44 - ÖNÜNE GELENE İNANMAK YOK!

Page 1

ÖNÜNE GELENE İNANMAK YOK!

2018 Haziran - Temmuz Makale ve Analizleri


ÖNÜNE GELENE İNANMAK YOK BULTURK BGSAM Yayınları Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi - BGSAM -44 BULTÜRK Adına Genel Başkanı: Rafet ULUTÜRK Basım: Haziran - Temmuz - 2018 Koordinatör: Dr. Nedim BİRİNCİ Editör: Raziye ÇAKIR İnternet sorumlusu : Kapak Tasarım: Murat ULUTÜRK Pazarlama Sorumlusu: Hamiyet ÇAKIR Arşiv: İbrahim SOYTÜRK İsteme Tel: 0212 511 63 47 www.bulturk.org; www.bghaber.org; info@bulturk.org İnternet sitesinin yazıları Adres: Yıldırım Mah. Şehit Kamil Balkan cad. No.114/A Bayrampaşa İstanbul Tel: +90 (212) 511 63 47 Belgegeçer: +90 (212) 526 51 98 https://bgsam.org/, https://issuu.com/bulturk, https://bulturk.org.tr/ Baskı : DİNÇ OFSET MATBAACILIK SAN. ve TİC. LTD. ŞTİ. Adres: Davutpaşa Cd. Emintaş San. Sit. No: 103/580-581 Topkapı - İstanbul Tel: 0090 212 493 24 67 TÜRKİYE CUMHURİYETİ YASASI GEREĞİNCE BU ESERİN YAYIN HAKKI BULTÜRK’ten İZİNSİZ KISMEN VEYA TAMAMEN ÇOĞALTILIP YAYINLANAMAZ

Web: www.bghaber.org ; E.Posta: rafetuluturk@yahoo.com


“Bilgi Ordusu, Bizim Ordumuz, Bildiğimizi Öğretmek,Bizim Borcumuz.” Rafet ULUTÜRK

Düşünceler dizisi olan elinizdeki eserin anlamı derin bir uğraşın ancak başlangıcıdır. Bulgaristanlı Türk Müslümanların başına 1970-72, 1984-85’te düşen yıldırımın bir daha düşmemesi için bir uyarı ve ışık niteliğindedir. Saygılarımızla, B U LT Ü R K İ st a n b u l



Önsöz Yerine Yıl 2018 2016 yılı Bulgaristan Türkleri ve soydaşlarımız için umut dolu gelmişti. Cumhurbaşkanlığı seçimi ve siyasi dönüşüm amaçlayan bir halk oylaması yapılacaktı. Vatandaşlar siyasi sistem değişikliğinin seçim sisteminden geçtiğini kavramıştı. Ancak parti listelerinde gösterilenlerin seçildiği “çoğulcu” uygulamadan kurtulup, seçmen tarafından gösterilecek ve seçmenin iyi tanıdığı kişilerin meclise gönderileceği mutlak ekseriyet (salt çoğunluk) sistemine geçişin müjdesini bekliyordu. Bu değişiklik için 2 milyon 500 bin seçmen oy verdi.Seçmen, meclis seçimlerinde parlamentoya giren siyasi partilere oy başı 11 leva verilmesine yani milyonlar ceplemesine son verilmesini ve seçimlerin zorunlu olmasını istedi. 2 milyon 500 bin seçmenin oyu mahkeme kararıyla rafa kaldırıldı. Siyasi sistem değişikliği için “izin veremeyiz” dendi. Bunu deyen ise, 1989 yılından sonra, “ben artık öldüm” aldatmacası yaparak, Bulgar toplumu içine boydan boya uzanan kaskatı totaliter sistemin yarattığı oligarşi ve sözcüleri oldu. Onlar aynı yıl Bulgar aşırı sağcılarını birleşmeye çağırdılar. Giderek birleştirdiler ve onlara “yolunuz iktidar basamaklarından tırmanmaktır” dediler. Avrupa’nın kaderi de kötüydü. Sığınmacılar, savaş kaçakları, kitle göçleri, kıta değiştirenler çatır çatır kıvılcım saçan faşizm her günümüzü zehir etmeye başladı. 1989’da parçaları anmalık olarak satılmaya başlayan Berlin Duvarı’ndan parçaların yerine yeni duvarlar çekmek için yeni duvarcılar belirdi. Doğu Avrupa ülkeleri aralarındaki sınırlara boydan boya tel duvar gerdiler. Tarih ayıbın böylesini daha önce görmemişti. Sınırları kaldırıp özgür bir dünyada yaşama hevesiyle birleşmeyi seçenler insanlara, “Toplama Kamplarını”, yargısız idamları, Nazileri, faşistleri anımsattılar. Avrupa Konseyi 3 Bulgar siyasi partisine, “Ataka”, İç Makedon Devrim Hareketi (VMRO) ve “Bulgaristan’ı Kurtarma Hareketi” ve bu üçlünün “Yurtsever Cephe” ortaklığı Türk, Müslüman, İslam,


6

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

sığınmacı, göçmen ve öteki düşmanlığı aldı yürüdü. Düşmanlık yılan zehrinden kötü olan... Müslümanları hem isteme hem de istememe siyaseti karıştıkça anlaşılmaz oldu. Avrupa Birliği üyesi 28 devlet Türkiye Cumhuriyeti karşısında boyun eğdi ve bir gün “ama şu göçmenleri durdurun, bizi çökertecekler” dedi. 2016 ve 2017’nin en büyük olayı buydu. Dev adımlarla büyüyen ve güçlenen Türkiye’ye daha önce 28 devlet birden yalvarmamıştı. Diz çöktüler ve 2016 ve 2017’de durumun özünü fark edemediler. Çökenler Güneşten uzaklaştıklarını fark edemezler. Kuşkusuz, önüne eğilmiş kafalardan biri olan Bulgaristan’dı. Hem Brüksel’e ve hem de Ankara’ya bakarken Bulgaristan Türklerini görmezden geldi. Onları siyasi olarak parçalayarak ve parçaladıkça ezerek mecliste faşistlere daha geniş yer açanların ve faşistleri 1944’ten beri ilk defa iktidar koltuklarına davet edenlerin tam olarak ne düşündüklerini ve ne istediklerini anlamak çok zor olmadı. Artık göç durmuş, doğal olarak geri göç başlaması zamanı gelmişti. Faşist düşmanın kafasında iki hedef birden doğdu. Camiler ve mezarlıklar. Camilerin içinde de Türkçe konuşmayı yasaklamak, Türkler için Vatan kalesi olan, mezarlıkları daraltmak hatta vakıfları kabristanlık olarak ayırdıkları bütün arsalara el atıp, onları cesetlerini gömecek bir insan boyu topraksız bırakmayı düşündüler. Sofya Türk Mezarlığı 28 yıl önce dolmuştu. Bunu Ahmet Doğan’a, Lütfi Mestan’a, Osman Oktay’a, Kasım Dal’a vb asla anlatamadık. Yakın geçmişte mecliste yaşlanan Ramadan Atalay’ın eşi vefat etti. Bir mezar yeri bulamadık, doktor hanım Bulgar mezarlığına gömüldü. Yazarlarımızdan İsmail Çavuş öldü, Sofya dışında Bankiya kasabasındaki Hıristiyan mezarlığına gömdük. Bu şehirde zengin Müslümanlar için de mezar yeri yok. Sofya kenarında 52 dönüm bir yer alındı. Toprak sahibi Bulgar komşular vakıf malımıza, kendi mülkümüze mezarlık yapılması için gereken “razıyım” belgesini vermedikleri için, 20 yıldır boş duruyor o kutsal toprağımız. Karşımızdaki devlet kale gibi! Püskülü faşist. Ortada kaldık. 2016 - 2017 bizim için çok zor yıllardı. Mezarlıksız Vatan olmaz!!! Mücadele devam ediyor. Raziye ÇAKIR


Önsöz: 2018’i gensoru ile karşılayan Bulgar iktidar partisi GERB, 6 ay sonra Avrupa Konseyi (AK) dönem başkanlığını kapatırken de, mecliste bir gensoru oylama bekliyordu. 7 partili Sofya parlamentosunda bugüne kadar gensoru ile düşürülen hükümet olmasa da, sanki siyaset şans oyunu olmuş ve az da olsa bir ümit belirmişti. Türk Ayaklanmasından sonra, 10 Kasım 1989’da totaliter diktatör Todor Jivkov’un devrilmesiyle çatlayan tolumda renk değiştirerek siyaset sahnesinde kalan veya perde ardına gizlenip fırsat kollayan güçler sakindi. Çelişkiler ve depreşin ne kadar sert ve keskin olursa olsun Bulgaristan toplumunun ana sorunu, 28 yıldan beri defnedemediği komünist totaliter cesedi artık kaldırmak ve yerine demokrasi fidanı dikmekti. AK dönem toplantıları başlarken, komünist-totaliter cesetle birlikte 3 partili “faşist” grubun hükümet ortaklından sökülüp ellerine “Avrupa’da siyasete katılamazsınız” sertifikası verileceğini ümit edenler de kalabalıktı. Ne var ki, AK toplantıları hep gece ve kapalı kapılar ardında yapıldı. Anlaşılabildiği üzere, 27 ülkeden delegeler zamanın üçte ikisinde Dublin Anlaşmasındaki İltica haklarında değişiklik yaparak 2018 Avrupa Birliğinde sığınmacı sorunlarına çözüm bulmaya çalışmıştır. Delegelere, Bulgaristan’ı tanıtmak için birçok gezi, ziyaret ve toplantı düzenlendi. Ne ki, azınlıkların yaşadığı okulsuz ve sağlık ocağı olmayan köyler ve gettolar ziyaret edilmedi. Ülkemiz için dev olan ve 6 ay süren bu olay 3 bin 500 polis, jandarma ve özel ekiple korundu, kuş uçurulmadı. AK Sofya toplantılarında, AB üyesi ülkeler Başbakanları ve Batı Balkanlardan 6 ülke başbakanı bir ortak toplantı yaptı ve AB’nin Adriyatik Denizine doğru genişleme niyetlerine ilişki bir İyi Niyet Mektubu imzaladılar. Bu girişimle rafa kaldırılmış olan birçok yerel sorun, Makedonya Cumhuriyeti’nde isim değişikliği, Kosova’da sınır değişikliği vs. şeklinde gündem oluşturdu. Ayın ve yılın olayı ise, Türkiye Cumhuriyeti’nde 24 Haziran günü yapılan Cumhurbaşkanlığı Başbakan yönetim sistemi ve meclis seçimleri oldu. Bu seçimde AK Parti Genel Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan T.C. Başkanı seçildi ve yeni hükümeti ilan etti. Seçim ittifakı kuran AK Parti ile MHP, yasama organının tökezlemeden ve kilitlenmeden çalışabilmesine gerekli TBMM oy çoğunluğunu sağladı. Seçim öncesi muhalefet lideri Muammer İnce’nin Bulgaristan ziyareti ve Kırcaali’de Türklere hitaben anlamsız konuşması ise sert eleştirilere neden oldu.


8

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Bindiği Dalı Kesen MHP’li” başlıklı yazı da Bulgaristan Türklerine yöneltilen anlamsız saldırılara sert bir yanıt olarak geniş yankılanmıştır. Elinizdeki eserde, özenle işlenen konulardan biri Yeni Büyük Türkiye perspektifidir. Bulgaristan Türklerinin ve azınlık topluluklarının kültürüne, eğitim ve sağlık gibi yaşamsal sorunlarına, ekonomik bunalım darboğazından yüzerek çıkma problemlerine özel yer ayrıldı. Memleketimizde uçuşan ırkçılık kıvılcımlarının çağırdığı tehlikelere birçok yazıda işaret edildi, okurlar uyarıldı. Kitabın sayfalarındaki her satır dünya, bölgesel ve ulusal siyasette Bulgaristan Türkleri ve onların mutlu olması için bir ümit ışığı ararken, hiçbir ideolojiye kölelik edilmeden kaleme alınmıştır. Rafet Ulutürk BULTÜRK / BGSAM 08.08.2018

Değerli Hemşehrilerim, Bulgaristan’da hepimiz zor günler yaşadık, itildik, ezildik, çiğnendik, hatta gün geldi vurulduk, şehitler verdik. Bu nedenle bizler kendi içimize kapanarak, yaşam mücadelesi vermeye çalıştık. Ancak bu içine dönüklükten kurtulmalıyız ve Türkiye’de yaşadığımıza göre, yasaların bize verdiği tüm haklardan bizlerde yararlanmalıyız. Peki, neden bunu yapamıyoruz? 1877-78 Rus-Türk savaşından sonra Osmanlının Balkanlardan çekilmesiyle birlikte, savaş esnasında işlenen akıl almaz katliamlar nedeni ile atalarımız asırlarca yaşadıkları yerleri terk ederek göç yolunu tutmuşlardır. Geride kalanlar ise Bulgaristandevleti’nin uygulamaya başladığı soy kırım politikalarına karşı direnmiş ve hayatta kalmaya çalışmışlardır. Şimdi ise burada Türkiye’de yaşayanlar oralara yardım edebilmek için, burada ilk önce bir araya gelmek ve bir merkez oluşturmalıyız. Artık bir kurum altında toplanmalı ve birlikte hareket etmeliyiz. Bu birliğe hepimizin ihtiyacı olduğuna inanıyorum. Artık bir birimizi kötülemekten vaz geçmeliyiz, birisi için yanında konuşamayacağımızı başka bir yerde konuşmamalıyız, yani kısaca arkasından konuşmamalıyız.


Makale ve Analizler - 2018

9

En önemlisi samimi, hoşgörülü ve ahlaklı olmak. Zamanla her şey yerine geleceğine inanıyorum, ama tabi ki bu dava üzerinde kafa yoran, stratejiler üreten ve devamlı bunun üzerinde çalışan olursa. Bizim savaşımız insanlarımızı ahlaklı yetiştirmek olmalı, birlik ve beraberliğe kendi insanlarımızla başlayarak tüm Türk Dünyasına taşmalıyız. Bizler burada Türkiye’de yaşayan Bulgaristanlılar büyük bir kitle haline gelmiş durumdayız. İşte bu nedenle şimdi bu kitleyi yani kendi hemşerilerimizi, bir araya toplayarak bir merkez, bir güç birliği oluşturmalıyız, tabi ki bu bizim doğal tabii hakkımızdır. Bizler de artık toplum gücünü kullanabilmeliyiz. Toplum olarak haklarımızı elde etmek zorundayız ve bu yönde çalışmalıyız. Biz bunu söylerken, önderlerimizi seçerken, başkaları kötüdür demiyoruz. Biz bu işi onlardan daha iyi yapabileceğimize, Türkiye Cumhuriyetine ve Türk Dünyasına daha verimli olacağımıza, buralarda bu bölgelerde yaşayan Türklerin daha iyi, daha güvenilir, yaşamalarını sağlayacağımıza inandığımız için, Önderliğe, Yönetime talibiz. Bu arada Bulgaristan’da kalan kardeşlerimizin hepsinin siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel kimliklerini, muhafaza edebilmeleri için mücadele etmeliyiz ve bu konuda gerekeni yapmalı ve gerekli yardımları yapmalı ve yaptırmalıyız. Aramızda Ahlâklı, Adaletli olanları seçmenli ve yüceltmeliyiz. Geçmişi konuşmaktansa, gelecekten söz etmeliyiz, bugünü değil, yarınları görerek hareket etmeliyiz. Aramızdan stratejistlere imkân ve fırsat vermeliyiz ve onları bizler yetiştirmeli yön verebilmeliyizkısa-10 ve uzunvadeli -50 yıllık hedefleri gösterebilmeliyiz. Aramızda kötü niyetli insanları tespit etmeliyiz, bilmeliyiz ki, onların kusurlarından dolayı değil, bu güne kadar yapılması gerekenleri engelledikleri için aramızdan uzaklaştırmalıyız. Bu güne kadar neler yapılmamış, onları araştırmalı, bilmeliyiz ve neler yapılması gerekir onları söylemeliyiz ve bunları bir an önce hayata geçirmeliyiz. Bizler gözyaşları dindirmek için, yaralara mehlem olmak için, her yüke ortak olabilmeliyiz. Gençlerimize, sadece balık pişirmesini değil, balık tutmasını da öğretmeliyiz, insanlarımızı denizlere, okyanuslara açılmalarını sağlamalıyız. Aramızda Tek Lider değil her sokakta, her mahallede bir lider yetiştirmeliyiz, biz dünyayı yönetmek için oğullarımızı yetiştirmeliyiz. Bizim insanlarımız yani Bulgaristan Türkleri şahsi başarıları Türkiye’de belkide en çok olanlardanız. İşte artık bizler toplum olarak


10

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

haklarımızdan yararlanmasını bilmeliyiz. Her şeyden önce siyasi haklarımızı toplum olarak kullanmalıyız, daha sonra ekonomik ve kültürel haklar onu takip edecektir. Hepimizin gördüğü gibi, tarihte büyük güçler çok defa kötü politikaların kurbanı olmuşlar ve bunlar devam edecektir. Bir toplumun Lideri olmadan hiçbir şey olmaz, bu lideri de toplum çıkarmalıdır. Siyaseti güvenilir, sevimli hale getirmek bizim hedefimiz olmalı, bu gün çok zor, imkânsız olarak görünse de, yarınlara umutla bakabilmeli ve baktırabilmeliyiz. Var olabilmemiz için, var kalabilmemiz için, öncelikle temel hususlarda anlaşma sağlamalıyız. Aramızda bir birimize güveni kaynaştırmalıyız ve samimi olmalıyız. Her şeyden önce özgüvenimizi kazanmalıyız, birlik ve beraberliği ön planda tutarak insanları insan oldukları için sevip saymalıyız. İçimizde barışı sağlayıp, tek merkezde bir çatı altına toplanmalıyız. Bu çatı da “BULTÜRK Derneği” olmalıdır. Buradan tüm dünyaya sesimizi duyurabiliriz. Balkanlar konusundaki politikalarda etkili olabilmek için yolları aşındırmalıyız. Çünkü gelişmiş ve Bulgaristan’da etkili bir Türkiye Balkanlara tamamen hâkimiyet kurabilecektir. En önemlisi kararlı olalım ve birbirimize samimi, saygılı olmayı ve bir birimizi sevmeyi öğrenmeliyiz. Bizim derdimizi ve problemlerimizi en iyi anlayabilecek zaat bizden olduğunu idrak etmeliyiz. Bulgaristan Türkleri konusunda teşhisi bizler kendimizi yetiştirerek yetki mercileri alarak son noktayı biz koymalıyız, bu güne kadar ki eksikliğimiz budur. Ayrıca Balkanların anahtarı Bulgaristan’da yani Bulgaristan Türklerinden geçtiğini de öğrenmeli ve öğretmeliyiz. Sevgili dava arkadaşlarım. Kendimizde özgüveni, aramızda güveni ve merkezioluşturduktan sonra, kimsenin aramıza nifak tohumları ekmesi mümkün değildir. Bizim için önemli olan, eksiklerimizi bulmaktır. Geçmişi bırakarak artık bizler aydınlanma dönemine bir an önce geçmeliyiz. Halimizi tespit etmek çok kolay, gazete, dergi yayın hayatımız nerede, kaç gazete, tv, radyo bizimle ilgili haber yapıyor.Burada suçlu değil, sebepleri aramalıyız. Gelin bunları tartışalım, niçin bu güne kadar bir Bulgaristan Kültür Merkezi olmamış, bunu şimdi nasıl gerçekleştirilebiliriz, bunlara yönelik çalışmalar toplantılar yapmalıyız.


Makale ve Analizler - 2018

11

Hedefimiz Türkiye Cumhuriyetini daha güçlü, daha huzurlu ve daha iyi yarınlara götürmek için olmalı. Güçlü bir Türkiye Bulgaristan da yaşayan Türklerede güven ve huzur verecektir, onların daha rahat yaşamalarını hep birlikte sağlayabiliriz. Bunlar zannetiğiniz kadar zor işler değil. Dünyada insanlar bir iş için değil, bir İdeal için hayatını feda ederler. Bunun için güçlü olmak sesini duyurabilmek için öncelikle bir Kurum ve bunun Merkezini oluşturmalıyız. Çünkü Merkezi olmayan hiçbir topluluk bir yerlere gelmesi mümkün değildir. Bu güne kadar konuşmalar tartışmalar yapılmış fakat bir ağıç ekilmemiş işte bu gün bunu yaptık BULTÜRK tüm Bulgaristan Türklerinin biz öncelikle sadece Bulgaristanlıyız. Bizler elimizdeki kıt kaynaklarla bir merkez oluşturmaya çalıştık, bunda da muhafak olduk. Bu merkeze ulaşmakta büyük güçlükler ile karşılaştık bu konuda bizlere yardımcı olan emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz. Ayrıca bizlere kendi yerini veren Mümin Hocamıza huzurunuzda kendisine tekrar tüm halkımız adına buradan teşekkür ediyoruz. Bundan sonraki hedef de Türkiye’nin her yerine ulaşmak ve bu birlikteliği her yerde tesis etmektir. Bu merkezimizde artık kendimize ait bir kültür merkezimiz oluştu toplantı salonumuz da mevcuttur her 15 günde bir toplanıyoruz. Amacımıza ulaşabilmek için devletin bir şeyler yapmasını beklememeliyiz. Birlikten kuvet doğar Atasözünde olduğu gibi güçlerimizi birleştirerek devlet yönetiminde söz sahibi olmalıyız ve geleceğimize kendimiz yön vermeliyiz. Gençlerimizin devlete girmelerinin yolunu aydınlatmalıyız. Artık bizim de Ankara’da TBMM’de kendi temsilcilerimiz olmalı. Bizler de buralara kendi içimizden birilerini gönderebilmeliyiz. Aramızda birlik ve beraberliğimizi oluşturduğumuz takdirde kendi içimizde samimi olduğumuzda başarıların ard arda geldiğini göreceğiz bunu başaracağımıza eminim. İhtiyacımız olan tek şey kendi içimizde daha adaletli olabilmek. Sevgi ve saygılarımı sunarım, Genel Başkan Rafet ULUTÜRK


12

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Aydın Yolu İzleyelim

Mehmet Çakır-16.Haziran.2018

Konu: Hayallerin ve vaatlerin değil, gerçeğin yanında duralım. 24 Haziran seçimlerinde Türkiye’yi yüreğinden tutacağız. Ya o yürek söküp alınacak ya da nabzını kontrol edip aydınlığa yürümeye devam edeceğiz. Söküp alınırsa yedek yürek yok. Siyaset kürsülerinde birbirine laf yetiştirenlerin ipe serdiği gerçekler, uzun sürecek bir ameliyat için yedek kan banklarımız da olmadığına işaret ediyor. Kalp dedim ama değiştirilmek istenen Türkiye’nin motorudur. Yeni olarak monte edilmek istenen aslında 30 yıl önce imal edilmiş ve depoda dururken metal yorgunluğundan hurda olmuştur. Sabah karanlığına değil, biz aydınlığa bakalım. Bulgaristanlı göçmenler, soydaşız, vatandaşız, çadırımız anavatan toprağında olsa da henüz kökleri çok derinde ve dalları bulutlarda olan bir çınar değiliz. Geleli 29 yıl oldu. Bir insanın bir toprakta 2 kuşak mezarı yoksa o toprakla haşir neşir olduğu söylenemez. Evet, biz Çanakkale’deydik, Sakarya’daydık, Edirne’deydik, 140 yıldan beri Türkiye’ye akıyoruz, düşüp kalkıp uyanıp diriliyoruz, Türklük denizlerinde yüzüyoruz, henüz yaralıyız, hala meyve verecek, gemi değiştirecek duruma gelemedik. Sabah karanlığına değil, biz aydınlığa bakalım. Gelen seçim. Yeni çorbada bizim de tuzumuz olacak. Elimizin ayarını bilmemiz gerek. Merhabasına selam verilen yerliler bize, “temkinli olun, acele etmeden karar verin” diyorlar. Türkiye’yi anlamakta zordur. Biz, ilhamlı Atatürkçüler olarak geldik. Atatürk’ü farklı görüp farklı anlayanları burada tanıdık. Büyük Önderin yerinden oynatılamayacak kadar büyük bir temel taşı olduğunu da burada anladım. Temel sağlamsa katlar yükselir. Türkiye’nin temeli bütün Anadolu, bütün Trakya’dır. Başka temel yok. Temeli görmeden binayı yıkmak isteyenlere küsüm. Her kuş her dala yuva yapamaz, dal kırılır diyenlere katılıyorum. Sabah karanlığına değil, biz aydınlığa bakalım. Turgut Özakman’ın “Diriliş, Çanakkale 1915” romanı 200, “Cumhuriyet 250”, “Çılgın Türkler” ise 326 baskı yapmış, sanki Türkiye’nin dip dalgası Büyük Türkiye atılımları için şarj olmuş. İşte Atatürk, işte Mehmet amca ve Fatma bacı, temel dediğimiz budur. Cumhuriyet harcı kanla karılmıştır. 24 Haziran günü tüm dalgaları kıracak ve Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı yönetim sistemini kucaklayacak ve başarı yoluna zaferden zafere devam edeceğiz.


Makale ve Analizler - 2018

13

Bir yüzyılda hayat çok değişti. İnsanımız önce makinalardan, sonra yüksek teknolojiden, ardından yüksek süratten sanki korktu. Biz İstanbul’a köyden geldik. Nasıl korkmayalım ki! Uygarlığı burada gördük. Her neslin kendi sürati var. Hele Sayın Başkan Tayyip Erdoğan yıllarında değişim sürati başımızı döndürdü. Daha önce hiç olmayan şeyler oldu. O, Türkiye’nin kalkınma frenlerini söktü. Ayağımız yerden koptu. Uçuyoruz. Yükseklikten, yüksek süratten kordanlar var. Doğaldır. Sabah karanlığına değil, biz aydınlığa bakalım. En çok tıklanan müziklere bakıyorum. “O ses Türkiye’de” yarışan genç sanatçıların tercihinde “Çok yorgunum kaptan” başta geliyor. 1957’nin 1 Temmuzunda, Karadeniz’in Balçık kıyı şehrindeki, yakın yörenin en güzeli diyebileceğim Botanik Bahçesi’nde sabah turu atan Nazım, kendini kaktüs cennetinde bulur ve durur. O sabah, renkler iğneli gardiyanları aldatmış ve güneşe gülümsemiştir. Nazım çok etkilenir. 17 yıl demir parmaklıklar ardında kalan büyük ozanın ruhu kaynar. Binlerce ince, kalın ve uzun kaktüs iğnesi onun kafasında binlerce coplu silahlı gardiyan ve polistir. Güneşe fışkıran renklerse hürriyettir. His ettiği bir zafer anıdır. Güzellik zulmü yenmiştir. Karanlığın en sivri uçlu bekçilerini aldatıp top top açmıştır. İşte o an Nazım’da şu dörtlük doğar. Mavi Liman Çok yorgunum, beni bekleme kaptan, Seyir defterini başkası yazsın. Çınarlı, kubbeli, mavi bir liman. Beni o limana çıkaramazsın... Bulgaristan, Balçık, 1 Temmuz 1957 Sabah karanlığına değil, biz aydınlığa bakalım. Çok sevdiğimizin ismini daha güzeliyle değiştirmek bizim bir özentimizdir. Ne ki, biz, Bulgaristanlı Türkler, başımızdan geçenlerden sonra bu konularda tutucu olduk. Anlatmak istediğim şudur. Türkiye’ye göçe zorlanmadan önce bir dönem Balçık’ta çalıştım. Nazımın sabah gezisi yaptığı Botanik Bahçesindeki kaktüs cennetinin ortasında, ben de durdum. O dörtlüğün oracıkta doğduğunu biliyordum. Çözemediğim bir düğüm vardı. Bazen bir kaktüsü çalıp üzerine basıp içinden nasıl renk fışkıracağını görmek istiyordum. Türkiye’ye göç ederken bu dörtlüğü durmadan söyledim, yürüdüm, gerçeği arıyordum. Enerjimin ürettiği terin tümü Vatan toprağımı suladığı için, hiçbir gücün bu topraklardan beni koparamayacağını, söküp atamayacağını sanıyordum. Yoldaydım. Kaptan beni gemisine almıştı. Yüreğim sökülmüş, vatanımda kalmıştı.


14

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Sabah karanlığına değil, biz aydınlığa bakalım. Nazım’dan 30 yıl sonra Türkiye havasını uzaktan, ancak Yunan Adalarından koklayabilen büyük klasik Cem Karaca, derin bir sıla hasretiyle parmaklarını gitarının tellerinde gezdirirken bir melodi doğar ve Türkoğlu Türklerin hepsinin gönül tellerinde “çok yorgunum kaptan” güzelliğiyle ses verir. Öyle olsa da, ölümsüz şiirin orijinal adı Mavi Liman’dır. Bana öyle geliyor ki, bu son virgülüne kadar şarkılaşmış ve oratoryomda fragman olmuş, Avrupa ve Birleşik Amerika’nın en güzüde opera salonlarına dolup coşarak taşan bu eser, masmavi bir liman umuduzunu ebedileştirmek için doğmuştur. Sabah karanlığına değil, biz aydınlığa bakalım. “Mavi Liman” bir umuttur, olağanüstü sivri ve keskin kaktüs iğneleri arasında var olmayı hak etmiştir. O bir simgedir. Nazım, umudun açmasından mest olmuş, duyguları kanatlanmıştır. Uçları zehirli kaktüs iğneleri, yasaklı yaşamdır. Bu kavgada üstün olan, gizemli renklerle yüklü olan ve fırsat buldukça açan doğadır. Dörtlüğün anlamı budur. Sabah karanlığına değil, biz aydınlığa bakalım. Nazım Hikmet 20. Yüzyılın tüm iyimserliğiyle yüklü bir yaratıcıdır. “Yorgunum” mavi limanın turasıdır. Bunu ancak böyle anlayabiliriz ve anlamalıyız. Ne yazık ki, Cem Karaca’dan sonra gelen sanatçılardan hiç biri umudun yitirildiği çerçeveden çıkmamıştır. Nazım’a değil, besteci ve sanatçı Karaca’ya bağlı kalmışlardır. Sanatçının gitarı şairin kalemiyle buluşmuş, “Mavi Liman” başlık olmaktan sökülünce, bir yalı koyu gibi ortada kalmıştır. Kalbimizi koruyalım. Türk olduğumuzu unutmayalım. Büyük Türkiye için kollarımızı sıvayalım. Ötesi bize gelmez. Parçalanmak, bölünmek, darbe, baskı terör ve vatansızlıktır. “Başka Türkiye yok. Babamız Tayyip Erdoğan”dır. Sabah karanlığına değil, biz aydınlığa bakalım. 2018 seçim söyleşisine “metal yorgunluğu” şeklinde giren “çok yorgunum” yaratılmak istenen karanlıkta bir sabah karanlığı, kuşluk vakti şeklinde etkin olmaya başladı. Bu yanlış bir algıdır. Alıp giden ve iyice kızışan seçim propagandasında kalbimizin sökülmek istediğini hissettim. Bir kalp iki defa değiştirilemez. Bir defa gelirken söktüler. Göğsümde çarpan Büyük Türkiye kalbidir. Büyük Başkan Sayın Recep Tayyip Erdoğan kalbidir. Gerçeği görelim. Muammer İnce kazanırsa bizim umutlarımız yok olur, “Bulgarlar bayram eder” sözlerine katılıyorum. Bulgaristan aydınlarından hiç eksiksiz hepsi bu gerçeği gördü. Oylarımızı AK Parti’ye ve Büyük Başkan Sayın Recep Tay-


Makale ve Analizler - 2018

15

yip Erdoğan’a verelim, aydınlığında birleştik. Kardeşlerim, birlikte olalım ve el ele verip aydınlığa yürüyelim. Sabah karanlığına değil, biz aydınlığa bakalım.

Bayram Selamı

Neriman Eralp Kalyoncuoğlu-15.Haziran.2018

Konu: Biz yasaklı bayramların çocuklarıyız. Bayram şiirleri seçerken zorlandım bu defa. Siz yaşlılara, ana babalara seçerken hep çocukları düşündüm. Bayram şekeri verirken şiirler dinlesek onlardan veya biz onlara okusak. Bir iki dörtlük olabilir... Şiiri dinleyen annemin güzelliği gözümde... Onlar gittiler, bayramlar kaldı. Bayramlarımız, ilk ve son gün arasında ebedi. Kokusu değişiyor biraz. Güllerin bahardan bahara azdan az fark attığı misali... Gül kokusunun çiğ yememiş halini severim... Elimdeki, şairlerimizden 1000 sayfa şiir. 200 ozan yazmış. Gönlü şarkı söylemeyen şiir yazamaz diyenler haklı. Hepsinde melodi var. Kimisi beklerken, kimiz uğurlarken, kalem elde Bayram anlatmış. Şair Haşim Akifov İbrahimov Bayramlar demiş: Bayramlar Uzanarak umutlarla beklerken sabahları En mübarek duyularla gönülleri okşamak Yüzlerdeki o tatlılık süslerken insanları Sevilerle mutlu olur umut dolu yaşamak. Coşarak bir kuş gibi göğe yükselmek dolaşmak Ovalardan bulutlara imgelerle ulaşmak Küçüklere sevgi, büyüklere saygı sunarken Sevilerle mutlu olur umut dolu yaşamak. Bir bereket yağmurudur, işte böyle cömert Hak Bayramlarda mutluluğu aramızda paylaşsak Kötülükten kıskançlıktan hırçınlıktan çok uzak


16

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Sevilerle mutlu olur umut dolu yaşamak. *** 200 şair birer kibrit çaksa aydan görünür. Bayram Sofrası kursa asır boyu konuşulur. Kardeşlik sofraları gibi... Şiirimizde değişen bir hava var. Bayramlarda olduğu gibi... Eskimeyen ve solmayan bir yüzyıl saklı özlerinde! Türklük kokusu. Vatan sevgisi. Sevda rengi, yaprak yaprak güzellik dallarında... Halkımız Türklüğü tanımazken, onlar Türk Türlüğünün ne olduğunu taşıdılar kentlerimize, köylerimize, gönlümüze... Onların şiirleriyle besledik ruhumuzu. Yüreklerimiz aynı hisle çarptı Bayramlarda. Kendi şiirimizi okudum, kendi ozanlarımızı dinledik, kendi şarkımızı söyledik. Türk kokusu değişir mi? Birleşince yeni bir niteliğe sıçrama gücü gizli kokularda! Onlardaki, neden yok şairlerde? Şair kongrelerinden neden yeni bir atılım çıkmıyor? Bugün de Tuna gibi akıyor şiirimiz. Kıyısını yıkmak istemiyor. Her satırında Vatanımıza, Kimliğimize, Bayramlarımıza, geleneklerimize sahip çıkıyor. Şairimiz Derhan Mahmu Ali 1993’te şöyle dedi: Bizim Doruklar Evreni cennet köşesi Özlemler memleketine götüren tüm yollar. Kenetlense de volkanlar ruhunda Bir anlık ömrün Kapanmaya hazır ümit kapısından... Son adımla bile hücum edilmesi Hedef tutulan Uzak doruklar Bizim doruklar. Yenileyebilseydik doruklarımızı ve hedeflerimizi, bayramlarımız da bir başka olurdu. Kara kayada çiçek bitme. HÖH kara kaya çıktı: Düşünüyorum: Bayramsızların mutluluğu, ya da çilelinin hakkı helal olur mu hainlere? Bayramdır. Güzel yüzlü bir halkımız var. Konuşmak ve susmak hakkımızdır. Bayramlar küsleri unutmak içindir. İhanet edenlerin ders alması için vardır. Hain günahları af edilir mi bilinmez... *** Kendimizi aradık ömür boyu.


Makale ve Analizler - 2018

17

Ayazma sularından derecikler, onlardan çaylar ve nehirler akıyorsa, ansiklopedilerden taşan şiir ve destanlar halkın yüreğini neden dağlamıyor? Zaman seçip, kendiliğinden ve birden bire neden alevlenmiyor! Halkın sabrı hayatın ayarı! Bayramlar yüzleşme günü. Şu dünyada şairler şehri, şiir severler parkı yok. Olsa oraya taşınırdım. Her sabah hepsine gonca, açmış ve solmaya yüz tutmuş güllerden demet derlerdim. Hayatın anlamı renklerin kavgasında gizli!. Ne zaman başladığı bilinmeyen ve sonu olmayan bir sevişme bu. Hayat Bayram Olsa! acıyı bilmeyen tatlıyı tarif edebilir miydi? Yasaklı Bayramlar kutladık. Sesiz dua ettik. Gizlice el öptük. Pusuya durup bayramlı püse bekledik. İnsanlar hürriyeti, Bayramın Allah Evine indiğini, bayramlaşmadan kardeşlik doğduğunu, dede, nene ve ana, baba eli öptükçe dağıldığını öğrendiler? Bayramı kaybetmek hiçbir şeysiz kalmak anlamına gelirdi, anladılar. Bayramları yaşatmak için, çocuklarına Bayram dediler. Karabasan Gözlerimi yitirdim Gözlerim kana boyandı ışık karıştığında Doruklar düzlüğe dönüştü Sesim sokaklarda tutsak Gururum kamburum oldu Gözlerimi yitirdiğim gün Gözlerimi yitirdim Issız yörüngesinde durdu yürek Sevgilerim durakaldı karanlık pusularda Silinince geçmişle geleceğin anlamı Hangi dilde ağlayıp, hangi dilde güleceğim Dostlarımı anılarda nasıl bulacağım Bilemedim gözlerimi yitirdiğim günü. Gözlerimi yitirdim Gizemli bir boşluğa gömüldü zaman Öz saygımın burcundan bir yıldız kaydı Türklüğüm prangalı Mezarda babam bile yabancı oldu bana


18

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) İzlerimi yitirdiğim gün. Gözlerimi yitirdim. Gözlerimi yitirdim İzlerimi yitirdim Adımı elimden aldıkları gün. Sabahattin Bayram-1985

Şairlerimiz halkımızın sesidir. Onurumuzdur. Biz Bulgaristan’daki Türkler için, Bayram bir şafaktır. Bir kişinin her kişi ve her kişinin de bir kişi olduğu gündür. Bayram, birlikten güç fışkıran, hepimizi kanatlandıran ve mutluluğa uçuran gündür. Bayram acılarımızı hatırlamak istediğimiz gündür. Hepinizi bir daha kutlarım. Büyüklerimin ellerinden Çocuklarımızın gözlerinden öperim.

1910 Yılından Beri Kutlanan Babalar Günü

BG-SAM-17.Haziran.2018

Anneler günü, sevgililer günü, öğretmenler günü olur da babalar günü olmaz mı? Babalar günü de en önemli günlerin başında gelir ve dünyanın birçok yerinde kutlanır. Bizler de bizim için büyük öneme sahip olan babalarımızı bu özel günde Sonora Smart Dodd daha fazla mutlu etmeye çalışırız. Bu tip özel günlerin en önemli özelliği de hediyelerdir. Babalar gününde de babaları hediyesiz bırakmak olmaz. Her sene Haziran ayının üçüncü Pazar günü kutlanan bu özel günün nereden geldiğini biliyor muyuz peki? Dünyanın çoğu yerinde neden Haziran ayının üçüncü Pazar günü kutlanıyor dersiniz? Hemen sizi aydınlatmaya başlayalım. Babalar gününün tarihçesi Amerika’ya dayanır. Bir Amerikan gazisinin kızı olan Sonora Smart Dodd, anneler günü gibi babalar gününün de olması gerektiğini düşünmekteydi. Dodd’un babası, anneleri olmadığı için 6 çocuğunu tek başına büyümüştür. Çocukları tarafında da oldukça sevilmekteydi. Dodd ise baba-


Makale ve Analizler - 2018

19

sının doğum günü olan 5 Haziran’ın babalar günü ilan edilmesi için çalışmalara başlamıştır ancak bu çalışmalar biraz geciktiği için Haziran ayının üçüncü Pazar gününe ertelenmiştir. İlk defa 19 Haziran 1910’da Washington/Spokane’de kutlanmıştır. 1966 yılında ABD başkanı Lyndon Johnson, Haziran ayının üçüncü Pazar günü Babalar Günü’nün kutlanacağını açıklayan bir bildiri yayınlamıştır. 1972 yılında ise başkan Richard Nixon’un imzasıyla babalar günü ABD’de yasal olarak tatil ilan edilmiştir. Amerika baskani ilk olarak 1924 yilinda resmi bir aciklamayla gunu kutlamis ve ulke capinda bilinip anilmasini saglamistir. 1966 yilinda ise baskan lyondell haziranin ucuncu pazar gununu resmi olarak babalar gunu ilan etmis ve resmi takvime eklenmesini saglamistir. Katolikler ise babalar gününü dini açıdan ele alıp Hz. İsa (as)’nın babasının anısına Mart ayının 19. gününü St. Joseph Günü altında kutlamaktadırlar. Babalar, hayatımızın merkezinde yer alan en önemli kişilerdir. Belli bir yaşa kadar tamamen onun sorumluluğunda olduğumuz için kişiliklerimiz de ister istemez onlarla örtüşür çoğu zaman. Onlar sevgilerini pek belli edemeseler de bize ne kadar değer verdiklerini ve sevdiklerini gayet iyi biliriz. Güven ve kahraman sözcüklerinin eş anlamlısı babadır. Babalar hakkında sayfalar dolusu cümle yazılabilir aslında. İşte bu denli bir insanı da sadece bir gün değil, her gün mutlu etmek de bizim görevlerimizden biri. Ancak babalar günü gibi evrensel bir günü de daha özel hale getirmek gerekir. Babalar günü, bir babanın beklentisi olmadığı gündür. Ancak içten içe de hatırlanmak ister, hediye bekler. En azından bir el öpülmesini ister. Bunlar yapılmazsa ne mi olur? Hiçbir şey olmaz tabi ki. Babalar, asla evlatlarına bu tarz konularda tavır koymazlar. Babalar, dünyanın en yürekli insanıdır ve o yürekli insan da babalar gününde unutulmamayı sonuna kadar hak eder. Babalar günü ile ilgili bilgi; PBabalar Günü, Türkiye de dâhil olmak üzere pek çok ülkede her yıl Haziran ayının 3. Pazar günü kutlanan özel bir gündür. P Babalar Günü ilk kez 19 Haziran 1910’da Şeron Grubu tarafından Washington’un Spokane şehrinde kutlanmıştır. PBabalar Günü resmi olarak ilk kez 1924 yılında Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Calvin Coolidge’in desteğiyle kutlandı. Babalar günü tarihi. PLyndon Johnson, 1966’da her yıl haziran ayının üçüncü pazarının Babalar Günü olarak kutlanacağını açıklayan bir bildiri yayımladı. PBir çok ülkede Babalar Günü’nün kutlandığı gün değişiklik göstermektedir.


20

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

www.bghaber.org olarak bu anlamlı günde tüm babaların ve baba adaylarının Babalar Günü’nü kutluyoruz. Saygılarımızla... BABALAR İÇİN YAZILMIŞ ŞİİRLER Filiz Soytürk-17.Haziran.2018 Babam İçin Allahım! ..İşte bugün, Şu zavallı ömrümün En matemli bir günü. Elim böğrümde kaldım, Ben bugün haber aldım: Babamın öldüğünü. Bitti hayatın tadı, Bu haber bırakmadı, Dudağımda tebessüm. Kalbim oyuldu yer yer, Aman Yarabbi, meğer Ne acıklı imiş ölüm Daha birkaç gün evvel,

Yüzümü okşayan el, Şimdi toprak oluyor. Kendi vücudum kadar Bana yakın olanlar, Birden, uzak oluyor. Ah Baba! ..Daha düne Kadar senin göğsüne Saklıyordum başımı. İnan babacığım, inan, Bu ateş, menba’ından Kuruttu gözyaşımı... Sabahattin Ali

Babanın Oğluna Öğütleri Şiiri Zirve seni bekliyor Dağın kıymetini bil Sanma ki yükselmek zor Çağın kıymetini bil Üşenme emek için Mutluyum demek için Üzümü yemek için Bağın kıymetini bil Yokluk göründüğü an

Çabuk yıkılır insan Azı beğenmiyorsan Çoğun kıymetini bil Elin, ayağın, başın Annenin, arkadaşın Suyun, toprağın, taşın Göğün kıymetini bil Oğlum benim, bir düşün Değeri var mı dünün


Makale ve Analizler - 2018

21

Yarın çok geç ömrünün Bugünün kıymetini bil. Ümit Yaşar Oğuzcan Babalar Günü Kutlu Olsun Şiiri Sana, çiçekler getirdim baba, Sana, torunlarından sevgiler İğde kokularını getirdim sana, Hanımeli ballarını... İyot kokusunu Ege’nin.. Toprağın kokusunu örtmek için, Bebek kokusu getirdim sana. Bak üçüncü pazarı geliyor Haziranın, Ezgisi yanık türküler getirdim sana Yılların söndüremediği

Yangın alanı yürekte, Özlemlerimi getirdim sana. Toprağın karanlığını kaybetmek için, Sevginin ışığını getirdim sana. Babam, yarım kalmış bir öykünün Hazan yapraklarını getirdim sana Bugün hergün gibi senin günün Bugün hergün gibi senin özlemin Babalar günün kutlu olsun.

Babama Şiir Olurda birgün dönersin diye hep o günü bekledim. O günün hayaliyle yaşadım. Atmadım elbiselerini, kızarsın diye en sevdiğin traş losyonunu hiç kullanmadım. Biliyorum bir gün geleceksin. O günü özlemle, o günü hasretle bekleyeceğim. Çünkü, sen gelecek ve bana sımsıkı sarılacaksın. O geçen yılların acısını doyasıya çıkaracağız. Sen gelince güleceğim tıpkı eskisi gibi. Seninle hayat bulup yaşama yeniden sarılacağım. Seni bekliyorum. Seninle öldüm, yaşama yeniden seninle dönmek istiyorum. Seni seviyorum. Hadi dön artık! Mustafa Özdaş


22

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

TİKA, Balkanların Türkiyesidir

Leyla Şerif Emin-17.Haziran.2018

Ramazan ayının son günlerini yaşarken içten içe hüzün, içten içe bayram sevinci ve heyecanı sarıyor herkesi. Bu heyecana Türkiye’deki seçimler de ortak oluyor. Bu heyecanı sadece Türkiye’de yaşayan vatandaşlar değil, dünyanın birçok ülkesinde yaşayanlar da paylaşıyor. Bize ne oluyor peki, neden heyecanlıyız diye birkaç noktada buna değinmek istiyorum bu yazımda. Evet, seçim sizin ama bundan etkilenecek olan kocaman bir coğrafya var, bu nedenle sorumluluğunuz bir kat daha fazla. Birkaç aydır sizler gibi bizler de siyasilerin konuşmalarını, vaatlerini takip ediyoruz. Şimdi biraz daha kolay, her yerde uydu antenleri var, tüm kanallar bizlerin de televizyonlarında. İktidar ile muhalefet her yerde var ve her seçimde olması çok doğal. Biri beyaz derse diğeri siyah der, gri der. Ancak bazen bazı konuşmalar sırf muhalif olmak için yapıldığında hem çok absürt duruyor, hem de samimi gelmiyor. Hatta bazen gülünç oluyor. Neyin ne olduğunu, kimin kime bağlı olduğunu aşağı yukarı ayırt edebiliyoruz. Geride 15 Temmuz gibi bir darbe girişimini bırakmış, Afrin Zeytin Dalı ve Fırat Kalkanı operasyonlarından başarıyla çıkabilmiş bir ülke var. Avrupa’nın ve Batı’nın kontrolü altında olmayan, karşısında ABD olsa bile boyun eğmeyen ve her şeye rağmen dik durabilen, güçlü olmaya çalışan bir Türkiye var. İster terör grupları olsun, ister Batı’nın ekonomik oyunları olsun hiçbirinin etkisi artık eskisi gibi değil. Neden? Çünkü uyanan bir ülke var ve bu ülkenin istediği sadece kendi bağımsızlığı ve yaşadığı coğrafyada sınırlarını koruyabilmesi, milletine güzel bir gelecek kurabilmesi. Bunu benim biri dışarıdan biri bile görebiliyorsa Türkiye içindeki vatandaş da görüyordur, bu nedenle uzun uzadıya bunu anlatmama gerek yok. Kim ne derse desin, hangi ideolojiyi savunursa savunsun, hangi partiden olursa olsun görebildiği bir gerçek var; Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliği. Erdoğan, sadece Türkiye için değil, kocaman bir coğrafyanın ülkeleri için de güçlü bir lider vasfında. Karşısına bugüne kadar çıkan güçlü bir rakip de yok. Seçimlerde ona oy vermeyecek olanlar rakiplerine inandıkları için değil, sadece ona oy vermemek için oy vermeyecek. Dediğim gibi, seçimi siz yapacaksınız ama bir-


Makale ve Analizler - 2018

23

çok ülke ve birçok ülkede yaşayan Türkler olsun Müslümanlar olsun etkilenecek bundan. Türkiye’yi seven biri olarak söyleyebileceğim tek şey var, vatanını seven ve dış güçlere peşkeş çekmeyecek birine oy verin. Ancak tabloda görünen de şu: “Anlatmaya gerek yok, görüyorsunuz.” İktidarı paylaşmak zordur, ancak muhalefet kolay paylaşılır, bizler de sizin gibi milletvekili pazarlığı gördük, bir birleşip sonra ayrılanları gördük. Daha baştan tökezleyenlere vatan emanet edilir mi siz karar verin. “Seçim bizim size ne oluyor” diyebilirsiniz yine. Anlatayım. Her şey yolundaydı, bir seçim havası olması gerektiği gibiydi, arada güldük biz de ama dikkatimi çeken bir olay oldu. Mesela siyasilerin işi zordu, çünkü gerçekten son dönemde güçlü ve modernleşen bir ülke vardı, bu “modernleşmekten” siz ne anlarsınız bilemem ama birçok ülkeden çok daha güzel ve güçlü görünüyorsunuz uzaktan. Dosta güven, düşmana korku salıyorsunuz. Her neyse, muhalefetin konuşmalarını da takip ettik, “hazır yapılmışı” olan birçok projenin üzerine ne vaat edebilirler diye. Zor tabi işleri, yapamıyorsak o zaman farklı bir şey yapalım “kapatalım” diye düşünmüş olacaklar ki mantık dışı bazı cümleler çıktı. “TİKA’yı kapatalım”, ardından “yok TRT demek istedim”, daha neyi ne için yapmak istediğini bilmeyen bir mantıkla kurulmuş cümleler. Siyasetçi dediğin yenilikler açar, daraltmaz genişletir, satmaz, satın alır, velhasıl halkın refahını düşünür. Neden kendilerine oy vermeniz gerek diye seçenekler sunar vatandaşlarına. TİKA’nın neler yaptığını elbette siz Türkiye’de haberlerden izlersiniz, birkaç dakikada geçer gider. Ancak yüz yıldır yetim kalan bu coğrafya onu yaşar, onunla yaşar, onu yaşatır. Ben elbette TİKA’nın Balkanlar için neler yaptığını bilirim, çünkü buna şahidim. Afrika’da yaşayan da kendi ülkesinde olanlara şahittir, Orta Asya’da yaşayan da kendi ülkesinde vs. Siyaseti bir kenara bırakıp biraz da bunlardan konuşalım. Geçen günlerde Ankara’da Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı olan TİKA ve Stratejik Düşünce Enstitüsü işbirliğinde 11 Balkan ülkesinden bilim adamı, akademisyen, sivil toplum kuruluş temsilcileri, din adamları ve yabancı basın mensuplarının katılımıyla “2. Balkan Buluşması” düzenlendi. Bu buluşmadan sonra birçok başlık öne çıktı. Bunlar, “Farklılıklardan güç alarak yükselen Balkan ruhu inşa edilecektir. Türkiye’nin Balkanlar’daki derdi nüfuz değil barıştır. Güçlü bir Türkiye Balkanlar için yararlıdır” gibi konular masaya yatırıldı. Bu konuyla ilgili Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın kaleme aldığı “Türkiye Balkanlar’da ne istiyor?” yazısını okuyun okutturun. Bu yazının beni duygulandıran kısmı, “Biz masalları olan bir coğrafyanın çocuklarıyız. Bize yüz elli yıldır modernleşme adı altında başkalarının hikâyeleri anlatıldı. Artık kendi hikâyemizi yazma zamanı geldi” cümleleri oldu. Son on beş yılda canlanan ve


24

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

güçlenen ülkeler arası ilişkiler, hep birlikte bu güzel gönül coğrafyasının güçlü olması için atılacak daha çok adımların olacağının ispatıdır. Türkiye bir destan yazdı ve yazacak, Türk milleti gittiği her yere hoşgörü ve adaleti götürdü çünkü. Sadece tek başına TİKA’nın yaptıkları bile takdire şayandır. Tek tek anlatmak için sayfalar yetmez. Gerek sağlık kurumlarında, gerek eğitimde, keza ziraatta ve kültürde, tarihi eserlerin restorasyonlarında, her yerde TİKA’nın amblemini görüyoruz. Gezdiğiniz ülkelere sizden önce TİKA uğramıştır. Üsküp’teki koordinasyon merkezinde gece gündüz çalışan kardeşlerimizi görünce içimiz rahat uyuyabiliyoruz. Biliyoruz ki bizim de burada bir Türkiye’miz var, sınırları aşmamıza gerek yok, elçilikler ve bütün Türk kurumlarında açılan kapılarımız var. Bizi yüz yıl önce gözü yaşlı bırakmak zorunda kaldınız ama bugün geldiğinizde sevinç gözyaşlarıyla karşılaşıyorsunuz. Sizi karşılarken biz, burada yalnız kaldığımız dönemlerde nelerle başa çıktığımızı ve hiç değişmediğimizi, bir gün yeniden kucaklaşacağımıza inandığımızı söylerken yaşanan o duyguların tarif edilemez. Hangi vatansever buna mani olmak ister söyleyiniz? Soros mu gelsin, sömüren ve ülke karıştıran batı kuruluşlarıyla mı kalalım ki onları da görüyoruz. Buralarda FETÖ ile kol kola gezenlerin en büyük rahatsızlığı TİKA ve diğer Türk kurumları. Kimi sevindirmek istiyorsunuz? “Evlad-ı Fatihan” öyle kolay söylenmez, bunun ispatı bir Fatihâne yürek ister. Vatansız kalanlara vatan olan, milletine hasret kalanlara millet olan, hasarlı ve yıkılmaya terk edilmiş, Mimar Sinan’ın ve ecdadın eli değmiş, Fatih’in emriyle yükselmiş nice minarelere dokunan ve onları onaran, Türkiye’nin dışardaki aynası olan TİKA’yı kapatacağım diyenlere cevabımız: “Bizi vatansız bırakanlarla aynı safta olmayın!” Biz, sizler için burada kaldık, siz bizim için ve hepimiz için güçlü olun, yapacağınız her seçimde bizim kaderimiz de var bunu unutmayın. Siyasi istikrarın, barış ve huzurun sağlanması herkes için önemli. Karayolları projeleriyle kurulan yollardan daha çok gezeceğiz. Bizim özgüvenimizi yükselten bir Türkiye var çünkü, uzun yıllar beklediğimiz bir Türkiye var. Hep var olsun inşallah...


Makale ve Analizler - 2018

25

Düzce Balkan Türkleri Dernekleri 7. Geleneksel Hıdrellez Şenliği

BG-SAM-17.Haziran.2018

Rafet Ulutürk’ün Mesajı okundu Sevgili Hemşerilerim, Önce bizi yeni bir Bayrama kavuşturan, Cenab-ı Allah (cc)’a, hep birlikte şükür ediyoruz Sayın Valim, Sayın Belediye Başkanım, soydaşlarım ve değerli konuklar Hepinizin Bayramı kutlu olsun. Sağlık, huzur ve mutlulukla hep birlikte daha nice bayramlara diyorum. Bu güzel organizasyon için, önce ev sahibimiz, Hasan Ağa köyü muhtarı, dernek Başkanı ve BULTÜRK Temsilcimiz Sayın Özcan Fidan Kardeşime hepiniz adına teşekkürlerimi sunuyorum. Düzce Balkan Türkleri Kültür Sanat Festivali, artık geleneksel hal aldı ve Kültür ve Turizm Bakanlığı, Dücze Belediyesi ve BULTÜRK - etkinlikleri Düzce sokaklarını aşmış uluslararası bir organizasyona dönüşmüştür. Bakanlığın, Valiliğin ve Belediyenin katkılarına teşekkür ediyorum. İşbirliğimizin pekişmesi ve serpilip açılması en büyük temennimizdir. Bu etkinliğe katılanlar: En güzel günlerin sizlerin olsun. Hepinize İyi Bayramlar. *** Sayın Dostlar, değerli hemşerilerim Hepinize konuksever ve güleryüzlü Bulgaristan Türklerinden kucak dolusu selamlar getirdim. Bizler Türklüğüm meyvesi olan Orta Asya Bozkırlarından yola çıkarak, Anadolu’dan önce Türkleşen Bulgaristan’a ulaşıp Türk Dünyası coğrafyasına bu bölgeyi de katan Evlad-ı Fatihanların torunlarıyız. Birçok türkülere hikâyelere ve romanlara mani olan tüm Bulgaristan diyarı, Tuna’dan başlayarak Deliorman, Dobruca, Koca Balkanı da aşarak Rila, Pirin ve Rodoplara, Rodop insanının da ayrılmaz parçası nazlı yâri Arda boyundan kıvrım kıvrım akarak Anadolu’ya doğru hızla ilerlediği Akıncılar Yurdun-


26

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

dan Bulgaristan Türklerinden hepinize kucak dolusu sevgi ve selamlar getirdim. Önce kendimi tanıtayım, Bayramınızı, Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği - 10 Yıllık Genel Başkan sıfatıyla BULTÜRK ve kurucusu ve yöneticisi olduğum Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi BG-SAM adına ve bu iki soydaş yapılanmadaki 6 bin civarında üyemiz ve arkadaşlarım adına hepinizi kalpten kutluyorum. En İyi Günler Sizin Olsun. Bir kitle örgütü Genel Başkanı ve 300 binden fazla takipcisi olan, BGSAM internet sayfası gibi bir etkin propaganda merkezi yöneticisi olarak, fırsattan yararlanıp, Bulgaristan Türkleri’nin Sesi gazetesi, www.bghaber.org elektronik yayınlarımızın artık Bulgaristan’da kalan her hanemize ulaştığını saygıyla gururla sizlere duyuruyorum. Sizin de aktif okuyucumuz ve paylaşıcımız olmanız samimi dileğimdir. Bu yayınlar sizindir. Hepinizindir. Bu pınar bu pınarın suyu tüm Bulgaristan Türklerinindir. Bu sudan isteyen herkes içebilir yani bu internet pınarlarımız hepimizindir. Bundan yararlanalım. Yenidünya görüşümüz en büyük ortak nimetimizdir. Çarşıda pazarda satılmayan ama değeri paha biçilmez olan hepimizin ortak edinimidir. Bulgaristan ve Türkiye Müslüman Türk kimliğini yepyeni bir vizyonda buluşturup kaynaştırmak, parlayan zaferimizdir. *** Sevgili kardeşlerim, biz, nerede olursak olalım, hangi minderde güreşirsek güreşelim, her zaman her yerde Türk olan, Türklük adına galip gelen, bizler hepimiz şanlı Türk evlatlarıyız. Biz, çınarlar gibi dev, yere göğe sığmayan gönlü şan, şöhret ve insan sevgisi dolu soyların, kendisi ve devamıyız. Bizler sapına kadar Türk’üz, bundan da gurur duyuyoruz. Anadan doğma vasıflıyız, yetenekliyiz, güçlüyüz, yüce olmaya, yapabilmeye, becermeye, zaferler kazanmaya, birinci olmaya, şampiyonluklara muktediriz. Bayram ve geleneklerimiz vesile. Her gün böyle toplanamıyoruz. Fırsattan istifade, size bir sorum var: Biz neden vatan değiştirdik? Cevabını da ben vereyim: Bulgarların, akıllı, güçlü, beceren ve gönlü ilham dolu insanları çekememeleri ve kıskanmalarındandır bu illet. Ne yazık ki Bulgarlar, nefret, öfke ve düşmanlığa yenik düştüler. Bu onların küçüklüğüne ve zavallılığına tabiidir. Yusuf Pehlivanlar, Osman Duraliler, Lütfi Ahmetler, Naim Süleymanoğlular, onları çıldırttı, delirtti Bulgar’ı. Yedi bitirdi! Artık bittiler. Bulgar suyu tutmaz olmuş. “Be-


Makale ve Analizler - 2018

27

terini bulsun demeyin! Cehennemin en dibine kadar, demeyin. Bayram günü lanet olmaz. Yine de büyüklük bizde kalsın.” *** Sevgili kardeşlerim Eskiden Rumelinin, Balkanın, bu gün Bulgaristan’ın gülüşü, bizim için Vatan Gülüşüdür. Orada açan her çiçek gönlümüzde açar, burnumuza kokar. Bakıyorum biz artık yavaş yavaş yola çıktık. Yolumuz Büyük Türkiye yoludur. Modern ve uygar Türkiye ile kanatlanmak mümkündür. Şunu unutmayalım, Orada Hep sizi söylüyor şarkılar türküler, Sizi arıyor rüzgârlar yağmurlar, Soranlara sormayanlara selam olsun. Sizi severken Vatanımı seviyorum. Orada bıraktık Vatanımızı Her şeyden fazla sevdiğimiz için Deniz dalgaları, bahar yağmurları gibi döneceğiz. Artık kendi tarihinizi dünyaya tanıtmalıyız. Bu filmlerle olabilir. Her şey sabır işidir gençlere benim üç tavsiyem olacak; 1. Hedeflerinizin sonu olmayacak, 2. Ağır şartlar karşısında yanıp yıkılmayacaksınız, 3. Mükâfat kesinlikle beklemeyeceksiniz. Bedenleri ruhlara galebe çalanlar, asla büyük işler başaramazlar, ruhlar bedenlere galebe çalmalı. Birde şahsınıza yapılan zulmü affediniz ki, zalim olmayasınız. Fakat Devletinize veya Milletinize yapılan zulmü hiçbir zaman asla ama asla affetmeyiniz.!! Muhtaç olduğunuz kudret damarlarınızdaki asıl kanda mevcuttur. Değerli Hemşerilerim Yaratan biz Türkleri hem zeki hem de sabırlı yaratmıştır. 1356’da Çanakkale’yi geçip o zaman Rumeli şimdi doğu Avrupa’ya yerleşen atalarımız da hürdüler. Yeni topraklara insanlığın görüp göreceği en üstün zekâyı bizim atalarımız gönüllü taşıdılar.


28

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

1453’te Doğu Roma İmparatorluğu’nun yerine geçebildik. Tarihte çağ açan zaferler, üstün olan uygarlığın zaferleridir. Ve biz o Avrupa karanlığında parlayan yıldızın bugün ise parlayan ışıklarıyız. 600 yıl önce dünya işlerine akort verenler bizdik, günümüzde bazı anahtarlar onların eline geçti. Değişmeyen bir şey kaldıysa, o da, belirleyici olanın yine insan zekâsı ve yine aklın rolü ve insanların karşılıksız yaptığı işler olduğuna işaret etmek isterim. Dünyayı değiştirenler hep akıllı, zeki ve samimi insanlar olmuştur. Yolumuz, “Büyük ve Güçlü Türkiye” yoludur. 1815’ten beri suyu çekilen büyük ırmağın yatağını gelecekle doldurma yoludur. Başarısızlıklara son verme ve zaferlere yeniden açılma yoludur. Bu muzaffer yolda toplumumuzun babası, Türkiye Cumhuriyeti’nin Başkanıdır, 21.yüzyılın yıldızı, Türkiye halkının, hepimizin, Türk - İslam Dünyasının ve tüm mazlumların büyük önderleri Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a ve Sayın Devlet Bahçeli’ye bizler inanıyor ve güveniyoruz! Bunun için Biz Bulgaristan, Balkanlar “Cumhur İttifakı”nda buluşalım ve Yeni Türkiye’de bizler yerimizi alalım ve evlatlarımızın bu devlette yine yollarını açalım diyoruz. Büyük Türkiye rüzgarıyla geliyoruz. Sizinle bayramlaşmak benim için mutluluktu. Pehlivanlara galibiyet, Sanatçılarımıza şan şöhret, Bizi davet eden Sayın Valimize, Değerli Belediye Başkanımıza Kardeşim Özcan Fidan’a, sporculara ve sanatçılara, siz hazır bulunanlar - hepinize teşekkürler, başarılar, Sağılıklı ve Huzurlu Bayramlar. Bu Genel Seçimlerin Vatanımıza ve tüm Türk Dünyasına hayırlı ve uğurlu olmasını dileriz. Sağ olun var olun. Allaha emanet olun.


Makale ve Analizler - 2018

Köprü

29

Georgi Kulov-17.Haziran.2018

Gezateci - Yazar Georgi Kulov’un kaleme aldığı Köprü adlı kitabı Rodop Dağları’nda yaşayan Türkler ve Bulgarlar arasındaki iyi komşuluk ilişkileri ele almıştır. Buralarda Türk-Bulgar birlikte yaşamı geçmişten örneklerle bugüne taşıyan yazar, olumlu örneklerle vurguluyor. Bu kitabı Kırcaali iline bağılı Cebel ilçesinden Türk girişimci Sayın Sevahattin Gökçe’nin destkleri ile yayınlanmıştır. Tür Bulgaristanlı iş adamlarına örnek olsun. Sayın Gökçe’yi kutluyoruz. Tabi ki dostumuz Georgi Kulov’u da bu gayretli çalışmaları için tebrik ediyor ve başarılarının devamını diliyoruz. Kitabı almak isteyenler Kırcaalide Georgi Kulov’dan alabilirler. Ulaşım - https://www.facebook.com/geskul

Smolyan, Madan’da Halka Sesleniş

BG-SAM-10.Haziran.2018

Madan ahalisinin çok değerli Müslüman kardeşlerim, Öncelikle değerli Rufat Feleti kardeşime bizleri buraya davet ederek beni Sizlerle görüşmeme vesile olduğu için kendisine hepinizin huzurunda teşekkür ederiz. Evet, Geçmişte Türkiye tamamen kendi kabuğuna çekilmiş dış dünya ile bağlarını koparmış görüntüsündeydi. Bu nedenle Osmanlı bakiyesi olan bizler karşı Bulgaristan’da Totaliter Jivkov rejimi tarafından uygulanan kültürel soykırıma karşı gerekli refleksi gösteremedi. Şimdi ise Türkiye’nin etkinli-


30

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ğini özellikle Balkanlarda, Kafkaslarda ve Ortadoğu’da hatta Afrika’da da artık daha fazla hissedilecek. Özellikle 1972 - 1973 yıllarında Güney Bulgaristan’da başlatılan bu hareket 1984 - 1985 yıllarında bütün Bulgaristan’da uygulandı. Maalesef bizim onurumuz ayaklar altına alınırken o dönemler uluslararası toplumdan da gerekli desteği bulamadık. Ancak daha önce de değindiğim gibi şimdi Yeni Türkiye Recep Tayyip Erdoğan önderliğinde kendi kabuğundan sıyrılmaya başladı. Tabi ki bu kolay olmadı. Madan camisinde namaz sonrasında sohbet esnasından. Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bazı çıkışları var ki Batılıları son derece rahatsız ediyor hatta dünyayı korkutuyor. 1. Bunlardan ilki 29 Ocak 2009’daki Davos toplantıları sırasında İsrail Devlet Başkanı Şimon Peres’e yönelik olarak kullandığı “One Minute” çıkışı ile geldi. Bu çıkış Türkiye - İsrail birlikteliğini sona erdirdi ve Ortadoğu’daki dengeler bir anda alt üst oldu. İsraile posta koyduk. 2. Bence Erdoğan’ın ikinci önemli çıkışı 24 Eylül 2014 tarihinde BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmaydı. Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi üyesinin BM’yi etkisiz hale getirmesinin kabul edilemez olduğunu söyleyip “Dünya Beşten Büyüktür” cümlesini kurmuştu. Cemiyet-i Akvam, Milletler Cemiyeti ve Birleşmiş Milletler tarihinde böyle bir isyan ilk defa yaşanıyordu. Birleşmiş milletlere de posta koyduk. 3. Sayın Erdoğan’ın Batılıları endişeye sevk edecek çok önemli bir çıkışı da birkaç gün önce geldi ve “Milli ve yerli para adımı atıyoruz. İnşallah bu kur oyununu bozacağız, altını belirleyici hale getirmenin adımlarını atacağız” dedi. Yani demek istiyor ki; “Bu aşamadan sonra Dolar ve Euro gibi uluslararası paraların hegemonyasına son vereceğiz, anahtar para olarak altını kullanacağız”. Yani Uluslararası finansa da posta koyduk. Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın Nisan 2018 tarihinde Milli ve yerli para için Türkün parası altın ile alış verişi yapacağız demesi Batılıların bardağını taşırdı. Ayrıca Türkiye’de de önemli tarihler var, 15 Temmuz gibi, aslında 15 Temmuz dış ülkelerin yaptığı tezgâhı Türk halkı bozdu ve küresel güçlere artık boyun eğemeyeceğini gösterdi. Yani darbeyi Amerika değil Amerika’ya darbe yapacak güce gelmiştir Yeni Türkiye. Bunu da herkese 15 Temmuz’da gösterdi. En son tarih ise Afrin operasyonudur;


Makale ve Analizler - 2018

31

Afrin operasyonu ile eskiden 1970’li yıllarda Türkiye piyade tüfeğini bile satın alırken bu gün insansız hava araçları ile kendi tankı ve tüfeği ile ulaştığı nokta bütün dünya tarafından görüldü. Afrin operasyonunda sadece sivil insanları değil köpek, inek, at vsy. gibi hayvanlara hatta hiç bir canlıya zarar verilmeden bu işin üstesinden gelindi. ABD’nin Irak’a girdiğinde neler yaptığı ortada. Dünya bunu değerlendirir. Bizim Afrin harekâtı da tüm dünyanın gözünün önünde gerçekleştirdi. Dünyada sadece Türk askeri vardı herkes pionlarla iş yapıyordu, biz ise askerimizi oraya göndererek “Biz buradayız, varsa karşımıza çıkacak bekliyoruz” dedi. Afrini hallettik. Türkiye Cumhuriyeti’nin güçlü olması öncelikle Balkanlarda barışın korunması anlamına gelmektedir. Bu da bizim için çok önemli, çünkü geçmişteki acı hatıralar hala hafızamızdadır. Türkiye 80 milyonluk nüfusu ile büyük bir üretim ve tüketim merkezidir. Bu nedenle Türkiye ile yapılacak ticari, sosyal ilişkiler Balkanlardaki refah seviyesini köklü bir şekilde etkileyecektir, zaten de etkilemektedir. Kırcaali örnek verebiliriz; Bulgaristan’ın ortalama şekline baktığımızda bunun da Türkiye’den gelip gidenlerin sürdürdüğü bavul ticareti de etkilidir. Türk iş adamı Nebi Anıl, T-KLAS firmasında bu gün 1200 leva maaş veriyor, Kırcaali’de hatta Bulgaristan için çok iyi maaş veriyor. Evet, şimdi gelelim Türkiye seçimlerine, Neden Recep Tayyip Erdoğan; Recep Tayyip Erdoğan bizim manevi dünyamız ile bütünleşen hemhal olan bir liderdir. Şimdiye kadar benzeri bir Lider Türkiye’de iş başında bulunmadı. Bu gün Hoca Ahmet Yesevi tarafından atılan kıvılcım ile Orta Asya’dan - Balkanlara, Afrika’dan - Sibirya’ya kadar uzanan bölgelerde manevi köprüler atılmaktadır. Bunu çevremize baktığımız her yerde görebiliriz, burada PaşmaklınınMadan ilçesindeki caminin harcından - Mostar köprüsünün taşına kadar çevremizde her gün bu manevi dünyanın uyanışı ile karşılaşıyoruz. Manası olmayan madde neye yarar ki. Bunun devamının getirilmesi gerekir, kesintiye uğraması durumunda yine Türkiye boşa yıllar kaybedilecektir. Yani bu seçimleri Recep Tayyip Erdoğan kazanmaz ise Dünya şekillenmesinde yine bizler o masada olmayacağız. Onun için bu seçimler Türkiye’nin yenidünya paylaşımında yerimizi almamız için çok önemlidir. Evet, bu seçim sadece Türkiye’nin seçimi değil, bu seçim umudu Türkiye olan tüm mazlumların da seçimidir. Yeni yüzyıl, Büyük Türkiye Yüzyılı olacaktır, buna kimse engel olamayacak.


32

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Evet, bizler Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’ye gönülden inanıyor ve güveniyoruz. Davet bekliyoruz bizim insanlarımızı da aranızda olmasını arzu ediyoruz. İstediğiniz cephede siper almaya hazır olduğumuzu da belirtiyoruz. İşte bunun için burada bulunan hepiniz Türkiye’de bulunan eşiniz dostunuz ve akrabalarınız ile irtibata geçerek ortak geleceğimize oy vermelerini isteyelim. Bugün birlik ve beraberlik zamanıdır. Birlik ve beraberlik ölümden başka herşeyi yener. Söz konusu devlet o da herşeyin üstündedir. Güçlü ve Büyük Türkiye için Recep Tayyip Erdoğan’a oy isteyelim. Türkiye’nin geleceği için Oylarımız Cumhur İttifakı’na verelim. Güçlü Devlet, Güçlü Lider. Güçlü Türkiye için oylar Cumhur İttifakı’na. Saygılarımla, Rafet Ulutürk - BULTÜRK - Genel Başkan

Büyük Yeni Türkiye

Rafet Ulutürk-19.Haziran.2018

Konu: Türkiye Aydınlığını biz taşıyalım. Türkiye’de 24 Haziran’da Cumhurbaşkanı-Başkan ve genel seçimler var. Büyük Türkiye Seçimi! Türkiye’mizi büyütüp, güçlendirmek yenilemek, küçülterek bitirmek ve parçalayıp bölüşmek isteyenler ile birlikte seçime gidiyoruz. Yenilenme de, bitirme de, bölüşülme de bu Pazar sandıktan çıkacak. Sandığın önünde hepimiz eşitiz. Aramızdaki fark Türkiye algısı, Türk iradesi ve bilinci, Türklüğün ufkudur. Her üç durum için de zaman, Seher Vaktidir. Sandığın adı - Demokrasi! Demokrasi, Fransızca bir kavramdır ve siyasal denetimin doğrudan doğruya halkın ya da düzenli aralıklarla halkın özgürce seçtiği temsilcilerin elinde bulun-


Makale ve Analizler - 2018

33

duğu, tüm yurttaşların eşit kabul edildiği yönetim biçimidir. Bu işlevler meclise yüklenmiştir. 24 Haziran’da vatandaş 600 milletvekilini meclise gönderecektir. Yeni bileşimin siyasetini “Cumhur” ittifakı ile “Millet” ittifakı meclis grupları belirleyecektir. Meclisin ana işlevi yasama ve denetim uygulamaktır. Cumhuriyet, Cumhurbaşkanı başında bulunduğu Türkiye devletidir. 24 Haziran seçimlerinde “Cumhur” ittifakı kazandığında, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı hükumet sistemine geçilecektir. pazartesi itibarı ile yeni sistem devreye girecektir. Buradaki yenilikle, Başbakan görevini de Cumhurbaşkanı üstlenecek ve bakanları meclis dışından kendisi atayacaktır. Bu değişikliklerle, demokratik parlamentarizmden, meclis denetiminde devlet ve hükümet başkanlığı sistemine geçilecektir. Yeni yönetim bizimi büyüyen Türkiye’nin 21. yüzyılın yönetim istemlerine ve büyük devletlerdeki yönetim biçimlerine daha uygundur. Seçim kampanyası her durum için kaftan biçildiğini gösterdi. Yönetim biçimi Demokrasi kalacak. Geçmişimizden gelen algıda demokrasi, bakire bir kız gibidir. AK Parti 2002’de iktidara gelmezden önce demokrasinin saçının teline dokunan parmaklarından, elinden kolundan olurdu. Demokrasi saçını taramaya yeltenenlerin başına gelen en küçük bela, hep askeri darbe oldu. Demokrasinin pervane ve şemsiyesi Silahlı Kuvvetlerdi. Oysa demokrasi bir Anadolu kızıdır. Anadolu Türk vatanıdır. Demokrasinin kendini en mutlu hissedeceği yer ata ocağı, Türk halkının kucağıdır. Bu algı ve iradeyle, son altı yılda, AK Parti demokrasiyi bir mumya olmaktan kurtardı ve ona zamanın ihtiyaçlarına göre gelişme hak ve özgürlüğü tanıdı. Bu anlayıştan hareketle, 24 Hazir’da vereceğimiz her oyun önemi, daha önceki seçimlerden çok daha büyüktür bu son virajdır. Bundan sonra bizi kimse etkileyemeyecektir. Bu yeni devlet yönetiminde bizlerin de bir tuzu olması için ne gerekir ise yapmalıyız. Sözlerim, hiç istisnasız Bulgaristanlı göçmen soydaşlarımın hepsi için de geçerlidir. *** Yarış halindeki şıklar ikidir Yukarıda belirttiğim üzere, bu seçimde şıklar 3 gibi görünse de aslında ikidir. Üçüncü şık olarak işaret ettiğim, Türkiye Cumhuriyeti’ni parçalayıp bölüşmek isteyenlerin kafası 15 Temmuz 2016 FETO - NATO’cu darbe denemesinde bir yere kadar ezildi. 7 Haziran 2015 karanlığını yaşamak, siyasi olarak kilitlenmek istemeyen irade artık üstün geldi. FETO’cularca gizlice desteklenen, PKK’nın legal örgütleniş biçimlerinden biri olan Halkın Demokrat Partisi (HDP) 3 yıl önce meclise 80 vekili soktu. Demokratikleşmemizi ve büyümemizi durdurmak için


34

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

frene basmak isteyenlere izin verilmedi. Kışkırtıcılardan birçoğu şu an içeride olsalar da, sürükledikleri kitle dışarıdadır ve oyunu kullanacaktır. HDP Başkanı ve Cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş’ın parmaklıklar ardından gelen “bir oyla hepsini boğarız” TV çıkışı, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının her vatandaşa tanıdığı eşit hak ve özgürlükleri kendi iradelerine göre kullanarak, Türkiyeyi parçalama çağrısından başka bir şey değildir. Bu çırpınış, dışarıdan körüklenen bir çarpık irade olsa da, seçim sonuçlarına yansıyacaktır. Fakat belirleyici olma şansını yitirmiştir. “Demokrasi” ittifakına özenen bu dönek ve hain güçlerin elebaşları içeride, Pennsylvania’da, ya da eski Alman ve AB şatolarındadır. Bu defa seçim rüzgârı estiremediler. Türk devletiyle pazarlık hayal edip Türk vatandaşlığını, Türkiyeyi bölme silahı olarak kullanmaya çalışıyorlar. Almanya’da meydanlara aynı paçavraları topladılar. İtibarsızlıkları artıyor. Tespitlere göre, Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi erken seçiminde küresel sermayenin ve ona uşaklık eden hainler sürüsünün biçtiği parçalayıp paylaşma kaftanı gardıropta veya derin dondurucuda durmaya devam edecektir. *** Millet ittifakının sahne oyunu Siyasi muhalefetin temsileri bu seçimde Türkiye’yi küçülterek bitirmek planıyla Millet ittifakında buluştu. Özü değişmiş Cumhuriyet Halk Partililer (CHP) ve ne istediklerinin bilincinde olmayanlar meydanlardaki durgun havaya yelpaze oluyorlar. Seçmeni kandırıp oy toplamaya çalışanlar, miting meydanlarında kısım kısım boş vaat saçıyorlar. Hayalperestler ittifakın Cumhurbaşkanı adayları - CHP’li Muharrem İnce, İP’li Meral Akşener ve SP’li Temel Karamollaoğlu sandıktan çıkabilmek için fırsat bulsalar, onlar da hiç çekinmeden anavatanımızı parçalayıp ganimet malı gibi dilim dilim bölüşecekler. 100 yıl önce, Anadolu’muz, İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan’a bir kez peşkeş çekilmişti. Mitinglerde hiç biri bunu hatırlatmadı. Hepsinin dedesi Batı Trakya geçici hükumetinde bakanmış, mebusmuş, destan ve marş yazmış, ne var ki, halkımız birini benimsememiş. Üçünün de çare bulamadığı büyük bir sorun var: Freni olmayan, Yeni Türkiye’nin yüksek hızını nasıl durduracaklarını bilemiyorlar, üst akılları da çaresiz durumdalar. “Millet” ittifakı Türkiyeyi küçültme birliğidir, bu artık netleşmiştir. Anlaşılan, büyüyen Türkiye emperyalizm şemsiyesi altına sığmayınca, FETO - NATO ve PKK’ya sadık güçler yurdumuzun dev dünya gücü olmasını gemleyip durdurmak, yerinde sayarken küçülmemizi istiyorlar. ***


Makale ve Analizler - 2018

35

Gerçek durum şudur 29 Ekim 1923’te Türkiye Cumhuriyetinin yönetim şekli Cumhuriyet olarak belirlendi. Toprakları bölünmez ilan edildi. Egemenlik kayıtsız şartsız Türk ulusuna verildi. Yaklaşık 100 yıldır Türk ulusu Cumhuriyet rejiminde büyüdü, güçlendi. 8 milyondan 80 milyon olduk. Eşekten indik, hızlı trene ve uçağa bindik. Kıtadan kıtaya asma köprüler, Asya-Avrupa enerji hatları kurduk, dağların ve denizlerin altından tüneller açtık. Hep aydınlığa baktık. Yüzyılın devasa projelerine imza attık. İpekyolu uygarlığında 2 milyar insanla birlik oluyoruz. Her zaman ve her yerde Cumhuriyete sahip çıktık. Atatürk yolunca yürüdük, bağımsız ve egemen bir devlet olarak güçlendik. 24 Haziran günü vereceğimiz oyla, üzerimize doğru yükselerek gelen ve bizi boğmak isteyen dalganın iç ayağını ve omurgasını kırmalıyız. “Millet” ittifakı XXI. yüzyılda büyürken değişen Türkiyeyi hazmedemiyor. Biz büyürken deyiminden Yeni Türkiye’den yanayız ve oyumuzu Cumhur İttifakı’na ve Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a vereceğiz. Bunu Türkiye’nin geleceğini düşünen herkes böyle yapacaktır. Burada söz konusu devletimizin devamlılığıdır. Diğer herşey teferruattır. İki ana - vatan olmadığına göre, bu tüm soydaşlarımın olmazsa olmazıdır. *** Sarayı bile beğenemiyecek kadar huysuzlaştılar Döşenmiş yoldan yürümek kolaydır! “Demokrasi” ittifakı isteyenler ve “Millet” ittifakı liderleri saray beğenemiyor. “Beştepe” Cumhurbaşkanlığı Sarayı büyükmüş kapatıp, “Çankaya” köşküne taşınacaklarmış. Yani Büyük Türkiye’yi kabul etmiyorlar eskisiyle devam edecekler. Kendi kendilerine gelin güvey oluyorlar. Haydi kanal istanbula karşı çıktın çıktın, peki yerine ne koydun. Ha şunu söyleseniz inanırım, Kanal İstanbul yerine “Bizler Hazar ile Karadeniz’i bağlayacağız” deseler problem yok. Bunların hepsi sadece yıkım ittifakında birleşmişler. Osmanlıdan bu yana ışıyarak süzülen aydınlanmamız birçok aşamadan geçti. Ne var ki, uygarlaşma yolunda mola vermediler. “Durun!” deyip, sofraya çökmediler. “Allah’ın verdiğini silip süpürelim, sonrası Allah kerim,” demediler. Bu gün herkes görüyor günde 20 saat çalışmak kolay değil. Varsa buyursun göstersin kendini, çıksın meydana bir görelim.


36

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Cumhuriyetimizin kurucuları, her devrin zorluklarını yenerek ilerlediler. Bu, “olmaz”, şu “uymaz”, o “yeniliktir”, kabul edilmez deyip Muharrem İnce gibi miting artistliği yapmadılar, çırpınmadılar. “Millet” adına “miras yiyen biziz” deyip, Cumhuriyetçiliğimizin ve parlamentarizmimizin daha yüksek bir aşaması olan, yeni siyasi sistemi kabul etmeyenlere, hem Cumhurbaşkanı hem de başbakan olamam, meclis denetimine dayanamam, yargı bağımsızlığı uymaz, böyle bir şey olamaz, deyip çırpınırken halkın gözüne bakamayanlara, biraz tarih dersi verelim: Lütfen anımsayın! Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı’na, Başbakan ve Cumhurbaşkanı görevlerini de tek adama devredildiği dönemi hatırlayın... Fark nerede. O zaman 7 düvelle savaşıyorduk. Şimdi de FETO - NATO, PKK, PYD, DEAŞ vs arkalarındaki devler kapımızda... Hepsi Pazar günü, Sayın Başkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın düşmesini ve Batı’dan kutlama haberini bekliyorlar. Dertleri bu... Türkiye’nin Yakın Doğu’da terörizmle mücadelede kazandığı zaferleri ve kararlılığını tahammül edemiyorlar. Demokrasi yerleştikçe yasamanın, yürütme ve yargının birbirinden ayrılışını; tek partili siyasi sistemden çok partili siyasi sisteme geçişi; askeri vesayetin ne kadar zor ve kaç yılda kaldırıldığını hatırlayın... Biz mukayeseli düşünürüz. Ak Parti ile “Cumhur” İttifakı kuran Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) 50 yıl birikimli kurmay kadrosunun ikircimliye düşmesi de düşündürücüdür. “tek adamlı, çok partili, parti - devlet rejimi” kabul edemeyiz, “totalitarizm olur” diyenlerin başkaldırışını da kabul edemeyiz. Bu, raf ömrü dolmuş bir milliyetçi ideoloji ve dünya görüşü içinde bocalayanların, ruhu parlak sesiz kitleyi doğru yoldan saptırma çabasıdır. Ülkücü olan bir kişinin Solun hele hele de HDP - PKK’nın olduğu yere oy verdiremezsiniz bunu hep birlikte pazar akşamı görürüz. Ne yaparlarsa yapsınlar gerçek MHP ve ülkücüler yuvasına döneceklerdir. Anadolu’daki dokusu seyrelmiş olanların iktidar olma hevesi “köşk mü”, “saray mı” kavgasında tosladı. Fikirsel ve örgütsel düzeyde bunalım yaşıyorlar. Bizim gibi yenileşmeye açık, kararlı soydaşlar için geçerli tez, “her eşek kendi semerini taşır” atasözümüzdür. Durmak ve yok olmak isteyenlere bizler mehlem olamayız. Geçmişten ders alamama sıkıntısı Yolumuz dikti. 100 yıl halkımızın daha iyi yaşaması için yüründü. Haklı olsak da tökezlendik. Türkiye Cumhuriyeti 4 - 5 askeri darbe geçirdi. Türkler


Makale ve Analizler - 2018

37

en aydın evlatlarını kurban ettiler. Ne var ki, herşeye rağmen demokrasi umudu asla sönmedi. Seçim sandığına saygı asla azalmadı. Dip dalga dediğimiz, sesiz kitleye dayananlar her zaman kazandı Sıkıyönetim dönemlerinde dahi, Cumhuriyet ve egemenlik ilkelerine, Anayasa ve yasalara, adaletin üstünlüğüne inananlar galip geldi. Nice Generaller idam cezası gördü?! Komutanların siyaset üzerindeki hak iddiaları, açtıkları çadır kaldırılmasaydı, Türkiye cesaret bulup “yerel” kabuğunu kıramazdı. Büyük cesareti Sayın Recep Tayyip Erdoğan gösterdi. Darbecilerin yolunu kesti. Devlet Bahçeli partilerin içerisinde tek makamını terk etmeyen Liderdir. Cumhurbaşkanlığı hükumeti ve yeni yönetim sistemi böyle doğdu. Kendimi daha iyi anlatabilmem için bir örnek veriyorum: Türkiye’nin demokrasi ve egemenlik yükünü taşıyan büyüklerimiz arasında Atatürk’ten sonra Adnan Menderes’in yeri özeldir. 1959’un Ekiminde o başbakan sıfatıyla ABD’yi ziyarette gitmiştir. 34. Başkan Dwight D. Eisenhower (1953 1961) kabulünde, Türkiye’ye 3 - 4 hafif ve ağır sanayi tesisi kurmak için maddi ve mali yardım talep etmiştir. Eisenhower cevabında, “biz Türkiye’yi hep bir tarım ülkesi ve hammadde kaynağı olarak gördük, tarım makinası lazım olduğunda veririz” deyip isteği reddeder. Ankara’ya boş elle dönen Menderes huzurlu değildir. Türkiye’yi tarım ülkesi raylarından endüstri raylarına taşıma fikri ona uyku uyutmaz. Sovyetler Birliği (SB) yönetimiyle temas arar. 7 Mayıs 1960’ta SB Devlet Başkanı olan Leonid Brejnev’den davet alır. Niyeti, Türkiye’de birkaç adet büyük ölçekli ağır sanayi tesisini birlikte kurmaktır. 27 Mayıs 1960 darbesi, dışardan gelen emirle yapıldı ve bu yolu kesti. Düşünülen endüstriyel hamle, demokrasi ve bağımsızlığı, cumhuriyet rejimini güçlendirme yoluydu. Darbeciler, “Hâkimiyet milletindir” sloganını ilk kez o zaman yükseltti. Türkiye’yi kendi içine kapayıp, alabildiğine sömürme, köle etme planlarını yarım asır belirleyen şunlar oldu: 12 Mart muhtırası; 12 Eylül 1980 darbesi; 28 Şubat post modern darbesi; 27 Nisan e-muhtırası ve 15 Temmuz 2016 FETO’cu emperyalist darbe denemesi vs. Yaşanan vahşeti hatırladıkça, günümüzün “Milli” ittifakını, “Demokrasi” ittifakını ve diğer gizli tuzakları görüyorum. Tüm çılgın yeltenişlerine rağmen, çivi yapamayan, kendi fabrikasını kuramayan Türkiye 2018’de Rusya Federasyonu ile 3 adet NES, “Mavi Akım”, TANAP ve “Türk Akım” doğal gaz boru hatları, “C-400” füzesavar sistem ve “C-500” ortak yapım füze kalkanını gündeme taşıdı. O, Menderes’in Moskova ziyaretini önlemek için Ankara’da askeri darbe yaptıranlar bugün endişelidir. Halk


38

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ifademizle semalarında “kuş uçurtmayan” Başkomutan Tayyip Erdoğan’ın düşmanlarımızın gözünü köreltmesi, dünyayı etkilemiştir. Bunu herke görüyor. Büyük önder Sayın Erdoğan liderliğinde, AK Parti hükumetleri 16 yılda devasa adımlar attı. Ekonomik alanda Türkiye dünya 17. oldu. Türkiye Cumhuriyeti dünyada büyükler 20’sine girdi. Kişi başına milli gelir 12 bin US Doları buldu. “Yerel” liderlikten “merkez” liderliğe sıçrama. Bu atılımlarda daha da önemli olan, yakın ve uzak ülkeler, Sayın Erdoğan’ı bir bölgesel ve küresel lider olarak kabul etmesidir. Son yıllarda uluslararası dev antiTürk dalga kırıldı. Bulgaristan’daki köpekleri bile sustu. TV’ye çıkıp Türkiye’yi anlatanların dili tökezliyor. Batı ve Doğu ülkeleri Türkiye’ye yenidünyada ve yeni uluslararası dengede olmazsa olmaz bir devlet olarak görüyor. Tek kutuplu dünyada bozulurken, iki kutupluda denge sağlayan Türkiye oluyor. Birinci asrın “yerel” gücü, NATO uşağı, 16 yıl gibi kısa bir sürede Yakin Doğu’da “bölgesel” güçten, sırtı Avrupa’da “merkez” güç haline geldi. Ve şimdi, 24 Haziran’da sandıktan birinci güç olarak çıkmayı hayal eden “Milli” ittifak, emperyalizmi, FETO ile PKK ‘ yı sevindirmek, Büyük Türkiye’nin yolunu kesmek, Türkiyeyi 1960’lara döndürmek istiyorlar. Emperyalizme uşaklık eden hainler, hiç utanmadan bir de, ölümsüz önder Atatürk’ün ardına gizleniyorlar. *** Bulgaristanlı soydaşlar da kullanılmak istendi. 16 devlet kuran Türkler kurumlarına bağlıdır. Yol genişleten değişikliklere her zaman destek vermiş ve vereceklerdir. Devletimiz büyüdükçe büyümüştür. Türkiye Cumhuriyeti Kürşattan başlayarak, Metehan, Alpaslan, Selçuklu , Osmanlı ve Cumhuriyetimizin devlet geleneklerinin devamıdır. Ruhu aynı, sancağı da aynıdır. Soydaş çevresinden olup, AK Parti desteğiyle yetişip yükselen kadrolarımızdan kimileri 24 Haziran’a giderken yön değiştirdi. Aramızda hayal kırıklığına sebep oldu. Aslında biz Malazgirt’ten beri saf değiştirmedik. Devlet neredeyse bizler de orada kaldık. Biz, Bulgaristan Türkleri Türkiye Cumhuriyeti’ne particilik oynamaya değil, devletimizi güçlendirmeye geldik. Biz vatan bildiğimiz topraklardan kovulmuşuz ve Vatan nedir herkesten iyi biliriz. Döneklik boş bulunma ve bilgisizlik sonucu olsa bile kabul edilemez. 2200 yıl tarihi olan Türk devletlerinin saf Türk kanı ve iradesiyle ayakta kalmış olduğuna ve Bulgaristan Türklerinin öz devletlerine her devirde sımsıkı bağlı kaldıklarına kesin kanıttır.


Makale ve Analizler - 2018

39

Gerçek budur. Hiçbir hükümdar hiçbir devletin malını mülkünü, şan ve şerefini taht ya da koltuk hırsıyla dağıtamaz, (hele seçim mitinglerinde), topraklarını satamaz, bayrağına gölge düşüremez, Cumhurbaşkanına dil uzatamaz, soyundan gelen insanlardan vaz geçemez, onların kaderine seyirci kalamaz. Bize sahip çıkanları unutmayalım Biz bunu geçen yüzyılda büyük önder Mustafa Kemal Atatürk, sevilen siyasetçi Bülent Ecevit, “baba” dediğimiz Demirel ve Turgut Özal ve en son büyük lider Sayın Recep Tayyip Erdoğan devirlerinde bizzat yaşadık. Biz Bulgaristan’da 140 yıldan beri Türkiyeyi düşünerek nefes aldık. Ölümsüz önder Mustafa Kemal 1913’te Rodop Dağlarında yaşayan Müslüman Pomakların değiştirilen isimlerinin iadesini sağladı. Türkiye bizim için sınır kapısını, bir daha kapanmamak üzere, onun imzasını taşıyan, 1925 Angora (Ankara) Bulgar Türk Dostluk ve İşbirliği Antlaşmasıyla açtı. Bülent Ecevit diktatör Todor Jivkov’un yüzüne “Bulgaristan Türklerinin dil, din, kültür, eğitim, basın yayın ve eşit vatandaş hakları tanındığında, Bulgaristan’ın Türkiye Cumhuriyeti’nden büyük ve güvenilir dost ve komşusu olamaz” dedi. Turgut Özal bizi zulümden kurtardı. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı yaptı. Sayın Recep Tayyip Erdoğan Bulgaristan Müslümanlarına, memleketimizdeki Osmanlı mirasına, Bulgaristan’da kalan Müslümanların maddi ve manevi varoluşuna, Bulgaristan’da Müslüman Türk kimliğinin dirilip biçimlenmesine, Bulgaristan Türklerinin Türk Dünyasında yerini almasına el uzattı, sahip çıktı. Son örnek. Muharrem İnce, Kırcaali iftarında yaptığı konuşmada, Eski Zağra ilinde Türk yer isimlerinin Bulgarlaştırılmasına kör ve sağır kalırken, Başbakan Binali Yıldırım, Bulgar Başbakan Boyko Borisov’u İzmir Başbakanlık köşküne çağırtarak, “nedir orada yaptığınız” dedi ve bu iğrenç olay durdu. Biz bunları görmezlikten gelip, nasıl olur da dost düşman seçmeyen Muharrem İnce’ye oy verebiliriz. Bulgarların alay çekmesini ve olmamızı istemeyenlerin bayram etmesini istiyorsanız, durmayın, koşun ve oyunuzu Muharrem İnce’ye verin. Fakat unutmayın, gidebileceğimiz başka bir Anavatanımız yok!? Güçlü ve Büyük Türkiye’den korkanlar haindir Bu seçimde de yerel, bölgesel ve küresel beklentiler belirdi. “Millet” ittifakının uzanıp da erişemediği, miting kürsüsünde aç(a)madığı ana konular vardı. Türkiye Cumhuriyeti yıldızının son 16 yılda yörünge değiştirip, Yakındoğu’nun “bölgesel” yıldızı durumundan Güney Doğu Avrupa’da Merkez Yıldız yörüngesine kayması bunlardan biridir. 24 Haziran seçim sonuçlarıyla AK Parti’nin


40

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Cumhurbaşkanlığı ve meclis çoğunluğu iradesinin gerçekleşmesi sonucu Türkiye Cumhuriyeti’nin Balkanlarda, Yakın Doğu’da ve Kafkaslar ’da otorite ve etkisi kat kat artacak, yeni dengeler kurulacaktır. Birkaç örnek vereyim: Dünyanın en büyük sivil havacılık uçak limanı yıl sonuna kadar Trakya’da hizmete açılıyor. Kıtalar arası yola gitmek isteyen, Balkan ülkeleri vatandaşlarının Türkiye’ye akın edilişine tanık olacağız. Şimdiye kadar Dubaya, Frankfurt, Londra terminallerinde boğuşuyorlardı. Yeni dev merkez İstanbul oluyor. Bu akış, kıtalar arası seferler ve turizmle beraber, sağlık ve eğitim alanlarını da bütünüyle kapsıyor. İstanbul çok yakında hem Avrupa’nın hem de Asya’nın, Arap dünyasının finans, ticaret, kültür ve sanat merkezine dönüşüyor. Son tarih gün sayıyor. XIX. ve XX. Yüzyıllarda Osmanlıdan kopan 56 devletin XXI. Yüzyılda Türkiye Cumhuriyeti güvenliği altında toplanma eğilimi güçleniyor. Bu devletler grubu içinde 4. Teknolojik devrime açılan, çekici ülke bir tek Türkiye’dir. Biz artık birçok yakın ve uzak halk için tek ümit olduk. “İpek Yolu Uygarlığı” kapsamında Asya ve Avrupa’yı hızlı trenlerle karadan, aktarmasız uçaklarla havadan ve konteyner gemileriyle denizden birbirine bağlıyoruz. Türkiye’de biriken dev merkezcil kuvvetin mıknatıs gibi çekim etkisini hepimiz görüyoruz. Dünya Türkiye’ye bakıyor. Dünya Türkiye ile bağlanıyor. Okumak isteyen İstanbul’a, ameliyat olmak isteyen hasta İstanbul’a, Amerika’ya, Kanada’ya ya da Uzakdoğu’ya uçmak isteyenler de İstanbul Hava Limanı’na koşuyorlar. Türkiye üniversiteler ülkesi oldu. Bilim ve Kültür merkezlerini Orta Asya’ya Türkistan’a taşıdı, Balkanlara taşımaya hazırlık yapılıyor. Şimdiye kadar bütün yazılarımızda ufukta belirenin Büyük Türkiye olgusunu anlattık. Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi BG-SAM olarak biz bir karar aldık. Büyük Türkiye yerine Yeni Türkiye kavramını kullanacağız. Çünkü dünya egoistlerle dolu, bizi kıskananlar düşmanlık yapıyorlar, hele Bulgaristan’da. Ahmet Davutoğlu’nun “Stratejik Derinlik” eserinde Batı Dünyasının Türkiye Cumhuriyeti’ne biçtiği XXI. yüzyıl kaftanın dar geleceği öngörülünce, tarihin tekerrür etmesinden korkanlar. “Yeni Osmanlı Tehlikesi” ve İslamlaşıyoruz yaygarası kopardılar. Yalan yanlış teorisi geliştirip düşmanlık tohumları ekmeye başladılar. Anlatmaya çalıştığım yeni hizmetlerin hepsinin üretilip insanla arasında ayırım gözetmeden herkese sunulması süreçlerini yöneterek genişleten Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a “diktatör” dediler. “Balkanlarla gönül bağlarını, oralarda yaşayan kardeşlerini” hatırlatılınca Bulgarlar hepsi birden kükrediler. En fazla korktukları ise Büyük Türkiye ufku! Korkudan sinirli, titreyen, ne söylediğini bilmeyen insanlar arasında yaşamak huzur bozucu oldu.


Makale ve Analizler - 2018

41

Bu nedenle biz BG-SAM olarak ufuktaki Türkiye’ye Yeni Türkiye diyoruz. Yeni Türkiye’ye tepki gelmiyor. Sayın Erdoğan’ı da bir Türk lider olarak artık kabul ettiler ve sustular. Görebildiğimiz, komşu ülke sakinlerinin de hizmet, yardım, destek için gönüllü başvurdukları, eğitim aldıkları, tatil ettikleri, dilini öğrendikleri, kültürünü benimsedikleri, filmlerini seyrettikleri, konserlerine, sergilerine gittikleri, yazarlarının kitaplarını okudukları, güven tazeledikleri, gurur duydukları Yeni Türkiye’dir. Hiçbir ayrım yapmadan, kendilerine çadır, yatak, sağlık hizmeti, çocuklarına anaokulu, okul, her gün 3 öğün aş vb sunulan kitlenin Cumhurbaşkanı Erdoğan’a “Sen Atamızsın” dediği Büyük - Yeni Türkiye’dir. Bunu, dünyada başka bir lider hak edemedi. Sığınmacılar seli Kansler Angela Merkel’i bile götürüyor. Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron çaresizlik içinde. Sayın Erdoğan, 4 milyon savaş kaçağı 5 yıldan beri Türk konukseverliği ve yardımseverliği adına bağrına bastı. Yıllarca her şey ters anlatıldı. Çadır kentlerin hiç birini görmeden, Türkiye’ye minnettar milyonca insan yazgısının doğurduğu yeni ruhu hissetmeden, “hepsini kovacağım, Afrini Enver Sedat’a geri vereceğim”, “Kandil”den çekileceğim diye bağırırken yumruk savuran Muharrem İnce’nin zavallılığı, bir tek şehit kabrine çiçek koymadığı ortaya çıktı. Bizim üzüntümüz iki Rumelili adayın da düşman (HDP - PKK) saflarında olmalarıdır. Göçmen kaderi yaşamış biz soydaşlar bu gidişe söyleyecek söz bulamıyoruz. XV. yüzyılda Viyana’ya açılan Türklerdi. Şimdi Viyana’dan berisi, tüm Balkanlar, Kafkasya, Yakın Doğu Türkistan’ın tamamı, Türkiye’ye bakıyor. Türkiye’ye akıyor. İnce’yi izlerken, onlara üzülüyorum... *** Yeni durumun adı - Büyük - Yeni Türkiye Seçime giderken kristalleşen yeni durum çok boyutludur. Türkiye’nin, NATO çerçevesinde, radara takılmayan “F-35” jetlerle Balkanların, Karadeniz ve Yakın Doğu’nun hava sahası güvenliğini üslenmesi gibi konular “millet” ittifakına ağır geldi. Mitinglerinde konuşulmuyor. Görülen köy kılavuz istemez, Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın “Büyük Yeni Türkiye” tarafından sağladığı yeni güvenlikle birlikte, aslında komşu topraklardaki 600 yıllık Türk mirasına yeniden talip olması görülmek bile istenmiyor. Hapisten Cumhurbaşkanı adayları ile birleşme, Türkiye siyasetini kilitleme ve halkımıza bir daha 15 Temmuz ve 7 Haziran trajedisi yaşatma planları gizli tutuluyor. Kardeşlerim bu tuzağa bir kere düştük bir daha düşemeyiz. Bu tuzağın baş rollerinde iki Rumelili olması bizim açımızdan da maalesef üzücü.


42

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan’ın güvenlik ve huzur konularında son çıkışları, aynı zamanda Afrin ve Membiç’ten sonra, Kandil’de düşmanın ezilmesiyle, daha geniş bir coğrafyanın tamamı için “kendine güven” konseptini pekiştirdi. Bulgaristan da bu kapsamda Erdoğan rüzgârı öyle bir esti ki; Orta Doğu ile birlikte Balkanları da yeniden etkiledi. Bu etki Eskişehir’de TANAP uluslararası doğal gaz boru hattı açılışında yapılan konuşmalara yansıdı. TANAP, “Türk Akım” ve başka kaynaklardan gelen doğal gazın Balkanlara ve Güney Avrupa’ya dağıtımını Türkiye’nin Gerçekleştirme perspektifi, bu gelişmenin yüksek mimarı olan Sayın Erdoğan’ı bir Avrupa lideri katına yükseltti. Muharrem İnce 56, Bayan Meral Akşener de 45 miting yaptılar, fakat bu gerçeği halka anlatma onuru göstermediler. İşledikleri konular geçerlilik süresi bitmiş sorulardır. Olmuş bitmiş işleri eşeliyorlar: Türk arabası yaptırmayacaklarmış, Rusya Füzelerini almayacaklarmış F-35’lere gerek yokmuş, NES istemiyorlarmış. Bunlar 1946’da Türk uçağı projesinin durdurulduğu ve daha sonra 1960 darbe yıllarına dönmek istiyorlar. İstedikleri 80 milyon vatandaşı kepekle beslemek... Kanal istanbulu yaptırmayacak tamam anladık da onun yerine Hazarı Karadenize bağlayacağız dese problem yok. Bunlar sadece yıkım ekibi yapmak yok. Evet bu seçim sonrası Türkiye’yi durdurmak mümkün değildir. Bu ülkeyi bir daha vesayet altına sokmak, emir eri yapmak mümkün olmayacaktır. *** Yaşadığımız dünya liderler dünyasıdır. Büyüyen Türkiye de bir otoriter lider ülkesidir. Türkiye tarihinde, liderlerin, öncü ve önder şahsiyetlerin rol ve önemini kimse inkâr edemez. XX. yüzyıl Türkiye’sinin en öngörülü, en yüksek vasıflı önderi, Milli Kurtuluş Mücadelemizin Başkomutanı, Cumhuriyetimizin kurucusu, büyük halk lideri Mustafa Kemal Atatürk’tür. 24 Haziran seçimlerinde Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın ve Devlet Bahçeli’nin yönettikleri “Cumhur İttifakı” ve Cumhurbaşkanlığı yönetim sistemi davası, Atatürk ülküsünün yüksek boyutta devamıdır. Artık biz dünyayı değil, dünya bizi tartışacak. Artık birilerinin projelerine göre hareket eden değil, kendi bölgesel ve küresel projelerine göre hareket eden bir ülke olacak. Atatürk’ten sonra yaşanan emperyalizme bağımlılık ve vesayet dönemi “Cumhur İttifakı” ile sona eriyor. Evet 24 Haziran’da bizim anketlerimizde Bulgaristan Türklerinin de katkıları ile sınırı geçiyoruz %51,5 zaferiyle bağımlılık son bulacaktır. 15 Temmuz 2016’ da FETO - NATO hainleri kimliğindeki emperyalizm uşaklarının son çılgın saldırısı yaşandı. Cumhuriyetimizi yıkma, anavatanımızı


Makale ve Analizler - 2018

43

parçalama ve halkımızı köle etme denemesi boşa çıktı. Bizim için Batı ya da Doğu yoktur, merkez ‘biz’iz artık, merkezde biz varız, coğrafyamız var, hesaplarımız var, iddialarımız var, hafızamız var, ideallerimiz var, coşkumuz ve mücadelemiz var. Son hedeflerinde hepimizi Trakya ve Anadolu’dan kovmak, vatansız bırakmak, süründürmek vardı. BULTÜRK olarak Bütün Türkiye ile birlikte yüreğimiz ağzımızda ayaktaydık. Demokrasi nöbetlerinde geceledik. “Yenikapı” zafer buluşmasına katıldık. “Büyük Yeni Türk Ruhu” şahlanışlarla dalgalanan bayraklarda, şarkı ve türkülerde BULTÜRK olarak biz de vardık. Biz yürüdüğümüzde coğrafya yürüyecek, tarih değişecek, inanın! Bu yüzden; yeni büyük yükselişe omuz verin. 24 Haziran’da Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a oy veren, “Cumhur İttifakına” oy veren her vatandaş, her soydaş aydınlığa yürüyen, Yeni Türkiye sevdalısı bir seçmen, bir dava adamıdır. Bizden biridir. İki Türkiye yok. Değerli hemşehrilerim bir oyunuzu MHP’ye veya Ak Parti’ye vermelisiniz, fakat Cumhur İttifakı için başkanlık için oyunuzu mtlaka ve mutlaka Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a vermelisiniz. Bağımsız Türkiye için çocuklarınızın geleceği için bunu yapmalısınız. 24 Haziran sadece bir seçim değil, bir tercih, kader oylamasıdır. Türkiye’nin geleceğinin ne olacağına, büyümesine ya da küçülmesine karar verme meselesidir, bunun için hepimizde sorumluluk vardır. Erdoğan’ın yürüyüşü: Kürşat’ınyürüyüşü,Metehanınyürüyüşü, Selçuklu yürüyüşü, Osmanlı yürüyüşü, Cumhuriyet yürüyüşüdür. Bu fırsatı kaçırmamalıyız. Büyük Yeni Türkiye aydınlığı hepimizindir Seçim zaferiniz şimdiden kutlu olsun. 24 Haziran zaferimiz Büyük, Yeni Türkiye yürüyüşümüzün başlangıcı tüm Türk - İslam Alemine ve mazlum halklara kutlu olsun. Yeni Türkiye de bakanlıklar birleşiyor. BULTÜRK Genel Başkanı


44

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan Türkleri ve Devam Eden Sorunlar

İsmail Cingöz1-20.Haziran.2018

Türklerin Balkanlara gelmeleri M.Ö. II yüzyıllardan itibaren XI. yüzyıla kadar Karadeniz’in kuzeyinden akın akın gelmiş olsalar da XIII. Yüzyıldan itibaren Türk varlığının zirveye ulaşması Osmanlı Devleti döneminde gerçekleşmiştir. Zira fetihlerle birlikte Anadolu’dan getirilerek bu bölgeye planlı bir iskân politikası uygulanmak suretiyle Türklerin yerleştirilmesi ile gerçekleşmiştir. Bu iskanların etkisiyle artan Müslüman Türk nüfusu Balkanlarda hızla artmış ve özellikle Bulgaristan’da % 80’lere varan oranlarda çoğalmış olduğu cizye defterlerindeki kayıtlardan bilinmektedir. Türk iskanları devam ederken bir taraftan da bölgede İslam dinine geçişler de yaşanmıştır. Çünkü Hıristiyan nüfus içerisinde yaşanan mezhepsel baskılara dayanamayan bazı yerli nüfustan İslam’ı tercih edenler görülmektedir, 1410 yılında Protestan Bosna Hersek Basele (Basel) Konsili bir taraftan Katolpak bir taraftan Rum kiliselerinin baskıları karşısında Türkleri ülkesine davet ederek İslam’ı seçtikleri örneğinde olduğu gibi. İslam’a geçmemiş olan yerli halk arasında ise din ve dillerini korumuş olsalar da etkileşimlerin de etkisiyle bir süre sonra yaşam tarzlarında Türk usulünü benimsemeler görülmeye başlanmıştır. Fakat unutulmamalıdır ki gayri Müslim halka Osmanlı idaresi asla İslam dinine girmeleri veya Türkleşmeleri için baskılar yapmamış, yönetim adil bir şekilde sürdürülmüştür. Fakat yüzyıllarca hoşgörüsüne karşılık Osmanlı Devleti’nin bölgeden çekilmesiyle birlikte yeni kurulan devletler Türklere bu kadar müsamahalı olmamışlardır. 1789’daki Fransa’da başlayan milliyetçilik akımlarının da etkisiyle, zayıflamaya başlayan Osmanlı Devleti’ne karşı peş peşe isyan hareketleri başlatan Balkan halkları bağımsızlıklarını elde ettiklerinde ilk olarak Müslüman Türk nüfusuna karşı saldırılar yapmışlardır. Bulgar Prensliği sınırları içerinde 1876 yılında bir milyon 120 bin Türk nüfusa karşılık bir milyon 130 bin Bulgar nüfusunun olduğu görülmektedir. 1877 - 1878 Osmanlı - Rus Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin savaşı kaybetmesi adeta kırılma noktası olmuş, Tükler akın akın Anadolu’ya göç etmeye başlamışlardır. Göç olgusu ile tanışan Müslüman Türk varlığının göçleri adeta günümüze ka1- Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı/M.Sc. - BULTÜRK Ankara Temsilcisi.


Makale ve Analizler - 2018

45

dar devam etmiştir denilebilir. Fakat bu göçlerde her zaman kan, gözyaşı, baskı ve zulümler yaşanmıştır. Yaşanan göçlerde binlerce soydaşımız yollarda hayatlarını kaybetmiş, kalanlar ise azınlık durumuna düşmüştür. Katliam ve baskıların en fazla yaşandığı Balkanlar bölgesiyse Bulgaristan olmuştur. Oysa 19 Nisan 1909’da Bağımsız Bulgaristan prensliğini resmen tanıyan Osmanlı Devleti, ikili temaslarla Bulgaristan’da kalan Türk Müslüman nüfusuna Din konusunu resmi olarak protokole bağlamıştır. Bulgaristan-Türkiye arasında imzalanan bütün siyasi anlaşmalarda Türk Müslüman nüfusun sosyal ve kültürel hakları garanti altına alınmış olsa da Bulgaristan ısrarla bu maddeleri uygulamaktan imtina etmiştir. Bulgaristan Türklerinin Devam Eden Sorunları ve Çözüm Önerileri; 1. Milli Kimlik Sorunu: Bulgaristan Türkleri Bulgar yasalarına göre Komünist dönemde olduğu gibi “Dilleri Bulgarca Olmayan Vatandaşlar” olarak kabul edilmektedir. Yasalara “Bulgaristan Türkleri” olarak geçirilmelidirler. 2. Dini Eğitim: Günümüzde Bulgaristan Türkleri arasında yoğun bir şekilde istekle dini eğitim başlamıştır. Ancak alt yapı yetersizliğinden dolayı Bulgaristan din adamları eğitimlerini başta Suriye olmak üzere Arap ülkelerinde yapmaktadırlar. Hâlbuki bu eğitim Türkiye’de yüksekokullar düzeyinde milli benliklerle yapılabilmelidir. 3. Din Adamları Yetersizliği: Komünist dönemde din yok sayılmış ve camilerin çoğu da yıkılmıştı. Din adamları yetişmediği için günümüzdeki önemli sorunlardan biri de cami ve din görevlisi sorunu olmuştur. Bulgaristan’da son zamanda camilerin sayısı artmakta ama özellikle Suudi Arabisistan’ın da yardımlarıyla Türk kültürüne uzak mimari ile yapılmaktadır. 4. Eğitim Öğrenim Sorunu: Günümüzde Bulgaristan okullarında Türk Eğitiminin durumu vahim durumdadır. Türk öğretmenler de Türkçe Dersi de yok denecek kadar azdır. Esasında yok değil daha doğrusu aldatmacadan ibarettir. Bulgaristan anayasasına göre azınlıklar anadilde eğitim hakkına sahiptir. Ama şahsi müracaat ile müfredat dışı ana dil eğitimi alınabilmektedir. Okul saatleri dışında istekle veya seçmeli yabancı dil eğitimi gibi ana dil eğitimi Türk çocuklarına kendi dilleri yabancı dil gibi verilmektedir. Daha çok kullanılan Almanca, İngilizce arasında seçim yapmakta zorlanmaları ve karmaşa yaşamaları sağlanmaktadır. Ülkemizde yetiştirilecek aydın Türk gençleri sayesinde Bulgaristan Türklerinin çocuklarının da aydın olarak yetiştirilecek programlar yapılmalıdır.


46

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

5. Vakıflar ve Vakıf Malları: Bulgaristan’daki vakıf mallar çok ama tam olarak tespiti yapılmış değildir. Türk - İslam eserlerinin tam bir envanteri çıkartılarak Türk Ulusuna kazandırılmalıdır. 6. İşsizlik: Bulgaristan’da istatistiklere göre işsizlik Romanlardan sonra en fazla Türklerde görülmekte ve bölgesel olarak da en fazla Türklerin yaşadığı bölgelerde yoğunluk kazanmaktadır. Türkler genellikle tarım sektöründe çalışmakta olup 1990 sonrasında tarım sektörü bir çöküş yaşamış ve bundan da elbette en fazla Türkler etkilenmiştir. 7. Bilgisizlik: Avrupa Birliği üyesi olan Bulgaristan’da yaşayan Türkler yasal hakları konusunda yeterli bilgileri olmadığından özellikle tarım kesiminde çalıştıkları halde fonlardan nasıl yararlanacaklarını da bilmemektedirler 8. Pomak Türkleri Sorunu: Pomaklar çoğunlukla İslamiyet’i seçmiş ve kendilerini Türk kabul eden bir topluluktur. Ama Bulgaristan ve Yunanistan’da onlara sahip çıkarak kendileri lehine asimile çalışmaları bitmemiştir. Çoğunlukla Bulgarcaya yakın dil konuşan bu unsura Türkçe eğitim ve Türklük şuurlarının gelişmesi için çalışmalara gecikilmeden başlanılmalıdır. Ayrıca son zamanlarda Arapların Pomaklara Vehabilik propagandasının görülmesi gereken ayrı bir husus olup tedbirler acilen alınmalıdır. Türkiye’ye kültür gezileri planlayarak Türklüğe tam manasıyla kazandırılmaları için kurslar açılmalıdır. Not: Bu makale yazarın; 11 Ekim 2015 tarihinde İstanbul’da düzenlenen “BULTÜRK Derneği “Birlik ve Kardeşlik” Paneli”nde “Bulgaristan’da Türk Tarihi, Pomaklar ve Yaşanan Göçler” konulu bildirisinden ve “Bulgaristan Müslüman - Türk Azınlık Sorunları” isimli yayınlanan çalışmasından güncellenerek özetlenmiştir.

Oy, Kullanılırsan Değerlidir Seçime giderken

Rafet Ulutürk-21.Haziran.2018

Konu: Dönmem bu yoldan geri Seçim kapıyı çaldı. Pazar gün sandık başındayız. Anavatanımızın kaderi sevgili kalbi gibi ellerimizde! Biz şarkıyla türküyle yetişmişiz.


Makale ve Analizler - 2018

47

Seçim meydanlarında Türk halkının birlikte söylediği şarkı şudur. Rehber tuttun yüreğimi Düştüm sevdanın ardından Göç eyledim, gayrı durmam Dönmem geri senin yolundan. Rehber tuttun yüreğimi Düştüm sevdanın ardından Rehber tuttun yüreğimi Düştüm sevdanın ardından Zor olsa da ah zor olsa da, Dağlar duman kar kış olsa da. Yolun sonu bir sır olsa da Dönemem geri senin yolundan Zor olsa da, ah zor olsa da, Dağlar duman, kar kış olsa da.

Çeken bilir derdimizi Yanıp, buran gönlümüzü Alsalar da ömrümüzü Dönmem geri senin yolundan. Alsalar da ömrümüzü Dönmem geri senin yolundan. Zor olsa da ah zor olsa da Dağlar duman kar kış olsa da Yolun sonu bir sır olsa da Dönmem geri senin yolundan. Zor olsa ah zor olsa da Dağlar duman kar kış olsa da Yolun sonu bir sır olsa da Dönmem geri senin yolundan.

*** Dernek merkezimizde her akşam seçim toplantısı yaptık. Tüm Parti adaylarını birer birer dinledik. Tartıştık. Durulduk mu?! “Evet!” diyemem. Biz ancak birlikte türkü söylerken arınırız. Hem de anıra anıra söylerken buluşur yüreklerimiz. Biz Türk’üz. Gözlerimiz dolar, sebebini bilmeden. Alman olsa bira içerken arınır. Bulgar olsa rakıya uzanır, biz Türkü söyleriz. Biz Türk’üz. Belki de sadece Küba’da ve Türkiye’de var bu adet. Binlerce kişinin birden türkü söylemesi “Dönmem bu yoldan geri!” türküsü bir yemine dönüştü. İbadet gibi. Kimimiz TV başında, kimimizin kulağı radyoda sanki birlikte ant içiyoruz... Ben, o kadar dünya gezdim, Türküleri bir ağızdan tekrar tekrar söyleyen başka bir halk tanımadım, görmedim.


48

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Biz kükreyen bir halkız. Ne güzel değil mi! Pazar güne (24 Haziran 2018) karar verip oyumuzu kullanacağız. Sandığa türkü söyleyerek gidelim diyorum. *** Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği BULTÜRK Genel Başkanı sıfatıyla, ben soydaş kardeşlerime gidin şu partiye verin oyunuzu demedim. Herkesin özgürce seçme hakkı var. Her birimiz özgürüz. Eleştirili, elemeli 2 ay yaşadık. Her birimiz gerçekleri görebildi. 1989’da biz geldiğimizde Türkiye’de bir tek Teknolojik park yoktu. Bugün 77 Teknolojik park dördüncü sanayi devrimini örs üzerine yatırmış tokmaklıyor. Biz bölgemizin değil dünyanın öncülerinden biri olduk. Kocaman Almanya 1 milyon sığınmacıya tahammül edemedi. Yıkılıyor. Biz dört milyonu misafir ettik. Vatanlarını terörden arıttık, misafirlerimizi geri göndermeye ve kendi köy ve kentlerinde onlara ev ve barınak, iş kurmaya çalışıyoruz. Gerçekleri görelim kardeşler! Emperyalizm ve uşakları 15 Temmuz 2016’da bizi yok etmeyi denedi, kapı eşiğine dayandı ve düştü, kafasını patlattı. İşte burada her şeyi anladık, kavradık. Savunmaya geçmedik, geri çekilmedik. Fırat Kalkanı ile biz vurduk, Afrin operasyonuyla biz vurduk, şimdilerde Kandil operasyonuyla yine biz vuruyoruz. 24 Haziran’dan sonra daha şidetli bunlara devam edeceğiz. Türkiye, 24 Haziran’dan sonra içeride değil dışarıda tartışılacak. Dünya şaşırtıcı bir güç yükselişine tanık olacak. Bu gerçeği de unutmayalım. 15 temmuzda biz Türk ruhuyla bir daha karıştı, yeniden mayalandık. Yolumuz açıktır. Bayrağımız dalgalanıyor. Karnımız tok. Unutma! *** Bu seçimde iki tablo çıktı ortaya: Birisi, AK Parti’nin sunduğu yön ve yol. Hedefte çok yönlü kalkınma, çok yönlü büyümeye projelere devam var. Büyük Yeni Türkiye ufukta!... Türkiye Cumhuriyeti kendi kaftanına sığmaz oldu. Bölgesel ve dünya siyasetinde daha saygın, belirleyici ve öncü bir rol üsleniyor. NATO ve dünya ekonomik işbirliği çerçevesinde Doğu ile Batıyı birleştiren ve daha önce hiçbir zaman yapamadığımız kadar Batıya kaymayı ve merkez


Makale ve Analizler - 2018

49

konuma yerleşmeyi başaran bir devlet olduk. Balkanlar baştan başa Türkiye ile nefes alıyor. Avrupa Konseyi’nin Sofya toplantısında gevelediği Batı Balkanlar projelerinden hiç biri Türkiye dışında gerçekleştiremez, gerçekleştirilemeyecektir. Yakın Doğu’da Türkiye Cumhuriyeti dışında bir çözüm olamaz. Türkiye, Rusya ve İran arasındaki işbirliği, kendi paralarıyla alış veriş yapmaları dünyanın çivisini oynattı. Olaylara böyle bakalım lütfen. *** İki koalisyon ve iki parti bülteni verilecek elinize: Bir defa bu seçimlerde 2 oy kullanacağız. Meclis TBMM milletvekili oyu: Seçtiğiniz parti karesi mühürlenecek. Bu bültende 9 parti var. Cumhurbaşkanı oyu: Seçtiğiniz Cumhurbaşkanı adayının köşesi mühürlenecek. Bu bültende de 6 aday var. Oy kullanan her vatandaş sandık kurulu görevlilerine kimliğini sunmak zorundadır. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı kimliği olmayan oy kullanamaz! Mühürsüz oy kullanılamaz. Sandık kurulu saat 06’da görev başında olacaktır. Seçimimizi, seçtiğimiz parti ya da Cumhurbaşkanı adayı resmin altına yuvarlağı mühür vurarak yapacağız. Yani seçimde 2 mühür vurulacak. Birisi, milletvekili için seçtiğimiz parti amblemi altındaki yuvarlağa, ikincisi de seçtiğimiz Cumhurbaşkanı adayı için Cumhurbaşkanı fotoğrafı altındaki yuvarlağa vurulacak. Bu ayrılıklar bültenlerde çok açık ve anlaşılır biçimde işaretlenmiştir. Burada Soydaş Oylar Recep Tayyip Erdoğan’a ve ilk turda başarmalıyız. Yani Erdoğan ve Bahçeli en zor maçlarına çıkmaktalar... Cumhur kazanırsa tarihte görülmemiş bir zafer elde edecek.


50

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Büyük Türkiye, Güçlü Devlet, Güçlü Lider, Güçlü Türkiye Koalisyonlar, (ittifaklar). Burada da Oylar MHP verelim ki, MHP’yi barajdan soydaşlar kurtarsın. Birisi meclis seçimi, ikincisi de Cumhurbaşkanı için kurulmuştur. Birisinin adı “Cumhur” ittifakı, ötekisinin de “Millet” ittifakıdır. “Cumhur” ittifakına AK Parti, Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ve Büyük Birlik Partisiyle (BP) birlikte katılıyor. AK Parti, 600 kişilik yeni mecliste çoğunluk sağlamayı ve yasal değişikleri daha kolay çıkarırken, devlet ve yürütme işlerini daha yetkin bir biçimde denetlemeyi amaçlıyor. Bu koalisyonun adayları Cumhur ittifakında siyasi partilere verilen oyla seçilecektir. “Cumhur” ittifakının Cumhurbaşkanı adayı, şimdiki Cumhurbaşkanımız, Sayın Recep Tayyip Erdoğan, halkımızın tanıdığı, vasıfları bilinen, cesur ve atılgan, bilge, Türkiye’yi dördüncü teknolojik devrime taşıyan, dünyaca kabul edilen bir Büyük Lider. Türkiye Cumhuriyeti’ne Büyük Türkiye, Büyük Yeni Türkiye yolunu açan halkımızın itibarını kazanan Erdoğan ve Bahçeli oldular. 1923’te Atatürk tarafından kurulan Türkiye Cumhuriyet devletini daha yüksek bir aşamaya taşıyarak 21. Yüzyıla hakkettiği yere götüren, hepimize yeni bir ufuk açan halk önderi olarak tanınmış ve yurt içinde ve dışında Türk Lider olarak kabul edilmiştir. Bu olay böyle algılanmalıdır. *** Tek partisi siyasi sistemden, bundan 70 yıl önce çok partili siyasi sisteme geçmeyi başaran Türkiye Cumhuriyeti’ni biz 1989 göçmenleri, çok partili bir demokratik sosyal devlet olarak bulduk. Bizim için çok farklı bir ortamdı. Çünkü bir parti ile devletin iç içe girmiş ve totalitarizm uygulayan birçok sıkı yasaklı toplumsal düzenden geldik ki, zulme susmak, var olabilme şartıydı. O kadar çok yasak yamanmıştı ki, bize ve eziklik üniformamız olmuştu. Her şeyden, bir şey söylemekten, herhangi bir konuda yanlış yapmaktan korkuyorduk. Bu korku, kimliğimizi hemen hemen yok etmişti. Ruhumuzu boğuyordu. Biz, geçmişi, dili, dini, kültürü yasaklanmış, ismi değiştirilmiş, atalarının mezar taşları yıkılmış bir toplumsal ortamdan çıkıp, Türklüğün özgürlük denizine girdik. Bu siyaset sayesinde hükümetten değişik yardımlar alarak Türkiye’ye yerleştik, ev bark sahibi olduk, çocuklarımızı okuttuk, everdik, sosyal yardımlardan faydalandık, iş bulduk çalıştık, hatta birçoğumuz emekli olabildik. İşte bu seçim öncesi emeklilerimiz de herkes gibi 1000 TL Bayram harçlığını aldı.


Makale ve Analizler - 2018

51

Bize eşit haklı vatandaş muamelesi yapıldı, biz de çalışan bir ekonomik ve sosyal sisteme katıldık, onun motoruna güç kattık. Demokratik hakları, insan haklarının soydaş - vatandaş ayırımı yapılmadan, tam adil bir ortamda uygulandığını gördük, yaşadık, yaşıyoruz. Bulgaristan’da ve Türkiye’de seçime katılma hakkımızla, siyasete aktif katılmaya davet edildik. Soydaşlarımızı siyasette daha özgürce ama daha aktif katılmaları yolunu açan ise, dernekler, kulüpler, federasyon ve konfederasyonlarımız etkin oldu ve insanlarımız da bunu kabul etti. İşte böyle bir ortamda ve belirli bir mesafeden olmak üzere, biz Türkiye seçim kampanyasını izledik ve artık karar verip, oyumuzu katılacağız. Bize el uzatan, omuz veren Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli oldu. Son günlerde 2 çok büyük olaya tanık olduk. Birisi, Dünya’nın en büyük hava limanı olan Trakya Atatürk Hava Limanına Sayın Recep Tayyip Erdoğan ilk iniş yaptı. 29 Ekim Zafer bayramında hizmete açılıyor. 90 milyon yolcuya hizmet verecek. Bu kapasitenin 2023’te 150 milyon yolcu olması bekleniyor. Türkiye ilk uçağını 1946’da yapmıştı. Yolu kesilmişti. Yaptırmadılar. Ne var ki, XXI. Yüzyılda bu durum sıçramalı değişti. Türkiye havacılıkta şampiyon oldu. Dünyanın en büyük sivil hava limanına sahip oluyoruz. Kutlu olsun. Öteki başarı da yine havacılıkla, ama bu defa askeri havacılıkla ilgilidir. Türkiye uzman ve mühendislerinin yoğun katılımıyla yapılan, tüm zamanların en üstün nitelikli avcı bombardıman uçağından (F-35) ilk ikisi ABD Kaliforniya’da TSK pilotlarına teslim edildi. Avrupa, Türkiye’yi, TSK başarılarını kıskanıyor. Bu uçaklardan ilk pakette sipariş edilen 30 adet ve ardından 100 adetlik savaş filosu, bir çokların uykusunu kaçırdı. Balkanların, Karadeniz, Yakın Doğu ve Kafkasların hava güvenliği artık bütünüyle TSK kontrolüne geçiyor. Önce havadan büyüyen Büyük Yeni Türkiye Saray Bosna’dan Bağdat’an, Bakü’ye, Türkmenistan’a ve Arap alemine kadar baştan başa uzanıyor. Bu, AK Parti’nin 16 yılda Türkiye’yi taşıdığı yeni doruklardan biridir. AK Parti Anavatanımızı XXI yüzyıla şerefiyle ve onurla taşımıştır. Bu atılım Cumhurbaşkanı adayımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde hayat hakkı kazandı. Bu atılımların, Büyük Yeni Türkiye’ye doğru devam etmesini istiyorsak, oyumuzu Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a ve MHP’ye vermek zorundayız. Yüz


52

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yıl sonra en büyük yükseliş dönemi başlıyor.Biz yükselirken onların gerilediğini artık görünmeye başladı. Zihinlerimiz diri, yumruklarımız sıkı, onların aklını alacağız. Milletimiz, bu topraklardaki bin yıllık ferasetle bu büyük yükselişe, yürüyüşe omuz verdi, yer yer hepimizden öne çıktı, 15 Temmuz gecesi dünyanın siyasi tarihin değiştirdi. İşte son bir gayretle kendi sistemimizi Cumhur ittifakıyla birlikte kuralım. *** İkincisi koalisyon da, “Millet” ittifakıdır. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), yeni kurulan İyi Parti (İP) ve Sadet Partisi (SP) arasında oluştu. Burada teknik bir işbirliği görüyoruz. Herkes bu 3 partiden birine yani seçtiğine oy verecektir. Bu ittifakının amacı barajı sınırlamaktır. Türkiye siyasi muhalefeti ilk defa olmak üzere bir seçim ittifakında buluştu. Bu AK Parti girişimiyle yapılan yasa değişikleriyle mümkün oldu. Demokratik ortamda siyaset sistemimizin gelişmesinde yeni bir aşama olarak değerlendirilebilir. Burada demokrasinin halka daha da yayılması, küçük partilerin seçim ittifakı yaparak, % 10’luk barajı aşmasını ve yasama organına girmesini sağladı. Bu Türkiye’de bir ilktir. Türkiye siyaseti çok partilidir. Seçimler çoğulcu sisteme göre yapılıyor. Seçim kampanyalarında blok, birlik, ittifak gibi olgular (“Millet” ittifakı ve “Cumhur” ittifakı) ilk defa oluşsa da Türkiye’de daha önce koalisyon hükumetleri kurmuştur. Ne var ki, bu siyasi kabineler Bülent Ecevit ve Necmettin Erbakan gibi çok deneyimli ve geniş vizyonlu siyaset adamları tarafından yönetilse de uzun ömürlü olmamış ve birçok köklü sorunu çözememiştir. Bülent Ecevit 1974’te CHP’nde tek kişilik dönemi kapatarak, çok partili demokratikleşme yolunda başarılı olmuştu. Necmettin Erbakan ise, Anadolu sermayesini yaratan liderdir. Anadolu’yu sanayileştirmiş ve turizm yatırımlarına önem vererek Türkiye’ye yıllık 35 milyon kapasiteli bir turistik merkez olma yolunu açmıştır. O, Türk Milli Sermayesini hedef birliğinde buluşturan liderdir. Yapılan Türkiye siyasi ve ekonomi tarihinde çok önemli bir inkişaf dönemdir. Ne var ki, XX. yüzyılda Türk sermayesi ve demokrasisi tüm Türkiye’ye baştan başa yayılamadı. İç istihdam alanların ve pazarının belirli bir kısmı Doğu bölgelerde sakat, eksikli ve ölü kaldı. Bunun en büyük engeli, dış güçler destekli PKK saldırılarının ülkemizin Güney Doğusunun endüstrileşmesine, uygarlaşmasını ve sosyal sorunlarının başarılı ve kökten çözülmesine engel olunmasıdır. Yıllarca süren PKK terörü şartlarında yerel ve bölgesel sanayileşmenin başarılı


Makale ve Analizler - 2018

53

olması beklenemezdi. AK Parti Türkiye’nin aynı doku üzerinde farklılıklarıyla bütünleşmesi için çalışan siyasi kitle partisidir. *** Vatan Partisi (VP) ile Halkların Demokrat Partisi (HDP) seçimlere bağımsız, ittifaklar dışı katılıyor. Vatan Partisi’nin Cumhurbaşkanı adayı Doğu Perinçek’tir. HDP Cumhurbaşkanı adayı Selatin Demirtaş ise (HDP) halen Edirne kapalı cezaevinde bulunuyor. Bazı yorumlarla ilgili görüşlerimiz. Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a karşı yöneltilen bazı ithamlara anlam veremedik. Örneğin CHP Cumhurbaşkanı Muharrem İnce, Cumhurbaşkanlığı hükumet sisteminde, AK Parti liderine de Sayın Erdoğan’ın Türkiye’yi totalitarizme götüreceğini iddia ediyor. Bu kabul edilir bir tez değildir ve olamaz. Çünkü totalitarizm ancak tek partili ülkelerde oluşmuş ve anayasa ve yasaları rafa kaldıran baskı ve terör rejimi kurmuştur. Totalitarizmde yargı felce uğrar. Yazılarımızda verdiğimiz örneklerde,1944 - 1989 dönemi Bulgaristan pratiğine defalarca değindik. Ülke, Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) tarafından tek başına idare ediliyordu. Parti ile devlet kaynaşmıştı. Yasama, yürütme ve yargı ayrılığı yoktur hepsi birliktedir. Türkiye’de böyle bir durum yoktur. Cumhurbaşkanının bakanlar kurulu üyesi olacak bakanları kendisinin ataması, bakanlar kurulunda değişiklikler yapması, 7 Haziran 2015 trajik örneğinin, siyasi sistem sıkıntılarının tekrar etmemesi için geliştirilmiştir. Büyük ülkelerde Cumhurbaşkanlarının böyle hakları vardır. Bakanların halk tarafından seçildiği ülke yoktur. Bakanlar ya meclisten ya da meclis dışından seçilir. Daha demokratik bir Türkiye yaratabilme yolunda 24 Haziran 2018 seçimlerinde AK parti çok önemli bir adım daha attı. TBMM’de halkın her kesiminden seçmenin temsil edilmesini sağlamak amacıyla, bir defa mecliste milletvekili sayısını 600’e çıkardı. Terörle mücadele seçim günü de devam edecek. 24 Haziran’da kullanılacak her oyun güvenliği için gerekli ulusal önlemler alınmıştır. Sandık dokunulmazlığı garanti altına alınmıştır. Oyların sayılması birçok organ tarafından aynı anda gerçekleştirilecektir.


54

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Güçlü devlet, güçlü millet, güçlü hafıza, güçlü gelecek tasavvuru ile yıldızlaşan bir ülkeyi bütün dünyaya göstereceğiz. Küçük şahsi hesaplar peşinde yürümeyin. Vatan ekseninde düşünün, tarih ekseninde, Türkiye’nin geleceği ekseninde karar verin. Biz büyük bir imparatorluğun üç kıtaya dağılmış çocuklarıyız. İki yüz yıldır acıyla, vatansızlıkla, ezilmişlikle, muhtaç bırakılarak, korumasız bırakılarak yaşamak zorunda kaldık. Bu ülkenin 21. Yüzyıl’a dair en büyük sınavını başarıyla geçelim, yolumuz açılsın. Sandığa gidin, Türkiye’nin geleceğine, “Türkiye ekseni”ne oy verin. Bu fırsatı 100 yıl bekledik şimdi ise bunu kaçırmaya hakkımız yok, birlik ve beraberlik, ölümden başka her şeyi çözer... 24 Haziran’da hepimiz sandık başına. Demokrasi sandık demektir. Oy, kullanılmazsa değersizdir. Sandık huzurlu gelecek demektir. Yalova AK Parti milletcekili adayı hakkında kınama basın bildirisi Saygıdeğer Basın Mensupları Dün üzülerek öğrendiğimiz ve başta Batı Trakya Türkleri olmak üzere Doğu Anadolu’dan ve Türkiye’mizin dört bir yanından Yalova’ya gelerek kendine yeni bir yaşam kuran insanımıza “ezik, kendini ifade edemeyen, seçmenmiş gibi davranan” ifadeleriyle hakaret eden AK Parti Milletvekili adayı Sayın Meliha Akyol’u hayret ve şaşkınlıkla izledik. O Batı Trakya, Rumeli ve Balkan Türkleridir ki, milyonlarca şehit vererek Sayın Akyol’un bugün kendisinin de yönetmeye talip olduğu Anadolu’nun var olması için mücadele etmiş; her türlü asimilasyon, şiddet, vahşet ve soykırıma karşı direnmişlerdir. O Batı Trakya Türkleridir ki; tarihteki ilk Türk Cumhuriyeti olan Batı Trakya Türk Cumhuriyeti’ni şeref ve onurla kurmuşlardır. Ve kendisi de bir Balkan Türkü olan, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün sanki bu günleri görürcesine 17 Ocak 1931 yılında söylediği gibi: “Muhacir diye küçümsenenler, tarihin yazdığı savaşlarda en geriye kalanlar, yani “Düşmanla sonuna kadar dövüşenler” çekilen ordunun ri’cat hatlarını sağlamak için kendilerini feda edenler ve düşman karşısında kaçmak, çekilmek nedir bilmeyenlerdir. Muhacirler kaybedilmiş ülkelerimizin milli hatıralarıdır.”


Makale ve Analizler - 2018

55

Evet, kendini bu vatanın bekası ve var olması uğruna feda etmekten çekinmeyen bu insanlara “ezik” demek; Türkiye düşmanlığı değilse en azından cahilliktir. Bu nedenle Sayın milletvekili adayını derhal, bugün, basın önünde özür dileyerek adaylıktan istifa etmeye davet ediyoruz. Eğer istifa etmezse; Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatlarıyla mensubu bulunduğu AK Parti’den ihracını talep ediyoruz. Ayrıca Türk Ceza Kanun’un 216’ncı maddesi 2. Fıkrası uyarınca “Halkın bir kesimini, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılayan kişi, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” hükmü gereğini yerine getirmek için savcılarımızı göreve davet ediyoruz. Saygılarımızla.

Aynı Umutla Kenetlendik

İbrahim Soytürk-23.Haziran2018

Konu: Büyük Yeni Türkiye doğuyor. Bu seçimler konuşulur. Türkiye’miz baştanbaşa çalkalandı, dalgalandı. 90 milyon kişi sandık başına gideceğiz. Sof haftalarda öyle bir bahar yağmuru yedi ki, biz bu coğrafyada vicdanımızla ve umudumuzla yaşamak istiyoruz iradesi meydanlara doldu. Çok güzel oldu aslında, çünkü seçmenler Cumhurbaşkanı adaylarını, siyasi partileri ve kendi çorabını örnek ve sepetini doldurmak için siyasete katılanları yakından görebildi. Bir defa şu iyi bilinmelidir. Seçmenin yüzüne bakamayan adaylar belirdi. Halkın siyasetle ve siyasetçilerle yüzleşmesi iyi oldu. Hisler söndü, beklenti belirdi ve umut kesinleşti. Kısacası iyi oldu. Biz Bulgaristanlı soydaşlarız ve oy vermeye kararlıyız. Türkiye siyasetinin içinde, göbeğinde, umudun özünde olduğumuzu bir daha hissettik. Biz Türkiye toplumu içinde aydınlığı taşıyan kesimdeniz. Toplantılara katıldık, dinledik, soru sorduk ve karar alma hakkımızı kullanmak için bugün kenara çekildik. Başka ülkelerde seçimden bir gün önce propaganda ya-


56

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

sak, miting yapılmaz ve gazeteler konuyu ele almaz. Burada öyle değil. Bugün de sallanacak yumruklar var. Yazımı Cumartesi sabahı yani 23 Haziran 2018’de yazıyorum. TV’yi açtım. Bütün kanallarda Bay Muammer İnce halka çekişiyor. Bu aday Türkiye’yi ve hepimizi bir mayın tarlasına ittiğinin farkında değil. Boş konuşuyor ve halkı kandırmaya çalışıyor. Kullanılacağını fark edemiyor. Dört diplomatla temas kurmak dış siyaset yürütmek için yeterli değildir. Türkiye birkaç cephede silahlı savaş yürütürken, adam “paralı askerlikten” toplayacağı paraları dağıttı dağıttı bitiremedi. Bayan Meral Akşener evin içinde bir şeyler kaybetmiş bir anne gibi sanki çocuklarından yani başkalarından hesap soruyor. Bayan olması renk getirdi. Fakat 80 milyonun dertleri bir bölüğe sığar mı bilmiyorum! Aksakallı Temel Karamolla ise, “ah şu gençlik elimden gitmeseydi, ben bilirdim hesap sormayı” havalarında, çırpındıkça çırpınıyor. Demokratik düzen kurallarının zorla bozulması komünist militanları hep parmaklıklar ardına götürmüştür. Devrimciliğin ve 1795’ten beri bereket ve rahmet getirmeden esen “insanların eşitliği ve kardeşliği” rüzgârının etkisi altında kalmak birçok defa hiçbir konuya şözüm değildir. Üstelik bir hayale bağlılığın sınavını vermiş ve yeminini içmiş, Edirne kapalı cezaevinden eşi aracılığıyla selam gönderen Selatin Demirtaş ise, insan hakları olduğu gibi azınlık haklarının da Avrupa’nın hiçbir ülkesinde tamı tamına uygulanmadığını, dün ezilenlerin bugünde aynı çilelerle sızlayan yaralarını yalamaya devam ettiğini görmemekte ısrar ederken, halkı kışkırtıyor. Vatan Partisi lideri Doğu Perinçek’i anlamak da zor. O, şu ittifak kazanlarının hiç birinde kaynamam derken, inatçı bir et parçası gibi derin dondurucuda kalmakta ısrar ediyor. Oysa buzlu ete olan ilginin azaldığı ortadadır. Siyaset, her fırsatı değerlendirmektir ve hedefte hep iktidar olmuştur. Seçmenin umudu yine Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’da kümeleşti. Yenilikçiliğini anlamak istemeyenlerde inatçılık var. Gülhane Parkı’nda yenilenme fermanı okunduğu günden beri Türk demokrasisi gelişmiştir. Son şeklini anlamak zor oldu, çünkü birçok yeniliği birden getirdi. Genelde Türkiye’deki olgunlaşma süreci en az 40 sene ile sınırlıdır. Ortak gelecek umudu git gide güç topluyor. Bugüne kadar beraber yürüyenler ortak sefere kalkıyorlar. Halkımız söze değil işe bakıyor. Gak gak diyenlere değil, proje çıkaranlara ve icatta bakıyor. Bu da bilinçlenmemizin yeni aşamasıdır. Çok iyi oldu!


Makale ve Analizler - 2018

57

Büyük Yeni Türkiye umudu, birbirimize sarılıp kardeş olmamıza, birbirimize kenetlenmemize, sandıkta AK Parti bülteniyle ve Cumhurbaşkanı Hükumet Sisteminde Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile buluşmamıza vesile oldu. Nereye geldiğimizi, nerede olduğumuzu ve yürüdüğümüz yolun haritasını görebildik. Kararımız karardır. Biz oyumuzu AK Partiye ve Sayın Erdoğan’a vereceğiz. Birbirimizi yarın akşamı beklemeden de kutlayabiliriz. Kutlu olsun! *** Bütün seçim konuşmalarını dikkatle dinledim, arkadaşlarımla analiz ettik ve sonuçlar çıkardık. Bir defa şu çivisi çıkmış gibi kendi ekseni etrafında dönen dünya nereye gidiyor? Hiç düşündünüz mü? Dünya Beşinci Teknolojik Devrime doğru açıldı ve yol almaya başladı. Bay İnce başta olmak üzere gidişimizin basamaklarını ve yönünü bilmeyenler var. Dobra dobra söylemek istediğimiz şudur. Bizi teknolojik dünyaya taşıyan Sayın Tayyip Erdoğan Başkanlığında AK Parti oldu. Geleceğin seçimlerini depolara patates ve soğan saklayarak fiyat patlamasına neden olanlar değil, Türkiye Cumhuriyeti tarla ve depolarında aynı an ne kadar patates ve soğan olduğunu söyleyebilenler kazanacak. Havanda su dövenlerin fırsat kollaması iyi olmadı. Uzun bir yol yüründü ve yol boyunca şimdiki tuzakları defalarca görmüştük. Bu yolun ilk adımında hepimiz okullu olduk. Bütün il kentlerimiz Üniversite şehri oldu. Gençlerimiz üniversiteli oldu. Halkımızın % 60’tan fazlası İnternet kullanıcısı, % 50’den fazlası elektronik hizmetlerle haşır neşir oldu. Biz tamamen değişmeye başladık özü sosyal bir devlette yaşamaya alıştık. Bu açıdan değerlendirdiğimizde Sayın Erdoğan’ın Dünya’nın büyüklük bakımından 3. Hava limanına inmesi, işçilerle selamlaşması ve değerlendirme konuşması çok anlamlı oldu. Dünya insanları İstanbul’u ve Türkiye’yi sevdi. Sayın Erdoğan da dünya liderlerinden biri olarak tanındı, saygı kazandı, sözü duyuluyor ve geçiyor. Bu, XXI. Yüzyıl başarılarımızdan biri oldu. Burada demek istediğim nedir? Bir fizik öğretmeni olduğunu belirten, fakat 20 yıl önce yazılmış fizik kitaplarında kalan Bay Muharrem İnce, neredeyse eline bir metal ve bir yün kumaş parçası alıp miting alanına toplananlar vatandaş önünde “sürtüşme yoluyla” elektriğin nasıl üretildiğini gösterecek. Meraklı birisi! Cumhurbaşkanlığına da sevdalandı. Zamanını yaşamış mekanik araçlara merak salmış biri. Kafa olarak, zekâ olarak vaktini doldurmuş olduğunu 108 mitingle kanıtladı. Adam kamyon görüyor, dümene sarılıyor. Traktör görüyor, hemen biniyor. Çoban görüyor, boynuna sarılıyor vs. Bu olaylar bize Bay İnce’nin Nostaljik bir tip olduğunu anlattı. Bahçesine, çiçeklere vs tutkunluğu da romantik bir tip olduğunu ortaya çıkardı.


58

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Türkiye halkı, havası nostaljik, emekli olmayı özlemiş, kenara çekilip meyve ağacı gölgelerinde serinlerken akranlarına ballandıra ballandıra fıkra anlatmak isteyen birini aramıyor. Aranan lider, Türkiye Cumhuriyeti halkını 5. Teknolojik devrime taşıyacak olan bilgeliktir. 5. Teknolojik devrim Yeni Bir Dünya yaratacak kişidir. Örneğin elektrik kablosu olmayacak ama ampuller yanacak. İnternet kablosu olmadan İnternet çalışacak. Traktör ve kamyonlar şoförsüz, programlı olacak vs. Başka bir değişle, İnce Türkiye’yi eşek sırtında köylülerin pazara, cumaya giderken birbirlerini kandırdıkları döneme götürmek istiyor. Sayın Erdoğan ise “hadi kardeşlerim şu 4. Teknolojik devrimi tamamlayalım, köprüleri uzattık, tünelleri deldik, iki yönlü yollarımızı döşedik, hızlı trenler seferde, uçaklarımız havada, hadi yeni bir hamle yapalım ve Yeni Türkiye’yi kuralım” çağrısında bulunuyor. Atom enerjisine karşı çıkan Bay İnce, “kuantum” diyor, ama “kuantumun” ne olduğunu açamıyor, enerjimizi “bordan” ya da “torumdan” üretelim bile diyemiyor... Cumhurbaşkanı adayı Bay İnce’nin konuşmaları üzerine yapılan içerik sel “kontent” analizler şunu ortaya çıkarıyor. Bir hazırcevap olarak davranan, yüksek sesle konuşan ve saldırgan bir tavır taşıyan hatta alay etmekten yararlanmayı deneyen İnce, siyaset bilimi ve felsefe okumadığı gibi, Türkiye tarihini, Avrupa Tarihini, İslam Tarihini ve Dünya Tarihini, ayrıca jeopolitik stratejiyi, dünya siyaset dengelerini bilmeyen birisi olduğunu her konuşmasında kendisi kanıtladı. Onun zayıflıklarını Bay İnce yeniliklerde, büyümemizden, itilafa düşmekten, mücadele etmekten korkan bir kişilik ortaya koydu. Her defa mindere çıkan ve her defasında yenilen, sırtı yere gelmeye alışmış bir pehlivan izlenimi bıraktı. Bizi kıskanan dünya “ah bir kazansa, bir kazansa” havalarına girip sayıklamaya başladı. Bulgaristan’a gelip Kırcaali’de iftarda yaptığı konuşma da gönül açmadı. Batı Trakya’dan olduğuna vurgu yaparak, ben sizden biriyim dese de, bizi, sorunlarımızı, çilelerimizi, mücadelemizi, parçalanmışlığımızı ve 140 yıldan beri eritildiğimizi ve artık son güçle dayandığımızı bilmediğini hatta bilmek de istemediğini ortaya koydu. “Bulgar’a verginizi ödeyin!” emrini vermesi ise, olaylardan haberi bile olmadığını akşam serinliğinde hepimizin gönlünü buruşturdu. Bay Muharrem İnce’nin Türk aydınlığını taşıyan zümreden olmaması tüm umutlarımızı kırdı. Yıldızlarımız barışmadı. Olacak olan olur da, Türkiye Cumhuriyeti Venezüella değildir. O, Latin Amerika ülkesini bir şoför yönetebilir, ama Türkiye halkını yönetmek için başka nitelik, vasıf ve birikimle zekâya gerek var.


Makale ve Analizler - 2018

59

Biz bay Muharrem İnce mitinglerinin kalabalık olmasına şaşmadık. 15 Temmuz 2016’da beri ilk defa olmak üzere, Türkiye’de dip dalga hareketlenmesi izlendi. Bugün de devam ediyor. Sesiz kitle “ne oluyor acaba?” ilgisiyle balkona çıktı ya da sokaklara doldu. Kimse kendisini aldatmasın! Bir kitlenin bilinçlenmesi 2-3 nesilde olur. Bu işler yüksek konuşmak ya da hazır cevaplılarla ilgili değildir. O meydana toplanan vatandaş ayağının altındaki asfaltın AK Parti iktidarlarınca döşendiğini bilir. CHP bir yönetim zihniyeti olarak Türkiye siyaset sahnesinden 60 yıl önce çekilmiştir ve o zaman 23 milyon olan Türkiye insanının bugün 80 milyonluk kalabalığını görünce şaşırmaktadır. Kafalarında 2007 yılında beliren en parlak fikir Ankara’dan İstanbul’a yürümek oldu. Çünkü yüksek süratli araç kullanma ehliyetleri yok. Bu teknik ilerlemeyi ve teknolojik devrimi reddeden bir zihniyettir ve bu sistemin çalışan tek bir bölümü vardır. Fren sistemi! Frenleme! Bay Muharrem İnce tipi insanlar Sayın Recep Tayyip Erdoğan süratinden korkuyorlar, Büyük Yeni Türkiye’den korkuyorlar. Yeni teknkik ve teknolojik devrimden korkuyorlar. Frenci zihniyetin Türkiye Cumhuriyeti’nde iktidarı ele geçirmesi büyük bir kazaya neden olur ki, biz Bulgaristan Türkleri, komşu halklar, Yeni Büyük Türkiye umuduyla yaşayan Balkanlar, ayrıca artık evlerine dönmek isteyen sığınmacılar, bu kazadan büyük zarar görür. Türkiye dip dalgası özellikle Büyük kentlerde ve Anadolu’da Recep Tayyip Erdoğan bilinci taşıyor. Bay Muharrem İnce’ye olan ilgi “bahçeye tavuk mu girmiş!” anlamındadır. Bay Muharrem İnce’nin, Bayan Meral Akşener’in ve devlet başkanlığına gönül vermiş diğer adayların dünya kamuoyu tarafından Türkiye lideri olarak tanınması en az 20 yıl ister ki, bu arada tavşan dağı geçmiş olur. Türkiye sürünen umutla kahrolmaya devam eder. Hiçbir devlet deneyimi olmayan kişiler 80 milyonluk stratejik bir devletin yönetimini üstlenemez. Bu ayakkabı değiştirmek, verilen terliği ayağa takmak değildir. Türkiye tökezler ve rezil oluruz, işgal ediliriz. Beni bu sonuca götüren nedenlerden biri de muhalefet adaylarının kullandığı bizimle ilgili başka bir propaganda taktiğidir. 1989 acıklı ve çileli Büyük Göç günlerinde 350 bin Bulgaristan Türkü’nün sınırı geçmesiyle meydana gelen durumda yaşananlara Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın medyadan tepkilerini kullanmaları oldu. Çok açık olalım. Büyük Göçe Bulgaristan Türk aydınlarının hepsi karşıydı. Kovulmasak gelmezdik. 1989 Mayıs Ayaklanması, düşen şehitler “kültürel otonomi”, insan haklarımızın bütünsel tanınması ve yasallaşması için gerçekleşti. Ayaklanmamızın omurgasında 28 siyasi örgütümüz vardı. Halkımız tek yumruk olmuştu. Ruhen kaynaşmıştık. Öz haklarımız verilmesin diye biz vata-


60

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

nımızdan kovulduk. Bu işin ne kadar zor olduğunu anlatabilmem için bir örnek vermem iti olur. 1990’dan beri 1944 - 1989 yılları arasındaki totaliter dönemde içeride kalmış, hapis yatmış onbinlerce kişiden yalnız ve sadece birisine şimdiye kadar yani 28 yılda Devlet İşi verildi. Emil Kuşlukov Sofya TV’sinde Şube Şefi oldu. Başka devlet görevine atanan kişi yok. Bizdeki totalitarizm kapağı açılmamış kavanoz içindedir, korunuyor, üzerine toz kondurulmuyor. Bu bakımdan kardeşlerimizin fırsat bulunca Türkiye’ye geçmesini anlıyorum. Başka bir örnek: 1986 yılında Koşukavak (Krumovgrat) İçişleri Bakanlığı Belediye Amirliğinde sorguya çekilirken 2 kızın ırzına geçilmiş. Gerçek budur... Bu insanları o zaman orada tutmak imkansızdı... Gücümüzü kırmak için göçe zorlandık, sindirildik, parçalandık, dağıtıldık. Dayanabilseydik. Kovulmasaydık. Sınır kapısı açılmasaydı. Uluslararası insan hakları güçleri harekete geçseydi, Bulgaristan’ı hak ettiği yere oturtulsaydı ve başka bir yol yöntem bulunmuş olsaydı, biz bugün Bulgaristan’da nüfusta çoğunluk olmuştuk ve siyaseti belirleyen örgütlü ve bilinçli güç durumuna gelecektik. Biz bunun bilincindeydik ve bilincindeyiz. 24 Haziran seçimlerinden önce ortaya şöyle bir olay çıktı: Sayın Recep Tayyip Erdoğan bu gerçeği o vakit görebilmişti. Dünya halkları bir karış toprak için savaş ederken, bizim kocaman memleketi bırakıp, kaçıp gelmemizi izlemişti. Bugün Avrupa Birliği Bulgaristan’la “al şu 50 bin sığınmacıyı, kaç para istersin?” pazarlığı yapıyor. Bu olay 1989’dan çok daha sert ve şiddetli oldu artık, çünkü gelen sığınmacıların Türklerden kalan evlere ve topraklara yerleştirileceğinden kimse kuşku duymuyor... Bu olduğunda 600 yıldan sonra biz tamamen vatansız kalacağız, haberiniz olsun! Bu bakıma Sayın Erdoğan’ın herkes “dursun durduğu yerde” siyaseti doğrudur ve desteklenmelidir. Bu açıdan bakıldığında 24 Haziran’da vereceğimiz oylar çok anlamlıdır. Şimdi rüzgâr lehimizde esiyor ve biz Bay İnce’ye veya Bayan Akşener’e oy vererek rüzgârı çevirmeyelim, işin içinden çıkamayız. Biz Türkiye Cumhuriyeti’nde yeni liderlerin lafını takan olmadığını ve ne gizi ödünler verdiklerini, Devlet Baş-


Makale ve Analizler - 2018

61

kanı olup 40. gün Sofya’ya konan General Kenan Evren örneğinden biliyoruz. “Eti senin, kemiği benim!” demişti. Bizim ilk vatanımız Bulgaristan’dır. Mezarlarımız oradadır. Gönlümüz de oradadır. Biz artık istesek de, istemesen de, Büyük Yeni Türkiye’den bir parça oluyoruz. Umutlarımız büyüktür. Bu işin dönüşü yoktur. Bu yolları biz birlikte yürüdük. Söylenecek çok söz var. Bay İnce’nin Ahmet Doğancılarla yakınlığı, siyaseti ve nasibi kilitlenmiş olan Karadayı gibi hiçbir özellik ve vasıfları olmamasına rağmen, liderlik taslayan, Türkiye’den beklentisi olan, kişilerle görüşmesi ve kör siyasette ortaklık bulmaları, bizim niçin taşıdığı tehlikeler açısından çok anlamlıdır. Bulgaristan’ı bilmeyenlerin Bulgaristan Müslümanları işlerine müdahale etme yolları araması kabul edilemez. Bu siyaset Türklüğümüz için yok olmanın kapısını açar ve düşmanlarımıza yardım eder. Sayın soydaşım! İşte bu sebeplerden dolayı Oyunu mutlaka kullan! Oyunu Ak Partiye ver! veya Mührü MHP dairesine vur! İkinci mührü mutlaka ve mutlaka Cumhurbaşkanı adayımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın fotoğrafı altındaki daireye vur! Bu seçimlerde biz Bulgaristan Türkleri belirleyici olacağız, yeni sisteme geçişi bizim oylarımızla olacaktır. İnşallah ilk turu % 51 ile bitiriyoruz. Şimdiden hayırlı olsun... Sandığa giderken kimliğini beraberinde götür! Oyuna ve Seçim sandığına sahip çık! Geleceğini teminat altına al! MHP ve AK Parti’ye güven!. Bunu, çocuklarınızın mutluluğu için yap! Geleceğe Yeni Türkiye için yap... Tüm Türk Dünyasına ve İslam alemine ve mazlum halklara hayırlı uğurlu olsun. Teşekkür ederim.


62

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Zafer Türk Milletinin

Rafet Ulutürk-25.Haziran.2018

Konu: Büyük Yeni Türkiye Doğumu Gerçekleşti. Bahçeli tüm tuzakları bozdu 100 yıllık unutulan Türk gücü tekrar dünya yüzüne çıkıyor. Beklenen oldu. Türk halkı kararını verdi: Karar Küresel Güç Olmaya Devam. Yürüdüğümüz yol Türk Milletinin zafer yoludur kardeşlerim. Bu dünyada bir büyük halkın hür iradesinden daha büyük bir güç olamaz. Türkiye’de millet iradesi egemen olmuş, hukukun üstünlüğünü tüm dünya bir daha en şeffaf bir biçimde görmüştür. Başkanlık seçimini Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın zaferi halkın, daha iyi günlerin, umudun ve mutluluğun zaferidir. Bu galibiyette Bulgaristanlı seçmenlerin katkısı olağanüstü büyük oldu. Göçmen semtlerinde yüzde yüze varan aktiflik dikkatleri çekti. Soydaşlarımız Yeni Türkiye Ruhuyla bir daha kaynaştı. İstanbul, Bursa, İzmir ve Trakya illerinde kitlesel bir kararlılıkla Büyük Yeni Türkiye liderine ve halk meclisi iradesine oy verildi. Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni yönetim sistemi soydaşlarımızın onayını ve tam desteğini aldı. Özellikle gençlerimizin yeni siyasi sistem yönelimine desteği çok büyük oldu. Genç kuşak Türkiye çapında birlik dokusunda kenetlendi. Birlik ve beraberliğin ölüm dışında her şeyi çözebileceğinin bilincindedir. Genç yüreklerde ay yıldızlı bayrağımız dalgalandı, tüm sokaklar korna sesleriyle çığlıklarla soydaşlarda bu konvoylara katıldı. 24 Haziran 2018’de AK Parti son dönemde altı seçim kazandı. Bu seçimde % 90’a yakın bir katılımla Türkiye dünyaya demokrasi dersi vermiştir. Bu bir demokrasi sınavıydı ve başarıyla verildi. Türkiye’de 7 partili bir parlamento seçildi. “Cumhur” İttifakı 343 oyla meclis çoğunluğunu oturttu. Türkiye’deki muhaliflerden beklenti içinde olanların ümidi kesildi. Türkiye Cumhuriyeti’nde Cumhurbaşkanlığı Başbakanlık sisteminin seçim kazanması Büyük Yeni Türkiye kapılarını MHP eşliğinde ardına kadar açtı. Yeni Türkiye kavramı ilk kez, Osmanlıdan kükreyişimiz sürecini yöneten Atatürk tarafından ilk kez 1923’te İzmir İktisat Kongresinde dile getirilmişti. Bu kongrede, kurucu lider, “Yollar dikensiz gül bahçesi değildir” demişti. 2018 Meclis ve Başkanlık seçimi bu sözleri bir daha doğruladı. Seçim zaferine


Makale ve Analizler - 2018

63

ellerimizin içinde demir eritip kurşun dökerek geldik desem, belki de doğruyu söylemiş olurum. Sonuçlar. Cumhurbaşkanlığı seçimi: 6 aday katıldı. Oy dağılımı şöyle oldu. Recep Tayip Erdoğan: % 52,50 Muharrem İnce: % 30,60 Selatin Demirtaş: % 8,30 Meral Akşener: % 7,31 Temel Karamollaoğlu: % 0,89 Doğu Perinçek: % 0,20 Bu sonuçlara göre İkinci tur olmayacak. Yeni sistemin ilk Türkiye Başkan’ı Sayın Recep Tayyip Erdoğan oldu. Kutlu olsun! Seçmenin iradesi kesindir. Türkiye Cumhuriyetinin yeni siyasi yönetim sistemi olan Cumhurbaşkanı Başkanlık sisteminde Yeni İlk Başkan Sayın Recep Tayyip Erdoğan beş yıl süreyle seçildi. Anayasaya göre, bakanları atama ve yürütmeyi yönetme hakkı ve tüm sorumlulukları da Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a verilmiştir. Güven YSK seçim sonuçları - oy oranları üzerinden “Seçimde seçmen sayısının 56 milyon 322 bin 632, sandık kurulu sayısının 188 bin 80, cezaevi sandık sayısının 493, cezaevi seçmen sayısının 84 bin 924, gümrük sandık sayısının 81, yurt dışı seçmen sayısının 3 milyon 47 bin 323 olduğunu belirten Güven, yurt dışı temsilciliklerde bir milyon 357 bin 676, gümrüklerde 167 bin 990 olmak üzere yurt dışında toplam bir milyon 525 bin 666 seçmenin oy kullandığını, yurt dışı oy kullanma oranının % 50,11 olarak açıklamalarında bulundu.” Cumhur İttifakı - Millet İttifakı Ne Kadar Oy Aldı? 24 Haziran’da yapılan genel seçime dair Cumhur İttifakı (AK Parti ve MHP) 26 milyon 626 bin 445 oy (% 53,63) oy aldı. Millet İttifakı (CHP, Saadet Partisi, İYİ Parti) 16 milyon 900 nin 181 oy aldı. Meclis seçimi. 8 siyasi parti katıldı. 6 parti meclise girdi. Bunlardan 5’i 2 parti ittifakı kurdu. Aldıkları oylar şöyledir: PAk Parti, Cumhur İttifakı. % 42,5. Milletvekili sayısı 293 P MHP, Cumhur İttifakı. % 11,3, Milletvekili sayısı 50 P CHP, Millet İttifakı. Oy oranı % 22,7, Milletvekili sayısı 146 P İP, Millet İttifakı. 0y oranı % 10,1, Milletvekili sayısı 44


64

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

P SP, Millet İttifakı. oy oranı % 1,4, Milletvekili sayısı 0 P HDP, oy oranı % 11,0, Milletvekili sayısı 67 “Cumhur” İttifakı 342; “Millet” İttifakı 193 ve HDP 67 milletvekili çıkardı. AK Parti ile MHP ittifakı meclis çoğunluğu sağladı. Türkiye Cumhuriyeti seçim yasasına göre birinci sıra milletvekilleri mazbatayı almadan önce istifa ettiklerinde bakan olabilirler. Seçilen milletvekili sayısı 600 olup, görev süresi 5 yıldır. *** Bu tarihi bir seçimdi. Zor bir seçimdi. Erken ve ikili seçimdi. 2002’de başlayan Türkiye dönüşüm hamlesinin 2018 doruğu oldu. Başkanlık sistemine geçişin bir bakıma devrimi oldu. Bu seçim, Batıyla işbirliği ve beraberlik içinde olup, bağımsızlığın ve egemenliğin korunması yolunda dimdik duruş oldu. Türkiye uygarlık doruğuna tırmanırken yakın, komşu ve uzak ülkelerden birçoğunu arkasında bıraktı. 2017’de halk oylamasıyla yapılan Anayasaya değişikliğine uyularak yapıldı. Değişikliklere göre, Cumhurbaşkanı ile hükümetin yetkileri de genişletildi. Başbakan görevini de Cumhurbaşkanı üstlenecek. Bakanlar meclise değil, Başkan tarafından atanacaklar ve ona hesap verecektir. Meclisteki milletvekili sayısı 550’den 600 oldu. 56 milyon seçmen, 180 bin seçim sandığında oy verdi. 1.5 milyon genç seçmen ilk defa oy kullandı. Seçimler olaysız geçti. Sonuçlarını halk ve dünya kutladı. Seçim huzur içinde geçti. 34 ülkeden 635 gazeteci seçimi izledi. Dünya basınına huzur içinde şartlar ve kolaylıklar sağlandı. Ankara, İstanbul ve Diyarbakır’da basın merkezi kuruldu. Yüksek Seçim Kurulu (YSK) sonuçları önce Anadolu Ajansı’na (AA) açıklandı. Türk halkının hür iradesi dünyada canlı izlendi. Bulgar TV ve radyocuları da seçmenlerin nabzını tuttu. Bize BULTÜRK’e de geldiler Bulgar Nova TV bizimle de röportaj yaptı. Bizlerde kendilerine daha sabah yeni oy kullanmaya başlanılmıştı ve kendilerine %51,6 ile ilk turda kazanılacağını söylemiştik. Bu seçimleri soydaş oyları ile Erdoğan ilk turda alacağını da kendilerine belirttik. Zaten yarışın Erdoğan A gruptan ve İnce B gruptan olduklarını da belirtik. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Örgütü OCCE 234 gözlemci gönderirken, toplam 415 yabancı gözlemci seçimi izledi. Seçim günü huzur içinde ve güveni bir ortamda geçti.


Makale ve Analizler - 2018

65

*** Düşmanların hesapları tutmadı. Bu seçimde, Sayın Erdoğan’ın ikinci tura kalmasını ve siyasetten düşmesini, AK Parti’nin yasama ortamında muhalefete çekilmesini bekleyenler vardı. Yazdılar ve çizdiler. Bulgar TV’lerinde siyasete soyunan Osman Oktay ve Sofyalı Ömer bile seri yorumlarında Türkiye Cumhuriyeti’nde “iç savaş” olacağını iddia ettiler. Tüm yorumları boşa çıktı. Bizim dışımızda da birinci turda kazanacak diyen olmadı. Dediğimiz gibi ilk turda yarışı kazanması için Erdoğan’ı soydaş oylarıyla Başkan yaptık. CHP’li Muharrem İnce’nin DPS - HÖH destekleri ile Kırcaali ziyareti ve çifte vatandaşların oyuna talep etmesi de sonuç vermedi. İkinci bir grup yorumcular benzetmeli analiz yaptı. Türkiye Cumhuriyeti’nde 1946’da, 1958’de ve 1985’te, ANAP döneminde Türk Lirasının değer kaybettiğinden çıkarak, YTL’sını değer kaybetme tuzakları kurdular ve Sayın Erdoğan’ın düşmesini şaşı bir bakışla beklediler ve hayal kırıklığına uğradılar. Kriz ve çatışma bekleyenler şaşırmıştır. Seçim zaferi “gezi” serseriliğini, FETO - NATO darbe heveslilerinin tüm planlarını boşa çıkardı. Güney Doğu’da yaşayan Kürt kardeşlerimizin Kandile değil, Ankara’ya baktığını, Ankara’ya bakma ruhu oluşturma çabası içinde olduğunu bir daha doğruladı. Dünya büyük bir lideri ve arkasından giden büyük bir toplumu gördü. Seçim zaferinde, Bulgaristanlı soydaş seçmenin Büyük Yeni Türkiye’yi bağrına bastığını gördük. AK parti ve MHP arkasından yürüyenler çoğalıyor. Türk ve Türkiye dostları artıyor. Yakın hedefte, Türkiye Cumhuriyeti’ni dünyanın ilk 10 ekonomisine katmak, Yakın Doğu ve Balkanlarda ekonomik altyapıyı yüzde yüz belirleyen, barış kalesi ve son söz sahibi, belirleyici olması vardır. Türkiye’nin önü açıldıkça olanakları artmış ve genişlemiştir. Şaşı hesaplar boşa çıkmıştır. Artık Türkiye zamanı gelmiş. Demokrasi kalesi Seçim sandığından Büyük Yeni Türkiye iradesi çıktı! Büyük Yeni Türkiye istikrar ve güven ortamında, demokratik bayram havasında doğdu. İlk defa % 90 oranında katılım kaydedildi. “Olağanüstü durum koşullarında seçim yapılamaz” diyenler Türkiye Cumhuriyeti’nin güçlü demokrasi ülkesi olduğunu görünce yerine oturdu. Siyasi aktiflik bilinçli ve ol-


66

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

gun, ulusal zekâ birikiminden oluşan üst aklın ülke çapında duruma tamamen egemen oldu. Milli dengeler ve seçim çok net bir biçimde görülebildi. Avrupa’da XXI. asırda bir milyonluk miting yapılamazken, Türkiye meydanlarında 2 ayda 16 adet 2 - 3 milyonluk kitle eylemleri düzenlendi. Geçmişin süzgecinden geleceğimizin tohumları seçildi. Seçim organizasyonu mükemmeldi. Bu seçim kritik bir dönemde yapıldı ve daha birinci turda tamamlandı. Milletvekilleri ve Başkan başarıyla seçildi. Ülkenin yasama ve siyasi yönetimini seçenler, öncü irade lehinde irade kullandı. Zafer duyumlarımızda, Cumhurbaşkanı, Başbakan ve AK Parti Genel Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti ve MHP “Cumhur” ittifakı vardı. Beklentilerimiz, Türkiye Vakti seçim sonuçlarına yansıdı. Son 16 yılın tüm başarılarımızda, gelişmede niteliksel ve sıçramalı değişikliklerde Ak Parti ve devlet lideri Sayın Erdoğan ve Bahçeli damgaları vardı. Başarılar belirleyici oldu. Geçen asırda Türkiye niceliksel gelişti. 2002’den sonra AK Parti ve Sayın Erdoğan yönetimi niteliksel gelişim vitesine geçti. Beklenen hamleyi çok başarılı, atılım halinde ve sıçramalı gerçekleştirdi. Bu gelişmelerle ülkemiz teknolojik sıçrama yaptı. Ağır endüstrimiz biçimlendi. Dünya ekonomisindeki boyut ve hacmimiz büyüdü. Aranır ülke olduk. Türkiye’yi yerel güçten bölgesel güce yükseldi. Barış kalesi, merkez güç oldu. Bu atılımların içinde biz BULTÜRK olarak da her zaman destek olduk. Bulgaristan Türkleri olarak Büyük Yeni Türkiye kuruculuğunda söz sahibi olduk, yeni davada bizim de terimiz tuzumuz var ve olacaktır. Bunu da seçim öncesi yazılarımızda görebilirsiniz. Türkiye büyümeye devam edecek. Seçimin zorlu günleri bize Atatürk’ün şu sözlerini defalarca anımsattı: “Gülü yetiştirirken dikenleri eline batacak, parmağın kanayacak. Güç olacak ama olacak!” Şimdi tam böyle oldu. İnsanlar büyüyende bir akıl, bir hüner görmek, cam kırıkları üzerinden nasıl yürüdüğünü izlemek ister. Şu da var. Türkiye’nin üstün aklına uymak istemeyenler de belirdi. Dünyanın yeni jeostratejik ve jeopolitik dengelerine Türkiye’nin görmek istemeyenler sivrildi. Şöyle örnekleyebilirim: Alman dilinde der Spigel, ayna demektir. “Der Spigel” dergisi “gezi” olaylarından sonra Sayın Erdoğan’ı 7 - 8 defa kapak yaptı.


Makale ve Analizler - 2018

67

Olmamızı istemediler. Dergi “Türkiye Yangın Merkezi”; “Yarı Ölü”; “Eskiden Kalma Bir Demokrasi bozuntusu”; “Erdoğan Devleti” gibi başlıklarla çıktı ve sürekli karaladı. Karalayan yalnız “Der Spigel” değil “Stern” (Yıldız) vb Fransız ve İngiliz dergileri de, bir güne kadar, akıllarına geleni yazdılar, kötülediler. Beklenen gün geldi. Dergi son sayısında yeni dünya liderleri fotoğraflarını kapak yaptı. Trump, Putin, Çin parti ve devlet lideri ile Başkan Erdoğan’ı yan yana, dünya lideri olarak sunuluyordu. Bu fotoğrafta ne Bayan Merkel, ne Bay Macron be de Bayan Meyer yer aldı. Yeni jeostratejide XXI. Yüzyılın liderleri 4 kişi olacaktır. Bunlardan birisi Sayın Recep Tayyip Erdoğan olacaktı. Yeni sistemin (Başkanlık sistemi) lideri Recep Tayyip Erdoğan halkını ardına aldı ve bu davette yerini şerefle aldı. O artık hem yerel, hem bölgesel hem de merkez lider oldu. O artık güçlü başkan oldu. Uzun bir yol yüründü. Her şey sanki Davos’ta “bir dakika” çatışmasıyla başladı. Tepki, 12 Filistinli çocuğun İsrail askerleri tarafından sahilde kurşunlanarak öldürülmesineydi. Dillerini yuttular. Cevap veremediler. Olay, emperyalizmin insan hakları konusunu mezara gömdüğünü ortaya koydu. Dünya Mazlum insanların adına olayı dünya siyaset sahnesine taşıyan Sayın Recep Tayyip Erdoğan uluslararası siyasetin merkezine oturdu. Ardından “Dünya beşten büyüktür” tezi geldi. Sayın Erdoğan, dünyada adalet sağlanması adına, Birleşmiş Milletler Örgütü’nün (BMÖ) 1945 kuruluş tüzüğünün değiştirilmesini istedi. Savunduğu görüş, barış, güvenlik ve adalet sağlanması adına saldırı ve savaş ihracatına son verilmesini ön gördü. Fransa, İngiltere, ABD ve Çin’in BMT Güvenlik Konseyindeki rolü hedef alınmış, yeni bir düzen kurulması istendi. Bu defa da tepki gelmedi. XXI. Asırda dünyada en pahalı ihraç malı güvenlik ve adalet olmuştu. Bu konuda uluslararası diploması, devletler hukuku ve uzlaşma mekanizmaları stop etmiştir. Hedefte olan, 5 büyük devletin veto hakkıydı. Yeni Adalet Mekanizması kurulması önerisiydi. Türkiye’ye cevap veren, tepki gösteren, dil uzatan yine olmadı. Çünkü BMT sistemi zaten çürümüştü. 60 - 70 yıl boyunca “insan hakları bayrağı” ABD, BMÖ İnsan Hakları Komisyonu’ndan çıkma kararını açıkladı. BMT’nın parça parça döküldüğünü herkes gördü. Değişiklere öncü olan Sayın Erdoğan bir daha tüm alkışları topladı.


68

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Suriye’de Afrin, Mümbiç zaferleri ve Irak’ta Kandil başarılarıyla, Suriye’den 4 milyon sığınmacıyı konuk eden, PKK, PYD, DEAŞ ve FETO terör örgütleriyle mücadelede Türkiye kendiliğinde bölgesel lider oldu. Kafkas devlerinin hepsi Türkiye Cumhuriyeti’nin bölgesel liderliğini tanıdı. Balkan devletleri doluya tutulmuş tavuklar gibi Avrupa Birliği şemsiyesi altına sokulmak isteseler de, çaresizlik içinde Ankara’ya bakıyorlar. Millet kazandı, ülke kazandı Türkiye kazandı. Bu, Türkiye’nin zaferidir. Bin yıllık tarihin zaferidir. Tüm Dünya Türklerine hayırlı uğurlu olsun. Bu sevinç sadece Türkiye’de, bu ülkenin şehirlerinde, köylerinde ve sokaklarında değil, Kırcali’de Rusçuk’ta, Sofya’da, Üsküp’te, Saraybosna’da, Belçika’da, Astana’da, Bişkek’te, Aşkabat’ta, Ufa’da, Çeboksari’de, Komrat’ta, Omsk’ta, Bakü’de, Kırım’da, Doğu Türkistan’da, Afrika’nın derinliklerinde, Uzak Asya’nın şehirlerinde ve insanların yüreklerinde hissedildi. Arap sokaklarında, vatansızların umutlarında hissedildi. Artık Türkiye’nin ayak sesleri bütün dünyada duyulacak Yeni İpek Yolu boyundaki Hazar Denizi, Karadeniz, Akdeniz ve Egedenizi bölgesi halklarının Merkez Lideri olarak Türkiye Cumhuriyetinin stratejik yerini başarıyla aldığını görüyoruz. 24 Haziran seçim sonuçları Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasi omurgasını güçlendirdi ve halkların büyük liderini, Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı sahneye çıkardı. İsteseler de istemeseler de Türkiye’ye güven kat kat arttı. Dünya’da siyaset yapanlar Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a ve Devlet Bahçeli’ye saygı göstermek zorunda olduklarını artık anlamalıdırlar. Bu böyle biline... Bu zafer Türkiye’nin, bu zafer bütün coğrafyanın, bu zafer hepimizin. Artık, geleceğe bakmanın ve yalnız gelecek için projeler üretmenin, geleceği tartışmanın zamanıdır. Bin yıllık hesaplaşmada yeni bir dönem başladı. Kutlu olsun.


Makale ve Analizler - 2018

69

İnce Hamlesinin Derinliği

Mehmet Çakır-25.Haziran.2018

Konu: Ruh, kuru kalabalık değildir. Bizde, “Çekirge bir sıçrar, iki sıçrar...” diye bir laf vardır. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Başkanlık seçimlerinde 2 defa sıçrayan Muharrem İnce, 24 Haziran 2018 erken Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde muhalefetin favorisi olarak yarışa çıktı. 107 mitingde ve TV programlarında, ilgililerin hepsine aynı şeyleri anlattı. Tam olarak ne istediği anlaşılmadı. Oyların % 30,6’sını aldı. Yola çıktım, her araç işimi görür havasıyla ilerledi. Basın toplantısına çıktı. “Yenilgiyi kabul ediyorum!” dedi ve köşesine çekildi şimdilik... 16 yıldan beri onun sıcak köşesi Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisiydi. Oraya alışmıştı. Kulislerde aranıyordu. Kokteyllerde boy gösteriyordu. O, her yerde siyaset geveliyordu. Onu ilk gören, sesini uzaktan işiten ya da yakından dinleyen hemen bir horoz düşünür. Renk renk tüyleri pullu, dik başının ardına sarkmış ibik! Onun derdi yumurtalar, piliçler ve tavuklardan fazla duvara sıçrayıp günde birkaç kez öterek kendini duyurmaktır. O, 15 milyon oy aldı. 30 milyon peşinde olacağını gizlemedi. Bir oy bir yumurta olsa! Sihirli bir formül icat etmesi gerekecek. Tüyo veriyorum. Bulgaristan tavuk çiftliklerinde elektrikler sönmüyor. Gece olmasını beklemeyen tavuklar, hoparlörden devamlı horuz sesi dinliyor. Arda arda -günde 2 defa- yumurtluyorlar. Bu mantıkla çalışılırsa, uygulamalı adım gerek... Konuşmalarımı dinlerken nenemin bana, “kızanım, anlatacağını anlatırken, “ben” ile başlama, “ben” deme, Allah her şeyi herkese göndermiş, kimseyi ayırmamış” nasihati geldi hep aklıma. Devletin parasını emekli maaşı, prim ve burs olarak dağıtırken, “ben, ben” dendiğinde kuşku uyandı. İnsanların beklentileri devlettendi, kişiden değil... NTV, İnce’nin köy bahçesinde çekimini izledim. Meyve ağaçlarını kendi boyuna göre, düzenlemiş. Ağaçların altlarında gezdi. Oturdu. Yeşermiş çimenler arasında açmış çiçek yoktu. Çiçekler gölgede açmaz. İnce kimin gölgesinde olduğunu söylemedi. Bulgaristan’dan % 40, bir o kadar da ABD’den oy aldığı ortaya çıktı. Bu işin sırrı nedir. Bulgaristanlı soydaşlarının emekli maaşı sorunlarını AK Parti hükumeti çözdü. Çocuklarımızın Türkiye Üniversitelerinde bedava okuması yolunu da AK Parti Bursa Milletvekili Başbakan Yardımcısı Hakan Çavuşoğlu açtı. Program köydeşlerinden hiç birisini göstermedi. Sandıklar açıldığında, kendi köyünden, kendi şehrinden oy alamadığı anlaşıldı. Sonra 15 Temmuz 2016 ge-


70

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

cesi akranlarıyla kahvede Okey oynadığı ekrana geldi. İskambili ve Okeyli söyleşiden, “o zayıf oyuncu, ona oyumuzu ona vermedik” sözleri kamaralara takıldı. Kırıntılar karakter çizdi. Bu seçimde, “sessiz kitle” veya “dip dalgasından” söz eden adaylar etkili olmuş ki, bir TV ekibi de birkaç güzel kızla birlikte sahile gidip “kıpırdadı, hareketleniyor, yükseliyor” diye anlatılan dibin dibindeki olguyu aramaya ve bulup çekim yapmaya gitmişler. Dip dalgasını duyumsamak zor iş olsa gerek... Olayı gören balıkçının biri, o anlatılan “kaya balığı” gibidir, ne zaman hareketleneceği belli olmaz, böyle çıplak gözle bakınca görünmez, demiş. Biz, olayların ruhunu izleyenler olarak Muharrem İnce mitinglerine katılanlar hakkında derme çatma kalabalık diyebilir miyiz bilmem, fakat son mitingine katılanlar otobüslerle taşınmıştı. Kürsüye bakanların gözlerinde, CHP ruhu parlamıyor, ilgileri sönmüş, hatır için geldik vardı. İnce de söyleyeceklerini hatırlamak için ikide bir göz attığı kâğıtla hapishane avlusunda olta atar gibi, ileri geri gidip geliyor ve hiçbir kimsenin yüzüne gözüne bakmadan, sanki “ben söyleyeceklerimi söyleyeyim de, sonra dağılırsınız, can sıkmayın” havasına girmişti. Her gün yaşanan bu tabloyu izleyenler, “bu adam ezberci” diye düşünmeden edemedi. Sonra “Hoca bildiğini okur!” atasözü, onu an an ele verdi. Kuşkusuz insanın kendisini aşması çok zor! Hele öğretmenlikten gelmişsen! Ömür boyu öğretmen kalırsın! Hocandan kaptığını ömür boyu satarsın! Bilgi dediğin, günemez, buruşmaz, yaşlanmaz, zamanı dolmaz fikri yanlıştır. Onun da ruhu ve ömrü var. İnce fiziği 50 yıl yaşında. Raf ömrü dolmuş. O, o kitapların üzerinde 40 yıl önce göz gezdirmiş. Bir fizik dergisine asla abone olmamış. 50 gün süren kampanyada fizikçiyim diye tutturdu. Okuttuğum öğrencilerden şu şu doktor, şu şu, pilot, şu şu da nükleer dalda bilgin diyemedi. Yarınlarımızı belirleyecek yeni fizik bulgularına işaret etmedi. Albert Einstein’ın ismini bile anmadı. İzafiyet Teorisini (Özel Görelilik Kuramı) anlatsaydı mitingciler hiç olmadı bir şeyler kapardı. Yer çekimi kuvveti göz önünde bulundurularak ortaya atılmış kuramdır. Ne ki, Bay İnce’de yer çekimi kalmamış. Kendi köyünden 2 oy alamadı. Einstein tarafından ileri sürülen Özel Görelilik Kuramına göre cisim zamanla, zaman cisimle, hareket mekânla, mekân hareketle, kısacası hepsi birbiriyle bağlantılıdır. Fizikçi İnce, 143 yıllık tarihi olan Türk Meclisi içindeki bağımlılığı, bugünlere neden ve nasıl geldiğimizi, gerçekleşen nitel gelişimi anlatamadı. Bu teoriye göre, ışık hızı her yerde aynıdır. Işık hızından daha hızlı bir cisim olamayacağını savunan Einstein, bu hıza ulaşıldığına zamanın durması gerektiğini sa-


Makale ve Analizler - 2018

71

vunmuştur. Oysa bugün Türkiye genç bilginleri artık ışık hızının 6 katına ulaştılar. Ama zaman durmadı. 50 gün süreyle Bay İnce’ye Cumhurbaşkanlığı hayal etme hakkı tanındı ve sonra halk onun kaç para ettiğini görünce çöp poşeti gibi güverteden attı. Dünya böyle, akü gibi boşalınca kendini şarj etmeyenlere devam hakkı yok. Einstein, hayata gözlerini yumduğunda beyni bir sefer tası içinde hastaneden kaçırılmış. Vladimir İliç Lenin’in beyni de kaçırılmıştı. Ölü beynin bir işe yaramadığı kanıtlanınca her ikisine de XX. yüzyıl “dehası” dendi. Onlara “binyıl” (milenyum) dehası diyen olmadı. Beyinler yetiştikleri ortamda çalışır. Bay İnce, çiftçi ortamında, şoför ailesinde, Okey masasında ve tavla oynarken yetişmiş, kırkayak ayağımı sokar diye saban çizgisinden yalın ayak yürümekten, dümensiz araç sürmekten, bilgisayarda okey, satranç, tavla oynamaktan uzak duruyor. Yine bu nedenle olacak “Ben Saray, Beştepe, Kütüphaneli ofis, dünya ile 24 saat bağlantı, stratejik düşünü merkezi vs” istemiyorum, “kendi pişir kendin ye, Çankaya mutfağı yeter bana!” diyor. Halkın verdiği cevap ortada! Biz mitingciler, Bay İnce’nin kimi yönetmek istediğini de anlayamadık. Türk ulusunu mu yoksa bir kuru kalabalığı mı? Bilemedik. Kuru kalabalığın ruhu yoktur. İpsiz sapsız insan topluluğudur. Ulus ise, yok olmayla mücadeleden süzülerek gelendir. Türk ulusunun tarih yolu 2200 yıldır. Geçmişimiz kendiliğinden bir nimet olmasa da, o olmadan geleceği göremeyiz. Tarih filmlerden öğrenilemez. Canlı olmadığı için beyaz perdede oynatılan ruhu çarpıtır. Modern terör vahşeti büyük ve küçük ekran ürünüdür. Birikimsiz insanlarda oluşan ruh yalın ayak ve açtır. Paraya ve kana susamıştır. Hayattın en büyük nimetlerinden olan sabırdan yoksundur. Yeni ikili seçim kurallarını bilenlerin Bay Muharrem İnceyi “eritmek” istediği defalarca duyuldu. Kulaktan kulağa gezenler, belleğimin derinlerinde bir öykü canlandırdı. Yıllar 1908. II. Meşrutiyet vakti. Gidişattan kuşkulanan Padişah Abdülhamid, Mithat Paşanın kurtulmak ister ve tutuklatır. Aklında onu Bağdat’a ya da Malta’ya sürgün etme fikri henüz geçmez. Zindan karanlığında kendisine bir yemek seçmesi, içerde kaldığı sürece bir tek o yemeği yiyeceği söylenir. Uzun uzun düşündükten sonra, Mithat Paşa “paça” der. Sabah öğlen, akşam paça gelir. Padişah, bir tek tür yemek yiyenin vitamin ve mineral eksikliğinden güçten kuvvetten düşeceğini, eriyip biteceğini, dayanamayıp öleceğini düşünmüştür. P Nasıl o? Diye sorduğunda aldığı yanıt, hep “turp gibi” olur.


72

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yediği yemeğin “paça” olduğunu öğrenince hiddetlenir. Çünkü 7 çeşit et olan paçaya, kemik suyu da katılınca insan vücuduna gerekli tüm mineral ve vitaminler eksiksiz sağlanmış olur. Mithat Paşa’nin sağlık durumu yerindedir. Ardından hemen sürgün cezaları gelir. Şimdi Bay İnce, meclis dışı, Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık dışı kaldı yani bir kalemde siyasetten silindi. Bu bir eritme operasyonu mu oldu dersiniz?

Bulgaristan’da 6 Ay Geçti Avrupa Birliği

Nedim Akın-26.Haziran.2018

Konu: Büyük ve Küçük Gerçek. Dünyada küçük ve büyük gerçekler var. 2018’in ilk 6 ayında Avrupa Konseyi (AK) Başkanlığı Sofya’da yapıldı. Başbakan Boyko Borisov AK Sofya görüşmelerine başkandı. Küçük işler yapıldı. Büyük işler hayal edildi. 2018 yılı 2017 yılının devamıydı. 2017 yılında Avrupa Birliği komünizmle mücadele için 26 milyar Euro harcadı.Bu resmi rakamın faturasını görmedim, fakat harcandığına herkesten fazla inanıyorum. Sosyolojik araştırmalar, (Barometre BG) AK Sofya toplantılarına % 62 “olumlu”, % 22 “olumsuz” dedi. Bu durumda 2019 yılında yapılacak AB parlamento seçimlerinden alınacak sonuçlar şöyle olabilir: GERB % 53,2 (6 - 7 milletvekili); BSP % 28,6 (5 - 6 milletvekili); sözde “yurtseverler” % 16,9 (3 milletvekili) ve DPS % 14,9 (2 - 3 milletvekili). Büyük konular: “güvenlik”, “rüşvet”, “göçmenler”, “sığınmacılar”, “savaş kaçakları”, “AB dış sınırlarında güvenlik”, “iç sınırlarda güvenlik”, “bunalım”, “bataklık”, “kulis” ve “sahnedeki oyun” gibi kavramlarla anlatıldı. Batı Balkanlar konusu 10 yıllık bir aradan sonra politik gündeme taşındı. NATO ve AB’nin Batı Balkanlara yerleştirilmesine çok çaba harcandı. Aynı zamanda, 28 yıl önce Yugoslavya Federatif Cumhuriyeti’nden kopan Balkan devleti arasındaki çeliştiler sanki daha da derinleşti. Balkanların Avrupa’dan kopmaz bir parça olduğu tezi şimdilik tutmadı.


Makale ve Analizler - 2018

73

Bulgaristan’da (küçük gerçekler için )kullanılan kavramlar ise şunlardı: “güvensizlik”, “yoksulluk”, “rüşvet”, “Çingene cinayetleri”, “işsizlik”, “sınır ihlalleri”, “sınırdaki tel duvar”, “dış göçler”, “özürlülerin sorunları”, “insan hakları”, “azınlık hakları”, “Müslümanlar”, “duruşmalar”, “protesto nümayişleri”, “zamlar”, “şoför direnişleri”, “polis istekleri”, “Çingene protestoları”, “getto isyanları”, “ses kirliliği”, “sağlık, eğitim ve sosyal problemler”, “gensoru” vb. Son 6 ayda gerçekleştirilen en güçlü protesto gösterileri şunlardı: PSofya’da meclis önünde polis, itfaiyeci, gardiyan gösterileri: Bu eylemler İçişleri Bakanlığına karşılıksız verilen 100 milyon leva ile durduruldu. P “Bansko” kış sayfiyesine ikinci teleferik istekleri. PMadenci eylemleri. Yer altı işçileri 20 yıl mesaiden sonra emeklilik hakkı istediler. Birçok maden kapandı. - Sağlık işçileri direnişleri. Hastane ve kliniklerin kapanmasına son verilmesini istediler. Hemşire ve ebe, sağlık personeli maaşlarının yükseltilmesi be hastane borçlarının bir defalık olmak üzere Sağlık Bakanlığı tarafından ödenmesinde direndiler. - TIR şoförleri direnişleri. Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un dayattığı yeni trafik kurallarını protesto ettiler. Bulgar bütçesinde 3. Kalem TIR taşımacılığıdır... - Otobüs şirketleri sahipleri Finans oligarşi çatısı altına girmeyi kabul etmediler. 720 otobüs Sofya’yı kuşattı. - Özürlü çocukların annelerinin Meclisi kuşattı kuşatma. Sosyal işler Bakanı ve Bakan yardımcısı istifa etti. Sorunlarının bir türlü çözüm bulmayışı sosyal gerginlik yarattı. Ülkede 97 bin özürlü çocuk var ve sorunlarının çözülmesi için toplam 300 milyon leva gerekmektedir. Halk direnişlerinin merkezi Sofya oldu. Şairler “halk bunaltıldı” dedi. Bu tanımın anlamı Bulgaristan’da yaşayanları etkiledi. İki ucunu bağlamakta güçlük çekenler Avrupa Konseyi‘nin gözü önünde “biz yoksulluktan bunaldık” dediler. AK heyetleri etkilenmedi. Bulgar halkı sefillikten ve çaresizlikten sıkıntıya girmiş ve içine düştüğü bunalımdan çıkması için AK kolları sıvamadı. Eğitimin dijitalleşmesiyle bunalım derinleşiyor. Bunun anlamında, bir insanın, bir yönetimin ve bir halkın söylediğini bilmez olması, unutmasıdır. Sesiz kitle kurumsal yaşamın dışında kalıyor. Şöyle bir sorun daha var. Avrupa Birliği kendisi derin bunalım içindedir. Bunalımın nedenlerini görmemiz gerek. “Bunalım” sözünün daha net anlaşılabilmesi


74

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

için, “dağılıyor”, “parçalanma süreci derinleşiyor” gibi değimlerle değiştirilmesi gerekir. 2016’da İngilizlerin ayrılma kararıyla birlikte, siyasi sözlüklere “breksit” girdi. 2019’da kadar göçmenler, kaçaklar ve sığınmacılar sorunları çözülemezse, Afrikalıların lastik botlarla Avrupa’yı istila etme akınları durdurulamazsa, İtalya AB’den çıkacağını açıkladı. Gelen kopmanın adı henüz konmadı. Bunu önlemek için 9 AB ülkesi NATO dışında ortak müdahale gücü oluşturmak istiyor. Bu ülkeler, Fransa, Almanya, İspanya, Portekiz, Hollanda, Avusturya vs dir. Bu silahlı güç, parçalanma ve dağılma eğimini askeri müdahale ile önleyecektir. Aynı zamanda AB, merkez ve etraf (çevre üye ülkeler) şeklinde ikiye bölünüyor. Merkezde ancak Almanya, Fransa, İspanya, Belçika ve Avusturya kalıyor. Polonya, Macaristan, Çekler ve Slovenler dörtlüsü artık gruplaşmış durumdadır. Bulgaristan yalnızca Romanya ile kenarda kalmaktan korktuğundan dolayı Batı Balkanlardaki 6 eski Yugoslavya ülkesinin AB ve NATO’ya çekilmesi siyasetini canlandırdı. Almanya’nın diretmesiyle Avrupa’daki sığınmacıların para karşılığı Arnavutluk’a yerleştirilmesi gündem oluyor. Çelişkili bir durum! Sığınmacıları dünkü gün davet edenler, bugün istemiyorlar. Afrikalılar için Libya’da “sığınmacı merkezi” kurulacaklarmış... Macron, sığınmacıların eski kıta dışında adalara çıkarılmasında ısrar ediyor. AK Sofya Toplantısında yeni büyük bir çatlak da Almanya’da belirdi. ARD televizyonu Başbakan An. Merkel’in istifasını istedi. Şimdiye kadar TV sunucuları Başbakanların istifasını istememişti. Sunucu “Avrupa Dayanışması”, “Merkel gitsin” dedi. Konu sığınmacılardı. Berlin hükümetinde Hıristiyan Demokrat ve Hıristiyan Sosyal Birlikleri (CDU/ CSU) temsil eden, Bayan Merkel’in istifası düşündürücüdür. Bütün bu gelişmeler TV’lerde gösterilen filmlerin % 60’ının Türk filmi olduğu, kitapçılarda satılan çağdaş konulu eserlerden % 12’sinin Türkçeden çeviri olduğu, Tarih kitaplarında Osmanlı devrinin birkaç bölüm aldığı, ülkede 2,2 milyon Müslüman vatandaşın yaşadığı, 2 binden fazla cami ve mescit olduğu, en sevilen tatlının baklava, en sevilen çorbanın işkembe ve paça çorbası olduğu vs ile belirlenen bir ortamda gerçekleşti. Ne ki hiçbir belgede Türk, Bulgaristan Türkleri, Türk kültürü vb değimler kullanılmadı. Bu kültürün taşıyıcısı Bulgaristan Türkleridir, denmedi. Onların anadillerinde edebiyatı, öz tarihleri var. Biz “hoşgörü”, “merhamet”, komşuluk sözlerini onlardan aldık, demediler. AK delegelerinde hiç biri Türk köylerimizden birini ziyaret etmedi. “Verin de şöyle bir ekşimiş ayran içeyim” demedi. Onlara “Güller vadisindeki güllerin, Türkler tarafından getirilip dikildiği, gül yağını ilk Türklerin damıttığı” anlaşılmadı. 30 yıl önce 280


Makale ve Analizler - 2018

75

bin ton tütün üreten bu vatandaşların bugün işsiz ve aç olduğu anlatılmadı. Oysa Bulgaristan’ın küçük ve büyük gerçeği onların nefes almasıdır. Ne ki, 24 Haziran seçimlerinde büyük önder Sayın Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve AK Parti’nin kesin ve görkemli zaferinden sonra durum ve söylev birdenbire değişti. Bulgarlar istediklerini ama söyleyemediklerini Sofya’da yaşayan ve siyaset analizcisi geçinen, Iraklı Dr. Muhammed Halef’e şu şekilde söylettiler: “Türkiye ile ticaret ve işbirliği istiyoruz. Başkan Erdoğan büyük lider! Türkiye bölgesel büyük devlet! Fakat Müslümanlar konusunda Bulgaristan’ın İçişlerine karışılmayacak...” Dış politika yorumcularından Zornitsa İlieva ise TV Avrupa’da, M.K. Atatürk’ün “Bulgaristan komşu ve dost ülkedir” sözlerini anımsattı. Bugünkü Türkiye’nin bir gözüyle Asya’ya bir gözüyle de Avrupa’ya, Bulgaristan’ın ise iki gözüyle de Batıya baktığını belirtti. AK Sofya dönem toplantısı “Güney Akım”, “Belene” 2. Nükleer Elektrik Santrali gibi sorunlara çözüm getirmedi. Son 6 ayda Sofya’da en fazla tartışılan konu “göç dalgasına çare bulmak” oldu. Kanzler Bayan Merkel’in 4. hükümeti yıkılınca, ardından 3. Borisov hükümetinin yıkılması endişesi yayıldı. Anlamı, güze erken seçimdir. Türkiye sınırından kuş uçurtmayacağına söz veren B. Borisov, kamaralı dikenli tel duvarlı sınır duvarı için AB’nden 160 milyon Euro aldı. Ne var ki, kaçakçı köstebekler telin altını deldiler. Türkiye sınırından Sırbistan sınırına kadar köstebek yolu açtılar. Parasını ödeyen sığınmacılar memleketimizden gece karanlığında, polislerimizin şekerleme yaptığı aralarda kayıtsız geçip Sırbistan’a kadar uzayabiliyorlar. Böylece, kaçak gelen yabancının ilk kaydı Bulgaristan’da yapılmadığından, geri çevrilme ve Sofya hükümetinin onları “sığınmacı olarak kabul edip yerleştirme” yükümlülüğü işlenmiyor. Bu uygulanma, Dublin Anlaşmasına göre geçerliyken, iltica süreci başvuru şartları mülteci, sığınmacı ve göçmen hakları ve bunların geri iadeleri ile ilgili çözülemeyen sorunlar yeni bir sözleşmeye kapı açmış bulunuyor. Avusturya ve Macaristan gibi ülkeler tek bir yabancıya vatandaşlık tanımayacaklarını ilan etti. AK dönem toplantısında, bu sorunların görüşüldüğü en önemli zirve Varna’da yapıldı. T.C. Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan ile Avrupa Konseyi Balkanı Donald Tusk ve Avrupa Komisyonu Başkanı Jean Cloude Juncker görüştüler. Sığınmacıların ve savaş kaçaklarının Türkiye’de tutulmasını sağlayan Antlaşmanın kusursuz uygulanması ve Ankara hükümeti tarafından izlenen Yakın Doğu siyaseti yüksek değer aldı. AB’nin çözemediği göç ve sığınmacı so-


76

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

runlarından kaynaklanan sorunların sıkıntısız ve zamanında etkin çözümünde kilit ülkenin Türkiye olduğu belirtildi. Terörle mücadele ve sığınmacı siyasetinin başarılı bir şekilde Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan tarafından çözüldüğünü taraflar kabul ederken, 24 Haziran seçimlerinden sonra, Batı basınında, muhalefet lideri Muharrem İnce’ye oy verenlere AB ‘yi vizesiz ziyaret hakkı tanınması gibi tek taraflı yorumlar belirmesi dikkat çekti. “Bild” ve “Spigel” gibi dergiler konuya yer ayırdı. Bizi bölmek ve birbirimize düşürmek isteyen zihniyetin yeni boynuzları sivriliyor. Bu bir tuzaktır. Konumuz, AK Sofya dönem toplantısı olduğundan dolayı, şu ya da bu gazete ve derginin öne attığı görüş veya önerinin ağırlığı ve geçerliliği konusunda şunları yazmak istiyorum. Bir defa, AB üyesi 28 devlet ile TC. Başbakanı Ahmet Davutoğlu hükümetinin 2015’te imzaladığı Antlaşma yürürlüktedir. Savaş kaçakları durdurulmuş ve vatanlarına geri dönme koşulları sağlanması için Afrin’in “Zeytin Dalı” harekâtından sonra, Münbiç operasyonu devam ediyor. Göçmen sorunlarının ancak T.C.’nin bölgesel liderliğinde çözülebileceği dünya kamuoyu tarafından kesin kabul ediliyor. AK Sofya dönemi toplantıları ile AK Parti, Sayın Tayyip Erdoğan ve MHP ‘nin 24 Haziran büyük seçim zaferi, bütün Avrupa’da olduğu gibi Bulgaristan’da da TÜRKİYE imajını değiştirdi. Seçmenin % 86 sandığa gitmesi Türkiye’yi demokratik dünya içinde kale durumuna getirdi. Dünya kamuoyu, Türk halkının gerçek liderinin Sayın Recep Tayyip Erdoğan olduğunu bir daha kesin gördü. Ve yine bu ikili seçim 2018 yılında meydana gelen çok önemli dünya olaylarının başına dizildi. Türk halkı her şeyden önce güvenli Türkiye, her şeyin üstünde hiçbir vatandaşının saçının tek teline dokunulamaz, bağımsız ve egemen, Yeni Türkiye dedi. Türk devleti bir jeostrajik ve jeopolitik güç oldu. Ekonomik olarak dünya onuna girmeyi hedeflemesi Avrupa’da nefes kesti. AK toplantılarında 21. Yüzyıla damga vuran İpek Yolu tartışmaya açılmadı. Bu projenin güvenliğinin bölgesel güçlerle sağlanacağına işaret edilmedi. Kafkaslar’da, Akdeniz bölgesinde, Yakın Doğu’da, Karadeniz’de ve Balkanlarda bu bölgesel gücün Türkiye Cumhuriyeti olduğuna da işaret edilmedi. Fakat basında çıkan yazılarda Türkiye’nin Avrupa ve Yakın Doğu açısından güvenlik kalesi bir merkez güç olduğu belirtildi. Basında “Türkiye tılsımı” kavramına rastlandı. Anlamında hem bölgesindeki devletleri ve halkları koruyacak, onların ekonomik kalkınmalarına motor olacak, hem de adalet güvencesi olacak Büyük Yeni Türkiye olduğu açıklandı. Yazılarımızın dip notu yoktur. Çünkü aktüaliteyi yansıtıyoruz. Türkiye dünyanın kaderini belirlemeye başlıyor.


Makale ve Analizler - 2018

77

Devam edecek. BGSAM internet sayfası “www.bghaber.org” sizin yayınınızdır.

Gösterişli AK Başkanlık Sofrası Kaldırıldı

Nedim Akın-27.Haziran.2018

Konu: Vedalaşma, “İnsan Ruhuna İyimler İnançla” Oldu. Sofya Milli Kültür Evi’nin (NDK) 5 bin kişilik büyük salonu dün gece (27 Haziran 2018) hınca hınç doluydu. Bulgaristan’ın Avrupa Birliği Konseyi 6 aylık başkanlık döneminin sona ermesi vesilesiyle 28 ülkeden konuklara bir konser verildi. Avusturyalı besteci Gustav Maler’in 8. Senfonisi olan, “Bin Yılın Senfonisi”seslendirildi. Sahnede 400 sanatçıdan oluşan senfoni orkestrası, çocuk ve karma koro yer alırken solistler de Viyana Operasından gelmişti. Avrupa Konseyi (AK) yeni dönem başkanlığı Avusturya’ya taşınıyor. Başkent TV programlarında Bulgar Başkanlığı konusunda yayınlanan söyleşilerde, AK delegelerinin Bulgaristan gerçekliğine siyah gözlükle baktığı dile geldi. Her hangi bir konuda sıradan insanları ya da her hangi bir sosyal veya etnik azınlık grubunun somut problemlerine çözüm önerisinde bulunulmadığı, gerçekten ihtiyacı olan kesime yöneltilen karşılıksız yardımların da otoriter şahısların çevresinden kişilerin işlettiği “yardım” kuruluşlarının elinde kaldığı ifade buldu. Çabalarını AK dönem toplantısına bağlayan vatandaşların umutları kursaklarında kaldı. Biraz tarihçe: Bulgaristan Avrupa Birliği üyelik davetini Avrupa Konseyi’nin 10 Aralık 1990’daki Helsinki toplantısında almıştı. Başbakan Jan Videnov (1995 - 1997) sosyalist hükümeti AB üyeliği için dilekçeyi 1996’da resmen sunmuştu. AB-Bulgaristan görüşmeleri Başbakan İvan Kostov (1997 - 2001) arasında başladı ve yürütüldü. AB’nin kapatılmasını istemediği sanayi tesisleri parası olana o dönem yok pahasına satıldı. Bulgaristan’ın AB üyeliği Başbakan Saks Koburggotsky (2001 - 2005) döneminde hazırlıklarını tamamlarken, 2004 yılında Türkiye Cumhuriyeti garan-


78

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

törlüğünde Bulgaristan Kuzey Atlantik Paktı’na (NATO) üye alındı. Ardından Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) Başbakanı Sergey Stanişev (2005 - 2009) yönetiminde 2007 yılında Avrupa Birliği üyeliğine resmen kabul edildi. O yıllarda hükümet ortaklarından biri Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) idi. Cumhurbaşkanı görevinde bulunan Georgi Pırvanov (2002 - 2012) da Müslüman ve soydaş seçmen oylarıyla seçilmişti. Bulgaristan’ın AB üyeliğinde önce 6 aylık “sıhhi süre” uygulanmıştı. 2013 yılına kadar devam eden bu sürede Bulgaristanlılar Fransa, Almanya ve diğer AB ülkelerinde kayıtlı, sigortalı işe giremedi. Sosyal, sağlık ve başka yardım alamadı. Yıllık izin kullanamadı. Bugün de Bulgaristan, Batı Avrupa ülkelerinde 2 milyondan fazla emekçisi çalışsa da tam entegre olmuş sayılmaz, ekonomik gelişmişlik düzeyi en geride olan ülkede nüfusun % 39’u AB sefillik çizgisinin altında yaşamakta, emekli maaşları kıyaslamasında son sırada bulunmakta, 13 binden fazla çocuk okula gidemediği gibi, azınlık çocuklarının anadilde eğitim almasına izin verilmemekte, özellikle Müslüman azınlığın geleneksel hakları ve yaşam tarzında var olmasına engel olunmaktadır. Nüfusun hemen hemen yarısını oluşturan, Türklerle Müslüman Pomaklardan ve Çingenelerden oluşan Müslüman etnik dil, din ve kültürel azınlık öz vatanlarında hor görülen bir cemaat durumundadır. Hıristiyan ve Avrupa uygarlık değerlerinden uzakta kalan bu halk kitlesi varoluşunu “dededen görme” sürdürürken, emeller binası yıkılmıştır. Bulgaristan Türkleri Avrupa Birliği’ne üye olurken, 20. Asırda içlerinde biriken manevi zulüm ağırlığından kurtulabileceklerini umut etmişlerdi, ümitleri alındı, hayalleri tamamen kırıldı. HÖH partisi bu konuda seyirci kalırken, Demokrasi için Sorumluluk, Hoşgörü ve Özgürlük (DOST) partisi Genel Başkanı Lütfi Mestan da hak ettiklerimi elde etmemiz için gerekli girişimlerde bulunmadılar. Göçmenler ve sığınmacılar. Son 6 ayda Sofya’da çalışan AK görevlilerini en fazla sıkıntıya sokan göçmenler ve sığınmacılar oldu. Önce bu iki kategori (2 tip yabancı) arasında ayrım yapılamadı. AK toplantıları dil bakımından çevirili olduğundan dolayı önce kavramların köküne ve anlamına bakmak gerekti. Göçmen (muhacir) anlamında Bulgarcada kullanılan söz Latin kökenli olup Almancadan “Der Emigrant” yani iltica etmiş yabancıdır. Örneğin son altı ayda ana çeviri dili olarak kullanılan Bulgarcada bu kavram ancak (emigrieren) “göçebe kuşlar” için kullanılırken, yeni sözlüklerde, bir bilgisayar sisteminden başka bir bilgisayar programına sıçramak şeklinde açıklanmıştır. Bulgaristan göç almamış bir ülke olduğundan Birinci Dünya Savaşlarından sonra Ege Trakya’sından, Vardar nehri


Makale ve Analizler - 2018

79

boyundan ve Makedonya içinden gelen nüfusa “bejansi” yani “kaçaklar, savaş kaçakları” denmiştir. AK komisyonlarının Dublin Göç Anlaşması’na göre çalıştığı dikkate alındığında, bu belgedeki “migrant” tanımı şudur: “Göç eden, bir devletten başka bir devlete iltica eden, gelip yerleşen kişidir.” 2015 - 2016 yıllarında Yakındoğu, Afrika ve hatta Uzak Doğu’dan akın eden insanların doğal afet veya savaş kaçağı olmadığı yani göç eden gruptan olmadığı ortaya çıktı. Dublin Anlaşmasına göre, iltica etmek isteyen, sığınmacı kaplarını dolduran bu insanların, anlaşma kapsamında olmadığı şaşkınlık yarattı. Gerçek buydu. Sığınmacıların büyük kısmı savaş olmayan ülkelerden gelmişti. Başbakan Bayan Angela Merkel ile Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron bu kavram kargaşası içinde kaldı. Macron, ancak “sığınmacılara” kanar gerebiliriz, ötekiler AB üyesi ilk kaydını yaptırdığı ülkeye dönsünler deyince, işler karıştı. AB Sofya Dışişleri Bakanları toplantılarında çözüm bulunamayınca, 29 Haziran’da AB Hükümet ve Devlet başkanları bu konuda bir çözüm bulmak için toplanıyor. Yani Sofya toplantılarında işler yarıda kaldı. Kanzler Bayan Merkel, Dublin Anlaşmasında 27 devlet tarafından kabul edilebilir değişiklikler yapılmasının kısa sürede olamayacağından hareketle, ikili üçlü, gruplu anlaşmalarla, kısa süreli çözüm bulunmasını önerdi. Bu konuda çok büyük değişikler yapabilmek için AB’nin ya parçalanması ya birkaç devlet grubu oluşturması ya da yönetim değişikliğine gitmesi zorunlu olmuştur. Çünkü “sığınmacı almak istemeyenleri cezalandırma” veya “ne pahasına olursa olsun yabancı kabul etmeme” gibi siyasi katılaşma süreci başlamıştır. Almanya Yabancılar Bakanı, 29 Haziranda AB zirvesinden karar çıkmazsa, “Almanya’nın sınırlarını kapatacağını” ve “sığınmacıların girdikleri ülkelere geri döndürüleceğini” bildirdi. Yaşlanan eski kıta çaresizlik içindedir. Öteyandan çok etkin bir yeni yöntem bulunmuştur. İki örnek: 1- Sığınmacı ve kaçak kabul etmeyen ülkeler Lüksemburg uluslararası mahkemesine verilmiş ve çıkan son kararlarla sığınmacı almaya zorlanıyorlar. 2- Macaristan yabancılara vatandaşlık vermeyi yasaklayan kanun çıkarınca, Tuna nehri üzerinde 17 köprüsü olan Budapeşte’de yapılması planlanan 18. Köprünün ödenekleri Brüksel tarafından durdurulmuştur. Avrupa Birliği iç yaptırımları uygulanmaya başladı. AK Sofya Kararları Bulgaristan’dan 1.500 uzman kişi ile 2000 koruma görevlisinin katıldığı Sofya NDK toplantılarında, bir AB ülkesinden başka bir AB ülkesine memur


80

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

giden görevlilere aynı yol, konaklama ve günlük ücretim ödenmesi dışında, direk olarak ülkeyi ve halkını ilgilendiren kararlar alınmadı. Dosyası kapanan 77 konu genelde dış siyaset ve uluslararası ilişkiler kapsamındandır. Bulgar basını, son altı ayın en önemli olayı olarak, T.C. Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan ile Avrupa Birliği (AB) Konsey Başkanı Donald Tusk ve Avrupa Birliği (AB) Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker’in Varna görüşmesini belirtti. İkinci önemli olay olarak ise, Avrupa Birliği üyesi ülkeler hükümet Başkanları ile Batı Balkan ülkeleri Başbakanlarının Sofya görüşmesi ve bir ortak İyi Niyet Bildirisi imzalamaları ortaya çıktı. 50 bin yabancı siyaset adamı ve basın mensubunun ziyaret ettiği Sofya’da, yine aynı dönem içinde, AK yönetiminin de fiili desteğiyle Bulgaristan Cumhuriyeti ile Makedonya Cumhuriyeti arasında bir Dostluk ve İşbirliği Anlaşması imzalandı. Bu anlaşma ile iki devlet arasındaki toprak, dil ve kimlik sorunları şimdilik ortadan kaldırıldı. Makedonya’nın NATO ve AB üyeliği yolu açıldı. Bu arada Batı Balkan ülkelerinin AB üyeliğine çekilmesinin bölgedeki Büyük Yeni Türkiye etkisine engel olmak için önem kazanmıştır. Aynı dönemde T.C. Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın Saray Bosna’ya yaptığı ziyaret ve Balkanlardaki Müslüman miras ve birikim ve onun onarılarak korunması ve bakımının daha yüksek bir düzeye çıkarılması konusundaki konuşması çok geniş etkilendi. Balkanlar konusu ile ilgili yorumlarda, yapılan hatırlatılmalarda, Moskova’da 28 Temmuz 1948 tarihinde Kom İNFORM BÜRO tarafından alınan bir kararla, Yugoslavya Federatif Sosyalist Cumhuriyeti’nin Doğu Avrupa Blokundan koparıldığı, 1992 yılında yeniden parçalandığı ve bağımsız ülkeler arasındaki toprak, devlet ismi, bayrak, anayasa ve başka sorunların çözülemediği konu olmuştur. 1984 yılında, Bulgaristan’da devlet zulmüyle Türk isimlerinin Bulgar isimleriyle değiştirilmesinden sonra, uluslararası otoritesi tamamen sıfırlanan Bulgaristan’ın 35 yıl gibi bir sürede 28 ülkeye ev sahipliği yapacak bir duruma gelmesi dikkat çekicidir. Bu altı ay içinde Türk ve Arap isimlerinin top nimlerin değiştirilmesine devam edilmiş, Eski Zata (Stara Zagora)’da 850 yer ismi değiştirilmiştir, fakat AB’nden çıt çıkmamıştır. Tepki gelmemiştir. 6 ay boyunca konuk delegeler gece çalışmış, gündüzleri ön hazırları Kültür Bakanlığınca yapılan pilot bölgeleri ziyaret etmiş, şarkı dinlemiş, halk oyunları seyretmiş, yemiş içmiştir. Ne ki hiçbir Çingene gettosu, Türk köyü, kapanmış okul ve hastane, insansız kasabaların hiç biri gösterilmemiştir.


Makale ve Analizler - 2018

81

Şu da var, AK Başkanı olan Başbakan Borisov hakkında, nefes almaya devam eden, gizli BKP’nin, GERB içindeki aşısı olduğu iddia edilirken, iktidar partisinin meclis grubu başkanı Ts. Tsvetanov’un diktatör Todor Jivkov zamanında “DS” - milli istihbarat şefi Grigor Şopov’un özel şoförünün oğlu olduğu açıkça konuşulmasına karşın, çok başarılı büyük bir operasyon gerçekleştirildi. Yakında ejderha başını kumdan çıkardı ve BKP Bulgaristan’da iktidar oldu” haberini işitirsem artık şaşmak. 6 ay süren bu AK etkinliğini baştan sona BKP Merkez Komitesi eski üyesi Pavlov’un kızı, (dedesi “Çavdar” partizan müfrezesindendir), günümüzde Bulgaristan Başbakan Yardımcısı ve AK Sofya Konsey Toplantısı Başkanı Lilyana Pavlova yönetilmiştir. Yabancılara Bulgaristan’ın yalnız ışılak ve parlayan yüzü gösterilmiş, gerçekler gizlenmiştir. 50 bin kişi 6 ay yedirildi ve içirildi... Bulgaristan’ı kim nasıl anlatıyor diye inceleme yapan bir komisyon kurmuşlar, bizden başka gerçekleri yazan yok. Pazarda al boya kalmamış. Hepsi fırçacı... Sofya Halk Meclisi önünde 180 günden beri ardı arkası kesilmeyen gösteri miting ve düdük sesleri kem gözlerden uzak tutuldu. Son gün özürlü anneler meclis önünden Kültür Sarayı önüne taşındılar ve isteklerini yazılı olarak dağıtarak duyurmaya çalıştılar. Avrupa değişiyor. Avrupa Konsey etkinliklerine katılanlar Bulgaristan gerçeklerini göremediler. Hitler’in Gaz kamaralı ölüm kampları çalıştırdığını ve bunlarda Yahudi ve Çingeneleri, Rusları yaktığını dünya 1948’de öğrendi. Bugün Bulgaristan’da gettolarda yaşayanların kaderi belki de 22. Yüzyılda öğrenilecek. Avrupa’da son 3 yılda 23 bombalı saldırı oldu, 233 kişi öldü. Avrupa’da yasal düzen çöktü. Macaristan lideri Orban devlet sınırlarına 2 kat tel sınır gerdi, 12 bin asker 3 nöbet sınır bekliyor, hiçbir yabancıya vatandaşlık vermeyeceğine yasak çıkardı. Bulgar Başbakan Yardımcısı, Savunma Bakanı ve İç Makedon Devrim Örgütü VMRO Başkanı Makedonlara Bulgar Pasaportu dağıtmaktan 28 milyon leva kazanmış. AK dönem toplantısının son ayında yeni 1000 yabancıya Bulgar yani AB pasaportu verildi. Bu kişilerden birçoğunun AB içinde kırmızı bültenle aranan katil, terörist, kaçakçı olduğu TV yayınlarına düştü. Yine AK dönem toplantıları yapılırken 2 uçak “şüpheli” yabancı Sofya Uçak Alanında Pasaport kontrolünden geçmeden ülkeye giriş yaptı. Avrupa Konsey toplantılarının son gününde, BG Bakanlar Kurulu özel bir oturum yaparak, Ukrayna’daki 160 yıllık Volgrad Lisesi’nin onarımı, bakımı ve gerekli kitap araç gereçle donatılması için gerekli görülen ödeneği havale et-


82

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

meye karar aldı. Bu paralar Türklerin, Pomakların ve Çingenelerin alın teridir. Bize anaokulu ilk ve ortaokul açtırmayanlar, anadilimizde konuşmamızı yasaklayanlar, çocuklarımızın anadilimizde eğitim almalarını yasaklayanlar paralarımızı, bize sormadan, Ukrayna, Arnavutluk, Kosova, Sırbistan, Makedonya ve daha 150 ülkedeki Bulgar okullarına, kütüphanelerine ve kültür - spor kulüplerine havale ediyorlar. AK dönem toplantıları hepsi için bayramdı... Uyan kardeşim uyan!

Kara Kuvvetlerimizin 2227. Yılı Kutlu olsun

Oya Canbazoğlu Dirier-28.Haziran.2018

Türk Kara Kuvvetleri Tarihçesi Cumhuriyet Dönemi Öncesi Türk Kara Kuvvetleri Kara Kuvvetlerinin kuruluş tarihi olarak, Büyük Hun İmparatoru Mete Han’ın tahta çıkış tarihi olan M.Ö. 209 yılı esas alınmıştır. İlk kez Mete Han tarafından M.Ö. 209 yılında kurulan düzenli Türk Kara Ordusunda sayı itibarıyla 10 bin atlıdan oluşan en büyük birlik, “Tümen” olarak adlandırılmış, tümenler binlere, binler yüzlere, yüzler onlara ayrılmış, her birinin başına tümenbaşı, binbaşı, yüzbaşı ve onbaşı rütbelerine sahip birer komutan görevlendirilmiş ve aşağıdan yukarıya doğru emir - komuta zinciri içerisinde birbirine bağlanmıştır. Mete Han ile tarih sahnesine çıkan bu teşkilatlanma modeli günümüze kadar uzanan yelpaze içerisinde hüküm süren diğer Türk devletleri ile süregelmiş, özellikle Göktürkler, Uygurlar, Selçuklular ve Osmanlılar döneminde Türk Ordusu dünyanın sayılı ordularından birisi olmuştur. 1040 yılında Dandanakan Meydan Muharebesi’nde Gaznelileri yenerek bağımsızlığına kavuşan, 26 Ağustos 1071 Malazgirt Meydan Muharebesi’nde Bizanslıları yenerek, Anadolu’yu yeni bir Türk yurdu yapan Büyük Selçuklu Devleti’nde, Kara Kuvvetlerinin teşkilat ve eğitimi sağlam esaslara bağlanmıştır.


Makale ve Analizler - 2018

83

Büyük Selçuklu Devleti’nden sonra, Anadolu Selçukluları ve Mısır Türk Memlukları da mükemmel ordular meydana getirmişlerdir. 1299 yılında kurulan Osmanlı İmparatorluğu hızla büyüyüp güçlenmiş bu güçlenmeye paralel olarak da , 1363’den itibaren Anadolu dışına çıkan Osmanlı orduları; batıda Sırpsındığı, Kosova, Niğbolu, Varna, İstanbul’un Fethi ve Mohaç; doğuda Çaldıran, Mercidabık ve Ridaniye muharebelerinde büyük zaferler elde etmişlerdir. Osmanlı ordusunun teşkilatlı bir şekilde ortaya çıkışı ise, Sultan I’inci Murad zamanında olmuştur. Tarihte ilk süvarili ordu olma niteliğini taşıyan Osmanlı Ordusu, önceleri yalnızca Atlı Akıncılardan oluşmakta iken, daha sonraları yaya birliklerin de katılmasıyla Yeniçeri Ocağı adı altında sürekli bir yapıya dönüştürülmüştür. İmparatorluğun yükseliş dönemlerinde elde edilen zaferlerde Yeniçeri Ocağı önemli rol oynamıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun gerileme devri ile birlikte etkinliğini yitiren Yeniçeri Ocağı, 15 Haziran 1826’da başlayan Yeniçeri Ayaklanmasının bastırılmasını müteakip kaldırılmıştır. Bu ordunun yerine “Asakiri Mansure-i Muhammediye” adı ile yeni bir ordu kurulmuştur. Bu gücün temelini “Kol” adı verilen taburlar oluşturmuştur. Yine bu teşkilat devresinde; 1834 yılında orduya komuta edecek subayları yetiştirmek amacıyla, “Mekteb-i Harbiye-i Şahane” adıyla Kara Harp Okulu açılmıştır. Tanzimat Fermanı’ndan 4 yıl sonra, 1843’te, yeni bir düzenlemeye gidilerek, beş yıllık hizmet süresine tabi personelle oluşturulan beş ordu kurulmuş ve 1848 yılında yapılan bir değişiklikle ordu sayısı altıya çıkarılmıştır. Mekteb-i Fünun-u Harbiye-i Şahane olarak adlandırılan Harp Akademisi, 20 Temmuz 1848 yılında İstanbul’da kurulmuştur. Diğer yandan, bu dönemde askerî okullar da çoğaltılmış ve lise seviyesinde askerî okullar; 1845 yılında İstanbul ve Bursa’da, 1846 yılında Edirne ve Manastır’da, 1847 yılında Şam’da, 1872 yılında Erzurum’da ve 1875 yılında Bağdat’ta açılmıştır. Bunlar Harp Okulunun öğrenci kaynağını teşkil etmiştir. Bu askerî liselerden sadece İstanbul’da bulunan Kuleli Askerî Lisesi eğitim öğretimine devam etmektedir. İkinci Meşrutiyetin ilanıyla birlikte, idari alandaki yeniliklere paralel olarak, ordu teşkilatında yeni bir düzenleme yapılmak suretiyle silah ve malzeme miktarı artırılmış ancak, Trablusgarp ve Balkan Savaşları nedeniyle ordudaki gelişmeler sekteye uğramıştır. Bunun hemen arkasından girilen I’inci Dünya Savaşı’nda Galiçya’dan Yemen’e ve Kafkaslara kadar uzanan cephelerde kısmi başarılar kazanan Türk Ordusu, Çanakkale Zaferi ile tarihe adını altın harflerle yazdırmıştır. Değişik cep-


84

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

helerde elde edilen başarılara rağmen, 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Mütarekesi’nin ağır hükümleriyle karşı karşıya kalmıştır. Mondros Mütarekesi’nin hükümlerine göre, vatan sözde galip devletler tarafından küçültülmüş, kara kuvvetlerinin mevcudu indirilmiş, silahları elinden alınmış, vatan toprakları işgal edilmiştir. Türk Ulusu, işgalleri tanımayarak direnişe geçmiş, memleketin her tarafında oluşan gönüllüler ve milis grupları faaliyet göstermeye başlamıştır. Dağınık hâlde ve küçük birlikler şeklindeki unsurların çabaları ile arzu edilen başarıları sağlamanın mümkün olamayacağını gören Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları, düzenli ordunun kurulması için 1920 yılı ortalarından itibaren çalışmaya başlamış, sonuçta Batı Cephesi Komutanlığı teşkil edilmiştir. Tüm olanaksızlıklara rağmen büyük güçlükler altında teşkil edilen bu ordu sayesinde I inci ve II nci İnönü Savaşları ile “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır, o satıh bütün vatandır” parolası ile Sakarya Meydan Muharebesi kazanılmış, 26 Ağustos 1922 tarihinde Yunan ordusuna karşı başlatılan Büyük Taarruz ve devamında Mustafa Kemal Paşa’nın bizzat Başkomutan sıfatıyla yönettiği Başkomutanlık Meydan Muharebesi büyük bir zaferle sonuçlanmıştır. Bozguna uğrayan ve kaçan düşmana karşı Mustafa Kemal Paşa’nın 1 Eylül 1922 tarihinde “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!” diyerek verdiği emri ile düşmanın 9 Eylül 1922 tarihinde denize dökülmesi sağlanmış ve Anadolu işgal edilmekten, Türk Ulusu ise esaret altına alınmaktan kurtarılmıştır. Böylece vatanın bütünlüğü ve Türk devletinin kayıtsız ve şartsız istiklali bütün dünya tarafından tanınmıştır. Kara Kuvvetleri Birlik Sembolü P 4 adet büyük yıldız; Kara Kuvvetleri Komutanlığının seviyesini, PBordo zemin üzerine ay yıldız; Türk Milletinin emrinde olunduğunu, PKılıç ve meşe yaprağı çelenk; Kararlı ve güçlü Kara Kuvvetlerini, P Atatürk Silüeti; En büyük Komutan olan Atatürk’ün Kocatepe’deki sembolünü, P Defne yaprakları; “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” ilkesini, P 16 adet küçük yıldız; Tarihte kurulmuş 16 Türk Devletini, P M.Ö. 209 rakamı; Kara Kuvvetlerinin kuruluş yılını temsil eder.


Makale ve Analizler - 2018

85

Cumhuriyet Dönemi Türk Kara Kuvvetleri Atatürk’ün önderliğindeki Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda kazanılan zafer sonunda, Türk Kara Kuvvetleri, Cumhuriyet Döneminin başında ikişer tümenli dokuz kolordu ve üç süvari tümeninden oluşan üç ordu müfettişliği hâlinde teşkilatlandırılmıştır. 1923 - 1939 Dönemi: Kurtuluş Savaşından sonra; memleket içinde kalan silah, araç, gereç ve donatım toplatılmıştır. Gerekli olanların ıslahı yapılarak ordunun kuruluş ve kadrosuna katılmıştır. Sürekli gelişen silah ve malzeme teknolojisini izleme, inceleme ve muayene için, bir “Fen ve Sanat Dairesi” kurulmuştur. 16 yıl içinde; ordunun tüm giyecek ve diğer levazım ihtiyaçları ile silahlı kuvvetlerin donatım malzemesi, millî fabrikalarda yapılacak hâle gelmiştir. Kara Kuvvetlerinin silah ve malzemesini tamir ve ıslah için, Ankara’da askerî fabrikaların temeli atılmış ve faaliyete geçirilmiştir. 1934’te Lüleburgaz’da ilk tank birliği kurulmuştur. 1936 yılında Kara Harp Okulu ve Harp Akademisi yeniden öğrenime başlamıştır. 1939 - 1945 Dönemi: 1939 yılı, Türk Silahlı Kuvvetlerinin ve Kara Kuvvetlerinin gelişimi açısından önemli bir yıldır. İkinci Dünya Harbi tehlikesi Türkiye Cumhuriyeti’nin de kapılarını çaldığından, ihtiyaçların seferi kuruluşa göre karşılanması gerekiyordu. Bu maksatla çeşitli safhalarda aşağıdaki faaliyetler gerçekleştirildi. P Kara Kuvvetlerinin seferi duruma geçmesi ve seferde teşkil edilecek tümenlerin kurulmasıyla, barıştaki 10 olan kolordu sayısı, 15’e çıkarılmıştır. P Paraşüt birlikleri teşkil edilmiştir. P Batı Anadolu’daki birlikler takviye edilmiştir. P Doğu sınırlarımızdaki birliklerimiz takviye edilmiştir. PDoğuda ve batıda iki cephede de yeterli derecede kuvvetli olabilmek için, bütün sınıflar silah altına alınarak, eksik bulunan muhabere ve istihkâm birliklerinin, zırhlı tugayların ve ölçme alaylarının kadroları takviye edilmiştir. Barışta bütçe yetersizliği nedeniyle teşkil edilememiş, ağır makineli tüfek bölükleri, koşulu ve çakılı topçu bataryalar ve nakliye kolları kurulmuştur. 1945 - 1952 Dönemi: 1949 yılında Kara Kuvvetleri Komutanlığı kurulmuştur. Bu tarihe kadar, ordu komutanlıkları harekât ve eğitim yönünden Genelkurmay Başkanlığına,


86

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

personel ve lojistik destek bakımından ise Millî Savunma Bakanlığına bağlı bulunuyorlardı. 1950 yılından itibaren ise Kara Kuvvetleri Komutanlığı, bütün sınıf okulları ve eğitim merkezlerini bünyesine almıştır. 1950 yılında Kore Harbi’nin çıkması üzerine Kara Kuvvetlerinden bir Tugay büyüklüğünde bir kuvvet, Birleşmiş Milletler Ordusu’na katılmak üzere Kore’ye gönderilmiştir. 1952 - 1992 Dönemi: Türkiye 1952 yılında NATO üyesi olmuştur. Türkiye’nin NATO’ya üye olmasından sonra Kara Kuvvetlerinin bütün sınıfları NATO standartlarına göre modern silah ve teçhizat ile donatılmıştır. Hava savunma topçu birlikleri kurulmuş ve Nike füzeleri ile tedarik edilmiştir. 1957 yılında Kara Havacılık Okulu kurulmuştur. 1966 yılında, Ankara’da 4’üncü Kolordu Komutanlığı kurulmuştur. 1974 yılında Kıbrıs Barış Harekâtı icra edilmiş ve Kıbrıs’ta kolordu seviyesinde Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığı kurulmuştur. 1975 yılında İzmir’de Ege Ordu Komutanlığı kurulmuştur. Bu dönem içindeki diğer gelişmeler ise şunlardır: P Eğitim Komutanlığının Teşkili (1985): 25 Temmuz 1985 tarihinde Kara Kuvvetleri Eğitim Komutanlığı kurulmuştur. Kara Kuvvetleri Eğitim Komutanlığının adı 1994 yılında Kara Kuvvetleri Eğitim ve Doktrin Komutanlığı olarak değiştirilmiştir. P Lojistik Komutanlığı Teşkili (1988): Kara Kuvvetlerinin lojistik faaliyetlerini modern harbin gereklerine uygun olarak daha rasyonel ve etkili bir şekilde yürütmek amacıyla; Kara Kuvvetleri Karargâhı ile ordu ve bağımsız kolordular arasında icracı bir komutanlık olan Lojistik Komutanlığının kuruluşu 1988 yılı sonunda tamamlanmıştır. P Hudut emniyeti: 10 Kasım 1988 tarih ve 3497 sayılı “Kara Sınırlarının Korunması ve Güvenliği” hakkındaki Kanun gereğince, kara hudutlarının korunması görevi Kara Kuvvetleri Komutanlığının sorumluluğuna verilmiştir. P Tatbikatlar: 1986 yılından itibaren, komutanların ve birliklerin muharebe ortamında iki taraflı harekâtta bulunmalarını sağlamak, kıta sevk ve idare eğitim seviyesini


Makale ve Analizler - 2018

87

yükseltmek maksadıyla, her yıl bir ordu bölgesinde Mehmetçik tatbikatlarının icrasına başlanmıştır. 1992 - 2010 Dönemi: 1990 yılında Varşova Paktı’nın çöküşü ve SSCB’nin dağılmasıyla dünyada güç dengeleri altüst olmuş ve belirsizlikler ortamına girilmiş, soğuk savaş dönemi sona ermiştir. Bu kapsamda; büyük birçok devlet ordularını küçültüp sayıca daha az, fakat daha etkin ordular oluşturmaya başlamışlardır. Bu dönemde; Türkiye’ye yönelik tehditler, Avrupa Konvensiyonel Kuvvetler Antlaşması (AKKA)’nın getirdiği sınırlamalar, Kara Kuvvetlerinin zafiyet sahaları dikkate alınarak; P Geleceğin muharebe ortamına uyum sağlayabilecek, P Hareket kabiliyeti ve ateş gücü yüksek, P Düşmanı derinlikten itibaren tespit, teşhis ve tanıma imkânı olan, P Gece muharebe etme yeteneğine sahip, P Beka kabiliyeti yüksek, P Elastiki ve çok maksatlı kullanıma imkân veren, PYeterli büyüklükte, P Sevk ve idaresi kolay, P Personel tasarrufuna imkân sağlayan ve etkili bir seferberlik sistemine dayanan, P Tabur, tugay, kolordu ve ordu kuruluşlarını esas alan bir kuvvet yapısı hedeflenmiştir. Bu kapsamda tümen teşkilatı yerine , birlikler tugay şeklinde teşkilatlandırılmış ve kolordulara bağlanmıştır. Ayrıca, hareket kabiliyeti ve ateş gücünü artırmak maksadıyla; tugaylar ağırlıklı olarak zırhlı ve mekanize birlikler hâlinde teşkil edilmiştir. Keşif, gözetleme ve hedef tespit imkânlarının artırılması maksadıyla, 2007 yılından itibaren; Ordu Komutanlıkları kuruluşuna Taktik ve Mini İnsansız Hava Aracı Sistemleri (İHAS)nin yer aldığı İnsansız Hava Aracı Tabur, Bölük ve Takımları,Tugay ve Alay Komutanlıklarının kuruluşuna Mini İnsansız Hava Aracı Sistemleri Timleri ilave edilmiştir. Merkezi yetenek havuzlarının oluşturulması kapsamında Muhabere Elektronik Bilgi Sistemleri Birlikleri yeniden yapılandırılmış Ordu Komutanlıklarında Muhabere Elektronik Bilgi Sistemleri Alay Komutanlıkları teşkil edilmiş


88

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ve Elektronik Harp Birlikleri Muhabere Elektronik Bilgi Sistemleri Alay Komutanlıkları kuruluşlarına dâhil edilmiştir. Lojistik Yönetim Sistemi (LYS) projesi ile ikili ikmal ve üçlü bakım sistemine geçilmiştir. Bu kapsamda Kara Kuvvetlerinin lojistik teşkilatı; Kara Kuvvetleri Karargâhından, Tabur/Müstakil Bölük seviyesine kadar her kademede yeniden yapılandırılmıştır. Kimyasal Biyolojik Radyolojik Nükleer (KBRN) birlikleri 1997 yılında yeniden teşkilatlandırılmıştır. Hava savunma sınıfının, topçu sınıfından ayrılarak ayrı bir sınıf hâline getirilmesi 4185 sayılı Yasa ile kabul edilmiştir. Buna paralel olarak hava savunma birlikleri yeniden teşkilatlandırılmış, Topçu ve Füze Okulu bünyesinde kurulan Hava Savunma Okulu, 1998 yılında Çekmeköy Kışlası’na taşınmıştır. 2008 yılında Konya’ya konuş değiştirmiştir. 1999 yılında, Ankara’da faaliyete başlayan Kara Kuvvetleri İstihbarat Okulu, 2003 yılında lağvedilerek TSK İstihbarat Okulu ile birleştirilmiştir. 2010 yılına kadar Kara Kuvvetleri Komutan’lığına bağlı olarak faaliyetlerine devam eden TSK İstihbarat Okulu bu tarihten itibaren Genelkurmay Başkanlığına bağlanmıştır. Eğitim ve öğretim faaliyetlerini hâlen, Ankara’da sürdürmektedir. Kara havacılık birliklerinde tek elden emir komuta tesis etmek ve seferde uygulanacak komuta yapısına barıştan itibaren geçmek maksadıyla; 15 Ağustos 2003 tarihinde, Kara Havacılık Komutanlığı kurularak Kara Kuvvetleri Komutan’lığına bağlanmıştır. İstihkâm birlikleri 2006 yılında yeniden yapılandırılmıştır. Bu kapsamda; 1’inci Ordu ve 2’nci Ordu’da İstihkâm Alayı, 3’üncü Ordu ve Ege Ordu’sunda İstihkâm Taburu seviyesinde istihkâm yetenek havuzları teşkil edilmiştir. 2007 yılında Sınıf Okulu ve Eğitim Merkezi Komutanlıkları ile Eğitim Tugay Komutanlıkları Kara Kuvvetleri Eğitim ve Doktrin Komutanlığı’na bağlanmıştır. Yurt içinde olduğu kadar yurt dışında da Türk Silahlı Kuvvetlerini en iyi şekilde temsil eden Türk Kara Kuvvetleri, barışı destekleme harekâtlarına bugüne kadar önemli katkılarda bulunmuş ve bulunmaya devam etmektedir. Bu kapsamda Türk Kara Kuvvetleri aşağıdaki uluslararası harekâtlara katkıda bulunmaktadır. PBosna Hersek’te icra edilen ALTHEA Harekâtı kapsamında; BM Güvenlik Konseyi’nin kararına istinaden ilk olarak 04 Ağustos 1994 tarihinde Alay seviyesinde birlik ile harekâta katılmıştır. Bu tarihten itibaren Alay/Bölük seviyesinde değişen birlikler görevlendirilmiştir.


Makale ve Analizler - 2018

89

P 13 Temmuz 1999 tarihinden itibaren; Kosova’da meydana gelen çatışmaların engellenmesi maksadıyla Kosova Gücü (KFOR) Harekâtına katkı sağlamak amacıyla Kosova’da Alay/Bölük seviyesinde değişen birlikler görevlendirilmiştir. PUluslararası Güvenlik ve Yardım Kuvveti (UGYK) Harekâtı kapsamında 16 Ocak 2002 tarihinden itibaren Afganistan’a Tugay/Bölük seviyesinde değişen birlikler görevlendirilmiş, 2011 yılına kadar geçen süre içerisinde de Türkiye iki defa Uluslararası Güvenlik ve Yardım Kuvveti liderliği, iki defa da Kabil Bölge Komutanlığı liderliğini üstlenmiştir. Hâlen Kabil Bölge Komutanlığı liderliğini 3’üncü defa yürütmekte ve Tugay seviyesinde birlik ile katkı yapılmaktadır. P Türkiye, BM Lübnan Geçici Kuvveti (United Nations Interim Force in Lebonan - UNIFIL) Harekâtına 20 Ekim 2006 - 01 Eylül 2013 tarihleri arasında bölük seviyesinde birlik ile katkı sağlamıştır. Sonuç olarak; Türk Kara Kuvvetleri, “Türk Birliğinin, Türk Kudret ve Kabiliyetinin, Türk Vatanseverliğinin Çelikleşmiş Bir İfadesi” olan Silahlı Kuvvetlerimizin bir parçası olarak her zaman yüce milletimize layık olma azmi ve kararlılığı içinde ve onun emrinde olmanın şeref ve gururunu taşımaktadır.

Bu Okula Çingeneler Kayıt Yaptıramaz

Şakir Arslantaş-29.Haziran.2018

Konu: Bulgaristan Çingenelerinin çekileri Konuma girmezden önce ajans haberlerine bir göz atarken, “Faktor bg.” şu haber beni şok etti: “14 boş yer olmasına rağmen, Çingene asıllı çocukların okul kaydı yapılmaz!” Bu okul, Batı Bulgaristan’ın Pirin - Karasu (Struma) bölgesindeki il merkezi, Eskicuma (Blagoevgrad) şehrindeki 9. Okul’dur.


90

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu şehirde Çingene çocuklarının gidebileceği ancak devlet okulları var. Onların kapısına “Çingene Çocukları alınmaz!” yazdığına göre bu insancıkların çocukları sokaklarda, gettolarda, mahalle arasında ne yapacak. Hangi Avrupa Birliği (AB) kültürüne, 21. Yüzyılın hangi medeniyetine karışacaklar? Bizde Çingenelerin isimleri, baba adları, ana adları ve soyadları daha 1962’de değiştirildi. 1879 Tırnova Anayasasında bu vatandaşlar eşit haklı Müslüman vatandaşlardı. Sonra Bulgar Kırallığı vatandaşı oldular. 1948’de sosyalist Bulgaristan’ın eşit halklı vatandaşı oldular. Son 56 yılda adlarını, öz kimliklerini tamamen yitirdiler. Gettolarda konuşulan 300 - 500 sözlük Çingene lehçesiyle durumu idare etmeye çalışıyorlar. Resmi dil olan Bulgarcayı okulda öğrenmezse nerede öğrenecekler? Okul görmeden nasıl kültürlü olacaklar? Çalmaktan kapmaktan, sokak süpürmekten nasıl kurtulacaklar? Eğer Bulgar ana babalar, öğretmenler, okul müdürleri, faşistle şen kamuoyu Çingene çocuklarını okullara kabul etmek istemiyorsa, AB karşılıksız fonlarından Çingene On Yıllığı, Çingeneleri entegre etmek için gönderilen paralardan gettolara saray gibi okullar, kütüphaneler, kültür köşkleri spor tesisleri kurulmasına engel olan nedir? Ayrımcılığın bu kadar ileri gideceğini gerçekten düşünememiştim. Avrupa 1942’lere mi dönüyor! Eski kıta sağ kayıyor, Avusturya’da, Almanya’da ve bu arada özellikle Bulgaristan’da siyasi sağcılık aldı yürüdü, “yurtseverlik maskesi” takan aşırı sol ve sağcı partiler, açık saldırgan yöntemlerle iktidara tırmandı ve faşizan bir rejimi köy köy kasaba kasaba, il ve ilçelere yerleştiriyorlar. Bu gelişmelerin ve tırmanışın ardında 20. Yüzyılda 100 milyon Avrupalının ölümüne neden olan faşist başı Adolf Hitlerin şu fikirleri yatıyor. Adolf Hitler, KAVGAM, “Zayıfa acımak doğaya ihanettir.” Sayfa 242, Bölüm Irk ve Millet. “Daha güçlü olanın rolü hükmetmek olmalıdır, daha zayıf olanla kaynaşmak değil. Eğer güçlü olan böyle davranmazsa, kendi büyüklüğünü feda etmiş olur.” O, istenmeyen azınlıkların enerjisinin, yeteneklerinin, canlılığının, tarihleri olduğu bilincinin, zekâlarının ve dayanıklılıklarının suyunun çekilmesini öneriyor. Bu nasıl olacak? Azınlıklar aç bırakılarak, okul kapıları yüzlerine kapanarak, fabrika kapıları yüzlerine çarparak, topraksız oldukları için, geleneksel zanaatlarının da uygulanması yolları kesilerek, gettolarda eriyerek yok olmaları olanakları yaratılıyor ve onlar bunu kabul etmeye zorlanıyor. Bulgaristan’da 140 yılda Çingene aydın, öncülük edecek elit diasporası oluşamamıştır. Getto kültürü aldı yürüdü ve Bulgar devleti ve kamuoyu bu kültürü boğarak öldürmeye yeltenince de Çingenelerin büyük bir kısmı ülkeyi terk ettiler. Çocuklarıyla birlikte Almanya,


Makale ve Analizler - 2018

91

Belçika ve İtalya’ya yerleşmeye çalıştılar, Almanlar tarafından terk edilmiş olan semtlere kimseye sormadan, adressiz, kayıtsız yerleştiler, sosyal yardım istediler, çocuklarını okullara yazdırmak isteseler de önlerine hep aşamadıkları duvarlar çıktı. Burada da gruplaştılar, gettolarda yaşamaya kendileri razı oldular. Aynı eserinin aynı bölümünde “Irkı meydana getiren unsur ırktır” diyen Hitler, “ateş ortadan kaldırılsaydı, yeryüzünü karanlık kaplardı” mantıyla hareket ederken, Yahudilerle birlikte Çingene ırkının da ateşi söndürülmesi gerekenler arasında olduğuna işaret eder. Hangi kökten geldiklerini kendi bilgileri, kazıbilimcileri ve tarihçileri de henüz söyleyemeyen Bulgarlarsa, kah Afgan dağlarının Puştun yaylalarından, kah Altay yaylalarından veya Orta Asya Bozkırından, kah Pers diyarından veya Trakyalıların, Gotların, Keltler’in soyundan olduklarını iddia ededursunlar, “Türk olduklarına dair ard arda kitaplar çıkıyor” ve buna rağmen, saf ırkçıların sapıklığına kapılarak, okul kapılarına “Çingenelerin kaydı yapılmaz!” yazacak kadar ileri gitmeleri çok şey çağrıştırdı. Avrupa insan düşmanlığının ve soykırımın babası olan Hitler, ari ırk, saf ırklar gibi saçma teorileri kitaplaştırırken, dünya kültürüne ilk günden beri sahip çıkmak için yukarıda işaret ettiğimiz ve 1944’ten 2000 yılına kadar Bulgaristan’da basılması ve satılması yasak olan eserinde, çılgın kafasındaki saçmalığı şöyle ifade etmiştir: “Eğer insanlık, medeniyeti meydana getiren, medeniyet miraslarını koruyan ve medeniyeti yücelten olmak üzere üçe ayrılsaydı, birinci grubu sadece ari, saf ırklar temsil ederdi. İnsan eliyle meydana getirilen yapıtların temellerini ve diğer büyük işleri söz konusu ari, saf kan ırklar meydana getirmiştir.” İşte bu temelden güç alan Bulgar faşistleri, saf kan tek uluslu Bulgar devleti ve rejimi yaratma salgınından bugün kendini kurtaramıyor. Olay Türk, çingene dil ve kültürlerini yasaklamakla kalmıyor. Örneğin 21. yüzyılda Bulgaristan Çingenelerinin ruhunu yeniden biçimlendirip Çingeneleri birbirine kenetleyen özgün “Çalga” müziği her yerde yasaklandı. Gettolardan gelen “çalga” namelerinin hemen durdurulması için polis baskıları düzenleniyor, tutuklamalar, panayır, düğün ve halk şenlikleri üzerinde coplu baskı devam ediyor. Çingene azınlığı kendi kültüründen bezdirilerek, sındırılarak, korku içinde koparılmaya çalışılıyor. Çingene müziğine radyo ve TV’de yaşam hakkı tanınmıyor. Kuşkusuz Çingeneler arasından olup yazması okuması olmayan sporcular da çıkıyor. Son yılların dünya ağır sıklet boks yıldızı olan Kubrat Pulev bir Çingenedir. O, bugün ben Bulgar değilim, “ben bir Çingene oğlu Çingeneyim” dese, bir daha ringe çıkamaz. Böyle bir baskı! Ağır siklet serbest güreş şampiyonu, dünya ve Avrupa müsabakalarından 25 altın madalya getiren ve vatanını onurlandıran Lütfi Ahmedov pehlivanın, Bulgar adını kimse bilmediği gibi, Türkiye’ye kovu-


92

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lunca adının anılmadığı gibi. Hitlerin “mazi bizimdir” formülü uygulanıyor. Dahası da var, “adam çok işe yarayan biri olunca korunuyor.” Örneğin Yahudilerin yedi sülalesinin köküne kibrit suyu döken Hitler, Berlin, İstanbul, Ankara, Bağdat, Mekke demiryolu projesini çizen Yahudi Hoffman’ı tutuklatmadı, toplama kampına atmadı, gaz kamarasında yakmadı... “Hayallerin Hamalları” romanını yazan ve Çingenelerimizin tarihsel çekisini anlatan yazar Georgi Paruşev bugün hastana masrafını ödeyemeyecek durumda, ilaçlarını alamıyor... Biz Bulgar aşırı milliyetçiliğinde Nazilik çıkacağını defalarca önce de yazdık. Nazicilik faşizmin temelidir. İnsanları üstün ve alt ırklara ayırır ve üstün ırk olarak belirlenen ariler dışı ırklara yaşam hakkı tanımaz ve yok etmeyi öngörür. Bu yok etmenin de bin bir yolu vardır. Bu amaçla İkinci Dünya Savaşında 49 toplama kampı kurulmuş, Yahudi ve Çingeneler yakılmış ve öldürülmüştür. 1942 yılında Alman ve Bulgar askerlerince işgal edilen Ege Bölgesi ve Makedonya topraklarından zorla toplanan 20 bin Yahudi ve Çingene Polonya’da kurulan “Treplika” Nazi kampına gönderilmiş ve geri dönen olmamıştır. Bu olayı belgeleştiren yazarlar, nesilden nesle anlatanlar olmasa unutulacaktı. Demek “çingene mazisi” Bulgarlar ve Almanlar tarafından kayıtsız şartsız yok edilmiş olacaktı. Bunun uygulanması için gerekli olan, zaten dinleri olmayan Çingeneleri kör cahil bırakıp, gettolu kaderiyle yok etmektir. Bu çok vahşi bir hikayedir. 1795’ten beri eski kıtada yükseltilen ve dalgalanan slogan “insanların özgür ve eşit olduğu”dur. Ne ki bu azınlıklar için geçerli değildir ve Avrupa’yı yıkacak olan gerçek de budur. Çünkü başkasını ezen ve mezarını kazan, gün gelir aynı mezara kendisi düşer. Şu da bir gerçektir. Mezar taşlarının yıkılıp kırılması, üzerlerindeki isimlerin yontulması ve etnik azınlıkların kabristan sız bırakılarak geçmişlerinin silinmeye çalışılması da, başarılı olmuş bir yöntem değildir. Bu dünyada azınlıkların çoğunluğu yenme kuramı vardır ve yürürlüktedir ve etkisini arttırarak yeni alanlara yayılmaktadır. 20. yüzyılın kara yüzü olan bu gerçekler, ırk ayrımı, ırkçılıkla başlamış, ötekileştirme, göçe zorlama, okulları kapatma, camileri yıkma ve kapılarına kilit vurma, medreseleri yıkma ya da kaderine terk etme, ayrıca 2 700 Türk medrese ve okulunu kapatma ve bakımsız bırakarak, üzerlerinde yol geçirerek yok etme, okullarda Türkçe okutulmasını yasaklama, seçim mitinglerinde Türkçe konuşanlara ceza kesme, camilerde Türkçe konuşmayı yasaklama, 4 yaşında Müslüman çocuklarını anaokullarında domuz etiyle besleme, isim, din, yaşam tarzı, kültür değiştirme şeklinde şiddetlenirken, bugünkü son aşamada Çingene çocuklarının birinci sınıfa yazılması kapılarını kapama aşamasına tırmanmıştır. Bunun tanımı, faşizm döneminde Çar diktatörlüğünde başlayan ve komünist to-


Makale ve Analizler - 2018

93

talitarizmde eline cop ve balyoz alan ırk ayrımı siyaseti tırmanmaya devam etse de mutlaka toslayacaktır. Bulgaristan’da Çingene anaokulu, okulu, lisesi ve üniversitesi yoktur. Romanya’da ve Macaristan’da bunların hepsi var. Makedonya çingeneleri dahi kendi okullarında okuyor. Demek oluyor ki, Bulgaristan’da yaşayan 2 milyondan fazla Müslüman ve Hıristiyanlaştırılmış Çingene’nin geleceği Avrupa Birliği uygarlığının tamamen dışında bırakılmak isteniyor. Bırakılmıştır. Bırakılıyor. 1962’de ve 1983’te isimleri değiştirilen Çingenelerin Bulgarca öğrenmesi, yaşam koşullarının değiştirilmesi ve gettolardan çıkması, sosyal ve kültürel yaşama katılması, iş bulup çalışması, sosyal sorunlarının çözülmesi için hiçbir şey yapılmamıştır. Yapılmıyor. Son seçimde Çingene oyu fiyatı 70 leva idi. Bu seçimde 80 olabilir, çünkü memnuniyetsizlik arttıkça, sosyal patlamalar kızıştıkça, oy fiyatı da yükseliyor. Avrupa Birliği’nden Çingeneleri entegre edeceğiz, modernleştireceğiz, hepsini okullara toplayacağız, Çingene entelektüelleri yaratacağız diye milyarca Euro alan Bulgar hükümetleri, ancak 600 Çingene Doktor ve 1000 Çingene Mühendis yetiştirdiler ve onların aracılığıyla cahil, sefil ve sürünen, dilenerek yaşayan Çingene kitlesi baskı altında tutuluyor. Bu kitlenin durumuyla ilgili olarak acıma diye bir şey yok, ne kadar aç ve cahil iseler o kadar bilinçsiz ve güçsüzdürler mantığı egemen olmuştur. Kuzey Batı Bulgaristan’da yaşayan ve Romanya’da çalışan Çingene ve Ulahlar, idari otonomi ve Bulgaristan’dan kopmak isterken, okullarda Romence okutulmasını istiyorlar, çünkü Montana, Vidin ve Vratsa gibi 3 ilde halkın konuşma dili Çingenecedir, iş dili ise Romence’dir. İdari işlerde, belediyelerde ve mahkemelerde de Romence uygulanınca dil ve kültür, dahası da idari otonomiye geçme kapısı açılıyor. Bulgar aydınları, Çingeneler Bulgar okullarına kaydedilmediğine göre, yeni okullar kurulmasını ve bu okullarda eğitimin İtalyanca olmasında ısrar ediyorlar. Çünkü Bulgaristanlı Çingene nüfus devamlı İtalya’ya akıyor ve oraya yerleşmeye çalışıyor. İtalyan makamları ise İtalyanca bilmediklerinde İtalyan kültürüne adapte olamayan Çingene kitlesini ülkeden kovmaya çalışıyor. Devam edecek. 24 Mart seçimlerinden sonra faşistlerin bakanlıklara yerleşmesiyle etnik sorunlar ağırlaşmaya devam ediyor. AB azınlıklara karşı uygulanan baskıya paravan oluyor. Okuduğunuz için teşekkür ederim., Not: Bizde köpek sahibini ısırmaz, sahibine havlamaz.


94

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Biz bunu böyle bilsek de, “köpeksiz köy bulmuş da değneksiz geziyor” atasözümüz, Bulgar TV programlarında Türkiye yorumcusu olarak geçinen, Sofya’nın eski Edirne Başkonsolosu Georgi Dimov, Hak ve Özgürlükler Partisi eski Genel Başkan Yardımcısı Osman Oktay ve “Zaman” Gazetesi Sofya bürosu editörü Mehmet Ömer için yüzde yüz geçerlidir. Bilindiği üzere 1990 yılından beri Bulgar devleti, ülkede yaşayan Türklerin kafasını Türkiye’yi ters anlatan, kara gören, zamanı dolmuş değer ve bilgilerle tıka basa doldurmaya çalışıyor. Bu işe para akıtılıyor. Sapasağlam yakaladığı bu üç kişiyi hemen hemen her gün konuşturuyor. Çok deneyimli olup sağ görüşü oldukları da bilinen Georgi Kuritarov gibi ünlü gazetecilerin yalnız ve ancak batıl, çöplük olmuş ve günümüzde önem taşımayan görüşlerini ekranda bir daha tekrar etsinler diye yukarıda ismi geçen üçlüyü tekrar tekrar konuk yorumcu olarak stüdyoya davet etmesi dikkat çekiyor. Söyleşiler Türkçe yapılsa, Bulgar, dillerini yasakladıkları yerli Türkleri uygarlık projelerinin hepsinden tamamen uzaklaştırmak için yalnızca yalan yanlış, çarpık haberlerle ve yorumlarla bilgilendirmeye özen gösteriyor diyeceğim ama yayınlar Bulgar dilinde yapılıyor. Dimov, Oktay ve Ömer yorum yapınca elektronik basın ver defasında kükrüyor, bu adamlar saçma saban konuşuyor, gerçekleri anlatmıyorlar, Türkiye’yi kötülemek siyaset olamaz, gerçekleri konuşmayacaksanız çekilin yorumlarıyla tepki gösteriyorlar.

Temmuz Ayı 2018 Yazıları Vatan, Canımıza Can Katandır

Neriman Eralp Kalyoncuoğlu-01.Temmuz.2018

Konu: Vatan sevgimiz sonsuzdur. Biz 1989’da göçe zorlanınca geldik diye, korktuğumuzu sananlar yanılıyorlar. Ümidini yitirmiş bir nesil değiliz. Gücünü yitirmiş bir kuşak da değiliz. Her gün biraz daha diriliyoruz. Kimliğimizi hatırlamamız için bize telgraf göndermenize, SMS çekmenize ya da sınır ötesinden haber salmanıza gerek yok. Yeni esintiyi aldık.


Makale ve Analizler - 2018

95

Bizim, 140 yıllık Bulgaristan Türkleri yaratıcılığımızda, Vatan kutsalımızdı. Bulgar Prenslik ve Çarlık sınırları 3 defa büyüdüğü ve her köy ve kasabasında, ova ve dağında Müslüman Türk yaşadığı için, Vatan sevgimizin içine, gönlümüze olduğu gibi yeni kardeşlerimizin yaşadığı yerler de doldu. Biz başkalarının vatanında yaşamıyoruz. Öz toprağını Vatan eden bir milletiz. Vatan için sevinen veya ağlayanımız her dönem Rodoplar’dan Dobruca’ya tüm diyar için ağlamıştır, ağlar. Gönlümüz, Vatanımızın her bir yerde, hepimizle, geçmişimiz ve geleceğimizle doludur. Kutsalımız olan Vatan, şiir konusu olarak ilk defa halk yaratıcılığımızda, ozanlarımızın dilinde ifade bulmuştur. Osman Paşa türkülerinde Vatanımızın Tuna’dan başladığı yankılanmıştır. 1877 - 1878 Plevne savaşında şehit düşen her erimiz kahraman ilan edilmiş ve sanatımızda yankılanmıştır. Bu savaş Bulgaristan Müslümanlarına yeni bir bakış açısı getirmiş, egemen durumun kaybedildiği ve ezilen ruhunun yerleşmeye başlaması o zaman olmuştur. Yaratıcılığımız hiçbir zalimi şanla şöhretle süslememiş, her zaman ve her yerde lanetlemiş ve Hakkı, adaleti ve hürriyeti aramıştır. Balkan Savaşına, Çanakkale’ye kutsal devlet adına gönüllü katılan ve cephede çarpışan, Çar devletinin Birinci Dünya Savaşı Serüvenlerine itilen Bulgaristan Türklerinin hayata bakışı giderek değişir ve halk edebiyatımızdan süzüp şiire dökülür. Kırılan gönüllere mehlem vererek, bu konuyu işlerken halkımızı uyanışa davet eden Silistre bölgesinin Balabanlar (Zlatoklas) köyünden halk şairi Mehmet Müzekkayev İbrahimov (Con) (1885 - 1974) olur. O işe Vatana bakış açımızı değiştirmekle başlanması gereğini duyumsar ve Vatan sevgisini şöyle dile getirdi: Deliorman Osman, orman, Deliorman Canımıza Katarsın can. Sapı, solu Varlık dolu Verimlisin Deliorman.

Bak sevince Gece gündüz Şarkı söyler Deliorman. Dilber kızı Yer yıldızı Sevimlidir Deliorman

Her şey üstün Buğday tütün Yetiştirir Deliorman Ta ezeli Yer güzeli Gülistan’dır Deliorman.

Orman Denizinde insana ve doğaya, insanımızı besleyen toprağa, işimize, dökülen tere ve yakan güneşe olan sevgi aynıdır. Sonsuzdur. Mutlaktır. Deliorman, Dobruca, Balkan, Trakya, Rodoplar, Pirin insan kardeşliği doğuran, bes-


96

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

leyen ve yaşatan topraklardır. Burada “Hey” her birimize bir hitaptır, kardeşçe yaşamak ortak erdemimizdir ve toprağın cömertliği hiçbir ayrım yapmadan hepimize aynıdır. Sürekli değişen iktidarlardan bağımsız dilimiz, dinimiz, verimli topraklarımız, akan ırmaklarımız, bereket yüklü umutlarımız vardır. Türklerin, Müslümanlar yaşadığı toprakları Sofya’daki iktidarların iradesinden ayrı, farklı ve bağımsız görmek ve değerlendirmek yaratıcılığımızda çok önemli bir aşamadır. Vatanımızın en gayr toprağı bile, hepimizin anasıdır, çiçekli, bereketli ortak cennetimizdir. Bulgaristanlı Türkleri ruhuna can veren, edebiyatını yenileyen, yenilmezliğini dillendiren, sırtımızın yere gelmez liğini yaratan ve yücelten bu sevgi ve umut kaynağıdır. Hayal ve umudumuzda çalışıp çabalayan mutlaka muradına erişir inancı böyle oluşmuş ve güç toplamıştır. *** Şairlerimiz, edebiyatımız, gönlümüzde estikçe kaybettiklerimizi anımsatan bir esintidir. Cennete gönderdiklerimizin bizde kalan ruhlarında varız ve onlarda bizimledir. Bu bizim sonsuz bir güç olduğumuzun ifadesi olmuştur. Her seslenişte parlak geçmişimiz hemen öne çıkmış, her zaman bizimle olmuştur. Tarih sayfalarımız perde perde açılır. Bunlar uzun sıra dağlarının birbirini kovalayan dorukları gibidir. Yücelen inancımızın özünde ve hedefinde insan merkezli bir medeniyet kurmak vardır. Bu yolculuktur. İlk adımımız daha İslam’a girmekle gerçekleşmiştir. İslam’a katılmamızla yepyeni bir ahlak, iman, inanç, irade ve umutla asileştik. Vatan toprağımıza ayak basınca gönüller birden bire şahlanmıştır. Atalarımız Vatanı cennet olarak görmüş ve bağrına sığınmıştır. Cenneti hak etme yolu benimsenmiş ve ruhumuz aydınlanmıştır. Bu bakıma insanın Vatan’ı birdir. Vatanını kaybeden ruhunu kaybeder, istikbaliz kalır gibi fikirler hayat değerleri olarak belleğimize yerleşmiştir. Sırtlayıp getirerek Vatan toprağına bahşettiğimiz medeniyet yüzlerce yıl, çok farklı dil, din, hayat tarzı ve kültürden insanlara nimetler sunmuştur. Hiçbir kimsenin öz ve şemailine dokunmadan, kimseyi zorlamadan, mecbur kılmadan, asimile etmeden, dünya görüşlerine ve dinlerine göre huzur içinde aynı ve ortak Vatanda yaşamalarını sağlayarak, bir arada var olmuş ve mutluluk içinde yaşatmıştır. Hoşgörü bu dokunun esasındadır. Renklerinde ve doruklarında serpilip açmıştır. Dağları karlı ovaları yemyeşil bu topraklar iyi komşuluk kültürüyle tanışmış ve kaynaşmıştır. Gönenç yüzyıllarında bizimle birlikte refah içinde yaşayan Bulgar milletinin bile, bizim alçak gönüllüğümüzü beğenmeyip, gerek Rus’la kaynaşma, gerekse Batı dünyasına katılma çabalarında her zaman hayal kırıklığına uğramıştır. Dalgalı hayatımız, aştığımız çelişkiler, halk ozanlarımızı Vatan konusunda milli bilince yükseltmiştir. Daha ilk günden başlayarak katmerleşen Bulgar zulmüne dayanamayarak Deliorman’ı terk etmek zorunda kalan Razgrad’a


Makale ve Analizler - 2018

97

bağlı Caferler (Sevar) köyünden Muharrem Zeynalov Yumukov (1889 - 1957) Türkler’in milli kimlikleri için verdikleri savaşımları dile getirdi. Yurdundan kovulsa da, her an Vatan sevgisiyle yandı tutuştu. Onunla görüşen her kardeş Vatan hasretinden fazla Vatan sevgisi ile donandı. Vatan’a sevgi ocakları yaktı. Bu toprakların, dere ve tepelerin, başakları dalgalanan ekin tarlalarının, bahara renk değiştirten gelinciklerin, hayatı tozlaştırma yarışında yarışan arıların, meleşen kuzuların vs hepsinin bizim olduğu inancını saçtı. Değişen bir şey yoktur. Bugün de doğamız bağrını açmış bizi bekliyor, saçını sıvazlamamızı, anızları sürmemizi, meyve ağaçlarında kuru dalları budamamızı, sepet sepet bereket toplamamızı bekliyor. Ne ki, bu uzaktan bakmakla olmuyor... Şair, 1925’te kaleme aldığı DELİORMAN şirinde gönlünden geçenleri şöyle dile getirdi: Deliorman Bin bir renklerle süslü şu kenar Eski yurdundur - kaldı dedenden Ondan işittiğim şu şarkıyı İşitim bugün ben, bir de senden.

Fakat kimseyi kul tutmadı da Yer yurttaş bir ortak sayıldı Bu yoldan başka bir yol tutmadı da Budunlar onları andı yıllarca

Taygalar beldesinde birçok Türk genci Korur onu - nice yıl oldu Başka budunlar düşüp dilenci Gelip kapıya ona kul oldu.

Biz bu illere geldik birlikte Bunu hep geçen yüzyıllar bilir. Çağlar geçtikçe durduk birlikte Bunu ırmaklar denizler bilir.

Eskidir eski Türk bu illerde Bunu en eski çağlara sorun Angın olmuştur ünü dillerde Bunu şu yüce dağlara sorun. Birlikte geldik, birlikte yerleştik, birlikte hayatı bahçe ettik, mutluluğu komşulara da tattırdık, bölünüp parçalanmamızın ilk şimşeklerinin çaktığı günlerden beri şiirimizin kırmızıçizgisi olmuştur. Bu Vatan sevgimizin değişmez ortak bir duygu oluşudur. İktidarlar, siyasetçiler, vaat edenler, aldatanlar ve aldatılanlar değişebilir, çoğalabilir veya azalabilirler, fakat Vatan kutsalımızdır ve sabit olandır. Bir pire için yorgan yakmaya gerek yok. Muhtar Toşo’ya kızdım diye Vatan’a küsmek, yüz çevirmek kitabımızda yok ve hayatımızda da olmamalıdır. Biçimlenen yeni anlayış işte budur. Çok yanlışlarımız oldu. Kışkırtıldık. Kandık. Kovulduk. Kapıldık. Kutsalımıza tekme vurduk. Gittik. Son Büyük Göç Selin’de gidenlerde, denize camdan bakmakla karın doymadığı görüşü netleşti. Bu bilinç Deliorman


98

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Rodoplar, Balkan ova ve dalgalanan deniz arasında 30 yıl gidip geldi, tekerlendi. Deniz ancak deniz kokar. Vatan ise 4 mevsim farklı kokar. Her kokuda yar vardır. Bizimki kutsalımızdır. Denizden bir avuç su ile Vatan toprağından bir avuç çakılı elinde tutmak bile aynı değildir. Hayat denizin dibinde, bizim can dünyamız ise taşlı toprağımızda yeryüzünde doğar. Bizim olan şu ikincisidir. *** Türk kimliğimizin oluşmasında en önemli rol gören Vatana olan sevgimiz ve ilgimiz oldu. Vatan semalarında başka renkte bayrak dalgalanması birçoklarımız için kabul edilemez bir unsur olmuştu. Vatan dilinin anadilimiz olmayışı da çok sorunlar doğurdu. Bunları aşma ya da bunlarla birlikte olma kavgamız bizim Türk kimliğimizin oluşumunda belirleyici oldu. Bunların etkisi Vatan’da ya da gurbette oluşumuz açısından önem arz etmemiş, sıla sızısı sevgi dokumuş, her zaman Vatan’ın bütünlüğü, bölünmezliği, orada yaşayan kardeşlerimizin birlik ve beraberliği bir özlem ve esin olmuştur. İnsanlarımız beraberliğini ve tek yumruk halinde olmak için canca kanca birlik aramıştır. Bu mantık Vatan toprağımızın hepimizin anası olduğu gerçeğinden güç almıştır. *** Yaratıcılığımızda Vatan, Millet, Türklük, Hak ve Özgürlük değişmeyen köşe taşlarıdır. Sevgiye dayanan ve sevgiyle biçimlenip, yaratıcılığımıza orta direk olan şiirimizde Vatan sevgisi sıcak bir beşiktir. Şairlerimizin bütün rüyalarında Vatan sevgisi açar. Bulgaristanlı Müslümanlar aynı zamanda Hakk’a tapan bir halk topluluğudur. Onlar sonsuz mutluluklar alemini mutlaka hak edeceklerdir. Çünkü Vatan’a ihanet etmemeye yeminlidirler. Hayal edilen o yer cennetse, doğuştan kendilerine tahsis edilmiş olan topraklardır. İnançlarında bu topraklarda mutluluk yıldızının kayıp gitmeyeceğine ebedi bir inanç ve bağlılık vardır. Bu inancın özünde ve hale bir de eve dönüş, Vatana kavuşma hissi tutuşup yanar ki, etkisi güçlüdür. Hiçbir gurbetçiyi rahata bırakmaz! Son dönemde İstanbul, Bursa, İzmir, Ankara derneklerinde yapılan toplantılarda, değnekli dede ve ninelerimizin eve dönüş yollarını, Vatan - Vatandaşlığını yeniden elde etme toplantılarına katıldıklarını, köylerini anlatırken gözyaşlarını durduramadıklarını, isteseler de saklayamadıklarını görüyorum. Vatana dönüş alayı yavaş yavaş kuruluyor. Gözyaşı kurulamaktan eskimiş mendiller Vatan kokuyor... Onlar kadar benim gibi gençler de heyecanlıyız. Anneanne ve babaanneyi Vatan köyünde ziyaret etme duygusu doğuyor... Adettendir. Vatanımızda kalan muhacir, göçmen, kovulan ve kaçanların evleri korunur, tek bir taşına dokunulmaz, kiremitlerden ve oluklardan akan damlalar, onları bekleyenlerin gözyaşla-


Makale ve Analizler - 2018

99

rıdır. Bu asla değişmemiş ve değişmeyecektir. İnsanı bekleyen bir yuva olması ne güzel, ne hoş bir duygu...Çalmadan açacağın bir kapın olması! Vatan sevgisi dizimizin birinci yazısını okudunuz. Teşekkür ederim.

Ecdat Sana En Has Yurdu Bıraktı

Oya Canbazoğlu Dirier-02.Temmuz.2018

Konu: Vatan Marşlarımız dirilişimizin doruğudur. Marşlarımız, şiir gibi okumak için değil, toplu halde askeri ilham güftesi olarak kaleme alınmıştır. Bulgaristan Türkleri’nin topluca ve ayrı ayrı, özellikle de tamburadan ilham alıp marş söyleyişi, meydan muharebesi başkomutanı şanlı Osman Paşa’nın ölümsüz Plevne kahramanlığı esnasında ve peşinden dile gelmiştir. Tuna boyu, Deliorman, Dobruca ve Gerlovo ahalisi 19. Asrın en büyük ve vahşi savaşının ateşinin üstüne geldiğini hissettiğinde, çok kısa bir zamanda Abdülhamid Han Mehter Marşını; Osman Paşa türküsü olarak dillenen Plevne Marşı’nı; özellikle de Fatih’in Hücum Marşı’nı ezberine almış ve fırsat buldukça toplu halde söylemeye başlamıştır. Osman Paşa Marşının, “bastığım topraklardan ölürüm çıkmam” anlamındaki şarkı sözlerini Müslümanlar arasında bilmeyen yoktur. Tuna nehri akmam diyor Tuna nehri akmam diyor Etrafımı yıkmam diyor Etrafımı yıkmam diyor Şanı büyük Osman Paşa Şanı büyük Osman Paşa Pilevne’den çıkmam diyor. Pilevne’den çıkmam diyor. Düşman Tuna’yı atladı Düşman Tunayı atladı Karakolları yokladı Karakolları yokladı Osman Paşa’nın kolunda Osman Paşa’nın kolunda Beş bin top birden patladı. Beş bin top birden patladı Kuşkusuz bugün olduğu gibi, o zaman da halkımız önemli olan her şeyi biliyordu. Osman Paşa topları Rus toplarından daha uzun menzilli ve üstündü.


100

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bunu bilmeyen yoktu. Herkes Osman Paşa topunu sesinden tanıyordu. Bombaların içinde misket vardı. Bu da biliniyordu. Rus Çar askerinin Osman Paşa’ya mevzilerine Napalyon’un 1798’de Mısır Mamullüklerine karşı dörtken şeklinde kıtalar halindeki saldırısıyla sokulmaya çalıştığı ama ilerleyemediğini de bilmeyen yoktu. Çamurlu ovalar Rus cesetleriyle örtülmüştü. Düşman dörtgenlerinin tam ortasına düşen Osman Paşa top mermileri 70 - 80 Rus erini birden yere seriyor ve diğerlerini de darma duman ediyordu. “Tuna nehri akmam diyor, Etrafımı yıkmam diyor” işte bu yenilmezliğin haykırışıdır. Bir asır boyunca yerde gökte dalgalanmıştır. “Beş bin top” ifadesi Osman Paşa’nın gücünün yenilmezliğini vurgular. O zamana kadar hiçbir meydan muharebesinde 5 bin top birden patlamamıştır. Bu sonsuz bir yüceliğin, yenilmez bir iradenin ve gücün simgesidir. O zamana kadar ne Doğu’da ne de Batı’da “beş bin top” birden hiçbir eserde kullanılmamıştır. Halkımızın duyumsaması doğrudur. Defalarca çamurun içine saplanıp kalan Rus askerlerine Finlandiya, Polonya ve Romanya’dan takviye ordular gelmese ve bunlara karşı Rus Çarı II. Aleksandır Rusya topraklarından parçalar vermese, bu savaşın galibi, marşta dendiği gibi mutlaka Osman Paşa olacaktı. *** Böyle bir yüreklilikten, şandan şöhretten, hamurdan çamurdan gelen Bulgaristan Türkleri’nin kendi marşlarını yaratması çok uzun sürmedi. Ümmetten Türk kimliğine süzülüşümüzü hemen izledi. Rejimlerin baskıları, ardı arası kesilmeyen zulüm yılları, halk ruhumuzun kanatlanması yıllar alırken, ruhsal formatımız ve biçimle özün Türklükte kristalleşmesi en belirgin bir şekilde bilinen şairlerimizden Ahmet Hasanov Cebeciev’in (Ahmet Hasan Cebeci - 1940) ruhunda uyanıp dile gelmiştir. Vatan Marşı adıyla ortaya çıkan bu eser, 1963’te Hacıoğlu Pazarcık (Dobriç) lisesinde Türk dili ve Edebiyatı derslerini okutan öğretmen Cebeciev tarafından kaleme alındı. O, Bulgaristan Türk şiiri ile daha çocukluk yıllarında, öğretmen olan annesi ve babasından kaynaklanarak tanıştı. Şiirin siyasi ve sosyal gücünü tanıdı. Mısralarında güçlü bir Vatan duyumunu ve özgürlük hayallerini dile getirdi. Yazdığı Vatan Marşı eserinde klasik vezni ustalıkla kullanmıştır. Vatan Marşı Çiğnetme sakın, Allah sana en hak dini vermiş. Dünyadaki en hoş dili, en has dili vermiş Ecdat sana en has yurdu ve en hoş ili vermiş Saltık eli, Demir eli ve Paşa eli vermiş.


Makale ve Analizler - 2018

101

Türklük yolu, İslam yolu bu gittiğin hak yol Ey Türk yaşa, ey din yaşa, ey dil yaşa, var ol. Bir gün gelir elbet, biter bu kapkara devran Sabrın sonu selamettir, bu iman davran Yurdun senin, ecdat kabri, etme sakın viran Çalış, koru, cennet bağı eyle, durma bir an. Türklük yolu, İslam yolu bu gittiğin hak yol Ey Türk yaşa, ey din yaşa, ey dil yaşa, var ol. Vatan Marşımızın ilkokul ders kitaplarımıza girmesi ve çocuklarımızın hepsinin onu seve seve öğrenmesi ve her gün birlikte söylemesi gerekirdi. Ne yazık ki, totaliter yasaklı yıllarda ne ders kitabımız ne okulumuz kaldı. Bizi düşman bilenler, Vatan Marşımızda dile gelen, temel edinimlerimiz olan din, dil, yurt, bölgesel ve yerel kimliğimizi her gün biraz daha ezmeye, küçültmeye, yok etmeye çalıştılar. Şairimizin vurgu yaptığı Sarı Saltuk Baba, Demir Baba ve Osman Paşa bizim köklerimizdir. Onlara dayanan bir Türklüğün erleriyiz. Bizi bitirmek isterken tarih köklerimize saldırılar bundandır. Bin yıllık kahramanlarımızı unutturmaya, ilk Türk ocaklarımızı söndürmeye ve yokluğa gömmeye çalışıyorlar. Daha ilk dörtlükte şairimiz kutsallarımıza, tarih basamaklarımıza, asla elden vermemiz gereken değerlerimize işaret ediyor. Dinimiz ve dilimiz olmadan, dinimiz ve dilimizin yaşayacağı bir yurt olmadan, güç alacağımız ecdadımız olmadan, Türk Müslüman kimliğimizi nasıl yüceltebiliriz? Vatan Marşımızın ilk dörtlüğü geleneksel Türk’lük dokumuz üzerine işlenmiş sönmez ve aşınmaz bir nakıştır ve benliğimizin güzelliklerinin serpilişidir. Marşın nakaratında Türk yolu, İslam yolu ve Hak yolu tek yön olarak belirlenmiş ve halkımızın hiç sapmadan bu yoldan ilerleyerek güç toplaması ve yücelmesi önerilmiştir. Türk’lük bizim kimliğimizdir. İslam Ruhumuzdur. Hak ise doğruluk ve adalet inancımız olarak, yurt üzerinde kurulacak adil düzen, özgür vatan anlamındadır. Ve şair Cebeci, ne adaletin, ne de özgürlüğün Türk, onun dini ve dili yaşamadan yaşayamayacağını bildiğinden dolayı “Yaşa!” demiştir. Nakaratta renklerin ölçülü, sözleri halkımızın ruhunu yansıtan bir şahlanmayla yüzleşiyoruz. Bu çağrı, ümmeti attıktan sonra, Türk kimliğimizin geleceğimizi taşıyabileceği ortaya çıktığında hayat hakkı istemiş ve bulmuştur. Vatan Marşımız bir direniş ve ödünsüz mücadele bayrağıdır, bugün de dalgalanan umudumuzdur, perde perde açan hayallerimizde yaşayandır. Arkada kalan yıllarda, örgütlendik, birliklerde buluştuk, eziyete isyan ettik ve sesli ve sessizce söylediğimiz hep bu sözlerini bilmediğimiz Vatan Marşı’nın ruhu oldu. Bu nakaratta bizim hak ve özgürlük mücadelemiz yaşadı ve yaşıyor. İsim, dil ve din uğruna,


102

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgarlaştırmaya ve yurdumuzdan sökülmemize karşı, Vatan adına şehit düşen kardeşlerimizin aziz hatırası yaşıyor ve yaşayacaktır. Vatan Marşımızın ikinci dörtlüğü umuda ilhamla doludur. İçinde yaşadığımız kara devranın mutlaka biteceğine haber veren kıvılcımdır. Ezgin halkın “bitmez bu dinsizin eziyeti” sözlerine kesin cevaptır. Bir yadsıyıştır. Umudun şafağıdır. Sabrın sonu selamettir, 140 yıldan beri devam eden bu eziyeti yalnız susarak, sabrederek dahi yenebileceğimizin umuttur. Şair halkımızı inanarak dayanmaya, sabretmeye davet etmiştir. Sabrın bir silah olduğuna vurgu yapmıştır. Bu çağrıda, tarihsel, kültürel ve ailesel varlığımızı, yaşam tarzımızı, geleneklerimizi koruyarak yaşatma daveti de çok güçlüdür. Çünkü son hedefte, Kimliğimiz oluşturan öğelerin her biri değerlidir, bizden bir parçadır ve hiç birine kıyamayız. Yurdun senin ecdadın kabri! Sentezi. Senin cennetin bu topraklardır. Başka yerde mutluluk ve daha kolay geçim aramana gerek yok, bir nasihat olarak ortadadır. Ecdadımızla bağlarımızın kopması, bizim Türkler ve Müslümanlar olarak bitişimiz anlamına gelir. Bunun için sedir ağaçları, ulu çınarlar, karaağaçlar kabristanlıklarımızın simgeleridir. Türk kabristanlığında ancak sedir ağaçları ve ulu çınarlar gördüm diyen başka bir şairimiz de bu gerçeğe işaret etmiştir. Efsanelerimizde, bu nedenle olacak ki, Türk mezarlıklarında çınar ağaçlarının yaprakları aralarında Türkçe konuşur, denmiştir. Bu bizim yüceliğimizden bir renktir. Şair Cebeci, Vatan Marşını yazdığında yaşı henüz 31 olsa da, yaşlılara ve gençlere, yeniyi yaratıp donatmak için çalış, ecdadımızın bize bıraktığı mirası, okullarımızı, camilerimizi, köprüleri, barajları, çeşmeleri, su yollarını ve daha neleri neleri korumamızı isterken, ancak yaratarak ve koruyarak, diriltip yücelterek cennet yolunu açabileceğimizi gösterirken, “Durma bir an!” demiştir. 57 yıl önce yazılan Vatan Marşımız bu gün de canlıdır. Yakın ve uzak hedeflerine mücadele ederek ulaşmaya çalışıyoruz. Seferber olmuşuz. Mücadelemizin 20. Yüzyıl yemininde “Ben yanmazsam, sen yanmazsan, biz yanmazsak, Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa?” vardı. Ve 21. Yüzyıl ilhamıyla geçen sene Kırca Ali meydanında 20 bin kişi toplanıp “Ne mutlu Türküm diyene!” diye birlikte haykırdık. Yemin etti! Gittiğimiz yol Türk’lük yolu, İslam yolu, doğruluk ve adalet yoludur. Kendimiz yürümezsek, bu yolu bizim için hiçbir kimse yürümez. Yürümeyecektir! Durma! İleri! Okurken siz de benimleydiniz. Ne mutlu birlikte olmanın yolunu bulana! Vatan Marşı!nı öğrenmek bu hamlelerden biridir. Yeniden buluşana kadar!


Makale ve Analizler - 2018

103

Hürriyet Nazik Bir Çiçektir

Mehmet Çakır-02.Temmuz.2018

Konu: Gür sesli ve bizden olan bir dava adamı yetiştirmeliyiz. İnsanların çiçeklerin saksılarını neden değiştirdiğini henüz anlamış değilim. Çiçeklere haksızlık ediyorlar. Onların en güzel açtığı yer tohumun düştüğü topraktır. Özel saksılarda yetiştirilen çiçekler güneş görmeden açtıkları için kokmazlar. Kokan çiçeğin dikeni olur. Bu, çiçeklerin yaprakları ve renklerinde gizlenen sırlar için de geçerlidir. Sözde hapse atılıp özel köşklerde yetiştirilen kişiler, Hürriyet Şarkısı yazamaz. “Hak”, “adalet”, “vatan”, “dil”, “din” kavgası verip her şeyin üstüne bir de gurbet cilası sürmekle yol alamazlar. Demek istediğim, 20. yüzyılda Bulgaristan Türkleri olarak, ezilen Bulgaristanlı etnik azınlıkların hepsini kucaklayan bir düşünce adamı, halk önderi yetiştiremedik. Beklenen kişi, kültür tarihimizin çilelerinden, halkımızın çektiği eziyetten, insan hakları ve adalet atılımlarımızın ateşinden, zindanların karanlığından, esaret zincirlerinden boşanıp gelmeliydi. Yenilmezliğimizden ve yenilikçiliğimizden fışkırmalıydı. Gökten düşen bir yıldırım olarak değil, yerden göğe söndürülemeyen bir ateş olarak büyümesi gerekirdi. Gönüller sarıldıkça yücelmesi gerekirdi. Dirliğimizde mayalanmış, birikimli genel bilgi ve kültürle birlikte, edebiyat, sanat, dil, din konularında psikolojik ve felsefi içerikli, sözü söz birini bekledik. Dönmez, yılmaz, ödün vermez vasıflarla parlayarak gelmeliydi. Kalbiyle, zekâsıyla ve ruhuyla örnek biridir o! Hedefindeki düzeni değiştirip adalet ateşini yakmak olmalıydı. Bulgaristan Türklerinin iman ve düşünce dünyasını belirleyen sentez her aşamada şu olmuştur. “Ben ezelden beridir, hür yaşadım, hür yaşarım. Hangi çılgın bana zincir vuracakmış, şaşarım!” Bu bir bilgi, birikim ve duygu yansıması olarak karanlık gecelerimizde beklenen şafak olmuştur. İnsanlarımız düşmanlarımızın üzerimize saldırmak için pusuda bekleyişini her zaman yakından sezmiştir. Bunun için insanlarımız her zaman bireysel kah-


104

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ramanı, güçlüden güçlü olanı, umudun koruyucusunu, sırtı asla yere gelmeyen yiğidimizi yaratmaya gayret etmiştir. Demir Baba öykülerini anlatanlar, Köroğlu’nu, Aslıyı, Ferhat’ı, Mustafa Kemali biliyor ve her defasında bir başka anlatıyordu. 1950’lerde, 1960 - 1970’lerde ve 1989’un Büyük Göçünde en kısa molalarda bile anlatılan, yorgun düşenlere nefes olan bir Erkek Kurt masalı vardı. Bu masalda, totaliter dönemin zalimleri köpekleriyle ava çıkmışlardır. Konuyu somutlaştıranlar buraya sabah karanlığında tütün tarlalarından sürü sürü geçen avcılara ve köpeklerine işaret eder. Türk aileleri ise, biri erkek biri dişi iki de yavru olmak üzere dört kurttan oluşan bir aileye benzetirdi. Erkek kurt, avcıların ve köpeklerinin bütün kaçış yollarını kapattığını anladığında ön ayaklarının tırnaklarıyla kara toprağa saplanarak çömelir ve üzerine atılan köpeklerin en fazla cüretkâr olanının boğazına dişlerini geçirir. Avcılar sürekli kurda ateş eder ve onu bıçaklarıyla da delik deşik bir hale getirirler; fakat erkek kurt, köpeğin canı çıkıncaya kadar dişlerini onun boğazından ayırmaz. Bu hengâmeyi fırsat bilen ana kurt ise önündeki tek çıkar yolu tercih eder: Çocuklarını kurtarmak. Dişi kurt artık etrafında her an pusuda bekleyen düşmanla nasıl baş edebileceklerini yavrularına öğretecektir. Kurdun yavruları artık büyümüştür. Bu hikâyeyi anlatanı ve dinleyenleri derin derin düşündürmüştür. Olayda, sanki Bulgaristan Türklerinin memleketlerinden kovulmalarını öykülenmiştir. Dişi kurt anne Vatan toprağımızdır. Bu kurdun yuvası bizim dayanma gücümüz, sabrımız ve 1989 Mayıs Ayaklanmamızdır. Hak ve Özgürlük davasını politik platforma taşımamızdır. Ve bugün babaları toplama kamplarında, sürgünde, hapishane koğuşlarında yatarken büyüyen, gurbette öksüz yetişen çocuklarımız babalarının davasını devam ettiriyorlar. Ve artık onların arasında kurt sürüsünün lideri yetişiyor. *** Bu yol uzundu. Olaylar farklı öykülendi. Şehir olun ama gitmeyin. Kalın ve tutunun diye haykıranlar her defasında haklı çıktılar. Şiirlerini Tuna soyadıyla imzalayan Razgrad’a bağlı Torlak köyünden Yusuf Aliev Ömerov Cinaliev (1910 - 1982) Bulgaristan’da çıkan Türkçe yayınlarda dağınık bir şekilde yayınlanan eserleriyle okurlarına can suyu verdi. Yaratıcı 1 Kasım 1950 sabahı kaleme aldığı bir şiirinde başımızın üzerinde devamlı Demokles Kılıcı gibi duran göç tuzağını şöyle dile getirmişti:


Makale ve Analizler - 2018

105

Bir Demet Gül Kuzeyden beklenmedik sert bir rüzgar esti Kara bir el bahçemden bir demet gül kesti. Bakma ak güllerin hepsi yerli yerinde Kesilen güllerin kökleri çok derinde. Bir ak güle dedim: Ağlama sen, ağlama... Dilinden, dininden gayrıya bel bağlama. Sen, dikeninle her an koru yaprağını Sakın değiştirme, bahçeni, toprağını. Bil, bu diyarda itler hep bizi itecek Bu bahçede hep, yeni ak güller bitecek. 1950, Torlak Şairimiz bir imamdır, Şumnu Nüvvab okulunu fakirlikten bitirememiştir. Bir elinde saban sapı, ötekinde karakalem, konusu ailesinin çaresizliği ve milletin derdidir. Bir demet gül, iyimser bir yüreğin duygu topudur. “Sert rüzgâr”, Moskof emriyle, 10 Ağustos 1950’de Bulgar hükümetinin Türkiye’ye gönderdiği notadır. Sert bir dille, Bulgarlar Türklerinden 250 bin kişinin üç ay içinde (10 Kasım 1950’ye kadar) Türkiye’ye göçmen olarak alınması istenmiştir. “Kara el” olarak tarif edilen Bulgar devleti, Türklük bahçesinden bir demet gül kesme niyetini açıklamıştır. Büyük bir göç sorunu ortaya çıkmıştı. Yeni bir sorun değildi, savaşın en ağır koşullarında ve 1945-1949 yılları arasında bile göç durmamıştır. Yılda 631 ile 1670 kişi arasında anavatana akış devam etti. Fakat 3 ayda 250 kişinin sınıra itilmesi olacak bir iş değildi. O zaman normal şartlarda Bulgaristan’dan Türkiye’ye 10 yılda 150 - 200 bin göçmen gidebilirdi. 1950 Ağustosuna kadar Türkiye’ye göç etmek için vize isteyenlerin toplam sayısı ancak 26 788 kişiydi. Kovulmak istenenlerse 10 kat daha fazlaydı. “Sert rüzgârın” ve “kara elin” kararı tek taraflıydı. Kabul edilemezdi. Buna rağmen 1950-1951 yıllarında toplam 154 393 Bulgaristan Türkü göçe zorlandı. Halkımızın ve yurdumuzun bağrına büyük bir göç gibi derin bir yara açılacağını görünce, insanlarımızı avutmaya çalışır, göçlerin Bulgaristan’da Türklüğü asla bitiremeyeceğini haykırır şair Yusuf. “Bakma ak güllerin hepsi yerli yerinde Kesilen güllerin kökleri çok derinde”


106

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Sözleri ve iyimserliğiyle dile getirir. “Ak güller” Deliorman’da Türk kadın simgesidir. “Sarı gülden”, “kırmızı gülden” önde gelen bir saygın değimdir, yaygın bir kültürün, namusluluğun ve ruhsal berraklığın ifadesidir. “Ak Kadınlar” örneklerden biridir. Şair bizi göçe zorlamakla bitiremeyeceklerine vurgu yaparken, soy köklerimizin, tarihimizin çok derin olduğunu, işlediğimiz toprakların mayasının alın terimiz olduğunu hatırlatır. Bu ifadeyle Bulgar bizi vatan toprağımızdan söküp atamaz demiştir. Ocağımızı burada yaktık söndürmeyiz anlamındadır bu değiş. 1950’lerde Bulgaristan’da sözde rejim değişmiş, komünistler 12 yaşındaki Çar adına atılan imzalarla 249 kişiyi darağacına asmış ya da kör bir kurşunla toplu mezara itilmiştir. 49 toplama kampında yarı aç yarı tok çalıştıranlar gün sayarken, “sosyalist hürriyet”, “sosyalist demokrasi”, “insan hakları” ve “vatandaş eşitliği” gibi masallar bozuk plakta döndürülerek halk kandırılmaya çalışılmıştır. “Dilinden, dininden gayrıya bel bağlama.” Torlaklı genç şair Yusuf’un halkımıza kesin çağrısı olmuştur. O burada, siyasi düzenler, rejimler, diktatör ve diktatörlükler değişir, devrilip gider, ama dilimize, dinimize ve vatan toprağımıza bağlı kaldıkça biz ebedi yaşarız, demiştir. “Sen, dikeninle her an koru yaprağını Sakın değiştirme, bahçeni, toprağını.” Şairin işaret ettiği “diken” bizim iman ve bilincimiz, vatan sevgimiz, birlik ve beraberliğimizden doğan irade ve gücümüz, geçmişi ve bekamızı yurdumuzda görmemizdir. Hayatın her bahar yeşeren “yaprakları” ise yaşam tarzımız, adet, gelenek ve törelerimiz, ahlaksal üstünlüğümüz, öğrenme ve bilme hevesimiz, yaratma ve yüceltme atılımlarımızdır. “Diken” ve “yapraklar” hayatımızın kendisidir, hürriyet çiçeğimiz ise nazlımızdır. 20 yüzyılda koncalarımız yıllarca açamamıştır. Beklenen Hürriyet gelmemiştir. Haklarımızı elde edemediğimiz ne karanlık yıllar ve devirler yaşadık. Goncalarımızla birlikte yapraklarımız da yolundu. Dayandık, yenibaharlar bekledik, sabrımızın dallarında açan hürriyetin ak güllerine sevindik, seviniyoruz ve sevineceğiz. Her milletin bir rengi, bir gülü vardır. Bulgar’ın ve tüm diğer etniklere ve milletlere tüm renkler helalımız olsun, bir tek beyaz gül Türklüğümüze yeter de artar. Bir zaman önce “Kaynak” dergisinde gazeteci Hikmet Efendi’nin 1990 Deliorman mitinglerinde yarınlarımızı güllerle nasıl tarif ettiğini okumuştu. O, mitingcilerin önünde renk renk güllerden demet derlerken, milli gül demetinde, Beyaz Gül biz olalım, Bulgar kırmızı Gül, Çingene kardeşlerimiz Sarı Gül, Pomak kardeşlerimiz Pembe Gül vs olsun, önemli olan Gül Demetimiz Vatan koksun, demişti.


Makale ve Analizler - 2018

107

Bu bir özlemdir. Gerçekleşmesi hürriyettir. Kokusuyla nefes almak hakkımızdır. Şairimiz işte bu mantığı daha 1950’de, aynı bayrak altında “kültürel otonomi” isteklerimiz biçimlenirken derin bir inançla dile getirmiştir. “Sakın değiştirme, bahçenin, toprağını.” Bir çağrıdır. Göçü durdurun. Bizim vatanımız var! Haykırışıdır. O zaman şair Yusuf’u işitenler anladı, fakat durmadılar. Akan bir ırmağı durdurmak zordu. 1878’den sonra en güçlü göç rüzgârı 1950’de esmişti. Kabaran korku dalgası 150 bin kardeşimizi aldı götürdü... Bu korkunç dalga o zaman ancak büyük şair Nazım Hikmet’in onun köyüne de giderek, “Gitmeyin! Memleketiniz bir beyaz gül bahçesi, dünyanın hiçbir yerinde bir benzeri yok!” davetiyle durmuştu. “Bil, bu diyarda itler hep bizi itecek Bu bahçede hep, yeni ak güller bitecek.” Bu mısralar şairimizin yavrularını kaçıran “Dişi Kurt” öyküsünü hatırlattığı gibi, bahçelerimizde hep ak güller bitecek inancıyla, Vatan toprağımızda bizim varlığımızın, geleceğimizin ebedi olduğuna her birimizin duyacağı şekilde bir haykırıştır. Gidenler gitti. Kaçanlar kaçtı. Yavruların birer beşer geri dönme ve dev çınarların köklerine yeniden gömülme zamanı geldi. Beyaz güller bu sene de her defasından daha fazla ve yine topaç topaç açtı, bahçelerimiz bembeyazdı. Etraf Vatan koktu. Hürriyet nazik bir Ak Güldür... Okuduğunuz için teşekkür ederim

Bindiği dalı kesen MHP’li

Rafet Ulutürk-04.Temmuz.2018

Konu: Susarak konuşan göçmenlerin tepkisi çok sert olabilir. Dikkat!!! Şükrü Alnıaçık’ın Balkan göçmenlerine Ortadoğu’da ağır hakaretlerine cevap. Dünya var oldukça biz de varız ilelebet Hiçbir kimse hakaret edemez garı bize; Eşit haklı vatandaş olmuşuz bugün elbet Tüm bunları borçluyuz biz Hareket’imize. Ali Bayram (1935 - 2011)


108

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Hele Türkiye’mde 24 Haziran seçim zaferinden, Cumhurbaşkanlığı Başkanlık sistemi kapısının açılmasından ve bu tarihsel Yeni Büyük Türkiye atılımına başarılı ortak hamlemizden sonra MHP elitinden, yazar Şükrü Alnıaçık’ın Balkan göçmeni vatandaşlara Ortadoğu Gazetesinde internet sitesindeki ağır hakaretleri ona karşı biz artık biz değiliz, sen de bizimle eskisi gibi olamazsın, ortamı yarattı. Yılların siyaset adamı MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin danışmanlığını yapmış, ülkücü hareketin yani ocaklardan gelen “ülküde birlik, ülkede birlik” konferanslarıyla tanınan Şükrü Alnıaçık’ın Balkan Rumeli’den gelen ve Ege-Marmara bölgesine yerleşen vatandaşlara karşı ahlaksızca sert yazılı çıkışlarda bulunması doğal olarak tepki uyandırdı. Aynı tavırda ırkçılık tohumları olduğundan dolayı Ülkü Ocaklarında eli kalem tutan gerçek ülkücülerden de kınama yükselmesini bekliyoruz. Yazının Ortadoğu internet sitesinden kaldırılması hiçbir şey değiştirmez. Ege, Trakya, İstanbul soydaş dernekleri ayaktadır. Protesto toplantıları düzenliyorlar ve asla unutulmayacaktır, MHP’den dışlanana kadar. “Türkiye’nin batısında yaşayan yurttaşlara çok ağır hakaretlerde bulunuldu” savında birleşen gerçekçi merkez ve yerli basın tavrını ortaya koydu. Alnıaçık’ın Balkan - Rumeli kökenli soydaşlarımızı inciten analizi esasız ve yanlıştır. Biz “eğilimli” suskun kitle değil, hür vicdanlı ve derin siyasi birikimli Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarıyız. 81 ilde yaşayan 46 etniğin siyasi dokusundan kopmaz bir parçayız. Rus - Türk harbinden sonra dönüş başladı. Anavatana özel olarak Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) veya İyi Parti’ye (İP) oy vermek için gelmedik. Birçoğumuz 140 yıldan beri buradayız. İYİ Parti henüz bir yaşındadır. Biz, burada hiçlikten birey olduk. Bir yeraltı ırmağının yeryüzüne fışkırması gibi yeniden burada doğduk. Yüzlerce yıllık köklerimizden koparılsak da milli duygu ve milli bilinci burada oluşturduk. 24 Haziranda çok partili demokratik ortamında eşit haklı vatandaş olarak oy kullandık. Oy verme tercihi, güvence altına alınmış kutsal meşru bireysel bir haktır. “Eğitimli” vatandaşın CHP’ye oy verdiği tezine takılan yazar Alnıaçık, bu olayı MHP Lideri yönetiminin son meclis ve Başkanlık sistemi seçiminde gösterdiği üstün akıl açısından değerlendirdiğimizde, akıl tutulması yaşamamak adeta mümkün değil. Ayrıca biz BULTÜRK Derneği olarak Cumhur İttifakını açıktan destek verdik. http://www.bghaber.org/bghaber/buyuk-yeni-turkiye/ Bu da CHP’ye sözümüz; http://www.bghaber.org/bghaber/muharrem-incekazanirsa-bulgarlar-bayram-eder/ Okuda biraz bilgilen.


Makale ve Analizler - 2018

109

Konumuz, Anadolu kadar, Türklüğün beşiği ve eşiği olan Balkan Rumeli’den, Türkün Türkü olan ve Osmanlı savaşlarında tarihlerinden sökülen, Haçın eline geçen toprağın Hillalle dönmesi uzun sürebilir düşüncesiyle, Hıristiyan zulmüne, dil, din, ahlak ve iman saldırılarına uğrayınca ana-vatana dönen vatandaşlarımızdır. Geçen yüzyılın başında Müslüman hayat tarzına uygun yaşamalarına müsaade edilmeyen, geleneksel hakları hiçe sayılan, dayanılmaz çekilere göğüs geremediğinden dolayı atalarının topraklarına dönenler, yazar Alnıaçık’ın yazdığı gibi “pagan geleneği” taşıyıcısı, “Keşan panayır” kültürünü yaşatan ve “rakı kokan” değildir. Bu bir hakarettir. Kabul edilemez! Hele de şu sözler: “Ege’nin bugün para kesen turistik bölgelerinin daha düne kadar sürgün yeri olduğunu ne çabuk unuttunuz? Cevat Şakir, Bodrum’a sürgün gidip de “Halikarnas Balıkçısı”nı yazmasaydı belki de orası hala “Karaburun” gibi ıssız olacaktı.” Bir defa Osmanlı ve Cumhuriyet döneminde Bulgaristan ve Balkan Türklerinden adli suç işleyip sürgün edilmiş Türk yoktur. Osmanlı adaletince İzmir’e sürgün edilen Bulgar Papazlardır. Rus Çarı’nın İstanbul baş diplomatı Graf İgnatiev’in oyununa getirilmişlerdir. Diyarbakır’a sürgün edilenler ise komitacı haydutlardır. Bu vasıflarla Soydaşlarımızın bu gibi vasıflarla karalanması asla kabul edemeyiz. Biz geleneklerine, dinine, devletine bağlı Türk - Müslümanlarız. 600 yıllık beraberliğimiz süresince bir tek Bulgaristanlı Türk Hıristiyanlığa geçip din değiştirmemiş, istiklal davasına ihanet etmemiştir. Bizden sarhoş çıkar doruğudur amma bizden hain çıkmaz bunu herkes tarafından iyi bilmelidir. Bu konuda yaralı olan kalbimizin aynası şu şiir-imizdir. Küçük Bulgar Mezarlığı Şu karşıda gördüğüm küçük Bulgar Mezarlığı Soykırım devrinin acı hatırasıdır. Kabirler üzerindeki solgun açan çiçekler. Bulgar adı altında yatanların yasıdır. Buna benzer mezarlık görmedim hiçbir yerde Ne İsa’nın hacı var, ne ağacı, ne gülü. Bu mezarlık kanayan yaradır yüreklerde Toprağında yatanlar kalbimizde gömülü Mezar taşlarındaki eski Bulgar adları Biz Türklerin gözüne bir ok gibi batıyor. Istıraplar içinde geçmiştir hayatları Küçük Bulgar mezarlığında koca Türkler yatıyor.


110

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Alnıaçık’ın hele şu satırlarının bizimle hiç alakası olmadığını belirtiyorum: “Mesele, yol ve bayındırlık meselesidir. Yolu, suyu, adamı olan belde kalkınır. İç Anadolu’nun, Güney’in hatta Doğu’nun pek çok kenti, bu konularda Ege’den daha fazla kalkınmıştır.” Bizler Osmanlı Bakiyesiyiz, Osmanlı medeniyetinin Avrupa’yı sollamaya çalışan pilot bölgesi Tuna boyu “Rusçuk Eyaletinden” geldik. Gül bahçelerimizden, bağlarımızdan, yetiştirdiğimiz meyve yüklü ağaçların, milyondan fazla sığırın, koyun kuzu, manda ve atın serbest gezdiği ana yadigarı çayırlardan, korularda, Orman Denizi’nden, bereketli buğday, mısır ve tütün tarlalarımızdan dengesiz çarpışmalarda sökülüp kovulduk da geldik. Onun için sizin beğenmediğiniz “Karaburun” ve daha ne kadar adını ağzına almak istediğiniz “Saklı Konak”, “Taş Avlu”, “Yalçın Kayalık”, “Taş Ada” ve Türk toprağı olduğuna tenezzül edemediğiniz daha ne kadar “kara” yer varsa, bizim her birimizin başımızda taç, gönlümüzde vatan toprağıdır. Türkiye’deki “Muhacir” yurttaşlara sert hakaret ediliyor. Türkiye’de ayrışmayı isteyen sadece ve sadece hainler ve Türkiye düşmanlarıdır. Kaba davranışların hocalığını ve öncü saldırganlığını yapan yazar Alnıaçık gibilerin yazılı ve sözlü ifadelerinden incileri bir ipe dizen soydaşlarımızdan Bayan R.D. işittiği hakaretleri bir ipe dizmiş ve çamaşır ipine dizerek siyaset pazarına çıkarmış. İşte gerçekler: “Bize, “koyun, boş beyinli, kuş beyinli, beyinsiz, yobaz, yavşak, it, satılmış, salak, aklı kıt, hain, geri zekalı, aptal, şerefsiz, ahlaksız, edepsiz, yalaka, cahil, bilgisiz, karaktersiz, hırsız, hain, ezik, basit, insanlık dışı, çıkarcı, gavat, köpek, soysuz, pislik, çapulcu, öcü, mikrop, parazit, saman kafalı, örümcek kafalı, balık hafızalı, cariye, o..., k..., p... (bunların açılımını yazmak bana yakışmaz)...” dediler. Vakit Türkiye vakti ve bu hakaretlere cevap verme vaktidir. Açıkalın incileriyle devam edelim: “Mesele ‘Ege’nin eğitimli olması’ değildir! Batı’nın daha çok da İzmir ve Trakya’nın “CHP’li” olmasının, Ege’deki MHP oylarının “akışkan” olmasının ve İP’in Ege’de daha fazla “götürmesinin” en az on sebebi vardır” diyerek yazısına devam eden Alnıaçık, Osmanlı döneminde yapılan sürgünler için ise, “Nerede bir arıza çıkaran, bir asinin peşine takılan insanlar varsa onları cezai bir kararla, denize doğru sürmüş veya Rumeli’ye çıkarmıştır” diye yazıyor. Biz Balkan - Rumeli Türkleri Osmanlı Sürgünü değiliz. Biz Ahmet Yesevi’nin müridi Sarı Saltuk Baba beşince 20 binimiz Osmanlı Edirne’ye başkent kurmazdan 3 asır önce Dobruca’ya ve Orman Denizi’ne (De-


Makale ve Analizler - 2018

111

liorman) yerleşmiş ve atların kuyruk ve yele kıllarını, yeşil bayrağımızla birlikte oba çadırı direğinde dalgalandırmışız. 26 Ağustos 1071 Malazgirt Savaşı’nda zafer sağlandıktan sonra Konya Ovasına yerleştirilen Peçenekler arasından meslek sahibi, becerili ve üstün ahlak sahibi Müslüman aileler özellikle Sofya Beylerbeyliğinin Balkanlarda-Rumeli’de gösterdiği topraklara yerleşmiş, tutunmuşlar ve Rumeli’yi bayındırıp Yurt yapmışlardır. Biz Bulgaristan Türkleri “cezai bir kararla” Balkanlara çıkarılmış ya da Anadolu’dan Balkanlara sürülmüş değiliz. Bu her kes tarafından iyi bilinmelidir. Bizler İslam’ın ön cephesine uygarlık taşıyanlarız. 140 yıldan beri bize “sürgün hayatı yaşatan” Bulgar milliyetçileriyle aynı saftan ateş açan yazar Şükrü Alnıaçık’tan, İstanbul’daki en büyük soydaş derneklerden birinin başkanı sıfatıyla ve tepkili üyelerimiz adına şu istekte bulunuyorum. 1- Yazar Alnıaçık’ın soydaşlardan hemen özür dilemesini istirham ediyorum. Bu konuda BULTÜRK toplantısında aldığımız kararın birinci maddesi budur. 2- İki, o bunu yapmadığı halde, Ortadoğu gazetesinden onun yeni yazılarını basmaması, TV programlarına çıkmasının yasaklanması ve memleket içinde MHP ve ülkü ocakları konferanslarına konuşmacı olarak katılmasının yasaklanması istenecektir. 3- Yapılan bölücülüktür, anavatanımızın parçalanması ve halkımızı birbirine düşürmek için çakılmış kıvılcımdır. Bu ateş bacayı sarmadan hemen söndürülmelidir. Bu sadece ve sadece Türkiyenin düşmanlarına, hainlerinin ateşine odun atmaktır. Önemle şunu vurguluyorum. Artık bizim için sis kalkmış ve dağın ardı görünmüştür. Şükrü Alnıaçık’ın, 2013’te Diyarbakır Anıtpark’ta, kırılan Ziya Gökalp büstünün başında MHP il Teşkilatıyla birlikte Ülkücü yemini yaparak Ülkücülerin tavizsiz kararlılığını bir kez daha ülke gündemine oturtması aslında bir ırkçılık hortlamasıdır. Türk milliyetçiliğinin öncülerinden Ziya Gökalp’in en karşı olduğu yaklaşım, ırkçılıktır. Burada ilginç bir olay görüyoruz. Türk milliyetçiliğini söndürmek isteyenlerin, etnik grupları hor gören mezhep ve çarpık ideoloji ırkçılarıdır. Ege, Trakya, Rumeli tabanına saldırının ardından kokular geliyor. Seçim sonucunda almamız gereken derslerin; vitrinlerin yani partilerin, cambazların yani başkanlarının peşinden gitmek yerine yüreğimizin peşinden gitmeliyiz. Ama geçmişimizden ders alıp yüreğimizin peşinden gidebilmek kendimizi tanımakla, öz değerlerimiz olan inancımızla azım ve kararlılığımızla ve birliğimizi koruyarak mümkün olacaktır.


112

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Osmanlı dönemindeki Balkan savaşları sonrasında Türkiye’ye gelen yurttaşlara da hakaret eden Alnıaçık’ın kinine bakınız: “Mesele fetret devri asilerinden olan Şeyh Bedreddin’in aralarında Rumların ve Yahudilerin de bulunduğu müritlerininne Sürgün yeri İzmir Karaburun’dur. Kendisi Serez’de idam edildiğine göre geri kalanı da Rumeli’ye dağılmıştır. Bunlar daha sonra Balkanlar kaybedildikçe “muhacir” ve “mübadil” olup yine İzmir’e ve Ege kıyılarına kapağı atmışlardır.” Türk halkı tarihimize çok büyük deha, düşünür, kahraman komutan ve liderler vermiştir. Bunların daha fazlasının Rumeli kökenli olmasından biz gurur duyuyoruz. Zamanın Kazaskeri Şeyh Bedreddin’in sadece şu sözlerini anımsayalım. “Tanrı dünyayı yarattı ve insanlara verdi. Demek ki; dünyanın toprağı ve bu toprağın bütün ürünleri insanların ortak malıdır. Ben senin evinde kendi evim gibi oturabilmeliyim, sen benim eşyamı kendi eşyan gibi kullanabilmelisin. Çünkü bütün bunlar hepimiz içindir ve hepimizin malıdır.” Onun bu görüşü, bir felsefe ve insan kardeşliğine açılan bir iman, hoşgörü ve barışma yoludur. O, İslam’ın egemen olduğu topraklarda tasavvufun fikir doruğu olarak “Yârin yanağından gayri her şeyde, her yerde, hep beraber!” demiştir. Düşünürün fikirleri bulutlarla bereket damlaları gibi Deliorman’dan, Bosna’dan Fransa’ya kadar yayılmış ve Bati’da Aydınlanma Çağında Kral giyotinleri her gün kelle alırken, düşünen insanlar intikam ateşlerinde yakılırken, “gerçek iktidar, insanlar üzerinde değil, yürekler üzerinde kurulur” gerçeğini halklara duyurmuştur. Unutmayalım, bugün hala Türk dendiğinde, insanlık önce Şeyh Bedrettin’i, Ahmet Yesevi, Mevlana Celalettin Rumi’yi ve Mustafa Kemal’i hatırlıyor. Bedrettin eski kıta tarihinde insanların eşitliği ve kardeşliği için ilk ayaklanmayı örgütleyen ve yöneten lider olduğu gibi, ölümüyle efsaneleşmiştir. Rus yazar Radi Fiş ve birçok Fransız yaratıcıdan sonra, büyük şair Nazım Hikmet’in “Şeyh Bedrettin Destanı” ve Avrupa “Tanrı Sevgisi” (Bogomil) “Gouam” hareketleri esas alınarak Paris Sorbonne Üniversitesi’nde bu konuda 12 doktora tezi savunulmuş ve bunların her birinde ırkçılık reddedilmiş ve lanetlenmiştir. Bedrettin’den kaynaklanan fikirler Avrupa karanlığında insan özgürlüğünün Türk kıvılcımları olmuştur. Balkanlarda doğup yetişmiş aydın Türker’den gıcık kapan ve köklerimize balta savuran yazar Şükrü Alnıaçık yazısında, Şefik Hüsnü Değmer, Nazım Hikmet, Hikmet Kıvılcımlı, Mihri Belli ve Sabahattin Ali’ye de hakaret ediyor. Onları tanıyıp tanımadığını sormak isterdim.


Makale ve Analizler - 2018

113

Bu listeye Namık Kemali, Yahya Kemal Bayatlı’yı, 200’ü Bulgaristan Türklerinden olan binlerce Batı Trakyalı, Bosnalı, Makedon, Hırvat, Arnavut yazar ve şairi, halkın meşaalesi olan isimleri eklemek gerekir. Her birinin yüreğinde Şeyh Bedrettin közü vardır. Onlar Balkan-Rumeli Türk ocağına odun taşıyanlardır. 1908 Genç Türkler Hareketinden beri onlar Türk Aydınlanmasını omuzlarında taşıyan dev yürekli ve parlak zekalı seçkin aydınlarımızdır. Mustafa Kemal Atatürk’ün Milli Kurtuluş Harbi kurmayındaki Generallerin hepsi Rumeli kökenlidir. İstiklal ve bağımsızlık zaferine götüren kolektif üstün aklı yakalayan onlardır. Türklüğün ruhuna antiemperyalizmi mayalayan da onlardır. Hürriyet kavgasını başlatan, vatan, millet, istiklal diyen, esaret zincirlerini kıran, Türk ruhunun yetiştirdiği en önemli düşünce adamları, komutanlar, her sabah güneşle doğan ve Türkiyeyi, Bulgaristan’ı, baştan başa Balkanları - Rumeli’yi aydınlatanlar onlardır. Ne oluyor şimdi? Priştineli ve Arnavut kökenli diye Mehmet Akif Ersoy’un İstiklal ve İstikbal Marşını 80 milyon Türk’ün belleğinden ve ruhundan sökelim ve Ege boylarına sürgün mü edelim?! Yoksa başka bir Priştineli olan Doktor Hikmet Kıvılcımlı’nın “Osmanlı Tarihi”ni yakalım mı? Köşe yazarı Şükrü Alnıaçık’ın “solcu olduğu için” adının tarihten silinmesini istediği Şefik Hüsnü Değmer, Mustafa Kemal’in kuzenidir, anneleri kız kardeştir. Fransa’da yüksek öğrenim almış ve amansız kapitalist sömürü koşullarında “emek ve sermaye arasındaki kavganın kurallarını” Türkiye’ye getiren aydındır. Bu kavga bugün de sürmüyor mu, kuralları günümüzde hala geçerli değil mi? Mustafa Kemal, Nazım Hikmet gibi Selaniklidir. Yahya Kemal Üsküplüdür. Sabahattin Ali’nin Bulgaristan Eğiri Dere’de (Ardino) doğmludur. Ama bu onlardan hiç birini “sürgün” evladı yapmaz. Her biri Türk soyunun en asil ve en yüksek zekâlı aile ortamlarında yetişmiştir. Sabahattın Ali’nin, “Kara Yazı”, “Leylim Ley”, “Göklerde Kartal Gibiydin”, “Çocuklar gibi”, “Ben sana vurgunum eskisi gibi”, “Dağlar”, “Aldırma Gönül”, “Geçmiyor Günler”, “Melankoli” ve “Bir yürek kaldı avucumda” gibi Sezen Aksu, Nükhet Duru, Zülfü Livaneli ve Ahmet Kaya tarafından seslendirilen şarkıları, Nazım Hikmet’in yediden yetmişe her Türk’in ezbere söylediği şiirleri 21. Asır Türk ruhunun özü ve biçimini oluşturanlardır. Türkiye’de huzur, güvenlik ve kardeşliğin temelindedir. Bize genel ve özel olanı bireyde anlatmayı öğreten Nazım’dır. Antiemperyalizmin bir milli cephe hareketi olduğunu kurumlaştıran Mihri Belli’dir. Anadilimizi pınar suyu gibi duru


114

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yapan Nazımlar, Bayatlılar, Alilerdir ve Balkan - Rumeli Türk lehçelerinden edebiyat dilimizi ve milli edebiyatımızın yaratılmasına esas olan yine onlardır. Hak ve özgürlük mayasını kurutmayan Rumeli Müslümanları bugün artık Bosna, Kosova ve Arnavutluk’ta devlet kurmuş, Bulgaristan ve Makedonya’da siyasi sahnede örgütlü olarak yer almış ve istiklal mücadelesini sürdürmektedir. Bu davanın baş aktörü Sayın Cumhurbaşkanı ve Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan tarafından yönetilen Yeni Büyük Türkiye’dir. Bu atılımların ideolojik yapılanmasında Sayın Devlet Bahçeli tarafından yönetilen Milliyetçi Hareket Partisi de çok önemli birleştirici ve yön gösterici rol almaktadır. Ortak davamız Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyeti yeni medeniyetlere taşımak, Türkiye Cumhuriyeti’nin toprak ve halk bütünlüğünü koruyarak ve bayrağını yükseklerde dalgalandırarak Yeni Büyük Türkiye’yi dünya kamuoyuna ve devletlerine kabul ettirmektir. BULTÜRK Derneği olarak bu savaşımızda bizim yerimiz AK Parti ve MHP gibi milliyetçi, birleştirici ve yön gösterebilen siyasi hareketlenmenin saflarındadır. 24 Haziran seçimlerinde elde edilen başarı ortak başarımızdır. Yazar Şükrü Alnıaçık’ın yazısındaki diğer saçmalıklara değinmek istemiyorum. Soydaşlar BULTÜRK görüşünde ve öngörüsünde birleşmiştir. Yazımı, vatan topraklarımızda yetişen büyük düşünür Şeyh Bedrettin’in şu sözleriyle bağlıyorum: “Atın iyisine Doru, Yiğidin iyisine Deli derler.” Yurttaşlarımıza yöneltilen tüm suçlamaları, ihanet iddialarını ve lanetleri topluca iade ediyoruz ve bu konularda yazmaktan vaz geçip alanı ırkçılıktan uzak, bu alanı gerçek milliyetçilere bırakmasını diliyoruz. Son sözüm Türkiye’de bölücülük, ırkçılık ve ikilik çıkaran herkes Türkiye’nin düşmanı veya düşmanı ile iş birliğindedir. Saygılarımla,


Makale ve Analizler - 2018

115

“Kahraman” Yaratıyorlar

Şakir Arslantaş-07.Temmuz.2018

Konu: Bu adamlar kaldırım mühendisi değil, Polis! Öğretmen olsun, çocuklarımıza aydınlık taşısın diye yetiştirdiğimiz kadroları sabahtan akşama kahvelerde karta oynarken gördükçe içim sızlıyor. “Geçmişlerini unutturmak istersen, insanları dağıtacaksın” diyenlerin, çocukları, gençleri ve yaşlıları eğlendirmek için neden bir araya topladığına akıl erdiremedim. Şimdi Bulgaristan’da yeni bir adet oluştu. Eski polisler 30 - 40 yıl önce işledikleri suçlardan kendilerini tamamen aklayarak haklı göstermek ve belki de “şerefli” ölmek istiyorlar. Artık halk arasına çıkıyorlar. Kamuoyu oluşturma adımları atıyorlar. Birlikte basın toplantıları düzenliyor, radyo söyleşileri yapıyor. Bu arada “DS” arşivine girmeden kitap ve makale kaleme alıyorlar. En önemlisi de birbirlerine arka oluyorlar. İşler o kadar ileri taşındı ki, “soya dönüş sürecinde” 1984 - 1989 baskı ve terör yıllarında, isimlerimiz zorla değiştirilirken, Türklere karşı gerçekleştirdikleri operasyonları anlatıyor ve kendilerini kahraman gösteriyorlar. Zaten bu işlerin böyle olması bekleniyordu. Başbakan Borisov bu gelişmeleri görmüş olacak, “en yüksek emekli maaşının tabanını 960’tan 1 140 levaya yükseltmeyi düşündüğünü” açıkladı. Bizde en yüksek emekli maaşları zaten sivil polisler alıyordu. Böylelikle son 30 yılda gösterdikleri “dayanıklılık” mükafatlandırılmış olacaktır. Bizim polis tayfasının yaptığı “en önemli iş” 1972 - 1973 Pomakların, 1982’de Çingeneler’in, ardından ani ve topyekûn bir saldırıyla 1984 - 1989 yılları arasında bir milyon 253 bin 553 yaşayan Bulgaristan Türk vatandaşın ve fırsat buldukları yerde ölülerin de isimlerini Bulgar adlarıyla değiştirdiler. Önemli ödüller aldılar. Fakat 1989 yılının 10 Kasım tarihinde diktatör Todor Jivkov Türk baskısına dayanamayıp devrildiğinden dolayı, şöyle gerine gerine böbürlenemediler. Madalyalarını takıp gezemediler. Yaptıklarını ballandıra ballandıra anlatamadılar. Görevde kalanların işi o gün bu gün tüm devlet belgelerinden, kayıtlardan, yazılardan, gazetelerden, kitaplardan hatta internetten birer ikişer Türklerle ilgili yaşananları söküp çıkarıp çöpe atmak oldu. Bu dava uzun devam etti. Gizlice yapıldı. Ofislerde çalışanların hepsi sır küpü oldu. Susmaya alıştılar. Yalnız Sofya’da 456 bin kişi bir yandan sözde “işine baktı” hem de bu işleri yürüttü. Zaman öyle bir geçti ki, artık inden çıkıp, tarih yazma zamanı geldi. Bulgar “DS” polisi kendini galip gelen görmeye başladı. Ne mi yazıyor? ***


116

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ben önceden (1990’dan hemen sonra) General, Albay ve Yarbayların gece gece, eşlerinden bile korkarak kaleme aldığı ilk kitaplara fazla önem vermiyorum. Buy eserler “biz emir kuluyduk, işimize baktık, üstümüzdekilerin dediklerini yerine getiriyorduk” havasıyla yeni tohumlar ekip, kamuoyu oluşturmaya çalışıyorlardı. Kimin sopacı olduğu, kimin ajan ifadelerini değiştirdiği, kimin ajan ifadelerini tamamen uydurduğu, kimin şahsi hesaplarla o gizli işleri birbirine karıştırdığını vs anlayabilmek çok zordu. Yani biz “dosya” mosya oyununa getirilerek 10 yıldan beri aldatıldık. Bütün dosyaları sıksan bir litre yağ çıkmayacağını anlamayan kalmadı. *** Şimdi yeni bir durum var. Yeni geliştirilen tezlerde “İçişleri Bakanlığı görevlileri olarak biz Türklerin isimlerinin değiştirilmesine karşıydık” görüşü yer alıyor ki, bu düşündürücüdür. Henüz çözülemeyen son hesapta demek istedikleri nedir? Hakikatten Bulgaristan Sosyalist partisi (BSP) gerçekten eriyor mu? Yoksa bir gizli anlaşmaya mı varıldı! Bizde evlatlar babalarının suçlarından yargılanmaz ilkesi geçerlidir. BSP yönetiminde genç kadrolar bollaştığına göre, uzlaşmış olabilirler. Bu arada, bu gelişmeler adım adım üzerimize gelirken kahvehanelerde pişti oynamaya devam ediyoruz. Düşünmüyoruz demiyorum, ama hangi yöntemle düşündüğümüz belli değil. Bazı günler şekerlemeye gitmeden oyuna devam ederken, “bizim kısmetimiz bizi bulur” sözleri kulakları okşuyor. *** Bazı kahvehanelerde islenen, Sofya TV yayınlarından “On AİR”ın “Operasyon Tarih” programından koyu milliyetçilik salyaları akarken, 1984 yılından önce İçişleri Bakanlığı Varna Devlet Güvenliği (DS) Albayı olarak, “Türklerin isimlerinin değiştirilmesi hazırlıklarının durdurulması için birçok rapor ve mektup” gönderdiklerini anlattı. Bu olay bizim için çok önemlidir. Çünkü isimlerimizin değiştirilmesine karşı Bulgar devleti içinden ses çıktığını, sesler yükseldiğini, tepki olduğunu şimdiye kadar işitmemiştik. “DS”, istihbaratın diğer kolları, bakanlıklar, parti devletin hep aynı görüşle ve uyum içinde olduğu fikri hepimizin kafasına zorla sokulmuştu. 30 yıl sonra böyle bir çatlaktan söz edilmesi ilginçtir. İş İşleri Bakanlığı ile BKP Yönetimi arasında bu konuda yani “soya dönüş süreci” suçunu üstlenme, topluma ve tarihe hesap verme ile ilgili bir zıtlaşma, çatışma, parçalanma olduğunu bilsek de, BSP kurmaylığının içi kıdemli generallerle dolu olduğundan dolayı kesin sonuç çıkaran olmamıştı.


Makale ve Analizler - 2018

117

*** Varna “DS” II. Şubesinde (aksi istihbarat) görevlisi olan ve halen “belgesel eserler” yazan Albay Pavlin Pavlov, ulusal “Darik” radyosundaki söyleşisinde, halen “Soya dönüş süreci öncesi Bulgaristan’daki durum” üstüne çalışmalarını sürdürdüğünü ve “Çekme Şeytanın Kuyruğunu!” başlıklı yeni çıkan bir kitabını tanıttı. Konu, bundan 30 yıl önce yaşanan ve o dönemin medyasında Karadeniz’in “Altın Kumlar” sayfiyesindeki “Enterternasiyonal” hoteli bahçesinde ismi değiştirilmiş 3 “teröristin” (Bulgaristan Türkü) patlattığı 3 el bombası şeklinde gündem olmuştu. Ölü ve yaralı yoktu. Olay 7 Temmuz 1987 günü olmuştu. İçişleri Bakan Yardımcısı ve “DS” Müsteşarı Grigor Şopov yönetiminde, Varna, Burgaz Polis Amirlikleri, “bereli güçler” komutanı V. Velev, “komando” güçleri, zırhlı amaçlar ve bir de helikopter Bulgar - Türk sınırına kadar uzanan olaylara bizzat katılmıştı. Silistre ili, Ak Kadınlar (Dulovo) belediyesine bağlı Karaesen Köyü’nden (Çernplik) Bulgar ismi Nikola Nikolov (48 yaşında) ve Eminler (Boil) köyünden zorla verilen Bulgar ismi Neven Asenov (24 yaşında) bu polis operasyonunda araç içinde yanarak ölmüştü. Nikolov’un oğlu olan Orlin ise tutuklandı, hemen idam cezası aldı ve kurşuna dizilerek öldürüldü. İsimleri değiştirilen 3 Türk Bulgar isimleriyle yaşamak istemiyor ve Türkiye’ye gitmek istemişlerdi. Bu olay o aylarda Plovdiv tren garındaki patlama, Sliven Hotelindeki patlama ve Sofya yakınlarındaki “Bunovo” tünelindeki patlama ve Varna Uçak Alanı bahçesindeki patlama gibi “terör” olayı olarak değerlendirildi ve polis saldırısı amasız oldu. Oysa Türkler isimlerinin ve haklarının iade edilmesini istiyorlardı. Şöyle bir gelişme izliyoruz. Bu 3 kurbanlarımızın isimlerini şehit düşen, bilinen 37 kardeşimizin listesinde yoktur. Boil ve Çernolik köylerinde aziz hatıralarını yaşatmak için boş tabutların gömüldüğü mezar taşlarına Türkçe isimleri yazılamamış, 1990’dan sonra köy sokaklarından birine isimleri verilmemiş, aziz hatıralarını yaşatması için bir çeşme kurulmasına da izin verilmemiştir. Türk isimlerimizin geri alınması için verdiğimiz halk mücadelesinde Yüksek Bulgar Mahkemesinin Eylül 1988’de kurşuna dizilmek suretiyle infaz edilen Emin Mehmedali Ali ve arkadaşlarının naşi krematoryumunda yakılmıştı. Onların da külleri ailelerine verilmedi. Aziz hatıralarını yaşatmak için Burgaz ilinin Dikenli (Trın) köyünde çeşme yapıldı. Çeşme, Yüksek Mahkeme kararıyla yıkıldı. “Teröristler çeşme hak etmiyor”, dediler.


118

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu memlekette “teröristlere” yer yokmuş. İsimlerinin iade edilmesi, anadil ve din hakları üzerindeki yasakların kaldırılmasını isteyenler artık “terörist” ilan edildi. Bulgaristan’da 30 yılda bu yerleşti. “Terörist” olmayan tek “Türk” hain Ahmet Doğan’dır. Onları yakan, kurşuna dizen, küllerini bile ailelerine vermeyen, unutturmaya çalışan, kurşuna dizen ya da sürgün veya hapsedenlerin hepsi ise “kahraman” ilan ediliyor. Katiller kendilerini haklı çıkarmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Kitaplar yazıyorlar, basın toplantıları düzenliyorlar, 30 yıl öncesinin soykırımcılarını ağız dolusu anlatırken memnun olduklarını gizlemiyorlar, onlar Bulgaristan’da yeni gündemi belirliyorlar. Onların, olmayan vicdanı için, isimlerimizi zorla değiştirilmesi, Türk hanelerinin basılması, aydınlarımızın tutuklanması, sürgün edilmesi, öldürülmesi, kayıplara karışması, eve dönmemesi, suç olmaktan çıkmıştır. Sorgu makamı, savcılık, mahkemeler bu dosyaları kapamıştır. Hak arayan açık dava yoktur. Suçlular git gide kendilerini aklanmış hissederken artık duruluyor ve madalya bekliyorlar. Böylece Bulgar komünistleri son 28 yılda totaliter düzenin en suçlu kesiminin son kırıntılarını da sözüm ona “demokrasi” yakasına sağ salim, sorgusuz sualsiz çıkarmış olacaktır. Bu yöndeki çalışmalar artık tamamlanıyor. Bulgaristan Amerikan toplumunun kölelik dönemine dönmüş oluyor. O zaman ABD’de zencilere karşı işlenen suçlar suçtan sayılmazmış. Beyazlara karşı dava açılamıyormuş. Mahkemeler beyazlara karşı davalara bakmıyormuş. İşte bizde de Bulgarların Türklere, Pomaklara, Çingenelere ve diğer azınlıklara karşı soruşturma başlatmadığı, savcılığın her şeye seyirci kaldığı, etniklere karşı işlenen suçlarda devletin adaleti rafa kaldırdığı, sağır ve kör kaldığı bir dönemde yaşıyoruz. Bu böyleydi ve böyle devam ediyor. Çok yazık. Ve biz pişti oynamaya devam ettikçe bu böyle devam edecektir. Albayın eserde suç olarak gösterilen olay, Türklerin isim değişikliğine tepki göstermesidir. Bu durumda, Eminler ve Karaesen köy sakinleri isimlerini geri istedikleri için suçludur. İsimlerini geri alamayınca bir arabayla Türkiye Cumhuriyetine kaçmak istemeleri, sınır kapısının kendileri için özel açılmasını ve ülkeyi terk etmek istemeleri de suçtur. Makamları zorlamak için Hacı oğlu Pazarcık (Dobriç) ten Darin Hristov (12 yaşında) ve Nikola Petkov (15 yaşında) arabalarına almaları da suç unsuru olarak gösterilmiştir. Bu durumda “terör” uygulayan polis haklıdır. Bulgar polisi üç Türki tuzağa düşürüp tutuklamak için, eski BG İstanbul Konsolosu ve Ankara Büyükelçiliği görevlisi, çevirmen Donço Peev’i, Türkiye Cumhuriyeti Burgaz Başkonsolosu olarak aracı olarak operasyona sokmuş, fakat onu TV’de Todor Jivkov’a tercüme ederken gören 3 kişi onu tanımışlar ve oyuna gelmemişlerdir.


Makale ve Analizler - 2018

119

Bu kitapta bazı gerçekler ilk kez ortaya çıkıyor. Bir, isimleri için eşini, ana babasını ve 2 kızını köyde bırakıp Türkiye’ye geçmek isteyenlerin ikisi Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) üyesidir, 21 yaşındaki genç oğlan köyün Komsomol sekreteridir (komünist gençlik örgütü). Askerliğini sınır eri olarak yapmıştır. Yani devletin güvendiği kişilerdir. Köy, BKP örgüt sekreteri aynı sülalede ndir. Ne ki, köyün sakinleri bu 3 kişinin Türkiye’ye kaçmaya hazırlandığını, bunun için Bolyarovo köyündeki sınır birliği deposundan 24 adet el bombası aldığını bilseler de, hiçbir kimse “DS” istihbarat örgütüne ihbarda bulunmamıştır. Bulgar devleti ile Türk köylülerinin arası açılmış ve irtibat kesilmiştir. “3 bin 16 Türk ajanımız vardı” diyenlerin, bunlardan kaçının işe yaradığını açıklamalarını bekliyoruz! İstihbarattan bir Albay olan Pavlin Pavlov kitabında, Hacı oğlu Pazarcık (Dobriç) köylerinden Baraklar’da Necmettin Hak ve arkadaşları tarafından kurulan Bulgaristan’da Türklerin Milli Kurtuluş Hareketi’nin uluslararası terör örgütleri deneyimlerinden yararlanarak “terör eylemleri” düzenlemeyi planladığını ve bu nedenle tutuklandıklarını yazıyor. Fakat Ahmet Doğan’ın bu illegal hareket içine aşılanmasından ve yönetimi ele geçirmesinden sonra sinir başlarının kurutulduğunu, tutuklamalar yapıldığını, onu da halkın gözünde büyütmek için “zindana attıklarını” yazıyor ve onun Türklerin isimlerini geri almak, hak ve özgürlüklerini kazanmak için verdikleri mücadelede Bulgar polisine verdiği hizmetlerin çok değerli olduğunu belirtiyor. Ahmet Doğan, aynı yıllarda Türkiye’ye kaçıp Bulgar zulmünden kurtulmak isteyen pek çok Türk gencini ele vermiş ve tutuklatmıştır. 1987’de hain Doğan’ın eli Silistre köylerine henüz uzanamamış, halkımız kendi içine sığınmış, büyük bir ulusal kavganın başlamak üzere olduğunu, direnişin uzun süreceğini sezmiştir. Türk komünistler ve Çiftçi partililer, “DS” ve BKP saflarından uzaklaşarak, kendi kabuklarına kapanmış ve suskun kitleye öncülük yapmaya başlamışlardır. Bu örnekleri Pavlov’un kitabında Eminler ve Karaesen Köy’de görebiliyoruz. Anlatılan olayın ayrıntıları bizim için yürekler acısıdır. Birisi 48, ötekisi 24 yaşında iki kardeşimiz polis, milis, bereli, komando kordonunu geçmeye çalışırken, zırhlı araç tarafından dereye kakılmış, Dereağaç sınırına 40 km kala Stranca bayırında kendi araçları “Lada 500” içinde cayır cayır yanarak yanmıştır. İsim, anadil, din, Türk kimliği davamızda şehir olmuşlardır. Yakalanan 22 yaşındaki gencimiz yargı önüne çıkarılmadan idam cezası almış ve infaz duvarında kör kurşunlara hedef olarak şehitlik mertebesine ulaşmıştır. Öz davamızın her kahramanına sahip çıkmak boyun borcumuzdur. Onlar haklı davamız uğruna can feda etmiştir. O’key masasında bu acı olayları hatırlayanlar var mı bilmiyorum!


120

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu dava bugün bile halen noktalanmamıştır. Mücadelemiz her gün, her an devam ediyor. Yalnız oy vermekle de bitmiyor. Genç kuşağa devretmemiz gündem oluşturuyor. Bön bön bakan gençlerin geçmişimize ilgi göstermemesi çok acı bir gerçektir. Başkasının geçmişi bizim tarihimiz olamaz. Bu işin içinde biz ezilen, mağdur kalan tarafız. Tarihimizi yazmaya çalışanlar kendilerini haklı çıkarırken suçlarını gizleme gayreti içindedirler. Türkiye’den emekli maaşı ya da sosyal yardım alıp pişti oynamak ya da be lot oynarken yumrukla masa kırmak sorunların hiç birisi işin çözüm değildir. Önce Türkiye Cumhuriyetine devletine sesleniyoruz. Sağlığı yerinde, emekliliği aydınlarımız öğretmenlerimizi, kardeşlerimizi yaz aylarında memlekete Türkçe öğretmeye gönderme zahmetine katlanma zamanıdır. Yaşlıların olmadığı yerde Türklük bitmez. Gelsinler, kahveyi bizden içsinler. Torunlarına “ha çocuğum git bana bir kutu sigara kap da gel” demeleri yeterlidir. Burada çocuklar dedelerinin Türkçe konuştuklarını işitmeden yetişiyorlar. İstanbul Türkçesinin köylerinde de konuşulabildiğinde inanmak istiyorlar. Bulgaristan’da bir bekleyiş var. Bulgaristan’da akrabalar birleşmek, buluşmak istiyorlar. Şehirlerde köylerde, mezarlık ziyaretine gidip birlikte dua etmeyi, bir Fatiha okumayı, selamlaşmayı, sarmaşmayı, el öpmeyi, öptürmeyi bayramlaşmayı bekliyorlar. Büyük Yeni Türkiye İstanbul’da bir iskambil kulübü değildir. Memleketimizin gölgeleri sizi bekliyor. Buyurun. Asıl muhabbetler buradadır... Sizi görmeyen düşman yok olduğunuzu düşünmeye başlıyor ve yeni çözümler aramaya başladılar. Haklı olan biziz. Fakat kayıplara karışmışsak, yapacak bir şey yok... Kozlar sizin elinizde.... Öleceksek, memleket cennetinde birlikte olalım...


Makale ve Analizler - 2018

121

Başbuğ ve Dokuz Işık

Sakin Öner-07.Temmuz.2018

- Aramızdan ayrılışının 21. Yılında Başbuğ Alparslan Türkeş’e Yirmi bir yıl kaldık sensiz Başbuğum Yirmi bir yıl kaldık yönsüz Başbuğum Yirmi bir yıl kaldık şansız Başbuğum Neyleyim ki şimdi artık sen yoksun Bizi yönlendirdin Milli Ülkü’ye Dokuz Işık, Milliyetçi Türkiye Bize verdin milli ahlâk terbiye Neyleyim ki şimdi artık sen yoksun Yetiştirdin Bozkurtları bilgece Milliyetçi - Ülkücüyüz ilk önce “Ne mutlu Türküm!” diyene güvence Neyleyim ki şimdi artık sen yoksun Ahlâkçıyız Müslüman Türk ahlâkı Ahlâksızın mukadderdir helâkı Sayemizde mazlumların felâkı Neyleyim ki şimdi artık sen yoksun Vatan millet için her şeye veda Toplumcuyuz ona canımız feda “Her şey Türklük için!” ne güzel seda Neyleyim ki şimdi artık sen yoksun Çağdaş uygarlığı aşmak tek hedef İlimciyiz fert ilimle mükellef Araştır soruştur ilim bir gergef Neyleyim ki şimdi artık sen yoksun Hürriyetçiyiz o olmazsa olmaz Şahsiyetçilik yoksa insan kalmaz Kişiliksiz olan karşılık bulmaz Neyleyim ki şimdi artık sen yoksun Köycüyüc köylüye değer verelim Tarım Kentleri’ne bir bir varalım


122

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Gelişimci olup Halkçı duralım Neyleyim ki şimdi artık sen yoksun Fabrika yapan fabrika kurmalı Endüstriye de önem vermeli Teknikçilik önümüzde durmalı Neyleyim ki şimdi artık sen yoksun Gösterdiğin hedef Ata’nın yolu Biz Cumhuriyet’in bükülmez kolu “Yurtta sulh, cihanda sulh” bir zeytin dalı Neyleyim ki şimdi artık sen yoksun Çağdaş uygarlığı aşmamız erek “Dilde, fikirde, işde birlik” gerek Yürüdük yolunda milyonca yürek Neyleyim ki şimdi artık sen yoksun Dokuz Işık dokuz ilke Başbuğum Hasretliğin koydu Türk’e Başbuğum Mahzun mahrum kaldı ülke Başbuğum Neyleyim ki şimdi artık sen yoksun Sakin Öner (04.04.2018)

Beş Yıl Uzun Bir Süre midir?

Nedim Akın-09.Temmuz.2018

Konu: Bataklık Bulgaristan’ı içine çekiyor. Halkların ve ülkelerin geleceği önce nerede konuşulur? Cami odasında mı? Kağıt oynarken mi? TV stüdyolarında mı? Üniversite hocaları ile seminerlerde mi? Memlekette en hararetli tartışılan konu Bulgaristan Avrupa Birliği ile mi yoksa tek başına mı çökecek sorusudur? AB önümüzdeki 5 yıl içinde dağılırsa, Bulgaristan da mı tarihe karışacak. Artık III. Bulgar devleti kavramı unutuldu. III.


Makale ve Analizler - 2018

123

Bulgar devleti, 1909 - 1944 arasında Prenslik-Çarlık yıllarını kapsıyor. Sosyalisttotaliter komünist devir olan 1944 - 1989 arası 4. Bulgar devleti olarak nitelenirken, diktatör Jivkov’un devrilmesiyle tarihe karışan devletten sonra ise yeni doğum olmadı. 5. Bulgar devletinin toplumun rahmini içinde kaldığı ve 5 yıla kadar onu zehirleyip yok edeceği iddiasında bulunuyorlar. Bu durumda, gün boyu kâğıt oynayanlara hak veriyorum. 5 yıl sonra yok olacaksa, biz zevki oyunumuzu kesip, rahatımızı bozup memlekette herhangi bir işe bulaşmamıza, bazı değişiklikler yapmamıza ne gerek var! Hakim olan kanı şudur: Olacaksa olur, bizim müdahale etmemize ne gerek var?... Gensoru ile başlayan, 6 ay sonra gensoru ile biten Sofya Avrupa Konseyi (AK) başkanlığından, bu arada kışkırtılıp körüklenen Batı Balkanlardan 6 devletin Avrupa Birliği’ne üye alınması perspektifi ışığında, bir yandan şakısın diye parlatılan, öte yandan ise kokuşarak çöken “birlik” ile ilgili gerçekleri anlayabilmemiz için biz onun mayalanışına bakalım. 21. yüzyılda Almanya’da en uzun dönem başbakan olan Angela Merkel, hafif dalgalı bir döneme girdi. Güven kaybetti. Artık yeni bir ufuktan söz etmiyor. Sustu. Bekliyor. Avrupa siyaset tarihçileri Merkel iktidarda kalmak istiyorsa yenilenmelidir! Dediler. Bundan böyle, “Avrupa Almanya”sı kavramını kullanmaktan vaz geçip “Almanya Avrupa”sı demeye başlaması acilen gerek, demeye başladılar. İngiltere’nin AB’den “brekzit” ile çekilmesinden sonra, “Almanya Avrupa”sı deme zamanı gelip çattı. Dananın kuyruğunun koptuğu nokta da tam burasıdır. Daha 13 yıl önce Romanya ile Bulgaristan’ı AB üyeliğine çekmeleri, Batı Balkanları Türkiye’den uzak tutmak içindi. 6 aydan beri Batı Balkanlar deyip başka bir şey demeyen Bulgaristan ustalıkla kullanıldı. Türkiye ile Merkezi Avrupa önüne kalın bir Balkan duvarı örülmeye çalışılıyor. Şu da var, Bulgaristan’da, Türkiye’de ve AB merkezinden uzak olan ülkelerde bu konu henüz ayrıntılı işlenmiyor, tartışmaya açılmadı. Dosyası açılmayan ikinci bir konu da var. O da, Avrupa Birliği kurulması konusunun ilk defa, Nazi Almanya’sında (1934-1945) yılları arasında iki devlet kurumunda çok ayrıntılı bir şekilde işlenip, çizilip biçimlenmiş olmasıdır. Kısa tarihsel bilgi: Avrupa’nın geleceğine ilişkin genel plan daha II. Dünya Savaşı başlamadan Adolf Hitler’in yakın çevresinde akıl hocalığı yapan3 kişi tarafından işlendi. Bu ideoloji uzmanlarından biri, III Alman Reich’ında Doğu Avrupa’dan ve işgal edilen topraklardan sorumlu devlet adamı ve Alman Nasyonal Sosyalist İşçi Partisi (ANSİP) yönetiminde ideolog olan, Talin doğumlu, Moskova “Bauman” Devlet Teknik Üniversitesi’nde ve Talin Teknik Üniversitesinde okumuş Alfred Rozenberg’tir.


124

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İkinci kişi, Nazi siyasetçisi ve Propaganda Bakanı Paul Joseph Goebbels’tir. Bu işlerde parmağı olan üçüncüsü kişi de, Nazi Hava Kuvvetleri’nde Mareşal ve siyaset adamı Herman Göring’tir. İkisi, Nürnberg Savaş Suçluları Mahkemesinde insanlığa ve barışa karşı işledikleri suçlardan dolayı 1946’da idam cezası almış ve öldürülmüştür. Goebbels ise 1945’te intihar etmiştir. Nazi Almanya’sında hazırlanan bu planlarda Avrupa bir Almanya Bölgesi (lebens Raum) olarak görülür. Bu konu üzerinde özel olarak çalışan Hitler ekibinin Jeo-stratejik kuramcısı ise, (dördüncü kişi) Karl Hauschoffer’dir. Onun bu konuda geliştirdiği teori henüz yayınlanmadı. Ayrıntıları bilmiyoruz. Ne var ki, Büyük Savaştan sonra Almanya toprakları Amerikan, Rus, İngiliz ve Fransız olmak üzere 4 işgal bölgesine bölündü. ABD işgal bölgesinde bulunan Nazi devlet arşivi topluca okyanus ötesine taşındı. Orada, Nazi, Nazilik, faşizm, ırkçılık, Yahudilerin imha edilmesi vs konular, Avrupa halk ve devletlerinin geleceğine ilişkin çizilen planları Amerikan stratejik merkezlerinde ve Üniversitelerinde irdeleyenler birçok değerli esere imza attılar. Birleşik Avrupa kurma planının daha savaştan önce Rozenberg, Goebbels ve Göring tarafından hazırlandığı, artık biliniyor. Şimdi önemli olan Nazilerin tasarladığı Birleşik Avrupa ile bugünkü Avrupa Birliği (Almanya Avrupası) arasında ne gibi farklar vardır ve ayakta durabilmesi için Angela Merkel’in ne yapması gerekiyor? Büyük Savaşın bitmesinden 73 yıl sonra ilk kez Birleşik Amerika Başkanı Donald Trump Almanya ile AB konusunda tamamen farklı bir siyaset gündeme taşıdı. “Sizi beslesem ne olur, beslemesem ne...?” dedi. “Masraflarını karşılamazsanız NATO’dan çıkın!” demekle kalmadı, bir de “AB ürünlerine gümrük koydu.” 15 Temmuz’da Brüksel’de toplanacak NATO zirvesinde “her koyun kendi bacağından” diyebilir. Çünkü Avrupa Birliği bir “millet” olmasa da, Birleşik Amerika’dan “en imtiyazlı millet” haklarıyla ticari ve ekonomik ilişkilerden yararlanıyor. Ve bu durum özellikle Almanya için 1948’de uygulanmaya başlayan Marshall Planı’ndan beri böyleydi. Bu konular 73 yıldan beri Birleşik Amerika aydınlarının dikkat odağında bulundu. Tarihi bilen geleceği görebilir savına dayanan bilim adamları Hitler ofislerinde hazırlanan bu 2 Birleşik Avrupa planını arşivden çıkarıp, tozu alınmış ve Birleşik Amerika beklentileri ve dünya görüşüne uygun bir şekilde masaya koymak ve kitapçılara sunmak istiyorlar. Bu planların ikisinde de, Avrupa kıtası, Almanya’nın “hayat alanı” (lebens Raum) olarak görülmüştür. Not: Bulgaristan 1913’te ve 1942’de Almanya’nın Balkanlardaki “hayat alanına” girdi, Ege Bölgesi ve Makedonya’ya askeri saldırı yaptı, yenildi, iki siyasi felaket yaşadı.


Makale ve Analizler - 2018

125

Burada bir kişiye daha işaret etmek yerinde olur. Karl Schmid. Hitlerin yakın çevresindendir. 1935 yılında Nazilerin “Angiff” gazetesinde çıkan bir yazısında “lebens Raum” yerine “gross Raum” (büyük yaşam alanı)kavramını kullanmış yani bütün Avrupa kıtasının Alman toprağı olduğundan söz etmiştir. Not: 2) “Angriff”- Bulgaristan’da halen iktidar ortağı olan, sağ ve sol milliyetçilik arasında ayırım yapmayan, Türklerin Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS) lideri Ahmet Doğan’ın Moskova’nın ısrarı üzerine verdiği bir milyon 600 bin leva ile kurulan “Ataka” partisinin ve çıkardığı faşizan gazetenin Bulgarca adıdır. Bugün “Ataka” partisi Kırım’ın Rusya toprağı olduğunun tanınmasını ve Bulgaristan’ın NATO’dan çıkması için halk oylaması yapılmasını ve 1913’te Trakya’dan çekilen Bulgarlara tazminat ödenmesini istiyor. 2018 yılında Angela Merkel’den istenen, tankları harekete geçirmeden, çizmeleri geçirip harekâta çıkmadan hayal edilen bu “gross Raum” olarak adlandırılan Avrupa kıtasında egemen olmayı gerçekleştirmesi olabilir. Böyle düşününce, pek tabii ki, 2015’ten beri, 15 Temmuz 2016 darbe denemesinde, PKK konusunda ve T.C.’den kaçan ve siyasi kimliklerini gizleyenlere Almanya’da sıcak barınak verilmesi konularında Başbakan Angela Merkel’i anlayabilmemiz kolaylaşıyor. Ayrıca Bulgar Başbakanı Boyko Borisov’un rolü de ortaya seriliyor. Unutmayalım, günümüzde her gün kurşunlanarak öldürülen insanlardan dördü Alman kurşunuyla öldürülüyor. Ve bugün biz Başbakan Angela Merkel’in Bundestag’da (Berlin Meclisi), basın demeçlerinde, halka açık konuşmalarında ancak ve yalnız Alman büyük ölçekli sermayesi adına konuştuğunu biliyoruz. Almanya’nın iri sermayesi Avrupa Birliği’nin Almanya’nın politik ve ekonomik, ticari etki alanı olmasını istiyor. Batı Balkanlar Alman çizmesi altına alınmak isteniyor. İşte böyle bir ortamda AB içindeki büyük çatlak çatırdadı. Makron’un sesi duyuldu. O, “bizim hakkımız nerede?” dedi. Macron küçümsenmemelidir. Yahudi ekolünden gelmiştir. Fransa AB içinde elinde atom bombası bulunduran tek ülkedir. Bu nedenle Macron ile Merkel arasındaki görüşmeler Avrupa geleceğini belirleyecek olandır ki, bu gelecek artık ABD’den her geçen gün biraz daha uzaklaşmaya başlamıştır. Aslında ABD bu yönelime razıdır ve AB topluluğuna “bundan öte sizinle işim olmaz” demeye hazırlanıyor gibidir. İtalya’daki yeni siyasetçiler “hakkımızı alamazsak bir yıl sonra ayrılırız?” diye haykırdılar. İngiltere’den ses çıkmıyor, çünkü onlar 2 milyar 200 milyon nüfusu olan ve 57 devleti birleştiren eski sömürgelerine dönüyorlar. Bu ortamda biz can çekişen bir AB görüyoruz. Bu ölüm hemen yarın olmayacaktır. Eşeğin nalları hala ayağındadır. Fakat bu ölüm 5 yıla kadar gerçekleşecektir ve Avrupa daha önce böyle bir can çekişmeyi ve sonunda parçalanmayı Sovyet-


126

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ler Birliği (SB) örneğinde yaşamıştır. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) dağılması açlık nedeniyle olmamıştır. Yönetenlerin “biz 15 devletiz, artık 15’e ayrılalım ve dostça yaşamaya devam edelim” anlaşması gereğince olmuştur. AB’nin dağılması da böyle usulca ve hır gür yaşanmadan olabilir? Ve bu parçalanma bir ölüm olarak kabul edilirse ve Bulgaristan da, istese de, istenmese de eli taşın altında kalacağına göre, 35 yılda doğumu gerçekleştiremediğini kabul etmek zorundadır. 5. Bulgar devletinin artık doğuramayacağını kabul ederek işlere yeni baştan başlar mı dersiniz? Bu yeni baştan başlamak, tarlanın taşını çöpünü ayıklamak yani toplumun bağrında bir ceset olarak upuzun yatan totalitarizmi söküp atmak, insan haklarına, adalete ve çoğulcu bir siyasi sisteme, beğenilirse Cumhurbaşkanlığı Başbakanlık örneği de olabilir, tamamen yeniden örgütlenmeyi zorunlu kılacaktır. Hepimiz bekliyoruz. Siz kağıtları dağıtın ve çayları ısmarlayınız. Biz size haber vereceğiz. Okuduğunuz için teşekkür ederim.

Bulgaristan Türkleri

Murat Ulutürk-09.Temmuz.2018

14. yüzyıl sonlarında bugünkü Bulgaristan topraklarının Osmanlı İmparatorluğuna dahil edilmesi ile birlikte bu topraklara Anadolu’nun çeşitli yerlerinden göçler de başlamış ve Bulgaristan’ın her yerinde Türk - Müslüman köy ve kasabaları oluşturulmuştur. Osmanlı döneminde Rumeliye bir çok insan kaynağından iskan yapıldığı görülmektedir. Bunlar: 1. Konyarlar, Türkmenler ve Yörükler 2. Tokat - Konya civarından Anadolulu halk kesimi 3. 16. yüzyıl Teke (Antalya) isyanı sonrasında Balkanlara göç ettirilen Müslüman Türk Nüfusu Ancak Bulgaristan’daki Türk topluluğuna Osmanlı’dan önce Bulgaristan topraklarına yerleşmiş olan Kuman, Kıpçak ve Peçenek Türklerinin bakiyeleri de katıldılar. Pomak Türkleri bu kalıntıları oluşturmaktadırlar. Osmanlı


Makale ve Analizler - 2018

127

İmparatorluğu’nun son dönemlerinde Kırım’dan göç ettirilen Tatar Türkleri de Bulgaristan’daki Türk nüfusuna dâhil oldular. Bulgaristan Osmanlı İmparatorluğu’nun en önemli bölgelerinden biri olmuş ve bu bölgede eğitime, ziraata ve sanayiye büyük önem verilmiştir. Ancak tarihte 93 Harbi olarak bilinen 1877 - 1878 Rus - Türk Harbinden sonra Rumeli Vilayetinde Bulgaristan devleri oluşturulmuş ve Bulgaristan Türklerinin trajediler ile dolu göç ve çilekeş hayatı başlamıştır. Esas olarak baktığımızda Bulgaristan Türkleri tarihi de 93 Harbi’nden sonra başlamaktadır. Bulgaristanda yaşayan Türk nufusla ilgili kesin rakamlar hiç bir dönemde kesin olarak verilmemiştir. Bulgaristan istatiklerine güvenilmemediginden dolayi Bulgaristan’daki kesin Türk nufusu bilinmemektedir. Çeşitli kaynaklara göre 1877 den önce Bulgaristan da Türk nufusu % 54,7′ sini teşkil ediyordu. Bulgar resmi istatistiklerinin 1892 yilinda Bulgar Prensliginde yaşayan Türkler 634 bin 258 düştügünü göstermektedir. 1905 - 1910 yillarinda 600 bine inmiştir. Bulgaristan’nin Türk nufusun yaşadigi birçok bölgeyi de topraklarina katmiş olmasina ragmen, artmasi gereken Türk nufusun, aksine azaldigi görülmektedir. 1919 - 1923 Mart 1920’de yeni seçimler yapıldı ve bu kez Bulgaristan çiftçi partisi tek başına iktidara geldi. Stanboliyski’nin temel hedefi, Bulgaristan’nı modern bir tarım ülkesi haline getirmekti ve bu amacı gerçekleştirmek için, bir dizi reform başlatmıştır. Yeni bir toprak reformu yapıldı. Köylere sağılık ve eğitim hizmetleri getirilmişti. Aleksandır Stanboliyski yönetiminde Bulgaristan Türkleri ilk kez bu dönemde 1919 - 1923 yıllarında, Bulgaristan Türk Azınlığı biraz rahat nefes almış oldu. Bulgar hükümet olarak da burada yaşıyan Türklere karşı görevleri bulunduğunu açıkça kabul etmiştir. Sofya Hükümetinin, Türk azınlığına karşı açıkça tutum değiştirmesinin nedenlerinden biri, Türklere Bulgarların Dünya savaşında silah arkadaşlığı etmiş, birlikte savaşıp birlikte ölmüş olmalarıdır. Bu arada Bulgaristanın imzaladığı 27.X.1919 Neuilly Anlaşmasında “azınlıkların korunması ” başlıklı bir altbölüm vardı (bölüm III, altbölüm IV, madde 49, 57) Stanboliyski’nin imzaladığı anlaşmada Bulgaristan Türk azınlığının bütün milli haklarını güvence altına almıştı. Birinci dünya savaşı sonunda Bulgar Hükümetinin Türk azınlığına karşı eski düşmanca tutumu değişmişti. Bu değişme Türk okullarındada açıkça görüldü. Milli Eğitim Bakanı Stoyan Omarçevski idi. 20 Mayıs 1920 de bakanlık sandalyesine oturmuştur. Eğitim alanında reformlara başlamıştır ve 21 Temmuz 1921’de yeni bir milli eğitim yasası çıkarttmıştır. Bulgaristan Hükümeti kırk yıldan beri sanki ilk Türk azınlığına karşı sorumluluğu olduğunu hatırlıyordu. Türklerle ilgili en önemli karar, Türk okulları


128

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

için de “Okul Fonları” oluşturulmasıydı. Şimdi ilk kez Türk okullarına da tarla, çayır, koru gibi gelir getirecek emlak ayrılmasına karar veriliyordu. Bakanın en olumsuz tutumu, Türkçe okul kitapları konusunda görüldü. Bu konuda yeni Bakan da eski Hükümetlerin politikasını sürdürdü. Bu konuda anlayışsız ve sertti. 1923 - 1939 yılları arasında 198 bin 688 Türk göç etmek zorunda kalmıştır. Bu Hükümet bir darbeyle 1923 yılında devrildi. Askerlerden destek alan Tsankov halk itifakı kurdu ve 09.VI.1923’te bir darbe gerçekleştirildi. Bunun sonucunda Stanboliyski kurşuna dizildi. Tsankov yeni hükümette başbakan oldu. 1923 yılı sonlarında ulusal meclis için yeniden seçim yapıldı. Demokratik birliği çoğunluğu aldı. Çar görevden Tsankov’u aldı ve yerine Liapchev getirildi. Geçen 1921 - 1922 ders yılında Bulgaristan Türk okullarının sayısı 1713 idi. Bunlarda 2 bin 113 öğretmen görev yapıyor idi ve 60.540öğrenci ders görüyordu. Okullarda biri öğretmen okulu 39 ‘u ortaokul (progimnaziya idi) Türk Bulgar göçü ilk kez düzenli bir duruma getirildiği için, bu anlaşmanın büyük önemi vardı. 27 Kasım 1919 Neuilly Barış Anlaşması ve 24 Temmuz 1923 Lozan Anlaşması ile azınlıkların haklarının korunmasına ilişkin hükümlerin Bulgaristanda yaşayan Türk azınlığa da tanınması hükmünü de getiren 18.Ekim 1925 tarihli “Türkiye Bulgaristan Dosluk Anlaşması ve Türk Bulgar ikamet sözleşmesi” ile Türk vatandaşlarına Bulgaristan da, Bulgar vatandaşlarına da Türkiye’de oturup yerleşme ve iki ülke arasında serbesçe gidip gelme hakkı tanınıyordu. Ayrıca iki ülke arasında isteğe bağlı göçlerde hiç bir engel çıkarılmaması, göçmenlere yanlarında taşınabilir mallarını serbestçe getirme hakkı tanınması, mallarını getirmemiş (tasviye edilmemiş) olanların ise göç tarihinden itibaren bir yıl içinde tasviye yapabilmeleri hükme balanıyordu. Osmanlı İmperatorluğu Bulgaristandan çekilişinden sonra, oradaki topraklar işgal edilmiş ve çok sayıda Türk kardeşlerimiz esaret altına alınmış. Böylece Osmanlı ile Bulgaristan (o zaman prenslik) arasında çözümlenmesi gereken bir mesele Türk azınlık meselesi ortaya çıkmıştır. Ancak Bulgaristanda yöneticilerin politikası gereğince Türklerin soykırıma tabi tutulmuş, dilleri, dinleri, isimleri değiştirerek eritmeye çalışmış veya göçe zorlanmıştır. Bu baskılar karşısında zaman, zaman büyük dalgalar halinde cereyan eden Türk göçleri, kaynayan bir yara gibi günümüze kadar süregelmiştir. Bulgaristandan Türkiyeye göç 1877 - 1878 Osmanlı - Rus savaşında başlamıştır. Bulgaristanda yaşıyan Bulgarlar “Tek millet bir Slav devleti” kurabilmek için, Türkleri ya buradan söküp atmak, ya da kalanları kılıçtan geçirmek, gerektiği düşüncesinden kaynaklanmıştır.


Makale ve Analizler - 2018

129

Rusların yaptığı zülümden ve katliamdan kurtulmak üzere, Rumeliden bir milyon civarında Türk perişan bir halde göç etmek zorunda kalmıştır geride kalan malları ise Bulgarlar tarafından yamalanmıştır. 1912 - 1913 yılı Balkan Savaş’ larındada aynı olaylar tekrarlanmıştır, Türkler yine göç etmek zorunda kalmıştırlar. 18.X.1925 tarihinde “Ankara Türk Bulgar ikamet sözleşmesi” imzalanarak bu konunun düzenlenmesine gidilmiştir. Buna ramen o zamanki devlet yöneticileri Kuzeyde Rodna zaştita (Vatan korumasi) ve Güneyde Trakya komiteleri adlariyla kurulmuş olan teşkilatlar Türklere karşi saldirya geçmişler. Çeşitli baskilarla göçe zorlanmişlardir Türk hâkimiyetinin sona erdiği yıllarda Bulgaristan da bulgarlar, Türkçe olan yer adlarını bulgarcaya çevirmişlerdir. 1943 yılında Bulgaristan da yer adları üzerine küçük bir eser yazmış olan bulgar toponimisti Vasil Mikov kitabında bunu yazmıştır. Onun bildirdiğine göre bulgaristanda ki yer adları 1903’te toplu olarak gözden geçirilmiş daha sonra 1934’te içişleri Bakanlığının emri üzerine 1600 Türk kökenli yerleşmenin adı Bulgarcaya çevrilmiştir. Mikov’un eseri 1943 te yayınlanmıştır. Şehirlerden hariç dağı, tepe, akarsu ve ovaların bile adları değiştirilmiştir. 1944 yılında Bulgaristan da Millietçilik ve ırkçı davranışları reddetiğini açıklayan komunst rejimin iktidar olmasına rağmen, Türklere reva görülen baskı zülüm ve vahşetin yine aynı tempolarda, üstelik daha planlı, daha şiddetli bir şekilde uygulandığnı görmekteyiz. Türklerin asimile edilebilmesi için öncelikle sayılarının azaltılmasına gidilmiştir. Rodop illerinde 333 bin 321 Türk; 50 bin 967 Bulgar ve 10 bin 720 Rum nufusunun yaşadığı belirtilmektedir. Bulgaristan da bulgarların düşüncesi ise tek bir slav topluluğu yaratmaktı idi. Bu yüzden bulgar idarecileri 1910 yılında uzman subayların hazırlamış oldukları plandan faydalanarak çok yönlü propaganda ve baskı faliyetlerinde bulunmuşlardır. Pomak Türklerine gayri Türk ile gayri Müslüman düşüncesini aşılamak, bilinçaltına yerleştirmek ve bunları diğerlerinden ayırıp, böylece parçalanmak istendi. 1945 yılından sonra azınlıklara, özellikle de Türk halkına karşı insanlık dışı ve hukuka aykırı soykırım tatbikatı sürdürülmüştür. Baskılar öncelikle Pomak Türklerinden başlanmıştır. Paşmaklı, Selvi, Tırnova, Plevne v.s. buralarda Türk isimleri değitirilmeye başlanmış. 8.IX.1946 da yapılan referandumda halkın %92 si Bulgaristanın Cumhuriyet olmasında oy kullanınca, Kral ve Kraliçe ülkeyi terketmek zorunda kalmışlardı.


130

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

27 Ekim 1946 de yapılan seçimlerde Vatan cepheşi kazanmıştı. ve Sovyetler Birliğinden dönen Georgi Dimitrov, başbakanlığa getirildi. Aynı yılın sonlarında, hazırlanan anayasa kabul edilerek yürürlüğe girdi. Bulgaristandaki komunist rejim, yeni anayasa ile azınlık hakları güvenceye alındığı halde, bir milyon 500 bin Türk nufusa ırkçı ve şoven baskıları sürdürmekten vazgeçmedi. Yeni recim bir yandan azınlıklara kültürel ve dini baskıları sürdürürken, bir yandan da ırk ve milliyet esaslarına dayanarak vatandaşları arasında ayrım yapmama konusunda yükümlülük altına giriyor, 1947 Paris Anlaşması’nı ve 1948 İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ni imzalıyordu. İkinci dünya savaşından sonra Bulgaristanda yapılan nufus sayımına göre, bu ülkede 2 milyon Türk yaşadığı belirlenmişti. Türklerin kendi dillerinde eğitim görmeleri imkânı kademeli olarak ortadan kaldırıldı ve Türk okulları kapatıldı. Devlet okullarında Türkçe Dersleri ise üçte bire indirildi. 1948 yılında Bulgaristanda Bakanlar kurulunca Rodoplar, Pirin ve Stranca bölgeleri için 38 nolu kararname ile yürürle girmiş olan bu karar. Bu bölgede yaşıyan insanların hayat seviyelerini yükseltmek ve onları refaha kavuşturmak amaçlanmış. Sadece hedef kitle olarak Türkleri seçmişler, bu da bulgarlaşmayı kabul edenler bundan yararlanmaları öngörülmüştür. Esas amaç halkı maddi yönden zorlamak ve zafiyete düşürmek süretiyle bulgarlaştırma yönünde yürütülen propaganda kampanyalarını etkili kılmaktır. 10.08.1950 tarihinde Bulgaristan ( 29.05.1989 tarihli Jivkov beyanatına benzer bir tarzda) Türkiye ye 3 ay içinde 250 bin Türkü kabül etmesini isteyen bir nota vermiştir. Bulgaristan Hükümeti, çok sayıda Türkü ülkeden atmakla Türk sayısını azaltma yoluna gitmiştir. Türkiye ile Bulgaristan arasında karşılıklı verilen notalardan sonra 1951 yılında Bakanlar Kurulu 865, 1096 ve 1526 nolu kararnameler ile en fazla Türklerin yaşadığı Kırcaali, Hasköy, Şumnu, Rusçuk ve Varna illerinde il halk belediyelerinin çalışmalarını yeniden düzenlemeleri öngörülmüştür. 1951 yılında başka bir kararname ise Türklere kendi dillerinde eğitim yapmaya müsade etmiş dergi, gazete ve kitap çıkarma haklarını tanımış. Parti yetkilileri bu süretle, Türklere komunist ideolojisinin aşılanmasının ve benimsetilmesinin kolaylaşacağını düşünmüşlerdir, bundan dolayı da izin verilmiş. Türk asıllı öğretmenleri radyo, basın gibi yerlerde görevli olanları pedagoji okulları ile özel kurslarda eğitereek komunist ilke ve ülkülerini Türk azınlığına nakletmek ve benimsetmek üzere hazırlanmışlardır.


Makale ve Analizler - 2018

131

Aynı amaçla sıkı kontröl altında yeni ışık, Eylülcu çocuk gazeteleri ve Yeni Hayat dergisi yayınlamışlardır. Sınırlı da olsa verilen bu haklar Türk Milli şuğurunun, Türk Milliyetçiliğinin ve Türkler arasındaki dayanışmanın gelişmesini sağlamıştır. 1950 - 1951 yılları arasında 154 bin 393 kişi Türkiyeye göç etmiştir. Türkiyeye gelen soydaşlarımızla bir anket yapılmış ve bu anket sorunlarına göre, göçmenlerin % 11,1 kendi arzusuyla, % 85,3’ü Bulgaristanda yaşamasının imkansız olduğndan ve % 3’ü göçe zorlandıklarından dolayı Türkiyeye geldiklerini açıklamışlardır. İşte % 88,3’ü Bulgaristanda baskı ve zülümlerden kurtulmak üzere yaşadı, doğuduğ büyüdüğü toprakları terkederek Türkiyeye göç etmek mecburiyetinde kalmışlar. Türkler Bulgarlara bakış her zaman daha fazla olmuştur. Türk nufusun gelecekte Bulgarları aşacağı korkusu, Jivkov rejimin 1970 - 1972 ve 1984 - 1985 yıllarında insanlık dışı yöntemlerle Türk azınlığını yok etmek politikasına yönelmiştir. 1956 yılı sayımlarda Pomak Türkleri de Bulgar olarak geçmişlerdir. Bulgaristan da Komunist rejimi başlangicindan bu yana hiç bir yerde resmi nufus Türkleri bir milyondan fazla göstermemiştir. 1956 yılında BKP Merkez komitesinin nisan plenumunda Jivkov’un iş başına getirilmesinden sonra Bulgaristanda Türklere karşı yürütüğü politika değiştirilmemiştir. Bulgaristan Anayasasında verilen haklar hiç bir zaman uygulanmadığı gibi, şimdi ise verilen hüriyetler yavaş, yavaş kısıtlanarak kaldırılmıştır. Bu çerçevede, öncelikle okullarda Türkçe eğitim kısıtlanmış Türk okulları gün geçtikçe azaltılmaya başlanmış ve böylece tamamen kapatılmaya kadar bile gitmiş. Türkçe gazete, dergi ve kitapların basını durdurulmuştur. 1959 yılından itibaren Türklerin kendi dilleriyle eğitim yapabilmeleri imkânı tamamen ortadan kaldırıldı. Böylece “tek uluslu Bulgar Devleti” yaratma politikasının planları yapıldı ve buna karşı çıkanların ölüme veya hapse mahküm edilmeye başladılar. 1959 yılından itibaren Türklerin kendi dilleriyle eğitim yapabilmeleri imkânı tamamen ortadan kaldırıldı. Bulgar Komunist Partisi Merkez Komitesi Politbürosunun 1969 yılında yayınladığı 549 sayılı “Terörle dil, din, milliyet değiştirme” kararı ile bütün azınlıkların isim ve dinlerini değiştirme kampanyası başlatılmıştı. Daha 10.04.1968 tarihlerinde Varna’da Parti aktifinin önünde Bulgaristan komunist partisi Merkez Komite’nin sekretarı Venelin Kotsev konuşmasında bu endişeyi dile getirmiştir. Ve şunu söylemiş: 2000’li yıllarda Bulgarlar azınlıkta kalacaktır, bunun için önlemler alınmalıdır. Bu nedenlerden dolayı


132

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan’daki Türklerin nufusunu azaltmak için, elinden gelen her şeyi yöneticiler yapmıştırlar. 1964 yılında bulgaristan idarecileri tehlike olarak gördükleri Türkleri bir an önce Bulgaristan toplumu içinde eritmek gayesini gütmüşlerdir. Amaçları Türkiyenin propagandasının etkisinde kalmamaları cehalletten süratle kurtulmaları ve ilerici birer vatandaş olmaları için; bulgarca konuşmaları, Bulgar adlarını kabul etmeleri ve bulgar geleneklerine göre yaşamaları gerektiği tarzında yoğun propaganda kampanyaları yürütmüşlerdir. Ancak istedikleri hedefe ulaşamamışlardır. 1964 yılında alınan bu karar doğrultusunda ve bunu sıkı bir uygulamaya koyulmasına rağmen, Türkleri eritmek, inançlarından vazgeçirmek koparmak ve birlik ve beraberlini yok etmek mümkün olmamıştır. Buna takriben 1969 kararı gelmiş. 1969 yılında Priobştavane / bütünleşme/ birleşme kararı alınmış ve tatbikata konulmuş. Karara göre eğer azınlıkları kendi başlarına bırakılırsa istenilen birlik sağlanmayacak, sosyalizm ile komunizm zedelenecek ve bu ilerici sstemin getirdiği haklardan eşit olarak faydalanılamıyacaktır. Bu yüzden en kısa zamanda herkez bulgarlaşmayı kabul edecek ve Komunizmin sağladığı bütün hüriyetlerden istifade ederek arzu ettiği gibi yaşayacaktır. Amaçları ise bulgaristanda tek Millet bir bulgar slav topluluğu yaratmaktır. Bu arada bu kararın girmesiyle birlikte Türk okullarının kapatılması, Türkçe konuşanlara baskı yapılması ve Türklerin yaşadığı yerlerde ana dillerini konuşmalarının yasaklanması dikatleri çeken hususlardır. Bulgaristan Türkleri de bu baskıların artmasıyla benliklerine daha fazla sarılmış ve kendi aralarında kenetlenmişlerdir. 1970 yılına kadar Bulgaristanda Türkçe yayınlanan 95 gazete ve 13 derginin hemen hemen hepsi kaapatıldı. Türkçe gazete sayısı 4’e, dergi sayısı 2’ye düşürüldü. Müslüman çocuklarını komunizmi ve ateğizmi benimsetme çalışmalarına başlandı. 1970 yılında BKP Merkaz komitesi ve politbüro yetkilileri 549 sayılı gizli tehdiş ile Milliyet ve Din değiştirme kararını almışlardır. Bu karardan sonra bulgarlaştırma faliyetleri hızlandırılmış zaman zaman kanlı katliamlara da dönüştürülmüştür. 1971 de yeni bir Anayasa hazırlandı ve Todor Jivkov Devlet Konseyi Başkanlığı’na getirildi. Yeni bir ulusal meclis seçildi, Stanko Todorov Başbakan oldu. Bulgaristanda Türk azınlığı asimile etme çalışmaları Jivkov döneminde giderek yoğunlaştı. 1984 yılında Bulgaristanda Türklere karşı sürdürülen baskılar bütün ülke çapında yeniden şidetlenerek doruk noktasına ulaşmıştır ve bulgaristan da kalan


Makale ve Analizler - 2018

133

Türk Milletini tarihten silmek istenmiştir. Bu tür benzer bir örneğin dünyanın hiç bir yerinde devletlerde görmek mümkün değildir. Bulgaristan bu tür uygulamalarıyla devletlerarası hukuk kurallarına ve insan hakları evrensel Beyannamesini ayaklar altına aldığı gibi kendi anayasasınıda ihmal etmiştir. Bu arada dünya da buna sessiz kalmıştır. 19.04.1985 tarihinde Alman ikinci televizyonu (ZDF) tarafından Bulgaristanda devlet terörü ile sürdürülen din ve milliyet değiştirme uygulamaları konusu kamuoyuna açıklanmıştır. Bulgaristanda Türk köylerin kuşatıldığını, Türklere isim değiştirmek için baskı yapıldığnı, karşı gelenlerin tutuklandığnı Mestanlı da direnme neticesinde şidetli çatışmaların meydana geldiğini belertmiştir. Amerikanın sesi radyosu 27.05.1985 tarihli haber programında, Bulgaristan da yapılan incelemelerde Bulgarlaştırma kampanyasında meydana gelen olaylarda Kırcaali de 500 Türkün öldürüldüğünü, 1000 kişi tutuklanarak kampa gönderildiğini, ayrıca 26.12.1984 tarihlerinde Mestanlı da da kanlı olayların sürdüğünü söylemiştir. 1989 yılının 19. Mayısta Djebelde bir grup insan ayaklanmış ve “Özgürlük istiyoruz, Türklüğümüzden vaz geçmeyiz, İsimlerimizi isteriz, İnsan gibi bizlerde bu dünyada yaşamak istiyoruz.” sloganları atmışlar. Böylece Bulgaristan Türkleri Komunizmin sonunu getirmiş oldular. Bunun arkasından Rusyada Türk Cumhuriyetleri bağmsızlığına kavuşmuş oldular. 1984 yılında isim deiştirme olayları esnasında 3 milyon 300 bin kimliğin değiştirildiği ortaya çıkmıştır. Bu arada bir de hatırlatma yapalım, 1984 yılında Pomak Türkleri yoktu, onların 1970 - 1972 yılında değiştirilmişlerdi. Onlarıda sayisi en az bir milyon olduğunu düşünürsek işte Bulgaristanda Türklerin nufusu. Yani Bulgaristanın yarısının bile üstünde. 1989 yılında Türkler barışçı yollarla kendi haklarını yeniden kazanmak ve onurlu bir hayat sürdürebilmek için açlık grevlerine başlamış protestolar, yürüyüşler düzenlenmişler ve seslerini yükseltmeye başlamışlardır. Böylece Jivkov’u ve komunizmin düşürülmesini sağlamış oldular. Türklerin üzerine Bulgaristan yetkililerinin verdiği emirlerle, asker ve polisler ateş açılarak çok sayıda Türkler yaralanmış ve öldürülmüştür. Todor İkonomovo, Kaolinovo’da olduğu gibi. Hadiseler kanlı bir şekilde bastırılmıştır. Daha sonra Türkleri evlerini terketmeye zorlamış ve kitleler halinde ülke dışında çıkarmaya başlamış. Böylece Bulgaristanda yine etnik temizlik başlamış oldu. Bu da Bulgaristan da bir faciaya neden oldu, Kendi vatandaşlarını gayri insani şartlar altında sürgün etme yolunu seçmiş ve bir tehcir hadisesini başlatmıştır. Dünya kamuoyunu yanıltmak için ise, bu durumu “Turistik hareket” olarak tanıtmaya çalışmıştır.


134

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu arada 3 ay içerisinde 340 bin kişi Türkiyeye göç etmiştir. İnsanlık tarihinde karanlık çağlarına terkedilmesi gereken ve II. Dünya harbinden beri görünmeyen büyüklükteki bu tehcirin acıları şu anda bile yaşanmaktadır. Doğduğu büyüdüğü yerleri bırakmak o kadar kolay değildir. Bunu ancak yaşayan bilir. Dünya yeniden insanlığa karşı işlenen bir suça şahit olmaktadır ve buna dur deyende bulunmamıştır. Bulgaristan Türklerinin istediği tek şey vardı Türk olarak doğudu büyüdüğü yerlerde yaşamaktı. 1989 yılında Jivkov iktidarının devrilmesi ile birlikte Bulgaristan’da demokrasiye geçiş başlamış ve bu geçiş hareketinde Bulgaristan Türkleri de yerini almıştır. Çoğunluğunu Türkleri oluşturduğu HÖH kurulmuş ve ilk yapılan genel ve yerel seçimlerden ülkenin 3.ncü büyük partisi olarak ortaya çıkmıştır. Böylece Bulgaristan Türkleri, Bulgaristan’ın siyasi, iktisadi ve sosyal hayatında aktif rol almaya başlamışlardır. HÖH, 1990 yılında yapılan genel seçimlerden büyük bir başarı ile çıkmış ve iktidar ortağı olmuştur. Aynı parti 1993 yılında DC - Bulgar istihbaratında çalışmış olanları devlet kademelerinden temizlenmesine karşı oy kullanarak hükümet düşürülmüştür: Bulgaristan’da hala Türkçe okuma yok, gazete, dergi, broşür dahi çıkmıyor. Türkçe TV - Radyo konuşulmuyor. Evet burası AB üyesi bir ülke...

Bulgaristan Türkleri Yeni Bir Işık Bekliyor

BG-SAM-09.Temmuz.2018

Araştırmacı Gazeteci Yazar Şamil Kucur Bey ile İstanbul Gazetesi -Pazartesi Röportajları’nda yayınlanan röportajımız. Sayın Şamil Kucur’a, Bulgaristan Türkleri’nin haklı davasına, gösterdikleri ilgi ve bizlere söz hakkı verdikleri için teşekkür ederiz. Bulgaristan’daki Türklerin siyasi temsilcisi Hak ve Özgürlük Hareketi’nin yöneticilerinin, Komünist dönemde özel yetiştirilmiş birer ajan olduğu ortaya çıkınca Evlad-ı Fatihan büyük hayal kırıklığı yaşadı. Ekonomik ve siyasi kriz ya-


Makale ve Analizler - 2018

135

şayan AB üyesi Bulgaristan’da tarihten bu yana zulüm gören Balkan Türkleri, haklarına sahip çıkacak yeni bir ışık bekliyor. Balkanların en önemli coğrafi ve stratejik öneme sahip ülkesi Bulgaristan’da asırlardır yaşayan Türkler, yıllardır yaşatılan baskılara karşı, bir ümit ışığı olarak gördükleri “Hak ve Özgürlük Hareketi” (HÖH), yöneticilerinin, Türklere karşı eğitilmiş, Bulgar (DC) ve Rus (KGB) istihbarat elemanları olmalarının ortaya çıkmasının ardından hayal kırıklığı ile karşı karşıya. Bulgaristan Türkleri ve Türk Dünyası üzerine çalışmaları ile tanınan, Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği (BULTÜRK) Genel Başkanı Rafet Ulutürk, yaşanan siyasi ve ekonomik kriz hakkında, “Gerçekler uzun zamandır biliniyordu, ancak artık şimdi, saklanacak yüzleri kalmadı. Fakat Bulgaristan Türkleri, her zamankinden daha fazla ümit vardır ve geleceğe umut ile bakmaktadır. Bulgaristan Türkleri, yeni bir ışık beklemektedir” dedi. Tarihte “Rumeli”, bugün “Balkanlar” olarak adlandırılan, “Evlad-ı Fatihan”lar diyarı... Asırlarca Osmanlı Devleti’nin idaresi altında kalmış, Müslüman Türk adaleti ile Müslüman Türk ve diğer din ve millet temsilcilerinin, adalet ile yönetildiği, huzur ve güzellikler diyarı. Ne yazık ki, Osmanlı’nın güç kaybetmeye başlaması ve çöküş yıllarında, bir çok vatan toprağının elden çıkması gibi, Rumeli - Balkanlar da, bir bir elimizden çıkartıldı. Fakat, otopraklarda dünden bu güne var olan, bizim imanımız, bizim sesimiz, bizim nefesimiz olan kardeşlerimiz yaşamaktadır. Balkanların en önemli coğrafi, stratejik ve bizler ile manevi bağı olan ve de özellikle son yıllarda siyasi ve ekonomik çalkantılar yaşanan Bulgaristan ve bu ülke sınırları içindeki olan Müslüman Türk soydaşlarımızı okuyacağız, bu hafta. Bulgaristan doğumlu olan, Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneğinin (BULTÜRK) Genel Başkanı Rafet Ulutürk ile Bulgaristan Türkleri ve hem Balkan, hem Türkiye hem de diyasporadaki Bulgaristan Türkleri ile tarihi, siyasi, kültürel, inanç ve eğitim alanındaki yaşanan zorluklar ve beklentileri konuştuk. Şamil Kucur: Türkler ne zaman, kimin zamanında ve nasıl Bulgaristan bölgesine yerleşmişler? Rafet Ulutürk: Bugün Bulgaristan’da yaşayan ve ev bark sahibi olan, kendi topraklarını işleyerek geçinen Türk nüfusun atalarının Balkan Yarımadasına gelip yerleşmesi, birkaç yönden ve değişik zamanlarda olmuştur. Bir Bölümünün daha Atilla devrinde Orta Asya’dan akın ettikleri, başka bir bölümünün Bizans’la sürekli savaşan Bulgar Çarlarına atlı birlikler veren Kumanlar (Kıpçaklar), Hazar Türkleri kanalıyla, Osmanlı öncesi olduğu gibi, Kosova Savaşından sonra da özel kişilerden seçilerek, Konya Karaman, Kastamonu, Sivas, Tokat, Diyarbekir,


136

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Çorum ve diğer yörelerden göçlerle vs. gerçekleşmiştir. Osmanlının Orta Avrupa ve Rusya seferlerinden dönenlerin birçoğu da, bugünkü Bulgaristan topraklarını kendilerine daimi ikamet yeri olarak seçmiştir. Şamil Kucur: Osmanlı Devleti zamanında Bulgaristan’daki Türklerin nüfusu, mesleki durumları, eğitim, ekonomik ve nüfus durumları nasıldır? Rafet Ulutürk: Bugünkü Bulgaristan coğrafyası, Osmanlı Döneminde Sofya Rumeli beylerbeyliğidir. Konakları, hamamları ve 72 camisiyle çok önemli bir ticaret merkezi olarak gelişmiştir. Yörenizi merkezi konumunu belirleyen sınırlar içinde Küstendilde “Fatih Mehmet” Camii, Samakov’taki “Bayraklı Camii” sınır belirleyici olmuştur. Öteki önemli idari ve dini merkezler arasında, Filibe (Plovdiv), Vidin, Osmanlı manevi merkezi Şumnu (Şumen), Dobriç ve bugünkü Blagoevgrat gibi yerleşim merkezleri başlıca rol oynamıştır. Türkler genellikle Deliorman, Gerlova, Tuna boyu, Dobruca ve Rodoplarda ikamet etmiştir. Türkler Osmanlı döneminde, hububat üretimi ve hayvancılıkla birlikte abacılık, kaytancılık, gül yağı ve lavanta, tütüncülük gibi işlerle de gönül vermiştir. Şehirlerde Türk ticaret erbabı, esnaf ve manevi zümre otorite sahibi olmuştur. Osmanlı döneminden Bulgaristan topraklarında çok zengin bir tarih, kültür, yüksek mimar kalıtı kaldı. Bulgaristan’da eskilerde sadece Camilerin sayısı 2 bin 332’dir ve bunlardan bir bölümü, bugün hizmete açıktır. Yeni yüzyıla girerken Bulgaristan Müslümanlarının durumu pek iç açıcı değildir. Osmanlı’dan sonra, zulüm ve baskı gördük Şamil Kucur: Bulgaristan’ın kuruluşu sonrasında, ne tür zorluklar ile karşı karşıya kaldılar? Rafet Ulutürk: Bulgarlar 18. ve 19. yüzyıl boyunca Osmanlı içinde uyandılar, rönesans devri yaşadılar, İstanbul’dan başka Odesa ve Petersburg’ta da eğitim aldılar. Fransa ve Almanya’da okudular ve papazlarla aydınlar el ele verip, halkı Osmanlı’dan ayrılmaya ve Bağımsız Bulgar Devleti kurmaya ısıttılar. Ne var ki, Bulgarların Osmanlı’dan ayrılması, 1876 Nisan Ayaklanması ve 1872 Stara Zagora Ayaklanması gibi isyan ateşleri yanmış olsa da, bir Bulgar ayaklanması veya devrimi sonucu olmadı. “93 Harbi” dediğimiz Rusya Osmanlı Savaşı sonucu ve daha doğrusu, 1878 Berlin Konferansı kararlarına uygun oldu ve Balkan arkası dediğimiz Kuzey Bulgaristan’ın Tuna vadinde ve Sofya ovasında bir Bulgar Prensliği kurulmasıyla mayalandı. Bulgar prensleri Batenberg ile ardından, tahta oturan Ferdinand Avrupa soylular saraylarında yetişmişti. 1878 ile 1908 yılları arasında Prenslik olan Bulgaristan, 1908’de Veliko Tırnovo kentinde III. Bulgar Çarlığı ilan etti. Berlin Konferansı ve ardından İstanbul Protokolü, orada kalan Türklere azınlık hakkı da tanımış olsa bile, bu yasal kazanımlar yerel or-


Makale ve Analizler - 2018

137

tamda, ne Veliko Tırnovo Kurucu Meclisi tarafından kabul edilen Birinci Bulgar Anayasasına, ne de daha sonraki yasal düzenlemelere işlenmedi. Hatta 1878’de nüfusun % 61 Türk ve Müslüman olmasına ve Kurucu Meclis vekillerinin nüfus oranına göre çağrılması gerekse de, Türk milletvekili sayısı yalnız bir kişidir. Bulgaristan Türkleri, Osmanlıdan koparılan ve Rusya ile Batılı emperyalist güçler arasında parçalama ve paylaşma kavgasına sahne olmuştur. Ayrıca topraklarda yeni döneme ezilerek ve zulüm görerek girmişlerdir. Baskı, terör, zulüm ve göçe zorlama ile eriterek, Pomak Müslümanlarını Hristiyanlaştırma ve Türkleri de Bulgarlaştırma kavgaları ölüm kalım cephesinde, 138 yıl gündem belirlemiştir. Geçen yüz yıl Pomak soydaşlarımızın adları ve soyadları 1912 - 1913’de, 1923 - 1924, 1936’da, 1942’de ve 1970 - 1972’de olmak üzere defalarca değiştirilmiş ve halk kitleleri çok yıpratılmıştır. Bulgar devleti çok etnik, dil ve dinli tebaası olsa da, tek uluslu devlet zihniyetiyle kurulmuş ve ulusal çoğunluk ile etnik azınlıklar arasındaki savaşım, asla dinmemiş ve soluklanmamıştır. Hedef; Türkleri bu coğrafyadan, temizlenek! Şamil Kucur: Türkiye’ye göçlerin sebepleri ile ne gibi sonuçlar doğurmuştur? Rafet Ulutürk: Osmanlıdan koparılan topraklarda kalan Türkler, 1699 Karlofça anlaşmasıyla başlayan Avrupayı Türklerden ve Müslümanlıktan temizleme siyasetine hedef olmuşlardır. Bu siyaset Rusya baskısıyla ve Sofya eliyle, bir zulüm olarak uygulanmış ve binlerce Türk, bu siyasete kurban gitse de, şimdiye kadar tutuklanan ve yargılanan olmamıştır. 1985’te isim değiştirme teröründe 42 Türk kurşunlanarak şehit edildi ama konu hakkında, sorgulama bile açılmadı. Yargısız idamlar devlet eliyle unutturulurken, olayları sorgulamak isteyenler ise ilk fırsatta Türkiye’ye göçe zorlanıyor. Son 138 yılda Türkler, gün yüzü görmemiştir. Asimile etme ve Türklüğü eritme siyaseti, totaliter dönemin bir uzantısı olan “Bulgar Etnik Modeli” şeklinde, bu defa da Türklerin kendilerinin kurduğu ve oy verdiği Hak ve Özgürlük Partisi tarafından artık 26 yıldan beri ısrarla uygulanıyor. Türk çocuklar 70 yıldan beri, devlet okullarında anadil öğretimi göremiyor. Ananeler, törelere dayanan özgün Türk kültürü budandıkça budanıyor. “93 Harbiyle”, 1877 - 1878 Plevne Savaşı’yla başlayan Bulgaristan’dan Anadolu’ya göçler bugün de devam ediyor. Düzenli ve iki devlet arasında Balkan Savaşlarından, Birinci Dünya Savaşından sonra, 1936’da, 1950 - 1951’de, 1967 - 1968’de, 1976 - 1978’de ce 1989’da büyük göçler olmuştur. Bu göçler sonucu Bulgaristan topraklarında yaşayan Türk Müslüman nüfus % 62’den bugün % 17’ye düşmüştür. Bulgaristan’da bir milyon Osmanlı Türkü, 800 bin Pomak Türkü halen yaşamaktadır. Türk nüfusun en kalabalık olduğu bölgeler Rodoplar, Pirin ve Deliorman’dır.


138

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Todor Jivkov döneminde, baskı had safhaya ulaştı Şamil Kucur: Todor Jivkov dönemi Türklere uygulanan baskılar ve 1989 yılında yaşanan göç, Rafet Ulutürk: 1989 göçü 1984 - 1989 “soya dönüş” zulmüne tepkidir. 1989 Mayısında ayaklanan Bulgaristan Türkleri, 1950’lerde elde edebildikleri azınlık haklarını talep ettiler. İsimlerin ve soyadlarının geri verilmesiyle birlikte, kendi yaşam tarzlarına, özgün kültürlerine, medeniyetlerine ve Türkiye ile dostça ve iyi komşular olarak karşılıklı işbirliği içinde yaşamaya dönmek, “Belene” ölüm kampı da aralarında, sürgün kamplarının, zindanların, ceza evlerinin boşaltılmasını, tutukluların salıverilmesini istediler. Bu siyasi bir isyandı. Bulgaristan Türklerinin kitlesel tepkisi, devrim basamaklarınca yükselmiş ve siyasi iktidarı, Todor Jivkov’un yönettiği komünist totaliter devleti hedef almıştı. Zamanını çoktan doldurmuş olan bu iktidar, Türklerin direnişleri sonucu ve 350 bin kardeşimizin baba ocağını terk etmesiyle, 10 Kasım 1989’da devrildi. Bulgaristan’da Türk toplumu ikiye bölündü. Bu parçalanmışlık, bugüne kadar devam etti ve derinleşiyor. Bulgaristanlı Türklerin politik bilinçlenme düzeyinin doruk yapması, Bulgar baskı rejimini korkuttu. 1989’da başlayan “Büyük Göç”ten sonra devam eden Türklerin,Türkiye’ye akışı durdurulamadı, son 26 yılda Türkiye’ye 710 bin Bulgaristanlı soydaşımız geldi, bu rakama Türkiye’de doğanların sayısı dahil edilmemiştir. 1985’te Bulgaristan’da 2 milyon civarında Türkün adı değiştirildi. Bu sayı temel alındığında nüfusumuzda azalma olduğu ortadadır. Bugün oradaki soydaşlarımızın ekonomik durumu güçtür, çünkü Bulgar ekonomisi totaliter devletçi kooperatifçilik-ten serbest pazar ekonomisine dönüştürülemedi. 2007’de AB üyeliğine ayak atılması da bizim insanlarımızın girişimci ruhunun sosyalizm yıllarında köreldiğini, halkın yeni statükoya kolay ayak uyduramadığını, eğitim düzeyimizin de modern teknolojik üretimleri kullanabilmemize olanak tanımadığını kanıtladı. Türkler AB fonlarını kullanıp ekonomiyi yeşertemediyse bunun ana sebebi ise, Büyük Göçten sonra ellerinde birikmiş sermaye kalmaması ve yeni ödevleri kucaklayamamalarıdır. Türkler Bulgaristan nüfusunun % 17si, Pomaklar % 8’i, Romanların da % 24 gibi toplam yaklaşık yarısını oluşturuyor. Ne var ki, son yıllarda etnik azınlıklardan bir milyon 500 bin kişi ekmek parasını Batı devletlerinde aramayı seçti. Çekilen binbir çile sonunda, HÖH ümit idi ama... Şamil Kucur: SSCB dağılması sonrasındaki Bulgaristan’daki Türklerin hali hazır durum ve beklentileri nelerdi?


Makale ve Analizler - 2018

139

Rafte Ulutürk: “Berlin Duvarı”nın düşmesi ve Batı ile ekonomik yarışta yenik düşen Moskova 1945’te kurduğu sistem ve düzeni bozmak zorunda kaldı. SSCB’nin dağılması, sosyalist sistemin çökmesi, Bulgaristanlı Türklerde de, birçok umut doğurdu. Ne var ki bu umudun ufuktaki hesaplarla kaynaşması beklenirken, Türklerin genç kuşağı memleketi terk etmiş, köylerde yaşlılar ve ağır işe yaramayan bir katman kalmıştı. En kötüsü de 10 bin Türk aydın ülkeden kovulurken, 1985 - 1989 zulüm ortamında kurulan, 44 direniş hareket ve grubu da ülkeyi terk etmeye zorlanmıştı. Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) partisi Bulgaristan’da Türk kimliği oluşturma, Müslüman yaşam biçimini ayakta tutma, özgün kültürümüzle ve medeniyetimizle yaşama davamızın, 1989 Mayıs Ayaklanmasıyla taçlanan haklı öz davasının, mutlak bir ihtiyaç ve sonucu idi. Bu parti, Türklüğümüzün kitle ruhundan doğmuştur. Kuruluş amacında, program ve tüzüğünde hak ve özgürlüklerimizin elde edilmesi, adalet tesis edilmesi, memleketimizin demokratikleşmesi, çok kültürlü bir vatan oluşturma ve mutlu mesut yaşama vardır. İsteklerimizin arasında anadilde eğitim ve yaşama, dini haklarımızın tanınması başta gelir. 1950 yıllarındaki haklarımızı geri isteyenler, HÖH kitle bilincini ve hareketlenme yönünü oluşturmuştur. Ancak ne yazık ki, hayal kırıklığına uğramışlardır. HÖH, Türkleri tuzağa düşürdü! Şamil Kucur: Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH), beklentileri neden karşılayamadı? Rafet Ulutürk: Bulgaristan Türklerindeki siyasi birikim başsız kalmış ve KGB ve DS gibi istihbarat örgütlerinin, Türkler arasında büyük çabalar sonucunda eğitebildiği 3 bin 16 ajan - hain için, arena boş kalmış ve HÖH partisi halkın çileli bağrından doğmuş olsa da, zaman içinde anlaşılmış ve belgeleri ile de ortaya çıkmıştır ki, ruhlarını satmış ve yeni hain liderlerin himayesine verilmiştir. Bu çok feci bir olaydır. 100 yıllık geçmişlerinde ilk kez ayaklanan Türkler, pusuya ve tuzağa düşürülebilmiştir. Türklerle başa çıkamayacaklarını anlayan Sofya maske taktı, Türklerin idaresini Başta Ahmet Doğan olmak üzere, gizli polis ajanlarına devretti, HÖH partisinin kurulmasına izin verdi ve totalitarizm omurgasını koruyarak, demokratikleşme ve özgürlükler oyununa başlayarak, azınlıkların doğal ve insan haklarını yine prangalamayı başardı.


140

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Son 26 yılda Bulgaristan’da Türk halkı lehinde köklü reform yapılmadı, “geçiş dönemi” masal çıktı, serbest pazar ekonomisini off shore sermaye ve oligarşi boğdu, umutların bile mayası bozuldu. Bulgaristan’ın bütünü olarak baktığımızda da, etnik azınlık olarak tüm halk topluluklarının özgün hakları askıdadır. AB üyeliği duruma değişiklik getirmemiştir. Türklerin % 30’u işsizdir. Nüfusun % 90’nı sefillik normu altında yaşam mücadelesi verirken, üretim biçiminde, sosyal ve sağlık sisteminde değişikliklere gidilmeden, ileri adım atılamayacağı ortadadır. Bulgar zenginleri paralarını dış ülkelere kaçırıyor. 1990’dan beri, 30 milyar USA Dolar kaçırıldı. Bizim dış borçlarımız Todor Jivkov dönemini 2 defa aştı. Perspektif karanlıktır. Türkler açısından baktığımızda da, bugün de, mecliste 30 milletvekili olan HÖH - DPS partisi tarafından, Bulgaristan Türkleri kimlik oluşturma davası, Türk toplumunun direnç göstermesine rağmen, Bulgarlaştırma politikaları sürdürülme çabası sürmektedir. Herşeye rağmen, geleceğe ümit ile bakıyoruz Şamil Kucur: Önümüzdeki süreçte yapılması gerekenler sizce nelerdir? Rafet Ulutürk: Biz Bulgaristan Türkleri olarak her türlü olumsuzluklara rağmen, dirençliyiz, gelecekten ümitliyiz, çünkü biz iman sahibi, köklü bir tarihi, kültürü, dili, adet ve gelenekleri olan ve her türlü olumsuzluklara rağmen, bu değerlerimizi yaşatma gayret ve kararlılığında olan insani, inanç ve hukuki haklarını alacaktır. Asil bir milletin evlatlarıyız. Bugün artık, Bulgaristan’da her şey açığa çıkmıştır, kimin, hangi parti ya da sivil toplum kuruluşunun kimin yanında, kimin maşası olduğu ya da kime hizmet ettiği artık gün gibi ortaya çıkmıştır. Bulgaristan Türkleri yeni bir ışık beklemektedir. Yeni bir ruh ve yeni bir heyecan ile gelecekte, hak ettiği insani ve hukuki haklarını alacaktır. Beklentilerimiz arasında il merkezlerinde Türkçe liseler, kasabalarda müfredatı Türk dilinde olan anaokulları, ilk ve ortaokullar olması, Türk üniversitemiz olması, kendi tiyatrolarımızı kurmamıza, amatör sanat topluluklarımızı kurmamıza, TV ve radyo yayınlarımız, gazete ve dergilerimiz, basın evimiz vb olmasıydı ki, 1950’lerde biz bu hakları bir defa elde edebilmiştik. Bizler yeni bir şeyler istemiyoruz, eskiden olan haklarımızı geri istiyoruz. Bu beklentiler canlıdır. Sönmemiş ve yaşamaktadır. Milli ve manevi değerler ile ana dilimiz Türkçe eğitim ve öğretim ile kültürümüz, sanatımız, kültürümüz, muzikimiz, edebiyatımız, folklorumüz ile ilelebet, yaşayacağız. Buradan Hem Balkanlarda yaşayan kardeşlerimize hem de, güzel ve büyük Türkiye’miz ve di-


Makale ve Analizler - 2018

141

yasporada yaşayan kardeşlerimize de, söylemek isterim ki; biz köklü bir mirasın sahibi olan, insanlar olarak bugünü ve yarını birlikte inşaa edeceğiz. Yeter ki, ele ele, gönül gönüle verelim, bugün bizimdir, yarın da ilelebet bizim olacaktır. Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği (BULTÜRK) BULTÜRK soydaşların kurduğu bir dernektir. Merkezi İstanbul’dadır. 2003’ten beri faaliyet yürüten bu Sivil Toplum Örgütlerinin çalışmalarını Türkiye ve Bulgaristan’da yürütmekte ısrarlıdır. Orada ve burada yaşayan Türklerin aynı soy ve boydan olması ve birbirlerinden kopmamaları gerektiği gerçeği, bu faaliyetin özünden bir çizgidir. İkinci olarak ise, ana vatanda Türk ulusuyla kaynaşma sağlamak var. Soydaşlarımızın 2 kuşak öncesi yakınları Edirne, Çanakkale vb savaşlara katılmıştır ve bu onlarda birliktelik ve ait olma ruhu yaratmıştır. Bulturk güncel siyaseti takıp ederken, Bulgar tarihi, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti tarihi gibi konularda yeni bir paradigma yaratmayı ve bunu Türklerin zihnine işlemeyi kendine ana hedef belirlemiş ve bu amaçla yayımcılığa başlamıştır. www.bgbulturk.net - Bulgaristan Türklerinin Sesi Gazetesiyle, www. bghaber.org - web haber sitesiyle, www.bulturk.org.tr - dernek sitesiyle ve başka yayınlar bu amaçla geliştirilmiştir. Bu amaçla BG Stratejik Araştırma Merkezi kurulmuş ve birçok araştırma yazısı ve kitabı yayınlamıştır. 2014 ve 2015 yıllarında örgütlenen “Büyük Göç”, “Kültürel Soykırım” vb forumlara Bulgaristan aydınları da büyük ilgi, göstermiştir. Bultürk günümüzde Bulgaristan Türklerinin uyanış ve bilinçlenme kırmızı çizgisini çizen ve yöneten düşünce kuruluşu olarak ün yapmıştır ve çalışmalarını sürdürüyor. Rafet Ulutürk Kimdir? Bulgaristan Türklerindendir. 1966 yılında, Kırcaalinin Köseler köyünde doğdu. İlkokulu doğduğum köyde, ortaokulu Boyno’da tamamladı. 1984 yılında Kırcaali’de “M. Palauzov Lisesi”nden mezun oldu. Liseden mezun olur olmaz askere çağrıldı ve Troyanovo, daha sonra Kovaçevo demir yollarında devam etti. Asker olduğu günlerde, “Bulgarlaştırma” harekatı başladı ve derin kaygılar içerisinde 1986 yılında tamamladı. 1987 yılının başında DFS “ARDA” spor kulübünde, daha sonra da 1988 yılında, İnşat teknik lisesinde tedarikçi - domakin olarak işe başladı. Bulgaristan’daki Türklerin, Bulgar yönetiminin uyguladığı baskılara karşı, Türklerin demokratik hak arama sesi olduğu iddiası ile kurulan Hak ve Özgürlük Hareketi’nde (HÖH) bir süre görev aldı. 1990 yılında, turizm ile ilgili bir şirket kurdu. 1992 yılında Filibe Müftülüğü’ne Vakıf Müdürü olarak göreve başladı. Burada Türk tarihi ile de yakından tanışma ve ilgilenme imkânı buldu. Filibe Müftülüğü’nde göreve başladıktan sonra, Türkiye ile de sıkı bir ilişki, işbirliği içerisine girdi ve bu dönemde, Türkiye’ye ilk resmi ziyaretimi yaptı. Filibe’de


142

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Ufuk Vakfı” adı altında, Türk - İslam Tarihi Eserlerimizi araştırma ve koruma vakfını 1995 yılında kurdum. Bu Vakıf’ı da DTGB üyesi yaptı ve Türk Dünyasında Bulgaristan Türkleri olarak yerini aldı. 1996 yılında, Türkiye’ye göçtü ve İstanbul’a yerleşti. Serbest meslekte çalışmaya başladı. Türkiye’deki Bulgaristan Türkleri ile ilgili derneklerde, faaliyet göstermeye başladı. Balkan Türkleri Dayanışma ve Kültür Derneği Bayrampaşa Şube Başkanı olarak görev yaptı (1997 - 2002). Dünya Türk Gençler Birliği Yönetim Kurulu Üyeliği, Türk Dünyası Gazeteciler Birliği Federasyonu Yönetim Kurulu Üyesi, Rumeli Balkan Federasyonu Kurucusu ve Genel Sekreterlik görevinde bulundu. İstanbul Valiliği Türk Dünyası ve Akraba Toplulukları Koordinatörlüğü Balkan Masası’nda görev yaptı. DETAY sigorta şirketinde çalışmaktadır. Türk Halkları Kongresi Dönem Başkanlığı - 2015- ......, 2003 yılında Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneğinin (BULTÜRK) kurucusu oldu. Dernekte Genel Sekreter olarak görev aldı ve ardından Genel Başkanı oldu Halen Genel Başkanlık görevini devam etmektedir - 2010 - ......

BULTÜRK Yönetim Kurulu - 2018

BG-SAM-10.Temmuz.2018

Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği Derneğimizin 06.Mayıs.2018 tarihinde Saat: 10.00 da yapılan Genel Kurul toplantısında aşağıda isimleri yazılı 17 asil,17 yedek kişiyi Yönetim Kurulu üyeliğine, 3 asil, 3 yedek kişiyi Denetim Kurulu üyeliğine, Danışma ve Disiplin kurulu oluşmuştur; Yeni Yönetim Kurulu Üyeleri Asil


Makale ve Analizler - 2018

143


144

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) 1. Rafet Ulutürk - Başkan - Kırcaali 2. Muh. Mehmet Çakır - Başkan vekili - Şumnu 3. Prof. Dr. Ahmet Çolak - Başkan Yardımcısı - Rize 4. Muh. Şakir Arslantaş - Başkan Yardımcısı - Varna 5. İsmail Gemici - Başkan Yardımcısı - Yunanistan 6. Ahmet Tüfekçi - Başkan Yardımcısı - İslimiye - Sliven 7. Oya Canbazoğlu Dirier - Genel Sekreter - Varna 8. Pervin Maşaoğlu - Rize 9. Musa Vatansever - Varna 10. Diş Hekimi Vildan Arda - Kırcaali 11. Aynur Filiz - Şumnu 12. Elif Güneş - Filibe - Plovdiv 13. Derya Yıldırım - Çankırı 14. Renginar Güler - Razgrad 15. Hamiyet Çakır - Eski Zara - Stara Zagora 16. Dr. Nedim Birinci - Kırcaali 17. Neriman Eralp Kalyoncuoğlu - Mestanlı Yönetim Kurulu Yedek 1. İsmail Cingöz - Adana 2. Fatma Aksoy - Ankara 3. Doç. Dr. Abidin Karasu - Blagoevgrad - Yukarı Cuma 4. Dr. Mustafa Kahraman - Kırcaali 5. Okan Korkmaz - Smolyan - Paşmaklı 6. Alptekin Cevherli - Razgrad 7. Abdullah Hacıfettahoğlu - Trabzon - Of 8. İbrahim Soytürk - Kazanlık - Stara Zagora 9. Erol Ketenci - Kastamonu 10. Sadullah Halaç - Zlatograd 11. Avşin Balkan - Eski Zara - Stara Zagor 12. Aydın Fidan - Smolyan - Paşmaklı 13. Ekrem Süzen - Madan - Smolyan 14. Nazım Çavuş - Razgrad


Makale ve Analizler - 2018

145

15. Nedim Akın - Kırcaali 16. Filiz Soytürk - Kazanlık - Stara Zagora 17. Murat Yıldız - Kırcaali Denetim kurulu Asil 1. Mesut Uğurlu 2. Durmuş Mutlu 3. Hüseyin Yıldırım Denetim kurulu yedek 1. Murat Ulutürk 2. Mehmet Karpat 3. Metin Akın Ayrıca BULTÜRK’de bu kongre ile birlikte Değerli Kanaat önlerinden oluşan Danışma ve Disiplin Kurulunun oluşturuldu. BULTÜRK Danışma Kurulu: 1- Dr. Erdal Karabaş, 2- Nevzat Öztürk, 3- Prof. Dr. Ali Örenç, 4- Av. Hasan Mollaoğlu, ve 5- Metin Karan’dan oluştu. Disiplin Kurulu üyeliğine, 1. Prof. Dr. Hayati Durmaz; 2. Nihat İncekara; 3. Dr. Sakin Öner; 4. Doç. Dr. Hasine Şen; 5. Prof. Dr. Seçkin Dindar Konuşma metni: Değerli dostlarım, Güçlü olan, insanın eğrilmeyen kırılmayan iradesi, karanlıkları delen zekâsı ve ona kanat açan ruhudur. Bir de şu var, eski kütüğün üstüne yeni fidan dikilmez. Zamanını dolduranı çıkarıp atmak, Yerini açıp umudu temiz yere dikmek gerek.


146

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yeniden kanatlanabilmemiz için içimizden söküp atmamız gereken; geçen asırdan kalma korkular, kâbuslar, unutamadığımız zulüm ve karanlıklar var. Yedinci Kongremizde BULTÜRK’ü bir basamak yukarı taşıyabilmemiz için, önce özgür olmalıyız. Biz henüz tam anlamda özgür değiliz... Diyalektiğin birinci yasallığı şöyle der: Niceliklerin birikiminden nitelik doğar. Bu, beş sepet ceviz toplarsak bir çuval olur anlamında değil, bin ceviz fidanı dikersek, bir ceviz ormanı olur anlamındadır. Ceviz ormanından bin çuval ceviz toplayabilirsin. Özgür düşünce, özgür atılım, oyun kurma ve büyük olma, işte budur. Biz, 15 yaşında, 7. kongremizi toplayan bir derneğiz. 20. yüzyılda gelen göçmenlerin secdeye durup “ben geldim” dediği ve bir çay içmek için uğradığı Beyazıt’taki Balkan Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneğini söküp attık ve onun yerine dikildik. Bundan sonra “umut biziz” dedik. Demesine dedik de, kuş sürüleri fidanlara konmaz. Birbirimize hesap vermek için yedinci defa şu küçük yuvamıza toplanıp “biz artık 5 bin 860 BULTÜRK ailesiyiz” derken, inanın gözlerim yaşarıyor. Memleketimizde 5 bin sakinlik köy yoktu. Biz artık Mestanlı’dan, Eğiri Dere’den, Kemallerden, Yeni Pazar’dan büyük bir şehir olduk. Köylü değil, kentliyiz, yeni nitelimiz işte budur. İstanbul’da 20 milyon içine dağılmış olsak da, biz bir nüveyiz. Çarpan bir yürek olarak İstanbul 2 bin kilometre etrafını nasıl etkiliyorsa, bizim sözümüz de İstanbul’da, Türkiye’de, Bulgaristan’da duyuluyor, yayınlarımız Kana’da ve Avustralya’da bile okunuyor. Her fikir bir tohumsa, biz kendi tarlamıza değil, dünyaya fikir saçıyoruz, diğer halklarla etkileşim içindeyiz, binlerce ve yüzbinlerce okurumuz, arayanımız, kitaplarımızı baş tacı eden dostlarımız var. Tay durduk, artık yürüyoruz, çok yakında koşacağız, çocuktan ergin, reşit, kemal olacağız. Yolumuz açıktır. Türkiye’mizin 21. yüzyıl şafak yıldızı AK Parti’yle birlikte, 2002’de doğduk. “Bu yollarda beraber yürüdük!”. Darbe teşebbüsüne, terör eylemlerine karşı aynı siperdeydik, anavatanımızı bir dünya öncüsü, Türkiye’mizden Büyük Türkiye yapma atılımlarında, “Yenikapı’da” yeni Türkiye ruhu doğarken, mayasında biz de vardık. Yüzde yüz katıldığımız ve “evet” dediğimiz anayasa değişikliği referandumuyla halk oylamasıyla büyük hamlemizi gerçekleştirdik. Büyümüş Türkiye’ye yeni gömlek diktik. Büyük bir halkın, büyük önderimizin Başkanlık taçlanmasına


Makale ve Analizler - 2018

147

katkımızı verdik. Hepimize uğurlu, kutlu olsun! Burada yeni olan, nitelik olan, “bizi o limana çıkaracak” fikri, kaptanı, oyun kurucuyu bulabilmiş olmamızdır. Bu, bir yere kadar büyük bir şanstır. Şanslı olan biziz, şanslı olan Türkiye’mizdir, tüm Türk Dünyasına kutlu olsun! 1) Fikir, Türk halkının birlik ve beraberliği, bükülmez iradeye sahip oluşu ve 21. yüzyıl hedeflerini görüp taktik ve stratejiye dönüştürmüş olmasıdır. Türk halkının bölünmez ve yenilmez birliğidir. Fikir, sayın dostlarım, dere boyunda taş toplamak, yamaçlarca papatyadan demet derlemek değildir. Fikir geçmişi geleceğe taşıyan motordur. Dip dalgasını meydanlara sokaklara taşıyandır. Bizim gibi küçük nüveleri dev olanın içinde tutan ve yaşatandır. Biz bir STK’yız. Büyük Türkiye içinde bir özüz. Kongremizin, tüm çalışmalarımızın işlevi, bu özü yaşatarak ve güçlendirmektir. Bakıyorum son günlerde, son 10 yılda bir tek kitap okumamış ama siyasetçilikten geçinen, hatta kolluk kuvvetleri olan bazıları, STK’alara dayanmayan yeni AK Parti siyasetinden söz ediyorlar. AK Parti’nin ve tabi ki Büyük Türkiye’nin altını oymak istiyorlar. Kardeşlerim bu denizde dalga köpüklerine basarak yürümek hayaldir. Bastığın an batarsın. BULTÜRK Bulgaristan konusunda basılması gereken Türkiye devlet siyasetinin sağlam kale duvarlarından biridir. Biz kendi kendimize örnek olan bir STK’yız! 2) Sayın Devlet Bahçeli ve kKaptanımız, yürütmeyi de eline alan, Cumhurbaşkanımız, Başbakanımız ve AK Parti Genel Başkanı, Sayın Recep Tayyip Erdoğan’dır. Büyük Türkiye’nin yüksek mimarı, geleceğimizin tablosunu çizen üstat ressam, yol haritasını işaretleyen onlardır. Kabuğumuzdan taşacağımız ilk durak, Cumhuriyetimizin 100. yılı - 2023, bölgesel güçten küresel güce büyüyeceğimiz 2053 yakın hedefimiz, uzaklardaki hedefimiz ise 2071’dir. 3) Oyun kurucu. Biz hepimiz daha 1878’den beri kendimize göre oyun kurucuyuz. 139 yıllık öz tarihimizde kimseden nasihat dinlemedik. “Bismillah” demeden “ekmeğimizi bölmedik”, “Komşumuz açsa, biz tok yatmadık”, “Aynı hayalleri yaşatarak var olduk”. Çekiler bizim, zulüm bizim, ölülerimiz ve canlılarımız hep bizimdi. Peygamberimize inandık. Halk zekâmız varken, Bulgar okulunda yetişip başımızı beladan kurtaracak, oyun kurucu, kurtarıcı bir Mesih geleceğine asla inanmadık. XX. asır boyunca bize dayatılan ateizmin mağlup olacağına ve kendi mezarını kendisinin kazacağına inatla, sabırla inandık. İnanca dönüşen umutlarımız gerçek oldu. Hepinizi kutlarım!


148

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Büyük oyun kurucularımız, kendilerine kayıtsız koşulsuz inandığımız önderlerimiz şunlardır: P İlk sırada XIX’uncu asırda, Alman kansleri Bismark’in “dünyada 100 gram akıl varsa % 95’i II. Abdülhamid’de” dediği Padişahı önderimizdir. PXX’inci yüzyılda, emperyalizme diz çöktüren, 17’ıncı Türk devletini kuran, Cumhuriyetimizi, egemenliğimizi ve istiklalimizi ilan eden, Türk halkının ve dünya mazlum halklarının büyük lideri Mustafa Kemal Atatürk, biz Bulgaristanlı Müslüman Türklerin de önderimizdir. 1878’den beri o mazlum halklardan biri de, biz, Bulgaristanlı Müslüman Türkleriz. PXXI’inci yüzyıl önderlerimiz, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ve Büyük Türkiye sevdalısı, şanlı zaferler kurgulu, küresel lider adayı, devlet, hükümet ve parti başkanı Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’dır. Değerli Dava arkadaşlarım, Sevgili kardeşlerim, Bir lider ne kadar büyük olursa olsun ödevi, denizi kurutmak değildir. Dalgalarla dirilip kuduran denizin nereye döküleceğine işaret ederek insanlara ve canlılara kaçıp kurtulma yolu göstermektir. Bu bazen olabilen, bazen da olmayandır. Bazen olabilmesi için bugün erken yarınsa geç olandır. Onun için biz bugün, Büyük ve Güçlü Türkiye’nin yanındayız. 1878’e dönüyorum: Şurada, “Atatürk Hava Limanı” önünde, Yeşilköy’deyiz. Rus ve Osmanlı heyetleri, Anavatandan koparılmış, “kılıç artığı” Türklerin asla küçümsenemeyecek, ihmal edilemeyecek, vazgeçilemeyecek bir kitle olduğu bilinciyle, Trakya’daki Bulgar nüfusla değiştirilerek, bire bir hepsinin Balkan Sıradağlarından güneye çekilmesini teklif etmiş, ama koparıp alamamıştır. Burada, Osmanlı İmparatoru için, en değerli olanın, dereler tepeler, hamamlar, dükkânlar değil, İnsan, Müslüman Türkler, bizler, her bir canlı fert olduğunu görüyoruz. 1878 Berlin Barış Konferansı hükümleri Bulgaristan Türklerinin dinlerinde serbest olmasını öngörüyordu. Bu hükümler anayasa niteliğindeydi. Çiğnenemeyecekti. “Din ve mezhep farkı gözetmeksizin herkesin din ve mezhep özgürlüğü olduğu” esas alınmıştı. Biz ilk andan bugüne kadar hesaptan silinmiş, defteri kapanmış, gözden çıkarılmış olan olmadık. 1909 İstanbul protokolü imzalandı. Bulgaristan Türklerinin haklarıyla ilgili ek sözleşme onaylandı. Balkan Savaşlarından sonra, 29 Eylül 1913 tarihinde Türkiye ve Bulgaristan arasında varılan Barış Anlaşmasında 2. numaralı eki, yine “Bulgaristan’da


Makale ve Analizler - 2018

149

Müftülükler örgütünün yeniden düzenlenmesi” oluşturdu. Bu anlaşma Müftü ve kadı yetiştirecek bir “Nüvvab” okulu açılmasını da öngörmüştü. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, 1919 Paris Nöy konferansında da, bu hep böyle olmuş ve hak ve özgürlüklerimiz devletlerarası anlaşmalara başarıyla işlenmiş ve kabul ettirilmiştir. Buradaki esas fikir, din olduğu yerde dil olur. Din olduğu yerde hukuk, ahlak, eğitim, kültür olur anlayışı olmuştur. Büyük bir devlet zekâsıyla geleceğimiz bina edilmeye çalışılmıştır. Haklarımızın uluslararası sözleşmelere ve hukuka dayandırılması açısından bu denli yoğun çaba gösterilmesine ve ilk bakışta, sanki başarılı olunmasına karşın, Bulgaristan Müslümanlarının hak ve özgürlüklerinin tanınmamasının da, bir çığı gibi üzerimize gelerek, hem birey hem de topluluk olarak bizi ezdiğini ve ezmeye devam ettiğini görüyoruz. Kötü olan da, kötülüğün hep albenili çikolata paketinde ve içimizden olup ruhunu satmış birileri tarafından yapıldığı gerçeğidir. Daha da kötü olansa, geçen yüzyıl aynı faciaya 3 defa tekrarlanmış olsa da, uyanamamış olmamızdır. Örnekliyorum: 1929 yılında Sofya’da toplanan Bulgaristan Türklerinin Birinci Milli Kongresi’nde, müftü ve Başmüftü seçimi usulüne çok büyük önem arz edildi. Ne var ki, Başmüftüleri İstanbul’dan seçimlerin önüne geçip Bulgar makamları tayin etmeye başladılar. İşte bundan sonra Türkiye’ye ve Atatürkçü Bulgaristan Türklerine karşı kullanmaya başladılar. Bunun ilk tipik ve sonra da tekrar eden örneğini Bulgarlar tarafından tayin edilen Hüseyin Hüsnü Efendi’nin Başmüftülüğü döneminde izliyoruz. O, 1928 - 1936 yılları arasında Sofya’da Başmüftülük yaptı. İstanbul medreselerinde okumuştu. Damat Ferit Paşa çizgisinde koyu bir Hürriyetçi olarak Bulgaristan’a döndü. Çar emniyetinden gizlice aldığı parayla “Medeniyet” gazetesi çıkardı. Atatürkçü, yeni alfabeyi benimsemiş Türk aydınlarına karşı âmâsız bir savaş açtı. “Dini İslam Müdafileri Cemiyeti” adlı bir gerici dernek kurdu. Daha sonra Tedrisat-ı Diniye Başmüfettişi oldu. Atatürkçü eğitim öğretim vermeye çalışan Türk okulları ve öğretmenleri üzerine saldırttı. Faşist hükümetin desteğini buldu. Hafiyelik yaptı. Birçok aydını ekmeğinden etti. Bir çoğunu da Memleketimizden kovdurttu. Kraldan fazla kralcı kesilip biçimlenmeye çalışan Atatürkçü, medeni Bulgaristan Türkü kimliğimize karşı daha önce görülmemiş gizli bir savaş açtı. Eski yazıyı diriltti. “Elinde katran kovası” jurnalcilik yaptı. 1934 faşist darbesinden sonra tutuklanan Turancılarımızı liste halinde ele veren de odur. Bulgaristan’da Türkiye’ye saldırmayı meslek haline getiren de odur.


150

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İhanet kuyusu o kadar derinleşti ki, zaman geldi Sofya Türk Başmüftüsü Bulgaristan Türklerinin Bulgar - İslav adlarını “kendileri seçti” diyecek kadar alçaldı ya da alçaltıldı. Biz bu alçaklığın birinci tekrarını 1970 - 1989 döneminde okullarımızın yeniden kapatılmasında, Pomak, Türk ve Çingenelerin isimlerinin zorla değiştirilmesinde, dernek ve encümenliklerimizin yasaklanmasında, Türkiye’den ders kitabı getirilmesine izin verilmemesinde, Türkçe müzik dinleme yasağında, din adamlarına baskılarda, yargısız infaz, tutuklama, sürgün, “Belene”de ve zindanlardan feci örneklerde yaşamadık mı? Başta olanlar Şükrü Tahir, Salif İlyaz, Başmüftü Topçu, son komünist Başmüftü Nedim Gençev ve bazı başka Türkler değil miydi? Bütün Türk okulları, gazeteler, dergiler, tiyatrolar, radyo, basın - yayın onların zamanında kapanmadı mı? Aynı trajedinin üçüncü sahnesini, 1992 - 1994’te Türklerin oylarıyla Başbakan Olan Lüben Berov, “Türk çocukları anadillerini seçmeli ders olarak Bulgar okullarında öğrenebilir”, Kırcali’de Türk Tiyatrosu yeniden açılsın, dedikten tam 15 yıl sonra I. Borisov hükümetinde Kültür Bakanı olan Vejdi Reşidov’un kendi anasının adını taşıyan Kadriye Latifova tiyatroyu % 50 kapatınca 2009’da yeniden yaşamadık mı? 2000 yılında Türkçe derslerine 95 bin öğrenci girerken bu sayının 2010’da 14 bine düşmesinde de üzülerek yaşamadık mı? Şahsen bana kalsa, Bulgaristan’da 20 kat derin bir kuyu kazmak ve Bulgaristan Müslüman Türk halkına ihanet ve kötülük edenleri, 20 kat derinliğe gömüp, asla açılmamak üzere, üstüne 5 metre kalın beton dökmek gerekir. Bu hainlerin eski Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanları ile öpüşe öpüşe Bulgar’ın gözünde “adam” olup kullanılmalarına ise akıl erdiremiyorum. Evet şu an Bulgaristan’da kululan üçüncü Borisov hükümetinde ilk defa Türk Bakan yok. Olmaması daha hayırlı! Çünkü faşistlerle ortaklık yapan bir iktidarın kazanında kaynamak yürek ister. Ne oldu şimdi? HÖH partisinden kopan 170 bin oyu GERB yuttu. Sanki herkes haklı, aldatılan yalnız biziz... Şunu da eklemek istiyorum. Bizler her platformda Lütfi Mestan bizden biri değil, ajandır, gizli görevleri olabilir, dedik, kulak veren olmadı. Gelen haberlere göre, Başsavcılık “DOST” partisini yasaklayacakmış. 2015 Aralığından beri gaflet sahnesi seyrediyoruz. Bu yüzkarası işlerin hesabını kim verecek? Hapishanelerde zorla ajan edilen ve Sofya’da dosyaları açıklanan 3 bin 16 kişi bu kaşarlı hainlerin ettiği kötülüğün bir zırnığını bile etmemiştir. Nefes ala-


Makale ve Analizler - 2018

151

maz duruma getirilip 500 binimiz birden bir ayda kapı dışı edilmemiz de bir tuzaktı! Birinci örnek faşizm zamanından, ikinci örnek totaliter komünizm yıllarından ve işte şimdi üçüncü sahneyi Ahmet Doğan, Vejdi Raşidov ve Lütfü Mestan sahnesini izliyoruz. Tekrarlıyorum: Üçüncü sahnede Bulgaristan Türklüğüne kan kusturan, Ahmet Doğan hainidir. Vejdi Raşidov ruhunu satmış bir onursuzdur. Lütfi Mestan ise, başımıza daha ne gibi belalar getireceği belli olmayan, mazlum rolü oynayan, gizli bir ajandır. Geçmişte Başmüftü Hüseyin Hüsnü Efendiye gazete çıkar diye para verenler, okulları felce uğrat diye onun başmüfettiş yapanlar ve dernek çalışmalarıyla Türklerin kafasına örümce ağı ör diye, ona dernek kurduranlar, Ahmet Doğan’a hiçbir mahkemede kaydı olmadan, Hak ve Özgürlükler Hareketini altın tepside verdiler. Ne var ki, Bulgaristan Türkleri 1989 Mayısında artık siyaset sahnesine çıkmıştı, örgütlü direnmişlerdi, aramızda bulunan Sabri İskender Beyin Genel Sekreteri olduğu “Demokratik Lig” başı çekmiş, 27 diğer legal ve illegal örgüt direnişlerin motoru olmuştu. Demek istediğim, biz yeni bir nitelik olmuştuk. Türk sürüsünden, direnen bir halk topluluğu olmuştuk. Bulgaristan Türkleri hak ve özgürlükleri için ayaklanmıştı. İşte burada Bulgar gizli polisi “DS”, Rusya KGB’si ile el ele verdi ve “33 mahpusçunun bir araya gelmesiyle Varna’da 4 Ocak 1990’da kurulmuştur, Genel Başkanlığına Ahmet Doğan seçişmiş, adı da HÖH’tür deyip ” zehirli çikolata bonbonunu hepimize yedirdi. Türkiye diplomatlarından bazıları; 9 Ağustos 1985 akşamı Sofya’da Vatan Cephesi Merkezinde “Türklerin isimlerinin değiştirilmesini destekliyorum” adlı Türk aydınlar deklarasyonunu imzalayan ve daha sonra HÖH partisinin kuruluşuna ilişkin yalanın da doğru olduğunu tasdik edenlerin yazdığı kitaplar, yazılar, halk önüne çıkıp konuşmaları, insanımızın kafasını tam 20 yıl bulanık tutmaya yetti. Bu hainlere verilen mükâfat nedir? İbrahim Tatarlı profesör oldu. Sadık Ahmet, Cengiz Hakov profesör oldular. Vejdi Raşidov ise Bakan oldu. Adına “soya dönüş” süreci denen Bulgarlaştırma yıllarında Bulgaristan’da daha birçok kişi “bilim adamı” olmuş, hatta “Belene” ölüm kampında hafiyelik yapanlara Sofya Üniversitesi diploması dahi verilmiştir. Ahmet Doğan da o yılların “feylesofu”dur. Fazla uzatmak istemiyorum, fakat biz hepimiz bugün de bu zehirli sisin içindeyiz kardeşlerim. Türk düşmanlığı değirmenine su taşıyan Ahmet Doğan, Kasım Dal, Lütfi Mestan ve yeni ortaya çıkan ve “talonçesi” bile olmayan subay Orhan İsmai-


152

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lov -hepsi- bütün tayfa - yeminli ajan gibi davranıyorlar. Hepsi de yeminli hain gibi hareket ediyorlar, hepsi de aynı yönde Türkiye’ye karşı çalışıyorlar. Yaptıkları tüm çalışmalarında Türk Halkı kaybediyor, bunlar hepsi tesadüf mü? Ben buna inanmıyorum. Türklere kan kusturmak için her oyuna gelmeyi, her tuzağı kurmayı, bol keseden yaşayıp, palyaçoluk yapmak için yeminlidirler herhalde. Belki kiminiz içinizden “çok ileri gittin be Başkan” diyebilirsiniz. Ama şu gerçeğe bakın: Son seçimlerde Türkiye’ye, soydaşlarımıza, Bulgaristan Türklerine demedikleri kalmayanlar Hak ve Özgürlükler Konusunda hep sustular. “Ben konuşmamak için imza attım,” diyemediler. Ahmet Doğan da ininden başını çıkarmıyor. Fakat Türkiye’den 2 bin 600 DPS’li soydaşı yağdan kıl çeker gibi Bulgaristan’a götürdü, oy kullandırıp geri getirdi. Sanki ne gören oldu ne duyan oldu, yer yarıldı ve gerçek içine girdi. Resmi propaganda Doğan - Mestan oranına % 40’a % 60 dese de, oyunu bir sıfır kazanan yine hain Doğan oldu. Son oyunda Bulgar, bizi daha da parçaladı. Türklere karşı Türkleri sahneye saldı. Kavgaya hakemlik yaptı. Bu bakıma, biz, BULTÜRK olarak, son maça bilet almadık, çünkü hain soytarılığına karnımız toktu. Öyle de, kurtlar arasına düşen kurtlarla dans eder atasözü aklımızdadır. Yine başa dönelim: Ata vatanımızda kalanlara, bin 723 okulumuza, 2 bin 343 cami ve mescidimize, taşınmazlarımıza, köy ve kasabalarımıza sahip çıkarken ezilseler de dayanmalarına ama Türklüğümüzü yeniden ve yeniden üreterek var oluşumuzu yaşatmalarına yanlış bir strateji veya aldatılmışlık, demiyoruz, o gözle bakmıyoruz. Bu gün Bulgaristan’da yetişmiş bir kişimiz yok neden? Bunun suşlularını değil ileride bunları nasıl ve ne yapmalıyız onu nasıl değiştiririz onu konuşmalıyız. Osmanlı, 1908’de Bulgar Krallığı ilan edilene kadar ve daha sonra öğretmen ve hocalarımızı Edirne ve İstanbul’da okutarak, öğrencilerin okul kitaplarına kadar göndererek medeniyetimizin, ruhumuzun, kültürümüzün ayakta kalmasına, irademizin güçlenmesine, her Türk’ün aydınlanmasına yardım etmiş, kol kanat açmış, zulme dayanamayanlara sınır kapılarını asla kapatmamıştır. Ne var ki, baştan sona Bulgar ve Türk kimliği arasında her yerde de, hele okullarda bizim için amansız bir mücadele yüzyılı olan XX. asrın daha başlarında, 1907’de Sofya’da çıkan “Uçilişten Pregled” dergisinde Türk özel okulları konusunda, yok edilmemizi hedefleyen zihniyeti şu cümlelerde ifade bulmuştur: Özel olarak seçtim:


Makale ve Analizler - 2018

153

“Türk azınlık okulları ortadan kaldırılmalıdır. Bunun çeşitli yolları vardır. Devlet Türk okullarına yardım yapmamalıdır. Türk halkının da bu okullara yardım etmesi yasaklanmalıdır. Böylece desteksiz kalan Türk okulları kendiliğinden kapanır. Büsbütün ortadan kaldırılamazlarsa bu okullar ezilmelidir. Bunun da çeşitli yolları vardır. Sözgelimi, sağlığa elverişli olmadıkları, ahlaka uygun eğitim vermedikleri, öğretmen maaşlarını zamanında ödemedikleri vb gibi gerekçelerle bu okullar kapatılmalıdır.” Bulgarların Türkleri tam cahil bırakmak için stratejileri buydu. Karşılarında Osmanlı olduğu için, o zaman kanunlaştırılmamış ama hep uygulanmıştı. Bulgar Krallığını tanıyan Osmanlı, yeni devletle 1909’da imzaladığı ilk protokolün ekindeki sözleşmeye “Bulgar hükümeti, ülkesindeki Türk azınlığın hak ve özgürlüklerine saygı göstermeyi bir kez daha taahhüt eder” cümlesini yazdırmış ve imzalatmıştı. Ne var ki, 1954 yılında Bakanın açıklaması gerçekleri gözler önüne sermiştir. Bulgar hükümetleri 76 yılda Türklere ettiği eziyeti Milli Eğitim Bakanı Demir Yanev şu sözlerle açıkladı: “Bulgar burjuva yönetimleri, Türk halkını tam cahil bırakmak için canla başla çalıştı. Onları yok etmenin bir yolu cahil bırakmaktı. Milli eğitim Bakanlığı arşivlerinde öyle belgeler var ki, bunlar, faşistlerin Türk halkına karşı izlediği cahil bırakma politikasına tanıklık etmektedir. Denetim Komisyonunun 1937 yılı raporunda Türk okullarıyla ilgili şu satırlar yer alıyor: 1. Krallık idaresindeki Türk azınlığı eğitimini mümkün olan en aşağı düzeyde bırakmak için bütün yasal tedbirler alınmalıdır. 2. Türk azınlığı gençlerine bilgilerin en basiti verilmeli, Türk okullarında dini eğitime daha geniş yer verilmesine dikkat edilmelidir. 3. Türk özel okullarına Bulgar öğretmenleri pedagojik amaçla değil, istihbarat amacıyla atanmalıdır. Yani Türk bölgelere atanan öğretmenler. 1939 - 1944 yılları arasında Bulgaristan Türk eğitimi çok zor yıllar yaşadı. Türk okulundan üçte ikisi kapatıldı. Bugün AB üyesi Bulgaristan’da ise Türkçe okul hiç yok. Çocuklar okula gidemiyor, okula giden de kitap bulamıyordu. İlk kez 1934’ten sonra, ikinci olarak 1970’den sonra değerli öğretmenlerimizin çoğu görevden alındı. Sürüldü. Türkiye’ye göçe zorlandılar. Can çekişen Bulgaristan Türk eğitimi kaç defa öldürüldü ve kaç defa dirildi... Burada 15 - 20 senede bir tekrar eden bir dalgalanma görüyoruz. Bu, geçen yüzyıl boyunca böyle gelip gitmiştir.


154

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Hedeflerinde, strateji ve taktiklerinde medeni var oluşumuzu yok etmek olsa da, bunu bir devlet siyaseti haline getirmeleri kolay olmadı. Önce Osmanlıdan sonra da Türkiye Cumhuriyeti’nden korkuyorlardı. İki formül uyguladılar: Birisi bizden göç yoluyla kurtulmaktı. İkincisi de, akıllarından geçeni aramızdan seçtikleri ve maşa olarak kullandıkları içimizdeki hainlere yaptırmaktı. Üzerindeki şiddet sürekli tırmandı. 1920’lerde Stamboliyski zamanında ortam liberalleşti. 1934’te faşist iktidar kuruldu. 1941’de Hitler Orduları Bulgaristan’a girdi. 1945 - 1960 arası sosyalist demokrasi özgürlüğü yaşandı. 1970’lerden sonraki Sovyet destekli totalitarizm toplumu kasıp kavurdu. Tamamen yok edilmeye çalışıldık. 1990’dan sonra demokrasiye geçiş dönemiyle avutulduk. 4 Nisan 2017’de kurulan III. Borisov hükümetinde “isimlerimizi değiştiren” askeri birliklerin komutanlarından biri olan, Avrupa Konseyinin “faşist” dediği, Bulgaristan’ı Kurtarmak için Milli Cephe partisi başkanı Valeri Simyonov Başbakan Yardımcısı, ortağı VMRO partisi başkanı Krasimir Karakaçanov da başbakan yardımcısı ve Savunma Bakanı oldular. Bulgaristan’ı sözde “Türkiye tehlikesinden” ve yerli Müslüman Türklerden kurtarmak için iktidar oldular ve meclisten oy aldılar. Anlatmak istediğim faşist öz ve belirtili totalitarizm yeniden göreve geldi ve bu defa fark Avrupa Birliği kılıflına sığınmıştır. Kendi kendime soruyorum: Osmanlının, ardından Türkiye Cumhuriyeti devletinin, biz göçmenlerin, dernek ve federasyonlarımızın, orada kalan kardeşlerimizin yok edilmesi planlarına karşı taktik ve stratejisi, uyguladığı tavır, tutarlımıydı? Ne kadar başarılı olduk? Ne kadar eksik kaldık? Çok kurban vererek neden hep geriledik. Yoksa ben olayları kendime ve size yanlış terimlerle mi izah ediyorum. Tabii bu, bir az da bakış açısı sorunudur. Şu örnek üzerinde birlikte düşünelim: 2004’te Bulgaristan NATO’ya alındı. Türkiye Cumhuriyeti meclisi “aman alınsın” diye karar aldı, garantör olduk. O zaman, neden, Türkiye Cumhuriyeti devleti ve diplomasisi, “sizin Bulgaristan’daki Türk azınlığıyla ilgili imzaladığınız ve uygulamadığınız kararlar, sözleşmeler var. Önce siz şunları bir uygulayın, biz size garantör oluruz” demediler? Biz, Bulgar’a her şeyi bağışlamak ve karşılıksız yardım yapmak zorunda mıyız?


Makale ve Analizler - 2018

155

İki, şimdi de 3milyon 600 bin sığınmacı ve savaş kaçağına bakıyoruz. Biz baktıkça, onlar çoğalıyor. Musul’dan, Şam’dan daha kaç milyon geleceği belli değil. Bulgar sınırda bize karşı havlıyor. Avrupa’yı itler korosuna kışkırtıyor. Bu defa imzalanan sözleşmeleri bir tek Bulgar değil, 27 AB ülkesi birden yerine getirmiyor. Sofya’daki Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçisi TV yıldızı olsu, her gün demeç veriyor, ama bir defacık, “ya biz sizi koruyoruz, sığınmacıların yolunu kestik, ama siz de şu bizim buradaki soydaşlarımızın haklarını tanıyın da bu hizmet karşılıklı olur” demiyor. Sığınmacı silahı gereği gibi kullanılmıyor. Bir gecede 50 bin savaş kaçağı Bulgar telini toplasa ve denize atsa, bak sen üslupları değişir mi, değişmez mi? O günü gelmesini bekliyoruz! Üçüncü, Ahmet Doğan Bulgaristan Türklerine en büyük ihaneti ne zaman yaptı? Hiç düşündünüz mü? 2007’de Bulgaristan’ın Avrupa Birliği’ne girmesi için “Bulgaristan Cumhuriyeti’nde Etnik Sorun Yok” Deklarasyonu imzaladı. Bu bildirgeyi imzalamayaydı, Bulgaristan AB’ye hiçbir zaman kabul edilmeyecek ve 10 yılda 27 milyar Euro götüremeyecek, Bulgaristan’da totalitarizmin polisi, ordulusu, itfaiyecisi, gizli polisi siyasete katılamayacak, iktidar olduk diye kutlama masasına oturamayacaklardı. Doğan “saraya” 2007’de girdi. Bu mükâfat Bulgarlar tarafından ona az bile. Dört, olaya bir de Bulgar tarafından bakalım. Komşularımız Sırbistan, Makedonya, Arnavutluk Avrupa Birliği üyelik kapısını çalıyor. Bulgaristan ne diyor? Sizde yaşayan Bulgar azınlığı var, onların hak ve özgürlüklerini tanımadan ben AB üyeliğinize oy vermem. Oysa tablo hep aynı! Makedonya nüfusunda Bulgar yok. Sırbistan’daki durum da aynı! Arnavutluktaki toplam sayıları 20 bin kişi? Ey Türkiye’m sen neredesin? Yoksa biz Kürtlerden Peygamber yapıp, her yıl onlar için kurban kesmeye devam mı edeceğiz. Türkiye’yi beğenmeyenlere alıp şapkasını gitme hakkı tanınmalıdır? O demokrasi olan AB ye gönderilmeliler, herkes istediği ülkeye serbest olmalı. 1989 da bize yaptıkları gibi onlara da yapılmalı amma tek gidişli olmalı. Çünkü biz zorunlu geldik onlar ise gönüllü gidecekler. Yanıt sorulara ararken, önce Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra, Bulgaristan Türklerinin dış Türkler statüsüne girdiğini hatırlatıyorum. Aynı millet olsak da, daha Osmanlıda anavatandan kopmuşuz.


156

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Önce Osmanlı sonra da Türkiye Cumhuriyeti ile Bulgar Krallığı ve Cumhuriyeti arasında devletlerarası ilişkilere konu olmuşuz. Azınlık durumumuz, Türkiye üstelemesiyle her yerde, - 1878 Berlin, - 1913 İstanbul, - 1919 Paris - Nöy Konferansı’nda, - 1925 Ankara Sözleşmesi’nde önceliğini korumuştur. Ne var ki zaman zaman önceliklerin değiştiğini görebiliyorum. Bir defa Osmanlının son çöküş döneminde nüfus erimiş, nüfus sorunu belirmiş. 1918’de Çanakkale Savaşına Balkanlardan Türk asker toplanmış. 1976’da Türkiye sanayileşmeye açılırken erkek ve kadın meslek sahibi fabrika işçisi, usta ve uzman ihtiyacı kapıyı çaldığında, planlı kitle göçleri başladı. Bütün bu yıllarda Bulgaristan Türklerinin ana motifi “canımız anavatana feda” oldu. Hele 1960’tan sonra “çocuklarımızı anavatan Türkiye’ye bir atabilsek!” havası belirdi. Topraksız, medeniyetsiz, dinsiz kalan Türkler konsolosluklara göç başvurusunda bulundu, sınırı göğüsledi. Söz göçten açılmışken, doğru olan söz şudur: “Türkler Bulgaristan’dan göç etmediler, göç ettirildiler.” İstemeye istemeye geldik, gözlerimiz arkamızda kaldı, canlarından, namusumuzdan, dinimizden, adımızdan, Türklüğümüz için geldik, dediler. Son 139yılda Bulgaristan’da çıkan hiçbir Türkçe gazete göçü kışkırtmadı. Bulgar eziyetine rağmen, her zaman hepsi göçe karşı çıktı. Vatan sevgisi hep üstün geldi. Analarımız “Türkiye bize yaramaz” derken, dedelerimiz ata yurdunun elden çıkarılmamasını öğütledi. Yazarlarımız “Cennet gibi vatanın içinde asırlarca yaşayan Türk köylüsü, göçe kalkmayı düşünmemelidir, aklından geçirmemelidir.” diye yazdılar. Şöyle örnekleyebiliriz: 1876’da Bulgar topraklarında yapılan sayıma göre, burada bir milyon 800 bin Müslüman Trük vardı. 1985’in 23 Martında bir milyon 253 bin 386 Türk’ün ismi değiştirildi. Bütün sayımlar yanlış olsa bile, bugün yine bir milyon 8 bin varız. Olay şu ki, biz Türkler hocalarımız, aydınlarımız, öğretmenlerimiz dolayında kenetlenen ve kendi kendine Türklük enerjisi ve Türk zekâsı üreten bir milletiz. Onun için okullarımızı kapattılar, öğretmen ve hocalarımızı kovdular, ruhumuzun kızışmasından, birbirimize sarılmamızdan korktukları için bizi hep kovdular, ezdiler veya hainlerin koynuna ittiler. Biz kendi kendine yeni niteliğe yükselebilen bir halk topluluğuyuz. Özümüz Türk mayalanmış ve kendiliğinden kabarıyor. 1989 Mayıs Ayaklanması buna kanıttır.


Makale ve Analizler - 2018

157

“93 Harbi”nden sonra, Türklerin Balkan Sıra Dağlarının kuzeyinden, Tuna boyundan Trakya’ya çekilmesi için yapılan teklifi çok isabetliymiş. Bir şansmış. Koca Balkan önünde aşılmaz bir kale olacaktık. Türk halkının bir yere toplanıp kimliğini yeniden üretmesi, güçlenme stratejik olarak çok iyi düşünülmüştür. Onlar, baskı yaparak bizi kovmayı seçtiler. Olmayınca, bizde nüfus olarak büyüdükçe diriliriz, dayanırız, sabırlı olalım inancı üstün geldi. İstikrar ve eğitim hamlemiz, kendi kültürümüzle yar olmamız, bu yüzden bu kadar önemliydi. “Yeşilköy”de masaya yatırılan Bulgar’ı Türksüz bırakma fikrinin ardında bir de şu vardı: 1878’de Prenslikte yapılan nüfus sayımında, Türk nüfusun % 60’ı - 40 yaş üstü, Bulgarlarınsa 14 ile 25 yaş arası olmasıdır. Şu da var: 1908’de 4 - 5 milyon olan İstanbul - Anadolu Osmanlısı, kaybettiği topraklardan göç alarak kendini üretmek zorundaydı. 2017’de 80 milyonluk bir dev bölgesel ve Avrupa gücü olabilmişsek, göç kanın önemi büyüktür. Balkan diasporamız 10 milyonu aştı. Bu yeni niteliğin içindeki milyonlardan biri biziz. Türkiye Cumhuriyeti gücünden gücüz. Büyük Türkiye umuduyuz. Ben daha 1878’de zeki ve derin, uzun vadede başarılı olan Türklüğü bir araya toplama ve yeniden üretip şahlandırma stratejisinde hayır alameti görebiliyorum. Biz bugün bu stratejinin içinde yer alıyoruz. Bulgarın bizi Türkiye’den koparma, parçalama, birbirimize düşürme tuzakları, ancak söküp atamadığı büyük korkunun eseridir. Bulgar’ın korkusu bizim nefes almaya, uyanmaya ve başımızı kaldırmaya devam etmemizdir. Onu yok edecek olan işte bu korkudur. Düşünsenize! Bulgar gibi tohumu kurumuş ve 2050 yılında 600 bin kişi kalacak bir etnik topluluk var karşımızda... Karadeniz sahiline Ruslar dolmuş. AB 10 milyon genci Bulgaristan’a yerleştirme planları yapmış. Yabancı nüfus istilasına uğrayıp eriyip gidecek. Bulgar’ın ki bir feryattır. “Eden bulur!”, “Başa gelen çekilir!” Öyle bir çıkmaza düşmüş ki, sorma! Bir gazeteci olayı şöyle anlatıyor: “Hakikatten Türk düşmanlığı Bulgar için maddi ve manevi gıda olmuş. Türk sınırına duvar çekmek için 168 milyon Euro almış. Müslüman Çingeneleri entegre edip eritmek için Brüksel’den 3 defa para kopartmışlar.” Şu olaya bakın: “Bulgar çocuğu dünyaya gelir gelmez Türk aleyhinde ninni dinler ve onunla uyur, rüya görür. Okula gider gitmez, sınıflara gider gitmez sınıfların duvarında beş süngüde bir Türk ve aleyhinde bin bir yalanla dolu tarih derslerini okuya okuya büyür. Onun içindedir ki, en ufak Bulgar köylüsünden en büyük devlet adamına kadar her Bulgar’da Türk düşmanlığı


158

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bir ihtiyaç, bir iman, bir ülküdür. Bu, kaşıdıkça kaşınmak istenen bir uyuzdur. O, her şeyi unutur ama Türk düşmanlığını asla unutmaz.” Bu bakıma BULTÜRK olarak biz, 26 Mart’ta sınır kapısında AB Genel Kurulu üyesi Bulgar ırkçı milletvekillerin 80 yaşında ninelerimize ve bastonlu dedelerimize saldırısına şaşmadık, defalarca uyardık! Duyan olmadı, çünkü bizim uyuzumuz farklı, hırsımız farklı, ne yazık ki onlar gibi bizdekiler de hasta!!! Yenilmeye, dövülmeye, rezil olmaya alışmışlar. Biz XXI. yüzyılda yenilenlerin saflarında olmak istemiyoruz... Şöyle de bir olay var: Biz böbürlenmeyi seven bir milletiz! Soruyorum: DPS’nin 845 aracından ve 52 otobüsünden hiç biri Bulgar Türk sınırında neden durdurulmadı da, “DOST Birliği” Türkü tartaklama rezilliği yaşattı bize?!. Çünkü “DOST Birliği” otobüslerinde baştanbaşa “Bulgaristan’da neredeyse istenmeyen adam ilan edilen” Lütfi Mestan resimleri yapıştırılmıştı. Marşlar çalınıyor, sanki seçime değil Bulgaristan’ı istila etmeye gidiyorduk. Gürültüden başka bir şey yoktu. Koşukavak’ta “Burgazdere” boyundaki kavaklara ve söğütlere 5 bin adet Lütfü Mestan postalı yapıştırılmış. Bölgede 5 bin oy yok. Postallar İstanbul’da basıldığı için hesap kitap tutan yok. Bu bir oyun kuruculuğu değildir. Bu Türkiye devletini küçük düşürmektir. Samimi söylüyorum, “DOST” tuzağına düşürülmeseydik, bugün Bulgaristan’da GERB - faşistler ortaklığı hükümet olmayacaktı, siyasi tablo çok farklı olacaktı. “DOST” partisini bostan korkuluğu yapan faşist güçler, it sürüsünü av kovalamaya uyandırabildi. Bundan sonra dersler çıkarmalıyız bundan sonra bizim ile ilgili kararları biz kimseye bırakmaya niyetimiz yok. Artık biz kendimiz alacağız yeter artık nesillerimiz yok oluyor... Beyler, burada müsaadenizle küçük bir yorum yapmak istiyorum: 1990’dan beri yapılan hataların dosyasını açmak istemiyorum. Çünkü biliyorum, siz, bana, Bulgaristan’ın Varşova Paktından çıkarılıp NATO’ya katılması, İstanbul’u hedef almış “SS-22” füzelerini sökmek zorunda bırakılması, 3 bin Rus tankını kesmesi, ordusunu dağıtması vb yeter de, artar, diyeceksiniz. Bu savaşa girmeden kazanılmış büyük bir zaferdir. Bunlar çok iyi de, ben olaya biraz başka açıdan bakmak istiyorum: Biz Türklük davasına sadık büyük sayıda kadro kaybettik. Alevlenmiş isyan ateşi söndürüldü. Sürgünde kurulan 28 direniş hareketi kurutuldu.


Makale ve Analizler - 2018

159

Şöyle bir bakalım. 1960’tan sonra parçalanmamız, körelmemiz, 1950’de 160 bin, 1976’da 130 bin ve 1989’dan sonra sadece Türkiye’ye 720 bin göç vermemiz ve arkada kalan Türklük bozkırı ve hükmeden güvensizlik. Tüm buna rağmen Bulgaristan’da ana iç çelişki bizdik. Bir defa biz Bulgar ulusuna ve devlete entegre edilmek istenirken eritilirken, 1990’dan sonra devletten söküldük. Bu sökülmek de kolay olmadı, güllerle durulmadı. Türkler toprağına sarılmıştı. 1983’te bankalardaki sıcak paranın %33 ‘ü Türklerin hesaplarındaydı. Bulgar devletinin dış pazara sürdüğü ürünlerin %49’unu Türkler üretiyordu. Bu ciddi bir olaydır. Görüyorsunuz 1989 Ağustosunda palamızı pırtımızı alıp yollara dizilince, Bulgar devleti çöktü ve hala bir türlü dirilemiyor. En sonunda yeniden faşizme sarıldı. Sımsıkı da sarılıyor. Ne var ki bu çileli süreçte biz de fakir düştük ve HÖH yönetiminde “biz parayla her şeyi yaparız inancı” belirdi. Rüşvet, aldatma, dolandırma sayfası açıldı. Bu sayfanın satır aralarına savcılığın ve polisin gözü önünde “Türkleri soyma işinde birlik olalım” fikri işlendi ve pratik oldu. Türkiye’deki derneklerle ilgili olarak ise, Bursa’da göçmen çevresinde ileri gelenlere el uzatıldı, fırsat sunuldu, çocukları HÖH kotasından okutuldu vs ve duruma hâkim oldular. Kimse anlamadan bu defa 7 bin kişiyi araç ve otobüsle bir gecede yola çıkarabiliyorlarsa, olayın derin kökleri olduğu ortadadır. 26 Mart seçimlerinde ipleri ele geçirenler, 3 defa Bulgaristan’a gidip “uzman” kesilenler, “son söz sahibi olanlar” Lütfüleri, Kasımları, Orhanları okuyamadılar. Biz soydaşlar arasında ve Bulgaristan’da bir anket yapıp, Bulgaristan Türkleri’nin HÖH’ü okuduğunu, oyuna getirildiklerini, tuzağa düşürüldüklerini anlayınca partiyi terk etmeye ya da pasifleşmeye karar verdiklerini ortaya çıkarıp yayınladıktan 2ay sonra, Kasım Dal ile Korman İsmailov HÖH’ten ayrıldı ve yeni Halkın Özgürlük ve Demokrasi partisini kurdular. Bu parti, sayadan kaçan koyunları toplamak için mi kuruldu. 2014 seçimlerinde Kemaller ve İsperih (kemallerde) Türk seçmenin HÖH Yönetiminden dayatılan listelere uymayıp, “tercihli sistemden yararlanarak Güney ile Palev’i meclise göndermelerine tepki geçikmedi. 17 Aralık 2015’te Lütfü Mestan ve 4 arkadaşı HÖH’ten atıldı. Onların vazifesi de oğul otu olmak ve sandıktan çıkan arılara hem “Bey” olmak hem de


160

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

onlara yeni” sepetlerini” göstermekti. Bu da tutmadı. Oğul yarı yolda durdu ve Mestan Beyin gösterdiği sandığa toplanmadı. 6 - 13 Kasım 2016 Cumhurbaşkanı seçimlerinde 170 bin oy “sola” Radef’e kayarken, 26 Mart 2017 erken seçimlerinde aynı kitle sağ merkezdeki GERB partisine kaydı. Ortada aradığını bulamayan, bocalayan, çaresizliğinden “bilinçsiz de olsa” Bulgar faşistlerinin iktidara tırmanmasına ne yazık ki basamak olan bir kitle var. Bu kitle dayatılmış lider kabul etmiyor. Bilinçlenme kaynakları arayışı içinde. Kulağını açmış dinlemek, gözünü açmış gerçekleri görmek ve bilinçli seçim yapmak istiyor. “DOST” % 2,5’ten fazla oy alamaz, meclise giremez, dedik bizi neredeyse düşman bildiler. Ne oldu, % 2,8 aldı ve havada umut bulutları dolandırmaya çalışıyor. Biz BULTÜRK olarak Cumhurbaşkanı adayı çıkardık, ilk hamlede 50 bin oy aldı. Seçim sonrası bizi Kutlayan bile olmadı. Yeni Türkiye’de artık Kimse hesap vermekten kaçamaz. Yanlışların hesabı verilmez ise ileri gidemeyiz. Büyük Türkiye sevdasına ulaşamayız. Bu dünyada kurumayan ağaç yoktur. Bazı ağaçlar ayakta ölür. Bulgaristan Türkleri Doğan, Dal ve Mestan grubundan kurdukları tuzakların hesabını soracaktır. Deniz uğulduyor, gemiler sağlam dursun kıyıya atılan parçalanır kaçış yok... Ama bu hesap verme işi yalnız Bulgaristan’da da değil, burada da olmalıdır. BULTÜRK’ü yok etmeyi aklından geçirenlerin sakin uyuduğunu sanmıyorum. BULTÜRK Türkiye’deki büyük dönüşümün içindedir. Dalgalanan al yıldızlı bayrağımıza dolan yeni rüzgardır. Başımız dik, gönlümüz hoş ve vicdanımız temiz, verilecek hesabımız yoktur. Akşam yastığa başımı koyduğumda çoook rahat uyuyoruz. *** Devam ediyorum: Anlatmaya çalıştığım siyasi özellik şudur. Birinci ve İkinci Balkan Harpleri ve Birinci Dünya Savaşı yıllarında, Bulgar Çarlık milliyetçilik ve ırkçılığının kabardığı ve ilk önce Müslüman Pomak kardeşlerimizin isim, dil ve din haklarına saldırışı da öz ve biçim olarak yüzyıl boyunca değişmeden tekrar eden bir vahşettir. Süreğen bir devlet siyasetidir. Hedefi ve adı Müslümanlar başta olmak üzere, tüm etnik azınlıkları ne pahasına olursa olsun Hıristiyanlaştırıp Bulgarlaştırmaktır. Kabul etmeyenlerden acımasızca göç yolu ile kurtulmaktır.


Makale ve Analizler - 2018

161

1908’da kurulan Bulgar Çarlığı, kuruluşundan hemen 3 yıl sonra, 1912-13’te bu saldırgan siyaset bir devlet politikası olarak yürürlüğe koydu. 1942’de, 1972’de 1984 - 1989’da yüzüne maske takıp tekrarladı. Bulgar devletinin bütün makamları, polisi, askeri ve diğer kolluk güçleri baskı ve terör uygulamasına, zulme katıldı. Baskı, terör derken, soykırım ve katliamlara tırmandı. Bu bir devlet siyasetiydi. Dünyaca kınandı. Kitapları henüz yazılmadı, filmleri çekilmedi ama yakındır. Bizim de şansımız var. 20 Kasım 1913 ile 20 Ocak 1915 tarihleri arasında Mustafa Kemal, Osmanlı’nın Sofya Büyükelçiliğinde Askeri Ataşedir. O, Bulgar siyasi partileri arasındaki çelişkileri ve iktidar kavgasını yakından izler. Pomaklar ezilmiş Türkler tedirgindir. Müslüman seçmen ve vekillerinin Liberal Parti (Radoslavov 1913 - 1918) hükümetini destekleyeceği şartıyla, 250 bin Pomak kardeşimizin isimlerinin ve din özgürlüklerinin geri verilmesini sağlar. Bu çok son derece büyük bir diplomatik ve politik başarıdır. Osmanlı üstün diplomasisinin parlak örneklerinden biridir. Ne kadar teşekkür etsek azdır. Bu, bir de oyun kurma ve fırsat değerlendirmedir. Eziyete dayanmamızın 111. yılında biz bir de isyan ettik. 52 bin 700 kişi birden şahlandık. Mayıs 1989 Ayaklanmamızda Jivkov diktatörlüğünün omurgasını kırdık. Ölümcül yara aldı. Yıkıldı. Bulgar sosyalizminin ve komünist totaliter devletin çatırdayarak can verdiği bir dönemdi. Bulgaristan’da yaşayan bütün Müslüman Türklerin isimlerinin, din, eğitim ve kültürel hak ve özgürlüklerinin toptan elde edilmesi şansı belirdi. Diplomatik görüşmeler, Ağustos 1989’da Kuveyt’te yapıldı. Berlin, İstanbul, Nöy sözleşmelerinde Osmanlı diplomatları tarafından şerefle temsil edildiğimiz gibi, bu defa Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakan’ı Mesut Yılmaz Ayaklanma ateşinden geçen bir halk topluluğunu layıkıyla temsil etmek için Kuveyt’e uçtu. Bulgar dize gelmiş, bütün isteklerimizi yerine getirmeye, hak ve özgürlüklerimizi tanımaya hazırdı. Biz Bulgaristan’da nefes kesmiş radyo başındaydık. Ne oldu!? Sayın Yılmaz bizim için yalnız yorgan altında Türkçe konuşma hakkı istedi. Biz sevdiklerimizle zaten koklaşarak bakışarak anlaşıyorduk. Yani bizim için hiçbir şey istemedi. Ogün bu gün haklarımız şaştı kaldı. 47 şehidimiz var. 12 bin mahpusçumuz ve ata ocağından sökülmüş 700 bin mazlumumuz. Türk halkına saygımdan fazla konuşmak istemiyorum. Vatan toprağına döktüğümüz ter toplansa göletler dolar. Tüm umut ve edinimlerimiz Hak ve Özgürlük Partisi sahte kurucusu Ahmet Doğan’a düğün hediyesi gibi cici pakette sunuldu. Bize, “lideriniz o olacak


162

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

deyenler, Türk diplomatlarıydı.” Bu gerçeğin ne kadar acıdığını, ne kadar umut kırdığını ve ne kadar hayal söndürdüğünü, kendime saklıyorum. Mustafa Kemal, bize, Türk diplomatlarına karşılıksız inanma örneği verirken, dikkat edin, aralarında kofları vardır, sizi yakmasınlar diye uyarmadı. Keşke uyarmış olsaydı... Olayın 2016 ve 2017’de Lütfi Mestan örneğinde yinelemesi, 170 bin Türk oyunun Bulgar Partisi GERB’e kayması sonucunu doğurdu. Kanımca, siyasetçilerin siyaset sahnesine çıkmazdan önce, halkının atasözlerini öğrenmesi gerekir. Bizde, ağaçtan kopan ya da koparılıp atılan ve yere düşen dalın meyveleri yenmez. Atasözümüz “kurt kuş hakkıdır” der. Lütfi Mestan, Kasım Dal ve Orhan İsmailov üçlüsünün başkasının bahçesinden koparılmış ve bizim sokağa atılmış dal olduğunun anlaşılamaması feci oldu. Şimdi demeçler veriyorlar, ama maçtan sonra gol atılmaz. Bu oyunun yanlış kurulduğunu da peşin söyledik. BULTÜRK yönetimi olarak seçimi boykot karar aldık. Seçmenin %54’ü sandığa gitmedi. Rodoplar’da ve Deliorman’da birçok Türk köyü sandığa gitmedi. Bu olayın özünde çok acı bir gerçek var. Bunu anlatmaya söz hazinem yetersizdir. Bu yüzden 1960’larda yazılmış ve 2016’da Evrovizyon birincisi olan kırımlı bir kadının kızına söylediği ağıtı hatırlatırken, seçim vesilesiyle köylerinde açan baharı bir daha koklamak isteyen yaşlımızın duygularını tercüman oluyorum: “Ben bu yerde yaşamadım. Yaşlılığıma doyamadım Vatanıma hasret kaldım Ey Güzel Kırım...” Siyaset sahnesine çıkıp figüran ya da “koltuk değneği” rolü aldılar. Halkımız figüran olmak, sürünmek, silinmek için ayaklanmamıştı. Sorun insanlarımızı memleketten kovmakla çözülebilecek bir sorun değildir. 3 bin kişi Batıya kovuldu. Değişen ne oldu. Bugün de Avrupa’nın en fakir, en sefil ülkesi Bulgaristan. Dün İngiltere “brekzit” dedi. Yarın Fransa “frekzit”, Hollan’da “holzid” diyecek. O zaman ne olacak? Bu sorunun cevabını “yaşayalım görelim” diyorum.


Makale ve Analizler - 2018

163

Ama elimiz kolumuz bağlı gözlemci olmayalım diyorum, çünkü kopan da, bağlanan da, istila edilen de, kurtarılan da bizim dedelerimizin yattığı topraklar... Değerli dava arkadaşlarım, Durumumuz yağsa yağmaz, ısıtsa ısıtmaz, “uzaktan baktım pek çok, yanına vardım hiç yok” tekerlemesindeki gibi bir şey. Mesut Yılmaz sağdır. Türkiye Cumhuriyeti devletinin hangi yüksek menfaatlerinin, bir asır boyu ezildikten sonra isyan eden Bulgaristan Türkleri’nin hak ve özgürlük davasıyla çakışmadığını henüz ne açıkladı, ne de yazdı. Açıklamasını bekliyoruz. Yazar Aziz Nesin’in “Türkiye’de Kürtler, Bulgaristan’da Türkler” benzetmesine kurban gittik. Birbirine benzeyen olaylara aynı çözümü uygulamak, baştan sona cahilliktir, çünkü İnsanı yaratan, “benden sonra yaratıcı sensin.” demiştir. Bu sözler Türk diplomasisi için de geçerlidir. Diplomasi fırsatları ustalıkla kullanma sanatıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nin XIX. yüzyıl diplomatlarını Sofya’da görmek istiyoruz. Hayat yeni fırsatlar sunacak, bunlardan yararlanalım diyorum. Temennimiz budur. 1989 Ağustosunda Türkiye kapısının sonuna kadar açılmasını da isabetli bir oyun kuruculuğu olarak görmüyorum. Aslında iyi oldu. Bunu Türkiye Cumhuriyeti diplomasisi başarısı olarak defalarca anlattım. Fakat 27 yıl önce Türkiye Cumhuriyeti’de nüfus sorunu artık çözülmüştü. Bu 500 bin kişi orada kalabilirdi. O zaman biz, bugün mecliste 60 milletvekili ile tüm düşmanlık yasalarına kolayca dur diyebilirdik. Parlamentoyu ve yürütmeyi istediğimiz gibi elimizde oynatabilirdik. 1989’da Bulgaristan Türklerine zulmeden, fakat onlara yenik düşen, çöken ve son günlerini sayan bir zalim diktatör yanlış değerlendirildi. Yarım milyon kardeşim ata toprağından, evinden söküp atıldı. Sınır kapısını açmak bu açıdan bir siyası zekâ parlaması değildi. Bunu, ancak kendini şans oyunlarına kaptırmış bir siyasetçi yapabilirdi. Burada da daha ileri gitmek istemiyorum. Türkiye devlet çıkarlarının, 1878’de kaybedilen bir savaştan “kılıç” artığı olarak kalan, bir dış tükler topluluğu ile her zaman her yerde örtüşeceği diye, ne bir yasa, ne de bir yasallık olduğuna inanmıyorum. Olay budur. Yeni çözümler yeni yollar aramak bulmak gerek... Kuşkusuz, her kötülük içinde bir de iyilik vardır. Bir yandan da iyi oldu. Türklük denizinde yüzdük. Hasret giderdik. Hem ilham aldık, hem de anavatan denizi içindeki yosunlu taşları ve köpek balıklarını görebildik. En büyük kazanımız ise, Türkiye’de halk denizinin dip dalgasından bir güç olabilmemiz oldu.


164

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

STK düzeyinde de olsa örgütlenebildik. “Hadi siz de gelin dendiğinde” bayrağımızı alıp kahramanlık gecelerinde nöbet tuttuk. Çanakkale ruhumuzu “Yenikapı” ruhunda parlattık. Anayasa referandumuna katılarak “Büyük Türkiye” atılımlarına “Evet” dedik. Bundan böyle, FETO’ocuların, paralelcilerin, damatların, bacanakların Türkiye adına söz hakkı olmayacağına, Sofya’ya gidip de diktatör Jivkov’a bizim hakkımızda “eti senin kemiği benim” diyen generallerin bir daha asla Cumhurbaşkanı olamayacağına kesin inanıyoruz. Güvencemiz Sayın Devlet Bahçeli ve Sayın Recep Tayyip Erdoğan’dır. Artık konuşmamın sonuna geliyorum. İzninizle bir olaya daha değinmek istiyorum: Biz Bulgaristan Türkleri büyük Atatürk önderliğinde, Türkiye halkıyla birlikte, aynı zamanda devrim yapmış bir toplumuz. Türkiye’de “Türk Harfleri Yasası”nın yürürlüğe girmesinden 2 ay 11 gün sonra Bulgaristan Türkleri için de Türk harfleriyle öğrenim yapabilme izni çıkmıştır. Bu işte o yılların Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçisi Hüsrev Gerede Beyin ve Bulgaristan Türkleri Öğretmenler Birliği’nin büyük emeği geçmiştir. Bulgaristan Türkleri çağdaş uygarlığa doğru Türkiye birlikte adımlamak için 1929’da Sofya’da Bulgaristan Türkleri Birinci Milli Kongresini çağırmıştır. Kongreye 460 delege katılmış ve öncellikle 3 soru görüşmüştür: Okullar sorunu; Türkiye ile Bağlar ve azınlığa karşı dikenleri çok sivrilen Bulgar zulmü. Zulmün amacı Türkleri göçe zorlamak ve emlaklerini ucuza ele geçirmek olarak belirlenmiş ve kınanmıştır. Bu kongrenin çok büyük önemi vardır. Bulgaristan’da Turan örgütleri tarafından desteklenen örgütlenme atılımları daha o zaman Bulgaristan Türklerini politik alana taşımaya, siyasi parti kurmaya yükseltme adımları atmıştır. Ne yazık ki, 1934’te Bulgaristan’da başa geçen faşistler, bu hamleleri baltaladıkları gibi, Latin harflerine karşı da savaş açtılar. Türk harfleriyle yayın yapan gazetelerin hepsini kapatmıştır. Yeni yazıyı savunan aydınlar kovalanmış, ezilmiş, kaçırılmış, göçe zorlanmış, hatta ölüme yollanmıştır. Alfabe işi uygarlık, Türkiye ile kaynaşma işiydi. Korktular. Eski yazıdan yeni yazıya geçiş bizim Batı uygarlığına da geçişimiz demekti. Bulgar faşistler o zaman buna katlanamadılar, bugün de oy kullanma hakkımızı kullanmamıza katlanamıyorlar.


Makale ve Analizler - 2018

165

Faşistlerce kesilen yolumuza 1945’ten sonra devam ettik ve hamlemiz 15 - 20 yıl sürdü. Bulgar komünistleri tam faşistler gibi, 1973’ten başlayarak hamlelerimizi tamamen baltaladılar. 1989 Ayaklanmamız, şarkıda dendiği gibi “yine bahar dönecek” umuduyla şahlandı. Bu dünyada dili, dini ve adı için ayaklanan halklar varsa onlardan biri de biziz. Kardeşlerin, 139 yılı bir saatte anlatmak çok zor. Ben, daha önce “50 yıllık mücadelemizi” 420 sayfada anlattım. 7. Olağın Kongreden beri geçen sürede en önemli olan, askeri darbe denemesine, teröre göğüs gerdik, geriyoruz. Al yıldızlı bayrağımız altında toplandık, dağıldık ama hep aynı zafer yolunda yürüdük. Çok toplantı, açıkoturum, bilgi şölenleri yaptık. Gazete çıkardık, kitaplar bastık, tanıttık, dağıtık! Sempozyumlara katıldık, konferanslar verdik. Derdimiz ortak, davamız ortak, birlikte anlatmaya devam edeceğiz. Şu çok önemli! HÖH partisini 18 yıl yönetiminde 3 yıl başında Başkan olan Lütfi Mestan yani gerçek şu ki, 28 senede Türkçe bir kitap bastıramadılar. Fakat Kazanlıkta “Bulgaristan Türklerinin Durumu” kitabını anadilimizde basan Sayın Osman Bülbül Büyümüzü kutluyoruz, kitabını dağıttık, Deliorman köylerinde imza geceleri düzenledi. Kırcaali’de BULTÜRK temsilcimiz Mehmet kardeşimizin çabalarıyla dava kazandık ve Türk çocuklarına ana okullarında domuz eti verilmesini bulgar savcıları eliyle durdurduk. Biz artık bir marka olduk. BULTÜRK dendiğinde herkes, bu iş ciddi, aman “dikkat edin” diyorlar. Yolumuz uzun kardeşlerim. Bu güzel günde bizi tercih ettiğiniz için hepinize teşekkür ederim. Sağ olun! Var olun. Allaha emanet olunuz.


166

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

BULTÜRK’e Yakutya’dan Misafir

BG-SAM-11.Temmuz.2018

Genel Merkezimize Dünya Türk Gençler Birliğinin üyesi Yakutya’dan Areve Tuva Gençleri Birliği Başkanı Valeriy Lukotsev ziyaret etmiştir. Türk Halkları Kongresi - Konseyi 2015 - 2016 yıllarını kapsayan dönemlerde Başkanlığını yapan Genel Başkanımız Rafet Ulutürk ile birlikte eski hatıraları canlandırdılar. BULTÜRK yayınlarından çıkan “Türk Dünyasında Bir Bulgaristan Türkü” ve “Bulgaristan Türkleri Kimlik Mücadelesi” kitablarını Yakutya’dan Areve Tuva Gençleri Birliği Başkanı Valeri Lukotsev Beye taktim ettiler. Birinci kitabında birlikte oldukları toplantılardan oluştuğunu anlatan Ulutürk diğeri ise Bulgaristan Türklerin Kimlik mücadelesini anlatığını anlattı. Valeriy Bey de kendisine arkadaşlarının selamını getirdiğini ve burada Yakutya da yaşayan Türk halklarının masallarını, çocuk oyunlarını kısaca örf ve adetlerini kitap haline getirdiklerini ve bunları Türkiye Türkçesine çevirerek Türkiye’de bulunan Türk kardeşlerimize de kendimizi tanıtmak istediklerini beyan ettiler. BG-SAM Başkanı Dr. Erdal Karabaş’ta bu kitaplardan birer adet alarak “İleride bizlerde bu kitaplardan yararlanır ve sizlere de bir katkımızda olabiliriz” dedi. Birlikte yemeğe geçildi yemekten sonra hediyeler taktim edildi ve birer Türk kahvesi içerek sohbet devam etti. Ulutürk kitabına şunları yazdı: BULTÜRK Areve Tuva Gençleri Birliği Başkanı Kardeşim VaDerneğimize leri Lukotsev Beyefendiye Yakutya’dan getirilen hediye tablo Bulgaristan Türklerinin Kimlik Mücadelesini bir nebze olun anlatabilme ümidi ile... İmza Ziyaretin sonunda karşılıklı hediyeler verildi, Valeri Lukotsev de BG-SAM ve BULTÜRK Başkanlarını Yakutya’ya davet etti. Ardından kardeşçe kucaklaşarak ayrıldılar. Saygılarımla,


Makale ve Analizler - 2018

167

Bulgaristan’ı Daha Yakından Tanıyalım

BG-SAM-11.Temmuz.2018

Oya Canbazoğlu’nun Rafet Ulutürk ile reportajı Sunucu Oya Canbazoğlu; Sayın seyirciler bugünkü programımızda komşu Bulgaristan’da olacağız. Son yıllarda kayak merkezlerine Türk turistlerin akın ettiği; “Kapıkule” Sınır Kapısında TIR kuyruklarının bazen 20 kilometreyi bulduğu; “Meriç”, “Tunca” ve “Arda” ırmaklarının bazen birleşerek Edirne boylarını su altında bıraktığı ve özellikle de 26 Mart 2018 ’de Karadeniz incisi Varna’da Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan ile Avrupa Konseyi Başkanı Donald Tusk ve Avrupa Komisyonu Başkanı Jean Clod Junker arasında, Bulgaristan Cumhuriyeti Başbakanı Boyko Borisov ev sahipliğinde başarılı gerçekleşen ilk görüşme ve 2018 yılına yeni renkler kazandıran daha birçok olay, bu 2 saatlik buluşmamız yakın ve uzak açıdan, büyült geç altına alınacak, daha önce değinmediğimiz ayrıntıları ele alacağız. Ekranımızdan size akacak bilgi selinin hepinize faydalı olacağına inanıyorum. Bugünkü Konuğum Bulgaristanlı, son selle anavatan Gelmiş, Bayrampaşa’ya yerleşmiş, Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği (BULTÜRK) kurucularından biri ve uzun yıllık deneyimli Genel Başkanı, Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi kurucu başkanıdır. Daha fazlası Türkiye ve Bulgaristan’da olmak üzere 200 binden fazla tıklayıcısı ve yakın izleyicisi olan (www.bghaber. org) elektronik yayınının örgütleyicisi ve yöneticisi ve bir de “Bulgaristan Türklerinin Sesi” elektronik ve aylık gazetesini değerleyip, çıkaran ve dağıtan, yanı Bulgaristan’ı yani konusunu iyi bilen ve takip eden bir meslektaşımızdır. Oya Canbazoğlu: Sayın Rafet Ulutürk. Programımıza hoş geldiniz. Kısaca kendinizi tanıtır mısınız? Rafet Ulutürk: Ben bir Rodopluyum. Güney Bulgaristan’ın Güney Doğu Rodop Dağları’ndan gelen Arda ırmağı köylerinden biri olan Köseler’de (Kösevo köyünde) dünyaya geldim. Orada okula gittim, il merkezi Kırcaali’de lise gördüm, askerliğimiz de, demir yolu inşaat eri olarak, Koca Balkan’ın kuzey beline yerleşmiş Troyanovo - Kovaçevo yöresinde yaptım. İş hayatıma da Bulgaristan’da başladım. Siyasi hayatin ağır yükünü de orada yüklendim. Güney Bulgaristan köy ve kasabalarında Hak ve Özgürlükler Hareketi yerel örgüt ve merkezlerini


168

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kuran kadrolardan biriyim. 1990’da isimlerimiz iade edilirken, Kırcaali merkezinde düzenlenen ve 40 bin Türkün katıldığı “Türk Kimliği Mitingi”nin genç örgütçü ve konuşmacılardan biri de bendim. 1984 - 1989 döneminde karşımızda Bulgar polis gücü, Bulgar ordusu, komünist partisi, savcılık, mahkemeler, toplama kampları ve hapishaneleri vardı. Fakat 1990’ın ilk günlerinde karşımıza aşırı milliyetçi, şoven, totaliter komünist zihniyetli 10 bin Bulgar dikildi. Bunlar bizim iş arkadaşlarımız, komşularımız, köydeşlerimizdi, askerden subaylarımız ve onların yakınlarıydı. Kısaca demek istediğim, ben Bulgaristan toplumunun ikiye bölündüğü derin hendeğin dibinden, Türk Kimliği davasının içinden, mücadele bayraklarımızın dalgalandığı kavga alanından geliyorum. Üniversite öğrenimimi Bulgaristan’daki Türk kimliği saflarında tamamladım. Birkaç yıl Filibe’de (Plovdiv) İl Müftülüğü Vakıf Müdürü görev yaptım daha sonra, 1970 ile 1990 yılları arasında çok ağır yaralar alan Bulgaristan Türklerinin Hak ve Özgürlük, adalet ve demokrasi mücadelesine, Türk Kimliği Davamıza yeni bir anlam, yepyeni bir bakış açısı kazandırabilmek amacıyla Türkiye Cumhuriyeti’ne gelip yerleştim. Halkın birikimini bilince dönüştürme, ısınıp uyanma ocağın Dernekler olduğuna inanarak, bilinçli ve örgütlü, halkla iç içe, halkın nabzını tutan dernekçiliğe soyundum. İlk atılımlarımla “İslamlaştırılmış Bulgar” denen insanlarımızı Türk Dünyasına tanıtma, Bulgaristan’da Türk yaşadığını, kim olduklarını, tarihlerini, dil, din, edebiyat ve sanatlarını, yaşam tarzlarını Dünya Türklüğüne anlatmak amacıyla Dünya Türk Gençlik Birliği etkinliklerine Kurultaylara ve Liderlik toplantılarına aralıksız katıldım. Allaha çok şükür bu günlere geldik. BULTÜRK 5 bin 800 üyemizi örgütlüyor. Daha fazlası 1989 göçmenidir. Bayrampaşa Yıldırım’da genel merkezimiz. Kapısı herkese açıktır. İsteyen buyursun, tüm etkinliklerimize katılabilir. Gazetemizde ve elektronik haberleşme araçlarımızda görüş beyan edebilir. Bizim dağlarda sular köpüre köpüre akar, eleştiriye açığız. İsteyen görüş beyan edebilir. Önümüzdeki Mayısta Kurultaya gidiyoruz. Buyursunlar. Ben bir Rodopluyum, diyerek başladım. 20 küsur yıldır İstanbul’da yaşasam da, vatan-memleket değiştirmek zor iş. Kentli olmak, uygar olmak demekse, ben uygar olunması için 3 kuşak kentli olmak gerektiğine inanıyorum.


Makale ve Analizler - 2018

169

Ayrıca şu da var, benim ve yakınlarımız mezarları Bulgaristan’dadır. Bizim için geçerli olan bir insanın bir toprakta 2 kuşak mezar taşı yoksa o toprak vatan olmamıştır. Biz kavgamızı Bulgaristan’da verdik ve mezarlarımız oradadır. Gönlümüz oradadır. Biz düşlerimizde hala her gece arkamızda öksüz kalan dağlarımızı, köylerimizi, dotlarımızı görüyoruz. Torunlarımızın da bu köy meydanında uçurtma uçurtacağını hayal ediyoruz. Canbazoğlu: Evet, bu programda baştan sona Bulgaristan’ı konuşacağız. Önce kendim ve seyircilerimiz için öğrenmek istediğim ufak bir ayrıntı var. İstanbul kahvelerinde açılan tartışmalarda, 1989 Büyük Göçüyle gelen soydaşlarımıza “Bulgar Türkü” dendiğine kulak misafiri oluyorum. Öncekilere muhacir, Rumeli muhacirleri, Balkan veya Rumeli göçmeni deniyordu. Göçmenlerimizin çilesi üstüne pek çok kitap yazıldı. Bu eserlerin hiç birinde “Bulgar Türkü” kavramına rastlamasam da, Bulgaristan Türkleri, Bulgaristanlı Soydaşlar, Bulgaristanlı kardeşlerimiz olsa da ve bu giderek kesin yerleşmiş gibi olsa da, halk ağzında böyle bir kavram dolaşıyor. Yakın geçmişte Yozgat’ın bazı köylerinde bulundum, orada bile birkaç defa “Bulgar Türkü” kulağımı tırmaladı. Daha girişte bu konuda fikrinizi alabilir miyim: “Bulgar Türkü mü?” - “Bulgaristan Türkü mü?” Ulutürk: Doğru olan Bulgaristan’da yaşayan Türkler Soydaşlarımız; Burada kısa bir açıklamak istiyorum daha sonra açarız. Öncelikle Bulgar Türkü - Bulgaristan’da yaşayan Bulgarlardır yani Hristiyanlardır. Biz Müslümanlara ise Bulgaristanlı Türkler denir. Bulgaristan’da yaşayan Türkler ve Bulgaristanlı Türklerdir. “Bulgar Türkleri” tarihsel bir kavramdır ve Türk tarih bilimindeki gerçek öyküsü şöyledir. Metni okuyucusu: “Bulgar Türkleri” ve “Bulgaristan Türkleri” kavramları günümüz kamuoyunda Bulgaristan’da yaşayan veya buradan göç etmiş olan Türkler anlamında eş anlamlı kavramlar olarak kullanıldıkları görülmektedir. Bu iki kavramın tam olarak neyi ifade ettiğini anlamak üzere önce bunların ayrı ayrı ele alınması, tarihteki oluşumlarının incelenmesi ne anlama geldiklerinin görülmesi gerekir. Bu açılıma tarihsel, coğrafi ve kültürel açıdan karşılaştırmalı analizle gidilir. Bu anlamlı karşılaştırmadan, Bulgar Türkleri olduğu gibi, Bulgaristanlı Türklerin de her ne kadar farklı kollarını ve lehçelerini kullanmış olsalar da, Türk di-


170

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lini kullanmış ve Bulgaristanlı Türkleri kullanıyor olmaları kesin tespit edilmiştir. İki kavram arasında ortak olan tek nokta Türk dilidir. Ancak bu ortak noktanın iki kavramı eş anlamlı kullanacak kadar birbirinin aynı yapmadığı da şüphesizdir. Bu iki kavram farklı tarihsel devirlerde ve farklı alanlarda, iki farklı terim nitelikleri içeren, farklı anlam taşıyan kavramlardır. Önce Bulgar Türkleri kavramını bir açalım. Bulgar adı bir tarihi olay sonucu ortaya çıkmıştır. Avrupa Hun Hükümdarı Attila’nın ölümünden (Bizans kroniklerinde 453 gösterilir) Hun imparatorluğu sınırları içerisinde yaşayan kavimler ayaklanmış, isyan çıkarmışlardır. Sonrasında Attila’nın küçük oğlu İrnek idaresinde Hun kitleleri Orta Avrupa’yı terk ederek Karadeniz kıyılarına doğru yönelmişler ve burada bulunan Türk boyları ile karışmışlardır. Bu karışmadan oluşan topluluk Türkçe “Bulgar” olarak anılmaya başlanmıştır. Bulgarlara ait en eski belge olan “Hakanlar Listesi”nde İrnek adı Bulgarların ikinci hakanı olarak geçmektedir. *** Kavim adı olarak “Bulgar” kelimesi beşinci asrın ikinci yarısından önce mevcut değildi: İlk defa 482 yılında Bizans İmparatoru Zenon’un, Doğu Got’larına karşı savaşmak üzere, askeri yardımlarına müracaat ettiği Karadeniz Kuzeyindeki topluluk ismi olarak ortaya çıkmıştır. *** İlk ortaya çıkışında “Bulgar” kelimesi “Türk” kelimesi ile bağdaştırılmamıştır. “Türk” kelimesi ise günümüzde bilinen şekli ile tek heceli olarak GökTürk çağında (M.S. 6 - 8. asır) yazılan Orhun kitabelerinde görülmektedir. *** “Türk” ve “Bulgar” kelimelerinin ilk başlarda beraber kullanılmadıklarını ve farklı coğrafyalarda ortaya çıktıklarını görmekteyiz. Bu anlamda Bulgar Türkleri kavramı çok daha sonra oluşmuş bir kavramdır ve günümüzde Bulgaristan’da yaşayan ya da Türkiye’ye göç eden Türklerle yakından uzaktan ilintili değildir. Bulgarların Türk aslından geldiklerine ait ilk görüş Macar Türkolog A. Vamberi (1832 - 1913) tarafından belirtilmiştir. Diğer bir Macar bilim adamı olan G. Feher (1890 - 1955)’in, arkeolojik ve Macar dil bilimci Gy. Nemeth (1890 - 1976)’in linguistik araştırmaları bu görüşü desteklemiştir. *** Bu araştırmalar sonucu Bulgarların Türk asıllı oldukları kesin sayılmış ve Bulgar Türkleri kavramı Karadeniz’in kuzeyinde yaşayan Türk boyları anla-


Makale ve Analizler - 2018

171

mında Türk bilim literatüründe kullanılmaya başlanmıştır. 19. yüzyılın sonu ve 20.yüzyılın başlarında Bulgar Türkleri kavramı bilimsel anlamda bu şekilde ortaya çıkmıştır. Bununla birlikte Kâşgarlı Mahmut tarafından 11.yüzyılda yazılan Dîvânu Lugâti’t-Türk’e bakıldığında “Bulgar” kelimesinin şu şekilde geçtiği görülmektedir: “Rum’a yakın olan Bulgar, Suvar ve Peçeneklerin dili, kelimelerin uçları aynı tarzda düşürülmüş bir Türkçedir.” *** Bu bilgiler çerçevesinde değerlendirdiğimizde Bulgarların Türkçe konuşan bir kavim oldukları ve muhtemelen 11. yüzyılda da Bulgar Türkleri olarak adlandırıldıklarını tahmin edebiliriz. Ne var ki onlar Türk boyları arasında bizden en farklı olanlardır. Bilginler, Bulgar Türkçesinin günümüz Çuvaş Türkçesiyle ilgili olduğunu tespit etmişlerdir. *** Bulgar devlet ve milletini vücuda getiren Bulgar Türkleri 9. yüzyılın sonlarında örgütledikleri Slavlar ile bir kavim oluşturmuşlardır. Bulgar Türkleri ile Slavların karışmasından bir Hıristiyan Bulgar milleti vücuda gelmiştir. Bulgar Türkleri Slav dilini konuşmaya başlamışlardır. Bugünkü Bulgar dilinde eski Türk-Bulgar dilinden neredeyse bir şey kalmamıştır. Aslında yeni tespitler de var Tuna boyunda bulunan o dönem Slav topluluklarının Gagavuz Türkleri olduğu da söylenmektedir. *** Bulgar Türkleri kavramı 9. yüzyılın sonrasına kadar var olmuş bir kavmin adı olarak, bir tarih terimi olarak oluşmuş ve 10 asır önce yok olmuştur. Bugün yaşayan değil bir tarihsel kavram anlamı taşır ve Türkiye’deki soydaşlarımız ve Bulgaristan’da yaşayan Türkler için kullanılması yanlış olur. *** “Bulgaristan Türkleri” kavramı ise bugün Bulgaristan’da yaşayan Türkler için kullanılan bir kavramdır. Bu kitle, Balkanlarda fethedilen topraklara Osmanlı devleti tarafından gönderilip yerleştirilmiştir. Osmanlı devletinin hem Asya hem de Avrupa devleti olduğu dikkate alındığında, Bulgaristan Türkleri Avrupalı bir topluluktur. Dilleri Türkçe, dinleri İslam, yaşayış tarzı ve gelenekleri de Müslüman’dır. Karşılaştırdığımız iki kavram arasındaki en önemli fark birinin günümüze kadar gelememiş bir topluluğu ifade ediyor olması (Bulgar Türkleri) diğerinin ise günümüzde var olan bir topluluğu (Bulgaristan Türklerini) ifade ediyor.


172

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İki kavram arasında var oluş anlamında bir ilişki söz konusu değildir. Hatta Bulgar Türkleri Balkanlara hiç gelmemiştir. Bulgaristan Türklerinin ataları ise Sarı Saltuk boyları ile 14. asırdan sora Osmanlının bu topraklara iskân ettiği soylardır. Önce kendilerine göç kon anlamında “noman” demiş olsalar da, 600 yıl aynı topraklarda kalmışlardır. Hayatlarındaki ilk kırılma 1877 - 1878 Rus Osmanlı savaşı olmuş ve 1886 - 1890 yılları arasında 74 bin 753 kişi, 1902 yılına kadar göç dalgası düşmemiş ve yeni 70 bin 603 Türk ülkeden göç etmiştir. Balkan Savaşları sırasında 200 bin Türk öldürülmüş, bir milyon Türk de göç etmek zorunda kalmıştır. Cumhuriyetin ilk döneminde 198 bin 688 Türk Bulgaristan Türkü ata ocağından sökülmüştür. 1950 - 1951 yıllarında yeni 154 bin Türk Bulgaristan’dan kaçarken, 1968 1976yılları arasında “parçalanmış aileleri toplama” göçü olmuş ve 1984 - 1989 sözüm ona “soya dönüş” zulmüne tepki olarak da 345 bin 960 kişi göç etmiştir. Bugün Türkiye’de toplam bir milyon 20 bin Bulgaristan Türkü yaşıyor. “Bulgar Türklerinden” Anadolu’ya göç eden yoktur, çünkü onların yaşadığı devirde Türkler henüz Anadolu’da değillerdi. Bu bakıma “Bulgaristan Türkleri” ile “Bulgar Türklerinin” eş anlamlı 2 kavram olarak kullanılması yanlıştır. *** Canbazoğlu: Tuna’ya gelen Bulgarlar, bugünkü Bulgarlarla aynı mı, yoksa karışmışlar mı? Ulutürk: Bulgar tarihinde Kağan Asparuh’un Tuna nehrini geçtiği yıl olarak 680’e işaret edilir. Bizans askeri güçleriyle ilk temaslarında galip gelir ve bugünkü Şumen şehri yakınındaki Preslav şehrine yerleşir. Proto Bulgar kavminden olup, ilk Slav-Bulgar devleti başına geçer. 4. asırda Kuban ve Dnepr nehirleri arasında kurulan Büyük Bulgar devleti Kağanlarından Kubrat’ın oğludur. O, benim kuşağımın ders kitaplarından öğrendiği, 1300 yıldan beri Balkanlarda Bulgar kavmini yaşatanların atasıdır. Ne var ki, Bulgarlar tarihlerini beğenmeyen bir millet sanki. Son yıllarda “biz Traklar’ın devamıyız” diyorlar. Başka bir grup araştırmacı ise, yollarının Altay Dağlarından başladığını kabul etmiyor, “Köklerimiz bugünkü İran topraklarımıza uzanır” demeye çalışıyorlar. Fakat biz Kağan Asparuh tezine bağlı kalalım lütfen. Canbazoğlu: Asparuh Bulgar devletinin resmi kurucusu değil öyle mi? Kim öyleyse?


Makale ve Analizler - 2018

173

Ulutürk: Konuya ilişkim kısa bir video hazırladım. Birlikte izleyelim. Canbazoğlu: Birinci Bulgar devletini kurmazdan önce Bulgarlar, Hazar bölgesinde Bulgar Hanlığı ve Volga Bulgar Devleti gibi 2 devler kurmuşlardır. Ben Çuvaşistan’a gittim. Orada yaşayan 2 milyona yakın Çuvaş Türkü, Bulgarlara Türkiye Türklerinden daha yakın olduklarını söylüyorlar, “biz Bulgarlarla birinci derece akrabayız Türkiye’dekilerle ise daha uzak akrabalık var diyorlar. Kuşkusuz devlet kurma bir süreçtir. Burada Çuvaşlar devletin ismini Bolgar koymayı düşünüyorlar hatta bu konuda çalışmaları da var çok yakında ÇuvaşistanVolga olabilir. Hanlıktan Prensliğe geçiş de bu yolda önemli bir aşamadır. Başkenti önce Pliska, ardından Preslav olan Bulgar Prensliği, 9. yüzyılda (861’de) Birinci Boris tarafından kurulurken, 4 yıl sonra, 865’te Ortodoks dinini kabul etmiştir. Paganizm’den, Tengri inancından, Ortodoks Hıristiyanlığa geçiş Bulgar tarihinde çok büyük bir kırılma olmuştur. Soykırım yaşanmış, Hıristiyanlığın kabulü kanlı katliamlarla olmuştur. Bu olay Bulgar maneviyatında derin yaralar bırakmıştır. İlk Bulgar devletinde devamlı bir Batı istikametinde kayma gözlenir. Bu, Batı Balkanlara kaymadır. 972’de başkent Üsküp’e taşınırken 992’den ilk Bulgar devletinin yıkılış yılı olan 1018’e kadar Ohri Gölü kenarındaki kaleye sığınmıştır. Bu yüzdendir ki, bugün Yunanistan Makedonya devletini bayrak, Büyük İskender’in isminin Uçak terminali ve ana yollardan sökülmesi, Anayasa’dan Makedonya adının çıkarılmasını isterken ve hatta bu bağımsız devlete 5 ayrı isim gönderip, seç bakalım birini diyecek kadar küstah davranışı, Bulgarların aynı topraklarda 2 devlet kurduklarını anımsatmaları, bir yere kadar anlamlıdır. Yanıt bekleyen soru şudur: Tartışmalı bir tarih geleceğin yüzde kaçını belirleyebilir? Nüfus olarak, Asparuh Bulgarları buz tutmuş Tuna üzerinden 20 binlik bir kafile olarak geçmiştir. 1985’te Bulgaristan nüfusu doruk yaptı. 9 milyon oldu. Resmi istatistiklerde ülkede 7 milyon nüfusu olduğu iddia edilse de, günümüz Bulgaristan’ında, bu 7 milyonu bir milyonu Türkiye’de 2 milyonu da Batı Avrupa, ABD ve Kanada gibi ülkelerde yaşıyor. Halen ülkede kıtlık var, Bulgaristan Avrupa’nın en yoksul ülkesidir, gençler ekmek teknesini dış ülkelere taşıdı. Emekli maaşları 100 Euro (200 leva). Gurbetçilerimiz yakınlarına her yıl bir milyar Euro göndermemiş olsa, topyekûn çöküş yaşanacağını söyleyebilirim. Bu, orada yaşayan kardeşlerimiz için de çok karamsar bir tablo. Nüfus artışlı 30 yıl önce duran Bulgaristan’da nüfusun 3 milyona düşmesini öngörenler var. 2050 yılında azınlıkların çoğunluk olması bekleniyor. Ne var ki, azınlıkların bugünkü yoksulluğundan hareketle, yeni çoğunluğun nitelikli olmayacağını daha şimdiden söyleyebilirim. İyi bes-


174

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lenemeyen ve okula gitmeyen bugün çocuklarının kuracağı 21. yüzyıl hayal etmekte zorlanıyorum.” Canbazoğlu: Bulgar devletinin kurucusu Çar Birinci Boris dediniz. Kaç Bulgar devleti kuruldu? Bugünkü kaçıncı devlet, nüfus bileşimi nedir? Ulutürk: Tarihte 3 Bulgar Çarlığı yer alır. Birincisi: I. Boris tarafından 681’de kurulmuş ve Samuil’in Köstendile bağlı Velpaş’ta Bizans’a yenilgiden sonra, 1018’de yıkılmıştır. İkincisi: I. İvan Asen tarafından 1186’da kurulmuş 1396’da, İvan Şişman döneminde yıkılmıştır. Canbazoğlu: Üçüncü Bulgar Çarlığı 1879’da kuruldu. I. Aleksander Batengerg Prens oldu. 1948 yılında yıkıldı. Son Çar II. Semeon Sakskoburggotskiydi. Tuhaftır II. Semeon 50 yıl sonra Bulgaristan’a geri döndü ve 2001’de Başbakan oldu. Onun monarşi hayalleri 21. yüzyılda komşuda kök salamadı. Kısa sürede politikadan silindi. Bulgarları Hazar boylarından Balkanlar’a getirip ilk Prensliği 1. Boris kurana kadar, 16 Kağan hükmetmiştir. Birçoklarının - Sevar, İsperih (Asparuh), Tervel, Telerig, Krum, Kubrat, Kardam isimleri Deliorman ve Dobruca Türk köy ve şehirlerine verilmiştir. Örneğin Akkadınlar’a tüm kağanların soy adı olan Dulo’dan, Dulovo denmiştir. Güney Doğu Rodoplardaki Koşukavak’ın Bulgar adı da Krumovgrat yani Çar Krum’un şehridir. Bu da Türkleri Bulgarlaştırma siyasetinden bir halkadır. Birinci Bulgar devletini 4 Prens ve 6 Çar yönetmiştir. İkinci Bulgar devletini 21 Çar yönetmiştir. Üçüncü Bulgar Devleti 1 Prens ve 3 Çar tarafından idare edilmiştir. Bu sıralamada dikkati çeken nokta, Bulgar Çarlıklarının ömrünün git gide kısalmasıdır. Birincisinin ömrü 437 yıl sürmüşken, ikincisi 210 yılda yıkılmış, üçüncüsü de ancak 69 yıl ayakta kalabilmiştir. Birinci ve İkinci Bulgar devletleri Osmanlı Balkanlara demir atmazdan önce var olmuş ve nüfus bileşiminde proto-Bulgar ve Slav unsurlardan başka Kıpçak Türkler ve Makedonlar da önemli yer almıştır. Canbazoğlu: Bulgar tarihinde 1444 Varna meydan savaşı çok önemli bir tarihtir. Haçlılarla - Osmanlı arasında kanlı bir yüzleşmedir. Bu savaşta hırsını alamayan Haçlılar, 4 yıl sonra Kosova’da II. Muratla bir daha yenildi. Bulgar Çarı İvan Şişman bu savaşa Haçlılar saflarında katıldı. Niğbolu’da Nikopol) yenildi. Kızı Desislava’yı Hareme veren Şişman’ın oğlu da, Anadolu eyaletlerinde valilik yaptı. Osmanlı döneminde yaşanan Türk Bulgar sorunları hakkında neler söyleyebilirsiniz, desem, yanıtınız ne olur?


Makale ve Analizler - 2018

175

Bir defa şunu söylemek yerinde olur. Bulgarların Bizans’la savaşlarda seri yenilgilerden sonra 865’te Hıristiyanlığı kabul etsi kolay olmamıştır.52 Bulgar zengini (Boylar) din değiştirmeye karşı çıkınca kelleleri kaydırılmıştır. Bu soykırımla açılan yara derindir. Bulgarlar Hıristiyanlığı gönüllü kabul etmemiştir. 1014’te Bizans imparatorunun Bulgar Çarı Samuil askerlerinden her 100 kişiden 99’unun, toplam 15 bin askerin gözlerini oymasıyla yaşanan trajediyle manevi çöküş yaşanmıştır. O zamandan bu güne Bulgarlar koyu Hıristiyan değildir. 2018’de Hıristiyan törenlerinde kiliseye uğrayanların oranı % 10 - 15’i geçmez. 1991 Anayasası’nın 13. maddesinin 3. fıkrasında “Bulgaristan’da geleneksel din Doğu Ortodoks Dinidir” denirken, 1948 ve 1971 Anayasalarında yurttaşlara “vicdan ve din özgürlüğü” saptamasıyla yetinilmiştir. Oysa 1879 Anayasasının 9. maddesinin 37. fıkrasında “Prenslikte Doğu Ortodoks İbadetinden Ortodoks Hıristiyanlık Egemen Dindir” tanımı yer almıştı. Devletin her devirde dine farklı yaklaşımı, Bulgar halkının maneviyatında birçok kırılmaya neden olmuştur. Osmanlı devrinde dinsel konuda huzur yaşanmıştır. Kimsenin dinine, diline, okuluna, işine, gelenek ve göreneklerine dokunmayan Osmanlı uygarlığı, Bulgar halkına nefes aldırmıştır. Balkanlardaki 300 yıllık barış dönemi yaşanırken onlar da rahat etmiştir. Osmanlı Bulgarlara huzurla birlikte iş vermiş, aba, kaytan, tabakhane işlerini onlara devretmiş, İstanbul’da 29 bin kişilik Bulgar esnaf kolonisi oluşmuş, yeniçerilik devrinden sonra onlardan asker almamış, kiliseleri kapanmamış, manastır okullarında derslere engel olunmamış, ruhani eğitim devam etmiştir. Batılaşmayı devlet eliyle özendiren, 1836 reformları, Osmanlı’nın Batıya açılan ilk pilot bölgesi, % 50 Bulgar yaşayan Tuna boyu Rusçuk eyaleti olmuş, Büyük Vali Mithat Paşa din, dil, millet ayrımı yapmamış, Türk ve Bulgar aydınlanması baş başa gelişmiştir. 93 Harbinin cereyan ettiği Plevne yöresinde 639 okul olması ve 1877 Baharında Tunayı geçen Rus askerlerinin Bulgar evlerinin gördüğünde dudak ısırması, buna kesin kanıttır. Genelleştirildiğinde, 1878’de Bulgaristan köy ve kasabalarında 2 700 Türk ilk ve ortaokulu varsa, bir o kadar da Bulgar okulu vardı. Gabrovo kentinde bir dünyevi Bulgar Lisesi olan “Aprilska Gimnazya”, ilk Türk lisesinden 50 yıl önce kurulmuştur. Önemle belirtilmek gereken bir nokta da şudur: Bulgar milli şuuru Osmanlıda uyanmıştır. Bulgar halkı Aydınlanma Çağını Osmanlı bağrında yaşamıştır. Osmanlı buna engel olmamıştır. Hak ve Özgürlüklerine kısıtlama getirmediği, okul ve kilise işlerine karışmadığı, üretim teşebbüsle-


176

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

rine yardım eli uzattığı, huzur ve gönenç içinde yaşayan Bulgarların bağımsızlık için başkaldıracağına ve Batı ve Doğudan gelen Osmanlı ve Türk düşmanlığına ön kale olmayı kabul edeceğini düşünmek bile istememişti. 20. yüzyılın kangreni olan bu olayın 2 özelliğine özel olarak işaret edelim. Bulgar asiliğini doğru okuyabilmek için önce 1820’li yıllardaki Yunanların Türklere karşı cinayet ve katliamlarına bakmak gerekir. O zamana kadar Osmanlı devletinde yaşanmamış bir olay yaşanmıştır Yunan İsyanlarında. İngilizler Yunan asilere kanat açıp sahip çıkmış ve cezalandırılmalarını engellemiştir. İngilizlerin Osmanlı’nın İçişlerine küstahça karışması, hemen ardından Rusya İmparatoru tarafından benimsenmiş ve 1773 Küçük Kaynarca Anlaşması’nda, Ortodoksluğu koruma şeklinde hukuksallığa bürünmüştür. Ogün bu gün Bulgarların haydutluğu Batı’dan ve Doğu’dan kışkırtmıştır. Odesa, Kiev Kişinev enstitüleri Papaz değil, Bulgar çeteci eğitirken, Bulgaristan Türkleri merhamet ortamında iyi komşuluklar bozulmasın diye sabır göstermiş, ağır gönüllü davranmış, akan su durulur inancıyla olay çıkarmamaya gayret etmiştir. 1876 Nisanında, İngiliz parasıyla yakılan Ayaklanma Ateşiyle aslında Padişah devrilip Sultanlık yakılmak istenmiştir. İngilizlerin ardından Rus Çarları aynı hedefe doğru ilerlemiştir. Ona buna uşak olarak Osmanlı’daki rahatlarını kendileri bozan Bulgarların ruhu o zaman öyle bir çatladı ki, bir buçuk asırdan beri toparlanamıyor. 3 köklü bir ağaç gibi şekillendi Bulgaristan. Bir kökü Batıya, bir kökü Rusya’ya ve bir kökü de Türkiye’ye bağlandı. Ağacın kendi kökünü kesemediği masalı çok anlamlıdır. Değişen bir şey yoktur Bulgaristan bugünde aynıdır. Sabah güneşin Doğudan doğmasını bekleyen Bulgarlar Doğu’dan Batıya, Batıdan Doğuya dönmeyi adetten sayar. Burada vurgulanan nokta İngilizlerin ve Rus Çarlarının Bulgar komitacılarını kendi kanatları altına alıp korumalarıyla Türk düşmanlığı mayalanmıştır. Türkleri ve Müslümanları hor görmek özendirilmiştir. Hoşgörü toplumunu ve iyi komşulukları çatlatmaya alet olan düşmanlığa teşvik edilen Bulgarların kendileridir. “Türk düşmanlığı”, “siyasi bağımsızlık” ve “Rusların kurtarıcılığı” gibi tohumları saçanlar dış ülkelerde seçim görmüş komitacılardı. Ne ki, onların arasında gerçeği görenler vardı. Onlar, Türkler olmadan yapamayacaklarının farkındaydılar. “Bizi kurtaran, kendine köle eder” sözleri Bulgar Milli Kurtuluş Hareketi lideri Georgi Sava Rakovski’ye aittir. Komitacı başı Vasil Levski “özgürlüğü Türklerle paylaşmalıyız” derken, komitacılık tarihini yazan Zahari Stoyanov, Sofya meclis Başkanlığı yıllarda, “Bulgaristan Türkleri bu topraklarda ebediyen yaşamayı hak etmiştir” savını kayda geçirdi. Bulgarlarla Türklerin Osmanlıda beraberce nasıl yaşadıklarını anlatabilmek için Bulgar başbakan-


Makale ve Analizler - 2018

177

larından İstanbul’a gidip “Bir federasyonda birleşelim ve yine beraber olalım” diyenleri asla unutmamak gerekir. “ Canbazoğlu: Rafet Bey siz Bulgarlarda mayalanan Türk düşmanlığının dıştan gelen “korkmayın biz sizi koruyacağız” gibi güvencelerin olduğu görüşündesiniz. Öyleyse değişen bir şey yok, günümüzde PKK ve Fetocular aynı “teminatlarla” kışkırtılmıyor mu? Fetullah Gülen’i iade etmemeleri en parlak örnek. Almanya’nın teröristleri savunucu tavrı da ortadadır. Ulutürk: Evet aynı görüşteyim. Bulgarlarda Türk düşmanlığı kırıntıları içeren çok kitap okudum. Düşmanlık ruhunun satırlar arasında ustalıkla gizlendiği dikkatimi çekmişti. Okul kitaplarında bu daha net ve sert iddialarla beslenmiş ve Bulgar okullarına giden yerli Türk çocuklarında tiksinti uyandırıyordu. Ne var ki, özenle aradığım 3 hafta önce ayaklarıma kendi dolaştı: Canbazoğlu: Avrupa Konseyi’nin partisine “faşist” dediği, halen Başbakan Yardımcısı koltuğunda oturan Valeri Stoyanov bir TV programında şöyle dedi: “Biz, Osmanlı’da Bulgar milliyetçiliğini domuz kesip kanını Türklerin kapılarına, pencerelerine, kuyularına atarak yarattık. Onların bizden tiksinmesini böyle uyandırdık. Aramızı bilinçli açtık!” dedi. Demek oluyor ki, Türklere olan düşmanlık bilinçli olarak yaratılmış ve devamlı kışkırtılmıştır. Sokağımızdaki düşmanlar kendiliğinden bitmemiş, özendirip, eğitilerek yaratılmıştır. Onlar farklı olan, öteki olandır duyumu böyle geliştirmiştir. Bu yaklaşımın temelinde İngilizlerin, “Azınlığın çoğunluğu yenebileceği kuralı vardır.” Dış düşman güçler sinci planlarını gerçekleştirebilmek amacıyla Bulgar azınlığı himaye edip Osmanlıya karşı ayaklanmaya kışkırtmıştır. Domuzdan tiksintiden siyasi bağımsızlığa götüren yolu açmış ve olayları yönlendirmiştir. 1879’da Bulgar devleti kurup Türk düşmanlığını devlet siyasetine tırmandırmış ve 140 yıl devlet terörü olarak uygulanmasını desteklemiştir. Prenslerin, Çarların, komünist partisi, sosyalist parti, GERB partisi vb partilerin liderleri, devlet başkanları ve başbakanların Türk ve Müslümanlarla ilgili siyasi çizgi değişmeden ve ödünsüz, sürekli şiddetlendirilerek izlenmiştir. 2700 okuldan bir tek Türk Okulu kalmaması, Osmanlıdan kalan camilerin onarılmasına bile izin verilmemesi, toplam binden fazla çeşmenin yıkılması, göçe zorlananların topraklarının Belediyelerce gasp edilmesi, Bulgaristan Türklerini toplumun en yoksul kesimi durumuna getirse de henüz tatmin olmamız, hırsını alamamış ve durmamıştır... “ Canbazoğlu: Osmanlı dönemindeki kiliselerle ilgili durum nedir? Ulutürk: Anlatmaya çalıştığım düşmanlık tek taraflıdır.Türkler topraklarımıza bir daha girerse asla çıkmaz korkusu her Bulgar ailesinin çocuğuna aşıla-


178

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

dığı ejderha simasıdır. “Dostluk” dediğin herkesle olur, ama “Türklerle yapılmaz” bir umacıdır. Bu, Bulgar benlik dokusunda kalın atkı ipidir. Bu dokunun atkısı okullarda tamamlanır. Avrupa Birliği, üye ülke ve halklar arasında düşmanlık kışkırtan sanat eserlerinin yasaklanmasını, okul kitaplarında aşırı düşmanlık kışkırtan metinlerin silinmesi kararları almış olsa da, “Türk düşmanlığı” Bulgar ruhunun olmazsa olmaz gıdası olmaya devam ediyor. “Osmanlı köleliği” demeden anma töreni yapamıyorlar. Oysa Bulgaristan’da Osmanlıya Şükran Günü kutlamaları yapılmalıdır. Çünkü Bizans devrinde Kimlik ve Benliğini, tarihini ve kültürünü unutan bu halkı “Slav Bulgarlar Tarihi”ni yazarak aydınlanma sahnesine davet eden din adamı Payisiy Hilendarskı Osmanlıda uyanmıştır. Kiril ve Metodiy kardeşlerin yarattığı “Kiril Alfabesi” unutturulmadı. Papazları Rum olan ve kilise ayinleri Bulgarların bilmediği Rum dilinde yapılan ve halkın körlüğünü sürdürmede araç olan Ortodoks Hıristiyanlıktan kopup kurtulmalarını da Osmanlı Sultanları sağladı. 1972’de Ohri’den Karadeniz’e kadar tüm kilise ve manastırlardan Rum Papaz kovuldu Doğu Ortodoks Kilisesi çanları çalmaya başladı. Bulgarlara din ve diyanet bağımsızlığı tanındı. Bulgar halkının tarihinde en büyük bağımsızlık zaferi budur. Bu olayı anma ve kutlama coşkusunu İstanbul Büyük Şehir Belediyesi’nin yardımlarıyla onarılan “Hz. Stefan” adlı Balattaki “Demir Kilise”yi hizmete açma törenlerinde artık yaşadık. Din konusunda Osmanlı son derece hoşgörülü davranmış, Balkanlarda en büyük Doğu Ortodoks Kilise Kompleksi olan “Rila Manastırı” arsası ile bağımsız gelişmesine orman, çayır ve tarlaları da hibe şeklinde tesis etmiştir. Ne yazık ki, “93 harbinden” sonra orada kalan Türkler Müslüman Vakıf Mülkleri konusunda beklediğini bulamadı. Osmanlıdan kalan 2 bin 332 cami ve mescitten yarısı yıkıldı. Sofya’da 72 camiden bir tek “Banya Başı Cami” kaldı. Dişerleri ya kilise yapıldı, ya müze, minarelerinin kökünde bomba patlatıldı. Filibe’de 32 Camii’de yalnız 2 cami kaldı. Mevlevi evi lokanta yapıldı. Şu anda Bulgaristan’da Tarihi hamamların hepsi kapalı. Abide ve mezar taşlarımız yıkıldı. Belediyelerin ve Kültür kurumlarının el koyduğu camilerin geri alınması için yürütülen davalar kazanılsa da Yüksek Mahkemelerde bozuluyor, Türk Müslüman düşmanları kükreyerek hukuk üstünlüğü ve adalet sağlanması kaba kuvvet kullanılarak önleniyor. Canbazoğlu: Rafet Bey anlattıklarınızdan Bulgaristan tarihinin mezar taşının 2 yüzündeki yazıların birbirini tutmadığını, sizin Bghaber.org, BGSAM, “Bulgaristan Türklerinin Sesi” gibi yayınlarla Bulgaristan’da yaşayan Türk, Bulgar, Pomak ve Çingenelere, diğer etnik azınlıklara olduğu gibi soydaşları-


Makale ve Analizler - 2018

179

mıza ve dünyaya gizli kalmış, ama gerçek tarihi okumaya çalıştığınız izlenimiyle kaldım. Şöyle bir sorum var: “Osmanlı’da Bulgarlara zulüm yapıldı mı?” Ulutürk: Bulgarlar 500 sene Osmanlı “ümmetinden” bir milleti. Aynı topraklar üzerinde, aynı imparatorlukta bu kadar uzun bir süre birlikte yaşamış olmamızdan kardeşçe bir beraberlik doğması beklenirdi. Osmanlı döneminde Bulgaristan’da doğmuş yetişmiş, din adamları, siyasetçi, yazar ve gazetecilerin bıraktığı eserlerde Türklere düşmanlık bina eden satırlara rastlamak zordur. Sultana ve Müslümanlara karşı zehir döken kalemler Odesa’daki Rus okullarında sivriltilmiştir. Milli yazar olarak kabul edilen İvan Vazov, Türk düşmanlığı suyunu Odesa’da içmiş ve “Esaret Altında” kitabını yazmıştır. “Şipka” savaşında 1 metre kar içinde “gönüllülerin kahramanlığını” yücelten aynı kalem, Süleyman Paşa’nin bu tepeden savaşmadan çekildiğini ve Filibe savunmasını örgütlediğinden söz bile etmiyor. Rus Çarı İkinci Aleksandır 20 yıl hazırladığı “93 Harbine” katılan orduların at nallarından zaferi duyuracak kilise çanlarına kadar her şeyi beraberinde getirdiği bilinirken, düzenli bir orduya katılan gönüllü kıtalardan hiç askeri eğitim görmeden gösterdikleri kahramanlıktan söz etmek gülünçtür. Bu eserler, şiir ve destanlar hep sonradan yazılmış ve olmayan bir husumetten düşmanlık ateşi parlatmaya yaramıştır. Demek istediğim Bulgarlar Türk düşmanlığını hayattan değil, kitaptan öğrenmiş, artık 6-ncı uşak damarlarında dolaşan “Türk düşmanlığı mikrobu” milliyetçilerin beynine işlemiş ve kalıplaşmıştır. Şöyle ki son seçimde, oyunu kullanmaya giden bir emekli ninenin, Başbakan Yardımcısı, aşırı milliyetçi cephe lideri Valeri Simyonov tarafından tartaklanması, kontrolden çıkmış bir hırsı gün ışığına çıkardı. Yine başbakan yardımcısı olan, Savunma Bakanı ve İç Makedon Devrim Örgütü (VMRO) lideri Krasimir Karakaçanov’un bir Türk şehrimiz olan Mestanlı’da “Mutlu Çocukluk” anaokulunda afacanların Türk Dansı oynamasına tepkisi bütün vatandaşları ürpertti. Bugün “yurtseverlik” satan, VMRO - çeteleri Bulgar tarihini kanla yazmıştır. 20. yüzyılın Bulgar Çiftçi - halk lideri Başbakan Aleksandır Stanboliyski, aynı partinin infaz birimleri tarafından eli kolu kesilerek, gözleri çıkarılarak öldürülmüştür. Başka bir başbakan olan Stafan Stanbolov’un başını yararak infaz eden de onlardır. Aldıkları kurbanların sayısı bilinmez. Ahmet Doğan’ın verdiği bir milyon 600 bin leva ile kurulan, Bulgar aşırı milliyetçiliğinin 3’üncü kolu olan “Ataka” partisinin lideri Valeri Siderov’un bir kitle mitinginde, Romen vatandaşa hitaben “Biz sizden sabun yapacağız” demesi, mezar taşının arkasındaki yazıları kendisi anlatıyor. Ne ki bu şoven kimlik, toplumun sadece % 1 - 2’inden fazla değil. Faşizm, terörizm, insan ve dil,din


180

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

düşmanlığı yasaklanınca köreleceklerine inanıyorum. Ne yazık ki, mezar taşının arka yüzü onların cinayet, katliam, kışkırtma ve düşmanlıklarıyla dolu. Bu gerçeği kazıyamazsak, yosunlaşmasını ve hayat hakkını yitirmesini beklemek zorundayız. Büyük yazarlar tarihi aydınlatırken insanların anlaştığı ve birlikte mutlu olduğu anları öne çıkarırken, geçmişlerinin karanlık çizgilerinden gelecek yaratmaya çalıştılar. Herkes tarafından kabul edilen olumlu sima yaratılamadı. Canbazoğlu: Osmanlıdan ayrıldıktan sonra Bulgarların yaşayışı değişmedi mi ki, suni yaratılan anılarla besleniyorlar. Osmanlı bir köle toplumu değildi. Bulgar esnaf ve tüccarın cebinde de teskere vardı. Üç kıtaya yayılmış dünya imparatorluğunu dolaşmak onların da hakkıydı. Çocukları okuyordu. Aydınlık arayan Bulgar gençlerin, Traklar’ın İsyan, Rus köylülerinin kölelik ve Amerikan zencilerinin insan hakları için savaşım tarihini öğrenme süreci, 1853’te İstanbul’da açılan Robert Kolejde başladı. 3 yılda bu koleje doluşan gençlerin yarısı Bulgar’dı. Onların kafalarına yerleştirilen “kölelik” ve “özgürlük” kodları yanlıştı. En büyük yanlışlık ise, Osmanlı İmparatorluğu sınırları içindeki gayri Müslim halka verilen “râya” adını “köle” olarak tercüme etmeleriydi. “Râyalar” evi barkı, ailesi, tarlası, hayvanları, dükkânı, ticareti, işi vb olan insanlardı. Ne Rus ne de Amerikan kölelerinde bunların hiç biri yoktu. Fakat onların “kölelikten kurtulma” ve “özgür olma” özlemi ve mücadelesi vardı. Misyoner hocalar “kölelikten kurtulma” kavramını “Osmanlıdan kurtulma”, “özgür olma” kavramını da “bağımsız devlet kurma” kavramıyla ustaca değiştirdiler. Bu dersleri dinleyenlerden üç öğrenci 1878’den sonra Bulgaristan başbakanı, birçokları bakan, savcı yargıç oldular Bulgar Prensliğine tek uluslu Bulgar devlet ve rejimi diktiler. Türk düşmanlığı kaynatan bu yalanlar “93 Harbi”ni çağırırken, “rayalar”, “çorbacı” - (köy zengini) olmaya heveslendiler ve etnik, dil, din ayrımı ayyuka çıktı. Türk kimliği yok edilmeye çalışıldı. Tuna’yı geçerken yağmurlukları sır sıklım olan Rus İmparatoru askerlerinin birkaç katlı Bulgar köy evlerini görünce yaşadığı şaşkınlığı en gerçekçi anlatan büyük klasik Dostoevski, Rus kamuoyunu büyük savaşa kışkırtmakla çok büyük yanlış yaptığını defalarca yazdı. Canbazoğlu: Türklerin durumu ise tersine döndü pek tabi... Ulutürk: 6 kuşak oldu, kendi toprağımızda, Bulgar egemenliğinde yaşıyoruz. Devamlı budandık. 140 yılda bir köylümüz toprak ağası olamadı; bir fabrika sahibimiz yok; koskoca memlekette bir Türk okulu, bir Türk lisesi, bir Üniversitemiz, tiyatro, radyo, TV programımız, gazetemiz, dergimiz yok.


Makale ve Analizler - 2018

181

Altı kuşak gece gündüz çalıştık, alt katman ile üst katman arasındaki çizgiyi aşamadık, hep sefiller, iki ucunu bağlayamayanlar, yoksullar ve kıt kanaat geçinenler arasında kaldık. Canımızı almazdan önce kimliğimize saldırdılar. Avrupa Birliği ve NATO üyeliği hiç bir şey değiştirmedi, “uygar yoksullar”, “sosyal yardımla geçinenler”, “emekli maaşları yetmeyenler”, “merhamet kırıntıları arayanlar” gruplarına iyice yerleştik. Batı ülkelerine kaçanlar gurbette sıla özlemi çekiyorlar. Osmanlı dönemini özleyen yaşlılar yalnız Türkler değil, Bulgarlar da eski devrin kokusunu arıyorlar. Kahve içişlerinde, işkembe kaçıklarken, börek ve baklavalara göz ucuyla bakışlarında yaşanmış olana özlem seziliyor. Türkiye gidip gelişlerin sıklaşması, Büyük Türkiye’ye kanat açmış komşuda nefeslenme mutluluğu yaşayanlar arttıkça artıyor. Canbazoğlu: Sizi dinlerken iyimserlik dolu olduğunuzu hissetim. Bulgaristan Türklerinin durumunu en fazla etkileyen nedir? Ulutürk: Bir defa, biz, Anayasasında adımız geçmeyen bir Bulgaristan’da yaşıyoruz. Durumumuz bizim dışımızda olan, ama bizim hakkımızda söz sahibi olan ve bize sormadan hakkımızda karar alan, kendi aldığı kararları da lehimizde uygulamayan bir devlette yaşıyoruz. Canbazoğlu: 1878 Berlin Konferansı kararları esintisiyle Robert Kolej mezunları tarafından kaleme alınan Birinci Bulgar Anayasayla Müslim olmayanlardan egemen ve Hıristiyan olmayanlardan da haksız hukuksuz, öz kimliğinden, dilinden, dilinden, törelerinden, namusundan ve kültüründen her gün bir kıymık feda etmeye hazır, dili var ağzı yok, toplumsal tabaka oluşturmayı hedeflediler. Tek dilli, tek kültürlü, tek milletli Bulgar devleti kurma süreci böyle başladı. Bu sürecin içinde bir yandan dil, din, kültür ve etnik temelinde ötekileştirme hız alırken, öte yandan giderek bütünleşme veya zulüm uygulayarak asimile etme devlet terörü biçimleri olarak arasız uygulandı. Bulgaristan Türklerinin durumunu belirleyen ikinci çok önemli faktör, Türkiye Bulgaristan ilişkileridir. 5 Nisan 1909’da Bulgaristan Osmanlı Devleti tarafından resmi olarak tanınırken, Müslüman Türk azınlığın durumu temel sorun olarak ele alınmıştır. İstanbul Protokolü ve Sözleşmesini imzalayan Osmanlı devleti, en azından Türk - İslam Cemaatinin haklarını ve vakıf mallarını güvence altına almak istemiştir. Balkan Savaşlarında ve Birinci Dünya Savaşı’nda yenilenler arasında yer alan Bulgaristan, Türk halkının Milli Mücadelesi döneminde ikili ilişkilerin


182

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

olumlu seyri göz önünde bulundurularak, Bulgaristan Türklerinin rahat bir dönem geçirdiği söylenebilir. 1925 yılında iki devlet arasında iki devlet arasında Ankara’da bir dostluk Antlaşması imzalanmış ve Ekli Protokolde Bulgaristan’daki Türklerin azınlık hakları taraflarca garanti altına alınmıştır. Bu anlaşmayla Türkiye’ye planlı göç kapısı açılmıştır. Ne var ki, Bulgaristan’da faşist iktidarların yönetimde bulunması, Balkan Antantı’na (1934) katılması ve Mihver güçlere bağlanması Türk azınlığın haklarında durağanlaşma yaşanmasına sebep olmuştur. II. Dünya Savaşında Almanya ile işbirliği halinde olan Bulgaristan, 1944 sonrasında Sovyet Rusya’nın yörüngesi altına girmiş ve Soğuk Savaş dönemini de Doğu Bloğu çatılı altında geçirmiştir. Ağustos 1950’de Sofya hükümeti tarafından Türkiye’ye verilen bir notada üç ay içinde 250 bin Türk’ün kabul edilmesi istenmiştir. 1950 - 1951 yıllarında 154 bin 393 kişi Türkiye’ye göç etmiştir. 1968’de serbest göç anlaşması imzalanmış ve 1978 yılına kadar 130 binBulgaristan Türkü Türkiye’ye göç etmiştir. 1972 yılında Pomakların asimilasyona tabi tutulması, Türklerin sıkıntılarını bir o kadar arttırmıştır. Aralık 1984’ten başlayarak Bulgaristan’daki Türklere yönelik kapsamlı ve sert bir asimilasyon politikası izlemeye başlayan Sofya hükümeti, Türkleri zorla Bulgarlaştırmaya başlamıştır. Türk isimleri Slav isimleriyle değiştirilirken, Türkçe konuşmak ve dini vecibelerin yerine getirilmesi yasaklanmıştır. Bu gelişmeler din, dil ve aile bağları temelinde Bulgaristan Türklerini birbirine kenetlemiş ve Bulgar çoğunluktan uzaklaştırmıştır. İzlenen asimilasyon zulmü Türk azınlığın etnik kimliğini güçlendirmiş, Türklerin sert tepkisiyle karşılanmış ve Türkiye Bulgaristan ikili ilişkilerini de germiştir. Bu durumda Bulgaristan Türklerinin durumu ilk kez dünya kamuoyuna ve uluslar arası kurumlara yansımıştır. Mayıs 1989’dan başlayarak Bulgaristan Türkleri yeni bir zorunlu göç süreci yaşamış ve 345 bin 960 kişi Türkiye’ye gelmiştir. 1989 yılında Bulgaristan’da diktatör Jivkov’un zorba rejimi Türklerin de aktif katılımıyla devrildikten sonra, siyasi değişim sürecine geçilse de, komünistlerin eli olmadan hiçbir şey yapılamamış, Türk azınlığa ilişkin politikalarda ciddi bir değişikliğe gidileceği havası yaratılırken, Türkiye ile olan ilişkiler düzeltilmek istenmiştir. Yeni dönemde Sofya Ankara ile olan ilişkilerini geliştirmek isterken, Bulgaristan Türklerini ve onların partisini araç olarak kullanmıştır.


Makale ve Analizler - 2018

183

Bulgaristan’ın Batıya yönelmesini hızlandırmasına, Yugoslavya’nın kanlı bir şekilde dağılması yeni fırsatlar tanımış, bu süreçte Sofya ile Ankara paralel bir politika izlemiştir. Diğer tarftan, Sofya 1999’daki Kosova krizinde de Ankara’yla ve Batı devletleriyle aynı paydada buluşmuştur. NATO’yla uyumlu bir politika izleyen Bulgaristan, Kosova’ya askeri müdahale için üslerini kullanıma açmıştır. Demokratik Güçler Birliği yönetimi 1997’de hem yürütmeyi hem de Cumhurbaşkanlığını ele geçirince iç politikada reformları, dış politikada ise Batıya yönelimi daha da hızlandırmıştır. Bu gelişmelerin Türkiye ile ilişkilere yansıması olumlu olmuştur. 1997’de Cumhurbaşkanı Petor Stoyanov Türkiye’yi ziyareti kapsamında TBMM’de yaptığı konuşmada Todor Jivkov yönetiminde Türk azınlığa karşı işlenen asimilasyon politikalarından dolayı üzüntü duyduğunu belirtirken, Başbakan İvan Kostov ise Bursa’da göçmenlerle yaptığı görüşmede, Bulgaristan Türklerine “katliam” yapıldığını ifade etmiştir. Ankara açısından ikili ilişkilerin gelişmesi için Türk azınlığın durumunda olumsuz bir durum yaşanmaması ön koşul olarak algılandığı gözlenirken, bu bağlamda iyi komşuluk ilişkilerinin sürdürülmesi, siyasi, ekonomik, asker ve bölgesel konularda işbirliğinin geliştirilmesi benimsenmiştir. 2002’de Türkiye’de AK Parti dönemi başlarken, Bulgaristan Türkleri için de beklenti dolu yeni bir sayfa açılmıştır. 2001’de Bulgaristan’da siyasi iktidar değişti ve mecliste 21 milletvekili olan Hak ve Özgürlük Partisi kişilinde Türkler ilk kez hükümet ortağı oldular, ülke yönetimine katıldılar. 2005 seçimlerinde 34 milletvekili çıkaran HÖH partisi siyasette denge sağlayan siyasi faktör oldu ve hükümete ikinci kez katıldı. 2009’da Bulgaristan’da iktidar koltuğu bir kez daha değişti. Bulgaristan’ın Avrupai Kalkınması için Vatandaşlar (GERB) 240 sandalyeli mecliste 116 sandalye kazandı ve azınlık hükümeti kurdu. O zamandan beri iktidarda bulunan bu parti, tek başına hükümet kuramazken, 2014’te Reformcu Blok – sağ güçleriyle koalisyon ortaklığı yaptı. 1997’den beri her seçimde Bulgaristan’da iktidar el değiştirirken, 26 Mart 2017 erken seçimlerinde GERB yeni hükümeti 3 aşırı sağcı partiyle ortak kurdu. Ak Parti döneminde Bulgaristan’la ikili siyasi ilişkiler karşılıklı ziyaretler bağlamında önceki dönemin uzantısı niteliğinde devam etmiştir. Şubat 2003’te dönemin Başbakan Yardımcısı ve aynı zamanda Bulgaristan göçmeni olan Ertuğrul Yalçınbayır, HÖH’ün 5. olağan kurultayına katılmak için Bulgaristan’a gitmiştir. Yalçınkaya’nın bu ziyareti AK Parti döneminde Bulgaristan’a yapılan üst seviyede ilk temas olması açısından önem taşımaktadır.


184

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu ziyaret, Türklerin siyasi temsilcisi olarak kurulan HÖH partisinin Bulgaristan Müslümanları arasında nüfus kaybettiği bir zamanda yapılması, Türkiye’ye bağlı eski politikanın devam ettiği şeklinde anlaşılmıştır. Mayıs 2003’te Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün Sofya ve Şumnu ziyaretleri bu kanıyı daha da pekiştirirken, Bulgaristan’ın NATO üyeliği konusunda Türkiye’nin desteğini yinelemesi, Bulgar tarafını memnun etmiştir. Bu ziyaretinde Dışişleri Bakanı Gül Bulgaristan Müslümanları Diyaneti Başkanı Başmüftü Mustafa Hacı ve HÖH lideri Ahmet Doğan’la da temasta bulunmuştur. 2005’te HÖH partisinin ikinci kes hükümete katılmasıyla daha da umut verici olan ilişkilere 2006 Şubatında Cumhurbaşkanı Sezer ve aynı yılın Nisanında Dışişleri Bakanı Gül’ün ikinci ziyareti esnasında, ikilerdeki gelişme süreci taraflarca takdir edilirken, sorun kaynağı olabilecek bir konu başlığının dile getirilmediği görülmüştür. Bu olumlu gelişmelere, yine Ak Parti döneminde, Bulgar-Türk siyasi ilişkileri açısından Bulgaristan’ın NATO üyeliğine Ankara tarafından destek sağlanırken, terörle mücadelede işbirliği ön plana çıkmıştır. HÖH’ün iktidarda olması siyasi ilişkilere ivme kazandırmıştır. Bulgaristan’ın 2004’te NATO ve 2007’de AB üyeliği Türk-Bulgar ilişkilerini farklı bir raya oturtmuştur. 2000’lı yıllarda Bulgaristan ile Türkiye yeniden müttefiklik ilişkisi içerisine girmiştir. Bu olumlu gelişmeler seyrinde Bulgaristan Başbakanı Borisov, Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine sürekli destek verdi. 2016’da olağanüstü hızlanan sığınmacı ve savaş kaçağı selinin Türkiye sınırları içinde durdurulmasını öngören Brüksel’de imzalanan Sözleşmesi’nin eksiksiz uygulanmasında ısrarlı oldu. Durgunluk döneminde AB ile olan ilişkilerimizde aracılık ederken, Ankara - Sofya ilişkilerinin aracısız yürütülmesini oturttu. Bu arada, Türkiye Cumhuriyeti’nin PKK ve yandaş terör örgütlerine ve darbeci FETO’ya karşı ülke içinde ve DEAŞ başta olmak üzere, Yakın Doğu’daki terör odaklarının hepsine karşı kararlı ve azimli mücadelesinden, “Zeytin Dalı” operasyonu zaferinden rahatsız olan AB - Türkiye ilişkilerinin yeni raylara oturtulması için Varna zirvesine ev sahipliği yaptı ve aracı rolü gördü. Borisov’un çabaları Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan tarafından yüksek değerlendirilmiştir. AK parti iktidarları döneminde, Bulgaristan’da azınlık sorunları merkezli makro ölçekli krizler meydana gelmediğinden Bulgaristan Türkleri konusu ikili ilişkileri belirleyen ana dinamik olmamıştır. Bu büyük ölçüde HÖH’ün 2001 2009 yılları arasında iki defa koalisyon ortağı olmasıyla doğrudan ilintilidir. Ne var ki, iktidar ortaklığında Türk Başbakan Yardımcısı ve bakanlar olmasına rağ-


Makale ve Analizler - 2018

185

men, Bulgaristan’daki Türklerin azınlık haklarında somut ilerleme kaydedilmemiştir. Ankara ile ilişkilerde HÖH’ün rolünü üslenen Başbakan Borisov, azınlıkların yaşadığı belediyelere bazı altyapı hizmetleri götürerek, Türk seçmenlerin oylarını seçme yoluna yönelmiş ve 2017 seçimlerinde 120 bin oy alarak Türk bölgelerindeki mevzilerini güçlendirmiştir. Bulgaristan Türkleri ile Türkiye’deki soydaşlarımız arasındaki ilişkileri de yalnız bir oy potansiyeli olarak gören HÖH partisi, Türkiye devlet ve hükümet yöneticilerinin Sofya ve Türk bölgelerine yaptığı ziyaretleri gereği gibi değerlendiremediği gibi, örneğin Dışişleri Bakanı Abdullah Gülün HÖH yönetimi eşliğinde Nisan 2006’da Kırcaali’yi ziyareti Türk azınlığa manevi açıdan destek olurken, Mart 2008’de Sayın Erdoğan’ın Sofya ziyaretinin ardından Türklerin yoğun olarak yaşadığı Kırcaali ziyaretinde halka hitaben konuşmasında Türkiye’nin Bulgaristan Türklerinin yanında olduğunu doğrudan iletirken, Ahmet Doğan’ın mitinge katılmaması ikili ilişkilerde bir kırılma dönemine girildiğine işaret oldu. 2017 genel seçimlerinde Türkiye AK Parti yönetiminin HÖH’ten ayrılanların kurduğu HÖH partisinin yanında olması, HÖH partisinin birkaç büyük kanada parçalandığını kanıtlarken, Bulgaristan Türklerinin ve soydaşların yeniden birleşme yolu arayışlarını başlattı. Bu gelişmeler Bulgaristan Türklerinin Türk-Bulgar ilişkilerinde köprü olma işlevini yitirmelerine neden olurken, HÖH partisinin meclis içi ve iktidar katındaki denge sağlayıcı rolüne de son verdi.” Canabzoğlu: Siz orada aslında 850 bini Türk ve diğerleri de Pomak ve Romen Müslüman olmak üzere 2.5 milyon vatandaştan oluşan bir topluluksunuz. Anlaşılan ilişkilerinizi daha net görebilmek için, Bulgar hükümetleri ile ilişkilerinize de bakmamız gerekiyor: Ulutürk: Evet, ilişkilerimizin geçmişi çok dalgalı. Öyle ki dalgalar hep üstümüze üstümüze geldi. Biz kan kaybını henüz durduramadık. Ruhumuz pansumanlıdır. Güneşten ışık toplayarak yükselme yolunu henüz bulamadık. Dengeler lehimizde değildir. Birlikte izleyelim: Canbazoğlu: “93 Harbinden” sonra Bulgaristan’da 76 hükümet kuruldu. Bugüne kadar kabul edilen 4 Bulgar Anayasası’nın 4’de de seçimlerin 4 senede bir yapıldığı kesinleşmiş olsa da, hele son dönemde erken seçimler moda oldu. Şimdiki başbakan Borisov da, kurduğu 3 hükümetten 2’sini erken seçim sonucu kurdu. Çok partili ve tek partili dönemlerden geçen Bulgar siyasetinde, 66 yıl sürdükten sonra 1944’te kapanan monarşı döneminde ilk ve son söz Prense ya da Çar’a aitti. Bu dönemde hiçbir Türk Bakan, vali ya da vali yardımcısı olamadı.


186

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

45 sene devam eden sosyalist totaliter devirde de Türklere devlet görevi verilmedi. Anayasa ve yasalarda yer alan hükümlere uymayan komünist yönetim, azınlıklarla ilgili sorunları partinin gizli ve açık toplantılarında da tartışmıyordu. 1956’dan sonra giderek parti ve devlet yönetimini ele geçiren Todor Jivkov’un da katıldığı 7 kişilik edipgizli toplanıyor, kararlarını gizli alıyor ve uygulatıyordu. Bulgaristan Türkleri ile alınan 57 kararın birincisi dışında diğerleri açıklandı. Bunlar Bulgaristan Türklerinin aşama aşama sıkıştırılarak asimile edilmesine ilişkindir. Hiç biri halk meclisinden veya hükümetten geçmemiştir. İcra organları İçişleri Bakanlığı, gizli polis “DS”, silahlı kuvvetler ve kolluk kuvvetlerdir. Bu kararlarla Bulgaristan’ın Türksüz ve Müslümansız bırakma yolu açılmış ve bu amaca hizmet eden saldırıların dozu günün şartlarına göre belirlenmiştir. 1878’de Bulgaristan’ın dış satımdan elde ettiği dövizin % 48’i Türklerin çalıştığı tarım, işleme sanayi, madencilik ve imalat sanayi sektörlerinden elde edilmiştir. Fakat bu onların Türk kalmalarına, çocuklarını Türk okullarında okutmasına, Müslüman adetlerine uygun bir yaşam tarzıyla yaşamalarına yeterli olmamıştır. Ağır sıklet serbest güreş Avrupa dünya ve olimpiyat şampiyonu Lütfi Ahmedov’un Bulgaristan’a 25 altın madalya getirmesi, Osman Durali’nin 20 gümüz ve 20 altın getirmesi, Naim Süleymanov’un ve daha binlerce Türkün şerefli başarıları Bulgar komünistlerinin gözünü doldurmadı. 140 yıldan beri Bulgaristan Türklerinin “kültürel otonomi” haklarını düzenleyen bir yasa ya da fıkra çıkmadı. Baskı ve zulme yasa dışı yollardan, parti merkezlerinden yönlendirilip yönetildiği için, sorgu odaları, toplama kapları ve hapishane arşivleri açılmadı için 1997 - 2001 yılları arasında Başbakan olan İvan Kostov’un “soy kırım” olarak nitelediği olayın faillerinden hiç birinin saçının teline dokunmadı. Sanki sünneti yasaklamak, cami yıkmak, anadilde konuşmayı yasaklamak, çocukları okulsuz bırakmak, Türkleri göz dağı vermek amacıyla sürgüne göndermek, Türk isimlerini değiştirmek, Türkleri tankla ezmek, kurşunlayarak öldürmek, yaralıların hastanelere alınmasını yasaklamak, kefenle gömülmeyi yasaklamak suç değil??? Bulgaristan Türklerinin kabir taşının arkasında bunlar ve daha neler neler yazıyor!!!


Makale ve Analizler - 2018

187

Kandil Dağı Gerçeği

İsmail Cingöz2-22.Temmuz.2018

Türkiye’nin Mart 2018’de başlatmış olduğu Kandil Operasyonu halen devam etmektedir. 15 Ağustos 1984’den itibaren silahlı eylem içerisinde bulunan bölücü terör örgütü PKK ile mücadele eden Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK)’nın defalarca sınır ötesi harekât yaptığı bir bölge olan Kandil Dağı’nı ülkemizde neredeyse duymayan kalmamıştır. Fakat bu terör yuvası olan dağ tam olarak nerededir, cürmü ne kadardır ki PKK örgütünün varlığı bir türlü sonlandırılamamıştır? Maalesef halkımızın ekser çoğunluğu da Kandil Dağı hakkında yeterli bilgisi olmadığı değerlendirilmektedir. PKK terör örgütü 27 Kasım 1978’de Diyarbakır Lice Fis Köyünde kuruluşunun hemen ardından güvenlik kuvvetleri tarafından faaliyetlerinin deşifre edilmesi üzerine Temmuz 1979’da örgüt elebaşı Abdullah Öcalan’ın Suriye’ye kaçmasından sonra Suriye istihbaratı ile kurduğu diyalog sonrası Suriye sınırlarına çok yakın olan ve Filistinlilerin kaldığı Lübnan Helve Kampı terör örgütüne tahsis edilmiş, ardından Bekaa Vadisi’nde de üslenmelerine müsaade edilmiş, örgüt elebaşı ise Şam’da kendi karargahını kurmuştur. 1980 Askeri Darbesinden sonra yakalanamayan ve yurtdışına kaçan örgüt mensupları Helve Kampında toplanmaya başladılar. Örgüt bu kampta Lübnan’da bulunan çeşitli terör örgütlerinden silahlı eğitim alırken bir taraftan da Ermeni terör örgütü ASALA ve Hınçak Partisi ile iş birliğine girmiştir. 1984’ten itibaren TSK ve Türk Güvenlik Güçlerinin etkisiz hale getirdiği veya yakaladığı örgüt mensupları içerisinde birçok Ermeni kökenlilerin olduğu görülmüştür. İlerleyen yıllarda Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu illerinde örgütlenmeye ve Irak’ın kuzey bölgelerine de kamplar kurarak yerleşmeye başlayan PKK terör örgütü 1998 son baharında KDP (Kürdistan Demokratik Partisi) ve KYB (Kürdistan Yurtseverler Birliği) tarafından da dışlanmıştır. İlerleyen süreçte Türkiye’nin ülke bütünlüğünü tehlikeye düşüren terör örgütünün faaliyetlerine olan destekleri nedeniyle Türkiye-Suriye arasında savaşın eşiğine gelinmesi üzerine Türkiye Cumhuriyeti yöneticilerinin Suriye’ye karşı sert beyanatlarının ardından dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı tarafından 5 Ekim 1998 tarihinde Suriye sınırında yapmış olduğu kararlı açıklamaları üzerine Abdullah Öcalan 9 Ekim 1998’de Suriye’yi terk etmeye mecbur kalırken, örgüt 2- ; Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı/M.Sc. – BULTÜRK Ankara Temsilcisi


188

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

mensupları da Irak’ın kuzeyine çekilmiştir. Yurt içerisinde üslenen örgüt de yurt dışına çekilme kararı almış ve büyük çoğunluğu Irak’a geçmiştir. Örgüt elebaşının 16 Şubat 1999’da Kenya’da yakalanmış (paketlenip teslim edildiği) fakat terör örgütü Irak’ın kuzeyindeki üslerinde barınmaya ve oralardan sızarak Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde kanlı eylemlerine devam etmiştir. Fakat terör örgütü için dönüm noktası 1 Mart Tezkeresi’nin TBMM tarafından reddedilmesinin ardından yaşanan süreç olmuştur. Örgütün bölgeye üs merkezi olarak 1997’den itibaren yerleşmeye başlamış olsa da 11 Eylül 2001’de ABD İkiz Kuleleri saldırısı sonrasında ABD’nin Irak Harekâtına Türkiye’nin katılımı ve ABD askerlerinin Türk topraklarını kullanmasının reddedildiği 1 Mart Tezkeresinden sonra ABD’nin desteği ile PKK Kandil Dağı bölgesinde üslenmeye başlamıştır. Şimdi gelelim esas konumuza; Kandil Dağı nerededir? Öncelikle bilinmelidir ki Kandil tek başına bir dağ değil, dağ silsileleridir ve kabaca tarif etmek gerekirse, Hakkâri sınırlarından güneye doğru Irak-İran sınır hattı boyunca kuş uçuşu 89,5 Km, karayolu ile yaklaşık 110 Km mesafededir. Çoğunluğu Irak tarafında olmakla birlikte dağı İran - Irak sınırı ikiye bölmektedir. Rakım 3590 m ve genel olarak tepelerin rakımları ortalama 2000 - 3000 m. ye yakın olduğu görülmektedir. İran tarafında Piranşehir, Irak tarafında ise Erbil yer almaktadır. Yine Irak tarafından zirveye doğru Süleymaniye önemli şehirler olarak yer almaktadır. Kandil Dağı’na operasyon düzenleyebilmek için Irak ve İran devletleri ile fiilen orada bulanan ABD ile bir de Mesut Barzani liderliğindeki IKBY (Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi) ile koordineli olmak, buralardan uluslararası konjonktür gereği izin almak/ikna etmek gerekmektedir. Hukuki prosedürler halledilmiş olsa kuşatılması icap eden alanın yaklaşık 3377 kilometrekareden az olmadığı görülmektedir. Kara harekâtı için daha onlarca küçük yerleşim alanlarından geçileceği için örgütün TSK’nın hareket tarzı ve yönü hakkında haber alması engellenemeyeceğinden baskına, saldırılara ve mayına maruz kalma riski mevcuttur. Türkiye bütün alanı kuşatarak yekpare bir harekât düzenleyebilecek bir güce sahiptir. Fakat o kadar kara birliğini sevk, nakil ve idare sorunu ile karşı karşıyadır. Coğrafi şartlar ve mesafe buna müsaade etmez. Bu nedenle mutlaka İran, Irak ve IKBY’nin fiili desteğini, ABD orada olduğu müddetçe de onların desteğini mutlaka alabilmelidir. Aksi takdirde kesin çözümlü bir sonuç alabilmek kısa vadede çok zor olacaktır. Hava harekâtı için de aynı hususlar söz konusudur. Çünkü Diyarbakır’dan 456 km, Malatya’dan 626 km mesafede olan Kandil Dağı’na hava harekatının


Makale ve Analizler - 2018

189

gizlice yapılması imkansızdır. Zira uçakların havalanıp Irak istikametine yönelmesiyle birlikte işbirlikçi hainler tarafından PKK terör örgütüne anında haber verilmektedir. Uçakların bölgeye ulaşmasına kadar geçen zamanda örgüt mensupları sığınaklara saklanmaktadır. Ayrıca arazi şartları gereği dağın güney ucundan vadiye girmeleri adeta zorunluluk arz etmektedir. Ve vadi zikzaklarla dolu olduğu için uçakların da manevra kabiliyetleri sınırlı kaldığı için hava operasyonlarındaki başarı da sınırlı kalabilmektedir. Unutulmaması gereken bir diğer husus da uçakların havada kalma süresi/ menzili olduğudur. (F16 Savaş uçakları ek yakıt deposuyla 3300 km uçabilmektedir) Dolayısı ile uçaklar bir süre sonra dönmek zorundadırlar. Dağın batı bölgesinde; Kurtak, Bole, Levce, Şehit Rüstem, Zergele, Surede ve Belekati Kampları yer alır. Doğu bölgesinde ise; Şehit Harun, Berda Kaşu, Şehit Ayhan, Dolekoge, Asus ve Kalatukan Kampları bulunur. Irak’ın kuzeyinde PKK terör örgütü kampları sadece Kandil’de bulunmamaktadır. Zap, Metina, Avaşin, Haftanin, Hakurk, Kelereş, Piran ve Mahmur kampları başta olmak üzere Türkiye sınırının hemen güney taraflarında yer alan pek çok kampın varlığı bilinmektedir. Ayrıca İran sınırları içerisinde yer alan örgüt kampları da unutulmamalıdır. Bu kampların her birinde yüzlerce örgüt mensubu konumlarına göre silahlarla çoğu Batılı olmak üzere Türkiye ile dost (!) ve müttefik (!) ülkeler tarafından donatıldığı, havadan ve karadan gelecek saldırılara karşı ağır silahlarla tahkim edildiği artık gizli değildir. Sonuç olarak; Türkiye’nin ilk olarak 25 Mayıs 1983’te yaklaşık 5 bin askerle icra ettiği3 ve o tarihten itibaren havadan ve karadan defalarca sınır ötesi harekatlarla Irak’ın kuzeyine operasyonlar yapabilmesi uluslararası hukuk açısından uygundur. Özellikle de iki ülke tarafından imzalanan ve o günün şartları gereği Musul sorununun Türkiye aleyhine sonuçlandırıldığı 5 Haziran 1926 Ankara Antlaşması ve antlaşmayı uzatan 8 Aralık 1936 Bağdat Antlaşması kapsamında yasaldır. Keza uluslararası teamüller gereği de terör yuvası haline gelen bölgenin terör örgütünden temizlenmesi için icra edilen harekatlar yasal kabul edilmektedir. Halen devam eden Kandil Harekâtı da bu kapsamda uluslararası açıdan yasaldır. Ancak başarı ile sürdürülen harekatın kahraman TSK mensupları açısından hiç de kolay olmadığı bilinmelidir. Çünkü sadece PKK terör örgütleri ile değil, doğa şartlarıyla ve milis kuvvetlerin menfi faaliyetleriyle de mücadele edilmek3- Aljazeera; “TSK’nın sınır Ötesi Operasyonları”, 19 Ekim 2011


190

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

tedir. Ayrıca dost (!) ve müttefik (!) ülkelerin de zaman zaman örgüte olan maddi ve manevi destekleri de mücadele hususlarına dahildir. Türkiye son Fırat Kalkanı Harekatı’ndan itibaren Afrin/Zeytin Dalı, Menbiç ve halen devam eden Kandil operasyonlarıyla sınır güvenliğinin ve PKK/ PYD/YPG terör örgütün ülkenin beka sorunu ile mücadelenin fiziki sınırlardan başlamadığı gerçeğini görmüştür. Bu nedenle Suriye ve Irak sınırları derinliklerine kadar güvenli koridorlar oluşturmaya başlamıştır. Menbiç Harekâtı ile “Vekalet Savaşları” nın sonuna gelinmiş olması nedeniyle önümüzdeki süreçte sahaya çıkacak olan esas güçlerle Türkiye ve İran’ın olması kuvvetle muhtemel sıcak çatışmalara/savaşlara hazır olması gerekmektedir. Bu nedenle Türkiye-İran, Rusya ve Çin kendi stratejik iş birliği yapılanmalarını hızla tamamlayabilmelidir. Bu dörtlü tam manasıyla anlaşıyor olmasalar da siyasi, askeri ve ekonomik olarak stratejik iş birliğine gitmek zorunda olduklarını karar alıcı mekanizmalar görmelidir. Unutulmamalıdır ki; Türkiye siyasi ve askeri olarak kararlı tutumunu sergilediği müddetçe, iktidarı ve muhalefetiyle siyasi partilerin ve kamuoyunun tek yumruk olduğu bir durumda hiçbir devlet Türkiye ile birebir sıcak cephe savaşını göze alamayacaktır.

Burası “Hür Avrupa” Radyosu

BG-SAM-21.Temmuz.2017

Konu: Bulgaristan’ın artık uyanması gerekiyor! Azınlıklar uyanmadan Bulgar milleti asla uyanamaz! Basın ve söz özgürlüğü bakımından Zimbabve’den sonra 111. yere dizilen Bulgaristan’da “Hür Avrupa” Radyosu Bulgarca yayınlarına yeniden başlıyor. Bu açıklamayı “Hür Avrupa” Başkanı Tomas Kent yaptı. Bu konuda Amerikan Senatosu özel karar almış. “Hür Avrupa” Bulgarca ilk yayınını 1950’de New York’tan yapmıştı. Radyosunun adı sıkı komünist rejim döneminde Bulgaristan’dan kaçan Georgi Markov, Vladimir Kostov ve Rumyana Uzunova gibi ünlü gazetecilerle beraber anılır. 1978’de Georgi Markov’un “Bulgaristan’la ilgili uzaktan söyleşiler” dizisinde sosyalist Bulgaristan’da insan haklarının çiğnendiği ilk defa dile gelmişti.


Makale ve Analizler - 2018

191

Bulgaristan Türkleri tarafından bilinen gazeteci Rumyana Uzunov’a 1981’de “Hür Avrupa” Radyosunda Almanya / Münih merkezinde göreve başladı. 1988 - 1989 yıllarında Bulgaristan’da mayalanan demokratik muhalefet ve Türk direniş hareketi öncüleriyle 400’e yakın telefon mülakatı yaptı ve yayınladı. Bu telefonla bilgilendirmeyi gerçekleştiren kahramanlardan biri, “Belene” kampından sonra, Montana ili Kameno köyüne sürgün edilen, illegal Demokratik Lig (Birlik) örgütü kurucularından ve bugün BULTÜRK örgütü üyesi, abimiz Sabri İskender’dir. 1989 Mayıs’ında 72 bin Türk’ün katıldığı Milli Türk Ayaklanması “Hür Avrupa” Radyosu tarafından her yayında haber, yorum ve söyleşilerle yansıtılmış ve şahlanan ruhumuzun yürekli örgütlenmesinde büyük rol oynamıştır. 1989’un 10 Kasım günü diktatör Todor Jivkov’un yıkılmasından sonra “Hür Avrupa” radyosu 1990’da Sofya’da ofis açmış ve 1995’te yayın merkezini Sofya’ya taşımıştı. 2004’te Türkiye Cumhuriyeti’nin garantörlüğünde Bulgaristan’ın NATO’ya üye olmasından sonra aynı yıl “Hür Avrupa” radyosu Bulgarca yayınlarını durdurmuştu. Bu yayının durmasıyla Bulgaristan’da Radyo Çağı sanki sona erdi. Bu radyoda çalışan İvan Kostov, Georgi Koritarov vb gazeteciler daha sonraki yıllarda ülkedeki değişik Radyo ve TV yayınlarında görev alsalar da, halkı etkileme ve yüreklendirme bakımından “Hür Avrupa” dönemini hep arattılar. *** “Hür Avrupa” radyosunun Bulgarca yayınları 14 yıl önce kesilmişti. Bulgaristan 12 yıl önce Avrupa Birliği’ne (AB) üye oldu. AB ülkelerinde “Hür Avrupa” yayını yoktur. Şimdi “özgürlüklerin çiğnendiği” tespit edilen Bulgaristan ve Romanya’da yeniden başlıyor. Ne yazık ki, son 28 yılda bizde farklı görüşlere yer verilen çok sesli özgür bir medya ortamı oluşmadı. Siyasi durum köklü değişiklik kaydetmedi. Basın, radyo ve TV programları, devlet yayın organları dışında olanlar finans oligarşi peşinde toplantı. 1989 öncesi muhalefette olan güçlerden yalnız 2 kişi, birsi Bulgar Ulusal Televizyonu (BNT-1) ve ikincisi de “Bulgarya Radyosu”na işe alındı. “Demokratik Dönemde” (1990 - 2018) kurulan 17 hükümletin hepsi komünist - totaliter erk finans oligarşinin eline ve cebine akıtmakla meşguldü. Yıkılan politik sınıftan gelip türeyen oligarşiye (para babalarına) hizmet etti. Bulgar bataklığında açan nilüferlerin hepsinin sahibi Moskova oldu! Ve bugün “Hür Avrupa” radyosunun Bulgarca yayınlarına yeniden başlaması sanki büyük bir dönüşümün gerçekten başlamak üzere olduğuna bir sinyal olacak. Toplumun hiddetle konuştuğu, uzayan tırnaklı parmaklarını batırarak canını ka-


192

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

natmaya çalıştığı bir kişi var. Başbakan Boyko Borisov. Yanıt aranan soru: Onun, Arap Emirliklerinde tuttuğu paralarını Bulgaristan’da bir yerlere mi saklayacağı yoksa Moskova bankalarına mı aktaracağıdır!? İkinci grup yorumcular ise, onu “Turuncu Devrim”in kabak çiçeği Ukrayna Başkanı Yaruşieviç’e benzetirken, ömrünün son bölümünü Moskova kenarında yeni inşa edilen “Rublyovka” butik semtinde görüyorlar. *** Gençlik yıllarını “Hür Avrupa” radyosunda geçiren gazeteci yazar Dimitır Boçev, Bulgarca yayınların yeniden başlaması gereüini şöyle açıkladı: “Hür Avrupa” radyosu yayınlarının yeniden başlayacağına çok sevindim. Bu hüzünlü bir gerek oldu. Bulgaristan’da söz özgürlüğünün ne kadar yaralı, incitilmiş ve ezilmiş olduğuna kanıttır. Sosyalizm yıllarında, söz özgürlüğü Komünist Parti tarafından gasp edilmişti. Bugün aynı özgürlük para babaları ve hedefleri bilinmeyen oligarşi tarafından gasp edilmiştir. *** Son aylarda Filibe (Plovdiv) merkezli “Evropa TV” radyonun Münih redaksiyonunda çalışmış gazeteci Gergi Koritrov’a hafta içi saat 9 ile 12 arası yayın yapma; Sofya’daki redaksiyonda çalışmış gazeteci Kalin Manolov’ahafta içi birkaç siyasi program gerçekleştirme ve aynı gruptan olmayan GERB’li eski milletvekili Anton Todorov’a her Cumartesi saat 10 ile 12 arası komünizmi eleştiren yayın yapma olanağı vs verilmiştir. “Hür Avrupa” Münih mikrofonlarından tanıdığımız Ekaterina Bonçeva son yıllarda gizli polis “DS” ajan dosyaları açılınca o merkezde çalıştı. Yıllar içinde gizem başağının kapçıkları soyuldukça yazar Georgi Markov, gazetecilerden İvan Kostov ile Georgi Koritarov’un Bulgar istihbaratı ajanı olduğu ortaya çıktı. Bulgar halkı “öldürün bu ajanları” dedi mi? Hayır demedi. “Her başağın püskülü olur!” demekle yetindi. Çok samimi olmamı istiyorsanız, “toplumumuz hasta ve başka doktorumuz yok” diyenler oldu ve Koritarov “Özgün Bölge TV Programlarına” baladı. Söylenecek olan zaten söyleniyorsa “Hür Avrupa” radyosunu yeniden açmaya ne gerek var ki!? Bu soru da ortaya çıktı. Genç Kuşak gazeteci Kalin Manolov bu soruya şu yanıtı verdi: “Hür Avrupa Radyosu” Bulgaristan’da objektif, namuslu ve profesyonel gazeteciliğe ton veriyordu! “Kapanınca her şey altüst oldu!” Yerine “Yeni Avrupa” radyosu açıldı ve yayına başladığı gibi soldu… Cevap bekleyen en can alıcı soru ise şudur: “Bir DS ajanına inanılır mı? İnanılmalı mı?”, “Yoksa asla inanılmamalı mı!?”, “DS” ajanlarının da insan olduğunu düşünmek zorundayız. İsimlerimiz


Makale ve Analizler - 2018

193

değiştirildikten sonra birçok komünist kendini yakmadı mı? Sofya Hapishanesinde “halk adına” kurşuna dizilmediler mi? Bu sorunun yanıtı çok ağırdır. “Belene” ölüm kampında tutuklulardan 22’si parti üyesiydi. “Demokratik Lig” kurucu önderlerinden Ali Ormanlı da partiliydi. İllegal örgütün en aktif üyesi Nasuf Başaran Silistre polis amirliğinde çalışmıştı. 1990 HÖH Partisi Büyük Millet Meclisi seçim programını yazan ve köy köy gezip mitinglerde halka indiren ve ilk kez 24 milletvekilinin birden meclise girmesi yolunu açan gazeteci Hikmet Efendiev de eski BKP’liydi. “Her koyun kendi bacağından asılır” atasözümüz belki de bu durumlar için söylenmiştir... Şu da var: Yolun uzunluğu sonu gelmeden ölçülemez... *** “Hür Avrupa” bir kısa dalga radyosuydu. Okyanus ötesinden seste cızıltı vardı. Haber ve Müzik veriyordu. İlk dönemde “Müzikle randevu” programı tutmuştu. O yıllarda Bulgaristan sinemalarında Amerikan filmleri gösterilmediği için, film müziği sevenlerin kulakları kısa dalgadaydı. Bunları hatırlarken, Sofya’dan UKW üzerinden başlayacak yeni yayınların da Bulgarların kabul etmediği ama çok sevdiği nihavent makamının bir dokusu olan “Çalga” müziğini tanıtarak başlamasını öneriyoruz. Yayınların üçte biri haber yorum, üçte biri “Çalga” başta olmak üzere, yeni Bulgar ve etnik müzik, diğer bölümü de etniklerin dillerinde Türkçe, Çingenece ve Ulahça haber, yorum ve röportaj türünden olmasını büyük isteğimizdir. Bulgaristan’da yalnız Bulgarların uyanması ve demokratikleşmesinin anlamsız olduğu gün gibi ortadadır. Amerikan Senatosu yapacaksa hayrı bütün yapsın ve Bulgaristan etnik azınlık kültür ve sanatına bir el uzatsın. Hadi hayırlısı... Okumak ve okutmak uyanmanın kutsal yoludur. Bu görev, Amerikan Senatosunun değil, bizim kendi ödevimizdir. Sağlıcakla kalınız!


194

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yalova - Türk Dünyası Medya Mensupları Buluşması

Rafet Ulutürk-22.Temmuz.2018

BULTÜRK Genel Başkanı Rafet Ulutürk’ün Yalova - Türk Dünyası Medya Mensupları Buluşması’ndaki konuşma Sayın Divan, Türk Dünyası Gazeteci delegeleri kıymetli arkadaşlarım! Değerli dava arkadaşlarım, meslektaşlarım ve ülküdaşlarım! Yalova’da bizi yeniden bir araya getiren YAFEM Derneği Başkanı ve görev yapan tüm arkadaşları huzurunuzda kutluyorum. Bilgi akümüzü şarj edip, irademizi keskinleştirme işbirliğimize hoş geldiniz. İşbirliği diyorum buluşmalarımıza, çünkü burası gerçekten örs ile çekiç arası ve şarj olup güç tazeleme yerimiz oldu. Halk belleğimize gerçeklik ve umut tohumları atan öncüler olarak bizler, bu görüşmemizi tarihsel 15 Temmuz zaferinin ikinci yıldönümünde, anma törenlerinden aldığımız derin ve güçlü etkisi altında yapıyoruz. İstanbul’da katıldığımız görkemli törenlerde, şehitlerimizi, kahramanlarımızı andık. Ay yıldızlı sancağımızı mukaddes bir halk zaferi coşkusuyla dalgalandı. Tarihte yeni bir sayfa açtık. İhanetçi darbenin, silahlı başkaldırının kitlelerin Türk halkının barışçı eylem ve dayanışmasıyla önlenebileceğini dünyaya tekrar gösterdik. Trajedimize seyirci kalan dünya, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin devamlılığın ne pahasına olursa olsun devam edeceğini gördü. Bizim yenilmezliğimizi ve bizim çok büyük bir devlet olacağımızı kabul etmek zorunda oldukları gün gibi ortada. 24 Haziran 2018 seçim zaferi demokrasimizi yeni bir aşamaya taşıdı. 9 Temmuzda Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine başarıyla geçtik. Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde yeni sistem ilk defa çalıştırıldı. Kararnameler çıktı. Sistem değişiyor. Perspektifimiz dünya devlet ve hükümet başkanları tarafından onaylandı, kutlandı. Dünyanın beşten büyük olduğunu kabul edenler, artık dünya Türkiyesiz, Erdoğan’sız yönetilemez, diyorlar. Arkadaşlar, bizler Türk Dünyası el ele vermişiz - Bizler bu gün tarihimizi yazıyor ve hepimiz Büyük Yeni Türkiye’nin kurucularıyız. Yeni Büyük Türkiye’nin kabuğuna sığmadığını, etkisi arttıkça yakın ve uzak bölgeye taştığını, komşu halklara huzur ve güven taşıdığını şimdiden görüyoruz. Biz bu hamlenin erleriyiz. Ne mutlu bize!


Makale ve Analizler - 2018

195

Şunu önemle belirtiyorum: İslam’ın içinin boşaltılmasına, Vatansız din algısına, adaletsiz bir dünya çırpınışına, kısacası FETO - NATO sapıklığına son veriyoruz. Büyük bir illetten kurtulduk. Ne mutlu hepimize! Ne mutlu Türk Dünyası! Artık hainlerin ihanet tohumu atma devri kapanmıştır. Yeni tohumları atan artık biziz. Hain Kadro Hareketi’nin beli kırıldı. Yeni kadroları yetiştiren bizler olacağız. Onlar tarih yazamayacak. Tarih yapmak ve yazmak bizim işimiz. Galip olan biziz ve zafer destanını biz yazacağız. Türkiye bugün bu havayı soluyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin 21. yüzyıl yolu Bize Türk Dünyasına açılmıştır. Türkiye’nin ufku açıktır, geleceğin umudun yolları bize hepimize açılmıştır. Bu kısa girişi, 15 Temmuz - BULTÜRK etkinlikleri ve soydaşlarımın Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak aldığı yola işaret etmek için yaptım. Şimdi önceden ilan edilen konuşmama Bulgaristan’da Türk basınına geçmek istiyorum: Kısaca Bulgar basını, Bulgaristan’da Türk basını ve günümüzde Bulgar medyasının siyasi rolü üzerinde durmak istiyorum. Uzun uzun tarih anlatmak istemiyorum. Tarih bilen akıllıdır. Fakat tarihçilerimizin kalemi öyle bir yazılıyor ki, okuyucuda, akmaktan yorulmuş dere suyu gibi ah denize bir varsam ve yatağıma yatsam da rahat etsem, hayali yaratıyor. Oysa tarih ders çıkarıp akıl almak, geleceğe yön vermek ve karar alabilmek için vardır. TV ekranlarımızın gözde tarihçisi Prof. Dr. İlber Ortaylı’nin doktora tezi, Bulgar basınıdır. Osmanlı tarihi üzerine otorite olan Burada, bulunduğumuz konferans salonuna ismi verilen Sayın Prof. Dr. Halil İnalcık Hocamızın Doktora tezi de Balkan Aayaklanmalarıdır. Ben mi olaylara ters taraftan bakıyorum bilemedim. İslam tarihi eserlerini okurken aklıma olaylar değil, coğrafik bölgeler geliyor. Demek istediğim, Amerika’da ders vermiş Prof. Dr. Kemal Karpat gibi tarihçilerimizin geçmişimizi anlatan eserlerini okuduktan sonra bile, kitabı kapadığımızda kendimizi yorgun, bitkin hatta, dişleri dökülmüş bir yaşlı gibi hissediyoruz. Bu neden böyle hiç düşündünüz mü? Aynı sözleri Bulgar basın tarihi için söylüyorum. Bulgarların ilk gazetelerinin çıktığı 1846’dan beri geçen 176 yılda Bulgaristan’da Bulgarca olarak 500’den fazla gazete, 100’den fazla dergi çıktı.


196

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Burada şunu soruyorum: Bu ilk gazete hangi ocağı tutuşturdu? Halkına ne dedi? Ve neden yaktığı ateş söndürülmeden bir meşale gibi bugüne kadar taşınmıştır? Almanya’nın Laypzig şehrinde, 20 Nisan 1846’da, Eski Zağra’ya bağlı Karlovo’lu Doktor Bogorov tarafından çıkarılan “Bulgar Kartalı” (Bılgarski Orel) adlı gazete birinci sayısının birinci sayfasında Bulgarlara şöyle seslendi: “Bulgar çocukları Bulgarca okusunlar. Çocuklarımızı Rum okullarına göndermeyelim. Yavrularımız Rum okullarına gitmesinler!” O zamanlar kiliselerdeki papazlar ve okullardaki öğretmenler Rum’du. Kilise ve okulundan çıkan gençlerin Rumlaştığını gören Dr.Bogorov, uyanabilmeleri için Bulgarları, Kiril Alfabesine, Bulgarca kitaplara, Bulgar halk kültürüne, kendi öz tarihlerine dört elle sarılmaya çağırdı. “Bulgar Kartalı” gazetesinin misyonu Bulgar yavrularına dil, din, yazı dili, edebiyat ve kültür olarak Rum’dan koparıp ve Bulgar kimliği oluşturmak için çıkmıştı… 2- Birinci Bulgar dergisi “Halkımızın Kökleri” (Narodnik) adıyla çıktı. Yazılıp basıldığı yer Filibe, (Plovdiv). Derleyen, Doktor Konstantin Fotinov. O da bir öğretmendi. Birinci sayının birinci sayfa makalesinde onun Bulgar halkına söylediklerini aynen veriyorum: “Kilisede Rumca konuşmayın, aranızda yalnız Bulgar dilinde sohbet edin. Bulgarca konuşmaktan zevk alın, gurur duyun!” diyordu. Evet, demek oluyor ki, 170 yıl önce Bulgarların dili Rumcaya kaymış, halk arasında Rumlaşma almış yürümüş ve Filibe’de hekimlik yapan Bulgar Aydını Dr.Fotinov, işini gücünü bırakmış, elini cebine sokup dergi çıkararak “Kendi aranızda Bulgarca konuşun!” diye haykırdı. 172 yıl sonradan, 2018 doruğundan baktığımda, Dr. Bogorov ve Dr. Fotinov’u sokakta taşlayanlar olduğunu, “çıldırmış,” bu adam “tımarhanelik” diye haykıranları görebiliyorum. Ayrıca Zaman Osmanlı dönemi, Bulgar kimliğinin uyanması Yunanlar tarafından boğazlanmış, Laypsig’te Bulgarca okuyup yazan 5, Filibe’de ise 53 kişi varken, halkı gazete çıkararak “kendine gelmeye, kimliğine dönmeye” çağırmanın yüceliğini ve dehalığını, ben bu kürsüden bu Bulgar Aydınlarını alkışlıyorum. O maya o zaman öyle bir tutmuş ki, sadece 26 yıl sonra, Osmanlı Sultanı 1872 tarihli Fermanıyla Hıristiyanlığı Batı Ortodoks ve Doğu Ortodoks olmak üzere ikiye ayırmıştır. Ohri gölünden Burgaz’a kadar bütün kilise ve manastırlardan Rum papazlarını Osmanlının yardımlarıyla kovmuş, Bulgarca din ve okul kültürüne kapılarını açmıştır.


Makale ve Analizler - 2018

197

Burada Size yaptığımız işin, gazeteciliğin örgütleyici, ateşleyen ve yöneten rolünü misyonunu bu örnekle bir nebze olsun anlatmaya çalıştım. Karanlıkta kimsenin göremediği ışığı görebilen gazeteci, ancak çapraz dokulu bir insan olabilir. Çapraz doku halıcılıkta sökülmeyen düğümdür ve bunu toplumda ancak gazeteciler yapabilir. Verdiğim örnekte bu, ümmet içinde Bulgar tanesi olduğunu görebilip Rumlar tarafından heba edilmesini önleyip, Bulgarlığı hayata çağırmaktır. 2 yıl sonra İstanbul’a geçen Dr. Bogorov orada “İstanbul Gazetesi” (Tsarigradskı Vestnik), “Gayda”, “Çalar Saat” (Budilnik), “Meriç” (Maritsa), Romanya’da ise “Özgürlük” (Svoboda), “Tuna Kuğu” (Dunavski Lebed) ve başka gazetelerle Bulgar halkının kimliği ile birlikte istiklal ve egemenlik ruhu da uyandırmış ve 1876 Nisan Ayaklanması patlak vermiştir. Ateşi tutuşturanlar Bulgaristan’ı da yakmıştır. Konuyu biraz daha değişip, başka bir açıdan bakarak derinleştirelim: İlk gazete ve dergi “Bulgarlara, aranızda Bulgarca konuşun, Bulgarca dua edin, kiliseye bağlı okullarda Bulgarca okuyun!” dedi. Peki Neden? Rumca kötü dil mi? Onlar, Milli kimliğin köklerinin anadile dayandığının bilincine varan Bulgar uyanış çağı aydınlarıydı. (Dönem 1846 - 1876’dır) Onlar, Osmanlı içinde Bulgar Milli Kimliği mayalanmasının ancak ve yalnız Bulgar dili, Bulgar tarih bilgi ve bilinci, Bulgar dininde ibadet, yaşam ve kültür hakkı ile gerçekleşeceğini görebilmişti. Ve buna inanmışlardı. Mücadele ateşi ise Rumlarla ve Ruslarla zıtlaşmaktı. Osmanlı ve Müslümanlarla, Türklerle değil, Rum ve Ruslarla zıtlaşmaktı. Bilirsiniz, toplumda yeni olan zıtlaşarak, mücadele içinde doğar. Bulgarlık da öyle olmuştur. Dr. Bogorov aynı yazısında şu cümlelerin altını çiziyor: “Bu çelişki kilisede Rum dili ile, günlük hayatta ve toplumsal yaşamda da Rus dili ile dir.” Rus dili olayını da şöyle açıklayalım. 1773 Küçük Kaynarca antlaşmasından sonra, Rus Çarı Hıristiyan Balkan halklarına Rusçayı konuşma dili olarak dayatmaya büyük çaba sarf etmiştir. Bu baskıyı Bulgarlar da yaşamıştır. Dr. Bodorov ilk gazetesinin birinci sayfasında konuyu şöyle açıklık getiriyor: “Ruslar, Pan-İslavizim adı altında ve daha da başarılı Pan-Rusçuluk kılıfı içinde olmak üzere, hepimiz İslav’ız perdesi ardına gizlenip Rus dilini zorla yaymaya çalıştılar... Biz, Bulgarlar ise kendimizi kaptırmış, Pan-Rusçuluğa ha-


198

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

deme olmuşuz. Kendi Bulgar dilimiz olmasına rağmen, Rus-Bulgar dili oluşturmaya çalışıyoruz ve biz istesek de istemesek de anadilimiz olduğu bilincine varamadan ihanetçi alçaklar durumuna düşürülüyoruz.” *** Konuşmamı yazarken, tam bu noktaya geldiğimde, büyük Nazım’ın Masalların Masalı şiiri dikildi önüme ve müsaade edersen bu noktayı açıklamanda sana yardımcı olayım dedi. Subaşında durmuşuz, çınarla ben. Suda suretimiz çıkıyor, çınarla benim. Suyun şavkı vuruyor bize, çınarla bana. Şair ve şiiri bana suda yani geçmişinizde düşmanlık olmayan Türk ve Bulgarlar, Bulgaristan’da yaşayan Hıristiyan ve Müslümanlar nasıl olur da bugün birbirine bu kadar sert düştüler diye soruyor. Burada sen ve ben Bulgar Hıristiyanlarla biziz ve devam ediyor. Su başında durmuşuz, çınarla ben, bir de kedi. Suda suretimiz çıkıyor, çınarla benim, bir de kedinin. Suyun şavkı vuruyor bize, çınarla bana, bir de kediye. İşte bu kedi 1876 öncesinden başlayarak, Rusların ve Batı’nın eliyle suyun aynasında değiştirilmiş olandır. Rum ve Rus alınmış ve suyun aynasına Türk, Müslüman ve İslam monte edilmiştir. Anlatmaya çalıştığım dönemde Bulgar milli kurtuluş ideolojisini yaratan Georgi Sava Rakovski’dir. Suyun aynasından Rum ve Rus alındıktan sonra şöyle yazmıştır: “Evet bizi Osmanlıdan Ruslar kurtaracak, ama Ruslardan bizi kim kurtaracak?” İşte 20. yüzyıl Bulgar basın tarihinde cevap bulunamayan soru budur. Bulgarlara tarihin aynasında kalma şartı olarak, Rumlara veya Ruslara değil, Türklere düşman olma şartı koşulmuş ve 2018’de bu tabloda değişen hiç bir şey yoktur. Bu düşmanlığın adı, Müslüman Türk maneviyatını yok etmektir.


Makale ve Analizler - 2018

199

1878 Rus-Türk Harbinde sözde “eşit haklı vatandaş” ama gerçekte esaret altına düşen Bulgaristan Türklerinin 2700 okulu kapanmış, anadillerinde okuyup yazması yasaklanmış, isimleri, kültürleri yaşam tarzları mezar taşları bile kırılmış, zaferle sonuçlanan bir Ayaklanma yaşansa bile, tek dil ve tek ulus teorisine dayanan Bulgar devletinin Müslüman azınlığı ötekileştirme çabaları asla son bulmamıştır. Avrupa Birliği koşularında Müslümanlar açısından değişen hiç bir şey yoktur. Bulgarlar ile Türkler arasına uzanan kedi, suyun aynasında yatmaya devam etmektedir. Bugün Bulgaristan’da çıkan Türkçe Ulusl gazete yoktur. 186 gazetemiz ve 20 dergimiz kapanmıştır. Yazarlarımız, 200’den fazla yaratıcımız sınır dışına kovulmuştur. Düşünce merkezlerimiz sınır dışına itilmiştir. Yeni bir strateji, en modern teknolojilerle, yeni bir atılımla dava ateşimizi yeniden yakmalıyız. Son yıllarda Bulgaristan’da elde ettiğimiz en büyük başarı FETO hainlerinin ülkeden kısmen de olsa temizlenmesi oldu. Onlar ülkemizdeki İmam Hatip Liselerine, Sofya İslam Enstitüsüne girmiş ve “Kuran’da Vatan yoktur. Öyleyse Vatan diye bir şey yoktur”, “Kuranda anadil yoktur ve anadil diye bir şey yoktur!” diye çocuklarımıza zulüm ediyorlardı. Zehirlerini çocuklarımızın körpe beyinlerine işliyorlardı. Başmüftümüz Mustafa Hacı ise, bugün de “Din anadilden öndedir!” propagandası yapmaya devam ediyor. Çok yönlü mücadele etmemiz gerekti. Bulgar zulmü bir yandan, FETO zulmü öte yandan, Türk kimliği davamızda çok çektik. Ama kazandık. Kazanıyoruz. Kazanacağız. Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim. Bu toplantıyı düzenleyen emeği geçen herkesi kutluyor Saygılarımı sunuyorum. Sağlıcakla kalın!


200

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Nevzat Öztürk’ün Değerlendirmesi

BG-SAM-22.Temmuz.2018

Rafet ULUTÜRK’ün yazısını değerlendirme yapmanın gerekli olduğunu düşünüyorum Bulgaristan’da Gazeteciliğin Misyonu BULTÜRK Genel Başkanı Rafet Ulutürk’ün, “Yalova - Türk Dünyası Medya Mensupları Buluşması’ndaki Konuşma”sı ile ilgili değerlendirme yapmanın gerekli olduğunu düşünüyorum. Konuşmasında Ulutürk, “Bilgi akümüzü şarj edip, irademizi keskinleştirme işbirliği”, “Örs ile çekiç arası ve şarj olup güç tazeleme yeri”, “Halk belleğimize gerçeklik ve umut tohumları atan öncüler olmak” ifadelerini kullanıyor. Sayın Başkan, bu ifadelerinde; 1. Bilgiye olan ihtiyacı ve bilginin sürekli güncellenmesini, 2. Güçlü ve kararlı bir iradeye sahip olmamızı, 3. Çalışma ve azimli olmanın yanında, sürekliliği, “Trajedimize seyirci kalan dünya, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin devamlılığın ne pahasına olursa olsun devam edeceğini gördü. Bizim yenilmezliğimizi ve bizim çok büyük bir devlet olacağımızı kabul etmek zorunda oldukları gün gibi ortada” ifadeleri ile, 1. 15 Temmuz’da yaşanan hain darbe girişiminin milletin iradesi ile sonuçsuz kaldığını, 2. Milletin gösterdiği sahiplenme ve iradenin tarihteki büyük devlet olma gereceğinin yeniden hayata geçirilebileceğinin işareti olduğunu, 3. Hainlerin milletin iradesi karşısında, milletin azim ve kararlığını ve yenilmezliğini kabullenmek zorunda kaldığını, 4. 24 Haziran seçimlerinin Zaferle sonuçlandığını ve artık Türklüğün yeni bir demokrasi aşamasına geçiş yaptığını, “Bizler Türk Dünyası el ele vermişiz - Bizler bu gün tarihimizi yazıyor ve hepimiz Büyük Yeni Türkiye’nin kurucularıyız. İslam’ın içinin boşaltılmasına, Vatansız din algısına, adaletsiz bir dünya çırpınışına, kısacası FETO - NATO sapıklığına son veriyoruz. Büyük bir illetten kurtulduk. Ne mutlu hepimize! Ne mutlu Türk Dünyası! Artık hainlerin ihanet tohumu atma devri kapanmıştır. Yeni tohumları atan artık biziz. Hain Kadro Hareketi’nin beli kırıldı. Yeni kadroları yetiştiren bizler olacağız. Onlar tarih yazamayacak. Tarih yapmak


Makale ve Analizler - 2018

201

ve yazmak bizim işimiz. Galip olan biziz ve zafer destanını biz yazacağız. Türkiye bugün bu havayı soluyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin 21. yüzyıl yolu Bize Türk Dünyasına açılmıştır. Türkiye’nin ufku açıktır, geleceğin umudun yolları bize hepimize açılmıştır.” ifadeleri ile, 1. Türk Milletinin el ele verdiği zaman tarih yazabileceğini, 2. Bu gün ele ele veren herkesin Büyük Türkiye’nin kurucusu olarak tarihteki yerini alacağını, 3. İslam’ın içinin boşaltılması ve vatansız din algısının tehlikeli olduğunu, 15 Temmuz Darbe girişimi sonrasında bu olumsuz algının yıkıldığını, milletin vatansız din olmayacağını bizzat yaşadığını, İslam’ın içinin boşaltılması durumunda ne kadar tehlikeli, o kar da iradesiz ve acımasız tiplerin ortaya çıkacağını, 4. FETÖ ve NATO’nun Büyük Türkiye önündeki sapıklardan farkı olmadığını bize anlatırken Gazetecinin ve Gazeteciliğin misyonunu ele alırken çok çarpıcı ifadelere yer veriyor: “Bulgarların ilk gazetelerinin çıktığı 1846’dan beri geçen 176 yılda Bulgaristan’da Bulgarca olarak 500’den fazla gazete, 100’den fazla dergi çıktı. Burada şunu soruyorum: Bu ilk gazete hangi ocağı tutuşturdu? Halkına ne dedi? Ve neden yaktığı ateş söndürülmeden bir meşale gibi bugüne kadar taşınmıştır?Almanya’nın Laypzig şehrinde, 20 Nisan 1846’da, Eski Zağra’ya bağlı Karlovo’lu Doktor Bogorov tarafından çıkarılan “Bulgar Kartalı” (Bılgarski Orel) adlı gazete birinci sayısının birinci sayfasında Bulgarlara şöyle seslendi: “Bulgar çocukları Bulgarca okusunlar. Çocuklarımızı Rum okullarına göndermeyelim. Yavrularımız Rum okullarına gitmesinler!” O zamanlar kiliselerdeki papazlar ve okullardaki öğretmenler Rum’du.Kilise ve okulundan çıkan gençlerin Rumlaştığını gören Dr. Bogorov, uyanabilmeleri için Bulgarları, Kiril Alfabesine, Bulgarca kitaplara, Bulgar halk kültürüne, kendi öz tarihlerine dört elle sarılmaya çağırdı. “Bulgar Kartalı” gazetesinin misyonu Bulgar yavrularına dil, din, yazı dili, edebiyat ve kültür olarak Rum’dan koparıp ve Bulgar kimliği oluşturmak için çıkmıştı... İki: Birinci Bulgar dergisi “Halkımızın Kökleri” (Narodnik) adıyla çıktı. Yazılıp basıldığı yer Filibe, (Plovdiv). Derleyen, Doktor Konstantin Fotinov. O da bir öğretmendi. Birinci sayının birinci sayfa makalesinde onun Bulgar halkına söylediklerini aynen veriyorum: “Kilisede Rumca konuşmayın, aranızda yalnız Bulgar dilinde sohbet edin. Bulgarca konuşmaktan zevk alın, gurur duyun!” diyordu. Evet, demek oluyor ki, 170 yıl önce Bulgarların dili Rumcaya kaymış, halk arasında Rumlaşma almış yürümüş ve Filibe’de hekimlik yapan Bulgar Aydını Dr. Fotinov, işini gücünü bırakmış, elini cebine sokup dergi çıkararak “Kendi aranızda Bulgarca konuşun!” diye haykırdı. 172 yıl sonradan, 2018 doruğundan


202

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

baktığımda, Dr.Bogorov ve Dr.Fotinov’u sokakta taşlayanlar olduğunu, “çıldırmış,” bu adam “tımarhanelik” diye haykıranları görebiliyorum. Ayrıca Zaman Osmanlı dönemi, Bulgar kimliğinin uyanması Yunanlar tarafından boğazlanmış, Laypsig’te Bulgarca okuyup yazan 5, Filibe’de ise 53 kişi varken, halkı gazete çıkararak “kendine gelmeye, kimliğine dönmeye” çağırmanın yüceliğini ve dehalığını, ben bu kürsüden bu Bulgar Aydınlarını alkışlıyorum. Karanlıkta kimsenin göremediği ışığı görebilen gazeteci, ancak çapraz dokulu bir insan olabilir. Çapraz doku halıcılıkta sökülmeyen düğümdür ve bunu toplumda ancak gazeteciler yapabilir. İlk gazete ve dergi “Bulgarlara, aranızda Bulgarca konuşun, Bulgarca dua edin, kiliseye bağlı okullarda Bulgarca okuyun!” dedi. Peki Neden? Rumca kötü dil mi? Onlar, Milli kimliğin köklerinin anadile dayandığının bilincine varan Bulgar uyanış çağı aydınlarıydı. (Dönem 1846 - 1876’dır) Onlar, Osmanlı içinde Bulgar Milli Kimliği mayalanmasının ancak ve yalnız Bulgar dili, Bulgar tarih bilgi ve bilinci, Bulgar dininde ibadet, yaşam ve kültür hakkı ile gerçekleşeceğini görebilmişti. Ve buna inanmışlardı. Bulgarlara tarihin aynasında kalma şartı olarak, Rumlara veya Ruslara değil, Türklere düşman olma şartı koşulmuş ve 2018’de bu tabloda değişen hiç bir şey yoktur. Bu düşmanlığın adı, Müslüman Türk maneviyatını yok etmektir ” vurgulayarak; 1. Bulgar gazetecilerin toplumu ayakta tutabilecek çıkış yolları aradığını ve sürükleyici ve meşale yakıcı rol aldıklarını, 2. Toplumun öz kültürüne, diline, dinine ve vatanına bağlılığını kuvvetlendirici, arttırıcı rol oynadıklarını, bunun için çaba harcadıklarını, 3. Yazar, Bulgar yazarları ve gazetecileri örnek verirken, onların bu öncü rollerine dikkat çekmiş ve bizlerin de gazetecilerin de aynı şekilde toplumun öncüsü ve kültürel kimliğin korunmasında, inşasında öncü rol almasının önemine, 4. Milli Kimliği mayalamanın Milli Dil ile olabileceğini; dil, olmadan sağlıklı bir gelecek inşa etmenin mümkün olmadığını haykırırken; “Bugün Bulgaristan’da çıkan Türkçe Ulusal gazete yoktur.186 gazetemiz ve 20 dergimiz kapanmıştır. Yazarlarımız, 200’den fazla yaratıcımız sınır dışına kovulmuştur. Düşünce merkezlerimiz sınır dışına itilmiştir. Yeni bir strateji, en modern teknolojilerle, yeni bir atılımla dava ateşimizi yeniden yakmalıyız. Son yıllarda Bulgaristan’da elde ettiğimiz en büyük başarı FETO hainlerinin ülkeden kısmen de olsa temizlenmesi oldu. Onlar ülkemizdeki İmam Hatip Liselerine, Sofya İslam Enstitüsüne girmiş ve “Kuran’da Vatan yoktur. Öyleyse Vatan diye bir şey yoktur”, “Kuranda anadil yoktur ve anadil diye bir şey yoktur!” diye çocuklarımıza zulüm ediyorlardı. Zehirlerini çocuklarımızın körpe beyinlerine işliyorlardı. Başmüftümüz Mustafa Hacı ise, bugün de “Din ana-


Makale ve Analizler - 2018

203

dilden öndedir!” propagandası yapmaya devam ediyor. Çok yönlü mücadele etmemiz gerekti. Bulgar zulmü bir yandan, FETO zulmü öte yandan, Türk kimliği davamızda çok çektik. Ama kazandık. Kazanıyoruz. Kazanacağız.” ifadelerini kullanarak; 1. Bulgaristan’da Ulusal Gazete çıkarmamız gerektiğini, 2. Yeni bir strateji, en modern teknolojilerle, yeni bir atılımla dava ateşimizi yeniden yakma gayreti içinde olmamız gerektiğini, 3. FETÖ’nün Bulgaristan’da İmam hatip Liselerine sızdığını, hainlerin “Kuran’da Vatan yoktur. Öyleyse Vatan diye bir şey yoktur”, “Kuranda anadil yoktur ve anadil diye bir şey yoktur” safsatalarını yaydıklarını, bu gün kısmen de olsa FETÖ’nün temizlendiğini ancak halen “Din anadilden öndedir!” propagandasını yapan Müftünün aynı hainlerin yoluna hizmet ettiğini, 4. Bulgaristan’da Türklük davasının bu gün yeni bir sürece girdiğini, artık Büyük Türkiye yolundaki Türkiye Cumhuriyetinin mazlumların sesi, hainlerin korkulu rüyası olduğunu haykırmaktadır. Ulutürk, gerek dil, gerek üslup ve yaptığı vurgularla çok önemli konulara işaret etmiştir. Bu vurguları yapmak, aynı kararlılıkla dile getirmek yürek ister, bilek ister. Başkan, bir başka vakıaya işaret ediyor ve istikamet gösteriyor. Kendinize, öz kültürünüze, damarlarınızdaki asil kana inanın, güvenin. Büyük davanın, büyük insanları olma hayali kurun ve o istikamette topyekün ortaya konacak misyon doğrultusunda kararlılıkla, birlik ve beraberlik içinde çalışın diyerek yarın geç olabilir notunu düşüyor ve ruhlarımıza sesleniyor. Bu sese kulak vermek görevimizdir. Gelecek nesillerimizin sorumluluğu üzerimizde. Gün gelir tarih hesap sorar bizden. Artık aşağılık komplekslerinden kurtularak büyük olma yolunda katkı sunmalıyız. Başkanıma güzel konuşmasından/yazısından dolayı teşekkür ediyorum. Kalemine, yüreğine sağlık, seninleyiz, yürü ki millet yürüyecek arkandan.


204

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Önüne Gelene İnanmak Yok

Neriman Eralp Kalyoncuoğlu-22.Temmuz.2018

Konu: Eşeledikçe yeni bir şeyler öğreniyor ve ürperiyoruz. Biz Bulgarlara tarih kitaplarınızı yeni kıstaslara göre, yeniden yazın demekten çekinmiyoruz. Bizim de aptallık derecesindeki safdillikten kurtulma zamanımız gelmedi mi dersiniz? Yakıcı bir gerçek, açık yüreklilikle ileri gidilmiyor. Saydınız mı kaç kere kandırıldık. HÖH ve FETO yıllarca kanımızı emdi. Zihnimizi bulandırdı… Türkiye’den bizim köylerimize gelenlerin ağızında geveledikleri şuydu: “Ben rahmet olarak gönderildim. Lanet olarak gönderilmedim!” İnsanın bunu kendisi için söylemesi ne güzel değil mi? Yalansa! Bu tümceleri 1990’lı yılların başında Bulgaristan’a gelen ve İmam Hatip Okullarına ve İslam Enstitüsüne sızan kadrolar “irfan geleneğinden geldik”, “iman davasına yıllarımızı verdik”, “bilim ve zeka ile hasıl olan bir olgunluktayız”, “Memleketinizde İslam kültürü yeniden serpilip açacak!” gibi tekerlemelerle halkımızın kapısı açık saf yüreğine girip yuva kurdular. Milyoncuların T.C. büyükelçilik ve konsolosluklarına hana girer gibi girip çıkması ise, şüphelerimizi hep kaldırdı... İlk dönemlerde, camilerden çıkmayan Fetullah Gülen ordusu temsilcilerinden kötülük geleceği kimsenin aklının ucundan bile gelmedi. Onların özel istihbaratı olduğunu bilen de yoktu. Aralarına yerli Türklerden güvenilir kadrolar çekerek güven sağlamışlardı. Türkiye’den gelen “aydın” ve “din adamı” kıyafetli bu genç misyonerler, dinine, diline, kültür ve sanatına susamış Müslümanlarımızın özlem ateşini hissettirmeden aldıktan sonra usulca Sofya’da açtıkları ofislerine toplandılar. 1992’de Sofya’da “Zaman” gazetesiyle başladılar. İmam Hatipli en üstün nitelikli öğrencileri kadroya aldılar. 1995’te aylık “Ümit” dergisiyle devam ettiler. Hedeflerinde olan, Bulgaristan Türk aydınlarının 100 yıllık birikimini, petekten bal süzer gibi akıtıp, Fetullah Gülen külliyesine katmak ve kendilerine göre harmanlamaktı. Gazete ve dergi, Bulgaristan Türkleri Marşını, Vatan şiirlerimizi, anadil destanlarımızı vs basmadı. Misyonerler kendilerinin olan kalemlerin uçlarını sivriltmediler. Anaerkil toplumumuzdaki aile ilişkileri, çocukların soy geleneklerine bağlılığı, atalara saygı,


Makale ve Analizler - 2018

205

Türk milli bağlılığı, İslam dininde öz olan onlara yapancıydı. Müslüman yavrucuklara ana-okullarında domuz eti verilmesin bile demediler. Çingene çocuklarının cahil kalmasına tepki göstermediler. FETO misyonerlerinin amacında, aileden, Türk kimliğinden kopmuş, Vatanından ve Türklüğünden soğumuş, Vatanına yüz çevirmiş, öz tarihimizi bir hiç sayan kadro yetiştirmek vardı. Bu işin kitabı yoktu. Onların Bulgaristan’a getirdikleri kitaplarda, hain Fetullah Gülen Hoca’nın hayat öyküsü ve İslam düşünürleri arasından İmam el Gazzali’nin Türkçeleştirilmiş kitapları üstüne yorumlardı. Ortaçağda önemli rol oynayan ve günümüze 76 eseri erişen bu düşünürden hain Fetullah Gülen ekibinin aldığı aldatmak, hile ve kötülük yapmaktı. Onlar, Bulgaristan’da uzak mesafelere ulaşmak, yakın mesafelere ulaşmakla mümkün olur zihniyetiyle hareket ettiler. Bunu yaparken, olguları alabildiğince soyutlaştırdılar, dili, mantığı, düşünme tarzını ve yöntemi körelten yollara başvurdular. Onların gerçek görevi buydu. Gazeteleri ancak memleketten haber vermekle yetiniyor. Yazı ve yorumlar hep İstanbul’dan geliyor ve zahmet edip yazanların isimlerinin önünde Doktor, Doçent ve Profesör gibi unvanlar yer alıyordu. İstanbul’dan gelenler cami avlularımıza büyük keşkek kazanları kurdu. İrmik helvasını büyük tavalarda kavurdu. Camilerde ve odalarda yer sofrasına oturmak ve kaçıktan başka her şeyin ortak oluşu âdetimizdendi. Yeni gelenler bu âdetimizi bozdu. Aşureyi bile herkese ayrı kapta verdi. Hıristiyanları doyurdu. Yüksek mevkide olanların hakkı daha büyüktü. Fakirler, çocuklar onlar için pek önemli değildi. Takım elbiseli, kravatlı ve camide yapılan törenlere lüks araçla gelenler onlar için daha büyük önem arz ediyordu. FETO’cu akımı oluşturan ve çarpık dünya görüşünü yayan bu genç kadroların birer profesyonel uşak olduğunu düşünen, ilk dönemde belki de yoktu. Zaten hareketlerinin adı “Hizmetti.” Halkın oy verdiği parti HÖH, 1994’te FETO yönetimiyle eğitimde yardımlaşma antlaşması imzaladı. Seçkin gençler FETO okullarına gönderildi. Daha sonraki yıllarda milletvekili olan Korman İsmailov ile HÖH Başkan Yardımcısı Ruşen Riza da mı FETÖ okullarında hazırlandı! Sofya’da ve Filibe’de (Plovdiv) FETO liseleri kurulunca, fakir fukara çocuklarımız Türk okulunda Türkçe okuyacak, Türk kültürümüz yeniden dirilecek umuduna kapıldı. 1999 yılında faaliyete başlayan “Drujba” Okulları bünyesinde, Sofya ve Filibe şehirlerinde, anaokulu, ilkokul ve lise açtılar. Aynı şehirlerde, bünyesinde ücretli dil, bilgisayar, sınavlara hazırlık ve görsel sanatlar kursları ile etüt grupları bulunan, eğitim merkezleri de bulunuyordu. Ayrıca “Dialogue Bulgaria” Derneği ve “Gül Vakfı” (Fondacia Roza) gibi, çeşitli STK’lar üzerinden de faaliyetlerini sürdürüyorlar.


206

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu okulların etkinlikleri fakir ve çilekeş halkımızdan çok uzaktı. Okullar paralıydı ve Amerikan Doları olarak istenen parayı ancak iş adamları, parti başkanları, milletvekilleri ve büyük toprak sahipleri ödeyebilirdi. Eğitim İngilizce veriliyordu. Okula giden çocuklar halktan, geleneklerimizden koparılmakla birlikte ailelerinden ve arkadaşlarından da yabancılaşıyor, kendilerini bambaşka bir dünyada ve soy, topluluk, milli kültür dışında ve tamamen yabancılaşmış bir ortamda buluyor ve hemen dış ülkeye kaçıyorlardı. FETO’cuların, özellikle “Zaman” gazetesinin Bulgaristan Doğu Ortodoks Kilisesi yönetimi ile “dinler arası diyalog” kurmaya çalışması dikkat çekti. Kendilerine dinler arası diyalog diye bir şey olmadığının anlatılması, ancak din adamları arası diyalogdan söz edilebileceğinin anlatılması tutmadı. Çok ısrarlıydılar. Papazlar birçok defa ödüllendirildi. Hıristiyan din adamları kurban sofrasında, Ramazan ayında iftar sofralarında baş yere davet edildiler. İftar sofraları Hıristiyanlarla dolup taşmaya başladı. “Zaman” ekibi Bulgaristan Müslümanları diyanetini elinin tersiyle kenara itmeye, Başmüftülük işlevlerinden bazılarını üstlenmeye yeltendi. Müslümanlar arası çelişkileri kışkırttı. Eski polis Prof. Nedim Gençev’in Hanefi Mezhebine Mensup Bulgaristan Müslümanları Başmüftülüğü kurmasını özendirdiler ve desteklediler. Böylece ilk kez olmak üzere, Bulgaristan’daki Müslümanları parçalamayı becerdiler. Pazarcık iline yerleşmiş bulunan “Vahabi” mezhebinden birçok din adamı yıllarca yargılandı. FETO yetkililerinin Bulgaristan’daki etkinlikleri süresince yapılan Kuran’ı Kerim ve diğer temel din kitaplarının Bulgar diline çevirisi sakattır. Gazete ve dergilere, camilere ve imam hatip okullarına ve İslam Enstitümüze sızarak 14-15 yıl gibi bir süre yürütülen dini etkinliğin çok tehlikeli olduğunu önce Rusça yayınlardan öğrenebildik. Özbekistan’da hain Fetullah Gülen liselerinde okuyan ve FETO’cu öğretmenlerin özel seçimle, ARAMKO parasıyla İngiltere ve Birleşik Amerika Yüksek Okul ve Üniversitelerine gönderdiği öğrencilerden her birinin İngiliz istihbaratı “MI6” ve Birleşik Amerika’nın dış casusluk örgütü “CIA” tarafından ele geçirildiği anlaşılınca gazetelere düştü ve Özbekistan’daki okullar kapatıldı. Ruslar, FETO okulları yönetimini kendi ellerine aldılar. Azerbaycan devlet yönetimi özel bir kararla FETO okullarını kapattığı gibi, öğretmenleri de sınır dışı etti. Bu gelişmeler FETO örgütünün emperyalist güçler için Müslüman dünya devletlerinin içini oyacak kadrolar eğittiği gün ışığına çıktı. Bu durum Bulgaristan için de geçerlidir. Beyin oyan ve düşmanlık aşılayan bu misyonerlerin planları 15 Temmuz 2016’da baltalanmayaydı, yok edilmemizin hedeflerinde olduğunu görmeyen kalmadı.


Makale ve Analizler - 2018

207

İşte o zaman Bulgaristan parlamentosunda milletvekili olan, Eğitim Komisyon Başkanı, şimdi DOST partisi lideri Lütfi Mestan’dı. Bu konuda kendisi defalarca uyarılmıştır. Ne yazık ki, Türk gençlerin T.C.’de FETO okullarına gönderilmesinde çok aktif rol oynamıştır. Esefle belirtiyorum. Lütfü Mestan HÖH yönetimindeyken, FETO’cu kadroların ülkemizde paralel bir Türk otoritesi kurmaya çalıştığını da göremedi ve önleyici hiçbir önlem almadı. Kuşkusuz “Nereden bilebilirdim?” demek kolay. Bu bir özür olamaz! Ne ki, liderler görebilmek ve felaketleri önleyebilmek için vardır. FETO gazetesi adını değiştirdi. Sofya’da çıkmaya devam ediyor. FETO’culuğa borazanlık eden Şumnu köylerinden Mehmet Ömer, fırsat buldukça Türkiye’ye, Türk halkına ve Türklüğümüze dil uzatmaya devam ediyor. Siyasi liderler düzeyinde tepki veren yok… FETO’culuk kökten kazınmadan Bulgaristan’da Türklük tehlikededir. Çünkü FETO - hainliğinin hedefinde Türkleri kimliksiz bırakmak vardır. HÖH ve milliyetçiliği her geçen gün biraz daha şakıyan Bulgar devlet ve iktidarının hedefleri örtüşmektedir. 30 yıl kaybettik. Ne yazık ki her şeye yeni baştan başlamak zorundayız. Oysa biz kendilerine yıllarca inanmıştık!

Vatan, Göçmen Diyarı Olursa!

Nedim Akın-23.Temmuz.2018

Konu: Gün gelir, korktuğumuz başımıza gelebilir. Bulgar İçişleri Bakanı Radev, “Avrupa Konseyi’nin (AK) Sofya’da 6 ay süren dönem toplantılarında, olay çıkmadı, yabancıların başından tel düşmedi” deyip övünerek böbürleniyor. Bu arada, bilirsiniz kuluçkadaki yumurtanın kabuğunu delen civcivin başı 21. Gün sağ sola bakınmaya başlar. Bulgar’da da öyle oldu. 27 ülke heyetleri uçağa atlayıp Sofya’dan ayrılışlarının tam 21. Günü “6 ay boyunca Dıblin Göçmen Anlaşmasını” karıştırdıkları ve maddeleri arasına sığınmacı problemini sıkıştırmaya çalıştıkları ortaya çıktı.


208

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

28 dilde birden çalışan AK işleri zaten arapsaçı gibi. 2018’de en karışık konu “göçü durdurma ve sığınmacıları yerleştirme” olarak sivrildi. Bu işin içinde yasası, kuralı, maddesi olmayan bir sayfa var ki, çok büyük önem kazandı. Sığınmacılar Problemi! Şunu önce söyleyelim. 2007’de AB kapısı Bulgaristan’a açılırken sığınmacı, doğal göç, savaş kaçağı, kanun kaçağı, arananlar ve iltica akımı vb sorunlar gündem oluşturmuyordu. 11 sene sonra çözümü bulunamayan ana konu oldular. Velakin 180 günde bu konuda ne gibi kararlar alındığı açıklanmadı. Ardından Brüksel’de toplanan hükümet başkanları da bir düğüm atamadılar. Son söz söylenmedi. Ne var ki, sıradan vatandaşlara rahat yok, uykuları kaçtı. Kâbus görenler artıyor. Bir yandan turist olarak gelenler, “memleketinizi çok sevdim” deyip kalanlar, sürüden kopmuş göçebe kuşlar gibi, kurtların bile uğramadığı Rodop köylerine konup kalıyorlar. Yerliler, “büyük şehirde canı sıkılmıştır, geldiği gibi gider” derken, dağlarımızda tüten bacalar çoğalıyor. Son hafta Başbakan Borisov hükümeti sıkıntılı günler yaşadı. “Askeri hava limanlarına gece gece askeri uçaklar konuyor, içinden çıkan sığınmacıları askeri kamyonlarla boşalmış köylere taşıyıp yerleştiriyorlar” haberleri yayıldı. Savunma Bakanı K. Karakaçanov bunlara “şayia”, “yok böyle bir şey” dese de, insanlar tedirgin ve çok endişelidir. Politik gözlemcilerden Ognyan Minçev çok izlenen “Fakti bg” yayınında bu konuyu şöyle işledi: Stranca, Rodoplar ve Rila sığınmacı kamplarıyla doldurulacak mı? Ülkemizin Güney Doğu bölgeleri, sığınmacı kampları kurulacak ve kaçakların dilekçelerinin işleme konacağı bölgeler olarak mı gösteriliyor. Gizli görüşmelerde Bulgaristan’ın ismi geçiyor mu? Bu konuda Bulgaristan’da ciddi bir tartışma yürütülüyor. Türkiye’den gelen yeni kaçakların Stranca’da tutulması ve daha sonra Stranca ve Rodop Dağlarında kurulacak kamplarda ikamet etmeleri konusunun görüşüldüğü yorumlara konu oldu. Politik gözlemci Ognyan Minçev görüşlerini “Avrupa’da Nereye?” sorusuna cevap arıyor. Bu arada Bulgar medyasında “Avrupa Nereden Başlar?” sorusuna yanıt arandı. Kadim Yunanların (Elinler) uygar dünyanın Meriç (Maritsa) nehrinin Güneyi, kuzeyinin ise Avrupa yani barbarların yaşadığı topraklar olarak kabul etmiştir. Sığınmacı görüşmelerinde sığınmacı ve kaçakların Meriç’in Güneyinde yani Stranca, Rodop ve Rila Dağlarında kurulacak kamplarda tutulması öngörülüyor.


Makale ve Analizler - 2018

209

Son haftada bu konuda Bulgar basınında çıkan haberler Brüksel, İsrail ve bazı uluslararası kaynaklardan besleniyor. Bu nedenle AB parlamentosundaki Bulgar milletvekillerinden şu sorulara yanıt vermelerini istiyorum: PAB kurumlarında bu konu görüşüldü mü? Görüşülüyor mu? P Güney Bulgaristan sığınmacı ve kaçak kampları kurulacak bir merkez olarak mı görülüyor? Yeni gelen kaçakların ilk işlemleri burada mı yapılacaktır. Böyle merkezler kurulacak mı? P Daha önce Arnavutluk’ta ve Batı Balkan ülkelerinin bazılarında benzer merkezler kurulması öngörüldüğüne ilişkin haberler dolaştı. Şimdi Güney Doğu Avrupa’nın kenar bölgelerinde böyle kamp ve merkezlerin oluşturulmasına ilişkin haberler dolaşıyor mu? PAvrupa Birliği devletleri arasında son dönemde imzalanan sözleşmelerde Birlik toprakları içinde sığınmacı merkez ve kampları inşa edilmesi konusuna yer verilmiş midir? (Şimdiye kadar bu merkezlerin ana sığınmacı yolları (kanalları) üzerinde kurulmasından söz ediliyordu.) PAvrupa Parlamentosu üyesi Bulgar milletvekilleri, Bulgaristan topraklarına büyük göçmen kampları kurulacağı konusunda Sofya hükümetinin ifade ettiği görüşü biliyor mu ve bu konu AP komisyonlarında artık gündeme alınmış mıdır? Bu konu milli güvenliğimiz ve ülke içinde huzur sağlanması bakımından son derece önemlidir ve kamuoyunun zamanında ve ayrıntılı ve tam bir biçimde bilgilendirilmesi gerekmektedir. 18 Temmuz 2018 tarihinde Sofya’da Bakanlar Kurulu, Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekilleri ofislerinin bulunduğu 3 bina arasındaki “Bağımsızlık” meydanında 10 bin kişinin “koyun keçi parası” için ateşlenen protesto mitinginde çok ciddi çıbanbaşları bir araya gelmişti. T.C. sınır bölgesinde bulunan Burgaz ve Yambol illeri köylerinden 10 bin kişinin aynı anda Sofya merkezine toplanması, büyük bir nefretin aktifleştiği dikkat çekti. Sonu sonunda bu vatandaşların koyun ve keçileri öldürülmüş ve üzgün olmaları gerekirdi. Köpüren hiddeti körükleyenlerin Yunan Adalarında tatilini bir gün kesmiş ve uçakla gelip, köylü tabanın hareketlenmesine parasal yatırım yaptıkları, otobüslerin rakı, şarap, bira ve sucuk dolu olduğu ortaya çıktı. Koyun ve keçilerin öldürüldüğü köylerde çok pahalı “Ceep” araçlar dolaştığı göze çarptı. Bu bölgede sığınmacı kaçakçılığı çorabı örüldüğü ortaya çıkarken, yine bu sınır köylerinde Bulgar-Türkiye tel örgülü sınır boyunca sığınmacı kampları kurulacağı ve bu iş için Avrupa Birliği’nin Bulgaristan’a 3 milyar Euro vermeyi tartıştığı kulaktan kulağa dolaşmaya başladı. Köylerin boşaltılması, kampların kurul-


210

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ması, bu kamplara kaçak taşınması gibi işlerin ardında duran Bulgar mafyası, koyun - keçi olaylarını vesile ederek, kamuoyuna ve yönetenlere, “biz hem Yunan Adalarında ve hem de burada sarı kaldırımın üzerindeyiz, olup bitenden pay isteriz” dedi. 1990’da Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi ((BKP MK) binasının ateşe verilmesinden bu yana Sofya’da en merkez meydanda Başbakan Borisov ile Cumhurbaşkanı Radev’in makam pencerelerinin altında ateş yakılmamıştı. Bu defa Stranca köylerinden çuvallarla getirilen koyun-keçi posları yakıldı, güm dolusu süt döküldü ve azgın sesle “İstifa!” çığlığı atıldı. Bu ateş yanarken, Sofya’da hava 35 dereceydi ve rüzgâr sanki yıllık iznini kullanıyor ve hiçbir yönden esmedi. Şimdi herkes rüzgârın yönünü bekliyor. Siyaset de böyle bir şey. Rüzgâra göre yön değiştiriyor. Bizim için kötü olan ateşin bizim vatan toprağımızda yanmasıdır. Rüzgârdır, alır alevini götürür, külünü götürür, fakat yanan toprağımızdır, acısı biz gurbetçileri vurur. Okuduğunuz için teşekkür ederim.Dava hepimizin davasıdır. Bulgaristan’ın her karışı vatanımızdır. Sağlıcakla kalınız.

Çingeneler mi? Keçiler mi?

Şakir Arslantaş-22.Temmuz.2018

Konu: Çember sıktıkça sıkıyor. Bizim tolumda en değerli olan nedir? Şahsen bana sorarsanız Mısır Fara onu II. Ramzes “en değerli varlığım kölelerimdir” demekle bu sorunun yanıtını çağlar önce vermiştir. Yeniçağdan 1200 sene önce yaşayan bu hükümdarın 168 çocuğu varmış ama o kölelerini ailesinin önüne koymuştur. I. Ramzes, hükümdar dilini bilmeyen köleleriyle kolayca temasta bulunmak için bilginlerine onlar için özel çok kolay bir dil geliştirmelerini buyurmuş ve günümüzün en popüler dillerinden İngilizce böyle doğmuştur. Bu olay, Ramzes’in insanlığa olan büyük hizmetlerinden biri olarak tarihte yer etmiştir. Yeniçağın insana ve insanlığa bahşettiği en büyük değer, iman edenlerin Tanrı karşısında eşit olduğu anlayışıdır. 1795’te bu anlayış değişmiş ve Fransız Devrimi, “eşitlik, kardeşlik ve özgürlük” ilkesini en önemli değer olarak dünyaya yaymıştır.


Makale ve Analizler - 2018

211

Son 300 yılda Cumhuriyet ilan edip de bu 3 değeri Anayasasına almayan devlet yoktur. Günümüz dünyası da bu üniversal ilkelerle yaşamaya devam ediyor. Bulgaristan, bu ilkeleri ilk olarak 1879 Tırnova Anayasasına işledi. 139 yılda aynı Anayasa 4 defa değişti, “özgürlük, eşitlik ve kardeşlik” ilkeleri esas metinde kaldı. Birçok etnik azınlığı olan Bulgaristan’da “eşitlik” ilkesi son derece önemlidir. “Eşitliği” kabul etmeyen bir toplum “sivil toplum oluşturamaz” ve kölelik çağına yani eski Rum, Roma İmparatorluğuna veya II. Ramzes çağına dönmek zorunda kalır. Eşitlik ne demektir? Eşitlik, bir ülkede yaşayan insanların ırk, cilt rengi, gözlerinin arasındaki mesafe, kafatasının çapı, sünnetli olup olmayışı, saç rengi, dil, din, dünya görüşü, eğitim, öğretim ayırımı yapılmaksızın toplumun tüm makamları, devlet ve yargı önünde, seçerken ve seçilirken kayıtsız şartsız eşitliği anlamına gelir. Bu eşitlik modern devletin temel taşlarının en büyü ve en esaslı olanıdır. Yerinden oynadığında devlet yapısı çökebilir, yıkılabilir. Dünya Futbol Şampiyonluğu’nu Fransa kazanınca, Cumhurbaşkanı Em. Macron’un Moskova “Lujniki” Stadında Fransız takımından gol kralı 19 yaşındaki Mbappe’yi kucaklayıp alnından öpmesi, insanlar arasındaki eşitliğin ve kusursuz saygının en son sembolü olmuştur. Yazmak istediğim konuya bu kadar uzaklardan başlamamın sebebi yüreğimi yakan acıdır. Okuyanlar bilir, bir önceki yazımın konusu Bulgaristan’ın Yukarı Cuma (Blogoevgrad) şehrinde (il merkezidir) bir okulun kapısına “Çingeneler bu okula yazılamaz” tabelası asılmış olmasıydı. Ben ömrümde bu şehre yalnızca bir defa uğradım. Rila Dağı’nın gölgesinde ve Karasu (Struma) ırmağının serinliğinde yaşayan şirin bir dağ eteği şehir. Burada, Bulgarlardan başka Makedonlar, Müslüman Pomaklar ve Çingeneler yaşıyor. Ten rengi etnik kimliklerini ele verse de büyük sayıda Çingene vatandaş yaşadığı dikkati çekiyor. Merkezde bir de Amerikan Üniversitesi var, birçok Balkan ülkesinden ve etnik azınlıktan gençlere eğitim veriyor. 1990’da hazırlanan ve Sofya Büyük Halk Meclisinde onaylanan son Bulgar Anayasasında “vatandaşlar aralarında her bakıma eşittir” ve “ırk, etnik vb nedenlerle vatandaşlar arasında asla ayrım yapılmayacağı” özel olarak belirtilmiş olmasına rağmen, gerçek tablo yürekler acısıdır. Yukarı Cuma’da (Blagoevgrad) 4 büyük ilkokul var. Bu şehrin çocukları bu ilkokullardan birinе kaydolup okumak zorundadır. Bulgaristan’da eğitim ve öğretim 8 sınıfa kadar bedava ve zorunludur. 2018 - 2019 ders yılında bu şehirde (radyo-TV haberlerine göre) toplam 161 afacan birinci sınıfa başlamalıdır. Bunlardan 90’ı Çingene, 40’ı Pomak, 18’i Makedon Bulgar, 10’u Bulgar ve 3’ü de


212

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Arnavut’tur. Kayıtlarda hepsi Bulgar vatandaşı olup, yasalara göre hepsi çocuklarını yakın okullardan birine kaydettirebilir. Fakat gerçek durum böyle midir? 30 Hazirandaki yazımda, okul kapısına “Çingene çocuklarına kayıt yapılmaz!” yazısı asıldığında, belediye müfettişleri işi düzeltecek, Eğitim ve Teknoloji Bakanlığından telefon geldi, işler yoluna girecek, denmişti ve işler bekleme çengeline asılmıştı. Bu süreç bitmedi. Irkçılık kıvılcımı tüm hanelere sıçradı. O günden bugüne kapı kapı dolaşıp imza toplayanlar artık 600 imza almış ve “Çingeneler Okulumuzda Okuyamaz!” sloganıyla şehir merkezine toplandı. Bulgaristan’da okumuş, lise ve yüksekokul bitirmiş biri olarak, ama ardından, evlatlarını okuldan çekip alan ve vatanını, ata toprağından sökülüp gurbet yollara düşmek zorunda kalan biri olarak, bu olayın Bulgaristan’ı yakabilecek bir boyut alabilme tehlikesi görüyorum. İsimlerimizi değiştiren, tarihimizi silen, okullarımızı kapatan ve yıkan Bulgar devletinin seçtiği yolun hayır işareti olmadığını belirtmek istiyorum. Olayın rengi tamamen değişmeye başladı. Bu ülkede 2 bin 700 Türk Okulu yıkıldı. Ayakta kalanlara el kondu. Okul vakıf malları gasledildi. Biz bu acıyı yaşadık. Yaşıyoruz. Ana dilsiz bırakıldık. Bununl Türk kimliğimizin yok edilmek istendiğini görüyoruz. Diliş, kültürü ve geleneği olmayan bir Türk, Türk sayılmaz... Hendek derinleşiyor. Önce okullarımız kapandı şimdi azınlık çocukları Bulgar okullarında okumasın diye imza topluyorlar. Bu ırkçı çığı nereye kadar gider?! Nefret alevleri yükseliyor. Bu bir ırkçılıktır! Hitler ırkçılığı önce Yahudi çocukları okuldan atmıştı. 1943 yılında Yahudi çocukları Sofya’da da okula gidemedi. “Biz Yahudileri ölümden kurtardık!” diyerek madalya alanlar, 48 bin Yahudi’nin ilk fırsatta Bulgaristan’ı terk ettiğini asla unutmamalıdır. Yahudi dükkânlarından alış verişi yasaklamıştı. Sonra bizim çingeneler de “Treplika” kampında yakıldı. Irkçılık bir bulaşıcıdır. İlacı yoktur. Çok tehlikelidir. Nazi ırkçılığı 100 milyon Avrupalıyı öldürdü. Hiçbir şey unutulmadı. Bu gidiş, gidiş değil! Başkasını değil Macron’u örnek alalım. 9 ay sonra Fransa’da dünyaya gelecek Afrika ırklı çocukların Avrupalı istikbalini kabul etmek zorundayız. Irkçılık kıtayı yakar, sonumuz olur… Bulgaristan gerçekliği, Çingene ortamında, Botevgrad, Roman’da, Vılçı Dol, Vidin, Montana ve Vratsa köy ve kasabalarında ırkçı kıvılcımlar atıyor. Ramzes kadar olamadık! Macron’u örnek alalım... İkinci konu. Koyun - keçi vebası ve zorbaların halka karşı dikilmesi. Yazımı yazarken Bulgar TV kamaraları Sofya’da Bakanlar Kurulu binası kapısına kilitlendi. Geçen hafta “vebalı” diye 4 bin koyun ve keçinin öldürüldüğü Burgaz ve Yambol illerinden otobüs ve mikrobuz ve otomobillerle başkente gelen hayvan bakıcı köylülere 11 yerli sivil toplum örgütü ve Sosyalist parti (BSP)


Makale ve Analizler - 2018

213

gibi birkaç politik parti destek verdi. 10 bin kişinin nefreti hükümeti sarstı. Sofya “Bağımsızlık” Meydanı dolup taştı. Öldürülen hayvanları için ödenen tazminatı az bulanlara 2 kat fazla para vaat ettiler. 2018 gelişmeleri hükümetin adım adım gerilediğini gösteriyor. 50 bin polis protesto gösterisine çıkınca Başbakan 100 milyon Euro ile protestoyu durdurmuştu. Köylüler Bakanlar kuruluna girmeye çalıştı. Yine tomar tomar para dağıtılarak protesto durduruldu. Tarım Bakanlığında görev alan, bir Bakan Yardımcısı, 2 Şube Müdürü ve bir Müfettiş görevden uzaklaştırılarak durum sakinleştirilmek istendi. Burada belirtilmesi gereken Bakanlığın 2 hafta önce alınan “veba” haberine göre, alınması gereken 3 km ve 5 kilometre köy kuşatması uygulanmadı. Köylülerin koyun ve keçilerini başka köylere ve Kuzey Bulgaristan’a kaçırdığı, polis, jandarma ve ordu güçleriyle bulaşıcı hastalığın yayılması yollarının hemen kesilmediği ortaya çıktı. Şimdi artık iş işten geçtikten sonra Koca Balkan Geçitlerinde kontrol merkezleri kuruldu. Bu konuda, Avrupa Birliği komisyonundan acil denetim bekleniyor. Üreticiler süt, beyaz peynir ve kaşar ile koyun kuzu ve oğlak dış satımı durdurulursa başa geleceklerden endişeli ve korkuyorlar. Bu olayın özünden bir politik çıbanbaşı (nüve) ortaya çıktı. Yambol’un Şarkovo köyüne giden BSP Genel Başkanı Kurneliya Ninova “polis köylülerin avlularına ve evlerine girip hayvanların zorla öldürülmesine araç olamaz!” dedi. Bu sözler bana 1985’i hatırlattı. İsimlerimizi değiştirmek için köylerimize tank ve zırhlılarla girmişlerdi. Terör ortamında, abluka altına alınmış köylerimizde, zulüm altında isimlerimizi değiştirmişlerdi. Bu konuda da “eşitlik” hava cıva... Türkün gelin sandığını karıştıran Bulgar polis, şimdi hasta koyun sayasına girdiğinde, BSP’den tepki görüyor. Milliyetçiler bayram ediyor. Doğan, Mestan ve Dal partileri susuyyor... Bulgaristan’da taşları birer birer kaldırıp altında gizlenen kertenkele, yengeç ve yılanları birer birer öldürme zamanı geliyor. Bunu ne pahasına olursa olsun yapmalıyız... Polis, jandarma ve ordu birlikleri insanlara zulüm etmek için değil, huzur sağlamak ve sivil toplumu korumak için vardır. Olayları sizin için izliyoruz. Bizi izleyiniz. Gerçekleri birlikte öğrenelim. Okuduğunuz için teşekkür ederim. Sağlıcakla kalın.


214

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)














Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.