50 - BULGARİSTAN'DA NE YAPMALI

Page 1

Makale ve Analizler - 2019

1

B U LG A R İ S TA N ’ D A N E YA P M A L I

Ocak - 2019 Makale ve Analizleri


2

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

BULGARİSTAN’DA NE YAPMALI

BULTURK BGSAM Yayınları Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi - BGSAM -50 BULTÜRK Adına Genel Başkanı: Rafet ULUTÜRK Basım: Ocak - 2019 Koordinatör: Dr. Nedim BİRİNCİ Editör: Raziye ÇAKIR İnternet sorumlusu : Kapak Tasarım: Murat ULUTÜRK Pazarlama Sorumlusu: Hamiyet ÇAKIR Arşiv: İbrahim SOYTÜRK İsteme Tel: 0212 511 63 47 www.bulturk.org; www.bghaber.org; info@bulturk.org İnternet sitesinin yazıları Adres: Yıldırım Mah. Şehit Kamil Balkan cad. No.114/A Bayrampaşa İstanbul Tel: +90 (212) 511 63 47 Belgegeçer: +90 (212) 526 51 98 https://bgsam.org/, https://issuu.com/bulturk, https://bulturk.org.tr/ Baskı : DİNÇ OFSET MATBAACILIK SAN. ve TİC. LTD. ŞTİ. Adres: Davutpaşa Cd. Emintaş San. Sit. No: 103/580-581 Topkapı - İstanbul Tel: 0090 212 493 24 67 TÜRKİYE CUMHURİYETİ YASASI GEREĞİNCE BU ESERİN YAYIN HAKKI BULTÜRK’ten İZİNSİZ KISMEN VEYA TAMAMEN ÇOĞALTILIP YAYINLANAMAZ

Web: www.bghaber.org ; E.Posta: rafetuluturk@yahoo.com


3

Makale ve Analizler - 2019

“Bilgi Ordusu, Bizim Ordumuz,

Bildiğimizi Öğretmek, Bizim Görevimiz.” Rafet ULUTÜRK

Düşünceler dizisi olan elinizdeki eserin anlamı derin bir uğraşın ancak başlangıcıdır. Bulgaristanlı Türk Müslümanların başına 1970-72, 1984-85’te düşen yıldırımın bir daha düşmemesi için bir uyarı ve ışık niteliğindedir. Saygılarımızla, B U LT Ü R K İ st a n b u l


4

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

5

Önsöz Yerine Yıl 2019 2016 yılı Bulgaristan Türkleri ve soydaşlarımız için umut dolu gelmişti. Cumhurbaşkanlığı seçimi ve siyasi dönüşüm amaçlayan bir halk oylaması yapılacaktı. Vatandaşlar siyasi sistem değişikliğinin seçim sisteminden geçtiğini kavramıştı. Ancak parti listelerinde gösterilenlerin seçildiği “çoğulcu” uygulamadan kurtulup, seçmen tarafından gösterilecek ve seçmenin iyi tanıdığı kişilerin meclise gönderileceği mutlak ekseriyet (salt çoğunluk) sistemine geçişin müjdesini bekliyordu. Bu değişiklik için 2 milyon 500 bin seçmen oy verdi.Seçmen, meclis seçimlerinde parlamentoya giren siyasi partilere oy başı 11 leva verilmesine yani milyonlar ceplemesine son verilmesini ve seçimlerin zorunlu olmasını istedi. 2 milyon 500 bin seçmenin oyu mahkeme kararıyla rafa kaldırıldı. Siyasi sistem değişikliği için “izin veremeyiz” dendi. Bunu deyen ise, 1989 yılından sonra, “ben artık öldüm” aldatmacası yaparak, Bulgar toplumu içine boydan boya uzanan kaskatı totaliter sistemin yarattığı oligarşi ve sözcüleri oldu. Onlar aynı yıl Bulgar aşırı sağcılarını birleşmeye çağırdılar. Giderek birleştirdiler ve onlara “yolunuz iktidar basamaklarından tırmanmaktır” dediler. Avrupa’nın kaderi de kötüydü. Sığınmacılar, savaş kaçakları, kitle göçleri, kıta değiştirenler çatır çatır kıvılcım saçan faşizm her günümüzü zehir etmeye başladı. 1989’da parçaları anmalık olarak satılmaya başlayan Berlin Duvarı’ndan parçaların yerine yeni duvarlar çekmek için yeni duvarcılar belirdi. Doğu Avrupa ülkeleri aralarındaki sınırlara boydan boya tel duvar gerdiler. Tarih ayıbın böylesini daha önce görmemişti. Sınırları kaldırıp özgür bir dünyada yaşama hevesiyle birleşmeyi seçenler insanlara, “Toplama Kamplarını”, yargısız idamları, Nazileri, faşistleri anımsattılar. Avrupa Konseyi 3 Bulgar siyasi partisine, “Ataka”, İç Makedon Devrim Hareketi (VMRO) ve “Bulgaristan’ı Kurtarma Hareketi” ve bu üçlünün “Yurtsever Cephe” ortaklığı Türk, Müslüman, İslam,


6

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

sığınmacı, göçmen ve öteki düşmanlığı aldı yürüdü. Düşmanlık yılan zehrinden kötü olan... Müslümanları hem isteme hem de istememe siyaseti karıştıkça anlaşılmaz oldu. Avrupa Birliği üyesi 28 devlet Türkiye Cumhuriyeti karşısında boyun eğdi ve bir gün “ama şu göçmenleri durdurun, bizi çökertecekler” dedi. 2016 ve 2017’nin en büyük olayı buydu. Dev adımlarla büyüyen ve güçlenen Türkiye’ye daha önce 28 devlet birden yalvarmamıştı. Diz çöktüler ve 2016 ve 2017’de durumun özünü fark edemediler. Çökenler Güneşten uzaklaştıklarını fark edemezler. Kuşkusuz, önüne eğilmiş kafalardan biri olan Bulgaristan’dı. Hem Brüksel’e ve hem de Ankara’ya bakarken Bulgaristan Türklerini görmezden geldi. Onları siyasi olarak parçalayarak ve parçaladıkça ezerek mecliste faşistlere daha geniş yer açanların ve faşistleri 1944’ten beri ilk defa iktidar koltuklarına davet edenlerin tam olarak ne düşündüklerini ve ne istediklerini anlamak çok zor olmadı. Artık göç durmuş, doğal olarak geri göç başlaması zamanı gelmişti. Faşist düşmanın kafasında iki hedef birden doğdu. Camiler ve mezarlıklar. Camilerin içinde de Türkçe konuşmayı yasaklamak, Türkler için Vatan kalesi olan, mezarlıkları daraltmak hatta vakıfları kabristanlık olarak ayırdıkları bütün arsalara el atıp, onları cesetlerini gömecek bir insan boyu topraksız bırakmayı düşündüler. Sofya Türk Mezarlığı 28 yıl önce dolmuştu. Bunu Ahmet Doğan’a, Lütfi Mestan’a, Osman Oktay’a, Kasım Dal’a vb asla anlatamadık. Yakın geçmişte mecliste yaşlanan Ramadan Atalay’ın eşi vefat etti. Bir mezar yeri bulamadık, doktor hanım Bulgar mezarlığına gömüldü. Yazarlarımızdan İsmail Çavuş öldü, Sofya dışında Bankiya kasabasındaki Hıristiyan mezarlığına gömdük. Bu şehirde zengin Müslümanlar için de mezar yeri yok. Sofya kenarında 52 dönüm bir yer alındı. Toprak sahibi Bulgar komşular vakıf malımıza, kendi mülkümüze mezarlık yapılması için gereken “razıyım” belgesini vermedikleri için, 20 yıldır boş duruyor o kutsal toprağımız. Karşımızdaki devlet kale gibi! Püskülü faşist. Ortada kaldık. 2016 - 2017 bizim için çok zor yıllardı. Mezarlıksız Vatan olmaz!!! Mücadele devam ediyor. Raziye ÇAKIR


Makale ve Analizler - 2019

7

Önsöz: Elinizdeki kitapta, biz Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği BULTÜTK’ün aydın kadroları ile Bulgaristan Stratejik Araştırmalar Merkezi BG-SAM ekibinin kaleme aldığı yazıları bulacaksınız. Size değişen dünyamızı kendi açımızdan anlatmaya çalıştık. Bulgaristan’da ve Türkiye’de yaşamış ve eğitim almış bir ekip olarak öncelikle her şeyimizin ortak olduğu inancından çıkarak, ne kadar istesek de birlikte yürüdüğümüz yolu ve içinde birlikte olduğumuz zamanı zorlayabilmemizin mümkün olmadığını ama bu yol ve zamanın kendi kuralları olduğunu ve bunlardan akıllıca yararlanarak birçok işler yapılabileceğini açmaya çalıştık. Bu kitabın zaman kesimi 2018 yılının Ocak ve Şubat aylarıdır. Bu kısa dönem bizim BULTÜRK olarak 2002’den beri izlediğimiz yolun iki aylık devamıydı. Bizim için çok önemliydi. Bulgaristan’ın başkenti Sofya’da Avrupa Konseyi’nin (AK) 6 aylık dönem başkanlığını Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov yapacaktı. Siyasi öngörümüzde, ilk kez olmak üzere, Bulgaristan kurumları ve vatandaşları Avrupa Konsey, Komisyon ve Birlik yönetimiyle yüz yüze gelecek ve askıdaki problemlere çözüm aranacak ümidi vardı. Bulgaristan Balkanların büyük ülkelerinden biri olsa da, Avrupa Birliği bileşiminde orta boyutta, tarımı ve sanayi bunalım içinde, işsizlik oranı yüksek, eğitim sistemi kriz yaşayan, çok yoksul ve çaresizlikle boğuşan bir ülkeydi. Bulgaristan’ı 2009’dan beri yöneten halkın Avrupa vatandaşlığı seçeneğini temsil eden GERB partisi, 24 Mart 2017’i erken genel seçimlerinden sonra 3 aşırı milliyetçi partiyi kabineye almış ve AK’nin “faşist” olarak nitelendirdiği bu partilerle yönetimi paylaşmıştı. AK Başkanlığının “faşist” olarak damgaladığı güçlerin iktidarda bulunduğu bir ortamda 6 aylık dönem başkanlığını dağıtması ve yeni seçim yapılarak adalet ve demokrasi güçlerinin hükümet kurmasını istemesi beklenirdi. Ne yazık ki, AK’yi üyeleri dönem başkanlığı için keçi kılından elbise giyip samsak kolonyası kullandılar ve faşizm yılanına kendileri ısırtmadan işe varıp geldiler. AK başkanlığı Sofya’da büyük protesto gösterileriyle başladı. Bulgar başkenti köpürdü. Dönem toplantıları başkanı Boyko Borisov zulayı açtı ve karanlık güçlerin hiçbir zaman yenilgi kabul etmediğini kanıtlarcasına, bir çuvalda bir milyon leva olduğunu kabul etsek, 100 çuval leva dağıtarak önce polis ve jandarmayı yatıştırdı. Diğerleri beklemeye devam ediyor.


8

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu 2 ay BULTÜRK etkinlikleri için çok önemliydi. İlk kez olmak üzere Başkan Rafet Ulutürk yönetiminde bir heyetimiz Sofya Büyükelçimiz Sayın Hasan Ulusoy Beyi makamında ziyaret etti ve iki halk ve iki ülke, özellikle de Bulgaristan Türkleri, dostluk, barış ve güvenlik davası yararına başarılı çalışmalar temennilerinde bulundu. Bulgaristan Müslümanları Diyanetini ve Başmüftülüğü ziyaret etti. Sofya Kültürel Etkileşim Derneğinde yararlı bir görüşme gerçekleştirdi. Elinizdeki kitapta, Bulgaristan’da 2018 atılımlarına, oradaki kardeşlerimizin yaşam ve etkinliklerine, büyük bir hevesle başlattıkları aydınlanma sürecine ilk kez yayınlanan yazılar da bulacaksınız. Rafet ULUTÜRK BULTÜRK / BG-SAM 07.08.2018


Makale ve Analizler - 2018

9

Değerli Hemşehrilerim, Bulgaristan’da hepimiz zor günler yaşadık, itildik, ezildik, çiğnendik, hatta gün geldi vurulduk, şehitler verdik. Bu nedenle bizler kendi içimize kapanarak, yaşam mücadelesi vermeye çalıştık. Ancak bu içine dönüklükten kurtulmalıyız ve Türkiye’de yaşadığımıza göre, yasaların bize verdiği tüm haklardan bizlerde yararlanmalıyız. Peki, neden bunu yapamıyoruz? 1877-78 Rus-Türk savaşından sonra Osmanlının Balkanlardan çekilmesiyle birlikte, savaş esnasında işlenen akıl almaz katliamlar nedeni ile atalarımız asırlarca yaşadıkları yerleri terk ederek göç yolunu tutmuşlardır. Geride kalanlar ise Bulgaristandevleti’nin uygulamaya başladığı soy kırım politikalarına karşı direnmiş ve hayatta kalmaya çalışmışlardır. Şimdi ise burada Türkiye’de yaşayanlar oralara yardım edebilmek için, burada ilk önce bir araya gelmek ve bir merkez oluşturmalıyız. Artık bir kurum altında toplanmalı ve birlikte hareket etmeliyiz. Bu birliğe hepimizin ihtiyacı olduğuna inanıyorum. Artık bir birimizi kötülemekten vaz geçmeliyiz, birisi için yanında konuşamayacağımızı başka bir yerde konuşmamalıyız, yani kısaca arkasından konuşmamalıyız. En önemlisi samimi, hoşgörülü ve ahlaklı olmak. Zamanla her şey yerine geleceğine inanıyorum, ama tabi ki bu dava üzerinde kafa yoran, stratejiler üreten ve devamlı bunun üzerinde çalışan olursa. Bizim savaşımız insanlarımızı ahlaklı yetiştirmek olmalı, birlik ve beraberliğe kendi insanlarımızla başlayarak tüm Türk Dünyasına taşmalıyız. Bizler burada Türkiye’de yaşayan Bulgaristanlılar büyük bir kitle haline gelmiş durumdayız. İşte bu nedenle şimdi bu kitleyi yani kendi hemşerilerimizi, bir araya toplayarak bir merkez, bir güç birliği oluşturmalıyız, tabi ki bu bizim doğal tabii hakkımızdır. Bizler de artık toplum gücünü kullanabilmeliyiz. Toplum olarak haklarımızı elde etmek zorundayız ve bu yönde çalışmalıyız. Biz bunu söylerken, önderlerimizi seçerken, başkaları kötüdür demiyoruz. Biz bu işi onlardan daha iyi yapabileceğimize, Türkiye Cumhuriyetine ve Türk Dünyasına daha verimli olacağımıza, buralarda bu bölgelerde yaşayan Türklerin daha iyi, daha güvenilir, yaşamalarını sağlayacağımıza inandığımız için, Önderliğe, Yönetime talibiz. Bu arada Bulgaristan’da kalan kardeşlerimizin hepsinin siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel kimliklerini,


10

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

muhafaza edebilmeleri için mücadele etmeliyiz ve bu konuda gerekeni yapmalı ve gerekli yardımları yapmalı ve yaptırmalıyız. Aramızda Ahlâklı, Adaletli olanları seçmenli ve yüceltmeliyiz. Geçmişi konuşmaktansa, gelecekten söz etmeliyiz, bugünü değil, yarınları görerek hareket etmeliyiz. Aramızdan stratejistlere imkân ve fırsat vermeliyiz ve onları bizler yetiştirmeli yön verebilmeliyizkısa-10 ve uzunvadeli -50 yıllık hedefleri gösterebilmeliyiz. Aramızda kötü niyetli insanları tespit etmeliyiz, bilmeliyiz ki, onların kusurlarından dolayı değil, bu güne kadar yapılması gerekenleri engelledikleri için aramızdan uzaklaştırmalıyız. Bu güne kadar neler yapılmamış, onları araştırmalı, bilmeliyiz ve neler yapılması gerekir onları söylemeliyiz ve bunları bir an önce hayata geçirmeliyiz. Bizler gözyaşları dindirmek için, yaralara mehlem olmak için, her yüke ortak olabilmeliyiz. Gençlerimize, sadece balık pişirmesini değil, balık tutmasını da öğretmeliyiz, insanlarımızı denizlere, okyanuslara açılmalarını sağlamalıyız. Aramızda Tek Lider değil her sokakta, her mahallede bir lider yetiştirmeliyiz, biz dünyayı yönetmek için oğullarımızı yetiştirmeliyiz. Bizim insanlarımız yani Bulgaristan Türkleri şahsi başarıları Türkiye’de belkide en çok olanlardanız. İşte artık bizler toplum olarak haklarımızdan yararlanmasını bilmeliyiz. Her şeyden önce siyasi haklarımızı toplum olarak kullanmalıyız, daha sonra ekonomik ve kültürel haklar onu takip edecektir. Hepimizin gördüğü gibi, tarihte büyük güçler çok defa kötü politikaların kurbanı olmuşlar ve bunlar devam edecektir. Bir toplumun Lideri olmadan hiçbir şey olmaz, bu lideri de toplum çıkarmalıdır. Siyaseti güvenilir, sevimli hale getirmek bizim hedefimiz olmalı, bu gün çok zor, imkânsız olarak görünse de, yarınlara umutla bakabilmeli ve baktırabilmeliyiz. Var olabilmemiz için, var kalabilmemiz için, öncelikle temel hususlarda anlaşma sağlamalıyız. Aramızda bir birimize güveni kaynaştırmalıyız ve samimi olmalıyız. Her şeyden önce özgüvenimizi kazanmalıyız, birlik ve beraberliği ön planda tutarak insanları insan oldukları için sevip saymalıyız. İçimizde barışı sağlayıp, tek merkezde bir çatı altına toplanmalıyız.


Makale ve Analizler - 2018

11

Bu çatı da “BULTÜRK Derneği” olmalıdır. Buradan tüm dünyaya sesimizi duyurabiliriz. Balkanlar konusundaki politikalarda etkili olabilmek için yolları aşındırmalıyız. Çünkü gelişmiş ve Bulgaristan’da etkili bir Türkiye Balkanlara tamamen hâkimiyet kurabilecektir. En önemlisi kararlı olalım ve birbirimize samimi, saygılı olmayı ve bir birimizi sevmeyi öğrenmeliyiz. Bizim derdimizi ve problemlerimizi en iyi anlayabilecek zaat bizden olduğunu idrak etmeliyiz. Bulgaristan Türkleri konusunda teşhisi bizler kendimizi yetiştirerek yetki mercileri alarak son noktayı biz koymalıyız, bu güne kadar ki eksikliğimiz budur. Ayrıca Balkanların anahtarı Bulgaristan’da yani Bulgaristan Türklerinden geçtiğini de öğrenmeli ve öğretmeliyiz. Sevgili dava arkadaşlarım. Kendimizde özgüveni, aramızda güveni ve merkezioluşturduktan sonra, kimsenin aramıza nifak tohumları ekmesi mümkün değildir. Bizim için önemli olan, eksiklerimizi bulmaktır. Geçmişi bırakarak artık bizler aydınlanma dönemine bir an önce geçmeliyiz. Halimizi tespit etmek çok kolay, gazete, dergi yayın hayatımız nerede, kaç gazete, tv, radyo bizimle ilgili haber yapıyor.Burada suçlu değil, sebepleri aramalıyız. Gelin bunları tartışalım, niçin bu güne kadar bir Bulgaristan Kültür Merkezi olmamış, bunu şimdi nasıl gerçekleştirilebiliriz, bunlara yönelik çalışmalar toplantılar yapmalıyız. Hedefimiz Türkiye Cumhuriyetini daha güçlü, daha huzurlu ve daha iyi yarınlara götürmek için olmalı. Güçlü bir Türkiye Bulgaristan da yaşayan Türklerede güven ve huzur verecektir, onların daha rahat yaşamalarını hep birlikte sağlayabiliriz. Bunlar zannetiğiniz kadar zor işler değil. Dünyada insanlar bir iş için değil, bir İdeal için hayatını feda ederler. Bunun için güçlü olmak sesini duyurabilmek için öncelikle bir Kurum ve bunun Merkezini oluşturmalıyız. Çünkü Merkezi olmayan hiçbir topluluk bir yerlere gelmesi mümkün değildir. Bu güne kadar konuşmalar tartışmalar yapılmış fakat bir ağıç ekilmemiş işte bu gün bunu yaptık BULTÜRK tüm Bulgaristan Türklerinin biz öncelikle sadece Bulgaristanlıyız. Bizler elimizdeki kıt kaynaklarla bir merkez oluşturmaya çalıştık, bunda da muhafak olduk. Bu merkeze ulaşmakta büyük güçlükler ile karşılaştık bu konuda bizlere yardımcı olan emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz. Ayrıca bizlere kendi yerini veren Mümin Hocamıza huzurunuzda kendisine tekrar tüm halkımız adına buradan teşekkür ediyoruz. Bundan son-


12

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

raki hedef de Türkiye’nin her yerine ulaşmak ve bu birlikteliği her yerde tesis etmektir. Bu merkezimizde artık kendimize ait bir kültür merkezimiz oluştu toplantı salonumuz da mevcuttur her 15 günde bir toplanıyoruz. Amacımıza ulaşabilmek için devletin bir şeyler yapmasını beklememeliyiz. Birlikten kuvet doğar Atasözünde olduğu gibi güçlerimizi birleştirerek devlet yönetiminde söz sahibi olmalıyız ve geleceğimize kendimiz yön vermeliyiz. Gençlerimizin devlete girmelerinin yolunu aydınlatmalıyız. Artık bizim de Ankara’da TBMM’de kendi temsilcilerimiz olmalı. Bizler de buralara kendi içimizden birilerini gönderebilmeliyiz. Aramızda birlik ve beraberliğimizi oluşturduğumuz takdirde kendi içimizde samimi olduğumuzda başarıların ard arda geldiğini göreceğiz bunu başaracağımıza eminim. İhtiyacımız olan tek şey kendi içimizde daha adaletli olabilmek. Sevgi ve saygılarımı sunarım, Genel Başkan Rafet ULUTÜRK


Makale ve Analizler - 2018

13

Suçlu Nüfus

Tarih: 01 Ocak 2018 Yazan: Neriman Kalyoncuoğlu Konu: Zehirli zihniyet bir türlü arınamadı Önce Yeni yılınız Kutlu olsun Sayın Bulgaristan Stratejin Araştırma Merkezi yayınlarının kıymetli okuyucularım. Yeni yılda okuyan ve konularımızı takip ederken eleştiren ve tartışanların daha da çoğalması dileklerimle hepinize sağlıklı mutlu ve problemleri küçülen ve kolayca aşılan bir yıl diliyor, diliyoruz. BGSAM Ailesi Önce bir iki, beş on kişiydik, şimdi 500 000 (beş yüz binden) fazlayız. Yeni çok farklı bir kuşak doğuyor, yetişirken biçimleniyor. Kemikten değil, demirden ve çelikten bir birlik ve beraberliğe doğru ilerliyoruz. Biz hepimiz sizlerden biriyiz. Memlekette yakınları olan göçmen çocuklarıyız. Şahsen ben çocukluğumu Kırca Ali de bıraktım. Fakat burada benim kanımca da bugün dünden daha iyidir, yarınsa daha da iyi olacaktır. Bir başka inancım ise şöyle: Hak sahibini bulur. Söylenen ve yazılan söz eğer gerçekse, bir değeri varsa, Gerçek mutlaka yerini bulur. Atalarımızın dediği gibi: “Ustalık ilgiye tabiidir!” Güler yüzlü ilginize teşekkür ederiz. Son 29 yılda birçok şeyin değiştiğine ben de inanıyorum. Yeni işittim bir Türk firması Sofya “Shereton” Otelini satın almış ve işletiyor, Sofya’dan “İstanbul Uçak Alanı” na günde 22 uçak kalkacakmış, Bulgar başkenti metro (yeraltı tren) hatlarının 2. Sinden sonra 3. Sünü de “Doğuş Holding” yapıyor ve benzer haberler beni doğrudan coşturuyor, ilham kaynağım oluyor. Geçen senenin sonunda Sofya Büyükelçiliğimizin Türk ve Bulgar klasik seçmelerinden oluşan Dostluk Konserleri Sofya’yı coşturdu. Ankara çoksesli korosu Bulgaristan’ı ayağa kaldırdı. Perde yavaş yavaş kalkıyor dünya özlediklerine kavuşuyor. Paylaştığım bu güzel duygulardan sonra, uzun zamandan beri kafamda dolaşan ve yazmadan bir türlü kurtulamadığım SUÇLU NÜFUS veya ZEHİRLİ ZİHNİYET konusunu işlemek istiyorum.


14

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu duyumsamam Bulgaristan’da büyüklerimin, anne ve babamın ve yakınlarım yaşantılarıyla ilgilidir. Kötü olanın – belki de insanı devamlı uyarmak için – belleğe yapışma, hafızaya yerleşme özelliği var ve onu oradan koparmak pinesle çekip almakla mümkün olmadığı gibi, tırnak da değil kesip atasın, ilaçlamakla da olmuyor, ne soluyor ne de silinip unutuluyor. Anladığım kadarıyla 1989’da Bulgaristan’da sosyal iklim değişecek havası yaratılmıştı. Yani burada –Türkiye’de komünist totaliter düzen – değimini pek bilen yok, biz BGSAM olarak sık kullanıyoruz. Şöyle yani, sosyal iklim değişikliğinden anlayabildiğim, TOPLUMUN ÜZERİNDEKİ PERDENİN KALKMASI ve KÂBUSUN DAĞILMASI yani gerçeklerin görülebilmesidir. Korkunç bir dram yaşanmış ki, 350 bin kişi birden sınırı boylamayı seçmiştir. Bunu yalnız ben değil, tüm neslim aynı şekilde duyumsuyor ve konu üzerinde düşünmeye devam ediyor.Biz istesek de istemesek de bir iki kuşak yaralı olmayı kabul etmek zorundayız. Baksanıza şair mesleğinden geçinen bir kardeşimiz yok. Trajedinin romanını yazıyorum diyebilenimiz yok. Yok da yok. Bu yalnız birimimle de olmuyor besbelli… Şahsi fikrime göre, şu 30 yılda soydaşlarımız Türkiye Cumhuriyetinde bir “sera” (oranjeri) dönemi yaşadılar. Kin ve öfke öyle boyutlar almıştı ki, toplumu gemlemek bunu gerektirdi. Burasının yerlileri Bulgaristan’a bir zulüm ve mezalimler ülkesi olmaktan fazla, iyi bir komşu, kapı komşusu hayal ederek bakıyorlar ve bu duygusallığın bozulmamasına sabırlı yaklaşıyorlar. “Sabrın sonu selamet” ve benzeri ince anlamlı sözleri burada çok işittim. Ne ki, soydaşlarımı tanıdıkça, Bulgaristan’ı nasıl anlayalım ve anlatalım konusunu işledikçe, memleketimdeki Bulgar milliyetinin içinde birkaç katlı (boyutlu) bir suçluluk zihniyeti olduğuna kesin inanıyorum. Birinci boyut, 1944’ten hemen sonra kan ve gözyaşıyla, halk çilesiyle dolan göldür. Bulgar kavminin elit kesiminden –naip, general, bakan, milletvekili, aydın, şair, yazar ve başkası olmak üzere 250 kişinin “Halk Mahkemesi” kararına göre ya da kararsız infaz edilmesi – öldüren ve yağmalayan – bir suçlu nüfus katı oluşturmuştur. Bu kata 115 bin Türkün Türkiye’ye kovulması, Yahudilerin gemilere doldurulup İsrail’e gönderilmesi, “Belene” ölüm kampının açılması ve toprağın kooperatifleştirilmesine karşı dirençte düşen kurbanlar eklendiğinde kat arası beton çok kalın oluyor. Yalnız toplama kamplarının sayısı 169’dur. Kurbanların sayısı bir türlü açıklanamadı. Psikolojik olarak değerlendirildiğinde biz burada bir kıyımcı, katil, komünist zihniyet görüyoruz. Ne yazık ki bu zihniyetten hesap sorulmadı. Kırca Ali ili Yoğurtçular (Mogilyane) köyünde 26 Aralık tarihinde kayde-


Makale ve Analizler - 2018

15

dilen ve aynı akşam yayınlanan “Almanya’nın Sesi” (Deutsche Welle) radyosunun bir röportajında şunları anlattılar: “ Bu köyde güya ‘soya dönüş sürecine’ karşı halk direnişini örgütleyenlerden biri kaynakçı Mustafa. Oğlu Ridvan o zaman 14 yaşındaymış, şimdi 48’inde, anlatıyor: 7 gün sonra babam Mastanlı (Momçilgrat) Milis Bölge Amirliğinden çırçıplak getirildi. Çok dövülmüş. İye kemikleri kırıktı. Vücudu mosmordu. Dana kestiler ve sıcak derisine sardılar. Kırca Ali Hastanesine götürdük. Bir gün sonra hastanede öldü. Sırtı, ensesinden kuyruk kemiğine kadar kapkaraydı. Çok dövmüşlerdi, ama öldürememişlerdi. Babamı sorguya çeken ve döven polis görevlisi tespit edildiğinde Kanada’ya kaçtı ve bir daha geri gelmedi. Çok Türk öldü “suçlu ve yargılanan yok…” Bu köyden Abdülaziz Bekir, Mustafa Ali ve Mustafa İbrahim şehir düştü. Adları mezar taşlarına yontulmuştur. *** İkinci boyut 1950’lerin sonlarından başlayarak çok uzun bir zaman kesimini kapsıyor ve 1989’a kadar uzanıyor. Bu süreçte yöneten unsur Bulgar milliyetinin sözde “halk iktidarıdır.” Ancak ne yazık ki 1950’lerde Bulgarlar henüz milliyet düzeyinde oldukları ve herhangi bir uygarlık taşıyıcısı olmadıklarından dolayı, kendilerine “halk” demeleri yanlış olduğu gibi “halk iktidarı” kurmuş olmaları da bir göz boyamadır. Bizim bu ikinci boyutta başımıza gelenlerin çok feci olması ve ülkedeki tüm azınlıklara çok büyük acılar yaşatması, kendi kendine gelin güvey olarak, uygarlaşmış toplumların tek dilli, tek kültürlü ve tek ideolojili milli devletlerini kurarken yaptıklarını devlet terörüyle yani zorla yapmaya çalışmasıdır. Uygarlaşmış toplumlar kaçınılmaz olarak, yeni düzeni kabul etmeyenlerden, hak isteyen azınlıklardan, yozlaşmışlardan, uyum sağlayamayanlardan, çeşitli kusurlarla lekelenmiş insanlardan oluşan bir “tortuyu” ya peşlerinden sürüklerler ya da ondan kurtulma yolları ararlar. Bulgar toplumundaki tablo ters çizilmiştir. Suçlular suçsuz (egemen), suçsuzlar ise suçlu gösterilmişlerdir. Örneğim 1946’da Makedonlara Makedon kimliği dağıtan, ardından da “Bulgar’sınız” diyen ve yeni kimliğini kabul etmeyenleri eşek sudan dönene kadar döven ve hepsine zulmeden Bulgar iktidarı kendini suçlu hissetmemiş, ülkede iktidarın suçlu olduğu zihniyeti oluşmamış. Ardından suçlu olmamasına rağmen suçlu gösterilen nüfus içinde beliren tortudan kendine adam seçen iktidar, Makedon olmasına rağmen “ben bir Bulgar’ım” diyenler arasından seçtiği Krasimir Kakaçanov’u Başbakan Yardımcısı ve Savunma Bakanı görevine, yardım-


16

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

cısı Angel Cambazki’yi de Avrupa Birliği parlamentosuna milletvekili olarak yükseltmiştir. 1964’te Bulgarlaştırma dalgasını kırıp püskürten Müslüman Pomaklar, 1972’de Ayaklanmış, aylarca direnmiş, yeri gelmiş minarelere T.C. bayrağı asmışlardır. Milli Kimliklerini savunan ve direnen Müslüman Pomaklar hükümetin siyasetini kabul etmedikleri için suçlular olarak damgalanmış ve 1989’da iktidar değişse bile üzerlerindeki polis baskısı, kimliklerini eritme ve değiştirme zulmü değişik biçimlerde sürmüştür. Bu durumda etnik azınlık topluluklara devlet baskı ve terörü uygulayan Bulgar toplumu kendini suçlu hissetmediği gibi, azınlıklardan ise suçlu nüfus oluşturmaya çalışıyor. Bu konuda Bulgar ruhu değişme kabul etmediği gibi, mazlumlara diş bilemeye devam ediyor. 1962’de Çingeneler aynı olayı yaşamıştır. Baskı görmelerine rağmen tepki göstermeyip pasif kalmaları, Bulgaristan’da kanun kaçakları, okul görmemişler, aylaklar, dilenciler, hırsızlar, günlük yaşayanlar, açlıktan ölmek üzere olanlar, Avrupa’nın en yoksulları, en sefilleri, evsizleri ve sürünenleri ordularının bizde oluşmasına temel olmuştur. Çingene doğduğum için suçluyum zihniyetine alışmış ve ancak kabadayılığa kadar değişmeyi kabul eden bu katman aslında çok büyük bir tortu gölünde barınıyor. Çingene doğduğumdan, yoksul yaşadığımdan, cahil olduğumdan ve herkes tarafından ötekileştirilmiş olmaktan ben kendim suçlu değilim diyemiyor. Bu bilinç düzeyine ve ruhsal kaynaşmaya uzanamıyor, dertlerini gönül eğlendirdiği “çalga” müzikle avutuyor. Bu tabakanın içinde bir de zaman zaman küçük suçlar işleyen yarı-suçlular ordusu var ki, son yıllarda Bulgaristan’da çok kabalaştı ve azmaya başladı. Bağ-bahçe soyuyor, odun ve yiyecek çalıyor, köylerde yaşlıların emekli maaşlarına göz dikmiş bulunuyor. Onlar her bir sosyal kımıldamada güçlü olanın yanında yer almayı beceriyor ve aklanmayı arıyor. Başbakana, devlete, hükümete, meclise ve her gün yüzleştiği silahlı polislere “bizim bu durumda olmamızdan” siz suçlusunuz, “siz suçlu zihniyetin” bekçilerisiniz, diyemiyor. Bulgaristan’da Çingene mezarlığı yok… Şu gerçeğe özellikle vurgu yapmamız yerinde olur. Bulgaristan’daki Müslüman Türk kardeşlerimizi yarı suçlular, suç işlemeyi alışkanlık haline getirmişler, çalıp çırpmadan yaşayamadıkları için zaman zaman suç işleyenler arasında aramamız yanlış olur. Müslüman nüfusun “suçu” Türk olması, Türkçe konuşması ve Müslüman olmasıdır. En büyük suçu da Bulgar ve Hıristiyan olmayı kabul etmemesidir. Bir defa dikey bir devlet yapısından, dinden, ahlaktan, kendilerinin yarattıkları bir kültür ve medeniyetten gelen


Makale ve Analizler - 2018

17

onların Milli Kimlik Karakteri var. Bu nedenle Türkler, millet olma sürecini tamamlayamayan bir etnik kavimi yani Bulgarları dil, din, kültür ve medeniyet olarak kabul etmedi. 1984-1989 arası verdikleri mücadeleyle Türkler Bulgarlıyı asla kabul etmeyeceklerini ispatladılar. Bu kavga Müslümanların zaferi ve dinsizlerin gerilemesiyle sonuçlandı. Bu direnişlerde çok kan döküldü, sürgünler, toplama kampları hapishaneler doldu taştı. Türkler ve Pomaklar dövüldü. Zulüm gördü. Bu mezalimi sergileyenler, tuzakları karan ve can alanlar, insanları kitle halinde topraklarından, evlerinden söküp kovanlar suçludur ve Bulgar kavminde suçlu zihniyet oluşmuştur. Bu hamama gitmekle, Rus saunasına girmekle, kurşun döktürmekle, kaçmakla, savlanmakla savulacak, aklanacak bir suç değildir. Adaletin yerini bulması şarttır. 3 milyon Bulgar vatanından uzaklaştı derken, bu suçlu zihniyetle adaletle yüzleşmekten korktuklarına işaret ediyoruz. “Deutsche Welle” saha röportajından bir ayrıntı daha veriyorum: “Köy muhtarı Ahmet İbrahim anlatıyor: Subaylar önce bir ceep araçla geldiler. “Köyde geldiler geldiler yaygarası koptu. 26 Aralık gecesiydi. Zırhlı araçların ardından silahlı askerleri otobüslerle getirdiler. Ardından itfayiye ve tanklar. Köye giremesinler diye eski lastiklerden duvar örmüştük. Lastikleri yaktık. Ezip geçtiler. Köylülere ateş açtılar ve üzerlerine soğuk su püskürttüler. Aynı gece 2 köydeşim öldürüldü.” *** Herkes Yıl Başında iklim değişsin diye dua ediyor. Fakat bu imkânsızdır. 140 senede oluşan ve 5 neslin belleğini zahirlermiş olan suçlu zihniyet bugün de öldürücü… Bu korkunç zihniyetin daha da büyük acılara sebep olmasını önlemek için Hak ve Özgürlük Hareketi politik yönetiminin bir “ağırı kesici” olarak kullanılıyor ve biz buna karşıyız. Anma törenleri halkı avutmak için düzenleniyor. Sahte oyunlar oynanıyor. Ensesi çürük patatese kokan Mustafa Karadayı bu işlere alet edilmiştir. Bu sahtelik Bulgar milliyeti ruhunda kangrene neden olacaktır. 2019’da Bulgar psikolojisindeki en büyük yıkıcı tehlike suçlu olma zihniyetinin bilinçaltından çıkıp artık bilinç ve kâbus oluşturmaya başlamasıdır. “Deutsche Welle” muhabiri şunları da kaydetmiş ve yayınladı: “Türkler Vatanlarından kovuldular. Hiçbir kimse balla börekle karşılanacağını düşünmemişti. Bizim Türk kültürümüz, anadilimiz, dinimiz yasaklandı. Çok ceza ödedik. Hayvanlaştırıldık. Biz Büyük bir milletiz ve hiçbir kimseye öfke beslemiyoruz, kızmıyoruz, gönlümüzde birikmiş düş-


18

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

manlık yok, ama biz her şeyi hatırlıyoruz. Hiçbir şey unutulmadı ve unutulmayacaktır.” *** 1989’da bütün Doğu Avrupa ülkelerinde gerçekleşen ve derinleşen dönüşümlerin Bulgaristan’da da olabilmesini etkileyen ve engelleyen hatta durduran işte bu suçluluk zihniyetidir. Görüldüğü üzere bir defa 1946’da komünistler seri cinayetler işlerken, 1964’ten sonra ve özellikle de 19841989 döneminde eski faşist ve totaliter komünistleri yeni aşırı Bulgar milliyetçiliğinde kenetlenerek Müslüman Türklere amansız saldırırken hepsini birden suçlu oldular. Ortak suçlu zihniyeti böyle oluştu. Suçlu zihniyet betonu çok boyutlu ve kalın. Gerçekleri saklayan perdenin açılması şart oldu. Aynı röportajdan işte bir örnek daha: “24 yıl sonra 2008’de katillere karşı dava açmak için bütün deliller toplandıktan sonra şehitlerin yakınları toplu halde Haskovo Savcılığına başvurarak dava açılması için gerekçeli dilekçe sunmuşlar. Delil yetersizliğinden dava açılmamıştır.” Açılan davalardan hiç birisi de sonuçlanmamıştır. Bulgaristan’da katiller himaye ediliyor. Suçlu zihniyeti besleyen kaynak budur. Bu kaynağa su taşıyanlardan ikisi Ahmet Doğan ve Lütfi Mestandır. Yeni 2019 yılınız kutlu olsun Dostlarla paylaşmayı unutmayınız


Makale ve Analizler - 2018

Vatan Şairi Namık Kemal Ve İslam’a/Kuran’a Bakışı

19

Nevzat ÖZTÜRK Geçen yazımızda Kur’an Şairi Mehmet Akif’i anlamaya/anlatmaya çalışmıştık. Ölüm yıl dönümünde anmıştık. Oysa, 2 Aralık Vatan Şairi Namık Kemal’in ölümünün 130.yıl dönümüydü.(Ölümü:2 Aralık 1888). Mehmet Akif’i anmak vefa borcu olarak görülürken niçin Namık Kemal anılmazdı. Çok değerli okurlarım yazılarımı okuduklarını, memnun olduklarını duydukça sorumluluğumun arttığının farkındayım. Beni uyaran, yönlendiren okurlarıma teşekkür ediyorum. Unutulmamalıydı, Vatan Şairi Namık Kemal! Namık Kemal, edebiyat ve düşünce tarihimizin, hakkında en çok konuşulan şahsiyetlerinden biridir. O, roman, tiyatro, makale, tenkit ve şiirleriyle döneminin insanı ve düşünce dünyasında yeni ufuklar açmış, yazmakla kalmamış, bedelini de ödemiştir. Hayatını özetlediğimizde ; 21 Aralık 1840’ta Tekirdağ’da dünyaya gelen Namık Kemal’in asıl adı Mehmet Kemal’dir. Babası, II. Abdülhamit döneminde müneccimbaşılık yapmış olan Mustafa Asım Bey’dir. Annesini küçük yaşta yitirince çocukluğunu dedesi Abdüllâtif Paşa’nın yanında, Rumeli ve Anadolu’nun çeşitli kentlerinde geçirmiştir. Bu yüzden düzenli bir eğitim alamamış, özel hocalardan Arapça ve Farsça öğrenmiştir. Osmanlı-Rus Savaşı (Kırım Muharebesi) yıllarında dedesinin görevi dolayısıyla Kars’tadır. Destan ruhunun, millî serhat ruhunun uyanışında Kars’ın önemli yeri vardır. Namık Kemal’in fikir faaliyeti şiirle başlar, daha Kars’ta iken, yaşlı bir şeyhten Tasavvufu öğrenmiş ve sonra da şiire başlamıştır. İlk hocasının ismi Vâizzâde Mehmed Hâmid Efendi’dir. Dedesinin görevi dolayısıyla bulunduğu Sofya’da, aldığı özel derslerle düşünce yanını geliştirmiş, şiire olan tutkusu da artmıştır. Sofya’da takma adı “Namık”ı veren Şair Eşref Paşa’dır. 16 yaşında Niş Kadısı Mustafa Ragıp Efendi’nin kızı Nesime Hanımla evlenir. Namık Kemal, 18 yaşlarında İstanbul’a babasının yanına dönmüştür. Feride, Ulviye, Ali Ekrem adlarında üç çocuğu vardır.


20

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bir süre memurluk yapar, bu arada edebiyat ve şiirle meşgul olur. Hicri, 1278 yılı Ramazan ayında cami avlusunda Yunus Emre ilahisi sanarak satın aldığı Şinasi’ye ait “Münâcaat” adlı eser, şairin hayatındaki istikameti değiştirir. Artık Namık Kemal divan şairi değil, ictimaî meselelerle ilgili eserler veren biri olarak yoluna devam edecektir. 1862 yılında Şinasi ile tanışır. Onun Şinasi’ye ait gazetedeki ilk yazısı 1862’de Tasvir-i Efkâr gazetesinde, “Zenci” fıkrası adıyla yayınlanır.Tasvîr-i Efkâr’da günlük hayat ve toplumsal sorunlarla ilgili yazmaya başlayan Namık Kemal, kısa zamanda belli bir okuyucu kitlesine sahip olur. Böylece, yazdığı yazılarla, fertlere kendi sorunlarıyla uğraşabilme bilincini aşılamak istemiştir.Daha sonra Ziya Paşa ile tanışır. Edebiyat ve düşünce dünyasının önde gelenleri tarafından teşekkül eden Encümen-i Şûra’ya girer. Burada, Hersekli Arif Hikmet Bey, Leskofçalı Gâlib Bey, Ziya Paşa, Recâi-zâde Celâl vb. edebiyatın önde gelenleri bulunmaktadır. 1863 yılında Bâbıâlî Tercüme Odası’na kâtip olarak girer. Dört yıl çalıştığı bu görev sırasında dönemin önemli düşünür ve sanatçılarıyla tanışma olanağı bulur.1865’te kurulan ve daha sonra Yeni Osmanlılar Cemiyeti adıyla ortaya çıkan İttifak-ı Hamiyet adlı gizli derneğe katıldı. Bir yandan da Tasvîr-i Efkâr gazetesinde hükümeti eleştiren yazılar yazmaktadır. Gazete, Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin görüşleri doğrultusunda yaptığı yayın sonucu 1867’de kapatılır. Namık Kemal de İstanbul’dan uzaklaştırılmak için Erzurum’a vali muavini olarak atanır. Bu göreve gitmeyi çeşitli engeller çıkarıp erteler ve Mustafa Fazıl Paşa’nın çağrısı üzerine Ziya Paşa’yla birlikte Mayıs 1867 Cuma günü Isere adlı vapurla Paris’e kaçarlar. Bir süre sonra Londra’ya geçerek M. Fazıl Paşa’nın desteğiyle Ali Suavi’nin Yeni Osmanlılar adına çıkardığı Muhbir gazetesinde yazmaya başlar. Bir süre sonra Ali Suavi’yle anlaşamaması üzerine Muhbir’den ayrılır. 1868’de gene M. Fazıl Paşa’nın desteğiyle, Ziya Paşa ile beraber Hürriyet adında başka bir gazete çıkarırlar. Çeşitli anlaşmazlıklar sonucu, Avrupa’da desteksiz kalması, bir süre sonra da Bâbıâlî ile anlaşan M. Fazıl Paşa’nın yardımı kesmesi, ayrıca 1870 Alman-Fransız savaşının çıkması üzerine geçim sıkıntısı çekmiş ve diğerleri gibi Namık Kemal de Zaptiye Nazırı Hüsnü Paşa’nın çağrısı üzerine 25 Kasım 1870’te İstanbul’a dönmüştü. Nuri, Reşat ve Ebüzziya Tevfik’le birlikte 1872’de İbret gazetesini kiralarlar. Aynı yıl burada çıkan bir yazısı üzerine gazete, hükümet tarafından dört ay süreyle kapatılır. Namık Kemal gene İstanbul’dan uzaklaştırılmak için Gelibolu mutasarrıflığına atanır. Orada yazmaya başladığı Vatan Yahut Silistre oyunu, 1873’te Güllü Agob Tiyatrosu’nda sahnelendiğinde, halkı


Makale ve Analizler - 2018

21

coşturup olaylara neden oldu. Bu haberi İbret gazetesinin yazması üzerine, o sırada İstanbul’a dönmüş olan Namık Kemal birçok arkadaşıyla birlikte tutuklanır. Bu kez Magosa’ya sürgüne gönderilir. 1876’da I. Meşrutiyet’in ilanından sonra İstanbul’a döner. Şûrâ-yı Devlet (Danıştay) üyesi olur. Kânûn-î Esâsî’yi (Anayasa) hazırlayan kurulda görev alır. 1877 Osmanlı-Rus Savaşı çıkınca II. Abdülhamid’in Meclis-i Mebûsân’ı kapatması üzerine tutuklanır. Beş ay kadar tutuklu kaldıktan sonra Midilli Adası’na sürülür. 1879’da Midilli mutasarrıfı olur. Midilli mutasarrıflığına bazı nazırlar karşı çıkmıştır.Orada çok aktif bir çalışma içerinde bulunur. Midilli’de yaşayan özellikle Müslüman halkın sorunlarıyla yakından ilgilenir. Onların eğitimi ve dini konularda ihtiyaçlarını gidermek için girişimlerde bulunarak, camii, okul yaptırılmasını sağlar. Başarılı çalışmalarından ötürü kendisine, II. Abdülhamid tarafından nişan verilir. Midilli’nin havasının nemli olmasından dolayı rahatsızlanır. Orada yaşayan azınlıkların şikâyetleri üzerine aynı görevle önce Rodos, daha sonra Sakız Adası’na gönderilir. Rahatsızlığı iyice artar ve ertesi yıl burada vefat eder. Naaşı daha sonra Gelibolu’da Bolayır’a taşınmıştır. “Vatan” şairi unvanına sahip olması, vatan sevgisi ve milli duygularıyla tanınan Namık Kemal’in diğer bir önemli yanı da İslamcılığıdır. İslami inanç ve hissiyatının kuvvetliliğidir. Onda vatan sevgisi ile İslamcılık, Türklükle İslam bir ve beraber yürümektedir. Biri diğerinin bütünleyicisidir. Ona göre İslam, bir din, bir sosyal nizam, bir hukuk sistemi, bir ahlâki düzen, vatanımızın ve birliğimizin kaynağı, Osmanlı Devlet’inin problemlerinin çözüm kaynağı, toplumsal düzenin, iç ve dış huzurun garantisidir. Fıkıh, yani İslam Hukuku, hakimâne kaidelerden ve adilâne ahkâmdan ibarettir. Namık Kemal, İslam hakkındaki anlayışını şu beyitinde açıkça ortaya koymaktadır: “İzz-i dareyn’i fedadır makasadım İslam için Halkı te’min eylerim dinimle, îmanımla ben” Dini duygu ve düşüncelerini, çeşitli zamanlarda yazmış olduğu mektuplarında açıkça ortaya koymaktadır. 1867 yılında yazmış olduğu bir mektupta; Ramazan’da kalabalık olan camilerden; vaazlarda hikâye ve İsrailiyat anlattıklarından; din adamlarının bekleneni veremediğinden, dini konulardaki laubalilikten, orta oyunlarının halkın ahlakını bozduğundan bahsetmektedir. Namık Kemal’de din ile vatan kavramları iç içedir. Abdülhak Hamid’e yazdığı mektupta şöyle seslenmektedir: “Allah, İslamiyet, millet,


22

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

vatan biz mahvoluncaya kadar mevhumattan mı ma’dud olacak..” Yine bir başka mektupta, İslam’ın vatan ile bağlılığını şöyle dile getirir: “Yahu, vatan gidiyor, altıyüz seneden beridir ki bu dini, bu milleti, bu mukaddes vatan sayesinde muhafaza ediyorduk; bu vatan sayesinde yaşıyorduk…. Bunca muhadderat-ı İslamiye, Bulgar canavarlarının mundar ayakları altında inleye inleye can çekişiyor. O mukaddes mabedlerin kimisi puthaneye, kimisi meyheneye tahvil oldu, nûr-i İslamiyet’le münevver olan o mübarek mevkiler, bugün zalâm-ı küfr ile harab oluyor.” Yine Midilli mutasarrıfı bulunduğu yıllarda, Müslümanların dini ve ilmi durumlarını yükseltmek için çeşitli girişimlerde bulunur, mabed ve mekteplerin azlığından ve olanların da bakıma muhtaç olduğundan bahisle eğer önlem alınmazsa, “Ezan-ı Muhammedi i’lan eden tek bir minare ve mescidin kalmayacağını” bildirmektedir. Yazılarında, şiirlerinde, romanlarında ve piyeslerinde her zaman İslam’a bir atıf bulmaktayız. İslam’a tam bir bağlılık içinde olan büyük şair, Manastırlı Rıfat Bey’e 1874’de yazdığı mektupta, Kâdir ve Kâim olan Allah’ı her türlü noksanlıklardan tenzih etmekte, Allah’tan başka kimsede kudret ve kuvvet olmadığını ifade etmektedir. Namık Kemal’e göre her iki cihanda ortaya çıkan şey, birlik nurudur. Yani dünya ve ahiret Allah’ın birlik nuruyla donatılmıştır: “Nûr-ı Vâhid’dir ta’ayyün gösteren kevneynde.” Allah’ın varlığını, birliğini kabulde, delil ve zannı terk etmenin yettiğini, Allah’a gönül veren bir kimse için aşkın keşfinin en iyi mürşid olduğunu belirtir: “İsbât-ı Hakk’a terk-i delil ü zünûn yeter Mürşid bu yolda sâlike feyz-i cünûn yeter.” İnsanların yanılmalarının normal olduğunu, yanılmayanın ise, yalnız Allah olduğunu yazdığı bir mektubunda şöyle ifade eder: “Biz yanılmamağı Cenâb-ı Hakk’a mahsus biliriz.” Dünyaya ve kâinata bakış tarzını, Allah’ın kudretini derin bir biçimde idrak ile birleştiren şairimiz, yeryüzünü bu kadar sanatlı yapmış, süslemiş ve insanın emrine tahsis etmiş olanın yüce Yaratıcı olduğuna işaretle:“ Deryayı, sahra gibi her tarafında gezilir, havayı derya gibi yüzülür hale O getiriyor” diyerek duygularını ifade etmiştir. Allah’ın yarattıklarına büyük ihsanda bulunduğunu, Rahim ve Rahman sıfatlarının tecellisi olarak görmekle birlikte, ihsanın kendiliğinden olmayacağını; bunun kulların gayretlerine bağlı olduğu inancındadır. Bunu


Makale ve Analizler - 2018

23

Celâleddin Harzemşah adlı piyesinde şöyle ifade eder:“Nereden düşünsün ki, Allah’ın tevfîki de isti’dada bağlı…” Yine birçok tasvirlerinde Cenâb-ı Allah’ın türlü lütuflarından bahseder. Çamlıca’yı Cennet’e, Çamlıca suyunu da “âb-ı hayat”a benzetir. Allah’ın bütün yarattıklarını, kâinatı ve özellikle İslamiyet’i ve Müslümanları koruduğu, koruyacağı fikrine sımsıkı bağlıdır. Kimilerinin Müslümanların sayısının azalacağı fikrine karşılık:“ Hiç korkulmasın; İslam hiçbir vakit öyle zihinler dehşet verecek kadar azalmaz.” diyerek cevap verir. Adalet konusunda da Allah’ın adaletine güvenmektedir: “ Allah’ın adli, ne büyüktür!..” demektedir. Müslümanların geri kalması, tıpkı Âkif gibi onun da önemli meselelerindendi. Batı medeniyetine gıptayla baktı ve Osmanlı’nın bundan hisseyâb olması gerektiğini düşündü. Ama devrin şartlarından dolayı, teknolojiyle beraber Müslümanların bir kimlik/kültür bunalımı yaşayabileceklerini öngöremedi. Ancak “tamamı tamamına Avrupa’yı taklide…” karşı çıktı; “Avrupalıların dansına, usul-i münakehatına (nikâh usulüne) taklit etmeğe de hiç muhtaç değiliz.” Dedi.“Medeniyet” makalesi, “elde âsumânî bir şeriat ve (…) fıkıh gibi bir derya-yı hakikat” var iken ecnebî kanunlarını almaya gerek görmedi. En önemlisi, Renan’ın İslâm’ın bilime ve ilerlemeye engel bir din olduğu görüşüne, “İslâmî bir refleksle” reddiye yazan (Renan Müdafaanamesi) ilk Osmanlı aydınlarındandı. Namık Kemal’in millet anlayışı, Osmanlı’nın çok unsurlu yapısına uygundur. Nitekim “İmtizac-ı Akvam” makalesinde özetle; Osmanlı Devleti, hukukça birbirine eşit, ortak çıkarları olan, farklı kavim, dil ve dinlere mensup parçalardan oluşmuş bir bütündür, der. Devrin şartları gereği gayr-i Müslimleri de içine alan bir “millet” tanımı yapar; ancak bu unsurun Osmanlıdan kopacağını ve devletin “aslî unsur”unun Müslümanlar olduğunu bilir, o sebeple; “İstikbalimiz emindir. Çünkü İslâmiyet vahdete gelmeyi emreder. Cinsiyet ve avârız-ı dünyevîyeyi vesile-i ihtilâf etmeğe katiyen mânidirdiyerek kavmiyetçiliğe karşı çıkar, İslâm birliğini destekler; hatta “Bu maksat bir kerre hasıl olursa” Müslümanların dünyada büyük bir güç olacaklarını ve “Asya için (…) revnaklı bir devr-i saadet zuhura geleceği”ni düşünür. İşte bu fikirleriyle o, “bu fikr-i mukaddesin tervicini arzu eden ashâb-ı hamiyyete peyrevliği mefharet bilen”, Basiret gazetesini ve “ittihad-ı İslâm”ı tesis etmek için kurulan “İhya-yı İslâm Cemiyeti”ni destekleyen “öncü bir İslâmcı”dır. “Evet biz din üzerine tesis-i müddea ederiz.” diyen Kemal, fikirleri itibarıyla ilk “İslâmcı”lardandı; ama birçok Tanzimat aydını gibi tereddütleri de vardı.


24

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Tanzimat münevverleri arasında Namık Kemal İslamcılık düşüncesinin öncüsü kabul edilmelidir. Ona göre, Müslümanların Batı karşısındaki tavrında esas, ahlâkî ve dünyevî unsurların birbirinden ayırt edilmesidir. Müslümanlar için ahlaki ve toplumsal değerler namına Batı’dan alınması gereken hiçbir şey yoktur. Nitekim Namık Kemal’e göre İslâm, özüne inildiği ve hakkıyla yaşanıldığı zaman şu an Batı’da bizim hayranlıkla baktığımız ahlaki unsurların da esas kaynağıdır. Birçok Müslüman münevver o dönemin şartlarında yanlış sorular sormuş ve içinden çıkamadığı durumlarda gerçeklerden uzaklaşıp kaybolmuşlardır. Namık Kemal’i diğerlerinden ayıran hususiyeti, doğru sorular sorması ve yeni fikirler ortaya koyabilmesidir. Çünkü Namık Kemal, Batı’nın ne yaptığından ziyade, bizim İslam’ı referans alarak ne ortaya koyabileceğimizle daha alakadardır. Yani soruları daima biz eksenli sormuş ve cevaplarını da öyle vermiştir. Namık Kemal İbret’teki “Medeniyet” başlıklı yazısında bu durumu şu şekilde izah eder. “İktisab-ı medeniyete çalışan akvâm için tamamı tamamına Avrupa’yı taklid etmek neden lâzım gelsin? Bir takım hakâyık-ı ilmiye vardır ki dünyanın hiçbir tarafında değişmez, hiçbir yerde sû-i tesiri görülmez…. -Şimdi biz tervic-i medeniyeti arzu edersek bu kabîlden olan hakâyık-ı nâfi’ayı nerede bulursak iktibas ederiz. Temeddün için Çinlilerden sülük kebabı ekl etmeği almağa muhtaç olmadığımız gibi Avrupalılar’ın dansına, usul-i münakehâtını taklit etmeğe de hiç mecbur değiliz. Namık Kemal, hukukun kaynağına “mebde-i evvel”i, yani Allah’ı yerleştirmiştir. Herkesin, Allah’ın nimetlerinden yararlanırken de tek ölçünün adalet olması gerektiğini belirtir. Büyük şairimiz, ticaret hayatında dürüstlükten yanadır. Yüksek kârla mal satanların yaptıkları işin ticaret değil, hırsızlık olduğunu söyler. Ticarette, İslamiyet’in haram kıldığı fâize de şiddetle karşı çıkar. Böylece, her şart altında çalışmaktan ve helal kazançtan yanadır. Sosyal müesseseler içinde ailenin ayrı bir yeri vardır. O, aileyi bir bütün olarak görür, aile fertlerinin iyi yetişmesini de eğitimin iyi olmasına bağlamaktadır. Ona göre ülkenin kalkınması askerlikten ve iktisattan önce eğitimle mümkündür. Namık Kemal’in eğitim ile ortaya çıkarmak istediği ideal tip, ister erkek ister kadın olsun, iradeli insan tipidir. Ona göre, vatanını sevmeyen insan değildir. Vatan kuru bir toprak değil, millet hayatı ile karışan bir tarihtir. Vatan hissi, insanın vicdanında vardır. Onda, din ile vatan kavramları iç içe geçmektedir. Namık Kemal etkileyici bir insandır. Eserlerinde, Kur’an’dan ayetler nakleder.Şiirlerinde ayet meallerini şiir yapar. İslam hukukunu bilir ve


Makale ve Analizler - 2018

25

1876 anayasasını hazırlayanlar içindedir. İslam, Türk ve Osmanlı tarihini bilir, Osmanlı tarihini yazar. İslam dininin siyasî kaidelerinin de adalete, medeniyete, terakkiye, ilerlemeye tamamıyla uygunluk gösterdiğini söylemektedir. Meşrutiyetin ve meşveret sisteminin İslami esaslara ve fıkha dayanmasını ister. Zaten öteden beri var olagelen sistemin bir anlamda revizyonunu benimsemektedir. Hatta Kanun-i Esasi’nin bile her maddesinin fetvaya bağlanmasını isteyecek kadar bu hususta eski ile yeninin aynı şeyler olduğuna inanır. Namık Kemal, çağdaşları olan o dönem müslüman düşünürler gibi, siyasî teorilerini, dönemin tarihsel koşullarına binaen oluşturmuş ve mevcut sorunlara çözüm bulma amacını ön plana çıkarmıştır. Buna göre, Namık Kemal’in insan hak ve hürriyetlerine ve halk hâkimiyetine dayalı siyasî rejimden yanadır. Namık Kemal, devlet idaresinde “meşrutiyet” sisteminin gerekliliğine inanırken, bu rejimin tesisinde zaruri olan hukuk sisteminin ve esaslarının tümüyle Batı’dan alınmasına taraftar değildir. İslamiyet’teki “meşveret”in, bütün meşrutiyet konularını ve şartlarını üzerinde taşıdığı kanaatindedir. Onun istediği, devletin devamı gayesine yönelik olarak âdil bir hükümetin kurulmasıdır. Bu hükümet, padişahın himayesinde ve de İslam hukukuna uygun olmalıdır. Çünkü İslamiyet’in, hukuki açıdan herkese eşit davrandığını, kimseyi kimsenin aşağısında tutmadığı inancındadır. Namık Kemal’in dile getirdiği, insanın doğuştan hür ve birtakım haklara sahip bir varlık olduğu ve devletin temelinde de bu hakların korunması gayesinin yer aldığı düşüncesi, bir taraftan modern siyaset felsefesi bağlamında değerlendirilebilirken, diğer taraftan da, Osmanlı İmparatorluğu’nun mevcut yapısının ıslahında, İslami kaynaklı bir değişimden, dönüşümden yanadır. Namık Kemal, geleneklerine, köklerine bağlı ve dindar bir kişiliğe sahip olmakla birlikte, dünyadaki gelişmeleri yakından takip eden, düşünce ufkunu devamlı genişleten bir düşünürdür. O, döneminin koşullarını en iyi şekilde idrak ederek toplumunun gelişmesi, çağdaşlarını yakalaması gerektiği konusunda çok büyük gayretler sarf eden, vatanı uğruna ne gerekiyorsa fazlasıyla yapmaya çalışan, bir anlamda hayatını ortaya koyan bir düşünce adamıdır. “Vatan Şairi” olarak anılan Namık Kemal, buhranlı bir dönemde mevcut sorunların çözümünü –Batılı, çağdaş değerlerden istifade edilmesine de karşı çıkmaksızın- İslami referanslarda görmüştür. Onun gözünde din, bireysel/özel bir mesele değildir ve bu yüzden toplumla ilgili her mevzu doğal olarak din ile alakalıdır. Onun din, yani İslam anlayışı ise “asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı” anlayışında olan Akif’le paraleldir. Zira ona göre dö-


26

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

nemin sıkıntılarına derman olacak pek çok kavram ve kurum İslam geleneğinde zaten mevcuttur. Bu anlamda onu bir modernist veya reformist olarak değil bir ihyacı olarak tanımlamak herhalde daha doğru olacaktır. Belirtmek gerekir ki, Namık Kemal, mensubu olduğu toplumun geri kalmışlığına yönelik özeleştirisini, zaman zaman sertleştirmekle beraber, İslam toplumlarının geriliğini İslam dinine hamleden Ernest Renan’ın görüşlerine de şiddetle karşı çıkmıştır. Renan Müdafaanamesi’nde (Namık Kemal, 1326) etraflı bir şekilde İslam dinine ve toplumlarına yöneltilen eleştirileri ele almış ve İslam’ın, aklı ve mantığı temel alarak modern bilimleri teşvik eden felsefi bir temelden beslendiğini açıklamaya çalışmıştır. Görüşlerini Kur’an’dan verdiği ayetlerle izah eden Namık Kemal, daha ileri giderek bilim ve felsefe tahsilini, hakikate ulaşmakta Müslümanlar için dinî bir görev olarak düşünmüştür. Bununla beraber, “dünyayı firdevs-i ma‘mûriyet medeniyetin esbâb-ı külliyesini i‘dâd” eden (Hadika, Nu.2, 11 Teşrin-i sâni 1288/10 Ramazan 1289) Müslümanların üstün konumlarını nasıl kaybettiklerini ya da Batı medeniyetinin hangi gelişmeler ve değerler üzerinde yükseldiğini birçok yazısında açıklama yoluna gitmiştir. Bu nedenle felsefe tarihçisi Hilmi Ziya Ülken, O’nu, kuvvetini Türk-İslam geleneğinden alarak Batı’dan gelen siyasi fikirlere göre hamle yapan “muhafazacı bir meşrutiyetçi” olarak tanımlamıştır. Namık Kemal’e kulak verelim: Sıdk ile terkedelim her emeli her hevesi, Kıralım hâil ise azmimize ten kafesi; İnledikçe eleminden vatanın her nefesi, Gelin imdâda diyor, bak budur Allah sesi! ********************************* Bize gayret yakışır, merhamet Allah’ındır; Hükm-i âtî ne fakîrin, ne şehin-şâhındır; Dinle feryâdını kim terceme-i âhındır İnledikçe ne diyor, bak vatanın her nefesi. ********************************* Mahv eder kendini bülbül bile hürriyet içün; Çekilir mi bu belâ âlem-i pür mihnet içün? Dîn içün devlet içün can çekişen millet içün, Azme hâ’il mi olurmuş bu çürük ten kafesi!..


Makale ve Analizler - 2018

27

************************************ Memleket bitdi, yine bitmedi hâlâ sen, ben. Bize bu hâl ile bizden büyük olmaz düşmen; Dest-i a’dâdayız; Allah içün, ey ehl-i vatan! Yetişir terk edelim gayri hevâ vü hevesi… Namık Kemal (1840 – 1888) (Namık Kemal, Türk Büyükleri Dizisi 63, S. 96) Ruhu şad olsun. Selam olsun Bulgaristanlı kardeşlerime, Necip Milletimize! Allah’a emanet olun. TDV, İslâm Ansiklopedisi, Cilt 32, S, 361-378 Namık Kemal, Renan Müdâfaanâmesi, (Haz. Abdurrahman Küçük), Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay. Ankara, 1988, s. 51 Süleyman Hayri Bolay, Namık Kemal’in İslam’a Bakışı, DİB Yay., Ankara 1992, s. 33. Fevziye Abdullah Tansel,Tansel, Namık Kemal’in Hususî Mektupları, III, s. 395. Fevziye Abdullah Tansel,Tansel, Namık Kemal’in Hususî Mektupları, I, s. 69-80. Fevziye Abdullah Tansel,Tansel, Namık Kemal’in Hususî Mektupları, II, s. 388. Fevziye Abdullah Tansel,Tansel, Namık Kemal’in Hususî Mektupları, II, s. 482. Fevziye Abdullah Tansel,Tansel, Namık Kemal’in Hususî Mektupları, III, ss. 117-118. Fevziye Abdullah Tansel,Tansel, Namık Kemal’in Hususî Mektupları, II, TTK Yay., Ankara, 1967, s. 482. Saadettin Nüzhet Ergun, Namık Kemal- Hayatı ve Şiirleri, Yeni Şark Kitabevi, İstanbul,1933, Gazel 101, s. 113. Saadettin Nüzhet Ergun,Namık Kemal- Hayatı ve Şiirleri, Yeni Şark Kitabevi, İstanbul,1933 s. 173. Fevziye Abdullah Tansel,Tansel, Namık Kemal’in Hususî Mektupları, II, s. 564.


28

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Namık Kemal, Nüfus, İbret, Sayı. 9 Namık Kemal, Celâleddin Harzemşah, İbrahim Horoz Basımevi, İstanbul,1315. s. 68… Önder Göçgün,“Namık Kemal’in İslamî İnanç Telâkkisi”,S.Ü.İ.F.D, Selçuk Üniversitesi Basımevi, Konya 1986,s. 37-49. Namık Kemal, Celâleddin Harzemşah, s. 68. http://www.karar.com/yazarlar/alaattin-karaca/namik-kemal-islamcimiydi-3892# erişim:01/01/2019 https://www.gzt.com/cins/turkiye-islamciliginin-kokleri-3-islamidusuncenin-oncu-munevveri-namik-kemal-3293621 erişim:01/01/2019 Ercan KARA, “Namık Kemal’de Din Ve Toplum”, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe Ve Din Bilimleri Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, 2011, S,86-89 Mithat AYDIN, Namık Kemal’de “Terakki” Ve “Maarif” Düşüncesi “,Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi 53, 2( 2013),


Makale ve Analizler - 2018

29


30

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

31

Ortak Yolu Bulmalıyız

Tarih: 02 Ocak 2019 Yazan: Raziye ÇAKIR Konu: Yalan içinde büzülen ve er geç meydana çıkar. EVDE İŞİTTİĞİNİ DIŞARDA ANLATMA! Bulgarların en esas atasözlerinden biridir bu. Evde konuşulan sırdır. Bu gerçeği biz Bulgaristanlı Müslüman Türklerin hayat kitabından öğrendik. 1984-1989 kanlı olayları bizim Bulgarların ruhunu tam olarak sezemediğimizi kanıtladı. Başımıza gelecekleri önceden duyumsayabilmiş olsaydık köklü önlemler alırdık. Şu müzevirlik, ihbarcılık olayları can yakmazdı, birlik ve beraberliğimiz yara almaz, bozulmazdı, kendimizi bugünkü parçalanmış durumda bulmazdık. Bulgaristan Kırcali ilinde 24-26 Aralık 2018 Şehitleri Anma Törenlerinde şu dikkatimi çekti. Şehit kızımız Türkan Hasan anıtına Bulgaristan Cumhurbaşkanı, Başbakan, bakanlardan bir tanesi bile, ya da Kırca Ali Valisi, hatta Kırca Ali Belediye Başkanı veya Bulgar partilerinden de bir çelek, bir demet çiçek gönder(e)mediler. Demek oluyor ki, Bulgar devleti ve kamu, hatta Bulgar sivil toplum örgütleri bizim Kimlik, hak ve özgürlüklerimiz uğruna verdiğimiz davamızı, şehitlerimizi ve Bulgaristan’ın demokratikleşmesine olan katkımızı saymamaya ve yok saymaya devam ediyor. Dışa vuran budur. Cumhurbaşkanı Rumen Radev, Yıl Başı Kutlama Mesajında, “kapanmayan yaralar”, “anma törenleri”, “insansız kalan ülke”, “derinleşen etnik sorunlar”, “demografik ve kültürel çöküş”, “adalet ve huzur yok” d(iy)emedi. Merkez basın, 1984-89 devlet terörünü hatırlatmadı. Bulgaristan Müslümanlarını uyutma işini yeni üslenen HÖH (kukla) Başkanı Mustafa Karadayı, mitinge gelenlerin önünde “Türk”, “Türk Kimliği”, “Türklerin hak ve özgürlüklerinin savunulması ve ana-okul ve okullarda Türk dilinde eğitim ve öğretim sorunlarına” değinmeden sallandı da sallandı. Sol-liberalizm yalanlarının Bulgaristan’da tamamen söndüğünü, liberalizmin Bulgaristan Türklerine 30 yılda hiçbir şey getirmediğini itiraf edemedi. Bulgar ana-muhalefetinin Hitler tipi bir nasyonal-sosyalist parti gibi şekillendiğine dikkat çekmedi. Bulgaristan’da Rusya’nın beşinci kol ordusu gibi bir örgütlenme olduğuna,500 internet sayfasının, 1000’den fazla trolün bu yolda gece gündüz çalıştığını, 2018’de TV yayınlarına hep aynı Rusofil kişilerin davet edildiğini belirtmedi.


32

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Gazeteci Vildan Bayramova’nın “Deutsche Welle” de yayınlanan “Kar Kandan Kızarmıştı” yazısı, “Faktor bg” ve “Fakti. Bg” gibi Bulgar elektronik yayınlarda 1000’den fazla kişinin katılımıyla çok büyük bir tepki uyandırdı ve en sık kullanılan söz “kapı açık, giden gitsin!” oldu. Bulgaristan’da hava değişiyor. AB bir “ulus devletleri birliğine” dönüşürse, oradaki Müslüman kardeşlerimizi karanlık günler bekliyor. Herkesin umut bilinci sönmüş durumdadır. 1984’ten önce yazılan Bulgaristanlı Türk-Müslüman şairlerimizin şiirlerini teker teker okuma zahmetine katlandım. Hiçbir şairimiz halkımızı uyarmamış. Seslerinin çıktığı kadar bağırsaydılar ve yükselen tehlikeyi haber verseydiler, kalemleri mi kırılacaktı!!! Hiç kimse hiçbir şey bilmiyordu ki, demekte haklısınız, bilmiyordu çünkü evde, devletin içinde, kapalı kapalı ortamda kendi aralarında konuştuklarını dışarı sızdırmıyorlardı. Ve şimdi yeniden sustular. “Türk’ten iyi dost olmaz!” dedikleri dışarıda yüzümüze söylenen latifeydi, yüreklerinde kaynayan başkaymış, herkes görebildi… ÜRKÜTÜLEN İNSANLAR KOLAY YÖNETİLİR! Bu bir gerçektir. İnsanlar ancak kötü niyetle ürkütülür. İnsanımız zaten korkuların en büyünü yaşadı. Bulgaristan’da azınlık politikasından söz edildiğinde düşünülen hep bataklık ve çirkeftir. Başlar yana çevrilir. Korkuyu yaratan yalandır. Asılsız haber ve olaylar, kurulan tuzaklar vs uydurmalardır. Almancadan gelen ve adı manipülasyon olan, Hitler-Göbels zamanlarında fazla fazla kullanılan bu kavram, insanları toplu halde sindirmek, korkudan titretmek, herkese stres yaşatmak, kişiyi ve kitleyi yanlış yönlendirme işlerinde güncelleşir. Biz Bulgaristanlı Türkler temeli sağlam, dayanıklı ve uysal huylu insanlar ve topluluk olduğumuzdan dolayı daha küçük yaşta bizi ürkütüp ruhumuzu ırgalayıp hafızamıza umutsuzluk ve kötümserlik doldurmak için çok çalışılmıştı. Kitaplarda, okulda, sinemada, tören ve toplantılarda karşımıza yenilmez dev simalar dikiliyordu. Her sene Plevne Panoraması ve Şipka Tepesi gezileri düzenlenir Rus silahının gücü anlatılırdı. Dobruca ve Deliorman’da Türklerin yaşadığı şehirlerin adları Dolovo, isperih, Tervel, Kubrat ve başka Bulgar Hanlarının adını taşırken, meydanlarının adı “Kurtarıcı Çar”, Otellerin ismi “Moskva” ya da “Leningrat,” cadde isimleri de “Stalingrad Savaşı” vb idi. Bulgaristan’daki Rus Kiliseleri ve Rus Çar ve Generallerinin at üstünde veya eli silahlı anıtları ürkmüş bir ruh oluşturmak için stres yaratma ve sindirme işine hizmet ediyordu. Bu anıtlara çiçek taşımamız da yenikliğimizi kader haline getirip kabul etmemizi amaçlıyordu. Yıllar sonra biz 7 Kasım Rus Devrimi, 12 Nisan Uzay Günü, 1 Mayıs işçi bayramı… kutlamalarında nümayiş eden Bulgarların aslında iki yüzlü davrandığını görüp anlayabildik. Hiç samimi değillerdi. Bir yandan dünyayı değiştiren ve geri dönüşü olmayan Rus devrimini alkışlarken, aynı


Makale ve Analizler - 2019

33

zamanda 2 defa 16. Cumhuriyet olarak bütünleşmek istediklerini hem de Sovyetler Birliğinden kopmayı arzuladıklarını bizden gizliyorlardı. Bundan hiçbir kimseye söz ettirmiyorlardı. Belki de evde konuştukları tam da buydu. Gönüllerinde gizledikleri Rusya’yı red etmek, Moskova’dan kopmak olsa da, dışa vuran başkaydı. Yıllar süren bu gelişmelerde düşman hep Türkiye, emperyalist Batı, NATO-iken, aslında aradıkları başka bir şeydi -Rusya’dan koparsak bizi kim himaye eder (kendileri de korkuyorlardı)? Şiirlerinde Bulgarlar Rusya’yı (bir kurtarıcı olarak) en çok öven şair İvan Vazov (1850 - 1921, ömrünün sonunda Ekim Devriminden korkmuş ve savunduğu değerler değişmişti. Bugünde de durumda aynı hava nefes ediliyor. 2014’te Kırım’ın ilhak edilmesi ve Rus askerinin Ukrayna’ya çöreklenmesi, yarım milyondan fazla Rus vatandaşının Karadeniz sayfiyelerimize iyice yerleşmesi, sertleşmeleri ve kentleşmeleri Bulgar halkında çok ciddi bir çekince yarattı, tedirgin etti. Bunun sonucu olarak 2016’da yapılan Bulgaristan seçimlerinde bu korkunun büyümesini önlemek için ona yaklaşma süreci başladığını görüyoruz. 2016’da bir yandan anti-Rus olarak bilinen Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev emekliye gönderilirken, yerine Batıcı olarak lanse edilen ama Rusya sempatizanı Rumen Radev Cumhurbaşkanı seçildi. NATO-cu ve AvrupaAtlantikçi olarak ün yapan İkinci Boyko Borisov kabinesi tamamen değiştirildi. Bu politik yönetimin Kremlinden yana bir adım attığını ortaya koydu. Bu ikiyüzlü siyasette bizim orada olan Bulgaristanlı Türkler kullanıldı. Bize uygulanan politika burnumuz kanamadan oylarımızı topladı. Sözde, bardağı taşırmadan idare edildik. Toplumun ve azınlıkların ihtiyaç duyduğu düzenlemeler – örneğin sözüm ona diyanet işleri kanunu değiştirildi – zor kullanmadan gerçekleştirildi. Baş Müftülüğün Yüksek İslam Enstitüsü arsası gasp edildi ama protestolara yol verilmedi. Başka idari düştürler her tür şeytanlık kullanıldı ve azınlıklara karşı genel baskı ve ezme siyaseti sürdürüldü. 2018’de çok fazla protesto gösterisi, grev ve yürüyüş olsa da 9 yıldan beri iktidarda olan GERB partisi deneyim birikiminden yararlanarak, kapalı ödenekler kullanarak gerginlik yaratanları kolaylıkla pasif ize edebiliyor. Toplum zaten sefil, yarını olmadığı için ürkek olduğundan kolayca yönlendirilebiliyor. Korku denince şöyle bir durumda dikkati çekiyor: İNSANLAR VE MİLLETLER YÜCE BİR FİKİR OLMADAN YAŞAYAMAZ. Sosyalizm buharlaşalı, Bulgarlarda bir fikir kısırlığı ve sol musluk var. 20. Yüzyılın suçları ve suçluları cezasını almadığı için insanlar göz göze bakamıyor. Amerika’ya, Kanada’ya kaçmak kurtuluş değil. Savcılığın susması da huzur vermiyor. Tarih ne zamansa yazılacak. Bu konuda yeni bir adım atabilen, yeni bir kelime söyleyebilen yok. Şimdiye kadar durum hain Ahmet


34

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Doğan aracılıyla idare edildi, ama ne zamana kadar ve bu “iyiliğin” bedeli ne olacak? Ben ipleri elimden kaçırdım, artık duruma hâkim değilim!” diyen Doğan, Moskova’dan “azınlıklara kültürel otonomi isteyecek mi?” Evde konuşulan ve uyku uyumayan korku budur. Zulmün bedeli boşanmaktır… Şu siyaset de artık çözüldü: Birisi bir şey demiş önemli değil, ötekilerin hepsi aksini derse, doğru olan ikincisidir! Öyle ama bu 30 sene sürdü. Müslüman Türklerin isimlerinin değiştirilmesi ve yurttan kovulmaları için evde “kötü yaptık” deseler de, kamuoyunda susan ya da “kapı açık, isteyen gidebilir” diyenler azalmaya başladılar. Bir defa 3 milyon memleketten çıktı ve onlar zulmü itiraf etmekten kaçtı. Ardından papazlar, gençler, birçok sivil toplum örgütü, Makedon milliyetçiler dışında tüm azınlıklar durulmanın tek yolunun gerçekleri kabul etmek olduğunda birleşiyor. Yalan küçülüyor. Korkudan kurtulmak isteyenler artıyor. Bulgaristan’da bu süreç belki de alt yapıdan başlayacak. Türkiye ve Bulgaristan ekonomileri arasında bir kooperatifleşme ve yakınlaşma gözleniyor. Ben okurken ideolojileri daldaki meyvelerin kokusu olarak kabul ediyordum. Bunu üretimdeki teknoloji olarak kabul edersek, hem Türkiye’de hem de Bulgaristan’da otomotiv sanayinin Gayrı Safi Milli Hasıladaki payı belirleyici oluyor. Bulgaristan’da otomotiv dalında 200 işletme 50 bin kişiye istihdam ve 6 milyar leva gelir sağlıyor. Toplumu ileri çeken sektör otomotiv oluyor. 50 bin kişinin sağladığı gelir, turizme kapanmış 500 000 kişinin elde ettiği gelire eşittir. Önümüzdeki 5 yılda Bulgar otomotiv sanayiinde 100 000 işçi çalışacak ve GSMH içindeki payın % 40’ını ulaşacaktır. Bu işçiler Alman, Fransız, Japon, Türk fabrikalarında çalışan Bulgar, Türk, Makedon, Çingene işçiler. Üretim onları yakınlaştırıp birleştiriyor. Bu yeni yönelimlerle gelen rüzgârın “evde başka dışarda başka” hesaplarını bozacağına inanmak istiyorum. Elimizdeki fidanı doğru yere ekelim… Yeni Yılınız kutlu olsun.


Makale ve Analizler - 2019

35

Tuzaktan Çıkamadık

Tarih: 04 01 2019 Yazan: Şakir Arslantaş Konu: HÖH müsveddesi 29 yaşında – Şaşılacak iş. 2018 yılında insanlar değişmiyor, değişen olaylardır, çevrenizdir dedik. İnsanımızı da, öz ve şekil olarak tanıdığımız gibi anlatmaya çalıştık. Geçen sene de geri geri itilme sürecini henüz durduramadığımızı, yana yuna itilmeye, halsizleştirmeye çalışıldığımızı ve bunu yapanların çok aktif olduğunu anlatmaya gayret ettik. Bunu şöyle örnekleyebilirim. 1947-1950 yılları arasında Bulgaristan Ulusal Meclisi Başkanlık Konseyi Başkanı (Cumhurbaşkanı) Nikola Neyçev Sofya’da Türkçe çıkan “Yeni Işık” gazetesi redaksiyonuna uğrayıp, nöbetteki gazeteci, tercüman, yazıcı, dizici, düzenleyici, teknik kadro ve muhabirlerin Yeni Yılını kutlamış ve hepsine sağlık ve başarı dileklerinde bulunmuştu. 2016’da yapılan Cumhurbaşkanı seçimlerinde Müslüman Türklerin oylarıyla da Cumhurbaşkanı seçilen Rumen Radev Yıl Başı mesajında, “Bulgaristan Müslüman azınlığı”, “Türk azınlık”, “Etnik Türk” demedi. Artık Türkçe gazete çıkmıyor, Türk aydın grubu yok… Meydana gelen sosyal ve politik toplumsal değişim bu kadar derin. Bulgaristan Türklerinin Yıl Başını Hak ve Özgürlük Partisi (HÖH) kukla Genel Başkanı Mustafa Karadayı ve “üst akılın” sözcülüğünü yapan “fahri” başkan hain Ahmet Doğan da Bulgaristan Müslüman Türklerine bir Yıl Başı Mesajı gönderip “BEN SİZİ KANDIRDIM!” diyemedi. Bu kandırma yani insanlarımızı kurulan tuzağa düşürme işi 04 Ocak 1990’da kuruldu. O gün hava çok soğuktu. Memleket, Varna’dan Kırca Aliye kalın kar tabakası altındaydı. İnsanlar, isimleri ve dinsen hakları iade edilecek Müslümanlar ile buna karşı çıkan Bulgar komünist milliyetçileri olmak üzere ikiye bölünmüştü. Bir cepheden “haklarımızı, isimlerimizi, ibadet hak ve özgürlüklerimizi istiyoruz!” sesleri toplu halde yükselirken. İsim değiştirme, cami kapılarını kilitleme, göstericileri kurşun sıkarak öldüren, kültür katliam yapanlar cezalandırılmaktan korktuklarından “Türkler Türkiye’ye!” sloganı kaldırmıştı.


36

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Tam bu gergin ortamda “Ben bir parti kurdum!” Yeni partinin adı: “HAK VE ÖZGÜRLÜKLER HAREKETİ!” deyip Türklerin karşısına dikilen ve “BEN SİZİN HAKLARINIZI GARANTİ EDİYORUM!” diyen bir gencin baştan sona yalan söylediğini o zaman hiçbir kimse anlayamadı. Aslında polis aracıyla, helikopterle gezdirildiğini, zengin Bulgar mekânlarında kaldığını gördüğümüzde kurulanın bir tuzak olduğunu hemen anlamamız gerekirdi. Ama yılana sarıldığımız günlerdi.… Kendi başarısıyla Üniversiteye giremeyen, Üniversite yıllarını kız kovalayıp aşk romanları okumakla dolduran bu genç için profesör ve doktor hocalar ağız birliği yaparak onu övmeyi sanki kendilerine komünist ödev olarak kabullenmişti. Böyle de olsa uyarılmadık. O yıllarda totalitarizm korkusu canlıydı. İnsanların yeni bir şey yapmaları tehlikeliydi. Geçmiş ve iktidar yeni bir adım atmayı kelepçelemişken 10 Kasımda diktatör T. Jivkov’un devrilmesinden tam 55 gün sonra, siyasi mahkûmlar hala içerideyken, ezilen ve kovulan azınlıkların Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) partisinin hiçbir mahkemede tescil olmadan kurulduğunu ilan etmek “orijinal” olmayan kopya ile hareket başlatmaktan başka bir şey değildi. Bu adım atılırken, 1984-1989 yılları arasında Bulgaristan Türklerinin kurduğu ama hiç birinin mahkeme tescili, yapılmış kongresi, delegeler tarafından seçilmiş yönetimi olmayan toplam 52 direniş örgütünü çöpe atarak, onların bal tozunu ve birikimini, halkımızın şahlanan ruhunun enerjisini çalmayı amaçlamıştı ve sonu sonunda kundaklama tuttu. Şöyle: Bulgaristan Müslüman Türklerinin devrimci potansiyeli gizli istihbarat örgütleri “DS” ve “KGB” tarafından kundaklandı ve halkın ağzına yalan emzik verildi. 29 yıl sonra bunları yazmak kolay, ama o zamanlar sert bir gerginlik vardı, ülke sanki bir iç savaşın eşiğinde bulunuyordu. Herkes hesaplaşmanın sona erdiğini, zafer elde edildiğini düşünürken, düşman aramak kimsenin haddine değildi. Yıllar akıp gitti: HÖH’ü kurduran “üst akılın” hayalleri gerçekleşti. Bulgaristan Türklerine yerinde saydırdılar. Bu da yetmedi, faşizmin ve totaliter komünizmin zehirli kanı toplumun görülmeyen damarlarına akıtıldı. Nasyonal sosyalizm kapı çalıyor. Müslüman Türkleri eritip asimile etmeye suyu kurban almaya devam ediyor. Arkada kalan yıllar ağırdı. 1934 askeri darbesinden sonra bir KGB ajanı (Kimon Georgiev’in) başbakan olmasından sonra, Sovyetler Birliği vatandaşı 5 Bulgar – (Georgi Dimitrov (1946-49), Vasil Kolarov (1949-50), Grişa Filipov (1981-86), Andrey


Makale ve Analizler - 2019

37

Lukanov (1990-90) ve Sergey Stanişev (2005-2009) de başbakan olmuştur. Komünizm yıllarında Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi katında ülkedeki Türklerden sorumlu olan Türk kadroların hepsi de Sovyet Akademilerinde eğitim ve öğretim görmüştür. Ali Rafiev, Ahmet Arunov, Fahrettin Halilov, Salif İlyazov vb sorumlu partililer de Moskova’da Yüksek Parti Akademileri mezunudur. 1974’te Bulgar istihbaratına gönüllü hizmet etmeyi kabul eden ve bu yönelimle yüksek öğrenim alan, değişik sınama aşamalarından başarıyla geçerek somut yönelimi biçimlenen Varna ilinin Halaç (Drındar) köyünden Ahmet Doğan, Müslüman Türk geçinen fakat Türk kök suyundan olmayışı da dikkate alınarak, Müslüman Türklerinin tarlasına lider tohumu olarak gömüldü. Bu tohumun bitmesine, kazılıp sulanmasına, etrafının açılmasına ve Türk ve memleket konularında bir kanaat önderi olarak yetişmesine olağanüstü büyük gayret gösterildi. Böyle bir “son söz sahibi” kadroya ihtiyaç, öncelikle şu sebeplerden ötürü çok önemli ve büyüktü. Bir: Sosyalizm ve komünizm yıllarında BKP ve “DS” kadroları tarafından işlenen cinayetlerin gizlenmesi ve cezasız kalması ve İki: Anti-komünist ve demokratik muhalefet güçlerinin kalıcı iktidara gelmelerinin önlenmesi ve bir Üçüncü ödev de, Bulgaristan Müslümanlarının Türkiye heves ve beklentilerini kursaklarında bırakıp, Bulgarlarla aralarını açarak ülkeyi zayıflatıp devamlı kontrol altında tutmak. Bu ödevler için özellikle ruhunda ve bilincinde Türk kimliğinden eser olmayan, Türklükle ilgili çocukluğundan kalma içinde ve dışında ne varsa akıtıp paklanmış bir “lider” bulup yetiştirilmek gerekiyordu ki, Ahmet buna yatkın biriydi. İnandığı şeylere sadık olduğunu ispatlarken ele verdiği kişilerin kaderinden endişelenmediğini göstermişti. O babası tarafından kan bağı olmayan biri olduğundan asla sakınmadı, sanki Türk canı yakmaktan zevk aldı ve memnuniyet duydu. O, hayatında yalnız 2 şeyden korkmuştu. Birisi çocukluğunda bir defa toprağın altından gelen ve kulaklarını dolduran bir uğultudan, ikincisi de Dobruca’da ağaçlara konan ve sanki hep onun yüzüne bakan kargalardan. Kargalar insanların yüzlerini hatırlayan tek hayvandır. Gençliğinde köye gittiğinde karakargaların evlerinin karşısındaki ağaçlara toplandığını görmüştü. Kafama çullanırlar-sa korkusu ruhunu sarınca köye gitmez oldu. Ancak yerin dibine de saklansa suretini bellediklerini mutlaka bulduklarını bir yerde okumuştu.


38

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Başka bir kitapta ise, “Türkler dürüsttür, ihanet ve hırsızlık etmez, devletlerine bağlıdır!” sözlerini okumuş ve bellemişti. Bir yerde ise, “Hırsızlık yapanlar devlet adamıdır!” sözlerine rastlamıştı. Bunlar iyi de, bir gün üst bildiği biri yanına geldi ve “Çingene kuşağını kurarken hiçbir şey olmamış gibi davran” demişti. Kendinden farklı bildikleri karşısında her şeyi yaptı, fakat ninelerinden duydukları ninnileri korumaya çalışırken ölmeye hazır olan kaskatı bir kitle vardı ki ona karşı koymaya gücü yoktu. Eritmeye, değiştirmeye ve gerekirse yok etmeye çalıştıklarının her hücresinde geçmişin izleri ve kokusu vardı. Hepsi geçmişteki sevilmeleriyle yaşıyorlardı ve bunu yenmek, bununla başa çıkmak elinde değildi. O ise geçmişinden kurtulmak ve karanlık düşüncelerini silkmek istiyordu. Bu olurken açılacak olan boşluktan endişeli olduğu kadar, yerini nasıl dolduracağını da bilmiyordu. Hak ve Özgürlük Hareketinin yanlış yönlendirildiği ve halktan koparılması, insanların kandırılması ve umut bilincine ulaşmalarının engellenmesi ne kadar korkutucu ise, büstleri ve abideleri dikilmemiş ama gelecek kuşaklar için kahraman olan sessizler var ya, onlar onun karşısına her an dikiliyorlar ve hesap sormaya hazır vaziyet alıyorlardı. Son zamanda birçok Fransız feylesofu kitaplarından incelemişti. Bazı tezlerine değer verirken uzun zaman daldığını sonradan fark etti. Aslında o ideoloji, yeni ve eski dünya görüşü, kitap yazmış birçok dehanın ölümle hiçbir alakası yoktu. Sonunda birer birer ölecek olan birçok canlının soluduğu hava, kendisini soluyan insanların havasını, içtiği suyun hangi kaynaktan olduğunu ya da hangi kitaptan ne öğrendiğini sormuyordu. Ona da sormayacaktı. İçtiği viskilerin markası da önemli değildi hava için… Sonunda kendisini de içine çekecek olan hava ve gökyüzü onun çevirdiği dolaplardan, yaptığı sıra hainlikler-den, kurduğu dolandırıcılık ve soygun kuşaklarından ve devletten çaldıklarından bile ilgilenmeyecekti. Dünya malı dünyada kalacak, ama çekenlerin acısı, gözyaşı, olmayan gönül yaraları hak edenleri boğmaya yetecekti. Ve bu hesaplaşmadan onu kurtarabilecek ne koruma, ne kurşungeçirmez araç ne de görülen veya görülmeyen bir çadır vardı. Adaletin simasını gören olmamıştı şimdiye kadar… Arkasından ne toprak ne de Bulgaristan Türklerinin hayallerinin gözyaşları akacaktır mezarına. Ben son 8 yılda, köyümden çok büyük bir hain çıkmasından duyumsadığım yürek acısını çok yazdım. Anlatmaya çalıştım. Bu yazmakla bitecek bir çile değildir.


Makale ve Analizler - 2019

39

Son 30-35 yılın hepimizi dilsiz ve dinsiz bırakacak kadar ileri giden hainin kardeşlerime yaşattığı acılar asla dinmeyecek ve dindirilemeyecek tir. Bizim bir güzelliğimiz var ve biz onu hiç kimseye bırakamayız. Yuvası Türklüğümüzdür. Mücadelemizin hedefi hain ruhu toprağın altına gömmektir. Bunu yapabilirsek HÖH partisi bizim öz partimiz olacaktır. Ne liberalizm, ne sosyal demokrasi ya da sosyal faşizm bizim tarlamıza ekilecek bir tohumdur. Bizim tohumumuzun adı dört dörtlük Türk olmaktır. Tohumun rengi ve ebadı olduğu gibi, bizim de özümüz var. İnsanın özü değiştirilemez, değişen çevresidir. Çevreyi yaratansa insan ve toplumun kendisidir. HÖH partisinin 04 Ocak 1990 tarihinde kurulduğu bir yalandır. Yalansa müsveddedir. Hiçbir yerde aslı gibi işlem görmez. Biz bunun bilincindeyiz. HÖH’ün alet olduğu siyasi oyunlardan bize ekmek çıkmaz. Aslı olmayan işlerden ancak fıkra çıkar… Hak ve özgürlük ruhu bizimdir ve bizim kalacaktır. Sis perdesi kalktıkça halkımız gerçekleri görecek ve karşılarına dimdik dikilecektir. Okuduğunuz için teşekkür ederim. Yanlışın yanlış olduğunu anlayanlar çoğaldıkça gerçek ortaya çıkacaktır. Lütfen paylaşınız.


40

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

41

Liberalizmle Konservatizmi Birbirinden Ayırmak

Tarih. 05 Ocak 2019 BGSAM Konu: Liberalizmle konservatizmi birbirinden ayırmak bir yılan topacını sökmek kadar zordur. Fransızca bir terim olan konservatizm (Türkçemizde tutuculuk) dendiğinde anlaşılması gereken şudur: Var olan siyasal, toplumsal ve kültürel sistemin olduğu gibi sürdürülmesinden yana olan, bu alanlarda değişime, yenilenmeye karşı çıkan tutum. Yine Fransızca bir kavram olan liberalizm (Türkçemizde özgür düşünceye bağlı bir dünya görüşü olarak kullanılır) herkese vicdan, inanç, düşünce özgürlüğü tanınmasının gerekli olduğunu savunur. Günümüzde – 2019 yılına girerken – Bulgaristan’da tartışma konusu olan 2 temel ideolojik görüş liberalizm ile konservatizim’dir. Hemen söyleyelim dünya görüşü olarak bunların ikisi de tedavülden çıkmış geçmez para, zamanını çoktan doldurmuş iki ideolojidir. Bizde bu mesele üzerinde devam eden sert tartışmalar Avrupa’da adına reformizm (düzelticilik) dediğimiz çağda, öncelikle din alanında, Protestanlar ve Katolikler arasında Tanrıya hangimiz daha doğru ve gönülden ibadet ediyoruz kavgalarını anımsatır. Siyasi alandaki adına Rönesans (Yeniden Doğuş) ve Reform Hareketleri çağı olarak da rastlanır ve kökleri 15.–16. Yüzyıllara iner. Aslında Bulgaristan’da “soya dönüş süreci” saçmalığı adı uydurulurken yeniden doğuştan esinlenilmiş ve Bulgaristan’daki Müslüman kardeşlerimizin ruhsal birikiminin söndürülmesi için seçilen kısır liberalizm tarlasının ve siyasi organı olan ALDE’nin şifa suyu olarak damarımıza akıtılmasının gerçek anlamı siyasi sahtekârlıktır. Hele de bu yönlendirmenin ipleri Kremlin’e bağlı olan feylesof müsveddesi hain Ahmet Doğan tarafından yönlendirildiği ortada oldukça, aldatılmak istediğimiz ortadadır. Protestanlığın doğduğu yıllardan günümüze kalan bir adet vardır. Kiliseye giden ve azığını açan çocukların dilinin üstüne papaz, beyaz demir para şeklinde bir şeker pul koyar. Bunun anlamı “siz beni tatlı tatlı dinleyin ve dedikleri yapın anlamındadır” ve bu anlamda ALDE HÖH elitinin ideolojik “babası” sayılır.


42

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Siyasi anlamda reformculuk dendiğinde anlaşılan ise şudur: Devrime başvurmaksızın, var olan kurumlar ve olanaklarla bir ülkenin, bir toplumun daha iyi bir duruma getirilebileceğini, toplumsal adaletin görüştür. Bulgaristan’daki Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) 29. Kuruluş yıl dönümü münasebetiyle Avrupa Liberalleri (ALDE) örgütü başkanı Hans van Baalen’den bir kutlama mesajı geldi. HÖH Başkanı M. Karadayı’ya gönderilen mesajda, partinin Liberaller ailesinde ve Avrupa Parlamentosundaki ALDE grubunda anahtar rol oynadığına vurgu yapılıyor. Bu mesaj, “aman suyu kaynatmayın ve sakın yeni istekte bulunmayın” anlamındadır ve Fransa’da “sarı yeleklilerin“ reformcu Başkan Emanuel Makron için “Gilotin!” diye haykırdığı 2019 yılbaşına rastlamış olmasıdır. “Gilotin!” reformlardan önce devrimler ve köklü yenilikler ülkesi olarak bilinen Fransa’da Büyük Devrimden 224 yıl sonra yeniden yükseltilmesi ilginçtir. Bıçak kemiğe dayandı, taşıdığı gerçek anlamdır. Büyük Devrimde eskiyi yaşatmaya çalışan Kral’dan köklü dönüşüme çağıran Robespierre Fransız elitin kellesi Giyotin’den geçmiş, nüfusun % 25’i telef olmuştu. Kalın sağlıcakla dostlarınızla paylaşmayı unutmayınız.


Makale ve Analizler - 2019

43

Sezai Karakoç

Tarih: 06 Ocak 2019 Hazırlayan: Sevilcan YÜCE Konu: Modern Türk Şiirinin Kilometre taşları Bulgaristan Türkleri arasında pek bilinmeyen, eserleri ülkemizde basılmamış, okunmamış ve açılması gereken birçok perde kapalı kalmış derken, 20- asrın Büyük şairi Sezai Karakoç’un gündeme taşıdığı, düşünenlere ilham kaynağı konularını biz de ilk kez ele alıyoruz. Şairin dünyayı anlama ve anlatma ustalığı Namık Kemal ve Ziya Gökalp akımına dayanır. İki medeniyet arasında kalmış bir azınlık olarak biz Bulgaristan Müslüman Türklerinin medeniyet taşıyıcısı ve yayıcısı rolü şair Sezai Karakoç’u tanıdıkça çok daha iyi anlaşılacağına inanıyorum. Çünkü hayatın her an bize işaret ettiği gibi, medeniyet bir bakıma ruhun her an dışa yansımasıdır. Şaire göre, iki medeniyet vardır ve bunlar her an her yerde birbiriyle devamlı mücadele halindedirler. Şaire göre medeniyetler de iyi ve kötüdür. Kötü de iyiye karşı örgütlenmiş ve düzen kurmuştur ve kendinden olmayanı kabul etmez. Bu, ruh ile felsefe arasındaki mücadele gibidir. Huzura karşı sıkıntı, ahenge karşı kaos işte bu yansımanın tablosudur. Batı Doğu medeniyetindeki din ve millet örgüsünü asla kabul edemez, ama yerine de yaşam hakkı kazanmış bir şey koyamayınca kendisi de Doğu’ya yönelmiştir. Biz bunu Bulgaristan’da son 140 yılda yalın bir şekilde yaşadık, mücadelesi verilmiş ama bitmemiştir. Şairin yorumunda millet inançla örülerek doğar. Bunun için biz bu kıstasa sadık kalan Bulgaristan Müslümanlarının milli Türk kimliğini devlet terörüne rağmen çözülmeden koruyabildiklerine tanık oluyoruz. Doğuda baba bir otoriteyi, devleti temsil eder. Ve bu bakıma Batıya ilk giden Doğu’dur ve Batılılar Doğuya sonradan gelmişlerdir. Olaya değişik pencerelerden bakılabilir. Sezai Karakoç, Plevne Savaşına katılmış, Gazisi Osman Paşa’nın takdirini kazanmış Diyarbakırlı Hüseyin Beyin 1933’lü torunudur. Ankara Siyasal Bilgilerde okumuştur. En fazla okunan eseri “Ruhun Dirilişidir”.


44

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Kendisini “Masal” şiiriyle tanıyalım. MASAL Doğuda bir baba vardı Batı gelmeden önce Onun oğulları batıya vardı Birinci oğul batı kapılarında Büyük törenlerle karşılandı Sonra onuruna büyük şölen verdiler Söylevler söylediler babanın onuruna Gece olup kuştüyü yastıklar arasında Oğul masmavi şafağın rüyasında Bir karaltı yavaşça tüy gibi daldı içeri Öldürdüler onu ve gömdüler kimsenin bilmediği bir yere Baba bunu havanın ansızın kabaran gözyaşından anladı Öcünü alsın diye kardeşini yolladı İkinci oğul Batı ülkesinde Gezerken bir ırmak kıyısında Bir kıza rastladı dağların tazeliğinde Bal arılarının taşıdığı tozlardan Ayna hamurundan ay yankısından Samanyolu aydınlığından inci korkusundan Gül tütününden doğmuş sanki Anne doğurmamış da gök doğurmuş onu Saçlarını güneş destelemiş Yıllarca peşinden koştu onun Kavuşamadı ama ona


Makale ve Analizler - 2019 Batı bir uçurum gibi girdi aralarına Sonra bir kış günü soğuk bir rüzgâr Alıp götürdü onu Ve ikinci oğlu Sivri uçurumların ucunda Buldular onulmaz çılgınlıkların avucunda Baba yağmurlardan anladı bunu Yağmur suları aci ve buruktu İşin künhüne varsın diye Yolladı üçüncü oğlunu Üçüncü oğul Batıda Çok aç kaldı ezildi yıkıldı Ama bir iş buldu bir gün bir mağazada Açlığı gidince kardeşlerini arayacaktı Fakat batinin büyüsü ağır bastı İş çoktu kardeşlerini aramaya vakit bulamadı Sonra büsbütün unuttu onları Şef oldu buyruğunda birçok kişi Kravat bağlamasını öğrendi geceleri Gün geldi mağazası oldu onu parmakla gösterdiler Patron oldu ama hala uşaktı Ruhunda uşaklık yuva yapmıştı çünkü Bir gün bir hemşerisi onu tanıdı bir gazinoda Ondan hesap sordu o da Sırf utançtan babasına Bir çek gönderdi onunla

45


46

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Baba bu kağıdın neye yarayacağını bilemedi Yırttı ve oynasınlar diye köpek yavrularına attı Bu yüklü çeki İyice yaşlanmıştı ama Vazgeçmedi koyduğundan kafasına Dördüncü oğlunu gönderdi Batıya Dördüncü oğul okudu bilgin oldu Kendi oymak ve ülkesini Kendi görenek ve ülküsünü Günü geçmiş bir uygarlığa yordu Kendisi bulmuştu gerçek uygarlığı Batı bilginleri bunu kutladı O da silindi gitti binlercesi gibi Baba bunu da öğrendi sihirli tabiat diliyle Kara bir süt akmıştı bir gün evin kutlu koyunundan Beşinci oğul bir şairdi Babanın git demesine gerek kalmadan Geldi ve batının ruhunu sezdi Büyük şiirler tasarladı trajik ve ağır Batının uçarılığına ve doğunun kaderine dair Topladı tomarlarını geri dönmek istedi Çöllerde tekrar ede ede şiirlerini Kum gibi eridi gitti yollarda Sıra altıncı oğulda


Makale ve Analizler - 2019 O da daha batı kapılarında görünür görünmez Alıştırdılar tatlı zehirli sulara İçkiler içti Kaldırım taşlarını saymaya kalktı Ev sokak ayırmadı Geceyi gündüzle karıştırdı Kendisi de bir gün karıştı karanlıklara Baba ölmüştü acısından bu ara Yedinci oğul büyümüştü baka baka ağaçlara Baharın yazın güzün kışın sırrına ermişti ağaçlarda Bir alin yazısı gibiydi kuruyan yapraklar onda Bir de o talihini denemek istedi Bir şafak vakti Batıya erdi En büyük Batı kentinin en büyük meydanında Durdu ve tanrıya yakardı önce Kendisini değiştiremesinler diye Sonra ansızın ona bir ilham geldi Ve başladı oymaya olduğu yeri Başına toplandı ve baktılar Batılılar O aldırmadı bakışlara Kazdı durmadan kazdı Sonra yarı beline kadar girdi çukura Kalabalık büyümüş çok büyümüştü O zaman dönüp konuştu: Batılılar! Bilmeden Altı oğlunu yuttuğunuz Bir babanın yedinci oğluyum ben

47


48

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Gömülmek istiyorum buraya hiç değişmeden Babam öldü acılarından kardeşlerimin Ruhunu üzmek istemem babamın Gömün beni değiştirmeden Doğulu olarak ölmek istiyorum ben Sizin bir tek ama büyük bir gücünüz var: Karşınızdakini değiştirmek Beni öldürseniz de çıkmam buradan Kemiklerim değişecek toz ve toprak olacak belki Fakat değişmeyecek ruhum Onu kandırmak için boşuna dil döktüler Açlıktan dolayı çıkar diye günlerce beklediler O gün gün eridi ama çıkmadı dayandı Bu acıdan yer yarıldı gök yarıldı O nurdan bir sütuna döndü göğe uzandı Batı bu sütunu ortadan kaldırmaktan aciz kaldı Hâlâ onu ziyaret ederler şifa bulurlar En onulmaz yarası olanlar Ta kalplerinden vurulmuş olanlar Yüreğinde insanlıktan bir iz taşıyanlar Sezai Karakoç


Makale ve Analizler - 2019

49

Kanunların İşlemediği Ülke Bulgaristan

Tarih. 07 Ocak 2019 Hazırlayan: İbrahim SOYTÜRK Konu:Bulgaristan’da Türk Azınlığa Yönelik Unutulmuş Üç Büyük Siyasî Suikast 34 yıl önce başımıza gelen isim değiştirme ve Bulgarlaştırma felaketini lanetlediğimiz ve katilleri henüz bulunamayan ve belki de kanunlar işlemediği için hiç bulunamayacak gibi olan memleketimizde anma törenlerine devam ederken, Türk azınlığına karşı suç işlemenin, Türkleri katletmenin, hiçbir katilin bulunmamasının, katil zihniyet için bir şeref meselesi olduğunu anlatmak istiyoruz. Anlatmak istediğimiz 3 olay 1930’lu yıllardandır. 70-80 yıl önce işlenen bu cinayetlerde III. Boris faşist rejiminin Türkleri sindirerek korkutma, adalet aramalarının anlamsızlığını dayatma ve kendilerini yaşadıkları topraklardan sökülmeye psikolojik olarak hazırlama baskısını görebiliyoruz. 1984-1989 yıllarında bu baskı çök kısa bir sürede 37 kurban aldı, yüzlerce Türk yaralandı, hastanelere alınmadı, çekilerinden öldü. Yara bugün de açıktır. Bulgaristan’da 2019’da da en önemli mücadele alanı adalet sağlama ve başta azınlıkların hakları olmak üzere, uluslararası insan hakları koşulsuz uygulayarak, insanların eşitliğine ve sivil toplum düzenine dayalı bir toplumsal düzen kurmaktır. Şimdi adaletsizliğin köklerine inelim. Türklere karşı saldırıların yoğunlaştığı 1930’lu yıllarda çok sayıdaki suikasttan üçtanesi saldırıya uğrayanların konumları ve özellikleri itibariyle dikkat çekicidir. Ne Türk ne de Bulgar literatüründe yer almayan adeta unutulan bu cinayetler Kırcaali Koşukavak kazası “Geran Ada” nahiyesi müdürü Hacı Hüseyin oğlu Feyzi Efendi, Kırcaali kazasını Cebiroğulları nahiyesi müdürü Hasan Efendi ve dönemin Bulgar Parlamentosunda buluna Türk Mebus Hacı Galip Oğlu Hüseyin Efendi’ye karşı düzenlenmiştir. Bu cinayetlerin tamamı Türklerin Bulgarlara göre büyük bir çoğunluk oluşturduğu Kırcaali Rodoplar bölgesinde gerçekleştirilmiştir.


50

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Cebiroğulları Nahiyesi Müdürü Hasan Efendi Cinayeti araştırmamıza konu olan ilk cinayet 25 Ocak 1930 tarihinde Kırcaali Kazası Cebiroğulları (Gledka köyü) Nahiyesi Müdürü Hasan Efendi’ye karşı işlenmiştir. Hasan Efendi 25 Ocak 1930 Cumartesi günü öğleden sonra Kırcaali Mestanlı yolu üzerinde üç meçhul Bulgar tarafından katledilmiştir. Olayın duyulması ile galeyana gelen Türk halkı katillerin bir an önce yakalanarak Trakya Komitası hakkında ayrıntılı bilgi için Trakya olarak adlandırılan coğrafi bölge günümüzde, Türkiye Trakya’sı, Bulgaristan Trakya’sı ve Yunanistan Trakya’sı olmak üzere üç farklı siyasi üniteye ayrılmıştır. Türkiye Trakya’sına Doğu Trakya, Bulgaristan Trakya’sı ve Yunanistan Trakya’sına Batı Trakya adı verilir. Bulgaristan’ın Filibe, Hasköy, Kırcaali şehirleri ve doğuda Burgaz’a kadar uzanan toprakları coğrafi olarak Trakya bölgesi içine girer. Bu dönemde çeşitli saldırı ve baskıların yanında Keserova katliamı ve Razgrad olayları gibi çok üzücü olaylar da yaşanmıştır. Günümüzde Kırcaali ili Krumovgrad (Koşukavak) ilçesine bağlı olup 1934’te köyün adı Bulgarca Potoçnitsa olarak değiştirilmiştir. Hadisenin Türk halkı üzerinde yarattığı tesiri anlayan Bulgar Hükümeti harekete geçerek bazı Bulgarları gözaltına almış, katillerin isim ve hüviyetlerinin tespit edildiği, tutuklandıkları Kırcaali Emniyet Müdürlüğü tarafından beyan edilmiştir. Ancak yapılan bu açıklamalar ve alınan tedbirler halkı teskîn etmemiştir. Çünkü daha önceki olaylarda olduğu gibi Trakya Komitasının nüfuz ve tesiri ile bir takım yalancı şahitlerin bulunup katillerin kurtarılacağı düşünülmekteydi. Halk arasında cinayetin adı geçen komitaya mensup kişiler tarafından işlendiğine dair kesin belirtiler ve kanaat da mevcuttu. Trakya Komitasının kararıyla ara sıra köy ve kasabalarda mevki ve nüfuz sahibi Türklere karşı gerçekleştirilen suikastlar Türk halkına korku salmakta, ayrıca katillerin yakalanıp cezalandırılmaması da halkın hükümete olan güvenini sarsmakta ve son çare olarak da Türkiye’ye bir an önce göç etme düşüncesine sebep olmaktaydı. Gelen bilgilerden Trakya Komitasının Türklere karşı suikastlar icra etmek için gizli bir teşkilat oluşturduğu da anlaşılmaktaydı. Bu suretle, kasaba ve köylerde Türklerin ileri gelenleri katledilerek halk korku ve paniğe kapılacak, mal ve mülklerini terk ederek göç edeceklerdi. Böylece Türklerin mallarına bedelsiz bir şekilde sahip olunacaktı. Kırcaali ve çevresindeki Türklerin katledip ve tehdit suretiyle kaçırılıp bunların emlak ve arazilerine bedelsiz bir şekilde sahip olmak örgütün ana hedeflerindendi. Hasan Efendi suikastı Mestanlı bölgesinin resmî yayın organı olan “Mestanlı Bölge Gazetesi”nde de yer bulmuştur. Gazetedeki habere göre


Makale ve Analizler - 2019

51

25 Ocak 1930 cumartesi günü öğleden sonra saat 3’te Cebiroğulları Muhtarı Hasan Hacı Mehmetoğlu Kırcaali’den köyüne doğru at ile yola çıkmış, Arda Nehri’ni geçtikten 100 metre sonra iki bilinmeyen şahıs tarafından kendisine yedi el ateş edilmiş ve bu kurşunlardan bir tanesi Hasan Efendi’nin bedenine isabet etmiştir. Ağır yaralanan Hasan Efendi o dönemdeki askerî hastaneye getirilerek gece yarısı ameliyata alınmış ancak tüm çabalara rağmen kurtarılamayarak sabah saatlerinde hayatını kaybetmiştir. Gazetede ayrıca muhtarın cenazesine çok sayıda Türk’ün katıldığı ve cenazede yapılan konuşmalarda polisin cinayeti işleyenleri bir an önce açığa çıkararak olayı aydınlatmasının talep edildiği bildirilmektedir. Olay Mestanlı’da ikamet eden Türkler ve Bulgarlar üzerinde derin tesir yaratmıştır. Mestanlı, Eğridere, Kırcaali bölgelerinden Türklerin temsilcileri ve ileri gelenleri bölge valisini ziyaret etmişler, vali kendilerine cinayetin aydınlatılacağı yönünde söz vermiştir. Gazetenin verdiği bilgilere göre hemen ertesi gün cinayetle ilgili birkaç kişi gözaltına alınmış, polis yetkilileri de en kısa sürede cinayeti işleyenleri ve arkasındaki güçleri ortaya çıkaracaklarını beyan etmiştir. Ayrıca gazetede cinayetin bir an önce aydınlatılması gerektiği, çünkü olayın barbar ve haince bir cinayet olduğu vurgulanmıştır (Mastanliyski Okrıjen Vestnik, 1930, s. 8). Mestanlı bölgesinin resmî yayın organı olan bu gazetede yer alan bilgiler Türk konsolosluk ve elçilik makamlarının verdiği bilgilerle de örtüşmektedir. Bölgedeki Türk azınlığın çıkardığı gazetelerden biri olan Rodop Gazetesinde de olay derin bir teessürle karşılanmıştır. Aynı zamanda gazetenin sahibi olan Takanoğlu Mehmet Lütfü Bey’in yazısı buradaki Türklerin hissiyatını ve Bulgar Devleti’ne karşı nasıl bir vatandaşlık duygusu içerisinde olduklarını göstermesi bakımından dikkate şayandır. Mehmet Rodop Gazetesi 1929-1934 yılları arasında Bulgaristan’da yayınlanan Türkçe gazetelerdendir. Lütfü Bey gazetedeki 2 Şubat 1930 tarihli yazısında cinayetin nasıl gerçekleştiğini ve Hasan Efendi’nin vefatını anlattıktan sonra Hasan ne için öldürülmüştü? Hasan’ın şahsi düşmanları var mıydı? Sorularına cevap aramıştır. Mehmet Lütfü Bey’e göre Hasan’ın tek kabahati aşırı derecede kanuna riayetkârlığı ve idaresi altındaki bölgede Türk ve Bulgar bütün vatandaşlara eşit muamele yapmasıdır. Daha önceden tamamen Türklerden oluşan Cebiroğulları nahiyesine sonradan yerleştirilen Trakya Bulgarlarının Türk halkını sindirmek için yaptığı türlü türlü ceza ve işkencelere karşı “Çorbacılar patagonyada yaşamıyoruz meşruti bir hükumetin siyasası altında bulunuyoruz, benim idarem altında hiçbir zümrenin kanun aşırı hareketine meydan veremem” diyerek haksızlıklara meydan okuması ve kanunları çiğneyen-


52

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

leri adalete teslim etmek için ilgili makamlara ihbar etmesi Hasan Bey’in Trakya Komitasının düşmanlığını kazanmasına sebep olmuştur. Bu nedenle de Mehmet Lütfü, Hasan Bey’in katlinin tamamen siyasî olduğunu ve her namuslu Türk’ü düşündürecek, her namuskârane hareket edenlerin akıbetlerini hatırlatacak nefret uyandıran bir zulüm olayı olduğunu da ifade etmiştir. Hasan’ın hiçbir şahsi düşmanı olmadığını ve olamayacağını, asil ve civanmert bir adam olduğunu, haksızlıklara boyun eğmeyen, adaleti seven, zulme karşı arslan gibi kükreyen, namuslu, emsalsiz bir Türk genci olduğunu belirttikten sonra herhangi namuslu bir vatandaşın, hakiki bir vatanseverin Bulgaristan’ın menfaatlerini düşünen namuslu bir elin ona kurşun sıkamayacağını, zaten bölge mutasarrıfı muhterem Gospedin Çapkınov ve kasabada yaşayan hakikî Bulgar münevverleri ve vatanseverlerinin bu hadiseden Türkler kadar elzem ve üzüntü duyduklarını ifade etmiştir. Bu bilgilerden Bulgar halkının önemli bir kesiminin de Trakya komitacılarının eylemlerinden memnun olmadıklarını anlamaktayız.Mehmet Lütfü Bey yazısında Türkleri de sakin olmaya eski zamanlardan kalan kin ve intikam duygularından uzak durmaya davet etmiştir. Aşağıdaki ifadeleri Hem Türklerin hem de Bulgarların menfaatlerini nasıl korumaya çalıştığının çok açık bir göstergesidir: Her vatandaş iyi bilmelidir ki Bulgar vatanının ellerine ve ayaklarına vurulan ‘tamirat zinciri’ arasında birde ekalliyetler hukukû vardır. Fakat biz namuslu Türkler hiçbir vakit düşmanlarımız tarafından biz ekalliyetlere verilen hakka dayanarak bir talepte bulunmuyoruz ve bulunmayacağız; çünkü devletimizin kanunları bize lazım gelen hakk-ı hayatı bahşetmiştir. Elhasıl Hasan Efendi’nin hâdise-i katli alelâde bir cinayet değil, siyasî bir cinayettir. Mamâfîğ hükümet-i hâzıranın biz Türkler hakkında takîp eylediği politika ile de taban tabana zıt olduğu kanâatindedir. Binaenaleyh gerek zâbıtamızın ve gerek adliyemizin bu elim hâdise etrafında azami faâliyet ve takîbâtta bulunacağına emin olmak isteriz. Hâdisenin en ince noktalarına varıncaya kadar yapılacak takîbât ve bil netice verilecek cezâdır ki devlet ve kânûn mefhûmlarını herkese anlatacaktır. Biz şimdilik kemâl-i vakâr ve sükûn ile hükümetimizin icrââtına intizar edeceğiz. Mehmet Lütfü Bey Bulgaristan’a I. Dünya Savaşı sonucunda Neuilly Antlaşması ile dayatılan azınlıklarla ilgili hükümleri bile talep etmediklerini hatta Bulgaristan’ın düşmanlarından da “düşmanlarımız” diye bahsederek onların zorlamasıyla hiçbir talepte bulunmadıklarını ve gayet medenî, ağırbaşlı, tutum ve davranışlarına rağmen sağlıklı bir soruşturma ve kovuşturma yapılmadığı anlaşılmaktadır.


Makale ve Analizler - 2019

53

Hasan Efendi cinayeti Türkiye’de de Edirne Milli gazetesinde “Bulgaristan Türklerinin Feryadı” “Mektepleri Kapatılıyor – Türkler Hayatlarından da Emin Değil – Nazarı Dikkati Celbederiz” başlığı altında yer bulmuştur. Edirne’nin coğrafi olarak bölgeye yakınlığı ve cinayetin işlendiği bölgenin Balkan Savaşlarına kadar Edirne Vilayeti’ne bağlı kaza sınırları içinde olması bölgeden gelen haberlerin Edirne’ye daha kolay ulaşmasına sebep olmaktaydı. Gazetedeki yazıda cinayet hakkında bilgi verildikten sonra Hasan Efendi ve bölge hakkında önemli bilgiler verilmiştir. Milli Kongre’de11 Cebiroğulları nahiyesi temsilcisi olan Hasan Efendi “32 yaşlarında, yakışıklı, güçlü kuvvetli, kanuna riayetkârlığı ile tanınmış ateşli bir Türk genci idi”. İdarecisi olduğu Cebiroğulları nahiyesi dört beş sene öncesine kadar tamamen Türklerin meskûn olduğu bir yerleşim yeri iken daha sonra bölgeye Trakyalı Bulgar muhacirler yerleştirilmiş ve epeyce Türk’te Türkiye’ye göç etmişti. Buraya yerleştirilen muhacirler Türk halkını kaçırtmak için türlü işkenceler yapmakta iseler de çok milliyetperver ve cesur olan Hasan Efendi ne pahasına olursa olsun kanun kuvvetiyle fenalıkların önüne durmaktaydı. Hasan Efendi kanun perestliği yüzünden birkaç defa suikasta uğramışsa da kendisine bir zarar gelmemişti. Hatta cinayetten üç ay evvel gündüz vakti Mestanlı şosesi üzerine kendisine kurulan bir pusuya uğramış fakat o sırada başka yolcuların yetişmesi üzerine suikastçılar bir şey yapmağa muvaffak olamamışlardı. Hasan Efendi şimdiye kadar Trakya Komitacıları tarafından aleyhinde yapılan faaliyetleri vaktiyle mutasarrıflığa ve emniyete debildirmişti. Bu nedenlerden ötürü Hasan Efendinin şehadeti tam manasıyla siyasî bir olaydı. Gazetedeki yazıya göre Hasan Efendi yakınlarda yapılacak seçimleri büyük bir farkla kazanarak tekrar nahiye müdürü olacağı bilindiği için ortadan kaldırılmıştı. Habere göre bu kahraman şehidin cenaze alayı da emsalsiz olmuş, Kırcaali’nin hassas halkı yedisinden yetmişine kadar bu muazzez şehidi ellerinin üstünde mezarına kadar taşımışlardı. Hasan Efendi’den geriye biri altı yaşında diğeri üç yaşında iki çocuk ile genç bir eş kalmıştı. Bu hadise bütün Mestanlı Müslümanlarının neşesini kaçırmıştı. Ayrıca namuslu insanların hayatları gayrikanuni teşekküllerin ellerinde taşıdıkları tabancaların tetiğine her an maruz kaldıkça ve bu gayri kanuni teşekküller ulu orta rahatça adam öldürdükçe Rodop Türkleri için Bulgaristan’da yaşamanın imkânı olmadığı da yazının sonunda vurgulanmıştır. Hasan Efendi cinayetinde gerek Türk konsolosluk raporlarında gerekse basında aynı endişelerin hâkim olduğu ve olayla ilgili benzer yorumların yapıldığı görülmektedir.


54

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

55

Hoca Ahmet Yesevi’nin Kur’an Ve İslam Anlayışı Nevzat ÖZTÜRK

Türklerin İslâmiyeti kabulü tarihin önemli hadiselerinden biridir. Bu uzun bir zaman almıştır. Bir toplumun akşamdan sabaha, birdenbire topyekün dinini değiştirmesi mümkün değildir. Türklerin İslâmiyeti benimsemesinde tasavvuf inanışının rolü büyüktür.Türkler arasında İslâm’ın geniş kitleler halinde kabul edilmesi hadisesinde Ahmet Yesevî’nin rolü büyüktür. Ondan önce de başka sûfilerin varlığı muhakkaktır. Ama Ahmet Yesevî’nin yeri başkadır. Diğer bir ifadeyle Ahmed Yesevî, İslâm ve Türk tarihi boyunca yaşamış binlerce sûfiden herhangi biri değildir. O yalnız Türk sûfîliğinin değil, bir bakıma Türk halk Müslümanlığı’nın da adı bilinen ilk öncüsüdür.[1] Ahmet Yesevî, çok sevilen tarîkatiyle Orta Asya Türk boyları arasında İslâm inancının yerleşip gelişmesini sağlayan bir din ve tasavvuf önderidir. Ahmet Yesevi, bugün bile adından saygı ile söz edilen, Türklerin din anlayışına damgasını vurmuş önemli bir şahsiyettir. Onun varlığı, Türk dünyasının hemen her yerinde, Kazakistan’da, Kırgızistan’da, Türkmenistan’da vb. sanki halen yaşıyormuşçasına hissedilir. Daha da ötesi, aradan geçen asırlar, bir yandan Ahmet Yesevi’yi mitolojik bir öge haline getirmiştir; öte yandan da, Türkler’in birbirlerini anlamaları, yeniden tanıyabilmeleri için kendisine sarılacakları bir ortak sembol haline dönüştürmüştür. Ahmet Yesevi bütün Türklerin ortak dili haline gelmiştir. Bu sebepten Ahmet Yesevi, sadece Türkiye için, Türkiye’deki Alevilik-Bektaşilik için değil, bütün Türk dünyası için özel bir önem taşır. Ahmet Yesevi, Arapça’nın bilim dili olarak genel kabul gördüğü, cennetin dilinin bile Arapça olduğu tartışmalarının yapıldığı bir zaman diliminde, Arapça ve Farsça bilmesine rağmen, insanlara İslam’ı anlatabilmek için kendi öz dilini, Türkçeyi tercih etmiştir. Bu tercih, onun doğrudan Kur’an’dan ve Hz. Muhammed’in sözlerinden damıtarak oluşturduğu din anlayışının, Türklerin oluşturdukları Müslümanlık için birinci derecede belirleyici olmasını sağlamıştır.


56

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ahmet Yesevi’den bize intikal eden en önemli miras, onun Hikmetler’idir. Hikmet, veciz bir şekilde “dini-tasavvufi özlü söz” olarak tanımlanabilir. Ahmet Yesevi, İslam’ı, Kur’an’dan ve Sünnet’ten anladıklarını ana dili Türkçe’yi kullanarak manzumeler halinde insanlara anlatmaya çalışmıştır. Divan-ı Hikmet, onun sözlerinin, ona ait olduğuna inanılan manzumelerin toplandığı bir divandır. Hikmetlerin tamamı göz önüne alındığında üzerinde yoğunlaşılan ana konuların Allah ve Peygamber sevgisi, Allah’ın birliği ve sıfatları, öldükten sonra dirilme ve kıyamet, Peygamberin sünneti, zühd ve takva, Allah’ı anma, Yesevi tarikatının adab ve erkânı gibi hususların teşkil ettiğini söyleyebiliriz. Hikmetler, kısaca söyleyecek olursak, İslam’ın yüksek ahlakının damıtılarak insan idrakine sunulmuş halidir. Ahmet Yesevi, ahlak merkezli bir din anlayışının toplumda makes bulabilmesi için çalışmış, konuşmuş ve hikmetler söylemiştir.[2] Kur’an, Hz. Muhammed’in en güzel örnek olduğunu söyler. Ahmet Yesevi’nin, Hz. Muhammed hakkında derin bilgisi olduğunu ve ona samimi bir aşkla bağlı bulunduğunu Hikmetler’inden anlamak hiç de zor değildir: “Ümmet olsan, Mustafa’nın peşinde ol sen; / Dediklerini can ve gönülden hem kıl sen; / Gece ayakta, gündüzleri oruçlu ol sen; /Gerçek ümmetin rengi tıpkı saman olur. / Sünnetlerin sıkı tutup ümmet ol sen; / Gece gündüz selam verip ülfet ol sen;/ Nefsi tepip mihnet erse, rahat ol sen; / Öyle aşık iki gözü giryan ol sen”.[3] “Muhammed’in bilin zatı Araptır; / Tarikatın yolu bütün edeptir. / Hakikat bilmeyen insan değildir; / Biliniz hiçbir şeye benzemezdir./ Muhammed’i tavsif etsem kimine/ Anasının bil sen Amine/ Atasının adı Abdullah idi; / Anadan doğmadan ölmüş idi”. (Eraslan , 279 vd.) Bu Hikmet bütünüyle Hz. Peygamber’in hayat hikayesine tahsis edilmiştir. Bir başka Hikmet’te Hz. Peygamber ile ilgili duygularını şöyle dile getirir Ahmet Yesevi: “Onsekiz bin aleme server olan Muhammed; / Otuzüç bin ashaba rehber olan Muhammed. / Çıplaklık ve açlığa kanaatli Muhammed; / Asi, cani ümmete şefaatli Muhammed. / Gece yatıp uyumaz, tilavetli Muhammed; / Gerip ile yetime mürüvvetli Muhammed. / Yoldan azan şaşkına hidayetli Muhammed; / İhtiyaç olsa kime, kifayetli Muhammed. / Ebu Cehl, Bu Lehep’e siyasetli Muhammed; /Melametin sabunu, selametli Muhammed. / Namaz, oruç kılıcı, ibadetli Muhammed; / daim tespih diyici, riyazetli Muhammed”. [4] Ahmed Yesevî, küçük yaşta Kur’an’ı öğrenmiş ve böylece hayatı boyunca bağlı kalacağı bir kaynağı içine sindirmiştir. Onun düşünce dünyasında Kur’an’ın yerine ilişkin ilk tespitimiz, Kur’an’a olan hizmetidir. Bununla, kabaca, bir âlimin veya müellifin yaşadığı toplumda Kur’an’ın öğrenilmesi,


Makale ve Analizler - 2019

57

anlaşılması ve yaşanması için çaba sarfetmesini kastediyoruz. Bu hizmeti talebelerine okutarak, öğreterek, halka anlatarak, tebliğ ederek, eserlerinde delil olarak kullanarak veya meal ve tefsirini yaparak yerine getirebilir. Hiç şüphesiz Müslüman âlim ve önderlerinin ilim, irşad ve tebliğde ilk kaynağı Kur’an’dır. Yesevî’nin de buna uyduğunu ve halkını Kur’an’la buluşturmaya çalıştığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Hizmetleri öğrenci yetiştirmek, halkı dine irşad etmek ve dine çağırmak olup bu konuda en iyi telkin gücü olarak da Kur’an’ı (ve hadisleri) başvuru kaynağı almıştır.[5] Önce kendi sözlerine bakalım. Divân-ı Hikmet’in 147. hikmetinin ilk kıtası şöyledir: Koştamaydı-av ğalımdar sizdin aytgan Türkini/Ariftardan esitsen aşar köngil mülkini/Ayet, hadis mağınası Türkişe bolsa kolaylı/Mağınasına jetgender jerge koyar börikin../Miskin, alsiz Koja Ahmet, jeti atana rahmet/Parsi tilin biledi, köp aytadı turigin /(Hoş görmemekte âlimler sizin dediğiniz Türkçe’yi/ Ariflerden işitsen açar gönül ülkesini /Ayet hadis anlamı Türkçe olsa kolaydır/Anlamına yetenler yere koyar börkünü../Miskin, halsiz Hoca Ahmet yedi atana rahmet/Farsça’yı bilir ama Türkçe çok söyler) Yukarıdaki dörtlükten bazı önemli ipuçları çıkarıyoruz. İlk olarak Ahmet Yesevî’nin Kur’an anlayışına bir işaret vardır. Buna göre Kur’an, ona inanan herkes tarafından anlaşılması gereken bir kitaptır. Yalnız anlaşılma yetersizdir, aynı zamanda dini-ahlaki yaşantıyla uyum gerekir.[6] İşte bu hedefe ulaşabilmek için ayetlerin geniş tefsirinden ziyade basitçe anlamına özellikle de mesajını yansıtmaya çalışıyor. O, sadece ulemanın anlaması ve yorumlamasına kalmaması gereken bir kitaptır. Müslüman halk da kitabını kendi dilinden anlamalıdır. Bu nedenle Yesevî’nin hikmetlerinde derin bir tefsir yoktur. Aşağıda da görüleceği üzere, o, genellikle seçtiği ayetleri anlatacağı konularla ilişkilendirmiştir. Burada amacı insanların basit seviyede Kur’an’ın mesajından haberdar olmalarını sağlamaktır. Bu Kur’an anlayışı, daha geniş perspektiften baktığımızda, bizi, onun din anlayışına götürür. Ona göre dinin temelinde kitap vardır. Kitap müminlerin hepsine ortak hitap eder. Müminler dinlerini Kur’an’dan ve onun mübelliği ve uygulayıcısı olan Hz. Muhammed’den öğrenmelidir. Nitekim daha ilk hikmetinde, “Ayet ve hadisi her kim dese, kulak ver” diyerek bu durumu açıkça dile getirir. Hikmetlerin sonundaki Münâcâtnâme’de ise “Benim hikmetlerimin madeni hadistir, … Benim hikmetlerimin fermanı Sübhan’dır, Okuyup bilsen manası Kur’an’dır” diyor. Böylece hikmetlerin iki temel kaynağının Kur’an ve hadisler olduğunu açık bir dille vurgular.


58

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ahmet Yesevî’nin din anlayışında Kur’an-sünnete bağlılığı kesindir. Fakat bu noktada onun da diğer mutasavvıflar gibi dinde şeriat-tarikat ayrımını kabul ettiğini görüyoruz. 147. hikmetin ikinci kıtasında açıkça bunu dile getirir: Kazı, müfti, moldalar şeriğattın jolında/Arif ğaşık alıp tur tarikattın biigin/Ğamal kılğan ğalımdar dinimizdin şırağı/Pırak miner makşarda kisayta kier börigin/(Kadı, müftü, mollalar şeriatın yolunda/Arif âşık tarikatın yüceliğini alır/Ameli olan âlimler dinimizin çırağıdır/Burağa biner mahşerde, yan giyer börügü)[7] Tasavvuf tarihine damga vurmuş olan bu din anlayışı, Yesevî’nin düşüncesinde de en derin anlamıyla yerini almıştır Ahmet Yesevi’nin yukarıda yer verdiğimiz kıtadan(Koştamaydı-av ğalımdar sizdin aytgan Türkini/Ariftardan esitsen aşar köngil mülkini/Ayet, hadis mağınası Türkişe bolsa kolaylı) çıkardığımız bir diğer netice, Kur’an’ın tercümesi ve Arapça dışındaki dillerle tefsir yapılmasının tarihine dikkat çekici bir nottur. Bilindiği gibi Kur’an’ın başka dillere tercümesinin yapılıp yapılamayacağı çok eski bir tartışmadır. Hicri II. yüzyılda yani büyük imamlar döneminde, tercüme ile ibadet olup olmayacağı meselesi ön plana çıkmış ve Kur’an’ın tercümesine hoş bakılmamıştır. Ayrıca zaten ilim dili olarak Arapça hâkimiyeti vardı. Daha sonraları ise Arapça dışındaki dillerle Kur’an’ın manalarının ifade edilemeyeceği endişesi ile tercümeye hoş bakılmamıştır. Yeri gelmişken Kur’an’ın ilk Türkçe tercümelerinin tarihinin 11. yüzyıla kadar yani Yesevî’nin zamanından biraz öncesine kadar gittiğini hatırlatalım.[8] İlahiyatçı, Prof.Dr.Hasan ONAT’a kulak verelim: “Ahmet Yesevi’nin Türklere hediye ettiği “ahlak temelli İslam” anlayışı, Türkiye’nin ve Türk Dünyasının içinde bulunduğu koşullar açısından özel bir önem ve anlam taşımaktadır. Türkiye’de, bizi bir arada tutan, yüksek güven kültürü yaratılmasında etkin olan temel ortak paydanın günden güne eridiği düşünülürse, gerek uzlaşı kültürünün yaratılmasında, gerekse dinin, laiklik ve demokrasi ile çatışma zeminine sürüklenmeden yeniden toplumu bir arada tutan temel değer ve insanın yaratıcı yeteneklerinin etkin olmasını sağlayan bir motivasyon kaynağı olarak inşa edilmesinde Ahmet Yesevi’nin bize söyleyeceği çok şeyler olacağını/ olması gerektiğini söyleyebiliriz. Ahmet Yesevi, Kur’an’ın ruhu diyebileceğimiz yüksek ahlaki değerleri Hikmetler’nin içinde eritmiştir. Onun aradan geçen asırlara rağmen, mitiolojinin zırhının içinde de olsa, dipdiri, taptaze kalmasını tesadüflerle izah etmek pek mümkün değildir.


Makale ve Analizler - 2019

59

Ahmet Yesevi’nin din anlayışının köklerini de hesaba katarak düşünecek olursak, onu, adı ne olursa olsun, herhangi bir mezhebin, meşrebin, tarikatın dar sınırlarına hapsetmenin onu anlamamanın ötesinde, ona yapılabilecek bir haksızlık olduğunu düşünebiliriz. İşin gerçeği, kendini bilmeyi, adam olmanın, Tanrı’yı bilmenin ilk adımı olarak gören, “Sünnet imiş, kafir de olsa incitme sen; / Hüda bizardır katı yürekli gönül incitenden” diyebilen bir gönül adamını, insan olmanın zirvesinde, Tanrı’ya yaklaşmış, ya da Tasavvuf dilindeki “ene’l- Hakk” sırrını keşfetmiş farklı bir dil, farklı bir akıl, farklı bir boyuttaki insan olarak değerlendirmenin dışında herhangi bir ifade yolu bulmak pek mümkün olmamaktadır. Hele hele onu, farklı bir dil olan “melamet”ten yola çıkarak “gulat” çizgiye indirgemeye çalışmak, tam anlamıyla bir kadirbilmezlik olacaktır. Türkiye’nin sorunları, büyük ölçüde kendimizi, tarihimizi ve biz biz yapan değerleri, ne kadar doğru bilip bilmediğimizle ilgili olsa gerektir. Biz, kendi modernitemizi kendimiz yaratmak zorundayız. Bunu yapabilmenin yolu, köklerimizi, kök değerlerimizi doğru anlamak ve onları evrensel ölçekte yeniden üretmeyi başarmaktan geçmektedir. Türkler, yaşayabilmek için tarihin öznesi olmak zorundadırlar. Bunun için üst seviyede bir tarih bilgi ve bilincine ihtiyaç vardır; dinin insan aklına ve iradesine destek olmasına ihtiyaç vardır. Dine rağmen çok fazla bir şey yapılamayacağını artık anlamak gerekmektedir. Ahmet Yesevi, Hacı Bektaş Veli, Mevlana, Yunus Emre, adeta zamana karşı direnerek, gelecek inşa etme iradesine sahip yaratıcı yeteneklerin kendilerine ulaşmasını beklemektedirler. Geçmişi olmayanın geleceği de olmaz. Sağlıklı bir gelecek, geçmişin tecrübesinden yararlanılarak ve geleceği iyi okuyarak kurulabilir.”[9] Çok kıymetli okuyucularım hepinizi Allah’a emanet ediyorum. Okuyunuz, okutunuz. Selam ve saygılar… [1] Ahmet Yaşar Ocak, Türk Sufîliğine Bakışlar, İletişim Yayınları, İstanbul, 1999, s. 65 [2] http://www.hasanonat.net/index.php/89-ahmet-yesevi-nin-din-anlay-s-ve-bektasilikteki-bazyans-malar/07/01/2019 [3] Eraslan, kemal, “DİVAN-I HİKMET – SEÇMELER”,Kültür Bakanlığı Yay. Ankara, s:215 [4] Kemal Eraslan, “DİVAN-I HİKMET – SEÇMELER”,Kültür Bakanlığı Yay. Ankara, s:287 [5] Emine Yeniterzi, “Ahmed-i Yesevî’den Öğütler”, Türkiyat Araştırmaları, sayı 3, Konya 1997, s. 71 vd. [6] İsmail ÇALIŞKAN, “Ahmed Yesevî Düşüncesinde Kur’an’ın Yeri –Bir Gönül Erinin Mısralarına ‘Ruh Veren’ Ayetler”. Türk Dünyası Bilgeler Zirvesi: Gönül Sultanları Buluşması. 26-28 Mayıs 2014. Eskişehir 2013 Türk Dünyası Kültür Başkenti Ajansı (TDKB). Eskişehir, ss.421-434 (http://bilgelerzirvesi.org).


60

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

[7] İsmail ÇALIŞKAN, “Ahmed Yesevî Düşüncesinde Kur’an’ın Yeri –Bir Gönül Erinin Mısralarına ‘Ruh Veren’ Ayetler”. Türk Dünyası Bilgeler Zirvesi: Gönül Sultanları Buluşması. 26-28 Mayıs 2014. Eskişehir 2013 Türk Dünyası Kültür Başkenti Ajansı (TDKB). Eskişehir, ss.421-434 (http://bilgelerzirvesi.org). [8] Abdulkadir İnan, Kur’an-ı Kerim’in Türkçe Tercümeleri Üzerine Bir İnceleme, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 1961; Müjgan Cunbur, “Kur’an-ı Kerim’in Türk Dilinde Basılmış Tercüme ve Tefsirleri”, Diyanet İlmi Dergi, 1961, s. 123-141; Mehmet Kara, “Doğu ve Batı’da Türkçe Kur’an Tercüme ve Tefsirleri”, Diyanet Dergisi, Temmuz-Eylül 1993, cilt/yıl 29, sayı 3, s. 25-36; Suat Ünlü, “Kur’an-ı Kerim’in Türkçe’ye Çevrilmesi ve İlk Türkçe Kur’an Tercümeleri”, Dinî Araştırmalar, 2007, cilt: IX, sayı: 27, s. 9-56; Mustafa Özkan, “Eski Anadolu Türkçesi Döneminde Yapılmış Kur’an Tercümeleri”, Tarihten Günümüze Kur’an’a Yaklaşımlar, İstanbul 2010, s. 517-558 [9] http://www.hasanonat.net/index.php/89-ahmet-yesevi-nin-din-anlay-s-ve-bektasilikteki-bazyans-malar/07/01/2019


Makale ve Analizler - 2019

61

Kibir Patlaması

Tarih: 08 Ocak 2019 Yazan: Nedim AKIN Konu: Büyük yangınlar kıvılcımla başlar. Her şeye bir kulp takan Bulgar makamları, halk ruhunda KİBİRİN rolünü, patlama ve isyana teşvik, hatta sürükleme gücünü ya bilmiyorlar ya da dikkate almak istemiyorlar. Bulgaristan’da şimdiye kadar başarılı bir isyan olmadığından “bunu da bastırırız” düşüncesi de ağır basıyor olabilir… 7 Ocağı 8 Ocağa bağlayan o dondurucu gecede Filibe (Plovdiv) ovası uyumadı. Trakya’nın göbeği sayılan Meriç (Maritsa) ırmağının buzlu yakalarına sürtüne sürtüne aktığı bir anda Voyvodina, Trud ve Maritsa köy ve kasabalarında hiç beklenmedik bir anda öfke patlaması oldu. 2 Çingene genç karlı yolda yürürken arkadan gelen ve bir askeri subay tarafından sürülen araca yol vermeyince çıkan kavgada ağır bıçak yarası alan subay hastaneye kaldırıldı. Bulgarlar birlik olup yumruk sıkarak meydanlara toplandı. Olayın öncesi de şöyle: Yaralanan ve karda yatan subaya Bulgarlar yardım etmezken, subay acil servise yaşlı Çingeneler tarafından götürüldü. Benzer olaya, Levski kasabasında da rastlanmıştı. Bulgarlarda “aman bana bir şey olmasın” psikolojisinin yeniden yerleşmeye başladığı dikkati çekiyor. Gerçek şudur, Bulgarlar kahramanlarını kazadan sonra olayı abartarak yaratma taktiği uyguluyor. Sonra da olaya politik süs veriyorlar ve düşmanlık kışkırtıyorlar. Bu ilk olay değildir. Daha önce de yine Filibe’ye bağlı Katunitsa köyünde benzer olaylar yaşanmış, çıkan kavgalarda ölen ve yaralananlar ve onların cenazeleri ve anma törenleri olayı kızıştırdıkça kızıştırmıştır, adi suç olaylarına politik süs ve anlam verilerek etnik kızışmaya neden olunmuştu. Bu uygulama olaylara çözüm getirebilir mi? Bu nefret ve öfke dolu olayların analizini yapanlar mistik sır düğümünü çözemiyor. Sahte lider arayışları, kışkırtıcı bulma babaları kızışma köklerine inmelerine engel olurken, gerginlik artıyor. Saldırılar daha şiddetli ve daha kanlı oluyor. Çingene (Romen) nüfusun kavga meydanına toplanmasına yeterli bir ıslık yeterli oluyor.


62

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu patlamaların mistik (his ve seziş) esasında, tehlike duyumsayarak olduğu dikkati çekiyor. Düşünmeden, sebeplerine inmeden meydana gelen bu kitlesel patlamaları, Çingene kitlenin balta, satır, çapa kürek, kosa ve demir çubuklarla silahlı güçlere karşı başkaldırışında kin ve kibir patlamasının rolü çok güçlü oluyor. Aynı zamanda Trakya köylerinde duygusal mantık ile (tehlike altındayız) duyumsamasından uyanan ve hemen kenetlenen kolektif mantık da hareketleniyor. Duygusal mantığa karşı hoparlörlerden yapılan çağrılar, polislerin zorlaması, havayı fişekler, propaganda yöntemleri yani rasyonel mantık sökmüyor, etkisiz kalıyor. Burada dini ve siyasi inançtan söz edilemez. Bulgaristan’da sözde demokrasi ortamında gelişen kitle olaylarında duygusal olanın sarıldığı güç, geleneklerle birlikte elde edilmiş olanı, var olanı savunma azmidir. Var olansa bu durumda, Çingene kulübesi, kulübenin yanındaki ahıra bağlanmış at, kulübe içindeki çocuklar, duvarda asılı müzik aleti ya da yatak altındaki akordeon, davul ya da yastık altındaki kutuda korunan klarnettir. Burada başka bir inançtan söz edemeyiz. 1962’de isimleri değiştirilen ve isterseniz Kiliseye de girebilirsiniz haberini alan Bulgaristan’daki Çingene nüfus, Bulgar Hristiyan adetlerine bağlanmadı. Onları ilgilendiren İsim günlerindeki sofra artığı ile ölüleri anma günlerinde mezar taşlarına dayanan sarıp sarmalanmış börekler ve rakı şarap dolu şişelerdir. Son yıllarda Çingenelerin kutsalı da “Çalga” müziğidir. Adını “çalgıdan” alan ve Türk nihavent makamı eserlerinin nefesli müzik aletleriyle çalınmasından Hırvatistan ve Sırbistan’da geçen yüzyılın sonlarında ruhu saran ve Bulgaristan Çingene müzik orkestralarınca daha da geliştirilen ve Bulgar halkı tarafından da çok sevilen bu müzik türü, Bulgar halk müziği ve şehir müziği geleneklerini rafa kaldırttığı için, hışıma uğradı, radyo ve TV programlarında çalınması yasak, ama düğünlerde bayramlarda ve kutlamalarda halkı coşturan, kaynaştıran ve içtikçe içiren sihirli müziktir. Bulgar nüfusunda ikinci büyük etnik grubu oluşturan Çingenelerin okula, hocaya ve papaza gitmeden, sözde sürekli modernleşen ve Avrupalaşan ama hiçbir yasayı tanımadan ve onlara uymak da istemeyen Çingene toplumu, devletin uygulamaya çalıştığı ahlaktan tamamen farklı, onun dışında ve ancak içinde bulunduğu mistik durumun etkisi altında oluşan kurallara göre yaşamayı kılavuz edinmiştir. Ne ki, insanlık tarihinin derin analizlerinde halk hareketlerinin gücü ancak bu gibi kaotik ortamlarda oluşmuş ve kitleleri sürüklemiştir. Biz bu vatandaşların sanki son kalelerimizi savu-


Makale ve Analizler - 2019

63

nuyoruz inancıyla, ölüme hazır bir kararlılıkla, gözü dönmüş bir durumda can feda etmeye hazır olduklarını görebiliyoruz. Bu durumda, bizden ve bizden olmayan, Bulgar ve Bulgar olmayan gibi bir totaliter düşünce biçimiyle yüzleşiyoruz. Buradaki saldırganlığa gerekçe olan ise, devlet gücü kullanarak veya halkı hareketlendirerek, toplu istekler öne sürerek, öteki olan (bizden olmayan) üzerinde nasıl hakimiyet kurup onu tamamen ezmeye hareketlenişi beslendiğine ve yüreklendirdiğine tanık oluyoruz. Çünkü polis ve jandarma ilk saldırganın kim olduğuna, ilk yumruğu vuranı, silah çıkaranı, hançere sarılanı, küfür edeni araştırmıyor. Çingenelerle kavgalarda tutuklanan “suçlu” Bulgar yok. , Çingenelere karşı kitle mitingi yapan Bulgar köylü ve kentlilerini de dağıtmıyor. Muhtarları tek taraflı demeçleri ve kışkırtıcı beyanlarından ötürü uyarmıyor ve belediye ve devlet erkini her defasından Bulgar ırkından yana seferber ediyor ve kışkırtıyor. Bu temel üzerinde de polis ve jandarma saldırıları meşru ve haklı gösterilmeye çalışılıyor. Irkçı yaklaşımda esas olan bir de son yıllarda moda olan yabancı olana (bizden olmayana) karşı duvar çekmektir. Bu duvarlar ilk önce Todor Jivkov diktatörlüğü zamanında Kazanlık ve İslimye (Sliven) çingene mahalleri etrafına, 1.5 metre yüksek saç set şeklinde çekilmişti. Şimdiki muhtarlık ve belediye Başkanı uygulamalarından Çingenelerin yaşadığı Gettoların genişlemesini önlemek, Çingene nüfusa belediye arazilerine yeni kulübe inşa etme hakkı tanımama şeklinde güç topluyor ve sözde izinsiz evlerin yıkılmasıyla sonuçlanıyor. Bunu Gırmen köyü ve Filibe (Plovdiv) örneklerinde gördük, şimdi de “Maritsa” şehrinde yıkım hazırlıkları yapılıyor. Bulgaristan’ı terk edenlerin 4 milyona yaklaştığı şu dönemde, Çingene mahallerindeki yolsuz, susuz, okulsuz, sağlık merkezi olmayan kulübe kavgasında başka bir gerçek var. Çingeneler hayvanları ve çocuklarıyla oturdukları mıntıkaları elde edilmiş topraklar hissediyorlar ve göçebelikten vaz geçeli mahallerini terk ediyorlar. Bu mahallerdeki ruhsal havayı yaşatan ise ne din, ne de tiyatro, yalnız ve sadece onların gönüllerinden kaynayan öz müzikleridir. Bu müziği onlar geleceğe taşımak istiyorlar. Onların inançlarına göre bugün kötü yaşıyorlarsa gelecekte de kötü yaşayacaklar, fakat müzik sayesinde manevi yaşayışlarını daha iyi ve daha yüksek bir boyuta taşıyabilirler. Sosyolojik araştırmalar Bulgaristan’da yaşayan Çingene nüfusun özgürlük istemediğini tespit etmiştir.


64

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Okula gitmemek, cahil kalmak, Bulgarcayı kabul etmemek, Bulgar yasalarına göre yaşamamak da bir tür özgürlüktür onlar için. Düşünmemek de bir özgürlüktür. Büyük hırsızların dolandırıcılığını, devletin çöküşünü görmek istememek de bir başka özgürce tavırdır. Bu bakıma onlar cahil kalma “özgürlüğünden” yararlanıyorlar ve bu durumun toplumun geleceğini körelteceğinden ilgilenmiyorlar. Son yıllarda Bulgaristan’ın başına dert olan İstanbul’da imzalandığı için “İstanbul Anlaşması” olarak geçen, halkın ağızında ise “jender” sözleşmesi olarak gevelenen ve sert protestolara neden olan gelişmelerde Çingene nüfus devlete ve hükümete karşı başkaldırdı ve geleneksel yaşam kurallarını korudu. Çingeneler kendi GETTO yaşamında egemen olmak istiyorlar. Çingene kibrinde bir büyüklenme ve böbürlenme yok. Fakat onlar kibirlerinden vaz geçerlerse yok olacaklarını seziyorlar. Polis ve jandarma saldırılarını onuruna yediremeyenler, tutuklama listesi çıkınca hemen gidip teslim oluyor ve “cezalarını” çekiyorlar. Fakat hapishaneler Çingene dolu olduğundan dolayı, bu kapalı rejim ortamlarında Çingene kibrinin ülke çapında tüm GETTOLARı saran mücadele ağı örülüyor. Kibir daha da büyüyor. Haksızlık ve adalet anlayışı gelişiyor. Öteki olma ve direnme bilincinin duygusal yapısı oluşuyor. Bu gelişmeler ışığında biz Bulgaristan Çingene ortamında dünya görüşünün ters döndüğünü görebiliyoruz. Demokrasi koşullarında ilk dönem kabaran liberal esinti yerini, neofaşist hortlamaya bırakırken, Çingeneler tıklatacak kapı bulamadı. Sözde “Yurtsever Cephe” kodamanlarının etnik sorunlardan sorumlu bakan ve Başbakan Yardımcılığına yükselmesinden sonra, sosyalist parti ve hak ve özgürlükler partisi temsilcileri de ceplerine 2 bira ve 5 köfte parası koyup Gettolara uğramaz oldular. Çingeneler, tarihi ters anlatan ve şehitlerden söz etmeyen ve çilelerin üzerine kalıp vazelin kremi süren o konuşmacılara zaten inanmıyordu. Zamanlar değişse ve ellerine fırsat geçse Çingene Gettolarının birer ikişer ateşe verileceğini önceden biliyorlardı. Bu memlekette büyük düğün ve 2-3 kat ev kaldıran Çingenelerin hepsinin başına bela gelmiştir. Çingenelere her zaman gece karanlığında köprüyü geçene kadar “dayı” denmiştir. Bizans devrinden beri bu topraklarda Bulgarlarla beraber yaşayan Çingeneler, onları kalın kafalı, böbürlenmeyi seven, başkasının olana el atmayı seven ama kendinden kıymık kopartmayan tipler olarak bilir. Şimdiki ortamda çakal çukal tiplerin polis amiri oluşuna, muhtar makamına yerleşme-


Makale ve Analizler - 2019

65

sine ve seçimden önce vaatlerde bulunarak kandırdıklarına ters bakmasına tahammül edemeyen Getto kamuoyu kibir toplamış ve her an 28 ilin herhangi bir köyünde ve kasabasında olay yaşanıyor. Basın, radyo ve TV bu olaylara dikkat çevirmese de, yarısı dış ülkelerde yaşayan ve barınan Çingeneler birbirlerini hemen haberdar ediyorlar. Oluşan yeni ortamda köy arası, belediye arası ve ülkeler arası sınır kalkmış durumda ve ırkçılığa karşı mücadele de hemen tüm kitleyi elektriklendiriyor. GETTO hareketlenmesi, özellikle de 2016 Asenovgrad, 2017 İslimiye (Sliven), 2017 Kurtovo Konare ve İhtiman şehri olaylarından sonra, spontane patlamalar dediğimiz, lidersiz yerel isyanlar, bir yönetici olmadan taban örgütlenmede kurt yenikleri olduğunu ortaya koydu. 2017’de yapılan erken genel seçimlerde HÖH partisi de 2-3 Çingene lideri meclise taşıyamadı. Eski liderlerin dolandırıcılık konularındaki kirli çamaşırları daha büyük hırsız ve rüşvetçiler tarafından ipe serilince, seçilmediler. Çingeneler, adı çıkmış dolandırıcılara oy vermiyor. Kendileri dilenmekten geçinseler de, biz “kendi hakkımızı” istiyoruz, inancıyla dileniyorlar. Bulgaristan’da Çingenelerin dini inançları çok zayıf ve yetersiz olduğundan onları telkin yoluyla etkileme, onlara yeni fikirler aşılayarak bir yere varma yolu kapalıdır. Burada hareketlenen yığının bilinçten uzak, siyasetten uzak, ne de yapsa hiç bir şey olmayacağına inanmış bir kitlenin duygu dalgalarının etkisi altında fışkırdığını, celallendiğini ya da uyuz yaşamına devam etmeyi seçtiğini izliyoruz. Kuşkusuz biz Bulgaristan’da Çingene hareketlenmesi konusunda gölgede çalışanlar olduğuna da dikkat çekiyor. Tarihçilerin ve sosyologların onlara anlattıklarının pek etkileyici olmadığını, yaşam kurallarını kitaptan değil, savaşımdan, hayat kavgasından öğrendiklerini görmeyen yok. Bu nedenle, getto çamurundan, bulaşık suyu kokusundan, kuru ekmek yemekten kurtulup yükselmiş Çingenelere, çalgıcılara, at yarışlarında birinci olanlara, iz bırakmadan vurgun yapanlara, kızını yüksek fiyattan satanlara, büyük sofra kuranlara sevgi ve saygının sonsuz olduğunu da görüyoruz. Devam edecek. Yeni konu: “Çalga” müziği – sol mudur? Sağ mıdır? 2019’da işleyeceğimiz bu konunun genel başlığı: “KOMŞUNUN EVİ YANARKEN ATEŞ BİZE DE SIÇRAR” Lütfen paylaşınız.


66

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

67

Kâzım Memişev

Tarih: 08 Ocak 2019 Yazan: Filiz SOYTÜRK Konu: Yazarlarımızdan Kazım MEMİŞEV’İ anarken Ölümünün 15. Yılında arkadaşımızı saygıyla anarken. Eski Cuma’nın (Tırgovişte) Buynova köyünde 1933’te doğdu. İlköğretimini köyünde, liseyi de Şumnu’da bitirdi. 1958 yılında Sofya Üniversitesinin Türkoloji Bölümünden mezun oldu. 33 yıl gazetecilik yaptı. “Halk Gençliği”, “Yeni Işık”, “Yeni Işık.- Nova Svetlina”, “Svetlina” gazetelerinde çalıştı. 1990 yılından sonra bir yıl “Hak ve Özgürlük” gazetesinde görev aldı. 1992-1993 yıllarında da Eğitim ve Bilim Bakanlığında Türkçe Eğitim Uzmanı olarak çalıştıktan sonra emekliye ayrıldı. İlk hikâyelerini üniversitede okuduğu yıllarda yazdı ve ilk hikâye kitabına da “Kalbimin Sesi” adını verdi. Çocuk hikâyelerini de “Açıl Uzay” kitabında topladı. Bir süre “Balon” başlıklı küçük bir çocuk dergisi de çıkardı. Çocukların anlayabileceği bir dille yeni eserler yazdı. Bulgaristan’da kullanılmasına izin çıkmasa da, K. Memişev’in hazırladığı Türkçe ders kitabı Almanya’daki Türk okulları programına alındı. 1.Memişev Bulgaristan’da çocukların gönlünü kapan Türkçeyi en iyi kullanan yazarımızdır. Bunu kanıtlamak için Okuma Kitabı’nın önsözünden bir alıntı okuyalım: MERHABA ÇOCUKLAR Sizi gördüğümüz için sevinçliyiz. Bu yıl da kitabı zevkle okunacağına inanıyoruz. Bu yıl daha meraklı daha bilgili olacaksınız. Hepiniz daha da büyümüşsünüz. Kendinize güvendiğinizi de göreceksiniz. Demek ki bu yıl düşündüklerinizi, hissettiklerini daha iyi anlatacaksınız. Merak ettiklerinizi daha rahat soracaksınız. Yetişmenizde bizlerin de katkısı olduğunu düşünerek sevineceğiz. Size bu yıl bakın neler hazırladık: tatlı öyküler, sıcak masallar, sevgi dolu şiirler, ilginizi çekecek bilgiler…. Türkçemizin gelişmesinde size yardımcı olacağımız için çok mutluyuz. Bu yıl da geçen yıl olduğu gibi neşeyle çalışınız. Haydi çocuklar görelim sizi. Yolunuz açık olsun, başarılar. *** Bulgaristan’da resmi dil Bulgarcadan sonra en fazla konuşulan dil Türkçedir. Bölgede Türk egemenliğinin 141 yıl önce sona ermesinden sonra


68

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Türkçe ve Türklük ayaktadır. Çocuklar arasında bu gerçekliği yaşatabilmek için toplam 168 çocuk dergisi ve yayını gerçekleştirilmiştir. Bu çabalar, Bulgar devletinin Türk dilini yasaklama, Türk kimliğini kurutma tuzaklarına karşı koyarak sürmüştür. Türkçe’nin ülkede 2. Resmi dil olması zorla önlenmiştir. Türkçeyi geliştirip yayma çalışmalarında öğretmen eğitmenler kadar basın yayın işçileri de aktifti. Gerek basın organlarında gerekse Eğitim ve Öğretim Bakanlığı görevlisi olarak K. Memişev’in rolü ve katkıları olağanüstü büyük oldu. Emeklilik yıllarında da “Balon” dergisini çıkararak, Bulgaristan’ın dört bir yanında Türkçe derslerine gönüllü giren öğrenciler arasında karşılıklı etkileşim yaratmayı sağlamıştı. O, hayatının sonunda “Bizim çocuk Türkçe biliyor. Türkçe dersine gitmese de olur!” zihniyetine karşı Aktif Anneler hareketini örgütledi. 1994 – 2004 yılları arasında çıkan “Balon” dergisi Bulgaristan Türk çocuk dergileri arasında en niteliklisi olarak kaldı. Günümüzde Bulgaristan’daki kardeşlerimiz arasında en önemli ve çok acil çözüm bekleyen sorun: Zorunlu anadil eğitimidir. Anadilimiz Türk kimliğimizin özüdür. Kazım Memişev’in çocuk öykülerinden sizin için seçtik: ÖDEV Ahmet, okuldan eve döndü. Çok öfkeliydi. Çantasını odaya fırlattı. Dedesi: – Ne oldu gene çocuğum, dedi. – Gene ödev, gene ders! Versinler yapmayacağım… Dedesi hiçbir şey demedi. Biraz düşündükten sonra: – Seninle dışarı çıkalım. Biraz gezelim, dedi. – Haydi dede, haydi çıkalım! – Yola çıktılar. Biraz gezdiler. Sonra dedesi onu bir dokuma atölyesine götürdü. Atölyede sıra sıra tezgâhlar vardı. Hepsinde türlü renkte kumaşlar dokunuyordu. Herkes çalışıyordu. Ahmet, işçi kadınlardan birine yaklaştı. Selam verdi. Sonra: – Siz ne yapıyorsunuz abla, dedi. – Kumaş dokuyoruz, dedi işçi kadın. – Dokumasanız olmaz mı?


Makale ve Analizler - 2019

69

– Hiç olur mu? Elbette olmaz. Kumaş dokumak bizim ödevimiz. Ödevimizi yapmazsak insanlar ne giyecek? Sonra Ahmet ile dedesi hastaneye uğradılar. Dedenin bir doktor dostu vardı. Onun odasına girdiler. Doktor güler yüzle: – Buyurun, dedi. Torununuz mu? – Siz ne iş yapıyorsunuz, dedi Ahmet. – Hastaları tedavi ediyorum. Bu, benim ödevim. – Ödevinizi yapmasanız olmaz mı? – Biz ödevimizi yapmazsak insanlar ölürler. Akşam olmak üzereydi. Eve döndüler. Dedesi: – Ne yapacaksın çocuğum, diye sordu. Ahmet bir an düşündü. Cevap verdi: – Ödevimi yapacağım dede, dedi. Kazım Memişev. Çocuklarımızı Türkçe derslerine yazdırınız. Çocuğunuzun anadilini okuması için Okul. Müdürüne zamanında dilekçe veriniz. Fidanı sulayan meyve toplar. Paylaşmayı unutmayınız.


70

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

71

Ismarlama Şiir Yazılmaz

Tarih: 09 Ocak 2019 Yazan: Neriman Kalyoncuoğlu Konu: Sanatımızın direklerinden Osman Aziz Bulgaristanlı Türk şairler arasında ısmarlama şiir yazana rastlamadım. Şairin içinde taşmaya hazır müthiş bir birikim olsa da, müdahale olunca şiir düşmez. Şairin duygularını dökebilmesi için kendine ait zamanı olması gerekir. Ne var ki, bizim şiir yazmaktan geçinen kültür adamımız olmadı. Şair-e yazara el uzatacak iş adamımız da olmadı. Olur, iş Allah! Şiirsel sezi doğurganlığımız açısından en verimli yıllarımız 1960’lara gider. Toplam şiir kitaplarımız 400 olsa da yarısı o yıllara aittir. Bunlarda üçü Osman Aziz’indir: “Ateş”, 19655, Sofya. “Güllerin Korkusu” 1965, Sofya ve “Canlarım Türküler” deneme, 2002, Sofya. Sosyalist realizm yıllarında kaleme alınan eserlerimiz sanki gönülden geçen noktayı, bir bekleyişi ve bir çağrışımı yansıtır. Kaybolan umut kopuk kopuktur. Şartlara küsüp şair olmaktan vaz geçenlerimize de rastlamadım ama tüm yaratıcılarımızın ekmek parası davasına nefer olmayı ön plana çektiğine tanığım. Para için yazmak sanatın katilidir. En güçlü şiirlerimiz kırılma noktalarımızı yansıtır. Rodopların alçalan güney dağlarının bir birini andıran yaylalarından biri olan Alfatlı’da (Neofit Bozveli) köyünde orta halli yüksek ruhlu bir tütüncü ailesinde dünyaya gelen ve daha gençlik yıllarında “ses” kabiliyeti ve “imaj” yaratma ustalığıyla dikkati çeken şair, ses sanatçısı ve araştırmacı yazar Osman Aziz, bunsan 12 yıl önce hayata gözlerini yummazdan önce sevgi ve saygı dolu kimliğiyle sevilen biriydi. Sanatımızdaki boşluk onun aramızdan ayrılmasıyla daha da büyüdü. Örneğin “Hey Kırca Ali Güzel Şehir” onun bestesiydi. Bu eseri onun gibi söyleyen başka biri de çıkmadı. “Arda ile Kırca Ali’nin arası saat sekiz arası” da bir daha onun söylediği gibi söylenemedi. Bu örnekler sıralamakla bitmez. Osman Aziz sanki şiirin kendine has öz diliyle doğmuştu. Gülümseyişinde ve lüle saçlarında her zaman vardı bu esinti. O, herkesten farklıydı. Sofya’da 2002’de çıkan “Canlarım Türküler” deneme eserinde, besteleri anlatırken şiirleri dillendirdiği, kendini anlatırken arkadaşlarından


72

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

söz ettiği, solo icralarından söz açarken, kendini tiyatro sahnesinde bulduğu dikkati çeker. O sanat ve yaratıcılıkla iç içe biriydi. Bulgaristan Türk edebiyatı ve sanatının orta direği olarak uzamış ve yeşermişti. Osman Aziz Türkçemizi kuralına yakın kullanan şairlerimiz arasında seçilirdi. Anadilimizin olmazsa olmazımız olduğunu şöyle dile getirmişti: UNUTUYORUZ TÜRKÇEYİ Acıların Türkçe diner Aşkın en güzel türküsü Türkçe söylenir Aldatmak aldanmak varsa Türkçedendir En ağır yargısı En derin aşk yarasının Türkçedir en güzel sargısı Türkçede gelir sevgiler Türkçede kalır. Unutuyoruz Türkçeyi Aşkın dilini Şiirin dilini En derin aşk yarasının Türkçedir en güzel sargısı

1.Aziz Sofya Radyosu’nun Bulgaristan Türklerine Mahsus Radyo Yayınlarında çalışırken dinleyicilerimizle her gün gönülden selamlaştı. Bazıları, 1958’den beri kendi okulları olmayan bir Türk azınlığın anadilini unutmaması neye borçlu olabilir sorusunun kesin yanıtında Sofya Radyosunun Türkçe yayınları önemli bir yer alır. Bu eğitici ve öğretici seslerden biri Osman Aziz’di. Onların hayatına umut ve mutluluk taşıdı. Bununla yetinmedi edebiyat ve sanat programları yaptı ve gönüllere doldu. Köy ve kasabalarımızı en fazla dolaşan, kültür evlerinde, sinema sa-


Makale ve Analizler - 2019

73

lonlarında, meydan buluşmalarında herkese hal hatır soran, isteklerine kılavuz olan sanatçılarımızdan biriydi. Alman Azizle yürümek, doğru yolda olmak anlamına gelirdi. Şair Osman Aziz derin ve güçlü bir Türk kimliğine sahipti. Annesinin sadeliği, yürekler yakan Rodop türküleri, babasının din adamlığı onu küçük yaşta çok etkilemişti. O, her zaman ve her yerde halkımıza bağlı kalmaya çalışırken, sıkılan ve daralan kültürel çember içinde, komünist terör ve totaliter zulüm yıllarında halkımızın acısını derin sarsıntılarla yaşamıştı. Birkaç defa işten atıldı. Çaresiz bırakılsa da boyun eğmeyip, isim değiştirmeye karşı çıktı. Türklüğümüzün değerlerini yok ederek, imansız, adet ve geleneksiz, ana dilsiz bırakılarak Bulgarlaştırma serüvenine karşı gece şiirleri yazarak, başkaldırmıştı. Değişik antolojilere giren bu eserlerinde o düşmanı ve uygulanan totaliter-komünist zulmü bir “Kara Boğa” olarak imgelemiş ve RÜYA şiirinde halkımızın yaşadığı dehşeti şöyle anlatmıştı. RÜYA Damı kırmızı bir ahırda saldılar boğayı Böğürdü karanlıktan aydınlığa Bu nasıl boğa Allah’ım Kırmızı değil Maviye böğürdü kan tutmuşçasına Yeşile böğürdü, beyaza böğürdü. Boğa müzikten ne anlar ki Saz gördü elinde birinin, Saza böğürdü. Bir genç türkü söylüyordu kendi dilinde Türkiye böğürdü Böğürdü gencin gençliğine “Korkuyorum dede” dedi bir çocuk ana dilince “Korkma yavrum” diyen ihtiyara böğürdü delice. Karşıda okul vardı, okula yürüdü Okula böğürdü kara boğa.


74

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Böğürdü Türkçe okuyan öğrencinin yüreğine Türkçe okutan öğretmenin gözüne böğürdü Sonra bir daha yürüdü insanların üstüne İnsanlar ki, bizim insanlarımız Bilmez gibi görünseler de, her şeyi bilen insanlarımız Üstlerine böğürürken boğa Tek kılı titremeden susan insanlarımız… Ne istersin insanlarımızdan kara boğa Ne istersin koparmışsın da ipini? Yalvarırım, kara boğa, Taşırma insanlarımızın sabır küpünü!… Hayvansın ama senin de yüreğin vardır. Halden anla, kara boğa, dilden anla Hayvansın ama senin de elbet bir dilin vardır. Böğür böğüre bildiğin kadar Ama bizi bırak Bizim bir dilimiz var ki, Ondan ötürü Bizi yanlış bellettiler insanlara Sana yanlış Bütün hayvanlara yanlış bellettiler, Yanlış bellettiler koskoca bir tarihe; Seni gütmediler de, kara boğa, Saldılar da seni başıboş Hayvan sayıp bizi güttüler. Hele sana yalvarırım ki, kara boğa, Girme avlusuna şu caminin Bozma insanlarımızın boğasını,


Makale ve Analizler - 2019

75

Onların duası hepimiz adına İyilik ve güzellik Kardeşlik ve birlik adına Aç çocuklarımız Gittikçe çoğalan acılarımız Naçar düşmüş Vatanımız adına!… Böğürme insanlarımıza ne olursun, Sen onların verdiğiyle beslendin… Dinlemedin bizi, kara boğa, dinlemedin Gittin cami duvarına pisledin… Osman Aziz

1984 /1985 isim ve kimlik değiştirme faciasını, karilleri lanetledi. Şehitlerimizi kucakladı, yüceltti. Hele onun kasabası Mestanlı’da yaşanan kıyımı sert kınadı. Bu girişimle BULTÜRK ve BDSAM olarak hepinizin acısını ve kederini paylaşıyor ve umut dolu yeni günlerin sizin olmasını diliyoruz. Davamız ortaktır. Biz her zaman ve her yerde sizinleyiz. , Okuyun, okutun ve paylaşınız…


76

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

77

24 Çingene Kulübesi Yıkıldı

Tarih: 09 Ocak 2019 Yazan. Nedim AKIN Konu: Adalet olmayan ülkede barut fıçısı biter. Flibe’nin (Plovdiv) Maritsa Belediyesi’ne bağlı Voyvodino köyünde Çingene Gettosundan 24 kulübe-ev artık yıkıldı. Romenler (Çingeneler) GETTO’yu terk ettiler. Kalabalık bir askeri komando bölüğüyle köyü basan Başbakan Yardımcısı ve Savunma Bakanı, aşırı milliyetçilerden Makedon İç Devrim Hareketi Başkanı (VMRO) Krasimir Karakaçanov “Pis ve Küstah Çingenelerle Hesaplaşacağız!” diyerek Çingene azınlığına karşı devlet terörü başlattı. Karlı, buzlu ve kaygan havada 24 Çingene ailesi ev eşyalarını ve çocuklarını talikalara bindirip GETTO’yu terk ettiler. Diğerleri de dağıldılar. Başbakan Yardımcısı K. Karakaçanov, “Bulgaristan’da yeni bir sosyal yasa hazırlandığını, 2 çocuktan fazla doğuran fakat lise diploması olmayan Çingene ailelere, 3. Çocuk için çocuk parası ve sosyal yardım verilmeyeceğini” açıkladı. 7 bin yoldan beri Trakya’da yaşayan Çingeneleri Bulgar kavmine katmak için baskı ve terör uygulandığını, Milleti bütünleştirme için Avrupa Birliğinden gelen milyonlarca paraların çalındığını, olayı yorumlayan Bulgar basını yazdı. Örneğin, “Maritsa” (Meriç) Belediyesinde kamu arsalarından evsizlere 18 ev kurulması için yer tesis edilmiş, Brüksel’de bu hamle için para gelmiş, ama paralar kayıplara karışmıştır. 2 dönem Afganistan’da, bir dönem de Kosovo’da askeri görev yapmış olan askeri komando Dimov’u döven ve kafasından bıçakla ciddi yaralayan, birisi reşit (17 yaşında) ötekisi de ağabeyi yolan iki Roman genç Plovdiv’te hemen yargılandı ve reşit olana 3, ağabeyine de 10 yıl hapis cezası isteğiyle içeri alındılar. Bulgaristan’da her yıl işlenen ağır cinayetlerden % 75’inin Bulgarlar, % 25’inin Bulgar olmayan azınlık topluluklarından kişiler tarafından işlendiği açıklandı.


78

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Olayla ilgili “Nova” TV’de yorum yapan Çingene gazeteci, Başbakan Yardımcısı K. Karakaçanov’un “her sözünün yalan olduğunu, “Pis ve Küstah Çingeneler” sözleriyle düşmanlık kışkırttığını ve Bulgar Ceza Kanunu’nun 162. Maddesine göre dava açacaklarını, Türkler de bu arada tüm azınlıkların Başbakan Yardımcısı ve Bakanın hemen istifa etmesini istediklerini” belirtti. Dolandırıcılarıyla bilinen Başbakan Yardımcısı ve Savunma Bakanı Karakaçanov’un yalanlarını bir bir sıralayan gazeteci İsaev, “AB’nin kendisine ‘faşist’ dediği Bulgar bakanın iddia ettiği gibi, 400 000 Çingenenin sosyal yardım ve sakatlık parası almadığını, bu rakamın topu topu 10 000 (on bin) kişi olduğunu söyledi. Çingene çocukların okula gitmemesinin sebebinin de, Bulgar öğretmenlerin maşlarını alabilmek için yeterli sayıda çocuk toplayıp diğerlerini sınıfa sokmadığını” açıkladı. Bakan Karakaçanov’un GETTOLARDA yaşayan Çingenelerin İslam’a geçtiği, radikalleştikleri ve aşırı uçlara kaydıkları ve toplumsal güvenlik için tehlike oluşturdukları iddialarına cevap verirken, Bakan’ın ülkemizde faşizme temel kazdığını belirtti. Kamuoyunda ifade bulan açıklamalarda, ağır koşullarda yaşayan ve iki ucunu bağlamayan Bulgaristanlı Çingene nüfusun hızla Batı Avrupaya kaydığına işaret edildi. Çingenelere karşı Voyvodino köyünde toplanan gece mitinglerine değinen GERB partisi Başkan Yardımcısı ve Meclis Grubu Başkanı Tsvetan Tsvetanov, göstericilerden ve hareketlenen komandolardan yana çıktı. 2019’un ilk günlerinde yoğunlaşan gerginlik ve komandoların “öç alma” çağrılarıyla ilgili demeç veren, Bulgar Komando Bölükleri Komutanı Arlin Arlinov şöyle dedi: “Romenler 7 asırdan beri neden entegre olmadı, bütünleşmediler. Bu insanlar kendi dünyalarında yaşıyor. Onlar bizimle yaşamıyor. Bunu artık anlamalıyız. Onlarla bütünleşebilmemiz için biz önce onların değer ve kıstas sistemini öğrenmek zorundayız. Ardından da bu sistemi içinden patlatmalıyız. Problem olağanüstü karmaşıktır.” Komutan Arlinov, Bulgar devletinin bir Çingene Komisyonu kurmasını önerdi. Köy muhtarı, çzel bir kararla 14 günlük süreden sonra 14 Çingene barınağının daha yıkılacağını açıkladı ve GETTO-ELEKTRİK ŞEBEKESİNİ kesti, su vanalarını da kapadı.


Makale ve Analizler - 2019

79

Haskovo “Birlik” derneği Başbakan Yardımcısı ve Savunma Bakanı Karakaçanov’un “etnik ayrımcılık yaptığı ve düşmanlık körüklediği” iddiasıyla istifa etmesini istedi ve Milli Ayrımcılık Komisyonuna başvurdu. Gerginliği tırmandığına işaret eden, Bulgaristan Sosyalist Partisi Milletvekili Prof. İvo Hristov şöyle konuştu: “Bulgaristan’da devlet yönetimine yürütme organlarına seçilen ve atanan kadrolarda yetersizlik dikkati çekiyor. Her konuda dibe vurduk. Bu işler bundan sonra böyle devam edemez. Yönetim katına çekilen kişiler cahil, deneyimsiz, problemleri derinliğinde göremiyor. Etnik azınlıkların sorunları çözülmüyor. Devlet terörü uygulamakla sorunlar çözülemez.” Trakya ovası köylerindeki Çingene azınlığına jandarma, polis ve komando güçlerinin yüklenmesi, motorcu ve futbol taraftarlarının da saldırıya geçmesi hazırlıkları görülürken Hak ve Özgürlük hareketi (DPS) parti yönetiminin meclis grubunun suskun ve sağır kalmasına hiç kimse anlam veremiyor. Bu arada “Epitsentır” yayınında, DPS eski milletvekili İvan Palçev’in konuya ilişkin bir yorumu ve şu önerileri çıktı: Çingene köleliği yanında Türk esareti bir şekerleme gibi kalıyor. Türkler zamanında Bulgarların ordusu, polisi, mahkemesi, savcılığı ve özel kuvvetleri olmadığından dolayı, kendi savunması yokmuş. Fakat her durumdan bir çıkış bulmuş – bir iki Osmanlıyı asmış kesmiş, Balkanı boylamış ya da halk koruyucusu – haydut olmuş. Bugün devleti ve NATO müttefikleri var. Tavuk bakıyor ve Avrupa’daki eb yoksullardan olmaktan utanmaz da oldu. Çingene terörüne devlet terörüyle yanıt vermesi yasaklandı. İnsan haklarını koruyacağımıza hele de Çingene-İnsanın haklarını korumayı üstlendik. Bizim Çingeneler Avrupa’ya ilk göç dalgasından. Avrupa’daki göçebeler ırza geçmekte birinci. Bizim Çingenelerse 14 yaşından 80 yaşa kadar ele geçirdiklerini boş bırakmıyorlar. Çingeneler devlet yardımlarıyla yaşıyor ve seçimlerde oy kullanarak borç ödüyorlar. 2019’da iktidar partisi GERB 11 milyon, HÖH partisi 3,5 milyon, faşist partiler de 3,5 milyon leva para alacaklar. O yaşı 11 levadan bu milyonlar toplanıyor.. Çingene GETTOLARI Bulgaristan’ın barut fıçısıdır. Bulgaristan her an havaya uçabilir.” Bugüne kadar Bulgar milliyetinin siyasi temsilcileri etnik olaylara barışçı ve huzur sağlayan çözüm önerisi, farklı bir görüş bulamadılar. Dostlarla paylaşmayı unutmayınız.


80

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

81

Zor Günlerin Şairi

Sabahattin Bayram Tarih: 10 Ocak 2019 Yazan: Raziye Çakır ULUTÜRK Konu: Ben bir ağacım dalı olmayan, meyve vermeyen. Şu Ocak ayının uğursuzluğu var ya, kötü hatıralar, buz gibi hava, kabaran düşmanlıklar. Bundan 72 yıl önce Amerikan uçan kalelerinden yağmur gibi dökülen bombalar, bir günde 100 kişinin ölmesi, kör bombalardan birinin 400 yaşında Sofya’daki “Büyük Cami” minaresini şerefeden kesip koparması, başka bir bombanın ise, tüccar Hasan Efendi’nin saman parasıyla yaptırdığı “Aslanlı Köprüyü” kemerinin altından dalgalı akan sulara gömmesi… Sonra 1985’in diz boyu karlı Ocağında İslimye’nin (Sliven) Ablanovo (Yablanovo) köyüne gece tırmanan zırhlılarla ve tanklarla eli çapalı sopalı kardeşlerimizin boğuşmasından düşen şehitlerimiz, kana boyanan köyde verilen amasız isim kavgası… 10 Ocak 1990’da isimlerimizin geri verilmesine karşı ırkçı ayaklanmalar… 22 yıl önce 10-11 Ocakta Sofya’da protestocu kitlenin meclisin camlarını kırarak içeri girmesi ve siyasetin yön değiştirmesi… 10 Ocak 2019’da Trakya’nın göbeğinde Müslüman evlerinin vinçlerle yıkılmaya başlanması ve ayakları çıplak çocukların karlı sokaklara atılması… Evleri birer birer yıkanların, 1943’te Yahudileri Yahudi oldukları, Çingeneleri de Çingene oldukları için tutuklayıp ölüm kamplarına gönderenlerin torunları olması ne kadar acı verici bir bilseniz. Evsiz ve karın üzerinde yalın ayak çocuklar için Amerikan Bombaları, Hitler Bombalarından farklı değildi. Kardeşlerimizi çiğneyen Jivkov tankları ile çelik kepçeli Borisov vinçleri arasında fark yoktur. O yalın ayak çocuklara bu farkı anlatmakta zorlanıyoruz. Şairlerin üstadı Sabahattin


82

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Bayram şöyle demişti: Ben bir ağacım Dalı olmayan, meyve vermeyen Her gün ağlayan Bir ağacım Ben bir külüm Hiçbir şeyi olmayan Boşu boşuna hiç edilen Bir ağacım.

Sabahattin Bayram yol boyunda kuşlara tünek bir ağaç değildi. Olayların, ateşin ortasında dim dik duranlardan biri de oydu. Şiirlerinde güneşi kuyruğundan kutan varsa, o da oydu. Az konuşur, uz konuşur, usulca içer, derin yazardı. İyi bir dost, ölçüsüz büyüklükte kocaman bir adamdı. Bir Arnavut ailenin evladı olsa da hepimizden büyük bir Türk kimliği taşıyan bir Türkçüydü. İnsan boyu gönülle ölçülürse en büyük gönül ondaydı. Gözlerini hayata yumduğu zaman ruhu yaratmaya devam etsin, dedik. Sabahattin Bayram-ov (Öz) kendisini tanımadan anlatılabilecek biri değildi. Parsellenmiş bir dünyada kendine yer aramaya 1931’de Hacıoğlupazarcığı’nda (Dobriç) başladı. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde, liseyi de Sofya’da bitirdi. Askerliğini “Trudovo Delo” (Emek Davası) gazetesinin Türkçe sayfasında çalışmakla geçirdi. Bundan sonra “Halk Gençliği” gazetesinin Kültür şubesini yönetti. “Narodna Prosveta” (Halk Eğitimi) Devlet Yayınevinin “Türkçe Edebiyat” kolunda uzun yıllar çalıştı. Bir süre Şumnu Tiyatrosunda kaldı. Bundan sonra da Sofya Radyosunun Türkiye’ye ait Türkçe Yayınlar servisinde hayli yıl çalıştı. 1990 baharında Türkiye’ye göç etti. Halen Bursa’da oturmaktadır. Türkiye’ye geldikten sonra adına Öz soyadını da ekledi. Genç yaşta sanat yolunu tuttu. Askerlik yıllarında “Halk Gençliği” gazetesinin bir edebiyat yarışmasına ilk şiiriyle katıldı, birincilik ödülünü kazandı. Bundan böyle tüm hayatını sanata bağlayan şairimiz, orijinal eserleriyle edebiyatımızın ünlü temsilcilerinden biri oldu. Şiirleri hayal zenginliği, sıcaklık, içtenlikle doludur. Bunların birçoğunda şaire özgü bir felsefe var. Güzel Türkçesi, imajlı üslûbu da yaratıcılığının ayrı bir zenginliğini oluşturmaktadır.


Makale ve Analizler - 2019

83

Şiirlerinin bir bölümü “Adresim Şudur” (1962) ve “Sokaklarım Çağırışımlar İçinde” (1966) şiir kitaplarında topludur. Sanatçımızın bir de “Ahmet” (1964) destanı vardır. Yaratıcılığını 2013’ün 14 Ocak sabahına kadar Türkiye’ye sürdürdü. Akılsızların yönettiği hınçlı ve öfkeli bir dünya bıraktı bize. Adını, dili ve okuyan gözleri alındığı zaman yaşadığı acıyı KARABASAN şiirinde şöyle ifade etmişti. KARABASAN Gözlerimi yitirdim Renkler kana boyandı ışık karmaşasında Doruklar düzlüğe dönüştü; Sesim sokaklarda tutsak, Onurum kamburum oldu Gözlerimi yitirdiğim gün. Gizlerimi yitirdim Issız yörüngesinde dondu yürek Sevgilerim kalakaldı karanlık pusularda; Silinince geçmişle geleceğin anlamı, Hangi dilde ağlayıp Hangi dilde güleceğimi, Anılarımda dostlarımı nasıl bulacağımı Bilemedim Gizlerimi yitirdiğim gün. İzlerimi yitirdim Gizemli bir boşluğa gömüldüğü zaman Öz saygımın burcundan yıldızlar kaydı. Kimliğim prangalı; Babam bile mezarında yabancı oldu bana İzlerimi yitirdiğim gün. Gözlerimi yitirdim Gizlerimi yitirdim İzlerimi yitirdim Adımı elimden aldıkları gün.


84

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Onun bildiği bir şey vardı. Hristiyan dünyasında hangi saygın mevkiye yükselen her Müslüman her zaman bir hiçtir. En yüksek madalya ve plaketlerin, övgülerin hiç bir anlamı yoktur. Ödüller, sirkte rolünü iyi oynayan eğitilmiş ayıya verilen kesme şekerden başka bir şey değildir. Yaprağı olmayan bir ağaca süs olarak asılmış oyuncaklardır. Hedefteki Türklük ağacının çiçek asmasını, tozlaşmasını, meyve yüklenmesini önlemektir. O ölmedi. Çünkü saflarında er olduğu dava yaşıyor. O denizlerin dalgasıydı O halkımızın kavgasıydı O yarınların sevdasıydı O yenilmedi ki! Karanfiller açtı yürüdüğü yollarda… Bulgaristan Türkleri davasında can feda edenlerin hiç biri için “O öldü denemez!” Onlardan hiç biri ölmedi… Davamız ortaktır. Bilinçlenmemiz bir süreçtir. Yakınlarınızla ve arkadaşlarınızla paylaşınız.


Makale ve Analizler - 2019

85

Siyasi Durum Değişti

Komando: Tarih: 10 Ocak 2019 Yazan: Nedim AKIN Konu: Adalet üstü olma duygusu ve inatçı toplumun endişesi. Bulgaristan’da artık NEFRET SUÇU NEDİR? Irkçılık nedir? Ayrımcılık nedir? diye soran kalmadı. Günlerdir kan kabartan Bulgarlar, 1984-85 yılını anımsatan trajik olayları yeniden yaşatıyor zavalı azınlıklara… Filibe (Plovdiv) ili “Meriç” belediyesi “Voyvodinovo” köyünde 5 çocuklu, 2 gelinli ve 3 torunlu bir fakir Müslüman Çingene ailesinin evinin çatısına bu sabah (10 Ocak 2019 saat 10’da) var gücüyle vuran Bulgaristan’daki vinçlerin en büyüklerinden birisinin kepçesi çatıyı çökertti, duvarları sağa sola kaktı. Yıkılan kapıdan karlı sokağa ve sıfırın altında 10 dereceye fırlayan kundakta torunlar, gelinler, yaşlıların feryadına aldıran olmadı. Bu facia bütün toplumu sarsmalıydı, ama sarsmadı. TV’ler yayın kesmeliydi ama kesmedi. Bakanlar Kurulu toplanmalıydı ama toplanmadı. Jandarma, polis, muhtarlık görevlileri, aynı gün hepsinin maaşlarına %10 zam yapılmış, yünlü eldivenli ellerini ovuşturuyor ve 3 renkli Bulgar bayrağı gölgesinde “alın payınızı” der gibi alay ediyorlardı. Bu olay bana Nazi Almanya’sını hatırlattı. Yahudilerin evlerinin gasp edilmesini ve sahiplerinin tutuklanması film karesi gibi geçti gözlerimin önünden. 1942-1944 yılları arasında Bulgaristan ordu birliklerinin Makedonya’da ve Ege Trakya’sında Yahudi ve Çingeneleri tutuklayarak hayvan vagonlarına doldurulup “Treplika” ölüm kampına gönderilmesi ve bugün Makedonya okullarındaki ders kitaplarında Bulgarlar hakkında “vahşiler” yazması canlandı gözlerimin önünde… 1942’den sonra Bulgaristan’da bütün Yahudilerin tutuklanıp gece gündüz taş kırmaları, bir yudum ekmeğe muhtaç bırakılmaları…. NEFRET (ÖN YARGI) SUÇU NEDİR?


86

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bir sınavda olsak: Bir kişiye veya gruba karşı; ırk, etnik/milli köken, din, cinsiyet, cinsel tercih, fiziki engellilik, yaş gibi nedenlerden duyulan önyargı yüzünden kişilerin maddi-manevi varlıklarına karşı işlenen suçlara “nefret suçudur” desek, sınavı verir, sınıfı geçeriz. Ne yazık ki, kış ortasında yukarıda adı geçen köyde yıkılan evlerine bundan böyle dönme, çocuklarına sıcak bir çorba içirme şansı olmayan insancıklar için nefretin anlamı vahşet, barbarlık, kudurmuş, sapık ve çılgın olmaktan ötedir. Burada, ÖNYARGI İLE MADDİ VE MANEVİ ŞİDDETİN birleştiğini görüyoruz. Burada anayasa ve yasaların rafa kaldırıldığına ve yerel idare – muhtarlık, polis, jandarma ve komando birlikleri kimliğinde ordunun birleştiğini ve halka saldırdığını görüyoruz. İktidarın ve tüm kurumlarının 1984’te tüm şiddetiyle halka saldırdığı gibi, tabandan tamamen koptuğunu ve bu gidişle NEFRET PATLAMASINA kurban gideceğini görüyoruz. Kıvılcımla benzin arasındaki mesafe en gün kısalıyor, ateşin her yeri sarmasına az kaldı gibi… Olayı daha önce 2 yazımızda anlattık. Aşırı içkili olan bir Bulgar komandonun köy gençlerinden 2 kardeşe küfür etmesiyle başlayan kavgada yaralanması, gençlerin tutuklanması ve 10 yıl hapis isteğiyle içeri atılması bir başlangıç oldu. Bulgaristan’da komandonun suçlu, sarhoş ve küstah olduğunu ispat etmek çok zor. Bulgar halkı yasa tanımayan, her zaman suçsuz, her yerde ve her olayda masum olduğuna, “yenilmezliğine”, her çatışmada “üstün geldiğine” inanılan bir KOMANDO SUBAYININ 2 Çingene gencine yenik düşmesini, yere serilip dayaktan geçirilmesini kabul edemiyor, edemedi. Ölüm var geri adım atmak yok! Şiarı yükseldi. 2018’de bir polis de Nova Zagora köy düğününde dövülmüştü. Şimdi dayaktan geçirilen komandonun bölüğünden 1 başka komando ise geçen yılın başında bir polis öldürmüştü. 21 Mayıs 2018’de Askeri Mahkeme olaya bakarken, 50 komando duruşma salonuna girdi ve yargıca karara ne yazacağını dikte etti ve sanık arkadaşlarını duruşma salonundan çıkardılar. Durum, adalet, namus, ahlak ve medeni kurallar çerçevesinden çıktı. Bulgaristan Komando Bölükleri Başkomutanı olan General Geori Şivikov, 12 Ocak 2019’da -Cumaertesi- ülkedeki muvazzaf ve yedek mavi bereli komandoların hepsini protesto eylemlerine çağırdı. “Biz ne dersek o olacak!” dedi.


Makale ve Analizler - 2019

87

Bu birlikler 1984-1989 yılları arasında Pirin Dağı’ndaki Razlog ve Deliorman’ın Yeni Pazar (Novi Pazar) kamplarında konuşlanıyordu. O zaman onlara “kızıl bereliler” deniyordu. İşledikleri suçlardan sorumlu tutulmadılar. 37 şehidimizin hesabı sorulmadı. Şu günlerde yaşanan can yakan, yürek parçalayan olaylar 2017-18’den beri kızışıyor. Aşırı milliyetçi, Avrupa Konseyi’nin faşist olarak tarif ettiği güçler meclise gireli, hükümete tırmanalı, Başbakan Yardımcılıklarına oturalı, dalavere çevirip milyoner olalı ön yargı, etnik azınlıklara karşı şiddet, İslam düşmanlığı aldı yürüdü. Asenovgrat, Maksuda- Varna, Nova Zagora, İslimye (Sliben), Tatar Pazarcığı (Pazarcık) ve (Rusçuk) Ruse şiddet olayları boy gösterdi. Etnik ve nüfus artışı – demografi sorunlarından sorumlu Başbakan Yardımcısı ve faşist güçlerin partisi “Yurtsever Cephe” Başkanı, şimdi süt dökmüş kedi gibi dolaşan Valeri Simyonov görevinden alınsa ve bakanlar kurulundaki koltuğundan olsa da, aşırı milliyetçiliğin ikinci papazı yine Başbakan Yardımcısı ve Savunma Bakanı Krasimir Karakaçanov zehir kusmaya devam ediyor. Haskovo merkezli ”Birlik” derneğinin Başbakan yardımcısının “nefret kışkırtması” yaptığı gerekçesiyle Baş Savcılığa gönderdiği uyarı mektuptan sonra, suçlu siyasetçi olayları “Türkiye kışkırtıyor” dedi. Parlamento Başkan Yardımcısı, “İrade” (Volya) partisi Başkanı Mareşki, Başbakan Yardımcısını “Çingene azınlığa karşı küstahça davranışlarından ve mahalle yıkımlarından dolayı” istifa etmeye davet etti. Gerginlik olaylarına seyirci kalmayan Helsinki insan Hakları Komitesi de, Başbakan Yardımcısının hemen istifa etmesinde direndi. Bulgaristan’da önyargı etnik ayrımcılık yaşanıyor. Biz Bulgar topluluğunda kabul gören bir negatif ayrımcılık olduğunu görüyoruz. Bulgarlar Çingene azınlığından kurtulmak istediğini gizlemiyor. “Demokratik” Bulgaristan’ın fikir babalarından olan, sosyalistlerin –BSP- milletvekili hukukçu ve sosyolog İvo Hristov olayla ilgili şu açıklama bulundu: “Çingenelerin sorumsuz hareket etmelerinden Bulgar politik eliti sorumludur. Çingene mahallesine yapılan saldırı ve uygulanan şiddet çok ciddi bir olaydır. Bulgar siyasi eliti olayı kısa vadeli politik hedefler için sömürmeye çalışıyor. İktidar bunalımı kışkırtarak derinleştiriyor. Akılla ve uzmanlıkla bu probleme çözüm bulma şansları sıfırdır. Çok daha kötü günler yakındır.” “Fakti.bg” yayınında durum değerlendirmesi yapan, “Demografi Sorunları” uzmanı, Bakan Yardımcısı Donçev’in eşi de yorumunda “Bulgaristan’da


88

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgar Kimliği ile Çingene Kimliğini” birleştirerek bütünleştirmenin asla mümkün olmadığını ve olamayacağını yazdı. Bulgaristan’daki etnik azınlıklar ve yaşadıkları sorunlar 20. Yüzyıldan taştı. Hepsinin isimleri defalarca değiştirildi, dil ve dil, kültürel ve medeniyet hakları hiçe sayılıyor. Devlet yalnız Bulgar topluluğa hizmet sunuyor ve onu her konuda masum göstererek ağır baskı ve şiddet uyguluyor. Nefret suçları organizasyon, toplum veya ulusal sınırlar içinde yaşayan azınlık gruplarına karşı işlenen suçlardır. Bulgaristan’da bu suçlar seri halinde işlense de cezasız kalıyor. Nefret suçu mağdurlarının yüzde %90’ı etnik kökenleri yüzünden ayrımcılık ve saldırıya uğruyorlar. Hak arama kapısı kapalıdır. Çingeneler: Nefret suçlarının tüm dünyada olduğu gibi Bulgaristan’da da en önemli mağdurlarıdır. Plovdiv duruşma salonunda, görgü tanıkları ve avukatlar iki Çingene kardeşe ilk saldıran ve küfredenin komando subayı olduğunu ispatlasalar da, savcılık delilleri dikkate almamıştır. Çingeneler o kadar özeleştirilmişler, yok sayılmışlardır ki, İkinci Dünya savaşında katledilirken sayıları bile kayıt altına alınma ihtiyacı duyulmadığı gibi, bugün de hapishanelerde ve kamplardaki Çingenelerin sayısı tam olarak bilinmiyor. Bulgaristan’ı kitle halinde terk edip Batı Avrupa ülkelerine taşınıyorlar. BULGARİSTAN’DA NEFRET SUÇLARININ MAĞDURLARIN ÜZERİNDE Kİ OLUMSUZ ETKİLERİ. BULGARİSTAN’DA OLUMSUZ ORTAM OLUŞMASI. Nefret suçu mağdurlarında genel olarak, sosyal ilişkilerde zayıflık, toplumdan uzaklaşma, ortak yaşama katılmama, yabancılaşma, umursamazlık doğurdu. GETTOLAR öfke ağırlıklı yoğun duygularla yüklendi. Azınlık kendi içine kapanırken, iktidar saldırılarına devam etti ve patlamalar başladı. Depresyonun temelinde toplumun içinde geçen asır derinleşen ve kızıştıkça kızışan sorunlar var. Bir millet olarak mayalanan, fakat Osmanlıdan ayrıldıktan sonra birkaç defa yol değiştiren Bulgarlar örnek alacak bir ulus bulmadan ve olgunlaşmadan devlet olmaya yönelmeleri ve diğer kimlikleri asimile etmeye çalışmaları toplumu, milli görüşü ve zihniyeti parçaladı. Bu nedenler ve savaşlarda da hep yenik düşmeleri sonucu “Milliyet” düzeyinde kaldılar. Bir millet olarak biçimlenmeden, oluşmadan süründüler ve ulusal huzur tesis edemediler. Böyle bir durumda kişinin kendine yönelik kuşkusunu artarken, azınlıklarda kendi kimliklerini arama ve oluşturma çabaları gelişti ve dış destek bulamadıkları için sürekli yara aldılar. Ülkede hiçbir azınlığın eğitim, öğ-


Makale ve Analizler - 2019

89

renim ve sağlık gibi temel sorunlarının bir buçuk asırda yanı 6 nesil boyu çözülememesi bir arayış ve çözüm yolu endişesi doğurdu. Azınlıklarla birlikte en büyük kavim olan Bulgarlarda da kafa karışıklığı belirmesi ve baskı ve terörle sorun çözme yolunun seçilmesi, gerginliği patlama sınırında kızıştırdı. Bulgaristan’da güven duygusu yalnız iktidara ve politik sisteme karşı değil, ana etnik unsur olan ve sürekli nüfus olarak azalan güven ve kalifiye durumu köreldikçe Bulgarlar saygınlık yitirdi. Hele son 30 yılda Bulgaristan’ın dönüşmeyi kabul etmemesi, totalitarizm benzeri yöntem ve araçlarla yönetmeyi denemeye devam etmesi, toplumu Bulgarlar ve azınlıklar olarak ikiye parçaladı. Bu aynı zamanda kültürel bir bölünmedir ki, dönüşü yoktur. Ülkedeki mağdurların kendisini yalıtması, ÇingenelerinGETTOLARA sıkışması, Türklerin köylerine ve kasabalarına yeni ev yaptırsalar da Avrupa’dan ve Türkiye’den henüz geri dönmeyi kabul etmeyişi, toplumda bekleme döneminin sürdüğüne işarettir. Bu nedenle, arayışlar devam ederken, siyasi durumda ana kavimle etnik azınlıkların topluluğu arasında denge kurulması ve eşitlik yasalarının yazılmaya başlanması bekleniyor. Kural ve yasaların eşit ve adil uygulanması bir özel devlet komisyonu tarafından denetlenmeli ve sosyal devlet ilkeleri eksiksiz uygulanmalıdır. Bunalımdan çıkışın ilk adımı bu olabilir. Genel huzursuzluk toplumun her alanında şiddetlenirken, Bulgarların kurtlar gibi, sırtlanlar gibi bir araya toplandığını, tek teke mücadelede artık cesaret yitirdiklerini izliyoruz. Devletin adaletten, hukuktan yana değil, Bulgar’dan yana çıkması, azınlıkları daha fazla içlerine kaparken, durumun çaresizliği de artıyor. Bulgar kavmindeki korku duygusu suçsuzluk ve masumlukla beslense de, gerçeklerin ortaya çıkması endişesi gerçekten arttıkça büyüyor. Şimdiye kadar Jandarma, polis ve komandoların ortak protesto, gözdağı verme miting ve gösterilerine tanık olmamıştık. “Voyvodino” köyü olayı, “biz haksız da olsak, yine haklıyız” anlamına gelirken, küstahlığın ülke çağında azıttığına deliller veriyor. Ama nereye kadar!? Bulgarlarda utanç duygusu diye bir şey yok. Polislerin, komandoların Çingene gençler tarafından yere yatırılıp dayaktan geçirilmesi, terör ve zulmün son dayanaklarının çöktüğünü gösterirken, ama bundan böyle ne yapacağız paniğine neden oluyor. İnsan haklarını çiğnersek, etnikleri tamamen ezersek Avrupa Birliği’nden atılırız, endişesi de boy atıyor.


90

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgar kendine öfkelenmeyen bir milliyettir. Öfkesi yalnız kendisinin sandığı hak ve özgürlüklerden pay isteyen azınlıklara karşı köpürüyor. Avrupa Fonlarından Çingene programlarına para ayrılması zorunluğu öfkelerini tuzluyor. Brüksel’den milyonlar gelmesine rağmen bir örnek Çingene mahallesi, Çingene okulu, bir okuma evi ya da poliklinik kurulmamasına karşın, etrafta Çingene davulları çalması Bulgarları sinir etmekle kalmıyor, delirtiyor. Bulgarların endişesi ülkede hukuksal eşitlik, hukukun üstünlüğü, hayatın her dalında beraberlik tesis edilene kadar devam edecektir, çünkü Bulgaristan’ın etnik politikada tosladı. Geri Vites takıp çöküşe durak arayanlara “akıl” kütüğü, boş kafalı A. Doğan’ın tavsiyelerini sabırsızlıkla bekliyoruz. Umarız “Çingenelere gelen ama sizin çaldığınız paraları lütfen çevirin!” der ve karanlık aydınlanmaya başlar. Unutmayınız. Bu işin içinde, iktidara ortaklık yapan ve 30 yıl ballı parmak yalayanlar arasında masum birileri yok…. Bizi izleyin ve dünyayı farklı görün. Oku ve okut, paylaşmayı unutma. Olaylar Vatan fırınında pişiyor. Dostlarınızla paylaşmayı unutmayınız


Makale ve Analizler - 2019

91

İnisiyatif Kuruculardan Geldi

Tarih: 11 Ocak 2019 Yazan: Nazım ÇAVUŞ Konu: Hak ve Özgürlükler Partisi’nin köklerine dönmesi halkın isteğidir. Siyasi hayatta kuşak değişimi 25-30 yaş arasında olur. Bu bir devri teslimdir. Biz Bulgaristan Türkleri için de geçerlidir. Her nesil kendi hayatını ve kendi kurallarına göre yaşamak ister ve bu da onun doğal hakkıdır. Kendini Bulgaristan Türkü hisseden, Türk Kimliğiyle yaşayan ve daha iyi günler için çırpınan her kardeşimiz için geçerlidir bu gerçek. Hak ve Özgürlükler Hareketi 04 Ocak 1990’da birkaç kişinin Varna’da 65 m2 evinde Hamdi’nin evinde toplanın bir kahve içmekle ve o kahveyi içenler tarafından kurulmadı. Bu mücadele örgütü, 20. Yüzyıl boyunca Bulgaristan Türklerinden her birinin kalbinde ve ruhunda, gönlünün en kutsal bir yerinde doğdu ve sonra dağlardan toplanan ayazma, pınar, kaynarca, çeşme, oluk ve dere sularının daha büyükçe çaylarda toplanarak bir ırmağa dolması ve son 30 yılda doludizgin akışıdır – Hak ve Özgürlük Hareketi. Bu akışın sahibi Bulgaristan Müslüman Türkleridir. Bu hareketin güç kaynağı da Bulgaristan’daki Türkler ve Türkiye’deki soydaşlarımızdır. Hareketimiz 20. Yüzyıl içinde üç dört kuşağımızın hakhukuk arama davasında, adalet ve özgürlük kavgalarımızda oluşmuş ve biçimlenmiştir. Millet olarak oluşup biçimlenmeden, tek dilli ve tek kültürlü, olası daha büyük bir ülkeye yayılma ve daha güçlü devlet kurma hevesine daha 1979 heveslenen Bulgarlar, hep daha büyük bir devletin gölgesine sığınmaya çalıştı. Rusya’nın Osmanlı gerçekliğinden her bakımdan fersah fersah geri olduğunu anlayınca Batı Avrupa’ya döndüler. İlginçtir, 2007’den beri Avrupa Birliği vatandaşı olan Bulgarlar hiçbir konuda Avrupalı olamadılar. İlk kez bu kış, medeni dünya uygulamasından 2 olay yaşadık. Bir) Sofya sokaklarından kar altında donup kalan ve buzlanan çöp tenekelerini karıştıramayanlar toplandı ve sıcak çorba verilen geçici sığınma kamplarına yerleştirildiler. İki) 1 409 bin kayıtlı sakini olan Sofya’da yoğun hava kirliliğine neden olan eski araçların şehir merkezine girmesi yasaklandı.


92

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS) Rodoplar’da kıştan donup katılan ve kar kalkınca ölü bulunan yaşlı Türklerin durumuna ilgisiz kalmaya devam ediyor. Camilere ve okullara odun kömür dağıtma işine öncü olamadı. Kışı çok zor geçiren haneler var. Hastaların durumu perişan! Sofya Kültürel Etkileşim Derneği üyesi doktor ve hemşireler acil yardıma ihtiyacı olan bölgelere gidip ilk yardım gösterme ve durum tespitinde bulunma hazırlıkları görüyorlar. Son günlerde Voyvodinovo köyünde evleri belediye tarafından, ırkçı kararlar sonucu yıkılan, köyden kovulan ve harabe ve kar altında kalan tavuk, kedi ve köpekleri TV’de seyredenler, “bunlar iyice kudurmuş” diyor ve belediye ve devletin halktan iyice el çekmesinden yakınıyorlar. Delegelerin Kırca Ali Türklük kalesinin politik rakip güçler, başımıza sarılan zulme bizzat katılan ve bugün de gözü dönmüş saldıran güçler tarafından ele geçirildiği koşullar ele alınıp tartışıldı. Halkın nasıl yaşadığından, ne yiyip ne içtiğinden, şua ağır kışı nasıl geçirdiğinden ilgilenmeyen tiplerin milletvekili koltuklarına uzanmış maaş bekleyişi sert eleştirildi. DPS milletvekillerinin meclise yan gelmiş, avanta-rüşvet tuzağını kurmuş bekleyişleri, 26 Mart seçimlerinden bu yana Müslüman Türkler lehinde hiçbir yasa onaylanmadığı ve kanun değişikliği yapılmadığına işaret edildi. Bulgaristan’da Vidin- Montana ve Vratsa illerinden sonra insansız kalan ikinci büyük bölgenin Güney Doğu Rodoplar olduğu açıklandı. Koşukavak (Krumovgrad), Eğridere (Ardino), Kızılağaç (Kirkovo) vb belediye bölgesinin işlevselliğini kısmen yitirdiği, sürekli nüfus kaybettiği ortaya kondu. Bu koşullarda bölge sorunlarının da ağırlaştığı ve geçerli çözüm yolları bulunamadığına, ortaya atılan fikirlerin de tutmadığına vurgu yapıldı. Partinin halkçı ruhundan gelen kurucu öncülerden av. Mümün Yılmaz parti yönetiminin her konuda pasif kaldığına eleştiri yöneltirken, zamanını çoktan dolduran ve Bulgaristan Türklerinin devrimci ruhunun temsil edecek maneviyata sahip olmayan, partiyi milyoner olmak için kullanan ve Türklüğümüzün şerefli onurunu kirleten Yordan Tsonev, Cevdet Çakırov, Kamen Kostadinov ve Ramadan Atalay gibi kadroların seri yanlışlarına rağmen, işleri kösteklemeye devam etmesi görülürken politik yönetimde ve mecliste ne işi olduğunu sordu. Halk ve Özgürlükler Partisinin ilk Türkiye koordinatörü olan M. Yılmaz, partinin yeniden birleşmesi için köklerine dönmesi gerektiğini, Bulgaristan Türk kimliğinin yılmaz, yenilmez manevi güç kaynaklarına sarılmasını belirti. Türkiye’de yaşayan kardeşlerimizin birlik ve beraberlik


Makale ve Analizler - 2019

93

davasında orta direk olmaya hazır olduklarını bildirirken, partinin davamıza ihanet edenlerden ve partiyi yemlik olarak kullananlardan kurtulması gerektiğine vurgu yaptı. Tütüncülüğün kotaya binmesi, madenlerin ve renkli metaller sanayinin kapanmasından dolayı kendini yolda, sokakta, işsizler kuyruğunda veya ekmek teknesi sırtında gurbet yolunda bulan insanlarımıza beklenen el uzatılmadı. HÖH partisi bindiği dalı kesti. Yıllardan beri yaprak dökümü yaşıyor. Partinin öz misyonu Müslüman Türklerin davasıdır. DOST’un dağılmasından ve HHŞP’nin tamamen pasifleşmesinden sonra HÖH’ün öncü fonksiyonuna dönmesi ancak partinin demokratik merkeziyetçilik ilkelerine dayanarak arınmasından geçmesiyle mümkün olabilir. Türk Kimliğini boğmaya çalışan zihniyetten kurtulmasıyla olabilir. Türkiye’den kopmayı siyaset haline getirmekten vaz geçmekle mümkün olabilir. Mazlum insanlarımızın kaderini kendi kaderi yapmaya hazır kadroların görev başına geçmesiyle başlayabilir. Bulgar Basınından Alıntılar; Йордан Цонев Скандал в ДПС по време на отбелязване на 29-та годишнина от създаване на политическата формация. Един от създателите на партията поля гостите на хотелски комплекс ”Арпезос” със „студен душ“, след като за първи път открито заговори за милионерите и несправедливия избор на депутатите. Адвокат Мюмюн Йълмаз потърси сметка от ръководството на ДПС защо хора като Йордан Цонев са народни избраници. „Много хора са станали милионери в ДПС без да се интересуват как живее народът“, каза той, цитиран от „24 rodopi“ . Той повдигна въпроса за депутатите Йордан Цонев, Джевдет Чакъров, Камен Костадинов и Рамадан Аталай. “Толкова ли нямаше хора в Хасково, че Йордан Цонев да го пишат водач”, каза учредителят. Всички останаха като парализирани, когато Мюмюн Йълмаз отсече: Кърджали е крепостта на ДПС, не подценявайте Кърджали, без Кърджали след 3 дни няма да има ДПС. „Какво ме грее, че имам депутат в Перник и депутат в Ловеч. Ако върви така депутатските мандати на ДПС в Кърджали ще паднат на 2“, отбеляза още Мюмюн Йълмаз, който е първият координатор на ДПС в Турция. Проф. Милко Палангурски за Фрог: В ДПС се задават промени Проф. Милко Палангурски


94

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Източник: Фокус Най-вероятно в ДПС ще има вътрешни промени, това заяви историкът проф. Милко Палангурски от Великотърновския университет след изказването на адв. Мюмюн Йълмаз, че без Кърджали след 3 дни няма да има ДПС. ДПС или друга организация на българските мюсюлмани винаги ще има. Българските турци са единствените мюсюлмани в световен мащаб, които имат избирателни права от 140 години. В нашия парламент винаги е имало представители на мюсюлманското малцинство още от подписването на Конституцията. Дори по Живково време в НС е имало 40 депутати. Мюсюлманите дълго време бяха представени чрез другите партии. По-късно с появата на ДПС те бяха капсулирани, тъй като трудно се съвместява с другите партии. Онези, които върнаха имената на българските мюсюлмани, нямат нищо общо със сегашното ръководство на ДПС. Основните двигатели на Движението до 1989 г. бяха изолирани и изхвърлени от ръководството на партията. Изхвърлянето на истинските демократи е най-успешната операция на КГБ.


Makale ve Analizler - 2019

95

Dilimiz Kimliğimizdir

Tarih: 12 Ocak 2019 Yazan: Filiz SOYTÜRK Konu: BALKANLARIN ORTAK DİLİ TÜRKÇE OLSUN Yeni adı Kuzey Makedonya, başkenti Üsküp’te “Balkanlar’da Barış Dili Türkçe” paneli çok büyük ilgi gördü. Şehirleri şehir eden yaşadıkları büyük olaylardır. İnsanlara insanlığını unutturmayan da başlarından geçen iyi kötü olaylardır. Vardar’ın XV. Y.y.’ın ilk yarısında inşa edilen “Taş Köprüsü” üstünde dursan ve gelen geçene “Nerelisiniz?” diye sorsanız, hepsinden alacağınız yanıt birdir: Üsküplüyüm. Kendilerine Üsküplüyüm diyenler, yaşadıkları şehrin adını soyadlarıymış gibi kullanırken gurur duyuyorlar. Her şeyi o kadar kıymetli olduğundan olacak, Osmanlıya ilk bağlanan ve son kopan bir inci şehirdir Üsküp. Herkesin iki elli var, yıkan ve yapan eller. Bunlar hep birlikte çalışır. Bu şehir İstanbul’dan 77 yıl önce fethedilmiş, birçok defa yakılmış, depremlerde ve savaşlarda yıkılmış ama her defasında çok hızlı tempolarla ve eskisinde güzel dikilmiş. 28 Aralıkta Üsküp’te toplanan Türk dili paneline biz Bulgaristanlı Türkler davet edilmedik. Davet edilseydik ve konuşsaydık ne mi diyecektik? Her şeyden önce biz, Bulgaristan’daki Türkler, yüzölçümü bakımından Balkanlar’daki en büyük ülkenin vatandaşıyız. Avrupa Birliği’nin de vatandaşıyız. Balkan ülkelerinde en büyük Türk azınlık biziz ve hem Türkiye hem de Makedonya komşusuyuz. Ana dili Türkçe olan, tarihinde Türkçeyi yaşatarak yeşertmek için 2 700 medrese, mektep ve okul kurmuş, yasakları sert rejimli tek uluslu Bulgar devletinde sözlü hak edebiyatı temelinde yazılı edebiyat ve sanat oluşturmuş bir topluluğuz, diyecektim. Görülmeyecek ve dikkate alınmayacak kadar küçük olmadığımızı anımsatmak için de toplam 400 basılmış esere dayanan edebiyatımızın 200 şair ve 160 yazarımız tarafından yaratıldığına ve tüm Balkan ve Türk antolojilerinde önemli yer aldığına vurgulamada bulunacaktım. Yaklaşık 70 yıldan beri Türkçe öten kuşa uçma izni verilmeyen Bulgaristan’da Türk kimliği için Türk diliyle 1989’da ayaklandık. Türkçe saydığı, Türkçe sayıkladığı,


96

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Türkçe rüya gördüğü ve konuştuğu için para cezası ödeyen, hapishanelerde ve toplama kamplarında işkence gören, hatta yargısız idam edilen, anavatana kaçan, göçe zorlanan ama hala Türk gibi yaşamaya devam eden dili, dini, kültürü ve medeniyeti Türk olan kardeşlerime bir gönül selamı gönderecektim. Türkçe şehitlerimize bir Fatiha okuyacaktım! Biz Balkanlar’da Türkçe konuşan, Türkçe sevişen, Türkçe küfür eden ve Türk televizyonlarıyla yatıp kalkan en büyük Türk topluluğuyuz… Ve şimdi Türkçe açısından bir sıfır olmamızın sebebi yalnız bizde görülmemelidir. Yazımın başlığına Balkanların ortak dili Türkçe olsun, dedim. Tarihte Türkçe konuşan ve 300 yıl birbirine silah çekmeyen Balkan halkları huzur arıyor. Ortak huzura götüren yolun birinci kilometre taşı ortak dildir. İkinci, üçüncü dil olması önemli değil, Türkçe Balkan toplum ve topluluklarının anlaşabileceği, etnik, milliyet ve milletlerinin birbiriyle anlaşabileceği en cana yakın, zengin ve öğrenilmesi kolay, ahenkli dildir. Balkan halkları ve devletleri tarihinde Türk dilinde savaş ilan edilmemiş, kalem kırılmamış, düşmanlık kışkırtılmamıştır. Türkçemiz barış dilidir. Balkanların tarihsel köprüleri, minare ve camileri, konak, kervan saray, hamam, saat kulesi, numune çiftlikleri, bedesten ve sarayları Türkçe konuşularak inşa edilmiştir. Balkan halkları en büyük hayalleri Türkçe kurmuştur. Bu nedenle de 20. y.y.’da en büyük göçler Türkçe konuşan ülkeye, Türkiye Cumhuriyeti’ne olmuştur. Balkan halklarının tarihinde en değerli ortak hatıralar Türkçe oluşmuş ve yaşamıştır. Belki de Balkanların en değerli atasözü şudur: “Türk’ten büyük dost olmaz!” İşte böyle bir ortamda ben şu görüşlerimi samimiyetle paylaşmak istiyorum. Her dilde millet olunmaz, diyenlere hak veriyorum. Her dilde devlet kurulmaz diyenlere de öyle. Balkanlarda 80 dil konuşuluyor ama 80 devlet yok. Bazı diller devlet baskı ve terörüyle, doğal olarak gayrı meşru, ama milli meclislerde onaylanmış yasalarla, anayasaya alınmayarak zorla budanmak, okullarda zorunlu ders olarak okutulmayarak, okul medya ve toplum dışına itilip, yasaklanıp yok edilmeye çalışılıyor. Şu anda Bulgaristan’da bu baskılı zorlama Türkçemizle beraber Makedonca, Ulah’ça, Gagavuz’ca, Çingenece ve Tatarca, Aromanca, Yunanca, Yahudice ve başka azınlık dillerine karşı en şiddetli bir biçimde uygulanıyor. Öz kültür ve medeniyeti oluşmamış, nüfus olarak da sürekli azalan Bulgarların, azınlıkları bütünleştirip, Bulgar dili ve kimliği etrafında asimile etme çabalarının 140 yıldan beri başarısız kalması bir de Bulgarların kendilerinin bir millet ve halk olamamış olması ve Osmanlıdan koptuktan sonra milliyet oluşturmada ham ve yetersiz kalmalarıdır. Toplayıcı ve birleştirici niteliği


Makale ve Analizler - 2019

97

olmayan dayatılan kültür dili günümüzde ülkemizde Bulgarca okuduğunu anlayamayan, Bulgarca sayamayan, Bulgar dilinde düşünemeyen, yetersiz (debil) etnik dilimler yaratmıştır. Herkesin bildiği üzere, bir toplumu önce millet, sonra kültür ve medeniyet sahibi yapan ortak dille oluşan toplumsal hafıza, ortak milli dillin yarattığı kimlik ve devlettir. Ülkemiz koşullarında bu çok acı bir gerçektir ve % 40’ı okuryazar olmayan bir toplum yaratmıştır. Bu gerçeğin görülen yüzünde şu var: Varna’nın Voyvodino köyündeyiz. Onarılmış güzel bir cami ve bir kilisesi var. Okul var, çocuk olmadığı için kapalı. 300 sakinin yarısı Bulgar yarısı yaşlı Türk. Genç Bulgarlar çocuklarıyla birlikte Batı ülkelerine, Türklerse Türkiye’ye gitmiş. Yaşlı Bulgarlar yerli Bulgar lehçesinde, Türkler Türkçe konuşuyor. Sağlık ocağında doktor ile mini marketçi iki dili de biliyor. Gerçek durum budur. Köye gazete girmiyor. Radyo çağı geçmiş, herkes TV başında: Türkler Türk Televizyonu izlerken, Bulgarlar Türk filmlerini Bulgarca izliyor. Bu, Bulgaristan toplumunu yansıtan bir damla sudur. Makedonya’da Türkçe konuşan 400 bin kişi varsa, biz en az 1 400 000 kişiyiz. Bizde Türkçe konuşan her köy Vatan’dır. Türkçe konuşanlarımız kendilerini Türk hissediyor, Türk dili konuşan ve Dobruca, Deliormn, Gerlova, Trakya ve Güney Doğu ve Batı Rodoplara dağılmış ve Bulgaristan Müslümanlarının gök kubbesini oluşturan bir anadilden ve onda yaşayan bir halk kültüründen, edebiyat ve sanattan söz ediyoruz. Gelenek ve törelerimizin kökleri derindedir. Biz Türkçeyle sevdalanan ve kadınlarımız doğururken “ana” diye çığlık atan bir milletiz. O, isimlerini kulaklarına hocalarımızın fısıldadığı çocuklarımız vatan olarak sevdikleri Bulgaristan’a dünya ve olimpiyat şampiyonluklarından Türkçe konuşarak, Türk gibi güreşip dövüşerek, Türk isimleriyle gurur duyarak 50 altın, gümüş, bronz madalya getirdiler. Şu memleketimizin yetiştirdiği en ünlü opera sanatçılarından biri olan Rayna Kabaivanska, – New York “Metropolitan Opera”da söylemiştir – Osmanlı “esareti” ve Türklerin hakları konusunda, biz “esir” değilmişiz, “en kutsalımız olan dilimize ve dinimize dokunan olmamıştır,” dedi. Türklerin insan sevgisi ve özel meziyetleri üstüne birçok yeni bilgiler açıklandı ve kitaplara girdi. Bir defa komitacı Levski’yi Tuna üzerinden kayı ile Romanya’ya geçiren Bay Kemal’dır. O, komitacıların başı Vasil Levski ile her zaman Türkçe konuşmuştur. Levski, Bulgar hafiyelerden kaçındığı için, doğup büyüdüğü Karlovo şehrinde halen müze olan baba evinde asla kalmamış, şehre indiğinde her defasında Türk mahallesinde Münire ninenin evinde gecelemiş ve misafir edilmiştir.


98

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bize birçok defa, kapı açık, isteyen gelsin dendi. Ama 1.5 milyon kardeşimiz bugün de orada ve Türkçe konuşuyor. Bunun sebebi nedir: Yine Vasil Levski’nin yönettiği ve demokratik cumhuriyet için mücadele eden, GİZLİ DEVRİM KOMİTESİNİN en önemli belgelerinden birine bakalım: “Hedef: Güçlü hakimiyetinin ve kesecilerin egemen olduğu topraklarımızda GERÇEĞİN VE ÖZGÜRLÜĞÜN ANIRKABRİ kurulsun. Çorbacılığın yerini tüm milliyet ve milletler arasında uzlaşı ve kardeşlik alsın. Bulgarlar, Türkler, Yahudiler ve diğerleri dinlerinde, milliyet olarak, vatandaş olarak ve diğer tüm hukuksal ve sosyal ilişkilerde eşit olacaklar. Hukuk üstünlüğü sağlanacak. Bu hukuksal üstünlük bütün bizdeki bütün milletlerin arasında uzlaşma sağlanarak hazırlanacaktır.” Ve biz bugün Vatan, anadili, din, öz kültür ve Türk Kimliği kavgamızda ofislerimizde Vasil Levski’i ile Atatürk’ün resimlerini yan yana asıyorsak, heykeltıraş Vejdi Raşidov Washington’daki Bulgar Büyük Elçiliği önündeki V. Levski anıtını taştan oymuşsa, tarihsel gerçeğin ANITKABRİNİ yontuyoruz anlamındadır bunlar. Bu anıtta bizim Türk kimliğimize şerefli yer olduğuna inandığımızdandır. Biz Bulgaristan Türklerinin son 140 yılda değişmediğini iddia etmiyoruz. Dilimizde, geleneklerimizde ve adetlerimizde etki yaşandı, biçimsel değişiklikler oldu, ama öz korundu. Biz Türk Kimliğimizi geliştirirken bu öze dönüyoruz. Bulgarlar da kendi özlerine döndükçe bize yaklaşıyorlar. Ana dilimiz konusunda, okulumuz olmasa da, farklı görüşümüz şudur. Kendi dilini doğru konuşamayan, doğru yazamayan, kendi dilinde şarkı türkü söyleyemeyen, anadilinin anlatım inceliklerini bilmeyen, kelime dağarcığı yeterli olmayan ne başka bir dili doğru dürüst öğrenebilir, ne bilim üretebilir, ne de kültür, sanat ve edebiyat. Biz Türk kimliği mücadelemize Türkçe üzerinden devam ederken, 2018 Üsküp Türk Dili Paneline neden davet edilmediğimizi 2019’un başında da anlayabilmiş değiliz. Bizimki yalnız Türkçe sevdası değil, 19. Yüzyılda kazanılmış bir kutsal hakkı 21. Yüzyılda yaşatmak inadıdır. Avrupalı olmanın bir anlamı da budur. BALKANLARIN ORTAK DİLİ TÜRKÇE OLSUN Okuyanlar lütfen paylaşsınlar.


Makale ve Analizler - 2019

99

Bulgaristan Türkleri’nin Isim Değiştirmeye Karşı Direnişi

Tarih: 12 Ocak 2019 Hazırlayan: Hamiyet ÇAKIR Konu: Bulgaristan Türkleri’nin isim değiştirmeye karşı direnişi: Toplu Bakış 24 Aralık’tan 31 Aralık’a kadar milis, kırmızı bere, güçlendirilmiş sınır birlikleri ve ordu Kırca Ali bölgesinden çıkamadı. Baskınlar gece gündüz devam etti. Sürekli olarak farklı noktalarda kalabalık protesto yürüyüşleri gerçekleşti. Çatışmalar yaşandı. Ocak 1985 tarihinde devletin eliyle terör güçleri Balkan Sıradağı’nın doruğunda bulunan Kotel’e (Kazan) kasabasına yakın Yablanovo (Alvanlar) köyüne yöneldiler. Etraf diz boyu kardı. Halkın direnişi ve Türk kimliğini savunma mücadelesi de üç gün üç gece sürdü. Kahramanlık örnekleri verildi. Direnişçi Türkler’in öncüleri tankların altında kaldı, ezildiler. Polis ve Üçüncü Bulgar Ordusundan motorize ve zırhlı askeri güçler köy ayaklanması şeklinde gelişen mukavemeti kana boğarak bastırdı. Bu ölüm kalım kavgasına Kotel belediyesine bağlı 12 Türk köyünden yediden yetmişe herkes katıldı. 1 kişi öldürüldü. Birçok kişi yaralandı. Tutuklandı. 20 direnişçi mahkûm edildi. O sırada yalnızca Yablanovo köyünden 22 erkek Belene Toplama Kampı’na gönderildi. Daha sonra onlarda ikisi – Demokratik lig – insan hakları için direniş partisini kurdular. Kuzey Bulgaristan’daki isim değiştirme süreci sert mukavemetle geçti. Güneyde olup bitenleri, yakınlarından, Türkiye ve Batı kaynaklı radyo yayınlarından takip eden bölge Türkler’i, ilk başta yönetim tarafından yayılan söylentilere “yılana sarılmış gibi” sarılmışlardı. Köylüler top sahalarına toplandılar. Okullar ve okuma yurtları kurşunlandı. Herkesin önünde dövülenler, tartaklananlar, saldırılarda yaralananlar oldu. Türkler’in birçoğu, Bulgar yetkililerin tutarsız ve uydurulmuş açıklamalarını kabul etmediler. Halkın bazı temsilcileri, Bulgarları’ın yıllarca izlediği periyodik eritme politikasından


100

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

haberdar olduklarından, aydınlatma ve uyandırma, derlenip toparlanma ve asla teslim olmama yönünde çalıştılar. Bulgar arşiv belgelerine göre, Güneydoğu Bulgaristan’daki isim değiştirme işlemi tamamlandıktan sonra Kuzey Bulgaristan süreci gündeme gelmişti. Saldırılar gece bekleniyordu. Ağır kış şartları ve şiddetlenen sıkı denetim, baskı ve terör köylülere çok zor günler yaşattı. Sıkıntı arttıkça arttı. Kimse çocuklarını okula sal(a)madı. Düğünler bayramlar durdu. 18 Ocak 1985’te Politbüro üyelerinin ve Bulgar Komünist Partisi İl Başkanlarının Şumen ve Razgrat illeri köylerinde gerçekleştirdiği iki toplantıda T. Jivkov ve G. Atanasov adına konuşanlar halkı avutmaya, yatıştırmaya çalışmıştır. 21 Ocak 1985’te İçişleri Bakanlığı yöneticilerinin il emniyet müdürleriyle yaptığı toplantıda anlaşıldığı gibi, süreç artık polis ve ordu gücüyle devam eden isim değiştirme süreci Bulgaristan’ın tamamını kapsamıştır. Dönemin İçişleri Bakanı D. Stoyanov’un da bulunduğu bir toplantıda, güneyde olduğu gibi kuzeyde de polis gücünün yanı sıra silahlı kuvvetlerin de katıldığı olaylara devlet güçleri hâkim olmuş ve 1 235 532 Türk’ün ismi değiştirilmiş ve hepsine Bulgar adlarıyla yeni kimlik verilmiştir. Bu kanlı süreçte 37 Türk kurşunlanarak öldürülmüş, 520 kişi yaralanmış ve 12 500 kişi de tutuklanmıştır. Bulgaristan Türkleri’nin 1984-1989 “Eritme Politikası”na karşı direniş,asimilasyon sürecinde karşı ilk örgütlü ve bilinçli başkaldırıdır. Güney Bulgaristan’daki kanlı çatışmalardan ders alan Bulgar devleti Koca Balkan’ın Kuzeyine geçtiğinde muhtemel kitle direnişlerine karşı daha büyük önlemler almıştır. Birçok erkek önceden askeri kamplarda veya Belene Adası’nda toplanmış, askerler eve salınmamış, askerlik süresi dolanlara teskere verilmemiştir. Gençler emniyet merkezlerinde tutulmuştur. İsim değiştirilme arifesinde tutuklanan “tehlikeli” Türkler’le ilgili uygulamayı İç İşleri Bakanı D.Stoyanov’un şöyle anlatmıştır: “Belene, bize sınırsız imkânlar sağlayamadığı için, isimleri değiştirilecek insan sayısı az olan Plovdiv, Sliven, Stara Zagora gibi bölgelerde gözaltında olanlar, İl Emniyet Müdürlüklerinde tutulacaktır. Cezaevlerinin bulunduğu bölgelerde, güvenli olduğu için cezaevlerinde kalacaklardır. Güney Dobruca’nın üç merkezi olan Dobriç, Silistre ile Varna ve de Razgrad, Tırgovişte, Şumen üçgenindekiler, gerek duyulduğunda Belene’ye gönderilecektir.” Burada seferberlik bahanesiyle kamplarda toplanan ve Bulgarlar’ın yaşadığı köylere sürülen Türkler’den söz edilmemektedir. Hasköy ve Kırca


Makale ve Analizler - 2019

101

Ali dışındaki Türkler’in isimleri, bu şartlarda sert mukavemete rağmen daha kolay değiştirilmiştir. Bulgaristan yetkilileri, Türkiye, Avrupa ve tüm dünyanın gözleri önünde, kısa bir süre içinde isim değiştirme sürecini başarıyla tamamlamıştır. Dönemin Devlet Başkanı T. Jivkov, 18 Şubat 1985 tarihinde şöyle dedi: “Biz 20 yıldır onlara [Türk Yetkililere] , göçten söz ettik, onlar da susarak bizimle alay ettiler. Bizim için göç konusu artık kapanmıştır. Göç edecek insanımız yok. Bu insanlar, eskiden Müslümanlaştırılmış Bulgarlardır. Bir adam bile veremeyiz onlara. Bir veya beş kişiyi verecek olursak, elimizi uzatıp kolumuzu kaptırmış oluruz.” Oysa bu sözler bir tuzakmış. Asimilasyonu kabul etmek istemeyen ve uygulamaya isyan eden çok sayıda Türk tutuklanmış, sorgulanma sırasında işkence görmüş, sürgün, hapis veya ölümle cezalandırılmıştır. Mücadele içinde yer alan her birey, Türkiye hesabına çalışan casus olarak ilan edilmiştir. En ağır ceza alanlar Stara Zagora ve Sofya hapishanelerinde tutulmuştur. Cezaevleri dolduğu için 1984’ten 1989’a kadar 517 kişi mahkemeye çıkarılmadan Belene Toplama Kampı’na gönderilmiş, birçok erkek ise askeri seferberlik bahanesiyle göreve çağırılmış ve Bulgarlar’ın yaşadığı bölgelerdeki kışlalarda belli sürelerde kapalı tutulmuştur. “Belene” kampından çıkanların hepsi Kuzey Batı Bulgaristan’daki Bulgar köylerine sürgün edilmiş veya Bobov Dol kömür madeni ocaklarında çalıştırılmıştır. Aynı zamanda bazı Türkler, tek başına ya da ailece mahkemeye çıkarılmadan, Bulgarlar’ın yaşadığı köylere sürülmüştür. Bulgaristan’da en zor yıllarımızı hatırlayalım ve anlatarak yaşatalım. Dostlarınızla paylaşmayı unutmayınız.


102

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

103

Bulgar’da GETTO Politikası

Tarih: 13 Ocak 2019 Yazan: Nedim AKIN Konu: En zor işlerden biri yaşam tarzınızı değiştirmektir İşlerin hepsinin altında bir bakış açısı var. Irmağın kenarında uçuşan bir kelebeğe “Burası nasıl, güzel mi?” siye sormuşlar. “Aa! Çok güzel nereye uçsam çiçekler açmış, her yer yeşil, su da masmavi!” demiş. Bir de sineğe sormuşlar. O da “Çok güzel. Nereye uçsam, her yer bok!” demiş. Hayat tarzından insanların yaşayış şekli anlaşılır. Gözlerimin önüne usulca akan bir ırmak gelmesini isterim. İt ürür, kervan yürür, su da bildiği gibi akar. Ama öyle mi? Bulgaristan’da Jivkov’un “dediğim dedik, kestiğim kestik” döneminde yani sirkenin keskin olduğu yıllarda, Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) Merkez Komitesi (MK) Çingenelerin yaşam tarzını kökten değiştirme kararı almıştı. Arabacı bay Asan ailesine Filibe’nin (Plovdiv) Yeni Mahalle’sinden (Stolüpenevo) bir panel apartmanın 2. Katından iki artı bir daire vermişlerdi. Bay Asan’a, “uygun mu?” diye soranlara, o “içinde at koştur,” diyordu. Yeni mekâna taşınırken, “Şeker Mahalle” deki kulübeleri ve ahır yıkıldı. Çocuklar ve gelinlerle birlikte atı da 2. kata çıkardı. Hava soğuktu. Petekler takılmış ama kalorifer ısıtmıyordu. Parkeyi söktü. Ocak yaktı. Sobaya atıp yemek yaptılar. At da etrafa pisleyince sanki daire ısınmıştı. Asan, çocuklar ve at gazetelere manşet oldu. Fotoğrafın altında “Kültürsüz Çingeneler” yazdı. Şu kültür dediğin bakış açısına göre değişen bir şey… Ellerini kokulu sabunla yıkamakla insan daha kültürlü olmuyor. “Kültürün” tam ne olduğunu Asan da pek bilemedi. Soranlara “biz bildiğimiz gibi yaşarız” cevabını veriyordu. İkinci kata çıkıp sokağa yüksekten bakmak, kocaman kanatlı pencereyi açıp daireyi havalandırmak “kültürlü” olmaksa, onunki pek kültürlü sayılmazdı. Bir süre sonra mektup aldı, belediyeye çağrıldı.


104

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Alt ve üst komşulardan şikâyet gitmişti. Alt komşu tepinme ve kişnemeden uyuyamadığını, üsteki alttan tuhaf bir koku geldiğini, yan komşu da daireye yığılan saman ve ot balyaları tutuşursa apartmanın yanacağını ihbar etmişti. Asan hiçbir şey diyemedi. Kara kara düşündü ve şehir dışında kendi insanlarının arasında bir yere gitsek iyi olacak dedi. GETTOLAR şehir içindeki evleri ve mahalleri yıkıldıkça kıyı köşede boş arazilere yerleşen ailelerce kuruldu. Yeni mekânda, eski karyolaların küflü yaylarının gıcırtısı ile köpek ve kedi sesleri kimseyi rahatsız etmiyordu. Aileler kabalaştıkça gettolar büyüdü. GETTO kültürü gelişti. Çocukların sümüklü oluşu, köpeklerin havlayışı, kedilerin sıçanlarla dostluğu, evlerin çatılarından gelen çubuk ve çanak anten kabloları ile elektrik ve çamaşır kablolarının birbirine dolaşık lığı kimseyi rahatsız etmiyordu. Evde çalınacak bir şey olmadığından avlu ve dış kapılar açık, duvarlar sıvasız ve boyasızdı. Birbirine eklenen kulübe bölmelerinde tahta ve teneke perdeler aynı küflü çivide sallanıyordu. Burada GETTO sıcaklığı denen ve anlatılması zor olan hava var. Yüksek konuşan erkekler, sürekli sitem eden kadınlar ve hiç durmadan mızıldanan çocukların yarattığı hava gizemli. 11 Ocak 2019 akşamı Filibe (Plovdiv) şehrinin 40 km kenarında bulunan Voyvodino GETTO çöküntüsünde bu ambiyans yoktu. Evler yıkılmış, harabe karın altına saklanmış, ortada kalan köpekler de kime havlayacaklarını şaşırmıştı. Aynı günün akşamı 100 gayda eşliğinde ve ülkenin diğer illerinden ufak baş hayvan postu giyinmiş, kafada boynuzlu sığır başı, iri çanlar cangıl cungul gürültülü cemal (kuker) ortamında Plovdiv 2019 Yılı Avrupa Kültür Merkezi ilan edildi. Olayı ışıklandırmak için kurulan kule Nebet Tepe kadar yüksekti. 1000 ampulün birden yanması için 3.5 milyon leva harcanmıştı. Aynı anda 40 km ötedeki “Voyvodino” köy merkezinde 1912’de Çar Ferdinand ordularının Edirne saldırısında söylediği “Şumi Maritsa” (Meriç Gürültülü Akıyor) marşı bando eşliğinde söylerken köyün Çingene gettosunu yıktıklarından gurur duyuyordu. Polis, jandarma ve komandolar ilk kez bu iş için bir araya gelmişti. Çingene düşmanlığı kanı kabardıkça bardaklara dökülen kırmızı şarap gibi köpürüyordu. Birbirini övenler arasında en fazla böbürlenen sanki 21. Komando bölüğü komutanı General Dimitır Şivikov’tu. Bu General Afganistan’da görevdeyken, battaniye çaldığı için yargılandığı günden beri kendini böyle hissetmemişti. Gece mitinginde adalet dağıtan, her davanın yüksek yargıcı


Makale ve Analizler - 2019

105

ve gerçeği söyleyeni benim havasındaydı. Konuştu konuştu ve sanki içindeki zehiri iyice döktü. Öfke ve kinini kustu. Onu dinleyenler kötü Çingeneler adamcağızın fıçıdan şarabını ve kodesten domuzunu çalmışlar diye düşünebilirdi. Olay hortlama Bulgar basınında yorumlandı. Politika uzmanı Ts. Andreeva, “Borisov hükümetinin aşırı milliyetçilerin kucağından Orduluların kucağına kaydığını” yazdı ve şunların altını çizdi: “Askeri darbenin ne olduğunu kitaplardan biliyoruz. 1925 ve 1934’te Bulgaristan’da yaşandı. Askerlerin devleti ele geçirmek için yaptıkları iştir. Askeri darbeler kanlı olur. Diktatörlükle sonuçlanır. Nedenleri farklı olsa da, hedefte olan hep devleti ele geçirmektir. Apoletler imparatorlar devirmiş, çalıp çırpan rejimlerden hesap sormuş, dini siyasete alet edenlerle hesaplaşmış olsa da, ŞU SON GÜNLERDE OLANA BİR TÜRLÜ ANLAM VEREMEDİM. Bulgar ordu mensupları –komandolar – halkın bir kısmına –Çingenelere – karşı yöneldiler. Bu seyrek rastlanan ve akıl dışı bir yenelim olarak ortaya çıktı. Şu da var, halkı bastırmak için ordudan yararlanıp şan şöhret aramak tehlikelidir. Milli sorumluluğun, yurtseverliğin, devletin egemenliğinin en güçlü koruyucusu olma duygularını, böbürlenme bataklığına oturtmak bir o kadar tehlikelidir. Eski generaller, bu işleri bizden başka bilen yok havasına girdiğinde eski politikacılar, mevki ve makam hırsını yenemeyenler aynı duvara toslar. Buraya toplanmalarının sebebi de, Çingene mahallesinde iki gence ana baba düz giden bir komandonun bordür taşı boyuna yatırılıp eşek sudan gelinceye kadar hak ettiğini almasıydı. Aralarından en “iyi” olanın başına gelen yenir yutulur gibi değildi. “Voyvodino” köyüne toplananlar sözde şiddete karşı başkaldırdı. Küstahlıkları saklı kalacaktı. Dayağın altından çıkana bak. Ordulular, futbol serserileri, aşırı milliyetçiler gövde gösterisi bir oldular. Ayaklandılar. Sözde olan “kendiliğinde yükselen bir sivil protesto” idi. Hiç de öyle olmadığı ortaya çıktı. Önce Savunma Bakanı, (aynı zamanda Başbakan Yardımcısı) ırkçı söylemle saldırıya geçti, Generallerine emretti. Irkçılığı hortlatıp gece alayları yaptılar. Yumruklar havada, eski kilise bayraklarını salladılar. Memleket çapında yeni popülist durum ortaya çıktı. Daha önceki Çingene devlet hesaplaşmaları hatırlatıldı. Devlet terörüyle yıkılan evler, boşaltılan mahalleler, tutuklamalar birer birer anımsandı. Trakya’da “Katunitsa,” Batı Rodoplarda “Gırmen,” Sofya’da


106

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Orlandovtsi” olayları yeniden alkışlandı. O olaylarda yumruk sıkanlar, dalaşa kalkanlar şimdi aynı kanlı kavgayı “Voyvodino” köyünde sahnelemek istedi. Evleri vinçlerle yerle bir edilenler GETTODAN kaçmıştı. Başkentin “Orlandovtsi” semtinde ise Müslümanların kurmak istediği bir apartmanın alt katı cami olarak kullanılacak diye inşaatı durduranlar da oradaydılar. Bu defa hortlamanın başını çeken Rusofil Bulgar aşırı milliyetçiler oldu. Müslümanlara karşı saldırılarında Ruslar onları hep desteklemişlerdi. Hortlamanın tam da zamanıydı. Azınlıkları sindirme siyaseti diğer Balkan ülkelerinde de kullanıldı. Makedon meclisinin Makedonya Cumhuriyeti adını “Kuzey Makedonya Cumhuriyeti” ile değiştirmesi de hortlamaya hazır milliyetçileri kışkırtmak için bir vesileydi. Rusçular Üsküp meydanlarında kitle mitingleri yaptı. Askeri darbe dediler. Pankartlar yükseltildi. NATO ve Avrupa Birliği’ni dağıtma tertiplerinin son hedefinde bu da vardı. Bu tertipler dizisine Kara Dağ darbe denemesini, Bulgaristan’da ve Fransa’da aşırı milliyetçilere para yardımında bulunulmasını ekleyebiliriz. Hedeflenen güçlü bir Avrupa düşmanlığı kışkırtıp toplumda korku ve şiddet tehlikesi yaymaktı. Sanki 2019’da da olaylar Çingenelerle başladı. Planda, 5 ay önceden görülebildiği kadarıyla, Bulgaristan’da bir Çingene tehlikesi ateşi yakmak ve 21 Mayısta yapılacak Avrupa parlamentosu seçimlerinde, Müslüman ve azınlık düşmanı, ev yıkıcı Angel Cambazki, onlardan “sabun yapacağım” diyen faşist Volen Siderov’u ve aşırı milliyetçi, kudurmuş Çingene düşmanı, zavallı Nikolay Barekov’u zorla seçtirip Brüksel’e göndermek var. Oradaki huzuru bozup AB’yi karıştırmak düşünülüyor. Açıklandığına göre, Bulgar faşizminin para kasası, Belgrad’a sığınan kaçak bankacı Vasilev, “Bulgaristan’a faşizmi taşıma çabaları için faşist güçlere” “diplomatik çanta içinde “2,5 milyon Euro” göndermiş. Faşizm bize halktan çalınan paralarla geliyor. Bu gelişmelerle ulaşılmak istenen nokta Avrupa Birliğini içten dinamitleyerek dağıtmak ve Avrupa milletleri ve devletleri üzerinde Rusya egemenlik etkisini üstün kılmaktır. 2007 yılından beri Bulgaristan’daki Çingene problemini çözmek için AB’den gelen paraları kendi adamlarına kese kese dağıtan iktidar Voyvdino’daki üniformalı hortlamasını destekledi. Hatta Çingene sorunlarının çok boyutlu ve çok derin olduğunu, hatta yakında patlayacak bir çıbanbaşı oluşturduğunu söyleyenleri alkışladı. Şarap ikram edip kızıştırma


Makale ve Analizler - 2019

107

işinde 61. Komando bölüğü komutanlarından General Şivikov ve Lübo Ognyanov ön plana çıkarıldı. İhtiyarları sıraya dizip “Bizi Çingenelerden Kurtaran Generalimizin elini öpelim” havaları estirildi. Halkın bir kısmi ötekine karşı dolduruluyor. Bulgarlarda köle sahibi duygusu yaratılmaya çalışılıyor. Bu planın ucunda Çingeneyi Çingeneye kırdırma vardır. Biz Türkler bunu isim değiştirme baskı ve terör yıllarında yaşadık. Halkımız hiçbir şeyi unutmamıştır. Bir NATO bölüğünün etnik olay kışkırtma, ardından mahalle yıkma, azınlıkları yaşadıkları yerlerden kovma ve sindirme işlerinde kullanma ve bu gelişmelerin soruşturulmaması, suçluların cezalandırılmaması, Bulgar suçsuzdur zihniyeti yaratılması” olaylara tamamen farklı yön vermiştir. Savunma Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Krasimir Karakaçanov hemen istifa etmelidir. Trakya köylerinde kızıştırılan ve kışkırtılan ırkçı olaylar Avrupa Komisyonları tarafından incelenmeli ve sorgulanmalıdır. Etnik düşmanlık, ırkçılık ve ötekileştirme siyasi kışkırtan görevlilerin AB meclisine bir daha gitmesi önlenmeli, ülkemizde huzur sağlanmalıdır. Etnik azınlık topluluklarının hiçbir sorununu çözmek istemeyen iktidar ve ortaklarına bundan sonra el açmak ve oy vermek yok. Plovdivi Avrupa Kültür şehri ilan etmek hiçbir soruna çözüm değildir… Okuyunuz ve paylaşınız.


108

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

109

KGB’nin Eline Mi Kaldık!

Tarih: 12 Ocak 2019 Yazan: İbrahim SOYTÜRK Konu: Prof. Miko Palagurski’nin “DPSHÖH Partisinde değişiklikler filiz salıyor,” sözleri ilgi çekti. Şimdiye kadar işlenen konulardan biriydi bu. Fakat eskiler tarlanın tavını bir türlü tutturamadılar. Kuşak değişimini hep geciktirdiler. Son günlerde ise birden bire gerçekler ardı ardına ortaya çıkmaya başladı. Bunun tam hangi sebeple olduğunu düşünürken, bostan korkuluğu misali parti (kukla) başkanlığına dikilen ve kollarını sağa sola sallayarak, hiçbir kimsenin anlam veremediği Türkiye karşıtı cümleler kuran Mustafa Karadayı’yı hatırladım. Bu kardeşimiz boş fikirlerle körler sağırlar bir birini ağırlar pazarında konuşuyordu. Sahnede el kol sallamanın anlamını da pek bilmediği ortadaydı. Birdenbire göz bebeğimiz partimizle ilgili KGB – (Rus dış istihbarat komitesi) ve Bulgaristan Müslüman Türkleri meselesi güncelleşti. İşittiğimize göre HÖH lideri KGB’ye gönderdiği raporlarda, biz Bulgaristan’daki Müslüman Türkleri “dinsizler” ve “imanlılar” olarak ikiye böldük, yaşlıları yani “imanlıları” Türkiye’ye bıraktım, gençler yani “ateistler” bizim demiş. Moskova da bu raporu okuduktan sonra “Bulgaristan Türklerinin geleceği HÖH’ün ipoteğindedir” sonucuna varmış ve Ahmet Doğan’ın kafasından saç düşmesin “2019 yılı için Doğan’ı korumaya gereği yapılsın” kullanmaya devam denmiş. Bu gelişmelerin ardından gelen, Veliko Tırnovo Üniversitelerinde ders okuyan Prof. Milko Palangurski’nin şu sözleri nefes kesti. O dedi ki: “Bulgaristan Müslümanlarının isimlerini geri verenler ile HÖH partisinin şimdiki yönetimi arasında herhangi bir bağ ve ilişki yoktur. Hak ve özgürlük hareketinin(HÖH) 1990 yılına kadar ana motoru olan güçler partinin yönetiminden tecrit edildiler ve yıllar içinde partiden atıldılar. Bulgaristan Müslüman Türkleri arasındaki gerçek demokratların HÖH yönetiminden uzak-


110

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

laştırılması Rus-KGB’nin BULGARİSTAN’DA GERÇEKLEŞTİRDİĞİ EN BAŞARILI OPERASYONDU.” Bu demeci veren Profesör “biz Müslümanlar arasında çalışacak yeni genç kadro yetiştirdik” şeklinde rapor mu verdi dersiniz. Bu demecin anlamı şu sebeplerle akla getirir. Bir) Şimdiye kadar Bulgaristan Müslümanları konusunda Veliko Tırnovo Üniversitesinden herhangi bir bilim adamı bir açıklamada bulunmamıştı. Bu değişikliğinin nedeni nedir? Bulgaristan Müslümanları ile ilgili öncü kadrolar 1990’a kadar Sofya Üniversitesinin “felsefe – tarih” fakültesinde çıkmıştı. Viyana 1989 da Destek Derneği başkanı Avni Veliev Rus filolojisini bitirmişti. İllegal örgütlenmeyi gerçekleştirenler klasik eğitim almış ama 1913’ten 1985’e Bulgar saldırılarının Kimlik değiştirmeyi amaçladığını görebilmişler ve halka iyi anlatmayı başarmışlardı. “Demokratik Lig” grubunun Mustafa Ömer başkanlığında zorunlu Bulgarlaştırma, Hristiyanlaştırma ve göç siyasetine rağmen 21 Mayıs 1989’da Sliven’e bağlı Yablanovo köyünde Kurucu Kongre çağırması olağanüstü büyük bir başarıdır. Bulgaristan’da eritme politikası ve göçe zorlamanın arka planında gizli gelişen Ahmet Doğan olayı yazımızın konusudur. Bu gerçekler ne kadar derinlerde bulunursa bulunsun mutlaka dibe inilecek ve bu tavada KGB’nin tencere kalayı olup olmadığı görülecektir. RusKGB kalayının anlamı şudur: Kalay oksitleşir, tahammuz eder yani paslanır ve çevresini zehirlemeye başlar. Prof. Palagurski’nin dedikleri doğru ise, Bulgaristan Türklerinin asil ruhunu zehirleme işi KGB tarafından ve hain A.Doğan’nın eliyle kurucu kadroların tavsiyesiyle olmuştur. Yine son günlerde açıklandığına göre, Dobriç’e bağlı Baraklar köyünde Necmetin Hak’ın evine bağlı samanlıkta kurulan gizli örgüte (Bulgaristan Türklerinin Milli Kurtuluş Hareketi) A.Doğan’ı aşılayan Kasim Dal’dır. Eğer bu doğruysa Kasim Dal Bulgar milli güvenlik servisi (DS)’ye 1985’ten önce bağlanmış anlamına geliyor. İkinci olarak da, Pazarcık Hapishanesinden salıverildikten sonra kurucu Başkan Necmettin Hak’ın Türkiye’ye giderken A.Doğan’a Noter Tastikli “BAŞKAN SENSİN” vekâleti vermesi de yeniden tekrar değerlendirilmesi gereken bir olaydır. Dönelim konumuza: Sözde “demokrasi” döneminde DOST lideri Lütfi Mestan, Prof. Dr. Mümün Tahir, Halkın Hak ve Şeref Partisi Başkanı Orhan İsmailov ve daha baş-


Makale ve Analizler - 2019

111

kaları hep Veliko Tırnovo Üniversitesi “kuluçkasından” çıktılar. Sofya’dan Veliko Tırnovo’ya “Kuluçka” değiştirme işi gizli servis eski DS-yeni DANS projesi olabilir mi? Ve Rus-KGB bu işin neresindedir? İki) Prof. ifade ettiğine göre, HÖH yönetiminin halkın ruhundan gelen kadroların bire dek tavsiye edilmesi ve yerlerine ancak “milyoner olma hevesiyle yaşayan” yeni açılan paketten çıkan ama isli lamba şişelerinin takılması – Bulgar gizli servis projesidir – akla daha yakın değil mi? Olan oldu ve şimdi suçu Rus-KGB’ye yükleme yalanıdır. Tabii bunların ne kadar gerçek tahminler olduğunu ancak, “isli lamba şişeleri” konuşurlarsa öğrenebiliriz. Gördüğünüz gibi 30 yıldır susuyorlar. Üç) KGB’nin Bulgaristan’daki Müslümanlar arasında bu kadar kapsamlı ve yıllar süren bir operasyon gerçekleştirmesine Bulgar devleti eski “DS” ve şimdi yeni ismi “DANS” neden seyirci kaldı? Bu, Bulgaristan’ın iç işlerine müdahale değil midir? Yoksa Moskova karışınca müdahale olmuyor mu? Sofya hükümeti Müslüman Türkleri kayıttan silmiş ve “ne isterlerse onu yapsınlar, kırsınlar birbirlerini” demekle mi yetiniyor olabilir mi? Dört) Bu gerçeklerden nasıl oldu da HÖH-DPS partisinin yeniden filizlenmesi gereği ortaya çıktı? Kırca Ali’deki 29. Yıldönümü kutlama toplantısında av. Mümün Yılmaz ve aynı zamanda V.Tırnovo Üniversitesi profesörünü aynı zamanda ve aynı konuda konuşturan nedir? Bu yine yeni yazılmış bir senaryo mudur? Av. M. Yılmaz eskisi gibi Bursa’dan tel açıp Madan Bölge Polis Amirini atayamayan durumda olmadığından rahatsız ve endişeli olabilir. Prof. kimin adına ve neden konuştu? Partinin kuruluş yıldönümü kutlama mesajında Karadayı “değişim”, “dönüşüm” , “yenilenme ve filizlenme” demedi. Bulgaristan’daki Rusofil kesim, “Ataka” gibi aşırı milliyetçi uçları destekleyen Kremlin, HÖH liderlerinden “liberallikten” ve NATO-cu ve AB-ci, Atlantikçi dalkavukluktan vaz geçin ve sağcı-aşırı milliyetçi bir çizgiye girin de “sizi destekleyelim” demiş olabilir mi! Zaten Kremlin’in Balkanlar için yılda 2,5 milyar Dolar harcadığı biliniyor. HÖH-lider ekibi, son yıllarda herkesin bildiği üzere “Bulgar milli menfaatlerinin en azgın savunucusu oldu” ne ki bu “milli menfaatlerin” ne olduğu tanımı bir türlü yapılamıyor ve yapılamadı. Soralım: 1-Ülkeye 3 Amerikan askeri üssü oturtmak Bulgar milli menfaati midir?


112

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

2-2017 yılında dış yatırımların % 50 azalması dış menfaatlerimize uygun mudur? 3-İzlenen demografi politikası sonucu iki sayım arası Bulgar etnik nüfusun 1 milyon kişi azalması, milli menfaatlerin neresindedir? 4-Şu da var, her yıl doğum oranımız % 6-8 arasında azalırken ve 4 milyon vatandaş emek parası için gurbetçi durumdayken, nasıl olur da biz 2011 yılından beri hep 7 milyon 332 bin kişiyiz? 5-Basında açıklandığına göre köy muhtarlarının maaşlarına – 1 Ocak 2019’dan itibaren – % 10 zam yapıldı. Bu görevlilerin vazifesi devlete yalan yanlış bilgi vermek midir?. 6-Nasıl olur da, Filibe (Plovdiv) şehri ve ili Avrupa Birliği kültür etkileşim programlarında “2019 yılının AVRUPA KÜLTÜR MERKEZİ ilan edilir? Aynı günlerde aynı ilin “Voyvodinovo” köyünde polis, komando, jandarma ve Plovdiv’in “Loko” futbol takımı taraftarları toplanıp ırkçı miting yapar, 2 günde 24 Çingene evi yıkılır ve 250 kişi mahallesinden kovulur ve canını kurtarmak için bagajını toplayıp kaçar? Ve aynı köyün merkez meydanında “kültürden”, “hoşgörüden” vs söz edilebilir? Savcılık nerede? Devlet nerede? Yoksa devlet gözlüğünün bir camı kırıldı mı? Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Bulgar Bilimler Akademisi’nden Profesörler bu hortlamayı destekleyici bildiriler yayınlar, demeçler verirler ve “hukuk devletinden” söz ediyorlar!!! Çıldırmamak işten değil… Daha ne olması gerekir ki… KGB ajanı ve Bulgar devletinin en büyük milli haini Ahmet Doğan “insan hakları savunucusu” ödülünü taşırken, nasıl olur da bu ırkçı facia karşısında susar, vahşeti görmezlikten gelir ve ayı inine saklanıp pembe rüyalı derin uykuya dalabilir? Her şey hakikatten bir oyun mu ve Bulgaristan kapı ve pencerelerini açmış faşizm, Nazi ve ırkçılık rüzgârlarını mı bekliyor? Bu gelişmeler halkın bağrından gelen, halkın gönlünde yaşayan ve halkın ruhuyla nefes alan kadrolarımızın öz örgütümüzden neden tavsiye edildiğini anlayabilmemi kolaylaştırdı. Dünyaya kara gözlükle bakmak ne kadar acı bir şey… Bazı sorulara birlikte cevap arayalım: Bir Profesör neden profesördür? Gerçekleri söylemek için değil mi! Bir Bakan neden bakandır? Yanlış uygulamayı durdurmak için değil mi?


Makale ve Analizler - 2019

113

Bir milletvekili neden vekildir? Tehlikeli gidişe yasal yollardan dur demek için değil mi? Bir başbakan neden başbakandır? Faşizm kükremesini durdurmak için değil mi? Bir Cumhurbaşkanı neden cumhurbaşkanıdır. Her vatandaşın hakkını hukukunu gözetlemek için değil mi? Nerede bu insanlar, makamlar, organlar, bakanlar kurulu ve cumhurbaşkanlığı!!!!! Muhtarlar bağımsızsa ve yerel ırkçı politika izleyebiliyorlarsa Savcılara ne gerek var? Bir vinçli kepçesini kullanıp 5 çocuk yaşayan bir evi kış ortasında yıkarken, yıkım iznini soran biri yoksa, adalet nerededir? Kontrolsuz belediye, bakanlık, kurum olur mu? Bu devlette belediyeden izin olmadan boynu tasmalı bir köpek yolun sağından soluna geçirilemezken köy meydanlarında milli ırkçı miting yapılmasına göz yumanlara ne zamana kadar “toleranslı vatandaşlar” denecek? Bunların zehirli propagandasının son amacı faşizm zehrini demokrasi diye yutturmaktır. Normal şartlarda Bulgaristan Avrupa Birliğinden atılırsa şaşmayalım. Her şeyin bir sınırı var ve bütün sınırlar açılmıştır. Nasıl olur da Filibe (Plovdiv) “2019 AB Kültür Merkezi” ilan edilebilir. Bu şehirde 2016’dan beri mahkemelerin azınlıklarla ilgili çıkan kararların hiç birinin bir tek maddesi uygulanmamıştır! Okuyunuz ve paylaşınız. Her şey ne kadar kötü olursa olsun Vatan bizimdir, hepimizindir tüm Bulgaristan Vatandaşlarınındır. Bunu asla unutmayınız.


114

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

115

Şu Sözleri Yeniden Ve Yeniden Okuyunuz

Tarih: 14 Ocak 2019 Yazan: Hamiyet ÇAKIR Konu: Kardeşlerim; anadil konumuzu bu yıl gayet ciddiye almalıyız. Veliko Tırnova Üniversitesinden (felsefe ve tarih) Prof. Milko Pandurski’nin Bulgar Milli Radyosu’na söyleşisi kamuoyunda güçlü etki yaptı. Eğitim ve öğretim konusunda söylediği şu sözler memleketimizin bekasıyla ilgili çok önemli bir gerçeği gün ışığına çıkardı. Bizi daha mutlu günlere götürecek aydınlığın, bilgi olduğunu söyleyen Profesör şöyle dedi: “Neden çıkmazdayız? Sosyal ilişkilerimiz kesilmiş durumda, eğitim öğretim düzeyimiz dibe vurmuş durumda, seçim listelerindeki insanların büyük bir kısmı okuryazar değil, bu kişilerin cahilliği fonksiyonel körlüktür.. Yani; okuyanlar, okuduklarını anlayamıyor, bu tehlikeli bir durum. Vatandaşlarımız anayasal haklarını ve yükümlülüklerini bilmiyorlar. Biz bu seçmenlerden ne bekleyebiliriz? XIX yüzyılda Bulgar aydınlar öğrenimliydi. O zaman sosyal ve hukuksal durum ve kurallar okulda öğretiliyordu. Vatandaş olmanın anlamı, şehirli olmanın anlamı okulda öğretiliyor, hukuk öğretiliyordu. Totaliter Bulgaristan’da bile 8. Sınıfta Anayasa dersi vardı. Demokraside din cahilliği var. Din bilmeyen, moral, ahlak, namus öğretilemez….” Bu satırları radyodan işiten ya da okuyan Bulgar şairlerin “Zavallı kalbim ne kadar harap” şiiri yazmasını beklerdim. Fakat durumun gerçekten çok üzücü ve dermansız olduğuna inanmaya başladım. Çünkü biz Bulgaristanlı Müslüman Türkler, orada yaşayan kardeşlerimiz bu bunalımı yaşamak zorundadır. Bulgar Devletinin bunalım yükü, onların da sırtındadır. Bu yükü azınlıklara taşıtmak, yalnız etnik toplulukların ezilmesini sağlamak belki de modern politikanın ödevlerinden biridir. Tarihte köle sahiplerini, imparatorları koruyanlar, köleleri birbirlerine kırdırırken, gladyatör dövüşlerinde yalnız eylenmemişler, aynı zamanda iktidarlarının ömrünü uzatmışlardır.


116

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İnsanlık tarihinin en uzun savaşları kölelerin özgürlük kavgalarıdır. Kabaran Bulgar faşizminin kabadayısı Başbakan Yardımcısı ve Savunma Bakanı, (VMRO-şefi) K. Karakacanov işsiz, gelirsiz, sosyal yardım ve çocuk parasıyla zar zor geçinenlerin sosyal yardım paralarını kırpmaya, durdurmaya göz dikmiş. Hatırlatma yapılıyor. 1876’da Bulgaristan’ı Osmanlı’dan koparmak için bir asi çetesiyle Tuna’yı geçen ve Vratsa Balkanında çetecilerden biri tarafından tek kurşunla öldürülen Hristo Botev’in 7 çocuklu anası İvanka Boteva’ya 1886’da 8.Bulgar Milet Meclisi’nin yaşlılık emeklisi ödeyemediği anımsatılıyor. Lise karnesi olmayan çingene kadınların 3. Çocuk için çocuk parası ve sosyal yardımların kesilmesi isteniyor. Bunlar, Bulgaristan’daki durumun, bunalımın, karanlık çıkmazın daha da kötüleşip kararacağına sinyalidir.Bu nedenle biz Türkler birbirimize sarılmak ve var olan olanaklardan azami ölçüde yararlanma yollarını açmak zorundayız. Birbirimize her konuda destek olmalıyız. İlk adım 2019-20 ders yılında öğrencilerimizi Türkçe derslerine mutlaka yazdırmamız olmalıdır. Bizim aydınlığımız Türk diliyle gelecektir. Bu konuda büyük devlet adamı ve aydınımız Yahya Kemal Beyatlı şöyle demiştir: “Lisan bahsi açıldıkça “Hala mı o bahis?” diyerek bezginlik gösterenler bana, acınmaya layık, gözlerini gaflet bürümüş en zavallı kayıtsızlar gibi görünüyorlar. Vatan bahsi asıldığı bir yerde “Hala mı o bahis?” diyecek bir Türk, iğrenç bir kayıtsızlık göstermiş sayılır. Bu telaki, lisan bahsine olan kayıtsızlığa karşı da bu derece doğru ve yerindedir. Vatan fikri bizde daima vardı; fakat Namık Kemal’in bu fikri, kalbimizi de yeni bir nefesle uyandırdığından beri, daha uyanığız. Onun, Vatan fikrini uyandırdığı gibi, bir diğer Türk şairi çıkıp da lisan fikrinin kutsallığını uyandırsaydı, bize öğretseydi ki, bizi ezelden ebede kadar bir millet halinde koruyan, birbirimize bağlayan sadece ve sadece bu Türkçe’dir. Bu bağ, öyle metin bir bağdır ki, Vatanın hudutları koptuğu zaman bile kopmaz. Hudut aşırı bu bağ, bizi yine birbirimize bağlı tutmaya devam eder. Türkçe’nin çekilmediği yerler vatandır. Ancak çekildiği yerler, vatandan çıkar. Vatanın kendi gövde ve ruhu Türkçe’dir. Bu bağ, bugün milyonlarca Türk’ü birbirinden ayırmıyor, fa-


Makale ve Analizler - 2019

117

kat dimağdan dimağa, kalpten kalbe geçen bir telkindir ki, yarın Türk edebiyatının ateşli, feyizli, saf bir devresi açılırsa, milli ruhu bir elektrik cereyanı gibi, bütün o dimağlar ve kalplerden geçirerek, bu kütleyi yek pare bir halde ayağa kaldırır. Heyhat, bir kimse zuhur edip de lisan fikrini kafalarımızda kutsileştiremedi. Türkçey’i sevmiyor değil, seviyoruz. Fakat tıpkı, Vatan’ı Namık Kemal’den evvel sevdiğimiz gibi. Bu kâfi değil. Lisan fikri bizim kafamızda henüz ikinci derecede yer tutmuş bir fikirdir. Zannediyorum ki, bu bahisle ancak lisan meraklıları edipler, muallimler, alakalıdırlar. Ah, bu gaflet, gafletlerimizin en büyüdür.” Hepimiz biliyoruz ki Türkçemiz’in içinde bulunduğu sorunlar bilgisizlik, bilinçsizlik ve vurdumduymazlıktan kaynaklanıyor. “Evde öğrendiği yeter” sözlerini artık işitmek istemiyoruz. Yetmez evde öğrendiği.. okula gitmesi, derse girmesi, evde de kitap okuması şarttır. Bulgar’ın çocuklarımızı kulağımızdan tutup zorla ders odasına toplama ödev ve gücü yoktur. Bu ödev bizim irademizindir. Dilimizle ilgili yaşadığımız sıkıntıların geçen asır bilinçli olarak başımıza sarıldığını biliyoruz. Fakat 21. Yüzyılda anadilimizi unutturma ve filizlenmesini engelleme çabaları devam etmektedir. 1950’lı yıllarda biz toplum olarak diş bilincine varmıştık. Türkçe’miz bizim ses bayrağımız olmuştu. Türk isimlerimiz, Türkçe’miz için ayaklandık, hapis yattık, sürgünde süründük, beş kalpliymiş gibi dayandık, dilimizi gönlümüzde yaşattık. Türk dili sevgimiz, Türk ruhumuz, Türkçe düşünme tarzımız, Türk dili hissimiz, dil bilinci duyarlılığımız mücadele yıllarında pekişti. Fakat özellikle 120 bin çocuğumuzun Türkçe derslerine yazıldığı 1994’ten sonra Bulgaristan Türk topluluğu bir gerileme ve durgunluk dönemi yaşadık ve bugün yeterli Türk dili bilincine sahip olduğumuzu söyleyemem. Başımızın üstünde akbaba gibi dönüp dolaşan çok büyük bir tehlike var. Bu tehlike önce yazı dilimizi kaybetmemiz yolunda güç topluyor. Bizi dilsiz bırakmak düşmanlarımızın ana hedefi haline geldi. Dilimiz zayıfladıkça milli Türk hislerimiz zayıflıyor ve Türk kimliğimizden ödün veriyoruz. Anadilimizi devlet okullarında öğrenme konusunda ödün veremeyiz.


118

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Çocuklarımız Türkçe dersi sınıf odalarına dolmalıdır. Türkçe öğrenmeli, Türk olma gururunu yaşamalı ve dünyanın en zengin dillerinden birini öğrenme şerefini yaşamalıdırlar. Türkçe bilmeyen: “Ne mutlu Türküm diyene!” diyemez. Lütfen paylaşınız.


Makale ve Analizler - 2019

119

Bir Yudum Su Gibi

Tarih: 15 Ocak 2019 Yazan: Neriman KOLYONCUOĞLU Konu: Okudukça okuyasım gelen büyük Şair. Nazım’ın şiirinden söz ediyoruz. Bizim bayırlarda ahlat olurdu. Göynür göynür dökülürdü. Pınara dereye koşup yıkamadan çöpünle çekirdeğinle yenirdi. Kimse sana mı demezdi. Nazım da baştan sona tam böyle sorusuz sualsiz bir bütündür. Işık gibi. Sevgi ve sevda gibi… Gönüllere doldukça köpüren ve köpürdükçe özüne dönen, Türk kimliğidir Nazım Hikmet! Bir damla su nasıl ikiye bölünemez ise, ahlatı yiyen nasıl doymak bilmez ve başka bir tat aramazsa, Nazım’ı okumak da en güzel denizde yüzmek gibidir. Okuyan bir daha, bir daha okumak ister. Ezberinde taşımak, duyumsadıkça şarkısını söylemek, sevdikçe sevmek ister Büyük Şairi. Hece fazlası, hece eksikliği, ses fazlası, ses eksiği olmayan, dağlardan kopmuş, mutluluğu arayan bir şelaledir onun şiiri… Nazım’ın devliğini ölçecek bir terazi, kantar ve elektronik tartı icat edilememiştir. 1951’de memleketime geldiğinde herkes toprağından koparılmış ve yola dökülmüştü. Göç vardı. Tarihimizde ondan önce “Durun!” deyip Bulgar pasaportu ve Türkiye vizesi yırtıp yakan olmamıştı. Sel durdurmak nedir bilir misin sen?… 14 Ocak 1902’de Selanik’te doğdu. Yaşasaydı 117-sinde olacaktı. Mustafa Kemal’le hemşeridir. Onun yönettiği emperyalizme karşı halk güçleri ordusuna o da gönüllü katılmak istedi. Dünya görüşü farklı ve kalemi çok sivri olduğundan dolayı 11 ayrı davadan yargılandı. 12 sene içerde kaldı. İstanbul, Ankara, Çankırı ve Bursa hapishanelerinde yattı. Ama hemşerisinin başkomutan olduğu o kutsal savaşı “Kuvayı Maliye’de” destanlaştırırken baştanbaşa baştan sona, karış karış, hem de her mermisini sayarak, araba gıcırtıları ve top sesleriyle yaşadı. Fatma kadınlar, Emin Çavuşlar hem canlılar hem de şehit olanlar. Vatan ilhamı, Sofya’da oluşan Namık Kemal’den duygulanıp dolmuştu. Türklüğün gök kubbesini çizen Yahya Kemal Bayatlı’nın elinden su içmişti. 300 yıl gerileyen bir millette düşmanı denize dökecek kuvveti bulan Mustafa Kemal’i tanıdı ve “hava toprak gibi gebe” dedi. Türkiye Cumhuriyeti’nin do-


120

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ğuşunu, bayrağını, milli marşını ve hele hele yeni Türk dilinin doğuşunu kutladı. Yaza yaza, anlata anlata dillerin en güzelini, en zenginini ve en ahenklisini yaratırken şiiri de gerçeküstü anlayışın imkânlarıyla buluşturdu. Nazım Hikmet kendini ve yaratıcılığını şöyle anlatmıştı: Şiirime Dair Ne binecek sırma palanlı bir atım, Ne bilmem nerden geliratım, Ne mülküm, ne malım var. Sade bir çanak balım var. Rengi ateşten al Bir çanak bal. Balım her şeyim benim… Ben Mülkümü ve malımı Yani bir çanak balımı Koruyorum haşarattan Bekle kardeşim bekle.. Çanağımda Balım olsun,


Makale ve Analizler - 2019

121

Gelir arısı Bağdat’tan…. Nazım bize gelmezden önce, biz vatana “bizim orası”, memlekete “köyümüz” derdik. Her ikisinin de özünde Vatan vardı. Yeni evlerimizi toprak sevgisiyle, insan sevgisiyle kendi köyümüze büyük bir ilhamla kurardık. Her evde her köydeşin teri vardı. Köy bizim için vatandı. Birleşip kaynaştığımız ve ölünce de cennete kavuştuğumuz yerdi. Nazım bizim köylerimize geldi. Müslüman ümitsiz olmaz. Elinizdeki fidanı kendi toprağınıza dikeceksiniz ve o güzel günler mutlaka gelecek, dedi. Dünyanın en büyük şairlerinden biri olan Nazım Hikmet, insanlarımızla ağabey, abla, kardeş, bacı, yeğen amca, dayı samimiyetiyle konuştu. Kendimizi anlatırken dinlemezler, anlamazlar diye kullanmadığımız “tütün rengi”, “gülkurusu”, “balköpüğü”, kazayağı” “vişneçürüğü”, “pişmiş ayva” ve “kavuniçi” gibi ifadeler kullandı. Bize Türklüğümüzü hissettirdi. Hepimizi ruhsal kaynaşma sıcaklığıyla kucakladı. Kollarına aldığı çocukları bir baba ve dede şefkatiyle okşadı, öptü. “Oğlumu (Kızımı) okutun, dedi. Nazım ilk Bulgaristan ziyaretinde Türk köylerini birer birer dolaştı. “Sabah şerefleriniz hay rolsün!” diyen yerlilere “Hayırlı sabahlar!” sela-


122

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

mını verdi. Vedalaşırken “Allaha ısmarladık!” diyene “Güle, güle” derken Türkçe’mize renk kattı. Nazım’ı halka tanıtmak amacıyla yapılan konuşmalarda yerli öncüler, “ana kuzusu değil, mücadele adamıdır”, “yaşadığı hayat ateşten gömlek”, vb deyimlerden, düzenli bir dil kullanışından etkilendi. Nazım Hikmet özellikle Deliorman köyleri gezisinde, Büyük Savaştan önce büyük sayıda okulun kapanmasına rağmen, köylülerle temasında zengin bir Türkçe söz varlığı, halkın bilgi dağarcığını dolu bulduğu ve inançların bozulmadığına şahit oldu. Türk dili ve Türk edebiyatı ve kültürünün erişilmez direğiyle bir kütük üstüne oturup bir kaçak sarmak ve dört sözün başını kırmak için eşek ve katırlarla gün boyu gelen ve sonunda bir de fotoğraf çektiren yaşlılarla sohbetlerde mutluluk yaşarken, Nazım da insanımızın kokusunu nefes etti, dilimizin ahengini duyumsadı. O, Bostanlığa girip kendi elleriyle kavun karpuz kopardı, bağ ve asmalarımızdan üzüm salkımı kesti, gelinlerin kendi elleriyle açtığı böreklerden tatma fırsatı yakaladı. İlk gelişinde, bütün okul ve okuma evlerimize “Nazım Hikmet” adı verdik. “Milli bir edebiyat ancak milli bir dille yaratılır” sözlerini ondan işittik.


Makale ve Analizler - 2019

123

O yıl Bulgaristan’da Nazım Hikmet’ten şiir ezberleyen ve fırsat belirdikçe topluluk önüne çıkıp okuyanlar en mutlu kişilerdi. “Kerem Gibi” şiiri en fazla alkış alıyordu. 1989 Mayısında “Kerem Gibi” şiirinden “Ben yanmazsam! Sen Yanmazsan! Biz yanmazsak! Basıl çıkar karanlıklar aydınlığa?” dizeleri mücadele bayrağımıza yazıldı. 1990 Haziranında ilk özgür meclis seçimlerinde Turgut Şinikar, Hikmet Efendiyev, Sabri Hüseyin ve diğerleri hak ve özgürlük davamıza bağlılık andı yine bu satırlarla içildi. Kültürümüzün “altın çağı” imzasında Nazım Hikmet adı büyük harflerle yazılmıştır ve bu gün de köke dönme mücadelemizde yüreklendiren ana hedeftir. “Bahri Hazer” şiirinde “Hazer’de doğanın, Hazerdir mezarı!” sözlerine vurgu yapılıyordu. Görkemli bir hazırlıktan sonra Bulgaristan Türkleri Nazım Hikmet’in 8 ciltlik toplu eserlerine kavuştu. Türk liselerinde, Türk pedagoji okullarında ders gören gençlerimizin hepsinin masasında Nazım Hikmet külliyatı vardı. Herkes Nazım gibi Türkçe konuşmak ve Nazım gibi yazmak istiyordu. Dağ başlarını delip aktıkça akan genç kalemlerin satırlarında Nazım rüzgârı vardı. Bu akış eski Türkçenin çengeline takılı kalanları, Türkçemizi Arapçadan sökemeyenleri, zamanı geçmiş maneviyattan kopamayanları her geçen gün geride bıraktı ve Bulgaristan Türk Edebiyatını yarattı. Nazım Hikmet’in Bulgaristan’a yaptığı birinci ziyaret ve 150 bin kardeşimizi götüren göç selini durdurması, halkımıza güven ve umut aşılaması, bizim için neredeyse Büyük Atatürk’ün Sakarya’da Yunanı durdurması ve geri püskürtmesi kadar önemlidir.


124

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Nazım’dan sonra Bulgaristan Türkleri yeniden yeşerdi, Türkçe okullar, liseler açtılar, Sofya Üniversitesinde 5 Fakülte Türkçe programla kadro yetiştirdi. Bu ilk ziyaret esnasında Nazım, Bulgaristan’a ve Bulgaristan Türklerine hitaben şiir yazmadı. Onları tanıdı. Kucakladı. 1957’de ikinci ziyaretine gelen Büyük Üstat bizde 8 şiir kaleme aldı ve onlardan bir kaçını 117 doğum yıl dönümünü anarken birlikte okuyalım. VAPUR: Yürek değil be, çarıkmış bu, manda gönünden Teper ha babam teper Paralanmaz Teper taşlı yollar. Bir vapur geçer Varna önünden, Uy Karadeniz’in gümüş telleri, Bir Vapur geçer boğaza doğru. Nazım usulcacık okşar vapuru. Yanar elleri… 27 Mayıs 1957, Varna


Makale ve Analizler - 2019 MEHMET Karşı yaka memleket, Sesleniyorum Varna’dan, işitiyor musun? Memet! Memet! Karadeniz akıyor durmadan, Deli hasret, deli hasret, Oğlum, sana sesleniyorum işitiyor musun? Memet! Memet! Varna, 29 Mayıs 1957 SOFRA Şu Varna deli etti beni, divane etti. Sofrada domates, yeşilbiber, kalkan tavası, Radyo “Ha uşaklar”, Karadeniz havası, Rakı kadehte aslan sütü, anason, Uy anason kokusu! Ahbapça, kardeşçe konuşulan dilim… A be islah be, islah be halim… Şu Varna deli etti beni, divane etti. 6 Haziran 1957, Varna

125


126

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

MAVİ LİMAN Çok yorgunum, beni bekleme kaptan. Seyir defterini başkası yazsın Kubbeli, çınarlı mavi bir liman Beni o limana çıkaramazsın… Balçık, 1 Temmuz 1957


Makale ve Analizler - 2019

127

Tohum Ağacı

Tarih: 16 Ocak 2019 Yazan: Nedim AKIN Konu: Nazım’a düğümlenen hayatlar. Akın var, güneşe akın Güneşi zapt edeceğiz! Güneşin zaptı yakın Güneşin zaptı yakın! Hikmet Çinliler ayın karanlık yüzüne bir araç indirdi bu hafta. Bizde domates tohumu 17. günde çatlar ve cücük salar. 16 gün önce nemli pamuğa sarıp yolcu edilen tohumlar ayda bitti ama orada sıcaklık sıfırın altında 170 derece olduğundan dolayı hemen kavrulup kurudular. Gazete haberi. 117 yıl önce Selanik’te dünyaya gelen, 61’inde ebediyete karışan Nazım Hikmet’in kimliği, sayısız gezegenler arasında başka bir gezegen olan Dünya’da sürekli yer değiştiren karanlıkla aydınlık içinde nur saçarak yaşıyor. Çünkü o ne bir suni araç, ne uydurma bir tohum ne de yabancı bir yerde yaşadı ve yarattı. Onun yaşam ve yaratıcılığı Türk Dünyası destanlarının, Divanı Hikmet’in, Yunus Emre’nin, bildiğimiz tüm çocuk masal ve şiirlerinin, umutlu hayat ufkunun devamıdır. Nazım’ı yaşatan yalnız onu okuyan ve anlatanların öyküleri değil. Onlar aynı öykü içinde bir kahraman göredursun kendini, insan kendi gölgesine istese de basamaz. Nazım’ın gölgesine basarak yükselmeye çalışanlar ve onu ezmekten geçinenler vardı ve bu devam edecek… Nazım Hikmet öldükten sonra 130 kitaba konu oldu. Kimi ona erişmeye uzandı. Kimi karalamaya çalıştı. Nazım destanlaştı. “Mavi Gözlü Dev”i romanlaştıran, şiirlerini bağlama teline takan, çoksesli koroda seslendiren, oratoryuma yükleyen, diyar diyar gezip onun şiirlerini yazdığı ceviz ve çınar ağaçlarının altında, en güzel parkların çiçekleri ara-


128

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

sında, deniz manzaralı yalçın taşlar üzerinde “şimşekli rüzgara binip güneşe gömülmek istediler.” Amaç pek “güneşi zapt etmekti”… Nazım’ı hazmedecek kültüre sahip ol(a)madıklarından dolayı, fırsat buldukça onu “komünistlikle” itham edenler kendileri de iyi bilir ki, o her zaman ve her yerde cenazesi Anadolu’dan kalkan emperyalizmi dize getiren büyük bir halkın destanı kaldı. Ve o en büyük kahramanları “havadan, sudan ve topraktan” yaratanın Türk halkı olduğunu anlatırken, İslam öncesi ve sonrası Türk destanlarının devamıydı. Onun ciltlere sığmayan yaratıcılığı ancak Türk halkının temel kültür hazinesinin zenginleştirilmiş yeni yansımasıdır. Nazım’ı okumadan 20. Asır Türk kodları anlaşılamaz. Nazım olmadan ve onu sevmeden 21. Yüzyıl Türk kimliğiyle güneşe akın edilemeyiz… Nazım Hikmet doğal bir Türk destan olarak halkımızın ortak malıdır. Bu büyük halkın kanadında bir tüy de biz – Bulgaristan Türkleri -olduğumuzdan dolayı, bizimde de gurur kaynağımızdır. Toplum sağ giderken o denge sağlamak için sola gitmiş biri değildir. Olay dikeydir. Türk toplumu zamanını yaşamış Osmanlı devrini olumsuzlarken bağımsızlık, egemenlik, cumhuriyet, barış ve özgürlük meşalesini yakanlardan biridir. Özellikle Türk dilinin arı ve zengin devrimsel dönüşümler dili olarak yenilenmesinde farklı görüş ve yeni değerlere kaynak olmuştur. Anadolu’daki destansı tarih ve sosyal olaylar devrinde yaşamış ve yaratmıştır. O bir tohum ağacı olduğu için gönüllere doldukça edebiyatta Nazım Çağı yaşanmış ve yaşanıyor. 20. Yüzyıl Türk yaratıcılığına nereden bakılırsa bakılsın, her simada Nazım’ı görebilirsiniz. Lev Tolstoy’un “Savaş ve Barış” romanını Türkçeye ilk kazandıran, Cakomi Puçini’nin “Toska” operasını Ankara sahnesine taşıyan, “Şirin ile Ferhat” dramıyla dünyayı dolaşan, Yaşar Orhan Kemal’in Adanalı pamuk işçileri kavgalarına katılan, ressam Balaban’ın uzun sanat yolunca birlikte yürüyen, Kemal Tahir’in sazından Anadolu’yu dinleyen ya da Dr. Hikmet Kıvılcımlı ile Osmanlı Tarihini diyalektik süzgeçten geçiren ve yıllarını Kuvayı Milliye gönüllülerine veren odur. Nazım Hikmet bir duygu topudur. Sülalesi, Osmanlı, Avrupa ve Türkiye tarihinin en büyük çelişkili olaylarının burgacından çıkmıştır. Annesi Celile Hanım soy kökleri Macar (1848) İhtilaline katılan Leh subayların Avrupa’dan kaçıp Osmanlıya sığınmasına


Makale ve Analizler - 2019

129

dayanır. Macar Cumhuriyeti ilan eden bu subaylar daha sonra Osmanlı ordularında görev almış, Kırım Savaşına katılmıştır. 1878 Berlin Antlaşması görüşmelerine Osmanlıyı temsilen katılan diplomatlarından biri olan Mehmet Ali Paşa da aynı soydandır. Balkan Harbi kahramanı, Şkdra kuşatmasına katılan (1913), Çanakkale şehidi Ali Riza bey de onlardan biridir. Bu simalar N. Hikmet’ın memleket sevdalı kimliğinin oluşmasına damga vurmuştur. Baba tarafından Mevlevi dedesi Nazım Paşa ise, bir Türkçe sevdalısıdır. 1918’de Konya Valiliğinden alınıp İstanbul idaresindeki İngiliz Osmanlı Komisyonunda görev alırken Nazım Bey değişik şikâyetlerle Anadolu’dan gelen köylülerin dilekçelerinin tercümesinde çekilen zahmeti dikkate alarak, yeni Türkçeyi öğreten 4 sınıflı bir okulu kendi parasıyla açmıştır. Onun için dil demek, düşünmek demek, anlamak demek, anlaşmak demek, kısacası özgür insan olmak demektir. Nazım’ın dimağına daha genç yaşta çok derin işleyen bu fikirler demokratik bir cumhuriyet anlamında, özgürce yaşamak, eşit olmak ve gururlu olmak şeklinde güç toplamış ve şairin yürekli yaratıcılığına kanat açmıştır. Nazım KEMAL kalemini sivriltirken, Türk dili, halkımız için var veya yok olmak demekti. Türkçe yaşarsa Türk milleti olacaktı. Türkçe’nin yok olduğu her taşın ardı Türk mezarıydı. Dilin milli kimlikte yaşadığı bilincine varan ve Türk dili için onun yaptıkları bir enstitünün yapabildiğinden fazla olan şair, Nazım Hikmet’tir. Bu davada, 4 köşe Türkçe binamızın bir çapında Namık Kemal, ötekinde Yahya Kemal, diğerinde Mehmet Arif nöbetteyse, biri de Nazım Hikmet kimliğinde yaşar. Toplumsal gelişmeler Nazım Hikmet Türkçesinde tohum olmuş, yansıttığı çekirdek olay – Türk halkı tek yürek ve tek vücutta birleşip milli kurtuluş savaşı verirken sonuç belirleyici olmuştur. Bu savaş “yüreğini gönlünün kafesinden çıkaranların” kavgasıdır. Kutsaldır! Nazım, kahramanların psikolojisiyle ve zafer inançla yazmıştır. Türklüğün zihniyet değişikliğini müjdelemiştir. Biz, tam onun gibi diyemesek de, o çadır kültüründen gelip bir dünya millet ve devleti kuran zihniyeti çok başarılı beslemiş ve yüceltmiştir. Türk’ü bir ırksal ifadesi olarak değil sınırsız güce sahip büyük bir halkın atılımlarını anlatmak için kullanmıştır. Onun satırları Vatan sevgisiyle yanıp tutuşan aydınlar ordusu yaratmıştır.


130

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Toplumu değiştiren sosyal olayları, güneşin bir damla suda yansıdığı misali, Bursa hapishanesinde yazdığı “İnsan Manzaraları” nda ayrı ayrı simalarda anlatan, dünyada anti-emperyalist savaşlar çağını başlatan Türk halkını ve ulu önder Atatürk’ü efsaneleştirirken, Cumhuriyet Türkiye’sinin gök kubbesini çizen odur. Nazım Hikmet 20. Yüzyılda tam olarak görülememiş,değerlendirilememiş ve küresel havayı değiştirmesine olanak tanınmamış bir şairdir. Onu, Moskova’ya gidip gelen ve Anadolu örsüne farklı çekiç vuran biri olarak görenler yanılgı içindedir. Nazım, bizim tarlaya düşmüş yabancı bir tohum değildir. Onun büyüklüğü zaman gelir beş, zaman gelir yüz bin ya da milyon yürekle birden çarpmasındadır. O suda balık, ağaçta yaprak ve çarpan yürektir. Ve bu felsefi yaklaşımın, Balçık şehrimizde 1957 yazında kaleme alınan “Ceviz Ağacı” şiirinde ifade bulması kayda değerdir. Ve biz Bulgaristan Türk toplumunun yarını olan çocuklarımızın, dillerin en güzeli Türkçe yüklü Nazım dallarından bol bol meyve koparma zamanı geldiğine inanıyoruz. Ceviz Ağacı Başım köpük köpük bulut, içim dışın deniz, ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda, budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz. Ne sen bunun farkındasın, ne de polis farkında. Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda. Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl. Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril, Koparıver, gözlerinin gülüm yaşını sil. Yapraklarım ellerimdir, tam yüz bin elim var. Yüz bin elle dokunurum sana, İstanbul’a. Yapraklarım gözlerimdir, şaşarak bakarım. Yüz bin gözle seyrederim seni, İstanbul’u. Yüz bin yürek gibi çarpar çarpar yapraklarım. Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda. Ne sen bunun farkındasın, ne de polis farkında. 1 Temmuz 1957/ Balçik / Bulgaristan


Makale ve Analizler - 2019 Tohum ağacından koparın ve komşularınıza da dağıtın. Bizim için en değerli tohum Türkçemizdir. Okuyanlar paylaşsın. Teşekkür ederim

131


132

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

133

Hatıralar Silinmiyor

Tarih: 18 Ocak 2019 Yazan: Hamiyet ÇAKIR Konumuz: Süt dökmüş kedi gibisiniz de, yanlış mı yaptınız yoksa? Tuna’ya sel gelse “Persin” Adasını alıp götürse bile, “Belene” zulmü asla aklanamaz. Katolik Papaz Paolo Kortezi, Bulgar’a hizmet ederken hayır işine girişmişti. İşkence kampından bir anıt parkı yapıp kötünün üstünü cilalamak ve izleri silmek istemişti. 2017 yılında Bulgaristan’da hem “Yılın Adamı” seçildi, hem de Suriyeli savaş kaçaklarına iğrenç muameleden dolayı utancından ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. ANIT Parkı fikri iyi idi. “Ölüm adasına düşenlerin isimleri yaşatılmalı”düşüncesi tutmuştu. Ne var ki biz Türklerden ölüm adasına Bulgar ismiyle kapatılan yoktu. İsimler, o uğultulu ve karanlık adada işkence mengenelerinde, tecrit odalarında, örs üzerinde tokmakla Türk kemiği kırılarak, aç bırakılarak ve daha bin bir işkence uygulanarak zorla değiştirilmişti. Adadan parmaksız, çenesi çatlak, sırtında kamşık izleri olan, topallayarak çıkanlar vardı. 1985-1986’da işkence adasına Bulgar ismiyle kapatılan yoktu. İsimler orada, Türk ruhumuz mengenelere sıkılarak, tecrit odalarında, kafamıza günlerce su boyu su damlatılarak, dondurulmak istenen Türk kimliği derin donduruculara atılarak değiştirilmişti. Fakat bu ancak kâğıt üzerinde, sahte evraklarda değiştirildi. “Belene” de kalanlar aralarındaki temasta asla Bulgarca konuşmadı. Bulgar ismi kullanmadılar. Ahmet Doğan haini Pazarcık zindanına düşen Türk kahramanların kafasında beton burgusuyla delik açıp içine Şükrü Tahirov’un (Orlin Zagorov) “Gerçek” (İstinata) kitabındaki uydurmaları zorla sıkıştırmaya çalışırken, ölümün bekletildiği binanın 3. katındaki büyük odaya toplanan entelektüellerimiz karanlıktan aydınlığa çıkma yollarını arıyorlardı. Bulgaristan’da Türk ruhu şahlanmış, 20. Yüzyılın dalgalı karanlıklarından bir siyasi yapılanmayla çıkma yoluna umut döşüyordu. 18 Ocak 1985 gecesi kamp tıklım tıklım olmuş, kapalı araçlarla getirilip yarma odun gibi meydana atılan elleri kelepçeli kardeşlerimizi domuz kotrelerinin arkasındaki samanlığa dolduruyorlardı. “Belene” kendini kendi üretimiyle besleyen bir kamptı. Fasulye ve mısırlar 1945-1948’de burada kalan Bulgar mahkûmların kemiklerinin arasında yetişiyordu. Lahana ve havuçların yetiştirildiği ocaklar da kemik yığınıydı..


134

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Türk tükürdüğünü yalamaz” diyenler bilir ki, Papaz Kortezi ada meydanına gerilen duvara isimleri yazdırmaya başladığından Türkiye’deki kahramanlarımızdan birkaç kişilik bir heyet “Persine” uğradı ve “Papaz efendi, biz bu adaya Türk isimlerimizle girdik ve Bulgar isimlerimizle çıktık. Lütfen Anıt Duvarına giriş isimlerimizi yazınız!” ikazında bulunmuştu. Anıt duvarındaki Bulgar adlı 517 mahkûmun Türk olduğu yazmıyordu. Doğum tarihleri, köylerinin isimleri de yazılmamıştı. Dışarıdan gelen biri en ağır işkencelerden geçen Türk aydınların,Türk olduklarını anlayabilmeleri imkânsızdı…. Bu isimler 1985-86’da yasa dışı bir baskı ve terör düzeni olduğunu kanıtlamaya yeterliydi, fakat iz bırakmamak için her şey yapılıyordu. Bu olaylar Bulgaristan dışına sızdı yıllar önce. İskoçya, Hollanda Üniversitelerinde okuyan Bulgar öğrencilere diploma tezi olarak önerilmiş fakat 1984-85 zorla isim değiştirme, Türklerin vatanlarından kovma gibi konular önerilmiş, ama hiçbir öğrenci bu konulardan birini işlemeyi kabul etmemiştir. Olay ikinci kuşağın bilinç altına işlemiş ve zonklamaya devam ediyor. Gençler yapılan zulmün uyanmasından ve öfke dalgası yükselmesinden ve intikam rüzgârı esmesinden korkuyorlar… Bulgaristan’da yakın geçmiş deşildikçe ve eşelendikçe leş, irin ve kan kokuyor. Toplumsal duyumsama yeni rüzgarlar bekliyor. Yine, ülkede yükselen “her şey unutulsun” dalgasıdır. Ne var ki, kendileri hiç bir şey unutmuyor. Devlet elini kolunu sıvamış ve katil diktatör Todor Jivkov’un “Pravets” Parkındaki 4 metre yüksek anıtına hizmet sunuyor. Bundan 35 yıl sonra Türkleri yok etmeye yeltenenlerin torunları 35 yıl sonra çiçek ve çelen taşıyor. Baş suçlulardan biri olan Penço Kubadinski anıtı Razgrad’a bağlı Kubadınlı’da (Loznitsa) belediye parkına dikildi. Bulgaristan “demokratikleştikçe” totaliler soykırımcılar kahraman oluyor. İrademizin sesi “unutulacak bir şey yok” diye haykırıyor. Dün bizi isimsiz, dilsiz ve dinsiz bırakarak yok etmek isteyenler, bugün de hasır-altından su yürütüyor, çalan çanların sesi “son Türk ne zaman gidecek” sorusunu sormaya devam ediyor. Kar kış ortasında Dünya Kültür Merkezi Filibe (Plovdiv) belediyesine bağlı “Voyvodino” köyünde 25 belediyesi Bize karşı uygulanan devlet terörüdür. Devlet çingene evinin yıkılması ve bu insanlar çok fakir ve kalacak yerleri yok diyenlere Başbakan Yardımcısı K. Karakaçanov’un cevabı “geldikleri yere gitsinler” olması uyarıcıdır. Etnik azınlıkları, etnik kimlikleri yok etme kararıyla hareket edildiği


Makale ve Analizler - 2019

135

ortadadır. Bunun Avrupa dillerindeki adı “etnisiteizimdir” ve azınlıkları yok etmek amacıyla dilsiz, dinsiz, okulsuz, işsiz ve çaresiz bırakmayı hedefler. Bu bir devletin yazılmış ve mecliste onaylanmadan uygulanan bir tür “soy kırımdır.“ Çok tehlikeli bir oyundur. Şu an çektiklerimizin adı bir “kültürel soykırımdır.” Kimliğimizle, şerefimizle geleceğimizle oyun oynayanların zamanı dolmuştur. Tüm haklarımızı, insan haklarımızın hiç eksiksiz tümünü elde etmek sorundayız. Kayıtsız koşulsuz istiyoruz. Biz; dili, dini, toprağı, üretim gelenekleri, aydın tabakası, edebiyatı, kültürü ve medeniyeti olan otonomi hakları uğruna başkaldıran bir milletiz. 20. Yüzyılda doğal ve yasal haklarımızı alamadık. 20. Asırda Bulgaristan’ı titreten, totaliter diktatörlüğü deviren 1989 Mayıs Ayaklanması bizimdir. Politik ve bilinçli kimliğimizin aynasıdır. Biz politik kitle bilincine ulaşabilmiş bir seliz. Bulgar Devleti aşırı milliyetçilik ve faşizm rüzgârına binip azınlıkları görmemezlikten gelemez. Bulgaristan’ı yarın ufkuna taşıyacak tek güç Müslüman Türklerin mihveri etrafında toplanacak tüm azınlıkların güç birliğidir. Biz kendi gerçeğimizi kendimiz biliriz. Biz durumun bilincindeyiz. “Bulgaristan’da yaşayan Türk ailelerimizin hepsi, istisnasız, Anadolu’dan rastgele değil, seçilerek Balkanlara getirilmiştir. Bulgaristan’a yerleşenler Türk kimliğinin kahraman öncüleri, dinimizin inanmış müritleri, iki elinde on hüner olan yüzü ak, onurlu ve gururlu seçkin soylarımızdır..” Biz tarihimizi bilincimizde ve geleneklerimizde yaşatan bir halkız. Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi BGSAM Ocak ve Şubat 2019’da “Belene” ölüm kampında kaleme alınan, yaşayan, türküleşen şiir ve destanlarımızın hepsini yayınlama kararı aldık. İşte ilki: BELENE MAĞDURLARI Kırca Ali’ye bağlı Tosçalı köyünden (Bursa – Nilüfer – Ramazan Ulusoy) Bir Yavrunun Feryadı Anne, babam nerede? Ağlama, yavrum, ağlama. Türklük adına Belene’de Ağlama, yavrum ağlama.


136

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Belene neresi Anne? Tuna nehrinin küçük adası Babam gelecek mi ANNA? O benim kalbimin yarası. Tuna’yı buz tutmuş Anne Üzerinde ceylanlar yürümüş. Arkadaşları açlıktan yorulmuş. Babamın sesi çınladı, kulaklarımda Anne. Anne bu gece yine uyuyamadım. Uzun gecelerde babamı düşündüm Belene adası çok soğukmuş Sıcak yatağımda, ben de üşüdüm. Ramazan Ulusoy Ve biz bugün de uyarıyoruz birbirimizi. “Su uyur düşman uyumaz!” O Gece O geceyle başladı her şey Ve yine o gece kirlendi Mumların aydınlığı şamdanlarda Sütler bozuldu güğümlerde Kazaen öten horozlar sesleriyle Yağmalandı ekmekte umut Ceviz dalında sükût Ve Dobruca’nın poyrazı Kanı dondurur poyrazı Eserken Kurtpınar üstünden, Yediden yetmişe Kurtpınarlıköylüler


Makale ve Analizler - 2019 Köy meydanına dikildiler Adlarını savunuyorlardı adlarını Sarı Saltuk Babadan mirası… Taş topraktı, Ekmekti, suydu ezandı Türk adları Köy meydanı meydan olalı ilk defa İlk defa böyle köylüleriyle dolup taştı Dolup dolup şaştı kaldı. Ve ay habersizdi bulutların koynunda Deniz uzak ve kirliydi Lağım suları akıyordu Bir yerlerden bir yerlere Uykulardaydı çocuklar, balıklar Kirli sulardı çocuklu, balıklı rüyalar. Ay kara, deniz kara, rüya kara Kapkaraydı Koyunluköy Meydanı Ve yine o gece Dobruca… Galip SERTEL

137


138

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

139

DEV ŞAİR NAZIM’IN P R AV D A Z İ YA R E T İ

Tarih: 18 Ocak 2019 Hazırlayan: Filiz SOYTÜRK Konu: Nazım Hikmet 117 yaşında. Anılar Konuşuyor. Geçen asrın tam ortası … Bulgaristan Türk’ünün göç ve kalım arasında tereddüt ettiği günler.. Sene 1951, aylardan Ağustos-Eylül Deliorman ve Dobruca ulu şair, mülteci Nazım Hikmet’i karşılamaya hazır oluyor. Okullarda çocuklara onun eşsiz şiirleri ezberletiliyor. Daha Yaz mevsiminin hüküm ettiği bir eylül günü, uzun boyu ile mavi denizi andıran gözleriyle, asrın dev adamı o zaman ilçe merkezi olan Dulovo”ya ermişti. Büyük bir kalabalık ve yerel yönetmenleri önderliğinde coşku içinde onun Türk halkına hitap içerikli demecini derin sükûnet halinde seslenmekteydi. Ona doyum olmuyordu. Ama ne yazık ki, şairi başka ilçe ve köylerde de sabırsızlıkla bekliyorlardı. Tam vedalaşırken Nazım’ın bir sorusu, günün programını alt-üst edivermişti. Neydi o soru? —Hey soydaşlarım, bize burası edasıyla “Çakıcı dağdan iner” türküsünü söyleyecek birisi yok mu?-der. Hemen cevabını orta yaşlı bir yerlisinden alır. –Var öyle ses, öyle nara ki, doyamayacaksın başka türkülerine de. Ama onu seslemek ve tanışmak için aşağı-yukarı on beş kilometre bir mesafeyi geçmemiz gerekiyor. Kendisi Doğrular (Pravda) köyünden, ismi Elman ama Kayış Elman diye anılıyor… İşitir işitmez dev şair hiç tereddütsüz hemen keser sözünü: –Haberimi hem ona, hem oralara iletin, yarın oradayım! Haber yayılır etraf köylerine. Ertesi gün güneş doğar doğmaz Pravda köy merkezi tıklım tıklım insanla dolar. Ağaçlar bile salkım saçak insan vücutları ile yüklenir.. Tarih tam 17 Еylül 1951. Ünlü şair, siyasi mülteci merasim için özelden yapılan sahneye çıktığında gök ve yer alkışlarla çınlar. O koca ellerini havada selâm misali sa-


140

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

vurduğunda daha da çok coşar halk. Ama “Soydaşlarım“ diye bağırarak demecine başladığında etrafı acayip bir sessizlik alıverir. –Soydaşlarım, arkadaşlarım, göç etmek istiyormuşsunuz. Ama biliyor musunuz ki göç harple bire bir. Ölüm kalım mücadelesidir. Ateşten gömlek giymek misalidir. Yüzyıllarca dedelerimizin dedelerinin dedeleri yaşamış buralarda. Sayısı bilinmeyen nesiller sıralanmış. Onun için buraları terk etmeyi, hele de unutmayı kolay sanmayın. Ben bunun canlı örneğiyim,bu durumu bizzat yaşamaktayım… Derken o devin maviş gözleri doluverir, dudakları titremeye başlar. Sonraları kendini toparlayıp demecine devam eder. Bitirdiğinde ağır adımlarla sahneden inerken gür sesler ve coşkulu alkışlar insan denizini dalgalandırır. Uzun kollarını uzatığı kadar uzatır, iri elleriyle ekseriyetle ihtiyarlarla tokalaşır, kimilerini ellerinden öper. Çocukları kucağına alır ve okşar. Saygıdeğer dost ağabeyim, Mümün Kara halân unutamıyor babasının kucağındayken, şairin onun yanağına makas attığını ve eğilerek öptüğünü. Sonraları kabile henüz yeni kurulmakta olan kooperatif avlusuna yönelenir. Orada onu başbakan Kütüp Mehmet ve halk ozanı Mehmet Con’la büyük bir grup sevgiyle karşılar. Sonra halk düğünlerinde ün salmış kır koşu atı ve yavrusunla tanıştırılır. Bu anı tarihleştirme misali yavru ata Nazım Hikmet”in Türkiye”de babasından ayrı kalan oğlu Mehmet”in adı verilir. Büyünce de çok seneler Deliorman’da başarılarıyla ün salar. Öğlen biraz geçtiğinde orman kenarında sofralar kurulur. Bol yemekten sonra içkiler içilir ve onlarla beraber şairin eşliğinde meşhur rumeli türkülerimiz tüm Deliorman ve Dobruca’yı çınlatır. Tabi ki,bura ziyaretin sebebi olan Kayış Elman da “Çakıcı dağdan iner” ve zevkle dev ozanın gözlerine bakarak söyler. Nakaratlarda Bosna köyünden Duduş Mahmut eşlik eder. Köydeşlerim o tarihsel günden sonra, evlerinde, sokakta, düğün-dernek ve bayramlarda hep Nazım”ı hasret ve sonsuz sevgiyle anarlar. Hele de Rafet (Huriyet) belbere sarılmasını, göğsündeki sahte de olsa takılı medalları görünce… Ya da Eyup pehlivanın ak sakalını saygıyla sıvazlanmasını. Herkesler etraftan olanlar dair, O’na tutkun kalırlar. Ne mutlu bizlere ki, o kaca çınar,barış elçisi, dev şair köyümüzün havasını solumuş,suyunu içmiş, ekmeğini yemiş, hitap etmiş.. O ölemez! Şimdi de bizimle yaşıyor! Gelen nesillerle de yaşayacaktır! Kaleme alan: Habil (Mümün) Kurt.


Makale ve Analizler - 2019

141

Bataklık-Mıyız, Toprak Parçası Mıyız?

Tarih: 19 Ocak 2019 Yazan: Şakir ARSLANTAŞ Konu: Yeni bir tartışma başladı: “Bataklık” mıyız, toprak parçası” mıyız? Bulgaristan halk meclisi satın alınacak yeni askeri uçak olarak US “F-16” uçakları için görüşmelerin başlaması kararını Hak ve Özgürlükler Partisi (HÖH) oylarıyla kabul etti. Bir askeri pilot olan Cumhurbaşkanı General Rumen Radev’in yüksek makamından yorumlar ise hiç gecikmedi. Radev kendisi 2019’a girerken yaptığı Yılbaşı konuşmasında yaşadığımız topraklara “bataklık” demişti. Cumhurbaşkanı makam büyük şefi General Dimitır Stoyanov “bataklık” kavramını “toprak parçası” değimiyle değiştirdi. Bulgaristan artık bir “bataklık” olmaktan çıktı ve “toprak parçası” (arazi) oldu. Bu durumda Cumhurbaşkanımız da bir arazının Başkanı olmuş oldu. Bu yeni durum, 16 Ocak 2019 tarihinde saat 13-30’da ilk olarak Baş Şef Dimitır Stoyanov’un “Facebook” sayfasında yani mecliste “F-16” savaş uçaklarının Amerika’dan alınması kararının onaylanmasından hemen 2 dakika sonra şu biçimde belirdi. “Günaydın Toprak Parçası! Günaydın toprak parçasında ikamet edenler! Kendilerinin kim olduklarının farkında olanlara Günaydın!” Cumhurbaşkanı-General R. Radev’in sadık eski dostu, eski Hava Kuvvetleri Kurmay başkanı Gen. D. Stoyanov’un Bulgaristan halkına böyle hitap etmesini anlamak çok zor. Anlayabildiğim kadarıyla Cumhurbaşkanlığımızın ikinci adamı bize vatanımızın egemenliğini, devlet niteliğini, bağımsızlığını vs kaybettiğini ve boş bir toprak parçası durumuna geldiğini haber veriyor. Kuşkusuz bu iddiaları algılamak da çok zor. Çünkü Bulgaristan 2014’ten beri NATO üyesi bir ülke ve Birleşik Amerika’nın stratejik müttefiki durumunda olup topraklarımıza çöreklenmiş 4 US askeri üssünden söz ediyoruz. Üstelik, “F-16” savaş uçaklarının satın alınması görüşmelerine başlanmasını onaylayan Halk Meclisidir ki, bu Bulgar devletinin en yüksek karar organı olan bir meşru parlamentodur ve Anayasaya göre siyasi sistemimiz de parlamenter demokrasidir.


142

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yasalarımıza göre, Cumhurbaşkanı meclisin bu kararını durdurabilecek durumda değildir. Karar kesindir. Bulgaristan’ın 1990’da 4. Anayasanın kabulüyle başlayan Avrupa Birliği (AB) ve Kuzey Atlantik Paktı (NATO) yönelimimizin devamıdır. 2016’nın 16 kasımında yapılan seçimde Müslüman Türk seçmenin oylarıyla da göreve gelen Cumhurbaşkanı Radev, her şeyden önce nüfusun birliğini ifade ve temsil etmek zorundadır. 16 Ocak 2019 günü “F-16” prosedürünün başlaması için yapılan Parlamento oylamasında yasama organı zaten ikiye bölündü, parçalandı da denebilir. Kanadın birinde – Avrupalı Vatandaşlar Partisi GERB, Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) ile aşırı milliyetçilerin VMRO partisi yer alırken, Rus-çu kanada da şu siyasi güçler girdi: İkinci kanat: Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP); Rusya yanlısı “Ataka” partisi, güya “Yurtsever Cephe” hükümet ortaklığından “Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Milli Cephe” (yerli faşistlerin örgütü) ve 2 yıl önce kurulan ve 2017 Martında siyaset kazanına atlayan, popülist, Rus-çu “Volya” (İrade) adlı siyasi partiden oluştu. Oluşan yeni durumda, Cumhurbaşkanı Özelkalem D. Stoyanov sanki bir siber savaşta bir hackerler şefi, bir trol gibi hareket etti. Şunu hatırlayalım ki, Cumhurbaşkanı Radev Bulgaristan’daki durumu “bataklık” olarak nitelemesinden sonra, kamuoyunda sert tepkiler belirince, o yardımcılarına radyo ve TV programlarına demeç vermeyi sınırlamıştı. “Bataklık” çok yorumlanmıştı. Bu “bataklık” içinde insan hakları, azınlıkların doğal ve kültürel ve medeni hakları vs ne durumdadır yorumlarına değerlendirme gelmese de, olaylar feci durumu kendiliğinden anlatıyordu. Aklı çalışanlar, “bataklık” buharlaşır yağmur olur arınır ve içilir duruma gelebilir ya da toprak bataklığın suyunu çekse her hangi bir yerden kaynak suyu olarak akar ve yine temizlenmiş haliyle içilir” gibi sözlerle durumu ifade etmişlerdi. Ancak ne var ki, “toprak parçası” (arazi) için derin yorumları halen beklemeye devam ediyoruz. Bulgaristan’ın bilinen psikologlarından biri olan Kalina Urumova, Kabine Baş şefi Stoyanov’un sözlerine getirdiği uzman yorumunda “sinirlilik, yüksek heyecan, psişik dengesizlik”gibi değimler kullanarak açıklama getirdi. Sanki Stoyanov bir kişisel kavga, lobist beklenti kaybetmişti.


Makale ve Analizler - 2019

143

Bulgaristan’da da devlet görevlileri yasası var ve devletin durumuyla ilgili kişisel değerlendirmeler herkesin boy ölçüsü olamaz ve değildir. Devlet görevlileri yasasının 2. maddesindeki temel istemler şunlardır. “tarafsız olmak, politik partiler dışında kalmak, hukuk devleti ilkelerini esas alan devlet siyasetinin uygulanmasına katkıda bulunmak, devlet kurumlarına güveni güçlendirmek vb.” Kamuoyunda tartışılan şöyle bir sorun da var. 2016 kasımında Cumhurbaşkanı Radev seçildiğinde, ülkede geçici hükümet kuruldu. Başbakan Prof. Ognyan Gercikov (Ocak – Mayıs 2017) istikrar ve İlerleme Ulusal Hareketi Başkanı (II. Semion Partisi) idi ve yasal hakkı olmamasına karşın, İsveç yapımı “Gripen” savaş uçaklarından alınması kararı almıştı. O zaman bu karara Cumhurbaşkanı Radev ve kabine Baş Şefi Stoyanov itirazda bulunmamıştı. Pek tabi ki, yasal demokrasi ortamında yaşasaydık, Cumhurbaşkanı Radev’in vatanımıza “arazi” adı veren D. Stoyanov’u görevinden alması gerekirdi. Bizim için memleketimize “arazi” diyen Dimitir Stoyanov kim olursa olsun, sönmüş bir ampuldür. Seçmenin beklediği budur. Yoksa “uçak ticaretinin” ardında bambaşka hesaplar mı var?…. Bizi izleyiniz. 2019’da yeni analiz ve yorumlarımızı “www.bghaber.org” elektronik yayınımızda ve “Bulgaristan Türkeri’nin Sesi” gazetenizde okuyabilirseniz. Sağlıcakla kalınız.


144

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

145

Bulgaristan’da 2018’i Değerlendirme

Tarih: 19 Ocak 2019 Yazan: Rafet ULUTÜRK Konu: 2019 tablosunu birlikte çizelim.

Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği (BULTÜRK) ve Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi (BGSAM) olarak 2018 olaylarını değerlendirip 2019 yılı beklentilerimize işaret etmemiz kolay olmadı. Çünkü biz bir siyasi parti olmasak da, vardığımız politik sonuçların Bulgaristan Türklerinden her üç kişiden birine ulaştığını ve kitlemizi etkileyip tavır belirlediğini biliyoruz. Buna kanıt ise, geçen yıl Bulgaristan’a giden ve Türkiye’ye gelen vatandaşlarımızın hemen hemen 2 kat artmasıdır. Bulgaristan’ın en büyük komşusu olan Türkiye kapısının daha geniş açtı. Haftalık alış verişler artık Edirne pazarında yapılıyor. Biraz eğlenip güzel bir hafta sonu geçirmek isteyenler İstanbul’a atlıyor. Kıtalar arası uçmak isteyenlerin ilk durağı İstanbul Havalimanı oldu. Hatta Doktora ve mevsim tatiline gidenler bile Türkiye’ye yöneldi. Türkiye’de Emeklilik hak eden soydaşlarımızın birçoğu ise geri köylerine dönüp birçoğu arıcılığa vs. işlerine başladı. Keklik ve tavşan avına gelenler de var vs vs. Bulgaristan’da, Bulgaristanlı Türkler ve genelde Bulgar halkı için 2018 bir durgunluk yılıydı, hatta konuları siyasete bağlamadan edemeyenler geçen yıl birçok konuda geri dönüşten, gidişin geri vitese takıldığından söz edenlerde vardır. Genel kanıya göre, geçen sene Bulgaristan’da insan hakları, azınlık hak ve özgürlüklerini savunanlar büyük ölçüde pes etti. “Bu siyaset insanlarıyla yol alınmaz” deyip ülkeyi terk edenler geçen yıllara göre daha da arttı. Politik sahnede seçmenlerle seçilenler (milletvekilleri ve siyasetçiler) arasındaki ilişkiler iyice koptu ve uçurum derinleşti. III. Bulgar devleti olarak anılan, 1878’den sonra geçen 140 yılı baştanbaşa kapsayan dönemde, en az doğumu olan geçen sene 2018’de oldu. 2017’e kıyasla % 8 gerileme var. Son sayım 2011’de yapılmıştı. 2 sayım arasında Bulgaristan nüfusu içinde etnik Bulgarların oranı 1 milyon kişi azalmış bulunuyor. Bunlar Bulgar Bilimler Akademisinin resmi verileridir.


146

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan’da hayatın geri vitese takıldığını bir tek demografi (nüfus) olaylarında değil, aynı zamanda ekonomik bunalımın derinleşmesinde de izledik. Bir defa dış yatırımlar 2017’ye göre 2018’de 2 defa azaldı. Sabit olan bir şey varsa o da geçim derdinden ötürü Batı ülkelerine taşınan ailelerin ülkede kalan çocuklarına veya anne ve babasına gönderdikleri yardımların artmış olmasıdır. 2017’de Bulgaristan’da kreş, anayurdu, okul, elektrik, su, çöp vergisi ve yol parası ile yaşlılara ilaç parası olarak gelen bu paralar 1 milyar Euro civarında iken, 2018’de 1 milyar 230 milyon Euro’yu buldu. Bu paraların 200 milyon Euro’su Almanya’dan gelirken, sıralamada İspanya, İtalya ve Yunanistan, ardından da ABD geliyor. Okyanus ötesinden gelen para 160 milyon Dolar’ı buldu. Fakat bu paralarda bir yandan artma eğilimi görülürken, gurbetçilerimizin vatandaşlık alması, çocuklarını yanlarına almaları ve yaşlıların da bu dünyadan ebediyete göç etmesi sonucu hızla azalma tandansı da kapıdadır. Öte yandan, Bulgar devleti yakın ve gözle görülür bir uzak vadede hiçbir getirisi olmayan yatırımlar yapmaya devam ettiği gözden kaçmıyor. Bunlardan birkaçı şunlardır: 1) Eski baraj duvarlarının onarımı ve kapaklarının değiştirilmesi için 500 milyon leva harcandı; 2) MİG 29 marka eski Sovyet askeri uçaklarının onarımı için Rusya’ya 500 milyon Euro ödendi; 3) Yatırımcı olmadığı için inşaatı temelde kalan “Belene” Nükleer Enerji Santrali reaktörlerinden birisi için açılan uluslararası dava sonuçlanınca Rusya’ya 1 milyar 200 milyon Euro ödendi; 4) “Güney Akım” doğal gaz boru hattı projesini kaybeden Bulgaristan, “Türk Akım”dan doğal gaz alıp Avrupa’ya taşımak için ülkeye yeni boru hattı döşemeyi hayal ediyor ki, bu tasarımın tutarı da 1 milyar 350 milyon Euro’dur vs. İşte böyle bir ortamda, NATO ve Avrupa Birliği siyasetini güçlendirip bağları pekiştirmek gündem oldu. 2004’ten beri yani 15 senedir Bulgaristan Kuzey Atlantik Paktı üyesi bir Güney Doğu Avrupa ülkesidir. Bu sürenin 10. yılında Bulgaristan’da artık eskiyen Rus savaş uçaklarının yerine yenilerinin nereden alınacağı, savunma mı yoksa saldırı uçağı mı olması gerektiği tartışması sürdü gitti. En fazla İsveç yapımı “Gripen” ve


Makale ve Analizler - 2019

147

ABD imalı “F-16’lar” üzerinde duruldu. Ucuz olsun diye Portekiz’den 2. ve 3. el “F-16” savaş uçakları alınması müzakere edildi. İkinci Borisov hükümetinin Savunma Bakanı, Reformcu Blok (RB) ortaklarından Çiftçi Partisi lideri Nenkov bu Arapsaçı müzakerelerde savcılığa düştü. 2019’un ilk günlerinde meclis “F-16” uçakları için ABD ile görüşmelere başlama kararını onaylarken, III. Borisov hükümeti de parçalandı. Meclis oylamasında ana muhalefet partisi BSP – Bulgaristan Sosyalist Partisi – ile birlikte sıkı Moskof-cu siyasetleriyle ünlü “Ataka” ve “Volya” (İrade) partileriyle birlikte, hükümet ortaklarından “Bulgaristan’ı Kurtarma Cephesi” (NFSB) karşı oy kullandı. Yazımızın başlığına TERAZİNİN DİRHEMİ (kantarı) dememizin sebebi şudur. Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS-HÖH) Bulgar siyasetinde artık bozuk para durumuna, başka bir değişle dirhemlerden en ufak olanı durumuna düştü. Kendisini “sistem partisi”, Liberal Enternasyonal’in Bulgaristan kolu falan pişman olarak tanıtsa da, eskiden olduğu gibi altın para değil, gümüş para oldu. Şöyle ki, “F-16” uçaklarının satın alınması görüşmelerine oy vererek, Borisov hükümetini destekledi. Oysa eski DPS-HÖH, 1992’de meclis oyunlarıyla Filip Dimitrov hükümetini düşürmüş, 1992’de Lüben Beroh hükümetini kurmuş, 2001’de Sakskoburrgotski hükümetine, 2005’te de Sergey Stanişev hükümetine Türklerden başbakan yardımcısı ve bakanlar vermiştı. O yıllarda DPS için “denge sağlayan parti” (balanscı) deniyordu. O dönemden günümüze kadar ufala – ufala terazinin en küçük dirhemi kaldı. Onu bu duruma getiren halktan ve halkımızın hak ve özgürlükler davasından, demokrasi ve adalet mücadelemizden kopması ve ruhunu finans oligarşiye satmasıdır. İkinci büyük nedense, partinin kurucu ruhunun buharlaştırılmasından sonra kurucu kadrolarının hepsinin KGB ve DS gibi eski gizli istihbarat örgütlerinin operasyonlarıyla tasfiye edilmesi ve ülkeden kovulmaları, Türk kimliğini, din, dil, kültür ve gelenek ve yaşam tarzımıza dayanan medeniyetimizi yok edip, Türkiye ile olan doğal bağlarımızı baltalama çabaları oldu. 2018 yılı analizleri Bulgaristan Müslüman Türklerinin kolektif haklarını, devlet okullarında Türk dili, edebiyatı, Bulgaristan’daki Türklerin tarihi, kültürü ve İslam dini gibi derslerin zorunlu okul programlarına alınıp okutulması gibi acil sorunları çözmezse dağılacağını, daha da ufalacağını, meclis dışı ve politika dışı kalacağını defalarca kanıtladı. 2018’de derinleşen ve 2019’a da taşan bir başka konu da, yılın ilk altı ayında Avrupa Konseyi’nin Sofya’da çalışmasına rağmen sosyal ve sivil protestoların aralıksız sürmesi oldu.


148

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Analiz sonuçları Bulgaristan vatandaşlarının % 78’nin sokağa çıkıp protesto eylemlerine katılmaya her zaman hazır olduğuna işaret ediyor. “Politik Sistem Öldürüyor” sloganıyla başlayan engelli çocuk annelerinin yasal düzenleme istekleri faşist başbakan yardımcısı Valeri Stoyanov’u istifaya zorlarken, 2 yönlü ana yol inşaatındaki rüşvet ve dalavereler sonucu, tamamen kalitesiz karayolu durumunun aldığı büyük sayıda kurban 3 bakanın birden istifasına neden oldu. Geçen seneden 2019’a taşan protestoların ana kollarından biri ise, etnik nitelikli gösteri ve mitinglerdir. Başbakan Yardımcılarından, Onlar, Savunma Balanı K. Karakaçanov’un “edepsiz Çingeneler” ithamıyla başladı. Etnik çatışma derinleşti, “Voyvodino” köyünde (Plovdiv ili) 25 Çingene evinin yıkılması ve aynı köyde ikamet eden 350 Çingenenin kar kış demeden sokağa atılıp kovulması milli protesto eylemleri başlattı ve “Çingene (Roman) Yeni Yılı” olan 12 Ocak tarihinde Bakanlar Kurulu kapısına dayanan esmer kitle Başbakan yardımcısının istifasını istedi. Bu protestolar, Bulgar devletinin, artık ülkede en büyük etnik azınlık olan Çingenelerin Bulgar ulusuna entegre edilmesi politikasının tamamen çöktüğünü, kapalı gettolarda yaşayan bu azınlığın cahil, sefalet içinde, fakirlik katmanlarının en dibinde bırakıldığını, kültürel geleneklerine saldırılarınsa tüm şiddetiyle devam ettiğini ortaya koydu. Olaylar, Çingene baronlarının da Çingene kitlesinden tamamen kopmuş olduğunu ve düşman oligarşiyi temsil eden siyasetçilerin sofrasına oturduğunu gösterdi. Bu gelişmeler, Bulgaristan’da ortak kültür oluşturarak medenileşme yollarının kapalı olduğuna işaret ederken, yarısı Batı Avrupa’da yaşayan, gözü dünya eli para gören Çingenelerin kin ve öfke dolmuş olduğunu da gün ışığına çıkardı. Bu protestoların kökünde Başbakan Yardımcısı ve Savunma bakanı, VMRO partisi Başkanı Karakaçanov’un son yıllarda Makedonlara 100 bin Bulgar pasaportu satması, 28 milyon Euro rüşvet alması ve gerçekleri milliyetçilik perdesi ardına gizlemeye çalışması var. Şöyle ki aynı milliyetçi bakan, Türkiye’deki soydaşlarımızın serbestçe seçime katılması, sandık sayısının kaldırılması gibi isteklere karşı kudurması gözden kaçmamalıdır. Başka bir gerçekse şudur: 2009’dan beri iktidarda olan Başbakan B. Borisov hiçbir demecinde “Türk”, “Türk azınlığı”, “Türklerin hakları” gibi deyim kullanmamış, “Türklerin kimliğini tanımama” siyasetinde aşırı milliyetçilerle birlik olmuştur.


Makale ve Analizler - 2019

149

Çingene direnişlerinin sergilediği başka süreçse şudur: Etniklerden temizlenmeye çalışılan Bulgaristan’da Tuna boyu ve Koca Balkan’ın Güney etekleri coğrafyası genişletiliyor. “Türksüz köy ve kent” temizlik çaba ve tuzakları 2018’de Eski Zara (Stara Zagora) ve Yeni Zara (Nova Zagora) belediye ve muhtarlıklarında “Türkçe olan yer isimlerinin değiştirilmesi” biçiminde yoğunlaşırken, 2019 yılının da ilk günlerinde gettoların “yasa dışı, izinsiz kurulmuş olduğu” gerekçesiyle yıkılıp temizlenmesi şeklini aldığı göze çarptı. “Çingene-siz köy” hortlamasında Bulgar komandolar, mavi bereliler, jandarma, polis ve futbol serserileri birleşti. Ekonomik istekli protesto gösterileri benzin ve motorin fiyatlarının yükselmesini durdurma yönünde güç toplarken bir milli eyleme dönüşemedi. Sofya, Varna, Plovdiv eyaletleri sınırları içinde kaldı. Borisov elektrik, su ve yakıt giderlerine gelen 2019 zamlarını karşılamak için emekli maaşlarına 15-20 Euro zam yaparken, en yüksek emekli maaşı alanların tavan gelirini de 150 Evro arttırdı. Devlet görevlileri –polis ve Ordulular – da bu arada ortalama % 10 zam aldılar. Şu da unutulmamalıdır. 2018’in daha 1 Ocak günü polis gücüne 100 milyon prim dağıtılmış, araçları ve üniformaları yenilenmişti. Dünya politikasına askeri olaylar penceresinden bakıldığında, Balkanlar’da 21. asrın ilk 20 yılı ile 20 asrın ilk 20 yılı bir birine benziyor. 1912’de Balkan Savaşı, 1914’te de Birinci Dünya Savaşı patlamıştı. İlk defa Balkanlara “barut fıçısı” o zaman dendi. Şimdi de durum aynı… Sırbistan, Rus savaş uçaklarının daha yetkinlerinden alırken, Yunanistan, Amerikan uçakları yığınağı yapıyor. Bulgaristan’daki US askeri üslerinin sayısı 4 oldu. Arnavutluk’ta Avrupa’nın en büyük askeri deniz üssünün kroki hazırlanmış. Balkanlarda Kosova ordu kuruyor. Makedonya ve Bosna NATO kapısında… Balkan Yarımada da bir saman kurusu hazır kıvılcımı bekliyor, kibrit yanında… Bulgaristan’da yayılmacı, saldırgan, savaşçı milliyetçilik de bir asır önce kışkırtılmış ve hareketlendirilmişti. Çar Ferdinand’ın İstanbul’a girip İmparator olma hayallerinden utananlar Tarih Müzelerinde ona ayrılmış bazı duvarları hala boş tutmaya devam ediyorlar. Onun Tay duran Bulgar milliyetçilinin Makedonya ovalarında burnu kırılmıştı. Daha sonra ırkçılık goncalar bağlayan ve faşizm çiçekleri açanlar 100 yıl sonra yeniden yeşerdi. Bugün üç dallı da dikenli bir ağaç gibi açtı ve ikisi Rusya, birisi de Batı ile tozlaşmak istiyor. Gün boyu bütünleşmeden söz etseler de akıllarındaki tek renkli ekşi bir meyve ve bunlar “piç” (koltuk) deyip alt dalları kesmektir.


150

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

2019’da yeni terimler (kavramlar) da belirdi. Bunlardan biri etnosit değimidir. Sözlüklerde etnik olan yani etnos = halk, eşittir soy, kavim veya but olarak izah edilirken bir de sonuna Latincesi öldürmek yani yok etmek olarak açıklanmıştır. Kanatsız sinek gibi uçuyoruz. Bu kavramlardan hangisinin kuyusuna düşeceğimizi zaman gösterecek. Etnosit değimi henüz Bulgaristan’da çıkan sözlüklere alınmamış olsa da, kravat takan gözlüklü profesörlerin konferans kürsülerinden yaptığı kesin tanımlardan şunları öğreniyoruz. Özündeki anlam şudur: “Taşıyıcılarını biyolojik olarak öldürmeden dil, din ve kültürleri bilinçli olarak yok etmektir.” Bu gibi işler bir devlet planına göre ve devlet eliyle yapıldığında genosit yani “soykırım” oluyor. Etnosit kavramını bir boyut daha derin açtığımızda içinden çıkan ise şudur: “Anadilinde eğitim-öğretimi, anadilde konuşmayı yasaklamak, belirli bir etnik grubun çocuklarını aileden zorla koparıp almak.” Soru: Biz bu işin neresindeyiz? Birinci aşama okullarda anadilde eğitim Bulgaristan Çingeneleri için 140 yıldan beri yasak, Bulgaristan’daki Türklere bu yasak 60 yıl önce uygulandı ve devam ediyor. Gagavuzlar, Çeçenler, Ulahlar, Makedonlar ve Pomaklar kendi sınıf odalarının kokusunu asla nefes edemediler. “Koparma” meselesine gelince, çocuklarımız artık aileden koparılıp üç öğün domuz eti yedirilen, yalnız Bulgarca konuşulan anaokullarına toplanıyor, gitmeyenler için kara kaderin çöp tenekeleri icat edilmiş veya altında sefillerin sürünecekleri hayat minimumu çizgisinin üstüne kalın kalın beton dökülmüş. Bu mengeneden kurtulabilenler çocuğunu sırtlayıp Türkiye’ye ya da Batıya kaçıyor. Pek bilemesem de, çocukları zorla aileden koparma ve yeni sosyal tipler yaratma programı -“jender” – Avrupa’da kamuoyunda 12 yıl ısıtıldıktan sonra 2019’da Avrupa Konseyi (AK) üyesi ülkelerde (bu arada Bulgaristan) zorunlu uygulanacakmış. AK karar almıştır. “Birleşmiş Milletler Teşkilatı bu işin neresinde?” sorusunu soranlar haklıdır. Olay şöyle, İkinci Dünya Savaşı’nda analarıyla birlikte büyük sayıda Yahudi ve Çingene (200 bin) toplama kampı ocaklarında canlı canlı yakıldı. Erkek çocuklar aileden koparılıp bugünkü teröristler, canlı bombalar gibi eğitilerek, canlı torpido haline getirildi, klonlandı vs.


Makale ve Analizler - 2019

151

Bu nedenle 1948’de Birleşmiş Milletler bu vahşeti – etnosit, etnosit eylemler – gibi işlere “cezaya tabii suçlar” demekle yetindı. Demek oluyor ki, şimdi bu kavga faşizme karşı kavga şeklinde yeniden kızışmalıdır. 2019’da bizleri yeni yeni ödevler bekliyor. Hedefimiz hep aynı Türk kimliğimizi korumak, insan haklarımızla birlikte azınlık haklarımızı da elde etmek ve demokrasi ve adalet mücadelesine devam etmektir. Bu aynı zamanda soykırıma karşı siyasi mücadeledir. Gördüğünüz gibi 2018’den 2019’da geçerken iğrenç olaylarla mücadele solucan ve kırkayakla kavga gibi bir şey. Bilim insanları, dışkıyla beslenen solucanların 5 kalbi olduğu artık kesin tespit edilmiş, birisini patlatsan 4 kalpli yaşıyorlar, son kalbi de patlatsan artık enciklemiş-üremiş olduklarını görüyoruz. Bizim deyimlerimizle ayrık otu gibi. Dava dediğin öyle bir şey ki, angarya versek olmaz, kiraya versek hiç olmaz. Bu tuz torbası bizim ve taşımaya devam edeceğiz. Davamıza ihanet edip, bizi bir terazi dirhemi kadar küçültenlere lanet olsun. Vakit ayırıp okuduğunuz için teşekkür ederim. Dostlarınızla paylaşınız.


152

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

Hiç Birimiz Asla Yılmadık

153

Tarih: 20 Ocak 2019 Hazırlayan: Oya CANBAZOĞLU Konu: Bulgaristan Türklerinin ism değiştirmeye karşı direnişi: Toplu bakış. ​​​1984-1985 isim değiştirerek ve asimile ederek Bulgarlaştırma Kampanyasında yaşanan trajedi 21. Yüzyıla da damgasını vurdu. Zor kullanarak ve süngü altında toplu halde isim değiştirme faaliyetine karşı 1984 yılının Aralık ayında Kırca Ali’nin birkaç önemli yerleşim merkezinde başkaldırılar oldu. Belediye merkezleri Mastanlı’dan sonra Kırca Ali’de protesto amacıyla yürüyüş düzenleyen kalabalığa açılan ateş sonucunda, annesinin kucağındaki bir bebek de olmak üzere toplam 7 Türk öldürüldü. Birçok Türk yaralandı, tutuklandı. Milis mahzenlerinde dövüldüler. Yargısız cezaevine, Belene Kampı’na veya sürgüne gönderildiler. Bu olaylar üzerine bir hafta içinde Kırca Ali Bölgesinde 10 000 civarında kişinin katıldığı 11 büyük protesto yürüyüşü düzenlendi. Bu kanlı nümayişlere Türk erkeklerin hemen hepsi katılırken kadınlarda direniş saflarındaydı. Onlarda tutuklandı ve “Belene” kampına gönderilenler oldu ve ağır işkence gördüler. 24 Aralık’tan 31 Aralık’a kadar milis, kırmızı bere, güçlendirilmiş sınır birlikleri ve ordu Kırca Ali bölgesinden çıkamadı. Baskınlar gece gündüz devam etti. Sürekli olarak farklı noktalarda kalabalık protesto yürüyüşleri gerçekleşti. Çatışmalar yaşandı. Ocak 1985 tarihinde devletin terör güçleri Balkan Sıradağı’nın doruğunda bulunan Kotel’e (Kazan) kasabasına yakın Yablanovo (Alvanlar) köyüne yöneldiler. Etrafta diz boyu kar vardı. Halkın direnişi ve Türk kimliğini savunma mücadelesi de üç gün üç gece sürdü. Kahramanlık örnekleri verildi. Direnişçi Türkler’in öncüleri tankların altında kaldı, ezildiler. Polis ve Üçüncü Bulgar Ordusundan motorize ve zırhlı askeri güçler köy ayaklanması şeklinde gelişen mukavemeti kana boğarak bastırdı. Bu ölüm kalım kavgasına Kotel belediyesine bağlı 12 Türk köyünden yediden yetmişe herkes katıldı. 1 kişi öldürüldü. Birçok kişi yaralandı,tutuklandı. 20 direnişçi mahkûm edildi. O sırada yalnızca Yablanovo köyünden 22 erkek Belene Toplama Kampı’na gönderildi.


154

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Daha sonra onlarda ikisi – Demokratik lig – insan hakları için direniş partisini kurdular. Kuzey Bulgaristan’daki isim değiştirme süreci sert mukavemetle geçti. Güneyde olup bitenleri, yakınlarından, Türkiye ve Batı kaynaklı radyo yayınlarından takip eden bölge Türkler’i, ilk başta yönetim tarafından yayılan söylentilere “yılana sarılmış gibi” sarılmışlardı. Köylüler top sahalarına toplandılar. Okullar ve okuma yurtları kurşunlandı. Herkesin önünde dövülenler, tartaklananlar, saldırılarda yaralananlar oldu. Türkler’in birçoğu, Bulgar yetkililerin tutarsız ve uydurulmuş açıklamalarını kabul etmediler. Halkın bazı temsilcileri, Bulgarlar’ın yıllarca izlediği periyodik eritme politikasından haberdar olduklarından, aydınlatma ve uyandırma, derlenip toparlanma ve asla teslim olmama yönünde çalıştılar. Bulgar arşiv belgelerine göre, Güneydoğu Bulgaristan’daki isim değiştirme işlemi tamamlandıktan sonra Kuzey Bulgaristan süreci gündeme gelmişti. Saldırılar gece bekleniyordu. Ağır kış şartları ve şiddetlenen sıkı denetim, baskı ve terör köylülere çok zor günler yaşattı. Sıkıntı arttıkça arttı. Kimse çocuklarını okula göndermedi. Düğünler bayramlar yapılmadı. 18 Ocak 1985’te Politbüro üyelerinin ve Bulgar Komünist Partisi İl Başkanlarının Şumen ve Razgrat illeri köylerinde gerçekleştirdiği iki toplantıda T. Jivkov ve G. Atanasov adına konuşanlar halkı avutmaya, yatıştırmaya çalışmıştır. 21 Ocak 1985’te İçişleri Bakanlığı yöneticilerinin il emniyet müdürleriyle yaptığı toplantıda anlaşıldığı gibi, süreç artık polis ve orgu gücüyle devam eden isim değiştirme süreci Bulgaristan’ın tamamını kapsamıştır. Dönemin İçişleri Bakanı D. Stoyanov’un da bulunduğu bir toplantıda, güneyde olduğu gibi kuzeyde de polis gücünün yanı sıra silahlı kuvvetlerin de katıldığı olaylara devlet güçleri hakim olmuş ve açıklanan resmî rakamlarla 1 235 532 Türk’ün ismi değiştirilmiş ve hepsine Bulgar adlarıyla yeni kimlik verilmiştir. Bu kanlı süreçte 37 Türk kurşunlanarak öldürülmüş, 520 kişi yaralanmış ve 12 500 kişi de tutuklanmıştır. Bulgaristan Türkleri’nin 1984-1989 Eritme Politikasına Karşı Direniş asimilasyon sürecinde karşı ilk örgütlü ve bilinçli başkaldırıdır. Güney Bulgaristan’daki kanlı çatışmalardan ders alan Bulgar Devleti koca Balkan’ın Kuzeyine geçtiğinde muhtemel kitle direnişletine karşı daha büyük önlemler almıştır. Birçok erkek önceden askeri kamplarda veya Belene Adası’nda toplanmış, askerler eve salınmamış, askerlik süresi dolanlara teskere verilmemiştir. Gençler emniyet merkezlerinde tutulmuştur. İsim değiştirilme arefesinde tutuklanan “tehlikeli” Türklerle ilgili uygulamayı İç İşleri Bakanı D.Stoyanov’un şöyle anlatmıştır:


Makale ve Analizler - 2019

155

“Belene bize sınırsız imkânlar sağlayamadığı için, isimleri değiştirilecek insan sayısı az olan Plovdiv, Sliven, Stara Zagora gibi bölgelerde gözaltında olanlar, İl Emniyet Müdürlüklerinde tutulacaktır. Cezaevlerinin bulunduğu bölgelerde, güvenli olduğu için cezaevlerinde kalacaklardır. Güney Dobruca’nın üç merkezi olan Dobriç, Silistre ile Varna ve de Razgrad, Tırgovişte, Şumen üçgenindekiler, gerek duyulduğunda Belene’ye gönderilecektir.” Burada seferberlik bahanesiyle kamplarda toplanan ve Bulgarların yaşadığı köylere sürülen Türkler’den söz edilmemektedir. Hasköy ve Kırca Ali dışındaki Türkler’in isimleri, bu şartlarda sert mukavemete rağmen daha kolay değiştirilmiştir. Bulgaristan yetkilileri, Türkiye, Avrupa ve tüm dünyanın gözleri önünde, kısa bir süre içinde isim değiştirme sürecini başarıyla tamamlamıştır. Mezarlarda yatanların bile isimleri değiştirilmiştir. Dönemin Devlet Başkanı T. Jivkov, 18 Şubat 1985 tarihinde şöyle dedi: “Biz 20 yıldır onlara [Türk Yetkililere] , göçten söz ettik, onlar da susarak bizimle alay ettiler. Bizim için göç konusu artık kapanmıştır. Göç edecek insanımız yok. Bu insanlar, eskiden Müslümanlaştırılmış Bulgarlardır. Bir adam bile veremeyiz onlara. Bir veya beş kişiyi verecek olursak, elimizi uzatıp kolumuzu kaptırmış oluruz.” Oysa bu sözler bir tuzakmış. Asimilasyonu kabul etmek istemeyen ve uygulamaya isyan eden çok sayıda Türk tutuklanmış, sorgulanma sırasında işkence görmüş, sürgün, hapis veya ölümle cezalandırılmıştır. Mücadele içinde yer alan her birey, Türkiye hesabına çalışan casus olarak ilan edilmiştir. En ağır ceza alanlar Stara Zagora ve Sofya hapishanelerinde tutulmuştur. Cezaevleri dolduğu için 1984’ten 1989’a kadar 517 kişi mahkemeye çıkarılmadan Belene Toplama Kampı’na gönderilmiş, birçok erkek ise askeri seferberlik bahanesiyle göreve çağırılmış ve Bulgarların yaşadığı bölgelerdeki kışlalarda belli sürelerde kapalı tutulmuştur. “Belene” kampından çıkanların hepsi Kuzey Batı Bulgaristandaki Bulgar köylerine sürgün edilmiş veya Bobov Dol kömür madeni ocaklarında çalıştırılmıştır. Aynı zamanda bazı Türkler, tek başına ya da ailece mahkemeye çıkarılmadan, Bulgarların yaşadığı köylere sürülmüştür. En zor yıllarımızı hatırlayalım ve anlatarak yaşatalım. Paylaşalım bir birimizi bilgilendirelim.


156

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

DEDEM BU TOPRAKLARDA YATTIKÇA B E N İ M S İ N G Ü Z E L VATA N


Makale ve Analizler - 2019

157

Zor Kullanarak Asimile Etme Ve Etnik Temizlik

Tarih: 20 Ocak 2019 Yazan: Dr. Nedim BİRİNCİ Konu: 1989 zulmü ve göçü hafızamızda yaşıyor ve hayatımızı belirlemeye devam ediyor. “Zorbalıklarla dolu XX. yüzyıl tarihimiz ve 1989’da 360 bin Bulgaristan Türkünün Vatanlarından kovulması ve bu vahşet dolayındaki olayların unutturulmaya çalışılması şaşırtıcıdır. “Soğuk Savaştan” yıllarında Avrupa kıtasında meydana en gelen en büyük etnik temizlik olayı budur. Fakat bugün bu feci olaya olmamış gibi davrananlar var. “ “T.Jivkov’un propagandası bugün de Bulgaristan’da yaşıyor ve halkı zehirlemeye devam ediyor.” “Başbakan B. Borisov etnik temizlikten övgüyle söz eden bir başbakandır.” Bu sözler, Sofya’yı ziyaret eden ve birçok bilimsel çevrede, Üniversite salonlarında ve dernekte konferans veren bilim adamı Tomaş Kamuzela’ya aittir. Leh asıllı olan, “Akademik Araştırmalar Merkezi” tarafından düzenlenen “Bulgaristan’da (1984-1989) sözde ‘Soya Dönüş Süreci.’ Geri Bakış ve değerlendirmeler” bilimsel konferanslarına katılmak amacıyla İskoç’tan gelen Prof. Kamuzel’ın görüşleri dikkat çekti. Bulgaristan’da Türk azınlık üzerine uzun yıllar devam eden baskı ve terör siyasetinin ve 1989 Türk ayaklanmasının 30. yılının anıldığı bu yıl değişik forum ve etkinlikler düzenlendi. Bu olayların birinci zulüm zirvesi 198485’te zorla isim ve kimlik değiştirme zulmü esnasında yaşanırken, ikinci vahşet doruğu da 1989 Mayıs Ayaklanması ve bir iki bohça eşya ile Türklerin vatanlarını terk etmeye zorlandığı 1989’un göç trajedisinde yaşandı. O yıllarda Bulgaristan’da olmayan, fakat bugün bir bilim adamı bilgeliyle 1984-1989 Bulgaristan dramını” en küçük ayrıntılarına kadar bilen ve canlı bir şekilde anlatan Prof. Kamuzella İskoçya Universiti of St Andrews tarih kürsüsünde başımıza gelenleri işliyor. O Bulgaristan’a ilk kez ailesiyle birlikte 8 yaşında gelmiştir. 1989 yılından sonra ise, Bulgaristan Türkleri konusunu araştırma üzere her yıl ülkemizi ziyaret ediyor.


158

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

O ilk araştırma kitabını İngilizce yazdı ve güya “Soya Dönüş Süreci” ne ve bu vahşi uygulama etrafında gelişen olaylara adamıştır. O serine, “Soğuk Savaş’tan sonra gerçekleştirilen ve unutturulan ilk etnik temizleme süreci. 1989 yılında komünist Bulgaristan’da Türklerin vatanlarından kovulmasıdır ve bu olayı hafızalardan siliniyor.” adını vermiştir. Kitabında ve kürsülerde savunduğu temel görüşler şunlardır. Tomaş Kamuzela, 1989 yılında Bulgaristan’da meydana gelen en büyük tarihsel olay Türk ayaklanmasıdır, buna rağmen, devlet bütün bakışları, bilimsel çalışmaları 1989’un 10 Kasım günü T. Jivkov’un istifaya zorlanması üzerine toplamaya çalışıyor. Türklerin başına gelenleri, zorla göçe zorlanmalarını unutturmaya, hatta Bulgaristan vatandaşı Türklerin memlekete, köylerine, evlerine geri dönmelerini engellemeye çalışıyor, diye yazıyor. İnsan haklarının ve azınlık haklarının unutturulmaya çalışıldığı Bulgaristan gerçekleri, tarihin ters yüz gösterilmesi gayreti, Prof. Kamuzela’nın dikkatini çekmiş ve bilimsel çalışmalarına konu olmuştur. Bilim adamı şöyle diyor: “Berlin Duvarı’nın yıkıldığı bir dönemde Bulgaristan’da bir komünist liderin başka bir komünistle değiştirilmesi beni şaşırtmıştı. Bu gelişmeler ülkede komünizmin mezarının kazıldığına işaret etmiyordu. Bu mezar bugün de kazılmadı.” Bu gerçekle yüzleşen Prof. Kamuzela, Bulgaristan konusundaki çalışmalarını ve araştırmalarını derinleştirirken, 1989’un Nisan Mayıs aylarında Türklerin katıldığı çok kalabalık gösteriler, büyük yürüyüş ve mitingler olduğunu saptamış, fotoğraf ve belgeler bulmuş, yazılarında işlemeye ve uluslararası konferanslarda anlatmaya başlamıştır. 72 bin Müslüman kadın ve erkeğin katıldığı bu olaylar bir ayaklanmadır. Ölü ve yaralılar vardır. Çarpışmalarda kurşun kullanılmıştır. Devletin terör güçleri halkın üzerine çullanmıştır. Yaralıları Bulgar hastaneleri almamıştır. O zaman hapishaneler ve toplama kampları Türk doludur. Komünist J.Jivkov’un izlediği ve baskı ve terörle uyguladığı siyaset etnik Türkler tarafından tamamen ret edilirken, sıradan insanlar hak ve özgürlüklerini, demokrasi ve adil bir düzen istediklerini ifade etmişlerdir. Prof. Kamuzela’nın kesin kanısına göre, 1989 Türk Ayaklanması ve rejimin 360 bin Türkü ülkeden söküp atma kararı, T. Jivkov’u deviren siyasi olaylardır. Türklere yapılan vahşi saldırılar sonrasında, Bulgaristan izole duruma düştü, Bulgar ekonomisi çöktü, komşu ülkelerle ilişkileri bozuldu, halk parçalandı, zulme tepki olarak insanlar elini işten çekti vs vs.


Makale ve Analizler - 2019

159

Prof. Kamuzela, Bulgaristan’da komünizmin çökme nedenlerinin başında ve merkezinde Türklere yapılan baskıyı ve göçe zorlanmalarını, kanlı olayları gösteriyor. Prof. Kamuzela, Sofya Üniversitesinde yaptığı konuşmasına söyle devam ediyor: “Bulgaristan Türklerine yapılan soykırım konusunda İngilizce çok az eser ve araştırma yazısı yayınlanmış olduğu dikkatimi çekti. Mukayese yapıldığında, Yugoslavya’da meydana gelen etnik temizlik sürecinin 100’den fazla kitapta incelendiğini görürsünüz. İskoç Üniversitelerinde okuduğum derslere katılan Bulgaristanlı öğrenciler vardı. Onlara, 1989 yılı olayları hakkında ne bildiklerini sorduğumda, hiçbir şey bilmedikleri, cevabını alıyordum ve dersten sonra da bana inanmak istemediklerini kendi gözlerimle görüyordum. O, bu trajik olayların bilinmesi gerektiğine inandığından bilimsel çalışmalarını derinleştirme kararı almıştır. Prof. Tomaş Kamuzela Bulgaristan ziyaretleri esnasında ve katıldığı bilimsel konferanslarda, Bulgaristan Türklerinin vatanlarından silahaltında kovulması olayına bir etnik temizlik olayı olarak değil de, bir göç olayı olarak bakıp ele aldıkları dikkatini çekmiştir. Devletin Türk azınlığa karşı polis ve ordu gücüyle baskı ve terör uygulamasını kınayan bir başka grup bilim insanı ise, Türklerin zorla kovulmasına “soya dönüş süreci doruğu” adını vermiştir. Leh Prof. bu gerçekler hakkında şöyle diyor: “Bu iddialar Jivkov propagandasının Bulgaristan’da yaşadığına, işini görmeye devam ettiğine kesin kanıttır. Üzücü olan insanlar “yalanları” doğru olarak kabul ederek inanmaya devam ediyorlar.” Şuna dikkat ediniz: “Büyük Göç” ve “soya dönüş süreci” T. Jivkov propagandası tarafından geliştirilmiş kavramlardır. Bu kavramlar, baskı ve terör uygulayarak, zulüm ederek, vatanlarından zorla kovulan Türkleri Bulgarlaştırma siyasetinin kılıfları olarak icat edilmiştir. Bunlar, Türklerden kurtulma, etnik temizlik ve Bulgaristan’ı Türksüz bırakma politikasının araçlarıdır. Tarihçi şu iki noktaya da dikkat çekiyor: Bulgaristan’da eski komünist idarenin temsilcileri ile 1989 yılından önceki olayları araştırıp yazanlar arasında, “Bulgaristan’da Türk azınlığı yoktur” ve “ Türkler Bulgaristan’ı İslamlaştırmak istediler” gibi yalanlar üzerinde mutabık kalmış olmalarının sebebi şudur:


160

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“1990 yılından önce yalan yanlış iddialarda bulunan ve komünist rejimden sonra profesör, rektör, dekan vs yüksek mevkilere atanan aynı kişilerin şimdi birden bire kalkıp biz o zaman “bilimsel” çalışmalarımızda propaganda yapıyorduk demesi yani plağı çevirmeleri çok zor bir iştir.” – dedikten sonra da şöyle devam ediyor. “Olayların arasında bir kuşak çukuru var. Bulgaristan Türkleri trajedisi konusunda yaşlı ve genç tarihçilerin anlaşabilmesi imkânsız gibi… Bu facia unutturulmak isteniyor. Türk trajedisi konusundan ilgilenen yok gibi. 1989 olaylarıyla ilgili Türkiye de susuyor. Yayınlananlar, olayları yaşayanların anıları ve belgesel vesikalardır. Bilimsel araştırma yapılmıyor. Eleştiri yaparak saldıran Bulgar milliyetçilerine ekmek vermemek için Türkiye susuyor. Soydaş olarak orada yaşayan yüz binlerce Türkün rahatsız edilmesine ne fırsat tanınmamaya çalışılıyor. Prof. Kamuzela Sofya kürsülerinde şöyle konuştu: “Todor Jivkov propagandası tarafından uydurulan ve günümüzde de Bulgaristan medyasında ve akademik çevrelerde “soya dönüş süreci” ve “Büyük Seyahat” gibi kavramların kullanılmasından bir kişi ve bir bilim insanı olarak utanç duyuyorum. Bulgar bilim adamlarıyla yaptığım görüşmelerde kendilerinden “zor kullanarak asimile etme ve etnik temizlik olayı” gibi kavramlar kullanmalarında ısrar ediyorum. Onlar benimle aynı fikirde olmadıklarını söyleyip itiraz ediyorlar. Onların kanısına göre, “diğer ülkelerden bilim adamlarının kullandıkları kavramların Bulgar bilim çevrelerinde kullanılması zorunluğu yoktur.” Bulgar bilim temsilcilerine cevap veren Prov. Kamuzella şu görüşü savunurken hatırlatmada bulunuyor: “Bulgar parlamentosunda 11 Ocak 2012 tarihinde kabul ettiği bir bildiride belirtildiği üzere, 1989 yılında 360 bin Bulgaristanlı Türk vatandaşın vatanlarından kovulması, totaliter rejim tarafından gerçekleştirilen bir etnik temizliktir.” Uluslararası otorite sahibi tarih bilginine göre, Bulgaristan’da T. Jivkov propagandası güçlü tesirini yapmaya devam ediyor. Prof. Kamuzella bu ortamda en tehlikeli olan, Başbakan B.Borisov’un bir soykırım yapmış olan T. Jivkov’u her yerde övmesidir. Konuk bilim insanı fikirlerini şöyle açıklıyor:


Makale ve Analizler - 2019

161

“2012’de kabul edilen parlamento bildirine göre, Todor Jivkov etnik temizlik gerçekleştirmiştir. Başbakan Borisov, bugün Bulgaristan’ı idare eden kişi, Todor Jivkov’un yaptığı etnik temizliği öven bir liderdir.” Profesöre göre, bu insanı şok eden bir saçmalıktır. O, her yılın eylül ayında Todor Jivkov’un doğduğu yer olan Pravets’te diktatörün doğum günü kutlamaları yapıldığını, 4 metre yüksek anıtı bulunduğunu ve çiçek ve çelenk taşındığını endişeyle hatırlatıyor 2001 yılında yapılan kutlamalardan birine Başbakan Borisov’un da katıldığını hatırlatıyor. Bu anıt. bir etnik temizlik anıtıdır. Bunu düşün müyor musunuz!? Diye soruyor. Prof. Komuzella, Borisov geçen yıl düzenlenen Jivkov’u anma törenlerine katılmamış olabilir, ama o bugün devleti yönetiyor. Bulgar devleti ise bu iğrenç ve yüz karası törenlerin yapılmasına izin veriyor. Dedikten sonra şunları ekliyor: “Çok daha kötü olan ise, bu anma törenlerinin Avrupa Birliği bayrağı altında yapılmasıdır. Soruyorum: Bulgaristan’ın istediği nedir? Avrupa Birliği üyesi kalmak mı yoksa Sovyetler Birliği ile birlik olmak mı?” Sofya’da yaptığı konuşmalarının sonunda Prof. Tomaş Kamuzel’a şöyle dedi: “Bu olaylar genç kuşağı etkiliyor. Gençler Jivkov’un bir katil olduğuna değil bir süper adam olduğuna inanmaya başlamışlar. 1989 yılında Türklerin başına sarılanlar, 360 bin kişinin vatanlarından zorla kovulması ise bir “turistik seyahat” imiş? Doğru olan bu mu? Cevap bekleyen sorun budur… Dünya bizi düşünmeye başladı. Bu bizim kendimizi düşünmekten vaz geçeceğimiz anlamına gelmez. Birlik olalım, fikir öncülerine destek verelim. Paylaşmayı unutmayınız. Teşekkür ederim.


162

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

163

Toplumsal Kimlik Ve Değerlerin Oluşmasında Camilerin Rölü Yazan: Nevzat ÖZTÜRK, İlahiyatçı, Eğitimci Yazar

Din, toplumsal hayatın vazgeçilmez bir unsuru olarak insanlık var olduğundan beri varlığını devam ettiren bir olgudur. İslam nazarından bakıldığında yeryüzüne gönderilen ilk insanın aynı zamanda peygamber oluşu bu olgunun insanlıkla yaşıt olduğunu gösterir. Toplumsal hayatın olmazsa olmazı olan din ile toplum arasında karşılıklı bir etkileşim söz konusudur. Zaman zaman din toplumu, zaman zaman da toplum dini etkilemiştir. Ancak, küreselleşmenin etkisiyle adeta dünyanın bile köy haline geldiği, teknoloji çağını yaşayan günümüz toplumları üzerinde dinin etkisi her geçen gün artmaktadır. Bu artışın altında da sığınma, kendini güvende hissetme, korunma gibi son derece insani duyguların yer aldığı bilinen bir gerçektir. Ayrıca dinin muhataplarına kazandırdığı ahlaki ilke ve değerler, hem bireye hem de içinde bulunduğu topluma kazandırdığı kimlik, geliştikçe güvensizleşen, çoğaldıkça yalnızlaşan, bunalımlara sürüklenen toplumlar için istikrarı temin eden bir sorun çözücü olarak karşımızda durmaktadır. İşte bu gerekçelerle dinin ve dolayısıyla dinin toplumsal hayattaki kurumsal adresi olan camilerin toplumsal hayata olan katkılarını, geçmişten günümüze icra ettiği fonksiyonları ele almaya çalışacağız. Öncelikle belirtmek isterim ki; öylesine çok boyutlu bir alanı ancak yazı dizisi şeklinde sizlerle paylaşmayı planlıyorum. Nüzulünden itibaren İslam toplumuna değer aşılayan, cehalet çağını yaşayan insanları saadet asrının mutlu bireyleri haline getiren, tavrıyla, tutumuyla, fiziksel görünümüyle muhataplarını diğerlerinden farklı olmaya davet eden Hz. Peygamberin toplumsal hayatın merkezine yerleştirdiği camiler, her ne kadar geçmişten devraldığı bu mirasın tamamına sahip çıkamasa da halen toplumsal hayatı ayakta tutan merkezlerdir. Hayatın kişisel ve toplumsal sorunları karşısında insanın sığınabileceği en büyük güç dindir. Din, bireyin aşkın varlığa inanıp teslim olmasını isteyerek, varoluşa bir değer ve anlam kazandırmakta; aklı ikna edici bir dünya görüşü ve bir yaşam tarzı sunarak insanı sonsuzluk alanına yerleştirmektedir.


164

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Kimlik ya da kişilik duygusuna sahip olma, insan için bir fıtri bir ihtiyaçtır. Ancak bu ihtiyaç, doğuştan itibaren kendiliğinden karşılanmaz. Birey, zihinsel açıdan ne kadar yüksek potansiyele sahip olsa da ileriki hayatında davranışlarına yön veren kişiliğinin gelişimi, irsiyet, aile, arkadaşlık, meslek, ekonomik şartlar, dünya görüşü, inanç ve değerler gibi çeşitli sosyo-kültürel faktörlere bağlıdır. Bu faktörler içerisinde dinin önemli bir yeri vardır. Din, insanlık tarihinin başlangıcından beri, toplumların dünya kurma girişimlerinde önemli bir rol oynamıştır. Farklı isimlerle de olsa tarihin her döneminde varlığını koruyan din, insanlığın doğal akışını daima etkilemiş ve etkilemeye de devam etmektedir. İnsanlıkla yaşıt bir kurum olan, toplumsal hayatın dizaynını etkileyen din, toplumu ayakta tutan diğer kurumlar gibi sosyal hayatın olmazsa olmazları arasında yer alan sosyal bir olgudur. Parçaları bir araya toplayan, bir şeyin bir kısmını diğer kısmına katan, uzlaştıran ve barıştıran anlamlarına gelen cami de dinin en temel kurumsal yapısı olarak toplumda ortak bir şuurun oluşmasına önemli katkılar sağlayan bir müessesedir. Cami, toplumun her kesiminden insanın herhangi bir ayırıma gitmeden bir araya geldikleri, kaynaştıkları, aynı heyecanları yaşadıkları, kardeşlik, birlik ve beraberlik duygularının doruk noktasına ulaştığı kutsal bir mekândır. Bu yüzden İslâm’da cami özel bir konuma sahiptir. Hz. Peygamber’den günümüze kadar bu yönünü hep muhafaza etmiştir. Ülkemizin inanç yapısının temelini oluşturan İslam dini, özellikle uzun yıllar asimile edilerek kimliksizleştirilmeye, isimlerinden ve dininden uzaklaştırılmaya çalışılan Bulgaristan Türkleri ve dünyanın benzer yerlerindeki Müslüman Türkler arasında asırlarca sosyal kuralları düzenleyici bir rol oynamıştır. Günümüzde siyasi, içtimai, iktisadi ve eğitim gibi pek çok alanda İslam dininin izleriyle karşılaşılır. Dinsel hayatla belli bir yakınlığı olmayanların yaşantılarında bile dinin etkisi hissedilmektedir. Nikâh, defin, hatim ve mevlid törenleri, Ramazan ve kurban bayramı kutlamaları, hasta ziyaretleri, zekât ve sadaka gibi insanları birbirine yakınlaştıran gelenekler, dindar olsun olmasın, Türk toplumunda büyük bir kesimin ilgi gösterdiği temeli dine dayalı sosyal aktivitelerdir. Temeli dine dayanan ve toplumu oluşturan bireylerin tamamını doğrudan ya da dolaylı olarak etkileyen bu aktivitelerin merkezi de hiç şüphesiz camilerdir. Tarihsel süreç içerisinde ibadethane olmanın yanında çok farklı fonksiyonları yerine getiren camilerin, günümüzde sahip olduğu fonksiyonları kaybettiği, günde beş vakit namaz kılınan tek boyutlu mekânlar haline geldiği dile getirilmektedir. Ancak dinin kurumsal merkezi olan camiler hem günde beş vakit kılınan namazlarla toplumsal hayata katkı sunmakta, bün-


Makale ve Analizler - 2019

165

yesinde icra edilen dini tören ve merasimlerle müminlerin dini düşünce ve davranışlarına katkı sağlamaktadır. Aynı zamanda yaygın din eğitiminin merkezi olan camiler, inananlara ve inananlar topluluğuna kimlik kazandıran, toplumun sahip olduğu değerlerin korunmasını, aktarılmasını sağlayan mekânlardır. Kurulduğu günden itibaren Müslümanların yaşamında önemli bir yere sahip olan camiler, bugün de aynı konumlarını muhafaza etmektedirler. Günümüzde camiler, öncelikle ibadet yeri olma özelliğine sahiptirler. Milyonlarca insan beş vakit namaz, cuma namazı, bayram ve teravih namazlarında ibadet maksadıyla camilere gelmektedirler. Ayrıca mevlit programlarında ve ramazanlarda okunan mukabelelerde camiler dolup taşmaktadır. Camiler ibadet yeri olma özelliğinin yanında, din eğitiminin temel bahisleri olan iman, ibadet, ahlâk gibi konularda eğitim yapılan birer yaygın eğitim kurumudur. Camiler birer yaygın din eğitimi kurumu olduğundan buralarda verilen hutbe ve vaazların, Kur’an-ı Kerim ve dinî bilgiler öğretiminin önemi bir kat daha artmaktadır. İslâm birlik ve tevhid dinidir. Tevhid inancı en mükemmel ve ideal bir sosyal kaynaşma, kenetlenme, birleşme ve bütünleşme prensibidir. İşte camiler İslâm’ın özünde yer alan bu birlik ve beraberlik ruhunun insanlara kazandırıldığı, insanların birbirleriyle kaynaştığı ve toplumsal dayanışmanın temellerinin atıldığı kutsal mekânlardır. Camiler İslam’ın ilköğretim kurumlarıdır. Her ne kadar bir örgün eğitim kurumu olmasalar da yapı ve tasarımı itibariyle algı eğitimi yapan kurumlardır. Bu algı kutsalın algısıdır. Camiler hem dini mekânlar olmaları hem buralarda daha çok din ile ilgili konuların gündeme gelmesi bakımından hem de mimarileri ve tezyinatları itibariyle dini eğitim ortamları olarak değerlendirilebilir. Camiye giren kişilerin birçok dini sembole karşılaşmaları onlarda, dini öğrenme bakımından bir hazırbulunuşluk meydana getirebilir. Çoğu camide var olan hat yazıları, Kaberesimleri, mihrap, kürsü, minber, Kur’anı Kerimler, Kur’an okumak için yapılmış rahleler, tesbih ve takkelerin, her biri dini sembolik değeri olan nesnelerdir. Bu eşya ve semboller, camiye gelen insanlarda, inanç, ibadet ve ahlaka dair hususlarda çağrışımlara, pekiştirmelere neden olmaktadır. Aynı zamanda cami içerisinde ibadet, ahlak ve inanç öğrenme alanlarının hepsine ilişkin tecrübeleri hem gözlemleme hem de uygulama imkânı vardır. Camilerde cemaatle kılınan günlük namazlar ve toplu halde kılınan Cuma, teravih ve bayram namazları gibi öbür toplu ibadetler, imamın arkasında ve onun önderliğinde bir tek Allah’a kulluk için saflar halinde toplanmış bulunan ve her türlü mesleki, sosyal, kültürel statü farkları ve imtiyazları bir


166

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kenara bırakarak kenetlenen ve yek vücut olan bir toplumsal kaynaşma ve bütünleşmenin en canlı örnekleridirler. Bugün ülkemiz il, ilçe, kasaba, köy ve en ücra köşelerine varıncaya kadar cami ağıyla örülmüş bulunmaktadır. Bu durum camilerin eskiden olduğu gibi günümüzde de yerleşim merkezlerinde önemli bir yere sahip olduğunu göstermektedir. Bulgaristan’da tarihî belgelere göre Osmanlılar döneminde Bulgaristan’da; 2.356 cami ve mescit bulunmaktaydı. Kimi şu an müze ya da sanat merkezine dönüştürülen camiilerin birçoğu tamamen bakımsız ve terkedilmiş durumdadır. Ülkedeki, Osmanlı mimarisinin en nadide örneklerini saklayan Köstendil şehrindeki tarihi yapılar da yok olma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Bulgaristan Başmüftüğünün verdiği bilgiye göre, müftülük ülkede 500’ü mescit, bin 700 camiye hitap etmektedir. Bulgaristan’ın değişik coğrafyalarında vakıf malları statüsünde devletin eline geçmiş çok sayıda camii bulunuyor. 1946-1989 yılları arasında Bulgaristan Türklerine devlet tarafından uygulanan hak ihlalleri sonucunda, Türk toplumunu asimile etmek için Türkçe konuşma aile içinde dahi yasaklanmış, Türklerin tamamının isimleri zorla değiştirilmiş, gençlerin birbirleriyle evlenmeleri mümkün olduğunca engellenmiştir. 1989 yılında Müslüman Türkler yoğun olarak yaşadıkları köy, kasaba ve şehirlerden, daha az Türk’ün yaşadığı bölgelere zoraki iskâna tabi tutulmuş, üç ile altı yaş arası Türk çocukları Bulgarlaştırma kampanyasının gereği olarak hafta içerisinde kreşlerde özel eğitime tabi tutulmuştur. Müslüman Türklerin dini hürriyetleri, âdet ve geleneklerini uygulamaları yasaklanmış; Kur’an-ı Kerîm’in evlerde bulundurulması ve Müslümanların camilere gitmesi yasaklanmış; Türk İslam kültürüne ait eserler, camiler, medreseler ve mezar taşları tahrip edilmiştir. Birbirinden farklı kültür ve inançların birlikte yaşamaya başladığı günümüz dünyasında “her şeye rağmen değer ve kimlik merkezli çatışmalar da yaşanmaya devam etmektedir. Çatışmaların kimlik ve değer olarak benimsenen semboller üzerinde yoğunlaştığı görülmektedir. Müslümanlara yönelik art niyetli tavırların camileri ateşe verme şeklinde kendini göstermesi halen camilerin kimlik ve değer kazandırma bakımından faal olduğu anlamına gelir. Bu bağlamda Müslüman toplumları provakatif eylemlere sürüklemek isteyenlerin hedeflerine Camiyi, Kur’an-ı, Peygamberi koymaları son derece manidardır. Yine yakın tarihimizde yaşadığımız kurtuluş mücadelesinin fitili camilerde ateşlenmiş, bir kriz merkezi vazifesi gören camiler halkın bilinçlendirilip organize edilmesinde en etkili rolü oynamıştır.


Makale ve Analizler - 2019

167

Camiiler, yani, mabet cemaatin içine ibadet merkezli bir çağrışımda bulunurken, cemaatin dışına dini sembolize eden bir mesaj vermektedir. Mabedin görkemi sadece kendi mensuplarını değil, farklı din mensuplarını da önemli ölçüde etkiler. Kıymetli okurlarım, bu konuya devam edeceğim. Caminin unsurları, sembolleri, sembollerin anlamları, kullanılan motifler, verilmek istenen mesajlar, en önemlisi de Türklük=Müslümanlık bağlamında CAMİİLER….. Allah’a emanet olunuz.


168

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

169

İki Yol Ağızı

Tarih: 22 Ocak 2019 Yazan: İbrahim Soytürk Konu: Avrupa Birliği’nde fikirsel ve fili çatlama derinleşiyor. Avrupa Birliği’nin geleceği açısından yeni yılın ilk ayı çok dolu geçti. İngiltere’nin AB’ye geri dönme yolu kapandı gibi. Bu yıl yeni bir halk oylaması (referandum) yapılsa ve halkın iradesi AB’ye geri dönelim dese bile, AB yönetimine göre, artık yol açık değil. Başbakan Tereza Mey “yeni bir halk oylaması Krallığın devlet temellerini ve sosyal bütünlüğümüzü sarsar,” şeklinde konuştu. Bu durumda 29 Mayısta İngiltere’nin AB’den ayrılması kesinleşti de “Brekzit öldü“ diyenler de var. Almanya lideri Merkel, “bu ayrılık anlaşmalı olacak” diyor. 21 Ocak’ta toplanan AB parlamentosu kürsüsünden okunan AB sekreterliği kararında yer alan “İngiltere’nin genç kuşakları gelecekte eski kıtaya dönme yolunu bulacaktır” sözleri alkışlandı. Avrupa’nın sorunları yalnız “Brekzit” konusuyla bitmiyor. 2007’de başlayan ve bir türlü içinden çıkılamayan mali ve ekonomik bunalım çözümsüz sorunların temelinde yatıyor. 2007 Bulgaristan’ın Avrupa Birliği’ne alındığı yıldır. O zaman Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP), Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS) ve İstikrar ve İlerleme Ulusal Hareketi (II. Simeon Ulusal Hareketi) iktidarda, BSP Başkanı Sergey Stanişev Başbakan, BSP eski Başkanı Georgi Pırvanov ise Cumhurbaşkanıydı. 2004’te NATO’ya katılan Bulgaristan ilk kez Batı Dünyasıyla bu kadar yakın ve bütünleşme yoluna açılmıştı. 2007 yılı için aynı zamanda Bulgaristan’ın “Geçiş Dönemi”nin bittiği yıl da diyebiliriz, çünkü ülkenin ana damarları Rusya’dan sanki koparılmış ve batıya bağlanma operasyonu da neredeyse tamamlanmış gibiydi. Bu arada 2018’de Bulgaristan’ın Avrupa Birliğine bağlanma dönemi de bitti.


170

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu iş için açılan karşılıksız finans musluklarının vanaları kapandı. Bu arada mali yetersizlik yüzünden Rus yapımı eski Varşova Paktı silahlarını yenileyemeyen Bulgaristan, ulusal güvenliğini güvence altına almak amacıyla ülkeye 4 Amerikan askeri üssü kurulmasına onay verdi. Amerikan askeri güçleri hiçbir masraf yapmadan gelip Bulgaristan’da üs kurdular. Son 2 yılda Birleşik Amerika’nın Avrupa siyasetini değiştiren Başkan Donald Trump karşısında birleşik ve güçlü bir Avrupa Birliği görmek istemediğini defalarca beyan etti. Hatta o yine mali nedenlerle ve üye devletlerden beklenen mali katkı sağlanamayınca ABD’nin NATO’dan çekilme niyetini birkaç kez duyurdu. “Brekzit” de bu arada, eski kıtadaki bölünme, parçalanma ve ayrılma süreçlerini analiz edenler, fırsat buldukça AB’nin bir politik ve askeri olmaktan fazla bir ekonomik birlik olduğunu hatırlatıyor. Aşılamayan mali ve ekonomi sorunların üstesinden gelmek için birkaç vitesli AB projesi önerdiler. Bu öngörü, Almanya, Fransa, Avusturya ve Belçika gibi ülkelere çekirdek grup demeye başlarken, Akdeniz devletleri sepetine İspanya, İtalya ve Yunanistan’ı koydular. Doğu Avrupa ülkelerini de üçüncü vitese taktılar. Bu üçüncü grup kendi arasında Macaristan, Polonya, Çek ve Slovenya dörtlüsünü oluşturunca, Bulgaristan ile Romanya sanki vites dışı kaldı. Tabloda çekirdek ülkeler anakent, kenar ülkeler de sömürge çizgileri belirdi. Bulgaristan son yıllarda AB ülkeleri arasında ekonomik olarak en geri kalmış, nüfusunun yarısı gurbetçiliği seçmiş, halkın geliri en düşük, en sefil ve bekasız ülke durumuna düşmüştür. Bu arada Sofya hükümeti Brüksel komiserleri tarafından Bulgaristan’da ikamet hakkı ve Bulgar kimliği satan bir ülke olarak sert eleştirilere hedef oldu. Yüzbinlerce vatandaşlık, kimlik ve pasaport satıldığı artık biliniyor. AB’nin Doğu’da güvenli kara sınırı olmakla övündüğü Bulgaristan’ın son yıllarda göçmen ve kaçak yolları işlettiği de raporlara girdi. 2018’de Avrupa Konseyi’ne 6 ay başkanlık yapan Bulgaristan, belki de kendini Balkan ülkeleri arasında yüzölçümü bakımından en büyük gördüğünden olacak, Batı Balkan ülkelerini NATO ve AB üyeliğine kazanma için etkin çabalar harcadı. Özellikle komşusu Makedonya ile anlaşıp yakınlaşma yolu açma amacıyla 2017 Ağustosunda anlaşma imzaladı. Ne var ki, Makedon kimliği, dili ve ortak tarih gibi konularda müzakereler ilerlemedi. Geçmişte Makedonları “Bulgar” ilan eden Sofya, Üsküp istatistiklerinde Bulgar nüfus kaydı olmadığı gerçeğiyle yüzleşince irkildi ve diğer Batı Balkan ülkelerindeki Bulgar azınlık haklarının tanınması siyasetine ağırlık verdi.


Makale ve Analizler - 2019

171

Öte yandan Makedonya Yunanistan’la da bir anlaşma (2018 Prespa Anlaşması) imzaladı. Kuzey komşusunu adını değiştirip Kuzey Makedonya Cumhuriyeti adını kabul etmeye zorladı. Atina’da bu anlaşmaya karşı çıkanlar “Makedonya Yunandır” sloganlarıyla tepki gösteriyorlar. Bu konuda Bulgar hükümeti dut yemiş bülbül gibi davranıyor. İşbu çok boyutlu çelişkiler içinde Avrupa Birliği yeni bir yol ağızına geldi. Bu yolun devamında iki seçenek var. Birisi, BİRLEŞİK VE BÜTÜNLEŞEN AVRUPA YOLU, ikincisi de VATANLAR AVRUPASI’DIR. 2007’de Bulgaristan sol güçleri Bulgaristan’ın Avrupa Birliği kapısını aralarken, ufukta yalnız BİRLEŞİK VE BÜTÜNLEŞEN AVRUPA geleceği vardı. Herkes için geçerli bir formüldü. İnsanlar beş on yıl sonra Almanya ve Fransa’yı ermeyi ve ekonomide geri kalmışlık, kültürel çöküş ve sefillik defterini kapamayı hayal ediyordu. Fakat bugün bu çember daraldı. Köklere dönme politikası öne çekildi. İngiltere’nin çekilmesinden sonra Almanya ile Fransa savaşlarla yüklü tarihin gömüldüğü 1963 ‘te imzalanan ikili Ahen Anlaşmasına dönüyorlar. Almanya Başbakanı Konrad Adenauer ile Fransa Cumhurbaşkanı Şarl de Golle Avrupa birliğinin temellerini o anlaşmayla atmıştı, şimdi Macron ile Merkel aynı yola devam etmek istiyorlar. Ne var ki, AB içindeki Bulgaristan gibi uç beyliklerine çekirdekte yer olmadığı görülünce, onlara vatanların Avrupası formülü bir seçenek oldu. Bu seçeneğin belirmesinin nedeni ise, mali bunalım yıllarında, Avrupa ülkelerinde siyasi güçlerin sağ kayması, yeni milliyetçi aşırı akımlar belirmesi ve Avrupa Parlamentosundaki koltuklara daha kalabalık oturmalardır. Bunların başında Fransa’da Le Pen hareketi ile Almanya’da Almanya Alternatifi (AfD) gelirken, Bulgaristan’da da “Ataka”, “VMRO”, “Volya” ve “Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Milli Cephe” gibi 4 parti sahneye çıktı. Milliyetçi akım Avrupa ülkelerinin egemenliklerini ve ulusal politikalarını, merkezden bağımsız yürütmelerinden, AB’nin sadece ticaret ve ekonomik işbirliği dallarında kaynaşmaya yönelmesinden yana olduğunu gizlemiyor. Merkezden emir almak istemiyor. Bu fikirsel kargaşa Mart 2019 AB parlamento seçimlerinde belirleyici olacaktır. Artık azgın milliyetçilerin arasından ilk aday gösterildi. VMRO Başkan yardımcısı Angel Cambazki 2. kez aday gösterilirken aşırı milliyetçi ve ırkçı aydınlar yuvarlak masa topladılar. Cambazki, Gırmen köyünde 2017’de Çingene evlerini yıktıran kişidir, bu ay Voyvodinivi (Plovdiv) köyünde 25 ev yıktıran.


172

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İkinci gelişim yolu yerleşirse, biz Bulgaristan Türklerini ve ülkemizdeki tüm diğer etnik azınlıkları ağır gelecek bekliyor. Yeni durumun anlamında, Brüksel kararlarının uygulanması üye milli devletlerde zorunlu olmayacak, ulus devletler istediklerini yapacaktır. 1985 Helsinki senedinden bu yana imzaladığı uluslararası antlaşmaları – özellikle insan hakları, azınlık hakları gibi konularda – Anayasama ters düşüyor deyip uygulamayan Bulgaristan’da iç siyasette değişiklik olmayacak, çekenler çekmeye devam edecektir. Bulgaristan’ı AB’ye sürükleyen HÖH-DPS gibi partiler “vatanların Avrupası” gibi konularda henüz açıklamada bulunmamıştır. Mayıs 2019 seçimlerine giderken bu konularda ciddi tartışma yapılması, insan hakları, azınlıkların doğal ve kolektif hakları, çok kültürlü bir politik sistem ve uluslararası antlaşmaların Bulgaristan’da da onaylanıp uygulanması, sistem değişikliği gibi konular yeniden değerlenmelidir. Seçime doğru dizimizi izleyiniz. Okuduğunuz için teşekkür ederim. Paylaşmayı unutmayınız.


Makale ve Analizler - 2019

Bulgaristan’da Ne Yapmalı?

173

Tarih. 22 Aralık 2019 Yazan: Rafet ULUTÜRK Konu: Son gelişmeler doğru yolda olduğumuzu gösteriyor. ​​​ Devrimleri, dönüşümleri, evrimleri ve hatta küçük değişiklikleri anlatan bütün kitapların içindeki ana sorudur “Ne Yapmalı?” Problemleri çözmeyenler bazı eserlerine bu başlığı vermekten de çekinmemişlerdir. Son yıllarda aranan yanıt “Bunalımdan nasıl çıkalım?” Bulgaristan Cumhurbaşkanı Rumen Radev ülkedeki bunalıma “bataklık” dedi. Cumhurbaşkanı özel kalem müdürü D. Stoyanov’un talebiyle ana muhalefettin en aktif milletvekillerinden (BSP) Bayan Elena Yonçeva hakkında “Savcılık soruşturması başlattı.” İlginçtir, Radev Cumhurbaşkanı seçilmezden önce “Bulgaristan’ın en iyi gazetecisi seçilen” Yonçeva’ya yöneltilen suçlama “bataklığı karıştırmasıdır.” Bulgar “bataklığını” karakterize eden en belirgin olan nedir? Hiç kuşkusuz bu öncelikle NÜFUS SORUNUDUR. (Demokrasi.) Basında çıkan yazılara ve bilimsel konferanslarda gösterilen cetvellerde bir çarpıtma var. Bulgaristan bir “ölü canlılar” ülkesi haline gelmiş yani rakamlar birbirini tutmasa da devamlı tekrar ediliyor. Bundan 29 yıl önce Bulgaristan “ben artık demokratikleşiyorum” havalarına girip Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonundan “yeniden strüktürel yapılanma” için ilk kredilerini istediğinde, ülke nüfusunu 9 milyon küsur olarak göstermişti. 2011 yılında yapılan son nüfus sayımı sonucunda Bulgaristan’da 7.245.677 kişi yaşadığı açıklandı. Son 25 yılda 1 600 000 kişinin öldüğü de açıklanan bir başka resmi rakamdır. Son çeyrek asırda yenidünyaya gelen çocuk sayısı yıldan yıla azalırken, 2018’de rekor kırdı, bir önceki yıla göre geçen sene yeni doğan çocuklar % 26 daha azdığı da resmî açıklamadan. Son açıklamalarda ülke istatistiklerinde kayıtlı nüfusunun 7 milyondan az olduğu, bunlardanbir milyonu Türkiye Cumhuriyetinde, 3 milyon kişinin de Avrupa Birliği ülkelerinde, Kanada ve Birleşik Amerika’da ikamet ettiğine işaret ediliyor. Başka bir ayrıntı ise, genel nüfus içinde Bulgar etnik nüfusun 1 milyon kişi azalmış olmasıdır.


174

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu durumda temel rakam olan 8 milyondan ölenleri, Türkiye’de ikamet eden 720 bin çifte vatandaş soydaşımızı ve batı ülkelerindeki toplam 3 milyon gurbetçimizi çıkardığımızda kalan rakam 5 000 000 (beş milyon civarından) seçmendir. Bu, 5 milyon seçmenden % 20’si reşit olmadığından dolayı seçim listelerinde olmamalıdır. Bu durumda gerçek listelerde ancak 3 milyon seçmen olması gerekir. Ne var ki 6 Kasım 2016’da sandıktan 3 600 000 (üç milyon altı yüz bin) oy çıktı. Aynı rakama yakın bir seçime katılanlar oranını da 26 Mart 2017’de görebildik. İşte böyle, 2019’un 14-19 Ocak günleri arasında ülkenin dört bir yanında 1010 aile ziyaret edilerek “Afis” sosyolojik araştırma ajansı tarafından gerçekleştirilen bir anketin sonuçlarına göre, Mayıs 2019’un son günlerinde yapılacak olan Avrupa Birliği Parlamentosu seçimlerinden alınacak kesin (% 3 yanlış kabul edilir) sonuç şudur: Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) % 24,2; Bulgaristan’ın Avrupa Vatandaşları (GERB) % 23 ve Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) % 5.89 oranında oy alacaktır. Tüm diğer politik partiler baraj (% 4) çizgisinin altında kalmıştır. Seçim günü yüzde yüz oy vereceğini beyan edenlerin hepsi bu 3 partidendir. Bulgar aşırı milliyetçilerinin güya “Yurtseverler Birliği” bu defa Brüksel’e temsilci gönderemeyecek, Toplam milletvekili sayısı 17 iken, BSP ile GERB arasındaki AB milletvekili sayısı ancak 1 kişi fark gösterirken, BSP son 10 yılda GERB’i ilk kez arkasında bırakacaktır. Bu gerçek tabloya göre oyun kurulduğunda ve “ölü canlılar” sandığa girmediğinde bir AB milletvekili yaklaşık 60 bin oyla seçilebilir. Seçim sistemi: 2016 Kasımında Bulgaristan’da yapılan bir halk oylamasından (Slavi Trifonov öncülüğünde yapılmıştı) 2 500 000 (iki buçuk milyon) seçmen seçim sisteminin değiştirilmesini istedi. Ne yazık ki bu istek uydurma gerekçelerle mecliste kabul edilmedi, mahkemeye düştü ve geçersiz ilan etti. Ancak seçim sisteminin değiştirilmesi, seçim kanununda değişiklikler yapılarak, yalnız sandık başına giderek değil, oylama makinesi kullanarak, bilgisayarla internet üzerinden oy verme sistemine geçilmesi için yasa tasarılarının hiç biri mecliste kabul görmedi.


Makale ve Analizler - 2019

175

Son 2 seçimde uygulanan parti listelerindeki adaylardan birini işaretleyerek liste başı yapıp meclise gönderme kaydı da kaldırıldı. Seçim av. Petır Savov’un “bTV” programında açıkladığına göre, Avrupa’da 19. yüzyıldan beri kullanılan, dış ülkelerde, konsolosluklarda, gemilerde, gurbetçi içiler ve öğrenciler, memleketinden kovulmuşlar grubuna giren yabancı ülkelerdeki seçmenlerin POSTA ile oyunu göndermesi yasa teklifi de Sofya meclisi tarafından kabul edilmedi. Bilindiği üzere bu seçim yasası değişikliği İstanbul, Bayrampaşa merkezli Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği tarafından hazırlanmış ve Ankara Büyükelçiliğinde düzenlenen özel görüşmelere konu olmuştu. Yazılı olarak da kendilerine Takdim edilmişti. Dernek, Türkiye’deki soydaşlara seçmenin oyunu posta ile kullanmasında bugün de ısrar ediyor. Bu uygulama Almanya, İngiltere, Avusturya gibi ülkelerde asırlarca başarılı kullanılmış ve sorun yaşanmamıştır. Diş ülkelerde bulunan Bulgaristan vatandaşlarının Avrupa Birliği meclisine kendi temsilcilerini gönderme isteği kesindir. Ayrıca Şu da var, bu vatandaşların 2018’de Bulgaristan’daki yakınlarına gönderdiği yardımlar 1 250 000 000 (bir milyar iki yüz elli milyon ) Euroyu aşmıştır. Yerel, merkez ve AB yasama makamlarında temsilcilerinin bulunmasını istemeleri doğaldır. Aynı zamanda bu kişiler ülkenin çaresizlikten kaçan “beyinleri” ve “orta tabakayı“ oluşturan kitledir. Yani ülkenin sorunlarına bilinçli yaklaşan ve çözümüne mali katkıda bulunan kesimdir. Kuşkusuz, Bulgaristan nüfus konuları, Macaristan ve Arnavutluk’ta bu soruna kesin olumlu çözüm bulunabilirken, Bulgaristan’ın yerinde sayması, birçoklarını “beyin fırtınası” yapmaya zorlarken, Demografik Sorunlar Bakanı, Başbakan Yardımcısı Valeri Stoyanov’un 2018’de istifa etmesi ve hükümet ortağı olan 3 partili “Yurtsever Cephe”nin bugün itibarıyla dağılma sınırına gelmesi gibi sonuçlar da doğurdu. Ne var ki Bulgaristan’daki temel sorun, ülkenin nüfusu en hızlı eriyen dünya ülkesi olmasıyla birlikte, 2050 yılına kadar Bulgarların % 25 daha azalarak nüfus içinde azınlık durumuna düşmesi ve Birleşmiş Milletler kaynaklarında yer aldığına göre, 50 yıl içinde Balkanlarda ve Avrupa’da nüfusu erimiş ilk devletin Bulgaristan olacağına yer veriliyor. Filibe (Plovdiv) TIP Üniversitesine göre ”çocuk aldırma yasağı” getirilmelidir.


176

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgar ailelerin daha iyi bir yaşam standardına ulaşmadan çocuk doğurmak istemediği saptanmıştır. Yaşam standardı sorununu çözmek için Hükumet ortağı 3 aşırı milliyetçi parti etnik azınlıklardan 18 yaşını bitirmiş erkeklerin ve 16 yaşına basmış kız çocukların 2 yıl “İnşaat Erlerine” alınıp karın tokluğuna işletilmesini öneriyor. Bu, 1919 Neully Barış Sözleşmesinden sonra 1989 yılına kadar Bulgaristan’da uygulanmıştı. Böylece Bulgaristan’ın alt yapısı, kara ve demir yolları, sığınaklar, barajları ve fabrikaları azınlıkların erkek çocukları 2 yıl bedava çalıştırılarak kurulmuştu. 30 yıldan beri gerileyen Bulgaristan’da % 30 istihdam açığı var. 18’ini doldurup çalışanlar ordusuna katılan genç kadrolar emeklilik sebebiyle boşalan istihdamın ancak % 60’ını doldurabiliyor. Sofya Tıp Akademisi’nden Prof. Sugareva’nın erken doğum yapanlar (10 ile 14 yaş arası doğuranlar) üzerinde yaptığı bir araştırma sonuçlarına göre bu tabaka genel nüfusun % 10-15 oranında olup, sağlık açısından hem yeni doğan bebeklerin hem de annelerinin topluma yararlı kişiler yetiştirme yollarının tamamen kapalı olduğuna vurgu yapıyor. Bu gibi sonuçlar sadece yaklaşan seçimleri etkilemekle kalmıyor kamuoyunun moralini de sarsıyor ve istikrarsızlığı katmerleştiriyor. İşte bu gerçeklerin bir adım ötesinde olan eğitim ve sağlık sorunlarında da tam bir kriz ve çöküş yaşanıyor. Milletvekili Prof. İvo Hristov’un 2018 Ağustosunda Meclis kürsünden vatandaşlarımızdan “% 40’ı okuduğunu anlayamıyor, % 80’ni “debil” durumda” derken, okul yaşındaki çocuklardan % 13’ünün okul dışında kaldığına, hastanelerimizde 1000 (bin) kişiye düşen yatak sayısında % 50 azalma olduğuna işaret ederken, meclis bomba gibi patladı. Prof. Hristov “evde kalan köleler” ülkesinde yaşıyoruz, saptamasında bulundu. Burada azınlık çocuklarının kendi dillerinde anaokulu ve ilk ve ortaokul eğitimi alamadığını da vurgulamak yerinde olacaktır. Öte yandan, 1980’lerin sonunda Gayrı Safi Milli Hasılanın % 80’inin sanayi üretiminden, bunun %60’ının da “A” grup, – ağır sanayi tesislerinde – üretildiğini dünyaya duyururken gurur duyan Bulgaristan’da bugün üretim yapan büyük ölçekli sanayi tesisi yoktur. Bulgaristan ancak hizmet üretebilen bir ülke durumuna gelmiştir. Bunun da ötesinde Almanya’da hizmet


Makale ve Analizler - 2019

177

sektöründe çalışan biri saat ücreti olarak 20 Euro alırken, Bulgaristan’da bu 3,5 (üç buçuk) 4 (dört) Eurodur. Bu da ülkemizin AB üyeliğinin maddi ve manevi durumumuzu etkilemediği gerçeğini su yüzüne çıkarırken, hayal edenleri umutsuz duruma getirmiş olup, AB parlamento seçimlerine ilgiyi de söndürmüş durumdadır. Bu gelişmeleri analiz eden bilim adamları Bulgaristan’ı bir armuda benzeterek anlatıyorlar. Tabii bizde de Orak, Yaz ve Güz armutları var ve örnek olarak alınan hep güz ve kış armutlarıdır. Armudun sapına yakın olan kısmı dar uzun ve içinde kurt ve çekirdek çöp olmayan zengin tabakadır. Orta katman geniş ve yaygın göbek kısmı olmalı, ama bizde armudun bu kısmı genelde kurt ve kurt unu doludur. Alt kısmı dibe çökmüş yoksullar ve sefiller katmanıdır. Aynı bilim adamları Bulgaristan’ın küçüldüğünü de armutlarla gösterirken sıralamayı kış, güz, yaz ve orak armudu şeklinde yapıyorlar. Burada önemli olan armutlar küçüldükçe içindeki posa artıyor, besleyici maddeler de azalıyor. Dünya Beslenme Örgütü verilerine göre 2019’da bir insanın yaşayabilmesi için günde 2 400 (iki bin dört yüz) kilo kaloriye ihtiyacı vardır. 1989 yılında her vatandaşına günlük 3 623 (üç bin altı yüz yirmi üç) kilo kalori sağlayan Bulgaristan dünya sıralamasında ön sıralarda yer alırken, 2018’de bu oran 2 877 (iki bin sekiz yüz yetmiş yedi) kilo kaloriye düşerek Afrika ülkesi Gana’nın da ardına dizilmiştir. Verilecek çarpıcı örnekler çoktur. Gelin biz birlik olalım ve baş başa verip “Ne Yapmalı?” sorusuna cevap arayalım. Okuduğunuz için teşekkür edelim. Paylaşmaya unutmayınız.


178

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

179

Müslüman Türklerde Mescit/Camilerin Fonksiyonları Nevzat ÖZTÜRK

Bütün dini inanç sistemlerinde mabedler, inanılan varlığa karşı dini görevlerin, toplu veya ferdi olarak ibadetlerin icra edildiği, kişinin kendisini inandığı varlığa yakın hissettiği mekanlardır. Bu yerler, ilahi alemle dünyevî alemin kesiştiği, başka bir anlamda Tanrı ile insanın bir nevi buluştuğu ve kişinin kendisini ilahî huzurda hissettiği yerlerdir. Bu sebeple, İslâm, manastırların, havraların, kiliselerin ve mescitlerin Allah’ın isminin bolca anıldığı mekânlar olduğunu belirtmiş, buraların Allah’ın koruması altında olduğuna işaret etmiştir.(Hac,22/40) Her inanca göre ibadetlerin yapıldığı yerlere verilen hususî isimler bulunmaktadır. İbadet edilen mekânı ifade etmekte kullanılan farklı isimlerin, ortak manaları bulunmaktadır ki, bu da ma’bed kavramının karşılığıdır. Müslümanlar tarafından, ma’bed teriminin karşılığı olarak “mescit” ve “cami” isimleri kullanılmıştır. Bilindiği gibi İslam’da, ibadet yerini adlandırmak amacıyla ilkin, mescit sözcüğü kullanılmış, daha sonra ise “bir yere toplayıcı, bir araya getirici” anlamında ve özellikle Cuma namazlarının kılındığı yerlere “mescidü’l-cami” denilmeye başlanmış ve giderek tek başına cami terimi genellikle “ibadet edilen yer” anlamını ifade eder olmuştur. Başlangıçta yalnızca Kâbe için kullanılan “Beytullah” sözcüğü ise, daha sonra her mescit ve cami için kullanılır olmuş ve bu durum, camilerin kutsallığının bir kat daha artması sonucunu doğurmuştur. Bununla beraber; bazı İslam ülkelerinde küçük- büyük bütün ibadethanelerin de mescit adıyla anıldığı da müşahede edilmektedir. Mescit kelimesi Arapça’da; dik durmak, eğilmek, baş eğmek, alın ve burnu birlikte yere koymak manalarına gelen s-c-d kökünden ismi mekândır. Dolayısıyla secde edilen yer manasını ifade etmektedir. Secde namazın rükünleri içinde en önemlisi, Kur’an’a göre insanın daha ilk yaratılışında şahit olduğu bir hürmet ifadesidir(Bakara 2/34). Kur’an- ı kerim, hadisler ve ilk İslam kaynaklarında cami karşılığında mescid kelimesi geçmektedir. İslâm’ın başlangıcından günümüze Müslümanların hayatında önemli bir yere sahip olan camiler, toplumun her kesiminden, her yaş ve seviyeden insanları bir araya getiren, onları Allah’a kulluk bilinci ile kaynaştıran, ibadetlerin usulüne uygun olarak öğretilmesini kolaylaştıran, bireylere batıl inanç ve hurafelerden arındırılmış doğru dinî bilgilerin kazandırılmasını sağlayan önemli bir kurumdur. Kurulduğu dönemden itibaren Müslüman toplumlarda dinî, siyasî, idarî, sosyal ve eğitsel nitelikli pek çok hizmetin yürütülmesine


180

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

zemin teşkil eden camiler, İslâm kültür ve medeniyetinin oluşup gelişmesinde önemli rol oynamıştır. Hz. Peygamber İslâm’ın kurumsallaşmasına camiden başlamış, hicretten hemen sonra inşa ettiği camiyi, bireysel ve sosyal pek çok ihtiyacın karşılandığı bir merkez haline getirmiştir. Camiler İslam dini ile bütünleşmiş ve İslam dininin insan ve dünya ile ilgili temel yaklaşımının sonucu oluşturulmuştur. İslam dini, evrensel bir din olarak, insanların bir arada birlik içinde yaşamalarını isteyen bir anlayışa sahiptir. İslam dininin bu anlayışının yeryüzünde somut olarak sembolize edilmesi, camilerle olmuştur. Camiler bu bağlamda, mimarisi ve fonksiyonlarıyla insanlara kendi mesajlarını yansıtması bakımından önemlidir Tarihsel süreç içerisinde çok farklı fonksiyonları bünyesinde barındıran camilerin en önemli işlevlerinden biri hiç şüphesiz eğitim kurumu olarak görev yapmalarıdır. İslam tarihi boyunca dinin gereklerini, ibadetlerini öğrenmede camiler merkez konumundadır. Bu nedenle cami eğitiminin başlangıcını, son ilahi hitabın nüzulüyle birlikte başlatmak gerekir. Dinin henüz kurumsallaşmadığı Mekke dönemindeki Daru’lerkamı, hicretin ilk durağı olan Kuba mescidini, sonrasında Mescid-i Nebi ve Suffa’yı cami eğitimin köşe taşları olarak sayabiliriz.Dolayısıyla, İslam eğitim tarihinin mescit ve camilerle sıkı bir ilişkisi vardır. Bu yüzden, İslam eğitim tarihinden söz açmak, İslam kültürünün yayılmasında başrolü oynayan yerlerden de söz etmeyi gerektirir. Esasen ortaya çıktığı andan itibaren mescitlerde ders halkaları teşekkül etmeye başlamıştır. Bu halkalar seneler ve asırlar geçmesine rağmen İslam memleketlerinde farklı şekillerde varlıklarını devam ettirmişlerdir. Camiler ibadet yeri olma özelliği yanında, din eğitiminin temel konuları olan; ibadet, ahlak gibi insanın ruhen ve bedenen işlendiği, bir bakıma halk eğitiminin en geniş biçimde yapıldığı, toplu eğitim merkezlerinin başında gelmektedir Dün olduğu gibi bugün de cami kürsülerinden, minberlerinden yapılan sesleniş Müslüman toplumların vicdanında yankı bulmaktadır. Herhangi bir İslam coğrafyasında yaşanan menfi hadiseler karşısında maddi manevi birlik ve beraberliğin temini aynı yolla sağlanmaktadır. İslam toplumlarında toplumsal değişimin baş döndürücü hızla yaşandığı ekonomik krizlerin, manevi hastalıkların, bireyselliğin giderek arttığı bir dönemde, değerlerde görülen yozlaşmayı azaltacak en önemli çözüm yolunun sağlıklı bir din eğitiminden geçtiğini söyleyebiliriz. Dolayısıyla birlik beraberliği, kanaat etmeyi, şükretmeyi, paylaşmayı, selamlaşmayı telkin eden cami merkezli eğitsel faaliyetler insanlığın sıkıntılarına çare olmaya devam etmektedir. Çünkü, nüzulünden itibaren İslam


Makale ve Analizler - 2019

181

toplumuna değer aşılayan, cehalet çağını yaşayan insanları saadet asrının mutlu bireyleri haline getiren, tavrıyla, tutumuyla, fiziksel görünümüyle muhataplarını diğerlerinden farklı olmaya davet eden Hz. Peygamber(s.a.s), bütün bu faaliyetlerini toplumsal hayatın merkezine yerleştirdiği camilerden sürdürmüştür. Bugün aynı seviyede olmasa da, halen camilerden sürdürülen eğitim faaliyetleri, modern çağın bunalıma sürüklediği insanlığa, yozlaştırdığı topluma değer aşılayarak, kimlik kazandırarak aydınlatmaya devam etmektedir. Cemaate devam eden birey içine katıldığı inananlar topluluğuna mensup olma şuurunun yanında dini pratikleri nasıl yerine getireceğini öğrenir, aynı zamanda farz, nafile, tesbihat, zikir gibi dini kavramlar ve uygulamalara da aşina olur. Birey evde kendi başına namaz kılarken hissedemediği duygu yoğunluğunu törensel bir edayla kalabalık bir halde kıldığı ibadetlerde yaşar. Ayrıca, bireyin kendi başına yaşayamadığı duygu yoğunluğunu cemaat halinde yaşamasını sağlayan mabetler de hem içe yani cemaate hem de dışa yani diğer dinlere karşı bir mesaj içerir. Cemaat mabedini inşa ederken her şeyden önce ibadetini düşünür ama aynı zamanda bunun dışa karşı bir mesaj taşıdığının da farkındadır. İbadet için hususi bir yapının inşası ya da tahsisi, o dinin mücessem bir ifadesidir. Dıştan bir bakış açısıyla mabetler öncelikle ibadeti değil, o ibadetlerin içinde yer aldığı dini akla getirmektedir. Yani, mabet cemaatin içine ibadet merkezli bir çağrışımda bulunurken, cemaatin dışına dini sembolize eden bir mesaj vermektedir. Mabedin görkemi sadece kendi mensuplarını değil, farklı din mensuplarını da önemli ölçüde etkiler. Mabedin bizzat kendisi dindar için dini ifade ettiği gibi, caminin içi de farklı anlamda sembolik çağrışımlara sahiptir. Mihrap imamın durduğu yerdir ve kıbleyi gösterir. Minber ise dini nasihatleri anlatır. Ancak mihrap sadece kıble yönünü gösteren basit bir oyuk olarak düşünülemez. O kelime anlamı itibariyle sığınmak demektir ve Hz. Meryem’den mülhem olarak tertemiz bir ruhun Allah’a yöneldiği yeri sembolize eder. Caminin iç duvarları Kur’an ayetleri ile süslüdür ve mutlaka her camide ön ve yan duvarlardaki levhalarda Allah, Muhammed lafızları, dört halifenin ve peygamber torunlarının isimleri yer alır. Caminin inşası ve bakımı bile uhrevi çağrışımlara sahiptir. Camiye bir tuğla katkıda bulunan kişi cennette bir tuğla kazanacağına inanır. Günümüz camileri, geçmişten devraldıkları fonksiyonların pek çoğundan uzak olsalar da, bünyesinde bir araya gelen cemaatin, dolayısıyla toplumun temel güven alanıdır. Sığınma, korunma duygusunun ve istikrarın adresidir.


182

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Dinin toplum nezdindeki kurumsal kimliği olan camiler bu kimliğin toplumun bireylerine aktarımını sağlar. Ayrıca yaygın eğitimin merkezi olan camilerden yapılan vaazlar, sohbetler, okunan hutbeler, çocuklara ve yetişkinlere yönelik olarak düzenlenen kurslar, toplumsal yaraları sarma adına yapılan kampanyalar değer ürettiği gibi, değerlerin korunmasını ve aktarılmasını da temin eder. Tek başına hayatını devam ettiremeyen, varlığı ancak toplum içinde anlam kazanan insanın toplumsal hayata yaptığı en önemli katkılardan birisi hiç şüphesiz ‘değer’ dir. Değer üreten, ürettiği değerlerle toplumsal yaşama renk katan insanoğlunun değerlerden giderek uzaklaştığı, kimlik bunalımı yaşadığı çağımızın en temel sorunlarındandır. Hayatı anlamlandıran unsurların, kavramların içinin boşaltılması, ahlak ve değer erozyonunun giderek artması, bilgi çağını yaşayan insanoğlunu yalnızlığa, mutsuzluğa ve karamsarlığa itmektedir. Yalnız, mutsuz ve karamsar insanlardan oluşan bir toplumun da geleceğini öngörmek de hiç zor değildir. Bu konuya devam edeceğim inşallah paylaşacak çok şeyimiz var. Allah’a emanet olun….


Makale ve Analizler - 2019

183

Bulgaristan’da Ne Yapmalı -2-

Tarih: 24 Ocak 2019 Yazan: Rafet ULUTÜRK Konu: Dertleri Türkleri seçim sandığından uzak tutmak 2019’un birinci siyasi olayı olarak ufka çıkan Avrupa Birliği (AB) seçimlerinde Bulgaristan seçmenini direk ilgilendiren ana eğilim kendini gösterdi. Müslüman Türkler başta olmak üzere azınlıkların oy vermesini engellemek milliyetçi kesimin ve iktidar yamalarının uykusunu yine kaçırıyor. Önce bir değişiklerine bakalım. 1-Seçimler Bulgaristan’da iş günü olmayan 23 ile 26 Mayıs 2019’da yapılacak, 2- iki, seçim barajı % 4’ten % 5’89’a yükseltildi ve 3- üç, AB meclisindeki Bulgaristanlı vekillerin sayısı da 17’den 16’ya düşürüldü. Birinci yazımızda “Afis” ajansının 1010 kişiyle “ev ziyareti” usulünce yaptığı anket sonuçlarında, Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) 5-6, Avrupalı Bulgaristan Vatandaşları (GERB) 5-6, Hak ve özgürlükler Hareketi – DPS) de 3-4 vekil çıkaracak haberini bildirmiştik. Bu sonuçlar Hükumeti ve şahsen Başbakan Boyko Borisov’u sandalyesinden kaldırıp “ne oluyor, nasıl olur?” gibi sorularla yumruk sıkmasından sonra, 24 Ocak sabahı “Trend” sosyolojik araştırma ajansı 10-17 Ocak günlerinde “yüz yüze” usulüyle 1008 kişiyle yaptığı anketin sonuçlarını açıkladı. İlk önce açıklanan ajans “Afis”in sonuçlarında BSP partisi GERB partisinden % 2 önde giderken, “Trend” GERB partisini % 1,2 oranla öne çekti. Her iki ajans da seçmenin % 45’inin oy kullanmayacağına, kararlı seçmenin partili olduğuna ve ancak % 30 olduğuna işaret ediyor. Pasaport ve Bulgar kimliği satma, Türkiye Bulgaristan dikenli tel sınırı gerilirken yapılan vurgun, tel altı geçitler, sığınmacı kanalları işletme gibi dalavereleri ortaya çıkan hükümet ortağı (İç Makedon Devrim Örgütü – VMRO; “Ataka” ve “Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Milli Cephe” aşırı milliyetçi, ırkçı ve faşistlerinden oluşan sözüm ona “Ulusal Cephe” üçlü birli-


184

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ğinin baraj altı kaldığına kesin kanıtlar sunuyor. Aralarında birleşmeye çalışan irili ufaklı diğer siyasi oluşumlar da % 5,89 gibi bir çiti atlayabilecek durumda olmadıklarından birden bire sustular. Yeni durumda ilk kıpırdama “Volya” (İrade) partisi lideri Mareşki’den geldi. O, bir aydan beri Demokratik Güçler Birliği (CDC) kalıtıyla AB seçimlerine birlikte girelim görüşmeleri yürütüyordu. CDC birden bire “olmaz” deyince, ideolojiden ve siyasi perspektiften yoksun Orhan İsmailov –Hürriyet ve Şeref Halk Partisi (HŞHP) ile anlaştı. En yakın seçim konusunda 20 Ocak 2019’da Sofya’da Milli Kültür Sarayında 56 bin GERB’liyi temsilen bir Milli Çalıştan düzenlendi. Başbakan B. Borisov ile GERB Meclis grubu başkanı Ts. Tvestanov’un konuştuğu forumda, partiye AB seçimlerine başlama sinyali verildi. 420 bin kişiden oluşan geniş parti tabanına “hareketlenin” dendi. Bu tabandakiler GERB zamanında devlet kurumlarından maaş alan ve sofrada bulunan kişilerdir. Başbakan, bu seçimlerde biri “kırmızı” birisi de “mavi” olmak üzere 2 ışık olacağını, partinin beklediğini veremeyen kadrolar için kırmızı ışık yanacağı önceden bildirildi. 27 Ocak günü BSP partisi de Milli Çalıştay topluyor. AB seçimlerine doğru atılım sorunu ele alınacak. Parti bu seçimleri artık kendi TV programı üzerinden yürütecek ve seçmeni kazanmaya çalışacak. Görüşülecek olan ana konular şöyle açıklandı: 1) Bulgaristan toplumu adalete susadı. Adalet dağtalım. 2) Bulgaristan’da rüşvet ve dolandırıcılık devlet politikası oldu. Durduralım. 3) Bulgaristan’da demokrasi bir perdedir, ardında dişlerini gösteren oligarşi ejderhasıdır. Savaş açalım. 4) Listelerindeki seçmenler Bulgaristan vatandaşlarından çok fazladır. Bu nedenle seçim sonuçları her defasında sahtedir. Seçim sahtekarlığına son verelim. 5) Partiler majoriter seçim isteyen halkın iradesine görmek istemiyor. Bu işe çözüm getirelim. Seçim sandığından çıkamayacağını anlayan aşırı sağcı üçlülere artık “dörtlü sahtekârlar” diyenler, seçim kazanmak için harekete geçirilecek haram paraları “yeni politik güç” olarak görüyorlar.


Makale ve Analizler - 2019

185

Bu güçlerin yükselttiği slogan “Bulgaristan milli çıkarlarına sadık kalmaktır!” Şöyle ki bu menfaatlerin ne olduğunu tanımlayan henüz yok. Müslüman Türk seçmende özellikle Deliorman ve Gerlovo’da Razgrat Valisi Güney Hüsmen tarafından atılan adımlar dikkati çekiyor. Günay Hüsmen, soya dönüş trajedisi kurbanlarını anma törenlerine katılmak üzere Kazan (Kotel) belediyesine, Flaretovo’ya gitti. Bu adım onun GERB partisine seçmen toplama çabalarını yeniden ispatladı. DPS ise AB-ci “liberal” seçim stratejini henüz açıklamadı. Bulgaristan’da Türk kimliğini uyandırma ve kurumlaştırma çabalarına katılmak istemediğini her an yeniden kanıtlayan bu parti, Bulgar Etnik Modeli’nin tamamen çöktüğünü de henüz açıklamadı. Anadilini konuşan, anadilinde yazan, çizen ve düşünen, dinine sağdık bir Türk kimliği oluşturma sloganı yükseltmeden korkan parti, her zaman yaptığı gibi bacaklarını açmış müşteri bekler duruma gelmeye hazırlanıyor. Şu iyi bilinmelidir. İyi günlerin dostları çoktur. Ne var ki, etrafımızı saranlar sahte dostlardır. 34 yıl önce hepsi bize silah çeken-doğrultan cephedeydi. Zaferin babası çok olur. Yenilgi öksüzdür. Yöneticilerin Halkımızdan kopmanız bizi yenilgiye etmeye devam ediyor. Şu olaylarla ilgili dört söz söylemeyecek misiniz? Hükümet ortağı, birbirine yamalı üç ırkçı parti Bulgaristan seçimlerinde öncelikle Türklerin ve azınlık topluluklarının rolünü azaltmak, sindirmek, hayal kırıklığına uğratmak, kimsesizleştirmek için yoğun çaba harcadılar. 2018’deki GETTO yıkmalar, özellikle Müslüman-sız ve Çingene-siz şehir, belediye ve kasaba yaratmak için etnik ve kültürel temizlik etkinlikleri güç toplayarak yayıldı. Yeni yılın daha ilk günlerinde Plovdiv (Filibe) ili, Maritsa (Meriç) belediyesinin Voyvodino köyünde meydana gelen ırkçı patlama terör halkasına yeni ilginç unsur ekledi. Komandolar, mavi bereliler, polis, jandarma ve futbol serserileri bu defa GETTO saldırılarında, Çingene avına çıktılar, evi yıkma, çocuklu aileleri kış ortasında evlerinden kovma işinde birleştiler. Bu olaylara Avrupa Birliği kurumlarından tepki gelmemesi bir köpek İçin Avrupa’yı aya kaldıranlar bu olayları görmediler. Ssıradan insanların AB beklentilerini daha da sarstı ve kırdı. Bu nedenle ve özellikle de Bulgaristan AVM-lerinde (Billa, Metro, Molla, Kaufland vb) satılan gıdaların AB ülkelerindeki gıdalardan farklı, düşük kaliteli ve bazılarının da tüke-


186

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

tim süresi geçmiş ama etiket değişikliği yapılmış olduğunun açıklanması da hayal kırıcı oldu. Biz kötülükleri, olumsuzlukları sıralayarak hiçbir kimsenin hayalini ve umudunu kırmak istemiyoruz. Yazımı derlerken aklıma dedemden kalma şu satırlar geldi: Ben bir bakar körüm. Hem de işiten sağır. Çalmış zili saatim erkenden. Ben ışıl ışıl uyurum. Yükselmiş Güneş tepemde, Ben hala uyumaktayım Oymalı gözlerimi iğneyle Kesmeli kulaklarımı kör bıçakla Gene de uyanmazsam eğer Kırmalı kafamı tekme tekme!

Bu olabilir mi? “Ne Yapmalı” sorumuza cevap arıyoruz. Yaşamak ve mutlu olmak isteyen kardeşlerimi düşünmeye davet ediyorum. ÇÜNKÜ bakar körlerimizin gözü açılmazsa, İşiten sağırlarımız duyduklarını haykıramıyorlarsa Ve eğer son 140 yılda daldığımız derin uykulardan Kapıldığımız yalan dolan hayallerden Bir an evvel, bu defa da uyanamazsak Kafalarımız tekme tekme kırılacaktır! DİLSİZ KALMA, CAHİL KALMA, DİNSİZ KALMA, KİMLİKSİZ KALMA, MEZARSIZ KALMA KÂBUSU BEKLER HEPİMİZİ! Ve işte bu nedenle kırılmaya değer kafalarımız Bir an evvel gözlerimizi açamazsak!


Makale ve Analizler - 2019 Ve bizim bir an evvel işittiklerimizi haykırmamız lazım Ve bir an önce ölü uykulardan uyanmamız gerek. Bir an önce Türklüğümüzle ortaya çıkıp Tüm isteklerimizi haykırmalıyız! Yapılacak iş budur. “Ne Yapmalı?” yazı dizimize devam edeceğiz. Bizi okuyun da hep birlikte uyanalım. Halkımıza farklı bir görüş bahşetmek ödevimizdir. Lütfen paylaşınız? Teşekkür ederim.

187


188

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

189

Bize Savaş Açılmıştı

Tarih: 25 Ocak 2019 Yazan: Şakir ARSLANTAŞ Konu: İsim değiştirme emri ve bazı detaylar. 1984’ün Aralık ayında Sofya’ya akan haberlerin bazılarında Türklerin anadillerini konuşmadıkları, aralarında ve evde Bulgarca konuştukları, bazı annelerin de çocuklarıyla Bulgar dilinde temas ettikleri yazıyordu. Kısa adı “DS” olan devlet güvenliği sisteminin VI. Şubesi’ndeki görevliler toplantı ardına toplantı yapıyor, tutanaklara Türk dili” meselesi çözüldü, artık isimlere ve dinsel hakların tamamen yasaklanması, gelenek ve göreneklerin, adetlerin ve Hocaların ve imamların katıldığı ibadetlerin hepsinin yasaklanması üzerinde kısa ve uzun vadeli planlar hazırlanıyordu. Bundan 35 yıl önce dünyamızı alt üst eden bu olayların ayrıntılarıyla ilgili “desebg.com” tarafından, gizlidir kaşesiyle ortaya çıkan belgelerden birisi dikkatimi çekti ve sizinle Türkçe olarak paylaşmayı uygun gördüm. Bu belgenin korunduğu arşivdeki yeri, Türk ve Arap isimlerin yasaklanması önlemleri dosyalarında bulunuyor. İdeolojik kışkırtma ve saldırılarla mücadele eden VI. Şube tarafından hazırlanmış ve devlet güvenliği “DS” amirlik ve kadrolarının hepsine uygulamak üzere gönderilmiştir. Bulgaristan Türklerinin isimlerinin zor kullanılarak, silah gücüyle, tutuklamalar ve işkenceler, sürgün etmeler devam ederken 17 Ocak 1985 tarihinde hazırlanmış ve VI. Şube Amiri Anton Musakov tarafından imzalanmıştır. Belgede aynen şöyle deniyor: “Türk ve Arap isimlerinin değiştirilmesi önlemlerimiz olağanüstü zor ve karmaşık bir eylem ortamında gerçekleştiriliyor. Bu ağır ortam görevlilerin hiç istisnasız hepsinin, fazla mesai de yaparak, hatta hiç dinlenmeden görev başında kalarak görev başında kalmasını gerektirdi.” Bu tümcelerle başlayan belge, İç İşleri Bakanlığı tarafından kurulan örgüt, “DS” merkez kurumlarındaki şubelerin görevlerini açıkladıktan sonra şöyle devam ediyor: “Ayaklanmaların ve toplu tepkilerin önlenmesi ve bastırılması ve Türklerin il merkezlerine ve başkent Sofya’ya doğru hareket etmelerini kesinlikle önlemek için gerekli bütün tedbirler alınmıştır.”


190

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bütün yollar kesilmeli, yollara kontrol merkezleri kurulmalı kurulmalıdır. Bu kontrol merkezleri, zorla isim değiştirme sürecinin devam ettiği il ve ilçelere girip çıkışları tamamen kapatmalıdır. İsim değiştirme işlemleri devam ederken, Trafik Polisinin bütün güçleri seferber edilmeli ve taşır araçlarının hareketlenmesine asla izin verilmemelidir. “DS” ideolojik şubesi, isim değiştirme sürecinin bütün hızıyla devam ettiği şehir köylerde bulunan Türkiye, Yugoslavya ve Romanya ve Batı ülkelerinden olan kişilerin hemen bölgeden çıkarılmasını emretmiştir. Türk ailelerin ev telefonlarının hepsi kesilmelidir. Türk köy ve diğer meskun yerleri arasındaki telefon bağları kesilmeli ve isim değiştirme sürecinin tamamlanmasından sonra da değişik nedenler gösterilerek Türkiye Cumhuriyeti ile telefon bağı kurulmasına asla imkan verilmemelidir. Altıncı Şube, terör uygulayarak öç alacaklarını gizlemeyen kişi ve grupların niyetlerinin suya düşürülmesi için elden gelen yapılırken, parti komiteleri ve halk konseylerinin, yerel parti ve devlet yöneticileri için güvenilir koruma sağlanmasını önermiştir. Bulgaristan Komünist Partisi siyasetinin ajanlara anlatılması sağlanmalıdır. “Türk milliyetçiliği etkinlikleri, gizli örgütler, örgütlenen kitle kargaşaları, casusluk, kundaklama eylemleri ve benzeri ile ilgili ajan ağından bilgiler zamanında toplanmalı ve “DS” görevlisine bildirilmelidir.” İkircimli tavır alan muhbirler para karşılığı kazanılmalıdır. “Ülkede devam eden isim değiştirme politikasına ilişkin devlet ve parti uygulaması Türk isimli ajanların hepsine açıklanmalıdır.” Belge şöyle devam ediyor: “Bulgaristan Türkleri arasından ajanları Bulgar rejiminden yana kazanmak için özel gayret gösterilmeli, gerektiğinde para verilmelidir.” “DS” Altıncı Şubesi, sert ve kararlı milliyetçi eylemler hazırlığı içinde bulunan kişi ve grupların ikircimliye düşürülüp pozitif etkilerle rejimden tarafa kazanmak amacıyla bütün ajanların ve görevlilerin angaje olmasını istiyor.” Politik etkinlikte bulunanlar hemen tutuklanmalı ve “belene” kampına gönderilmelidir. “Politik cinayetlerden” yargılanmış olan “düşman güçleri” olarak bilinenlerin hepsi tutuklanmalı ve sorgulamalar esnasında varılan sonuçlara uyularak bazıları “Belene” kampına gönderilmeli diğerleri de sürgün edilmelidir.


Makale ve Analizler - 2019

191

Gençler, aydınlar, Müslüman din adamları arasından bazı kişiler ve yeni kurulan direniş örgütleri liderleri hemen tutuklanmalı, yargı önüne çıkarılmalı ve değişik bölgelere sürülmelidir. “DS” şiddetli önlemlerle ve hiçbir ödün vermeden hareket edilmelidir. “Rejim aleyhinde olup düşmanca eylemlerde bulunan” her kişinin yolunu kesmek için “DS” kurumları Bulgaristan Türklerini ikna etmek amacıyla birçok önleyici tedbir alınacağını ve sert davranılacağını ve gerektiğinde bunların şiddet kullanılarak uygulanacağını bilmelidir. Bu belge ekinde, ayrı ayrı illerdeki durumu özetleyen 5 ayrı rapor özeti bulunmaktadır. Eklerin onay tarihi 23 Ocak 1985’tir. Bu belgede, sözüm ona “soya dönüş” süreci düşmanlarının “Belen” hapishanesine gönderilmesi ile ilgili olarak sürecin kısaltılması ve hızlandırılması istenmiştir. *** Bu belgenin de kanıtladığına göre, isim dil yasaklama, din yasaklama ve değiştirme aylarında, kar kış içinde silahlı Bulgar halkı ile silahsız Bulgaristan Türk azınlığını karşı karşıya getiren devlet terörü milis, ordu, jandarma ve diğer devlet baskı ve terör göçleriyle uygulanmıştır. Parti ve devlet başkanı Todor Jivkov’un totaliter rejimi Bulgaristan toplumunu bile bile parçalamıştır. Halkımızı birbirine düşürmüş ve bir iç savaş eşiğine itmiştir. Bu sert gerginlik 1989 sonuna kadar devam etmiştir. Bu gerginliğin ve cepheleşme günümüzde iktidarın azınlıkları kışkırtmasıyla devam etmektedir. Ülkedeki yoksulluğu, cahilliği, işsizliği, çaresizliği katmerleştiren, halkın intikamından korkan egemen güçlerin endişesi yakın tarih gerçeklerinin birer ikişer ortaya çıkmasında gizlenmektedir. Bu yüz karası, kanlı, iğrenç ve utanç veren tarihi yüzlerine vurmak ve birkaç kuşağında ibret dersi almasını sağlamak her birimizin görevimizdir. Millet olamamış bir kavmin dünya medeniyeti yaratan Türk ulusu karşısındaki iğrenç ve küstah tavrı asla unutturulmamalıdır. Bu konuda dünya da utanıyor. Bu tarih ve tavır 21. Yüzyılda ayakta duramaz, devam edemez, dayanamaz. Tarih belgelerle yazılır. Belge varsa tarih vardır. Belgeler konuştukça adalet mutlaka yerini bulacaktır. Adalet arama yolumuz açılacaktır. En güzel günler sizin olsun. Paylaşmayı ihmal etmeyiniz. Teşekkür ederim.


192

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

193

Ne Yapmalı -3-

Tarih: 24 Ocak 2019 Yazan: Rafet ULUTÜRK Konu: Özgür seçimler ancak özgür bir ortamda yapılabilir. Korkuya yenik düşen iktidar ve yamakları Korku, iktidarları, toplumları, grupları ve bireyleri hareket ettiren en büyük güçtür. M.Ö. 7. Yüzyılda Hunlardan (Türklerden) korku o kadar büyükmüş ki, Çinlilere koskoca “Çin Seddi” kurdurmuş. Çin Seddi’nin yapılmasında askeri ve siyasi birçok farklı neden olsa da, bu nedenlerin en önemlisi Türk boylarıdır. Tartışma götürmez bir biçimde Çin Seddi’nin yapılmasında en büyük neden, Kuzeyde sürekli olarak gelişen ve Çin üzerine akınlar düzenleyen Türk boylarının durdurulmasıdır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra komünizmin demokrasiden korkusu da çok büyük olacak ki, “Berlin Duvarı” kurulmuş. Avrupa Birliği’nin bir uç beyliği olan Bulgaristan’da Doğudan akın edeceklerden korku o kadar dehşetli ki, totalitarizmin yıkılmasından hemen sonra ilk iş Türkiye sınırına 3 metre yüksek 2 kat dikenli tel örgü uzattılar. Bu korku bugün Amerika’yı da sarmıştır ve Başkan D. Trump İki Okyanus arasına 8 metre yüksek duvar çekmek derdindedir. Fakat günümüzde 21. yüzyılın en önemli özelliklerinden korkularından biri ise siber saldırılara karşı nasıl bir “duvar” örelim sorusuna yanıt bulunamamasıdır. Öte yandan, iktidarların elinde olsa sefiller, işsizler, çaresizler, cahiller, özürlüler ve hastalarla gününe gün demeyen en lüks ortamlarda sefa sürenler, adına oligarşi dediğimiz kesim arasına aşılması asla mümkün olmayan bir duvar dikecek. Ne var ki, yaşadığımız toplumsal düzenin adı demokrasi olmasa bu olacak da, toplumsal yaşamın en eski ağacı olan demokrasiyi kökünden söküp atmanın yolu yok. O, havada suda, yer altında ve yer üstünde yaşama hakkını hak etmiş ve insan ruhuna işlemiş, toplumların dokusu olmuş, hatta yasal düzen kurmuş. Aslında insanlar, bu işlerin ilk kalemi ve birinci düşünürü olan Platon’un “Devlet” kitabında yazdıklarına uysalar, sosyal düzenler Güneş Saati gibi hiç bozulmadan işleyecek, fakat uymuyorlar işte. Bu uyulmamanın örneğini Bulgaristan’dan da verebiliriz. Platon, devleti 3 katlı bir bina olarak


194

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

gömüş, en alt kattakilere “başkalarını beslemek için üretenler,” ikinci kattakilere “bekçiler”, üçüncü kattakilere de “yönetenler” demiş ve bu apartmanda kavga çıkmamasının en önemli şartı olarak, kat değiştirmeyi yasaklamıştır. Demek oluyor ki çiftçiler ve işçiler polis, jandarma, albay, general, koruyucu, yangın söndürücü gibi işlere heveslenmeyecek, bir yukarı tırmanıp yönetici duruma gelmek de istemeyecek, polis ve ikinci kattaki itfaiyeci takımı da bir üst kata çıkıp yönetime el koymayacak. Platon kitlelerin kat değiştirmesine “devrim” dememiş, ama Fransız Devriminde hem Kral 16. Lui’nin hem hararetli devrimci Robespier’in kellesi giyotinde kayınca, insanlar bazı sonuçlara kendileri varmışlar. Kuşkusuz siz şimdi bana, Bulgaristan’da hem diktatör T. Jivkov’un koruculuğunu yapan (yani ikinci kattan olan) hem de 1989 Mayısında ikinci ve üçüncü kattakileri beslemek için üretirken birden bire zulme dayanamayıp Ayaklanma ateşi yakan Türk yangınını söndürmek için tanklı toplu “itfaiye” güçleriyle halk yangını söndüren Boyko Borisov’un 2009’da üçüncü kata çıkıp 10 yıldan Bulgaristan’ı “bataklığa” ittiğini mi anlatmak istediğimi sorabilirsiniz. Cevabım şudur: Korku, iktidarın B. Borisov çetesi bacasını iyice sardı, onu anlatmak istiyorum. Bu yılın Mayıs ayında yapılacak Avrupa Birliği Parlamento Meclis seçimleri yaklaşırken Bulgaristan’da fikir özgürlüğü, eleştiri özgürlüğü ve rüşvet, dolandırıcılık, çalma, kapma, yalana yalan yamama, seri halinde ırza geçme ve benzer yolsuzluklara işaret etme bile kesinlikle yasaklanıyor. Kendi çevremizden birkaç örnek verelim. Hak ve Özgürlük davamızı satan Ahmet Doğan’a “hain” demek yasaklanıyor. İki gün önce Hürriyet ve Şeref Halk Partisi (HŞHP) – Kasim Dal partisini – 2019 Mayıs seçim oylarını, azınlıklar düşmanı, Karadeniz sahilimizi bir uçtan bir uca Ruslara satma hayaliyle yaşayan “Volya” partisi Başkanı Mareşki’ye pazarlayan Orhan İsmailov’a “sen babanın çiftliğini mi satıyorsun?” sorusunu soramıyacaksın yeni yasal ortamda… Yine bu yeni yasaya göre, tanesi 100 leva olan puroların “vergisini ödedin mi?” sorusunu L. Mestan’a soramayacaksın. Birkaç yılda 120 bin sahte Bulgar vatandaşlığı, Bulgar kimliği, kırmızı Bulgar pasaportu satan, Kosovalı Arnavutları, Makedonları sahte Bulgar yapan ve bu işten 28 milyon Euro toplayan ve şimdi bu paralarla oy satın alıp, Brüksel’e demokrasi düşmanı vekil göndermeye çalışan hazırlanan VMRO partisi Başkanı K. Karakaçanov’a “Hey nedir bu yaptığın?” diyemeyeceksin.


Makale ve Analizler - 2019

195

Hatta, 26 Mart 2017’de Türk düşmanı sopacılar çetesiyle Türkiye sınırına gidip oy kullanmaya gelen kardeşlerimizi otobüsten zorla indirip yaşlı Türk kadınlarını annelerimizi tartaklayan, kimliklerini toplayan ırkçılıktan kudurmuş şefi V. Stoyanov’a “Nedir zorun?” sorusunu bile yönetemeyeceksin. Bulgaristan’da 24 Ocak 2019’da meclisten geçen “kişisel verilerin gizliliği” yasasına göre, hiç kimseye adını bile soramazsınız, hiç kimsenin kirli çamaşırlarını toplum balkonuna seremezsiniz, rüşvet ve dolandırıcılık olaylarını basında yazamaz, radyoda anlatamaz ve TV ekranında gösteremezsiniz. Evet yeni totaliter sistem yolda. Bunu yapabilmeniz için önce yeni kurulacak bir Denetim Komisyonundan, milli menfaatlere ters düşüp düşmediğini, Bulgaristan için yararlı olup olmadığını kanıtlayan bir belge isteyeceksiniz. Örneğin, Bulgar Türk sınırına gerilen tel duvarın altından araba geçebilecek delikler olduğunu fotoğraflarla kanıtlayan gazeteci ve milletvekili Elena Yonçeva hakkında Savcılığın “Ey sen kime neyi gösteriyorsun?” deyip soruşturma başlattığı gibi, ansızın kapın çalınabilecek! Bu tel duvar altı deliklerden geçen Doğulu kanun kaçaklarının özel araçlarla Sırp sınırına kadar nakledilmesinden ve orada “Ha şuradan geçebilirsiniz” derken toplanan paralar “Bulgar devleti ve toplumu için faydalı işlerde kullanılacaksa” hiç bir kimse tutuklanmaya bilir ve “yararlı” işlerine devam edebilirler. 2018’in Aralık ayında Beyrut’tan gelen, Sofya Havalimanına inen uçaktan ve yolcuları ülkemize sınır pasaport kontrolünden geçmeden giren bir “Boying” dolusu “terörist” yolcuların, şöyle elini kolunu sallaya sallaya ülkemize girmeleri “yararlı bir iş mi, yoksa sakıncalı mı?” konusunda önce Denetleme Komisyonu fikrini söyleyecek. Bu fikri öğrenmeden olayı kamuoyuna ve dünyaya duyuran ve “aman yandık” diyen gazetecilerin “vay canına!” Bizde bu örnekler saymakla bitmez… Yeni olan nedir? Bundan böyle “denetlenmiştir” kaşeli belgesini almadan benzer haber yayan medya ve gazeteciye 20 000 000 (yirmi milyon) Euro ceza kesilecek. Bunlar internet çağında yaşadıklarını da unutmuş görünüyorlar. Bizde gazeteci maaşları 500-600 (beş altı yüz) Euro’dur. Yakalanan ceza alanlar bu parayı 40 000 ayda ödeyemez! Bizde bu cezayı ödeyebilecek ne patron ne de medya var. Besbelli ceza fişiyle birlikte “mahkûma” kazma ve kürek ve kaşeli evet dostum “mezarını kazabilirsin” belgesi sunulacak.


196

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu konuda AB komisyon şefleri ne mi diyor? Belge zaten AB Komiserliğinden gelmiş. Bu ceza ve daha 9 ek madde Bulgar icattı. Cumhurbaşkanı “veto” ettim, Anayasa Mahkemesi de “Anayasaya aykırıdır!” kararıyla çıkmazsa, 24 Ocak 2019 Bulgaristan’da “fikir, basın ve düşünce özgürlüğünün” öldüğü gün ilan edilecektir. Hakları, özgürlüklerimizi, ülkümüzü ve memleketimizi satanların beynimizin içine “Çin Seddi” gereceklerini hiç düşünememiştim. Bu adamların uykusu kaçmış, korkulu kabus içinde tir tir titriyorlar. Bu korku, Platon apartmanında “üçüncü kattan ikinci ve hatta birinci, olabilir yada belki de kodese girme korkusudur. Bu korku yaşadıkça belki de Brüksel kumarhanelerinde Vatanımızı kumar masasına yatırmaya cesaret edemezler. Az mı adalar, yarım adalar böyle el değiştirdi. Hatta Rus İmparatoru kocaman Alaska’yı Amerika’ya borç karşılığı vermemişmiydi…. Kendisine seçimden seçime “Merhaba!” denen okurlarımız bu konuda şöyle dert yanıyor: Yalan dünya ah bir bilsen, Sen nice ağırsın omuzlarımda.. Bitmez tükenmez yalanmışsın be! Hem de bitmez tükenmez korku ve bir zulüm. Ah sen nice ağırsın belleğimde Bitmez tükenmez aldatma, yalan söyleme ve tuzaklar kurma… Sen bitmez tükenmez bir oyunsun Kalbimizde yara, böreğimizde taç, gözümüzde çep ve yakan bir umut Sen kalleşliksin, sen benimle köle oyunu oynayan, sahte bir adalet… Sen aramıza gerilen bir korkuluk – Çin Seddi kadar büyüksün. Lütfen paylaşınız.


Makale ve Analizler - 2019

197

Tutanaklarda Belgelenmiş

Tarih: 26 Ocak 2019 Yazan: Şakir ARSLANTAŞ Konu: Bazı gerçekleri Bulgarlar bizden önce kavradı. A. Doğan’a hain gözüyle bakmayan kalmadı. Geçmişimizin gerçeklerindeki ayrıntıları bilmek geleceğimizin güvencesidir. Şu 30-40 yıllık yakın geçmişimizi sık eleyip, pirincin taşını gerektiği gibi ayıklayamadık, büyüklerine dikkat ediyoruz da, küçücük beyaz taşlar pilavın içinde ve diş kırmaya devam ediyor. Yaşadığımız dönemin en problemli kişisi Bulgaristan Müslüman Türklerine sahte “lider” olarak dayatılan ve hala “dediğim dedik” havalarında olan Medi Doganov (Ahmet Doğan) isimli köydeşimdir. “Ajan Dosyaları” – arşiv belgelerinden biri Medi Doganov’un 10 Kasım 1986 tarihinde sorgu tutanağıdır. Yani Ahmet Doğan bu sorgulama esnasında “DS” subayı yargıca şu bilgileri vermiş ve tutanağı imzalamıştır. Sayın okurların bu tutanağı dikkatle okumasını rica ediyorum. Okurken, sorgu polisinin Ahmet Doğan’ı 1989 Mayıs “olaylarının fikir babası” yani ideoloğu olarak ve sözde “Soya Dönüş Sürecine” karşı yürütülen illegal direnişlerin gerçek liderlerinden biri olarak tanıtmak için işgüzarlık yaptığını göreceksiniz… Sanık şöyle diyor: “Suçlu olduğumu kabul ettiğim faaliyetle ilgili olarak tavrımı bir kez daha ifade etmek istiyorum. Başka defa da anlattığım gibi, “soya dönüş süreci” hükümet tedbirleri uygulanmaya başlandığında, bu önceden planlanmış, doğruluğuna inandığım bu girişim uygulanırken hislerime hakim olamadım. Büyük ölçüde olmak üzere, Batı radyolarının haber olarak yaydığı söylentilerin etkisi altında kalmış olmam, bende doğru olmayan görüşler oluşmasında etkili oldu. Bizim toplumumuzla ilgili temel anlayışımla çelişki halinde olan bir etkinliğe karışmış olmamdan dolayı esef ettiğimi de sonunda belirtmek istiyorum. Beni buraya düşüren, kendimin olayları doğru biçimde değerlendirememiş olmam ve “Soya Dönüş Süreciyle” ilgili hükümetin uyguladığı tedbirlerin gerekli ve doğru olmadığına ilişkin yanlış bir tutuma saplanmış olmamdır.


198

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Saat 16:00, Tarih 10 Kasım 1986, Sofya İç İşleri Bakanlığı Sorgulama Genel Müdürlüğü. İç İşleri Bakanlığı Sorgulama Genel Müdürlüğü Aslına uygundur, sekreter imza ve kaşe. Sanık Sorgu Tutanağı Sofya, 10 Kasım 1986. Aşağıda imzası bulunan, İç İşleri Bakanlığı Sorgulama Genel Müdürlüğünde görevli “DS” Devlet Güvenliği sorgu yargıcı Angel ALEKSANDROV, bugün, Sofya’da, ceza Kanununun (CK) 88. Maddesi esas, kişilik verileri dosyamızda bulunan (hain Ahmet DOĞAN) Medü Doganov’u sanık sıfatıyla sorguladığımı teyit ederim. Sorgu saat 14.’te başlamıştır. Sanık, kendisine sorular sorulara aşağıdaki açıklamaları getirdi: SORU: Sanık Doganov, aşağıda sıralanan nedenlerle 10 Kasım 1986 tarihinde sanık sıfatıyla sorgulamak üzere çağrılmanızın gerekçeleri şunlardır: 1985 yılının yazından 12 Temmuz 1986 yılına kadar Sofya, Topluhin (Dobriç), Varna, Şumen ili ve ülkenin diğer illerinde Bulgaristan Halk Cumhuriyeti’ne karşı suç işlemek amacıyla örgüt kurmuş olmanız ve bu örgütü yönetmenizdir: Ağır bir suç olan, devlet kurumlarını, sanayi tesislerini ve kamu örgütleri çalışmalarını engellemek suretiyle, sanayi, taşımacılık ve köy ekonomisinde ve başka sanayi sektörlerinde ve ayrı ayrı işletmelerde düzeni bozmak ve güçlükler çıkararak Bulgaristan Halk Cumhuriyetinde iktidarı zayıf düşürmek amacıyla; Halk Cumhuriyeti’ne karşı suç işlemeye teşvik ederek ve devlet ve kamu düzenini hedef alan kötüleyici bilgiler yayarak Bulgaristan Halk Cumhuriyetinde iktidarı zayıf düşürmek amacıyla CK 108. Madde, 1. Şık ve II. Bölümdeki 107. Maddeyle ilintili olarak 109. Maddenin 1. Maddesine göre suç işlenmiştir. Gizlidir, sekreter imza ve kaşe Sayfa (2) 1985 yılının yazından 12 Temmuz 1986 yılına kadar Sofya, Topluhin (Dobriç), Varna, Şumen ili ve ülkenin diğer illerinde Bulgaristan Halk Cumhuriyeti’ne karşı suç işlemek amacıyla Bulgaristan Halk Cumhuriyeti iktidarını zayıf düşürme, Halk Cumhuriyetine karşı suç işlemeye kışkırtma ve devlet kamu yönetimini zayıflatmak için kendiniz ve ortaklarınız küçük düşürücü haberler yayarak suç işlemeye devam ettiniz.


Makale ve Analizler - 2019

199

– CK 108. Madde, 1. Şık, 20. Maddeyle 2. şık ve madde 26. madde, 2. Şıka göre suç işlenmiştir. Kararı okuyup imzalayınız! Bu iddianameye göre suç işlediğinizi kabul ediyor musunuz? Yanıt: 10 Kasım 1986 tarihli suçlu olarak celbredildiğim iddianameyi okudum ve imzaladım. Ne ile suçlandığımı anladım. Kararın ayrı ayrı maddeleri üstüne yanıt vermek istiyorum. Kararın birinci maddesinin birinci fıkrasına göre SUÇLU OLDUĞUMU KABUL ETMİYORUM. Gerekçelerim şunlardır. Her şeyden önce, “Programda” direnişin ekonomik şekilleri öngörülmüştür. Hükümetin başlatacağı baskı yöntemlerine karşı yanıt olarak öngörülmüştür. Şahsen benim hükümete karşı zarar verici herhangi bir etkinlikte bulunmaya niyetim olmadığının anlaşılması için “Programın” ilgili bölümünden bir alıntı okumak istiyorum…. “Bulgar hükümeti Bulgaristan’daki Türklerin Halk Kurtuluş Hareketi eylemlerini zorla durdurmak amacıyla yoğun şiddet uygulandığı durumda köylerde, kentlerde, işletmelerde, illerde, bölgelerde, ülke çapında kitle protesto eylemleri düzenlenecektir…. Ben “Program”ın bu bölümüyle ilgili yanlış anlaşılmaktan kaçmak için olumsuz fikrimi beyan ettim. Şahsen ben sanayiye ve halk ekonomisine zarar vermeyi iktidar aleyhinde olmak için bir hedef olarak benimsemiş değilim. Maddenin 2. şıkında ve II. Maddedeki suçlamada kendimi SUÇLU HİSSEDİYORUM. Örgüt “programı” türünden küçümseyici belgeleri, aynı amaçla “bildiriler” hazırlayıp dağıtmayı, halka dağıtmayı, hatta David Haciev, kendi değimiyle bir gazete bir “kara kitap” çıkarmayı önermişti. Gazetenin ve bildirilerin hazırlanmasına ben şahsen katılmadım. Devlete karşı olan örgütün programının hazırlanmasına bizzat katıldım, Zabin Halaçliyski, Aldemir Mollov, Zahari Kösev ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Plovdiv konsolosluğunda görevli Naci adındaki damadına veren Alina Dieva’ya verdim. Bu konuda daha önce paylaştıklarıma katılıyorum ve ekleyeceğim başka bir şey yoktur. Kararda yer alan, ilkenin Şumen ve diğer illerinde devlete karşı örgüt kurduğum suçlamasıyla ilgili olarak somutlaştırma açısından şu bilgileri paylaşmak istiyorum. Şumen ve diğer illerde örgüt kurma etkinliklerde bulunmadım ve devlete karşı etkinlik yürüten örgütlerde yönetici görev almadım.


200

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Kendimi suçlu hissettiğim etkinlikle ilgili kesin görüşümü bir kez açıklamamda yarar görüyorum. Başka defa da ifade ettiğim üzere, “Soya Dönüş Süreciyle” ilgili uygulanan hükümet tedbirlerinin gerekli ve doğru olduğuna inanmış olsam da, hislerime hakim olamadım. Bendeki olumsuz tutumun oluşmasına daha fazla, yalan yanlış haber yayan Batı radyo yayınlarının tesiri altında kalmıştım olmam etkili oldu. Bizim toplumumuzla ilgili benim temel görüşlerime ters olan bazı saplantılara katıldığımdan dolayı özür dilerim. Beni bu duruma düşüren olayları doğru dürüst değerlendirememiş olmam, ve “soya dönüş sürecinde” uygulanan hükümet tedbirlerinin gerekli ve isabetli olduğuna dair yanlış bir kanıya varmış olmamdır.” (Bu metnin devamında M. Doganov yargıcın isteği üzerine öz geçmişini anlatıyor.) Sorgu saat 16’da bitmiştir. Sanık imza Yargıç imza Dosyaların içinden bu belgenin çıkması iyi oldu. Görüldüğü üzere bir defa, “DS” sorgu yargıcı Medü Doganov’a (Ahmet Doğan) adlı sanığa, sen hangi mukavemet hareketini kurdun diye sormuyor ve Doğan da ben şu örgütünün, hareketin, partinin kurucusuyum, başkanıyım, militanı ya da lideriyim diyemiyor. Çünkü Bulgaristan Türklerinin Dobriç’in (Tolbuhin) ili Baraklar (Barakovo) köyünde kurulan hareketin başkanı olan Necmettin Hak, başkanlığı elden bırakmamış, M. Doganov’a asla devretmemiştir. Ancak hapisten çıktıktan sonra geçici bir süre için Bulgaristan’dan Türkiye’ye giderken M. Doğanov’a vekâlet vermiştir. Böylelikle 1985-1989 yılları arasında M. Doğanov hiçbir örgütün başkanı değildir. Dağıttığı “Program” ve bildirilerle ilgili olarak ise kesinlikle şu söylenebilir. Bu program ve bildiriler Bulgar istihbaratı “DS” Birinci Şubesinde olağanüstü düzgün bir Türkçe ile kaleme alınmış ve daktiloda çoğaltılmıştır. Sanki toplam adet sayısı 6 olan bu belgeler bir tek Alina Dieva’ya verilmek ve “DS” Birinci Şubesinde güvenilir bir ajan olan ve o sırada Sofya “Karl Marks” Ekonomi Enstitüsünde öğrenim gören, Şumnulu bu kızcağızın T.C. vatandaşı Damadı Naci Bey aracılıyla T.C. Plovdiv konsolosluğuna ve oradan da MİT’in eline iletilerek, geleceğin “Türk lideri” A. Doğan’ın Türkiye Cumhuriyeti yönetimine kabul ettirilmesi hedeflenmiş ve bu operasyon başarıyla gerçekleştirilebilmiştir. Alina Dieva daha sonra çok uzun zaman Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin Sofya “Al. Stanboliyski” bul n.o. 45 “A” merkezinden ekonomik şubede görev almıştır. Halen sağ olan ve


Makale ve Analizler - 2019

201

Sofya’nın “İlientsi” semtinde bir elektrik işleri şirketi yöneten köydeşim Halaçliyski ise, Türkçe yazılmış bildirileri ve programı ne görmüş, ne almış, ne de okumuştur. Üstelik tutuklanmamış ve sorgulanmamıştır. Dolayısıyla bu belgelerin tümü sözde bir hareket varmış havası yaratmak amacıyla kasıtlı hazırlanmıştır. A. Doğan tutuklanmazdan önce Türklerin isimlerinin değiştirilmesi ve asimile edilmelerinin gerekli olduğuna ilişkin Doktora tezi savunmuştur. Bu savunma Parti ve devletin ileri gelenleri önünde yapılmıştır. Daha sonra HÖH lideri koltuğuna oturabilmek için bu “tezi” yakmış ve toplatmış olabilir. Bilindiği üzere, ona şimdi “Doktor Doğan” diye hitap ediş, yazmadığı ve savunmadığı başka yalan dolan bir konuda ona Şumen Üniversitesinden şeref doktoru unvanı verilmesinden sonra başladı. Ötesi baştan sona bir tertiptir ve uydurmadır. Tanıklar henüz sağdır. Bulgaristan’da kurulan her yeni Türk partisine balıklama atlayan Necmettin Hak’ın da nasıl olur da kurduğu ve başkanı olduğu partide dönen dolaplardan haberi olmaz? Bir gün lütfen oturup anlatsın. Kasim Dal’ın A. Doğan’ı “1985’te Baraklarda kurulan harekete götürdüğü” yazılıp çiziliyor. Eğer bu öyleyse, nasıl olur da bu “program ve bildirilerden” okusun da gözü açılsın diye K. Dal kardeşe de verilmez? Bu soru da cevap bekliyor. Lütfen elinizde varsa, Necmettin Hak ile Kasim Dal “DS” yargıcının kendilerine 1986’teki sorgulamasında bu konularda sorulan sorulara verdikleri cevaplar da açıklansın ve halkın sıkıntısı sona ersin. A. Doğan’ın cevaplarında parlayan gerçek onun isim değiştirme, hepimizin Bulgarlaştırılmamız, dilimizi, dinimizi ve kimliğimizi unutmamız konularında itiraz olmayışıdır. K. Dal ve N. Hak kendilerine saygı beslememiz için ellerindeki sorgulama evraklarını çıkarsınlar ve endişe ve kuşkular sona ersin… Yeni konumuz: İsim değişikliğini kabul etmeyen kardeşlerimizin “Belene” toplama kampındaki açlık grevleri ve isyanları olacaktır. Okuyanlara teşekkürler, okutanlara da Bizi izlemeye devam ediniz.


202

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

203

Artık Uyanalım! ruz.

Tarih. 27 Ocak 2019 Çeviri: Raziye ÇAKIR Konu: Her yıl 11 milyar leva soyuluyo-

Bu yazı, Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) sivil kotasından Kırca Ali milletvekili Aleksandır Simov’un tekelinde olan “Pogled info” 27 Ocak 2019 tarihli yayınından alınmıştır. BSP milletvekili, gazeteci Elena Yonçeva tarafından kaleme alınmıştır. “Size bir devlette en büyük mafya BOS –unu anlatmak istiyorum. BOS, mafyayı 10 yıldan beri yönetiyor. Bu BOS, kamu ihalelerini sülük gibi emen biridir. Bu soygun için özel şemalar icat edilmiştir. Basın bu BOS hakkında şöyle dedi: “Mafya içinde en büyük politikacı, politikacılar arasında da mafya babasıdır.” “Koza Nostra” şefi içeri düştükten sonra şöyle demişti: “Artık kimseyi öldürmemize gerek yok. Yargıçlar ve savcılar elimizdedir. Onlar kirli işleri oldukça iyi yapıyorlar.” 10 yıldan beri bizdeki durum budur. Önce medyaya, gazetecilere seslenmek istiyorum. Özgürlüğü savunmak çok zor! Olağanüstü ağır koşullarda çalıştığınızı biliyorum. Günümüzde gazeteci mesleğinde çalışmanın çok zor olduğunun bilincindeyim. Büyük medyalarda vicdanlı gazeteciler kaldı. Büyük güçlüklerle de olsa mesleğin onurunu korumaya çalışıyorlar. Küçük medyamızda da iyi kalemler var, şeref mücadelesi veriyorlar. İşiniz zor çünkü dokunulmazlığınız yok, en büyük muhalefet partisi arkanızda durmuyor. Siz yazdıkça, anlattıkça yakında 4. İktidar olma şansınız yaşıyor demektir. 2006’da basın özgürlüğü sıralamasından Fransa ile aynı yeri paylaşmıştık, artık Afrika ülkelerinin arkasındayız, ama umut ölmemiştir. 10 yıldan beri Vatanımızı yöneten Bulgaristan BOS’u ne yaptı? Bu yılda Avrupa Birliği (AB) ülkesi olarak ülkemizi iyi yaşanan bir yer haline getirme şansımız vardı. AB’den aldığımız milyarlarla, Brüksel’den aldığımız yardımlarla, bizim bugün Avrupa gibi yollarımız, Avrupa düzeyinde sağlık kurumlarımız, Avrupa kalitesinde okullarımız ve üniversitelerimiz, basın özgürlüğümüz ve rekabet olanaklarımız olması gerekirdi.


204

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Biz bugün nerede miyiz? Yollarımızda yama üstüne yama, Bulgar bölünmüş yollarını, Batı Avrupa ve Macaristan demiyorum, Kosova ve Arnavutluk otobanlarıyla asla mukayese edemeyiz. Avrupa’nın en cahilleri biziz, nüfusun % 60’ı okuduğunu kavrayamıyor. Fransa ile aynı yeri paylaştığımız fikir özgürlüğü konusunda şimdi Afrika ülkelerinden Kongo ve Papua Yeni Gine arasına sıkışmışız. Sağlık alanında: Ölüm oranında Avrupa birincisiyiz. Hastanelerimiz kapandı, hekimlerimiz ülkeden kaçtı. Yatırımlar sektöründe: 2006 -2007 yıllarında her yıl 10 milyar Euro dış yatırım gelmişti. 2019’da 800 milyon bekleniyor, 2018’de bir önceki yıla kıyasla % 40 daha az yatırım aldık. Bu ay 4 fabrika makinalarını söktü ve Bulgaristan’dan kaçtı. 2 bin kişi işsiz kaldı. Bu 4 fabrika Romanya’ya taşındı. Orada vergiler daha yüksek, ücretler daha yüksek olmasına rağmen Romanya’ya gittiler. Bulgaristan’ın BOS’u bu konuda şöyle dedi: “İşsizlik azalıyor.” İşsizlik azalıyor çünkü her yıl 50 bin kişi Bulgaristan’ı terk ediyor. İnsanlarımız vatanımızdan kaçıyor, çünkü zor yaşıyor, adalet yok, umut ölmüş durumda. Bulgaristan’ı kendi tarihinde Avrupalı olmamıza en büyük düşman olan bir gücün yönettiğini bilmenizi isterim. Bütün göstergelerde AB tabanına vurduk. Bugün Bulgaristan’ı yöneten BOS, “bizde rüşvetle İ yapılamaz”diyor, ama dolandırıcılıkta Avrupa birincisiyiz. Aslında Bulgaristan’da sorun “rüşvet değil” – devleti alabildiğine soymaktır. Bulgaristan’da soygun var. Biz, soygunda birinciyiz. Evrostat, Olaf, “Bulgaristan’da yılda 11 milyar çalınıyor.” Bu paralarla yatırım yapılabilirdi, daha yüksek emekli maaşı ve ücret ödenebilirdi. Bugün Bulgaristan tek kişi iktidarına doğru (otoritarizm) doğru kayıyor. Bulgar tarihinin bu bölümü, iyi örgütlenmiş bir cinayet grubunun hırsızlar rejimi olarak hatırlanacaktır. Bulgaristan solunun muhalefet partisi bu rejimi devirebilir. Ne var ki, bu kolay bir iş olmayacak. Birlik olmamız gerek, onlar bizi tehdit etmeyı, korkutmayı, haraca zorlamayı bundan sonra da deneyecektir. Büyük sopayı artık çıkardılar. Alman antifaşistlerinden Martın Nimiller’ın şu sözlerini anımsıyorum: “Tek kişilik iktidarlar önce muhalefeti ezer. İkinci olarak gazetecilerle hesaplaşır. Ben karşı koymadım, çünkü gazeteci değildim. Ardından sendikaları dağıttılar. Ben karşı koymadım çünkü sendikacı değildim. Bir sonra yargıya çullandılar. Yine sustum. Çünkü ven davalı değildim. Sonra benim kapıma geldiler. O zaman beni savunacak kimse kalmamıştı!”


Makale ve Analizler - 2019

205

Bulgar toplumu bizi parçalayıp birbirimize düşürmek ve yok etmek istiyor. Bizimle birer birer hesaplaşacaklar. Şunu vurgulamak isterim: Tarih bütün rejimleri durdurmuştur. Hepsiyle hesaplaşmıştır. Ve biz bugün istersek güçlerimizi toplayıp tüm kötülükleri çöpe atabilir ve tarihin bir parçası olabiliriz. “Pogled.info” 27 Ocak 2019


206

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

207

Unutmayalım!

Tarih: 27 01 2019 Yazan: Şakir ARSLANTAŞ Konu: “Belene” kampında Türk mahkûmların ayaklanmaları 2005’te Birleşmiş Milletler’in aldığı bir kararla 27 Ocak günü HOLOKOST yani Yahudileri yok edip hatıraları insanlık hafızasından silme şiddetini – soykırım – ULUSLARARASI ANMA GÜNÜ ilan edilmiştir. Yahudilere karşı soykırım İkinci Dünya Savaşında Nazi Almanya’sı (Hitler) tarafından işlenmiştir. “Saf ırktan” olmadıkları ilan edilen ve Hitlerciler tarafından öldürülenler sayısı tam olarak bilinmese de 9 ile 11 milyon kişi arasındandır. Bunların 6 milyondan fazlası Yahudi’dir. 1942’de Hitler orduları tarafından işgal edilen ve Bulgar idaresine bırakılan Makedonya ve Batı Trakya’dan da 20 bine yakın Yahudi ve Çingene toplanmış ve Bulgar hayvan vagonlarına sıkıştırılıp Polonya’daki “Treplika” toplama kampına gönderilmiş ve hiç biri geri dönmemiştir. Bulgaristan’daki Yahudiler de iş kamplarına toplanmış, Nazi ölüm kamplarına gönderilmemiş, fakat 1945’ten sonra 48 bin Yahudi Bulgaristan’ı terk etmiş ve hepsi İsrail’e göç etmişlerdir. Savaş esnasında Yahudilerin ölümden kurtarılması için yoğun uluslararası mücadele verilmiştir. Büyük Savaş Yıllarında Türkiye Cumhuriyetinin Paris Büyük Elçisi Behiç Erkin bu insani mücadelede olağanüstü gayretler göstererek 20 bin Türk Yahudi’sini ölümden kurtarmış ve Türkiye’ye gelmelerini sağlamıştır. Bu kahramanlık, Emir Kıvırcığın “GOA” yayınlarında 2007’de çıkan “BÜYÜKELÇİ” kitabında ayrıntılı biçimde anlatılmıştır. 27 Ocak 1945 sabahı Sovyet Ordusu askerleri “Auşivitz-Burkenau” toplama kampına girdiklerinde 180’i 8 yaşından küçük, toplam 2,819 tutuklu bulmuşlardır. Bu kampta Yahudiler yakılarak öldürülmüş ve onlarla ilgili anılar insanlık belleğinden ebediyen silinmeye çalışılmıştır. *** Ne yazık ki İkinci Dünya Savaşından sonra da Bulgaristan başta olmak üzere birçok Avrupa ülkesinde toplama kampları kurulmuştur.


208

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

1944’ten sonra Bulgaristan’da kurulan iş ve ölüm kamplarının toplam sayısı 169’dur. Bunların arasında en ağır işkencelerin yapıldığı Tuna ırmağındaki “Persin” adasında bulunan ve 24 Haziran 1946 tarihinde açılan “Belene” adlı toplama kampıdır. Bu kamp Bulgaristan Müslümanları arasında “ölüm” kampı olarak bilinir. “Belene” kampına eli kolu bağlı getirilen ilk grup 300 kişidir. Bunlar, yasaklanan muhalefet partilerinden milletvekilleri, savaş öncesi siyasi partilerin liderleri, eski bakan ve diplomatlar, polis müdürleri, ordudan generaller, Çarlık Bulgaristan’da yargıç, savcı olmuş, yüksek görevlerde bulunmuş memur, faşistlerin yandaşı olan “lejyoner” grupların temsilcileridir. Bulgaristan’daki “Kurbanları anma” törenleri bu yıl da bu adada yapılıyor. 1951’de “Belene” kampındaki tutukluların sayısı artık 1 500’dür. 1952’de tarımda sosyalist kooperatifçilik şiddeti arttığında kampın mevcudu 3 300 kişiyi bulur. Aynı yıl tarlalarını ve hayvanlarını vermeyen Türkler de kampa toplanmıştır. 1953’te kampta ancak 400 kişi kalır ve ardından 1954’te ülkenin değişik hapishanelerinden 4 500 politik mahkûmun hepsi “Belene” kampına toplanır. 1956’da “Macaristan Devrimi” patladığında “Belene” kampı yeniden dolup taşar. 1 700 politik tutuklu – daha fazlası genç – “Persin” adasındaki kulübelere kapanır. Domuz ve İnek çiftliklerinden, yol yapım ve tahıl ve sebze üretiminden başka en yoğun çalıştırılan alan tuğla üretimidir. İl merkezi Pleven’deki parti, belediye ve diğer kamu binaları ile Sofya’daki “Spartak” stadyumu bu inşaat malzemeleriyle bina edilmiştir. 1959-1962 yılları arasında Loveç “Güneşli Dünya” adlı iş kampında can veren tutukluların hepsi “Persin” adasının Kuzey Barı ucunda açılan bir toplu mezara gömülmüştür. 1968 yılında “Belene” toplama kampına getirilenlerin bir kısmı Çekoslovakya işgali ve “Prag Baharı” olaylarını protesto eden gençler iken, Todor Jivkov rejiminin isim değiştirme ve Hıristiyanlaştırma veya dilsizleştirme ve dinini unutturma siyasetine karşı direnişler başlatan 120 kişilik ilk Pomak grup da “Belene” kampına getirilmiştir. 1984 yılının Aralık ayında başlayan Türklerin isimlerini ve kimliklerini değiştirme ve geleneklerini, dinlerini, dillerini ve törelerini tamamen yasaklama süreci şiddetine karşı koyanlar da tutuklanıp gruplar haline “Belene” hapishanesinin şartları en ağır olan Birinci Kampına kapanmışlardır. Kamp-


Makale ve Analizler - 2019

209

taki koşullar çok serttir, kişiler arasında temas yasaktır, üç öğün verilen yemek yalnız domuz, içme suyu Tuna ırmağından, dışarı çıkmak yasak, görüşme yasak, telefon etmek ve mektup yazmak yasak…vs vs. Mayıs 1985 sonuna kadar tutuklu Türklerin iç çamaşırlarını değiştirmesine, çamaşır yıkamasına, banyo yapmalarına, el yüz yıkadıktan sonra havlu bezi kullanmalarına dahi izin verilmemiştir. Diş ağrısına tutulan, MVR mahzenlerinde sopadan açılan yaralara pansuman yapılmasına izin verilmediği gibi, kampta Türklerin kaldığı bölüme 5 ay doktor uğramamıştır. Bu ölüm kampına getirilen Türklerin hepsinin ilk kaydı Türk ismi, Türk baba adı ve Türk soy ismi ile yapılmıştır. “Belene” kampı 1985’te İç İşleri Bakanlığına bağlı “DS” – devlet güvenlik örgütünün VI. Şubesi tarafından idare edilmektedir. (Not: 1990 Haziranında yapılan ilk demokratik seçimlerde BMM’e giren Türklerden 6 kişinin VI Şube ajan kadrosundan olmasına şaşmamak gerekir.) “Belene” ölüm kampında mukavemet havası oluşması, ilk direnişler. 1985’in Haziran ayında sayıları 517 olan Türkler işe çıkarılmaya ve yıllardan beri kampta kalan Bulgar tutuklularla birlikte aynı işlerde çalıştırılmaya başlanmasıyla bir psişik kaynaşma ve siyasi dayanışma ve diriliş gücü birikimi başlamıştır. Haziran ayının başında Varna’lı politik mahkûm İvan Kutrovski açlık grevi ilan etmiş, 15 Haziranda Türk mahkûmlar toplu halde açlık grevi başlatmışlardır. Kutrovski açlık grevini 30 gün sürdürdükten sonra diğer mahkûm Bulgarlarla birlikte Küstendi ilindeki “Bobov Dol” kömür madenlerine işe götürülmüştür. İlk direnişten sonra Türk mahkûmların ada içine birbirinden uzak yerlere dağıtılması ve aralarındaki temasın kesilmesi önlemleri uygulanmış ve 24 Türk tutuklu “Slaveya” adlı kulübe kampa kapanmış, 20 mahkûm da kamptan çıkarılmış ve Kuzey Batı Bulgaristan’ın yalnız yaşlı Bulgar yaşayan boş köylerine sürgün edilmiştir. “Slaveya” kampındaki Türkler 1986’ya kadar 35 kişi olmuş ve 1986’nin Şubat ayında bu 35 kişi de aralarında 13 günlük – adı BKP 13. Kongresinden alınmıştır – açlık grevi başlatmışlardır. Bu grev Türklerin ikinci “Belene” isyanıdır. Direnişler hemen serbest bırakılmalarını talep etmişlerdir. 35 kişilik kamp kapatılmış, bir grubu “Bobov Dol” madenlerine işe sürülmüş, diğerleri de en ağır şartların uygulandığı 1. Binaya kapanmışlardır. Açlık grevinin 26. Gününde karşılarına dikilen bir “DS” Generai vaatlerde


210

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bulunmuş, hiçbir sözünü tutmamış ve açlık grevi 9 gün daha devam ettikten sonra, grevcilerin hepsi bir gece kamyona doldurulup Vidin, Vratsa ve Montana illerindeki Bulgar köylerine dağıtılmışlardır. Ölüm adasından kurtuluşun açlık greviyle olabildiğini gören Türkler seri greve başlamışlar ve 1986 yılının sonuna kadar “Persin” adasından çıkarılmışlardır. Bu grevlerde orta direk rolü gören Sabri İskender kamptan çıkarılıp bir Bulgar köyüne gönderildikten sonra Batı Radyılarıyla bağlanmış ve ölüm kampında yaşananları dünyaya anlatmıştır. Daha sonra o daha iki mahkûmla birlikte İnsan Hakları Örgütü “Demokratik Birlik” (Lig) yarı legal örgütünü kurmuş ve 21 Mayıs 1989 tarihinde “Demokratik Lig” Slivne’ye (Sliven) bağlı Yablanovo köyünde Bulgaristan Türklerinin tarihinde ilk yarı legal parti kongresini çağırmıştır. Bu örgüt, 1989 Mayısında Bulgaristan Türklerinin ilk tarihsel insan hak ve özgürlükleri ayaklanmasını başarıyla örgütlemiştir. Ayaklanmaya 72 bin direnişçi Türk katılmıştır. “Belene” ölüm kampı Bulgaristan Müslüman Türkleri için bir birlik ve beraberlik, ortak direniş, ruhta ve iradede kaynaşma ve yılmadan ve kesintisiz mücadele etme azminin mayalandığı yer olmuştur. Bu mayanın bir başka adı, insan hakları adalet ve demokrasi ideolojisi ve azimli atılımları olarak ifade bulmuştur. Bugün “Belene” toplama kampı ANIT DUVARINDA altın harflerle yazılmış Türk isimleri olmaması Bulgar devleti ve ülkedeki demokratikleşme ruhu için yüz karasıdır. İnsan hakları evrensel bir haktır. 1946’dan 1986’ya kadar açık kalan “Belene” ölüm kampından toplam 15 binden fazla Bulgar ve Türk insan hakları ve adalet savaşçısı geçmiştir. Onlardan her biri hak eşitliği, özgürlük ve kardeşlik ilhamıyla mücadele ederek dayanmıştır. Son 70 yılda hiçbir katilin tutuklanıp sorgulanmaması, elini kolunu sallaya sallaya yaşaması, evlatlarının Sofya meclisine çöreklenip “adalet”, “özgürlük” ve “kardeşlik” terazisinde dirhemlerden sorumlu görevler alması Bulgar halkının en büyük utancı olup geleceğini kara perdeyle kapamıştır. Bir örnek verelim. Milletvekili Toma Tomov “Belene” ölüm kampı Müdürünün oğludur. Bu kara perdenin ardında önce İkinci Dünya Savaşındaki Yahudi düşmanlığının adı olan anti-simetizm varken, bugün kapsamı genişlemiş ve İslam dininden, Türk ve Araplara, tüm Müslümanlara karşı şiddet tabanı yapmıştır. Yabancı düşmanlığı, Müslüman düşmanlığı gibi ideoloji ve hareketler Fransa’da Mari le Pen, Almanya’da AfD gibi hareketlerde siyasi alevler sa-


Makale ve Analizler - 2019

211

çarken, Bulgaristan’daki kükreyiş sahte “yurtseverlik”, – “Ataka”, VMRO ve “Bulgaristan’ı Kurtaralım” gibi faşizan hareketlerde güç topladı ve iktidara tırmandı. Faşist liderler mecliste kürsüye bir Hitlerci selam olan sağ kolu kaldırmakla çıkıp iniyor… Türklere “memleket bizimdir” şeklinde dil uzatanlar, Çingenelerin GETTOLARINI yıkan, Makedonlara “siz Bulgarsınız” vs diyen zihniyet toplumu zehirlemeye devam ediyor. Demokratik haklarımızı kullanmak için seçime gelen annelerimizin sınırda tartaklanması, Türkçe konuşanlara ceza kesilmesi, Türk dershanelerine gidenlerin tehdit edilmesi faşizm değil de nedir? İkinci Dünya Savaşı sona ereli 70 yıl olsa da, son savaşta 100 000 000 (yüz milyon) insanı telef eden zihniyet hala canlı ve çok tehlikelidir. Hedeflerinden biri Bulgaristan Türklerini parçalayarak siyaset dışına atmak ve ekonomik ve kültürel baskılarla memleketlerini terk etmeye zorlamaktır. Bu tehlike 140 yıldan beri canlı olduğu gibi, günümüzde öfke toplamaya devam etmektedir. “Belene” dehşetini yaşayan 517 kardeşimizin birçoğu halen Türkiye’de yaşıyor. Bulgaristan’da “totalitarizm ve zulüm” cenazesinin kalkmasını bekliyorlar. Onların en büyük özlemi, dünyanın cenneti olan doğup büyükleri köylerinde, bahara açmış memleketimizde hayatlarının son yıllarını hür ve mutlu yaşamak ve Allah’ın rahmetine gözü açık gitmemektir. Bütün kahramanlarımıza sağlık, mutluluk ve en iyi günler diliyoruz. Davamız ortaktır, nesil değiştirmiş ve halen genç kuşağın omuzlarına yüklenmiştir. En iyi günler sizin olsun. Yolumuz zafer yoludur. Okuduğunuz için teşekkür ederim. Paylaşmayı unutmayınız


212

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

213

Bulgaristan’da Ecdadın Mirası Camiler Nevzat ÖZTÜRK

Başta Osmanlı padişahları ve saray mensupları olmak üzere bölgede faaliyet gösteren akıncı ve sancak beyleri, ulemâ ve özellikle çeşitli sebeplerle Anadolu’dan buraya iskân edilen halk, pek çok vakıf kurmuş ve bunları ayakta tutacak gelir kaynakları tahsis etmişlerdir. Bu faaliyetlerin bölgenin Türkleşmesi ve İslamlaşmasında önemli rolü olmuştur. XVI. yüzyıldan itibaren bölgedeki şehir ve kasabaların büyük çoğunluğu Anadolu’dakilerden farksız hale gelmiş, hatta yer yer Türk ve Müslüman nüfus yoğunluğu ve vakıf eserlerin yaygınlığı Anadolu’dan fazla olmuştur. Tarihî belgelere göre Osmanlılar döneminde; Bulgaristan’da 2 bin 356 cami ve mescit, 142 medrese, 273 mektep, 42 imaret, 174 tekke-zaviye, 116 han, 113 hamam, kaplıca, ılıca, 27 türbe, 24 köprü, 75 çeşme, 3 sebil, 26 kervansaray, saray, kale, hastane, kütüphane, saat kulesi ve bedesten olmak üzere toplam 3 bin 399 adet eser inşa edilmiştir. Bağımsızlıkla birlikte Şarkî Rumeli hariç Bulgaristan Emareti’ne miras kalan vakıf hayrât (cami, mescit, medrese, imaret vs.) ve müberrâtın (han, hamam, Mustafa Paşa Köprüsü / Svilengrad , çeşme, köprü vs.) sayısı 2051 idi. Ancak Bulgaristan belediyeleri, Bulgaristan’da Osmanlı hâkimiyetinin sona ermesiyle birlikte Osmanlı dönemini hatırlatan eserleri, şehirlerin yeniden onarımı ve planlanması gerekçesiyle yıkmıştır. Eserlerin bir kısmı kilise, müze, okul, hastane, matbaa, depo ve cephaneliğe dönüştürülmüştür. Berlin Anlaşması’nın 12. maddesi Bulgaristan Emareti’ndeki “emlak-i miriye ve mevkûfenin Bâbıâli hesabına suret-i ferağ ve istimaline müteallik işlerin cümlesine ve bunlarda bir ilişiği bulunacak efradın mesâlihini iki sene zarfında tesviyeye memur” bir Türk Bulgar Komisyonu kurulmasını öngörüyordu. İlgili madde gereğince buradaki zengin İslâm kültür mirasının tespiti, yerinde bırakılması veya satılması, başka bir şekle dönüştürülmesi için Türk ve Bulgar yetkililerden oluşan komisyonların çalışması gerekiyordu. Türk ve Bulgar üyelerden oluşan komisyon bu konuları müzakere etmek için seksen üç defa toplanmış, ancak engellemeler yüzünden verimli bir çalışma yapamamıştır.


214

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Günümüzde ibadethane fonksiyonunu yerine getirebilecek din görevlisine sahip ibadethane sayısı 1000 civarındadır. Vakıf mallarının geri iadesi için çıkan karar sonrası Bulgaristan Baş Müftülüğü ülkenin çeşitli şehirlerinde hukuk mücadelesi başlatmıştır. Fakat açılan davalarda binaların daha önce dini amaçlı kullanılmadığı, yeterli kanıt bulunmadığı gibi gerekçelerle iade talepleri reddedilmektedir. Bulgaristan’da mevcut bulunan camilerden bazıları şunlardır:

Tombul Camii – Shumen (Şumnu) Cami: 1744 yılında Şumnu ilinde Şerif Halil Paşa tarafından yaptırılan Şerif Halil Camii, halk arasında Tombul Camii olarak tanınır. Bulgaristan’ın en büyük camisi olmasının yanında Osmanlı mimarisinin tamamıyla korunmuş olduğu tek eserdir.


Makale ve Analizler - 2019

215

İbrahim Paşa Camii Balkanların en büyük üçüncü camisi olma özelliğine sahip olan İbrahim Paşa camii, Balkanlarda Osmanlılara ait ayakta kalmış en büyük sanat eseridir. İnşaatı 1530 yılında Kanuni Sultan Süleyman’ın sadrazamı Pargalı Damat İbrahim Paşa tarafından, başlatılan camii kırk yıldır ibadete kapalıdır.

Sofya Büyük Camii Asıl adı Koca Mahmut Paşa olan camii Bulgaristan’ın başkenti Sofya’da bulunur. İnşaasına vezir Mahmut Paşa döneminde (1451) başlanan fakat ancak Paşa’nın ölümünden 20 yıl sonra(1494) tamamlanabilen Camii 18771878 Osmanlı Rus Savaşı sırasında hastane, sonraki yıllarda kütüphane olarak kullanılmıştır. 1892 yılından itibaren de Sofya Arkeoloji Müzesi olarak kullanılmaktadır.


216

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Banyabaşı Camii Osmanlı Devleti zamanında, bugünkü Bulgaristan’ın başkenti Sofya’da inşa edilen cami, Avrupa’nın en eski camilerinden biridir. Yapım tarihi hakkında çeşitli tarihler yazılsa da 1566 yılı kabul edilmektedir. Mimar Sinan tarafından tasarlanmıştır. En dikkat çekici özelliği geniş kubbesi ve minare yüksekliğidir. Cami Molla Efendi Kadı Seyfullah adında bir hayırseverin ölen karısı ruhuna yapıldığı için bazı kaynaklarda Seyfullah Efendi Camii olarak yazılmaktadır. Cami bugün adeta Bulgar başkentinin simgesi durumundadır.

Cuma (Hüdavendigâr Camii) Camii, Filibe


Makale ve Analizler - 2019

217

1364 yılında Filibe’de inşa edilmiş olan Cuma Camii, Sultan I. Murad dönemi yapısı olması nedeniyle “Hüdavendigar Camii” olarak da anılır. Hüdavendigar Camii 1364 yılında Filibe’nin fethinden sonra yapılan ilk camidir. 4/1995 sayılı Kararname ile Bulgaristan Milli Mimari Kültür Anıtı ilan edilen yapı bu gün kendi adı ile anılan Cuma Camii meydanında ve Filibe’nin en önemli alışveriş merkezinin başlangıcındadır. Osmanlı döneminde ise yine alışveriş merkezinin Meriç Nehri’ne doğru başlangıç noktasında olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü Camiden sonra Pazar, bu gün varolmayan Kurşunlu Han, İmaret camii ve köprü ile bütünleşmektedir.

Osman Pazvantoğlu Camii 1801-1802 yılları arasında inşaatı tamamlanmıştır. Cami ile birlikte Pazvantoğlu Kütüphanesi de günümüze kadar ulaşmayı başarmıştır. Cami ibadete açıktır.


218

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Karaca Paşa Camii Caminin inşaat tarihi kesin olmamakla birlikte (1480 – 1490) tarihçilerin verdikleri bilgiler doğrultusunda XV. asırda inşa edildiği düşünülmektedir. Altı köşeli olarak Gotse Delçev kasabasında inşa edilen cami, Osmanlı döneminden kültür mirası olarak günümüze kadar ulaşmıştır. Cami harabe durumda olup ibadete açık değildir.

Kurşunlu Camii XV. yüzyılda Karlı İli Mehmet Bey tarafından yaptırıldığı bilinmektedir. Kesme taştan yapılan cami dörtgen şeklinde inşa edilmiştir. Caminin minaresi yoktur.


Makale ve Analizler - 2019

219

Caminin Yapısal Bileşenleri Ve Mana İlişkisi Yazan: Nevzat ÖZTÜRK, İlahiyatçı, Eğitimci Yazar

Üzerinde yaşadığımız topraklarda tarih boyunca büyük izler bırakmış ve günümüzde de halen varlığını devam ettiren İslam Kültürünü, İslam Dini’nin aktarımı ve yaşamsallığı ile ilişkili olan, ilahi olan ile insanın buluştuğu, dinin fiziksel yansıması olan, kutsal mekânları -camileri ve onu oluşturan bileşenleri anlamak Türklüğümüzü, Müslümanlığımızı anlamamıza katkı sunacaktır. Fizik planda somutlaşmış her nesnenin bir “öz” fikirden kaynaklandığını biliyoruz. O’nun kendini ifadesi için bir organizasyonun gerekliliği ve bunu da genellikle bir şeklin, biçimin içinde somutlaşarak -gizlenerek- gerçekleştirdiği bilinmektedir. İslam dini, Tevhidi insanlığa haykırırken, süreç içinde insanı olgunlaştırmak, dini değerleri içselleştirmesini sağlamak için daima insanın duygularını, içinde yaşadığı fiziki ve sosyal çevreyi dikkate almış ve bütüncül bir dünya-ahiret mutluğunu vadetmiştir. Bu anlamda, dini-eğitimsel araçların, bu fikrin yaygınlaştırılmasında kullanılan organizasyonel araçlar olduğu ve kutsal dini mekânların-camiler- hem eğitim yönüyle hem de bir manevi merkez olarak kökensel fikrin fiziksel yansıması, bu fikrin biçim bulduğu alanlar olarak karşımıza çıkmaktadır. İslamiyet’in beş temel esasından (Kelime-i şahadet, namaz, oruç, zekât ve hac) biri olan namazın kılınabilmesi için gerekli koşulların caminin yapısını nasıl etkilediğine bakmak bu bilgimizi pekiştirecektir. Namaz için ihtiyaçlar temel olarak: a) Abdest ve temizlik, b) Namaz vaktinin belirlenmesi, c) Yüzün Mekke’ye çevrilmesi, d) Cuma namazında bütün inananları alabilecek genişlikte bir yerin bulunmasıdır. Bu ihtiyaçlardan hareketle: a) Havuz, çeşme, avluda şadırvan, b) Zaman ölçümleri yapan muvakkit ve inananları çağıran müezzin ve minare, c) Cami duvarında kıbleyi gösteren bir niş (mihrap), d) İmamın Cuma namazından önce cemaate öğütler (hutbe) verdiği bir kürsü (minber) bulunan yeterli genişlikte bir namaz mekânı meydana gelmiştir.


220

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

KUBBE İç mekânın heybetini vurgulayan, merkezi kubbeli plandır. İşlevsel olarak, kubbe, mekânda akustiği düzenler, anlamsal olarak makro kozmosu simgeler, estetik olarak iç mekânı bütünleşme hissiyle donatır, dairesel hareketi vurgular. Kubbe, merkezinde Tanrı’nın olduğu Göksel İlahi’yi simgeleyen eşsiz bir merkezi oluşturur. Kubbe, Evren’in, Tanrı ile İnsanoğlu’nun buluştuğu, konuştuğu kutsal mekanın sembolüdür. İlk kubbe formları, göçebe Türk toplumunun da kullandığı Otağ çadırlarında görülmektedir. İnsanoğlunun dört katlı doğasını sembolize eden kubbenin çevresindeki dört duvarın, merkezindeki Ebedi Birlik’e doğru dönüşümünü anlatmaktadır. Kubbenin sembolik doğası onun geometrisinden kaynaklanmaktadır. Daire, simgeler arasında sonsuzun ifadesi olarak en güçlü olanıdır. Kaynağı ve sonu içerdiği için evrendeki birlik ve bütünlüğün başlıca ifadesidir. Bütün diğer geometrik şekilleri dairenin içinden kurmak mümkündür, dairenin sonsuz potansiyeli vardır. Bütün İslam sanatının başlıca ifade aracı olan geometrik düzenlerdeki devamlı tekrar etme prensibi buna dayanır. İnsan bilincini simgeleyen üçgen, ahengin prensibi, iki varlık ve aralarındaki bağlantının geometrik ifadesi, daireye yakın altıgen gök sembolü, yeryüzünü ve maddeyi ifade eden kare daireden elde edilebilecek temel geometrik figürlerdir. Dört rakamının yeryüzü ile sıkı ilişkisi, dörtgenin ideal türü olan karenin yeryüzünün değişmez sembolü olduğu ve mandalaya benzer evren simgesini daire ile birlikte oluşturduğu böylece açıklanmış olmaktadır. Dört eyvanlı planın da neden evreni ifade ettiği, yer ve gök ile evreni temsil eden camide, kubbe (daire) ile dörtgen altyapısının neden vazgeçilmez bir beraberlik kurduğu böylece anlaşılır olmaktadır. Kimi zaman karşımıza çıkan sekizgen kubbe, Kur’an’da adı geçen “Sekiz Cennet” ile ilişkilendirilir. İslam kültüründe kubbe bir yandan antik imajını korurken, diğer yandan İslam kozmogonisinin temellerini oluşturan kuvvetli bir manifestasyondur. Sembolik geçişlerle kubbenin doğasında mevcut olan merkez, daire ve küre tam ve bütünlükle gerçekleşmiştir. Kare bir mekândan yarım küreye geçiş, yaratılanın Yaradan’a geri dönüşünü anlatmaktadır. Kare ile kubbeyi birbirine bağlayan, üçgen biçimli pandantifler (bini) bir geçiş öğesidirler ve Kur’an ayetleri üçgen içinde bulunan bir daire içine yazılmışlardır. Pandantif kelimesi “asılı tutan” anlamına gelir. İnsanın onu yeryüzüne bağlı tutan kişilik zincirlerinden kurtulup Birlik’e geri dönüşünün özel çaba isteyen gerilimli alanlarıdır. Bütün mekânı kucaklayan kubbede;Yaratıcı’nın her şeyi kuşatıp koruduğu, denge vurgusuyla ifade edilirken onun merhameti ve hatalar kar-


Makale ve Analizler - 2019

221

şısında bağışlayıcılığı vurgulanır. Yani korku ve tehdit değil, denge, merhamet ve sevgi hatırlatılır. Ana kubbedeki ayette ödüllendirici yaklaşım ve olumlu ifade biçimi dikkat çeker. Ana kubbenin yükünü ana sütunlara dağıtan kemerlerdeki yazılarla, değerleri hayatlarında temsil etmesi gereken kişilere, taşımaları gereken sorumluluğun yükünü dengeleyecek, inançlarında onları besle­yecek olan ilkeler hatırlatılır. Yaratıcı’nın her şeyin sahibi ve gerçek güven kaynağı olduğu, başarının ve sonuçların gerçek belirleyicisinin o olduğu, bu nedenle insanın üstünlük ve gurura kapılmamasının gerektiği ve insanın bütün ilişkilerinde insan farklılıklarını dikkate almasının önemi çok özlü ve net bir şekilde ifade edilir. ALEM Camilerde kubbenin üstündeki hilalin adı “alem” olarak geçmektedir. Alem, yüksek yerlerin ve yüksek şeylerin tepesinde bulunan işaret ve sembol demektir. Bu sembolün anlamı da Müslümanlığı sembolize etmektir. Örneğin, nasıl Yahudilerin yıldızı (İsrail bayrağındaki yıldız yani.) Hristiyanların haç işareti varsa sembol olarak hilal de biz Müslümanların sembolüdür. MİNARE Minare kelimesinin kökeni (Arapça), Nur’dan, ışıyan, ışık saçan, ışıklıdan gelmektedir. Etimolojik olarak “manara” veya “monar”, “Ateşin yandığı yer” anlamına gelmektedir. Bu anlamını Zerdüşt geleneğinden aldığı ve ateşgahların İran minarelerine öncülük yaptığı bilinmektedir. Minarelerin yapısal olarak kökenleri, Sasani mimarisine dayanır, camiye bağlı göğe doğru yükselen uzun ince bir kuledir. Yerden Göğe doğru sırasıyla şu bölümlerden oluşur: Kürsü, gövde, şerefe, petek, külah, alem. Her bölüm göğe doğru çıktıkça gittikçe daralan ve küçülen bir kesite sahiptir. En son tepe noktasında bulunan alem, yerden gelen tüm hatların birleşme noktasıdır. Tek minareli bir caminin siluetine bakıldığında minare Arapça “elif” harfini andırır, elif vahdet’i simgeler. Minarenin külahı, minarenin uç kısmıdır ve koniktir. Kubbe yuvarlağı ise “he” harfine benzer, Arapça’da bu iki harfin birleştirerek yazılması ise “Allah” demektir. Bir minarenin önemi hem manevi hem de maddi alanda varolur. Dikey formu İlahi bir sembol olarak gök ile yer arasındaki bağlantıyı vurgulamaktadır. Düşey olarak, Allah’ın adının ilk harfini “Elif”i simgeler ve İnsanoğlu ile Yaradan arasında varolan bağı sembolize eder. Yatay olarak, maddi dünyada, alanda (boşlukta) mekanın sınırını belirler, insana yönünü bulması için bir pusula görevi görür. Aynı zamanda mahallenin veya şehrin gözlem kulesidir.


222

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Minareler, göksel mekanı hem düşey (manevi, ruhani), hem de yatay (maddi) olarak böler. Tek minareli bir camide minare, (1) BİR rakamını simgeler, bu Birlik ve Bir, Tek ve Mutlak anlamındadır. Her minarede müezzinin günde beş kere halkı namaza çağırmak için ezan okumaya çıktığı bir şerefe bulunur. Her ne kadar dışarıdan etkileyici bir biçime sahip olsa da, içlerinde bulunan merdiven yuvası oldukça dar ve küçüktür. Bu merdivenler çoğunlukla spiral biçiminde göğe doğru yükselmektedir. Büyük cami minarelerinde genellikle doksan dokuz (99) basamak bulunmaktadır. BİR, yani Mutlak’ın sembolü (minare), bölünmenin “İKİ”si (bab), kapı içinden geçerek maddi, yersel tamlığın sembolü olan “DÖRT”ün (kare plan) içine girer ve bölünmüşlüğün tekrar BİRLİK arayışı dörtgenin Kubbe’ye geçişinde gözlenebilir. MİHRAP Mihrap, kelime kökenine baktığımızda, mihr; güneş, sevgi, dostluk, ümitle bakılan, ümit bağlanan yer anlamındadır. Kıble duvarında bulunan, Mekke, merkezi tapınak Kabe’nin yönünü işaret eden, imamın durduğu “niş”tir. Bu niş üstü gökle örtülü ve kaidesi yer olan, bir mağara görünümü verir. Kiliselerdeki absitler, yarım daire şeklindeki nişlerle benzerler. Tanrıların oturduğu yerdir. Kur’an da “içinde Tanrı ışığının yandığı bir lamba bulunan bir niştir” der. Mihraplar genellikle mukarnaslı öğelerle bezenir, bu detaylar imamın sesinin yankılanmasını sağlayan akustik detaylardır. Yönelme unsuru olarak kutsal mekan’ı bütünler ve ibadet halindeki cemaati birbirine bağlayan bu niş aracılığıyla, manevi olarak da birlik halinde bir yönelme gerçekleşir. İbadet edenlerin “yüzünü döndüğü” yeri sembolize eder. Mihrap cennet eşiğidir, secde, yani bağlılığın ve itaatin sembolü, onun önünde yapılır ve bu eşik öpülür. Mihrabın üstünde, mihrabın anlamına, dua ve yaratıcıya sığınma olu­ şuna atıf yer alır. Mihrabın sağı ve solundaki çini madalyonlarda, kişi­nin görevini yaparken yaratıcı ile ilişkisinin temel çerçevesini veren, açan, genişleten, açmaya ve genişletmeye vurgu yapan ayetler vardır. Mihrabın yanındaki vitraylı pencerelerin sağında “Allah’tan başka ilah olmadığı” ve solunda “Muhammed’in onun peygamberi olduğu” vurgulanır. Mihrabın üzerinden ışığın süzüldüğü vitraylı pencerelerde, ışığın yaratıcısı olan ve insanın toplum içindeki yolculuğunda içsel aydınlığın kaynağı olarak yaratıcıya işaret eden ayetlerle yolculuk, hatırlatma ve içsel eğitim tamamlanır. Taç Kapı’dan yolculuk Tevhid kelimesiyle başlamıştı ve mihrapta yolculuk Tevhid kelimesiyle biter. Başlangıç ve son sadece O’dur. Bütün yolculuklar ona ulaşmak içindir, başlayan her şey O’nun gücü ve azametinde son bulur.


Makale ve Analizler - 2019

223

Balkanlar’daki camilerin mihrapları, genellikle Osmanlı geleneği içinde mukarnaslı kavsaralı nişlerden oluşan sade örneklerdir. Bazılarında kalem işi süslemeler görülmektedir. Önemli sayılanlar arasında Foça Alaca Camii (XVI. yüzyıl) ve Taşlıca Hüseyin Paşa Camii (XVI. yüzyıl) mihraplarında geometrik süslemeli ince mermer işçiliği dikkat çekicidir. Geç devir örneklerinde ise perde motifli, boyalı mihrap nişleri görülür. Travnik’te XIX. yüzyılda yapılmış olan Süleyman Paşa Camii mihrap nişinin içi Kâbe tasviriyle dolgulanmıştır. MİNBER Minber, kelime kökeni olarak Arapça nebr’den gelir ve yükseklik anlamındadır. Cuma vaazı için imamın veya hatibin yarısına kadar çıkıp vaaz verdiği veya hutbe okuduğu merdiveni ve üstü külahlı bir sahanlığı olan kürsüdür. Topluluğa, bilgiyi aktararak eğitim verecek kişinin, ilgi odağı olması ve dikkatlerin onda toplanmasına hizmet etmek amacıyla, cami yapısı içinde tanımlı başka bir küçük mekan oluşturur. Minberler basamaklardan oluşur ve bunlar yetkinliğin mertebelerine karşılık gelmektedir. En üst sahanlıktaki bölüm bir tahtaya benzer ve hatip hiçbir zaman Yaradan’a ayrılmış bu noktaya çıkmaz, ancak merdivenin yarısında kadar tırmanarak – O’na giden basamaklı yolda – olduğunu hatırlatarak cemaate seslenir. Diğer bir taraftan tüm cemaat tahtta oturanın ayakları altındadır. BAB, KAPI Bab kelimesinin, hem şehirlere veya Kutsal mekanlara giriş kapısı için, hem de Kutsal Kitaplarda bölümlerin başlangıcı için kullanılması, birbirini takip eden iki mekan veya bölüm arasındaki geçişe farklı bir anlam yüklemektedir. Her bölümden bir diğerine geçiş, bir sentezi gerektirir. Kapı, iki alem, bilinen ile bilinmeyen, görülenle görünmeyen arasındaki bir geçit ve aynı zamanda bir geçit sembolüdür. Bab’in görkemi kudreti ve zenginliği vurgular, davetkârdır. Hem karşılama hem de uğurlama vazifesi görürler. Bab, gündelik hayattan Kutsal Mekân’a girişte, manevi hayata geçiştir. Cennetin Kapıları kavramı ile de ilişkilendirilmiştir. Kapıların üstleri genellikle anlamlarını güçlendiren simgesel öğelerle bezenmiştir, bu sayede içeri giren insanların Kutsal olanın altından – boyun eğerek – geçmeleri sağlanmıştır. Tapınaklarda giriş kapıları, en kutsal köşeye yönelen bir yolun başlangıç noktasında yer alırlar. AVLU Çevrelenerek belirlenmiş mekan, kendi içinde değerlendirildiğinde kucakladığı mekan ile karşımıza tekrar kozmosun bütünsel bir yansıması ola-


224

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

rak çıkar. Aynı zamanda zeka için “Öz”ü, pozitif algılanan mekanda yatan gizli potansiyel boyutunu barındırır. Bir meydan, toplanma alanı olarak avlular sosyalleşme işlevine de sahiptir ve merkezinde genellikle su öğesi bulunur (şadırvan). Avludaki bahçe alanı böylelikle bir mandalaya, cennetin sembolüne dönüşür. Dört yönlü geleneksel bahçe Eden’i sembolize eder. Bu tip dini bahçelere genellikle İslam’ın teoloji okulları olan medreselerde rastlanır. İçinde bulunduğumuz “modern dönem”de, şehirlerin siluetine bir göz attığımızda modernleşme ve maddiyatın güç sembolleri olan gökdelenler ve iş merkezlerini yanında görünmez oldukça, unutulmaya yüz tutan, birer “minyatür evren sembolü” olan camileri anlamaya ve araştırmaya duyulan ihtiyaç artmaktadır. İçsel eğitimini tamamlayan kişi mekândan çıkmadan önce dış avluya açılan kapıların üzerindeki ayetlerle uyarılır: “Umudunu asla kaybetme. Hatalar yapsan da yüzünü doğru yöne çevirmesini bil. Yaratıcının rahmet ve bağışlayıcılığından umudunu kesme”. Selamlama, fark etme ve ödüllendirmeyle başlayan ilk adımla giriş, umut ve ödüllendirmeyle biten son adımla çıkış yapılmaktadır. İçsel bir donanım ve yenilenmenin ardından içsel zenginliğini paylaşmak için toplumun içine yeniden karışmak, böylece kurumda öğrendiği bilgi ve deneyimi toplumun gelişimine katmak hedeflenmektedir. KÜRSÜ Asıl şekli Arapça kürsî olup Türkiye’de özellikle cami ve medreselerde vaaz veya ders vermeye mahsus, üstüne genelde merdivenle çıkılan bir mimari öğedir. Türk ve İslâm mimarisinin öğelerinden biri.Kürsü, değişik çağlarda ve çeşitli müslüman milletlerde az çok farklı fakat birbiriyle ilişkili mânalarda kullanılmıştır. Meselâ Kâbe’nin kapısındaki üst basamağı eşiğe denk gelen hareketli merdivene, üç veya dört ayaklı tabureye, örekeye (doğum iskemlesi), arkalıklı sıra ve küçük masa gibi eşyalara kürsü denilirken rahle, usturlap kereveti, müzehhip tezgâhı, yüzük kaşı (taş oturtulan yer), muska mahfazası, çakmaklı tüfeklerin levha kısmı, tuğrada padişah isminin yazıldığı yer, ayrıca pâyitaht kürsü olarak anılmıştır. Bununla birlikte kürsü denilince ilk akla gelen şey, cami ve medreselerle günümüzde üniversite dersliklerinde ve parlamento, konferans salonları gibi konuşma yerlerinde kullanılan mimari öğedir. “Vâiz kürsüsü” adıyla da bilinen cami kürsüsü, cuma günleri camide vaaz veren hocalara “kürsü şeyhi” denilmesine ve bir memurluğun doğmasına sebep olmuştur. İslâm


Makale ve Analizler - 2019

225

sanat tarihinde bilinen en erken tarihli kürsü, Tûrisînâ St. Catherine Manastırı içindeki camide muhafaza edilen Fâtımî dönemine ait kürsüdür. Kürsünün Fâtımîler’den itibaren yaygınlaşmaya başladığı görülmektedir. ŞADIRVAN Şadırvan, abdest almak için camilerin yanına yapılan su tesisidir. Farsça şādurbān > şādurvān (büyük tente, çadır, gölgelik) kelimesinden gelen şâdırvân Türkçe’ye farklı bir anlam kazanarak geçmiştir. Mimari bir terim olarak cami avlularında ortadaki havuzun çevresindeki musluklardan ve ortasındaki fıskıyeden su akan, üzeri kubbeli abdest yerini ifade eder. Cami ve mescidlerin yanına İslâmiyet’in ilk devirlerinden itibaren insanların abdest alabilmesi için havuz, kuyu veya çeşme gibi çeşitli su tesisleri yapılmıştır. Zamanla, bu su tesislerinden başka bilhassa Türkler’in hâkim olduğu coğrafyada şadırvanlar inşa edilmiştir. Şadırvanların ayrıca kervansaray ve han gibi konaklama tesisleriyle medreselerin avlularında yer aldığı görülmektedir. Bütünsel bir bakış açısı, baktığımız şeylerde bütünselliği görebilmeye yönelik bir bilinç ve zihin durumu, kendimizi ve bilgilerimizi derinleştirme imkanını verecektir. Derinleşip içselleşmemiş bir bilgi sadece yük olacak ve zamanın aşındırıcı etkisi ile kaybolup gidecektir. Oysa ele aldığımız yapıların ve ilettikleri mesajların yüzyıllar boyu sağlam bir şeklide, dirençle ayakta kalmış olması bize canlı birer örnektir ve bir tesadüf değildir. Ecdadımızın miras bıraktığı camilerdeki ayetler, temel değerlere ve inanç sistemine işaret etmektedir. Cami içerisinde planlı bir şekilde yerleştirilen ayetlerin amacı binanın bölümleriyle de bütünleşerek kişilere görevlerini hatırlatmak, onlarda ortak duyarlılık, dil oluşturmak, onlara moral vermek ve motive etmektir. Ayetlerin camilerdeki yük­lendiği görevi bugün kurum kültüründe semboller yüklenmektedir. “Semboller, kültürün içerisinde özel anlam taşıyan kelimeler ve obje­ lerdir. Bir sembol içsel bir inanışın dışsal bir işaretidir. Sembollerin çok güçlü motivasyon etkisi vardır, davranışı yönlendirebilir ve işin amaçlarını belirleyebilirler. Kurum üyelerince paylaşılmış bir dil olan semboller, çalışanlara topluluk hissi ve grup kimliği kazandırır. Semboller kültürün anlamını açıklayarak kurumun derinliklerindeki değerleri simgelerler. Semboller sistemin korunmasında ve denge­sinin sağlanmasında yönlendirici işlevlere sahiptir. Sistemdeki roller arasındaki ilişkileri daha anlamlı kılar ve ilişkilerin sürekliliğini sağlarlar.


226

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Semboller, örgütün işareti olarak kullanılan objeler, desenler, slogan­lar, yazılar, şarkılar, ortak davranışlardır. Binaların mimarisi ve büro düzenlemesi de sembolik bir nitelik kazanabilir. Allah’a emanet olun….


Makale ve Analizler - 2019

227

Ne Yapmalı? -4

Tarih: 28 Ocak 2019 Yazan: Rafet ULUTÜRK Konu: Bağımsız düşüncenin seçim zaferine şimdiden selam olsun! Bulgaristan toplumu kapıya hücum eden bu soruya cevap bekliyor. Geçmişin geçmişinde İngiltere’de yapılan boyalar güneş görünce soluyor, yıkayınca çıkıyormuş. Türklerin gülkurusu, saman sarısı renklerine bayılan ama nasıl elde edildiğine bir türlü akıl erdiremediklerinden„ Anadolu’da çalıştırdıkları casuslar 300 sene “ebru” sırrını çözеmemişler. Bu arada ilgili ve üzerinde çalışan İngilizler sırların zaman içinde kendiliğinden çözüldüklerine de inandıklarından, su ve boya deneyleri de yapıyorlarmış. Şöyle akan suya bir kaşık boya atar, boya sudan ağır olduğundan dolayı önce dibe çöker, ama sonra kırmızı 500 metre, siyah 650-770 metre sonra vs kendini su yüzünde belli edermiş. Bu işler sırlar için de geçerli. Bir Bulgar atasözü “bir sırı 3 kişi bilirse o artık sır olmaktan çıkar,” der. Hafta başından beri Hak ve Özgürlük Partisi (HÖH-DPS) Genel Sekreter Ahmet Ahmet, milletvekillerinden Hamdi Hamdi, Trakya ve Yalova yerel temsilcileri partisi adına Ankara otelleri lobilerinde bol bol resim çektirdiler. İlk ziyaretleri (CHP-İP-HDP) ortaklarının Abisi CHP Genel Başkanı Kemal KILIÇDAROĞLU ile yaptılar. Sohbette ilk önce Türkiye seçimleri daha sonra da Bulgaristan’da seçimler gündemindeydi. Yapılan ilk görüşmelerde aynı 29 yıl önceki eski plak dönmüş, “liderimiz Bulgaristan Türk hareketlenmesinden gelmiştir, kurucudur” falan filan anlatanlara, yalanın bacakları kısa olduğunu hatırlatmak isteriz. Çünkü memlekette kimin kim olduğunu bilmeyen artık kalmadı. Tabi kötü niyetli isen o başka… 1989 yılında Bulgaristan’ı dipten tepeye kadar sarsan Türk Mayıs İsyanından sonra, o zaman toplam sayıları 3 016 olan “Türklere karşı çalışan ajanların babası” sayılan VI. Şube Şefi General Musakov Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi’ne (BKP MK) gönderdiği bir gizli raporda şöyle demiştir:


228

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

“Başta “Türk Kanadı” olmak üzere, Bağımsız İnsan Haklarını Savunma Örgütü; İnsan Hakları ‘Demokratik Lig’ örgütü; Müslüman Grev Komitesi; özellikle de ‘Viyana 89 – Dayanışma Derneği gibi tescili olmayan yapılar 1989 Mayıs Ayaklanmasını örgütleyen kuruluşlardır. Mayıs Ayaklanmasını örgütleyen Türk liderlerden bazılarının isimleri de şunlardır: Avni Veliev, Mustafa Ömer, Mümün Akkala, Zeynep İbrahimiva vb. Bu listede Medü Doganov veya Ahmet Doğan ismi yoktur. Bir Bulgar Generalinin Todor Jivkov’a yanlış rapor verecek hali yoktur, çünkü o gerçeğin su yüzüne çıkacağını bilir. Totaliter rejime muhalefet eden Bulgarların tutumu şuydu: Türk direnişleri Bulgar gayrı resmi örgütlerinden destek alıyor. Açıklık ve Yeniden Yapılanma Kulübünden 120 entelektüel 18 Haziran 1989’da Halk Meclisine bir BİLDİRİ sunarak, Bulgaristan Türklerinin haklarını savunduklarını ve Türk direniş örgütlerini desteklediklerini duyurdu. Bu bildiri “Almanya’nın Sesi”, “Hür Avrupa” ve “Bi Bi Ci”, radyo yayınlarında okundu. Türk direniş örgütleri tarafından örgütlenen ve açlık grevleri, gösteri yürüyüşleri, protesto nümayişleri, mitingler şeklinde gelişen ve dalga dalga yayılan ayaklanma ile ilgili Bulgar kamuoyu bilgi alamamıştı, bu büyük hareketlenme üstüne o dönem medya bilgi vermiyordu. Aynı zamanda totaliter rejime karşı başkaldıran, Bulgaristan toplumunun çok büyük bir kısmını kucaklamış legal ve yarı legal ama halka tutunmuş direniş örgütleri hakkında da hiçbir bilgi verilmiyor. Her şeye rağmen, görüldüğü üzere, yılların geçmesiyle herkes bir şeyler öğrenebildi. Günümüzde gizli tutulmaya özellikle özen gösterilen nedir? 27 Ocak 2019 tarihinde (Pazar) Sofya bTV stüdyosuna giren ve bu konuda hiç kimse ona böyle bir şey sormasa da, Kasim DAL “4 Ocak 1990 tarihinde 33 Türk mahkûmla birlikte Varna’da Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS) kurucularından biri benim” dedi. Bu böyle olsa bile bu 33 kişinin birbirini tanımadığı, çekilmiş bir resimleri olmadığı, isimleri alt alta dizilmiş, imzaları yan yana bu gün bile devletin dahi bir belgesi olmadığı, kabul edilen ve yayınlanan bir parti programı, tüzük ve bildiri olmadığı 29 sene sonra da kabak gibi ortadadır. Bu güne kadar böyle bir belge kamuoyuna sunulmamıştır, resmi gazetelerde veya diğer gazetelerde kurucuların adı soyadı yayınlanmamıştır. Sadece 33 kişi oldukları söylenir o kadar…


Makale ve Analizler - 2019

229

Bu cümleyi işiten herkesin aklından geçen şudur: Kaim Dal ile birlikte 23 kişi 1989 Aralığının son günlerinde hapisten beraberce salıverilmiştir. Onlardan önce Vratsa, Montana, Vidin köylerindeki politik sorgulamalardan sonra gidebilirsiniz denmiş, Kırmızı pasaportlarını hemen ellerine vermişler, “Demokratik Lig” kurucu ve önderleri Mustafa Ömer, Sabri İskender, kız kardeşi Safet, Kızı Leyla, Ali Ormanlı, Nazım Saliev Başaran, örgütün il, belediye ve köy öncüleri memleketten atılmış, direnişleri yönetmek üzere ise GİZLİ YÖNETİM Bulgaristan’da kalmış mı dır? Yoksa bırakılmış mıdır? Hak ve Özgürlük hareketinde tablo tamamen farklıdır: Kasim Dal ile beraber salıverilenler ve yine 1990 arifesinde serbest bırakılanlar hapishaneden çıkmazdan önce “DS” VI. Şubesi tarafından hazırlanan ve imzalatılan bir DEKLARASYONUNU kabul etmişlerdir. Hapisten çıkışlarında verilen Bu Polis belgesinde ne olursa olsun her konuda susmaları istenmiştir. Kendilerine söylenen her şeye uyacakları emredilmiş ve onlar da kabul etmişlerdir. Uymadıkları halde yok edilecekleri de peşinen beyinlerine akıtılmıştır. Bu nedenle, 1990’a girerken, her biriyle temas kurulmuş ve “Böyle böyle Varna’da 04 Ocak 1990’da Hak ve Özgürlük Türk ve Müslüman Hareketi kurulduğu, bunun için görüşme Varna’da Emin HAMDİ’in bir odalı 50 m2 dairesinde yapıldığı ve 23 kişi, hapishanede yatmış Türk’ün katıldığı ve M. Doğanov adında bir Başkan seçildiği” söylenmiştir. K. Dal bu görüşmeye katıldığını ve 33 kişi olduklarını bugün de ballandıra ballandıra anlatmaya devam ediyor. Bu 33 kişi hala ortaya çıkmış değil. Oysa bu hareketin resmi kuruluş tarihi 29 Mart 1990 – Sofya’dır. Ne demiştik, yalanın bacakları kısa da, fakat gerçek de bu bataklıktan 30 yıl geçti hala çıkamadı. Türkiye’de bu konuda toplam 50’den fazla kitap ve broşür, dergi ve gazete yazısı çıktı. Fakat bizim yeminliler korkuyu yenip gerçeği söyleyemediler… Ancak ne yazık diyebilirim. Konumuza devam edelim, lağım deresi akmaya devam ettikçe kokmaya da devam ediyor. Demek istediğim Bulgaristan demokrasinin mayasında yalan var ve işte güncel örnekler: 27 Ocak 2019’da – Pazar akşamı – bTV’de “120 Dakika” programını izliyoruz. Stüdyoda, 2009 – 2012 yılları arasında Birinci Borisov hükümetinde İç İşleri Bakanı, halen de Avrupalı Bulgaristan Vatandaşları GERB partisi millet meclisi grup başkanı olan Tsvetan Tsvetanov belirdi.


230

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Konu şuydu: Ts. Tsvetanov’un İç İşleri Bakanı olduğu yıllarda değişik ağır cinayetlerden pek çok kişi tutuklanmıştı. Sanık olarak davaya çıkarılan bu vatandaşların hepsi kendilerine karşı açılan davaları bire bir hepsi kazandılar. Bu defa sanıklar devlete karşı kendileri tazminat davası açtılar ve onlara ayrı ayrı 1 800 000 (bir milyon sekiz yüz bin) leva tazminat ödendi. Tutuklama emirlerini Bakan imzaladığından dolayı gazeteci, “Ortaya çıkan, makamınız kullanılarak devleti bilinçli soyma mekanizmasıdır!” dedi ve cevap bekledi. Olay düşündürücüdür. Olay iki: 2009’dan beri Bulgaristan’da “Ajan Dosyaları Komisyonu” var. Burada “ajan” dendiğinde belki de “köstebek dosyaları” dense daha isabetli olacak, çünkü söz konusu olan “devlet güvenliği “DS” ismi ardına gizlenen, totaliter devrin gizli polis muhbirleri dosyalarıdır. Bir boyut daha dibe inersek, söz konusu olan bu köstebeklerin iplerini çekenlerin işledikleri suçlar ve bu suçlulara karşı Ajan Dosyaları Komisyon Başkanlığı’nın açtığı davaların hepsinin duruşma salonlarında kırda yemiş yaprak gibi patır patır düştüğü ve cezasız kapandığı gerçeğidir. Bu konuda basına bu hafta açıklama yapan Ajan Dosyaları Komisyon Başkanı Evgeni Kostantinov şöyle diyor: “Ajanlara karşı davaları kaybediyoruz, çünkü yargıçlar gizli polis – “DS” den gelmiştir.” Başkan Konstantinov şöyle devam ediyor: “Askeri Enformasyon ve Devler İstihbarat Ajansı ilginç isimlerin gün ışığına çıkmasından korkuyor.” Daha önceki yıllarda olduğu gibi, 2018 yılında da “Askeri Enformasyon ve Devler İstihbarat Ajansı” bu iki kurumdaki yüksek rütbeli kadrolarla ilgili açıklamada bulunmamıştır. 6 ay arayla meclise rapor sunuyoruz. 2 yıl beklesek de, “Askeri Enformasyon” kadrosunda çalışan yüksek rütbeli kişilerin listesini bize vermediğinden dolayı, bu kişilerin “DS” ajanı olup olmadığını tespit edemiyoruz. 2013 yılında o dönem Cumhurbaşkanı Plevneliev sorunu çözmeyi üstlenmişti, fakat ileri adım atılamadı, attırılmadı. Bu cetvelin içinde kaç Türk var merak ediyorum. Ahmet Doğan’ın gizli dosyasını karıştırmaya kalkan istihbaratçı Albay Raşkov’u geri dönememek üzere Bulgaristan’dan kovmuşlar. Bu sorunları beraber halt edeceğiz. Durum kilitli. Gerçeklere inmeden ilerisini göremeyiz. Okuduğunuz için teşekkür ederiz.


Makale ve Analizler - 2019 Lütfen paylaşınız herkes gerçeği öğrensin. Kaynaklarımız:

231

https://sites.google.com/site/bgcoffe/ahmed-doga http://angelovveselin.blogspot.com/2016/03/blog-post.html?m=1 http://angelovveselin.blogspot.com/2009/12/1985-1986-436_3281.html?m=1 https://www.24chasa.bg/Article/1791308


232

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

233

Bu Dallardan Sap Olmaz

Tarih: 30 Ocak 2019 Yazan: Dr. Nedim BİRİNCİ Konu: Bize anlatılanlar hep masalmış.

Bakıyorum, “24Rodopi” gazetesinin sahibi İlhan Anday Bey, babasından, dedesinden biraz da Kırca Ali kahvelerinde öğrendiklerini Bulgarca yaza anlata gazetecilik yapıyor. Türklere karşı masal dinlemeyi seven Bulgarlara kendini beğendirmeyi de becermiş. Artık süt mayasıyla çörek hamuru karıştırmaya çalışıyor. Ne yazık ki, her mayanın farklı olduğunu henüz öğrenememiş gibi. Yazılarındaki koku bu…. Düşüncemi şöyle bir açmak isterim. Can Atila’nın “Hamamda gözyaşları” adlı bir parçası var. Anday beyi, bir odaya kapasak ve eseri dinlettikten sonra, “hadi duyumsadıklarını kağıda dök!” desek, yapabilir mi dersiniz. Yapamaz! Olay, Filistinli gençlerin İsrail füzelerine taş fırlatmasını andırır. Şeytan taşlama korkuyu taşlamaktır. Hep boşa atarsın amma hep de vurdum sanırsın… Bulgaristan Türklerinin problemlerini, davasını, şehit ve kahramanlarını, kavga, yengi ve yenilgilerini, isteklerini, günlük savaşımını, umut ve beklentilerini kulaktan dolma yayarken Bulgar dinleyici hoşnut oluyor. Anday dozu bir cümlecik kaçırsa “Biz Türkleri 1989’da yenmiştik!” yazıları gazetesinde basılıyor. Balon şiştikçe büyüyor. Bizim propaganda zaten balon… Anday yazarken olayların sırtını kaşıyor. Kaşırken sivilcelerin başını koparıp kanatırım korkusu yaşıyor. Tırnaklarını kesmiş, bir güzel de törpületmiş. Bizim adamların sırtı “Belene” kampında 5 ay su görmemiş, şimdi de kar altında kaldılar. “Kaşısam da ne olacak?” Adamlar sefaletle boğuşurken rahatlamayı unutmuş. Katmerli dertler ruhlarını karartmış. Bakıyorum son yazılarında, Anday Bey, son dönemde DPS, HÖH, DOST ve HŞHP gibi anası belli cücüğü beli partileri anlatırken gemideki iri farelerden, tüysüz sıçan yavrularından ve kan emici kenelerden söz ediyor. Biz Bulgaristan Türkleri bağımsız gazetecilik oluşturamadık. Bağımsız lider olmadan bağımsız gazetecilik yapılamaz. Bizim liderler kibirli. Düşünce bir daha kalkamayacaklarını biliyorlar. Çabalarımızda hep bitli yorganın altında kaldık.


234

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yorgan bizim. Bitler başkasının. Bitleri yorgana taşıyan da bizden biri değil. Omuzlarım bit ve pire, en kötü durumda sirke. Sirkelerle başa çıkmak kolay, saçı sıfır numara keser, güzel sabunlar ve tıraş bıçağı ile geçersin ve kurtulursun. Ama pirelerle kavgamız ciddi. Atalarımız “pire için yorgan yakılmaz!” demişler. Pire deyine biz hep “bir” pire anlarız. Sayıları “bin” de olsa “tek pire” düşünürüz. Bu nedenle de yorganı yakmayız. Son 5 yılda yazdığım bütün yazılarda “yorgan bitlendi” ve ne pahasına olursa olsun “temizleyelim” demeye çalıştım. Yorgan dediğimde Hak ve Özgürlük Hareketimizi (DPS) anlayın lütfen. Olay şöyle, bizde yalnız yorgan değil, bütün yüklük pirelenmiş. Görüyorsunuz işte 5 yılda bir DPS yorganı altından çıkıp kaçanlar da bitli. Güner Tahir, Osman Oktay, Lütfi Mestan, Kasim Dal vb. parti kurdular, ama pireli yorganı gören kaçtı. Kurmayları Mestan’ı terk etti. Genel Başkan Orhan İsmailov HŞHP’den “kaçtı mı?”, “kovuldular mı?” pek anlayamadık. İlhan Anday Beyin gemiyi terk eden “farelerini” izlerken aklıma bir İngiliz fıkrası geldi. İngiliz kaptan farelerle şöyle başa çıkarmış. Ambarlar tahıl dolarken farelerden biri kuyruğundan yakalanır ve boş tenekelerden birine atılır. O, duvarları tırmalaya dursun bir deri bir kemik kalana kadar aç susuz bırakılır. Açlıktan şakıyan kulaklar dimdik son nefes alıp vermeye başladığında yeni doğmuşlardan kıpkızıl bir yavrucuk ansızın tenekeye düşer. Hayat kavgası veren aç fare, fazla düşünmeden yavruyu kemire kemire yer ve soy katili (kanibal) olur. Bunu gören gemiciler onu irileşene ve yeryüzündeki bütün diğer lezzetleri unutturana kadar fareyle besler ve tüm diğer fareleri yakalayıp yeme ödeviyle serbest bırakır. Bu masalda kaptanın Bulgar istihbaratı “DS” mi, Rus istihbaratı “KGB” mi olduğu pek önemli değil. Onlar, 1974’te onbaşı (efreytor) Ahmet İsmailov Ahmedov’un bir Türk “kanıbalı” (Türk yiyen bir vahşi) olarak yetiştirmek için çok ince planlar hazırlamıştır. Bu planlardan birini internette siz de bulabilirsiniz. (http://lik.blog.bg/lichni-dnevnici/2009/03/02/ahmed-doganfilosofstvuvashtiiat-agent-na-dyrjavna-sigurnost.298332) Olayın Bulgarcasını baştan başa okuyabilirsiniz. Okuyacağınız 5 bölümlü bir plan. Kanibal yetiştirme planı. Çeviri olarak bir bölümü üzerinde duracağız. Sembolik olarak sözü edilen teneke Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi’nin (AONSU) kısa adıyla bilinen Sosyal Bilimler ve Sosyal Yönetim Akademisi’dir. Sofya’da bulunur. 20 yıl önce bu akademi kampüsü Yahudi milyarder George Soros’un


Makale ve Analizler - 2019

235

Yeni Bulgar Üniversitesi oldu. Hain A.Doğan, Sofya Üniversitesinde felsefeyi istendiği gibi öğrenememiş olacak 1980 – 1985 arası ekmek elden su gölden 5 sene de orada kalmış ve “Türk soyumuzu köreltmek için hazırlık görmüştür”. Planın sonunda olay şöyle açıklanıyor: “Ajan “Sava” yı 1984 yılının sonunda ve en geç 1985 yılının başında, İngiltere’de bulunan Türkler arasına, onları etkilemek, oradaki Türkler arasında bizim seçtiğimiz kişilerle çalışmak ve bizi ilgilendiren konularda düşman çevrelerin etkinlikleri ve fikirleri hakkında bizi bilgilendirmek amacıyla bir Bulgaristan Türkü – bilim insanı – feylesof – olarak İngiltere’ye aşılanmak üzere hazırlanmıştır.” Sofya, 02.02.1984 Yüzbaşı Mihaylov. Bulgaristan Türklerinin 24 Aralık 1984 kitlesel protestoları, devlet silahlı güçleriyle çatışmaları başlayınca ve ilk kurbanların düşmesi sonucu değişikliğe uygulanmamıştır. “DS ve KGB” yönetimi hain A.Doğanla ilgili DPS-partisi kurma ve onu Başkan ilan etmek gibi yeni tasarılar geliştirmiş ve hemen uygulamaya geçmiştir. Planın değiştiren 1984’te BKP MK’nin DS Birinci Şubesinden “güvenilir bir kişi” istemesi ve “Ahmet” ismiyle hazırlanan dosyadaki gerçek kişinin Ahmet İsmailov Ahmedov olmasıyla başlamıştır. Yeri gelmişken Ahmet Doğan’ın kullandığı isimlerin ve ajan isimlerinin tamamı toplamı 13 adettir. Plan değişmesini “kanibal” farenin bir gemiden başka bir gemiye verilmesi olarak da algılayabilirsiniz. Halk dilimizde bunun tarifi şu sözlerde ifade bulmuştur: “Komşu bizde bir tıkırtı var, kedini birkaç günlüğüne alsak!” Kediyi kendi işi için yetiştiren ve gerçek sahibi olan “DS-KGB”, onu sıçan tutturmak için isteyen ise BKP MK’dir. “O zaman bunların hepsi bir değil miydi?” sorusunu soranlara cevabım şudur: “Her yemek kendi tenceresinde kaynar!” Şimdi gelelim ajan yetiştirme planının birinci bölümüne: PLAN, 1984 yılında Yüzbaşı Mihaylov tarafından ajan “Sava” hakkında hazırlanmıştır. İlgi: Ajan “Sava” nın 1984’te yapacağı işler ve göreceği hazırlık. Kime: Devlet Güvenliği “DS” – Birinci Şube (PGU), 05. Amirlik Yönetimine.


236

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ajanla şimdiye kadar yürüttüğümüz çalışmalar onun işimize yarayabilecek birçok vasfını ortaya koydu. Elimizde ajanın onursuz, dikkati dağınık biri olduğuna ve organlarımıza ilişkin fikir değiştirdiğine ilişkin delil yoktur. Ajan “Sava”nın 1984 yılı içinde sınır dışına çıkarılması amaçlı hazırlıklarını gördüğümüz genel plan doğrultusunda somut ödevlerimiz şunlardır: Yapılacak işler: Profesyonel hazırlık. 1984 yılının Şubat ayı ortalarına kadar Bulgar Bilimler Akademisi’nde (BAN) Felsefe Fakültesinde onun hazırladığı tezin (küçük) savunmasını yapma hazırlıklarını tamamlamak. Son vade: 29.02.1984 Sorumlu: Mihaylov. 1984 yılının Nisan – Mayıs aylarında “felsefe bilimleri adayı” (doktora tezi) bilimsel derecesi alınmasına gerekli olan hazırlıkların resmen tamamlanması ve bitirilmesi. Son vade: 25.05.1984 Sorumlu: Mihaylov. Bilimsel faaliyete hazırlıklara devam etme işleri tamamlanırken ajan “Sava” ile birlikte, muhtemelen BAN’a bağlı Felsefe enstitüsü tarafından gösterilecek bir yerde işe başlamasına gerekli hazırlıklara geçmek. Son vade: 25.05.1984 Sorumlu: Mihaylov. Felsefede Simetri alanında çalışan, dünya felsefi düşüncesi çevrelerinde bilinir duruma gelmesini sağlamak ve diğer felsefe yayınlarının ilgisini çekmek amacıyla “Felsefi Düşünü” (Filosovska Misil) dergisinde mümkün olduğu kadar yazı, değerlendirme, tez ve başka yayınlanmasına olanak sağlanacaktır. Son vade: 30.10.1984 Sorumlu: Mihaylov. 1984 yılı Ekim ayının sonuna kadar ajan “Sava” tarafından Prof. Petır Savov’un (BKP MK üyesi Prof. Mihail İvanov olması gerekir) isteği üze-


Makale ve Analizler - 2019

237

rine yazılan kitap birinci sunum için hazır edilecektir. Bu eser ajanın bilimler adayı tezinin genişletilmiş biçimi olacaktır. Son vade: 30.10.1984 Sorumlu: Mihaylov. Yazarın felsefe çevrelerinde daha fazla uluslararası ün yapmasını sağlamak amacıyla BAN basım evinde yayınlanmasını öneren Prof. Petır Savov kitabın kendisi tarafından tanıtılmasına da gerekli zamanı ayıracaktır. Son vade: 31.12.1984 Sorumlu: Mihaylov. Bu planın diğer bölümleri POLİTİK EĞİTİM, YABANCI DİL EĞİTİMİ (İngilizce) Pratik işin 1984’in sonunda İngiltere’ye ve Karadeniz sayfiyelerinden birine de gönderilecektir. Başka bir bölümde ajanın dış bağlantı kurması ve sonunda uzun süre çalışmak için bir dış ülkeye çıkarılması da plan kapsamına alınmıştır. İş bu planın 1984’te değişmesiyle A. Doğan Dobriç İli Baraklar (Barakovo) köyünde Necmettin Hak ve daha 2 kişi tarafından kurulan, isim ve kimlik değiştirmeye ve hak ve özgürlüklerimiz uğruna direniş örgütüne ekilmiştir. Yukarıda görüldüğü üzere A. Doğan hak ve özgürlüklerimizin değiştirilmesi için hazırlanmış ve BKP MK’ne bu işin yapılması usulüne ilişkin bir plan program sunmuştur, doktora tezi çalışmaları da sözde “felsefedeki simetri” üzerineymiş gibi olsa da, baştan sona bizi Bulgarlaştırmak isteyenlere hizmet niteliğindedir. Daha sonra sözde tutuklanıp içeri atılması ise 1984-1985-1986 yıllarında içeri düşen Milliyetçi Türk mücahitlerini tanıyıp onlarla yakınlaşmasının sağlanması ve 1989’dan başlayarak hepsinin vatanımızdan kovulması için bir tuzaktır. Yeni görevlerinin inceliklerini, Pazarcık Hapishanesinde bulunduğu sürede, Rodop Dağlarındaki dağ köşklerinde Sofya SSCB Büyükelçiliği görevlileriyle görüşmelerde öğrenmiş ve son 29 yılda azimle uygulamıştır. Bu ödevlerin başında gelen üçüne işaret edelim: İsim değiştirme ve Bulgarlaştırma katliamına katılanların cezalandırılmasına yol vermemek; (1984-1989 vahşetinden ceza alan Bulgar yoktur.) Bulgaristan’da Türklere ve Pomaklara hak hukuk, adalet ve demokrasi isteyen kuşağın öncülerini memlekette uzaklaştırmak (Türk aydınlardan 10 000 kişi zorla kovulmuştur) ve


238

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Eski faşistlerin torunlarına, Demokratik güçler Birliği ve benzer muhalefet güçlerinin iktidara çıkmasına engel olmak. (Bu plan başarılı olmamış, Bulgar faşistleri bugün iktidar ortağıdır.) Ve bugün 29 Ocak 2019 tarihinde, ilk kez olmak üzere, Ahmet Doğan, Lutfi Mestan ve Kasım Dal’ın Bulgar Radyo, TV ve Basınında istifaya çağrıldığını, yerlerinin kokuşmuş çöplük olduğunu söyleyenleri işittik. Demek oluyor ki yeni kuşak ruhunu ve bedenini, madde ve manevi olarak bugününü ve yarınını kanibal farelere kemirtmek istemiyor, amansız Türk katliamının farkına ve bilincine varmış ve mücadele çağrısında bulunuyor. Lütfi Mestan’ın DOST partisi militan ekibinin tümü partiden ayrıldı. 1 ay sonra Kasim Dal’ın HŞHP Genel Başkanı Orhan İsmailov ve ekibinin isyan ettiğine tanık oluyoruz. Ahmet Doğan demeden cümle kuramayanlarla bir kimse beraber olmak istemiyor. Doğan partisi ufaldıkça ufalıyor. Yeni bir parçalanma bekleniyor. Karadayı Başkan olalı gagalıyor. Bu partiden Razgrad Valisi Güney Hüsmen’de 130 bin kişi kopardı ve GERB partisine kattı. Artık kimin ne olduğu göründü ve biliniyor. Öte yandan GERB partisinin de sonu göründü. Zaman birleşme zamanıdır. Ahmet Doğan, Kasim Dal ve Lütfi Mestan gibi kadrolardan bizim davamıza önder olmaz. Hepsinin gerçek dosyaları açılmalı, kanibal özleri, huyları, diz boyu pisliği artık halk görmelidir. Bu dava burada bitmez. Son söz ise halkındır. Her şey yeni baştan başlıyor ve zafere kadar devam edecektir. Bu halkımızın varoluş davasıdır. Karşımızda duran her kişi düşmanımızdır. Bizi izlemeye devam ediniz. En güçlü silah hak ve gerçektir. Zaman bitli, pireli yorganları yakma ve farelerden kurtulma zamanıdır. Paylaşınız, tartışınız ve bizi tanıyınız…


Makale ve Analizler - 2019

239


240

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

241

Üst Akıl Nerededir?

Tarih: 31 01 2019 Yazan: Nedim AKIN Konu: Biz ufaldıkça ve dağıldıkça onlar bayram ediyorlar. Sofya’da, Sudi Özkan’ın “Prenses” otelinden çıktım, acil kan merkezine doğru yürüyorum. Hava soğuk. Yer donmuş. Oynaşarak inen kan tanecikleri sanki “Ağa bicim sen şuraya bas da kayma” der gibi konacakları yeri gösteriyor bana. Çevrem birden sarıldı. Delikanlılar. Yaşlı Çingeneler ve 16-17’sinde kızcağızlar. Gözlerine baktım mavi, yeşil, siyah ve kahve hepsinden var. Hepsi yorgun. Gün boyu müşteri beklemişler. Kanlarını satıyorlar. Daha doğrusu teklif ediyorlar. Bir bankası bir aylık ortalama işçi maaşı. Zoru olan uğrayıp hizmetlerinden yararlanıyor. Doktorlar, kar vermiştir belgesini görmeden ameliyat masasına yaklaşmıyor. Ne yapıyorsunuz? Dedim, birazcık sıcaklıkla kaynaşmak istercesine. Bulgarların kanını temizliyoruz! Ağabey dediler. Onlardan hiç biri Adolf Hitler’in KAVGAM (Zayıfa acımak Doğaya İhanettir) eserini okumamıştır. Fakat tam Hitler gibi konuşuyorlar. 2011’de Konya Karatay’da çıkan baskılarından birinin 269’uncu sayfasında insan kasabı Hitler “Irkı meydana getiren unsur kandır” diyordu. 29 yıldan beri devam eden demokrasi benzetmesi toplumsal düzenimizde ben Bulgar başkentinin kan verilen tek merkezi olan “burada” azınlıklardan olmayan bir tek kan verici veya bağışçı tek kişi görmedim. İnsanın dili kolay değişir. Dilini değiştiren bir kişi ırkını değiştirmiş olmaz. Yahudiler birçok dilli birden konuşsalar da soy kimliklerinde hiç bir şey kaybetmiş olmazlar. Kan verme veya bağışlama konusunda çok hassastırlar. Kimseye kan vermedikleri gibi, Yahudi olmayan bir kişinin kanını da taşımazlar. Demokrasi döneminde güçsüz ve çaresiz düşen Çingeneler kan ve çocuk satmakla iyi ayakta durdular. Hitler hapishanede dikte ettiği “Kavgam” eserinde tilki daima tilki, kaz daima kazdır. Bu örnekler çoğaltılabilir, öte yandan şunu belirtmek gerekir ki, aynı ırka sahip olan kimseler arasında teşhis edilen farklar, özellikle sahip oldukları enerji, canlılık, zekâ, ustalık ve dayanıklılık gibi yetenekle-


242

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

rin toplumdaki eşitsizliğinden ileri gelir. Fakat hiçbir zaman normal normal bir yetenek güdüsüyle, kazlara karşı “iyi kalplilikle” hareket edecek bir tilkiye veya sıçana karşı merhamet duyan bir kediye rastlanmaz. Bulgar Çingene ilişkisi de tam böyledir. Ben Bulgarların ağızından “İyi Çingene” sözünü işitmedim. Başka bir ifadeyle kaliteli yemlenmekle, kan değiştirmekle insanın huyu ve ruhu değişmez. Hitlerin geliştirdiği arı ırk (üstün ırk) teorisinin özünde, daha güçlü olanın rolü hükmetmek olmalıdır, daha zayıf olanla kaynaşmak değil. Eğer böyle davranmazsa, kendi büyüklüğünü feda etmiş olur. Irk teorisi saçmalığa dayanmıştır. Çünkü her ırktan üstün insanlar vardır. Biz Bulgaristan’da çok farklı olaylarla yüzleşiyoruz. Bir defa devlet kuran, dili ve dini olan Bulgar ırkı diğer ırkları sözde kendine kaynaştırarak onlara hükmetmeye çalışıyor. Ne ki, başkasından kan alan kendiliğinden daha akılı, zeki ve cesur olmuyor. Bu insanın geninde olan bir şey ve vasıflarını soy kökünden alıyor. Yukarıda sıralanan öteki vasıflar için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Son yıllarda Bulgaristan’da aç susuz, cahil ve işsiz Çingenelerin GETTO hayatında birbirine sarıldıklarını, cesaret topladıklarını ve kudret fışkırması sergilediklerini sık sık görebiliyoruz. Voyvodino köyünde bir Mavi bereli ve Novi Pazar’da bir polisin Çingeneler tarafından tartaklanmasından sonra, Meclise hemen bir yeni yasa sunuldu ve Polise kafa tutan ve el kaldırana” anında 2 000 (iki bin) leva ceza kesiliyor. 1980’li yılların ikinci yarısında Türklere Türkçe söyledikleri her söz için 5 leva kestikleri gibi. O kadar dava açıldı kimse parasını geri alamadı. Sopadan kemikleri kırılanlara da tazminat vermediler. Kanunlar azınlıklara adalet dağıtmıyor Uygulanan değişik biçimli faşizmdir. Korku baş gösterdiğinde Bulgarlar her şeyi unutuyor ve birbirlerine sımsıkı örülüyorlar. Adalet çarkını kendi lehinde çalıştırmayı beceriyor. Sanki Hitlerin “Zayıfa acımak Doğaya İhanettir” sözlerini hepsi ezberlemişler. Dünkü gün (30 Aralık 2019’da) Filibe (Plovdiv) Yeni Mahalle’ye polis baskını yapıldı. Kahveler, Çaycılar genç yaşlı herkes yere yatırıldı, tabaklar, fincanlar, bardaklar düz kırıldı, 4 kişi tutuklandı. Başbakan Yardımcısı ve Savunma Bakanı Krasimir Karakaçanov Çingeneleri tutuklayan polisleri tebrik etti. Aynı saldırı Stanimaka (Asenovgrad) GETTO-suna da yapıldı. Orada da tutuklamalar var. Bulgaristan’da 72 bin polis var. Azınlıklara karşı vurucu güç olarak ileri sürülüyorlar. Avrupa’nın 2019 Kültür merkezinde polis zulmü kol geziyor.


Makale ve Analizler - 2019

243

Biz Türkler “kendi baş kendi tıraş” kişileriz. Yardımlaşmayı dayanışmayı sevsek de güç birliği yapmayı ustalıkla başardığımız gibi, parçalanıp, bölünüp dağılmaya başladığımızda hiç kimsenin gözyaşına bakmayız. Bayrağımızı dalgalandırmak için gönderimizi diktiğimiz, partileştiğimiz ve birleştiğimiz günden beri yaprak dökümü yaşıyoruz. Her parçalanmadan sonra yeniden ufalıyoruz. Güner Tahir ve Osman Oktay’ın partilerinden eser kalmadı. Silinip süpürüldüler. Kasım Dal’ın Halkın Şeref ve Hürriyet Partisi de tepeden parçalandı. Genel Başkan Orhan İsmailov partiden ihraç edildi. 1989 yılında devrimci mücadele gönderimizi diktik. Kısmet işte, direğimizin tepesine Ahmet Doğan geldi leylek gibi yuva kurdu ve ne bokundan ne yumurtasından fayda var, ne de eti yenir. Kısmet dedik, boyun eğdik. Ogün bugün dağılıyoruz. Güney Hüsmen vali olalı Deliorman ve Gerlovo halkını GERB partisine paketlemeye çalışıyor. Zaman birleşme zamanıdır. Eylemlerimizin temelinde ve esasında anti-faşist kavga olabilir. Tabanda birleşmek zorundayız… Bulgar basınında, ölmezden önce kendine anıt diktiren diktatör Todor Jivkov’un resmiyle BİZ TÜRKLERİ YENDİK başlığıyla bir yazı çıktı. Aslında yenilen kendisidir. Devrildi. Partisi ismini değiştirdi. Parçalandı. Bu yazıdaki ana fikir şudur. 1984’te öldürülen ve tutuklanan Türklerin sayısını veriyor. 1985’te devam eden devlet terörünün aldığı kurbanları övgüyle hatırlatıyor. 1989 Mayıs ayaklanmasını bastırabildiklerinden, Türkiye’nin kör gibi bakakalmasından dem vuruyor. Bulgarların kurbanlarını övüyor. İç savaş kışkırttığını söylemiyor. İğrençliğini dünya gördü. Bulgar milliyetçiliğine şerbet veriyor ve üstün olduklarını ve azınlıklar üzerinde hükmetmeleri gerektiğini hatırlatıyor. Hatırlatmak istediğim birkaç gerçek var. Bulgar faşizm kuzgunu Müslüman Türklerimizin başına en büyük acımasızlık ve şiddetle 1934 askeri darbesinden sonra saldırmıştır. Bu darbeyle işbaşına kelen Başbakan Kimon Georgiev hükümeti önce, Türk ocaklarımızı, Turan örgütlerimizi, sanat ve spor derneklerimizi yasakladı, devlet terörü uyguladı, Türk okullarının yarısını kapattı. Daha sonraki yıllarda, bir faşist Bulgar subayı olsa da K. Georgiev’ın aslında aynı yıl Rusya Dış Askeri İstihbaratı tarafından ajan olarak ele geçirildiği ortaya çıktı. Demek oluyor ki, bu yasaklar, bu düşmanlık Stalin Rusya’sı (Kremlin) emriyle gerçekleşti. Yönettiği “Zveno” partisi bir burjuva partisidir. Çok ilginçtir ki yine “Zveno” partisi başkanı olarak K.Georgiev 1944-1946 yılları Bulgaristan’ın Stalin çizmesi altına düştüğü yıllarda 3 defa daha başbakan olmuştur. Onun başbakanlığı döneminde 20 Aralık 1944’te “Halk Mahkemeleri” kurulmuş ve Bulgarların entelektüel


244

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kesimi ölüm cezasına çarptırılmıştır. Bu işlemlerin tümü “Kremlin emirleriyle” gerçekleştirilmiştir. Şu asla unutulmamalıdır ki, 1878’den sonra ve 2. Dünya savaşı yıllarında bile Bulgaristanlı Türklerin Türkiye’ye göçleri asla durmamış, Pomakların isimleri ve dinleri de devamlı değiştirilmeye çalışılmıştır. III. Bulgar devletinin ilk 76 yılında Bulgarlar kendi aralarında daha fazla kavga etmiş, Balkan ve Birinci Dünya Savaşlarında yenilmiştir. 1918 Vladaya Asker Ayaklanmasında kullanılan en ağır silah Alman toplarıdır. 1913 Eylülünde patlak veren İşçi Ayaklanmasında ise en ağır silah olarak makineli tüfekle ateş edilmiştir. Ne ki 1984-1989 yılları arasında dalga dalga devam eden Türk Halk İsyanında totaliter devlet zırhlı araçlar, tanklar ve top, helikopter kullanmıştır. Demek oluyor ki Bulgar totaliter rejimine ve zulüm devletine karşı en büyük ayaklanma, 72 bin kişinin katıldığı Türk Ayaklanmasıdır. Bu ayaklanma sonucu Todor Jivkov devrilmiştir ve Türklerin yenilgisinden söz etmek saçmalıktır, yalandır. Gelelim “üst akılla” ilişkin temel soruya. Bulgarlar bütün savaşlara kışkırtılmıştır. Bütün savaşlarda yenilmiştir. İsim ve din değiştirme ve Türkleri memleketlerinden söküp atma çılgınlığında Bulgar devleti Moskova tarafından kışkırtılmıştır. Ahmet Doğan’ın işi kin ve öfke ocağı sönmesin diye ocağa odun atmaktır. İnsanlık tarihinde dikey yapılı din ve dikey devletli ve sarsılmaz ruhlu hiçbir halk yatay kültürlü ve yatay dinli bir halka yenik düşmemiştir. Türkler dikey medeniyeti yaşatan büyük halklardandır. Okuduğunuz için teşekkür ederim. Paylaşmayı unutmayınız


Makale ve Analizler - 2019

245

İslam Öncesi Türk Kültüründe Hoşgörü Nevzat ÖZTÜRK

Türklerin İslam’ı kabul etmelerinden önceki kültürlerine baktığımızda hoşgörü düşüncesi için belki bir tarih vermek güç ama bunun Türk kültüründe çok eskiden beri hatta Milattan önce bile var olduğu kanaatini taşıyanlar vardır. Türk tarihine hoşgörü açısından baktığımızda, Türklerin İslâm öncesi ve sonrasında gittikleri yerlerde, devlet kursun-kurmasın, diğer inanç mensuplarına ve kültürel topluluklara karşı son derece hoşgörülü yaklaşmışlardır. Zira Türkler her varlığın bir ruhu olduğuna inanmışlar; tabiattaki hiçbir varlığa zarar verilmemesini prensip edinmişlerdir. Türk kültür geleneğinde hoşgörü; “İnsan sevgisi ve insan haysiyetine hürmet gösterme” prensibi çerçevesinde hoş gören ve hoş görülen tarafın insan oluşu ekseninde gelişmiş ve dinî-ahlaki bir görev olarak benimsenmiştir. Türk kültüründe tarih itibariyle çok uzun bir geçmişe sahip olan bu kavram sahip olduğu değerlerin anlamları itibariyle sürekli öne çıkmıştır. Hoşgörü ve İnsan sevgisi Türk düşüncesinin her safhasında merkezi bir konumda yer almıştır. Türklerin arasında çoğulculuk ve hoşgörü eğiliminin köklerinin temelde onların Müslüman olmadan önceki tarihleri ve kültürlerine uzandığını ve sonraki dönemler üzerinde de önemli ölçüde belirleyici olduğunu söyleyebiliriz. Bilindiği gibi Türkler, dinî tarihleri boyunca, çok çeşitli ve özellikle de dünyanın büyük dinleri ile karşılaştılar. Ancak Türklerin, bu evrensel büyük dinlerle temasları ve sonuçta büyük bölümleri itibariyle Müslümanlıkta karar kılmaları, tarihlerinin ne kadar eski dönemlerine uzanırsa uzansın, yine de bu tarihin uzun ancak sınırlı bir bölümünü kapsamaktadır. Zira bu temas ve din değiştirmeden önceki dönemde onların “Geleneksel Türk Dini” şeklinde adlandırabileceğimiz millî bir dinleri mevcuttu ve anlaşılan Türklerde din konusundaki çoğulcu ve hoşgörülü evrensel eğilim köklerini bu dinin kültürel zemininden ve inanç esaslarından almaktadır. Geleneksel Türk dini, “Gök Tanrı” inancı etrafında şekillenmişti ve bizzat bu inanç, eski Türkleri yabancı dinlere karşı hoşgörülü kılmaktaydı. Türklerin inandığı Gök Tanrı bir kabile ilâhı veya ulusal bir Tanrı değildi. Sadece geleneksel Türk dininin tek Tanrı inancı değil, fakat aynı zamanda başka birçok faktörler ve özellikle de eski çağların hayat şartları Türkleri din konusunda çoğulcu ve hoşgörülü bir zihniyet ve tutuma yöneltmiştir. Orta Asya merkez ölmek üzere, çok geniş bir coğrafyada çok uzun süre göçebe


246

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bir hayat sürdüren Türkler, bu dinamik hayatları süresince, çeşitli vesilelerle dünyanın çok çeşitli milletleri, medeniyetleri, kültürleri ve dinleri ile karşılaştılar. Üstelik dünya ticaret yollarının önemli bir bölümünün çok eski devirlerden beri Türklerin ülkesinden geçmekte ve hatta kavşak oluşturmakta oluşu, onların çok erken dönemlerden itibaren farklı milletlere ait tüccarlar ve misyonerlerle karşılaşmaları sonucunu doğurmuştur. Nitekim tarihî büyük dinler, Türklerin arasında, daha çok bu ticaret yollarını takiben yayılmak imkânını elde etmişlerdir. Bu temaslar ve çoğulcu ortam, eski Türkleri din konusunda öylesine hoşgörülü bir tutuma götürmüştü ki, eski Türkler bir din savaşını düşünemeyecek bir anlayışta idiler. Yabancı itikatlara saygılı olma Türklerin karakter yapısında vardır. Hür ve bağımsız yaşama azmi ile birlikte dünyaya hâkim olma “Cihan hâkimiyeti” mefkûre ve iradesi, Türkleri, münasebette bulundukları veya idaresi altına aldığı kavimlere karşı saygılı olmayı gerektirmiştir. Türk devlet adamları “töre”nin prensiplerini uygularken, Türk milletinden bir kimse ile Türk milleti ile yan yana yaşamak durumunda olan herhangi bir yabancıya eşit davranmışlardır. Hem Türkler arasında, hem de Türk olmayan topluluklar arasında benimsenen fikir ve inançlara saygı gösterilmiş, onların yaşayış şartlarına müdahale edilmemiştir. Bu aynı zamanda Türklerdeki demokrasi anlayışının çok eskilere kadar gittiğinin bir göstergesidir. Türkler, hayatlarını tanzim eden hususi bir dünya görüşüne sahip olan yabancıları insanlık ölçüsüne göre değerlendiren, komşularını sayan, tabiatı seven, ahlaktan hoşlanan ve beşeri değerlere kendi icadından da birçok kıymetler katmak suretiyle ay ve güneşle birlikte dolaşan bir topluluk olmuşlardır.Çin vesikalarında Türklerin devlet idaresindeki hoşgörü hakkında önemli bilgiler vardır. Bunlardan bir tanesi şöyledir: “Bizim(Çin) idaremizde büyük aksaklıklar vardır. İdareciler halkı eziyor. Hoşgörü ve adaletten uzak bu sistemden dolayı ezilen halk nefretle idareye başkaldırıyor ve birbirlerini öldürüyorlar. Hâlbuki Türkler böyle değiller. Orada idareciler halka erdemli davranıyor, halkta idarecilere sadakatle hizmet ediyorlar. Bir ülkeyi idare etmek, bir vücudu idare etmek gibi olduğundan ülkenin nasıl idare edildiği hissedilmiyor. Türklerin idaresi gerçek bir bilgenin idaresidir.” Türk kültüründe evrensel hukukun yansıması olarak kendini gösteren hoşgörünün izlerini Türk siyaset kitabı olan Kutadgu Bilig’de de görmek mümkündür. Bu kitapta halkın meslekleri ve meşguliyet sahaları etraflıca anlatılmasına rağmen; asilzadelerden ve kölelerden hiç söz edilmemiştir.


Makale ve Analizler - 2019

247

Türkler İslamiyet’i kabul ettiklerinde, var olan kültürel yapıları, İslamiyet’in insanlar arasındaki eşitlik ve adalet anlayışının herkes için geçerli olma ilkesine uymakta idi. İslamiyet’te önemli bir yere sahip olan barışseverlik, hoşgörü ve yardımseverlik prensipleri Türklerin çok da uzak olmadıkları kavramlardı. İslamiyet’in vazgeçilmez düsturları arasında yer alan hoşgörü, din ve vicdan hüviyeti Türklerin daha önce birçok farklı din ve millet karşısında dikkate aldıkları unsurlar olarak değerlendirilebilir. İslamiyet’in adalet, eşitlik, iyilik, yardımseverlik ve hoşgörü prensiplerini kendi kültürel değerleriyle kaynaştıran Türkler, İslamiyet’i kabul ettikten sonra yüz yıllarca bu prensiplerin bayraktarlığını yapmışlardır. Hoşgörünün zıt anlamı fanatizmdir; tekelci görüş, bağnazlık ve taassuptur. Fanatizm aynı zamanda hayatın tüm katmanlarında dar görüşlülük, durgunluk ve entelektüel gerilik anlamlarını da taşır. Fanatizmin olduğu yerde bilgisizlik, kuşkuculuk özellikle dinî tartışmalarda dünyevî çıkarlara dayalı aşırı bir istismar düşüncesi görülür. Hoşgörü olgusunun taşıdığı değerler kümesi aile ilişkilerinden, kültürel faaliyetlere, dinî tutumların aydınlanmasına kadar toplum hayatında olumlu ve çok önemli roller üstlenmesine karşın, fanatizm bu konularda olumsuz ve çatışmacı bir rol üstlenmektedir. Türklerin dinî tarihi, en eski dönemlerinden başlayarak, bunların sayısız örneklerini bize sunmaktadır. Öyle ki onları, Türklerin Müslüman olmadan önceki tarihleri içerisinde bulabildiğimiz gibi, sonrakinde de, dinî çoğulculuk ve hoşgörünün değişik örneklerine sıkça rastlıyoruz. Bu demek değildir ki, Türk din tarihinde tersine tutumun yani fanatizmin örnekleri hiç bulunmamaktadır. Doğrusu, öteki tüm toplumların tarihinde olduğu gibi, Türklerin dinî tarihinde de, din konusunda tartışmalar, çatışmalar ve taassubun az çok var olduğudur ve esasen bu eğilim bu gün de varlığını bir şekilde sürdürmektedir. Ancak, çoğulculuk ve hoşgörü perspektifinden bakıldığında, Türk din tarihi bunların öylesine karakteristik ve tipik örneklerini bize sunuyor ki, bu durum bizi, bu tarih içerisinde çoğulcu ve hoşgörülü tutum eğilimini bir gelenek şeklinde değerlendirmeye götürüyor. Esasen kanaatimizce, Türklerin dinî tarihinin en önemli ve sürekli özellikle­rinden birisi, onun din konusunda sergilediği bu çoğulcu ve hoşgörülü tutumda kendini göstermektedir. Türk kültüründe kendine özgü içerik ve anlama sahip olan hoşgörü anlayışı hem Batı’da aydınlanma ile başlayan tolerans doktrin ve pratiklerinden tarih itibariyle daha uzun bir geçmişe sahip olması hem değer yönünün öne çıkmasıyla benzerlerinden ayrılmaktadır. Bu yüzden düşünce sistemlerini hoşgörü ve insan sevgisi temelinde oluşturan büyük Türk filozof ve


248

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

düşünürleri farklı inanç ve kültür mensubu olanlara hoşgörülü davranma anlamında insanlık tarihinde seçkin bir yere sahip olmuşlardır. Bu yüzden hoşgörü ve insan sevgisinin Türk-İslam düşüncesinin her safhasında merkezî bir konumda oluşu bu temel değerlere verilen önemin bir göstergesidir. Her şeyden evvel Türk kültürel geleneğinde hoşgörünün, hoş gören ve hoş görülen tarafın insan oluşu ekseninde geliştiği göz ardı edilmemelidir. Bu konuya devam edeceğiz inşallah. Allah’a emanet olunuz… Paylaşmayı unutmayınız…


Makale ve Analizler - 2019

249

Kalkmayan Ağır Gölge

Tarih: 1 Şubat 2019 Yazan: Rafet ULUTÜRK Konu: Şehitleri birlikte anmanın orta yolunu bulamayan bir halkın geleceği olamaz. 29 yıldan beri Bulgaristan’da Şubatın 1. gününde komünist Sovyet totaliter dönemi kurbanları anılır. Sofya’da Milli Kültür Evi (NDK) parkındaki şehit isimlerinin altın harflerle alt alta yazılmış olduğu mermer levhaya çelenkler ve çiçek demetleri konur. Siyah giyinmiş yaşlı kadınlar ağlamaktan kurumuş gözlerini tekrar tekrar siler. Bu levhada Türk isimli kahraman yoktur. Oysa Plevneli Alı Derviş’in, Selvili Ahmet Tatarın, bu kavgada 2 bacağı ve bir kolu kesilen Karlovolu Hüseyin Arifin vb kahramanların isminin olması gerekirdi. Yaratan bütün canları eşit yaratmıştır, kahramanlar büyük ve dev olabilir, ama kaybedilen hayattır ve hepimizin hayatı eşittir. Bu sene de Cumhurbaşkanı Rumen Radev ve Başbakan Boyko Borisov totalitarizm kurbanlarını anma törenlerine katılmadılar. Öldürülenler konusunda Bulgar toplumu parçalanmış durumda. Komünistler 1923-1944 yılları arasında faşistler bizden 5 bin kişi öldürdü, partizanlara yataklık edenlerden 20 bin kişi, tutuklananlardan da 10 bin kişi yargısız infaz edildi diyorlar. 100 binimiz öldürüldü iddiasında bulunan Çar III. Boris taraftarları ise “Halk Mahkemesinin 1944-1946 yılları arasında 2 600 idam cezası kestiğini, toplam 30 000 kişinin öldürüldüğünü, ülkede iç savaş yaşandığını, totaliter rejim kurbanlarını anmanın bugün de çok tehlikeli olduğunu belirtiyorlar. Medya tarafların birbirinden af dilemesinde ısrarlı! Fakat komünistin faşist’en ve faşist’in komünist’en af dilediği nerede görülmüş? “Belene” Ölüm Kampında yatanlar, ciğerleri kızgın demirle dağlanan ve ya derin dondurucuda dondurulan kahramanlar da eşittir, hepsinin cesetleri domuzlara atılmış ya da “Persin” adasının Kuzey Batısında bulunan ve üzerinde bir işaret bulunmayan çukurda yatar.


250

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Katolik papaz Kortezi, “Belene” ölüm kampını Park Müze’ye dönüştürmeye çalıştı. Hatta 2017’de “Yılın Adamı” ilan edildi. Ne var ki, ada girişine uzattığı mermer duvara bu adada kapalı tutulan bazı istatistiklere göre 1 500, diğerlerine göre 1 200, “Resmi Gazete” (Dırjaven Vestnik) yayınınagöre 517 olan Müslüman kahramanlarımızın hiçbirinin Türk isimlerini altın harflerle yazdıramadı. Bulgarlar, seçmeli kopyacı bir millettir. Ruslardan ya da Almanlardan Anıt Kabir duvarı nasıl düzenlenir kültürü almış olsalardı, insan ayrımı yapmazlar, Bulgaristan’daki şehit ve kahramanların hepsini Gazi ilan ederler, hepsinin isimlerini siyah mermer levhalara altın harflerle yazar ve kavga biterdi. Birinci Dünya Savaşında 6 896 şehidimiz var ama Türk asker anıtı yok. Bulgar soyunu Rus istilasından korumaya çalışan “Şipka” kahramanı Süleyman Paşa’nın da bir anıtı hala yok. Sanki bütün olmayanların kökünde 1879 Tırnovo Anayasası yatıyor. Şu kanıdayım, o zaman Almanların Bismark Anayasını ya da ikinci Dünya Savaşından sonra Konrad Adenauer Anayasası’nı kopyalamış olsalardı, bugün bambaşka bir memlekette yaşayacaktık. Adenaur Anayasası Almanya’da faşizmin bütün sembollerini yasakladı, totaliter rejim tutunamadı. Biz bugün totalitarizm kurbanlarını, “Halk Mahkemesi” nin idam kararlarına kurban gidenleri anıyoruz. Fakat totalitarizm yıllarında Sofya Merkez Hapishanesinde kurşuna dizilen12 Türk’ten söz etmiyoruz. Onlar hala devlet cetvellerinde “terörist” olarak geçiyor. İsim ve kimlik değiştirme kurbanlarını görmezden geliyoruz. En kötüsü totalitarizmin baş celladı Todor Jivkov’a Pravets’te dört metre yüksek, Penço Kubadinski’ye Kubadında boy anıtı vs dikiyoruz ve bunları bir gecede değil, halkın önünde güpe gündüz yıkmaya irade ve olgunluk gösteremiyoruz. İşte Bulgaristan demokrasisi bu… Üstelik 1948’de kabul edilen İnsan Hakları Bildirisini: 1975’te imzaladığımız Helsinki Senedini; Viyana Azınlık Hakları Çerçeve Antlaşmasını ve 1909’dan beri imzalanan Bulgar Türk Antlaşmalarının Bulgaristan’da Yaşayan Müslümanların Haklarına ve Özgürlüklerine İlişkin Ek Protokolleri uygulamış olsaydık, belki şu komünizm kurbanlarını anma günü bile olmayacaktı. Hürriyet ve demokrasi, barış ve huzur davasının ortaklığını kabul edenler şehitlerin anısını saymak zorundadır. Anıların silinmesi ve her şeyin unutulması toplumu köksüz ve hepimizi geleneksiz bırakır.


Makale ve Analizler - 2019

251

21.Yüzyıl tarihi gerçekleri yazan okul kitaplarından başlamalıdır. Tarihini kabul etmeyen bir halktan etnik azınlıkların tarihine, şehitlerine, kahramanlarına saygı göstermesini beklemek yanlış olur. Lanetimiz toplumumuzu parçalayanlara, bizi bölenlere ve birbirimize düşürenleredir. Geleceğimizin yolu hepimizin kalbinden ve gönlünden geçer. Sevgili kardeşlerim, biz kendi şehitlerimizi kendimiz anmaya devam edelim, onların papaz ayinlerinde, bizim de mevlitlerimizde, Fatiha’larımızda onlara yer yoktur. Vatan-memleket birdir. Hak ve hürriyet, adalet ve demokrasi davamızda ortağız. Ne var ki herkesin mutluğu ayrı! Bizim şehitlerimiz bizim Gazilerimizdir. Mezardan naaş çıkarmak, anıt dikip sonra yıkmak, anıt kabirleri bombalatıp havaya uçurmak bizim âdetimizden değildir. İnsan ruhunun rengi ve kokusu yoktur. Gelecek hepimizin bu topraklarında yaşayan herkesindir. Kalın sağlıcakla, paylaşmayı da unutmayınız…


252

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

253


254

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.