45 - TÜRKİYE BULGARİSTAN'IN UĞUR BÖCEĞİ

Page 1

TÜRKİYE BULGARİSTAN’IN UĞUR BÖCEĞİ

2018 Temmuz - Ağustos Makale ve Analizleri


TÜRKİYE BULGARİSTAN’IN UĞUR BÖCEĞİ BULTURK BGSAM Yayınları Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi - BGSAM -45 BULTÜRK Adına Genel Başkanı: Rafet ULUTÜRK Basım: Temmuz - Ağustos - 2018 Koordinatör: Dr. Nedim BİRİNCİ Editör: Raziye ÇAKIR İnternet sorumlusu : Kapak Tasarım: Murat ULUTÜRK Pazarlama Sorumlusu: Hamiyet ÇAKIR Arşiv: İbrahim SOYTÜRK İsteme Tel: 0212 511 63 47 www.bulturk.org; www.bghaber.org; info@bulturk.org İnternet sitesinin yazıları Adres: Yıldırım Mah. Şehit Kamil Balkan cad. No.114/A Bayrampaşa İstanbul Tel: +90 (212) 511 63 47 Belgegeçer: +90 (212) 526 51 98 https://bgsam.org/, https://issuu.com/bulturk, https://bulturk.org.tr/ Baskı : DİNÇ OFSET MATBAACILIK SAN. ve TİC. LTD. ŞTİ. Adres: Davutpaşa Cd. Emintaş San. Sit. No: 103/580-581 Topkapı - İstanbul Tel: 0090 212 493 24 67 TÜRKİYE CUMHURİYETİ YASASI GEREĞİNCE BU ESERİN YAYIN HAKKI BULTÜRK’ten İZİNSİZ KISMEN VEYA TAMAMEN ÇOĞALTILIP YAYINLANAMAZ

Web: www.bghaber.org ; E.Posta: rafetuluturk@yahoo.com


“Bilgi Ordusu, Bizim Ordumuz, Bildiğimizi Öğretmek,Bizim Borcumuz.” Rafet ULUTÜRK

Düşünceler dizisi olan elinizdeki eserin anlamı derin bir uğraşın ancak başlangıcıdır. Bulgaristanlı Türk Müslümanların başına 1970-72, 1984-85’te düşen yıldırımın bir daha düşmemesi için bir uyarı ve ışık niteliğindedir. Saygılarımızla, B U LT Ü R K İ st a n b u l



Önsöz Yerine Yıl 2018 2016 yılı Bulgaristan Türkleri ve soydaşlarımız için umut dolu gelmişti. Cumhurbaşkanlığı seçimi ve siyasi dönüşüm amaçlayan bir halk oylaması yapılacaktı. Vatandaşlar siyasi sistem değişikliğinin seçim sisteminden geçtiğini kavramıştı. Ancak parti listelerinde gösterilenlerin seçildiği “çoğulcu” uygulamadan kurtulup, seçmen tarafından gösterilecek ve seçmenin iyi tanıdığı kişilerin meclise gönderileceği mutlak ekseriyet (salt çoğunluk) sistemine geçişin müjdesini bekliyordu. Bu değişiklik için 2 milyon 500 bin seçmen oy verdi.Seçmen, meclis seçimlerinde parlamentoya giren siyasi partilere oy başı 11 leva verilmesine yani milyonlar ceplemesine son verilmesini ve seçimlerin zorunlu olmasını istedi. 2 milyon 500 bin seçmenin oyu mahkeme kararıyla rafa kaldırıldı. Siyasi sistem değişikliği için “izin veremeyiz” dendi. Bunu deyen ise, 1989 yılından sonra, “ben artık öldüm” aldatmacası yaparak, Bulgar toplumu içine boydan boya uzanan kaskatı totaliter sistemin yarattığı oligarşi ve sözcüleri oldu. Onlar aynı yıl Bulgar aşırı sağcılarını birleşmeye çağırdılar. Giderek birleştirdiler ve onlara “yolunuz iktidar basamaklarından tırmanmaktır” dediler. Avrupa’nın kaderi de kötüydü. Sığınmacılar, savaş kaçakları, kitle göçleri, kıta değiştirenler çatır çatır kıvılcım saçan faşizm her günümüzü zehir etmeye başladı. 1989’da parçaları anmalık olarak satılmaya başlayan Berlin Duvarı’ndan parçaların yerine yeni duvarlar çekmek için yeni duvarcılar belirdi. Doğu Avrupa ülkeleri aralarındaki sınırlara boydan boya tel duvar gerdiler. Tarih ayıbın böylesini daha önce görmemişti. Sınırları kaldırıp özgür bir dünyada yaşama hevesiyle birleşmeyi seçenler insanlara, “Toplama Kamplarını”, yargısız idamları, Nazileri, faşistleri anımsattılar. Avrupa Konseyi 3 Bulgar siyasi partisine, “Ataka”, İç Makedon Devrim Hareketi (VMRO) ve “Bulgaristan’ı Kurtarma Hareketi” ve bu üçlünün “Yurtsever Cephe” ortaklığı Türk, Müslüman, İslam,


6

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

sığınmacı, göçmen ve öteki düşmanlığı aldı yürüdü. Düşmanlık yılan zehrinden kötü olan... Müslümanları hem isteme hem de istememe siyaseti karıştıkça anlaşılmaz oldu. Avrupa Birliği üyesi 28 devlet Türkiye Cumhuriyeti karşısında boyun eğdi ve bir gün “ama şu göçmenleri durdurun, bizi çökertecekler” dedi. 2016 ve 2017’nin en büyük olayı buydu. Dev adımlarla büyüyen ve güçlenen Türkiye’ye daha önce 28 devlet birden yalvarmamıştı. Diz çöktüler ve 2016 ve 2017’de durumun özünü fark edemediler. Çökenler Güneşten uzaklaştıklarını fark edemezler. Kuşkusuz, önüne eğilmiş kafalardan biri olan Bulgaristan’dı. Hem Brüksel’e ve hem de Ankara’ya bakarken Bulgaristan Türklerini görmezden geldi. Onları siyasi olarak parçalayarak ve parçaladıkça ezerek mecliste faşistlere daha geniş yer açanların ve faşistleri 1944’ten beri ilk defa iktidar koltuklarına davet edenlerin tam olarak ne düşündüklerini ve ne istediklerini anlamak çok zor olmadı. Artık göç durmuş, doğal olarak geri göç başlaması zamanı gelmişti. Faşist düşmanın kafasında iki hedef birden doğdu. Camiler ve mezarlıklar. Camilerin içinde de Türkçe konuşmayı yasaklamak, Türkler için Vatan kalesi olan, mezarlıkları daraltmak hatta vakıfları kabristanlık olarak ayırdıkları bütün arsalara el atıp, onları cesetlerini gömecek bir insan boyu topraksız bırakmayı düşündüler. Sofya Türk Mezarlığı 28 yıl önce dolmuştu. Bunu Ahmet Doğan’a, Lütfi Mestan’a, Osman Oktay’a, Kasım Dal’a vb asla anlatamadık. Yakın geçmişte mecliste yaşlanan Ramadan Atalay’ın eşi vefat etti. Bir mezar yeri bulamadık, doktor hanım Bulgar mezarlığına gömüldü. Yazarlarımızdan İsmail Çavuş öldü, Sofya dışında Bankiya kasabasındaki Hıristiyan mezarlığına gömdük. Bu şehirde zengin Müslümanlar için de mezar yeri yok. Sofya kenarında 52 dönüm bir yer alındı. Toprak sahibi Bulgar komşular vakıf malımıza, kendi mülkümüze mezarlık yapılması için gereken “razıyım” belgesini vermedikleri için, 20 yıldır boş duruyor o kutsal toprağımız. Karşımızdaki devlet kale gibi! Püskülü faşist. Ortada kaldık. 2016 - 2017 bizim için çok zor yıllardı. Mezarlıksız Vatan olmaz!!! Mücadele devam ediyor. Raziye ÇAKIR


Önsöz: Elinizdeki kitapta, biz Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği BULTÜTK’ün aydın kadroları ile Bulgaristan Stratejik Araştırmalar Merkezi BG-SAM ekibinin kaleme aldığı yazıları bulacaksınız. Size değişen dünyamızı kendi açımızdan anlatmaya çalıştık. Bulgaristan’da ve Türkiye’de yaşamış ve eğitim almış bir ekip olarak öncelikle her şeyimizin ortak olduğu inancından çıkarak, ne kadar istesek de birlikte yürüdüğümüz yolu ve içinde birlikte olduğumuz zamanı zorlayabilmemizin mümkün olmadığını ama bu yol ve zamanın kendi kuralları olduğunu ve bunlardan akıllıca yararlanarak birçok işler yapılabileceğini açmaya çalıştık. Bu kitabın zaman kesimi 2018 yılının Ocak ve Şubat aylarıdır. Bu kısa dönem bizim BULTÜRK olarak 2002’den beri izlediğimiz yolun iki aylık devamıydı. Bizim için çok önemliydi. Bulgaristan’ın başkenti Sofya’da Avrupa Konseyi’nin (AK) 6 aylık dönem başkanlığını Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov yapacaktı. Siyasi öngörümüzde, ilk kez olmak üzere, Bulgaristan kurumları ve vatandaşları Avrupa Konsey, Komisyon ve Birlik yönetimiyle yüz yüze gelecek ve askıdaki problemlere çözüm aranacak ümidi vardı. Bulgaristan Balkanların büyük ülkelerinden biri olsa da, Avrupa Birliği bileşiminde orta boyutta, tarımı ve sanayi bunalım içinde, işsizlik oranı yüksek, eğitim sistemi kriz yaşayan, çok yoksul ve çaresizlikle boğuşan bir ülkeydi. Bulgaristan’ı 2009’dan beri yöneten halkın Avrupa vatandaşlığı seçeneğini temsil eden GERB partisi, 24 Mart 2017’i erken genel seçimlerinden sonra 3 aşırı milliyetçi partiyi kabineye almış ve AK’nin “faşist” olarak nitelendirdiği bu partilerle yönetimi paylaşmıştı. AK Başkanlığının “faşist” olarak damgaladığı güçlerin iktidarda bulunduğu bir ortamda 6 aylık dönem başkanlığını dağıtması ve yeni seçim yapılarak adalet ve demokrasi güçlerinin hükümet kurmasını istemesi beklenirdi. Ne yazık ki, AK’yi üyeleri dönem başkanlığı için keçi kılından elbise giyip samsak kolonyası kullandılar ve faşizm yılanına kendileri ısırtmadan işe varıp geldiler. AK başkanlığı Sofya’da büyük protesto gösterileriyle başladı. Bulgar başkenti köpürdü. Dönem toplantıları başkanı Boyko Borisov zulayı açtı ve karanlık güçlerin hiçbir zaman yenilgi kabul etmediğini kanıtlarcasına, bir çuvalda bir milyon leva olduğunu kabul etsek, 100 çuval leva dağıtarak önce polis ve jandarmayı yatıştırdı. Diğerleri beklemeye devam ediyor.


8

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu 2 ay BULTÜRK etkinlikleri için çok önemliydi. İlk kez olmak üzere Başkan Rafet Ulutürk yönetiminde bir heyetimiz Sofya Büyükelçimiz Sayın Hasan Ulusoy Beyi makamında ziyaret etti ve iki halk ve iki ülke, özellikle de Bulgaristan Türkleri, dostluk, barış ve güvenlik davası yararına başarılı çalışmalar temennilerinde bulundu. Bulgaristan Müslümanları Diyanetini ve Başmüftülüğü ziyaret etti. Sofya Kültürel Etkileşim Derneğinde yararlı bir görüşme gerçekleştirdi. Elinizdeki kitapta, Bulgaristan’da 2018 atılımlarına, oradaki kardeşlerimizin yaşam ve etkinliklerine, büyük bir hevesle başlattıkları aydınlanma sürecine ilk kez yayınlanan yazılar da bulacaksınız. Rafet ULUTÜRK BULTÜRK / BG-SAM 07.08.2018

Değerli Hemşehrilerim, Bulgaristan’da hepimiz zor günler yaşadık, itildik, ezildik, çiğnendik, hatta gün geldi vurulduk, şehitler verdik. Bu nedenle bizler kendi içimize kapanarak, yaşam mücadelesi vermeye çalıştık. Ancak bu içine dönüklükten kurtulmalıyız ve Türkiye’de yaşadığımıza göre, yasaların bize verdiği tüm haklardan bizlerde yararlanmalıyız. Peki, neden bunu yapamıyoruz? 1877-78 Rus-Türk savaşından sonra Osmanlının Balkanlardan çekilmesiyle birlikte, savaş esnasında işlenen akıl almaz katliamlar nedeni ile atalarımız asırlarca yaşadıkları yerleri terk ederek göç yolunu tutmuşlardır. Geride kalanlar ise Bulgaristandevleti’nin uygulamaya başladığı soy kırım politikalarına karşı direnmiş ve hayatta kalmaya çalışmışlardır. Şimdi ise burada Türkiye’de yaşayanlar oralara yardım edebilmek için, burada ilk önce bir araya gelmek ve bir merkez oluşturmalıyız. Artık bir kurum altında toplanmalı ve birlikte hareket etmeliyiz. Bu birliğe hepimizin ihtiyacı olduğuna inanıyorum. Artık bir birimizi kötülemekten vaz geçmeliyiz, birisi için yanında konuşamayacağımızı başka bir yerde konuşmamalıyız, yani kısaca arkasından konuşmamalıyız. En önemlisi samimi, hoşgörülü ve ahlaklı olmak. Zamanla her şey yerine


Makale ve Analizler - 2018

9

geleceğine inanıyorum, ama tabi ki bu dava üzerinde kafa yoran, stratejiler üreten ve devamlı bunun üzerinde çalışan olursa. Bizim savaşımız insanlarımızı ahlaklı yetiştirmek olmalı, birlik ve beraberliğe kendi insanlarımızla başlayarak tüm Türk Dünyasına taşmalıyız. Bizler burada Türkiye’de yaşayan Bulgaristanlılar büyük bir kitle haline gelmiş durumdayız. İşte bu nedenle şimdi bu kitleyi yani kendi hemşerilerimizi, bir araya toplayarak bir merkez, bir güç birliği oluşturmalıyız, tabi ki bu bizim doğal tabii hakkımızdır. Bizler de artık toplum gücünü kullanabilmeliyiz. Toplum olarak haklarımızı elde etmek zorundayız ve bu yönde çalışmalıyız. Biz bunu söylerken, önderlerimizi seçerken, başkaları kötüdür demiyoruz. Biz bu işi onlardan daha iyi yapabileceğimize, Türkiye Cumhuriyetine ve Türk Dünyasına daha verimli olacağımıza, buralarda bu bölgelerde yaşayan Türklerin daha iyi, daha güvenilir, yaşamalarını sağlayacağımıza inandığımız için, Önderliğe, Yönetime talibiz. Bu arada Bulgaristan’da kalan kardeşlerimizin hepsinin siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel kimliklerini, muhafaza edebilmeleri için mücadele etmeliyiz ve bu konuda gerekeni yapmalı ve gerekli yardımları yapmalı ve yaptırmalıyız. Aramızda Ahlâklı, Adaletli olanları seçmenli ve yüceltmeliyiz. Geçmişi konuşmaktansa, gelecekten söz etmeliyiz, bugünü değil, yarınları görerek hareket etmeliyiz. Aramızdan stratejistlere imkân ve fırsat vermeliyiz ve onları bizler yetiştirmeli yön verebilmeliyizkısa-10 ve uzunvadeli -50 yıllık hedefleri gösterebilmeliyiz. Aramızda kötü niyetli insanları tespit etmeliyiz, bilmeliyiz ki, onların kusurlarından dolayı değil, bu güne kadar yapılması gerekenleri engelledikleri için aramızdan uzaklaştırmalıyız. Bu güne kadar neler yapılmamış, onları araştırmalı, bilmeliyiz ve neler yapılması gerekir onları söylemeliyiz ve bunları bir an önce hayata geçirmeliyiz. Bizler gözyaşları dindirmek için, yaralara mehlem olmak için, her yüke ortak olabilmeliyiz. Gençlerimize, sadece balık pişirmesini değil, balık tutmasını da öğretmeliyiz, insanlarımızı denizlere, okyanuslara açılmalarını sağlamalıyız. Aramızda Tek Lider değil her sokakta, her mahallede bir lider yetiştirmeliyiz, biz dünyayı yönetmek için oğullarımızı yetiştirmeliyiz. Bizim insanlarımız yani Bulgaristan Türkleri şahsi başarıları Türkiye’de belkide en çok olanlardanız. İşte artık bizler toplum olarak haklarımızdan yararlanmasını bilmeliyiz. Her şeyden önce siyasi hakları-


10

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

mızı toplum olarak kullanmalıyız, daha sonra ekonomik ve kültürel haklar onu takip edecektir. Hepimizin gördüğü gibi, tarihte büyük güçler çok defa kötü politikaların kurbanı olmuşlar ve bunlar devam edecektir. Bir toplumun Lideri olmadan hiçbir şey olmaz, bu lideri de toplum çıkarmalıdır. Siyaseti güvenilir, sevimli hale getirmek bizim hedefimiz olmalı, bu gün çok zor, imkânsız olarak görünse de, yarınlara umutla bakabilmeli ve baktırabilmeliyiz. Var olabilmemiz için, var kalabilmemiz için, öncelikle temel hususlarda anlaşma sağlamalıyız. Aramızda bir birimize güveni kaynaştırmalıyız ve samimi olmalıyız. Her şeyden önce özgüvenimizi kazanmalıyız, birlik ve beraberliği ön planda tutarak insanları insan oldukları için sevip saymalıyız. İçimizde barışı sağlayıp, tek merkezde bir çatı altına toplanmalıyız. Bu çatı da “BULTÜRK Derneği” olmalıdır. Buradan tüm dünyaya sesimizi duyurabiliriz. Balkanlar konusundaki politikalarda etkili olabilmek için yolları aşındırmalıyız. Çünkü gelişmiş ve Bulgaristan’da etkili bir Türkiye Balkanlara tamamen hâkimiyet kurabilecektir. En önemlisi kararlı olalım ve birbirimize samimi, saygılı olmayı ve bir birimizi sevmeyi öğrenmeliyiz. Bizim derdimizi ve problemlerimizi en iyi anlayabilecek zaat bizden olduğunu idrak etmeliyiz. Bulgaristan Türkleri konusunda teşhisi bizler kendimizi yetiştirerek yetki mercileri alarak son noktayı biz koymalıyız, bu güne kadar ki eksikliğimiz budur. Ayrıca Balkanların anahtarı Bulgaristan’da yani Bulgaristan Türklerinden geçtiğini de öğrenmeli ve öğretmeliyiz. Sevgili dava arkadaşlarım. Kendimizde özgüveni, aramızda güveni ve merkezioluşturduktan sonra, kimsenin aramıza nifak tohumları ekmesi mümkün değildir. Bizim için önemli olan, eksiklerimizi bulmaktır. Geçmişi bırakarak artık bizler aydınlanma dönemine bir an önce geçmeliyiz. Halimizi tespit etmek çok kolay, gazete, dergi yayın hayatımız nerede, kaç gazete, tv, radyo bizimle ilgili haber yapıyor.Burada suçlu değil, sebepleri aramalıyız. Gelin bunları tartışalım, niçin bu güne kadar bir Bulgaristan Kültür Merkezi olmamış, bunu şimdi nasıl gerçekleştirilebiliriz, bunlara yönelik çalışmalar toplantılar yapmalıyız. Hedefimiz Türkiye Cumhuriyetini daha güçlü, daha huzurlu ve daha iyi yarınlara götürmek için olmalı. Güçlü bir Türkiye Bulgaristan da yaşa-


Makale ve Analizler - 2018

11

yan Türklerede güven ve huzur verecektir, onların daha rahat yaşamalarını hep birlikte sağlayabiliriz. Bunlar zannetiğiniz kadar zor işler değil. Dünyada insanlar bir iş için değil, bir İdeal için hayatını feda ederler. Bunun için güçlü olmak sesini duyurabilmek için öncelikle bir Kurum ve bunun Merkezini oluşturmalıyız. Çünkü Merkezi olmayan hiçbir topluluk bir yerlere gelmesi mümkün değildir. Bu güne kadar konuşmalar tartışmalar yapılmış fakat bir ağıç ekilmemiş işte bu gün bunu yaptık BULTÜRK tüm Bulgaristan Türklerinin biz öncelikle sadece Bulgaristanlıyız. Bizler elimizdeki kıt kaynaklarla bir merkez oluşturmaya çalıştık, bunda da muhafak olduk. Bu merkeze ulaşmakta büyük güçlükler ile karşılaştık bu konuda bizlere yardımcı olan emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz. Ayrıca bizlere kendi yerini veren Mümin Hocamıza huzurunuzda kendisine tekrar tüm halkımız adına buradan teşekkür ediyoruz. Bundan sonraki hedef de Türkiye’nin her yerine ulaşmak ve bu birlikteliği her yerde tesis etmektir. Bu merkezimizde artık kendimize ait bir kültür merkezimiz oluştu toplantı salonumuz da mevcuttur her 15 günde bir toplanıyoruz. Amacımıza ulaşabilmek için devletin bir şeyler yapmasını beklememeliyiz. Birlikten kuvet doğar Atasözünde olduğu gibi güçlerimizi birleştirerek devlet yönetiminde söz sahibi olmalıyız ve geleceğimize kendimiz yön vermeliyiz. Gençlerimizin devlete girmelerinin yolunu aydınlatmalıyız. Artık bizim de Ankara’da TBMM’de kendi temsilcilerimiz olmalı. Bizler de buralara kendi içimizden birilerini gönderebilmeliyiz. Aramızda birlik ve beraberliğimizi oluşturduğumuz takdirde kendi içimizde samimi olduğumuzda başarıların ard arda geldiğini göreceğiz bunu başaracağımıza eminim. İhtiyacımız olan tek şey kendi içimizde daha adaletli olabilmek. Sevgi ve saygılarımı sunarım, Genel Başkan Rafet ULUTÜRK


12

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Elhamdülillah Türk Tipi Başkanlık Sistemini Gördük

Rafet Ulutürk-10.Temmuz.2018

Konu: Türkiye devletinin yönetim sistemi değişti. 11 yıl önce Türk tipi Başkanlıktan bahseden Sayın Recep Tayyip Erdoğan bu süre içerisinde yılmadan bütün güçlüklere göğüs gererek bu günlere getirdi. Örneğin gezi- 17 - 25 Aralık, 15 Temmuz ve hatta uluslararası saldırılar dahil tamamı 60’ın üzerinde saldırılara karşı tek başına canı pahasına Milleti ile birlikte hareket edip Milleti ile beraber kazanıp Türk tipi başkanlık sistemini hayata geçirdi Elhamdülillah. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi Çalıştırıldı. 9 Temmuz 2018 Türkiye Cumhuriyeti tarihinde çok önemli bir gün olarak kayda geçti. Bu tarihte, devlet yönetiminde Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ilan edildi ve çalışmaya geçti. İlk adımını yeni sistemin Devlet Başkanı (Cumhurbaşkanı ve Başbakan) Sayın Recep Tayyip Erdoğan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde ant içerek attı. Aynı gün Başkan imzasıyla ilk Kararnameler yayınlandı. Başkan Yardımcılığına Fuat Oktay ve 16 bakan atandı (bu 16 sayısı geçmişte kurulmuş Türk imparatorluklarından mı?). Kabine üyeleri de bir gün sonra ant içti ve bakanlıklarda devir teslim yapıldı. Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemiyle çok daha verimli bir yürütme sistemi doğmuştur. Yeni yönetim sisteminin yapı taşları 3 grup halinde birbirine örüldü. 16 Bakanlıkla birlikte, 4 Ofis ve 9 Kurul ve bunlara bağlı 76 kurul Başkan yönetiminde Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kalbini ve yönetim çatısını oluşturdu. Kurulan yeni Türkiye devletidir. Büyük yeni Türkiye’dir. Türkiye son yıllarda adım adım olmak üzere yeni devlet yönetim sistemine doğru ilerliyordu. Bu bir demokratik dönüşümdür ve Anayasa değişikleriyle başladı. 16 Nisan halk oylaması bu yönde atılan çok önemli bir adım oldu. 24 Haziran seçimlerine halkın yaklaşık % 90 katılımı, eşi olmayan bir biçimde bu yenileşmeyi, devlet olarak yeniden örgütlenmeyi oyuyla onaylamıştır. Yeni sistemin adını halk Başkanlık Sistemi olarak kabul etti. Türk devletinin yeni yapılanmasında artık Bakanlar Kurulu ve Başbakan olmayacak. Yeni hükümete giren 4 bakan meclisten alınsa da, hükümet meclisten çıkmadı, direk olarak Başkan Erdoğan tarafından atandı.


Makale ve Analizler - 2018

13

Meclisin ana ödevi kanun hazırlama, onaylama ve değiştirme olan meclis bakanları denetleyemeyecek, görevden uzaklaştıramayacak, hükümet değişikliği isteyemeyecek, gensoru veremeyecektir. 4 gün seçim bölgelerinde, 3 gün de mecliste çalışacak olan milletvekillerinin temel ödevi halkın ve ülkenin nabzını tutarak sorunlara yasal çözüm arama olacaktır. Kısaca görevleri Halkın problemlerini yerinde tespit ederek meclise taşımaktır. Yeni kurulan Türk Başkanlık sistemi, hiçbir başka ülkeden taklit edilmemiştir. Türk halkının geleneklerinden, sosyal, ekonomik ve siyasi ve kültürel yapısından, uygarlık düzeyinden ve 95 yaşını dolduran Cumhuriyet düzeninin olgunluğundan ve devletin 2023 - 2050 - 2071 perspektiflerinden süsülerek biçimlenmiştir. Artık Türkiye 50 - 100 yıl önüne bakarak hesap yapacak ve yollarını ona göre devam edecektir. Yeni Türkiye Türk-İslam Dünyasına hayırlı olsun. Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği (BULTÜRK) Genel Başkanı adına ve yönetimimiz olarak, tüm soydaşlarımız ve Bulgaristanlı Türkler ve Müslüman kardeşlerimiz adına, Başkanlık Sisteminin, yeni devlet düzeninin ve başlayan siyasi dönemin öncelikle ülkemize, tüm vatandaşlarımıza, bölgemize, mazlum milletlere ve bu asil millete hizmet yarışında, etkili ve yetkili tüm kurum, kuruluş ve makamlarda görev alacak Türk Devleti ve Türk Milleti sevdalısı bireylere de hayırlı olmasını ve kalıcı hizmetlere de vesile olmasını dileriz. Türk - İslam Dünyasına hayırlı olsun. *** Türk Halkı geçmişte olduğu gibi şimdi de dünyaya örnek oldu. Değişim ve yenileşme içinde gelişerek yükselme hevesli bütün diğer halklar gibi, Türk halkı da 19. yüzyılda Tanzimat (1839) ve Islahat (1856) reformlarıyla çağına ayak uydurdu. 20. yüzyılda Osmanlı’nın doğal devamı olan Cumhuriyeti ilan eden Mustafa Kemal Atatürk, mazlum halkların kurtuluşuna şafak olurken, tek partili anayasal düzen ve demokraside ve Türk kimliğinde birleşen Türkiye Cumhuriyetini kurdu. Bu gelişimin, ilk adımları 1924’te atılırken, ikinci aşamada, 1951’de çok partili parlamenter demokrasiye geçildi. Ne yazık ki, daha sonraki yıllarda demokratik atılımlar TSK’nin vasilik hakkını kötüye kullananlar tarafından askeri darbelerle defalarca boşa çıkarıldı. Türkiye halkı 21. Yüzyıla demokrasi formatını genişletme ve daha yetkin bir siyasi sisteme geçme umutlarıyla girdi.


14

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yeniden uyanış hareketi başladı. 2002 yılından beri iktidarda olan AK Parti hükümetleri demokrasi tıkanıklığını ve her yıl yeni bir hükümet kurma dönemini aşarak 9 Temmuz’da Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine başarıyla geçebildi. Bu çok büyük bir zaferdir. Kan dökülmeden, kimseyi incitilmeden, 81 milyon Türkün iradesini ifade eden 60 milyon seçmenin serbest ve kararlı oyu ile gerçekleştirdi. Hele de, PKK ve PYD ile süregiden silahlı savaş ortamında ve 15 Temmuz FETO darbe denemesi yaraları sarılarak ve yeni bir Türk ruhu oluşturularak gerçekleştirilebilmesi bu bir Devrim niteliğindedir. Türk halkı hiçbir dış güç ve devletten yardım almadan, tamamen kendi iradesiyle ve tam güvene sahip Sayın Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında yapılabilmiştir. Devrimler öteden beri üretim araçları ve üretim ilişkileri, alt yapı ve üst yapı, mülk sahipleri ve mülksüzler, çalışanlar ve yönetenler arasında kızışan çelişkiler neticesinde olmuştur. Türkiye’deki yeni devrim, tıkanan bir ekonomik, sosyal ve siyasi sistemin komple yeni, baştanbaşa modern bir sistemle değiştirilişini ortaya koydu. Dünyanın hiçbir yerinde olmayanlar Türkiye’de gerçek oldu. Genel Kurmay Başkanı Savunma Bakanı oldu. En başarılı CİO, Başkan Yardımcılığına atandı. En başarılı anne, aile bakanı koltuğuna oturdu. PKK ve FETo canilerinin omurgasını kıran İçişleri Bakanı İstanbul Gaziosmanpaşamızın Medar-ı iftiharı Sayın Süleyman Soylu görevinde kaldı. Ekonomi Bakanlığı altında bulunan Hazine Müsteşarlığı da ayrıldı. Maliye Bakanlığı, Hazine ve Maliye Bakanlığı adı altında yeniden yapılandırıldı. Bu önemli göreve en güvendiği isimlerden biri olan Berat Albayrak’ı atadı. Yeni Anayasa ve siyasi sistem hukukunu yaratan ve onaylatan Adalet Bakanı Abdulhamit Gül görevinde devam dedi vs. *** Geçen asır “Yurtta barış, dünyada barış” ilkesine dayanan Türkiye dış siyaseti son dönemde bölgeye değişik yaklaşım ve birliktelik şekilleriyle yaklaşıyor. “İki millet tek devlet sistemi” Azerbaycan Türkiye ve bölge ilişkilerinde çok etkili oldu. Sayın Başkan Erdoğan önce Bakü’ye, ardından da KKTC Lefkoşe’ye uğradı. Kutlamaları kabul etti. İki devleti de birden Avrupa enerji pazarına taşıyor. Daha ilk günde Bakü’ye giden Başkan Erdoğan stratejik yatırımla ve projeleri masaya yatırdı. “Yavru Vatan” formülü de meyve veriyor. Kıbrıs dolayında bol doğal gaz kaynakları bulunmasıyla Kuzey Kıbrıs bölgesel himaye, egemenlik ve barış siyasetinde önemli bir halka oldu.


Makale ve Analizler - 2018

15

Sayın Erdoğan Dünya Mazlumlarının gönül dostu ve umudu. Suriyeli 4 bin sığınmacıya ev sahipliği yapan Türkiye, sorunun örnek çözümüne “Zeytin Dalı” operasyonu ile katkı sağlarken, terör örgütlerine karşı amansız savaşına ara vermedi. Orta Doğu halklarının umudu oldu. Balkanlara “gönül vatanı” sıcaklığıyla yaklaşan Başkan Sayın Recep Tayyip Erdoğan Dünya Mazlumlarının gönül dostu ve umudu oldu. Bölgede Selçuklu, Osmanlı maneviyatı yeşermeye başladı. *** Yeni devlet yönetim sistemi ilanını kutlamaya gelen 22 devlet başkanı, 28 başbakan ve meclis başkanı arasında Bulgaristan Cumhurbaşkanı Rumen Radev, DOST partisi Genel Başkanı ve Bulgaristan Diyaneti Başmüftüsü de hazır bulundu. 11 - 12 Temmuz günlerinde kutlamalar Brüksel’de kabul edilecek. Yeni Başkan Erdoğan, Başkan Yardımcısı ve bazı bakanlarla birlikte Brüksel’de “NATO Devlet ve Hükümet Başkanları Toplantısı”na katılarak yeni yurt dışı temasına başlayacak. Söz konusu zirve kapsamında Sayın Erdoğan, ABD Başkanı Donald Trump, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve İngiltere Başbakanı Theresa May başta olmak üzere, birçok NATO ülkesinin liderleriyle bir araya gelecek ve ikili görüşmeler yapacak. Görüşmelerde, bazı NATO ülkelerinin PKK’nın Suriye kolu YPG’ye verdiği destek ve Türkiye’nin Rusya’dan satın aldığı S-400 savunma füzeleri konularının ele alınması öngörülüyor. Öte yandan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Avrupa Birliği Konseyi Başkanı Donald Tusk, AB Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker ve Avrupa Parlamentosu Başkanı Antonio Tajani ile de tek tek görüşmesi bekleniyor. Biz Bulgaristanlı soydaşlar ve BULTÜRK olarak yeni siyasi dönemde Büyük Yeni Türkiye’nin inşasına katılmaya ve yeni yönetim sistemine canla başla destek vermeye hazırız. Türkiye dönüşüyor ve gelişiyor. Biz Bulgaristan Türkleri de ayak uydurmak zorundayız. Yeni bir kapı açıldı. Milli sınırlarından taşan bir Türkiye’nin şerefli vatandaşlarıyız. Ne mutlu hepimize! 24 Haziran 2018 günü yapılan ve Türkiye Cumhuriyeti yanı sıra bütün Türk-İslam âleminin kaderini değiştiren seçimler sonucunda, milletimizin teveccühü ve Allah’ın inayeti ile Türkiye’nin ilk Devlet Başkanı seçilmenizi büyük bir sevinç ve gururla izledik. Balkanların sesi BULTÜRK sivil toplum


16

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kuruluşu olarak şahsınızı canı gönülden tebrik ederiz. Allah’tan size ve dava arkadaşlarınıza daha nice zaferler ihsan etmesini niyaz ederiz. Sayın Başkanım, Türkiye’de milli iradenin, demokrasinin ve millete hizmet anlayışının zafere ulaştığı bu seçimlerde zatıâlinizin önderi olduğu Cumhur İttifakı’nın kazandığı büyük başarının, Türk milleti ile birlikte Balkan savaşlarından itibaren makûs talihini yaşayarak üzüntülere gark olmuş, ancak zatıâlinizin politikaları ile tekrar onurlu bir duruşa kavuşmuş Balkan Türklüğüne ve gönül coğrafyamızın refiki ümmeti Muhammed’e huzur getirmesini Cenab-ı Allah (cc)’tan niyaz ederiz. Ümidimiz ve dualarımız daima bu yönde olacaktır. Bu vesileyle dünya siyasetinde mazlum milletlerin umudu haline gelmiş olan Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Devlet Başkanlığınızı, BULTÜRK olarak tebrik etmeyi büyük bir şeref addetmekteyiz. BULTÜRK ailesi olarak “ALLAH utandırmasın” niyazında bulunurken, zaferlerinizin daim olmasını dileriz. Saygılarımızla. Dünya Mazlumlarına ve Türk - İslam Dünyasına hayırlı olsun. Teşekkür ederim.

58. Yılında Kerkük Katliamı ve Yaşanan Vahşetlerin Tanığı ile Mülakat - Özel

BG-SAM-17.Temmuz.2018

Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı BULTÜRK Ankara temsicisi İsmail Cingöz, Kerkük sorununu Kerkük Türkü ve şu anda Avrupa vatandaşı olan bir hanımla gerçekleştirdiği mülakatla ele aldı. Eurasia Diary bu özel mülakatı sizler için sunuyor: 2017 Temmuz başında bir dost meclisinde tanıdım S. M. M. Hanımefendiyi. Kendisi hali hazırda bir Avrupa devleti vatandaşı ama aslen Kerkük Türklerinden olduğunu beyan etti. Kerküklü birisi ile bir araya gelince tabii konunun; bölgede Türk tarihi sürecine ve Ortadoğu’da yaşanan olaylara, Türklere yapılan zulüm ve katliamlara gelmemesi imkânsız. Sohbette bizzat şahit olduğunu söylediği öyle konular anlattı ki S. Hanım, kanımız dondu desek yeridir.


Makale ve Analizler - 2018

17

Anlatılanları hemen orada not almaya başladım. Bu anlatılanların unutulup gitmemesi, tarihe not düşülmesi için yazılı, hatta bir TV stüdyosunda görüntülü kayıt altına alınmasını teklif ettim. Sağolsun kabul etti ve bir TV kanalının Türkiye/Ankara temsilcisi dostum ile irtibat kurarak konuyu kısaca anlattım. “Hocam ne demek, derhal stüdyoyu hazırlatıyorum, buyurun gelin” dedi. Yalnız S. Hanımın güvenlik kaygıları nedeniyle “Göktürk Çelikkol” kod ismi ile 10 Temmuz 2017 günü; Kerkük özelinde Irak Türklerinin yaşadığı zulüm ve baskılar hususundaki canlı şahitliğinde veya birinci kişilerden alıntıladığı anılarını TV kameraları önünde “Şimdilik yayınlanmamak ve tarihe not düşmek adına arşive almak maksadı ile” mülakat formatında derleyerek stüdyoya girdik. Okuyucularımıza şu hususu hatırlatmak isteriz ki; biz Irak/Kerkük bölgesinde yaşayan kardeşlerimize ayrım yapıyormuşuz hissi yaşanmasın diye “Türkmen” demiyoruz. Sohbetimizde ve bu mülakatta da “Türk” olarak belirttik. Sayın Çelikkol mülakatımıza başlamadan önce kısaca kendinizi tanıtabilir misiniz? Ben Irak Kerkük Türklerindenim. Kerkük Türklerinin köklü ailelerinden biri olarak 1949 yılında Şaturlu Begler Bölgesi’nde doğmuşum. 1991 yılına kadar burada yaşadım ve 1991 yılında ailemle birlikte Türkiye’ye göç etmek zorunda kaldık. 1993 yılında ise Birleşmiş Milletler (BM) vasıtasıyla Avrupa’ya göç etmek durumunda kaldık. Güvenlik sorunu yaşadığım için hangi ülkede yaşadığımı söylemesem daha iyi olur. Irak Türklerinin Osmanlı Devleti sonrası Türkiye’ye bağlanamaması ve Misak-ı Milli dışında kalması ile orada yaşananları özetleyebilir misiniz? Musul Vilayeti’nin 5 Haziran 1926 tarihli Ankara Antlaşması ile Irak’a bağlanması sonrasında Kerkük başta olmak üzere Irak Türkleri adeta sahipsiz kalmıştır. Bu dönemden sonra zaman zaman Türklere karşı zulümlerin yaşandığı olaylar olmuştur. Ben de ilerleyen yaşımda bu zulümlerin bir kısmına bizzat şahit olduklarım olmuştur.\ Irak Türkleri bu zulümlere elbette sessiz kalmamıştır. Direnme ve mücadele için örgütlendiklerini görüyoruz. Bu örgütlenme içerisinde Babanız Merhum M. M. E. Bey de yer almıştır. Bu hususta da bize bilgi verebilir misiniz? 1946 yılına gelindiğinde Kerkük Türkleri tarafından “Milli Hareket Partisi” kurularak ortak mücadele ve hareket edilmeye başlanmıştır. Bu parti, Şaturlu semtinde kurulmuştur. Kurucuları içerisinde Babam dışında; - Babamın amcası ve Çanakkale Şehidi Mehmet’in babası olan A. Beg,


18

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

- Amcam Osmanlı Subayı Ş. Beg, - Şükrü Emin, - Molla Mahmut Şaturlu, - Hürmüzlülerden İbrahim Beg ilk aklıma gelenlerdir. Türklerin bir parti kurarak örgütleniyor olması, bölgedeki Ermenileri rahatsız etmiştir. Bu rahatsızlığın ilerleyen zamanda bir sonucu olarak, 1947 yılı sonlarında Ermeniler Kerkük Gavurbağı Parkı’nda Kur’an okuyan bir Türk gencini vurarak şehit ettiler. Bu olay zaten var olan ama henüz fiili bir çatışmaya dönüşmemiş gerginliği, Ermeni - Türk çatışmasını fiili çatışmaya dönüştürdü ve her iki taraftan da birçok kayıplara sebep oldu. Babam 1948 yılına kadar 45 yıl süre ile Irak İngiliz Petrol Şirketi’nde çalıştı. 1948 yılında Turancılık suçlaması ile bütün hakları gasp edilerek ve tazminatı da ödenmeksizin işten çıkartıldı. Hak ettiği maaşını da bağlamadılar. Buraya kadar anlattıklarım babam başta olmak üzere yakınlarımdan ve komşularımdan dinlediğim birincil kişilerin yaşadıklarını anlatımlarından dinlediklerimi içermektedir. Ayrıntıları ve teyitleri farklı kaynaklardan da görülebilecek bilgilerdir. 1953 yılında başa geçen Melik (Kral) Gazi’nin oğlu Melik (Kral) Faysal, II. Faysal ünvanı ile Irak Krallığı’nın başında bulunuyordu. Melik Faysal, Solcu Kürtler tarafından 14 Temmuz 1958’de Bağdat’ta öldürüldü. Bu dönemde Faysal’ın çok genç olduğunu biliyoruz. Annesi Türk’tü ve İstanbullu bir kız ile nişanlı olduğu duyulmuştu. Faysal’ın yerine geçen Arap asıllı General Abdulkerim Kasım devlet başkanı oldu ve Cumhuriyet ilan edildi. 1959 yılına gelindiğinde yeni bir takım olaylar yaşanıyor Kerkük’te. Bu defa Irak’ta Kürtler tarafından Türklere karşı saldırılar gerçekleşiyor. Siz bu olayların bir kısmına şahit oluyorsunuz. Bu olaylar hakkında bilgi verebilir misiniz? Irak Kürtleri içerisinde sol/Komünist görüşlü olanların başı çektiği Molla Mustafa Barzani1 liderliğinde kurulan ve “Rabıtalar” denilen gruplar tarafından 14 - 17 Temmuz 1959 tarihlerinde Türklere saldırıldı ve katliam yapıldı. Ellerinde Türk Begleri’nin listelerinin olduğu halde belli bir düzen içerisinde gerçekleşti bu saldırılar. Öncelikle liderlik özelliği olan Türk Begleri’nin en önemli hedefler olarak belirlendiği anlaşılmaktadır. Boyunlarına ip geçirilerek arabaların arkasına bağlanan Türkler ölünceye kadar sürüklendiler. Kasım Beg, Nazım Beg, Ali Beg isimli önde gelen Türk 1- Molla Mustafa Barzani (14.Mart.1903 - 1.Mart.1979), 1946 yılından ölümüne kadar Irak’ta Kürdi tan Demokrat Partisi’nin başkanı olarak siyaset yaptı. Mesud Barzani’nin babasıdır.


Makale ve Analizler - 2018

19

önderler arabaların arkasında etleri kemiklerinden ayrılana kadar sürüklenerek şehit edildiler. Bu arada asılarak şehit edilen Türkmen Ata Hayrullah’ın etleri el kadar parçalara bölünerek her bir parçası 2 Fils2 para tutarı karşılığı satış yapıldı. Ben bu vahşetleri bizzat gördüm. Kerkük Kalesi’ndeki Türkler kaleden çıkartıldı. Kaçamayanlar şehit edildi. Olayların 3. günü bir grup Kürt bizim evi bastı. Babam bunların başında lider durumunda olan şahsı tanıdı ve O’na hitaben; - “Oğlum ben seni okuttum, öğretmen oldun, yakışır mı sana beni öldürmek?” dedi, Talip isimli bu şahıs; - “Geçti o günler, bu gün bizim günümüz, sen Turani’sin” dedi ve babama ateş etti. Gözümün önünde babam evimizin bahçesinde yere düştü. Babamın düştüğünü gören Kürtler evden çıkıp gittiler. Hemen babamın başına koştuk ve ağlaşmaya başladık. Baktık ki babam ölmemiş, bize; - “Susun”, dedi. Annem; - “Aga ölmedin mi sen?” - Hayır Hanım, bende bazbant3 var”, dedi ve yavaş yavaş eve kadar sürünerek içeri girdi. Babam içeri girdiğinde gördük ki, gömleğinde birkaç kurşun deliği vardı ama kurşunlar vücuda girmemişlerdi. Babam evimizin altında bulunan gizli sığınağa saklandı. Annem aynı gün beni Kerkük Kalesi’nde oturan dayılarıma gönderdi; - “Bir bak dayıların eve dönmüşler mi?” dedi. Ben Kale’ye çıktığımda sokaklardaki arklarda, kan akıyor, evlerin kapı altlarından kan sızıyordu. Her taraf kan içerisindeydi fakat ben sokaklarda cenaze göremedim. Fakat çok enteresan bir olaya şahit oldum. Seyit Necim isimli şahıs bir yandan dövülüyor, bir yandan da vücudundan parça parça etleri kesilerek kopartılıyordu. Bu şahıs; - “Ben böyle ölmem, ben Seyyidim. Gözlerimi oyup çıkartırsanız ancak o zaman ölürüm,” diye bağırıyordu. Ben korkudan duvar dibine saklanarak bu dehşet verici olayı izliyordum. Bu esnada bu şahsın hamile olduğu açıktan belli olan eşi dışarı çıktı ve: - “Yapmayın, etmeyin...” diye bu işkenceyi yapanlara yalvardı ama Kürtler Seyyit Necim’in gözlerini oyarak şehit ettiler. İlerleyen zaman içerisinde doğum yapan eşi oğluna “Şehit” ismini vermiştir. 2- Irak Para biriminde kuruş 3- Bazbend: teriminin Kürtçe Türkçe sözlükte anlamı. kol muskası · kolluk · kola bağlanan muska


20

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Muhtar Fuat’ın iki oğlu ve bir kızı da katledilenler arasındaydı. Emel Muhtar Fuat daha 16 yaşlarındaydı. Canlı canlı göğüsleri kesilerek hunharca katledildi ve cenazesi iki kardeşinin cenazeleri üzerine atıldı. Bu arada babamın cenazesini göremeyen ve ölmediğini anlayan bir grup Kürt ertesi gün tekrar evimize geldi ve babamı sordular. Yerini söylemediğimiz için evimizin bütün halkını kaba kuvvetle dövdüler ama bizler konuşmadık. Bu esnada içlerinden birisi benim sağ gözüme şiddetle vurdu ve sağ gözüm kör oldu. Babam her ne kadar kurşun ile ölmemiş olsa da bu arada kalp krizi geçirmiş. Bu kriz nedeniyle kalp hastalığına yakalandı ve 2 yıl sonra vefat etti. Abdulkerim Kasım döneminde Türklere karşı Irak Devlet politikası nasıldı? Olayların liderliğini Molla Mustafa Barzani yürüyor diye biliyordu fakat 4. gün Molla Mustafa Barzani Kandil’den Kerkük’e geldi ve ne hikmetse olaylar durdu. Abdulkerim Kasım 1959 Türkmen Katliamı sonrası olayları gerçekleştiren Kürtlere idam kararı çıkarttı. Babamı vuran Talip isimli şahıs da idam edilenler arasındaydı. Hatta babam bir mektup ile idamı izlemesi için çağrıldı. Babam; - “O şahıs benim komşumdu, O’nu ben okuttum, her şeye rağmen idamını görmek istemem,” dedi ve Babam gitmedi ama Talip, Kerkük Hassa bölgesinde Kale’nin aşağısında idam edildi. Olaylara karışan ve idamdan kurtulmak isteyen Kürtler dağlara kaçtılar ve dağ bölgelerindeki Kürt ailelere sığındılar. Bu kişilere Peşmerge4 denildi. Saddam döneminde Türkmenlerin durumu nasıldı? Bize o dönemi de özetler misiniz? Olaylar böylece durmuştur. Saddam dönemine kadar Türklere karşı fazla önemli olaylar olmadı denilebilir. 1968 yılında darbe ile yönetimi ele geçiren Baas Partisi’nin başa geçmesi ile Türkler için tekrar çileli dönem başlamıştır. Bu dönemde Türkçe konuşmak, Türkçe yazmak ve Türkçe gazeteler yasaklanmıştır. Türkçülük suçlamaları ile birçok Türk 9 Temmuz 1980 günü idam edildi. - Rüştü Reşat Muhtaroğlu - Adil Reşit - General Zaim Abdullah idam edilen ve aklıma ilk gelen isimlerdendir. - Abdulhadi Mustafa - Fatih Şakir 4- Silahlı Kürt güçlerine verilen isimdir.


Makale ve Analizler - 2018

21

- Muhammed Yıldız - Şakir Hasan Görem (iki gözü de kördü) isimli kişiler de 7’şer yıl hapis cezasına çarptırılmışlardır. İdam edilenlerin, hapse atılanların mallarıma rejim tarafından el konulmuştur. 1980 - 1988 Irak - İran Savaşı döneminden de bahseder misiniz? Bu savaşta yaklaşık bir milyon kişi hayatını kaybetmiş, iki ülke de milyarlarca Dolar ekonomik kayıplar yaşamıştır. Türkler bu savaşta nasıl rol almıştır? Irak-İran Savaşı’nda Kürtlerin çoğu firar ederek Irak rejimine askeri destekten kaçtılar. Fakat Türkler, Irak ordusunda yer almışlardır. Fakat Türkler hep ön cepheye sürüldüler ve çok şehit vererek kayıplar yaşadılar. Bu arada çok önemli bir gelişme yaşanmıştır ama Türkiye’de belki çoğu kişi bilmez. George Walker Bush (Baba Bush) 24 Eylül 1980’de CIA başkanı olarak Irak’a gelmiş ve Saddam’dan Türkiye’ye saldırmasını istemiştir. Fakat Saddam; - “Türkiye bu zamana kadar hiçbir komşusu ile savaşmamıştır, ben ne diye savaş açacağım” diyerek kabul etmemiştir. O zaman sınır sorunları yaşadığınız İran’a saldır dediler ve İran savaşı böylece başlamış oldu. Yani İran’dan önce Türkiye’ye saldırması istenilen Irak, bunu kabul etmediği için birtakım ambargolara maruz kalmıştır. Bu arada tarihi silsile gidiyoruz, bu süreçte yaşadığım bir olayı da anlatmak istiyorum. 1987 yılı yaz ayları idi, Altunköprü’de Türkmen Şenliği ve konseri yapıldığı esnada gözaltına alınma olayı yaşadım. Bu etkinlikte istek üzerine bir şiir okumuştum; Türkmeni Hak saklasın Türkmen’i Ne suçum, ne günahım? Anam doğurdu Türk beni Ay çıktı, üç günlüktü Karşısına yıldız çıktı Baktım gamgün yüzüne Gözümden al kan aktı Ben bu şiir ile Türklüğümü ve Türk Bayrağı’nı tarif etmiştim. Tabi konser esnasında beni ihbar edenler olmuş. Orada gözaltına alındım. Sorgudan geçirildim, işkence gördüm. Alnım yarıldı, yüzüm gözüm kan içerisinde kaldı. Bu arada “şeker hastası” olduğum iddiasıyla ki, hasta değildim; bana bir iğne yaptılar ve eve götürdüler. Eve geldiğimde ağzımdan, burnumdan kan gelmeye başladı.


22

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Akrabalarımız hemen Kerkük Hastanesine götürdüler. Bana söylendiğine göre “ölmem için” iğne yapılmış. Hemen kan nakli ile kanımı değiştiren doktorlar beni kurtardılar. Irak - İran Savaşı’ndan sonra neler yaşadınız? 1988’de sona eren savaş sonrası ABD tekrar geldi ve bu dönem George Walker Bush başkan olmuştu. ABD 1990 yılında tekrar Irak’a geldiğinde Saddam’dan Kuveyt’e saldırmasını istemiştir. Ve böylece 2 Ağustos 1990’da bir gecede Irak Kuveyt’i işgal etti. İşgal sonrası ABD Kuveyt’in petrolünü istedi ama Saddam kabul etmedi ve; - “Arap’ın petrolü Arap’ındır”, dedi. Kuveyt krizi yaşanırken, ABD, 8 bin Peşmerge’yi ABD’ye götürdü ve eğiterek intikam için hazırladı. 1991 sonrası Irak’ta yaşananlar bu nedenledir. Bu zamanda da Türkler en fazla zarar gören taraf oldular. Bu arada Kürtler Kerkük’e saldırdılar. Bu nedenle Irak rejim askerleri ile Kürtler arasında 12 gün boyunca çatışmalar yaşandı. Kürtler bütün saldırılarına rağmen Kerkük’ü alamadılar. Irak rejim askerlerinin Kerkük’e girmesi ile Kürtler Erbil istikametine ve dağlara kaçtılar. Türkler silahsız oldukları için bu savaşta tarafsız kaldılar. Fakat rejim askerleri kendi taraflarında yer almadıkları gerekçesi ile Türkleri cezalandırdı. Kerkük’te 75, Altınköprü’de 75, Tazehurmatu’da 75 olmak üzere toplam 225 tahsilli Türk genci kurşuna dizilerek idam edildiler. Ben bu dönemde Akıncı Grup Başkanı olarak 120 erkeğin başında semtimizi koruma mücadelesi verdik. Benden başka bayan olmadığı halde bu 120 kişilik grubun başkanlığını yaptım. Bu idamlar yaşanırken ben de idam olurum korkusundan ailemle birlikte Türkiye’ye kaçtım. Fakat çocuklarımı Türkiye’de bırakıp tekrar Irak’a gittim. Erbil - Şaklova’da Irak Milli Türkmen Partisi’nde görevime devam ettim. İlerleyen zamanda Türkiye’ye buradan da yurtdışına gittiğinizi biliyoruz. Bu dönemden bahseder misiniz? 1993 yılına kadar ben Irak - Türkiye arasında gidiş - geliş yapıyordum. 1993 yılında Ankara - Çankaya’da BM’ye ismimi verdim ve çocuklarıma eğitim, geçim ve can güvenliği talebiyle müracaat ettim. Irak rejimi, Kürt grupları ile Ermenilere karşı mücadelede ismimin geçtiği için BM beni ve ailemi Avrupa’da bir ülkeye götürdüler. O ülkenin vatandaşlığına geçirdiler. Bu nedenlerle halen güvenlik endişemiz devam etmektedir. Bu günlerde Türk vatandaşlığı için müracaat hazırlığı içerisindeyim ve Türkiye’de ikamet almaya çalışıyorum.


Makale ve Analizler - 2018

23

Sayın Çelikkol bizzat şahit olduğunuz olayları anlattınız. Irak Türklerinin yaşadıklarının tarihe not edilmesi için, verdiğiniz bilgiler için çok teşekkür ederiz. Sağ olun. Bin yıldır Türk yurdu olan Kerkük için “Kerkük Türk’tür, Türk Kalacak” diyerek bir şiirinizi rica etsek efendim... Ağlasam göz yaşım durmaz Gülsem dudak bükülmez Kerem’den dertli benim Kimse derdim bilmez Karga kondu dalıma. Zehir kattı balıma Derdimi kime deyim, Gülmesin şu halime Yâdıma, Kimler düştü yâdıma? Geldi 14 Temmuz günü Türkmen katliamı düştü yâdıma. Son söz olarak okuyucularımıza sabırla okudukları için teşekkür ediyor ve diyorum ki; Elbette bu hususlarda birçok bilgi ve belge vardır. Fakat burada önemli olan olayları canlı tanığından dinlemiş olmamızdır. Konu hem elim, hem de uzun ama mümkün olduğunca kısaltmaya çalıştık. Saygılarımla.

Bulgaristan’ı Daha Yakından Tanıyalım

BG-SAM-17.Temmuz.2018

Bayrampaşa’da bulunan BULTÜRK Derneğinin Genel Merkezinde Oya Canbazoğlu Dirier’in BULTÜRK Genel Başkanı Sayın Rafet Ulutürk ile dernekte yaptığı reportajı sunuyoruz Sunucu Oya Canbazoğlu; Sayın seyirciler bugünkü programımızda komşu Bulgaristan’da olacağız.


24

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Son yıllarda kayak merkezlerine Türk turistlerin akın ettiği; “Kapıkule” Sınır Kapısında TIR kuyruklarının bazen 20 kilometreyi bulduğu; “Meriç”, “Tunca” ve “Arda” ırmaklarının bazen birleşerek Edirne boylarını su altında bıraktığı ve özellikle de 26 Mart 2018 ’de Karadeniz incisi Varna’da Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan ile Avrupa Konseyi Başkanı Donald Tusk ve Avrupa Komisyonu Başkanı Jean Clod Junker arasında, Bulgaristan Cumhuriyeti Başbakanı Boyko Borisov ev sahipliğinde başarılı gerçekleşen ilk görüşme ve 2018 yılına yeni renkler kazandıran daha birçok olay, bu 2 saatlik buluşmamız yakın ve uzak açıdan, büyüteç altına alınacak, daha önce değinmediğimiz ayrıntıları ele alacağız. Ekranımızdan size akacak bilgi selinin hepinize faydalı olacağına inanıyorum. Bugünkü Konuğum Bulgaristanlı, son selle anavatan Gelmiş, Bayrampaşa’ya yerleşmiş, Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği (BULTÜRK) kurucularından biri ve uzun yıllık deneyimli Genel Başkanı, Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi kurucu başkanıdır. Daha fazlası Türkiye ve Bulgaristan’da olmak üzere 200 binden fazla tıklayıcısı ve yakın izleyicisi olan (www.bghaber.org) elektronik yayınının örgütleyicisi ve yöneticisi ve bir de “Bulgaristan Türklerinin Sesi” elektronik ve aylık gazetesini değerleyip, çıkaran ve dağıtan, yanı Bulgaristan’ı yani konusunu iyi bilen ve takip eden bir meslektaşımızdır. Canbazoğlu; Sayın Rafet Ulutürk. Programımıza hoş geldiniz. Kısaca kendinizi tanıtır mısınız? Ulutürk: Ben bir Rodopluyum. Güney Bulgaristan’ın Güney Doğu Rodop Dağları’ndan gelen Arda ırmağı köylerinden biri olan Köseler’de (Kösevo köyünde) dünyaya geldim. Orada okula gittim, il merkezi Kırcaali’de lise gördüm, askerliğimiz de, demir yolu inşaat eri olarak, Koca Balkan’ın kuzey beline yerleşmiş Troyanovo - Kovaçevo yöresinde yaptım. İş hayatıma da Bulgaristan’da başladım. Siyasi hayatin ağır yükünü de orada yüklendim. Güney Bulgaristan köy ve kasabalarında Hak ve Özgürlükler Hareketi yerel örgüt ve merkezlerini kuran kadrolardan biriyim. 1990’da isimlerimiz iade edilirken, Kırcaali merkezinde düzenlenen ve 40 bin Türkün katıldığı 4 ocak 1990 “Türk Kimliği Mitingi”nin genç örgütçü ve konuşmacılardan biri de bendim. 1984 - 1989 döneminde karşımızda Bulgar polis gücü, Bulgar ordusu, komünist partisi, savcılık, mahkemeler, toplama kampları ve hapishaneleri vardı. Fakat 1990’ın ilk günlerinde karşımıza aşırı milliyetçi, şoven, totaliter komünist


Makale ve Analizler - 2018

25

zihniyetli 10 bin Bulgar dikildi. Bunlar bizim iş arkadaşlarımız, komşularımız, köydeşlerimizdi, askerden subaylarımız ve onların yakınlarıydı. Kısaca demek istediğim, ben Bulgaristan toplumunun ikiye bölündüğü derin hendeğin - uçurumun dibinden, Türk Kimliği davasının içinden, mücadele bayraklarımızın dalgalandığı kavga alanından geliyorum. Üniversite öğrenimimi Bulgaristan’daki Türk kimliği saflarında tamamladım. Birkaç yıl Filibe’de (Plovdiv) İl Müftülüğü Vakıf Müdürü olarak görev yaptım daha sonraki yıllarda, 1970 ile 1990 yılları arasında çok ağır yaralar alan Bulgaristan Türklerinin Hak ve Özgürlük, adalet ve demokrasi mücadelesine, Türk Kimliği Davamıza yeni bir anlam, yepyeni bir bakış açısı kazandırabilmek amacıyla Türkiye Cumhuriyeti’ne gelip yerleştim. Halkın birikimini bilince dönüştürme, ısınıp uyanma ocağın Dernekler olduğuna inanarak, bilinçli ve örgütlü, halkla iç içe, halkın nabzını tutan dernekçiliğe soyundum. İlk atılımlarımla “İslamlaştırılmış Bulgar” denen insanlarımızı Türk Dünyasına tanıtma, Bulgaristan’da Türk yaşadığını, kim olduklarını, tarihlerini, dil, din, edebiyat ve sanatlarını, yaşam tarzlarını Dünya Türklüğüne anlatmak amacıyla Dünya Türk Gençlik Birliği etkinliklerine Kurultaylara ve Liderlik toplantılarına aralıksız katıldım. Allaha çok şükür bu günlere geldik. BULTÜRK 5 bin 800 üyemizi örgütlüyor. Daha fazlası 1989 göçmenidir. Bayrampaşa Yıldırım’da genel merkezimiz. Kapısı herkese açıktır. İsteyen buyursun, tüm etkinliklerimize katılabilir. Derneğimizde gördüğünüz gibi ufak ta olsa bir kongre merkezimiz mevcut burada da bizler her ay konferanslar verdiriyoruz. Gazetemizde ve elektronik haberleşme araçlarımızda görüş beyan edebilir. Bizim dağlarda sular köpüre köpüre akar, eleştiriye açığız. Her iİsteyen görüş beyan edebilir. Önümüzdeki 2019 Mayısta Kurultaya gidiyoruz. Buyursunlar. Ben bir Rodopluyum, diyerek başladım. 20 küsur yıldır İstanbul’da yaşasam da, vatanmemleket değiştirmek zor iş. Kentli olmak, uygar olmak demekse, ben uygar olunması için 3 kuşak kentli olmak gerektiğine inanıyorum. Ayrıca şu da var, benim ve yakınlarımız mezarları Bulgaristan’dadır. Bizim için geçerli olan bir insanın bir toprakta 2 kuşak mezar taşı yoksa o toprak vatan olmamıştır. Biz kavgamızı Bulgaristan’da verdik ve mezarlarımız oradadır. Gönlümüz oradadır. Biz düşlerimizde hala her gece arkamızda öksüz kalan dağlarımızı, köylerimizi, dotlarımızı görüyoruz. Torunlarımızın da bu köy meydanında uçurtma uçurtacağını hayal ediyoruz.


26

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Canbazoğlu: Evet, bu programda baştan sona Bulgaristan’ı konuşacağız. Önce kendim ve seyircilerimiz için öğrenmek istediğim ufak bir ayrıntı var. İstanbul kahvelerinde açılan tartışmalarda, 1989 Büyük Göçüyle gelen soydaşlarımıza “Bulgar Türkü” dendiğine kulak misafiri oluyorum. Öncekilere muhacir, Rumeli muhacirleri, Balkan veya Rumeli göçmeni deniyordu. Göçmenlerimizin çilesi üstüne pek çok kitap yazıldı. Bu eserlerin hiç birinde “Bulgar Türkü” kavramına rastlamasam da, Bulgaristan Türkleri, Bulgaristanlı Soydaşlar, Bulgaristanlı kardeşlerimiz olsa da ve bu giderek kesin yerleşmiş gibi olsa da, halk ağzında böyle bir kavram dolaşıyor. Yakın geçmişte Yozgat’ın bazı köylerinde bulundum, orada bile birkaç defa “Bulgar Türkü” kulağımı tırmaladı. Daha girişte bu konuda fikrinizi alabilir miyim: “Bulgar Türkü mü?” - “Bulgaristan Türkü mü?” Rafet Ulutürk: Doğru olan Bulgaristan’da yaşayan Türkler Soydaşlarımız; Burada kısa bir açıklamak istiyorum daha sonra açarız. Öncelikle Bulgar Türkü - Bulgaristan’da yaşayan Bulgarlardır yani Hristiyanlardır. Biz Müslümanlara ise Bulgaristanlı Türkler denir. Bulgaristan’da yaşayan Türkler ve Bulgaristanlı Türklerdir. Canbazoğlu: “Bulgar Türkleri” tarihsel bir kavramdır ve Türk tarih bilimindeki gerçek öyküsü şöyledir. “Bulgar Türkleri” ve “Bulgaristan Türkleri” kavramları günümüz kamuoyunda Bulgaristan’da yaşayan veya buradan göç etmiş olan Türkler anlamında eş anlamlı kavramlar olarak kullanıldıkları görülmektedir. Bu iki kavramın tam olarak neyi ifade ettiğini anlamak üzere önce bunların ayrı ayrı ele alınması, tarihteki oluşumlarının incelenmesi ne anlama geldiklerinin görülmesi gerekir. Bu açılıma tarihsel, coğrafi ve kültürel açıdan karşılaştırmalı analizle gidilir. Bu anlamlı karşılaştırmadan, Bulgar Türkleri olduğu gibi, Bulgaristanlı Türklerin de her ne kadar farklı kollarını ve lehçelerini kullanmış olsalar da, Türk dilini kullanmış ve Bulgaristanlı Türkleri kullanıyor olmaları kesin tespit edilmiştir. İki kavram arasında ortak olan tek nokta Türk dilidir. Ancak bu ortak noktanın iki kavramı eş anlamlı kullanacak kadar birbirinin aynı yapmadığı da şüphesizdir. Bu iki kavram farklı tarihsel devirlerde ve farklı alanlarda, iki farklı terim nitelikleri içeren, farklı anlam taşıyan kavramlardır. Öncelikle Bulgar Türkleri kavramını bir açalım. Bulgar adı bir tarihi olay sonucu ortaya çıkmıştır. Avrupa Hun Hükümdarı Attila’nın ölümünden (Bizans kroniklerinde 453 gösterilir) Hun İmparatorluğu sınırları içerisinde yaşayan kavimler ayaklanmış, isyan çıkarmışlardır. Sonrasında


Makale ve Analizler - 2018

27

Attila’nın küçük oğlu İrnek idaresinde Hun kitleleri Orta Avrupa’yı terk ederek Karadeniz kıyılarına doğru yönelmişler ve burada bulunan Türk boyları ile karışmışlardır. Bu karışmadan oluşan topluluk Türkçe “Bulgar” olarak anılmaya başlanmıştır. Bulgarlara ait en eski belge olan “Hakanlar Listesi”nde İrnek adı Bulgarların ikinci hakanı olarak geçmektedir. *** Kavim adı olarak “Bulgar” kelimesi beşinci asrın ikinci yarısından önce mevcut değildi: İlk defa 482 yılında Bizans İmparatoru Zenon’un, Doğu Got’larına karşı savaşmak üzere, askeri yardımlarına müracaat ettiği Karadeniz Kuzeyindeki topluluk ismi olarak ortaya çıkmıştır. *** İlk ortaya çıkışında “Bulgar” kelimesi “Türk” kelimesi ile bağdaştırılmamıştır. “Türk” kelimesi ise günümüzde bilinen şekli ile tek heceli olarak Gök - Türk çağında (M.S. 6 - 8. asır) yazılan Orhun kitabelerinde görülmektedir. *** “Türk” ve “Bulgar” kelimelerinin ilk başlarda beraber kullanılmadıklarını ve farklı coğrafyalarda ortaya çıktıklarını görmekteyiz. Bu anlamda Bulgar Türkleri kavramı çok daha sonra oluşmuş bir kavramdır ve günümüzde Bulgaristan’da yaşayan ya da Türkiye’ye göç eden Türklerle yakından uzaktan ilintili değildir. Bulgarların Türk aslından geldiklerine ait ilk görüş Macar Türkolog A. Vamberi (1832 - 1913) tarafından belirtilmiştir. Diğer bir Macar bilim adamı olan G. Feher (1890 - 1955)’in, arkeolojik ve Macar dil bilimci Gy. Nemeth (1890 - 1976)’in linguistik araştırmaları bu görüşü desteklemiştir. *** Bu araştırmalar sonucu Bulgarların Türk asıllı oldukları kesin sayılmış ve Bulgar Türkleri kavramı Karadeniz’in kuzeyinde yaşayan Türk boyları anlamında Türk bilim literatüründe kullanılmaya başlanmıştır. 19. yüzyılın sonu ve 20.yüzyılın başlarında Bulgar Türkleri kavramı bilimsel anlamda bu şekilde ortaya çıkmıştır. Bununla birlikte Kâşgarlı Mahmut tarafından 11.yüzyılda yazılan Dîvânu Lugâti’t-Türk’e bakıldığında “Bulgar” kelimesinin şu şekilde geçtiği görülmektedir: “Rum’a yakın olan Bulgar, Suvar ve Peçeneklerin dili, kelimelerin uçları aynı tarzda düşürülmüş bir Türkçedir.” *** Bu bilgiler çerçevesinde değerlendirdiğimizde Bulgarların Türkçe konuşan bir kavim oldukları ve muhtemelen 11. yüzyılda da Bulgar Türkleri olarak


28

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

adlandırıldıklarını tahmin edebiliriz. Ne var ki onlar Türk boyları arasında bizden en farklı olanlardır. Bilginler, Bulgar Türkçesinin günümüz Çuvaş Türkçesiyle ilgili olduğunu tespit etmişlerdir. *** Bulgar devlet ve milletini vücuda getiren Bulgar Türkleri 9. yüzyılın sonlarında örgütledikleri Slavlar ile bir kavim oluşturmuşlardır. Bulgar Türkleri ile Slavların karışmasından bir Hıristiyan Bulgar milleti vücuda gelmiştir. Bulgar Türkleri Slav dilini konuşmaya başlamışlardır. Bugünkü Bulgar dilinde eski Türk - Bulgar dilinden neredeyse bir şey kalmamıştır. Aslında yeni tespitler de var Tuna boyunda bulunan o dönem Slav topluluklarının Gagavuz Türkleri olduğu da söylenmektedir. *** Bulgar Türkleri kavramı 9. yüzyılın sonrasına kadar var olmuş bir kavmin adı olarak, bir tarih terimi olarak oluşmuş ve 10 asır önce yok olmuştur. Bugün yaşayan değil bir tarihsel kavram anlamı taşır ve Türkiye’deki soydaşlarımız ve Bulgaristan’da yaşayan Türkler için kullanılması yanlış olur. *** “Bulgaristan Türkleri” kavramı ise bugün Bulgaristan’da yaşayan Türkler için kullanılan bir kavramdır. Bu kitle, Balkanlarda fethedilen topraklara Osmanlı devleti tarafından gönderilip yerleştirilmiştir. Osmanlı devletinin hem Asya hem de Avrupa devleti olduğu dikkate alındığında, Bulgaristan Türkleri Avrupalı bir topluluktur. Dilleri Türkçe, dinleri İslam, yaşayış tarzı ve gelenekleri de Müslüman’dır. Karşılaştırdığımız iki kavram arasındaki en önemli fark birinin günümüze kadar gelememiş bir topluluğu ifade ediyor olması (Bulgar Türkleri) diğerinin ise günümüzde var olan bir topluluğu (Bulgaristan Türklerini) ifade ediyor. İki kavram arasında var oluş anlamında bir ilişki söz konusu değildir. Hatta Bulgar Türkleri Balkanlara hiç gelmemiştir. Bulgaristan Türklerinin ataları ise Sarı Saltuk boyları ile 14. asırdan sora Osmanlının bu topraklara iskân ettiği soylardır. Önce kendilerine göç kon anlamında “noman” demiş olsalar da, 600 yıl aynı topraklarda kalmışlardır. Hayatlarındaki ilk kırılma 1877 - 1878 Rus Osmanlı savaşı olmuş ve 1886 - 1890 yılları arasında 74 bin 753 kişi, 1902 yılına kadar göç dalgası düşmemiş ve yeni 70 bin 603 Türk ülkeden göç etmiştir. Balkan Savaşları sırasında 200 bin Türk


Makale ve Analizler - 2018

29

öldürülmüş, bir milyon Türk de göç etmek zorunda kalmıştır. Cumhuriyetin ilk döneminde 198 bin 688 Türk Bulgaristan Türkü ata ocağından sökülmüştür. 1950 - 1951 yıllarında yeni 154 bin Türk Bulgaristan’dan kaçarken, 1968 1976yılları arasında “parçalanmış aileleri toplama” göçü olmuş ve 1984 - 1989 sözüm ona “soya dönüş” zulmüne tepki olarak da 345 bin 960 kişi göç etmiştir. Bugün Türkiye’de toplam bir milyon 20 bin Bulgaristan Türkü yaşıyor. “Bulgar Türklerinden” Anadolu’ya göç eden yoktur, çünkü onların yaşadığı devirde Türkler henüz Anadolu’da değillerdi. Bu bakıma “Bulgaristan Türkleri” ile “Bulgar Türklerinin” eş anlamlı 2 kavram olarak kullanılması yanlıştır. *** Canbazoğlu: Tuna’ya gelen Bulgarlar, bugünkü Bulgarlarla aynı mı, yoksa Karışmışlar mı? Ulutürk: Bulgar tarihinde Kağan Asparuh’un Tuna nehrini geçtiği yıl olarak 680’e işaret edilir. Bizans askeri güçleriyle ilk temaslarında galip gelir ve bugünkü Şumen şehri yakınındaki Preslav şehrine yerleşir. Proto Bulgar kavminden olup, ilk Slav-Bulgar devleti başına geçer. 4. asırda Kuban ve Dnepr nehirleri arasında kurulan Büyük Bulgar devleti Kağanlarından Kubrat’ın oğludur. O, benim kuşağımın ders kitaplarından öğrendiği, 1300 yıldan beri Balkanlarda Bulgar kavmini yaşatanların atasıdır. Ne var ki, Bulgarlar tarihlerini beğenmeyen bir millet sanki. Son yıllarda “biz Traklar’ın devamıyız” diyorlar. Başka bir grup araştırmacı ise, yollarının Altay Dağlarından başladığını kabul etmiyor, “Köklerimiz bugünkü İran topraklarımıza uzanır” demeye çalışıyorlar. Fakat biz Kağan Asparuh tezine bağlı kalalım lütfen. Canbazoğlu: Asparuh Bulgar devletinin resmi kurucusu değil öyle mi? Kim öyleyse? Ulutürk: Konuya ilişkim kısa bir video hazırladım. Birlikte izleyelim. Birinci Bulgar devletini kurmazdan önce Bulgarlar, Hazar bölgesinde Bulgar Hanlığı ve Volga Bulgar Devleti gibi 2 devler kurmuşlardır. Ben Çuvaşistan’a gittim. Orada yaşayan 2 milyona yakın Çuvaş Türkü, Bulgarlara Türkiye Türklerinden daha yakın olduklarını söylüyorlar, “biz Bulgarlarla birinci derece akrabayız Türkiye’dekilerle ise daha uzak akrabalık var diyorlar.” Kuşkusuz devlet kurma bir süreçtir. Burada Çuvaşlar devletin ismini Bolgar koymayı düşünüyorlar hatta bu konuda çalışmaları da var çok yakında Çuvaşistan - Volga veya Bolgar olabilir. Hanlıktan Prensliğe geçiş de bu yolda önemli bir aşamadır. Başkenti önce Pliska, ardından Preslav olan Bulgar Prensliği, 9. yüzyılda (861’de) Birinci Boris tarafından kurulurken, 4 yıl sonra, 865’te Ortodoks dinini kabul etmiştir.


30

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Paganizm’den, Tengri inancından, Ortodoks Hıristiyanlığa geçiş Bulgar tarihinde çok büyük bir kırılma olmuştur. Soykırım yaşanmış, Hristiyanlığın kabulü kanlı katliamlarla olmuştur. Bu olay Bulgar maneviyatında derin yaralar bırakmıştır. İlk Bulgar devletinde devamlı bir Batı istikametinde kayma gözlenir. Bu, Batı Balkanlara doğru kaymadır. 972’de başkent Üsküp’e taşınırken 992’den ilk Bulgar devletinin yıkılış yılı olan 1018’e kadar Ohri Gölü kenarındaki kaleye sığınmıştır. Bu yüzdendir ki, bugün Yunanistan Makedonya devletini bayrak, Büyük İskender’in isminin Uçak terminali ve ana yollardan sökülmesi, Anayasa’dan Makedonya adının çıkarılmasını isterken ve hatta bu bağımsız devlete 5 ayrı isim gönderip, seç bakalım birini diyecek kadar küstah davranışı, Bulgarların aynı topraklarda 2 devlet kurduklarını anımsatmaları, bir yere kadar anlamlıdır. Yanıt bekleyen soru şudur: Tartışmalı bir tarih geleceğin yüzde kaçını belirleyebilir? Nüfus olarak, Asparuh Bulgarları, buz tutmuş Tuna üzerinden 20 binlik bir kafile olarak geçmiştir. 1985’te Bulgaristan nüfusu doruk yaptı. 9 milyon oldu. Resmi istatistiklerde ülkede 7 milyon nüfusu olduğu iddia edilse de, günümüz Bulgaristan’da, bu 7 milyonu bir milyonu Türkiye’de 2 milyonu da Batı Avrupa, ABD ve Kanada gibi ülkelerde yaşıyor. Halen ülkede kıtlık var, Bulgaristan Avrupa’nın en yoksul ülkesidir, gençler ekmek teknesini dış ülkelere taşıdı. Emekli maaşları 100 Euro (200 leva). Gurbetçilerimiz yakınlarına her yıl bir milyar Euro göndermemiş olsa, topyekûn çöküş yaşanacağını söyleyebilirim. Bu, orada yaşayan kardeşlerimiz için de çok karamsar bir tablo. Nüfus artışlı 30 yıl önce duran Bulgaristan’da nüfusun 3 milyona düşmesini öngörenler var. 2050 yılında azınlıkların çoğunluk olması bekleniyor. Ne var ki, azınlıkların bugünkü yoksulluğundan hareketle, yeni çoğunluğun nitelikli olmayacağını daha şimdiden söyleyebilirim. İyi beslenemeyen ve okula gitmeyen bugünkü çocuklarının kuracağı 21. yüzyıl hayal etmekte zorlanıyorum.” Canbazoğlu: Bulgar devletinin kurucusu Çar Birinci Boris dediniz. Kaç Bulgar devleti kuruldu? Bugünkü kaçıncı devlet, nüfus bileşimi nedir? Ulutürk: Tarihte 3 Bulgar Çarlığı yer alır. Birincisi: I. Boris tarafından 681’de kurulmuş ve Samuil’in Köstendile bağlı Velpaş’ta Bizans’a yenilgiden sonra, 1018’de yıkılmıştır. İkincisi: II. İvan Asen tarafından 1186’da kurulmuş 1396’da, İvan Şişman döneminde yıkılmıştır. Üçüncü: III. Bulgar Çarlığı 1879’da kuruldu. I. Aleksander Batengerg Prens oldu. 1948 yılında yıkıldı. Son Çar II. Semeon Sakskoburggotskiydi. Tuhaftır II.


Makale ve Analizler - 2018

31

Semeon 50 yıl sonra Bulgaristan’a geri döndü ve 2001’de Başbakan oldu. Onun monarşi hayalleri 21. yüzyılda komşuda kök salamadı. Kısa sürede politikadan silindi. Bulgarları Hazar boylarından Balkanlar’a getirip ilk Prensliği I. Boris kurana kadar, 16 Kağan hükmetmiştir. Birçoklarının - Sevar, İsperih (Asparuh), Tervel, Telerig, Krum, Kubrat, Kardam isimleri Deliorman ve Dobruca Türk köy ve şehirlerine verilmiştir. Örneğin Akkadınlar’a tüm kağanların soy adı olan Dulo’dan, Dulovo denmiştir. Güney Doğu Rodoplardaki Koşukavak’ın Bulgar adı da Krumovgrat yani Çar Krum’un şehridir. Bu da Türkleri Bulgarlaştırma siyasetinden bir halkadır. Birinci Bulgar devletini 4 Prens ve 6 Çar yönetmiştir. İkinci Bulgar devletini 21 Çar yönetmiştir. Üçüncü Bulgar Devleti 1 Prens ve 3 Çar tarafından idare edilmiştir. Bu sıralamada dikkati çeken nokta, Bulgar Çarlıklarının ömrünün git gide kısalmasıdır. Birincisinin ömrü 437 yıl sürmüşken, ikincisi 210 yılda yıkılmış, üçüncüsü de ancak 69 yıl ayakta kalabilmiştir. Birinci ve İkinci Bulgar devletleri Osmanlı Balkanlara demir atmazdan önce var olmuş ve nüfus bileşiminde proto-Bulgar ve Slav unsurlardan başka Kıpçak Türkler ve Makedonlar da önemli yer almıştır.” Canbazoğlu: Bulgar tarihinde 1444 Varna meydan savaşı çok önemli bir tarihtir. Haçlılarla – Osmanlı arasında kanlı bir yüzleşmedir. Bu savaşta hırsını alamayan Haçlılar, 4 yıl sonra Kosova’da II. Murat’a bir daha yenildi. Bulgar Çarı İvan Şişman bu savaşa Haçlılar saflarında katıldı. Niğbolu’da (Nikopol) yenildi. Kızı Desislava’yı hareme veren Şişman’ın oğlu da, Anadolu eyaletlerinde valilik yaptı. Osmanlı döneminde yaşanan Türk Bulgar sorunları hakkında neler söyleyebilirsiniz, desem, yanıtınız ne olur? Canbazoğlu: “Bir defa şunu söylemek yerinde olur. Bulgarların Bizans’la savaşlarda seri yenilgilerden sonra 865’te Hıristiyanlığı kabul etsi kolay olmamıştır. 52 Bulgar zengini (Boylar) din değiştirmeye karşı çıkınca kelleleri kaydırılmıştır. Bu soykırımla açılan yara derindir. Bulgarlar Hıristiyanlığı gönüllü kabul etmemiştir. 1014’te Bizans imparatorunun Bulgar Çarı Samuil askerlerinden her 100 kişiden 99’unun, toplam 15 bin askerin gözlerini oymasıyla yaşanan trajediyle


32

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

manevi çöküş yaşanmıştır. O zamandan bu güne Bulgarlar koyu Hıristiyan değildir. 2018’de Hıristiyan törenlerinde kiliseye uğrayanların oranı % 10 - 15’i geçmez. 1991 Anayasası’nın 13. maddesinin 3. fıkrasında “Bulgaristan’da geleneksel din Doğu Ortodoks Dinidir” denirken, 1948 ve 1971 Anayasalarında yurttaşlara “vicdan ve din özgürlüğü” saptamasıyla yetinilmiştir. Oysa 1879 Anayasasının 9. maddesinin 37. fıkrasında “Prenslikte Doğu Ortodoks İbadetinden Ortodoks Hıristiyanlık Egemen Dindir” tanımı yer almıştı. Devletin her devirde dine farklı yaklaşımı, Bulgar halkının maneviyatında birçok kırılmaya neden olmuştur. Osmanlı devrinde dinsel konuda huzur yaşanmıştır. Kimsenin dinine, diline, okuluna, işine, gelenek ve göreneklerine dokunmayan Osmanlı uygarlığı, Bulgar halkına nefes aldırmıştır. Balkanlardaki 300 yıllık barış dönemi yaşanırken onlar da rahat etmiştir. Osmanlı Bulgarlara huzurla birlikte iş vermiş, aba, kaytan, tabakhane işlerini onlara devretmiş, İstanbul’da 29 bin kişilik Bulgar esnaf kolonisi oluşmuş, yeniçerilik devrinden sonra onlardan asker almamış, kiliseleri kapanmamış, manastır okullarında derslere engel olunmamış, ruhani eğitim devam etmiştir. Batılaşmayı devlet eliyle özendiren, 1836 reformları, Osmanlı’nın Batıya açılan ilk pilot bölgesi, % 50 Bulgar yaşayan Tuna boyu Rusçuk eyaleti olmuş, Büyük Vali Mithat Paşa din, dil, millet ayrımı yapmamış, Türk ve Bulgar aydınlanması baş başa gelişmiştir. 93 Harbi’nin cereyan ettiği Plevne yöresinde 639 okul olması ve 1877 Baharında Tunayı geçen Rus askerlerinin Bulgar evlerinin gördüğünde dudak ısırması, buna kesin kanıttır. Genelleştirildiğinde, 1878’de Bulgaristan köy ve kasabalarında 2 700 Türk ilk ve ortaokulu varsa, bir o kadar da Bulgar okulu vardı. Gabrovo kentinde bir dünyevi Bulgar Lisesi olan “Aprilska Gimnazya”, ilk Türk lisesinden 50 yıl önce kurulmuştur. Önemle belirtilmek gereken bir nokta da şudur: Bulgar milli şuuru Osmanlıda uyanmıştır. Bulgar halkı Aydınlanma Çağını Osmanlı bağrında yaşamıştır. Osmanlı buna engel olmamıştır. Hak ve Özgürlüklerine kısıtlama getirmediği, okul ve kilise işlerine karışmadığı, üretim teşebbüslerine yardım eli uzattığı, huzur ve gönenç içinde yaşayan Bulgarların bağımsızlık için başkaldıracağına ve Batı ve Doğudan gelen Osmanlı ve Türk düşmanlığına ön kale olmayı kabul edeceğini düşünmek bile istememişti. 20.yüzyılın kangreni olan bu olayın 2 özelliğine özel olarak işaret edelim. Bulgar asiliğini doğru okuyabilmek için önce 1820’li yıllardaki Yunanların Türklere karşı cinayet ve katliamlarına bakmak gerekir. O zamana kadar Osmanlı


Makale ve Analizler - 2018

33

devletinde yaşanmamış bir olay yaşanmıştır Yunan İsyanlarında. İngilizler Yunan asilere kanat açıp sahip çıkmış ve cezalandırılmalarını engellemiştir. İngilizlerin Osmanlı’nın İçişlerine küstahça karışması, hemen ardından Rusya İmparatoru tarafından benimsenmiş ve 1773 Küçük Kaynarca anlaşmasında, Ortodoksluğu koruma şeklinde hukuksallığa bürünmüştür. Ogün bu gün Bulgarların haydutluğu Batı’dan ve Doğu’dan kışkırtmıştır. Odesa, Kiev Kişinev enstitüleri Papaz değil, Bulgar çeteci eğitirken, Bulgaristan Türkleri merhamet ortamında iyi komşuluklar bozulmasın diye sabır göstermiş, ağır gönüllü davranmış, akan su durulur inancıyla olay çıkarmamaya gayret etmiştir. 1876 Nisanında, İngiliz parasıyla yakılan Ayaklanma Ateşiyle aslında Padişah devrilip Sultanlık yakılmak istenmiştir. İngilizlerin ardından Rus Çarları aynı hedefe doğru ilerlemiştir. Ona buna uşak olarak Osmanlı’daki rahatlarını kendileri bozan Bulgarların ruhu o zaman öyle bir çatladı ki, bir buçuk asırdan beri toparlanamıyor. 3 köklü bir ağaç gibi şekillendi Bulgaristan. Bir kökü Batıya, bir kökü Rusya’ya ve bir kökü de Türkiye’ye bağlandı. Ağacın kendi kökünü kesemediği masalı çok anlamlıdır. Değişen bir şey yoktur Bulgaristan bugünde aynıdır. Sabah güneşin Doğudan doğmasını bekleyen Bulgarlar Doğu’dan Batıya, Batıdan Doğuya dönmeyi adetten sayar. Burada vurgulanan nokta İngilizlerin ve Rus Çarlarının Bulgar komitacılarını kendi kanatları altına alıp korumalarıyla Türk düşmanlığı mayalanmıştır. Türkleri ve Müslümanları hor görmek özendirilmiştir. Hoşgörü toplumunu ve iyi komşulukları çatlatmaya alet olan düşmanlığa teşvik edilen Bulgarların kendileridir. “Türk düşmanlığı”, “siyasi bağımsızlık” ve “Rusların kurtarıcılığı” gibi tohumları saçanlar dış ülkelerde seçim görmüş komitacılardı. Ne ki, onların arasında gerçeği görenler vardı. Onlar, Türkler olmadan yapamayacaklarının farkındaydılar. “Bizi kurtaran, kendine köle eder” sözleri Bulgar Milli Kurtuluş Hareketi lideri Georgi Sava Rakovski’ye aittir. Komitacı başı Vasil Levski “özgürlüğü Türklerle paylaşmalıyız” derken, komitacılık tarihini yazan Zahari Stoyanov, Sofya meclis Başkanlığı yıllarda, “Bulgaristan Türkleri bu topraklarda ebediyen yaşamayı hak etmiştir” savını kayda geçirdi. Bulgarlarla Türklerin Osmanlıda beraberce nasıl yaşadıklarını anlatabilmek için Bulgar başbakanlarından İstanbul’a gidip “Bir federasyonda birleşelim ve yine beraber olalım” diyenleri asla unutmamak gerekir.” Canbazoğlu: Rafet Bey siz Bulgarlarda mayalanan Türk düşmanlığının dıştan gelen “korkmayın biz sizi koruyacağız” gibi güvencelerin olduğu görüşündesiniz. Öyleyse değişen bir şey yok, günümüzde PKK ve Fetocular


34

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

aynı “teminatlarla” kışkırtılmıyor mu? Fetullah Gülen’i iade etmemeleri en parlak örnek. Almanya’nın teröristleri savunucu tavrı da ortadadır. Ulutürk: Evet aynı görüşteyim. Bulgarlarda Türk düşmanlığı kırıntıları içeren çok kitap okudum. Düşmanlık ruhunun satırlar arasında ustalıkla gizlendiği dikkatimi çekmişti. Okul kitaplarında bu daha net ve sert iddialarla beslenmiş ve Bulgar okullarına giden yerli Türk çocuklarında tiksinti uyandırıyordu. Ne var ki, özenle aradığım bu yıl başından sonra önce ayaklarıma kendi dolaştı: Canbazoğlu: Avrupa Konseyi’nin partisine “faşist” dediği, halen Başbakan Yardımcısı koltuğunda oturan Valeri Stoyanov bir TV programında şöyle dedi: “Biz, Osmanlı’da Bulgar milliyetçiliğini domuz kesip kanını Türklerin kapılarına, pencerelerine, kuyularına atarak yarattık. Onların bizden tiksinmesini böyle uyandırdık. Aramızı bilinçli açtık!” dedi. Demek oluyor ki, Türklere olan düşmanlık bilinçli olarak yaratılmış ve devamlı kışkırtılmıştır. Sokağımızdaki düşmanlar kendiliğinden bitmemiş, özendirip, eğitilerek yaratılmıştır. Onlar farklı olan, öteki olandır duyumu böyle geliştirmiştir. Bu yaklaşımın temelinde İngilizlerin, “Azınlığın çoğunluğu yenebileceği kuralı vardır.” Dış düşman güçler sinci planlarını gerçekleştirebilmek amacıyla Bulgar azınlığı himaye edip Osmanlıya karşı ayaklanmaya kışkırtmıştır. Domuzdan tiksintiden siyasi bağımsızlığa götüren yolu açmış ve olayları yönlendirmiştir. 1879’da Bulgar devleti kurup Türk düşmanlığını devlet siyasetine tırmandırmış ve 140 yıl devlet terörü olarak uygulanmasını desteklemiştir. Prenslerin, Çarların, komünist partisi, sosyalist parti, GERB partisi vb partilerin liderleri, devlet başkanları ve başbakanların Türk ve Müslümanlarla ilgili siyasi çizgi değişmeden ve ödünsüz, sürekli şiddetlendirilerek izlenmiştir. 2700 okuldan bir tek Türk Okulu kalmaması, Osmanlıdan kalan camilerin onarılmasına bile izin verilmemesi, toplam binden fazla çeşmenin yıkılması, göçe zorlananların topraklarının Belediyelerce gasp edilmesi, Bulgaristan Türklerini toplumun en yoksul kesimi durumuna getirse de henüz tatmin olmamız, hırsını alamamış ve durmamıştır... Canbazoğlu: Osmanlı dönemindeki kiliselerle ilgili durum nedir? Ulutürk: Anlatmaya çalıştığım düşmanlık tek taraflıdır. Türkler topraklarımıza bir daha girerse asla çıkmaz korkusu her Bulgar ailesinin çocuğuna aşıladığı ejderha simasıdır. “Dostluk” dediğin herkesle olur, ama “Türklerle yapılmaz” bir umacıdır. Bu, Bulgar benlik dokusunda kalın atkı ipidir. Bu dokunun atkısı okullarda tamamlanır. Avrupa Birliği, üye ülke ve halklar arasında düşmanlık kışkırtan sanat eserlerinin yasaklanmasını, okul kitaplarında aşırı düşmanlık kışkırtan metinlerin silinmesi kararları almış olsa da, “Türk düşmanlığı” Bulgar ruhunun


Makale ve Analizler - 2018

35

olmazsa olmaz gıdası olmaya devam ediyor. “Osmanlı köleliği” demeden anma töreni yapamıyorlar. Oysa Bulgaristan’da Osmanlıya Şükran Günü kutlamaları yapılmalıdır. Çünkü Bizans devrinde Kimlik ve Benliğini, tarihini ve kültürünü unutan bu halkı “Slav Bulgarlar Tarihi”ni yazarak aydınlanma sahnesine davet eden din adamı Payisiy Hilendarskı Osmanlıda uyanmıştır. Kiril ve Metodiy kardeşlerin yarattığı “Kiril Alfabesi” unutturulmadı. Papazları Rum olan ve kilise ayinleri Bulgarların bilmediği Rum dilinde yapılan ve halkın körlüğünü sürdürmede araç olan Ortodoks Hıristiyanlıktan kopup kurtulmalarını da Osmanlı Sultanları sağladı. 1972’de Ohri’den Karadeniz’e kadar tüm kilise ve manastırlardan Rum Papaz kovuldu Doğu Ortodoks Kilisesi çanları çalmaya başladı. Bulgarlara din ve diyanet bağımsızlığı tanındı. Bulgar halkının tarihinde en büyük bağımsızlık zaferi budur. Bu olayı anma ve kutlama coşkusunu İstanbul Büyük Şehir Belediyesi’nin yardımlarıyla onarılan “Sveti Stefan” adlı Balattaki “Demir Kilise”yi hizmete açma törenlerinde artık yaşadık. Din konusunda Osmanlı son derece hoşgörülü davranmış, Balkanlarda en büyük Doğu Ortodoks Kilise Kompleksi olan “Rila Manastırı” arsası ile bağımsız gelişmesine orman, çayır ve tarlaları da hibe şeklinde tesis etmiştir. Ne yazık ki, “93 Harbi”nden sonra orada kalan Türkler Müslüman Vakıf Mülkleri konusunda beklediğini bulamadı. Osmanlıdan kalan 2 bin 332 cami ve mescitten yarısı yıkıldı. Sofya’da 72 camiden bir tek “Banya Başı Cami” kaldı. Diğerleri de ya kilise yapıldı, ya müze, minarelerinin kökünde bomba patlatıldı. Filibe’de 32 Camii’de yalnız 2 cami kaldı. Mevlevi evi lokanta yapıldı. Şu anda Bulgaristan’da Tarihi hamamların hepsi kapalı. Abide ve mezar taşlarımız yıkıldı. Belediyelerin ve Kültür kurumlarının el koyduğu camilerin geri alınması için yürütülen davalar kazanılsa da Yüksek Mahkemelerde bozuluyor, Türk - Müslüman düşmanları kükreyerek hukuk üstünlüğü ve adalet sağlanması kaba kuvvet kullanılarak önleniyor. Canbazoğlu: Rafet Bey anlattıklarınızdan Bulgaristan tarihinin mezar taşının 2 yüzündeki yazıların birbirini tutmadığını, sizin Bghaber.org, BGSAM, “Bulgaristan Türklerinin Sesi” gibi yayınlarla Bulgaristan’da yaşayan Türk, Bulgar, Pomak ve Çingenelere, diğer etnik azınlıklara olduğu gibi soydaşlarımıza ve dünyaya gizli kalmış, ama gerçek tarihi okumaya çalıştığınız izlenimiyle kaldım. Şöyle bir sorum var: “Osmanlı’da Bulgarlara zulüm yapıldı mı?”


36

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ulutürk: Bulgarlar 500 sene Osmanlı “ümmetinden” bir milleti. Aynı topraklar üzerinde, aynı imparatorlukta bu kadar uzun bir süre birlikte yaşamış olmamızdan kardeşçe bir beraberlik doğması beklenirdi. Osmanlı döneminde Bulgaristan’da doğmuş yetişmiş, din adamları, siyasetçi, yazar ve gazetecilerin bıraktığı eserlerde Türklere düşmanlık bina eden satırlara rastlamak zordur. Sultana ve Müslümanlara karşı zehir döken kalemler Odesa’daki Rus okullarında sivriltilmiştir. Milli yazar olarak kabul edilen İvan Vazov, Türk düşmanlığı suyunu Odesa’da içmiş ve “Esaret Altında” kitabını yazmıştır. “Şipka” savaşında bir metre kar içinde “gönüllülerin kahramanlığını” yücelten aynı kalem, Süleyman Paşa’nin bu tepeden savaşmadan çekildiğini ve Filibe savunmasını örgütlediğinden söz bile etmiyor. Rus Çarı İkinci Aleksandır 20 yıl hazırladığı “93 Harbi”ne katılan orduların at nallarından zaferi duyuracak kilise çanlarına kadar her şeyi beraberinde getirdiği bilinirken, düzenli bir orduya katılan gönüllü kıtalardan hiç askeri eğitim görmeden gösterdikleri kahramanlıktan söz etmek gülünçtür. Bu eserler, şiir ve destanlar hep sonradan yazılmış ve olmayan bir husumetten düşmanlık ateşi parlatmaya yaramıştır. Demek istediğim Bulgarlar Türk düşmanlığını hayattan değil, kitaptan öğrenmiş, artık 6’ncı uşak damarlarında dolaşan “Türk düşmanlığı mikrobu” milliyetçilerin beynine işlemiş ve kalıplaşmıştır. Şöyle ki son seçimde, oyunu kullanmaya giden bir emekli ninenin, Başbakan Yardımcısı, aşırı milliyetçi cephe lideri Valeri Simyonov tarafından tartaklanması, kontrolden çıkmış bir hırsı gün ışığına çıkardı. Yine başbakan yardımcısı olan, Savunma Bakanı ve İç Makedon Devrim Örgütü (VMRO) lideri Krasimir Karakaçanov’un bir Türk şehrimiz olan Mestanlı’da “Mutlu Çocukluk” anaokulunda afacanların Türk Dansı oynamasına tepkisi bütün vatandaşları ürpertti. Bugün “yurtseverlik” satan, VMRO - çeteleri Bulgar tarihini kanla yazmıştır. 20.yüzyılın Bulgar Çiftçi - halk lideri Başbakan Aleksandır Stanboliyski, aynı partinin infaz birimleri tarafından eli kolu kesilerek, gözleri çıkarılarak öldürülmüştür. Başka bir başbakan olan Stafan Stanbolov’un başını yararak infaz eden de onlardır. Aldıkları kurbanların sayısı bilinmez. Ahmet Doğan’ın verdiği bir milyon 600 bin leva ile kurulan, Bulgar aşırı milliyetçiliğinin 3’üncü kolu olan “Ataka” partisinin lideri Valeri Siderov’un bir kitle mitinginde, Romen vatandaşa hitaben “Biz sizden sabun yapacağız” demesi, mezar taşının arkasındaki yazıları kendisi anlatıyor. Ne var ki bu şoven kimlik, toplumun sadece % 1 - 2’inden fazla değil. Faşizm, terörizm, insan ve dil,din düşmanlığı yasaklanınca köreleceklerine inanıyorum. Ne yazık ki, mezar taşının arka yüzü onların cinayet, katliam, kışkırtma ve düşmanlıklarıyla dolu.


Makale ve Analizler - 2018

37

Bu gerçeği kazıyamazsak, yosunlaşmasını ve hayat hakkını yitirmesini beklemek zorundayız. Büyük yazarlar tarihi aydınlatırken insanların anlaştığı ve birlikte mutlu olduğu anları öne çıkarırken, geçmişlerinin karanlık çizgilerinden gelecek yaratmaya çalıştılar. Herkes tarafından kabul edilen olumlu sima yaratılamadı. Canbazoğlu: Osmanlıdan ayrıldıktan sonra Bulgarların yaşayışı değişmedi mi ki, suni yaratılan anılarla besleniyorlar. Canbazoğlu: Osmanlı bir köle toplumu değildi. Bulgar esnaf ve tüccarın cebinde de teskere vardı. Üç kıtaya yayılmış dünya imparatorluğunu dolaşmak onların da hakkıydı. Çocukları okuyordu. Aydınlık arayan Bulgar gençlerin, Traklar’ın İsyan, Rus köylülerinin kölelik ve Amerikan zencilerinin insan hakları için savaşım tarihini öğrenme süreci, 1853’te İstanbul’da açılan Robert Kolejde başladı. 3 yılda bu koleje doluşan gençlerin yarısı Bulgar’dı. Onların kafalarına yerleştirilen “kölelik” ve “özgürlük” kodları yanlıştı. En büyük yanlışlık ise, Osmanlı İmparatorluğu sınırları içindeki gayri Müslim halka verilen “râya” adını “köle” olarak tercüme etmeleriydi. “Râyalar” evi barkı, ailesi, tarlası, hayvanları, dükkânı, ticareti, işi vb olan insanlardı. Ne Rus ne de Amerikan kölelerinde bunların hiç biri yoktu. Fakat onların “kölelikten kurtulma” ve “özgür olma” özlemi ve mücadelesi vardı. Misyoner hocalar “kölelikten kurtulma” kavramını “Osmanlıdan kurtulma”, “özgür olma” kavramını da “bağımsız devlet kurma” kavramıyla ustaca değiştirdiler. Bu dersleri dinleyenlerden üç öğrenci 1878’den sonra Bulgaristan başbakanı, birçokları bakan, savcı yargıç oldular Bulgar Prensliğine tek uluslu Bulgar devlet ve rejimi diktiler. Türk düşmanlığı kaynatan bu yalanlar “93 Harbi”ni çağırırken, “rayalar, çorbacı” - (köy zengini) olmaya heveslendiler ve etnik, dil, din ayrımı ayyuka çıktı. Türk kimliği yok edilmeye çalışıldı. Tuna’yı geçerken yağmurlukları sır sıklım olan Rus İmparatoru askerlerinin birkaç katlı Bulgar köy evlerini görünce yaşadığı şaşkınlığı en gerçekçi anlatan büyük klasik Dostoevski, Rus kamuoyunu büyük savaşa kışkırtmakla çok büyük yanlış yaptığını defalarca yazdı. Canbazoğlu: Türklerin durumu ise tersine döndü pek tabi... Ulutürk: 6 kuşak oldu, kendi toprağımızda, Bulgar egemenliğinde yaşıyoruz. Devamlı budandık. 140 yılda bir köylümüz toprak ağası olamadı; bir


38

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

fabrika sahibimiz yok; koskoca memlekette bir Türk okulu, bir Türk lisesi, bir Üniversitemiz, tiyatro, radyo, TV programımız, gazetemiz, dergimiz yok. Altı kuşak gece gündüz çalıştık, alt katman ile üst katman arasındaki çizgiyi aşamadık, hep sefiller, iki ucunu bağlayamayanlar, yoksullar ve kıt kanaat geçinenler arasında kaldık. Canımızı almazdan önce kimliğimize saldırdılar. Avrupa Birliği ve NATO üyeliği hiç bir şey değiştirmedi, “uygar yoksullar”, “sosyal yardımla geçinenler”, “emekli maaşları yetmeyenler”, “merhamet kırıntıları arayanlar” gruplarına iyice yerleştik. Batı ülkelerine kaçanlar gurbette sıla özlemi çekiyorlar. Osmanlı dönemini özleyen yaşlılar yalnız Türkler değil, Bulgarlar da eski devrin kokusunu arıyorlar. Kahve içişlerinde, işkembe kaşıklarken, börek ve baklavalara göz ucuyla bakışlarında yaşanmış olana özlem seziliyor. Türkiye gidip gelişlerin sıklaşması, Büyük Türkiye’ye kanat açmış komşuda nefeslenme mutluluğu yaşayanlar arttıkça artıyor. Canbazoğlu: Sizi dinlerken iyimserlik dolu olduğunuzu hissetim. Bulgaristan Türklerinin durumunu en fazla etkileyen nedir? Ulutürk: Bir defa, biz, Anayasasında adımız geçmeyen bir Bulgaristan’da yaşıyoruz. Durumumuz bizim dışımızda olan, ama bizim hakkımızda söz sahibi olan ve bize sormadan hakkımızda karar alan, kendi aldığı kararları da lehimizde uygulamayan bir devlette yaşıyoruz. Canbazoğlu: 1878 Berlin Konferansı kararları esintisiyle Robert Kolej mezunları tarafından kaleme alınan Birinci Bulgar Anayasayla Müslim olmayanlardan egemen ve Hıristiyan olmayanlardan da haksız hukuksuz, öz kimliğinden, dilinden, dilinden, törelerinden, namusundan ve kültüründen her gün bir kıymık feda etmeye hazır, dili var ağzı yok, toplumsal tabaka oluşturmayı hedeflediler. Tek dilli, tek kültürlü, tek milletli Bulgar devleti kurma süreci böyle başladı. Bu sürecin içinde bir yandan dil, din, kültür ve etnik temelinde ötekileştirme hız alırken, öte yandan giderek bütünleşme veya zulüm uygulayarak asimile etme devlet terörü biçimleri olarak arasız uygulandı. Bulgaristan Türklerinin durumunu belirleyen ikinci çok önemli faktör, Türkiye Bulgaristan ilişkileridir. 5 Nisan 19 09’da Bulgaristan Osmanlı Devleti tarafından resmi olarak tanınırken, Müslüman Türk azınlığın durumu temel sorun olarak ele alınmıştır. İstanbul Protokolü ve Sözleşmesini imzalayan Osmanlı devleti, en azından Türkİslam Cemaatinin haklarını ve vakıf mallarını güvence altına almak istemiştir. Balkan Savaşlarında ve Birinci Dünya Savaşı’nda yenilenler arasında yer alan Bulgaristan, Türk halkının Milli Mücadelesi döneminde ikili ilişkilerin


Makale ve Analizler - 2018

39

olumlu seyri göz önünde bulundurularak, Bulgaristan Türklerinin rahat bir dönem geçirdiği söylenebilir. 1925 yılında iki devlet arasında iki devlet arasında Ankara’da bir dostluk Antlaşması imzalanmış ve Ekli Protokolde Bulgaristan’daki Türklerin azınlık hakları taraflarca garanti altına alınmıştır. Bu anlaşmayla Türkiye’ye planlı göç kapısı açılmıştır. Ne var ki, Bulgaristan’da faşist iktidarların yönetimde bulunması, Balkan Antantı’na (1934) katılması ve Mihver güçlere bağlanması Türk azınlığın haklarında durağanlaşma yaşanmasına sebep olmuştur. Dünya Savaşında Almanya ile işbirliği halinde olan Bulgaristan, 1944 sonrasında Sovyet Rusya’nın yörüngesi altına girmiş ve Soğuk Savaş dönemini de Doğu Bloğu çatılı altında geçirmiştir. Ağustos 1950’de Sofya hükümeti tarafından Türkiye’ye verilen bir notada üç ay içinde 250 bin Türk’ün kabul edilmesi istenmiştir. 1950 - 1951 yıllarında 154 bin 393 kişi Türkiye’ye göç etmiştir. 1968’de serbest göç anlaşması imzalanmış ve 1978 yılına kadar 130 bin Bulgaristan Türkü Türkiye’ye göç etmiştir. 1972 yılında Pomakların asimilasyona tabi tutulması, Türklerin sıkıntılarını bir o kadar arttırmıştır. Aralık 1984’ten başlayarak Bulgaristan’daki Türklere yönelik kapsamlı ve sert bir asimilasyon politikası izlemeye başlayan Sofya hükümeti, Türkleri zorla Bulgarlaştırmaya başlamıştır. Türk isimleri Slav isimleriyle değiştirilirken, Türkçe konuşmak ve dini vecibelerin yerine getirilmesi yasaklanmıştır. Bu gelişmeler din, dil ve aile bağları temelinde Bulgaristan Türklerini birbirine kenetlemiş ve Bulgar çoğunluktan uzaklaştırmıştır. İzlenen asimilasyon zulmü Türk azınlığın etnik kimliğini güçlendirmiş, Türklerin sert tepkisiyle karşılanmış ve Türkiye Bulgaristan ikili ilişkilerini de germiştir. Bu durumda Bulgaristan Türklerinin durumu ilk kez dünya kamuoyuna ve uluslar arası kurumlara yansımıştır. Mayıs 1989’dan başlayarak Bulgaristan Türkleri yeni bir zorunlu göç süreci yaşamış ve 345 bin 960 kişi Türkiye’ye gelmiştir. 1989 yılında Bulgaristan’da diktatör Jivkov’un zorba rejimi Türklerin de aktif katılımıyla devrildikten sonra, siyasi değişim sürecine geçilse de, komünistlerin eli olmadan hiçbir şey yapılamamış, Türk azınlığa ilişkin politikalarda ciddi bir değişikliğe gidileceği havası yaratılırken, Türkiye ile olan ilişkiler düzeltilmek istenmiştir. Yeni dönemde Sofya Ankara ile olan ilişkilerini geliştirmek isterken, Bulgaristan Türklerini ve onların partisini araç olarak kullanmıştır.


40

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan’ın Batıya yönelmesini hızlandırmasına, Yugoslavya’nın kanlı bir şekilde dağılması yeni fırsatlar tanımış, bu süreçte Sofya ile Ankara paralel bir politika izlemiştir. Diğer tarftan, Sofya 1999’daki Kosova krizinde de Ankara’yla ve Batı devletleriyle aynı paydada buluşmuştur. NATO’yla uyumlu bir politika izleyen Bulgaristan, Kosova’ya askeri müdahale için üslerini kullanıma açmıştır. Demokratik Güçler Birliği yönetimi 1997’de hem yürütmeyi hem de Cumhurbaşkanlığını ele geçirince iç politikada reformları, dış politikada ise Batıya yönelimi daha da hızlandırmıştır. Bu gelişmelerin Türkiye ile ilişkilere yansıması olumlu olmuştur. 1997’de Cumhurbaşkanı Petor Stoyanov Türkiye’yi ziyareti kapsamında TBMM’de yaptığı konuşmada Todor Jivkov yönetiminde Türk azınlığa karşı işlenen asimilasyon politikalarından dolayı üzüntü duyduğunu belirtirken, Başbakan İvan Kostov ise Bursa’da göçmenlerle yaptığı görüşmede, Bulgaristan Türklerine “katliam” yapıldığını ifade etmiştir. Ankara açısından ikili ilişkilerin gelişmesi için Türk azınlığın durumunda olumsuz bir durum yaşanmaması ön koşul olarak algılandığı gözlenirken, bu bağlamda iyi komşuluk ilişkilerinin sürdürülmesi, siyasi, ekonomik, asker ve bölgesel konularda işbirliğinin geliştirilmesi benimsenmiştir. 2002’de Türkiye’de AK Parti dönemi başlarken, Bulgaristan Türkleri için de beklenti dolu yeni bir sayfa açılmıştır. 2001’de Bulgaristan’da siyasi iktidar değişti ve mecliste 21 milletvekili olan Hak ve Özgürlük Partisi kişilinde Türkler ilk kez hükümet ortağı oldular, ülke yönetimine katıldılar. 2005 seçimlerinde 34 milletvekili çıkaran HÖH partisi siyasette denge sağlayan siyasi faktör oldu ve hükümete ikinci kez katıldı. 2009’da Bulgaristan’da iktidar koltuğu bir kez daha değişti. Bulgaristan’ın Avrupai Kalkınması için Vatandaşlar (GERB) 240 sandalyeli mecliste 116 sandalye kazandı ve azınlık hükümeti kurdu. O zamandan beri iktidarda bulunan bu parti, tek başına hükümet kuramazken, 2014’te Reformcu Blok - sağ güçleriyle koalisyon ortaklığı yaptı. 1997’den beri her seçimde Bulgaristan’da iktidar el değiştirirken, 26 Mart 2017 erken seçimlerinde GERB yeni hükümeti 3 aşırı sağcı partiyle ortak kurdu. Ak-Parti döneminde Bulgaristan’la ikili siyasi ilişkiler karşılıklı ziyaretler bağlamında önceki dönemin uzantısı niteliğinde devam etmiştir. Şubat 2003’te dönemin Başbakan Yardımcısı ve aynı zamanda Bulgaristan göçmeni olan Ertuğrul Yalçınbayır, HÖH’ün 5. olağan kurultayına katılmak için Bulgaristan’a gitmiştir. Yalçınkaya’nın bu ziyareti AK Parti döneminde Bulgaristan’a yapılan üst seviyede ilk temas olması açısından önem taşımaktadır.


Makale ve Analizler - 2018

41

Bu ziyaret, Türklerin siyasi temsilcisi olarak kurulan HÖH partisinin Bulgaristan Müslümanları arasında nüfus kaybettiği bir zamanda yapılması, Türkiye’ye bağlı eski politikanın devam ettiği şeklinde anlaşılmıştır. Mayıs 2003’te Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün Sofya ve Şumnu ziyaretleri bu kanıyı daha da pekiştirirken, Bulgaristan’ın NATO üyeliği konusunda Türkiye’nin desteğini yinelemesi, Bulgar tarafını memnun etmiştir. Bu ziyaretinde Dışişleri Bakanı Gül Bulgaristan Müslümanları Diyaneti Başkanı Başmüftü Mustafa Hacı ve HÖH lideri Ahmet Doğan’la da temasta bulunmuştur. 2005’te HÖH partisinin ikinci kes hükümete katılmasıyla daha da umut verici olan ilişkilere 2006 Şubat’ında Cumhurbaşkanı Sezer ve aynı yılın Nisanında Dışişleri Bakanı Gül’ün ikinci ziyareti esnasında, ikilerdeki gelişme süreci taraflarca takdir edilirken, sorun kaynağı olabilecek bir konu başlığının dile getirilmediği görülmüştür. Bu olumlu gelişmelere, yine Ak Parti döneminde, Bulgar-Türk siyasi ilişkileri açısından Bulgaristan’ın NATO üyeliğine Ankara tarafından destek sağlanırken, terörle mücadelede işbirliği ön plana çıkmıştır. HÖH’ün iktidarda olması siyasi ilişkilere ivme kazandırmıştır. Bulgaristan’ın 2004’te NATO ve 2007’de AB üyeliği Türk-Bulgar ilişkilerini farklı bir raya oturtmuştur. 2000’lı yıllarda Bulgaristan ile Türkiye yeniden müttefiklik ilişkisi içerisine girmiştir. Bu olumlu gelişmeler seyrinde Bulgaristan Başbakanı Borisov, Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine sürekli destek verdi. 2016’da olağanüstü hızlanan sığınmacı ve savaş kaçağı selinin Türkiye sınırları içinde durdurulmasını öngören Brüksel’de imzalanan Sözleşmesi’nin eksiksiz uygulanmasında ısrarlı oldu. Durgunluk döneminde AB ile olan ilişkilerimizde aracılık ederken, Ankara – Sofya ilişkilerinin aracısız yürütülmesini oturttu. Bu arada, Türkiye Cumhuriyeti’nin PKK ve yandaş terör örgütlerine ve darbeci FETO’ya karşı ülke içinde ve DEAŞ başta olmak üzere, Yakın Doğu’daki terör odaklarının hepsine karşı kararlı ve azimli mücadelesinden, “Zeytin Dalı” operasyonu zaferinden rahatsız olan AB - Türkiye ilişkilerinin yeni raylara oturtulması için Varna zirvesine ev sahipliği yaptı ve aracı rolü gördü. Borisov’un çabaları Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan tarafından yüksek değerlendirilmiştir. AK parti iktidarları döneminde, Bulgaristan’da azınlık sorunları merkezli makro ölçekli krizler meydana gelmediğinden Bulgaristan Türkleri konusu ikili ilişkileri belirleyen ana dinamik olmamıştır. Bu büyük ölçüde HÖH’ün 2001 - 2009 yılları arasında iki defa koalisyon ortağı olmasıyla doğrudan ilintilidir. Ne var ki, iktidar ortaklığında Türk Başbakan Yardımcısı ve bakanlar olmasına rağmen,


42

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan’daki Türklerin azınlık haklarında somut ilerleme kaydedilmemiştir. Ankara ile ilişkilerde HÖH’ün rolünü üslenen Başbakan Borisov, azınlıkların yaşadığı belediyelere bazı altyapı hizmetleri götürerek, Türk seçmenlerin oylarını seçme yoluna yönelmiş ve 2017 seçimlerinde 120 bin oy alarak Türk bölgelerindeki mevzilerini güçlendirmiştir. Bulgaristan Türkleri ile Türkiye’deki soydaşlarımız arasındaki ilişkileri de yalnız bir oy potansiyeli olarak gören HÖH partisi, Türkiye devlet ve hükümet yöneticilerinin Sofya ve Türk bölgelerine yaptığı ziyaretleri gereği gibi değerlendiremediği gibi, örneğin Dışişleri Bakanı Abdullah Gülün HÖH yönetimi eşliğinde Nisan 2006’da Kırcaali’yi ziyareti Türk azınlığa manevi açıdan destek olurken, Mart 2008’de Sayın Erdoğan’ın Sofya ziyaretinin ardından Türklerin yoğun olarak yaşadığı Kırcaali ziyaretinde halka hitaben konuşmasında Türkiye’nin Bulgaristan Türklerinin yanında olduğunu doğrudan iletirken, Ahmet Doğan’ın mitinge katılmaması ikili ilişkilerde bir kırılma dönemine girildiğine işaret oldu. 2017 genel seçimlerinde Türkiye AK Parti yönetiminin HÖH’ten ayrılanların kurduğu HÖH partisinin yanında olması, HÖH partisinin birkaç büyük kanada parçalandığını kanıtlarken, Bulgaristan Türklerinin ve soydaşların yeniden birleşme yolu arayışlarını başlattı. Bu gelişmeler Bulgaristan Türklerinin Türk-Bulgar ilişkilerinde köprü olma işlevini yitirmelerine neden olurken, HÖH partisinin meclis içi ve iktidar katındaki denge sağlayıcı rolüne de son verdi.” Canbazoğlu: Siz orada aslında 850 bini Türk ve diğerleri de Pomak ve Romen Müslüman olmak üzere 2.5 milyon vatandaştan oluşan bir topluluksunuz. Anlaşılan ilişkilerinizi daha net görebilmek için, Bulgar hükümetleri ile ilişkilerinize de bakmamız gerekiyor? Ulutürk: Evet, ilişkilerimizin geçmişi çok dalgalı. Öyle ki dalgalar hep üstümüze üstümüze geldi. Biz kan kaybını henüz durduramadık. Ruhumuz pansumanlıdır. Güneşten ışık toplayarak yükselme yolunu henüz bulamadık. Dengeler lehimizde değildir. Birlikte izleyelim: Canbazoğlu: “93 Harbi”nden sonra Bulgaristan’da 76 hükümet kuruldu. Bugüne kadar kabul edilen 4 Bulgar Anayasası’nın 4’de de seçimlerin 4 senede bir yapıldığı kesinleşmiş olsa da, hele son dönemde erken seçimler moda oldu. Şimdiki başbakan Borisov da, kurduğu 3 hükümetten 2’sini erken seçim sonucu kurdu. Çok partili ve tek partili


Makale ve Analizler - 2018

43

dönemlerden geçen Bulgar siyasetinde, 66 yıl sürdükten sonra 1944’te kapanan monarşı döneminde ilk ve son söz Prense ya da Çar’a aitti. Bu dönemde hiçbir Türk Bakan, vali ya da vali yardımcısı olamadı. 45 sene devam eden sosyalist totaliter devirde de Türklere devlet görevi verilmedi. Anayasa ve yasalarda yer alan hükümlere uymayan komünist yönetim, azınlıklarla ilgili sorunları partinin gizli ve açık toplantılarında da tartışmıyordu. 1956’dan sonra giderek parti ve devlet yönetimini ele geçiren Todor Jivkov’un da katıldığı 7 kişilik edipgizli toplanıyor, kararlarını gizli alıyor ve uygulatıyordu. Bulgaristan Türkleri ile alınan 57 kararın birincisi dışında diğerleri açıklandı. Bunlar Bulgaristan Türklerinin aşama aşama sıkıştırılarak asimile edilmesine ilişkindir. Hiç biri halk meclisinden veya hükümetten geçmemiştir. İcra organları İçişleri Bakanlığı, gizli polis “DS”, silahlı kuvvetler ve kolluk kuvvetlerdir. Bu kararlarla Bulgaristan’ın Türksüz ve Müslümansız bırakma yolu açılmış ve bu amaca hizmet eden saldırıların dozu günün şartlarına göre belirlenmiştir. 1878’de Bulgaristan’ın dış satımdan elde ettiği dövizin% 48’i Türklerin çalıştığı tarım, işleme sanayi, madencilik ve imalat sanayi sektörlerinden elde edilmiştir. Fakat bu onların Türk kalmalarına, çocuklarını Türk okullarında okutmasına, Müslüman adetlerine uygun bir yaşam tarzıyla yaşamalarına yeterli olmamıştır. Ağır sıklet serbest güreş Avrupa dünya ve olimpiyat şampiyonu Lütfi Ahmedov’un Bulgaristan’a 25 altın madalya getirmesi, Osman Durali’nin 20 gümüz ve 20 altın getirmesi, Naim Süleymanov’un ve daha binlerce Türkün şerefli başarıları Bulgar komünistlerinin gözünü doldurmadı. 140 yıldan beri Bulgaristan Türklerinin “kültürel otonomi” haklarını düzenleyen bir yasa ya da fıkra çıkmadı. Baskı ve zulme yasa dışı yollardan, parti merkezlerinden yönlendirilip yönetildiği için, sorgu odaları, toplama kapları ve hapishane arşivleri açılmadı için 1997 - 2001 yılları arasında Başbakan olan İvan Kostov’un “soykırım” olarak nitelediği olayın faillerinden hiç birinin saçının teline dokunmadı. Sanki sünneti yasaklamak, cami yıkmak, anadilde konuşmayı yasaklamak, çocukları okulsuz bırakmak, Türkleri göz dağı vermek amacıyla sürgüne göndermek, Türk isimlerini değiştirmek, Türkleri tankla ezmek, kurşunlayarak öldürmek, yaralıların hastanelere alınmasını yasaklamak, kefenle gömülmeyi yasaklamak suç değil??? Bulgaristan Türklerinin kabir taşının arkasında bunlar ve daha neler neler yazıyor!!!


44

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Canbazoğlu: Kısa bir aradan sonra İkinci Bölümle devam edeceğiz. Olayları kaynağından öğreniyoruz. Konuğumuz Bultürk Genel Başkanı Sayın Rafet Ulutürk.

Düşünceler Arasında

Oya Canbazoğlu Dirier-16.Temmuz.2018

Konu: FETO’cuların çulu tamamen düştü. 15 Temmuz faciasının 2. Yılı Türkiye’nin her köşesinde anıldı. 15 Temmuz Demokrasi ve Milli Birlik etkinliklerine bizler de katıldık. Ülkemizi yakan ihanet kalkışmasını lanetledik. İhanet şebekesi ve terör örgütü kuyruklarının birbirine bağlı olduğu büyüdükçe soydaş gözündeki endişe büyüdü. Olayın ciddiliğini yeni yeni kavrayanlar “Verilmiş sadakamız varmış!” diyenler kalabalıktı. Türk milletinin bir ferdi olmaktan gurur duyan gençlerimiz aktifti. Gölgelerde yer bulmuş konuşmacıları dinleyenler, ellerinde çiçek denetli yaşlılarının saygılı duruşu, gözü nemli bayanların “Sağ olsun! Gönlü hoş olsun!” duaları unutulur gibi değildi. Bu olaylar bizim içimizin oyulduğuna yeniden delil oldu. İnsanın kendini ikna etmesi zordur. FETO’cu olarak damgalananların ve çul düşünce boyaları ve kirli niyetleri parlayanların arasında tanıdıklarım vardı. Bu bayanlardan birisi, 15 Temmuza kadar kimin yanına çömelse hep “Kötürüm de ata binebilir.” Veya “Sağır da sürü güdebilir!” gibi tekerlemelerde bulunuyordu. İhanetçiler merhametimizi istismar edip, Türk gençleri yeni bir duruma, kör kötürüm olmayı kabul etmeye hazırlıyorlarmış. Bunu bilinçli yapmaları, belki de kendileri olacak olanı tasavvur bile edemedikleri çok feci bir duruma psikolojik ortam yaratma ağına düşürülmüşlerdi. Bilinçsiz bile bu işe alet olunmuş olsa bu af edilmez bir ihanettir. Tedavi edilmedikçe köskötürüm yani yerinden kımıldayamaz duruma getirilmemiz hedeflenmişti. Hoşgörülü olduklarını nasıl anlatmış olursa olsunlar 2 yıl önce üzerimize bomba yağdırdılar. O geceyi hatırladıkça karanlık perdesini yırttımızı düşünüyorum. 50 yıl hazırlanan bu darbe kök ve kırıntılarının 2 yılda


Makale ve Analizler - 2018

45

temizlenmiş olduğuna da inanmıyorum. İnsanlarımız kendilerini huzurlu hissetmeye yeni yeni başlıyorlar. 1402’de Çubuk Ankara’da Moğol istilacı Timur ile Osmanlı Padişahı Beyazıt’tan bu yana Ankara yakılmak istenmemiş, üzerine bomba düşmemişti. Sokaklarımız makineli tüfeklerle tarandı. Kendi Uçaklarımız ve helikopterlerimizden kurşun yağdı. Yaşanan canilik kaderimizi ve dünya görüşümüzü değiştirdi. Açılan yara yaktıkça yakıyor. Bu hal Genç kuşağımızı ciddi dağlamıştır. *** Hitlerin İkinci Dünya Savaşını başlatma kararını bir yeraltı sığınağında aldığını, Birleşik Amerika Generallerinin Batı Cephesi açıp Almanya’ya karşı savaşa girme kararını ise bir samanlıkta aldıklarını okumuştum. ABD Pensilvanya eyaletinde kendisine tesis edilen bir şatoda gizlenen Fetullah Gülen adlı ihanet çetesi başının 15 Temmuz’da Türkiye Cumhuriyetini yakarak parçalama ve emperyalist canavarlara teslim etme planını imamlarına bir camide açıkladığını işittim. Allah’ın Evinde bu kadar büyük bir canilik konuşulabildiğine inanasım gelmiyor. Din sömürüsü ve camilerimizin,karşı darbe hazırlığına alet edilmesi son derece iğrenç bir durumdur. Camilerimiz ibadet ve güzel işler yapılması gereken yerlerdi. Gerçeklerin her fırsatta halkımıza duyurulması ve lanetlenmesi davetlerine katılıyorum. Halk, demokrasi ve ilerleme düşmanı ideolojilerin din okullarında, akademilerde ve camilerde geliştirilmesi sinsiliğinin başı ezilmelidir. Din ve eğitim her zaman siyaset dışı tutulmalıdır. *** Dernek Merkezimize Sofya İslam Enstitüsün’den geçmiş kadrolardan uğrayan yoktu. İslam ideallerini Türk ocaklarından her birine ulaştırmak için bu kişilerin bize olan ilgisiz kalışı tepeden bakışı dikkatimi çekti. Bir Hıristiyan ülkesinde olsa da, 1989’da açılan Sofya Yüksek İslam Aydınlık Enstitüsünde yetişenler eğitim süresince Hz. Muhammed (sav)’in koruması ve himayesi altında bulundu ve halkımızın desteğini aldı. Hocalar, Bulgaristan’dan olanlardan fazla Türkiye Diyanetinden gelmişti. Onların arasına, FETO- “irfan” karartma çetesinin uluslararası eylem kadroları da bu enstitüye giderek sızmayı başarmıştı. Yıllar içinde İslam dininin istismarcıları oldukları ortaya çıkan bu hocalar, Balkan Müslümanlığı arasına çok yanlı dağılan bir sürüdendi. İslam bilim ve medeniyetini çarptırmanın temel hedefleri içinde yer aldığını kim bilebilirdi. Hedeflerince Bulgaristanlı Müslümanları inançdan caydırmak, Hak’tan uzak tutmak vardı.


46

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Birinci ihanetçilerin gelişi kurucu Rektör Dr. İsmail Cambazov’un anlattığına göre, daha 1990’ların hemen başında oldu. Sızma Romanya üzerinden geldi. Yerli Müslümanlarla birlikte secdeye durdular. FETO fedaileri kapıyı “gönüllü eğitim hizmeti” sunmak için çaldı. 1992-93 yıllarından yapılan hazırlıklardan sonra FETO’cu yönetim ile Hak ve Özgürlükler Hareketi yönetimi arasında, T.C.’deki FETO yerleşkelerinde 1500 Bulgaristanlı Türk ve Pomak gencin eğitim yoluyla bilincinin karartılması sözleşmesi imzalandı. Bu ittifakın temelinde ise, Bulgaristan Türklerinin 1989’da şahlanan ruhunun köreltilmesi, gençlerimizin uyuşturularak doğa bilimlerinden, tarih, sosyoloji ve felsefe dibi disiplinlerden uzak tutulması ve yüzeysel bilgilerle cahil bırakılması vardı. Ahmet Doğan ve Osman Oktay gibi söz sahipleri, daha o zaman FETO kurumlarındaki eğitimin gençleri cahil ve Türk kimliksiz bırakmaktan başka hiçbir işe yaramayacağını biliyorlardı. Türkiye Cumhuriyeti yüksekokullarına, üniversite ve enstitülerine kaydı yapılan gençlerimizin “kafasız” ve “özürlü” oldukları şaibelerini yayanlar da onlardı. Bu etkinliğin hedefinde 100 yıl ezilen Bulgaristan Müslümanlarının Türk kimlik ve ruhunu yitirmesi ve onları Türkiye’ye halkından, soydaşlarımızdan koparmak vardı. Bu noktada, FETO ve HÖH hedefleri örtüşmüş ve yolunu bulan su akmaya başlamıştı. Bu gelişmeler çok uzun zaman böyle sürdü gitti. Bulgaristan’a kapağı atan ve kısa bir süre sonra “Zaman” gazetesini ve “Ümit” dergisini Sofya’da çıkaran bu kadro daha sonra ofisler açtı, erzakı bitmeyen küfte sofralarını bizde de kurdu, aydınların şuurunu kıskıvrak düğümleyip ağır manevi baskı uyguladı. Türkiye Cumhuriyeti FETO okullarından dönenler kara kadere semer olmayı kabul etmişlerdi. Sofya’da düzenlenen FETO - Hoşgörü - Dinlerarası Diyalog vb. şölenlerinde Bulgaristan Türklerinin ruhunu hançerlemiş ihanetçi ajan Ahmet Doğan gibi ömründe camiye girmemiş döneklere En Yüksek İslam Dünyası Ödül ve Plaketleri sunuldu. Onun sayesinde Başmüftülüğümüze ve Bulgaristan Müslümanları Diyanetine el atmak ve Bakanlar Kurulu ve devlet katında tüm Müslümanlarımızı temsil etmek istemişlerdi. İftar Sofralarına papazları davet etmekten çekinmemişler ve kutsal günlerimizin tadını kaçırmışlardır. Yüzkarası olaylar sıralamakla bitmez. Özellikle kendi kadrolarını kapalı bir sistem içinde yetiştirmeye özen gösterirken, ateist ve deist ayrımı yaparak, Bulgaristan Türk kimliğini parçalamaya ve ülkede kalanlar ile Türkiye’ye göç etmek zorunda kalanlar arasına kırmızıçizgi çekmeye, kardeşlerimizi birbirinden soğutmaya özen göstermişlerdir.


Makale ve Analizler - 2018

47

Yerli aydınlar tarafından iktidar katlarına uyarılarda bulunulsa da, çarpık ve bölücü gelişmeler Bulgar milliyetçi çevrelerin stratejik öz amaçlarına hizmet ettiğinden dolayı onlar bizde aradıkları ortamı bulabilmişlerdi. Yerli aydınlara Türkçe gazete ve dergi basıp yaymada engeller yaratılırken, onlara bütün olanaklar sunulmuştu. Dinini seven, gerçek Müslüman, anasını babasını, atalarını, Kuranı ve Vatan’ını sevip sayan, bağrına basan kişidir. Bulgaristanlı Müslümanları ezmeyi ve ruhsuz bırakmayı, halk aydını ve öncüsü imam, hoca, müftü değil, dikkati çeken çok büyük bir özellik daha var. Yıllar içinde özellikle Romanya üzerinden gelen ve Sofya İslam Enstitüsüne hoca olarak sızan kadrolardan hiç biri derslerde vatan dememiştir. Vatan konusunu açmamıştır. Tartışmamıştır. Sonra da, biz, yeni yetişen kadrolar arasında yürekli İslam din adamı ve vatanını seven aydın Müslüman hoca eksikliğini görünce şaşakaldık. Nüvvab kadroları farklı bir ruh taşıyor, halka yakın karşılaştırmalı bir Türkçe ile fikirlerini ahaliye kolaylıkla indirebiliyorken, yeni kadrolar doğru dürüst Türkçe konuşamıyor ve çekingen tipler olarak ortaya çıktı. Ne yazık ki, FETO’cu hoca, gazeteci ve ruh çökertici militanların İslam Enstitüsü’nün bir din adamı kuluçkası haline getirmesi yıllarca başarılı oldu. Onlar din ezberciliğini yerleştirdiler. Düşünen din adamları yetiştirilmesi çabalarına darbe üstüne darbe vurdular. Türkçemizi küçümsediler, kırıp döktüler. Ana dilimizde mantıklı olana saldırdılar, atasözlerimizi unutturdular, şairlerimizin eserlerine önem göstermediler. Hain Fethullah Gülen’in düzmecelerinden başka eser basmadılar. Bulgaristan Türk Edebiyatı’nı, Bulgaristan Türkleri’nin halk kültürünü hiçe saydılar. Geleneklerimizi Kırcaali meydanında aşure dağıtmaya indirgediler. Belirli zamanlarda bu kadrolardan bazıları Türk dili öğretmenliği de yaptı. Maalesef Bulgaristan Türk Edebiyatı konusunda boş balon gibi derse girip çıktılar. Hiçbir konuda inceleme yapılmadı. Tarih derslerine girenler Sultanların isimlerini ve bazı tarihleri sıralamadan ileri gidemediler. Tarih mantığından yoksun bu kişiler Cumhuriyet tarihini ve Atatürk inkılaplarını, Türkiye Cumhuriyetinin ilerlerken yükselişini tablo edemediler. Öyle bir Müslüman nesil yetişti ki, Bulgaristan gerçekliğini anlamakta güçlük çekiyor. İyi oldu da öğrencilerin bazıları başka Yüksek Enstitü ve Üniversitelerde ders gördüler ki, halk aydını konumunda mevzilenebildiler. Yurtseverlik ocaklarının birer ikişer neden yanmadığı, Bulgaristan Müslümanlarının tek Yüksek Enstitüsü olan bu kurumdan neden yüreği yüreğine sığmayan, vatan sevgisini bütün ülkeye tebliğ eden kadrolar çıkmıyor diye düşündüğümüz olmuştur. ***


48

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Özellikle 15 Temmuz halkımızın büyük ortak zaferidir sözleriyle konumu şimdilik noktalarken, sözümü Kırca Ali ili Mahmutça köyünden (Strahil Voyvoda) köyünden şairimiz Ahmet M. Kadir’in Bulgarlaştırma trajedimizde şehit düşen 18 aylık Türkan kızımıza adadığı şiiriyle bağlıyorum: On sekiz aylık bir kızdın Uçtu uçacak bir kuştun Vurdular beni sağımdan Kırıldı kanadım. Duysun duymayanlar Ben ana sütüne doyamadım Gelen geçen içsin suyumdan Anlatsın dünyalara Yürüyemediğim yolumu. Bırakamadığım izi Anlatsın hep Köklenen fidanları Kırılan fidanları. Kadir. Bizi izleyenlere selam olsun. Mutlu günler hep sizin olsun. Birlikteliğimiz devam edecek dileklerimle.

Olacak ve Olmayacak Olanın Kardeşliği

Dr. Nedim Birinci-16.Temmuz.2018

Konu: Perde ardından yükselen yeni bulut bir umut olabilir mi? Ben bir Rodopluyum. Köyümde sözü dinlenen bir Mehmet aga vardı. Bazen o elini başına götürür, arkaya kayıp da düşmesin diye takkesini tutar, gözlerini bulutlarda şöyle bir gezdirir ve


Makale ve Analizler - 2018

49

“işinize bakın, bunlarda yağmur yok!” derdi. Her defasında bilirdi. Bu sabah haber bülteni sonunda Sofya radyosu “yağacak” dedi diyen çocuklara tepki gösteren anneleri hemen söze karışır: “Sofya’da otururken bizim dağlara ne zaman yağacağını nasıl bilsin, hadi git oyuna!” deyip çocukları başlarından savardılar. Tütün sulamak isteyenler yağacak yağmuru beklerken, ot kurutanlar yağmayan yağmura sevinirdi. Bulgar siyasetinde benzer bir olayla yüzleştim de, yatığı yer nur olsun Mehmet ağayı hatırlamış oldum. Geçen hafta (2 - 8 Temmuz 2018) sermayesinin yarısı dıştan öteki yarısı da yerli Bulgar “Medya Pul” toplum nabzı yoklama ajansı yaptığı bir sosyolojik araştırmanın sonuçlarını açıkladı. “Şimdi Genel Seçim olsa hangi partiye oy verirsiniz?” sorusuna yanıt aranmış. İktidardaki Avrupalı Bulgar Vatandaşları (GERB) partisi % 28; 100 yaşındaki ana muhalefet partisi (BSP) % 30; bu hükümetin ortağı olan, “yurtsever” maskeli 3 faşist parti ise seçim sandığına ayrı ayrı gittiklerinde, % 4’lük barajı geçemezken yepyeni ve hiç beklenmedik bir siyasi tablo ortaya çıktı. BULTÜRK’ü bir siyaset heveslisi olarak Bulgar aşırı milliyetçi Türk ve İslam düşmanlarının meclis kapısı dışında kalmaları ihtimaline çok sevindim. Bu bir tahmin, çünkü adına para denen harçtan seçimden önce sahaya çok veriliyor ve faşist duvarda bile beliren derin çatlaklar hemen dolduruluyor. Yakında seçimden söz edilmesi nedeni ise yine bu faşist üçlü arasında değişik konularda çıkan hır zır oluyor. Halk koalisyon ortağı faşist başbakan yardımcılarının istifa etmesinde ısrar ediyor. *** Seçmen önünde bu ay en yüksek reyting sahibi olan Cumhurbaşkanı Rumen Radev Türkiye’de göreve başlayan Başkanlık Hükümet Sisteminden etkilenmiş olacak, siyasete el uzatıyor. Ne var ki onun yönettiği bir siyasi parti yok. Adı konmamış ve kaydı yapılmamış Radef Partisi bu ankette % 38 oy aldı. Cumhurbaşkanı Radev’in seçildiği genel seçimin birinci tutunda (6 Kasım 2016) ayrı bir bültenle 3 sorulu bir halk oylaması gerçekleştirerek ve Siyasi Sistem Değişikliği isteyen Slavş Partisi de 2 milyon 500 bin oy almıştı. TV Shoumeni Slavi Trifonov’un hala kurulmuş siyasi partisi yok, fakat o bir ulusal hareketin önderi durumunu korumaya başlıyor. Şunu belirtmek zorundayım Slavi Trifonov ile Bulgar seçmen arasındaki temas yalnız TV ekranından ve konserlerle sağlanıyor. Göz göze iletişimde, mitinglerde buluşmalardan sonra durum değişiklik gösterebilir, fakat son sosyolojik ankette Slavi’nin partisi % 30 oy almıştır.


50

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Demek oluyor ki, 2018’in Temmuz ayında Bulgaristan siyasi olarak 2 ana buluta ayrılmış ve dağın ardından yükselen adı konmamış yeni buluta verilen umut oyları toplam % 68 iken, iktidar ve parlamentodaki muhalefet toplam % 50’yi tutturamamıştır. Bu bir defa seçmenin iktidar ile muhalefete güvenmediğine, yeni umut aradığına işaret ediyor. Seçmenin gözü yönetim sisteminin değiştirilmesi ve bütünüyle siyasi sisteminde değişmesi noktasında buluşmuştur. Sağ olsaydı, hemen köye atlar ve Mehmet ağadan “beliren umut bulutunda yağmur var mı?” diye sorardım. Şimdi bu sorunun cevabını kendim aramak zorundayım. *** 6 aydan beri devam eden ve 15 gün önce Avusturya’nın başkenti Viyana’ya taşınan Avrupa Konseyi (AK) dönem toplantısında sözde çift başak ürün toplayan GERB partisinin siyasi telleri birden bire gevşedi. AK toplantıları Sofya’da devam ederken 72 güçlü halk nümayiş ve protesto mitingi, çadır köy direnişleri, koyun ve ineklerle yol kesme, TIR’larla yol tıkama gibi yığınsan eylemler oldu. Bulgar gazeteleri İngilizce haber sayfası yayınlamadığından, TV programlarında da İngilizce haber bülteni olmadığından AK memurları ne olup ne bittiğini ne kadar anlayabildiler bunu bilemem. Çünkü onlara gündüz uyuma ve istirahat gece mesaiyi programı uygulandı. Köy, kent ve deniz ve dağ tatil merkezleri ziyaretleri de Sofya’dan şafakla kalkan ve gün battıktan sonra dönen otobüslerle yapıldı ki, gerekçesi de “yoğun trafik” dedi. Demek istediğim AB’li heyetler bu sene de nadas kalan tarlalarımızda eşek dikenlerinin Nisan ve Temmuz ayları arasında ne kadar boy attığını kendi gözleriyle göremediler. Protesto gösterilerinden de nasiplerini alana kadar dönem bitti. *** Bu arada, son 1,5 (bir buçuk) yılda hiçbir sorunun çözümünde etkili olamayan, ülkede huzurun bozulmasına ve gerginliğin artmasına neden olan hükümet ortağı sözde “Yurtsever Cephe” üçlüsü ciddi bir sıkıntı, kriz ve çelişki yaşıyor. İdeolojileri Nazilik, yani Bulgar milletinin ülkedeki diğer etniklerden daha üstün ve Balkan ülkeleri arasında yüz ölçümü en büyük olan Bulgaristan’ın yönetici fonksiyonu olması saçmalığına dayanan bu dünya görüşü tutmadı. Onlara göre Bulgar ırkı üstün olabilir, fakat Avrupa’nın en yoksul ve açlıktan ağızı kokmuş insanlarının üstünlük taslayacak yanı mı kaldı? Aileler parçalandı. Gençler ülkeyi terk edip gidiyor ve dönmüyorlar. Başbakan yardımcıları Karakaçanov ve Simyonov her konuda farklı görüşte olduklarını anlayınca sözlü teması kesti. İkisine de akıl hocalığı yapan “Ataka” partisi lideri TV ekranından “Ne olacaksa olsun!” demeye başladı. Bakan


Makale ve Analizler - 2018

51

yardımcıları, kimisi okyanus ötesi ziyaretlerde “lüks” uçak bileti kullandığından dolayı, diğerlerinin ise çok değişik rüşvet olaylarına karıştıkları için hükümet ağacının dallarından patır patır düşmeye başladılar. Devlet Demir Yolarının iflas etti. Türk şirketlerinin ısrarlı ve kararlı katıldıkları Sofya üçüncü uçak limanı ihalesindeki devletin kararsızlığını doğurdu. Son yıllarda hiçbir köklü reformun kapısı aralayamayan iktidar umutları suya düşürdü, durgunluk ve endişe yarattı. Bu olayların üstünde başka 3 büyük taş daha var. Birisi 3 milyar 400 milyon leva parayı yutmuş “Belene” AES; iki başladığı gibi durdurulan “Güney Akım” doğal gaz boru hattı ve üç Burgaz Dedeağaç petrol boru hattı gibi üç masraflı hayalet. Cumhurbaşkanı Radev’in 09 Temmuz günü Cumhurbaşkanı Hükümet törenlerine katılmak üzere Ankara’ya gitmezden önce basına yaptığı demeçte “güvenlik ve enerji bakımından Türkiye’den tamamen bağımlı durumdayız,” demesi, kamuoyunda ilgiyle karşılandı. Komşuluk ilişkilerine katkı olan bu ziyaretten sonra Bulgar medyasındaki Türkiye konulu siyasi yorumlar gerçekçi çizgi aramaya koyuldu. Kuşkusuz bu konuların daha da derinleştirilmesi gerek. Hele de Bulgaristan’daki etnik azınlıklar, Müslümanların hak ve özgürlükleri, eğitim ve kültürden dışlanmış durumları ve tek uluslu devlet sisteminden dışlanmış olmaları çözüm bekleyen sorunlardır. *** Türkiye’nin siyasi sistemini geliştirerek parlamenter demokrasi ve yürütme sisteminden Başkanlık Hükümet Sistemine geçişi ikili ve çok yönlü uluslararası ilişkileri yeni doruklara taşıyor. Siyasi konularda Bulgaristan’da Başbakan Borisov’un bir, Cumhurbaşkanı Radev’in farklı konuştuğu herkesin dikkatini çekiyor. Bunu aşan formülü Türkiye’nin halk oyuyla bulmuş olması örnek ve etkin bir örnek oluyor. Devlet başkanlığı ile yürütmenin tek elde toplanması devleti güçlendiriyor. Türk demokrasisinin yeni anayasal esasları ve perspektifleri tüm sorunların çözümünde yeni olanaklar, güç konumları sunarken, geniş karşılıklı işbirliği yollar açmaktadır. Bu yeni gelişmeler, Türk demokrasisinin yeni yönetim biçiminin Cumhurbaşkanı Radev tarafından olumlu değerlendirmesi ve ikili sorunların çözümüne geniş olanaklar sunması kamuoyunda olumlu etki yarattı. Filibe (Plovdiv) ve Sofya her gün Türk turistlerle dolup taşıyor. Plevne ve Varna’ya ilgi çok büyük. Bu gelişmeler ve Bulgaristan’da her zamankinden daha fazla olmak üzere, erken genel seçimden söz edilmesi, yeni tip maskeli faşist partilerin dağılması ve yasaklanması isteklerinin ısrarı, daha reformist parlamenter bir bileşim aranması, “Medya Pol” anket sonuçları için belirleyici oldu. Yeni durumu gören BSP partisi,


52

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

21 Temmuz’da üyelerini Koca Balkan’ın Buzluca Tepesine ulusal seminere davet etti ve Yeni Program açıklayacağını duyurdu. *** 2i5 milyon oy almasına rağmen, hayat hakkı tanınmayan Shoumen Slavi Trifonov reform isteklerinde siyasi sistem değişikliği başta gelirken şunlar da vardı: Gerçek demokrasi, sivil toplum örgütlerinin demokratik düzenin temel dokusunu oluşturması, tüm vatandaşların katılacağı adil seçim ve toplumsal hak eşitliğine geçişi başlatmak, ilkesel konumdaydı. Bu temel isteklerden biri parti listelerine göre milletvekili seçilmesine son verilmesidir. Sebebi ise şudur. Parti yönetimlerinin gösterdiği adaylar yoksul halktan, işsiz katmandan, sefillerden, okul ve kültür problemlerinden, geçim konusunda iki ucunu bir türlü bağlayamayanlardan tamamen kopmuş, çok uzak kişilerdir. Meclise hep aynı kişilerin seçilmesi bunun kanıtıdır. Parlamento koltuklarındakilerden 86 kişinin gizli polisle bağlı olması ve kendi başına karar verip oy verebilmelerinin olanaksız olması, demokratik atımlara kelepçe olmuştur. 28. yılını yaşadığı Bulgar demokrasisinde hamilelik değil mide şişkinliği var. Çarklar dönmez olmuş. Meclisin halka bağlı yetkililerle yenilenmesi kaçınılmaz olmuştur. Bu arada “yurtseverlik” ardına gizlenen faşistlerin hepsi meclisten atılmalı ve siyasette yer almaları kesin önlenmeli ve yasaklanmalıdır. Bu partilerin üçünün de geçmişi kanlıdır ve öyle 3 - 5 kuşakla aklanabilecek durumda değildir. Bir defa Bulgar totalitarizmi altın tabuttan çıkarılmalı ve mumyadan örnek alınarak DNK testi yapılmalı ve 3 faşist partinin üyelerinin hepsi ile akrabalık tespiti yapılıp halka duyurulmalıdır. Yaklaşan yerel ve Avrupa Birliği Meclisi seçimlerine Brüksel meclisine faşist vekil gönderilmesi yolu kesinlikle kesilmelidir. İkinci olarak, halkın haklı isteklerinden biri, siyasi partilere devlet bütçesinden yasal olarak ödenen oy başı 11 levanın bir yasa değişikliği yapılarak durdurulmasıdır. Bu paraları hep aynı kişilerin yemesi mide şişkinliği yapmıştır. Toplumda tümör oluşturmuştur. Toplumu hasta etmiştir. Bu paralar siyasi iktidarı belirli zümre elinde tekelleştirdiği gibi, demokrasimizin kaderini birkaç hazır oncu sözde “liderler” iradesine düğümlemiştir. Bu milyonlarla halk için, sosyal durumları yetersiz olanlara, okul ve camilere, imam hatip kurslarına yardımda bulunulmalı, fakir aile çocuklarına burs verilmesi, azınlıkların anadillerinde radyo ve TV yayınları yapılmalı, gazete ve dergi çıkarılmalı, kitaplar basılmalı kültür etkinlikleri özendirilmelidir. Üçüncü olarak da, anket sonuçları majoriter sisteme geçilmesini isteğinin kesinleştiğine işaret ediyor. Halk kendi politik adayını kendisi seçip yükseltmek istiyor. Artık saray kurdu yaşatmak istemiyor. Bulgaristan’da Cumhurbaşkanı seçimleri majoriter (en fazla oy alan kazanır) sistemine göre yapılıyor. Halk


Makale ve Analizler - 2018

53

milletvekillerini de bu usule göre seçmek istiyor. T.C. meclisine yeni seçilen vekillerin haftada 4 gün seçmen sorunlarıyla ilgilenmek üzere köy ve kentlerde, belediyelerde çalışacak olması, Bulgaristan’da olumlu karşılandı. Seçmen bunu istiyor. Bu bahar Roman ve Mezdra şehirleri su altında kaldı. Halkın yanına bir tek milletvekili uğramadı. AK toplantısından sonra ilk sosyolojik araştırmadan bu gibi sonuçlar çıktı. Bunlar, Bulgar seçmeninin değişiklik istediğine kesin işaret olmakla birlikle, halkın değişim yolu aradığına da kanıttır. Bu arada 3 milyondan fazla Bulgar vatandaşının yurt dışında bulunuyor. Toplumun parçalanmıştır. Aileler derin bir acı sızı içindedir. Umutsuzdur. Gidenlerin dönmüyor. Dönenlerin tutunmak ve kalmak istemeyişi üzücüdür. 2017 yılında 46 bin çocuk doğan ülkede 76 bin kişi bu dünyadan göçmüştür. Bugünkü siyasi zihniyet ve hükümet bu gidişi durdurabilecek durumda olmadığı gibi, halkı yüreklendirecek manevi güce de sahip değildir. Azınlık sorunlarının askıya alınmış olması, dil ve din baskılarına, genel kültürel kimlik üzerinde baskıların artması da eklenince, azınlıkların da Bulgaristan dışına akışında bir durgunluk gözlenmiyor. Azınlıklarla ilgili beklenen yasa değişikliklerinde, Türkiye’ye değişik dönemlerde göçmek zorunda kalmış kardeşlerimiz hiçbir prosedüre ve zorlamaya, değişik isteklere tabii tutmadan hemen vatandaşlık verilmesi, Tüm vakıf mallarının iade edilmesi, Müslüman mezarlıkları için arsa istendiğinde makamlarca zorluk çıkarılmaması, Türk dernek ve kültür kulüplerinin çalışmalarına engel olunmaması, din işlerine müdahalelerin hemen durdurulması, mal ve mülklerine sahip işlemlerinin kolaylaştırılması ve sınır dışında bulunan her Bulgaristan vatandaşına mektupla oy kullanma hakkı sağlanması bu isteklerin başında geliyor. Olacak ile olmayacak olan görüldüğü gibi kardeştirler. Biz olacak olanı oldurmak için çalışıyoruz. Birlik olalım. Güçlü olalım! Ah Mehmet aga sağ olsaydı ne güzel olurdu... Okuduğunuz için teşekkür ederim.


54

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Vatan, Bayrak ve Lider

Rafet Ulutürk-16.Temmuz.2018

Konu: Şu kısa ömrümüzde FETO’cu (NATO) darbe yaşamak da varmış. Hain darbeler büyük devrimlerin ve dönüşümlerin yolunu kesmek için yapılır. Karşı devrim olan darbenin şiiri, destanı ve türküsü, dalgalanan Bayrağı olmaz, lideri de Vatan hainidir. Hainden helallik alınmaz. Onun ardında kalan kan, gözyaşı ve yıkımdır. Affı olmayandır! 2 yıl önce çakır yıldızlı Temmuz gecesinde gökyüzünü karartan darbe denemesi oldu. Yerle gök bir oldu! Türk halkı bu bize yapılmaz, yapılamaz dedi. Türklerin yenilmez bir halk olduğunu dünya tekrar şahitlik etti ve gözleriyle gördü. Tanklar Türk Bayrakları karşısında durdu. Darbe denemesi, halkın güvenini, silahını topunu tankını kendi halkına karşı kullanmaktı. Türk askeri Türk halkına karşı kullanılmak istendi. Bu gecede olanı-biteni anlamak zordu. Kendilerini anlatamayanlar köprü başlarını kestiler. Dünya, bir anda gözlerini fal taşı gibi açtı. TV’de canlı yayında darbe izlendi. Yok olmamızı bekleyenlerin “Ah ne olmuş!” demesi, dostla düşmanı ayırdı. Modern ötesi çılgınlık kursaklarında kaldı. “Türkün Türk’ten başka dostu olmadığını!” genç yaşta yaşadık ve hepimiz şahitlik ettik. Olukla kan! Yaralı ve ölüler! Tankların önüne yatanlar! Halkın meclisinin bombalanması! Esir alınmış TV spikerlerine bildiri okutmalar... Toprağım ve milletim, analarımız, çocuklarımız üzerine havadan tolu gibi yağan ölüm kurşunları... O gece o zifiri karanlığı asla unutulamaz. Büyük bir gerçek ortaya çıktı. Darbe çılgınlığı önce Türk toplumunun darbeye gebe olmadığını gösterdi. Emperyalizmin, Pensilvanya hainlerinin, bölücü zihniyetin, hain “üst aklın” kuru heveslerle mistik hayallerle yaşadığını kanıtladı. Şehitler verdik, uyandık, toparlandık, direndik, tek yumruk olduk ve ay yıldızlı bayrağımızı daha yüksek gönderde dalgalandırdık. Yerli ve yabancı hainlerin tüm hesaplarını boşa çıkardık. İki yıl yargılamadan sonra hainlerin her birine her şehit için bir defa idam cezası verilse dahi azdır. Hainler


Makale ve Analizler - 2018

55

bizi kurşunlarken susanlar, katillerin idam edilmesine tepki gösterdiler. “İnsan hakları” dediler. “Demokrasi” diyecek kadar da ikiyüzlü hatta üçyüzlüdüler. 15 Temmuz bir trajedidir! Mazlum halkımıza paha biçilmez bir ders oldu. Askeri okullarda yetiştirdiklerimiz, dini merkezlerimizde eğittiğimiz ve devlet kadrosu bildiklerimizden darbeci imam çıktı. Darbeci generallerin Kenan Evren’le bittiğini sanmıştık. Bu hortlamayı, devlete el kaldıracaklarını kim düşünebilirdi!? Emperyalizm uşağı PKK asilerine, kana susamış terörizme ve hepsinin kuzgun yerli odaklarına karşı savaşmaları için, milli birliğimizi yükseklerde dalgalandırmak için, toprak bütünlüğümüzü korumak için, devletimizi ve korumaları yaşatmak için halkın ellerine verdiği silahları, tankları, uçakları kullanıp Cumhuriyetimizi yıkmaya, vatanımızı parçalamaya ve halkımızı esir almaya alet etmeleri asla af edilemez. Onlar FETO’culardır. Ana vatanımızı dış güçlere peşkeş çekme, Türkleri devletsiz ve Lidersiz bırakmak istediler. Büyük liderimiz, Sayın Başkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ı öldürme, ailesini linç etme ve sağduyulu devlet yönetimimizi yok etmeye silahlı yelteniş, düşmanın aramızda olduğunu gösterdi ve kanlı oldu. Çıplak elle zincirlerine dolanarak tankları durdurmak kolay olmadı. Dost bilinenlerden gelen kurşunlar büyük yaralar açtı. Tasarlanan, Müslüman dünyanın kalesi Türkiyeyi çökertip İslam dünyasını baştan başa esir ederek köleleştirmektir. Müslüman dünyada bir tek bağımsız devlet olmayan 1919 öncesine çevirmek istediler. 300 yıl özü oyularak bitirilen Müslüman dünyanın 100 yıllık dirilişini kırmak ve ezmek vardı hedeflerinde... Darbenin inceliği ise, hainliği iç güçlere, FETO’cu ve PKK’ya yaptırıp alkışlamaktı. Tarihimizi, halkımızı ve geleceğimizi emperyalizm ve yerli uşaklarının boyunduruğuna koşmaktı. Bizi Vatansız, halkımızı ve devletimiz lidersiz bırakmaktı. Emperyalist devlerin son 70 yılda her gün ilmik ilmik hazırladığı 15 Temmuz tuzağında Türk devlet ağacını kurutmak, 2 200 yıllık tarihimizi ve 17 devletimizi yok saymak vardı. Devletimize küsküt otu, (tukuk teli) gibi örülüp sarılmış Türklüğün kimliğini, toplum ve devletini boğup kurutmak, devletimizin kalbi olan Cumhurbaşkanlığına ve demokrasimizin motoru olan parlamentoya inme indirmek, halkımızı ölümcül korkutup asfalta serip esir etmek vardı. 3 askeri darbe balyozu altında ezilen Türk halkının 15 Temmuz saldırısını çıplak


56

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ellerle durdurması, devletini yok olmaktan, Cumhurbaşkanını ve ailesini ölümden kurtarması dünya tarihinde eşi benzeri olmayan çok ender bir olaydır. Aydınlığın karanlık üzerindeki kesin ve büyük zaferidir. (NATO) FETO’cular, Türkiye’de, yakın ve uzak Türk dünyasında son yarım asırda ördüğü zehirli küsküt ağı (halk dilinde, sarı ot, tukuk teli ya da küsküt otu olarak geçer, fakat sözlüklerimize alınmamış bir değimdir) hepimizi birlikte kurutmaya 50 yıldan beri hazırlandığını gizlemedi. Tütünleri, yoncayı, çiçekleri kurutan bu köksüz ot, meyve veren ne varsa kurutandır. Bu parazit, toplumsal yapıları suyunu emerek yıkma teorisi olan, Evrim Teorisinin babası İngiliz Charles Darwin (1809 - 1882) tarafından geliştirilmiştir. Azınlığın (parazitin) çoğunluğu (esas olanı) yok edebilmesi kuramıdır. Okullarda okutulmaz. Adına Darwin’in Evrim Teorisinde de rastlanmaz, çünkü olumlu olanı içini oyarak yok etme kuramını geliştiren istihbarat örgütlerince el konmuş ve mistik bir teori olarak (somut uygulama dışında) yaşam hakkı kazanmasına olanak tanınmamıştır. 2000 yıllarının başında Arap ülkelerinde uygulandı. Başarılı oldu. Birçok devlet yıkıldı. Her yerde başarıldı 2016’da Türkiye’de tosladı. Son yarım asırın FETO olayının özü budur. Türk devletinin imkânları ve parasıyla onu yok edecek güçler yetiştirilmiş ve bir hain grubun 81 milyonluk bir halkı ve onun devletini yenebileceği kuramı uygulanışıdır. Hainliğin, nankörlüğün ve merhametsizliğin zirvesi 15 Temmuz gecesi yaşandı. Türkiye toprağına, Türk halkının beynine Türkü ve Türklüğü vicdan ve zekasıyla yok etme planı gizli emperyalist merkezlerde çizilmiş ve ihanet Hocası Fetullah Gülen’e (Nato destekli) uygulatılmıştır. Hainlik ters tepmemiştir. Halkın bilinçli gece dirilişi ve yenilmez iradesi karşısında ezilmiştir. Dinsel-hümanist kılıf içinde geliştirilen ve toplumun ruhu zehirleyen zihniyet ölümcül darbe almıştır. Çürümenin en tehlikeli belirtileri Adalet Sistemi ve silahlı güçlerde görebildik. Bu bakımdan 9 Temmuz’da görev başına geçen yeni Bakanlar Kurulunda tüm askeri varlığın Savunma Bakanlığına bağlanması ve emrine geçmesi çok anlamlıdır. FETO’nin (NATO) saldırı ipini çeken emperyalist komplo merkezleridir. Bu merkezler uygarlık kadar eskidir. Tarih boyu hedef tahtasında hep Osmanlı ya da Türkiye Cumhuriyeti olmuştur. İstedikleri hep, güneşin Müslümanlık üzerinden doğmasına engel olup, batmadan hep Batı’da olması olmuştur.


Makale ve Analizler - 2018

57

1919’da Anadolu’da Türk devleti kurulmasını topla tüfekle engellemeyi deneyen bu güçler, 2016’da Anadolu uygarlık ve devletini hain ellerle boğmak istediler. Anahtarı eline geçenlere bir oyunca olan demokrasiyi alet ve pazarlık konusu edip Cumhurbaşkanlığı Hükumet Sistemine yükselişimizi baltalamaya çalıştılar. Meclisimize yağan bombaların tek anlamı vardır. Hainliktir! Boğaz köprüsünde akan kan, kahramanların kanıdır. Yenilmez halkımız kahramandır! Şehitlerimiz kutsaldır. FETO’cuların Türk toplumuna sızması, bizim iyi niyetli ve kardeş ruhlu bir toplum ve halk olmamızın ürünüdür. Kardeşin kardeşi, komşunun komşuyu satacağını düşünemedik. Düşmanı koynumuzda beslemişiz. Kadife elli düşmanı göremedik. Camilere, sivil okullara, yerleşkelere, askeri okullara, polise, derneklere kümelenen, yetiştirdikleri ikinci kuşak beslemelerle darbe yapmaya çalıştılar. Hain darbe denemesi ceo-stratejik ve ceo-politik bir emperyalist planın çok önemli bir halkasıydı. Haçlılar sanki içimizden kükredi. 1919 Wersay Antlaşmasına göre, 2019 yılında Yakın Doğu’dan çekilmesi ve bölge halklarının egemenlik ve bağımsızlığını, hür yaşama hakkını tanıması gereken emperyalist güçler, görüldüğü üzere, akbabaların leşe üşüştüğü gibi üzerimize saldırdılar. “Azınlık çoğunluğu yenebilir” kuramını bir sürü terör örgütü yaratıp, kadrolarını köfte sofralarında yetiştirip, ceplerini para doldurup, Batı fahişlerini yataklarına sokup, katil imam sürüsü silahlandırıp saldırıya geçtiler. 21. Yüzyıl terör odakları sıralamasında PKK, “İslam Kardeşler”, “El Kayda”, DEAŞ, “El Nüsra”, FETO, PYD ve niceleri önde gelir. Bunlar, Türkiye’nin ya içinde ya da komşularımızda nefes ve can aldılar. Bölgemizde yüz binlerce suçsuz sivil kişiyi katlettiler. Aileleri, soyları daram paran ettiler. Milyonlarca insan gönüllü köle olmak için yollara düştü. Milyonlarca başkası topraklarından söküp yurtlarından kovdular. Sığınmacı, kaçak, göçmen duruma düştü. Vatansız, dilsiz, dinsiz kuru çubuk gibi ortada kaldılar. Sefillik yaşadılar. Süründüler! Sürünüyorlar!... FETO,PKK, PYD ve diğer caniler el açmış mazlumlardan her hangi birine bir kaşık çorba mı verdi? Hangi öksüzü okula götürdü? Türk Silahlı Kuvetlerinin Başkomutanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan komutasında hain düşmanın omurgasını “Zeytin Dalı” operasyonu ile kırdı. Terör odaklarını tek tek kurutuyor ve ülkemizdeki 4 milyon sığınmacıya evlerine dönme yolunu açıyor.


58

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Bunu ne Amerika, ne Almanya ne İngiltere yapmadı... Bunu TSK yaptı. Ben ordumla buradayım kendine güvenen varsa gelsin beni çıkartsın” dedi. Ne var ki, terör güçleri, terör örgütleri, PKK, DEAŞ ve FETO da bunların arasında hiç biri şimdiye kadar küçük büyük bir devleti deviremedi ve devlet kuramadı. Terör bataklığında boğulmaya devam ediyorlar. Emperyalizm boğulan teröre can simidi olamaz. Emperyalizm artık halklardan da destek bulamaz. Dünya’da bu gidişata Türkiye 15 Temmuz ile yeter artık dedi ve dünya 5’ten büyük olamaz. Buna bu günden sonra izin verilmeyecektir dedi. Halkımız yara aldı. Şehitler verdi. Bir gecede 254 şehidiyle Türkiye başta gelir. Yıkımlara neden oldular. Ne var ki her defasında yenildiler ve bundan sonra her zaman yenileceklerdir. Bundan böyle zafer halkımızındır. Kuşkusuz 50 yıl örgütlenmiş, toplumun ve devletin ordu ve adliye, eğitim, sağlık ve polis gibi can damarlarına sızıp huzur bozan, gizli yaşarken güvensizlik yaratan, sürekli kan döken, her an tehdit eden ve korku salan, sıradan insanları çaresizliğe, intihara iten FETO ve benzeri hain örgütlerle mücadelede 2 yılda son nokta vuruldu denemez. 50 yıl zehirlenen bir toplumun nefes alması, arınması kuşaklar değişmesini ister. Üstelik her an kılıf değiştirdikleri, hayat hakkı istedikleri, öz almaya yeltendikleri ortadadır. Hainlerle davada dur otur yoktur ve olamaz! Onları, akrep gibi ateş çemberinde intihara zorlamak hepimizin kutsal ödevidir. Onlar, fark ettirmeden bizi, hepimizi, halkımızı yok etmek istediler. Biz hepimiz birlik olup onları intihara zorlamalıyız. Yok olmak kaderleridir. Birlik olduğumuzda, Büyük lider Sayın Erdoğan’ı izlediğimizde dışardan gelen kurtarıcı feryatlar her zaman havada kalacak ve hiçbir zaman bir işe yaramayacaktır. 15 Temmuz gecesi biz Bulgaristanlı Türkler, başta BULTÜRK olmak üzere tüm derneklerimiz, yediden yetmişe hepimiz sokaklardaydık. Vatanlarından kovulmuşlar olarak feryat ettik. Düşmana karşı birbirimize sarıldık. Güç topladık. Sokakları doldurduk. Karanlığı gözlerimizin ateşi ve nefretle yaktık. Demokrasi mitinglerinde halkımızla kaynaştık.


Makale ve Analizler - 2018

59

Özgürlük anıtlarımızı, şerefimizi, Türk kimliğimizi gece boyu savunduk ve yücelttik. Marşlar söyledik. 2016 İstanbul Yenikapı kitle mitinginde Yeni Türk Ruhuna karıştık. Türk kimliğimizle yeniden kanatlandık! 1923’ten 1951’e sıçrayan ve 50 yıllık vesaik gölgesindeki demokrasiyi aşarak, halkımızın referandumla onayladığı yeni anayasamızla, demokrasiye inancımızla kendilerine ders verdik. Başkanlık Sisteminin yolunu kesmek isteyenlere 24 Haziran meclis ve Yeni Başkanlık sistemi seçiminde son bir ders verdik. Umutlarını toslattık. Türk halkının ileri adımlarına köstek olmak isteyenler Büyük Yeni Türkiye kurulmasına, Büyük Türkiye’nin Türkiye Cumhuriyeti sınırlarından taşmasına engel olamayacaklar. Bu inancımız onların sinsi niyetlerinden çok daha güçlüdür. Bizi iyi günler, mutlu günler bekliyor kardeşlerim. Yeni Büyük Türkiye’nin en güçlü aracı olan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi kuruldu ve çalışmaya başladı. Önce sıkıyönetimi kaldırdı. Şimdi faiz, enflasyon ve döviz kuru üç başlı ejderhasının kalbini hedef alıyor. Esir olmak yok. Her şeyi amaca yönelik, sinsi niyetlerle ve bizi sıkıştırmak, birbirimize düşürmek için yaptıklarının bilincindeyiz ve bu ejderhayı yenmek zorundayız. Bakanlar Kurulu görev başında, dönüşümlerimizin motoru olacak ofis ve kurumlar çalışmaya başlıyor. Dünya liderleri, demokratik kamuoyu demokrasimizde yeni özgün bir ileri adım olan Başkanlık sistemimizi, Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni Cumhurbaşkanı, Yeni Başkanı ve AK Parti liderini büyük seçim ve kurucu Başkan başarısı dolayısıyla kutladılar. Değişiklerimizi kabul ettiler. Türkiye ile gurur duyanlar artıyor. Mazlum halkların gözü 1919’da 1924’te Ankara’ya baktığı gibi bugün de büyük lider Sayın Erdoğan’ı arıyor. Onun bakışlarını izliyor. Halkların umudu olabilmek ne güzel! Yeni ufuk arıyor. Biz Bulgaristanlı Türkler, tüm soydaşlar ve Balkan Müslümanları 15 Temmuz 2016 faciasını asla unutmayacağız. Unutturmayacağız! O gece Türkiye ve Büyük Başkan Sayın Erdoğan ve ailesiyle birlikteydik, şimdi de varımızla yoğumuzla, acı ve kederimize, tüm beklendi ve umutlarımızla Türkiye halkıyla, kardeşlerimizle birlikteyiz. Kahramanlarımızın anıtlarına konan çiçek, çelekler bizimdir. Türk Milleti - Müslümanın kalemi ve kılıcıdırlar bu böyle biline.


60

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Şehit duaları bizimdir. Geleceğe bakan gözler bizimdir. Durmak yok. İleri! İleri! sadece ileri! Okuduğunuz için sağ olun var olun.

Srebrenitsa Katliamı

Raziye Çakır-16.Temmuz.2018

Konu: “Büyük zulme uğradınız zalimleri af edip etmemekte serbestsiniz. Ne yaparsanız yapın ama soykırımı unutmayın, çünkü unutulan soykırım tekrarlanır.” Aliya İzzet Begoviç Katiller, 11 Temmuz 1995 tarihinde öldürdükleri ve Bosna toprağına gömdükleri 8 bin 372 kahramanın Tohum olduğunu bilmiyorlardı. Bundan 23 yıl önce 1992 ve 1995 yılları arasında Yugoslavya Federatif Cumhuriyeti’nin çatırdayarak parçalanırken yeni tarihin en kanlı ve en karanlık sayfalarından biri yazıldı. Bu sayfa, amansız ve vahşi bir savaşta toplu katledilenlerin kanıyla yazıldı. Tarihi çarpıtmak isteyenler olaya Bosna Savaşı dediler. Bosna’nın Srebrenitsa ve Jepa yerleşim yerleri Müslümanlardan temizlenmek istendi. Sırp ırkçılar bunu, silahlı güçleri kullanarak ve Müslüman erkekleri toplu halde katledip toplu mezarlara gömerek gerçekleştirdiler. Birleşmiş Milletler mahkemesi katliamı soykırım olarak niteledi. Sivil Müslümanların üzerine 10 bin silahlı asker, 300 komando, tank ve topla saldıran katil Radko Miladiş, Radoslav Kristiç, Milorad Pelemiş ve daha birçok sırt katili tutuklandı, idam, 30-40 yıl ağır hapıs cezası aldı ya da intihar ettiler. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da sivil Müslümanların, 2 bini 15 ile 24 yaşları arasında genç toplu olarak öldürülmesi dünya kamuoyunu ürpertmiştir. Lahey Uluslararası Yüce Divanı, 1993 - 1995 yılları arasında Bosna sivil halkının abluka altına alınarak, içme suyu şebekeleri havaya uçurularak, hastaneler bombalanarak


Makale ve Analizler - 2018

61

vs, can çekişmeye zorlarken, BMT Srebrenitsa’yı “güvenli bölge” ilan edip helikopterlerden gıda ve ilaç ederek yaşatmaya çalışmasına rağmen soykırım işlenmesini yargılamıştır. 11 Temmuz 2018’de büyük anma töreninde, dualar okunurken 23 yıl sonra gerçekler yeniden yaşandı. İşlenen bu vahşet insan ruhları donduran dinmeyen bir acıdır. Sırp katiller Müslüman annelerinin kucağından zorla aldıkları çocukların boğazını kesip kafalarını çöpe attı; genç kız ve gelinlere halkın gözü önünde toplu tecavüz edildi; 13 yaşın üstünde kızlar toplandı ve hiç biri geri dönmedi. Yaşlılar delirdi. Birçok kişi dayanamayıp kendini astı. İşlenen katliamın lekeleri Sırpların alnından, ellerinden ve vicdanından asla silinemez! Srebrenitsa’da bugün 39 toplu mezar var. 11 Temmuz 2018 günü na’şının kalıntıları yeni bulunan ve kimliği tespit edilen 35 kişi daha dualarla toprağa verildi. Bu kanlı olaylar Türkiye başta olmak üzere Müslüman dünyanın tepkileri ve NATO askeri müdahalesi neticesinde durdurulabildi. O zaman Sofya meclisinde ilk kez bir grup oluşturan Bulgaristan Müslümanları, Türkiye F-16 askeri saldırı uçaklarının memleketimiz semalarından geçmesine ve mazlum Bosnalı Müslümanlara yardım etmesine hava sahası verilmesine oy verdi. Bu savaşın ateşlerinden doğan Bosna Müslümanlarının büyük önderi Aliya İzzet Begoviç şöyle dedi: “Bizi bu toprağa gömdüler, fakat tohum olduğumuzu bilmiyorlardı.” Bu tohumlardan Bosna Hersek Cumhuriyeti doğdu. Ardından Kosova doğdu. Makedon Müslümanları azınlık haklarına kavuştular. Bulgaristan Müslümanları siyasi temsil hakkı elde ettiler. Müslümanlığın Balkanlardan sökülmesi durduruldu. Bu olanüstü büyük bir zaferdir. Bu zaferin ideolojisini yaratan Başkan İzzet Begoviç halkını şöyle kutladı: “İmanınıza, bayrağınıza ve devletinize sımsıkı sarılın!” Bosna katliamı günlerinde Balkanlarda Müslümanlığı, Müslüman kimliğini yok edebileceklerini düşünenler olmuştu. Bu sanki Müslüman Kimliğine açılmış bir savaştı. Bulgaristan milliyetçiliği de hortlamıştı. NATO müdahalesine karşı Sofya’da gösteriler yapıldı. İlk kez, dünyanın en büyük silahlı gücü olan NATO savaş uçaklarıyla düşmanın tepesine çullandı ve bombalar yağdırdı.


62

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu olaylar Bulgaristan Müslümanları olağanüstü etkilemiştir. Şairlerimiz kaleme sarılıp kin ve nefret ifade ederken, barış ve uzlaşma temennilerine kanat takmıştır. Feci olaya adanmış birkaç şiir seçtik: Srebrenitsa Ben oraları hiç görmedim, göremedim Ne çektikleri çileleri, ne zulümü Ama onlarla paylaştım her hüzünü Ve canavarları durmadan lânetledim Tek suçlarıydı, incile tapmamaları Allaha, Peygamberimize inançları Öldürülmüşlerdi sıraca acımadan O güne dek, dost bildikleri düşmanlardan Böyle acıların yarısını da olsa Ben de yaşadım seksenbeş, seksen dokuz’da Öz ismim, dil, dinim için suçlu olarak Ve öz yurdumdan zorunlukla men olarak Ne olur böyle olaylar artık olmasın Irk, din, dil,örf ve yaşam kavgası son bulsun Herkesler öz benliğinle yaşasıp dursun İnsanlar arasında ayrım yapılmasın Halit Kurt - Bulgaristan Srebrenitsa Katliamı Avrupa’nın göbeğinde Bosna Hersek. Suç sayılır oldu Müslüman’ım dersek. Avrupa’dan atmak için neler yaptılar? Bunlar yaşanır mı birlikte el ele versek. Osmanlının buraya attığı sağlam köktü. Barışı,hoşgörüyü... insanlık için döktü. 1992 yılında Yugoslavya devleti çöktü, Sırplara göre Müslüman halk çok kötü.


Makale ve Analizler - 2018

63

Sırplar dört bir yandan saldırıya geçti. Müslümanları atmak için işkenceyi seçti. Sırplara göre Birleşmiş Milletler bir hiçti. Sırplar, Srebrenitsa için katliama geçti. Birleşmiş Milletlerin yolu doğru yoldu. Bosnada, Srebrenitsa’da Sırplara koldu. Hollandalı BM askerlerini takmaz oldu. Sırplar Bosna üzerine katliam için doldu. Hollandalı BM askerleri kuraldan saptı. Sırplara yolu açtı,bunlar büyük kasaptı. 11 Temmuz 1995’de bu katliamı yaptı. Sırplar, Osmanlı İmparatorluğunu arattı. Zalim Avrupa ve BM gücü el ele verdiler. Masum halkı,tarihi eserleri yere serdiler. Osmanlıdan öç almak için yaptık dediler. Sırplar,bu katliamlar karşısında güldüler. Avrupa’nın göbeğinde katliam görüldü. 5 günkü katliamda 8372 kişi öldürüldü. Müslümanlar toplu mezarlara gömüldü. Sırp caniler, katliamlar karşısında güldü. 20 yıl geçti, tespit için açılıyor mezarlar. Ceseti parçalanmış 64 toplu mezar var. Kimliği dahi tespit edilememiş ki insanlar. Srebrenitsa katliamı için Sırplara kin salar. Hasan Kaya Ben dostlarımı ne kalbimle nede aklımla severim. Olur ya... Kalp durur... Akıl unutur... Ben dostlarımı ruhumla severim. O ne durur, ne de unutur... Mevlana Celaleddin Rumi


64

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bosna halkının Kralı bilge önder Aliya İzzet Begoviç ölümünden önce Boşnakların kurduğu cumhuriyeti ve halkının mutlu geleceğiniz bugünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a emanet etmiştir. Yeni Büyük Türkiye ve Balkanlarda yaşayan bütün Müslümanların kaderi ortaktır, büyük zaferlere kilitlenmiştir. Kim ne derse desin her zaman ve her yerde kader birliği yapacağız. Soykırım şehitlerinden yenilmez Zafer Ormanları yetişiyor. Bosna hürriyet kahramanlarının vatan ve devlet savaşçılarının ruhu şad olsun! Srebrenitsa şehitlerinin aziz hatırası önünde saygıyla eğiliyoruz. Balkanların her bir köşesinde Müslüman Türk kimliğini yaşatmak ortak davamızdır. Yılmadık yılmayacağız. Ne olursa olsun son hesapta Zafer bizim olacaktır. Gelecek biziz! Okuduğunuz için teşekkür ederim.

Biz Ejderha ile Savaşı Kaybettik

Musa Vatansever-16.Temmuz.2018

Konu: Avrupa Birliği ve Bulgar “vebası” Namık Kemal (1840-1888) Midilli Adasında Vali iken, İstanbul’a gönderdiği raporlarda, Girit’i ve diğer adaları Hıristiyan mülkü sayan Rumların yerli Türklere zulmünü şöyle anlatmıştır: “Bu mesele yedi başlı bir ejder gibidir. Bir başı kesildikçe yedi başı daha çıkmaktadır.” ***


Makale ve Analizler - 2018

65

Patrik Smityöys, sözde “Geçiş Dönemi”nin başından beri Bulgaristan’da yaşayan ve yatırım yapan bir Hollandalı işadamıdır. Eşi Bulgar’dır. O- 2017 yılının başından beri Bulgaristan’ı köy köy, kent kent dolaşıyor ve memleketimizi “Avrupa Birliği’nin en yoksul ülkesi” kategorisinden boşandırıp halkımıza nefes aldırmak için (www.svobodni.bg) projesi için zeki ve becerikli kadro topluyor. Ne ki ordu kurulamıyor. Bilindiği üzere, son 2 ayda Sofya’da Halk Meclisi çevresinde ve birçok il merkezinde “özürlü çocuklu annelerin devlette yardım isteyen direnişleri yapılıyor.” Bu direnişler çerçevesinde Patrik, direnen annelerin sorunlarını ve isteklerini içeren İngilizce bir broşür basılmasına önayak etmiş ve eşiyle birlikte kendisi de bu el kitabını Avrupa Konseyi Sofya Dönem Toplantısına katılan milletvekili ve delegelere dağıtmaya çalışmışlar. Avrupalı delegelerden hiç biri kendisine uzatılan el kitabını almamış ve “No! No! No!..” diyerek uzaklaşmıştır. Bu olay onun aşağıdaki yazıyı kaleme almasına vesile olmuştur. Berlin duvarının düşmesinden 30 yıl sonra, Batı Avrupa’da şehir içi ya da şehirlerarası otobüsün son koltuğunda bir Leh oturduğunu gören yerliler rahatsız oluyorlar. Polonya’da veba var. Oturanı vebalı birine bakar gibi süzüyorlar. Rahatsız oluyorlar. Lehlerin hırsız olduğunu düşünerek çantalarına sımsıkı sarılıyorlar. Avrupalılar topluluk vatandaşlarını kastlara ayırmışlar. İnsanları hayat standartlarına göre koymuşlar. İngilizler, Almanlar, Hollandalılar ve en altta Bulgarlar. Onların altında bulunan Arnavutlara çekmece yok. Onlar yatak altında yatıyor. Sofya Milli Kültür Evi önünde “No! No! No!” diyerek adımları sıklaştıranlar eşimi “vebalı” sanmış olabilir. Karşı taraf Bulgarların vebalı olduğunu düşünüyorsa, hak eşitliği temelinde görüşme yürütülmesi olanaksızdır. Olay, Kristof Kolumb’un (1451 -1569) Yeni Dünya’ya (Güney Amerika kıyılarına) ayak bastığında yerlilerle yaşadıklarını anımsatabilir. Biz günümüz Avrupalılarını uygar insanlar olarak kabul ediyoruz. Manevi değerleri var. Zavallılara yardım eli uzatabilirler. Farklı olanı da muhtemel kendilerine katabilirler... Ne ki, ben şu Bulgar atasözlerini anımsamadan edemiyorum. “İyilik eden, dışkı yemek zorunda kalır.”, “Bulgar için kendisinin iyi olması önemli değildir. Önemli olan komşusu Vute’nin kötü olmasıdır.” Cehennemdeki Bulgarlar için fıkra üstüne fıkra dinleyebilirsiniz. Hollanda’da bu gibi inciler işitmemiştim. Hollanda bütün Avrupa için örnek bir ülke olmasa da, Ben Batı Avrupalıların düşüncelerini anlayabiliyorum. Demokrasi ufukta belirdiğinde Batılılar Bulgarların zavallı durumunu gördüklerinde el uzatmıştı.


66

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İlk yıllarda Brüksel’den şu sorular geliyordu: “Adalet sistemi neden yok?”, “Bulgar ekonomisinin % 80’ni neden 3 kişinin kontrolünde bulunuyor?”, “Emekli maaşları paralarına ne oldu?” O zaman birçok Avrupalının bizimle birlikte anaokulu ve okul kurmaya kollarını sıvamaya, yoksul ve çaresiz topluluklara, azınlıklara yardım etmeye hazır olduklarını düşünüyordum. Şimdiye kadar 30 milyar Euro yardım gönderdiler. Bu az bir para değildir. Ne var ki, paraları gönderen Avrupalılar ve yardımların hedefe ulaşmadığına, yukarıda sözünü ettiğim 3 kişinin kardığı kuyulara dolduğunu ve kayıplara karıştığını görünce, “sisinle ancak ticaret yapılabilir” dediler. *** Avrupa kıtasının başka yerlerinde rastlanabilmesi zor olan birçok şey Bulgaristan’da insanın ayağına dolaşıyor. Olağanüstü güzel iklim, temiz bir toprak, istediğin kadar güneş ve tertemiz su. Bulgaristan’da artık rahat bir nefes alınabiliyor. Burada çok maden ve doğal zenginlik var. Mücevher de olabilir. Avrupa’da en fazla ormanlık arazisi olan ülkelerin başında geliyor. Avrupa’nın en zengin denizinde 350 km sahili var. Biz ticarete dönelim. Bu iş büyük niyetlerle başladı. Yabancı tüccarlar kollarını sıvadı. Bugün Bulgaristan topraklarının % 90’ında dış pazarlar için buğday, ayçiçeği ve rabıtsa üretiliyor. Ne ekileceğini Bayer ve Monsanto şirketleri belirliyor. Ucuz ürün ektiriyorlar. Tonu 200 Euro. Biz tonu Yeryüzünde madeni suyu en 2 bin Euro olan ürünleri ithal ediyoruz. bol olan ülke Bulgaristan’dır. Örneğin Hollanda’da 1 m2 topraktan yılda 80 Her saniye 5 bin litre madeni su t domates elde ediliyor. Topraksız ve güneşsiz kaynıyor memleketimizin üretim. İnanılır gibi değiş. Bize dayatıyorlar! bağrından. Burası benim Ormanlarımızı kesiyoruz. Laminat, duralit vatanım! yapıyor, ısınmak için yakıyoruz. Madenlerimizi ihraç ediyoruz. Yabancı kolej ve üniversiteler çocuklarımızı aldatıp alıp götürüyorlar, okutuyorlar ve orada çalıştırıyorlar. Büyük mağazalardan yalnız “Fantastiko”nun sahibi Bulgar. “Lidl”, “Kaufland”, “Billa” ve “T-market” paralarını Almanya ve Avusturya’ya akıtıyor. Bulgar ailelerin üçte biri yabancı marketlerden alış veriş yapıyor ve karlar Bavyera’ya havale ediliyor. Bulgar ekonomisinin diğer kısmı yüzde % fason iş yapıyor. Eski rejimde Almanya, İngiltere, Avusturya ve Hollanda için kısa pantolon, eşofman, taşırt dikiyorduk, şimdi aynı ülkelere elektrik tabloları ve derin dondurucu monte ediyoruz. Marka üreten ve pazarı olan Bulgar şirketi yok gibi...


Makale ve Analizler - 2018

67

Şöyle bir soru da belirdi: Bulgaristan’ın AB evliliği bu kadar mutsuz ise, 3 şık kalmış demektir: P Boşanmak ve yeni bir ortak bulmak; P Vatandaşların yöneteceği yepyeni bir model geliştirmek veya; P Brüksel ile anlaşmamızın koşullarını yeniden masaya yatırmak. Normal Bulgar vatandaşı ortak kaderimiz için zaman ve enerji yatırım yapabilecek duruma geldiğinde ancak direk ve dolaylı demokrasiden söz edebiliriz. Azınlık hakları tanınmalı ve vatandaş toplumu kurulmalı ve sivil toplum örgütleri sosyal yapıda yerini almalı ve rol üstlenmelidir. Bu zaman Bulgaristan için henüz uzaktır. Şimdi yerel konuları bir yana bırakarak, Avrupa ile bir daha buluşma ve yeni bir anlaşma imzalama yolları aramalıyız. *** Şerefli bir Bulgaristan vatandaşının AB parlamentosuna gidip şu isteklerde bulunmasını istiyorum: P Önce, Bulgaristan’ın AB’nin eşit haklı ve saygı gören bir üyesi olmasını istiyorum. En ucuz satabileceğimiz ürünler değil, en kaliteli ürün ve hizmet üretmek istiyoruz. Ekonomimizin bazı sektörlerinde bir süre deha devlet desteğine yardıma gerek olduğunu kabul etmenizi ve piyasanıza eşit haklı tüccar olarak katılmak istiyoruz. AB bizim serbest Pazar ekonomisi için hazır olamadığımızı, kendilerini tanımadığımız, sınırsız olanak sahibi olan Batı şirketleriyle rekabet edebilecek durumda olmadığımızı kabul etmeleri gerekir. P İkinci olarak biz Bulgar hükümetinden sizinle gözetleme antlaşması imzalamasını istiyoruz. Bulgar yargısı üzerinde AB gözetimi olmasını istiyoruz. Deneyimli ve onurlu AB yargıçları Bulgar mahkemelerinde verilen kararları kontrol etmelidir. Aldıkları görevlere dayanarak, makamları kullanarak vatandaşları rüşvet vermeye zorlayan ve topladıkları paraları dış ülkelerdeki hesaplarına kaçıran memur, politikacı ve savcı ve yargıçlar üzerinde çok sert denetim uygulanmasında ısrar ediyoruz. AB makamlarıyla birlikte sağlık sektöründe işleri yoluna koymak istiyoruz. Bulgar hastalarda, hakkında idam cezası kesilmiş mahküm yapan sağlık uygulamalarına, ilaç siyasetine son verilmesinde ısrar ediyoruz. Biz AB ülkelerinde satılan ilaçların ülkemizde % 50 fiyata satılmasında ısrar ediyoruz. İlaç ve sağlık için fazla para ödeyebilecek durumda değiliz. Bizi küçük bir ülke ve küçük bir halkız ve isteklerimize uyulduğunda dev ilaç şirketleri iflas etmeyecektir. PYunanlar maliye olarak iflas ettiler. AB idesini yaşatmak için onlara 600 milyar Euro verdiniz ve yarısını borç kaleminden sildiniz. Biz Bulgaristan’da sosyal olarak iflas ediyoruz. Ülkemizde kalan genç nesle, eğitim siyasetine, halk sağlığına, ürettikleri zenginliği çaldığınız emeklilere yatırım yapmanızı istiyoruz.


68 ruz.

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) P En önemlisi de dertlerimizi dinlemenizi, ilgi göstermenizi talep ediyo-

P Halkımızı ezen, son varlığını da gasp eden, soyan şu vicdansızlarla mücadelede bizden yana olmanızı istiyoruz. Ülkemiz 30 yıldan beri esirdir. Bizi demokrasiye öğretmenizi istiyoruz. Ülkemizde uygulayacağınız gözetimle halka birkaç yıl nefes alma imkanı vereceksiniz, ayak üstü bir daha kalkabilmemiz, demokrasinin bizde kök salabilip tutunması için bir neslin desteklenmesi zorunlu oldu. Biz demokrasi uğruna mücadele vermemiz gerektiğine inanıyoruz. Demokrasi davasına her birimizin katılması gerekiyor. Bizim önümüzde uzun bir demokrasi yolu var. PBize AB üyeliği vaat edildiğinde biz bunların yapılacağına, destekleneceğimizi düşündük ve bunu beklemiştik. Gerçekler farklı çıktı ve bizi ölümcül çarptı. Biz bugünkü dayanılmaz durumdan sorumlu ve suçlu olanların, bugün Cenevre gölü kıyısındaki villalarda yaşayan küçük bir grup Bulgar olduğunu biliyoruz. Ne ki, yapabileceğimiz bir şey yok. Bu işte bizim de suçumuz var. Siz de bizden, sıradan Bulgaristan vatandaşlarının hakiki temsilcilerinden görüş bildirmemizi istemediniz, bizimle danışmadınız, hepimize “vebalı” gibi baktınız.

Cenazelerimizde Ananelerimiz Unutuldu

Abdullah Hacıfettahoğlu-17.Temmuz.2018

Kadının anlatası varmış, başladı konuşmaya: “Babam öldüğünde, bir köşeye çekilip ağlamak, düşünmek, yaşadığımız her şeyi hatırlamak istedim. Sessizce Kur’an okumak, ölümü tefekkür etmek, kendi ölümümü düşünmek istedim.. Onu yolculamak istedim fakat servis yapmaktan, yemek pisirmekten, gelenin gidenin baş sağlığı dileklerini kabul etmekten, hiçbir şey göremedim, babam gitti.. son yolculuğuna onu uğurlayamadım” dedi. Malesef biz öyle bir hale geldik ki “acımızı yaşayamıyoruz.” Gelene gidene hizmet edip, ölenin nasıl öldüğünü (!) anlatmaktan... Hatta iki ara bir derede 2 gıybetin belini kıran ve uzun zamandır birbirini görmeyip cenaze günü fısır fısır kaynatan akrabadan... Yanyana tıkış tıkış oturup cenaze kalkmadan ikram bekleyen komşulardan... Dert ettiğinden değilde, sırf merakını tatmin için cenaze sahibini konuşturanlardan...


Makale ve Analizler - 2018

69

Ahhh o pideler illa kıymalı olmalı, helva öyle kavrulmaz! İçine çam fıstığı atmalı! Gömülenin kıyameti kopmuş, arkada dulu yetimi kalmış kimin umurunda 40’ı okutulurken bi sarma sarılmazsa konu komşu ne der? Tavuk yerine kırmızı et koyulursa birde aman aman... O tabaklar nasıl gururla taşınır... Subhanalah hanımlar! Ne kadar çirkinleştik farkında mısınız? Birde son moda olarak; kokulu taş, tespih, mıknatıslı magnet dağıtma çılgınlığı başladı ki dağıtmayanı dövüyorlar desem abartmış olmam. Yahu insan ölmüş insan!!!! Belki kabirde kemikleri birbirine geçti azabtan, sen onun adına kokulu taş dağıtarak sevap mı umuyorsun ey kardeşim... Kim soktu bu çirkin işleri bizim fıtratımıza? Biz ahireti bilen, kabrin ve sorgu sualin dayanılmaz zorluğunu bilen bir ümmet olarak nasıl ölüm gibi ciddi bir işi şaklabanlık malzemesi haline getiririz? Hele mevlüt kreasyonu şıklık yarışına hiç girmiyorum. Nerde ne altını varsa takmış, evin içinde topuklu terlikle geziyor birde elinde gül suyu... Yahu adam ölmüş adam! Diriden utanmazsında Allah’tanda mi korkmazsın, sende öleceksin! Cenazelerinizi festivale döndürmüşsünüz farkında değilsiniz. Eğer ölümü bir dakikacık tefekkür edebilseydi bu toplum bir kaşık pilav yiyemeyecek hale gelirdi. Bakın ne samimiyetimiz kaldı, ne ciddiyetimiz, ne edebimiz nede Allah ve ölüm korkumuz.. Kaldi ki nerde cenaze sahibine saygı duymak ve insanları rahat bırakmak... Evden ölüden önce pide, lahmacun, yemek kokuları çıkıyor... Cenaze sahipleri uyuşmuş bir vaziyette gelenlere tabak taşıyıp hizmet ediyor... Ben bunu kabul edemiyorum hanımlar! Bu işleri siz başlattınız, bitirecek olanda yine sizlersiniz.. Kim ne derse desin, reddedin bu bid’atleri! Bizlerin adetlerinde cenaze evlerinden hizmet beklenmez, bizzat onlara yardımcı olunurdu. Evlerine gelen misafirler komşuları tarafından ağırlanır.


70

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Cenaze sahiplerinin evlerinde yamak pişmez. Komşular onlara yemek getirirdi. Bu tip adetlerimiz unutulmaya yüz tuttu. Ölümü; ölüm gibi yaşayın... Rasulullah (sav) evlatlarının arkasından, Fatımat’uz Zehra (ra)ana babasının arkasından ne yaptıysa sizde onu yapın... Allah sonumuzu hayr etsin...

Yardım Ederken İncitmeyelim!

Seydullah Halaç-17.Temmuz.2018

Çok etkileyici ve yaşanmış bir olay..! Adamın biri anlatıyor. Ben lokantada oturmuşken telefonla konuşan bir adam birden sevinç çığlıkları atmaya başladı. Konuşmasını bitirdikten sonra garsona: - “Burada olanlara hepsine benden pilav üstü kebap ver! 18 yıl aradan baba olacağım!” Bir kaç gün sonra aynı adamı sinemaya giderken elinde 3 - 4 yaşında bir çocukla bilet kuyruğunda gördüm. Çocuk ona baba diyordu. Adamın yanına gidip o günkü işinin hikmetini sordum. Adam utana sıkıla olayı anlattı. - “O gün yan masada yaşlı bir çift vardı.” Yaşlı kadın menüye baktıktan sonra eşine: “keşke bu gün pilav üstü kebap yiyebilsek” dedi. Kocası da hanımının yanında utanarak ancak çorba alacak paralarının olduğunu söyledi. bunu duyunca üstüme kaynar su dükülür gibi oldu. Bende o yapmacık telefon konuşmasıyla onlara pilav üstü kebap almak istedim. Ben adama: - “Peki niye herkese yemek verdin?” adam ciddileşerek: - “Ben bütün malımın gitmesine razıyım ama bir insanın izzeti nefsinin rencide olmasına razı değilim. eğer o yaşlı adama açıktan yardım etseydim hanımına karşı çok mahcup olacaktı. ondan dolayı öyle yaptım!!!”


Makale ve Analizler - 2018

71

Türk Dünyası Basın Mensupları Yalova’da

BG-SAM-23.Temmuz.2018

Türk Dünyası Basın Mensupları Buluşması Yalova’da 19 - 21 Temmuz 2018 tarihinde Türk Dünyası’ndan Yerel ve Ulusal Gazeteciler eşliğinde toplanıp, Türk Dünyası’nın sorunları dile getirildi. YAFEM (Yalova Folklor Eğitim Merkezi Gençlik ve Spor Kulübü Derneği ) tarafından organize edilen 21. Türk Boyları Kültür Şöleni ve Türk Dünyası Basın Mensupları Buluşması etkinlikleri kapsamında Yalova’ya gelen misafir gösteri ekipleri ve basın mensupları Yalova Valisi Sayın Tuğba Yılmaz’ı ziyaret etti. YAFEM Başkanı Özer Koyuncu, Yalova Valisi Sayın Tuğba Yılmaz’a kabullerinden dolayı teşekkür ederek, dernek çalışmaları ve 21. Türk Boyları Kültür Şöleni ve Türk Dünyası Basın Mensupları Buluşması etkinlikleri hakkında bilgi verdi. Ziyaretten duyduğu memnuniyeti ifade eden Yalova Valisi Sayın Tuğba Yılmaz; “Türk dünyasından gelen misafirleri ilimizde ağırlamaktan mutlu olduk. Bu kültür şöleni Türk Dünyasıyla sıcak ve samimi ilişkiler kurulmasında önemli bir rol üstlenmektedir. 21. Türk Boyları Kültür Şöleni ve Türk Dünyası Basın Mensupları Buluşması etkinlikleri huzurlu ve mutlu bir şekilde geçmesini diler, tüm ekiplere başarılar dilerim”. dedi Şölene katılan ekipler ve basın mensuplarıyla Valilik Toplantı Salonunda bir araya gelen Yalova Valisi Sayın Tuğba Yılmaz, misafir ekipler ve basın mensuplarına hediye takdim etti. Misafir gösteri ekipleri ve basın mensupları ülkelerinden getirdikleri yöresel hediyelerini, Yalova Valisi Sayın Tuğba Yılmaz’a takdim ettiler. Fotoğraf çekiminin ardından ziyaret sona erdi. Daha sonra, Türk Dünyası Basın Mensupları Buluşması etkinliklerine katılan basın mensupları Halil İnalcık Kültür Merkezi’nde katılımcıların bulundukları yerlerdeki “Türkçe ve Türklerin sorunları hakkında görüş ve düşüncelerini” dile getirdiler.


72

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Azerbaycan ekibi “Hocalı Katliamı ve Karabağ’ın İşgali” hakkında geniş bilgi verdiler. YAFEM Başkanı Özer Koyuncu, Yalova Belediye Başkanı Vefa Salman, İl Kültür ve Turizm Müdürü Şeref Tali ve Avrupa Karnavallar Federasyonu Başkanı Lars Algers’a plaket takdim etti. Geceye katılan eski Kültür ve Turizm Bakanı Namık Kemal Zeybek, selamlama konuşması yaptı. Azerbaycan, Bulgaristan, Başkurdistan, KKTC, Romanya, Kosova, Kabardino-Balkarya, İran, Gagauzya, Suriye Tükmenleri, Afgan Türkleri, Saha Yakut ve Adigey’den halk oyunu ekipleri katıldığı 21. Türk Boyları Kültür Şöleni’nin gala gecesi Barış Manço Açık Hava Tiyatrosu’nda yapıldı. Toplantının sonunda 12. Türk Dünyası Gazeteciler Birliği Toplantısı Sonuç Bildirgesi yayınlanarak toplantı sonlandırılmıştır.

Benliğimizin Doğduğu Yere Gidelim

Sevilcan Yüce-22.Temmuz.2018

Konu: Memleket kokusu nefes etmeyeli kaç sene oldu? Tanıştığımızda onu usulca elinden tutup bizim Cevizlik’teki Kuru Çeşme yoluna çekmeye çalışıyordum. O çeşmenin aktığını bilmiyordu. Adı bir yana, derin ceviz köklerinin asırlık bir susamışlıkla toprak cennetindeki bütün suları içtiğini, kurna boğazını ıslatacak bir damla bile kalmadığını

düşünmüş olabilirdi. Kendisine göre haklı olması beni hiç ilgilendirmiyordu. Efsanelerimiz, evlenmezden önce Kuru Çeşme’den su için damat, bizi sever ve burada kalır, der. Ben de onun buna uymasını istiyordum. Ne yazık ki, ona kader çeşmemizden su içiremedim, çetin cevizlerimizi kırdıramadım, tekkemize götürüp adetlerimizi gösterip öğretemedim. Kahrolası isim değiştirme meselesi çıktı. Gelmek istese de uzun zaman gelemedi. Evlenmek istesek de “sular bulanık” dendi. Göç geldi. Bütün kafile aynı yoldan ve yanı


Makale ve Analizler - 2018

73

kapıdan geçse de, adı değişmiş, yolu farklı, köyü kasabası belli değil, buluşmamız iki buçuk sene sürdü. Yılardan sonra, büyüdükçe büyüyen milyonluk kalabalığın, genel adı Türklük olan tablosunun içinde kendi rengimizi seçip parlatabilme zamanının geldiğine inanıyorum. Çünkü ufaklar başkaldırdıkça biz buraya hangi ırmağın suyuyla geldik, beni bu yuvaya hangi “leylek getirdi” demeye başlıyorlar. Ben de yavrularıma “Dağlarına bahar gelmiş memleketimin!” dediğimde “memleketimiz neresi anne?” demelerini bekliyorum. Anavatan, vatan ve memleket arasındaki ince çizgiyi anlatabilmeye hazırlanıyorum. Memleket kokusu nefes etmeyen biri memleketini sevebilir mi? Diken batardı çocukluğumuzda ayağımıza, sızısı hep içimdedir. Bir de bahar yaza dönerken dolu dolu akan çeşme oluklarından kız kıza birbirimize su sıçratırdık. Etraf kuş sesi! Kuşların ise aralarında “ama bunlar bugün çok delişmen, annelerinin sesi de işitilmiyor, ne zaman gidecekler” diye konuştuğunu düşünüyorum. İşte şu anlatmaya çalıştığım, ufak ufak şeyler, hata okuldan çaldığımız tebeşirle gelin ebesi çizmek için paylaşamadığımız kara kaya benim kimliğimi biçimleyen renklerdir. Burada büyük şehirde yetişirken çok defa kendime “Ben Kim’im?” diye sordum. Dedemin yakın arkadaşı olan, öğretmenlik, ticaret ve muhtarlık yaparak ömür törpüleyen ve boş zamanlarında şiirler yazan Hasan Basriev gençliğinde kara kalemle çimento torbası kâğıdı üzerine karaladığı şiirlerinden birinde, benim yaşımda iken şöyle demiştir: Ben, dertli bir gencim, amalim kırık Yolum uçurumdur, atim (geleceğim) karanlık... Gönlümdeki neşe, titrek hıçkırık, Irkımın sevgisi ile yaşarım... Beş dörtlük-lü bir şiirin bu ilk küpleti. Bulgaristan’da 1934 askeri darbesinden hemen sonra yazılmıştır. Hasan Bey o yıllarda “Turan” gençlik örgütüne üyedir. Futbol ve spor takımlarında, sanat gruplarında buluşan Türk gençler ülkenin dört bir yanında gençlere Türklük bilinci kalemleri aşılamakta, Birinci Türk Kongresinden alınan ilhamla Ben Kim’im?, sorusuna yanıt aranırken, Türkçe çıkan gazetelere gönderdiği mektuplarda Bulgaristan Türkleri Partisi kurma çağrısı yapmaktadır. Genç yaşta da olsa, o yazılmayan bir tarihin silinip yok olacağına inanmıştır. Gençlerle konuşmalarında sık sık “Türklük elden giderse!” sorusunu soruyor. Onların alevli bakışlarındaki şimşekleri okuyordu. Askeri darbecilerin birkaç günde yüzlerce köy okulunu kapatmasından korkmuştu. Aklından geçeni kimseyle paylaşmasa da, darbecilerin ve Çar’ın dini, dili, kültürü, örfü adeti


74

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

derken, Bulgaristan Türk Kimliğini silmeyi hedeflediğini hissediyordu. Yukardaki dörtlükten 85 yıl önce akan bilgelik buna işarettir. “Ben, dertli bir gencim” diyen şair, kendi derdinden söz etmiyor, halkımızın dertli olduğunu ve Türk kimliğimizi belirleyen en büyük manevi değerlerimize saldırıldığını, bunların dayanağı olan okul, medrese, oda, camı ve cem evlerine el uzatıp yasak getirmekle geleceğimizin maddi temellerinin yok edilmek istendiğine vurgu yapıyor. “Geleceği karanlık” gören şair, bir halk öncüsüdür. Halkın durumunu isabetli ve doğru algılamıştır. Türk azınlığı, çemberin gerilmesine, o yıllarda Bulgar faşistlerinin nefes almaya başlamasına boyun eğemezdi. Kurbanlar vermeye başlayınca kendini toparlayacak ve başını kaldıracaktı. Ne ki, o zaman Türklük oyamıza çiçek örenler, Milli Türk Kongresinden sonra bir Türk partisi kuruculuğuna doğru dallanıp budaklanma hevesiyle çalışanları durmak zorunda kaldı. Şairin Benliğini aradığı bu şiir ilk kez 4 Haziran 1928’de Cuma - Tırgovişte’de çıkan “Dostluk” gazetesinde 23 yaşında bir öğretmenin duygularına tercüman olmuştur. Yine ilk kez bu şiirde, bir Bulgaristan Türk aydının kendi mutluluğunu halkının mutluluğu dışında göremediğini, görmek istemediğini, görse bile kabul edemeyeceğini görüyoruz. Görürsem O’nu şen, mesut, bahtiyar İçin nihayetsiz sevinçle dolar, Varlığıyla ruhum mefahir duyar Kapıma sığmaz, akar taşarım. Bulgaristan Türklerinin Birinci Milli Kongresi 1929’da çağrılmıştı. 31 Ekim ve 3 Kasım günleri arasında Sofya’ya toplanan 460 delegeden biri oydu. 780 bin Bulgaristan Türkü’nü temsil edildi. Delegeler Türklüğün geleceğine mutluluk renkleri işlemek istiyorlardı. Bu kongrenin toplanmasında en büyük örgütleyici rol gören gazeteci Mehmet Celil’in çıkardığı “Rehber” gazetesi oldu. O, Cuma’ya Pazartesi günleri akşam treniyle yetişen gazeteyi garda bekliyor. Hava kararsa da “Turan” derneğinden arkadaşlarına ev ev gazete dağıtıyordu. Kongrede görüşüne ana konular üçtü: En başta okullar sorunu geldi. Okul olmadan ümmetten Türklüğe süzülmemiz imkânsızdı. Türk okullar olmadan Türk aydın tabakanın yetişip oluşması da olanaksızdı. Yalnız Türkiye’den gelen okumuş kişilerden birçoğu, Bulgaristan Türklerinden aydın tabakası ve Türk politik sınıfını oluşturabilme ateşi taşımıyordu. Türkiye istikbaline kavuşmuş, egemen olmuş, Cumhuriyet devletti bayrağı dalgalanıyordu. Türklük gölgesi gönülleri serin tutsa da, aydın ithal etmek saman ithal etmek gibi bir şeydi. Beklenen sonucu veremeyebilirdi. Her ne pahasına olursa olsun, yeni Türkiye ile bağlar çok önemliydi, çünkü Bulgaristan Türk kimliğini yaratacak aydınlar Osmanlı


Makale ve Analizler - 2018

75

manevi mirasından yükselecek ve Cumhuriyetin yaratacağı Türk kimliği kalemiyle aşılanacaktı. Bu aşı da bizim memleketimizde yapılacaktı. Türk azınlığı kendi okulları konusunda çok duyarlığıydı. Türk olmak için Türkiye’deki yenilikleri izlemek yeterli olmuyor. İlk planda yeni harflerle okuryazar bir kuşan yetiştirme ana ödev olarak önde duruyordu. Görüşülen ikinci sorun. Zulmün durdurulmasıydı. 1925 Askeri Darbesinden sonra Bulgar milliyetçi dikenleri sivrilmiş ve azınlıklara karşı zulüm belirtileri belirmeye başlamıştı. Bu zulmün amacı Türkleri ülkeden kovmaya hazırlıktı ve delegeler bu hedefi görebilmiş ve tepkili davranmışlardı. Bu kongrede görüşülen en önemli sorun siyasiydi. İlk kez olmak üzere Bulgaristan Türklerinin siyasi meşru hukukunun elde edilmesi ortaya kondu. Kongreye katılan milletvekilleri, öğretmenler, müftüler, vakıf başkanları, hayır cemiyetleri ve başka katılımcılar siyasi meşrutiyet konusunda oy birliğinde buluştular. Genç delege Hasan Basriev bu hedefe doğru ilerlerken siyasi bir parti kurulacağına inanmıştı. Partinin tabanı onun da aktif katıldığı “Turan” etkinliğine dayanacaktı. Cuma’daki çalışmalarında onu kanatlandıran kongre kararları oldu. Kendi kimliğini aradığı şiirinde, kendisini halkının dışında aramadı. Halkıyla iç içe ve kader birliğinde gördü. Halkın acısı onun acısı, gözyaşı onun gözyaşı, kaderi onun kaderiydi. Ve dörtlüklerine devamla kendi benliği ile halkının kimliğini örtüşmüş, birbirine örülmüş ve birbirini tamamlayan olarak gören genç şair şöyle demiştir: Mahzunsa milletim, gamlıyım ben de Sızlatıcı bir ok vardır kalbimde, Acısıyla tufan kesilirim de Hiçbir engel bakmaz çağlar coşarım. Bu satırların her birinde Bulgaristan Türk kimliğinin al bebek gül bebek doğmadığı, 1878’den sonra çatlayan toplumun çok sızılı bir döneminde doğduğuna, bu acının halk acısı olduğuna, en büyük baskı ve zulme karşı halk iradesinin her zaman ve her yerde üstün geleceğine kesin inanç ifade ediyor. Şair bu inancına değişmeceli (metaforik) bir benzetme göstermemiştir. Dünya literatüründe Cengiz Han’ın mazlum halkları ezip geçtiği ve dünya hükümdarı olmak için uçurduğu kelleleri saymadığında, şairler mecazi benzetme olarak dünyanın buz kestiğini ve cellat olan ne varsa at, asker, kılıç, ve mızrakların donduğunu, böylece kötülüğün üstesinden gelindiğini anlatır. 1925 ve 1934 askeri darbeleri Bulgar milliyetçiliğinin kanının tuzlandığı ve faşizme dönüştüğü yıllardır. Kimliğimizin uyanışı zorbalıkla durdurulmuştur. Aydınlarımız kılıç altına çekilmiş, yurttan kaçmak zorunda kalmış ve halkımız kabuğuna kapanmıştır. Gökyüzüne kibrit çakıp yağmurları yakan


76

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yürekli gençlerimiz bu son kavga değil inancıyla geri çekilmek zorunda kalmıştır. Fakat hiç biri için Güneş ve yıldızlar sönmemiştir. O yıllar bir de Bulgaristan Türklerinin adına (şairin dediği gibi) millet dediği kızın doğduğu mutlu ve kutlu yıllardı. İnsanlarımız aynı ümmetten gelsek de Bulgarlarla aynı milletten olmadığımızı anlamış, kavramış ve son derece önemli gerçeğin bilincine varmıştır. Bir kökten gelmiş olsak bile o dönem biz Türkler artık bir yeraltı ırmağı olmaya zorlandık. Bulgar devlet egemenliğini bizimle paylaşmak istemedi. Bizi ezilmesi gerekenler olarak gördü. Onlar egemen ve hükmedendi. Hiç kimseyi tarih boyu yönetmediklerinden dolayı bize zulmetmeye başlamışlardı. İşte bu zorbalığa karşı şair “dağları aşarım” derken halkımızı bilinçli mücadeleye davet etmiştir. Bu dirilme 1989’un Mayısında milli ayaklanma bayrağını kaldıracaktır. Bütün aşkım zevkim hislerim yalnız Hayatım sanılan Millet adlı kız. Olmasın mazlum ve boş yere haksız, Bu uğurda yılmaz dağlar aşarım. Her şirinde iyi ile kötüyü birbirinden ayıran, bizden olmayana yüz göstermeyen şair Milleti içinde bizden olmayanı ayırıyor. Hain demese de hainlik kapısını kapıyor. “Ben Türk Milletinin bir ferdiyim” diyor. Düşmana hizmet etmem yankılanıyor. Türk kimlikli oluşuna vurgu yapıyor. Türklerin bu memlekete rahmet olarak geldiğini belirtiyor. Bunu kabul etmeyen ve halkımıza zulüm edenlere “kin” dolu olduğunu gizlemiyor. Düşmanları taşlamaya, onlarla bireysel ve örgütlü halk mücadelesine hazır olduğunu ve bu davadan asla vaz geçmeyeceğini beyan ediyor. O zamandan günümüze çok yıllar geçti. Fakat bu temel ilkelere göre atılan Bulgaristan Türk bireysel ve kolektif kimliği öz olarak değişmedi. Değişmeyecektir. 200 şairimiz de vatandan kovulsa, memleket kokumuz aynıdır. Vatan dedikçe gururlanıyoruz. Bu değer bizde ebediyen değişmeden kalacaktır. Memleket toprağından tüm köklerimiz birer birer sökülüp atılsa da, mayasında Türklük olduğu için memleket kokumuz değişmeden kalmış ve böylece yaşıyor. Bu bizim ter ve kan kokumuzdur. Ey takdirkârlarım, muhaliflerim İşte öğreniniz, aciz ben kim’im! ... Halk düşmanlarına derin bir kin’im!... Menfa atçıları haşlar, taşlarım!... Sayın okurlarım. Bugün büyük bir kavga içindeyiz. Bölünmüşüz! Parçalanmışız! Bireysel kaderle dağılmışız, geri dönüp baktığımızda bizi bugünlere getiren yol boyunca hep beraber olmuş olmamızdır. Oyuna gelmeyelim. Geçmişimizden


Makale ve Analizler - 2018

77

koptuğumuz an biz biteriz. Benliğimizin doğduğu o toprakları, o mücadeleyi, o acı ve tatlı günleri asla unutmayalım. Ben şimdi de arkadaşımı elimden tutup memleket cennetine çekmeye çalışıyorum. Siz de geliniz... Bizi okuyunuz. Ben sizin için yazıyorum. Sağlıcakla kalın.

Seçim Kapısını Keçinin Boyunuzu Açtı

Dr. Nedim Birinci-22.Temmuz.2018

Konu: Gelen seçimde ortak aday gösterebilecek miyiz? Bulgaristan Cumhurbaşkanı Rumen Radev, bulaşıcı veba yüzünden Sofya’ya gelen koyun ve keçi sahipleri ve çobanların ardından Burgaz ilinin Stranca Dağı köylerine gitti. Olayı yerinde inceledi. Koyun ve keçilerde “Asya vebası” olayı 19 Haziran 2018 tarihinde Yambol ilinin “Voden” köyünde Yordan Trifonov’un sürülerinde tespit edildi. Bir hafta sonra (25.Haziran.2018) 1500 küçükbaş hayvan öldürüldü. 3 gün sonra aynı hastalıktan Burgaz iline bağlı “Kosti” köyünde 150 koyun daha öldürüldü. Olay yerli ve merkez TV programlarında haber olarak verildi, fakat tepki uyandırmadı. 13 Temmuz akşamı saat 21.30’da Yambol şehrinde yayın yapan “Radyo 999”da konuşan, “Şarko” köyünden 60 keçi sahibi, 80 yaşındaki Dora Nine “Ben onurlu bir Bulgar Bayanım ve keçilerimi savunuyorum!” dedi. Aynı akşam 37 bin kişi Dora nineye SMS’le destek mesajı gönderdi. İnternet dayanışma kampanyasına 1.4 (bir milyon dört yüz bin) kişi katıldı. Ardından 10 bin kişi Sofya’ya geldi ve hükümetin bu bulaşıcı hastalıkla mücadele siyasetini protesto etti. Toplumdaki elektriklenmenin çok yüksek düzeyde olduğu ortaya çıktı. Bu yörede ülkedeki küçükbaş hayvanların % 0,4’ü bulunuyor. Olayın siyasileştirilmesi tehlikeli boyutlar ortaya koydu. Tarım Bakanı Porojanov “Şarkovo” köyüne gitti, Dora nineyi buldu. “Sus, istediğin parayı vereceğiz!” dedi, ama para etmedi. Cumhurbaşkanı Radev, “Şarkovo” köyünde, Dora nineye, imha edilecek olan keçilerinin yerine, Merkezi Bulgaristan’daki Kalofer şehri sürülerinden 100


78

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

keçilik bir sürü verileceğini ve böylece yarasının pansuman edileceğini açıkladı. Bu da tutmadı... Bulgaristan’ın otorite sahibi politik gözlemcilerinden Antoniy Gılıbov “Nova TV” yayınında “Bulgaristan’ın artık Cumhurbaşkanı yoktur. Bulgaristan’da devlet kurumlarına güven bitmiştir. Tehlikeli bir durum belirdi. Çok kötü siyasi ve ekonomik sonuçlar beklemeliyiz.” dedi. Sosyalist partiye yakınlığıyla bilinen sosyolog Andrey Rayçev ise “Hükümet istifa etmelidir!” dedi. Ülkede seçim için politik ortam belirdiğine işaret geldi. Koyun keçi derken, basının Bulgar siyasi sınıfının ayaklarının altında ateş yaktığı ortaya çıktı. Vatandaşlar “bu koyun ve keçiler sigortalı, kayıtlı, aşılı vs değil mi?” sorusunu sormaya başladı. Biraz eşeleyince şu an Bulgaristan’da bir milyon 353 bin küçük baş hayvan olduğu ve bunlardan yarısının sigortasız ve kayıtsız olduğu ortaya çıkardan, Avrupa Birliği’nden alınan hayvan başı karşılıksız teşviklerin kime ödendiği, nasıl ödendiği, ödenmeyen paralara ne olduğu veya kimin elinde kaldığı konusu gündem oldu!!! Birisi Tarım Bakanı Yardımcısı, 4 yüksek devlet görevlisinin “işlerine bakmadıkları” gerekçesiyle görevden alınmasının ardından, aynı kişileri destekleyen ulusal kampanya başladı. Hükümet ile hayvan bakıcılar arasında diyalog ve uzlaşma sağlanması yolu kapandı. Koyun-keçi toplu mezarı kazan iktidar ile küçük üretici arasında ortak dil olunamayacağı ortaya çıktı. Devlet ile halk yüzsüze geldi. Polis, jandarma ve ordu birlikleri kuşatması ortamında “Şarkovo” köyü ve daha 3 köyde 2 günde 3 bin koyun - keçi daha öldürüldü. İmha kampanyası devam ediyor. Bu arada öldürülen keçilerin 2 metre derine gömülmediği ve kurtların cesetleri çıkarıp sürüklemeye başladığı haber oldu ve gerginliği daha da arttırdı. Bulgar ve Fransız laboratuvarları bölgede veba ateşi yandığını her gün teyit ediyor. Polis insanların evlerine ve sayalara girme izin göstermiyor, hayvanların imha edilmesi emri de sahiplerine gösterilmiyor. Köylerde nefret kaynıyor. Köylülere “Brüksel’den emir var!” deniyor. Köylü kime küfür edeceğini şaşırmış durumda! Facebook’ta çıkan yorumlarda, “Koyun ve keçilerin Türkiye ile sınır bölgesinden geri çekilmesi ve Stanca Dağı’nın yerlilerden arıtılması için çalışıldığı ve bölgeye sığınmacı ve kaçak yerleştirileceğine” işaret edildi. 20 Temmuz günü Sofya Meclisi, hükümete sığınmacı ve kaçakları Bulgaristan’a geri alınma konusunda ikili ve çok taraflı anlaşma imzalamasını yasakladı. Bulgaristan’ın kahramanı DORA nine. Son 6 ayda 500 milyon kişilik Avrupa Birliği’ni başarılı yönetmekle övünen Bulgar hükümeti 50 çobanla baş edemiyor. Köylüler devleti ve kurumlarını iş bilmemekle, habersiz olmakla, yeteneksiz olmakla, sorumluluktan kaçmakla,


Makale ve Analizler - 2018

79

problemi küçümsemekle, suç işlemekle, halkı bilgilendirmekte gecikmekle ve umursamazlıkla itham ediyor. Sorumluluktan sıyrılmak isteyen Tarım Bakan’ı önce “bu veba Türkiye’den geldi” dedi. 2011 yılında da öyle demişlerdi. Hemen ardından 2018’de komşuda böyle bir salgın tespit edilmediği haberi gecikmedi. Cumhurbaşkanı yardımcısı Yotova: “Devlet kurumları yerinde değil!” tespitini yaptı. Kamuoyu temsilcileri Temmuz ayı olaylarını değerlendirirken, “halkın, devleti mezar kazıcısı” olarak gördüğünü belirterek 2018’de erken seçim yapılmasını istedi. Seçim tartışılmaya başnladı. 3 tarihe işaret edildi. Birinci olasılık olarak 2018 güzünde erken genel seçim yapılmasına vurgu yaparken, ikinci grup, 23 - 26 Mayıs 2019 tarihinde Avrupa Birliği parlamento seçimleriyle birlikte erken genel seçim yapılmasının uygun olacağına işaret ediliyor. Üçüncü grup ise, seçim masraflarını öne sürerek, 2019 yılı güzünde yapılacak belediye başkanı, belediye meclis üyeleri ve muhtarlık seçimleriyle birlikte erken genel parlamento seçimleri yapılmasının uygun olacağı üzerinde duruyor. Bu yorumlarda bulunan siyasetçi ve sosyoloji uzmanları Başbakan Boyko Borisov’un 1990’da başlayan Geçiş Döneminde en başarılı Başbakan olduğunu, işine gelmeyenleri iktidar ortaklığından ustaca kovmayı becerdiğini belirtiyorlar. Hükümetten ayrılmakla tehdit eden Başbakan Yardımcısı Valentin Stoyanov, Başbakana şok yaşatamadı. Giderse, muhalefette olan ama iktidar siyasetini destekleyen “Volya” (İrade) partisi lideri Mareşki alternatif olarak şakımaya başladı. İki defa (2013 ve 2016’da) istifaya zorlanan B.Borisov hükümeti, bu yıl 2 gensoruya göğüs gerdi. Düşmesinin anahtarı artık yeni faşist-aşırı milliyetçilerin elinde bulunuyor. 24 Mart 2017 seçimlerinden beri geçen dönemde sözüm ona “Yurtsever Cephe” ortaklığı halkımızı aldatıp iktidara ortak olmak için kurulduğunu kanıtladı. Şöyle ki, büyük bir gerçek ortaya çıktı. Ülkedeki tüm aktüel konulara seyirci kalan Bulgar faşistleri, kendi aralarında artık sert kavga ediyor. Bir defa 2016 sonunda kurulan “Yurtsever Cephe” yalnız bir seçim ortaklığı olup meclise girmek için kurulmuştur. İktidar ortaklığı bu irtica güçlerinin ortak ömrünü uzatırken, taban dokuda buluşamadılar ve kaynaşamadılar. İkinci sorun, son 15 ayda “Yurtsever Cephe”ye katılan İç Makedon Devrim Hareketi VMRO, “Ataka” Partisi ve “Bulgaristan’ı Kurtarma Cephesi” arasında hır mırlar, sert ve sivri çelişkiler doğurdu. Mali konularda zıtlaşan tabanda yakınlaşma, kaynaşma falan yaşanmadı.


80

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Başbakan Yardımcısı ve Savunma Bakanı Krasimir Karakaçanov yönetimindeki VMRO Makedon milliyetçilerinin Bulgaristan’daki örgütüdür. Tarihi kanlı, yürüdükleri yolun iki tarafı kelle doludur. İpleri Büyük Savaştan önce Komintern’e tarafından çekilirken, 1944’te kapatıldılar. 1990’dan sonra yağcılık yaparak siyaset sahnesine çıkıp iktidara tırmandılar. Nüfusları % 3’ü geçmez. “Ataka” partisi, “politikada sağ sol olmaz”, “21 yüzyıl siyasetinde ideoloji yok” tezi etrafında dönerken Moskova’nın Bulgaristan’da kurduğu bir köprübaşı olarak siyasi sahnede gövde gösteriyor. Radyo, TV “Alfa” vebasın yayınlarıyla kendine övgü yağdırıyor. Batıya bakan bir hükümette Moskova tellallığı yapıyor. Trakya göçmenleri, ordudan atılmış subaylar ve birasını mezesiz içenlerin masasına Avrupa Birliği sübvansiyon avantalarıyla kızartılmış patates taşıyarak köylü tabanına sızan sözüm ona “Bulgaristan’ı Kurtarma Cephesi” gönlünde Moskova sevgisi yaşattığını gizleyemezken bir de aklı batıdan bir şey araklamayı kurgularken, gözü yere bakıyor. Ne süt döktüm ne de süt içtim havalarında, Türklere ve Müslümanlara küfür etmekten geri durmuyor. “Asya vebası” Türkiye’den geldi balonunu onlar saldı. Her sinekten yağ çıkarmaya çalışıyorlar. Milliyetçiliğin faşizm zehrini kusan bu irtica partisinin lideri olan Başbakan Yardımcısı Valeri Simyonov, koyun-keçi bunalımı günlerinde, Turizm Bakanlığı koltuğuna göz dikti. İlk 6 ayda Bulgaristan turizmden bir milyar 500 milyon leva kazanmış ve bu yıl ülkemize 5 milyon 500 bin turist gelmesi hesaplanıyor. Bu rakamlar Valeri Simyonov’un aklını çeldi. Anlaşılan, devletin Karadeniz sahil dikenliklerinden arsa falan kapatmak da istiyor. Turizm Bakanı olmazsam, “istifa ederim ve hükümet devrilir” tehdidi savurdu. Yüzsüzlüğün sınırı yok! Öteki iki milliyetçi ortak da “ne olacaksa olsun, seçime ayrı ayrı girersek köy muhtarı oluruz” demeye başladılar. Siyası gözlemciler bu 3 parti bir daha birlikte seçime gidemez, aralarından kara kedi geçti, diyor. Bulgar meclisinde değişiklikler bekleniyor. Bizi için günün konusu keçiler ve koyunlar ve dönen dolaplarla birlikte bir de şudur: Tüm Türk örgütler gelen seçimde ortak aday gösterebilecek miyiz? Siyasi kibir yenilebilecek mi? Aday listelerimizi birlikte hazırlayabilecek miyiz!!! Devam edeceğiz. İlginize teşekkür ederim. Aynı yolun yolcularıyız. Bizi izlemeye devam ediniz.


Makale ve Analizler - 2018

81

Burası “Hür Avrupa” Radyosu

BG-SAM-22.Temmuz.2018

Konu: Bulgaristan’ın artık uyanması gerekiyor! Azınlıklar uyanmadan Bulgar milleti asla uyanamaz! Basın ve söz özgürlüğü bakımından Zimbabve’den sonra 111. yere dizilen Bulgaristan’da “Hür Avrupa” Radyosu Bulgarca yayınlarına yeniden başlıyor. Bu açıklamayı “Hür Avrupa” Başkanı Tomas Kent yaptı. Bu konuda Amerikan Senatosu özel karar almış. “Hür Avrupa” Bulgarca ilk yayınını 1950’de New York’tan yapmıştı. Radyosunun adı sıkı komünist rejim döneminde Bulgaristan’dan kaçan Georgi Markov, Vladimir Kostov ve Rumyana Uzunova gibi ünlü gazetecilerle beraber anılır. 1978’de Georgi Markov’un “Bulgaristan’la ilgili uzaktan söyleşiler” dizisinde sosyalist Bulgaristan’da insan haklarının çiğnendiği ilk defa dile gelmişti. Bulgaristan Türkleri tarafından bilinen gazeteci Rumyana Uzunov’a 1981’de “Hür Avrupa” Radyosunda Almanya / Münih merkezinde göreve başladı. 1988 - 1989 yıllarında Bulgaristan’da mayalanan demokratik muhalefet ve Türk direniş hareketi öncüleriyle 400’e yakın telefon mülakatı yaptı ve yayınladı. Bu telefonla bilgilendirmeyi gerçekleştiren kahramanlardan biri, “Belene” kampından sonra, Montana ili Kameno köyüne sürgün edilen, illegal Demokratik Lig (Birlik) örgütü kurucularından ve bugün BULTÜRK örgütü üyesi, abimiz Sabri İskender’dir. 1989 Mayıs’ında 72 bin Türk’ün katıldığı Milli Türk Ayaklanması “Hür Avrupa” Radyosu tarafından her yayında haber, yorum ve söyleşilerle yansıtılmış ve şahlanan ruhumuzun yürekli örgütlenmesinde büyük rol oynamıştır. 1989’un 10 Kasım günü diktatör Todor Jivkov’un yıkılmasından sonra “Hür Avrupa” radyosu 1990’da Sofya’da ofis açmış ve 1995’te yayın merkezini Sofya’ya taşımıştı. 2004’te Türkiye Cumhuriyeti’nin garantörlüğünde Bulgaristan’ın NATO’ya üye olmasından sonra aynı yıl “Hür Avrupa” radyosu Bulgarca yayınlarını durdurmuştu. Bu yayının durmasıyla Bulgaristan’da Radyo Çağı sanki sona erdi. Bu radyoda çalışan İvan Kostov, Georgi Koritarov vb gazeteciler daha sonraki yıllarda ülkedeki değişik Radyo ve TV yayınlarında görev alsalar da, halkı etkileme ve yüreklendirme bakımından “Hür Avrupa” dönemini hep arattılar. *** “Hür Avrupa” radyosunun Bulgarca yayınları 14 yıl önce kesilmişti. Bulgaristan 12 yıl önce Avrupa Birliği’ne (AB) üye oldu. AB ülkelerinde “Hür Avrupa” yayını yoktur. Şimdi “özgürlüklerin çiğnendiği” tespit edilen


82

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan ve Romanya’da yeniden başlıyor. Ne yazık ki, son 28 yılda bizde farklı görüşlere yer verilen çok sesli özgür bir medya ortamı oluşmadı. Siyasi durum köklü değişiklik kaydetmedi. Basın, radyo ve TV programları, devlet yayın organları dışında olanlar finans oligarşi peşinde toplantı. 1989 öncesi muhalefette olan güçlerden yalnız 2 kişi, birsi Bulgar Ulusal Televizyonu (BNT-1) ve ikincisi de “Bulgarya Radyosu”na işe alındı. “Demokratik Dönemde” (1990 - 2018) kurulan 17 hükümletin hepsi komünist - totaliter erk finans oligarşinin eline ve cebine akıtmakla meşguldü. Yıkılan politik sınıftan gelip türeyen oligarşiye (para babalarına) hizmet etti. Bulgar bataklığında açan nilüferlerin hepsinin sahibi Moskova oldu! Ve bugün “Hür Avrupa” radyosunun Bulgarca yayınlarına yeniden başlaması sanki Büyük bir dönüşümün gerçekten başlamak üzere olduğuna bir sinyal olacak. Toplumun hiddetle konuştuğu, uzayan tırnaklı parmaklarını batırarak canını kanatmaya çalıştığı bir kişi var. Başbakan Boyko Borisov. Yanıt aranan soru: Onun, Arap Emirliklerinde tuttuğu paralarını Bulgaristan’da bir yerlere mi saklayacağı yoksa Moskova bankalarına mı aktaracağıdır!? İkinci grup yorumcular ise, onu “Turuncu Devrim”in kabak çiçeği Ukrayna Başkanı Yaruşieviç’e benzetirken, ömrünün son bölümünü Moskova kenarında yeni inşa edilen “Rublyovka” butik semtinde görüyorlar. *** Gençlik yıllarını “Hür Avrupa” radyosunda geçiren gazeteci yazar Dimitır Boçev, Bulgarca yayınların yeniden başlaması gereüini şöyle açıkladı: “Hür Avrupa” radyosu yayınlarının yeniden başlayacağına çok sevindim. Bu hüzünlü bir gerek oldu. Bulgaristan’da söz özgürlüğünün ne kadar yaralı, incitilmiş ve ezilmiş olduğuna kanıttır. Sosyalizm yıllarında, söz özgürlüğü Komünist Parti tarafından gasp edilmişti. Bugün aynı özgürlük para babaları ve hedefleri bilinmeyen oligarşi tarafından gasp edilmiştir.” *** Son aylarda Filibe (Plovdiv) merkezli “Evropa TV” radyonun Münih redaksiyonunda çalışmış gazeteci Gergi Koritrov’a hafta içi saat 9 ile 12 arası yayın yapma; Sofya’daki redaksiyonda çalışmış gazeteci Kalin Manolov’a hafta içi birkaç siyasi program gerçekleştirme ve aynı gruptan olmayan GERP’li eski milletvekili Anton Todorov’a her Cumartesi saat 10 ile 12 arası komünizmi eleştiren yayın yapma olanağı vs verilmiştir. “Hür Avrupa” Münih mikrofonlarından tanıdığımız Ekaterina Bonçeva son yıllarda gizli polis “DS” ajan dosyaları açılınca o merkezde çalıştı. Yıllar içinde gizem başağının kapçıkları soyuldukça


Makale ve Analizler - 2018

83

yazar Georgi Markov, gazetecilerden İvan Kostov ile Georgi Koritarov’un Bulgar istihbaratı ajanı olduğu ortaya çıktı. Bulgar halkı “öldürün bu ajanları” dedi mi? Hayır demedi. “Her başağın püskülü olur!” demekle yetindi. Çok samimi olmamı istiyorsanız, “toplumumuz hasta ve başka doktorumuz yok” diyenler oldu ve Koritarov “Özgün bölge TV programlarına” baladı. Söylenecek olan zaten söyleniyorsa “Hür Avrupa” radyosunu yeniden açmaya ne gerek var ki!? Bu soru da ortaya çıktı. Genç Kuşak gazeteci Kalin Manolov bu soruya şu yanıtı verdi: “Hür Avrupa Radyosu” Bulgaristan’da objektif, namuslu ve profesyonel gazeteciliğe ton veriyordu! Kapanınca her şey altüst oldu!” Yerine “Yeni Avrupa” radyosu açıldı ve yayına başladığı gibi soldu... Cevap bekleyen en can alıcı soru ise şudur: “Bir DS ajanına inanılır mı? İnanılmalı mı?”, “Yoksa asla inanılmamalı mı!?”, “DS” ajanlarının da insan olduğunu düşünmek zorundayız. İsimlerimiz değiştirildikten sonra birçok komünist kendini yakmadı mı? Sofya Hapishanesinde “halk adına” kurşuna dizilmediler mi? Bu sorunun yanıtı çok ağırdır. “Belene” ölüm kampında tutuklulardan 22’si parti üyesiydi. “Demokratik Lig” kurucu önderlerinden Ali Ormanlı da partiliydi. İllegal örgütün en aktif üyesi Nasuf Başaran Silistre polis amirliğinde çalışmıştı. 1990 HÖH Partisi Büyük Millet Meclisi seçim programını yazan ve köy köy gezip mitinglerde halka indiren ve ilk kez 24 milletvekilinin birden meclise girmesi yolunu açan gazeteci Hikmet Efendiev de eski BKP’liydi. “Her koyun kendi bacağından asılır” atasözümüz belki de bu durumlar için söylenmiştir... Şu da var: Yolun uzunluğu sonu gelmeden ölçülemez... *** “Hür Avrupa” bir kısa dalga radyosuydu. Okyanus ötesinden seste cızıltı vardı. Haber ve Müzik veriyordu. İlk dönemde “Müzikle randevu” programı tutmuştu. O yıllarda Bulgaristan sinemalarında Amerikan filmleri gösterilmediği için, film müziği sevenlerin kulakları kısa dalgadaydı. Bunları hatırlarken, Sofya’dan UKW üzerinden başlayacak yeni yayınların da Bulgarların kabul etmediği ama çok sevdiği nihavent makamının bir dokusu olan “Çalga” müziğini tanıtarak başlamasını öneriyoruz. Yayınların üçte biri haber yorum, üçte biri “Çalga” başta olmak üzere, yeni Bulgar ve etnik müzik, diğer bölümü de etniklerin dillerinde Türkçe, Çingenece ve Ulahça haber, yorum ve röportaj türünden olmasını büyük isteğimizdir. Bulgaristan’da yalnız Bulgarların uyanması ve demokratikleşmesinin anlamsız olduğu gün gibi ortadadır. Amerikan Senatosu


84

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yapacaksa hayrı bütün yapsın ve Bulgaristan etnik azınlık kültür ve sanatına bir el uzatsın. Hadi hayırlısı... Okumak ve okutmak uyanmanın kutsal yoludur. Bu görev, Amerikan Senatosunun değil, bizim kendi ödevimizdir. Sağlıcakla kalınız!

Beyaz Geceleri Hatırladım

Müh. Mehmet Çakır-25.Temmuz.2018

Konu: Trump - Putin Helsinki görüşmesi neden gelip geçmedi? Rusya’ya işe gitmeye hazırlanırken F. Dostoevski’nin “Beyaz Geceler” adlı uzun öyküsünü okumuştum. Gençlik, romantizm, umut! “Beyaz Geceler”, esere sarılan “dostsuz” ve “avare” bir serüven! Beni etkileyen o gençlik yaşantısını beyaz geceleri görmek için gittiğimde Petersburg’da duyumsayamadım. Haziran ayının son günlerinde Amerika Başkanı Trump ile Rusya Başkanı Putin’in Helsinki ikili zirvesi için, neden beyaz gecelerin seçildiği beni düşündürdü. Bu zirve o kadar önemliydi ki yankı ve yorumları devam ediyor. Beklenen bir doruktu. Helsinki’nin beyaz gecelerine rastlaması çok anlamlıydı. Kuzey Kutbuna yakın olan bu bölgenin beyaz gecelerinde gölge yoktur. Yer olarak Helsinki, zaman olarak da Beyaz Geceler geçmiş gölgelerinden hiç birinin etkili olmadığı bir geleceği çağrıştırdı. Aslında bu iki ülke arasından özellikle Rusya’nın kırımı ilhak etmesinden sonra gelen yaptırımlar, “Skripal” olayından sonra gelişen diplomatik skandal ve yeni yaptırımlar, böyle bir zirvenin yapılmasının imkânsız olduğuna işaret ediyordu. Geçmişten hiçbir şeyi anımsamadan geleceği konuşmak! Aslında ABD ile Rusya tarih boyu birbirine savaş ilan etmemiş 2 ülkedir. Birçok tarih kitabında ve romanda “Rusya ile Amerika arasında savaş olmaz” cümlesine rastlarsınız.


Makale ve Analizler - 2018

85

Aynı zamanda, Alman “Stern” dergisi son sayısında (24.Temmuz.2018) yazdığına göre Rusya ve Amerika’da nüfusun % 67’si dünyanın seçilmiş başkanlar tarafından değil, perde arkasında oturan ve seçilmişlerin iplerini çekenler tarafından yönetildiğini yazdı. Bu yüzden bu zirve başarılı gerçekleşti denebilir. Kimin açısından mı - her iki açıdan da... 1919’da, 1945’te ve 1990’da meydana gelen olaylar, Nazi faşizminin yenilmesi, “Berlin Duvarı”nın yıkılması ve “Soğuk Savaş”ın gömülmesi hep başlıca ABD ve Rusya anlaşma ve işbirliğinin sonucu olmuştur. Büyük zaferlerin elde edilmesinde hangi dev gücün daha büyük katkısı olduğunu kestirmek güçtür. İkinci Dünya Savaşı’nda da öyle olmuştur. Üstelik tarihteki en kötü olayların hepsi 20. yüzyılda kaldı da, 21. yüzyıla gölgesiz bir ufuk açılamadı. Bu bakıma geçmişin yükünden ve gölgelerinden uzak “Beyaz Geceler” insanlığın geleceği için bir mucize oldu. Bu görüşmeden sonra Avrupa’daki bütün kafalardan bir ses çıktı. Avrupa göbeğinde çıkan “Luzener Zeitung” -İsviçre gazetesi, “Halsinki görüşmesi Doğu Avrupa ve Balkanlarda havayı bozdu” başlığını attı. Cepheleşme gölgeleri henüz kalkmamış olan eski kıtada NATO’nun güvenlik garantilerinin tutarı nedir tartışması başladı. Polonya, Çekya, Macaristan ve Slovakya Rusya’nın yayılmacı emellerinden NATO’nun kendilerini koruyamayacağını iddia etti. Pentagon ise kolektif savunmadan kuşkulu söz ediyor. Bu nedenle, Macaristan, Çekya ve Slovakya Viladimir Putin’le dostane ilişkiler geliştirirken, Avrupa Birliği ve NATO üyeliğinden vaz geçmek istemiyor. Son 6 ayda sürekli güvenlik ve huzurdan söz edilen Balkan Yarımadasında, yine “Luzerner Zeitung” gazetesine göre, “patlamaya daha yakın bir durum” oluştu. Kara Dağın NATO’ya girmesine engel olamayan Moskova, bölge ülkelerindeki muhalefet güçlerini finanse etmeye devam ediyor. NATO üyeliği koşulu olan Makedonya’nın devlet adını değiştirmesi, muhalefet güçleri tarafından kabul edilmiyor. Bosna - Hersek etnik parçalanma eşiğinde, Rusya Sırpların ayrılmasını destekliyor. Balkanlar’da en önemli Rus üssü Sırbistan olmaya devam ediyor. Dünya’nın dört bir yanında ABD ve Rusya çıkarları çekişirken, üstelik Başkan Donald Trump Rusya’ya karşı yeni yaptırımlar uygulamışken gerçekleşen Helsinki zirvesi politik gözlemcilerin bu gidişle NATO dağılır ve Batı Avrupa Amerika’dan kopar görüşlerini yaymasına vesile oldu. NATO’nun zoraki dağılması silahlanma ödeneklerinin önce % 2’ye, ardından %4’e ve daha sonra da % 8’e çıkaramayanların Alyanstan kopmasıyla gerçekleşeceğine işaret edildi. ABD ile AB arasındaki soğukluk artık ilişkileri donduruyor.


86

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Fransa Ekonomi ve Maliye Bakanı Brüno lö Mer, iki dev güç arasındaki ticaret savaşının artık başlamış olduğuna “Evropa Pres” önünde vurgu yaparken, “ABD küresel kurallara ve müttefiklerine saygılı olmalıdır” dedi. Fransa lideri Em. Macron ise, “Ticaret konularında Avrupa dış buyurulara boyun eğemez!” demekle yetindi. ABD, 1 Haziran’dan başlayarak Avrupa’dan aldığı alüminyum ve çelik mamullere gümrük uyguluyor. Bunların hiç birisi hiçbir şey değil. Siyasi gözlemciler, kapalı kapılar ardında yapılan ve 2 saat süren görüşmede, Başkan Trump, adaletin yerini bulması ve barışın güvenli tesis edilmesi ve iki ülke arasındaki tehdidin kalkması için Rusya’nın 1992’de çekildiği Doğu Avrupa’yı Doğu Almanya sınırlarına kadar yeniden Moskova kontrolüne bırakmayı ifade ettiğini vurguluyor. ABD’nin Birleşmiş Milletler temsilcisi Bayan Niki Heyli ise, CBN televizyonuna, Helsinki zirvesiyle ilgili olarak, memnuniyet verici olduğunu belirttikten sonra şöyle dedi: “Bu görüşme ABD medyasında ve politikacılar tarafından eleştirildi” Trump’a “dostsuz” ve “yalnız adam” diyenler oldu. . Heyli, bu görüşmenin yapılması gerektiğini, ABD’nin Rusya siyasetinden memnun olduğunu ifade etti. Ne de olsa beyaz gecelerle benzetmeler yapılmaya devam ediyor. Bu görüşme ve ortaya çıkan yeni durum Birleşik Amerika’nın dünya jandarması olmaktan usandığını doğrular gibi. Hiçbir hakkı olmayan ülkelerin büyük siyasete soyunma hevesleri gerginliği körüklüyor. Doğu Avrupa ve Balkanları kaybeden bir Almanya’yı düşünmek bile istemiyorum. Rusya’nın NATO ve AB dışında kalan Balkan bölgesini Yeni Büyük Türkiye’ye bırakacağını konuşanlar gerçekçi yorumlar yazıyor. Balkanların kültürel olarak dirilmesi yeni bir bölgesel uygarlığın temellerini atacak ve huzur sağlayacak niteliktedir. Beyaz gecelerle başlayan bu gelişme dolun ayla devam edecek. Bu ayın 27’sinden başlayarak Güneş, Dünya ve Ay aynı çizgiye dizilecekler. Dünyamız güneş İle Ay arasındaki bir noktada konumlanacak ve Ay Dünyamızın yarattığı gölgenin ortasından geçecek. Gelen haberlere göre Trump ve Putin ikinci bir görüşmeye hazırlanıyor. Bilgiler ortak nimetimizdir.


Makale ve Analizler - 2018

87

Türk Dünyası Bakanlığı Kurulmalı mı?

Alptekin Cevherli-25.Temmuz.2018

Tarihi kimi kaynaklara göre 5 bin, kimi kaynaklara göre de 10 bin yıl eskiye dayanan Türk milleti, bugün 5 kıta üzerinde 300 milyon nüfusa sahip, 8’i bağımsız 40 küsur devlet ve özerk bölgeden oluşan önemli bir güç. Bu devletlerin kuşkusuz birbirlerine yapacakları katkı ve destek çok önemli. Arap Birliği, İngiliz Milletler Topluluğu, Fransız ve İspanyol milletler topluluğu ve dili konuşan ülkeler birlikleri gibi kuruluşlar dünya sahnesinde önemli roller oynuyorlar. Bugün sadece İngiliz Milletler Topluluğu’nun iç ticaret hacmi 600 milyar dolara ulaşmış vaziyette. Dünya ticaretinde önemli aktör. Peki bizim Türk Dünyası için böyle bir organizasyonumuz var mı? Ne yazık ki yok... Arada bir yapılan devlet başkanları zirvesi ya da ikili ilişkiler veya ziyaretler harici İngiliz Milletler Topluluğu veya Arap Birliği gibi blok karar alabilen bir mekanizmamız var mı? Hatta böyle bir kurumumuz var mı? El cevap, hayır! Peki niye yok? Türklerin dünya üzerinde hâkim olduğu dönemler medeniyetin, insan hak ve güvenliğinin zirve yaptığı; sanatın ve sanatçının korunduğu en muhteşem dönemler değil midir? Peki niye biz Arap Birliği veya İngiliz Milletler Topluluğu gibi bir yapılanmayı oluşturmuyoruz? Bu konuda turizm bakanlığına bağlı bir kurum ile yol alına bilinir mi? Kültür Ve Turizm Bakanlığı’ndaki bürokratlar bu konuda ne kadar yetkin olabilirler? İşin romantik veya slogan kısmını bir kenara bırakırsak; çok ciddi bir teknik alt yapı ve bilgi birikimi gerektiren Türk Dünyası konusunda yetişmiş ve yetkin insan bulmak ne yazık ki zaten bir hayli zor.


88

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Romantik hülyalar yerine ayağı yere sağlam basan projelerle, sloganlar yerine mevcut durumu değerlendiren; ileriye dönük gerçekçi projeler üretebilecek bir yapı oluşturulması olmazsa olmaz bir şarttır. Bu konuda; P Mevcut asimilasyon uygulamalarına karşı politikalar üretilmesi, P Ticaret hacminin genişletilmesi, P Teknoloji transferi, P Ortak alfabe işinin bir an önce tamamlanması, P Ulaşım ve iletişim imkânlarının çeşitlendirilip ucuzlatılması, P Güvenlik ve terör konularında iş birliği ve ortak üretim, P “Eurovision” benzeri bir üst yayın kurulunun hayata geçirilmesi, P Türkvizyon ve benzeri yarışmaların yaygınlaştırılması, P Bilgisayar ve internet konularında alternatif millî sistem kurulması P Ve millî bilincin ve hedeflerin (özellikle Türkiye’de) gençlere verilmesi; Gibi konu başlıklarında hızla yol alınması gereklidir. Bunlar hayata geçmediği müddetçe sloganlarla ve hayallerle debelenip dururuz. Bütün bunlar için ise Türkiye’de başta olmak üzere bütün Türk dünyası devletlerinde müstakil Türk Dünyası bakanlıkları kurulmalıdır. Ve bu bakanlıkta görev alacak personel temin edilirken kesinlikle “işi ehline verin” emri ilahisine dikkat edilmelidir. Çünkü bütün insanlığın sorumluluğu bu arkadaşların üzerinde olacaktır, velhasıl Dicle kıyısında bir koyunu kurt kapsa sorumluluğu bizimdir, vebali büyüktür.


Makale ve Analizler - 2018

89

Zeki Velidi Togan

Rafet Ulutürk-25.Temmuz.2018

(10 Aralık 1890 - 26 Temmuz 1970) Tarihçi, Türklükbilimcisi Başkurt devrimi ve bağımsızlık hareketi önderi. Asıl adı Ahmet Zeki’dir. Rusya’da iken Validov soyadını kullanmış, Türkiye’ye geldikten sonra Togan soyadını almıştır. “Togan” sözcüğü “doğan” sözcüğünün Kıpçak Türkçesi alanındaki karşılığı, Başkurt Türkçesindeki şeklidir. Rusya yılları 10 Aralık 1890 tarihinde Başkurdistan’ın İsterlitamak’a bağlı Küzen Köyü’nde doğdu. Daha ilk medrese tahsilini yaparken bir yandan da özel Rusça dersleri alıyordu. Öğretmen olan annesinden Farsça öğrenmeyi de ihmal etmedi. 1902 yılında orta tahsil için Ütek’e bulunan dayısı Habib Neccar’ın medresesine gitti. Buradaki öğrenimi sırasında Arapça dersleri alarak dilbilgisini geliştirdi. 1908’de köyünden kaçarak Kazan’a gelip burada özel dersler aldı. Bu arada Katanov ve Aşmarin gibi bilginlerle tanıştı. 1909 yılında mezun olduğu Kasımiye Medresesi’ne “Türk tarihi ve Arap edebiyatı tarihi muallimi” oldu. 4 yıl süren bu öğretmenliği sırasında 1911 sonlarında yayınladığı Türk ve Tatar Tarihi adlı kitabı sayesinde meşhur olmaya başladı. Bu eserin iyi yankıları sayesinde Kazan Üniversitesi Arkeoloji ve Tarih Cemiyeti’ne üye seçildi. Akademik çalışmalar 1913 yılında Fergana‘ya, 1914 yılında Buhara’ya araştırmalar yapmak için gönderildi. Fergana’da Yusuf Has Hacip’in 11. yüzyıla ait Kutatgu Bilig adlı eserinin bir el yazması nüshasını buldu. Bu seyahat neticelerine ait hazırlamış olduğu raporlar başta Petersburg Arkeoloji Cemiyeti olmak üzere Kazan ve Taşkent Arkeoloji cemiyetleri mecmualarında yayınlandı. Bu arada Prof. Katanov’un şimdi İstanbul Üniversitesi Türkiyat Enstitüsünün esas nüvesini teşkil edecek kitaplarının Türkiye’ye gönderilmesine vesile oldu. Siyasi yaşamı Daha sonra Rus Millet Meclisi Duma’da Ufa Müslümanlarının temsilcisi olarak bulunmak üzere Petersburg‘a gitti. Bilimsel çalışmalarına siyasî çalışmalarını da eklemiş oluyordu. Bu sırada Bolşevik İhtilâli patlak verince o da Türkler’in durumunun düzelmesi için mücadeleye girişti. Bolşevik İhtilâli’nden 22 gün sonra 29 Kasım 1917 tarihinde Başkurdistan ilinin muhtariyeti ilan edildi. Orenburg’u 18 Şubat 1918 tarihinde işgal eden


90

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bolşevikler onu tutukladılarsa da 7 Haziran 1918 tarihinde hapisten kaçtı. Başkurt hükümeti kurulduğunda Togan, harbiye nazırı oldu. Bundan sonra Lenin, Stalin ve Troçki ile defalarca görüştü fakat olumlu sonuç alamayınca Türkistan‘a çekilip orada mücadeleye devam etme kararını verdi. Basmacı hareketi Türkistan Millî Özerk Hükûmeti’nin bastırılmasından sonraki Basmacı Hareketi’nin içinde bulundu. 1920 - 1923 yıllarında Türkistan‘da amansız bir mücadeleye giriştiyse de başarılı olamadı. Türkistan Millî Birliği‘nin kurucusu ve ilk başkanıdır. Türkiye’ye geliş Paris, Londra ve Berlin‘deki birçok Orta Asya tarihçisi onunla çalışmak istemesine rağmen, devrin Türkiye Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi, Fuad Köprülü, Rıza Nur, Yusuf Akçura‘nın istekleri sayesinde Türkiye’den davet aldı. 20 Mayıs 1925 tarihinde geldiği Türkiye’de, Maarif Vekâleti Telif ve Tercüme Encümenine tayin edilmiştir. O zamanki Ankara’nın kitap açısından yetersiz olması yüzünden kendi isteği ile İstanbul Darülfünunu Türk Tarihi Müderris Muavinliği’ne tayin edildi. Bundan sonra İstanbul ve Anadolu kütüphanelerinde hummalı çalışmalarına başladı fakat 1932 yılında I. Türk Tarih Kongresi‘nde tıp doktoru Reşit Galip’in sunduğu Orta Asya‘da iç deniz olduğu ve bunun sonradan kuruduğu konusu hakkındaki tebliğini eleştirince, Togan aleyhine bir kamuoyu oluştu. Kendisine takınılan bu kötü tutum üzerine ülkeyi terk etme kararını verdi. Avrupa yılları 8 Temmuz 1932 tarihinde istifa ederek Viyana‘ya gitti. 1935 senesinde Viyana Üniversitesi‘nden felsefe doktoru ünvanı aldı. 1935 - 1937 yılları arasında Bonn Üniversitesi‘nde, 1938 - 1939 yılları arasında Göttingen Üniversitesi’nde profesör olarak ders verdi. Türkiye’ye dönüş 1939 yılında milli eğitim bakanının daveti üzerine tekrar Türkiye’ye geldi, İstanbul Üniversitesi’nde Umumî Türk Tarihi Kürsüsünü kurdu. İkinci Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru 1944 yılında, Türkiye’de Sovyetler aleyhine faaliyet ve Turancılık suçundan tutuklanıp mahkeme edildi. Bu IrkçılıkTurancılık Davası sonucunda 10 yıl hapse mahkûm edildiyse de askerî mahkeme kararı bozdu ve Togan beraat etti.


Makale ve Analizler - 2018

91

1948 yılında yeniden döndüğü üniversitedeki görevine ölümüne kadar devam etti. 1951 yılında İstanbul’da toplanan XXI. Müsteşrikler Kongresi’ne başkanlık etti. Bu onun bilimsel alandaki şöhretini çok daha artırdı. 1953 yılında İstanbul Üniversitesi’nde İslam Tetkikleri Enstitüsü’nü organize etti. 1967 yılında kendisine Manchester Üniversitesi tarafından bir onur doktorası verildi. Zeki Velidi Togan5 26 Temmuz 1970’te İstanbul’da vefat etti. Oğlu Subidey Togan, Bilkent Üniversitesi ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi İktisat Bölüm Başkanlığı yapmış iktisat profesörü, kızı İsenbike Togan Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde tarih profesörü, torunu Emre Togan Harvard Üniversitesi’nde akademisyendir. Gayri Rus Mektebi, Kazan Üniversitesi mezunudur. Kasimiye(Kazan) ve Osmaniye (Ufa) medreselerinde Arap edebiyatı, Türk tarihi dersleri verdi. Çarlık Rusyasının son dönemlerinde Ufa müslümanları temsilcisi olarak Duma seçildi. 17 ekim 1917 Bolşevik İhtilali’nden sonra da o dönemin karışık ortamı içinde Rusya’daki Türk topluluklarına bağımsızlık kazandırma çalışmalaraına katıldı. Başkurdistan Devleti’nin başına geçerek Cumhurbaşkanı oldu. Ancak Cumhurbaşkanlığı uzun sürmedi. Bolşevikler Türk topraklarını yeniden İstila ederek kurulan devletleri ortadan kaldırmaya başladılar. Zeki Velidi, toplumun başında istilacılarla silahlı mücadeleye girişti. Mücadelesini Türkistan’da sürdürdü. Ancak bu mücadeleden, güç dengesizliği, toplumun yeterince uyanık olmaması yüzünden beklediği sonucu alamayınca, önce Paris’e ardından Berlin’e gitti. Zeki Velidi, Avrupa’da iken akademik kariyeri ve bilimsel çalışmalarını ilerletme fırsatı buldu. Daha sonra Türkiye’ye gelerek İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Umumi Türk Tarihi Müderrisliğine atandı. 1932’de toplanan 1. Türk Tarihi Kongresin’de benimsenen milli anlayışla bağdaşır bulmadığı tarih tezine karşı çıktı. Bunun üzerine Viyana’ya giderek “İbn-i Fadlan’ın Seyahatnamesi” tezi ile doktorasını tamamladı.doktorasının ardından gittiği Almanya’da Bonn ve Göttingen üniversitelerinde İslami ilimler okuttu. Türkiye’ye döndüğünde yeniden İstanbul Üniversitesinde görev aldı. Bu arada Turancılık doğrultusundaki görüşlerine uygun bir devlet kurmak istediği iddasıyla hakkında soruşturma açılarak(1944 - 1945) yargılandı. Aklanınca yeniden kürsüsündeki çalışmalarını sürdürme olanağı buldu. Bu dönemde İslam Tektikleri Enstitüsünü kurdu. İlk eserini daha yirmi yaşında iken “Türk Kavimlerinde Dört Mısralı Şarkılar” adıyla yayımladı. Türkiyede iken Türk tarihi, İslam uygarlığı konularında verdiği çok sayıda eserleriyle tanındı. Kazakistan’da iken kendisinden yararladığı, Sagay Türkleri’nden Prof. Niikolay Katinov’un (1862 - 1922) kitaplığını satın alarak Türkiye’ye getirdi. Bu kitaplık Türkiyat Enstitüsündedir. Togan, mezun olduğu 5- Türgolog, tarihçi ve siyaset adamıdır. Tam adı Ahmet Zeki Velidi Togan’dır. Ötek Medresesi,


92

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

üniversitenin Tarih Coğrafya Etnografya Derneği adına Fergana ve Buhara’da tarih edebiyat ve etnografya araştırmalarında bulundu. Bu çalışmalar sırasında Türk edebiyatının en önemli kaynaklarından biri olarak gösterilen Kaşgarlı Mahmud’un Kutadgu Bilig adlı eserinin yeni bir yazmasını bulmuştu. 1967 yılında kendisine Manchester Üniversitesi tarafından bir onur doktorası verildi. Zeki Velidi Togan 26 Temmuz 1970’te İstanbul’da vefat etti. Oğlu Subidey Togan, Bilkent Üniversitesi ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi İktisat Bölüm başkanlığı yapmış iktisat profesörü, Kızı İsenbike Togan Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde tarih profesörü, torunu Emre Togan Harvard Üniversitesi’nde akademisyendir. Diger torunu Asli Togan Egrican ise Dünya Bankası’nda çalışmaktadır. Başlıca Yapıtları Türk Kavimlerinde Dört Mısralı Şarkılar (1910) Türk ve Tatar Tarihi (1912) Bugünkü Türkistan ve Yakın Mazisi (1928 - 1942) Moğollar Devrinde Anadolu’nun İktisadi Vaziyeti (1931) Türkistan Tarihi (1939) Buruni’nin Dünya Hakkında Tasavvuru (1946) Moğallar Cengiz ve Türklük (1941) Umumi Türk Tarihine Giriş 1 (1946) Tarihte Usul (1950) Harezmce Tercümeli Mukaddimetü’l Edep (1951) Hatıralar (1969) Türklüğün Mukadderatı Üzerine (1970) Kur’an ve Türkler (1971) Oğuz Destanı (1972)


Makale ve Analizler - 2018

93

Politika Tatilde

Dr. Nedim Birinci-26.Temmuz.2018

Konu: Sosyalistler “uçan darbe” hazırlıyor. Bulgaristan siyaseti hep avda konuşulmuş ve biçimlenmiştir. Bulgar Çarı III. Boris (1918 - 1943) iyi bir avcıydı. Yaban tavuğu avcısıydı. Avını sabırla bekler ve sakin bir ortamda siyaset düşünürdü. Av onun için bir sanattı. İki askeri darbede (1925 -1934) ayakta kalması ilginçtir. 1925 Ankara Anlaşması onun hükümdarlığı döneminde imzalanmıştır. Diktatör Todor Jivkov ava bir sürü “avcıyla” birlikte giderdi. Brejnev, Honeker ve Strauss gibi zamanın siyasetçileriyle gizli konuşacaklarını av evlerinde konuşurdu. İç siyaset de dağ evlerinde belirlenir, en önemli atamalar avcı gruplarından yapılırdı. Totalitarizm yıllarında avcı başlarından biri de BKP MK Politik Büro üyesi Penço Kubadinski idi. Ona, Bulgaristan dar geldiği için tüfeğini sırtlayıp Afrika’yı boylardı. Türklere yapılan zulmün onun başının altından çıktığı söylenir. Oysa III. Boris’in faşist monarşi rejimi yıllarında bir çeteci olan Kubadinski’nin hayatını 3 defa Türkler kurtarmıştır. İsim değiştirilerek asimile edilişimizin bir başka adı olan “Soya Dönüş” zulmünü uygulayan İçişleri Bakanı Dimitır Stoyanov da aldığı yüksek göreve Koca Balkan’da bir yaban domuzu avında başarılı olunca atanmıştı. Günümüz Bulgar yöneticileri Cumhurbaşkanı Rumen Radev ile Başbakan Boyko Borisov ava çıkmıyor. Borisov’un “Bankiya”daki baba evinde baktığı köpekler “Karakaçan” cinsi çoban köpeğidir. Meclis Başkanı Karayançeva’nin atanması için Kırca Ali ilinde Türklere karşı başarılı çalışması yeterli oldu. Başbakan Yardımcıları Krasimir Karakaçanov (VMRO) ile sahte yurtsever Valentin Stoyanov’un “Yurtsever Cephe” Başkanı, azmış Türk, Müslüman, İslam düşmanı oldukları için ödüllendirildiler. Avlanmak için olmasa da Dağa Çıkmak, Balkan Doruklarında bayrak sallamak, büyük mitingler toplamak, yamaçtan yamaca yankılanan gür sesle konuşmak Bulgar sosyalizminde önemli bir gelenektir. Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) bu geleneği günümüzde “Buzluca” mitingleriyle sürdürüyor. BSP’nin anası ve babası olan Bulgaristan Sosyal Demokrat Partisi 2 Ağustos 1891’de Koca Balka’nın “Buzluca” tepesinde kurulmuştu. Kurucu başkanı Dimitır Blagoev sosyalist ideolojiyi, sosyoloji öğrenimi gördüğü Petersburg’tan getirmişti. Bulgaristan’da uygulanan stratejik siyaset açısından, arkada kalan 127 yıl ile gönümüz arasında büyük bir benzerlik var.


94

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

XIX. asrın sonunda, Başbakan olan Halkın Liberal Partisi Başkanı Stefan Stanbolov (1887 - 1894) Bulgaristan’ı Rus Çarlığından koparıp Batıya bağlamaya çalışıyordu. Dimitar Blagoev ile Stefan Stambolov ikisi de av tutkunu değildi. Stefan Stambolov Bulgaristan’ı Batıya çekerken, Dimitır Blagov doğuya yani Rus Çarlığı yörüngesine çekiyordu. Fakat Bulgaristan’da Rusya’yı istemeyenler ile Rusya sevdalıları arasındaki ilk kapışmaların tarihi daha derinlere dayanır. Stefan Stanbolov, Bulgar ulusal kurtuluş hareketinin örgütçüsü ve ideoloğu olan Vasil Levski’nin 19 Şubat 1873’te tarihe karışmasından sonra, İç Devrim Hareketi’nin yani direniş örgütlerinin (komitaların) başına geçen liderdir. Levski, Bulgaristan’ın bağımsızlığını dış müdahalesiz kazanmasını isteyen bir halk lideridir. Rusçu bir din adamı olan Papaz Kristü tarafından ele verilmiş ve hayatını kaybetmiştir. Levski’den sonra komitaların başına geçen Stefan Stambolov da Başbakan olarak, anti-Rusya siyaset çizgisi izlemiş ve “Rus esaretinden koparak Batıya bağlanma” siyasetini güçlendirmeye çalışmıştır. Bu nedenle de o, Başbakan (1878) olduktan sonra, Rus ajanlarının ve sevdalılarının ülkedeki etkinliklerini yasaklamıştır. Bulgaristan Sosyal-Demokrat Partisi kurucu kongresinin “Buzluca” Tepesinde gizli toplanmasının nedeni budur. Etraf illerden sosyalistler, Osmanlılarla bir çarpışmada bu dağ doruğunda hayatını kaybeden Voyvoda Hacı Dimitır’ı sözde gece gece anmaya toplanmışlardı. Sonuçta bu partiyi kurdular. Programını kabul ettiler. Son 127 yılda 6 defa isim değiştiren Bulgar Sosyal Demokrat Partisi, legal ve illegal dönemler geçirdi. Değişik isimlerle bütün Bulgaristan meclislerinde temsil oldu. 1923’ün Eylül ayında İşçi Ayaklanması, 1942 - 1944 yıllarında partizan direnişleri örgütledi. 1944 - 1989 döneminde sosyalist ve komünist totaliter diktatörlük kurdu. Bulgar milliyetçilerinin tek dilli, tek kültürlü Bulgar devleti kurma siyasetini benimsedi. Ayakta kalabilmek ve hedeflerine ulaşabilmek için defalarca parçalanmış ve birçok defa başarılı müttefiklik siyaseti uygulamıştır. Özellikle 1962 - 1989 yılları arasında ülkede yaşayan etnik azınlıkları eriterek asimile etme siyasetinde uyguladığı zulüm ve aldığı kurbanlar için bu partinin (Bulgaristan Komünist Partisi - BKP) yargılanması ve ebediyen kapatılması gerekirdi. Ne yazık ki, parti ismini değiştirmesine ve Sosyalist Parti (BSP) olarak politik sahnede baş ya da yardımcı (muhalif) rol almasına yeşil ışık yakıldı. 28 Temmuz 2018’de “Buzluca” Tepesinde 70 bin kişilik miting yapan BSP “şanlı geçmişiyle gururlandığını”, hiç çekinmeden bir daha belirtti. Bu halk buluşmasında, “Türklerden”, “Türk partisi ile ortak çizgide buluşmadan” ve Bulgaristan’da yaşayan etnik azınlıkların “eşit vatandaş haklarıyla birlikte öz dilde eğitim ve kültürel özgürlük” haklarının da tanınmasından söz bile etmedi.


Makale ve Analizler - 2018

95

Her defasında Türklerin oylarıyla hükümet kurduğunu ve Cumhurbaşkanı çıkardığını da hatırlamadı. Dimitır Blagoev Partisinde sosyal demokrat Müslümanlar vardı. 1923 Eylül Ayaklanmasında Çingene, Pomak ve Türkler yer aldı. Hatta 1943’te Koca Balkan ve Rodoplar’da gelişen anti-faşist partizan hareketine Türkler ve Pomaklar katıldı, Çingeneler silah sakladı. Sosyalist kooperatifçilik yıllarında aktif çalışan Türklerin birçoğu ödüllendirildi. BKP Kongrelerine delege oldular. Ne ki, Cumartesi gün “Buzluca” Tepesinde hiçbir Türk yoktu. Yeni sosyalistlerin ideolojisinde ve kafasında insan kardeşliğinden eser kalmamış. Demokrasi de ellerindeki buketler gibi sadece bir süs ve gösteriş. 1891’de Bulgar toplumuna “demokrasi”, “insan kardeşliği” ve “Marksizm” ideolojisi tohumları burada - Buzluca Tepesinde saçılmıştı. 2000’li yılların önceki buluşmalarında “demokratik sosyalizm” diyenler de susuyor artık. Parti lideri Kurnelya Ninova konuşmasında “uçan darbe” kavramını kullandı. “Havada uçuşan bir darbe var” demek istemiş olabilir. Fakat bu NATO uçakları ile mi, yoksa Rus “MIG” ve “SU” uçak filo loruyla mı gelecek açmadı. 2004’te Bulgaristan Kuzey Atlantik Paktı NATO’ya üye olurken Bulgar sosyalistleri II. Simeon hükümetine katılıyordu. 2007’de ülke Avrupa Birliği’ne üye olurken BSP Başkanı Sergey Stanışev (2005 - 2009) Bakanlar Kurulu Başkanı idi. Biz rüzgârın kuzeyden esmesini istiyoruz, ama yağacaksa tolu değil rahmet yağsın duası etmek iyi de, bunu uygulamak çok zor. 21. yüzyıl siyaseti 20. yüzyıl siyasetine birden bire çok fark attı. Amerika istediğini yaptıramaz oldu. Küresel çok başlılık belirdi. Bulgaristan gemisini hem 40 kazığa bağlamaya çalışırken, limandan kalkan her gemiye mendil sallıyor. Amerika ülkeye 3 askeri üst kurarken, GERB hükümeti “MIG 19” askeri saldırı uçaklarını Moskova’da onarıyor. Türkiye devlet sınırına 2 kat ve 3 metre yüksek tel örgü duvar geren Bulgaristan, Hitler’in son sözü söylediği 1940 Bükreş Konferans’ında Bulgaristan’a verilen “Güney Dobruca” hakkında Romanya “ne zamana kadar kullanacaksınız?” sorusunu gündeme taşıyınca, Tuna boyuna kalın direkler çakılmaya ve dikenli çelik tel örgü gerilmeye başladı... Biz eskiden Moskova’dan gelen her şeyin kayıtsız koşulsuz geldiğini düşünüyorduk. İnşaatı yarım kalan “Belene” -2 AES yarım kaldı; “Güney Akım” gaz boru hattı hayalleri suya düştü; Burgaz - Dedeağaç Petrol Boru hattı ise biraz hafriyat çıkarmadan ileri gidemedi. “Buzluca” mitinginde bu konulara değinilmese de, şu dönem Bulgaristan’ın büyük işinin ülkedeki Rus ve Sovyet Anıtlarını korumak ve yenilerini dikmek olduğunu herkes biliyor. BKP MK Politik Büro üyesi olan Dimitır Stanişev’in oğlu BSP eski Başkanı ve Avrupa Sosyalistleri PES lideri Sergey Stanışev de “Buzluca” kalabalığına


96

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

konuştu. “Sosyalistler iktidara gelmeden yeni sol bir siyasi perspektif başlayamaz” dedi. Şahsen bana kalsa, Stanişev’in 140 yıldan sonra da, Bulgar milletinin ve milli çıkarlarının oluşup biçimlenemediğini, çünkü milli politika temellerinin çok yufka ve çürük olduğunu ve bu nedenle sağlam, birleştirici ve bütün halkı kucaklayan bir ulusal siyaset kurulamadığını söylemesi gerekirdi. Bunun nedenlerinden biri, “Buzluca”dan bakınca “Şipka” Tepesi’ndeki “Rus Anıtı”, Filibe (Plovdiv) Nöbet Tepe’deki anıtın “Rus askeri Alyoşa Anıtı”, Sofya Üniversitesi karşısındaki anıtın “Sovyet Askeri” anıtı, Meclisin karşısında ise “Çar II. Aleksandır” anıtı yani yabancı Çar, değer ve çıkarları savunanların heykellerinin Bulgar kahramanları anıtlarından çok daha yüksek doruklarda, merkez yerlerde bulunmasıdır, diyemedi. Bu gidişle, aynı hedeflerde kenetlenmiş, değer yargıları aynı olan, kahramanları aynı kişiler olan Birleşik Avrupa Ulusu oluşamaz ve biçimlenemez... Bu durumda Stanişev’in yönettiği sosyalistler (PES) de mitinglerde ancak konuk konuşmacı olarak yumruk kaldırır... boş hayaller kovalamaya devam eder... 2018’in yarısı defterlerini kapadı. Alan aldı veren verdi, dili gidişenler kavgalarını ettiler ve Sofya Meclisi de yıllık Ağustos iznine çıktı. Son aylarda hükümet düşsün de biz de biraz armut toplayalım hesaplarıyla kullarında sepetle Sofya merkezinde dolaşanlar da umut yitirip tatile çıktı. “Bizim de Allah’ımız” var deyip inadından vaz geçmeyenlerin gözünde de güneş karardı. Bu son perde Yüksek Temyiz Mahkemesinde oynandı. Mahkeme, “cender” sözleşmesi olarak bilinen, “kadını tecavüzü yasaklayan” Avrupa Konseyi’nin “İstanbul Sözleşmesini” Bulgar Anayasasına uyumsuz buldu. Tabii, cevabı bulunamayan sorular arttıkça insanın başı ağarıyor, canı sıkılıyor. Bir AB üyesi olan, üye olmazdan önce hukuk, hukukun üstünlüğü, insan hakları hukuku, azınlık haklarını garantileyen ve buna benzer birçok Adalet Dosyasını kapayan Bulgaristan’da nasıl oluyor da kanunları şu Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyi ve Hatta Birleşmiş Milletler Örgütü İnsan Hakları Yasalarına hep uymuyor, hep ters düşüyor? Yani biz hukuksal açıdan standart dışı bir ülke, bir halk, bir toplum muyuz? 24 Mart 2017’de şimdiki Başbakan Yardımcısı faşist Valeri Stoyanov’un daha 3 parti lideri, faşist Cambaski gibi AB parlamentosu milletvekilleri ve 25 faşizan örgütten topladığı sopacılarla “Kapitan Andreovo” (Kapıkule) sınır kapısına gidip, seçim günü oy kullanmaya gelen Bulgaristan Türkü Bayan seçmenleri dövmesi, pasaportlarını toplaması, otobüsleri geri çevirmeye çalışması, gerçekten insan hakları bakımından standart dışı bir ülke, bir hukuksal bataklık olduğumuzu dünyaya gösterdi. Büyük bir ricam var. Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyi’nin 3 sözleşmesini tanımayan bütün ülkeler AB ve AK üyeliğinden çıkarılsınlar.


Makale ve Analizler - 2018

97

Hatırlarsınız, Helsinki İnsan Hakları Sözleşmesi (1985), Viyana İnsan ve Azınlık Hakları Çerçeve Sözleşmesi (1992), İnsan Boyutları Uluslararası Konseyinin aldığı birçok esas kararın hepsi Bulgar Anayasasına, Bulgar Yasalarına uymuyor! Bu Anayasa 1991’de Hak ve Özgürlük Hareketi HÖH milletvekilleri ve Demokratik Güçler Birliği (CDC) milletvekilleri tarafından imzalanmamıştı, o zamandan beri yapılan 4 değişiklik de aynı güçler tarafından imzalanmadı. Bu durumda Anayasa hemen değiştirilsin ve insan haklarını ve azınlık haklarını, azınlıklara eğitimde anadilde eşitlik ve kültürel otonomi tanıyan bir Anayasa kabul edilsin ve sivil toplum, demokrasi ve adalet güvence altına alınsın. Sözüm DOST Başkanı Lütfi Mestan’a: Siz de avdan, tuzaktan, kapandan ve boş umutlardan vaz geçiniz lütfen. Artık Bulgar siyaseti avda balıkta çözülmüyor. Halkı uyandırıp diriltmek şart! Gelin birlikte olalım. Okuduğunuz için teşekkür ederim. Gelin buluşma noktalarını birlikte arayıp bulalım!

Selamım olsun

Şakir Arslantaş-26.Temmuz.2018

Konu: Dünü anlamadan bugünü anlayamayız. Öz Vatanı terk edip, “vatan” aramaya gidenlere “Güler yüzlü bir Halkım var!” diyen de bizden, “Bizden bir şey olmaz!” diyen de bizden. Türkiye’ye yaralı geldik. Bu yalnız zulüm yarası değildi. Göçmen çadırlarında ilk çorba tasını uzanırken, yarım ekmeği de öteki elimle aldım. İçimde, bir şey daha uzatacaklardı bana, hissi vardı. Kimseye başka bir şey uzatılmadığı gibi, bana da vermediler. O an, hayatımda eksik bir şey olduğunu, noksanlık belirdiyse bir ilacı olmalı diye düşündüm. Bu bir mehlem olmalıydı. İçimdeki bir boşluktu. Ne sızlıyor, ne ağrıyordu. Kendini hissettirdikçe boğuyordu. Çadır yerleşke kalabalıktı. Ekmeğini alan yürüyordu. Ben de yürüdüm. Boğan illet benimle geldi. Ne önüme geçiyor ne de arkamda kalıyordu. İçime oturmuştu. Halinden memnun ve gidici değildi.


98

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

O görülmeyen boşluğun beni boğazladığı günden bugüne neredeyse 30 yıl geçti. Çocuklar askerden döndü, üniversiteye gidip geldi, çoluk çocuk sahibi, kocaman adam oldular. Hayata ton ve renk veriyorlar. Bazen eşimle baş başa kaldığımda, “o içine oturan artık terk etti mi seni?” diye sormak istiyorum. Tam soracağım an dilim dönmüyor. Bana bir şey oluyor. Gözle görülmeyen, elle tutulmayan bir güç, bana, “sana ne!” diyor. Hiç bir şey demese de “otur oturduğun yerde!” demiş gibi bir duyguya yenik düşüyorum... Komşu köyden şair Ahmet Haliçov’un Unutamayız şiiri geliyor bu durumlarda hep aklıma. Karanlıktı yaşanası dünyamız, zifiri karanlık. Acı bekleyiş içinde avunup durduk. Tiksintiyle içmiştik mutsuzluk şerbetini Kadın erkek, kız, oğlan O korkulu yılları asla unutamayız. Biz dünya değiştirirken kişisel duygusallığımızın budanmaya başladığını fark edemedik. Bu budamayı hayat kendisi yapıyordu. Esaretten kurtulduk ve özgürlüğe kavuştuk hissiyle birlikte, artık kimse kıramaz beni, duyumu da oluşmaya başladı. Gelenleri karşılayan en yüksek makamda, Ankara’da Encüment Konukman Bey adından bir “Hoş Geldiniz!” diyenimiz vardı. Birçoğumuz o yüksek makama çıkınca, ana kuşun kursağında taşıdığını yuvadaki yavrunun ağızına akıttığı gibi, ortaya döküp rahatlıyordu. Aslında bu rahatlamanın sırrını çözmek çok zordu. Ercüment Bey hepimize sırdaş oluyordu. “İyi evladım, anladım! Sen şimdi bir rahatla! Yerleş! Gereken Yapılır!” diyordu. Önünde açılan yaraya, onun mehlemi bu içten sözlerdi. İşte o an ben içimdeki boşluğun dolmaya başladığını hissetmiştim. Bu doluş içimde doğan umutların birer ikişer dallarımdan uçmasına bağlı olabilirdi. Güzdü. Güneş ışığını kaybetmiş. Yapraklar düşüyor, meyveler toplanıyor. Güz oturmuştu. Birçoğumuz için yitirilen umutlardı. Yerleşip iş tutmak kolay olmadı. Yıllar geçti. Göçmenlerin kursaklarında getirdikleri kitap oldu. Bulgaristanlı yazar Aziz Bey Büyük Göç’ü ve öncesini yazılı anlattı. Dizide, “Belene” toplama kampı kahramanlarından biri Cebelli Tahsin. T.C.de kendine Büyütürk soyadı seçmiş. Bulgar milli istihbaratında üst teğmen rütbesi, Moskova akademilerinden birinde okuma, başkent Sofya’da 3 odalı bir daire,


Makale ve Analizler - 2018

99

eşiyle ilişkilerinde soğukluk belirmişse güzel bir sarışın kız, yüksek maaş vs onun hayalini doldurandı. Ona “Belene”de giydirilen sırmalı elbise buydu. Damarına iğnelenen zehir tutmuştu. Hem de öyle bit tutmuştu ki, Tahsin Bey zehirlenmiş olduğunu fark etmemişti. Tahsin’e vaat edileni dinleyen Encüment Konukman Bey “Ne duruyorsun, git bu nimetleri al ve güle güle yaşa, artık Bulgar olmaktan kurtuldun, şimdi de göçmenlikten kurtul ve olay bitsin!” dedi. Tahsin güçlü cesur ve acımasız biri değildi. Haklı olmanın derin anlamını bilmiyordu. Döndü. Bir vaatten adalet doğacağını, kendisine verilen sözlerin tutulacağını umuyor ve Sofya içinde dolaşırken başını dik tutuyordu. Kendi geçmişiyle yüzleşmek istemiyor, yalnız kurduğu hayallerle yaşamaya çalışıyordu. İleriye gidebilmek için geçmişine basması gerektiğinin farkında değildi. Oysa insanın geçmişi rezillik dolu olsa bile, bazen kişinin geleceğe yelken açabilmek için hiçbir tutunacak dalı yoktur. Tahsin gizli polisten bir subay olabilmek için geçmişini ateşe vermek ve bir adım ötedeki gül bahçesinde yaşamak istiyordu. O, insan doğasının bu olup olmadığı üzerinde düşünmeyi sevmezdi. Bir defa babası ona, “oğlum her kes kendi çorabını örer, sen işine bak” demişti. O zamanlar Kırca Ali’den gece saat 10’da kalkan ve Sofya’da duran “Trakya Ekspres” hızlı treni vardı. Biletlerde küpe ve yer numarası vardı. Herkes aynı trenin yolcusu olsa da, yer değiştiremezdi. Tuvalete yakın düşen Sofya’ya kadar tuvalet kokusu çeker, kış aylarında kaloriferi çalışmayan vagona düşen tir tir titrer ya da trenin kalkmasıyla aynı kompartımanda horlamaya başlayan biriyle yolculuk boyu sinir olurdun. Bu, o zamanlar öyleydi. Sonra “Trakya Ekspres” yolcusuz kaldı. Durdu. Garı kırlangıç yuvası oldu. Raylar üzerinde inekler otlamaya başladı. Tahsin “Belene” kampında eline tutuşturulan biletin trenini çok bekledi. O, tren bir daha gelmedi. Biletin arkasındaki telefonlar da kapandı. İnsan bir eşya, bir mal değildi. En azından koyun gibiydi. Geçmişini kurutmak ve geleceğini yaşatmak hayaliyle tek başına yaşayamazdı. En azından sürüden birisi olmak zorundaydı. Bir gün biraz cesaret topladı. İçinde durmaksızın kanayan o yarayı kendi gücüyle pansuman etti. Birden bire ayağa kalktı. İlk nefesi otobüs terminalinde, ikincisini de İstanbul Esenler’ de aldı. “Belene” arkadaşlarını aradı. Türkiye’de 720 bin kafe olduğunu duymuştu. Onlardan birinde pişti oynuyorlar ya da tavla atıyorlardı. İskambil kâğıtlarıyla arası iyi değildi. Tavla satranç da bilmezdi. Kenardan oturup bakacaktı. Kazanan


100

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

taraftan çay ikramıyla tatmin olmak zorundaydı, çünkü “bugün çaylar benden” diyecek durumu da yoktu. İçinde bir utanç duygusu belirmişti. O “Belene” de tutukluyken kulağına fısıldanan yalanlara inandığı için kendinden utanıyordu. Bu vaatleri hiçbir kimseye anlatmasaydı, bildiklerini ve kursağında taşıdıklarını ilk fırsatta kusmasaydı, “Belene” kamp arşivi devlet sırrı olarak kapalı tutulduğundan, onun bildiklerini kendisinden başka bilen olmayacaktı. O Cebel kasabasında kod eslenmişti. Bir gece geç vakit, birkaç kadeh devirmiş ve bu ufak Rodop kasabasının merkezinden geçerken yumruk sallamıştı. Kollarına kelepçe takıldığını saatler sonra fark etmişti. O işi kenarından tutan bir tipti. Eşi 4 - 5 dönüm tütün işlerken, dolu kafesleri eşinin sırtına kaldırır. Türünler ekspere götürürken de öküz arabasını koşar ya da traktör çağırır ve balyaları römorka dizerdi. Birçok defa ne söylediğini ve ne diyeceğini bilmediği için, tutuklandığı gecenin sabahında kendini bir “gaska” araç içinde Filibe (Plovdiv) yolunda buldu. “Belene” sürgün kampının açıldığını, Türkleri topladıklarını duymuştu, ama oraya götürüldüğünü “Persin” Adası köprüsünden geçerken anladı. Toplama kampı “Persin” Adasında kurulmuştu. Tuna ırmağının ortasına indiğinde cüzdanında çerez alacak para yoktu. Buraya neden getirildiğini soran olsa onu da bilmiyordu. Kamyon karoserinden indirildiğinde karşısına dikilen Türkler onun selam sabah ettiği sınıftan değildi. Öğretmen, mühendis, hoca, imam, partili tiplerdi. Başları açıktı. Onun başında ise, alt tabaka Rodop Türkleri gibi takke vardı. 3. Blok. 3. Kat. Büyük bir oda! Burada kalacaktı. Önce kaydı yapıldı. İmza karşılığı verilen nevresim, battaniye ve bir kalıp sabunu kucakladı. Merdivenleri yavaş çıktı. Yatağını gösterdiler. Camdan bakınca “Persin” adasının ucu görünmüyordu. Tuna içinde bu kadar büyük bir ada olduğunu işitmemişti. Ondan önce getirilenler kümesleri, değiştirilmiş tavuklar gibi sağ sola bakınıyor, aralarında toprağı eşeleyen ve kurt arayan yoktu. Tahsin, kimseyi tanımadığı gibi, aralarına sokulsa bile, kendisini kabul edeceklerinden pek emin değildi. İşte böyle bir ortamda, daha ilk günlerde ona en yakın duran ve sakin davranan Zahariev adında bir sivil görevli, basamaklardan inerken usulca onun koluna dokundu. Gözleriyle sen biraz geride kalsan işareti yaptı. İnenler uzayınca da karşısına dikildi. “Bir ihtiyacın veya isteğin var mı?” diye sordu.


Makale ve Analizler - 2018

101

Tahsin, böyle bir yaklaşım beklemediğinden, ne diyeceğini bilemedi. Sivil görevli, “varsa sonra da söylersin”, dedi, etrafa bakındı ve şöyle devam etti: “Senden bir ricam olacak. Bu akşam odada ne konuştuklarını dinle, kampı yakmak istiyorlarmış, böyle bir şey olursa, hemen yatağının karşısındaki camı aç ve Yangın Var! Yangın Var! Yangın Var! diye üç defa sesinin çıktığı kadar haykır.” Tahsin’in Bulgar milli istihbaratının toplama kamplarındaki tutuklularla çalışan şubesine takılması ve 2.5 yıl onlara her gece konuşulanları aktarması, sonunda seni “Moskova’da okutacağız, karını beğenmezsen, onu da hakkederşz....” Vaatleri Tahsinin belleğine böyle iğnelendi ki, bunların hepsi yalan olsa da, ona umut oldu. Beleğinden taştı ve kursağına oturdu. O bu 2,5 senede hiçbir gazete okumadı. Radyo dinlemedi. Onu gelip gören olmadı. Kimseye mektup yazmadı. Kışın kar süpürdü. Yazın mısır kazdı. Bazen uzaya bildiğinde, 200 metre ilerideki eski söğütlerin gölgesinde akan Tuna sularına bakmaya gitti. Orada gömleğinin iliklerini söktü, bağrını açtı ve kursağına topladığı zehri akıtmaya çalıştı. Hep olacak gibi oldu ama olmadı. Nasip Ankara’ymış, oraya varınca dayanamadı ve yeşil gizem topunu birden döktü ve kurtuldu. İyi mi yaptı? Kötü mü yaptı? Bu soruya kendisi de cevap veremedi. Sofya’ya döndüğünde, sana söylediklerimizi neden gidip anlattın? sorusunu soran olmadı. Çok bekledi ama onu arayan da olmadı. Kursağı boşalmıştı. Umutları kırılmış. Ortada kala kalmıştı. Boş kursakla yaşamak, umutsuz yaşamak gibiydi. Boş kalan yalanların yeri ancak daha büyük yalanla dolabilirdi. Yeni yalanları ballandıra ballandıra anlatan biri de bulmadı onu. Boş kursakla ölü umutla yaşamak “Belene” de tutuklu kalmaktan zordu. Geçmişiyle yüzleşmek istemiyordu. Çünkü kendini defalarca aldatılmış ve bir türlü aklı gelmemiş, bir aptal olarak görmeye başlamıştı. Ona bu duyguları enjekte eden olmadı. O birinci iğnenin zehrinden kabardı bu karışıklıkların hepsi. An geliyor, kendisini bir çöküntü gibi hissediyordu. Kampta o sivil Bulgarlara güvenmişti. Bu güvenin dışarıya çıkınca onu zayıf kılacağını ve herkesten uzaklaştırıp çökerteceğini bilmiyordu. İçindeki boşluğun mehlemi yoktu. Umutsuzluk ise onu enselemiş ve adeta bitiriyordu. Şimdi Avcılardaki kahvelerden birinde, insan kıtlığında kartlar ona da dağıtılsa ve kısmetten 4 çocuğun dördü de ona gelse, kolunu kaldırıp masaya şöyle yumruğun yumruğunu vuracak gücü yoktu. O insanın tükendiği noktayı yaşatmaya çalışıyordu. İnsan içindeki boşluğu pazara çıkaramıyor. Umutsuzluğu paylaşamıyor. Çünkü alıcı bulsa ve bunlardan birini satsa, daha kötü! Yerinde daha büyük bir


102

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

boşluk açılacak. En kötüsü ise, Pazar tezgâhında insanın kendisini çürük bir meyve gibi hissetmesidir. Dünü anlamadan bugünü anlayamayız. Bizim yaramız açık. Kendimizle, öz geçmişimizle yüzleşmeden korkan ve geçmişini yenemeyen insanlarız. 28 yıldan beri Tahsin Büyüktürk de “Belene” ölüm kampına gidip kendi adının da yazılı olduğu mermer levhaya bir demet çiçek koymadı. Kendisine saygısı olmayan birisini kim sayar?! Okuduğunuz için teşekkür ederim

Dediğim Dediktir, Zamanı Geçti!

Nеdim Akın-30.Temmuz.2018

Konu: Amerika, dünyayı beyaz ve siyah görmeye devam ediyor. Ya biz ya onlar oyununa devam ediyor. Bu oyunda daha önce dе sonuç her zaman SIFIR olmuştur. Sert söylemli ve aşırı uca (marjinale) kaçan Amerika Birleşik Devletleri (ABD) politikası şimdiki Başkan Donald Trump’la başlamadı. Tarihte güçleri dengeleme siyasetinin temelleri, 30 yıl savaşını sonlandıran, 1648 Vestfalya Barış Antlaşmasıyla atılmıştı. O Antlaşmayla Avrupa’da en küçük Prenslikler bile bağımsız devlet statüsü kazanmış, büyüklerin küçüklere dayatma ve yaptırım politikası yasaklanmıştı. İnsanlık için bu büyük kazanıma, dev düşünür Voltiare şöyle demişti: “Kutsal Roma-Cermen İmparatorluğu “artık ne Kutsal ne Romalı ne de İmparatoru” (Azınlıklar azınlık olduklarının bilincine varmazdan önce dinsel hakları sanki daha titiz savunulmuştu.) *** 1878’de kurulmazdan önce ABD bir göçmen ve koloni ülkesiydi. Thomas Jefferson İnsan Hakları Bildirgesini yazmazdan önce, uzun bir kölelik ve sömürge dönemi yaşadı. Dünya zirvesine tırmanınca küremizi kendine boyun eğdirmeye çalıştı. Biz bu gün Amerikan Çağı’nın sönerken fırlattığı lavlardan yanmamaya çalışıyoruz...


Makale ve Analizler - 2018

103

*** Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD ekonomik ve askeri güç olarak çok büyüdü. Soğuk Savaş yıllarında (1945 - 1989) Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) ile dengeliydiler. SSCB’nin dağılmasıyla (1990) ABD tek kalem küresel lider oldu. Ne ki, 1991’de dağılan devletlerden çoğu kendi aralarında Bağımsız Devletler Antlaşması imzalayarak ve daha sonra Şanghay Birliğine katılarak bölgesel dev güç statüsü elde ettiler. Günümüzde artık en az ABD gücüne denk birkaç ittifak (birlik) kurulması muhtemel oldu. Bunlardan birisi, Rusya, İran ve Türkiye gibi üç egemen devletin birliği olarak biçimleniyor. Yazımızın konusu budur. Yakın Doğu (Suriye) bunalımına çözüm bulmak için, Kazakistan’ın Başkenti Astana’da baş başa verip masaya oturan bu üç güçlü devlet, aynı zamanda ABD’ye karşı oluşan yeni küresel dengeleyici gücü doğurdu. Bu birlik günümüzde güç toplamaya devam ediyor. ABD- Başkanı Donald Trump ekibi 2017 başında Beyaz Saray’a girdi. İlk anda ürktü ve kudurdu. İlk işi Venezüella’nın İçişlerine karışmak oldu. Komşu Latin Amerika ülkelerine petrol satmasını yasakladı. Anayasa ve yasa değişiklerini engelleyerek İçişlerine müdahale etti. Ticari yaptırım uyguladı. Venezüella halkını açlık sınırına itti, karne sistemi uygulattı. Ardından Rusya-Almanya “Kuzey Akım” doğal gaz boru hattı inşaatının durdurulmasını istedi. Yaptırımlarla, Rusya’nın demiryolu, gemicilik, metal ve madencilik gibi kilit sanayi sektörlerini de hedef aldı. Bu uygulamalarla Rusya’daki petrol şirketleriyle iş yapan yabancı şirketlere de kısıtlamalar getirmeyi öngördü. Ardından İran - ABD Nükleer Anlaşması’nı tek taraflı bozdu. İran’a ambargo rejimine döndü. Bu yaptırımı AB ve NATO müttefiklerinden de istedi. Bu müttefiklerden birisi 18 Şubat 1952’den beri NATO üyesi olan Türkiye Cumhuriyetidir. ABD İran’la doğal gaz ticaretimizi yasaklamak istiyor. Doğal gaz transiti de bu arada birçok konuda engelleme uygulaması beklenebilir. ABD kabul etmek istemese de, 21. yüzyılda dünya hızla değişti. Soğuk Savaş Döneminde, Başkan Ronald Regan (1981 - 1989), Sovyetler Birliği’nin enerji sektörünü tökezletmek amacıyla bu ülkeye petrol sanayi teknolojisi ambargosu uygularken susan Rusya, şimdi ABD’ye karşı yaptırımlar uyguladı. Kırım’ın Rusya Federasyonu tarafından 2014’te ilhak edilmesinden sonra Başkan Barak Obama (2009 - 2017) Rusya yaptırımlarına Avrupa Birliği’ni (AB) de dahil etti, fakat değişen bir şey olmayınca ambargo siyaseti sökülmeye başladı. Macaristan, Çek


104

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Cumhuriyeti, Slovenya gibi ülkeler Rusya ile ticareti sürdürüyor. AB ülkelerinden daha fazlası ambargonun kaldırılmasında diretiyor. ABD’nin sert önlemlerini, Anlaşma bozmasını, tavır değiştirmesini dinlemeyen ve seçtiği yoldan ilerleyen ülkelerden biri de İran. Her zaman Türkiye’ye istediğini yaptırabileceğini hayal eden Beyaz Saray, 15 Temmuz 2016 FETO askeri darbe denemesinden sonra Ankara’ya gözdağı verip, oluşan Rusya - İran - Türkiye küresel dev güç birliğini bozmak için, Türkiye’nin Rusya’dan “CC 400” savunma füzeleri almasını yasaklamak gibi bir sürü yeni yaptırımlar denerken, 25 Temmuz’da bunlara yenisini ekledi. ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence yaptığı bir konuşmada; “ABD Başkanı adına konuşuyorum. Erdoğan’a mesajım var: Rahip Andrew Brunson’ı derhal serbest bırakın, yoksa sonuçlarına katlanmaya hazır olun. Eğer Brunson serbest bırakılıp ABD’ye gönderilmezse, Brunson serbest bırakılana kadar ABD Türkiye’ye çok ciddi yaptırımlar uygulayacaktır’’ dedi. Yenilir, tutulur bir tehdit değil bu! Cumhuriyet tarihimizde ilk defa, bir Cumhurbaşkanımız açık bir biçimde tehdit edilmiştir. Türkiye benzer olayları ilk defa yaşamıyor. 5 Haziran 1964 tarihinde ABD Başkanı Lyndon B. Johnson (1963 - 1969) T.C. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye gönderdiği bir mektupta Kıbrıs’a yapılacak müdahalede ABD silahlarının kullanılamayacağı belirtmişti. O zaman bu mektuba cevaben; İnönü “Yeni bir dünya kurulur ve Türkiye bu dünyada yerini alır” demişti ve işte o günler artık geliyor. Bedeli, Soğuk Savaş’ın (1947 - 1989) sürdüğü yıllardı! Türk-ABD ilişkileri en kötü seviyesine indi. Ayrıca İnönü, koltuğundan da oldu! Yeni baskı önlemleri sırada: Sadece ABD Başkan Yardımcısı Pence de değil. ABD Başkanı Trump da attığı tweetlerde “Rahip Brunson hemen serbest bırakılmazsa, Türkiye’ye kapsamlı yaptırımların uygulanacağını” ifade etti. Neredeyse ABD Başkanı Trump’ın tweeti ile eş zamanlı olarak ABD Senatosu’nun, Türkiye’ye uluslararası finans kurumlarınca yeni kredi verilmesinin engellenmesi için bir yasa tasarısının haberi geldi. “Türkiye Uluslararası Finans Kurumları Yasası” adlı tasarı; hem Cumhuriyetçi hem de Demokratlardan oluşan altı senatörün imzası ile şekillendi. Bu saldırılar, “Gezi Olaylarından” beri tırmanıyor. Mali boyutları, kur ayarlaması ve enflasyon almış başını gidiyor. Türkiye çember içine alınarak çok zor günlere itilmek isteniyor. Askeri açıdan bakıldığında, omurgası kırılan PKK, DEAŞ, YPG ve FETO gibi terör örgütleri için Suriye’ye taşınan binlerce uçak ve TIR askeri mühimmat


Makale ve Analizler - 2018

105

git gide kullanılmaya başlıyor. Türk Silahlı Kuvvetlerinin ülkenin Doğu ve Güney Doğu bölgelerinde, “Zeytin Dalı” gibi barış harekâtlarıyla ülke dışında bulunmasını fırsat bilen ABD Bulgaristan’ı da önemli bir askeri üs haline getirerek yığınak yapmaya devam ediyor. Balkanlarda ABD’nin Bulgaristan’la flörtü devam ediyor. ABD ile Bulgaristan arasında 2006’da imzalanan Hava Üslerini Kullanma Antlaşmasına göre, ABD “Graf İgnatievo” ve “Bezmer” hava üslerini kullanmakla birlikte, “Novo Selo” poligonunda ve Aytos bölgesindeki depolarda savunma amaçlı teçhizatla 2 500 asker yerleştirebiliyor. BG Savunma Bakan Yardımcısı hava üslerinin kullanılması anlaşması süresinin 10 yıl uzatıldığını açıkladı. Bulgaristan’daki “Novo Selo” üssünde görev yapan, ABD Deniz Piyadelerinin 4 adet M-1 “Abrams” tipi savaş tankı ve bir dizi ağır silahla donatılacağı bildirildi. Bulgaristan Savunma bakanlığı 120 ABD askerinin hali hazırda üste bulunduğunu, 80 tankın ve büyük miktarda savaş aracının da üsse ulaşacağını resmen açıkladı. Yorumların değerlendirilmesinden çıkan sonuç şudur. Bulgaristan ABD ile olan bu yakınlığının karşılığını Makedonya’nın topraklarının yarısını topraklarına katarak taçlandırabilir. Birinci ve ikinci dünya savaşlarında Almanya ile yakınlaşması bu sonucu doğurmuştu. Şu da bilinmelidir ki, gerginliğin hiçbir ülkeye faydası olmayacaktır. 80 bin Makedon’a neden Bulgar kimliği ve kırmızı AB pasaportu verildiği artık anlaşıldı. Türklerin neden vatanlarından sürekli kovulduğu da gün gibi ortada! Öyleyse Bulgaristan’da yaşayan etnik azınlıklara da anavatanlarıyla bütünleşme hakkı tanınsın! ABD kendine rakip güç oluşmasını engellemek için bu ittifakların omurgası olan ve yeni dengede önemli rol alan devletlere karşı sınırlayıcı (yaptırım) yeni yeni tedbirleri aldı. Hatta birçok başka devleti de benzer önlemler almaya zorluyor. Bölgenin en barışçı devleti olan Türkiye “Arab Baharıyla” yakılan komşu ülke halklarının, Tüm Müslümanların umududur. Müslüman dünya 21. yüzyıl çok büyük yaralar alarak girdi. Irak faciasından sonra Suriye katliamları, uluslararası terörün sınırlarımızı zorlaması, göçmen ve sığınmacı faciasına, bölgenin tek hakimi ve hükümdarı olmak isteyen Amerikan’ın dayatmaları sakin ve huzurlu dünyamızı bir o kadar karıştırabilir ve mazlum halklara kan ağlatabilir. İran ile ticaret yapmayacaksın demek bağımsız ve egemen Türkiye Cumhuriyetinin İçişlerine karışmaktır. Buna son verilmelidir. Türk halkını büyük savaşlara itenler yıllardan beri aynı tuzakları kurmuştur. 6 Nisan 1821‘de dış güçler tarafından kışkırtılan Yunanların sloganı şuydu: “Mora’da tek bir Türk bırakılmamalıdır”. Âsiler, bu slogana tamamen uyacak ve tüm Türk ve öteki


106

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Müslümanları yok etmeye başlayacaklardır. İngiliz Sömürgeler Bakanlığı ile Dışişleri Bakanlığı raporlarına göre, “Türkler kollarıyla ayakları kesilerek ateşte yavaşça yakılıyorlardı.” Daha sonra İngiltere Başbakanı olan Winston Churchill 1915’te savaş gemileriyle Çanakkale’ye demirlediğinde “Anadolu’yu Türklere bırakmayacağız” demişti. Günümüzde küresel liderliği can çekişen ABD elit ekibi aynı düşmanlığı bugün de sürdürüyor. Yeni Büyük Türkiye’nin Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminden korktular!

Ağustos Ayı 2018 Yazıları Liderin İşi Nedir?

İbrahim Soytürk-01.Ağustos.2018

Konu: Veren bir, vermeyen iki dilenci! Toplum kafa karışıklığı yaşıyor. Sebep lidersizlik. Modern teknik araçlar doğmamış çocuğun cinsiyetini gösterse de, lider olup olamayacağını bilemiyor. Bulgaristan’da lider okulu yok. Üniversite demiyorum, çünkü olacak olan dana ...... belli olurmuş. Bizde bu işlerde hala eski Rus deneyimleri uygulanıyor. Ruslar, becerikli olanların arasından işe yaramayanı başkan, kaptan, müdür, bakan, başbakan, yapardı. *** “Bghaber.org” konuyu defalarca işledi. Orman kesmeye gidenlerin lideri kimdir? Balta sallayan, yola tomruk yuvarlayan yoksa kamyona odun yükleyen mi? En yüksek ağaca çıkan, etrafı kolaçan eden ve “kesim şu yönde yapılacak!” diyen liderdir. Suya ilk atlayan kara koyundur. Sürü peşinden giden kalın enseli kurttur. *** Bir AB üyesi olan ülkemizde yenimodern kalıplar aranırken, Rusya ile ilişkilerde “eski kalıplara dönüş” izleniyor.


Makale ve Analizler - 2018

107

“Modern” Bulgar toplumunda artıkyeni yerli kalıplar var. Farklı olandan korkuyorlar. Romenler, Türkler, Müslümanlar, sığınmacı ve kaçaklar huzurlu insanlar olsalar bile korkunun odağı olarak belirleniyor. Bulgar nüfus yaşlandı. Üstüne seyreldi de!Artık yardımlaşamıyorlar. Birbirlerini ateşleyip karşı koymak için güç toplayamıyorlar. Pes edip yok olmayı kabullenmiş gibiler... Bulgar ruhunu dönüştürecek lider henüz ortada yok! *** Bu hafta okuduğum “Sözcü” yorumlarından birinde Sakarya Savaşı ile ilgili “Keşke yunan kazansaydı!” ifadesi gözüme takıldı. Türk ruhun söndüğünü ifade eden bu acıya ilk önce Lev Troçki’nin 1912 Edirne Savaşı röportajlarında bir er ve bir Çavuş arasında siperde geçen bir diyalogda şu şekilde rastlamıştım: Asker Çavuşuna soruyor: “Bulgar ne istiyor?” Çavuş yanıtlıyor: “İstanbul’u!” Asker, “Hımmm! Verelim gitsin. Onlar idare eder, biz gölgede yatarız!” Bu noktada Türk halkının beynini ters çeviren Büyük Atatürk’tür. *** Şahsi kanım: Bulgaristan’da durumun henüz çözülme perdesine vardığını düşünmesem de, gerek AB’nin memleketimizin geleceğine ilişkin sözlü tasarımları, gerek Rus varlığının Karadeniz kıyısından ülke içine yayılması ve sınırlarımızı zorlayacak muhtemel sığınmacı selinin çığa dönüşebilmesinden gelecek tehlikesi birbirini tamamlar nitelikte. Korkulanaslında Hıristiyan ve Bulgar olandan farklı olan! Korku damarı canlı kalır ve beslenirse,aşırı milliyetçilik ve öteki düşmanlığı iyice köpürebilir. Kaynağında solmayan, silinmemiş, hala canlı XX. yüzyıl bellek yaraları var. Öç alırlar endişesi korku olmuş. Kanımca günümüzün atan damarı bu. Ülke yönetimi kanamayan yaraya pansuman yapılmaz zihniyetine hizmet ediyor. *** Anti-Rus propagandaya rağmen, Bulgarlar Rusları öteki olarak görmüyorlar. Karadeniz kıyı şehirlerinde Bulgarlar 24 bin kişilik bir sözüm ona “yurtsever” doku oluşturmuşlar. Tatil merkezlerinde nüfusun % 30’u artık problem çıkarmayan “yerli” Rusyalı! % 37’si eski KGB (Sovyet Diş Casusluk Örgütü), şimdiki CBR (Rusya Güvenlik Kurulu) elemanı olsa da onlara karşı bir nefret dalgası yükselmiyor. Motorluların gövde gösterisi alkışlanıyor. Rusça gazete ve kitap satılıyor. Radyo ve TV’de Rusça programlar var.


108

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Batıya bağlı bir ülke olan Bulgaristan’da Ruslara karşı nefret dalgası uyanmasını önlemek bir lider işidir. Başarı sırrı açıklanmıyor. Lider ya deniz dibini inceliyor ya da gelişmeleri uzaktan takip ediyor. *** Bu durumda, Liderin vazifesi, “farklı olanı yok etmek, ülkeden kovalamak, ona yaşam hakkı tanımamak” olabilir mi? Olmamalı! Çünkü birini kaldırıp kovsak, boş kalan yere başkası gelip konuyor. Farklı olana karşı “Sen bizim istediğimiz gibi biri olacaksın!Olmazsan yok olacaksın!” formülü artık geçerli kabul edilemez. Vatandaşların özgürce yetişip gelişmelerine yeşil ışık yakılmalıdır. Her yanlış siyasetin azınlıkları kemirip bitireceği gibi ana unsuru yani Bulgar nüfusu da geleceksiz bırakacağı gün gibi ortadadır. Bu gidişi toplum kendiliğinden ve kendi başına durduramaz. Liderin rolü burada belirleyici oluyor. Kararlı ve cesur, bilgili ve öngörülü bir önderle isabetli bir nüfus ve azınlıklar siyaseti, azınlık topluluklarının çok renkli bir milli demedi kucaklanırken alkışlamak istiyoruz. *** Günümüzün kalıpları dökülürken Bulgar kıskançlığı belirleyici oluyor. 2018’de “AB üyesi uygar” Bulgaristan’da zengin olan için “vurguncu”, “kaçakçı”, “rüşvetçi” ve “dolandırıcı” benzetmesi yakıştırılıyor. Aynı zamanda toplumu ve devleti çökerten bu gidişe dur diyen yok. Yürütme, savcılık, yargı felç durumdadır. Bu durumda korku kalkmaz, çökmeye devam eder. Maddi ve manevi çöküşle mücadele etmeyen, azınlık ve sivil toplum haklarını tanımayan bir toplumdan Lider doğmaz... *** Ülkenin dış borcu Gayrı Safi Milli Hasılanın % 62’sını aşmış, dışta ve içte çalışanlar 3 milyon 200 bin, emekliler ise 2 milyon kişidir. Emeklilik fonunda 5 milyar leva açık var. Bu gidişle 20 yıl sonra artık hiçbir yaşlıya emekli maaşı ödenemeyecek. 2 milyon kişinin gelirsiz bırakılması sonucu nüfus yok olur, toplum çöker. Bu durumda sen şusun, sen busun denemez! Dil, din, kültür ayrımı yapılamaz. Yapılmamalıdır. Zaman tüm kırgınlıkları ve düşmanlıkları kesin gömme ve unutma zamanıdır. Bu bir Lider işidir. *** Biz, bugünkü sefaletimizin, ağırlaşan yoksulluğumuzun nedenlerini 1997’de iktidara gelen Birleşik Demokratik Güçler (ODC) partisi başkanı ve Başbakan İvan Kostov’un ani bir kararla, emeklilik maaşlarımızı % 50 azaltan kararlarında görüyoruz. Halkın kazanımlarına saldırmış ve gasp etmiştir. Bir Başbakan olarak kendisini lanetliyoruz. İvan Kostov’un yaptığı bir soygundur ve bir Liderlik olarak


Makale ve Analizler - 2018

109

kabul edilemez. Aynı kişinin tek sermaye ile 15 özel banka kurdurup halkımızın birikimlerini toplayınca bankaların hepsini kapatması ve paralara el atılması da bir modern Lider’e yakışır bir uygulama olarak asla kabul edilemez. Halkı soymanın haklı gerekçesi olmaz! *** Başbakan olan II. SimeonSaks - Koburg - Gotski (2001 - 2005) 762 günde hepinizin durumunu iyileştireceğim gibi son derece popülist bir yaklaşımla bunalım yaşayan seçmeni aldattı. Kostov’la başlayan Bulgaristan’ı alabildiğine soyma çizgisine devam ederek dedesi Bulgar Çarı I. Ferdinand ve babası Çar III. Boris’in saltanat taşınmazlarına el almaya çalıştı. Rodop ve Rila Dağlarında 100 yıllık çamları kesti Geçimsizlik dar boğazında sıkışıp kalan halka, vaat ettiği dönüşümlerde liderlik etmedi. Onun, 50 yıl sonra Bulgaristan’a dönmesine sevinen etnik azınlıkları avutmak içinse birkaç çeşme ve otobüs durağı yapmakla yetindi. Ülkenin gelişmesine en büyük köstek olan etnik ayrım, farklılıklardan korkma ve onları yok etmeye yönelmiş düşmanlık siyasetine çözüm aramadı ve bulamadı. Ötekileştirme ideoloji ve siyasetinden beslenen sağ ve sol aşırı uç aktivlik mayalanmasına olanak yarattı. Bu arada İç Makedon Devrim Hareketi (VMRO), “Ataka” partisi ve kahverengi veba olarak ortaya çıkan sözde “yurtseverler” - (Bulgaristan’ı Kurtarma Cephesi) seçmen tabanına II.Simeon başbakanlığında inildi. Babası III. Boris ile komünistlerin yaklaşık bir asır boyunca farklı olanları eritme ya da ötekileştirme, yurttan kovma siyasetinin 21. yüzyılda daha ılımlı bir uygulamayla, Hak ve Özgürlük Partisi (HÖH) yönetiminde maskeli bir şekilde devam etmesini direk olarak destekledi. Gelişmeler II. Simeon’un Bulgaristan halkını aldatmasına tepki olarak, onun partisine bir daha oy vermedi. *** 2005’te koalisyon hükümeti kuran Sosyalist Parti (BSP) lideri SergeyStanişev, siyasi sahneye bir halk lideri olarak değil, Brüksel Oligarşisinin bir piyonu olarak çıktı. Ülkenin NATO’dan sonra AB üyeliğini de onayladı. Önde gelen komünistsosyalistlerden biri olan Cumhurbaşkanı Georgi Pırvanov (2002 - 2012) da bu süreçte bir halk önderi olarak değil, rüzgârın yönüne uyan biri olarak hareket etti. Bulgaristan Türkleri Doğu’dan Batıya yönelen bu dönüşüme ellerinde tasla katılmışlardı, fakat bütün umutları boşa çıktı. Olay, o dönem HÖH Genel Başkanı olan Lütfi Mestan ile BSP Başkanı ve Başbakan SergeyStanişev Sofya’da “Kartal Köprü” barışma ve geçmişi unutun öpüşmesiyle noktalandı. Ne ki hiçbir şey unutulmuyor. Yaralar canlı. Deliormanlı şairimiz Habil Kurt 1 Ağustos 2018’de yazdığı “Çile” şiirinde şöyle diyor:


110

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Anam Seksenbeş”te zorunla “soyuna döndü”... Hemen karalara büründü... ve yanarak haline... öldü. Yad ellerde de gömüldü.

Çile Ama öz memleketinde kaldı ebediyen belgelerde yabancı takma isimle... Bu daha da acı... Ölümden bile! Tabi, bunu anlayıp da çekene!!!!

Ve bu çekiler bir değil, beş değil, beş bin değil, beş milyondan da fazladır. Bulgaristan’da bu kör düğümü çözemeyen hiçbir Türk veya Bulgar asla halk lideri olamaz. O zamandan beri BSP partisinin Türklere olan yaklaşımında, onların okullarına ve kültürel haklarına kavuşmasına ser tutumunda değişiklik yaşanmadı. Seçmenlerimiz sınır kapılarında tartaklandı, BSP faşizan saldırıları lanetlemedi. Türk milletvekili adaylarının halkla görüşmelerinde anadilimizde konuşmalara ceza kesilmeye devam ediyor. Politik sistem değişikliği kabul edilmiyor. Yabancı ülkelerde bulunan Bulgaristan vatandaşlarının, TC.’de yaşayanlar da bu kapsamda, meclis ve cumhurbaşkanı seçimlerine ve halk oylamalarına mektupla oy vermesi de kabul edilmedi. BSP Türk seçmen kitlenin ve STK’larımızın bu değerli önerilerine el uzatmadı. Bu durumda, BSP partisinden hem Bulgarlara hem de Türklere Çingenelere, Gagavuzlara, Ulahlara, Pomaklarla ve Tatarlarımıza lider olacak bir programla bir önder çıkmadı. *** Bulgaristan Türklerin insan hak ve özgürlükleri, adalet ve demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan haklarının eşitliğine dayanan bir toplumsal düzen kurma davasında Ahmet Doğan’ın devasa ihanetinden sonra Lütfü Mestan’ın BKP - BSP Türk katliamını af etmesi ve katiller başıyla kucaklaşıp öpüşmesi asla af edilemez bir ihanettir. Olay şöyle ki, o öpüşmeden sonra Bulgar milliyetçi komünistlerinin sürüsünden olan ve o güne kadar bize karşı bir daha başkaldırmayı akıllarını ucundan bile geçiremeyen komünist-faşist bataklığa gizlenmiş tüm sinsi güçler başkaldırdı. “Ataka” partisi lideri kitle mitinginde “sizden sabun yapacağız” dedi. VMRO - voyvodoları iktidar rüyası görmeye başladılar. Sözde “yurtseverlerin”, “Skat” TV merkezi propaganda değil, faşist halk düşmanlığının kahverengi salyalarını akıtmaya başladı. İşledikleri cinayetleri, sopacı geçmişlerini unutamayan, 1984 - 1989 yılları arasında Türkleri sokakta kurşunlayan, hapishanelerde işkenceden can veren kahramanlarımızın cesetlerini domuzlara atanlar birden bire yeşerdi. “Fırtına geçti” dediler. Türkler geri adım attılar. Onlar da sığınaklarından çıktılar. “Avrupalı” ve “vatandaş” adlarıyla süsledikleri partilerinin peşinden sürüklenerek iktidar oldular. Amerika ile ülkeyi al ama bizi koru pazarlığı yaptılar ve artık 9 yıldan


Makale ve Analizler - 2018

111

beri iktidarda bulunuyorlar. Bunların hiç birisinden lider olmaz. Lider korkmaz onlarsa sağ sola bakınmaktan ileri adım atamıyor. Başta Boyko Borisov olmak üzere hepsi korku içinde. Hepsi sabırsız. Ekmeden biçmek istiyorlar. Sıkışınca kazanmadıkları paraları dağıtıyorlar. Banka soyuyorlar, dış borç alıp müşteri hesaplarını kapatıyorlar. (BTK örneği). Korkmasalar bu kadar polis ne gerek? Polise, bütçeden en büyük pay kesen ülke biziz. Yılbaşında polisler daha fazla para için kazan çevirdi, hemen 100 milyon leva verildi ve olay kapandı. 425 bin kişinin çalışmadan iktidar yemliğinden yediğini basın yazıyor. Özürlü anneler meclisi ve hükümeti sardı. Bakıcı parası istiyorlar. Başbakan 150 milyon çıkardı, yarayı pansuman etmeye çalıştı. “Vebalı” oldukları için öldürülen koyunlara önce 90, sonra 150, sesler yükselince 200 leva ödendi, çobanlar Bakanlar Kurulunu sardı. Koyun ve keçi başı 300 leva ödendi. Bu parayı görenler, gözü kırpmadan koyun ve keçilerine kıyıyor. Hem çok fakiriz, hem ekmek alacak paramız yok, Bulgar dilenciler Avrupa sokaklarını doldurdu, aynı zamanda “bizim adamlar” için para bol. Başbakan Borisov adaletsizliğin lideri oldu. İyi bir siyaset insanı toplumu birleştirmeye, vatandaşlar arasındaki dayanışmayı arttırmaya çalışır, ayrım yapmaz, farklı olanlara yan gözle bakmaz, toplumu korkulu durumlardan kurtarır. Bir günde iki demeç veren, birisinde özürlü, yetim ve zor durumda olan çocuklar için “para yok, nereden bulayım?” derken, 2 saat sonra yeni bir basın toplantısı düzenleyerek “2 milyar leva bütçe fazlasından” dem vurmaz. Lider konusu bir yana, Bulgaristan’da henüz “iyi siyasetçi” ve “kötü siyasetçi” tartışması tamamlanmadı. Siyasetçilerimizde elde olanı dayatarak ayakta kalma zihniyeti var. Ülkeyi büyük devletlere bırakarak ayakta kalma yaklaşımı da iyice yerleşti. Oysa devlet çıkarları ve halkın geleceği için yatırım yapmak siyasetçilerimizin tüm yaklaşımlarında belirleyici olmalıdır. Bizim siyasetçilerimiz her yerde tehlike, endişe görüyorlar, halk eleştirisinden ve tepkisinden korkuyorlar. Yürütmede bana bir şey olursa endişesi nefes aldırmıyor. Oysa risk alıp, diyaloga geçerek problemlerin çözümü için çalışmaları gerekiyor. GERB partisi iktidar olduktan sonra, Bulgaristan parça parça oldu. Bir defa Rusya’yı sevenler ve sevmeyenler olarak ikiye ayrıldık. Ardından NATO ve AB


112

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yandaşları ve düşmanları olduk. Sığınmacılara karşı cepheler kuruldu. Onlar da cebinde parası olan ve olmayanlar olarak ikiye ayrıldılar. Her konuda yalan söylendiği için, yalan ile doğruyu birbirinden ayıramayan büyük bir kitle oluştu. Birincisine işsizler, bütün gün sokak ölçenler, evlerini su basanlar, büyük kentlere doktor muayenesine gelmiş, fakat yol parası olmadığı için köye dönemeyenler vs katıldı. Bizde doğru olanı bilenler susuyor. Paraların üstüne oturanlar durumu kırıntı dağıtmakla idare etme gayretindedir. Üçüncü bir grup da belirdi. Onlar,penaltıdan taç yapan, fırsat belirince kale önünde yuvarlanıp kıvranan ve yeni penaltı için çırpınanları oyundan çıkarmayan teknik direktörlere benziyor. Bizde bunlar hep Lider olma çalımlarıdır. Hevesli gruplarında Bulgaristan’da 2 milyon 500 bin kişi olmuş. Kaderleri loto, toto, lotarya ve şansa bağlı! Onların da Lideri var. Ama kim? Henüz bilinmiyor... Hepsi dilenci, tası uzatmış bekliyor: Veren bir dilenci, vermeyen iki dilenci! Birinden birini seçmek size kalmış. Seçeceğiz de ortada Lider yok... Lider olmayınca işini söylemekte biz de zorlanıyoruz! Okuduğunuz için teşekkür ederim.

Bugün Dünün İkizi mi?

Mehmet Çakır-02.Ağustos.2018

Konu: Laf lafı açar. İlinden Ayaklanması 1877 - 1878 Osmanlı-Rus savaşından sonra yapılan 03 Mart 1878 Ayastefanos (İstanbul - Yeşilköy) Antlaşması’yla kurulan “Büyük Bulgaristan,” Makedonya bölgesini de büyük ölçüde içine almaktaydı. Bir tutanak olan bu sözleşmenin hazırlanmasına hiçbir Bulgar katılmadığı gibi hiçbir Makedon da katılmamıştır. Aynı yıl imzalanan Berlin Antlaşması, daha önce imzalanan Ayastefanos Protokolü’nün 3 ay sonra rafa kaldırılıp geçersiz kılınmasına neden olurken, Büyük Bulgaristan’ı da üçe bölmekteydi. Berlin Antlaşması ile Bulgaristan Prensliği kurulurken, Doğu Rumeli adı altında bir de özerk bir eyalet oluşturuldu. Osmanlı’nın Balkan Yarımadası topraklarından Makedonya bölgesini kapsayan kısım ise reformlar yapılması şartıyla Osmanlı idaresi altında bırakıldı. Bulgaristan Pensliği


Makale ve Analizler - 2018

113

1885’te Doğu Rumeli vilayetini ilhak etti. Bulgar siyasetinin bundan sonraki hedefi ise Makedonya’yı ele geçirmekti. Bunun için ilk önce Makedonya’daki Bulgar varlığının güçlendirilmesi gerekiyordu. *** 2 Ağustos 2018 Makedonya’da milli bayram günüdür. Aynı tarihte 115 yıl önce İlinden Ayaklanması patlak vermiştir. Makedonya Başbakanı Zaev milli bayramı bu yıl Bulgaristan’ın Yukarı Cuma (Blagoevgrad) kentinde Başbakan Boyko Borisov ile birlikte kutladı. Bulgaristan 6 aydan beri Makedonya’yı NATO ve Avrupa Birliği üyeliğine çekmeye çalışıyor. Bu süreçte iki ülke arasında dostluk işbirliği ve yardımlaşma antlaşması imzalandı. Bu yılın ilk 6 ayında yapılan Avrupa Konseyi’nin Sofya dönem başkanlığında Batı Balkanlar konusu aktüel leşti. Bulgar hükümeti de bu bütünleşme sürecinde önemli ödevler üstlendi. Gelişmelerin yakın tarihinde Makedonya 1991’de Yugoslavya Federatif Cumhuriyeti’nden ayrıldı. Türkiye Cumhuriyeti ve Bulgaristan ön sıralarda olmak üzere birçok ülke ve Birleşmiş Milletler tarafından bağımsız ve egemen bir devlet olarak tanındı. Bu süreçte sorun çıkaran ülke Yunanistan oldu. Atina bir defa Makedonya bayrağına (Büyük İskender’in babasının mezarında bulunan Vergina sembolünü koyarak), parasına, üzerine (Selanik Kulesi’ni basarak Yunan toprakları üzerindeki “ideallerini” gün yüzüne çıkarmış oluyor) itiraz etti. Şu an bu itirazlarla ilgili çözüm, siyasi muhalefetin ve Cumhurbaşkanının itirazlarına rağmen, Makedonya Cumhuriyeti isminin “Kuzey Makedonya” olarak değiştirilmesi referandumuna düğümlenmiş bulunuyor. Bu değişikliği halk kabul etmezse ülkenin NATO ve AB yolu kapalıdır, çünkü Yunanistan “veto” hakkını kullanmada kararlıdır. Bu kargaşa içinde Bulgaristan Makedonya’ya “İlinden Makedonya”sı adını önermişti. *** Bugün hala Makedonya Cumhuriyeti olarak belirlenen topraklar önceleri çok sayıda devlet ve eski imparatorlukların bulunduğu bir alandı. Bu topraklar üzerindeki ilk resmî devlet Payonya Thraco - İllyrian krallığıydı. Kalıtlarına daha fazla Arnavutluk ve Hersek’te rastlanır. Yine bu toprakların bir kısmı eski Makedon (bugünkü Yunanistan Makedonya’sı), Roma Cumhuriyeti, Roma İmparatorluğu, Doğu Roma İmparatorluğu, Sırp İmparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğu’nun silsilesel bir geçiş yoludur. Makedonya’daki varlığı 1389’lara dayanır. 1382’de Sofya merkezli Rumeli Beylerbeyliğine bağlı kalmış. 1826’da Manastır Beyler Beyliği kurulmuştur. Osmanlı’da, Makedon, Makedonya, Batı Balkanlar ve Balkan sözleri geçmez, herkes Osmanlı’nın Rumeli eyaleti tebaasıdır.


114

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

*** Başbakanı, ülkesinin milli bayramını komşu bir ülkede kutlayan Makedonya’nın Bulgaristan’la sınırı 148 km, yüzölçümü 25.333 km2, % 66’sı Ortodoks, % 30’u da Müslüman olan nüfusun % 22’i Arnavut ve % 4’ü de Türk olup, toplam nüfus 2 milyon dolayındadır. *** Makedonya Başbakanı son konuşmalarından birinde şöyle demişti: (Fakti bg’de yayınlanmıştır.) “İlinden Makedonya’sının, tarihte var olabilmesi ve gelişmesi için özgürlükleri ve bağımsızlıkları uğruna Makedonların, ve Arnavutların, ve Türklerin, ve Sırpların, ve Ulahların, ve Çingenelerin, ve Bosnalıların mücadele ettiğini biliyorum.” 2017’de Dostluk... antlaşmasının imzalanmasından önce “Makedonlar ve Bulgarlar bir halktır” diyen Başbakan Zaev, şimdi Bulgarların İlinden Ayaklanmasına katılışlarını unuttu. “Makedon Kimliğinden” söz etmeye başladı. Hatta Bulgaristan’da kutladığı “İlinden Ayaklanması” yıldönümünde Bulgarların rol ve katılımını, ölü ve yaralı sayısını vurgulamadı. *** Ayaklanmanın 115. yıldönümünde Bulgaristan Sosyalistlerinin lideri K.Ninova twitterde “Cesur atalarımızın anısını beraberce analım!” yazdı. Sofya’da ve diğer şehirlerde kahraman anıtlarına çiçek ve çelenkler bırakıldı *** Osmanlı topraklarında Ağustos, Eylül, Ekim1903’te gerçekleştirilen bu İsyanı örgütleyen İç Makedon Devrim Örgütü VMRO 1902’de Sofya’da okuyan Makedon gençler tarafından kurulmuş, ayaklanmacıların elindeki silahlar Bulgar Prensliği tarafından sağlanmış, atılan “limon” adlı el bombaları Küstendil köylerinde dökülmüştür. Ayaklanmanın en büyük başarısı 6 gün ömrü olan, 6 Ağustos günü Kruşevo Cumhuriyetini ilan etmesidir. Bu isyanın ikinci örgütü Yüksek Makedon Edirne Komitesidir. (VMOK.) Bu 2 örgüt arasındaki ayrılık noktası vardı: VMRO isyanın Bulgaristan Prensliğinden yardım almadan, VMOK ise, Bulgar yardımıyla gerçekleşmesini planlamıştır. İsyan Manastır, Ohri, Pirilep, Seres, Demirhisar ve daha birçok yerde telgraf tellerinin kesilmesiyle başlamış, Selanik’te Osmanlı Bankası havaya uçurulmuş, şehir karanlık içinde bırakışmış, Osmanlı memurları öldürüp “devlet çalışmıyor”, kargaşa var, haberini dünyaya yaymak ve dış müdahale istemek amacıyla


Makale ve Analizler - 2018

115

süyakatler düzenlemiş, köyler yakılmıştır. Bulgar isyancılar Ohri yakınlarındaki üç Müslüman köyüne saldırı düzenlemiş, büyük sayıda erkek ve kadın öldürmüş, Türk bebekleri doğramıştır. Osmanlı ordusuyla birlikte göz göze diş dişe çarpışmalarda Arnavut çeteleri Bulgarlara karşı isyanın bastırılmasında cesur davranmıştır. *** Osmanlı topraklarını ateşe verip devleti yıkarak topraklarını parçalamayı düşleyen emperyalist güçlere “ne duruyorsunuz, hadi gelin, bu işi bitirelim!” sinyali olan isyan, aslında asi Bulgarların 1876 Nisan Ayaklanmasının bir tekrarıdır. O zaman haydutlara Sofya ve Filibe’deki İngiliz konsolosları tarafından verilen paralarla 74 yerleşim yerinde Bulgar ve Türk evleri, samanlıklar, sayalar yakılmıştı. 1876 Ayaklanması 1877 Rus Çarı II.Aleksandır’ın Osmanlıya topyekûn saldırısına vesile olmuştur. *** 1903 İlinden İsyanında bu çok büyük boyutta yinelemiştir. Osmanlı 350 bin kişilik bir orduyla ayaklanmayı bastırmış ve düzen ve huzuru yeniden sağlamıştır. Öldürülen asi sayısı 994, ateşe verilen köy sayısı 201’dir. 70 bin 835 kişi evsiz kalmış, 30 bini Bulgar Prensliğine sığınmıştır. 5 bin 325 Osmanlı askeri şehit düşmüştür. *** Geçen asır boyunca bu Ayaklanma dünya basını sayfalarından düşmemiştir. Çıkan yorumların temeli daha 1903’in isyan aylarında Amerikan ve İngiliz basını sayfalarında atılmıştır. 3 ay süren kargaşalıkta ABD basını 1000’den fazla haber ve yorum yayınlanırken, İngiliz basını 2 bin 845 haber yayınlamıştır. Bu haberlerin hepsi bir Hıristiyan gözüyle kaleme alınmıştır. Objektiflikle övünen büyük batı basını 1877 - 1878 Plevne Savaşı’nda (93 Harbi) olduğu gibi sürekli yalan haber vermişti. 192 binlik bir orduyla saldıran Rusyalın “200 bin ölü” verdiğini yazmıştı. İsyancı ölü asi sayısı 994 iken “The San Fransisco Call” gazetesi 11 Ekim 1903 sayısında “60 bin Bulgar öldürüldü” haberini vermiştir. “Hull Daily News” 90 gün boyunca her sayısına şu başlıkları atmıştır: “Balkanlar ve Katliam”, “Balkan Yangını”, “Makedonya’da katliam!”, “Makedonya’da Soykırım!” “Times”ten ilham alan irili ufaklı basın sürekli dehşet verici haberlere birinci sayfada yer vermiştir. Bu isyanı yansıtan İngiliz ve Amerikan basını kamuoyunu yanıltmak için bazı kavramları ilk deva kullanmıştı. Bunlar arasında Osmanlı’nın “insanlık suçu” işlediği; “katliam yaptığı”, “sistematik bir soykırım gerçekleştirdiği” vb


116

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

suçlayıcı klişe kavramlarla Müslümanları suçlu, acımasız, katil, barbar olarak nitelemiştir. Hıristiyanların katledildiğine dair haberlerle kamuoyu kışkırtılarak yönlendirilmiştir. Bütün haberlerde profokatif bir dil kullanan İngiliz ve ABD basını düşmanlık körüklemiştir. Dillendirdiği çağrılarda “Osmanlıya dış baskı uygulanmasını” isterken, Müslüman Türklerden nefretle bahsedilmiş, Türkler Tecavüzcü, cani, barbar olarak gösterilmiş ve “Türkler her yerde potansiyel bir suçlu” ve İslam dinine karşı da bir imaj oluşturmaya gayret etmiştir. XX. yüzyılda Balkanlarda kışkırtılan İslamofobi böyle oluşturulmuş ve boy atmıştır. Örneğin ABD’de 7 Eylül 1903 tarihinde yayımlanan “The Min” gazetesi Rusya çarını ve Avusturya - Macaristan İmparatorluğunu müdahaleye çağırdı. Ardından iki taraf Eylül 1903’te Mürzsteg’de buluşarak Makedonya için yeni bir reform paketi hazırladı. “The New York Times” gazetesi 10 Ağustos 1903 tarihli sayısında, isyanın amacına dair bilgiler vermektedir. Habere göre isyanın amacı, Makedonya’nın tamamına yayarak bir otonomi elde etmek; bu olmadığı takdirde de en azından Avrupalı büyük devletlerin olaylara müdahalesi için zemin hazırlamaktır. 1905’ yılında bu isyanın örgütleyicisi olan VMRO dış ve iç büro olarak ikiye bölünmüştür. İç örgütün temsilcileri Makedonya’da öngörülen reformlarla ilgili Osmanlı devleti tarafından görüşmelere davet edilmiştir. Hedeflerine hemen ulaşamayan batı, yine basın aracılığıyla, Osmanlı devleti beceriksiz gösterilmiş, yeni bir İslahat Programı uygulama gerekçesiyle Makedonya’ya Avrupa devletleri tarafından gösterilecek bağımsız bir vali atanmasında ısrar etmiştir. 20. yüzyıl Makedonya tarihinde, baştan sona karanlık bir yüzyıldır. Osmanlı İmparatorluğunun çökmesinden sonra siyaset sahnesine Makedon Sorunu olarak çıkmıştır. Britanika Ansiklopedisi 1911’de “Berlin Konferansında Bulgar soyunun yapay bir şekilde ikiye bölündüğünü ve Arapsaçı gibi karmakarışım Makedon sorunu doğurduğunu” yazdı. İsyandan ise Makedonyalı Bulgarlar sorunu çıktı. Birinci Dünya Savaşında yenilenler arasına düşen Bulgar Çarlığı işgal ettiği Makedonya topraklarını Yunanistan ve Sırbistan’a bırakarak geri çekildi. 1918’de Sır Kralı “Vardar Makedonya”sını “Güney Sırbistan” ilan etti. 1942’den 1944 Güzüne kadar Alman Birlikleri ’den destek alan Bulgarlar “Ege Makedonya” sına ve “Vardar Makedonya”sına bir daha kapak attılar. 1944’ten sonra geçen sert dalgalı bir dönemden sonra 1963’te Bulgar komünistleri, Makedon Sorununa 180 derece ters bir çözüm ilan ettiler. Orta Çağlarda ve Bulgar Uyanış Devrinde


Makale ve Analizler - 2018

117

Makedon milleti diye bir millet olmadığını, Makedon dilinin Üsküp’te yapay olarak yaratılan bir halk şivesi olduğunu ilan ettiler. Makedon vatandaşların kimlikleri değiştirildi. Bu tutum şimdiye kadar devam ediyor. Bu arada Üsküp hükümeti Bulgaristan’da bir Makedon Milli azınlığı ve Makedon dili olduğunu savunuyor ve bunların hemen tanınmasında ısrar ediyor. Bulgaristan ise, önce kabul etmese de “Kuzey Makedonya” adını Makedonya devletinin yeni ismi olarak tanıyacağını artık açıkladı. Konumuzun başına dönersek, İlinden Ayaklanmasından önce başarısız sonuçlanan bir 1902 Yukarı Cuma (Blogoevgrad) Ayaklanması ve bir de Melnik Ayaklanması yaşanmış, ama bunların ikisi de Osmanlıdan kopmak için değil, Osmanlı Makedonya’ sında reform istekleriyle yapılmıştır. Bulgaristan’a NATO dışında ABD askeri mühimmatı yığılması, kirasız askeri üsler kurulması, US askeri hava üsleri açılması gibi gelişmelerin son hesapta Sofya hükümetinin aklından geçirdiği “Makedon Sorununa” ülkeyi Üsküp’e kadar ilhak etme hevesine bağlanıyor. Bu arada artık 80 bin Makedon vatandaşına “Bulgaristan Cumhuriyeti vatandaşlığı” verilmiş ve “siz Bulgar’sınız” iddiasıyla Avrupa Birliği pasaportu ellerine tutuşturulmuştur. Makedonya taşını kaldırmakla Bulgaristan 2 defa milli felaket yaşamıştır. Anlaşılan körlere rehberlik eden bir başka kör var.... Ne yazık ki, bugünümüzle dünümüz ikiz gibi!!!

Recep Tayyip Erdoğan’ın Başkanlığı ve Dünyadaki Türkler üzerindeki Etkisi

Oya Canbazoğlu Dirier-05.Ağustos.2018

Konu: İşler bilinçle mi bilinçaltı ile mi yönetilir? Karadeniz kumsalımızdaki kum taneciklerimizi sayan yok. Her şeyin hesabı tutuluyor da denizden yükselen, köpürerek yayılıp kaybolan dalga ve dalgacıkları da sayan yok. Bulgaristan Başbakan Yardımcısı ve sözüm ona “Yurtseverlerin” çete başı Valeri Simyonov, dalgaların kumsalı öptüğü ıslak ve kuru çizgi üzerindeki ses kirliliğini


118

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ölçtürmüş ve “felaket” dedi. Denizin, dalgaların ve kumsalın bu ölçüm ve felaketten haberi yok... İki hafta önce Sofya uçak alanına kucak kucak çiçeklerle gelen anne ve babalar çok heyecanlıydı. Singapur’dan gelen uçak, “lise öğrencileri arasında dünya matematik olimpiyatlarında altın madalya kazanmış” çocukları getirdi. Çıkışta gözü yaşlı öğretmene, en zor olan ödevden bir şeycikler söyleseniz diyebildim. “Mısır piramitlerinin eğimini hesaplattılar” dedi yüzüme bakmadan. Christian Jacq’un Ramses’i anlattığı “Işığın Oğlu” eserinde, Ramses’in lalasından 8 yaşında “piramitlerin eğimini hesaplamayı” öğrendiğini hatırladım. Aklıma şöyle bir soru geldi. İnsanlık gelişme doruklarının “Everest” dağına bilmem kaç bin yıl önce çıkmış da şimdi acaba geri mi dönüyor ve bu frensiz yolun sonunda biz nereye çarpacağız yoksa uzayda kaybolup gidecek miyiz?. Bu sene (2018) Bulgaristan’da ortaokul bitirmişlerin % 40’ı okumayı sökememiş, matematikten söz etmiyorum, çünkü ellerindeki cep telefonlarında hesap makinası var, sıkışınca düğmeye basıyorlar. Genel nüfus içindeki oranları % 42’ olan etnik çocuklardan hiç biri anadilinde ne yazıp okumayı ne de hesabı sökmüş, yalnız küfür etmekle nereye kadar gidebiliriz?! Bulgaristan devleti de bu sene dişini çıkartı ve çok kesin bir hesap çıkardı. Bulgaristan kişi başına 20 gram domates üretmiş. Al ve kırmızı tarla ve sera domateslerinin kişi başı toplamı bu. Avrupa Birliği raporu kabul etmiş. *** Geçen hafta Bulgaristan’da kadın ve çocuk hakları açısından çok önemli bir haftaydı. Yüksek Temiz Mahkemesi İstanbul’da imzalanan ve kadına ve çocuklara tacize sert kısıtlamalar getiren sözleşmeyi Anayasamıza ters buldu. Oylamada hazır bulunan 5 Bayan ve 7 Bay yargıç tereddüt etmediler. Bulgar dilinde “dayak kadının hakkıdır” atasözü yok. Onların yüksek Avrupai dilinde “çocuklar yanağından öpülmez, popoları tokatlanır” da yok. Bu defa bu iş Yüksek Mahkeme kararıyla bitmiyor. Avrupa Konseyi (AK) bir adı da “Cender Anlaşması” olan bu uluslararası “AK Konvansiyonu” ile ilgili yerel ve yüksek mahkeme kararlarını tanımadığını ve uygulanmasının zaruri olduğuna vurgu yaptı. Dünya Bankası, “cender” meselesi harcaması olarak bu hafta 24 milyon US Dolar gibi bir kısım para göndermiş ve biz de hemen parayı almışız. Anadilimiz Türkçe’mizin kelime zenginliğinde yeni bir damla olan “cender” deyimi önce Kırca Ali’de uygulanacakmış. Anaokulu kayıtlarında artık Ayşe ve Zeynep için “kız”, Ali ve Mehmet için “oğlan” yazmayacak.


Makale ve Analizler - 2018

119

Onların karma sosyal grup cetvelleri olacak ve birbirlerine öyle alışacaklar ki, aynı odada yatabilirler, aynı salonda soyunup giyinebilirler ve 2019’dan başlayarak aynı hamamda ya da duş altında yıkanabilirler vs... Kaç yıldan beri “dünya değişiyor?” diye yazıp soruyoruz. İnanmayanlara buz gibi, beğenmeyene fırından yeni çıkmış taze sıcak somun gibi örnek... Al da alnına sür! Ne var ki tam da öyle değil. 1944 - 1989 arası biz anayasada ve yasalarda yer almayan totaliter-komünist uygulamayla, yargısız itham edildiğini, BKP sekreterinin hem savcı, hem yargıç olduğunu biliyoruz. İsimlerimiz kanunsuz, zulüm edilerek, dayakla değiştirildi unutunuz mu?! Kaçınız mahkeme kararıyla tutuklandınız?.. “Belene” kampında mahkeme kararıyla yatan gösterebilir misiniz? Nasıl oluyor da 2018’de Yüksek Temiz Mahkemesi’nin “anayasamıza terstir” gerekçesiyle reddettiği “cender anlaşması” Kırcaali’de uygulanacak???? Olur iş mi!? Çocuklarımız deney tavşanı mı? Bu, Türk kimliğimize yeni bir saldırıdır? *** Aslında Türk kimliğimize en büyük saldırı kaynaklarından biri 1923’ün 9 Haziranında gerçekleştirilen “9 Haziran Faşist Darbesidir”. 35 kişinin öldürüldüğü bu askeri darbeye “kan gölü”, “Bulgar tarihinde kırmızı çizgi” dendi. 1944’de kadar 1000’den (binden) fazla Türk okulu kapandı, belki de ondan olabilir! Şu da var, 1984-1985’te isimlerimiz silahlı terörle değiştirilirken biz Türkler 37 şehit verdik. 30 yıl Amerika’da kalan, orada Prof. olan Nikola Altınkov “BKP 1919 - 1989” tarih kitabında Bulgaristan Türklerinin 1989 Ayaklanmasına 2 satır ayırmamış. Oysa yazdığı eser 865 sayfa... Şu yaralı ve çarpık demokrasi için onlar da şehit verdi, göçe zorlandılar demeden noktalamış anlatımını... ABD’de Doğu Avrupa Ülkelerini İnceleme Merkezi kuruldu. Bu merkezde, Balkanlar da inceleniyor, didik didik ediliyor, fakat şu Türkler ve Müslümanlar vatan topraklarından neden kovuluyor, nedir bu rezalet konusu gibi tezler henüz işlenmiyor. 1810’da ve 1812’de Ziştovi (Sviştov) şehri Rus Mareşal Mihail Kutuzov tarafından 2 defa yakıldı. Kaç cami, medrese, dükkân, hamam, konak ve çardaklı Türk evi, çocuk, kadın, yaşlı hasta vb yakıldı. Yıllardan beri bu kıyım ve katliam yerine Rus Çarı II. Aleksandır’ın dev anıtını dikmeye can atıyorlar. Bulgaristan’ı 2 defa milli felakete iten Ferdinand Saks Koburg Gotsdki’nin de yeni bir anıtı üzerinde düşünülüyor. Anıtta “Bulgaristan Çarı” yerine “Tüm Bulgarların Çarı” yazılacakmış. Yani Makedonların, yani Bisarabya’da, Kabardino Balgarya’da ve Tüm Kazakların Çarı olacak, 1918’de ülkeden kaçıp da geri dönemeyen bu katil.


120

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Öyleyse Türkiye Cumhuriyeti Devlet Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın Dünyadaki Türkler için Başkanlığını da kayıtsız şartsız kabul etsinler... Ne var yani... *** Okunması öğretici ve düşündürücü olan, son eseri “Kırlangıç Çığlığı” ile yazar Ahmet ÜMİT (Vicdanını yitirmiş bir dünyadan başka nedir ki cehennem) perdesini çok başarılı aralamış. Benim kanımca Türkiye’mizin, Türklüğümüzün, Bulgaristanlı Türklüğümüzün bugün başına gelenler çok önceden tasarlanmış, planlanmış ve çığ topu yuvarlandıkça büyüyor ve bizi ezmeye geliyor. Onların hedefinde olan bizi birer birer öldürmek değil, bizi birbirimizin katili yapmaktır. Okuyun: www ahmetümit.com. *** Bulgaristan’ı ve Rusya’yı görmüş olanlar bilir. Ekim Devrimi Önderi Lenin’in Moskova’da Kızıl Meydan’daki Mozolesinin hemen ardındaki ünlü kişilerin büsttü olan anıtlı sırasının sağında bir de büst süz Yosev Visariyonoviç Stalin Mezarı var. Kader işte, Stalin önce mumyalanmış bir şekilde Mozolenin içinde V.İ.Lenin ile yan yana yatıyorlardı. Sonra Mozoleden çıkarıldı ve üzerinde bir levha olan o mezara gömüldü. Ardından o kabirden de 5 defa çıkarıldı ve yine yerine kondu. 2018’de Rusya’da okul öğrencileri Yeni Tarih’in Stalin döneminin anlatıldığı derslere girmez olmuşlar. Sebebi. Anlatılanlar gerçek değil kanısı ağır basmış. Şimdi Rusya’da XX. yüzyıl tarihi okul dışında ve derneklerde bambaşka bir açıdan açılmaya ve tartışılmaya başlanmış bulunuyor. Temel sorunlardan birisi Stalin’in (1881 - 1953) kimliğidir. Gürcistan’ın Gori şehrinde bir kunduracı ustanın oğlu olarak dünyaya gelen Stalin’in gerçek doğum tarihi hep gizli tutulmuştur. 1939 - 1949 arasında her yıl 1 defa TİME dergisine kapak olsa da, gerçek resmi hiçbir gazete ve dergide yayınlanmamıştır. Hipnoz olmaktan (büyülenmekten) uzak durmak için, birkaç kişi dışında ömründe hiçbir kimsenin 4 metreden fazla yanına sokulmasına izin vermemiştir. İpnoz ışınlarının tütün dumanından geçemediğini bildiğinden dolayı ömür boyu pipo içmiştir. Savaş yıllarında her Rus askerin koynunda taşıdığı Mareşal başka birisidir. Bu önlemleri devamlı alması ise Mason örgütlerinin ve hele de savaş öncesi ve savaş yıllarından Nazi çalışma yöntemlerini iyi bilmesinden kaynaklanmıştır. Hitlerin, Almanya’nın Magdeburg şehrindeki Büyüleyici Akademisindeki hocalardan biri Tiflis’te Papaz eğitimi alırken onu eğiten Hakar Papazdır. Aralarındaki bağ canlı kalmıştır.


Makale ve Analizler - 2018

121

Hakar papazdan ve Mason ekolünden aldığı bilgilerin ve dünya görüşünün temelinde insanların yetenekleriyle doğduğu ve insan sanatın biz insanlar aynı şekilde düşünen biz’iz esasıdır. Stalin insanoğlunun en emin gelişim yolunun kendi kendini geliştirmesi olduğuna inanmıştır. O kendisi her gün 1 kitap okumuş ve her gün en az 2-3 toplantıya katılmıştır. Gizemli bir hayatı olan Stalin, devrimci çalışmalarından ötürü Sibirya’da sürgün hayatı yaşarken Mason olmuş ve Mason örgütünün Rusya’ya karşı terörist beşinci kol ordu eğitiminden geçmiş ve tam teşekküllü bir terörist eğitimi almıştır. Düşmandan öğrendiklerini düşmana karşı kullanan Stalin bir akıl kütüğü, çözüm makinesi, insan sarrafı ve yeri asla doldurulamaz bir politik ve askeri lider olmuştur. Stalin yükseköğrenimi olan biri değildir. Okuduklarını ve dinlediklerini beynine tarayan, analiz edip sonuç çıkaran ve hemen karar alabilen ve güvendiği insanı görevlendiren biridir. Stalin’den Stalin yapan eğitim merkezi, Sibirya sürgününde kurulan Mason’ların “enternasyonal” terörist hazırlama ekolüdür. Bu okulda eğitim alırken o Gizli Dünya Devleti kuramının bütün inceliklerini öğrenmiştir. Kendisiyle mücadele edeceği sima gözlerinin önüne dikilmiş ve bilinçaltına yerleşmiştir. Bu eğitimde siyasi psikolojinin derinliklerine inmiş ve daha sonra başarıyla uygulamıştır. Stalin’in akademik öğrenimi budur. Stalin’in kurduğu ve güvendiği örgüt de Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nden fazla, 1- SMERŞ - adlı aksi istihbarat örgütü ve; 2- ORDEN adlı görevlilerini hiç kimsenin tanımadığı gizli örgüttür. Bunların ikisi de KGB ve GRU (askeri istihbarat) dışı örgütlerdir. ORDEN - gizli Rus örgütü kadrolarından olan ve 14 isimle yaşayan, 14 yaşında şöför, 18’inde askeri uçak pilotu, 19. SSCB Kahramanı ve 20’sinde General olan ve emrine 13 General verilen Smaylo’dur. Onun gibi şahısların internette isimleri yoktur. General Smaylo II. Dünya Savaşı esnasında Japon Meclisinin SSCB’ne savaş açmama kararını Tokyo’dan (Hindistan üzerinden özel olarak şifreli telgrafla) Stalin’de bildirendir. Savaşta tutuklanan düşman generallarinin hepsini sorgulayan da odur. Stalin tarafından özel olarak kurulan bu gibi 7 gizli örgüt vardır ki, savaşın sonunu belirleyen güçlerin liderliği bunlar aracılığıyla yapılmıştır. 65 yıl önce hayata gözlerini yuman Stalin çok uzun zaman anlaşılamamış, gizli kalmış, diktatörlükle suçlanmış, fakat Rusya halkının gerçeği öğrenme arzusu artık ağır basmış ve siyasi gündem olmuştur.


122

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Bu gibi konulara devam edeceğiz. Okuduğunuz ve ilgi gösterdiğiniz için teşekkür ederiz.

Ankara’nın Susma Hakkı Dolmuştur

Dr. Nedim Birinci-07.Ağustos.2018

Konu: Büyük kavga yeniden alevleniyor Terbiyesizliği sınır tanımayan, Bulgaristan Başbakan Yardımcısı, hükümet ortağı sözde “Yurtsever Cephe” eş başkanı ve Bakanlar Kurulu nezdindeki Etnik Azınlık Sorunları Komisyonu Başkanı, aşırı milletçi ve dirilen Bulgar faşistlerinin Alay Şefi Valeri Simionov Türkiye Cumhuriyeti Devlet Başkanı Sayın Recep Tayip Erdoğan ve soydaşlarımız hakkında şöyle dedi. “Fakti.bg 07.Ağustos.2018” Seçimlerde oyunu kime ve neden verdiğinin bilincinde olmayan ve Bulgaristan’da olup bitenden pek fazla ilgilenmeyen, her şeyi yüz üstü bırakmış ve bir şey olsa bile onları ilgilendirmeyen Türkiye’deki göçmen seçmenler “Çoban Erdoğan tarafından güdülen bir sürüdür.” Olay Bulgaristan’da sert tepkiler uyandırdı. Bir defa, 81 milyonlum Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı ve Başbakanı, son 16 yılda Türkiye Cumhuriyeti’ni yöneten AK Parti Genel Başkanı Sayın Recep Tayip Erdoğan’a “çoban” denmesi şimdiye kadar rastlanmamış bir alçaklık ve emsalsiz bir küstahlıktır. Türkiye’nin dev atılımlarını, ekonomik, siyasal ve askeri başarıları Bulgar aşırı milliyetçilerin gözünü çıkarıyor. Yerli ve uluslararası terörle mücadelede seri zaferlerini egoizmden körleşen gözlerle göremeyen bu zavallı zat, içindeki Türklere, Türkiye’ye ve soydaşlara olan öfke ve hıncını bir daha alabildiğine kustu. Soydaşlarımızın Türkiye’de bulunmalarının sebebinin Vatanları olan Bulgaristan’dan zorla kovulmuş olmalarıdır gerçeğini unuttu. Daha önce diktatör Todor Jivkov’un zulüm yıllarında 12 bin 500 Türkün hapishanelerde çürütüldüğü asla unutulmamalıdır. Resmi bir milyon 253 bin 583 Türkün isminin polis ve asker baskısıyla, zırhlı araçlarla ve tanklarla basılan köylerde ağır işkence altında değiştirildiği asla unutulmamalıdır. Binlerce Türk ailenin ağır şartlarda, köle gibi çalıştırılarak sürgünde tutulduğunu asla unutmamalıyız. 1959 yılından beri çocuklarımızın anadilimizi okuyamadığını, okullarımızın kapalı olduğunu, kültürümüzün adet ve geleneklerimizin, dilimizin


Makale ve Analizler - 2018

123

yasaklanmış olduğunu asla unutmamalıyız. “Belene” ölüm kampında kalanlar çektiklerini unutmamalı ve unutturmamalıdır. Düşmanlarımız yine üstlerinden bir yerlerden cesaret aldılar ki, bize “sürü” diye hitap ediyorlar. Liderimiz Sayın Erdoğan’a “çoban” diyorlar. Bizim hakkımızda düşündükleri budur. Biz onlar için 1878’den beri “ötekiyiz”, “yabancıyız”, “köleyiz”, “kovulması gerekli olanız!”, “kovamadıklarıyız!”, “geri dönerlerse korkusuyla hepsine kâbus yaşatanlarız!” “Soya dönüş” zulmüne başkaldıranlarımızın, 1989’da Bulgar baskı ve terörüne, totalitarizmine karşı, insan hakları uğruna, özgürlüklerimiz için, adalet ve demokrasi yolunda ulusal ayaklanma gerçekleştiren kardeşlerimiz lanetinde boğulması gerekir. Bu faşistlere gerekli cevap verilmelidir! Ülkemizdeki totaliter kalıntılara ve para-faşist güçlere tüm yollar kesilmelidir. Faşizme geçit yok! Bulgaristan’da Türklere ve Müslümanlara karşı olanların hepsi faşisttir. Böyle devam ederse artık geri dönme zamanı gelmiştir 1877-78 Rus Türk harbinden sonra Türkiye’ye göç eden 10 milyon civarında Bulgaristan Türkü Bulgar sınır kapısına yürümelidirler. Bakalım Avrupa ne yapabilecekler. Bulgaristan Türkleri hiçbir şeyi unutmamış, unutmayacak ve unutturmayacaktır. Bunu herkes çok iyi bilmelidir. O dağlarda yaşlar, akan ırmaklar, nadas kalmış tarlalar, ovalar, baraj ve ormanlar bizimdir. Eğer bize “sürü” denmesini istemiyorsak biz hakkımız olanı zorla almak zorundayız! Biz geçmişimize olduğu gibi geleceğimize de mutlaka sahip çıkmak zorundayız. Geleceğimizi, evlatlarımızın istikbalini Moskof ya da Washington ajanlarının eline bırakamayız... bırakmayacağız... Gelişen olayların son renkleri şöyledir: “Belene” toplama kampından geçmek, zindanda dayaktan kötürüm kalmak; Vatandan kaçmak, Bulgaristan’dan kovulmak ya da göçe zorlanmak, sindirilmek ve süründürülmek hiç birimizi kahraman yapmadı. Birçoğumuz olayların siyasi niteliklerini okuyamadı. Olayların boyutu bazılarımızda kuşku uyandırdı. Kişisel geçmişimizde karışık bir şeyler olduğu şüphesi göz açtı. Şöyle bir örnek vereyim. Kırcaali ili Ada Köy (Potoçnitsa) TKZS depolarından sorumlu .... Türkiye’ye gelirken yünleri satmış, parasını cebine koyarak gelmişti. Korku dağları bekliyor. Bir daha geri dönmedi. Oysa rejim, değişti, zaman değişti, alış veriş defterleri çoktan kapandı ve her şey unutuldu.


124

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Politik tutukluların her birinden ayrı ayrı, susma, siyasete karışmama ya da bazı konularda işbirliği imzası alındığı da şüphe konuları arasındadır. Dikkatimi çeken 1990 Mayısında Stara Zagora (Eski Zara) hapishanesindeki müebbetliklerin salıverildikten sonra 24 saatte ülkeyi terk etmesidir. İnsanlarımızın bu kadar kendi içlerine gömülmesi ve özgürlüğe kavuşunca kayıplara karışması ilginçtir. Hapishanede devrimci ruh sivrileşerek bileneceğine korkuyla köreltilmiştir. Aynı kişilere bakıyorum da şimdi günlerce kağıt oynuyorlar. Okey, tavla vb. sefasındalar. Bu umursamazlığın, içine kapanıklığın bir sebebi olmalı! Gizliliği yalnız yaşlanmada arayamayız. Türkçe öğretmeni olarak içeri düşen bir aydınımızın yılda 2 - 3 aycık köyünde huzur aramaması, afacanlara anadilimizde çıkışmayı fazla görmesi de anlaşılır gibi değildir. Cennet ata toprağımızdır kardeşlerim. “Belene”den geçen ailelerden uyanık ruhlu, yurtsever, atılgan, coşkun yürekli gençler çıkmadı. Dede ve babalarının davasına devam etme hırsı sönmüş gibi. Dernekler el yordamıyla bir şeyler arıyor. Tek ışığa yönelen yok! Bu durum düşündürücüdür. Bizlere “sürü” denmesini kabul etmemeliyiz. Faşistlerin dili çok uzadı... Artık birleşip harekete geçme zamanı geldi. Siyasi haklarımızı istemeliyiz. En başta bize Türkiye’de yaşayanlara Genel Başkanımızın önerisi kabul edilmeli ve Bulgaristan genel seçimlerde ve AB Parlamento seçimlerinde mektupla oy kullanma hakkı tanınmalıdır! Bizdeki faşizmin para kaynakları: Faşistlerin kaynaklarından oluk dolusu akan paralar yasadışıdır. Rüşvettir. Dolandırıcılık, insanları zorlayarak toplanan vb paralardır. Arkadaşın rüşvetin kolları yok kelepçeleyelim. Failler insanlardır ve hele de faşistlerse mutlaka içeri atılmalıdır. Eski hesap defterleri de açılmalıdır. Bu Irkçılar ne kadar Bulgar - Türk öldürdülerse hepsinin hesabı sorulmalıdır. Örnekliyoruz: Bugün hem Bulgaristan’da hem de Türkiye’ye diz uzatıp hepimize alçakça saldıran totaliter Bulgar faşizminin “demokrasi” dönemindeyiz. Köhnemiş faşizan kitle eski ordudan siyasi polisler, Türk şubelerinde görev alan sivil polisler, siyasi kimliği olmayan kalpazanlar, Trakya göçmenlerinin zehirli süt içmiş torunları; Makedon göçmenlerinin 4. Kuşak torunları ve ideolojik olarak Moskova merkezine bağlı tabaka olmakla 3 koldur. Makedon göçmenleri “1903 İlinden Ayaklanmasından”; Müttefiklerarası Savaş’ta (1913) ve Birinci Dünya Savaşı’nda (1914 - 1918) ve daha sonra Bulgaristan’a gelen göçmenlerle


Makale ve Analizler - 2018

125

köklenmişlerdir. Onlar o gün bu gün “Makedonya bizim!” “Trakya Bizim!” sloganı yükseltiyorlar. İç Makedon Devrim Örgütü (VMRO) tarafından yönetilip kışkırtılıyorlar. 2017’de iktidar koltuğuna oturdular. Hukümetin ortağı oldular. Başbakan Yardımcısı ve Savunma Bakanı (Krasimir Karakaçanov) liderleridir. Avrupa Birliği parlamentosunda milletvekili (Angel Cambazki) VMRO Başkan Yardımcısıdır. Gazetelerde yazılanları bir araya toplarsak onlar parayı şöyle bulmuşlar: Makedonya Cumhuriyeti vatandaşlarına Bulgaristan Cumhuriyeti vatandaşlığı tanıdılar. 80 bin Makedon’a Bulgar kimliği verdiler. Avrupa Birliğinde serbest dolaşmaları için Kırmızı Pasaport sattılar. Alınan para 28 milyon Euro’dur. Nüfus içindeki oranları % 3’ü aşmasa da, faşist kan grubundan kardeşleriyle buluştular ve meclise girdiler. Bulgar faşizminin en küstah ve saldırgan gücü sözüm ona “Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Milli Cephe” örgütü 1913’te Bulgaristan’a göç eden ve Stranca Dağı (Burgaz ili) ile Güney Doğu Rodoplar’ın Haskovo ve Yanbol bölgesine yerleştirilen “Trakya Bulgarları” na dayanır. 1989’dan önce Sliven’e konuşlanan III. Bulgar Ordusu emekli subaylarına ve onların akrabalarına ve sınırdaki askeri güçlerin siyasi subaylarına dayanarak, 1990’da dağılan komünist partisi örgüt üyeleri ile sınır köylerindeki gönüllü “muhafızlar” arasında kök saldı. Bu gücün de genel nüfus içindeki oranı % 3’ten fazla değildir, fakat değişik medya araçlarıyla su yüzüne çıkmayı başardılar ve güve yeniği bayraklarla meydanlara çıktılar. Bu faşist partinin yapılanması hukümetlerin sınır boyu yerleşim yerlerine karşılıksız yardımlarından nem ve güç aldı. Hele, Malko Tırnovo ve Elena gibi küçük sınır boyu kasabalarında Türkiyeli zampara, kendini bilmez ziyaretçiler için açılan fuhuş otellerinden, sığınmacı kaçakçılığından vb para toplandı. Özellikle Bulgaristan –Türkiye sınırına Avrupa Birliğinden gelen 168 milyon Euro ile dikenli tel örgü gerilmesi işi faşist partiye bağlı firmalara verilince dilleri iyice uzadı. Kendilerini AB’yi İslam’dan koruyan güç olarak lanse ettiler... 24 Mart 2017 – seçim günü- Kapı Kule üzerinden gelen otobüslerden indirilen Bulgaristan Türkü seçmenlerin tartaklanması, dövülmesi yenir yutulur gibi değildi. Savcılıktan faşist partilerin üçünü de kapatması kararı beklenirken düşmanlarımızın küstahlığını ödüllendiren Bulgar seçmen onlara iktidara tırmanma yolu açtı., Seçim sandıklarına gönderilen kaba ve küstah tiplerin davranışları asla unutulamaz. Bu aymazlığın son merhalesi Türkiye Cumhuriyeti Devlet Başkanı Sayın Erdoğan’a “çoban” ve soydaşlarımıza “sürü” yakıştırması oldu.


126

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bunun gereği mutlak süretle görülmelidir. Türkiye- Bulgaristan ekonomik ve ticari ilişkileri Bulgaristan Türklerinin şerefinden ve namusundan daha önemli olamaz ve değildir. Bu ters gidişe karşı kesin tedbirler alınmalıdır. Ankara’nın susma hakkı artık dolmuş taşmaya başlamıştır. Bir defa Bulgar faşistlerinin şirketleri tespit edilmeli ve onlarla olan ticari ilişkiler hemen kesilmelidir. Faşistlerin işlettiği veya mülkü olan ve Karadeniz sayfiyesinde bulunan otellere, kaplıca ve diğer sayfiye merkezlerine, lokanta ve tatlıcı dükkanlarına Türk Turist ayağı basmamalıdır. Bunu tüm Türkiye’den gidenlere söylüyoruz. Faşistlerin palazlanması bizim için çok büyük tehlike arz ediyor! Biz düşman besleyemeyiz! Türkiye Cumhuriyetinin menfaatleri Bulgaristan iktidarından, devletinden ve makamlarından önce biz Bulgaristan Müslümanlarıyla örtüşmelidir. Biz bundan böyle ikinci sırada bırakı-lamayız. Bırakıl-mamalıyız! Bu vurdumduymaz gidişe artık son verilmelidir. Yılan zehri püsküren “Skat” gibi elektronik yayınların da durdurulması yolu bulunmalıdır. Aynı düşman cephesinde 3. Önemli güç olan “Ataka” partisinin kuruluş ve palazlanma masrafları, ipleri Moskova merkezinden çekilen Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS) merkezinden gelen emirlere uyularak, Başkan Ahmet Doğan tarafından ödenmiştir. Bulgaristan Türklerinin durumuyla ilgilenmeyen Doğan ve etrafındaki talan çetesi, Bulgar ve Rus-finans oligarşisine “Ataka” partisi ile birlikte hizmet ediyor. Bu güçlerin oluşturduğu mestadont (dinozordan iri olan) kütle bugünkü Bulgar finans oligarşisinin omurgası ve kendisidir. HÖH partisinden milletvekili olup, meclise gitmeyen, aylık maaşını 44 bin leva olarak gösteren D. Peevski, 2017 yılında bankalardaki paralarından divident (banka faizi olarak) olarak 37 milyon US Dolar almıştır. Bu paralar senin benim hepimizin alın teridir. Biz artık BİZ olmak ve bilinçli hareket etmek, birleşmek ve haklarımıza sahip çıkmak zorundayız. Karşımızda olağanüstü palazlanan bir ejderha oluşumu var ki, gözü ve midesi doymak bilmiyor, bu gidişle hepimizi birden yutacak. Bu ucubenin para kaynağını Moskova açtı ve Hayvanların yemini vermeye devam ediyor. Bu güçler kendilerini artık o kadar güçlü hissediyorlar ki bize “sürü”, Sayın Erdoğan’a da “çoban” diyecek kadar dil uzatıyorlar. Bulgar okurlar bu olayları nasıl yorumluyor?


Makale ve Analizler - 2018

127

Senin “sürü” dediğin bu insanlar, bundan 30 yıl önce baş çoban Todor Jivkov ve dolayındaki çoban çırakları tarafından Bulgaristan’dan Türkiye’ye zorla kovulmuşlardı. O zaman biz Bulgarlar giden Türklere dananın bostana baktığı gibi bakıyorduk. Ocaklarından kovulan vatandaşlarımızın evlerini, bahçelerini, tarlalarını, taşınır ve taşınmazlarını parasızdan ucuz kapıp yerleşmeye, gasp etmeye çalışıyorduk. O zaman Bulgaristan yöneticileri o kadar küstah ve alçak olmamış olsalardı, bu vatandaşlarımız şimdi kendileri, çocukları ve torunlarıyla birlikte Vatanlarında yaşayacaklardı. O zaman şu kendilerine güya “yurtsever” diyenler hiç birini kovmaya başkaldıramayacaklardı. Devam edecek. Okuyun ve okutun...

O Yollar Bizim

Neriman Eralp Kalyoncuoğlu-06.Ağustos.2018

Konu: Vatan sevgimiz hep umut kaynağımızdır Bulgaristan’da Türklük barajının suyu çekilirken, deremizin dibi kurur mu diye, sorduğum oluyordu kendi kendime. Çünkü bu barajdan önce şu karşıki iki dağın arasına sıkışan denizin yerinde Kuduz Dere akardı. Adını bahar aylarındaki halinden almıştı. Hayat hakkını hak etmemiş ne varsa önüne takar alıp götürürdü. Yuvarladığı taşlar değirmen taşlından iri, yarma, tomruk, koyun kuzu ne varsa önüne takıp götürürdü. Kuduz Dere son defa 1989 baharında boşandı. Aldı gitti, aldı gitti! Geride kalanları öksüz bıraktı. Dereler insanlardan çok farklıdır. Ödevleri durup yatmak değil, aktıkça akmaktır... Irmaklarla denizlere döküldüklerinde suları tuzluya karışmaz. Tatlı su kaderine boyun eğip deniz dibindeki bitkilerin, midye ve yosunların, adını bilmediğimiz o yeşilliklerin taze suya susamışlığını gidermek için derinlere girer. Zaman içinde tatlıdan tuzluya dönüşmesi de denizin dibindeki hayatın sürekli kaynamasından aldığı tuzla oluyor. Gün gelir tuzunu denize bırakır ve rahmet olur. Bizim yolumuz son hesapta denizin dibi mi dersiniz! Denizin mıknatıs gücü var ve bütün suları kendine çekip topluyor, aynı zamanda da deniz yeni hayata uyanmak isteyenleri bulutlara yükleyip geri gönderiyor. Rahmet olarak bize geri


128

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

dönen, bizimle birlikte doğanın da yüzünü güldüren damlacıkların bizden sellerle gidenler midir acaba? Bunu düşünmüş ve umut etmişimdir. Birçok kez şu geri dönüşün süresi ilgilendirmiştir beni. Bir nesil dendiğinde 25 yıl anlaşılıyor. Bir asırda 4 nesil beraber yaşarken değişiyor. Hepimiz aynı doğanın evlatları olmuş olsak da, onu bir başka seviyoruz, her mevsim bir başka umutla donanıyoruz. Ne yazık ki doğanın ve toplumun mevsimleri çakışmıyor... Biri açarken öteki soluyor. Vatan sevgimizin demirbaş şairlerinden Mehmet İsmail Keçici’nin dili henüz toprağa ve topluma düşmemiş yağmur damlasından temiz. Kaldır başını, bak şu Deliorman’a Onun güzel kokulu ovalarına... Doğayı, hatta kırların rengini ve kokusunu resmedip beyaz kâğıt üzerinde dizmek büyük bir yetenek! Özgün algılama biçiminin özü. Tabii ki insanların hayvanları sevmesi için çoban olması gerekmiyor. İçindeki gelinciklerle birlikte ovaca dalgalanan buğday denizini sevmek için başak kılçıklarıyla okşanan teninin kıpkırmızı ürpermesi de gerekmiyor. Bazen etkileyen güzellik, bin tonlu yeşil, pembenin tonlarından birini kendine beğenirken zorlanan gül burcu, sıçrayan böceklerin şarkısı, hem kadife gibi yumuşak hem de başak dalgası gibi kılçıklı bir dünya... Şair Mehmet Keçici onu şöyle tarıyor: Emek sever insanlarının türküleri Heyecanla coşturuyor yürekleri... İnsan doğayı gözleriyle sever, okşar, ondan ilham toplar ve kanatlanır. Seller, yeller, kuzgun kışlar geçse de bizim oralardan toprağımızın bağrında gizlenen bereket ve sonsuz güzellik ilk fırsatta, Güneşin ilk işaretiyle uyanır ve dirilir. Deliorman, Dobrucamız ve Rodop Dağlarımız, Trakyamız için geçerlidir bu. O kutsal işareti alan Kara Denizimizin kokusu bile birden değişir. Şairimizin kalemine bu değişim ve dönüşüm en özlü bir şekilde şöyle yansımıştır: Sensin beni ana eliyle okşayan Candan seviyorum seni Deliorman. 12 Nisan 2005. Çukurca (Yasenkovo) Bu romantik ve gönül okşarken düşündüren çağrışımın içinde, hüzün veren bir gerçek daha var. Bu gerçek, doğada selden yelden sonra zaman içinde rahmet şeklinde geri dönenin, toplumda gidenin geri gelmemesinde gizlidir. Biz 1989 seliyle çok yaralandık. Yarımız gitti. Yarım kaldık. Gidenler toprak ve toplumdan söküldü. Kalanlar çukur ve hendek içinde kaldı. Bu durum, her satırında Vatan sevgisinden gözyaşı akıtan Deliormanlı şairimiz Mehmet Keçici, demirbaş olarak kaldığı köyünde ve toplumsal ortamda duygularını şöyle dile getiriyor:


Makale ve Analizler - 2018

129

Sahipsiz Ev Bir ev var köyün yamacına oturmuş Kapısına kilit ve zincir vurulmuş Ne gireni var nede çıkanı bu evin Bahçesini ot ve diken bürümüş Bir ev var köyün yamacına oturmuş Sıvası bile dökülmeye başlamış Pençerelerine kara perdeler çekilmiş Kim bilir nerelerde bu evin sahibi Bir ev var köyün yamacına oturmuş Bahçesinde açan güller bile sararmış Ne bacası tütüyor ne gece bir ışık Sanki her şey sahibinin bahtı gibi kararmış Bir ev var köyün yamacına oturmuş Yaşam ve tatlı anılarla dolu bir ev Sanki matem havasına bürünmüş Sanki sahibinin kaderine küsüyor. 1990 Çukurca (Yasenkovo) Son 30 yılda kuşak değişti. Büyük selle gidenler geri dönmedi. Baraj yeniden dolmadı. Şairler yazdı, yazarlar anlattı, dostlar paylaştı ve yaşanan büyük acıyı özümsetmeye söz bulamayan yaşlılar bastona dayanıp hep yere baktı, iç çekti. Yaşamın dönüş yapmasını bekledik hepimiz. Şu asla unutulmamalıdır! 2 kuşak önce 1970’li yıllarda bugün hüzünlü, eşek dikenlerine mekân olan Vatan toprağımızdan biz Yunanistan ve Yugoslavya’dan fazla sebze meyve ve hububat üretiyorduk, meleşen kuzu ve oğlaklarımız, oynaşan buza ve malaklarımız onlarınkilerden kat kat fazlaydı. Doğa sahiplerini beklerken gizlice ağlıyor. İnsan toplumdan önce doğanın evladıdır. Doğanın yaşam barajını yeniden dolduralım. En iyi günler sizin olsun!


130

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Türk - Amerikan İlişkileri (Osmanlı Dönemi)

İsmail Cingöz6-08.Ağustos.2018

Yaklaşık 20 yıldan bu yana Türkiye’de (İzmir) papaz olarak bulunan Amerika Birleşik Devletleri (ABD) vatandaşı Andrew Craig Brunson’ın terör örgütleri FETÖ ve PKK adına suç işlediği, casusluk yaptığı gibi ciddi iddialarla önce tutuklanması, ardından sağlık gerekçeleri ile tutukluluk halinin ev hapsi cezasına dönüştürülerek yargılanmasına devam ediliyor olmasından itibaren iki ülkenin karşı karşıya geldiği bir süreç yaşanmaktadır. Öyle ki ABD Başkanı Donald Trump başta olmak üzere birçok kişi ve kuruluş tarafından Türkiye finansal yaptırımlar ve ambargo ile tehdit edilmiştir. Fakat bu tehditkâr tavrın geri planı incelendiğinde “ABD iç politikalarına yönelik bir hamle” olduğu görülmektedir. Dolayısı ile maksat evanjelist papazın serbest bırakılmasından ziyade ABD evanjelist Hristiyan seçmenlerin oylarına talip olunduğu ortaya çıkmıştır. Son aylarda kopma noktasına gelen Türk-Amerikan ilişkilerinin anlaşılabilmesi için ABD’nin kuruluşundan itibaren ilişkilerin nasıl başladığı, nasıl seyrettiği ve hangi eksende devam ettiği? Sorularına cevap vermek gerekmektedir. Kuzey Amerika’da yer alan 13 İngiliz kolonisi ile İngiliz Kraliyeti arasından yüksek vergiler nedeniyle anlaşmazlıklar yaşanmıştır. Neticesinde bu anlaşmazlıkların 1774 yılında silahlı çatışmaya dönüşmesi üzerine yaşanan mücadeleler sonrasında 4 Temmuz 1776’da “Bağımsızlık Demeci” ile ABD adıyla bağımsız bir devlet olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Osmanlı Devleti ile başlayan ikili ilişkiler, Millî Mücadele sonrası Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra da devam etmiş ve günümüze kadar süregelmiştir. Tarihi sürece bakıldığında bu ilişkilerin kimi zaman kesintiye uğradığı, kimi zaman ise maksimum seviyeye çıktığı görülmektedir. Bağımsızlığını elde etmesinden kısa bir süre sonra uluslararası ticari faaliyetlere öncelik veren ABD yönetimi Akdeniz üzerinden Osmanlı coğrafyasına yönelmiştir. Zira o dönem üç kıta üzerinde büyük bir devlet olan Osmanlı Devleti’nin jeostratejik ve jeopolitik önemini kavrayarak geleceği çok iyi değerlendiren ABD’nin ikili 6- Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı/M.Sc. – BULTÜRK Ankara Temsilcisi


Makale ve Analizler - 2018

131

ilişkilere girmesini zorunlu kılmıştır. O yıllarda henüz ABD’nin Osmanlı Devleti tarafından tanınmamış olmasından dolayı ilişkiler Cezayir eyaleti ile 1795, Trablus eyaleti ile 1796 ve Tunus eyaleti ile 1797 yılında imzalanan anlaşmalar ile başlatılmıştır. Türkçe olarak kaleme alınan bu anlaşmalar gereği Osmanlı Devleti’ne yılda 12 bin altın veya eş değer mühimmat ödemesi karşılığında ABD gemilerinin Akdeniz’de ticaret yapmalarına izin verilmiştir. ABD bu ödemeleri 1815 yılına kadar düzenli olarak yapmıştır7. ABD’nin Doğu Akdeniz bölgesine olan açılımının da bu tarihten sonra olduğu görülmektedir. ABD’nin 13 eyalet olarak tarih sahnesine çıkması ve şimdiki haliyle Kuzey Amerika’da büyük bir devlet haline gelene kadar vermiş olduğu mücadele döneminde uluslararası ilişkilerini ticaret eksenli olarak sürdürmüştür. Bu gelenek Başkan James Monroe tarafından 2 Aralık 1823’te yayınlanan bir mesaj ile “Avrupa’nın sorunlarına karışmama ve Avrupalıların da Amerika sorunlarına karıştırılmaması” şeklinde bir dış politika haline getirilmiştir. Monroe Doktrini olarak bilinen bu yaklaşım ile ABD yaklaşık olarak 100 yıl süre ile kendi kabuğundan çıkmayarak siyasi açıdan Avrupa’dan izole olmuştur8. Osmanlı Devleti ile ticaretini sürdürmeye devam eden ABD, 1830’da imzalanan anlaşma ile Osmanlı topraklarında gerekli gördüğü yerde konsolosluk açma hakkı elde etmiştir. Kırım Savaşı (1853 - 1856)’na kadar iyi giden ikili ilişkiler, savaş sonrası Osmanlı’nın ekonomisinin sarsılmaya başlamasına kadar devam etmiştir. Fakat ardından gelen toprak kayıpları, 1877 - 1878 Osmanlı - Rus Savaşı (93 Harbi) ile Avrupa ve Rusya’nın Osmanlı’ya karşı menfi tutumlarının ABD’ye de sirayet ettiği görülmektedir. Bu dönemde İngiltere’nin Doğu Anadolu’da Bağımsız Ermeni Devleti çalışmalarının başlaması üzerine daha önce Osmanlı’dan ABD’ye göç etmiş olan Ermenilerin de destek vermeye başlamaları iki ülke ilişkilerini olumsuz olarak etkilemeye, ardından bozulmasına sebep olmuştur. Hristiyan dünyasının Ortodoks, Katolik ve Protestan kilise temsilcileri tarafından 1810 yılında ABD Massachusesetts’de kurulan Amerikan Protestan misyonerlik teşkilatlarından birisi olan Amerika Misyonerler Kurulu (American Board of Commissioners for Foreign Missions)’nun 1818’de düzenlediği yıllık toplantısında dünya misyonerlik alanı paylaşımında ABD’nin payına düşen Osmanlı topraklarında bu örgüt, Osmanlı Devleti’nde eğitim ve misyonerlik alanında yapılanmaya başlamıştır. 7- SDAM; “İncirlik Hava Üssü İle İlgili Açıklamalar ve Geçmişten Günümüze Türkiye-ABD İli kileri”, 09.01.2017. http://sdam.org.tr/haber/75-incirlik-hava-ussu-ile-ilgili-aciklamalar-ve-gecmistengunumuze-turkiye-abd-iliskileri/ (Erişim:04.08.2018) 8- Yavuz Güler; “Osmanlı Devleti Dönemi Türk-Amerikan İlişkileri (1795 - 1914)”, Gazi Ünivers tesi Kırşehir Eğitim Fakültesi Dergisi, C. 6, S. 1, (2005), ss. 227-240.


132

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

1830’da imzalanan anlaşma ile elde edilen ekonomik imtiyazların siyasi açıdan da kullanılması ve 1839 Tanzimat Fermanı ile 1856 Islahat Fermanı kararları sayesinde ABD misyonerlik hareketi bu topraklara genişleyerek yerleşmiştir. 1863’te İstanbul’da, 1866’da Beyrut’ta açılan Robert Koleji’ne müsaade edilmesinin ardından sürekli artan ve sayıları 500’ü geçen okullar ile binlerce öğrenci kabul etmek suretiyle misyonerlik faaliyetlerinin daha da teşkilatlı olarak yürütüldüğü dikkat çekmektedir. Robert Kolejlerine Müslüman öğrencilerin de kabul ediliyor olduğu hatırda tutulmalıdır. Ruhsatlı okullardan başka ruhsatsız olarak da açılmış olan bu Protestan okullarını günün şartları nedeniyle Osmanlı Devleti yeteri kadar denetleyememiştir. Misyonerler Müslüman ve Yahudi Osmanlı vatandaşlarından beklediklerini göremeyince Ermenilere yöneldiler. Patrikhanenin engelleme çalışmalarına rağmen özellikle Gregoryen Ermenilerden Protestanlığa geçişlerin yoğun olduğu görülmektedir. Bu okulların yoğun çalışmaları ile Osmanlı topraklarında Protestan Hristiyanların sayısında hızla artış görülürken, özellikle Ermeni tebaanın emelleri doğrultusunda hizmetlerine de engel olunamamıştır. Ermeniler üzerinden Osmanlı iç sorunlarına müdahil olmaya başladığı görülen ABD 1895’te, Berlin anlaşması (13 Temmuz 1878) kapsamında Osmanlı tebaası Ermeniler lehine olacak şekilde bu anlaşma kararlarına uyulması gerektiği şeklinde bir Amerikan Senatosu kararı yayınlamıştır. Fakat istediği sonucun alınamaması üzerine ABD’ye çok sayıda Ermeni göçünün yaşanmış olduğu dikkat çekmektedir. Birinci Dünya Savaşı döneminde ABD Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etmemiştir. Fakat 13 Kasım 1918’de İtilâf Devletleri’nin İstanbul’u askerî açıdan işgal etmelerine Amerika da katıldı. Başkan Thomas Woodrow Wilson’un “Wilson Prensipleri” olarak bilinen beyannamesi iki devletin yakınlaşmasına sebep oldu. İşgal döneminde İstanbul Amerikan Yüksek Komiseri Koramiral Mark L. Bristol’un olumlu tutumu Türkler üzerinde iyi intiba uyandırdı. Sonuç olarak; ABD ilk etapta 13 koloni halinde kuruluşundan itibaren bir taraftan 50 eyalete ulaşacak olan Büyük Amerika’yı inşa ederken, bir taraftan da büyük devlet olabilmenin yolunun uluslararası ticaretten geçtiğini görmesinden dolayı bu hususa ağırlık verdiği anlaşılmaktadır. Üç kıtanın kesişim noktasında olan Akdeniz’e yönelmesi ve bu coğrafyanın zengin ticaret hacminden yararlanmak istemesindendir ki bölge üzerindeki dönemin büyük devleti Osmanlı topraklarına yönelmiştir. Akdeniz’de ticaret yapabilmek maksadıyla dolaylı olarak Osmanlı Devleti ile 1795 yılında imzalamış olduğu ticaret anlaşmasıyla iki ülke ilişkileri de başlamıştır. İlerleyen süreçte Osmanlı Devleti’nin zayıflaması ile çeşitli imtiyazlar elde eden


Makale ve Analizler - 2018

133

ABD, önce ekonomik olarak ardında eğitim ve misyonerlik faaliyetleriyle siyasi olarak Osmanlı’nın mirasından faydalanmak istediği görülmektedir. Bu hedeflerine ulaşabilmek maksadıyla misyonerlik faaliyetleriyle Osmanlı tebaası azınlıkları, özellikle de Protestanlaştırdığı Ermenileri kullanarak Osmanlı coğrafyasını kontrol altına almayı planlamıştır. Bu maksatla daha 19. yüzyılın başından itibaren uzun soluklu projelerle ve milyonlarca Dolar para harcamaktan çekinmediği görülmektedir. ABD, Osmanlı topraklarında misyonerlik faaliyetlerine başladığı ilk yıllarda Müslüman ve Yahudileri Protestan Hristiyan yapamayacağını anlayınca bu hedefinden vaz geçerek doğu bölgelerindeki Hristiyan azınlıklara ve özellikle de Ermenileri hedef kitle olarak belirlemiştir. ABD Protestan Misyonerleri beklediği gelişmeyi Osmanlı Ermenilerinde bulmuştur. Zamanla Osmanlı Protestan Kilisesini oluşturan misyonerler Arapça konuşan Protestanları, Yunan ve Bulgar Protestanları da bu kiliseye bağlayarak büyük ve yeni bir azınlık inşa etmeyi başarmışlardır. Birinci Dünya Savaşı döneminde Osmanlı toraklarında ve özellikle Anadolu’da binlerce masum Müslüman Türk halkının Ermeni çetelerince katledilmesi, 1917 Ermeni olaylarının başlaması ve günümüze kadar süregelen sözde Ermeni iddialarının temel çıkış noktası bu ABD misyonerlerinin faaliyetlerinin ürünüdür. Dolayısı ile katil Ermeni çeteleri kadar bu misyonerlik sisteminde yer alanlar da bunlara yol veren dönemin ABD yöneticileri de suçlu ve sorumludurlar. Çünkü kuruluşundan itibaren küresel bir güç olmayı hedefleyen ABD dış politikalarının etkisi yok sayılamayacak kadar önemlidir. Binlerce kilometre ötelerden Osmanlı topraklarına misyoner yollayan, milyonlarca Dolar harcamaktan çekinmeyen dönemin ABD yöneticilerinin böyle bir hedefi olmadığını söylemek saflık olurdu. Yazımızın “Türk-Amerikan İlişkileri (Cumhuriyet Dönemi)” kısmı bir aksilik olmaz ise önümüzdeki hafta yayınlanacaktır.


134

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan Türk Aydınlığı

Oya Canbazoğlu Dirier-09.Ağustos.2018

Konu: Kuruyup Daldan Düşenler Müslüman dünyasına aydınlık Kuran’ı Kerim ile gelmiştir. Bulgaristan Türklerinin öz aydınlığı da, Osmanlı Devleti ile Bulgar Çarlığı arasında imzalanan ikili protokoller sonucu Şumnu’da Nüvvab Lise ve Yüksek Enstitüsünde yetiştirilen öğretmen, okul müdürü, müftü ve kadılarla (yargıç) halkı kucaklanmasıyla başlamıştır. Bu bir şahsi olay değildir. Kurumsal bir aydınlanma sürecinde bir başlangıçtır. Yetişen aydınlar tüm halkların kültürünü bildiği gibi, öncelikle ve zorunlu olarak kendi halkımızın dilini, dinini, halk kültürünü, onun tüm düğümlerini bilmek zorundaydılar. Aynı dönemde yine Şumnu’da bir Türk Pedagoji Enstitüsü açılması ve bilgiye susamış çocuklarımızın ders odalarına genç öğretmenlerin bir meşale gibi dolması, aydınlanma değerlerimizde derin bir dönüşüme kanat açtığımıza işaret oldu. Bu yenilenerek aydınlanmada davamızın ilk bayraktarlarından biridir Nuri Turgut Adalı. O günlerden bu yana neredeyse bir asır geçti. Ağaçların ayakta öldüğü gibi bizim aydınlık ağaçlarımız da ayakta öldürülmeye yani kurutulmaya çalışıldı. 82 yılında onun da yaşadığı ve mücadele ettiği şu 100 yılda Güneşimiz hep söndürülmeye çalışıldı. 1922’de Güney Doğu Rodoplar’ın Süütlü (Vırbitsa) ırmağı boyuna serilmiş Ada Köy’de dünyaya gelen ve ömrünün 23 yılını Bulgar zindanlarında geçirdikten sonra yerli Türklerinin aydınlanma meşalesi olup “Mandela” adıyla ünlenen ulusal şair Nuri Adalı’ya adıyorum bu yazımı. Fikrimi tam olarak açabilmem için aşağıdaki metaforik (değişmeli) benzetmeyi yapmak istiyorum. Şair Nuri Adalı yolun sonu geldiğini hissedince, ruhuyla kendini bir odaya kapamıştı. 23 yıl yattığı Bulgar zindanlarının çile izleriyle birlikte kokusunun da üzerinden iyice sıyrılıp gitmesinden, ruh temizliğinin ezgin bedeninden özgürce ayrılarak vuslata yönelmesini sağlamak için, yalnız kalmayı seçti... Son yıllarda kabrine çelenk ve çiçek taşıyanların o zaman olup bitenden haberi yoktu. Siyasetin tepesindekiler köydeşlerini bile bizden olanlar ve olmayanlar olarak ikiye ayırmışlardı. Şimdi taze çiçek demetleri eksik olmayan Ada Köy Mezarlığı kenarındaki o anıt da sonradan dikildi. Toprağa verilenin Bulgaristan Türk Kimliği Davamızın gazisi olduğu anlaşılınca olayın görkemi önem kazandı. Bulgaristan Türk kimliği derken dili tökezleyenlerin, şair Nuri Adalı’ya kuruyan bir daldan düşen, solgun bir yapraktı bakışı, mezar toprağı kurumayınca, iki


Makale ve Analizler - 2018

135

taşın arasında her gece bir aydınlık simgesi dolaştığı fark edilince birden değişti. Koğuşların kirli duvarlarına bir kömür ucuyla yazdığı aydınlık kıvılcımlarını bir kitaba topladılar. Devlet terörüyle kurutulan dallardan düşen yapraklar toprak olmaya acele ederken, şair Nuri Adalı renklerinin canlı kaldığı hemen anlaşıldı. Olay bununla da bitmedi. Şair Adalı önce bir mücadele adamıydı. Faşizm ve komünist totaliter zulmü yıllarında Türk Kimliği ile yaşadı. Türkçe konuştu ve yazdı, beş vakit namazını koğuşta kıldı. Şair yaratıcılığında “unutmayın beni” demedi. Fakat biz Bulgaristan Türk aydınları Nuri Adalı’yı asla unutmadık ve o 21. asır boyunca meşalemiz olmaya devam edecek. Şair ve mücadele adamı Nuri Adalı Bulgaristan Türkleri için bir deniz feneridir. Her yerin ve her şeyin karanlıkta kaldığı yıllarda o yanıp sönmeye, “ölümden öncesi hep hayattır” demeye devam etti. Sürgünde, “Belene” Ölüm Kampı’nda, Eski Zara “Stara Zagora” ağır siyasi suçlular” koğuşunda şiirlerini ve dinlemeye doyum olmayan Türkçesiyle devrimci uyanışın bilinçlenme kıvılcımlarını çaktı. Ateş bacayı sarana kadar dava ocağımızı üflemeye devam etti. Şair Nuri Adalı hakkında bir deniz feneriydi derken onun amansız katlanışlarını ve dimdik kalışını söyle görüyoruz. İnsana öyle geliyor ki, denizler ve okyanuslar köpüren engindeki kara parçalarına, adalara düşmanıdır. Zalimlerin topraktan ve Kuran’dan öğrenenlere düşman oldukları gibi... Büyük gemileri alabora edip yutan deniz, adaları da devirip doymaz midelerine indirmek ister. Hele de o sonsuz alemin tam ortasında, kaya yığınlarından birinin üzerinde, hırçın, dev dalgalara meydan okurken sönüp yanan bir deniz fenerleri varsa... Bu savaş boşunadır. Deniz fenerleriyle kudurmuş okyanuslar baş edemez.. Şair Nuri Adalı suya batmayan ve toprağın altında olsa bile bir dava adamı kaldı. Onun sürgün, tutuklu ve mahkûmlar önünde sessizle okuduğu ezan, daha ateşinde sıklaşan saflara imamlık etmesi İslam’ın, Müslümanlığın, namus ve ahlakımızın en ağır yasaklı koşullarda bile yaşadığına kesin kanıt olmuştur. Bulgar vahşetinin 20. Yüzyılda gösterdiği en acımasız saldırılara çıplak ellerle iman ve inançla göğüs germe örnekleri vermiştir. Halk aydını Nuri Adalı’nın çilesi 1946 - 1948 “Rositsa” barajı duvarına çakıl kırmakla başlamadı. Onun “emekle eğitim kampına” toplanması, faşizm yıllarında kapatılan Bulgaristan Türklerinin 2 200 okulunun yeniden açılması ve aydınlık ateşimizin yeniden parlatma davasına Güney Doğu Rodoplar’da öncülük etmesinden dolayı idi. 1944 - 1962 yılları arasında Bulgaristan’da 83 toplama kampı kuruldu. Halkın bireysel ve kolektif kimliği ile hak arama, adalete yönelme, demokrasi tohumları ekme mücadelesi kelepçelendi. Bulgaristan


136

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Türk öğretmenlerinin örgütlenerek Türk kimliği davamızı kucaklama atılımları zorbalıkla durduruldu. 1949’da “Belene” ölüm kampı açıldı. Bulgaristan Komünist Partisi’nin siyasi hasımları birer birer “Persin Adası”nı boyladılar. Bu kampların sayısı hemen 8 oldu. Daha ilk ayda 800 kişi kapandı. Bu kamplarda işkenceden, dayaktan ve ağır koşullarda zorla çalıştırılmaktan hayatını kaybedenlerin tam sayısı bugün de açıklanmadı. Türklere gözdağı vermek için bu işkence kampları Balçık, Tutrakan, Kazanlık ve diğer Türk bölgelerinde de kuruldu. Bu kamplara Bulgarlar ve Türkler farklı nedenlerle atıldılar. İnsan hakları, ortak haklar, halka özgürlük, anadilde ve kendi okullarında eğitim ve din haklarını, kültürel özerklik isteyen Türkler seçilerek içeri atıldılar. 1929’da, Birinci Türk Kurultayı’nı yapanların İkinci Türk Kurultayı toplanmasını isteyen öncülerin kalemleri kırıldı, kollarına kelepçe vuruldu, ellerine kazma kürek sıkıştırıldı ve bedava çalıştırıldılar. Bu kampları Bulgar istihbaratı “DS” yönetti. İçeri düşen binlerce Türk’ün hepsi “rejim düşmanı” olarak yargısız içeri atılmıştı. Bu toplama kampları ara sıra kapansa da, 1964’te Pomakların isim değiştirme zulmünü kırmasından sonra yeniden açıldı. 1972 - 1973 Bulgarlaştırma ve Hıristiyanlaştırmaya karşı Batı Rodoplar’daki Pomak Ayaklanmasından sonra ağızına kadar tıka basa dolduruldu. Bu süreçler, sosyalizmin ve komünistlerin taktığı sahte maskelerin indirilmesinde önemli aşamalar oldu. Ne var ki toplama kampları, sürgünler, hapishaneler, yargısız idamlar şair Nuri Adalı gibi Müslümanların Türk Kimliğini koruma iradesini asla kıramadı. 1981’de yeniden açılan “Belene” Ölüm Kampına yargısız düşenlerden biri odur. Şair Nuri Adalı Tuna ölüm adasındaki koşullara rağmen, içerdeki şair, yazar, öğretmen, imam ve hocalarımız tarafından son derece samimi bir sıcaklıkla karşılanmış ve kucaklanmıştır. Kamp zulmünden sonra Vidin’in ısız Bulgar köylerinden birine sürgün edilmiş ve 1989’da Vatan’ından sökülüp atılmıştır. Ne var ki bu 23 yıllık çile yolunu yürürken şair ve dava adamı Nuri Adalı asla pes etmemiş ve her an yaratmaya devam ederken çiçeklerin mutlaka açacağına ve Bulgaristan Türkeri’nin yasal hak ve özgürlüklerini elde edeceğine, Bulgaristan’da totaliter zulüm sisteminin çökertilip param parça edileceğine ve yerine halkın gerçek demokrasisinin ve adil düzenin kurulacağına inanmıştır. Halk şairi “acı olmayınca tatlı da olmaz” derken öncelikle ve özellikle Bulgaristan’da yaşayan tüm vatandaşların eşitliğini, azınlık fert ve topluluklarının hukuksal eşitliğini, hukukun üstünlüğünü, köklü bir sistem değişikliğini düşünmüştür. O, 100 yılda 2 askeri darbede kırılan, cumhuriyet ve demokratik rejim için yapılan 1918 Vladaya Asker Ayaklanması ve 1923, İşçi - Emekçi İsyanının kana boğuluşundan sonra


Makale ve Analizler - 2018

137

çok zor olacağına inanmıştı. 1925 - 1944 döneminde durmadan şiddetlenen ve sol cepheden 4 bin 500, sağ cepheden de 9 binden fazla kurban alan monarşi düzeniyle çarpışma kanlı izlerinin kolay kolay silinemeyeceğine, hesaplaşmanın kolay olmayacağına inanmıştı. Bunalım yükünün Türklerin üzerine yüklenmesinden korkmuştu. Kendi köyünde 11 yıl siyasi sürgün olan Bulgar feylesof Jelü Jelev’in 1982’de “Faşizm” eserinin çıktığını içerde işitti. Faşist totaliter düzen ile komünist totaliter düzen biçim ve öz olarak, ayrıca uygulanan şiddet yoğunluğu bakımından da aynı olduğu görüşüne katıldı. Bulgar devletinin Türklere ve Müslümanlara, etnik azınlıklara karşı tutumunun asla değişmediğini, ancak şekil değiştirdiğini tüm etkinliklerde savundu. 1956 Macaristan olayları ve 1968 Çekoslovakya “Baharı” şiddeti hep tırmandırdı. Yürekli ve demokratik ruhlu şair, durumunun daha da ağırlaştırılabileceği tehlikesini hissettiği için gelişmelerden uzak kalmaya çalışsa da, içte ve dışta özgürlük davasına her zaman dayanışma bayrağı açtı. Bulgaristan’da sosyalizm yıllarında toplama kamplarından geçen 184 bin 360 rejim düşmanından biri olarak ve ayrıca içerde kaldığı 23 yılın yarısından fazlasını politik mahkûm olarak geçirdiği için Bulgaristan Türkleri hak ve özgürlük davasının önde gelen aydın kahramanlarından biri oldu. Üstelik Bulgarların özgürlük ve demokrasi davasına dayanıklılık ve sabır örneği verdi. Bundan dolayı Cumhurbaşkanı Plevneliev tarafından “Kahraman Yıldızı” ile ödüllendirildi. Şair Nuri Adalı’nın dili Bulgaristan Türkleri Türkçesidir. Aydınlık ve yaratıcılık dili halk ve edebiyat dilimizdir. Kimliğini halk ruhumuzdan beslemiştir. Onun yaratıcılığı Bulgaristan Türk edebiyatında bir orta direk olarak yükselmiştir. Şiirleri, Bulgaristan Türk şiiri ansiklopedilerinin hepsinde yer almıştır. O, edebiyatımızı oluşturan ve biçimlendiren mihverlerden biridir. O her zaman halkımızdan ve davamızdan nefes alarak yazmıştır. Çılgın zamanlarda yaşadı, çok çile çekti ama asla yılmadı. 1990’dan sonra bir süre Bursa BALGÖÇ yayınlarında görev aldı. Çok geçmeden Mestanlı’ya (Momçilgrad) döndü. Bir süre Belediye Kültür Şubesini yönetti. Günümüzde bu şehrin Türklüğümüzün gelişmesi açısından en ileri adım atabilmesinde rol oynadı. Türk kimliği tohumları ekti. Bu nedenle, bugün hala çocuklarımızın arzu edilen derecede Türkçe eğitim alabileceği okullarımız olmadığından, Tüm derneklerde Türkçe Şiir Okuma yarışları düzenleyerek ve bunlarda Türk şiiri sevgisini maddi ve manevi ödüllerle özendirerek, her gencin ulusal şair Nuri Ardalı’dan en az 100 şiiri ezberine almasını sağlamalıyız. Şair Ardalı’nın şiirleri bizim Türk kimliğimizin renkleridir.


138

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Türklüğümüzün deniz feneri, aydınlığımızdır. Bu fener sönmemelidir. Bulgaristan Türk aydınlığı ebedidir. Sönmeyen deniz fenerimiz Nuri Adalı’dır. Şair Nuri Adalı şiirlerinden seçmeler. Köyüm Güllerin ve gülen yüzün bir yana Kırlarda eşek dikenlerini özledim Evladımın gülüşü, şen türküsü bir yana ağlamasını da özledim Bir kıyısından geçen çayı değişmem Cennet ırmağı ile ... Gönlümün sesi mümkün olsa da gelse dile Seni soruyorum güneyden esen her rüzgara ; hasret kaldım tırmandığım yamaçlara.. Gümüş sularında yıkandığım dereler hep öyle çağlayarak akar mı ? Suların aynasında sevgilim ağlayarak ay’a, yıldızlara bakar mı ? O mehtaplı geceler gönlümün cennetiydi. Baharın getirdiği çiçekler o cennetin ziynetiydi.. Tatlı tatlı meleyen kuzular, gül yanaklı kızlar neşe saçar mı köyüm ? Senin kucağındaydı gerdeğim, düğünüm! ... Doyamadım ne sevgilime, ne sana, ömrüm geçti zindanlarda Köyüme, sevgilime yana yana... Ziyanı yok, ko ben menfalarda çürüyeyim Yeter ki bir gün seni AZAD göreyim... Zindanda Pek nahoş çehreler çevremi sardı, Söndü bak ışığım, ufkum karardı! Kelebek gönlüm hiç yaşar mı gülsüz? Zindanda geçer mi ömür bülbülsüz?


Makale ve Analizler - 2018 Münferit bir mezar biçimi oda, Tad kalmadı aşda, ekmekte, suda. Zehirli bir oktur o kem bakışlar Nasıl geçer burda yazlar ve kışlar? Bahar çiçekleri uçtu gözümden, Anlayan yok gibi sanki sözümden! Gömüldüm pek kara düşüncelere, Alışmak gerektir işkencelere!... Hele bir gün yurtta olacak sabah, Benim de gönlümde dinecek bu ah!... DELİ Dokunma diyorlar, suya sabuna. Bakma etrafına, gir sen kabına. Başkaları için ağlayan gözler, Her yerde tüm hakkı savunan sözler, Yıldırım kesilir üstüne döner. Bu zulmette bakma olmaya fener! Fırtınalar kopar hep söndürürler, Hakkı haykıranı her an döğerler. Az mı dayak yedik bu yüzden gafil? Bir ömür boyu hep sen kaldın cahil! Aç gözünü artık yeter bu uyku, Ara şu felekte sakin bir kuytu! Gizlice orada ör çorabını. Yeter artık kapat şu HAK babını! O yoldan gidenler hep harap oldu. Yaz bile gelmeden gülleri soldu. Nasibini al sen cennet dünyadan, Yeter bahsetme şu bomboş hülyadan. Hayaller, emeller hem çoktan öldü, Senden evvel kabre onlar gömüldü! Aldandın, aldattın sen etrafını,

139


140

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Kederle doldurdun her tarafını. Yakınlara miras kaldı kederler, Hakkı savunana “bir deli” derler Ko deli kalayım değilim pişman, Bence delilerde kalmıştır iman. Ne kadar istesem olamam VELİ, Vahşi kalmaktan olayım deli...

Eski Dünya Düzenine Karşı Başkaldıran Yalnız Türkiye Değil

Raziye Çakır9-14.Ağustos.2018

Konu: Başkan Erdoğan ABD Başkanı Trump’u devirebilir mi? Eski Dünya Düzenine Karşı Başkaldıran yalnız Türkiye Değil ABD Türkiye’ye yaptırım uyguladı. Erdoğan dize gelecek mi? İyi bir komutan uygulanmayacak olan emirleri imzalamaz. Trump bu prensibi bozdu ve şimdi Erdoğan emirlerimi yerine getirecek mi diye beklerken tırtır titriyor. Erdoğan isteklere uymayacak. O artık 3 Başkan’ın isteklerini yerine getirmekten uzak kaldı. ABD’nin, hemen salıverilmesi için yaptırım uyguladığı casus Papaz Anrü Bronson hemen salıverilmezse, gerçeğin çanları çalacak ve Türkiye NATO’dan çıkıp henüz oluşmamış olan yeni daha özgür bir ceo-politik bloka katılacaktır. Fakat (3 aya kadar) salınırsa Trump’un elinin öpüldüğü ortaya çıkacaktır. Ev hapsinde tutulan Papazı 3 aydan sonra serbest bırakırsa, şimdilik NATO’dan çıkmadan, Trump’u devirme kavgasına devam edeceği anlaşılmış olacaktır. 9- Çeviridir (24 Saat Gazetesi)


Makale ve Analizler - 2018

141

Bu olay bizi neden ilgilendiriyor. Bulgaristan % 30 Türkiye’nin yörüngesinde bulunurken, ekonomik olarak da, şu ya da bu oligarşi temsilcinin gölgesinde, % 30 Rusya yörüngesinde yüzmeye çalışıyor. Türkiye NATO’dan çıkıp, Rusya ile daha da yakınlaşırsa, bu bizi de beraberinde sürüklemez mi? Bu gelişme hızlı sürat toplayacak. Çünkü Kasım 2018’de Birleşik Amerika’da seçim var ve bu seçimler Başkan Trump’un kaderini belirleyecek. Bu seçimi Demokrat Parti kazanırsa, Trump’un başkanlığına halkoyu istenebilir ve hatta Donald Trump cezaevini boylayabilir. Bu Cumhuriyetçi Parti için de bir felaket olabilir. İşte bu noktada ipin kopacağı yere geliyoruz. Türkiye’de 15 Temmuz 2016 darbesine katılmakla itham edilen Papaz A. Bronson bir Amerikan Evanjelist’tir. Amerikan cumhuriyetçilerinin ardında duran en önemli örgütlü güç ise Evenjalistlerdir. Son aylarda Amerikalı Evanjelistlerin liderleri Trump’la birkaç görüşme yaptı ve Papaz Bronson’u kurtarması için masaya vurdular. Erdoğan Papaz Bronson’u salıverirse, yaklaşan senato seçimlerinde Amerikan Evanjelistler cumhuriyetçi parlamento adaylarını büyük bir coşkuyla destekleyecekler. Papaz içerde kalırsa bu destek yarım ağızla ve sonuna kadar silkilmeyen cüzdanlarla olacak. Görüldüğü üzere Trump’un kaderi bir yere kadar tamamen Erdoğan’ın avucunun içindedir. Tarih yineliyor. Tahran’daki Amerikan Büyükelçiliği ele geçirilirken tutuklanan 66 Amerikan görevlinin serbest bırakılmasını sağlayamayan Başkan Carter, 1980’de Ronald Reagan karşısında seçim kaybetmişti. Aynı yılın baharında Carter İran’a askeri operasyon yapmaya çalıştı, başarısız oldu. Hiçbir destek bulamadı, ABD helikopterlerinin çöl üzerinde uçmakta zorlandığı iddialarıyla kendini haklı göstermeye çalıştı. Helikopter türbinlerine kum doluyor diyen Jimmy Carter’in otoritesi alabora oldu. Bu olayın tuzu ve biberi olarak Ayetullah taraftarları tutsakları Ocak 1981’de tam da Ronald Reagan göreve başlama konuşmasını yaparken serbest bırakmışlardı. O zaman Tahran: “Hey gafurlar, biz size Başkan gönderdik!” demişti. O zaman İran devrimcileri tutsakları iktidardan devrilen Şah Rıza Pevlevi’ye değiştirmek istemişlerdi. O zaman ABD şahı vermemişti. Olay tekrar ediyor. Erdoğan da, ABD Pensilvanya’da yaşayan ve kuşkusuz Sam Amca için çalışan din adamı Fetullah Gülenle değiş tokuş yapmak istedi. Ankara’ya göre 15 Temmuz 2016’daki başarısız darbe denemesini örgütleyen odur. Başarısız darbecilerden yüz binlercesi tutuklandı, yargılandı, ceza aldı ya da işten uzaklaştırıldı. Fetullah Gülen, Müslüman Soros gibi birisi, Macaristan’daki Amerikan vakıflarından beslenen iri keneleri, Orban’ın hepsini tutuklatıp içeri atmasını düşünün. O bunu istiyor ama gücü yetmiyor. Görüldüğü gibi bunu Erdoğan yapabildi. Şimdi


142

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

iki büyükten hangisinin yani Erdoğan’ın mı yoksa Trump’un mu geri vitese geçeceğini bekliyoruz. Kuşkusuz darbeci Papaz Branson bardağı taşıran bir damladır. Türkiye ile ABD arasındaki gerginliğin kökleri bir casus Evanjelist Papaz olayından çok daha derindir. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği çökmezden önce Ankara Washington’un bir dediğini iki etmezdi. 2003’te ABD’nin Irak saldırasında İncirlik askeri hava üssünün kullanılmasına razı olmayarak tepki göstermeye başladı. Ardından ABD Yakın Doğu saldırılarına Türkiye hep ayak bağı olmaya başladı. Örneklersek, Katar ile Suudi Arabistan gerginliğinde Türkiye Katar’ı, ABD ise Suudi Arabistan’ı tuttu. İran’ın yalnız bırakılması operasyonlarında en büyük engel hep Türkiye oldu. Türkiye’nin İran’a yeni yaptırım uygulamaya niyeti yok. Bununla birlikte, atom elektrik santralleri inşa eden, yeni doğal gaz boyu hatları döşeyen, bu arada son adım olarak C-400 füzesavar sistemleri satın almaya kesin karar veren Türkiye Rusya’ya yaklaşmaya devam ediyor. Bu arada Washington Türkiye’nin hangi takımda oynayacağı belli olana kadar 5. Nesil savaş uçağı olan F-35’leri Türkiye’ye teslim etme sürecini durdurdu. ABD’nin yaptırımlarının hemen ardından Başkan Erdoğan “New York Times” gazetesinde çıkan yazısında şöyle dedi: “Washington, ilişkilerimizin asimetrik olabileceği yanlış kurgusundan kurtulmalı ve Türkiye’nin seçenekleri olduğu bilincine varmalıdır. Tek taraflılık ve saygısızlıktan kaynaklanan bu gidişten dönülmezse, bizim yeni dost ve müttefikler aramamıza vesile olur.” Bu yeni müttefiklerimiz kimdir? Geçen hafta Erdoğan, Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika’nın oluşturduğu ekonomik ve siyasi işbirliği forumu BRİKS ’e katılmak istediğini açıkladı. Bu örgüt henüz saflarını sıklaştırmamış olsa da, tek kutuplu dünyayı reddeden bir oluşumdur. Türkiye bu örgüte katılırsa er ya da geç NATO’dan ayrılmak zorunda kalacaktır. ABD’deki akıllı başlar halen Washington’un № 1 düşmanı Rusya mı yoksa Çin mi tartışmalarına devam ediyorlar. İki yaptırıma hedef olan Türkiye ise seçeneklere yaklaşma sürecinde adımlarını sıklaştırıyor. Bir de şu var. Son aylarda kimisi sert ve diğerleri de ılımlı olmak üzere bütün kıtalara Amerikan yaptırımı uygulanıyor. Rusya, İran ve Kuzey Kore’ye uygulanan yaptırımlar sert, Çin ve Avrupa’ya uygulananlar ılımlı, Meksiko, Kanada ve Türkiye ürünlerine ise yüksek gümrük uygulanıyor. Fakat “iyi” ülkelerden olup “kötü” ülkelerin şirketleriyle ticaret yapan ülkeler de Amerikan hışım gücünü hissedeceklerdir. Amerikan yaptırımları dünyadaki dost ve düşmanları, en zenginleri,


Makale ve Analizler - 2018

143

dev şirketleri, özel sermayeyi, namuslu iş adamları da aralarında her yeri örümce ağı gibi sarıp suyunu sıkıp esir almaya çalışıyor. Böylece yaptırımlar birleşiyor ve bütünleşiyor. Güz aylarında küreselleşen bir dünyada değil, cezalandırılmış bir dünyada yaşayacağız. Donald Trump yutabileceğinden fazla ısırmadı mı?

Türk - Amerikan İlişkileri (1918 - 1960)

İsmail Cingöz10-14.Ağustos.2018

Osmanlı Devleti 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi’yle Birinci Dünya Savaşı’ndan yenilgiyle çıkmış ve mütarekenin meşhur 7. maddesini gerekçe gösteren galip devletlerin işgal hareketine maruz kalmıştı. Bu durum karşısında işgalden en az zararla korunmak, Anadolu’yu koruyabilmek için dönemin aydınları türlü arayışlar içerisine girmişlerdi. İşgal hareketlerinden en az zararla korunabilmek, Anadolu’yu olsun kurtarabilmek amacıyla Halide Edip Adıvar, Yunus Nadi ve dönemin bazı aydın kesimlerinde Wilson Prensiplerini sahiplenenler Wilson Prensipleri Cemiyeti’ni kurarak Amerikan manda idaresini önerdiler. Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Woodrow Wilson tarafından hazırlanan, Birinci Dünya Savaşı’nın son bulması ve yapılacak barışın nasıl olması gerektiği yönünde bir tavsiye planı 8 Ocak 1918’de açıklanmıştı. Wilson Prensipleri11 adını alan bu barış tavsiyeleri bazı Osmanlı aydınları tarafından da kötünün iyisi babından uygun görülmüştür. Millî Mücadele ile tam bağımsızlık hedefi olan Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları ise manda idaresi önerisini kabul etmediler. Fakat ilerleyen yıllarda Cumhuriyet Dönemi boyunca farklı bir versiyon halinde ABD ile yakın ilişki içerinde olunmuştur. Çünkü Cumhuriyet Döneminin ilk yıllarından itibaren ABD ile başlayan ikili ilişkiler ve iş birliği sürecinin manda idaresi şeklinde olmasa da Sovyetler Birliği’ne karşı bir çeşit himaye şeklinde yürütülmüş olduğu görülmektedir. 1795 yılında başlayan Türk-Amerikan siyasi ilişkileri Birinci Dünya Savaşı esnasında kesilmiştir. Millî Mücadele sonrasında Lozan’da başlayan barış 10- Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı/M.Sc. - BULTÜRK Ankara Temsilcisi. 11- İhsan Şerif KAYMAZ; “Wilson Prensipleri ve Liberal Emperyalizm”, http://www.atam.gov.tr/ dergi/sayi-67-68-69/wilson-prensipleri-ve-liberal-emperyalizm


144

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

görüşmeleri devam ederken “Gözlemci olarak bulunan ABD” ile ilişkilerin yeniden kurulması için iki devlet temsilcileri arasında görüşmeler yapılmış ve 6 Ağustos 1923 tarihinde resmî adı “Genel Antlaşma” (General Treaty) olan “Dostluk ve Ticaret Antlaşması” Lozan’da imzalanmıştır. Amerikan Anayasası gereği geçerli olabilmesi için Senato tarafından onaylanması gereken bu anlaşma 18 Ocak 1927’de oylamaya sunulmuştur. Fakat Ermeni lobilerinin baskıları nedeniyle “Ermeni tehciri ve Ankara Hükümeti tarafından yapılan inkılapların yetersiz görülmesi...” gibi bahanelerle oy çokluğu ile onaylanmamıştır. Bu anlaşmanın ABD Senatosu tarafından onaylanmaması, 24 Temmuz 1923 tarihli ve bilinen Lozan Barış Antlaşması ile zaman zaman karıştırılarak “ABD Lozan Antlaşmasını onaylamadı” şeklinde açıklamalara rastlanılmaktadır. Osmanlı döneminde Anadolu’nun hemen her bölgesine yayılmış olan yabancı okullarıyla birlikte onlarca Amerikan okulları ve kolejlerindeki kontrolsüz eğitimler Hükümeti rahatsız etmeye başlamıştı. Ermeni lobilerinin başta ABD olmak üzere Batı’daki Türkiye aleyhtarı propagandalarının artış göstermesi ve daha önceki yıllardaki zararlı faaliyetleri ve Hristiyan misyonerlik faaliyetleri de bilindiği için Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında bu okullar kapatılmıştır. Kapatma işlemlerini uluslararası alanda kanuni bir zemine oturtmak için 3 Mart 1924 tarihinde Tevhid-i Tedrisat Kanunu (Öğretim Birliği Yasası) çıkartılmıştır. Böylece ülkedeki bütün eğitim kurumları Maarif Vekaleti’ne (Millî Eğitim Bakanlığı) bağlanmış ve denetim altına alınmıştır. Yasaya karşı gelerek din temelli eğitim vermekte ısrar eden yabancı okullar kapatılmıştır. Bu dönemde Amerikan basını Türkiye’nin doğusunda bağımsız bir Ermenistan kurulması yönünde yayınlar yapıyor ve ABD halkı da bu fikre sıcak bakıyordu. Basın özellikle 1915 Tehcir Olayını gündemde tutuyor, Ermenileri de Türklerden üstün görüyorlardı12. Bu kanun kapsamında faaliyetlerine devam etmek isteyen azınlık ve yabancı okullarda tarih, coğrafya ve yurt bilgisi derslerinin okutulması sağlanmıştır. Ayrıca yabancı ya da azınlık dili yanında Türkçenin de öğretilmesi zorunlu hale getirilmiştir. Robert Koleji de Türk yetkililer tarafından denetim altına alınan okullar arasındadır. ABD Senatosu’nun Dostluk Anlaşmasını onaylamaması üzerine Türkiye ile ilişki kurmak isteyen ABD yönetimi tekrar onaylama yapmak yerine karşılıklı mektup teatilerini önermiştir. Önerinin Türkiye tarafından kabul edilmesiyle hazırlanan karşılıklı notaların 17 Şubat 1927’de kabul edilmesiyle Türk-Amerikan 12- Ahmet ÖZGİRAY; “Türkiye ile Amerika Birleşik Devletleri Arasındaki Siyasi İlişkiler (19231938)”, http://www.atam.gov.tr/dergi/sayi-43/turkiye-ile-amerika-birlesik-devletleri-arasindakisiyasi-iliskiler-1923-1938


Makale ve Analizler - 2018

145

ilişkileri yeniden başlamıştır. Fakat 1930’a kadar istenilen seviyeye ulaşamamış olsa da Türkiye’deki Amerikan dinî kuruluşlarının aşırı derecede geliştiği, Robert Koleji ile Amerikan Kız Kolejinin Türkler arasında özel bir ilgi görmesinden dolayı Millî Eğitim Bakanlığı tarafından Amerikan eğitim kuruluşlarına müsamahalı davrandığı bazı kaynaklarda görülmektedir. Eylül 1932’de ABD Genel Kurmay Başkanı Douglas Mac Arthur, Türkiye’ye üç günlük resmî bir ziyarette bulunması iki taraf için de olumlu sonuçlar doğurmuştur. 1937’de ise Başkan Franklin Delano Roosevelt’in Atatürk ile samimi mesajlaşmaları görülmektedir. Ardından Türkiye, Irak, İran ve Afganistan arasında 8 Temmuz 1937’de Sadabat Paktı’nın imzalanmasından duyulan memnuniyeti ve destekleyeceğini bildiren ABD’ye karşı Türk Hükümeti de sıcak mesajlarla cevap vermiştir13. İkinci Dünya Savaşı’na katılmayan Türkiye, savaşın galiplerinden Sovyetler Birliği, 7 Kasım 1945’te sona erecek olan Türk - Sovyet Anlaşmasının günün koşulları dikkate alınarak güncellenmek şartıyla uzatılabileceğini açıklamıştır. Ardından doğu bölgesinden Giresun’a kadar toprak talepleri Türkiye’nin Amerikan himayesine ihtiyaç duymasına sebep olmuştur. Sovyet Rusya’nın bu tutumu İkinci Dünya Savaşı sonrasında oluşan iki kutuplu dünya sisteminde Türkiye’yi Batı Bloğunda yer almaya kanalize etmiştir. İki kutuplu dünya sistemi içerisinde Sovyet Rusya ve komünizmin yayılmasını önlemek için Amerika dış politikasının esaslarını komünizm ile mücadele ekseninde yürütülmüştür. 12 Mart 1947’de Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Harry Truman tarafından ilan edilen Truman Doktrini ile Türkiye de komünizm tehdidi altındaki ülke statüsünde görülmüştür. Bu kapsamda Türkiye 100 bin Dolar, Yunanistan 300 bin Dolar yardım almıştır. Ardından Marshall yardımları yapılmıştır. Soğuk Savaş döneminde Türkiye sivil ve askeri bütün iktidarlar döneminde ABD’nin yanında yer almıştır. Türkiye stratejik coğrafi konumu ile Sovyet Rusya’nın Akdeniz ve Ortadoğu bölgesine yayılmasını engellemek ve ABD’nin bölgede uyguladığı strateji ve politikaları için adeta bir üs olarak kullanılmış, karşılığında da dış yardımlarla desteklenmiştir. Bu özelliği nedeniyle Türkiye-ABD arasında imzalanan Savunma ve Ekonomik İşbirliği Antlaşması14 ile Türkiye’nin askeri tesis ve üsleri NATO’nun kullanımına açılarak ABD ve müttefiklerinin askeri ve ekonomik açıdan Türkiye’yi güçlendirmeleri formüle edilmiştir. Sovyet Rusya’nın politikaları nedeniyle ABD ile yakınlaşması ve Marshall yardımlarının hemen ardından Türkiye henüz NATO üyeliği gerçekleşmeden Kore Savaşı ve İncirlik Üssü dayatması ile karşı karşıya kalmıştır. Bu dayatmalar karşısında Türkiye, meclis kararı olmaksızın 1950’de Kore Savaşı’nda ABD 13- Ahmet ÖZGİRAY; “Türkiye ile Amerika Birleşik Devletleri Arasındaki Siyasi İlişkiler (19231938)” 14- T.C. Resmî Gazete, Sayı: 17238, ss. 2–47, 1 Şubat 1981.


146

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

saflarında yerini almış, 1951’de ABD’ye İncirlik üs inşası için izin verilmiştir. Böylece tek Müslüman ülke olarak Türkiye, 18 Şubat 1952’de NATO üyesi oldu. Böylece Türkiye ordusu, mühimmatı, eğitimi, insan unsuru ve ekonomik yapısı ile top yekûn ABD etkisi altına girmiştir. NATO 1949’da kurulurken Sovyet Rusya’nın yayılmasını ve Sovyet Rusya liderliğinde kurulan Doğu Bloğu da denilen Varşova Paktı’nın muhtemel saldırılarını önlemeyi ana hedef olarak belirlemişti. Olası saldırı durumda ise cephe gerisinde direnişi sağlamak için Gladyo (Kısa Kılıç) ismi verilen bir yapılanmaya gidildiği, Türkiye’nin de 18 Şubat 1952’de NATO’ya girmesinin hemen ardından 4 Nisan 1952’de de Gladyo’nun da kurulmuş olduğu birçok kaynakta geçmektedir. Seferberlik Tetkik Kurulu adıyla kurulduğu iddia edilen Gladyo’nun Türkiye yapılanmasının ismi daha sonra “Özel Harp Dairesi” olarak değiştirilmiştir. Sonraki yıllarda yaşanan 27 Mayıs 1960 İhtilali,12 Mart 1971 Muhtırası ve 12 Eylül 1980 Askeri Darbesinde bu yapılanma adının sık sık geçmesi dikkat çekicidir. Sonuç olarak; 1795’te başlayan Türk-Amerikan ilişkileri başlangıçta ticaret eksenli olmuştur. İlerleyen yıllarda ticaretin yanında eğitim ve misyonerlik eksenli olarak Osmanlı topraklarına yerleşen ABD başta Ermeni tebaası olmak üzere azınlıkları örgütleme ve Türk düşmanı nesiller yetiştirme amaçlı zararlı faaliyetler içerisine girdikleri görülmektedir. Zira bu faaliyetlerinin etkileri Birinci Dünya Savaşı döneminde aktif olarak başlamış, Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren devam etmiş, sözde soykırım iddiaları başta olmak üzere günümüze kadar ABD’nin Türkiye politikalarını etkilemiştir. Halen bu etkilerin devam ettiği görülmektedir. Millî Mücadele döneminde bazı Türk aydınlarında ABD manda idaresi taraftarlığı görülse de Atatürk ve arkadaşları tarafından tam bağımsızlık eksenli olarak sürdürülen mücadele başarıyla sonuçlanmıştır. Bu dönemde Türkiye herkesle dost geçinmek ve gruplaşmalara girmeden dostluk grupları kurmak eksenli dış politika içerisinde olmuştur. Fakat Sovyet Rusya’nın yayılmacı tutumu karşısında Türkiye, ABD himayesinde bir dış politikaya yönelmek durumunda kalmıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında iki kutuplu dünya sisteminde Batı bloğunda yer almak ve ardından NATO üyeliği Türkiye’nin tamamen ABD eksenli bir dış siyaset yürütmesine sebep olmuştur. Soğuk Savaş döneminin başladığı bir dönemde NATO’ya girilmesinden dolayı Türkiye, askeri yapı başta olmak üzere güçlü olabilmek için sürekli ABD’den dış yardım alan bir ülke görünümü sergilemiştir. Buna en büyük sebep Sovyet Rusya’nın 1945 sonrası Türkiye politikaları ile ABD’nin Türkiye’yi komünizme karşı mücadelede bir üs olarak kullanmak


Makale ve Analizler - 2018

147

istemesindendir. Fakat bu durum Türkiye’nin bağımsızlığını zedeleyen olumsuz bir durum olmuştur. Türk-Amerikan ilişkilerinde sembol olarak öne çıkan İncirlik üssü başta olmak üzere Türkiye’deki bütün ABD üsleri iki ülke ilişkilerinin gerginleştiği her kriz dönemlerinde hedef olarak görülmüş veya gösterilmiştir. ABD’nin Türkiye aleyhine tutumu görüldüğü her durumda Türk kamuoyu bu üsleri bir tehdit olarak algılamıştır.

İhanetin Ters Yüzü

Rafet Ulutürk-14.Ağustos.2018

Konu: Eski yaralardan sonra gelişen kangren Bulgar faşistlerinin günahtan korunma aklanma imkânı kalmadı. 2014 yılında Brüksel’le toplanan ve Bulgaristan’da halka karşı köpek gibi havlamaya başlayan VMRO (İç Makedon Devrim Hareketi), siyaset sahnesinde sol uçtan sağ ve sağ uçtan sola atlayan Moskof uşağı “Ataka” partisi ve ırkçı milliyetçiliğini sözüm ona “yurtseverlik” ardına gizleyen “Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Milli Cephe” ile ilgili bu partilerin üçü de Faşist” kararı alması unutulması imkânsız bir olaydır. 1945 yılında İkinci Dünya Savaşının sona ermesiyle Avrupa’nın birçok başkentinde “faşizme bir daha başkaldırma imkânı verilmeyecektir” kararı imza altına alındı. Fakat yıllar geçti, asırlar ve rejimler değişti ve birçok şey sözde kaldı, kâğıt üzerinde kalan kararlar uygulanmaz oldu. Avrupa Konseyi’nin Bulgar faşist parti ve örgütleriyle ilgili kararları da sanki çöpe atıldı. Uygulanmadı. Geçen hafta bizdeki faşist partilerden biri olan VMRO Başkan Yardımcısı ve 27 üye devletin ortak Brüksel parlamentosu milletvekili Angel Cambazki, “Bulgaristan Sosyalist Partisi, BSP, üyeleri hakkında hepsi kurşuna dizilmelidir!” dedi. Bu sözler, “a be, bizim faşistlerin toplam oranı % 9 - 10’u geçmez!” deyip iki seçim arası uzananların şekerlemesini kesti ve hepsine başkaldırttı. Bu olay, biz Bulgaristan Türklerini ve Müslüman kardeşlerimizin hepsini olduğu gibi etnik azınlıkların da tümünü ilgilendiriyor. Olayın ucu 72 yıl öncelere dayanıyor. 1946 Ağustosunda Bulgaristan İşçi Partisi (komünistler)


148

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Merkez Komitesi Geniş Oturumu (Plenum) Bulgaristan’ın Pirin Dağ Bölgesine Kültürel Otonomi (muhtariyet) /özerklik/ hakkı tanımıştı. Makedon coğrafi bölgesi, Karasu (Struma) ve (Mesta) nehirleri vadilerinde ve Pirin Dağı eteklerinde, bugünkü Yukarı Cuma (Blagoevgrad) ve Köstendil illerini kapsamıştı. 1946 nüfus sayımında bu bölgede yaşayan 160 bin 541 kişi, 1956 yılında yapılan nüfus sayımında ise 178 bin 862 kişi kendilerini Makedon Kimlikli olarak kaydettirmiştir. Şu noktaya dikkat edelim. 1942’de Alman ve Bulgar askerileri Üsküp’e kadar Vardar Makedonya’sını ve Ege kıyılarını istila ettikten, Yahudi ve Çingene nüfusu trenlere bindirip Polonya’nın “Treplika” ölüm kampına gönderdikten sonra oluşan sert korku ortamında, Pirin Dağ Makedonları da aralarında hepsine Bulgar Çarlığı kimliği dağıtmıştır. Devlet nüfus kayıtlarında etnik Makedon nüfus yoktur. Demek oluyor ki, Nazilerden destek alan faşist Bulgar Çar rejimi Makedonları kâğıt üzerinde Bulgarlaştırarak asimile etmiştir. İkinci Dünya Savaşından sonra durum 180 derece değişince, Makedonlar Makedon kimliklerini geri almış, okullarda Makedon dilinde eğitim öğretim başlamış, Makedon radyo yayınları başlamış ve Makedon dilinde gazeteler çıkmıştı. Kendisi Makedon kökünden olan Brüksel Milletvekili Angel Cambazki, Müttefikler Arası Savaştan (1913) ve Birinci Dünya Savaşından (1914 - 1918) sonra Ege ve Vardar boylarından gelen savaş kaçağı Hıristiyan nüfusun ve Bulgaristan’da yaşarken sözde Bulgar’lığı kabul edenlerin partisi olan VMRO adına Bulgar faşizmini savunurken, Makedonlara kültürel özerklik tanıyan Bulgar komünistliğinin devamcılarını 72 yıl sonra katletmek istiyor. Halkımız “sonradan görmeden kork” demiştir. Ben ise, “sonradan kudurandan” korkalım diyorum. Bulgar Sosyalist Partisinin 2009’a kadar Başkanı olan, günümüz Avrupa Sosyalistleri PES Başkanı Sergey Stanişev’in vekil Angel Cambazki’nin Avrupa Birliği meclisinden hemen ve kayıtsız koşulsuz atılmasını istemesi gerekirken, susmaya devam ediyor. Oysa Cambazki TV programlarında BSP ile ilgili şöyle dedi. “Siz Bulgar toplumunun tortususunuz - terörist, cinayet suç işlemiş katillersiniz, halkına ihanet etmiş hainlersiniz. Tarih boyunca Bulgar halkının en büyük düşmanı sizdiniz. Bulgar halkına en büyük kötülüğü yapanlar siz - sosyalistlersiniz! BSP olmasaydı Makedon Ulusu olmayacaktı. Hepiniz kurşuna dizilmelisiniz!” Olaya sert tepki gösteren BSP Lideri Kornelya Ninova, Avrupa Parlamentosuna bir mektup göndererek, Angel Cambazki’nin AB parlamentosundan uzaklaştırılmasını ve sözlerinin dikkate alınmamasını istedi.


Makale ve Analizler - 2018

149

Bulgar meclisinde 2. Siyasi gücün temsilcisi olan Sayın Ninova, iktidar ortaklarından biri olan VMRO Başkan Yardımcısının “Makedonya milleti olmasından sözde sorumlu oldukları için, sosyalist parti üyelerinden hepsinin kurşuna dizilmesinin istendiğine” vurgu yaptı. Ninova mektubunda, Hitler Almanya’sının karanlık yıllarında Avrupa’da ve Balkanlarda işgal halkındaki halkın unutulmaz çekilerine de işaret etti. BSP Başkan Yardımcısı Kiril Dobrev ise TV Programına çıkarak, “Söylenenleri işittikten sonra, benim için, VMRO diye bir şey kalmamıştır! Canbazki, sen bir kölesin! Makeonculuk sizin için geçim kaynağı ve Sofya meclisinde 20 sandalyeye götüren yoldur!” dedi. 12 Ağustos günü milletvekili Ençev Bulgaristan Başsavcısına gönderdiği mektupta aynen şöyle dedi: “Sayın Başsavcı, Bu yılın 12 Ağustos günü, VMRO partisinden, AB meclisi milletvekili Angel Cambazki, Balkanlarda eskiden meydana gelen bazı tarihi olaylarla ilgili olarak, bir siyasi gücün üyelerinin kurşuna dizilmesini isteyerek, uygar bir toplumda hiçbir koşulda olmaması gereken bir suç işledi. Cambazki, hükümetin bugün izlediği Balkanlar siyasetine muhalif olan herkesin de yok edilmesini istedi. Sayın Başsavcım, Toplumsal düzen ve kişisel güvenliğin güvence altında bulunduğu bir hukuk devletinde yaşadığımızı dikkate alarak, Angel Cambazki’nin toplu cinayet tehdidi ihtiva eden sözlerinden dolayı ceza yasasına dayanarak sorgulama talebiyle içeri alınmasını istirham ediyorum.” Siyasi tatil ayında toplum kaynamaya devam ediyor. Anlamakta zorlandığımız noktalar var: 2017 Martından beri Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) Başkanı Mustafa Karadayı, VMRO da aralarında, sözüm ona “Yurtsever Cephede” birleşen üçlü faşist gücün hükümetten atılmasını defalarca istedi. İstemesi güzel ama bu yönde adım atmadı. DPS Milletvekili Peevski’nin imtiyaz sahibi olduğu Bulgarca 9 gazeteden hiç biri faşist basına, “Alfa” ve “Skat” gibi Türk ve İslam düşmanı TV programlarına ateş açmadı. HÖH partisi, aşırı milliyetçi ve faşist “Ataka” partisi kurulmasına bir milyon 600 bin levayı ne sebeple ve kimin baskısı sonucu verdiğini hemen açıklanmalı! Açıklamadı. Ve iki, 1992 yılında HÖH Genel Başkanı Ahmet Doğan VMRO partisi yönetimi tarafından Pirin Dağ eteklerindeki Bansko’daki bir Dağ Evinde


150

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

VMRO parti yönetimi tarafından “Altın Onur Nişanı” ile ödüllendirildi. Bu ödüllendirmenin gerekçesi nedir? En büyük düşmanlarımızdan, ırkçılardan ödül almak ne anlama geliyor. Bu mutlaka açıklanmalıdır... Bununla birlikte, asla unutmamamız gereken bazı başka gerçekler de var: VMRO, 1902’de Sofya’da kurulmuş olsa da 1944’e kadar mahkemede tescil kararı yoktur. İşlediği en ağır katliamlarından bazıları şunlardır: Bulgar Halk Çiftçi Partisi Başkanı ve Başbakan Aleksandır Stanboliyski’yi (1923) elini kolunu başını keserek vahşice öldürdüler; Başbakan Stefan Stambolov’u (1894) başını baltayla ikiye yararak öldürdüler; Bir çok bakan ve devlet görevlisini kurşunladılar. Tutuklanıp yargılanması gereken kimseler varsa onların başında VMRO katil tayfası gelmektedir. 1913’te Pirin Bölgesi Müslüman Pomaklarının Hıristiyanlaştırılmasına, Bulgarlaştırılmasına ve topraklarından kovulmasına da “VMRO soyguncu çeteleri” çok faal katıldı. Çok Müslüman katlettiler. Camileri kilise yaptılar, minare yıktılar. Katliamlar işlediler. Etnik temizlik yaptılar. Bu cinayetlerin hiç birinin hesabı verilmemiştir. Elleri hala kanlı çetecilerin hükümet yönetiminde, mecliste işi olamaz! VMRO, 1925 ve 1934 askeri ayaklanmalarda katliam olaylarına faal katılmıştır. Bu parti, 1944’te yasaklanmıştı. 1990’a kadar başkaldıramamıştı. 1990’dan sonra, sahte demokrasi ortamından yararlanarak, dernek ve kulüpler şeklinde yeşerip, faşist ve aşırı milliyetçilikle iktidara tırmandı. Pomakların 1972’de ve Türklerin 1984 - 1989 isimlerinin değiştirilmesi, dil ve dinlerinin yasaklanması, baskı ve terör uygulanması döneminde azgın düşmanlık etkinliklerine aktif katılanlar VMRO ayrımcılık ve faşizminde buluşarak siyaset meydanına çıktılar. 26 Mart 2017’de (son erken meclis seçinde) Bulgar Türk sınırında seçmen otobüslerini durduranlar bunlardır. Yaşlı seçmen kadınları otobüsten indirip tartaklayanlar onlardır. Yine Yargılanmadılar. Angel Cambazki de aralarındaydı. Türk düşmanlığına basarak iktidara tırmanan bu 3 partinin üçünün de iktidardan hemen sökülmesi, hemen yasaklanması, TV programlarının ve gazetelerinin yasaklanması ve ofislerinin kapatılması en acil gündem sorunudur. BSP partisine şu şerefsiz saldırılardan sonra bir anti-faşist buluşma ve cephe kurulması ihtiyacı çan çalıyor. Memleketimizin faşistler tarafından yönetilmesine tahammül edemeyiz. Kendi Makedon kimliklerini reddeden boyalı Bulgarlara harman boş bırakılamaz. Bulgar yurtseverliği ardına gizlenenler ihanetin ters yüzündeki hainlerdir.


Makale ve Analizler - 2018

151

Onların hainliği ulusaldır. Ahmet Doğan ve etrafındaki Türklükten utananlar da aynı tiplerdendir. Bu olaylar Türk kimliği davamızın ne kadar önemli, anlamlı ve yüce bir dava olduğuna yeni kanıtlar veriyor. Olaylar çığırından çıkmıştır. Cambazki gibi tımarhanelik siyasetçilere yeni seçimlerde asla oy verilmemelidir. Bulgaristan’ı onurunu beş para eden bu faşist kopeklerin (kopillerin) yeri siyaset çöplüğüdür. Bulgaristan’ın yeni siyasetçilere, yeni liderlere ihtiyacı var. Öteki halk ve etniklere, halk topluluklarına karşı günah yüklü bir vicdanla siyasetçi olunamaz! Bir siyasetçi, kişisel ve ortak kimliklere, insan haklarına, adalet ve hürriyetlere yumruk sallayamaz! Sallamamalıdır! Etnik Kimliği uğruna mücadele edenlere küfredemez! Etnik ve ulusal kimlikleri inkâr edemez. Yok sayamaz... Okul kapılarına “Sen Türk’sün, sen Çingenesin bu okula kayıt yaptıramazsın!” yazısı asamaz. Irkçılık yapamaz. Ayrım siyaseti savunamaz! Halk topluluklarına “sürü” diyemez! Bu kişilerin hukuk tahsili görmüş olsalar bile siyasette yerleri yoktur. Bulgaristan siyasetinde huzur olması için siyaset adamlarının akıllı ve zeki olması da artık yeterli değildir. Çünkü 21. yüzyılda akıl ve zekânın halkın emeğini soymak, hakkını çalmak ve zulüm uygulamak için kullanıldığına tanık oluyoruz. Modern siyasetin temelinde, moral, halka bağlılık ve ahlaklı olmak yer almalıdır. Modern ahlaksızlığın bir özelliği de etnik azınlıklardan birkaç kişiyi yemleyip besleyerek kitleye baskı ve amansız sömürü uygulanmasında izliyoruz. Bu yöntemlerin adalet ve demokrasi ile ilişkisi yoktur. Toplumun her bakımdan güvenilebilecek temiz yürekli alnı açık öncülere ihtiyacı var. Özü sözü bir dürüst liderlerin ortaya çıkmasını bekliyoruz. Sonuç: Bulgaristan’ın en önemli sorunu azınlık haklarının tanınmamasından kaynaklanıyor. Bu örnekte Makedon kardeşlerimizin asimile edilmesinden doğan sorunlara baktık. Yeni olaylar bir iç savaş açacak nitelikte, hele de Makedonya Cumhuriyetindeki kimlik mücadelesi, devlet adı, anayasa değişikliği, NATO ve AB üyeliğine zorlanma ve komşu ülkelerdeki Makedonların gelişmelere seyirci kalmak istemeyişleri çok büyük olaylara gebe izlenimi doğuruyor. Biz hepimiz Bulgaristan’da azınlık haklarını, vatandaş kimliğini, sivil toplumda adalet ve eşitlik arayanların saflarındayız. Davamız ortaktır. Faşistlere Bulgaristan’da ve Avrupa’da nefes aldırmak günahtır...


152

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Okuduğunuz için teşekkür ederim.

Gündem Değişiyor

Dr. Nedim Birinci-17.Ağustos.2018

Konu: Yeni atılımlara hazırlanıyoruz. Bulgar tarihçiler ve diğer bilim insanları tarihte daha uzun ve derin izler bulmak için eşelemeye devam ederken, kimi defa istemeye istemeye olsa da önemli gerçekleri ifade etmek zorunda kalıyorlar. Bulgar halk psikolojisinin önemli bilginlerinden olan Prof. Dr. Lübomir Georgiev - Sofya Kl. Ohridski Üniversitesi Psikoloji Fakültesi Dekanı - “Poglem Video” söyleşisinde “500 yıl süren Osmanlı devrinde Bulgar nüfus 2 milyon kişi artmıştır. Kölelikten söz etmemiz söz konusu olamaz. Son 30 yılda ise nüfusumuz 2 milyon 500 bin kişi azaldı.” dedi. 2 milyon 500 bin Bulgar vatandaşına Türkiye’ye kovulan 500 bin “Büyük Göç” mağduru katılmamıştır. Dünya istatistiklerine göre, sansür uygulayarak halkın beynini karartma işinde, 179 ülke sıralamasında, 111. yerde olan Bulgaristan’da, bir milyon 650 bin yaşlı vatandaş sefalet çıtasının altında çok derin bir mağaraya tıkılmış ve can çekişmeye devam ediyor. Bu konuda hükümet makamları sürekli yalan haber üretiyor ve halkı kandırmaya çalışıyorlar. Yabancı ülkelerde çalışanlardan gelen yardım paraları olmasa bu kategorinin yok olması birkaç ay meselesi olmuştur. Bunun sebebi ise, ihtiyarların birçoğunun sosyal yardımlarla (135 leva) geçinmek zorunda olduğu ve bu paranın ilaç için bile etmediğidir. Bulgar basını durumun gerçek yüzünü açıklamaya çalışırken “Türk esaretinde bile bu kadar çekmemiştik” ifadesini kullanıyor. Sözde Türklerle yaşarken zorluk çekmişlermiş... En büyük işçi konfederasyonu olan (KNSB) son açıklamasında, “çalışanların % 72’sinin geçinebilmeleri için gerekli olan asgari gelirin altında aylık ücret aldığını” duyurdu. Konuya değinen tanınmış gazeteci - yazar Kivork Kivorkiyan, “oligarşiyi temsil eden üst yapının tüm çabalarıyla Bulgaristan halkının geçmişi karartılmaya


Makale ve Analizler - 2018

153

ve tamamen silinmeye çalışıyor. Vatandaşlar boş bellekle bırakılmak isteniyor. Belleksiz - hafızasız - bir halk yaratılarak pastelin gibi yoğuracaklar, ezip bükecekler! İstedikleri şekle sokmak istedikleri bir halk yaratmak istiyorlar!” diye yazdı “Fakti.bg” yayınında. (17 08 2018) Yazar Kivork Türklerden Çingene ve Pomaklardan söz etmese bile, bizim üzerimizde son 70 yılda çok yoğun bir çalışma var. 6 ay Sofya’da çalışan Avrupa Konseyi’nde, bu memlekette Türk, Pomak, Çingene, Ulah, Yahudi, Ermeni, Gagauz ve Tatar da yaşıyor tümcesinin kurulmadan yazılıp çizilmesi herkese dudak ısırttı. Hep Balkanlardan söz edildi ama Balkanlarda 80 halk azınlığı yaşıyor ve bunların kimlik, din, anadil, kültür vs hakları var bunlar nasıl sağlanacak ve geliştirilmesine imkân sunulacak mı denmedi. Herkes dilini yutmuş maaş gününü bekliyor... Bulgar halkının ve bu halkı oluşturan Bulgarlar dışındaki etniklerin dinsel ve kültürel zenginleşerek gelişmesine gereksinim var. Batı dünyasında din solmuş kuruyor. Bu arada XX. yüzyılda İslam dini yeşerip dallanıyor, bu gerçeğe de değinen yok. Türkiye, tarih değiştiren adımlar atıyor. Başkan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın Amerikan Başkanı Donald Trump’un yaptırımlarına, ekonomik ve mali saldırılarına göğüs gerdi. Ödün vermeden durumdan çıktı. Mağdur hakların hepsine örnek oldu. Ama değinen yok. Akıllarına ilk gelen Kırım Savaşı’nda zorlanan Osmanlı’nın 1876’da dış borçları 200 milyon Sterlin olduğunda “iflas ettiğini açıkladığı” gibi, Büyük Başkan Sayın Erdoğan yönetimindeki Türkiye Cumhuriyeti’nin de “iflas” demesini gece gündüz beklediler. Filibe (Plovdiv) döviz bürosu 14 Ağustos’un akşam saatlerinde “YTL almıyoruz!” dediğinde sanki bayram ettiler. Gazeteciler “Duyun-u Umumiye”nin Bulgarcasını aramaya koyuldular. Bir gün sonra faiz ve kur sisi kalkmaya başlayınca şaşırıp kaldılar. Türkiye’nin eski Türkiye olmadığını, kökten değiştiğini, güçlendiğini, farklı bir dayanıklılık sergilediğini bütün dünya gördü. Herkes güçlünün yanında yer almaya sıraya durdu. 1959; 1970; 1980; 1990 ve 2001 darbeli, parası dalgalı, ekonomisi sallantılı, halkı tedirgin ve umutsuz Türkiye tarih oldu. Donald Trump ve ardındaki tuzakçı soyguncular ile darbeciler el uzatsa Türkiye’de tutacak olmadığı ortaya çıktı. Eskiden istedikleri an Generallere askeri darbe yapıp kasalarını doldurup kaçıyorlardı. 10 yılda bir aynı tuzağı kurmaya alışmışlardı. Sayın Erdoğan’ın dünya düzeninde köklü değişikler gerektiğine işaret eden “Dünya beşten büyüktür” sloganı dünyaca destek buluyor. Kamuoyunda tartışılan ana konu Başkan Sayın Erdoğan’ın öngörü derinliği oldu. Katar’dan, Rusya’dan, Almanya’dan sonra Çin de Türkiye’nin yaptırımlı saldırıya karşı aldığı tedbirlere ve izlediği isabetli siyasete destek geldi.


154

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Büyük Yeni Türkiye’nin başarılı hamleleri Bulgaristan vatandaşlarının siyasi yapıda, seçim sisteminde ve sosyal alanda köklü değişiklilerin hemen gerçekleştirilmesi yolunda hareketlenmesi dikkati çekiyor. Öyle olsa da, Bulgar psikologlarına göre, halkın üzerine korku çökmüş, geniş taban kesimde büzülüp sinme var. İnsanlar yoksulluk, kir pas, koku çeki içinde yaşamaya alışmışlar. Köklü değişiklik olursa, devlet memurlarının polis, öğretmen, doktor, yargıç, savcı ve sigorta ve vergi dairelerinde çalışanların % 30’unun işsiz kalacağı iddia ediliyor. Bulgaristan’da şu dönem tartışılan 2 tarih var. Birincisi 13 Eylül, ikincisi de 16 Eylül günüdür. 13 Eylülde muhalefet güçlerinin Sofya’da yılın dev gösteri ve mitingini düzenleyip “Kartal Köprü” de toplanarak hükümetin istifa etmesini, faşistlerin iktidardan kovulmasını ve demokratik erken seçim yapılmasını istemelerine hazırlık görülüyor. Bu gösteri ve mitinge ülkenin il merkezlerinde otobüsle nümayişçi taşınacak, sivil toplum örgütleri ve sendikalarla birlikte emeklilerin katılması da öngörülüyor. İkinci gösteri, duyurulara göre 16 Eylül günü saat 15’te Sofya’da Halk Meclisi meydanında toplanacak ve özellikle Batı Avrupa ülkelerinde çalışan ve okuyan, Eylül ayında Bulgaristan’a tatile yapan gurbetçi vatandaşlar katılacak. Basında yapılan haberlere göre, 16 Eylül 2018’de Sofya’ya toplanacak olan gurbetçilerin sayısı büyük olacak ve yerli müzik gruplarının da katılacağı eylemin sabaha kadar devam edecek. “Antenab.com” yayını Almanya, Fransa, İspanya, İsveç, İtalya ve başka Batı Avrupa ülkelerinden gelenlerin yerli vatandaşlar tarafından desteklenmesi ve hükümetin düşürülmesi öngörülüyor. Hazırlıkları başlayan büyük siyasi gösterinin sloganı şudur: Milli hainler ve canilerle görüşmek istemiyoruz! Hükümetin istifa etmesini ve 1989 yılından beri iktidar olan bütün güçlerin yargılanmasını istiyoruz! Gurbetçi temsilcilerinin yayınladığı isteklerse şöyledir: P Siyasi partilerin mecliste işi olamaz! 240 kişinin devletimizi alabildiğine soymasına tahammülümüz yok. Hapsi sorgulanmalı ve yargılanmalıdır. PMajoriter seçim sistemi uygulanmalıdır! Halk tanıdığı ve güvendiği kişileri meclise göndermelidir. İsviçre Seçim Modeli uygulanmalıdır. Parti listelerine göre seçim yapılması yasaklanmalıdır. Devleti soyanlardan hesap yargılanmalıdır. Davalar uzun sürebilir. P Vatanımız insansız kaldı. Yabancı ülkelerde ekmek parası, huzurlu hayat aramaya zorlandık. Biz vatanımızdan kovulduk. Ağır gurbet koşullarında ömür törpülemeye zorlandık.


Makale ve Analizler - 2018

155

Gurbetçilerin hepsinin kalbinde memleket sevgisi yaşıyor. Analarımızı, babalarımızı, kardeşlerimizi, çoğumuz çocuklarımızı gözleri yaşlı arkamızda bırakarak ekmek parası aramaya gittik. Biz 16 Eylül günü iktidardan hesap sormaya geliyoruz. Vatandaşlar, Son umut sönmemiştir. Biz hala yaşıyoruz. Gelin, birlik olalım ve bu soyguncu hükümeti, faşistlerle ortaklık yapan eski komünistlerin torunlarını iktidardan devirelim! Şimdiye kadar idarede olan oligarşi ve mafyaya karşı ele ele verelim. Bizi bir yudum ekmeğe muhtaç eden iktidarda katiller var, Bulgar halkına karşı soykırım işleniyor, birlik olup hepsini çöpe atalım ve hesap soralım. Somut İsteklerimiz Şunalardır P Dolaysız demokrasi istiyoruz. P Geleceğimizle ilgili halk oylaması düzenlenmelidir. P Vatanımızın yönetim biçimi konusunda ulusal ve yerel referandumlar yapılmalıdır. Son söz halkındır! PSeçim sistemi değiştirilmelidir. Blokçeyn teknolojiler kullanılarak sandık başına gitmeden, her vatandaş bulunduğu yerden, elektronik yolla oy kullanacak ve halkın gerçek görüşü ve istekleri öğrenilecek ve tarafsız bir iktidar tesis edilecektir. PPartiler seçime katılmayacak. Halk kendi adaylarını kendisi gösterecek ve hiçbir baskı altında kalmadan kendisi seçecektir. Devlet görevlilerinin her birinden kişisel sorumluluk arama mekanizması oluşturulacaktır. P Baş Savcı, Başbakan, Cumhurbaşkanı, Bakanlar, Yargıçlar, Muhtarlar, polis müdür ve amirleri halk tarafından direk oylamayla seçilecek ve seçmen her zaman ve her yerde kendilerinden hesap sorma hakkına sahip olacaktır. PAvrupa fonları, devlet bütçesi ve devlet ve belediye projeleri, ihaleler halkın gerçek temsilcileri tarafından kontrol dilecektir. *** Sonuç: Merkezimize akan bilgiler, Bulgaristan’ın değişikliklere gebe olduğunu haber veriyor. Bulgaristan bizim vatanımızdır. 1989’da başlattığımız demokratik dönüşümler davamız yarım kaldı. 30 yıldan sonra Avrupa’yı gidip gören, gurbet havasını koklayan Bulgarların da demokrasiden ve adaletten yana fikir değiştirdiğini kanıtlıyor. Özellikle siyasi sistemin, seçim sisteminin değiştirilmesi ve katillerden, talancılardan, azınlıklara zulüm edenlerden ve etnik azınlıkların insan haklarını tanımayanlardan hesap sorulması davasında bizim de katkımız olacaktır. Bu


156

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

konuda BULTÜRK ve BGSAM ve diğer dernek ve federasyonların kararlarını ve görüşlerini size bildireceğiz. Ortak karar alma ve eyleme geçme hakkımız gizlidir. Bizi izlemeye devam ediniz. Okuduğunuz için teşekkür ederiz.

Of Be, Demeden Yetiştik

Oya Canbazoğlu Dirier-17.Ağustos.2018

Konu: Ana ve Vatan sevgisi bir bütündür. Biz insan haklarımızı eksiksiz istiypruz. Bizim şu Bulgarlarla aramızdaki fark o kadar derinleşti ki, ortak çizgide bir türlü buluşamıyoruz deyip defalarca neden acaba düşüncesine dalmışımdır. Ortak varoluşumuz hiç de küçük bir zaman dilimi değil - 600 senelik birliktelik - iyi kötü komşuluk - hoşgörülü yıllar - gelip geçenden, arkada kalan hatıralardan sapsarı bir yaprak... Bir gün İstanbul’da Bulgar arkadaşlarla ileri geri sohbet ederken sordum: “Anaya of denmez!” veya “Anaya el kalkmaz!” hayat ölçümüzdür bizim. Bulgar ahlakında var mı bu? Kadına kıza şiddeti yasaklayan anlaşmayı da imzalamadınız. Ne olacak şimdi? Susup bakındılar. “Türk ahlakının sağlam temelidir bu kıstaslar. En şiddetli depremler bile bir milim oynatamaz temel kıstaslarımızdan” dedim. Anaya, babaya, yaşlılara saygımızın ayarlı ve sonsuzdur: Anaya el kalkmaz! Anaya bağırılmaz! Anaya küfür edenden hesap sorulur! Gerektiğinde kan dökülür. Türklüğün özüdür bunlar! anlatmaya devam ettim. Türk olabilmek için bilinmesi gereken ve uyulması zorunlu olanlar var. Kimlik özelliklerimizi bilmeyen, bilip de dikkate almayan, saymayan bir kişinin Türk’le dostluğu tökezler, istenmedik durumlar yaşanabilir. Bulgarların anadilimize dil uzatması, okullarımızı yasaklaması, camilerimizi taşlaması, lehimizde çıkan mahkeme kararlarına uyulmaması ve birçok başka örnek hep bu cümledendir.


Makale ve Analizler - 2018

157

Türk olan Türkün özelinde anası ile birlikte bir de Vatanı vardır. Biz Bulgaristanlı Türkler Bulgaristan’da doğduğumuz ve yetiştiğimiz için Bulgaristan’ı Vatan biliriz. Totaliter - komünist diktatör Todor Jivkov’un 1989’da vatanımızdan terör ve zulümle söküpkovduğu kardeşlerimiz, bugün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır. Türkiye bizim Ana-vatanımızdır. Biz, Bulgaristanlı Türklerin tümü, Bulgaristan Cumhuriyeti’nin 2007’de Avrupa Birliği üyesi olmasıyla, AB ülkelerinde -27 ülke- serbest dolaşım ve iş hakkına da sahibiz. Bulgaristan’a giriş çıkışımız vizesizdir. Bulgar Anayasası’nın orada yaşayan kardeşlerimize tanıdığı haklar çalışma hakkı da elde ettik. Bulgar yerel seçimlerine, meclis ve Cumhurbaşkanı seçimlerine ve referandumlara katılarak sözde oyumuzu kullanıyoruz. Haklarımız sınırlıdır. Sözde diyorum, çünkü AB Anayasasında, yasalarında birinci ve ikinci derece vatandaş yok. Fakat Bulgaristan’daki yerel yasalarda Türkiye’de yaşayan biz soydaşların seçme ve seçilme haklarımız sınırlarıdır. Toplam sayımız artık bir milyonu aştı. 620 binimizin oy verme hakkı var. Bir seçim sandığında bin dolayında oy versek, Türkiye’de yaşadığımız yerleşim merkezlerinde 500 - 600 seçim sandığı açılması gerek. Oysa bu rakkam halen 38 ile sınırlanmış, oy kullanmaya giden soydaşlarımız baskı altındadır ve saldırıya maruz kalıyor. 19 Mayıs 2019’da Avrupa Birliği Parlamento seçimleri var. Biz soydaşlar, derneklerimizin öncülüğünde bu seçimlerde mektupla oy kullanmak istiyoruz. Bu Avusturya ve Almanya gibi büyük ülkelerde böyledir. AB ülkelerinin hepsinde aynı sistemin uygulanmasında ısrar ediyoruz. Her vatandaşa engelsiz bir şekilde oy kullanma hakkı yasalarla sağlanmadan ve sandık başında güvenlik garanti altına alınmadan, eşit haklı vatandaş toplumu, adil demokratik düzen kurulamaz. Biz seçme ve seçilme haklarımızın eksizsiz tanınması için mücadele etmekte kararlıyız. Biz Bulgaristanlı soydaşlar ve memlekette kalan kardeşlerimiz Brüksel’e bir iki değil, 10 - 15 kişilik bir milletvekili heyeti gönderebiliriz. Bu konuda, seçme hakkımızı kusursuz kullanabilmek için Bulgar partileriyle işbirliği yapabiliriz. *** Mücadele yolumuz açıktır. 28 yıl önce Bulgaristan demokratikleşme yoluna girmiş olsa da, hukukun üstünlüğü ve güvenli bir adalet sağlanamadığı ve son yıllarda Avrupa Konseyi’nin (AK) de “faşist” olarak nitelediği aşırı milliyetçi güçlerin iktidara tırmanmasından dolayı soydaşlarımızın memlekette kalan evlerine mülklerine geri dönme hareketi güç toplamaya başlayamadı. Bulgar demokrasisinin yolunu kesin faşizmdir. Faşist partilerdir.


158

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

*** Batı Avrupa ülkelerinde çalışan ve emekli maaşı hak eden kardeşlerimiz Vatana dönme hazırlıkları içindedir. Toplam sayıları 150 bin olan bu vatandaşlar kazandıkları paralarla köylerine ev taptırdılar, eski evleri onardılar, şehirlerde daire aldılar. Yaşlılıklarını Vatanda geçirmeye hazırlanıyorlar. Kırcaali’ye bağlı Karagözler (Çernooçene) Belediye merkezi gurbetçilerimizin yatırımlarıyla şirin bir şehre dönüştü. Onların yatırımları Rodoplar’a ve Deliorman’a yeni renk veriyor. Vatan, bir topraktan parçasından çok farklı bir şeydir Türkler için. İnsan vatanında cennet kurmak için dünyaya gelir. Soy ağacının kök saldığı yerdir vatan. Nimetlerinden hayat fışkıran, ferdi, soyu ve toplumu yaşatan olmazsa olmazımızdır. Şu kocaman dünyada turist vatanı yoktur. Vatan olan Vatan toprağı kanla terle sulanmıştır. Kon göç yeri değildir. Bizim için geçerli olan budur. *** Romenlerden örnek alalım. Hafta sonu TV izlerken Romenlerle gurur duydum. Bükreş’te Bakanlar Kurulu binası kuşattı. Gurbetçiler dönmüş hükümetten hesap sordular. Yumruk kaldırmışlar “İstifa!” haykırışlarıyla tempo tutanların % 80’ni ekmek parasını dış ülkelerde kazananlardı. Son nüfus sayımı -2012- Romanya sakinlerinin % 30’u -7 milyon kişi- ekmek teknesini Batı Avrupa, Birleşik Amerika, Kanada ve Avusturalya’ya taşımıştı. Onlar Vatanla nefes alıp verdiklerini kanıtladı. Her yıl yakınlarına 5 milyar Euro gönderdiler. Ülkedeki gelişmeleri sürekli izlediler. Rüşvet ve dolandırıcılık olaylarından nefret ediyorlar. Tepkileri sertti. Yıllık izni yakınlarıyla geçirmeye gelenler Bakanlar Kurulunu sarmıştı. Bulgaristan’da şimdiye kadar böyle bir gelişme izlemedim. Benzer protesto eylemi düzenlenmedi. Meydandakiler yalnız Romen değildi. Romanya’da nüfusun % 11’i etnik azınlıktır. % 7’i Macar kökenli, % 3’ü Çingenedir. Köstence çevresinde 30 - 40 bin Türk ve Tatar da yaşıyor. Azınlık haklarının tamamından yararlanan - anaokulu, ilkokul derken ülkede ilk Macar Üniversitesi’ni de kuruldu. Macar kökenliler ticarette çok öneli rol görüyorlar. Bu nasıl oldu? Diktatör Nikolae Çauşesku’nun devrilmesinden hemen sonra Romanya’da yaşayan 10 bin Macar genç kız ve oğlan Budapeşte’ye özel eğitime alındı. Ekonomi, girişimcilik, toptan ve perakende ticaret, pazarcılık, aracılık ve ortakçılık eğitimi gördüler. Başarılı olanların ceplerinde 10’ar bin US Dolar kondu. Vatan’a dönenler önce taşınmazlarını tescil ettirip tapu alarak sigortaladı. İşe başladılar. 27 yıl sonra


Makale ve Analizler - 2018

159

Romanya günlük döner sermayesinin % 60’ını artık istedikleri gibi oynatıyorlar. Onlar da meydandaydı. Rüşvetini almadan iş yapmayan bürokrasiyi protesto ettiler. Romanya onların can Vatanı! Yolsuzluklara son verilmesi isteklerinde dış ülkelerdeki kardeşleriyle birleştiler. Adil düzen kurulmasında ısrar ederken, öne sürdükleri isteklerin başında, rüşvet ve dolandırıcılıktan bir defa yargı önüne çıkan memurların bir daha asla devlet ve belediye işine alınmaması da var. Yasal düzenleme istiyorlar. *** Ağlamayan bebeğe meme verilmez. Bulgaristan’da 2018’de bu atasözü defalarca kanıtlandı. Ocak ayında polis ve jandarma meclisi kuşattı, 100 milyon leva aldı ve sustu. Özürlü çocukların anneleri meclisi kuşattı artık 250 milyon leva vaadi aldı, 300 milyon istiyorlar. Bu örnekler çok. 1989’un ayısında ayaklandık, 28 Aralığında 3 gün Sofya Meclisini kuşattık isimlerimizi ve ibadet haklarımızı geri aldık. Yol meclisi kuşatmaksa, gelin kuşatalım - politik sistemi değiştirelim, oyumuzu posta ile gönderme hakkımızı elde edelim. Türkiye’de ve diğer ülkelerde yaşayıp çalışan, okuyan Bulgaristan vatandaşlarından da Sofya ve Brüksel meclisine milletvekili gönderme hakkımızı elde edelim. Başka yol yoksa yapacak başka bir şey yok. Politik partilerin seçim listesi yapma hakkını da ellerinde alalım ve milletvekili adaylarını kendimiz gösterelim... Bulgaristan’da bu düzeye bir daha yükselemedik! Sıra bizde. Bunun artık olmazsa olmaz olduğuna yalnızca bir örnek vermek istiyorum. 2007’den beri AB üyesiyiz. Olukla para aktı ülkemize. Bunların hepsi insanlara değildi. İri baş hayvanlar için - inek, kasaplık erkek dana, manda ve malak için hayvan başı 900 leva geldi. Samimiyetle soruyorum! Hangi Türk hayvan bakıcı ahırdaki 10 inek için AB yardımlarından 9 000 (dokuz bin) leva aldı!? Alan varsa parmak kaldırsın. Gelen paraların % 80’ni sayıları 100’ü geçmeyen dalavereci, dolandırıcı, üçkâğıtçı, rüşvetçi, onların kopoyları, imza atıp mühür basarak kirli oyunları yasallaştıran namussuzların ceplerine girdi. Gün boyu hayvanın peşinde, damda dağda bayırda, otta, yemde, samanda boğuşan kardeşlerimize gıcır gıcır Euroları koklatmadılar bile... Paraların hepsine el atalım hesapları yapanlar kendi tarlalarını parçaladılar, çoluk çocuk hısım akraba ve hatta tanımadıkları zavallı Çingenelerin üstüne geçirip kimliklerini topladılar. Ahırlardaki, balkandaki hayvanları sözde paylaştılar. Euro oluklarını kendi banka hesaplarına akıttılar. Partiler sustu. Savcılık bakarkör. Polis ve jandarma durumundan zaten memnun... ***


160

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Müslüman vakıf taşınmazlarını alabilseydik belki biz de iri baş hayvancılık geliştirebilirdik. Ama nerede, bizim malımız mülkümüz olunca hala geçerli olan yasa maddesi: “Çürüsün, geri verilmesin” Bulgar istatistiklerine göre memleketteki taşınmazların, yani ova, tarla, keleme, bağ - bahçe, yayla - otlak, çayır, kimsesiz kırların, koru, orman ve dere boylarının yarısı zaten Türklerin. Ama biz bir Romanyalı gurbetçi, etnik azınlıktan Macar tüccar ve talika Çingenesi olamadık - Çünkü bilinçsiz davranıyoruz, rahatı arıyoruz, bir işi olana kadar kovalama davasında henüz ayaklanamadık. İşimizin ayarı yok. Doğru dürüst hedef yok. İşe sevdalanmış liderimiz yok. Geçerli olan kıstas şudur: Türk doyunca acıkacağını Acıkınca doyacağını bilmez. Düşmanlarımızın bize karşı kullandığı keskin silah budur. HÖH partisinin elimize para pul geçmesini engellemesinin sebebi de budur. Kocaman Avrupa’da bizden başka ana dilinde kendi okulu olmayan azınlık yok. Oyunu paşa paşa kullanamayan azınlık da yok. Bu yenir yutulur bir şey olabilir mi? Eski kıtada bizden başka toprağını, evini, mezarlarını, taşınmazlarını ve tüm varlığını kurda kuşa bırakan başka bir millet ve millet parçası, soyu bulaşık suyu bile olsa Türk suyunda olan başka biri var mı acaba! Sofya’da bile bir Türk Mezarlığı yok. Bu neden kimseyi düşündürmüyor? Hiçbir sorunumuz neden çözülemiyor. Türklerin, Çingene ve Pomakların yolunu kesmeleri için kaç kişiye maaş veriliyor? Mezarlık için ayaklanan bir millet işitmedim görmedim. Birlik olalım biz ayaklanalım... Bakınıyorum hazırlık göremiyorum. Koşullar ne kadar ağır olursa olsun, 5 leva Bulgar cezasından korkanlar, milyarlık mülkü tekmelediler. Amerikan siyah derili zencilerinin insan hakları mücadelesini düşününüz. Bugün Trump’a kafa tutan ziyah derili Bayan ve Bayları düşünün. Cesaretimizi yitirmemiz çok kötü oldu. Biz var olabilmek için haklarımızı elde etmek zorundayız. Evet biz kovuldular. Ama zaman geldiğinde geri de dönmedik. Bırakıp gitmek en kolaydı. Kuranı Kerim’de “mal mülk için geri dönülmez” diye bir şey yok. İyi okuyanlar için umut var... “Rahat adama batar!” Bu bizim en kutsal atasözlerimizden biridir. Yorumunu siz kendiniz yapınız! Okuyanlar lütfen paylaşsınlar. Bu konu bizim öz meselemiz ve hayat hakkı istiyor. Of be, demeden yetişenler biziz!


Makale ve Analizler - 2018

161

Vatan, Her Bireyde Ayrı Tarifi Olan Özel Bir Kavramdır.

Nedim Akın-17.Ağustos.2018

Konu: Sönmeyen Vatan sevgisi. Şairlerimizden Mehmet Ahmedov Eminov için de geçerlidir bu. O 1964’ün alaca karanlık bir bahar akşamında Razgrad’a bağlı Ağmaç (Murtagonovo) köyündeki evine dönerken tutuklandığında, yakasına yapışanların onu doğup büyüdüğü ocaktan, köyünden, yakınlarından, geçmişi ve gelecek özlemlerinden koparıp sınır dışı etmek istediklerini düşünememişti. O, inşaatlarda çalışan, gönlüne dolanı şiirleştiren bir gençti. Yazmak yasak değildi. Yasak olan Vatan bildiği toprağı herkesten fazla sevmesiydi. Bu sevgiyi evlatlarına ve köyündeki çocukların hepsine aşılama arzusuydu. Bilincinde sevgi aşılamanın suç olabileceği gibi bir kuşku yoktu. Yurdunu başkalarından çok sevdiği için içeri düştü. 2,5 sene yattı. 1968 göç anlaşmasından yararlanarak sınır kapısına doğru itelendi. Yaklaşık 50 yıl pişmanlığın boyutu ile boğuştu. 1 Mart 1968’de lambayı söndürmeden evinden çıkarken ocaktaki son közler sönmüş mü diye aş odasına girdiğinde Deliorman ocağı başında kaleme bir daha sarıldı, “Ben Kayboluyorum Gençliğimin Kaybolan Yılları İçinde” şiirini yazacaktı, cebindeki not defterine düşen satırlar şu oldu: Deliorman Ecdadımın yerisin sen Aliş’lerin terisin sen Gözlerimin ferisin sen Sen böylesin Deliorman. Gönlümdesin Deliorman. Deyince durdu. “Her arzu içimde kaldı,” desem mi diye düşündü. Vatansız yaşanır mı? Ben öldüm mü yoksa demek istedi. Kalemi şöyle devam etti: Köşe bucak bentler açtık


162

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Karış, karış yollar açtık Asırlarca çağlar açtık Sen bizdensin Deliorman Sevgimdensin Deliorman. O yaptıklarımızı, inandıklarımızı, gerçek olanı anlatmayı seçti. Aldatıldığını, tuzaklara düşürüldüğümüzü kabul edip, yerip lanetlemek istemedi. Her başa gelen çekilmeli miydi? Sevgiyle yapılan her şey bir gün hiç bir şey olmamış gibi arkada kalsa da sanki helaldi. Kabul etmek istemediği, vatan sevgisinin onu hataya düşürebileceği, düşlerinin onu yanlış bir yola saptırmış olabileceğine ısrarlı inanmayışıydı. Hayat çelişkisini açıp iğrenç özü görmek isterken kalemi gönlünü, yüreğindeki anıları anlatmaya devam etti: Ana gibi göğüs gerdin Gönül dolusu sevgi verdin Bir istedik bin verdin Sen definesin Deliorman Sözümdesin Deliorman Belirmeye başlayan hasreti asla yenemeyeceğini duyumsuyordu o. Vatan toprağından daha cömert bir yer bulamayacağını hissediyordu. Yağış dolu, kar kış ama kaç nesildir hepsini besleyen, adam eden acı dili, uzun sopası olmayan o topraktı. Ailesiyle birlikte onu köyünden kovanlar Vatan hakkına el uzatıyorlardı. Toprağın kendisi ve üzerindeki her şey onun vatanıydı. Deliorman’daki sık Türk dokusunu seyreltmek isteniyordu. Düşmanları, giderken onun ve onun gibi yola zorlananların Deliorman ateşini birlikte götüreceğini düşünemiyorlardı. Karşılarına dikilen devletti. Deliorman insanının gönlünde taşıdığı ateş olmadan her şeyin çökeceğini düşünecek durumda değillerdi. Deliorman bir iman yeri, ibadet evi, ilham dolu bir yaşam bilinci olmuştu. Ormanların kendiliğinden sıklaştığını da düşünememişlerdi. Sana karşı sızlar benlik Doludizgin gelir benlik Çeşmen köprün bin esenlik Sen tarihsin Deliorman Gözümdesin Deliorman Bulgaristan Türklerinden göçe zorlanan her fert ve ailesi derin bir tarihten sökülmüş, kökleri koparılmış, kuruyup yok olsun diye sınır dışı edilmiştir. Ne var ki açılan yara da asla kapanmamıştır. Ne dev ağaçlar ayakta ölmüş, ne kökleri


Makale ve Analizler - 2018

163

kurumuş, sınır ötesine atılan dallar ve budaklar da anavatan toprağında yeşerdikçe yeşermiştir. Artık dallar birbirini arıyor, çiçekler çiçekle tozlaşıyor. Hasretim sen, özlemim sen Tarihim sen, talihim sen Nefesim sen ferahım sen Sen destansın Deliorman. Özümdesin Deliorman. Toprağın sesi ve anne sesi birdir. Vatan sevgisi bir çağrıdır. Çiçek kokusu, gül dikeni, oynaşan tavşan ve marallar, kurt uğultusu, arı vızıltısıdır Vatan sevgisi, aynı anne sevgisi gibi... “Of be, demeden yetiştik biz!” bu topraklarda, beni böyle bırakıp gittiniz, hadi gelin, hepinizi özledim, yoruldum boş diyarlarda beklerken esintisi gelmiyor mu kulaklarınıza...!? Yorumu size bırakıyorum! Okuduğunuz için teşekkür ederim.

İlk Kırlangıçlar Uçuşuyor

Şakir Arslantaş-17.Ağustos.2018 Konu: Vatan toprağımızda her taşın altında biz varız. Okunası bir kitap kaç yılda yazılır? Bilemiyorum! 7 cilt olarak düşünülen, 3 cilt halinde Bulgarca çıkan “Balkan İnsanı” 3 bin sayfadan taşmış. Okumaya başlayınca Orta Çağlarda kaybolma endişesine kapılan çekingenler korkmasınlar. XIV. ve XVII. yüzyılların arasına yayılmış huzurun 300 yılık hikâyesi... Şehir öykülerinden doğmuş bir eser. Elinler devrinde uygarlıkla barbarlığı birbirinden ayıran sınır nehir Meriç’in (Maritsa) iki yakasına serilmiş, 7 tepeli mihveri çok kültürlü uygarlıklar taşımış. Balkan İnsanı tiplemesini yaratan bu külliyede Yeni Çağın 2 000 yıllık tarihini anlatılan efsane, masal, atasözleri ve öyküler bulacaksınız. Yazar YordanBelçev, bir Bulgar. Filibe’nin ünlü Nöbet Tepe Osmanlı evlerinden birinin penceresinden bakarak 7 bin tanığın yaşantısını eserine örmüş, her söz kolayca anlaşılsın diye her sayfaya kalın bir alt çizgi çekmiş, binlerce belgesel ayrıntıyı alt dolgu yapmış.


164

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Mesela Filibe kalesi kapıları 1363’te Lala Şahin Paşa akıncılarına kendiliğinden açılınca hoşgörülü bir yaşam başlamış. Şehrin fethinden sonra geçen 655 yıl, 30 - 35 kuşağın çok kültürlü bir yaşam içinde kaynamasından günümüz “Balkan İnsanı” oluşup biçimlenmiş. Yapıtın her sayfasında ya “atalarımız neymiş” geçiyor okurun aklından. Belçev, “Türkler kesti biçti katletti” demiyor. 300 yıl Bulgaristan topraklarında ve Balkanlarda savaş olmadığını, soykırım yaşanmadığını ve insanların toplu katledilmediğini, göçe zorlanmadığını, din, dil, isim, soyadı değiştirilmediğini, din yasaklanmadığını hukuk düzeninin, adaletin egemen olduğunu anlatıyor. Bulgarların kaçı okur bu eseri bilemem. Okusalar iyi olur. Okurlar arasında tartışma görüşmeleri, yazarla görüşmeler, konferanslar düzenlense çok iyi olur. Özellikle de yazarın tarih öğretmenleri, tarih fakültelerinden öğrencilerle konferanslar düzenlemesi de olağanüstü önemli. Bu eseri soydaş Türk aydınları olan bizlerin de mutlaka okumamız lazım. Bu feneri elimizde yolumuza ışık verecektir. Yeni değerlendirmede Osmanlı ve Türk konusundaki okul ders kitaplarındaki bilgilere de farklı bir açıdan ışık tutuluyor. Bu tarihi sırtlayıp belleğimize çizmeden, yuttuğumuz lokmadaki tuzun değerini bilemeyiz. Bu açıdan, en büyük gurur kaynağımız tarihimizdir. Eserin yazarı Filibe’nin (Plovdiv) yerlisi. Çocukluğu Meriç (Maritsa) sularında alabalık avlarken, gençliği Nöbet Tepe’ye sabah koşusuyla çıkıp Güneşin konduğu şehre kuş bakışı atarken geçmiş. Daha sonraki yıllarının üçte biri şehir kütüphanesinde, üçte birini hala solumaya devam eden Osmanlı Filibe’sine bakan pencerenin ardındaki yazı masasında, diğer kısmı da tarih çukurunda geçirmiş. Filibe’nin tarih çukuru çok tabakalı ve çok derin. Roma, Bizans ve Osmanlı Çağları üst üste yatmış, şehrin görülecek yerlerinin başında da antik tiyatro, kilise ve camiler, hamamlar, konaklar, Mevlevi köşkü, kaldırım sokaklı mahalleler geliyor. 70’ini tekerlerken 4 kitabı birden vitrine koyan yazar Y. Velçev Bulgar ve Avrupa kamuoyuna “Balkan insanı olan biz, buyuz!” dedi. “Balkan İnsanı” (Balkanskiyat Çovek) değerleri 3 cilde sığmayınca, yazar yetiştiği şehre bir de “Batı İle Doğu Arasındaki Şehir” açısından baktı. Masa üstündeki bilgisayar anlatsa dünya yüzü görmeyi bekleyen daha neler neler olduğunu öğreniriz. Ne var ki, susuyor. Basan - “Janet - 45” yayın ofisi, 14 yıl önce ÜNESKO korumasına giren Amasya sokaklarını andıran - cumbalı evlere çivi kakmak yasak olan - Bulgarların


Makale ve Analizler - 2018

165

hala adını değiştirmediği - Nöbet Tepe’nin Filippoli antik kesiminde yazar Velçev’in nefes ettiği havayı soluyor. Burası bir Osmanlı Mahallesi! Belçev’in “Balkan İnsanı” çağına, Bulgar Bayan yazar VeraMutafçieva’nın, “Cem Sultan” eseriyle Bulgar okur artık girmişti. Ne var ki Osmanlı devrinin sosyal ve ekonomik hayatı üzerinde bir ömür kalem oynatıp birçok konuya ilk değinen Bayan Mutafçieva, Balkan İnsanı’nı bu bütünsellik içinde şekillendirememişti. Eserde ortaya kovulduğuna göre Balkan İnsanı’nın oluşması ve onun içinde Bulgar Kimliği, Türk kimliği ve başka kimliklerin şekillenmesi bir tarihsel süreç olarak veriliyor. Bulgaristan’da daha önce böyle bir eser yazılmamıştı derken, daha ilk bölümlerin, Yugoslav yazar İvo Andriç’in “Drina Köprüsü” romanını hatırlattığını eklemek istiyorum. Bu iki eserde ortak hava var. Filibe’yi ve insanlarını şehrin günlük yaşamında anlatan bir roman. Ciltlerde açlık ve bolluk, salgınlar, kavga ve dostluklar, iyi komşuluk ve hoşgörün sokakta pazarda yan yana yaşıyor. Balkanlar’ın tarihini, eski Filibe’yi, insanlarının paylaştığı hayatı ve bu hayatın ümmet ve milliyetçilikler çağında nasıl değiştiğini, değişimin gelişme olduğunu ve yenilenmeden doğan insan ve kimlik tiplerini önce “Drina Köprüsünde” de görmüştük gibi. Belgeselliğin sanatsal anlatımında benzerlik gizlenmiştir. Barajların suyunun çekilmesini andıran Osmanlı’nın ayrı ayrı Balkan ülkelerinden geçilmesi aynı kural ve süreçlerle gerçekleşmiştir. 655 yıllık bir beraberlik içinde “Balkan İnsanı” arasındaki bağdaşmaz çelişkiler olduğuna Belçev kadar biz de inandık ve inanıyoruz. Bunlar kişisel zıtlar değildi, değildir. Osmanlılar Balkanlara dikey bir dünya görüşü, kültür, din ve uygarlık anlayışıyla gelmiş ve yerli halkın yatay kültür ve uygarlık anlayışıyla yüzleşmiştir. Osmanlının dinde ve kişisel ve toplumsal kimlikteki hoşgörülü yaklaşımın analiz edildiği 3 asırlık sürede azınlıkların benlik, dil, din ve kültürleri, adet ve gelenekleri gelişme ve serpilip açma olanakları bulabilmiştir. Bu Osmanlının Rumeli kültür ve bilim ocağı Filibe’de de böyle olmuştur. Bizim dikey hareketimiz Allah’la başlar ve iman eden kulun sadaka tından güç alır. Bulgar Hıristiyan toplumunun dil, din, namus, ahlak, kültür anlayışı ve yaşam tarzından çok uzaktır. Osmanlı yönetimi altında farklı toplulukların bir arada yaşayışın özgün çizgileri efsanelerle, masallarla zenginleştirerek dile getirirken, ne müthiş bir uyum tablosu ne de mutlak bir zulüm hikâyesi ortaya çıkıyor. Kimliklerin, dinlerin,


166

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

devletlerin ve öteki değerlerin ötesinde, içinde insan olan karmaşık ve zengin bir hayat anlatısı derin izler bırakıyor. Andriç, Nobel Ödüllü alan eserini yazmazdan önce Osmanlı yıllarından Filibe renklerini görmek için “Muradiye” insanlar arasında “Cuma Cami”yi ziyaret etmiş, Bosna’da olduğu gibi Filibe’de de Osmanlıların isim değiştirme, din değiştirme veya toplu insan katletme gibi efsanelere rastlamayınca eserinin yerel sadeliğini korumuştur. Osmanlı mahallesini soluya soluya yetişen bir Filibeli tarihçi yazarın, sayıları binlerden fazla olan Bulgar tarih yazarları sürüsünden ayrılışı belgesel kanıtların etkisiyle olmuştur. Bu, kucaklanması gereken doğal bir tarihi yeni baştan yeni kıstaslarla algılama akımı destek bulmalıdır. Bu eser çölde açmış bir gül değildir. Daha önce yine Bulgaristan’da çıkan, gazeteci yazar İvoİncev’in “San Stefano Yalanı” eserini tanıttık. Prof. Dr. Stoyan Dinkov’un “Osmanlı - Roma İmparatorluğu ve Bulgarlar ve Türkler”, “Narkoz” gibi eserine yer verdik. Bu araştırmada Balkanların ilk kez Osmanlı’da birleştiğine yer verildi. Balkan araştırmaları Balkanlı Kimliğinin oluşmasında olağanüstü büyük rol oynuyor. YordanBelçev Filibe’nin XIV. ve XVII. yüzyılları arasını “Balkan İnsanı” belgesel edebi anlatımın birinci cildine -800 sayfaya- sığdırmış. Batı ile Doğu içine sıkışmış bu şehirde Roma, Bizans ve Osmanlı İmparatorlukları boyunca yetişen bir Balkan Siması serüveni izleniyor. Bu şehirde Pınarcık, Cendem, Saat, Cambaz ve Nöbet Tepelerin arasında Trimonsiyum düzlüğünde doğan, yaşayan ve ölen yüzlerce Balkan insanının adı, kısa ve uzun öyküsü, onları anlatan yüzlerce kitabın sararmış adı, bu şehrin çok kültürlü yaşamı ve bin yılların içinde değişen uygarlık modelleri. Bunların hepsini birden canlandırmak çok büyük bir edinim! Yarınımız olsun diye, geçmişle ve günümüzle sürekli yürütülen söyleşi... Eserin içinde geçmişten bugüne sesler, çığlıklar var. Bu haykırışların belki de en önemlisi: Günümüz Bulgarlarının neden böyle insanlar olduğuna ilişkindir. Değişen nedir? Bugünkü Bulgarlarla beraber ileri gidebilir mi? Ortak yol hangisidir. 800. sayfa kapanınca okur önünde derin bir uçurum beliriyor. XVII. yüzyılın sonundan sıçrayıp XX. Yüzyılı yaşayanların çıldırmaması işten değil... Filibe tepelerinden bakılan 300 yıl, Osmanlının Avrupa ve Balkanların güvenliğini ve huzurunu sağladığı asırlardı. Şehrin 53 camisinden her gün 5 kez ezan sesi işitilmiş, 40 hamam ve çarşı herkese her zaman açık, ara sokaklardan gelen bakırcı ve kalaycı sesleri, Arnavut kaldırımlarındaki neşe, araba tıkırtısı, kolaç ve irmik helvası kokuları buruna kulağa geliyor. Filibe çok kültürlülükle doğmuş, kültürel zenginliği yaşamış bir şehir.


Makale ve Analizler - 2018

167

1453’te İstanbul’un fethinden sonra Filibe ve Saray Bosna İslam medeniyetinin çok önemli Balkan kaleleri olmuş. Bulgaristan’da 2 353 cami ve mescit kurulmuş, medeniyetler arası köprüler atılmış, Osmanlı hayatın her dalında Avrupa’da ilk ve son söz sahibi olmuştur. Eserin içindeki öykülerde, 700 yıl İspanya’da kaldıktan sonra Arap Müslümanların Endülüs’ten barbarca kovulduklarını işiten II. Beyazit’in özel bir elçi göndererek hepsini imparatorluk topraklarına davet edişi, gelen Yahudilerin bir kısmının Filibe’ye yerleştirilmesi ayrıntılı öykülenmiştir. Filibe, Orta Çağlarda zengin çok kültürlü bir Balkan şehri ve insanları da bu çok kültürlü medeniyetin zenginliği ile yetişmiş kişiler, aileler olarak anlatılmıştır. Filibe’deki Roma Tiyatrosu, şehirden 30 km Kuzey istikamette bulunan Roma kaplıcalar şehri Hisar, Osmanlı devrinde yaratılan gül, kiraz ve ceviz bahçeleri, kurulan yüzlerce çeşme, köprü, konaklar hikâyeleriyle işlenmiştir. Bulgarları daha iyi anlamak isteyen, Bulgarca okur yazan arkadaşların Belçev’in “Balkan İnsanı” eserini okumasını tavsiye ederim. Biz onların arasında yücelmiş, alçalmış, çalışmış, yaşamış, kimlik kazanmış insanlarız. Vatan dışında olsak da gönlümüz oradadır. Günümüzde AB kırmızı pasaportuyla övünenlerin, Osmanlıda üç kıtayı pasaportsuz gezip tozduğunu unutmasınlar. Osmanlıda, biri Osmanlıca öteki de Farsça olmak üzere iki ana dil vardı. Deniz filosunda konuşulan dil İtalyancaydı. Uzay tekniği Bulgarlar tarafından geliştirilmiş olsaydı, uzay adamları problemsiz Bulgar dilinde konuşabilirdi. Bulgarca ve Türkçe ümmette halk ağızı olarak kullanılıyordu. Bugün dünya dilleri arasında gururlu yer alan anadilimiz Türkçe o zaman köylerde, kır işlerinde, hayvancılıkta, esnaflıkta, çarşıda pazarda konuşuluyordu. Bu gerçek Türkçe diye bir dil yoktur diyenlerin dayanağı oldu, küstahlarca kulaktan kulağa dolaştı. Yalnız Bulgarlar değil, Bulgaristan Türkleri oba dilimizden edebiyat ve sanat dili yaratana kadar durmadan çalışmış. Tütüncülük dilimiz Türkçemizdi, XX. Yüzyılda o da yasaklandı. Bu eseri Bulgaristan Türkleri yazgısı açısından okurken asırlar içinde körelip keskinleşen çilelerimizi görebilme imkânı bulacaksınız. Belçev’i okumakta yarar var kanısındayım. Eserin içindeki Türk atasözü, efsane, masal ve öyküleri birer birer ayıklayıp çıkarmada yarar var. Onlar bizin tarih katları arasına sıkışmış değerlerimizdir. İyi okumalar. Özellikle tarih öğretmenlerimizin, dernek başkanlarımızın, Edebiyat ve Tarih okuyan gençlerimizin okuyacağına inanmak istiyorum. Bulgaristan’da HELİKON kitapçılarından alabilirsiniz.


168

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bununla birlikte İstanbul, Bursa, İzmit ve İzmir derneklerinin gerişim gösterip yukarıda ismi geçen araştırmacı yazarları konferans ve sempozyumlara davet edip değişen dünyayı onların ağızından öğrenmek çok yararlı olabilir görüşündeyim. Sizi kutluyorum. İlk kırlangıçlar uçuşmaya başladı.

Kurban İbadeti ve Hikmeti

Nevzat Öztürk-17.Ağustos.2018

Kurban kelimesi sözlük anlamı olarak yaklaşmak, yakınlık, Allah(c.c)’a manevi yakınlığa sebep olan şey demektir. Kurban, Arapça “yaklaşmak, yakın olmak” mânalarına “kurb” gelen kelimesinden gelir. Terim anlamında ise, Kurban Bayramı günlerinde Allah Teâlâ (cc)’ya yaklaşmak maksadıyla kesilen ve belirli şartları taşıyan hayvana verilen addır. Kurban, Allah Teâlâ (cc)’ya yaklaşmak maksadıyla yapılan bir ameldir. İnsan, psikolojik olarak önce kendine, ailesine, akrabasına, komşularına, arkadaşlarına ve tanıdıklarına yakın olmayı ister. Aslında insanların menfaat beklemeksizin birbirlerine yaklaşmak için gerçekleştirdiği faaliyetler, Allah Teâlâ (cc)’ya yaklaşmak için birer basamak teşkil eder. Ancak bütün bunları yaparken en büyük ve üstün yakınlığın Allah (cc)’a olan kurbiyet (yakınlık, yakınlaşma) ve bağlılık olduğu unutulmamalıdır. Kurbiyet, Allahu Teâlâ (cc) hazretlerine, O’nun ibadet ve taatine ve neticesinde Hakk (cc)’ın tevfîkine (ihsanına, merhamemetine, yardımına) ve inayetine yakın olmak demektir. Yakınlık ise karşılıklıdır. Kul Rabbine yakın olduğu gibi Rabbi de kuluna yakın olur. Kendisine bir karış yaklaşan kuluna Allah-u Teâlâ (cc) bir kulaç yaklaşır. O, kuluna şah damarından daha yakındır. Rabbi ile kulu arasındaki yakınlık zaman ve mesafe itibariyle değildir. O kuluna muhabbeti ile, rızası ile, yardımı ve lütfu ile yakındır. Kul ise Rabbine farz ve nafile ibadetlerle ve en önemlisi de bu ibadetleri îfâ (yerine getirirken) ederken ki edebiyle yaklaşabilir. Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Âdem (as)’in iki oğlunun Allah Teâlâ’ya kurban takdim ettiklerinden şöyle söz edilir: “(Ey Muhammed!) Onlara, Âdem’in iki


Makale ve Analizler - 2018

169

oğlunun haberini gerçek olarak oku. Hani ikisi de birer kurban sunmuşlardı da, birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul edilmemişti. Kurbanı kabul edilmeyen, “Andolsun seni mutlaka öldüreceğim” demişti. Öteki, “Allah, ancak kendisine karşı gelmekten sakınanlardan kabul eder” demişti.”15 Âyette açıkça ifade edildiği gibi Allah Teâlâ (cc), muttakilerin Allah (cc)’ın emirlerini yapıp yasaklarından kaçınanların ve O’na derin saygı duyanların, yalnızca O’nun emrine itaat ve rızasına ermek maksadıyla kurban kesenlerin kurbanını kabul etmektedir. Sırf O’na yaklaşmak, rızasına ermek, O emrettiği için kesilen kurbanlar Allah katında makbuldür. Kurban ya da diğer amellerin bir bakıma kabul olmasının temel kuralı; niyet, ihlas ve samimiyettir. Kurban, sadece dış görünüşü, et veya derisi ile değerlendirilmemelidir. Allah (c.c) her şeyden münezzehtir. Allah (c.c), kurbanın etine, kanına, dersine, hasılı hiçbir şeyine muhtaç değildir. O’nun, kulunun hiçbir ibadetine, yalvarış ve yakarışına, zikir ve tefekkürüne ihtiyacı yoktur. Esas bunlara ihtiyacı olan kuldur. Bu yüzden mümin, kurban kesmekle Allah (cc)’a olan bağlılığını ifade etmiş ve O’na olan derin saygısını ortaya koymuş olur. Kurban ibadetinin özünü takvâ, yanî Allah (cc)’tan korkma ve O’na olan derin saygı teşkil eder. Nitekim bu konuda; “Onların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşır. Fakat O’na sadece sizin takvânız ulaşır. Sizi hidayete erdirdiğinden dolayı Allah’ı büyük tanıyasınız diye O, bu hayvanları böylece sizin istifadenize verdi...”16 buyurulmaktadır. “Biz her ümmete (Kurban kesmeye uygun) hayvan cinsinden kendilerine rızık olarak verdiklerimiz üzerine Allah’ın adını ansınlar diye kurban kesmeyi meşrû kıldık...”17 âyeti, insanlık tarihi boyunca ilahî dinlerin hepsinde kurban uygulamasının var olduğunu göstermektedir. “Rabbin için namaz kıl ve kurban kes”18 ilâhî fermanı ile de ümmeti-i Muhammed’e kurban kesmek meşru kılınmıştır. Kurbanın, peygamberlerin sünneti /yolu/ uygulaması olduğunu hadislerden de anlamaktayız. Ashâb-ı kirâm, kurbanların kesilmelerinin sebeb-i hikmetini Peygamber (s.a.v)’e sorduklarında Hz. Peygamber (sav) “Bu, babanız İbrahim (a.s)’ın sünnetidir” buyurmuştur.19 Hicretin ikinci yılından itibaren kurban kesmeye başlayan Peygamber Efendimiz (sav), hayatı boyunca kurban kesmeyi hiç terk etmemiştir.20 Demek ki, kurban peygamberlerin bizzat yaptıkları bir ibadettir. 15- Mâide Sûresi, 5/27 16- Hac Sûresi, 22/37 17- Hac Sûresi, 22/34 18- Kevser Sûresi, 108/2 19- İbn Mâce, Edâhî, 3 20- Ali Bardakoğlu, DİA, Ankara, 2002, XVI, Kurban maddesi, s. 436; Diyanet İlmihal, A kara, 2001, s. 2


170

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Kurban ibadeti, bütün ümmetlere meşru kılındığına ve peygamberlerin sünneti olduğuna göre, şeran kurban kesme şartlarını haiz olan müminlerin bu görevi icra etmeleri, onların imanlarının bir alameti ve Allah (cc)’a bağlılıklarının ve teslimiyetlerinin bir tezahürüdür. Öncelikle mümin, Allah (cc)’ın emri karşısında “semi’nâ ve eta’nâ/işittik”, itaat ettik ve teslim olduk şeklinde tereddütsüz bağlılığını ve inkıyadını gösterir. Kurbanı da bu çerçevede anlamak gerekir. Kurban ibadeti hakkında aldatıcı propagandalara kanarak bu ibadetin ifasında gevşeklik/zafiyet göstermek müminlik sıfatına yakışmaz. Her mümin Kurban konusunda öncelikle İbrahim (a.s)’ın teslimiyetini örnek almalıdır. Kur’an onun ve oğlunun bu teslimiyetini şöyle haber vermekte ve bu konuda onun örnek alınmasını istemektedir. “Ey Rabbim! Bana salihlerden olacak bir çocuk bağışla. Biz de ona, uysal bir oğul müjdeledik. Çocuk kendisiyle birlikte koşup yürüyecek yaşa gelince İbrahim ona, “Yavrum, ben rüyamda seni boğazladığımı gördüm. Düşün bakalım, ne dersin?” dedi. O da, “Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın” dedi. Nihayet her ikisi de teslim olup/ Allah’ın emrine boyun eğip, İbrahim de onu (boğazlamak için) yüz üstü yere yatırınca ona, şöyle seslendik: “Ey İbrahim!” Gördüğün rüyanın hükmünü yerine getirdin. Şüphesiz biz iyilik yapanları böyle mükâfatlandırırız. “Şüphesiz bu apaçık bir imtihandır.” Biz, (İbrahim’e) büyük bir kurbanlık vererek onu (İsmail’i) kurtardık.”21 Görüldüğü gibi kurban, bir boyun eğişin, Allah (cc)’ın emrine tereddütsüz teslim oluşun bir ifadesidir. Bir sadakatin ve bağlılığın göstergesidir. Apaçık bir sınavdır. Bütün bunları başardıktan sonra da Allah (cc)’tan gelen büyük bir vaade kavuşmak ve teselli olmaktır. Kurban bu duygularla kesilir ve anlaşılırsa hedefine erişir ve neticede İbrahîmî bir tefekkür ve inkıyadla Allah (cc)’a adanışın zirvesine ulaşılır. Kurban kesmek, infak etmenin ve sehâvetin tadını yaşamaktır. Kurban, yoksulları, garipleri ve muhtaçları sevindiren, akraba ve komşular arasındaki irtibatı ve sıla-ı rahmi temin eden bir ibadettir. Mü’minler, kurban keserlerken Hz. İbrahim (as) ve Hz. İsmail (as)’in Allah (cc) yolunda gösterdikleri fedakârlığı ve teslimiyeti hatırlarlar; onların sadakatini, yaşayarak, gerekirse Hak uğrunda itaate hazır olduklarını gösterirler. Kardeşliğin, dayanışmanın ve paylaşmanın mutluğunu ve güzelliğini yaşarlar. Allah (cc) için kesilen kurbanlar, toplumda kardeşlik bağını kuvvetlendirir ve birlik ruhunu canlı tutar. Sosyal adaletin gerçekleşmesine katkıda bulunur. Kurbanın etlerinden ve derilerinden birçok muhtaç insan istifade eder. Kurban 21- Sâffât Sûresi, 37/100-107


Makale ve Analizler - 2018

171

Bayramı, Allah (cc)’a yakınlığın zirveye ulaştığı bir zaman dilimidir. Bu sayede Mü’minler, yakın ve uzakta bulunan Müslüman kardeşleriyle maddî ve manevî yakınlaşma yaşarlar. Kurban kesmek bir ibadet ve Allah (cc)’a yakınlaşmanın bir vesilesi olduğuna göre Kurbanlık hayvanlara saygılı olmak, onları incitmemek ve eziyet etmemek de ibadetin bir parçasıdır. Ayrıca onların gerek eti, gerek derisi, gerekse sakatat olarak ifade edilen bütün kısımları zayi edilmemeli, yenilmeyecek kısımları ulu orta bırakılmamalı ve toprağa gömülmelidir. Bu şekilde hareket etmenin de ibadetin bir gereği ve parçası olduğu unutulmamalıdır. Kurban, ibadeti ile ilgili olarak her yıl İslam’ı kötülemek, Müslümanları aşağılamak için adeta bir kampanya başlatılıyor. Kurban Bayramlarında, İslam’a saldırmak için propaganda yapanlar, hayatlarında et dışında başka bir şey yemeyen, kendi zevki için hayvanların katledilmesine ses çıkarmayanlar olunca, iyi niyetli olmadıkları kolayca anlaşılmaktadır. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde okurken öğrencisi olmakla gurur duyduğum, Prof. Dr. Ali Murat Daryal (Din Psikolojisi Uzmanı) “Kurban Kesmenin Psikolojik Temelleri”22 adlı eserinde medeniyetleri; Kurban Kesen Medeniyetler, Kurban Kesmeyen Medeniyetler olarak ikiye ayırdıktan sonra kurbanın psikolojik temellerini irdeler. Hoca eserinde, “Bugün kurbana acıyanlar, süt kuzusu ve ciğeri yiyorlar.. Adamlar bu kuzunun etini yiyor sonra da kurbana saldırıyorlar! İslam, koyuna 1 - 2 sene yasama hakki tanıyor. İslam kurban kesmeyi emrettiği zaman diyor ki; 1,5 yaşını doldurmayan bir hayvani kurban edemezsin! Bu ne demektir? Her doğan canlıya saygı duyacaksın... Onun normal yaşını, hayatını yaşamasına müsaade edeceksin...” İslam buyuruyor; “45 günlük kuzuyu kurban edemezsin!” Neden? O doğmuştur ve kendi sınırları içerisinde hayati yasayacaktır. Sığır 3 yaşına kadar bırakacaksın hayatını yasayacak. Deve, 5 yaşına kadar otlayacak, çayır görecek vs. O bakımdan kurban kesmek, hayvanlara ek bir külfet getirmiş değil... İslam buyurmuyor ki, doğar doğmaz kuzuyu kurban et... Bunu kurban olarak Kabul etmiyor ve vebal sayıyor... İslam dini kadar hayvan hakkini koruyan kim var sanıyorsunuz? Hz. Peygamber (sav) buyuruyor ki; “At üzerinde giderken durmak gerekirse attan ininiz, ona yük olmayınız.. Ava gittiyseniz; hayvanlar su içerken, suya gittikleri zaman öldürmeyiniz. Güneş battıktan sonra yuvasına hücum edip tedirgin etmeyiniz.. Yavruladıkları zamanlarda onların yavrularını öldürmeyiniz! Hamilelerine dokunmayınız” İslam’ın hayvan haklarını ne kadar koruduğunu görüyorsunuz.. 22- Marmara İlahiyat Vakfı Yay.1994, İstanbul


172

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Hocamız, bu eserde kurban kesen ve kesmeyen milletleri (medeniyetleri) mukayese ederek, milletlerin davranışlarında kurbanın etkisini gözlemlemeye çalışmış. Buna göre her kültürde kurban vardır. Ancak Maya ve Aztek kültüründe görüldüğü gibi bu kültür bozularak insan kurban etmeye kadar uzanmıştır. Bunun sebebi de insanın doğasında olan kan görme ve şiddet isteğidir. Allah, bu nefret hissini kurban ile belli bir amaca yöneltmek istemiştir. Ali Murat hocamız, kurban kesmeyen medeniyetlerdeki spor müsabakalarını, sporcular açısından ve seyirciler açısından sonu kan, ateş ve ölüm olan sporlar olarak ikiye ayırmaktadır. Sporcular açısından sonucu kan, ateş ve ölüm olan sporları incelersek şunu görürüz ki, batı medeniyetinin mensupları ne kadar çok kan ve ölüm görürlerse o kadar memnun olurlardı. Boğa güreşleri, horoz dövüşleri ve canlı hedeflere atış gibi sporlar, hayvanların eziyetinden haz alan sporlardır. Eski Roma’da mermer üzerindeki güreşler ve gladyatör dövüşlerinin sonu mutlaka ölümle bitmekte ve seyirciyi coşturmaktadır. Bu müsabakalar yanında görülen at arabaları yarışları da her türlü müdahalenin serbest olduğu oyunlardır. Bu oyunların uzantısı olan boks, kickboks ve tai-boks gibi sporlar da kanla beslenmektedir. Fiyatlar ringe yaklaşıldıkça artar. Çünkü ne kadar yakın olursa o kadar çok kan görülür. Seyirciler açısından kan ve ölüm olan spor ise futboldur. Voleybol ve basketbol gibi diğer takım sporlarının aksine futbol müsabakalarında sık sık olaylar çıkmaktadır. Bu olaylar mağlup takımın taraftarları arasından çıktığı gibi galiplerin de bu olaylara karıştıkları görülmektedir. Kurban kesmeyen medeniyetlerde görülen eğlenceler de başkasına alay etme, onları küçük düşürme gibi durumlara yöneliktir. Bu eğlenceler, zevk ve haz prensibine dayanır. İnsanların azmasına müsait zaman (gece) ve mekân (loş ortamlar) seçilir. İçki, dans ve gayri meşru ilişkiler bu eğlencelerin temel direkleridir. Oyunlar da, ihtiras ve intikam hislerinin yoğun olduğu trajedi ve alay etmenin önde geldiği stand-up şeklinde vuku bulur. Batı’da ateş tutkusu da göze çarpar. Engizisyon zulmü ile yüzlerce insan canlı canlı yakılmıştır. Ayrıca kurban kesmeyen medeniyetlerde, intihar, alkolizm, tehlikeye karşı düşkünlük, linç, kumar, harp tutkusu, işkence ve anlaşmazlıkların çözüm yolu olarak görülen düello gibi hadiseler normal olan çeşitli insan davranışlarıdır. Kurban kesen İslam medeniyetinde ise sporlar, güreş, okçuluk gibi insanı geliştiren ve hasımlarına bir zarar iliştirmeyen sporlardır. Ata sporumuz cirit ise hayvan ile insanın iç içe oluşunu gösterir. İslam Medeniyetinde eğlenceler gündüzdür. İnsanın izzet-i nefsine dokunmayan, eğlendirirken hisse veren oyunlardır. Meddah, Karagöz - Hacivat, hokkabaz ve Orta oyunu bu meyandadır. Ayrıca batının sınıflaşması ve zulmü karşısında, doğuda İslam kardeşliği vardır.


Makale ve Analizler - 2018

173

Hocamıza göre; bu gibi davranış farklılıkları, yaratılış itibariyle kan dökücü ve fitne çıkarıcı olan insanın, kurbanın akıtılan kanıyla birlikte içindeki kinin çıkmasıyla mümkün olmaktadır. Çünkü kurbanda esas olan kan akıtmaktır. Kan akıtmak farz, et dağıtmak ise sünnettir. Müslümanlar olarak bize düşen, gerekli şartlara haiz isek, ibadet maksadıyla kurbanlarımızı kesmek, bu vesile ile faniliğimizin farkına varmak, yaratana yaklaşmak, yoksullarla yakınlaşmak, paylaşmaktır. Bunu yaparken de; her türlü gösterişten uzak olmak, ihlas ve samimiyetle Allah’ın emrini yerine getirmektir. Çocuklarımıza milli, manevi değerlerimizi yaşayarak/yaşatarak öğretmektir. Onları, hırslarımızın, ihmallerimizin kurbanı etmemek, onları değerlerine, ülkesine, milletine kurban olabilecek şuurda yetiştirmektir. Müslümanlığımızın simgesi, tezahürü olan ibadetlerimize sahip çıkmaktır. Diğer taraftan; kurbanların satış ve kesim işlemleri yaparken çevre temizliğine önem verilmesi, bu yerlerdeki atıkların kaldırılması ve herhangi bir kirliliğe sebep olmasını engelleyecek şekilde önlemlerin alınmasının sağlanması önem arz etmektedir. Bu vesile ile, “Rabbimden niyazım; keseceğimizin kurbanlarımızın Allah’a yakınlaşmaya vesile olması, yeryüzünde akan kanın durmasıdır. Rabbim, Kurban Bayramının birlik beraberlik ve kardeşliğimizin devamına, acıların dinmesine, Türk İslam dünyasının uyanmasına, oynanan oyunların farkına vararak şuurlanmasına vesile olmasını dilerim” Hepinizin Kurban Bayramını tebrik ediyorum.

Gagauz Toplantısından

Rafet Ulutürk-17.Ağustos.2018

Öncelikle bu toplantıyı organize eden BULTÜRK Genel Sekreteri Oya Canbazoğlu’nu tebrik ediyorum. Sayın dostlar, değerli misafirler, Hoş Geldiniz. Sefa getirdiniz. Bugünkü konumuz: “Dünden Bugüne Balkanlarda ve Bulgaristan’da Gagauz Türkleri” Sizin için özel olarak gelen, konunun uzmanı konuşmacımız:


174

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Misafir Öğretim üyesi Doç. Dr. Olga Radova Hanımefendiye Hoş geldiniz. Bilirsiniz tarihçiler tarih yazıp anlatır, edebiyatçılar şiir dizer okur, biz dernekçiler ise, hele son zamanlarda, haddimizi aşarak, sanki siyasete gönül verdik. BULTÜRK yönetimi olarak siyaseti hep, soydaşlarımız ve Bulgaristan’da kalan kardeşlerimiz açısından, barış ve huzur açısından anlatmaya çalıştık. 34 ülkeden Türkleri tek çatı altında buluşturan, Dünya Türk Gençlik Birliği etkinliklerine katıldığımda birkaç defa Gagavuz Yerine, Kıpçak köyüne, 6 Ocak 1906’da kurulan Gagauz Devletinin başkenti KOMRAT’a gittim, devlet ve hükümet yönetimi yetkilileri, milletvekilleriyle görüştüm, etkinliklerine katıldım. Mitinglerinde hep Türkçe konuştular. Türkçe şarkı türkü söylediler. Gagauz kardeşlerimizin evlerinde kaldım, ev dilleri de Türkçe, dostluklar kurdum, o sıcak yürekli, alçakgönüllü insanlara sizin selamlarınızı ilettim. Gagauzlar, Türkçe konuşan dev bir dünyada, küçücük ama çok önemli bir inci, bir çağlayan, şırıltısı gönül okşayan bir mucizedir. Bilmem farkında mısınız, biz Türkler yeni bir sürecin içindeyiz. Birçok yerde, Gagavuz Yeri de bu arada, köklerimize dönüyoruz. Kendimizi, benliğimizi, soy kimliğimizi arıyoruz. Bunları bulduğumuzda bir çatı altına toplamak ve bir daha asla dağılmamak üzere birleşmeye çalışıyoruz. Macaristan, Bugac’ta geçen hafta Hun - Türk Kurultayı başladı. Bu büyük bir meydan kurultayı oldu. 180 bin katılımcı, 27 Türk boyunun 10 soy kimliğini simgeleye bayrak altında toplandı. Bugün burada konuşurken şahsen benim için Gagauz kavminin Selçuk Bayrağı, Hunların, Oğuzların, Büyük Selçukluların, Avşarların, Akkoyunluların, Kıpçakların, Peçenek veya Kırgızların, Osmanlı Türklerinin soy kökü Kayı Boyu simgeli bayrak altında mı çadır kurdukları hiç önemli değildir. Önemli olan tarih boyu Avrupa’yı titreten o dev Türk kimliğinden ayrılmaz, kopmaz bir parça olmalarıdır. Önemli olan Bizans başkenti surlarını 2 defa zorlayan Atila’nın bir devamı olan ve Fatih Sultan Mehmet’in zaferlerinden olmaktır. Macar Ovasında dalgalanan Hun-Atila bayrakları arasında biri dikkatimi çekti.


Makale ve Analizler - 2018

175

Volga–Dnepır ırmakları arasında (Azak Denizi ile Karadeniz arasındaki düzlüğe) Büyük Bulgar Devleti kuran, bundan 1370 yıl önce ölen, bir kabri Ukrayna’da, biri de Deliorman, Balpınar’da (Kubrat kasabasında bulunan) Bulgar Hanı Kubrat’ın Mezar Taşındaki simge Kayı Boyu, yani Osmanlı Türk simgesidir ve geçen hafta Macar ovasında Han Atila bayrağından sonra ikinci yerde dalgalanması çok önemlidir. Bu cümleden olmak üzere, bizim için, bir de şu ayrıntı çok önemlidir. Han Kubrat’ın oğlu ve aynı zamanda Han Atilla’nın 9.Kuşak torunu olan Han Asparuh’un da Tuna’yı geçip Bulgaristan’a ayak bastığında başının üstünde dalgalanan bayraktaki simgenin de aynıydı. Hatırlatmak amacıyla söylüyorum: Bu simge, iki yanında birer çizgi, ortasında çatal, bugünkü İYİ Parti ve Bulgaristan’da da Bulgar ırkçıların kullandıkları semboldür. Konumuza dönelim. Merkezi Avrupa’nın Macar-Bugac Ovasına Atilla’nın Bayrağı bundan 1600 yıl önce, 5. asırda dikilmişti. O zaman Avrupa ve Asya tek İmparatorlukta, tek bayrak altında birleşmişti. Geçen hafta Asya’dan gelen 300 atlı ve 500 okçu bu tarihi olayı 180 bin kişi önünde canlandırdı. Avrupa tarihi zengin kıtadır. 100 yıl, 30 yıl, 7 yıl, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları yaşadı. Viyana, Waterloo, Stalingrat Savaşları hep bu kıtada olmuştur. Fakat Atila’dan sonra Avrupa halkları 180 bin kişiyi bir meydanda görmemiş, yer ve göğün böyle coştuğuna tanık olmamıştır. Bu kurultayda, biz Bulgaristan Türklerini Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı (TİKA) temsil ederken, Gagauz kardeşlerimiz de kendi heyetleriyle katıldılar. Aktüel olay, bizim çalışmalarımızda bir ufuk olan, Büyük Davamızın - Dünya Türklerini Birleştirme Davamızın yeni bir adım atmış olmasıdır. BULTÜRK, soydaşlarımızı ve Bulgaristan Türklerini bu defa da temsil ederken, yeni bu örgütlü etkileşimde sesini duyurmuş oldu. Gagavuz devletinden gençleri de katıldılar. Bizim TURAN ülkümüzü, Sayın Bilal Erdoğan yönetiminde her yıl İstanbul’da düzenlenen Türk Dünyası ETNOSPOR Kültür etkinliklerinde izleme imkânı bulduğunuzu umuyorum. Gagauzlar bizim kader kardeşlerimizdir.


176

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan’da onlara Varna, Şumnu, Balçık ve Kavarna’da rastlayabilirsiniz. 1980’lerde yüreklenen, Dobruca ve Deliorman köy ve kentlerinde kızışan, Bulgaristan Türklerinin Türk Kimliği mücadelesinde Gagavuz kardeşlerimizin de yer aldığını biliyorum. Gagauz Söğütçük köyü, Bulgarcası Bılgarevo, Bulgaristan Gagavuzlarının Başkentidir. Sayılarına gelince. Bizde rakamları yazmak Bulgar’ın elindedir. Her kaynak farklı veriyor. 20 binden 35 bine kadar giderken, 2001’de yapılan sayımda, Bulgaristan’da “540 Gagauz yaşıyor” dediler. Bu istatistik oyunları bize geçmez. Tabii ki, korku içinde yaşayan Gagauz kardeşlerimiz başımıza bir şey gelmesin endişesiyle kendilerini BULGAR yazdırıyorlar. Ne var ki, sayıları giderek artıyor. Bana soran olsa, Bulgaristan’da en az 540 Gagauzov isimli kardeşim var, derim. Başkent Komrat’a geçiyorum. Gidip gördüğüm Gagavuz Yeri’nde 3 şehir ve 28 köy var. Başkent Komrat’ta 24 bin nüfus yaşıyor. Çadır - Lunga Şehrinde 20 bin ve Vulganeşti şehrinde 15 bin nüfus var. Gagauz Meclisinde 34 milletvekili görev alıyor. 2014 seçimlerinde biz tüm engellemelere rağmen Sofya meclisine 38 milletvekili göndermiştik, Bulgaristan Türkleri Kültürel Otonomisi ilan edemedik. Amma Gagauzlar 1990’dan sonra bir iki atılımda Gagauz Devleti kurdular. Batı Karadeniz kıyılarında Hıristiyan ve Müslüman Dünya içine sıkışmış Gagavuzlar adlı önemli bir soy, bir menşe yaşadığı 19. yüzyılın ikinci yarısında keşfedildikten sonra, büyük ilgi gördü. Özerklik istiyoruz! Sloganı ilk defa 1990’da yükseldi. Sayın Doc. Dr. Radeva dışında tüm bilim adamları, kazan dolusu altın arar gibi, Gagauz konusunu eşmeye başladılar. Kısa bir sürede birçok doktor, doçent, kıdemli Gagauz uzmanı, Profesörler çıktı. Onların yazdıkları cilt cilt kitapları sıksak içinden şu 3 ana tez çıkar: 1. Gagavuzlar, Türkleşmiş Bulgarlardır.


Makale ve Analizler - 2018

177

2. Gagauzlar, Ortaçağ Türk kavimlerinden oluşmuş bir Türk topluluğudur. Burada araştırmacıların birkaç alt tezi vardır. 3. a) Gagavuzlar Proto-bulgarlardır. b) Gagauzlar, kumandır. c) Gagauzlar, Selçuk Türkleridir. d) Gagauzlar, Oğuz Türkleridir. e) Gagauzlar, yukarıda adı geçen kavimlerin şu ya da bu şekilde karışmış olan bir topluluğudur. 4. Gagavuzlar, Yunan kökenlidir. Önemle şunu söylemek istiyorum, 1957’de Moskova, kendi alfabeleri olmayan Gagauzlara 4 harf ekleyerek Kiril Alfabesini dayatmıştı. 12 Kasım 1989’da özerkliği ilan eden, Ağustos 1990’da ise Bağımsız Gagauz Cumhuriyetini ilan etti. Gagauzlar 1990 - 1994 yılları arasında özerk bir cumhuriyet iken bağımsızlıklarını koruyamamış, Moldova toprakları içinde “Gagauz Yeri Özerk Bölgesi” olarak adlandırılmıştır. Bağımsızlığı elde eder etmez, 10 Ocak 1993’te Gagauz Özerk Cumhuriyeti Parlamentosu Kiril Alfabesinin Gagauz diline uygun olmadığı gerekçesiyle Latin Alfabesine geçme kararı aldı, Gagauz okullarında resmen Latin Alfabesinde eğitime geçildi. Biz bunu yapamadık. HÖH partisi 2 defa hükümet ortağı oldu fakat hak ve özgürlük, Türk kimliği davamıza ihanet çizgisinden ödün vermedi, caymadı. Gagavuzlar da büyük soykırım yaşadılar. Geçen yüzyılın başında açlık çektiler. 1918’de Romanya’ya bağlandılar. Geçim sıkıntısından Özbekistan, Osetya ve Kabardın Balkar bölgesine ve hatta Arjantin ve Brezilya gibi Latin Amerika ülkelerine göç ettiler, Gagavuz Türkçelerini konuşamaz duruma geldiler, geleneklerinden ödün verdiler. Demek istediğim bizim başımıza gelenlerin hepsi onların da başına geldi. Ne var ki yılmadılar. Anadil kavgasında başı çeken öğretmenler oldu. Köylerde öğretmen seminerleri açarak halkı aydınlattılar. Biz bunu yapamadık. Öğretmenlerimiz, hocalarımız göç kafilelerinin hep başında yer aldı, emekli olunca da pişti ve kağıt oynamaya koyuldular. Köyüne dönüp aydınlık ocaklarına kıvılcım davasını üslenmek istemiyorlar. Bu konuda derinleşmek istemiyorum. Fakat Bulgaristan Türkleri arasında pasifler, vurdumduymazlar ve dernek çalışmalarına katılmayanlar ordusunun büyümesine de göz yumamayız...


178

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Biz Bulgaristan Türkleri, “Siz Bulgar’sınız!” ya da “Türkleştirilmiş Bulgarlarsınız!” saçmalığını çok dinledik, çile çektik, büyük kurbanlar verdik, yıllarca ezildik, zulüm gördük, hapislerden, toplama kamplarından, sürgünden geçtik, ayaklandık, laftan anlamadılar, hainleri başımıza lider yaptılar, devlete yüz çevirdik ve yarım milyonumuz üç ayda Anavatanımıza geldik. Bu çok ciddi bir süreçtir. Her şeyin başındayız. Türk dünyası uyanıyor. Biz de uyanmalıyız. Biz ayı sevgisi istemiyoruz. Barış, özgürlük, insan hakları, adalet ve demokrasi savaşçılarıyız.... Bir insanın 2 anası, 2 vatanı, 2 cenneti olamaz. Bunların hepsi doğup büyüdüğümüz memleketimizde bizi bekliyor. Derneğimizin kalbindeki motor bizim olan her yerde Türklüğü yaşamak ve yaşatmaktır. Biz, dış ülkeye kovulmuşların vatandaş hakkını değil, tüm insan haklarımızı, kutsal olan her şeyimizi, Vatanımızı istiyoruz. Biz küçülmek değil, büyümek için mücadele ediyoruz. Bu toplantıyı düzenleyen başta Sayın Genel Sekreterimiz Oya Canbazoğlu’na ve emeği geçenlere teşekkür eder saygılarımı sunarım. Teşekkür ederim.

Bultürk Toplantısından

Oya Canbazoğlu Dirier-17.Ağustos.2018

Gagavuz toplantısı BULTÜRK Merkez Sayın konuklar, Gördüğünüz gibi, BULTÜRK etkinlikleri sonu gelmez bir konu, BULTÜRK Derneğimizin bu artık bir derin bilgi ve deneyim hazinesi oldu. Sayın Başkanımız Rafet Beyin, Gagauzlar konusuna siyasi bakış açısı sözlerimi doğrular niteliktedir.


Makale ve Analizler - 2018

179

Bölgesel edebiyatta, Gagavuzlar, Batı Karadeniz kıyısına serilmiş inci taneleri olarak anlatılır. Benim soyum da Türkiye’ye Bulgaristan Karadeniz’in incisi Varna bölgesinden gelmiş olduğundan dolayı, ben de kendimde Gagavuzlarla ilgili işittiklerimden kısaca söz etmek istiyorum. Gagavuzlar paylaşılamayan bir millettir: Yunanlara göre onlar: “Türkçe öğretilmiş Ortodoks Yunan’dır.” Bulgarlara göre onlar: “Türkçe öğretilmiş Ortodoks Bulgar’dır.” Romenlere göre onlar: “Türkçe öğretilmiş Ortodoks Romen’dir.” Türklere göre ise onlar: “Türkçe konuşan Ortodoksluğa Geçmiş Türklerdir.” Benim şahsi kanımca Gagavuz kimliği son iki asır içinde kendini inşa etme süreci geçiriyor. Ortodoks Hıristiyanlığı kendilerine yamamış olan Rumlar, Bulgarlar ve Romenler, Gagavuzlara kendi dillerini ve kültürlerini dayatmaya çalışırken, resmi dil ve ulusal kültür gerekçeleriyle Gagauz Türkçesini eritmeye ve Oğuzların ve Selçukluların adet ve geleneklerine dayanan Gagauz ahlakını yok etmeye çalışıyorlar. Gagavuz Türkçesi kesin söz dizimi kurallarına uymayıp, cümle içinde serbest söz dizimi benimsemiş, 49 Türk lehçesinden, Tuna Türkçesinin Karadeniz ağızlarından biridir. Devrim cümle önceliklidir. Farsça ve Arapçanın etkisiyle yaşattığı ünlü sesliler yazı dilinde 29 Ocak 1993’ten sonla Latin harfleriyle ifade ediyor. Gagauz Türkçesinin birçok özellikleri var. Bunlardan birisi de Gagauz yerinde yaşayanların Rusça’nın etkisiyle dillerine “dişil” takısı olarak “ciykayı” almalı olmuştur. Örneğin, bağa-bahçe işinde çalışan kadınlara “bağacıyka”, bostan işinde çalışan kadınlara “bostanciyka”, tütün üretici bayanlara “tütüncüyka” vs dendiği gibi. Konuşmacımız Sayın Doç. Dr. Olga Hanım bunlara daha geniş değinecektir, Gagauzlar zengin ve düzenli halk kültürü olan bir halktır. Gelenekleri halk edebiyatında işlenmiştir. Gagauz dilinin Türkçe özelliğini ve melodisini hissettirebilmek için sizin için bir Gagauz halk şiiri seçtim. İzninizle okumak istiyorum: Ay, Petri, Petri, sereyliPetri Çok çalıştı evladın, çok kazandın. Posta da kalsın senin çalıştığın, Açan yok senin candan evladın,


180

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Candan evladın, erkek evladın... Petre ise eşini rahatlatmaya çalışarak şöyle der: ...Ay, Lenkam, Lenkam, Ben gidecem kuyumculara, Yaptıracam altından evlat Gümüşten de lülka (beşik) Sen de üç gün üç gece sallayacan Mamu (anne) de diyecek, Tatü (baba) da diyecek... Petri dediği gibi altından bir bebek, gümüşten de bir beşik yaptırıyor. Lenka da 3 gün, 3 gece beşiği sallıyor, fakat bebekten çıt çıkmadığını görünce, Yine Petri’nin kazançlarını nafile bulup, şöyle der: ...Altında kalsın altından aulların Gümüşten de tokatların Açan yok senin candan evladın.

Açlık Grevleri Başlıyor

BG-SAM-20.Ağustos.2018

Konu: İnsan hakları mücadelesinde ulusal dayanışma. “Ölüme Hayır!” “Dolandırıcılığa Hayır!” Bu iki sloganla, uzun yıllar Bulgar hapishanelerinde çürütülen, batı Rodoplardan bilinen insan hakları savaşçısı İbrahim Kurucu (Runtov) girişiminde ve öncülüğünde ülkede nöbetleşe açlık grevleri başladı. Yeni kurulan 17 kişilik Müslüman Açlık Grevi Komitesi, rüşvet vermeden artık herhangi bir iş yapılabilmesinin mümkün olmadığı Bulgaristan’da ünlü insan hakları savaşçısı Nikolay Kolev tarafından 3 ay önce, “Dolandırıcılığın Durdurulması!” isteği ile başlatılan ve uzun bir müddet Sofya’da meclis meydanında devam eden direnişe tam destek ifade etti.


Makale ve Analizler - 2018

181

Bulgaristan Müslümanları temsilcileri Nikolay Kolev ile dayanışmak amacıyla kesintisiz açlık grevi başlattıklarını Avrupa Birliği ülkelerinin Sofya Büyükelçilerine özel bir çağrıyla duyurdular. “Ölüme ve dolandırıcılığa son verilmesi!” çağrısını Eski Başbakanlarından Bayan Renera İncova, totaliter komünist rejimde hapis yatan, hala Fransa’da yaşayan insan hakları savaşçısı Petır Boyaciev, eski polis komiseri Stoyço Stoyçevski, Albay Kunço Kunev, Bulgaristan’ın Suriye eski Büyükelçisi Radion Popov ile birçok Romen ve Pomak derneği destek verdi ve Bulgaristan’da Çağrıyı imzaladılar. 13 Hazirandan beri Çağrıda aynen şöyle deniyor: “Biz, Dayanışma rüşvete karşı açlık Komitesi olarak Kolev ile Hükümet arasındaki grevine devam eden anlaşmazlığa müdahale etmek istemiyoruz. AB Nikolay Kolev insan hakları değerleri koruyucu gücünün Kolev’in hayatını güvence altına alması ricamızdır. Bu trajik olay demokratik ve adil çözüm bulunamazsa ve Nikolay Kolev’in hayatı tehlike altında kalmaya devam ederse, haklı direnişi destekleyen arkadaşlarımız açlık grevine direnişi genişleterek devam edeceklerdir.” Girişim komitesinin, Bulgar ve Türkiye medyasına gönderdiği Çağrı’da aynen şöyle deniyor: İnsan Hakları savunucusu Avrupa vatandaşı Nikolay Kolev’in hayatını koruyalım! Ölüme hayır! Dalaverecilere hayır! Size başvurmamızın nedenleri özel nitelikli olmayıp doğası bakımından olağanüstü insancıldır. Bundan dolayı isteğimiz trajik olaya Hüma’n açıdan tepki göstermenizdir. Biz, Bulgaristan Müslüman topluluğun bir parçası, bir de Maastricht Anlaşmasına göre Avrupa vatandaşı olan, Bulgaristan vatandaşlarıyız. Ülkemizin üyesi olduğu Avrupa Birliği belirli değerler üzerine kurulmuştur. Bu değerlerden biri İnsan Hayatıdır - onun garanti altında olması ve güvence altında olmasının sağlanmasıdır. Sayın Nikolar Kolev Bulgaristan’da komünist rejimin kol gezdiği yıllardan beri bilinen bir insan hakları savaşımcısıdır. Şu anda, onun Bulgar hükümeti ile doğrudan doğruya sert zıtlaşan durumu, hayatının sönmesine neden olacak niteliktedir.


182

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Biz, Kolev ile hükümet arasındaki uzlaşmazlığa açık olarak karışmak istemiyoruz. İsteğimiz, bir Avrupa vatandaşı olan Sayın Kolev’in, insancıl bir planda Avrupa Birliği değerleri fonunda hayatının güvence altına alınmasıdır. Sayın Kolev’in bu eyleme başlamasına neden olan somut dolandırıcılık olaylarına gelince ise, biz onun ortaya koyduğu kanıtların gerçek olduğuna inanıyoruz. Bu konuda EVROSTAR tarafından açıklanan verilerin gerçeği yansıttığından kuşkumuz yoktur. Sayın Kolev tarafından açıklanan dalavere olayı, Bulgaristan’daki rüşvet olaylarından sadece çok küçük bir örnektir. Bulgaristan’da hükümet, Bulgar vatandaşlığı vermek de bu kapsamda, her şeyle ticaret yapıyor. Bulgaristan’ın Avrupa Komisyonu tarafından 11 yıl önce kızağa çekilmiş olduğu bayındırlık sorunuyla ilgili bakanın muhtemelen istifa etmesiyle bir çözüme varılamayacağına inanmış bulunuyorum. İlgili sorunun bu hükümetin göreve başlamasından öncelere dayandığı ve çok derin olduğu dikkati çekiyor. Bulgaristan Müslümanları için olağanüstü zor olan geçen yüzyılın seksenli yıllarında, Hıristiyan Nikolay Kolev, diğer bazı Hıristiyanlarla birlikte, hayatını riske atarak, Bulgaristan Müslümanları davasından yana çıktı ve bizi savundu. Birkaç defa tutuklandı, tehdit edildi fakat milliyetçi komünist iktidar önünde boyun eğmedi. Biz bunu unutamayız. Şu da unutulmamalıdır. Aşırı milliyetçiliğe ve faşizmin her biçimine karşı bir her zaman ve her yerde Hıristiyanlarla omuz omuza mücadele etmeye devam edeceğiz. Yukarıda söylediklerimize destek anlamında biz şu kararı aldık: Bu olay birkaç güne kadar demokratik ve adil bir biçimde çözüm bulmaz ve Sayın Kolev’in hayatı tehlike altında bulunmaya devam ederse, ülkemizin birçok yerinde birden ve dış ülkelerde açlık grevleri Ölüme Hayır! Avrupa vatandaşı, insan hakları savaşçısı Nikolay Kolev’in hayatını savunalım! Sloganıyla yayılmaya devam edecektir. Avrupa Birliği’nin en büyük değerlerinden biri olan -hayatı- savunmak için birçok başka yasal mücadele yollarına başvurma hakkımızı da gizli tutuyoruz. Sayın Nikolay Kolev’in hayatını ortak mücadelemizle savunabileceğimize inanıyoruz! Bulgar vatandaşı - Müslüman İnisiyatif Grubu


Makale ve Analizler - 2018

183

Ejderhayla Boğuşanlar

İbrahim Soytürk-20.Ağustos.2018

Konu: Büyük saldırıyı durduran Büyükelçi Yalçın Oral! “Türkiye’nin Karışık Dönemleri” başlıklı bir kitabı çok bekledik. Kimse vakit bulamadı. Yazılsaydı, ders alınırdı. Biz Bulgaristan Türkleri, Osmanlıya, Türkiye’ye, Türklere, Müslümanlara ve İslam’a karşı konuşulan, hatta lanet savrulan bir asırda, gergin bir ortamın içinde yaşadık ve yetiştik. Yabancı ve düşman ruhlu saldırgan bir kişiyle savaşırken Türk kimliğimiz oluştu. Alman şansölye Ottovon Bismarck (1815 - 1898), Berlin Kongresinde (1878) sert baskı uygulayıp Karadeniz incisi Varna’yı Osmanlı İmparatorluğu’ndan koparıp Bulgar Prensliğine katmıştı. Bu olayın 140. Yıldönümünü, 4 Ağustos 2018 günü Varna’da düzenlenen bir konferansla anıldı. Bu Konferans’ta konuşan “Ataka” partisi lideri Volen Siderov, Bismarcka, Almanya’ya ve Şimdiki şansölye Angela Merkele çok içten teşekkür ettikten sonra, güncel siyasete ve Bulgaristan Rusya ilişkilerine geçti. Moskova’nın Bulgaristan işlerine bakan, eski Sofya istasyon şefi, Devlet Güvenlik Komitesi (KGB) Generali ve Sınır Dışı Siyasi Araştırmalar Merkezi Başkanı LeonidReşetnikiv’la çok yakın olan bağlarını anlattı. Partisini Rus “diplomatın” önerisi ve yardımlarıyla kurduğunu hatırladı. Başlıca Bulgaristan Türklerine saldırmak ve ülkenin Batı yönelimini engellemek amacıyla kurdurulan “Ataka” partisinin halkı boğazlaması için gerekli olan parayı bir milyon 600 bin levayı 2005’te Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) Başkanı Ahmet Doğan’ın verdiği hiç unutulmamalıdır. Çünkü “Ataka” partisinin etniklere, adalet ve demokrasiye karşı bir kuduz gibi havlamaya, amansız saldıralıtla ve kişisel tartaklamaya giden yüzsüzlük ve hırçınlığıyla Bulgaristan’da siyaset havası değişti. Aşırı sağcılık ve faşizm fışkırdı. Aşırı Bulgar milliyetçiliği çok dallı boy attı ve iktidar koltuklarından zehir kusmaya başladı. Siderov, Varna konuşmasında, ipleri çeken Rus istasyon şefinin şöyle dediğini aktardı: “Bir gün gelir Türkiye Balkanları istila ederse, Bulgaristan’ı kurtaracak bir tek ülke var - Rusya Federasyonu!” Bu sözler beni çok düşündürdü: Rus sevdalısı, iktidar sürüsünden siyaset adamı V.Siderov’a göre, Birleşik Amerika 2018 yılında Bulgaristan’ına 3 - 5 askeri hava ve askeri füze üssü kurdu. Depolarına “Abrams” saldı tankları yığdı. Asker sayısını devamlı arttırıyor, saldırı tankları, ağır silahlar istifliyor, fakat bu durum istila olarak kabul edilmiyor. Sanki milli güvenlik için tehlike oluşturmuyor. Hey Reşetnikov neredesiniz?!


184

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İstila dendiğinde yalnız Türkler, Türkiye anlaşılıyor. Bu zihniyetin yerleşmesine, halkımızı, toplumun devamlı zehirlemesine hizmet eden bu partinin kuruluş parasını ödeyenler, (kimin emriyle olursa olsun) asla af edilemezler. Bu insanlarımızın doğruyu görebilmesine bir saldırıdır. Çünkü bu stratejik bir hedefle yapılmıştır. Bu hedefin zehirli ucunda Bulgaristan Türklerinin hepsinin vatanlarından kovulması vardır. *** Bulgaristan Türklerine karşı güç toplayan bu büyük ve acı gerçekle 1989’da Sofya’da Cumhurbaşkanlığı Sarayında güven mektuplarını sunarken Büyükelçimiz Oral Yalçın da yüzleşmişti. Dış Politikamızın Perde Ardı başlıklı, 2005’te Ankara’da Turhan Fırat editörlüğünde çıkan bir eserde yer alan Oral Yalçın imzalı anı yazısından seçtiğimiz kısaltılmış bir bölümle konuya ışık tutuyoruz. “Güven mektubu sunulması sırasında, istisnai durumlar dışında, iki ülke arasında olası sorunların tartışılmasına girişilmemesine, böylece yeni büyükelçi ile görevlendirildiği ülkenin en üst düzey temsilcisi arasındaki ilk karşılaşmanın olumlu bir havada geçmesine özen gösterilir.” Bulgaristan nezdinde Büyükelçi olarak atanmam Haziran 1989’da gerçekleşti ve 7 Temmuz günü Sofya’ya gittim. Bulgaristan’ın ülkesindeki Türk azınlığının asimilasyonu amacıyla son aşama olarak yürürlüğe koyduğu “kimlik değiştirme” kampanyasının etkisiyle çok ciddi bir bunalım gerçekleştirmekteydi. Haziran 1989’da Bulgaristan hükümeti 400 bin dolayında soydaşın Türkiye’ye tehcirini gerçekleştirmiş, tarihin kaydettiği bu en büyük ve yoğun toplu göç, Haziran sonunda ortak sınırın Türkiye tarafından kapatılmasına ve iyice gerilen ikili ilişkilerin, adeta “savaşa bir adım” konumuna gelmesine yol açmıştı. Sofya Büyükelçisi olarak çok yakın ilgisini ve yardımını gördüğüm, Bulgaristan’ın “en yaramaz komşudan” en “güvenilir komşu” konumuna gelmesinde çok özel katkılarına takdir olduğum rahmetli Özal’ın bana talimatı “git kardeşim bu işi düzelten” ibaret oldu. Müteakiben gördüğüm Sayın Cumhurbaşkanı da hissiyatını “O adama (Todor Jivkov) benden selam söyleme” şeklinde bir tepkiye dönüştürmüştü...” 17 Temmuz günü, Protokol Şefi beni ve eşimi almak üzere geldi. Merasime katılacak görevlilerimiz, Büyükelçilik arabalarıyla korteji oluşturdular... “Ben önde, eşim ve maiyetim arkada sıralandık. Devlet Başkanı TodorJivkov, salonun ortalarında, sağda en yakın yardımcısı Balev, Dışişleri Bakanı Mladenov ile birlikte vaziyet almıştı. Jivkov’a 3 adım kadar yaklaştım ve güven mektubumu, ilk satırını okuduktan sonra verdim.” Teşekkür eden Jivkov beni ve eşimi yan


Makale ve Analizler - 2018

185

odada kahve içmeye davet etti. Buraya kadar olanlar, o gün güven mektubunu sunan büyükelçilere yapılan muameleden farksızdı... “Jivkov’un daveti üzerine eşim, Balev, Mlandenov ve tercüman birlikte yan odaya geçtik. Daha önce (1971 - 1973) Sofya’da Başkâtip ve Müsteşar olarak görev yapmıştım...” Sofya’ya gelişimi hemen takiben ziyaret ettiğim ve bu karşılaşmanın geç saatte ve dış işleri binasının roof’undabaşbaşa gerçekleşmesini isteyen Mladenov’la görüşme, ikili ilişkilerin durumundan duyulan üzüntü, bu durumun bir an önce düzeltilmesi gereği, Bulgar tarafından şahin bazı zevatın olumsuz etkileri ekseninde bir dertleşme şeklinde geçmiş ve bende belirli düzeyde bir iyimserlik ve ümit yaratmıştı. “Jivkov ve Balev’e, daha önce de Sofya’da görev yapmış olmam dahil, hakkımda hayli bilgi verildiği anlaşılıyordu.” Bu bilgilerden de yararlanmak suretiyle bana ve eşime iltifat ederek söze giren Jivkov, “Bulgaristan’da Türk kelimesini ihtiva eden her şeyi yasakladım; ancak, bu Saray’da Türk kahvesi içilir” şeklinde bir de ekspri yaptıktan sonra, kelimenin tam anlamıyla patladı. Özetle, Türkiye’nin soydaşlar konusunda tutarsızlıklar içinde olduğunu, bu konuda verdiği sözleri tutmadığını (Bulgar yetkililer o dönemde, Cumhurbaşkanı Evren’in 1982’de Bulgaristan’ı ziyareti vesilesiyle yayımlanan ortak bildirinin soydaşlara ilişkin bölümünü, soydaşların geleceğinin takdirinin tarafımızdan Bulgaristan’a bırakıldığı yönünde anlamsız bir yoruma tabi tutarlar ve bunu kimlik değiştirme kampanyasının da temeline oturtmaya çalışırlardı), Türkiye’nin Bulgaristan’ı destabilize etmeye çalıştığını haykırıyor, giderek saldırganlaşarak Türkiye’de devlet adamı bulunmadığına işaretle soydaşların tamamını Türkiye’ye göndermek hususunda kararlı olduklarını vurguluyor, olayları tırmandırdıktan sonra hududu neden kapattığımızı ısrarla sorguluyordu. Jivkov’un özenle hazırladığı bir senaryoyu uygulamaya hazırladığı açıktı. İlk anda bir duraksama geçirdim. Bu beklemediğim karşılaşmaya nasıl bir tepki vermeliydim? Görüşmeyi kesip Saray’dan ayrılmak olabilirdi. Ya sonrası? Herhalde Sofya’yı ve Bulgaristan’ı kesin terk etmek olmalıydı. Oysa bir şeyleri düzeltmek üzere gelmiştim. Keza, Jivkov’un hezeyanını soğukkanlı bir şekilde dinlemeyi sürdürür, uygun tepkiyi görüşmenin sonunda göstermek yoluna gidebilirdim. Ancak, bu kurt politikacı bu imkânı bana vermeyebilir, görüşmeyi, şimdiye kadar yaptığı gibi “tek adam şovu” olarak sürdürüp dilediği noktada bitirebilirdi. Kafamda benzeri birçok düşüncelerin oluştuğu bu bir iki dakikalık tereddüt halinin sonunda ve Jivkov’un giderek daha saldırgan ve kaba tavır almasının da etkisiyle mukabil saldırıya geçmekte karar kıldım ve onun nefes almak için durakladığı ilk anda sözü alıp benzer tonda cevaplar vermeye ve ağır eleştiriler yöneltmeye


186

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

başladım. Jivkov’un her halde alışık olduğu bu tür bir diyalogdan pek rahatsızlık duymadığı görülüyordu. Bu ortamda yaklaşık bir saat süren görüşme zıvanadan çıkmış ve ‘sandalcı kavgasına’ dönüşmüştü. Her halde diplomasi tarihine pek değerli bir örnek de sunmuş olduk. Ortam, karşılıklı yorgunluktan olacak önce yumuşadı, “dost acı ve açık söyler” türünden değişlerle giderek tavsadı ve karşılıklı iyi dileklerle son buldu. Törenin uğurlama faslını takiben Büyükelçiliğe döndük. Olayın tamamına tanık olan eşim ve mükemmel bir memur olan müsteşarım (Büyükelçi) Alev Kılıç ile durumu değerlendirdik... *** Bulgar yönetim ve halkını Türklere karşı baskı, terör, zulüm, soykırım ve katliamlar düzenleyerek yüreklendirmeye çalışan TodorJivkov ve erkânı bu Saray Düellosundan sonra her gün birkaç adım geriledi ve nihayet Türklerin 1989 Ayaklanmasının önü alınmaz etkisiyle 10 Kasım 1989’da devrildi. Ardından atılan yeni büyük ve cesur adımla Bulgaristan Türkleri siyasi sahneye çıktılar. Ne yazık ki bu atılımda tuzağa düşürüldüler, ama her gün biraz daha uyanıyor ve bilinçlenerek gerçekleri görmeye başlıyorlar. *** Partinin başına ekilen Ahmet Doğan ve Lütfi Mestan gibi liderler “Aldatma Yok!” kuralını bozdular ve halkımızı çok üzdüler. Bugün 04.Ağustos.2018 tarihinde DOST Paşmaklı (Smolyan) kanalından paylaşılan bir açık mektup var ve şöyle diyor: “DOST partisi başkanı şu aşağıdaki üç kurum elinde çok kötü niyetli bir araç ve silah mıdır?: P GERB lideri ve Başbakan BoykoBorisov’un ve DANS’ın silahı! P Ahmet Doğan ile gizli Bulgar servisi ile Rus gizli servisi DS - KGB zehirli silahı ya da PAmerikan Merkezi Haber Alma servisi CIA’ya hizmet ediyor. DOST partisinin yeni bir kongre çağırması ve Başkanı değiştirme zamanı gelmedi mi?” Okuduğunuz için teşekkür ederim. Devam edecek.


Makale ve Analizler - 2018

187

Karanlığı Işıkla Yakanlar

Oya Canbazoğlu Dirier-20.Ağustos.2018

Konu: Kökten gelenler bizdendir. Geri dönüş kaçınılmaz mı! İçine düştüğümüz karanlık, öyle bir zifiri karanlık ki, anlamaya çalışıyorum, kendime bile anlatamıyorum. Boyacılara gittim, karanın zifiri karası yani kapkarasını hangi renk karışımla elde ediyorsunuz? diye sordum. Hiç biri cevap veremedi. Çünkü Allah renkleri yaratırken kara örneğini kömür ve kara kaya yanağına sürmüş, küstahlığın ve ihanetin rengini yaratmayı insanlara bırakmış... Onlar da kömür rengini değiştirmek için onu ateşe atmışlar, kül rengini bulmuşlar. Kara kayayı ateşte çatlatmışlar. İçinden mücevher çıkmış... Bulgar hükmünde geçirdiğimiz şu 140 yılın karanlığı bir tek rengimizi değil özümüzü de değiştirilmek istedi. “Eritilmek”, “asimile edilmek”, “zorlayarak soya döndürmek” denemelerinden hep kıvılcım, hep alev ve mücevher çıktı. Bu konuda, kalın kitaplarda yazılanların hepsi yalandır. Alev rengiyle doğar ve rengiyle ölür. İnsanlar, kendilerine benzeyen bir sima ile doğduklarından dolayı, onların şekli ve özüyle ilgili yapılan tüm işlemler yapay ve köksüzdür. “Benzeşiyorlar”, “o kadar çok benziyor ki, şaşırdım!” gelişi güzel savlardır. Bulgar kimliğimin şifre bölümündeki son rakam kaç kişinin sana benzediğine işarettir. Oysa bana benzeyen yoktur. Biz her birimiz tek ve emsalsiziz. Arkada kaldığına inanmak istediğim, özellikle en zor yıllarımızda, özümüzü değiştirme denemeleri, daha somut bir ifadeyle “Bulgarlaştırılmaya zorlayışın” ağır zulüm yılları gönlümüzü sarstıkça şiirimizi ve sanatımızı çok derin etkiledi. “Kurşun gibi ağır” ortamı sakinleştirmek isteyen yaşlılar, “aşı çekirdeği boştur, eksen de bitmez! Sabırlı olun!” derken, iç çekiyorlardı. O zamanlar, bahçemizde dolaşan dedemin aşı fidanların dibine çömelişi ve köke yakın fışkırmış “piçleri” seyredişi hala gözlerimin önündedir. Yıllar sonra en değerli olanın o filizler olacağına inanıyordu. Bulgarlarla aynı kültürde buluşmayı ve uygarlaşmayı kabul edince “bize yanlış aşı yapıldığını” söylüyordu dedem. Ne var ki, insan ruhu ağaçlar gibidir, özüne yapılan aşıyı kendisi yok edemez ve zamanını doldurmasını beklemek ve kökten yeni filizlerin fışkırmasını beklemek zorundadır. Bu bekleyişin adı sabırıdır.


188

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Günümüzde Eski Kıtadaki birçok halklar gibi Bulgarların da suyunun kesildiğine tanık oluyoruz. Suyun kesildiği yerde hayat yeşermez. Taşıma suyla orman denizi yetişmez!. Ağaçların mücadele alanı köklerindeki sudur. Özü yaşatma davasıdır. Aşı yapraklar, aşı meyveler, kök özden gelen dalların meyve biçimlerinden, renk ve lezzet bakımından farklıydı. Bu dava özü koruma davasıdır. Türk kimliğimizin içine düştüğü karanlığı aydınlatmak için 1984 - 1989 yıllarında bedenini ateşe veren, yüksek binaların 4. ve 5. katlarından atlayıp ışık olan kardeşlerimiz var. Onlar, halkımızın ancak kendi aydınlığında yaşayabileceğinin farkındaydılar. Onlar karanlıkta parlayan mücevherlerimizdi. Bulgaristan Türk toplumunu onlardı yüreklendirdi. İlk kıvılcımların buluştuğu yerde ruhumuz kaynaştı. Ruhsal buluşmamızdan can çekiştiği sanılan mücadeleci kimliğimiz baş kaldırdı. 1989 Mayıs Ayaklanmamız alevlendi. Karanlıkla aydınlığın bu savaşımda asla sönmeden parlayan çok önemli simalarımızdan birisi şair Mehmet Karahüseyin’dir. Bir şair olarak onun yürüdüğü yol, aşıyı kabul eden baba ile kök suyundan kopmayan oğul arasındaki kavga yolu oldu. İntihar eden Mehmet karanlığı ölümüyle yaktı. Bu kavga, zifiri karanlıkta, hiçbir kıvılcım çakmayan, babanın oğula, oğlun da babaya güvenmediği bir ortamda yürütülmüştür. Baba şair, oğul şair, belki ikisinin de gece şiirler vardı... Karanlık sokaklarda gece yalnız yürürken hep yanan bir lamba aradılar. Gece kül olmak için her gün bir kor gibi yandılar. Tek kıvılcıma rastlanmazken, şair Mehmet Türk özüne ve kimlik bilincine hayat hakkını alev ve kül olmakta buldu. Onun ateşi insan özünün asla değiştirilemeyeceğini gösterdi. O, Bulgaristan Türklerinin her şeye rağmen kimliğini koruma yolunda, hak ve özgürlük davasında ebediyen dalgalanan bayrak oldu. Onun emsalsiz kahramanlığını her geçen an daha iyi anıyoruz. Karanlığı aydınlatan adına şiir geceleri düzenliyoruz. Destanlarını tercüme ediyor, kitaplarını yayıyoruz. Şair Mehmet’in yakın dostu ve yaratıcılık ruhlarının aynı semalarda uçuştuğu Dobrucalı şairlerimizden Yusuf Yakubov “Gece Gündüz” derlemesinde yayınlanan İntihar şirinde şöyle haykırdı.


Makale ve Analizler - 2018 Bir zamanlar baban derdi ki: “Demiri ne kadar dövseler Ne kadar şekil verseler Demir demirdir işte...” Sen ne çelikmişsin, dostum Seni, beni, bizi Eritmek istediler Erimedik!

189

İntihar Şekil vermek istediler Olmadı. Kalıba giremedik! Dostum Mehmet, sen bir alev misali Yandın tutuştun... Ateşinin korlarını bize emanet bırak Nur içinde yat Allah rahmet eylesin!

Şair Mehmet’in onurlu yaşamıyla gurur duyuyorum. 1878’den beri üzerimize gelen ve hepimizi birden gömmek isteyen büyük bir çığ Mehmet gibi kendini ateşe veren kahramanlarımızın ateşiyle durduruldu. Kıvılcımları alev aldı. Halk ayaklandı. Zulme rağmen, zulmün içinden fışkırdı. Biz Türk’üz ışığı yıldız gibi tüm Bulgaristan’da parladı. Şu iyi bilinmelidir: Türk kimliğine ihanetin hiçbir nedeni ve haklı gösterilebilecek bir gerekçesi olmaz, er ya da geç bedeli olur. Onlar kendini yakmakla ancak zaferin bizim olacağını müjdelediler. O günden bugüne 35 yıl geçti Mehmet! Bizim, Bulgaristan Türklerinin ana konularıyla ilgili değişen hiçbir şey olmadı diyebilirim. Genç Bulgarlar Batı Üniversitelerinde okudu. Tezler yazdılar. 1878’den sonra Bulgaristan’da yaşayan bütün azınlıklara neden zulüm edildiği tezini işlenmedi. 1984 - 1989 döneminde Türklere zulüm ederek isimlerini, öz kimliklerini, dünya görüşlerini, gelenek ve göreneklerini değiştirmeye çalışmamız yanlış oldu, konusu da işlenmedi. Büyük sayıda Türk sürgün edildi. Hapse atıldı. Zifiri karanlık hücrelerde el yordamına ışık ararken ölenler oldu. Şair ve Bulgaristan Türklerinin Kahramanı Büyümüz Nuri Adalı gibi 24 yıl içeride kalanlar var. Bu kahramanları biz bırakın Türk Dünyasını kendi insanlarımıza bile anlatamadık. Onların kavgası ışık olmak içindi. Rahleye oturmuş çocuğumuza kalem olmak, harf olmak, gelinlik kızlarımızın duvağına nakış olmak, ana gibi ana, baba gibi baba olmak içindi. Ne yazık ki kendi ateşimizi henüz yakamadık. Türk ocağı başına oturamadık...


190

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bizim memleket öyle bir memleket ki hapislerden hak ve özgürlük Güneşi doğmuyor. Doğmadı. Bize gelen ışık ateş böceği gibi gelip geçiyor. 1989’da tam “aydınlığı yakaladık,” dedik. O da olmadı! Sizin ışığınız davul zurnayla, yasalarla gelecek dediler. Çok ulusal ve uluslararası anlaşmalar imzalandı. Anayasa değişti. Fakat insan hakları, azınlık hakları, siyasi sistem, etniklerin kültürel hakları, kolektif hak ve özgürlüklerimizin, adalet ve demokrasinin fidanları şu bizim toprakta bir türlü tutmadı. Toprağın mayası mı bozulmuş nedir!?... Şimdi son umudumuz Dağ Drouklarındadır. 29 Temmuz (Pazar) günü Koca Balkan’ın “Buzluca” Tepesinde Bulgaristan Sosyalistlerinin bayrakları altında ve Hırvat besteci GoranBregoviç Orkestrası nameleri eşliğinde buluştu. “Bulgaristan’ın Yeni Yüzünü” görmek isteyenler gelmişti. Bilirsiniz, katliamların, zulmün, soykırımın, toplum suçlarının toplumsal tablosu siyahtır. Koca Balkan doruklarını kara bulutlar sardı ve “Yeni Bulgaristan Yüzü” görülemedi. Göğün dinmeyen gürleyişinde şimşekler çaktı. Umut: tarih tekerrürden ibarettir. Senin ölüm yılın da aydınlığı çağırdığımız yeni çığlığımızdır. Sen varsın ve ebediyen bizimle olacaksın. Sen adsız bir kahraman değilişin ve değilsin. “Buzluca” tepesinden kıvrak yolca vadiye otobüsle inerken radyo nefes kesen bir haber verdi. İspanya Sosyalist Hükümeti, yok olmaya doğru yol alan yerli İspanyol nüfusu çoğaltmak için “Mavrilere” vatandaşlık hakkı tanınacağını bildirdi. “Mavriler” M.Ö. Kuzey Batı Afrika yerlileri ile VIII. yüzyılda Cebelitarık Boğazını geçerek Pireney Yarımadasına yerleşen Müslüman Arap ve Berberlere, Mısırlılar hariç Kuzey Afrikalı Araplara (MAGREB) verilen isimdir. Bugünkü İspanya ve Portekiz topraklarına yerleşmişler ve zengin bir kültür bıraktıkları toprakların adı Endülüs’tür. Sözün kısası, İspanya sosyalistleri Afrika’dan gelen Müslümanları artık geri göndermeyecek ve yerlilerle karışarak toplumun kan tazelemesine dua edeceklerdir. Dünya 600 yıl sonra geri çark mı ediyor? Onlar XV. yüzyılda Endülüs’ten kanlı savaşlarla kovulmuşlardı. 1649’dan beri Türkler de Avrupa’dan çekiliyor. Bu büyük saldırıları 1918 Sakarya Savaşında Atatürk öncülüğünde durdurdu. Balkanlardan ve Bulgaristan’dan göçler şeklinde geri dönüş çığı durmadı. Şair Mehmet Karahüseyin ve binlerce başka kardeşimiz kendilerini yakarak ya da kurşunlara göğüs gererek bu sonu çıkmaz olan yolu kesmeye çalıştı. Ne var ki, bu zorlu göç seli benim soyumu da Vatanımdan söktü.


Makale ve Analizler - 2018

191

Bulgar suyu da çekiliyor. Tarih yineliyor. Komşu komşunun külüne muhtaç olur, devri kapı açıyor. Sabrın sonu selamet atasözünü tekrar edenler haklı çıktı. Tarihin karanlığı içinde kederlenmek ve kahrolmak var. Pişman olmak da var. İspanya rüzgârlarının bizde de esmesini bekliyoruz. Biz ruhumuzu kimseye teslim etmedik. Yandık yakıldık, koptuk kovulduk, ateşten doğduk, vardık varız! İçimize sindiremediğimiz hiçbir şey yok! Umut ateşimizde özlem var. Kökün dibinde ve karanlıktaki ışık veren, biziz. Medeniyet arayan önce bizi bulur. Gelin! Kıvılcım alın! Medeniyet biziz.

Kurban Bayramımız Kutlu Olsun!

Neriman Eralp Kalyoncuoğlu-20.Ağustos.2018

Konu: Kurban Bayramımız kutlu olsun! Bayram Zirvesinden Kâinat ın yaratıcısı yüce Mevla’m merhamet sunsun Birlik beraberlik içinde kurban bayramınız kutlu olsun. Biz Bulgaristanlı ve Bulgaristan’daki Türkler, Müslümanlar alicenap insanlarız. Bu duygusallığımız, hele Kurban bayramı gibi ulusal geleneksel manevi yakınlaşma günlerimizde iyilik, güzellik, saygılı olma ve doğru davranma şeklinde ifade buluyor. Köylerimizde ve kasabalarımızda Bayram gününde yardımseverlik, herkesin yaratanla aynı yakınlıkta olmaya gayret etmesi, bayram günüyle uyanan ödev bilinci, bayram günündeki kişisel sorumluluk ve insan sevgi ve saygısı kendini gösterdi. Doğru ahlaksal eylemleri sezinleyen insanlarımız bu defa da ben daha büyük kurban kestim yarışına girmedi. Erkekler bayram selamını Allah Evlerimizden aldı ve ailelere taşıdılar. Sıcak kucaklayışlar dualarla karıştı, çocuklar, gençler el


192

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

öptü, bayramlık hak etti ve yaratan huzurunda birlikte ve beraberce, en temiz yürekle olma hummalı çalışmaları başladı. Kurban bayramınız mübarek olsun Halil İbrahim’den bize emanet olan Kestiğimiz kurbanlar mübarek olsun Bu bayram da iyi niyetimiz, ilhas ve samimiyetimizle dualarımızla kurbanlarımız kabul oldu. Kurban kesmekle Allah’a olan bağlılığımız ifade edildi. Kurban ibadetinin her anında Allah’ın adı anıldı. Okunan hutbelerde barış, huzur, iyi komşuluk ve hoşgörü dileklerimiz ifade buldu. Bizim bayram algımızda, kurban Bayramı bütün insan alemine bir hediyedir, aynı zamanda tüm kırgınlık alametine bir feyzi - rahmet bağıdır, kesilen her kurban insanları birbirine yakınlaştırır, müminlerin yüreklerine çözülmez birlik kelepçeleri takar, Müslümanlar mutlu hayrı - seyir yolunda birleşir ve her birimizin yüreğinde sevgi ve saygı kurban olur. Kurban Bayramı dostluk ve kardeşlik bağlarının tazelendiği günüdür. Dört bayram günü boyunda sohbetlerde herkesin gönlünde sevgi, barış ve huzur çiçekleri açar çevresini güzelleştirdi. Bulgaristan’da yıllarca Bayramlarımızı yasaklayanlar, kurban bıçaklarımızı çalan, kurban kazanlarımızı delenler bu yıl da fakir, yoksul ve yetimlerin haklarının dağıtılmasını engellemeye çalıştılar. Bayram günü kasaplarda helal kesimlerin durdurulmasını istediler. Sofya’da Bulgaristan Türkleri Diyaneti ve Başmüftülük önüne toplanarak kurban kesilmesine yasak getirilmesini isteyerek, akla karayı yeniden birbirine karıştırdılar. Küslüklerin bitmesini engelleyip, kırgın kalplerin barışmasına engel olmaya çalışırken, aydı zamanda bu memleket bir Hristiyan alemidir, ve biz ne buyurursak o olacak demeye çalıştılar. Bulgar makamlarının benzer olaylara seyirci kalması ülkede demokrasinin oturmadığına, çok kültürlü ve çok dinli, farklı yaşam kuralları olan bir toplumsal düzenin oturmadığına yeni kanıtlar getirdi. Günümüzde çevreci veya hayvan severler gibi isimlerle meydanda dolaşan ve tören arifemizde kol gecen bu tipler, aynı ortamda yaşayan insanların dil, din ve kültürel özelliklerindeki farklara saygının, toplumda bütünleştirici rolünü, vatandaşların birbirinin gelenek ve adetlerine, bayramlarına saygı gösterdikçe, toplumun huzur bulacağını anlamak istememeleri her gün biraz daha düşündürücü olmaya başlıyor. Kurban bizim ibadetlerimizden biridir. Yaratanın adı anılarak yapılır. Bununla birlikte uygulanan kurban bayramı düzenimiz, kural ve ilkelerimiz vardır k bayram günü hayır elimizle gönlümüz açılır ve din ve etnik ayrım gözetmeksizin herkes


Makale ve Analizler - 2018

193

payını alır, kurban kazanlarından yükselen koku bütün gönüllere dolar. Bu bereket, dostluk, kardeşlik ve anlaşarak yaşama, beraber olma özlemi ifadesidir. Kurban kesmek, bayramlaşmak, kurban sofrasında birlikte olmak, infak etmenin ve sehâvetin tadını yaşamaktır. Kurban, küslerin barışma günüdür. Kurban, yoksulları, garipleri ve muhtaçları sevindiren, akraba ve komşular arasındaki irtibatı ve sıla-ı rahmi temin eden kutsal ibadetlerimizden biridir. Türk - İslam Aleminin bayramı kutlu olsun! Sevgili okurlarım, Sizleri, Kurban Bayramı ile ilgili ahlaki ve felsefi düşüncelerini paylaşan, eli öpülesi, üstat şairimiz Naim Bakoğlu baş başa bırakıyorum: Bayramlar Bayramlar İslam Dinimizin Yol Haritasıdır Adaletin ve hoşgörünün aynasıdır Bayramlar Bayramlar kimsesizlerin sitemli göz yaşıdır İnsan olmaların aydın sayfasıdır Bayramlar! Bayramlar hep beni benden alıp hızla götürür Ve bırakır çöllerde ıssız, kervansız bir yere! Orada karşıma dikilir yaşadığım ömür - Sorgusunu yaparım yüzlerce, binlerce kere! - Ne verdin, ne bekledin ve ne aldın sen yaşamdan Oldun mu yanında hiç garibin muhtac anında? Yani rahatsan eğer uykudan önce akşamdan Bayramlar hakkındır, şifalar akar mert kanında! Kervansız çöllerde sen yapayalnız kalsan bile Allah’ın yanında olacaktır, kurt, kuş - hayranlar, Kâinatın ortasında geleceklerdir hep dile, Yalnızlığını hissettirmeyecektir Bayramlar! Çöller ortasında duyduklarımdan rahatlarım Ve gözönüme gelir verdiklerimin meyvesi! Omuzlarımda yeniden güç bulur kanatlarım - Bayramlar dost kahvesinin en has onur telvesi! İyi Bayramlar.


194

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Dokuz Yüz Yıl

İbrahim Soytürk-21.Ağustos.2018

Konu: Kaynağından Güç Alan Berrak Serüven! Geç orta zamanda ve yeni zamanlardaki tarihsel maceramız Balkanlar’da – Trakya ve Ege’de geçti. Çavdar ve nohut kahvesi ile başladı. Kahveli medeniyet doğdu ve yaşamaya devam ediyor. Batı uygarlığı köpüklü kahveyi ve telvede fal bakmayı öğrenemedi. Beğendiği her şeyin adını değiştirip özümsedi. Rengini, kokusunu ve tadını bilmediği “Yemen kahvesine”, “Viyana Kahvesi” dedi. Kanaya koydu “Mocca”, makinada süzdü “Filtreli” ekledi. Şekerli şekersiz sonradan geldi. Bir parça şeker özünü iki diş arasına alma kültürünü öğrenemedi gitti. Türk İslam kültür ve medeniyeti Rumeli’ye eşeksırtında gelmedi, sırtta taşıyanlarca temsil edildi. Unutulmamalıdır! Biz bu coğrafyada İstanbul’un fethinden önce de vardık. Bu fetihle doğan Yeni Çağın yarattığı binlerce manevi eserde biz de vardız. İslam’ın Balkanları fethetmesinde yer aldık. 100 makam ve 300 ritimle geldik. Olayın yankılanması devam ediyor. Akıncı ve Mohaç türküleri yaşıyor. Asırlar önce Avrupa’ya akan ve Viyana Kalesi’ne çarpan dalga geri dönmek üzeredir. Yukarı Tuna boyunda her gün “Kaffe Zeit” -Kahve Vakti- geldiğinde fincanına bakıp kabarcık sayanlar o dalganın dönüşü hayaline ürperiyor. Uygarlaştırma serüvenimizin Batı macerasında 300 yıllık kahve huzuru bireyden kişi yaratan anlayışın biçimlendiği döneme rastlanır. Türk milleti olarak biz, İslam medeniyetini yoğururken içine kendi tuz, renk ve zevklerimizi de katabildiğimiz inancıyla yaşıyoruz. Üstelik Balkan İnsanı Kimliği ve Batı medeniyetini mayalayıp biçimlenmede çok önemli katkılarımız olduğuna inanıyoruz. Ve yine altını çizmeden geçemeyeceğimiz, İslam’ın taşıyıcısı olan Türklük Balkanlara derin kökler salarak Batıya doğru uzanışı gerçekleştirmeseydi, bugün yerel, ulusal, bölgesel, kıtasal ve küresel tarihte gündem olamazdık. 900 yıldan beri içtiğimiz suyun berrak kaynağı, Büyük Selçuklu Devleti’nin kurulması ve Hilafeti sözü geçer duruma getirmesiyle akmaya başladı. Yoluna bent çekmek isteyen geçmişi zengin, sınırları Balkanlar’da Tuna’ya, güneyde Suriye’ye dayanan Bizans 1071’de Malazgirt’te ezildi. 26 Ağustos 2018’de yıldönümü kutlamaları var. Olayın önemi üstüne Türkiye Cumhuriyeti Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan konuşacak. Ezilen (1071) -Bizans- çok büyük, tecrübeli, azametli, lakin yorgun ve belki de şevksiz ve heyecansızdı. - Bu tespit, o zamanlar nargile falına bakanların fokurdayış sesinden okuduklarıydı.


Makale ve Analizler - 2018

195

Malazgirt fetihten iki önemli şey doğmuştur: 1) İslâm Coğrafyasında Siyasi Birlik 2) Batı Fethi Akını başlamıştır. Fetih hareketinin asıl hedefi, kitleler halinde Batıya akan Türkmen boylarının yerleşik düzene geçeceği yerlere yönelmesi oldu. Tarihin kon göç sayfası kapandı. Yeni coğrafyanın bir kısmı yol boyunca Anadolu ve yolun ucuna yayılmış, bozkırın şartlarıyla mukayese edilemeyecek kadar zengin ve yaşamaya cazip imkânlar barındıran Rumeli enginiydir. Akınlı hareketlilik ve yığılan birikim Bizans üzerinde son derece büyük bir baskı uyandırdı. Zamanını dolduran dev Bizans’ı yıpradı. O zaman Konstantinapol’de Türk Kahvesi kaymağının özelliğini henüz bilmeseler de, tarihin çöküşü anlamında kullandığımız kaymak dönüşü, cezvenin üzerinde artık biçimlenmeye başlamıştır. Güneşin battığı yere yönelen akıncılar her zaman akarsu vadilerince ilerlediler. Sarp dağ geçitlerinden geçerek de üstlerine geri döndüler. Esas amaç, fethe hazır hale getirilmek istenen bölgelerdeki direniş unsurlarını yumuşatmak ve orayı muntazam ordunun fethinden sonra anavatan edinerek yerleşebilecek ve ebediyen kalınacak bir yer haline getirmekti. Akınlar başarılı, her an olabilir nitelikteydi. Düşman yavaş yavaş ama sürekli bir şekilde aşındırılıyor, psikolojik gücü ise Türk akınlarına karşı ümitsiz ve çaresiz bir noktaya doğru itiliyordu. Selçukluların dev gücü Doğu’da Bizans sınırlarını her gün biraz daha aşındırıp aşıyordu. Zaman Selçuklu ve Bizans arasındaki nihai hesaplaşmaya doğru süratle akıyordu. Tarih 1071’di. Bizans Ordusu Romanos Diogenes komutasında Malazgirt Ovasında Selçuklu ordusunun karşısında harp düzeni aldı. Selçuk akıncılarının Bizans kıtalarına ani bir saldırı yaparak Türk asıllı askerleri savaşta imparatorun yanında olmaktan alıkoyması ve Selçuklu ordusuna katılmaya ikna etmesi, cenk meydanında durumu değiştirdi. 40 bin Kuman - Peçenek Türk Selçuklu oldu. Bu gelişmeler Selçuklu ordusunda büyük bir sevinç ve güven, Bizans askerlerinde ise karamsarlık ve düş kırıklığı yarattı. Bu savaşta Diogenes esir oldu. Ancak 400 yıl tarihi olan İslam, Bizans İmparatorunu kendine bağlamayı başarmıştı. Yapılan Selçuk - Bizans Antlaşmalara göre Bizans devleti Selçuk devletine tabi bir devlet haline geldi. Bu tarihi savaştan sonra Selçuklu İslam kültür ve medeniyeti önce Anadolu’ya, ardından da ardından da Osmanlı döneminde Rumeli’ye bütün kudretiyle yerleşti. Malazgirt zaferine git gide dönüşerek bütün Anadolu’nun Müslümanlaşması da eklenmiştir. Olaylardan en çok rahatsız olan Roma Papası oldu. Müslümanları Asya’ya geri püskürtmek için Avrupa Katoliklerini ayağa kaldırdı. Daha sonra bu


196

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

gelişme İslam dünyasının bütün yeraltı ve yer üstü zenginliklerini ele geçirmek şeklinde asırlarca devam etti ve ediyor. 1096 ile 1120 yılları arasında Anadolu, Suriye ve Filistin üzerine 8 Haçlı Seferi düzenlendi. Bunların ilk dördü Anadolu üzerinden karadan, diğerleri ise Akdeniz üzerinden gerçekleştirilmiştir. İlk seferler sonunda Antakya, Urfa ve Kudüs’te 3 Hıristiyan krallığı kuruldu. Doğu Akdeniz kıyılarında ve adalarda bir kısım arazi haçlılara geçti. Anadolu’dan geçen Haçlılar Selçukluların çok çetin mukavemeti ile karşılaştılar. Büyük kayıplar verseler de Haçlılar Filistin ve Suriye’ye ulaşabildiler. Sert direnişle karşılaşan Haçlılar sonuçta Orta Doğuya yerleşemediler. Neticede İslam Dünyası bu saldırıların hepsini başarıyla püskürttü. Kurdukları 3 krallık uzun ömürlü olmadı. Ne var ki, Bizans ile Selçuklular arasındaki savaşlar bir asır daha devam etti. 1176’da İkinci Kılıçaslan Konstantinapol üzerindeki Anadolu galibiyetini bir daha kesin zaferle sonuçlandırdı. Böylece ve Haçlıların ve Bizans’ın Türkleri yeniden Doğu’ya sürme emelleri tamamen sönerken, Bizans İstanbul ve Marmara Bölgesine sıkışmıştır. Bu zaferlerle Türk hakanlar tarih değiştiren çok önemli dönüşümlere imza attı. Bu gelişmeler sonucu yakın ve uzak halklar dünyanın geleceğinin Sünni İslam’ın zaferlerine bağlı olduğuna inandı ve Selçuklulardan sonra gelen Osmanlıyı egemen olarak kabul etti ve tanıdı. Osman oğulları tarihsel gelişmelerin akışını şu sözlerle belirledi: “Biz bu ülkeleri silah kuvveti ile aldık. Bid’at bilmeyen temiz Müslümanlarız. Bu sebeple Allah bizi aziz kıldı.” Özetlendiğinde biz Türkler için Malazgirt’ten sonra anavatan coğrafyamız Alpaslan tarafından açılan topraklardadır. Nitekim bu toprakların bize anavatan olabilmesi, Alpaslan ile başlar fakat onunla bitmez, uzun asırlara yayılı, sabırlı, kararlı ve birbiri ile uyumlu gayret ve çabaların neticesidir. 1878’den sonra biz Bulgaristan Türklerinin Vatan mücadelesi yeni bir anlam kazandı. Ata toprağımıza dört elle yeniden sarıldık. Her taşı ve her çöpü için yeniden kurbanlar verdik. Anadolu’nun anavatan olması! Malazgirt’ten sonra ele geçirilen coğrafya daha ilk günden baştanbaşa bir vatan olarak hissedilmiştir. Anavatan olarak kabul edilmiştir. Bizim temel duygumuz ve değişmeyen büyük gerçekliğimiz de böyle doğmuştur. Büyük Selçuklu ile başlayan, Anadolu Selçukluları, Beylikler ve Osmanoğulları ile devam eden sürekli ve birbirinin devamı olan, biri diğerini bozmayan kapsamlı faaliyetler silsilesinin eseridir Vatan! Şüphesiz adı geçen bu tarihsel dönemlerde zafiyet ve istikrarsızlıklar ortaya çıkmıştır, ama bunların her yerde ve her zaman görülen toplumun doğal olayları olduğu unutulmamalıdır. Aynı dönemde Anadolu’da


Makale ve Analizler - 2018

197

yüksek atılımlı bir gelişim süreci izlenmiştir. Bu atılımların birincisi Anadolu’nun Ortodoks Bizans’tan Sünni İslam Türk’e dönüşümü gerçekleşmiştir. İnsanların dünya görüşü ve kültürü sürekli zenginleşerek değişmiştir. Çok kültürlülük, karşılıklı hoşgörü yerleşmiştir. O zaman Vatan duyumsaması yerleşmemiş olsaydı bu atılımlar kimliksiz ve kişiliksiz kalmaya mahkûmdu. Bu topraklarda art arda yaşanan büyük felaketlerden biri Haçlı seferleri ise, ikinci dehşet de Moğol istilasıdır. Alpaslan güçleri dev Haçlı Ordularıyla Anadolu boyunca savaşmış ve onları zayıf düşürmüştür. Şu husus hiç gözden uzak tutulmamalıdır ki gerek haçlı seferler gerekse Moğol istilası İslam medeniyetine karşı girişilen yıkım ve imha teşebbüsleri zincirinden halkalardır. 600 yıl sonra bu serüvenin devam ettiğine bugün de tanık oluyoruz. Türkiye’nin ulusal güç sınırlarından taşarak bölgesel güç olması, küresel 20 dev arasına girmesi, Türkiye’nin katılımı olmadan çözülemeyecek olaylara bakışı değiştirmiştir. Neticede milli Türk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nin, İslam medeniyetinin devam ederek gelişmesinde Anadolu’nun sonuç belirleyen katkısı, alınmaz bir kale haline gelmesi dünyaca tanınmış ve takdir buluyor. Bir defa İslam medeniyeti düzenle birlikte huzur ve ahlak getirerek, Anadolu ile Batıya açılmıştır. Malazgirt zaferinin Anadolu’ya tesiri 2 - 3 asır devam etmiştir. Yeni medeniyetinin Batıya açılma süreci sırf Anadolu’nun fethi ile kalmamış, bu arz tarihi ve iktisadi yönden belli bir olgunluğa erişince Batı yolculuğu bu kez Osmanlılar ile Rumeli üzerinden Orta Avrupa’ya kadar devam edecektir. Bu dönemde bugünkü Bulgaristan toprakları barış ve huzur içinde Türkleşmiştir. Osmanlıların gerçekleştirdiği 6 asır süren bu yolculuk, İslam ve Türk medeniyetini her an dünya siyasetinin gündeminde tutmuş, bu medeniyet son asırlarda dünya siyasetini yönetmeye ve yönlendirmeye teşebbüs eden Batı kamuoyunun en önemli meselesi olmuştur. İslam medeniyetinin Alpaslan’la başlayan Batı Macerası Anadolu’da başlanmıştır. Osman oğullarıyla semeresini vererek Batı medeniyetinin evirildiği coğrafyalarda hükmünü ve tesirini icra etmiş ve böylece kazandığı derin ve engin tecrübeleriyle günümüze kadar gelmiştir. Malazgirt törenlerinin anlamı budur. Malazgirt berrak bir tarih kaynağıdır. Yeniden yükselen bir akın dalgasının başlangıç noktasıdır. Yazımızın 2. Bölümünde Kosova Savaşını ve Osmanlının Balkanlara yerleşmesini ve Balkan İnsanı Kimliğinin oluşum ve biçimlenmesini anlatacağız. Okuduğunuz için teşekkür ederim.


198

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Eski Bayramları Geri Getirin

Nevzat Öztürk-22.Ağustos.2018

Eskiden bayramdı; şimdi ise sadece tatil. Bayramlar çocuklar içindi de, biz mi büyüdük? Yoksa gerçekten de kaybettiğimiz değerlerin arkasından üzülmekten başka çaremiz mi yok? Siz de derin bir ah çekip, “Nerede o eski bayramlar” diyenlerdenseniz, biraz hatırlayalım, biraz da hatırlatalım istedik... Bayram denilince hep o eski bayramlar gelir akla. Dedelerimiz nerde o eski bayramlar derdi babalarımız da ve bugün de diyoruz nerede o eski bayramlar diye. O bayramlarda değişik ve güzel olan ve özlem duyduğumuz o bayramlarda ne vardı acaba? Evet, o eski bayramlar nerede... Önceden var olan ve şimdi de yok olmaya başlayan adetlerden şunları sayabiliriz: Önceden annelerimiz değişik değişik tatlılar yaparlardı, geleneksel bayram tatlısı da şüphesiz baklavadır. Her aile ferdi komşu ve akraba ziyaretlerine giderdi. Kapılarda da güler yüzlü bekleyen nineler vardı, bayramını kutlayan bu çocukları bekleyen nine de çocuklara şeker verirdi. Çocuklar da neşeli neşeli yaşlıların ellerini öperdi ve karşılık olarak birer şeker veya az miktarda para alırlardı. Fakat, maalesef artık bu adetleri göremiyoruz. Çocukları bayram gününde daha az görüyoruz ve çocuklar da bu bayrama daha az sevinmektedir. Bayram her çocuk için erken erken kalkmak, yeni eşya giymek ve en yakın komşu ve akrabaları ziyaret etmek demekti. Şimdi de artık bu eski heyecanlar yaşanmıyor? Aile ortamda yaşadığımız bayramlar artık sadece hatıralarımızda kaldı. O günlerde herkesin birbirine verecek bir şeyi vardı mutlaka: Sevgisi, güler yüzü, hoşgörüsü...Küsler de mutlaka bayramda barışırdı. Fakat artık bunlardan eser kalmadı... Her bayramda eski bayramları özlemekteyiz... Fakat, burada bir soru aklımıza geliyor: Bayramlar mı kendi güzelliklerini yitirmiştir yoksa biz mi bayram sevinçlerimizi yitirdik? Ne dersiniz? Bu eski bayramlar yaşanmamakta artık...İnsan bazen bayram olup olmadığını anlamıyor. Her bayram yaklaşırken dile getirilen geçmişe özlemi, biraz da serzenişi anlatan “Nerede o eski bayramlar” sorusu, zaman içinde bayramların büründüğü farklı anlamları ortaya koyuyor. Bayramın isminde ve duygularında değişim olmasa da özellikle büyük kentlerde “eski” ve “yeni” bayramlar arasındaki belirgin farklar, her kişiye göre farklılık, çeşitlilik göstermekle birlikte, genel hatlarıyla şöyle sıralanıyor:


Makale ve Analizler - 2018

199

Eski bayramlarda, hazırlıklar, tatlı bir telaşla günler öncesinden başlardı. Evlerde bayram temizlikleri yapılır, halılardan perdelere her şey yıkanır, bayramda mis gibi koksun diye bütün ev havalandırılırdı. İkram edilecek “bayramın tadı” tatlılar, pastahaneden hazır alınmaz, sini sini baklavalar ve börekler ile yaprak sarmaları, kayısı ve erik hoşafları evde hazırlanırdı. Bayramda geniş aile sofraları kurulurdu. Kaybedilen yakınlar bayramlarda unutulmaz, arife günü mezarları ziyaret edilerek dualar okunur, mezarların etrafı temizlenip çiçekleri sulanırdı.Küskünlüklere son verilir, dargınlar barıştırılırdı. El öpenler daha çoktu, yaşlıların kapısı daha fazla çalınırdı ve henüz apartman dairelerine taşınılmadığı için pencerelerden çocuk sesleri duyulurdu. Bütün mahalleli birbiriyle bayramlaşırdı. Ziyaret edilemeyen yakınların bayramı telefonla ya da elektronik postayla değil, içine birkaç fotoğraf konulmuş kartpostallar gönderilerek kutlanırdı. Bayram sabahı top atışı yapılarak, bayramın geldiği müjdelenirdi. Çocuklar için büyüklerin, akrabaların kucaklarında yaşanan sevgiydi eski bayramlar. Şimdiki gibi her gün “duş alma” fırsatı olmadığı için özellikle arife gününden banyo yapılır, bayramlıklar ütülenir, muhakkak yatağın başucuna konur, hatta birkaç kez yerlerinde duruyor mu diye kontrol edilir, yeni elbiselere mutlulukla bakılırdı. Bayram sabahı erkenden sevinçle, coşkuyla kalkılır, yeni elbiseler, potinler giyilirdi. Eskiden çocuklar yeni bir giysi ya da oyuncak istediğinde “Bayrama az kaldı” denirdi, şimdiki gibi çocuklar ne isterse hemen alınmazdı. Belki de bu yüzden bayramlıklar daha bir kıymetlenirdi. Erkek çocuklar babalarıyla, dedeleriyle bayram namazına giderdi. Sabah erkenden kalkılan ama uykuyu alamamış bile olsa hiç “mızmızlanmadan” gidilen bayram namazları sonrası tüm aile büyükten küçüğe sırayla bayramlaşır, hediyeler, harçlıklar verilir, ardından özenle hazırlanmış kahvaltı sofrasına oturulurdu. Kahvaltıdan sonra hemen sokağa çıkılırdı. Kapı kapı bütün komşular, akrabalar, nineler, dedeler ziyaret edilir, elleri öpülür, gönülleri hoş edilirdi. Büyükler de çocuklara harçlık, şeker, mendil verirdi. Hatta bol harçlık veren komşu, diğer çocuklara haber verilir, o komşunun bayram boyunca kapısından çocuklar eksik olmazdı. Çocukların ceplerinin dolduğunu bilen seyyar satıcılar bile sırım gibi giyinir, sokakta horoz şekeri, macun, pamuk helva satardı. Mahalle bakkalından Arap kızı sakızı, biraz sonraki dönemlerde “Tipitip” sakızlar alınır, laklaklar, çatapatlar, mantar, maytap, torpiller çocukların sevinç seslerine karışırdı.


200

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bilgisayar başında yalnız oynanan oyunlar yerine sokakta akranlarla çelik çomak, misket, kuyu kazmaca, kovalamaca, dokuz kiremit, saklambaç, evcilik oynanırdı. Şehrin belirli meydanlarına bayram çadırları kurulur, gösteriler düzenlenir, Karagöz - Hacivat oynatılırdı. Ezcümle, herkesin “Nerede o eski bayramlar” derken hatırladığı anılar farklılık gösterse de eski bayramlara dair ortak hisler, yaşam alışkanlıkları, gelişen teknolojiyle birlikte değişen insanların, elektronik ortamda “yüz yüze sıcaklıktan” uzaklaşıldığı yönünde. Ve görünen o ki, biraz eskiye özlem, az biraz da toplumları “hoş” kılan bazı geleneklerin etkisini yitirmesine duyulan serzenişi içeren “Nerede o eski bayramlar” sözü lügatlardan hiç çıkmayacak. Günümüzde, özellikle de yoğun iş temposu nedeniyle bayramlar tatil ya da dinlenme fırsatı olarak değerlendiriliyor. “Çekirdek aile”nin hısım akraba ziyaretleri yapmak yerine tatile çıkması ve bu yüzden de el öpenlerin azalması sonucu büyüklerin bayramları daha bir “buruk” geçiyor. “Apartman hayatı”yla birlikte komşusunun kapısını belki de hiç çalmayan “şehirliler”, bayramlarda komşu ziyaretlerini de neredeyse unutur oldu. Ziyaret edilemeyen yakınlara içinde fotoğrafların olduğu kartpostal göndermenin yerini, telefonla ya da elektronik postayla yapılan bayramlaşmalar aldı. Özellikle büyük kentlerde yaşayan çocuklar, mahallede kapı kapı dolaşıp bayramlaşmak, topladıkları harçlıklarla aldıkları oyuncaklarla hep birlikte oynamak yerine, bayramı bilgisayar başında ve televizyon karşısında geçiriyor. Yeni alınan gıcır gıcır bayramlıklar, çocuklarda eski heyecanı yaratmıyor, çünkü günümüzde çocukların her istediği anne babalar tarafından hemen alınıyor. Bayramın ziyaret yerine tatil ve dinlenme konseptine bürünmesiyle, evlerde hazırlanan bayram tatlıları da yerini “ev tipi hazır tatlılara” bıraktı. Eskilerde Bayram, özlemle beklenen buluşma, şöleni.Eski Bayramlarda; Bayram; tatile gitmek değil, ziyaret etmek demekti. Eş, dost, akraba, komşu ziyaretleri yapılır, iade-i ziyaretler beklenirdi. Bayramda anneanne,babaanne demek ,el öpmek dua almak demekti. Mis gibi ütülenmiş, kolalanmış, tertemiz mendiller torunlar için hazırlanırdı. Aynı kıyafetlerle bayrama girilmezdi mesela, çünkü bayram; yeni pabuçlar demekti evvela... Arife gecesi yeni pabuçlarla beraber uyunurdu, annenin tüm kızmalarına aldırmadan, gizlice...


Makale ve Analizler - 2018

201

Sabah erkenden kalkılır, bayramlıklar giyilir, ailecek bayramlaşılır, sofraya oturulurdu. Kahvaltı sofrasından kalkar kalkmaz, soluğu mahallede alırdı çocuklar... Mahalleli hazırlığını yapardı önceden. Bozuk paralar, şekerler kapının yanında hazır bekletilirdi. Sokakta hazır beklerdi bayram salıncağı, gıcır gıcır sesi duyuldu mu, koşar sıraya girerdi çocuklar... Dünyanın en büyük lunaparkına gitmiş kadar eğlenirlerdi. Öyle jetonla, elektrikle falan değil, sadece salıncakçının gücüyle çalışacak kadar da samimiydi, bizdendi; seyyar salıncak. Seyyar salıncaktan inen çocuklar, çatapat, kızkaçıran cephanelerini toplar, sokaklarda “fiiçuuuyyyvv” sesleri yankılanırdı. Pamuk helvacı, kağıt helvacı, baloncu, elma şekerci, macuncu beklerdi her sokağın başında... Seyyar fotoğrafçılar gezinirdi bayram yerinde. Yepyeni bayramlıklarıyla hatıra fotoğrafı çektirirdi insanlar. Bayramdan günler önce atılırdı tebrik kartları, postaneler dolar taşardı. Sevgililer, hediyelerini, mektuplarını aracılarla elden gönderirlerdi gizlice. Sabrı olan telefon sırası beklerdi, bir dakika sesini duyabilmek için. Samimiyetsiz toplu bayram mesajlarından önce, el öpmeler vardı. Hatta köy yerlerinde el öpülür, topluca bayramlaşılırdı. Kolonyalar doldurtulurdu mahallenin kolonyacısından... Herkesin kendi kolonya şişesi olurdu, en havalı kristalinden... Misafire Türk kahvesi ikram edilirken, yanında likör ve badem şekeri unutulmazdı. Kahveler, tatlı sohbetlere vesile olurdu... Komşuda pişen mutlaka size de düşerdi... Komşuluk vardı çünkü. Yan yana kapılarda yediğiniz içtiğiniz ayrı gitmesin diye paylaşılır, komşunun tabağı asla boş gönderilmezdi geri. Bayram da ekmek çıkmazdı; fırınlar, bile çalışmazdı. Benim köyümde bayram inanılmaz geçerdi. Arefe günü köylü toplanır “davet” denilen “keşkek” yapımı için iş bölümü yapar derhal hazırlıklara başlamıştı. Kimi tereyağ, kimi tuz, kimi gündeme getirir. Köy meydanında ateşler yakılırdı .Üzerine konulan kocaman kazanlarda keşkek kısık ateşte pişmeye başlardı. Keşkek pişerken köylü çeşitli geleneksel oyunlarla eğlenirdi.Bayram sabahına


202

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kadar gece boyunca şölen sürerdi. Bayram sabahı çocuklarla camiye gidilirdi Camiye gidenler ceplerinde yemek kaşığı ve ellerinde bir kapla giderlerdi. Bayram namazı sonrası cami avlusunda keşkek ikramı yapılır, evlere götürmek için kaplar doldurulurdu. Herkes birbiriyle bayramlaşır, topluca mezarlar ziyaret edilirdi. Eve dönünce önce eşler birbiriyle bayramlaşıp, birbirlerinin ellerini öper kucaklaşırlardı. Sonra bütün aile bayramlaşırdı.Sonra Kurban kesilir, eti dağıtılır. Gün boyunca akrabalar ziyaret edilirdi. Çocuklar doyasıya eğlenirdik.Bayram samimi ve içten kutlanırdı. Bayramlar tazelenmeye vesile olurdu. Bayram yakınlaşmaya, kaynaşmaya vesile olurdu. Şimdilerde değerlerimizi, geleneklerimizi, samimiyetini kaybetmeye başladık. Eski bayramlara özlem devam ediyor. Eski anılarınızı gülümseyerek hatırladığınız; ama en az onlar kadar sevgi dolu bayramlar dileriz...

Maskeli Liderlik Nereye Kadar

Rafet Ulutürk-23.Ağustos.2018

Konu: Aslanın ensesi özgür olduğu için kalındır. Bin Bir Gece Masallarında, Birinci Dervişin Öyküsünde, Allah’ın emri buymuş, ne denir ki!.. Konumuza ilişkin en güzelini şair söylemiş: Bırak alınyazısı tamamlasın kendini Ve yalnız şu yeryüzündeki yargıçların hatlarına çare düşün! Hiç bir şey karşısında sevince kapılma Ve keder de duyma hiçbir şey karşısında... İçin daima rahat olsun: Şunu iyice bil ki Bu dünyada hiçbir şey kalıcı değildir! Talih’in her birimiz için çizmiş olduğu Yoldan yürümekteyiz biz yavaş yavaş... Ve bu yoldan sapmak söz konusu olamaz,


Makale ve Analizler - 2018

203

Çünkü Talih o yolu bütün her şeye egemen olan Ulu Tanrı’nın emriyle çizmiştir. İngilizce bir söz olan ve Önder anlamına gelen Lider, yukarıda yazılandan farklı olarak, büyükbabası Türk olan Johann Wolfgang von Goethe’nin (1749-1832) “Garplı Müellifin Şark Divanı’nın -Doğu Batı Divanı- “Sıkıntı Kitabı”nda şöyle ifade ettiğine göre, “Yalnız başına akıldır muktedir.” Goethe bu fikri, Hafızı okuyup Alman diline tercüme ettikten, Kuran’ı Kerim’in Baron Joseph Hammer-Purgstall (1774 - 1850) tarafından Farsça ve Arapçadan yaptığı Fransızca tercümesini Almancaya çevirdikten sonra yazmış ve Divana almıştır. Bu konuda Kuran iktibas ederken: “Onlar eskiyi konuşur, yeniyi ilave ederler; Şaşkınlık günden güne büyür böylece Ey kutsal Kuran! Ey ebedi huzur!” Ve konuya karışan “Timur der ki!” “Allah beni solucan yaratmak dileseydi, Elbette solucan olarak yaratırdı beni.” Türkler ve liderlik, Müslümanlar ve Liderlik gibi, tarihsel ve aktüel olağanüstü önemli bir konuya devam edebilmem için, ek bir açıklamada bulunarak, biz Türkler neye öncülük ve önderlik yaptık, tarih katlarında hangi katların yerini değiştirdik vs gibi birkaç soruya yanıt aramam gerekiyor. Doğa’daki bilgiler hikmetlerini, daha iyi anlaşılsın diye efsane, masal, hikâye, vecize ve atasözleriyle süslerler. Yazıma “Bin Bir Gece Masalları”ndan bir alıntıyla başlamamın nedeni burada gizlidir. Onlar hikmetli sözleri kafiyeli söylemeye önem verirler. Öyle ki, bilim insanları, doğal bilimleri öğretirken bile hikmetli ve kafiyeli sözlerle iddialarını savunmaya ve temellendirmeye gayret etmişlerdir. Bu yüzden Araplar, Allah’ın kendilerine böyle bir üstün kabiliyet bahşettiğine inanmışlardır. Bunun haricinde dört hususta Allah’ın kendilerini diğer halklara üstün kıldığını savunurlar. Birincisi türban ki, kralların taçlarından daha çok kendilerine yakıştığına ve süslediğine inanırlar. İkincisi olarak çadır kurma kabiliyeti. Araplar, kendi çadırlarının fevkalade mimari eserlerden ve binalardan daha güzel göründüğüne inanırlar.


204

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Araplar, kılıç yapmayı da çok önemserler. Birer sanat eseri olan kılıçlarının kendilerini, muhkem kalelerden ve hisarlardan daha iyi koruduklarını iddia ederler. Ve son olarak şiir konusunda aşılamaz olduklarını, kendi şiirlerinin başka halkların tüm yazılarından ve kitaplarından üstün olduğunu iddia ederler. Dünya görüşünü belleğine çizip Arap’ların kutsal sayıp övündükleri değerleri Anadolu’ya, Rumeli’ye ve Batı’ya taşıyanlara önderlik eden, türbanı bin bir renkli baş örgüsüyle değiştiren; çadırların yerine saraylar, köşkler, cami, medrese, hamamlar ve köprüler yapan; kılıçı -ateşli silah, topu- tüfekle değiştiren; Arap şiirini, Divan şiiriyle, tasavvufla, Arap müziğini yüzlerce yeni makam ve ritimle zenginleştiren ve Batı’ya yeni bir uygarlık olarak taşıyan kim? Biz Türklerizdir. Bu bir toplumsal önderliktir. Pek tabi ki bu evrim ve devrimler, sosyal gerekler Alpaslan, Sultan Mehmet, Atatürk ve Sayın Recep Tayyip Erdoğan gibi ulusal ve uluslararası liderlerin öncülüğünde gerçekleşmiştir. Bu bakıma Türk milletinin liderlik gelenekleri başka hiçbir halkta rastlanmayacak kadar zengin ve erdemlidir. Bu anlamda öze sadık kalarak şekilsel değişikliklerle kendilerinin yetiştirdikleri liderlerin önderliğinde tarihi bugünlere taşıyan bin yıllık serüveni gerçekleştiren de Türklerin ta kendisidir. Bu istidadın içinde belirleyici olan Türklerin devlet kurma becerisi başta gelir. Bu bakıma 2018 yılı çok anlamlıdır. Sayın Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde Türkiye Cumhuriyeti devlet sistemi çok partili parlamenter düzen içinde Başkanlık Sistemine yükseltilmiştir. *** İnsan topumdan önce, ama toplum yaratmak için dünyaya gelmiş olabilir. Toplumsal olayların yönlendirilebilir olması da toplumun kendi içinden liderler sivrilmesini zorunlu kılmıştır. Lider, zeki oluşu ve cesaretiyle öncüdür. İyilikseverliği, sabırlı oluşu ve atılganlığı ikinci sırada gelir. Ne var ki her duruma, olayın görkemine ve zaman kesimine göre bunlar değişir. “Su testisi su yolunda kırılır” atasözümüz bu durumlar için söylenmiştir. Suya giden, taşlar arasında suyun sığlığını dikkate almadan, testiyi sallayıp suya batırırsa kırar. Dereyi görmeden paçayı sıvama. Akıllı olan dereyi görduğunde derin değilse daha ufak uygun bir kap ile su alıp testiyi doldurur... İslam kültür ve uygarlığının Ortaçağda Batı kültür ve uygarlığından çok daha ileri ve üstün olması ve 1071’de Malazgirt’ten başlayarak bu iki uygarlığın giderek yer değiştirmesi gereği, birçok dev dev İslam liderleri doğurmuştur. Yeni ruh ufuklarına işaret etme ustalığıyla ünlü ulusal şairimiz Yahya Kemal 1029 - 1072 yılları arasında yaşayan ve savaşan Büyük Selçuklu Devleti Sultanı Alpaslan’ı “Alpaslan’ın Ruhuna Gazel”inde bir lider olarak anlattı.


Makale ve Analizler - 2018

205

Bu liderlik Türklere aşamalı akınlarla ana-vatanı fethetme stratejisini getirdi. Bu strateji gökten gönderilmedi, insan zekâsı bilgeliği olarak uygulandı. Horasan Devleti’nden gelen Alpaslan devlet kararlarını kademe kademe uygularken git gide bir önder haline gelmişti. Selçukluların başarısı böyle uzun vadeli bir stratejinin değişen taktiklerle uygulanmasının neticesidir. Bu liderliğin çok önemli çizgilerinden biri dinde ve halk arasında birliği sağlamasıdır. Türk zaferlerinin temelinde yer alan bu erdem, bir deneyimdir ve asla unutulmamalıdır. Türk birliğini parçalamak düşman için çalışmak anlamına gelir. Şu da var: Fetihler bir zümrenin refahı için yapılmamış, bütün Türk ve Müslümanların hepsine ana - vatan açılması, bu vatanın asla geri alınmaz, küçültülemez, kırpılamaz, hediye edilemez, Türklük kalesi olması için gerçekleştirilmiştir. Bu asla unutulmamalıdır. Anavatan toprağımızın Tuğrul Beyin, Alpaslan’ın ve diğer Sultanların yönetimi altında elde edildiği için, onlar bizim Büyük Liderlerimizden biridir. 19. ve 20. yüzyıllarda Osmanlı’nın Balkan bozgunlarından sonra sıkıştırılıp göçe zorlanan Müslümanlar, hiç birinin etnik kimliğine bakılmaksızın Türklük Kalesi Anadolu’ya -Türkiye Cumhuriyeti’ne- sığınmak zorunda kalmışlardır. 20. yüzyılın sonunda ve 21. yüzyılın başında “Arap Baharı” ateşine düşen Akdeniz kıyı devletlerinde yaşayan Müslüman kardeşlerimiz, Suriyeli terör ve savaş mağdurlarına, daha önce Kerkük ve Musul’dan gelenlere vs. açılan kapılar ana-vatan kapısıdır. Anavatan Türklerin, Müslüman kardeşlerimizin ortak yurdudur. Günümüzde de Suriye’den misafir ettiğimiz 4 milyon kardeşimizle bu ortak nimetimizi paylaşıyoruz. Biz bugün Devlet Başkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a Büyük Yeni Türkiye lideri diyorsak, Türkiye’yi, Balkan ve Orta Doğu Türklüğünü, İslam Dünyası’nı Büyük Selçuk Devleti’nin kurucusu Sultan Tuğrul Bey, Bizans’ı Malazgirt’te (1071) dize getiren ve ilk kez olmak üzere Türk Selçuklu Devletine bağlayan Sultan Alpaslan’ın belirlediği yolca ilerlediği, bu yoldan sapmadan, Atatürk’ün bağımsızlık, egemenlik ve istiklal ilkelerine bağlı kaldığı ve yücelmemizi sağladığı içindir. Liderlerin küçük hedefleri olmaz olamaz. Çünkü düşman aynı düşmandır. Günümüzde, PKK, DEAŞ, PYD saldırılarında, içte ve dışta tuzaklara, 16 Temmuz 2016 FETO alçak darbe denemesine, peşince gelen hain tuzak ve pusulalara, güncel papaz senaryolarına, ambargolara, dalgalı döviz kurlarına, kredilendirme notlarına, güven ibresine vs vs son hesapta bizi köle etmek isteyen düşman nefes almaya devam ediyor. Güney Doğu’da karşımıza 4 bin TIR ve


206

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

1000 uçak dolusu silah depolayan düşman 900 yıl sonra ikinci bir Malazgirt yüzleşmesi heves ve kurgusuyla yaşıyor. Türk İslam sentezini o zaman dize getiremeyişleri yenir yutulur bir yenilgi değildir. Hele şu an 1960’lı yıllardan beri hazırlık içinde oldukları FETO komplosu karaya oturunca, tüm umutlarının alabora olması dinecek bir sızı değildir. Bu cümleden olmak üzere, tek mihveri (kutbu) Amerika olan dünyanın çatırdaması ve 2 ya da 3 mihverli yeni bir küresel dengenin Türkiye Cumhuriyeti ve Sayın Devlet Başkanımız Recep Tayyip Erdoğan olmadan gerçekleştirilememesi hazmedilebilir bir durum değildir. Bir nitelikten daha yüksek yeni bir niteliğe geçiş -Türkiye’de tek partiliden çok partiliye ve ardından da demokratik Devlet Başkanlığı Sistemine başarılı ve sarsıntısız geçişi- yenir yutulur ve hazmedilebilir bir olay değildir. Yeni dünyanın iki mihverinden birinin bayrak gönderleri Türkiye Cumhuriyeti olması, ulusallıktan bölgeselciliğe büyüyen devletimizin, yeni toprak fetihleri yoluyla değil, 21. yüzyılda insanların gönlünü kazanarak, adı çekim gücü olan halkları etrafında birleştirme, içine alma ve kendine dâhil etme yoluyla yeni bir yücelişe yepyeni bir devinime ve evrime tanık oluyoruz. Türkiye’nin yalnız gölgesi değil, yaptırım gücü de büyüyor. Olaya bu kadar derinden girme nedenlerinden biri, günümüzde hakiki lidersiz kalan Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının hala maskeli liderler tarafından yönetilmeye, temsil edilmeye devam edilmesidir. Ve bu maskeli kuklaların ulusal ve uluslararası sahnede fotoğraf çektirmeye, kadeh kaldırmaya ve gasp ettikleri temsil hakkını kullanarak, imza atmaya, para almaya, anlamsız konuşmaya devam etmesidir. Bu temsilcilerin birisi olan Ahmet Doğan, Bin Bir Gece Masallarını ve Goethe’yi okumadan girdi sosyal yaşama... Zaman değişti, yaratanın sayfası kapandı, “DS” telsizinden gelen vahilere göre idare yöntemleri uyguluyor. Türkiye’deki soydaşlarımızdan ve Bulgaristan’da yaşayan Müslümanlardan “gak” dedikçe bir parça et yani oy istiyor. Oy paralarını da kendisi atıp “saray” kotrasında yaşıyor ve kötü yaşayanlardan uzaklaştıkça onların dayanılmaz dertlerini unuttuğuna, iniltilerini işitmez olduğuna ve herkes cahil olduğundan kimseden mektup da almadığına sanki seviniyor. Bir gün sakallı ve bir gün de sakalsız resim meraklısı bir başka “lider” heveslisi daha var. Onu HÖH bataklığından çıkarıp lider asfaltına çıkarmaya çalışan DS çok zahmet çekti. Hevesliler başı mağdur havalarına girmiş. Ankara’ya gidiyor karşılayan yok.


Makale ve Analizler - 2018

207

Kendisine “lider” havası ve süsü veren, bilinmeyen kişiler tarafından siyasetin katran kazanına itilmiş olduğunu artık unutan ve kaynayan katran kazandan çıkmak isteyen kardeşlerimizin her birini 2016’dan beri dibe çeken bu “kıyımın yeni lideri” genç kadrolara göz dikmiş. Etrafında genç ve doğru dürüst Türkçe konuşan kimseyi istemez olmuş. Yıllardan beri gayretlerimiz hep boşuna gitti. Gerçek liderleri yaratan sosyal, ekonomik ve siyasal olayların kendisidir, halk kitleleridir diye anlatmaya çalıştık. Anlattık da anlayan olmadı. Bizdeki “Liderlik Kitapları” eski kavramlarla yazılmış. Örneğin kopye edilen lider, tepeden inen lider, yedirip içirdiği için yükseltilen lider ve bir de gizli ipleri çekilerek yükseltilen lider gibi kavramlar var. Lütfi Mestan HÖH partisinden tekme tokat atılan lider kapsamına giriyor. Çatlak karpuzu kimse almaz ama ona sahip çıkanlar oldu işte... Lütfi Mestan toplumun yükünü taşımadı bunu herkes gördü. Yönettiği partinin öncü ekibinden olan ve onunla birlikte Ankara’ya davet edilen öteki gözde konuklardan ayrı durdu, salonda ayrı sırada oturdu, ayrı masalarda yemek yediler, çay sohbetlerini farklı kişilerle yaptılar. Ankara’nın Lütfi Mestan’dan beklentileri ne olabilir? Bu konuyu eşelemek istemiyorum. Çünkü ömründe birkaç ay öğretmenlikten başka hiçbir iş tutmamış bir kişiden emeklilik öncesi ümitlenmek yanlış olur. Bu olaylar bize Lütfi Mestan’ın 18 yıl Hak ve Özgürlük Partisinden milletvekili olduğu yıllarda bir ceviz kabuğu dolduracak iş yapmadığını da hatırlattı. Biz yazılarımızda yıllardan beri lider vasıflarına değerlendirdik. Bulgaristan Müslümanlarının hak ve özgürlük, demokrasi ve adalet, vatandaş toplumu kurma ve etniklerin de devlette temsil edilmesi, anadilimizle, din ve geleneklerimizden su alan kültürümüzün yaşatmayı hedefleyen davamıza sadık kadroları ağır taşları arasında öğütüp ruhlarını rüzgârlı bir havada savuran bir yel değirmeni olarak ve daha değişik biçimlerde yazdık ve anlattık. Her liderin kıblesi olur. Ahmet Doğan’ın kıblesi Moskova hainliği olduğunu defalarca kanıtladık. Lütfi hangi Tanrıya dua ettiğini gizli tutuyor. Yakındır ortaya çıkar. İzlemeye soyunduğu siyasetlerin “liberalizmin sağ ve solundan”, NATO’culuktan, AB askeri üslerinin Bulgaristan’a konuşlanmasına ve dolandırıcılık çarkıyla dönen Avrupa Birliği sofralarının Bulgaristan’da kalması taraftarlığından şaşmayan Lütfi Mestan, düne kadar “Türkiye gölgesi çok serin” derken, şimdi bu gölgeye boydan boya uzanmış, tek başına şekerleme yapmaya hevesli görünüyor.


208

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Son görüşmelerden birinde “yapılacak iş göremiyorum” demiş. Her karalamasında “Aslanın ensesi özgür olduğu için kalındır” tezini savunan şairlerimizden Habil Kurtbu defa şunlara işaret etmiş. Zorunlu Göç’ün Abidesi Kabristanın tam eski tarafı Dikili duruyor yıllar yılı Küçük molozdan bir mezar taşı... Hiç bir yerinde de yok yazısı

Sadece belli acı yazgısı; Buralarda yalnızca kalışı. Soru sual ettim: kimin nesi? Çok tuhaftı verilen cevabı...

Zorlu göçün,en net abidesi! Zaten her haliyle de belliydi; Yosun bürümüştü her yerini... Burada kalmamıştı kimsesi! Mestan’ın bu konu üzerinde çalışmasına ne dersiniz. Oy istemeden önce duran hayatı canlandırmak. Oy istemeden önce şehitlerimizin ruhunu yaşatmak! Ve buna benzer konular. Belli oldu o anadil, okul, kitap gibi sorunları zaten çözemeyecek... Ne yazık ki kurallar konurken, ayarı denk yapılmamış!... Örneğin Ahmet Doğan’ın 1987 Pazarcık Hapishanesinden, Paşmaklı (Smolyan) çamlığındaki Rus Büyükelçiliği dağ evinde ve sözde “demokrasi” döneminde Devin “Sarayında” ve daha nice nice yerlerdeki görüşmelerini hep alaca karanlıkta ya da gece yarısından sonra, teke tek yaptı. Şimdi de Karadeniz’deki köşkünde iktidardaki faşistlerin gözü kör olası şefleriyle randevularını zaman olarak gizli tutuyor. Bu, bir lider vasfı mıdır bilinmez! Çünkü insanlar toplum içinde yaşamak için doğmuştur. Yaşadıkça ayakta ölen yalnız ağaçlardır. Mestan doluya tutulmuş tavuk gibi. 2 defadır Ankara’da da tüneyecek bir yer bulamıyor. Fotoğraflara dizdiği aziz ve kıdemli kadroların hepsi son imzasını atıp emekli olmuş saygın kişiler. Kahve içmeyen, çayın açığına kanat eden kişiler... İşte bu gelişmeler Mestan’ın Bulgaristanlı Tükler arasında bir hareketlenmeyi temsil etmediğine kesin kanıttır. Kardeşlerimiz arasında HÖH’ten kopma eğimi devam ediyor. Ayrılanlar DOST’a katılmıyor. Halen sivil toplum örgütlerinde bekliyorlar. Bulgaristan Türkleri’nin 2. Milli Kurultayı tartışılıyor. Bu bekleyiş içinde siyasi partilerin kurultayda yer alması istenmiyor. Kimse kısır tohum ekmek istemiyor... Birinci bölümün sonu. Devam edecek.


Makale ve Analizler - 2018

209

Sabır Anıtı

Dr. Nedim Birinci-23.Ağustos.2018 Konu: Tarih Böyle Barbarlık Görmedi. Bulgar dilinde “Kaynatsan da, kızartsan da hep aynı!” diye bir söz var. Memleket kamuoyunda şimdi de “Makedon dili diye bir dil var mı, yok mu!?” tartışması başladı. Yok diyenlerin inadı keçi inadı! Ama inat keçilerin “Makedon dili yoktur!” haykırışlarının ardından gelen timsah gözyaşlarını TV ekranlarından gösterenler de, fikrimize göre aynı sahnenin aktörleri. Türk dilinin olmadığını 100 yıl iddia edenlerin, olsa bile Türkçe konuşmayı yasaklayanları, yasaklara uymayanlara ceza kesmeleri, Çingeneceyi yok sayanlar, Ulah dilini unutturanlar vs şimdi de Makedon diline takıldılar. 2007’den beri Bulgar Kırmızı Pasaportu isteyen Makedonları Sofya’da “Bulgarca sınavına sokan” ve sonunda Anadili Bulgarcadır sertifikası ve Bulgar kimliği verenler, “Makedonlar Bulgar, dilleri de Bulgarcadır!” kampanyasına devam ederken, artık ayıp ediyorlar. Bu işler başbakan Boyko Borisov döneminde oldu ve devam ediyor. Oysa dünyada hiçbir dilin başka bir devlet tarafından onay almasına gerek yok, devletler hukukunda böyle bir madde yok, Birleşmiş Milletlerin veya Avrupa Birliği’nin benzer kararı yok. Bulgar devleti neredeyse Dil Noterliği yapıyor... Tutuşan yeni gerginlik ateşine benzin dökenler, Bulgaristan’da rahatlarına diyecek olamayan İç Makedon Devrim Örgütü -VMRO- voyvodalarıdır. Enseleri iyice semiren bu haydut sülalesinin yolu kesilmezse, işler karışabilir... Eylül ayının sonunda, Makedonya’da ülkenin adının Yunanların isteği üzere değiştirilerek “Kuzey Makedonya” mı yoksa Anayasa’da olduğu gibi “Makedonya Cumhuriyeti” mi kalmasını halk oylaması -referandum- belirleyecek. Oylama ya da reddetme günü yaklaştıkça ortam iyice kızıştı. Oy kullananlardan % 50’den fazlası “Kuzey Makedonya” adını kabul ederse, Üsküp önce NATO ardından da Avrupa Birliği (AB) üyeliği kapısını aralamış olacak. Bunun ardından bir de Makedonların anadili Bulgarca mıdır Makedonca mıdır referandumu yapılır mı dersiniz!? Olay öyle karışık ki anlatması çok zor! Brüksel’de üye devletlerin hepsinin öz dili var. AB üyeliğiyle birlikte Makedonca da bir AB dili olarak kaydedilecek. Makedon temsilciler ve milletvekilleri AB kürsüsünden Makedonca konuşabilecekler. Bulgarlar da konuşmaların Makedoncadan tercümesini dinleyecekler. Makedon dili Bulgar dilinin bir ağızıdır iddiaları kendiliğinden düşmüş olacak böylelikle. Resmileşecek. AB tarafından


210

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kabul edilmiş olacak... Şu da var. Makedonya’da 2. resmi dil var. 2. dil Arnavutça olduğuna göre, Arnavut dilinin de AB resmi dili olarak kayda geçmesi gerekecek. Tabii Bulgar sahte “yurtseverleri” -VMRO- haydutları partisinin Başkanı Krasimir Karakaçanov ile Başkan Yardımcısı ve AB milletvekili Angel Cambazki buna tepki gösterip isyan ediyorlar. Biz soydaşlar ve Bulgaristan Türkleri olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin Avrupa Birliğine üyelik sürecinin başarılı tamamlanmasını büyük bir heyecanla bekledik. AB resmi dilleri arasında Türkçemiz -anadilimiz- Avrupa dilleri listesine alınırken, Balkan ülkelerindeki Türk etnik ve kültürel azınlıklar da -Bulgaristan Türkleri de bu kapsamda- konuşma ve yazı dili olarak Türkçe kullanır kaydı yapılmasını bekledik. Bekliyoruz... *** Dil deyip de geçmeyelim. Aslında olay çok görkemli! Makedonya’yı NATO ve AB’ye davet etmek isteyenlerin arka planları nedir bilmiyoruz. Şöyle düşünelim, “Makedon dili yok!” tezi tutarsa ve Makedonya’da Bulgarca konuşma zulmü başlarsa o zaman Arnavutlara ve orada yaşayan yerli Türklere “Neden Bulgarca konuşmuyorsun?” cezaları art arda kesilip yağmaya başlamayacağına kim garanti verecek? Bu gelişmeler çok acı olaylar hatırlatıyor. Birinci Dünya Savaşında ve İkinci Dünya Savaşı’nda (1942 - 1944) Üsküp ve Ege Makedonya’sı topraklarının idaresi Nazi Almanları (Hitler) tarafından Çar III. Boris’in emrindeki Bulgar makamlara verilmişti. Kısa bir sürede Makedonların eline Bulgaristan kimliği verildi. Resmi dairelerde işlem dili olarak Bulgarca uygulandı. Yahudilerle Çingeneler bilek ve topuklarından kelepçelenip Polonya’daki Nazi “Treplika” Ölüm kampında gaz kamaralarında yakılmaya gönderildi. Geri dönen olmadı. Bunlar asla unutulmamalıdır. *** 23 Ağustos 2018’de Sofya’da Komünist Rejim Kurbanları Anıtına çiçek ve çelenkler kondu. Nasyonal sosyalist - faşist ve komünist ve diğer totaliter rejimlerin işlediği cinayetleri lanetlendi. Bu konuda Avrupa Parlamentosu 2008 yılında, sosyalistlerin (PES) ve Avrupa Halk Partisi (AHP) oylarıyla -BG’de iktidardaki GERB partisi AHP’ne üyedir- bir Bildiri kabul ederek bu olayı onayladı. O zaman Bulgaristan’da Sosyalist Parti (BSP) ile Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) iktidardaydı. Bu karar Sofya Meclisinde de onaylandı. DPS’nin üyesi olduğu Liberal Enternasyonal milletvekilleri Brüksel meclisinde bu oylamaya oy vermemiştir. İkisinin de yakın ve uzak geçmişi totaliter komünist özden süzülmüş olsa da bizde -BSP ile GERB partileri-yeni maske ardına gizlenerek hem faşizmi hem de komünizmi birlikte lanetliyorlar. Oysa ikisi de Bulgaristan Komünist Partisi’nin maskeli yavrularıdır... Ahmet Doğan’ı bir yana bırakalım,


Makale ve Analizler - 2018

211

adamın “işi” var. Lütfi Mestan’ı da hesaba katmıyorum, çünkü bir Farsça söz olan “lanetlemenin” Türkçe anlamını henüz idrak edememiştir... Ne faşizm ne de totaliter komünizm kurbanlarının Anıt Levhalarında hiçbir Türk ismi yok... Biz düşman kabirlerinde Fatiha Okumaya devam ediyoruz. Ne günler geçirdik be! Halkın cahilliği derinleştikçe daha neler neler yaşayacağız... İkinci Dünya Savaşı’ndan önce -1934 askeri darbesinin ardından- Bulgaristan’daki iç savaşta 4 bin 500 komünist (anti - faşist) ve 9binden fazla faşist birbirini kıydı. Bu kıyımı, Sofya girişinde bölünmüş yolun sağında 100 dönüm arazi üzerine yayılmış olan “Varanya” köşkünden yöneten Çar III. Boris’in mirasını Bulgar devleti oğlu II Semyon’a vermedi. 74 yıl sonra çıkan bir mahkeme kararıyla devlet köşkü geri aldı. Yani tencere tekerlendi ve kapağını bulmaya başladı... 1974 yılında bir zehirli saçmayla Londra’da öldürülen Bulgar yazar Georgi Markov’un gün ortasında gerçekleştirilen infazının Devlet Kararıyla ve devlet eliyle icra edildiği ortaya çıktı. Kendisinde cesaret bulup bunu yazanlardan biri ise, eskiden gizli polis “DS” görevlisi olan, bizdeki emsalsiz “demokrasi” koşullarında birden bire Profesör oluveren ve benzetmeli düşünmeye devam ederek, genç kuşağın nazik beynine süzülmüş zehir akıtanlardan biri olan Prof. Dr. Petrov’tur. Demek oluyor ki, devlet kararı ve eliyle yaptırılan bu infazdan tazminat hakkı doğmaz mı? Soru 1: III. Boris idaresinde hayattan olan şu 4 binden fazla anti-faşist ve 9 binden fazla faşist de son hesapta devletin ülkeyi idare edemediğinden dolayı kıyımdan geçtiğine göre, bu işten da tazminat hakkı doğabilir mi? Soru 2: 1944 -1946 yılları arasında Başbakan olan KGB ajanı Kimon Georgiev iktidarınca, Çar II.Simeyon’un naiplerinin onayıyla idam edilen 249 kişinin öldürülmesinden de Tazminat Hakkı doğmaz mı? Kuşkusuz bu sorulara Türkleri, Pomakları katledenlerin hele sözüm ona “soya dönüş” yıllarında ne zaman tutuklanıp yargı önüne çıkarılacağı sorusu hemen cevap bekliyor! İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra -1944 - 1948- yılları arasında Halk Mahkemesi 249 kişiye idam cezası verirken, toplama kamplarında binlerce kişi kaldı, sakatlandı, özürlü kaldı, hastalandı, hayatından oldu. İsim değiştirme yıllarında sürgünde, toplama kamplarında, hapislerde kalanların hakları da aranmalıdır. Bu gelişmeleri ve tartışılan yeni konuları büyüteç altına aldığımızda BSP - GERB ve VMRO’nun hemen yasaklanması ve bir daha benzet siyasi parti kurulması tamamen yasaklanmalıdır.Katliamlardan en acı verici olarak nitelenen, Başbakan Aleksandır Stanboliyski’nin, III. Boris ve etrafındakilerin gizli kararıyla vahşi öldürülmesi olayını, o zaman Çar Kalem Odası Şefi olan Gruev’in kardeşi Stefan, “Dikenli Taç” kitabında şöyle anlatıyor:


212

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Başbakan’a yapılan işkenceleri, Sofya’dan gönderilen Harlakov yönetimindeki “işkenceci grubu” vahşetini anlatanların hep dili dönmedi ve olay kısmen öğrenilebildi. Bu vahşi işkenceleri yapanlardan biri “Voyvoda Veliçkov” isminde VMRO - komitacısıydı. Başbakan Stanboliyski 60 defa hançerlenerek öldürüldü, parmakları birer birer kesildikten sonra sağ kolu da kesildi. Stanboliyski’nin kafası kesildikten sonra, “biz işi bitirdik” anlamında Sofya’ya getirildi ve Çar III. Boris’e gösterildi. Bulgar vahşetinin, VMRO’nun Bulgaristan’daki caniliğinin efsanesi henüz yazılmamıştır...” (Sayfa 146-47) Biz yerli Türklere göre, eğer bu memlekette yaşanacaksa, cinayetler çuvalı kaldırılsın, ağızı açılsın ve halkın Ayak Divanı meydanına boşaltılsın. Bu memlekette en sabırlı kesim Türkler, Pomaklar ve Çingenelerle Bulgaristan Halk Çiftçi Partisi taban kadrolarıdır. Biriken öfke ve kinden öç alma ateşi yakmadılar. Onlara çoooook büüüyük ve çooook yüüüksek bir Sabır Anıtı dikmek ve çelekleri oraya taşımak gerekir... *** Dikkati çeken nokra 1972 - 1973’te ve 1984 - 1989’da isim değiştirme, din yasaklama, okul kapatma, sünet yasaklama, hatta kına yakmayı yasaklama, sürgün ve yargısız infaz yıllarında şehit düşen yüzlerce Türk ve Pomak kardeşimizin ismi anılmıyor. Hiçbir anır levhasında Türk isimlerine rastlanmıyor. Todor Jivkov’un totaliter diktatörlüğünü deviren 1989 Mayıs Ayaklanmamızdan söz bile edilmediği gibi, 500 bin Türk’ün sınır dışı edilmesi bir cinayet olarak kabul edilmiyor. Bu tek taraflı siyasette biz artık BSP - GERB kaynaşmasına tanık olmaya başladık. Kökleri birbirine örülmüş olan bu 2 partinin dalları ve yaprakları da artık birbirine sarılmış ve dolaşmış, çiçekleri birbiriyle tozlaşıyor. Gidiş bu gidiş, Bulgaristan AB içindeki sözüm ona “problemsiz” ülkelerden biri olarak otorite yapıyor, Balkanlarda ve özellikle de Batı Balkanlarda gövde gösterilerine devam ediyor. *** Unutulmaması gereken bazı çok önemli gerçekler var. Çarlık döneminde (1909 - 1944) Bulgaristan’da çok büyük cinayetler işleyen VMRO partisinin (iki askeri darbeye -1923 ve 1934 - bizzat katliamları ve infazları gerçekleştiren bir silahlı tim olarak katıldığı bilinirken, bu iğrenç surat pudralanıp gizlenip saklanıyor. Bu ülkede sorun yaratanın Türkler, Pomaklar ve Çingeneler olmayıp, faşistlerin, VMRO’cuların olduğunu anlatmakta güçlük çekiyoruz. VMRO örgütünün seri cinayetleri, katliamlar, insan kaçırmalar, şehir basmalar, işgal etmeler, dayaklar, zorbalık ve zulüm, halka kan kusturanların iğrenç çehresi halka asla gösterilmiyor. Bu hafta Bulgar basınında şu sorular dikkat çekti:


Makale ve Analizler - 2018

213

“9 Haziran 1923 asker darbesine katılanlar kimlerdi? VMRO değil mi? Başbakan Aleksandır Stanboliyski’yi kim öldürdü? VMRO değil mi?Bulgaristan Halk Çiftçi Partisi önderi Rayço Daskolov’u kim öldürdü? VMRO değil mi? Başbakan Petko D. Daskolov’u kim öldürdü? VMRO değil mi? Dimo Hacıdimov’u kim öldürdü? VMRO değil mi? Todor Panitsa’yı kim öldürdü? VMRO değil mi?Ve şimdi de, BSP Makedon milleti, Makedon dili vs icat ediyor diye, sosyalistlerin hepsini birden katletmek isteyen şahsen VMRO Başkan Yardımcısı ve AB Milletvekili Angel Cambazki ve onu destekleyen Başbakan Yardımcısı Krasimir Karakaçanov değil mi? Bulgaristan’ın XX. yüzyıl tarihinde VMRO militan ve eylemcileri tarafından katledilenlerin listesi çok uzundur, nedense yayınlanmıyor. Halkta korku var ve kanlı konulara basmak istemiyor... VMRO - katiller örgütüdür ve Bulgaristan tarihinde işlenen büyük kıyımı gerçekleştirenlerin illegal ve legal örgütdür. Şu unutulmamalıdır 1972 - 1973 Batı Rodoplarda ve 1984 - 1989 bütün Bulgaristan’da zorla isim ve kimlik değiştirme, dil ve din yasaklama, etnik azınlıkları geleneksiz, kültürsüz ve geleceksiz bırakma saldırılarına en amansızca katılan VMRO - köpekleridir. Hapishanelerde ve toplama kamplarında sobacılıktan geçinen onlardır. 1913’te Müslüman Pomakları Batı Rodoplardan kovan ve onları soyan VMRO çetecileridir. Günümüzün faşistleridir. Konuya devam edeceğiz. Bulgaristan değişmek ve faşist ve totaliter komünist zihniyeti, insan düşmanlığını gömmek zorundadır. Zinde güçlerle bu matem töreninde yan yana olmak ve birlikte savaşmak istiyoruz. Oku ve okut.









Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.