49 - 1972 yılı BARUTİN SOYKIRIMI

Page 1

Makale ve Analizler - 2018

1

1972 yılı BARUTİN SOYKIRIMI

2018 Aralık Makale ve Analizleri


2

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

1972 BARUTİN SOYKIRIMI BULTURK BGSAM Yayınları Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi - BGSAM -49 BULTÜRK Adına Genel Başkanı: Rafet ULUTÜRK Basım: Aralık - 2018 Koordinatör: Dr. Nedim BİRİNCİ Editör: Raziye ÇAKIR İnternet sorumlusu : Kapak Tasarım: Murat ULUTÜRK Pazarlama Sorumlusu: Hamiyet ÇAKIR Arşiv: İbrahim SOYTÜRK İsteme Tel: 0212 511 63 47 www.bulturk.org; www.bghaber.org; info@bulturk.org İnternet sitesinin yazıları Adres: Yıldırım Mah. Şehit Kamil Balkan cad. No.114/A Bayrampaşa İstanbul Tel: +90 (212) 511 63 47 Belgegeçer: +90 (212) 526 51 98 https://bgsam.org/, https://issuu.com/bulturk, https://bulturk.org.tr/ Baskı : DİNÇ OFSET MATBAACILIK SAN. ve TİC. LTD. ŞTİ. Adres: Davutpaşa Cd. Emintaş San. Sit. No: 103/580-581 Topkapı - İstanbul Tel: 0090 212 493 24 67 TÜRKİYE CUMHURİYETİ YASASI GEREĞİNCE BU ESERİN YAYIN HAKKI BULTÜRK’ten İZİNSİZ KISMEN VEYA TAMAMEN ÇOĞALTILIP YAYINLANAMAZ

Web: www.bghaber.org ; E.Posta: rafetuluturk@yahoo.com


3

Makale ve Analizler - 2018

“Bilgi Ordusu, Bizim Ordumuz, Bildiğimizi Öğretmek,Bizim Borcumuz.” Rafet ULUTÜRK

Düşünceler dizisi olan elinizdeki eserin anlamı derin bir uğraşın ancak başlangıcıdır. Bulgaristanlı Türk Müslümanların başına 1970-72, 1984-85’te düşen yıldırımın bir daha düşmemesi için bir uyarı ve ışık niteliğindedir. Saygılarımızla, B U LT Ü R K


4

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2018

5

Önsöz Yerine Yıl 2018 2016 yılı Bulgaristan Türkleri ve soydaşlarımız için umut dolu gelmişti. Cumhurbaşkanlığı seçimi ve siyasi dönüşüm amaçlayan bir halk oylaması yapılacaktı. Vatandaşlar siyasi sistem değişikliğinin seçim sisteminden geçtiğini kavramıştı. Ancak parti listelerinde gösterilenlerin seçildiği “çoğulcu” uygulamadan kurtulup, seçmen tarafından gösterilecek ve seçmenin iyi tanıdığı kişilerin meclise gönderileceği mutlak ekseriyet (salt çoğunluk) sistemine geçişin müjdesini bekliyordu. Bu değişiklik için 2 milyon 500 bin seçmen oy verdi.Seçmen, meclis seçimlerinde parlamentoya giren siyasi partilere oy başı 11 leva verilmesine yani milyonlar ceplemesine son verilmesini ve seçimlerin zorunlu olmasını istedi. 2 milyon 500 bin seçmenin oyu mahkeme kararıyla rafa kaldırıldı. Siyasi sistem değişikliği için “izin veremeyiz” dendi. Bunu deyen ise, 1989 yılından sonra, “ben artık öldüm” aldatmacası yaparak, Bulgar toplumu içine boydan boya uzanan kaskatı totaliter sistemin yarattığı oligarşi ve sözcüleri oldu. Onlar aynı yıl Bulgar aşırı sağcılarını birleşmeye çağırdılar. Giderek birleştirdiler ve onlara “yolunuz iktidar basamaklarından tırmanmaktır” dediler. Avrupa’nın kaderi de kötüydü. Sığınmacılar, savaş kaçakları, kitle göçleri, kıta değiştirenler çatır çatır kıvılcım saçan faşizm her günümüzü zehir etmeye başladı. 1989’da parçaları anmalık olarak satılmaya başlayan Berlin Duvarı’ndan parçaların yerine yeni duvarlar çekmek için yeni duvarcılar belirdi. Doğu Avrupa ülkeleri aralarındaki sınırlara boydan boya tel duvar gerdiler. Tarih ayıbın böylesini daha önce görmemişti. Sınırları kaldırıp özgür bir dünyada yaşama hevesiyle birleşmeyi seçenler insanlara, “Toplama Kamplarını”, yargısız idamları, Nazileri, faşistleri anımsattılar. Avrupa Konseyi 3 Bulgar siyasi partisine, “Ataka”, İç Makedon Devrim Hareketi (VMRO) ve “Bulgaristan’ı Kurtarma Hareketi” ve bu üçlünün “Yurtsever Cephe” ortaklığı Türk, Müslüman, İslam,


6

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

sığınmacı, göçmen ve öteki düşmanlığı aldı yürüdü. Düşmanlık yılan zehrinden kötü olan... Müslümanları hem isteme hem de istememe siyaseti karıştıkça anlaşılmaz oldu. Avrupa Birliği üyesi 28 devlet Türkiye Cumhuriyeti karşısında boyun eğdi ve bir gün “ama şu göçmenleri durdurun, bizi çökertecekler” dedi. 2016 ve 2017’nin en büyük olayı buydu. Dev adımlarla büyüyen ve güçlenen Türkiye’ye daha önce 28 devlet birden yalvarmamıştı. Diz çöktüler ve 2016 ve 2017’de durumun özünü fark edemediler. Çökenler Güneşten uzaklaştıklarını fark edemezler. Kuşkusuz, önüne eğilmiş kafalardan biri olan Bulgaristan’dı. Hem Brüksel’e ve hem de Ankara’ya bakarken Bulgaristan Türklerini görmezden geldi. Onları siyasi olarak parçalayarak ve parçaladıkça ezerek mecliste faşistlere daha geniş yer açanların ve faşistleri 1944’ten beri ilk defa iktidar koltuklarına davet edenlerin tam olarak ne düşündüklerini ve ne istediklerini anlamak çok zor olmadı. Artık göç durmuş, doğal olarak geri göç başlaması zamanı gelmişti. Faşist düşmanın kafasında iki hedef birden doğdu. Camiler ve mezarlıklar. Camilerin içinde de Türkçe konuşmayı yasaklamak, Türkler için Vatan kalesi olan, mezarlıkları daraltmak hatta vakıfları kabristanlık olarak ayırdıkları bütün arsalara el atıp, onları cesetlerini gömecek bir insan boyu topraksız bırakmayı düşündüler. Sofya Türk Mezarlığı 28 yıl önce dolmuştu. Bunu Ahmet Doğan’a, Lütfi Mestan’a, Osman Oktay’a, Kasım Dal’a vb asla anlatamadık. Yakın geçmişte mecliste yaşlanan Ramadan Atalay’ın eşi vefat etti. Bir mezar yeri bulamadık, doktor hanım Bulgar mezarlığına gömüldü. Yazarlarımızdan İsmail Çavuş öldü, Sofya dışında Bankiya kasabasındaki Hıristiyan mezarlığına gömdük. Bu şehirde zengin Müslümanlar için de mezar yeri yok. Sofya kenarında 52 dönüm bir yer alındı. Toprak sahibi Bulgar komşular vakıf malımıza, kendi mülkümüze mezarlık yapılması için gereken “razıyım” belgesini vermedikleri için, 20 yıldır boş duruyor o kutsal toprağımız. Karşımızdaki devlet kale gibi! Püskülü faşist. Ortada kaldık. 2016 - 2017 bizim için çok zor yıllardı. Mezarlıksız Vatan olmaz!!! Mücadele devam ediyor. Raziye ÇAKIR


Makale ve Analizler - 2018

7

Önsöz: Elinizdeki kitapta, biz Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği BULTÜTK’ün aydın kadroları ile Bulgaristan Stratejik Araştırmalar Merkezi BG-SAM ekibinin kaleme aldığı yazıları bulacaksınız. Size değişen dünyamızı kendi açımızdan anlatmaya çalıştık. Bulgaristan’da ve Türkiye’de yaşamış ve eğitim almış bir ekip olarak öncelikle her şeyimizin ortak olduğu inancından çıkarak, ne kadar istesek de birlikte yürüdüğümüz yolu ve içinde birlikte olduğumuz zamanı zorlayabilmemizin mümkün olmadığını ama bu yol ve zamanın kendi kuralları olduğunu ve bunlardan akıllıca yararlanarak birçok işler yapılabileceğini açmaya çalıştık. Bu kitabın zaman kesimi 2018 yılının Ocak ve Şubat aylarıdır. Bu kısa dönem bizim BULTÜRK olarak 2002’den beri izlediğimiz yolun iki aylık devamıydı. Bizim için çok önemliydi. Bulgaristan’ın başkenti Sofya’da Avrupa Konseyi’nin (AK) 6 aylık dönem başkanlığını Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov yapacaktı. Siyasi öngörümüzde, ilk kez olmak üzere, Bulgaristan kurumları ve vatandaşları Avrupa Konsey, Komisyon ve Birlik yönetimiyle yüz yüze gelecek ve askıdaki problemlere çözüm aranacak ümidi vardı. Bulgaristan Balkanların büyük ülkelerinden biri olsa da, Avrupa Birliği bileşiminde orta boyutta, tarımı ve sanayi bunalım içinde, işsizlik oranı yüksek, eğitim sistemi kriz yaşayan, çok yoksul ve çaresizlikle boğuşan bir ülkeydi. Bulgaristan’ı 2009’dan beri yöneten halkın Avrupa vatandaşlığı seçeneğini temsil eden GERB partisi, 24 Mart 2017’i erken genel seçimlerinden sonra 3 aşırı milliyetçi partiyi kabineye almış ve AK’nin “faşist” olarak nitelendirdiği bu partilerle yönetimi paylaşmıştı. AK Başkanlığının “faşist” olarak damgaladığı güçlerin iktidarda bulunduğu bir ortamda 6 aylık dönem başkanlığını dağıtması ve yeni seçim yapılarak adalet ve demokrasi güçlerinin hükümet kurmasını istemesi beklenirdi. Ne yazık ki, AK’yi üyeleri dönem başkanlığı için keçi kılından elbise giyip samsak kolonyası kullandılar ve faşizm yılanına kendileri ısırtmadan işe varıp geldiler. AK başkanlığı Sofya’da büyük protesto gösterileriyle başladı. Bulgar başkenti köpürdü. Dönem toplantıları başkanı Boyko Borisov zulayı açtı ve karanlık güçlerin hiçbir zaman yenilgi kabul etmediğini kanıtlarcasına, bir çuvalda bir milyon leva olduğunu kabul etsek, 100 çuval leva dağıtarak önce polis ve jandarmayı yatıştırdı. Diğerleri beklemeye devam ediyor.


8

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu 2 ay BULTÜRK etkinlikleri için çok önemliydi. İlk kez olmak üzere Başkan Rafet Ulutürk yönetiminde bir heyetimiz Sofya Büyükelçimiz Sayın Hasan Ulusoy Beyi makamında ziyaret etti ve iki halk ve iki ülke, özellikle de Bulgaristan Türkleri, dostluk, barış ve güvenlik davası yararına başarılı çalışmalar temennilerinde bulundu. Bulgaristan Müslümanları Diyanetini ve Başmüftülüğü ziyaret etti. Sofya Kültürel Etkileşim Derneğinde yararlı bir görüşme gerçekleştirdi. Elinizdeki kitapta, Bulgaristan’da 2018 atılımlarına, oradaki kardeşlerimizin yaşam ve etkinliklerine, büyük bir hevesle başlattıkları aydınlanma sürecine ilk kez yayınlanan yazılar da bulacaksınız. Rafet ULUTÜRK BULTÜRK / BG-SAM 07.08.2018


Makale ve Analizler - 2018

9

Değerli Hemşehrilerim, Bulgaristan’da hepimiz zor günler yaşadık, itildik, ezildik, çiğnendik, hatta gün geldi vurulduk, şehitler verdik. Bu nedenle bizler kendi içimize kapanarak, yaşam mücadelesi vermeye çalıştık. Ancak bu içine dönüklükten kurtulmalıyız ve Türkiye’de yaşadığımıza göre, yasaların bize verdiği tüm haklardan bizlerde yararlanmalıyız. Peki, neden bunu yapamıyoruz? 1877-78 Rus-Türk savaşından sonra Osmanlının Balkanlardan çekilmesiyle birlikte, savaş esnasında işlenen akıl almaz katliamlar nedeni ile atalarımız asırlarca yaşadıkları yerleri terk ederek göç yolunu tutmuşlardır. Geride kalanlar ise Bulgaristandevleti’nin uygulamaya başladığı soy kırım politikalarına karşı direnmiş ve hayatta kalmaya çalışmışlardır. Şimdi ise burada Türkiye’de yaşayanlar oralara yardım edebilmek için, burada ilk önce bir araya gelmek ve bir merkez oluşturmalıyız. Artık bir kurum altında toplanmalı ve birlikte hareket etmeliyiz. Bu birliğe hepimizin ihtiyacı olduğuna inanıyorum. Artık bir birimizi kötülemekten vaz geçmeliyiz, birisi için yanında konuşamayacağımızı başka bir yerde konuşmamalıyız, yani kısaca arkasından konuşmamalıyız. En önemlisi samimi, hoşgörülü ve ahlaklı olmak. Zamanla her şey yerine geleceğine inanıyorum, ama tabi ki bu dava üzerinde kafa yoran, stratejiler üreten ve devamlı bunun üzerinde çalışan olursa. Bizim savaşımız insanlarımızı ahlaklı yetiştirmek olmalı, birlik ve beraberliğe kendi insanlarımızla başlayarak tüm Türk Dünyasına taşmalıyız. Bizler burada Türkiye’de yaşayan Bulgaristanlılar büyük bir kitle haline gelmiş durumdayız. İşte bu nedenle şimdi bu kitleyi yani kendi hemşerilerimizi, bir araya toplayarak bir merkez, bir güç birliği oluşturmalıyız, tabi ki bu bizim doğal tabii hakkımızdır. Bizler de artık toplum gücünü kullanabilmeliyiz. Toplum olarak haklarımızı elde etmek zorundayız ve bu yönde çalışmalıyız. Biz bunu söylerken, önderlerimizi seçerken, başkaları kötüdür demiyoruz. Biz bu işi onlardan daha iyi yapabileceğimize, Türkiye Cumhuriyetine ve Türk Dünyasına daha verimli olacağımıza, buralarda bu bölgelerde yaşayan Türklerin daha iyi, daha güvenilir, yaşamalarını sağlayacağımıza inandığımız için, Önderliğe, Yönetime talibiz. Bu arada Bulgaristan’da kalan kardeşlerimizin hepsinin siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel kimliklerini,


10

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

muhafaza edebilmeleri için mücadele etmeliyiz ve bu konuda gerekeni yapmalı ve gerekli yardımları yapmalı ve yaptırmalıyız. Aramızda Ahlâklı, Adaletli olanları seçmenli ve yüceltmeliyiz. Geçmişi konuşmaktansa, gelecekten söz etmeliyiz, bugünü değil, yarınları görerek hareket etmeliyiz. Aramızdan stratejistlere imkân ve fırsat vermeliyiz ve onları bizler yetiştirmeli yön verebilmeliyizkısa-10 ve uzunvadeli -50 yıllık hedefleri gösterebilmeliyiz. Aramızda kötü niyetli insanları tespit etmeliyiz, bilmeliyiz ki, onların kusurlarından dolayı değil, bu güne kadar yapılması gerekenleri engelledikleri için aramızdan uzaklaştırmalıyız. Bu güne kadar neler yapılmamış, onları araştırmalı, bilmeliyiz ve neler yapılması gerekir onları söylemeliyiz ve bunları bir an önce hayata geçirmeliyiz. Bizler gözyaşları dindirmek için, yaralara mehlem olmak için, her yüke ortak olabilmeliyiz. Gençlerimize, sadece balık pişirmesini değil, balık tutmasını da öğretmeliyiz, insanlarımızı denizlere, okyanuslara açılmalarını sağlamalıyız. Aramızda Tek Lider değil her sokakta, her mahallede bir lider yetiştirmeliyiz, biz dünyayı yönetmek için oğullarımızı yetiştirmeliyiz. Bizim insanlarımız yani Bulgaristan Türkleri şahsi başarıları Türkiye’de belkide en çok olanlardanız. İşte artık bizler toplum olarak haklarımızdan yararlanmasını bilmeliyiz. Her şeyden önce siyasi haklarımızı toplum olarak kullanmalıyız, daha sonra ekonomik ve kültürel haklar onu takip edecektir. Hepimizin gördüğü gibi, tarihte büyük güçler çok defa kötü politikaların kurbanı olmuşlar ve bunlar devam edecektir. Bir toplumun Lideri olmadan hiçbir şey olmaz, bu lideri de toplum çıkarmalıdır. Siyaseti güvenilir, sevimli hale getirmek bizim hedefimiz olmalı, bu gün çok zor, imkânsız olarak görünse de, yarınlara umutla bakabilmeli ve baktırabilmeliyiz. Var olabilmemiz için, var kalabilmemiz için, öncelikle temel hususlarda anlaşma sağlamalıyız. Aramızda bir birimize güveni kaynaştırmalıyız ve samimi olmalıyız. Her şeyden önce özgüvenimizi kazanmalıyız, birlik ve beraberliği ön planda tutarak insanları insan oldukları için sevip saymalıyız. İçimizde barışı sağlayıp, tek merkezde bir çatı altına toplanmalıyız.


Makale ve Analizler - 2018

11

Bu çatı da “BULTÜRK Derneği” olmalıdır. Buradan tüm dünyaya sesimizi duyurabiliriz. Balkanlar konusundaki politikalarda etkili olabilmek için yolları aşındırmalıyız. Çünkü gelişmiş ve Bulgaristan’da etkili bir Türkiye Balkanlara tamamen hâkimiyet kurabilecektir. En önemlisi kararlı olalım ve birbirimize samimi, saygılı olmayı ve bir birimizi sevmeyi öğrenmeliyiz. Bizim derdimizi ve problemlerimizi en iyi anlayabilecek zaat bizden olduğunu idrak etmeliyiz. Bulgaristan Türkleri konusunda teşhisi bizler kendimizi yetiştirerek yetki mercileri alarak son noktayı biz koymalıyız, bu güne kadar ki eksikliğimiz budur. Ayrıca Balkanların anahtarı Bulgaristan’da yani Bulgaristan Türklerinden geçtiğini de öğrenmeli ve öğretmeliyiz. Sevgili dava arkadaşlarım. Kendimizde özgüveni, aramızda güveni ve merkezioluşturduktan sonra, kimsenin aramıza nifak tohumları ekmesi mümkün değildir. Bizim için önemli olan, eksiklerimizi bulmaktır. Geçmişi bırakarak artık bizler aydınlanma dönemine bir an önce geçmeliyiz. Halimizi tespit etmek çok kolay, gazete, dergi yayın hayatımız nerede, kaç gazete, tv, radyo bizimle ilgili haber yapıyor.Burada suçlu değil, sebepleri aramalıyız. Gelin bunları tartışalım, niçin bu güne kadar bir Bulgaristan Kültür Merkezi olmamış, bunu şimdi nasıl gerçekleştirilebiliriz, bunlara yönelik çalışmalar toplantılar yapmalıyız. Hedefimiz Türkiye Cumhuriyetini daha güçlü, daha huzurlu ve daha iyi yarınlara götürmek için olmalı. Güçlü bir Türkiye Bulgaristan da yaşayan Türklerede güven ve huzur verecektir, onların daha rahat yaşamalarını hep birlikte sağlayabiliriz. Bunlar zannetiğiniz kadar zor işler değil. Dünyada insanlar bir iş için değil, bir İdeal için hayatını feda ederler. Bunun için güçlü olmak sesini duyurabilmek için öncelikle bir Kurum ve bunun Merkezini oluşturmalıyız. Çünkü Merkezi olmayan hiçbir topluluk bir yerlere gelmesi mümkün değildir. Bu güne kadar konuşmalar tartışmalar yapılmış fakat bir ağıç ekilmemiş işte bu gün bunu yaptık BULTÜRK tüm Bulgaristan Türklerinin biz öncelikle sadece Bulgaristanlıyız. Bizler elimizdeki kıt kaynaklarla bir merkez oluşturmaya çalıştık, bunda da muhafak olduk. Bu merkeze ulaşmakta büyük güçlükler ile karşılaştık bu konuda bizlere yardımcı olan emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz. Ayrıca bizlere kendi yerini veren Mümin Hocamıza huzurunuzda kendisine tekrar tüm halkımız adına buradan teşekkür ediyoruz. Bundan son-


12

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

raki hedef de Türkiye’nin her yerine ulaşmak ve bu birlikteliği her yerde tesis etmektir. Bu merkezimizde artık kendimize ait bir kültür merkezimiz oluştu toplantı salonumuz da mevcuttur her 15 günde bir toplanıyoruz. Amacımıza ulaşabilmek için devletin bir şeyler yapmasını beklememeliyiz. Birlikten kuvet doğar Atasözünde olduğu gibi güçlerimizi birleştirerek devlet yönetiminde söz sahibi olmalıyız ve geleceğimize kendimiz yön vermeliyiz. Gençlerimizin devlete girmelerinin yolunu aydınlatmalıyız. Artık bizim de Ankara’da TBMM’de kendi temsilcilerimiz olmalı. Bizler de buralara kendi içimizden birilerini gönderebilmeliyiz. Aramızda birlik ve beraberliğimizi oluşturduğumuz takdirde kendi içimizde samimi olduğumuzda başarıların ard arda geldiğini göreceğiz bunu başaracağımıza eminim. İhtiyacımız olan tek şey kendi içimizde daha adaletli olabilmek. Sevgi ve saygılarımı sunarım, Genel Başkan Rafet ULUTÜRK


Makale ve Analizler - 2018

13

Bir Mucize Bekliyoruz

İbrahim SOYTÜRK Tarih: 29 Kasım 2018 Konu: Bulgaristan’da bu utancı dünyanın en büyük vinç gelse kaldıramaz. Henüz utancından yerin dibine batan yok. Bir önceki “Hepiniz İstifa ediniz” (25 Kasım 2018) başlıklı yazımızda anlattıklarımız kumar masasında olsaydı, iflas eden tabancasını çekip kafasına sıkardı. Ne var ki bu iş yürek ister. Sonra Bulgaristan Diyaneti Baş Müftülüğü ve bu kuruma bağlı tüm vakıf mallarımıza gelen hacız ve satışın başlaması yeni veya kişisel bir olay olmadığından bu işlere bakmaktan geçinen “yüksek” memurlarımız kaşınmaya alışmışlar ve hatta uyuz olmuşlar, ne olursa olsun onların hiç birinin cebinden çıkan bir şey yok. İşine bakmayanlar bir kaç idareci… Telefondan paylaşılan bahaneler kabul edilmiş gibi. Aklı başında Bulgarlar “rezil” oluruz derken, aşırı milliyetçi medya dışında herkes bu hafta düşen karın altında kendine kuytu bir yer aradı. Haciz uygulayanlar “Bankya şehri ortasında bir ceset gibi duruyordu, değiş tokuş teklif ettik, Baş Müftülük kabul etmedi” gerekçesi ardına gizleniyor. Bu tuzağı da eski “Baş Müftü Prof. N. Gençev kurdu” diyenler var. Ankara’dan da ses çıkaran pek olmadı. Çöken DOST partisi ve L. Mestan projesinin baş mimarı olan Aziz Pabuşçu, aşırı milliyetçi sözüm ona “Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Milli Cephe” partisinin faşist propaganda yapan “CKAT” TV programına yem oldu. Hiç birinde olmayan yüksek bilince göre, ata mülkümüze, Türk Müslüman kimliğimizin maddi temellerine el konmuş da ne olmuş!? Haydan gelen huya gider! Biz kelepirin kıymetini bilemeyiz! gibi basmakalıp sözler sohbetlere tuz biber oluyor. Uyut milleti al parayı Yalnızca Arap Büyükelçiliklerine, İran Büyükelçiliğine, Rusya Federasyonu ve Birleşik Amerika Sofya Büyük Elçiliklerine girip çıksalar veya temasları (nabız yoklama işini) yürütseler veya haftada bir Edirne’ye uğrayıp hiçbir işe ama hiçbir işe yaramayan konferanslar dinleseler, bu işlere bakanların maaşları yine yürüyor.


14

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan Cumhurbaşkanı Rumen Radev’e iftar verseler de Kurban Bayramı tebrikleri alsalar, Başsavcıya gülümseseler, DANS kurumunu muntazam bilgilendirseler ve ne sebeptense kaderi Hak ve Özgürlük Partisi Başkanlığıyla kesişen Mustafa Karadayı ile koltuklara serilip resim çektirseler maaşlarını yine alabilirler. Onlardan istenen de zaten ve ancak bu… Bulgaristan Müslümanlarının kaderi kendi mezarını tespih çektikçe de durmadan kazıyor. Minareden ezan sesi, camilerde Türkçe konuşma, yüksek sesle dua etme, kahvede masal anlatma gibi Bulgaristanlı Müslümanlara son olmazsa olmazlarını yasaklamayı gündeme getiren ve ısrarla isteyen Diyanet İşleri Yasasında Yeni Değişiklikler Yasa Önerisi mecliste birinci tartışmadan “başarılı” geçti. Faşist hükümet ortaklarınca önerilen değişiklikler kabul edildiğinde, son hedef Bulgaristan Müslümanlığını musalla taşına yatırmak olacaktır. Bulgar Papazlar bize el uzattılar Doğu Ortodoks Hıristiyan Kilisesi temsilcileri Diyanet Yasası değişiklerine sert tepki gösterip, meclisten geri çekilmesini isteyerek, hiçbir koşulda onaylanmasını kabul etmezken, 25 Kasım 2018 (Pazar gün) Sofya parlamentosu önünde düzenledikleri kitle mitinginde Sofya, Plovdiv, Haskovo ve diğer kiliselerden gelen 7 papaz vardı. Bu Papazlar konuşmalarında ve Başbakan Boyko Borisov’a gönderdikleri açık mektupta, ülkemizdeki azınlık dillerin öğrenilmesine, devlet okullarında okutulmasına ve anadil ve ibadet dili özgürlüğü istediler. Bu ulusal ÖZGÜRLÜK FORUMUNA Baş Müftülükten, Bulgaristan Müslüman Şurası Başkanlığından, Hanefi Baş Müftülüğünden, HÖH, DOST ve HŞHP ‘sinden hiçbir temsilcinin katılmaması dikkat çekti. Öyle bir ortam oluştu ki, anadilimiz, okullarda zorunlu Türkçe okutulması işi, diyanet yasasının değiştirilmesine karşı tepki, dolayısıyla ezan sesimiz, camilerde anadilimizde konuşabilmemiz ve Türkçe eğitim öğretim davamızda Bulgar Ortodoks Kilisesi ve Katolik Papazlar bizim kendi kurumlarımızdan ileri konumda bulunuyor. Ver gülüm ver Öyle bir ortam oluştu ki, sanki Bulgaristan Baş Müftülüğü Çatalbaş duruma gelmiş ve hem Ankara ve hem de Sofya diyanetine ve para gelecek kaynakların hepsine büyük bir sempatiyle bakıyor.


Makale ve Analizler - 2018

15

Bu davaya ekmek parası için hizmet eden işgüzarlarımıza söyleyecek sözlerimiz var. Yasa değişikliği geçerse, Bulgar devleti Müslüman Diyanete zaten yılda 10 000 000 (on milyon) leva vermek istiyor. Ne var ki, 19841989 güya “soya dönüş sürecinden” önce de 320 müftü ve imama Bulgar devleti her ay maaş ödüyordu. Bu paralar, dediğimizi yapacaksınız bunlar bizi dinlemeniz için verilen paralardı. Türk-Müslüman Halkına hainlik için hizmet etmenin karşılığı ödeniyordu. Evet sonunda bütün camiler kapandı ve mezar taşları kırıldı. 1989’da kapı açılınca din adamlarımızın hemen hemen hepsi öte tarafa geçti. En önemlisi 1989 Mayıs Ayaklanmamızda halk önünde yürüyen tek din adamımız yoktur. Ne tesadüftür ki, o eski dönemde yaralanmış, şehit olmuş din adamlarımız da yoktur. Ama Ankara’ya gönderilen 30 bin mektubu yazanların yarısı kendileri olup hepsi sonradan “Belene” mağduru olmaya çalışmıştır. Maalesef gerçekler bunlardır. Kur’a Kerim’i ezberinde bilmek hiç kimseyi hak ve özgürlük, adalet ve demokrasi savaşçısı yap(a)maz. Fakat aynı ezilmişlik, baskı ve terör koşullarında ibadet eden kardeşlerimizin birbirinin nefesini solumasından Bulgaristan Müslümanlarının özgürlük kavgası kıvılcımları alevlenmiştir. Farkında mısınız bilmem ama ruhumuzu söndürüyorlar. 1989 Ayaklanmamızda ideolojik mayalanmayı halka indiren müftü ve imamlarımız olmadığı gibi, hainlik ruhuna esir düşmüş Ahmet Doğan ve tayfası da değildir. Ne yazık ki biz bugün de aynı ruhsal ezilmişliği yaşıyoruz ve malımızı mülkümüzü icraya kaptırmak gibi son derece büyük yüz karamızı yerinden kaldırabilecek hiç bir vinç olmadığı gibi, halkımızın herhangi birilerine inanması da artık zor olacaktır. Bulgaristan’da bu gibi işlerle ilgilenecek kurum kalmamış acaba neden? Bizim buradaki temel, ana ve başat ödevimiz Ata ruhunu ve mülkünü sahiplenmemizdir. Yani burası bizim de Ata toprağımız diyebilmek. Başımıza gelen, lambayı yanık bırakıp, kapıyı kapamadan öteye gitmemizden kökten farklıdır. Biz ruhsal ve manevi varlığımızın maddi temellerini kaybedemeyiz! Böyle bir hakkımız yoktur, olmamıştır ve olamaz! Son 30 yılda maneviyatımızı yok etmeye yönelik saldırıların başında anadilimize, Türkçemize yönelmiş şiddetli saldırılar başta geliyor.


16

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Biz Türkler Bulgarcayı Bulgarlardan daha nitelikli ve düzgün öğrensek de, başarılı olma şansımız sıfırdır. Kendi anadilini konuşup yazamayan hiçbir kimse, her yani ırkçılık kokan Bulgaristan’da üstün başarıya uzanamaz. Memleketimizde bu işin çok acı deneyimleri vardır. Yetiştirdiğimiz doktorlar, mühendisler, öğretmenler, doktor ve profesörler alıp başını neden gittiler? Bunun temelinde yatan Bulgar ırkçılığıdır çok değişik kılıflı eğitim katliamı, kültürel katliam, seçkin aileler katliamı ve başka katliamlardır ve sistemli, devlet olarak planlı ve amaca yönelik gerçekleştirilmiştir. Bu süreç durmamıştır. Şu da var, tabi ki, gidenler kovuldukları için gitmişlerdir, kendileri istedikleri için değil. Bu kavganın içinde Bulgarların Türk düşmanlığından başka bir de Türkleri Türk’e kırdırma özelliği vardır. Bu saldırılar düşmanlık birikimi sonucudur. Çığ gibi gelen şiddet aşamalı yoğunlaşmıştır. Türkler Pomakların ve Çingenelerin başına gelenlere, onlarda Türklerin kıyılmasına bu nedenle iki tarafta bir birilerine yapılanlara seyirci kalmışlardır. Böylece Bulgaristan’da Müslümanları parçalamayı başardılar. Bu işin son mimarı Ahmet Doğan ve Lütfi Mestan’dır. Son 30 yılın deneyimleri. Türkiye’ye okumaya gönderilen 1 500 gencimiz neden geri gelmedi. Öğretmenlerimizden gittiler onlardan da dönen yok. Türkiye burada yetiştirdiğimiz umutlarımızı sanki yutuyor. Kanayan yara acımıyor. Biz bu işi yine Bulgaristan’da çözmeliyiz. Bulgar Anayasasında okumak serbest (mecbur değil) ifadesi var, bu değiştirilmelidir. Bu değişiklik yapılırken Bulgar okulunda okuyan etnik topluluklardan öğrencilerin kendi anadillerini okuyup öğrenmesi zorunludur maddesi getirildiğinde, sorun kendiliğinden çözüm bulacaktır. Türkçemizin okul dışı dernek ve kurslarda öğrenilmesi geleneği olmadığından zorlanıyoruz, hem de bir başarı elde edemiyoruz. Bu soruyu, siyasi sistem, anayasa değişikliği paketine almalıyız. Anadillerin zorunlu okutulmasını kabul etmeyen hiçbir partiye oy yok. 1990 -1991 deneyimi, A.Doğan’ın, anadilde eğitim öğretim, kolektif hak ve özgürlüklerimiz gibi konularda oynadığı iğrenç oyunu asla unutmamalıyız. Bugünkü sorunlarımızın kökleri işte oradadır. Artık uyanalım ve yeni tuzaklara düşmeyelim


Makale ve Analizler - 2018

17

Daha önceki BGSAM yazılarımızda “SOYA DÖNÜŞ” SÜRECİ baş mimarlarına dağıtılan paraları, hepsinin doktor, doçent, profesör oluşunu ayrıntılı anlatmıştık. Son 30 yılda Bulgaristan Müslümanları deresinden akan kirli sular arınamadı, ne de buharlaştı. “Bulgar Etnik Modeli” ve şimdi birden bire güncelleştirilen ve zavallı, biçare, dermansız insanlarımıza Avrupa Liberalleri ALDE projesiymiş gibi yutturulmaya çalışılan ve adına “Bulgaristan’da Türk Topluluğunun Kimliğinin Korunması, Yeniden Üretilmesi ve Geliştirilmesi” konsepti (görüşü) adıyla sunuluyor. Bu iş, Türk kimliğimizi hançerleyerek katleden zihniyetin cenazemizde dua edenler arasında baş yere taht kurmasından başka bir şey değildir. Bu, hep böyle olmuştur. Yakın geçmişimize birlikte bakalım Yeni hareketlenme geçmişimizden sahneler hatırlattı. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtından hemen sonra böyle olmuştu. Sofya Radyosu’nun Bulgaristan Türklerine Mahsus Yayınları günde 5 saatte çıkarılmıştı. Bosna’da Aliya İzzetbegoviç Müslüman devleti kurarken, bizde Bulgaristan Türklerinin 1989 Mayısında hak ve özgürlükleri, toplama kampları, sürgün zindanları ve hapishane kovuşlarının boşaltılması için ayaklanmasından sonra 1996’da ikinci kez olmak üzere kültürel otonomi için hareketlenmesini gemlemeyi başaran Ahmet Doğan haini “kahraman” ilan edildi. Yüksek devlet ödülleriyle ödüllendirildi. Türk kimliğine nefes aldırmama şartıyla ömür boyu çalışmadan sefa sürmek üzere saraya davet edildi. Bugün de köşklerde besleniyor vs… Düşmanlarımızın en büyük zaferlerinden biri de Müslümanlarımızı parçalamasıdır. Çok etkin çalışmalar yürütüldüğüne kanıtlardan biri de, genelde Müslüman Pomakların yaşadığı Batı Rodoplar’da son yıllarda FETO-cu elemanların da çabalarıyla 50 binden fazla Bulgar dilinde din kitabı dağıtılmış olması ve böylece bu konu bölünmüşlüğün derinleşmesine hizmet etmiştir. Faturasız ödemeler Kuşkusuz gelecekte faturasız ödemen ve yeni ödevlerin de şartı şurtu olacaktır. “Geri verilen, yana kaydırılan ve masa altına düşen” paraların hesabı fuzuli kalemlerle oynanacaktır.


18

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Baş Müftülük danışmanları arasında 30 yıldan beri yemlikte eşelenen, Londra’dan, New York’a, Ankara’dan, Mekke’ye, Kudüs ve Bakü’ye vb gitmediği yer kalmayan, ama en lüks arabalarla ve en lüks lokantalarda zaman geçirmelerine karşın, lüzumlu lüzumsuz kitaplar basan, emeklilikleri hep yetmeyen kadrolar var. Bu böyle olmamış olsa “çöp” paraları ödenmiş olurdu. Bu güne kadar yapılanlar bir araştırmadan geçirilmelidir… Hak edenler hak ettiğini almalılar. Mucize bekleyenlere selam olsun. Bulgaristan Müslümanları Baş Müftülüğü ve vakıf mallarımızın haciz yoluyla gasp edilmesi konusundaki gelişmeleri öğrenmek isteyenler bizi izlesinler. Saygılarımızla, Paylaşınız gerçekleri herkes öğrensin.


Makale ve Analizler - 2018

19

Davan Elden Düşmedi

Tarih: 02 Aralık 2018 Yazan: Sevilcan YÜCE Konu: Duru yüreğin ve milli bilincin vuslatı bir başka Niyazi Hüseyin Bahtiyar’ın şiirlerindeki temalardan biri Bulgaristan Türk Edebiyatında önemli yer tutan VATAN VE ANAVATAN sevgisidir. O, “Teşhis Yerine” adlı şiirinde Vatanın ne kadar önemli olduğunu, ona nasıl sahip çıkmamız gerektiğini çok akıcı ve güzel bir dille ele almıştır: Malını yitirirsen eğer Tedirgin olma sakın Malı yine kazanırsın. Onurunu yitirirsen eğer Yarı gücün gitti demektir Aklını başına alırsın. Cesaretini yitirirsen eğer Her şeyin kaybedilmiş demektir Sen bir sıfır kalırsın. Vatanını yitirirsen eğer İşin en kötüsü işte budur Ölüler gibi tamtakırsın.

Bulgaristan Türk Edebiyatı içine doğan ve içinde yetişen büyük çınarlardan biri yıkıldı. Şair ve araştırmacı yazar, romancı Niyazi Hüseyin Bahtiyar aramızdan ayrıldı ve vuslat yoluna yöneldi. Beraberinde zengin sözlü ve yazılı edebiyatımızın esintilerini götürdü. Bize de öğütleri, yürüdüğü yolun izleri, değerler kaldı. O, edebiyatımızı 3 periyoda bölmüştü: Birincisi 1944 yılına kadar olan dönem; İkincisi 1944 yılından 1989 yılına kadar olan dönem ve Üçüncüsü 1990’dan sonra günümüze kadar olan dönemdir. O bu 3 dönemi sımsıkı birbirine bağlı görüyordu ve birbirinin devamı olduğunu belirtiyordu. Birinci


20

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

dönemde en önemli kültürel ve ebedi olayın, Atatürk’ü tanımamız, Latin Alfabemize geçmemiz ve yeni yazı dilini benimsememiz olduğuna vurgular yapıyordu. Bahtiyar son 2 dönemin en üretken orta direklerinden biriydi. Birinci dönemin sıkıntılarını, komünist dönemin “ya asimile olursun ya göç edersin” zulmünde bizzat yaşadı. Yaratıcı hiçbir zaman yalnız yanmadı. Edebiyat kulübü kurdu genç kalemlere ilham oldu. 50 yıl yazar, şair, edebiyatçı yetiştirdi. Kırcali ilinin Karagözler (Çernooçene) yaratıcı kalemlerinin hocası odur. Dernek çalışmalarında 20 yaratıcı şair ve yazar ytiştirmiştir. Bulgaristan Türkleri edebiyatının önemli isimlerinden biri olan Hüseyin Niyazi Bahtiyar, 17 Şubat 1927’de Tırgovişte’ye bağlı Turnaovası köyünde dünyaya geldi, ilkokul ve rüştiye eğitiminden sonra Şumnu’da “Nüvvab”ı bitirdi. Sofya Üniversitesinin Türkoloji bölümünün ilk öğrencilerinden biri oldu. Hayat boyu öğretmenliği ve edebiyatçılığı birleştirdi. Üniversite öğrenciliği yıllarında Sofya’da çıkan “Yeni Işık”, daha sonrasında da Kırcaali’de çıkan “Yeni Hayat” gazetelerinde görev almıştır. O, Bulgaristan Türk edebiyatı gönderinde dalgalanan bir bayraktır. “Işık Yağmuru” adlı kitabının ilk şiiri “Türk Bayrağı” dır. Bu bayrak bizim bayrağımız Pırıl pırıl dalgalanan halis Türk bayrağı Bu bayrak bizim her şeyimiz Bizimdir o, hepimizin her şeyimiz.

Malazgirt’ten Plevne ve Çanakkale Savaşına her şehit bizimdir, Kuvveyi Milliye, İstiklal ve Cumhuriyet, Çankaya’da dalgalanan al sancak ve Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk hepimizindir diye haykırdı o. Yaratıcılığında “mavi gözlü kartal” Mustafa Kemal çizgileri derindir. Şair ve yazar N. Hüseyin’in sanatında Türk Kimliği bilincindeki güçlü fırça darbesi BİRLİK konusudur. Bu fikrini o şöyle dile getirdi. Beraberlik her yerde birlik Güçleri birleştirmek, yumrukları kenetlemek Ulusumuza dirlik… Yaratıcılığında derin yaraların kapandığına ve en büyük acıların unutulacağına asla inanmadı, çünkü kötülüklerin en kötüsünü kendisi de yaşamıştı. Vatanından kovulmuştu. Bu acı son gününe kadar dinmedi. Türklüğüne, Türk diline, Türkçe yaratmadan aldığı mutluluğa sevdalı bir şair ve yazardı. Öğrencilerine akıttığı bilgi deryasından: Türk Dili en güzeldir/ en güzeldir Türk Dili


Makale ve Analizler - 2018

21

Dilimiz her şeyimiz/ her şeyimiz dilimiz Ey sırada öğrenci/ sırada ey öğrenci Görev güzel konuşmak/ güzel konuşmak görev Halis altın dilimiz/ dilimiz halis altın

Bahtiyar, Türk tarihinin önemli dönemleri ve ortaya çıkardığı kahramanları şiirlerinde sık sık konu eder. Türkiye’deki yaratıcılık yıllarında onun en büyük eseri ölümsüz Mustafa Kemal Atatürk’ten başlayarak Balkanlar’da yetişen, Balkanlar’da Türk kimliğini, zaferlerini, kültür ve medeniyetini yaratan ve yaşatan büyüklerimizin biyografisini ve eserlerini 4 cilt halinde değerlendirip yayınlamasıdır. Aynı ilgiyi edebiyat dalına da göstererek ansiklopedik sunumda bulunmuştur. BÜYÜK TÜRKLER dizisinin birinci cildinde Atatürk’ün ardından Osman Paşa’ya, Yahya Kemal’e, Osman Keskinoğlu’na, Şeyh Efendi, Riza Tevfik, Süleyman Sırrı, Mehmet N. Deliorman, Pertev N. Boratav gibi yaratıcılara yer vermesi okurlarda “biz de şu dünyada iz bırakmışız” etkisi yaptı, Türk bilincini yüreklendirdi ve yeni ufuk açtı. Bu eser, dörtnala koşan Kır atlarla Doğudan gelip Anadolu’da birer güneş gibi doğan, zirvelere pur pur ışıklar saçan, etnik köken, ırk gözetmeksizin dünya kültürüne en büyük hizmetleri dokunmuş, er meydanlarında şehit veya gazi ya da bilinmeyen onurlu büyüklerimizin parlak anısına adanmıştır. Bu eserlerin içinde Bulgaristan Türklerinin dil, din, gelenek görenek, edebiyat ve kültür davası ve özellikle de bu kavganın uluslararası boyutları çok önemli yer almıştır. Seçtiğimiz bir alıntıyı aynen veriyorum: “Bulgaristan’da Türklere karşı Jivkov isim değiştirme ve soykırım politikası başlattığında Azerbaycan devlet ve parti başkanı Haydar Aliev SBKP MK Politik büro üyesiydi. Parti MK Politik Bürosunda isim değiştirme ve Bulgarlaştırma konusu şöyle tartışılmıştı. Bulgaristan’daki Türkler için Politik Büroda Jivkov’a müdahale etmesi için Mihail Gorbaçov’a çok baskı yaptım. Politik Büro bu mesele için özel olarak toplandı. Diğer Rus üyeler bile Jivkov’u tenkit ediyorlardı. Genel kanaat, ‘Bu adam deli mi?’ Bize ‘sen Rus değilsin’ deyip zorla başka millere geçirmek gibi bir şeydi bu adamın yaptığı. Dünyada bunun eşi yok, şeklindeydi diğer üyelerin yaptığı konuşmalardaki yorumlar. Ben de aynı şekilde konuştum. Bu havadan faydalanıp Jivkov’u durdurmak istiyordum. Ama Gorbaçov hepimize karşı çıktı. Özal ve Türkiye hükümeti Gorbaçov’a bir mesaj göndererek bu konuda ağırlığını koymasını ve isim değiştirme kampanyasını durdurmasını istemişlerdi. Politik Büro bu konuda bir karar alacaktı. Ama Gorbaçov bu işe karışmadı. “


22

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Gorbaçov Politik Büro’da şöyle konuştu: “Biz Bulgaristan’ın içişlerine karışamayız!… Evet söylediği buydu. Ben bunun üzerine dayanamadım. ‘Başka ülkelerin iç işlerine karışıyoruz da, neden Bulgaristan’ın içişlerine bu konuda karışamıyoruz?’ diye sordum kendisine. Afganistan’a karışıyoruz ya! Gorbaçov ve ekibi güya işe karışmadı ama gizlice Jivkov’u desteklediler.” Bulgaristan Türkleri genellikle tarımda, kara işlerinde çalışan, iş sever, cesur, korkmaz ve milliyetçidirler. Bulgaristan halkı ile hiçbir problemi olmamıştır. Onların başına bela kesilenler milliyetçiler ve aşırı sapık Bulgarlardır.” Niyazi Hüseyin Bahtiyar hocamızı böylece andık. Allah rahmet eylesin Niyazi Hüseyin Bahtiyar’ın Eserleri niyazi hüseyin bahtiyar iz ile ilgili görsel sonucu niyazi hüseyin bahtiyar ile ilgili Kabrin gülle dolsun, mekanın cennet olsun. Allah rahmet eylesin. Bu acılı gününüzde Bulgaristan Türklerinin acısını paylaşıyor Allahtan rahmet, kederli ailesine sabırlar diliyoruz. Bulgaristan Türklerinin başı sağolsun.


Makale ve Analizler - 2018

23

Siyasi Hedefler Biçimleniyor

Tarih: 02 12 2018 Yazan: Dr. Nedim BİRİNCİ Konu: Kasım 2018 – Siyah Bayraklı Gösteriler Ayı “Bu Sistem Öldürüyor!” sloganı Kasım 2018’de bütün Bulgaristan’ı dolaştı. Siyah atletler üzerine beyaz harflerle yazılmış bu şiarla yürüdüler ve siyah bayraklar taşıdılar. Bu direniş şekli başka bir kıtadan veya ülkeden kopyalanmış değildir. Paris’teki göstericilere de benzemiyorlar. Orijinalliğin bir özelliği de göstericilerin kadın erkekli, yaşlı gençli hatta çocuklarla birlikte başlayıp bitmesidir. Hareketlenme önce Sofya’da halk meclisinin arındaki parkta engelli çocukların anneleri tarafından başlatıldı ve 3 ay devam ettikten sonra Kasım ayında Bulgaristan’ı bir uçtan bir uca kuşattı. 50 yerleşim merkezinde birden yürüdü halk. Göstericiler yüz bin veya 1 milyondu demek yanlış olur ama hırslı ve öfkeliydiler. Bu kavgada anneler kazandı. 2019 Bütçesinden yardıma ve bakıma muhtaç engelli çocuklar için 360 milyon leva ayrıldı. Başbakan Yardımcısı aşırı milliyetçi V. Simyonov istifa etmek zorunda kaldı. İktidar partisi GERB ve faşist ortakları Halkın ekonomik ve sosyal ihtiyaçlarını görmek istemeyen siyasi iktidar Kasım 2018 direnişlerine, muhalefet partilerince kışkırtılan, finanse edilen patlamalar olarak niteleme getirdi. BGNES –FOTO


24

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yukarıdakilere göre, sokağın ve meydanların ardında derin gizli bir siyasi zeka vardı ve uzun elli bu ejderha çuvalın ağızını açmış ve protestolara katılanları parayla kışkırtıyordu. Ne ki, gerçeklerin öyle olmadığı ortaya çıktı. Halk arasında öne çıkan temsilciler siyasi sistem değişikliği, Anayasa değişikliği başta olmak üzere, oligarşinin iktidar katından indirilmesini ve partilerin aday göstermeyeceği bir erken genel seçimle 120 kişilik yeni bir parlamento kurulmasını ve düzenin değiştirilmesini istediklerini duyurabildiler. Duyurmasına duyurdular da, Kasımda 2018’de onaylanan 2019 bütçesinde siyasi partilere oy başı 11 leva yardım, eski usul oy kullanma gibi ana istekler olduğu gibi korundu. BSP ile HÖH bu işin neresinde. Siyasi muhalefet Kasım gösterilerine öncülük edemedi. Ülkedeki siyasi denge muhalefet lehinde değişiklik gösterse de, bu muhalefetin güçlenmesinden fazla, iktidarın güç kaybetmesinden ileri geldi. Üstelik BSP ile DPS’nin seçim kazansa bile köklü yenilenmeyi örgütleyip biçimlendirecek gücü olmadığı ortaya çıktı. İnsanları sokağa çıkaran sebepler Engelli çocukların anneleri tarafından başlatılan “Bu Sistem Öldürüyor” ulusal direniş hareketine ayın 2. Yarısında benzin ve motorin fiyatlarına gelen zamları protesto eylemlerine yol kesme, kavşaklara yığılma, iki yönlü yolları bloke etme gibi direniş şekilleri eklendi. Bu arada yine Kasım ayında “çöp” borcundan ötürü Bulgaristan Diyaneti Baş Müftülüğü vakıf mallarına hacız koyup satışa çıkaranlardan ve böylece ülkede azınlıklar arasında gerginlik yaratanlardan biri olan GERB Maliye Balanı Vladislav Goranov’un Sofya’nın en pahalı semtinde 180 metre kare lüks bir dairede oturduğu, konut ve “çöp” vergisi ödemediği açıklandı. Memleketimizde yasalar ve kurallar üstü bir zümre var. Her şeyi hiçe sayarak bey gibi yaşayışa vatandaş “alçaklık” dedi. Çifte standarda son verilmesi istendi. Öte yandan Bulgaristan şampiyonu “Ludogorets” futbol takımının ve Razgrad şehrindeki stadyumun “Motsi” adlı lüks locası için İş Adamları Birliği Başkanı Kiril Domuzçiev’ın mülk vergisi, gelir vergisi, “çöp” vergisi ve başka ödemediği basına düştü. Ahmet Doğan da geri kalmıyor. Sofya’daki “saray”, Karadeniz’deki “Köşk” için, köşkün dolayındaki 20 dönüm bahçe, seralar, köpek kulübeleri, tavuk kümesleri, kuş tünekleri, özel kumsal ve çadırlar için de ne “çöp” vergisi ne de gelir ve lüks zevk vergisi vs ödemediği gün gibi ortada. Kirli


Makale ve Analizler - 2018

25

çamaşırlar ipte… Bu çifte standardın ucu ırkçılığa, ayrımcılığa, halk düşmanlığına, din düşmanlığına, Müslüman düşmanlığına vs kadar uzadıkça uzadı gitti. Olay bununla da bitmiyor 100 binden fazla aile su ve elektrik borçlarını ödeyemezken, 200 bin aile de kışlık odun ve kömür alamamış. Vidin şehrindeki gençlik futbol takımı ise, belediye spor salonu kirasını ödeyemediği için, her gün Romanya’ya geçip orada antrenman yapıyor. Çöküşün adı “çöp vergisi” olabilir mi? Milletvekili D. Peevski’nin çöp kutusu boşaltılsa, eminim Sofya Belediye Başkanı Bayan Fındıkova tarafından yönetilen, şehrin yakın varoşundaki Çöp Dönüştürme Fabrikasının depoları dolup taşar. Sokaklara düşen halkımızın istediği işte bu gerçeklerin ortaya çıkarılması ve suçluların yargı önüne dikilmesidir. A.Doğan ile “Vılkıt” lakabiyle bilinen ortağından bu konularda açıklama yapmalarını bekliyoruz. Bu ay protesto göstericilerini hiddetlendiren bir de kimlik ve pasaport pazarı oldu. Başbakan yardımcılarından küstahlıkta eşi olmayan Kr. Karakaçanov’un “Bulgar kimliği ve Bulgar Pasaportu” mafyası 5 yıldan beri devam eden dolandırıcılığına son vermek zorunda. Yabancı Ülkelerdeki Bulgarlar Ajansı kapandı. Birkaç kişi tutuklansa da, bu çukurdan öyle kokular geliyor ki, memleket boğulacak. Moldavya’daki Bulgarlar Romanya Pasaportu almaya başlamışlar. Göstericiler “adalet” sloganı yükseltirken, yargılama düzeninde, savcılık görevlerinde değişiklikler yapılmasında da ısrar ettiler. Olayları kızıştıran somut olay ise şu oldu: Bulgar dolandırıcılığına ve bu işlerin babalarından biri olan “Ahtapot” şirketinin sahibi olan Al. Petrov’a karşı 10 yıl önce açılan dava kapandı. Neden: delil yetersizliği, ölülerin gömülmüş olması, yaralıların da hayata gözlerini yumması, dış ülkelere kaçanların bulunamaması veya geri dönmek istemeyişleri, çalınan veya şiddet kullanılarak toplanan paraların da bulunamaması ve benzer vb. 2 defa yargıç ve bir de savcı değişikliğinden sonra suçlular aklandı. Büyük suçları işleyenler salıverilince adalet sistemine olan güven artıyor mu azalıyor mu? Bu soruyu siz yanıtlayınız! Yoksa Bulgar yasaları suçlara dar mı geliyor? Bizim asfalt tuz-şeker gibi yağmurda eriyor. Bulgaristan’da yol kazalarına ana neden olarak yolların durumu gösteriliyor. Her gün 2 kişi ölüyor. 21 kişi de yaralanıyor. Svoge yolunda bir kazada 20 kişi öldü. Maddi zararı hesaplayan yok. Göstericiler dökülen asfaltın kalitesinin denetlenmesini istiyor, çünkü kar kıştan önce yağmur ve selde asfalt yoldan akıyor ve büyük delikler açılıyor. Hükümet organları ise


26

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bu denetimi yapmaya yanaşmıyor. Olay yeni trafik polisi tayin ederek çözülmek isteniyor. 1 500 polis tayin edilmiş. İkinci neden sağlık hizmetleri AB ülkeleri arasında sağlık hizmetleri en iyi ülke, 11,5 milyon nüfuslu Hollanda’dır. Ülkenin 130 hastanesi var. 7 milyon kişinin yaşadığı iddia edilen Bulgaristan’da 3 milyon vatandaş gurbette, toplam 480 hastane var, sağlık hizmetleri çok kötü durumda. Polisler, jandarma, ordu mensupları, sosyal yardımla yaşayan Çingeneler, engelliler– toplam 500 000 kişi – sağlık primi ödemiyor, ama sağlık hizmeti kullanıyorlar. Sistem değişikliği gerek. Eğitimdeki durgunluk başka bir neden Bulgaristan’da okumuş, meslek sahibi, işinin ehli, aydın ve zeki vatandaşlara ihtiyaç duyuluyor. Diplomalı mezunlardan % 40 okuma yazma, hesaplama işlerini beceremiyor. Hepsi ellerindeki telefon ve internet oyunları ustası… Okula gitmek serbest, okuyup da anlamak veya anlamamak, derste dana gibi bakmak da serbest… Genç kuşak hazır yiyici, kolej mezunları yurt dışına kaçıyor, dış ülkelerde okuyanlar geri dönmüyor. Yasa değişikliğine gerek var. Okula gitmek zorunlu, anadilde eğitim zorunlu, Bulgar dilini öğrenmek de zorunlu olsun diyenler çoğalıyor. Anadilini bilmeyenlerin yabancı bir dilde eğitim alması hayalden de uzak… Dış ülkelerdeki gurbetçi çocukları Bulgarca bilmiyor… Yatırım yok Gurbetçi 3 milyon vatandaş yakınlarına her ay yardım gönderiyor. 2017’de bu paralar toplamı 1 milyar Euro’yu aşmıştır. Hükümet bu yardımları ve AB programlarına göre gelen fon paralarını – örneğin Çingeneleri topluma entegre etme paralarını – yatırım olarak gösteriyor. Son 10 senede Bulgaristan’a yapılan dış yatırımlar 10 defa azalırken, B. Borisov döneminde – 2009 – 2018 – dış borçlar da 10 milyar Euro’dan 26 milyar Euro’ya çıkmıştır. Kurumlar çalışmıyor Kasım ayında en büyük gösteriler hafta sonunda oldu. Bu gelenek Aralık ayında da devam ediyor. 2 Aralık Pazar günü Yukarı Cuma (Blogoevgrad) kentinde toplanan mitinge Sandanski, Dubnitsa, Petriç ve Küstendil’den arabalarla gelenler, “79” nolu ana yolu Yunanistan ve Sofya yönünde kestiler. Stara Zagora’ya toplananlar Koca Balkan’ın Hayın Boğaz Geçidini kapattılar. Şumnu yolları kar altında olsa da göstericiler eylemlerini sürdürdü.


Makale ve Analizler - 2018

27

İstekleri şöyle sıralanabilir: Korkuya karşı direniyoruz. Yaşamanın anlamını göremiyoruz. İşsiziz, Kurumlara inanmıyoruz. Aldatılıyoruz. Adalet yerini bulmalıdır! Gösteriye arabalarıyla toplanan gençlerin eğitimli, öğrenimli ve üstü başı düzgün olduğu dikkat çekiyor. Polisler bu gençlerin gösterilerde odak olmasına akıl erdiremiyor. Toplumda yeni genç öncü bir tabaka oluşuyor. Sofya’da da gösteriler var, fakat kırılma noktası başkent dışında bulunuyor. Kasım ayında İşçi sınıfı kolları arasında en güçlü mitingi kömür madencileri yaptı. Onlar, Amerika sermayesinin elinde bulunan “Maritsa istok” Isı Elektik Santralinde ve açık madenlerde iş durdu. Kasım 2018’de Bulgaristan’da siyasileşmeye başlayan bir sosyal hortum belirdi diyebiliriz. Bu çok büyük ve bütün ülkeyi saran bir toplumsal kalkınmadır. Bulgar dilinde “hortumun gözü” değimiz çok yaygındır. “Gözü sana bakarsa kork!” da herkesçe bilinir. Politik gözlemciler 2018 kış hortumunun gözüne kimin oturacağını bekliyor. Kasım ayı böyle geçti. Karşı kışlı günler devam ediyor. Bulgaristan’ı izleyenler bizi okusunlar. İlginize teşekkür ederiz. Paylaşınız lütfen.


28

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2018

29

Aralık Sisi Düşmüştü

Tarih: 03 Aralık 2018 Yazan: Raziye ÇAKIR Konu: Geçmişimizden ilham almazsak gözü kapalı kalırız. Memleketimde son yaprakların da sararıp düştüğü Kasımın son günlerinden sonra vadilere sislerin çöktüğü Aralığın her gün biraz daha sertleşen ayazla mayalanmış günleri birer birer gelir. Deliorman’a ilk kar düştü. Çocuklar kayıyor. Kışın şiddeti olacağını haber veren duman bacadan ip gibi uzuyor. Dobruca’da üzerine beyaz yorgan çeken buğday yeşili kendi kendini ısıtıyor. Rodoplar’da buzlanmış toprağa basanlar çıtır çıtır kırılış şarkısı dinlerken, 1984’ün Aralığını hatırlıyor. *** Olaylar Aralığın son günlerinde başlamıştı. O yılın sisinde korku ve yüreklerde bir sıkıntı vardı. Bu yörede 1944’ten sonra öbek öbek, köye kasabaya kalabalık askeri bölükler yerleştirilmişti. İnsanımız, geniş ayaklı beyaz benekli, pala kuyruklu kocaman Macar atların yeni dikilmiş tütün tarlalarından ağıt toplar çekerek geçerken verdiği hasara ve sürekli talim atışı yapan askerilerin yüksek sesli gürültüsüne aldırış etmez olmuştu. Havada korkuyu şiddetlendiren, askerlerin çoğalması ve ısınmak için ateş yakmadan dere boylarında, son çöpler çoktan kurumuş tarlalarında gece boyu nöbet tutmalarıydı. *** Bu yöre birinci sınıf sınır hattıydı. Geçerlilik tarihi yazılı, imzalı ve mühürlü izin kâğıdı gösteremeyen kuşlar bile burada uçamazdı. Bu kuralı birkaç günlüğüne çiğneyen Afrika Çekirgeleri Nisan’da gelirlerdi. Onların havadan hücumunu sınır muhafızları ve asker durduramıyordu. Gelişleri, Türklerin boğazındaki ipi sıkan Bulgar totalitarizmine sanki “boşuna gayret etme, senden de kudretlisi var” demek içindi. *** Fakat kudurmuş Bulgar idaresi bu işareti okumak istemiyordu. Olayları büyüteç altına alan ve yakından izleyen Batı Radyoları, çağrışımlı yayınlarla Türklere cesaret iğnesi yapıyordu.


30

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bir sabah spiker büyük Goethe’nin “Kış ve Timur” şiirini okudu. Kan ve zulüm seli dünyayı kuşattığında şair tiranın karşısına kışı ve onun dondurucu ayazını çıkarırken, kasıp kavuran Timur’a şöyle haykırdı: Ve yemin olsun hiçbir şeyi yanına bırakmam. Tanrı şahidim olsun, göreceksin neler yapacağım! Evet, yemin olsun, ey ihtiyar! Öldürücü soğuktan seni, Ne ocağın kor ateşi Ne Aralık ayının alevleri koruyacak. *** 1357’den beri bu taşlık ve çorak toprakları yurt eden yerli Müslümanlar onlara mekân olan cennetin başkalarına cehennem olacağına derinden inanıyordu. Halk bilgeliğinden sabır alıyorlardı. O suskun günler, inancın korkuyu yendiği, fikirlerin aksiyona geçmeye hazırlandığı, kuvvetler birliğinin vücuda geldiği ve birlikte hareketlenmeye birikim topladığı kış günleriydi. *** Sınır karakollarına hudut askerlerinden başka bir de mekanize İç İşleri Askerleri birlikleri konuşlanmıştı. Milis ayaktaydı. Ocak başında kendi dünyasına dalmış Türkler için insan yaratıkların en şereflisiydi. Kültürlerinin özünde ırk, din, dil, mezhep, kültür ayırımı, eziyet yoktu. Namuslu, ahlaklı ve adil olmak her şeyin başında gelirken, dil, din ve adaletin çeşitliliği içinde, sonsuz bir hürriyet aleminde yaşamak büyük özlemleriydi. Özgürlük bir yere kadar ağaç dikmekle simgeleniyordu. Dikilen ağaçların büyüceğine, dallarına meyve yükleneceğine ve meyvelerin herkese yeteceğine, ne kadar çok insana ikram edilirse o kadar daha büyük bolluk olacağına inanıyorlardı. Beyinleri zehirle otalanmış sırtı silah ve cephane yüklü askerler kapı önünden geçerken, dillerini bilmediklerinden el işaretiyle onları durdurup avuçlarını erik, ahlat, elma armut doldurup uğurluyorlardı. Yüreklerinden geçen hepsini oğulları gibi sevmek ve saymaktı. Bu onların milli birlik kurma anlayışının da özündeydi ve kendileri formüle etmeseler de duyumlarında yaşayan çeşitlilik içinde birlik ve birlikte çeşitlilik inancının dışa vuruşuydu. Bu, içine doğdukları medeniyetin insanları birbirine yakınlaştırıp kaynaştıran faydalı hale gelmiş olgun durumuydu. ***


Makale ve Analizler - 2018

31

Anlayışlarında bir de insanın yaratılışı gereği medeni olduğu inancı vardı. Bu yüzden de memleket içine işe gidip gelenlerin anlattıklarına inanmak istemeseler de, asker izinlerinin durdurulmasından ve öğrencilerinde hafta sonu gelemeyişlerinden endişelenmişlerdi. Bulgarların hayatlarını temin edebilmek için Türkün ürettiği tütüne, tahıla, baktığı hayvanlara, kazdıkları madenlere, yetiştirdikleri ormanlara ihtiyaçları olduğu fikri ağır basıyordu. Bu ihtiyaç, Plevne Savaşından, Birinci ve İkinci Büyük Savaştan sonra onların alın terine olan ihtiyacın büyük olduğu, Bulgarin ayakta kalmasının onlarsın olmayacağı görüşünü beyinlerine yerleştirmişti. Bu gibi nedenler isim değiştirme, din-iman yasaklama, kimlik değiştirme gibi çılgınlıkları işitenlerde hep tedirginlik uyandırırken, huzur bulmaları uzun sürmüyordu. Dolaşan silahlı askerleri, tank ve topları gördükçe ise “devlet işi” ya da “Bulgar keçiyi gene kaçırdı” deyip işe, yola devam ediyorlar. *** Aralık 1984’te aydınları birer ikişer toplama kampanyasına hız verilmişti. Listeleri önceden hazırlanan okul müdürü, müdür yardımcısı, öğretmen Türkler il merkezine toplantıya, seminere, panele davet ediliyor, bir bahane bulunup “Belene” toplama kampına, Kuzey Bulgaristan’da Türk yaşamayan ıssız Bulgar köylerine süresiz sürgün ediliyorlardı. Hocalar, şair ve yazarlar toplanmış, bir kısmı yargışız içeri atılmış, diğerleri de soluğunu Tuna boyu Bulgar köylerinde almıştı. Halkı uyarmak ve uyandırmak isteyenler yazmaya devam etseler de, yazdıklarını döşeme altına gizlemek zorundaydılar. Onlardan biri olan Rodop şairlerimizden Nazmi ADALI 1984 yılı sonuna adadığı KANLI ARALIK şiirinde olayları şöyle dile getirmişti: Yıl 1984 Ay Aralık Kanlı Aralık Dışarda kış, kar ve buz. Tarihte yeni bir kara yaprak Aralık. Dünya karanlık. Bulgar kuduz. Bulgaristan buz. Bırakmış işini gücünü domuz. Dolaşıyor ev ev, kapı kapı Tuna’dan Rodoplar’a Meydan okuyor katil Todor.


32

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Yürekler ateş, yürekler kor. Bir uçtan bir uca memleket, Tank, top, tüfek… Siperde Dragan, menzilde Hasan Silah sesleriyle uyanıyor sabahlar. Ne düğün bu, ne bayram., Tüfek dipçikleriyle uyanıyoruz Yavrular titrek, ürkek. Barut kokuyor buralar Anam Ölüm kokuyor günler geceler Kadın erkek, çoluk çocuk Mekân koruyoruz dağlarda Ölüm fısıldıyor fırtınalar Benizlerimiz uçuk mu uçuk… Gerenli Havva teyze de kırlarda O da kaçabilmiş evinden bu yaşta hasta hasta Tee orada Dişlik Dere yamaçlarında Gizleniyor çalılıklar içinde. Ve yalvarıyor Tanrıya: “Aman Allah’ım koru beni Kızıl Berelilerden” “Türklüğümü vermem,” diyor. Ve dahası var. Ada köylü Osman eşi Mümüne Posunlu Mustafa Balkan Hepsi kurban oldu benliklerine Hepsi ılgıt ılgıt akan al kan. Yüzyıllardır beslediğimiz Baykuşlar Şimdi gözlerimizi oyarlar Bir sofrada tıkırdayan kaşıklar Şimdi içi zehir dolu akıtılıyor Kursaklarımıza


Makale ve Analizler - 2018

33

Anasız, babasız, kimsesiz Yurtsuz yuvasız edildik biz Kar taneleri ekmeğimiz, kattığımız Dağlar, mağaralar dostumuz “Ürpek Dağı”, “Karakuz” Evimiz. Ele geçen hele Dövüyor harmanı sap saman olunca Ve sonra Temerküz Kampı BELENE Sabır bardağı taştı taştı taşacak Ana Ben Şumnu Ben Eski Cuma Ben Filibe Ben Kırca Ali Ben 600 yıllık Türk kitabesiyim Bal kanların alnında. Ben Tanrının sesiyim minare doruklarında Şimdi hüsrana uğrayan orak-çekiş altında Ben sancılarla ağaran Tan Zorla söken şafak Ben şimdi ecderler yuvası Mastanlı, Koşukavak. Ciğerlerim dökülüyor Anam parça parça Ben kızılcık yemedim Anam Kustuklarım kan Anam, kan… Yakalanıp giden yaka-paça Böyle gelir dittiği yerden gelirse eğer. Anam, son nefesimdir bu sesler. Evladın seni bekler. Aralık, 1984 Aralık ayı trajik olaylar ayıdır. Soykırım ayıdır. Çekilen acıları gençlere anlatmak zor. Yeni kuşaklara topluca aktarmak daha da zor! Bizi izleyiniz. Ne kadar acı olursa olsun bu olaylar bizim öz tarihimizdir. Ortak değerlerimizi bilmek ve yaşatmak zorundayız.


34

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2018

35

Emanet Akıl

Tarih: 06 12 2018 Yazan: İbrahim SOYTÜRK Konu: İki evi olan kimlik, dil vetarih formülü belirdi. ORDA BİR KÖY VAR UZAKTA Orda bir köy var, uzakta, O köy bizim köyümüzdür. Gezmesek de, tozmasak da O köy bizim köyümüzdür. Orda bir ev var, uzakta, O ev bizim evimizdir. Yatmasak da, kalkmasak da O ev bizim evimizdir. 2002 / Ahmet Kutsi TECER

12 Temmuz 1991’de Yeni Bulgar Anayasası kabul edildi. Dördüncü Anayasaydı ve “demokratik” dendi. Bu Anayasa’da biz Bulgaristan Müslüman Türklerini çok ilgilendiren birkaç madde var. Bunlardan birisinde 42. Madde 18 yaşını dolduran her vatandaş oy kullanabilir, 21 yaşını dolduranlar da seçilebilir dense de, (madde 65) çifte vatandaşların seçilme hakkı yok, diyor. Böylece 1989’da kovulan 350 bin kardeşimiz ve daha sonra göç edip Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı alan (Sadece Türkiye’de halen resmi sayıları 720 bin olan) ayrıca Avrupa, Amerika ve Kanada’ya sığınan ve daha sonra o ülkelerden birine vatandaşı olan soydaşlarımız da Bulgar vatandaşlığını yalnız seçme hakkı olan koruyabildiler. Ve seçimlere orada açılan sandıklara giderek ya da vatana dönüp katılıyorlar. Bu hafta Sofya meclisinde İnternet üzerinden oy kullanma hakkının yasallaştırılması önerileri tartışıldı ve “olmaz” dendi. 2018’de dış ülkelerde 18 yaş üzerinde öğrenci, işçi ve sığınmacı olarak 3 milyon Bulgaristan vatandaşı bulunuyor. Onların % 70’i, İnternet hesabı olan, aktif İnternet kullanıcısı olduğundan, ülkede seçim dengesinin deği-


36

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

şeceğinden değil, alla bullak olacağından korkanlar var. Asıl korkan da “üst akıl”. Kuşkusuz Bulgaristan’ı idare eden politik sahne oyuncuları da korkuyorlar ki, onlar üst akıldan emdikleri “emanet akılla” iş gördüklerinden, var olan durumun devam etmesinden yani dış ülkelerdeki katılımın % 3-5 oranında kalmasına “evet” dediler. AB ülkelerinde, İngiltere ve ABD’deki “oyu posta ile gönderme” usulü ise tartışılmadı. Kimlik haklarımızı kısıtlayan Anayasa değişmelidir. Bulgar Anayasasında hepimizi ilgilendiren 2. Konu, Bulgaristan’da yalnız Bulgar yaşadığı iddiası ve başka bir kimliğin tanınmamasıdır. Böylece 4. Anayasaya göre etnik azınlık, etnik kimlik, kültürel kimlik, kültürel otonomi ve demokrasinin olmazsa olmazı olan çok kültürlülük yer almıyor. Böylece bu anayasa “demokratik bir anayasa olmadığını” kanıtlarken, etniklerin hak ve özgürlükleri konusunda totaliter komünist zihniyeti yeni bir kılıf içinde yaşatmaya ve etnik azınlıkları eriterek, dilsiz, dinsiz, kültürsüz, adet ve geleneksiz bırakarak asimile etme ve Bulgarlaştırma çabalarını devlet eliyle ve “meşru” olarak devam ettiriyor. Bu nedenle, Bulgaristan imzaladığı Uluslararası insan hakları antlaşmalarının hepsini imzalasa da “anayasaya ters düştükleri için” hiç birini uygulamadı ve uygulamıyor. Bu anayasayı, kimliğimizin düşmanı A.Doğan, Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) lideri olarak 1991’de onaylasa da, milletvekillerimizden (24) hiç biri oy ver(diril)medi. Bulgaristan’daki Makedonlar. Bu durumu, biz Türkler açısından değil, bu defa Bulgaristan’da yaşayan Makedonlar açısından ele alalım. Makedon devleti 1945’te ilan edildi. 1946 yılında Bulgaristan’da Makedon azınlığı yaşadığı kabul edildi. Aynı yıl Makedon dili azınlık dili olarak tanındı. Makedonların tarihsel kimliği, edebiyatı ve kültürü tanındı. Okullarda Makedonca okunuyor, Makedon dilinde gazete çıkıyor, kitap basılıyor, Radyolar Pirin yöresinde Makedonca haber ve yorum okuyor, Makedon şarkıları çalıyordu. O yıllardan başlayarak Bulgar Bilimler Akademisi’nde göreve başlayan Dina Stanişeva (BKP MK Sekreteri Dimitır Stanışev’in eşi ve BSP Başkanı, 2005 – 2009 yılları arasında Bulgaristan Cumhuriyeti başbakanı ve halen Avrupa Sosyalistleri (PES) Başkanı olan Sergey Stanişev’in annesidir), Makedon dili konusunda bir bilimsel tez yazdı. Makedon dilinin sahih (gerçek) ve ayrı bir dil olduğunu savundu ve bu görüş kabul edildi. 2008 yılında D. Stanışeva Bulgar Bilimler Akademisi tarafından ödüllendirildi. Savunduğu görüşlerin doğruluğu ödüllendirme töreninde yeniden belirtildi.


Makale ve Analizler - 2018

37

Şunları da vurgulamak zorundayım. Makedonya İkinci Dünya Savaşından sonra kuruldu, 30 yıldan beri bağımsız ve egemen bir devlettir. Sanki Makedon kimliği ve dilini tartışma zamanı doldu. Ancak ne var ki, Bulgaristan’da Makedon Milli Kimliği konusunda esaslı kanıtlara dayanan ve kabul edilmiş bir tez henüz yayınlanmadı. Bu konuda Avrupa kamuoyunda ve kurumlarında tartışma yoktur. Strazburg Mahkemesinin kararları. Şöyle bir gerçek de var. Bulgaristan’daki Makedon milliyetçileri OMOİlinden-Pirin adlı bir örgüt kurdular. Bulgar mahkemesi bu örgütü tescil etmedi. Olay Strazburg İnsan Hakları Mahkemesine taşındı. Uluslararası Mahkeme Bulgaristan aleyhinde birçok karar çıkardı. Sivrilen sorun şudur: Bulgaristan’da Makedon azınlığı var mıdır? Çok çelişkili bir durumdayız. Bulgaristan ile Makedonya arasında imzalanan anlaşmaların altında “şu kadar nüshadır, Bulgar ve Makedon dillerinde imzalanmıştır” yazmıyor. İki ülkenin resmi dilinde imzalanmıştır” kaydı var. Aynı cümleyi yine bu yıl Rezen ’de imzalanan Yunan-Makedon Anlaşmasının altında da görüyoruz. Demek oluyor ki, Bulgaristan ile Yunanistan Makedon devletiyle art arda anlaşmalar imzalıyor, bu Balkan ülkesinin NATO ve Avrupa Birliği üyesi olmasından yana olduklarını beyan ediyorlar, fakat Makedon dilini ve ona dayanan Makedon kimliğini, kültürünü ve tarihini tanımıyorlar. İki evi olan dil, kimlik, tarih ve kültür tezi. Makedonya’nın NATO ve AB üyeliği için can atan bazı Akademisyenler son aylarda piyasaya “iki evli” kültür teorisi sürdüler. Onlardan biri olan Prof. Katitsa Külyankova, Sofya’da katıldığı “Batı Balkanlar” konferansında Makedonlar ile Bulgarların iki evi olduğunu öne sürerek, gerginleşen durumu huzura kavuşturmaya çalıştı. Prof. Külyankova’ya göre, tarihte Çar Samoil’in Ohri ve Tırnovada olmak üzere 2 evi olduğunu, Kiril Alfabesini yaratan Kiril ve Metodiy kardeilerin ve Preslav ve Ohri olmak üzere 2 evi olduğunu söyledi, fakat Osmanlıya karşı alevlenen İlinden Ayaklanması ve asi Gotse Delçev için aynı tezi savunamadı, okullarda ise Makedon ve Bulgar dillerinin yan yana okunması gereğini savundu. “Makedon dili Bulgar dilinin bir lehçesidir” tezini ise eleştirdi. Bulgaristan’da etnik kimlikler tanınmalıdır. Şu da var. Bulgaristan Milli Azınlıklar Beyannamesini imzalasa da, Bulgaristan’da milli, etnik ve kültürel azınlık olduğunu tanımıyor. Bunu ya-


38

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

parken 1991 Anayasasına işaret ediyor ve Anayasa’da “Bulgaristan’da milli azınlık yok” iddiasına vurgu yapıyor. Dolayısıyla tüm azınlık haklarını yasaklıyor ve kullananları cezalandırıyor. Bu kısıtlamaların bir AB üyesi ülkede yaşanması ise herkesi şaşırtıyor. TV’de konuşulan anlaşılmıyor. Ortaya çıkan soru şudur. Bulgaristan’da yaşayan Makedon vatandaşların çocukları anadillerini öğrenebilirler mi? Makedonlar kendi Kültür evlerini açabilir mi? Totaliter devrin anadil ve kültürel kimlik yasağı ne zamana kadar devam edecek? Anayasa değişmeden etnik kimlik yasaklarını kaldırma yolu bulunabilir mi? 2017’den beri Bulgar radyo ve TV yayınlarında Makedon vatandaşlarıyla söyleşiler, Başbakan Zoran Zaev’in demeçleri vs tercüme etmiyor ve hele Türk, Çingene, Gagavuz, Ulah, Katolikler, Pomaklar ve başka vatandaşlar Sofya TV-lerinde konuşulanı anlayamaz duruma gelmiştir. Bulgar nüfusun çoğaltma oyunları ve Makedonlar. Son yıllarda Bulgar vatandaşlığı almak isteyenlerden Bulgarca bilmeleri isteniyor. Son 5 yılda kırmızı Bulgar Pasaportu alan 80 bin Makedon’a da birkaç soru soruldu ve Bulgarca konuşamadıkları anlaşılmasın diye özel bir karar çıkarılarak “Bulgar ve Makedon dilleri birbirinin aynıdır” denildi ve ardı aranmadı. Şöyle özetleyebiliriz, okumanın bir “hak” ve okula gitmenin “serbest tercih” (seçim) olduğu Bulgar anayasasında, okullarda anadil öğreniminin zorunlu olmaması ve öğrencilerin Bulgarca öğrenmeyi de boykot etmesi sonucu, günümüzde nüfusun % 40’ı diplomalı okuryazar olmayan kör cahil durumdadır. Makedonya Başbakanı Z. Zaev Yunanistan okullarında Makedon öğrencilere Makedon dili öğretilmesini istedi. Üsküp hükümet başkanı Zaev’in siyaseti Makedon halkının sadece % 50’si tarafından destekleniyor. “Kuzey Makedonya” devlet ismi Makedon kimliği ve dili de böyle. Yunanistan’da yaşayan Makedonların anadillerini Yunan okullarında öğrenmesi isteği, Üsküp’te destek bulurken, Atina ve Selanik’i yeniden kaynattı. Yunan basını gürledi. Atina Meclisi “Rezen Anlaşmasını unutsun” yazdı. Bu haberler, yeni dalga Bulgaristan’a sıçrarsa, okullarda Makedonca dersleri başlarsa ve öteki azınlıkların uyanması tehlikesi Bulgar milliyetçi kamuoyunu ve iktidar çevrelerini titretti. Yunan ırkçı Makedonizmi kükredikçe Bulgaristan’ın etkilenmemesini düşünmek yanlış olur. Bulgar milli-


Makale ve Analizler - 2018

39

yetçiliğini sömüren ve son 30 yılda “Makedonlar Bulgar’dır” sofrasından beslenen Bulgaristan İç Makedon Devrim Örgütü -VMRO – partisi kara kara düşünüyor. Bu çelişkiler içinde, uzun süreli stratejik istikrar düşünülemez. Pirin yöresi Makedonlarının etnik kimlik ve kültürel haklar kavgasını alevlenmesi, Bulgaristan’da yaşayan tüm azınlıkları Sofya’ya toplayabilir ve azınlık hakları isyanı parlayabilir. Bulgar siyası partilerinden hiç biri, polis, jandarma ve ordu bu isyanı durduramaz, Borisov’un meydanlara para saçması da bu defa sonuç vermez. Hedefte köklü anayasa değişikliği, siyasi sistem değişikliği, çok etnikli, çok dilli, çok kültürlü Avrupa Birliği be NATO üyesi Bulgaristan kavgası güç topluyor. Bu direniş dalgası seçim, seçme ve seçilme hakkını değiştirirken, seçim sandıklarını da çöpe atacak ve barışa, eşitliğe ve yeni bir ufka pencere açacaktır. Biz bu kavganın orta direğiyiz. 1989 Ayaklanmamızın hedeflerine ulaşamadık, şimdi tüm azınlıkların hak ve özgürlükleri, adalet ve gerçek demokrasi mücadelesinde buluşmak ve perçinlenmek zorundayız. “Sokma akılın akıl olmadığı gibi” şimdiki yönetimin ve sahte liderlerin bizi “emanet akılla” yönetme sayfası da kesin kapanacaktır. www.bghaber.org okumaya devam ediniz. Lütfen dostlarınızla paylaşınız.


40

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İstanbul’da STK Başkanları


Makale ve Analizler - 2018

41

Sarı Yelekliler – Siyah Bayraklılar

Tarih: 08 Aralık 2018 Konu: Fransız İsyancıların talepleri ve Bulgaristan’da kıpırdanış Yazan: Nedim AKIN

Napolyon Moskova önlerindeki “Borodino Vaadisine” 90 binlik ordusuyla dikildi ve 1812’de iki kıtaya yayılmış kocaman Rusya’yı dize getirmeye çalıştı. 206 yıl sonra bugün (08 Aralık 2018) Fransız devleti 90 binlik polis ve jandarma gücüyle kendini “Sarı Yeleklerden” korumaya çalışıyor. “Sarı yelekler” hareketi örgütsel bir direniş değil… Sarı yeleği sırtına geçirip sokağa dökülenler içinde işçisinden işsizine, köylüsünden küçük esnafına, öğrencisinden sanatçısına tüm ezilen sınıf ve tabakalardan insanların, yoksulluk sınırının altında ya da o sınırın altına düşme tehlikesindeki yurttaşların kendiliğinden eylemi… İçinde solcusu da, sağcısı da, siyasetle uzaktan yakından ilgisi olmayanı da var. Onlar bu hafta içlerinde asgari ücret, akaryakıt zammı, işsizlik gibi maddelerin olduğu 42 talep deklare etti. İşte o talepler: Sıfır evsiz: ACİL; Gelir vergisi daha kademeli olsun; Asgari ücret net 1300 euro – [Halihazırda Fransa’da net asgari ücret yaklaşık 1150 euro , Bulgaristan’da 255 euro ); AVM inşaatına son verilsin, küçük esnaf korunsun, şehir merkezlerinde bedava otoparklar kurulsun; vatandaşa tasarruf yaptıran ekolojik projeler uygulansın; Büyük şirketler büyük, küçük ve orta ölçekliler az vergi ödesin; Herkes için aynı sosyal güvenlik sistemi uygulansın; Emeklilik sistemi dayanışmacı ve sosyal kalsın; Akaryakıt zammına son; 1200 avronun altında emeklilik maaşı olmasın (Bulgaristan’da


42

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

100 auvro’dur); seçilmişlerin maaşı Fransa’daki ortalama maaşa eşit olsun, seyahat ve ulaşım harcamaları denetlensin, yemek ve tatil kuponu olsun. (Bulgaristan’da milletvekili maaşları ortalama ücretin 5 katıdır); Tüm Fransızların maaşları, aynı zamanda emeklilik maaşları ve sosyal yardımlar enflasyona endekslensin; Fransa sanayi muhafaza edilsin; üretimin ülke dışına kaydırılmasına son verilsin; Ülke dışı çalışanlar sistemine son verilsin. Fransa topraklarında çalışan bir kişinin aynı maaş düzenine ve haklara sahip olmaması kabul edilemez. Fransa sınırları içinde çalışma hakkı olan herkes Fransız vatandaşlarıyla eşit olmalı ve o kişinin işvereni Fransız işverenlerle aynı vergileri ödemelidir; İş güvenliği hakkında: büyük şirketlerin sözleşmeli işçi çalıştırma hakkı sınırlandırılsın. Kadrolu çalışma hakkı uygulansın; Kemer sıkma politikalarına son. Hiçbir meşruiyeti olmayan borç faizlerinin ödemesi durdurulsun. 80 milyarlık vergi kaçakçılığının peşine düşülsün; Zorunlu göç hareketi durdurulsun; Sığınmacılara iyi davranılsın; Sığınma talebi reddedilenler ülkelerine gönderilsin; Hakiki bir entegrasyon politikası uygulansın. Fransa’da yaşamak Fransız olmayı gerektirir (tamamlayana sertifika verilmek üzere Fransızca dil, Fransa tarihi ve vatandaşlık bilgisi dersleri verilsin). Azami ücret ayda 15 000 avro olsun; İşsizler için iş alanları açılsın; Engellilere verilen mali ödeme artırılsın; Kiralara sınırlama getirilsin; Fransa’ya ait mülklerin (baraj, havalimanı vb.) satışa çıkarılması yasaklansın; Yargı, polis, jandarma ve orduya daha kapsamlı imkânlar sunulsun. Güvenlik güçlerine fazla mesai için ödeme yapılsın veya bunun karşılığı tatile çevrilebilsin; Ücretli otoyollardan toplanan paranın tamamı Fransa’da otoyol ve yolların yapımına, bakımına ve güvenliğine yatırılsın; Yaşlı nüfusun hayat seviyesi yükseltilsin. Yaşlılar üzerinden para kazanılması yasaklansın; Anaokulundan lise sona kadar hiçbir sınıfta öğrenci sayısı 25’i geçmesin; Halk oylaması anayasaya girsin. Her bireyin yasa teklifini sunabileceği, bağımsız bir teşkilatın denetiminde kolay anlaşılır ve etkili bir site kurulsun. Eğer söz konusu yasa teklifi 700 binin üzerinde imza toplarsa, Meclis bunu tartışıp, düzeltip, tasarı haline getirerek tüm Fransızların katılacağı bir halk oylamasına sunmakla yükümlü olsun; Cumhurbaşkanlığı görev süresi yeniden 7 yıla çıkarılsın; Emeklilik yaşı 60 olsun. Fizikî zorluk içeren mesleklerde (inşaat işçiliği, mezbaha işçiliği gibi) çalışan herkes için ise 55 olarak belirlensin; 10 yaşına girene kadar geçerli olmak üzere çocuk bakımı için parasal destek sistemi geri getirilsin; Eski cumhurbaşkanlarına ömür boyu ödenek uygulanmasın…


Makale ve Analizler - 2018

43

Paris’te hayatı kilitleyen olayları nasıl okuyalım? Bu istekler, lidersiz, kendiliğinden ama tekrar eden direnişlerde bir aydan beri biçimleniyor. Fransız hükümeti benzin fiyatlarını dondurdu ama direniş dalgası düşmedi. 1968 Paris olaylarına benzetilen kavga dalgasında şunları görüyoruz. 50 yıl önce barikat kuran üniversiteli gençler, elli nasırlı işçilerin yerini beyaz yakalıların almasını istemişlerdi yani kapitalist toplumsal devinim gücü olan işçi sınıfın yerine bilimsel-teknik kadroların geçmesi için mücadele etmişlerdi. Biz son yarım asırda 3. ve 4. Teknolojik devrim yaşıyoruz. Bilimsel- teknik birikim öyle güçlü ki, iki yılda bir sıçrama yapıyor. Sermaye olarak ise, tüm paralar dev şirketlerde toplandı. Bir tek işçi sınıfı değil, küçük ve orta üretici, esnaf ve dükkân sahipleri de ezildi. Fransa’da işsizlik oranı % 10’u buldu. Orada kükreyen direnişler reformlar yapılarak daha sosyal bir devlet kurulmasını amaçlıyor. Gaz bombalı Molotof kokteyli direnişlerde 1000 kişi tutuklandı. Kavganın politik ucu patladı. Başkan Em. Macron’un istifası isteniyor. Mali oligarşinin sahneden çekilmesi için slogan atılıyor. AB ülkelerinden hepsi etkilendi. Fransız basını olayların ardında sağcı ve tutucu Bayan M. Le Pen milliyetçilerinin olduğuna işaret ediyor. Bulgaristan’da hareketleniyor. Memleketimizde sarı yeleklerin yerine önünde ve arkasında beyaz boya ile “sistem bizi öldürüyor” yazılı siyah fanilalı siyah bayraklılar protesto hareketi gelişti. İl merkezlerine yayıldı. Benzin ve motorin fiyatlarının ucuzlatılması başta olmak üzere sosyal ve ekonomik istekler yükseltildi. Kasım 2018’de iki yönlü ana yol ve kavşakların taşıt araçlarıyla bloke edilmesi ve bayraklı otomobil alayı direniş biçimi olarak seçildi. Ulusal direniş komitesi kurulamadı. Sendikalar bu direnişlere seyirci kaldılar. Muhalefetteki politik partiler de uzaktan desteklediler. Her akşam saat 5 sularında başlayan toplu direniş eylemlerini 2013’te oligarşiye karşı suni olarak kışkırtılan protestolara benzetenler oldu. O zaman Başbakan B. Borisov’un birinci hükümeti düşmüştü. Şimdi bu boyutta bir birikim gözlenmiyor. Fakat 2013’te olduğu gibi bugün de Bulgaristan’da durum kritik. 5 yıl önce bu gösteriler neticesinde Plamen Oreşarski hükümeti kurulmuştu. BSP ve DPS milletvekili D. Peevskiyi DANS Başkanı atanınca, örgütlü protesto hareketi başladı ve hükümeti seçime zorladı. Günümüzde III. Borisov hükümeti, sosyal ve ekonomik istekleri yerine getirerek direnişleri durdurma yolunu seçti. 3 milyon gencin dış ülkelere çıkması ve ev-


44

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

dekilere mali yardımda bulunması yaşlıların ikamet ettiği memleketimizde “ama işler bozulmasın” havası yarattı. TV ve basın Paris ve Fransa gösterilerine geniş yer ayırmıyor, yorum yapmıyor. Bulgaristan siyah bayrağı zaten kaldırdı. Titreyeceği kadar titredi. Hiç kimsenin kendini güvende his etmemesi, anlatmaya çalıştıklarımızı anlayabilmenize yeterlidir kanısındayım… İnandığımız bir şey varsa şudur: Fransa yanarsa biz de yanarız. Bizi izlemeye devam ediniz. Dostlarınızla Paylaşınız.


Makale ve Analizler - 2018

45

Çilenin Böylesi

Tarih: o7 12 2018 Yazar: Şakir ARSLANTAŞ Konu: Son olayların arka planına birlikte bakalım. Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi (BGSAM) olarak 2018 yılında Makedonya, Makedon Kimliği, dili, dini ve tarihi gibi konulara sıkça değindi. Olayları yorumladı. Bu sıcak temasın sebebi, Makedon topraklarının ve halkının memleketimiz, komşu olmamız, içiçe girmiş ortak kültürel ve tarihsel geçmişimiz, Makedon halkın Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlı’dan koparılmasıyla birbirini izleyen, bu toprakların Yunan, Sırp ve Bulgarların ökçesi altına düşmesinden doğan sorunlardır. Son 30 yılda bağımsız ve egemen bir Makedon devleti kurma çabalarında başına örülen çoraplardır. Bu ilginç gelişmeler bizleri yani Bulgaristan’da yaşayan Müslüman Türkleri ve Türkiye’deki soydaşlarımızı direk ilgilendiriyor, çünkü ortak tarihten gelmişiz ve ortak geleceğimiz olacağına inanıyoruz. *** 2018 yılında Makedonya ile Bulgaristan, ayrıca Ağustosta Makedonya ile Yunanistan arasında 2 çok önemli antlaşma imzalandı. Bu anlaşmalar öncelikle Makedon devletinin adı, dili, dini, geçmişi, kültürel değerleri, milli kahramanları vs ile ilgilidir. 2018 anlaşmalarında işlenen değer yargıları ve saptamalar ilgili ülkelerin meclislerinde onaylanabilse Makedonya halkının Batı uygarlığı yolu açılacak, NATO ve Avrupa Birliği üyeliği konusunda ilk adımlar atılacak, onaylansa 4 milyonluk bu halk ve ülke içine kapanacak, Rusya baskısı altında yaşamaya mahkûm kalacaktır. Dil kavgası: Geçen hafta Makedonya Başbakanı Zoran Zaev (sosyal-demokrat), Yunanistan’da yaşayan Makedon azınlık çocuklarının Yunan devlet okullarında zorunlu ders olarak Makedon dili, edebiyatı, tarihi ile örf ve adetlerinin de okutulmasını istedi. Bu isteğin gerekçesi de Yunanistan’ın Prezen de imzalanan Yunan Makedon anlaşması ve bu anlaşmada sözde Yunanistan’ın “Makedon dilini tanıması” oldu. Yunanistan’daki Makedon milli azınlık hak ve özgürlüklerini tanıyıp savunma isteğe başbakan Aleksis Çipras’tan tepki aldı. Onun bu tepkisi, iki ülke arasındaki uzlaşmazlık sorunlarını sözde aşan, Makedonya Cum-


46

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

huriyeti (MC) devlet isminin Kuzey Makedonya Cumhuriyeti (KMC) olarak değiştiren, “Makedon millerini ve dilini tanıyan” Prezen Anlaşmasına rağmen geldi. O ikili anlaşmayı “yorumlamak üzere” Birleşmiş Milletlere (BM) gönderdi. Böylece 1992’den beri süregelen didişmeyi uluslararası alana taşıdı. Atina “Meta” gazetesi, Çipras’ın Makedon dilini tanımadığını ve Kuzey Makedonya’da kullanılan dilin bir “Islav Dili” olduğunu yazdı. “Lefimerida” gazetesi ise, BM’in ikili Yunan-Makedon anlaşmasına ilişkin olarak yazısında, BM’de Makedon milleti, milli kimliği ve dili konusunda bir ek protokol hazırlanması ve bu protokolün BMT Genel Kurulunda onaylanması gerektiğini bildirdi. Başka bir Atina gazetesi olan “Estia” ise, Başbakan Çipras’ın Makedon dilinin yalnız “Kuzey Makedonya’da” kullanılabilecek bir dil olduğu konusunda BMT’dan bir karar almasını ve ayrıca “dil” ve “millet” kavramlarını kullanma sınırları çizmesini istiyor. (Bu istek, Avrupa Birliği üyesi olduğu takdirde Makedon dilinin bir AB dili olup olmayacağına ilişkindir.) Aynı gazeteye göre, BMT’de hazırlanacak olan Protokolü ikili Prezen Anlaşmasının hem eki, hem de özünden kopmaz bir parça olması isteniyor. Bu isteklerin özünde olan ise, Atina meclisi Prezen Antlaşmasını onaylansa bile, “Makedon Halkının” varlığı ve kimliği tanınmamış olacak ve Kuzey Makedonya Cumhuriyeti halkının kullandığı dil de bir “İslav dili” olarak kabul edilecektir. Bu gerekçelerle Başbakan Zaev’in Yunan okullarında Makedon azınlık çocuklarına Makedon dili okutulması kesinlikle reddediliyor. Bulgaristan’da Türklerin Bulgar olduğu saçmalıyla asimilasyona tutulması ve dillerinin köreltilerek yok sayılması, her yerde yasaklanması gibi esasız temeller Yunanistan’da da Makedon azınlık için uygulanıyor ve durum betonlaştırılıyor. Makedonya’ı NATO ve AB’ye katma planı şimdilik durdu. Bu arada, Atina hükümeti, ABD hükümetine gönderdiği bir mektupla “Makedon milleti ve dili konusunda” BMT’dan onaylı karar ve ek protokol çıkmadan, Prezen Anlaşmasını onaylanmak üzere Atina parlamentosuna sunulmayacağını bildirdi. Böylece Bulgaristan’ın Batı Balkan ülkelerini (bu arada Makedonya’yı) NATO ve AB’ye katma planı şimdilik durdu. Bu duruma nasıl gelindi?


Makale ve Analizler - 2018

47

4 Milyon halkının milli varlık, milli kimlik, dil ve dininin Atina tarafından hiçe sayılmasına götüren tuzaklar daha 1992’de kurulmaya başlandı. Makedon milli kimliğine karşı ilk protestolar 1992’de başlamıştı. Selanik’te “Makedonya Yunandır” diyen milyonlarca kişi 26 yıl önce Selanik’te sokağa çıktı. Makedonya 1993’te BMT’na Eski Yugoslav Cumhuriyeti Makedonya adıyla üye oldu. Ardından Makedonya Cumhuriyeti oldu. Şimdi de Yunan baskısıyla “Kuzey Makedonya Cumhuriyeti” adını almaya zorlanıyor. Halk oylaması yapıldı. Anayasa değişikliğine gidiliyor. Makedon Milli varlık, dil, din ve kimliğinden vazgeçmeye zorlanıyor. Bu konuda Üsküp hükümetinin son görüşü şöyledir. Makedonya, bilim kurumlarında, basın ve kamuoyu köy kent toplantılarında Prezen Anlaşmasını tartışıyor. Başbakan Zaev, Ştip ve Tetevo kentlerindeki mitinglerde, “Ne ben, ne siz ne de bizim çocuklarımız Kuzey Makedonyalı olmayacağız” dedi. Prezen’de Yunanistan’la imzalanan ve Anayasa değişikliyle Makedonya Cumhuriyeti adını Kuzey Makedonya Cumhuriyeti olarak değiştiren anlaşmaya rağmen, “dünyada Makedonya isminde başka bir devlet olmayacak,” şeklinde konuştu. Üsküp Üniversitesinde, başbakan Zaev’e şu soru yöneltildi: “80 milletvekili devletimizin yeni isimi onaylarsa ve çocuklarınız yeni kimlik kaydını “Kuzey Makedonyalılar” olarak yapmak zorunda kalırsa siz kendinizi bir “yurtsever kahraman” olarak mı yoksa bir “hain” olarak mı hissedeceksiniz?” Zaev şu yanıtı verdi: “Son 27 yılda sürekli battığımızı görüyoruz. Batmaya devam edebiliriz. Daha iyi bir hayat yaşamak istediğimiz, emekliler ülkesi olmak istemediğimiz, gençleri vatanımızda tutmak istediğimiz için Prezen Anlaşmasını imzaladık. Yunanistan’la imzaladığımız bu antlaşma Makedon dilini ve bizim egemenliğimizi tanıyor. Artık hiç kimse bize FOROM diyemeyecek. Makedonlara bu lakap Makedonya Yugoslavya Eski Cumhuriyeti adıyla birlikte takılmıştı. Çocuklarımıza ne bırakacağımızı düşünmeliyiz. Ülkemiz Makedon topraklarının Kuzey kısmında bulunuyor, bunu kabul etmeliyiz.” Yeni gelişmelerin kökleri derindir. Bu haftanın bu gelişmeleri son 26 yılın birikimidir. Balkan diplomasisinde biçim ve içeriğin birbirini tutmadığı, hatta 2017’den beri çelişkilerin daha da derinleştiği gün ışığına çıktı. Biz Bulgaristan Türker’inin etnik, dil, din, kültür, gelenek ve görenek, sanat ve edebiyat sahibi bir azınlık olarak


48

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kabul edilip meşrulaşmamıza izin verilmeyişinden, Türk kimliğimizin tanınıp yasallaşması yollarının kesilip kapanmış olmasından dolayı 140 yıldan beri kötülüklerle savaşıyoruz. Bu kötülüklerin temelinde bir de uluslararası anlaşmalardaki haklarımızın Bulgar Anayasa ve yasalarınca tanınmaması ve rejimler tarafından uygulanmaması gerçeği vardır. Örnek olarak 1878 Berlin Antlaşması, 1919 Neully Anlaşması, 1925 Ankara Anlaşması, Helsinki Senedi, Viyana İnsan Hakları Çerçeve antlaşması ve başka gösterilebilir. Bu anlaşmaların hepsinde insan haklarının ve azınlık hak ve özgürlüklerinin korunması yer almaktadır. Bu anlaşmalar uygulansaydı Bulgaristan’dan 6 büyük olur muydu? Görüyorsunuz artık parçalanmamış ailemiz kalmadı. Bulgaristan toplumundan sürekli ayrıştırılmamız. Dilimizin yasaklanması, yaşadığımız ülke kültürünün dışında kalmamız, büyük acılar veren derin yaralardır. Makedonların başına aynı ayır buyur belası bir Milli kimlik, devlet kimliği, anadil, milli dil ve kültür konularında geliyor ki, bunlar 3-5 senede çözülebilecek bir problemler değildir. Büyük İskender’i doğuran Makedon halkının bir millet olmadığına Birleşmiş Milletler nasıl karar verebilir? Yunanlar (Elinler) devlet değilken devlet ve imparatorluk kuran Makedon hükümdarlarına nasıl “onlar benimdi” diyebilir? Makedonya’da Bulgarlar yaşadığını iddia eden Sofya hükümetinin, Bulgaristan’da yaşayan Makedonların kimliğini, dilini ve kültürünü tanımamasına nasıl yorum getirelim? Çifte yaklaşım ne zaman son bulacak. Yalan perdesi ne zaman düşecek? Tarihi yalnız “Bulgarlar’ı öven” bir geçmiş olarak görmemiz imkânsızdır. Makedonya kentlerinde 15 Bulgar kültür merkezi ve Bulgar Okulu açılırken, Bulgar kiliselerinden çan sesleri gelirken Bulgaristan’da Makedonya kültür merkezleri neden olmasın? Makedon çocukları Makedonca, Türk öğrenciler Türkçe neden okumasın! Demokrasi olmadan kültürel çeşitlilik olamaz. Ortak bir uygarlığa uzanan halkların birbirine olan saygısı sonsuz olur. Makedonya olduğu gibi Bulgaristan da çok milletli, çok etnikli, çok kültürlü ülkelerdir. Dil üstünlüğü iddiaları ırkçılıktır. Halk topluluklarından hiç biri diğeri olmadan, yardımlaşmadan gelişerek yaşayamaz, kültürler kaynaşmadan yeni ufuklara açılamaz. Biz Balkanlarda farklılıkların birliğinden güç alarak yaşadık, yaşıyoruz, ileride de böyle yaşamak istiyoruz. Toplumun tamamlayıcı gücü çeşitliliktir. Bunun simgesi ise demokrasidir. Demokrasinin ulusal özelliklerinde ayrışım yoktur. Hele başkanlarda asla olmalarıdır. Çünkü bu yarımadada 80 dil, faklı


Makale ve Analizler - 2018

49

dinler ve kültürler yan yana ve beraberce var olmaya davet edecektir. Biz ölü diş konuşmak istemiyoruz. 40-50 yaşında ya da 100-150 yaşında devletlerin dünyaya yeni düzen getirecek birikimi ve ufku yoktur. Küçük devletlerin var oluşunun garantisi, büyük devletlerin ayak seslerine uymaktır. Bölgesel geleneklerde en güçlü, en zengin geçmişli, kökleri dünya imparatorluğuna ve 2 700 yıllık devlet tarihine uzanan Türkiye günümüzde Büyük Yeni Türkiye atılımı içindedir. Bu atılımın etkisi Balkan halkları üzerinde her geçen gün daha fazla hissediliyor. 21. Yüzyıl Balkanları Türkiyesiz olamaz. Tüm yarımadanın enerji, teknoloji, bilim ve medeniyet ufku Büyük Yeni Türkiye’dir. Dil, din, millet, gelenek, görenek, kültür, adet, bayram tanımayan küçük yeni görgüsüz devlet ve hükumet yöneticilerinin barış, huzur ve güvenlik sağlayabilmek için örnek alacağı tek ülke Türkiye’dir. Ne Makedon, ne Yunanistan’daki ve Bulgaristan’daki Makedon azınlığı sorunları, Balkanlarda etnik kimlik, kültürel otonomi problemleri BM’de çözülemez. İmzaladığı anlaşmaları uygulamamak için bahaneler uyduran devletlerle iş olmaz. Bu, oyun esnasında topu sürekli taca atmaktır ve sonra da seyircilerden biri çaldı ve kayboldu yaygarası koparmaktan başka bir şey değildir. Birbirini tanımayan, karşılıklı hürmeti eksik toplulukların birlikte yaşamaları ise zordur. El ele verip yeni okurlara ulaşalım. Paylaşın, arkadaşlarınıza sürpriz olsun.


50

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

BULTÜRK Bulgar Parlamentosunda


Makale ve Analizler - 2018

51

Kültürel Etkileşim Kulübünde Tarih 12 Aralık 2018 Sofya -BGSAM Bulgaristan Türk Edebiyatı – Barış ve Dostluk Çeliği

Bulgaristan’daki Türkler, edebiyat gönderi dikmiş bir halk topluluğudur. 140 yıllık Bulgaristan halısına aksakallarımızın bağdaş kurup oturduğu son divan, işte bu mekândır. Çarşamba ve Cuma, haftada 2 defa bir araya burada geliyoruz. Türkçe ve Bulgarca kursları burada dil döküyor. Türk edebiyatı, halk kültürümüz ve yaratıcılığımız, kültürеl etkileşim, konferanslarımız, yıldönümü kutlamalarımız, seçkin Bulgar yazar ve bilim adamlarıyla tartışmalarımız, görüş alış verişlerimiz yine burada oluyor. Biz bir Kültürel Etkileşim Derneğiyiz. Aynı zamanda son 140 yılda bu topraklarda yaratılan edebiyat ve kültürün sahip ve koruyucusuyuz. Bugünkü Konumuz Bulgaristan Türk edebiyatıdır. Vesilemiz, Sofya Milli Kültür Evinde açılan “Barış ve Dostluk” kitap festivali. Türkiye’den bu denli temsili bir yaratıcı heyetle ilk defa görüşüyoruz. Trakya Üniversitesinden, yazar Mustafa Hatipoğlu’na, Şair ve eleştirmen Adnan Özer’e, çevirmen ve yazar Ali Fuat Sevimay’a, Ankara’dan kaligrafi uzmanı İsmet Keten’e, Kültür Bakanlığı Kütüphaneler ve Yayınlar Genel Müdürlüğü Genel Müdür yardımcısı Bayan Demet Koç’a ve Kültür Bakanlığı Kütüphaneler ve Yayınlar Genel Müdürlüğü Yurtdışı Kitap Fuarları Şube Müdürü Bayan Şüle Aygün’e hoş geldiniz diyoruz. Bulgaristan Türk edebiyatı Bulgaristan edebiyatından kopmaz bir parça olsa da, farklı gerekçelerle, farklı bir kök metin, konu damarı üzerinde kurulmuş ve gelişmiş, Bulgaristan Türk kimliğine omurga olmuştur. *** Prenslik, Krallık, sosyalizm ve demokrasi döneminde 200’den fazla Türk şairimiz Türk kaynağından beslenip Bulgar halısı üzerinde çiçek açtı. 150’den fazla yazarımız Türklük kalemiyle renklere ton verdi. Amacımız, Bulgar halısındaki Türk renklerini soldurmadan yaşatmaktı; halkımızın Türk Kimliği ruhunu canlı ve dik tutmaktı. Kültürel karakterimizi belirleyen edebiyatımız oldu. Köklerimiz derindir. Halk bilgi ve inançlarımız, bilgeliğimiz ve yaratıcılığımız esin kaynağımızdır. Biz maddi ve manevi olarak kendini yenileyebilen, yeniden üretebilen bir topluğuz. Bu temelde şair, yazar, sanatçı, ressam, heykeltıraş ve diğer güzel sanat dallarında


52

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

aramızdan seçkin yaratıcılar yetişti. Bulgar kültürel tablosunda her renkte bizden fırça darbeleri bulabilirsiniz… *** Değerli konuklar, Bulgaristan’daki Türklerin Edebiyatında genelden özele ve somuta iniyorum: Bu kısa sunumu, BİZ ŞUYUZ, BİZ BUYUZ diyebilmemiz için hazırladım. Edebiyatımız, Müslüman bir toplumun ürünüdür. Dünyevi bir bakış açısıyla kaleme alınmış ve 3 aşamada gelişmiştir. Aşamalar birbirinin devamıdır. Kesintisiz bir ruhsal bütünlük izlemiştir. Birinci aşama, Prenslik ve Çar Ferdinand – Çar III. Boris dönemi; 1878 – 1944 arasını kapsar. Politik olarak monarşi ve faşizm yıllarıdır. İki Balkan ve iki dünya savaşı, 2 askeri darbe, 2 milli felaket yaşanırken Tek ulus, dil ve kültürlü Milli Bulgar devleti kurulurken, ötekileştirilmiştik ve göçe zorlanmıştık. Osmanlı ümmetinden sıyrılıp Bulgaristan Türk kimliğini oluşturup biçimlendirmeye çalışırken, kurumlaştık, Baş Müftülüğümüzü kurduk. 1929’da Bulgaristan Türkleri Birinci Milli konkresini topladık. Atatürk Alfabesini benimsedik. Anadil lehçelerimizi Türkiye Türkçesi mihverine çektik. Edebiyatımız Türkiye Türkçesiyle doğmuş ve gelişmiştir. Başar rolü şairlerimiz, şiirimiz gördü. Kök değerlerimizden ilgilenenler, Sofya’dan İstanbul’a Vatan ve Millet şiiri divanıyla dönen Namık Kemal’de, Trakya İnsanının Vatan uğruna gösterdiği fedakârlığı dile getiren Filibeli Ahmet Faik’te, Varnalı Muallim Naci’de, Eski Zaralı Hüseyin Raci’de, Rodoplu Mehmet Perim’de, Deliormanlı Osman Sungur’da ve başka ölümsüzlerimizde aradıklarını bulabilir. Yeni bilinç ve ruhu oluşturan bu yaratıcılığın özü şu iki satırda kristalleşmiştir: Bir taraf Tuna’dır / bir taraf kara Kamil doktor yoktur / yaramız sara. Şiirimiz ilk dönemde aydınlık aramıştır. Razgrad’ın Caferler (Sevar) Köyünden şair Muhammed Yumuk’un 1924’te kaleme aldığı ve milli bilincimize hitap eden “Marş” şiiri bu bakıma kayda değerdir. Ümmetten sıyrılan ve Türk Kimliğimizi arayan genç kuşağa şairimizin hitabı şudur: Bilginin ordusu bizim ordumuz Bilip öğrenmek bizim borcumuz İsteriz biz cahillik kalksın aradan Bilgi ocağı olsun yurdumuz.


Makale ve Analizler - 2018

53

İkinci aşama: Sosyalizm ve totaliter – komünizm dönemi, 1944’ten 1989’a uzanır. Komünistler iktidar olmuş, ülke Rusya’ya bağlanmıştır. Bu aşamayı 3 alt döneme ayırıyoruz: Birincisinde (1944 – 1964) geleceğe sosyalist ilhamla bakan şairlerimizden Mehmet Con, Niyazi Hüseyin, Mehmet Çavuş, Ahmet Şerif, Sahattin Bayram, Recep Küpçü ve başkaları derin izler bırakmıştır. Vatan toprağı kokusu, bu toprağın atalarımızın kabri ve tarihimizin emaneti, alın teri ve kanımızın döküldüğü yer olduğu bilinci bu dönemde kesin biçimlenmiş, inanca dönüşmüş ve Türk etnik kimlik kültürümüz oluşmuştur. O dönemde okullarımız yeniden açılmıştı, anadilimizde basın yayın serbestti. Özenci sanat ocaklarımız ve tiyatrolarımız arı kovanı gibiydi. 1964-1974’e uzanan ikinci alt dönem yaratıcılığa sunulan olanaklar açısından “altın çağımız” ya da “Lale Devri” diyoruz. Osman Aziz, Durhan Hasan, Şaban Kalkan, Mustafa Mutkov, İsmail Çavuş, Aliş Sait, Ömer Osman, Ali Bayram aynı havayı nefes ettiğimiz, ama ne yazık ki yıllar içinde kaybettiğimiz arkadaşlarımızdır. Sabri Alagöz, Ahmet Cebeci gibi kalemi hala elden bırakmayanlarımız da var. Bu kuşak, Hacıoğlu Pazarcığı (Dobriş) Pirli köyünden Ahmet Cebeci’nin kalemiyle Bulgaristan Türklerinin GÖK KUBBESİNİ şöyle çizdi. Türklük bizim şerefimiz, şanımız Din uğruna akar temiz kanımız Vatan için feda olsun canımız. Türk’üz, İslam’ız, Ay yıldızız, sönmeyiz Dünya yansa andımızdan dönmeyiz. Dobruca, Deliorman bizimdir Gerlovayla, Kocabalkan bizimdir Rodop denen Türklü Volkan bizimdir. Türk’üz, İslam’ız, Ay yıldızız, sönmeyiz Dünya yansa / andımızdan dönmeyiz. Yıl 1964


54

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Türk kimliğimizi, Gök Kubbemizi, Ufkumuzu belirleyen DORUK ÇAĞI’ında insanımıza ve toplumumuza aşılanan değerler şunlardı: Vatan, anadilimiz, yurt sevgisi, özgürlük, dostluk, eşitlik, kolektif haklar, ortak kader, adalet, insan ve azınlık hakları… – bizim otonom bir kültürel azınlık olduğumuz bilinci yerleşmişti. Ve bunu destekleyen yüzlerce onurlandırıcı olay birbirini izliyordu. Bir örnek: Pehlivanlarımızın defalarca olimpiyat, dünya, Avrupa ve ulusal şampiyon olması, er meydanlarında danaları sırtlaması yepyeni bir ruh yaratmıştı vs. Ozanlarımız gönül okşuyor. Halk şiirimiz yeşeriyordu. Bulgaristan Türk edebiyatı gönderi o yıllarda dikildi. Şair ve yaratıcılarımız halkın arasındaydı. Şiir ve destan okuyarak maneviyatımızın omurgasına su veriyorlardı. İkinci alt dönem için şunu da söylemek zorundayım. Okullarımız devletleştirildi. Bulgar okullarıyla birleştirildi. Bulgar devleti kültürel birikim fıçımızın çemberlerini giderek sıkmaya başladı… Üçüncü alt dönem: 1972’den sonra ırkçı rüzgârlar esmeye başladı. Pomakların isim ve kimliklerini değiştirme zulmü bizi ürküttü. Komşunun başına gelen… Atasözü beynimizde çizgi oldu. Sert dediğim rüzgârlar, şiddetlenirken kavurucu oldu. Türk kimliğine nefes aldırmama kararı alınmıştı. Her gün bir başka şekilde üstümüze geliyorlardı. Yaratıcılarımız Türkçe yazmaya devam ederken, 1984’ün Aralık ayının Bocuk Gecesinde isim değiştiren ejderha kapımıza geldi. Gelen –devlet terörüydü – gelenek, görenek, dil, yaşam tarzı, giyim kuşam, Türk kimliği, manevi-kültürel hayatımızda ne varsa hepsini istiyordu. Felç olduk! Kitaplar toplanıp yakılıyor, radyo bantları Bulgarca yayına mıhlanıyor, kasetler toplanıp ayakaltına alınıyordu. Yapabilseler dilimiz ameliyat edilecek ve Türkçe konuşmamız engellenecek, beynimiz ameliyat edilecek hafızamızdan Tarihimiz ve kültürümüz çıkarılacaktı. İşte o zaman Türkçe gizli yaratıcılık dönemi yaşandı. Ozan, yazar ve şairlerimiz Türk varlığımızı toplama kamplarında, sürgünde ve hapishanelerde en iyi bir şekilde korumayı başardı. “Belene” ölüm kampında dahi Türkçe konuştular. O yılların eserlerinde ifade bulan kişisel bilinçten, ortak Türk-Müslüman bilincine geçişimiz ve inancımızdan ve mücadelemizden siyasi bilincimizin doğuşu Türkçe oldu. Edebiyat yaratısı aydınlarımız bu sürecin jeneratörüydüler. 1989 Mayısında tutukluların salıverilmesi ile hak ve özgürlüklerimiz uğruna ayaklandık. Siyasi hedefimizde zalim diktatör Jivkov’u devirmek vardı. Şehitler verdik, parçalandık, 350 binimiz birden yurttan sökülüp atıldı. Bu başkaldırı, 3. Bulgar devleti tarihinde en büzük ayaklanmadır. 72 binimiz birden kalkıştık. Biz bir kadın-erkil topluluğuz, bayrağı kadınlarımız taşıdı.


Makale ve Analizler - 2018

55

Diktatör devrildi. Büyük kükremeden POLİTİK KİMLİĞİMİZ DOĞDU ve Hak ve Özgürlükler Partisi’nde biçimlendi. Ne yazık ki, Bulgaristan’da demokrasi sakat doğdu. Totalitarizm yıllarında kaynaşan Faşist- totaliter bünye ayrışmadı. Tek dilli –Bulgarca; tek kültürlü – Bulgar kültürü; tek uluslu – Bulgar ulusu – sözde demokratik devlet etnikleri ötekileştirmeye devam etti. Azınlık haklarını tanımadı. İmzaladığı uluslararası anlaşmaların etnik toplulukların kolektif haklarına ilişkin maddelerini asla uygulamadı. Türklerin, Çingene, Pomak, Ulah, Makedon, Tatar ve Gagavuz topluluğun insan ve azınlık haklarını, anadillerinde okuma yazma ve konuşma; yaratma ve yayınlama haklarını rafa kaldırıldı, bugün de unutturmaya çalışıyor. Türklere karşı esen pozitif ve negatif havayı bizimle beraber nefes eden gözde şairimiz Ali Bayram KÜÇÜK BULGAR MEZARLIĞI adlı şiirinde şöyle dedi: Şu karşıda gördüğüm küçük Bulgar Mezarlığı Soykırım devrinin acı hatırasıdır Kabirler üzerinde solgun açan çiçekler Bulgar adı altında yatanların yasıdır. Buna benzer mezarlık görmedim hiçbir yerde Ne İsa’nın haçı var, ne ağacı, ne gülü. Bu mezarlık kanayan yaradır yüreklerde Toprağında yatanlar kalbimizde gömülü. Mezar taşlarındaki eski Bulgar adları Biz Türklerin gözüne bir ok gibi batıyor Istıraplar içinde geçmiştir hayatları Küçük Bulgar mezarlığında koca Türkler yatıyor. Bu mezarlıkta yatan ve yatırılmak istenen Türk dili, Türk Kültürü, Türk Kimliği ve tabii ki, Bulgaristan Türk edebiyatıdır. Son limana varış gün ve saati henüz belli olmayan bu düşman gemisi sefer halindedir. *** 1990’da başlayan edebiyatımızın üçüncü aşamasının karakteristik çizgisi de budur. Dönemi farklı kılan özellikler şunlardır: Yazar ve şairlerimiz daha 1992’de örgütlenmeye yöneldi. Razgrat’ta Kuzey Bulgaristan, Kırca Ali’de Güney Bulgaristan Yazarlar Derneği kuruldu. Kuzeyde 24, Güneyde 24 toplam 48 yaratıcı bir araya geldi fakat Bulgaristan Türkleri Milli Yazar-


56

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lar Birliği henüz kurulamadı. Yeni edebiyatımızı yaratanlar 140 yılda Bulgaristan ve Türkiye’de 400 kitap verdi, ne ki birleşme yolunu yürüyemediler. Bu rakama, merkezi İstanbul Bayrampaşa’da bulunan Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği BULTÜRK ve Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi BGSAM’in yayınladığı 62 kitap ve Bursa MİSYON grubu yayınları dahil değildir. İstanbul’da periyodik “Bulgaristan Türklerinin Sesi” gazetesi, Bursa’da “Misyon” gazetesi çıkıyor. Bulgaristan Türk şair ve yazarları dava adamıdır. Aralarında “Belene” ölüm kampından geçmeyen, sürgüne gönderilmeyen yoktur. 23 yıl içeride kalan şair Nuri Adalı Nelsan Mandela’mızdır. Mezarının başı, Türk Kimliği anıtı içtiğimiz, “Ne mutlu Türküm!” dediğimiz yerdir. Mutlaka Okunması Gereken eserlerimiz var. Örneğin, Ömer Osman’ın “Hiç bir Türkü ihbar etmesin diye oğlunun parmaklarını kütük üstünde baltayla kesen köy imamı öyküsü.” Razgrat derneğinden Hüseyin Köse’nin “kültürel soykırımı” anlatan eserleri ilginçtir. Mehmet Akif Ersoy’un Bulgaristan Türk Edebiyatının kurucularına vasiyetini asla unutmadık: Bastığın yerleri “toprak” deyip geçme, tanı! Düşün, altındaki binlerce kefensiz yatanı. Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır atanı. Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı. Bu vasiyetten sonra aramızdan “hain sürüsü” çıkmaz diye düşünsek de, aldandık. Ama bu başka bir görüşme konusudur. Ne var ki, Ersoy’un “Ya Hıristiyan ol! Ya öl!” olarak özetlediği zulüm, kudurmuş ırkçı, faşist, totalitarizm bozuntularının bin biriyle kavgamız bütün şiddetiyle bugün de devam ediyor. Muazzam bir mücadele birikiminden! Amansız bir kavgadan ve mihverindeki ödün vermeden savaşan aydın – yaratıcı müfrezesinden söz ediyorum. Yani ruhsal birlik ve bütünlüğümüzden! En büyük zenginliğimizden… Bu kavganın ürünleri şiir yıllıklarında toplandı. Türk dünyasını bilgilendirmek amacıyla Haşim Akif, Nimetullah Hafız, Niyazi Hüseyin Bahtiyar, İbrahim Tatarlı, Sabahattin Bayram, Hayriye Süleyman Yenisoy ile Mehmet Çavuş muhtelif zamanlarda, içte ve dışta antolojiler çıkardılar. T.C. Kültür Bakanlığının Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatı Antolojisinin 8. Cildi bizimdir. Şu eser Dr. İsmail Cambaz tarafından hazırlanmış ve sosyalizm dönemindeki maneviyatımızın aynası olan yazılar içerir. Aksakallarımızdan biri olan, fakat dış ülkede bulunduğu için bu akşam aramızda olma-


Makale ve Analizler - 2018

57

yan Dr. Sabri Alagöz de “kültürel soykırım” yıllarını şu kitabında anlatı. Bulgaristan’daki Türklerin kimlik mücadelesi başat davamızdır, dedim, şu eserde anlatılmıştır. Arkadaşlarımızdan şair ŞABAN MAHMUDOĞLU KALKAN, bir) şiir ve düz yazı eserlerinin Bulgaristan doğumlu olması; İki) eserlerin Türkiye Türkçesiyle yazılmış olmaları ve üç) eserin Bulgaristan’daki Türkçe basında basılmış olması şartıyla 5 cilt halinde ve toplam sayfa sayısı da 3 binden fazla olan BÜYÜK ANTOLAJİMİZİ hazırladı. Yaratıcılarımızın resmi, biyografisi ve en iyi yapıtları toplanmıştır. Faik İsmail Arda’nın “Ben Seninle Varım”, Ayşe Şişmanova’nın “Yine Dönecek Mevsimler” Osman Şaban’ın “Yurt Ekmeği”, S. Alagöz’ün “İki Arada” başlıklı eserleri yeni ufkumuzun ruhunu yansıtır. Müsaadenizle bunlara Halit Aliosman Dağlı’nın “Söndürülemeyen Alevler” incelemesini de ekliyorum. İzmir Ege Üniversitesi başta olmak üzere, T.C. Dil ve tarih Fakültelerinde Bulgaristan Türk Edebiyatı konulu verimli çalışmaların yol aldığını belirtmek istiyorum. Özel olarak vurgulamak istediğim nokta şudur. Birikimimizde bilimsel derinlik olmasına rağmen, edebiyatımız henüz Paris’te Sorbona Üniversitesine giremedi. Orada savunulan doktora tezimiz yok. Halen aynı üniversitede Türk Edebiyatı Kürsüsü Şefi olan, doğuştan Bulgaristanlı Nedim Gürsel, genç ve ateşli kalemlerimizi beklediğini sık sık anımsatıyor. Gençler top sizde… İşaret etmek istediğim bir husus daha var: Bugün, bizi buraya toplayan, Bulgar – Türk edebiyatında, 67 yıldan beri var olan, ama 50 yıl derin dondurucuda saklanan “Barış ve Dostluk” esintileridir. Bir boyutta buluşma atılımlarımızın derinliği 1951’e iner. Bu hamle 21. Yüzyılda güç topluyor. Hepinizi kutluyorum. Edebiyatta barış ve dostluk ağcından söz ediyorum. O, meyve yüklensin ve herkese yetsin duasıyla, Nazım Hikmet tarafından, üstadın ilk Bulgaristan ziyareti sırasında kaleme aldığı “Barış Çeliği” başlıklı yazıyla dikilmişti. Bu yazıda o, Bulgar ve Türk barış ve dostluk halısında renklerin ve ruhların buluşması için kodlar düğümlemişti. Barış ile dostluk arasındaki kaynak edebiyat olacaktı. Gelecek öze dönüştür diyenlere katılıyorum. O zaman, 8 ciltlik Nazım külliyatı ilk kez Sofya’da basıldı. 2 cilt halinde Bulgarca çıktı. Aydınlarımızın dünyaya bakış penceresinde Kuran’ı Kerimle yan yana Nazım durdu. Anadil, Türkçe sevdası aldı yürüdü, gözlere yenidünya görüşü doldu, ruhlar kanatlandı, edebiyat ve kültür bayrak oldu. Çağdaş Türk kimliğimiz zenginleşerek biçimlendi. Kapatılan 2 700 okulumuzun boşluğunu Nazım tek başına doldurdu. Türkçe sevdası ateşini


58

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yaktı. Karanlığı aydınlığa çıkarmak için yediden yetmişe yanmaya hazır, bir halk doğdu. Cenneti dünya olsun! Biz, “Kültürel Etkileşim” derneği olarak, memleketimizdeki diğer 48 dernekle birlikte, barış, dostluk ve Nazım’ın örse koyduğu ve balyozla dövdüğü yaratıcılık çeliğine yeni edebiyatımızı oluşturarak su vermeye devam ediyoruz ve vereceğiz. BÜYÜK GÖÇTEN sonra loş ışıklı yaratıcı lambaları orada burada tek tük kalmıştı. Fitili yeniledik. Her sabah bilgisayar ekranında Bulgaristan Türk şairlerinden yeni en az 5 örnek düşüyor. Naim Bakov, Habil Kurt, Hikmet Efgrahim, Galip Sertel, Nurten Remzi vb nöbettedir. BULTÜRK yayınlarının 500 000 okuru var. Okullarımız kapalı olsa bile, her anaya babaya, her çocuğa ulaşmak hedefimizdir. Türkçe sevdasını açan yeni yeni anahtarlar bulmak zorundayız. Şimdiki durumda TV’den Türkçe öğrenenler, güzel konuşuyor, ama sevgilisine mektup bile yazamıyor. Bir başka soruna daha değinmek istiyorum: 1989’da kovulanlar, zulüm yıllarının birikimini T.C. ‘ye götürdüler. Orada 92 kitap yayınlandı. Onları ancak “Zamana Yenilenler” başlığı altında toplayabilirim. Soydaşlarımızın orada oluşan birikiminin de 32 kitapçıkta topladığını görüyorum. Bir ruhsal bocalama, yönsüz lük ve parçalanmışlık yaşanıyor. Yeni duruma henüz bir isim koyamadım… Şu kesin, edebiyatımızda yeşerme var. Kırca Ali, Şumnu, Razgrat kültür ocaklarımız çatır çatır yanıyor. Kırcaali’de “Kırca Ali Haber” ve elektronik ekleri aktif. Filibe’de canlanma var. Genç edebiyatçılar “Nebet Tebe” edebiyar, kültür, sanat ve tarih dergisi etrafında toplandı. “Müslümanlar” dergisi edebiyat filizlerine sayfa açıyor… Son yıllarda Bulgar yazarlarından Yordan Radiçkov, Stefan Tsanev, Bojana Apostolova, Hristo Boyçev, Nikolay Haytov , İvaylo Petrov, Lübomir Levçev, Hristo Fotev, Petya Dubarova, Anton Baev, Edvin Sugarev ve başkaları Türk diline ve kültürüne kazandırıldı, fakat hangisinin en fazla okunduğunu, tuttuğunu ve kitleye yayıldığını söylemekte zorlanıyorum. Türkçeden Bulgar kültürüne kazandırılan 86 yazar için de aynı cümle kurulabilirdi, fakat filmleştirilen eserleri bilmeyen yok. Kültür ataşemiz Sayın Cemal Tekkanat buraya geleli Bulgarlar Türk filmi izliyor, her gün 10 dizi dönüyor, Anadolu Ateşi, Tarkan, Mevlevi sahneleri Milli kültür Sarayının 5 bin kişilik büyük salonunu coşturuyor. Dostluk konserleri veriliyor. Ankara Çok Sesli Devlet Korusu birkaç hafta önce “Balgarya” Konser Salonunda büyük alkış aldı. Bu başarıların birisi de sizin bu hafta burada olmanızdır. Bulgar aydınlarıyla kaynaşma kısmetse bizim ortak eserimiz ola-


Makale ve Analizler - 2018

59

caktır. Büyük ve samimi temennimiz 21. Yüzyılın Barış ve Dostluk asrı olmasıdır. Bu gelişmeler, Bulgaristan’da en fazla aranan Türk romanı “Çalıkuşu”, en fazla satılan “Atatürk” kitapları, trende-troleybüs da okunanlarınsa Elif Şafak ile Ahmet Ümit olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Sizin koleksiyonunuzda en güzel Türk masal, destan ve çocuk şiirleri bulunması çok isabetli olmuş. Sizlere teşekkür ederken bol şans diliyorum. Gene buyurunuz, yine görüşelim, bekleriz. Kültürel Etkileşim Derneği Hazırlayan ve sunan Hikmet Efendiev. 12 Aralık 2018 / Sofya


60

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Müslüman’nın Misyon Ve Vizyonu

Nevzat ÖZTÜRK

Misyonun sözlüklerdeki anlamı “bir şahsa veya gruba verilen özel ve yüksek amaçlı görevdir.” Öyle ki bu görev; amaçta gerçekliği olan, yerine getirilmesi için büyük özveri, yüksek çaba ve devamlılık gerektiren ve aynı zamanda kişinin, grubun, kurumun varlık sebebi olan büyük bir iştir. Bu sebeple ben misyona, kelime karşılığı olarak kısaca “kutsal görev” diyebiliriz. Vizyon ise, salt kelime karşılığı “görmek” olmakla beraber buradaki anlamı “geleceği görmek”, “eldeki verilere dayalı olarak belli bir süre sonrasını tahmin etmektir.” Buna, “tasarladığımız, kurguladığımız geleceğin belli bir zaman sonraki fotoğrafı” olarak da bakabiliriz. Hayalden farkı vizyonun eldeki imkânlara-gerçeklere dayalı olmasıdır. Günümüzde, Müslümanlarda vizyon ve misyon eksikliği olduğu bir gerçektir. hemen belirtelim ki; Müslümanlardaki vizyon eksikliği inançlarından değil, beceriksizliklerinden ve hatta dinlerinin emrettiği misyon ve vizyondan sapmalarındandır. Müslümanların politik çıkışlarına, İslam dünyasının perişan haline baktığımızda ortada bir yanlış olduğunu görüyoruz. Bu konuda yapmış olduğumuz yanlışları görmemizin gerektiğine inanıyorum. Geriye doğru çekinmeden dönüp bakmaktan korkmamak gerekir. Müslümanlar olarak, Hak Dini, bize tebliğ eden, yaşayan Kur’an Hz. Muhammed(sav) en güzel örnek, modeldir. O’nun misyon ve vizyonu bizim için yol göstericidir. Peki Hz. Muhammed(sav)’in misyon ve vizyonu neydi? Peygamberimizin (sav) misyonu, aldığı vahyi insanlara tebliğ etmek ve ilahî mesajları onlara açıklamaktır. Peygamberin (sav) vizyonu, vahiy ile şekillendiği için diğer insanların vizyonuna benzemez. Bununla beraber mutlaka bir şey söylemek gerekirse, “O, tevhit inancı çerçevesinde, hayata istikamet, cemiyete emniyet, beşeriyete -iki cihanda- saadeti ön gören bir vizyona sahiptir.” Müslümanların misyonu, öncelikle kendileri için Kur’an ve Sünnet çerçevesinde bir hayat tanzim etmek, bunun yanı sıra diğer insanlara da -sahil-i selamete çıkaracak olan- aynı rotayı işaret etmektir. Vizyonu ise, Kur’an ve


Makale ve Analizler - 2018

61

Sünnet etrafında oluşan kolektif şuurla hareket ederek, geçmişi, şimdiki zamanı ve geleceği mümkün olduğunca kuşatan bir bakış açısıyla -bilinç düzeyine- bir yol haritasını çizmek olmalıdır. Bu gün, İslam ümmetinin en büyük sorunu, cehalet, fakirlik, ihtilaftır. Bunların izalesi( yok edilmesi) ise, üstlenilmesi gereken en büyük misyondur. Bu misyonunu yerine getirmesi için, geçmişi geleceğe bağlayan şimdiki zamanın ilmî araç gereçleriyle donanmak, geleceğe dönük sosyal, siyasal, ekonomik ön görüleriyle gerçekçi ve geniş bir vizyona sahip olması gerekir. Bir Müslüman, “Ben insanları ve cinleri, ancak bana ibadet etsinler diye yarattım” (Zariyât/56) gerçeğinden hareket ederek, yaratılışın ana amacının Allah’ı tanımak, O’na sevgiyle bağlanarak ibadet etmek olduğunu bilen kişidir. Buradan hareketle, kendisi doğru İslâm’ı bildiği, Yaratıcının emirleri doğrultusunda İslam’a ait doğruları yaşadığı gibi, “iyiliği emretmek kötülükten vazgeçirmek” hakikati doğrultusunda, diğer insanlara da bu hususta örnek olarak yardım eden, onların eksik yönleri konusunda bilgilendirme yapan ve nebevî görevi hakkıyla ifa eden bir davetçi olmalıdır. Müslüman, vahye dayanan, akla güvenen ve ilimle gelişen bir medeniyetin mensupları olarak tarihine mirasçı olan kişidir. Tarihe mirasçı olarak da, geçmişin bütün birikimini ele alarak, onu Kur’ân ve sünnetin ana verilerine ters düşmeden nemalandıran, günceli yakalayan, yaşadığı toplumda saygınlığı en üst seviyede olan kişidir. Müslüman, güçlü bir imana sahip, dinî ve dünyevî yaşamda dengeli, nefsini ıslah etmekle işe başlayan, insanlara faydalı olan, insanlar arasında birlik, beraberlik ve kardeşlik duygularını geliştiren, demokrat kişilikli, istikametli, yeteneklerini inkişaf ettiren, olaylar karşısında hissine kapılmadan pozitif hareket eden, insan psikolojisini iyi bilen kişidir. Müslüman, dini konularda hassas, ancak sadece asırlar öncesinin yorumlarına bağlı kalmayan, dinî konularda akıl-mantık ölçülerini kullanan, dindeki hoşgörünün sınırlarını daraltmayan ve diğer insanların yaşam biçimine tahammül eden kişi olmalıdır. Müslüman, şuurlu ve sorgulayıcı fert olmanın yanında, hayatın manasını, ne olduğunu, nereden gelip nereye gittiğini, bu dünyada vazifesinin ne olduğunu sorgulayarak, ikna edici cevaplar aramalıdır. Çünkü sorgulanmamış bir hayat yaşamaya ne kadar layıktır? Kendi yaşamını sorgulamayan insanların, sosyal hayata ve dine ilişkin gözlemlerini sorgulaması ne kadar beklenir?


62

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Müslüman, “beşikten mezara kadar ilim öğreniniz” hadisini hayat felsefesi yaparak, öğrendikleri ile hayatı anlamlı hale getiren, dini hiçbir siyasî düşünceye alet etmeyen ve dinin umumun saadeti için önemli olduğunu bilerek bütün dünyevî düşüncelerin üzerinde tutulması gerektiğine inanan ve bunu hayatında uygulayan kişidir.[1] Bugün, “biz peygamberi misyonu ne kadar yerine getiriyoruz?” sorusunu her Müslüman kendisine sormalıdır. İnsanlığın mevcut kötü gidişatının sebebi, Müslümanların “Peygamberi Misyonu” hakkıyla üstlenmemesinden kaynaklanmaktadır. Müslümanlar olarak, bu misyonu hakkıyla yerine getirmedikçe yeryüzünde mevcut olan zulüm düzenini devam edecektir. Müslüman toplumun, şahsiyetin her anlamda örnek olması öncü olması gerekirken neredeyse bütün alanlarda taklitçi bir pozisyonda olduğunu üzülerek belirtmek durumundayız. Öyleyse, her yönden başarısız bir insan topluluğunu kim örnek almak ister? İslam dünyasındaki kötü gidişatın temel kaynağı “Bilgi ve Tasavvur” probleminden kaynaklanmaktadır. İnsan-Allah, İnsan-Eşya, İnsan-İnsan ilişkisini doğru bir zemine oturtamadık. Bizler, doğru bir şekilde Allah’ı tanımadığımız, doğru bir şekilde eşyayla olan ilişkimizi tanımlamadıktan sonra elbette hep yenilgiyle karşılaşacağız. Fert, aile, topluluk ve ümmet olarak Peygamberi Misyonu hayata yansıtabilmek ve gidişatımızın düzelebilmesi için, tasavvurumuzu değiştirip, pratiklerimizi de bu yönde düzeltmemiz gerekir. Ümmeti Muhammedin Kur’an merkezli bir tasavvur geliştirmesi zorunludur.[2] Müslüman, kendi nefsinde ve çevresinde Allah’ın halifesi olarak tevhid anlayışı gerçekleştirmek durumundadır. Eğer inanan insan tavır ve tutumlarından zevk alamıyorsa ve tevhidi, davranışlarında gerçekleştiremiyorsa o ha1ini gözden geçirmeli, nefis muhasebesiyle hatalarını düzeltme yönünde gayret etmelidir. Vicdanlar körelerek insanı hakikate götürmekten mahrum kalabilir.[3] Dolayısıyla bilgiler, anlayışlar, düşünceler, daima irdelenmeli, muhtemel yanlış düşünce ve tavırlardan uzaklaşıp tevhidi düşünceye erişmek için gayret göstermelidir. Sonuç olarak; Müslümanın vizyonu, misyonu ve idealleri de Müslümanca olmalıdır. Müslümanca yaşamak da ancak hayatını İslam’a göre yaşayanların modellenmesiyle mümkün olabilir. Doğrulukta Hz. Ebu Bekir, adalette Hz. Ömer’i, hayada Hz. Osman’ı, ilimde ve kahramanlıkta Hz. Ali’yi örnek almalı, idealimize böyle şeyleri koymalıyız. Hayatımızı onlara benzemeye gayret ederek devam ettirmeliyiz. Vizyonumuz Müslümanca yaşamak olmalı. Misyonumuz, Allah(.c)’ın emrettiklerini yapmak, yasaklarından uzak durmak olmalıdır.


Makale ve Analizler - 2018

63

İdealimiz, “Elestübirabbiküm (Ben sizin Rabbiniz değil miyim?)” antlaşmasındaki “Bela(Evet, sen bizim Rabbimizsin..)” cevabına uygun yaşamak olmalıdır. İbadet insanı olmak yerine, hem ibadet hem de proje insanı olmaya çalışmalıyız. Aksi halde ibadetsiz bir hayatın çetin bir hesabı olacağı gibi, dünyanın projeleri de Müslümanca yaşamayan kişiyi kurtarmaya yetmeyecektir. Bu nasıl olur, onu da görelim inşallah.. Selam ve dua ile. Allah’a emanet olunuz! [1] https://vahadergisi.wordpress.com/2007/04/28/ilahiyatcinin-misyonve-vizyonu/ erişim 11/12/2018 [2] http://www.haksozhaber.net/peygamberi-misyon-sorumlulugu-84495h. htm erişim 09/12/2018 [3] Bakınız: Hacc, 22/46.

B U LT Ü R K F a a l i y e l e r i n d e n


64

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2018

65

Dört Düğüme

Tarih: 14 Aralık 2018 Yazan: Neriman Kalyoncuoğlu Konu: Şair Paruşev mezar oldu. Georgi Paruşev bir şair ve düzyazısı şiir gibi akıcı olan bir yazardı. Nenesinin adı Ayşe, Dedesinin adı Aliydi. Soy kökünün Yambolu (Yambol) çarşısına dayandığını, oradaki eski kervan saray ardında büyük babasının nal sattığı bir tezgâh ve tırnak kesip nallanan atların yular uçları dolanan bir kuru çomak olduğunu anlatırdı. İkinci Büyük Savaşa katılan babası Bulgar Ordusu’nda fotoğraf çekmeyi öğrenmiş, eve omuzunda bir fotoğraf makinesiyle dönmüştü. Aile İslimye’de yarım asır fotoğrafçılıktan geçindi. Üçüncü Bulgar Ordusu bu şehre üstenmişti. Babası fotoğrafçı olarak davet edildiğinde, isminin kısaltılmış şekli Paro olan Georgi 5’ine basmıştı. Asker resmi çekmek 3 çocuklu aileyi kıt kanaat geçindiriyordu. Annesi kalçasından özürlüydü. Çocuklar büyüdükçe artan giderleri karşılamak için tekstil fabrikalarında hademelik yaptı. İsimleri 1962’de değiştirildi. Paro, Türk isminden söz etmiyordu. İslimye’de 4 azınlık mahallesi vardı. Zengin Çingenelerin ”Yukarı” fakirlerin de “Aşağı Mahallede” yaşadıklarını, ayrıca Türk ve Ermeni Mahalleleri olduğu anlatırdı. Hıristiyan olduklarını iddia eden Çingenelerin Türk mezarlığına defnedildiğine işaret ederken, doğduğu evinse şehrin giriş kısmında ve bu 4 mahalleden uzakta olduğuna vurgu yapıyordu. Eşi Sonya İslimiyeli, III. Boris zamanında anti-faşist savaşa katılan ve daha sonra Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi’nde Çingenelerden Sorumlu Şubesinde görevli bir cahil kendini beyenmişin soyundandı. Şehirdeki Fransız Kolejini bitiren tek Çingene kızı olan Sonya’yı bir gece Paro kaçırdı. Kız kaçırma kavgalarından sonra damadın yolu açıldı ve hayat basamaklarını ikişer ikişer çıktı. Paro, Sofya’da Fotoğraf Teknik Okulunda okurken şiir yazmaya başladı. Yazdıklarını ezberliyor. Ayna karşısına dikilip el kafa işaretleri ve sesini yükseltip alçaltarak hayat kavgasında birkaç basamak daha ilerlemeye hazırlanıyordu. “Saraya giren kurbağa” şiiri sanki yüreğindeki titreşimin resmiydi. Çingene gençler arasında yapılan Bulgarca Şiir Yarışmalarından birinde doğuştan İslimyeli olan Devlet Başkanı Edebiyat, Sanat ve Kültür Sorunları Yardımcısı Georgi Jagarov jürideydi. Paro’nun kıvılcımlı parlamasından etkilendi. Daha sonraki yıllarda defalarca görüştüler ve hemşeri masası kurarak dertleştiler.


66

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

1989’un son baharında Bulgaristan’da Jivkov rejimi yaprak dökerken, daha sonraki yıllarda 2 dönem Cumhurbaşkanı olan Demokratik Güçler Birliği öncüsü Jelü Jelev İslimye meydanında halka hitaben hararetli konuşurken katı milliyetçi komünistler tarafından kaçırılmaya çalışılırken, Çingeneler tarafından kurtarılmıştı. 1 hafta boyunca Paro’nun baba evinde gizlendi. Ömründe ilk kez bir Çingene hanesine konuk olan Jelev, Paro ve ailesiyle sıkı dostluk derecesinde yakınlaşmıştı. O günleri asla unutamayan müstakbel devlet yöneticisi, Cumhurbaşkanı koltuğuna oturduğunda, Etnik Sorunlar Şubesi Başkanı görevine Georgi Paruşev’i davet etti. Başkente büyük umutlarla taşınan aileye devlet şemsiyesi açıldı. Kızları İngiliz kolejine yazıldı. Anneye de Sosyolojik Araştırmalar Enstitüsünde iş gösterildi. Morg görevlisinin düğmelerini iade ettiği elbiseyi çok aktif dönemde alan Paro, Cumhurbaşkanlığında kendisiyle yapılan görüşmelere takım elbiseye beyaz gömlek ve üzerinde kar tanecikleri uçuşan gökyüzü mavisi kravatla gidiyordu. Sorulan sorulara cevap verirken yeni işini “torbada keklik” bildiğinden dolayı, Bulgar toplumunda Çingenelerin yeri ve rolü gibi sorulara Rus muhafazakar düşünür Nikolay Aleksandroviç Berdaev’in (18741948) felsefi-dinsen görüşünü oluşturan çok kültürlü toplumda eşit haklı vatandaşların bireysel, kolektif ve kurumsal haklar açısından yanıt veriyordu. O, 30 yıl önce Bulgarlaştırılan Çingenelerin durumunu deniz suyunun şerbette erimediği örneğiyle açmaya çalışıyor, suyun buharlaşmasından sonra aynı kadehte tuz ile şekerin bir kütle oluşturacağına inanmadığını söylüyor ve dinini kaybeden Çingenelerin dillerini unutmalarından Bulgar kimliği doğmayacağını kanıtlamaya çalışıyordu, eş değer olmayan hiçbir şeyin birbirini aramadığını anlatıyordu. Evinde gizlenirken, yemeğini yerken, sohbet ve şiirlerine bayılan, eşinin Fransızcasını mükemmel bulan J. Jelev’e bunulan Gergi Parışev dosyası umut edilenden farklı çıkınca onay almadı. Yeni durumda Paro, Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) Başkanı sözde “feylesof” Ahmet Doğan’ın kucağına atıldı. Yukarıdan düşen hiçbir şeye “hayır” demeyen Doğan, boyunun kendi boyundan alçak olduğunu gören Paruşev’i kongre kararı bekletmeden “HÖH Genel Başkan Yardımcılığına atadı. Bulgaristan Çingenelerinin başı sensin” dedi. Tam o sırada aklını “ya ben onu önce bir sınasam” fikri tırmaladı. Hemen tezgâhı kurdu. Parti merkezinin 3. Katında bir odayı Başkan Yardımcısı için donattılar ve birden bire “partiye” neredense 5-10 çanta para geldi. Hepsi dolardı. Paro’nun odasındaki dolaplara doldurdular ve “bizim işimiz var, sen bunlara mukayyet ol” deyip kayboldular. Kapının anahtarını da vermemişlerdi. Ömrünün en sıkıntılı anlarını o zaman yaşadı. Sı-


Makale ve Analizler - 2018

67

kıştıkça sıkıştı, “paralara bir şey olmasın ve kariyeri başlamadan bitmesin” hesaplarıyla odadan çıkıp tuvalete gidemedi. Dili damağına yapıştı su alamadı. Midesi büzüldü kimseye söyleyemedi. En sonunda eşine telefon etti. Yemek ve su istedi. Sonya önce tutuklandığını düşündü. Adresi öğrenince sakinleşti. Buzdolabını ve ocaktaki tencereyi bir torbaya doldurdu ve kocasının yanına koştu. Gerçeği öğrenince “Çingeneliğimizi sınıyorlar” dedi. Tıraşı uzamış ve 2 gün saçını taramamış kocasına adamlık elbisesinin yakıştığını görünce gönlü bir hoş oldu. Paro “kısmetin kapıya gelmiş elinle itme, sakın paralara dokunma” dedi. Ahmet’le birlikte birkaç defa Çingene kitlesine indiler. Paro ateşli şiirler okudu. Berdyaev’in kolektif haklar felsefesinin demokrasi, sivil toplum örgütleri, sosyal haklar gibi sayfalarını açtı. Avrupa’da müzik bakımından en duyarlı halkın Çingeneler olduğunu anlattı. O günlerde Paro’nun kanatlarında yeni tüyler bitmişti. İkinci Dünya Savaşı’nda Almanların silah gücüyle Ege Trakyası’na ve Makedonya’ya inen Bulgar işgalcilerin tutuklayıp Polonya’nın “Treplika” Nazı toplama kampına gönderdiği 5 bin Çingene için tazminat ödeneceğini öğrendi. Para kokusu alınca öncü oldu. Kravatı, gözlükleri, paltosu değişti Adalet ve özgürlüklerle gelen günlere aydınlık saçıyor. Onun sesinde ve kokusunda kendi kimliklerini görenler coşuyordu. Sofraya çöktüklerinde kemancılar onun kulağına çalıyor. Klarnetçi melodiyi onun ruh haline göre toparlıyor. Davulcu tokmağı onun ayağına uygun vuruyordu. Havada kurulmuş oyuncak kuş gibi uçmaya çalışan Doğan ise, işlerin bozulmaya başladığını işler fazla uzamadan sezdi. Meclis seçimlerinde Paro Haskovo’dan milletvekili seçildi. Doğan, Georgi Paruşev’in yolunu kesti ve parlamentoya Yücel Atilla’yı gönderdi. O gün DPS merkezinde uçuşan ve kırılan sandalyalar Paro’nun azınlıkların demokratik hakları uğruna mücadele militanı olarak yeni bir kata çıkması yolunu kesti. Fakat sanki her şey bir üflemede sönmeyen mum gibi birden sönmedi. 2006 yılında DPS’li Başbakan Yardımcı Emel Etem’in özel kalem odasından bir telefon geldi. Aynı elbiseyle ve uçuşan kar tanecikli kravatıyla gitti. Başbakan Yardımcılığı kimliğine bürünmüş, Bulgaristan Türkleri tarihinde en yüksek kata çıkmış Bayan Etem – bugün de Ahmet Doğan, Delyan Peevski, Emel Etem üçlüsü DPS içinde çelik nüvedir – Paro’yu görünce düğmeye bastı. Kapıda beliren kızın “kahveniz uzun mu, kısa mı, şekerli mi, şekersiz mi olsun?” sorusunu beklemeden elini uzattı ve karşısındaki camı buğulu dolabı açtı. Tombul bir Viski şişesi çıkardı. Genç kıza “buz” dedi. Ardın da hiç uzatmadan. “Bir imzana ihtiyacım var”. İlk yudumdan sonra da “At imzayı al payını!” diye ekledi.


68

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Paro, “gene ne dalavere çeviriyorsunuz?” demeden, Emel’in buğulanmaya başlayan gözlerinin içine sivri uçlu ok gibi girdi ve “anlat da öğrenelim!” demeden kadehe uzandı ve “Hadi şerefe!” deyip sustu. Başbakan yardımcısı, “ucundan anlatmadan bu iş olmayacak” düşüncesiyle başladı: “Biz bir Çingene Poetika Antolojisi” hazırladık. Avrupa Birliği’nin Çingeneleri Bulgarlara Kaynaştırma Fonundan bu iş için “800 bin euro göndermişler, sen onların en iyi şairisin onayla ve payını al” dedi. Paro, kitabı görmeden imzayı atmadı, “sahteliğin bu kadarı fazla” derken sesi kalınlaştı, “şerefe” demeden kadehini dikti ve “Hoşça kal!” deyip çıktı gitti. Kapıyı var gücüyle vurmak istese de yapamadı, çünkü kapı kendisi onun ardından sessizce kapanıyordu. Ondan sonra Paro uzun zaman işsiz kaldı. Haftada bir iki defa Yazarlar Birliği lokaline uğruyor. Birkaç bira çekiyor. Hangi masaya otursa konuşanların susması, onu sinir ediyordu. Oysa “Hayallerin Hamalları” romanından sonra her şeyin değişeceğini umuyordu. Roman’ın büyük bir ustalıkla yazılmış olduğunu kabul etseler de, alan büyük bir tartışmaya kapı açan yoktu. Bulgarlar Çingene Alfabesi ve Kültürü sorunlarını kamuoyuna taşımak istemiyorlardı. Çingeneler ’den bir kısmı Evancelistlere sıcak bakarken, İslam’dan medet umuyorlar artıyordu. Karı koca ikisi de Çingene dilini iyi derecede bilseler de, anadillerinde okul görmediklerinden Bulgarca günlük dillerine aksansız dolaşmıştı. Yaşlılarsa Bulgarcayı Çingenece şarkı söylüyor gibi konuşuyor, belirtmek istediklerini Çingene dilinde söylüyorlardı. Bilgili, Çingene ortamında yetişmiş tam bir aydın olması tok olduğu anlamına gelmiyordu. Kuran’ı Kerimi Çingene diline tercüme etmek istedi. 8 Çingene lehçesi olduğu, hiç birinin yazı dili olmadığı ortaya çıktı. Onun bildiği en küçük azınlığın sözlü diliydi. Hiç birinin yazı dili olmadığı ortaya çıktı. 4 ay önce emekli oldu. Paruşev, bütün sohbetlerinde ömür boyu gün aksatmadan çalıştığını anlatsa da, bundan sonra al şu parayla geçin dediklerinde, eline uzatılan zarfın içinden 220 (iki yüz yirmi) leva çıkınca, bir daha bir daha saydı ve eşi Sonya’ya dönerek “al ne yaparsan yap, beni aç bırakma,” dedi. Devam edecek… İkinci bölüm: Gazeteci İslam Beytullov’la dostluğu.


Makale ve Analizler - 2018

69

Bakınmak Da Güzel Tarih: 16 Aralık 2018 Konu: Sofya’da Poetika Yazan: Sevilcan YÜCE

Balkanların en büyük Kültür Evi (sarayı) olan Sofya NDK’sı Pazar gün (15 Aralık 2018) doldu taştı. Üç kat kitap fuarı vardı. Metre kare olarak İstanbul Beylik Düzü kitap etkinlikleri daha geniş bir alan kaplıyor desem yanlış olmaz ama burada her nokta güneş ve avizelerden aynı ışığı alıyordu. Beylik Düzü Kitap Fuarı aydınlığında bir alacalık dikkat çekiyor. Dolaşırken poşet çuvalı taşıyıcıları dikkatimi çekti. Kitaplar bitmemiş, poşetler bitmişti. Bulgarlar neyi hissetmişti de harıl harıl kitap satın alıyordu. 2018 okuyucu patlaması mı yaşıyordu? Yoksa biz okumadıkça yazanlarda yazmıyor, onlar yazmaz biz okumazsak bu yol nereye? sorusu toplumda bilinç mi olmuştu? Kahve aldım. Makine kahvesi. İki üç çeşit şeker seçebilirdim. Paketçiklerin üstüne kahverengi, beyaz ve sarımtırak yazacaklarına, paketleri 3 renk boyamışlar. Aslında boyamışlar dememem gerekir, çünkü şekerin rengini ve tadını belirleyen kaç sudan geçtiğidir. Bizim köy çeşmesi kenarında büyük taşlar vardı. Çamaşır taşı. Burada çamaşırcı kadınlar birbirlerine “kaç su attın?” Sorusunu sorardı. Anlamı kaç defa duruladın. Anemin çamaşırları 5 sudan geçtiği için, beyazı parlaktı. Şekerde bu iş tam tersi, melas özü kaç suda yıkanırsa şeker o kadar tatsız oluyor. Su tadını alıyor. Marketlerde kilosu 1 levadan şeker var. Üzerinde tadı alınmış posu kalmış yazmıyor. Ne işe yaradığını anlatmak ve marka almak isteyenler için “tatlandırıcı” demişler. Biz şeker düşmanlığı çağında yaşıyoruz. Kitap düşmanlı yüzyılı henüz başlamadı. Şimdi verilen etnik dilleri yok etme kavgasıdır. Bulgaristan nüfusunun üçte ikisi kendi anadili olan etnik azınlık olsa da, ne Pomakça, ne Bulgaristan Türkleri yaratıcılığı dilinde bir eser var bu fuarda. “Trın” adlı kasabada yaşayanlar topu topu 200 söz kollanıyor. Konuşulanın Bulgarca mı olduğunu anlamak zor… Makedonlar da Fuara gelmez olmuşlar. Makedonca eşittir Bulgarca formülü geliştirenlere sözüm var. İki artı iki her zaman dört değildir. Fuarda, İspanyol, İngiliz, Fransız ve İtalyan dillerinde


70

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

sergilenmiş orijinal eserlerle yan yana, lüks basım Türk eserleri de dikkat çekiyor. Bu dillerden Bulgar diline çeviri kitaplar da çok. Dilin şekerin tadını belirleme reseptörü var ama belleğin içine akan bilgilerin hangi dilden olunca işe yarayıp yararlı olacak seçeneği yok. Bulgarca konuşup yazanlar şurada bir elin dört parmağı kadar insan. Avrupa Birliği diller listesine girmekle iş bitmiyor. AB içinde Bulgarlar da bir azınlık! Azınlık dillerinin hepsine mezar taşı dikilecekse… Yağmur Bulgarcanın boynunda bir iplik… Dil ölse bile poetika kalacak. Yol bitiğinde izlerin kaldığı gibi… Ne yazık ki, izler ayakkabı numarasıyla ölçülüyor… Poetika tatlandırıcısı olur mu? Yanı şiirin biraz doyurucusu, daha biraz ve çok güzeli yani gönül doyurucusu olur mu!? Var tabii. Eski dünya şiirinin tadı hep kıvamda. İnsan gönlü Arap Çöllerindeki kumsal gibi değil mi! Ne kadar çok su dökersen o kadar daha fazlasını istiyor. Asla doymak bilmiyor. Poetikanın evi şiir kitapları mı? Yoksa bütün geçmiş ve gelecek ve tüm doğa mı? Fikrim sorulsa, insanlar “güzel” sözünü icat etmekle yanlış etmişler. Çünkü güzel olmayan hiçbir şey yok. Sorun bakış açısında, görebilmenin derinliğinde, kavramların içindeki özün tatlandırıcı mı yoksa gerçek öz mü oluşundadır. İnsanın arıdan ne farkı var ki? Vaaaar, hem de çok büyük farkı var. Arı bal yapar, fakat balı izah edemez. Tadını derecelendiremez. Gömeçlerini kahverengi şekerle kirletmez. Bütün gece yağmur yemiş çiçeklerin suyu akmış polenine göz dikmez. Marka bozmaz. Yeni çiçekler açmasını, kokunun, vadi ve bahçe renklerinin değişmesini bekler. Ben arıların çiçek adı bildiğine inanmıyorum. Bilmiş olsalardı, yüzde yüz karıştırırlardı. Bir çıkışta yalnız bir çeşit çiçeğe konuyorlar. Görevleri ayrım gayrım yapmadan hepsini tozlaştırmak ve gördükleri işin bedeli olarak da bacaklarına dolanan poleni gömeçlere taşımak ve insanlara bedava bal sunmak. Balın fiyatını belirleyen arılar değil, insanlardır. Fiyatın ibresi ihtiyaçtır… Fuarda ısmarlama yazılmış şiir kitabı yok. Fazla bal yediğimizde, vücudumuzun iç doktoru “yeter artık, fazlası zarar” deyiveriyor. Poetika’da böyle bir şey yok. Şiir kitaplarının içi çöplük gibi… Aklına geleni şiirleştirenler aynı karmakarışıklığı bir de kitaplaştırdıklarında, üstüne sakalı son aylarda kesilmemiş birinin fotoğrafını da kapak yaptıklarında, git de çık işin içinden. Elimde olsa şiir kitaplarının ön ve arka kapağına ve içine insan resmi konmasına izin vermem. Şiirsel duyguyla, insanın ter kokan vücudu, gözlükleri, kravatı ve saç şekli arasında ne ilgisi olabilir? Şiir bir soyutlamadır.


Makale ve Analizler - 2018

71

İkinci katta Türkçe Kitap standına gidiyorum. Kaligrafi uzmanı İsmet Keten Bey boyalarını Ankara’dan getirmiş, ziyaretçilerin isminden sanat eseri yaratıp anmalık sunuyor. İnsanların ismini aynı biçim ve ebatta kâğıtlara sığdırmak ve bir kalemi andıran aynı araçla çizmek de ayrı bir iş. İsimlerin kalıplaştırılması trajedisini 1984 ve 1989 arası yaşadığımızdan, kapısı kapalı, kalıplanmış şeyleri sevmem. Kalıplar güzelliği bozuyor. Örneğin Sofya Meclis Başkanı Bayan Tsveta Karayançeva daha önce matris (kalıp) fabrikasında çalışmış ve basma kalıp düşünceli, bir türlü özgür düşünceyle tozlaşamıyor. Kalıplaşmak içeriksiz şekil yaratmak gibi bir şey! Şiirde bir hastalık! Çiçeklerin ayrı adı, rengi ve kokusu var. Ne ki eşitliğin anlamı hiç de bu değil. Yeni zamanlarda kalıplaşma, tektür olma salgını aldı yürüdü… Şu “cender” tip insanlar var ya! Onlarla dünyaya taşınan bir özellik var. Daha önceki kuşağın kimliklerimizden ve pasaportlarımızdan milli kimliğimizi, dini kimliğimizi, kimlik dilimizi söküp attığı gibi, yeni kimlik ve pasaportlarda artık erkek – kadın hanesi olmayacakmış. Terzi ve modacıların işi kolaylaşacak. Herkes aynı tip, tek kalıp giyinecek. Eski Çin’deki gibi… Hatta Çin’den daha kötü!. Erkek ile kadını birbirinden ayırt etmek zorlaşacak. Bu iş hamam ve tuvaletlerde nasıl olacak? Yoksa insanlar, sofraların da hamamlara taşındığı kadınlı erkekli, yeni zamanların “cenderli” Roma çağına mi dönüyor? Bu durumda “kadın doktoru mesleği” ölecek mi? İsmet bey, gelenlere “Hoş geldiniz”in ardından “Buyurun!” diyor ve eliyle “Falım” şekerlerine işaret ediyor. Benimkinin içinden çıkan şu öğüt: Aşk gelmez sipariş Değildir alışveriş Geldiğinde çevirme geri Sensindir seçilmiş Bizden öncekiler böyle yazmışsa, bizim yeni bir şey eklememize gerek var mı? Bu soru haklı olabilir. Dünya “o” (sıfıra) dönüyor diyenler de haklı. Sıfırlı dünyada şiir olacak mı o da yeni büyük soru! Stant başında Şair Adnan Özer. Seçme şiirlerini bekliyor. Ziyaretçi okumadığı kitap veya şiirle ilgili soru soramaz ki! Kitabın kapağında İstanbul Gazi Osman Paşa dere yamaçlarının birine yapıştırılmış tek katlı ve çatısındaki kiremitlerin ağırlığını taşımaktan yorulmuş sokak plakası olmayan evlerin birisinin önünde yürüyen şairin kendisi. Bu nasıl bir mantık diye düşündürdü beni bu kapak resmi? Yoksa şair, “Yoksullar mahallesinden gelmem hiç önemli değil mi demek istiyor!” Bir bakıma haklı, en büyük ve en öldürücü kokan bataklıktan buharlaşan da bulutlara çıkarken kokusunu çekisini, rengini ve pisliğini atmıyor mu?


72

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulutlar dünyasına beş sudan geçmiş temizlikle katılmıyor mu? Sen hiç yağmur suyunun havalanma pistinin hangi bataklık, dere, ırmak, çöplük ve deniz olduğunu sordun veya düşündün mü? Düşündün mü? Hiç gök yüzü yolculuğunun aslında bir çevreci fabrika olduğu üzerinde durdun mu? Kafa yordun mu?! Şu dünya baştan sona sihirli! İşimizi yapsak ve sırlarını çözebilsek, herşey birden bire çok kolaylaşacak. Şair Özer bir yere kadar çözebilmiş bu yumağı. Şöyle diyor: “Kafileler kafileler Barbar Atilla’nın taylarıyla çekilen Şehirler kuruldukça Uğraklar yitiren kafileler” Ne derin bir düşünce değil mi? Başa dönüş! Poetika! Sanki her şeyin başı Aristo! Nasıl olur da yaratan Aristo’ya her nimeti birden verir? Ardından gelenlere ise, hadi onun kafasını okuyun da işlerinizi yoluna koyun, der. Sofya kültür evi çok büyük bir yapı… Tezgâh ve raflardaki kitaplarsa ince ve kalın! Tohumlar gibi… İrili ufaklı. Büyüklerine saldıran yok. İnsanlar güneşin bir damla suda yansıdığını biliyor. Kalın kitap buğday harmanında savrulmamış saman gibi. Taneleri ayıklamak ve ekerek dünyayı yenilemek, usta işi… Ben ancak bakındım. Bakınmak da güzel! Okuduğunuz için teşekkür ederim.

B U LT Ü R K F a a l i y e l e r i n d e n


Makale ve Analizler - 2018

73

Hareketimizden Biriydi

Tarih: 15 Aralık 2018 Yazan: Neriman Kalyoncuoğlu Konu: “Hayallerin Hamalları” nın yazarı öldü. Paruşev’in İslam Beytullov ile dostluğu Sofya’da hayat pahalı, zamlar birbirini kovalıyordu. Bir yazar ve şair edasıyla sokağa çıktığında, cebinde bir paket sigara olmasını, “Mavi Bölge” içinde lokantalarından birine oturup melon şapkasını ve şemsiyesini karşıya asıp oturduğunda bir küçük ısmarlayıp iki lafın belini kırmayı seviyordu. Onun bu tavrını taklit eden Vidin ve Rusçuk (Ruse) Çingeneleri de vardı ama onların ki, içeriksiz şekil, bir gösterişti. Paro’ya, emekliliğinin başında hayatının tamamen değişeceğini söyleyenler olmuştu. Ne ki o birdenbire bu kadar dibe itileceğini, sefillerin yeraltı dünyasına düşeceğini, cebinde tramvay bileti alacak parası olmadığından saatlerce yürümek zorunda kalacağını, yürüdükçe tıknefes olacağını hiç düşünmemişti. Dairesi 5. kattaydı. Asansör yoktu. Gece dönerken dik basamakları çıkmak zordu. O tıknefeslik dese de, akciğerine kanser yuvalandığından haberi yoktu. Komşusu Bay Mitko 80 yaşındaydı. Faşizme ve kapitalizme karşı mücadelenin eski tüfeklerindendi. General maaşıyla emekli olmuştu. Yedekten olduğundan dolayı, ayda birkaç defa evine koliler getiriliyor. Temel istekleri devletin gizli ödeneklerinden karşılanıyordu. Bayramdan bayrama balkondan balkona kadeh tokuşturuyorlardı. Emekli olunca ateşi sönen Paro’nun katı bir yalnızlık dönemine girdiğini, sıkıntı kuyusuna düştüğünü ve yeni durumdan kendi başına çıkamayacağını ilk sezen komşusu oldu. Sabah ferahlığında balkonlarda yüz yüze geldiler. Yaşlı adam, kalın sesiyle “Sana bir iş bulalım” dedi. Paro, bu öneriye çok sevindi. “Olur!” anlamında baktı. Yaşlı adam, “yazdığın kitaplar çok değerli, fakat Bulgaristan’da Çingene mahallesi kokusunu kitapta bile nefes etmek istemiyor. Piyasa yok, ilgi yok, devlet kör ve sağır,toplum tıknefes ve yoksul,” dedi.


74

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bir hafta sonra başkentin öğrenci kampüslerinden birinde gece bekçisi oldu. 700 (yedi yüz) leva alacaktı. “Yaşam perspektifi” açılacak, sigarasını yine içebilecek ve mayhoşken evine tramvayla dönebilecekti. Böylece “geçinemeyenler ve el açacak kapı da bulamayanlar” alt katmanında bir şair ve romancı olma utancından kurtulacak ve daha küçük bir azınlık olan “zor zar geçinebilen” üst kattakilere katılacaktı. Ne yazık ki yalnız 2 ay çalışabildi. İş başı yaptığı gece gözünü kırpmadı. Torbasına, İslimye’nin (Sliven) sırtını dayadığı “Koca Balkan” yamaçlarından Trakya şeftali bahçeleri ile üzüm bağlarına bakan “Medven” köy çoban Dalakçı’nın oğlu 1850 doğumlu Zahari Stoyanov’un kaleme aldığı “Bulgar Ayaklanmaları Üstüne Notlar” kitabının birinci cildini yanına aldı. Paro, okumayı seviyordu. Gençliğinde “Medven” kilisesine girmiş, papaza verdiği 1 şişe rakı karşılığında komitacı ve yazar Zahari Stoyanov’un gerçek adını kilise sicilinden öğrenmişti: Cendo Cedev. O, Bulgar Prensliği ile Doğu Rumeli’yi birleştiren bir Çingeneydi. “Bizden biridir” sözleriyle başlıyordu öykülemeye. Anlatırken gurur duyduğu belli oluyordu. Zahari Stoyanov, komitacı, politikacı ve yazar olmazdan önce, sırtında çoban torbası, Dobruca’da koyun kuzu ardında okumayı ilerletmiş, yazıyı düzmüştü. O, yaşadığı asrın yetiştirdiği en aydın çobandı. Yeni Bulgar tarihi onun yazdıkları üzerine bina edildi. Paruşev, kitabı iki dilim ekmek ve bir parça peynirle koymuştu bekçi torbasına. Her şey başa döner diyenler haklı. Okuduğu birinci ciddi kitap ile ömrünün sonunda yeniden sarıldığı eser aynıydı. Okur ne hikmetse kendisini biraz komitacı yazarın yerine koyuyordu. O, Osmanlıya karşı Bulgarlarla birlikte başkaldırma bilincine yükselmiş bir Çingeneydi. Bulgaristan Çingenelerinin yeni devletin Anayasasında ve yasalarında hak ettikleri yeri almalarını sağlayamamıştı. Hatta işler deha da kötüye sarmıştı. Ayaklanmada yakılan evlerin çoğu sarıklı Çingenelerin evleriydi. Kulübelerse Bulgarlarındı. Kitabında sayfa sayfa yazmasa da Z. Stoyanov bu ayaklanma için Bulgar Komitaların İngiliz konsoloslardan para aldığını da biliyordu. O, 1876 Nisanında ayaklananların komita başı yardımcısı seçilmişti. Tutuklandı. Diyarbakır’a düştü. Sağ sağlım döndü. İkinci ciltte “Bu topraklarda yaşayan Türklerin Vatan hakkına hiçbir asi el kaldıramaz! Bu topraklarda onlara her zaman yer olacak!” demişti. Aynı kitaptan okuyoruz: “ Halkımızın önder ve yurtseverlerinden hepsinin – G. Rakaovski, L. Karavelov, V. Levski, Hr. Botev, A. Kınçev, P. Volov, G. Bankovski ve diğerleri resmi Rusya’ya karşıydı ve biz bununla gurur duymalıyız. Rus kamçısının


Makale ve Analizler - 2018

75

Türk kamçısından daha fazla acıttığını bildiğinden ötürü, bu liderlerden hiç birisi Rusya’ya herhangi bir çağrıda bulunmamıştır.” Bu satırları okuyanlar onu “bir işle” Paris’e gönderdiler. Bulgar Halk Meclisi Başkan vekiliydi. Orada bir otel odasında ölü bulundu. Nerede mezar olduğu biliniyor ama mezarının nerede olduğu bilinmiyor. Mezar taşında ne yazdığını gören yok. Birkaç ilk ve ortaokula Zahari Stoyanov adı verildi. Filibe’de (Plovdiv) anıtı dikildi. Bulgar meclis başkanlarının listesi olsa bile, meclis bahçesinde iki yanında güller açmış bir fikir babaları ve başkanlar yolu veya duvarında onları anımsatan bir levha, içinde dizi dizi fotoğrafları yok. Bu gerçek Paro’yu boğuyordu. Bazen kendi kendine Bulgar Prensliği ve Doğu Rumeli’yi tüfek patlatmadan birleştirme fikri bir Bulgar’ın başından çıksaydı ne büyük bir anıt dikilirdi. Eserlerini okudukça kaynak suyu içmiş gibi ferahlıyor, iç çekiyor ve gurur duyuyordu. Bulgaristan Çingeneleri tarihinde en yüksek doruk oydu. İslimye BKP İl Komitesi “Foto-Pres” merkezinde çalışırken o yıllarda Sofya’da Türkçe ve Bulgarca çıkan “Yeni Işık-Nova Svetlina” gazetesinin il muhabiri İslam Beytullov ile aynı odayı paylaştılar. Muhabir Razgrad’ın Brestovene köyündendi. Moskova’da okumuş, ileri görüşlü bir aydındı. Kazan (Kotel) Balkanında 12 Türk köyü vardı. Onları birçok defa birlikte ziyaret etmişler, fotoğraf çekip köylülerle hal hatır olmuşlardı. Beytullov güçlü bir kalemdi. Fotoğraflarla beslenen röportajları iz bırakıyordu. 1985’te Türker’in isimlerini değiştirme çılgınlığında İslam Beytullov bir gece evinden alındı. O zaratıcı kaleminin kırıldığı geceydi. Tutuklandı. Paro, dostunun dövüldüğünü işitti. “Belene” Ölüm Kampında atıldığında dostundan mektup aldı. Olayları birinci elden öğrendi. 1989’un yazında öteye geçen dostuna dur gitme diyen olmadı. Yıllar sonra görüştüklerinde o Ankara’ya yerleşti. Bulgarlaştırma süreci çilesini bir otobiyografik uzun öyküde, Bulgaristan Türklerinin çilesini de 2 hikâye derlemesinde orada toparladı. Son görüşmeleri Sofya’da oldu. Gece boyu dertleştiler. Aydınlarını ezen bir devletin yaşam hakkı olamaz noktasında anlaştılar. İslam Paruşev’in deli dolu gençlik yıllarının değerli dostuydu. Yazar Paruşev Bulgaristan Türkleri trajedisine tanıktı. Birçok kaderi talihsizi şahsen tanıyordu. Sabri İskender ile Ali Ormanlıyı hemşerisiydi. İsim değiştirmeye karşı ve insan hakları ve demokrasi davasında mert öncü ve önder oldular. Siyasi tutuklu Koşukavaklı (Krumovgrat) Mustafa Ömer öğretmenle birlikte parti kurdular. İnsan Haklarını Savunma Örgütü – Demokratik Lig (birlik). Bu diriliş, insan hakları ve etnik haklarımızın mücadele örgütü oldu. Türklerin 1989 Mayıs Ayaklanmasının ateşini yaktı.


76

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Örgütleyen öncü örgüttü. Legal bir Kurucu Kongre çağırdı. Georgi Paruşev de İslimye’nin Ablanlar (Yablanovo) köyünde toplanacak Kongre’ye fotoğraf olarak davet edilmişti. Açlık grevleriyle başlayan ve 72 bin Türkün Mayıs direnişleri olarak tarihe geçen, Todor Jivkov’un devrilmesiyle sonuçlanan direnişlerin tarihsel önemi son derece büyüktür. Paruşev, 1985’in OcakŞubat Aylarında Bulgar Üçüncü Ordusundan tank ve zırhlılarla Ablanovo’yu ve diğer Kazan Belediyesine bağlı Türk köylerine amansız baskınlara karşı şehitler verilerek verilen kahramanlık dolu direnişten hep gururla söz etti. Geceleri şehirde ışıkların söndürüldüğünü Bulgarların korkudan sokağa çıkamadığını, haksızlık ettiklerinin farkında olduklarını ve birkaç yıl sonra Üçüncü Ordu, milis ve baret güçleri dağılmadan huzur gelmediğini paylaşıyordu. İslam Beytullov, Demokratik Lig örgütünü devrimci yükseliş dönemi örgütlenişinde öncülük eden, Batı radyolarını ve uluslararası insan hakları örgütlerini hak ve özgürlükler davasına katan Mustafa Ömer ve arkadaşlarını bütün kitaplarında Bulgaristan Türklerinin lideri olarak tanıtmıştı. Yıllar sonra yine görüştüklerinde, karede resmi olan fotoğrafların hepsini dostuna hediye etti ve bir daha görüşemediler. Paruşev ardında derin bir Türk dostluğu izi bıraktı. Bulgaristan’daki etnik ve kültür azınlıklarının birleşmesi ve hak ve özgürlük, adalet ve demokrasi, kolektif haklar ve sivil toplum uğruna cephe politikası geliştirilmesi gerektiğine derinden inanıyordu. Onun algıladığı Bulgaristan’ın içinde bir ejderha vardı. O bu ejderhaya “kartogen” diyordu. Herkesin içinde var ve insan kendisini kendi kartogeninden kurtarmadan başkalarının hürriyeti için savaşamaz sözleri onundur. Bulgar halkının bu korkuyla kendi başına başa çıkamayacağını görüyor ve buna uyanıyordu. O Bulgaristan’da medeniyetler çatışması olacağına da inanmadığı tekrar ederken, “medeniyet yok ki, çatışması olsun, biz Avrupa’nın fikir çöplüğüyüz, Londra’da yaşarken üretilen maya Bulgaristan’da tutmaz” gibi savları dile getirirken sesi sertleşiyordu. Halkı uyandırmak için “Jitem” dergisi çıkardı. Hiç kimse okumuyordu. İnsanların okumaları için okuduklarını anlamaları gerekiyordu ki, Çingene azınlığı arasında bu tabaka yok denecek kadar ince ve etkisizdi. Hiçbir Çingenenin evinde üst üste konmuş 5 kitap yoktu. Çöp kofalarında bulduklarını ikinci hurdaya veriyorlardı. Bulgaristan Avrupa devletlerinin her bakıma çöplüğü durumuna getirilmiş, ne ki devlet ve hükümet, meclis ve yargı bunu kabullenmek istemiyordu. Adalet olmayan yerde demokrasi olamayacağına inanmıştı. Bulgar dini halktan koptuğu için ortada güçlü bir din yoktu, dinden başka ahlak yaratacak güç de yoktu. O, dalaverenin başkasının eliyle yapılmış bir ağır suç olduğuna inanmıştı.


Makale ve Analizler - 2018

77

Adalet sisteminde reform mitinglerinin hepsine katıldı. Şu da vardı. O Bulgar varlığının Bizans’ın bir yansıması olduğu görüşüne katılmıyordu. Bin sene hukuk yaratan bir devletin günümüze yansımasının hukuksuzluk ve adaletsizlik olması mümkün değildi. En büyük acısı memlekette hiçbir Çingene Okulu olmamasıydı. Ona göre, ana dilde eğitimin zorunluğu olmadığı bir ülkede aydınlanma yolunda adım atmanın olanak dışı olduğuna kesin inanıyordu. Göbek atan veya horon tepen Çingene kızları sayısının artması yeni bir kültüre yanaşmamız anlamına gelmiyordu. Bulgar evirip çevirip zurnayı zurnacının götüne sokma yolu buluyordu. Özgür sanat yaratan Aziz’i 400 000 leva borçlu çıkardılar ve istediklerini yaptırıyorlar. Çingene savcı olsa, onu da hapishaneye tıkma taktikleri vardı. Azınlıklara karşı dikilen kartagenle başa çıkmnın yolu henüz açılmamıştı. Paruşev bir Türk dostuydu. Türklerin öncülüğü olmadan Bulgaristan’daki Çingene kitlenin hiçbir başarıya ulaşamayacağına, göbek atılıp sürünmeye devam edeceğine herkesten fazla inananlardan biriydi. Davasını gençlere bıraktı. Mezarı nur olsun. O artık bir mezar oldu. BGhaber.org sayfalarında buluşmaya devam edelim. En iyi günler sizlerin olsun. Paylaşmaya unutmayınız. Sizin bildiklerinizi arkadaşlarınız da öğrenirse, hayat daha kolay olacak!


78

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2018

79

Şair Hatiboğlu’nun Sofya Çıkışı

Tarih: 16 Aralık 2018 Yazan: Filiz Soytürk Konu: Büyük yazar ve şairlerin kalemi ince yazar. “Pero” (Divit) Sofya Kültür Evinde okuyucuların kitap-Kahvesidir. Girişi yandandır. Duvar raflarına dizilmiş kitaplardan seçip yumuşak koltuklardan birine serildiğinde kahvenin etkisiyle şekerlemeye dalsan veya uzunca kestirsen notasız horlarken başkalarını rahatsız etmediğin sürece düşünen kültürlü ziyaretçilerden biri sayılabilirsin. “Pero” da büyük bir konuk odası gibi dizayn edilmiş, kanepelerin olağan düzeni bozulmuş, sandalyeler dörtlü altılı masalarla buluşmuş, büyük tavalarda baklavalara yakın olanlar rezerve, katılımcı bölümünde ışıklar yandı yanacak söndü sönecek, oturunca batan muhteşem koltuklar bol ışıklı sahnede, düğmelerine basılmadan çalışmayan mikrofonların ardında… “Pero” kürsüsünde baş yerde (moderatör) saçlarına kar düşmüş şair Mustafa Hatiboğlu, yanındaki koltukta şair Adnan Özer ve yanlarında geç nesilden Batı dillerinden çevirmen, Türk konularında yazar Ali Fuat Sevimay ve Türk okurun tanımadığı ve serleri henüz Bulgar kütüphanede raflarında tozlanmamış birkaç genç Bulgar yazar. Daha sonra birisinin pilot-yazar, ikincisinin de denizaltıcı-yazar olduğunu öğrendik. Dinleyiciler arasında Ankara Devlet Kütüphaneleri Genel Müdürlüğünden, yayımcı vakıflarından, Türk edebiyatını Bulgarcaya kazandıran kalabalık bir çevirmen, editör ve okur kitlesi. Gazeteciler kamaralarıyla, yazarlar tükenmezleriyle, kitapseverler de kamaralı cep telefonlarıyla gelmişlerdi. İstanbul’da eğitim görmüş ve Bulgar dilinden Türkçeye ve tersi çeviri yapmaya kurulmuş bir Bulgaristanlı Türk genci de kürsüde yerini almıştı. Açılış, şair Hatiboğlu’nun “Bismillah” değişiyle başladı. Kafasının içinde “Bismillah’ın” Bulgarcasını bulamayınca tercüman bekledi. Duraklamayı aşarken, hocalarının “tercüme ederken iki dilde cümle uzunluğuna dikkat et, biri kısa biri uzun olmasın” sözlerini anımsadı. Hocaları Türkçenin Bulgarca’dan % 16 daha kısa olduğunu bilmiyor olabilirdi.


80

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Şair Hatiboğulu havasındaydı. Sümbülden, bülbülden, gülün dikeninden başladı. Bir girdi, bir girdi Yonus Emre’ye, Divan Şiiri sularında yüzdü, hatırı kalmasın diye olacak, geçen yıl aynı sahneyi dolduran İskender Palay’ı hem hatırlattı hem de hafiften eserlerine değindi ve gittikçe gitti. Şiirsel sunumunu dörtlüklerle besleye besleye ilerledi. Dinlerken, onun “Düş Beyazı” şiirinden “Suyu akmaz bir dereyim” sözlerini hatırladım. Akıyordu, hem de nasıl! Güneş karanlığı delmiş ve yine onun değişiyle “Gölgem, Ağaçlardan düştü düşecek Şafak tutkularına karşı Gerilmiş yay gibi durmaktayım.” Bulgar okur Mustafa Hatiboğlunu tanıyordu. “Orfey Liri” kütüphanesin tarafından yayınlanmıştı 2005’te Sofya’da. Başkentimizin edebiyat yayınları ve çevrelerine konuk olmuş, birlikte kalem sivriltmişlerdi. Ayrılık Treninde Hicran Şiirinde o, Bulgaristanlı Türklerin çilesini de okumuş ve şöyle demişti: “Acı bir saltanattır yüreğimdeki hicran Gözyaşımla büyüyen Heykel gibi.” Bu dehşet heykelinin temeli açılmış ama kendisi henüz dikilmedi. Ben bu Acılar Abidesi’nin baş aşağı dikilmesinden yanayım. Çirkin yüzünü ve kan bürümüş gözünü, elindeki hançeri, çekilen tetikleri, düşmanlık nefes etmeden yaşayamayan öfkeyi ve kirli kini, aşırılık ve şiddeti, din, dil, kültürel çeşitlilik düşmanlığını çok çok derinlere gömelim. Havasız nemsiz kapkaranlık bir yere mumlayalım ve unutulsun. 5 bin yıldan sonra Piramitlerin dibinde bulunan Firavunların alın yazısını yaşasınlar ve hiçbir işe yaramasınlar. Şairlerin geleceği nasıl hayal ettiğini yakalamak çok güç. Hatiboğlu da öyle, daldan dala ve semadan semaya uçuyor ve her yere umut taşıyor. Ruhlu şair. Adına diktiğim ağaçlar Meyve verecek gündüzler Adına diktiğim çiçekler Geceleyin açacaklar


Makale ve Analizler - 2018

81

Ve mevsim, Hep “seni sevdiğim mevsim” kalacak Bütün kuşlar seni söyleyecek yavrularına Sen kokacak Bütün yaseminler Bütün fotoğraflarına gireceksin ömrümün her dem Bütün desenlerimde Yalnız Adının yazılı olduğu kesim kalacak… Gitmek istiyorsun Ve gideceksin – Bana, yalnız bir yürek Bana, yorgun ikindiler Bana, kör zindan gecelerinde Hüzün yüklü şiirlerim kalacak..

Hayat şarkısının kendisi bu! Gelip geçici olduğumuzun bilincinde olmamız. Sıfırlama tehlikesini görebilmemiz ve sıfırlanmaya ve yok oluşa karşı birlikte mücadele etmek için el ele verebilmemiz. Birbirimizi yok etmeyi düşünmek bile ne kadar kötü bir şey. Birimiz kaysa yerimiz boş kalacak. Bunu düşünen yok. Sahnedekilere bakıyorum. Türk yazar ve şairler kendi dünyalarını ve büyük dünyayı anlatmaya çalışırken Bulgar yazar olaylara semadan, öteki de denizin dibinden bakıyor. Üçümüz bir olmasak yansıma yarım, sakat, özürlü kalacak. Denizler olmasa yağmur olmaz, yağmur düşmese, çiçekler bitmez ve açmaz ve birlikte söneriz. Bizim birbirimizden ayrılmaz, gerekli olan ve tamamlayan parçalar olduğumuzu idrak etmemiz bana kalsa şu an bilinç boyutlarının en yükseğidir. Ah şu insanlar boylarından büyük işlerle uğraşmasalar. Derli toplu olanı parçalamadan, olmayanı zorla yaratmaya çalışmasalar ne güzel olacak. Ben şiir okumayı seven, Osmanlı Musikisine hasret duyan ve ne kadar acıtıcı olursa olsun şiirsel gerçekleri bağrına basmak isteyen birisiyim ve şu yürek acıtan Hatiboğlu dizelerini birlikte algılayalım diyorum.


82

sane

miş

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Seni Sevince Anladım Seni sevince anladım Yaşamak Toprak gibi çiğnenmekmiş altında ayaklarının bir ömür. Yanmak, yanmak, Yanmakmış “sevmek” denen efSeni sevince anladım Dudaklarının ateşiyle dönmekEtrafında gözlerinin Misali pervane…

Seni sevince anladım Güvercinlerin Neden ihanet etmediğini Gözlerini halka halka kan bürüyen sevdalarına Seni sevince anladım Sadakat gemisiyle yüzerken Neden şiirler yazdığını Açelyaların Kuşanıp çığlığını ayrılığın Sevilip beklemenin Yağmuruna rüzgârına… Seni sevince anladım Tutkusunu güneşe menekşelerin Derin Tarifsiz bir sukutla Düştüğünde bakışların kalbime

yara

Neden büyüyor bu denli kalbimde

Seni sevince anladım Hüzün vadisinde Sararıp solmalarını yaseminlerin Ceylanların Neden koştuğunu Ormanlarında yalnızlığın Neden vurulduğunu zalim avcılara… Seni sevince anladım Erken sonbaharlarda Nasıl düştüğünü Küskün yıldızlın Yaprakların niçin ağladığını Giderken hırçın rüzgârların koynuna Seni sevince anladım Yandığını intizar denizlerinin aşıkların hasretiyle tutkusuyla yakamozların Seni sevince anladım Dudaklarımda birikecek kanlar Uğultu uğultu yaşanacak Korkulu, sensiz Gelecek yıllar. Seni sevince anladım Yüreği la’leylemek Susmayı kal eylemek Dağları yol eylemek Dikeni gül eylemek Acıyı bal eylemek Neymiş n a s ı l m ı ş yar…


Makale ve Analizler - 2018

83

Şiir sevmeyen şairi sevemez. Sevdalanmadan sevdanın ne olduğunu bilemeyenler gibi. Şiir yazan büyüklerimizi biliyoruz, ama devlet yöneten, lider şair görmedik. Yolumuza devam edelim. Mustafa Hatiboğlu çok alkışlandı. Bulgarcaya tercüme edildi. Dinlendi, ama herkesin kafası “0” ile “1” e takılmış, sıfırla birin sürtüşmesinden eski dünya yanar ve gelecek yeni Piramitler altına gömülürse ne olacak sorusuna cevap arıyor. Yeni medeniyette sevda olmazsa, şair olacak mı sorusu da cevap bekleyenler kuyruğuna dizilmiş. Şairlerimizi kutlarken, Sofya’da yeni festival hazırlıklarına başlıyoruz. Selam eder, kalemlerini sivriltmeye devam etmelerini dileriz. Bol gelmeyin. Duygu torbası yok. Lütfen diktirin de gelin. Hem de kocaman olsun, alacalı, boyalı ve ötesinde berisinde delikli. Bu deliklerden düşecek şiir ve durgu kırıntılarını toplamaya hevesliyiz. Başarı dileklerimizle. Okudunuzsa paylaşınız.

BULTÜRK Faaliyelerinden


84

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

B U LT Ü R K F a a l i y e l e r i n d e n


Makale ve Analizler - 2018

85

Gökbey- F-35 – C-400

Tarih: 17 Aralık 2018 Hazırlayan: Raziye Çakır ULUTÜRK Konu: Ancak Büyük Devletlerin Büyük lideri olur. Bu silahlar karpuz kabuğu ile alınmıyor. Fakti.bg’den tercüme edilmiştir. Büyük devlet olma yolunda Aralık 2018’de art arda atılan adımlar. Türkiye Cumhuriyeti Başkanı Recep Tayyip ERDOĞAN: Birleşik Amerika ile anlaşmamız var. 120 adet F-35 jet uçağı aldık teslimat bekliyoruz, kendi GÖKBEY helikopterini yaptı. Türkiye Cumhuriyeti Başkanı Recep Tayyip ERDOĞAN: Menbiç’ten çekilin. Biz geliyoruz. Türkiye Başkanı Birleşik Amerika’ya sert konuştu. Türkiye Cumhuriyeti Başkanı Recep Tayyip ERDOĞAN: Türkiye Cumhuriyeti Ulusal Uzay Ajansı kuruyor. *** İstanbul’da yaptığı son konuşmada Türkiye Cumhuriyeti Başkanı Recep Tayyip ERDOĞAN, Ankara Washington’dan beşinci nesil F-35 askeri uçaklardan 120 uçağın teslimatını bekliyor, dedi ve şöyle devam etti: “F-35’ler Amerika’da üretiliyor. 120 uçak bize teslim edilecek. Bu uçaktaki bazı parçalar Türkiye’de üretiliyor. Bu gelişmeler Bulgar basınında Türkiye Cumhuriyeti ’nin Rusya’dan almak istediği C-400 savunma füze sistemiyle bağlanmaya çalışılıyor. Tarafsız çevrelerin yorumları şöyledir: “Uçak ve uzay sanayinde lider devletlerden birisi Türkiye’dir. 10 Türk şirketi, F-35 savaş uçağının imalatına direk olarak katılıyor. Uçağın başarılı iniş kalkış donatımını Türkiye temin ediyor. Türk katkısının toplam değeri 12 milyar US Dolardır. F-35’i güvence altına alan sistem ve merkez füzelaj Türkiye’de yapılıyor. Siparişlerin toplam değeri 12 milyar US Dolar tutarındadır. Üretime 10 Türk askeri sanayi şirketi katılıyor. Dünyada pilot kabini displey üreten tek ülke Türkiye’dir. “Bloomberg”in bildirdiğine göre, F-35’in ana parça ve sistemlerinden bazıları yalnız Türkiye’de üretilebiliyor. NORTHROP GRUMMAN ile birlikte çalışan Türk devlet askeri şir-


86

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

keti Turkish Aerospaceİndustries F – 35 askeri uçağının merkez füzelajını – bombaları boşandırıp yönlendiren mekanizmasını ve kanat altına bombaların takıldığı mekanizmaları – üretip monte ediyor. “Ayesas” şirketi F-35’in 2 ana parçasını üretiyor. Bunlardan biri uzak menzilli füze intrpeysi ikincisi de pilot kabinindeki panorama displeydir. “Kale Aerospace” şirketi uçak ana bünyesindeki bazı çok önemli parçaları ve uçağın arka kısmındaki bağlaçları imal ediyor. “Fokker Elmo” F-35 uçağı motorunun (EWIS) elektronik bağlantı sistemi % 40 Türkiye’de üretiliyor. “Аlр Аvіаtіоn” şirketi F 35 uçağının motorunda 100 mühendislik ürünü parçayı üretiyor. Başka bir yorum: ABD F-35 askeri uçaklarını Türkiye’ye vermeme yolunu seçerse, Amerika bu uçağın üretimine devam edemez. R.T. ERDOĞAN parçaların teslimatını durdurabilir. ABD Savunma Bakanı Jem Matis, Haziran 2018’de Amerikan Kongresine yazdığı bir mektupta, “Türkiye parçaları vermeyi durdurduğunda ABD 18-24 ay bir tek uçak üretemez, sipariş edilmiş olan uçaklardan en az 75 uçak zamanında teslim edilemez” yazdı. Başkan Erdoğan sabırlı davranıyor ve teslimatta aksama belirdiğinde atacağı adımları açıklamıyor. Bu uçakları üreten Lockheed Martın şirketi Türkiye siparişlerinin üretildiğini ve zamanında teslimat yapılacağını duyurdu. Başka bir yorum: Bulgaristan 1 askeri uçak alamazken Türkiye 120 uçağı birden alıyor. Başka bir yorum: Türkiye nerede. Bulgaristan nerede? Bizim kudurmuş köpekler uçak alımından kim ne kadar komisyon alacak kavgası yapıyor. Bulgaristan 8 uçakla Balkanlarda en güçlü askeri hava gücüne sahip olacak. Türklerin uçak sayısı ise 120 hem de F – 35. Türkiye Cumhuriyeti istediği uçağı alabiliyor. Bulgaristan alamıyor. Batı Türkiye’ye döviz saldırısı yaptı. Bu saldırı Bulgaristan’a karşı yapılsaydı, ülkede insan kalmazdı… Balkanlarda yaşayan halklar ve etnik topluluklar, bir türlü aşamadıkları gerginlik, çatışma şiddeti ve kanlı kapışmaları aşamamalarının çilesini yaşıyor. Osmanlı’dan ayrıldıktan sonra iç savaşlar, Balkan Savaşı, Müttefikler arası Savaş ve 2 Dünya Savaşına sahne olan, alabildiğine bombalanan üstüne Yugoslavya Sosyalist Cumhuriyeti dağılırken


Makale ve Analizler - 2018

87

“Srebrenitsa” Katliamı gibi derin yaralar açan facialar yaşanan yarımada tarihin başına, barış ve huzur yıllarına dönmeyi özlüyor. 1989-90’da sosyalizm çökmüş ve mezar olurken insanlara bu işin geri dönüşü yok ve bu mezar başına tek uluslu, dil ve din düşmanı, kültür katliamcısı küçük devletler dikmekle ileri gidilemez, gidilemeyecek, Balkan devletleri ve toprağı hayal ürünü Büyük Avrupa’nın çöp deresi olacak uyarısında bulunan olmadı. Doğu Avrupa liberalizm ve muhafazakarlığı Doğu Avrupa ve Balkanlar sosyalizminin kanını emince, sosyalizmin ruhunu ince ve uzun boyunlu şişenin içine geri doldurup tapasını tıkayınca, cesedi kaldırmadı. Ceset mumyalanmış, takım elbiseli, kravatlı orada yatıyor. Bulgaristan gibi çok etnikli ülkelerde insan hakları ve etniklerin özgürlükleri ve özerklik haklarını bir perde çekerek dünya görmesin diye gizledi. Açlar aç, körler kör, cahiller cahil kaldı. Aydınlar halktan ve öncü ruhlarından kopmuş sakat kaldı. Bugün halkımızı, onu kendi kendini yönetemez durumda olan yeteneksiz, sakat, bilgisiz, yaşlı kişiler olarak görenler idare ediyor. Tabi yöneticiler de ne yapacaklarını bilmediklerinden taklit ediyorlar ve kompleks yaşanıyor. Kavgasız, plan programsız ve hayalsiz seçim yapılarak yalandan hükümetler kuruluyor. Ölü ruhlu ve bilgi dağarcıkları boş kişiler milletvekili olup meclise doluyor ve kısır kavgalar başlıyor. Bunlara işaret etmemin nedeni F-35 ve C-400 alımı üstüne Bulgar basınındaki kızışmadır. Bu konuda değişik yorumlar: Yıllar önce Bulgar ordusu Türkiye Silahlı (TSK) güçlerinin saldırısını 24 saat durdurabilirdi. O zaman 24 saat içinde Varşova Paktı Silahlı Kuvvetleri yardımımıza yetişecekti. Bugün TSK’ni 20 dakika durdurabilecek gücümüz yok. Batının bizi “kurtarmaya” geleceğini hayal etmek bile yanlış olur. “ “Türkiye Cumhuriyeti bu 120 F-35 savaş uçağını alırsa, Çin’i de geçerek, yeryüzünde ikinci en modern silahlı kuvvetlere sahip ülke olacak.” “Enmodern savaş uçaklarını ve “Türk Akımı” Türkiye’ye veriyorlar. Bize kaktıkları ise sözde “demokrasi” ve açlık!. İkinci el 8 uçakla “semalarımızı Erdoğan’dan koruyacağız” yorumu yayınlayan basınımıza gülüyorum.


88

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Türklere ”Anadolulu”, “sünnetli” vb yakıştırıp alay eden siz değil misiniz, bir de kendinize bakın. “Bu uçaklar çok masraflı, yoksullaşacaklar, soğan alacak para bulamayacaklar!” “Uzun yıllık NATO üyesi olan Türkiye’nin F 35 uçaklarına parça ve sistem üretmesi doğaldır. Türkiye yıllardır F-16 savaş uçakları üretiyor. Stealth, VTOL, hypersonic jet vb sistemlerin son ürünü olan F-35 tüm yenilikleri bir uçakta birleştirmiştir. Kusurları olacak tabii. İngilizler, F-35’in babası olan, “F-22 Raptor” savaş uçaklarını tercih ediyorlar. Bu işte stealth sisteminin manevra kabiliyeti ile süratten fazla, düşman uçağını bulup görebilme üstünlüğü daha önemlidir. Şu dönemde bu beceride F 35’in eşi yoktur. İngiltere de 120 F-35 almak istiyor ve bu uçakları yeni inşa edilen 2 uçak gemisinde kullanacaktır. Tarihte ilk kez Türkler’in modern savaş uçağı sayısı İngiltere’nin savaş uçağı sayısına eşit olacaktır.” “Ben yorum yazmak istemiyorum, çünkü bu haberden ve videodan sonra Bulgar milliyetçilerini bu gece zaten uyku tutmayacak.” “GERB partisi Bulgaristan’ı Türkleştirecek.” “Büyük bir yorum dizisine başladık. Gelin gebe mi dizisi gibi. Şimdi bir işi 200-300 dizi “gebe mi?” şeklinde yorumlayalım, ardından bir o kadar da “babası kim?” konusunu işleriz. “Bu konuyu “Periyot” füzeleriyle “alalım mı?”, “almayalım mı?” şeklinde bir defa tartıştık ve sonunda Rus sistemlerini aldık. Şimdi de F-35 fiyatından Rus uçağı alabiliriz. “Ben ABD Türkiye’ye bu uçakları satmasın diye duacıyım.” Evet, NATO müttefikimiz Bulgar kamuoyu gelişmeleri böyle yorumluyor. Son.


Makale ve Analizler - 2018

89

2018 Nobel Barış Ödülü Başkan Erdoğan’a Verilmeli

Tarih: 17 Aralık 2018 Yazan: Rafet ULUTÜRK Konu: Toplumun üzerindeki perdenin kalkması ve kâbusun dağılması gerek. 2018 Nobel Barış Ödülü Başkan Erdoğan’a verilmelidir. Bulgaristan’da 300 levadan az emekli maaşı alanlara 40 leva Noel Baba harçlığı vereceklermiş. Tabiat dondu,ülke kar altında. Bekleyen millet suskun. Bu 40 leva, daha önceleri 20 levaydı, 30 oldu ve şimdi 40 leva denildi. Bocuk (Noel) ve Hıdırellez (Paskalya) Bayramları için veriliyor, 2 defa senede. Bu Bayramlar Hristiyan bayramı olsa da, laik Bulgar devletin uzattığına Müslüman, Katolik ve dinsizler “Bereket Versin!” diyorlar parayı alırken… Bulgar devleti, Müslümanların Kurban ve Ramazan Bayramlarında açmıyor kesenin ağzını. Kurban bayramından rahatsız olanlar, Noel pazarlarında bildiklerini okuyor… Bizde gelenekleri yönlendirenler tasması devlet direğine bağlı aydın katmanlardır. Bulgaristan’da Komünistler 40 yıl millete, milletin dini de bu kapsamda tüm değerlerine düşman aydınlar yetiştirildi. Özellikle Bulgaristan’daki Türk milletinin ne kadar değeri varsa, örf adeti, dili ve dini bu arada tümüne düşman ruhu hasta, psikopat toplumsal kütle yetiştirildi ki, yaratılan kabus hala kalkmıyor. Bu özürlü grup kendini Türk milletinden üstün gördüğü için ona düşman oldu. Kafasında Müslümanları ezme yok etme saçması hala oynuyor. Dine düşman olanlar özellikle İslama düşmandırlar. Çünkü İslam, medeniyeti oluşturmuş ve dünyaya yayılmış bir dünya dinidir. Onların düşmanlığı bugün de devam ediyor. Ezan sesinin şerifeden yayılmasında, günde beş defa Volkan patlaması sananlar her defasında ruhen sarsıldıkları için yasaklara yasaklar ekliyorlar. Ne var ki; bilemedikleri medeniyetler yasaklarla gemlenemez. İslam bir medeniyettir, Müslüman, kendisine istediğini düşman olan birine bile isteye-bilendir.


90

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Allah’ın dininde tek din İslam’dır. Hristiyanlıkta olay farklıdır. Fransa ürünü olan uygarlık (medeniyet), Alman icadı olan kültür, kendi unsurlarından bir unsur olarak görür dini. Bu nedenle katolik kilise hem Fransız medeniyeti hem de Alman kültürüyle savaşa savaşa gelmiş ve halasavaşmaktadır. Onlar birlik dediğinde Kilise parçalanıyor. Müslümanlar ise yegane hakikat olarak görürler dinlerini. Bu dünya görüşünün özünde Türklüğün yeri ve rolü çok önemli ve büyüktür. Türk töresi İslam’a uygun olduğu için bu dini orjinaliyle bu güne kadar getirdi. Kıtadan kıtaya taşıyan ve haçlıların karşısında tek duran Türk Milleti olmuştur. Avrupa kıtası bir İslam kıtası olma yolunda adımlara devam ediyor. İslam olmadan ahlak ve huzur sağlanamayacağını görmeyen kalmadı. İşte bu nokta, bizim bugün de Bulgarlarla (Bulgar devletiyle) yüzleştiğimiz, cebelleştiğimiz ana noktadır. Bulgarlar’ın kendilerini Bizans’ın Rumeli’ye (Bulgaristan’a) yansıması olarak görüp, uydurdukları bu dava yaşam hakkı kazandırabilmesi için, İslamı günümüzün Güney Doğu Avrupa’sından sökülüp atmayı hedef olarak benimsemiş oldukları ortadadır. Islaklık sökmedi şimdi Bizans’ın yansımasıyız diyorlar. Bu, Batı kilisesi ile Doğu Ortodoks Kilisesinin buluşmaya çalıştığı tezdir. Hıristiyanlık ne doğu da ne batı da ne de bir coğrafya kesişme noktası olan Balkanlarda birleştirici bir unsur olabilme niteliği gösterememiştir. Bugün balkanlar, müslüman,hıristiyan,ortodoks ve katolik devletlerin yan yana oldukları bir yarımadadır. 20. Yüzyıl savaşlarından sonra 21. Yüzyıl da huzur arıyor. * Günün haberlerinde, Bulgar siyasi çevrelerine matem yaşatan bir gelişme var. Yunan Başbakanı Çipras ile Makedon Başbakanı Zaev 2018 Nobel Barış Ödülü adayı gösterilmiştir. Gerekçesi, 27 yıllık kavgadan sonra 11 Eylül 2018’de Kuzey Makedonya Cumhuriyeti adı üzerinde anlaşıp Prezen anlaşmasını imzalamış olmalarıdır. Bu anlaşma henüz Atina ve Üsküp meclisinde onaylanmamış, Makedon Anayasasına işlenmemiş ve Makedon kimliği ve dili gibi konular her iki ülkede de derin tartışma konusudur. Ne de olsa bir Ortodoks ve Doğu Ortodoks ülke arasında 21. Yüzyılda imzalanmış ilk anlaşmadır. Bu anlaşmadan 3 ay önce Başbakan Zoran Zaev Bulgar Başbakan Boyko Borisov’la da bir anlaşma imzalamış ve batı komşusuna NATO ve Avrupa Birliği üyeliği kapısını açmaya çalışmıştı. Bu adımla beklenen hu-


Makale ve Analizler - 2018

91

zur sağlanamadı. Batı balkan ülkelerine,batı Avrupa’ya yönelim ve entegre olma yolu temizlenemedi. Nedeni, ortak tarihsel geçmişin, din köklerinin ve canlı dillerin farklı yorumlanmasıdır. Halen bu açılımda pozitif bir hava yaratıp ortak adım atılması ufku kapalıdır. Buna rağmen, iki liderin Nobel Ödülüne aday gösterilmesi pek çok kişiyi şaşırtmıştır. Burada ise aslanlar gibi Erdoğan var. Üstelik çakma değil gerçek lider, gerçek başkan. * Günümüzde dünyamızın ana çelişkisi yakın doğu’da düğümlenmiştir. Hristiyan ve Müslüman dünya arasındaki savaş burada yürütülüyor. Bu savaş aynı zamanda emperyalizmle milli kurtuluş hareketlerinin 20. Yüzyılda verdikleri silahlı savaşların devamıdır. Emperyalist devletler, mazlum halkların doğal kaynaklarını talan etme siyasetini modern silahlar ve yeni uşaklarla sürdürüyor. Sömürge ve ezilen halkların ulusal devlet ve özgürlük savaşlarını, büyük önder Mustafa Kemal önderliğinde Türkiye’de başlatmıştı. Bugün de -aynı ruh ve aynı yönde -Türkiye Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan bu mücadelenin başında, cephesinde ve ezilen halkların her zaman yanındadır. Burada, Müslüman medeniyetin barış güçlerinin baş temsilcisi ve önderi Türkiye Cumhuriyeti’dir. Bölgeye çöreklenmek isteyen emperyalist devletlerin uşaklığını yapan PKK, PYD, DEAŞ ve özellikle FETO terör örgütlerine karşı savaşın Türkiye Cumhuriyeti Başkomutanı Türkiye Başkanı Recep Tayyip ERDOĞAN’dır. “Afrin”, “Zeytin Dalı” ve “Fırat’ın Doğusuna” Operasyonlar gibi savaş operasyonların emirlerini Başkomutanlığını RECEP TAYYİP ERDOĞAN bizzat kendisi verdi. Başkan Erdoğan’a esas Nobel’i sadece İdlib deki 3 milyon masum insani ölümden kurtardığı için verilmelidir. Türkiye Cumhuriyeti Devlet sınırları dışında ilk defa çok ağır savaş operasyonları başkomutanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan bizzat kendisi yönetti. Terörist örgüt ve güçler Afrin vs. gibi stratejik bölgelerden atıldılar. Ardından Suriye’nin kurtarılan topraklarında barış ve huzur tesis edildi. Anti terör savaşında ve sığınmacılara kanat açarken Türkiye Cumhuriyet’i 40 milyar dolar harcadı. Türkiye sayesinde sığınmacı kamplarındaki Suriye’li ailelerden bir kısmı köy ve kentlerindeki evlerine sağlıkla dönmüşlerdir. Bu operasyonlarda Türk Devleti paralel yürüttüğü çok yönlü diplomatik girişimlerde, Astana ve İstanbul süreçlerinde başarılı olmuş, uluslararası emperyalizmin desteklediği terörizmle mücadelede büyük başarılar kaydetmiştir.


92

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Kısaca 4 milyon Suriyeli’nin hayatını kurtardı, bundan söz eden var mı? Teröristlerle savaşın önemli yeni halkalarından olan Membiç, Raka, Sincan gibi aşamaları kapıdadır. Yakın Doğu’da dengelerin bozulmasını gemleyen Türkiye Silahlı Güçleri, yeni dengelerin ana kalkanıdır. Yakın Doğu uluslararası terörle yürütülen silahlı savaşta barış düşlerinin ana dayanağı ve umudu Büyük Türkiye’dir. İnsanlık tarihinde 4 milyon savaş mağduruna ev sahibi olan, hepsine günde 3 öğün sofra açan, sağlık hizmeti sunan, çocuklarını okula gönderen ve hiçbirini harçlıksız bırakmayan devlet Büyük Türkiye Cumhuriyetidir. Başkan Recep Tayyip Erdoğan’ın devlet liderliği sığınmacılar karşısında kıvrılmamış, bunalımdan bunalıma girmemiş insan olmanın gereğini yapmıştır, Asya ve Afrika’dan göç selini durdurmuş, özellikle Bulgaristan’a kaçak, sığınmacı ve göçler konusunda set olmuş, sınırlarını kapatmıştır. Soydaşlarımız bu ağır savaşımda her zaman Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin izlediği siyasetten yana olmuş, elinden gelen desteği sunmuştur. Bölgemizin gerçekleri bunlardır. Terörle mücadelede en aktif güç Büyük Türkiye’dir. İçte ve dışta teröre göz açtırmayarak birçok komşu halka ve Avrupa devletlerine de güven vermiştir. Bu sert mücadele içinde Türkiye bir ulusal güç olmaktan çıkmış, 82 milyonluk nüfusuyla bölgesel ve dünya güçlerin arasından en büyük olabilmiş ve dünya ekonomisinde 17. Olarak, kendi askeri sanayi kompleksini kurarak, düşmanları durduran ve gerileten her mermiyi kendisi üreterek 21. Yüzyılda barış ve güvenlik tesis edilmesinde ana dayanak olabilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti artık bir Uzay devletidir. Ordularını GÖKBEY, F-35 savaş uçakları ve C-400 savunma tesisleri vb donatarak Balkanlar, Yakın Doğu ve Avrupa güvenliğinde tüm halkların da emin kalkan oluşturmuştur. Türkiye Cumhuriyeti Başkanı Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN’IN Orta Doğu’daki barış kurucusu rolünü görmemek, 21. Yüzyılın Yeni Liderinin ufukta yükseldiğini görmezlikten gelmek anlam verilmesi zor bir husustur. Yakın Doğu ve Balkan Halkları 2018 Nobel Barış ödülünün Büyük Yeni Türkiye Başkanı Sayın Recep Tayip ERDOĞAN’a verilmesinde ısrar ediyoruz. Bizler sizlerden bağış değil gerçekleri görmeniz ve HAKKI SAHİBİNE TESLİM ETMENİZİ İSTİYORUZ. Bizi izlemeye devam ediniz. Dostlarınızla paylaşmayı unutmayınız.


Makale ve Analizler - 2018

93

Hedefte Kadınlar

Tarih: 18 Aralık 2018 Yazan: Raziye ÇAKIR Konu: Bu işler seyretmekle veya gökten düşmesini beklemekle asla olmayacak. Biz Türkler köle olmamış/Edilememiş tek milletiz. Kölelik yaşamamış olmanın tam anlamı yenilmez bir ruha sahip olmaktır. Yenilmez ruhu kantarda ya da elektronik terazide tartamazsınız. Güçü ve kudretini ölçebilen ancak ve yalnız tarih ve gelecektir. Biz göçe zorlandığımızda arkada kalanlarımızın Türk ruhu yaralandı ve sakatlandı, özürlü kaldı. Onların yanında, onlara arka olmak zorundayız. Onları bulup ruhlarını ısıtmalı ve yüreklendirmeliyiz. Kötülükler atölyesi: Bulgaristan’da devlet işine alınırken “ruhlu insan” aradıklarını işittiğim var. Son analizlerin gösterildiği üzere, Bulgar devleti ve kötülüklerin atölyesi olarak adlandırmak istediğim perde ardında gizlenen ve yalnız bizim nasıl eğitilebileceğimizi düşünen koca-kafalı beyaz saçlılar çok önemli bir sonuca varmışlar. Görsel olarak Türk erkeklerini küçültmek ve yerimize kadınlarla doldurmak istiyorlar. Bu usul totaliter rejim zamanında da uygulanmıştı son 89 göçü ile gelenler hatırlarsanız. Altın kesim: Çok kişi bu konu üzerinde çalışmış. Hele Türklerle ilgili tüm eserler okunmuş. Türk bir tip olarak incelenmiş. Türk erkeğini çelimsiz, gözleri şaşa, alnı basık ve asimetrik gösterebilmek için heykellerimize bile müdahale etmişler. Zaten kaç heykelimiz var? Türk erkeğinin muhteşemliği omurgasında, sırtındadır ve boynundadır. Buralar küçültülsün emri gelmiş. Bilirsiniz heykeltıraşlık işinde “altın kesim” kuralı esastır. Bozulunca yaratılmak istenen sima ya ufalır ya da istendiğinde görkemli, heybetli, muhteşem olur. Sofya ziyaretinde, “Banya Başı Camii” önünden bakınca görülen “Sofya Anıtı’nın” altın kesim kuralına uyulmadığı, Sofya’nın bacaklarının uzatıldığı dikkatimi çekmişti. Bu olayı Şumnu’da 1300 Yıl Bulgaristan anıtında da gördüm. Sofya’daki Kültür Evi bahçesindeki heykelse o kadar hesap kitapsız yapılmıştı ki, yıkıldı ve söküldü. Şumnu’nun (Şumen) iline bağlı Şey-


94

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

tancık (Hitrino) Belediyesi Çerna köyündeki Koca Yusuf Anıtını inceledim. Sırtı yere gelmemiş dört dünya alem pehlivanı Koca Yusuf bu heykelde altın çizgi dışında bırakılmıştır. Kural tamamen bozulmuş ve Türklere ilham olmasın diye, yürekleri kabartan bir abide dikilmesi engellenmiştir. Bilinen heykeltıraş Behçet Danaci, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Abdullah Gül 26 Temmuz 2011’de aynı belediyede açtığı 4 metre yüksek ve 8 ton ağırlığındaki anıtla hatalarını düzeltti. Anıtı gören yerli Türk çocukları anında “Hayat Bayram Olsun” şarkısını söylediler ve Osman Paşa şiirleri okudular. Şöyle ki, birinci abidenin etrafındaki taşlar bile ufak seçilmişti. Yani Bulgar’ın perde ardında kaynattığı çarpık düşünce kazanından çıkan Türkleri, Türk erkeğini, Türk simasını ve imajını çelimsiz – güçsüz, kuvvetsiz – gösterme çabalarında şaşmaz tavırlıdır. Hedefte Türkleri küçültürken, Bulgar imajını büyütmek var. Hırsız haydut, katiller başı Benkovski anıtını bilmem gördünüz mü? Dağ büyüklüğünde bir uçan beygir anıtı! Vola Bayırında bir Bulgar tarafından tek kurşunla öldürülen çeteci Hristo Botev’in heykeli boyundan 10 defa daha büyük. Kafasını büyük göstermek için sakal salan ve saçını kestirmeyen haydutta, Vraça (Vratsa) şehri merkezindeki anıtta keşkek tasından büyük göz takmışlar. Yeni hedefteki Türk kadını. Türk erkekleriyle başa çıkamayacaklarını anlayanlar uyumuyorlar. Çocukları ana-okuluna toplayıp önlerine domuz yemeklerini dayadıktan sonra biraz rahatlamışlardı. Son günlerde yeniden sivrildiler ve konuşmaya başladılar. Bulgaristan’daki yakınlarımız ardı arkası gelmeyen bir iğrenç eridip kimliklerini yok etmek isteyenlerin baskısı altında bulunuyor. Bu işlerin okul kapatmakla, Kur’an Kurslarını yasaklamakla, haça ve müftüleri göçe zorlamakla olmayacağını, Türklerin sarı ot gibi dikmediğin yerde bittiğini, okul dışında da bilinçlenme yolları bulduğunu sezen Bulgarlar, bu gidişle İslam’la uğraşmaktan da el çekecekler gibi duruyor. Çünkü İslam’a saldırdıkça Türklerin saflarının sıklaştığı ve ruhlarının bilendiği gerçeği var ortada ve yaşamaya devam ediyor. Bir Türkün Türk maneviyatla yetişmesi için mutlaka sünnet olması gerekmediği sonucuna varanlar, bir araya gelip sohbet etmelerinden de Türk kimliği oluştuğu neticesinde buluşmuşlar.


Makale ve Analizler - 2018

95

Artık Sofya Üniversite ve Bulgar Yüksek Okullarında Bulgaristan Türk kadınların ailede ve hayattaki rolünü mercek altına almak istiyorlar.. Kadınerkil Bulgaristan Müslüman Türk toplumu ve Geleceği gibi konularda diploma ve doktora tezleri hazırlanma işine ağırlık verilmiş. Düğün gelenek ve törelerimiz mercek altına alınıyor. Geniş kapsamlı sosyolojik araştırmalar yapmakla görevli olan “Trend” anket ajansı, Türk, Pomak ve Çingene köy ve mahallelerine, kent ortamlarındaki etnik mekânlara girerek sondajlar yapmış ve ilgili kurumlara sunduğu raporlarda “Hedef Kadın” olmalı yönelimini belirlemiş. Erkeklere soru soran yok. Şöyle ki yeni ortamda sanki Türk ailede sözü söz dediği dedik erkek yok gibi… Özendirilen kadınlar. Ailelerimizde horoz yerine tavuk ötmesini isteyenler, kadı tüyünün parlaması için ellerinden geleni yapmaya hazırlanmışlar gibi bir hava var ortamda. Bu paraların AB’nin “jender” merkezlerinden gönderildiğini düşünmeye başladım. Haskovo ve Kırca Ali’ye “Azınlık Ailelerde Sosyal Etkileşim”araştırma merkezleri kurmuşlar. Tayinler yapılmış. “Bulgar Etnik Modelinde” böyle bir saçmalık yoktu. Anketçiler ancak dış kapıya kadar gelebiliyordu. Şimdi artık ellerinde dolu poşetlerle çalıyorlar kapı zilini. Mutfağa girip birlikte çorba yapmak, baklava açmak istiyorlar. Mutfağımızdaki iş bölümünü, düzenimizi mercek altına almak, ev ekonomimizi incelemek istiyorlar. Ev ekonomimizin mevsimlik yapısına da ilgi artmış. Bu yapıda kanının rolünü öğrenmeye çalışıyorlar. Aile eğitimine ilgi de büyük. Çocuklara Türkçe masal kitabı okunup okunmadığına ilişkin sorular var ankette. Annelerin çocuklarına hangi masalları anlattığı ve okuduğunu, hangi ninni ve türküleri söylediği bu halk edebiyatının esasında olanı öğrenebilmek için tercümeye vermişler. Türk evlerinde şiir kitabı olup olmadığını, hangi şairlerin sevildiğini ve benze sorular yöneltenler, Türk dilinin gelişmesinde şiirin oynadığı rolü biliyor olmalılar. Bulgaristan’da son 50 yılda çocuk şiiri kitabı basılmadı. Sorulan cümlelerden biri: Yeni doğan çocuklar büyüp konuştukça harfleri ve kelimeleri ana babaları çevrelerindeki insanlar gibi telaffuz etmedikçe büyümezler. Yere bakıp büzülürler. Her evde, her köyde ve yörede biraz farklı bir şekilde söylenir aynı kelime. Afacanlar için kelime kendiliğinden dizilen ve cümle olan, herkes için aynı anlamı kazanan bir değer olabilmesi için kendi ortamında yaşamalıdır. Amaçlarında bu ortamı bozmak var anlaşılan.


96

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu sorunun derinliğinde “biz Türk ailesindeki ortamı nasıl bozabiliriz?” sorusuna cevap aranıyor. Anneler özendirilerek değişirse, evden çıkarsa, Bulgar ortamına karışmayı kabul ederse, kafaları karışabilir… Geçim sıkıntısı olduğundan maddi teşvikler etkili olabilir. Zaten paralar (AB) Brüksel’den geliyor. Anlaşılan planlar onaylanmış. Türk ailesi bozulmalı sonucuna varmışlar. Sosyal aktifliklere karışan Türk kadınlarının değişik biçimlerde maddi ve manevi özendirilmesi. Dernek STK vb başkanlıklarına kadın seçilmesi. Onların ve kendileriyle çalıştıkları Türk kız ve kadınlarının aile ortamından koparılması hedefe alınmıştır. Bu Program Çingene mahallelerinde ve Batı Rodop köylerinde artık uygulanmaya konmuştur. HÖH ve diğer parti yöneticileri veya Diyanet, bu derneklerin gözünü ne zaman açacak? Soydaşlarımızın bu işte yapmaları gereken nedir? Biz düşünmeye başlamak zorundayız. Köle olmak kolay! Ama kölelikten kurtulmak çoooook zooor olacak! Devam edecektir. Lütfen paylaşınız.

B U LT Ü R K F a a l i y e l e r i n d e n


Makale ve Analizler - 2018

Ayaklanma Sabahı

Unutulamaz Tarih: 20 Aralık 2018 Yaza: Neriman E.KALYONCUOĞLU Konu: O sabah sırt sırta-ydık. Bundan 34 yıl önceydi. 1984’ün o sabahını hatırladıkça Biz hepimiz, İlk şehidimiz Türkan kızımızı hatırlarız. Türkan Çeşme şarkısını söyler Yıllar durmadan uzasa da bu yana Ağlayan gözlerimiz 140 yaşında. Ve Türkan kızımızdan 100 yıl önce Ayşe kızımız için ağlamışız Kemikleri bulundu bir temelde Rus askerler köylerini basarken Dedesinin av tüfeğiyle kıymıştı canına. Türk kızı şerefini korumak için İntihar etmişti Bir bocuk sabahı, o da. 17 aylık Türkan kızımız gibi. Şehidin büyü küçüğü kadını erkeği olmaz. Omuz omuza vermiş, Sürekli saf yenileriz. Dirençli ruh ateşimiz Yandıkça yanar. Yaşı 140!

97


98

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Bizim ocak sönmez Güneş selamı alıp Her sabah taze bir fidan dikeriz mücadele ormanına Gözlerimizle okşarız bir umut getiren sabahı. Yağışlı, karlı buzlusu hepsi bizim için bu sabahların. Her birimiz bin düşman askerine baş kaldırmışız Sabah buzlu ve nefes dondurucu Esen Bocuk rüzgârı! Yürüyenlerin elleri hamurlu, çapalı, baltalı, Çantalar kitap dolu ve parlayan gözler umutlu. Tütün tarlasında yüzleştiler Silah seslerinden ürkmediler, Korkmadılar, hatta yüreklendiler.

dere

Ölmeye gelmişlerdi. İsimleri, şerefleri, tarihleri ve gelecekleri için Seve seve öleceklerdi. Omuz omuza gideceklerdi cennete. Bastıkları toprak, nefes ettikleri hava, tütün kokan ova ve suyu durmuş Onlara cennet olacaktı. Bacadan çıkan dumandı. Kanlı katliamı dünyaya duyurmak için yükseldi. Ve gözyaşları 1000 yaşında olsa da, Bir gün bu Vatan yine onların olacaktı. Çatırdadı toprak, sanki yarıldı ikiye Kapandı gelecek kapıları hınç dolu düşmana Dili olsa, ben hepsini Türk olarak yaşasınlar diye yarattım diye bağıracaktı. Bağırıyordu toprak ve ardından dağlar.


Makale ve Analizler - 2018

99

Bağır bağır, bağıramıyordu dereler tepeler. Bırakmayın beni başka ellere, mayamın tuzu siz Diyordu doğa. Güneş öpüyordu hepsinin alnını birer birer. Sanki direniş ve diriliş günü değil Vedalaşma anıydı. Nereden bilebilirdi hak arayan İnsan Şarjörlerin kör kurşun dolu olduğunu? Anaların ak saçları şahidimizdir Haklı bir dava uğruna ayaklandığımıza ve Helaldir ana süttü Şehit düşen yiğitlerimize Mezar oldu bu tarlalar, dereler, bayırlar ve iri taşlı kayalık Onlar da bizimle ölmeye hazırdı. Gökyüzü hepimize saygıyla bakarken ve Doğa bizim için açıp solarken Tarlalarda mezar açmaya ve Görüp görülmüş insanların en iyilerden iyilerini, En namuslulardan daha namuslularını ve Yüreklilerin en yüreklilerini öldürmeye Kimin hakkı olabilirdi! Zulüm edenin zulümden öleceğini bilmez mi? Ve biz katil ve günahkâr Bulgar dünyasının yüz akı olmaya devam ettik. Biz Vatan bildiğimiz toprakların da ak pak yüz akıyız. Anaların çocuklarını emzirdiği gibi Terimizle beslemişiz her karışını. Bize açmış bahar, kucak kucak sarılan dallar. Özgür bir çağrıdır bizim şarkımız.


100

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) İnsan hakları şarkısı! Türk kimliği çağrısı! Kırık kanatlı kuşların uçabilme çırpınışı! Biz bir goncaydık bahar bekleyen. Türkü dolu bir saz… Gümbürdeyen davul… Patladı patlayacak bir volkan ve Koptu kopacak bir fırtına. Ve biz toprağın altında açmadan ezilen Bir müjdeydik… Beyaz güvercin yuva yapar bizim oralarda taş kovuna. Mahpus yatar erkek aklı hep beyaz güvercinde. Haberi taşır güvercin mahpustan eve evden mahpusa Öldürdüler güvercinleri ve dünya döndü mahpusa Sahipsiz mezar taşı değiliz. Dağlarda kimsesiz kar Türk gibi yaşamaya sevdalıyız Ve bir gün biz mutlaka kazanacağız. Son

B U LT Ü R K F a a l i y e l e r i n d e n


Makale ve Analizler - 2018

101

Elitin “Koltuk Değneği” Tarih: 21 Aralı 2018 Yazan: Dr. Nedim BİRİNCİ Konu: “Kurtarıcı” ininden çıktı. Daha 2015-2016 yıllarında yazdığım seri yazılarda ve verdiğim konferanslarda Hak ve Özgürlük Partisi’nin (HÖH) sözde “lideri” ve şimdiki yine sözde “fahri başkanı” Ahmet Doğan’ nın bir tek ödevi olduğunu anlatmaya çalışmıştım. Bu ödev, HÖH partisini milliyetçi Bulgar devletine ve devletine “koltuk değneği” yani “yama” olarak kullanmak, Bulgaristan’da karıştıkça karışan işleri sözde “düzeltmek” ve Moskova’nın ülkemize çöreklenmesine yardım ve hizmet vermektir diye belirtmiştim. Durumda küçük bir değişiklik oldu. Artık bu sözde “fonksiyonlu” kişi yalnız oluşamayan Bulgar ukusunu, toparlanmaya çalışan Bulgar oligarşisini, yamalı iktidarı, Rusya çıkarlarını, yalnız aşırı milliyetçiliğin Türk ve İslam düşmanlığını, ülkemizde gece karanlığında bir kara yılan gibi sürünen küstahlığı ve dalavere oyunlarını desteklemekle kalmayıp bir de tüm kötülüklerin başı olan BULGAR SİYASİ VE EKONOMİK ELİTİNİ kurtarmak olarak niteliyoruz. Halkımızın onurunu ve namusunu hiçe sayarak partimizi “Bulgar elit koltuk değneği” hazır olduğunu görüyoruz. Doğan tutarsız yeni olanını 20 Aralık gecesi açıkladı. Biliyorsunuz ayılar kış uykusuna yarat, Doğan da yıllık uykusundan uyandı ve çöken, kokuşan, yenilgisi ve yok olması kapı çalan Boyko Borisof’un hiçbir işe yaramayan GERP-li partisine arka çıktı. Bu partinin polis, itfaiyeci, Ordulu ve diğer işe yaramayanlar tayfasından oluştuğunu bu defa da hatırlatmadı. Oysa onun desteklediği kişilerin hepsi 1984 Aralığının şu günlerinde Kırca Ali ili Kığlı (Benkovski) belediyesi köylerine çöreklenmiş Türklerin isimlerini değiştirme ve Kimliklerini yok etme hazırlıkları görüyordu. O, 2015’in 17 Aralık gecesinde de benzer konuşma yapmıştı. Büyük Yeni Türkiye’ye bakan Bulgaristan Müslümanlarının gözlerini Moskova’ya çevirmeye çalışmıştı. Kafalarını kuzeye doğru mumlamak için çıkış yakmış, Parti Başkanı Lütfi Mestan ve daha 5 milletvekilini karşı kış ortasında partiden, davadan uzaklaştırmıştı.


102

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Doğan Hak ve Özgürlük davamızı özelleştirdi. İsterse yaşatırım, isterse boğarım, öldürürüm ve dereye iter ve kurda kuşa yem ederim diyor. 2015’te Müslümanların topluca öteye (Türkiye’ye) bakmasından korkan Doğan bu defa kimden korktu. Soru budur: Doğan bu defa kimden korktu? Pek tabii ki halktan korktu. Doğan Bulgar devletinin çökmesinden ve aşırıcı milliyetçi, Türk ve İslam düşmanlarıyla harabenin altında kalacağından ve yok olacağından korktu. Moskova’nın Bulgaristan’daki çıkarlarının yok edileceğinden korktu. Doğan, Bulgaristan’da “isim değiştirerek Bulgarlaştırma” siyaseti suçluları ve katillerinin ortaya çıkaracağından ve cezalandırılacağından korktu. Doğan, 30 yılda Bulgaristan’ı Avrupa kıtasının en sefil, yoksuz ve hastalık ve cahillikten nefes alamayan ülkesi haline getiren siyaset modeli projesini hazırlayan ve uygulayanların yargılanacağından korktu. Bulgar Modeli içinde etniklerin haklarının tanınması yoktu. Etnikler ezilecekti ve ezildiler. Doğan bu işten hesap sorulur mu korkusuna kapıldı ve titriyor. Paraları nereden aldığını gösteremediği için, vergi ödemediği için, malı ve mülkün elinden alınacağından korktu ve yeniden “koltuk değneği” olmayı kabul etti. Bu demeç büyük bir korkunun ürünüdür. Doğan ne mi dedi? Parlamento içinden yeni bir program hükümeti çıksın, faşistlerle, aşırı milliyetçilerle, dedelerimizin ve babalarımızın katilleriyle biz artık kardeşleşmeye hazırız, bizi de sofranıza alın, dedi. Başka hiç bir şey demedi. Doğan bulaşık suyu içen bir köpek olduğunu herkese gösterdi. Bulgaristan Müslümanlarıyla hiçbir irtibatı kalmadığını gören Karadayı da dilini yuttu. Bu yılki Yılbaşı Demeci Milli Model (Bulgar Geçiş Modeli) çöküşüne işaret ettiği için durum çok ciddi ve onarılmaz hale gelmiştir. 2018’in ilk gününden son gününe kadar Bulgaristan baştanbaşa protesto gösterileriyle dalgalandı, titredi, ürperdi ve iktidar ve yandaşları devamlı korktu. Korkanlar biri Ahmet Doğandı. Çalışmadan bey paşa gibi yaşamak nerede görüşmüş? Bir gün gelir adamdan hesap sorarlar. Göstericiler, Borisov Hükümetinin ülkemizi Avrupa’nın en fakir, en yoksul, en cahil ve en perspektifsiz ülkesi durumuna ittiğini gece gündüz yüzüne vurdu. Bu sözler kendini Milli Modelci, Geçiş Mimarı, Etnik Modelci olarak tanıtan Drındar köylüsünün de yüzüne vuruldu.


Makale ve Analizler - 2018

103

Borisov, durumu borç para dağtarak zor zar idare etti. Gerileme nereye kadar? 2019’un Şubatında 30 yıllık sahte geçiş dönemini ve yoğun bakımdan taburca edilemeyen demokrasinin “çöpe” atılması ve yerinde ateş yakılması için 1.5 milyonluk (bir buçuk milyonluk) Sofya meydan mitingi yapılacak. Ülkemizdeki 72 bin polis, 5 bin itfaiyeci ve 20 bir Ordulu bu mitingi gemleyebilecek durumda değildir. Borisov ve soyguncu çetesinin son günleri geldi. Doğan’ın işverenler yanında yer alması anlamsızdır. Yoksulların ve çaresizlerin kudretini kimse durdurulamaz. Bulgaristan’daki gerçek durum: Halkın öfkesinden korkan Doğan “erken seçime gerek yok” diyor. Seçimden korkuyor. Siyaset çöplüğünden korkuyor. Bulgarlar ulus olamadı ama haydut çeteciliğinden geldikleri için kavga etmesini bilir. Yalancı, hain ve dolandırıcı çete başlarını tarih boyu tek kurşunla öldürmüşlerdir. Botev’i Bulgar öldürmedi mi? Aleksandır Stanbolov’un başını ikiye yaran Bulgar değil mi? Stanboliyski’nin elini kolunu kesen, kafasını torbada taşıyanlar Bulgar değil miydi? Bu bir kimlik çizgisidir. Bulgar bu çizgiyi ruhunda taşıyan bir milletir ve Ahmet Doğan hesaplaşma gününün geldiğini his etmiştir. Tek başına kurtulması mümkün olmadığından tüm suçlu ve katillerle yeni birlikte –hükümette – sarmaş dolaş olmak istiyor. Bu imkansızdır. Benzer durum daha önce de yaşanmıştı. Bulgaristan’da, 2018’in Aralık ayında durum, 19 Mayıs 1934’ü anımsatıyor. O zaman, Çar III. Boris’e danışmadan bir askeri darbe yapılmıştı. 1912’den sonra bütün savaşları kaybeden, 1919’da Versay Sarayında “yenildik” anlaşmasını imzalayan, 1918 ve 1923 Asker ve İşçi ayaklanmalarını kanla bastıran, Çiftçi Partisi iktidarını katliam yaparak devirip yok eden, biz neden bu kadar yoksullaştık hırsını yenemeyen “Askeri Lik” güçleri gece darbesi yaparak Kimon Georgiev’i başbakan yaptılar. Kimon Georgiev o zaman Rus dış İstihbaratı KGB’nın Bulgaristan ajanı ve istasyon şefiydi. Ülke 10 sene, yani İkinci Dünya Savaşı yenilgisine ve 1944’te Sovyet Çizmesi altına girene kadar bir uydurma “Program Hükümeti” yani “eksperler” kabinesi tarafından yönetilmişti. Çok sıkışmış olacak ki, Doğan şimdi “program hükümeti” istiyor. Hem de meclis içinden olsun diyor. O zaman da bakanlar meclisten seçilmişti. Ne durumlara düştük desene… O zaman, “bu, kime hizmet ettikleri pek bilinmeyen, sonunda birbirlerinin de canına kıyan uzman kişiler” 9 Eylül 1944’ten sonra da yine Kimon Georgiev Başkanlığında 3 kez “geçici hükümet” kurarak iktidar oldu-


104

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lar, sözde “Halk Mahkemesi” kararıyla 249 kişiyi infaz etti, 169 toplama kampı işlettiler vs. Bu infazlar II. Simyon adına kardeşi Kiril ve diğer naipler tarafından onaylandı, sonunda onlar da öldürüldü. Bunların hepsi Rusya istihbaratının istasyon şefi K. Georgiev’in yönetiminge gerçekleşti. Doğan da istasyon şefliğine soyunmak istiyor. Oligarşiyi korumak ve Rusları ülkemize yerleştirmek için “program hükümeti” düşlüyor, ama bu defa tutmayacaktır. Bulgaristan halkı hırsızların program hükümeti kurulmasına yol vermeyecektir. Bu sayfa artık kapanmalıdır, kapanmıştır. Doğanı konuşturanların hesapları tutmayacaktır. Şimdiki durum o kadar mı kötü? Aslında bir kukla olan sözde “fahri lider” Doğan’ın önceki yıllarda olduğu gibi bu sene de perde ardında duran ve onun iplerini çekenlerin yazdığını okudu. Bulgaristan’da durum çok kötüdür. Şu an Bulgar medyasında söz sahibi olan gazeteci ve yazar Georgi Kuritarov’a göre “Bulgar demokrasisi derin dondurucuya” atılmıştır. Adaletten söz edilemez. Mecliste görüşülen yeni bir caza kanununa göre ülkede şöyle bir yeni durum oluşuyor. Muhtar ve Belediye Başkanlarından başlayarak devlet üst katını oluşturan zengin politikacı ve iş adamları katının malına mülküne, dışarda ve içerdeki paralarına dokunulamayacak. Onlardan hesap soran olmayacak. Zenginlerden hiçbir konuda hesap sorulamayacak. Sıradan insanlar ise mahkeme kararı olmadan 48 saat tutuklanabilecek, tutuklandıkları yakınlarına bildirilmeyecek, mahkemede aklansalar bile, savcılık kararıyla içerde kalmaya devam edecekler. Bulgaristan’da olmayan adalet tamamen buharlaşıyor. Hak ve özgürlükten söz edilemez oldu. Bu adaletsizliğin akıl hocalarından biri ise Meclis Adalet Komisyonu üyesi, milletvekili, Doğan’dan emir almadan soluyamayan Hamdi Hamdi’dir. 20 Aralık günü “bTV” – “4 göz arasında” programında – gerçek adı faşizm, diktatörlük, zorbalık, adaletsizlik siyasetine daha geniş yol açan – yeni kanun değişikliklerini ısrarla savundu. HÖH Başkanı Mustafa Karadayı başını erkek koldur gibi kaldırmış, boş boş koldur damaya devam ediyor. Bu gelişmeler karşısında L. Mestan dilini yuttu, çünkü harcadığı paraların kaynağı soruşturulursa tanesi 100 leva olan purolardan artık içemeyecek… Halkımız yeni zamları kucaklayacak durumda değil, kimsenin umurunda değil. Sözde ufuktaki “Program Hükümeti” başka neyi anımsattı?


Makale ve Analizler - 2018

105

İlk akla gelen sorumsuzluk oldu. Bir de Başbakan Lüben Beron’un (30 Aralık 1992 – 17 Ekim 1994) Bulgar hükümeti. HÖH girişimiyle kurulmuştu. Her sabah Bakanlar Kuruluna Bulgar – Türk sınırından bir koli Deutsche Mark (DM) gelirdi. İlgililer arasında paylaşılırdı. Doğan o günleri özlemiş olabilir. Avantanın böylesi görülmemişti.Paralar gizli dağıtılıyor hesap sorulmuyordu. Ahmet Doğan Sofya hükümetinin ve meclisin sorumluluk taşıyacak durumda olmadığını tespit etti. Topyekün çöküşü kabul etti. Devlet kurumlarının çalışmadığını da kabul etti. Aynı zamanda HÖH partisinin de yolunu tamamen şaşırmış olduğunu gizleyemedi. Türklerin isim, Türk kimliği, din, hak, hukuk ve adalet davasıyla da hiçbir ilişkisi olmadığını, 13 Aralıkta dünyaya gelen ilk torununa Admir adını vermesi de yeniden kanıtladı. Bu vesileyle o “koltuk değneği” olduğu soyguncu “elitten” 100 kişiye 100 000 levalık ziyafet verirken, öksüz çocuklara birer bonbon bile göndermedi. Kendini unuttu. Çocukluğunu, süründüğünü, zavallı halini tamamen unuttu. “Program hükümeti” meclis içindeki partilerden seçilecekmiş. Son nefesini alan, kürsü kavgasından başkaldıramayan, Avrupa’nın en işe yaramayan yasalarını bir yerlerden alıp Bulgar meclisine onaylatmak için ayak direyen bu parlamenter elitten yeni bir hükümet çıksa da ne olu ne değişir? Doğan Şubat ayında GERB’in hem iktidar hem de parti, hem de meclis grubu olarak tarih çöplüğüne atılmasından neden korkuyor. “Program Hükümeti” emri Moskova’dan mı geldi dersiniz. Bunu Cumhurbaşkanı Radev mi istiyor? Radev’in nüfusu gün geçtikçe azalıyor. 2017 yılının başında halkın % 70’i tarafından destekleniyordu, 2018 başında bu oran % 60 düştü, şimdi de % 52’ye inmiş. “Program hükümetini” kim seçecek? Başbakan’ı kim gösterecek? Çünkü 27 Ocak 2017 tarihi ile 3 Mart 2017 günleri arasında Bulgaristan’ı Cumhurbaşkanı R.Radev tarafından seçilen Prof. Ognyan Gercikov hükümeti yönetmişti. 26 Mart 2017’de yapılan erkek genel seçimleri, o gün başımıza gelenleri unutmamız mümkün olabilir mi? Milliyetçiler, Karakaçanlar, Siderovlar, Simyonovlar, Cambazkiler ve onların mayasından olan ırkçı Bulgar milliyetçileri Kapı Kule sınır kapısına yığıldılar. Seçmen dolu otobüslerimizi durdurdular, seçim bürolarını basarak, “Bularca yazacaksın” terörü uyguladılar, Türk partilerine verilen en az 100 000 oy çöpe atıldı. Doğan zorbalığı özlemiş olabilir… Doğan’ı konuşturanlar “azılı Türk düşmanları mıdır?” program hükümetinin süresi gelecek seçimlere (2020) kadar olacaksa dayanabilecek miyiz? Aslında camilerde Türkçe konuşulmasını, şerefeden ezan okunmasını ve dış ülkelerde eğitim alan din adamlarımızın diplomalarının Bulgaristan’da tanınmasını ve


106

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Diyanetimize dış kaynaklardan maddi yardımda bulunulmasını yasaklayan vs kanun önerisi de Gercikov’un “program hükümeti” tarafından hazırlanmıştı. Bu Türk düşmanı bir hükümetti. İş başına geleli 12 yasaya veto koyan Cumhurbaşkanı Radev, Türklerin hakları konusuna gelince niyetlerini gizlemiyor, elini taşın altına koymuyor. Doğan’ın Radev seçilirken (16 Kasım 2016) oylarımızla destek sağladığı bizi “koltuk değneği” olarak kullandığı unutulmamalıdır. Bunun karşısında kendisi Varna Isı Elektrik Santralı masalıyla yılda 30 milyon levaya oturdu, oy veren Hasan dayı sümüğünü çekmeye devam ediyor. Bu gidişe son verilmelidir. Yeni oyunlara kurban olamayız. Bulgaristan’da hiçbir konuda, hiçbir yerde sorumluluk olmadığı ortaya çıktı. Halkımıza 30 yıl yalan söylendiğini itiraf edenler şerefliler sayılamaz, kabul edilemez. İşlenen suçlar af edilemez! Talandan hesap sorulmalıdır. Dolandırıcı hırsızla el kol sallayarak bundan öte sokak ölçemez. Buna yol verilmemelidir. Bir gün işe gitmeden saraylar, konaklar, en lüks “Mercedeslere” “Audilere”, “Yatlara” sahip olanlardan hesap sorulmalıdır. Bulgaristan’da Müslümanların Diyanetinin Tüm mal varlığına el koyanlara yeşil ışık yakılırken, Devlet bütçesinin 12 milyon leva “çöp” borcunu bir çırpıda silmesine meclis mali komisyonunda HÖH-milletvekilleri (Tsonev gibiler) de engel olunurken, Doğan’a her yıl 30 000 000 leva (otuz milyon leva) karşılıksız heybe verilmesine halkımız adına tahammülümüz yoktur. Korktular diyorum. Korktular. Halk uyandı. Çöplük kokusunu alan iktidar şerefsiz Doğan’ı bir deha gibi göstererek “oligarşinin, iktidarın, elitin, faşistlerin koltuk değneği olmaya” razı etti. Bu kabul edilir bir durum değildir. Bu defa bütün katil, soyguncu ve dalaverecilerin hepsini korumasını ve Türklere ve Müslümanlara karşı baskılara devam edilmesinde ısrar ediyorlar. Bu siyaset çizgisinin geleceği yoktur. Fakirler daha fazla yoksullaşmak istemiyor, şerefsizlere destek vermek istemiyorlar ve rejim değişikliğinde birleşmeye hazırlığımız devam ediyor. Doğan mevsimi geçmiş bir bostan korkuluğudur.


Makale ve Analizler - 2018

107

Biz Türkler Yenilmedik

Tarih: 22 Aralık 2018 Yazan: Raziye ÇAKIR Konu: Zulüm volkanının fışkırdığı 1984 Aralığını asla unutmadık. Biz Bulgaristan’daki Müslümanlar 24 Aralık 1984 gecesi Güney Doğu Rodoplar’ın Kırca Ali İline bağlı Mleçino (Sütkesi) ardından 26.12.1984’te Benkovski belediyesi Türk köylerine silahlı jandarma, asker ve bereli saldırısıyla başladı. Bulgarlar isim ve Türk Kimliği değiştirme ve Müslümanlığımızı zorla unutturma saldırı kampanyası, şehit ve yaralılarımızı, evde köyde, sürgünde ve toplama kamplarında gördüğümüz çileyi, zorla parçalanmamızı, güç kullanarak Vatanımızdan, toprağımızdan kovulmamızı asla unutmadık ve unutmayacağız. Hiçbir zaman unutmayacağız – unutturmayacağız. Bulgaristan’da her yıl “Türkan Çeşme” mitingleri düzenliyoruz. Mestanlı Şehitler Andı önünde toplanıp Türklüğümüz yeminini yeniliyoruz. Totaliter terörle mücadelemizi anma törenlerimiz memleketimizi baştanbaşa dolaşıyor. Yiğitlerimizin mezarına çiçek ve çelenk koyuyor, dua ediyor, Mevlit dinliyoruz. Çocuklar şiir okuyor. Davamızı genç kuşaklara devrediyoruz. Adına hak ve özgürlüklerimiz uğruna mücadele dediğimiz kutsal başkaldırımız 1878’den beri süregelen Türk ve İslam düşmanlığına karşı biçimlendi ve güç topladı. 1878’de sona eren Rusya ile Osmanlı imparatorlukları arasındaki büyük savaş Osmanlının Balkan topraklarında – Bulgaristan’da cereyan etmişti. Gerçeği söylemek gerekirse Ruslar bu kanlı savaştan hiçbir şey elde edemediler. Tuna boyu eyaletlerini Osmanlı’dan koparan ve Bulgar Prensliği kurulmasına yol açan Berlin Konferansı, ne yazık ki, bu güzelim topraklarda insan kardeşliğine, dostluklara ve iyi komşuluklara mezar kazdı. Osmanlı’da uyanan Bulgar milleti bilincinden bir halk ve millet doğmadı. Tek dilli, tek kültürlü ve tek milletli devlet kurmaya özenen poturlu entelektüel Bulgarlar ve kurdukları partiler bir MİLLİ BİLİNÇ doğuramadı. Çünkü bir milli bilincin doğabilmesi ve egemen olması için önce bir Bulgar milletin oluşması gerekirdi ki, bu da olmadı.


108

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Şöyle de diyebiliriz. Bulgarlar kendi özgün milli bilinçlerini oluşturmadan, ülkemizde yaşayan etnik azınlıklarla asla kaynaşamazlar. Böyle bir yakınlaşma bile olanaklı kabul edilemez. Osmanlı bağrında yaşanan Bulgar uyanış ve Bulgarların bir milliyet (narodnost) olarak biçimlenme devrini araştıran ve yazan, Prof. Nikolay Gençev’in “Osmanlı olmasaydı, biz bir oluşmamış milliyet ve soy kalıntıları olarak eriyip gidecektik, yok olacaktık, dilimizi hatırlayamayacaktık, yazımızı unutmuş olacaktık, dinimiz kayıplara karışmış olacaktı fikri dikkate değerdir.” Bulgar okulları, halk kültürü merkezleri hep Osmanlıda ve Osmanlı devletinin yardımlarıyla meydana gelmiştir. Bulgarlar kendi dillerinde dua ettikleri kiliseye Osmanlıda girmişlerdir, kilise ve manastır vakıflarına toprağı, araç gereci, özgürlüğü Osmanlı devleti tanımıştır. Ve Osmanlı’dan çok sancılı ayrılış sürecinin sadece 140 yıl önce olduğu ve bu yıllarda bir defa Rus İmparatorluğu ve ikincisi de Alman Nazi diktatörlüğü tarafından 2 kez adamakıllı soyulan, İkinci Dünya Savaşında İngiliz ve Amerika tarafından havadan bombalandığı hatırlandıkça gerçekler görülebiliyor. Her 2 savaştan sonra Yunanlara ve Sırplara savaş tazminatı ödemek zorunda bırakıldık. Bu gerçekleri bilenler bu günkü durumumuzu daha kolay anlayabiliyorlar. Bizler bu ağır 140 yılda biz Bulgaristan Müslümanları Bulgaristan’da yaşadık. Bizi sırtında yük gören Bulgar devleti hepimizi defalarca göçe zorladı. En büyük göçler 1878’de, 1913’te, 1950-51’de, 1968-74-78 yılları arasında ve 1989’da oldu. Şu da var.tabi ki, 1990’dan sonra da 300 bin Bulgaristanlı Müslüman Batı Avrupa’da gurbetçilik yapıyor. İşte bu ağır koşullarda, Osmanlıdan milliyet olarak ayrılan Bulgarlardan bir Bulgar milleti (ulus), bir Bulgar halkı oluşamadı. Oluşmuş olsaydı başımıza gelenlerin hiç biri yaşanmayacaktı. Durum sakattır. 1934’te ihtilalden sonra Ulahların Ortodoks kiliselerinde isimlerinin Bulgarlaştırılması yaşandı. Ardından Pomak kardeşlerimize karşı da uyguladılar. Pomaklar, Ulahlar Bulgar olmadılar, 2017’den beri Vidin, Vratsa ve Montana illeri hukuksal otonomi istiyor. Entegre olmadılar. 1946’da Makedonlara Bulgar kimliği dağıtıldı. Pirin yöresinde Struuma ırmağı (Kara Su) boyunda yaşayan bu azınlık Makedon dilinden ve kültüründen vaz geçmedi. Azınlık statüsü ve kültürel otonomi için mücadele ediyor. Gelişime açılan Makedon Bulgaristan


Makale ve Analizler - 2018

109

ilişkilerinde çok aktif rol oynuyor. Kendilerini Kuzey Makedon Cumhuriyeti nüfusundan görüyorlar. Okullarda Makedon dilinde eğitim için direniyorlar. Demek oluyor ki onlar da Bulgarlaşmamışlar. 1962’de Çingenelerin ve Hakraların isimlerinin değiştirilmesi yaşandı. Onların birçok olan etnik sözlü dillerinden ve kültürlerinden, sürünerek yaşadıkları Getto yaşantısından vaz geçmedikleri ortadadır. Evde, sokakta ve işte Çingenece konuşuyorlar. Yunanistan’a gidip bebe sattılar ama “Geçiş Dönemi” adlı rezilliği zor zar atlattılar. Bulgar sanat ve kültürünü benimsemedikleri gibi, yok sayıyorlar, Bulgarca okuma yazmaya karşı direniyorlar. Kültürel varlıklarını müzik dünyalarına kilitlemişler, geleneksel yaşayış tarzlarında var olmaya devam ediyorlar. Devletin tarımdan ve sanayi sektöründen çekilmesiyle boş kalan kırlarda ve sanayi bölgelerinde çöpçülük yaparak yaşam törpülüyorlar. Kentlerin bit pazar ve çarşılarına doldular. Çöp tenekeleri ve çöplükleri geçim kaynağı demirbaşı ettiler. Bulgar devletinin Çingenelerle bütünleşme, kaynaşma, entegre olma ve onları asimile etme kavgasında, hayat Çingene kanının daha koyu, Çingene nefesinin de daha keskin olduğunu kanıtladı. Bulgar olmayı kabul etmeyen Çingene soy, boy ve kafileleri bildikleri geleneksel yaşam tarzını Bulgar isimleriyle büyük bir tutuculukla sürdürüyorlar. Sayıları 600-800 bin olan Müslüman Çingeneler, Türk Çingeneleri (millet) yukardakilerden farklı bir yaşam sürüyor ve Türk inanç ve kültürüne kayıyor. Bu sosyal, kültürel ve etnik toplulukluklardan her biri bir azınlık durumunda ve bütünleşmeye yanaşma eğilimi göstermiyor, kenarda kalıyor, Avrupa’ya kaçıyor. 1972-73’te tekrar Müslüman Pomakların isim ve dinlerinin değiştirilmesi ve 1984’te Türklerin isim, dil, din, kültür, medeniyet ve yaşam tarzının tüm oluşturucu öğeleri olan töreden, evlenmeden boşanmaya, sofrada kaşık tutmaya, oturup kalkmaya, giyim kuşama kadar her şeylerinin Bulgarlaştırılması zorbalığı tutmadı. Azınlıklarımızdan hiç biri yenilmedi ve etnik kimlik ve kültürlerini, ibadet ettikleri dinlerine göre yaşamaya devam ettiler. Baskıya ve teröre katlandılar. Bu zorlu gelişmenin bir asır boyunca devam etmesi ve 1989 sonunda Pomakları, Türklerin ve Müslüman Çingeneleri isimlerinin ve din haklarının geri verilmesi zorla Bulgar milleri yaratma zorbalığına ve toplumsal suniliğin başarı vermediğini kanıtladı. Bu baskıcı uygulamayı Tatarlar, Çerkezler ve Gagavuzlar da bunları yaşadı.


110

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu yıllar Bulgaristan’da yaşayan azınlıklar arasında milli bilinci, kültürü, sımsıkı tutundukları bir hayat tarzı olan ve uygarlık taşıyıcısı olan en güçlü kesimin Türkler olduğunu ortaya koydu. Paylaşıcı olan Türkler, Müslüman Pomak, Çingene, Tatar, Çerkez ve Gagavuzları kanat altına almaktan geri durmadı. Osmanlı döneminde 2 353 camisi, medrese ve okulu, ibadethanesi, hamamı, çeşmesi, türbesi, evi, köyü, kentlerde semti veya mahallesi, üretim tarzı vs olan ve gelenekleri yerleşmiş olan Türkler, Bulgar devletine rağmen toplumun omurgasını oluşturdular. Öyle ki yoğun göçe zorlama, itip kakma, sürekli zorlama ve kimliksizleştirme zorbalığı, hayatın her dalında sinsilik ve sönmeyen bir düşmanlık, göçler ve budama olmasa, Türk azınlık Bulgaristan Türk Millerini ve Halkını artık oluşturmuş ve kendini dünyaya tanıtmış olacaktı. Bundan 34 yıl önce Süütkesiğin’de (Mleçino), Kirli (Benkovski) ve Rodoplardan Tuna boylarında, Gerlovo, Dobruca, Deliorman, Trakya’da, her Türk köyünde, her Türk’ün bulunduğu yaşadığı bu feci ve yüz karası olaylar aslında Bulgarların olgun bir milliyet, millet ve halk olamadığını tüm dünyaya gösterdi. Bu gerçek Bulgar devletinin hayatın her dalında ülkedeki azınlıklardan daha zayıf, alternatifsiz ve çaresiz olduğunu ortaya koydu. Kuşkusuz 140 yıldan beri devletsiz yaşayan Bulgaristanlı azınlıklar insan haklarından, azınlık hak ve özgürlüklerinden uzak, adaletsiz ve derin dondurucuya kilitlenmiş bir demokrasi koşullarında çok ağır yaşadılar. Bulgar kültürünü kabul etmezken, dünya kültürel teknik atılımlarından, kendi medeniyetleri olan İslam Medeniyetinden ve Avrupa’nın medeniyet benzetmelerinden uzak kaldılar. Azınlıklar onları ilgilendirmeyen bir manevi dünyaya atıldılar. Orada eritilmek ve kaynatılmak isteseler de çözülmediler. Bu devlet rejimlerinin adı faşizm ve totalirarizimdi, uygulanan baskı ve terördü. Kabul etmediler. 34 yıl önce yaşanan ve Türkan kızımız gibi 17 aylık bebelerimizin de canına kıyan acı gerçekler, Bulgarların Türklerinin, Müslümanların ve İslam medeniyetinin öncülüğünü, yaratıcı gücünü kabul etmeyenlerin bir kanlı ölümcül saldırısıydı. Bu kedini aidiyet ve kültürler arası bir kapışmaydı. İsim, dil, din ve diğer yasaklanan unsurlar medeniyet ve kültürümüzün oluşturucu öğeleri olduğundan dolayı bize ateş açıldı. Dilimiz ve dinimiz yasaklandı. Hedefte Türk kimliği vardı.


Makale ve Analizler - 2018

111

Bu vahşette mezar kazan Bulgarlar Komünist Sistem oldu. Aslında başkasının değil, kendi mezarlarını kazmışlardır ki, 2 milyon Bulgar’ın millet ve halk olamama acısını dış dünyaya kaçarak unutmak istediğine şahidiz. Katillerin cezalandırılmaması onları huzura kavuşturmadı. Bu feci gerçek, Bulgar unsuru içinde bir kanser halindedir. Ahmet Doğan gibi hainlerse bu olumsuz kanser oluşumunun terini almakla, geçindiler. Bulgarların kendileri için kazdıkları mezarın üstüne kereste dizdiler ve 30 yıldan beri içinde ceset olmayan bu mezarı suluyor ve üzerine yanlarına çiçek dikiyorlar, çelenk taşıyorlar. Bu çok acı bir gerçektir. Sahte bir dünyada yaşayan insanların geleceği ve cenneti olmaz. Anma mitinglerimiz politik niteliklidir. Mitinglerimizi, yeminimizi ve yaşadığımız acıları küçümseyenler bizden sayılmamalıdır. Şehitlerimizin yattığı yer nur olsun. Can verdikleri dava omuzlarımızdadır. Okuduğunuz için teşekkür ederim. Dostlarınızla Paylaşınız lütfen.


112

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2018

113

Adım Adım Bir Büyük Devletin Ve Liderinin Doğuşu

Tarih: 22 12 2018 Yazan: Rafet Ulutürk Konu:NATO üyesi Türkiye’nin bağımsız dış politikası ve Balkanlarda yeni perspektif. 2018 yılının bu son günlerinde dünyayı adeta şaşkına çeviren Amerika’nın Suriye’den çekilmesi kararından da anlaşılacağı gibi, Türkiye Cumhuriyetinin izlediği milli dış siyaset başarıdan başarıya koşmaktadır ve bu yeni politik hareket dünyada da ilgi ile takip edilmektedir. Türk milli siyaset gemisinin dümeninde dünya politika sahnesinin en tecrübeli aktörlerinden biri olan Başkan Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN bulunuyor. Atılan her adımda sahaya başarı olarak yansıyan önü açık bu yeni siyasi çizginin mücadele alanı Yakın Doğu, siyaset alanı ise bütün dünyadır. Yakın Doğu’nun dünya güç çekişmesinin ana merkezi haline dönüşmesi, 1990 “Körfez Savaşından” sonrasında oldu. Dünyanın en büyük petrol rezervlerinden birine sahip Irak’ın ABD emperyalizminin hedefi haline gelmesi ve buranın işgal edilmesi son 40 yılın siyasi gündeminde belirleyici olmuştur. İkinci Dünya Savaşından sonra Vietnam ve Kamboçya’da yenilen, Afganistan’da çamura saplanan Amerika, Irak’ı ezerek ve bir milyon civarında çocuğu öksüz bırakarak zafer bayrağını dikmişti. 21.yüzyılın hemen başında, emperyalist yayılmacı siyasete dur diyen, 1 Mart (2003) teskeresini meclisinde onaylamayan Türkiye’de henüz iktidara yeni gelmiş AK parti iradesi ortaya çıkıyordu. Orta Doğuda yayılmacılığına gerekçe yaratan ABD İslami kardeşler, DEAŞ, PKK ve PYD ve daha elliden fazla terör örgütü kurup silahlandırmıştır. ABD ve diğer emperyalistlerin Irak’tan sonraki hedefi Türkiye’nin diğer komşusu Suriye olmuştur. Emperyalistler terör kartını yine sahaya sürdüler ve terör güçlerini Suriye’de topladılar. Ülke, demokrasi ve insan hakları adına işgal edildi. Emperyalist güçler 2010’daArap Baharı ateşini yaktılar. Yakın Doğu ve Kuzey Afrika’da hükumetler devirdiler. Tarihte görülmedik bir göç dalgasını kışkırttılar. Bu gelişmeler 1920’lerde başlayarak 20. Asır boyunca emperyalizm sömürgeciliğinden kurtulan bölge ülkelerinin yeniden sömürgeleşeceği anlamına geliyordu.


114

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bütün bunlar yaşanırken anti-emperyalist güçlerin kalesi haline gelen Türkiye Cumhuriyetini dize getirme planları da hazırlanmıştı. Nitekim 35 yıldan beri saldırıları kesilmeyen PKK teröristlerine, DEAŞ ve PYD kundakçıları da eklendi. Türkiye’ye karşı en sistematik ve sinsi saldırı ise, din maskesi altında örgütlenen NATO destekli FETÖ terör yapılanması tarafından 15 Temmuz 2016’da silahlı darbe girişimi başlatılması oldu. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın çağrılarına uyan Türkiye halkı, sokakları, meydanları, köprüleri, liman ve hava-alanlarına sahip çıkarak, darbecileri durdurdu, egemenlik, demokrasi ve Cumhuriyete sahip çıktı. Birinci istiklal savaşını Gazi Mustafa Kemal Atatürk komutasında kazanan Türk milleti, ikinci istiklal mücadelesini de Türkiye Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan önderliğinde kazandı. Türkiye Devleti, halkı ile birlikte Yakın Doğu’da ve Arap Dünyasında başarılı olan yıkıma dur dedi ve çöküşü önledi. Bir süre sonra hainler su yüzüne çıktıkça, bütün bu silahlı darbelerin emperyalist devletler tarafından kışkırtıldığı ve desteklendiği aşikar oldu. 2016’da yaşanan FETÖ-NATO’cu darbe teşebbüsünden sonra, Türkiye’nin Yakın Doğu siyaseti daha kararlı oldu ve kesinleşti. Emperyalist finans çevrelerinin Gezi olayları düzenleyerek, döviz kuruyla oynayarak, dost Rusya ile arasını açmak için CU-24 savaş uçağını düşürüp Rus Büyükelçisi Karpov’u Türkiye’de öldürtmesi de beklenen sonuçları vermedi. İran’la iyi komşuluk ve işbirliği ilişkilerinin de bozulmaması başarısızlıklar zincirini biraz daha uzattı. ABD Başkanı Tramp tarafından yönlendirilen ABD’nin dünya siyaseti, halkların yükselttiği çıtayı atlayamaz oldu. Türkiye’de, devleti yıkmayı ve ülkeyi parçalamayı deneyen FETÖ-NATO darbe girişiminin akamete uğratılmasıyla, ava giderken avlandılar. Bu muhteşem başarı, son 15 yılda Yakın Doğu’da egemen olan TEK KUTUPLU – ABD merkezli – terör siyasetine büyük darbe vurmuş oldu. Uluslararası teröre karşı mücadelede müttefik olan Türkiye, Rusya ve İran’ın Kazakistan-Astana süreciyle attıkları kararlı adımlar, bu tek kutuplu dünya siyasetini ortadan çatlatmış oldu ve dünyada güçler dengesine yeni bir fırsat doğurdu. Amerika’nın dış ülkelerdeki 160 askeri üssü – bunlardan üçü Bulgaristan’da bulunuyor – kapsamında Suriye’ye 5 bin TIR ve 3 bin uçak yükü silah ve mühimmat yığması, Suudi Arabistan’a 400 milyar Dolarlık ağır silah, radar sistemleri, uçak ve füze vermeyi taahhüt etmesi, tek kutuplu dünya siyasetini ayakta tutmaya yetmedi. Yüzyılın ilk 20 yılında meydana gelen en büyük olay budur. Yeni dünyanın yeni kutbunda Türkiye, Rusya ve İran yer aldı. Bu, çok büyük bir zafer ve emperyalizmin sahada geriletilmesidir.


Makale ve Analizler - 2018

115

ABD askerlerinin – 5 bin kişi – Suriye’den geri çekilmesi ve yığılan silahların geri toplanması kararı, bu zaferin önemli bir parçası oldu. Dünya politikasında yaşanan bu yeni dengede Türkiye Cumhuriyeti’nin, TSK’nin ve büyük lider Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın etkisini belirtmek vicdani bir borçtur. NATO içinde 2. büyük güç olan Türkiye’nin Yakın Doğu konusunda bağımsız-tarafsız, yalnız milli menfaatlerini savunan barışçıl ve oyun kurucu bir siyaset izlemesi, düşmanların tuzak ve planlarını bozmuş, kundakçıterörist unsurları dehşete düşürmüştür. Mısır’daki Firavun mezarlarından daha derin hendekler kazan PKK, DAYEŞ, PYD ve diğer teröristlerin kurtuluşu olmadığını dünya görmüş ve bölgede teröristlerden zulüm gören masum yerli halk Türk ordusunun yolunu bekler olmuştur. Türk askerlerinin “Barış Harekâtı”, “Zeytin Dalı”,” Kandil” ve son olarak “Fıratın doğusuna” yönelik barış operasyonlarından ders almayan barış düşmanları, derin derin düşünmeye başlamışlardır. 2018’den ders almayanların geleceği karanlıktır. Kazdıkları hendeklerin mezarları olacağı açıktır. Amerika, Yakın Doğu’da yenilgisini 40 yıl sonra kabul etti. Saldırı siyasetinin mimarı Pentagon şefi Mattis görevinden alındı. Amerika böylece Türkiye Suriye sınırında boydan boya geniş bir güvenlik bölge planına onay vermiş olurken, teröristlerle hesaplaşmaya, Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunmasına da olumlu baktı. PKK ve diğer terör örgütleri de “Amerika sattın bizi “çığlıkları atmaya başladılar. ABD emperyalistlerinin Büyük Orta Doğu Projesinin çöküşü de doğrulanmış oldu. Bu son çeklime ile Yakın Doğu’da yeni bir sayfa açılmıştır. Türk Silahlı Küvetlerinin terör güçleri ile savaşırken sahada ABD gücü olmayacak, kurtarılan bölgelerde barış ve huzur tesis edilecektir. Bu aynı zamanda Türkiye Başkanı Sayın Erdoğan’ın büyük bir diplomatik başarısıdır. Diplomaside yeni adımlar ise dünya dengesini değiştiren 3 müttefikin Moskova zirvesinde atılacaktır. Türkiye terör ve terörist ile savaşırken Bulgaristan kimin yanında? Bu yeni küresel bölünmede Bulgaristan diplomasisi ne yazık ki İsrail ve Suudi Arabistan yanında yer almayı seçmiştir. Bulgar siyasiler, Türkiye’nin sınırlarında durdurduğu ve Bulgaristan’a, dolayısıyla Avrupa Birliği ülkelerine geçmek isteyenleri engellediği sığınmacı, savaş kaçağı, göçmen kafilelerinin durdurulmasına sağlanan yardımlara nasıl teşekkür edeceğini bu defa da bilemedi.


116

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Türkiye’nin artık eski Türkiye olmadığını dünya gördü. Dünya, Yakın Doğu’da terörist düşmanı kendi silah ve mühimmatıyla yok edebilen bir TSK gücünden söz ediyor. Fırat’ın Kuzeyi ve Membiç zaferlerini müjdelemek isteyenler çoğalıyor. Terörist çiftliklerinin Türkiye’de değil, Suudi Arabistan gibi terörü destekleyen Arap ülkelerinde ve Batı Avrupa merkezlerinde bulunduğunu görmeyen kalmadı. Türkiye Müslümanlarının hoşgörü, barış ve güvenlik kararlılığı büyük bir Türkiye özlemini oraya çıkarıyor. Çok yakın bir gelecekte ve belki daha 2019’da Türkiye vatandaşlarına Avrupa Birliği ülkelerini istedikleri zaman vizesiz seyahat olanakları sunulacağına, Türkiye’nin AB tam üyeliği ile daha fazla gümrük kolaylıklarına, Bulgar sınır kapılarındaki 20 km uzun TIR kuyruklarının tamamen kalkacağına inanılıyor. Artık Türkiye’nin değil AB’nin öneride bulunacağı görünüyor. Dünya’ya ilahi adaletin geleceğine inanıyor. 21. Yüzyılda dünya tamamen değişecektir. Bu değişimin Balkan coğrafyasına yansıması kaçınılmazdır. Tarihte üç asır huzur ortamını yaşayan, barışın üstünlüğü, hoşgörü ve iyi komşuluk destanları yazılan Balkanlarda yepyeni rüzgârlar eseceğine inanıyorum. Osmanlı’nın derin izleri boş kalamaz, Türkiye Cumhuriyeti Yakın Doğu’da barış sağladığı gibi,bunu Balkanlarda da yapmak zorundadır. Yapacaktır da… Yeni yıl kutlamalarında dostça kadeh kaldıran insanlar, ertesi gün birbirlerine kıymak için yaşamak istemiyor. Bölgesel büyük devletlerin gölgesinde herkese yer olacağına inanıyorum. Artık herkes bir diğer halklarla birlikte yaşamasını öğrenmesi gerektiğini anlamalıdır. Bulgaristan’da 24 Aralık şehitlerimizi anma törenlerine katılanları selamlıyorum. Gelecek bizimdir. İlahi adalet Türkiye’nin tarafındadır. Feci olayların tekrar etmesine bir daha fırsat verilmeyeceğini herkes anlamış durumdadır. Gelecek, birlikte yaşamayı bilenlerindir. Gelecek, dostları ile birlikte Türklerindir. Yeni yılda dava arkadaşlarıma, tüm soydaşlara ve Bulgaristan’daki kardeşlerime sağlıklı, mutlu ve barış içinde bir dünya temenni ederken, bunların gerçekleşmesi için herkesin çalışması gerektiğinin bilinmesini arzu etmekteyiz. Dünya gücü bilinen bir ülkede yaşamanın mutluluğu hepimizi mutlu edecektir. En iyi dileklerimi kabul edin ve Lütfen dostlarınızla paylaşınız.


Makale ve Analizler - 2018

117

30 Yılda Ayağımızdaki Dikeni Çıkaramadık Tarih. 23 Aralık 2018 Yazan. Şakir Arslantaş Konu: 30 yılda ayağımızdaki dikeni çıkaramadık

Çocukluğumuzda tütün tarlalarında sarıdiken batardı ayağımıza, çıkarmak istesek de çıkaramazdık çünkü göremezdik dikeni ve görebilsek bile o zaman ucuna takılıp çekince çıkaracak iğne yoktu. Ne var ki bizim 1989/90’da ayağımıza batan diken ne sarıdikendi ne de biz dikenin tam nereye battığını tespit edebildik. Batan bizim daha önce görmediğimiz bir dikendi ve hiç beklemediğimiz bir yere, ökçemizdeki mayasıl çatlağının içine batmıştı. Bastıkça zonklayan mayasıl bize dikenin ek sızısını sanki fark ettirmedi. O günlerden bu güne yılar geçti. Kuşak değişti. Ölenler, sızıları beraberimizde götürüyoruz bilinciyle gittiler. Ökçemiz sızlamasa da toplumumuz baştanbaşa sızlamaya devam etti. Bulgaristan’ın 2018 tablosu kapkara. 1972’de de zifiri karaydı. 1984’ün Bocuk gecesinde de güneş batımından 1 saat sonra sönen tüm ışıklar 6 yıl yanmadı. Hiçbir konuda hiçbir zaman aldatılabilmemizin mümkün olmadığını sezen hayatı, toplumu ve umudu karartma ustası Bulgar polisi “DS” ökçe çatlağına diken ekerken bu sızının 30-40 sene süreceğini biliyordu. Bugün “DS” yok. Sözde dağıldı. Ötede beride kravatlı ve tıraşlı gezen eski ajanlar yalan demokrasi boyunca kapkara şakıyan Bulgar tablosunun tozunu almaya devam ediyorlar. Bu sadık ajanların arasında en sağdık olduğunu kanıtlamak için 1979’da “DS” de verdiği yazılı ihbarlarından birinde, Birinci Şube Yönetiminin raporlarında kaydı geçer, ajan “Sergey” – Ahmet Doğan şöyle demişti: “Gizli polis “DS” tarafından şahsıma verilen her ödevi yerine getirmeye hazırım. Ülküme (DC) ihanet etmem gerektiğini fark ettiğimde, hayatıma son vermeye hazırım.” Şükür diyenler de az değil, Ahmet Doğan bu güne kadar özüne ihanet etmedi. Yine 1979 yılında o Marksist-Leninist felsefe ve Komünist ideoloji ile ömrünün sonuna kadar bağlandığını itiraf etti. “Ben” demişti o zaman o, “DS” –polis organlarıyla kan bağıyla bağlıyım, şerefliyim ve bu güçten asla kopmam. “


118

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Sonu sonunda A. Doğan BKP üyesi olamadı. Yani komünist değildi. “DS” ise bir gizli polis örgütü olarak, BKP’nin sadece bir organıydı. İşine baksa ve insanların ismiyle, diniyle, Kimliği vs ile meşgul olmasa ve işine bağımsız ve tarafsız bir organ olarak baksa, kimsenin hayatı karışmayacak, bu kadar kan akmayacak ve kurban verilmeyecekti. Ne var ki Bulgaristan’daki Marksizim-Leninizm sanki maddeci bir felsefe değilmişti. Marks ile Engels’in 153 ciltlik eser yazmıştı. Bizde yalnız 56 cildi Bulgraca’laştırıldı. Almanca olan orijinalleri de bir yerde satılmıyordu. Lenin’in eserlerinden “hümanizm”, “insan hakları”, “devlet yapılanmasında sivil örgütlerin yeri” , “emekçilerin kolektif hakları”, “seçenin seçilenden hesap sorma hakkı” ve onlarca başka esas tezler tercüme edilmemiş, ayrı el kitapçıkları halinde satılmıyordu. Dahası da var. Marks 1877/78 Savaşında saldırıya uğrayan Osmanlıyı haklı buluyor, savunma savaşı verdiğini belirtiyor, Rus Çarı II. Aleksandır’a ise saldırgan katil diyordu. 1990’dan önce Ahmet Doğan’ı tanıyanlar sadece “DS” subaylarıydı. Fakat artık buharlaşan sosyalizmde, siyasi iktidarın dışında, ekonomik ve mali iktidar olduğu için, Doğan “doymak bilmez bir ahlaksız ve açgözlü tip” olduğundan dolayı, kendi çıkarlarını her şeyin üzerinde tutan ve ceplerini doldurmaya çalışan biri olarak, o günlerin “maddeci idealisti” ve geleceğin “kapitalisti” olabilirdi. Oldu da. Bulgar toplumu bir “DS” ajanının bugün bedavadan yiyip içirilmesine, bedavadan “saraylarda” yaşanmasına ve korunmasına akıl erdirmede zorluk çekiyor ve şu kara kaya kaldırılsa da altındaki sırrı bir görsek diyor. Maaşı her vatandaştan her yıl toplanan 1 leva başla ödenen Prens ve Çar Ferdinand’a bile “Baraj” hediye edilmemiş ne de “Varna Isı Elektrik Santrali” gibi bir tesis heybe edilerek yılda 34 bin leva verilmesi kararı alınmıştır. Bu işin içinde bir kurt yeniği olsa gerek. Olmasa, Bulgar milliyetçi, ırkçı iktidarı itiraz eder, ayyuka kalkardı… Hak ve Özgürlükler Partisinin kurulması da bir oyundu. HÖH partisinin kurulması planını çizenler, yukarıda işaret ettiğim, ökçe çatlağına dikeni batıranlardır. Ahmet’i Pazarcık Hapishanesinden 22 Aralık 1989’da salıverdiler. O, 13 gün sonra (04 Ocak 1990) HÖH partisinin Varna’da kurduğunu açıkladı. Yani o tarihte, çok karışık, keşmekeş bir ortamda, Bulgaristan Müslümanları isim ve din haklarının iade edildiğine sevinirken, düşmanlarımız ise kudururken, bütün Müslüman topluluğun ayak topuğundaki çatlağı eşek dikeninde büyük bir diken batırıldığı ki, çıkar çıkarabilirsen, ayıkla pirincin taşını ayıklaya bilirsin.


Makale ve Analizler - 2018

119

1972’den beri mücadele yollarınca yürüye yürüye ayağımız gerçekten çatlamıştı, içeride sırtımız kirden kap tutmuştu, mehlem sürdürmek için uzatmıştık ayağımızı ve 21. Yüzyılın en kötü olayı başımıza geldi. Dizli devlet (DS) yetiştirdiği yeminli haini başımıza Çoban dikti. O zaman Varna’da kurulmuş bir parti de yoktu. Hepsi yalan… Kurucuların hepsi ajan, şeref… teki ve dolandırıcının da ta kendisi, yeminli yalancı olduğu için gerçekleri anlatmadılar, gizlediler, samimiyetsizlikleri Türkiye’ye gittiklerinde de sürdü. Yeni partinin Milli Kurucu Konferansı 26 – 27 Mart 1990 tarihlerinde Sofya’da çağrıldı. Bu parti, bugün yerinde yeller estiği iddia edilen “DS”’ye parti kuruculuğuna ilişkin gerekli hazırlıkları görmesinde yeterli oldu. “DS”nin amacı bir GETTO partisi kurmaktı. Getto Güney Afrika Cumhuriyetinde siyah derililerin yaşadığı kapalı alanların adıydı. Biz bu durumu yazılarımızda Müslümanlar – Türkleri sayaya kapandı benzetmesiyle anlattık. “Bulgar Etnik Modelini” geliştirenleri eleştirdik. “DS” nin izlediği hedeflerden biri Müslümanların o zaman artık kanatlanan Demokratik Güçler Birliği’ne (CDC) yaklaşmalarını, birlik kurmalarını ve onlarla kaynaşmalarını önlemekti. 45 yıllık bir aradan sonra 1990’da yapılacak ilk demokratik seçimde Müslümanları ayrı bir gettoda toplamayı düşünen BKP (BSP), bunun yapılmasını gizli polise emretmişti ve uygulama A. Doğan eliyle yapıldı. Demokratik Güçler “Herkes komünistlere karşıdır!” sloganını yükseltti. Fakat 370 bin Müslüman oyu bu bayrağın altına toplanamadı. İşte o an, HÖH partisinin BKP ve komünist istihbarat örgütü “DS” örgütüne hizmet etmek için kurulduğu gece karanlığında maytap (havayı fişek) gibi parlamıştı. Bu plana karşı çıkanların ağızına şekerli emzik verildi ve birer ikişer hareketten kovuldular. Sadık kalanların ise “kapitalist” yapılmasına gayret edildi. Yetiştirilen sahte iş adamı ve zengin tekdir ve adı “Ahmet Doğan” dır. Bu “kapitalist” günümüzde Kremline bağlı olup, gıdalanmaları da Bulgaristan’daki Moskova yemliğindendir. Şunu da ekleyelim. A.Doğan’ın üstünde mal mülk yoktur. Kendisine emirleri yerine getirdikçe “ saray ve köşkte kira ödemeden yaşa, yemen içmen bizden” denmiş ve iradesine ve günlük yaşamına ipotek konmuştur. 2015’ten beri Doğan’ın Yıl Başı arifesinde bir demeçle “ben hala yaşıyorum” demesi 3-5 gün için aktüel politik gündem oluyor. Yerli ırkçı faşistler bu olaya “boş balonun patlaması” dedi. GERB ile Sosyalistler birbirinin yüzüne bakmazken Doğanla ilgili “herkes baksın kendi işine” saptamasında birleştiler.


120

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

2018 demecinde Doğan ne istedi? Yeni erken genel seçim yapılmasın dedi. Bu olay onun sözde başkan Mustafa Karadayı’nın meclis konuşmalarına bile kulak vermediğini kanıtladı çünkü o her gün “erken seçim” manileri döktürüyor. Doğan halktan tamamen koptuğu için erken seçim istemiyor, seçmen görmek istemiyor, istek kabul etmiyor. “Program hükümeti” kurulmasını istedi. 1992’de böyle bir hükümet kurulmuştu. O zaman A.Doğan ve “DS”-li çetesinin lale devriydi. Hükümeti adına “Berov Kabinesi” demişlerdi. Prof. Lüben Berov’tan damaksız bir Başbakan bulmak zordu bu ülkede. Zaman kaybetmeden Bulgaristan’ı baştanbaşa soyma siyaseti uygulanmaya başlandı. Hükümet, Moskova’nın Bulgar ekonomisini ve maliyesini çökertme planına göre kurulmuş, tüm soygunu “Multi Grup” yönetiyordu. “Multi Grup” bir Holdingti. Mokova’nın “biz Doğan tarafındayız siz korkmayın” teminatından sonra kurulmuştu. Yönetimde Doğan söz sahibiydi. O zaman Moskova “multaklara” aman eski komünistlere, “DS” generallerine ve güvendiğimiz yoldaşların burnundan kıl düşmesin, ne yaparsanız yapın, hiç birinizden hesap sorulmayacak, demişti. Şimdi sızlamaya başlayan ve kazan kaldırılırsa korkusuyla uyuyamayan Vejdi Raşidov “Bulgaristan’da Baş Multak” ilan edilmişti. Zamanını dolduran ve pili biten Boyko Borisov ve aşırı milliyetçi, ırkçı ve faşist güçler hükümetinin usulca istifa etmesini isteyen Doğan, Meclisteki siyasi partilerin hepsinin katılımıyla birçok partili program hükumeti kurulmasını öneriyor. Tutmaz! Köprülerin altından çok su aktı! Yani sistem değişikliği, yoksulluğa son verilmesini, yeni seçim yapılmasını değil, 5-10 yıl iktidarda kalacak bir yeni program kabinesi kurulmasında ısrar ediyor. Halen bu saçmalığı destekleyen ses çıkmadı. Şimdiye kadar “seçim” diyen HÖH yönetimi de plak değiştiremedi. Hepsi “avantamız kesilirse” endişesine yeniktir … Doğan’ın “siyaseti belirleyen ekonomidir” sözleri, T.Jivkov’un “politikayı parası olan belirler…” sözlerine bağlandı ve ülkemizde siyasi tabakanın seçmenden ve halktan tamamen koptuğu, Avrupa Birliği mali program avantaları da bitince, durumu muhafaza edip, suyun çekilmesini bekleme kararı aldığı açıklandı. Ülkemizde kolu kazma kürek, eli kalem tutan, bilgisayarla çalışan, diploması olan, orta tabakayı temsil eden vatandaş kalmadı gibi. Herkes ekmek parası için Batıyı boyladı. Türkler de Türkiye’de… Ajan ve hain başı, “katille kurbanların” birleşmesini, ırkçı faşistlerle azınlıkların hak ve özgürlük kurbanlarını kaynaştırmaya, birleştirmeye çalışıyor; geçmişin unutulmasını, milletvekillerinin birbirini kucaklayıp öpmesini ve


Makale ve Analizler - 2018

121

Avrupa’ya ve Moskova’ya “her şey süt liman” haberi iletmek istiyor. Aslında bu yolda L. Mestan ondan bir adım ileri. “Türkan Çeşme” Şehirlerimizi Anma Mitingine gitmeyecekmiş. Moskova’dan yeni bir haber bekleniyor. Doğan, yeni duruma göre, 1984-1989 totaliter zülüm kurbanlarımızın aziz hatırası için dikilen anıt ve mezar taşlarının hepsini söküp “durum süt liman, artık miting yapılmayacak” demeyi kabul etmiş. Önemli olan “ekonomik ve mali dalavere kazanı” kaynasın… Şu da var parlamentodaki siyasi partiler sofra başında olduklarından, hiç biri, düne kadar porsiyonları paylaştıran benim” diyen Doğan’ın masasına oturmak ve “program hükümetine” el açmak istemiyor. Bu gelişmeler Doğan’ın siyasette “denge sağlayan benim” formülünün de artık işlemediğini gösteriyor. Yakına kadar “Türkçü” geçinen A.Doğan bugün artık sözde “yurtsever” ve “Rusçu” olduğunu gizlemez oldu. Avrupa Birliği’ne de düşmanca bakıyor. Çünkü AB vergi olmayan vatandaş ve korunan tabaka olmayacak, hukukun üstünlüğü bir an önce sağlanmalıdır açıklamalarında bulunurken şunları da kabul etmiyor. Bulgaristan Göçmen kabul etmeye yanaşmıyor. Bulgaristan AB’de imzaladığı antlaşmaları, insan hakları ve azınlık hakları anlaşmalarını ülkemizde uygulamıyor. Azınlık haklarını tanımıyor. Dil ve etnik kültür yasağını kaldırmıyor. Çingene düğünlerini, bayramlarını, at yarışlarını basmaya devam ediyor. Halk baskına dayanamayıp kalkışıyor. Siyasi model ve rejim değişikliği yapılmasına yanaşmıyor. Seçim yasasında istenen değişikleri uygulamıyor. Gurbetçilerin oylarını posta ile göndermesini kabul etmiyor. Dalavere düzenini sürdürüyor. Sosyal sorunlara çözüm bulamıyor. AB’nin en yoksun ülkesi kaldık ve kurtuluş yolları tamamen kapalı bulunuyor. Batı Balkanlarla ilgili izlenen siyasetten netice çıkmıyor. Vs. Bu durumda, sözlerim hemşerim Ahmet Doğan’adır: Düşün düşün işin b…. Bizimse ayağımızdaki diken hep aynı dikendir. Şık git siyasetten de halk insan gibi nefes alsın sıkıntılarından kurtulsun. Yeni yılınız kutlu ve mutlu olsun. Bizi 2019’da da izlemeye devam ediniz, asıl değişikler yeni yılda… En güzel günler sizin olsun. Paylaşmayı da unutmayınız


122

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

B U LT Ü R K F a a l i y e l e r i n d e n


Makale ve Analizler - 2018

123

Büyük Türkler

Tarih: 24 Aralık 2018 Yazan: Sevilcan YÜCE Konu: Hak ve Hürriyet Savaşçıları Ölümsüzdür. İnsanların onuru, büyüklüğü uğruna can verdikleri davada aldıkları yer ve gördükleri rolle ölçülür. Davamız, Milli Türk Kimliğini yaşatma davasıdır. Boyutları Türk Dünyası kadar büyüktür. Uğruna nice şehitler düşmüştür. Yattıkları yer cennet, ruhları aramızda, bizimle yaşıyor. Bu sabah – 24 Aralık 2018 tarihinde – Kırca Ali/ Eğridere (Ardino) / Süt-kesiği (Sütkesiği) Mleçino camiinde okunan mevlitle şehitlerimizin hepsi topluca anıldı. Kendilerine rahmet, yakınlarına ve Bulgaristan’da yaşayan Müslümanlara ve Türkiye Cumhuriyetindeki yakınlarımıza huzur ve sağlık dilendi. Doğu Rodoplar’da etraf belediyelerden, Bulgaristan’ın 2 927 Türk köyünü ve kasabalarımızı temsilen şahıslar, heyetler özel araçlarla “Türkan Çeşme”, Mestanlı, Raven, Nanovitsa anma törenlerine katılmaya, kahramanlık anıtlarımıza çiçek ve çelenkler koymaya, mitinglerde “Ne Mutlu Türküm Deneye!” anıtını bir daha toplu halde içmek amacıyla tören yerlerine yöneldiler. Bulgaristan’daki Türklerin 20. Yüzyıl ruhunu yansıtan şiirinde Karaoğlan şöyle demişti: Zaman bir balyoz gibi Vurur tarihinin örsüne Ben arada dövülen bir kara demirim Ben bir kara demirim Bin bir biçime girerim bir saniyede Çağının altında ve üstünde tarihin Yoğrularak hamur örneği Örsle çekiç arasındayım Geçerim kalıptan kalıba Yine de ne örsten yakınırım Ne tarihten usancım var


124

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Nankörlük de etmem çağıma Ben bir kara demirim Dövülürüm Eğrilirim Ama perçin olmaya değil Sonsuzluklara çekilecek gemilere Ray olmak için Yoğrulup girerim bin bir biçime Çağın balyozu altında Ve üstünde tarih denen örsün Türküsünü dinleyerek zaman emellerinin

Evet, biz bir kara demirdik. 20. Yüzyılın faşizmi ve totaliter komünizmi balyoz gibi indi ensemize ve bizi Bulgar yamasına perçinlemek istedi. 24 Aralık 1984 Ayaklanmamız bir Türk Ayaklanmasıydı. 6 yıl sonra 72 bin Türkün katıldığı büyük İsyanımızın için kıvılcımı bir provasıydı. Bize silah yöneten düşman totaliter devletti. İsimlerimizi ve Türk kimliğimizi değiştirmek, geçmişimizi ve geleceğimizi yasaklamak ve mezar taşı olmayan bir çukura gömmek için devlet terörü kullandı Balyoz olan bu devlet terörüydü. Örs ise vatan toprağımız, memleketimiz, yurt sevgimizdi. Karşımıza diktiği ise, silahlı asker, milis, kızıl bereli, sopacı serseri ve çaresizlikti. Bulgarlaştırmak istediği Rodop Dağlarında hiçbir zaman Bulgar yaşamamıştı. Dağ taş, dikenler, yamaçlar, doruklar, dere tepe, hayvan ve insanlar Türk’tü. Türküler, şarkılar, ağıtlar ve ezan sesi, burada ancak ve yalnız Türk yaşadığını anlatıyordu. Bizim tükenmez güç kaynaklarımız, dilimizdir. Türkçemizdir. İsimlerini vermemek için ayaklananlar eğitimli ve öğrenimli Türklerdi. Yürüyenler dua ediyor. Ruhlar birleşiyor ve asla yenilmez bir güç dünyaya geliyordu. Onlar bilinçliydiler. ”Türk doğduk Türk öleceğiz!” yemini içmişlerdi. Yürüyenler yediden yetmişe herkesti. İlk şehidimiz Türkan kız 17 aylık ve annesinin sırtında kundaktaydı. En önde gençler, onlarla birlikte gelinler, anneler, dedeler ve yürüyen çocuklardı. Yollara sığmayanlar buz tutmuş tütün tarlalarında adımlıyor, “Canımı veririm, ismimi, Türklüğümü vermem!” diye tempo tutuyorlardı: İşte şehitlerimiz:


Makale ve Analizler - 2018

125

Türkan kız, Mehmet Emin Mehmet, Mehmet Saraç, Hasan Salih Arnavut, Necip Osman, Sezgin Salih Karaömer, Ahmet Mehmet Buruk, Mustafa Bilal, Mehmet Emberli, İbrahim Çetin, Mustafa Emin İlyaz, Mustafa Ömer Osman, Efraim Salim Efraim, Münin Mustafa Ahmet, Turhan Basri İsmailoğlu, Halit Oğlu, Osman Bali Demir, Hasan Çakal, Mehmet Salih Lom, Necdet Adem, Orhan Adem ve daha yüzlerce ismi gizli kalan kardeşimiz. Kimlik kavgamız anlatmakla bitmez. Bir milyon göçe zorlanandan başka, 12 500 kardeşimizin tutuklanma, polis karakollarında sorgulanma, işkence odalarında başlarına gelenler, yargısız infazlar, öteye geçerken sınır tellerinde asılı kalanlar, sürgünde sürünenler, “Belen” ölüm kampı mağdurları, Eski Zara, Varna, Sliven, Pazarcık, Sofya hapishanelerinde yaşananlar, elsiz, kolsuz, bacaksız kalanlar, cesedi bulunamayanlar. Bu zulmün adı yoktu. Anlatılamaz! Yüzlerce okulun öğrencisiz, tarlaların boş, hayvanların başıboş kalışını ve kuşların bile bir daha buralara uğramayışını… Ve bunu yapanların kendisini “milletten” saymasına, yabancı dillerden çaldıkları sözlerle haklı olduklarını anlatma gayretlerine akıl erdirmek zor. En zor olan da, sürüngen olmak ve iki ayağı üstünde başı dik yürüyen ve gözleri ufka bakan, her sabah güneşin kendilerini gururla selamladığı insanları sürüngen olmaya zorlamaktı. Tarihlerinde dünya nimetlerine hiçbir şey katamamış bu zavallıların ellerindeki silahlarla Türk ruhunu esir alıp Türk Kimliğini değiştirmeyi denemesi ne kadar zavallı ve utanç verici bir hareketti. Birbirlerine rapor verdiler 1 253 bin Türkün elindeki kimliklerde yazılı isimlerini değiştirdik, mezar taşlarını yıktık, tüm Türk köylerine tankla, topla, zırhlı araçla girdik, her bir Türk hanesine çomak soktuk, Türk gibi nefes almalarını, Türk gibi öksürmelerini ve Türk gibi dik yürümelerini kesin yasakladık diye. Ne ki bize Türk gibi küfür etme de yetti. Şarkılarımızı türkülerimizi içimizden söyledik, şiirlerimizi dağlara okuduk, masallarımızı çocuklarımıza okuduk ve asla sürüngen olmadık. Köpeklerin havlayışı, kedilerin miyavlayışı ve bülbüllerin şarkıları ile derelerimizin senfonisi bizimleydi. Türk kokuyordu ve koktu doğa, çiçekler, Türkçe vızıldadı arılar ve düşmanı korkutan eşek dikenleri Türk dikenleri büyüttü. Ne de olsa çok derin bir sarsıntı yaşadık. Şair Bayram şöyle der: Karabasan Gözlerimi yitirdim Renkler kana boyandı ışık karıştığında Doruklar düzlüğe dönüştü Sesim sokaklarda tutsak


126

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Gururum kamburum oldu Gözlerimi yitirdiğim gün. Gözlerimi yitirdim Issız yörüngesinde durdu yürek Sevgilerim donakaldı karanlık pusularda Silinince geçmişle geleceğin anlamı Hangi dilde ağlayıp, hangi dilde güleceğim Dostlarımı anılarda nasıl bulacağım Bilemedim gözlerimi yitirdiğim gün. Gizlerimi yitirdim Gizemli bir boşluğa gömüldü zaman Öz saygımın burcundan bir yıldız kaydı Türklüğüm prangalı Mezarımda babam bile yabancı oldu bana İzlerimi yitirdiğim gün Gözlerimi yitirdim Gizlerimi yitirdim İzlerimi yitirdim Adımı elimden aldıkları gün. 1985 Sofya

Ve yüzlerce şair, yazar ve aydınımız haykırdı bu gerçekleri aynı gün. Hiç biri umut yitirmedi. Onlar bu Vatanla vardı ve bu Vatan evladı olmak için can atıyordu. 1984’ün o buzlu Bocuk sabahında ilk şehitlerimizi verdiğimiz anlarda kalabalığın içinde bulunan şair Faik İsmail Arda şöyle haykırmıştı: Ben seni Başkasının olsun diye sevmedim. Benim bahtı kara İçi kara memleketim Ağlama! Dinsin gözyaşların Ben baharlar getireceğim., Senin karakaşına


Makale ve Analizler - 2018

127

Yağmurlar yağdıracağım Mutluluk yağmurları Toprağına taşına. Şehitlerimizi anma törenlerimiz, yüksek ruhsal donanımla, birlik ve beraberlik havası içinde geçiyor. Davamızı devrettiğimiz yeni kuşak Milli Türk kimliğini yaşatma ve yüceltme yolunda şahlanmıştır. Yenilmez bir millet olduğumuzu her gün yeniden kanıtlıyoruz. 21. Yüzyıl mazlumların zafer ve kıtalarca dayanışma, özgürlük, adalet yüzyılı olacak ve dünyayı milli devletlerin çöküşünde kurtaracak olan etnik kimliklerin serpilip açması olacaktır. Biz çeşitlilik içinde birlik savaşçılarıyız. Zafer yolunu seçenler bizi izleyenlerdir. Kahramanlarımızın yattığı memleket toprağı cennetleri olsun. Şanlı savaşımızın aziz kahramanlarına sonsuz hürmetler. Ne mutlu Türküm diyene! Türk olma şerefini yaşatanlara! Son.


128

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Düzce Cumhuriyet Savcısı olarak görev yapan Özlem BERBEROĞLU’nu makamında ziyaret

Başkan AYDINER’e Hayırlı Olsun Ziyareti


Makale ve Analizler - 2018

129

Bizim Çukur En Derin Tarih: 24 Aralık 2018 Yazan: Nedim Akın Konu: Yılın içinde yazamadıklarımıza bir göz atalım. Yolu mu şaşırdık? Yanlış yol mu izledik bilemiyorum. Olan bize oldu. Arkada kalmaya hazırlanan 2018’de de işleri yoluna koyamadık. Kaleme sarılan ya da mikrofon başına geçenler 3.Dünya ülkesi yolunu seçtiğimizi söylüyor ve dönüş yok diyorlar da, zenginlerle fakirler arasındaki farkta biz 3.Dünya ülkeleri halklarından bile gerideymişiz. Dördüncü dünya ülkeleri grubu da olmadığından Bulgaristan olarak sıkışıp kalmışız. Bulgar devleti kuruldu kurulalı bunalım halkasından çıkamıyor. Teslim bayrağını kaldıranlar iflas ettik işareti veriyor. Avrupa’nın en yoksul ülkesi olmuşuz. Kendimizi Osmanlıdan bu yana yeni yeni devlet kuran Kosova ve Makedonya ile mukayese ediyoruz. Önemli olan, halk cahil ve takatsiz olduğundan dolayı başkaldırıp işleri yoluna koyacak güç de yok. Bulgar zenginlerinin Biz Türkleri ve diğer azınlıkları cahil bırakmasının sebebi gün gibi ortada! Cahil insanlar köle ruhludur. Cahil insanlar ayaklanamaz. Cahil insanlar değişiklik için direnemez diye düşünüyorlar. Kuşkusuz dikkate alınmayan bir husus var. İnsanoğlu büyük kardeşinden ilham alır. İyi işler göre göre olur. Büyük Yeni Türkiye Modeli komşu Balkan halklarını çemberine alıyor, yüreklendiriyor, ilham oluyor ve içine çekmeye başladı. Biz sorunlarımızı çözme yolu bulmalıyız. Bu yolda pek çok örnek var: Bunlardan birini İngilizler anlatır. Hindistan’ı ele geçirdiklerinde kobra yılanları ısırma vakaları çokmuş. Tedavi de pahalıya mal oluyormuş. Bu olayın önünü almak için İngiliz makamları, yılan kafasına 5 Rupi fiyat biçmişler. Yılan kafası getiren parasını alıyormuş. Önce 1-2 kafa getirenler sepet dolusu kafa getirmeye başlamışlar. Bu işe şaşan İngilizler olayı denetlemişler ve bir de görsünler: Çok para kazanmak isteyen yerliler yılan çiftliği yapmışlar.


130

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu fıkra hem Yerlilerin hem de İngilizlerin olaya kendi açılarından çözüm bulduğunu gösterir. *** İkinci olay: Türkiye’de Alfabe Devrimi yapan büyük önder Mustafa Kemal Atatürk, Bulgaristan’da Türkçenin, Türk edebiyat ve kültürünün göz göre göre can çekiştiğini gördüğünde, “Bulgaristan’da Türkçe öğretmenliği yapan her kişiye Türkiye Cumhuriyetinde emekli maaşı verilecek” kararını alınca sorun hemen ve kendiliğinden çözülmüştür. Bu uygulamadan hem Bulgaristan Türkleri, hem de Türkiye kazanmıştır. Gözler esnasında Türkiye’ye okur yazar, meslek sahibi, uzman ve aydın kadrolar gitmiş ve milli ekonomiye yararlı olmuştur. *** Üçüncü örnek: İkinci Dünya Savaşında yenilen ve 20 milyon nüfus kaybederek perişan olan Almanya parçalanmıştı. Kanzler Konrad Adenauer (1946-1967) Doğu ve Batı Almanya’da yaşayan Almanların birbirlerine düşmanca ve suçlu gözüyle bakmamaları için savaş mağduru tüm Almanlara emekli maaşı ödeme kararı almıştır. Paralar, Federal Almanya’da açılan herkesin kişisel banka hesabına ödenecek ve bu hesaptan o kişinin kendisinden başka hiçbir kimse vekâletname ile de olsa para çekemeyecekti. İkinci Büyük Savaşa katılan ve Doğu Almanya Cumhuriyeti’nde yaşayan Almanların hepsinin başı batıya dönmüştü. Böylece Doğu’da yaşayan Almanlar 40 sene umutlu bir bekleyişle Batıya bakmışlardı. Olay 1989’da çözüldü. Bulgaristan’da 2018’de de çözemediğimiz pek çok sorun kaldı. Eğitim sorunu. Anadil öğrenme sorunu. Meslek öğrenme problemleri. İşsizlik ve geçim sorunu. Söğüt Kesiğinde bugün anma törenlerine gelenlere, mevlitten sonra 1200 den fazla gıda paketi dağıtıldı. Konuşmacılar vaatlerde bulundu. Henüz kesin çözüm yok. Rodoplar insansız kalıyor. Halk büyük kentlere, dış ülkelere akıyor. *** Bizim zenginlerin maaşları 500-600 leva arasına demir atan orta gelirlilerimizden 8,7 kat daya yüksektir. Tabanla tavan birbirinden çok uzak! Milletvekillerimiz ortanın 5 katını, bakanlarımız 6 katını alıyor, yalnız Cumhurbaşkanı’na 12 000 leva yani 20 katı veriliyor. Zenginler nüfusun %


Makale ve Analizler - 2018

131

20’si, fakirler ise % 80’ni, fakat memleketteki nüfusun mu, yoksa Bulgar vatandaşı kaydı olanların hepsinin beşte biri mi pek bilinmiyor. Sözde maaş ortalaması var ama orta katman yok. Orta katmanı olmayan toplum orta direksizdir. Hiçbir işi sonuna kadar götüremez. “Orta katman” memleketi terk etti. Buharlaştı. Sefiller tabakası ile zenginler tabakası birbirine bastı, ne var ki aralarında 20 sm kalın beton var ve birbirini işitmiyorlar, birbirinin kokusunu bile alamıyorlar. Buluştukları tek yer çöp tenekeleri. Zenginler poşet dolusu çöp atınca, yoksullar teneke başına üşüşüyor. Son tahminlere göre, çok konuştuğumuz Geçiş Dönemi 2007’de Avrupa Birliğine üye alındığımızda bitmiş. Çöken ve buharlaşan sosyalizmden AB’ye sıçrama oldu. 17 yıl sürdü sıçrama. Nasıl oldu da 37 yıl yaratıp, üretip, üst üste koyduğumuz her şeyi 17 yılda yok ettik? Ve her şey bitince ve umutlar tükenince Orta Katman memleketi terk etti. 12 yılda Batı Avrupa ülkelerinde, Birleşik Amerika ve Kanada’da gidip tüylenenler ve 2018 Noel Bayramına geri dönüp Baba Ocağını yakan, Noel Ağacı süsleyen ve yeniden doğuş şarabı içenler var. Ben Noel Ağacını Hıristiyanlıkla veya Bulgar gelenekleriyle bağlamıyorum. Orta Çağ Avrupa Krallıkları geleneklerinin “bereket” dileklerinden kaynaklanıyor. Bu sene çok dikkatimi çeken bir özellik oldu. Bulgaristan’da yeniden doğuşu özleyenler aba potur giydiler. Diş ülkelerde biraz insana hürmet görmüşler ki, Filibe Plovdiv çarşısında domuz kesme ve kaldırım taşlarına kan akıtma âdetinden vaz geçtiler. 10 milletin yaşadığı bir antik şehirde, hem de 2019 Avrupa Kültür merkezi adaylığı varken, merkez meydanda domuz kellesi kızartmak pek yakışık almıyor. Bizim sömürücü sistem, “kapitalizm” Lakin Amerika biçimiymiş. Kitaplarda “suyu çıkarılmış toplum sistemi” adı ile anılıyor. 2018’de o insancıklar Güney Amerika’dan topluca yürüye yürüye Kuzey Amerika’ya vardılar ve “köle olmaya razıyız” bizi alın deseler de o büyük ve 8 metre yüksek duvardan geçemediler. Bizde bu soruna çözüm bulundu. Geri dönmemek şartıyla gitmek isteyenlere 10-20 avroluk ucuz uçak bileti satılıyor. Brüksel’den gelen sosyal yardım, okumayanlar okusun, ayakkabısı olmayanlara ayakkabı verilsin, Noel Bayramında kişi başı 3 kg gıda yardımı paketi vs dağıtılsın paraları zengin idarecilerin elinde kalıyor.


132

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

2018’de en fazla gevelenen konu “iş gücü yok”. Çalışacak adam olsa kalkınma mucizesi yaparız, masalları anlatıldı. 500-600 levaya )250-300 Avro) çalışmak isteyen yok, doğrudur. Bizde bu paraya ömür törpüleyenlerin toplam sayısı 1 700 000 kişiymiş. Bu kitle işçi sınıfımızın omurgasını oluşturuyor. İşçiler arasındaki üstü (elit) kesim 1 200 leva (600 Avro) alıyor. Kapitalistler arasında en zengin olanlar banka yönetim personeli. Bizde 17 banka var. Bu bankaların her birinin yönetiminden 9 kişi bütün bankada çalışan personelin bankada ve şubelerinde çalışanların aldığı aylık maaşın toplamını aralarında paylaşıyor. Bunlar toplam 153 kişi. Sigorta şirketlerindeki paylaşımı bilmiyorum, ama ipoteksiz acil para (kredi) verenlerin de çok zengin olduklarını düşünüyorum. Bundan 5 sene önce Merkez Bankasından 3 kişinin 120 000 leva maaş aldığını okumuştum. Olaylara bu açıdan baktığımızda, insanların sosyalizmin 1917 yılı adaletine dönmesini neden arzuladıklarını anlayabiliyorum. O zaman SBKP MK Politik Büro üyelerinin aldıkları maaş bile Petersburg “Butilov” fabrikasında çalışan bir ustabaşı maaşından yüksek değilmiş. Diktatör Y.V. Stalin 2. Dünya savaşında Generaller ve Amirallerle politik Komiserler için bu uygulamayı bozmamış, yalnız ilaveten hücuma geçmezden önce her askere ve subaya 3 kadeh votka ile bir kutu “Mahorka” sigara dağıtılıyormuş. Bu sigaralar kaba kıyılmış ve kaynatılmamış tütünden yapılırdı. Bizim AB’yi ermemiz ve sollamamız içinyıllık kalkınma hızımızı 3-4 defa arttırmamız gerekiyormuş. Bunun nasıl olacağını anlatan yok. Avrupa AVM sisteminin Bulgaristan’a akması da yoksullaşmamıza yardımcı oluyor. Malların paketleri süper, fakat içlerindeki kalite berbat, “içi neni dışı beni” yakar usulünce oynuyorlar. Çok kötü bir olay. Bulgaristan iç sorunlarına kendi başına çözüm getirebileceği çağı kaçırdı. Yeni formüller bulmak zorunlu oldu. Hiçbir ğlkenini azınlıklarını eğitimsiz bırakma hakkını kullanamaz. Bu zorbalıktır. Bu durumlarda toplumlar parçalanır. Parçalanmak istenmiyorsa hemen çözüm bulunmalıdır. Artık korkanlar korkmaz oldu. Olaylara çözüm bekleniyor. Bekleyenler çoğalıyor. Gerçek şudur. Çukur 2018’de çok derinleşti. Seçim zamanıdır. Çözüm zamanıdır. Yılbaşınız kutlu, sağlıklı ve bereketli olsun. Her alanda kazançlı olmanız temennimdir. 2019’da yine beraber olalım ve yolumuza devam edelim.


Makale ve Analizler - 2018

133

Kader, Kime Şikâyet Edeyim Seni

Tarih: 25 Aralık 2018 Yazan: Raziye Çakır Konu: Türkçemiz Balkanlar’ın Barış dilidir ANADİLİM Beş yılda beş defa beşer leva ceza Beş defa yirmişer bir defa beş leva… Yüz yetmiş beş, bir asgari maaş bu O günlerde ne eder senin kaç maaşın Çiğnenirken anadilin, İslam dinin onurun. Acep kaç para eder o cehennem günlerde Yakılan kitaplarla yok edilen benliğin. 1985 Nevzat YAKUP Anadilimizin kaybolan dillerden biri olmasına karşı mücadelemizde verdiğimiz şehitlerimizi andık 34. kez dünkü gün. Rüzgârları sert ve kavurucu esen o Söğüt Kesiği (Mleçino) tepesindeydik, en taze çiçekler derledik anıt mezarlara. Türkan kızımızı dinledik akan suda yansıyan acılarla. O, özlemli ve sıcak melodinin fonunda Türkçem vardı. Mücadelemizin kilometre taşlarını hatırlattı bize. Yürek ister halkın önünde yürümek, kitleleri örgütlemek ve ruhları direnişle mayalamak. Yürekler hasarlı. Başlar dumanlı ve 34 yıl gerisi baştanbaşa enkazlar olsa da, işkence makinasından geçen ama davamızın hiçbir hedefinden kıymık ödün vermeyen Rufat Yağcı, Mümün Çolak, Fehim Çecik, Recep Taşçı, Adem Rasim, Durhan Sadullah ve diğer gençler saçlarına beyaz düşmüş hepsi saf tuttular. Mestanlı, Rafen, Nanovitsa kahramanlarının adları aynı kilometre taşında yazılıdır. Komşu şehir Koşukavak’tan (Krumovgrat) Ömer Osman, İslivne (Sliven) Balkan Köylerinden Savri İskender, Ali Ormanlı, Silistre’den Nasıf Başaran, o an orada cesaret gösteren her Türk, yaralıların doldurulduğu okullarda ve toplama kamplarında, “Belene” de kalan ve içerde zulümlerin en ağırına dayanan 12 500 kahraman, şehitlerimizin hepsi bu kutsal davamızda kilometre taşıdır. Hiç biri hiçbir gün “Kader, kime şikâyet edeyim seni?” demedi. Toptan, kökten ve ebediyen yok edilmek istemiştik. İçilmez geçilmez zehir gibi dikilmişlerdi karşımıza.


134

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İsimmlerimizle birlikte, anadilimizi değiştirmemiz istendi. Bizi kültürü ve medeniyeti olmayan bir sürüye katmak istediler. Bu yeni kuşaklara anlatılabilmesi çok zor bir gerçektir. Bizim başımıza kefen bezi sarılmazdan önce, aynı zalim zihniyet Ege ve Makedonya köy ve kasabalarından 20 bin Yahudi ve Romen’i toplamış ve canlı canlı yakılmak üzere Polonya’nın “Treplika” toplama kampına göndermişti. O zaman bununla övünmüştü. Geri dönen olmadı. 70 yıldan beri de bu memlekette “Yahudileri Nazilerden kurtardık” gibi laf salatası doğranıyor. 34 yıldan beri “Türk katliamı”, “anadil katliamı”, “din katliamı”, “kültür katliamı”, töre katliamı” vb nice başka katliamlar ve kıyımlar yaptık diyemediler, diyemiyorlar. Süğüt Kesiği (Mleçino) mitinginde halkımızın önüne dikilen bir başbakan ve Cumhurbaşkanı görmedim. “Biz size 100 yıl zulmettik” diyemediler. İnsanlarımız o zamandan beri secdeye yumulmuş dua ediyor. Kuşları öldürmeyin Onlar gagalarında tohum taşır Varamadığımız tepelere İnsan ellerinin eremediği yerlere Tohum taşır. Ruhu olmayan zaman içinde geçti ömrümüzün çok uzun bir kısmı. Mitingde Hotaslı (Rusalsko), Söylemezler (Dolno Prahovo) ve Eğri Dere (Ardino) okullarından ve Törene Edirne okullarından gelen çocukların Vatan sevgimizi ve Anadilimizi yücelten, Milli Türk Kimliği davamızı yüreklendiren şiirler okumaları kıvanç kıvılcımları saçtı. Dualarımız tuttu. 2018 şehitlerimizi anma ve davalarını yaşatma mitinglerine anıt mezarı olanların torunlarının gelmesi etkileyici oldu. Kahramanlık şiirleri söyleyenler, “Ne mutlu Türküm diyene” anıtı içtiler. Vatan gök kubbemiz altında kanatlandılar. İşte onlardan birisi: TÜRKÇEM Ben Türkçe’min sevincini yaşıyorum Kırcaali’de Hatıralara sığmaz Yonus katına çıkarım Anamın sıcaklığı kadar Türkçe’m


Makale ve Analizler - 2018

135

Ben Türkçe’mle türküleşirim nağme, nağme Türkçe’mle bayrak açarım maviliklere Rodoplar’da onurumuz Yüreklenir onurla gururumuz. Türkçe’m ilkyaz çiçeğim Dilim, özüm, hecem Ninnilerde, ninnim Seninle yarınlarım aydınlanır Seninle Türkçe’m… 2008 Kırcaali Duygu ve düşüncelerimizi şiirle ifade etmeye çalışıyoruz. Şiir bize davamızı en etkileyici ifade etmek imkânı sunuyor. Böylece 28 yıldan beri kürsüleri gasp eden siyasetçilerin Bulgarca ve ifadesiz demeçlerinden sıkılanlar da rahatlıyor. Ozanlarımızın anma törenlerine katılmasına henüz “boş konuşan siyaset adamlarından yer ve zaman kalmıyor.” O feci olayları dile getiren ve yaşatan pek çok şiir kitabı, destan ve hikâye derlemesi çıkarsak da törenlere katılanlara dağıtılamıyor. Göze girmek ve oy toplama hesabı yapanlar gıda poşetlerine çocuk kitap, kahramanlık destanlarımızı koymaya izin vermiyorlar. Bizi ruhsuz bırakma çabaları devam ediyor. Şu fikirlerimi büyük bir inanmışlıkla vurguluyorum: Bize, dert yanan siyasetçi değil, insanlarımıza gerçeklerin sesini duyurabilecek ozan ve şairler lazım. Kendi dertlerini insanımızın kafasına çöp tenekesi gibi boşaltan siyaset adamlarına ihtiyacımız yok. Yeni tip şairlerimizi bekliyoruz, arıyoruz. Bizim şiirimiz “kelime”, “ses” ve “imaj”dır. Şiirimizin dili bizim anadilimizdir. Biz derdimizi kendi dilimizde anlatan bir milletiz. 1984’ün son günlerinde kendi dilimizde isyan ettik, direndik ve Türk olarak şehit düştük. Türk gibi ve Türklüğü için şehit olan bir insanın anma töreni Bulgarca yapılamaz. Türkçemizi unutanlar susar, ama Türk gibi susar. Anma törenlerinde ozan ve diğer yaratıcılarımızın bizi bulmalarına ve gerçeğin sesine olan susamışlığımızı doyurmalarına gerek var. Bizim geçmişimizin her kelimesi bir şiir olmalıdır. Gerçeğe, özümüze dönmek zorundayız. 1991 Bocuğunda Mleçino anma töreninde hiç kimsenin Bulgarca konuşmasına izin verilmemişti. HÖH yönetimine sesleniyorum: Yalnız seçimlere katılmamızdan 100 000 000 (yüz milyon) leva aldınız. Ceza ödemeye paranız mı yok. Okulda ve dernekte Türkçe dersine, saz kursuna, Türk dansları kursuna giden her çocuğumuza ayda 200 leva burs ödeme-


136

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lisiniz, ödeyeceksiniz. Ödemezseniz hiç birimizden bir tek oy alamazsınız. “Saraya” gizlenenler bizi yönetemez, kürsüden Türkçe konuşmayanın bizimle işi olamaz. Siz ruhunuzu Bulgar mafyasına satmışsınız, mecliste gaga guga konuşmaya devam edebilirsiniz. Şu iyi bilinmelidir. Her miting çok sesli bir koro gibidir. Orada yaşanan soğukta serpiştiren kartopu ağırlığındaki alkışların çığı olmasına sayılı gün kaldı. Halk volkanının patlamasını bekliyoruz! Anma törenlerimiz zafer çığlıklarının, dualarımızın gökyüzünü deldiği şölenler olacaktır. Mitinglerimiz bizim dirilişimizin simgesidir. O mitinglerde laf değil, eylem yapmamız lazım. Yalan propagandayı bir yana bırakıp insanımıza gerçekleri anlatınız! Hem de: ANALARIN DİLİNDEN İki gözüm evladım diyordu anam Anlamazdım sözünden Şimdi benim de yavrum var Kıymetli iki gözüm kadar İçimdeki kapıyı Tıklatıyor anılar… Anıların dilinden Yalnız Analar anlar. Leman İZZETOVA “Hedefiniz hürriyet değil de milliyet ise istikbaliniz var demektir” ve “Türkçenin çekilmediği yerler vatandır” Namık KEMAL Kader! Şu ayağımıza dolaşan ve başa geçen dalkavuklardan nasıl kurtlayım? Kader, söyle bana, Kime Şikâyet Edeyim Seni? Okuduğunuz için teşekkürler. En mutlu yıllar sizin olsun. 2019’da birlikte olmak bizim için mutluluk olacaktır. Umut ve beklentileriniz açısından bereketli bir yıl yolması dileklerimizle, Kendinize iyi bakınız… Son


Makale ve Analizler - 2018

137

Türkiye’ye Dil Uzatan Haindir… Tarih: 25 Aralık 2018 Yazan: Rafet ULUTÜRK Konu: “Büyük hainler de 100 yılda bir doğar.”

Kitaplığımdan Dostoyevski’nin “Budala”sını aldım (Belki üçüncü, belki dördüncü defa okuyorum.) Kitabın bir yerinde yazar, kahramanın ağzından “Bizde aydınlar haindir, Rus milletinin bütün değerlerine düşman, millete düşmanlar” diyor. Ne kadar acı bir gerçek. Bu, Bulgaristan’da da Hak ve Özgürlük Partisi (DPS-HÖH) yönetiminde de böyle. Okusun adam olsun diye okula, üniversiteye gönderirsin, o ufak tefek sektelerken hesap veremeyecek duruma gelmiş ve bedenini ve ruhunu kaptırmış, dünyası değişmiş ve adam olmaya gönderilmişken hain olmuştur. Şöyle kendi milletine ait neyi varsa her şeyine düşman kesilmiş. Dilimize, dinimize, İslam’a düşman olmuş ve insanların hayatını ve ufkunu karartma çabalarından asla vazgeçmiyor, fırsat buldukça kara katran fıçılarını insanların kafasına boşaltıyor. Bu iğrenç olayı 24 Aralık tarihinde Kırcali’nin Eğridere Belediyesi’ne bağlı Süt-kesiği (Mleçino) merkez mitinginde yaşadık. Üç bin kişiye hitaben konuşan DPS-HÖH Başkanı Mustafa Karadayı kendisinden beklenenden çok daha büyük pot kırdı. Şimdiye kadar yüzünün güldüğünü görmediğimiz bu dağlı, bizim “iyi insan gülüşünü sevdiğiniz kişidir” atasözünü bildiğimizi bilmiyor olabilir, çünkü suratı hep asık, hiçbir kimsenin gözüne bakıp boynuna sarılamıyor, sanki içinde söyleyemediği bir şey var, hatta sözün bittiği yerde de olabilir. Türkiye’den çok kıymetli ve saygın devlet, toplum ve soydaş dernek ve federasyon temsilcilerinin de katıldığı “Türkan Çeşme” anma törenimizde, “Ankara’ya iletin, DPS partisini Ankara’da kaynayan siyasete karıştırmasınlar, kendileri de DPS partisinin Bulgaristan’da yürüttüğü isabetli politikaya karışmasınlar ve Bulgaristan’daki Türkler’i parçalayıp birbirine düşürmesinler” dedi. Karadayı, bu sözleri özellikle Türkiye’den gelen konuklara hitaben söylediğini de özellikle vurgulayarak ekledi.


138

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yukarıda eserinden alıntı aldığım büyük yazar bu konuda şöyle demiştir: “Ancak acı çekerek kendimizi bulabiliriz.” Patates tarlasından gelip de hain başı Doğan’ın önerisiyle Başkan seçilen Karadayı’nın döneminin çürük patates kokusu dimağını dumanlı tutmaya devam ediyor. O insanlar; bizim kardeşlerimiz, kız kardeşlerimiz, dedelerimiz, yeğenlerimiz, özümüzden, canımızdan bir parçadır. Sen patates tarlasında tay duramazken Bulgaristan Türklerinin isimlerini, namusunu, töresini, adetlerini, yaşam biçimini, ezanını ve imanını savunmak için İLK BÜYÜK DİRENİŞİ GERÇEKLEŞTİRDİLER, ŞEHİTLER VERDİLER. Sen kime dil uzatıyorsun? Sağında ve solundaki lamba şişeleri neden susuyor? Yoksa sen de kafanın çarpıldığı günden beri “baba” bildiğin A.Doğan haini gibi kürsüden mikrofonla beraber saman çuvalı gibi fırlamak mı istiyorsun? Oktay Yeni Mehmet’i ve kahramanlığını kimse unutmadı… Hey Karadayı, cahilliğin yüzüne vursa da, bizden sana bir tavsiye olsun. Hangi devlette yaşarsa yaşasınlar, her milletin merkezi vardır. Bulgarlar’ın Sofya, Türkler’in Türkiye, Almanlar’ın Almanya ve Ruslar’ın Rusya olduğu gibi… Bu merkezler sıraladığım halkların ruhsal merkezleridir. Çeken ve iten enerji bu merkezlerde doğar. Bundan 34 yıl önce, Bulgar Devleti’nin terör girdabı, şu Süt-kesiği’nde (Mleçino), Tosçalı’da (Gorno Prahova), Amatllar’da Dolno Prahovo), Karamusolar’da (Çernigovo) da doğdu ve oradan da Mastanlı’ya (Momçilgrad) merkez ve belediye köylerine, 26 Aralık gecesi Kızılağaç (Kirkovo) Belediyesi’ne bağlı Yoğurtçular’a (Mogiyane) köyüne ve bölgesine atladı. Bir fırtına şeklinde şiddetlenirken son derece büyük bir kış hortumuna dönüştü ve Bulgaristan’daki 3 199 (üç bin yüz doksan dokuz) Türk köyünün her evine girip toplam 1 252 000 kişinin Bulgar hükümeti Türk ruhunu dondurarak yok etmek istemişti. Bu insanlık tarihinde görülmemiş bir vahşetti. Şehitler verdik, neler neler çektik. Sen o zaman tay durmaya başlamıştın, kimliğin oluşmamıştı ve senin için insanın kendi kendine sağdık kalması en zor şeydi. En kolay olan da hain olmak veya hain sürüsüne katılmaktır. Herkesin yaptığı doğru, senin yaptığın yanlış olur. Bize kalsa sen “Türkan Çeşme” anıt türbesine neden çelenk koyduğunun farkında değilsin. Sen ıstırap yaşamamışsın ve hiçbir şey de dinlememiş ve okumamışsın. Sen Süt-kesiği kürsüsünde, senden önceki dalkavuk – avcı Lütfü Mestan’ın – müsveddesisin. O da orada hazır bulunan hepimizin Türk mil-


Makale ve Analizler - 2018

139

letinden olduğumuzu kabul etmiyor, şehitlerimize “Allah rahmet eylesin!” demeye gelen Türkiye’li kardeş-konuklarımıza küstahça davranıyordu. Düşüp burnu kanayınca aklı başına biraz biraz geldi… Şunu unutma, en iyi koşullarda bile, herkesin yanlış yaptığı şeyi sen doğru yaparsan; herkesin yaptığı doğru, senin yaptığın yanlış olur. Son hesaplaşma çukurun en kenarında, kaydı kayacak durumdasın… Unutma! 1984’te Bulgar devlet terörü hortumuna karşı Türk hortumu güç toplamasaydı, bizi içine çekip en ince bıçakla kıymak isteyen dişliden kurtulabilmemiz olanaksızdı. Yalnız biz değil, sen, eşin çocukların ve tüm yakınların da toptan ve ebediyen yok olmuştunuz. Bundan sen de kaçamıyacaktın. Matem töreninde, toplanan kalabalığın huzurunda yan yana bulunduğunuz din adamlarımıza, Mevlit örgütleyen saygınlarımıza, müftülerimize ve Diyanet Kurumumuza sitemde bulunman af edilir bir küstahlık olarak kabul edilemez. Şahsen sen, Baş Müftülüğe gidip çektirdiğin resimleri, içtiğin kahveleri, yediğin yemekleri hemen unuttun. Halbuki Türk töresinde bir kahvenin kırk yıl hatırası vardı, sende bu 4 yıl bile sürmedi… Seçimden seçime oy istediğini, seçim parası için dilendiğini çok çabuk unuttun. Ama bizim unutamadığımız şu son olay var. Birkaç gün önce Sofya Meclisi Mali Komisyonu’nda baş müftülüğün “saptan-çöpten – uydurma” olan ve sözde 12 000 000 leva (on iki milyon leva) olduğu yalanına sizin de katıldığınız borcun “devlet tarafından silinmesi görüşmelerinde” görevlendirdiğiniz Türk oyları ile seçilen N. Tsonev gibi komisyon üyesi maliyeci – milletvekillerinin “haciz kararının uygulanmasını ve Bankiya’daki Yüksek Okul arsasından sonra öteki mülklere de el konulmasını istemesi” sahteliğinizi çarşı pazara değil, boyanmış eşek pazarına çıkardı. Tsonev, bir kumarhane ebesidir. Biz ona, Bulgaristan Türk Mülkleriyle komar oynama yetkisi vermedik. Siz verdinizse lütfen geri alınız. Hesaplaşma çok yakındır. Daha ötesi ve özellikle de Bulgar Devleti’nin “Diyanet Kanunu” ile ilgili son değişiklerine ilişkin sözleriniz tamamen saçmalık ve yağcılıktır. Şunu hiç kimse unutmasın! Bir kardeşin kardeşine nasıl ve ne kadar yardım yapacağını hiçbir Bulgar kanunu belirleyemez. Bize yardım edenler Türkiye’li kardeşlerimizdir. Bulgar Devlet’i 140 yaşındaysa, İslam Dini 1 400 yaşındadır. Bulgarlar’ı kapsayan Doğu Ortodoksluğu 1872’de Osmanlı –İslam Devlet’i Fermanıyla ayaküstüne kalkabilmiştir. Bulgaristan Müslümanlarının ibadet özgürlüğü, hakları ve yü-


140

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kümlülükleriyle ilgili kanun çıkarması bir yana, karşımızda ancak boynu bükük ve el öpmeye hazır tavır alabilirler. Sen de bir sürüngen olmuşsun farkında bile değilsin… Tarihinde millet olma aşamasına ulaşamamış ve sahip çıkmaya çalıştığı Ortodoksluk Makedon, Sırp, Karadağ, Ukrayna, Moldova ve Rusya kollarına parçalanırken, Bulgar Devleti’nin İslam Dini ve Bulgaristan’daki ibadet konusunda, siz gibi tamamen hazırlıksız milletvekilleri önüne onaylamak üzere yasa değişiklikleri sunması da 2018 yılında rastladığımız en büyük saçmalık oldu… Konuşmanızda sesinizi yükselterek anlatmaya çalıştığınız Avrupa Parlamentosunda yağcılık ve koltuk değneği olma siyasetinize gelince, siz güvendiklerinizi oraya yolcu etmek için karşınızdaki suskun dinleyicileri ikna etmek zorundasınız. Onlar 34 yıl önce de suskundular. Uşaklık ettiğiniz totalitarizm uzantısı kabine, şu suskun insancıkların sayesinde 1989’da rejimi düşüren bu kahramanlardır. O zamandan beri devleti soymaktan, Türkleri aç susuz ve cahil bırakarak Bulgarlaşmayı kabul etmeye zorlamaktan, baskılara direnenleri vatandan kovmaktan başka hiçbir şey yap(a)madınız. Artık hiçbir konuda söz hakkınız yoktur ve kalmamıştır. Boynundaki ipi çeken hainin “büyüklüğüne” gelince. Sen çocukluğunda oynarken kaçırmış olabilirsin…. Süt-kesiğinde yukarıdan bakarken görmekte zorlandığın o takkeli insanlarımız, Beş yüz yirmi milyon kilometre kareye yayılmış dünyanın yedi düvel imparatorluğundan geldiler bu topraklara. Ruhları o kadar çelikleşmiş ki, söylediğin boş sözlerle birlikte atom bombası bile vız gelir onlara. Otuz dört yıl önce başlayan Bulgar yenilgisi, sökülme, çömelme, soy suyunun donması, ülkeyi her gün terk edip asla dönmeyenlerin sızılarıyla birlikte devam ediyor hala. Eden kendine eder. Bizim çekimizin mehlemi ve zaman aşımı yok ve olamaz. “Türkan Çeşme’ye” gelenler senden politika yalanlarını dinlemeye gelmiyorlar, hak arama davasına devam etmeye geliyorlar. Buradaki şehitleri unutmamak ve unutturmamak için geliyorlar. Bizi vatan bildiğimiz topraklardan söküp atma planları 1772 Küçük Kaynarca’da masaya konmuştu. O tarihten bu yana uyanış, diriliş, direniş ve savaştır. 1984 Bocuğu ilk kez yanardağ gibi fışkırdığımız gündür. Kor ve ateş olduğumuzu dünyaya gösterdiğimiz gündür. Sen kalkıp da bizim tanıdığımız en alçak, en zavallı,


Makale ve Analizler - 2018

141

en nankör, besleme sürüngen dediğimiz kişiliksize (A.DOĞANA) “yüz yılın dehası” dedin. Utan be! Ha söndürsün Türk volkanını da göreyim onu. 1989’da alay alay akan kor nehrinin üzerinden helikopterle gezdirdiler, neden inemedi, neden durun diyemedi. Cevabını ben vereyim. Çünkü Türk Volkanı’nı durdurabilecek, söndürebilecek bir güç dünyada henüz icat edilmemiş de ondan. İcat ettikleri en büyük hüner hain-ajan-katil yetiştirmek. Ne var ki artık o da tutmuyor. Tasmayı takmışlar boynuna ve kulübe bekletiyorlar ve senin gibi çakalları havlamaya salmışlar. Senden önceki üç kurt vurmuştu. O zamandan en zehirli puroları içiyor. Stalin’in yüzünü, gözünü gizlemek için puro içtiğini işitmiş, o da püflüyor. Ne kadar zavallı olduğunuzun farkına ne zaman varacaksınız acaba! Bir dön arkana o sandalyeye senden önce gelenlerin halini bir gör, seninde suyun kaynamış besbelli. Bu yazımı çerçevele koy. Yatar kalkarken okursun. Camiyle de işin yok. Bunları Bulgar kitaplarında bu yazdıklarımı bulamazsın. “aydın hainler halk düşmanıdır” – bu bir Rus baskısından alıntıdır. Bak sana da bulaşmasın, bunun da dünyada ilacı yok. Okuduğunuz için teşekkür ederim. Tüm okuyucularıma sağlıklı, huzurlu ve başarılarınızın devamını dilerim. Dün geride kalan rüya, yarın 2019 ise hayaldir… Değerli okuyucular, Ruyalarınız mutlu, hayallerinizi umutlu yapan bu gündür, gönlünüz neyin özlemini çekiyorsa yarınlar ve 2019 Sizlere onu getirsin… Yeni 2019 yılınız kutlu ve mutlu olsun. Dostlarınızla Paylaşmayı unutmayınız…

B U LT Ü R K F a a l i y e l e r i n d e n


142

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2018

143

KUR’AN ŞAİRİ MEHMET AKİF ERSOY Nevzat ÖZTÜRK

Duygusuz olmak kadar dünyada lakin derd yok; Öyle salgınmış ki me’lun: Kurtulan bir ferd yok! Kendi sağlam… Hissi ölmüş, ruhu ölmüş milletin! İşte en korkuncu hüsranın, helakin, haybetin! Mehmet Akif Ersoy

Ölümünün 82.yıldönümünde Milli Şairimiz Mehmet Akif Ersoy’u hatırlamak, yad etmek, bir nebze de olsa vefa borcunu yerine getirmek için O’nun bir yönünü anlatmak, paylaşmak istedim. Akif’in Kur’an’a bakış açısı ve bu yönünü ele almaya çalışacağım. “İnmemiştir hele Kur’an, bunu hakkıyla bilin! Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için” Mehmet Akif ERSOY Mehmet Akif Ersoy gerçek bir Kur’an şairiydi. O, “Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı, Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı” diyen bir Kur’an aşığıydı. Ve Kur’an’a çamur atılmasın, o kötü niyetlere alet edilmesin diye hayatının son on yılını adadığı Kur’an mealini hiç düşünmeden, bir anda silip atabilecek kadar iman sahibiydi. Hayatının büyük bir kısmını adadığı eserini bir çırpıda atmak kolay değildir. Çünkü o senin artık çocuğun gibidir. Çocuğunu bile bile nasıl kurban edebilirsin ki? Fakat insan Hz İbrahim gibi olursa çocuğunu da, çocuğu gibi sevdiği her şeyi de feda edebilir Allah’a. İşte Akif’teki de böyle bir iman güneşiydi. Mehmet Akif’i anlamaya çalışalım anmaya değil. Çünkü anmak değeri geçmişe hapsetmektir, anlamak ise onu buraya ve şimdiye taşımaktır. Akif’i anlayalım. Yani onun Kur’an’ı nasıl bir ömür boyunca hayata müdahil etmeye çalıştığını, yani onu hayatın aktif öznesi yaparak onunla hayatı inşa etmeye çalıştığını görelim. Bizim de amacımız Akif gibi Kur’an’ı anlayıp onu hayata taşıyabilmek olsun. Asıl amacımız “Rızay-ı İlahi”’ye ulaşmak olsun.


144

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bugün, İstiklal Marşımızın yazarı, Türkiye’nin son yüzyılda yetiştirdiği en önemli mütefekkirlerden biri olan, Kur’an Şairi Mehmet Akif’i ve mücadelesini çok daha iyi anlamaya muhtacız. Bu milleti ayakta tutan değerlerimizi, bizlere en güzel bir şekilde anlatan Mehmet Akif Ersoy, bu milletin ta kendisidir ve O’nu ne kadar iyi anlar, ne kadar iyi anlatabilirsek, millet olarak şahsiyetli bir toplum olma yolunda da o ölçüde ilerler, güçlenir ve dünyada söz sahibi olabiliriz. Ondan ne kadar uzaklaşırsak da bizi biz yapan değerlerden o kadar çok uzaklaşırız. Biz, Mehmet Akif Ersoy’u ‘iman şairi’ olarak tanırız. Aslında o, aynı zamanda bir müfessir, iyi bir hatip, iyi bir gözlemci, seyyah, siyasetçi, bütün ömrünü, bütün varlığını vahye bağlamış bir halk adamı, bir Kur’ân sevdalısıdır. Mehmet Akif, hayatının hiçbir safhasında Kur’ân çizgisinden ayrılmamıştır. Kur’ân, onun hem semavi kitabı, hem ahlakı olmuştur. Mehmet Akif’in hayatında yazdığı ve neşrettiği ilk şiir ‘Kur’ân’a Hitab’dır. Bu hitap onun genç ruhundan semaya yükselen sonra bütün ömrünce onun ruhuna sağanak sağanak feyiz yağdıran bir rahmet olmuştur. O, şiirlerinde âyetlere yer verdiği gibi, insanları eğitmeğe, onlara birlik, beraberlik, sabır, azim ve irade ruhunu vermeye çalışmıştır. Gençliğinde ve olgunluğunda ona daima Kur’ân rehber olmuştur. Her fırsatta Kur’ân’ı ve Kur’ân tefsirini okumakla meşgul olmuş, şiirlerinin çoğunun başında âyetlere yer vermiş ve şiirini ona göre yazmıştır. Onun şiarı olan “Doğrudan doğruya Kur’ân’dan alıp ilhâmı/ Asrın idrâkine söyletmeliyiz İslâm’ı.” (s.349) mısraları, Mehmet Akif’in dünya görüşünün kendi kaleminden çıkmış çok açık bir özetidir. O, erdemli bir milleti oluşturmadaki en büyük etkenin Kur’ân’ın ahlakıyla ahlaklanmak olduğunu tarihin yaşayan tanığı olarak tecrübe etmiştir. Mısır’a çekildiği zaman bütün zevki Kur’ân’ı daha iyi yaşamak ve Kur’ân’ın bütününü hafızasında ve ruhunda canlandırmak olmuştur. Buna o derece muvaffak olmuştur ki, namazlarını hatimle kıldırmış, Kur’ân’ın o nurlu ipine sarılarak ilahi yolculuktaki miracı yaşamıştır.( Ömer Rıza Doğrul, Kur’ân’dan Âyetler ve Nesirler, Önsöz, s.3-4, İstanbul 1944) 1925 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Mehmet Akif Ersoy’a, Kur’ân’ın Türkçeye tercüme edilmesi görevi verilmiştir. O, yedi sene gibi uzun bir sürede bu görevle meşgul olmuş, bitirdiği halde bir türlü tam göremediği meal çalışması ile ilgili olarak şunları söylemiştir: “Kur’ân tercümesini hakkıyla yapamadığıma kaniim. Bundan dolayı neşretmedim. Maamafih bu çalışma benim Allah ile pazarlığımda çok semereli oldu. Halimde büyük değişiklikler oldu. Kimseye bir şey vermedim. Fakat ben çok


Makale ve Analizler - 2018

145

şeyler aldım. Duyduğum nevî feyz çok büyüktür.” .( Eşref Edip, Mehmed Akif: Hayatı Eserleri ve Yetmiş Muharririn Yazıları.s:8-12) Kur’ân Akif’in gönlüne ve beynine taht kurduğu gibi, sözlerine ve yaşayışına da aksetmiştir. Onun his ve duygularını, fikir ve düşüncelerini Kur’ân şekillendirmiştir. Süleyman Nazif’in dediği gibi Akif, Hakk’a, Hz. Peygamber’e, selefin büyüklerine, cemiyete ve özellikle de insaniyete ilan-ı aşk etmiş kâmil bir mümindir. Onun yaşadığı dönemde Kur’ân’ın hayat veren ruhundan ve buyruklarından uzaklaşılmıştı. Kur’ân’ın toplumu ıslah eden prensiplerini tatbik etmeyen Müslüman, onu mezarlık kitabı, muska veya mûsıkî vasıtası haline getirmişti. “İnmemiştir hele Kur’ân, şunu hakkıyla bilin: Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için!” Âkif’e göre Kur’ân, toplumun yaşadığı problemlerin teşhisini yaptığı gibi, onlara çözüm önerilerini de göstermekteydi. Akif’e göre Müslümanların bölünmüşlüğü, gerilemesi ve zillet içerisinde kıvranması Kur’ân’ı doğru anlamamak ve onun gereklerini yerine getirmemekten kaynaklanmaktaydı. Çözüm ise Kur’ân’ı iniş gayesi doğrultusunda doğru bir şekilde anlamak ve onu hayat rehberi edinmekti. Mehmet Âkif’in şiirlerinde Kur’ân’ın birinci sırada bir kaynak oluşu, şairin hayatında Kur’ân ile olan yakın ilişkisi ve bu ilişkinin tabii sonucu olan inançları, düşünceleri ve dünya görüşü ile yakından alâkalıdır. Mehmet Âkif, Osmanlı-Türk toplumunun uzun süren çöküş ve çözülüş süreci esnasında Kur’ân-ı Kerîm’i, imanı ve inançları kadar, dünya görüşü ve toplumsal projesinin de merkezine yerleştirmiştir. Âkif, Kur’ân hakkında konuşma ve yazmanın sorumluluk gerektiren bir iş olduğunun farkında idi. Bu yüzden, ilmî ve resmî çevrelerce Kur’ân mealini yazmakla görevlendirilmek istendiğinde, bu görevi almakta tereddüt göstermiştir. O, Kur’ân üzerinde yazıp söylemenin bu ağır sorumluluğu altında ezilmemek için, Allah Kelâmı hakkında yanlış bir şey söylerim yahut Kur’ân benim meâliyle yanlış işlere alet edilir endişesiyle yedi yıllık göz nuru emeğinin yakılmasını istemişti. Buna rağmen o, Kur’ân üzerindeki bu çalışması ile kendisi pek çok şey kazanmış, ilim, irfan ve imanını artırmıştır. Allah’ın Kelâmı Kur’ân, eşsiz lafız ve sonsuz manalarıyla kıyamete kadar insanlığın yolunu aydınlatmaya, insanları gerçeklere çağırmaya devam edecektir. Kur’ân, müminlerin iman ve fikir kaynağı, onların dünya ve ahretteki sadık dostudur.


146

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Pek çok şiir ve nesir yazıları, bu çalışmalarında serdettiği fikirleri, farklı ve çarpıcı bakış açıları, en önemlisi de inandığı gibi yaşama azmi, âyetleri günümüze taşıma kaygısı ve bu doğrultudaki macera dolu duruşu, aktif iyi olma yolundaki direnişi ile inceleme ve araştırılmaya değer olan Kur’ân Hafızı, Kur’ân Muhafızı, Kur’ân Uzmanı ve Kur’ân Şairi olan Âkif günümüze de ışık tutmaya devam etmektedir. Neden bugün Akif’lerin sayısı az diyorsak, Kur’ân ile olan ilişkimizin ölçüsüne bakmalıyız. Her bireyin asli görevi Akif’in bıraktığı o kutlu mirası omuzlayıp, vahyin nurlu ışığından azami ölçüde faydalanmaktır. Bugün Akif’in bize bırakmak istediği âyet dolu sayfalar değil içinde ki mesajıdır. Evet, onun meali elimizde değildir, fakat Akif’in misyonu omuzlarımızda ağır bir yüktür. Süleyman Nazif’in dediği gibi “Eğer Allah Kur’ân’ı Türkçe inzal etseydi Akif’in lisanîyle inzal buyururdu.”( Süleyman Nazif, İki Secde, Servet-i Fünun) Bizler dinimizi öğrenmek ve onun öğretisinde yaşamak için, bizzat elde Kur’an çaba harcıyor muyuz? Eğer hiçbir çaba harcamıyor da, birilerinin sözleriyle yaşıyorsak imanımızı, doğru bir yol üzerinde olduğumuza, asla emin olamayız. Allah sizleri doğru yola ulaştıracak, Kur’an’ı(Furkan’ı) gönderdim diyorsa, onu anlayarak ve düşünerek mutlaka okumalı ve yalnız Kur’an ın hükümleri doğrultusunda yaşama gayreti içinde olmalıyız. Gelin Kur’an şairi Akif’e kulak verelim: “İbret alınmaz her gün okuruz ezbere de; Bir ibret aranmaz mı ayetlerde? Ya okur geçeriz bir ölünün toprağına Ya açar bakarız nazm-ı celilin yaprağına İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin Ne teze mezara okunmak, ne fal bakmak için İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin Ne duvarlara asılmak, ne el sürülmemek için İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin Ne tezhip, ne sülüs, ne hat yazmak için İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin Ne tapınak, ne nutuk, ne vaaz dini için İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin Ne meslek kaygıları ne kariyer hesapları için İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin Ne erkeği yüceltmek, ne kadını aşağılamak için


Makale ve Analizler - 2018

147

Ne Araba paye vermek, ne Acemi hor görmek için” M.Akif(Safahat)

Mehmet Akif ne güzel anlatmış değil mi, içinde yaşadığımız acıklı halimizi. Allah’ın bizlere rehber olsun diye indirdiği kitabı, bizler eğer anlamadan okumaya devam ederde aklı, düşünmeyi devre dışı bırakırsak, mutlaka birileri bizleri Allah ile aldatacak ve kendi şahsi emellerine alet edecektir. Bu kaçınılmaz bir sondur. Onun içindir ki Rabbimiz, bizlerin Kur’an’ın ipine sarılarak, ayetler üzerinde düşünmemizi ve Kur’an’ın sınırlarını asla aşmadan inancımızı yaşamamızı emreder. Çünkü Allah çok açık bir hüküm vermiş ve sizleri yalnız Kur’an’dan hesaba çekeceğim diye bizlere bildirmiştir. Her gün Kur’an ı okuyoruz ama ibret alamıyoruz, çünkü anlamadan okumanın faydasını göremiyoruz diyerek, bu konuya dikkat çekiyor. Çünkü okuduklarımızı anlamadığımız için, ayetlerin hikmetini de, maksadını da düşünemiyoruz. Yaptığımız en büyük yanlışta, hayatımıza yön vermek için kendimize okumamız gereken Kur’an ı, bizler ölülerimize okuyoruz. Kur’an’ın iniş amacı, ölülerin ardından okumak için değil, dirilere doğru yolu göstermek için indirilmiştir diyerek, yapılan yanlışlarımızı çok güzel şiirinde dile getirmiştir Mehmet Akif. Kur’an-ı Kerim mükemmel bir kitaptır. Biz insanlar mükemmel cümlelerle ve hayatınıza çeki düzen vermek için indirilen Kur’an’ı Kerimi anlayıp, Allah’ın bizden istediklerini yapmak yerine Onu sıradan bir kitap gibi boş gözlerle okumamalıyız. Çünkü Kur’an’ı Kerim ölüler için değil Allah’ı kavrayıp Onun istediği ölçülerle yaşayabilmesi için indirilmiştir. Ey Kur’an Şairi Akif! “İnsanların kaç yüzü olduğunu sayamadığımız bu yalan çağda senin gibi sözünün eri insanlara ne çok ihtiyacımız var. Sen ki Beylerbeyi’nden Yeniköy’e fırtına demeden, yağmur demeden yürüyor, “Bu havada kimse yola çıkmaz diyerek seni beklemeyenlere “Bir söz ancak ölüm ya da ona yakın bir felaket sebebiyle yerine getirilemeyebilir” diyerek altı ay dargın kalabiliyordun. Biz biliyoruz ki senin bu soylu davranışın cihanın güneşinin bizlere tavsiyesi idi. Akif’in güzellikleri bağlı olduğu imandan, ilham aldığı Kur’an’dan, Allah’a ve O’nun güzeller güzeli Resulüne olan deruni bağlılığından kaynaklanıyordu. Akif’i anlamak için İslam’ı çok iyi öğrenmek ve anlamak lâzım gelir desek sanırım hata etmeyiz…


148

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Hele senin küçük yaşta babanı kaybetmene, çocukken evinizin yanmasına, fakr u zaruret içinde bir hayat yaşamana rağmen dünyalık önünde asla eğilmemene, hiçbir ödüle iltifat etmemene, odanda üzerine oturduğun tek kilimini mahallendeki fakire vermene, “kuru fasulye ve bulgur aşı yedikten sonra gâvura boyun eğmem” demene ne demeli bilmem ki? Cimrilik, ikbal şımarıklığı, kibir ve para, senin en nefret ettiğin şeylerdi. İnsan nefret edecekse Akif gibi etmeli… Öldüğün zaman sırtından çıkartılan elbisen, yeni bir şapka, bir mavzer tüfeği, istiklal madalyası ve bir iki lira paran çıkmıştı yastık altından. Peygamberi örnek edinen derya bir insandan başka ne beklenebilir ki? Ah bu soylu davranış çağımız insanına rehberlik edebilse. Bölüşmeyi ve dünyayı tekmeleyecek kadar tok olmayı öğrenebilsek yeniden.”(https://dergi.altinoluk.com/index.php? sayfa=yillar&MakaleNo=d274s049m1) Seni anlatmak yerine anlamaya çalışmak yapılacak en doğru iş olsa gerek… Kabrinde rahat uyu. Ruhun şâd olsun!


Makale ve Analizler - 2018

149

Ahlakımız Neden Farklı

Tarih: 28 Aralık 2018 Yazan: İbrahim SOYTÜRK Konu: Bocuk Bayramının anlamı üzerine düşünceler Bulgaristanlı yaşlı kuşak 24 Aralığı 25 Aralığa bağlayan o karanlık geceyi Türklere karşı isim ve kimlik değiştirme kâbusu olarak hatırlarken, aynı gecenin Hristiyan dünyası için bir de Bocuk olduğunu bilir. Bocuk Yortuları o gece başlar. Yahudiler tarafından çarmıha gerilen İsa Peygamberin sözde dirildiği gecedir 24 Aralık gecesi. 25 Aralık sabahı Bulgarlar birbirlerine “Gerçekten Dirildi” selamı verirler. Komünist Partisi (BKP) Merkez Komitesi Politik Bürosu’nda adına “soya dönüş” yani “Türklerde Bulgar Kimliğinin dirilişi” anlamına gelen zorla Bulgarlaştırma olayının Hristiyan dini esintili benzetmeli anlamıdır bu. Parti Programında ideolojik ateist çalışma olan komünist zihniyetin Türklerin içinde Bulgar uyandırma ve Müslümanlıktan Hristiyanlık çıkarması hayali kökten saçmalıktı. Ne VAR ki bu uğurda 1944’ten sonra, dinlerin yok sayılması ve dine dayanan yaşam tarzı ve ahlakın, dünya görüşünün değiştirilmesi uğrunda çok yoğun çalışılmıştı. Hristiyanların vaftiz etme, isim verme, isim günü kutlama, kilise nikâh ve düğünlerinin yasaklanması ve matem ve cenaze törenlerinden Papazların kovulması, kabristan ayin ve anma törenlerinin vs yasaklanması, din okullarının da kapanmasıyla dine mezar kazmışlardı. Aynı uygulama İslam ve Müslüman inanç, ibadet ve töre sistemine de uygulandığından, sanki tek tip insan yaratılmaya çalışılıyordu. İnsanın üzerinde taşıdığı dinde hiçbir iz, işaret ve eser kalmaması için uygulanan kanunsuz baskılar şaşmadan uygulanıyordu. Yüzbinlerce sünnetçi, muskacı, aracı, bakımcı, falcı, kurşun döken vs Müslümanı sürgüne zorlamış içeri atmış, hepsine tövbe ettirmişti. Bütün Müslüman kızların açık başla gezmeye, çalışan Müslüman kadınların fistan ve aynı renkte – mavi veya kahverengi – manto, lastik ayakkabı giymeye zorlanması, kına yakmanın, belik örmenin yasaklanması, saymakla bitmeyen yasaklardan yalnızca bazılarıdır.


150

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ne var ki, hayat din dışında hiçbir parti ve devlet gücünün ahlak yaratamadığını kanıtladı. Ahlaksız toplumların da dağıldığını, anarşik, kuralsız yaşamı seçtiğini kanıtladı. Bu dağılma her zaman aileden başladığı gibi aile yaşamı gelenekleri bozulurken, toplumsal yaşamın ana hücresini ve damarları patladı, düzensizlik, keşmekeş yarattı. Bu çöküş, bizde, 20. Yüzyılda aile yaşamı kutsallığını sokaklara ve parklara taşırken, 21. Yüzyılda sosyal tip insan teorileriyle – jender kuramı – insan doğasındaki ve sosyal yaşam düzenindeki temel değerleri hedef almaktadır. Bulgaristan’da da erkek evlilikleri, aile dışı birliktelikler, kadın kadına aile kurma aldı yürüdü ve mecliste kanunlaşma sırasına girmiş bulunuyor. Buna tahammül edemeyenler kentleri terk etti veya dış ülkeler huzur bulmayı denediler. 20. yüzyılın ikinci yarısında Çin beş milyon insana aynı elbiseyi giydirmiş, öpüşme, sevişme ve bir’den fazla çocuk yapma yasakları getirmişti. O da tutmadı. Avrupa kültürünün etkisiyle adına Noel Bayramı denen Bocuk Yortuları, Bulgaristan’da kendine özgü renkler aldı. Noel pazarları açıldı. Bunun en belirgin yanı, otoritesini kaybeden kilisenin tarihe ve kök adet ve geleneklere dönme çabalarında kendini göstermeye çalıştı. Noel’e yeme içme ve hediye alıp verme anlamı yüklendi. Bu da kendiliğinden şu ikilimi doğurdu. 1944 ile 1989 yılları arasında sosyalist Bulgaristan’da sert layık ve yasaklayıcı bir komünist devlet idaresi vardı ve dinsel gelenek baskı altındaydı. İsa Peygamberi anlatan ritüel sistemine nefes alma hakkı verilmiyordu. Komünistler dinsiz – ateist ya da deist – olduklarından dolayı Bocuk sabahı “Gerçekten Dirildi!” selamlaşmasını yasaklamışlardı. Yani İsa Peygamber’in dirilişinin anımsanmasına yasak konmuştu. Hristiyanlığı bir hurafe torbası olarak algılayarak dinsel inançları kökten ret ediyorlardı. Öyle olsa da, Bocuk Sabahı kiliselerde yapılan ayinde, Bulgar halkı ve devleti için azizlerin simleri sıralanırdı. Sosyalizm yıllarında ilk Büyük Bulgar Devletinin kurucusu aziz Hak Krum ve Bulgarlar’ı Tuna’ya indiren aziz Han Asparuh’un ve kurtarıcı olarak Rusya Çarı aziz II. Aleksandır’in vb isimleri sıralanırdı. 1990’dan başlayarak – sözde demokrasi döneminde – Bulgarlar, Rus Çarının kendilerini Osmanlı’dan kurtarmadığı, hatta esaret altına aldı ve köle ettiği bilincine vardı. Bu nedenle, Bulgar din adamları arasında, Bulgar halkı için bir kurtarıcı olmayan II. Aleksandır’ın isminin azizler arasında anılmaması gerektiği hareketi başladı.


Makale ve Analizler - 2018

151

Konuya ilişkin yazılarda, Prusya’nın Ştetin kasabasında bir Prens ailesinde doğan ve 1744’te Ortodoksluğu kabul eden Rusya imparatoriçesi 2. Ekaterina, 21 Haziran 1974 ‘te Küçükkaynarca Antlaşmasıyla Osmanlı’daki Hristiyanları himaye hakkı elde ettikten sonra şu uygulamaya geçmişti: Bulgar kiliselerine Yunan Papazlar doldurmuş, ayinlerin Yunanca yapılmasını emretmiş, Bulgarları dini kimliksiz bir karanlığa itmek ve Bulgar’ı cahil bırakıp uyanışlarını boğmak için çaba harcamıştır. Bu kör gidişi gören, Osmanlı devleti 1872’de çıkarılan bir Fermanla durdurmuştu. Aynı fermanla Ortodoks Kilisesinden ayrılan Doğu Ortodoks Kilisesi Yunan papazları Bulgar kilise ve manastırlarından çıkarıp kovmuş ve Bulgarlara anadillerinde ibadet etme, okuma yazma, eğitim, aydınlık ve kültürel yaşam hakları tanımıştır. Bu ve benzer tarihsel gerçekleri Bulgaristan’da artık farklı bir açıdan algılanıyor. Rusya Federasyonu Sofya Büyük Elçiliği tarafından bu yıl başkentin merkezindeki “Ts. Nedelya” kilisesi önüne dikilen süslü Çam Ağacı “Hiç gerek yok” diyen Bulgarlar tarafından hemen çöpe atıldı. 1925’te kubbesine yerleştirilen bombaların patlatılmasıyla 500 Bulgar aydın ve devlet adamının öldürüldüğü anımsatıldı. Üstelik diplomatik skandala baş gösterdi. neden oldu. Rusya Büyükelçiliği fesboock üzerinden Bulgar halkına “geri zekâlılar” dedi. 2018 yılı Bocuk Yortusu günleri Bulgar halkının vecibeleriyle ilgili başka bir değerlendirme de yeni bir tartışma sayfası açtı. Olay şudur: 1942’de Makedonya ve Ege Bölgesine Nazilerle birlikte giren Bulgar orduları “işgal gücü” müdür yoksa “kurtarıcı” mıdır? Harekât sırasında 30 bin Makedon öldürülmüş, 20 bin Yahudi ve Çingene “Treplika” ölüm kampına gönderilmiş ve yakılmıştır. Makedonya okullarında 9. Sınıf tarih kitaplarında Bulgarların “vahşi” olduğu yazılıdır. Bulgarların kitapların yeniden yazılmasını ve bu sözün metinden atılmasında ısrar ediyorlar. Tartışılan konu kendilerine “geri zekalı” ve “vahşi” denen bir kavim millet ve halk olma boyutuna ulaşmış kabul edilebilir mi? Öte yandan, Hristiyanlık geleneklerinin oluşumuyla ilgili geliştirilen yeni Bulgar iddia ve kuramlarında, bu geleneklerin, İsa öncesi 4. Asırda yaşamış Orfeus’a dayandığına vurgu yapılıyor. Bunların temelinde bin yıllık Bulgar putperestliği olduğu savunuluyor. Hristiyanlığın Bulgar Orfeizminin devamı olduğuna yer veriliyor. Aristo vaktıyla, “İnsanların kardeşliği fikrinin herkesten önce yaygınlaştırdığını” yazmıştı. Bunun anlamı “ihtiyacı olanlara yardım etmek, derdi olanlara derman olmak ve herkese umut aşılamak” olarak açıklanıyor. Böylece Orfeus, “İsa Peygamberin yolda olduğuna


152

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

müjde vermişti,” deniyor. Bu arada, 12 ve 30 yaşlarındayken o bir büyük ari –saf ırkı – Bulgarları – ziyaret etmiştir. Bunun kanıtı, 2 000 yıl öncesinden, Kaşmir’de, Hemuc!! kenti yakınlarındaki Bramis duvar yazılarıdır. Bu yazılara göre, İsa önce Perperik’te (Perperekon) – günümüzün Alfatlı köyü (Nanovitsa), Mestanlı (Momçilgrad), Kırca Ali/ Bulgaristan antik kazıların yapıldığı mekanın adıdır – bulunmuş ve daha sonra Hindistan’da İsa Tepesine çıkmıştır. Perperin Orta Çağda, Yunan Perperekon’u adını almıştır. Bu teze göre, Hristiyanlığın kadim gelenekleri ve adetleri Traklar’dan kaynaklanmıştır. Tabii bu savlar Makedonlar ve Ruslar tarafından kabul edilmiyor ve yalnızca Bulgar kiliselerinde ayinlerde söyleniyor. Bu kadim gelenekler iaman gelenekleri olabilir mi? Bunlarla biz Müslüman Türklerin her hangi bir ilişkisi iddia edilecek mi, bunu henüz bilemiyoruz. Tüm bunların iddia edilebilmesi için önce zamanın ve rejimlerin değişmesi gerekiyordu. Yukarıda işaret edildiği üzere, sosyalizmde kiliseye girip çıkanlar sayılıyor, dindarların kaydı yapılıyor ve hepsinin dini inançlardan caydırılması, törelerin ve tarihin unutturulması için ateist propaganda yapılıyordu. Pek tabi ki, din hem kilisenin içinde hem de hayatın içinde yaşar. Kilise dışı hayatı dini nitelikten arındırılıp ateist ritüeller sistemiyle değiştirme yolunda çok çaba harcandı. Ateizm yani Tanrının var oluşunu kesin ret etmek ile yaratıcının varlığını kabul edip ona inanmamak – deizm – ikisi de din değildir. Değiştirilen tarih de din değildir. Komünist ideoloji, felsefe vs., sosyalizm de din değil, ancak bir dünya görüşüdür. Dinin yaşattığı inanç, ibadet ve ritüel sistemi ise beraberinde toplumsal uzlaşmayı, ahlakı, diyaloğu taşır ve yaşatır. 1989’a kadar, Bulgar devleti, Müslüman dini vecibelerini, inanç, iman, gelenek ve Müslüman yaşam tarzını kökten yasaklarken, Ortodoks Hıristiyan dinine de pek çok yasak getirmişti. Örneklersek, son dönemde olduğu gibi her hanenin Bocuk domuzu kesmesine sınırlama getirilmişti. Papazların buz gibi ırmak, göl veya deniz suyuna haç fırlatması ve gençlerin suya atlayarak haç araması yasaklanmıştı. Donmuş suda abalı poturlu horon oyunları, topluca sarhoşlayana kadar rakı şarap içmek, her için başında ve en önde papazların bulunması, saatlerce ayin yapıp dua etmesi, Hristiyanlığın temel dayanaklarından olan İsim Günü kutlamaları yasaklanmıştı. Şimdiki gibi özellikle milliyetçi TV programlarında olduğu gibi hele Pazar sabahları saatlerce papaz efsaneleri anlatılmıyordu. Avrupa Katolikleri Noel’de domuz kesmez, sofralarındaki Hindi dolmsı ya da kızartmasıdır. Amerika’da Hindi Günü – bereket – Helouyin artık Bul-


Makale ve Analizler - 2018

153

gar Hristiyanlar tarafından kutlanmaya başlandı, aslında Ortodoks Hristiyanlıkta böyle bir Yortu (tatil ve adet) yoktur. Kısacası, Ortodoks Hristiyanlık, Bulgar tarihi, gelenek sistemi, hayat hakkı arayışı açısından çok zor dünler yaşıyor. Teknolojik dönüşümler yaşayan dünyaya sanki erişemiyor. Olay din işlerinin devletten ayrı tutulması sert savaşımın huzur ve barış günlerini ne başlatıyor ne de sona erdiriyor. Bu savaşımın içinde bir de diyalog ve hoşgörü alanında Müslümanlarla ve İslam’la iyi günler yaşama sevdası var. Bunu Ortodoks Kilisesi temsilcilerinin anadil eğitimi ve kültürel halklarımızın tanınması ısrarında görebiliyoruz. Aynı zamanda Doğu Ortodoks dini Müslüman medeniyeti ve İslam kültürü yasaklarını hiçbir surette dolduramıyor. Faşizm ve totalitarizmin yarattığı toplumsal boşluklar günümüz sosyal ve medeni yaşamında sakatlık doğurdu. Toplum huzur ve güvenliğe ne kadar açsa, hoşgörü ve müsamaha açısından da yetersizdir. Bocuk kutlamalarında ağırlıklı olarak domuz eti ve şarap tüketiminin ön plana çekilmesi, toplumu parçalıyor ve parçaları birbirinden uzaklaştırıyor. Size bir Bulgaristan Müslümanı açısından Bocuk Yortusunu anlatmaya çalıştım. Bu yortunun başka bir rengi de 3 gün Bulgar kentlerinin boşalması, köylerde kırmızı şarap ve domuz sofraları kurulması ve sınırsız yiyip içerek gürültülü şenlenme, gençlerin arzuladığı eğlenceli dünyaya yabancıdır. Son


154

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

M U R AT- R A Z İ Y E U L U T Ü R K


Makale ve Analizler - 2018

155

Bulgaristan, Yıl 1984:

Tarih: 26 Aralık 2018 Çeviri: Raziye Çakır “Faktor.bg.” Konu: Yeni kuşak babalarının cinayetlerinden utanmalı Bulgaristan, Yıl 1984: Kar Dökülen Kandan Kızarmıştı Vahşi “soya dönüş süreci” tanığı olan 3 kişi. Mestanlı )Momçilgrat 2018 Anma töreni Fotoğraflarda: 1984 katliamı şehitlerimiz. Kırca Ali etraf köylerinde beyaz karın dökülen kandan kıpkırmızı olduğu günlerdi. Adı sözüm ona “soya dönüş süreci” yalanıyla anlatılan zorla Bulgarlaştırma terörüne kurban olan 3 Türkün kader. “Deutsche Welle” radyosunun Kırca Ali temsilcisi Vildan Bayramova kaleme almıştır. Kığlı (Benkovski) köy muhtarı Borlana Hafızova. O karma karışık günlerde, Türklerin isimlerinin değiştirilmesi işlerinden sorumlu muhtarlık görevlilerinden birisiydi. Yıl 1984. 23 Aralığı 24 Aralığa bağlayan gece Kığlı (Benkovski) köyü tanklar ve zırhlı araçlarla kuşatılmıştı. İsimlerin değiştirilmesini teknik olarak hazırlamak amacıyla muhtarlıkta çalışanlar gece yarısı göreve çağrıldılar. “Kendimden utanıyordum” “Gece gündüz çalışıyorduk, tutuklanmış ve otobüslerle taşınan Türkler isim değiştirme dilekçesini güya “gönüllü” doldurup imzalamazlarsa, iç yerlerine giremiyorlardı. Karşı koyanlar ya “Belene” ölüm kampına sürülüyor ya da “eşek sudan dönene kadar” öldüresiye dövülüyorlardı.”- diye anlatmaya başladı Boryana. Otobüsle getirilmelerine rağmen, emre uymayan ve muhtarlık dışında saatlerce bekletildikten sonra da dilekçeyi imzalamayanlar, kelepçelenip “Belene” kampına gönderiliyordu. “Kızıl bereliler” çevik davranıyorlardı. Otobüsten çıkardıklarından imzalamak istemeyen ve tepki gösterenleri kelepçeleyip hemen kampa gönderiyorlardı. Bu yapılmamalıydı diye anlatan Boryana, ben “kendimden utanıyordum” diye ekliyor.


156

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Boryana, komşularından herhangi birine yeni ismiyle hitap edemediği için cezalandırılmıştı. Şöyle anlatıyor: “örsle çekiç arasında kalmıştım. Benden getirilenlere Bulgar ismi seçmem isteniyordu. Ben kimdim de Türklere Bulgar ismi seçecektim. Olanlardan çok utanıyordum! Bulgaristan Komünist Partisi’nin son derece büyük bir yanlışıydı. Bu parti üyelerinin af edilmez bir yanlışıydı. Bugüne kadar özür dilemediler.” Sözlerini vurgularken sesi hiddetliydi. “1989’da toplu halde göçe zorlandılar. En gerekli eşyalarını toplamak için yalnız birkaç saat zaman veriyorlardı. Türkiye’ye kovuldular.” Bunlar çok acı hatıralar diyor sıkılarak Boryana… “Vatan asla unutulamaz!” Muhtarın odasına gelen Mümün İlyaz, o dehşet günlerinde başına gelenleri anlatıyor: “Gorupso” maden ocağından gece vardiyasından dönerken silahlı askerler kimliklerimizi topladılar. Bir hafta işe gidemedik. Gidebilirsiniz! Dediklerinden her sabah köyden yazılı çıkış izni almıyorduk.” O şimdi 72 yaşını doldurmuş, şöyle devam ediyor: “Akşam sokağa çıkma yasağı uygulandı. Bir yere gitmek için muhtarlıktan özel yazılı izin almak zorundaydık. Bulgaristan’da 20 yıl Bulgarlarla birlikte madenlerde çalıştım. Dostluklarımız canlıdır. O zaman onlar da bizimle birlikte üzüldüler, şefimiz partiye küfür ediyordu. Bayramda kurban kesmemizi, camide dua etmemizi, dilimizi konuşmayı, cenaze merasimlerimizi ve daha ne varsa hepsini yasakladılar: diye anlatıyor Mümün İlyaz ve devam ediyor: “Başımıza gelenlerden Bulgaristan çok çekti ve çekiyor. Zulüm yaşanmasaydı, kimse göç etmeyecekti ve Bulgaristan çöl haline gelmeyecekti. Türk aydınları – mühendisleri, doktorlarımızı, öğretmenlerimizi, tarım mühendislerimizi, teknik uzmanlarımızı – zorla kovdular. Onlar Üniversitelerde okumuş eğitimli kadrolardı” 10 yıl Bursa’da ikamet ettikten sonra, dağlarımızın havasını nefes etmek için eşimle Kığlı (Benkovski) köyüne döndük. Mümün başıma gelenlere rağmen, Bulgaristan Vatanımdır, diyor. Çocukluğumda hayvan güttüğüm köyümün çayırları hep düşüme giriyordu. Vatan unutulmaz!” “Biz tüfeklerde savaş mermisi olduğunu bilmiyorduk. Şehitlerimiz birer ikişer düştü! ” Katliam günlerinde 20 yaşında olan Yoğurtçulardan Lütfü Hüseyin anlatıyor: “Kayalova, Kitna ve Mogilyane köylüleri isimlerimizin değiştirimesine tepkide bulunmak için toplanıp yürüdük. Yoğurtçularda (Mogilyane) yolu bir “ZİL” marka kamyonla kestiler ve 500 Türkün muhtarlığa gitmesine izin vermediler. Askeri birliğin komutanı, cebinden çıkardığı beyaz tebeşirle yola bir çizgi çekti ve bu çizgiyi geçemezsiniz dedi.


Makale ve Analizler - 2018

157

Askerler bize ateş açmaya başladılar. Mermilerin gerçek mermi olduğunu bilmiyorduk. O zaman kurşunlardan biri 17 aylık Türkan Hasan kızımızı öldürdü.” O sabah orada 2 şehit düştü ve büyük sayıda Türk yaralandı. İnsanlar yere yattı ve sağ sola koçuştu. Biz dövüşmek veya çatışmak istemiyorduk. Yerde 40 santimetre kar vardı. Düşen şehitlerimizin kanından beyaz kar kırmızı oldu!”- Lütfi olanları anlatırken göz yaşlarını tutamadı. “Benim bacağımdan da 2 kurşun çıkardılar. 3 ay 17 gün hastanede yattım. Hasta yatağında bacağı asılı devlet güvenlik güçleri (DS) görevlisi olduklarını belgeleyen sivil polisler her gün başına gelip onu sorgulamışlar. Nereye gittiklerini, kimi kimden şikayet etmeyi düşündüklerini vs sormuşlar. Pasaportunu almışlar. Kendine yeni isim seçmesini emretmişler. Bir gün “Lütskan” adıyla bir kimlik getirmişler ve eline sıkıştırmışlar. 1989 yılının Baharında ailesiyle birlikte 24 saatte Bulgaristan’dan çıkması emredilmiş. 4 ay Bursa’da kaldıktan sonra dönmüş. 4 ay sonra da Todor Jivkov devrilmiş. 29 Aralık 2018’de yukarıdaki yazının altında, zorla isim değiştirme olaylarıyla ilgili “Faktor.bg” de şu yorumlar belirdi: Bir) Ben, o kadar yıldan sonra isim değiştirerek Bulgarlaştırma trajedisini savunan dalkavuklar olduğunu anlamakta zorluk çekiyorum. ,İki) Ben düşüncelerim şöyledir. Bu yüz karası ve kanlı sürecin onaylanması veya kınanmasından öte, bu zulüm görmüş insanların, sözde isimlerini iade eden zorbacıların kendilerini ALDATMALARINA nasıl oldu da inandıklarına ve bugün de “minnettarlık” ifade ettiklerine akıl erdiremiyorum. Kimlikleri yok edilmek istenmişti. Ruhlarına öyle etkide bulunulmuş ki, onları yünde yüz aldatanlara hoşgörülü bakıyorlar. Katillerini göremiyorlar. Üç) Sözüm ona “Soya Dönüş Süreci” Bulgaristan’daki komünist cinayetlerden biriydi. Allah kurbanlarına cenneti nasip eylesin. Katilleri ve suçluların hepsini de cezalandırsın. Türk dostlarım var. Tanıdığım Türkler namuslu, çalışkan ve alicenap insanlardır. Bizde şöyle bir söz vardır: “Türk dost, ömürlük dosttur!” Şunları ilave etmek istiyorum: Adına “Uyanış süreci” denen, bütün Bulgaristan halkına karşı işlenen cinayetler serisindendi. Son büyük cinayetti. Daha önce hepimiz Kızıl Ordu süngüleri önünde sürgün edildik, yasaklar yaşandı, katliamlar oldu…. Bu bakıma Türklerin yaşadığı zulüm uzun bir serinin son halkasıydı….Türk dostlarım sağlıcakla kalınız!


158

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Dört) Zor kullanarak, devlet teröriyle isim ve kimlik değiştirme sürecine güya “soya dönüş süreci denmesi” iyi düşünülmüş bir saçmalıktır. Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) yönetici kadrolarının iddia ettiğine göre, emir “Moskova’dan gelmişti”. O zaman artık Kremlin strateji uzmanları sosyalizmin dağılıp çökerek buharlaşacağını anladıklarından dolayı böyle bir deneme bulunmuşlardı. Sosyalist sistem nefret edilen kapitalist Batı karşısında sürekli geriliyordu. Moskova Doğu ve Güney Doğu Avrupa ülkelerinin sistemden kopabileceklerini ve bağımsızlık yolunu seçmeyi düşündüklerini sezmişti. “Ayır buyur” taktiği uygulanarak Bulgaristan halkı birbirine düşürülmüştü. Bulgaristan’ın sosyalist yörüngeden kopması istenmiyordu. Bulgaristan’ın ağır bir uluslararası tecrit duruma itilmesi için isim değiştirme saçmalığı düşünülmüştü. Arkasından gelen – gücenmiş ve öfkeli Türkler, gasp edilen hakların iadesi için parti kurmak, uzlaşmazlık kışkırtmak oldu. Daha sonra da gizli Rus yönetimi öfkeli Türklerin ve onlara karşı kan kusan güya “yurtsever” Bulgarların iplerini eline aldı. Bir de kafalarına lider ektiler. Muazzam bir Rus planı! Ve bu iğrenç plan, Moskova’ya sormadan öksüremeyen Todor Jivkov ve uşakları tarafından alçak bir biçimde gerçekleştirildi. Beş) Bu vahşetin içinde yıllardan beri anlayamadığım bir ley daha var. Bu insanlar neden Ahmet Doğan’ı bu kadar tutuyorlar? Onların bu desteği olmasa Doğan’ın hapishanede olması gerekiyor. 6) Bu zulmü yaşayan, isimleri ve yaşam tarzları zorla değiştirilen kurbanlar veren, göçe zorlanan bu insanlar için üzgünüm. Utanç veren bir olay! Utanıyorum. Kahramanlar asla unutulmayacak. Aziz hatıraları sonsuza dek yaşayacaktır. 2019 yılınız kutlu olsun!


Makale ve Analizler - 2018

159

Dipten Kopmak Zor

Tarih: 30 12 2018ntaş Yazan: Şakir Arslantaş Konu: 2018 geldiği gibi gitti. Değişen bir şey yok. 2018 Yılmazlar yılıydı Bulgaristan’da 2018’de dünya gelen çocuklara en fazla YILMAZ ismi konmuş. 10 sene önce insanlarımız “Yaprak Dökümü” filminin etkisi altında kalmıştı ve erkek Çocukların hemen hepsine RIZA adı verilmişti. Bize adı YILMAZ kendi yılmaz gençler lazım. Çok mutluyuz bu sene halkımız bizi anladı. Hürriyet kavgasına yılmadan devam ediyoruz. Artık durumun vaziyetiyle razı değiliz ve Yılmazların yolu yoldur. Ylmazlara ninnilerde söyleyin zolun sonunda değil başındayız. Bizi dipten koparacak olan Yılmazlarımızın 2019 yılı kutlu olsun! Analı babalı büyüsünler. Tüm mutluluklara bayrak açsınlar. Dibe nasıl yapıştık hatırlıyor musunuz? 1989’da göç yoluna düşerken, aman arkamızdan evimize bir şey olmasın diye, sigortasını yaptırıp elektrik ve su faturasını ödeyip çıkımıza sıkıştırırken arkada kalan öksüz memleketimizde tam 5 000 (beş bin) okul vardı. O zamandan beri okul kapısına kilit vuruyoruz. Okuma evimiz kalmadı. Kütüphanelerimize yeni kitap girmedi. Sadece son 15 senede 800 (sekiz yüz) okul kapandı. Önce kapanan 2 500 (iki bin beş yüz) okulun kapısı penceresi söküldü, döşemeleri yakıldı, duvarlarından tuğlalar ve çatıdaki kiremitler alındı. Bu okullarda açılıp kapanan kitaplarda “Osmanlı esareti” sözüne çok sık rastlanıyordu. Osmanlı döneminde Bulgaristan’da bir tek okul kapanmamış ve yıkılmamıştı. 2 000 Bulgar Okulu kurulmuştu. Son 140 yılda memleketimizde yıkılan Türk okullarının sayısı ise 2 700 (iki bir yedi yüzdür) . Okul yıkma, cami yakma günahların en ağırı, köleliklerden köleliktir. Zaten cahilliğin kardeşi köleliktir. Cahil bir ülkeye hiçbir kimse yatırım yapmaz, ticareti keser. Okul yakan ve yıkan, kapayan devletler dünyaya “ben köleliğe hazırım” haberi verir. Bizdeki durum budur. İnsani kör cahil olan bir devlet ne hür, ne medeni ne de güçlüdür, ne de yüksek vasıflara sahip olabilir. Yeni totaliter geleceğimizin betonlaşan temellerine cahillik dökülüyor. Bunu yapan Bulgarların kendisi olduğundan yeni köleliği kabul etmeye hazırlık görüyorlar.


160

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

*** Yılın (2018) ilk 6 ayında Avrupa Konseyi Başkanlığı yaptık. Sofya’da otellerimiz Avrupalı yüksek misafirlerle dolup taştı. Misafirlerimizin aylıkları 4 500 (dört bin beş yüz) Avro’dur. Avrupa Birliği’nin en yoksul ülkesinde (bizde) 6 ay kalırken problem yüksek “uzmanlar” yaşamasınlar diye her birine günde 250 (iki yüz elli) Avro harçlık da verildi. 250 Auro 500 levadır. Bu dağılan DOST partisi “lideri” Lütfi Mestan’ın günlük harcamalarına endeksli belirlenmiştir. Bizim misafirpervere devletimiz de konukseverliğini gereği gibi gösterirken onlardan her biri için günde ortalama 400 (dört yüz) leva ek harcama yapmıştır. Aynı 6 ayda Bulgaristan’da 1 660 000 (bir milyon altı yüz altmış bin yaşlı vatandaş) 200 (iki yüz) leva yani 100 Avro ile ay geçirmeye çalıştı ve hayat törpüledi. Bu konuklar hiçbir Türk köyü, Türk okulu, Çingene GETTOSU, yolsuz Pomak köyü, yıl boyu içme suyu olmayan Haskovo kentinde bir daire görmeden geri döndüler ve çalışmalarına son derece yüksek değer biçildi, bazıları kapalı poşetlerle ödüllendirildiler… *** Biz önümüzdeki yıllarda 3 defa daha AK Başkanlığı yapsak Avrupa Birliğinin bir uç beyliği sayılan en kenar ülkesini görünce not defterlerine “Bulgaristan Güney Doğu Balkanlarda bir GETTO olma durumundan asla koparılamaz” yazmışlardır. İyi günler propagandası yapılması için milyonlar harcandığı ülkemizde gerçekleri yazan gazete ve elektronik yayınlar ancak % 5 iken, halkımızın % 48’i sefillik çizgisi altında sürünmeye devam etmiştir. 2018’de ülkemizde 5 çocuktan 1’i okula gitmemiş ve çalışmamıştır. *** Amerikan Merkezi İstihbarat Teşkilatı CİA (TsRU) Bulgaristan’da insanların savaş koşullarındaki gibi can çekişerek öldüğünü duyurdu. Kamuoyu bu çok önemli tespiti, kapısında BİRLİKTEN GÜÇ DOĞAR sözleri altın harflerle “Birleştik ama ölüyoruz!” yazılmasını ve Sofya meclisinin duvarlarından birine herkesin göreceği bir yere asılmasını istiyor: 2019’da yazılsa iyi olur. Çünkü hepimiz ölürsek yazacak adam bulunamaz. *** Halkımızda yok olma korkusu ve geçen yılın karı gibi bir türlü kalkmıyor. Biz binlerce fidan diktik bu halkın çölüne, su vermediler, güneşi kapadılar ve hepsi kurudu. Yalnız yaşayabilme telaşı kaldı. ***


Makale ve Analizler - 2018

161

10 sınıf ders kitaplarında bir bölümü KOMÜNİZME ayrılmış. İçinde totalitarizm gizlediğini, özünde diktatörlük olduğunu, azınlıklara soy kırım uyguladığını ve düşünen insanları vatanlarından kovduğunu ve halka ışık verenleri kurşunladığını yazmayı ve lanetlemeyi unutmuşlar. Kamuoyundan teklif gelmiş: Komünizmle birlikte Bulgaristan azınlıklarının trajik tarihi de okutulsun. Başka bir teklif ise komünizm tarihi ile birlikte olmayan Geçiş Dönemi tarihi de okutulmasına ilişkin. Komünizmin bir terör ortamında yaşadığı da yazılmamış, hatırlatma yapılıyor. *** Bulgaristan’da anlatılmaya çalışılan ama anlaşılır bir şekilde anlatılamayan bir konu da SİBER SAVAŞ: 4 Bulgaristanlı çocuktan ve her 2 yaşlıdan biri açlık çekiyor. Bize karşı yürütülen büyük siber savaşın sonucu budur. Her saldırı savaşının hedefinden insan canı vardır. *** Avrupa Birliği hürriyetlerinin Bulgaristan örneklerinden: 2018’de ilk doğan bebek Sliven’li Dinko oldu. Annesi 13’ünde babası da 15’inde İslimyeli Çingene gençler kendilerini adam yerine koydu. Ana babalı büyüsün dileklerimizi iletirken öğrendik, çocuğun babası anasını bir gofrete aldatmış. Bulgaristan ve AB nüfusuna katkıda bulunmak artık çok ucuzladı. *** Karadayı Kabadayılık yapmaya başladı. Başkan olalı 1 yıl geçmeden bıyık sıvazlıyor. Geldiği gitti yerde insanlarımızın ayak kalkmasında ısrar ediyormuş. 1 dakikadan fazla alkışlanmak istiyormuş. Düne kadar mikrofonu aldığında ne konuşacağını bilmeyen günün kabadayısı sınırları iyice aştı. Razgrat’ta Türkçe öğretmenleri ve aydınlarla görüşmede konuşurken “Bulgar devletinden bir şey istemeyin, Türkçeyi evde öğretin, Bulgar okulunda hava bozulmasın”, demiş. Vay be bu patatesçi Doğan haininden de ileri gitti. Yoğurtçular (Mogilyane) şehitlerimizi anma mitinginde ise, “benim elimde bir şey yok, iplerimi çekenler var, ne konuşacağımı bana önceden ezberletiyorlar” dememiş. 2019 hepimiz için sağlıklı ve başarılı olsun, çilelerimiz azalsın. En iyi dileklerimi sunarken, yeni yılda birlikte olalım!


162

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2018

163

Rüzgarın Yönü 2019’Da Değişmeli

Tarih: 30 Aralık 2018 Yazan: Rafet ULUTÜRK Konu: Üst akılın derin analizleri ve sonuçları Bir yıl daha tekerlendi. Çok düşündüren, bu yıl daha önceki yıllara göre sorunları daha ağır olan bir yıldı. Sanki muammalı bir mirasla girmiştik 2018’e. Bulgaristan’da geçen yılın 26 Martda yapılan genel seçimlerle çözülmeyen düğüm sanki daha da sıkıldı. 2016 güzünde “siyasi sistem değişikliği” isteyen kitlesel yükseliş giderek sönerken, neredeyse pörsük bir balona dönüştü. Düşünmekten kafayı yiyenlerin çözüm bulamamasına sebep ise Bulgaristan’da meydana gelen olaylarda kara nokta ve alanlar olmasıydı. 2018’le vedalaşmaya hazırlanırken, sürpriz bir gelişme bizi şaşırttı. Sis perdesini kaldıran bir olay oldu. Hepimiz derin bir nefes alabildik. Ben yılın son yazısı olarak bambaşka bir sunum yapmaya hazırlanırken, bir anda planımı değiştirmek zorunda kaldım. Düşünmekle çözülmesi imkânsız sorunların çözüm tablosunu görünce insanın içini huzur basıyor… Bulgaristan’da Türkler’in arasında “aydın” kısmı ağır yara almış bir azınlık olduğumuzdan dolayı, Bulgar toplumu içindeki her çelişkiden ders çıkarmak zorundayız. Bir de şu çok önemli;, Bulgaristan’da yazana değil susana, görene değil görmeyene ödül veriyorlar. Bir de bizdeki yön veren olay ve gelişmeler iç çelişkilerden doğmuyor, hepsi neredeyse tamamı dıştan kışkırtılıyor. Bulgaristan’da bu bir gelenek olmuş ve halk buna alışmış, şaşırmıyor. Tepki de gösterilmiyor. Stratejik olarak da her zaman Bulgar halkının gözlerini bir başka yöne çevirmesini sağlayabilmişlerdir. Bu çok daha önce başlamış ve de birkaç defa yaşanmıştı. Osmanlı döneminden bir örnek vermek gerekir ise; 1876 Nisan ayaklanmasının İngilizler tarafından kese kese altınla kışkırtıldığını hepiniz okumuşsunuzdur. O zamanlar İngiltere’de okumuş, orada Osmanlı’ya karşı ayaklanma zehrinden içmiş komitacı Bulgar yoktu.


164

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ayaklanmanın önderleri, hapis kaçağı, çoban, öğretmen ve İstanbul’da okumuş birkaç kişiydiler. “Tatar Pazarcık (Pazarcık) ve Filibe (Plovdiv) esnafı yaksın evlerini ve dükkânlarını yenisini kurmaları için biz altın vereceğiz” diyen İngiliz Konsolosuna o zaman pek inanan çıkmamış ve Oborişte Kurultayında tabanca ve İncil üstünde yemin ettirmişlerdi. Buna rağmen hiç kimse evini yakmadı, kimse para da görmedi, beklenti içinde olanların da parmağı ağızında kaldı. Monarşi devrinde bu olaylar çok tekrarlandı. Cumhuriyet isteyen 1918 Vladaya asker ayaklanması Sofya depolarındaki Alman toplarıyla bastırıldığı unutulmadı. 1925 ve 1934 askeri darbelerini ise Rusya’dan gelen Rus ajanlar yaptı. Çar III. Boris partizanlarla mücadeleyi Alman silahlarıyla yürüttü. Partizanlar ise Sovyet silahlarıyla donatılmıştı. 1990’dan sonra dış destekli bu iç çatışma politik arenada devam etti ve hala devam ediyor. Yirminci yüzyılın sonunda sözde “demokratikleşmeye” yönelen Bulgaristan 2004’e – Bulgaristan’ın NATO’ya alınmasına kadar – başını Doğu’dan Batı’ya çevirmeyi reel olarak başaramamıştı. O zaman bu olay Türkiye meclis kararı ve garantörlüğünde olmuştu. O zamana kara Rusya’nın balkan ayağı olan Bulgaristan’ın Avrupa-Atlantik yönelimi seçmesi, Kremlini’ de rahatsız etmişti. 1989’da kurulan ve birkaç parlamadan sonra 2004’te artık tamamen dağılan Demokratik Güçler Birliği (CDC) içinde yörüngesini kaybetmiş kitleyi Rusçu ve kesinlikle doğuya bakan bir yörüngeye oturtmak gerekiyordu. Gelişmeleri izleyen Moskova merkezinden gelen emirle Volen Siderov’a 1 600 000 leva (bir milyon altı yüz bin leva) veren DPS lideri Ahmet Doğan bu kapıyı açtı. Toprağın altında olduğunu sandığımız ve çözülüp çürümesini beklediğimiz totaliter komünist kabrin üzerine “artık dirilebilirsin” çiçeği “Ataka” partisinin kurulmasıyla Bulgaristan’da tekrar dikildi. Batı merkezlerinin bu partiye “aşırı sol”, “aşırı sağ”, “ırkçı”, “milliyetçi”, “faşist” demesi hiçbir şeyi değiştirmedi. 3 Mart 2006’da – bu haber Bulgar medyasına yansımamıştır – Burgas ve Sofya’da 50 000 (elli bin) kişiyi sokağa çıkaran “Ataka” partisi 24 Mart 2006’da Bulgaristan’da, DPS ve II. Semeon partisiyle birlikte üçlü iktidarda olan BSP’den sonra ikinci politik güç ilan edildi. Bu partiyi Moskova kurdurmuş ve Avrupa Birliğine üye olmaya hazırlanan Bulgaristan’ın Batılaşmasını durdurmak için kurdurmuştu. 2007’de aynı üçlü hükümet döneminde Bulgaristan AB üyesi oldu ve Brüksel’e bağlandı.


Makale ve Analizler - 2018

165

O tarihten sonra Bulgaristan siyasetinin iplerini çeken merkezler Sofya Büyükelçiliklerine yerleşti. “Ataka”yı durdurma fikri ABD Büyükelçiliğinde doğdu. GERB partisinin kuruculuğun bir sivil toplum örgütü olarak 29 Mart 2006’da başladı ve 3 Aralık 2006’da GERB tescil edildi. Yakın geleceğin başbakanı Boyko Borisov bir “süper men” ilan edilirken “Devlet Benim!” deyiverdi. Komünist bir ailede yetişen, diktatör T. Jivkov’un yakın korumalığını yapan bu “lider”, 2009’dan beri Bulgaristan’ın Batıya bakan yönelimini yönetirken, NATO dışında memleketimize 4 Amerikan askeri üssü yerleştirirken, Batı ile Doğu arasında bir denge unsuru olmaya çalıştı. Bugün Bulgaristan devletinin alt katına – muhtarlıklara, belediyelere, polis amirliklerine, valiliklere – sağlam yerleşmiş durumdadır. Aslında totaliter komünist düzenin cesedi olan GERB’in toplumsal sistemden atılması ve rejim değişikliğine gidilmeden Batıya bakanların – 3 milyon Bulgaristan’lı ülke dışındadır ve memlekette kalanların umududur – yeniden Moskova’ya bakmasını sağlamak için ilk kararlı adım 2016 yılında atıldı. Çözülen sır, yapılan gizli ankette.. 2016 yazında Bulgaristan’da bir gizli sosyolojik araştırma yapıldığı şimdi yeni yeni açıklandı. Anketin sonuçları Bulgar kamuoyunun eline yeni geçti. Bu sosyolojik sondaj Rusya Stratejik Araştırma Enstitüsü tarafından hazırlanmış ve Bulgar toplumunun 2016 yılının 16 Kasımında yapılan Cumhurbaşkanı seçimlerinden seçmen beklentilerini dört dörtlük süzerek planlı programlı uygulama sağlamıştır. Bu çalışma, Rusya Federasyonu Dış İstihbarat Komitesi (KGB) Generali ve Enstitüsü’nün Bulgaristan Kürsüsü Başkanı Leonid Reşetnikov tarafından yönetilmiştir. Dört bölümden oluşan anket sorularıyla önce Bulgarlar’ın Rusya ve Ruslarla ilgili tutumun durumuna ışık tutulmuş ve saptamalar yapılmıştır. Yirmibirinci yüzyılın başında Rusya’nın ve Ruslar’ın Bulgaristan’daki gerçek dostları ile düşmanlarının arandığı ankete beş bin kişi katılmış ve her siyasi partiden katılımcılara aynı sorular her ilde sorulmuştur. Birinci soru: Siz Rusya’yı seven biri misiniz (Rusofil) veya Rusya’yı sevmeyen biri misiniz (Rusofob)? Şıklar 1. Rusya’yı seviyorum 2. Sevmiyorum Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) % 99 %1 BSP’den kopan (ABV) % 92 %8 GERB % 89 % 11


166

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) “Yurtsever Cephe” – Reformcu Blok “Ataka” Partisi DPS

% 66 % 42 % 100 – % 34

% 34 % 58 % 66

Elde edilen sonuçlardan Bulgar seçmenin Cumhurbaşkanı makamında 60 yaşına basmamış, yüksek boylu, hayat başarısı yüksek, yabancı dil bilen, evli, çocuk babası, annesi-babası ve yakınlarıyla ilişkileri iyi, çocuklarının okul başarısı yüksek olan ve siyasi çevrelerden olmayan, partisiz ve tarafsız bir kişinin tercih edileceği ortaya çıkmıştır. Bu anketten sonrası General Rumen Radev’in üzerinde durulmuştur. Bulgaristan Askeri Hava Güçleri Başkomutanı General Radev Bulgaristan, Rusya ve Amerika NATO’da eğitim almış bir subaydır. Teklifi alınca kendi isteğiyle emekliye ayrılması sağlanmış ve partiler dışı bir – sözde tarafsız kanaat önderi, subay, akademisyen ve spor çevrelerinden ünlü kişilerden oluşan MİLLİ SİVİL KOMİTE tarafından Cumhurbaşkanı adayı olarak yükseltilmiştir. İlk adım atılmadan önce, General Raşetnikov’un Sofya lüks otellerinden birinde Bulgaristan Sosyalist Partisi lideri Bayan Kornelya Ninova ile görüşmesi, tam destek sağlanmış ve ayrıca DPS partisi fahri başkanı Ahmet Doğan ile de 2 görüşmesi olmuştur. BSP ile DPS, aday General R. Radev’e oy vermeyi sağlayacağına peşinen söz vermişlerdir. BSP bunu her 2 turda da direk oylamayla yaparken, DPS birinci turda sözde kendi adayı eski başbakan Plamen Oreşarski’yi, 2. Turda da General Radev’i desteklemiş, % 51 katılımla % 71’le seçim kazanılmıştır. “Üst akıl” Bulgaristan’da gazete ve dergi tirajlarının çok düştüğünü, artık köylerin yarısına gazete gitmediğini, gazete pek okunmadığını, gençlerin ise gazetelerden hiç bakmadıkları, emekliler ise en ucuz gazete olan “Telgraf” dışında gazete almadığını dikkate alarak şu yöntemi seçmiştir. Parti yayınları bedava dağıtılırken, önemli haber ve yazılar AVM reklam yayınlarına takılmış, toplam on elektronik haber ve yorum merkezinin devamlı izlendiğini de dikkate alarak, General Radev’in seçim propagandasını sözlü yapmıştır. Çok iyi konuşan, anlatımları inandırıcı olan sözcüler Radev’i, gençliğini, okuduğu okulları, Rusya ve Amerika’da aldığı eğitimi, uçuşlarını kısa ve tadı damakta kalan röportajlarla anlatılmıştır.


Makale ve Analizler - 2018

167

Radev’in yüksek performanslı kimliği yaratılmış, gençler özendirilmiş, yaşlılar iftihar etmiştir. Etnik azınlıklarla, çözülmemiş sorunlarla, halkın çözemediği problemler, eğitim, sağlık, açlık ve işsizlik gibi tezatlı ve can sıkan konularda hiçbir suçu olmayan, hiçbir karara imza atmamış, yüksek semalara, bulutların üstüne çıkıp milli güvenliği sağlayan, çocukların uykusunun bozulmaması için gece gündüz uçan bir kahraman pilot simgesi biçimlenmiş, sevdirilmiş, bol yemekli ve içkili sofralara taşınmış ve sohbetlere konu olmuştur. General Radev, ne liberal, ne konservatif, ne komünist, ne faşist tarafsız bir halk adamı olarak sahneye sunulurken Rusya ile dostluk, Avrupa Birliği’ne sımsıkı bağlılık, NATO’dan taraf, ABD’nin Bulgaristan’daki üslenmesi konusunda susan biri olarak sev(dir)ilmiştir. Taktiksel yaklaşım “seviyorum” – “sevmiyorum”; “Rusofil – Rusofob”; “Demokrat – Anti-demokrat” yaklaşımı üzerine kurulmuştur. Bu seçimde İdeolojik temeli olmayan tartışmaların taşmasına olanak verilmemiştir. Bu taktik, Le Bon’un Fransız Devrim Psikolojisini anlatan eserlerinden süzülmüş ve çok basit bir biçimde uygulanmaya konmuştur. Eski Cumhurbaşkanı R. Plevneliev Rusya’ya bir “karton kaplan” gibi ulusal ve uluslararası forumlarda saldırırken, GERB partisinin adayı (Gerb’in en zayıf adaylarından birini seçen Borisov tesadüf müdür bilinmez) Bayan Tseska Tsaçeva mitinglerde babasının komünistler tarafından çektiklerini anlatmaya ve belgelemeye didindi. Ayrıca yirmibir diğer adaydan başka biri olan Trayço Traykov, GERB Enerji Bakanı olduğu zaman Moskova’ya çağrıldığını ve yüksek bir binanın dokuz kat dibinde bir odaya kapandığını ve ona “isteklerini yaz” dendiğini işitenler birer birer başlarını General Radev’e çevirmiştir. Bulgar halkı yakınanları ve boş boş eleştirenleri sevmediğini bir daha doğruladı. Aranan güvenilir orta direkti. Bilinmesi gereken, memleketimizin beş defa Sovyetler Birliği ve Rusya Federasyonu vatandaşları tarafından Başbakan sıfatıyla yönetilmiş olmasıydı. Bu şahıslar Bulgar kamuoyu tarafından bilinen kişilerdi: Georgi Dimitrov, Vasil Kolarov, Grişa Filipov, Andrey Lukanov ve Sergey Stanişev. Bulgar aydınlar bu kişiler hakkında “gümüş kaşıkla doğanlar” dedi. Aynı dönemde, çalışmayan zengin olanlardan birkaçının kirli gölekleri ipe serildi. Batıya para kaçıranlara, aranıp da bulunamayanlara tehditler savuruldu. Bu işlerden, yapılan anketten ve alınan sonuçlardan Başbakan ve hükümetin haberi olmadığından dolayı yön belirleyemediler. Aşırı sağcıları,


168

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Skat” ve “Alfa” TV kanallarından Bulgar tarihini ve olaylardan ve bu tarihin yazılmasında Rus katkısını devamlı hatırlatmaya devam ettiler. Rusya olmaz ise Bulgaristan ve Bulgarlar olmayacakmış gibi bir hava yaratıldı. Yarım kalan “Belene” Atom Elektrik santrali gibi projeler, Rus doğalgazı ile ısındığımız, Rus benzini ve mazotu kullandığımız anımsatılırken, Rusya’nın Kırım’ı işgali, Ukrayna’nın parçalanması, Avrupa Birliği’nin Rusya’ya ambargolarının yenilenmesi ve İngiltere’nin Rus diplomatlarını kovun çağrılarını duymayanlar çoğalırken, Bulgarlar susmayı seçti. Şimdi 2019’da yeni bir seçime gidiyoruz. 19 Mayıs 20198’da Avrupa Birliği parlamento seçimleri yapılacak. Bu defa Rusya “üst aklı” sağcı güçlere bel bağladı. Ayrıca yeni tertipler de bekliyoruz. Biz Müslüman Türkler ise bölünmeye, çökmeye ve hainlerle didişmeye devam ediyoruz. Sonuç çıkarma zamanı kapımızı çalıyor, cevap veren var mı? Her yeni yıl bir başka güzel. Yeni 2019 yılında her şeyiniz gönlünüzce olmasını, akrabalarınız, sevdikleriniz ve arkadaşlarınız ile hayatlarınız boyunca unutamayacağınız güzellikler getirsin. Tüm beklentilerinizi gerçekleştirmenizi temenni eder. Yeni 2019 yılı tüm insanlığa ve ülkemize barış, mutluluk getirmesi diler, neşeniz, sağlınız ve huzurunuz eksik olmasın. Gelecek her daim sizin için yazılsın, hayalleriniz, düşleriniz ve beklentileriniz gerçekleşmesi dileği ile. Nice yıllara Dostlarınız ile paylaşmayı da unutmayınız.

Celal Hocanın BULTÜRK’e hediyesi


Makale ve Analizler - 2018

169

2018’In Olayı

Tarih: 30 Aralık 2018 Yazan Dr. Nedim BİRİNCİ Konu: Bir ağaçtan 2 defa düşenden umut tamamen kesilir. 2018 yazılarımızda “Lütfi Mestan bir kurt değildir! O yalnız iyi tüfekli bir avcıdır.” Dedik. “Sürüyü götüren kara koyundur. O bir kara kouyun değildir!” diye yazdık. Yazdık da okuyanlarımız, öğrendiklerini kendilerine saklıyorlar, tilkilerin avını gömüp “acıkınca yerim” mantığı var sevdiklerimizde. Şu da var tabii. Mestan kitap okuyan bir tip değil, suyunu da sıksan o bir “Bulgarca öğretmeni!”. Bulgar edebiyatında ne bizim “Boz Kurt” efsaneleri ne de “Karakoyun” masalları var. Öğrenemedi gerçeklerimizi gitti…. Kur’an’ı Kerimi de Bulgarca okumuş, o yalan yaşlı tercümelerden ve Ruhumuzu ne algılaya bilmiş ne anlayabilmiş ne de kendinde TÜRK RUHU yaratabilmiş. Üstüne şu da var: bir elinde viski kadehi, ötekinde aptessiz camiye girerken, çalmasınlar diye uygun bir yer aradığın cilalı çarıkların ve şapkayı koyacak yer bulma derdin. Babası iyi adam olsa da, “bilmediğin işlere karışma oğlum” demeyi nasılsa söylemeye fırsat bulamamış…” Sonra şu “kurt” meselesine dönersek, kurt kovalayan köpek, kurt olmaz. Ancak hain elinden su içen insan, hain olur! Bu inceliği de insan kendi sezemediyse, “sokma akıl, akıl olmaz…” Bulgar basınında çıkan 3 imzalı BİLDİRİ, Demokrasi İçin Sorumluluk, Hoşgörü ve Özgürlük (DOST) içinde LİBERAL dünya görüşünün derin kökler saldığına ve katı totalitarizm kalıtını ret ederek çöpe atma cesareti bulan ve halkımıza örnek olan zihniyetin üstün geldiğine kanıtlar taşır. İstifalara gerekçe olan BİLDİRİDEN bir alıntı: “DOST parti başkanı tarafından otoriter bir siyaset yürütme, tek başına aldığı kararları küstahça dayatma ve kendi çıkarlarını savunurken birbirine düşürmek amacıyla taraflar yaratma çabalarıyla uzlaşmamızın mümkün olmadığını istifamıza ana gerekçe olarak belirtiyoruz.”


170

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu tutumun bütün Bulgaristan’ı ve T.C.’deki soydaşlar arasındaki DOST taraftarlarını sardığını, genel kanı ve eylem oluştuğunu BİLDİRİ altındaki imzalardan görüyoruz: 1. Hüseyin Hafızof – Başkan yardımcısı, MYK ve MKYK üyesi. 2. Şabanali Ahmed – Başkan yardımcısı, MYK ve MKYK üyesi. 3. Aydoğan Ali – Başkan yardımcısı, MYK ve MKYK üyesi. 4. Mehmed Haci – MYK ve MKYK üyesi 5. Raşit Kuru – MYK ve MKYK üyesi, Silistre il sorumlusu, Aytos Belediyesi DOST meclis üyesi 6. Abdurrahim Nursoy – MYK ve MKYK üyesi, İzmir 7. Bircan Öztürk – Burgaz ili sorumlusu 8. Eren Aliev – Pleven İl Başkanı 9. İsmail Cinci – Blagoevgrad İl Başkanı 10. İsmail Ömer – Ruen ilçe sorumlusu, Reşitsa köy muhtarı 11. Raşit Raşit – MKYK üyesi, Kırcaali ilçe Başkanı 12. Salih Metraş – Aytos Belediyesi DOST meclis üyesi 13. Ahmed Vrançev -MKYK üyesi 14. Nuri Metin – MKYK üyesi, Aytos İlçe sırumlusu 15. Nuri Ramadan – Karnobat ve Sungurlare ilçe sorumlusu 16. Şaban Vural – Pomoriye İlçe sorumlusu 17. Ferudun Halil – MKYK üyesi, Kirkovo ilçe sorumusu, Kirkovo Belediyesi DOST meclis üyesi 18. Semiha Ahmed – MKYK üyesi, İstanbul İl sorumlusu 19. Yakup Serbest – MKYK üyesi, İzmir 20. Nuray Zırın – Veliki Preslav ilçe sorumlusu 21. Şaban Molla – Gotse Delçev ilçe sorumlusu 22. Mehmed Gazinov – Belitsa ilçe sorumlusu 23. Nazim Musankov – Gırmen ilçe sorumlusu 24. Nurved El Hyuseyin – Satovça ilçe sorumlusu 25. Nazife Ahmedova – MKYK üyesi 26. Dafin Alipiev – Dulovo İlçe Başkanı 27. Hayri Ahmedinov – Rudozem ilçe sorumlusu


Makale ve Analizler - 2018

171

28. İsuf Hatip – MKYK üyesi 29. Nural Sadık – MKYK üyesi 30. Mustafa Çakmakçı – Yalova bölge sorumlusu 31. Günay Uzun – Kocaeli bölge sorumlusu 32. Mustafa Işık – Kocaeli bölge sorumlusu yardımcısı 33. Tanjur Mehmed – MKYK üyesi 34. Nefide Naim – Kırcaali ilçe gençlik kolları Başkanı 35. Rasim Rasim – Blogoevgrad il konseyi üyesi, Avramovo köy örgütü başkanı ve Yakoruda belediyesi koordinatörü. 36. İbrahim Bekir – Blagoevgrad il konseyi üyesi ve Dıbnitsa köy örgütü bakanı. 37. Olga Bakkalska – Blagoevgrad il konseyi üyesi ve Blagoevgrad belediye örgütü koordinatörü. 38. Feim Musankov – Blogoevgrad İl Konseyi üyesi. Vs. vs. vs. Temsilcileri vasıtasıyla yüz bin seçmenin birden istifa sunduğu ve Bulgar tarihinde eşine rastlanmamış bir siyasi olgunluktan söz ediyoruz. Bu gelişmeler ve yeni başlayan ama derinleşen süreç yalnızca Lütfi Mestanla ilgili bir olay değildir. Dikkati çeken Bulgaristan Müslüman Türk kitlesinin her şeyden önce ideolojik temelleri, Müslümanlıktan gelen ve Avrupa medeniyetiyle de yüzleşmiş değerleri, ahlak ve siyasi tavır ilkeleri olmayan bir hareketlenmenin toplumumuzda yeri olmadığını kesin kanıtladı. Lütfi Mestan’ın ardına sığınmaya çalıştığı ve Demokrasi İçin Sorumluluk, Hoşgörü ve Özgürlük (DOST) içinde LİBERAL dünya görüşüne bağlı olmadığını ortaya koydu. Bir defa akşam yatarken “sol liberal” olan bir siyasetçi sabah namazından sonra “sağ liberal” olamaz. Bunların ikisi birbirinden çok farklı ideolojik ve siyasi akımlardır. Gerek HÖH’te gerekse DOST partisinde “lider” denemesine soyunan Lütfi Mestan, partinin ensesine basarak zenginleşme yolunu seçtiği, karanlık kişilerle fiskos ilişkiye girdi ve devamlı dalavere düşündüğünde dolayı “sorumluluktan” söz edemez. Öte yandan HÖH partisi Bulgaristan Türklerinin Milli Türk davasını, anadilde eğitim ve öğrenim, Türk kültürü, iman ve dinine, ahlak ve namusuna, töre ve geleneklerine bağlı saygın ve şerefli olma ilkesel duruşuna ihanet etmiştir. Oyunu aldığı insanların ruhunu boğmaya ve kimliğini yok etmeye çalışmıştır ve bu çarpıklık 28 yıldan beri devam ediyor. 3 yıl süren DOST siyasetinde ihanette ne renk ne koku değiş-


172

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

miştir. Bu bakıma, DOST yönetim kadrolarının sözde “lider”, avcı Mestan’ı yalnız bırakmaları, Bulgaristan Müslüman Türklerinin öze dönme niyetine işarettir. Türk kimliğinden uzaklaşma atılımı siyasi bir kopma ve arayıştır. Şu an hala Kafeste ya da Gettoda tutulan HÖH üyeleri de bu yüksek siyasi bilince ulaşacak ve Bulgarca-Türkçe peltekle yen Karadayı’ya halkın karşısında palyaçoluk yapmanın hesabını ödetecektir. L. Mestan DOST başkanı koltuğunu “sultan koltuğu” saydı. Hoşgörülü olmanın iki taraflı ve karşılıklı saygı temelinde olmayı zorunlu kıldığını unuttu. Parti içinde demokratik merkezcilik ilkesini oturtamadığı gibi, tabandan tavana hoşgörülü yaratıcılık prensiplerini de hiçe saydı. Partide kolektif fikir havzası oluşturamadı. Bütün “Deha lığı” A. D. şöyle yapardı böyle yapardı düzeyinde kaldı, sanki Doğan tekmesini yediği 17 Aralık 2015 gecesini hiç unutamadı ve 3 yıldan beri acısını yaşıyordu. Arzuları kursağında kalmış biri olarak kendisinde hiçbir konuda hoşgörülü olmasını beklemek zaten yanlış olurdu. Aslında oligarşi temsilcisi, HÖH milletvekili D. Peevski ile irtibatını kesip koparmaması tüm ikiyüzlülüğünü ortaya koymuştu. Mestan daha ilk günde Bulgaristan Türkleri karşısında onları aldatıp uyutarak kıymık kıymık asimile edenler cephesinde yer aldı, “baş” oldu ve hainliğini ispatladı. “Sofya Kartal Köprü” de 10 bin kişinin önünde BSP lideri Sergey Stanişev’i öpmesi ise, soykırım trajedini af ettiğine delil olurken, 1915’te Osmanlı Ermeni” soy kıyım yapmıştır” bildirisini mecliste saklıca imzalaması ise Türk düşmanlığını gün ışığına çıkarmıştı. Mestan’a el uzatmanın yanlış olacağını, bunalımın derinleşeceğini, Türk düşmanlığının yeniden kükreyeceğine daha 2016 başında işaret ettik, kendisini izlemedik, desteklemedik, tekliflerini kabul etmedik ve aşırı Bulgar milliyetçilerinin 26 Mart 2017 kükreyişini ve küstahlığını ve kısırlığını gördük ve rezilliklere tanık olduk. Mestan bir mücadele adamı değildir. Olamadı. Karlı dağın tepesine teleferikle çıkarılmış ve ben kayakçıyım resmi çektiren biridir… Liberalizmin üçüncü ilkesi HÜRRİYET’tir. Avrupa liberalizminin ana ilkelerinden biri olan bu değer DOST partinin adına ilave edilse de, 3 yıl anlamsız kalmıştır. Ramazanda başkasının parasıyla oruç sofraları açmak Özgürlükçülük anlamı taşımaz. Demokrasinin olmazsa olmazı olan hürriyet hem İslam hem de Avrupa medeniyetinden ana parçadır. Yenilir içilir bir şey olmasa da, insan ruhunun kanatlarıdır ve o olmadan insanoğlunun tüm faaliyetleri, çabaları, atılımları sakat ve yaralı kalır. Zirvesini 1989’da yaşadığımız zulme karşı mücadelemizin sloganında, yaratanın yarattığı herkese tanıdığı temel ve doğal insan haklarıyla birlikte HÜRRİYET istedik.


Makale ve Analizler - 2018

173

Çünkü bizim güneşi görmemiz, aydınlıkla dolmamız ve yeni ufuklara açılmamız engellenmiş, yasaklanmıştı ve hürriyette uzanan kardeşlerimizin hepsi içerdeydi, hürriyet özlem ve atılımları ezile ezile yok edilmeye çalışılıyordu. Biz ancak doğal etnik Müslüman Türk haklarımız ve evrensel insan hakları çerçevesinde hürriyet uğruna direndik. Hür olmayan bir kişinin köle olduğunu, bizim koşullarımızda sürünmeye, ezilmeyi ve ruh uzlaşmayı kabul etmeye zorlandığını biliyorduk. Pazarda satılmayan, ancak mücadeleyle kazanılabilen bu nimette ulaşabilmek için verdik kurbanlarımızı, Bulgaristan baştanbaşa kan ve mezarlık oldu. Bu olay o kadar derin ve anlamlı bir gerçektir ki, ne Bulgar Türkün, ne de Hıristiyan Müslümanın hürriyetiyle yaşayabilir. Hürriyet bir ortak madeni değer olsa da, kendi özgünlüğünde yaşar ve yücelir. Olayı şöyle de açabilirim. Karanlık şafaktan önce en zifiridir. Doğa kara, göz gözü görmez. Bizim de birbirimizden haber bile alamadığımız, içine itildiğimiz totaliter kuyunun en karanlık olduğu anlar ayaklanmamızdan önceydi. 1989’da biz şafağı çağırdık. Fakat zulüm ve göçe zorlanmamız şafağı görmemize engel oldu ve 30 yıldan beri yine hak ve özgürlükler bakımından karanlıktayız. Bugün de yine şafağı çağırıyoruz. Ahmet ile birlikte şafağımızın parlamasına engel olanlardan biri L. Mestan oldu. Onların hainlik fonksiyonlarından (görevlerinden) biri bize aydınlığı asla göstermemektir. Onun için okulumuz, işimiz, geçim kaynağımız yok. Bu nedenle fakir ve sefiliz. Ağızlarındaki tek söz, isterseniz gide bilirsiniz değil mi?…. Olay budur! DOST partisinin halkımız için istediği özgürlüğün (hürriyetin) renklerini, boyutunu, özgün yanlarını göremedik. Halkı soyanlar, sömürenler, halka zulmedenler sürüsüne katılmak ne haktı ne de hürriyettir. Yaşanan budur. Bu bakıma, Bulgaristan Türklerinin devrimci mücadele tarihinde ilk kez olmak üzere, DOST Partisi Merkez Yönetim Kurulu üyeleri bir kolektif hak kullanarak topluca istifa ederek hür – kendi iradelerine göre – davranmışlardır ve kendilerini kutluyoruz. Böyle değerlendirildiğinde, DOST partisinden toplu istifalar, Bulgaristan Müslüman Türklerinin doğruluk vicdanın arınması, ruhlarının temizlenmesi, üzerimize çöken hainlik sisinden kurtulmamız ve 2019 yılına onurlu, gururlu ve arınmış vicdanla girmemiz bakımından son derece önemli ve anlamlıdır.


174

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Siyasi kavga, hak ve özgürlüklerimiz, adalet ve demokrasi mücadelemiz bitmemiştir. Başkasının aklıyla parti kurup başımıza lider olarak oturanların tümü ıslak tavuk gibi ortada kalana kadar sürecektir. Halkımız, aramızdan çıkan, bilinci hareket eden kardeşlerimizin her zaman yanında olmuş ve olacaktır. Bizim için 2018’in olayı budur. Bir hainin daha maskesi düşmüştür. Bir derdi 2018’e gömdük gururuyla, 2019 yılınızı kutlar sağlık ve başarılar dilerim. Yeni Yılınız Kutlu ve Mutlu Olsun!

B U LT Ü R K F a a l i y e l e r i n d e n


Makale ve Analizler - 2018

175

Volkanik Patlama

Tarih: 31 Aralık 2018 Yazan: Nedim AKIN Konu: DOST’un hain başı koparıldı. Doğadaki VOLKANİK PATLAMA kaynayan su, kaynayan kaya veya bir maden lavıdır. İtalya’da “Etna” Tepesinden ırmak gibi akışını, iki hafta önce Endonezya’da tsunamiye sebep olan volkanik kaymanın ve lavların okyanusa dökülüşünü hepimiz TV ekranlarında izledik. Volkanik olaylar, dünya küresinin içindeki enerji birikimi patlamasıdır. Kaynama, buharlaşma sonucu olur. Damlaların graniti delmesini nasıl normal buluyorsak, volkanın dağdan fışkırması da benzer bir olaydır. Her volkan krateri (ağızı) nefes alıp verme bacasıdır. Biz aynı olayı toplumda da izliyoruz. Bulgaristan’da 20. Yüzyılın en büyük sosyal patlama 1989’da oldu. Bulgar toplumu, biz Müslümanlar ve tüm azınlıklar bir asır boyunca (1878 – 1989) faşizme ve totaliter komünizme, devlet terörüne dayanırken kin ve öfke birikti. Ayaklanmalar eskisi gibi yönetemeyenleri kökten söküp meydanda yakmak için yapılır. Biz Türkler isyanımızla azınlık hak ve özgürlüklerimizi, insan haklarımızı, bireysel haklarımızla birlikte ortak haklarımızı – kendi okullarımızda, sınıflarımızda anadilimizde kuma, geleneklerimize uygun yaşama, dinimizde ibadet etme, sanat, edebiyat, kültür yaratma hakkımızı, barış, güvenlik ve huzur istedik. En başta da isimlerimizi geri verin ve bizimle ilgili tüm yasakları kaldırın dedik. Bulgaristan daha önce bu kadar kudretli bir azınlık ayaklanması yaşamamıştı. 1964, 1972 ve 1984 isyanlarında çok şehit düştü, fakat milletimiz içine kapanmak zorunda kaldı. Bulgarlar ise 1989’a “Zaman Bizim!” sloganı yükselttiler. Bu, ne sosyal, ne politik, ne direnişe çağıran ne de birleşelim hitabında bulunan bir haykırıştı. Türk ayaklanmasından sonra Bulgarlar birlikti ama görünürde ZAMAN ikiye bölünmüştü: “KÖTÜ ZAMAN VE İYİ ZAMAN!” Kötü zamandan 1944 – 1989 totaliter komünist yıllardı.


176

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İyi zaman ise gelecekti. Ağarmaya başlayan ufuktu. Kötü zamanın içinde Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) ile onun devlet terörü uygulama aygıtı, gizli polis (DS), gençlik örgütü KOMSOMOL, Sovyetler Birliği ve onunla olan ilişkilerden başka şunlar da vardı. Sindirilmiştik, ezilmiştik! Sürgün, toplama kampları, hapishane çilesi! Sözüm ona “soya dönüş süreci”, kültürel kıyım, Vatandan kovmalar, etnik baskı, aydınlara zulüm, insanların dehşeti ihbarcılık, ajanlık, jurnalcilik, şantaj, yargısız infazlar, kayıplara karışma, tutuklamalar, işkenceler, yasaklar ve en fazla da belirsizlik ve korku vardı. Budanmış veya yaprak dökmüş ağaçlar gibi tek tip, hepsi boyun eğmiş, hepsi köle ruhlu, hepsi suskun, çalışan ama fazla talep etmeyen, okuyan ama anlayıp sonuç çıkarmayan, ilham almayan ruhsuz, amelsiz, hedefsiz, aydınlık ve ufuk aramayan kişiler ve onların ölü canlı toplumu yaşatılmak isteniyordu. Memnuniyetsizliğin kızışmasından uyanan ve enerji birikimi yapan kitleler sözün tam anlamıyla nefes almak için 1989’da üzerindeki kapak taşını kaldırdı. Ne yazık ki bu bir VOLKANİK PATLAMA ya da VOLKANİK FIŞKIRMAYA büyüyemedi. Totaliter kapak kalktı ve sanki olay bitti. Tarihin karanlığına gömülmesi gerekenlerin mezar kazıcısı olması gerekenler maske değişikliğini izlerken rahatça nefes alabildiklerinden memnundular. Dönüşümün başlamasında belirleyici rol gören Bulgaristan’daki Müslüman Türkler politik sahneye henüz ayak basıyordu. i 1989 Mayısında 72 binlik yüksek bilinçli, bileşik ruhlu ve yürekli bir kitle meydanlardaydı. Direnenlerin sırtı tarih boyu yere getirilememişti. Bulgar totaliter diktatörlüğünün karşısına TÜRK KİMLİĞİ dikilmiş ve gerilememişti. Volkan kapağını kaldıran onlardı. Kötü zamanda zehirlenmiş Bulgar siyasi bilinci ve körleşmiş kamuoyu vardı. Toplum derin parçalanmıştı. Çok etnikli, çok dilli, çok dinli ve farklı kültürlü bir toplumda Bulgar unsur henüz millet olamamış ve toplumsal yapılanmada öncü rolü üslenememişti. O, toplumsal arınma ve yeniden biçimlenme ruhu da oluşturamadı. Tercih edilen tarihle yüzleşmeden, suçların ağırlığından ve katillerden kurtulmadan zehirli sis içinde yaşamaktı. Bu toplumsal karakteristik 29 yıldan beri değişmeden sürdü. İyi zaman ufukta olandı. Modellenmiş yeni insan ve kitle tipi yoktu. “Zaman Bizimdir!” sloganı yükseltenler, komünist de olsalar, polis veya gardiyan da olsalar hepsi kötü olamaz sakızı çiğnemeye başladılar. Zamanın bir değer veya sermaye olduğunu gören ve anlayan yoktu. Zamana güneş ve yıldız olacak simalar, kahramanlar ve liderler doğmadı. Karanlıkta yaşayan köstebeklerin aydınlıktan korktuğu gibi değişimden endişeli, kararsız, statik, ürkek tipler belirdi ve çoğaldı. Demek istediğim Bulgar toplumu


Makale ve Analizler - 2018

177

“kötü zaman” psikolojisinden çıkıp kapı çalan değişikliklerin yani “iyi zamanın” ruh halini oluşturamadı. Bu nedenle “Zaman Bizimdir!” – gerçekliğin cilvesinde, acısında boğuldu… Bunları yazarken, açamadığım, işaret edemediğim bir unsur daha var. Bilincimizin alt katında, üst katında-şuurumuzda ve hayalimizde derleyip toplayan, bütünleştiren (hepimizi simgeleyen) bir orta direk -ortak sima – belirmedi. Oluşmadı. O, toplayan, birleştiren ve biçimlendiren bir sima olmalıydı. Ne yazık ki, doğmadı. Bulgaristan’da Demokratik Güçler Birliği (CDC) bugün neden yok sorusuna cevabım şudur: Faşist ve komünist-totaliter rejimler, birkaç nesil – mecazi ve fiili anlamda – zehirlediği Bulgar toplumunda “başka bir gelecek suyu ve yumurtası” olamayacağını biliyordu. Bugün memleketi gönüllü terk edip kaçan 3 milyon vatandaş, ufuk ve umut göremedikleri için uzak kalmayı seçti. Ve Bulgaristan’da son 30 yılda bu durumun ve durağanlığın, endişe ve korkunun ne romanı yazıldı ne de filmi çekildi. Bizde yazarlara proje için kredi verilmiyor. Yani gerçeğin bilinmesi istenmiyor. Bu olay acı bir gerçektir. Başka bir değişle Bulgaristan’da totaliter rejim çözülürken Bulgar kavminin rahmi boş, yoğurduğu hamur mayasızdı ve sosyal dönüşüm bir hayaldi. Ancak Türkler ve diğer Müslümanlarla ilgili durum tamamen farklıydı. Onlar 1989 Ayaklanmasından sonra Bulgar kazanından çıkarılıp daha derin ve kalaysız etnikler kazanına doldurulmuşlardı. Kazan artıkları yurttan kovulmuşlardı. Türkçe olarak yalnızca “siz anların ben dinliyorum” cümlesini bilen Ahmet Doğan ve daha birkaç ağır taş kazan kapağı üzerine konmuştu. Ödevleri, kazanda kızışanları bastırmak hak-hukuk uğruna başkaldırmalarına izin vermeden herhangi bir işe karışmalarını kesin önlemekti. Şu da var ki, 1990’dan beri bu kazanın kapağı Ahmet Kenan, Mehmet Hocov, Güner Tahir, Osman Oktay, Kasim Dal tarafından KALDIRILDI VE MEMNUNİYETSİZLİK KAZANDAN 5 DEFA TAŞTI. Her defasından kapak üzerindeki taşlardan bir düştü. 5 senede bir kalkan kapağın 2015 sonunda yeniden kalkacağı ile ilgili haber alan HÖH Başkanı Ahmet Doğan, 17 Aralık gecesi bu defa kapağı kendisi açtı ve parti başkanını kazandan çıkarıp çöpe attı. Fakat nesnel (objektif) bir süreç olan kaynarken taşma devam ederken 5 çok belirgin ve kararlı politik öncü ve milletvekili de kendileri kazandan çıktı. 1990’da isteklerinin yalnız bir kısmını elde edebilen, yaralı kalan, HÖH yönetiminin davaya ihanet ettiğine kesin inanan ve Türk kimliğini yeniden üretirken anadil, din, edebiyat, sanat ve kültür dallarında zorlanan ve aynı za-


178

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

manda Müslüman Türk topluluğunun özüne dönmeye kararlı grup 2016’da DOST partisini kurdu. Sanki yeni bir kazan oluştu. Kapak üzerine de, çöpten çıkarılan eski HÖH Başkanı Lütfi Mestan yerleştirildi. 2018’in son günlerinde DOST partisinin siyasi yönetimi kapak kaldırdı. Lütfi Mestan ikinci defa hedefteydi. Olay ilginç bir zamanda gelişti. 2018’de polis sayısı 10 bin kişi, jandarma sayısının 5 bin kişi arttırıldı. Üniforma ve araçlarının yenilendi. 80 bin kişilik bu güce Başbakan Borisov daha yılbaşında harçlık olarak 100 milyon leva dağıttı. Üstelik gizli polis DANS görevlilerine ABD – CİA (TsRU) kaynaklarından ikinci bir maaş ödendiği vs koşullarında baş gösteren bu gelişmeler yılın olayı oldu ve tüm siyasi renkleri karıştırdı. Kazan kaldıranların Anayasaca tanınmayan kolektif haklar kullanarak gerçekleştirdikleri eylem bildirisinde aynen şöyle deniyor: DOST Politik Partisi Yürütme Konseyine DOST Politik Partisi Başkan Yardımcıları, Yürütme Konseyi ve Milli Konseyi üyeleri, eyalet ve belediye temsilcileri ve koordinatörleri, belediye danışmanları ve muhtarlar sıfatıyla, partinin yönetimi, yapısı, üyeleri, sevgi besleyenleri ve bütün Bulgaristan kamuoyu önünde, partide aldığımız tüm görevlerden istifa etme ve parti üyeliğinden ayrılma kararı aldığımızı duyuruyoruz. “DOST parti başkanı tarafından otoriter bir siyaset yürütülmesini, onun tek başına aldığı kararları küstahça dayatmasını ve kendi çıkarlarını savunurken bizi birbirimize düşürmek amacıyla taraf yaratma çabalarıyla uzlaşmamızın mümkün olmayışını istifamıza ana gerekçe olarak belirtiyoruz.” Yaşanan güçlükleri, baskıları aşarken ve sökülüp alınan umutlarınızı korumak için gösterdiğiniz gayretler için hürriyet, demokrasi ve hak eşitliği davasının samimi DOST taraftarlarının hepsine teşekkür ederiz. Sizin güçlü ve sarsılmaz iradeniz, Vatan ve vatandaşlarımızın daha iyi ve huzurlu yalaması adına mücadele yürütülebileceğini ve ülkü ve ilkeler savunulurken yaşanan olumsuzluklara dayanmanın beyhude olmadığı gibi yeni yollar aramaya da değdiğini kanıtladı. Özgürlük, demokrasi ve toplumsal ilerleme elde etme yolu uzun ve diktir, aynı zamanda adaletli ve şerefli bir Bulgaristan özleyenlerin kutsal öz görevi dava yoludur. Son 30 yılda Bulgaristan etnik halk toplulukları temsilcilerinin bu gibi bir ORTAK BİLDİRİSİYLE ilk defa karşılaşıyoruz. İlk kez bir kolektif hak kullanılmıştır! Olay bir politik başkaldırı niteliğindedir. Desteklenmesi ka-


Makale ve Analizler - 2018

179

çınılmaz ve ertelenmez şart olmuştur! Bu bir Volkanik patlamadır. Demek istersek oluyormuş. Totalitarizmden kopamayan, ölü canlılara gizli hizmet etmeye devam eden, ruhumuzun ve kimliğimizi ölüm kuyusunda tutan Lütfi Mestan en barışçı biçimde devrildi. Sanki 18 yıl milletvekilliği yaparken Müslüman Türklerle alay etmesi fitil fitil bunundan çıkarılıyordu. Ne yapsam diye çırpınıyor. Şapkası, tüfeği, purosu, telefonları, halkı aldatma içindi. Devrildi. Büyük adamlarla fotoğraf çektirme hevesi de buharlaştı. Bir defa da geri dönmemek, hainlik tuzaklarına kapak olamamak üzere lağım deresine devrildi. Bu olay, Bulgaristan Müslüman Türklerinin politik eylemidir. Barışçı dönüşümler kapısı açılmıştır. Özümüze dönme yolunda da ilk adım atılmış oldu. Biz aynı eylemi Halkın Şeref ve Hürriyet Partisinde ve özellikle de Hak ve Özgürlük Partisi HÖH siyasi yönetiminde de bekliyoruz. 2019 yılı Bulgaristan Müslüman Türklerinin devrimci uyanış ve birlik kurma yılı olacaktır. Bizi birleştirmek için misyoner, mirasçı, politik müsvedde göndermelerine gerek yoktur. Taşıma su ile değirmen dönmez. Halkımız kendi yolunu kendisi bulacak ve demokrasi, adalet ve özgürlük davamızda doğru yolu kendisi bulacak ve kendi liderlerini yükseltecektir. Şu da var. Patlayan çelişki Bulgaristan’ın ana –temel- çelişkisi değildir. Fakat 1989 Mayıs Ayaklanmasına da böyle gelinmişti. Şimdi HÖH ve HŞHP içinden de kazan devirme hareketlenmesi bekliyoruz. Biz Türkler dağılma ve toparlanma, sivrilme dikilme, orta direk olma, başı çekme ve öncü olma kültürüne sahibiz. Kültür ve medeniyete sahip çıkmış ve zenginleştirerek kıtadan kıtaya taşımış bir milletiz. Biz 3-4 milyonluk Bulgaristan’da 2 milyon kişiyiz. Mesele bir ıslık işidir. Bir birbirimizin kokusuyla yaşarız ve her zaman her yerde varız. Türkiye’de ve Batı Avrupa ülkelerinde olması rakam değiştirmez. Yeniden birleşmemizin formülünü bulan kardeşlerimizin Yeni Yılını kutluyoruz. SİZ BİR VOLKANİK PATLAMA GERÇEKLEŞTİRDİNİZ! Yeni 2019 yılınız Kutlu olsun. Yeni ufka doğru birlikte yürümek azmiyle ileri! Kendinize iyi bakınız, paylaşmayı unutmayınız


180

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2018

181

Vatan Şairi Namık Kemal Ve İslam’a/Kuran’a Bakışı Nevzat ÖZTÜRK

Geçen yazımızda Kur’an Şairi Mehmet Akif’i anlamaya/anlatmaya çalışmıştık. Ölüm yıl dönümünde anmıştık. Oysa, 2 Aralık Vatan Şairi Namık Kemal’in ölümünün 130.yıl dönümüydü.(Ölümü:2 Aralık 1888). Mehmet Akif’i anmak vefa borcu olarak görülürken niçin Namık Kemal anılmazdı. Çok değerli okurlarım yazılarımı okuduklarını, memnun olduklarını duydukça sorumluluğumun arttığının farkındayım. Beni uyaran, yönlendiren okurlarıma teşekkür ediyorum. Unutulmamalıydı, Vatan Şairi Namık Kemal! Namık Kemal, edebiyat ve düşünce tarihimizin, hakkında en çok konuşulan şahsiyetlerinden biridir. O, roman, tiyatro, makale, tenkit ve şiirleriyle döneminin insanı ve düşünce dünyasında yeni ufuklar açmış, yazmakla kalmamış, bedelini de ödemiştir. Hayatını özetlediğimizde ; 21 Aralık 1840’ta Tekirdağ’da dünyaya gelen Namık Kemal’in asıl adı Mehmet Kemal’dir. Babası, II. Abdülhamit döneminde müneccimbaşılık yapmış olan Mustafa Asım Bey’dir. Annesini küçük yaşta yitirince çocukluğunu dedesi Abdüllâtif Paşa’nın yanında, Rumeli ve Anadolu’nun çeşitli kentlerinde geçirmiştir. Bu yüzden düzenli bir eğitim alamamış, özel hocalardan Arapça ve Farsça öğrenmiştir. Osmanlı-Rus Savaşı (Kırım Muharebesi) yıllarında dedesinin görevi dolayısıyla Kars’tadır. Destan ruhunun, millî serhat ruhunun uyanışında Kars’ın önemli yeri vardır. Namık Kemal’in fikir faaliyeti şiirle başlar, daha Kars’ta iken, yaşlı bir şeyhten Tasavvufu öğrenmiş ve sonra da şiire başlamıştır. İlk hocasının ismi Vâizzâde Mehmed Hâmid Efendi’dir. Dedesinin görevi dolayısıyla bulunduğu Sofya’da, aldığı özel derslerle düşünce yanını geliştirmiş, şiire olan tutkusu da artmıştır. Sofya’da takma adı “Namık”ı veren Şair Eşref Paşa’dır. 16 yaşında Niş Kadısı Mustafa Ragıp Efendi’nin kızı Nesime Hanımla evlenir. Namık Kemal, 18 yaşlarında İstanbul’a babasının yanına dönmüştür. Feride, Ulviye, Ali Ekrem adlarında üç çocuğu vardır.


182

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bir süre memurluk yapar, bu arada edebiyat ve şiirle meşgul olur. Hicri, 1278 yılı Ramazan ayında cami avlusunda Yunus Emre ilahisi sanarak satın aldığı Şinasi’ye ait “Münâcaat” adlı eser, şairin hayatındaki istikameti değiştirir. Artık Namık Kemal divan şairi değil, ictimaî meselelerle ilgili eserler veren biri olarak yoluna devam edecektir. 1862 yılında Şinasi ile tanışır. Onun Şinasi’ye ait gazetedeki ilk yazısı 1862’de Tasvir-i Efkâr gazetesinde, “Zenci” fıkrası adıyla yayınlanır.Tasvîr-i Efkâr’da günlük hayat ve toplumsal sorunlarla ilgili yazmaya başlayan Namık Kemal, kısa zamanda belli bir okuyucu kitlesine sahip olur. Böylece, yazdığı yazılarla, fertlere kendi sorunlarıyla uğraşabilme bilincini aşılamak istemiştir.Daha sonra Ziya Paşa ile tanışır. Edebiyat ve düşünce dünyasının önde gelenleri tarafından teşekkül eden Encümen-i Şûra’ya girer. Burada, Hersekli Arif Hikmet Bey, Leskofçalı Gâlib Bey, Ziya Paşa, Recâizâde Celâl vb. edebiyatın önde gelenleri bulunmaktadır. 1863 yılında Bâbıâlî Tercüme Odası’na kâtip olarak girer. Dört yıl çalıştığı bu görev sırasında dönemin önemli düşünür ve sanatçılarıyla tanışma olanağı bulur.1865’te kurulan ve daha sonra Yeni Osmanlılar Cemiyeti adıyla ortaya çıkan İttifak-ı Hamiyet adlı gizli derneğe katıldı. Bir yandan da Tasvîr-i Efkâr gazetesinde hükümeti eleştiren yazılar yazmaktadır. Gazete, Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin görüşleri doğrultusunda yaptığı yayın sonucu 1867’de kapatılır. Namık Kemal de İstanbul’dan uzaklaştırılmak için Erzurum’a vali muavini olarak atanır. Bu göreve gitmeyi çeşitli engeller çıkarıp erteler ve Mustafa Fazıl Paşa’nın çağrısı üzerine Ziya Paşa’yla birlikte Mayıs 1867 Cuma günü Isere adlı vapurla Paris’e kaçarlar. Bir süre sonra Londra’ya geçerek M. Fazıl Paşa’nın desteğiyle Ali Suavi’nin Yeni Osmanlılar adına çıkardığı Muhbir gazetesinde yazmaya başlar. Bir süre sonra Ali Suavi’yle anlaşamaması üzerine Muhbir’den ayrılır. 1868’de gene M. Fazıl Paşa’nın desteğiyle, Ziya Paşa ile beraber Hürriyet adında başka bir gazete çıkarırlar. Çeşitli anlaşmazlıklar sonucu, Avrupa’da desteksiz kalması, bir süre sonra da Bâbıâlî ile anlaşan M. Fazıl Paşa’nın yardımı kesmesi, ayrıca 1870 AlmanFransız savaşının çıkması üzerine geçim sıkıntısı çekmiş ve diğerleri gibi Namık Kemal de Zaptiye Nazırı Hüsnü Paşa’nın çağrısı üzerine 25 Kasım 1870’te İstanbul’a dönmüştü. Nuri, Reşat ve Ebüzziya Tevfik’le birlikte 1872’de İbret gazetesini kiralarlar. Aynı yıl burada çıkan bir yazısı üzerine gazete, hükümet tarafından dört ay süreyle kapatılır. Namık Kemal gene İstanbul’dan uzaklaştırılmak için Gelibolu mutasarrıflığına atanır.


Makale ve Analizler - 2018

183

Orada yazmaya başladığı Vatan Yahut Silistre oyunu, 1873’te Güllü Agob Tiyatrosu’nda sahnelendiğinde, halkı coşturup olaylara neden oldu. Bu haberi İbret gazetesinin yazması üzerine, o sırada İstanbul’a dönmüş olan Namık Kemal birçok arkadaşıyla birlikte tutuklanır. Bu kez Magosa’ya sürgüne gönderilir. 1876’da I. Meşrutiyet’in ilanından sonra İstanbul’a döner. Şûrâ-yı Devlet (Danıştay) üyesi olur. Kânûn-î Esâsî’yi (Anayasa) hazırlayan kurulda görev alır. 1877 Osmanlı-Rus Savaşı çıkınca II. Abdülhamid’in Meclis-i Mebûsân’ı kapatması üzerine tutuklanır. Beş ay kadar tutuklu kaldıktan sonra Midilli Adası’na sürülür. 1879’da Midilli mutasarrıfı olur. Midilli mutasarrıflığına bazı nazırlar karşı çıkmıştır.Orada çok aktif bir çalışma içerinde bulunur. Midilli’de yaşayan özellikle Müslüman halkın sorunlarıyla yakından ilgilenir. Onların eğitimi ve dini konularda ihtiyaçlarını gidermek için girişimlerde bulunarak, camii, okul yaptırılmasını sağlar. Başarılı çalışmalarından ötürü kendisine, II. Abdülhamid tarafından nişan verilir. Midilli’nin havasının nemli olmasından dolayı rahatsızlanır. Orada yaşayan azınlıkların şikâyetleri üzerine aynı görevle önce Rodos, daha sonra Sakız Adası’na gönderilir. Rahatsızlığı iyice artar ve ertesi yıl burada vefat eder. Naaşı daha sonra Gelibolu’da Bolayır’a taşınmıştır. “Vatan” şairi unvanına sahip olması, vatan sevgisi ve milli duygularıyla tanınan Namık Kemal’in diğer bir önemli yanı da İslamcılığıdır. İslami inanç ve hissiyatının kuvvetliliğidir. Onda vatan sevgisi ile İslamcılık, Türklükle İslam bir ve beraber yürümektedir. Biri diğerinin bütünleyicisidir. Ona göre İslam, bir din, bir sosyal nizam, bir hukuk sistemi, bir ahlâki düzen, vatanımızın ve birliğimizin kaynağı, Osmanlı Devlet’inin problemlerinin çözüm kaynağı, toplumsal düzenin, iç ve dış huzurun garantisidir. Fıkıh, yani İslam Hukuku, hakimâne kaidelerden ve adilâne ahkâmdan ibarettir. Namık Kemal, İslam hakkındaki anlayışını şu beyitinde açıkça ortaya koymaktadır: “İzz-i dareyn’i fedadır makasadım İslam için Halkı te’min eylerim dinimle, îmanımla ben” Dini duygu ve düşüncelerini, çeşitli zamanlarda yazmış olduğu mektuplarında açıkça ortaya koymaktadır. 1867 yılında yazmış olduğu bir mektupta; Ramazan’da kalabalık olan camilerden; vaazlarda hikâye ve İsrailiyat anlattıklarından; din adamlarının bekleneni veremediğinden, dini konulardaki laubalilikten, orta oyunlarının halkın ahlakını bozduğundan bahsetmektedir. Namık Kemal’de din ile vatan kavramları iç içedir.


184

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Abdülhak Hamid’e yazdığı mektupta şöyle seslenmektedir: “Allah, İslamiyet, millet, vatan biz mahvoluncaya kadar mevhumattan mı ma’dud olacak..” Yine bir başka mektupta, İslam’ın vatan ile bağlılığını şöyle dile getirir: “Yahu, vatan gidiyor, altıyüz seneden beridir ki bu dini, bu milleti, bu mukaddes vatan sayesinde muhafaza ediyorduk; bu vatan sayesinde yaşıyorduk…. Bunca muhadderat-ı İslamiye, Bulgar canavarlarının mundar ayakları altında inleye inleye can çekişiyor. O mukaddes mabedlerin kimisi puthaneye, kimisi meyheneye tahvil oldu, nûr-i İslamiyet’le münevver olan o mübarek mevkiler, bugün zalâm-ı küfr ile harab oluyor.” Yine Midilli mutasarrıfı bulunduğu yıllarda, Müslümanların dini ve ilmi durumlarını yükseltmek için çeşitli girişimlerde bulunur, mabed ve mekteplerin azlığından ve olanların da bakıma muhtaç olduğundan bahisle eğer önlem alınmazsa, “Ezan-ı Muhammedi i’lan eden tek bir minare ve mescidin kalmayacağını” bildirmektedir. Yazılarında, şiirlerinde, romanlarında ve piyeslerinde her zaman İslam’a bir atıf bulmaktayız. İslam’a tam bir bağlılık içinde olan büyük şair, Manastırlı Rıfat Bey’e 1874’de yazdığı mektupta, Kâdir ve Kâim olan Allah’ı her türlü noksanlıklardan tenzih etmekte, Allah’tan başka kimsede kudret ve kuvvet olmadığını ifade etmektedir. Namık Kemal’e göre her iki cihanda ortaya çıkan şey, birlik nurudur. Yani dünya ve ahiret Allah’ın birlik nuruyla donatılmıştır: “Nûr-ı Vâhid’dir ta’ayyün gösteren kevneynde.” Allah’ın varlığını, birliğini kabulde, delil ve zannı terk etmenin yettiğini, Allah’a gönül veren bir kimse için aşkın keşfinin en iyi mürşid olduğunu belirtir: “İsbât-ı Hakk’a terk-i delil ü zünûn yeter Mürşid bu yolda sâlike feyz-i cünûn yeter.” İnsanların yanılmalarının normal olduğunu, yanılmayanın ise, yalnız Allah olduğunu yazdığı bir mektubunda şöyle ifade eder: “Biz yanılmamağı Cenâb-ı Hakk’a mahsus biliriz.” Dünyaya ve kâinata bakış tarzını, Allah’ın kudretini derin bir biçimde idrak ile birleştiren şairimiz, yeryüzünü bu kadar sanatlı yapmış, süslemiş ve insanın emrine tahsis etmiş olanın yüce Yaratıcı olduğuna işaretle:“ Deryayı, sahra gibi her tarafında gezilir, havayı derya gibi yüzülür hale O getiriyor” diyerek duygularını ifade etmiştir.


Makale ve Analizler - 2018

185

Allah’ın yarattıklarına büyük ihsanda bulunduğunu, Rahim ve Rahman sıfatlarının tecellisi olarak görmekle birlikte, ihsanın kendiliğinden olmayacağını; bunun kulların gayretlerine bağlı olduğu inancındadır. Bunu Celâleddin Harzemşah adlı piyesinde şöyle ifade eder:“Nereden düşünsün ki, Allah’ın tevfîki de isti’dada bağlı…” Yine birçok tasvirlerinde Cenâb-ı Allah’ın türlü lütuflarından bahseder. Çamlıca’yı Cennet’e, Çamlıca suyunu da “âb-ı hayat”a benzetir. Allah’ın bütün yarattıklarını, kâinatı ve özellikle İslamiyet’i ve Müslümanları koruduğu, koruyacağı fikrine sımsıkı bağlıdır. Kimilerinin Müslümanların sayısının azalacağı fikrine karşılık:“ Hiç korkulmasın; İslam hiçbir vakit öyle zihinler dehşet verecek kadar azalmaz.” diyerek cevap verir. Adalet konusunda da Allah’ın adaletine güvenmektedir: “ Allah’ın adli, ne büyüktür!..” demektedir. Müslümanların geri kalması, tıpkı Âkif gibi onun da önemli meselelerindendi. Batı medeniyetine gıptayla baktı ve Osmanlı’nın bundan hisseyâb olması gerektiğini düşündü. Ama devrin şartlarından dolayı, teknolojiyle beraber Müslümanların bir kimlik/kültür bunalımı yaşayabileceklerini öngöremedi. Ancak “tamamı tamamına Avrupa’yı taklide…” karşı çıktı; “Avrupalıların dansına, usul-i münakehatına (nikâh usulüne) taklit etmeğe de hiç muhtaç değiliz.” Dedi.“Medeniyet” makalesi, “elde âsumânî bir şeriat ve (…) fıkıh gibi bir derya-yı hakikat” var iken ecnebî kanunlarını almaya gerek görmedi. En önemlisi, Renan’ın İslâm’ın bilime ve ilerlemeye engel bir din olduğu görüşüne, “İslâmî bir refleksle” reddiye yazan (Renan Müdafaanamesi) ilk Osmanlı aydınlarındandı. Namık Kemal’in millet anlayışı, Osmanlı’nın çok unsurlu yapısına uygundur. Nitekim “İmtizac-ı Akvam” makalesinde özetle; Osmanlı Devleti, hukukça birbirine eşit, ortak çıkarları olan, farklı kavim, dil ve dinlere mensup parçalardan oluşmuş bir bütündür, der. Devrin şartları gereği gayr-i Müslimleri de içine alan bir “millet” tanımı yapar; ancak bu unsurun Osmanlıdan kopacağını ve devletin “aslî unsur”unun Müslümanlar olduğunu bilir, o sebeple; “İstikbalimiz emindir. Çünkü İslâmiyet vahdete gelmeyi emreder. Cinsiyet ve avârız-ı dünyevîyeyi vesile-i ihtilâf etmeğe katiyen mânidirdiyerek kavmiyetçiliğe karşı çıkar, İslâm birliğini destekler; hatta “Bu maksat bir kerre hasıl olursa” Müslümanların dünyada büyük bir güç olacaklarını ve “Asya için (…) revnaklı bir devr-i saadet zuhura geleceği”ni düşünür. İşte bu fikirleriyle o, “bu fikr-i mukaddesin tervicini arzu eden ashâb-ı hamiyyete peyrevliği mefharet bilen”, Basiret gazetesini ve “ittihad-ı İslâm”ı tesis etmek için kurulan “İhya-yı İslâm Cemiyeti”ni destekleyen “öncü bir İslâmcı”dır.


186

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Evet biz din üzerine tesis-i müddea ederiz.” diyen Kemal, fikirleri itibarıyla ilk “İslâmcı”lardandı; ama birçok Tanzimat aydını gibi tereddütleri de vardı. Tanzimat münevverleri arasında Namık Kemal İslamcılık düşüncesinin öncüsü kabul edilmelidir. Ona göre, Müslümanların Batı karşısındaki tavrında esas, ahlâkî ve dünyevî unsurların birbirinden ayırt edilmesidir. Müslümanlar için ahlaki ve toplumsal değerler namına Batı’dan alınması gereken hiçbir şey yoktur. Nitekim Namık Kemal’e göre İslâm, özüne inildiği ve hakkıyla yaşanıldığı zaman şu an Batı’da bizim hayranlıkla baktığımız ahlaki unsurların da esas kaynağıdır. Birçok Müslüman münevver o dönemin şartlarında yanlış sorular sormuş ve içinden çıkamadığı durumlarda gerçeklerden uzaklaşıp kaybolmuşlardır. Namık Kemal’i diğerlerinden ayıran hususiyeti, doğru sorular sorması ve yeni fikirler ortaya koyabilmesidir. Çünkü Namık Kemal, Batı’nın ne yaptığından ziyade, bizim İslam’ı referans alarak ne ortaya koyabileceğimizle daha alakadardır. Yani soruları daima biz eksenli sormuş ve cevaplarını da öyle vermiştir. Namık Kemal İbret’teki “Medeniyet” başlıklı yazısında bu durumu şu şekilde izah eder. “İktisab-ı medeniyete çalışan akvâm için tamamı tamamına Avrupa’yı taklid etmek neden lâzım gelsin? Bir takım hakâyık-ı ilmiye vardır ki dünyanın hiçbir tarafında değişmez, hiçbir yerde sû-i tesiri görülmez…. -Şimdi biz tervic-i medeniyeti arzu edersek bu kabîlden olan hakâyık-ı nâfi’ayı nerede bulursak iktibas ederiz. Temeddün için Çinlilerden sülük kebabı ekl etmeği almağa muhtaç olmadığımız gibi Avrupalılar’ın dansına, usul-i münakehâtını taklit etmeğe de hiç mecbur değiliz. Namık Kemal, hukukun kaynağına “mebde-i evvel”i, yani Allah’ı yerleştirmiştir. Herkesin, Allah’ın nimetlerinden yararlanırken de tek ölçünün adalet olması gerektiğini belirtir. Büyük şairimiz, ticaret hayatında dürüstlükten yanadır. Yüksek kârla mal satanların yaptıkları işin ticaret değil, hırsızlık olduğunu söyler. Ticarette, İslamiyet’in haram kıldığı fâize de şiddetle karşı çıkar. Böylece, her şart altında çalışmaktan ve helal kazançtan yanadır. Sosyal müesseseler içinde ailenin ayrı bir yeri vardır. O, aileyi bir bütün olarak görür, aile fertlerinin iyi yetişmesini de eğitimin iyi olmasına bağlamaktadır. Ona göre ülkenin kalkınması askerlikten ve iktisattan önce eğitimle mümkündür. Namık Kemal’in eğitim ile ortaya çıkarmak istediği ideal tip, ister erkek ister kadın olsun, iradeli insan tipidir. Ona göre, vatanını sevmeyen insan değildir. Vatan kuru bir toprak değil, millet hayatı ile karışan bir tarihtir. Vatan hissi, insanın vicdanında vardır. Onda, din ile vatan kavramları iç içe geçmektedir.


Makale ve Analizler - 2018

187

Namık Kemal etkileyici bir insandır. Eserlerinde, Kur’an’dan ayetler nakleder.Şiirlerinde ayet meallerini şiir yapar. İslam hukukunu bilir ve 1876 anayasasını hazırlayanlar içindedir. İslam, Türk ve Osmanlı tarihini bilir, Osmanlı tarihini yazar. İslam dininin siyasî kaidelerinin de adalete, medeniyete, terakkiye, ilerlemeye tamamıyla uygunluk gösterdiğini söylemektedir. Meşrutiyetin ve meşveret sisteminin İslami esaslara ve fıkha dayanmasını ister. Zaten öteden beri var olagelen sistemin bir anlamda revizyonunu benimsemektedir. Hatta Kanun-i Esasi’nin bile her maddesinin fetvaya bağlanmasını isteyecek kadar bu hususta eski ile yeninin aynı şeyler olduğuna inanır. Namık Kemal, çağdaşları olan o dönem müslüman düşünürler gibi, siyasî teorilerini, dönemin tarihsel koşullarına binaen oluşturmuş ve mevcut sorunlara çözüm bulma amacını ön plana çıkarmıştır. Buna göre, Namık Kemal’in insan hak ve hürriyetlerine ve halk hâkimiyetine dayalı siyasî rejimden yanadır. Namık Kemal, devlet idaresinde “meşrutiyet” sisteminin gerekliliğine inanırken, bu rejimin tesisinde zaruri olan hukuk sisteminin ve esaslarının tümüyle Batı’dan alınmasına taraftar değildir. İslamiyet’teki “meşveret”in, bütün meşrutiyet konularını ve şartlarını üzerinde taşıdığı kanaatindedir. Onun istediği, devletin devamı gayesine yönelik olarak âdil bir hükümetin kurulmasıdır. Bu hükümet, padişahın himayesinde ve de İslam hukukuna uygun olmalıdır. Çünkü İslamiyet’in, hukuki açıdan herkese eşit davrandığını, kimseyi kimsenin aşağısında tutmadığı inancındadır. Namık Kemal’in dile getirdiği, insanın doğuştan hür ve birtakım haklara sahip bir varlık olduğu ve devletin temelinde de bu hakların korunması gayesinin yer aldığı düşüncesi, bir taraftan modern siyaset felsefesi bağlamında değerlendirilebilirken, diğer taraftan da, Osmanlı İmparatorluğu’nun mevcut yapısının ıslahında, İslami kaynaklı bir değişimden, dönüşümden yanadır. Namık Kemal, geleneklerine, köklerine bağlı ve dindar bir kişiliğe sahip olmakla birlikte, dünyadaki gelişmeleri yakından takip eden, düşünce ufkunu devamlı genişleten bir düşünürdür. O, döneminin koşullarını en iyi şekilde idrak ederek toplumunun gelişmesi, çağdaşlarını yakalaması gerektiği konusunda çok büyük gayretler sarf eden, vatanı uğruna ne gerekiyorsa fazlasıyla yapmaya çalışan, bir anlamda hayatını ortaya koyan bir düşünce adamıdır. “Vatan Şairi” olarak anılan Namık Kemal, buhranlı bir dönemde mevcut sorunların çözümünü –Batılı, çağdaş değerlerden istifade edilmesine de karşı çıkmaksızın- İslami referanslarda görmüştür.


188

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Onun gözünde din, bireysel/özel bir mesele değildir ve bu yüzden toplumla ilgili her mevzu doğal olarak din ile alakalıdır. Onun din, yani İslam anlayışı ise “asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı” anlayışında olan Akif’le paraleldir. Zira ona göre dönemin sıkıntılarına derman olacak pek çok kavram ve kurum İslam geleneğinde zaten mevcuttur. Bu anlamda onu bir modernist veya reformist olarak değil bir ihyacı olarak tanımlamak herhalde daha doğru olacaktır. Belirtmek gerekir ki, Namık Kemal, mensubu olduğu toplumun geri kalmışlığına yönelik özeleştirisini, zaman zaman sertleştirmekle beraber, İslam toplumlarının geriliğini İslam dinine hamleden Ernest Renan’ın görüşlerine de şiddetle karşı çıkmıştır. Renan Müdafaanamesi’nde (Namık Kemal, 1326) etraflı bir şekilde İslam dinine ve toplumlarına yöneltilen eleştirileri ele almış ve İslam’ın, aklı ve mantığı temel alarak modern bilimleri teşvik eden felsefi bir temelden beslendiğini açıklamaya çalışmıştır. Görüşlerini Kur’an’dan verdiği ayetlerle izah eden Namık Kemal, daha ileri giderek bilim ve felsefe tahsilini, hakikate ulaşmakta Müslümanlar için dinî bir görev olarak düşünmüştür. Bununla beraber, “dünyayı firdevs-i ma‘mûriyet medeniyetin esbâb-ı külliyesini i‘dâd” eden (Hadika, Nu.2, 11 Teşrin-i sâni 1288/10 Ramazan 1289) Müslümanların üstün konumlarını nasıl kaybettiklerini ya da Batı medeniyetinin hangi gelişmeler ve değerler üzerinde yükseldiğini birçok yazısında açıklama yoluna gitmiştir. Bu nedenle felsefe tarihçisi Hilmi Ziya Ülken, O’nu, kuvvetini Türk-İslam geleneğinden alarak Batı’dan gelen siyasi fikirlere göre hamle yapan “muhafazacı bir meşrutiyetçi” olarak tanımlamıştır. Namık Kemal’e kulak verelim: Sıdk ile terkedelim her emeli her hevesi, Kıralım hâil ise azmimize ten kafesi; İnledikçe eleminden vatanın her nefesi, Gelin imdâda diyor, bak budur Allah sesi! ********************************* Bize gayret yakışır, merhamet Allah’ındır; Hükm-i âtî ne fakîrin, ne şehin-şâhındır; Dinle feryâdını kim terceme-i âhındır İnledikçe ne diyor, bak vatanın her nefesi. *********************************


Makale ve Analizler - 2018

189

Mahv eder kendini bülbül bile hürriyet içün; Çekilir mi bu belâ âlem-i pür mihnet içün? Dîn içün devlet içün can çekişen millet içün, Azme hâ’il mi olurmuş bu çürük ten kafesi!.. ************************************ Memleket bitdi, yine bitmedi hâlâ sen, ben. Bize bu hâl ile bizden büyük olmaz düşmen; Dest-i a’dâdayız; Allah içün, ey ehl-i vatan! Yetişir terk edelim gayri hevâ vü hevesi… Namık Kemal (1840 – 1888) (Namık Kemal, Türk Büyükleri Dizisi 63, S. 96)

Ruhu şad olsun. Selam olsun Bulgaristanlı kardeşlerime, Necip Milletimize! Allah’a emanet olun. TDV, İslâm Ansiklopedisi, Cilt 32, S, 361-378 Namık Kemal, Renan Müdâfaanâmesi, (Haz. Abdurrahman Küçük), Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay. Ankara, 1988, s. 51 Süleyman Hayri Bolay, Namık Kemal’in İslam’a Bakışı, DİB Yay., Ankara 1992, s. 33. Fevziye Abdullah Tansel,Tansel, Namık Kemal’in Hususî Mektupları, III, s. 395. Fevziye Abdullah Tansel,Tansel, Namık Kemal’in Hususî Mektupları, I, s. 69-80. Fevziye Abdullah Tansel,Tansel, Namık Kemal’in Hususî Mektupları, II, s. 388. Fevziye Abdullah Tansel,Tansel, Namık Kemal’in Hususî Mektupları, II, s. 482. Fevziye Abdullah Tansel,Tansel, Namık Kemal’in Hususî Mektupları, III, ss. 117-118. Fevziye Abdullah Tansel,Tansel, Namık Kemal’in Hususî Mektupları, II, TTK Yay., Ankara, 1967, s. 482. Saadettin Nüzhet Ergun, Namık Kemal- Hayatı ve Şiirleri, Yeni Şark Kitabevi, İstanbul,1933, Gazel 101, s. 113. Saadettin Nüzhet Ergun,Namık Kemal- Hayatı ve Şiirleri, Yeni Şark Kitabevi, İstanbul,1933 s. 173.


190

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Fevziye Abdullah Tansel,Tansel, Namık Kemal’in Hususî Mektupları, II, s. 564. Namık Kemal, Nüfus, İbret, Sayı. 9 Namık Kemal, Celâleddin Harzemşah, İbrahim Horoz Basımevi, İstanbul,1315. s. 68… Önder Göçgün,“Namık Kemal’in İslamî İnanç Telâkkisi”,S.Ü.İ.F.D, Selçuk Üniversitesi Basımevi, Konya 1986,s. 37-49. Namık Kemal, Celâleddin Harzemşah, s. 68. http://www.karar.com/yazarlar/alaattin-karaca/namik-kemal-islamci-miydi3892# erişim:01/01/2019 https://www.gzt.com/cins/turkiye-islamciliginin-kokleri-3-islami-dusunceninoncu-munevveri-namik-kemal-3293621 erişim:01/01/2019 Ercan KARA, “Namık Kemal’de Din Ve Toplum”, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe Ve Din Bilimleri Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, 2011, S,86-89 Mithat AYDIN, Namık Kemal’de “Terakki” Ve “Maarif” Düşüncesi “,Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi 53, 2( 2013), S,451477

B U LT Ü R K F a a l i y e l e r i n d e n


Makale ve Analizler - 2018

191

Suçlu Nüfus

Tarih: 01 Ocak 2018 Yazan: Neriman Kalyoncuoğlu Konu: Zehirli zihniyet bir türlü arınamadı Önce Yeni yılınız Kutlu olsun Sayın Bulgaristan Stratejin Araştırma Merkezi yayınlarının kıymetli okuyucularım. Yeni yılda okuyan ve konularımızı takip ederken eleştiren ve tartışanların daha da çoğalması dileklerimle hepinize sağlıklı mutlu ve problemleri küçülen ve kolayca aşılan bir yıl diliyor, diliyoruz. BGSAM Ailesi Önce bir iki, beş on kişiydik, şimdi 500 000 (beş yüz binden) fazlayız. Yeni çok farklı bir kuşak doğuyor, yetişirken biçimleniyor. Kemikten değil, demirden ve çelikten bir birlik ve beraberliğe doğru ilerliyoruz. Biz hepimiz sizlerden biriyiz. Memlekette yakınları olan göçmen çocuklarıyız. Şahsen ben çocukluğumu Kırca Ali de bıraktım. Fakat burada benim kanımca da bugün dünden daha iyidir, yarınsa daha da iyi olacaktır. Bir başka inancım ise şöyle: Hak sahibini bulur. Söylenen ve yazılan söz eğer gerçekse, bir değeri varsa, Gerçek mutlaka yerini bulur. Atalarımızın dediği gibi: “Ustalık ilgiye tabiidir!” Güler yüzlü ilginize teşekkür ederiz. Son 29 yılda birçok şeyin değiştiğine ben de inanıyorum. Yeni işittim bir Türk firması Sofya “Shereton” Otelini satın almış ve işletiyor, Sofya’dan “İstanbul Uçak Alanı” na günde 22 uçak kalkacakmış, Bulgar başkenti metro (yeraltı tren) hatlarının 2. Sinden sonra 3. Sünü de “Doğuş Holding” yapıyor ve benzer haberler beni doğrudan coşturuyor, ilham kaynağım oluyor. Geçen senenin sonunda Sofya Büyükelçiliğimizin Türk ve Bulgar klasik seçmelerinden oluşan Dostluk Konserleri Sofya’yı coşturdu. Ankara çoksesli korosu Bulgaristan’ı ayağa kaldırdı. Perde yavaş yavaş kalkıyor dünya özlediklerine kavuşuyor. Paylaştığım bu güzel duygulardan sonra, uzun zamandan beri kafamda dolaşan ve yazmadan bir türlü kurtulamadığım SUÇLU NÜFUS veya ZEHİRLİ ZİHNİYET konusunu işlemek istiyorum.


192

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu duyumsamam Bulgaristan’da büyüklerimin, anne ve babamın ve yakınlarım yaşantılarıyla ilgilidir. Kötü olanın – belki de insanı devamlı uyarmak için – belleğe yapışma, hafızaya yerleşme özelliği var ve onu oradan koparmak pinesle çekip almakla mümkün olmadığı gibi, tırnak da değil kesip atasın, ilaçlamakla da olmuyor, ne soluyor ne de silinip unutuluyor. Anladığım kadarıyla 1989’da Bulgaristan’da sosyal iklim değişecek havası yaratılmıştı. Yani burada –Türkiye’de komünist totaliter düzen – değimini pek bilen yok, biz BGSAM olarak sık kullanıyoruz. Şöyle yani, sosyal iklim değişikliğinden anlayabildiğim, TOPLUMUN ÜZERİNDEKİ PERDENİN KALKMASI ve KÂBUSUN DAĞILMASI yani gerçeklerin görülebilmesidir. Korkunç bir dram yaşanmış ki, 350 bin kişi birden sınırı boylamayı seçmiştir. Bunu yalnız ben değil, tüm neslim aynı şekilde duyumsuyor ve konu üzerinde düşünmeye devam ediyor.Biz istesek de istemesek de bir iki kuşak yaralı olmayı kabul etmek zorundayız. Baksanıza şair mesleğinden geçinen bir kardeşimiz yok. Trajedinin romanını yazıyorum diyebilenimiz yok. Yok da yok. Bu yalnız birimimle de olmuyor besbelli… Şahsi fikrime göre, şu 30 yılda soydaşlarımız Türkiye Cumhuriyetinde bir “sera” (oranjeri) dönemi yaşadılar. Kin ve öfke öyle boyutlar almıştı ki, toplumu gemlemek bunu gerektirdi. Burasının yerlileri Bulgaristan’a bir zulüm ve mezalimler ülkesi olmaktan fazla, iyi bir komşu, kapı komşusu hayal ederek bakıyorlar ve bu duygusallığın bozulmamasına sabırlı yaklaşıyorlar. “Sabrın sonu selamet” ve benzeri ince anlamlı sözleri burada çok işittim. Ne ki, soydaşlarımı tanıdıkça, Bulgaristan’ı nasıl anlayalım ve anlatalım konusunu işledikçe, memleketimdeki Bulgar milliyetinin içinde birkaç katlı (boyutlu) bir suçluluk zihniyeti olduğuna kesin inanıyorum. Birinci boyut, 1944’ten hemen sonra kan ve gözyaşıyla, halk çilesiyle dolan göldür. Bulgar kavminin elit kesiminden –naip, general, bakan, milletvekili, aydın, şair, yazar ve başkası olmak üzere 250 kişinin “Halk Mahkemesi” kararına göre ya da kararsız infaz edilmesi – öldüren ve yağmalayan – bir suçlu nüfus katı oluşturmuştur. Bu kata 115 bin Türkün Türkiye’ye kovulması, Yahudilerin gemilere doldurulup İsrail’e gönderilmesi, “Belene” ölüm kampının açılması ve toprağın kooperatifleştirilmesine karşı dirençte düşen kurbanlar eklendiğinde kat arası beton çok kalın oluyor. Yalnız toplama kamplarının sayısı 169’dur. Kurbanların sayısı bir türlü açıklanamadı. Psikolojik olarak değerlendirildiğinde biz burada bir kıyımcı, katil, komünist zihniyet görüyoruz. Ne yazık ki bu zihniyetten hesap sorulmadı.


Makale ve Analizler - 2018

193

Kırca Ali ili Yoğurtçular (Mogilyane) köyünde 26 Aralık tarihinde kaydedilen ve aynı akşam yayınlanan “Almanya’nın Sesi” (Deutsche Welle) radyosunun bir röportajında şunları anlattılar: “ Bu köyde güya ‘soya dönüş sürecine’ karşı halk direnişini örgütleyenlerden biri kaynakçı Mustafa. Oğlu Ridvan o zaman 14 yaşındaymış, şimdi 48’inde, anlatıyor: 7 gün sonra babam Mastanlı (Momçilgrat) Milis Bölge Amirliğinden çırçıplak getirildi. Çok dövülmüş. İye kemikleri kırıktı. Vücudu mosmordu. Dana kestiler ve sıcak derisine sardılar. Kırca Ali Hastanesine götürdük. Bir gün sonra hastanede öldü. Sırtı, ensesinden kuyruk kemiğine kadar kapkaraydı. Çok dövmüşlerdi, ama öldürememişlerdi. Babamı sorguya çeken ve döven polis görevlisi tespit edildiğinde Kanada’ya kaçtı ve bir daha geri gelmedi. Çok Türk öldü “suçlu ve yargılanan yok…” Bu köyden Abdülaziz Bekir, Mustafa Ali ve Mustafa İbrahim şehir düştü. Adları mezar taşlarına yontulmuştur. *** İkinci boyut 1950’lerin sonlarından başlayarak çok uzun bir zaman kesimini kapsıyor ve 1989’a kadar uzanıyor. Bu süreçte yöneten unsur Bulgar milliyetinin sözde “halk iktidarıdır.” Ancak ne yazık ki 1950’lerde Bulgarlar henüz milliyet düzeyinde oldukları ve herhangi bir uygarlık taşıyıcısı olmadıklarından dolayı, kendilerine “halk” demeleri yanlış olduğu gibi “halk iktidarı” kurmuş olmaları da bir göz boyamadır. Bizim bu ikinci boyutta başımıza gelenlerin çok feci olması ve ülkedeki tüm azınlıklara çok büyük acılar yaşatması, kendi kendine gelin güvey olarak, uygarlaşmış toplumların tek dilli, tek kültürlü ve tek ideolojili milli devletlerini kurarken yaptıklarını devlet terörüyle yani zorla yapmaya çalışmasıdır. Uygarlaşmış toplumlar kaçınılmaz olarak, yeni düzeni kabul etmeyenlerden, hak isteyen azınlıklardan, yozlaşmışlardan, uyum sağlayamayanlardan, çeşitli kusurlarla lekelenmiş insanlardan oluşan bir “tortuyu” ya peşlerinden sürüklerler ya da ondan kurtulma yolları ararlar. Bulgar toplumundaki tablo ters çizilmiştir. Suçlular suçsuz (egemen), suçsuzlar ise suçlu gösterilmişlerdir. Örneğim 1946’da Makedonlara Makedon kimliği dağıtan, ardından da “Bulgar’sınız” diyen ve yeni kimliğini kabul etmeyenleri eşek sudan dönene kadar döven ve hepsine zulmeden Bulgar iktidarı kendini suçlu hissetmemiş, ülkede iktidarın suçlu olduğu zihniyeti oluşmamış. Ardından suçlu olmamasına rağmen suçlu gösterilen nüfus içinde beliren tortudan kendine adam seçen iktidar, Makedon olmasına rağmen “ben bir Bulgar’ım” diyenler arasından seçtiği Krasimir


194

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Kakaçanov’u Başbakan Yardımcısı ve Savunma Bakanı görevine, yardımcısı Angel Cambazki’yi de Avrupa Birliği parlamentosuna milletvekili olarak yükseltmiştir. 1964’te Bulgarlaştırma dalgasını kırıp püskürten Müslüman Pomaklar, 1972’de Ayaklanmış, aylarca direnmiş, yeri gelmiş minarelere T.C. bayrağı asmışlardır. Milli Kimliklerini savunan ve direnen Müslüman Pomaklar hükümetin siyasetini kabul etmedikleri için suçlular olarak damgalanmış ve 1989’da iktidar değişse bile üzerlerindeki polis baskısı, kimliklerini eritme ve değiştirme zulmü değişik biçimlerde sürmüştür. Bu durumda etnik azınlık topluluklara devlet baskı ve terörü uygulayan Bulgar toplumu kendini suçlu hissetmediği gibi, azınlıklardan ise suçlu nüfus oluşturmaya çalışıyor. Bu konuda Bulgar ruhu değişme kabul etmediği gibi, mazlumlara diş bilemeye devam ediyor. 1962’de Çingeneler aynı olayı yaşamıştır. Baskı görmelerine rağmen tepki göstermeyip pasif kalmaları, Bulgaristan’da kanun kaçakları, okul görmemişler, aylaklar, dilenciler, hırsızlar, günlük yaşayanlar, açlıktan ölmek üzere olanlar, Avrupa’nın en yoksulları, en sefilleri, evsizleri ve sürünenleri ordularının bizde oluşmasına temel olmuştur. Çingene doğduğum için suçluyum zihniyetine alışmış ve ancak kabadayılığa kadar değişmeyi kabul eden bu katman aslında çok büyük bir tortu gölünde barınıyor. Çingene doğduğumdan, yoksul yaşadığımdan, cahil olduğumdan ve herkes tarafından ötekileştirilmiş olmaktan ben kendim suçlu değilim diyemiyor. Bu bilinç düzeyine ve ruhsal kaynaşmaya uzanamıyor, dertlerini gönül eğlendirdiği “çalga” müzikle avutuyor. Bu tabakanın içinde bir de zaman zaman küçük suçlar işleyen yarı-suçlular ordusu var ki, son yıllarda Bulgaristan’da çok kabalaştı ve azmaya başladı. Bağ-bahçe soyuyor, odun ve yiyecek çalıyor, köylerde yaşlıların emekli maaşlarına göz dikmiş bulunuyor. Onlar her bir sosyal kımıldamada güçlü olanın yanında yer almayı beceriyor ve aklanmayı arıyor. Başbakana, devlete, hükümete, meclise ve her gün yüzleştiği silahlı polislere “bizim bu durumda olmamızdan” siz suçlusunuz, “siz suçlu zihniyetin” bekçilerisiniz, diyemiyor. Bulgaristan’da Çingene mezarlığı yok… Şu gerçeğe özellikle vurgu yapmamız yerinde olur. Bulgaristan’daki Müslüman Türk kardeşlerimizi yarı suçlular, suç işlemeyi alışkanlık haline getirmişler, çalıp çırpmadan yaşayamadıkları için zaman zaman suç işleyenler arasında aramamız yanlış olur. Müslüman nüfusun “suçu” Türk olması, Türkçe konuşması ve Müslüman olmasıdır. En büyük suçu da Bulgar ve Hıristiyan olmayı kabul etmemesidir. Bir defa dikey bir devlet yapısından,


Makale ve Analizler - 2018

195

dinden, ahlaktan, kendilerinin yarattıkları bir kültür ve medeniyetten gelen onların Milli Kimlik Karakteri var. Bu nedenle Türkler, millet olma sürecini tamamlayamayan bir etnik kavimi yani Bulgarları dil, din, kültür ve medeniyet olarak kabul etmedi. 1984-1989 arası verdikleri mücadeleyle Türkler Bulgarlıyı asla kabul etmeyeceklerini ispatladılar. Bu kavga Müslümanların zaferi ve dinsizlerin gerilemesiyle sonuçlandı. Bu direnişlerde çok kan döküldü, sürgünler, toplama kampları hapishaneler doldu taştı. Türkler ve Pomaklar dövüldü. Zulüm gördü. Bu mezalimi sergileyenler, tuzakları karan ve can alanlar, insanları kitle halinde topraklarından, evlerinden söküp kovanlar suçludur ve Bulgar kavminde suçlu zihniyet oluşmuştur. Bu hamama gitmekle, Rus saunasına girmekle, kurşun döktürmekle, kaçmakla, savlanmakla savulacak, aklanacak bir suç değildir. Adaletin yerini bulması şarttır. 3 milyon Bulgar vatanından uzaklaştı derken, bu suçlu zihniyetle adaletle yüzleşmekten korktuklarına işaret ediyoruz. “Deutsche Welle” saha röportajından bir ayrıntı daha veriyorum: “Köy muhtarı Ahmet İbrahim anlatıyor: Subaylar önce bir ceep araçla geldiler. “Köyde geldiler geldiler yaygarası koptu. 26 Aralık gecesiydi. Zırhlı araçların ardından silahlı askerleri otobüslerle getirdiler. Ardından itfayiye ve tanklar. Köye giremesinler diye eski lastiklerden duvar örmüştük. Lastikleri yaktık. Ezip geçtiler. Köylülere ateş açtılar ve üzerlerine soğuk su püskürttüler. Aynı gece 2 köydeşim öldürüldü.” *** Herkes Yıl Başında iklim değişsin diye dua ediyor. Fakat bu imkânsızdır. 140 senede oluşan ve 5 neslin belleğini zahirlermiş olan suçlu zihniyet bugün de öldürücü… Bu korkunç zihniyetin daha da büyük acılara sebep olmasını önlemek için Hak ve Özgürlük Hareketi politik yönetiminin bir “ağırı kesici” olarak kullanılıyor ve biz buna karşıyız. Anma törenleri halkı avutmak için düzenleniyor. Sahte oyunlar oynanıyor. Ensesi çürük patatese kokan Mustafa Karadayı bu işlere alet edilmiştir. Bu sahtelik Bulgar milliyeti ruhunda kangrene neden olacaktır. 2019’da Bulgar psikolojisindeki en büyük yıkıcı tehlike suçlu olma zihniyetinin bilinçaltından çıkıp artık bilinç ve kâbus oluşturmaya başlamasıdır. “Deutsche Welle” muhabiri şunları da kaydetmiş ve yayınladı: “Türkler Vatanlarından kovuldular. Hiçbir kimse balla börekle karşılanacağını düşünmemişti. Bizim Türk kültürümüz, anadilimiz, dinimiz yasaklandı. Çok ceza ödedik. Hayvanlaştırıldık. Biz Büyük bir milletiz ve


196

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

hiçbir kimseye öfke beslemiyoruz, kızmıyoruz, gönlümüzde birikmiş düşmanlık yok, ama biz her şeyi hatırlıyoruz. Hiçbir şey unutulmadı ve unutulmayacaktır.” *** 1989’da bütün Doğu Avrupa ülkelerinde gerçekleşen ve derinleşen dönüşümlerin Bulgaristan’da da olabilmesini etkileyen ve engelleyen hatta durduran işte bu suçluluk zihniyetidir. Görüldüğü üzere bir defa 1946’da komünistler seri cinayetler işlerken, 1964’ten sonra ve özellikle de 19841989 döneminde eski faşist ve totaliter komünistleri yeni aşırı Bulgar milliyetçiliğinde kenetlenerek Müslüman Türklere amansız saldırırken hepsini birden suçlu oldular. Ortak suçlu zihniyeti böyle oluştu. Suçlu zihniyet betonu çok boyutlu ve kalın. Gerçekleri saklayan perdenin açılması şart oldu. Aynı röportajdan işte bir örnek daha: “24 yıl sonra 2008’de katillere karşı dava açmak için bütün deliller toplandıktan sonra şehitlerin yakınları toplu halde Haskovo Savcılığına başvurarak dava açılması için gerekçeli dilekçe sunmuşlar. Delil yetersizliğinden dava açılmamıştır.” Açılan davalardan hiç birisi de sonuçlanmamıştır. Bulgaristan’da katiller himaye ediliyor. Suçlu zihniyeti besleyen kaynak budur. Bu kaynağa su taşıyanlardan ikisi Ahmet Doğan ve Lütfi Mestandır.

Yeni 2019 yılınız kutlu olsun Dostlarla paylaşmayı unutmayınız


Makale ve Analizler - 2018

197


198

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2018

199


200

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2018

201


202

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2018

203


204

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2018

205


206

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2018

207


208

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2018

209

D ü z c e Va l i s i Sayın Zülküf Dağlı Beye Kitabımızı


210

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

B U LT Ü R K Faaliyetlerinden


Makale ve Analizler - 2018

B U LT Ăœ R K Faaliyetlerinden

211


212

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

B U LT Ü R K Faaliyetlerinden


Makale ve Analizler - 2018

Bayrampaşa Kaymakamı

B U LT Ü R K Faaliyetlerinden

213


214

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

D ü z c e Va l i s i Sayın Zülküf Dağlı Beye


Makale ve Analizler - 2018

215

B U LT Ăœ R K Faaliyetlerinden


216

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2018

217


218

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2018

219


220

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2018

221


222

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.