş örgütünden demokrasi koşullarında politik parti kurarak, meclise ve hükümete girme, devlet kurumlarında yer alma hakkı talep etmek, onların reddedilemez ortak kazanımı olmuştu. 1989’un son günlerinde Müslümanların Sofya Meclisini kuşatması ve isimlerin iadesindeki kararlılıkları, Bulgar devletinin 30 yıllık “Müslümanları Bulgarlaştırma” zulmüne mezar kazmış ve zafer bayrağı dalgalandırmıştı. 3) İşte tam o zaman gizli polis “DC” ile Sovyet “KGB” yönetimi birden ve birlikte hareketlenerek, ortak yetiştirip birlikte kullandıkları gizli ajan Ahmet Doğan’a “bir parti kurma” olanağı sağladılar. “Hak ve Özgürlükler” bir parti veya hareket olarak, 1989 Mayıs Ayaklanması pankartlarında, miting konuşmalarında, atılan sloganlarda kristalleşmişti. Müslümanların toplu isteklerini yansıtıyordu. Gelişen olayları analiz eden siyasi tuzak mimarları, Sofya Meclisi önünde kükreyen ve bayraklaşan Müslüman ruhunu bir CİN olarak gördüler ve Hak ve Özgürlük Hareketi şişesine toplamayı planladılar. 1990’ın ilk haftasında Varna’da in-cingözünden uzak bir dairede bir siyasi hareket olarak DPS - (HÖH) kurduranların ilk adımı başarılı oldu. Aynı tuzakçılar Ahmet Doğan’ı Bulgaristan Müslümanlarının direniş hareketi içine bir gaz alıcı “lider” olarak aşılaması da başarılı bir operasyondu, diyebiliriz. Bu görevleri Doğan yalnız gerçekleştirdi. 4) Parçalanmadan ve ruhen yenilmeden gerçekleşen her ayaklanma Bulgaristan’da her defasında siyasi sistem değişikliğine götürmüştür. 1918 Vladaya Asker Ayaklanmasına önderlik eden Halk Çiftçi Birliği Başkanı Aleksandar Stamboliyski 1919’da seçim kazanmış ve başbakan olmuştur. 1989 Mayıs Ayaklanması bir Müslüman azınlık isyanıydı. Politik nitelikli ve siyasi hedefli olduğundan dolayı zafer elde etmiş olsa da, kristalleşmiş ideolojisi ve halkın içinden


210

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yükselen lideri ve önder ekibi olmadığından, iktidar kurmaya uzanamadı. Hiçbir Bulgar partisi ve siyasi hareketi de kendileriyle ortaklık kurmak istemedi. Ayaklanmacıların yarısı sınır dışı edilmiş, kanaat önderleri ve en aktif militan takım ülkeden kovulmuş, politik tutuk evleri henüz boşaltılmamıştı. Örneğin Ahmet Doğan’a alan açmak için Sofya Meclis kuşatmasını yöneten genç lider Hasan Byalkov hemen Amerika’ya gönderildi. Bulgarlarla Türklerin arasını bulmaya çalışan Bulgar ve Türk aydınların kurduğu “Uzlaşma” komitesi dağıtıldı. 5) Siyasetin Sofya - Moskova “üst aklı” Türklerin ve Pomakların isimlerinin iade edilmesinin ülkeyi karıştıracağını, olumlu gelişmelerin Bulgar milliyetçileri arasında tepki uyandıracağını kuşkusuz biliyorlardı. Nitekim öyle de oldu. Pomak ve Türk isimlerini değiştiren ve 30 yıl ülkede zulüm estiren güçler, 1990’ın ilk günlerinde birden bire yeniden birleşti ve ülkenin bütün kentlerinde 100 başlı ejderha gibi düşmanlık alevleri püskürmeye başladılar. İşte o ilk anda siyasi bir lider maskesi takmış, Türklerin önüne çıkan Ahmet Doğan, aslında Bulgar milliyetçilerin menfaatlerini ve isteklerini savunurken Türkleri yatıştırma, dağıtma ve birbirine düşürme görevi peşindeydi. Çok acı bir gerçektir ki, HÖH’in 1990 Martında yapılan Birinci Kongresinde, genelde Bulgaristan Türkleri arasında, 10 Haziran 1990 seçimlerine giderken siyasi bir tuzağa doğru adımlar atıldığı bilincine varılamadı, bunu fark edenler de sustular. 6) Yıllar sonra anlaşıldığına göre, iktidar nimetlerini kimse ile paylaşmak istemeyen eski komünist-yeni sosyalistler, Bulgaristan Müslümanlarını Ahmet Doğan liderliğinde DPS - HÖH siyasi çatısı altında toplayarak, kendilerine koltuk değneği yapmayı düşünmüşlerdi. Sosyalist Cumhurbaşkanları Geprgi Pırvanov (2002 - 2012), Rumen Radev (2016) Türklerin oylarıyla seçildi. Bulgaristan Başbakanlarından, Rus ajanı, Çar soyundan II Semeon Sakskoburrgotski (2001-2005), sosyalist partisi lideri Sergey Stanişev (2005 - 2009) vs hep Hak ve Özgürlükler Partisi Meclis Grubu desteğiyle iktidar kurdular. Özetlendiğinde, Türklerin siyasi hayata kendi partileriyle katılma planlarında onlara kırmızıçizgiler konmuştu. Bunların ikisi çok önemliydi. Siyasi muhalefetle işbirliği yapmaları yasaktı. Türk kimliğine dönmelerine de asla izin verilmemeliydi. 7) Bu görevlerin arasında, Bulgaristan Türkleri arasında Türk kimliğiyle yaşayanların ve Pomaklardan Türklüğü kabul edenlerin Hak ve Özgürlük Hareketi’nden uzaklaştırılması da vardı. Bu olay, Yugoslavya Federatif Cumhuriyeti’nin parçalanmasından, Bosna Hersek’te Müslümanların siyasi iktidarı resmen paylaşmasından sonra daha da büyük önem kazandı ve Ahmet Doğan’ın ismi Bulgaristan Müslümanlarının siyasi istemlerini gemlemede “başarılı bir lider” olarak gece gündüz şişirildi. Bu gelişmeler paralelinde HÖH Partisinin Kırcaali Konferansın-


Makale ve Analizler - 2018

211

dan sonra 10 bin milliyetçi-vatansever Türk partiden atıldı ve Ahmet Doğan’ın “liderliği” kutsallaştı. Bu gelişmelerle birlikte Ahmet Doğan Moskova’dan çok özel ödevler de almıştı. Bu gizli vazifelerden üçü şunlardı: 1- İsim değiştirme ve Bulgarlaştırma yılları katillerinin cezalandırılmasına yol vermemek. Bulgaristan’da Türk’e ve Müslümana karşı suç işleyen hiçbir Bulgar ceza almamıştır. 2- HÖH partisi yalnız ve bir tek sosyalist partisine ve eski totaliter komünistlere yardım edecek ve onlarla işbirliği yapacaktır. HÖH partisi CDC - Demokratik Güçler Birliği iktidarlarıyla asla anlaşamamış, hatta 1992’de Başbakan Filip Dimitrov hükümetini düşürmüştür. 3- 1878 yılında başlayan Bulgaristan Müslüman Türklerinden kurtulmak amacıyla geliştirilen “Bulgar Etnik Modelini” hır mır yapmadan Türklere kabul ettirip uygularken Türk kimliği, Türk dili, İslam dini, Türk kültürü ve yaşam tarzına seri pasif darbeler indirerek, Türkleri Türklükten soğutmak ve yağdan kıl çeker gibi çalışarak Bulgarlaşmayı kabul etmelerini sağlamak gündemdeydi. HÖH bu ödevleri yerine getirirken başarılı olmuş, fakat 28 yılda tüm kapasitesini yitirmiş ve pili sönmüştür. Bu siyasi çizgi HÖH Genel Sekreteri Lütfi Mestan, HÖH Genel Başkan Yardımcısı Kasım Dal ve HÖH Genel Başkan Yardımcısı Osman Oktay zamanında da şaşmadan ve kesin uygulanmıştır. Daha sonraki yıllarda HÖH partisinden ayrılan ve ayrı parti kuran bu “lider” geçinenlerin sözünün tutulmamasının gerçek nedenleri, geçmişlerinde yaptıkları, bir baltaya sap olmayacak siyaset izlemeleri, ideoloji seçememeleri, halkımızı tanımamaları, doğru analiz yapamamaları ve halkın önüne geçmekten korkmalarıdır. Bulgaristan Türkleriyle ilgili modern siyaset Bursa’daki göçmenlerimizden 10 binine birden iftar vermek ve iftar konuşmasında boş bş konuşmak değildir. Tüm liderlerin siyasi miladı dolar. Buna en büyük kanıt, 19 Ekim 2017 tarihinde Ahmet Doğan’ın “Woter Vital” adlı bir şirket kurarak, en yüksek gelirli sandığı içme suyu, su arıtma ve barajları gözetleme işine dönmesi olmuştur. Aslına bakılırsa o iş hayatına İnşaat ve Su İşleri Enstitüsünde başlamıştı. Bu örnek, katilin suç işlediği mekâna dönmesini andırır. Bu yıllarda olaylar ana renklerini hep korudu. 1989 ve 1990’nı karakterize eden, Bulgaristan’da olduğu gibi diğer Doğu Avrupa ülkelerinde de demokrasiye geçişin başlaması, Berlin Devarı’nın yıkılması, SSCB’nin Doğu Avrupa’dan siyasi ve askeri olarak çekilmesi, tek partili sistemden çok partili sisteme geçilmesi oldu. 1878’den sonra ilk kez bir Müslüman Türk Partisi (HÖH) sahneye çıktı, meclise girdi ve siyasette katıldı.


212

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Başa dönersek, BHM seçimleri için Türk aydınlar 7 ayrı program hazırladılar. Bunlardan avukat Sabri HÜSEYİN biri de, o yıllarda Sofya TV’de çalışan, gazeteci Hikmet Efendiev’in yazdığı seçim programı kabul edildi. 1984 - 1989 zulüm yıllarında kurulan legal ve illegal direniş örgütleri seçim programı sunmadı ve seçim hazırlıklarında rol almadılar, çünkü hepsinin liderleri ve aktif kadroları sınır dışı edilmişti. “Belene” mahkûmları da ayrı bir siyasi yapıyla ortaya çıkmadı, en fazla siyasi tutuklunun içerde olduğu Eski Zara (Stara Zagora) ve Sofya hapishanelerinin kapıları ise henüz açılmamıştı. Politik tutukluların hemen serbest bırakılması isteğini de içeren program çoğaltılarak milletvekili adaylarına ve karma bölgelerdeki aydınlara, aktif kadroya dağıtıldı. 1990 BHM seçim mitingleri bu programa dayanılarak yapıldı. Göçün hemen durdurulması, Bulgarlaştırma süreci yaralarının sarılması, demokratik insan haklarının, anadilde konuşma, yazışma, basın yayın, radyo ve TV programı haklarının tanınması en başta vurgulanırken, Türk seçmenleri olağanüstü ilgilendiren etnik, dil, din, okuma evi, yerel yayın yani azınlıklar için “kültürel otonomi” istekleri kitlesel desteğe dayanıyordu. Programda yer almayan, fakat halkla görüşmelerde öne çıkan konulardan biri de, Türk - Bulgar devlet sınırının asla kapanmaması, vatandan kovulanların vatandaşlık haklarının Anayasa’da korunmasıydı. En can alıcı konular, azınlıkların eğitim, sağlık hizmetlerinin geleceği, iş yerlerinin korunması, tarımsal üretime ve hayvancılığa devam etme olanaklarının ve çocuk hakları, hastalık yardımı, emeklilik gibi hakların yasalarla güvence altına alınması şeklinde gruplaşmıştı. Türkler, yeni bir hak istemiyorlardı, 1950 yıllarındaki gazpedilen haklarını geri istiyorlardı. Türk okullarının yeniden açılması, dinin serbest bırakılması, din kadroları eğitecek ortaokul, lise ve enstitü açılmasına vurgu yapıyordu. Programda yer alan devlet ve kooperatifçi mülkiyetten özel mülkiyete geçilmesi konusu büyük ilgi uyandırırken, emekçi - köylü kitle kooperatifler dağıtılacaksa işlenir toprakların, meraların ve ormanların gerçek sahiplerine geri verilmesinde hemen birleşti. Türkiye’den dönenlerin evlerinin ve mülklerinin geri verilmesi, hukuk üstünlüğünün sağlanması, demokratik adalet düzeni kurulması, tüm vatandaşlara bireysel ve kolektif haklarının yasalarla garantilenmesi, yeni Anayasa’da Bulgaristan’da yaşayan azınlıkların resmen tanımlanması ve bireysel ve ortak haklarının sıralanması vs istekler de Programa alınmıştı. Halkta büyük bir umut ve inanç belirmiş, her yerde nihayet başa çıktık, haklarımıza kavuştuk havası esiyor, herkes birbiriyle selamlaşıyor, el öpüyor, kucaklaşıyor, bayramlaşıyordu. Bu kadar çeki ve


Makale ve Analizler - 2018

213

eziyetten, sürgün ve hapishane çilesinden, yarım milyon kardeşimizin baba ocağından kovulmasından sonra halkımızın bağrından bir siyasi parti çıkması çok büyük bir olaydı. Hiçbir kimsenin cebinde HÖH - kartı yoktu, fakat herkes partiliydi. HÖH’lü olmamak günahtı, suçtu, hainlikti. Bu bilinç halkın içinden ortak bir inanç olarak fışkırmış ve herkesi sarmıştı. Hiçbir kimse, Ne mutlu Türküm diyene!” demese de tüm gözlerde parlayan buydu ve Bulgaristan’da Türklük ateşi yanmıştı. Bu ateşte yanmak mutluluktu... HÖH partisinin Büyük Millet Meclisi seçim kampanyası Haskovo iline bağlı bir merkez köy olan Alan Mahalle (Şiroka Polyana) stadyum mitinginde halka indi. Bütün Haskovo köylerinden halk mitinge toplandılar. Türk Alan (Bılgarin), Büyük Önercik (Krepost), Ali Baba Tekkesi (Tsveti İliya), Adaçalı (Borislavtsi), Paşa Köy (Generalovo), Paşa Mahalle (Paşovo), Saranlı (Oryahovo), Sarnıç (Sırnitsa), Sorgunlu (Vırbovo), Tatar Köy (Konuş), Tekke Köy (Malevo), Durak Köy (Boyan Botevo), Elekçe (Trakiets), Eller (Stanbolovo), Baş Zir (Dolni Glavanak), Pınar Bel (Kladenets), Akça İbrahim (Dolno Belovo), Ala Dağ (Pıstro Gor), Arabacı Köy (Kolarovo), Aşağı Çıtaklar (Dolnoı Voyvodino), AvlanDere, Aydınlar (Svetlina), Gerdeme (Hlebovo),Belenli (Rıjinevo), Bunaklı (Kirilovo), Güdüller (Çerepovo), Çamurlu (Dinevo), Dere Köy, Güvençler (Gılıbets), Hamzaç (Dıbovets), Hasırlık (Ograjden), Tiremezli (Bregovo), İnce Köy (Tınkovo), Kara Ağaç (Bryastovo), Kara Musalar (Vodentsi), Kayalı (Filevo), Kozlu-Bük (Kostovo), Köseler (Brusevtsi), Kuru Çeşme (Gorski İzvor), Küçük Hasan Tekke (Malko Asenovo) ve Macarlar (Macari), Öksüzce (Sirakovo), Yürükler (Şişmanovo), Örenciler (Zlato Ustovo) ve başka köylerden Kırcaali, Filibe (Plovdiv) ve Burgas ile İslimye (Sliven) illerinden otobüslerle heyetler geldi. Türk milletvekili adaylar ve HÖH yönetimi beraberdi. Davullu zurnalı, kurbanlı, baklavalı, eğlenceli halk şenliğine dönüşen ilk buluşmayı Haskovo il Parti Başkanı Yücel Atilla yönetti. 20 kişi konuştu. Partinin kimliği, siyasi programı, seçim hedefleri, hak ve özgürlük kavramları açıldı. Prof. İbrahim Tatarlı, Prof. Sepetçiev, diplomat Bahnev, örgür sekreteri Osman Oktay, hukukçu Kadir Kadir, gazeteci Hikmet Efendiev birer konuşma yaptılar. Halk ve Özgürlüğün dip dalgası bu mitingde yükselmeye başladı ve bütün Bulgaristan’a yayıldı. En görkemli ve derin politik nitelikli mitingler Kırcaali’de, Tırgovişte, Kemaller (İsperih), Venets – Şumen, Silistre, Varna, Burgas ve İslimiye (Sliven) köylerinde yapıldı. Batı Rodoplar’da kaynaşma sağlandı. Programda ve hedefte birlik kuruldu. Bütün mitinglerde Sabri Hüseyin milleti ayağı kaldırırdı. Bulgaristan Müslümanlarına 10 Haziran 1990 seçimlerinde, HÖH partisine oy vereceğine büyük şair Nazım Hikmet’in “Ben yanmazsam. Sen yanmazsan... nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa?” dizeleriyle yemin ettiler ve sözünde durdular. Bu seçim birlik ve beraberliğimizin, Türk kimliğimizin zaferiydi. Binlerce şiir söylendi, binlerce


214

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

şarkı türkü dinlendi, davul sesi yasaklı yıllarda paslanan kulaklarımızı, hele de kalp kulaklarımızı açtı. Halkımız tek yöne bakmaya başladı. Seçim öncesi büyük bir coşku yaşandı. Bu öyle bir coşkuydu ki, sanki toplum bir asrın iğrençliğinden, siyasi küstahlıktan, yalan dolan hayattan, can sıkıntılarından, her an kötü bir şey olacak endişesinden ve tüm korkudan vs arınıyor ve gönül bahçesine mutlu bir bekleyiş, dostluklar ve kardeşlikler, devlete ve kurumlarına güven dikmek istiyordu. Gözlerdeki kıvılcımlar yarına güvenmek, huzur istiyoruz çağrışımı saçıyordu. 1990 yılında, seçim programı hazırlanırken, milletvekili adayları belirlenirken, halka inilirken, kitle mitingleri esnasında, halkla temaslarda partinin kurucu lideri Ahmet Doğan’ın kararlı bir aktifliği, dost çevresi, temasları ve kişisel vasıflarından bazıları dikkat çekmediği gibi, mitinglerde konuşma yapmaması da Türkçesinin zayıf oluşuna bağlanmış ve pek kusur aranmamıştı. O zaman Türk aydınlardan ve içerde kalmışlardan hiç biri “liderin”, Bulgar istihbaratı “DC”nın bir yeminli ajanı ve Sovyetler Birliği dış istihbaratı “KGB” ye ruhunu satmış biri olduğunu düşünmedi. O da, hiçbir konuşmasında kendinden söz etmedi. 1974’ten başlayarak 15 yıl boyunca gizli polis parası yaladığını kim bilebilirdi! Onu tanıyanlar, 4 Ocak 1990’da HÖH - DPS partisini Varna’da “kuranlar” ve Bulgaristan Müslümanlarının siyasi ortama ne gibi görevlerle çağrıldığını, HÖH partisinin BHM’de ne gibi ödevleri olacağını bilenlerden hiç biri meydanda görünmedi. Üzerinde pek çok yama olan Ahmet Doğan’ın geçmişini mercek altına alan olmadı. Doğan kişiliğinin Bulgaristan Türklerinin 100 yıl süren siyasi kavga birikimini gasp etmek, direnişlerin havasını almak ve Türkleri dize getirmek için “atanmış” bir “ajan lider” olduğu da tartışılmadı. Türkiye ve Bulgar medyası Doğanı “Bulgaristan Türkleri adına konuşturuyor” el ele vermiş “lider” yaratıyorlardı. Yakın geçmişimizin en önemli konusu olan “Doğan haininin asil hareketimizin bütün dizginlerini ele geçirmesini” gazeteci ve yazarlarımız tarafından da yıllarca işlemedi. Partinin daha sonra çıkardığı “Hak ve Özgürlük Gazetesi” inde ve döneme ilişkin yazılan kitaplarda Doğan yıllarca olumlu bir kahraman olarak çizildi. Köklerine ve köklerinin kimler tarafından beslendiğine hiç değinilmedi. Bu konu araştırılmadı. Hatta Bayan Benovska gibi gazeteciler onu bir “düşünür” olarak tanıtmaya çalışırken, yazar Berov polis dosyalarından süzdüğü kitapta “ajanlığından kötülük gören yok” demek istedi. Doğan’ın çok tehlikeli bir “Şeytan” olduğunu ilk ortaya koyan, 10 yıl danışmanlığını yapan istihbaratçı yazar Ryahov ve psikolog Prof. L. Dimitrov oldular. Bu arada, Doğan’a uygulatılan “Bulgar Etnik Modeli” gibi konularda onu öven kalın kitaplar yazıldı. Halkımız yeniden uyutulmaya ça-


Makale ve Analizler - 2018

215

lışıldı. Ne yazık ki, Bulgaristan Türklerinden Doğan’ı eleştirel konu eden cesaretli bir kalem belirmedi. Hapishane arkadaşları onu anlatmaktan kaçındı. Aslında Bulgaristan Türk kanaat önderleri ve aydınlarının Doğan konusunda ilk uyanışı daha 1990 yılının ilk günlerinde oldu. 1989’un son günlerinde Müslümanların isimlerinin iade edileceği açıklanınca, Bulgar milliyetçiler sorgulanıp cezalandırılmaktan kortu ve “isimlerin iadesi kararını vatandaş olarak kabul etmeme ulusal başkaldırısını” başlattılar ve ayaklandı. Kırcaali, Şumnu ve Razgrat gibi şehirlerde öfkeli Bulgar kitle ile Türkler ilk kez yüzleşti. İlk kez siyasi sahneye o zaman çıkan Ahmet Doğan Bulgarlardan yana tavır aldı. Bunu görenlerin tepki göstermesi gerekiyordu, fakat öfke alevlenmedi. Parti daha kurulduğu gün, Varna’da, Bulgaristan Türklerinin Bulgar ulusundan mı, Türk ulusundan mı, bir parça olduğu konusunda görüş ayrılıkları belirdi. Doğan “Bulgar ulusu kapsamındayız” deyince, illegal “Özgürlük” örgütü başkanı olan Halim Psajov, Başkan Yardımcısı seçilmesine rağmen, partiden ayrıldı. İlk seçimlere böyle gidilmiş ve durumun çok bulanık ve acılı olmasına rağmen, büyük bir başarı elde edilmişti. Bu bizim için unutulmayacak kadar büyük büyük bir atılımdı. Ne yazık ki, Büyük Halk Meclisinde hazırlanan ve 1991’de kabul edilen, “demokratik Anayasa” Hak ve Özgürlük Hareketi milletvekilleri tarafından imzalanmadı. Çünkü bu Anayasa totaliter düzen zihniyetiyle yaşayan ve Türkleri Bulgarlaştırma-dan asla vazgeçmeyen milliyetçi - komünistler ve onların yetiştirdiği gizli ajanlar tarafından hazırlanmıştı. 1990’da maskeli demokrasi sahnesi oynanmaya başlandı ve biz Bulgaristan Türkleri de bu sahnede yardımcı roller almaya ve zaman doldurmaya başladık. Doldurulan zaman bizim öz kimliğimizden besleniyordu. Bundan 28 yıl önce beliren siyasi renkler Bulgaristan gerçekliğini bugün de belirliyor. Bu olayla bir kuşbakışıdır.


216

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Gensoru

Dr. Nedim Birinci-13.Haziran.2018

Konu: Bir hükümet ne zaman düşer? Biz, siyaseti bir tavla oyunu ya da boz yap olarak görmüyoruz. Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP), Boyko Borisov’un GERB ve aşırı sağcı, faşizan ortaklarına karşı hazırladığı Gensoru’yu meclise sunuyor. Gerekçesi milli güvenlik yetersizliği. Geçen hafta iftarda köylüm Mustafa Çarıkçıyı gördüm, yan yana oturduk, laf lafı açtı, biraz da memleket konuştuk.  Sosyalistler Gensoru veriyorlar. İnşallah yakında yeni seçim olur, dedim.  “Baharda armut düşer mi be oğlum, daha erken, bir güz gelsin bakarız!” dedi. İnsanlarımız sosyal ve siyasal olayları doğada benzerini arayarak algılıyor. Bu bizim dünya görüşümüzün ana yöntemidir. Bulgar toplumunun ve siyasetinin içini göremediğimizden ve neden sürekli kokuştuğunu çözemediğimizden, olayları benzetmeli anlatıyorlar. BSP 2017’de bir Gensoru vermişti. Hükümet düşmedi. Başbakan Borisov akşam söylediğini sabah değiştirerek idare etmeye devam ediyor. Avrupa Birliği Başkanlığı gölgesinde dolaşıyor. “Gölgede gezeni güneş vurmaz” diyor... Son 28 yılın en kargaşalı, en kavgalı yılı bu yıldır. Bulgarlar tavşan kalkacak çalıyı biliyor. Bu yıl Avrupa Konseyi dönem toplantıları Sofya’da yapıldı. 6 ay sürdü. Temmuzda Avusturya’ya taşınacaklar. Konsey’in Sofya’da toplantısı aylarda Boyko Borisov hükümeti düşmesin diye büyük gayret gösterildi. Anlaşılan rüşvet kesesinin ağacı iyice açıldı, hatta dibine doğru uzanıldı. Başkent’te olaylar 9 Ocakta Polis protestolarıyla başlamıştı. “Para yok” demekten ağızı eğirilen Başbakan Borisov, bütçe dışı bir “yastık altı” kaynaktan 100 milyon Leva çıkardı ve polis şeflerine “alın ve herkes otursun oturduğu yerde” dedi. Polisin üstü başı değişti. Ceplerine sıcak paracık, araçlarına limitsiz benzin doldu. Birden gevşediler. Öyle bir gevşeme ki, 2 Nisan 2018 günü dananın kuyruğu koptu. Milletin ödü patladı. Birisi (Bladimir Pelov) 32 yıla mahkûm, ikincisi (Radoslav Kolev) 26 yıla mahkûm, iki cani, 3 Nisan günü öğle saatlerinde Sofya Merkez Hapishanesinden elini kolunu sallaya sallaya kaçtılar. 60 günden beri yerde gökte aranan “katiller” bulunamadı. 5 Haziran tarihinde Osmaniye (Botevgrad) şehrinde silahlı gece çatışması oldu. Resmi açıklamada çok tehlikeli bir katil olan Vladimir Pelov ile başka bir cani olan Mario Pançev arasında bir silahlı çatışma olduğu, Pelov’un 3 kurşunla yerinde öldüğü, yaralı Pançev’in de


Makale ve Analizler - 2018

217

2 gün sonra Sofya’da açıl serviste öldüğü haber verildi. Fakat yerlilerin korkudan titremesi dinmedi. Botevgrat Çingene Mahallesi sakinleri inanmadılar. Polis amirliği önüne toplandılar. Daha önce bu mahalleden 2 kardeşi güpegündüz kurşuna dizen katil Pelov, hapishaneden yazdığı bir mektupta, Çingene mahallesini yakacağını bildirmişti. Olaydan 8 gün sonra, Sofya’da çıkan “Şok” gazetesi, Pelov’un ve içerden beraber kaçtıkları arkadaşının sağ olduğunu, 3 gün önce vefat eden kişinin bir çöpçü olduğunu, aralarında para alış verişi olan M. Pançev’le ise hesaplaşıldığı haberini yazdı. Birçok TV programında İçişleri Bakanı Valentin Radev’in istifası istendi. Bakan Radev ise Sofya İş Polis Müdürlüğü yönetiminin işine son verdi. Bu olayın içinden Büyük Bir Gerçek çıktı. Son 60 gün üçünde, eski ortaklarının hanelerinde yaşayan ve göletlerde “balık avlayan” kaçak katilleri görenler olmasına rağmen, hiçbir kişi polisi, muhtarı, belediyeyi, itfaiyeyi vs yani devleti aramamış ve katilleri ihbar etmemiştir. Demek oluyor ki, polis gücü ve seçilmiş devlet kurumları kişiliğinde devlet halktan tamamen kopmuş ve güven yitirmiştir. Bu temel gerçek, memleket çapında cinayetin neden çözülemediğine işarettir. BSP’nin hazırladığı Gensoruyu doğuran gerçeklerden birçoğu arasında esas olan işte budur. Cumhurbaşkanı Radev “hükümet istifa etsin” dedi. “Volya” (İrade) partisi Başkanı ve Meclis Başkanı Yardımcısı Mareşki, Başbakan Yardımcısı, Savunma Bakanı Krasimir Karakaçanov’un hemen istifa etmesinde ısrar etti. Sosyologlara göre Bulgaristan’ıı büyük bir fırtına geliyor. Gensoru şimdi istense ve Cumhurbaşkanı Radev hükümete “artık fazla oldu, istifa edin” dese de, asıl kıyametin Eylül ayında kopacağında direnenler çoğunluktur. Batılı gözlemciler, Amerika, Rusya Bulgaristan’a “Belene” - 2 Atom Elektrik Santrali yapılmasını istemiyor. Memleketin “Türk Akım”dan doğal gaz almasını ve doğal gaz borularının Bulgaristan üzerinden Bazı Balkanlara ve Doğu Avrupa’ya uzanmasını da istemiyor. Bu iki proje ise, Bulgaristan’ın yakın ve uzak geleceğinde çok önemli rol oynarken, ekonomik bağımsızlık güvencesi de olabilir. Şu anda Bulgaristan’ın tutacak dalı yok gibi... Bu bakıma Gensoru zamanı şimdi gibi. Halktan kopan hükümet nasıl ayakta durabiliyor? Kuşkusuz cinayetler listesinde pek çok başka örnekler de var. Roman, Ugırçin ve birçok başka Kuzeydoğu Bulgaristan illerinde yerel yönetimin reel olarak Çingenelerin eline geçtiği biliniyor. Ülkede durum değişikliği var. Çingeneler kolektif hareket ediyor, dayanışmalı eylem veriyor. Kedinin sıçan kokusunu uzaktan aldığı gibi, hükümetin düşeceğini duyumsananlar arttıkça artıyor. Başbakan Borisov, Avrupa Konseyi dönem toplantısı günlerinde iktidardan düşmenin çok feci sonuçlar doğuracağının farkında olmalı ki, “yastık al-


218

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

tından” çıkardığı paralarla kanayan yaraları pansuman ederken, birçoklarını da görmek istemiyor. Bulgaristan Türkleri ağır geçim sıkıntısı içinde bulunuyor. Yapılan son sosyolojik araştırmalardan en büyük maddi sıkıntı içinde yaşayan yurttaşların Şumen, Kırcaali, Sliven köylerinde yaşamaya çalıştığı ortaya çıktı. Şumnu’da nüfusun % 37,3’ü, Kırcaali’de % 29,1’i ve İslimye (Sliven’de) % 28,1’i zor günler yaşıyor. Durumu en kötü olanlar yalnız kalmış yaşlılar ile 2 ve 3 çocuklu ailelerdir. Bu gruba sağlanan sosyal yardımlar adreslerini bulmuyor. Özürlü çocukların anneleri direniyor. İki hafta önce özürlü çocuklu anneler Sofya Meclisi önüne çadır köy kurdular. Durumu çözemeyen Sosyal Politika Bakanı Biser Petkov istifa etti. Yaranın kapanması için 300 milyon leva gerektiği ortaya çıktı. Hükümet bu parayı özürlü çocuklara ayıramıyor. Bakan görevine döndü ama çadır köy 13 günden beri kalkmadı. Meclis Sosyal Politika Başkanı Hasan Ademov, kısmı çözüm öneriyor. Direnişçiler sahnesinde yeni bir sosyal güç. Politik sahneye yeni çıkan TIR şoförleri, 120 bin kişi. Onlar, devlet bütçesi gelirine katkı sağlayan üçüncü büyük ölçek. Hepsinin başı Fransa Başkanı Emmanuel Macron’la dertte. Macron, getirdiği yeni uluslararası kara taşımacılığı kuralları ile TIR kabinlerinde yatıp uyumayı yasaklarken, şoförlerin her 21 günde bir hafta ülkelerine yani eve dönmelerinde ısrar ediyor. Henüz tamamen çözülemeyen bu konuya tepkili Bulgar şoförler, Bulgaristan’ı Avrupa Birliği’nden çıkarmak için Halk Oylaması istediler. Bulgaristan’da devlet demiryollarının çökmesinden sonra 13 bin otobüs ve mikrobuz şoförünü dernekleştirerek tekelleştirme çabalarına 7 bin şoför greve başladı, 14 Haziran tarihinde saat 14 - 16 arasında ülkede tüm otobüs seferleri durdu ve iptal edildi. Şoförler siyasi baskılara başkaldırıyor. Asıl soruna bakın! Bu olayların hepsi sanki bizim derenin Çingene Balıkları. Bizim derelere ilk gelen ve kocabaş, uzun kuyruk, durmadan oynaşan bu “balıkçıkları” seyrederken, bunlar ne güzel Alabalık olur diye düşünür. Oysa Kurbağa yumurtalarından çıkan bu yavrucuklar büyüdükçe patlak gözlü, gece boyu vaklayan ve zoru görünce inlerin dibine saklananlardır. Anlatmak istediğim şudur. Bulgaristan gibi çok yoksul ülkelere her yıl AB fon paraları gönderiliyor. Bunların karşılıksız olduğunu işitiyoruz. (2007’den beri ülkemiz 15 milyar Euro gönderilmiştir.) Bu paralardan bir fabrika kurulmadı. Bu kadar para çalındı kayıplara karıştı. Çingene çocuklarını entegre etmek için paralarla öğrencilere elbise, ayakkabı, araç gereç alınmadı. Paralar uçtu. Kaldı ki so-


Makale ve Analizler - 2018

219

nunda Çingene Balıklarından Alabalık olmadığı, iri Kurbağalar ortaya çıktı. Geçen sene Avrupa Birliği’nde 323 milyar Euro rüşvet oynadığı tespit edildi. 2005 yılında Avrupa Birliği Ülkelerinde rüşvet soruşturması sonucu 67 bin dava açılmıştır. Romanya birkaç bakanı içeri attı. Bulgaristan’da açılmış dava ve soruşturulan henüz yok. Bölünmüş yol kazalarının arttığı nedeniyle şimdiye kadar hükümet düşmedi. Fakat bu hafta Filibe (Plovdiv) Krumovo uçak alanında 20 metre yükseklikten bir helikopter düştü. 2 subay vefat etti. İnsanlar açlıktan ölürken bütçenin bilmem % kaçını silah satın almaya ayırmak isteyenler belirdi. Kimse Savunma Bakanı (VMRO) Makedon bozguncusu Krasimir Karakaçanov’un yaptığı işten hiçbir şey alamadığını görmüyor. Çünkü adamın derdi, Müslümanların imanı, iftarı, ezan sesi ve anadilini konuşmamaları. Bulsa hepimizi sapun yapacak. Bulgaristan’da 130 bin dilenci ve 250 bin hastaneye gidemeyen olduğunu ve bir o kadar yurttaşın da her gün yolda yürürken sem elenip yere yuvarlandığını gören yok, işitmek de istemiyorlar. Turizm Bakanı Nikolina Angelkova’yı Baş Savcılığa şikâyet eden Başbakan Yardımcısı Valeri Stoyanov (aşırı milliyetçi), Bakan istifa etmezse “istifa ediyorum” dedi. Kaç bakanın bacakları sallanıyor dersiniz? Yoksa hükümet yolcu mu? İşte böyle bir ortamda BSP Gensoru dedi. Bulgaristan toplumunun % 20’si hayatın tadını çıkardığını ve % 80’ni iki ucunu birbirine bağlayamadığını, sıkıntı ve korku içinde zaman törpülediğini biliyoruz ve görüyoruz. Toplumumuz, işçi sınıfına ve patronlara bölünmüş değil, parçalanma Avrupa Birliği’nden gelen paralarla devlet gölgesinde yaşayanlar ve geçmişin kırıntılarıyla geçinmeye çalışanlar arasında gruplaşmış. Bu iki kutbun yaklaşması ve buluşması ihtimali yok, en kötüsü aralarında bir orta tabaka da olmamasıdır. % 20 olan iktidarda ve etrafındaki zenginler, (daha doğrusu rüşvetten geçinenler) yoğurt üstünde tere yağ gibi, biz paçayı kurtardık, köşeyi döndük havalarında ve tereyağın ayran içinde erimediğini biliyorlar. Tek bir çare var, ayran kofasını devirmek ve tereyağı “mundar” deyip, çöpe atmak... Bulgaristan’da şimdiye kadar Gensoru oylamasında düşen hükümet yoktur. Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) Gensoruyu destekleyeceğini açıkladı. Havada kavga, seçim ve zafer kokusu var.















Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.