48 - YOLUMUZU KESEN KANUN VE GÜÇLER

Page 1

YOLUMUZU KESEN KANUN VE GÜÇLER

Kasım - 2018 Makale ve Analizleri


YOLUMUZU KESEN KANUN VE GÜÇLER BULTURK BGSAM Yayınları Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi - BGSAM -48 BULTÜRK Adına Genel Başkanı: Rafet ULUTÜRK Basım: Kasım - 2018 Koordinatör: Dr. Nedim BİRİNCİ Editör: Raziye ÇAKIR İnternet sorumlusu : Kapak Tasarım: Murat ULUTÜRK Pazarlama Sorumlusu: Hamiyet ÇAKIR Arşiv: İbrahim SOYTÜRK İsteme Tel: 0212 511 63 47 www.bulturk.org; www.bghaber.org; info@bulturk.org İnternet sitesinin yazıları Adres: Yıldırım Mah. Şehit Kamil Balkan cad. No.114/A Bayrampaşa İstanbul Tel: +90 (212) 511 63 47 Belgegeçer: +90 (212) 526 51 98 https://bgsam.org/, https://issuu.com/bulturk, https://bulturk.org.tr/ Baskı : DİNÇ OFSET MATBAACILIK SAN. ve TİC. LTD. ŞTİ. Adres: Davutpaşa Cd. Emintaş San. Sit. No: 103/580-581 Topkapı - İstanbul Tel: 0090 212 493 24 67 TÜRKİYE CUMHURİYETİ YASASI GEREĞİNCE BU ESERİN YAYIN HAKKI BULTÜRK’ten İZİNSİZ KISMEN VEYA TAMAMEN ÇOĞALTILIP YAYINLANAMAZ

Web: www.bghaber.org ; E.Posta: rafetuluturk@yahoo.com


“Bilgi Ordusu, Bizim Ordumuz, Bildiğimizi Öğretmek,Bizim Borcumuz.” Rafet ULUTÜRK

Düşünceler dizisi olan elinizdeki eserin anlamı derin bir uğraşın ancak başlangıcıdır. Bulgaristanlı Türk Müslümanların başına 1970-72, 1984-85’te düşen yıldırımın bir daha düşmemesi için bir uyarı ve ışık niteliğindedir. Saygılarımızla, B U LT Ü R K



Makale ve Analizler - 2018

5

Önsöz Yerine Yıl 2018 2016 yılı Bulgaristan Türkleri ve soydaşlarımız için umut dolu gelmişti. Cumhurbaşkanlığı seçimi ve siyasi dönüşüm amaçlayan bir halk oylaması yapılacaktı. Vatandaşlar siyasi sistem değişikliğinin seçim sisteminden geçtiğini kavramıştı. Ancak parti listelerinde gösterilenlerin seçildiği “çoğulcu” uygulamadan kurtulup, seçmen tarafından gösterilecek ve seçmenin iyi tanıdığı kişilerin meclise gönderileceği mutlak ekseriyet (salt çoğunluk) sistemine geçişin müjdesini bekliyordu. Bu değişiklik için 2 milyon 500 bin seçmen oy verdi.Seçmen, meclis seçimlerinde parlamentoya giren siyasi partilere oy başı 11 leva verilmesine yani milyonlar ceplemesine son verilmesini ve seçimlerin zorunlu olmasını istedi. 2 milyon 500 bin seçmenin oyu mahkeme kararıyla rafa kaldırıldı. Siyasi sistem değişikliği için “izin veremeyiz” dendi. Bunu deyen ise, 1989 yılından sonra, “ben artık öldüm” aldatmacası yaparak, Bulgar toplumu içine boydan boya uzanan kaskatı totaliter sistemin yarattığı oligarşi ve sözcüleri oldu. Onlar aynı yıl Bulgar aşırı sağcılarını birleşmeye çağırdılar. Giderek birleştirdiler ve onlara “yolunuz iktidar basamaklarından tırmanmaktır” dediler. Avrupa’nın kaderi de kötüydü. Sığınmacılar, savaş kaçakları, kitle göçleri, kıta değiştirenler çatır çatır kıvılcım saçan faşizm her günümüzü zehir etmeye başladı. 1989’da parçaları anmalık olarak satılmaya başlayan Berlin Duvarı’ndan parçaların yerine yeni duvarlar çekmek için yeni duvarcılar belirdi. Doğu Avrupa ülkeleri aralarındaki sınırlara boydan boya tel duvar gerdiler. Tarih ayıbın böylesini daha önce görmemişti. Sınırları kaldırıp özgür bir dünyada yaşama hevesiyle birleşmeyi seçenler insanlara, “Toplama Kamplarını”, yargısız idamları, Nazileri, faşistleri anımsattılar. Avrupa Konseyi 3 Bulgar siyasi partisine, “Ataka”, İç Makedon Devrim Hareketi (VMRO) ve “Bulgaristan’ı Kurtarma Hareketi” ve bu üçlünün “Yurtsever Cephe” ortaklığı Türk, Müslüman, İslam, sığınmacı, göçmen ve öteki düşmanlığı aldı yürüdü. Düşmanlık yılan zehrinden kötü olan... Müslümanları hem isteme hem de istememe siyaseti karıştıkça anlaşılmaz oldu. Avrupa Birliği üyesi 28 devlet Türkiye Cumhuriyeti karşısında boyun eğdi ve bir gün “ama şu göçmenleri durdurun, bizi çöker-


6

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

tecekler” dedi. 2016 ve 2017’nin en büyük olayı buydu. Dev adımlarla büyüyen ve güçlenen Türkiye’ye daha önce 28 devlet birden yalvarmamıştı. Diz çöktüler ve 2016 ve 2017’de durumun özünü fark edemediler. Çökenler Güneşten uzaklaştıklarını fark edemezler. Kuşkusuz, önüne eğilmiş kafalardan biri olan Bulgaristan’dı. Hem Brüksel’e ve hem de Ankara’ya bakarken Bulgaristan Türklerini görmezden geldi. Onları siyasi olarak parçalayarak ve parçaladıkça ezerek mecliste faşistlere daha geniş yer açanların ve faşistleri 1944’ten beri ilk defa iktidar koltuklarına davet edenlerin tam olarak ne düşündüklerini ve ne istediklerini anlamak çok zor olmadı. Artık göç durmuş, doğal olarak geri göç başlaması zamanı gelmişti. Faşist düşmanın kafasında iki hedef birden doğdu. Camiler ve mezarlıklar. Camilerin içinde de Türkçe konuşmayı yasaklamak, Türkler için Vatan kalesi olan, mezarlıkları daraltmak hatta vakıfları kabristanlık olarak ayırdıkları bütün arsalara el atıp, onları cesetlerini gömecek bir insan boyu topraksız bırakmayı düşündüler. Sofya Türk Mezarlığı 28 yıl önce dolmuştu. Bunu Ahmet Doğan’a, Lütfi Mestan’a, Osman Oktay’a, Kasım Dal’a vb asla anlatamadık. Yakın geçmişte mecliste yaşlanan Ramadan Atalay’ın eşi vefat etti. Bir mezar yeri bulamadık, doktor hanım Bulgar mezarlığına gömüldü. Yazarlarımızdan İsmail Çavuş öldü, Sofya dışında Bankiya kasabasındaki Hıristiyan mezarlığına gömdük. Bu şehirde zengin Müslümanlar için de mezar yeri yok. Sofya kenarında 52 dönüm bir yer alındı. Toprak sahibi Bulgar komşular vakıf malımıza, kendi mülkümüze mezarlık yapılması için gereken “razıyım” belgesini vermedikleri için, 20 yıldır boş duruyor o kutsal toprağımız. Karşımızdaki devlet kale gibi! Püskülü faşist. Ortada kaldık. 2016 - 2017 bizim için çok zor yıllardı. Mezarlıksız Vatan olmaz!!! Mücadele devam ediyor. Raziye ÇAKIR


Makale ve Analizler - 2018

7

Önsöz: Elinizdeki kitapta, biz Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği BULTÜTK’ün aydın kadroları ile Bulgaristan Stratejik Araştırmalar Merkezi BG-SAM ekibinin kaleme aldığı yazıları bulacaksınız. Size değişen dünyamızı kendi açımızdan anlatmaya çalıştık. Bulgaristan’da ve Türkiye’de yaşamış ve eğitim almış bir ekip olarak öncelikle her şeyimizin ortak olduğu inancından çıkarak, ne kadar istesek de birlikte yürüdüğümüz yolu ve içinde birlikte olduğumuz zamanı zorlayabilmemizin mümkün olmadığını ama bu yol ve zamanın kendi kuralları olduğunu ve bunlardan akıllıca yararlanarak birçok işler yapılabileceğini açmaya çalıştık. Bu kitabın zaman kesimi 2018 yılının Ocak ve Şubat aylarıdır. Bu kısa dönem bizim BULTÜRK olarak 2002’den beri izlediğimiz yolun iki aylık devamıydı. Bizim için çok önemliydi. Bulgaristan’ın başkenti Sofya’da Avrupa Konseyi’nin (AK) 6 aylık dönem başkanlığını Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov yapacaktı. Siyasi öngörümüzde, ilk kez olmak üzere, Bulgaristan kurumları ve vatandaşları Avrupa Konsey, Komisyon ve Birlik yönetimiyle yüz yüze gelecek ve askıdaki problemlere çözüm aranacak ümidi vardı. Bulgaristan Balkanların büyük ülkelerinden biri olsa da, Avrupa Birliği bileşiminde orta boyutta, tarımı ve sanayi bunalım içinde, işsizlik oranı yüksek, eğitim sistemi kriz yaşayan, çok yoksul ve çaresizlikle boğuşan bir ülkeydi. Bulgaristan’ı 2009’dan beri yöneten halkın Avrupa vatandaşlığı seçeneğini temsil eden GERB partisi, 24 Mart 2017’i erken genel seçimlerinden sonra 3 aşırı milliyetçi partiyi kabineye almış ve AK’nin “faşist” olarak nitelendirdiği bu partilerle yönetimi paylaşmıştı. AK Başkanlığının “faşist” olarak damgaladığı güçlerin iktidarda bulunduğu bir ortamda 6 aylık dönem başkanlığını dağıtması ve yeni seçim yapılarak adalet ve demokrasi güçlerinin hükümet kurmasını istemesi beklenirdi. Ne yazık ki, AK’yi üyeleri dönem başkanlığı için keçi kılından elbise giyip samsak kolonyası kullandılar ve faşizm yılanına kendileri ısırtmadan işe varıp geldiler. AK başkanlığı Sofya’da büyük protesto gösterileriyle başladı. Bulgar başkenti köpürdü. Dönem toplantıları başkanı Boyko Borisov zulayı açtı ve karanlık güçlerin hiçbir zaman yenilgi kabul etmediğini kanıtlarcasına, bir çuvalda bir milyon leva olduğunu kabul etsek, 100 çuval leva dağıtarak önce polis ve jandarmayı yatıştırdı. Diğerleri beklemeye devam ediyor.


8

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu 2 ay BULTÜRK etkinlikleri için çok önemliydi. İlk kez olmak üzere Başkan Rafet Ulutürk yönetiminde bir heyetimiz Sofya Büyükelçimiz Sayın Hasan Ulusoy Beyi makamında ziyaret etti ve iki halk ve iki ülke, özellikle de Bulgaristan Türkleri, dostluk, barış ve güvenlik davası yararına başarılı çalışmalar temennilerinde bulundu. Bulgaristan Müslümanları Diyanetini ve Başmüftülüğü ziyaret etti. Sofya Kültürel Etkileşim Derneğinde yararlı bir görüşme gerçekleştirdi. Elinizdeki kitapta, Bulgaristan’da 2018 atılımlarına, oradaki kardeşlerimizin yaşam ve etkinliklerine, büyük bir hevesle başlattıkları aydınlanma sürecine ilk kez yayınlanan yazılar da bulacaksınız. Rafet ULUTÜRK BULTÜRK / BG-SAM 07.08.2018


Makale ve Analizler - 2018

9

Değerli Hemşehrilerim,

Bulgaristan’da hepimiz zor günler yaşadık, itildik, ezildik, çiğnendik, hatta gün geldi vurulduk, şehitler verdik. Bu nedenle bizler kendi içimize kapanarak, yaşam mücadelesi vermeye çalıştık. Ancak bu içine dönüklükten kurtulmalıyız ve Türkiye’de yaşadığımıza göre, yasaların bize verdiği tüm haklardan bizlerde yararlanmalıyız. Peki, neden bunu yapamıyoruz? 1877-78 Rus-Türk savaşından sonra Osmanlının Balkanlardan çekilmesiyle birlikte, savaş esnasında işlenen akıl almaz katliamlar nedeni ile atalarımız asırlarca yaşadıkları yerleri terk ederek göç yolunu tutmuşlardır. Geride kalanlar ise Bulgaristandevleti’nin uygulamaya başladığı soy kırım politikalarına karşı direnmiş ve hayatta kalmaya çalışmışlardır. Şimdi ise burada Türkiye’de yaşayanlar oralara yardım edebilmek için, burada ilk önce bir araya gelmek ve bir merkez oluşturmalıyız. Artık bir kurum altında toplanmalı ve birlikte hareket etmeliyiz. Bu birliğe hepimizin ihtiyacı olduğuna inanıyorum. Artık bir birimizi kötülemekten vaz geçmeliyiz, birisi için yanında konuşamayacağımızı başka bir yerde konuşmamalıyız, yani kısaca arkasından konuşmamalıyız.


10

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

En önemlisi samimi, hoşgörülü ve ahlaklı olmak. Zamanla her şey yerine geleceğine inanıyorum, ama tabi ki bu dava üzerinde kafa yoran, stratejiler üreten ve devamlı bunun üzerinde çalışan olursa. Bizim savaşımız insanlarımızı ahlaklı yetiştirmek olmalı, birlik ve beraberliğe kendi insanlarımızla başlayarak tüm Türk Dünyasına taşmalıyız. Bizler burada Türkiye’de yaşayan Bulgaristanlılar büyük bir kitle haline gelmiş durumdayız. İşte bu nedenle şimdi bu kitleyi yani kendi hemşerilerimizi, bir araya toplayarak bir merkez, bir güç birliği oluşturmalıyız, tabi ki bu bizim doğal tabii hakkımızdır. Bizler de artık toplum gücünü kullanabilmeliyiz. Toplum olarak haklarımızı elde etmek zorundayız ve bu yönde çalışmalıyız. Biz bunu söylerken, önderlerimizi seçerken, başkaları kötüdür demiyoruz. Biz bu işi onlardan daha iyi yapabileceğimize, Türkiye Cumhuriyetine ve Türk Dünyasına daha verimli olacağımıza, buralarda bu bölgelerde yaşayan Türklerin daha iyi, daha güvenilir, yaşamalarını sağlayacağımıza inandığımız için, Önderliğe, Yönetime talibiz. Bu arada Bulgaristan’da kalan kardeşlerimizin hepsinin siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel kimliklerini, muhafaza edebilmeleri için mücadele etmeliyiz ve bu konuda gerekeni yapmalı ve gerekli yardımları yapmalı ve yaptırmalıyız. Aramızda Ahlâklı, Adaletli olanları seçmenli ve yüceltmeliyiz. Geçmişi konuşmaktansa, gelecekten söz etmeliyiz, bugünü değil, yarınları görerek hareket etmeliyiz. Aramızdan stratejistlere imkân ve fırsat vermeliyiz ve onları bizler yetiştirmeli yön verebilmeliyizkısa-10 ve uzunvadeli -50 yıllık hedefleri gösterebilmeliyiz. Aramızda kötü niyetli insanları tespit etmeliyiz, bilmeliyiz ki, onların kusurlarından dolayı değil, bu güne kadar yapılması gerekenleri engelledikleri için aramızdan uzaklaştırmalıyız. Bu güne kadar neler yapılmamış, onları araştırmalı, bilmeliyiz ve neler yapılması gerekir onları söylemeliyiz ve bunları bir an önce hayata geçirmeliyiz. Bizler gözyaşları dindirmek için, yaralara mehlem olmak için, her yüke ortak olabilmeliyiz. Gençlerimize, sadece balık pişirmesini değil, balık tutmasını da öğretmeliyiz, insanlarımızı denizlere, okyanuslara açılmalarını sağlamalıyız. Aramızda Tek Lider değil her sokakta, her mahallede bir lider yetiştirmeliyiz, biz dünyayı yönetmek için oğullarımızı yetiştirmeliyiz. Bizim insanlarımız yani Bulgaristan Türkleri şahsi başarıları Türkiye’de belkide en çok olanlardanız. İşte artık bizler toplum olarak haklarımızdan yararlanmasını bilmeliyiz. Her şeyden önce siyasi hakları-


Makale ve Analizler - 2018

11

mızı toplum olarak kullanmalıyız, daha sonra ekonomik ve kültürel haklar onu takip edecektir. Hepimizin gördüğü gibi, tarihte büyük güçler çok defa kötü politikaların kurbanı olmuşlar ve bunlar devam edecektir. Bir toplumun Lideri olmadan hiçbir şey olmaz, bu lideri de toplum çıkarmalıdır. Siyaseti güvenilir, sevimli hale getirmek bizim hedefimiz olmalı, bu gün çok zor, imkânsız olarak görünse de, yarınlara umutla bakabilmeli ve baktırabilmeliyiz. Var olabilmemiz için, var kalabilmemiz için, öncelikle temel hususlarda anlaşma sağlamalıyız. Aramızda bir birimize güveni kaynaştırmalıyız ve samimi olmalıyız. Her şeyden önce özgüvenimizi kazanmalıyız, birlik ve beraberliği ön planda tutarak insanları insan oldukları için sevip saymalıyız. İçimizde barışı sağlayıp, tek merkezde bir çatı altına toplanmalıyız. Bu çatı da “BULTÜRK Derneği” olmalıdır. Buradan tüm dünyaya sesimizi duyurabiliriz. Balkanlar konusundaki politikalarda etkili olabilmek için yolları aşındırmalıyız. Çünkü gelişmiş ve Bulgaristan’da etkili bir Türkiye Balkanlara tamamen hâkimiyet kurabilecektir. En önemlisi kararlı olalım ve birbirimize samimi, saygılı olmayı ve bir birimizi sevmeyi öğrenmeliyiz. Bizim derdimizi ve problemlerimizi en iyi anlayabilecek zaat bizden olduğunu idrak etmeliyiz. Bulgaristan Türkleri konusunda teşhisi bizler kendimizi yetiştirerek yetki mercileri alarak son noktayı biz koymalıyız, bu güne kadar ki eksikliğimiz budur. Ayrıca Balkanların anahtarı Bulgaristan’da yani Bulgaristan Türklerinden geçtiğini de öğrenmeli ve öğretmeliyiz. Sevgili dava arkadaşlarım. Kendimizde özgüveni, aramızda güveni ve merkezioluşturduktan sonra, kimsenin aramıza nifak tohumları ekmesi mümkün değildir. Bizim için önemli olan, eksiklerimizi bulmaktır. Geçmişi bırakarak artık bizler aydınlanma dönemine bir an önce geçmeliyiz. Halimizi tespit etmek çok kolay, gazete, dergi yayın hayatımız nerede, kaç gazete, tv, radyo bizimle ilgili haber yapıyor.Burada suçlu değil, sebepleri aramalıyız. Gelin bunları tartışalım, niçin bu güne kadar bir Bulgaristan Kültür Merkezi olmamış, bunu şimdi nasıl gerçekleştirilebiliriz, bunlara yönelik çalışmalar toplantılar yapmalıyız. Hedefimiz Türkiye Cumhuriyetini daha güçlü, daha huzurlu ve daha iyi yarınlara götürmek için olmalı. Güçlü bir Türkiye Bulgaristan da yaşayan Türklerede güven ve huzur verecektir, onların daha rahat yaşamalarını


12

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

hep birlikte sağlayabiliriz. Bunlar zannetiğiniz kadar zor işler değil. Dünyada insanlar bir iş için değil, bir İdeal için hayatını feda ederler. Bunun için güçlü olmak sesini duyurabilmek için öncelikle bir Kurum ve bunun Merkezini oluşturmalıyız. Çünkü Merkezi olmayan hiçbir topluluk bir yerlere gelmesi mümkün değildir. Bu güne kadar konuşmalar tartışmalar yapılmış fakat bir ağıç ekilmemiş işte bu gün bunu yaptık BULTÜRK tüm Bulgaristan Türklerinin biz öncelikle sadece Bulgaristanlıyız. Bizler elimizdeki kıt kaynaklarla bir merkez oluşturmaya çalıştık, bunda da muhafak olduk. Bu merkeze ulaşmakta büyük güçlükler ile karşılaştık bu konuda bizlere yardımcı olan emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz. Ayrıca bizlere kendi yerini veren Mümin Hocamıza huzurunuzda kendisine tekrar tüm halkımız adına buradan teşekkür ediyoruz. Bundan sonraki hedef de Türkiye’nin her yerine ulaşmak ve bu birlikteliği her yerde tesis etmektir. Bu merkezimizde artık kendimize ait bir kültür merkezimiz oluştu toplantı salonumuz da mevcuttur her 15 günde bir toplanıyoruz. Amacımıza ulaşabilmek için devletin bir şeyler yapmasını beklememeliyiz. Birlikten kuvet doğar Atasözünde olduğu gibi güçlerimizi birleştirerek devlet yönetiminde söz sahibi olmalıyız ve geleceğimize kendimiz yön vermeliyiz. Gençlerimizin devlete girmelerinin yolunu aydınlatmalıyız. Artık bizim de Ankara’da TBMM’de kendi temsilcilerimiz olmalı. Bizler de buralara kendi içimizden birilerini gönderebilmeliyiz. Aramızda birlik ve beraberliğimizi oluşturduğumuz takdirde kendi içimizde samimi olduğumuzda başarıların ard arda geldiğini göreceğiz bunu başaracağımıza eminim. İhtiyacımız olan tek şey kendi içimizde daha adaletli olabilmek. Sevgi ve saygılarımı sunarım, Genel Başkan Rafet ULUTÜRK


Makale ve Analizler - 2018

13

İlgisiz İnsanlar Yaratmak

Tarih: 01 Kasım 2018 Yazan: Sakir ARSLANTAŞ Konu: Bulgaristan Türklerinin başız bir gövde olarak hareket etmesine zemin uzun zaman hazırlanmıştır. Candan Erçetin’in “Meğer” şarkısı var. “Ağlamam artık gidenlere. Ağlamam artık ihanet edenlere” dediği o şarkı. O “güzellere ihanet edenlere” derken, ben hep “vatanıma, dilime, dinime, kültürüme ihanet edenlere” şeklinde ilavelerle okur giderim. Bu konuyu eşelerken bilinçli ve bilinçsiz ihanet edenler olduğu noktasına vardım. Bu konuyu daha sık elerken, Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS) Kırca Ali / Karagözler – Çernooçine belediyesinden ilk demokratik seçimde (Haziran 1990) Milletvekili seçilen Remzi Osman’ın, şu an tarihini tam olarak yazmakta zorlandığım, “Prostor” lokantasında yerli ve Türkiye’den “Beleneciler” (Belene Ölüm Kampı mağdurları) önünde yaptığı kısa bir konuşmayı hatırladım. Bu konuşmasında o kendisine bakan çift gözlerin hepsine birden “biriniz ikiniz değil, siz hepsiniz ışınlanmışsınız” demişti. “Belene” Ölüm kampında kalmış – resmi rakamlara göre – 517 Bulgaristan Türkünden çoğu oradaydı. Remzi Osman, 1942-1944 yılları arası Rodoplar’daki anti-faşist mücadeleye katılan partizanlardan aç kalanlara sofra açmış bir gazi dedenin torunuydu. Aynı partizanlar daha sonra, özgürlük ve eşitlik sevdalarına ihanet etmişler, oluşturdukları totaliter komünist toplumda (1973-1989) Türklere keskin diş ve tırnaklarını batırarak isimlerini ve kimliklerini değiştirmeye kalkmışlar, adet ve törelerine, halk bilgilerine ve inançlarına amansızca saldırmışlardır. Remzi’yi de öğretmen olduğu köy okulunda Türk çocuklarını karanlığa bakmayı öğretmeye zorlamışlardı. Bu toplumsal çelişkiyi aşabilmek için demokrasi onu seline katmış, zamana ayak uydurmuş hatta yerel öncü durumuna getirmişti. “Biriniz ikiniz değil, siz hepiniz ışınlanmışsınız” sözlerini işitenlerden o an yerinden kalkan olmamıştı. “Işınım” ya da “radyasyon” sözünün tam anlamını bilmeyenler de olabilirdi. Sonra, Remzi bir “ışınımölçer” yani bolometre miydi? Türkiye’ye vardıklarında sağlık kontrolünden geçmişlerdi. Onlara “sen ışınlanmışsın” diyen olmamıştı.


14

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Osman devam etti. “Biz “Belene” kampı tutanaklarının dosyalarını istedik, onları teker teker gördük, bir tek bayan Hüsniye Mustafa dışında, hepiniz karşı tarafa çalışmayı kabul etmişsiniz, hain olmaya kanat açmışsınız, bu işin özrü olmaz, örgüt yapımızda ışınlanmış kadrolara görev veremeyiz.” demişti. Bu konuyu yıllarca deşen, “yok öyle bir şey, iftira” diyen olmadı. Aynı kampın aynı odasında ranza paylaşanların gitgide göz göze gelmekten kaçındıkları, bakışlarının kesişmesinden kaçtıkları dikkati çekti. “Kahramanlar” kabuklarına çekildiler. Söylenen sözler çok ağırdı. Aile bozabilirdi. Gelinler çocuklarının dede koynuna girmelerine, bayramda el öpmelerine bile karcı çıkabilirdi. Ninelerin derdi katmerleşirdi. Ağızını kapayan bir de üstüne fermuar çekti. Köstebeklerin kış uykusu Demokrasi uykusuna girenlerde beliren ilgisizlik o kadar derinleşti ki, asimilasyon kampanyası boyunca öldürülenlerin sayısı 37 (otuz yedi) değil, 1000 – 1500 kişidir, diyecek cesaret bulamadılar. Susanların susması can sıkıcı oldu. Kap tutmayan yaralar yosunlaştı. 30 yıl sayıklayanlar, gece kalkıp sokak sokak dolaşanlar, ağaçlarla konuşanlar var. Vietnam Savaşında 56 bin US askeri ölürken, amerikaya döndüklerinde psikolojik denge bozukluğundan deli hanelerde ölenlerin sayısı 150 bindir. “Belene” kampından cenaze çıkmadı. Ardından gelen yaprak dökümüne dikkatle bak. Delirenler deliliklerine evlerinde bakıyor. Bu olayı yakından izleyenlerin aklına gelen şuydu: Körün istediği 2 göz, biri ela biri boz. Köstebekler kördür. Hikâyeleri şudur: “Köstebek kör kalmış. Çünkü dışarı doğru bakmak yerine içeri, yüreğine doğru bakmış. Nerden gelmiş aklına bunu yapmak kimse bilmez. Ama bu bakış tanrılara özgü olduğundan, “Tanrılar kızıp onu sonsuza dek toprağın altında yaşamaya mahkûm etmiş.” Biz bu mahrumiyete kaderiışınlanmış diyoruz. Ölüm korkusu yaşayan insanlar en kolay ışınlanıyormuş. Ne yazık ki, köstebek illetinden kurtuluş yok. Kanser gibi… Birisine yaklaşsan ve “ağabey, başından geçenleri biliyoruz. Şu hak ve özgürlük davası gaziliğini gençlere bir anlatsan” dediğimizde, “başkasını bul be oğlum” deyip, yan kırıyor, şapkasını önüne çekip bastonundan güç alarak uzaklaşıyorlar. İlk yılların heyecanı kurudu. Sanki davanın suyu çekildi. Hem Türkiye’den hem de Bulgaristan’dan emekli maaşı alanların “ta ni olacak be gülüm” cevabı da kendileri için sanki doyurucu. Türk kimliği davamızla ilgili kamplarda, hapishanelerde, sürgünde ışınlanmış ağabeylerimizi şu katmanın içinde görebiliyoruz. Bulgaristan’daki Türk nüfusunun üçte ikilik kısmı kırsal kesimde – köylerde – yaşamaktadır.


Makale ve Analizler - 2018

15

1992 rakamlarına göre, Bulgarlarda üniversite mezunu oranı genelde %20, Bulgaristanlı Türklerde bu oran %2’dir. Aynı yıl memlekette lise mezunu oranı Bulgarlar da %54, Türklerde ise %24’tür. Bu rakamlar, Bulgarlaştırma süreci içinde Bulgar devletinin resmi açıklamalarında (Mart 1985 İç İşleri Bakanı D. Stoyanov’un demecinden) Türkler arasında 3 261 ajan olduğu dikkate alındığında büyük bir çelişkiyle yüzleşiyoruz. Bir defa okuma yazması olmayan kişilerden ajan seçmek yasaktı. 15 Ekim 2018’de Dosya Komisyonundan yapılan resmi açıklamada Todor Jivkov döneminde ajan dosyalı ve kartonlu kişilerin sayısı 2 500 000 (iki buçuk milyon) olduğu ortaya çıktı. Nüfusun üçte biri komünist ajanlığa bağlanmıştır. Bu ajanlara yüzde yüz inanılır mıydı bilmiyorum. Fakat şimdi ajanların bazı ihbarları problem yaratmaya başladı. Eski ajanlar memleketimizi satıyorlar. Hafta sonu Sofya, Pleven ve Köstendil’de Dış Ülkelerdeki Bulgarların işine bakan ve onlara Bulgar pasaportu veren devlet ajansı yönetimi tutuklandı. Bu ajans her ay 1,2 milyon (bir milyon iki yüz bin) Euro rüşvet topluyormuş. Adalet Bakanlığında yabancılara Bulgar Pasaportu verme işlerinden sorumlu devlet memuru Bayan Katya Mateva’nın anlatıldığına göre, 2 dakikada bir sahte pasaport veriliyormuş. (Galerya gazetesi 2018, sayı 44) İşler o kadar kolaylaştırılmış ki, Bulgar tebaası istenmez olmuş, bir beyan imzalamak yeterli olmuş. Arnavutlara, Kosovalılara, Makedon, Moldova ve Ukraynalılara AB pasaportu verme içi 2012-2017 yılları arasında Makedon partisi VMRO Başkanı Krasimir Karakaçanov – halen Başbakan Yardımcısı ve Milli Savunma Bakanı – tarafından yönetilmiş. Bulgar milliyetçiliği, Türk düşmanlığı, İslam düşmanlığı sahte pasaport satmaktan BULGARİSTAN’I SATMAKTAN toplanan rüşvet paralarıyla finanse edilmiştir. Kodamanlardan, başbakan yardımcıları, bakanlar, genel müdürlerden tutuklanan yok. Bulgaristan’da doğmamış, yaşamamış, Bulgar dilini bilmeyen, Bulgaristan’da malı mülkü hatta banka hesabı olmayan yabancılara memleketimiz peşkeş çekiliyor ve Türk düşmanlığı tırmandırılıp kızıştırılıyor. Yani eski ajanlar yeni ajanlara inanmıyorlar. 5 yıl önce mecliste özel bir karar alındı ve eski ajanlar devlet işinde çalışamaz dendi. Bakan, Başbakan Yardımcısı olamaz kararı alındı. , Bugünkü Başbakan Yardımcısı ve Savunma Bakanı K. Karakaçanov 1989’dan önce, totaliter komünizm zamanında VI. Şubeye bağlı III. Amirlikte görevli polis Hristo Hristov’a ajanlık yapmıştır. Bu resmen açıklandı. Bu III. Amirlik Bulgaristan istihbaratı “DS” ile Rusya istihbaratı KGB arasındaki ilişkileri ve işbirliğini düzenleyen makamdır. Hristo Hristov bugün bir avukat olarak, VMRO parti bina-


16

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

sının 3. Katındaki ofiste çalışıyor ve VMRO partisi Başkanı Karakaçanov’a danışmanlık yapıyor. Soruyorum: Değişen nedir? Dosyalar açılırken “DS” eski ajanları yeni sistemde –DANS – ajan olamaz denmişti. Eski ajanlar bakan, bakan yardımcısı, Başbakan Yardımcısı ve Başbakan, Meclis Başkanı, Savunma bakanı olamaz. Eski istihbarat subaylarından danışman olarak yararlanamaz denmişti. Olaylar nerelere gitti. Bunların hepsi kafaları ışınlanmış totaliter komünist memleket satanlar, Türklere karşı kuduranlardır. Eski ajanlarla yeni ajanlar arasında sımsıkı bağ olduğu ortadadır. Bunu inkâr edenler yalan söylüyor. Onlar bugün de iktidardadır. Demokratlar nerede? Sofya meydanlarında neden yanmıyor ateşler. En kötü olan halkımızın ilgisizlik radyasyonu ile ışınlanmış olmasıdır. Körün istediği 2 göz, biri ela biri boz. Öyle insanlar vardır ki, kendilerine yapılmak istedikleri iyiliği gördükleri halde bununla yetinmezler, ayrıntılarının şu, bu biçimde olmasını da isterler, isteyecek kadar yüzsüzlük ve aç gözlülük ederler. Toprak altında oyduğu yuvalarda yaşayan, gözleri hemen hiç görmeyen, derisinden kürk yapılan küçük bir hayvan – köstebek. Toprağın üzerinde işi olmaz bunların. Toplumda ve güneş gören dünyamızdan ilgilenmezler. Bu tip insan yaratmayı başardılar. Ne yazık…. Hepsi büyük bir korkunun ürünüdürler. 30-35 yıl geçti kimse kalkıp da köstebek benim demedi. Göç edenler için köstebeğin bir kaçış stratejisi oldu diye düşündüm. Aramızda olanlardan bazılarının köstebek olduğunu bilmeyen yoktu. Ama hiç birimiz kimsenin yakasına yapışmadı. Biz kader kardeşiyiz demekle yetindik. Şimdiki ilgisizliğimiz çocuklarımızın geleceğini öldürüyor. Köstebekleri bulacağız yemini içmiştik defalarca. Hiç birini darağacına asmadık. Zaman geldi köstebek olamayanlara acıdık. Ortada kalmışlardı. Bir baltaya sap olmayanların durumu çok kötüydü. Köstebeklerin köstebek ürettiğini, ışınlanmışların ise her bakıma kısırlaştırıldığını öğrenmek büyük acı verdi. Gecelerce yok olmak mı iyi, köstebek olmak mı dolaştı kafamda… Köstebek tarlarında köstebek olmadan yaşama şansı yoktu.Bir Bulgaristan Müslüman Türkleri olarak köstebek sorununu çözebildik mi? Bu sorunun cevabını yeni yazımızda ele alacağız. Anadolu’ya göç ederken; geride köylüm, fakir ve cahil bir kitle kalmıştı. Bulgaristan Türklerinin başsız bir gövde olarak hareket etmesine zemin hazırlanmıştı. Başımız toprağın altındaki kör köstebekti. Köydeşim bir işe yaramayan A. Doğan’dı. Paylaşınız ve aeranızda Tartışınız Silkininiz ve aynada bakmaya üşenmeyiniz.


Makale ve Analizler - 2018

17

Eskiden De Böyleydi Tarih: 03 Kasım 2018 Yazan: Nedim AKIN Konu: Armut dalının dibine düşer.

Bulgaristan’ın gelecek görünümünü halka açıklamak amacıyla yola çıkan Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) heyeti hafta sonunda Pirin Dağı, Yukarı Cuma (Blagoevgrat) ili Razlog belediyesi sınırları içinde bulunan “Banya” kötündeki 4 yıldızlı “SPRİNGS” otelde konakladı. Eski Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev’in (2012-2016) mülkü olan bu otelin çok önemli bir özelliği var. 24 saat “Açık Büfede” otelin 70 dönümlük sebze ve meyve bahçesinden çevreci ürünler: süt, yağ, kaşar, peynir, tavuk, kaz, ördek ve hindilerle, kuzu ve buzalar da aynı çiftlikte üretiliyor. Otelin SPA merkezindeki havuz ve hamamlarda, masaj merkezlerinde ve saunalarda kullanılan sıcak ve soğuk sular da özel kaplıcalardan… Otel sahibi Rosen Plevneliev’in babası Pomakların isim değiştirme saldırılarının gemi aza aldığı yıllarda Nevrekov (Gotse Delçev), daha sonra da aynı ilin merkezi olan Yukarı Cuma (Blagoevgrat) BKP İl Komitesi İdeolojik Sorunlar Sekreteri görevinde bulunmuştur. Razlog şehri ise, isim değiştirme işlerinde kullanılan komando ve bordo berelilerinin kamplarının bulunduğu merkezdi. BKP il yönetim ekibine babasının da katılımıyla 17 026 Müslüman Pomak’ın Türk isimleri değiştirilmiş ve birçok kişi de sürgün edilmiş veya içeri atılmıştı. Olaylar 1972-1973 yıllarında gelişmişti. O yıllarda Merkez Komitesi (BKP MK) Politik Büro üyeleri “içinde kurt olmayan” erik, elma, armut yemezlerdi. Yüzülmüş kuzuların 8-10 kiloyu, danaların da 70-80 kiloyu aşmamasına dikkat edilirdi. Parti kadroları süt kuzusu ve sür danasıyla besleniyordu. Görüldüğü üzere işler döndü dolaştı aynı yere ve aynı ayara döndü. Yarı Müslüman Yarı Hristiyan nüfuslu Ban ya köyü Pirin, Rila ve Rodop Dağlarının kesiştiği vadiye yayılmış bir muhtarlık olup yöredeki BSP kalelerinden biridir. 1990 yılına kadar Nevrekop belediyesine bağlıydı. 30 yıl sonra yeni yöneticiler kendilerini doğuran ve yetiştirenlerle aynı noktada buluşmaya başladılar. Bu noktanın adı büyük harflerle yazılsa HALKI ALDATARAK HALK ADINA SEFA SÜRMEK KÜSTAHLIKTIR olurdu.


18

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

*** Yine bu hafta sonunda ortaya çıktığına göre, Bulgar iktidarı çok önemli bir başka konuda da Todor Jivkov’u örnek alıyor. 10 Kasım 1989’da T. Jivkov BKP MK Genel Sekreterliğinden ve BHC Devlet Konseyi Başkanlığından kendi iradesiyle istifa ettiği söylentisi kulaktan kulağa bir daha dolaştı. Bu rivayeti daha inandırıcı bir duruma getirebilmek için T.Jivkov’un doğduğu yer olan Botevgrat (Orhaniye) Parkına dikilen 5 metre yüksek – Bulgaristan’da en heybetli kişisel bronz anıt – önünde çekilen, BSP Başkanı Bayan Kurnelua Ninova’nın minicik resmi de fecebockta dolaştı. Meclisin çoğunluk toplayamadığı için 2019 bütçesini onaylayamadığı, Bakanlar Kurulu önünde siyah bayraklı gösterilerde 3 aydan beri her akşam “İstifa” sloganı haykırıldığı, kriz çöküntüsünün bataklığın üstüne çıktığı bir ortamda BATAKLIK BAYKUŞU – “Ataka” Partisi lideri öttü. Hükümet ortağı faşist “Yurtsever Cephe” meclis grubu sözcüsü de olan Volen Siderov “kendi isteğiyle istifa etmezse, hükümet düşmeyecek” dedi. Kendi aklınca şimdiki bunalımı, T. Jivkov buhranına benzetti. “Bizde zorla iş olmaz!” demek istedi. Bu sözler meclis toplantılarına katılmayan BSP ve Türklerin Partisi (DPS) bahçesine atılmış taşlardı. Aslında derin anlamında “yiyin için, keyfinize bakın, size engel olan mı var!” edasıyla yüklüydüler. Dev anıt önünde çekilen resmin anlamı ise şuydu: “Bu anıtı ancak GERB dikebildi.” Siderov asılsız bulduğu iktidar muhalefet kavgasına son verilmesi için, Bakanlar Kurulunda her odaya “Ölümlü Olduğunu Unutma!” sloganı yazılmasını, meclisin çalışabilmesi için ise, ipleri pazara çıkan Başbakan Yardımcıları Valeri Simyonov ile Krasimir Karakaçanov’un istifa edip meclis san dalyalarına oturmalarını öneriyor. Böyle onunca “hükümetten kendimiz isteğimizle çekildik” formülü uygulanmış olacakmış ve yeni çöküş Tordor Jivkov’un “gönüllü” istifasına benzeyecekmiş… “Arsızın yüzüne tükürmüşler, yağmur yağıyor demiş.” *** Dönelim işin başına – “açıklık” ve “yeniden yapılanma” yıllarına. Önce şuna işaret edelim. Olaylar gün gibi ortada olsa da, 1989’da Todor Jivkov’u istifaya zorlayan ana faktörün 1984-1989 arasın şiddetlenerek devam eden ve Mayıs 1989 patlayan Türk İsyanı olduğu Bulgar totaliterkomünist, İslam ve Türk düşmanı zihniyet tarafından kabul edilmiyor. Bulgaristan’da komünist dikta rejiminin 10 Kasım 1989 devrilişinin ardında onlara göre, 3 Kasım 1988 tarihinde Sofya Üniversitesinin 65. Salonunda kurulan AÇIKLIK VE YENİDEN YAPILANMAYI DESTEKLEM KULÜBÜ ile Rusçuk (Ruse) Şehrinin Çevre Sağlığını Koruma Kamu Komitesi bulunuyor. Bu örgütlenme sosyalist Bulgaristanda farklı düşünenler hareketi olarak kabul edilmiştir.


Makale ve Analizler - 2018

19

Daha sonra Cumhurbaşkanı olan Dr. Jelü Jelev (1990 – 1997) başkanlığında oluşan kulübe 80 kişi katıldı. (Kurulduğu tarihte 40 üye daha katıldı.) Kurucu üyelerden 39’u BKP üyesidir. 11 kişi faşizme ve kapitalizme karşı mücadeleye katılmıştır. 4’ü BKP’den ihraç edilmiştir. 10 parti tarafından cezalandırılmış komünisttir. 36 kişi de partisizdir. BKP saflarından gelen bu tepkiyi ifade edeneler hakkında bugün bu kişiler BKP ve gizli polis “DS” tarafından öne sürülmüşlerdi deniyor. Şunu önemle belirtmemiz yerinde olur. İşe BKP siyasetini eleştirmekle başlayan Kulüp, daha 1998 yılında Bulgaristan Müslüman Türklerini savunmaya başladı, isim değiştirme ve asimile etme siyasetini kınadı. Bu kulübün üyelerinden birkaçı Batı Radyolarıyla bağlantı kurdu ve daha sonra Cumhurbaşkanı Yardımcısı Olan Blaga Dimitrova’nın radyolarda okunan şiir ve destanları etkileyici oldu. BKP MK kararıyla Kulüp üyelerine baskı yapıldı. 7 kişi tutuklandı. Kulübün ofisleri basıldı, aranıp tarandı, üyeleri işten atıldı, zorbalığa maruz kaldılar. “Açıklık” ve “Yeniden Yapılanma” etkinliklerinin halka ulaşması 19 Ocak 1989’da Fransa Cumhurbaşkanı F. Miteran’ın Sofya ziyareti esnasında Fransa Büyükelçiliğinin 12 Bulgar aydına kahvaltı vermesiyle oldu. Bu kahvaltıya seçilmiş kişiler katılırken Türk ve Pomak temsilci alınmadı. O dönem 10 binden fazla Müslüman sürgünde veya içerde bulunuyordu. 17 Mart 1989 tarihinde BKP MK Politik Bürosu Kulüp üyelerine karşı ülke çapında kovuşturma başlattı, terör uygulama sayfası açıldı. Kulüp üyeleri hainlikle ve lafazanlık yapmakla damgalandı. 5 Mayıs 1989’da Türklerin ülke çapında açlık grevleri ve aynı ay 72 bin kişinin katıldığı milli hak ve özgürlük ayaklanması hazırlıkları tamamlanırken, Açıklı ve Yeniden yapılanma kulübü Bulgaristan’da totalitarizmden tamamen vaz geçme ve liberal demokrasi ilkelerine göre bir yeniden yapılanma çağrısıyla meclis başkanlığına başvurdu. Bu çağrıdan hemen sonda gizli polis “DS” Kulüp üyelerine karşı milli saldırı operasyonları düzenledi, üyelerden daha fazlası tutuklandı. Aynı günlerde Türk direnişçi, sürgün ve tutuklu aydınlar sınır dışı edilmeye başladı. 21 Mayıs 1989’da çağrılan BİRİNCİ DEMOKRATİK BİRLİK (LİG) MİLLİ KONGRESİNİN SLİVEN’NE BAĞLI ABLANOVO KÖYÜNDE TOPLANMASI ÖNLENDİ. Demokratik dalganın yükselmesini baltalamaya çalışan BKM MK Politik Bürosu ve milis güçleri 31 Mayıs, 1 ve 2 Haziran 1989 gümleri “İhanetçiler Yargılansın!” sloganı altında Kulüp’ü kınama ve lanetleme mitingleri düzenledi. Kulüp üyeleri ve aileleri toplumdan tecrit edildiler.


20

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Aynı yılın Haziran ayında Bakanlar Kurulu kararıyla Sofya Kültür Enstitüsü kapandı. Kulüp üyeleri Enstitüden atıldı. Kulüp’e karşı propaganda kampanyası başladı. 1989 yılı yazında 360 bin Türkün ülkeden kovulmasından sonra, 2 Kasım’da Sofya’da “Petır Beron” sineme salonunda “Çevere Sağlığı ve Demokrasi” konulu bir aydınlar toplantısı yapıldı ve Açıklık ve Yeniden Yapılanma Kulübü’ne kitle akımı başladı. Halk korkuyu yenmişti. 8 Gün sonra (19 Kasım 1989 tarihinde) Todor Jivkov görevinden devrildi. 17 Kasım 1989 tarihinde Sofya’da Demokratik Güçler Birliği (CDC) kuruldu, 2 Cumhurbaşkanı çıkardı. Jelü Jelev (1990 -1997) ve Petır Stoyanov (1997 – 2002); iki de hükümet kurdular. Filip Dimitrov hükümeti (19911992) ve Başbakan İvan Kostov hükümeti (1997-2001). Günümüzde “Açıklık ve Yeniden Yapılanma Kulübünden” iz bile kalmadığı gibi, Demokratik Güçler Birliği’nin de (CDC) mecliste sandalyesi yoktur. Bulgaristan komünist totaliter düzen leşini mumyalamayı başarmış ve memleketimizin yeniden yapılanarak demokratikleşmesini ve yeni bir uygarlığa doğru adımlamasını engellemiştir. Bu büyük kavgayı başlatan Türkler ise oyun dışına itilmiştir. “Banya” muhtarlığında BSP yönetimini karşılamaya Müslümanlardan giden olmamıştır. Yerli halk ile idarecilerin veya idareye muhalefet edenleri arasın tamamen açılmış, temas yoktur. Eskiden de böyleydi. Hiç bir şey beklendiği gibi olmadı. Olayları izlemeye devam ediyoruz. Havada seçim kokusu var. Okuyun ve paylaşınız. Bizi izlemeye devam edin.


Makale ve Analizler - 2018

21

Bizi Kıskanıyorlar

Tarih: 04 Kasım 2018 Yazan: Raziye ÇAKIR Konu: Formatımızın anadil yaprağını araladım Bu güz yapraklar mutlu Dalında ıslanmadan soldu Vedalaşırken ağlamadılar Düşerken şarkı söylediler. Her şeyin hayatı şu yapraklar gibi solup düşse ve sonra düşünce gibi unutulsa ama olmuyor işte. Dünyada kaç yaprak olduğunu söylemek zor, insanlardan çok fazla olmalılar, çünkü onlar solumasa biz yaşayamayız. İnsanlar ve yapraklar soluyarak birbirini tamamlıyor. Diller ise konuşularak gelişip yaşıyor. Konuşulmayan diller ölmeye mahkümdür. Yer yüzünde ölü veya canlı 4 bin civarında dil bulunmaktadır. Dillerin konuşur sayısı farklılık arz ediyor. Dünya nüfusunun neredeyse yarısı 15 dili konuşuyor. Dünya dillerinin %50’sinin konuşanı 6 binin altında, %85’inin konuşanı ise 100 binin altındadır. Türkçemiz köklü bir dildir. Dünya dilleri içerisinde bilinen en eski dillerden biri olan anadilimiz Türkçe, yazı dili olarak 1 500, konuşma dili olarak da 5 bin yıllık bir geçmişe sahiptir. Birçok ünlü bilim adamı Türkçemizin en az 5 bin yıllık bir geçmişi olduğunda birleşirken, Sümerce yazılı tabletlerde bulunan Türkçe sözlüklerden yola çıkan Prof. Dr. Osman Nedim Tuna, Türkçenin en az 8 500 yıllık bir geçmişe sahip olduğunu savunmaktadır. Bugünkü köklü dillerin birçoğu yokken Türkçe bir dünya diliydi. Miladi 730’lu yıllarda atalarımız Orhun Yazıtlarını diktiği zaman ne İngilizce, ne Almanca, ne Fransızca vardı. (Argunşah, Mustafa, “Sözüm Türkçe Üstüne”, İstanbul, 2008. Sayfa: 15-16) İngilizce gibi diller ise en çok 600-700 senelik geçmişi olan dillerdir. Bugün dünyanın en büyük dili olduğu iddia edilen İngilizce, Türkçe ’den 8 asır sonra oluşabilmiştir. Uygur Türkçesi üzerinde çalışmalar yapan W. Bang: “Türkçenin Almanca’dan 8 asır evvel yazı dili olduğunu öğrenince hem hayret ettim, hem merak ettim.”demekten kendini alamamıştır.


22

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

(Karaörs, Metin, “Türkçenin Zenginliği”, Dil ve Edebiyat Dergisi, Sayı 1, Ocak 2009, s. 12-16.) Dünyanın en eski dillerinden olan Sümerce, bugün artık tarihe karışmış bir dil olmasına rağmen onunla yaşıt Türkçe, güçlü özellikleriyle hala en canlı şekliyle gelişerek varlığını sürdürmektedir. Türk dilinin kelime zenginliği. Türk Dil Kurumunun 2011 yılında yayınladığı Türkçe Sözlük ’ün 11. Baskısında 122 423 söz varlığı vardır. Madde başı kelime sayısı ise 77.005’dir. Bu sayının 6 510’sı Arapçadan, 1 375’i ise Farsçadan alınmadır. Rumca, İtalyanca, İspanyolca, Fransızca, Almanca, İngilizce gibi Batı dillerinden alınan kelimelerin sayısı ise 7.249 ‘dur. Toplam alıntı kelime sayısı 15 416’dır. Bu sayı toplam madde sayısının %17’sine tekabül etmektedir. Türkçe Rusça Büyük Sözlük 74 000 söz üzerine kurulmuştur. Fransız Klasik Victor Hugo’nun “Sefiller” romanı 42 000, Türk klasik Yaşar Kemal’in “İnce Mehmet” romanı ise 44 000 kelime ihtiva eder. Özbekistan’da yapılan bir araştırmaya göre Shakespeare’in dilinde 22 bin kelime, Neva’nın dilinde ise 24 bin kelime bulunmaktadır. Türkçe bir kültür, bilim ve edebiyat dilidir. Dil ve Kültür birbirinden ayrılmaz. Kültürel bakımdan ileri gitmiş, yükselmeler göstermiş bir ulusun dili de yükselmeye uygun bir şekilde gelişir. Düşünce hayatının yükselmesiyle birlikte dilı de geliştirır. Türkçe tarih boyunca yetiştirdiği bilim adamlarıyla, oluşturduğu çok değerli eserlerle bilim dili olarak kullanılmış ve kullanılmaya da devam etmektedir. Önceleri 6-11 yüzyıllar arasındaki Eski Türkçe Döneminde siyaset biliminin ilk örneği sayılabilecek olan Yusuf Has Hacip’in Kutadgu Bilig adlı eseri ve Kur’an’ı Kerim’in Türkçeye çevirileri Türkçe’nin bilim dili olarak gücünü gösteren eserlerdir. Daha 1072 ‘de Kaşgarlı Mahmud tarafından yazılan Divanü Lügatü-t Türk’te yer alan kelime sayısı 8 bin 624’dür. Bu kelimelerin içinde çok sayıda Türkçe tıp terimi bulunmaktadır. Oysa aynı zamanda hazırlanmış bir Latince-İngilizce sözlükte yer alan kelime sayısı 3 bindir. Türkçedeki kelime sayısı, bu dönemde, İngilizcedeki kelime sayısının 3 katı kadardır. Üstelik Kaşgarlı Mahmud, eserinde, canlı dilde yaşamayan ve Türkçe kökenli olmayan kelimelere yer vermediğini de belirtir. (Karaörs, Metin, “Kürkçenin Zenginliği”, s.14.)


Makale ve Analizler - 2018

23

Türkçe en kolay öğrenilen anadildir. Ahenkli ve sabit kurallı bir dil olan Türkçemiz kolay öğrenilen ve kolay kullanılan bir konuşma ve yazı dilidir. Günümüzde, Türk okullarının yasaklanmış olduğu ve Türkçe kitap sağlamada sorunlar yaşandığı Bulgaristan’da çocukların anadillerini ailede, TV ekranından, evdeki konuşma dilinden, internet ve fecebock yazışmalarından öğrenmede olağanüstü başarılı olmaları bu tespitimizi kanıtlıyor. Alman araştırmacı Prof. Dr. Klaus Delius’un yaptığı araştırma sonucunda dünya anadillerini en çabuk Türk çocuklarının öğrendiği ortaya çıkmıştır. Bulgaristan’da Müslüman Türklerin %93’nünün ailede kullandığı dilin Türkçemiz olması buna işaret ediyor. Çünkü bundan 65 yıl önce okullarımızı kapatan ve anadilde konuşanlarımıza ceza kesen Bulgar faşist ve komünist makamlarının asla başarılı olamaması, Türklerin Türkçe konuşmaya devam etmesi, halk yaratıcılığımızın ve geleneksel kültürümüzün yeniden dirilmesi başarılarımızın en büyüdür. Bu temel üzerinde 1990’dan beri zorla dayatılan “Bulgar Etnik Modeli” de dil ve kültür, gelenek ve yaratıcılık dallarında çökmüş ve mezar taşı dikilmiştir. Dil ve kültür tuzaklarına bu defa da kendileri düştü. Türk çocukları 2-3 yaşına kadar Türkçeyi, dil bilgisi kurallarına uygun konuşabilmektedir. Bunun esasında olan, Türkçemizin kendine özgün sağlam ve anlaşılır yapısı, ek-kök sisteminin düzenli olması, cümle kuruluşlarının kolaylığıdır. Bulgaristan Türkleri olarak bizler Türkçe konuşan, Türkçe yazan, halk sanatı Türkçe olan ve anadilimizde gelişen ve yükselen bir halk topluluğuyuz. 650 türkü ve şarkısı olan bizler kendi sözlü ve yazılı edebiyatımızı yarattık ve yakın ve uzak halklara duyurabildik. Bu konuda özel çalışmaları olan, Bulgaristan Türkleri Halk Bilgileri ve inançlarını özel bir araştırma konusu yapan, öğretmenlerimizden EMBİYA ULUSOY ÇOK ÖZEL ÇALIŞMALARLA 1937’de doğduğu Şumnu ili Aydoğdu (İzgrev) kaynaklı şu çok değerli eserleri verdi. Aydoğdu köyünün Geçmişi ve Bugünü – 1998 Deliorman 2003 Deliorman ve Rumeli Pehlivanları 2012 Nasırlı Ellerin Hüneri (Bulgaristan Türkleri Halk Bilimi)


24

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Deliorman Çocuk Oyunları; Deliorman Halk Bilgileri, Bulgaristan Türklerinin Toplum Kültürü, Deliorman Özgürlük Yürüyüşler vb. Türk dilini bir tarih ve kültür, sanat ve edebiyat olarak anlatırken biz aslında kendimizi anlatıyoruz. Okyanusun içinde küçük bir damla olsak da, en büyük sırrı içinde taşıyan ve harman dolusu ürün verecek umudu içinde taşıyan tohumuz. Bizim Dobruca, Deliorman, Gerlova, Trakya ve Rodop Türkçemiz vatan olarak sevdiğimiz topraklarda 1 000 yıllık köklerden dem alarak yaşıyor ve yaşayacaktır. Bu güz ıslanmadan dökülen sarı yaprakların senfonisi bu olgunluğun unutulmaz ürünüydü. Bulgaristan Türkleri formatından yapraklar olarak açtığımız ve işlemeye gayret ettiğimiz konuların devamında Bulgaristan Türkleri Türkçesinde Akrabalık Adları ve Renk Adları üzerinde durmak istiyoruz. Okuduğunuz için teşekkürler Paylaşırsanız memnun olurum

İstanbul Azerbaycan Başkonsolosu


Makale ve Analizler - 2018

25

Sofra Başında

Tarih: 05 Ekim 2018 Yazan: Raziye ÇAKIR Konu: Hepsinin dedesi, nenesi, anası ve babası her yerde Türkçe konuşuyordu. Akrabaları da Türkiye’dedir. Liderlik heves meselesi değildir. Ne sofra başında en uzun kalan, ne de halk gerilemek zorunda kaldığında onu inin karanlığına götüren liderdir. 4 Kasım akşamı Hak ve Özgürlük Hareketi (HÖH) gençlik örgütü 20 yaşını Sofya’da “Prenses” Otelin kör sofra salonlarının birinde kutladı. Önce şuna işaret edelim, kutlama gecesinde şu Hak ve Özgürlük Hareketi (HÖH) ismiyle hiçbir defa anılmadı. Türk dili korkusu, Türkçe konuşma yasağı Sofya’da 4 yıldızlı Türk otelinin salonlarına da ölüm korkusu gibi sinmiş ki, Bulgarca ve İngilizce konuşmalar yapıldı. Anlayan anladı anlamayan anlamadı. 20.yıl kutlamasını örgütleyen DPS Gençlik Kolları Başkanı, Avrupa Parlamentosu milletvekili ve Avrupa Liberalleri ALDE Başkan Yardımcısı İlhan Küçük, şu DPS bayrağında ve amblemindeki iki zeytin dalında 9’ar yaprak var, bunlar içte ve dışta barış ve huzurdan yana olduğumuzu ifade ederken, Bulgaristan’daki 9 etnik azınlık topluluğunun birlik sembolüdür, demedi. HÖH kurucu fikri, halkımızın hoşgörülü dünya görüşünden ve hak ve özgürlükler uğruna direnme azminden doğmuştur. Hak ve özgürlük, adalet ve demokrasi gibi herkesin kutsal nimeti olduğundan, ortak bir sembol ve edinimdir de demedi. Küçük, insan kıtlığında çok-foksiyonel bir lider durumunda, ama konuştukları kulak zarından içeri girmiyor. Sözde dinleyenler birbirlerine “kafama hiçbir şey girmiyor” demek isteseler de, insanın geçmişinden kaçamadığı gibi, içinde bulunduğu ortamdan da kaçamadığını anlayarak, sustular ve sık sık alkışlamakla yetindiler: Salonda bulunan ve Bulgarca ve İngilizce konuşmaları anlamaya çalışan gençlerin dedeleri, neneleri, anneleri, babaları, yengeleri ve dayıları ateş içinde özgürlük mücadelemizi Türk ruhuyla ve Türkçe anlaşarak vermişlerdi. Şehitlerimiz dilimiz, dinimiz ve Türk kimliğimiz için öldüler.


26

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Onlar, Türk’tü, Pomak’tı, Çingeneydi, Ulah’tı, Tatar’dı, Gagavuz’du, Armen’di, Yahudi’ydi, Makedon’du, ama hepsi hak ve özgürlük uğruna savaşan insanlardı. HÖH davamız, XX. Yüzyıl insan hakları mücadelemizin ortak ürünüdür. Çeşitlilikte birlik ve birlikte çeşitlilik mücadelemizin zafer bayrağıdır. Şimdi ne oldu? Herkes köküne dönmek, kendi çiçeğini açmak ve kendi meyvesini sarmak isterken umutlarımızdan yaprak salatası yapıldı. Anadilimiz olan ve 21. Yüzyılda 250 milyon insanın konuştuğu, çağdaş cesur ve zeki modern kimliği yaratan, en hızlı yükselen medeniyetlerden biri olan Yüce Türk uygarlığını taşıyan anadilimizi bir kenara bırakıp, hızla yozlaşan, durmadan çöken ve kullanan nüfus giderek azalan, kültür, edebiyat ve uygarlık açısından durgunluk yaşayan Bulgar dilinde kutlama gecesi düzenlenmesi, gönül kıran izlenim bıraktı. Resmi dil olması bu durumu değiştirmez. Bu bir modern Avrupa değeridir. Azınlık dillerinin yaşama hakkı meştudur. Şu unutulmamalıdır! Hak ve özgürlük hareketi bir direniş biçimi olarak Türklerimiz arasında ve Türk dilinde, Türklük ruhuyla ve Müslüman Türk iradesiyle mayalanmıştır. Bu davanın devamcısı ve 2. Kuşağı olan HÖH Gençlik lider-korosu davamızın özüne tamamen ihanet etmiş bir boyuta ulaştığını kanıtlamaktan çekinmedi. Kuşkusuz bu gerçek, DPS Gençlik örgütü yönetimindeki kadroların Türk özümüzü belirleyen nüve vasıflarını yitirdiğini ve ne olduğu bilinmeyen bir yönelim içinde bulunduklarına işaret oluyor. 1984- 1989 yılları arasında hak ve özgürlük, adalet ve insan hakları, sürgün ve zindanlardaki kadrolarımızın hemen salıverilmesi için verilen savaşım Türk dilinde, Türkler arasında örgütlenmişken, günümüzün kör sofracıları anadilimizi kullanmaya utanır duruma gelmişlerdir. O yenilmez ve yılmaz özgürlükçü kadrolar tütün tarlaları, maden ocakları, inşaat iskeleleri, baraj duvarları, hayvan bakıcı “akademilerinde” katran, balçık, don, harç, beton, demir kitabından okuyarak yetişmişlerdi. Almanya’nın özgürlük için “Fridrich Nauman” vakfı Güney Avrupa lideri Daniel Kadik yıldönümü kürsüsünden yaptığı konuşmada, 2007’den beri Sofya’da olduklarını ve HÖH Genel Başkanı Mustafa Karadayı’yı kendilerinin yetiştirdiğini söyledi. Hırstan patlayıp ölür müsün? Öfkeden çıldırıp intihar mı edersin? Kendilerini bizden üstün sayan ve bizi yavaş yavaş kör sofralarda eriterek uyutan ve yok etmeye çalışanların içimize ne kadar sokulduğunu bir düşünün. Bunu, Ahmet Doğan haini örneğinde, “istediği yüksekokula yazılma” özgürlüğünde, sahteden “hapse düşme” oyununda,


Makale ve Analizler - 2018

27

“bilimler doktoru” ilan edilmesinde, 8 defa sözde evlenmesinde, vatanımızı ve kimliğimizi satan, faşist-VMRO’nun “Altın Yıldız Madalyasıyla” taltif edilmesinde, Bulgaristan Müslümanlarının adlarını değiştiren ve büyük sayıda kardeşimizin ölümüne, vatanımızdan kovulmamıza neden olan savcı Prof. Vasil Mrıçkov ile birlikte “Stara Planina” Ödülüyle ödüllendirilmesinde, korumalı saraylarda yaşatılmasında ortaya çıkan Rus istihbarat tuzağında ve başka örneklerde usta icatlar olarak artık yaşamıştık. Besbelli kukla oynatanlar el değiştirilmişler. Biz İlhan Küçük’ ün kutlama konuşmasında “çok kültürlü” ve “çok etnikli” bir kitle örgütü sözlerini anlamakta güçlük çektik. Bulgaristan’da hangi etniğin okulu var? Halk kültürü töre ve gelenekleri ezilip öldürülmüyor ki? Hangi etnik topluluk etnik kimliğini anadilinde savunurken her gün polisle çatışmıyor? Kurban vermiyor? Unutmayalım azına kadar dolu Bulgar Hapishanelerindeki mahkûmların % 80’ni etnik azınlık gençleridir. Ülkenin dört bir yanında, köy ve kentlerinde her gün bir Çingene isyanı yaşanıyor. Çingene müziği dinlemek yasak, çingene dilinde yazıp okumak yasak, Çingene kızlarının davul zurnalı düğünle evlenmesi yasak, at koşuları yasak, Çingenece konuşmak yasak vs vs. Sayın İlhan tüm etniklerin gençleri MEMLEKETİMİZİ yani VATANIMIZI her gün terk ediyorlar. Gençler kaçıyorlar? Neden acaba? Yani geleceğimiz yok oluyor! Yalnız köyler değil, kasabalar da boşalıyor. Okullarda öğretmen ve eğitmen, sağlık merkezlerinde doktor, hemşire ve hademe yok. Köylerimizde muhtardan başka devlet memuru yok.. Yani devlet kurumları tamamen çökmüş. Yani devlet yok olmuş… HÖH Başkan Yardımcısı, Kırca Ali Belediye Başkanı Hasan Aziz, kürsüden kurucu akademisyen edasında, Ahmet Doğan’ın da tozunu alarak ve küfüne mehlem sürerek yaptığı vurgulamalı konuşmasında, “70 üniversiteli Türk genci olarak o kurucu toplantıda Türkçe konuşmuştuk”, bu hareketin genç kollarının mayasında Türk dili ve Türk ruhu var demedi. Kırca Alide 20 yıldan beri dayatmaya çalıştığı “Bulgar Etnik Modeli” nin çöktüğünü bildirmeye de dili varmadı. Bugün koskoca Kırca Ali Belediyesinden Sofya Yüksek Okullarında kayıtlı 70 öğrenci yok diyemedi. Türk dili sorununun çözümüne bir çözüm getiremediğini söylemeye de dili dönmedi. Her şey eski hamam eski tas diyenler aldanıyor. Artık hamamın suyu kesiliyor. Kurnalar akmıyor, tellak emekli olmuş, elektrikler yanmıyor. Şimdiki Türklüğün son mekânı saray sofraları, “Prenses” otel gibi kumarcı merkezlerinin kör sofraları ve Avrupa Birliği’nin açık büfeleridir. Bu merkezlerde barınanlar da hep aynı kişilerdir.


28

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ötekilerin Türkçesi ölmüş, ruhu kaynamış, karnı aç kimsenin umurunda değil. Başa gelen çekilir. Hep iyi olsun diye mücadele ettik, fakat yıllardan beri kork tavuğun altından kuzgun yavrusu çıkıyor, yapacak bir şey yok. Kontrolümüzde olmayan bir dünyada yaşıyoruz. Hepsinin dedesi, nenesi, anası ve babası her yerde Türkçe konuşuyordu. Gidecekleri yer de Türk mezarlığıdır. Ne yazık ki, Sofya’da o da yok. Öyleyse dedenizin mezarına girip hesap verirsiniz… Ne yapalım, durum bu! Okuduğunuz için teşekkürler. Paylaşınız. Genç biriyseniz, umut kırıklığı yaşamayınız. Kendinize iyi bakınız!


Makale ve Analizler - 2018

29

İslam’da Yalancılık Ve Hükmü

Yazan: Nevzat ÖZTÜRK, İlahiyatçı, Eğitimci Yazar Kur’anî bir kelime olarak kizb, yalan ve yalancılık demektir. Dilimizde kizb kelimesi “tekzip etmek”, tabirinde geçer; “tekzip etmek”, yalanlamak demektir. Yalan ve yalancılık, karşısındakini aldatmak maksadıyla söylenen ve gerçeğe uymayan söz ve bu sözü söylemektir. Sıdkın, doğruluğun zıddıdır. Kizb, değişik türevleriyle Kur’an’da üç yüzden fazla âyette geçmekte, Allah Teâlâ (c.c.), “Yalan sözden sakınınız!” (Hac, 22/30) buyurmaktadır. Dinimiz yalan ve yalancılığı kötü huyların ve günahların en büyüklerinden kabul eder ve şiddetle reddeder. Münafık ve kâfirlerin özelliğinin de yalan ve yalancılık olduğunu belirtir. “Allah adına yalan söyleyen ve hak kendisine geldiği zaman onu yalanlayan kimseden daha zâlim kim vardır? Kâfirler için Cehennem’de yer mi yok?” (Zümer, 39/32) Yalan, bir çok büyük günahla irtibatlıdır. Çoğunlukla diğer büyük günahlar müstakil, tek başına olduğu hâlde yalan ise neredeyse hepsiyle irtibatlıdır. Meselâ, gıybet, dedikodu yapan yalan söyler, içki içip aklını, şuurunu kaybeden yalan söylemeye çok müsaittir. Kumar oynayan, kaybettiklerini almak için yalanla içli dışlıdır. Zina yalanlarla dolu bir büyük günah çeşididir. Bühtan(kara çalma, iftira), iftira suçunda yalan olmadan olmaz. Allah Resûlü (s.a.s.), Müslümanlardan hırsızlık, zina, içki gibi had cezası gerektiren en ağır suçları işleyenlerin bile Cennet’e girebileceğini belirtir, fakat yalanı Müslüman’a bir türlü yakıştıramaz. Çünkü yalancılık küfrün esasıdır, yalancılık münafıklığın, ikiyüzlülüğün birinci alâmetidir, kudret-i İlâhiye’ye (Allah’ın gücü ve kuvvetine) bir iftiradır. İyi ahlâkı tahrip eden yalancılıktır. İslâm âlemini zehirleyen yalancılıktır. Oysa İslâmiyet’in esası doğruluktur, imanın hassası (özü, özelliği) doğruluktur, bütün iyiliklere, güzelliklere götüren doğruluktur. “Yalan sözden sakınınız” (Hac 22/30). “Ey İman edenler! Allah’tan korkun ve doğru söz söyleyin” (Ahzâb 33/70).


30

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Doğruluktan ayrılmayınız. Doğruluk sizi birr’e(Allah’ın rızasını kazanmaya götüren amel,iş), o da sizi Cennet’e götürür. Kişi doğru olur ve daima doğruyu araştırırsa Allah katında Sıddıklardan(doğrular) yazılır. Yalandan sakının. Yalan insanı günaha, o da Cehennem’e götürür. Kişi durmadan yalan söyler ve yalan araştırırsa Allah katında yalancılardan yazılır.” (Buhari, “Edeb”, 69) “Bana altı şey hakkında söz verin, ben de size Cennet’i müjdeleyeyim; 1- Konuştuğunuzu zaman doğru konuşun; 2- Söz verdiğinizde sözünüzü yerine getirin; 3- Emânete hıyanetlik yapmayın; 4- Apış aranızı koruyun; 5- Gözlerinizi harama kapayın; 6- Ellerinizi haramdan uzak tutun.” (Müsned, 5/323) “Kim bana çeneleri ile bacakları arasındaki şeyler hususunda garanti verirse ben de ona Cennet hususunda garanti veririm.” (Buharî, “Rikak”, 23; Tirmizî, “Zühd”, 61) Allah Resûlü (s.a.s), “Size büyük günahların en büyüğünü haber vereyim mi?” buyurmuş ve bunu üç kere tekrar etmişlerdi. “Evet.” deyince: “Allah’a şirk koşmak, anne-baba haklarına riayetsizlik, cana kıymak!” buyurdular. Bu sırada dayanmış durumda idi, yere oturup: Ehl-i Sünnet’e göre, kebîre, yani büyük günah işleyen kimse imandan çıkmaz ve küfre düşmez. Yalan sahibi mü’mindir, kâfir değildir. Çünkü iman tasdikten ibarettir ve amel imandan bîr cüz(parça) değildir. Ancak işlenen günahı helâl saymamak, onu hafife ve alaya almamak şarttır. Haram olan günah meselâ yalan, helâl sayılırsa -Allah korusun- küfre düşülür. Müslüman, yalan ile imanın bir arada bulunamayacağını bilip yalandan kaçınarak doğruluğun temsilcisi olmalıdır. (Müsned, 2/353). Yalan, bir şeyin, gerçeğinin tersine, zıddına beyanda bulunma demektir ve dereceleri de oldukça çoktur. Bunlardan bir kısmı açık yalandır. Dil ile şehadet kelimesini veya kelime-i tevhidi söylediği hâlde, kalbi söylediğini tasdik etmeyen ve inanmayan kimseye münafık denir. Münafık; sözü özüne uymayıp, olduğundan farklı göründüğünden gizli kâfir olup, asla Mü’min ve Müslüman değildir. “İnsanlardan bazıları da vardır ki, inanmadıkları hâlde “Allah’a ve Âhiret Günü’ne inandık” derler. (Bakara, 2/8). İnsanların inkâr bakımından en tehlikelisi münafıklardır. Onlar yalancıdırlar, imanları sözlerindedir, kalplerinde değil. Dünyaya ait bir menfaatlerinden veya benzeri başka maksatlardan dolayı Müslüman gözükürler. “Dört özellik vardır; kimde bu özellikler bulunursa o kimse halis münafıktır. Kimde bunlardan biri bulunursa, onu bırakıncaya kadar kendinde


Makale ve Analizler - 2018

31

nifaktan bir özellik var demektir: Emanete hıyanet eder. Konuşunca yalan söyler. Söz verince sözünde durmaz. Husumet edince, kıskanınca haddi aşar.” (Buharî, “İman”, 24; Müslim, “İman”, 106) Evlilik, doğruluk ve dürüstlük üzerine kurulur ve yürür. Toplumun temel taşı aile yuvasının devamı ve tamiri için, aldatmak için olmaksızın, iyi niyetle yalan söylenebileceği belirtilmiştir. Bir adam Peygamberimiz(s.a.s)’e gelerek: “Ey Allah’ın Resûlü, ben eşime yalan söyleyebilir miyim?” diye sordu: Peygamberimiz de: “Yalanda hayır yoktur.” buyurdular. “Söz verme ve yararı için söylememe ne dersiniz” diye tekrar sorunca Peygamberimiz (s.a.s): “Öyleyse sana bir vebal yok.” buyurdular. (Muvatta, “Kelâm”, 18) Sözlerinin gerçeğe uygunluğu yönüyle Allah Resûlü’nün sözlerinde şaka da olsa gerçeğe aykırı tek kelime yer almamıştır. Peygamberimiz (s.a.s) yalanı ve yalancılığın terk edilmesini istemekte, şaka bile olsa yalan söylenmesini hoş karşılamamakta, kulun şaka da olsa yalan söylemeyi, doğru da olsa münakaşa etmemeyi bırakmadıkça iyi bir mü’min olamayacağını ve yalanı terk edene Cennet’te köşk verileceğini beyan buyurmaktadır: “Şaka da dahil yalan söylemeyene Cennet’te bir köşk garanti ederim.” (Ebu Davud, “Edeb”, 7) Haklı bile olsa münakaşayı terk edenin, ahlâkı güzel olanın ve şaka bile olsa yalanı terk edenin Cennet’in ortasında bir köşkü olacağı, salih amellere teşvik bakımından uzun uzun anlatılır. Yalan ve yalancılık, fert ve toplumları içten çökerten ve yıkan en büyük hastalıklardandır; insanın huy ve mizacını bozan bir hastalık. Bu yüzden yalan büyük günahlardan sayılmıştır. “Allah’ın verdiği her hastalığın devası (çaresi) da vardır; tedavi olun!” (Buharî, “Tıb”, 1) Tıp dilinde çok değişik isimlerle anılan psikolojik bozuklukların ana sebebi, ruh, akıl ve beden irtibatının normal dışı olmasıdır. İç sıkıntısı ve bunalımlar, pek çok hastalığın başta gelen sebebidir. Psikolojik rahatsızlık, kişinin duygu ve inanışlarında meydana gelen anormalliklerdir. Yalan söylemek de, huy ve karakter anormalliği olarak bilinir. Yalan hastalığının ve benzeri hastalıkların tedavisi, nefsi terbiyede, onu kirleten küfür, cehalet, kötü duygular, yanlış inançlar, fena huylar gibi kötü şeylerden temizleyip, iman, ilim, irfan, iyiliksever duygular, güzel ilâhi ahlâk, takva özellikleriyle donatarak, ilâhi tecellilere açık hale getirmede yatar. İslâm âlimleri, yaratılıştan gelen iyi özelliklerin, huyların, karakterin iradî gayretle desteklenerek meleke hâline getirilmesine, kötü huyların da baskı altında tutularak sindirilmesine hükmederler. Hz. Ömer (r.a.), “İnsanda on fıtrî ahlâk vardır, bunlardan dokuzu iyidir, birisi kötü. Bu kötü serbest kalırsa diğerlerini de bozar.” demiştir. (Canan, Hadis Ansiklopedisi, 5:300)


32

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ticarette doğruluk, iktisadî kalkınmayı meydana getirir. Güven ve doğruluk sosyal hayatın en önemli özelliğidir. Yalan ve hile karıştırılmayan tüccarlığın dünya ve Âhiret’te insana faydası olacağını Allah Resûlü haber vermektedir: “Emin ve doğruluktan ayrılmayan ticaret ehli (âyette sırat-ı müstakim ashabı olarak zikredilen) peygamberler, sıddîkler, şehitler ve salihlerle beraberdir.” (Tirmizî, “Büyû”, 4) “Kıyamet günü tüccarlar facirler (günahkârlar) olarak diriltilecektir. Ancak Allah’tan korkanlar, iyilik yapanlar ve doğruluktan ayrılmayanlar müstesna.” (Tirmizî, a.y.; İbn Mace, “Ticârât”, 3) Elden geldiğince doğru olan tüccarların bile sattıkları mallara haram karışmış olabileceği anlatılmakta ve şu tavsiyede bulunmaktadır: “Ey tüccarlar! Satış işine yemin ve boş söz, yalan bulaşmaktadır. Siz Rabbin öfkesini söndüren sadaka karıştırın.” (Ebu Davud, “Büyû”, 1; Tirmizî, “Büyû”, 4) “Alıp satanlar, alışverişi sıdk ve doğruluk üzere yapar, kusuru beyan ederlerse alışverişleri satan hakkında da alan hakkında da mübarek kılınır. Yalan söylerler, kusurları gizlerlerse, belli bir kâr sağlasalar bile, alışverişlerinin bereketini kaybederler. Yalan karışırsa alışverişlerinin bereketi yok edilir. Yalan yemin malı rağbetli, kazancı bereketsiz kılar.” (Buharî, “Büyû”, 19, 22; Müslim, “Büyû”, 47) Yalan söylenerek satılan malın ayıbı mutlaka ortaya çıkar. Müşteri, o tüccara artık kendisi uğramayacağı gibi başkalarının uğramasına da mani olur. Bu, kazancın bereketini gideren bir durumdur. Bir diğer rivâyette de: “Ticarette yalan yemin mala rağbeti artırır, kazancı giderir” buyrulmaktadır (Buharî, “Büyû”, 26). Resûlullah (s.a.s.), çarşıda bir yiyecek yığınına rastlayınca elini yığına daldırıp çıkardı. Parmaklarına rutubet bulaştı. Adama: “Ey satıcı nedir bu?” diye çıkıştı. Adam: “Ey Allah’ın Rasûlü, yağmur ıslattı.” deyince, “Bu yaşlığı üste getirip, herkesin görmesini sağlayamaz mıydın? Kim bizi aldatırsa o bizden değildir.” buyurdu (Müslim, “İman”, 164; Tirmizî, “Büyû”, 74). Hz. Peygamber (s.a.s) müşteri kızıştırmayı da yasaklamıştır; “Alıcı olmadığınız hâlde, fiyatları kızıştırmak için müşteri ile satıcının aralarına girmeyin.” (Buharî, “Büyû”, 58-60) “Müşteri kızıştıran, riba (faiz) yiyen hâindir. Bu iş, bâtıl bir aldatmadır, helâl değildir.” (Buharî, “Büyû’” 60) “Müslüman bir kimsenin, bir malda kusur olduğunu bildiği hâlde, müşteriye haber vermeden satması haramdır.” (Buharî, “Büyû’”, 19) Yalan söylemek, hem kişinin kendisine hem de topluma zarar verir. Yalan, kişinin toplumdaki değerini düşürür. İnsanların ona karşı olan güvenini


Makale ve Analizler - 2018

33

zedeler. Kişiler arası ilişkiler de sorunlar meydana getirir, bozulmalara neden olur. Yalan söylemek toplum fertlerinin birbirine karşı olan sevgi ve saygı hislerini köreltir. Dostluk, barış, huzur ve güven ortamına zarar verir. Dinimiz hile yapmayı da yasaklamıştır. Hile yapmak insanlar arası ilişkileri zedeleyen iğrenç bir davranıştır. Hile yapmada amaç, başkalarını aldatarak çıkar sağlamaktır. Bu davranış, yalanı içine alan çirkin bir davranıştır. Bu şekilde davranmak toplumsal barışa, huzura ve güvene zarar vermektir. Böyle davrananlar birçok kişinin zor duruma düşmesine neden olmaktadır. İslam dini, hileyi hangi durumda olursa olsun yasaklamıştır. Hile yapılarak elde edilen mal haksız bir kazançtır ve kul hakkına girer. Kul hakkının tek çözümü ise hakkı yenen kişiden özür dileyip helallik istemekle mümkündür. Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de hileden uzak durulması gerektiğini şu şekilde emretmektedir: “İnsanlardan alırken ölçüp tarttıklarında tam, onlara vermek için ölçüp tarttıklarında ise noksan yapan (ölçen) hilekârlara yazıklar olsun.” (Mutaffifîn suresi, 1-3. ayetler) Yalan söyleyenler ve hile yapanlar bizzat kendilerine, ailelerine, çevresinde bulunanlara ve içinde yaşadıkları topluma zarar verir. Bu insanlar başkaları tarafından asla sevilmez ve dışlanır. Kendilerine duyulan güveni kaybeder, başkalarının dostluk ve arkadaşlıklarından nasibini alamazlar. Yalandan ve hileden yılandan çıyandan kaçar gibi kaçmak gerekir. Bu, Müslümanın ahlaki bir sorumluluğudur. Her insan birbirine karşı dürüst davranmalıdır. Hz. Muhammed (s.a.s), “Bizi aldatan bizden değildir.” buyurarak yalan söylemenin ve hilekâr olmanın Müslümanlara yakışmadığını ifade etmiştir. Toplumda huzurun oluşturulması ve korunması insanların karşılıklı güven duymalarına bağlıdır. Bu sebeple biz Müslümanlar, yalan söylememeli ve hile yapmaktan kaçınmalıyız. Kendimize yapılmasını arzulamadığımız şeyleri başkalarına yapmaktan uzak durmalıyız. Toplumun önünde ve önder olanların örnek olma zorunluluğu vardır. Toplumu yönetenler; yalan, yalancılıktan ve her türlü hileden kaçınmalıdır. Yalanın olduğu yerde güven ortamı tesis edilemez. Yöneten ve yönetilenlerin birbirine güvenmesi devletin bekası ve toplumsal huzurumuz açısından son derece önemlidir.


34

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

B U LT Ü R K Yönetim 2013


Makale ve Analizler - 2018

35

Kıpçak Köyünüzün Yortunuzu Kutluyorum

Rafet ULUTÜRK: 05.11.2018 Molova’da Gagavuz Yerinde Kıpçak köyünün yortunda Değerli Kıpçak Belediye Başkanı Oleg GARİZAN Kardeşim, değerli misafirler ve çok pahalı Kıpçak Halkı köyünüzün yortunuz kutlu olsun. Ben sizlere Büyük ve Yeni Türkiye’nin, Yeni Başkanı, Dünya Lideri Sn. Recep Tayyip Erdoğan’ın kardeş Gagauz halkına kucak dolusu selamlarını getirdim. Bu gün aranızda bulunmak ve bayramınızı kutlamak benim için paha biçilmez bir şereftir. Ben, İstanbul’da bulunan Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği BULTÜRK Başkanı ve Bulgaristan Stratejik Araştırmalar Merkezi Kurucu Başkanı sıfatıyla, Bulgaristan’da yaşayan Türk kardeşleriniz ve Türkiye’deki soydaşlarımız adına hepinizi candan yürekten, kalpten, en sıcak duygularla selamlıyorum. Bu güzel toprakların evladı olmak ne mutlu!! Özerk Gagauz Vatanının kurucusu ve kahramanı olmak ne mutlu!!! Son gelişimden beri bu güzel diyarı daha şirin, daha yaşanası, gözlerinizi de mutlulukla parlar buldum. Hele çocuklarınızın gözleri, sokakta oynarken Gagauz Türkçesi ile konuşmaları ve cıvıltısı gönül okşarken umut


36

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yıldızı saçıyor. İstanbul’dan götürdüğümüz ay yıldızlı balonları ve frütleri Seydullah kardeşimiz tüm Kıpçaklı çocuklara dağıtırken ne kadar mutlu olduklarını gördük ve bizler de çok mutlu olduk. Tabi bunların dışında BULTÜRK Gazetemizive benim iki (“Türk Dünyasında Bulgaristan Türkü-50 yıllık mücadele” – “Bulgaristan Türklerinin Kimlik Mücadelesi”) kitaplarını da orada dağıttık. Burada, 49 Türk lehçesinden, Tuna Türkçesinin Karadeniz ağızlarından birini doya doya dinleme mutluluğu yaşıyorum. Dilimiz kimliğimizdir inancıyla yaşayan sizlerin arasında olmakla kıvanç duyuyorum. Son 140 yıldan beri Tuna boyu Türklerini Bulgaristan-Dobruca’dan, Varna’dan ve Silistre yörelerinden Kuzeye – Gagavuz Toprağına – göçe zorlandı. Bunu yapan Bulgar iktidarları, arkanızda kalan boşluğu, kültürel ve sanatsal yaşantıyı hiçbir şeyle dolduramadı. Bugün Bulgaristan maddi ve manevi çöküş yaşıyor. Bu öyle bir çöküş ki, Avrupa Birliği bile kurtaramıyor. Siz güzel Gagauz Türkçenizle, adet ve geleneklerinizle, ahlakınızla ve halk bilgeliğiniz ve inançlarınızla buralara gelip yerleştiniz. Bozkırı bağ bahçe yaptınız. Gagauz Türkçenizle anlaştınız, ortak hayaller kurdunuz, tarihe ortak hatıralar bıraktınız ve böylelikle otonomi hak edip, bina eden bir halk olarak geliştiniz. Sizinle gurur duyuyoruz. Köylerde kültür olmaz, köylerde medeniyet olmaz deyip savsaklayanlar, sizin başarılarınız karşısında dudak ısırıyorlar.


Makale ve Analizler - 2018

37

Siz başaranlardansınız. Gagavuz insanını, önce millet, sonra kültür ve medeniyet sahibi yapan toplumsal hafızanızdır, ortak dilinizdir. Gagavuz milletinin en geliştirdiği büyük kültür hazinesi, bin yıldır çeşitli yazılı eserle mükemmelleştirdiği Gagavuz Türkçesidir. Halk hekimliğimizin kullandığı otlar, ilaçlar, mehlemler de aynıdır. Bizim geleneklerimizde de hiç kimse başkasının bağısını, asmasını, meyve bahçesini toplamaz. Zaman ölçülerinde biz de sizler gibi iyimseriz ve “İyi günler ileridedir” değimini sıkça kullanırız. Bizim de doğru yolda olan inançlarımız ve asılsız inançlarımız vardır. İslam ve Hıristiyanlık gibi 2 ayrı dine inansak da, bizde de “Hava bulutlandığında leylek kendini havaya kaldırdıkça köy halkını, mahalleliyi korur” inancı yaygındır. Bulgaristan’da artık Gagavuz kardeşlerimizden kalmadı, kalanlar da dağılmışlar, değişik şehirlerde ve birbirlerinden kopuk oldukları için kolektif hayat yaşamakta zorlanıyorlar, geleneklerini yaşatamıyorlar, eritiliyorlar diyebilirim. Burada Oleg Kardeşimi kutlamak istiyorum çünkü Oleg Kardeşimiz Bulgaristan’da Gagauz kardeşlerimizi de uyandırıyor. 2010 yılında geldiğimde hiç yokken şimdi Varna, Burgaz, Şumnu, Tırgovişte ve Dospattan Gagauz kardeşleri bulmuş buralara kadar onları da getirebilmiştir. Bulgaristan Gagauzlarını ayağı kaldıran biz Gagauzzuz diye bilinçlendiren OLEG KARDEŞİMİZDİR. Kendisini kutluyorum. Sizlere birkaç sözle BULTÜRK derneğimizi de anlatmak istiyoruz. 2002’de kuruldu. Birisi elektronik, öteki kâğıt üzerinde 2 gazetemiz var. Son sayımızı getirdim. Size dağıtmak istiyorum. Birinci sayfasından başlayarak Gagavuz Türkleri konusuna geniş yer ayırdık. İstanbul, Bayrampaşa merkezimizde “Gagavuzların dünü ve bugünü” konulu bir panel düzenledik.


38

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Çok kalabalık bir katılımcı önünde İstanbul Üniversitesi konuk akademisyenlerden Doç. Dr. Bayan Olga Radova Hanım bir sunum yaptı. Büyük ilgi gördü. Arkadaşlarım, Gagavuz halkına gönderdikleri selamlarda, ortak anadilimiz olan Türkçemize çok önem verdiler ve şöyle dediler: “Kendi dilini doğru konuşamayan, doğru yazamayan dilinin anlatım inceliklerini bilmeyen, kelime dağarcığı yeterli olmayan bireyler ne bilim üretebilir, ne de kültür sanat ve edebiyat. Başka halklardan dil çalıp ta herhangi bir alanda ilerleme mümkün olamaz. Dil olmadan tarih ve ananeler yaşatılamaz, kültür de geliştirilemez.” Bu cümleden olmakla buraya gelmezden 2 gün önce İstanbul’da Dünyanın en büyük uluslararası Havaalanı olan İstanbul Havalimanı açılışında hazır bulundum. Büyük Yeni Türkiye’nin lideri, AK Parti Genel Başkanı, Cumhurbaşkanımız TÜRKİYENİN BAŞKANI Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN kurdeleyi kesti. Düşünebiliyor musunuz dünya üretiminin üçte biri bu merkezden geçecek. İstanbul Doğu ve Batı arasına köprü oldu. Türkçemiz dünyanın en gelişmiş lisanlarından biri olmasaydı bu inşaat gerçekleştirilemezdi. Kültür, teknoloji, medeniyet dil kaynaklı çalışıyor. Türkçemiz yobazlaşsaydı Balkanları, Karadeniz ülkelerini, halklarını, sizi İstanbul’a çağıran, komşu halkları susuz toprak gibi emen ve yeni bir dünyaya katan Türkiye Cumhuriyeti olamazdı. Bu bakımdan Biz Bulgaristan Türkleri ve siz Gagavuz Türkleri aynı kaderi yaşarken kaynaşıyoruz, aynı yönde ilerliyoruz ve gelişiyoruz. 21.Yüzyılda biz bu atılımımıza “Çeşitlilik içinde birlik ve Birlik içinde çeşitlilik “ dedik. Kimliğimizi, dilimizi, dinimizi, kültürümüzü koruyarak kaynaşıyor ve güç topluyoruz. 1 500 yıldan beri yazıp çizilen, 5 bin yıldan beri konuşulan ve bu arada sizler ve biz de bu kapsamda 220 milyon kişi günlük yaşamda, huzur ve güvenli ortamda, okul, teknoloji ve bilimde, barış ve savaşta kullandığımız Türkçemizi kullanıyor. Sizin başarılarınızı ve bu davaya katkınızı özellikle kutluyorum. Biz, Türk Dünyası temsilciler olarak geçmişimizde ve geleceğimizde birlik tesis etmeye çalışıyoruz. Biz hepimiz Türkçe sevdalılarıyız. Aramızda büyük küçük yok, Türkçülük ve Türkçe davasında hepimiz eşitiz ve kardeşiz. Hiç birimiz diğerinden daha fazla veya eksik Türk olamaz. Bizim hepimizin tek çatısı var Türkiye Cumhuriyeti o var oldukça o ne kadar güçlü ise Türkiye dışında yaşayan Türkler de o kadar güçlü ve rahat olabilirler. Bayramınızı köyünüzün yortunuzu kutluyorum. En kalpten başarı dileklerim sizlerin olsun. Allaha emanet olun. Teşekkür ederim.


Makale ve Analizler - 2018

39

Kulluk Edenler, Omurgasız Ve Şerefs…

Tarih: 10 Ekim 2018 Yazan: Rafet ULUTÜRK Konu: Bulgar aşırı milliyetçiliği öncelikle özgürlük düşmanıdır. Roma imparatorluğunun yok olmasının milliyetçilikle ilgisi yoktur. O, monarşi, oligarşi, otokrasi, teokrasi, (ruhani devlet idaresi), tek adam idaresi vs denedikten sonra 476’da pes etmişti. Bin yıl sonra 1453’te İstanbul’un düşmesiyle Türkler tarafından defteri tamamen dürüldü. Temel sebebi zekâsız yönetimlerin, bin yıllık milletlerden, egemenlik, devlet ve halklardan kurtulma hevesi olan bu süreç asırlarca sürmüştü. Koskoca imparatorluğun yıkılmasına neden olan ana nedenler savaşlar dışında şunlardır: 1) İmparatorluğa kusursuz hizmet ederken Gotlara bir köle gibi davranıldı; 2) Hak eşitliği isteyen Gotlar (03.08.378) ayaklandı ve Roma imparatorluğunun düşüşü başladı. Olayı tarihe döken Aziz Amros: “Tüm insanlığın sonu geldi” diye yazdı. Tarih olan Roma uygarlığıydı. Demokrasi, cumhuriyet, senato, şan ve şöhret gömüldü. Fakat Roma ruhu kalmıştı. Bu tarihi yazanlar, çöküş nedenlerini farklı sıraladılar. Kavimler göçü, adaletsizlik, rüşvetçilik, ağır vergiler, nüfusun azalması, tarımın durması, ticaretin gerilemesi ile otokrasinin zayıflaması vsy. art arda dizildi, kitap oldu, okutuldu. Diyalektik tarih yazımızda uygarlıklar üretim ilişkileri ile üretim araçları arasındaki uzlaşmaz çelişkilere kurban olur. Roma medeniyetinin yerine gelen İslam medeniyeti hiçbir kimseye köle dememiş, din, dil, millet, kültür vsy. ayrımı yapmamış, değişik kültürlerden insanları İslam uygarlığında eşitlik esasında birleştirmiştir. Köle ve köle sahipliğinin yerini alan yeni topluluğun adı ümmetti. Felsefi bir konu olan bu olay, halka anlatılırken sıçanların kediyi yemesi örneğiyle açıklanır. Batı’da Roma devrinden sonra gelen çağda kölelikten kurtulan ve kendini değil iş gücünü satmak isteyen işçilerdir. Fransız İhtilalinde (1795) sıçanlar işçiler ve burjuvalar, kedilerse toprak ağaları ve Krallardır. 1968’de Paris sokaklarına yeniden inen Victor Hügo “Gavroşları” bu defa işçileri ye-


40

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

mek isteyen “beyaz yakalılardı”. Dünya yeni bir uygarlığa – Bilimsel Devrim Çağına – adımlıyordu. Ne yazık ki, 1968’de Batı demokrasisi liberalizme dönüşürken eski kıta çatladı. Çökmeye başladı. El kol emeğiyle çalışıp geçinenler, yeni teknolojik koşullarda, dünyaya ancak beyin gücüyle hâkim olmak isteyenler karşısında teslim olmak, gerilemek istemediler. İsyan hem Doğu’da, hem de Batı’da patlak verdi. Doğu’da, beyaz yakalıların çağın devinim gücü olması, işçi sınıfının misyon zamanının sona erdiği yani komünist partilerin iktidardan çekilmesi gerektiği anlamına geliyordu… İlk kez değişim ateşi Batı’da ve Doğu’da birden parladı, kıvılcım saçtı. Paris’ten sonra Prag ayaklandı. Paris devrimi tamamladı, Prag yaralı kaldı. Bulgaristan da aralarında Varşova Paktı tankları “Prag Baharı” nı ezdi. Doğu Avrupa iç yara aldı. Kan aktı. Bilimsel teknik ve teknolojik devrime geçemedi. Bugün eski kıtanın Doğusu, Güney Doğu’su insansız kalıyor. Yaşam durakladı. En kötüsü cahillik, adaletsizlik, rüşvetçilik aldı yürüdü. Üstelik Afrika ve Asyalı kitleler de Batı Avrupa’ya akıyor. Yani kuşak yeni uygarlık arıyor. Ne yazık ki, Batı liberalizminden beklenen çiçekler açmayınca Fransız Fukuyama 1992’de “Tarihin Sonu ve Son İnsan” kitabını yazdı. Tarihe bakıp geleceği okuyanlar şimdiki medeniyete 50 yıl ömür tanıdı. Bu yarım asrın içinde uluslararası alanda kayda değer olaylar oldu. Berlin Duvarı yıkıldı. Mastriyt Kriterleri duvarı dikildi. Kaypak ve sallanan kayalar üzerine kurulan bu yeni yapıdan, post modern kimlik, çok kültürlülük, uzay kardeşliği ve küresel kimlik yaratılmaya çalışırken, serbest piyasada umut satmaya başladılar. Vatandaşlar tüketici oldu. Piyasa dalgalanmasından atılım üretmeye başladılar. Tüm bu olayların içinde dün olduğu gibi bugün de memleketimiz Bulgaristan’ın da bir Avrupa Birliği, NATO ve Balkan ülkesi olarak aktif yer ve rol alması, eski kıtayla birlikte çökerken ayakta kalmaya yol arayışları, geleceğimiz için ilgi çekicidir. Gelecek nedir? Basit değerlere, tarihin başlıca merhalelerine, hepimizi besleyen toprağa, iyi komşuluk ilişkilerine, yardımlaşmaya, anlaşma ve hoşgörü ortamına, uzun vadeli yeni süreçlere dönüştür gelecek….


Makale ve Analizler - 2018

41

Bugün Batıda ekonomi neyse siyaset de odur düşüncesini savunanlar çoğaldı. Oysa siyasetin tam anlamı uygarlıktır. Çöken aslında ekonomi değil uygarlın kendisidir. Günümüzde bütün yalanlar rakamla anlatılıyor. Her rakam bir yalan gizliyor. Yüzyılda Doğu’da biten ve kaçıp Batıya sığınanlara “disident” dediler. Doğu Avrupa ülkelerinden Batıya kaçıp yerleşmeye çalışanlara bakıldığında asıl çöküşün Doğu’da olduğunu görebiliyoruz. “Disident olan kimdir?” dediğimizde, Kendi kafasıyla düşünen ve baskı ve kulluk kabul etmeyen bağımsız bir zekâ görüyoruz. Bu zekanın 20. yüzyıl boyunca diktatörlük, monarşi, totaliter düzen, baskı ve zulümle mücadele ettiğine tanık oluyoruz. Verilen şehitleri unutmadık. Kültürel soykırım yaşadık, acısı dinmedi. Türkiye Cumhuriyetinde ve Batı ülkelerinde yaşayan ve çalışanlar, bu tip bağımsız zekâlı, hürriyete susamış insanlarımız çoğaldılar. Ana değerimiz özgürlüğümüzdür. Temel isteğimiz haklarımızdır. Bağımsız yaşamak ve mutlu olmaktır. 10 Kasım 1989’da diktatör Todor Jivkov devrildiği tarihtir. Bunu vesile bilerek bize karşı gelen komünist ve faşist milliyetçi tehlikeyi ve şiddeti kısaca bir özetleyelim; Özünde Türk, azınlıklar ve İslam düşmanlığı olan komünist Bulgar milliyetçiliği 1956 yılında Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi Birinci Sekreterliğine Todor Jivkov’un geçmesiyle başladı. Onun yöneldiği siyasetin 1941-1944’te Nazi Almanlarına kölece bağlılık hattının ve 1944’ten başlayarak omurgasız ve onursuz Stalin’e dalkavukluk siyasetinin devamı olduğu hemen görülür. Rus diplomat Valentin Terahov 1972’de çıkan “SSCB-BHC İlişkileri” kitabında, “Bu siyaseti gerçekleştiren güvendikleri adamın T. Jivkov olduğunu” yazdı. O yıllarda Yahudiler ve Çingeneler Toplama kamplarına gönderilmiş, 1951’de Türkler göçe zorlanmıştı. Etnik azınlıkların malı mülkü, okulları, ibadethaneleri, kültür evleri devletleştirilmiş, maddi ve manevi imkânları tamamen budanmıştı. 1962’de hem parti hem de devlet yönetimini avucunda toplayan Jivkov ortaokul mezunu cahil biriydi. Etrafına topladığı kişiler de cahildi. 1944-1989 yılları arasında Bulgaristan’ı yöneten Başbakanların hepsi ilkokul mezunu olup, sadece 1986’da Başbakan atanan Georgi Atanasov yükseköğrenimlidir.


42

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan’ın 2. büyük şehri olan Filibe (Plovdiv) ili parti ve belediyesi aynı yıllarda 7 kişi tarafından idare edilmiş ve Bunlardan yalnızca birisi – Kosta Çakalarev – 4. Sınıf görmüş, diğerleri ancak 3. Sınıfa kadar okula girmiş ve yüksek görevlerde bulunmalarına sadece partizan olmaları yeterli olmuştur. 1956 yılından sonra, BKP MK Politik Bürosunda azınlıkların isim ve din değişikliğiyle Bulgarlaştırılması zulmünü yöneten 7 kişi arasında da yüksek tahsilli kişi yoktur. Yazar Dimko Doçev’in kaleme aldığı “Bulgaristan Partizanları – Efsaneler ve Gerçekler” (2005) kitabında, partizanlardan % 42’sinin okuryazar olmadığını, 1944’ten sonra kurulan Bulgar hükümetlerinin “kunduracı” ve “terzi” idaresi olduğuna işaret etmiştir. Tarih bu insanlarla ne devrim ne de evrim olabileceğini her gün kanıtlıyor. Bulgar milletinin ve kendilerini iktidarda ve iş gören sananlara, zalimlere, teröre karşı bu toprakların onurlu kitlesi olan Müslüman Türkler 1989 Mayısında ayaklandı. 72 bin kişinin başkaldırdığı bu direnişte 2 milyon Müslümanın ruhu birleşti. Todor Jivkov cahillik ve adaletsizliğini deviren bizdik. Bu memleketin kulluk ve kölelik kabul etmeyen, en omurgalı ve en onurlu kesimi devrimci dönüşümlerin perdesini ve bayrağını kaldırdık. Faşist ve komünist ruhlu Bulgarları karşımızda birleşmiş bulduk. Öyle kaynaştılar ki halen bugün de ayrılamıyorlar. 10 yıldan beri, 2016’dan başlayarak, bu işler böyle olursa yok olmamız elde bir kokusu olan Bulgar orta katmanın sosyolojik anketlerde BSP ve DPS’ye öncelik tanıdığını ve aşırı milliyetçileri çöpe atma fırsatı tanıdığını görüyoruz. Ağır bir mücadele içindeyiz ve 2019 yılında galip gelmek zorundayız…. Şu da var ki, bu kör cahil ama takım elbiseli, kravatlı, kunduraları cilalı ve siyah “Volga” araçlı gösterişli yönetimin yemini eksik etmediği bir Bulgar milliyetçiliği var. Bulgar milliyetçiliği dendiğinde her defasında vatanını ve Bulgar oluşunu seven, sayan, onunla gurur duyan, geleneklerine ve törelerine bağlı Bulgarlar anlaşılırken, bir de Osmanlı, Türk ve İslam düşmanlığından fışkırmış ideolojik Bulgar milliyetçiliği var. Bu ikincisinin dört elle sarıldığı ırkçılıktır, faşizmdir ve insan düşmanlığıdır. Biz Bulgaristanlı Türklerin bu 2 milliyetçiliğe bakış açımız, değerlendirmemiz ve münasebetimiz kökten farklıdır. Biz Bulgaristan Türkleri olarak ideolojik milliyetçiliğe, ırkçılığa, ötekileştirmeye ve faşizme kesin karşıyız.


Makale ve Analizler - 2018

43

Bu nedenle bizim – Bulgaristan Müslüman Türklerinin – hepimizin içinde monarşi faşizmine (1934 – 1944) ve komünist totaliter faşizmine (1973-1989) kesin bağdaşmaz, uzlaşmaz tepki ve düşmanlığımız olduğunu bir daha vurguluyorum. Bu yüzden günümüz iktidar ortaklarına, güya “yurtsever cepheye” – VMRO, “Ataka” ve s.o. “Bulgaristan’ı Kurtarma Cephesine” (üçüne de) kesin düşmanız, iktidarda bulunmalarını tehlikeli buluyoruz ve Başbakan Yardımcısı V. Simyonov ile Başbakan Yardımcısı K. Karakaçanov’un tüm görevlerinden hemen istifa etmesini isteyen kitle hareketine biz de katılıyoruz. Şu da var: İçimizde kaç Avrupa var. Biz Bulgaristan Müslüman Türkleri olarak VMRO, “Ataka” ve “Bulgaristan’ı Kurtarma Cephesine” – sözüm ona “Yurtsever Cephe” (faşist gruplaşma) tarafından savunulan Avrupa Birliği’ni, aşırı milliyetçilerin, faşistlerin savunduğu Müslüman ve İslam karşıtı, sığınmacı düşmanı değerlere katılamayız. Bu bizim dünyamız değildir ve olamaz. Biz, soydaşlar ve Bulgaristanlı Müslüman Türkler olarak, ideolojik ve siyasi milliyetçiliği (nasyonalizmi) bir Avrupa değeri olarak kabul etmiyoruz ve kınıyoruz. Bizler Faşizan partilerin kapatılması, faşist milletvekillerinin Sofya ve AB parlamentosundan kovulması uğruna mücadele veriyoruz. Faşizan ideoloji ve siyasetin ucunda hürriyet düşmanlığı, insan hakları düşmanlığı, etnik azınlıkları eritip asimile etme küstahlığı, Nazicilik, toplama kampları, kültürel soykırım, yaşlı Türk kadınlarını sınır kapılarında tartaklama, camileri taşlama, seçim günü zulmü, öksüz ve özürlü çocuklu anneleri kötüleme, Çingene kadınlarına saldırı vs vsy var. Kuşkusuz soydaşlarımızın oy verme, seçme ve seçilme haklarını kısıtlama, zorluk çıkarma da var. Bu yasa dışı olaylar bizim gözlerimizin önünde gelişiyor. Bu gerçekten çıkarak, AB’nin, AB parlamentosunun, AB Konseyinin ve tüm yönetim organlarının hukukun üstünlüğü ilkesine bağlı kalarak, insan hakları ve etnik, kültürel, din ve dil, ana okulu ve anadilde eğitim, okul ve kültürel yaşam vb. azınlık haklarına ilişkin yasaların faşist meclis grupları tarafından değil, AB yönetimi tarafından belirlenmesinde ısrarlıyız. AB üyesi ulusal devletlerin imzaladığı uluslararası anlaşma maddelerinin Bulgaristan gibi ülkelerde mutlaka uygulanmasında ısrar edilmelidir. İnsan Hakları Çerçeve Sözleşmesi ve AGİT Anlaşması maddelerinin bütünsel uygulanmasında ısrar ediyoruz.


44

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ancak bu yapılırsa, yolu faşizme açılmış olan Bulgar aşırı milliyetçiliğinin hevesi kesilebilir. Şu iyi bilinmelidir. Bulgaristan’daki gizli faşizmdir, kaba kuvvet kullanmaya, öç almaya hazır, hırslı ve yayılması an meselesi olan faşizmdir. Büyük bir tehlike içinde bulunuyoruz. Bu faşizmin sivri okları zehirlidir ve Türklere, Müslümanlara, İslam’a ve sığınmacılara karşı yöneltilmiştir. Bulgaristan’daki bu yönelim daha 1968’de Çekoslovakya’ya asker çıkarıldığı dönemde güç toplamaya başladı. BKP MK Politik Bürosunun yönettiği bu süreç, önce III.Bulgar devletini ilan etti. Sosyalist Bulgar devletini, 1878’de ülkemizin Ruslar tarafından işgal edilişinin, 1908’de ilan edilen Monarşinin, 1934 askeri darbesiyle başlayan Monarşi-faşist diktatörlüğün devamı olarak ilan etti. Bunun bir anlamı da, 1913’te Müslüman Pomaklara şiddetli saldırı, Bulgarlaştırma ve Hıristiyanlaştırma siyasetinin devamı anlamına geldi ki, 1972’de Karasu (Mesta) boyu Müslümanlarına çullandılar. Aynı zamanda bu okullarda Türk çocukların kafasına Türk ve İslam düşmanlığı akıtma hainliğine hız kazandırdı. Baskı altına alınan, terör ve zulüm gören kardeşlerimizin kafasına kulluk, kimsesizlik, yalnızlık, korku, omurgasızlık, bir daha asla ayaküstüne kalkamama, Türk kimliğine dönememe endişesi mıhlanmaya ve perçinlenmeye çalışıldı. 1980’den önce çıkan ve rüzgârın yön değiştirdiğine işaret eden 2 kitaba işaret etmek istiyorum. Bunlardan biri, politik milliyetçiliğin babası Anton Donçev’in “Ayrılık Zamanı” (Osmanlıda sözde Türkleştirme ve İslamlaştırma zulmü uydurması) ve ikincisi de, “Soya Dönüş” (isim değiştirerek Türkleri Bulgarlaştırma) Ulusal Programının ilk başkanı görevinde bulunan Prof. İlko Dimitrov’un yazdığı Önsöz ile Büyük Savaş öncesinin faşist başbakanı “Bogdan Filov’un Günlüğü” eserinin yayınlanması olmuştu. Bu eserlerin birincisinde Bulgar ideolojik ve siyasi milliyetçiliğinin azdığını ve ikincisinde de faşist monarşi rejim uygulamaları ile totaliter komünist öteki düşmanlığı ve asimilasyonun perçinleştirilerek özel kaynak yapma atılımını görüyoruz. Günümüzdeki durum farklı değildir. VMRO ve güya ”Yurtsever Cephe” geçen yüzyıl başından kalan Bulgar milliyetçiliği kırıntılarını yalarken, “Ataka” da Rusya kulluğundan geçiniyor. Şu da asla unutulmamalıdır. GERB partisi meclis grubu başkanı Tsvetan Tsvetanov, komünist dönem zulmünün son İç İşleri ve gizli polis “DS” Başkanı Dimitır Stoyanov’un yakın korumasının öğlu ve kendisi de bir “DS” subayıdır. Başbakan Boyko Borisov ise T. Jivkov’un yakın koru-


Makale ve Analizler - 2018

45

masıdır. Burada totaliter komünizm ile Moskova’ya bağlı Bulgar ideolojik milliyetçiliğinin buluşup kaynaştığına tanık oluyoruz. İktidardaki “sım sıkılığın”“birliğin” nedeni işte bu aynı kaynaktan oluş ve aynı memeden beslenmekten gelen kardeşliktir. Yani faşizm kulluğu, omurgasızlık ve şerefsizliktir. Bu güçlerin bugünkü şiarı şudur: Tarih bataklığından ders alınmasın. Geçmiş temizlenmeden kalsın. Kendi kendine suyunu çeksin ve kurusun ki, gerektiğinde o yere yine basabilelim. Sol ve sağ liberalizm yoktur. Faşistlerle birlik kurulabilir vb. Günümüzde bu güçlerin rüyasını kaçıran Büyük Yeni Türkiye’dir. 11 Kasımda Paris’te Birinci Dünya Savaşı’na son veren Versay Antlaşması’nın 100. Yıldönümünü anma törenleri var. Birinci Büyük Savaşa katılmayan devletlerden biri olan Osmanlı ve devamında Türkiye Cumhuriyeti özel davetli olarak Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN tarafından temsil edilecek, Başkan Donald Trump, Başkan Vladimir Putin, Başkan Emanuelle Macron ve Başbakan Angela Merkel ile temasta bulunacak. Ziyaret öncesi bir daha açıklandığına göre, İkinci Dünya Savaşından bu güne kadar Batı Avrupa’yı ABD silahlı kuvetleri NATO koruyor. Ekonomik çıkmaza batan, sığınmacı istilasına uğrayan AB, mali harcamalarının %60’ını da rüşvet ve dolandırıcılık ejderhasına kaptırmış, İngilizlerin ayrılması sonucu da baştan başa parçalanmıştır. 1968’de başlayan liberal medeniyetin matem çanlarını herkes işitiyor. Özellikle de memleketimiz gibi, büyük vapura binip büyük denizin ufkunu görünce kendini kaptan sananlar dalgalı dönemden geçiyor. Batışlar hep böyle başlamıştır. Okuduğunuz için teşekkür ederim. Lütfen dostlarınızla paylaşınız.


46

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2018

47

Yeni Atılım Eşiğindeyiz

Tarih: 12 Kasım 2018 Yazan: Raziye ÇAKIR Konu: Köklerimize dönmemizden geleceğimiz güç alacaktır. Ne geçmişimiz ne de geleceğimiz hiç kimsenin malı, ne de ipotek edilmiş mülkü değildir. Şu da var, mücadele anlayışımız, seçim kazanıp devletten şahsi imkân için ya da halkımızın davasını uyuz eşek gibi pazarlamaya çalışmakla sınırlı değildir. Görüldüğü gibi sen istesen de istemesen de yıllar geçiyor. 1989 doğumlular artık 29 yaşındadır. Oğul uşak başında yuva ısıtacaklarına dış ülkelerde ekmek parası peşinde telef oluyorlar. İnsanımız dağıldı. Toplayıcı güçlerimiz kan kaybetmeye devam ediyor. Birleştirici liderimiz yok. Kuşkusuz yere serilip bizi çöp gibi ite kaka küfelerine toplama heveslilerinin hesap yaptığının farkındayız. Gelişmeleri dikkatle izliyoruz. Zayıf düşmemizin Bulgaristan Müslüman Türkleri’nin hepsi için, üzen ve ezen olduğunu duyumsuyoruz. Gelecekle ilgili hesaplarımızın hepsinde her biriniz, tüm ailelerimiz, tüm kardeşlerimizin saygın yeri var. Bu sözlerim Türkiye’de yaşayan ve yüreğinde her an Vatan sevdası hisseden kardeşlerimiz için de geçerlidir. Bizim Bulgaristan’da Türkiye’de ve Batı ülkelerindeki kardeşlerimizle ORTAK DEĞERLERİMİZ var. Bunların başında VATAN, yanında ANADİLİMİZ, DİNİMİZ, daha yakınında NAMUSLU AHLAKLI VE DÜRÜST olmamız vs gelir. Vatan sevgimizin çok derin kökleri vardır. Yaşadığımız toprakları yüz-binlerce defa ekip biçmemizle birlikte, var olması uğruna asker geçlerimiz kan dökmüştür. 1914’te başlayan ve 1918’de sona eren Birinci Dünya Savaşı Cephelerinde 9 bin 653 Bulgaristan Müslüman Türk Askeri kalmıştır. 1934 yılına kadar Bulgaristanlı Müslüman Türk Askerleri asker yeminini Türk dilinde ve Hoca önünde elini Kuran’ı Kerimin üzerine basarak yemin ediyordu. Müslümanlığımız şehit olmamıza engel değildi. 1967 yılına kadar Bulgar İnşaat Erleri Birliklerinde Türkçe konuşulduğu, Türk subaylar olduğu ve düzenli sanat ve eğitim etkinliklerinin halk kültürümüz temelinde yürütüldüğü asla unutulmamalıdır. Asker gençlerimiz için Türkçe “İnşaat Erleri” gazetesi çıkıyordu. Bedava dağıtılıyordu.


48

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

O dev köprüleri, binaları Türkçe şarkı söyleyerek inşa ettik, tüneller aştık, demir yolları döşedik vs. Vatan sevgimiz bir ruh olarak bugün de canlıdır. Yaşadığımız toprakların mayasıyla beslenir. Nice kötülükleri unutan, elleri kanlı aşırı milliyetçilik, Türk ve İslam düşmanlığı temelinde 21. Yüzyılda birleştirme yolları bulabiliyorlar. Aynı zamanda tutarsızlıklarına dayanak noktası ararken, gazete sayfalarında Çin ve Japonya gibi ülkelerde sağ-sol görüşler ve partiler olmadığını, ideolojilerin günlük yaşamdan sökülüp atıldığını anlatmakla dolduruyorlar. Birbirlerine unutturmak istediklerini anımsadıkça tüylerim ürperiyor: 1944-1948 yılları arasında 300 Bulgar yargılı yargısız infaz edildi. Generaller, milletvekilleri, bakanlar, aydınlar vb aynı toplu mezarlara gömüldü… Bulgaristan’da 86 Toplama kampı kuruldu. 300 000 kişi bu toplama kampından ruhsuz, elsiz kolsuz, kafasız, gözsüz, kulaksız döndüler. Bunlar nasıl unutulsun!!! Yeni çıkan kitaplarda 1944-1989 komünist devlet icatlarını öyküleyenler “eskiden yaşamış insanlardan” söz ediyorlar. Sanki bu insanlar bu ülkenin vatandaşı değilmiş, bu halkın milletvekili, bakanı, subayı, memuru, generali, öğrencisi, yazarı, gazetecisi değillermiş. Tavuk gibi başı kesilmiş olan bu yurttaşları bir hiç olarak gösterme çabası dağlar deviriyor. Bunları görmemek hiç mümkün mü?!! 1970-72-1973 ve 1984-1989 isim değiştirerek Bulgarlaştırma döneminde işlenen zulmü hafiften yazıp çizenler ise “buharlaşan insanlardan” söz ediyorlar. Bu çilenin mağdurları bizleriz. Birleşerek yol almamızın esaslarından birisi de budur. 1 500 kişinin öldürüldüğünden söz edenler, bizim dedelerimizi, babalarımızı, analarımızı, yakınlarımızı anlatmak istemiyorlar. Bu toplama kamplarını, sürgün merkezlerini, bedava çalıştırma, çakıl kırma ocaklarını da katmak istemiyorlar. Hayatın gerçekleri karanlıkta kalıyor. Türkler için 2. Kez özel olarak açılan “Belene” Ölüm kampı, bir kamp olarak listeye alınmıştır. Şu “eskiden yaşamış” ve “buharlaşmış insanlar” baskı rejiminin zulmüne dayanamayıp başkaldıranlar, direniş örgütleyenler, gerçekleri söyleyenler vs tümü bizim vatandaşlarımızdır. Direnişlerde ruhumuz birleşmiş ve kaynaşmıştır. 1989 Mayısında bizim aramızda direniş seline katılmayan yoktu. Aynı geleneği devam ettirmek zorundayız, çünkü temel azınlık haklarımızı, kişisel ve kolektif özgürlüklerimizi elde edemedik.


Makale ve Analizler - 2018

49

Kör cahil kalan bir kitle olarak topluma (yaşadığımız ortama) olumsuz yük olmaya başlıyoruz. Evet Bulgaristan Türkleri 140 yıldan beri verdiğimiz özgürlük mücadelemizde en büyük edinim olan Vatanımız, üstünde yaşayan kardeşlerimizin maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılayamaz oldu. İş, ekmek, sağlık, eğitim ve adalet gibi haklarımız kültürel kimliğimizin esasıdır ve hiçbir surette ve nedenle kısıtlanamaz ya da rafa kaldırılamaz. Bulgar Meclisi etnik azınlıkların haklarını kırpan yasalar onaylayamaz, karar alamaz. Anayasal haklarımız etnik hak ve özgürlüklerimizin temelini oluşturmalıdır. Türk kimliğimize karşı saldırılar kesinlikle gemlenmeli, durdurulmalı ve yasaklanmalıdır. Bulgaristan’da ezilenlerin çilesinden faşizm yeşerdiğine tanık oluyoruz. Sizin de mecliste ve parlamento dışında, hele de AB kürsüsünden aynı fikirleri savunmanız bizi yüreklendirmiş ve ortaklık bulma ruhunu doğurmuştur. Bulgaristan’ın bizim son yurdumuz olmasına tahammülümüz yoktur. Bu topraklar hepimizin ebedi Vatan kalacaktır. Kalmalıdır! Birliğimizin düğümü bu olmalıdır. Bizim Türkçe konuşmamız, yazmamız, şarkı türkü söylememiz, şakalaşmamızı, geleneklerimizi, dinimizi anadilimizde yaşatmamız, okullarımız olması, Bulgaristan’ı ancak zenginleştirir ve güçlendirir. Bulgaristan Türklerinin “altın çağında” Gayrı Safi Milli Hasılanın yarını ürettiğimiz yıllar, sporcularımızın uluslararası yarışlardan 96 altın, gümüş, tunç madalya getirdiği yıllar, Vatanımızın şanına şan, onuruna onur kattığımız yıllar unutulmamalıdır. Unutturulamaz! Bizi bugün idare edenler, bize her gün yeni yalan söyleyen ve asla yerine gelmeyecek olan yeni bir vaatte bulunan ve ardından onu unutturmak için bin bir dereden su getirenlerse, eski katillerin oğulları ve torunları, varisleridir. Çok acı bir gerçek bu. Devamlı küf kokan bir ortamda yaşamak zorundayız. Birleşme zamanı gelmiştir! Ne var ki dünya değişmek zorundadır. Binlerce şehit verdiğimiz Birinci Büyük Savaşın sona ermesinin 100. Yıldönümünde Paris’e toplanan, Büyük Yeni Türkiye Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın da aralarında saygın yer aldığı Küresel Liderler Forumu, kin ve öfke, intikam alma defterini tamamen kapatmaya çalışıyor. Bulgaristan’da sol ve sağcı, aşırı sağcı, milliyetçi, aşırı milliyetçi, faşizan, faşist ve bunlara benzer ne varsa birlikte köpek gibi havlasalar da, görüldüğü üzere birbirlerini ısırmıyorlar.


50

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ne olursa biz Türkler’e oluyor. Tarih boyu birileri sürgüne ya da hapse gönderilse hep bizler-dendir. Memleketten kovulanlar da hep bizdendi. Herkese af çıktı. Bizler ise henüz oy verme, seçme ve seçilme hakkımızı istediğimiz gibi elde edemedik. Bilinçli yalanlarıyla, Türklere tuzaklarıyla, her oyumuz için aldığı 11 bulgar levasıyla sefa sürüşüyle ünlenen Ahmet Doğan’ı çürük diş gibi söküp atalım ve Türk Kimliğimizle kanlı bıçaklı olmayan herkesle yeniden bayramlaşalım ve iş başı yapalım önerisinde bulunmak istiyoruz. Memleketimizde 100 bin ve Türkiye’deki soydaşlarımız arasında da asgari 100 bin oy kullanılabilmiş, toplam ise 650 bin civarında oy var. Kardeşlerimiz ile yapılan nabız yoklamasında, 2019 Avrupa Birliği Parlamentosu seçimlerinde Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) ile bir seçime birlikte katılma ortaklığı sözleşmesi imzalanması ve birinci adayın DPS, her ikinci adayın da (BMMTB) Bulgaristan Milli Müslüman Türk Birliği adayı olması isteği öne sürüldü. Çıkan aday sayısının 5 olduğu durumda, 3’ü DPS’li, 2’si de BMMTB AB milletvekili olması kabulümüzdür. İki seneden beri süregelen kısır birleşme ve seçimlere birlikte girme kapısı böylece yalnız aralanmış değil, sonuna kadar açılmış olacaktır. Olayların yakın takibinde DPS partisinde benzer bir hamle artık izlendi. Gerek Razgrat’ta DPS partisi politik yönetiminin temel insan haklarımız ve kültürel azınlık haklarımızla ilgili tavrı, ayrıca DPS Gençlik Örgütü yıldönümü kutlamalarıyla ilgili Sofya’da liberal güçlerle enternasyonal buluşma ve ülkede köy ve kentlerde son dönem buluşmaları böyle bir atılımın güç topladığına işaret ediyor. Bu yazımızla, ancak ilk önerimizi açıklıyoruz. Örgütsel kimliğimizi, programımızı, plan ve hedeflerimizi, uzlaşıcı yaklaşıcımızı açıklamaya hazırız. İlk diyalog temaslarında bu görüşmeleri yürütecek olan heyet Başkanı ve üyelerimizi de açıklayacağımızı duyurmuş oluyoruz. Bu atılımda bize düşen işleri biz, size düşen ödevleri de siz yerine getirmeniz koşuluyla, çeşitlilik içinde birlik ve birlik içinde çeşitlilik ve çok kültürlü bir yaşama doğru el ele ilkelerine bağlı kalınacaktır. Birlik olalım güçlü olalım! Paylaşmayı unutmayınız…


Makale ve Analizler - 2018

51

Atamızı Anıyoruz Raziye ÇAKIR

Sofya’da kıyafet balosunda yeniçeri kıyafetiyle. (11-12.05.1914) Sofya’da Kıyafet Balosunda -1-Sofya’da kıyafet balosunda yeniçeri kıyafetiyle. “İşte gecenin en güzel kostümü. ” (11-12 Mayıs 1914) Mustafa Kemal Sofya’da Ataşemiliter (Askeri Ateşe) iken 1 Mart 1914’te Yarbaylığa yükselmişti. Yaz başlangıcında (mali durumu düzeldiğinden) istediği gibi bir ev bulmuş ve oturmuştu. 1914’ün Mayıs ayı başında, Bulgarların 11 Mayıs 1914’deki ulusal gününde verilen bir baloya davet edilmişti. Mustafa Kemal bu baloda manevi bir üstünlük sağlamak istiyordu. Geniş ve bol ışıklı salonda devam eden muhteşem gecede, gösterişli bir yeniçeri kıyafetiyle içeri girdi… Mustafa Kemal’e çevrilen bütün gözler O’na hayranlıkla bakıyordu. Orada bulunan Bulgar Kralı Ferdinand, Mustafa Kemal’i yanına davet ederek iltifatlarda bulunmuş, kıyafetinden ve başarısından dolayı da tebrik etmişti. Bir gümüş tabakayı da lütfen kabul etmesi dileğiyle hediye etmişti… Geceye katılanlardan; “İşte gecenin en güzel kostümü” diyenler olmuştu. Mustafa Kemal o gece baloda giydiği yeniçeri kıyafetini, İstanbul Merkez Kumandan Muavini Kazım Bey’e mektup yazarak, müzeden alınıp yollanmasını istemişti. Sofya’dan trenle İstanbul’a giden bir arkadaşı dönüşünde kıyafeti aksesuarlarıyla birlikte kendisine getirmişti. Sabaha kadar devam eden balonun bitiminde, İspanya Maslahatgüzarı, Mustafa Kemal’i evine davet etmiş ve evinin şark köşesinde O’nun yeniçeri kıyafetiyle bu fotoğrafını çekmişti. Kaynak: Sevdiğimiz Atatürk, Rasim Pehlivanoğlu, Atatürk Araştırma Merkezi, 2004. ISBN:975-16-1709-X. Sayfa: 87 ata sofyada ile ilgili görsel sonucuSofya’da Kıyafet Balosunda -2-


52

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İsmail Hakkı Kavalalı, Atatürk’ün Selanik Askeri Rüştiyesi’nden arkadaşıdır. Atatürk’ün Sofya’da Askeri Ataşe olarak bulunduğu sırada börk serpuşlu (yeniçerilerin kullandığı başlık) yeniçeri kıyafeti ile çektirdiği fotoğrafın hikayesini şöyle anlatır: “Harp Okulu’ndan sonra onu Sofya’da yarbay rütbesi ile ataşemiliter olarak gördüm. Ben o zamanlar Bulgar Sorbanyası’nda (Meclisinde) milletvekili idim. Dört arkadaşımla Bulgaristan’daki Türkleri temsil ediyorduk. Kendisiyle hemen her zaman konuşur dertleşirdik. Bir gün yine Mustafa Kemal’le birlikteydik. Bulgarların düzenlendiği bir kostümlü balo’ya yabancı devlet temsilcilerini de milli giysiyle davet eder bir mektup geldi. Hiç unutmam, birden bire gözleri parladı, bana döndü ve: –“İsmail sen Bulgar treni’nde parasız gezebiliyorsun. İstanbul’a git. Bana bir yeniçeri ağası kostümü getir” dedi. Bir de Enver Paşa’ya hitap eder bir mektup yazdı. İstanbul’a geldim, dediği kostümü aldım ve döndüm. Baloya beraber gittik. O, bu giysiyle bütün bakışları kendine çekiyordu. İri vücuduna ayrı bir heybet veren bu giysi ve yüzündeki maske, O’nun gözlerindeki sonsuz parıltılarla efsaneleşen bir kudret de katmıştı. Bütün konuklar, bunun kim olduğunu birbirine soruyorlardı. Bir süre sonra, büyük ödüllü bir dans yarışmasına girdi. Bulgar Başbakanı’nın kızına kavelyelik ediyordu. Zaten bu kız daha önce O’nunflörtü idi. Mustafa Kemal çok güzel dans ederdi. Nitekim, bütün valsleri olağanüstü bir başarı ile bitirerek yarışma birinciliğini kazandı. Bu ara Bulgar Meclisi Başkanı bana, bu gencin kim olduğunu sormuştu. Önce tanımadığımı söyledim, sonra ataşemiliter Mustafa Kemal olduğunu öğrenince hayranlığını şöyle belirtmişti: –“Müthiş, müthiş bir adam!” Yarbay Mustafa Kemal İstanbul Topkapı Sarayı’ndan özel izinle getirttiği bu yeniçeri kostümünü, 11 Mayıs 1914 gecesi Sofya’da katıldığı kıyafet balosunda giydi ve birinci seçildi. Kaynak: İsmail Hakkı Kavalalı, Vakit Gazetesi, 08.09.1947 Lütfen paylaşınız.


Makale ve Analizler - 2018

53

Çorap Söküğü

Tarih Ekim 16 Ekim 2018 Konu: En büyük hainlik Vatan satmaktır. Yazan: Dr. Nedim BİRİNCİ. BULTÜRK Başkan Yrd. Bulgaristan’da çorap söküğü güçlükle ilerliyor. Örgünün içinde düğümler. İki hafta önce şu 120 bin Bulgar olmayan yabancıya Bulgar menşei, Bulgar doğum kâğıdı, Bulgar vatandaşlığı, daimi kimliği ve Pasaport verilmesi olayı açıklanınca faşizan Başbakan Yardımcısı ve Savunma Bakanı Krasimir Kaçanov’un hemen istifa edeceğini ve ardından üçlü milliyetçi grubun kabineden çıkmak zorunda kalacağını düşünenler artmıştı. Ülkede hükümet krizi zaten vardı. 6 aydan beri her akşam saat 17’de Bakanlar Kurulu önünde “İstifa!” mitingleri yapılıyor. Sayıları büyüdükçe büyüyen protestocuların hepsi siyah taşıtlarına “Bu sistem bizi öldürüyor!” yazmışlar ve trompetli, saksafonlu ve davullu gürültüye herkesin ağızındaki düdükler de tempo veriyor, siyah bayraklar dalgalanıyor. 2018’in ilk gününde başlayan ve dün akşam da bütün yol kavşaklarında ve il merkezlerinde devam eden protesto eylemlerini durdurmak için şimdiye kadar başarılı kullanılan “kemik atma” taktiği bu defa nedense işe yaramıyor. Bu taktik, önce polis protestolarında kullanıldı. 9 Ocak 2018 günü, meclis kararı olmadan, hükümet toplanmadan Başbakan Borisov sivil ve üniformalı güvenlikçilere 500 000 000 (beşyüz milyon leva) verdi. “Zam!”, “Yeni Ayakkabı!”, “Yeni Araç!” vs için gösteriler birden durdu. Polislerin çorabı daha ileri sökülmedi. Ardından emekliler ayaklandılar. Onlar otobüslerle meclisi kuşatma taktiği uyguladılar. Asgari emekli maaşları 180-200 levaya yükseltildi, 32o (üç yüz yirmi) levadan az emekli maaşı alanlara 40’ar leva dağıtalar, Noel ve Paskalya bekleme uykusuna yattırıldılar. Haziranda başlayan özürlü anneler eylemleri bugün de devam ediyor. Onlara 150 milyon leva ayrıldı. Fakat bu kavgalı süreç içinde Başbakan Yardımcısı Valeri Simyonov’un direnen annelere “gürültücü tavuklar”, araba içindeki özürlü çocuklara da “güya hasta” demesi uzlaşma bağlarını kopardı. Analar “İstifa!” bayrağı açtılar. Bu gelişmeler özetlendiğinde, günümüzde hükümetin istifasını isteyen güçler ordusunda şu figürleri görüyoruz.


54

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Cumhurbaşkanı Rumen Radev, Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) yönetimi, meclis grubu ve yerel yönetimler, Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) parlamento grubu, meclis dışında Demokratik Güçler Birliği (CDC), Demokrasi için Sorumluluk, Hoşgörü ve Özgürlük (DOST) partisi ve daha birçok sivil toplum örgütü ve siyasi kuruluşun bu kavgada yer aldığını beyan etti. Ancak bu direnişlerde mikrofon başında (medyada) ve meydanlarda olmak üzere, kutuplaşma var. Politik yönetim (politik sınıf) henüz meydanlara inmiş değil. İstifa ve değişim ateşini yakanlar canına tak demişler, daha ötesi çukur diyenler. Bu kitlenin boyutlarını çizebilmekse oldukça zordur, çünkü direniş biçimlerinde sürekli yenilenme ve değişme var. Bir akşam meydan eylemi yapanlar, ertesi akşam araç alayıyla şehir tutu atıyor, araçlar ve kitle kavşaklara doluyor ve trafiği kilitliyor. Sofya’da, Plovdiv ve Parnik ana yol çıkışları birkaç saat trafiğe kapanıyor, Varna’da “Asparuh” köprüsü işgal ediliyor. Haskovo’da yapılan mitinglerde ise “Kapitan Andreevo” – “Kapıkule” Türkiye sınır kapısı ile “Novo Selo” Yunanistan sınır kapılarının kapanmamasına dikkat ediliyor. Sliven’e bağlı “Petolıçkata” (Yıldız) kavşağı da her akşam kapanıyor. Bu nümayişçilerin istekli çok farklı: Sofya’dakiler benzin fiyatlarına zammı protesto ederken, Haskovolular içme suyunun arıtılmasını istiyorlar vs. Temel nedenleri sosyal ve ekonomik olan, yaklaşan sert kışla gelen zamların şiddetlendirdiği protestolar Bulgaristan toplumunu tamamen böldü. Bu kavgada Bulgar sermaye sahipleri ve işveren kuruluşları güya “Yurtsever güçler” maskesi ardında gizlenen siyasi zümreyi, hükümeti, oligarşi tabakayı destekliyor. Başbakan Boyko Borisov da yönettiği GERB partisinin sağa daha da kaydıkça ve sırtında taşıdığı hazır yiyici kitle arttıkça faşist partilerle ilişkilerinden vazgeçmek istemiyor. (kopamıyor) Dikkati çeken “Ataka” partisinin hükümet ortaklığından ve meclis çoğunluğundan koptu kopacak durumudur. Çorap Söküğü başlığı altında anlatmaya çalıştığımız çok büyük ve acı bir gerçek bu. Bir defa 2009’dan beri iktidarda bulunan siyasi güçler memleketimizi, onurumuzu, Avrupalı kimliğimizi pazara çıkarmış satıyorlar. Bu halk kükreyişinin nedenlerinden biridir. Bu volkanik halk patlamasında biz Bulgaristanlı Müslüman Türklerin Bulgarların yanında daha derli toplu yer almamız gerekirdi. Fakat “Bulgaristan yalnız Bulgarlarındır!” sisi henüz kalkmamış olduğundan savaşım meydanlarında yakınlaşıp kaynaşma, birlik kaleleri örmemiz henüz oldukça uzaktır. “Bulgaristan Bulgarlarındır!” sloganı, Bulgaristan şartlarında Türklere ve öteki azınlıklara yönelik ırkçı, şoveniz


Makale ve Analizler - 2018

55

ve faşist bir şiar ve eylem yönüdür. Buna rağmen Silistra, Razgrat, Şumen gibi il merkezlerinde Türkler protesto eylemlerine müstakil katıldılar. Bu gelişmelerin daha derinindeki tabaka ise şöyledir: Yeni hareketlenme, yıllardan beri ilk defa birçok derenin birden aktığına kanıt getirdi. Su toplanıyor. Bu hafta tüm kent merkezlerinin, kavşakların ve ana yolların ploke edilmesi (kapanması) ve ülkede yaşamın felce uğraması sinyalleri var. “Trafik devrimi” henüz kitaplaşmamış olsa da Bulgaristan ilk örnek olabilir. Bu gelişmelerin politik gölgesi de belirdi. Yazılarımda birçok defa, “Multi-grup” Holding parasıyla, totaliter dönemdeki Altıncı Şube (Rusya ile bağları yürüten) istihbaratçı kadrolarıyla – Albay, Prof. Dimitır İvanov vb – ve bunların arasında özellikle vurgulanması gereken biri daha var, “Kütüphaneci Enstitürsü” (billiotekarski institut) adı altında bir gizli polis kadro eğitim merkezi kuruldu – ve bu Enstitüye bağlı bir Özel Gizli Polis Kadrosu eğitim merkezi açılmıştı ki, bu merkezdeki kadro eğitim işlerini yöneten de BSP-DPS iktidar ortaklığı döneminde Milli Güvenli Devlet Ajansı (DANS) kısa adıyla bilinen devlet güvenlik ajansının başkanı görevinde bulunan Svetlin Yovçev’tir. Svetlin Yovçev, 2000’li yılların başında, Bulgaristan’ın bataklığa düştüğünde, halkı yalanla mayalamak için Çar II. Simeon Saks Kuborgorrgotski’yi İspanya’dan getirip Bulgaristan’a başbakan yapma planını çizen zihinlerden biridir. Hatırlanacağı üzere o zaman İspanya’ya Ahmet Doğan gönderilmişti. Sonra da BSP-DPS-II. Simeyon ortak iktidarı kuruldu ve ülkeyi (2000-2009 yılları arasında yöenettiler) ve bu ortaklık sonra buharlaştı. Şimdi bu senaryonun tekrar edilmesine gerekli hazırlıklar tamamlanmak üzeredir. Yeni durumun özeti: Yurt dışındaki Bulgaristan vatandaşları Yurt içindekilerden çok oluyor. Nüfusun dışarı kaymasıyla iktidar dengesi değişiyor. Kritik noktada bulunuyoruz. Anlaşıldığı üzere, Amerika’da, Londra’da ve bilmem başka gizli hangi merkezde II. Simeon tipi, Bulgaristan sevdalısı kodamanların torunu kadrolar eğitilerek yetiştirildiği haberleri yayılıyor. Bu kadrolar sözde “büyük Batı yatırımlarıyla” bir iki yılda sözde “Bulgaristan’da işleri yola koymak için özel hazırlık görmüşler ve Mayıs 2019 AB seçimleriyle birlikte Cumhurbaşkanı “gölgesinde” politikaya girmeye hazırlık görüyorlar. Bu anlamda sayıları 1 milyonu aşan Türkiye’deki Bulgaristan vatandaşlarının da hak arama davasının devamı olarak Bulgaristan siyasetine kazanılması yeniden gündem olması ve değerlendirilmelidir. Seçimleri GERB partisi kazansa bile, meclis çoğunluğunu ele geçirecek olan Borisov partisi geri adım atacak ve Bulgaristan’da BSP-DPS koalisyonu kurulacak-


56

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

tır. Politik anketlerin son sonuçları buna işaret etmektedir. Maclise ancak 3 politik parti girmesi için hazırlıklar başladı. (GERB-DPS-BSP). Başbakan dışardan gelen “o birleştirici kişi” olabilir. Böylece, NATO ve AB maskesi altında Sofya’da yeni Rusçu bir iktidar kurulacaktır. Gizli güçler halkı kazan kaldırmaya itiyor. Şu yazdıklarım, çorabın yenilenecek olmasına haber verse de, biz “Çorap söküğüne” devam edelim. Çünkü bu işlerin “U” dönüşü yapmasına neden, aslında çorabın sökülmemesidir. İkinci olarak. Makedonya eski Başbakanı Gruevski’nin ülkesinden Bulgar pasaportuyla kaçması, Makedon meclisindeki milletvekillerinden hemen hemen hepsinin Bulgar Pasaportlu oluşu, Sofya otellerinde demirbaş odaları ve lüks lokantalarda sürekli “rezerve” masaları bulunması gerçeği düşündürücüdür. Ne olmuş canım, “devletin malını yemeyen domuz!”atasözü bizden çalınmış ve Bulgarlaştırılmış değil mi! Gülmek özgürlüğün en parlak ifadesidir. Ancak gülecek durumda değiliz. Satılan Vatanımızın şerefidir. Bu gerçeğin ardındaki eşekdikeni tarlasından gelense şovenizm kokusudur. Bulgar TV ve Radyo programlarında Makedon vatandaşlarıyla yapılan söyleşiler tercüme edilmiyor. Anlayan eşek olsun! İki ülke arasında derinleşen diplomatik görüşmelerin dil yüzünden batağa düşmesine çözüm bulunmuş. Görüşmeler İngilizce yürütülüyor. Dil insanları birleştirdiği kadar ayırma ve birbirine düşürme gücüne sahiptir. Bu işte Bulgarların canını acıdan nedir? Bir) Birinci ve 2. Dünya savaşları arasında Bulgar devleti (Krallık ve Totalitarizm) Makedonya’da Bulgar kimliği yeşertmek için okullar, kulüpler vs açmış, öğretmen göndermiş, bunları finanse etmiş. 1942’de Almanlarla birlikte istila edilen Makedon topraklarında Bulgar kimliği (nüfus kağıdı) dağıtılmış, 1945 ‘te kurulan ve 27 Nisan 1991’de dağılan Yugoslavya Federatif Sosyalist Cumhuriyeti’nde yaşayan Bulgar köklü vatandaşlarının dilini, geleneklerini ve etnik kültürünü yaşatabilmesi için önemli masraf yapmış ve çaba göstermiştir. Bulgaristan makamları şimdi, işte bu çabaların medyalarını toplayıp Makedonya’da bir Bulgar azınlığı ve belki de onların bir otonom kurumunu hayal ederken, işler ters gitmeye başladı. Prezen’de (2018) imzalanan Makedon-Yunan Antlaşmasında, Yunanlar Makedon milletini tanıdı ama Makedonya’da Bulgar etnik ve kültür azınlığı olduğundan söz edilmedi. Bulgarlarla imzalanan (2017) anlaşmasından sonra ise Bulgaristan’da esen havada “Makedonların hepsi Bulgar’dır” kokusu var.


Makale ve Analizler - 2018

57

İki) Makedon halkı ve makamları, okullarda okutulan derslerde, Bulgar ve Makedon halklarının ortak ayaklanmalarından, ortak Çarlarından, savaş, savaşım ve zaferlerinden ya da yenilgilerinden söz edilmiyor. Bunu en yalın bir şekilde ifade ederken, derinleşince kabuk altından II. Bulgar Devleti (1185 – 1396) gibi bir devletin varlığı ve bu devletin kurulmasından Kuman Türklerinin rolü gibi (ardından da bir sürü dil, din, yazım, kültür vb) sorunlar getirerek güncel sahneye çıkıyor. Üç) Tüm bu gelişmeler içinde – pasaport dağıtmaktan, para toplamaktan, rüşvet almaktan başlayarak Makedonya’nın NATO ve Avrupa Birliği üyeliğine kadar – uzadıkça uzayan bir sorunlar dizisi öne çıkıyor. Tarihin canlı olması, geleceğin de aslında köklere yani öze dönmek olduğu dikkate alındığında, bu çorap söküğünün durduğu yerden ileri gitmesinin mümkün olmayacağı gibi bir tablonun duvara kendiliğinden asıldığını ve geleceği kararttığını görüyoruz. Bizde ceviz fidanı dikildiğinde, ha şimdi 7 yıl bekleyelim de köklerini salsın, derler. Sanki böyle bir başlangıçtayız. Bulgar siyaset adamlarının gerçekten olgunlaşmasına kaç yıl-asır-gerekli olduğunu söylemekte güçleniyorum, aslında “Bulgaristan’da yaşayan Türk yok!” diyenlerin, “Makedonya’da yaşayan Bulgar yok!” sözlerinden ders çıkarması gerekir. Çünkü yalandan üretilen siyaset, aslında bir ölüdür. Bu cesetler kalkmadan ve duası okunmadan siyasette ileri adım atılamaz. Bu, Türkler için geçerliyse, Makedonlar ve Bulgarlar için de geçerlidir. Herkes tarih yazamaz. Tarihi yalnız zafer kazananlar yazar diyenlere hak vermek gerek. Görüldüğü üzere, günümüzde bir çorap sökmek bile imkansız gibi. Geçmiş düğüm üstüne düğüm, sök sökebilirse… Okuduğunuz için teşekkür ederim. Lütfen paylaşalım.


58

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2018

59

Sistem Değişikliği Için Seri Direnişler Başladı

Tarih: 17 11 2018 Yazan: Şakir ARSLANTAŞ – BGSAM Yazarı. Konu: Baş Faşist Valeri Simyanov Başbakan Yardımcılığından istifa etmek zorunda kaldı. Kısmi Zafer Çanı Çaldı 16 Kasım 2018 gecesi Sofya’da Bakanlar Kurulu önünde yükselen siyah bayraklar bir anda daha yüksekte ve çığlıklarla dalgalandı. 26 günden beri mücadele eden özürlü çocuklu anneler ve onları destekleyen kitle kısmı zafer kazanmıştı. Başbakan Yardımcısı, güya “Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Cephe” partisinde buluşan aşırı sağcı, şoven-faşist gruplaşmanın lideri ve III. Borisov hükümetinde Başbakan Yardımcısı görevinde bulunan V. Simyonov istifa etti. Selanik’te bulunan Başbakan Borisov istifayı kabul ettiğini anında duyurdu. Ancak mecliste 29 kişisi olan faşist güruhtan sadece birinin devrilmesi veya istifa etmesi toplumun gece boyu coşarak zafer çığlıkları atmasına ve havayı fişek gösterisi yapmasına yeterli olmadı. Bu istifa hükumetin düştüğü anlamına gelmez! Bir faşistin yerini başka birisi alabilir. Ancak şöyle ki anlaşılan korkmuşlar V. Simyonov’un yerine kimse atanmayacakmış. Yani bildiklerini okuyamayacaklar. Al sana ver bana siyaseti sekteye uğrayacak gibi. Bu nedenle mücadele bayrakları altında toplananlar yeni bildiri okudular. Temel istekleri şunlar: 1) Direnişler arasız devam edecek. 2) Hükümetin istifası ve erken genel Büyük Millet Meclisi seçimi. 3) Büyük Millet Meclisi Seçimi ile sistem değişikliğine geçiş. 4) Parlamento seçimi majoriter sisteme (mutlak ekseriyet usulüne) göre yapılacak. 5) Milletvekili sayısı 240 yerine 120 olacak. 6) Politik partilere para yardı yapılmayacak. 7) Faşist partiler yasaklanmalıdır. Temel İnsan Haklarının sağlanması ve güvence altına alınması, dış ülkelerdeki tüm seçmenlerin elektronik ve


60

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

üzerinde kişisel numara olan bültenle postadan gönderme usulüyle seçime katılmasının yasalaştırılması ve politik reformlar ile adalet sisteminin yenilemesi konularında anayasa değişikliği yapılması. 8) Hayat standardının yükseltilmesi, emekli maaşlarının yeniden hesaplanması, devlet kurumlarındaki bürokrat sayısının azaltılması, gıda ve akaryakıt fiyatlarının ucuzlatılması vs! 9) Sahtecilik yaparak, rüşvet vererek Bulgar vatandaşlığı, nüfus kâğıdı ve pasaport alanların yerel ve genel seçimlere katılmasının yasaklanması ve Bulgar pasaportları toplanarak vatandaşlıklarının iptal edilmesi! Eskiden ve halen Bulgaristan halkına derin yaralar açan faşistler birkaç kez ezilmişlerdi. Ancak ne yazık ki adına “demokratikleşme” dediğimiz şu çok sancılı bunalımlı yıllarda Rusların Bulgaristan’a ve Balkanlara bir daha hakim olma planlarına sımsıkı alet oldular. Milliyetçi şoven çevreler bu hainliklere hizmet sundular. Türk ve İslam düşmanı Makedon’ istler bu sayede nefes almaya başladılar. İkinci Dünya Savaşından sonra yasaklıydılar. Etrafta kara kömür gibi dolaşıyor, esemeleri okunmuyordu. Onlar, uzlaşma, hoşgörü, İslam, Türk ve azınlık düşmanı sinsi güçlerdi. İsim değiştirerek Bulgarlaştırılmamız sürecinde aşırı sağcı, monarşi-faşizm yılların kalıntısı olduklarını gizleyerek totaliter komünistlerden şiddetli saldırıyorlardı. III. Boris’in (1918-1943) monarşi diktatörlüğü yıllarında Bulgar gençlerin Nazilere bağlı faşizan gençlik örgütünün Bulgarca adı “Brannik” idi. Milli güvenlik örgütü “DS” nin 9. Şubesi Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) saflarına “baranniklerin” sızıp sızmadığı konusunu istihbarat ediyordu. Bu işle Pleven BKP İl Komitesinde araştıran Yordan Yotov adından bir istihbaratçı İl Komitesi Bürosuna 4 adet “Brannik” yerleştiğini saptayıp rapor edince, İş İşleri Bakanlığı mahzeninde eşek sudan gelinceye kadar dövmüşler ve Yugoslavya Federatif Cumhuriyeti tel örgülü sınırından dışarı atılınca kendisinden kurtulmuşlardı. Demek istediğim bugün faşist dediğimiz kadroların soy kökleri aslında Çar III. Boris yıllarına uzanıyor. Onlar o devirde birbirlerine silah çekseler de, komünist totalitarizmde gizlice sırdaş olmuşlar ve Müslüman Türk azınlığa karşı birleşmişlerdi. İsim değiştirerek Bulgarlaştırma onlara kaynak yapan büyük fırsat oldu. Son 10 yılda diken büyüttüler. “Soya dönüş süreci” kalıntısı olan Türk ve İslam düşmanlığı ile silahlanarak saldırıya geçtiler. Ahmet Doğan’dan “dokunulmazlık” güvencesi alarak, Rusya çadırı altında Meclise ve hükumete girdiler. Başkaldırdılar demiyorum, çünkü bu sürüngen zümre omurgasızdır. Sürünürken de zarar


Makale ve Analizler - 2018

61

verebilir ancak. Sahte yurtseverliğin faşist ideolojiden başka tutunacak dalı yoktur. Yalana yenisini ekleyerek toplandıkça kabalaştılar. Öfke ve nefret doldukça küstahlaştılar. Onların yaklaşık son 2 yıllık birlikteliğinde Eska Zara (Stara Zagora) , Filibe (Plovdiv) vb belediyelerde Türk yer isimleri de Bulgarlaştırıldı. Okullarımız ise hala açılmadı. Toplumsal merkezlerde Türkçe konuşma yasağı devam ediyor. Bulgaristan’ın gelişmesi doğal olsaydı Başbakan Borisov ile kanlı bıçaklı düşman olmaları gerekirdi. 2017 Martında kudurmuşlardı. Bulgar Türk sınırında 70 yaşında bir ninemizi otobüsten indirip tartaklamaları, Türkiye’deki seçim sandıklarına komando göndermeleri, dil terörü estirmeleri unutulacak gibi değildir. Yeni Bulgar faşizmi, sahte yüzünü ve yüzde yüz dolandırıcı olduğunu, küstah ve iğrençliğini, kusursuz şerefsiz olduğunu asıl memleket içinde gösterdi. Meclise girmek için şu yaptıklarına bir bakınız. Onlara, siyasette güya “Yurtsever Cephe” gibi bir faşist sahtekârlık formülü kullanıp seçmen gözünü boyamalarına izin verilmemiş olsaydı, kendi aralarında asla birleşemezlerdi. Bulgar yeni faşizminin 3 yeni partisi olan – “Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Cephe” (NFOB); İç Makedon Devrim Örgütü (VMRO) ile “Ataka” – meclis önünden bile geçemezdi. Seçmen boş vaatlere kandı. Faşistler derin bunalımı kullandılar. Bulgaristan’da yalan söylemek yasak değil.Çünkü Bulgaristan’da “Yalan” Yasası yok. Faşistler daha da ileri giderek, Bulgaristan’ı, milli onurumuzu, Vatan sevgimizi sattılar. Bulgar soyundan olmayan 138 bin kişiye – Makedon, Arnavut ve Besarabyalı yabancıya (suçluya, katile) – sahte Bulgar vatandaşlığı verdiler ve bu aslı olmayan kişileri seçim listelerine aldılar, oy vermeseler de Sofya’ya çuval çuval sahte oy taşındı. Bunu şu3 köyün gerçekleriyle örnekleyelim: 1) Blogoevgrad ili Sandanski Belediyesi (Makedon sınır yöresidir) Popravnik köyünde 280 kişi yaşarken, seçimde sandıktan 280 oy çıkması beklenirken, sandıktan 4 000 (dört bin) oy çıktı. 3 720 kişi – Yeni Bulgar – adres olarak köy okulunun spor salonunu göstermiş. Bu oylar paraya karşı tebaa, doğum belgesi, kimlik ve pasaport satan VMRO partisine çıkmış. Bazı yabancılar, Bulgar vatandaşlığı ve AB Pasaportu için 25—30 bin Euro rüşvet vermiş. Resmen açıklandı. VMRO lideri bugün Bulgaristan Savunma Bakanıdır. Son seçim baştan sona sahtedir. “Yeni Bulgarlar” sözde oy verdikleri köyde bir gün ikamet etmemiş, bir çay içmemiş, oy kullanmamış, herhangi bir yabancı ülkede yaşayan ve Bulgaristan’da seçim olduğunu dahi bilmeyen kişilerdir.


62

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

2) Blogoevgrad ili Sandanski Belediyesi (Makedon sınır yöresidir) Byalo Pole köyündeki kaydı yapılmış kişilerin gösterdiği adres köy elektrik şebekesi sayaçlarının korunduğu (tarafo-post) merkezidir. 2 X 2 metre kare olan bu yapıda, muhtarlık adres kaydı kütüğünde 7 000 (yedi bin) kişinin yaşadığı görülüyor. Böylece 436 yaşlının ikamet ettiği bu köyden Sofya Milli Seçim Merkezine giden 6 524 oy tamamen sahtedir. Son seçimler onursuzdur. 3) Blogoevgrad ili Sandanski Belediyesi (Makedon ile sınır yöresidir) Riltsi köyünde köy marketi ve muhtarlık adresinde kayıtlı “Yeni Bulgarların” sayısı 5 binden fazladır. Bu bölgenin birkaç köyünden çıkan oy sayısı 20 000 (yirmi binden) fazladır. Herkes bilir ki sahte oylar olmasa Bulgar faşist partileri asla 29 milletvekili çıkaramazd. 138 bin oy 7 milletvekili çıkarır. Böylece faşist güçlerin 29 değil 22 milletvekili olması gerekir ki, mecliste çoğunluk sağlamaları tamamen imkânsızdır. Bu sahtekârlığın ardında bir de 29 milyon Euro tutarında alınmış rüşvet var. Vatandaşlık ve kimlik rüşveti ki, gerçekler ortaya çıktıkça hemen seçime gidilmesi için gösteri direnişleri yapanların yasal isteklerinde haklı oldukları ortaya çıkıyor. Bundan dolayı “hemen seçim” isteğiyle meclisi kuşatmak ve istekleri kabul edilene kadar Sofya merkezinden çıkmayacaklarını beyan eden ve bugünden başlayarak sivil itaatsizlik direnişleri başlatanlar tamamen haklı oldukları için örgütlü destek buluyorlar. Çığ topu gibi büyüyen direnişleri durdurmak için kalkışanların üzerine helikopterden para saçarak olayları bastırmak isteyenlerin başarılı olacağına inanmıyorum. Çünkü bilinçli kararlılık başka bir şey, baskı terör ve ruhları satın alarak koltukta oturmak başka bir şeydir. Gerçekleri gizlemek artık mümkün değil gibi, çünkü dünya eski dünya değil. Son günlerde adı en sık anılan I. Borisov hükümeti Enerji Bakanı, Reformcu Blok’un Cumhurbaşkanı adayı Trayço Traykov’un malına mülküne 2,5 (iki buçuk milyon) leva haciz gelmiş, paralarının kaynağını soruyorlar, gösteremiyor. Aynı sözler Türkiye Bulgaristan devlet sınırına tel örgü çekme işinden palazlanan, istifasını yeni sunan V. Simyonov için de söylenebilir. Bölünen Bulgaristan toplumunda 2 milyon yaşlı vatandaş ayı 200-300 leva ile geçirmeye çalışırken, oligarşi uşaklarının, ruhlarını satanları, memleketimizi pazarlayanların devleti ve halkı kamyonla, gemiyle soyduğu gerçeği gizlenemez oldu.


Makale ve Analizler - 2018

63

Yönetimi hırsız-rüşvetçi tayfasına terk eden Başbakan Borisov’tur. O, hafta içinde birkaç defa bir başkentten başka birine atlayıp gününü gün ederken, Bulgar levası üzerindeki Batı şemsiyesini kaldırma niyetlerini gizlemiyor. Ne ki Budapeşte’de Başbakan Orban’ın para birimini Forint’ten EURO’ya geçme işlemi yapılırken ülkede 782 Macar vatandaşın açlıktan öldüğünü ne anlatıyor ne de hatırlıyor. Bu hafta Bulgar basınında Başbakan Boyko Borisov hakkında ilginç yazılar çıktı. “Factor.bg” den bir alıntı seçtim: “Bulgaristan’ın 2009 yılından beri Başbakanı olan Boyko Metodiev Borisov 13 Haziran 1959’da Bankiya şehrinde, Metodi ve Venera Borisov’un ailesinde dünyaya gelmiştir. Babası, Bulgaristan İç İşleri Bakanlığı’nın Sofya amirliğinde görevli, annesi ise Bankiya kentinde ilkokul öğretmeni olarak çalışmıştır. Annesi Todor Jivkov’un kızı olan Lüdmila Jivkova’nın ilkokulda sınıf öğretmenidir. Anlattıklarına göre Borisov’un annesi Lüdmilaya özel ders vermiştir. Ayrıca, T. Jivkov’un Boyko Borisov’un hakiki babası olduğu da söyleniyor. Öte yandan Jivkov’un da III. Boris’in oğlu olduğu iddiaları dolaşıyor. Mason batakhanesi gibi bir şey… 1977 – 1978 yılları arasında Pleven Yedek subay okulunda askerlik yapmıştır. İç İşleri Bakanlığı nizamına uyularak, Sofya – Simyonovo polis Akademisinde okurken BKP üyesi olmuştur. Türklerin isimlerinin değiştirildiği, Bulgarlaştırıldığı ve “Büyük Seyahat” yalanıyla sözde 3 ay için Türkiye’ye gönderildikleri zaman – 1989 yılı yazında – o Ak Kadınlar (Dulovbo) ve Kaolinovo bölgesinde asayiş sağlamak için gönderilmiş olan askeri taburun komutanıdır. Daha sonraki yıllarda poliste ve DANS’ta görev yapan Aleksey Petrov, Çikago ve Petno lakaplı kişiler onun emrinde görevlidir. Bu tabur zırhlı araç, kimilerinde su topu da olan 15 itfaiye aracı, göstericileri dağıtma işinde kullanılan özel yüksek süratli araçlar, polis köpekleri, tutuklular için özel polis arabaları, kamyon ve başka teknik araçlarla donatılmıştı. Türk göstericilere karşı şiddet kullanmak amacıyla İç Askerler, itfaiye güçleri, İç İşleri Bakanlığından polis güçleri gönderilmişti. Cebel kasabasında ise şiddet uygulayan bu güçlere Sınır Askerleri taburları da gönderilmiştir. Kaolinovo, Todor İkonomovo, Ezerçe köylerinde, Oven köyü ile Dulovo arasında, Şumen’de, Medovets köyünde, Kemaller (İsperih) kasabasında ve birçok başka yerde hak ve özgürlükleri için mücadele edenlerle yukarıda sıralanan devlet güçleri arasında çarpışmalar oldu. 5-6 bin kişilik gösterici alayına Kaolinovo’da, 1500 – 2000 kişilik nümayişçi kafilesine Dulovo’da saldırıldı, ölü ve yaralılar var. Bu şiddet güçlerine komutan olan B. Borisov o zaman 20 yaşındaydı. Bo-


64

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

risov BKP’li ve BSP’li yolunu yürüdü. Şimdi de devlet güvenlik –DS- ve emekli Ordulu güçlerin Generalidir.” Zor bir dönemden geçiyoruz. Paylaşın okuyun ve okutun Bilinçlenme süreci içindeyiz…


Makale ve Analizler - 2018

65

Tutacak İnşallah

Tarih: 18 Kasım 2018 Yazan: Nedim AKIN BGSAM yorumcusu Konu: Bulgaristan’da siyasi sistemin değişmesi oy kullanma usulünün değiştirilmesiyle başlayabilir. İsteğimiz oyumuzu mektupla göndermektir. Bulgaristan’daki Cumhurbaşkanı seçimi, genel (meclis seçimleri), erken (süresinden önce yapılan seçimler), yerel (belediye ve muhtar seçimleri), Avrupa Birliği parlamentosu seçimleri ve halk oylamasında (refarendum) oy verme usulü çok büyük önem kazanmış bulunuyor. Seçim yapmak devlet işidir. Seçim usulünü belirleyen yasama organı, halk meclisidir, uygulayansa yine devlettir. Bu konuda her vatandaşın bilmesi ve uyması gereken şu bilgilerdir: Bulgar seçimlerine katılmak zorunludur. Türkiye’de buna uyma olanakları sağlanmıyor o başka… Seçim hazırlıkları: yani seçim tarih, gününün ve yerinin belirlenmesini meclis belirler. Katılacak parti, cephe, birlik, bağımsız vs adayların Yüksek Seçim Kurulunda resmi kayıtlarının özgürce yapar; Seçimin yapılacağı bölgelerin, belediye ve muhtarlıkların, sandık açılacak ülkeleri, sandık sayısını, adresleri Yüksek Seçim Komisyonu açıklar. Yerel seçim komisyonlarını, sandık başkanı ve üyeleri belirlenir. Bulgaristan’dan gelen bültenleri teslim alma, koruma ve seçim günü akşamı protokollerle birlikte teslim etme, gerektiğinde bültenleri yeniden sayma resmi işler listesindedir. Devletin görevlerine paralel siyasi partilerin de görevi vardır. Geçerli uygulamaya göre partiler aday listelerini dizer. Şimdiki geçerli sistemin değiştirilmesi için meclise öneri sunulmuştur. İstenen, aday sıralamasında sıra numaralarının kaldırılmasıdır. (Biz bu değişiklikten yanayız. Adayını seçmen kendi belirlemelidir. Seçimde aday listesi olmamalıdır. Majoriter sisteme geçilmelidir. Seçimi en fazla oy alan kazanmalıdır. Sistem değişikliği kapısını açabilmeye zorunlu olan ödevler:


66

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Hhileye yol vermemek için belediyelere ve muhtarlıklara düşen ana ödevse şudur: Aktüel seçim listeleri hazırlanmalıdır. Meclisin ödevlerinin başında gelense, karma ya da majoriter sisteme geçilmesini ve dış ülkelerde bulunan vatandaşların oyunu mektupla göndermeyi yasallaştırmaktır. OY VERME USULÜNÜ DEĞİŞTİRMELİYİZ! Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği BULTÜRK başta olmak üzere, Türkiye’deki soydaşlarımız bu konuya çok büyük ilgi gösterdikleri gibi, su sorunları BGHABER.ORG “Bulgaristan Türklerinin Sesi” gazetesi 2016-17 ve 2018 yıllarında defalarca yorumlandı. Seminer ve sempozyum yapıldı. Bulgaristan İstanbul Başkonsolosluğu ve Bulgaristan Cumhuriyeti Ankara Büyükelçiliğinde Sayın Büyükelçi N.Mihaylova ile BULTÜRK Başkanımızın defalarca görüşmelerde bu olayı masaya yatırıldı, tartışıldı. Ancak ne yazık ki, 16 Kasım 2016’da yapılan son Cumhurbaşkanı seçiminde, aynı tarihte “siyasi sistem değişikliği istekleriyle yapılan halk oylamasında” ve 26 Mart 2017’deki erken genel meclis seçimlerinde bu isteğimiz dikkate alınıp uygulanmadı. Son günlerde Bulgar basınında açık olarak tartışmaya açıldı. Dün olduğu gibi bugün de hala sandık başına gidip, kimliğini gösteren ve listede ismi bulunan kişiler oy veriyor. Bu böyle devam edemez. Son seçimde, seçim günü dövülenler oldu. Türkiye’de kafamıza komandolar dikildi. Bugünkü Başbakan Yardımcısı K. Karakaçanov, 2 gün önce istifa eden Başbakan Yarmmcısı V. Simyonov, “Ataka” şefi V. Siderov, AB parlamentosu üyesi An. Cambazki ve başka faşistler grup kurmuş oy kullanmaya giden seçmen otobüslerini Bulgar sınır kapısında durdurdular. İnsan hakları ve özgürlükler baştan sona ayakaltına alındı. AKTÜEL SEÇMEN – ÖLÜ SEÇMEN Son seçimde (26 Mart 2017) aktüel seçmenler ancak ve yalnız dış ülkelerde bulunan ve orada açılan seçim sandıklarında oy veren Bulgaristan vatandaşlarıydı, şeklinde yorumlar çıktı. Bulgaristan’da muhtarlıklarda ve belediyelerde seçim listeleri hazırlanırken oy kullanacak vatandaşın yaşayıp yaşamadığı, evde olup olmadığı, seçime katılmak isteyip istemediği soruşturulmuyor. Sofya’daki Merkez Seçim Komisyonu (MSK) bülteninde 26 Mart 2017 erken genel seçimine 7 004 358 seçmen katılmıştır yazıyor. (Not: Bunların oy kullananlar ve kullanmayanların toplamı mı, yoksa yalnız reşit yaşta olan vatandaşlar mı, daha da önemli olan “ölü canlılar da bu rakamın içinde mi” gibi konusunda bilgi sunulmuyor.) Bu rakam ce-


Makale ve Analizler - 2018

67

binde Bulgar kimliği ve pasaportu olanların toplam sayısıdır. Bunların bebesi, çocuğu, reşit olmayanı nerededir? Dış ülkelerdeki (Türkiye’de bu arada) Bulgaristan vatandaşları ile ilgili yayınlanan rakamların gerçek ve sabit olduğuna inanıyorum. Çünkü son seçimden önce bulundukları ülkelerdeki Konsolosluklara seçime katılacaklarına dair isim, soyadı ve adres bilgisi verdiler 40 854 kişiydi. Onlar AKTÜEL (güncelleşmiş) SEÇMENLERİMİZDİR. Bununla birlikte seçim günü seçim merkezine gidip Bulgaristan vatandaşı kimliği ve pasaportuyla kayıt yaptıran ve oy kullanan 93 828 vatandaşımız daha var. Onlar d gerçek adı, soyadı, adresi belli AKTÜEL SEÇMENDİR. Toplam, dış ülkelerde ikamet eden (bulunan) 117 667 seçmenden söz ediyoruz. Yukarıda da belirttiğim gibi bu rakamlar MSK’dan alınmıştır. Şuna da işaret etmek istiyorum:Doğru dürüst oy veren bu kardeşlerimiz oy verme hakkı olan ve dış ülkelerde bulunan 3 milyon Bulgaristan vatandaşından ancak 0,5’i bile değildir. Bulgaristan seçimlerinde oy vermeye hazır durumda olan Türkiye’de potansiyel 620 000 seçmen kardeşimiz var. Yeni seçimde biz oyumuzu sandık başına gitmeden Türkiye’den Sofya’ya mektupla gönderebiliriz. Yalnız biz değil İngiltere, Almanya, Amerika ve Kanada’daki kısaca dünyadaki tüm soydaşlarımız da oyunu mektupla göndererek Sofya meclisi bileşimini istedikleri yönde değiştirebilirler. Ayrıca sıra numarasız seçim listelerinde istedikleri kişiyi işaretleyebilir ve meclise delege edebilirler. Tek ışık var o da budur. “Kime olursa olsun” sistemine göre oy kullanılmaya son verilmelidir. Şimdiki sistem seçmenin kafasını karıştırıyor. Siyasal yapıyı değiştirecek olan seçim sistemi ve oy kullanma usulü değişikliği olacaktır… Bütün Batı Avrupa ve diğer normal ülkelerde seçim öncesinde nüfus kaydıyoklaması (güncelleme) yapılır Böylece seçim günü bir “büyü sonucu” sandıktan çıkan “ölü canlıların” ülke siyasetini 4 yıl altüst etmesi yolu kapanır. Bizde, ne yazık ki, bu işlerin tersi oluyor. Yine 26 Mart 2017 günü oyunu kullanıp çıkan seçmen arasında yapılan bir anketten çıkan sonuçta, oy verenlerden % 83,62’sinin Borisov’u Başbakan olarak istemedikleri saptandı. Halk iradesi bu iken Borisov seçim “kazandı.” 3. Kez Başbakan oldu. Aynı ankete göre, bugünkü hükümet meşru değildir. Bulgaristan’da SEÇMEN GÜNCELLEMESİ yapılmıyor.


68

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ben yazımı kaleme alırken (18 Kasım 2018, Pazar, saat 10-12) bütün Bulgaristan’da yol kavşaklarının kesildi. Protesto eylemi milli karakter ve boyut aldı. Hiçbir yerleşim yeri, köy ve kent eylem dışı kalmak istemiyor. Kırca Ali belediyesi muhtarları Mestanlı’ya (Momçilgrad) toplandı. Kış bastı “ailelerin odunu yok” konusunu açtı. Nüfusun % 80’lik kesiminin siyasi sistem değişikliği isteğinde birleştiğini görmeyen kalmadı. Kullanılan silah halkın birliği, taşıt araçları, siyah bayraklar, “sistem öldürüyor” sloganı, pahalılığı ve işsizliği protesto şiarlarıdır. Bu kavgada, havanın soğuk ve karlı olmasına karşın, yerli kardeşlerimiz aktif katılımcıdır. Demokrasi ve anayasal düzen koşullarında SİSTEM DEĞİŞİKLİĞİ YOLU ANCAK SEÇİM SONUÇLARIYLA AÇILABİLİR. Değişikliğe açılan barışçı yol seçim zaferiyle başlar. 28 yıldan beri (iyi kötü) Bulgaristan koşullarında değişikliğe götürecek en kısa zafer yolunu en doğru, hilesiz, açık ve yasal olarak gösterebilen İstanbul Bayrampaşa Yıldız semti merkezli BULTÜRK yönetimi ve yayınları oldu. Konumuzun özüne giriyoruz: Yukardaki verileri “Faktor.bg”, “Fakti.bg” vb. yorumladı. SEÇİME KATILMA yani OY VERME USULÜ değişmelidir. 1991’de Bulgar Anayasası değişti, çok partili parlamenter sisteme de geçildi ama parti listelerine göre seçim yapılmaya devam edilmesi totaliter komünist zihniyeti ayakta tuttu. Yok edilecek olan seçim listesi usulüdür ve biz bunu mektupla oy kullanarak yapabiliriz. Bu sorun giderek daha da büyük önem kazanıyor. Şimdi ancak sandık başına gidilerek oy verilebiliyor. Sandıklardan çuvallara kaç oy girdiğini ve bu oyların kime gittiğini belirleyenler halkı değil, partileri ve devleti teslim ediyorlar. 26 Mart 2017’de “makine ile oy kullanma” usulü uygulanacaktı, olmadı, ertelendi. Kontrol edilemeyen kanal ve usuller onaylanmıyor, kabul edilmiyor. Siyasi sistem değişikliği seçim yayasında değişiklik yapılarak ve dış ülkelerdeki 3 milyon kardeşimize POSTA İLE OY GÖNDERME usulünü yasallaştırarak başlamalıdır. Bu, Almanya, İngiltere ve Avusturya’da başarılı uygulanıyor. AB seçim sisteminin itirazı yok. Diğer demokratik ülkelerde de uygulanıyor. Singapur’da oyunu 30 gün önceden, Almanya’da 15 gün önceden vs gönderebiliyorlar. Bu, Almanya, İngiltere ve Avusturya’da böyledir. Amerikan seçmeni oyunu postadan gönderiyor. İnterneti bulan Birleşik Amerika’da öncelikli olarak internet üzerinden oy kullanılırken, ABD’de POSTA İLE OY KULLANMA USULÜ kaldırılmamıştır. İnternetle oy kullanmada ısrar edenlere hatırlatalım. Bulgaris-


Makale ve Analizler - 2018

69

tan vatandaşlarından ancak % 12’sinin elektronik imzası var. İmzasız bültenler geçersiz sayıldığında, kargaşa yeniden başlayacaktır. Her vatandaşın oy kullanması bir anayasal haktır. Türkiye’deki soydaşlarımızın oy kullanmasını engelleyen, Batı ülkelerinde bulunanlara ise olanak sağlayamayan Sofya hükumeti meşru sayılamaz. Oy kullanma temel insan haklarından biridir. Normal ülkelerde bu böyledir. Bizdeki durum meşru değildir. Kimin seçileceğini parti merkezlerinde hazırlanan aday liste sıralamasıyla belirlemek demokratik bir usul değildir. Şu iyi bilinmelidir. Seçimler her devletin başı ve sonudur. Bulgaristan’da şimdi uygulanan usul eski komünist usuldür. 1990’dan önce Batıyı Doğu’dan ayıran seçimlerdi. Doğu ve Batı Almanya’yı, Kuzey ve Güney Kore’yi birbirinden ayırt eden, yapılan seçimlerdi. Bizi Rusya’dan koparacak olan da hilesiz seçimler olacaktır. Her vatandaşın oyu kutsaldır. Bulgaristan’da durumun kökten değişmesi, siyasi sistemin yenilenmesi için Valeri Simyonov veya hükümetin istifa etmesi yeterli değildir. Seçim yasası değişmeli ve devlet her vatandaşın oy kullanmasını ve seçimde hileye yol verilmeyeceğini ( 28 yıldan beri tekrar eden pratiğin son bulmasını) güvence altına almalıdır. Bu yapılmadan, komünist reçetelerle yapılan seçimlere katılmanın hiçbir anlamı yoktur. Bundan dolayı seçim boykotu bir zaferdir. Biz artık 3 milyonuz. Bulgaristan siyasi dengesi dışa kaymıştır ve oyumuzu posta ile göndererek durumu kökten değiştirebiliriz. Meclise posta ile oy kullanmayı yasalaştıracak kanun teklifi sunulmasını bekliyoruz. Yeni seçimlere az kaldı. Zaman daralıyor… Okuyanlara teşekkürler. Paylaşanlar sağ olsunlar!


70

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2018

71

Türkiye, Bulgaristan’ın Uğur Böceği

Tarih: 19 Kasım 2018 Yazan: İbrahim SOYTÜRK Konu: İlk protesto gösterilerinden alınan dersler. Gaz Borusu Bulgaristan kapısına da geldi. Hafta sonu gösterili geçen Bulgaristan’da Pazartesi sabahı ufuk açtı. 180 leva emekli maaşıyla yalnız 120 ekmek alabilen ya da ancak 900 kws elektrik ödeyebilen yaşlılar sert esen rüzgârdan ve serpiştiren ıslak kardan ürkerek protesto göstericilerine katılamazken, dünyanın en ucuz yakıtı olan doğal gaz boruları bu saba – Pazartesi sabahı 19 11 2018 – Karadeniz dibinden Tekirdağ/Kıyı Köye çıktı. Bizde olan komşunun da malıdır mantığıyla devam ettiğimizde, Bulgaristan’da odun kesemedim, kömür alamadım, elektrik faturasını ödeyemedim dertleri bu gidişle yakın gelecekte rafa kalkacak gibi. Dürüstlük yeniden masaya yatırılıyor. Hafta sonu gösterilerine Sofya’da 1 760 şahsi araç katıldı, alay yaptılar, 2 milyonluk başkent giriş-çıkış kapılarında kilitlendi. Her 3 protestocuya karşı 1 silahlı ve motorize polis dikildi. Polisler kalkanlarını ve silahlarını indirince bayraklı ve pankartlı kitle tarafından alkışlandı. Çatışma çıkmadı. Aktüel siyasi isteklerin başında hükümeti istifaya çağıran şiarlar atıldı. Bulgar göstericiler Başbakan Yardımcısı aşırı milliyetçi Valeri Simyonov’un istifa etmesinden tatmin olmadı. İki numaralı faşist yine başbakan yardımcısı ve savunma bakanı – VMRO Başkanı – Krasimir Karakaçanov’un da çekilmesinde ısrar ediliyor. Hükümetin istifasında direniyorlar. Bu sabahki gazetelerde çok ilginç vurgulamalar belirdi. Yazılanların ne kadar doğru olduğunu henüz araştırıyorum. Öğrenebildiğim, 1990 yılında ülkede siyasi geleceği dengelemek amacıyla perde arkasında gizli bir karar alınmış olmasıdır. O gergin devirde başbakan BKP’li ve Kremlin’in Bulgaristan istasyon şefi Andrey Lukanov’tu. Bu kararda Müslüman Türklerin siyasi yapılanması olan Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) kuruluşuna izin verildiği gibi, Birinci Dünya Savaşından sonra Bulgaristan’a gelip yerleşen Makedon kaçaklara da siyasi irade özgürlüğü tanınması yer almıştır.


72

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

35 yıl yasaklı olan ve lider takımı faşizm ve komünizmde kıyılan Makedon İç Devrim Hareketi (VMRO) örgütlenmesi yeşerme imkanını böyle buldu. Ödevi Türklere karşı dikilmek, denge sağlamak için direnmekti… Ancak ne var ki, hayatta her şey tasarlanıp planlandığı gibi olmuyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin 2004’te Bulgaristan’ın NATO’ya girmesine garantör olmasıyla ülkede yaşayan Türklere olan yaklaşımın yumuşaması gerekirdi. Kültürel hakları tanınsa iyi olurdu. Sıkıntılar aşılırdı. Fakat bu için kaymağını yalnız GERP partisi ve 2 Türk yedi: Ahmet Doğan ve Vejdi Raşıdov. İkinci olarak, yeni bir ikili Anlaşmayla Türkiye Cumhuriyeti ve büyük önder Sayın Recep Tayyip Erdoğan Bulgaristan’a kayan sığınmacı, savaş kaçağı ve ekonomik göç selini durdurdu. Bu işin kaymağı da azılı Türk düşmanları çetesinden sözde “Bulgar Yurtseverler Cephesi” ekmeğine yağ-bal sürdü. Palazlandılar. Radyo-TV açtılar. Gazete çıkardılar. Bulgar Türk, İslam, insan ve azınlık düşmanlığının bir asır birikmiş küflü zehrini kustular. Liderleri olan V. Simyonov’un geçen hafta istifa etmek zorunda kalması durum değişikliğine neden olmadı. 26 Mart 2017’den beri rüşvet toplayan aşırı milliyetçiler ense yaptılar ve bu kelepir onlara bir süre yeter de artar. Şimdi aynı piyesin daha büyük 3. Sahnesi açılıyor. Putin’in Karadeniz’in 2 200 metre derinliğinde uzattığı gaz boru hattı çift borulu ve birisi BOTAŞ vanalarına akacak. 15 milyon Türkiye hanesinin evini ısıtacak, çorbasını kaynatacaktır. Öyle olsa da, bir de 2. Boru var ki, o da 81 sm çapında ve bundan gelecek gaz ya Yunaistan üzerinden Arnavutluk – İtalya’ya ve Sırbistan üzerinden Macristan ve Viyana’ya ulaşacak veya Bulgaristan, Sırbistan, Macaristan yoluna yönelecek. Bulgar hükümeti bu ikinci şıkkı çok istiyor. Hiç unutmayacağım, bir önceki Türkiye Cumhuriyeti Enerji Bakanı Berat Albayrak son Sofya ziyaretinde uçak alanının VİP kapısından çıkmamıştı. Başbakan Boyko Borisov Türk Bakanı uçaktan inerken siyah perdeli bir araçla kaçırmıştı. Görüşülen konunun “Türk Akımı” borularından birini Bulgaristan’a çevirmek olduğundan hiç kimse kuşkulanmıyor. Bizim (Bulgaristan’da yaşayan zavallı Müslüman Türklerin) haklarımız topluca tanınmadan, bu konuda yasal devlet güvencesi almadan, yeni Borunun yönü Bulgaristan’a çevrilirse, Allah çekmez ve af etmez… fazla yorumlamak istemiyorum. Türkiye Cumhuriyeti devlet politikası Bulgaristan Müslümanlarının ezilmesi ve yok edilmesi pahasına yürütülemez ve yürütülmemelidir…


Makale ve Analizler - 2018

73

Kesin Istek: İstifa!

Tarih: 19 Kasım 2018 Yazan: Raziye Çakır ULUTÜRK Konu:Hafta protesto gösterileriyle başladı. Kesin İstek İstifa! Kuskus mu, Tarhana mı? Bulgaristan’da çarşı-pazar ve marketlerde tarhana satılmaz. Son yıllarda yağmurdan sonra mantar gibi biten Türk ve Arap lokantalarında da sunulmaz. Yerli Türklerin olmazsa olmaz kış yiyeceği kavurmalı tarhanadır. Sütten, yoğurttan ve sebzeden olanı, hele domateslisi makbuldür. Yaz güneşi görmüş sebzelerin hepsi içindedir. 600 yıl birlikte yaşamış olsak da, Bulgar tarhana tadını aramıyor. Alışamamış besbelli. “Kaufland” AVM zinciri Türk çayı ve “Mehmet Efendi Kahvesi” ile birlikte Türkiye tarhanasının domatesli-biberlisini Bulgar tezgahına koydu. Ne ki ürün paketi tarhananın vitamin deposu olduğunu, aromasını ve diğer özelliklerini anlatamıyor gibi. Üstüne üstelik Sırbistan’dan gelen “kuskus” paketlerinin üstüne hemen TARHANA yazmışlar ve paketi yarım leva gibi parasızdan ucuza sunulduğu için bir karışıklık yaşanıyor. Bulgaristan’da kafa karıştıran olaylar bir değil beş değil. Hafta başında bütün sınır kapılarını kilitleyen, “Hain Boğaz” (Republika) adlı Koca Balkan geçidini kapatan, Haskovo, Filibe (Plovdiv) Blogoevgrad, Burgas, Veliko Tırnovo ve Varna gösterileri sabah sat 8’de başladı ve saat 19’a kadar karda kışta devam etti. Birçok yerde jandarma ve polisle çatışma yaşandı. Bugün anlaşılabildiğine göre milli protesto eylemlerinin ana sloganı Borisov hükümetinin küstahlığına, yüzsüzlüğüne ve utanmazlığına karşı kararlı mücadeledir. Hedef, hükümetin istifaya zorlanması, Başbakan Boyko Borisov’un sözüm ona “yurtseverler” dediği güçlerin bakanlar kurulundan ve tüm bakanlıklardan kovulması ve haklarında soruşturma açılmasıdır. Göstericiler bakanlıklardan dışlananların meclise dönmesine de yol vermek istemiyor. Pazartesi gün meclisi kuşatan ve akşam saatlerinde Bakanlar Kurulu önünde toplanan protestocuların taşıdığı pankartta “HALK SİYASİ PARTİLERE KARŞIDIR!” yazıyordu. Blogoevgrad şehrindeki gösterilere katılan gençler ve üniversitelilerin yürüyüşü parti ofisleri ile belediye binasının bulunduğu meydanda dağıldı. Makedon vatandaşların katıldığı gösteri Bulgaristan’da siyasi partiye ihtiyaç olmadığı konusunda uzlaşmıştır.


74

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Onlar, Başkanlık sistemi istiyorlar. Başbakan Borisov’un ülke yönetimini diktatörlüğe götürdüğüne işaret ediyorlar. Meclisteki yaşlıların hepsinin komünist geçmişi olduğunu belirtiyorlar. Filibe sokaklarında dolaşan bayraklı otomobiller protesto alayı oluşturdular ve hoparlörlerden “İstifa!” haykırışları dinmedi. Burgaz kentinde gün boyu arasız süren mitinglerde konuşanlar dernek başkanları ve sendikacılardı. Onlar bir yandan vatanımızın Rus “turist aileler” tarafından istila edilmesini kınarken, yaşam standardının yükseltilmesini, emekli maaşlarının yeniden hesaplanmasını ve temel gıda fiyatlarının ucuzlatılmasını istediler. “İstifa!” haykırışları ve düdük sesleriyle yürüyenler polisle kapıştı, yol kapattı, benzin ve motorin fiyatlarının ucuzlatılmasını ve Bulgar akaryakıt kartelinin dağıtılmasını talep ettiler. HALK ŞİMDİKİ SİYASİ PARTİLERE KARŞIDIR! Sloganı ilk kez sokak ve meydanlarda taşınırken, “Siyasi sistemin hemen değiştirilmesini istiyoruz!” şiarına 1990’da rastlamıştı. Siyasi sistemin değiştirilmesi ilk kez 1990’da Demokratik Güçler Birliği tarafından yükseltilmişti. Komünist sistemin parlamenter demokrasiyle değiştirilmesi istenmişti. 1991 Anayasasıyla bu oldu, fakat parlamentoya çöreklenenler komünist-totaliter zihniyetli kadrolar 28 yıldan beri sandalyelerden koparılamıyorlar. Bir örnek vereyim. Üçüncü kuşak kaşarlı komünist Gergi Pirinski 1990’dan beri yani 28 yıldır BSP milletvekilidir. Meclis içinde 86 komünist istihbaratçı var. Çişini torbaya yapan faşist kodamanların yaydığı kokular burun direği kırıyor. Selamlaşmayanların yarattığı gerginlik herkesi boğuyor. Ne var ki tarih olan yıllarda komünist totaliter ceset kaldırılamadı. “Siyasi partilerin dağılması!” sloganı Cumhurbaşkanlığında yazılmışa benziyor. Olayın ters tepmesinden korkanlar kalabalık. Siyasi partiler iyi kötü ne de olsa demokrasi sembolüdür yani şöyle böyle de olsa oy verenleri temsil ediyorlar. Bu gösteriler oy verenlerle seçilenler arasındaki bağların tamamen kopmuş olmasından fışkırdı. Halk iktidarı hiçbir surette kontrol edemiyor. Bugün Başbakan Borisov, son 5 yılda yabancılara verilen pasaportların hepsinin toplanmasını ve kontrol edilmesini istedi. 138 bin kişi dünyaya dağılmışlar, nerede bulacaksın! Halkın baş kaldırması bu defa çok kararlı olduğundan dolayı, direnişlerin saf sıklaştırarak tırmanması ve bir gün en az 200 bin kişinin Sofya’ya toplanmasıyla Borisov defteri dürülür tezine inananlar yoğun bir kitle oluşturuyor.


Makale ve Analizler - 2018

75

Öte yandan konu üzerinde fikir yürütenlere göre, politik partiler yasaklanır ya da kapatılırsa diktatörlük kurulması tehlikesi canlıdır. Partiler, anayasal ve toplumsal kurumlar olarak siyaset alanından ancak askeri diktatörlük sonucu, meclis kararıyla ya da kitlelerin tepkisiyle kovulabilirler. Gölgedeki kodamanların ve fuzuli maaşla yaşayanların tutuklanmasını isteyenler var. Bir Avrupa Birliği üyesi olan Bulgaristan’da bu gibi bir adım atılabileceğine inanmak istemiyorum. Tek partili sistem de diktatörlüktür. Bundan dolayı Bulgaristan’da daha fazla sola ya da sağa kayan bir politikadan söz ediyoruz. Şu da var, Bulgaristan’ın Türkiye’den bağımlılığı arttıkça siyasetti sağ kayıyor. İç siyasette ise etniklere baskılar artıyor, insanlar kayırılıyor. Biçimlenen bir başka gerçek de şudur: Varna’da parlamenter demokrasi sisteminin dağılmasını ve CUMHURBAŞKANLIĞI SİSTEMİ kurulmasını isteyenler saldırgan davranıyorlar. Şehirde Rusya’nın güçlü etkisi hissediliyor. Mesela benzin fiyatlarının ucuzlamasını kimse istemiyor. Ordu dişi örgütlenme ve “nizam grupları” boy gösteriyor. Motorlu güçler dolaşıyor. Son gösteride para militer gruplar olarak bilinen ve tavırları halkı korkutan “Şipka”, Bulgar Kuvayi Milliyesi ve “Vasil Levski” Askeri Birliği adlı güçler göstericilere ve evlere bir siyasi program dağıttılar. İstekleri şunlardır: Politik sistem değişikliği ve Halk Mahkemesi kurulması. (Bulgaristan’da 1946’da kurulan Halk Mahkemesi 300 kişiye idam cezası vermişti. Sistem değişikliğinden Putin’e bağlı bir iktidar kurulması isteklerini gizlemiyorlar. Bu örgütler Bulgaristan’da kaya gazı arama ve üretimine karşıdır. İktidar heveslisi olduklarını ve “Kalaşnikov” marka silahlarla atış talimi yaptıklarını gizlemiyorlar.) Akaryakıt fiyatlarının ucuzlatılması. (Parti başkanı Mareşki kendisi de petrol ürünleri ticaretinin içinde olan bir iş adamıdır. Ucuz benzin satarak parti kurdu ve meclise girdi. Hem Moskova hem de Fransız milliyetçi hareketiyle yakın bağları olduğu bilindiği gibi, Avrupa Birliği’nin reform görmesinden ve yeni değerler üzerinde örgütlenmesinden yana olduğu bilinmektedir.) – (Bu arada yukarıda adı geçen 3 milliyetçi örgütün yayınladığı bildiride NATO ve AB’den ayrılmamız isteniyor.) Varna ve Pernik kentinde gösterilere katılanlarla yapılan anketlerde “Ne istiyorsunuz?” sorusuna verilen yanıtlar: “Ben siyasetten anlamam, fakat idarecilerin hepsi defolsun!” “Dolaysız demokrasiye geçilsin. Halk yönetsin!”


76

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Seçimde halkın gösterdiği adaylar arasında en fazla oy alan kazansın. Majoriter sistem uygulansın.” “Siyasi partiler yasaklansın!” Bulgaristan’ı ancak Başkan Cumhuriyeti kurtarabilir!” Emekli maaşlarımız ve ücretlerimiz İsviçre’deki gibi olsun!” Putin gelsin ve bize yardım etsin. Rusya ile yine birlik olalım! Şu anda Bulgar siyasetinin içinde Türk tarhanasındaki vitaminler kadar hırs, öfke, fikir, istek ve umut var. Olayların kendiliğinden sistemleşip biçimlenmesi boş bir ümittir. Halen partiler, sendikalar ve sivil toplum örgütlerinin çoğu olayın dışında bulunuyor. Fransalı milliyetçi M. Le Pen’in Sofya ve Varna ziyareti, TV demeçleri vs olayları daha da elektriklese de şekillendiremedi. Ortada henüz bir halk lideri yok. Olaylara ton veren bir orkestra da yok. Halk yürürken, bağırıp çağırırken hükümetin sökülmesinden yepyeni bir yapılanma doğacağını beklemek de yanlış olur. Bu yapıda azimle bilincin, hedeflerle araçların, kitlelerle liderin ve yönün buluşması yol almaya yeni yeni başladı. Olayları sizin için izliyoruz. Okuyunuz, paylaşınız, tartışma başlatınız. En iyi günler sizlerin olsun!


Makale ve Analizler - 2018

77

Hz. Muhammed’i Anmak Ve Anlamak

Yazan: Nevzat ÖZTÜRK, İlahiyatçı, Eğitimci Yazar “Mevlid kandili Hz. Peygamber’in doğumu münasebetiyle kutlanır. Mevlid kutlamalarını ilk ihdas eden zatın Erbil Atabegi Muzafferüddin Kökböri (ö. 629/1232) olduğu kabul edilir. Bu kutlama için toplananlara mevlid kıssaları okumayı ilk başlatan kişinin ise Mısır Çerkez hükümdarlarından biri veya Mısır Fâtımîleri olduğu söylenir (Ca‘fer Murtazâ el-Âmilî, s. 20). Makrîzî’nin Fâtımî bayramlarıyla ilgili yazdıkları bu konuda onların önceliğini teyit eder mahiyettedir (el-Ħıŧâŧ, I, 490). Osmanlı döneminde mevlid kandillerinde çeşitli kutlama faaliyetleri icra edilirdi. İbnü’l-Hâc gibi bazı fakihler, mevlid münasebetiyle yapılan eğlencelere ve israf olduğu gerekçesiyle çok sayıda kandil yakılmasına karşı çıkmıştır. Süyûtî, mevlid gecelerinde toplu halde Kur’an okunmasını ve Resûl-i Ekrem’e dair sohbetlerin ardından yemek ikram edilmesini bid‘at-ı hasene olarak görmektedir (Ĥüsnü’l-maķśid, s. 41; ayrıca bk. MEVLİD)”[1] Anı bir kurgudur, hakikatten iz taşır ama artık asla hakikatin kendisi değildir. Esasında bir mana, bir muhabbet, bir iş için insanlar ‘anma günü’ tertip etmeye başlamışlarsa o mana, o muhabbet, o eylem, o toplumda gerçek manasını yitirmeye başlamıştır demektir.Mevlit kutlamaları çok sonraları Fatımiler döneminde başlamıştır. Anadolu’daki ilk kutlamalar ise Artukoğulları dönemine denk gelir. Osmanlılarda ise III. Murat ile başlamış. Bu gelenek daha sonra Cumhuriyet tarafından da tevarüs edilmiş. Bugün Diyanet bu iş için ciddi bütçe ayırıyor ve Peygamberimiz (as)’i tanıtmak maksadıyla ciddi etkinliklere imza atıyor. Elbette Müslüman bir toplumda, âlemlere rahmet –gerçi bu kavram da manasını yitirmeye başladı; çünkü çoğu insan âlemlere rahmet kavramının pratikte ne anlama geldiğini bilmiyor- Peygamber’in (as) sadece bir hafta aralığında anılır hale gelmiş olması züldür, hazindir. Çünkü onu anmayı bırakmış veya ihmal etmiş, her gün ekmek ve su kadar onun davranış kalıplarına (sünnet) muhtaç olduğunu unutmuş Müslümanların, bir hafta oturup onun için ağıtlar veya naatlar düzmesi ciddi bir anlam ifade etmez. “Mevlid-i Nebi” nin ana teması Hz Muhammed’i anmak değil, anlamak olmalıdır. Peygamber Efendimizi nasıl kendi çağımıza ve kendi gençliğimize taşımamız gerekir bunun üzerinde yoğunlaşmalıyız. Peygamber Efendimiz zihinsel ve bedensel hicretler yaşamıştır.


78

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu hicretler bizim için anlamlıdır. Yani bütün cahiliye anlayışlardan, bütün kirliliklerden ve toplumdaki tüm hastalıklardan Hz. Muhammed (sav) hem zihinsel hem de bedensel olarak hicret etmiştir. Peygamber Efendimiz gibi her birimiz insanları çevremizdeki insanları uyarabilmeliyiz. Dolayısıyla bu uyarı sistemi için Kur’an-ı Kerimden beslenmeliyiz. Kur’an-ı Kerimi hakkıyla okuyup beslenmesek biz yarınlarda çağımızın her türlü kirliliklerine karşı kendimizi koruyamayız. Yaşayan Kur’an” olarak da adlandırılan Hz. Peygamberin “en güzel örnek”[2] olduğunu, ona ittibâ edilmesi gerektiğini haber veren Yüce Allah’tır.[3] Hal böyleyken onu kendisine rehber edinmek isteyen insanlara düşen en önemli vazife; onu lâyık-ı vechile tanımak ve onun uygulamalarındaki maksadı doğru kavramaktır. Onun “bir insan peygamber”[4] olduğu gerçeğini göz ardı etmemektir. Onu aşırı derecede yüceltmek suretiyle örnek alınma konumundan uzaklaştırmamaktır. Bütün insanlığı onun getirdiği en büyük mucize olan Kur’an-ı Kerim’e çağırmaktır. Dünyanın bilgeliğini, düzgün bir hayat yaşamayı ve bütün faziletleri kazanmak isteyen bir kimsenin örneği Hz. Muhammed Mustafa’dır. O, hayırda en ileride olan, ahlâkı övülen, faziletleri kendisinde toplayan ve her türlü kusurdan arınmış bulunan, bütün insanlık için örnek bir şahsiyettir. Onu gerçek anlamda seven ise onun ilkelerini hayatına tatbik eden, onun yolundan giden ve her yönüyle onun gibi olmaya çalışan kimsedir. Hz. Peygamberi daha doğru tanıyabilmemiz için onun bazı kişilik özelliklerini hatırlamamız yerinde olacaktır. Şöyle ki; Hz. Muhammed (sav); hayatı boyunca sadece gerçeği söylemiş ve söylediklerini de harfiyen yaşamıştır. Hz. Muhammed (sav); daima tatlı dilli, güler yüzlü ve hoşgörülü olmuş, sözlerinin saygı ile dinlenilmesini sağlamıştır. Hz. Muhammed (sav); temizliğe ve sadeliğe önem vermiş, giyim ve kuşamıyla çevresindekilere örnek olmuştur. Lüks ve ihtişamdan kaçınmış, gösteriş yapmayı yasaklamıştır. Hz. Muhammed (sav); yemeğe besmele ile başlamış, sağ elini kullanmış ve tıka basa doymadan sofradan kalmıştır. Yemekten önce ve sonra ellerini yıkamış, sağlığa zararlı şeyleri yiyip içmemiştir. Yemek yerken sofra adabına uymuş ve etrafındakileri de nezaketle uyarmıştır. Hz. Muhammed (sav); geçici sıkıntıları tasa etmemiş, hayata daima gerçekçi ve iyimser bir gözle bakılmasını öğütlemiş, her zaman Allah’a yönelmeyi tavsiye etmiştir.


Makale ve Analizler - 2018

79

Hz. Muhammed (sav); insanlara kanaatkar olmayı öğretmiş, kimseyi incitmemiş, kendisine düşmanlık edenlerin bile iyiliğini istemiştir. İnsanların kusurlarını yüzlerine vurmamış, isim vermeden tenkit etmiştir. Hz. Muhammed (sav); sürekli herkese iyilik yapmış, açlık sıkıntısı çekmiş, Allah’ın rızasını kazanmak için bütün çilelere katlanmış ama asla şikayet etmemiştir. Hz. Muhammed (sav); adaleti titizlikle korumuş, insanlara makamlarına göre muamele etmeyi doğru bulmamış, fakir, kimsesiz, hasta, özürlü ve yetimlere daha fazla ilgi göstermiştir. Hz. Muhammed (sav); kibirden nefret etmiş, kimseye karşı büyüklük taslamamıştır. Ancak hakikati inkara şartlanmış olanlar karşısında da asla ezilip büzülmemiş, hakkı ve doğruyu sonuna kadar savunmuş, hedeflerini bir bir gerçekleştirmiş ve asla ümitsizliğe kapılmamıştır. Hz. Muhammed (sav); otoritesini zorlama tedbirlerle değil sevgiyle yerleştirmiş, dalkavukluktan ve yağcılıktan da hoşlanmamıştır. Hz. Muhammed (sav); meclislerde boş bulduğu yere oturmuş, kendisinin aşırı derecede yüceltilmesini asla onaylamamıştır. O, hayatta iken Yahûdî ve Hıristiyanların düştüğü bu yanlışı görerek sahâbîlerini önceden uyarmıştır.(5) Hz. Muhammed (sav); halkın arasına katılmış, komşularını, dostlarını ve hastaları ziyaret etmiş, Müslümanların acı ve tatlı günlerini onlarla paylaşmıştır. Hz. Muhammed (sav); kendisinin de diğer insanlar gibi bir insan olduğunu, sadece Allah’ın koruması ile hata ve günahtan kurtulabileceğini, hiçbir kaygıya kapılmadan samimiyetle ifade etmiştir. Hz. Muhammed (sav); eşlerine saygı göstermiş, haklarına riayet etmiş, gece ibadet etmek istediği zaman bile eşinden izin alma inceliğini göstermiştir. Hz. Muhammed (sav); aile bireyleri ile şakalaşmış, aile içi tatsızlıkları anlayışla karşılamış, kusurları affetmiş, ikazlarını incitmeden ve medenice yapmıştır. Hz. Muhammed (sav); bir ömür boyu doğruluk çizgisinden asla sapmamıştır. İyilik yolunda sebat göstermiş, sık sık tövbe ve istiğfar yapmış, ahlakını güzelleştirmesi için Allah’a bolca dua etmiştir.


80

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Hz. Muhammed (sav); bütün ömrü boyunca erdemli bir hayat yaşamaya kendini adadığı için insanların en seçkini olmuş, Yüce Allah tarafından da “en güzel örnek” olarak takdim edilmiştir Hz. Muhammed (sav); inanmadığı ve yaşamadığı hiçbir şeyi söylememiştir. Onun kendisiyle çeliştiği tek bir örneğe rastlanmamıştır. Düşmanları bile onun bu hakkını teslim etmişlerdir. Hz. Muhammed (sav); insanlığa evrensel ahlak ilkelerini getirmiş, herkesin sorunlarıyla içtenlikle ilgilenmiş, kendisine küstahça davrananlara bile insanca muamele etmiştir. Hz. Muhammed (sav); İslam’a davet ettiği insanlara ahiret kurtuluşundan başka hiçbir peşin çıkar vaad etmemiştir. Aksine bu yolun uzun, çetin ve çileli olduğunu önceden haber vermiştir. Hz. Muhammed (sav); saygınlığını zor kullanarak değil, getirdiği ilâhî prensipler doğrultusunda yaşadığı erdemli bir hayat sonucu kazanmıştır. Onu sevenler de gönülden sevmişlerdir. Hz. Muhammed (sav); her fırsatta alçak gönüllü, kinden uzak, bağışlayıcı ve üstün bir cesaret sahibi olduğunu göstermiştir. “Altın ve gümüş biriktirmek, servet istiflemek, başkasının ihtiyacı varken saklamak, kendisine ait olmayanı almak ve hele hele kendisi için ter dökmediği bir lokmaya tenezzül etmek asla Muhammedî bir tavır değildir. Bunları yapan da onun hakiki ümmeti olamaz. Bir insanın yüreğindeki Hz. Muhammed (as) sevgisi tebei/yüzeysel değilse, aldatamaz. Değil insanları, hayvanları dahi aldatmaya yanaşamaz. Şuna göre buna göre davranamaz. Onun her hareketi tahmin edilebilirdir. Bir insanın –savaşlardaki hile hariçne zaman ne yapacağı tahmin edilemiyorsa, en ufak çıkarı için aldatmayı göze alabiliyorsa, milletin malını kendi şahsi serveti yapmak için her daim bir gerekçe bulabiliyorsa, ümmetin ekseriyeti aç ve bîilaçken o rahat döşeğinde sıkıntı çekiyor ve bu sıkıntısını dağıtmak için yeryüzünü bir cennete dönüştürüyorsa, ‘bulduğu’ paraları istifliyorsa, yanında çalıştırdığı işçiyi kölesi haline getiriyorsa, onu insanlığından mahrum edecek bir geçim düzeyine mahkûm ediyorsa, elinin altında çalışanların hak ve hukukuna karşı kendisini ‘Allah’ın ahbabı’ (!) gibi sorgulanmaz zannediyorsa, insanların emeğine saygı duymuyorsa, inanların yüreğindeki ‘Allah’ın rızası’ fikrini, onları söğüşlemenin aracısı yapıyor ve o masum insanları para toplama ağacı sanıyorsa, onun yüreğindeki ‘Muhammed’, muhabbetin aslı ve kaynağı olan Muhammed Mustafa (as) değildir.


Makale ve Analizler - 2018

81

Ne kadar dindar görünse bile Hz. Muhammed’e (as) ittiba etmiş de değildir. Ona ittiba etmemişse inanmış da sayılmaz. Çünkü Allah kendisini sevme şartını ona uymaya bağlamıştır. (Ali İmran, 31) Hz. Muhammed’e (as) uymayan, Allah’ı da sevmiyordur.” [5] Prof.Dr.Sönmez KUTLU [6]“Hz. Peygamber’in beşerîliği, örnek alınabilmesi için son derece önemlidir. İnsan üstü vasıflara sahip birisi veya bir melek peygamber olarak gönderilseydi, dini hayat için örnek alınması mümkün olmazdı. O zaman insanlar, farklı varlık düzeyine sahip birisine bağlanmaya ve onu örnek edinmeye haklı olarak itiraz edebilirdi. Zaten insan üstü bir varlığı, insanlara örnek ve elçi olarak göndermek Allah’ın adaletine bağdaşmaz. Çünkü insan olmayan birisinden yapmasını istediklerini insanlardan istemek adaletsizlik olur. Kur’an’da “sizden birisini size resul olarak gönderdik”[7] denmesi bunun içindir. Bu durumda Hz. Peygamber, model oluşturma anlamında ittiba (uyma, takip etme, rol model) edilecek bir örnek olabilir. Aksi takdirde her hareketi tekrarlanan anlamında taklid edilecek ve her şeyiyle kendisine benzenilen anlamında teşbih edilecek birisi olurdu. Halbuki Hz. Peygamber’in asıl örnekliği, sureten değil sîretendir. Hz. Peygamber’i ve İslam’ı doğru anlayabilmek için, İslam’ın tarihiyle Müslümanların tarihini ayrı ayrı değerlendirmek gerekmektedir. Çünkü İslam’ın tarihi, benim kanaatime göre vahin başladığı ve bittiği dönemini kapsamaktadır. Burada savunulamayacak, insanlığa ve insani tabiata ters düşebilecek bir fikir ve uygulama yoktur. Ama Müslümanların tarihinde İslam’ın genel doktrinine ters düşen unsurlar ve olumsuz örnekler bulunabilir. Biz İslam’ı ve Hz. Muhammed’i bilimsel verilerin ışığında ve bilimsel yöntemlerle yeniden okumak zorundayız.” diyerek Hz. Peygamberi anlama yol ve yöntemine işaret ediyor. Sonuç olarak; ahiret güzelliklerini, dünyanın bilgeliğini, düzgün bir hayat yaşamayı ve bütün faziletleri kazanmak isteyen bir kimsenin örneği Hz. Muhammed Mustafa’dır. O, hayırda en ileride olan, ahlâkı övülen, faziletleri kendisinde toplayan ve her türlü kusurdan arınmış bulunan, bütün insanlık için örnek bir şahsiyettir. Onu gerçek anlamda seven ise, onun ilkelerini hayatına tatbik eden, onun yolundan giden ve her yönüyle onun gibi olmaya çalışan kimsedir. Alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimiz Hz.Muhammed (sav)’in doğduğu gece olan mübarek Mevlid Kandili’nin ülkemiz ve tüm İslam alemi için hayırlara vesile olmasını dilerim.


82

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

[1] Diyanet İslam Ansiklopedisi, cilt: 24; sayfa: 301[KANDİL – Nebi Bozkurt] [2] Ahzâb, 33/21. “Gerçek şu ki, Allah´ı ve ahiret gününü (korku ve umutla) bekleyen ve O´nu her daim anan kimseler için Allah´ın elçisi güzel bir örnek teşkil eder.” [3] Âl-i İmrân, 3/31. “De ki (ey Peygamber): Eğer gerçekten Allah´ı seviyorsanız bana tabî olun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı affetsin; zira Allah çok affedicidir, rahmet kaynağıdır.” [4] Kehf, 18/110. “De ki: Ben de sizin gibi ölümlü bir insanım. Tanrınızın bir ve tek Tanrı olduğu vahyolundu bana. Öyleyse, artık her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, dürüst ve erdemli davranışlar ortaya koysun ve Rabbine özgü kullukta hiç kimseyi, hiçbir şeyi (O´na) ortak koşmasın!”; Fussilet, 41/6. “(Ey Muhammed) de ki: “Ben de ancak sizin gibi ölümlü bir insanım. Bana Tanrınızın tek Tanrı olduğu vahyedilmiştir. Öyleyse O´na yönelin ve O´ndan bağışlanma dileyin!” [5] Hz. Peygamber’i Anlayabilmede Tarihsel Muhammed İle Menkabevî Muhammed’i Birbirinden Ayırmanın Önemi, http://www.sonmezkutlu.net/ [7] Bakara, 2/151.

BULTÜRK Grubu Gaziosmanpaşa’da


Makale ve Analizler - 2018

83

Türk Kültürü Yeşerecek

Tarih: 20 Kasım 2018 Yazan: Raziye ÇAKIR Konu: Anadilimiz kutsalımızdır. Öğreneceğiz, öğreniyoruz, öğrenmeliyiz. Cumhuriyet Bayramı şenliklerine Türk ve Zafer ruhu yaşatan Çok Sesli Türkiye Devlet Korosunun Sofya’da Atatürk’ün kafe içtiği kafenin yanında “Bılgarya” Salonu konserden sonra, konser salonunun müdürünü görevinden alındığı haberini duyduğumuzda kalbimizi sızlattı. Bu salonda komşudan gelen çok sesli bir yıl korunun yüksek başarılı sunumu kıskanıldı demek. Gazi Mustafa Kemal’in Bulgaristan Türk kamuoyu ve aydınları tarafından gönül coşkusuyla anılmasını da çok görmüş olabilirler Koro Şefi Burak Onur Erdelin yönetiminde çeşitli Türk halk türküleri, Bulgaristan, İtalyan ve İspanyol parçalarının çok başarılı seslendirmesine, salon dolusu davetlileri coşturmasına, alkış tufanına tahammül edememiş olabilirler… Bir acı savmıyorsa, altında başka biri vardır, diyenler haklıdır. 1984 yılının 23 Aralık akşam yayınında Sofya Radyosu’nun Bulgaristan Türklerine Mahsus yayınları kapanırken fonetiğimizde 650 Türkü ve şarkımızın kaydı vardı. 1986’da Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi (BKP MK) bir karar alarak bu Türkçe sanat kayıtlarının Sofya Radyosu kayıt deposundan çıkarılmasını bir kamyona yükleyip, kör bir dere çukurunda yakılmasını emretmişti. Bu haberi, Radyosu’nun müzik bölümünde görevli eşinden alan, 2018’de vefat eden ünlü müzisyen, folklor uzmanı ve besteci Nikolay Kaufman, eşine “yüklemeye başladıklarında bana haber et, bir depo ayarladım, şoförle anlaşmayı bana bırak, kolileri oraya indirip koruyalım. Yakmak istedikleri paha biçilmez bir sanat mirası” demiştir. İşte bu eserler bir Bulgar tarafından böyle korunmuştur. Bulgar da olsa insan olmak başka bir şeydir… Sanat düşmanlığının kökünde ne olabilir bilemiyorum. Ancak isim değiştirme zulmü yıllarında Türklerin arabalarından teyp ve kasetlerin toplandığını asfalta atıp çiğnendiğini,


84

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Türk evlerindeki teyplerin ve kasetlerin gasp edildiğini hatırladıkça, aklımdan ilk geçen Bulgaristan Türklerinden bu yara öyle 30-40 yılda kapanmaz duygusudur. 1989 hak arada ve özgürlüğü kucaklama kavgamız aslında köklerimize, özümüze dönmemiz için verdiğimiz kutsal kavgaydı. Bu kavganın özünde yer alan ve yeri başka bir şeyle asla doldurulamaz olan, kutsalımız anadilimizdi. Bulgaristan Türklerinin başına gelenleri planlayanlar, yazması kolay, anadilimiz Türkçemizi çürük bir diş gibi görüyor, çekip yerine Bulgarcayı, Bulgar kültürünü ve yaşam anlayışını, kendi inançlarını doldurmak istiyorlardı. Bu kavga bugün de devam ediyor. Bayrağımız Türk kimliği sembollerimizden biridir. Geçen hafta Kırca Ali ALTAY DERNEĞİ GRUBU etkinliklerini anlatan yayınlara bir göz attım. Güney Doğu Rodop kent ve köylerinden çocuklarımızın Edirne ve Lüleburgaz gezisi esnasında “Ne mutlu Türküm diyene!” anıtı önünde Ay Yıldızlı Bayrağımıza sarılmış, göndere bayrak çeken, bayrak sallayan kız ve oğlanlarımızı görme gururu yaşadım. Bayrağımız Türk kimliği sembollerimizden biridir. Onlar Türkçe kurslarında, sanat etkinliklerinde, Türkçe şiir söyleme yarışlarında başarılı olan umutlarımızdı. Türkçe derslerinin okutulduğu dernek ve sınıf odalarında, Türk şair ve yazarlarımızın duvar resimleri eksik. Biz edebiyatı olan bir etnik azınlığız ve bu noksanımızı tamamlamalıyız. Bundan iki sene önce 2016’da anne ve babaları da Kırca Ali kenti stadyum meydanına toplanmış ve “Ne mutlu Türk’üm diyene!” anıtı içmişlerdi. Bu aynı zamanda Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün davamıza bağlılık anıtıdır. Bu anıt ancak anadilimizde söylendiğinde geçerlidir. Sağ elimizi kalbimizin üzerine ve gözlerimizi istikbale dikerdik. Türkçe sevdalısı dernekçilerimizin yoğun ve planlı çalışmaları sonucu yarım asır süren Türkçe kuraklığı sonunda güzelim Rodoplar’da anadilimiz yeşermeye başlamış, en büyük mutluluğumuz gençlerin Türkçe konuşması, şarkı ve türkülerimize evlatlarımızın sahip çıkması, çeşitlilik içinde birlik davamızda onurlu yerimizi alabilmemizdir. Türkçe konuşan Türk’tür inancımıza bağlı kalarak söylüyorum, bu başarı siyasi başarılardan da daha çok değerli bir edinimdir. Bulgar devletinden, Bulgar makamlarından, Türkçeden çevrilmiş ve Bulgarca yayınlanmış romanlardan, Bulgarca oynatılan Türk filmlerinden Türk dili öğrenmeyi fikir edilenler yanılıyor. Ben şu an bile – demokrasinin 28. Yılında – Bulgar devletinin Türk çiçeğimizin dibine bir damla su dökeceğine inanmıyorum.


Makale ve Analizler - 2018

85

Bizim Türkçemize ve Türklüğümüze sarılmamızdan korkanlar törelerimizi budamaya, Türkçe yaşam alanlarımızı sınırlamaya devam ediyorlar. Her yıl Bulgar eserlerinden yüzlerce yapıt İspanyolca, İngilizce, Yunanca, Sırpça, Macarca, Almanca, Rusça ve başka dillere çevrilirken, bir tek eserin Türkçe’mize tercüme edilmemesine nasıl bir anlam verelim? Bizim okudukça bilinçlenmemizden korkuyorlar! En fazla korktukları da Gazi Mustafa Kemalin hayat örneğidir. RumeliBalkan Türklerinden olup Çanakkale, Trakya, Sakarya, İzmir vb savaşları kazanan bir komutan çıkması düşündürücü bir olaydır. Rumeli (Balkan) Türklerinden birinde bu maya varsa, hepsinde vardır, yenisi de çıkabilir… büyük bir endişe kaynağıdır. Bosna kahramanı ve ordu, parti ve devlet kurucusu ve lideri Sn. Aliya İzetbegoviç örneği canlıdır. 1895-1899 yılları arasında Makedonya/Manastır (Bitolya) Askeri Okulunda öğrenim gören bir Rumeli gencin yaptığını 21. Yüzyılda da yapanlar hayli hayli bulunur. Bütün annelerimizin bildiği şu gerçek beslenmelidir. Türkün eğitimi okul öncesinde başlar. Her Türk ailesi bir Türk ocağıdır ve dolayısıyla bir Türk eğitim merkezidir. Bu eğitimin çantalı çantasız, kalemli kalemsiz olması hiç önemli değildir. Türk çocukları birçok temel eğitimi ve beceriyi okul öncesinde, evde, oyun alanında, ana-baba ve arkadaş ortamında benimser ve geliştirir. Bulgar okulunda Türk çocuğuna el öpme öğretmezler. Bu Türk ana babanın ana-babalık ödevidir. Dede tokadı aile eğitimimizden, kültürümüzün bir parçasıdır. Okul öncesi eğitim dil açısından da olağanüstü önemlidir. Okul öncesi eğitimde, aile ortamında, konu-komşu arasında, anadil öğretiminin başarılı olması için yapmamız gerekenler nedir? 1- Daha doğmadan ve özellikle de son hamilelik aylarında annenin tüm temasları anadilde olmalıdır. Yaşlılar ve akranlarla sohbetler, sesli ya da sesiz okunan kitaplar, özellikle şiir kitapları, dinlenen radyo ve TV programları Türkçe dinlenmelidir. Şarkı türkü söylenmelidir. Anne Türkçe saymalı, Türkçe hayal etmeli, Türkçe düşünmeli ve özlemelidir.Bunların hepsinin doğacak yavrunun ruhunun biçimlenmesinde önem taşıdığı bilinir. Doğum Bulgar hastanesinde yapılsa bile anne doğum yaparken Türkçe haykırmalı, doğan çocuğuna ilk sözleri anadilinde yani Türkçe söylemelidir. Doğum hazırlıkları yapılırken anadilinde söyleyeceği ninni, tekerleme, masal ve öyküler öğrenmelidir. Doğacak olan anası babası Türk bir leventtir. Duaları da anadilimizde olmalıdır.


86

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

2- Ne yazık ki Bulgar Eğitim bakanlığı etnik azınlıkların çocuklarının okul önü anadilde eğitimi için 28 yıldan beri hiçbir hazırlık yapmamıştır. Şarkı ve şiir kitapları, masal, hikâye ve efsane kitaplarımızın basılmasına imkân verilmemiştir. Geçen sene 26 Mart 2017’de verdiğimiz oylar için DPS partisi 2018-19 bütçesinden yine 3.5 milyon leva alacak, bunu şimdiye kadar 15 defa aldı, ama Türkçe bir çocuk kitabı bastır(a)madı, bir plak çıkar(a)madı, bir çocuk oyun alanı yaptır(a)madı. Bu gerçekten çok acı bir gerçek. En acısı da bize havlayanları beslememizdir. Burada özellikle belirtilmesi gereken, çocuklarla müzik çalışma dilinin Türkçe olmasıdır. Bununla birlikte oyun isimlerinin ve kahraman adlarının Türkçeleştirilmesine dikkat edilmelidir. 3- Anadilimiz Türkçeyi çocuklarımıza sevdirmek için daha çok küçük yaşta evlatlarınızı şiir, oyun, müzik gecelerine götürmeyi ihmal etmeyiniz. Şu dönemden faydalanarak Türkiye’den oyun setleri, masal ve şiir kitapları da getirtebilirsiniz. Türkiye’den gelenlerin eli boş gelmesin, hele eski öğretmen ve hocalarımızın. Buralara bol bol milli Türkçe özellikle Türk tarihinden ve masal kitapçıkları getirsinler. 4- Ne yazık ki, Bulgaristan’da anaokulu gibi eğitim kurumlarında Türkçemizi iyi bilen, konuşan ve öğretebilecek düzeyde olan öğretmen, eğitmen ve bakıcılarımız yok. Bundan dolayı, kimliğimizi evladımıza aktara bilmek için daha fazla evde çalışmamız gerekirken, anadilimizde eğitim ve öğrenim kavgamıza da devam etmek zorundayız. Bunun için de Türk Analarını çok iyi eğitmeliyiz. Derneklerin örgütlediği Türkçe, oyun, sanat, edebiyat vb kurslarına katılan analar ve çocuklar için eğitim bakanlığından destek istemeliyiz. Bu aynı zamanda muhtarlık ve belediyelerin de görevlerinden biridir. 5- Türk tarih ve milli kitapçıklar buralarda dağıtılmalıdır. Başka hiçbir imkân olmasa bile çocuklarımızın kendi kültürümüzü birazdan biraza tanımaları için Nasrettin Hoca, Kel Oğlan, Alaattin ve başkaTürk tarihinden kahramanlarımızı tanımaları için masal okuma geceleri düzenlenmeli ve emekli öğretmenlerden, hocalardan veya Türkçesi düzgün diğer yaşlılardan masal okumalarını talep edebiliriz. İmkânlar dâhilinde bilgisayar da kullanılarak yeni kahramanlarla yeni hikayelerle tanışma yolları da mutlaka açılmalıdır.


Makale ve Analizler - 2018

87

6- Bu arada TV programları başka bir dilde izlense bile yavruya anadilinde açıklamalar yapılmalı. Yabancı sözler tercüme edilerek anlatılmalı, seyredilenin Türkçe anlamı açılmalıdır. Bir çocuk Türk ailesinde TV izlerken anadilini öğrenebilir, ama yazma ve okumayı geliştirmesi özel programlar ve ek çabalar gerektirir. 7- Ben şahsen Türkçemize konan yasağın bir insan hakları ihlali olduğuna ve mutlaka ve çok yakın zamanda kaldırılması için bir yol bulunacağına inanıyorum. O zamana kadar şehirlerdeki derneklerimiz Türkçe kursu açmalıdır. Sofya’daki Etkileşim Derneğinin Türkçe dil kursuna yalnız iki kişinin katılması çok üzücüdür. Israrcı olmak zorundayız. 8- Bununla birlikte 3-5 yaşındaki çocukların oynadığı oyunların hepsi Türkçeleştirilmelidir, grup oyunları ve yazışma da Türkçe yapılmalıdır. Telefonlarda veya internette bunlara çok dikkat edilmelidir. En önemlisi buralarda yoğun Türkçe oyunlar atılmalı ve Türk çocuklarımıza gönderilmeli. Sonunda şunu vurgulamak isterim. Çocuklarımıza Türkçemizi öğretmezsek, ana-baba ödevlerimizi ihmal edersek, ana dilsiz yani kimliksiz, yanı kültürsüz yani Vatansız kalırız. Yabancı dil taş üstüne dikilmiş fidan gibidir. Saksıya da diksek, karın doyuran meyve vermez. Hiçbir dil anadil kadar önemli değildir. Dünyanın neresine gidersen git, yüzleştiğin ilk soru: ANADİLİN NEDİR VE BİLİYOR MUSUNDUR! Şunu da ekleyeyim, Türkçe sayamayan, toplayıp çıkarıp, çarpıp bölemeyen, doğru dürüst Türkçe konuşamaz. Anadil öğrenenlere başarılar dilerim. Sağlıcakla kalın. Konumuz devam edecek.


88

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

BULTÜRK Ankara Bulgar Büyükelçiliğinde

Gaziosmanpaşa Belediye Başkanına Plaket


Makale ve Analizler - 2018

89

Kemik Kavgası

Tarih: 22 Kasım 2018 Yazan: Neriman E.Kolyoncuoğlu Konu: Jurnalcilik bir bulaşıcı Bulgaristan hastalığı mıdır? Biz mazlum Bulgaristanlı Türkler Bulgarlardan arınmalarını istesek de kendimiz zihinsel temizlenmeyi henüz yaşayamadık, ruhumuz huzur bulmuş değil, birbirimizin gözüne bakamıyoruz. Hepimiz birleşmek istesek de tek yumruk olamıyoruz, sanki durumdan hoşnuduz. Oysa kulaklarımızda çınlayan türkülerde başka sesler ve çağrılar var. Belene Türküsü Tuna adasında namlı Belene Mazlum insanların ölüm adası Allah düşürmesin onun eline Yanar orada Türkün Abası Tuna ortasında gamlı Belene Özgürlüğün kanser yarası Düşmeye gör Tuna’nın eline Belli değil onun dibi-deryası Tuna ortasında kanlı Belene Nerede Mehmet’in kayıp Babası? Hasret gidiyor Ayşe geline Ben Türküm diyen Ali kocası Nazmi ADALI/1988

Yıllardan beri YOLUN YOLUMUZDUR diyebileceğimiz bir kardeşimizi arıyoruz. Yaratıcı arkadaşlarımızdan Hikmet Efrahim’in 21 Kasım 2018 sabah haberlerinde sütlü kahve gibi bilgisayar ekranıma dizdiği şu satırlar beni şok etti desem, bilmem anlar mısınız. “Tuna” dergisinden bir alıntıdır:


90

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

”Devlet bakanı Prof. dr. E. Konukman’ın son sözlerini hiç unutmam: – Bulgaristan Jurnalcı Üretme Çiftliği midir? 31 bin jurnal belgesi… Olmaz öyle şey. Bu toplumsal hastalığın tedavisini iyi değerlendirin…” Bu sözlerin anlamı şudur: 1989 “Büyük Göçte” tası tarağı toplayıp öte geçenler varınca Bulgaristan’dan beraberlerinde götürdükleri defterleri çıkarıp Türkiye İç İşleri Bakanlığı’na, MİT ve başka ilgili kurumlara 31 bin mektup yazmışlar. Bu mektuplarında hemşerilerimizden her biri kendini “Belene” toplama kampı mağduru göstermiş ve Bulgaristan Müslüman Türklerinin haklı davasına, gizli örgütlenmemize, Mayıs İsyanımıza ve Türk kimliği ile yetişip yaşamamıza engel olanları birer ikişer ve grup halinde ihbar etmişler. Besbelli bu kaleme sarılıp jurnalleme işi Bulgaristan’da edindiklerin bir alışkanlığın devamı olacak ki, artık kendi tarlamızı kaybettik, yeni toprakları eşeleyelim havasına girmişler. 31 bin kişi 3’er suçsuz kardeşimizi yalan dolan işlere karıştırıp müzevirlerse neredeyse 100 000 (yüz bin) kardeşimize sıkıntı yaratmış, iş bulması yolunu kesmiş, çocuklarının umutlarını budamış olur. Yıllar geçti Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS)– Çar II. Simyon’un Başbakanlığı yıllarında – 26 bin göçmene Bulgaristan’dan değişik biçimlerde ödenek temin etmeyi başarmıştı. O zaman bu olay beni çok düşündürmüştü. Yaşlıların toplandığı her yerde geveleniyor, “senin benim hizmetlerimiz” gibi cümleler kuruluyordu. “Az mı çalıştık!” cümlesi aklımda kalmış. Doğrudur, dedelerimiz, ninelerimiz, analarımız babalarımız, ağabey, abla ve diğer eli öpülesi büyüklerimiz gençliklerini bıraktılar Bulgaristan’da. O köyler, o köprüler, barajlar, yaşlanmış ağaçlar her şeye rağmen hala ayaktaysa, dökülen alın terimizin helal olmasından, mayamızda Vatan sevgisi olmasındandır. Türk ruhumun üşüdüğünü hissetmiştim “Türkan Çeşme” kahramanlarını anma mitinglerimize 2 kez gittim. Orada konuşanların sesinde ve sözlerinde, tonunda, bilinç ve zekâ kıvrımlarında isyancı Türk ruhu eksikliği dikkatimi çekmiş, esen kavurucu Aralık rüzgârında ruhumun üşüdüğünü hissetmiştim. Kırca Ali çiçekçilerine yaptırılan çelenklerin hiç birinin göbeğinde kırmızı karanfilden örülmüş ay yıldızımızı bulamadım. Okunan şiirlerde de kurşun vızıltısı, akan kanın şırıltısı, halk isyanın gür selinin kudretli sesi yoktu. O zaman bizim olan ve Bulgaristan Türklüğünün ölmez ve sönmez varlığının kükreyişini dünyaya duyuran ve bugünde yaşatan bu isyan ne bir evrim ne de bir devrimdi, tam ifade edildiğinde dirildiğimiz mezardan çıkma-


Makale ve Analizler - 2018

91

mızdı. Biz canlı canlı gömülmek ve ebediyen yok bilinmemiz için kurulan bir tuzağın kurbanlarıydık. Bu kahramanlık dolu olayı hatırlayıp mukayese ettikçe Plevne Savaşı (1877-1878) şehitleri geliyor aklıma. Belki de 1 000 (bin) sene sonra arkeologlar Plevne’de Osman Paşa şehitlerinin toplu mezarlarını açacaklar ve hiçbir Türk askerinin kemiğini, kafatasını veya kolunu, bacağını bulamadıklarında, not defterlerine “böyle bir savaş olmamış” kaydı geçeceklerdir. Çünkü her savaşta her iki taraf da şehit, kurban ve hasar verir. Savaşların kuralı budur. Başkanımızı bir konferansta verdiği şu bilgilerden yola çıkarak. Ne bilsin 1 000 (bin) sene sonrasının arkeologları, Bulgar Çarı Ferdinand’ın Londra’yı ziyaret ettiğini. Orada Lortlar Kamarası’nda kabul edildiğini. “Bir arzunuz varsa çekilmeyin!” diye soran Hint sarıklı bir Lorda, “Var aslında, şu Osmanlı-Rusya Savaşından kalan Plevne toplu Türk kabrindeki kemikleri sandıklarda paketleyip size göndersek ve kemik değirmenlerinizde eritip, rüzgârlı bir havada kör bir dereye savursanız” dediğini… Ve vefat eden her kişiyi yakan ve külünü savuran vatanı Hindistan’ı hayal eden tuhaf sarıklı Lord’un “Olur!” dediğini… Plevne’de o harbin panorama heykeli. Basamaklı anıtlar. Rus kilisesi. Rusçuk’ta ciddi çarpışmalar olmamış olsa da, fese basmış bir atın üstünde Rus Generalini. Hatta Deliorman’da pek ciddi silahlı çarpışmalar yaşanmamış olmasına rağmen, her Türk köyünün kenarında bir Rus Anıt Taşı olduğunu ama hiçbir yerde hiçbir Türk Asker ve Subayın anıtı, Anıt Kabrimiz, Türbemiz olmadığını … bunlar dikkat çekicidir. Bunları gören yok mu? Olmayacak mı? Bundan 13 yıl önce Türkiye Cumhuriyeti Sofya Büyükelçiliği Askeri Ataşesi görevinde bulunan, şimdiki Tuğgeneral Tacettin Coşkun Plevne Meydan Savaşı alanını gezip gördükten, bir görsel anıt olan Panoramayı da gezip gördükten sonra Gazi Osman Paşaya’nın hak ettiği anıtı Bulgaristan’da dikme zamanı geldi kararını verir. Sofya’ya döndüğünde Türklerin de oylarıyla seçilen Cumhurbaşkanı Georgi Pırvanov’a bir mektup yazarak büyük savaşın yürütüldüğü yerlerden biri olan Koca Balkan’ın “Şipka” Doruğunda bir Gazi Osman Paşa Anıtına yer gösterilmesini talep eder. Bir yıl sonra aldığı yanıtta, “Şipka’da yalnız bir anıt için yer var!” yazar… Avrupa Savaşlarından 100 yıl sonra, zafer kazanan veya yenilen tarafların ortak barış anıtları dikilidir. Bulgaristan olgunluğu henüz bu aşamaya gelmemiş. Veya bu işi de Vladimir Putin’le mi çözmek lazım!!! Evet doğuruşu o galiba…Çünkü Bulgaristan devlet değil…


92

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Belene” anıt levhasında Türk ismi yok. Kahramanların Bulgar isimleri sıralanmış. Kimin kim olduğu belli değil… Çiçekler ve dualar da karışmış. Not: Bulgaristan resmi delillerine göre – “Belene” Kampında 517 Bulgaristan Türkü isim değiştirme olaylarıyla ilgili olarak kapatılmıştır. Birçokları bu rakamın 1500 – 2000 olduğunu söylese de, Ankara’ya ulaşan 31 000 (otuz bir bin) “kahraman” mektubunu düşündükçe kimin mağdur kimin kahraman olduğunu anlamakta zorluk çekiyoruz. Haklarında yazılanlar kendi gölgelerinden korkuyorlar. Edirne’de geçen hafta toplanan konferansa katılanları DOST lideri Lütfi Mestan’ın konuşması tatmin etmedi. Sofya’da demeç veren Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) Başkanı Mustafa Karadayı’nın isim ve din, kültür ve kimlik değiştirerek yok edilmek ve medeniyet sayfalarından silinmek isteyen Bulgaristanlı 1.500 000 (bir buçuk milyon) Müslüman Türkün gördüğü zulüm, baskı, terör ve şehitler, yurdundan kovulma, parçalanma ve eziyet çekerek sürünmeye zorlananlar ve onların yakınları için tazminat istemesi, dikkati çekti. Karadayı, bu iş için çok ama çok fazla geç kalındığının farkında olmayabilir, zaten neyin farkında ki?! Bu işler daha 1992’de Filip Dimitrov hükümeti düşürülmeden, 1992’de Lüben Berov hükümeti kurulmazdan önce, daha 2001’de Sakskoburrgotski başbakan olmazdan önce, daha 2005’te BSP lideri Sergey Stanişev başbakan koltuğuna oturmazdan önce yapılan pazarlıklarda masaya konacak ve çatır çatır alınacaktı. Bu yapılsaydı Bulgaristan’da aşırı milliyetçi faşist hortlama yaşanmayacaktı. Bu yapılmaya kalksa Avrupa parlamentosunu ateşlemek gerekecek, bu da 3-5 kişiyle olur mu dersiniz? Biz, bu işte yalan savunan Ermeniler kadar olamadık. Haklarımızı savunamadık. Bu yapılsa Ahmet Doğan’ın geldiği Varna yöresinde artık sayıları 20 bini bulan maskeli “MMA cinayet grupları”, kendilerine “bortsite” (savaşçılar) diyen ama asıl vazifeleri dayak atmak olan saldırı ve şiddet çeteleri palazlanamazdı. Onların seçmen üzerinde baskı çadırı kurma denemesi önce 2017 Martında Kocluca (Suvorovo), Provadı (Provadiya) ve Kurtdere (Vılçi Dol) Belediye ve köylerinde denendi. Bu yörede seçim günü devlet duruma hakim değildi. Biz son 28 yılda mücadelemizi ısrarlı olarak ve halka indirerek sürdürmüş olsaydık bunlar yaşanmayacaktı.


Makale ve Analizler - 2018

93

Sınır kapılanda tartaklanmayacaktık. Yurtsever Bulgarlarla milliyetçileri birbirinden ayırmak bu gidişle çok zor olacak. Ülke artık faşizme el atıyor. Adım adım ilerlemiş olsaydık, bununla birlikte kültürel otonomi haklarımız da söke söke elde edilecektik ve bugünkü zavallı durumda olmayacaktık. A.Doğan ve HÖH eliti halkımızı uyuttu. Bu yazımda, Ankara’ya yalan yanlış haber göndermeyi bir pratik haline getiren (başkan demiyorum) Lütfi Mestan için de bir masal seçtim. Kemik Kavgası “Silistre sancak beyi Deli İbrahim Paşa köy avcılarıyla birlikte avlanmadan zevk alan biriydi. O, ava çıkmaya sözleştikleri Deliorman köylerinden birine varmış. Köpeklerini yerlilerin arasına salmış. Önce koklaşan köpekler topluca oynamaya koyulmuşlar. Bu kaynaşmadan etkilenen yerli avcılardan biri konuğun yanına sokularak: “Paşam anlaşarak oynayışlarına hayranım!?” demiş. Beyefendi, köylünün kulağına usulca, önlerine bir kemik düşene kadar bu böyledir!” cevabını vermiş ve “o zaman görürsün barışın kemik kavgasına nasıl dönüştüğünü!” demiş ve avlanmaya ormana girmişler.” Bu derin anlamlı öğüttü gönderen şair Habil Kurt kardeşimize teşekkür ederken, bu bizim davamızın ne çok pahalı yabancı av tüfeği ne de özel saçmalı fişeklerle çözümlenemeyeceğini hatırlatırken, biz kendi tarlamızı tavında sürmeye devam edelim, toz kaldırmaya gerek yok diyorum. Mestan’ı ava davet etmez olmuşlar. Avcı grupları “kümeste beslenmiş keklik masallarına” karnımız tok diyorlar. Karadayı’ya eski tarım bakanı Mehmet Dikmen’in On Ait TV ekranından gönderdiği selam ise şöyle: “İyi ya da kötü olması hiç önemli değil, Hak ve Özgürlük Hareketinin geleceği Ahmet Doğan ve etrafındaki kirliğin parti ile ilgili kararları almaktan vazgeçmesine bağlıdır. Bu olursa HÖH partisi yönetime ortak olarak davet edilecektir.” Okuyanlar okumayanlara gönderiniz. Kendinize iyi bakın.


94

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

BULTÜRK - 2016


Makale ve Analizler - 2018

95

Bulgaristan’da Siyasi Denge Değişti

Tarih: 22 Kasım 2018 Yazan: Rafet ULUTÜRK. BULTÜRK Genel Başkanı Konu: Seçime gelen yaşlı Türk kadını tartakladı, Başbakan Yrd. oldu. Bulgar kadınlara “çığırtkan tavuklar” dedi, görevinden alındı. Hak ve Özgürlük Partisi (DPS) milletvekili, medya tekelcisi Delyan Peevski’nin emrine olan günlük “24 Çasa” (24 Saat) gazetesi tarafından sipariş edilen ve “TREND” adlı sosyolojik araştırma ajansı tarafından 06-12 Kasım 2018 günleri arasında gerçekleştirilen bir anketin sonuçlarını açıklandı. Medya, iktidarda olan Başbakan Borisov’un GERB partisi ile ana muhalefet partisi BSP arasındaki mesafenin azaldığını ve %1,3’e düştüğünü, iktidar partisinin kan kaybettiğini ve halktan koptuğunu yazdı. Ortaya çıkan gerçek düşündürücüdür. TREND ajansına göre, şimdi erken genel seçim olsa meclise ancak 4 siyasi parti girecek. Sonuçlar şöyledir: GERB – Bulgaristan Avrupa Vatandaşları Partisi % 21.2 BSP – Bulgaristan Sosyalist Partisi % 19.9 DPS – Hak ve Özgürlükler Hareketi % 6.5 OP – sözde “Milliyetçi Cephe” % 4,2 Bu durumda, şimdiki mecliste 2 ana muhalefet partisi olan ve 2001 ile 2009 yılları arasında 2 defa ortak hükümet kuran BSP ile DPS ikilisi halk güveninin % 26,4’üne dayanırken, GERP ile Avrupa Konseyinin “faşist” dediği hükümet ortaklığı % 25,4 destek bulabildi. Yeni sosyolojik durumda siyasi denge sol güçler lehinde değişmiş bulunuyor. Bir değerlendirmede bulunan “Volya” (İrade) partisi başkanı ve meclis başkan yardımcısı Mareşki “her şey ortada” dedi ve Başbakan Borisov’un istifasını istedi. Bulgaristan’da siyasi denge değişti. Meclise destek ise ancak % 30 oranındadır. Bu anket, GERB partisinden ayrılan seçmen kitlesinin muhalefet partisine kaymadan pasifleştiğine işaret ediyor. Beklenen erken seçimlerde sandık başına gitmek istemeyenlerin oranı %34’ten artık %37’e çıktı. Nüfusta siyasi körleşme, pasiflik ve güvensizlik artıyor. Mecliste üçüncü parti olan DPS sağda ya da solda yeni oy kaynakları bulamıyor. Katılaşan ve oy kullanmayanların sayısının 300 bin kişi arttı. Seçmenin hayal kırıklığına uğradığına ve beklentilerinin boşa çıktığına kanıtlar kesinleşiyor.


96

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu arada Türkiye’de ikamet eden soydaşlarımızın 620 bin kişilik bir oy potansiyeli sunduğundan, seçim hazırlıkları içinde bulunmalarından ve mektupla oy verme isteğinde direnmelerinden söz eden hala yok gibi. Türk seçmen oylarından büyük bir korku var. Ayrıca elektronik veya makineli sistemle oy verilmesine yol açmak istemeyenler de birleşmiş durumdadır. Siber saldırı ve müdahaleden korkularını gerekçe gösteriyorlar. Eğer bu gerçekleşir ise 720 bin çifte vatandaşların oyları ile 3.Parti Türkiye’den çıkabilir mi? Yoksa birlikte ikinci parti mi olur? Bulgaristan’da 170-180 bin oy alan her siyasi güç meclise girebiliyor. Şu an normal ve adil bir seçim yapılsa Bulgaristanlı Müslüman Türklerin mecliste 2. Parti veya denge sağlayabilen bir bağımsız güç olabilme ufku açılmaya başladı. Ne var ki, alternatif güçlerin hiç biri sahne dolduracak durumda değil. Ne gösteri adamı Slavi Trifonov, ne kamu denetçisi Bayan Maya Manolova ve de dışardan gelecek bir genç henüz sahneye çık(a)madı. Türk seçmene bu lider adaylarının özel bir ilgisi gösterdiği dikkati çekmiyor. Siyaset masalarında ve TV politik yorumlarında, Bulgaristan halkının yakın gelecekte bir siyasi Mesih (nefesi tesirli kurtarıcı) bekleyişi içinde olduğuna belirti yok. 2000 yılında eski Çar II. Simeyon Sakskoburrgotski’nin 50 yıl aradan sonra İspanya’dan gelmesini bekleyenler hayal kırıklığına uğradılar ve onu tamamen unuttular. “Sansürsüz Bulgaristan” partisini kuran gazeteci Nikolay Barekov’un hem komünizmi çağrıştıran hem de sağcıyım bayrağı savuran siyaseti de 2013’te belirmişti. Hemen saman ateşi gibi alevlendi söndü. Kişisel parlamanın Bulgaristan gibi ülkelerde bunalım bataklığına düşmüş halkın sorunlarını çözmeye araç gereç bulamadığı ortaya çıktı. AB parlamentosunda yalnız kendini temsil eden Barekov Avrupa Halk Partisi (ENP) şemsiyesi altına sığındı. Rusya’nın desteklediği Avrupa siyasetlerinden biri olan modern milliyetçi sağın Bulgaristan pilot örneği “Volya” (İrade) partisi 28 Mart 2017’de meclisi germişti. Artık Fransız milliyetçisi Bayan M. le Pene ile kucaklaştı. TREND araştırmasında % 1.6 oranında oy aldı ve % 4’lük barajı aşamadı. Bu gelişmeler, Bulgar seçmeninin yeni bir kurtarıcı öyküsü işitmek için kulak açmış el ovuşturmadığına delildir. BSP’nin alacağı azami oy sayısının 950 bin olduğu hesaplanırken, seçmen bu partiyi Bulgaristan’ın “BÜYÜK KÖTÜLÜĞÜ” olarak görüyor. “KÜÇÜK KÖTÜLÜK” ise iktidardaki GERB partisidir. Bu 2 parti bir metal paranın 2 yüzü gibidir. Birbirine saldırsalar da, ısırmazlar.


Makale ve Analizler - 2018

97

Faşist istifa etmeye mecbur kaldı. AK’nin “faşist”, Başbakan Borisov’un da güya “yurtsever” dediği 3 aşırı sağcı, insan düşmanı tutucu, dalavereci siyasi partinin anlaşmalı bileşimi olan “Yurtsever Cephe” ise bu gün (21 Kasım 2018) bir daha birbirine düştüler. 28 Mart 2017’de erken genel seçimde vatanına oy kullanmaya gelen Bulgaristan Türk ailelerini otobüslerden indiren ve yaşlı bir Türk Anasını tartaklayan faşist lideri Valeri Simyonov III. Borisov hükümetinde 16 aydan beri Başbakan Yardımcısı görevinde bulunuyordu. 3 ay önce, Meclisi kuşatan ve her akşam bakanlar Kurulu kapısı önünde protesto gösterisi yapan Bulgar özürlü çocuk annelerine “çığırtkan tavuklar”, doğuştan sakat çocuklara ise “güya hasta” deyince istifaya zorlandı. Aynı faşist ruhlu şahıs daha önce de Romen Bayanlara “sokakta gezen kösnük domuzlar” demişti. Türk ve Romen bayanlara karşı küstahlığından dolayı sert tepkiler yükselmişti. DPS ve DOST partileri anti-faşist, demokrat güçlerle birlikte Nazi yandaşı aşırı milliyetçilerin – güya “yurtseverlerin”- hükümete girmesine karşı çıktılar, siyasi ahlaksızlığın, itibarsızlığın ve düzensizliğin üstün geleceğine ikazda bulundular. Bu gelişmeler “küçük ortaklar” adıyla bilinen, Valeri Simyonov’un güya “Bulgaristan’ı Kurtarma Cephesi”, Krasimir Karakaçanov’un “VMRO” örgütünü ve Volen Siderov’un “Ataka” partisini birbirine düşürdü. Görevinden ayrılmaya zorlanan V. Simyonov’un yerine atanan – onun özel kalem odası müdürü – av. Bayan Maryana Nikolova’nın Başbakan Yardımcısı seçimine “Ataka” milletvekilleri oy vermedi. Basın Başbakan Borisov’un “akıllarını başlarına devşirmeleri içinValeri Simyonov ile Volen Siderov’u bir odaya kapadığını ve kapıyı kilitlediğini” yazdı. Böylece GERB partisi ile iktidar ortağı faşistler arasına kırmızıçizgi çekildiği görüldü. Bu olaylar Bulgarlarda şiddetli insan ayrımı yapıldığını, azınlıkların devlet eliyle haysiyetsiz duruma getirilmeye çalışıldığını, insan haklarının ve özellikle de azınlıkların anayasal ve kutsal seçme ve seçilme haklarının çiğnendiğini ve bu işin öncüleri olan faşistlerin cezasız kaldığını dünyaya göstermiş oldu. Son seçimde dış ülkelerde bulunan 3 milyon Bulgaristan vatandaşından ancak % 0,5’i oy kullanabildi. Peki, bu insanların hepsi oy kullanırsa ne olur? Son günlerde, Sofya meclisinde ciddi tartışmalar yaşandı. Bulgaristan’da ardı arası kesilmeyen ve giderek şiddetlenen kitle protestoları dinmiyor. Yeni olayları değerlendiren BSP Başkanı Korneliya Ninova; “Bulgaristan’da devlet diye bir şey olmadığını, kurumların çalışmadığını, ülkeyi tek kişinin yönettiğini, hükümetin hemen istifa etmesi gerektiğini, aylardan beri devam eden anneler direnişleri ile Bulgar vatandaşlığı ticaretinin şerefsiz, ahlaksız ve rüşvetsiz nefes alamayan bir ortam yarattığını


98

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

belirtti. Büyük grupların sokak ve meydanlara toplanarak politik sistem değişikliği isteklerine destek veriyoruz. Halk korku ve kafa karışıklığı içine düştü. Bu hükümet sayesinde “halk olarak yok oluyoruz”, “eğitim sistemimizden cahil gençler çıkıyor”, “işsizlik almış yürümüş ama 400 bin genç de bu maaşlarla çalışmak istemiyor, çalışanlardan % 53’ü aldıkları ücretle geçinemiyor”, “bu hükümet açlığın, sefaletin, yoksuzluğun, güvensizliğin ve çaresizliğin sihirli anahtarını bulamaz, istifa etsin!” dedi. Ansızın patlayan sokak gösterilerini değerlendirirken, halkın sığınaklardan çıktığına ve çatışmaya hazırlandığına vurgu yaptıktan sonra, ana muhalefet lideri, halkın temel isteği olan yeni “yönetim modelinden” hükümetin istifa etmesini, seçim sisteminin değiştirilmesini, Büyük Millet Meclisi seçimlerine gidilmesini, halkın isteklerini yasallaştıracak bir Anayasa değişikliği yapılmasını anlıyoruz, açıklamasında bulundu. Bulgaristan’da dalavereci düzenin artık çehresi olduğuna işaret ederken, rüşvet konularını somut konuşma zamanı gelip çattı, dedi. Başbakan Yrd. Simyonov’un “çevrecilerden” 62 milyon leva istediğini, oligarşiden para talebinde bulunulduğunu, GERB milletvekili Vejdi Raşidov’un Kültür Bakanı olduğu yıllarda 60 milyon levanın kayıplara karıştığını kamuoyuna duyurdu. İstifaların zorunlu olduğuna vurgu yapan, DPS milletvekili Atalay da, politik durum nitelemesinde kesindi. Halk kin ve nefret dolu, meclis kuşatılacak dedi. III. Borisov hükümetinin mazisi kirli insanlarla mayalandığını ve istifa etmesi gerektiğini, bunu ta baştan söylediklerine vurgu yaptı. Deneyimli milletvekili Ramadan Atalay, istifaların geç kaldığına işaret ederken, 21. Yüzyılda faşistlerle hükümet kuran ilk AB ülkesinin Bulgaristan olduğunu hatırlattı. Bulgar faşist partilerinin seçim hazırlığına başladığını yazan merkez basın, 138 bin yabancıya Bulgar pasaportu satan güçlerin, Köstendil ve Blagoevgrat belediyelerine bağlı köylerinde kim olduğu bilinmeyen yabancılara 100 US Dolara karşı adres kaydı yaptığını belgeledi. Tüm bu sosyal ve siyasi gelişmeler Borisov hükümetinin halkı sakinleştirmek ve insanları evlerine kapamak için saçtığı paraların bittiğine, çuvalların boşaldığına haber veriyor. 2009’da iktidarı 10 milyar US Dolar borçla alan Borisov kabinesi, 9 yılda 16 milyar Dolar dış borç almış ve Bulgaristan’ın dış borcu 26 milyar Dolar olmuştur.


Makale ve Analizler - 2018

99

Vatandaşlar meclis tartışmalarıyla hiçbir şeylerin değişeceğine inanmıyor. Avrupa’da çalışanlar ve Türkiye’deki soydaşlar 2017’de Bulgaristan’daki yakınlarına banka havalesi olarak 2,5 milyar leva gönderdiler. Bu yardımlar olmasa sosyal çöküşün önü alınamayacaktı. Aslında istifaya zorlanan Başbakan Yrd. Valeri Simyonov ile yerine atanan, aynı makamın özel kalem odası şefi Bayan Maryana Nikolova arasında tavır, inanç ve zihinsel yaklaşım bakımından hiçbir fark yoktur. Bayan Nikolova aynı çarpık dünya görüşünü savunan partisiz biridir ve yıllardan beri Bulgar aşırı sağcı faşist bataklığından nemlenmiş, onların emriyle çalışan, bir dediklerini iki etmeyen bir kadrodur. Çingene, İslam ve hoşgörü düşmanı tavrıyla dikkati çekmiştir. Mecliste onay bekleyen, hatta “Ataka” lideri Volen Siderov tarafından bile kabul edilmeyen, camilerimizde anadilimizde konuşmayı, mevlitlerimizi ve minareden ezan okumayı yasaklayan, Türkiye Cumhuriyeti’nin çocuklarımıza din kültürü verebilmemiz için yardımda bulunmasını yasaklamayı hedefleyen kanun değişikliğini kaleme alan faşizan zihniyetli oligarşi bağlantılı elemanların biridir. Bu hükümetle, bu kadrolarla Bulgaristan’daki gelişme ve yenilenme hamlelerinin demokrasi vitesine girmesi mümkün değildir. Korku içinde yaşamak istemeyen ülke nüfusunun yarısı dış ülkelere kaşmış ve geri dönmek de istemiyor. İşte bu insanlar geri dönerse ne olur? Bunu düşünen var mı?… Fransız, İngiliz, İtalyan, Alman ve İspanyol kolej ve liselerinden mezun gençlerin % 90’ı ülkeyi terk etmiştir. Yurtta kalan ve BSP milletvekili Prof. Hristov’un % 80 “debil” dediği insanlarımız sergiledikleri yetersizlikle sanki bir iç savaş veriyorlar. Her güm açlıktan, ilaçsızlıktan ve çaresizlikten ölen yaşlılar dışında, sahte ehliyetli olan ve trafik kazalarına neden olanlar yollarda 2 can alıyor ve 25 kişi de yaralanıyor. Zamanını doldurmuş, ipleri dışarıdan çekilen, ruhsuz ve kimliğini satmış siyasetçilerin arenadan çekilmesi zamanı geldi geçti. Avrupa’nın en yoksulları, en sefilleri, en çaresizleri ve en beceriksizleri olmamızı isteyenlere mutlaka yol göstermeliyiz. Bizim zamanımız geldi. Birlik olalım. Birbirimize kenetlenelim. Zafer bize sevdalı ve bizim olmaya hazır. Lütfen dostlarınızla paylaşınız.


100

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

BULTÜRK GENEL MERKEZDE


Makale ve Analizler - 2018

101

Hz. Peygamber Ve İstihbarat Yazan: Nevzat ÖZTÜRK, İlahiyatçı, Eğitimci Yazar

İnsanoğlunun varolması ve topluluklar halinde yaşamasından bu yana istihbarat (Haber alma) faaliyetleri hep vakidir. Hz. Peygamber Devri’nde de istihbarat faaliyetlerine (casusluk) rastlanır. Arapça “ces”kökünden gözetleyen, araştıran manasında isim olan casus kelimesi, düşmanın sırlarını araştırıp bilgi sızdıran, düşman içinde çeşitli yıkıcı faaliyetlerde bulunan kişi anlamına gelmektedir. Kur’an-ı Kerim’de casus kelimesi yer almamakla beraber aynı kökten gelen”Tecessüs”fiil olarak geçmektedir.[1] Rasulullah’ ın doğumundan 5571 yıl önce yani M.Ö. 5000 yılında yazılan ve dünyanın en eski askeri eserlerinden olan “Harp Sanatı” adlı eserinde Sun Tzu, istihbaratın önemini vurgulayarak şunları söylemiştir: “Akıllı bir hükümdarın veya bir komutanın düşmanını yenerek topraklarını işgal ve sıradan kişilerin erişemeyeceği şeyleri elde etmesini mümkün kılan unsur, düşman hakkında daha önceden bilgi sahibi olmasıdır. Bu bilgilere ne ruh çağırarak ne de kendi tecrübesinden yararlanarak sahip olabilir. Bu bilgileri ancak casuslar vasıtasıyla edinebilir. Casuslar beş gruba ayrılır; mahalli, resmi memurlar, milliyet değiştirenler, ikili çalışanlar, düşman içine sızıp geri dönenler. Bu beş casus hep beraber çalıştıklarında hiç kimse bu gizli sistemi keşfedemez. Buna “iplerin mükemmel idaresi” denir”.[2] Bütün dönemlerde olduğu gibi cahiliye devrinde de istihbarat faaliyetlerine büyük önem verilmiş ve yapılan çalışmalar hep bu doğrultuda olmuştur. Mekke şehir devleti parlemantosu olan Daru’n-Nedve’nin istihbarat çalışmalarında önemli fonksiyonları bulunmaktaydı. Daru’-Nedve,seçkin insanların yönetimle ilgili istişarelere katıldığı bir meclisti.[3] Bu mecliste savaş,barış,kumandan tayini,nikah törenleri,ekonomik konular vb.devleti ilgilendiren bütün meseleler buraya katılan Kureyş aşiret temsilcileri tarafından, Reis başkanlığında karara bağlanırdı. aşiret temsilcileri tarafından,Reis başkanlığında karara bağlanırdı.[4] Daru’n- nedve Mekke döneminde, hep Müslümanların aleyhine çalışmıştır. Örneğin, Bise’tin yedinci. yılında, Müslümanlara karşı siyasi abluka ve ictimai boykot kararı, Bisetin Onuncu. yılında Taif seferinden dönerken, Hz. Peygamber’i ülkeye koymaya kararı ve Bi’setin Resulullah’a (Hicret Öncesi) Ölüm Kararı[5] bunların başlıcalarıydı.


102

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Darun’nedve de alınan kararların, halka çabuk sızdığını müşahade ediyoruz. Zira Rasulullah ve Hz. Ebubekir tarafından istihbaratla görevlendirilen Abdullah b. Ebubekir ve Amir b. Fuheyre, gündüzleri sürekli halkın içinde dolaşarak, Daru’n-nedve’den sızan haberleri dinlemişler, geceleri duydukları, gördükleri haberleri Mağaradakilere anlatmışlardır.[6] Ayrıca Rasulullah’ın halalarından Ukayka da ortalıkta dolaşan haberlere binaen suikast girişimi olacağını Rasulullah’a haber vermiştir.[7] Rukayka Rasulullah’suikast haberini bildirmekte akrabalık vazifesini de yerine getirmiştir. Kaiflik konusunun da İstihbaratla ilişkisi vardır. Kaiflik hakkında Neş’et Çağatay bize şu bilgileri vermektedir: “Kıyafet ilmi; iz arama ve ayak izinden sahibine tanıma bilimidir. Bu bilim adam öldürme, Hırsızlık, kaybolma (Neseb tespiti ve Nikahlar) …. vs. gibi olaylarda, çok işe yarayan bir bilim koludur. Araplar bu dalda o kadar ileri gitmişlerdi ki bazı kaifler (iz arayıcılar) iz sahibinin genç veya yaşlı olduğunu, kadın veya Erkek olduğunu, kız veya dul olduğunu anlarlardı. Bu iz arayıcılıkta en usta arap oymakları, Benu Mudlic’le, Benu Lehebidir. Bu oymaklar içinde de Mürreoğulları en üstünleriydi. Mürreoğulları, bir devenin ayak izinden, o devenin kimin olduğunu çıkarır, bir insan ayak izinden de kişinin Iraklı, Şamlı, Mısırlı veya Medineli olduğunu bir görüşte anlarlardı.[8] Diyebiliriz ki Cahiliye ve Hz.Peygamber döneminde bütün faili mechul olayların aydınlatılması ve özellikle istihbarat elde edilmesinde “İz” konusunda uzman olan Kaifler, toplumun söz sahibi olup aynı zamanda bunlar o dönemin en büyük istihbaratçıları (casurları) idi. Bütün suçlar İslam Hukukuna konu olmakla beraber, özellikle Devletin bütünlüğü, bağımsızlığı, milletin güveni ve huzurunu ilgilendiren istihbarat faaliyetleri İslam Hukukçularının ilgi alanı olmuştur. Bu anlayışla Kur’an-ı Kerim ve Hz.Peygamber’in uygulamaya dayanarak yakalanan bir şahsın dinine yaşına ve itirafının keyfine göre, günümüze ışık tutacak fetvalar vermişlerdir. Muhammed Hamidullah, casusluk hakkında verilen hükümler konusunda bazı açıklamalarda bulunarak şöyle der:” Muharebe esnasında hasmını öldürmek en tabii Muhariblik haklarındandır. Buna göre yakaladıkları takdirde düşman casuslarını öldürmede hiçbir mahsur yoktur. Yakalanan bir casusa en yüksek cezanın mı? Yoksa en hafif bir cezanın mı tatbik edileceği veya artık casusluktan vazgeçip ileride rahat duracağına dair söz alınıp serbest mi bırakılacağı meselesi, tamamen Yüksek Askeri şeflerinin takdirine kalmıştır. Yakalanan casuslara bildikleri haberi söylemek gayesiyle bazen işkenceye tutulur. Bu normaldir ve şimdiye kadar hiçbir devlet, bu işten ferağat ettiğine dair bir beyanda bulunmamıştır.


Makale ve Analizler - 2018

103

Hiç kimse de casusluk teşkilatından veya haber alma servisinden vazgeçtiğini beyan etmemiştir. Ayrıca İslam Hukukçuları kadın, erkek farkı gözetilmeden yakalanan casusun aynı akıbete tutulacağını bildirmişlerdir. Casusluk şüphesiyle töhmetlendirilen birinin adil bir mahkeme huzurunda muhakeme edilmesini talep ve kendisinin müdafaa hakkının mevcudiyeti hususunda hiçbir itilaf yoktur. Harb icabı kısa ve kestirme muhakeme hakkının mevcudiyeti hususunda hiçbir itilaf yoktur. Harb icabı kısa ve kesti usulu tercih edilse de İslam’ın adalet anlayışı hiçbir ferdin olmasından dolayı cezası da tamamen kanuni Usul ve Mahkemeye tabi tutulmaksızın cezalandırılmasına müsaade etmemektedir.[9] İslam Hukukçuları, İslam Devleti lehinde casusluk yapmayı caiz görmüşler, hatta devletin bekası zaruret halini alırsa, bu tür faaliyetlerde bulunmanın vacip olduğunu kabul etmişlerdir. Buna karşılık bir müslümanın düşman lehine casusluk yapmasının haram olduğu konusunda görüş birliği vardır. Düşman lehine İslam devleti aleyhine casusluk yapan, bunlara yardım ve yataklık edenlere verilecek cezalar konusunda değişik görüşler ileri sürülmüş ,suçlunun müslüman, zımmi ve müstemen oluşuna göre farklılık arz etmiştir. Sonuç olarak casusluk, tazir suçuna girdigi ve devlet başkanının takdirine bırakıldığından günün şartlarına göre, sınırdışı etme, fiziki ceza, hapis ve ölüm cezalarından herhangi birisi uygulanabilir[10] diyebiliriz. Rasulullah’ın Mekke’den Medine’ye hicretinden sonra yaptığı ilk icraatlardan birisi, Medine devletinin Askeri Teşkilatını kurmak olmuştur. Bu Askeri Birlikle Hz. Muhammed, iç ve dış düşmanlara karşı emniyeti sağlamış, düşmanları hakkında gerekli istihbaratı da elde etmiştir. Hz. Muhammed Medine’de düşmanlara karşı daima uyanık olmak zorundaydı. Çünkü Hz. Muhammed’e İslam’a düşman olanların gücü ve sayısı kabarıktı. Bu maksatla Hz. Peygamber, zaman zaman iç ve dış Emniyeti sağlamak, haber toplamak (istihbarat), kervanları takip etmek…. vs. gibi görevleri ifa edecek Seriyyeler[11] (timler) oluşturmuştur. Hz. Muhammed Medine’ye hicret etmekle Mekkeli müşriklerin tuzaklarının ve komplolarının bitmediğinin farkında olduğundan dolayı Gazve ve Seriyyeler düzenleyerek sürekli onları kontrol etmiş, onlar hakkında gerekli istihbaratı hiç elden bırakmamıştır. Hz. Muhammed’in Bedir gazvesine kadar gönderdiği seriyyeler ve onun kumandanları, hep muhacirlerden oluşmaktaydı. Çünkü, Hz. Muhammed Ensarla yaptığı antlaşmada sadece Medine dâhilinde beraber hareket edeceklerdi. Hz. Peygamber çeşitli maksatlarla seriyyeler oluşturmuşsa da,


104

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bunların hazırlanışı ve uğurlanışı esnasında yapılan tasviyelerde ortak noktalar vardı. Hz. Peygamber Seriyye kumandanlarını kendisi seçerdi. Seriyye’yi genelde gönüllü olanlardan oluştururdu. Rasulullah Seriyye kumandanı ve askerlerine bazen huzuruna çağırarak, bazen de ellerine bir mektup vererek ileride açmak şartıyla tavsiyelerde bulunurdu. Böylece onlara, seferde takip edecekleri yolu (metodu) gösterirdi. İlk seriyyelerden olan Hz. Hamza, Ebu Ubeyde b. Haris ve Sa’d b. ebi Vakkas Seriyyelerinde Hz. Peygamber’in tavsiyelerinde bir gizlilik yoktu. Sadece Rasulullah tarafından Abdullah b. cahş seriyyesine metni gizli olan bir mektup verilmiştir.[12] Hz. Muhammed Seriyye’ye göndereceği kumandanla bizzat ilgilenirdi. Bir defasında Abdurrahman b. Avf’ı yanına çağırarak ona: “Hazırlan, seni seriyye ile göndereceğim” dedikten sonra, başındaki sarığı çıkarıp, ona siyah bir sarık sararak ucundan bir miktarını iki omuzu arasına sarkıttı ve onu seriyye başı olarak gönderdi. Rasulullah Seriyye Kumandanlarına Erken çıkmayı, yolda düşmanlardan sakınmalarını ve gizlenmelerini de öğütlerdi. Rasulullah, kendisi seriyyeyi Medineden uğurlarken erken gönderirdi. Bu yüzden Seriyyeler hep geceleyin yola çıkarlardı. Rasulullah, İslam toplumunun nüvesinin oluştuğu Akabe biatlerini gizlice yaparak İstihbarat faaliyetlerine başlamıştır. Hz. Muhammed’in kısa bir zaman içerisinde Medine İslam devletini büyük bir devlet haline getirmesinde, savaşlardan genellikle galip çıkmasında onun istihbarata ağırlık vermesinin ve istihbaratçılarının rolü küçümsenemeyecek seviyededir. Hz. Muhammed istihbarat işine fevkalade önem verip haber kaynaklarına dört şekilde ulaşıyordu. Birincisi; Hicret esnasında Kureyş Müşriklerinin Hz.Peygamber suikast düzenlemeleri, Nadiroğullarının damdan kaya bırakarak Rasulullah’a suikast girişimlerinde olduğu gibi vahiy meleği Cebrail’in durumu bildirmesi ikincisi; Bedir ve Uhud savaşları sırasında Hz. Abbas’ın yaptığı gibi düşman bedellerindeki casusların orada olup biteni bir mektupla Rasulullah’a bildirmeleri üçüncüsü; Uhud savaşında Hubab el Münzir, Mustalikoğulları gazasında Eslemli Büreyde b. Husayb de olduğu gibi bizzat Rasulullah’ın merkezden istihbaratçı göndererek düşmanların eylemleri ve planları hakkında bilgi toplaması, dördüncüsü ise Kureyzaoğulları gazasında Hz. Ömer’in Kureyza Yahudilerinin antlaşmayı bozduklarını Rasulullah’a bildirdiği gibi Sahabe’nin Hz. Peygamber ve kurduğu devletin bütünlüğü aleyhinde konuşan, onu yıkma eğiliminde bulunan iç düşmanların durumunu Rasulullah’a bildirilmeleri.


Makale ve Analizler - 2018

105

Hz. Peygamber , karşı taraftan bilgi toplamaya ne kadar önem veriyorsa, kendi tarafından karşı tarafa sızacak haberlere de o kadar dikkat eder ve bunun için bazı önlemler alırdı. Herşeyden önce Rasulullah olası tehlikelere karşı tanınmayan yollardan hareket eder, yol boyunca kılavuz kullanır, gideceği yeri (Tebük Seferi hariç) kimseye, hatta eşlerine bile söylemezdi. Savaşa giderken develerin boyunlarına asılmış çanları ve çıngırakları çıkartmasını sahabelerine emreder, yolda keşif kıtalarını gönderir bazen de bu görevi kendisi ifa ederdi. Bilgi toplama işi bazen de olmayabiliyordu. Rasulullah çeşitli teknik ve yöntemlerle düşmanın sayısını, bulundukları yeri tahmin ederdi. O ordunun içinden ayırdığı öncü ve gözcü birliklerini, sağlam güvenilir ve farkı haberler almak için peşpeşe gönderir, gönderilen casuslar Rasulullah’a gördüklerini, duyduklarını aynen aktarır bazen de Cebrail bu haberleri tasdik ederdi. Rasulullah, casusları toplum karşısında yüceltir ve onları ödüllendirmeyi ihmal etmezdi. Hz. Peygamber, casuslarını titizlikle seçerdi. Zeki, sır saklamasını bilen, kültürlü inançlı, emin, gittiği yerin dilini, dinini, örfünü, siyasetini bilen kimseleri tercih ederdi. Casusu Hz. Muhammed kendisi seçtiği gibi bazen bu görevi yapabilecek olanın kendisinin çıkmasını ister bazen de sahabe teklif ederdi. Rasulullah sık sık sahabelerine casuslara karşı uyanık olmalarını, onları tanımamış gibi davranarak yanıltmak için yalan haber ortaya atmalarını eğer casus bu durumu sezerse casusu kendi menfaatlerine kullanabilmeyi tembih ederdi. Bu bilgileri elde edebilmek için casus tutuklanabilir, hapsedilebilir ve hatta dövülebilir, yanlış bilgi vermemeleri için tehdit edilebilirdi. Savaş kanunu olarak, yalan söylemeleri halinde onlar katledilebilirdi. Nitekim çeşitli sebeplerle karşı casuslardan pek çok kişi yakalandıkları anda katledilmişlerdir. Çağının bütün imkânlarından istifade eden Hz. Muhammed günümüzdeki elektronik aygıtların olmadığı bir devirde, istihbarat işini ya mektupla ya da bu işe yetenekli kişiler vasıtasıyla yapardı. O, istihbarat mektubu olarak o dönemin en iyi derisi olan Havlan derisini kullanır, onu mühürler ve bir nevi zarf şekline koyarak onu gönderirdi. Bu olay O’nun istihbarata ne kadar önem verdiğini göstermektedir Mekkeli Müşriklerin en önemli istihbarat elemanları iz sürücüleri olarak bilinen kaiflerdi. Kaifler, bu konuda yetişmiş yetenekli elemanlardı. Kureyşliler Medine’de olup bitenleri hep Medine’li Münafıklardan ve Yahudilerden elde ediyorlardı. Rasulullah bu durumun farkında olmasına rağmen


106

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

onları kazanmak ayrıca bu ittifakı bozmak için onlara farklı bir strateji uygulardı. Bundan dolayı onları suçlarından dolayı çoğu kez affederdi. Mekkeli müşrikler de, Hz. Peygamber’in faaliyetlerini takip etmek üzere istihbarat yaparlardı. Peygamber kadar olmasa bile Mekkeli Müşrik liderleri ve özellikle Ebu Süfyan iyi bir istihbaratçı idi. Bölgeyi çok iyi tanıması sebebiyle geniş çevresi olan Ebu Süfyan, kendine göre ilginç metodlarla istihbarat elde ediyordu. Günümüzde istihbaratçı, Hafiye, ajan ve casus tanımı genelde iyi bir imaj çağrıştırmaz. İlk etapta, bu faaliyetlere iyi gözle bakılmaz. Halbuki istihbarat, devletin gözü, kulağı, anteni, içe ve dışa bakan dürbünüdür; gözsüz, kulaksız bir insan nasıl düşünülemiyorsa istihbaratsız bir devletin bekası ve milletin mutluluğu da düşünülemez. Dinimizde bu konunun önemine binaen istihbarat faaliyetlerinin caiz, hatta devletin bekası zaruret halini alınca vacip hükmü konulmuştur. Her bilginin, her hizmetin vatan, millet ve din için olduğunu unutmamalıyız. Tarih boyunca içerde ve dışarda çöreklenmiş olan gizli örgütlerin kökeni ancak istihbaratla çökertilmiştir. Hz. Peygamber ilahi tebliğini gerçekleştirmede önüne çıkan engelleri ancak güçlü istihbaratı sayesinde aşmıştır. Her konuda olduğu gibi onun istihbarat faaliyetlerinin gerek fert gerekse devlet olarak günümüze ışık tutacağı kanaatindeyiz. “İstihbarat, Türk toplumu için yıllarca korkulması gereken, ağza alındığında başa dert açabilecek yasaklı bir kelime, bir tabu ve uzak durulması gereken bir kavram ve faaliyet olarak görülmüştür. Ancak Türk toplumunun istihbarat faaliyetlerine ve teşkilatlarına bu gözle bakması çok da yadırgayabileceğimiz bir şey değildir. Çünkü istihbaratın ne anlam ifade ettiği, devlet yönetiminde ne ölçüde önemli olduğu uzun yıllar boyunca devlet teşkilatlarımız tarafından dahi tam olarak anlaşılamamış ve yanlış politikalar sonucunda halkın istihbarat teşkilatlarımızdan ve faaliyetlerinden korkmalarına sebebiyet verilmiştir. Örneğin CIA’nın yıl içinde ürettiği istihbaratın %60’ı açık kaynak istihbaratı temelli olduğu halde ülkemizde ancak 2008 yılında Milli İstihbarat Teşkilatı bünyesindeki reorganizasyon çerçevesinde Açık Kaynak İstihbaratı Dairesi kurulabilmiştir. MİT gibi hayati öneme sahip ve onurlu bir kurumun mensubu olmak ülkemizde birçok kesim tarafından yıllarca ayıplanmış ve alay konusu olmuştur. İstihbaratçılık ispiyonculukla eş tutulmuştur. Basın camiasında bir gazetecinin MİT ajanı olduğunu ima yahut iddia etmek o gazeteciye hakaret olarak algılanmıştır. İsrail eski istihbarat şefle-


Makale ve Analizler - 2018

107

rinde birinin bizlerin de ders alması gereken şu açıklaması İsrail toplumunun konuya bakış açısını çok iyi özetlemektedir: “Dünya üzerindeki her İsrail vatandaşı hatta her Yahudi birer MOSSAD üyesidir.” .Öyleyse; milli ve dini dürtülerle rakip olarak gördüğümüz İsrail toplumu karşısında bizler de en azından “Her Türk asker ve istihbaratçı doğar!” diyebilmeliyiz. Bir ülkenin tarihi anlaşılmadan sosyal ve politik analizinin yapılması mümkün değildir. Çünkü bugünkü toplumsal yapı, tarihsel bir devamlılığa sahiptir. Ancak bu tarihsel süreklilik içinde araştırıldığında sosyal ve politik analiz anlam kazanır. Tüm bu realitelerle beraber Türk toplumunun istihbaratı algılayış şekline ve istihbaratçıya bakış açısına da yansıyan tarihi ve bürokratik hafıza ve stratejik zihniyetindeki kırılmalar konunun uzmanlarınca derinlemesine incelenmelidir. Yıldız İstihbarat Teşkilatı, Teşkilat-ı Mahsusa, Karakol Cemiyeti, Milli Emniyet Hizmeti Riyaseti gibi kurumlara geçmişte sahip olmuş ve Yakup Cemil, Kuşçubaşı Eşref, Kara Vasıf Bey, Zenci Musa gibi istihbaratçılar yetiştirmiş bu milletin istihbarat ve istihbaratçılar hakkında yaşadığı bu felsefe değişimi incelenmeli ve halkın yanlış istihbarat algısı ile istihbaratçıya bakış açısı mutlaka düzeltilmelidir. “[13] [1] Kallek,Cengiz”Casus mad.”Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi,İstanbul,1993 1- XXII,VII,163 [2] Sun Tuzuu,”Harp Sanatı”Belgelerle Türk Tarihi Dergisi sayı:14,İstanbul,1986,s.73 [3] Çağatay,Neşet Başlangıçtan Abbasilere Kadar İslam Tarihi,Ankara 1993 S.93 [4] Hamidullah Muhammet,İslam Peygamberi,trc.Salih Tuğ,1II,İstanbul,1994 s.851 [5] Algül Hüseyin,”Muhacirun ve Ensar üzerine Araştırma”Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi,Bursa,1995,sayı:5 s.28; [6] İbni Hişam,Ebu Muhammet Abdülmelik,es’Siretün-Nebeviyye,thk. Mustafa es Sakka ve arkadaşları,IIV,Beyrut,1966,II,325, Aktaran: ÜSTÜNER, Hüseyin, Hz. Peygamber Devri’nde İstihbarat, Yüksek Lisans Tezi [7] Hamidullah,İslam Peygamberi,I 161-162, [8] Çağatay,İslam Tarihi,s.120 [9] Hamidullah,Hz peygamberi’n savaşları s. 191–192 [10] Kallek,Cengiz”Casus mad.”, İstanbul,1993.DİA,VII,164-165


108

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

[11] Halebi,Ali b.Burhanettin,İnsanü’l Uyun Fi Sireti’l Emini’lMe’mun(es-Siretü’l Halebiyye) III, 151, Aktaran:ÜSTÜNER, Hüseyin, Hz. Peygamber Devri’nde İstihbarat, Yüksek Lisans Tezi [12] Kapar, M. Ali, Hz. Muhammed (sav)’in Müşriklerle Münasebetleri, İstanbul 1993, s. 165, 179.


Makale ve Analizler - 2018

109

Hepiniz İstifa Ediniz!

Tarih. 25 Kasım 2018 Derya YILDIRIM Konu: Var olabilmemiz için yalnız Kur’an okumak ve secdeye kapanmak yeterli değil! İş yapmayan, iş bilmeyen yöneticilere ihtiyaç yok. Bunlar bizi tamamen çökertmeye çalışıyorlar. Şartımızı koşma zamanı geldi. 1920-1930 yılları arasında İtalyan asıllı Amerikan Mafya şefi Al Capone işlediği binlerce suçtan, uyuşturucu, silah, içki kaçakçılığından ve insan öldürmekten değil, çöp vergisini ödememekten tutuklanmıştı. Olabilir ya, Bulgaristan Diyaneti Baş Müftülüğünden maaş alan, imam hatipli, İslam enstitülü ve doktora tezli “okumuşlarımızdan” hiç biri John Kabler’in “Al Capone – Gangsterler Kralı” kitabını Bulgarca ya da Türkçe okumuş olmayabilir. Zaten okumuş olsalardı, bugünkü zavallı duruma düşmeye bilirlerdi (bilirdik). Ne mi olmuş? Bizim, her şeyi bilen, devamlı “Allah sevgisiyle yaşayan”, ne yazık ki düşmanla dostu ayırt edemeyen, yüzüne güleni dost bilen, bizi canlı canlı yutmaya can atan kurtların ağızına girdikçe giren, kör sofralarda self çekip dünyaya dağıtan zavallı yöneticilerimiz, mal mülkümüzü Bulgar mafyasına peşkeş çekme işinde yeni bir rekor kırdılar. Sis perdesi kalktı. İnananların bir başkasının yerine cennete gidemediği gibi, topluluğumuza zarar verip günah işlemeye de hakkı yoktur. Sözün kısası, Baş Müftülüğün vakıf mallarını geri almak için 53 dava açtık kazandık kazanıyoruz, aldık alıyoruz sis perdesi 23 Kasım 2018 tarihinde kalktı. Haciz listesi. Sofya’da “Bratya Miladinovi” sokağa 27’de bulunan Baş Müftülük binası; Sofya “Mariya Luiza” sokağı 27’deki İl Müftülüğü Binası, Sofya “Malinova Dolina” semtinde bir Yüksek İslam Enstitüsü kurmak için alınan arsa; Sofya’da “Çar Boris” ile “Piyrs O Mahoni” köşesindeki 166.680 m2 iki katlı daire; “Kozloduy” sokağındaki 3 katlı bina, “Suhodol” semtindeki 52 dönümlük mezarlık yeri ve tüm öteki Baş Müftülük taşınmazlarının hepsi birden ipotek altında bulunduğu ortaya çıktı.


110

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Olay şudur. Hacizli mülklerden biri, yine Yüksek İslam Enstitüsü ihtiyaçları için satın alınan Sofya ili “Bankiya” kenti merkezindeki arsa ve üzerindeki binayı kaybettik. Sözde Baş Müftülüğün bilgisi dışında Ulusal Vergi Dairesinin 23 Ağustos 2017 (№6841/2009/000147) kararına dayanılarak yapılan bir “açık arttırmada” 700 bin levaya elden çıktı. Yukarıda sıralanan tüm öteki mülkleri de aynı kader bekliyor. Çünkü Baş Müftülüğü ve Bulgaristan Müslümanları temsil etme hakkına sahip yüksek yetkililerin Cumhurbaşkanı Rumen Radev’e, Başbakan Boyko Borisov’a, Adalet Bakanı, Başsavcı, Rusya Büyükelçiliği ve diğer kahvesi içilir makamlara yaptığı ziyaretler sonuçsuz kalmış, el sıkışma, güler yüzle uğurlanma usulüne uygun tamamen başarısız noktalanmıştır. Yeni saldırıya sembolik bir geçiş. Bu iş usulca başladı. Bulgar makamlar, anlaşılan yöneticilerimizi görmüş, tartmış, çaresizlik ve pısırıklıklarını değerlendirmiş ve mülklerimizden başlayarak Müslüman kimliğimizi sökmeye bu defa da taşınmazlarımızdan başlamıştır. Mal canın yongasıdır. Örgütlü saldırdılar. Olan, yeni bir şey değil. 1878’den beri saldırıyorlar. 2353 camimiz vardı. 2 700 ilkokul, ortaokul, lise, öğretmen okulu ve eğitim merkezi devlet eliyle gasp edildi. Anadilimizde eğitim-öğretim yasaklandı. “Bankya” belediyesindeki Yüksek İslam Enstitüsü mülkü 2 701’ci gasptır. 2 700’ü geri alınamadığı gibi bu sonuncusu da geri alınamaz kanısındayım. El konan ve verilmeyen mülklerimiz. Birinci ve ikinci derece mahkemede alınan kararlara rağmen, 12 cami geri alınamıyor. Bunlar arasında Stara Zagora’da “Hamza Bey” Cami, – halen dinler müzesi haline getirilmiştir. Samakov belediyesinde “Bayraklı” cami, Köstendil’de “Fatih Mehmet” Cami, Filibe (Plovdiv) bir bina ve lokanta, Razgrat’ta “İbram Paşa” cami, Sofya merkezinde Arkeolojik Müzesi olarak kullanılan “Mahmet Paşa” cami vs iade edilmiyor. Onarımlarına izin verilmiyor. Bunlar arasında yüksek mimarisiyle bir sanat eseri olan Karlovo kentindeki 1475 yapımı “Kurşun Cami”yi de sıralayalım vb. Cami kıyımı. Vakıf mallarımıza kayıtsız koşulsuz el koyma, tapuları ve diğer mal mülk evraklarını yok ederek maddi varlığımız üzerine oturma uygulaması 1950’lerde kooperatifçilik hareketiyle dal budak saldı. Daha önce, daha 1878’den hemen sonra yağmurlu ve gök gürültülü havalarda minarelerin temeline patlayıcı yerleştirerek havaya uçurup yıldırım çarptı yalanlarıyla


Makale ve Analizler - 2018

111

yok etme, yapısal değişikliklerden sonra kubbelere çan asarak kilise haline getirme taktikleriyle yüzlerce camı gasp edilmiştir. O zaman Sofya ilinde 72 cami varken, halen 90 bin Müslümanın yaşadığı Sofya ilinde ancak “Banya Başı” cami ibadete açık olup, il müftülüğünün baktığı ayakta kalmış diğer 10 cami de değişik yasa dışı engellemeler yüzünden hizmet veremiyor. Komünist Müftü Gençev örneği. Sözde demokrasi döneminde Müslüman Mülklerine saldırılar Baş Müftü Nedim Gencev (1986 – 1992) döneminde hız aldı. Birçok vakıf malı satıldı. Baş Müftülük banka hesaplarından paralar çekildi. Baş Müftülük ve İl Müftülükleri itibarsızlaştırıldı. Daha 1929 Bulgaristan Türkleri Milli kongresinde belirtildiği üzere, Baş Müftülüğe ve il Müftülüklerine bağlı Vakıf Malları ve mülkleri Bulgaristan’da yaşayan Türklerin mülküdür. Bu mülklere başka unsurların karışmaması gerekir. Aynı zamanda yerleşen bir anlayışa göre Bulgaristan Türkleri bir dini azınlık değil bir milli azınlıktır. Bu nedenledir ki Bulgar makamlar 20. Yüzyılda onların isimlerini, dilini, okullarını, töre ve adetlerini, yaşam bilgilerini, halk edebiyatını ve sanatını, yaratıcılığını öncelikle hedef alarak milli kimliklerini yok etmeye çalışmıştır. Maddi varlıklarına saldırılarla ise kültürel ve uygar kimliklerini yaralamayı ve yok etmeyi hedeflemiştir. Günümüzde başta gelen sorun Bulgaristan Türklerinin Türk olarak tanınmaması ve bireysel ve kolektif Türk gibi yaşama haklarının verilmemesidir. Sosyalizm adında çarpık bir faşizm ortamında yaşarken anadillerini yabancı dil olarak okuyan kardeşlerimizin çocukları aslında 28 yıldan beri devam eden Bulgar Etnik Modelinde ara sıra parlayan baskı ortamında ağır mücadele verdik. Türklüğümüzle, Müslümanlarımızla ilgili karamsar, negatif bir ortam yaratıldı. Baş Müftülük de bu gidişi dağıtamadı. Bu mücadelenin içinde, günümüzde camiye gidenlerin sayısında artış gözlense de, genel görünümde insansız kalan köylerimizde camilerin boşaldığı ve bakımsızlıktan çöktüğü dikkati çekiyor. Ama bu yıkılış ve gerileyiş, panik halinde kaçış, bugünün olayı değildir. En yıkıcı ve sarsıcı olan kitlesel göçlerdir. Ardımızda kalan dünyamız hep bakımsız kaldı. Daha 1883’te altı ay içinde 250 bin Türk yurdumuzu terk ederken oluşan yürek yakan manzara dinmeyen zulüm ortamında benzer boyut ve ölçülerde 5-6 defa tekrar ettiği için insanımız vurdumduymaz oldu. Ne ki, umursamazlığın külü altındaki korun alevlenmesinden korkan Bulgar hükümet ve makamları Müslümanları baskı altında tutmak için Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) yönetim ile bazı Baş Müftülük yönetim kadrolarından faydalandı ve sürekli faydalanıyor. Onları kullanıyorlar.


112

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Asla unutmayalım 21 Mayıs 2011’de Sofya’da “Banya Başı” caminde (Kadı Seyfullah Efendi Camii …) Cuma namazı esnasında “Ataka” partisi faşistlerinin sopalı saldırısını kınamak için Rodoplardan ve Deliorman’dan, ayrıca Makedonya ve Arnavutluk’tan otobüslerle gelmeye ve Sofya’yı kuşatmaya hazırlanan Müslümanları durduran bugünkü Baş Müftü Dr. Mustafa Hacıdır. O bunu, zamanın İç İşleri Bakanlığı sekreteri, halen GERB partisi meclis grubu başkanı Tsvetanov’la telefon görüşmesinden sonra yapmıştır. Dr Mustafa Hacı’nın şarcı mı bitti ki, şimdi Tsvetanov’u neden aramaz? Bu saldırılar daha sonra da tekrar etse de Müslüman kitlenin Sofya’yı kuşatma hamleleri her zaman aynı kişi tarafından durdurulmuştur. Bu konuda Baş Müftülük yönetimi, İslam Şurası Başkanı ve HÖH, DOST ve HŞHP yönetimi her zaman beraber ve uyumlu hareket ederek halkın patlamasına, direniş dalgasının yükselmesine, hak arama kavgamızın alevlenmesine engel olmuşlardır. Halktan gizleyemezsiniz. 23 Kasım 2018 Cuma hutbesinde Bulgaristan Müslümanları Şura Başkanı Vedat Ahmet “Bankiya” şehrinde Yüksek İslam Enstitüsü Binasının icra memurları tarafından açık artırmada bedavadan ucuz satıldığını, buna sebep ise 56 görevlinin çalıştığı Baş Müftülük makamında “çöp” vergisinin ödenmemesi, biriken faizler, mahkemede davanın kaybedilmesi ve icra makamının durdurulamaması olduğunu söylemedi, Müslümanlardan gizledi. Buna anlam vermek çok zor. Müslümanların malını kaybediyorsunuz ve bunu mal sahibinden gizliyorsunuz. Zamanınız dolmuştur beyler! Borcun toplamı 8 milyon leva. Baş Müftülüğün fuzuli konularda panel ve seminer düzenlemekten, kör sofra gezmekten vakit bulup işine bakmadığı ortadadır. Halkımız bu kadroların hepsinin ruhlarını satmış olduğuna inanıyor ve vakıf mülklerimizin bire dek elden çıkması tehlikesi baş gösterdiğini görüyor. Şura Başkanı Vedat Ahmet’e göre Baş Müftülüğün devlete olan borçları 8 milyon levayı bulmuştur. Vakıf mallarımızın toptan değeri ise 4 milyon levadır. Makamın kapanması tehlikesi gizlenmeye çalışılsa da, gün gibi ortadadır. Ataşeler ne iş yapar? Bu durumda, T.C.’deki Diyanet İşleri Ataşesinin, Sofya Camisi Diyanet görevlisinin ve bu işlerden maaş alan diğer yetkililerin işi ne? Vazifelerine neden bakmıyorlar? Dillerini arı mı sokmuş? İkazda bulunan neden yok gibi sorular yerindedir. Mal mülkümüzü korurken yardımcı olsanız Bulgar’ın iç işlerine karıştığınız anlamına gelmez… Ulvi Ataşeyi tanımıştık.


Makale ve Analizler - 2018

113

Bu işlerde, Diyanet ataşesi Dr. Ulvi Ata Hoca’nın çevirdiği dolaplar da az değildi. Baş Müftülük kanalıyla dinin dilden önde geldiğini dayatan ve anadil eğitimimizi engelleyen bu görevli, camiye gelmeyen Türkleri yıllarca gözetledi. Ankara’ya arasız jurnallemişti. Kirli dolaplarından dolayı Bulgaristan’dan kovuldu. Dönerken, kendisinden istenenleri eksiksiz kabul etti ve ısrarla uygulamaya çalıştı. Baş Müftülük kadrolarını ilgisiz ve etkisiz duruma getirme işlerinde başarılı olduğu kesin kanıtlandı. Onu tanıyanlar bu adam neyin doktoru diye düşündü kaldı… İşine bakmayanlara kapı gösterilsin! İşine bakmayanları bir an bile işte tutmaya gerek yoktur. Onurlarını korumak istiyorlarsa istifalarını hemen sunsunlar. Kaybettikleri mal mülkün, halk taşınmazlarının parasını bulup tamamlayıp vakıf malları kasasına iade etsinler. Bu işin affı olmaz ve olmamalıdır. Görmezlikten gelerek, “işitmedim” diyerek, özden oyma yöntemiyle Bulgaristan Müslümanları Diyanetini çökertmek büyük bir hainliktir. Halktan hiç bir şey gizlenemez. Bugünkü yönetimle Prof. Nedim Gencev dalaverecileri arasında fark olduğunu göremez olduk. O da sürekli trampa yapıyor, vaat edip yerine getirmiyor, yasaları çiğneyerek vakıf mülkilerini kendi veya yakınlarının üstüne aktarıyor, sözde Kuran tercüme ediyor, Kuran satıyor, “okul açıyorum, haça götürüyorum” masallarıyla halkı aldatıyor ve uyutuyordu. Ama sanki şimdiki duruma düşmüyordu. Söz konusu olan tüm maddi varlığımızdır, yani sokakta kalmamız, ölsek bile dereye atılmak ve kartallara yem olmaktan başka bir seçeneğimin kalmamasıdır. Tespih çekmek başka, halkın malın mülkünü peşkeş çekmek başkadır!!! Milli Müslüman Kurultayı toplansın! Bu durumda Bulgaristan Müslümanları yeni milli kurultayı çağırılması zorunlu oldu. Güven kaybı var. Malımıza mülkümüze sahip çıkmak zorundayız. Şimdiki yönetimde bunu yapmaya cesaret yok. Sosyalizm yıllarında yetişmiş ve kendi ailelerinde hiçbir zaman taşınmaz olmamış mal mülk, adalet, hak ve hakka net duygusu taşımayan kişiler bu işleri yürütemezler. En önemli işlerimizi inanmış ve öğrenimli yeni kadrolara devretmek zorundayız. Kongrede alınacak özel bir kararla Bulgaristan Müslümanları kişi başı 10 – 20 leva bağışta bulunarak bu borç ödenmeli ve rezillik sayfası kapanmalıdır. Hak ve Özgürlük Hareketi meclis grubundan bu konuda bir şeyler beklemek boştur. Sofya’nın en büyük çöpçüsü “Volf” ile ortak şirketi olan ve iş yapan Ahmet Doğan’ın bu kirli işte ve tuzakta eli olduğu kanısındayız. “Bankiya” daki mülkümüze konmaları önceden planlanmış ve pasifleşen Baş Müftülüğün uykulu anında gerçekleştirilmiş olması akla yakındır.


114

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Parçalayıp paylaşma dönemine girildi. Bu gidişi durdurmalıyız. Belki de kendimiz yapamayız, gücümüz yetmeyebilir… AB dış sınırını koruyan Türkiye’dir. Bulgaristan çok ağır, sıkıntılı ve çıkışı olmayan bir devirde bocalıyor. Fakat bu devirde milliyetçi Bulgar zehrinin yeniden yeşerdiğine ve diken büyüttüğüne de tanık oluyoruz. Amansız olduklarını biliyoruz. 28 yıldan beri söylenenlerin hiç biri tutmadı. Gerçek durumda değişiklik olmadı. Dış yatırımlar durdu. Türkiye’nin koparıp alan bir büyük yeni devlet durumuna yükselmesi birçoklarının hayal ve planlarını değiştirirken, öfke ve kin kabardı. Türk halkının 27 Avrupa devletinden 3 kat daha fazla sığınmacı, savaş mağduru ve kaçağa sofra açmasına, gücüne kudretine parmak ısırmayan kalmadı. Avrupa Birliği’nin dış sınırını koruyan Bulgaristan değil Türkiye’dir. Bu gerçek Bulgaristan Türklerinin hak ve hukukunun korunmasında kullanılmalıdır. Hiç kimseye hizmet borcumuz yok. İstanbul’da “Demir Kiliseyi” 15 milyar YTL verdik onardık, Sofya’ya ikinci bir cami kurma, Türk okullarını açma sözü veremediler. Avanta peşindeler, sözünde durmadıkları gibi, üstelik Stara Zagora’da Türkçe yer isimlerini değiştirmeyi denediler. Sınırda sorun çıkararak Türkiye dış ticaretini engellemeye çalışıyorlar. Aslında binlerce Bulgar vatandaşın Edirne pazarına gidip haftalık alış verişini yapması Bulgar hükümetini düşündürmelidir. Şartımızı koşmalıyız. Rus doğal gaz borusunun “Kıyı Köy’e” çıkmasıyla Borisov hükümeti, Sırbistan, Macaristan, Avusturya boru hattı Bulgaristan’dan geçirilirse 4 (dört) milyar Euro kazanırım hesaplarına başladı. Bu hesapların tutması için o, tüm camilerimizi, vakıf mallarımızı, haklarını, Türk kimliğimizi ve kültürel otonomi haklarımızı tanımalıdır. “Bankiya” şehrindeki Yüksek İslam Enstitüsü binamızı ve arsasını hemen iade etmeli ve vakıf mal-mülklerimiz üzerine koyduğu hacizleri hemen ve kayıtsız şartsız kaldırmalıdır. Türkiye Bulgaristan Müslümanlarının hakları lehinde şartlarını koşmadan işbirliğine yanaşmamalıdır. Artık 21. Yüzyıldayız. Biz 5 kuşaktır, 140 yıldan beri eziliyoruz. Bize karşı şiddet yoğunlaşıyor. Bu böyle devam edemez. Şartımızı koşmalıyız. 1989 Mayısında olduğu gibi yeniden ayaklanmamız ancak böyle önlenebilir…. Din, dil ve Kimliğimiz şehitliğimizin cennetidir… Lütfen paylaşınız.


Makale ve Analizler - 2018

115

EMANETİ EHLİNE VERMEK

Yazan: Nevzat ÖZTÜRK, İlahiyatçı, Eğitimci Yazar Müslüman yöneticilerin en önemli özelliklerinden biri de emanetleri ehline vermesi onlara asla ihanet etmemesidir. Yöneticilerin büyük çoğunluğu değişik emanetler elinde bulunan ve bunları zamanında dağıtmak, ehline vermek durumunda olan kimselerdir. Allah(c.c)’ın güzel isimlerinden El-Mü’min olan (güvenen ve güvenilmesini isteyen) Allah, mü’min olan (Allah’a güven duyan ve Allah’ın kendisine duyduğu güveni zedelemekten sakınan) insandan, imanının bir gereği olarak emanete sadakat göstermesini, yani emin biri olmasını istemektedir. Müslüman kişi kendisine verilmiş tüm nimetlere birer emanet gözüyle bakar. Buna göre servet bir emanettir, sıhhat bir emanettir, hayat bir emanettir, makam bir emanettir, evlat bir emanettir, devlet ve iktidar bir emanettir, bilgi, beceri, akıl; hepsi birer emanettir. Emanet, gerçek sahibi tarafından geçici bir süre bir başkasının hizmetine sunulan değerdir. Emanet eden, emanet edilene ya güvenmiştir, ya da güvenilir olup olmadığını sınamaktadır. Emanet edilen kimse, emanet karşısında iki farklı tavır takınabilir: Ya ihanet eder, ya da sadakat gösterir. İhanet ederse hain, sadakat gösterirse sadık olur. Allah (c.c.)’ın emanet ettiklerine ihanet etmek, verdiğini O’nun rızası dışında kullanmaktır. Bu nedenledir ki her günah “emanete ihanet” tir. İhanetin en acı sonucu ise, Allah (c.c.)’ın insana olan güvenini zedelemektir. Bu, emanetin Allah-insan ilişkisini ilgilendiren boyutudur. Bir de emanetin insan-insan ilişkisini ilgilendiren boyutu vardır ki, Nisâ Sûresinin 58. âyeti, işte bu ilişkinin sıhhat şartını beyan etmektedir. O da “emaneti ehline vermek” tir. Yüce Allah Nisa 4/58.Ayette; “Allah size, mutlaka emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne güzel öğütler veriyor! Allah’ın size yapılmasını tavsiye ettiği şey, mutlaka en güzeldir. Şüphesiz Allah her şeyi işiten ve her şeyi görendir.”[1] Bu âyetin iniş nedeni olarak şöyle bir olay aktarılır: Mekke’nin fethi günü, Hz Peygamber (s.a.v.), Kâbe’ye gelmiş ve kapının açılmasını istemiştir. Cahiliyye döneminde de kutsal bilinen ve hizmetinde olmak için insanların yarıştığı Kâbe’nin anahtarı Osman bin Talha adlı birindedir. Bu, yıllardan beri babadan oğula geçerek devam eden bir görevdir. Henüz Müslüman olmamış olan Osman bin Talha, anahtarı getirerek kendi elleriyle


116

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Hz Peygamber (s.a.v.)’e teslim eder. O anda bu şerefli görevin kendilerine geçmesini isteyen birçok Müslüman vardır ve bunlar arasında Hz Peygamber (s.a.v.)’in en yakınları da bulunmaktadır. Fakat Hz Peygamber (s.a.v.), Kâbe’yi açtırıp içindeki putları temizletip şükür için iki rekât namaz kıldıktan sonra henüz Allah (c.c.)’a teslimiyetini dahi açıklamamış olan eski sahibine anahtarı uzatır. Bu, orada bulunan birçoklarının arzusunu kursağında bırakmış olsa da, başta Osman bin Talha olmak üzere birçok Kureyşlinin, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in, görev dağılımında “yakın” olmayı değil; “ehliyet” ve “liyâkat” i esas aldığını görmelerini sağlar. Emanetin sahiplerinin emanet edecekleri insanda ilk arayacakları şart “ehliyet” ve “liyâkat” olmak durumundadır. Kişinin ehil ve lâyık olması için önce bilinç ve bilgi şarttır. Emanete riayet bilinci ve emanet edilen şeyi yerli yerinde kullanma bilgisi. Peki, bir insanın emanete riayet bilincine sahip olduğunun ölçütü nedir? Kısaca, Allah’a ihanet etmemesidir. Peki, Allah’ın emanetine ihanet etmekten utanıp sıkılmayan birilerinden kulun emanetine ihanet etmemeleri beklenebilir mi? Ya da, hayatını, her şeyini borçlu olduğu Allah’ın emanetine ihanet edenleri, ikbâl ve iktidarını borçlu olduğu halka ihanet etmekten hangi şey uzak tutabilir? Aklı başında olan her Müslüman çok iyi bilir ki, “benim” dediği her bir şey aslında kendisine verilmiş emanetlerdir. İnsana ait mutlak mülkiyet yoktur. Çünkü mutlak mâlik Yaratıcı’dır. Kur’an-ı Kerim’de geçen Allah (c.c.)’ın güzel isimlerinden “el-Melik” ismi bunu ifade eder. İnsana verilenler hep birer emanettirler. Bu emanetleri var ediliş amacına uygun kullanan, emanete sadakat göstermiş olur; tersine davranan emanete ihanet etmiş olur. Nisâ Suresi 58. âyetin üç muhatabı vardır: Birincisi doğrudan, diğer ikisi dolaylı muhataplarıdır. Bunlar;1. Seçme, tayin etme ve talim verme makamında olan muhataplar,2. Ehliyet ve liyâkat sahibi olmadığı halde, seçilmek için çırpınanlar, 3. Ehliyet ve liyâkat sahibi olduğu halde görev ve sorumluluk almaktan kaçanlar. Birincilerin sorumluluğu emaneti ehil ve lâyık olana vermektir. Bunun için de ehil ve lâyık olanla olmayanın arasını ayıracak bir bilgi, bilinç, basîret ve ferâsete sahip olmalıdırlar. Birinciler için geçerli olan, ikinciler için de geçerlidir. Eğer ehliyet ve liyâkati doğru tanımlarlarsa, kendilerinin o işe ehil olmadıklarını itiraf eder ve götüremeyecekleri yükün altına girmezler. Üçüncülere gelince, ehliyet ve liyâkat sahibi olduğu halde görev ve sorumluluk almaktan kaçındıkları için Allah’ın lütfettiği nimetleri Allah’ın yolunda kullanmadığı için emanete hıyanetlik etmiş olur.


Makale ve Analizler - 2018

117

Kur’an-ı Kerim’e göre Müslüman toplumun ana görevi, yeryüzünü ıslah etmek; bozulma ve yozlaşmayı ortadan kaldırıp orada sağlam bir sosyal düzen kurmak ve insanları hakka yöneltmektir.[2] Bu görev, büyük ölçüde Müslümanların siyasî açıdan örgütlenip emaneti ehline vermeleriyle yerine getirilmiş olur. Emanet ehli, “emin/güvenilir” olmalıdır. Hz Muhammed (s.a.v.)’in en önemli vasfının “emin” olduğu unutulmamalıdır. O, insana ve hayata hizmeti hakka, adalete, ahlâka ve halka dayandırmış; bu örnek uygulamalarıyla dost ve düşman herkesin güvenini kazanmıştır. Emanete riayet imandan kaynaklanır ve takvanın da bir gereğidir. Emanete riayet etmemek ise, bir çelişkidir, bu da münafıklığın gereğidir. Rasûlullah (s.a.v.), münafığın alâmetlerinden birinin; kendisine bir şey emanet edildiği zaman emanete hıyanet etmek olduğunu belirtir. Bazı âlimler, emanetten kastedilen şeyin Kur’an olduğunu söylemişlerdir. Kur’an’ı okuyup onu hayatına geçirmek ve yaşanılır kılmak emanete riayettir. Ebû Hüreyre (r.a)’den rivâyet edildiğine göre Resûlullah(s.a.s) şöyle buyurmuştur: “… İş, ehil olmayana verilince kıyameti bekle“[3] Toplumda düzenin altüst olmasının en temel sebebini genel bir ifade ile ve pek özlü bir biçimde ortaya koyan hadisimizin, vürûd (söylenme sebebi) sebebi şöylece nakledilmektedir: Bir toplantıda Resûlulah(s.a.a) etrafındaki sahâbîlere birşeyler anlatırken, bir bedevî geldi ve “Kıyâmet ne zaman kopacak?” diye sordu. Resûlulah(s.a.a) sözünü kesmeyip konuşmasına devam etti. (O kadar ki) oradakilerden kimisi (kendi içinden) “Bedevîyi işitti ama, sorusundan hoşlanmadı”; kimisi de ” Galiba işitmedi” diye durumu yorumladı. Derken Resûlulah(s.a.s) sözünü bitirince “O, kıyâmeti soran nerede?” buyurdu. Bedevî; “Benim, buradayım ya Resûlallah!” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber; “Emânet zâyi edildi mi kıyâmeti bekle!” buyurdu. Bedevî; “Emânet nasıl zâyi olur? dedi. Resûlulah (s.a.s) de; “İş, ehil olmayana verildi mi kıyâmeti bekle!” buyurdu.[4] Hadîsi şerîfte, işlerin ehil olmayanlara verilmesi, emânetin zâyii ve kıyâmet’in kopma zamanı gibi üç önemli nokta ve tespit dikkat çekmektedir. Hadisteki “el-emr” kelimesi, din ile ilgili her işi ifade eder. Bu, “iş” olarak birilerine tevdi edilen ya da birileri tarafından ortaya konulan her şeyi içine alan bir tespit olmaktadır. Devlet yönetiminden en küçük kamu görevine


118

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kadar her türlü enerji, beceri ve ehliyet isteyen işleri kapsamaktadır. Dolayısıyla “el-Emr”, hilâfet ve kadılık yanında, “fetvâ” yı da içine almaktadır. Bilindiği gibi mahiyeti itibariyle “fetvâ”, dinin günlük hayata hâkimiyetini, en azından olayların akışı içinde dinî esaslar çerçevesinde kalabilmeyi sağlayan dinamik, yetişmişlik ve ağır sorumluluk gerektiren çok ciddî bir danışmanlık işidir. Nitekim bir başka hadîsi şerîfte işin bu yönlerine şöylece dikkat çekilmiş bulunmaktadır: “Allah Teâlâ, ilmi insanlara lütfettikten sonra hâfızalarından zorla söküp almaz. Ancak âlimleri ilimleriyle birlikte aralarından alır, geriye kara câhil bir grup kalır. Halk bunlara mes’elelerini götürür, onlar da kişisel görüşleriyle cevap verirler. Böylece hem halkı saptırır, hem de kendileri saparlar.”[5] Böyle bir durum, hiç şüphesiz toplum ve ümmet bünyesinde nerede ise kıyâmete denk ciddi sonuçlar meydana getirir. Ya da toplumu kıyâmet’e benzer bir kargaşaya götürür. Bu korkunç sonucun asıl sebebi ise, ehil olmayanların, Kitap ve Sünnet gibi dinî esaslara dayanmadan, kişisel arzu ve istekleriyle halka din adına önderlik yapmaya kalkmalarıdır. İşin ehil olmayanlara verilmesi, ayet ve hadislerden öğrendiğimize göre emânet’in zayi edildiğinin açık işâretidir. Böylece âlimlerin yok oluşu ile emânetin zayii arasında çok sıkı bir ilgi bulunmaktadır Emânet ise, maddî-manevî değer ve sorumlulukların hepsine birden verilen isimdir. Bu demektir ki emânet, ilme emânet edilmiştir. İlim kalmamışsa, emânet zayi edilmiş demektir. Bunun göstergesi ise, ehil olmayanların, ümmetin işlerini üstlenmiş olmalarıdır. İşin ehil olanlara verilmemesi, cehaletin yaygınlığı ve ilmin ortadan kalkmış olmasından ileri gelir. İşin aslını bilenlerin bulunduğu bir ortamda ehil olmayanlara işlerin verilmesi normalde düşünülemez. Ama ortalığı kesif bir cehalet kaplamış, gerçekler ters yüz edilmiş ise, işler kapanın yani ehil olmayan kimselerin elinde kalır. Bu da toplumlar için bir çeşit kıyâmet demektir. Bu durumu bir de evrensel bir ilahî din olan İslâm ve onun müntesipleri müslümanlar için düşünecek olursak, felaketin boyutları bütün dehşetiyle ortaya çıkar. Bilindiği gibi aslında ilim, çözüm demektir. İlim ayakta ve önde olduğu sürece, işlerde mutlaka bir kolaylık bulunur. Çözümsüzlüğün ve çöküntünün asıl sebebi dış etkenleri bir tarafa bırakacak olursak bilgisizliktir. Oya Hanım’ın[6] örnekleriyle gözler önüne serdiği liyakatsiz, ehil olmayanların işbaşına getirilmesinin nelere mal olduğunun en güzel örneği Bulgaristan da görülmektedir.” İşine bakmayanları bir an bile işte tutmaya gerek yoktur. Onurlarını korumak istiyorlarsa istifalarını hemen sunsunlar. Kaybettikleri mal mülkün, halk taşınmazlarının parasını bulup tamamlayıp


Makale ve Analizler - 2018

119

vakıf malları kasasına iade etsinler. Bu işin affı olmaz ve olmamalıdır. Görmezlikten gelerek, “işitmedim” diyerek, özden oyma yöntemiyle Bulgaristan Müslümanları Diyanetini çökertmek büyük bir hainliktir. Halktan hiç bir şey gizlenemez. “Ülkemizde de benzer örnekler olduğu hepimizin malumudur. Emanete hıyanete edenleri göreve getirenler, koruyanlar, ses çıkarmayanlar da emanete hıyanet içindedirler. İslam dünyasının tek kurtuluş yolu emaneti ehline vermektir. Ehil olmayanları iş başından uzaklaştırmaktır. Kendilerine verilen emanetlere uygun hareket ederek, onları ehline verenlere, onlara ihanet etmeyenlere selâm olsun!


120

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2018

121

Müslüman Tarafsızlığı Ve Sorumluluğu Yazan: Nevzat ÖZTÜRK, İlahiyatçı, Eğitimci Yazar

Müslüman açık, belirgin tavra sahip olmak durumundadır. Mensup olduğu kaynaklar onu bu tavra mecbur eder. Yeryüzündeki misyonu olarak, ilk Müslümandan günümüze değişmeyen bir eksenle adaleti ikame etme, zulme engel olma görevini yerine getirme durumundadır. Müslüman tarafsız olamaz. Prof.Dr.Hayrettin KARAMAN’ın[1] ifade buyurdukları gibi, “Müslüman (Müslim) özünü Allah”a teslim etmiş, O”na, peygamberlerine, kitaplarına, ahirete… iman etmiş, Allah”a itaatı imanın zorunlu sonucu bilmiş insandır. Bu insan iman edince, Müslüman olunca tarafını da seçmiştir; onun tarafı Allah rızasının gerçekleştiği ve bunu gerçekleştirenlerin tarafıdır. Allah”ı tanımayan, inkâr eden, ortak koşan, bunlarla yetinmeyip inananlara karşı savaş halinde olan, onların varlık ve hürriyetlerini yok etmek için çaba gösteren, haksızlık yapan ve haksızlığa aldırmayan, ilâhî-fıtrî ahlak kurallarını alenen çiğneyen kimseleri toptan bir taraf olarak kabul edersek mümin işte bunun karşısında yer alanların (müminlerin) tarafındadır. Bir tarafta yer alanlar, karşı taraf hakkındaki düşünce ve davranışları bakımından aynı değildirler. Kimileri kendi inancını (veya inançsızlığını) bütün zorunlu sonuçlarıyla birlikte yaşar, ama başka inanç ve hayat tarzı sahiplerinin de hak ve hürriyetlerine saygı gösterirler. Kimileri ise farklılığa tahammül edemezler, farklı olanların varlığını kendileri için tehdit olarak algılarlar (kendileri karşı tarafı yok etmek istedikleri için onların da fırsat bulduklarında bunları yok edeceğini düşünür ve bundan korkarlar), bu yüzden ya şiddet kullanarak veya hakları kısıtlayan rejimleri benimseyerek farklılığı ortadan kaldırmaya yönelirler. Tarafsızım diyenlerin bu tutum ve davranışları insani ve ahlaki bakımdan problemli olmak yanında samimi de değildir; çünkü hem akıl, vicdan ve nasıl olursa olsun bir ahlak sahibi hem de tarafsız olmak mümkün değildir.” Müslümanın zulüm karşısında tarafsız olamayacağı Kuran’ın öğretisidir. Taraf şuuru olmadan kulluk bilincine ulaşılamaz. Kuran, iki taraftan da bilgi verir. Kendi taraftarlarının ve şeytana uyanların özelliklerinden haber verir ve neticede biri aydınlığa, diğeri karanlığa tercihleri ve eylemleri sonu ulaşanlardan bahseder. Verilen bütün bilgiler, müminlerin kendilerini kontrol etmeleri adına hayati derecede önem taşımaktadır.


122

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Modern hayatın akışında fiziki yakınlık, mesafeleri istediği kadar küçültsün, Kur’an’ın ortaya koyduğu açıklık dikkatle korunmalı. Yaşadığımız sorunun kaynağında iletişimin ayartıcı akışıyla bu mesafenin kapanmasının büyük etkisi söz konusudur. Bu mesafe, mümin için, doğru yolda olup olma kontrolü sağlayan bir imkândır. Taraf bilinci duyarlılık imkânı verir. Taraf bilinci ayrıcalık, sınıf farkı oluşturmaz, aksine mümine sorumluluk yükler. Ve taraf olmak her olayda ve fikirde, hesabı verilebilir bir tavrı gerekli kılar. Buradan da birbirlerinin dostları olan müminler ortaya çıkar; “Muhammed, Allah’ın Resûlüdür. Onunla beraber olanlar, inkârcılara karşı çetin, birbirlerine karşı da merhametlidirler…” ( Fetih – 29) Tarafsız davranmak gerektiği yerler varsa da, genelde iyinin, doğrunun yanında olmak yani doğrunun tarafında olmak gerektiğini gösteren örnekler çoktur. Doğru ile yanlış varsa, insan doğrunun tarafında olur. “Ben tarafsızım” diye doğrudan uzak kalmak, doğruya düşman olmak, “ayrım yapılmaz” demek çok yanlıştır. İyi ile kötü, suçlu ile suçsuz, acı ile tatlı, soğukla sıcak ayrımı elbette yapılır. Dostla düşman, müminle kâfir ayrımı yapılır. Yapılmazsa, kim iyi, kim kötü bilinemez. Hiç kimse tarafsız olamaz. Bir kimseyi tarafsız davranmaya zorlamak yanlıştır. İyinin yanında olmak, kötünün karşısında olmak, yanlış değildir. Ülkenin, milletin menfaati nerede ise, o tarafta olmak gerekir. Hakkın, doğrunun, iyinin yanında olanı taraf tutmakla suçlamak doğru olmaz. Yapıcıya göre doğru ve iyi olan bir şey, yıkıcıya göre, yanlış ve kötüdür. Bunun için de doğrunun, iyinin yanında bulunan kimse, tarafsız olmamakla suçlanamaz. Her işte tarafsız olmak çok kötüdür. Hak neredeyse, ülkenin, milletin menfaati neredeyse, o tarafta olunmalıdır. İbrahim (a.s) ateşe atılırken, karınca, ateşi söndürmek için ağzıyla su taşıyor. “Bu suyla ateş söner mi?” diyorlar. “Sönmese de, ben tarafımı belli etmeliyim, kimden yana olduğumu göstermeliyim” diyor. Demek ki, olaylarda tarafsız değil, doğrunun, iyinin tarafında olmak gerekir. Ana baba, bir evladını diğerinden ayırmaz, ayırıyorsa demek biri iyi, diğeri kötüdür. Fâsık evlatla, salih olan bir tutulmaz. Söz dinlemeyen evlatla, söz dinleyen evlat, bir tutulmaz. Ana babanızın, farklı davranmasının bir sebebi olabilir. Sebepsiz ayrım yapmazlar. Belki de haklı bir sebepleri vardır. Bu sebepler bilinmeden, kesin bir şey söylenmez.


Makale ve Analizler - 2018

123

İmanla küfür, mü’minle kâfir karşı karşıya geldiğinde tarafsız kalamaz mü’min. Mü’min, taraftır. Kardeşinden yana taraftır. Ya taraftır ya da yoktur artık. Mü’minden tarafa olmamak, suyun altından onun düşmanından yana olmaktır. Verilebilecek desteği vermemek, böylece de mü’minin aciz kalmasına neden olmak en kısa ifadesiyle öbürüne destek olmaktır. Bir Müslüman kendini bildiği andan itibaren sadece kendinden sorumlu değildir. Önce kendinden sonra aile bireylerinden, komşularından, sokakta ki insanlardan ve dahası insanlığın tamamından sorumlu oluyor. Sorumluluk bilgi ve bilinç ile at başıdır. Bilgi ve bilinç sahibi kimselerin sorumluluğu daha çoktur. Bir âlimin sıradan bir insandan sorumluluğu daha çok, vebali daha ağırdır. Çünkü onlar toplumun önünde yer alırlar. Onlar, sadece kendilerinden değil etki alanına giren herkesten sorumludurlar. İnsanlığın tükendiği, öldüğü bir zamanda haksız yere zulüm ile ölen her insanın sorumluluğu söz konusu kimselerin üzerindedir. Bu sorumluluk sadece siyasal anlamda yönetenlerin değildir. Suskun kalan bilgi sahibi kimselerin sorumluluğu daha çoktur. Çünkü yönetenler de onların etki alanı içindedirler. Söz geçiremiyorlarsa, sessiz ve suskun kalıyorlarsa bu onların sorumluluğunu arttırır. Zalim kimselerin zulmünü ve aşırılıklarını alkışlayanlar o kimseye iyilikte bulunmuyorlar. Zulmün ve kötülüklerin artmasına katkı sağlıyorlar. Bununu içindir ki Müslümanlar için en önemli sorunların başında entelektüellerin sorumluluk alanlarını bilememeleri, bilmezlikten gelmeleri, duymazlıktan görmezlikten gelmeleridir. Her kim olursa olsun maddî ve manevi zarar gören her insandan sorumluluk kapsamı içinde olan Müslümanlar sorumludurlar. Bu, müslüman olsun gayrimüslim olsun fark etmiyor. Bir Müslüman bir gayrimüslimin hakkına giriyor ve gasp ediyorsa en ağır bir biçimde cezalandırılır. Ertuğrul DÜZDAĞ’ın İz Yayıncılıktan çıkan “Tarafsız Değilim” kitabını Üniversite yıllarında okumuş ve çok etkilenmiştim. Üstat kitabında, “Tarafsız değilim, ben Allah(c.c), Peygamber(s.a.v)’den tarafım. Ben, dinimden tarafım, vatanımdan, bayrağımdan yanayım..” diyerek çok güzel ifade etmişti. İnsan için, inandığı, değerleri, değerleri, idealleri çok önemlidir. Yaşamın gayesi de, inançları, değerleri yaşamayı başarabilmektir. O nedenle; Müslüman, Kimliğinin, kişiliğinin farkında ve o uğurda yaşama gayreti içinde olmalıdır. İnandığı değerlere sahip çıkmalı, insanlığın kurtuluşa ermesi için mücadele etmelidir.


124

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Her zaman, Hakk ve hakikatin yanında olmalı, tarafını belli etmelidir. Zulüm ve haksızlarla karşı sesini yükseltmeli, ortadan kaldırılması için imkânları ölçüsünde gayret göstermelidir. Yanlış ve haksızlıklar karşısında susmamalı, dilsiz şeytan olmaktan korkmalıdır. Seçimini yaparken sadece geçimini düşünmemeli, geleceğini göz önünde bulundurmalıdır. Ülkenin, milletin menfaati nerede ise, o tarafta olmalıdır. Her olayda ve fikirde, hesabı verilebilir bir tavır içinde olmalıdır. Müslüman, önce kendinden sonra aile bireylerinden, komşularından, sokakta ki insanlardan ve dahası insanlığın tamamından sorumlu olduğunu unutmamalıdır. Zalim kimselerin zulmünü ve aşırılıklarını alkışlayarak o kimselere kötülük yapmamalıdırlar. Kendi partilerinden, meşreplerinden, kliklerinden olmayanlara zulüm ve haksızlık yapmaktan kaçınmalıdır. Bilgi ve bilinç sahibi kimselerin sorumluluğunun daha çok olduğu bilincinde olmalıdır. Hangi konuda olursa olsun seçimini yaparken; Kuran ve Sünnet süzgecinden geçirmeli, İslami ölçüleri referans almalıdır. Müslüman mazlumu gündemine alandır. Zalime karşı her zaman ayakta durandır. Çevresinde meydana gelen vahşete seyirci kalmayandır. Vicdanı sızlayandır. Kendi derdini unutmadan, başkasının derdiyle de dertlenebilendir. Pasif bir varlık alanından çıkıp aktif bir rol üstlenendir. İnsan sorunlarıyla dünyaya geliyor. Tercihlerinde de artık bir karar ve irade söz konusu. Bu da bazen insanın sınırlarını zorluyor ve aşıyor. Bugün ise sorun çok daha karmaşık. Sağlıklı bir düzlemde bulunmuyoruz. Taraflar var, kusurları, yanlışları, günahları birbirlerine yüklemede ve aktarmadadırlar. Kimse sorumluluk üstlenmiyor. İnsanlığın has ve sahih Müslümanlara ihtiyacı var. Sorumluluğunu bilen entelektüellere ihtiyacı var.


Makale ve Analizler - 2018

125

Ferdinand Ve Türk Yorganı Tarih: 25 Kasım 2018 Yazan: Şakir Aslantaş Konu: Biz bu yolları yürüdük. Çocukluğumdan bir hatıram var.

Bir Bulgar okulunu görmemiz, Bulgar çocuklarıyla tanışmamız, Bulgar ailede konaklamamız, onların sofrasına oturmamız, sohbet etmemiz amacıyla okulumuz biz Türk çocuklarını ders yılı sonunda Kayacık (Dimitrovgrad) şehrine götürmüştü. Burada yerli Bulgar olup olmadığını bilmesem de, sosyalizmin ilk gönüllü emek atılımlarıyla kurulan bu şehirde Bulgar aileler yeni kurulmuş iki katlı henüz dış sıvası vurulmamış evlerde ve 4 katlı apartmanlarda oturuyordu. Şehrin tüten fabrika bacalarında kimse zehirli duman görmüyor, her birimizden dolana dolana yükselen siyah zehirde komünizmi görmemiz isteniyordu. Bulgar evinde ilk gecelemem. Akşamüstü Kültür Evinde tanışıp kaynaşma görüşmemiz oldu. Bulgar aileler bizden birini seçip kendi çocuğuyla birlikte elinden tutup gecelemek için evlerine götürdüler. Beni 8. Sınıf öğrencisi Hristo isminde bir çocuğun ailesi aldı. Yeni evlerinde Hristo’nun odası ayrıydı. Masası, yanında demir çubuklarla duvara asılmış 2 raflı bir kitaplığı ve kendi iskemlesi, kalem ve divitini koyduğu bir kutu ve kapağı sımsıkı sıkılmış bir mürekkep hokkası vardı. Defterleri kaplıydı. Biz ödevlerimizi cam önünde yazıyor, kitaplarımızı yastık altında tutuyor, hokka dökülmesin diye göz önünde ocak rafındaki gaz lambasının yanında koruyorduk. Sandalyemizse inek güderken oturduğumuz kütükler, kökler ve taşlardı. Kitapları tek gözle okuyorduk desem yalan olmaz, çünkü ikincisiyle hayvanları yoncaya, mısıra, tütüne girmesin diye gözetliyordum. Hristo ile onun odasında aynı yatakta yatacaktık. Kazağımı çıkarırken, okuduğum son kitabı sordu. Sabri Tatov’un “İki Arada” kitabını anlatmaya çalıştım. “İki Arada” o yıllarda çıkan ve çok okunan bir eserdi. O da bana “Partizan Hikâyeleri” adlı bir ince kitap gösterdi.


126

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yatağımızı annesi önceden açmıştı. Başımın altına Hristo’nun baba kazaklarından dürülmüş iri düğmeli bir yün yumak konmuş, düğmeler rahatsız etmesin diye ters çevirdim, üstüme de çarşafsız keçi kılından örtü çektim. Yattık kalktık. Kapıya dikilen annesi, “Nasıl uyuyabildiniz mi, yoksa gece boyu konuştunuz mu?” diye sorarken, “hadi gelin, kahvaltı hazır” işareti verdi. Sonra Kültür Evinde toplandık yeniden ve teşekkür ederek vedalaştık. Trenle dönerken annemin çarşaflı yorgan dikişi, yastıkların pamuğunu çırpışı gözlerimin önünden gitmedi. Eve döndüğümde babama gördüklerimi, ne yiyip ne içtiğimi anlatırken, yastık ve keçi kılı çergesini de ekledim. “Otur” dedi. Ucundan çıkan tütün telleri komşumuz Onbaşı Ahmet’in burnundan çıkan kıllar gibi dört yana uzanan sigarasını sarmaya başladı. “Bulgarlar bizden yorganla çarşafı almışlar ama çarşafla kaplamayı alırken nazlanmışlar” dedi ve sana bir asker hatıramı anlatayım, diyerek hem çakmağını çaktı hem de şöyle başladı: “Bulgar Kralı Ferdinand, 1806’da Tatar Pazarcık (Pazarcık) yöresini kaptıktan ve Prensliğe bağladıktan sonra şehrin zenginlerine misafir olmuş. Yemişler içmişler, hava kararırken birden bozmuş, sağanak yağmur boşanmış, konuk gitmek istese de gidilecek gibi değil, “buyurun kalın, sabah ola hayır ola” davetine uymuş ve misafir odasına geçmiş. Yatak açılmış minder çarşafsız, o sana verilen keçi kılından çergeye benzeyen birini örtünmesi için ona da vermişler, yatmış ama bir türlü rahat edememiş, keçi kılları arasında dönmüş durmuş, sonunda kalkmış, kapıyı açmış ve çarşaflı bir yorgan istemiş. Ev sahipleri, “hemen” deseler de Bulgar evinde çarşaflı yorgan yok… Türk komşuların kapısını çalmışlar ve böyle böyle deyip olayı anlattıktan sonra, yüksek misafirin üstüne bir yorgan ve iki yanı oyalı Türk yastıklarından bir tanesini bir geceliğine istemişler. Ferdinand yün içli çarşaflı yorgan altında ve kaz tüyü dolu yastık başının altında deliksiz bir uyku çıkardıktan sonra sabah erkenden ayrılırken, bu yorganla yastığı faytonuma atın, buyurmuş. Yüksek konuk gidince komşular yorgan ve yastığı beklemişler, ama ne gelen ne giden var, bir gün iki gün geçince “komşu bizim yorgan-yastık” demişler.


Makale ve Analizler - 2018

127

Bulgar komşu olayı kıvrana kıvrana, dokuz dereden su getirerek anlatmaya çalışırken, Prens “çok beğenmiş, aldı götürdü” değince olay değişmiş. “Gelinimin çeyizindendir, size gelinime sormadan verdim, yüklüğüne koymak zorundayım!” deyip kestirip atmış komşu. Bulgar aile olayı çözemeyince, Bulgarca yazması da olan o yılların Tatar Pazarcık müftüsü hokkayı açar ve işittiklerini İstanbul’dan getirdiği yaldızlı kâğıt üzerine kaz tüyü ucuyla ince ince döker. Ferdinand mektubu alır, yaverinin okumasına kanmaz, kendisi de okur ve “ben onu çok beğendim ve Kraliçeme hediye etmiştim,” der. Neyse kızara bozara olanları eşine de anlatır ve özel bir paket yaptırıp yorgan ve yastığı Türk aileye iade eder. Her hadiseye bir öyküsü olan rahmetli babamın “Çar Ferdinand ve Türk Yorganı” hikâyesi de buydu. Demek istediğim ev düzeni, alışkanlıklar ve yaşayış kültürümüz bilene ve anlayana çok değerli, anlamayana ise Çin Seti kadar uzaktı ve uzak kaldı da, geçen hafta Edirne Çarşısındaydım. Bulgaristan’dan gelenler paket paket nevresim takımı yükleniyorlar. Hayır ola! Okuduğunuz için teşekkür ederim.


128

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2018

129

Düşünenlerin Görüşleri

Tarih: 26 Kasım 2018 Tercume-Çeviri: Raziye ÇAKIR Konu: “Türk Akım” doğalgazı Bulgaristan’a neden giremez! Rus doğalgaz borusu Kıyı Köye çıktığı günden beri Bulgar bası radyo ve TV’sinde en çok yorumlanan konudur. “Türk Akım” borusundan biri Bulgaristan’a çevirebilir mi, çevrilemez mi soru yanıt bekliyor. Çevrilebilirse 4 milyar Euro kazanılacağı hemen hesaplandı. Bu rakamı işitenler rahatladı. Sanki paralar Merkez Bankasında… 26 Kasım 2018 tarihinde Rusya doğal gaz şirketi “GAZPROM” top uzmanlarından Mihail KRUTİHİN bir görüş sundu ve konuşanlara dillerini yutturdu. Faktor.bg 26 Kasım 2018. “TÜRK AKIM” BULGARİSTAN’A GİREMEZ Bulgaristan’ın ülkeden geçen gaz boru hattını döşemeye parası yok. “Bulgar” şirketinin Rus doğalgazını alıp başkasına satma (reeksport) hakkı yok. Avrupa’da Rus doğalgaz boru hatları kurulması sorunu henüz çözülmedi. Aşağıdaki görüş ilk önce Ukrayna’daki “Apostrov” yayınında, Rus enerji uzmanı, danışman Mihail Krutihin imzasıyla çıktı. “Önce Bulgaristan’da bir göz gezdirelim. “Türk Akım” ın Sırbistan’a uzanması için, Bulgaristan’da yeni bir doğalgaz boru hattının döşenmesi gerekiyor. Orada kurulmuş bir gazboru hattı ağı var. Rusya’dan çekilip Ukrayna, Romanya, Bulgaristan üzerinden Türkiye’ye uzanıyor ve bu doğalgaz aynı hattan “ters yönde” de akabilir. Bunu yapmak, çok karmaşık bir iş sayılmaz. Romanya’nın bu gaza ihtiyacı yok. Öyleyse yeni bir gazborusu döşemek gerekecek. Bu, Romanya’ya doğru değil, Sırbistan yönünde kurulacak.” Krutihin şöyle devam ediyor: “Ne var ki “Türk Akım” gazı şimdiki durumda Bulgaristan’a giremez. Şöyle Bulgaristan’ın yeni bir gaz borusu çekmeye parası yok. “Gazprom” bu parayı verebilir ya da döşenen gaz boru hattını satın alabilir, fakat Avrupa Komisyonu buna şimdilik izin vermiyor. Yeni gaz boru hattının “Gazp-


130

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

rom” malı olması bütün Avrupa Komisyonu kararlarını ve kurallarını bozacaktır. Bu sorun henüz çözüm bulmamıştır.” Krutihin’e göre, Bulgaristan’da uzatılacak borudan yalnız Rusya gazı akarsa, “tekelcilik ve kural ihlali” olacaktır. Bunun bir anlamı da şudur: “Avrupa Komisyonu istemlerine göre, Bulgaristan, doğalgazı Türkiye topraklarında satın almak zorundadır, ya da Türkiye Rusya’dan satın aldığı doğal gazı Bulgaristan’a satacaktır. “Bulgargaz” şirketinin bu işi yapmak için parası olmadığı gibi deneyimli uzman kadrosu da yoktur. Şöyle ki, “Bulgar-Trans-Gaz” Bulgaristan topraklarından geçecek olan gaz boru hattını bedava kuramaz, “Bulgargaz” ise Türkiye’den gaz satın alıp başka bir ülkeye satabilecek durumda değildir. Krutihin’in görüşüne göre еskı senaryo tekrar ediyor. “Gazprom” “Güney Akım”ı kurmaya başladığında bu projeye 17 milyar yatırım ayırmıştı. Denizden geçen kısmın borularını satın aldı Avrupa Komisyonu’nun kararı olmadan döşemeye başlandı. Üstelik Rusya’da döşenen boruların bir kısmı çıkarıldı ve yeni hatta döşendi. Bu serüven çok pahalıya mal oldu. Doğal gazın nereye gideceği bilinmiyordu. Yatırımların kaderi karanlıktı…” NOT: 3 sene öncesine ilişkin olan “Güney Akım” projesi, Bulgaristan’da BTK ticaret bankasının çökmesine, içindeki 7.2 milyar levanın kayıplara karışmasına, sigortalanmış hesaplardaki kişisel paraların geri ödenmesi için devletin 3.6 milyar dış borçlanmaya gitmesine sebep oldu. Lütfen paylaşınız.


Makale ve Analizler - 2018

131

Önce Algı Sonra Bilinç Dönüşür.

Tarih: 27 Kasım 2018 Yazan: İbrahim SOYTÜRK Konu: Ahlak değişmeden birey ve cemaat değişemez. Son soluğu alıp vermiş yüzden fazla balina ve yunus balığı ızgaraya dizilmiş gibi dizilmiş kumsala. Bu kıyı kâh Filipinler’de kâh Haiti’de… Üzgünüm! Yunus ve balinaların derdine çare yok. Birinin içinden yarım ton plastik çıkmış. Onlar okyanusları temizleye dursun, okyanus-deryası onları çöp tenekesi sanıp karaya atıyor… TV karelerinden herkes etkilenmiştir. Küresel kara okyanus-deryası için bir çöplük. Ne suda ne karada bütünsellik bilinci yok. Olsa ne olacak, işe yaramayandan kurtula bilene hayranım. Kendi kendini arıtabilen okyanusderyası, insanoğlunun en yüce eseri olan toplumdan defalarca mükemmel bir yaratık! Özelliği, öz arınma tesisinin otomatik çalışır olması! Hayattan kopanlardan kurtularak geleceği arıyor. Toplumda bu özellik yok. Hayat koşullu ve karmaşık! Geçmişle gelecek yapışık ikizler gibi, her an yeni doğum yapan toplum sancılara teslim olmuş, bugünü göremiyor. Okyanusun, denizin yaptığını toplum yapamıyor. Kendi arıtamıyor. Faşizme takıldık kurtulamadık, totalitarizme yakalandık arınamadık, demokrasimiz hastalıklı, deniz-derya kudretimiz yok ki, pırıl pırıl ışıldayalım. Bizde faşizm ile totalitarizm naaşları yan yana üst üste… Gömsek de diriliyor… Toplumda yasallıklar ve yasalar var. Yasallıkları doğa koymuş, insan bilincinden etkilenmiyorlar. Onlara tesir edebilen yalnız insanoğlunun doğaya yaptığı kötülüklerdir. Ahlakı yaratan dindir. Yasaları yazıp onaylayansa insanlar. Adalet adına hiç biri durup dururken kendiliğinden hareketlenmiyor. Şiddet uygulayanın, hırsızın, katilin yakasına yapışan yasa görmedim. Yasanın eli kolu yok. Tutuk evleri devletin ama rüşvetçi cebini kesip aldıklarını halka akıtmıyor. Yanlış yaptım doğrusu budur demiyor. Uygulayıcı yargıç ve savcıları namus ve şerefin adalet noktasında buluşamıyor. Her şey algıya ve anlayışa bağlı, onur ve bilinç tepeden bakıyor. Denizin arınmasına, kumsaldaki balinalara, çalana, rüşvet alana, yalancıya ve dolandırana bakış da öyle… Arınmanın da yazı ve turası var. Denizin arınması başka toplumun arınması başka…


132

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Eksikliğimiz var ki, bizdeki kokuşmuş faşist-totaliter komünist kalıt hala nefes alıyor. İnsan ömrünün 100 – 150 sene uzatılacağı haberleri ölü canlılara kuvvet iğnesi oluyor. Demokrasinin ise büyük bir riziko olduğuna işaret edenler çoğalıyor. Totaliter milliyetçi zehir pusu kurmuş bekliyor. Aşırı milliyetçiler gardiyanlık yapıyor fırsat kolluyor. Arınamayan, değişemeyen bir toplumda doğduk. Dedem, güneşle yıkanma bir ihtiyaçtır diyordu. İsmimize, dilimize, dinimize saldırılara karşı, amca, dayı, arkadaş cenazeleri kalkarken dövüldük balyozla örs üzerinde… Saflarımız, bir parti, bir dernek olmaktan öte bir kükreyişin öfke dolan yelkenleri oldu. Direnmenin kaçınılmaz olduğu yıllarda yetiştik! Bu gerçeği duygularımız algılıyor bilincimiz depoluyordu. Öncesi de siyası yapılanma içindeydik. Ancak ne yazık ki, baskıcı toplumlar bizi gereksiz bir şey sandığından içinden attı. Topluma zehir olan biz değildik. Gerçekler bambaşka olsa da, hem faşist hem de totaliter komünist Bulgar toplumları bizden hep arındı. Deryanın balinaları kumsala dizişinden çok daha sert bir tavırla Vatanımızdan canlı canlı sökülüp atıldık. 27 Kasım 2018 tarihli sabah postamda Deliormanlı yaratıcılarımızdan Hikmet Efrahim’in bir mektubu vardı. Sorosçu oluşuyla ünlü Dr. Antonina Jelyaskova’nın yurtsuz bırakılma trajedimizi anlatan 21 yıl önce kaleme alınmış bir yazısından kısa bir alıntı seçtim: (Kendilerini bizden sayanların anlatım inceliğine dikkat çekerim.) “120 yıldan beri Türkler Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç ediyorlar. (kovuluyorlar ya da göçe zorlanıyorlar demiyor.) Komşumuza yeni göç de bu arada, geçen yüzyılın başında, 50’li yıllarında veya 90’lı yıllarda olması önemli değil, Bulgar devleti ve toplumu bu vatandaşlarımızı tamamen unutmaya gayret etmiş, sanki onlar bu topraklarda hiçbir zaman yaşamamış, sanki ortak vatanımızda onlarla iyi ve kötüyü asla paylaşmamışız. Zorla göç dalgaları: * 1878 ile 1912 yılları arasında Bulgaristan’dan (Türk, pomak, Çerkez ve Tatar) olmak üzere 350 bin kişi göç etmiştir; * 1913 – 1914 devletler hukukuna uygunluk içinde her yıl Bulgaristan’dan 10-12 bin kişi göç etmiştir; * 1940 -1944 savaş yıllarında 15 bin Türk göç etmiştir; * 1950 – 1951 yıllarında toprakların zorla kooperatifleştirilmesi 155 bin Türkün Türkiye’ye göç etmesine neden olmuştur. * Aileleri birleştirme Bulgar-Türk antlaşmasına uyarak 1968’den sonra 70 bin kişi Türkiye’ye göç etmiştir;


Makale ve Analizler - 2018

133

* 1878’den sonra en büyük göç 1989’da yaşandı. “Soya Dönüş” süreci tarafından kovulan 360 bin Türk Bulgaristan’dan ayrıldı. Jivkov rejiminin düşmesinden sonra bir kısmı Bulgaristan’a döndü, 240 bin kişi daimi ikamet yeri olarak Türkiye’yi seçti; * 1990-1997 yılları arasında ağır ekonomik bunalım yaşayan Bulgaristan’ı 30-60 bin arasında Bulgaristanlı Türk turist vizesiyle ekmek parası için Türkiye’ye geçmiştir. Uzman hesaplarına göre 1989 – 1997 yılları arasında Bulgaristan’da 400 bin kişi daha çekip gitmiştir. Buna bir Bulgaristan’ı Türklerden temizleme de diyebiliriz. Süreç olarak sona ermemiştir. Soru: Türklerden arınan Bulgar toplumu güçsüz kalmıyor mu? Toplumda olanlar doğada olanlardan farkı değil mi? Şu iyi bilinmelidir, göç dalgaları baskı ve terör sonucu oluşmuştur. Türkiye’ye vardıklarında bu kişiler her zaman sığınmacı hanesine kaydedilmiş, (yani yaşadıkları yerleri terk etmek zorunda bırakılmış kişiler olarak işlem görmüştür.) Türkler kovuldu. Yerleri boş kaldı. Toplum en değerli varlığından – ahlaklı, şerefli, dürüst, güçlü, bilgili ve bilinçli insan gücünden yoksun kaldı. Not: Bulgaristan’da bu arınma tek uluslu devlet kurmak için yapıldı. 140 yıldan beri ezilen Türkler göçe zorlanmıştır. Bu olumlu anlamda bir toplumsal arınma olmaktan farklıdır. Bulgar toplumuna savmayan yaralar açmış, nüfusun azalması demografik çöküşe, ekonomik durgunluğa ve gerilemeye sebep olmuştur. Toplum arınmamış, gerilemiştir. Toplumsal arınma üretim ilişkileri ile üretim güçleri arasındaki antagonizmin yeni ilişkiler tesis edildiğinde gerçekleşir. İnsanları vatanlarından, evlerinden, malından mülkünden kovmakla olmaz. Toplum kurumlarını yıkmakla da olmaz. Şöyle bir örnek verelim. Osmanlı döneminde Bulgaristan’da 86 büyük han-hamam ve kervansaray vardı. Yazar Necdet Sevin’cin “Osmanlıda Sosyo-Ekonomik Yapı” eserinden bir kervansaray tanıyalım. Sayfa 16. “Kervansaraylarda Müslim, kafir, zengin, fakir her türlü yolcunun, her türlü ihtiyacı devlet tarafından parasız olarak karşılanırdı. Yüzlerce kişilik kafileler yerler içerlerdi, atlarına yedirirlerdi, para alınmazdı. Kervansarayların yemekhaneleri, aşhaneleri, erzak ambarları, ticari eşyayı koyacak depoları, yolcuların atlarını koyacak ahırları, samanlıkları, yolcuların yıkanması için hamamlar, şadırvanları, hastaneleri ve hatta kayıtlardan çıkarabileceğinize göre eczaneleri, yolcuların ayakkabılarını tamir ve fakir yolculara yenisini yapmak için ayakkabıcıları, hayvanları nallamak için nalbantlara va-


134

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

rıncaya kadar her türlü ihtiyacı karşılayacak teşkilat ve tesisleri ve bütün bunları, bunlara dair gelir ve masrafları idare edecek divan (Büro) ve memurları vardı.” Şimdi kervansaraylarımız yok edildi, medreseler, okullar, hamamlar yıkıldı, kuran kursları, sanat etkinlikleri yasaklandı, aş evleri kapandı, hayır cemiyetleri yasaklandı. Bu yasak ve kapatmaların yeni anlamı yok, çünkü yerine konan yok. Huzur evleri ölüm bekleyenlerin sefil hanesi, sosyal yardımlarla sürünmek bile imkânsız, hastaneler kapanıyor, ilaçlar ateş pahası, mezar yerlerine yaklaşılmıyor vb. Yok edilenin yerine yenisi konmadıkça işlenen suçtur. Bulgaristan’ın en büyük şehri olan Sofya’da 90 bin Müslüman yaşıyor ama, Müslüman hastanesi, Müslüman huzur evi, Müslüman aşevi, Müslüman mezarlığı vs vs yoktur. Dr. An. Jelyaskova’nın yazısından bir alıntı daha veriyorum. “Geçen yüzyılın 30’lu yıllarında Türk aydınlar Bulgaristan’da modern laik Türk okul ve eğitim sistemi kurmaya başladı. Bu, Türkiye’de Mustafa Kemal Atatürk’ün ilhamıyla gerçekleşti. O zaman Türk çocuklarına Bulgarca öğretmeleri için okullara Bulgar öğretmenler davet edilmişti. 1944 yılında 740 Türk Okulu vardı, 1950’yılında Türk okullarının sayısı 1100 olmuştu. Türk liseleri de açılmıştı. Bulgar siyasi partileri Türkçe gazete çıkardı. Türkiye gazete ve dergileri Bulgaristan’a ulaşıyordu.” Bunların hepsi yok edildi. Yerine konan nedir? Bir hiç! Oluşan tablo şudur. Bugün Bulgar Okulu bitiren çocuklardan % 40’ı okuma yazma bilmiyor. Mecliste yapılan konuşmalarda halkın % 80’ni “debil” diyen vekiller var. Her şeyimiz yok edildi. Bizim okul dışı aydınlığımız da vardı: Ezilen halkı savaşıma çağıran dervişleri rahata bırakmadılar. İlham kaynağı türbelerimiz yıkıldı. Türk dil ve dinini, örf ve adetlerimizi, yeni olanı imar edip yayan misyonerlerimizin, öncülerimizin, dayanışma ve sosyal yardım kurumlarımızın başına gelmedik kalmadı. Olan olsa da bugün ayak bastığımız ahlak, “elin tek, belin berk, dilin pek tut, aşına, işine sahip ol, son zafer bizim olacak” ilkelerine dayanır. En kötü olan! Bizi birbirimize kırdırmayı denediler. Seçtiklerinin beynine ve ruhuna Türk düşmanlığı akıtmayı başardılar. Ahmet Doğan ve Lütfi Mestan gibi bizden olmayışlarından gurur duyan tipler yarattılar. Doğan, içine kapanmış, yalan ortamında yetiştirilmiş, yalan söylemeden yaşayamıyor. Son yalanı şudur: Ömründe 2 gün mesai yapmamış bu kişi 2018 yılında Bulgaristan’da


Makale ve Analizler - 2018

135

Yılın Yatırımcısı ilan edildi. Olamaz böyle bir şey demedi. Biliyorsunuz kimse Bulgaristan’a yatırım yapmıyor. Gurbetçilerin ailelerine gönderdiği yardımlar yatırımdan gösteriliyor. Bu tipler yalan paketinde şakımaya her zaman hazır. Olay bireysel olmakla kalmıyor. HÖH partisi içinde 5 bin kişilik birbirine kenetlenmiş birbirinin sıcaklığını duymadan yaşayamayan ruhsuz bir omurga oluşturdular. Bunlar hain elinden para görmeden huzur bulamıyor. Eğer bu arınmaysa, kirlenme nedir? Mestan masalı bitti. Lütfi Mestan’ın durumu daha da kötü. 2 yıl önce günde 500 leva harcamadan, kalın puro içmeden, viski kadehlerini kurutmadan rahata kavuşamıyordu. Kaynak suyunu çekti. Gizli görüşmeleri devam etse de, Delyan Peevski onun tarlasına tohum atmıyor. Sahte zenginliğin yanar dağı söndü. Türk kimliği ve İslam ruhu içine doğduğumuz evdir. 140 yıldan beri Hıristiyan ortamında ve her Türkün ve Müslümanın karşısına dikilen Bulgar devleti tarafından biçimlenen ve yönetilen bir toplumda hayat hakkı aradık. Türk kimliği ve İslam dini bizim içine doğduğumuz evdir. Bu evi genişletmek, kat üstüne kat kaldırmak ve yeni Türk ocakları yakmak davamız olurken, karşımızda her zaman ve her yerde Bulgar devletini ve kışkırttığı aşırı milliyetçi, faşist güçleri gördük. Tutuştuk yandık ama tarih olamadık. Dik durduk ama eziyetten kurtulamadık. Genç kuşağa Türk kimliğimizi devretmede zorlandık. Geçmişimizi maddeleştiremedik, belgeleyemedik, dilimizi, dinimizi, kimliğimizi koruma kavgası verirken aldığımız yaralar savmadı, azdıkça azdı. Çok değerli bir tarihi, Bulgaristan Türklerinin Kimlik Mücadelesi tarihini efsaneleştiremedik. Biz hepimiz bir aileyiz. Bizi birbirimizden koparıyorlar. En büyük kaybımız parçalanmamız oldu. Son bölünme kendilerine güvendiklerimizin elinden oldu. Pasifleştiriliyoruz. En büyük güç kaynağımız Türk kimliğimizdir. Büyük Türk Milletinden bölünmez, özünden kopmaz parçayız. Bu nedenledir ki, bugün bizi bir kaktüs çiçeği gibi görüyorlar. Kendi özümüzden beslenmemizden ve dikenlerimizden korkuyorlar. Onlardan duygu ve düşünce istemeyişimiz, ortak hedef koşmamamız hepsini kudurtuyor. Kendi ortamımızda ve maneviyatımızdan aldığımız ilhamla yarattığımız ortak duygu ve düşünce dünyamızdan korkuyorlar.


136

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgar toplumu arınıyorum iddialarıyla kendini aldatıyor. İki Dünya Savaşı arasından kalan faşist kırıntılar günümüz siyasetini belirliyor. Makedonya, Balkanlar siyaseti onların. Yengeç gibiler, bir bacakları Rusya’ya yapışmış, ikincisi Avrupa Birliğinde, gözleri Türklerde, arka bacakları Amerika’da… Düşünseler bu toplumu arıtmak imkânsız! Gelecek öze dönmektir, gelecek köke dönmektir, eski dostluklarla yaşamaktır dediğimizde bize kızıyorlar. Okyanus derya ve balinaları kumsala dizebilir. Karada yaşayanlara “bakın yaptıklarınıza!” diyebilir ve halklıdır. Fakat toplumsal arınma kurallarını bilmeden yerlilere eziyet etmek, onları ocaklarından kovmak, topraklarından sökmek, zulüm yaşatmak suçtur. Bu gidişe son vermeden ufuk görülemez. Yeni bir tarih algısı, yeni tarafsız bir duyum ve bilinçlenme zamanı gelip çattı… Bulgaristan’da faşizm ve totalitarizm mezarı kazılmıştır. Na’şın yakılıp külünün gömülmesi veya denize atılması gerek. Doğal-derya da bu pisliğin külünü yutmaz. Kurda kuşa, sürüngenlere ve böceklere yem olsun diye değil, insanlara ve topluma ibret olsun diye sahile çıkarır. Mumyalaştırır ve gözümüze sokar… Böyle bir ortamda, Bulgaristan’da kalmak ve yaşamak artık bir talihsizlik oldu. Bizimki Vatan ve cennet sevdası! Davamızdan ödün veremeyiz. Paylaşın ve birlikte olalım.


Makale ve Analizler - 2018

137

İslam’da Kalkınmanın Temel Dinamikleri Yazan: Nevzat ÖZTÜRK, İlahiyatçı, Eğitimci Yazar

Her toplumun bir dünya görüşü olduğu gibi İslam’ın da kendine has ve diğerlerinden ciddi anlamda özgün bir âlem tasavvuru vardır. Bu tasavvur bütün insanların sosyoekonomik adaletinin ve refahının(felah) gerçekleşmesine önem vermektedir. Çünkü insanoğlu Allah’ın(cc) halifesi ve birbirinin kardeşi konumundadır, fakat bu hilafet vasfını ancak Allah’a ve Resulü(sav)’ne iman edenler hakkıyla ifa edebilirler. İslam ayrıca, konvansiyonel ekonomi düşüncesini domine eden materyalist dünya görüşü ile keskin bir zıtlık içerisinde, hayatın maddi ve manevi boyutları arasında denge sağlamaya önem vermektedir. Ekonomik kalkınma olmazsa olmaz iken, insan refahını gerçekleştirmek için yeterli değildir. Aynı zamanda bireylerin mutluluğu, huzuru, insanın şerefi, kardeşlik, sosyo-ekonomik adalet, aile ve sosyal uyum, suçun ve düşmanlığın azaltılması da gereklidir. Servet ve tüketimin maksimize edildiği fakat zenginliğin içinde fakirliğin de yaşandığı; insanların huzur ve itminana(tatmin) sahip olmadığı, ailelerin parçalandığı ve suçun arttığı bir toplumda bunların sağlanmaması durumunda, refahın da gerçekleştirildiği söylenemez.[1] İslam’ın kalkınma modelinin odak noktasında insan vardır. İnsan, kalkınmanın hem sonucu hem de aracıdır. İnsan kalkınmanın sonucudur, çünkü arzulanan refah onun refahıdır. İçindeki sıradan bir insanın emeğinin karşılığını alamadığı toplumlar, hızlı bir şekilde kalkınamazlar. İnsan, aynı zamanda kalkınmanın aracıdır, çünkü o doğru olana kadar hiçbir şey doğru bir şekilde çalışmaz. Kalkınmanın girdisi; insan, aile, toplum ve hükümettir. Hükümet verimli ve adil işlemeyebilir, aileler parçalanabilir ve toplum ruhsuzlaşıp korumasız hale düşebilir. Eğer bütün bu kurum ve yapıların girdisi olan insanlar, gerekli ahlaki ve akli niteliklere sahip doğru kimseler değillerse, o zaman hükümet yozlaşır, adaletten sapılır, aileler çözülür, çocuklar ailelerinden yeterli eğitimi alamaz ve toplum kutuplaşır. İnsan ve toplum olumlu ve olumsuz olarak bir değişime uğramadığı sürece Allah onları, iyi halden kötü hale, kötü halden iyi hale çevirmez. “…Gerçek şu ki, bir toplum kendi durumunu değiştirmedikçe, Allah onların genel durumunu değiştirmez…”(Rad Suresi 11.Ayet) Eğer toplum ve insanlık, adil bir düzeni kurmak için kendisini düzeltirse, piyasa, yönetim, aile ve toplum beraberce maddi ve manevi kalkınmayı gerçekleştirirler ve saadet bulurlar. Maddi ve manevi kalkınma ancak adalet ile birlikte yapılabilir. Çünkü zulmün olduğu yerde kalkınma olmaz.[2]


138

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İslam dini, kalkınmanın dinamik gücüdür. Son iki yüz yıldan beri İslam dünyasının geri kalış sebebini İslam dinine bağlayan görüşler ortaya atılmaktadır. Bu görüşlerin sahipleri bazen İslamiyet’i çağın şartlarına uydurmak, şartlara göre dinde yenilik ve değişiklikler veya reformlar yapılması gerekliliğinden söz etmektedirler. Oysa İslam dini her çağa ve her yeniliğe kıyamete kadar cevap verebilecek bir dindir. Çünkü ana kaynak Kur’an tahlif edilmemiş ve daima çağların önünde olmuştur. Ancak yeni çıkan durumlara Kur’an’ın çerçevesinde yeni yorumlar yapılarak cevap verilemiyorsa, Kur’an’ın gerisinde kalınmışsa, bu da Müslümanların kendi hata ve yanlışlıklarındandır. Suçu dine yüklemeye kimsenin hakkı yoktur. Çünkü İslam dini statik değil, dinamik bir dindir. Müslümanların birkaç yüzyıldan beri durakladıkları ve geriledikleri bir gerçektir. Bunun bir çok sebebi vardır. Kalkınamamayı, gerilemeyi İslam’a bağlamak bir yanılgı veya gerçeği tam bilmemektir. İslam dini kalkınmaya engel bir din olsaydı koskoca bir “İslam Medeniyeti” nasıl kurulabilirdi? İslam dinini ilerlemeye, kalkınmaya mani bir din olarak görmek yüzyıllara hükmetmiş olan bu büyük medeniyeti inkâr etmek veya görmezlikten gelmek olur. Bu da tarihi yok saymak demektir. İslam dini insanın iki dünya mutluğu için gelmiştir. O, üstelik öbür dünyadaki mutluluğu insanların bu dünyadaki çalışmalarına, hayırlı iş ve düşüncelerine dayamıştır. Öyleyse mutluluk için kalkınmayı ve ilerlemeyi sağlayacak temel esasları da ortaya koyması kaçınılmaz bir gerçektir. Mamafih bu din kalkınmanın temelinde yatan eğitim, bilim, çalışma, zamanı iyi kullanma, sosyal dayanışma, ahlak, insan haklan ve devamlı ilerleme gibi esasları Müslümanlara görev olarak yüklemiştir. Nitekim Müslümanlar bu vazifelerini yerine getirdikleri dönemlerde ilerlemişler, görevlerini yerine getirmedikleri zamanlarda ise gerilemişlerdir. Bir toplumun veya ülkenin kalkınması, ilerlemesi sadece bir faktöre bağlı değildir. Tek bir faktör, kalkınmanın dinamik gücü asla olamaz. Kalkınma çok yönlü faktörlere bağlıdır. İyi yetişmiş insan faktörü bunların başında gelir. Bundan başka kalkınmada, coğrafî (tabiat şartları, toprak, iklim, yeraltı kaynaklan), ırkî, dinî, fikrî, iktisadî, tarihî, sosyal ve kültürel faktörler gibi çok yönlü etkenler vardır. Bu nedenle kalkınmayı ilerlemeyi yahut geri kalmayı sadece dine bağlamak hiç doğru değildir. İslam’da kalkınmayı sağlayıcı dinamik güçlerinin[3] bir kısmını ve bu güçlerin İslam toplumunda oynadığı dinamik role kısaca değinelim. 1-Kalkınmada İnsan Faktörü ve İnsana Önem Verilmesi


Makale ve Analizler - 2018

139

Kalkınmanın en dinamik unsuru insandır. Cenab-ı Allah, Kur’an-ı Kerim’de “Biz insanı, en güzel suret ve biçimde yarattık“[4] diyerek insanı övmüş ve ona önem vermiştir. “Biz insanı çok şerefli kıldık” [5]diyerek de onun şeref ve üstünlüğünü vurgulamıştır. İslam dini de insana gelmiş olup onun mutluluğu için gerekli hususları içermektedir. İnsana faydalı olanı emir ve tavsiye etmiş, zararlı olanları da yasaklamıştır. Onun maddî ve manevi gelişiminin sağlanmasını istemiştir. Akıl, beden ve ruh sağlığını koruyucu tedbirler koymuştur. İnsan sağlığının temelinde yatan temizliği emretmiş ve ibadetlerin ön şartı yapmıştır. İnsanın malına, canına ve haklarına verilecek zararları yasaklayarak insanı korumaya almıştır. İnsanın eğitilmesi, yetişmesi, ahlaklı olması, haklarının gözetilmesi ve mutlu olmasını istemiştir. Kalkınmada en önemli faktör yetişmiş ve nitelikli insan gücüdür. Çeşitli kabiliyet ve yeteneklerle donatılmış insanın bu kabiliyet ve yetenekleri eğitim yoluyla geliştirilerek nitelikli insan gücüne sahip olmak gereklidir. Nitelikli insan gücünün yetişmesi için İslâm dini eğitime ve insanı üstün vasıflı yapacak ahlâkî değerlere önem vermiştir. 2-Akla ve Tefekküre Önem Verilmesi İslam dininin akla büyük önem verdiği görülmektedir. Öncelikle, İslam dini aklı ve akıllıyı hedef almış, onu muhatap edinmiştir. Kur’ân-ı Kerim akıllı insana inmiştir. İlahi emanetler akla teslim edilmiştir. Peygamberler, akıl sahibi insanlara gönderilmiştir. Bu konuda Hz. Peygamber, “Aklı olmayanın dini de yoktur“[6] ve “Allah akıldan daha değerli bir şey yaratmamıştır“[7] demiştir. Bundan dolayı akıl insan için en büyük bir değerdir. İnsan aklı derecesinde başarılara ulaşır. Ayrıca akıl hem bilimin hem de İslam’da sorumluluğun kaynağıdır. Aklı olmayanın sorumluluğu yoktur. Düşünen, tefekkür eden ve aklını çalıştıran kulunu Allah, Kur’an’da övmektedir. Akıl, insanı daima düşünmeğe ve çalışmaya sevk eder. Bu sebeple Allah, akıl sahiplerinin akıllarını çalıştırmalarını istemektedir.[8] “Allah, akıllarını kullanmayanları pislik içinde kor”[9] n buyurulmuştur. İnsan, düşündüğü, tefekkür ettiği ve çalıştığı zaman her sahada ilerleyecek ve mutluluğa erecektir. Allah’ın insanlara bahşettiği en büyük nimet olan aklı çalıştırmamak ise insanın felakete düşmesi için yeterlidir. 3-Eğitim ve Bilime Önem Verilmesi Kalkınmanın temelinde eğitim yatar. Bir ülkenin kalkınmışlığının seviyesi eğitilmiş insan gücü ile doğru orantılıdır. Bunun için tarih boyunca toplumlar insan eğitimine önem vermiştir. Eğitim-öğretim yoluyla onun gücü, enerjisi ve kabiliyetlerinin geliştirilmesi ülkelerin ve toplumların en önemli uğraşısı olmuştur. Çünkü sosyal gelişme, her sahada ilerleme, ekonomik


140

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

büyüme ve millî kültürün nesilden nesile intikali ancak insanın eğitilmesi ile mümkün olabilmektedir. Bilgi, davranış ve kabiliyetlerin geliştirilmesi ve kişiye kazandırılması ancak eğitim ile mümkündür. İslam dininin ilme ve eğitim-öğretime vurgusu çok güçlüdür. İslam, bilim, öğrenme, öğretme, eğitme, yetiştirme ve olgunlaştırma dinidir. Kur’an’ın bütün âyetlerinde esas itibariyle Hz. Peygamber tarafından öğrenme ve onun aracılığı ile öğretme vardır. Her âyet, doğrudan doğruya veya dolaylı olarak bir öğrenme ve öğretmedir. Hz. Peygamber vahiy yoluyla Allah’tan öğrendiklerini müslümanlara öğretirdi. Anlamadıkları hususları izah eder ve belirli bir olgunluğa eriştirene kadar eğitici faaliyetlerine devam ederdi. İslam dini kalkınmanın en itici gücü olan eğitim-öğretim ve bilime çok önem vermiştir. Fakat müslümanlar eğitim-öğretim ve bilime aynı ölçüde önem verebilmişler midir? 4-Ahlâka Önem Verilmesi Güzel ahlâkın olmadığı toplumlarda insan haklarına yeterince dikkat edilmediğinden ahenkli bir yaşayışı bulmak da mümkün değildir. Güven sarsılır. İş, görev ve sorumluluklar gereğince yerine getirilmez. Çalışma düzeni bozulur. Üretim düşük, ürünler kalitesiz olur. Mal ve can güvenliği kalmaz. Toplumda yalan, haset, kin, düşmanlık hırsızlık ve haksızlıklar kol gezeceğinden hiçbir huzur olmaz. İnsanlar, çalışma hayatında ahenk kalmadığında hiçbir sahada ilerleme ve kalkınma sağlayamaz. Bunun için İslam dini bu önemli konunun üzerinde önemle durmuş ve son peygamber Hz Muhammed insanlığa güzel ahlakta örnek olmuştur. Kur’ân-ı Kerim güzel ahlâkı, iyiliği, doğruluğu, dürüstlüğü, adâleti, iffeti, cesareti, sabrı, nefse hâkimiyeti, ana-babaya itaati, muhtaçlara yardımı, emanetlere riayeti, verilen sözü yerine getirmeyi, hainlik etmemeyi, iftirada bulunmamayı, barış içinde yaşamayı, kimseye zarar vermemeyi, yalancılık yapmamayı, hilekârlık yapmamayı, aldatmamayı, cimrilik yapmamayı, kan dökmemeyi, zulüm yapmamayı, kinci olmamayı, israf etmemeyi, hayırlı işlerde yarış yapmayı, çalışmayı, dayanışmayı, kul hakkı yememeyi, kardeşliği, dayanışmayı ve her türlü güzelliği insandan ister. Kısaca iyilikleri emir, kötülükleri de yasaklar. 5-İnsan Haklarına Önem Verilmesi İnsan haklarının olmadığı yerde hiçbir gelişme, ilerleme ve kalkınma olmaz. Böyle bir ortamda insanlar endişeli, tedirgin, güvensiz, atılmışız, üzgün, kırgın, acılı, bitkin, emniyetsiz ve haksızlığa uğramış olmanın buruk ezikliği içinde hayata küskün bir şekilde yaşarlar. Kabiliyet, beceri ve yeteneklerini kullanamazlar. İnsanların ilerleme ve kalkınmaya katkıları beklenemez. İslam dini insan haklarına son derece büyük önem vermiştir. İs-


Makale ve Analizler - 2018

141

lam dini geldiğinde daha önceki haksızlıkları, vahşeti, zulmü, ezilmişliği, sınıf ayrılıklarını ve kula kulluğu kaldırarak insanlara insanca yaşama ortamını hazırlamıştır. 6-İnsanın Çalışıp Kazanmaya Teşvik Edilmesi Kalkınmanın temelinde insanın kabiliyet, beceri ve yeteneklerini kullanarak planlı bir şekilde çalışması yatmaktadır. Bunun İçin Kur’an-ı Kerim’de “İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır,”[10] denilmiştir. Bununla birlikte yine bir ayette çalışıp üretme konusu şöyle tavsiye edilmektedir: “İş yapıp değer üretin; yapıp ürettiğinizi Allah da Resulü de mü’minler de görecektir. Ve siz, görülmeyen âlemi de görülen âlemi de bilenin huzuruna döndürüleceksiniz; o size, yapıp ettiklerinizi birbir haber verecektir.“[11] Hz. Peygamber de. “Hiçbir kimse, el emeğinden daha hayırlı bir lokma yememiştir,”[12] diyerek insanın en kıymetli ve helal yiyeceğinin hakkıyla çalışıp kazandıkları olduğunu belirtmiştir. Çalışırken herkesin kendi işini en iyi şekilde yapması gerekmektedir. Diğer taraftan İslam dini, işlerin en güzel şekilde yapabilecek ehliyetli kişilere verilmesini ister. Bunun için Hz Peygamber: “İşler ehliyetsiz kimselere verildiği zaman kıyameti bekle!”[13] buyurmuştur. Şüphesiz işinin ehli olan kişiler kendilerine verilen yükümlülükleri en güzel şekilde yerine getirirler. Bu da üretimde herkesi memnun edecek kaliteyi kendiliğinden doğurur. Kaliteli mal ise rağbet görür, pazarlarda tutunur; üreticisini kazandırır. Hz. Peygamber: “İki günü birbirine eşit olan Müslüman zarardadır“[14] diyerek bir Müslüman’ın yeni çalışma metotları ve üretim teknolojisi ile her geçen gün daha ileriye gitmesine işaret ettiği düşünülmektedir. Görülüyor ki İslam dini, helalinden çalışıp kazanmaya, işini sağlam yapmaya ve böylece ekonomik yönden ilerlemeye teşvik etmektedir. 7-Kalkınmayı Sağlayacak Sosyal Dayanışma Esaslarının Konulması İslam dini kalkınmayı sağlayacak bir takım sosyal dayanışma esaslarını da koymuştur. Fert ve toplumun dayanışması, yardımlaşması ve bu yolla sıkıntılarının giderilerek refah ve mutluluğa ermesi konusunda bir dizi tedbirler getirmiştir. Bunların çoğunu ibadet şeklinde emretmiştir. Bir diğer deyişle sosyal dayanışmayı bir ibadet haline getirmiştir. Saygı ve sevgi, birlik ve kardeşlik, karşılıklı yardımlaşma, hediyeleşme, tasadduk (zekat-sadaka), kurban, karz-ı hasen(ödünç para vermek), iyilik ve hayırda yarış, sosyal adalet ilkesi bunlara örnek verilebilir. Sonuç olarak; hiç şüphesiz bir toplumun çeşitli alanlarda kalkınması veya geri kalmış olmasındaki en önemli etken, orada bulunan insanların sorumluluklarıyla doğrudan ilgilidir. Kendilerine ait hata ve ihmalleri başka


142

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yerlere yüklemeleri onları sorumluluktan kurtaramaz. Fakat ne hazindir ki, İslam dünyasının geri kalmış olmasını birçok kişiler insafsız bir şekilde İslam dinine yüklemeye çalışmışlardır. Bu durum son din İslam’a karşı yapılan bir haksızlıktır. İslam dini kalkınma ve ilerleme konusunda ölçüler ve esaslar sunan dinamik bir dindir. İslam’ın bütün esasları insanları geriye değil bilakis ileriye götürücüdür.[15] Onun aziz peygamberi Hz. Muhammet, çalışma ve İlerleme açısından iki günün eşit olmasına bile razı olmaz. O, mutlaka dünden bugün daha ileride olunmasını ister. Gerçekten İslam dinini insaflıca inceleyen her akıllı insan, onun geriye götürücü hiçbir hükmünün olmadığını, tam aksine devamlı ilerlemeyi gerektiren esaslarla dolu olduğunu görür. Geri kalmış olmak, istenilen ölçüde kalkınamamış olmak Müslümanların kendi hatalarıdır. İslam ise ilerlemeyi, kalkınmayı ve yükselmeyi isteyen dinamik bir dindir. [1] http://islamiktisadi.net/index.php/2015/12/30/m-u-chapra-islam-ve-ekonomikkalkinma-ibni-haldun-modeli/erişim:30/11/2018 [2] https://www.milligazete.com.tr/makale/1236875/ismail-hakki-akkiraz/maddive-manevi-kalkinmanin-itikadi-temeli erişim:30/11/2018 [3] Prof.Dr.Fahri KAYADİBİ, İslam’da Kalkınmanın Dinamik Güçleri, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 15, Yıl: 2007 [4] Tin, 4. (İnsanın Üstünlüğü konusunda diğer âyetler: Bakara, 30,34; A’raf, 11,69,74,172,173; Hicr ,29,30, İsrâ, 61,62,70; Tâ-Hâ,55 ; Teğabün, 3.) [5] İsra, 70. [6] Adimi , Keşfu’l-Hafa, II, 362 (Hadisin münker olduğu da zikredilmektedir). [7] Ragıp el-İsfahani, Müfredat fi Garib’it-Kur’atı, Beyrut Is “Akıl Maddesi”, s. 511. [8] Kur’an’da afal ve tefekkür konusundaki ayetlerin bir kısmı: Bakara, 44, 73, 75, 76, 164, 169, 170, 171, 197, 242, 269; Âl-i tmran, 7, 65,118, 190; Mâide , 58,100; Enâm, 32,126, 151; A’raf,169; Enfal,22; Yunus, 16,42,100; Hııd,5I; Yusuf, 2, 109; Ra’d, 4; Nah!, 12, 67; Hac, 46; Mü’minûn, 80; Nûr, 61; Furkan, 44; Şuarâ, 28; Kasas, 60; Ankebûl,35,43 , 63; Rûm, 24-28. Yâsin, 62, 68; SâTfât, 138; ZÜmer, 9, 43; Mü’min , 54, 67; Zuhraf,3; Câsiye , 5; Hucurât, 4; Hadîd,17; Haşr, 14; Mülk, 10; Ra’d, 19; İbrahim, 52. [9] Yunus, 100. [10] Necm, 39. [11] Tevbe, 105. [12] Buharî, El-Büyû’, Bab:15 [13] Bııhârî,El-İlm, Bab:2 [14] Kesfü’l-Hafa, c. 1, s. 305, Hadis No: 2406.


Makale ve Analizler - 2018

143

Bir Mucize Bekliyoruz

29 Kasım 2018 Yazan: Derya YILDIRIM Konu: Bulgaristan’da bu utancı dünyanın en büyük vinç gelse kaldıramaz. Henüz utancından yerin dibine batan yok. Bir önceki “Hepiniz İstifa ediniz” (25 Kasım 2018) başlıklı yazımızda anlattıklarımız kumar masasında olsaydı, iflas eden tabancasını çekip kafasına sıkardı. Ne var ki bu iş yürek ister. Sonra Bulgaristan Diyaneti Baş Müftülüğü ve bu kuruma bağlı tüm vakıf mallarımıza gelen hacız ve satışın başlaması yeni veya kişisel bir olay olmadığından bu işlere bakmaktan geçinen “yüksek” memurlarımız kaşınmaya alışmışlar ve hatta uyuz olmuşlar, ne olursa olsun onların hiç birinin cebinden çıkan bir şey yok. İşine bakmayanlar bir kaç idareci… Telefondan paylaşılan bahaneler kabul edilmiş gibi. Aklı başında Bulgarlar “rezil” oluruz derken, aşırı milliyetçi medya dışında herkes bu hafta düşen karın altında kendine kuytu bir yer aradı. Haciz uygulayanlar “Bankya şehri ortasında bir ceset gibi duruyordu, değiş tokuş teklif ettik, Baş Müftülük kabul etmedi” gerekçesi ardına gizleniyor. Bu tuzağı da eski “Baş Müftü Prof. N. Gençev kurdu” diyenler var. Ankara’dan da ses çıkaran pek olmadı. Çöken DOST partisi ve L. Mestan projesinin baş mimarı olan Aziz Pabuşçu, aşırı milliyetçi sözüm ona “Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Milli Cephe” partisinin faşist propaganda yapan “CKAT” TV programına yem oldu. Hiç birinde olmayan yüksek bilince göre, ata mülkümüze, Türk Müslüman kimliğimizin maddi temellerine el konmuş da ne olmuş!? Haydan gelen huya gider! Biz kelepirin kıymetini bilemeyiz! gibi basmakalıp sözler sohbetlere tuz biber oluyor. Uyut milleti al parayı Yalnızca Arap Büyükelçiliklerine, İran Büyükelçiliğine, Rusya Federasyonu ve Birleşik Amerika Sofya Büyük Elçiliklerine girip çıksalar veya temasları (nabız yoklama işini) yürütseler veya haftada bir Edirne’ye uğ-


144

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

rayıp hiçbir işe ama hiçbir işe yaramayan konferanslar dinleseler, bu işlere bakanların maaşları yine yürüyor. Bulgaristan Cumhurbaşkanı Rumen Radev’e iftar verseler de Kurban Bayramı tebrikleri alsalar, Başsavcıya gülümseseler, DANS kurumunu muntazam bilgilendirseler ve ne sebeptense kaderi Hak ve Özgürlük Partisi Başkanlığıyla kesişen Mustafa Karadayı ile koltuklara serilip resim çektirseler maaşlarını yine alabilirler. Onlardan istenen de zaten ve ancak bu… Bulgaristan Müslümanlarının kaderi kendi mezarını tespih çektikçe de durmadan kazıyor. Minareden ezan sesi, camilerde Türkçe konuşma, yüksek sesle dua etme, kahvede masal anlatma gibi Bulgaristanlı Müslümanlara son olmazsa olmazlarını yasaklamayı gündeme getiren ve ısrarla isteyen Diyanet İşleri Yasasında Yeni Değişiklikler Yasa Önerisi mecliste birinci tartışmadan “başarılı” geçti. Faşist hükümet ortaklarınca önerilen değişiklikler kabul edildiğinde, son hedef Bulgaristan Müslümanlığını musalla taşına yatırmak olacaktır. Bulgar Papazlar bize el uzattılar Doğu Ortodoks Hıristiyan Kilisesi temsilcileri Diyanet Yasası değişiklerine sert tepki gösterip, meclisten geri çekilmesini isteyerek, hiçbir koşulda onaylanmasını kabul etmezken, 25 Kasım 2018 (Pazar gün) Sofya parlamentosu önünde düzenledikleri kitle mitinginde Sofya, Plovdiv, Haskovo ve diğer kiliselerden gelen 7 papaz vardı. Bu Papazlar konuşmalarında ve Başbakan Boyko Borisov’a gönderdikleri açık mektupta, ülkemizdeki azınlık dillerin öğrenilmesine, devlet okullarında okutulmasına ve anadil ve ibadet dili özgürlüğü istediler. Bu ulusal ÖZGÜRLÜK FORUMUNA Baş Müftülükten, Bulgaristan Müslüman Şurası Başkanlığından, Hanefi Baş Müftülüğünden, HÖH, DOST ve HŞHP ‘sinden hiçbir temsilcinin katılmaması dikkat çekti. Öyle bir ortam oluştu ki, anadilimiz, okullarda zorunlu Türkçe okutulması işi, diyanet yasasının değiştirilmesine karşı tepki, dolayısıyla ezan sesimiz, camilerde anadilimizde konuşabilmemiz ve Türkçe eğitim öğretim davamızda Bulgar Ortodoks Kilisesi ve Katolik Papazlar bizim kendi kurumlarımızdan ileri konumda bulunuyor. Ver gülüm ver Öyle bir ortam oluştu ki, sanki Bulgaristan Baş Müftülüğü Çatalbaş duruma gelmiş ve hem Ankara ve hem de Sofya diyanetine ve para gelecek kaynakların hepsine büyük bir sempatiyle bakıyor.


Makale ve Analizler - 2018

145

Bu davaya ekmek parası için hizmet eden işgüzarlarımıza söyleyecek sözlerimiz var. Yasa değişikliği geçerse, Bulgar devleti Müslüman Diyanete zaten yılda 10 000 000 (on milyon) leva vermek istiyor. Ne var ki, 19841989 güya “soya dönüş sürecinden” önce de 320 müftü ve imama Bulgar devleti her ay maaş ödüyordu. Bu paralar, dediğimizi yapacaksınız bunlar bizi dinlemeniz için verilen paralardı. Türk-Müslüman Halkına hainlik için hizmet etmenin karşılığı ödeniyordu. Evet sonunda bütün camiler kapandı ve mezar taşları kırıldı. 1989’da kapı açılınca din adamlarımızın hemen hemen hepsi öte tarafa geçti. En önemlisi 1989 Mayıs Ayaklanmamızda halk önünde yürüyen tek din adamımız yoktur. Ne tesadüftür ki, o eski dönemde yaralanmış, şehit olmuş din adamlarımız da yoktur. Ama Ankara’ya gönderilen 30 bin mektubu yazanların yarısı kendileri olup hepsi sonradan “Belene” mağduru olmaya çalışmıştır. Maalesef gerçekler bunlardır. Kur’a Kerim’i ezberinde bilmek hiç kimseyi hak ve özgürlük, adalet ve demokrasi savaşçısı yap(a)maz. Fakat aynı ezilmişlik, baskı ve terör koşullarında ibadet eden kardeşlerimizin birbirinin nefesini solumasından Bulgaristan Müslümanlarının özgürlük kavgası kıvılcımları alevlenmiştir. Farkında mısınız bilmem ama ruhumuzu söndürüyorlar. 1989 Ayaklanmamızda ideolojik mayalanmayı halka indiren müftü ve imamlarımız olmadığı gibi, hainlik ruhuna esir düşmüş Ahmet Doğan ve tayfası da değildir. Ne yazık ki biz bugün de aynı ruhsal ezilmişliği yaşıyoruz ve malımızı mülkümüzü icraya kaptırmak gibi son derece büyük yüz karamızı yerinden kaldırabilecek hiç bir vinç olmadığı gibi, halkımızın herhangi birilerine inanması da artık zor olacaktır. Bulgaristan’da bu gibi işlerle ilgilenecek kurum kalmamış acaba neden? Bizim buradaki temel, ana ve başat ödevimiz Ata ruhunu ve mülkünü sahiplenmemizdir. Yani burası bizim de Ata toprağımız diyebilmek. Başımıza gelen, lambayı yanık bırakıp, kapıyı kapamadan öteye gitmemizden kökten farklıdır. Biz ruhsal ve manevi varlığımızın maddi temellerini kaybedemeyiz! Böyle bir hakkımız yoktur, olmamıştır ve olamaz! Son 30 yılda maneviyatımızı yok etmeye yönelik saldırıların başında anadilimize, Türkçemize yönelmiş şiddetli saldırılar başta geliyor.


146

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Biz Türkler Bulgarcayı Bulgarlardan daha nitelikli ve düzgün öğrensek de, başarılı olma şansımız sıfırdır. Kendi anadilini konuşup yazamayan hiçbir kimse, her yani ırkçılık kokan Bulgaristan’da üstün başarıya uzanamaz. Memleketimizde bu işin çok acı deneyimleri vardır. Yetiştirdiğimiz doktorlar, mühendisler, öğretmenler, doktor ve profesörler alıp başını neden gittiler? Bunun temelinde yatan Bulgar ırkçılığıdır çok değişik kılıflı eğitim katliamı, kültürel katliam, seçkin aileler katliamı ve başka katliamlardır ve sistemli, devlet olarak planlı ve amaca yönelik gerçekleştirilmiştir. Bu süreç durmamıştır. Şu da var, tabi ki, gidenler kovuldukları için gitmişlerdir, kendileri istedikleri için değil. Bu kavganın içinde Bulgarların Türk düşmanlığından başka bir de Türkleri Türk’e kırdırma özelliği vardır. Bu saldırılar düşmanlık birikimi sonucudur. Çığ gibi gelen şiddet aşamalı yoğunlaşmıştır. Türkler Pomakların ve Çingenelerin başına gelenlere, onlarda Türklerin kıyılmasına bu nedenle iki tarafta bir birilerine yapılanlara seyirci kalmışlardır. Böylece Bulgaristan’da Müslümanları parçalamayı başardılar. Bu işin son mimarı Ahmet Doğan ve Lütfi Mestan’dır. Son 30 yılın deneyimleri. Türkiye’ye okumaya gönderilen 1 500 gencimiz neden geri gelmedi. Öğretmenlerimizden gittiler onlardan da dönen yok. Türkiye burada yetiştirdiğimiz umutlarımızı sanki yutuyor. Kanayan yara acımıyor. Biz bu işi yine Bulgaristan’da çözmeliyiz. Bulgar Anayasasında okumak serbest (mecbur değil) ifadesi var, bu değiştirilmelidir. Bu değişiklik yapılırken Bulgar okulunda okuyan etnik topluluklardan öğrencilerin kendi anadillerini okuyup öğrenmesi zorunludur maddesi getirildiğinde, sorun kendiliğinden çözüm bulacaktır. Türkçemizin okul dışı dernek ve kurslarda öğrenilmesi geleneği olmadığından zorlanıyoruz, hem de bir başarı elde edemiyoruz. Bu soruyu, siyasi sistem, anayasa değişikliği paketine almalıyız. Anadillerin zorunlu okutulmasını kabul etmeyen hiçbir partiye oy yok. 1990 -1991 deneyimi, A.Doğan’ın, anadilde eğitim öğretim, kolektif hak ve özgürlüklerimiz gibi konularda oynadığı iğrenç oyunu asla unutmamalıyız. Bugünkü sorunlarımızın kökleri işte oradadır. Artık uyanalım ve yeni tuzaklara düşmeyelim


Makale ve Analizler - 2018

147

Daha önceki BGSAM yazılarımızda “SOYA DÖNÜŞ” SÜRECİ baş mimarlarına dağıtılan paraları, hepsinin doktor, doçent, profesör oluşunu ayrıntılı anlatmıştık. Son 30 yılda Bulgaristan Müslümanları deresinden akan kirli sular arınamadı, ne de buharlaştı. “Bulgar Etnik Modeli” ve şimdi birden bire güncelleştirilen ve zavallı, biçare, dermansız insanlarımıza Avrupa Liberalleri ALDE projesiymiş gibi yutturulmaya çalışılan ve adına “Bulgaristan’da Türk Topluluğunun Kimliğinin Korunması, Yeniden Üretilmesi ve Geliştirilmesi” konsepti (görüşü) adıyla sunuluyor. Bu iş, Türk kimliğimizi hançerleyerek katleden zihniyetin cenazemizde dua edenler arasında baş yere taht kurmasından başka bir şey değildir. Bu, hep böyle olmuştur. Yakın geçmişimize birlikte bakalım Yeni hareketlenme geçmişimizden sahneler hatırlattı. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtından hemen sonra böyle olmuştu. Sofya Radyosu’nun Bulgaristan Türklerine Mahsus Yayınları günde 5 saatte çıkarılmıştı. Bosna’da Aliya İzzetbegoviç Müslüman devleti kurarken, bizde Bulgaristan Türklerinin 1989 Mayısında hak ve özgürlükleri, toplama kampları, sürgün zindanları ve hapishane kovuşlarının boşaltılması için ayaklanmasından sonra 1996’da ikinci kez olmak üzere kültürel otonomi için hareketlenmesini gemlemeyi başaran Ahmet Doğan haini “kahraman” ilan edildi. Yüksek devlet ödülleriyle ödüllendirildi. Türk kimliğine nefes aldırmama şartıyla ömür boyu çalışmadan sefa sürmek üzere saraya davet edildi. Bugün de köşklerde besleniyor vs… Düşmanlarımızın en büyük zaferlerinden biri de Müslümanlarımızı parçalamasıdır. Çok etkin çalışmalar yürütüldüğüne kanıtlardan biri de, genelde Müslüman Pomakların yaşadığı Batı Rodoplar’da son yıllarda FETO-cu elemanların da çabalarıyla 50 binden fazla Bulgar dilinde din kitabı dağıtılmış olması ve böylece bu konu bölünmüşlüğün derinleşmesine hizmet etmiştir. Faturasız ödemeler Kuşkusuz gelecekte faturasız ödemen ve yeni ödevlerin de şartı şurtu olacaktır. “Geri verilen, yana kaydırılan ve masa altına düşen” paraların hesabı fuzuli kalemlerle oynanacaktır. Baş Müftülük danışmanları arasında 30 yıldan beri yemlikte eşelenen, Londra’dan, New York’a, Ankara’dan, Mekke’ye, Kudüs ve Bakü’ye vb gitmediği yer kalmayan, ama en lüks arabalarla ve en lüks lokantalarda zaman geçirmelerine karşın, lüzumlu lüzumsuz kitaplar basan, emeklilikleri


148

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

hep yetmeyen kadrolar var. Bu böyle olmamış olsa “çöp” paraları ödenmiş olurdu. Bu güne kadar yapılanlar bir araştırmadan geçirilmelidir… Hak edenler hak ettiğini almalılar. Mucize bekleyenlere selam olsun. Bulgaristan Müslümanları Baş Müftülüğü ve vakıf mallarımızın haciz yoluyla gasp edilmesi konusundaki gelişmeleri öğrenmek isteyenler bizi izlesinler. Saygılarımızla, Paylaşınız gerçekleri herkes öğrensin.


Makale ve Analizler - 2018

149

Davan Elden Düşmedi

Tarih: 02 Aralık 2018 Yazan: Sevilcan YÜCE Konu: Duru yüreğin ve milli bilincin vuslatı bir başka Niyazi Hüseyin Bahtiyar’ın şiirlerindeki temalardan biri Bulgaristan Türk Edebiyatında önemli yer tutan VATAN VE ANAVATAN sevgisidir. O, “Teşhis Yerine” adlı şiirinde Vatanın ne kadar önemli olduğunu, ona nasıl sahip çıkmamız gerektiğini çok akıcı ve güzel bir dille ele almıştır: Malını yitirirsen eğer Tedirgin olma sakın Malı yine kazanırsın. Onurunu yitirirsen eğer Yarı gücün gitti demektir Aklını başına alırsın. Cesaretini yitirirsen eğer Her şeyin kaybedilmiş demektir Sen bir sıfır kalırsın. Vatanını yitirirsen eğer İşin en kötüsü işte budur Ölüler gibi tamtakırsın. Bulgaristan Türk Edebiyatı içine doğan ve içinde yetişen büyük çınarlardan biri yıkıldı. Şair ve araştırmacı yazar, romancı Niyazi Hüseyin Bahtiyar aramızdan ayrıldı ve vuslat yoluna yöneldi. Beraberinde zengin sözlü ve yazılı edebiyatımızın esintilerini götürdü. Bize de öğütleri, yürüdüğü yolun izleri, değerler kaldı. O, edebiyatımızı 3 periyoda bölmüştü: Birincisi 1944 yılına kadar olan dönem; İkincisi 1944 yılından 1989 yılına kadar olan dönem ve Üçüncüsü 1990’dan sonra günümüze kadar olan dönemdir. O bu 3 dönemi sımsıkı bir-


150

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

birine bağlı görüyordu ve birbirinin devamı olduğunu belirtiyordu. Birinci dönemde en önemli kültürel ve ebedi olayın, Atatürk’ü tanımamız, Latin Alfabemize geçmemiz ve yeni yazı dilini benimsememiz olduğuna vurgular yapıyordu. Bahtiyar son 2 dönemin en üretken orta direklerinden biriydi. Birinci dönemin sıkıntılarını, komünist dönemin “ya asimile olursun ya göç edersin” zulmünde bizzat yaşadı. Yaratıcı hiçbir zaman yalnız yanmadı. Edebiyat kulübü kurdu genç kalemlere ilham oldu. 50 yıl yazar, şair, edebiyatçı yetiştirdi. Kırcali ilinin Karagözler (Çernooçene) yaratıcı kalemlerinin hocası odur. Dernek çalışmalarında 20 yaratıcı şair ve yazar ytiştirmiştir. Bulgaristan Türkleri edebiyatının önemli isimlerinden biri olan Hüseyin Niyazi Bahtiyar, 17 Şubat 1927’de Tırgovişte’ye bağlı Turnaovası köyünde dünyaya geldi, ilkokul ve rüştiye eğitiminden sonra Şumnu’da “Nüvvab”ı bitirdi. Sofya Üniversitesinin Türkoloji bölümünün ilk öğrencilerinden biri oldu. Hayat boyu öğretmenliği ve edebiyatçılığı birleştirdi. Üniversite öğrenciliği yıllarında Sofya’da çıkan “Yeni Işık”, daha sonrasında da Kırcaali’de çıkan “Yeni Hayat” gazetelerinde görev almıştır. O, Bulgaristan Türk edebiyatı gönderinde dalgalanan bir bayraktır. “Işık Yağmuru” adlı kitabının ilk şiiri “Türk Bayrağı” dır. Bu bayrak bizim bayrağımız Pırıl pırıl dalgalanan halis Türk bayrağı Bu bayrak bizim her şeyimiz Bizimdir o, hepimizin her şeyimiz. Malazgirt’ten Plevne ve Çanakkale Savaşına her şehit bizimdir, Kuvveyi Milliye, İstiklal ve Cumhuriyet, Çankaya’da dalgalanan al sancak ve Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk hepimizindir diye haykırdı o. Yaratıcılığında “mavi gözlü kartal” Mustafa Kemal çizgileri derindir. Şair ve yazar N. Hüseyin’in sanatında Türk Kimliği bilincindeki güçlü fırça darbesi BİRLİK konusudur. Bu fikrini o şöyle dile getirdi. Beraberlik her yerde birlik Güçleri birleştirmek, yumrukları kenetlemek Ulusumuza dirlik… Yaratıcılığında derin yaraların kapandığına ve en büyük acıların unutulacağına asla inanmadı, çünkü kötülüklerin en kötüsünü kendisi de yaşamıştı. Vatanından kovulmuştu. Bu acı son gününe kadar dinmedi. Türklü-


Makale ve Analizler - 2018

151

ğüne, Türk diline, Türkçe yaratmadan aldığı mutluluğa sevdalı bir şair ve yazardı. Öğrencilerine akıttığı bilgi deryasından: Türk Dili en güzeldir/ en güzeldir Türk Dili Dilimiz her şeyimiz/ her şeyimiz dilimiz Ey sırada öğrenci/ sırada ey öğrenci Görev güzel konuşmak/ güzel konuşmak görev Halis altın dilimiz/ dilimiz halis altın Bahtiyar, Türk tarihinin önemli dönemleri ve ortaya çıkardığı kahramanları şiirlerinde sık sık konu eder. Türkiye’deki yaratıcılık yıllarında onun en büyük eseri ölümsüz Mustafa Kemal Atatürk’ten başlayarak Balkanlar’da yetişen, Balkanlar’da Türk kimliğini, zaferlerini, kültür ve medeniyetini yaratan ve yaşatan büyüklerimizin biyografisini ve eserlerini 4 cilt halinde değerlendirip yayınlamasıdır. Aynı ilgiyi edebiyat dalına da göstererek ansiklopedik sunumda bulunmuştur. BÜYÜK TÜRKLER dizisinin birinci cildinde Atatürk’ün ardından Osman Paşa’ya, Yahya Kemal’e, Osman Keskinoğlu’na, Şeyh Efendi, Riza Tevfik, Süleyman Sırrı, Mehmet N. Deliorman, Pertev N. Boratav gibi yaratıcılara yer vermesi okurlarda “biz de şu dünyada iz bırakmışız” etkisi yaptı, Türk bilincini yüreklendirdi ve yeni ufuk açtı. Bu eser, dörtnala koşan Kır atlarla Doğudan gelip Anadolu’da birer güneş gibi doğan, zirvelere pur pur ışıklar saçan, etnik köken, ırk gözetmeksizin dünya kültürüne en büyük hizmetleri dokunmuş, er meydanlarında şehit veya gazi ya da bilinmeyen onurlu büyüklerimizin parlak anısına adanmıştır. Bu eserlerin içinde Bulgaristan Türklerinin dil, din, gelenek görenek, edebiyat ve kültür davası ve özellikle de bu kavganın uluslararası boyutları çok önemli yer almıştır. Seçtiğimiz bir alıntıyı aynen veriyorum: “Bulgaristan’da Türklere karşı Jivkov isim değiştirme ve soykırım politikası başlattığında Azerbaycan devlet ve parti başkanı Haydar Aliev SBKP MK Politik büro üyesiydi. Parti MK Politik Bürosunda isim değiştirme ve Bulgarlaştırma konusu şöyle tartışılmıştı. Bulgaristan’daki Türkler için Politik Büroda Jivkov’a müdahale etmesi için Mihail Gorbaçov’a çok baskı yaptım. Politik Büro bu mesele için özel olarak toplandı. Diğer Rus üyeler bile Jivkov’u tenkit ediyorlardı. Genel kanaat, ‘Bu adam deli mi?’ Bize ‘sen Rus değilsin’ deyip zorla başka millere geçirmek gibi bir şeydi bu adamın yaptığı. Dünyada bunun eşi yok, şeklindeydi diğer üyelerin yaptığı konuşmalardaki yorumlar. Ben de aynı şekilde konuştum. Bu havadan faydalanıp Jivkov’u durdurmak istiyordum. Ama


152

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Gorbaçov hepimize karşı çıktı. Özal ve Türkiye hükümeti Gorbaçov’a bir mesaj göndererek bu konuda ağırlığını koymasını ve isim değiştirme kampanyasını durdurmasını istemişlerdi. Politik Büro bu konuda bir karar alacaktı. Ama Gorbaçov bu işe karışmadı. “ Gorbaçov Politik Büro’da şöyle konuştu: “Biz Bulgaristan’ın içişlerine karışamayız!… Evet söylediği buydu. Ben bunun üzerine dayanamadım. ‘Başka ülkelerin iç işlerine karışıyoruz da, neden Bulgaristan’ın içişlerine bu konuda karışamıyoruz?’ diye sordum kendisine. Afganistan’a karışıyoruz ya! Gorbaçov ve ekibi güya işe karışmadı ama gizlice Jivkov’u desteklediler.” Bulgaristan Türkleri genellikle tarımda, kara işlerinde çalışan, iş sever, cesur, korkmaz ve milliyetçidirler. Bulgaristan halkı ile hiçbir problemi olmamıştır. Onların başına bela kesilenler milliyetçiler ve aşırı sapık Bulgarlardır.” Niyazi Hüseyin Bahtiyar hocamızı böylece andık. Allah rahmet eylesin Niyazi Hüseyin Bahtiyar’ın Eserleri


Makale ve Analizler - 2018

153


154

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)
















Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.