53 - BULGARİSTAN'DA KARDEŞ DİDİŞMESİ

Page 1

Makale ve Analizler - 2019

BULGARİSTAN’DA KARDEŞ DİDİŞMESİ

Ni sa n - 2 0 1 9 Makale ve Analizleri

1


2

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

BULGARİSAN’DA KARDEŞ DİDİŞMESİ

BULTURK BGSAM Yayınları Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi - BGSAM -53 BULTÜRK Adına Genel Başkanı: Rafet ULUTÜRK Basım: Nisan - 2019 Koordinatör: Dr. Nedim BİRİNCİ Editör: Raziye ÇAKIR İnternet sorumlusu : Kapak Tasarım: Murat ULUTÜRK Pazarlama Sorumlusu: Hamiyet ÇAKIR Arşiv: İbrahim SOYTÜRK İsteme Tel: 0212 511 63 47 www.bulturk.org; www.bghaber.org; info@bulturk.org İnternet sitesinin yazıları Adres: Yıldırım Mah. Şehit Kamil Balkan cad. No.114/A Bayrampaşa İstanbul Tel: +90 (212) 511 63 47 Belgegeçer: +90 (212) 526 51 98 https://bgsam.org/, https://issuu.com/bulturk, https://bulturk.org.tr/ Baskı : DİNÇ OFSET MATBAACILIK SAN. ve TİC. LTD. ŞTİ. Adres: Davutpaşa Cd. Emintaş San. Sit. No: 103/580-581 Topkapı - İstanbul Tel: 0090 212 493 24 67 TÜRKİYE CUMHURİYETİ YASASI GEREĞİNCE BU ESERİN YAYIN HAKKI BULTÜRK’ten İZİNSİZ KISMEN VEYA TAMAMEN ÇOĞALTILIP YAYINLANAMAZ

Web: www.bghaber.org ; E.Posta: rafetuluturk@yahoo.com


3

Makale ve Analizler - 2019

“Bilgi Ordusu, Bizim Ordumuz, Bildiğimizi Öğretmek,Bizim Borcumuz.” Rafet ULUTÜRK

Düşünceler dizisi olan elinizdeki eserin anlamı derin bir uğraşın ancak başlangıcıdır. Bulgaristanlı Türk Müslümanların başına 1970-72, 1984-85’te düşen yıldırımın bir daha düşmemesi için bir uyarı ve ışık niteliğindedir. Saygılarımızla, B U LT Ü R K İ st a n b u l


4

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

5

Önsöz Yerine Yıl 2019 2016 yılı Bulgaristan Türkleri ve soydaşlarımız için umut dolu gelmişti. Cumhurbaşkanlığı seçimi ve siyasi dönüşüm amaçlayan bir halk oylaması yapılacaktı. Vatandaşlar siyasi sistem değişikliğinin seçim sisteminden geçtiğini kavramıştı. Ancak parti listelerinde gösterilenlerin seçildiği “çoğulcu” uygulamadan kurtulup, seçmen tarafından gösterilecek ve seçmenin iyi tanıdığı kişilerin meclise gönderileceği mutlak ekseriyet (salt çoğunluk) sistemine geçişin müjdesini bekliyordu. Bu değişiklik için 2 milyon 500 bin seçmen oy verdi.Seçmen, meclis seçimlerinde parlamentoya giren siyasi partilere oy başı 11 leva verilmesine yani milyonlar ceplemesine son verilmesini ve seçimlerin zorunlu olmasını istedi. 2 milyon 500 bin seçmenin oyu mahkeme kararıyla rafa kaldırıldı. Siyasi sistem değişikliği için “izin veremeyiz” dendi. Bunu deyen ise, 1989 yılından sonra, “ben artık öldüm” aldatmacası yaparak, Bulgar toplumu içine boydan boya uzanan kaskatı totaliter sistemin yarattığı oligarşi ve sözcüleri oldu. Onlar aynı yıl Bulgar aşırı sağcılarını birleşmeye çağırdılar. Giderek birleştirdiler ve onlara “yolunuz iktidar basamaklarından tırmanmaktır” dediler. Avrupa’nın kaderi de kötüydü. Sığınmacılar, savaş kaçakları, kitle göçleri, kıta değiştirenler çatır çatır kıvılcım saçan faşizm her günümüzü zehir etmeye başladı. 1989’da parçaları anmalık olarak satılmaya başlayan Berlin Duvarı’ndan parçaların yerine yeni duvarlar çekmek için yeni duvarcılar belirdi. Doğu Avrupa ülkeleri aralarındaki sınırlara boydan boya tel duvar gerdiler. Tarih ayıbın böylesini daha önce görmemişti. Sınırları kaldırıp özgür bir dünyada yaşama hevesiyle birleşmeyi seçenler insanlara, “Toplama Kamplarını”, yargısız idamları, Nazileri, faşistleri anımsattılar. Avrupa Konseyi 3 Bulgar siyasi partisine, “Ataka”, İç Makedon Devrim Hareketi (VMRO) ve “Bulgaristan’ı Kurtarma Hareketi” ve bu üçlünün “Yurtsever Cephe” ortaklığı Türk, Müslüman, İslam,


6

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

sığınmacı, göçmen ve öteki düşmanlığı aldı yürüdü. Düşmanlık yılan zehrinden kötü olan... Müslümanları hem isteme hem de istememe siyaseti karıştıkça anlaşılmaz oldu. Avrupa Birliği üyesi 28 devlet Türkiye Cumhuriyeti karşısında boyun eğdi ve bir gün “ama şu göçmenleri durdurun, bizi çökertecekler” dedi. 2016 ve 2017’nin en büyük olayı buydu. Dev adımlarla büyüyen ve güçlenen Türkiye’ye daha önce 28 devlet birden yalvarmamıştı. Diz çöktüler ve 2016 ve 2017’de durumun özünü fark edemediler. Çökenler Güneşten uzaklaştıklarını fark edemezler. Kuşkusuz, önüne eğilmiş kafalardan biri olan Bulgaristan’dı. Hem Brüksel’e ve hem de Ankara’ya bakarken Bulgaristan Türklerini görmezden geldi. Onları siyasi olarak parçalayarak ve parçaladıkça ezerek mecliste faşistlere daha geniş yer açanların ve faşistleri 1944’ten beri ilk defa iktidar koltuklarına davet edenlerin tam olarak ne düşündüklerini ve ne istediklerini anlamak çok zor olmadı. Artık göç durmuş, doğal olarak geri göç başlaması zamanı gelmişti. Faşist düşmanın kafasında iki hedef birden doğdu. Camiler ve mezarlıklar. Camilerin içinde de Türkçe konuşmayı yasaklamak, Türkler için Vatan kalesi olan, mezarlıkları daraltmak hatta vakıfları kabristanlık olarak ayırdıkları bütün arsalara el atıp, onları cesetlerini gömecek bir insan boyu topraksız bırakmayı düşündüler. Sofya Türk Mezarlığı 28 yıl önce dolmuştu. Bunu Ahmet Doğan’a, Lütfi Mestan’a, Osman Oktay’a, Kasım Dal’a vb asla anlatamadık. Yakın geçmişte mecliste yaşlanan Ramadan Atalay’ın eşi vefat etti. Bir mezar yeri bulamadık, doktor hanım Bulgar mezarlığına gömüldü. Yazarlarımızdan İsmail Çavuş öldü, Sofya dışında Bankiya kasabasındaki Hıristiyan mezarlığına gömdük. Bu şehirde zengin Müslümanlar için de mezar yeri yok. Sofya kenarında 52 dönüm bir yer alındı. Toprak sahibi Bulgar komşular vakıf malımıza, kendi mülkümüze mezarlık yapılması için gereken “razıyım” belgesini vermedikleri için, 20 yıldır boş duruyor o kutsal toprağımız. Karşımızdaki devlet kale gibi! Püskülü faşist. Ortada kaldık. 2016 - 2017 bizim için çok zor yıllardı. Mezarlıksız Vatan olmaz!!! Mücadele devam ediyor. Raziye ÇAKIR


Makale ve Analizler - 2019

7

Önsöz: Elinizdeki kitapta, biz Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği BULTÜTK’ün aydın kadroları ile Bulgaristan Stratejik Araştırmalar Merkezi BG-SAM ekibinin kaleme aldığı yazıları bulacaksınız. Size değişen dünyamızı kendi açımızdan anlatmaya çalıştık. Bulgaristan’da ve Türkiye’de yaşamış ve eğitim almış bir ekip olarak öncelikle her şeyimizin ortak olduğu inancından çıkarak, ne kadar istesek de birlikte yürüdüğümüz yolu ve içinde birlikte olduğumuz zamanı zorlayabilmemizin mümkün olmadığını ama bu yol ve zamanın kendi kuralları olduğunu ve bunlardan akıllıca yararlanarak birçok işler yapılabileceğini açmaya çalıştık. Bu kitabın zaman kesimi 2018 yılının Ocak ve Şubat aylarıdır. Bu kısa dönem bizim BULTÜRK olarak 2002’den beri izlediğimiz yolun iki aylık devamıydı. Bizim için çok önemliydi. Bulgaristan’ın başkenti Sofya’da Avrupa Konseyi’nin (AK) 6 aylık dönem başkanlığını Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov yapacaktı. Siyasi öngörümüzde, ilk kez olmak üzere, Bulgaristan kurumları ve vatandaşları Avrupa Konsey, Komisyon ve Birlik yönetimiyle yüz yüze gelecek ve askıdaki problemlere çözüm aranacak ümidi vardı. Bulgaristan Balkanların büyük ülkelerinden biri olsa da, Avrupa Birliği bileşiminde orta boyutta, tarımı ve sanayi bunalım içinde, işsizlik oranı yüksek, eğitim sistemi kriz yaşayan, çok yoksul ve çaresizlikle boğuşan bir ülkeydi. Bulgaristan’ı 2009’dan beri yöneten halkın Avrupa vatandaşlığı seçeneğini temsil eden GERB partisi, 24 Mart 2017’i erken genel seçimlerinden sonra 3 aşırı milliyetçi partiyi kabineye almış ve AK’nin “faşist” olarak nitelendirdiği bu partilerle yönetimi paylaşmıştı. AK Başkanlığının “faşist” olarak damgaladığı güçlerin iktidarda bulunduğu bir ortamda 6 aylık dönem başkanlığını dağıtması ve yeni seçim yapılarak adalet ve demokrasi güçlerinin hükümet kurmasını istemesi beklenirdi. Ne yazık ki, AK’yi üyeleri dönem başkanlığı için keçi kılından elbise giyip samsak kolonyası kullandılar ve faşizm yılanına kendileri ısırtmadan işe varıp geldiler. AK başkanlığı Sofya’da büyük protesto gösterileriyle başladı. Bulgar başkenti köpürdü. Dönem toplantıları başkanı Boyko Borisov zulayı açtı ve karanlık güçlerin hiçbir zaman yenilgi kabul etmediğini kanıtlarcasına, bir çuvalda bir milyon leva olduğunu kabul etsek, 100 çuval leva dağıtarak önce polis ve jandarmayı yatıştırdı. Diğerleri beklemeye devam ediyor.


8

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu 2 ay BULTÜRK etkinlikleri için çok önemliydi. İlk kez olmak üzere Başkan Rafet Ulutürk yönetiminde bir heyetimiz Sofya Büyükelçimiz Sayın Hasan Ulusoy Beyi makamında ziyaret etti ve iki halk ve iki ülke, özellikle de Bulgaristan Türkleri, dostluk, barış ve güvenlik davası yararına başarılı çalışmalar temennilerinde bulundu. Bulgaristan Müslümanları Diyanetini ve Başmüftülüğü ziyaret etti. Sofya Kültürel Etkileşim Derneğinde yararlı bir görüşme gerçekleştirdi. Elinizdeki kitapta, Bulgaristan’da 2018 atılımlarına, oradaki kardeşlerimizin yaşam ve etkinliklerine, büyük bir hevesle başlattıkları aydınlanma sürecine ilk kez yayınlanan yazılar da bulacaksınız. Rafet ULUTÜRK BULTÜRK / BG-SAM 07.08.2018


Makale ve Analizler - 2019

9

Değerli Hemşehrilerim, Bulgaristan’da hepimiz zor günler yaşadık, itildik, ezildik, çiğnendik, hatta gün geldi vurulduk, şehitler verdik. Bu nedenle bizler kendi içimize kapanarak, yaşam mücadelesi vermeye çalıştık. Ancak bu içine dönüklükten kurtulmalıyız ve Türkiye’de yaşadığımıza göre, yasaların bize verdiği tüm haklardan bizlerde yararlanmalıyız. Peki, neden bunu yapamıyoruz? 1877-78 Rus-Türk savaşından sonra Osmanlının Balkanlardan çekilmesiyle birlikte, savaş esnasında işlenen akıl almaz katliamlar nedeni ile atalarımız asırlarca yaşadıkları yerleri terk ederek göç yolunu tutmuşlardır. Geride kalanlar ise Bulgaristandevleti’nin uygulamaya başladığı soy kırım politikalarına karşı direnmiş ve hayatta kalmaya çalışmışlardır. Şimdi ise burada Türkiye’de yaşayanlar oralara yardım edebilmek için, burada ilk önce bir araya gelmek ve bir merkez oluşturmalıyız. Artık bir kurum altında toplanmalı ve birlikte hareket etmeliyiz. Bu birliğe hepimizin ihtiyacı olduğuna inanıyorum. Artık bir birimizi kötülemekten vaz geçmeliyiz, birisi için yanında konuşamayacağımızı başka bir yerde konuşmamalıyız, yani kısaca arkasından konuşmamalıyız. En önemlisi samimi, hoşgörülü ve ahlaklı olmak. Zamanla her şey yerine geleceğine inanıyorum, ama tabi ki bu dava üzerinde kafa yoran, stratejiler üreten ve devamlı bunun üzerinde çalışan olursa. Bizim savaşımız insanlarımızı ahlaklı yetiştirmek olmalı, birlik ve beraberliğe kendi insanlarımızla başlayarak tüm Türk Dünyasına taşmalıyız. Bizler burada Türkiye’de yaşayan Bulgaristanlılar büyük bir kitle haline gelmiş durumdayız. İşte bu nedenle şimdi bu kitleyi yani kendi hemşerilerimizi, bir araya toplayarak bir merkez, bir güç birliği oluşturmalıyız, tabi ki bu bizim doğal tabii hakkımızdır. Bizler de artık toplum gücünü kullanabilmeliyiz. Toplum olarak haklarımızı elde etmek zorundayız ve bu yönde çalışmalıyız. Biz bunu söylerken, önderlerimizi seçerken, başkaları kötüdür demiyoruz. Biz bu işi onlardan daha iyi yapabileceğimize, Türkiye Cumhuriyetine ve Türk Dünyasına daha verimli olacağımıza, buralarda bu bölgelerde yaşayan Türklerin daha iyi, daha güvenilir, yaşamalarını sağlayacağımıza inandığımız için, Önderliğe, Yönetime talibiz. Bu arada Bulgaristan’da kalan kardeşlerimizin hepsinin siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel kimliklerini,


10

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

muhafaza edebilmeleri için mücadele etmeliyiz ve bu konuda gerekeni yapmalı ve gerekli yardımları yapmalı ve yaptırmalıyız. Aramızda Ahlâklı, Adaletli olanları seçmenli ve yüceltmeliyiz. Geçmişi konuşmaktansa, gelecekten söz etmeliyiz, bugünü değil, yarınları görerek hareket etmeliyiz. Aramızdan stratejistlere imkân ve fırsat vermeliyiz ve onları bizler yetiştirmeli yön verebilmeliyizkısa-10 ve uzunvadeli -50 yıllık hedefleri gösterebilmeliyiz. Aramızda kötü niyetli insanları tespit etmeliyiz, bilmeliyiz ki, onların kusurlarından dolayı değil, bu güne kadar yapılması gerekenleri engelledikleri için aramızdan uzaklaştırmalıyız. Bu güne kadar neler yapılmamış, onları araştırmalı, bilmeliyiz ve neler yapılması gerekir onları söylemeliyiz ve bunları bir an önce hayata geçirmeliyiz. Bizler gözyaşları dindirmek için, yaralara mehlem olmak için, her yüke ortak olabilmeliyiz. Gençlerimize, sadece balık pişirmesini değil, balık tutmasını da öğretmeliyiz, insanlarımızı denizlere, okyanuslara açılmalarını sağlamalıyız. Aramızda Tek Lider değil her sokakta, her mahallede bir lider yetiştirmeliyiz, biz dünyayı yönetmek için oğullarımızı yetiştirmeliyiz. Bizim insanlarımız yani Bulgaristan Türkleri şahsi başarıları Türkiye’de belkide en çok olanlardanız. İşte artık bizler toplum olarak haklarımızdan yararlanmasını bilmeliyiz. Her şeyden önce siyasi haklarımızı toplum olarak kullanmalıyız, daha sonra ekonomik ve kültürel haklar onu takip edecektir. Hepimizin gördüğü gibi, tarihte büyük güçler çok defa kötü politikaların kurbanı olmuşlar ve bunlar devam edecektir. Bir toplumun Lideri olmadan hiçbir şey olmaz, bu lideri de toplum çıkarmalıdır. Siyaseti güvenilir, sevimli hale getirmek bizim hedefimiz olmalı, bu gün çok zor, imkânsız olarak görünse de, yarınlara umutla bakabilmeli ve baktırabilmeliyiz. Var olabilmemiz için, var kalabilmemiz için, öncelikle temel hususlarda anlaşma sağlamalıyız. Aramızda bir birimize güveni kaynaştırmalıyız ve samimi olmalıyız. Her şeyden önce özgüvenimizi kazanmalıyız, birlik ve beraberliği ön planda tutarak insanları insan oldukları için sevip saymalıyız. İçimizde barışı sağlayıp, tek merkezde bir çatı altına toplanmalıyız.


Makale ve Analizler - 2019

11

Bu çatı da “BULTÜRK Derneği” olmalıdır. Buradan tüm dünyaya sesimizi duyurabiliriz. Balkanlar konusundaki politikalarda etkili olabilmek için yolları aşındırmalıyız. Çünkü gelişmiş ve Bulgaristan’da etkili bir Türkiye Balkanlara tamamen hâkimiyet kurabilecektir. En önemlisi kararlı olalım ve birbirimize samimi, saygılı olmayı ve bir birimizi sevmeyi öğrenmeliyiz. Bizim derdimizi ve problemlerimizi en iyi anlayabilecek zaat bizden olduğunu idrak etmeliyiz. Bulgaristan Türkleri konusunda teşhisi bizler kendimizi yetiştirerek yetki mercileri alarak son noktayı biz koymalıyız, bu güne kadar ki eksikliğimiz budur. Ayrıca Balkanların anahtarı Bulgaristan’da yani Bulgaristan Türklerinden geçtiğini de öğrenmeli ve öğretmeliyiz. Sevgili dava arkadaşlarım. Kendimizde özgüveni, aramızda güveni ve merkezioluşturduktan sonra, kimsenin aramıza nifak tohumları ekmesi mümkün değildir. Bizim için önemli olan, eksiklerimizi bulmaktır. Geçmişi bırakarak artık bizler aydınlanma dönemine bir an önce geçmeliyiz. Halimizi tespit etmek çok kolay, gazete, dergi yayın hayatımız nerede, kaç gazete, tv, radyo bizimle ilgili haber yapıyor.Burada suçlu değil, sebepleri aramalıyız. Gelin bunları tartışalım, niçin bu güne kadar bir Bulgaristan Kültür Merkezi olmamış, bunu şimdi nasıl gerçekleştirilebiliriz, bunlara yönelik çalışmalar toplantılar yapmalıyız. Hedefimiz Türkiye Cumhuriyetini daha güçlü, daha huzurlu ve daha iyi yarınlara götürmek için olmalı. Güçlü bir Türkiye Bulgaristan da yaşayan Türklerede güven ve huzur verecektir, onların daha rahat yaşamalarını hep birlikte sağlayabiliriz. Bunlar zannetiğiniz kadar zor işler değil. Dünyada insanlar bir iş için değil, bir İdeal için hayatını feda ederler. Bunun için güçlü olmak sesini duyurabilmek için öncelikle bir Kurum ve bunun Merkezini oluşturmalıyız. Çünkü Merkezi olmayan hiçbir topluluk bir yerlere gelmesi mümkün değildir. Bu güne kadar konuşmalar tartışmalar yapılmış fakat bir ağıç ekilmemiş işte bu gün bunu yaptık BULTÜRK tüm Bulgaristan Türklerinin biz öncelikle sadece Bulgaristanlıyız. Bizler elimizdeki kıt kaynaklarla bir merkez oluşturmaya çalıştık, bunda da muhafak olduk. Bu merkeze ulaşmakta büyük güçlükler ile karşılaştık bu konuda bizlere yardımcı olan emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz. Ayrıca bizlere kendi yerini veren Mümin Hocamıza huzurunuzda kendisine tekrar tüm halkımız adına buradan teşekkür ediyoruz. Bundan son-


12

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

raki hedef de Türkiye’nin her yerine ulaşmak ve bu birlikteliği her yerde tesis etmektir. Bu merkezimizde artık kendimize ait bir kültür merkezimiz oluştu toplantı salonumuz da mevcuttur her 15 günde bir toplanıyoruz. Amacımıza ulaşabilmek için devletin bir şeyler yapmasını beklememeliyiz. Birlikten kuvet doğar Atasözünde olduğu gibi güçlerimizi birleştirerek devlet yönetiminde söz sahibi olmalıyız ve geleceğimize kendimiz yön vermeliyiz. Gençlerimizin devlete girmelerinin yolunu aydınlatmalıyız. Artık bizim de Ankara’da TBMM’de kendi temsilcilerimiz olmalı. Bizler de buralara kendi içimizden birilerini gönderebilmeliyiz. Aramızda birlik ve beraberliğimizi oluşturduğumuz takdirde kendi içimizde samimi olduğumuzda başarıların ard arda geldiğini göreceğiz bunu başaracağımıza eminim. İhtiyacımız olan tek şey kendi içimizde daha adaletli olabilmek. Sevgi ve saygılarımı sunarım, Genel Başkan Rafet ULUTÜRK


Makale ve Analizler - 2019

13

Zincirlerinden Başka Kaybedecek Şeyleri Yok

Yazan. Neriman Kalyoncuoğlu Yazı: İşçilerin Uluslararası Dayanışma Günü 1 Mayıs. Tarihteki adları PROLETARYADIR. Onlar, çocuklarından başka geleceğe bırakacak hiçbir şeyi olmayanlardır. Bir de hayatı üretenler. Yöneticilerin resmi çetesine alınmayanlar. Ve asla teslim olmayanlardır. 1 Mayıs birçok konuyu yeniden ölçüp biçmemize neden oldu. “www. bghaber.org” ve BGSAM yayınlarında son günlerde işlenen konu 26 Mayıs 2019 Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleriydi. 1 Mayıs İşçi Bayramı sanki birden bire geldi. Bulgaristan Müslümanlarının siyasi temsilcisi olan, Hak ve Özgürlük Partisi (HÖH-DPS) ve Sorumluluk, Hoşgörü ve Özgürlük İçin Demokratlar (DOST) partileri 1 Mayıs havasına giremedi. Bayram mesajı bile yayınlamadılar. Liderlerine göre, parti isimlerine takılan haklar, özgürlükler, sorumluluk, hoşgörü ve demokrasi değerleri, özellikle Bulgaristan gibi, tarihin motoruna bir türlü vites uyduramayan ülkelerde tüm emekçilerin, köylü kardeşlerimizin, memurların ve aydınların sokak ve meydanlara toplanıp, bayraklardan en güzellerinin dalgalandığı alaylarda nümayiş etmelerine vesile olmalıydı. Ne yazık ki, bu sabah sokaklar, suyu çekilen yaz dereleri gibi boş, meydanlara güvercinler bile konmadı. Yine bu sabah, 1914-2019 yılları arasında Avrupa Parlamentosu’nda görevli olan temsilcilerimiz Brüksel’den ayrılmazdan önce, “İşeyen Çocuk” anıtını ziyaret ettiler. çıplak anıta Bulgar milli giysisi giydirdiler. Sanzasyon arayan TV bültenlerinde birinci haber oldular. Oysa 1 Mayıstı Yüce emek ordusu günü Karanlığa kafa tutanların günü 1886’dan beri devam eden kavgada


14

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Hep genç kalanların günü… Barış, demokrasi ve güvenli bir gelecek için mücadele gününde meydanların boş kalması, çok üzücü ve çok düşündürücü… Hele “barış” ve “huzur”, hele “hoşgörü” ve “kardeşlik” biz Bulgaristan’da yaşayan azınlıklar için olağanüstü önemli. Fabrikalılarımız yakılıp yıkılıp satılınca sanki emekle sermaye arasındaki antogonizm öldü, yerine Bulgar milliyetçi düşmanlığı ile azınlıkların hayat kavgası arasında ateş parladı. Barış içinde, hoşgörü ortamında, yanyana, komşu komşu, yardımlaşarak, dayanışarak, birlikte mücadele ederek yaşamak varken! 2018’de de memleketimizde insan hakları, azınlık hakları alabildiğine çiğnendi. Faşizm yıllarında (1934-1944), totaliter komünizm döneminde (1973-1989) alınteri dökerken zulüm gördük. Göçe zorlandık! Vatanımızdan kovulduk! Daha önce azınlık nüfusun yaşadığı evlerin, mahallelerin yakıldığını görmemiştik… Şaşılacak iş, feci, çok acı, trajik olaylar karşısında, adlarında ve amblemlerinde hoşgörü, demokrasi ve sorumluluk olan partinin liderleri bir kınama mesajı yayınlamadılar. Tarihin yaralarını hayat pansuman eder aldatmacasıyla seyirci kaldılar. Hak ve Özgürlük diye diye ağızı eğirilenlerin partisi aleve ve ateşe sustu. Karda yürüyen çocuklara pabuç uzatmadı. Açlara aş göndermedi. Yaşamak, hayatı üretenlerin hakkıdır. Özgürlük onların nefes ettiği havadır. İnsanlar evde yaşar! Ev sahibi olmak vatandaşın en temel hakkıdır diyemediler. Yaşasın 1 Mayıs! Selâm yaratana! Tohumların tohumuna, serpilip gelişene selâm! Bütün yemişler dallarınızdadır. Beklenen günler, güzel günlerimiz ellerinizdedir, haklı günler, büyük günler, gündüzlerinde sömürülmeyen, gecelerinde aç yatılmayan, ekmek, gül ve hürriyet günleri. Meydanlarda hasretimizi haykıranlara,


Makale ve Analizler - 2019

15

toprağa, kitaba, işe hasretimizi, hasretimizi, esir bayrağımıza. Düşmanı yenecek işçi sınıfımıza selâm! Paranın padişahlığını, karanlığını yobazın ve yabancının roketini yenecek işçi sınıfına selâm! Selâm yaratana! Şahsi görüşüme göre, işaret ettiğim siyasi liderlerin kafasında sanki küflenmiş çivi var. Biz bugün işçi ve emekçi bayramını kutlarken, işçi sınıfını dayanışmaya davet ederken, Bulgaristan koşullarında eşitlik ilkesine göre azınlık haklarımızın, azınlık çocuklarını anadilde eğitim hakının yasallaştırmak, emekçilerin ve emeklilelerin bedava sağlık haklarını korurken, emeklilerimizin hak ettikleri emekli maaşlını almasını, işçilerimize Avrupa Birliği ortalaması ücret ödenmesi, gurbetçi işçilerimizin, hatta mevsim gurbetçilerimizin zorunlu sosyal, emeklilik ve sağlık sigortası olması anlamındadır. Ve bizi yönetenlerle kökten ayrılmışız öz kavgamızda: hiçbir şey istemedim şu dünyadan kendim için ne köşk ne araba ne para tükürmüşsem içine senin tapındığın o sıfatların satıyorsam emeğimi yok pahasına ben işçi çocuğuyum evladım benim davam başka dava…

Biz Bulgaristanlı Türkler 2019 yılında Chikago emekçilerinin 150 yıl önce yükselttikleri istekleri anımsatmakla yetinemeyiz. Bizim de 1989 Mayısımız var. Dünya emekçileri tarihinde kanla yazılmış sayfalarımız var. İnsan hakları savaşımızda şehitlerimiz var. 72 binimizin şahlandığında dalgalanan bayraklarımız, devam eden davamız var…


16

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bugünkü 1 Mayıs dayanışmasının özünde gurbet acısı, işsizlikle müvadele, dünyanın en güzel dilinde okuma yazma özlemi, ezilen ve kayırılan değil, hakları eşit bir vatandaş olmak istiyoruz, eşit emeğe eşit ücret, kadın ve erkek emeğine eşit ücret, çocuk emeğinin yasaklanması var. Arkalarında devlet olan partiler, azınlık işçi ve işsizlerin, özürlü işçilerin ve yetim işçi çocuklarının haklarını görünüz. Boyun eğmiş, razı olmuş Gömülmüşüz çamuruna alın terinin Mayasına hamuruna kara ekmeğin – bizi görünüz. Çalıntı emekle kurulan ve sefa sürdüğünüz, Denizde dalgaları sayarken, dağ evlerinde rüzgarın değişmesini beklerken, “Karşılarına eşek bağlasam, ona oy verirler” demişsiniz Siz bizi hiç tanımamışınız, tanımamışınız… Bulgaristan’da 1 Mayıs ilk kez 1890’da kutlandı. Sofya’da işçi gösterileri yapıldı. Nümayişlere Sosyal Demokrat Parti damga vurdu. 1918 yılında 1 Mayıs savaşa aleyhinde, barış ve güvenlik sloganlarıyla yürümüştü. 1939’da faşizm dal budak salıyordu, Çar Boris dayanamadı. 1 Mayıs işçi dayanışma ve ekmek kavgası gününe yasal izin getirdi. 1944’ten sonra 1 Mayıs bir tatil günü ilan edilirken, devlet tarafından resmi bayram olarak örgütlenip gelenekleştirildi. 1991 Anayasasıyla 1 Mayıs tatil günü olarak kaldı. Devlet bayram kutlamalrından ellerini çekti. 2019’da Sofya’da 30 bin kişi yürüdü. Avrupa Birliği’nde 2. Vites, düşük standart, uç beylik kalmak istemediğimiz dile geldi. Bugün biz batı AVM, Billa, Kaufland, Mall, Fantastiko ve birçok başka sıra dışı, kalitesiz mal satan merkezlerin, Amrikan askeri üslerinin, Wivacom ve Globul şirketlerinin, akıllı telefonların istilasındayız. Yudumumuz sayılıyor, her sözümüz dinlenip kaydediliyor, kendi suyumuzu parayla içen, zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri olmayan Avrupalıyız. Dünya insanıyız. Özgürlükler içinde köle durumuna düşürüldüğünün farkında olmayanlarız. Biz yeni prolelerleriz, geleceği devredecekleri soylarını ve kimliklerini kaybenden zavallılarız.


Makale ve Analizler - 2019

17

Memleket kokumuzu nefes edelim. Toplam –içte ve dışta – 3. 200. 000 emekçiyiz. Memleketimizde döktüğümüz alın teri ile ailelerimizi geçindiremediğimiz için yarımız gurbetçiyiz. Hayatı, dış ülkelerden gönderdiğimiz 1.5. milyar Avro ile yaşatabiliyoruz. 700 binimiz değişik hafif sanayi kollarında, 390 binimiz ticaret sektöründe, 176 binimiz sağlık sektöründe, 122 binimiz inşaatlarda, 117 binimiz ders odalarında, 111 binimiz bakanlık ve devlet ofislerinde, yönetim ve kontrol işlerinde görev alıyor. Bu sistem içinde azınlıklarımızın payı yoktan az. Bulgaristan’da azınlıklarla ilgilii istatistik yok. Bizim istatistiğimiz gizli. Bizde işsizliğin de açık ve gizlisi var. işsizliğin % kaç olduğu önemli değil, önemli olsn gençlerin işsiz olmamasıdır. Ticaret, sağlık ve eğitim sektörlerinde azınlıklardan çalışanlar olduğunu söyleyebiliriz, fakat devlet yönetiminde, polis, istihbarat, ordu, trafik polisi, güvenlik, bakanlar kurulu, bakanlıklar, ırk ayrımıyla mücade kurumu, denetim ve kontrol kurumları, komite ve komisyonlar vs biz Türklere koklatılmıyor. NATO’ya girdik ama bizden asker, subay, astsubay, yüzbaşı, binbaşı ve general ve amıral yok. Profesör var kürsü başı, dekan ve rektör yok. Doktor var baş hekim yok, öğretmen var Okul müdürü yok. Satrançta, güreçte, halterde ve daha birçok yarışma dallarında milli, Avrupa, Dünya ve Olimpiyat şampiyonlarımız var, ama antrönörümüz yok. Anadilimiz Türkçe, ama Türkçe öğretmenimiz, Türk okulu müdürümüz yok…. Bugün Bulgaristan’da 10 kişiden biri işsiz. İşsizlik yardımı alanların oranı yalnız % 28 ama aralarında Türk yok. Çalışanların % 28’i ağır fiziksel işte, en kalabalık grup Türkler, % 20’si ancak kol emeği kullanılan işte çalışıyor, onlar da zınlıklardan, emekçilerin % 60’ı işlerinden şikayet etmezken, % 20’si de iş koşullarından ve maaşlarından memnun, onlar ise Bulgar. Bizde ırk ayırımına ve ayrımcılığa karşı milli komisyon var, üyeleri Cumhurbaşkanı ve meclis tarafından atanıyor. Bu komisyon “ırk ayrımı” kütlesini kaldırmak bir yana yerinden kımıldatamıyor… Türkler kitle halinde kovulmazdan ve elinden iş gelenler ülkeyi terk etmezden önce (1988’de) Bulgaristan dünya sıralaması ekonomik gelişmişlik listesinde 36. Yerdeyken azınlıklardan eli ve aklı iş görenler gidince 88. Yere geriledi. Son 12 yılda çalışan işletmelerden % 50’sinin üretimi kalitesiz olduğundan dış pazara sürülemiyor. Ve biz umudu hep şiirlerde ararız: İşte şafak vakti, Mayıs ayındayız.


18

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) İşte aydınlık: akıllı, cesur, taze, diri, insafsız. İşte bulut: Kaymak gibi lüle lüle. Hava döndü, işçiden, işçiden esiyor yel. Hak ve özgürlük yeli, kıracak zincirleri! Bayramınız kutlu olsun. Okuduğunuz için teşekkkürler. Paylaşırsanız memnun olurum.


Makale ve Analizler - 2019

19

Şerefimizi Korumak Zorundayız

Tarih: 30 Nisan 2019 Yazan Nedim AKIN Konu: Bizim, kafası karışık, bize olan ofkesi taşmış, kini yüzüne vurmuş sapıklarla işimiz olmaz. Hak ve Özgürlükler Hareketi HÖH – DPS partisinin Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri aday listesinin açıklanmasıyla Bulgaristan’da Müslüman Türklerin yaşadığı köy ve şehirler sesizce kaynamaya başladı. Tepki var. Yoksullaşmaya, kör cahilliğin boy atmasına, adam kayırmaya, kartelleşme ile oligarşı baskısına karşı güç toplayan geniş halk hareketi yeniden diriliyor. Karadayı tarafından açıklanan listede asimilasyon politikasına devam, Türkleri siyaset dışı bırakma ve Türklüğümüze karşı kültürel kıyım sezenler çok hidetli. İktidar partisi GERB’ten sonra en fazla belediye başkanlığı ve köy muhtarlığı elinde bulunduran HÖH partisinin geçen hafta Sofya’da lüks bir otelde Başkan M. Karadayı ağızından AP milletvekili aday listesini resmen açıklamasından sonra, partinin yüksek maaşlı-yeminli kadroları siyah “Mercedes” araçlara atlayıp memlekete yayıldılar. Paskalye Bayramı, 4 gün tatildi. Hıristiyanlar yolda sokakta rastladıkları her kişiye “Dirildi!” selamını verirken, Türk ve Romen milletvekili de “Hakikkaten Dirildi!” dediler. Hatta Burgaz ili köylerine seçim toplantısına giden HÖH temsilcileri “Hıdrellez Kuzusu”ndan söz edince, salonlar boş kaldı. Her zaman 2 milletvekili çıkaran Burgaz ilinde yapılan toplantılara en fazla 20 kişi gelmiş. Soru sorma hakkı tanınmayınca ya da sorulan sorulara cevap verilmeyince köylüler evlerine dönmüşler. HÖH milletvekillerinin cevap veremediği sorlar: Liste başı olan M. Karadayı ile milletvekili D. Peevski seçilse de Beüksele gitmeyeceklerini şimdiden açıkladıklarına göre, onların yerine kim gönderilecek? Seçmen, hangi Türk adayın gönderileceğini önceden bilmek istiyor. Cevap bekleyen 2. soru ise şudur: Bu seçimde tercihli oy kullanıp, listeden 4 Türk adaya seçim kazandırılırsa, onlara karşı tedbir alınacak mı, cezalandırma olacak mı? Çünkü 2014 seçimlerinde Razgrat milletvekili Güney Hüsmen ile Blagoevgrad (Yukarıcuma) milletvekili Musa Palev’in başına gelenler unutulmadı.


20

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Listenin açıklanmasıyla gerginlik birdenbire yükseldi. Kırca Ali, Gerlovo ve Deliorman köylerinde HÖH-DPS partisinden çekilme var. Türk ve Müslüman seçmenlerle doğrudan temas kurarak ve kişisel vaatte bulunarak yürütülen propaganda bu defa tutmayacak gibi, ilgisizlik hat safhaya taşmış, geçim derdi halkı sıkıştırmıştır. 2017 seçimlerinden sonra, artık bütün toplumun görüp inandığı, yolsuzlukların, dalaverelerın, dolandırıcılığın, rüşvetçiliğin, haraca bağlamanın, yalandırmanın babası olan, devleti her gün kemirenler sürüsünün ana kurdu olan GERB Başkanı ve Başbakan Boyko Borisov ile 1913 yılında parti kongresi kürsüsünden patlak top gibi atılan, gizli servisin baskısıyla “ömür boyu onursal başkan ilan edilen” Ahmet Doğan arasında çok sıkı fıkı gizli bir ilişki gelişti. Bu bir çıkar ilişkisidir. Gizli oy pazarlığı anlaşmasıdır. Halka hisettirmeden devleti kıtır kıtır soyup yeyip bitirme ortaklığıdır. Bu tertibin ilk meyvesini, “ben buradayım sen korkma” anlamında, A.Doğan’a bir devlet taşınmazı olan Varna Termik Santrali’nin hibe edilmesinde görebildik. “Gizli işbirliği” liman projesi, gümrüksüz ithalat ve başka şekillerde derinleşiyor. Daha önceki analizlerimizde, GERB’in klasik parti yapısı olmayan, yeminli bir kalabalık olduğunu, toplam sayıları 200 ile 240 bin arasında değişen 3-4 kişilik hücre başlarının maaşa bağlı olduğunu yazmıştık. Bulgaristan’ı gezip dolaşsanız akşam saatlerinde GERP parti klüplerinden kapısı açık bulamazsınız. Bu hücre başları kendilerine bağlı olan partililerle görüşmelerini gizli yapıyor. Kahve ve rakılarını gözden kulaktan uzakta içiyor. Bu seçkinler deneyimli kişilerdir. Bu bakıma parti gizli polis gibi örgütlenmiştir. Her seçimde 1 100 000 – 1 200 000 bin oy çıkarabilmesi bu örgütsel yapıyla garantilidir. 12 yıl sonra GERB partisi PANDORA KUTUSU (sır kutusu) açıldı. 2013’te genç özgürlükçü O. Yeni Mahmedov’un A. Doğan’ın balonunu patlattı gibi, Boyko Borisov’un balonu 2019’da patladı. Paskalya Bayram törenlerine rağmen, Brüksel’den gelen son mektupta “gönderdiğimiz paraları çaldırmışsınız, ceza ödeyeceksiniz” dedi. Savcılık uyandı. Halkımızdan vergi şeklinde toplanan, Brüksele gönderilen ve oradan da “Fon” şeklinde “projelere göre” geri gönderilen paralarla Bulgaristan’da 746 denizde ve dağda misafir evi (konak) yapılmış, bunlar çalınan “Tarımsalfon paralarından” yapıldığından dolayı 106’sının hemen devlete devredilmesi veya parasının geri ödenmesi isteniyor. Aynı paralarla 260 yaht ve 56 uçak


Makale ve Analizler - 2019

21

alınmış ve bunlarla ilgili de denetim devam ediyor. Burada eşi görülmemiş, sınırsız bir küstahlıh var. En kötü olanı ise, bu paraların Türk tarımcılara gönderilmiş olması ve Doğan tarafından oligarşi hırsızlarına dağıtılmasıdır. Borisov’un sorgulama içinde bir kat daha aşarı inmesi gerekiyor. Milletvekilleri partileri değil, halkı temsil etmelidir. Avrupa fon paralarını gasp edip oligarh olanlar Bulgar politikacılarını satın alıyorlar. Mecliste “parti temsilcileri” köfte sofrasında, halkı temsil eden vekil yok. Yeni başlayan seçim kampanyasında parlayan ışıkta, milletvekillerinin partileri değil, halkın menfaatlerini temsil etmesi gerektiği ıfadesi güç topluyor. Seşmen seçim sisteminin değiştirilmesinde ısrar ediyor. Şu gerçek asla unutulmamalıdır. Bilindiği üzere, 2009 yılında Avrupa Birliği Bulgaristan fonlarını yolsuzluklar sebebiyle dondurmuştu. O zaman Borisov hükümeti AB fonlarını serbest bırakarak otorite yaptı. Şimdi aynı felaket onun başına geldi. Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP), Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) ve İkinci Semeyon Ulusal Hareketi (NDSV) 2009 seçimşerinde başlıca yolsuzluklar sebebiyle iktidardan indirilmişti. 12 yıl iktidar koklayamadılar. Hiçbir hükümete ortak olamadılar. Parantez içinde, altını çizerek hatırlatıyorum: 2009 seçimleri bir darbeydi. NDSV’yi dağıttı bitirdi. BSP’yi şu an meclis dışına çıkardı. HÖH-DPS ise, kurtuluş yolu olarak seçmen çıkarlarını satmayı, bir karayılan olan oligarşiye sarılmayı, son 2 yılda da liderler düzeyinde GERB ile gizli ilişkilerini sıklaştırmayı seçti. Doğan’ın deniz konağında yaptığı hesaplar. Doğan’ın Paskalya sabahı Bulgar ziyaretçileriyle boyanmış yumurta soyarken ağızından kaçan, “400 000 oyu garantili görebiliyorum” sözlerinda şu anlam gizlidir. İktidar partisinde çok kızışan, korku uyandıran ve seçim günü muhtemelen seçmeni evine kapayacak olan yeni durumda, HÖHDPS 400 bin oyla Brüksele 5 kişi delege edebilir. Ne var ki, HÖH partisinin köy ve mahallelerde, Kırca Ali, Blagoevgrad (Yukarıcuma), Sliven (İslimye), Silistre, Razgrad (Hazargrad), Ruse (Rusçuk), Haskovo (Hasköy), Plovdiv (Filibe) gibi aday yükseltmediği bazı başka merkezlerde, belediye ve muhtarlıklarda yaşayan toplam 50 bin kişi hayatından “memnun.” Bu kadrolar fişlenmiştirr. Geçinebilen bu kişiler poltitik aktiftir. Onlar çevresindeki 8-10 seçmenden sorumludur. Türklerin 1989’da tek dokuda kenetlenen örgüt biçimini kırmak için oluşturulan ve adına “yemlenenler” denen yeni yapılanma Brüksel’e 5 kişi göndermek için yemin etmiştir.


22

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Tabanda yemlenenler yapısı, parti yönetimini ve izlenen genel siyaseti etkileyebilecek güce sahip olmasa da, birbirine düğümlü etkin alt dokudur. Özellikle son 2 yılda Çingene mahallelerine saldırılarda evleri yakılanların, sokakta aç kalanların yurdu terk etseler bile işlerinde DPS’ye güven duygusu taşıdıkları ve Almanya’da Hollan’da ve Belçika’da düşmanlık hırsından beslenen bir kenetlenme oluştuğuna tanık oluyoruz. Mart 2017 seçimlerinde DPS’ye oyların % 30’dan fazlasını veren getto seçmenine tek umut “Doğan partisidir.” Bu yaygın ve kalabalık kitlede de 10 seçmenden bir sorumlu yapılanması biçimlenmiştir. Denizdeki dalgaları sayarken bu oluşumları yöneten Doğan’ın “400 bin” rakkamını emin telafuz ettiği dikkati çekmiştir. Bu seçimde yeni olan şudur. “Ömürlük onursal başkan”, 26 Mayıs 2019 AP seçimlerinden bir şey beklemiyor. Avrupa Birliği’nın bunalımlar içinde kıvrandığını çok iyi bildiği için, “fonlar” defterini şimdilik kapamış durumdadır. Konak, saray, yaht ve zırhlı araç teftişçilerinin onun kapısını çalmayacağını da peşinen biliyor. Çünkü kullandığı mal mülk kendi üstüne değil. Tüm evraklar Bulgaristan’a hiçbir zaman ayak basmamış “şahıslar” tarafından imzalanmıştır. Doğan şimdi önümsemediği AP seçimlerinde Bulgaristan Türkleri, Pomakları ve Romenleriyle yeni bir deney yapmak istiyor. Yeni bir siyasi formülden söz ediyorum. Doğan, bir Bulgar icatı olan ve Müslüman ve diğer etnik kitlenin kabul etmediği ve toplumu bir çatışma sınırına getiren “Bulgar Etnik Modeli”nden tamamen vaz geçmiş görünüyor. Ülkede yoksulluk ve buhranın derinleşdiği yeni dönemde, açık olarak görüldüğü üzere, liste başına zavalı başkan Mustafa Karadıyı ile DPS para kasası Daniel Peevski’yi yazmasında bir sır gizliyor. Anlaşılan, 30 Mayıs’ta bedava uçak biletiyle Brüksel’e uçma şansına sahip olacak (ALDE Başkan Yardımcısı İlhan Küçük hariç) Türk aday olmayacak. Kurulan sistem Doğan’a bu imkanı tanıyor. Seçmeni sıkıştıran megemenin dişleri şunlar: İş ve maddi çıkar beklentisi; partinin özünü ele geçiren oligarşik düzenden maddi menfaat kırıntıları elde edebilme; maddiyata dayalı baskı ve tehditleri azaltabilme; Türklere DPS dışında hayat hakkı olmadığı korkusunu şiddetlendirme; Milliyetçi Bulgar saldırganlardan gelebilecek şiddet korkusunu kamşılama; Türklerin bir tek siyasi partide örgütlenmesi gerektiği inancını besleme; yeni beliren liderlere güvensizlik; DOST partisi kadrosunun 2 ay önce dağılmasıyla oluşan yeni durumu özendirmek vs.


Makale ve Analizler - 2019

23

Hainlik siyasetini ısıtan medya. Durumu ustaca işleyen Bulgar dilinde yayın yapan şu basın ve sosyal medya araçları yayına başladı. Moskova’nın yarattığı ve güvendiği iş adamı Delyan Peevski ve “Bulgar Medya Grub” liberal merkez sağ çizgide yayın yapan “Telgraf”, “Monitor”, “Politika”, “ 24 Saat”, “169 Saat” gibi günlük ve haftalık gazeteler Bulgar kamuoyunda etkisi büyük yayınlardır. “Kanal 3” TV, “Pik TV”, “Pik Portalı” ve başka Bulgarca yayınların kitlesi geniştir. Halkı doğru bilgilendirmeye çalışan yayın merkezleri ise şunlardır: Hafta içinde 2.5, hafta sonunda da 3 saat Türkçe yayın yapan Sofya Radyosu. “Kırcaali Haber” elektronik portalı ve aynı isimle yayınlanan haftalık gazete. Türkler üzerinde etkili oluyor. Nesnel haber ve yorumlarıyla Türkiye’deki soydaşlar ve Bulgaristan’daki izleyici ve okur kitlesine başarıyla inen “www.bghaber.org” ile www.bulturk.net “Bulgaristan Türklerinin Sesi” gazetesi de etkisini arttırıyor. Bulgaristan Türkleri Stratejik Araştırma Merkezi BGSAM analiz eserleri, kitap, bülten ve diğer sosyal medya ve basılmış yapıtları büyük ilgi görüyor, Bulgaristan’daki gelişmelerle ilgili farklı görüşü, yönelimlerin nedenlerini, kişisel ve toplumsal çelişkileri ve doğru yolu bilgilendirerek açıyor. Anlaşıldığı üzere, 2014 AP seçimlerini olduğu gibi, HÖH partisinin 2019 AP seçimlerini de milletvekili Daniel Peevski finanse edecektir. O, geçen AP seçiminde (2014) 20 milyon Avro harcamış ve DPS’nin HÖH partisinin oyların % 17’sini alarak 4 AP milletvekili çıkarmasını sağlamıştı. 26 Mayıs’a kadar 25 milyon Euro ile kitleye ineleceği ama hiçbir parti vekilinin haracanan parayı geri ödemeyi garanti etmeden Brüksel uçağına binemeyeceği artık biliniyor. Türk adaylarda bu parayı ödeyecek birisi olmadığından, Moskova’nın ödeme yapması ve kadrolarını Avrupa Parlamentosuna yerleştirmesi öngörülüyor. Böylece Ahmet Doğan Bulgaristan Müslüman Türkleriyle bir daha oyun oynamış, gururumuzu ve Kimliğimizi ayak altına alması çok kırıcı oldu. O, böylece bizden isterse “jender” isterse “Bulgar”, isterse de “uzay adamı” yapabileceğini söyleyecek kadar küstahlaşmıştır. Bu sohpet Pazar kahvaltısında kırmızı yumurtalar soyulurken de açılmış ve “bu seçimlerde Türkleri anadan doğduklarına pişman edeceğim” demesi tiskinti uyandırmıştır. Bu sözlerin ne anlamına geldiğini düşünenler “Oy ver“meyeceğiz!” diyorlar.


24

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Demek oluyor ki, adaylardan ikisini seçmen değil, Saray’da sırtını kaşırken 2014 AP seçimlerinde olduğu gibi, şimdi de Moskova’dan delege isimlerin bildirilmelerini bekleyen Doğan sanki büyücülük yapıyor. HÖH aday listesi Sofya Birleşik Amerika Büyükelçiliği’nde onay bekliyor. Yakına kadar Peevski’nin Türkiye giriş yasağı vardı. Çevreciliğin farklı ödevleri mi var? Moskova’daki “BG Stratejik Analiz Ajansı” Hak ve Özgürlükler Hareketi de aralarında, sol ve sağ cepheden Bulgar partilerinin içine çevreci sızdırma siyaseti izliyor. Bulgaristan Türkleri yakın tarihini ve Bulgaristan demokratikleşmeye uyanış tarihinin 1989’dan beri geçirdiği aşamaları analiz ettiğimizde, siyaset çizgisinde kayma ve cephe değiştirme gibi tespitler dikkat çekti. Ayrıntıya girilince, Yeşiller ve Çevreciler Hareketi ön plana çıkıyor. Totaliter politik sahneye 1989’da Ruse (Rusçuk) ve Sofya’da çıkmışlardı. Ukrayna/Çernobil radyasyon bulutunu protesto eetmişlerdi. Romanya Magureli Kimya Fabrikası’ndan çıkan ve rüzgarla Bulgaristan’a gelen zehirli bulutlar 5 bin çocuklu anne evlerini terk edince bayrak kaldırdılar. Çevreci aydın hareketi böyle başladı. Önce Demokratik Güçler Birliği’ye (SDS) kümelendiler. Çevreci Prof. Petır Beron Başbakan adayı gösterilmişti. Totaliter gizli polis “DS” ajanı olduğundan dolayı onaylanmadı. 1990’lı yıllarda BSP sivil ortaklığına katıldılar. Mayıs 2013 – Ağustos 2014 BSPDPS ortaklığında kurulan bağımsız Başbakan Pl. Oreşarski hükümetinde Çevre Bakanı Bayan İskra Mihaylova oldu. 2014’te AP milletvekilliğinden vaz geçen D. Peevski yerini Brüksel’e gitti. AP milletvekili aday listesinde dörtüncü yerde yine Bayan Mihaylova’ı görüyoruz. Şu an Sofya HÖH İl Örgütü Başkanı bir çevrecidir. (Ahmet Doğan HÖH partisini çevrecilere kiralamış olabilir mi?) Bu arada GERP partisi Cevre ve Doğa Bakanı Neno Dimov da YeşillerÇevreciler karanlığından gelen biridir. Soldan ve sağdan siyasi partilere gömülen ve yönetime çöreklenen bu kadrolar aslında, sol marjinal bir ideoloji ve tavır sergiliyorlar. AP sandalyalarına akın etmeye çalıştıkları dikkat çekmeleri herkesi düşündürüyor. Şu sözler Doğan’a aittir: “AP’da hak ve özgürlükler fraksiyonu yok, ama çevreciler komisyonu var” Daha önceki yazılarımızda da bildirdiğimiz üzere, Rusya Federasyonu Güvenlik Örgütü (BRF) 1986 -1989 yılları arasında Bulgaristan’daki istasyon şeflerini ve güvendiği ajanları elden geçirmiş ve birçoğunu değiştirmişti. Yenilerinin kim olduğunu bilmiyoruz, fakat mücadele yıllarında canımızdan can kanımızdan kan olan Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) partimizin


Makale ve Analizler - 2019

25

Brüksel’e Rus ajanlarını taşıyan bir katır işlevinde kullanmasını asla kabul edemeyiz. Avrupa Birliği’nde ve parlamentosunda madur bir azınlık varsa, hakları, özgürlük ve kimliği gaspedilen bir azınlık varsa o da biziz. Uyanın arkadaşlar. İçimizden çökertilmekle kalmıyoruz, bizimle alay ediyorlar. AP seçim toplantılarına gitmeyen kardeşlerimi kutluyorum. Okuyun ve paylaşınız. Bizi izleyiniz. Yeni konumuz “İğrenç Suratlı Lider”. Hepinize teşekkür ediyorum.


26

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

27

Bulgaristan’da AP Seçimleri Ve Türk Partileri Tarih: 30 Nisan 2019 Yazan. Rafet ULUTÜRK Konu: Irmaklar akarken taşar, kurur ama yolundan şaşmaz.

Yağmur suyu ile bizde Rodoplarda çamaşır durulanır. Güneş yolunca geldiğinden o suyu kullanan giysilerin gıcır gıcır, parlak olduğunu söylerler. Dağ başlarında bulunan sular akıtılır, kurnalardan içilir, taş yalaklara dolup taşar. Kuyu sularımız ise acıdır. Bu hafta kitap raflarında “Jaz Isız Bir Ada Değildir” başlıklı kitap belirdi. Bulgar Jaz müziği üstadı Milço Leviev, diktatör Todor Jivkov’un “Jaz burjuva müziğidir, susturun şunları” emrettiği yıllarda Birleşik Amerika’ya kaçmıştı. Gidiş yolculuğunda belleğinin bir kenarına sakladığı “Krivo Sadovsko Horo” (Kıvrak Sadovo Horonu) notalarını Washington’da Jon Ebis Orkestrası’na sunmuş ve icra etmelerini rica etmiştir. Adı partisyon olan notalara eksiksiz müziksel can verme uğraşısı tam 1 yıl sürmüş, sonra onlardan çok güzel film müzikleri canlanmış… Leviev kitabında, Trakya müziğinde olan ama başka halkların müziğinde olmayan bir özellikten, “bölüntü araları eşit olmayan ritimlerden” söz ediyor. O, “eşit olmayan ritim aralarına” Amerika’da hayat vermekle, hayatını kazanmış. Halk sanatı, ilk bakışta, ilk kulak verişte, hamdır. İçilmeyen acı sular gibidir. İşledikçe ezilir, serpilip dökülür, gönüller ferahlar. Demek istediğim, Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri kapı çalıyor. Şurada bir aydan az zaman kaldı. Üyelerinin çoğu Müslüman Türk olan partilerimiz – Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH, DPS); Sorumluluk, Hoşgörü ve Özgürlük için Demokratlar (DOST); Hürriyet ve Şeref Halk Partisi (HŞHP) aday göstermedi; bu defa Bulgaristan’ın Avrupalı Gelişimi İçin Vatandaşlar, GERB-1 Türk ile Müslümanlığını öğrenememiş 1-Pomak Türkü; “Volya” İrade Partisi 1-Türk ve Bulgaristan’ın Kurtuluşu İçin Ulusal Cephe (NFSB) 1-Türk-Müslüman Romen gösterdi. Yani Bulgaristan’ın genel toplamında 25 Türk kimlikli kardeşimiz Avrupa parlamentosu Milletvekili adayı gösterildi ki, bu çok büyük bir başarıdır. Daha önce yapılan AP seçim sonuçları şöyleydi: 2007’de Bulgaristan Türkleri AP’da 4 milletvekiliyle temsil edildiler. 2009’daBulgaristan Türkleri AP’da 3 milletvekiliyle temsil edildiler.


28

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

2014’te Bulgaristan Türkleri AP’da 4 milletvekiliyle temsil edildiler. 26 Mayısta yapılacak olan Avrupa Parlamento seçimlerine Bulgaristan Türkleri ilk defa ikinci bir milli siyasi parti – DOST – listesiyle katılıyorlar. DOST partisinin № 16 ve HÖH-DPS partisinin de № 20 sıra numarasıyla katıldıkları seçimde toplam 318 AP milletvekili adayı yarışacak. Bulgaristan’da katılan parti sayısı 13, koalisyon sayısı-8 ve bağımsız aday sayısı da-6’dır. Bulgaristan’da seçim barajı %5.8 olup, toplam 17 milletvekili seçilecek ve Brüksel’de Bulgaristan halkını, gerçeklerimizi, planlarımızı, önceliklerini ve milli menfaatlerimizi temsil edeceklerdir. Son 12 yılda Bulgaristan’ı 51 vekil temsil etti: Son 12 yılda Avrupa Parlamentosuna gönderdiğimiz toplam 51 milletvekili, aralarından 11’i HÖH, DPS üyesiydi, ülkemizi, sorunlarımızı, beklentilerimizi ve umutlarımızı eski kıta yasama kurulunda gerektiği gibi anlatamadılar. Örneğin nüfusumuzun % 25’ini oluşturan Bulgaristan Müslümanlarını AP da tanıtıl(a)madı, AP’de konuşulan 27 dilde bir el kitabımız bile basılmadı. Şiir ve öykülerimizden, örf ve adetlerimizi anlatan eserler bir sergide bile yer almadı. Bulgaristanlı Türklerin yaşadığı köyleri süsleyen albümler de ilgi uyandırabilirdi. Ancak bir Balkan ülkesinden, isim değişikliyle, Güney Doğu Avrupa ülkesi olduk. Avrupa ana kentleri ve büyük devletleriyle değil, kuzey komşumuz Romanya ile yarışa girdik, boy ölçtük, sonunda her alanda olmak üzere Romanya tarafından da geri kaldık. Şimdi AB üyeleri arasında en geri kalmış, en yoksul, en cahil, yolsuzlukta eşi olmayan, adalet sistemi frene basmış bir ülke olarak yerimizde sayıyoruz. Tabi ki, son 12 yılda hiçbir şey olmadı demiyorum. Örneğin memleket boşaldı. Nüfusun yarısını dış ülkelere gönderdik, İş Allah gidenlerin hepsini zengin ve daha kültürlü dönmelerini bekliyoruz… En büyük özelliğimiz Avrupa Birliğinden (AB) 160 milyon Euro ile Türkiye ile devlet sınırımıza 3 metre yüksek dikenli tel örgü çekip gece-gündüz gören kamaralar monte edip sığınmacı ve kaçak göçmen selini durdurmaya çalışıyoruz. Şükür gelen yok. Şimdi bir çelişki içine düştük. Yunanistan’la sınırımız açık. Afrikalı göçmen seli bize yönelirse durdurabilmemiz için boydan boya tel duvar çekmemiz gerekecek mi? Brüksel’den para kopartmak için bunu anlatmak çok zor, çünkü verdiğimiz son dilekçeyle “Shen-


Makale ve Analizler - 2019

29

gen Bölgesi”ne yani sınır kontrolü olmayan AB devletleri kulübüne katılmak istediğimizi bildirdik. Bizi anlamadılar. “Shengen” sınırlarının tamamen sökülüp kaldırılarak atılmasını isteseydik, daha isabetli olacaktı. Çünkü bir AB üyesi olarak kendimizi “Shengen Bölgesi” içinde bulacaktık. Ayrıca milli para birimimiz olan Bulgar Levası’nın da kaldırılmasını ve yerine “Euro” kullanmak istediğimizi duyurduk. Onlardan ise şu cevap geldi: 2018’de Avrupa Konsey (AK) toplantıları Sofya’da Milli Kültür Sarayı’nda yapılırken “nüfusunuzun % 80’inin Latin harflerini tanımadığını saptadık, problem çıkmasın?” Hemen yazılı cevap gönderdik: “Gerekirse karne sistemine geçeriz!” Ne var ki, bizim Avrupa Parlamentosunda yaşadığımız sorunlar bam başka. Gönderdiğimiz milletvekilleri 12 senede AP Başkanlığına bir defa çıkıp, “Dış ülkelerde 3 milyon vatandaşımız var, bunların daha fazları AB ülkelerinde, 1 milyon vatandaşımız da Türkiye Cumhuriyetinde kalıyor, dış ülkelerde seçim örgütlemek çok zor, hepsine mecburi posta ile oy kullanma hakkı tanınsın!” d(iy)emediler. Çok önemli bir sorun da, AB üyesi olan ve tarihte devlet kurmuş, anadili, milli dili, dini, üretim, yaşam ve manevi gelenekleri olan, yerleşik yaşam tarzı sürdüren, kendi toprağında yaşayan, çalışıp geçinen, son asırda kendi kültürüyle, kendi halk kültürü, sanatı, edebiyatı ile yaşayan milli azınlıkların ÖZEL KÜLTÜREL UNİTE oluşturma hakkına, AB garantörlüğünde GÜVEN KREDİSİ isteyemediler. Bununla birlikte AB üyesi ülkelerin tüm azınlıklarından birer KOMİSER’in katılacağı bir AB KOMİSERLER KONSEYİ kurulmasını da öner(e)mediler. Bu bakıma BULGARİSTAN ROMANLARI MİLLİ KOMİSERLİĞİ kurulduğunu da bildirip, AB aylık bültenine yazdır(a)madılar. Milli azınlıklar konusunda önerilerde bulunulurken – devlet geleneğinden gelen, devlet kurmuş, devlet yönetmiş azınlıklar ve nüfusu azalan ve nüfusu çoğalan azınlıklar gibi ayrımlar yapıp bu konularda ayrıntılı bilgilenmek isteyen AB Komiserliğine önemli bilgiyi de sunmamışlardır. HÖH Genel Başkanı Mustafa Karadayı ile DOST partisi Genel Başkanı Lütfi Mestan ayrı ayrı verdikleri demeçlerde, AP milletvekilleri listesini hazırlarken gençlere, yabancı dil bilgisi olanlara ve yüksek öğrenimli ve yetenekli seçkinlere öncelik tanıdıklarını açıkladılar. Gençlere öncelik verilmesi çok güzel de, Brüksel uluslararası meclisinin hangi gruplarında çalışacak kadrolara ihtiyaç duyulduğunu bilmiyoruz. Çünkü HÖH kendisini ALDE üyesi sol liberal parti olarak tanıtırken, DOST da sağ liberal bir


30

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

parti olduğunu gizlemiyor. Demek oluyor ki, bu iki parti aslında öz olarak birbirinin kopyası gibi. Yukarıda yazdığım gibi, “Irmaklar akarken taşar, kurur ama yolundan şaşmaz.” Bunun somut anlamı HÖH ile DOST milletvekillerinin ALDE sofrasında buluşmasının kaçınılmaz oluşudur. Buradaki (mecaz) ırmaktır. Bulgaristan Müslüman Türklerinin insan hakları, azınlık hakları, ana dilde eğitim ve öğretim hakkı, eşitlik, eşit fırsat, hür olma, din özgürlüğü, Türk Kimliği, Türkiye ve diğer komşularla dostluk ve işbirliği vs temel erdemlerimiz uğruna verdiğimiz kökünde sapında ve yaprağında, tozunda ve suyunda ortak, bir asır süren mücadelemizden kaynaklanmıştır. Biz yetiştirdiğimiz iri ve küçük baş hayvanları Türkiye’ye mi Araplara mı satalım konusunda birbirimize düşemeyiz. “Moskova”nın 5. Kol Ordusu gibi saçmalıklarla anlatılan HÖH partisi F-16 amerikan askeri uçaklarının satın alınmasına oy verdikten sonra, Avrupa-Atlantizmi konusunda kuşkular kalkmış olmalıdır. Amerika askeri üstlerine Atom Bombası üslendirilmesine ve 100 kilometre arayla askeri poligon ve tesis kurulmasına hepimiz itiraz ediyoruz. Ahmet Doğan’ın AP milletvekili adaylarıyla görüşmeye katılmamasına gelince – iyi oldu da gelmedi. O artık ruhen yıpranmış olduğundan ve “dede” olmanın anlamını henüz tam olarak kavrayamamış olduğundan, bazı zayıf yanlarını iyi bilenler “ne olur gitme” demiş olabilirler, çünkü göze kestirdiği kızla evlenmenin de bir sınırı var. Geçen hafta Şumnu “Tombul Camii” dolayında Türkiyeli bir Hoca’yı anma törenleri yapıldı. Adam bize 70’inde gelmiş, 18’inde bir öğrencisiyle evlenmiş, 3 çocuk yapmış, anlat da anlat… bu işin ahlak tarafı yok mu! Yoksa yanlış mı düşünüyoruz? Valla bilemedim… Doğan’ın “Denize Bakan” şatoda tutulmasına gelince. Bu, Rusların Osmanlı’dan çaldığı bir usuldür. Osmanlı da, Namık Kemal’den Mithat Paşa’ya kadar çok kıymetlilerini ya kıyıda ya adada tutmadı mı? Ruslar hala bizi bir “istila” bölgesi gördüklerinden, bazı hususlarda 21.Yüzyıl aklına sığmayan işler yapabiliyorlar… Şu da asla unutulmamalı: HÖH ve DOST’un ikisinin de Programlarında liberal ve demokratik değerlere bağlı bir merkez parti olduğu ifade edilmektedir. Biz kendi özümüzden gelmeyen ideolojik fikirler ve çarpık dünya görüşleri için ailelerimizi, mahallelerimizi, gettolarımızı, köylerimizi parçala-yamayız.


Makale ve Analizler - 2019

31

Dilimizde büyük harfle yazılacak bir söz varsa, o da BİRLİKTİR. HÖH 2017 seçiminde oylarının üçte birini Romen seçmenden aldığını asla unutmasın lütfen… HÖH, DPS partisi bazen kaşınacak bir yer ararken, Bulgarlar’dan “yurtseverlik” öğrenmeye yeltenmesi anlamsız bir saçmalıktır. Bu toprakları VATAN olarak Bulgarlardan fazla seven bir millet varsa, o da biziz. Bu topraklar yani VATAN adına savaşlara katılmış, şehitler vermişiz. Vatanımızı Avrupa, Dünya ve Olimpiyat şampiyonluklarıyla şereflendirmiş-iz. Başımıza gelenler, çekilerimiz bir yana, Vatanımızın ak yüzünü asla kara etmemişiz. Vatanı olan bir halk olmak şerefi bize aittir… Bulgar meclisinde ve AP meclisinde ve komisyonlarında kafa karıştırmaya gerek yok. Biz Bulgaristan Müslüman – Türkler KALİTELİ VE DİSİPLİNLİ BİR AZINLIĞIZ. Temel hak ve özgürlüklerimiz tanınsın, Bulgaristan ve Bulgar halkı da bizimle birlikte rahat bir nefes alsın. Çok dil bilmek ZEKİ olmak veya DERİN DÜŞÜNCELİ olmak anlamına gelmez. Yabancı dil bilmek iyidir… Liderimiz zeki ve derin düşünceli, öngörülü olanlarımızdan çıkacaktır. Şu konuda ayrıntılı bilgi sunmak istiyorum. Atasözümüzdür: “……. …. gerdeğe girilmez!” Bu, akıl için, zeka için, öngörü için de geçerlidir. Vasıf dediğimiz (nitelik) bir insanda ya vardır ya da yoktur. HÖH ve DOST (kısmetse) milletvekillerinden AP’na giderken istenen nedir: Ana dilini, vatan dilini, töresini, tarihimizi, halk bilgeliğini, kültürünü ve derin erdemlerini bilmektir. Yukarıda yağmur, kaynak ve kuyu suyu örneğini bu nedenle verdim. Bu üçlü bir ayrımdır ama her zaman istenince kaliteli yeni bir BİR edebilir. Şöyle düşünelim: Diyelim ki seçildiniz. Dileğimizdir. İlk uçakla Brüksele indiniz ve protokol şefi sizi tanımak istedi. Ofisine buyur etti. Gittiniz. Oturdunuz, filtre kahvesi geldi. Süttü, şekerdi, “beyendiniz mi?” derken, size şöyle bir soru yöneltti: “Cumhurbaşkanınız R. Radev memleketiniz için ‘bataklık’ dedi. Bunu nasıl anlamalıyız?” Zor bir soru tabii: ‘Altı sakal, üstü bıyık….!” Söz konusu olan “bataklık.” Siz Avrupa Parlamentosunun bir arıtma tesisi olmadığını bildiğiniz için, arıtma tesislerinden önce su nasıl temizleniyormuş diye düşününce, aklınıza toprak ve hava gelir. Ve cevabınız şu olabilir: “bataklık suyunu toprak emerse su arınır, hava sıcak olunca da buharlaşır ve yine arınır…”


32

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Böylece yağmur, kuyu ve kaynak suyundan kaliteli su elde edilebileceğine işaret etmiş olursunuz. HÖH ve DOST da aynı kıstas ve değerler üzerinden analiz edildiğinde ve işe yaramayan sap çöp temizlendiğinde durulur ve kıvama gelmiş olur. İnanmanızı istiyorum, “bölüntü araları eşit olmayan ritimlerden” jaz harikaları yaratmak hepimizi bekleyen yeni büyük ödevdir. Kıvrak Sadovo Horonu temel yapan besteci M. Veliev’e Han Asparuh’un Tuna boylarına kaç ritim ve kaç şarkıyla geldiğini sormak isterim. Bizim atalarımız bu topraklara 300 ritim ve 100 makamla gelmişler ve bu melodiler 600 yıl hiç kimseyi rahatsız etmemiştir. Kurtların kudurduğu son yüzyıl hariç tabii. Gerçek ve gelecek öze dönmektir. Birlik ve Beraberlik ölümden başka her şeyi çözer. Hepinizin seçilmesi ve ruhunu satmadan halkıma yararlı olmanız en kalbi temennimizdir.,Okuduğunuz için sağ olun! Okuyanlar okumayanlara iletsinler. Vakit ayırdığınız için teşekkür ederim. Saygılarımızla,


Makale ve Analizler - 2019

33

İlk Müslüman Türk Devleti Kimdir? Raziye ÇAKIR

Herkesin cevabını bildiği bu sorunun aslında klişeleşmiş bir cevabı yoktur. Türk Tarihini gerekse İslam Tarihini yakından ilgilendiren bu konunun üzerinde durulması ve önemli kaynaklardan yararlanarak ortak bir noktada buluşmamızı gerektirir. Eğitim hayatımız boyunca doğru bildiğimizi sandığımız bir cevap olarak anlarız. ‘İlk Müslüman Türk Devleti Kimdir?’ diye sorduklarında sadece şu cevap aklımızdan geçer ‘Karahanlılar’dır. Aslında sorunun kökünü şöyle değiştirdiğimizde cevap doğruluk değeri taşır ‘Orta Asya’da Kurulan İlk Müslüman Türk Devleti Kimdir?’ Elbette ki cevap tartışılmasız Karahanlılardır. Fakat Türk Tarihi çerçevesinde baktığımız zaman Karahanlılardan öncede Müslüman olan devletin varlığını kaynaklardan görebiliriz. Gelelim sorunun cevabına ilk Müslüman Türk Devleti İdil (Volga) Bulgar Devletidir. Bu ismi önceden çok fazla duyduğumuz söylenemez. Çünkü bu konuda müfredat bilgisi bize ilk Müslüman olan devletlerin başında Karahanlılar geldiğini ifade etmştir. Tarih kaynaklarında aslında bu durum böyle yansıtılmamaktadır. Gelelim bu devletin menşeisine ve nasıl Müslüman olduklarına. Türkler İslamiyetle Hz. Ömer döneminde 642 yılında Nihavend Savaşında karşılaşmışlar ve Müslümanlarla temasa geçmişlerdir. İdil (Volga) Bulgar Devleti zamanında ise ilk adım atılmıştır. Önceleri bu topluluk Göktürklerin hakimiyeti altında yaşamışlardır. 630 yılında Göktürklerin fetret dönemi yaşamasıyla Bulgarlar bundan istifade edip, bağımsız bir devlet kurmuşlardır. Devletin uzun ömürlü olmadığını söyleyebiliriz. 665 yılında Hazarlar tarafından parçalanmıştır. Tuna Bulgarları ve İdil Bulgarları diye ikiye ayrılmıştır. Tuna Bulgarlar Balkanlara gitmiş ve zamanla slavlaşmış, Hristiyan olmuşlardır.Konumuz olan İdil Bulgarlar ise kuzeye doğru ilerlemişlerdir. Hazar Denizi’nin kuzeyinde İdil (Volga) Irmağı’nın orta havsazında kurulduğu için bu adla anılmışlardır. Birçok araştırmacı Bulgarların slav olduğunu iddia etsede, son yapılan araştırmalar sonucu Türk kökenli oldukları kaynaklarla desteklenmektedir. Coğrafi konumları ticarete uygun olduğu için ticarete önem vermişlerdir.


34

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Harezm ve Samanili Müslümanlarla ticaret yaparken İslam’ı tanıdılar. Ticaret sayesinde İslam dini Bulgarlar arasında yayılmıştır. Bulgar Hanı Abbasi Halifesine bir elçi göndererek, İslam’ı kabul ettiklerini, bu dini öğretmek için muallim ayrıca ibadet etmek içinde yapılması gereken cami, mescit ve kendilerini korumak için kale yapılmasını bunun içinde ustalar göndermesini söylemiştir. Böylelikle Türkler ilk kez bu zaman diliminde Müslüman olduğunu söyleyebiliriz. Bulgarlara saldıran Moğollar şehri yerle bir etti. Bundan sonra Moğollardan ayrılan Altın Ordu Devleti’nin egemenliği altına girmiştir. Böylelikle tarih sahnesinden her ne kadar silinmiş olsalar da, günümüzde halen onlardan izler olduğunu söyleyebiliriz. Alıntı: Kaynakça- Erdoğan MERÇİL, Müslüman Türk Devletleri Tarihi sayfa=27-30


Makale ve Analizler - 2019

35

Yolsuzluklar Partisi

Tarih: 28 Nisan 2019 Yazan Rafet ULUTÜRK Konu: GERB. AP(Avrupa Parlamento)seçimleri. İki adım ileri bir adım geri. 1990’da BKP kapandı yerine BSP geldi, yani tabela değişti. Çok sevilen BKP için göz yaşı döken olmadı. Marks, Engels ve Lenin’in eserleri üzerinde veda yemini de etmediler. 475 binlik bir iktidar partisinin dağılması dev bir kara yılanın inine girmesini hatırlattı. Arkada kalan kara bir korkuydu. “Dağılanların partiye bir telefondan yak” olduğunu bilmeyen yoktu. Totaliter komünist dönemden süzülen korku 1990’lı yıllarda dibe çöktü. Dağıldı. Birbirini tutmayan kişiler de yaşadı. Geçmişlerinden hesap sorulmasını diken üstünde bekleyenler korkuyla yaşamaya alışırken, merkez sağda Demokratik Güçler Birliği (SDS) belirdi. Ortada kalanlar 10 yıl bu körfezde kaldı. 2001’de Bulgaristan değişti. 1948’de Bulgaristan’dan kovulan ama 50 yıl yurt dışında kalmazdan önce, yaşının küçük olduğundan dolayı naibleri tarafından imzalanan binlerce idam cezası, 25 000 yargısız infaz ve toplama kamplarında kalanların ruhuyla yüzleşmekten korkmadan İkinci Simeon Saks Koburgetski kaçtığı Bulgaristan’a geri döndü. O güne kadar adalet davamızın yıkılmaz kalesi bilinen Hak ve Özgürlükler Hareketi, HÖH Genel Başkanı Ahmet Doğan, adının tarihe katranla yazılmasını kabul etti. XX. Yüzyılda Bulgaristan’da yaşayan Türklere ve diğer azınlıklara karşı işlenen mezalimi, zulmü, haksızlık ve kıyımı Pandora Kutusuna ebediyen kapadı ve suçlu ve katillerden hesap sorulmayacağını ilan etti. Tabi bunu yapması için Moskovayı ardına alması gerekirdi ve aldı. Zaten tüm yolunu Moskof aydınlatıyor o sadece yürüyordu… Komunist dönemde suçlular rahatladı; Komünist zulmü, baskıyı, terörü uygulayanlar, toplu cinayetleri bizzat işleyenler, sokakta, gösteri ve mitinglerde Türkleri kurşunlayanlar, 360 bin yurttaşımızı zorla sınır dışı edenler, toplama kampı, hapishane ve tutuk evi sopacıları,yani SDS körfezinde nefes alanların hepsi rahat nefes aldı ve başlarını sudan çıkardılar. Tehlike aşılmıştı.


36

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Komünizm yıllarında diktatör Todor Jivkov’un yakın koruması olan; 1989 yazını donanımlı bir itfaiye birliği ile Deliorman’da geçiren; II.Simeon’un önce koruması, ardından başbakan olmasıyla İç İşleri Bakanlığında en yüksek makam olan Genel Sekreter koltuğuna oturan Boyko Borisov, dip torttusunu uyandırdı. Boyko Borisov GERB’i kurdu 3 Aralık 2006’da Bulgaristan’ın Avrupalı Gelişimi İçin Vatandaşları, GERB partisini tescil edildi. Uzun bir merdivenin birinci basamağı olan, aynı isimle birkaç yıl önce bir STK olarak kurulan bu güç ikinci basamağa yani politik sahneye yükselmişti. İlk üç yıl parti başkanı görevini Tsvetan Tsvetanov yürüttü. O, 1987’de İç İşleri Bakanlığına alınmış deneyimli bir (Albay) Baş Komiserdi. Partinin gerçek başkanı ise Boyko Borisov’tu. Yıllarca baş kaldıramayanlar korkudan uyanmıştı. Ts. Tsvetanov’un GERB başkanlığını Boyko Borisov’a devrettiği konferansa BULTÜRK olarak davetliydik ve bizzat bir ekip ile birlikte katılım sağladık. 10 kişilik bir heyetle birlikte katıldık. Sofya ARENA kapalı spor salonuna 14 bin kişi toplanmıştı. Borisov “mantolama” ve “yol yapım işlerine” öncelik vereceklerini bildirdi. ”Hesap sorulursa” korkusuyla titreyenlerin mantolonup çehre değiştirmeye ihtiyacı vardı. Salondakilerin daha fazlası “gelmem telefonuna bakar” diyenlerin evlatları ve yakınlarıydı. Kuruluşundan altı ay sonra GERB seçime girdi. Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri katıldığı ilk seçim oldu. % 22 oy alarak, Brüksel’e 5 milletvekili gönderdi. İlk atılımda birinci parti oldu. 13 yıl önce bu zaferi sürpriz olan GERB 26 Mayıs 2019 seçimlerinde birinci parti konumunu koruyabilmek için 6-7 milletvekili çıkarmak zorundadır. 26 Mayısta bu başarıyı elde edemediği takdirde 2019 GERB için yükseliş basamaklarının sonu siyasi merdivenlerinden aşağıya iniş başlayabilir. (Birden mi yoksa yavaş yavaş mı o belli değil) 2009’da ilk parlamento seçimlerine Borisov liderliğinde katıldı. Yolsuzlukla mücadeleyi, yargı reformunu ve Avrupa-Atlantik kurumlarıyla bütünleşmenin hızlandırılmaya hedef göstermişti. GERB, o 2009’da gergin siyasi atmosferinde toplum tarafından adeta bir kurtarıcı olarak görüldü. Oyların yaklaşık % 40’ını, 240 sandalyeli Sofya meclisinde 117 sandalye elde etti.


Makale ve Analizler - 2019

37

Aynı yılın Nisan ayında yapılan AP seçiminde % 24 oy alarak yine 5 milletvekillini AB’ye Brüksel’e delege olarak gönderebildi. GERB birinci hükumetini merkez sağdaki Mavi Koalisyon ve Düzen, Hukuk ve Adalet Partisi (RZS) ile meclis dışından “Saldırı” (Ataka) partisinin desteğini alarak, azınlık hükumeti olarak kurdu. Son 10 yılda yapılan yerel, genel ve AP seçimlerinin hepsini GERB kazandı. Kendisinden hesap tutulamayacak duruma geldi. Ne var ki, 2014 ve 2017 erken seçimlerinde de olmak üzere, hiç bir dönem mecliste saf çoğunluk sağlayamadı. Ortaklık kurduğu partilerin suyunu aldı, hepsini çöpe attı. Hepsinin belini kırıp çöpe attı. Bunlardan biri 10 yıl körfezine sığındığı SDS’den dönüşen Reformcu Blok (RB) kurucularından Güçlü Bulgaristan İçin Demokratlar, DSB partileridir. Bu süreçte anlayabildiğim ve anlayamadığım sorular var. GERB kuruluş tezinde yolsuzlukla, organize suçlarla ve terörle mücadele vardı. GERB iktidarı üçlü koalisyondan devraldı. BSP Başkanı Sergey Stanişev Başbakanlığındaki hükumet HÖH görev süresinde ve NDSV’nin de katıldığı 3 partili bir ortaklıktı. (BSP, HÖH ve NDSV) Ülkede yolsuzluk ve organize suçlar, şiddeti esiyordu. 1944’ten önce dağa çıkan partizanların torunları pastadan pay istiyordu. Birçok bankacı, iş adamı ve siyasetçi öldürüldü. Yolsuzluklar yüzünden Avrupa Birliği (AB) fonları kesmişti. Başta halkın korkusu, bu nedenler, 2009’da GERB’in seçim kazanmasına yeterli olur veya olmaya bilirdi. Şöyle iş adamları kaçırılıyor, fidye isteyenler parmak, kulak kesip kaçırılanların yakınlarına gönderiyor. Milyonları istiyorlardı. Mağdurlar 2 metre uzun 1 metre geniş derin mezar kuyularda aylarca tutuldu. Yayılan yeni korku, hayat hakkını doldurduğunu sandığımız karayılan korkusundan daha büyüktü. Ülkeden kaçışlar başladı. Yatırımcılar bizden buz gibi soğudu. Yaz aylarında geçen Türk aileler güzergah değiştirdi. Bu olayların 2009 seçimlerini çok etkilediğini gördüm. Beni düşündüren bir şey daha vardı: “Anneme reklamcı olduğumu söylemeyin… O beni bir genelevde piyanist biliyor!” sözleriyle ünlü “Vaktın Birinde Seçimler Varmış” kitabını o zaman okumuştum. Yazarı Jak Segela (Jacque Seguela) 1934 Fransa doğumlu, hala yaşıyor. Bu yazar, ömür boyu politik liderlere seçim kazandırmış. 1981 -1988 yıllarında Fransa Cumhurbaşkanı Fransoa Miteran’ın (François Mitterrand) başarı sırrı kütüğü oymuş.


38

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan’a da uğramış. 10 Haziran 1990 seçimlerinde SDS’ nin, ardından Cumhurbaşkanlığı seçiminde Jelyü Jelev’in kulisindeymiş. O zaman, 1.2 milyon kişiyi coşturan “Zaman Bizimdir!” sloganı onun. 2001 yılında “Bulgaristan Koalisyonu” ile sosyalist partiyi politik sahneye geri taşırken, İkinci Simeon Sakskoburgotski’nin patlattığı “760 günde bütün sorunlarınızı çözeceğim!” balonu da Segela’nınmış. Sivri zekalı J. Segela’nın kitabından “Dayanışma” sendikası lideri elektrikçi Lech Walesa’yı halka mal eden bir alıntıyı sizin için seçtim: “N şehrinde “Dayanışma” mitingi başlamak üzereydi. Sendika lideri Walesa kürsüye çıkarken, ismi kalabalığın üzerinde dalgalanıyordu. Walesa ikinci cümlesini söylerken hoporlörler sustu. Gdansklı elektik teknisyeni moralini bozmadı. ‘Tornovida’ rica etti. Arızayı hemen giderdi ve sözüne şöyle devam etti: “Bu devlette ne kadar iş varsa, hepsine el atmam gerek!” Espri tuttu. Alkış tufanı koptu!” 2009’dan 2019’a Bulgaristan’da bütün seçimleri kazanan, akşam söylediğini sabah bozan Başkan Boyko Borisov’un sırını henüz çözebilmiş değiliz. Ekim Devrimi lideri Lenin’in “iki ileri bir geri” taktiğini uyguluyor, son zamanda izlenimi uyanıyor. Suçlu bulduklarını önce işten atıyor, askıya alıyor vs bekletiyor ve sonra geri alıyor. Sanki iktidar sofrasına yeni birini almak yasak… Önceliklerim “medeni hak ve özgürlükler, Avrupalılaşma, fırsat eşitliği ve refah” diyen GERB 10 yıldan beri Bulgaristan’da elle tutulur bir ilerleme kaydetmedi. “Medeni hak ve özgürlükler” konusunda çok kültürlü düzene geçilemedi. Etnik azınlıkların kolektif hakları tanınmadı. İnsan hakları ve özellikle azınlık hakları ayaklar altındadır. Çingene “gettolarında” kış ortasında ev yıkımı, yalın ayak çocukların karda kışta sokağa atılması toplumu sarsmıştır. Okullarda ve iş yerlerinde ırkçılık devam ediyor. Nüfusun %50’si cahil ve % 80’ni debil durumda vs. “Avrupalılaşma” Bulgaristan’da yanlış anlaşıldı. 1989’dan sonra Avrupa hak, hukuk, sosyal ve ekonomik koşullarının memleketimize geleceğine inananlar aldatıldılar. Avrupa kültürünü öğrenemedik. Avrupalıların turist olarak ülkemizi ziyaretleri bizdeki eğitim, öğretim, ahlak ve kültür durumunu değiştirmedi. Hiç bir şey olmayacağını anlayan gençler gurbetçiliği seçti. Genç aileler de yüksek sosyal yardım ve çocuk


Makale ve Analizler - 2019

39

parası için Avrupa metropollerini boyladılar. Kış Bulgaristan’da bahar, yaz ve güz Avrupa kır işlerinde çalışmak artık moda oldu. “Fırsat eşitliği” Avrupalılarla Bulgar vatandaşlarının fırsat eşitliğinden söz edilemez. Eğitim, bilgi, uzmanlaşma ve beceri düzeyi tamamen farklıdır. 1990-2000 yılları arasından Batı ülkelerine giden opera sanatçılarımızın bulaşıkçı olarak çalıştığını herkes öğrenmiş durumda. 280 bin ton tütün üretilen Bulgaristan’a 30 bin ton üretim kotası ayrılınca köylerimiz boşaldı ve İspanya, Almanya, Hollanda ve Portekiz pek çok aileye yeni vatan oldu. AB Bulgar tarımını dirilt(e)medi. Bulgaristan’da Hayvancılık ve teknik ürün üretimi ölümcül yaralar aldı. “Refah”, 2007 istatistiklerine göre, Bulgaristan AB ülkeleri arasında en fakir, en yoksul, en yetersiz, aileleri parçalanmış, asgari ücreti ve emekli maaşı en düşük, genç işsiz sayısı çok yüksek bir ülkeydi. GERB partisi son 10 yılda bu durumu değiştiremedi. Bu gün de AB ülkeleri arasından en yoksul olan biziz. Ülke nüfusunun % 40’tan fazlasını oluşturan azınlıklardan hiç birinin kendi okulu, kültür evi, sanat merkezi vs yoktur. Üstelik alt yapı, ana yol ve sözde iki yönlü yollar yapılacak bahanesiyle Avrupa’da en düşük olan emekli maaşlarına ek olarak ödenen sosyal yardımlar da 4 yıl boyunca kesildi. Ne var ki yollar yapılmadı, tüneller açılamadı, köprüler yapılmadı. GERP partisi nüfusun % 83-85’ini yoksulluk çizgisi altında yaşamaya zorlarken, 5 bin kişilik zengin bir zümre ve mali fırsatları ellinde toplayan 200 zangin aileden oluşan bir toplum yapısı oluşmuştur. 3 milyon vatandaşın Türkiye ve AB’de çalıştığı ve yaşadığı bir ortamda, posta ile veya İnternet üzerinden oy kullanma hakkı tanımadı. Birçok Batı ülkesinde Büyük Elçilik, Konsolosluk ve Ticaret ve Kültür merkezleri dışında seçim bürosu açılmasına da olanak tanınmadı. İşte bu nedenle insan haklarına saygıdan, hukukun üstünlüğünden, eşitlikten ve eşit imkandan vs söz bile edilemez. Bu gün Bulgaristan’da nüfusun yarısı anadilini konuşamaz durumdayken inkişaftan ve refahtan söz etmek yanlış olmaz mı. YOLSUZLUKLARLA MÜCADELE Komitesi kurdu. Netice, 2019’un başından beri ortaya çıkan gerçekler eskiden 1 çalanın şimdi 100 çaldığını gün ışığına çıkardı. Avrupa’dan gelen 24 milyar Euro’nun kayıplara karışması herkesi etkiledi. Hükumet katlarında “haraç sistemi” işlediği “daire, villa, konak, şato, saray” dalavere ve dolapları döndüğünü herkes öğrendi.


40

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu açıklamaların AP seçimleri arifesinde bilinçli olarak yapıldığına artık kimse inanmıyor, çünkü nereye baksan kokuşmuş. Ruşvetçilik babalarıyla ilgili “iki ileri bir geri” usulünün uygulanması, ülkemizde siyasi havayı değiştirdi. Yapılan kalitesiz yollardan biri olan “Svoge Kavşağında” 20 kişinin birden ölümü, 3 bakanın istifasına neden olurken, Borisov hepsini işe tekrar geri aldı. “Daire” hırsızlarının lüks konutları hepsinin elinde. 2015’te onaylanan Yolsuzluklarla Mücadele Stratejisi de sonuç vermedi. Bu gidişle “seçim şampiyonluğunu” elinden kaçıracak gibi. Bu arada, BTK bankasından 7.2 milyar leva çalınması, küflenmelerini beklemek için Rusya’ya nükleer reaktörler yaptırılması ve benzer derinliğine henüz inilemeyen dolaplar da yolsuzlukla mücadelenin GERB felsefesinden uzak olduğunu herkese göstermiş oldu. GERB partisi Yargı Reformu yapmayı üstlenmişti. Bunu da yapamadı. Normal Hukuk fakültelerini kapattı. Polis Akademilerinde hukuk okuttu ve yargıçları değiştirdi. Hem polis hem de yargıç olarak yemin edenler Bulgaristan’da sistemi kilitledi. Her yıl 2 daire alan yargıçların resimleri basına düştü. Bulgaristan’da 25 yıl sonuçlanmayan davalar var. “Belene” mağdurlarının açtığı davalardan hiçbirinden sonuç alınmadı. Adalet yedi kat yerin dibine gömüldü. Avrupa ve Atlantik kurumlarıyla bütünleşmeyi hızlandırma programına gelince, önce Bulgaristan’ın Rusya’nın güçlü gölgesi ve durdurucu ve gemleyici baskısı altında bulunduğunu itiraf etmek gerekir. Son yılda Bulgaristan hiçbir büyük AB projesi gerçekleştirememiştır.Rusya projelerinin hepsi de yarım kalmıştır. Davalar devam etmektedir. Günümüzde Bulgaristan AB’nin hiçbir jeopolitik projesi içinde yer alabilecek durumda bulunmuyor. Batı Balkanlar ve Makedonya’nın NATO ve AB üyeliği projesi de yerinde sayıyor. Demografik sorun, sosyal ve ekonomik durgunluk, yüksek işsizlik, etnik sorunlar, Romanların durumu, göçmen akımı tehlikesi ve daha birçok endişe uyandıran sorun ortadadır. Bulgar basınında “seçim tuzağı” olarak açıklanan yolsuzluklar suskunlarda bile sert eleştiri uyandırıyor. Yolsuzluk yapanların çalıp çırpılanın cezasız kalması tepki uyandırıyor. Kitle artık adalete uyanıyor. Totalitarizm döneminde işledikleri suçların hesabını vermekten korkanları için 1990’dan sonra saman dumanı içinde yada değim yerindeyse yüzen buzdağının altında kalmayı tercih eden ve ancak 10 yıl sonra başını dumandan veya sudan çıkarıp bakınmaya başlayanların plansız program-


Makale ve Analizler - 2019

41

sız partisi olan GERB zamanının dolduğunu fakt etti. Bakanlık ve kurumlardan 15 yüksek memurun askıya alınması buna kanıttır. Herken 2 ileri 1 geri taktiğinin nasıl ve neyle değişeceğini bekliyor. “Trend” sosyojik araştırma ajansı bugün – seçimlere 1 ay kala – anket sonuçlarını yayınladı. GERB partisinin reytingi % 33,6’dan % 30,5’e düşmüş. Sosyal medya “GER artık birinci siyasi güç değil” haberini yayınlamaya başladı bile. Karayılan deliğinden çıkar mı acaba, yoksa yaşlı partililerin telefonları kapanmış olabilir mi?! Bu da yeni konumuz olsun. Bu konumuz 26 Mayısa kadar devam edecek ve GERB siyaseti tüm yönleriyle ele alınacaktır. Okuyun ve okutun. Okudunuzu da dostlarla paylaşın. Okuduğunuz ve paylaştığınız için Teşekkür ederim.


42

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

43

Bulgaristan’da Kardeş Didişmesi Tarih. 27 Nisan 2019 Yazan: Rafet ULUTÜRK Konu: BSP GERB’e: “Sen dalaverecisin!” GERB BSP’ye: “Sen ise dolandırıcısın!”

Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri Avrupa Birliği’nin (AB) geleceği için “çok önemli” diyenler, mutlaka ama mutlaka “Bulgaristan’ın geleceği için kesin belirleyici olacak” ilavesinde bulunuyorlar. Hepsi, içinde bocaladığımız bunalımdan çıkma umuduyla yaşıyorlar. 26 Mayıs 2019’da Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) daha fazla oy alırsa erken seçim kaçınılmaz olacak ve Bulgaristan’da siyasi yönetim değişecek, öngörüsünde bulunanlar çoğalıyor. Ne var ki Bulgaristan’da bir program ve garanti veren kurum yok. 30 yıldan beri Viyana’da yaşayan ve her siyasi danışmanlıktan geçinen İvan Krıstev, “Avrupa’dan Sonra” adlı bir kitab yazdı. AB “dağılacak” demese de, bundan böyle “AB, eski AB olmayacak,” diyor. Savunduğu teze göre, “son 10 yılda AB çok değişti.” 1989’un “Batı Avrupası” yok, Doğu ve Güney Doğu Avrupa ülkeleri de Batı Avrupa olamadılar. “Brekzit” parçalanma ruhunu güçlendirdi. “Merkez ve çevre” teorisini doğdu. İki vitesli AB dendi. Bu gerçeğin ardında, AB üyesi eski sosyalist ülkeler aralarında birleşerek, AB tümör yumrusu altında ezilme tehlikesine birlikte karşı koyma fikri var. BSP Başkanı Bayan Korneliya Ninova, 2018’de Polonya, Çek, Slovak ve Macar dörtlüsünün Vişegrad toplantılarında bir araya geldiler. Krıstev, Viyana’dan AB’ni ve Bulgaristan’ı böyle görüyor. Biz Bulgaristan’ın ve Bulgar halkının değişeceğine inanıyoruz. Değişimin Brüksel’den gelmezden önce, memleketimizdeki değerlerin, geçmiş, tarih ve gelecek anlayışının değişmesiyle başlayacağına bel bağladığımız. Bunu defalarca yazdık. Yenilenme işliğinin kurulduğuna, örs ve çekiç arasında dövülen demire yeni su verenleri artık görebiliyoruz. Bir örnek. Kaynak – Fakti.bg, 27 Nisan 2019.) “Bulgaristan Eğitim ve Bilim Bakanlığı” (MON) Sofya’da 75 kişilik tarih öğretmeni gruplarına artık 10 seminer düzenledi. Sofya Üniversitesi, Blogoevgrad Güney Doğu Üniversiyesi, Bulgar Bilimler Akademisi (BAN),


44

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yeni Bulgar Üniversitesi (NBÜ) ve Şumen Üniversitesi’nden bilim adamları ilgiyle dinlendi. Konuşmalardan kısa bir alıntı: “Bulgaristan’ın ana düşmanı Rusya’dır. Bulgaristan’ın en büyük dostu Türkiye’dir. Türk köleliği yaşanmamıştır. Bulgarlar İslam’a gönülü geçmiştir. Bulgarlar çocuklarını Yeniçeri Ocaklarına seve seve vermiştir. Bulgar halkı İslav değildir. Bulgar tarihindeki en kötü devir 1944-1989 yıllarıdır.” Gerçek budur. Prof. Raya Zaimova, “Hristiyan ailelerin büyük sayıda çocuğu olduğunu, çocuklarından birini sevgi ve barış olması ve daha iyi yaşamak beklentisiyle Yeniçeri Ocağına verdiklerini” anlatırken şunlara vurgu yaptı: “Devşirme inkişaf yoludur.” Tarih değerlerine yeni ışık tutulması Bulgaristan’ın huzur yoludur. Ulusal İç birlik ve beraberliği sağlayacak, öfke, kin ve nefret söylemini söküp atacak tek ufuktur.” Bu tarihsel değerlerin öğretmenlerin 10. Sınıfta tarih ve medeniyet derslerinde öğrencilere anlatması ve öğretmesinin istenmesi Bulgaristan’ı bir Avrupa ülkesi yapacak ilk kesin ve kararlı gereklı olan adımdır. Bu gelişmelerin GERB döneminde ve AP seçimleri arifesinde olması ne güzel. Hepinizi kutlarım. Ufukta parlayan yeni bir ışık var. Bulgar kamuoyunun yeni oluşan önemli bir kısmı için, BSP, Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) ve “Ataka” ve “VMRO” gibi siyasi partilere oy verme tarihsel çarpıklıktan, maskeli gerçeklerden başka bir şey olamaz. Soygunculuğun, yolsuzlukların, çapulculuğun, dalevere, dolandırıcılık, rüşvet ve haraç toplamanın, ahlaksızlığın ve adaletsizliğin anlamında, bu illetlerin sürüp gitmesinden başka hiçbir şey aramamalıyız. Gerçekleri görebilmeyi sağlayan bu büyültgeç BSP partisinin de dünya görüşü, ideolojisi ve bakış açısı değildir. Bunu kabul etmek istemeyenler BSP partisi AP seçimlerini kazandıktan sonra da tarihin karanlığından çıkamayacakları gibi, geleceği asla göremeyeceklerdir. Oluşan ve kesinleşen yeni dünya görüşünde Bulgar kamuoyu BSP ile GERB partisi arasındaki uzlaşmazlığı şöyle açıyor. Bir “sol” parti olan BSP siyasetini belirleyen şudur: Daha fazla devlet, daha az özgürlük isterken, batıl görüşlere, totaliter komünist anıtlara çelenk ve çiçek taşır. Azınlıkların hak ve özgürlüklerini görmezden gelir. Türk kimliğini, diğer azınlıkların da geçmiş ve geleceğini – dilini, dinini, geleneklerini ve kültürünü tanımaz. Çözülmesi gereken düğüm budur.


Makale ve Analizler - 2019

45

Bir “sağ” parti olan GERB siyasetini belirleyense şudur: Daha küçük devlet, daha fazla özgürlük! Totaliter komünist anıtlara ve zamanı dolmuş değerlere çelenk ve çiçek taşır. Bulgar geleneklerini yaşatmaya çalışır. Azınlıkların hak ve özgürlük, adalet ve demokrasi isteklerini sömürür. Türk kimliğini, azınlık kimliklerini – dilini, dinini, geleneklerini ve kültürünü yok sayar. Uzlaşma ve anlaşma yolu, Bulgaristan’da içi zehir dolu çıban başlarının patlatılması ve yaraların ilaçlanmasından, savmasından geçecektir. 2007’de Bulgaristan Sosyalist Parti Başkanı Sergey Stanışev’in başkanlığında AB üyesi olsa da, Brüksel’in birlik içinde geçmişten kaynaklanan uzlaşmazlıkların (antagonizmin) aşılması kısmi programı, ülkemizde GERB hükümetleri döneminde hayata çarıldı ve uyguylanmaya kondu. Yürümedi. Ne var ki, bu çok derin ve başka bir konu. Sosyalistler, 2009’dan beri 10 seçim kazanan Bulgaristan’ın Avrupa Vatandaşları (GERB) partisinden Brüksel’e bu defa yalnız 1 milletvekili fazla göndebilseler, siyasi denge değişecek ve erken seçim kavgası başlayacaktır. Bizim için önemli olan şudur: Yukarıda işaret ettiğim yeyi yeni mayalanan müjdeli ortamı koruyup koruyamayacağımız, derinleştirilmesine olanak bulup bulamayacağımız ve ileri adımlar atma yolunu açıp açamayacağımızdır… Kavgamız karanlıktan çıkma ve aydınlık olma kavrasıdır. Bunu yoğun çabalarımıza rağmen, kendi başımıza zor başardık. Çırpınıyoruz… Dış baskı kaynağı arıyoruz. Bu baskı, Avrupa Birliği kaynaklı olabilir. Bizi eritip suyumuzu kavanozlara doldurmak isteyenlere bu fırsatı tanımamak öz ve kutsal ödev kavgamızdır. 2001’den beri DPS ve Müslüman Türklerin, bu arada T.C.’de yaşayan soydaşlarımızın oylarıyla 2 defa – (2005 -2009) hükumet kuran BSP partisinin yeni farklı bir açıdan olmak üzere, kimliğimizi tanımaya, ortak tarihimizi dünyanın kabul ettiği kıstaslarla kabullenmeye yanaşıp yanaşmayacağı konular arasında baş sorun olmuştur. BSP kimliğimizi kabul etmeyip totaliter eski kafalılar tavrında kaldıkça, yerinde saydıkça, hükümet değişirse aynı anda yine 30 yıl geri dönmüş olacağız. Bu konu, biz Türkler için, Sofya’da zenginleri ve siyasetçileri birbirine kırdıran “daire” dalavereciliğinden bir milyon defa daha önemlidir. Bizim kutsalımızdır. Türk kimliğimizden ödün veremeyiz. BSP zekası buna yanaş-


46

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

mayınca, mecliste ve hükümette, iyi ve kötü günde son dayanağı olan DPS mutlaka düşecek, çkkecek ve kendi mezarını kendisi kazacaktır. Okul kitaplarında Bu topraklarda Osmanlı köleliği yaşanmadı, Bulgaristan’da yaşayan Müslümanların hepsi Türktür, Türkler Türk ulusundan bir parçadır” yazdığında kapı pençere açılır, BSP beklediğini bulur ve hepimiz derin bir nefes almış oluruz. Binlerce kardeşimizin çekisi boşa gitmemiş olur. Vasil Levski, yalnız Bulgarların değil, Türklerin ve tüm Müslümanların ve azınlıkların ekmeğini yemiş, Türk dostu bir şahıs olduğu kabul edilmelidir. Bu devletin 1879’da Veliko Tırnovo şehrindeki Kaymakam Konağında toplanan Kurucu Meclisi delegeleri arasında 9 Türk ve 6 Müftü olduğu ders kitaplarına işlenmelidir. Bu devleti ortak kurduğumuz belgelenmelidir. Bulgar, Türk, Pomak, Romen, Makedon, Ulah, Gagavuz ve Tatar kardeşlerimizin yan yana oturup hiç kimse hiçbir şeyden çekinmeden birlikte söyleyecekleri bir şarkı en nihayet bestelenmelidir. Avrupa’daki birlik ve beraberliğimizin anlamı bu olmalıdır. Bunu yapamıyorsak, yapılabilmesine ortam ve olanak oluşturulmalıdır. BSP partisi totalitarizm prangalarını kırıp hürriyete serpilip açma olanağı sunamadıkça, otobüslerle “Buzluca” tepesine emekli taşıyıp miting yapmaktan ileri gidemez. Bu parti, Bulgaristan vatandaşlarının “çeşitlilik içinde birlik veya birlik içinde çeşitlilik” isteğini yansıtmalı ve ona hayat hakkı tanımalıdır. 130 yaşındaki BSP partisi bu olgunluğu gösteremiyorsa hayat hakkını yitirmiştir. Bugün nüfus içinde azınlık olduğumuzdan biz Türklerin başımıza gelenler, en geç yarın AB nüfusu içinde eriyen Bulgarların da başına gelecektir.(Başlamıştır) Unutmayınız mutlaka kapı çalan ses o o olacaktır. Bizim Türklerin bir ata sözümüz var; “Etme komşuna, gelir başına” Atasözümüzü Bulgar kardeşlerimize hatırlatmak isteriz. Ayrıca şu da unutulmamalıdır; Bulgaristan’daki etnik azıklıkların birlik ve beraberliğini engelleyenlere ceza da çok yakındır. Tarihi bilenler İslam dininin insanlara ortak çatı ve barınak olduğunu bilir. İnsan ömür boyu iyilik kapısı arar. Bu kapının AB olma olasılığı sadece bir umuttur. Amma bu Türklerde asırlarca var olduğunu zaten göstermiştir, tarih kitapları bu örneklerle doludur.


Makale ve Analizler - 2019

47

AP seçimleri yarışını meclis dışından yöneten ve yürüten BSP ile GERB iki kardeş partidir. İkisinin de kökleri Bulgaristan Komünist Partisi’ne (BKP) dayanır. BKP, bu bugünkü ana muhalefet BSP ve iktidar partisi GERB’in anası ve babası, dedesi ve büyük annesidir. 1890’larda beri tekerlene yuvarlana, legal, yarı legal ve illegal yıllardan geçerek, defalarca isim, program ve tüzük değiştirerek bugüne gelmişse, beklenen olgunluğu göstermelidir. Günümüzde “ben solum” diyen BSP ve ben “sağ merkezim” diyen GERB bir bütünün iki yarılarıdır, bir elmanın iki yarısı gibi. Aralarındaki didişmeli dengeyi sağlamayı başaran “kendileri mi?” yoksa tanımadığımız bir “dış akıl mı?” orasını da pek kestiremiyorum. Bildiğim bir şey varsa o da, GERB şu siyaset işini sanki daha ince bir ustalıkla başarıyor. Ağızına sülük kaçacağını ve sonra dilin altından, bademciklerin ardından çıkarılması çok zor olduğunu biliyor ki, bükülüp ayazmadan, taş bunardan su içmiyor. Suyun akarını arıyor. BKP parçalanırken bugünkü GERB’i temsil edenlerin “Müslümanların isimlerinin değiştirilmesi ve kültürel soykırım” suçları sorunlarını kabul etmeyişi, komünizm suçlarına süre tanımayışı, tütüncülere ödenen teşvikler, safran üretiminin uluslararası pazara taşımasını özendirişi, Cıhan Pehlivanı Koca Yusuf’a 4 metre anıt dikmesi, şampiyon kızımız Taybe Hüseyin’i 2018 Bulgaristan Sporcusu ilan etmesi, genç satranşçımız Nurgül Salimova’ya dünya şampiyonluğu yolunu açması hele de AP seçimlerinde öğretmen ve toplumcu kardeşimiz Asim Ademov’u aday olarak yükseltmesi, BSP’den beklemeyi hayal edemediğimiz kazanımlarımızdır. Bu arada, HÖH-DPS partisinin hıyanetçi ve DOST partisinin kimliksizlik ortamında 120 000 Türk seçmene Deliorman ve Dobruca’da Mart 2017’de el uzatması ve sosyal, ekonomik ve bazı kültürel sorunlatrın çözümünde ön ayak olması unutulur gibi değildir. “Kardeş” dediğim bu 2 siyasi parti (BSP ve GERB) 2016 yılından beri 26 Mayıs 2019 kapışmasına hazırlık görüyor. İkisi de “Benim iyi olmam önemli değil, önemli olan onun kötü olmasıdır” takıntısına yenik düşmüş. Aynı bataklığın içinde yüzerken benim yüzdüğüm sular daha temiz, serin ve tatlı havalarına girdiklerinde gülünç olduklarını fark edemeyişleri ise başka bir erdem…


48

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Avrupa Parlamentosunda, BSP, Avrupa sosyalistlerinin PES grununa, GERB de Avrupa tutucularının Halk Partileri (HP) grubuna katılıyorlar. 2014 – 2019 dönemi dikate alınarak yapılan öngörüde AP’nun yeni bileşiminde PES’in 168, HP grubunun da 186 sandalyesi olacağına işaret ediliyor. PES Genel Başkanı Sergey Stanişev seçime Bulgaristan’da katılacak ve BSP listesinde 5. yerde bulunuyor. Bu iki partinin ikisi de öyle körleşmiş bir durumda ki, etraflarını saran aşırı milliyetçi, marjinal, ırkçı ve faşizan sürünün yarattığı dertlerden baş kaldırıp aksan çivilerinin kaydığını; BSP’nin nasiyonal-sosyalizm koklamaya, GERB partisinin de orta sağdan sola kaydığını fark bile edemiyorlar. 26 mayısta her ikisi de Brüksel’de selamlaşma şansına sahip olsalar bile çok yakında populist milliyetçilin cilvelerine dayanamıyacaklarını duyumsamak bile istemiyorlar. 2014-2019 döneminde Brüksel Parlamentosunda oturan ve “aman ne olur bizi bir daha seçseniz” ricasıyla dönen milletvekillerinden rapor bile istenmedi. Düşüne biliyor musunuz, Avrupa’yı yönetmeye gönderdiğimiz kalabalık BSP-GERB son AP milletvekili ekibi BRÜKSEL meydanlarından birinde şöförlerle birlik olup GREV yaptı. Yani kendi kendilerini sıfırladılar. Yazılarımda defalarca köylüler şehirlilerin işlerini halledemez, bilmediği sorunları anlamaz, kakılıp kalır, dedim de anlayan yok… 19 Nisan’da geri dönerken AB yönetiminden elden getirdikleri mektupta “Adalet sisteminize maraton koyduk!” yazmışlar. Ne olduğunu kimse anlayamamış. Adamlar sizde “adalet yok, şu sorunu artık bir çözseniz” demişler. Ama adalet olursa dalavere olmayacak, dalavere olmazsa tüm memurlar bir maaşa kalacak… Bu olur mu bilemiyorum?. Demokrasi yokmuş kimsenin umurunda DEĞİL. Yeni konumuz: GERB partisine kurulan tuzaklar ve AP seçimleri. Dünya kurulduğundan günümüze herşey değişiyor amma bir şey hiç değişmiyor, o da bilgi. Evet bizim de en güçlü silahımız bilgi olsun. Teşekkür ederim. Okuyanlar dostları ile paylaşsınlar.


Makale ve Analizler - 2019

49

İslam’ı Müslümanlarla Veya İslam Devletleri Ile Yargılamak Nevzat ÖZTÜRK İlahiyatçı, Eğitimci Yazar

İslam, Allah’a kayıtsız şartsız teslim olmaktır. Müslüman olmak bu teslimiyeti kabul etmek, gerçek anlamda inanan yani mümin olmak ise bu kabulü, hayırlı ve güzel eylemler ile ortaya koymaktır. Çünkü Müslüman olmanın beraberinde getirdiği son derece önemli sorumluluklar vardır. İslam’ın istediği şeyler, her anlamda insanın aklını, vicdanını ve insanlığını harekete geçirecek ve onu erdemli ve ilkeli bir birey haline getirecek şeylerdir. İslam, insanın aklı, vicdanı ve doğası ile çatışan bir inanç sistemi değildir. Çünkü İslam olmak esasen insan olmak; insan olduğumuzu hatırlamaktır. İslam, insan olmanın onuruna, düşünebilen insan aklına, doğası bozulmamış insan ruhu ve vicdanına en uygun sistem olarak insanlığın ortak değerlerini içerir. Çünkü gerek yaratılışı gerek aklı ve vicdanıyla ancak insan varsa İslam’ın ve ancak İslam varsa insanın bir anlam ve değeri vardır. İslam’ın en büyük kurucu değerlerinden ve tüm peygamberlerle birlikte vurgulanan getirilerinden biri de ırkçılığın her türlüsünü reddetmesi ve üstünlüğü, ırkta, soyda, dilde değil erdemli ve ilkeli davranışlarda görmesidir: Ey insanlar! Biz sizi bir erkek, bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler kıldık. Şüphesiz Allah katında en üstün olanınız (sorumluluk bilinci ile hareket edip) duyarlı olmada en ileride olanınızdır. (Hucurat 13) İslam, insan içindir. İnsanı yaratılış amacına uygun bir forma sokup, yine bu amaca uygun yaşatmak içindir. İslam inanç sisteminin en temel ve evrensel ilkeleri ile vücut bulmuş hali dindir. Din, insana, insan olduğu gerçeğini hatırlatmak, ona doğru yolda ilerleyebilmesi için kılavuzluk etmek, hayatını anlamlı ve değerli kılmak, aklını ve vicdanını köreltmesine engel olmak için vardır. Allah insanı yaratmış, onu isteyerek bilinç ve irade sahibi olarak var etmiş, doğayı ve diğer canlıları da emrine vermiştir. Kuşkusuz bu, insanı değerli gören bir anlayıştır. Sahip olduğumuz değeri bize Allah vermiştir. Allah bize akıl ve kavrayış yeteneği vermiş ve bize doğru yolu göstermiştir. Bu gerçek karşısında şükredici ya da nankör olması ise insanın kendi tercihine kalmıştır.


50

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Modern dünyanın bize sunmuş olduğu bunca imkâna rağmen yine de derin bir sıkışmışlık, yalnızlık, doyumsuzluk ve tatminsizlik içinde olmamızın en öncelikli sebebi, Allah’ın kulu olduğumuz gerçeğini bir türlü kabullenemememizdir. Oysa bu gerçeğe karşı direnç göstermenin bir faydası yoktur. İnsan ismini, işini, evini, fiziki görünüşünü, ülkesini ya da dinini değiştirebilir ama Allah’a kul olduğu gerçeğini değiştiremez. Karşı konulamaz bu gerçeğe ne kadar dirense de insan, sonunda teslim olmaktan başka bir çaresi olmadığını anlar. Esasında insanın nefsî arzularına sürüklenmesi, başkalarına karşı büyüklenip kibirlenmesi, kendini herkesten önemli ve üstün görmesi ve bir gün öleceği gerçeğini düşünmek istememesinin temel sebebi, varlık amacını unutarak kul olduğu gerçeğine karşı direnmesidir. İslam dini, aklımıza ve yaratılışımıza uygun ilkeler içeren bir sistem olarak tarihin belirli bir dönemi için ya da indiği dönemin şartlarına göre gelmiş bir din değildir. İslam’ın sahip olduğu üstün değerler, insanlık var oldu olalı geçerli ve gerekli olduğu gibi insanlık var oldukça da geçerliliğini ve gerekliliğini koruyacak ve her zaman güncel kalacak ilkelere dayalıdır. İslam bir moda ya da heves değildir. Bu yüzden işlevselliği ve etkisi zamanla geçecek ya da ortadan kalkacak bir inanç değildir. İslam’ın son vahyi olan Kuran’ın bir dönemde indiği ve indiği dönem ile ilgili sorunlara da çözümler ürettiği bir gerçek olmakla birlikte, Kuran sadece indirildiği dönem için gönderilmiş bir vahiy değildir. Kuran’ın hükümleri ve ilkeleri indiği dönemde geçerli olduğu gibi o dönemden sonra da günümüzde de gelecekte de geçerli olacak hüküm ve ilkelerdir. İslam’ın kendisi ile İslam adına üretilen dini kültürü birbirinden ayırmak gerekir. İslam’ın kendisi, her zaman ve her dönemde geçerli olacak olan dindir. Dinin kültürü genellikle tarihin belirli dönemlerindeki etkileşimler, inanç ve kabuller üzerinden şekillenir. Dini kültürde değişim normaldir ama dinin kendisinde değişim söz konusu değildir. Allah’ın hükmü her zaman ve herkes için aynı şekilde geçerlidir. İslam dini daima mevcut çağın ilerisindedir ve her zaman ilerisinde olacaktır. Bugün yirmi birinci yüzyılın içindeki dünya, halen daha Kuran’ın yedinci yüzyılda getirmiş olduğu evrensel değerlere yaklaşabilmiş değildir. İnsanlık bu şekilde gittiği müddetçe kıyamete kadar da yaklaşması pek mümkün gözükmemektedir. İslam, üstün değerler sistemidir. Bu üstün değerler aynı zamanda hangi çağda olunursa olunsun ortak insan aklı ve yaratılışının olmazsa olmaz ilkelerine dayalıdır. Bu ilkeler modası ya da dönemi geçecek ya da şartlara göre deri ve renk değiştirecek türden ilkeler değildir.


Makale ve Analizler - 2019

51

Kuran’da geçen haramlar, günahlar, yasaklar ve sınırlar her dönemde aynı olduğu gibi, ibadetler, hayır ve iyilikler, inanan bir insana yakışacak erdemli ve ilkeli hal ve tavırlar da her dönemde aynıdır. Bu yüzdendir ki Kuran kıyamete kadar geçerli olacak son ilahi mesaj olarak Allah’ın insanlara bu dünyadaki son kelamıdır. Bugün Müslümanların çoğunluğuna bakarak İslam’ı doğru anlamak ve değerlendirmek mümkün değildir. Oysa Kuran-ı Kerim gibi muhteşem bir kitaba, Hz. Peygamber gibi muazzez bir örneğe sahip olan Müslümanların, hem insanlık hem de İslam adına örnek ve ölçü alınacak insanlar olmaları gerekirdi. Şüphesiz son derece güzel örnek olarak kabul edilebilecek Müslümanların varlığı da bir gerçektir. Gerçeği arayan herkes, İslam ile Müslümanların ayrımını en doğru şekilde yapmalıdır. Bunu yapmayan kişi kötü örneklerden hareketle Hz. Âdem’den Hz. Peygambere kadar gelen ve yaratılışımıza son derece uygun olan İslam inancını, akıl ve insanlık dışı kötü bir inanç olarak algılayacaktır. İnsanlığın kurtuluşu ve modern dünyanın beraberinde getirmiş olduğu hem inançsal hem de psikolojik, sosyal ve ekonomik problemlerin çözümü gerçek anlamda bir inanca sahip olmaktadır. İnsanlık bugün adaletten, merhametten, akıldan, ilimden, düşünmekten, sosyal hak ve eşitlik ilkelerinden, ahlaki ve estetik değerlerden, karşılıklı saygı, sevgi ve anlayış gibi güzelliklerden ve farklılıkların beraberinde getirdiği zenginlikten uzak, duyarsız, sorumsuz, ilkesiz ve bencil bir hayat yaşıyorsa bunun temel sebepleri Allah’ın, dinin ve ahiretin varlığını gerektiği gibi anlayıp kavrayamamış ve yaratılış ayarlarımızı bozmuş olmamızdır. Hiçbir insan ve hiçbir grup İslam’ın sahibi ya da temsilcisi değildir. Dinin sahibi Allah’tır. Müslüman, dinini başka kitaplardan değil Allah’ın Kitabı’ndan öğrenir, peygamberlerin örnekliğini kendine örnek edinir. Din Allah’ın dinidir. Dolayısıyla sahipsiz olmadığı gibi sahipsiz kalacak da değildir. Kimse Allah’ın dinine sahip olmaz. İnsanlar ancak Allah’ın rızasına ve dinine uygun bir insan ve inanan olmaya talip olabilirler. İslam, Allah’tan başkasına teslim olunacak bir din değildir. Her kim ki kendisine ya da bağlı olduğu grup ya da cemaate kayıtsız şartsız teslimiyet bekliyorsa o İslam değildir. Böylesi bir davet, İslami bir davet de değildir. Geçmişten günümüze çeşitli grup ve oluşumların kendilerini İslam’ın temsilcisi ve sahibi olarak gördükleri ve kendileri gibi inanç ve kabulleri olmayanları İslam dışı ilan ettikleri bilinen bir gerçektir. Oysa inanç, insanın özgür iradesiyle bireysel olarak vereceği bir karardır. Hiçbir Müslümanın, Müslüman olan ya da olmayan birini dini gereklilikleri yerine getirip getirmemesi noktasında sorgu suale çekme hakkı yoktur.


52

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Hesap günü bu türden soruları sorma hakkı yalnız Allah’a aittir. Allah, dinin tek sahibi olduğu gibi hesabın da tek sahibidir. Elçi olarak seçmiş olduğu kulları da dâhil olmak üzere hiçbir kuluna, din adına başkalarına hesap sorma yetkisi vermemiştir. İslâm perspektifinden hayata ve dünyaya baktığımız zaman, iki şeyi birbirinden ayırmalıyız. Birisi hem kuralların keşfi, hem de problemlerin çözümü bakımından Kitap” taki; ideal, mükemmel olan İslam, diğeri ise yerdeki, önümdeki, içinde bulunduğum şartlarda gerçekleşen İslam. Peygamber Efendimiz (s.a.), Allah”ın en mükemmel kuludur. Onun gibi ikinci bir Allah kulu yoktur. İslâmi değerlendirmelere göre Hazret-i Ebubekir”den başka bir Ebu-bekir de yoktur. Demek ki, o da bir zirvedir ve ondan sonrakiler onun altında sıralanırlar. Fertler için bu geçerli olduğu gibi nesiller için de geçerlidir. Mesela, sahabe nesli, tabiîn nesli, etbai tabiîn ve sonraki nesiller hayattaki İslâm”ın mükemmellik ve eksikliğine nisbetle zirveden aşağıya doğru sıralanmışlardır. Şu halde teori ile pratik, ideal ile reel arasında hep fark bulunmaktadır. Meseleyi “Devlet, İslami Devlet, İslam Devleti” kavramları açısından değerlendirdiğimizde; “Devlet, çok boyutlu ve soyut bir olguyu nitelemesinden dolayı bütün zamanlar için geçerli genel bir tanımının yapılması güç olan kavramlardan biridir. Bununla birlikte devlet, genellikle, “egemenliğe ve sürekliliğe dayalı siyasal yapı” olarak tanımlanır. Bu tanımda yer alan “egemenlik” kavramı devletin diğer nitelikleri arasında hukuki niteliğini önceleyen bir içeriğe sahiptir. Hukuki açıdan devlet, kendisini oluşturan parçalarından ya da unsurlarından hareketle tanımlanır. İslam, evrensel değerler içerir. İnsanlığın iki dünyada da mutluluğa ulaştıran etik ve ahlaki ilkeleri ortaya koyar. Kur’an bir anaysa veya yasa kitabı değildir. Kur’an iyi ve güzelin referans kaynağıdır. İnsanı yaratan Allah’ın iki cihanda mutlu olmanın temel esaslarını Peygamberi aracılığıyla duyurduğu kutsal metindir. Zaman ve mekâna sıkıştırılamayacağı gibi mensubu olanların davranışlarına indirgenemez. Müslümanların İslam’ı anlama ve yorumlama becerileri, kapasiteleri, hatta hayata uygulama deneyimleri “İslam” olarak değerlendirilemez. Hal böyle olunca, Müslümanlar tarafından kurulan ve isminin başına “İslam” getirilerek oluşturulan “İslam Devleti, İslami Devlet” tabirleri birebir “İslam” olarak düşünülemez. Hz.Peygamber in vefatından sonra uygulanan halife seçim yöntemleri, İslam’ın bir seçim veya devlet modeli dikte etmediği, bu hususları toplumların doğal yaşamı içinde oluşturacakları örgütler içinde belirlediği “evrensel ilkelerin” hayata geçirilmesini esas aldığını göstermektedir.


Makale ve Analizler - 2019

53

Kur’an, adaletin egemen olduğu ahlaklı bir toplumu hedeflemiştir. Kur’an’a göre iman, sorumluluk ve kurtuluş bireyseldir. Bilinçli bireylerden oluşan ahlaklı bir toplum, insanların özgür bir biçimde, güven içinde yaşayabilecekleri, temel hak ve özgürlüklere sahip olabilecekleri bir yapılanma tarzıdır. Bu sebepten, İslam herhangi bir devlet yapısı ya da rejim önermez. Kur’an’ın hedefinin ahlaklı ve adaletin egemen olduğu bir toplum inşası, siyasi meselelerin insana bırakıldığının en açık kanıtlarından birisidir. Kur’an, insanların “hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılmasını” ister. Bu birliktelik çağrısı, “Müslümanların kardeş” oldukları ilkesinin etrafında şekillenir. Birliktelik olmadığı zaman, güç kaybolur ve devlet elden gider. Kur’an, insanlar arasındaki tek üstünlük ölçüsünün “takva” yani “Allah’a yönelik bilinçli saygı” olduğunu belirtir. Kur’an’ın önerdiği temel siyasi ilkeler, devletin nasıl olacağı ve nasıl işleyeceği konusunda bize ışık tutmaktadır. Bunların başında adaletin sağlanması, işlerin danışılarak, şura ile yürütülmesi, işlerin ehline tevdi edilmesi gelir. Adaletin sağlanabilmesi için işleyen bir hukuk sistemine ihtiyaç vardır. Bu bakımdan Kur’an’daki hukukla ilgili olduğu düşünülen ayetleri literal bir hukuk metni gibi algılamak yerine, toplumda hukuk altyapısını oluşturmaya yönelik ilk adımlar, ilk çabalar olarak anlamak pek yanlış olmasa gerektir. Kur’an, açıkça dile getirmese de, toplumların devletsiz ayakta kalamayacakları gerçeğinin farkındadır. Ancak, başta devletin şekli ve nasıl işleyeceği olmak üzere, bütün siyasi işleri “insan”a bırakmıştır. Kur’an’ın kurucu ilkelerinden hareketle şöyle söylemek mümkündür: İslam devleti olmaz; ancak Müslümanlar içinde yaşadıkları ortamın gereklerine göre adaleti hakim kılabilmek için işleyen bir devlet kurmak durumundadırlar. Oluşan devlet de, bir din devleti olamaz. Bu devletin etkin olabilmesi gerekli olan hukuk kuralları da, aynı zamanda aklın da temel ilkeleri olan Kur’an’ın kurucu ilkeleri doğrultusunda insanlar tarafından mevcut şartlarda adaleti en iyi şekilde gerçekleştirmek ve ahlaklı bir toplum oluşturmak üzere insanlar tarafından yapılır. Kur’an’ın kurucu ilkeleri, akla uygun, anlaşılabilir ve geliştirilebilir ilkelerdir. İslam dini, fıtrata, yaratılışın yasalarına en uygun din olduğu için, akılla ve fıtratla çelişmez. İslam’ın olduğu yerde akla aykırı herhangi bir şeyin olması mümkün değildir. Kur’an nasıl Allah’ın bir ayeti ise akıl da Allah’ın bir ayeti olduğu için, aklın ve vahyin birlikte etkin olması gerekir. Devlet insanın insanca, güven içinde yaşayabilmesi için vardır. Adaletin, hukukun üstünlüğü bilincinin, temel hak ve özgürlüklerin olduğu, yüksek güven kültürünü esas alan, insanın yaratıcı yeteneklerinin özgürce etkin


54

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

olmasına imkân sağlayan bir devlet, adaletin etkin olduğu ahlaklı bir toplumun oluşmasına ve gelişmesine imkân sağlayabilir. Sonuç olarak; İslam’ın kendisi ile İslam adına üretilen dini kültürü birbirinden ayırmak gerekir. İslam’ın kendisi, her zaman ve her dönemde geçerli olacak olan dindir. İslam, üstün değerler sistemidir. Bu ilkeler modası ya da dönemi geçecek ya da şartlara göre deri ve renk değiştirecek türden ilkeler değildir. Bugün Müslümanların çoğunluğuna bakarak İslam’ı doğru anlamak ve değerlendirmek mümkün değildir. Gerçeği arayan herkes, İslam ile Müslümanların ayrımını en doğru şekilde yapmalıdır. Bunu yapmayan kişi kötü örneklerden hareketle Hz. Âdem’den Hz. Peygambere kadar gelen ve yaratılışımıza son derece uygun olan İslam inancını, akıl ve insanlık dışı kötü bir inanç olarak algılayacaktır. Hiçbir insan ve hiçbir grup İslam’ın sahibi ya da temsilcisi değildir. Dinin sahibi Allah’tır. Din Allah’ın dinidir. Dolayısıyla sahipsiz olmadığı gibi sahipsiz kalacak da değildir. Kimse Allah’ın dinine sahip olmaz. İnsanlar ancak Allah’ın rızasına ve dinine uygun bir insan ve inanan olmaya talip olabilirler. İslam, evrensel değerler içerir. İnsanlığın iki dünyada da mutluluğa ulaştıran etik ve ahlaki ilkeleri ortaya koyar. Kur’an bir anaysa veya yasa kitabı değildir. Kur’an iyi ve güzelin referans kaynağıdır. İnsanı yaratan Allah’ın iki cihanda mutlu olmanın temel esaslarını Peygamberi aracılığıyla duyurduğu kutsal metindir. Zaman ve mekâna sıkıştırılamayacağı gibi mensubu olanların davranışlarına indirgenemez. Müslümanların İslam’ı anlama ve yorumlama becerileri, kapasiteleri, hatta hayata uygulama deneyimleri “İslam” olarak değerlendirilemez. Hal böyle olunca, Müslümanlar tarafından kurulan ve isminin başına “İslam” getirilerek oluşturulan “İslam Devleti, İslami Devlet” tabirleri birebir “İslam” olarak düşünülemez. Hz.Peygamber’in vefatından sonra uygulanan halife seçim yöntemleri, İslam’ın bir seçim veya devlet modeli dikte etmediği, bu hususları toplumların doğal yaşamı içinde oluşturacakları örgütler içinde belirlediği “evrensel ilkelerin” hayata geçirilmesini esas aldığını göstermektedir. Diğer yandan, Müslümanların veya İslam Devleti olarak tanımlanan siyasal oluşumların uygulamaları İslam olarak değerlendirilemeyeceği gibi, bir grup Müslümanın veya devletin İslam’ı temsil edemeyeceği bilinmelidir. Aynı şekilde, bir Hristiyan veya Yahudinin olumsuz davranışı veya Hristiyan-Yahudi egemen güçlerince idare edilen devletlerin insanlık dışı uygulamaları ile Hristiyanlığı, Yahudiliği- mensuplarını yargılamak gerekir ki bu da son derece yanlıştır.


Makale ve Analizler - 2019

55

Ne Mi İstiyoruz?

Tarih: 26 Nisan 2019 Yazan: Rafet ULUTÜRK Konu: Bulgaristan halkının hayal ettiği AB Biz düğün telaşının başladığını haber verirken davullar çalıyor, deriz. Bir ay sürecek Avrupa Parlamentosu (AP) seçim kampanyasının başladığı duyurmaya uygun bir şey bulamadık. Avrupa Birliğinin (AB) milletler üstü marşı olarak kabul edilen Bethowen’in “Dokuzuncu Senfonisi” de işitilmedi. Uyuşuk ve maymaşık bir durumdayız. AP için 500 civarında aday 17 koltuk için yarışacak, adaylardan herhangi biri bir şiir yazıp okumadı. Adayların hüner ve vasıflarını henüz bilmiyoruz. Kulaktan kulağa gelen birkaç dil biliyorlarmış ama milli önceliklerimizi, milli çıkarlarımızı ve halkımızın beklentilerini bundan böyle öğreneceklermiş. Avrupa ülkeleri arasında yoksullar sıralamanın kuyruğunda olduğumuzu şimdi işitmişler. Fakat Birleşik Amerika / California’da “Beverly Hills” sayfiye şehrinde bir genç Bulgar vatandaşının 34.5 milyon US Dolar sayıp bir şato aldığını, bu “demokrasiye geçiş” yılları kahramanının ancak 30 yaşında olduğunu hepsi biliyor. 26 Nisan İsa Peygamber’in Çarmıha gerildiği gün, iki gün sonra Dirildiği Gün ve ardından 1 Mayıs İşçi Bayramı, 6 Mayıs Bulgar Ordusu Günü (HIDILLEZ) ve neredeyse vatandaşlar 10 Mayıs 2019’a kadar “Bahar Tatiline” çıkmış bulunuyor ve daha ilk günde 380 bin kişi araçlarıyla Yunanistan’a geçenler oldu. Bu Bayramların hemen hemen hiç biriyle Bulgaristan Müslümanlarının –Türk, Pomak ve Çingenelerinin–alıp vereceği olmadığından, sanki bütün propaganda onlara yönelik olacak. Bu yazım için aralarında parçalanmış, seçime ayrı ayrı giren ve milletvekili çıkarma şansı olmayan, fakat ellerindeki medya araçlarıyla saldırgan ve Türk-Müslüman düşmanı propagandaya şiddet kazandıracaklarını bildiğimden dolayı onlara eleştiren bir yer ayırmak istiyorum.


56

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

26 Mart 2017’de bu üç aşırı milliyetçi, faşizan güç sözde “Yurtsever Cephede” birleşerek, 29 milletvekili ile meclise girdi ve 3. Siyasi oluşumu biçimlendirdiler. hükümet ortaklığına tırmandılar. İkisi Başbakan yardımcısı oldu. Bu seçimde bu partileri birbirine düşüren iç siyaset değil, dış siyasettir. Emirlerinde “Skat” ve “Alfa” gibi 24 saat saldıran medya merkezleri var. Önce dördün dış siyaset hedeflerini görelim: Parçalanmak mı? Bütünleşmek mi? Büzülmek mi? Bu 4 partinin süregelen propaganda karakteristiği şöyledir: “Ataka”, İç Makedon Devrim Teşkilatı (VMRO); “Bulgaristanı Kurtarmak İçin Milli Cephe” (NFSB) ile “Volya” partisi farklı ideoloji ve kıstaslardan besleniyor. Bize göre, AP seçimi bir dış seçimdir. Ne var ki, bu gerçek Bulgar aşırı milliyetçileri ve ırkçıları tarafından tartışma konusu yapılıyor. Evet AB üyesiyiz, Avrupalıyız, dolayısıyla AP seçimi Bulgaristan için iç seçimdir görüşü öne atılıyor. Milliyetçiliklerini de “Avrupa milliyetçiliği” olarak yutturmaya çalışıyorlar. Dördü de federatif bir AB’yi çöpe atıp, milli devletlerin AB’si tezini savunup Fransa Cumhurbaşkanı Em. Macron’a ateş püskürenler 2-3 vitesli AB topluluğu istemediklerini ifade ediyorlar. Hem “Shengen” e girmek, hem de milli para “Leva”yı yakıp Avroya geçmekse istkleri arasındadır. Analizimize aşırı sağ uçlar kapısından girersek, Moskov sevdası çok şakıyan “Ataka” partisi, “Biz AB’den çıkalım. Sömürgeleştirildik. Bağımsız ve egemen bir devlet olalım!” sloganı yükseltti. Rusya’nın ilhak politikalarını destekliyor. “Alfa” TV programı 24 saat bunları anlatıyor. Paralı propaganda merkezleri halkın arasına, Bulgar milliyeti ile milli azınlıklar arasına nifak tohumları saçılıyor. Azınlıkların birliğinden korkuyorlar. Son dönemde iktidarda kalabilmek için rüşvetçi ve bozuk ahlaklıların yanında yer alıyorlar. Dolandırıcılık ve hırsızlıktan görevden alınanların hiçbir hakkında dava açılmasını, Adalet Divanı kurulmasını istemediler. Onlar Brüksel’den kopmamızı istiyorlar. Kuşkusuz AB’den uzaklaşınca, Rusya’ya bağlanmamızı önerecekler. NATO’dan çıkmamızda ve ülkemizdeki Amerikan askeri üslerinin de sökülmesinde ısrar ediyor. Son anketlerden onlar % 1 oranında umut aldılar. Bu parti 2009’da Brüksel’e milletvekili göndermişti. Buna rağmen, “Ataka” partisi Avrupa Birliği, Avrupa Parlamentosu, Avrupa Konseyi, NATO ve ABD aleyhinde propaganda ya-


Makale ve Analizler - 2019

57

pıyor. Kırım ve işgal edilen Ukrayna eyaletlerinin Rusya’ya kalmasını ve ABD ve AB yaptırımlarının da kaldırılmasını talep ediyor. Bu “anti-AB” ve Rusya lehinde siyasi tutum, 2017 erken meclis seçimlerine güya “Yurtsever Cephe”ye katılarak giren “Ataka”, “İç Makedon Devrim Teşkilatı (VMRO)” ve “Bulgaristanı Kurtarmak İçin Milli Cephe” (NFSB) üçlüsünün arasını da açtı. Bu seçimlere ayrı ayrı giriyorlar. Parçalandılar. Hepside ayrı liste ve program açıkladılar. Üçlüden ayrı biri olan VMRO partisidir. Bu parti tabanında, 1918 yılında Ege ve Makedonya’dan Bulgaristan’a göç eden savaş kaçakları var. Bu parti 1925’ten sonra Moskof merkezli Komintern’den yardım aldı. Şimdi AB ve NATO yanlısı bir program izliyor. Parti Başkanı, Başbakan Yardımcısı ve Savunma Bakanı 8 adet “F-16” savaş uçağı siparişini meclise onaylattı. Ayrıca AB’nin kendi silahlı güçlerini oluşturmasından yana çıkıyor. AB’nin sığınmacı ve göç alma siyasetine ise karşı çıkarken, 27 devlet birliğin milli devletler ilkesine göre örgütlenmesinde ısrar ediyorlar. Avrupa Parlamentosu ve Konseyi kararlarının milli devletler için zorunlu uygulama hükmü olmasına karşı çıkıyorlar. Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un “Shengen” çevresinin daraltılması ile üye ülke sayısının azaltılması siyasetini de kabul etmiyorlar. VMRO partisi Yönetiminin siyasi aktifliği dikkat çeken VMRO partisi, Avrupa Parlamentosunun bir yasama organı olarak çalışarak 27 ülke için uygulanması zorunlu kararlar alıp yasalar çıkarmasına karşı olduklarını gizlemiyorlar. Bu kurumun ancak komisyon üyelerini seçmesinde ısrar ediyor ve milli devletlere daha geniş yasama ve yürütme özgürlüğü istiyorlar. Bu parti 2014’te Brüksel’e bir milletvekili gönderdi. Anket sonuçlarında % 2.5 oranında oy görünüyor. 1944 -1989 yılları arasında VMRO partisi yasaktı. Bu parti 2007’den sonra AB ülkelerine vize satmak, yabancılara Bulgaristan vatandaşlığı, Bulgar kimliği ve pasaportu temin etmekle ünlendi. Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Milli Cephe (NFSB) Son yarım yüzyıllık tarihte aşırı sağ ucu, ırkçı ve faşizan bir esas üzerinde birleştirme sağlayan “Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Milli Cephe” (NFSB) partisinin Başkanı Valeri Simyonov 26 Mayıs seçimlerine liste başı aday olarak katılıyor. Milliyetçi görüşün biçimlenmesinde başat rol oynayan “Skat” TV sahibi olan bu şahıs, şiddetli Türk – İslam düşmanlı ile sivrilirken, her iki ortağından da farklı bir dış siyaset izlenmesinden yana çıkar-


58

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ken, bağımsızlık ve tarafsızlık sloganı yükseltiyor. Komünist geçmişin propaganda usul ve yöntemlerinden ve kadrolarından yararlanan bu parti 1913 Trakya göçmenlerinin 25 STK’sına dayanıyor ve kendilerini ırkçılığa kışkırtıyor. Hedef kitlesi Bulgar – T.C. sınır bölgesinde Rusgas, Yambol, Sliven ve Haskovo illerinde bulunuyor. AP’na girebilseler yeni Nazi milliyetçileri grubuna katılacakları açıktır. Halen hükumet ortağı olan ve Sofya meclisinde ortak siyasi grubu bulunan bu üç parçalı siyasi olgunun, son anket sonuçlarına göre, Brüksele temsilci gönderme şansı yok gibi… Yerli milliyetçilikten güç alan bu hareketin arkasına dizilen bir aydın sürüsü olduğu da gözden kaçmıyor. Volya partisi Moskova’ya ve aynı zamanda Fransa’daki sağ Le Pene hareketine sımsıkı bağlı olduğu bilinen, Bulgar parlamentosunda 9 kişilik grubu olan “Volya” partisi kurucu başkanı ve meclis başkan yardımcısı görevinde bulunan Beselin Mareşki de liste başı adaylardan biridir. O, NATO ve ABD askeri gücünün sürünerek Karadeniz ve Rusya’ya doğru yayılarak konuşlanmasından yana çıkarken, milli devletler AB’nden yana olduğuna vurgu yapıyor. Bulgaristan’ın “işgal edilmiş ve sömürülen” bir devlet olduğunu belirtiyor. Avusturya’daki iktidar partisi, Fransa’da “Le Pen Cephesi” ve İtalyan Mario Salvini “Liga” hareketinin “AB’de tarihsel değişiklikler” yapacağını savunuyor. Bu atılımın arkasında Rusya’nın mali kaynakları bulunduğu biliniyor. Lider Mareşki 2-3 milletvekillinden söz etse de, AP seçimlerine ilk defa katılıyor ve anketler alacağı oy oranının % 1.5 olacağına işaret ediyor. Bu parti K. Dalın HŞHP’den ayrılan Dr. Orhan İsmail’i aday gösterdi. 1976’dan beri AP seçimleri yapılıyor. 43 yıldan sonra üye ülke vatandaşlarından % 63’ü AB üyeliğinin ülkeleri için hayırlı ve yararlı olduğu görüşünü savunuyor. Bulgaristan’da nüfusun % 60’ı faydaları görürken, % 24 olumsuz yanaşıyor ve % 15’ı de görüş açıklamıyor. Şu da çok önemlidir. Kampanya esnasında AB üyeliği ile ilgili bir anket yapılsa seçmenin % 66’sı birliğin korunmasına oy verirken, % 17’si çıkmak istediğini, % 17’si de bu konuda görüş sahibi olmadığını açıkça beyan etmiştir.


Makale ve Analizler - 2019

59

Yukardaki Ataka partisi ve Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Milli Cephe AB’den çıkmak isteğini propaganda ediyor. Ankete katılanların % 51’i seçim gününü biliyor, %49 seçim gününü bilmiyorlar. AP yeni dönem çalışmalarına 2 Haziran 2019 tarihinde başlayacak ve önce Başkan, 14 Başkan Yardımcısı ve 5 idare amiri seçecek. Yeni konumuz: Sosyalistler BSP Avrupa Parlamentosu seçimlerine meclis dışından hazırlanıyor. Okuyun ve okutun. Okuyanlar çevresine anlatsınlar ve paylaşsınlar Teşekkür ederim.

İmaret Cami Filibe -Plovdiv


60

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

61

Kaşın Kaşıya-Bildiğin Kadar Tarih: 25 Nisan 2019 Yazan: Rafet ULUTÜRK Konu: Problemlerin problemi bilgisizlik.

Dünkü gün Avrupa Parlamentosu (AP) seçim listeleri resmen açıklandı. 25 Nisan 2019 tarihinde propaganda start aldı. XXI. asırda halkı kandırma kürsülerinden en güçlü olan TV ve sanal medyanın yürüttüğü ön çalışmalarda oluşan birinci tablo şudur: “Sava Haris” Ajansı tarafından 16-22 Nisan 2019 günlerinde evlerde yapılan anketin sonuçları: Brüksel’e 3 parti milletvekili gönderek. 1)Avrupalı Bulgar Vatandaşları Partisi (GERB) % 22.5; 2) Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) % 21.8; ve 3) Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) % 7.1. Baraj % 6. Bu araştırmada katılan diğer 9 siyasi parti ve 8 inisyatif komitesi % 2.5 otanının altında kaldı. “Volya” ve “VMRO” partileri %2.5; “Ataka” % 1.9; “Demokratik Bulgaristan” % 1.3 ve ABV Partisi de % 1.3 oranına takıldı. Bu verilerde son 2 ayda GERB partisine güven azdan aza düşerken, BSP partisininse durumunu koruduğunu gösteriyor. Ana muhalefet olan sosyalistler kampanyayı meclis dışından yürütürken, siyasi çevrelerde en saygın lider Başbakan Boyko Borisov, ikinci yerde BSP lideri Bayan Korneliya Ninova yer alıyor. Aday listelerinin açıklanması durumu değiştirmedi. Sosyalistlerin seçimden 1 ay önce başlattıkları ve kaşımaya devam ettikleri “dairedalavereleri” soruşturması birkaç, bakan, bakan yardımcısı ve kurum başkanı ile milletvekilini görevinden etse de, hükümet hala ayaklarının üstünde duruyor. Ne var ki, politik sınıfın kurumlara yerleşme hırsında soğuma izleniyor. “Dairedalaveresi” kurbanlarından olan GERB Haskovo milletvekili ve parti koordinatörü Delyan Dobrev meclisten ayrılınca sandalyesine oturacak adam bulunamadı.


62

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Seçim listesinde ardından gelen 3 kişinin üçü de milletvekilliğini kabul etmedi. Bu gelişme ya kısmi seçime ya da erken genel seçime götürebilir, çünkü iktidar partisi ve ortaklarının çoğunluğu yalnızca 2 oya dayanıyor. Kuşkusuz bunun olması için DPS liderlerinin kişisel çikarlar için milli siyasete ihanet etmemesi gerekir. Milli TV Genel Müdürü de istifa etti ve onun yerine de kolay kolay biri bulunamadı. Kimse “geçmişinin karıştırılmasını” istemezken, sırtını günümüz siyasetçilerine kaşıtıp sıvazlatmak da istemiyorlar. Kamuoyu sanki ön antlaşmalı bir hilleli durum olduğunu duyumsuyor. Başbakan’ın Borisov “daire haraç sisteminde” yakalananları istifaya zorluyor, fakat çalıp çırptıkları, masa altından aldıkları rüşvetler dolandırıcıların yanlarına kalıyor. Hiç biri hakkında cezai işlem başlatılmıyor. Bundan dolayı olacak ki, “Sava Haris” Ajansı verilerine göre, seçmenlerin % 44.5’i açıklanan “daire, yazlık, kışlık, apartman ve sayfiye dolandırıcılığı” seçim sonuçlarını etkilemeyecek, fakat 2017 seçimlerine katılmayan % 18,6, “rüşvet olaylarından” çok tiskinmiş ve bu defa sandığa gidecek. Aynı pasif kitleden % 16.3’lük oran seçim günü evinde kalacak; % 6.9 ise aynı nedenle bu defa oyunu başka bir partiye verecekmiş. Anlaşılan, politik bünyenin içine bir ağaç kurdu yerleşmiş ve özü kemiriyor. Kamuoyu bunu son yıllarda hissetti ama göremedi. Önlem de alınmadı. Bireyler ve toplum kurt katili olmaktan korkuyor. Kanımca, bu “kurdun” temel ödevi problem yaratmak, iktidarın cildi altına yerleşip onu rahatsız etmek ve eli sırtında hart hart kaşınmaktan farklı bir şey. Bu, iktidarı lekelemekten, gözden düşürmekten, haysiyetsizliştirmekten ve sürekli rahatsız ederek sığınacak delik aramaya zorlamaktan da öte bir şey… Yine benim görüşüme göre, pirelenmişlik havası yaşatan yüzeysel kaşıntının derininde Bulgar Ticaret ve Kooperatif Bankası’nın (KTB) soyulması var. Kaybolan para resmi rakkamlarla 7 200 000 000 (yedi milyar iki yüz milyon) levadır. Birinci Borisov hükümeti zamanında palazlanan ve tüm devlet işletmeleri sermayesini hesaplarında topladıktan sonra (İkinci Borisov hüküümeti devrinde – 2014) bir gecede çöken, sermaye sahibi ve banka müdürü Tsvetan Vasilev’ın Sırbistan Başkenti Belgrad’a kaçıp Bulgaristan’ı ikide bir çimdiklemesi ilginçtir.


Makale ve Analizler - 2019

63

O zaman Borisov ayak üstünde kalıp tutunabilmek için Batı Bankalarından 3.6 milyar Euro borç alıp, hesabında 200 000 (iki yüz bin) leva ya da 100 000 (yüz bin) Euro tasarufu olan vatandaşların parasını iade ederek, öfkeli bir Halk Ayaklanmasını önledi. Ne var ki, savcılık yıkılan KTB ağacını parçalayıp içindeki kurdu bulmadı, çıkarıp halka göstermedi, nasıl bir kurt olduğunu ve halkımıza ve devletimize ne gibi zarar verebileceğini anlat(a)madı. Kurdu ez€medi. Öldür(e) medi. Eski totaliter komünist ceset gibi bu KTB cesedi de 5 yıldan beri upuzun ortada bekliyor ve her birimizi korkutmaya devam ediyor. Olayın tarihçesi şudur. Türkçe tercümesinde “Bulgar Ticaret ve Kooperatif Bankası” (KTB) olarak bildiğimiz ve 16 yıl hizmet veren bu banka 1998’de Sofya’da kurulmuştu. O zaman Bulgaristan Başbakanı İvan Kostov’tu. O, Bulgaristan küçük ve büyük ölçekli endüstrisini gece gündüz özelleştiriyor, satabildiğini satıyordu. 16 bin işçi çalışan Sofya kenarındaki “Kremikovtsi” Demir Çelik fabrikasını “1 AB Dolara” satmıştı. KTB bankası bir Rus ve Bulgar Yatırımcı Şirket tarafından kuruldu. Yönetmenleri Bulgardı. Banka’nın Baş Muhasebecisi ileri derecede kekemedir. Halen devam eden ve çöken banka davasında çelişkili bilgi vermeye devam ediyor. Dostoevski eserlerinden beri Rus klasiklerinde rastladığım muhasebeciler hep kötürüm ve kekemedir. Anlam vermekte zorlanıyorum… 50 yıl sonra Moskova’nın Madrit’ten Sofya’ya getirip aç kalan Bulgar halkının umudunu kaşıtarak II. Simeyon Sakskoburrgotski’yi Bulgar hükümetine başbakan yapması da çok ilginçtir. Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komistesi Politik Büro üyesi olan Dimitır Stanişev’in oğlu Sergey Stanişev’e kömünist dönemi özleyenlerin sırtını kaşıyarak Başbakan olması da dikkate değerdir. KTB bankası bu iki Başbakana ve hükümete 10 yıl hizmet verdi. O yıllarda Bulgaristan Türklerinin ve tüm Müslümanların omurgasına yapışan karnını kaşıma işini üslenen DPS lideri Ahmet Doğan’ın kendi göbek bağının “DS”ye ve Moskovaya bağlı olduğu da yine o zaman gün ışığına çıkmıştı. O, yanına DPS milletvekili Delyan Peevski’yi alarak Multi Grup Holding paralarının bir kismini KTB bankasına akıtmıştı. O gün bu gün Borisov çöken banka krizinin yarattığı sıkıntılı durumu değiştiremedi. O, 2009 yılında Avrupa’nın en yoksul, fakir ve sefil ülkesi olan Bulgaristan’ın yönetimini üstlendi. Hiç vaatte bulunmadı. Durum değişmedi. 2019’da AB’de en yetersiz halk yine biziz.


64

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İşsiziz. 3 milyonumuz gurbetçi oldu. Konuk işçi olabilenler mutlu. Cumhurbaşkanımız Radev, durum değerlendirmesi yaparken ülkemize “bataklık” dedi. Bu bataklıkta kaşınacak sırtı da kalmadı. İkinci tablo 25 Nisan 2019’da açıklandı. Kampanya’nın daha birinci gününde, 10 yıldan beri ilk kez, huzur arayanlar durumu etkiledi. “Market Linke” Sosyolojik Araştırma Şirketi 12-24 Nisan günlerinde seçmenlerin hepsini kucaklayan bir anket yaptığını, 26 Mayısta seçmenin % 31,3’ünün BSP’ye oy vereceğini ve 10 yıldan beri bir sol partinin ilk kez % 0,4 fakla öne geçmiş bulunduğunu duyurdu. Habere ek olarak oynanan “daire oyunu” seçmenin % 60’ını “olumsuz” etkilediğini bildirdi. İktidar partisi ve ortakları için “olumsuzluğun” başlangıcı olan bu haberi, Londra’da çıkan “Financial Times” gazetesi de bir yorumla doğruladı. “Ruşvet ve dolandırıcılık, Bulgaristan’da günlük hayatın bir parçası olmuş, GERB duruma hakim olamıyor” diye yazdı. Bugün Bulgaristan Tarım Bakanlığı Yatırım Fonu Başkanı olan Bakan Yardımcısı Aleksandır Manolov da istifaya zorlandı. Ardından tutuklandı. 2013 yılından beri Bakanlık adına tamamen sahte mali evrak tanzim ettirdiği çocuklarının bakıcısı bir Bayanla işbirliği yaparak, yoksul bireysel çiftçilere destek olarak AB’den gelen 202 milyon Euro’ya el attığı ve bir şirin ırmak boyu vadisinde havuzlu şato kurdurması bir yana, kul hakkını Of Shor hesaplara gizlediği açıklandı… Bu olay devletin içinde KTB’den de farklı bir kurt olduğunu, uğur oluştuğunu ve belki de AP seçimlerinde Brüksele yerleşmek isteyen tafyanın ele başıları olan faşit, VMRO ırkçı partisi başkan yardımcısı, AP milletvekili Angel Cambazki; sözde “Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Cephe” partisi Başkanı, aşırı milliyetçi, milletvekili Valeri Simyonov; Rusçu “Ataka”; “Volya” (İrade) siyasi partisi Başkanı, ilaç ve akar yakıt tücarı, milletvekili Veselin Mareşki ve birbirlerini çimdiklemek bir yana neredeyse göz çıkarmaya hevesli liste başlarının en gözdeleri “Bulgar dalavere cenettinde” çete başı rolü görüyorlar. Olay böyleyken, AP seçimlerinde AB düşmanlarının ideolojik, politik ve örgütsel bir sel gibi eyleme geçmeye hazırlandığını görmeyen kalmadı. “Ataka” ve “Volya” NATO’dan çıkalım, faşist Valeri Simyonov AB’den çıkalım ve diğerleri de benzer sloganlar gölgesinde kaşınmaya başladığını görmeyen kalmadı diyebilirim.


Makale ve Analizler - 2019

65

Bu siyasi oluşumların birlik olması olanaksız gibi görünse de “Atakka” başkanı V. Siderov ile sözde “Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Cephe” partisi başkanı, aşırı milliyetçi, milletvekili Valeri Simyonov 2 gün önce Sofya Meclisinde “Türkiye’nin Bulgaristanın iç içlerine karışmasına engel olma antlaşması” imzalanması ise, birçok sözde “yurtseveri” bile şaşırttı. Başbakan B. Borisov kendini “iyilik meleği” göstermeye çalışırken ve dolandırıcıları ancak görevden uzaklaştırmakla yetinirken, hırsız çetesinin milyonca çekirge, tahta kurusu, pire, sirke, kurt, kertenkele, ve kırkayaktan oluştuğunu kabul etmek istemeyişi hayret uyandırıyor. O, korkmuş biri gibi susuyor… Ben, bu güne kadar kemirgenlerin yediği bir devlet hikayesi okumadım. Vatan bildiğim topraklardaki devletin kemirgen haşarata teslim olup çöktüğünü de, ne yazmak ne de okumak istiyorum. Vaktıyla “Rusyanın Altını” kitabını okurken “senet” dalaveresiyle soyulan Fransızların parasıyla Trans Sibirya Demir Yolu kurulduğunu öğrenmiştim. Nazi Almanyası istihbarat servisi Abwehr tarafından kendisine 300.000 Sterlin ödenen Çiçeron öyküsü de etkileyicidir, ama bir devleti yok edecek boyutta değildir. 2002-2012 yılları arasında komünist Cumhurbaşkanı Georgi Pırvanov ile komünist Başbakan Sergey Stanişev ve kaşarlı ajan Ahmet Doğan’ın mumunun yandığı yıllarda Ruslar bize bir “Belene” Nükleer Elektrik Santrali projesi sunmuştu. “20 milyar Euroya yaparız” demişlerdi. Hatırlıyorum herkes sevinçten kaşınmaya başlamıştı. Santralde çalışacak işçi ailelerine semtler inşa edildi. Çocuk yuvaları, okul ve sağlık merkezleri kuruldu. Santralin temelleri de kazıldı. “Göl” oldu. Artık 10 yıldan beri sazan balığı yetiştiriliyor. Başbakan Borisov bu tesise “bataklık” değil, “gölet” dedi. Ne var ki bu arada, Enerji Bakan Yardımcılarından biri nükleer santral sipariş belgelerini gizlice imzalamak zorunda bırakıldı. Ruslar jeneratörleri üretince, mahkemelere düştük. İster istemez Bulgaristan 1 362 000 000 (bir milyar üç yüz altmış iki milyon) Euro ödedi. KTB bankasında 7,2 milyar leva (3 milyar 600 milyon Euro); şu küf tutmaya başlayan atom santrali jeneratörüne ödenen 1 362 milyon Euro ve daha küçüklü büyüklü olaylarla geliştirilen mali-soygun-yöntemi ve 2007’den beri Avrupa Birliği’nden gelen 29 milyar Euro’dan halkımıza bir dilim ekmek parası düşmemesi düşündürücü değil mi?


66

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Normal insan çıldırır. Sabır kütüğü halkım kahramanlık gösteriyor. Yen bir araştırmaya başladım. “Linç” etme hareketi tutuşturan nedenleri öğrenmek istiyorum. AP seçimleri BGSAM ekibi için olağanüstü önemli bir konu oldu. Çarşafı kaldırıp pire yuvalarını yakmamız gerek. Bizi kaşındıran sirkeyse saçımızı sıfır numara kazıtmaya hazırız. Kabuğun altındaki tahta kurusuysa tüm odunları yakarız. Önlem almazsak bu illetler ve şiddetlendikçe kızışan har har kaşınma 3 milyon kardeşimizi yuvasından kovdu. Biz teslim olamayız! Bizi izleyin. Gerçekleri birlikte görelim. Kararlılığımızı bileyelim ve birlikte karar alalım. Seçimde her oy önemli, hatta kader belirleyicidir. Okuduğunuz için Teşekür ederim. Paylaşmayı da unutmayınız. Sıradaki konu: Bulgaristan halkının hayal ettiği AB.


Makale ve Analizler - 2019

67

Hıyanet

Tarih. 24 Nisan 2014 Yazan: Ertaş ÇAKIR Konu: Biz Ahmet Doğan ve tayfasına neden karşıyız? Eskiden insanlar istemediklerini cami kapısına bırakırdı. Halkta kısmet camiye iner, Cami Allah evidir, inancı vardı. Çimdi bakıyorum kundakta bebelerinden kurtulmak isteyenler, iki otomobil arasını, iki kapı arasını seçiyorlar. Halk tek kısmete inanmaz olmuş, iki kapıdan birisi nasılsa açılır ve kısmetini bekleyen umut ettiğimi bulur, nsibine kavuşura bel bağlamışlar. Bu, biz Bulgaristan Türkleri için geçerlidir? Başım zonkluyor. Üç kapılı bir meydandayız. Bulutlar bize döne döne geliyor ve döne döne kaşıp gidiyor. Hıyanet bulutu çöktü üzerimize… bir türlü kalkmıyor. Hıyanet, kutsal olan ne varsa, herşeye ihanet etmektir. Bizim en büyük kutsalımız Türklüğümüzdür. Kimliğimizdir. Müslümanlığımızdır. Dilimiz, dinimiz, vatanımız, atalarımızın ruhudur. Elimizden zorla alınan, yok edilen neyimiz varsa herşeyimizdir. Türk Türk doğar ama Türklük bilincini anasından, aileden, yakınlarından toplumdan alır. Anası Türkçe öğretmezse, nenesinden Türk masalları dinlemezse, Türk arkadaşlarla oynamazsa çöcuğun Türkçesi sakat kalır. Bilmem görmüş müsünüz? Bazen ağaca aşı yaparsan yalnız boynuz doğurur. Acımıza pansuman bezi gibi sarılan Ahmet Doğan da boynuzdan başka bir şey doğurmadı. Uzak bir gölge kaldı, gönülleri serinletmedi. İnsanlarımız kıza bir sürede onda hain yüzü gördü. O, 1994’ten sonra kendini çok başarılı bir lekilde maskeledi. Bizi yok etmek için onu aramıza sızdıranlara sadık kalırken, halkımızın öz davasına ihanet etti, arasız saldırdı, hainleştikçe hainleşti. Bu azgınlık Hak ve Özgürlük Hareketinin Kırcaali Konferansından sonra gemi aza aldı. Yönetimdekileretek tek hainlik aşılanmaya başlandı. Hepsi dönüp boynuz oluncaya kadar hainlikler eğitildi. Hak ve Özgürlük ruhu yok edilip değiştirildi. Hak arama, adalet kurma davası ihanete esir düştü. Özgürlük özlemlerimiz çevreci sevdalılarına hediye edildi. Adalet kavgamız unutturuldu. Demokratikleşmemiz ise yedi kat toprağın dibibe gömüldü. 19721989 yılları arasında mayalanan ve örgütlenen direşken ruhumuz 1995’ten sonra zorla söküldü ve yerine teslimiyetçilik zehrinden dolgu yapıldı.


68

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu dolgunun en kısır eserlerinden biri sahnedeki Mustafa Karadayı’dır. Ensesi bozuk patates kokan bu şahsın kabul edilmesi amacıyla önce kadro takımının hepsinin burnuna “koku almazlık” ameliyatı yapıldı. Burunları koku almaz oldu. Aynı dönemde aynı kişilere bir de “hırsız görmez” ameliyatı yapıldı. MULTİ GRUP hırsız çetesinin malına mülküne konan Delyan Peevski “hırsız görmez” milletvekili-ajanların avlusunda ve bahçesinde yetişti. “Hırsız görmezlerin” en büyük özelliği adalet bilmez hayvanlardan farksız olmalarıdır. Onlar için geçerli olan “ye iç yaşa” formülüdür. Bu arada, hemen söz hakkı isteyeceğinizi ve “bir ameliyat daha yapıldı, Lütfi Mestan’ı unuttunuz!” diyeceğinizi biliyorum. Bu da, “ Hele Türk parasıyla olmak üzere, bizden başka hiçbir kimse avantadan zengin olamaz!” ameliyatıydı. Şu “Makaz Kavşağındaki araba kazası”, olanların “karga karganın gözünü çıkarmaz” kuralına uygun geliştiğini birden bire ortaya koydu. Görüldüğü üzere, “kartonçe, ajan ve komiserlik” olaylarını şimdiye kadar iyi algılayamamışık. Bulgaristan’da komiserin anlamı şudur. “Azınlık partileri komiseri” anlamını taşır ki, artık bizim “Komiser Karadayımız”, Komiser Mestanımız” ve “Komiser Dalımız” olduğu gün ışığına çıkmıştır. Güney Hüsmen ile Oktay İsmail terfi bekliyorlar. Halen kapılar kapalı. Lütfi Mestan’ın Türkiye’de nüfus kaybettiğine bir örnek verelim: 26 Mart 2017 seçimlerinde Bursa’dan kalkıp “Kapı Kule” sınır kapısını geçince durdurulan ötebüsten indirilen ve tüm yasalara rağmen tartaklanan Alfatlı’lı (Nanavitsalı) yaşlı bayanı bilirsiniz. Bu olay dünyanın gözü önünde olmuştu. Otobüstekilerden tanıkları vardı. O zaman Baş Savcı Tsvetan Tsvetanov L. Mestanı Başsavcılığa çağırdı. Otobüsteki T.C.’li soydaş tanıklardan 5 resim çıkardı. Al şu resimleri git Bursa’ya ve şu 5 kişiyi bana buraya tanık olarak getir, ben aşırı sağvı parti Başkanı Valeri Simyonov’un içeri atayım” demişti. Lütfi Mestan Bursaya gitmesine gitti, ama ardından kimse gelmedi. Tanık olmayınca daha açılamadı. V. Simyonov da Başbakan Yardımcısı ve “azınlıklar komisyonu başkanı” görevine atandı ve görevinden alınana kadar bildiğini okudu… Olayların biryüzü de böyle… Biz kendi gölgemizden korkmaya devam ediyoruz. Bu korku aşılmadan hiçbirşey yapamayız… Şimdi AP Türk milletvekilliğine terfi edecek HÖH’lü köylü genç adaylarımızın Sofya’ya toplantısı yapıldı. Onlar körpecik önce ameliyat odası olarak kullanılan bir karanlık odadan geçirildiler. İtiraf etmeseler de, ben bu işi biliyorum. O odada ayrı ayrı hepsine “b.k” koklatıldığını da biliyorum. “Nasıl!” “Yenir mi?” “İyi kokuyor mu?”, “Sevdin mi?” sorusuna hepsi akıllarınca “Olumlu” cevap verdiler. Onu da biliyorum. Aynı karanlık odada susayan-


Makale ve Analizler - 2019

69

ların yine ayrı ayrı hepsine aynı “bira” sunuldu. İçtiler. Ceketlerinin yeniyle ağızlarındaki tuzlu köpüğü silerken hepsine “Nasıl beğendin mi?” sorusu soruldu. İçtikleri “s….ti!” Hepsi “çok güzel!” cevabını verdiler. Bu onların karnesi olmayan yüksek iktisas ve sadakat sınavıydı. Yalan söylemekte uzmanlaştılar. Sadakatın anlamı da ne verirseniz onu içerizdi. Burada bu işin rajonu bu. Ben de aldım İvan Kostov’un kitabını. Maliye bakanlığı yıllarından Batı bankalarından para istemeye gittiklerinde, Pariste bir “karanlık odaya” kapandıklarını ve kendilerinden Bulgaristan’ın altın rezervini ve Batı ülkelerindeki Bulgar devletinin taşınmazlarını elden çıkarmaları istendiğibi, baskı gördüklerini anlatıyor. Yıllar 1992-1994. 2016 Cumhurbaşkanı seçimlerinde aday olan Trayço Traykov, Birinci Borisov kabinesinde Enerji Bakanı iken Moskova ziyareti esnasında yaşadıklarını anlatırken şöyle demişti: “Asansör çok derine indi. İndik ve beton duvarlar arasında bir odaya götürüldüm. İçerde bir masa ve bir sandlya vardı. “Otur” dediler. Oturdum. Önüme bir yaprak beyaz kağıt ve üzerine bir tükenmez koydular ve “isteklerini yaz” dediler. Yazmadim ve bakanlıktan kovuldum…” “B.k” yemenin bir şekli de budur. Ve şimdi, bu AP adayı çiçeği burnunda gururlu gençlerin burnu acaba “neden koku almıyor?” sorusu kendilinden anlaşılır oluveriyor. Çünkü sözü edilen kosundan başka bütün kokular güzeldir. S…kten öte tüm içecekler nefistir. O “karanlık odada” kadrolarımıza bir de bilim dersi verilmiştir. Afrikalıların su bulamayınca ellerini inetk sidiği ile yıkadığı ve en büyük üniversitelerden doktor, doçent ve profesörlerin inek sidiğinin bütün mikrop ve bakterileri öldürdüğü ve insan sağlığına çok ama çok yararlı bir dezenfektan olduğu anlatılan bir esermiş bu fil. Çok beğenilmiş. Anlamı ise, “siz artık hak ve özgürlük savaşçısı değilsiniz, dünyanın derdi adalet olmaktan çıktı, problem çevreciliktir, dertlerin derdi, sudur.” Olay bu kadar basıt… Bizim, bazen ateşlenip de, Hak ve Özgrlük Hareketi “yönetim”karolarından şunu ya da bunu istememiz tamamen yanlış. Onlar kime ne vereceklerini çok güzel biliyorlar. Bu alandan şöyle bir örneğimiz var. Bizim Dobrucalı öz bacılarımzdan birinin başına gelmiş bir olay. Hani bazen “para geliyor, kısmetin çıktı” derken “omuzuna kuş yapmış” ya da “başına karga konmuş” deriz ya! O, işte şu örnektir. “10 yıl önce Sofya’daki (BTK) –Bulgar Ticaret Kooperatif Bankası – paraları henüz kasalardayken, Ahmet Doğan’ın emriyle BTK bankası şefi Tsvetan Vasilev’in ofisine bir bazımız gitmiş. Ertesi gün Dobrucalı Bayan adına bir şirken tescil edilmiş ve aynı gün banka hesabına BTK bankasından kredi olarak 60 milyon leva aktarılmış. Bir gün


70

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

sonra da eline tutuşturulan listede bu paraların dağıtacağı banka adresleri varmış.” (Klup “Z” 23 04 2019.) B.k kokusunu gül kokusundan ayrımayan kadrolar işte bu görevler için yetiştiriliyor. Geçen hafta Haskovo’da bir ölüm kazası davası sonuçlandı. Mahkeme, yıkılan askeriye duvarı altında ölü bulunan çocuk için anababasına tazminat olarak 5 bin leva ödenmesine karar verdi. Bizde insan canının fiyatı 5 bin levaya düştü. Ötesi masal… “B.k” ve “s….ki” nimet bilip “çok iyidi” deyen bu kişilerden, hiç kimse birşeyler beklemesin, çünkü onlar vermeye değil,almaya, haramı “b.k” olsa bile yemeğe, alet olmaya alıştırılmış kadrolardır. Örnekler yukarıdadır… Laf arasına “çilehane” sözü karıştı. Bazıları hayatımızın “çilehane yaşantısı” olduğunu anlatmaya çalışıyor. Hayır değil. “Çilehane” o anlatmaya çalıştığımız “karanlık odadır.” Ama derin gerçeği kimse anlatmak istemiyor. Daha eskilerden savaştan ya da hapishaneden veya sürgünden dönenler “cehenem ateşinden geçtim” ya da “ben cehenem gördüm” diye başlardı söze. Bunları işitenler karşımızda “görmüş” biri var diye düşünür ve ağaz açıp kulak verip dinlerdi. Şimdikilerde anlatacak bir şey yok. “B.k” kokusunu veya bira yerine içtikleri “s……..i” anlatacak söz bulamıyorlar. En güçlü yanları susmak. İşin yoksa sus! Ahmet Doğan haininden sonra yetişen 2. Nesli de değiştirme zamanı gelmiş gibi. 26 Mayısta yapılacak Avrupa seçimleri için köppecik kadrolar bulmuşlar, hepsi aşı yapılacak çağda. Aylardan da Nisan. Aşı çubuklarına su bürüdü ay. A. Doğan aşılanınca Moskova kısırı, hak ve özgürlükler katili oldu. Anasından ve babasından gelen insan suyunu kurutup içine ihanet zehri akıtılmasına razı gelmesi, daha önce (özellikle 2 yıl süren Şumnu Üniveristesi yıllarında) işlediği ama üstü örtülerek gizli kalan suçların açıklanır korkusudur. Bu korku, 35 yıl sürecektir. Çünkü Paris’te yıllar önce Bulgaristanın da imzaladığı ağır suçlar antlaşmasına göre, süre 35 yıldır ve hala dolmamıştır. Bilirsiniz bir çoban torunundan ancak derviş olur. Felsefe şehirlerde doğar ve gelişir. A. Doğan’ı feylesof yapanlar, halkın cahilliğinden faydalandılar. Bir adam “feylesof” denmesi için en az 20 kitap yazması ve halkın bu kitapların içindeki fikirleri benimsemesi ve okudukça, gönlün ferrahlaması gerekir. Onda böyle bir şey yok. Adamı neyin feylesofu olduğu bir defa belli değil. Adam, adam gibi adamsa ve kafası çalışıyorsa, futbol üstüne de feylesof olabilir, ama bizimkinin dünyadan haberi yok ve dolanbaşlı işler karıştırmaktan, uzun ve kısa vadeli yalanlarla halkımızı uyutmaktan ve dolandırmaktan başka hüneri de yok. 5 sene BKP MK’ne bağlı Sofya’daki


Makale ve Analizler - 2019

71

AONSU (Toplumsal Bilimler ve Sosyal Yönetim Akademisinde) sözde okumuş, yani bedava köfte kebab yemiş ve zihinsel olarak iyice kısırlaşmış. Bu akademiyi bitirenlerden bugün çoban bile yapmıyorlar. 1990’lı yılların ikinci yarısında Hak ve Özgürlük Davası’na bel bağlayan, uyanan, dirilen, çilelerin çilesini çeken, Ayakllanan, Türk doğdum Türk öleceğim deyip ateşe atılan öncü, önder, yüreklilikte kendilerine eş ve emsal olmayan kardeşlerimiz Bulgar katil sopacılarına Kırca Ali ve Haskovo Ilıca Otellerinde kırıp dövüp sindiren, memleketten kovduran ve onların yerine “b.k” kokusunu “Rusya sevdası”, siğidiği de bedava vokda sanan yeni kuşağı yetiştirmekle övünen Doğan, gerçekten kitap yazamadı, ama “Türkleri çamur gibi karıştırıp onlardan istediğim tuhlayı keserim” saçmalığına Rus istasyon şefi Raşetnokov’u ve Kremlini inandırabildi. Biliyorsunuz Bulgar devleti bugün bizim Türk olduğumuzu tanımıyor. Bize “Türkçe konuşan Müslüman Bulgarlar” diyor. Kimliksiz hale getirildik. Doğan sayesişnde bugün neredeyse illegal yaşıyoruz… Şimdi Bulgaristan Müslüman Türklerine yeni bir aşı yapılıyor. Amerikan aşısı. Bu vazife de, hainler haini Doğan’ın elinden su içen ve Bulgaristan’da daire, arsa, taşınmaz, dokunulmaz dalaverecililerinin ustabaşı olan, tecrübeli “DS”li ve öz babası, T. Jivkov’un polisiye işlerinin şefine şöförlük yapmaktan emekli olan Tsvetan Tsvetanov’la Amerikaya gidip dünyayı yakma heveslisi Donal Trump’un elini öpek Mustafa Karadayı’ya verilmiştir. Trump, Karadayı’ya “Türkleri Bizon eti yemeye alıştır!” demiş. Bakıyorum lokantaların derin dondurucukarıu “bizon eti” doldu. Dana etinden ne ısmarlarsan önüne bir parça “bizon” yanında da leş kokan eski patates ezmesi serviz ediliyor. Dişsizlerden, Çiğneyemeyenlerden, yutamayanlardan, aç kalanlardan özür diliyorlar ve “hesaba dahil değildir” diliyorlar. Böylece şikayet yolu kesilmiş oluyor. Kapıdan çıkarken de “gene buyurun, şimdilik bedava, yavaş yavaş alışırsınız,” sözleriyle uğurluyorlar. Bu Amerikan aşısı çok farklı, belki de bizi bitirecek. Kokmuş patates ve İkinci Dünya Savaşı yedeklerinden “bizon parçaları” belki de bizim sonumuz olur, diye düşünüyoruz. Karadayı Avrupa Parlamentosu adaylarımızı Sofya’da lüks otellerin birinde açıkladı. 17 gencimizin isimlerini okudu. “Umudumuz Gençlerimizdir!” dedi. Bu törenden önce, gençlerle birkaç görüşme yapılmış ve hepsine tek tek “dişlerin nasıl!” sorusu sorulmuş. Haskova’dan ve Kırca Ali’den genç aday yok. Haskovolu geçlerin dişleri “radasyonlu” su içmekten, Kırca Ali’li gençlerin dişleri de küçük yaşta ceviz ve fındık kırmaktan defolanmış. Bu dişlerle “bizon eti çiğneyemez” yerine yalnızca (b.y.) işaretlenmış ve Karadayı da olayı anlamış. Güney Doğu Rodorplardan aday yok. İlk


72

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

günlerde Güney Doğu Rodoplar’da bir kargaşa yaşandı. Olay anlaşılınca herkes sustu. “Gençlerimizin politik geleceği bitti” mevlidi okutmayı düşünenler de, şimdilik her şeyi Ramazandan sonraya bıraktılar. Karadayı Otel’deki konuşmada aday gençlerimize çnce “Türkçe konuşmayın!”, ardından da “Siz son umudu muzsunuz!” demiş. Bunu da anlayan “Gidin de gelmeyin”, “Gelmeyin de bitelim!” şeklinde yorumlamışlar. Bizim 37 yıl süren son esaretliğimizde Ruslar’da öğrendiğimiz en değerli şey işten anlamayan birine iş buyurmak olmuştur. Karadayı- 17 adayla dört göz arası ayrı ayrı “Avrupa Birliğini reforma etmek birinci ve en önemli ödevinizdir!” demiş. Bu sözlerden kimsenin bir şey anlamadığı ortada olsa da, ödevler ve paralar arkadan gelecek umudu doğmuş. Anlatmak istediğim, ikinci kuşak HÖH yönetim, milletvekili ve bazılarına “reis” bile denen kadroların uzun şekerleme moduna girmesi ve siyaseti unutması zamanı her geçen biraz daha yaklaşıyor. Bu yolun ucu Türklükten ve Müslümanlıktan kopma yoludur. Avrupaya gönderilenlerin “kara odaya” gönderildiğine inanıyoruz. Bunlar, dedelerimizin yeni yıl arifesinde Hindi kuşlarını küçük ama çetin kabuklu cevizle kursak dolusu, tıka basa beslediği gibi, beslenecekler. Tıka basa dolu kursaklarının verdiği rahatlıkla bizim hala çilehanede ve Müslüman olduğumuzu onutacaklardır. Hayırlı olsun! Gerçekler acıdır. Bizim kazana bir kaşık katık yerine Ahmet Doğan…düşmeseydi, şimdi böyle olmayabilirdik. Tat acının özündekidir. Biz okuyun ve okutun, paylaşınız. Teşekkür ederim.


Makale ve Analizler - 2019

73

Bulgar Şaşkınlığı Gevezelikle Başlayan Gevezelikle Biter Tarih: 22 Nisan 2019 Yazan: Dr. Nedim BİRİNCİ Konu: Seçim Davulları Çalmaya Başladı

26 Mayısı tantanalı bir düğün haline getirmek isteyenlerin çabaları şimdilik ürün vermiyor. Bulgaristan’ın en eski arzusu Asya’dan kopup Avrupa’ya katılmaktı. Hem de bunu davulla zurnayla tüm dünyanın işitip kabul edeceği bir şekilde yapmaktı. Napoleon Bonapard ordularıyla Moskova’ya giderken Polonya topraklarından geçmeyip Balkanlardan geçseydi, bu merak belki o zaman sönerdi. Ne ki o zaman Osmanlı’dan korkan komutan uzak geçti. Şu da var. Bulgarlar o zamanlar Osmanlı koynunda uyuyordu. Rahatlarına diyecek yoktu. Üstelik akıllarından geçen böyle bir fikir de yoktu. “Bghaber.org” yayınında çıkan bir yazıya “ 500 yıl Osmanlı köleliğinde tıka basa yemek içmek.” başlığını atmışlar. Okuyanların dili tutuldu. Her iyiliği inkar edenler bu defa yutkundu kaldı. Hatta “nerde o günler diyenler oldu” ve ardından “Biz Osmanlı’da köle değildik” araştırma yazısı geldi. Nostalji yalnız müzik değil, bir de sönmeyen umuttur. Eskiden konuşulmasını yasaklayanlar, “susun Türkleri 140 sene yalana yalan yamayarak çalıştırdık, işi bozmayın!” diye haykırdı. Avrupa Parlamentosu seçimlerinden önce Bulgaristan’ın “fikir ve basın özgürlüğü” dünya sıralamasında 111. Sırada olduğu duyuruldu. İsveç ve Norveç gibi özgürlükte birinci olan ülkelerin yerinde olsak, ne gerçekler çıkar gün ışığına, bir düşünün!… İnsan nasıl alışırsa öyle gider. Osmanlıdaki “Devletin malı deniz, yemeyen domuz” devrinden sonra, Bulgarlar 1878’de davet edildikleri Rus sofrasında kendilerine yer bulamadılar. Daha doğrusu Rus Çarı ordusuyla Bulgar Prensliği sofrasına oturdu. Savaş tazminatı olarak istenen 32 ton altının hikâyesine ise, hiç girmeyelim daha iyi… Bulgarın başı hep Batıya dönüktü. Birinci Dünya Savaşında Bismarck Almanya’sı ile birlikteydiler. Yenilenler listesine girdiler. 1919’da imzalanan Paris anlaşmasıyla Almanya ile birlikte ezildiler. 1944’e kadar da Berlin mihverine bağlı kaldılar. Bu işlerden Bulgaristan bir şeyler kazandı


74

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

mı diye sorsak, alacağımız cevapla kendimizi aldatmış oluruz. 0 X 0 = 0. Bulgaristan’ın varı yoğu çeyrek asır Almanya’ya aktı. İkinci Dünya Savaşından sonra Sovyetler Birliği pençesine düştük. Bulgaristan komünist yönetimi talan edilmekten bir iki defa o denli kan ve ruh kaybına uğramıştı ki, diktatör Todor Jivkov Bulgaristan’ı Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ne 16. Cumhuriyet yapmaya gönül bağladı. Yüz bulamayınca yeniden Almanya’ya el açtı. Bu iş neye benzedi bilir misiniz? Adamın öleceği gelmiş. Ölümlerden ölüm seçerken, en kolayı boğulmak diye düşünmüş. Dereye inmiş, derede su yok. Taşlara kafamı vura vura ölmektense, denize gidip bol suda boğulayım, demiş. Azınlıkların fikrini almadan Rusya’ya bağlanmak işte böyle bir şeydi… 1950’lerde başlayan ve 1990’da Batı dünyasının galibiyetiyle sonuçlanan “Soğuk Savaş” Bulgaristan’a Rusya Federasyonundan kopma Batı Dünyasıyla buluşma kapısı araladı. Türkiye’nin yardımı ve garantörlüğünde 2004’te NATO’ya 3 yıl sonra da 2007’de Avrupa Birliğine girdi. Avrupa Birliği’nin üye devletler üstü kurumları var. Bunlardan biri Avrupa Parlamentosu. İki merkezli, Brüksel ve Strazburg’da toplanıyor. 751 milletvekili var. 2019 seçiminde bunların 46’sı yedek. Bulgaristan aynı yıl (2007) AP seçimi yaptı. Brüksel’e 17 kişilik milletvekili grubu gönderdi. Bu seçimler 5 yılda bir yapılıyor. Son 12 yılda 4. Seçim 26 Mayısta yapılacak. Yeni üye Bulgaristan’ın sırtını kaşıyan AB Bulgaristan’a uzak Balkan ülkesi dmekten vazgeçti, Güney Doğu Avrupa ülkesi olduk. AP seçim kampanyası henüz başlamasa da, artık aday listeleri yayınlandı. 20 Türk adayımız var. Fakat adayların kimliği konusuna kürsü ve TV konuşmalarının başlamasıyla dönelim diyorum ve bu yazımda ilkesel konuları ele alalım. Davullar (çanlar) çalıyor dedim. Halk derin uykuda ve uyandırmak zor. Bizim millet sefilliğe, gurbetçilerimiz gurbetçiliğe, soydaşlarımız da soydaşlığa alıştılar. Oy toplamak için çok çalışmak gerek. Bilmem inanır mısınız Bulgaristan’da AP seçimlerine 136 politik parti katılacak. Bunlardan 10’nu tek başına, diğerleri de 15 koalisyonda buluştu. AP istemlerine göre, kurulmuş partisi olan, son 5 yılda kongresini yapmış olan, Yıllık mali hesaplarını devlete göstermiş ve başkanı sabıkasız olan her parti aday gösterebilir.


Makale ve Analizler - 2019

75

Ayrıca 100 kişi de tek başına aday olmuş. Bu adaylardan yarısı hapishanelerde, tutuk evlerinde ve değişik iş kamplarında bulunuyor, yasalara göre 5 sene Brükselde gel keyfim gel deyip, 5 bin Avru maaş alıp, seçildiklerinde şekerlemeye uzanacaklar. Rekabet büyük. Ancak 17 milletvekili seçilebilir. Bunların ikisi Bayan, İslimye (Sliven) Kadın Hapishanesinde bulunuyor. Birisi Bayan İvançeva Sofya’nın en büyük semti olan “Mladost” (Gençlik) Belediye başkanıyken 150 000 (yüz elli bin) Avro rüçvet alırken (sözde) yakandı. İkincisi ise Bayan Av. Baneva Bulgaristan’da 16 sanayi işletmesini özelleştirirken 2 milyar leva aşırınca içeri düşmüş. Kendisini şu çalma, kapma, aşırma, ruşvet, para aklama, dalevere işlerinden aklanmış göstermeye çalışanlar “önce Avrupalıyım sonra Bulgaristanlıyım” sloganı yükselttiler. Cumhurbaşkanı Rumen Radev’in “bataklık” dediği memleketimizden tiskinenler, vatanımızdan utandıklarından Brüksel’i boylamak istiyorlar. Bulgaristan ile ilgili yapılan son değerlendirmede “bataklıkta” yaşayan ve durumuna alışmış yoksul vatandaşlar nüfusun % 83 – 87 oranını oluşturuyor. Adına suber oligarşi dediğimiz ve genel kanıya göre 2001 – 2009 yılı arasında oluşan zenginlerin sayısı toplam 5 000 (beş bin) kişidi. Bu zümre 1997-2001 yılları arasında yöneten İvan Kostov hükümeti zamanından start alarak (bu 4 yılda Bulgaristan’da devlet ve koperatif malının % 46’sı özelleştirilmişti) 2009 yılına kadar Bulgaristan’dan toplam 24.500 milyar (yirmi dört milyar beş yüz milyon) US Dolar çıkarmış ve bunları 4 800 Of Shor şirket hesabına gizlemiştir. 6 yıl önce Parama’dakiler “vicipedia” hesaplarında kabak çiçeği gibi açmişti. Bu dev rakkamı biraz açmamız gerekirse, bu dövizin 7 milyar US Doları 2007 yılında, 3 milyarı US Doları vs. 2008’de Sosyalistlerle (BSP) Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS) ortak hükümeti zamanında kaçırılmıştır. Sosyalizmden kapıtalizme dönüşte gerçekleştirilen keşmekeş mal mülk ve mülkiyet, özellikle de tarıma uygun toprak üzerinde işlenirken işaret ettiğim “super oligarşı” şöyle oluşmuştur. Bugün elinde 1.5 milyon dönüm işlenir arazı olan toprak zenginleri var. 2007 yılından beri her yıl AB’den Bulgar tarimina destek olarak 979 milyon Avru para geliyor ve bu paralar ancak ve yalnız 590 kişi ve şirket arasında paylaşılıyor. Bu olayı en güzel anlatacak kişiler o talan yıllarının, taşlarını ters yüz yerleştiren eski Tarım Bakanları Mehmet Dikme ve Nihat Kabil olduğundan kuşkumuz yok da, o devrin tarım bakanı yardımcısı ve günümüzün Sayın milletvekili Abbazov’un da emekli olmasını ve bildiklerini içerde değil, kısmetse köy avlusundaki asma altında yazacağı günleri sabırsızlıkla bekliyoruz.


76

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Tütüne kota, patatese kota, domatese kota, patlacana kota ve daha aklınıza ne gelirse her şeye kota belgelerinin altındaki imzalar İş Allah gün gelir konuşur. Bu gerçek Bulgaristan tarımını çökertti ve yok etti. Bugün Fas’tan magdanoz, Polonya’dan patates ithal ediyoruz. 12 bin adet dere boyu, dağ başı, yıllaklık vb çörak yamaçları deniz kumsallarımıza komşu devlet arsalarına değiştiren imzaların da baş kaldırıp dile geleceğine inanıyoruz. O zmanlar da Sakskoburgetski, Stanışev, Doğan, Dal ve Sap zamanlarıydı ve onnlar da yazmak ve anlatmak zorundadır. Memeleketimiz talan edilmiştir. Evet biz bugün BULGARİSTAN AVRUPA PARLAMENTOSU SEÇİMLERİNİ BELİRLEYEN PARA OLACAKTIR diyoruz ve bildiklerimiz var. Yanlış anlaşılmayalım. Para deyince GERB liderlerinden Tsvetan Tsvetanov’un 8. Kata asansörlü dairesini, kuş uçmaz yerlere AB parasıyla dikilen konakları, bazı yargıçların her yıl başkentten 2 daire satın almasını örneklemek istemiyoruz. Bunları sosyal medya ve basın zaten sayfa sayfa anlatıyor, fotoğraflar çarşaf çarşaf. Cumhurbaşkanı Radev’in maaşı 10 bin levadır. Bu dairelerin fiyatı 300 bin Avrudan başlıyor. Hepsabını bir zahmet siz yapınççç İşaret etmek istediğimiz bu hırsız haydutların 18-20 sene Sofya meclisinde otururken bir şey öğrenmemiş olmasıdır. Dün TV’de sosyoloji yaptım. AP kampanyası başlamasa da GERB seçim kampanyasını yöneten Stetanov’u 34 defa gösterdiler. Be kardeşim bu adam lekeli, sinek kaydı tıraş da olsa, yüzünü gören daire hırsızı görüyor ve küfür etmeye başlıuyor. Demek istediğim kadroların tamamen değiştirilmesi gerek. Yukarıda dediğim gibi kadrolar ve adaylar üzerinde özel olarak durmak istiyorum. Önce şu son 12 yılda Brüksel’e gönderdiğimiz 69 milletvekilinin bir hesap vermesi gerekir. Ne yapmışlar. Hangi konuda kime iyilikleri dokunmuş, onu bir öğrenelim. Çıt yok. Propaganda materyalları hazırlanmış ve yayınlandı. Anlaşılan bunlar 27 AB ülkesi için geçerli malzemeler. Raporun birini okudum ve içinde şu kavramları buldum: Birlik olalım, bölünmeyelim, başaracağız, gençler, yurdumuz, Avrupa, yatırımlar, akıllı kararlar, bütçelerin büyütülmesi, büyük altyapı projeleri, dayanışma, yardımlaşma, eğitim, sığınmacılar, maaşlara zam yapılması, sanayi, iş yeri, emeklilik, ilerleme ve daha iyi günler vb vb….


Makale ve Analizler - 2019

77

Bunlar AB ülkeleri arasında en yoksul olan ve 2030 yılına kadar yoksulların yoksulu olmaya devam edecek olan Bulgaristan vatandaşlarına anlatmak üzere gönderilmiş. Haftalarca sofra kuramayan vatandaşlarımız, aileler var. Sosyal yardımları, okul paralarını, sağlık hizmetlerini, kimsesiz hastaların ilaç paralarını çalanlar var, bunlardan söz edilmiyor. Her cümlesi boş laf dolu. Oysa bize gerçekten de standart dışı, çok bilgili ama biraz da çalık, sert, kaba ve gözü pek öncüler liderler lazım. Bu böyle devam edemez. Bunlar utanmasalar ülkemizin dört bir yanına sığınmacı kampı, açlar kampı, öksüzler kampı ve bilmem daha neler kampı kuracaklar ve her sabah bir bombon için açlara el öptürecekler…. Lütfen izleyin ve çıplak gerçekleri öğrenin. Okuyanlar okumayanlara anlatsınlar. 26 Mayısta seçim var. Teşekkür eder ve paylaşmayı da unutmayınız.


78

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

79

Hor Görme İle Kin Arasındaki Mesafe Kısadır

leşi.

Tarih: 21 Nisan 2019 Hazırlayan: Renginar GÜLER Kaynak: Marginalya, Yulyana Metodieva, söy-

Konu: Irkçılığın kaynağı devlet kurumlarıdır – Okul, sosyal medya, anaokulu… Hor Görme İle Kin Arasındaki Mesafe Kısadır Öğretmenler okulda ırkçılık üstüne tartışmaları normal karşılıyor. Soru: Sayın Mineva, Siz bir Üniversite hocasısınız, üniversite öğrencileriyle her gün berabersiniz. Üniversiteli gençler önce Filibe (Plovdiv) ili Voybodino köyünde, ardından da Gabruva (Gabrovo) kentinde meydana gelen etnik çatışmayı nasıl karşıladılar? Başkentin uzağındaki köy ve şehirlerdeki milliyetçi gençler ile yerli Romenler (Çingeneler) arasındaki çatışmaları algılayan üniversitelileri liberal ve sivil vatandaş kapasitesi üstüne görüşlerinizi öğrenebilir miyiz? Yanıt: Hoşgörünüze sığınarak sorunuzu yanıtlamaya son kısmından başlayayım. Kanımca, üniversiteli gençler ile başkentten uzakta köy ve kentlerde yaşayan gençlerin arasına yeni bir ayrım çizgisi çekmemize gerek yok. Bizde milliyetçiliğin okul, sosyal medya, politik kurumlar vs tarafından kurumsal olarak üretildiğini kabul etmemiz iyi olur. Aşırı milliyetçi davranışa sadece başkentten uzak olan taşra merkezlerindeki gruplarda, aşırı oluşumlarda karşılaşmıyoruz. Bu olguya, başkentte bizim geleceğimizin göz bebeği olan elit gençler arasında da karşılaşıyoruz. İşaret ettiğiniz son etnik çatışmalarda ve ülkemizde süregiden kültürel çatışmanın diğer konularında üniversiteli gençlerimizin neden farklı davrandığını böyle hemen anlayabiliyoruz. Sorun, onların hocaları olarak bizim ortaya koyduğumuz tavırda gizlidir. Oysa biz kendimiz de birçok defa öfke ve düşmanlık dili kullanıyoruz, ırkçı patlamalarda bulunuyoruz ve bir salgın gibi yayılan etnik çatışmalarla ilgili açık ve kesin olmayan şüphe doğuran yorumlar sunuyoruz. (Örnek olarak, Başbakan Boyko Borisov’un Filibe – Voyvodino köyündeki / 27 Çingene evi yakıldı/ gerginlikle ilgili olarak “Bulgar entelektüellerinin” aşırı milliyetçi VMRO partisinin lideri, Başbakan Yardımcısı ve Savunma Bakanı Kr. Karakaçanov’un ırkçı tavrını destekleyen mektubunu anımsayalım.) Olayları halka açık analiz edenler, yorumcular,


80

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

akademisyenler ve profesörler etnik olayları kışkırtanlar arasına katılmasalar bile, bu olayları normal bulanlar arasına katılıyorlar. Entelektüellerin, politik elittin en yüksek kürsülerde düşmanca dil kullanması, kanıma göre en tehlikeli olan yeni gelişmedir, çünkü bu çıkışlarsa “sağlıklı ve inanılır zekâ” haline gelmektedir. Böylece bir milletvekilinin bir bayan hakkında “dişi köpek” demesi, bakanın insanlara “hayvanlar” demesi, bir Avrupa Parlamentosu vekilimizin insanlarımız hakkında “hayvan” veya “ilkel hayvanlar” ifadelerini kullanması, başbakan yardımcısının ise ırkçı hortlamaya “vatandaşların tepkisi haklıdır” gibi değerlendirmelerde bulunmaları ortama yeni nitelik kazandırıyor. Etnik patlamalar çok normal görünen son derece gergin havada alevleniyor. Yasalarımızı ayakaltına alanları adil bir şekilde cezalandırmak kurumlarımızın temel ödevidir ve vatandaşların bu bilince yükselmeleri önemlidir. Söz konusu olan sürü gibi dolaşan grupların toplu cezalandırılması değil, modern devletlerde yasal norm olan suçluların bireysel ceza almasıdır. İşte bu gerçeklerden çıkarak ben, devlet kurumlarının öfke ve düşmanlık kaynaklı politika ürettiğini iddia ediyorum. Başka bir değişle, bizde kurumsal ırkçılık kükreme ortamı bulabildi. Bulgaristan’da ırkçılık ile ilgili ders kitaplarına alınması gereken örnek şudur. Avrupa Birliği normlarına göre, yasa dışı inşa edilmiş bulunan ve fakir, sefil ve yoksul sahiplerinin kalacağı yegane mekan ve tek mülkü olan Rom (Çingene) evlerinin vinçlerle yıkılmasını alkışlarken, yasalar ihlal edilerek elde edilen bedava kadar ucuz lüks ev ve dairelerde, konak ve saraylarda yaşayanlarla gururlanmamızdır. Çu şifte standart ve hayat normundan doğan ise Bulgar ırkçılığıdır- kurumsal ırkçılıktır. Soru: Politik sınıf temsilcilerinden seçkin kişilerin öğrenim düzeyi ile “okudukları kitap sayısı” ve aynı kişilerin kamuoyu önünde ortaya koyduğu ve savunduğu antisemitiz ve başka bir insan düşmanlığı arasında bir ilişki olduğunu düşünüyor musunuz? Yanıt: Nefret ve öfke dilinden kurtuluş yolunu öğrenim düzeyinde bulmaya çalışmamız başımızı deve kuşu gibi kuma sokmamız olur. Ben şahsen böyle kolay mukayese yolunu seçemem, çünkü tezimi savunmam çok güç olur. Bulgaristan’da ve dünyada yükseköğrenim düzeyi olan pek çok kişi düşmanlığın dilini kullanmaktan çekinmiyor. Bizde, Adela Peeva’nın “Yaşasın Bulgaristan” filmi gösterildi. Bu filmde, Bulgar milliyetçiliği başarılı sahnelendi. Bir okulun en başarılı öğrencileri Romenlere karşı konuştu ve onları lanetlediler. Bayan öğretmen onların görüşünü “parlak”, kendilerini de lider olarak niteledi. Bir tiyatro müdürü bu gençlerin aşırı milliyetçiliğini destekledi ve onlara gösteri ve toplantılarda kendilerini ifade etme


Makale ve Analizler - 2019

81

olanağı sundu. Büyük boy bir Bulgar bayrağı taşıyan muhtar aşırı milliyetçi gençlerin önünde yürüdü. … Prof. Petya Kabakçieva yönetiminde hazırlanan okullarda dengesizliği araştıran bir proje kapsamında geçen yıl Bulgaristan’ın birkaç şehrini ziyaret ettim. Her gün Romen )Çingene) çocuklarıyla çalışan öğretmenlerin sıkça olmak üzere ırkçı bir dil kullanışları beni hayrete düşürdü. Onlar, Çingene çocuklarının farklı olduğunu, “işte bu kadar yapabildiklerini”, kapasitelerinin bu olduğunu vb iddia ettiler. İşlerinde başarılı olmayışlarını haklı göstermek için “genetik deliller göstererek” ırkçı tartışmayı meşrulaştırmaya çalıştılar. Üstelik iyi bir okula giden Romen çocukların sayısı artmaya başladığında (ya da özel eğitim öğretim programı kapsamında olan çocukların sayısı arttığında) “daha uyanık” olan aileler çocuklarını o okuldan alıp başka bir okula kayıt yaptırıyorlar. Bu yapılanın özelimizde ayrımcı olduğumuzu kanıtlamaktan başka bir anlamı yoktur. Bir tek anlamı vardır: Bulgar toplumunda ayrımcılık derinleşiyor. Demek istediğim, okunan kitap sayısı ve okulun, eğitim programın kendisi değildir bize öfke ve düşmanca tavır aşılayan. Rekabet ve kişisel başarı fikri üzerine bina edilmiş bir eğitim-öğretim sistemi bize kin, nefret ve garazla mücadelemizde yardımcı olamaz. Bu eğitim-öğretim sistemi ancak daha başarısız olanların, farklı olanların, anadillerinde konuşanların okuldan uzaklaştırılmalarını haklı göstermeye yarar. Şu da var. Araştırmacılardan daha fazlası, bu durumu yetenekli başarılı olanların egemen olduğu ortamın zayıflığı olarak tanıtıyor. Bu görüşler üzerinde biçimlenmiş olan eğitim-öğretim sistemi, başarımızın kişisel çabalarımız sonucu olduğunu kabul ederken, diğerlerin başarısızlığını onların haylazlığıyla izah ediyor yani başarısızların ancak bizim hor görüp tiksinmemizi haklı gösteriyor ki, oysa hor görme ile kin toplama arasındaki mesafe çok kısadır. Bulgaristan ortamında şu da var. Kin ve öfke püsküren söylem yalnızca aşırı uçta bulunan (sefil, yoksul, çaresiz, görgüsüz) kesime karşı yönelmekle kalmıyor, iktidar konumlarının birinde yer alamamış olan tüm sosyal gruplara karşı da şiddetleniyor. Vurgulanması gereken gruplar, sosyal yoksulluk çizgisinin altındaki işsizler, her bakıma zayıf olanlar, geçim derdine yenik düşüp başkasının olana “el uzatma” zayıflığına yenik düşenler, iktidarın kendilerine “sahtekar” dediği özürlüler, sakatlar, kadınların her gün dayaktan geçirilmesini düşünenler, bir de neredeyse ikinci derece insan olarak gösterilen “cender” olayı vb moda oldu. Bu konularda ülkemizde son yıllarda gelişen kamuoyu tartışmaları şiddetli oluyor. Bu olayın tehlikeli bir yönü de dikkat çekiyor. Siyasi hoşgörü, diyalog ve uyuma karşı başkaldıranlar


82

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

sanki fikir özgürlüğü için mücadele eder oldular. Sanki ellerinden alınmış bir şeyler var ve onlar yitirdiklerini geri istiyorlar. Gerçekleri görememeleri ve normal vatandaş gibi tavır almalarını engelleyen de bu gibi. Ne var ki, biz yine eğitim-öğretime yani ders odasına dönelim. Biz eğitim-öğretime umut bağlamak istiyorsak, uzun süreli bir eğitim programına bel bağlamak istiyorsak, biz eğitim-öğretim, onun içeriği, hedefleri, öğretim düzeni için mücadele etmeliyiz. Biz son dönemde öğretimin hedefinde bilgi, iş piyasası, rakıp olacak, girişken ve sürükleyici, karizmatik şahsiyetler yetiştirmek var. Bu arada, biz özellikle ortaöğretim döneminde eğitim ve öğretimi rekabete bağlamaktansa dayanışma, duygudaşlık ve bağrına basma ile bağlasak daha iyi sonuçlar elde edilmez mi acaba? Çünkü kin ve öfke, nefret ve gamın aşılabilmesi öncelikle diğerini, farklı olan olduğu gibi, eşit kabul etmekten geçiyor. Bu nedenledir ki, ben okulda olduğu kadar, toplumda da daha fazla insan sevgisi anlatan bilgiye ihtiyacımız var. Bu bilgiler bize git gide daha karmaşık olan dünyayı algılayıp yorumlarken farklı araçlar verecek, olayları değişik aktörlerin bakış açısından görebilmemizi ve birbirimize açılan yolları görebilmemizi ve emin yürümemizi sağlayacaktır. Son İlginize teşekkür ederiz. Yayınlarımızı izlemeye devam ediniz. Bizde bulacağınızı başka bir yerde bulamayacağınıza emin olabilirsiniz. Paylaşınız.


Makale ve Analizler - 2019

83

Bilinmesi Gereken Bazı Gerçekler

Tarih: 20 Nisan 2019 Yazan: Av. Seniha R. SABRİ Konu: Birinci Bulgar Anayasası 140 yaşında. Birinci Bulgar Parlamentosunun ve aynı zamanda Birinci Bulgar Anayasasının 140. Yıl dönümü 16 Nisan 2019 tarihinde Veliko Tırnova kentindeki Eski Konakta anıldı. Törene devlet erkânı katıldı, değerli konuşmalar yapıldı. Kuşkusuz bu resmi demeçler ve yayınlanan söylevler, yıllardan beri öz tarihini ana dilinde okuyup öğrenme olanağı bulamayan özellikle genç kuşağımız için çok büyük önem arz etmektedir, fakat ben bunların yeterli olmadığı görüşündeyim. Bir avukat olarak kaleme sarılıp açıklamalı bir yazıyla olayın ayrıntılarına girmeyi seçtim. Basında ve sosyal medyada çıkan yazılarda, Bulgar anayasa fikrinin doğmasında Osmanlı devrindeki DİRİLİŞ RUHU bulunduğunu çok okuduk. Ne var ki, Bulgar Prensliği fikri ilk önce 1878 Berlin Konferansında masaya yatırılmış, dolayısıyla Bulgar topraklarına dışardan gelmiş bir fikirdir. Ayrıca şu da var, Bulgar yasama organı (meclis) ve Prensliğinin kurulmasında yöneten ve yol gösteren BÜYÜK DEVLET olarak Rusya imparatorluğu görevlendirilmiş, ancak o dönemde II.Alaksandır’ın Çarlığında (Rusya’da) yasama organı (meclis – Duma) o zamanlar henüz yoktu. Rusya’da ilk Duma 1905’te Petersburg’da toplandı. İlk Rus Anayasası da 1918’de kabul edilmiştir. Söylemek istediğim aslında şudur. 10 Şubat 1879 tarihinde Tırnova şehrindeki Osmanlı Kaymakam Konağında III.Bulgar devletini kurmak niyetiyle 230 milletvekili toplanırken bugün yaşadığımız topraklarda gerçekten önemli bir başlangıç yaşanıyordu. Bu delegeler arasında. Rus-Osmanlı Savaşına katılan Bulgarlar temsilcileri, Rus istila güçleriyle çalışan Bulgar memurlar, komitacılar, haydut çete başları hepsi buradaydı. Diyarbakır hapishanesinde yatmış mahkûmlar, Odesa sivil ve din okullarında eğitim almış Rusçu militanlar, Baş Piskopos I.Antim başta olmak üzere, büyük sayıda din adamı, büyük toprak sahibi, esnaf ve tüccarlar hazır bulunmuşlardır.


84

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu konuda birçok araştırma kitabı yazılmıştır. Bunların buluşma noktasında şöyle bir fikir vardı. 1879’da artık Yunanistan, Sırbistan ve Romanya’nın milli Anayasaları vardır. Anayasa devlet ile vatandaşları arasında imzalanmış bir temel belgedir. Anayasa devlette kurumlar aracılıyla bir hukuk düzeni kurmak için hazırlanır. Berlin Konferansı, Bulgaristan’ın Osmanlı Padişahına bağlı, ona vergi veren bir Prenslik olarak kurulmasını öngörmüştür. Devletin parlamenter monarşi olması karara bağlanmıştır. Anayasa kurucu meclisin ürünü olup devlet egemenliğini ve hukukun üstünlüğünü ilan eder. O zaman Bulgar toplumunda elit bir zümre yoktur. Meclisin toplanmasıyla görevlendirilen Rus yetkililer Çerkaski ve Dondukov’tur. Rus çarı II. Aleksandır, kurucu meclisin ve Anayasa’nın Berlin Kongresi kararlarına uygun olmasını denetlemek içinse Lukyanov isminde bir yetkiliyi Tırnova’ya delege etmiştir. Kurucu Meclis Salonunda Bulgar delegelerle birlikte Yahudi (1 kişi Ravin), Yunan (3 kişi din adamı) ve Müslüman Türk (9 kişi ve Varna, Şumnu, Plevne ve Vidin Müftüleri) yer almıştır. Türk tebaadan olan bu 9 kişiden biri Bulgar komitacılarının başı olan, 1873’te asılan Vasil Levski’nin güvendiği Osman İbrahim Bey’dir ki daha sonra Sofya Meclisi ona ve daha bazı Türk’e ömür boyu emekli maaşı tesis etmiştir. Şu ayrıntıyı da unutmamalıyız. Kurucu Meclise katılan Türk delegeler, Varna Müftüsü Osman Bey dışında Türkçe dışında lisan bilmiyorlardı. Osman Bey, 24 Aralık 1876’da kabul edilen Birinci Osmanlı Anayasasını Fransızcadan Bulgarca’ya tercüme ederek, Tırnova Kurucu Meclisi’ne bir esas kanun örneği olarak sunmuştur. Aynı şekilde bilgi kaynağı olarak Sırp, Romen, Yunan ve Belçika Anayasaları da çevrilmiştir. O zaman Bulgar Prensliğinin toprak bütünlüğünü bozmaya yeltenen ilk toplumsal güç 35 bin kişilik Yunan etnik azınlığı olmuştur. Bulgaristan’da yaşayan Yunanlar VARNA şehrini ve eyalet topraklarını Yunan Cumhuriyeti kurmak için istemişlerdir. Kuzey Bulgaristan’da yaşayan Yahudilerin Ravini ise Kurucu Meclise ve Bulgar Prensliği kurulmasına karşı çıkmış ve Rus ordularınca işgal edilen toprakların Osmanlı İmparatorluğunda kalmasında direnmiştir. Bu direnişi kırmak amacıyla 1879’da Ravin ile Rus komiser Dondukov arasında özel bir Yahudi azınlığı Antlaşma imzalanmıştır. Bu anlaşmada Yahudilerin din hakları tanınmış, fakat sivil hakları tanınmamıştır. Tırnovo Anayasası diğer etnik toplulukların sivil haklarını da tanımamıştır.


Makale ve Analizler - 2019

85

Anayasa’nın hazırlanmasından aktif rol alanlardan biri ise Osmanlı Yüksek Divan üyesi, Sofya’da komitacı V. Levski davasına bakan mahkemenin başkanı İvanço Hacı Pençeviç’tir. İşlediği günahlara karşı 3 defa Kudüs’e gidişi ve 3 defa hacılığıyla övünen biri olarak ilgi çekmiştir. Kurucu mecliste liberal ve tutucu (konservatif) olmak üzere 2 görüş yüzleşmiştir. Konservatif görüşleri savunan Moskova Üniversitesinde eğitim almış ve hukuk hocalığı yapmış Bulgar Hristo Stoyanov ile Odesa Bulgar Topluluğunu temsilen katılan Nikolay Pauzov’dur. Liberal görüşler, daha sonra Başbakan koltuğuna oturan Petko Karavelov ile Dragan Cankov gibi aydınlar tarafından savunulmuştur. Anayasa’nın biçimlenmesinde çok büyük rolü olan Bulgar hukukçu Dr. Konstantin Stoilov’tur. O, İstanbul Robert Koleji bitirdikten sonra, Almanya kültür merkezlerinden Heidelberg’te hukuk tahsil etmiş ve daha sonra 10 yıl boyunca Paris barosunda avukatlık yapmış deneyimli bir aydın kişidir. Kısacası, kürsü tartışmaları genelde Paris’ten gelen, Dr. Konstantin Stoilov ile Moskova’dan gelen Hristo Stoyanov arasında olmuştur. Bu tartışmalardan birisi Bulgar tebaalı ve Bulgar vatandaşı (grajdanin) üzerinde yapılan tartışmadır. Meclis, “maraba” anlamına gelen “raya” kelimesinin yerine vatandaş kelimesini kabul etmekle Osmanlı sosyal ortamından ve sözlüğünden uzaklaşmıştır. Özel tartışmaya açılan ikinci konu ise, kadınlara oy hakkı tanınıp tanınmamasıdır ki, konunun 1879’da açılması ve İsviçre’de bile kadınlara 1936’da oy kullanma hakkı tanındığı dikkate alındığında anlamlıdır. Kuşkusuz 1879’da Bulgar dili modern bir Anayasa’yı taşıyabilecek kadar gelişmiş olmadığından, gerekli olan yeni kavramlar Fransızcadan ve Rusça’dan alınıp Bulgarlaştırırken Bulgar dil bilgini ve yazar Nikolay Makareopolski’nin rolü paha biçilmez olmuştur. Kurucu Meclise Eflatun’dan gelen Dr. Dimitır Molov ise, sivil toplum örgütlenmesi, dernekleşme ve basın yayın özgürlüğü üzerinde durmuş ve isteklerde bulunmuştur. Kurucu mecliste görüş beyan etmeyen 70-80 kişi, Bulgar diriliş ve devrim hareketinin fikir babası (ideoloğu) olan Georgi Sava Rakovski’nin görüşlerini savunan taraftır. Bu grup, Rus komiserlerin meclis salonundaki rolünü ve hazırlanan anayasa maddelerinin son görüş ve onay için Rusya İmparatorluğu Dış İşleri Bakanlığı Dairesine gönderildiğini gördükçe hiddetlenmişlerdir. Bu grup, Prensliğin ayakaltına alınmış, istila edilmiş bir bölge haline getirildiğini, sömürgeci fikirlerin maddelere işlendiğini gördükçe suskun tepkisini arttırmıştır.


86

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

O dönem, Bulgaristan nüfusunun % 93-95’i çiftçidir. Bütün Bulgaristan’da 800 pulluk vardır. 2 milyon köylü toprağı kara sabanla sürmektedir. Beklenti büyüktür. Rusçuk Büyük Valisi Mithat Paşa ile başlayan tarım reformu ve Tuna Boyunu Osmanlı Bahçesi haline getirme çabaları durmuştur. İstilacı Rus askerlerin geçimi yerli halkın sırtına yüklenmiştir. İşte böyle bir ortamda, daha birinci ay 10 partiye parçalanan Tırnova parlamentosundan Liberal görüşlü bir Anayasa çıkması beklenirdi ve öyle de oldu. Birinci anayasa küçük ölçekli toprak ve mülk sahiplerinin haklarını yasallaştıran bir hamledir. 1948 yılına kadar yürüklükte kalmıştır. Birinci defa 1881-82 döneminde ve ikincisi de 1934 Askeri darbesinden sonra 1934-1938 yılları arasında 4 sene lav edilmeden rafa kaldırılmıştır. Değişikler yapmak için 4 Büyük Halk Meclisi toplanmış ve ilavelerde bulunulmuştur. Birinci Bulgar Anayasasıyla Bulgaristan’a liberal demokrasi getirilmiştir. Mal Mülk sahibi Bulgarların hak ve özgürlükleri savunulmuştur. Bu Anayasa Bulgar Prensliğinde, 1886’dan sonra Doğu Rumeli’de ve daha sonra bütün Bulgar Krallığında (1908) yaşayan etnik azınlıkların temel insan hak ve özgürlüklerini gereği gibi savunmamıştır. Bu Anayasa yürürlükteyken 1942’den sonra Yahudi vatandaşların başına gelenler, 1948’de ilk fırsatta 50 bin kişinin birden Bulgaristan’ı terk etmeleriyle sonuçlanmıştır. Bulgaristan’da yaşayan Yunanlar da ülkeyi terk etmiştir. Bulgaristan Türkleri 1878’den beri ata-vatan topraklarından sökülerek Anadolu istikametinde göç ediyorlardı. Anayasa’nın kabul edildiği gün toplam nüfusun % 52’si olan Müslüman Türkler ancak 1000 köyde ve büyük kentlerin belirli semtlerinde ikamet ediyorlar. Ana-dillerinde konuşma, yazma, haberleşme, edebiyat, sanat ve kültür yaratma başta olmak üzere, temel hak ve özgürlüklerinden, törelerini, geleneklerini ve yaşam tarzlarını zenginleştirerek geliştirme olanaklarından yoksunlardı. Önemle belirtilmesi gerekir ki, Bulgaristan Türk azınlığına karşı anayasa dışı baskı ve terör XX. Asır boyunca sürmüştür. 1948 yılında halk oylamasıyla geçersiz kılınan Tırnova Anayasası 1990’da yeniden uygulanmak istense de tutmamıştır. Bulgaristan halkı monarşiye dönmeyi ve tek dilli ve tek milletli devlete dayanan bir geleceği kabul etmemiştir. Birinci bölümün sonu. İkinci yazımızda Bulgar anayasasındaki ilkeler üzerinde duracağız. Okuyanlara teşekkürler. Paylaşanlara özel selamlar.


Makale ve Analizler - 2019

87

Başımızdan Geçenlere Bak Sen!

Tarih: 19 Nisan 2019 Yazan: Şakir Arslantaş Konu: Biz bu 29 yıl içinde nasıl yok olduk, düşündünüz mü?

Eski başbakanlardan İvan Kostov’un (1997-2001) 1989 – 1999 Geçiş Dönemi Tanıklığı kitabını TV ekranından gösterirken, Bulgaristan’da kamuoyunu fazlasıyla etkiledi. Belki de bu görüşü desteklemek için Cumhurbaşkanı R.Radev de söz kalabalığına karıştı ve “Bulgar demokrasisi hızla konum yitiriyor” diyerek genel kanıya katkıda bulundu. Bu arada, Bulgar gazeteciliğinin ince kalemi K. Kevorkyan, kitabını stüdyodan stüdyoya taşıyan eski başbakan İvan Kostova, “kap tutmamış diktatör” dedi. İv. Kostov’u yakından tanıyan gazeteciler, yazılarında “anı eserlerinde alçaklık ve hainliğe sınır yoktur” yazmaktan çekinmediler. TV ekranına çıkmaktan usanan yorgun başbakan Kostov, “ben sırtına hançerler saplanmış bir kirpiyim” derken halkın kendisine acıyıp onu “kahraman yapacağını ummuştu. Ne ki, olmadı, halk onu kendi kendini abartan, yüceltmeye çalışan poturlu bir kirpi gibi görmeye devam etti. “Siela” yayın evinin ikinci baskısını hazırladığı 444 sayfalık eser, Bulgaristan’ın son dönem tarihinde bir başbakanın bir yere kadar içini açması şeklinde kabul edildi. Birazdan biraz diyorum, çünkü o kendisi de, 1989-1999 yılları arasında ilk dönemi bir kitaba sığdırırken zorlandığını birkaç defa itiraf etti. Okurken beni etkileyen olaylarla karşı karşıya geldiğimde an oldu ki, derin nefes almam gerektiğini samimiyetle itiraf ediyorum. Çünkü anlatılanın tek yanlı algılanmasından, gerçeklerin yalnız tek taraftan analiz edilmesinden “bana ne” diyenlerin hepsi gerçeğin arka tarafındakilerdir. Bir devletin parasını ve ekonomik çöküşünü, politikasının beş para etmediğini görürken, bu gerçeğin halka olan yakan etkisinin de yazılması ve acı ve sızının da anlatılması gerekirdi. Örneklemek istiyorum. Bulgaristan’ın son Avrupa Boks şampiyonu Selvi (Sevlievo) gettosundan bir Romen genç. Bulgaristan’a altın madalya getirince, kamara ve mikrofonlar 6 çocuklu, ana baba işsiz, tek katlı sıvasız, camı kırık, kapısı açılırken gıcırtısı mahalleyi uyandıran çok sefil bir ortam. Fakirlik, cahillik diz boyu. Yüzünde 20 gün tıraş bıçağı gezmemiş


88

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

baba, elindeki bira şişesini kaldırarak “ben oğlumu çok seviyorum” diye haykırıyor. Eski başbakan Kostov bu gerçekliğe inmiyor, lambaları yakmıyor kitabında, belli ki, güzel bir ofiste, sözlükler ve kitaplar arasında yazmış ve çayırda çiçek toplamış. Kitabın kabındaki resim onun, elini soğuk sudan sıcak suya sokmamış biri olduğuna işaret ediyor. Fikrimi açıyorum: Bulgaristan’ın altınlarını satmak, onları dağların dibinden çıkarmaktan kolaydır. Arının iğnesinden korkan Kostov, bal kaşıklamaktan çekinmemiştir. Bu kitap beni çok düşündürdü. İktidar insanı zirveye de çıkarır, köy çöplüğüne de götürür. Bulgaristan’da zaman hesap verme zamanıdır. Kostov kitabını anlata dursun, gazeteler onun halkın tasarruflarından 7.2 milyar levayı “buharlaştırıp” kepenk salan “TKB- Bulgar Ticaret ve Kooperatif Bankasının” yıllardan beri her ay İv. Kostov’a 25 bin leva, onun küçük kızına da 60 bin leva maaş ödediği gerçeğinin açıklanması, yazarın sunduğu sayısız parlak “itiraf” ve “gerçeğe” leke üstüne leke sürdü. Türkleri ve soydaşlarımızı sarsan ise şu oldu. Kostov kitabında 2001 yılında seçimlerden önce yapılan sayımda, 1989’da diktatör Todor Jivkov tarafından ata-ocağından sökülen ve vatandan kovulan ve Türkiye’de ilk 89 göçü ile giden ve orada yaşayan 300 000 (üç yüz bin) Türkün “Bulgar vatandaşı olarak kayda geçmesine” tepki göstermesi, öfke uyandırdı. (sayfa 257) Bu gerçek onun T.Jivkov’un azınlıklar düşmanı, insan hakları katili, ırkçı politikasından yana olduğuna bir kanıt oldu. Onun yönetimi yıllarında Bulgaristan Türklerinde devrimci ruhun yok edilişini görmezden gelmiştir: İv. Kostov’un kitabında işlenmeyen, gizlenen çok önemli konulardan bazıları da şunlardır: Bunların başında Bulgaristan’daki Rus ajanlarına engel olunmaması, gizli komünist polis “DS” ajanlarının devlet kurumlarından sökülmemesi gelir. İkinci olarak ise, 1996 yılından sonra, Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS) siyasi yönetim, ideolojik doğa ve hak ve özgürlük ruhunun zorla ama tamamen değiştirilmesi ve yerine oligarşi zenginlerin, Rus istasyon şeflerinin isteklerinin, çıkarlarının ve Bulgar hademe milliyetçiliği maneviyatının açılanmasıdır. Günümüzde hakim olan ruh budur. Bunu Avrupa Parlamentosu seçim listelerinde de görüyoruz. DPS yönetim kadroları ile bu hareketi ağır mücadele şartlarında, hapishanelerde ve sürgünde


Makale ve Analizler - 2019

89

yaratan ve geliştiren halka taşıyan, ayaklanma kaldıran öncülerden, onların program ve isteklerinden kadrolardan söz bile edilmemesidir. Kostov’un açmaya çalıştığı ana konu şudur: “Sosyalizm gidiyor” bayrağı dalgalansa da, yazara göre ülkedeki demokratik güçler ilk dönemde “azınlıktı.” O, bir baskı ve terör rejimi olan otoriter ve totaliter rejimin gitmesini isteyen kitlenin oluşumuna yalnız Bulgar kavmi açısından ışık tutuyor. Türkleri ve diğer azınlıkları onların kavgasını görmek istemiyor. Aslında, 1944’ten sonra Bulgarlar da komünist zulümden çok çektiler ama azınlıklar da aynı zulmü yaşadı. Eskiyi unutturmak amacıyla 1990’da Bulgaristan’da Dimitır Popov hükümetinin ilan ettiği af kısmiydi. Örneğin 17 Mart 1945’e kadar hüküm giymiş olanları kapsamıyordu. Oysa “Halk Mahkemeleri” en fazla cezayı 2 Nisan 1945’e kadar kesmişti. İlk af yasası 1944 yılının güzünde mahkemeye çıkarılmadan idam edilen 25 bin kişi hakkında tek söz etmedi. Bu ayrıntıda başka renkler de var. İv. Kostov, 1992-1994 yılları arasında Bulgaristan Başbakan’ı olan ve kendisiyle yakın dost ilişkilerde bulunan Prof. Lüben Berov’un paylaştığı bir anıya kitabının 52. Sayfasında yer vermiş. L.Berov 1945 yılında askerdir. Rila Dağındaki “Borovets” (Çam Koru) belindeki Meriç (Maritsa) nehrinin kaynadığı yer olan “Kara Kaya” (Çerna Skala) altında aylarca silahlı nöbet tutmuştur. Tepesinden itilenlerden ölmeyenler günlerce çalılıklar içinde bağırıp çağırmakta ve can çekişirken inlemektedir. Er Berov’un taburu vahşetten haber alan tutuklu yakınlarının “Kara Kaya” altındaki ısız çukura atılanların yakınlarının akın edip yaralıları alıp götürmesine, ceset toplamasına engel olmak için orada nöbet tutmuştur. Can çekişenlerin kaç kişi olduğunu söyleyememiştir. Tabii bu olaylar bir değil iki değil ve Af Yasasına ve kapsamına girmemiştir. Af Yasanın kapsamına Yunan sınırı boyunda boşaltılan ve sürgün edilen Türk ve Pomak köylerinin sakinleri de girmedi. 169 toplama kampında kalanlar, sakatlananlar, çile çekenler de alınmadı. Tuna adası “Persin” deki “Belene” ölüm kampında kalanlarda söz bile edilmedi. Toplum sakinleşmedi. Korku kalkmadı. Bu anlamda çekenler, hatta değişik isteyen ama korkmaya devam edenler toplumda azınlıktılar. Toplumun alt yapısında pıhtılaşmış olan özgürlük ve demokrasi için hareketlenen dip dalgasından fazla, komünist totaliter tortu vardı.


90

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İv. Kostov’un başbakan olduğu 1997’de Bulgaristan Sosyalizmden geri dönüp demokrasi ve serbest piyasa ekonomisine kendi seçtiği yoldan geçme fırsatlarını yitirmişti. Ülke dış dünyadan borç para istese, veren yoktu. Maliye Bakanı ve Başbakan sıfatıyla Paris, Londra ve New York finans merkezlerini dolaştığını, borç para istediği merkezlerin Bulgar heyetinden ülkenin altın rezervini veya Batı Avrupa ülkeleri merkezlerindeki taşınmazlarını satmasını, elden çıkarmasını istediğini anlatıyor. Bulgaristan’ın güya “soya dönüş” zulmü uygularken 1987 – 1990 yılları arasında çok derin bir finans bunalımı yaşadığını itiraf eden politikacı, 1995-1997 yılları arasında enflasyonun çok derinleştiğini anlatırken, öğretmen ve doktor maaşlarının 5-6 US Dolara düştüğünü, kıtlık başladığını, karne sistemi uygulandığını, benzin bulmanın olanaksızlaştığına vs rakamlarla anlatıyor. Bir uzman maliyecisi olan İv. Kostov, eserinin başından sonuna kadar dalgalı enflasyondan, derin enflasyondan, devletin çöküşünden, şok terapiden, mali bunalımdan ayrıntılı ve somut delillerle söz ederken, çaresizliğe vurgu yapıyor. Yukarda sözünü ettiği her 2 bunalımda da Gayrı Safi Milli Hasıla’nın (GSMH) her iki dönemde de dış borçlardan az olduğundan, borçların ödenemediğini bildiriyor. Steenbay kredi almakla başlayan, moratoryumla da ha da derinleşen ve son nokrası da Bulgar Levası üzerine BORDO uygulanması olan mali bocalama ve çıkış arama yolunu aslında Amerika tarafından işaretlendiğine ve yavaş yavaş reformlara doğru ilerlerken memleketin elinin kolunun nasıl bağlandı ortaya seriyor. İv. Kostov toplumsal yasaların Bulgfar toplumuna etkisini açmamıştır. Kostov, söyleşilerinde Geçiş Dönemine “karşı devrim” dedi. Hangi devrimin “karşı devrimi” olduğuna vurgu yapmadı. Totalitarizme karşı yapılan devriminin adı özgürlük ve demokrasi, tüm bireysel ve kolektif vatandaşların, etnik azınlıkların anadil, din, gelenek ve kültür haklarının tanınması olduğunu tanımaksa, bunun neden yapılamadığını, başbakan olduğu dönemde bu yönde neden hiçbir adım atmadığını da açıklamadı. Aslında bunu yapmaması isabetsizlik oldu. Çünkü Bulgaristan’da sosyalizm yıllarında üretim araçları kooperatifleştirilmiş ve devletleştirilmişti, ne ki buna uygun olarak, üst yapıda gerekli değişiklik yapılamadı. Yalnız maddi güçlerin, üretim güçlerinin yok edilmesi devrim anlamı taşımaz. Mülkiyet şeklinin değiştirilmesi de yalnızca bu ilin bir yönüdür. Şöyle: Bulgaristan üretim ilişkilerinin taşıyıcısı olan sosyal güçler işçi sınıfı ve kooperatifçi köylüler olmalıydı. Onların yerini, 2 500 000 (iki milyon beş yüz bin) gizli servis ajanı alarak toplum aforoz edilmişti. , Üst yapı çarpıtılmış ve totaliter biçim al-


Makale ve Analizler - 2019

91

mıştı. Üretim güçleri ile üretim ilişkileri arasındaki kavganın ruhu bile değişmişti. Toplumu kamçılayan hayat ölmüştü. Üretim ilişkileri fonksiyonunu yitirmiş, her şey totaliter devletin elinde bulunuyordu. İşte böyle bir ortamda serbest piyasa ilişkilerine dönmek imkânsızlaşmıştı. Bu bakıma Bulgaristan’daki demokratikleşmenin en büyük ürünü insanların vatanlarını terk etmesi ve geri dönmemek üzere gurbetçiliği seçmesidir. İv. Kostov konuya değinmemiştir. Otoriter diktatör gitti, totaliter ceset ortada kaldı. Çünkü 10 Kasım 1989’da T. Jivkov’un Devlet Başkanı ve Komünist Partisi Genel Sekreteri görevlerinden alınmasıyla, aslında toplumun ancak otoriter idare biçimine darbe vurulmuştu. Totaliter yapı ayakta kalmış, daha doğrusu “ölü canlı” duruma geçerek kendisini ayakta tutma ve toplumu yönetme yollarını aramıştı. Bu kalıt, Sosyalist Parti (BSP) ile Müslüman Türkler partisi (DPS) arasındaki işbirliğinden gıdalandı. Memleketteki çatışma demokrasi ve adalet isteyen Demokratik Güçler Birliği (CDC) ve 1944’te kapanan ve 1990’da yeniden dirilen eski liberal burjuva, tutucu, oportünist sosyal demokrat, radikal ve Çiftçi Partileri vb siyasi güçlerin oluşturduğu sağ cephe ile Komünistten sosyalist (BSP) olan sol güç ve onun dümen suyuna giren, 1989’da hak ve özgürlükleri uğruna ayaklanan Türklerin demokratik potansiyelini gasp eden ve gemleyen DPS sol cephesi arasında kızıştı. Bugün de devam ediyor. Sol cephe yeni ortamda ilk kez 1995-1997 yıllarında Jan Videnov hükümetiyle iktidara çıktı, fakar çöküşü gemleyemedi, durduramadı. Batının isteklerine ayakuydurmak amacıyla anlamsız bir özelleştirme yaparken mali çöküş yaşandı. 1997-2001 yıllarında iktidar olan sağın temsilcisi başbakan İvan Kostov’un Birleşik Demokratik Güçleri’ne Müslüman Türklerin DPS partisinin de katılması için bir çaba örgütlendi. DPS saflarında yetişen seçkin kadrolardan Osman Oktay ile Güner Tahir bu hamleye öncülük ettiler. 20 Türk milletvekili meclise seçme konusunda anlaşmışlardı. Kostov hükümetinden “Turizm Bakanlığı” ile “BULGARTABAK” – Tütün Holdingini de isteyince çabalar suya düştü. Bu bakanlık ve kurumun Türklere verilmesi “bölücülük” olarak nitelendi. Oysa Türklerin ekonomideki payı büyüktü. 1988 yılında Bulgaristan’a dış ülkelerden gelen dövizi karşılayan üretimin % 49,5’ini onlar, özellikle tarım ve madencilikten sağlamıştı. Bulgaristan Türklerinin sağ cephede buluşma ve ortaklık kurma yolundaki ilk hamlesi böylece başarısızlıkla sonuçlandı. Bu hamle 2014’ten sonra yeniden canlandı. Dobruca ve Deliorman’da DPS partisine sırt çeviren Türkler, 2009’dan sonra iktidar olan ve 3 hükümet kuran Avrupalı Bulgaristan Vatandaşları (GERB) partisine kaydı. 120


92

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bin oylu bir katılımla alt yapıda, sosyal ve ekonomik hayatta DPS dışında hak arama davasına başladılar. Fakat politik karakteristikle ortaya çıkmayan bu atılım, Bulgar toplumunun demokratikleşmesine en büyük engel olan ve toplumun ortasında bir olumsuz tümör, bir ceset gibi yatan engellik kaldırılmasına yardım sunmadığı gibi, statükoyu korumaktadır. Bulgaristan’da geçiş dönemine en fazla kötülük yapan ve engel olan 2 kişiye işaret eden eski başbakan İvan Kostov, bunlardan birinin eski BSP lideri ve Cumhurbaşkanı Georgi Parvanov (2002-2012) ile ikincisinin de DPS lideri Ahmet Doğan olduğunu yazıyor. Başbakan Lüben Berov (19921994) hükümetinin Meclise sunduğu bir Bildiride DPS yönetiminin sunduğu katkıyı (147. Sayfada) şöyle veriyor: “DPS Bildiriye katkı sunmak için yazılı metin göndermişti. Bu metinde şöyle deniyordu: Hükümet milliyetçiliğin kükremesine ve halkın kafasının çelinmesine, etnik ve dini karma bölgelerde nüfusun Türkleşmesine yol vermeyecektir. “ DPS, karma bölgelerde nüfusun Türkleşmesine yol vermemekle Bulgar milliyetçiğini engellemeye ve Türk isimlerini geri almak isteyenlere engel olmak istiyordu DPS partisi. Güler misin ağlar mısın! DPS partisindeki öze ihanetin daha 15 yıl önce bu kadar derinleşmiş olması, çok ağır bir gerçektir. Geçiş Dönemi boyunca Bulgaristan’ın en yoksul ülke olduğuna işaret ederken ise İv. Kostov, kendi hükümeti de bunlar arasında, “hiçbir Bulgar iktidarının yoksulun yanında yer almadığını” yazıyor. Eserde, Başbakan Konrad Adenauer ve Helmud Kol gibi 2 Alman liderinin ismi birkaç yerde geçiyor. Kostov, Bulgar geçişinde, “K. Adenauer’in Almanya’da yaptığını yapamadık,” diye yazıyor ve şöyle diyor: “Adenauer “Hitler Jugend” (Hitler Gençlerini) Nazi ideolojisinden kurtardı. Onların kalbinden Hitler’in ırkçı ideolojisini sökebildi. Onları kurtardı. Biz, Bulgaristan’da genç nesilden komünist ve totaliter ideolojiyi sökemedik, atamadık, yok edemedik.” 1997 meclis seçiminden sonra, Kostov kabineyi kurunca, ilk kutlamayı Helmud Kol’dan almıştır. Yeni hükümet, NATO ve Avrupa Birliği üyeliğini kurtuluş şansı olarak görmüştür. Amerikalı bankacı uzman Stiv Hanke 1997’den sonra adım adım Bulgar levasını Alman Markına bağlanarak sabitleştirilmiş, iflas tehlikesi ve mali yıkım önlenebilmiştir. İv. Kostov döneminde (1997-2001) Bulgar endüstrisinin % 46’sı özelleştirilmiş, bu işten devlet çok zararlı çıkmış, toplam 30 milyar leva tutarındaki endüstri tesisleri 3 milyar levaya elden çıkarılmıştır. Kostov zamanında sosyal sistemde reform yapılmış ve tasarruf hedeflenerek emekli maaşları % 50 oranında kır-


Makale ve Analizler - 2019

93

pılmıştır. Mali düzenlemeler sonucu tam takır olan 17 özel ve devlet bankadan 15’i kapanmıştır. Eserde yer verilen ve birkaç defa yinelenen sloganlar arasında krizin derinliğine işaret edenler şunlardır: Milli Siyasi Grev: Özelleştirme ve her geçen günle artan işsizliğin önünün alınması amacıyla kullanılmıştır. Milli Üniversiteli Grevi: Öğrenciler üretim araçlarına sahip olmadığı için grev yapmaları doğru değildir, etkili olmaz ve sonuç vermez. Bu grev esnasında üniversiteliler derslere girmediği gibi, Sofya Üniversitesini işgal etmiş ve kamu malına zarar vermişler, meclis kuşatmaları esnasında saldırgan tavır almışlardır. 1997’nin başında Bulgaristan’ın kurtarılması için meclis bir Bildiri kabul etmişti. Bu bildiride, milli felaketin ve çöküşün Başbakan L. Berov ve J. Videnov hükümetleri döneminde geliştiği ve derinleştiği halka duyurulmuştur. İv. Kostov’un kitabında izlediği dış siyasetin birinci halkası Batılaşmaya devam etmek olduğuysa da, aynı yıllarda gelişen en önemli sıcak gelişmeler Batı Balkanlar’da olmuştur. Yugoslavya Sosyalist Federatif Cumhuriyeti (YSFC) dağılmış, bağımsız devletler oluşmuş, Bosna katliamı, Kosova faciası, kitle kıyımı ve göçler NATO devletlerinin olaylara müdahale etmesi gündem olmuş, Rusya Federasyonu’nun askeri müdahale yolunun kesilmesi gerekmiştir. Sofya hükümeti bu olaylarda Batılı devletlerin yanında yer alırken, 50 bin Arnavut göçmeni sığınmacı olarak kabul etmemiştir. Bu konu işlenirken ABD-Deyten Anlaşmasına yer verilmiş ve bu anlaşmada “tarihsel açıdan Rusya’nın Güney Doğu Avrupa (Balkanlar) üzerinde haklara sahip olduğu” sözlerine yer verilmesinden sonra Bulgaristan’da derin bir endişe yaşandığı ve korku dalgası doğduğunu anlatıyor. Bulgar kamuoyu eski Başbakan İv. Kostov’un 1.5 yılda yazdığını 1989 – 1999 Geçiş Tanıklığının eksik ve mutlaka boşluklarının doldurulması gereken bir çalışma olduğu konusunda fikir birliğinde buluştu. Yeni bölümlerde, XX. Yüzyıl Bulgaristan’ın kuruculuğunda, Bulgar devletinin bina edilmesinde, savaşların getirdiği çilelerin açılmasında Türk azınlığı başta olmak üzere etnik azınlıkların rolünün açıklanmasına geniş yer verilmesini bekliyoruz. Bu arada XX. Yüzyılı kırılmalar ve bunalımlarla yıkımlar içinde bocalamakla geçen Bulgar milliyetinin etrafına bakınarak, etnik azınlıklarını, onların din ve kültürlerini tanıma zamanının geldiği artık gün gibi ortadadır. Göçlerin, azınlıkları vatanlarından kovma, sürme, tutuklayıp yargısız içeri


94

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

atma siyasetlerinin zararları da açıklanmalıdır. En önemli olan da nüfusun yarısının memleketi terk ettiği bir ortamda yeniden dirilme ve güçlenme, kardeşçe birlikte yaşama yolu bulunmalıdır. Bulgar toplumu XX. Yüzyılda toplumda öncü rolünü yitirdi. Yeni öncü topluluk keşfetmek ve onun öncülüğünde birleşme yollarını bulmak en önemli ve zorunlu milli ödev olmuştur. Bu tarihsel ödevi üstlenecek gücün Bulgaristanlı Türklerde gizlendiğini İv. Kostov’tan elini yüreğine koyarak itiraf etmesini bekliyoruz. Son Okuduğunuz için teşekkür eder dostlarınızla paylaşmanızı dilerim.


Makale ve Analizler - 2019

95

İslam’da Radikalizme Yer Yoktur Nevzat ÖZTÜRK İlahiyatçı, Eğitimci Yazar

“Radikalizm”, Latince bir kökten gelen “Radikal-kökten” kelimesinden türetilmiş bir terimdir. Köklü değişimci, köklü yenilikçi, aşırılıkçı, aşırı tutucu, aşırı yenilikçi, temelden yıkıp-yapıcı, fundamantalist gibi anlamları çağrıştırır. Bugün özellikle Batı dünyasında yaygın biçimde kullanılan “Radikal İslam” kavramı, İslam’ın ve Kuran’ın özüne bütünüyle aykırı bir anlayış olarak 20. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkmıştır. İslam inanç ve düşüncesinin şiddet, ayaklanma ve devrim gibi yöntemlerle hâkim edilmesi ve toplumlara benimsetilmesi şeklindeki çarpık zihniyeti savunan bir kısım yazar ve ideologlar bu kavramın doğmasında ön ayak olmuştur. Radikalizm ve özellikle “İslami radikalizm”, günümüzde yaygın bir akım olarak gündemi işgal etmektedir. Bu deyimin yaygın kullanıcıları, çağın egemen güçleri, “radikalizm” kavramını; kendi egemenliklerine yönelik tehdit oluşturacak dini-siyasi hareketleri de katarak genişletmişler; insanlığın baş belası ve mücadele edilmesi gereken “dini-siyasi akımlar” olarak dünyaya kabul ettirmişlerdir. Çoğu kere de, özellikle İslam adına ortaya çıkmış yahut kendi elleriyle besleyip büyüttükleri bu tarz “radikal hareketleri”, gizli ellerle yönlendirerek; siyasi-ekonomik küresel hâkimiyetlerini pekiştirmede ve amaçlarını gerçekleştirmede bir araç olarak kullanmaktadırlar. Yakın tarih, “emperyal güçler”in bu oyunlarının kolayca sergilendiği örneklerle doludur. 1979 Sovyetlerin Afganistan’ı işgali döneminde kurulan El Kaide ve benzeri örgütler “Radikal İslam” kavramının dünya çapında tanınmasına yol açtı. 1990 Körfez Savaşı sonrasında ortaya çıkan ve 2000’li yıllarda Irak ve Afganistan savaşları süresince giderek güçlenen selefi akımların bir kısmı da bu zihniyeti sahiplendi. 11Eylül saldırılarından günümüze uzanan, yakın tarihte de IŞİD ve benzeri selefi örgütlerin terör eylemleriyle hafızalara kazınan bu süreç, “radikal terör” ve “İslami terör” gibi kavramları doğurdu. Bugün ise, bu sürecin bir sonucu olarak radikalizm ve terör kavramları, bazı kişiler tarafından son derece haksız bir biçimde, İslam dini ve dindar Müslümanlarla özdeşleştirilmeye çalışılıyor. Oysa tarihi ve sosyolojik açıdan incelediğimizde “radikal”, “radikalizm” gibi kavramların İslam’la bağdaştırılmadan çok daha önce ortaya çıktıklarını görürüz.


96

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Radikalizm, fikir, düşünce ve inançların içeriğinden çok bunların zorla kabul ettirilmesiyle ilgili zorba bir ideolojik yöntem olarak karşımıza çıkmaktadır. Örneğin, aşırı solcu politik görüşleri demokratik yollarla değil de kanlı bir komünist devrimle hâkim kılma, aşırı sağcı, milliyetçi fikirleri parlamenter sistem içinde savunmak yerine diktacı faşist yöntemlerle insanlara kabul ettirme çabaları hep radikalizm örnekleridir. Aynı şekilde dini bir inancı veya yaşam biçimini dayatmak, dini idealleri hayata geçirmek için baskı, şiddet, terör ve savaş yolunu benimsemek doğrudan radikalizmdir. Oysa semavi dinler özünde sevgi, barış, kardeşlik, fedakârlık, yardımlaşma gibi ortak ve kutsal değerleri öğütlerler. Ancak bu dinlerin bazı mensupları, sonradan radikalizmin tuzağına düşerler. Kelime anlamı dahi barış ve esenlik anlamına gelen İslam’ın, radikalizm gibi vahşi ve korkunç bir zihniyetle birlikte anılması gerçekte çok büyük bir yanlış ve çelişkidir. Zira İslam’ın yegâne geçerli kaynağı olan Kuran’da radikalizme hiçbir dayanak bulmak mümkün değildir. Tam aksine, Kuran ayetleri inanç ve düşünce özgürlüğünü günümüz modern toplumlarında olduğundan bile daha ileri düzeyde savunmaktadır. Kur’an çok net olarak İslam’da zorlama olmadığını belirtir. “Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk sapıklıktan iyice ayrılmıştır. O hâlde, kim tâğûtu tanımayıp Allah’a inanırsa, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.”(Bakara Suresi 2/256) ve bir başkasının dinine karışmaya hiç bir şekilde izin vermez. “Sizin dininiz size, benim dinim de banadır.” (Kâfirun Suresi 109/6) Kur’an’ın şahsi inançlarına gösterdiği saygı, her türlü inanç özgürlüğünü en özlü biçimde ifade ederken bugünkü modern laik düşüncenin de temel mantığını vurgular. Baskı, şiddet, terör şöyle dursun, inanç ve ibadetlere müdahale konusunda en küçük bir zorlama dahi yapılamayacağı Kuran’da kesin bir üslupla bildirilir. Kur’an, inananlara sadece hatırlatıcı olduklarını, zorlayıcı olmadıklarını anımsatır. “Artık sen öğüt ver! Sen ancak bir öğüt vericisin. “(Ğaşiye Suresi, 88/21) , “Biz onların ne dediklerini çok iyi biliyoruz. Sen, onlara karşı bir zorba değilsin. O hâlde sen, benim uyarımdan korkan kimselere Kur’an ile öğüt ver.”(Kaf Suresi 50/45) Allah’tan gelen bir dinin, haksız yere öldürmeyi, çalıp çırpmayı, adaletsizliği, hak ve hukuktan uzaklaşmayı tavsiye etmesi mümkün değildir. Allah’tan gelen vahiyler, insanların ortak noktalarda buluşup barış içinde yaşamaları ve hem bu dünyaları hem de ahiretleri için de gerekli olan şeyleri öğrenmeleri için çeşitli bildirimlerde bulunmuşlardır. Ancak insanoğ-


Makale ve Analizler - 2019

97

lunun bozguncu yönünün bu gerçeği unuttuğu ve inançlarını kendi istek ve tutkuları doğrultusunda kullanarak özünden uzaklaşmasına sebep olduğu da bir gerçektir. Bu sebeple herhangi bir kişi ya da toplumun yapmış olduğu bir hata, haksızlık yahut zulmün mensubu olduğu dine fatura edilmesi doğru değildir. İnsanlık tarihi boyunca işlenen suçların, zulüm ve baskıların din temelli olduğunun iddia edilmesi de gerçeği yansıtmamaktadır. Çünkü bu durum, dinin özünden değil o dine mensubiyeti bulunan insanların bozukluklarından ve dini yanlış yorumlamalarından kaynaklanmaktadır. Hiçbir dini metnin, insan müdahalesinden korunmuş orijinal haliyle: “Yıkın, yağmalayın, bozgunculuk yapın, haksız yere cana kıyın ya da fitne-fesat çıkartın” şeklinde emirlerde bulunacağı düşünülemez. Tarih boyunca bazı insanların dini, nefsî arzularına âlet etmeleri her din mensubunun zalim ve bozguncu olduğu anlamına gelmez. Aksine dünya tarihi boyunca dinin insanlığı medenî bir şekilde birliktelik içinde yaşamaya sevk ettiği görülür. Bununla birlikte dinin savaş ve kargaşa sebebi olduğunu iddia eden kimi çevrelerin örneğin Stalin’in yaptıklarına bakarak komünizmi suçlamadıklarını görürsünüz. Bu ise söz konusu kişi ve çevrelerin meselelere yönelik olarak çifte standart uyguladıklarını göstermektedir. Kuran ayetleri, gerek ferdi gerekse toplumsal manada eşsiz bir ahlaki sistem koyar ortaya. Kuran-ı Kerim, dini, ahlaki, sosyal ve beşeri ayetleri ile tüm insanlığa rahmet ve kılavuz olarak gönderilmiştir. Ortaya koymuş olduğu değerleri ile akıl, mantık ve insan yaratılışıyla müthiş bir uyum içindedir. Şüphesiz bunun en büyük sebebi Kuran’ın her şeyin yaratıcısı Allah tarafından bildirildiği haliyle korunmuş olmasıdır. Kuran, birbirinden çok farklı konulara temas etmesine rağmen kendi içindeki eşsiz tutarlılığı sebebiyle mucizevî bir şekilde insanı kendine hayran bırakır. Kuran ayetleri en zor konularda dahi getirmiş olduğu sade anlatım ve açıklamalarıyla her seviyeden insana hitap edebilmekte ve bu sayede insanlığa bir hidayet rehberi ve kılavuz olabilmektedir. Kuran günümüzden 1400 yıl gibi bir süre önce insanlığa bir rehber olmak ve kıyamete kadar hüküm sürmek üzere gönderilmesine rağmen her dönemde mevcut çağın ilerisinde olmuş, temas ettiği noktalarda ise daima haklı çıkmıştır. Tarih boyunca çeşitli din ve kültürlerde mevcut bulunan gerek evren gerekse en küçüğünden en büyüğüne kadar canlılar ile ilgili inanç ve iddialar göz önünde bulundurulduğunda, Kuran’ın önem ve değeri daha da iyi anlaşılmakta ve tarihsel süreç içindeki bu haklılığı da Kuran’ın insan sözü olamayacağının önemli bir kanıtı olmaktadır. Dinin yeryüzünde


98

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

fitne ve kargaşa sebebi olduğunu, insani ve ahlaki değerleri hiçe saydığını iddia edenler için Kuran’da yer alan temel ahlaki ve insani değerlere yönelik buyrukları hatırlamak bu gibi asılsız iddia sahipleri için yeterli bir cevap olacaktır. Kuran ayetleri açık bir şekilde insanları Allah’ın yoluna hikmet ve güzel öğüt ile davet etmemizi söylerken bir yandan da insanlara örnek olabilmek için, ihlas ve samimiyet 233 içinde söylem ve eylem tutarlılığı sergilememizin önemine dikkat çekmektedir: Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et ve onlara (karşı) öyle bir mücadele yöntemi ortaya koy ki, o en güzeli, en etkilisi olsun! Çünkü senin Rabbin var ya: işte O kendi yolundan sapan kimseyi de, doğru yola yöneleni de en iyi bilendir. (Nahl 125) Peygamberimiz Hz. Muhammed, Allah’ın uyarılarına en güzel şekilde uymuştur. Ancak maalesef bugün Allah adına, Peygamberimiz adına eylemlerde bulunduğunu iddia eden bazı Müslümanlar, Allah’ın ayetlerindeki apaçık uyarılarına göre değil, din adına uydurulan kabullere dayanarak insanlar üzerinde baskı kurmakta ve insanları inanmaya ya da inancın gereklerini yerine getirmeye zorlamaktadırlar. Bunu yapan insanlar Müslüman olduklarını iddia ediyor, ancak İslam’ın yegâne kaynağı olan Kuran’a hiç bakmıyor ya da Kuran’ın uyarılarını ve Peygamberimizin güzel örnekliğini dikkate almıyorlar. Kuran ayetleri Peygamberimiz başta olmak üzere tüm inananları bu konuda uyararak şöyle söylüyor: Rabbin isteseydi, yeryüzündekilerin hepsi mutlaka inanırdı. O halde sen mi insanları inanmaları için zorlayacaksın? (Yunus 99) Görüldüğü gibi insanları yaratan Allah bile inanmaları için onları zorlamıyorken bazı kişilerin Allah’tan yetki almış gibi insanları inanmaya ya da bazı ibadetleri yapmaya zorlamaları nasıl kabul edilebilir? Allah, elçi olarak görevlendirmiş olduğu kulunun bile diğer kulları üzerinde zorlama yetkisi bulunmadığını söylüyor ve: Yüz çevirirlerse Biz seni onlar üzerine koruyucu/bekçi göndermedik. Sana düşen, tebliğden başkası değildir. (Şura 48) gibi ayetler ile açık bir şekilde Peygamberimizin sadece öğüt veren bir uyarıcı olduğuna dikkat çekiyor. Diğer taraftan, bugün İslam ile anılması söz konusu edilemeyecek bir kavram olan fobinin yani korkunun maalesef İslam denildiğinde kimi insanların zihninde uyanan ilk izlenimlerin başında geldiği görülmektedir. Oysa İslam insanlara güven, huzur, esenlik ve barış getiren bir inançtır. İslam insanları korkutmak için değil doğru yolda onlara kılavuzluk ederek


Makale ve Analizler - 2019

99

ilahi uyarılarda bulunmak için vardır. Ancak geçmişten günümüze gerek kimi mensuplarının yanlış din algısı ve uygulamaları gerekse İslam’ı kötü göstermek isteyen kişi ve çevrelerin İslam ile ilgili oluşturmaya çalıştıkları olumsuz hava sebebiyle İslamofobi gibi bir kavramın dünyanın gündeminde olduğu görülmektedir. Muhakkak ki, modern dünyanın hastalıklarından biri de ırkçılıktır. Irkçı düşünce kendisi gibi olmayanı dışlamakla ve farklı olanları psikolojik bir şiddete maruz bırakmakla kalmamaktadır. Bunun yanında ırkçılık, farklı etnik ve dini kökenlere sahip kişilerin sosyal ve ekonomik hayatta dezavantajlı konuma düşmesine neden olmaktadır. Kuşkusuz ırkçılığın günümüzdeki tezahürlerinden birisi de farklı kültürlere ve dinlere mensup insanların gündelik hayatın birçok alanından dışlanması, psikolojik ve sosyal şiddete maruz kalması şeklinde gerçekleşir. Günümüzde özellikle Batı dünyasında bu şiddetten en çok nasibini alanlar Müslümanlar olmaktadır. İslamofobi olarak anılan bu eğilim, Müslümanlardan, sırf Müslüman oldukları için korkulması, onlardan nefret edilmesi ve hatta tiksinilmesi anlamlarını taşır. İslamofobi temelde, bizim tespitimize göre, üç kaynaktan beslenmektedir. Bu kaynakların birincisi kendini Müslüman olarak tanımlayan bazı kendini bilmezlerin işledikleri terörist eylemlerdir. Bu terörist eylemler neticesinde Batılıların zihninde yüzlerce yıldır süregelen “İslam şiddet dinidir” fikri güçlenmektedir. Maalesef Kuran’da sadece savunma savaşına izin verilmesine rağmen bu eylemler Kuran’ı gölgelemekte, İslam’la ilgili hatalı bir imaj sunmaktadır. İkincisi Müslümanların eski dönemlerden farklı olarak Batıda da yaşıyor olmasıdır. Bu birliktelik, bu iç içe olma durumu zaman zaman bazı gerilimleri beraberinde getirmektedir. Batıya önce göçmen işçi veya sığınmacı olarak giden Müslümanlar zaman içinde Batının bir parçası olmuş, Batılıların çalıştığı işlerde çalışmaya başlamış, onların faydalandığı imkânlara talip olmuşlardır. Üçüncüsü ise, terördür. Sözde din adına yapılan terörist saldırılar neticesinde İslam hakkında yeterli bilgiye sahip olmayan kitleler İslam’ın bir şiddet dini olduğu izlenimine kapılmakta, İslam’a ve onun takipçilerine karşı cephe alabilmektedirler. Kimi zaman bu durum Müslümanlara karşı işlenen sözlü ve fiziki saldırıları beraberinde getirmektedir. Örneğin 2016 yılında Manchester şehrinde (İngiltere) meydana gelen bombalı saldırıdan hemen birkaç saat sonra yine Manchester’da bir cami kundaklanmış, daha yeni Yeni Zelanda’daki cami İslam karşıtları tarafından kundaklanmış, ibadet eden insanlar katledilmiştir.


100

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İslam adına hareket ettiklerini söyleyen örgütler, aslında en büyük zararı adına savaştıklarını iddia ettikleri dine veriyorlar. Referanslarını, meşruiyetlerini, işledikleri cinayetlerin, saçtıkları vahşetin gerekçelerini İslam’a bağlıyorlar, adı aslen ‘barış’ anlamına gelen bir dinin ağza alınmayacak vahşetlerle anılmasına yol açıyorlar. Sonuç olarak; radikalizm, hiçbir İlahi dinin özünde ve temelinde olmayan, hatta bu özden tümüyle uzak olan bağnaz yapılara kolaylıkla monte edilebilen sapkın bir zihniyettir. İslam inanç sistemi, insana tanıdığı özgürlükleri, barış, sevgi ve erdem temelli ahlaki ilkeleri ile insan aklına ve yaratılışına en uygun sistemdir. İslam’ın, baskı ve korku ile anılması mümkün değildir. İslam’ın bu şekilde algılanmasının sebebi İslam değil, yanlış din algısına sahip Müslümanlardır. Müslümanların çoğunluğuna bakarak İslam’ı yargılamak ya da İslam’ı Müslümanlar üzerinden anlamaya çalışmak doğru bir algının oluşmasını imkânsız kılacaktır. Barış ve esenlik anlamına gelen İslam’ın, radikalizm gibi vahşi ve korkunç bir zihniyetle birlikte anılması gerçekte çok büyük bir yanlış ve çelişkidir. Zira İslam’ın yegâne geçerli kaynağı olan Kuran’da radikalizme hiçbir dayanak bulmak mümkün değildir. Tam aksine, Kuran ayetleri inanç ve düşünce özgürlüğünü günümüz modern toplumlarında olduğundan bile daha ileri düzeyde savunmaktadır. İslam coğrafyasında bağnazlıkla yoğrulmuş kitleleri içine düştükleri beladan çekip çıkarmanın, hem onları hem de tüm dünyayı radikalizm ve terörün pençesinden kurtarmanın yegâne yolu o insanları İslam’ın özüne, döndürmektir. Bu da askeri operasyonlarla değil ancak çok geniş çaplı ve kapsamlı bir eğitim seferberliği sayesinde mümkün olacaktır. Dostlarınızla paylaşınız


Makale ve Analizler - 2019

101

Irkçılıkla Faşizm El Ele Geldi

Tarih: 19 Nisan 2019 Yazan: Nedim AKIN Konu: Öfke özgürlüğünden kaynaklanan illetler. Sofya uluslararası uçak alanına inen yabancı uçaklardan 3-5 kişilik gruplar halinde faşist olduklarına her hareketleriyle işaret veren gençler iniyor. Onları karşılayan siyah gözlüklüler pahalı siyah arabalardan iniyor ve sonra beraber Vitoş Dağ belindeki butik otellere yöneliyorlar. Alman Nazi ve Faşizminin atası, insanlık tarihinin en büyük katili Adolf Hitlerin 20 Nisan’da kutlanacak olan 121. Yıldönümüne katılmak üzere toplanıyorlar. İkinci Dünya Savaşından sonra Almanya’da ve Avrupa’da Hitlerin adının anılması, “Kavgam” kitabının basılması ve satılması, hakkında ileri geri konuşulması, hayatının ve davasının övülmesi kesinlikle yasaklanmış olsa da, Bulgaristan da aralarında olmak üzere, Avrupa ülkelerinde faşizmin özünü oluşturan ve insan düşmanlığı körükleyen, üstün ırk ideolojisi nefes alma fırsatı buldu. 21 Nisan 2019 tarihinde, Sofya’da Bulgar Milli Birliği örgütünün ev sahipliğinde birçok Avrupa ülkesinden gelen yeni Naziler, faşist ruhlular bir uluslararası konferans düzenleyecekler. Bu konferans öncelikle 26 Mayısta yapılacak olan 751 üyelik Avrupa Parlamentosu seçimleri hazırlıklarına adanacaktır. 5 yıl süreli Avrupa Birliği yasama organında 180 Halk Partili, 149 Sosyalist (PES), 87 liberalden başka, aşırı sağ cepheden de 66 tutucu milliyetçinin de yer alması hesapları yapılıyor. Bu arada Nazi ideolojisini savunan milletvekillerinin bir de “Yeşiller”, “Çevreciler” ve benzer hareketler kollarından da Brüksel’e toplanması hesapları artık biliniyor. Dikkat çeken bir unsur da, Bulgaristan’da Hak ve Özgürlükler Partisi ‘nin (DPS) son yıllarda büyük kentlerde ve özellikle de Sofya’da saflarına “çevreci” sürüsü Bulgarları doldurup Romen oylarıyla Brüksel meclisindeki sandalyelere adam göndermesidir. Bundan 5 yıl önce yapılan AP seçiminde aday çıkan DPS zenginlerinden ve Ahmet Doğan gözdesi D. Peevski’nin AP milletvekili adayı çıkması ve seçilince kaydını yaptırmadan çekilmesi ve yerine “çevrecilerden” İskra Mihaylova’yı göndermiş olmasıdır. Bayan Mihaylova ve Peevski bu seçimlerde de adaydır.


102

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgar Milli Birliği (BNS) 2001 yılında bir “sportif örgüt” olarak kurulmuştur. İdesel olarak Bulgaristan’da 1932-1944 yılları arasında örgütlenen Gene. Lukov ‘un faşist hareketine en yakındır. Programında ve hedefinde aşırı milliyetçilik, “yurtseverlik” ve Avrupa Birliği (AB) düşmanlığı vardır. Günümüzde – federatif Avrupa ve milletlerin Avrupası – gibi 2 kola bölünmüş olan AB’de bunlar “milletlerin milliyetçi Avrupa’sından yana olup, AB’ni içinden çökertmeyi planlıyorlar. Görülen AB’ye karşı örgütlenmiş çok uluslu yeni sağcı bir oluşumdur. Yeni Faşist Harekete katılan ve Sofya’ya toplanan örgütler. Fransız “Les Nationalistes” bildirdiğine göre, Sofya toplantısına ve anma törenlerine “Avrupa’nın savaşçı örgütlerinin yöneticileri” katılacaktır. Çek, Polonya, Macaristan ve Almanya yeni-Nazi örgütlerinden temsilciler davet edilmiştir. Sofya toplantısı “Milletler Avrupa’sına doğru Birlik Olalım!” sloganıyla geçecektir. Bu örgütler Nazi ve Faşizm ideolojisinin ateşli savunucularıdır. Kendi ülkelerinde aşırı milliyetçi hortlayan ne Nazi sembolleri taşıyan, bu aşırı milliyetçiler kendi ülkelerinde şu örgütlerde teşkilatlanmışlardır: Macaristan’da “Lejyon”, Polonya’da “Akıncılar” – (Szturmowcy), Çek Cumhuriyeti’nde “Halkçı ve Sosyal Cephe” (Narodni a sosyalni tronta). Alman aşırı sağcılarıyla Bulgar Milli Birliği (BNC) arasında uzun yıllardan beri yakın ilişki ve işbirliği var. Her yıl Şubat ayında düzenlenen, Bulgar faşist partilerinden ve günümüz iktidar ortakları sözde “Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Milli Cephe” (NFSB) ile İç Makedon Devrim Hareketi (VMRO) güçlerinin katıldığı “Lukov” fener alaylarına Alman Nazi gençler de aktif katılmaktadır. Aslında “Die Rechte” (sağcılar” olarak bilinen bu güç odağı, Almanya’da yabancılara saldırılarından dolayı gözetim altındadır. Birçok yerde Türklerin oturduğu daireleri kundaklayanlar bunlardır. Bulgaristan’da kullandıkları slogan “Size burasını Filistin edeceğiz” saçmalığıdır ve son 5 yılda saldırılar şiddetlenerek tırmanmaktadır. Bu gösteri ve forumların amacı Bulgar halkını ülkede yaşayan azınlıklara karşı daha yoğun kışkırtmaktır. İlk hedeflerin Müslüman azınlık bulunuyor. Bulgar basınında çıkan yazılarda şunları okuyoruz: Aşırı milliyetçileri birleştiren öfke ve insan düşmanlığıdır. Alman kahverengi bataklığı Bulgaristan’a sıçradı. Naziler, faşistler, popülistler, aşırılar Sofya’ya toplandı. Ne oluyor? Gelenler, geçmişin en kötü adamlarıdır.


Makale ve Analizler - 2019

103

Gelenler Avrupa’nın yeni yalancılarıdır. Avrupa’ya karşı yeni aşırı sağ güç Balkanlar’da kaynak arıyor. Sosyal medya olaya geniş yer ayırıyor: Çıkan yorumların özeti şudur: “Bulgar halkı hayatımızda olup biten her şeyin politikalar ve politikacılar tarafından belirlendiğini artık anlamalı ve görmelidir. Üzerine basınca kırılan ya da yerinden oynayıp dönen ve ayak bileğimizi büken yol levhaların kalitesi ve nasıl dizildiğinden başlayalım. Markette satılan gıdaların kalitesi ve fiyatı, annelerimizin emekli maaşı, çocuklarımızın eğitim ve öğretimi, ara yolda giden arabamızın kaza yapmasından, yolda itilip kakılmamız, hatta bize dayak atanların cezasız kalması, evimizi soyanların yakalanıp içeri atılmaması hepsi hepsi izlenen politikanın ve politikacılarımızın işidir. Gabrovo şehrinde bir markette 3 gencin birbirine girmesi ve ardından binlerin ayaklanması, gece nümayişleri, düşmanlık sloganları ve zavallı Çingenelerin evlerini yakması, kundakçılardan ve yakanlardan hiçbir kimsenin tutuklanmaması, izlenen gerçek Nazi ve faşizm politikasıdır. Alevler artık hortlamıştır. Ve bu iğrenç olaylardan sorumlu ve suçlu olan yoksul, parasız ve işsiz Çingeneler değil, faşistler, bu devleti soyanlar, düşmanlık körükleyenlerdir. Ve ben burada, Başbakan Yardımcısı Tomoslav Donçev’in ve eşi Svetlana Donçeva’nın tutumunu eleştiriyorum. Bayan Donçeva ırkçı ve faşist bir tutum almıştır. “Toleranstnost” (Hoşgörü) Derneği başkanı olarak, 12 500 Çingene çocuğunu okula yazdırmak, okulda kendilerine destek olmak, aç susuz kalmamaları için öğrencilere yardım etmek amacıyla AB fonlarından gelen yardım ve destek paralarından 50 milyon Avro’nun üzerine oturdu. Bir iş yapmadı. Şimdi hesap sormasınlar diye ırkçılık kundakçılığı yapması, evlerinden kovulan çocuklu ailelerin çilesine, yanan evlere vs seyirci kalması, 21. Yüzyıl Bulgaristan tarihinde yeni bir yüzkarası sayfa açmıştır. Bayan Svetlanan bir tek 20 Nisan’da Sofya’da yapılacak Adolf Hitler kutlamalarına katılmadığı kaldı. Zaten bunların babaları 6 bin Çingeneyi etnik temizlik yaparak Hitlerin “Treoplika” ölüm kampına göndermemiş miydi? Ne yazık ki Bulgaristan’a son 30 yılda demokrasi yerine faşizm ve ırkçılık geldi. Başbakan Yardımcıları ırkçılığa sevdalandı. Bunların hepsini politika dışına atmaktan başka çare kalmadı. Bunun en kısa yolu yaklaşan seçimlerdir. Tanımadığımız bilmediğimiz kimseye oy vermeyelim kardeşler.


104

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Avrupa meclisine ancak kendi adamlarımızı gönderelim. Oyumuzu gerçek demokratlara verelim. Okuduğunuz için teşekkürler. Lütfen paylaşınız. Bulgar faşistlerinin son Sofya fener alayı


Makale ve Analizler - 2019

105

Gabrovo’da Faşizm Kol Gezdi Çingene Komiser Tarih: 18 Nisan 2019 BGSAM Fakti.bg. Konu: Bulgaristan Romen Komiseri ile Söyleşi.

Bulgaristan Romenlerinin Komiseri Petko Asenov ile bir söyleşi: Bulgaristan’da “daire dalavereleri” tam kızışırken, yıllardan beri kışkırtılan Bulgar Romen olayları neden tam da Gabruva (Gabrovo) şehrinde patladı. Bulgaristan’da Romların topluma entegre edilmesine ne kadar para akıtıldı? Bu defa Başbakan Boyko Borisov neden çatışmalı olayların dışında kalmak istedi? Yeni bir Kosova patlaması başlamasını önlemek için neler yapılmalıdır? FAKTİ BG sosyal medyası bu soruları Dünya Romen Örgütü Başkan Yardımcısı ve Romenleri Bulgaristan Baş Komiseri Petko Asenov’a sordu. Sayın Asenov, son günlerde Bulgaristan’ın Gabrovo şehrinde Romenlere karşı şiddetli protestolar var. Dorum değerlendirmesi yapar mısınız? Bugün Gabruva’da (Gabrovo) olanlar, çok yakın zamanda Eski Zara’da (Stara Zagora), Tatar Pazarcık’ta (Pazarcık) ve öteki bölge ve şehirlerde patlak verecektir. Bu saldırı planı Filibe’ye (Plovdiv) bağlı Katunitsa köyünde yıllar önce başladı. Bu olay, Bulgaristan’da her bir Romen (Çingene) mahallesinin “ateşe verilebileceğini” gösteriyor. Bu, sözüm ona “ulusal yurtseverlerin” ve onlara takılan güçlerin olanıdır. “Katunitsa” köyünden sonra Sofya’nın “Orlandovrsi” semtünde ve Yukarı Cuma’nın (Blagoevgrad) “Gırmen” kasabasında yaşandı. Düşmanlık ateşini yakmak istiyorlar. Ne ki, Romenler arasında artık imkanları oldukça büyük olan iriler var. Onlar da yakmaya başlarsa o zaman kıyım ve küllük olacaktır. Kısa bir süre önce, Bulgaristan Diyaneti Baş Müftüsü “Bulgaristan’daki durumun Kosova’yı tekrarlayabileceğini” , hatta daha kötüsünün de olabileceğini söyledi. Ben olayların oralara kadar tırmanmayacağını düşünüyorum, ne ki bunun olmasını isteyenler de yok değildir. Ben burada, baş komutan olan Cumhurbaşkanı Rumen Radev’in, gelişmelerin daha kötü yön almasını ve büyümesini önlemek amacıyla, yetkilerini kullanarak Ulusal Güvenlik Danışma Konseyi’ni (KCNC) toplaması gerektiği görüşündeyim.


106

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Öyle mi? Bu olayların patlamasından, Başbakan Boyko Borisov’un da kanısına göre Gabrovo Polis Şefi Kıdemli Komiser Borislav Bonçev’in sorumlu olduğuna siz de mi katılıyorsunuz? Önce İç İşleri Bakanı Mladen Marinov’un hem Gabrovo’da hem de ülkenin diğer merkezlerinde durumu huzura kavuşturmak amacıyla iyi işler yaptığını söylemek istiyorum. Jandarma ve polisler görev başındadır. Onlar ayakta olmasaydılar, dere gibi kan akacaktı. Marinov’a teşekkür ederim. Polis şefi hakkında karar alan Balandır. Durumu en iyi bilen odur. Ben Belediye Başkanı Tanya Hristova hakkında fikir beyan etmek istiyorum. O, hemen istifa edeceğini açıkladı. Fakat yerinde kaldı. O, 500 Çingene ile baş edemedi. Sofya’da Bayan (Belediye Başkanı) Yordanka Fındıkova 48-50 bin Romenle baş ediyor. Şu 500 Çingeneyle ne oldu, haberiniz var mı? Gabruva (Gabrovo) dışına kaçtılar. Şehirde kalan da var. 4 çocuklu bir aileden telefon aldım. Zemin kata sığınmışlar. Korkuyorlar. Romen gençleri gönderdim ve aileyi kurtardık. Gabruva (Gabrovo) etraf köylerine kaçanlar oldu. Bu çatışma bir market kavgasından alevlendi. Bu konuda görüşünüzü öğrenmek istiyorum. Bu bir dükkan içi sürtüşmesidir. Kışkırtılmasa bu denli büyük bir etnik sorun alamazdı. Evler yıkılıyor, yakılıyor. Bir ev yıkılacaksa biz kendimiz yıkarız. Programımız var. Romen mahalleri kurmak için Bakanlar kuruluna program sunduk. Onay aldık. Nedense bu defa Sayın Borisov susuyor. Sorun belirince o beni arıyor. Demiryollarını ve uçak alanını abluka altına aldığımızda beni aramıştı. Başbakan 11 000 – 12 000 Romen mahkûm olduğunu söylüyor. Doğru değildir. İçerdekilerin daha fazlası Bulgar. Adalet Bakanı Yardımcısı Nikolay Prodanov’la görüştüm. Çıkanlar 2-3 ay sonra yine içeri giriyor. İş yok. Çalıyorlar. Tutuklanınca da yine hapse düşüyorlar. İş yeri açmak gerek. Bu kişilere kalacak yer göstermeliyiz. Dış ülkelerden gelen yatırım fonlarından para ayırarak yerleşkeler inşa etmeyi düşünüyoruz. Gabrovo’da bu olayların patlak vermesi, merkezde “mal mülk dalavereleri” kızışırken alevlenmesi bir tesadüf müdür? Dikkatleri başka yöne yöneltmek istediler. Ben Sofya İl Belediye Başkan Yardımcısı Toma Nikolov macerasına dikkat yöneltmek istiyorum. Tarım arazisine köşk kurmuş. “Kulübe” diyor. Yüzme havuzlu, değeri milyonun üstünde, vs vs, ne anlatayım bilemiyorum. Evraksız, izinsiz bir inşaat.


Makale ve Analizler - 2019

107

Başbakan Yardımcısı Kr. Karakaçanov’a mektup gönderdik. Gereğini yapmasını, köşkü yıkmasını istedik. Çünkü o yapmazsa, bizim Romenler gidip yıkacaklar. Karakaçanov iş yapsın, Romenlere karşı program uydurma işinden vaz geçsin, çünkü onun programları çok daha büyük sorun doğuracak. Sizin kanınıza göre Gabrovo’da göstericileri örgütleyen kimdir? Sofya’da “Orlandovtsi” semtinde ve “Gırmen” de ve şimdi Gabruva (Gabrovo) merkezinde gösteri yapan kişilerin aynı tipler olduğunu fotoğraf ve videolarda görebilirsiniz. Bunlar örgütlü kişiler. Bir plan uygulanıyor. Sofya merkezinde kahvelerde oturan ve telefon bekleyen bir genç tanıyorum. Şu kadar para vereceğiz 100 kişiyi şu saatte şu yere getir dendiğinde o harekete geçiyor. Onlar ücretli protestocular. Ben, Bulgaristan’da kaç Romen olduğunu ve nerede bulunduklarını bilen biriyim. Gabrovo’daki Romenlerin sayısı 500 ‘den azdır. Saldırgan milliyetçiler Romenlerin az olduğu merkezleri basıyorlar. Pazarcık mahallerine gitsinler de göreyim onları! Tatar Pazarcık’ta (Pazarcık) her şey devletin elinden de çıktı. Sakallılar, çulular, çarşaflılar aldı yürüdü. Yakın geçmişte akıllı bir fikir işittim. Bir arkadaş, Romen sorunlarının çözümü için para lazım. Çalınmak için para gerek. Bulgaristan’da yıllardan beri Romen problemlerinin çözümünde bir adım atılamamasını, sorun parasal mı? Biz paraların nerede ve kimin kontrolünde olduklarını biliyoruz. Kısa bir süre önce Norveç Fonu’ndan 80 milyon Avro geldi. Son 10 yılda milyarlar geldi. Bu paraların ana kısmını, Romen örgütleri değil, Bulgarların yönettiği örgütler çaldı. Bizden de birkaç örgüt şefine kırıntı atmışlar, Romenlere de veriyoruz görüntüsü oluşturmak için… Aile Planlaması Örgütünden bir örnek vereyim. Konuşulan nedir? Çocuklar çocuk doğurmasın… Kız çocuklarıyla, ailelerle gettolarda, mahallerde çalışmak için bu örgüt milyonlara el atmış. Sonuç nedir? Paralar harcanmış. Yapılan iş yok. Her yıl 12 000 Romen çocuk okul dışı kalıyor. Eski Eğitim Bakanı Sergey İgnatov’la çocukları okula toplamak için özel program geliştirdik. Bakanlığa sunduk. Bakanlık susuyor. Ben burada “Amelipe” adından bir örgütle ilgili birkaç cümle söylemek istiyorum. (”Amelipe – Uluslararası Diyalog Ve Hoşgörü Örgütü). Bu örgüt yalnız 1 yılda 16 milyon Avro almıştır. Gerçekte ise el attığı paraların miktarı 50 milyondan fazladır. Bu paraları çocuklarımızı okula toplamak için aldılar ama çocuklar okul dışında kalmıştır.


108

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu sorunların çözümü için önerileriniz nelerdir? Biz hükümete önerilerimizi sunduk. Geçen yıl Dünya Romen Örgütü Genel Başkanı Bulgaristan’a geldi. “Zaharna Fabrika” (Şeker Fabrikası) semtindeki Romen kulübelerini gördük. Sonra Sofya Belediye Başkanı Fındıkova ile birlikte aileleri devlet demiryollarının boş dairelerine yerleştirdik. Sorun çözüldü. Bulgaristan Romenlerinde farklı yaşama hevesi var mı? Hepsi birlikte yaşamak, iş, aş, çocuklarına okul, sağlık hizmeti istiyorlar. Herkes kirasını ödemek istiyor. Ailelerine ev yapmak istiyorlar. Çocukları için huzur talep ediyorlar. Yaz aylarında turistik tesislerde Romanya ve Moldova’dan işçi getirmektense, bizim çocuklarımızın çalışmasını istiyoruz. Başbakan Yardımcısı Tomislav Donçev Gabrovo olaylarıyla ilgili çok aktifleşti. Biz onun eşinin de aktifleştiğini görüyoruz. Onlar aile olarak “Amelipe” dostudur. “Amelipe’ye” giden milyonların kayıplara karışması ilginçtir. Yalnızca Bayan Donçeva değil, Gabrovo’da gösterilere karılanlar aşırı davrandılar. Konuşmalarında ırkçılık vardı. Onlar ırkçılıktan öte, faşisttir. Olanlar anasının ak süttü gibi faşistti. Bu nedenle bir şimdi bir toplantı yapıyoruz ve Bulgaristan’da olduğu kadar Avrupa kıtasındaki faşist başkaldırıya karşı da mücadele etmek üzere bir Birlik kurmaya hazırlanıyoruz. Biz Bulgarlar ve Romenler olarak ikiye ayrılmaya devam ediyoruz ve bu çok tehlikeli. Şimdi Gabrovo’da bize “şehri ter edin. Siz Bulgar değilsiniz” diyorlar. Bize “sisin Vatanınız yok!” diyorlar. Öyle de, Avrupa halter şampiyonu Çingene Bojidar Andreev Bulgaristan’a döndüğünde, “ Vatanına döndü” diyorlar. Bu ne demek oluyor? Gazetelerin hepsi “vatanına döndü” diye yazıyorlar. Demek oluyor ki, olumlu bir şeyler, başarı elde ettiğimizde ve bu Bulgaristan’ın esamisine yazıldığında, “kahramanız”, aksi takdirde bizi ülkemizden ve vatanımızdan kovuyorlar. Şampiyon Andreev’e 500 000 Avro teklif ediyorlar, Bulgaristan’ı terk etmesini istiyorlar, ama o “benim Vatanım var” diyor, gitmiyor. Bulgaristan’da yaşıyor ve biz kendisiyle gurur duyuyoruz.


Makale ve Analizler - 2019

109

Dikkatlerin başka bir yöne çevrilmesi gerektiğinde en uygun kesim Çingenelerdir. Bu özellikle seçimlerden önce oluyor. Yakın geçmişte, bölge komiserleri, Dünya Romen Örgütü’nde toplandık. Eski seçimlerle ilgili yeni bir değerlendirmede bulunduk. Bizi sabun yapmak isteyenlere, evlerimizi yakıp yıkanlara, paralarımıza el atanlara, aç kalmamızdan zevk almamızdan zevk alanlara “Ataka” ve sahte “yurtsever” partilere hele de İç Makedon Örgütü VMRO’ya oy verenlerin kimler olduğunu değerlendirdik. Bizim aşırı milliyetçi, ırkçılara verecek oyumuz yoktur. Aşırı milliyetçi faşist lider ve kopoyların Çingene mahallelerine, gettolara girmesine yol vermeyeceğiz, onlar artık bizden oy alamayacaklar. Seçimlerde oy ticaretiyle ilgili de bir sorum var. Yalnızca sahte “yurtseverler” ve “Ataka” değil öteki partilere de oy satılmamalıdır. Artık nerede kaç oy olduğunu aylar öncesinde biliyoruz. Oylarımızın sayısı bellidir. Bu konuda devlet Organlarından DANS, Savcılık ve diğerlerinin daha önceden iş başı yapmalarını öneriyorum. İstenen oy ticaretinin durdurulması ve adil seçim yapılmasıdır. Sizin elinizdeki verilere göre partilerin hepsi para ile oy mu alıyorlar? Aşırı milliyetçiler para sayıp oy alıyorlar. Büyük paralar oynadığını söyleyemem. Rom mahallelerinin hepsi için veriler elimizdedir. Oy fiyatı 20 levadan başlayıp 50 levaya kadar yükseliyor. Propaganda tutmuyor. 10 oyu olan bir aile 500 levaya bakıyor, propagandayı dinleyen yok. Önümüzdeki seçimlerde bu geleneği bozmaya çalışacağız. Sofya/Bulgaristan


110

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

111

Yunanistan’da Makedon Nüfus Var Mı? Dil meselesi Tarih: 18 Nisan 2019 Tercume: Raziye ÇAKIR Konu: Yunanistan Makedon dilini neden yasaklıyor?

Yunanistan Kuzey Makedonya ismine alışıyor, 2019/2020 ders yılında Makedonya’nın yeni adı ders kitaplarına girecek. Şimdi yeni bir tartışma konusu açıldı: Yunanistan’da Makedon nüfus yaşıyor mu yaşamıyor mu? Yıllar önce Yunanistan’da Bulgar nüfus yaşıyor mu, Bulgaristan’da da Yunan nüfus var mı tartışması yapılmıştı. Olay mahkemelik olmuştu ve hatta uluslararası mahkemeye taşındı ve ardından da nüfus değişimi yapıldı. Şimdi de benzer bir olay yaşanıyor. Yunanistan’da yaşayan Makedonlara İslam-Makedon diyorlar. Mahkeme böyle bir kimliğin olup olmadığı görüşüyor. Davaya SERES Belediye Mahkemesinde bakılıyor. Adalet binası polis kordonu altında, etraf köylerden kendilerini Makedon sayan nüfus şehri işgal etmiş. Yunan Makedonlara “dopia” deniyormuş. “Dopia” Türkçemizde “memleketli”, “hemşeri” anlamında, hani biz tanışırken “kardeş memleket nere?” deriz ya, öyle bir şey. Burada yerli halk hangi köyde ve yörede hangi milletten insanlar yaşadığını bildiğinden dolayı, etnik veya milli azınlık, halk ağzında hemşehrilikle çözülmüş. Konuştukları dile de İslav-Makedon ağızı tanımı getirilmiş. Bu lehçeyi konuşanlar da, yazılı kayıtlı olmasa da, halk arasında yerliler tarafından İslav-Makedon azınlık olarak kabul edilmiş. Bu yerel gerçeği kabul etmeyen Atina hükumetinin bu konudaki tavrı sert. “Bi Bi Si” radyosu bu konuda yayın yaptı. Bu azınlığı “Makedon İslavları ve Yunanistan’da Yok Sayılan Azınlık” olarak anlattı. Yunanistan’da “azınlıklar” konusunu konuşmak yasak. Fakat Bi Bi Si perdeyi kaldırdı. Birçok siyasetçide nefret uyandırdı. Londra’daki Yunan Büyükelçi Dimitris Karamıtsos – Tsiros Bi Bi Ci’ye bir mektup gönderdi, “tarihi çarpıtıyorsunuz” dedi. Bu arada Yunanistan’daki Makedon nüfusun şiddetlenen baskı altında tutulduğu ortaya çıktı.


112

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

SERES mahkemesinde, İslav-Makedon dansları oynamak ve Makedon şarkıları söylemek isteyen bir yerel kültür derneği davası da görüşüldü. Yunanistan’da ülke tarihinden pek hoş olmayan bir sayfa açılıyor. 1950 yılında Yunan hükümeti İslav-Makedon azınlığa liddetli baskı uygulamıştır. Mahkemede anlatılanlardan bir parça: “1959 köyümüze silahlı askerler geldi. Bizim hepimizi anadilimizde konuşmayacağımıza yemin ettirdiler.” Bu arada, korkan köylüler İslam – Makedon köklerinden söz edemediler. Kaç kişi olduklarını da bilmiyorlar. Kaba hesap onlardan 7 bin seçmen var. Ne ki, Kuzey Makedonya’da kültürlerine bağlı yaşayan büyük sayıda nüfus var.” – bunları anlatan “Oranio Tokso” partisi üyesi Evageliya Apsis’tir. O, İslav-Makedon azınlığın kültürel haklarının tanınmasını istiyor. Yunan hükümetine vergi ödeyen bu vatandaşlar “ancak ve yalnız kültürel kimliklerini yaşatmak” istiyorlar. Bu görüşü paylaşansa, duruşmaya katılan Nikos Sakelaros’dur. Duruşma salonunda hangi dilde konuşuyorsunuz? Sanıklar adına ifade veren bir dil uzmanı ile savcılık arasında tartışma yürütülüyor. Dil uzmanı “dopia” nın İslam-Makedon dili anlamında kullanıldığını anlatıyor. Savcılık uzmanı, yöresel gerçeklik üstüne yeterli bilgi sahibi olmamakla suçluyor. Sert tartışma yürütülüyor. Polis salonda bulunan islav-Makedon grubu çember içine alıyor. Savunma av. Kostas Demelis Kuzey Yunanistan’da “dopia” denince İslav-Makedon dili anlaşıldığını açıklıyor. Fakat mahkeme başkanı avukatın bu tezi kanıtlamasına imkan tanımıyor. Yargıç, SERES’te konuşulan dilin hangisidir, diye sordu. Tanıklar Yunanca diye cevap veriyor. Ana konuya cevap veremiyorlar. Toplumda korku var. İslav-Makedon kültürünü Yunan kültürünün bir parçasıymış gibi gösterme çabaları seziliyor. Nikos Sakelariıs paylaşıyor: “Benin dedem, dedemin dedesi ve onun ataları herhangi bir yerden gelen göçebeler değildir. Okul kitaplarında ve sosyal medyada bu anlatılmıyor. Yunanistan’da yeni tarih eleştirel ele alınmıyor!” Yunanistan’da azınlıkların hukuksal durumu: Duruşmaya katılanlardan biri olan, Selanikli İnsan Hakları Uzmanı Konstantinos Tsetselikis şunları anlatıyor: “Yunan devleti, İSLAV-MAKEDON azınlığın varlığına ilişkin verileri kendisi açıkladı. 1951 yılında nüfus sayımı yapılmıştı. Bu sayımda “anadilin hangisidir?” sorusu vardı. Sonuçlar Kuzey Yunanistan’da bir İslav dili” konuşulduğunu kanıtlıyor.”


Makale ve Analizler - 2019

113

Tsitselikis, Yunanlar ile Bulgarlar arasından aynı konuda daha önce yürütülen bir tartışmayı hatırlatıyor. O zaman kimin azınlık olduğu saptanmak istenmişti. Konu Lahey Uluslararası Mahkemesine taşındı. Mahkeme “azınlık sorununun bir gerçekten var olma olduğunu, bir hukuksal sorun olmadığını” karara bağladı. SERES’te şimdi herkes mahkemenin alacağı kararı bekliyor. Savunma av. Kostas Memelis, “karar birkaç aydan önce çıkmaz,” diyor. Herkes kazanabilir. Prespe antlaşmasından sonra, İslav-Makedonları sorunu Yunan hükumetinin gündemini meşgul eden sorunlardan sadece biridir. SERES davası ise, bu konuyu kamuoyuna taşıyan davalardan sadece biridir. Melbırn Üniversitesinden Antropolog Fabio Matioli bu konuda kamuoyuna açık diyalog başlatmak istiyor. O, bölgede alan araştırması yapmış ve “Yunanistan’da kendilerini eskiden olduğu gibi şimdi de Makedon olarak tanımlayan” kişiler olduğunu biliyor. Onun, Yunan meslektaşları bu konuda görüş beyan etmiyorlar. Başıma bir şey gelir korkusu hakim. Matioli, onların suskunluğunu anlamaya çalışıyor, toplumun konuya çok duyarlı yaklaştığını biliyor. Aynı zamanda, o, her kişinin istediğini, istediği dilme söyleme hakkını elde etmesinden, bu işten herkesin kazançlı çıkacağına inanlardan biridir. Not: Güney Doğu Avrupa ülkelerinde yaşayan bütün etnik azınlıkların kimliği tanınmalıdır. Bu yalnız Bulgarlar veya İslav-Makedonlar için geçerli olmakla kalmayıp, Bulgaristan’daki Müslüman Türkler, onların anadili, kültürü ve gelenekleri için de geçerlidir. Balkanlarda 80’den fazla etnik azınlık var ve yerel dil konuşuluyor. Bunların hepsinin milli devlet içinde ve çok kültürlülük ve ortak ve birlikte yaşamak adına eşit haklılık adına hak ettiklerini elde etmesi XXI. Yüzyılda kaçınılmaz olmuştur. Bulgaristan Müslüman Türkleri Başkanlarda Arnavutlardan sonra en büyük Müslüman topluluktur. Kendi dilleri, kültürleri, gelenekleri, dinleri, edebiyat ve kültürleri vardır. Bizi izlemeye devam ediniz, bilgilenmek isteyenleri buraya davet ediyoruz. Okuyanlar mutlaka çevresi ile paylaşsınlar. Teşekkür ederiz.


114

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

115

Tırnova Anayasasın’da İç İçe Örülmüş

Tırnova Anayasasın’da İç İçe Örülmüş “Avro-Atlantik” Tarih

Tarih: 17 Nisan 2019 Çeviri: Av. Seniha Rasim SABRİ Yazan: Prof. Stefan Deçev Kaynak: Marginalıya.bg – Bulgaristan Konu: Birinci Bulgar Anayasası’nın kabul edilmesinin 140. Yıldönümü.

15 Nisan 2019 tarihinde Veliko Tırnova kentinde ilk Bulgar Anayasası’nın 140. Yıldönümü kutlamaları düzenlendi. Tarihçi Stefan Deçev, “Tarihten Notlar” bölümünde güncel, aktüel ve devam eden konuları, onların kahramanlarını da konuya katarak işleyen bir yazarımızdır. Bu yazısında, o 140. Yıldönümünü andığımız Tırnova Anayasası’nın bazı çok özel problemlerini ele alıyor. O, anayasayı uluslararası planda ve gerçek bir derinlikte irdelemeye çalışıyor. Anayasa’nın tarihi birçok konuyla iç içedir, kültürel transferlerle bağlıdır, birçok fikir, ideoloji ve kurum, ev ortamında ahenk bulmasına uğraşılmış, biçimsel değişiklikler aranmış, bilinçli seçim yapılarak Bulgar ortamına uydurulmuştur. Bir süre önce, “Kültürde Reform” hareketinin davetlisi olarak bir yazı yazarak, sivil yurtseverliğe ve anayasaya dayanan, yeni tarih öyküsünün nasıl olması gerektiğini anlatmaya çalıştım. Bu yazımda, “ulusal tarihimiz” ile ilgili şimdiye kadar geçerli olan anlayışa son verilmesi; Orta Çağ devletlerinin Orta Çağda bırakılması; etnik sorunların ve millet oluşumun başka bir açıdan ele alınması; “ulusal tarihi” biçimlendirip onu çarpıtan bir ideoloji oluşturan, karmaşık kültürel keşmekeşe ışık tutulması; ülkemizdeki azınlıkların ve diğer etnik, din, dil, kültür v.b. topluluklarının hepsinin “tarihinin” dinlenmesi, değerlendirilmesi ve bunlara tarih eserlerinde yer verilmesi gerektiğine işaret etmiştim. Bulgar tarihi, yıllardan beri kendi enstitülerinde bu değerlere tamı tamına ters olan değerler topladığından dolayı, aslında “entelektüel bozuntusu sürgünden başka bir şey olmayan”, “utanç veren” kokuşmuş bir hicviyeden başka bir şey de olmayan “profesyonel çevreler” beklenen karalamalarını gecikmeden yarattıla… Ben bu yazımda, fikirlerimin kötü niyetle kullanılması deneyimine ve aynı zamanda belirli bir zaman önce Mariya Todorova ve Diana Mişkova tarafından öne sürülen bazı fikirlere değinmek istiyorum. Doç. Valeri Kolev şunları yazmıştı: “Bundan 10 yıldan daha uzun bir zaman kesimi öncesi, Doktor Honaris Causa ile ödüllendirilmesi vesilesiyle düzenlenen akademik törende yaptığı konuşmasında Prof. Mariya Todorova esaslı kaynaklara dayanarak, Bulgaristan’ın “Avrupa”dan manevi açıdan ve Büyük Fransız Devrimi görüşlerini benimse-


116

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

mede geri kaldığı iddiasını “Payisiy Hilendarski bu devrimden önce vardı” sözleriyle tuzla buz etmişti.” Bu konuda yazıma nereden başlamam gerektiğini düşünüyorum. Bu konuşma yapılırken ben de orada bulundum. Ve bu, öyle konuşayım ve (Sofya Üniversitesi yıllığında yayınlansın) anlamında yapılmış)bir konuşma değildi. Bu, Prof. Mariya Todorova’nın “Slavic Review” dergisinde 2005’te çıkan uzunca bir yazısıdır. Bu yazının ilk şekli 2003 yılında Almanya’da Leipzig Üniversitesi’nde bir konferansta sunulmuştur. Yazarın itirafta bulunduğuna göre, el yazısı olarak birinci şekli, 2003 ve 2004 ders yılında Urbana Şampeyn’de İlenoys Üniversitesinde modernliğe adanana bir seminerde tartışmaya açılmıştır. Dergide bundan söz edilmese de, M. Todorova Sofya Üniversitesi’nde düzenlenen ödül sunma töreninde bu el yazısının bir şeklini okumuştur. Yazı önce “Kultura” (Kültür) gazetesinde çıktı ve internet ortamında bulunabilir. Bu yazdıkların küçük ayrıntılar değildir. Burada önemli olan bu yazının öncelikle bir Bulgaristan dışında ve Balkanlar dışında bir akademik toplulukta tartışılmış olmasıdır. Hem Bulgar hem de Batılı bir kitleye sunum yapıldığı zaten anlaşılıyor. Biz Bulgarca varyantında “bir Bulgar milli hareketi ve onun sert bir biçimde bastırılması” anlatımını okurken, İngiliz varyasyonunda “Bulgar milliyetçiliği ve kışkırttığı öç alma saldırısından” söz edildiğini okuyoruz. Biz şimdi Paisiy Hilendarski’nin moderniz mini ve onun “tesirini” veya etkileyişini bir yana bırakalım. Bu konuda Todorova’nın tezi şudur: “Milliyetçilik, endüstrileşme ve madencilik v.b. bunlar gibi fenomenlerle ilgili benzeri oluşturulmuş veya dikkate alınmamış, cinsinden olan ve birçok Doğu Avrupalı tarih bilgini tarafından da kabul edilmiş bulunan, evrim paradigması tasavvurunu kabul edemeyiz. Todorova, “Batı’nın taklit edilmesi gereken bir örnek” olduğu görüşüne katılmıyor. Modernizasyonla ilgili de “zamanın hızını arttırdığı bir kovalamaca” olduğunu da paylaşmıyor. Aynı zamanda, geri kalmışlıkla beliren ve bir Batı duyumsaması olmayan “eksiklik hissetme” paylaşımını da paylaşmıyor. Bu görüşleri aşmaya çalışan Todorova, insan toplumunun temelde aynı olduğu çıkartmasını öne sürerek, olayların sadece uzun bir zaman kesimi içinde (eşzamanlı olma) senkron geliştiğine işaret ediyor. Bunun dayanıklı bir evrim oluşuna vurgu yapıyor. Bu konudaki araştırmalar, M. Verner ve B. Cimerman gibi yazarları daha 2006 yılında geçmişle ilgili araştırmalarda ulus ötesi (trans milli) gerçek derinlik aramaya sevk etti ve yazdıkları eserlerde “iç içe geçmiş tarihler” kavramına yer verdiler.. Balkanların, Ak Deniz bölgesi ve Osmanlı İmparatorluğu tarihi üstüne yapılan araştırmalarda bu bakış açısı çok değerli sonuçlar verdi. Bu görüş alış verişinde Doç. Kolev’in örnekleri Tırnova Anayasası’na ilişkindir. O, önce, Tırnova Anayasası hazırlanırken, örnek alınan Anayasa’nın bir Belçika Anayasası olmayıp Romanya Anayasası olduğunu iddia eden D. Mikova’nın 20 yıl önce yazdığı yazılara dönüyor. İlk önce 16 Nisan 1879’da kabul edilen Tırnova Anayasası’nın bir boş yerde bitmediğine işaret edelim. Fakat Bulgar Prensliği Anayasası’nın Romanya Anayasasının bir kopyası olduğuna kilitlenmek de yanlış olur.


Makale ve Analizler - 2019

117

Modern anayasacılığın temelleri 3 Eylül 1787’de Amerikan Anayasası’nın kabul edilmesi için Filadelfiya’da Toplanan Anayasa Konseyi ile 3 Eylül 1791’de Fransız Devriminden sonra toplanan kurucu Meclis kararlarına dayanır. İktidarın yürütme, yasama ve yargı olarak üçe ayrılmasını Amerika Anayasası getirmiştir. Birinci değişiklikte, vatandaş hakları – din özgürlüğü, fikir, basın yayın, itirazda bulunma ve sivil toplum örgütlerinde teşkilatlanma, bağımsız yargıçların tarafsızlığı v.b. haklar sıralanmıştır. Kuşkusuz bu yasa ve değişiklikler boş yere konmamıştır. Bunların esasında olan, 1776 tarihli Virjinya eyalet meclisinde kabul edilen Bildiri; 1689’da kabul edilen İngiliz Haklar Yasası ve hatta daha geri bir tarih olan 1215’ten olan Özgürlüğün Yüce Bildirisidir. Bunlara, 4 Temmuz 1776 tarihinde Konstinental Kurultay’da kabul edilen Bağımsızlık Bildirisini de eklemek zorundayız. Ayrıca, bu fikirsel gelişim sürecine, Puritan mültecilerle Büyük Britanya’dan gelen Con Lock’un (1632-1704) felsefesine giren BİREYSEL HAKLAR HUKUKU önemli rol oynamıştır. Daha sonraki gelişmelerle 1791’de Fransız Anayasası’nın Girişinde işlenen, İnsan ve Vatandaş Hakları Bildirisinin birinci varyasyonunu hazırlarken, Amerikalı General George Washington’un ordusunda bir gönüllü olan Fransız Markiz Gilber de Fayette bireysel haklar hukukunu temel alacaktır. Bu bildiriyle insanlık tarihinde ilk defa olmak üzere toplumun katmanlara bölünmesi, mutlak monarşi, din ve etnik nedenlerle ayrımcılık kaldırılırken, ilk defa olmak üzere din devletten ayrılmış ve insan hakları ilan edilmiştir. Bu Anayasanın ömrü uzun sürmese de, onun içerdiği ideler, ilkeler, tespitler, somut hükümler daha sonraki yıllarda yaşamaya devam etmiştir. Görüldüğü üzere yukarıda işaret edilen hususlar daha sonraki yıllarda, 1814 ve 1930 Fransız Anayasasına, 1915 Hollanda Anayasası’na, 1831 Belçika Anayasası’na, birçok diğer Avrupa devleti, Balkan ülkeleri ve bu arada Tırnova Anayasasına alınmıştır. Modern Anayasaların oluşturucu unsurları olan halk egemenliği, erkin bölünmesi, monarşi yükümlülüklerinin kısıtlanması, bakanların sorumluluk taşıması, parlamenteriz, çok partililik, sivil haklar ve özgürlükler, hukukun üstünlüğü, bağımsız yargı, halka açık yönetim vb ilkeler Tırnova Anayasasında da yer bulmuştur. Gerçekten de, Tırnova Anayasasını 1864 Yunan Anayasası ve 1866 Romanya Anayasası ile karşılaştırdığımızda üçünde de pek çok benzerlik bulunabilir. XIX. yüzyılın 60’lı yıllarından sonra, Yunan, Romen ve Belçika Anayasalarındaki pek çok ilke ve fikirler Bulgar politik düşüncesini tozlaştırmıştır. Kuşkusuz, Balkan ülkeleri anayasalarına direk kopyalanarak alındığı iddiasında bulunmadan, bu fikirlerin kökleri 1791 Fransız Anayasasında bulunabilir. Aslına bakıldığında, sayfalarında 1831 Belçika Anayasası orijinal bir temel yasa değildir. 1791 Fransız, 1815 Hollanda anayasasından ve 1830 Fransız anayasal senedinden ve İngiliz hukukundan da pek çok alıntı bulunabilir. Dahası var: Belçika anayasasındaki bazı temel hususlar başka devletlerin anayasalarından bire bir alınmış olsa da, onun Avrupa hukuk sistemi için en büyük özelliği monarşi kurumlarına mülkiyet sınırı getirmek suretiyle onların halk egemenliği ile birlikte olmalarını düzenlemesinde gizlidir. (Ne ki, Bulgar anayasası kaleme alınırken bu hususa uyulmamıştır.) Bölümlerinde Yunan ve Romanya anayasalarından alıntıların fazla olduğu dikkati çekse de, sivil haklar konusunda ana fikirlerin Belçika Anayasasından alınmış olduğu ortadadır. Ba-


118

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

sın özgürlüğü, sivil toplum haklarının hukuksal hakları konusunda da Belçika temel yasasının etkisi ilk bakışta görülebiliyor. Belçika ve Fransız anayasal etki unsurlarının Yunan, Romen ve Sırp Anayasaları üzerinden Tırnova Anayasasına işlendiği seziliyor. Şu da unutulmamalıdır. 1791’dee kabul edilen Fransız Anayasası 1831’de kabul edilen Belçika ve 1849’da kabul edilen Danimarka Anayasasından etkilenmiştir. 1866’da onaylanan Romanya anayasası ise Belçika anayasasına daha da yakındır. Tırnova Anayasasında tabii ki, başka kaynaklardan izler de bulunabilir. Bu konuda 1859 Romanya anayasa projelerine ve 1814 ve 1830 Fransız Anayasa Hartasına bakılması faydalı olabilir. Ne yazık ki, daha St. Balamezov, ardından Kiril Blek de, Tırnova Anayasasında çok ciddi iki eksik olduğuna işaret ettiler. Anlamında, her iktidarın halktan güç aldığı olan, halk egemenliği konusunun sonuna kadar işlenmemiş olması, birinci eksik olarak gösterilmiştir. Anayasa’ya bir madde olarak giren, Çarın, anayasada tanınan iktidardan fazla iktidar sahibi olmadığı, ikincisidir. Başka bir özellikse, Belçika, Yunanistan ve Romanya anayasaları için karakteristik olan, Çar olmadan meclisi toplama olanağı olmamasıdır. Belçika anayasası meclise Çarın emri olmadan toplanma hakkı tanımıştır ve bu 1791 Fransız Anayasası’ndan alınmıştır. Yapısal kıyaslama yapıldığında Tırnovo anayasasının Romanya Anayasasına en yakın olduğunu görürüz. Örneğin mecburi ve bedava eğitim öğretim ilkesi oradan alınmış olabilir. Bununla birlikte farklar da dikkati çekiyor. St. Belemezov’un da vaktiyle işaret ettiği üzere, 1869 Sırp Anayasasından alınan “olağanüstü yükümlülükler” maddesi Tırnovo Anayasasına girmiştir. Ayrıca, Tırnovo Anayasası, Romanya anayasasından 2 kamaralı parlamento ve 2 dereceli seçimi almamıştır. 1791 Fransız Anayasası ile Tırnova Anayasası arasında birçok benzerlikler bulmak kolaydır. Bu benzerliklere dayanarak, Tırnova Anayasasında olduğu gibi, 1860’lı yıllardan sonraki Balkan ülkeleri Anayasalarında yer alan birçok ilke, hüküm ve maddenin temelleri 1791 Fransız Anayasasında bulunur sonucunu kolayca çıkarabiliriz. Ne ki, bu ilke ve maddelerden birçoğunun Fransız Anayasasından önce de var olduğunu görebiliyoruz. Örneğin 13. asır İngiliz parlamenter pratiğinden sonra. Burada, 1215 yılından Özgürlükler Hartasını, milletvekillerinin dokunulmazlığı, 16. Yüzyıldan sonra yürürlükte olan milletvekillerinin fikir açıklama örgütlüğünü, 1779’den Habeas Corpus Act’ı hatırlatabiliriz. Biz burada, Bulgar anayasasına olan etkinin yalnız Belçika anayasasından olmayıp, Büyük Britanya, Amerika ve Fransa’dan geldiğini ama Belçika üzerinden geçtiğini ve Yunanistan ve Romanya’ya ulaştığını söyleyebiliriz. Yani burada, politik ve kültürel anlamda “Avrupa ve Atlantik” sentezi olduğunu ve günümüzde bunu “Brüksel” etkisi olarak gösterebilmemizin uygun olduğuna vurgu yapabiliriz. Bir yıl önce, İvan Stoyanov ile Petko Petkov, Tırnova Anayasasındaki pek çok ilkesel konum ile somut hükmün “Bulgar Diriliş Toplumu” fikir ve değerlerini yansıttığı tezini öne sürdüler. Yerine, Avrupa Atlantik politikası fikrini ve anayasal pratiğini koyarak, ben bu fikri yeniden şekillendirmek istiyorum. Başka ülkelerin anayasalarından çalıp çırpılarak değil, “diriliş çağı” anayasacılığıyla Tırnova anayasasına giren bazı yabancı ülkeler anayasalarından ilkeleri kabul etmemiz gerekir. Günümüzde artık başka bir anayasadan iktibas et-


Makale ve Analizler - 2019

119

mek (almak) ile “diriliş çağı projelerinden” kaynaklanan metinleri birbirinden ayırmak çok güç olmuştur. Çünkü bu metinler modern anayasacılığın ruhunu, idelerini ve değerlerini taşımaktadır. Bunlar ise, Lamansh üzerinden Atlantik’in iki yakası arasında ısrarla sürekli gidip gelirken, bir gün Bulgaristan’a olduğu gibi, Balkanlara da gelip yerleşiyorlar. Yukarıda açıkladığımız fikirleri anayasa temelinde “test” ettik. Tarihin iç içe girmiş uzun süreli bir süreç olduğunu gördük. Todorova’nın, direk temas halinde olmadıkları zaman kesimlerinde bile, insan topluluklarının temelde birbirine benzediğine işaret ettiği üzere ve bu uzun devirde onların nispeten koşutlu gelişim göstermesinden olacak, anayasaların yerleşmesinin gerçekten de diyalog doğalı bir süreç olduğuna herkes inandı. Diğer anayasalarla eşzamanlık (senkronizelik) tamamen örtüşmeden, oldukça göreceli olsa da, uzun bir sürecin çerçevesi içinde gelişim ortadadır. Burada fikir “korsanlığından” veya “kopyalayıp” gasp etmeden söz bile edilemez. Tırnova anayasasını bir ulus dışı ve rasyonel derinlikten farklı bir bakış açısından incelenemez. Bu anayasanın tarihi, iç içe ve birbirine örülmüş, çok renkli kültürel alış verişle bütünlük içinde, idelerin, ideolojilerin ve kurumların, evcilleşmenin, uyumlaşmanın, uymanın ve bilinçli seçimin birbirine örülmüş olmasıdır. Avrupa tarihini “üniversal” bir tarih olarak piyasaya süren Merkezci Avrupa eksikliklerine vurgu yaparken, aşırı görecelik tehlikesi ortadadır. Todorova, yüzyılımızın başındaki alternatif ve çoğulcu modernlik tasavvuru ile ilgili de uyarıda bulunuyor. Kolaycı plüralizm ile kültürel göreceliğe kayma tehlikesine işaret ediyor. Bu gerçeğin, “göreceli eşzamanlılık” fikrinin basitleştirilmiş ve kötüye kullanarak uygulanışında da görebiliyoruz. Böyle bir görecelik içinde, Bulgarların efsane kahramanı “Bay Ganü” gibi birisini canlandırmaktan kazanacağımız ne olur, diye de sorabilirim? Şunu da unutmayalım, burada sözünü ettiğimiz çok “uzun” bir tarihsel devir içinde olandır. Todorova, Doğu Avrupa’da hakim olan tarih bilimindeki milliyetçilik yorumlarında “görecelik” ve “geç kalma” olduğunu kendisi özel vurgu yaparak bildiriyor. Öncelikle de bu, Bulgaristan gibi milli tarih biliminde, pratikte ebediyen var olan ve her zaman temsil edilen millet algısına ilişkindir. Milletle ilgili modern istik analiz Bulgaristan’da da hala bilimsel olarak sınırlı olanın yerini alamamış ve benze anlayış günümüzde de profesyoneller arasında, sosyal medyada ve bütün toplumda egemendir. Bu olguyu, “bilimsel sosyoloji” açısından değerlendiren Todorova, geç kalmanın bir nesilden uzun bir süre olmadığı görüşünü paylaşıyor. Fakat bu konuyu işleyen uzmanlarda “geri kalmışlık” duyumu “eksikliği” mutlaka belirecektir. Bu “bir kuşak” o kadar kısa bir süre değildir. Belki de burada söz konusu olan “bir kuşak” değildir. Bu nedenle tarihsel olayların gelişmesindeki “tarihsel eşzamanlılığın” anlaşılması çok zordur. Ve ben “göreceli eşzamanlılık” formülünün önemini bugün her zamandan daha fazla anlıyorum. Stefan Deçev, Marginalia bg.


120

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

121

Yalan Tarihle Kandırıldık

Tarih: 15 Nisan 2019 Çeviri:BGSAM Kaynak.”Fakti.bg” Yazan: Antropolog Haralan Aleksandrov Konu: “Türk köleliği” bir mecazdır, tarihsel gerçek başkadır. Kültür antropoloğu Haralan Aleksandrov “Türk köleliği” mecazı (metafor) bugüne bugün Rusya’nın imparatorluk çıkarlarına hizmet ediyor,” diyor. Pek çok Bulgar için bu mit (efsane) tarihsel gerçekten daha önemlidir. Yunan ve Sırplardan farklı olarak, pek çok Bulgar, Osmanlı imparatorluğunda atalarının “Türk köleliğinde yaşadığını” neden iddia ediyorlar? Haralan Aleksandrov: Bulgarların kitle bilincinde Türk köleliği bir kutsal inektir. Karlovo, Kalofer, Koprifştitsa gibi bazı Balkan Arası Bulgar şehirlerinin Belediye Başkanlarının, “Türk köleliği” yeni yazılan Bulgar tarihi kitaplarından çıkarılacağına ilişkin yayılan sahte haberlere nasıl tepki gösterdiklerini anımsıyorum. Bakanlar Kuru önünde protesto gösterisi düzenlemişlerdi. Kendilerinden, bu metafor sizin için neden bu kadar büyük önem taşıyor, öğrenmek istedim. Aldığım yanıt şu oldu: “Türk köleliği olmazsa, bizim için her bir şey anlam yitirir!” “Türk köleliği” yalanının tarihsel gerçekten çok daha değerli olduğu ortaya çıktı, çünkü Diriliş Devrinde Bulgar milli kimliğinin temeli olarak oluşmuş ve günümüze kadar ve eğitim, öğretim, medya, sinema sanatı, yerel gelenekler, politik anma törenleri vb. gibi kurumlaştırılmış kültürel pratikler aracılığıyla yaşatılıyor. “Türk köleliği” sevdalılarının öfkesini anlayabilmemiz için, tarihsel delillerden başka, bilimde adına “kültür belleği” dediğimizi bu olayı da dikkate almak zorundayız. “Kültür belleği” tamamen bağımsız bir olgudur, ortak geçmişe kalıcı bir bağı olup, günümüzde olup bitenin açıklanmasına hizmet eder. Kültür belleğinin bilinen araştırmacılarından biri olan Alman Yan Asman, toplumun ortak bilincinde, delil ve belgelere dayanan, tarihsel gerçekten daha büyük ağırlığı olan bir tarihsel mit olabilir. Bu öyküye itiraz etmek, herkesçe hürmet edilen şeylere hakaret ve kolektif kimliğin kutsal temellerine saldırıda bulunmak şeklinde kabul edilir. Kültür belleği miti tarihsel delillerden daha gerçek ve daha inandırıcıdır. “Türk köleliği” efsanesi, tarihsel deliller üzerinde bir buçuk asirden uzun bir süre egemen olabilmek için enerjiyi hangi kaynaklardan alıyor? Bu efsane, Bulgarların milli öz bilincinin oluşumunda ve bağımsızlık için seferler olmalarında çok önemli bir rol oynamış olmalıdır. “Türk köleliğine ” karşı mücadelenin başladığı o şanlı çağda Bulgarlar söz konusu olanın bir efsane (mecaz) olduğunun bilincindeydiler, çünkü Osmanlı idaresindeki yaşamdan, kölenin ve özgür insanın ne anlama geldiğini bizzat kendi deneyimlerinden biliyorlardı. Köle, bir yerden bir yere gezip dolaşma, mal mülk ve kendi başına iş görme hakkı olmayan ve ömür boyu para almadan köle sahibine (ağasına) çalışmak zorunda olan kişiydi. Osmanlı tebaasındaki Bulgarlar bu insan kategorisinde değillerdi. Ne var ki, kültür belleği için sıraladığım bu delille-


122

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

rin hiçbir değeri ve anlamı yoktu, çünkü “Türk köleliğinde” talihsiz Bulgarlar için genel geçerli bir izahat mekanizması vardı.. Özellikle XIX. Yüzyıldan sonra, Bulgar elitin ekonomi ve kültürel gelişiminde önemli katkısı olsa da, Osmanlı imparatorluğu sınırları içinde geliştiğinden dolayı biz kendi tarihimizden 5 yüz yılı çok kolay bir şekilde silebiliyoruz. Bu katkı, Bulgar topraklarının aynı dönemde ekonomik olarak hızla serpilip açması Bulgar milli öz bilincinin ve milli otonomi mücadelesinin belirmesine ve yol almasına basamak olmuştur. Tarihin böyle tarafsızca okunup anlatılması düşmanca bakışlara, soyumuza ihanet gibi saldırılara neden oluyor ve tarihimizin “yeniden yazılması” sorununu gündeme getiriyor. Görüldüğü üzere, gerçek bir tarih olarak kabul edilen, gerçekten yaşanmış olan tarih değil, inanmak için seçtiğimiz trajik-kahraman hikâye oluyor, çünkü o bize anlaşılması kolay ve bize uygun geliyor. Böylece biz, durumu beyaz ve siyah renklerle çizmek zorunda olan, milli kurtuluş mücadelesi çağının kaskatı XIX. Yüzyıl ideolojisine inanmaya devam ediyoruz. Bu nedenledir ki, birçok Bulgar’ın o çelişkili ve kayda değer çağın nüanslarını ve renk gölgelerini görüp kabul etmek istemeyişlerine küsemeyiz. Kültürel bellek her zaman taraf tutarken, tarih bilimi, tarihle ilgili yapılan propagandadan farklı olarak, her zaman tarafsız kalmaya gayret etmiştir. Osmanlı devrinde Bulgarların eşit olmayan durumunda “Türk köleliği” mizacın reel tarihsel kökleri yok muydu? Müslümanlarla kıyaslandığında Bulgarların da, öteki Hıristiyanlar gibi, imparatorluğun ikinci derece tebaaları olduğuna hiçbir kuşku yoktur. Müslümanlardan oluşan orduyu ve idareyi beslemek amacıyla onlardan çalışmaları, ticaret yapmaları, zengin olmaları ve vergi ödemeleri isteniyordu. Vergi ödemekten kurtulmak ve belirli ayrıcalıkları elde etmek için Bulgarlardan bir kısmı İslam’ı kabul etmiştir. Ne ki, Osmanlı hükümeti, bazen İslam kurallarına ters düşmeyi de göze alarak, Hıristiyanlara ekonomik, kültürel ve ibadet özgürlüğü garanti etmiştir. XIX. Yüzyıl ortalarından bir Sultan Fermanı buna kanıttır. Bu fermana uyularak, bugün de İstanbul güzelliklerine renk katan, başkentin gözde yerlerinden birine “Sv. Stefan” kilisesi dikildi. Bulgar toplumunun modernleşmesiyle Bulgarlara daha geniş haklar tanınmıştır. Fakat milli muhtariyet yani kendi devletlerini kurma hakkı tanınmamıştır. Kölelik metaforu, imrenilecek durumda olan Bulgarların hukuksal ve ekonomik durumdan değil, ancak politik durumdan memnuniyetsiz olduklarını ifade etmiştir. Rus-Türk savaşında, Rus askeri birlikleri Bulgar köy ve şehirlerindeki en büyük binalara saldırıp girdiklerinde, bunların Türk konağı olmadığını, Bulgar okul ve okuma yurdu olduğunu görünce dudak ısırmışlardır. ”Esaret altındaki” Bulgarların, Rusya toprak kölelerine kıyasla çok daha büyük hak ve özgürlüklere sevindikleri ve çok daha yüksek yaşam standardında yaşadıkları başka bir gerçektir. İnsanların satıldığı ve parayla satın alındığı gerçek kölelik ilişkilerine gelince, kölelik ilişkileri Rusya’da olduğu gibi Osmanlı’da da vardı, fakat bu işte Bulgarlar köle sahiplerinin yanındaydı. Bununla ilgili olarak bir tanışımın soy ağacıyla ilgili size de ilginç bir anımı anlatabilirim. XIX yüzyılda yaşayan büyük dedesi, herkesle kavga eden zırdeli birisi olduğundan ve hiç kimse kızını ona vermek istemediğinden dolayı, yaşadığı şehirde evlenememiştir. Kindar biri olması bir yana, çok zenginmiş ve emsalsiz güzel bir


Makale ve Analizler - 2019

123

kızla evlenmeyi kafasına takmıştır. O, ticari işleri gereği sınırsız Osmanlı topraklarını dolaşırken, bir defasında, uzak bir yerde kurulan bir köle pazarından seçip aldığı, dudak ısırtan bir siyah Afrikalı güzelle dönmüştür eve. Kısa bir sürede gelin Bulgar dilini öğrenmiş, birkaç çocuk yapmış, onlara bakmış, büyütmüş ve bu arada kocası siyah güzele alışmış ve sonsuz saygı göstermeye başlamıştır. Aile öyküsünde, uzun yıllar mutlu yaşadıkları ve büyük sayıda çocuk yetiştirdikleri anlatılır.

Haralan Aleksandrov “Türk köleliği” mecazının bugün de yaşamasından yana olanlar, yalnız Rusya’yı sevenlerin cinsinden olmakla kalmayıp, şimdiki Moskova idaresini de destekleyen sözde “yurtsever” kesimden olduğu görüşü Bulgaristan’da yaygındır. Bunun sebebi nedir? Bu mecazı Rusya imparatorluğunun gündemine hizmet sunduğundan dolayı Balkan devletlerinin Avrupa ile bütünleşme süreçlerinin derinleştiği günümüzde ciddi tartışmalara neden oluyor. Tarihsel açıdan bakıldığında “Türk köleliği” masalı, Rusya Çarlığının otokrat çıkarlarının zorla kabul ettirilmesinde, yıllar önce Bulgar hademelere komünist rejimin kabaca dayatılmasında ve yeni baskıların haklı gösterilmesinde kullanılmaktadır. Putin oligarşisinin ülkemizdeki menfaatlerinin üzerine toz düşmesin diye titreyen Bulgar beşinci kol ordusunun saflarını sıklaştırmada arasız “Türk köleliği” efsanesinden yararlanıldı. Sovyet rejiminin varisi olan Rusya Federasyonu ile aynı Sovyet rejimi tarafından en vahşi bir şekilde, kan dökülerek yok edilen Romanov’ların eski imparatorluğu arasında sembolik süreklilik yaratılması işinde “Türk köleliği” uydurması hep kullanıldı. Rus Çarlarının, Sovyet diktatörlerinin ve komünizm sonrası oligarşi idaresi tarafından Bulgaristan’la ilgili izlenen politikada herhangi bir süreklilik varsa, o da bizim sözde “kurtarıcılarımıza” sonsuza dek “teşekkür vergisi” ödememiz ve yüz karası bağımlı durumda tutulan bir devlet olmamızdadır. Bir süre önce, kafayı çekmiş ve ayaküstünde sallanan bir Rus, bizim memnuniyet beslemeyen bir millet olmamıza karşın, yine de kan, inanç ve kader bağımız olan “küçük kardeş” olarak bize saygı duyduklarını, benimle paylaştı. Onlar bizim geleneksel “kurtarıcımız” rolündedir. Vaktiyle bizi “Türk köleliğinden” ve “Nazi köleliğinden” kurtardıkları gibi şimdi NATO ve Avrupa köleliğinden kurtarmak istiyorlar. Yanlışlığımızı kabul ederek onları yardıma çağırmamızı bekliyorlar. Çok önemli kararlar alırken, periyodik olarak üzerimize lanet olarak çöken, bu dev ve özverili sevgiyi unutmayalım.


124

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

125

Toplumdan Özür İstenemez!

Çeviri: İbrahim SOYTÜRK Tarih: 14 Nisan 2019 Konu: Belirleyici olan: Bulgaristan toplumu 1989’da dönüşüm için hazır mıydı değil miydi olmaktan fazla, İvan Kostov’un ve hükümetinin politik iradesi var mıydı yok muydu sorunudur! “Kendime çıkardığım ders, benim ve benimle birlikte olanların, yaptığımız büyük yanlış, başbakan Konrad Adenauer’in Almanya’da Nazi-sizeştirmeyi gerçekleştirdiği gibi, bizim komünist-siz-eleştirmeyi gerçekleştirememiş olmamızdır.” 2019’un 11 Nisan sabahı Bi Ti Vi stüdyosunda Başbakan (1997-2001) ve Demokratik Güçler Birliği (CDC) eski lideri İvan Kostov bu sözleri “1989 – 1999 Geçiş Dönemi Tanıklığım” kitabını tanıtırken söyledi. Pek çok politikacının yanlışlarını itiraf etmek istemediği, CDC eski liderine de özgü olan, yalnız başarılardan söz etme adeti bilinirken, yukarıdaki itirafı, Geçiş Döneminde yaşananlardan ders çıkarma açısına çok önemi bir işaret olup yanlışını halk önünde ve alenen tanıma açısından İvan Kostav’un bir ilkidir. İtirafları burada noktalıyorum. Yukarıdakileri anlamsız kılacak eklerde bulunmak istiyorum. TV sunucusu şunu sordu: “Toplumu komünistlerden arıtma neden yapılamadı? İv. Kostov şöyle cevap verdi: “Çok karmaşık. Büyük bir soru. Ben burada (kitabımda) yanıt vermeye çalıştım. Toplumun kendisinde böyle bir niyet yoktu. Böyle bir şeyi yapabilmek için gerekli olan çoğunluk yoktu. “ Evet, olayların üzerinden yıllar geçti. Deliller gün gibi ortadayken, senin sebepleri toplumda araman, dersini iyi öğrenmediğin gibi, insanlara karşı da namuslu davranmadığını, en başta kendini aldattığını kanıtlıyor.


126

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Hristo Hristov. desebg.com

Bir, toplumda böyle bir hazırlık ve istek olmadığı gibi iddialar gerçek değildir. 1997 yılının Nisan ayında yapılan seçimlerde Demokratik Güçler Birliği (CDC) partisine oy veren 2,2 milyon seçmen CDC partisinin seçim önü verdiği vaatleri yerine getirmesini ve Bulgar toplumunda komünistlerin kökünün kazınmasını bekliyordu. Bunu vaat etmiştiniz. Bulgaristan’daki politik güçlerden hiç biri daha önce bunu yapacağına söz vermemişti. Ne yazık ki, beklenen olmadı, vaat ettiğinizi yapmadınız. Toplumun demokratikleştirme konusu sizin bir seçim önü tuzağınız kaldı. Boş vaatlerde bulundunuz. Gerçekler aşağıdaki gibidir: 1977’de yayınlanan “Demokrastiya” gazetesi İvan Kostov’un komünistlerin bütün görevlerden alınması ve adalete teslim edilmesine ilişkin konumunu ortaya koymuştur. Komünist rejim suçlu ve katillerinin adalete teslim edilmesi ve bağımsız bir yargı sisteminde adil yargılanmaları için gerekli olan yasa değişikliklerini yapmak için CDC partisi gerekli adımları atmadı. Bu cinayetlerle ilgili var olan sürenin aşılması konusu İvan Kostov partisinin meclis grubu ve hükümeti (mavi çoğunluk) için hiçbir zaman öncelikli bir ödev olmadı. İvan Kostov hükümeti esnasında CDC komünistlerle hesaplaşmak istemedi. Başbakan kendisi ve o dönem “mavi” cumhurbaşkanı Petır Stoyanov, CDC’nin hükümet ortağı olan Halk Birliği Partisi tarafından 1997 yılında meclise sunulan köklü ve bütünsel adil hesaplaşma yasasına neden destek vermediklerine ilişkin “delilli” açıklamada bulundular. Bu, Kostov ile Stoyanov’un çok büyük ve temel yanlışı oldu. 1997 yılında onaylanan yasayla CDC Ajan Dosyalarını açmadı. Ancak Hak ve Özgürlükler Hareketi’ne (DPS) karşı kullandı. Yeniden aktifleştirilen sözüm ona ajanlar konusunu gündeme taşıyarak, yeni güvenlik makamları tarafından şimdi de kullanıldıklarını gerekçe olarak göstererek, gizli polis (DS) ajanlarının bir kısmını koruyarak, kendine bağımlı duruma getirdi.


Makale ve Analizler - 2019

127

Bonev Komisyonu 23 ajanın adını açıklayınca, 1997 yılı yazından 250 000 ajanın kimliğinin açıklanacağı vaat verilmişken, aynı yılın güzünde kimsenin adı açıklanmayınca her şey berbat oldu. İvan Kostov hükümetinin 1997 yazında 250 000 ajan dosyasını açacağına ilişkin vaatleri tutmadı. Birkaç ay sonra CDC tarafından kurulan Bonev Komisyonu ancak 23 ajan dosyasını açtı. Kostov hükümeti bugün ellerini Anayasa Mahkemesiyle yıkıyor. CDC politikasını Anayasa Mahkemesi belirliyor. Tarihsel gerçekler, politik irade olduğunda dosyaların başka yollardan da açılabileceğine ip uçları veriyor. Kaynak:“Demokratsiya” gazetesi. Komünist rejim için çalışmış 13 000 ajanın dosyalarına ilişkin yüzlerce komisyonun son 12 yıl içinde yürüttüğü çalışmalar 1997-2001 yılları arasında yönetici görevlerde ajan çalıştırılmasına asla ve hiçbir zaman engel olunmadığını gösteriyor. CDC ve İvan Kostov hükümeti okullarda komünist geçmişin okutulmasına engel oldu. Bu ancak 2018’de devlet politikası olarak uygulanmaya başlandı. Başbakan Kostov bugün kitabında da bunun çok büyük bir eksik olduğuna yer vermiştir. Bugün artık çok ciddi bir kamuoyu ve toplum baskısından sonra olmak üzere, Eğitim ve Öğretim Bakanlığı yeni bir program kabul etti ve komünist totaliter geçmiş gerektiği şekilde derslerde okutulacaktır. Ve günümüzde kitabını tanıtmak üzere her gün birkaç defa radyo ve TV programlarına katılan İvan Kostov’tan beklediğimiz, onun yönetim döneminde Bulgaristan’ın komünizmden dönüştürülmesi için halkta istek ve hazırlık olmadığı değil, idarecilerde politik irade olmadığıdır. (sosyal medya)


128

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

129

Erken Seçime Gidiyoruz

Çeviri: Raziye ÇAKIR Tarih: 14 Nisan 2019 Yazan:Prof. Dimitır İvanov (Frognews) Konu: Sağır ve iş bilmez yönetimin vakti doldu. Bulgaristan halkın menfaatlerine karşı yönetilemez. Bulgaristan ve vatandaşları nihayet vatandaşların çıkarlarına kulak verecek, milli öncelikleri sıralayacak, cesur, zeki ve uzun vadeli bir yönetim yöntemi seçecek bir iktidara gerek olduğunu anladılar. Günün büyük sorunu şudur: Bu yeni hükümeti kim ve nasıl kurabilecektir? İktidar renklerine bakılmaksızın, bizdeki “daire dalaverelerine” ister Londra’da, ister Sofya’dan ya da Brüksel’den bakınız, her yönüyle yönetimimizin sefilliğine ve ahlaksızlığına deliller sunuyor. İç çamaşırlarının kirli olduğu ortadadır. Yönetimdekilerin yaşam standardı defalarca yükselirken, halkımız Avrupa’nın en fakir ve yoksul ülkesinde 30 yıldan beri yaşamaya devam ediyor, bu da yöneticilerin ancak ve yalnız kendi ceplerini doldurmak için çalıştığına kesin kanıttır. Biz bu gerçekleri bugün anlamadık. Fakat toplumun şimdi başkaldırdığı ve yöneticilerden hesap sormaya başladığı gün gibi ortadadır. Ben, halkın hesap soracağına inanıyorum. Ben, ekonomimizin yöneticilerinden, bankalarımızı satanlardan, dış ülkelerdeki hesaplarda bara biriktirenlerden de yakın zamanda hesap sorulacağına kesin inanıyorum. Fakir Bulgaristan’dan çalınanlar, dalavere ile alınan dairelerden yüzlerce defa daha fazladır. Bundan böyle, uluslararası para denetiminin, para aklamanın ve mali suçların daha ciddi bir kurumla gerçekleştirilmesi sonucu ülkemizden para aşıranların isimlerinin açıklanacağına ve hesap vermek zorunda kalacaklarına inanıyorum. Para kaçıranların yakalanması için Avrupa Birliği ve Birleşik Amerika mali organlarının bundan sonra daha sıkı işbirliği yapacağına ve suçluları yakalayacağına inanıyorum. Burada Bulgaristan’dan değişik kara yollardan kaçırılan paraların milyarlarca US Dolar ve Avro olduğuna işaret etmek istiyorum. Prof. İvanov kurtuluş seçeneğine de şöyle bir yorum getirdi: Ben, Bulgaristan’daki vatandaş yapılanışını derinden ve yakından tanıyorum. Bu örgütler istiyor ama almayı başaramıyorlar. Daha iyi bir seçenek yakalamak için biraz daha beklememiz gerekebilir. Ne var ki milletimiz


130

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

bundan fazla asla dayanamaz. Dayanma ve sabretme sınırları aşılmıştır. Ülkemizde adaletsizlik ve fakirler ile zenginler arasındaki uçurum derinleşiyor. Ekonomimiz yerinde saydıkça geri kalıyor ve modern olmaktan çıkıyor, hurda haline geliyor. Halkımız, bir dakika bile olmak üzere, daha fazla beklenemez. Biz çocuklarımızın vatanımızı terk edişine bundan böyle seyirci kalamayız. İnsanlarımız sosyal adalet ve ekonomik kalkınma istiyor. Yalan dinlemekten ve aldatılmaktan yoruldular. Biz halkımızın son ve kader belirleyici protestosunu bu yıl içinde yapılacak 3 seçimde görmek istiyoruz. Bu işler artık böyle yürüyemez. Erken seçime gidiyoruz. *** Prof. Dimitır İvanov, Londra bankalarında çalışan bir Bulgar mali uzmandır.


Makale ve Analizler - 2019

131

Yok Sayılanlar

Tarih: 13 Nisan 2019 Yazan: Şakir Aslantaş Konu: Geçiş Dönemine (1989-1999) farklı bir bakış. Türkleri görmeden tarih yazma denemesi. Bulgaristan’da çok şiddetli yeni gelişmeler oluyor. Hafta içinde 2 günlüğüne Sofya’daydım. Başkent sakin görünse de, bu defa eski bir sanayi şehri olan Gabrovo patladı. Telefonuma akan haberlerde, il merkez belediye başkanı Tanya Hristova ve Başbakan Yardımcısı Tomislav Donçev demeç ardına demeç veriyor. 3 gecedir şehir uyumuyor. 2 ev yakıldı. Kan döküldü. Hastanelik olaylar var. Hükumete göre sorun “etnik değil”. Ne var ki saldırıya uğrayanlar Romen mahallesinde oturanlar. Kendilerini haklı çıkarmaya çalışanlar “şehirde azınlık okulu yok” diyorlar. Bütün sorunların cahillikten fışkırdığını söylemiyorlar. Adaletin aydınlıktan geldiğini kabul etmeyenler parmaklarına demir boks takmış, ellerinde demir çubuklu gençlerin ne istediğine de değinmiyorlar. Protesto gösterileri akşam karanlığında başlıyor. Kanlı gözler Belediye ve İç İşleri Bakanlığı binalarında. Susan kitle bu binaları ele geçirmek ve idarecilerden hesap sormak istiyorlar. Bu kalkışmanın altında etnik düşmanlıktan patlayan öfke var. Romenler (Çingene azınlık) şehirden kovuluyor, temizlik isteniyor. Ateşlenmeye vesile bir market kavgası. Birleşik Amerika Helzinki Komitesi Başkanı Asli Heystings Gabrovoya geldi ve şu görüşleri dünyaya duyurdu: “Burada ayrımcılık var. Hükümet Romen azınlığı korumak için daha fazla gayret göstermelidir. Bulgaristan’da Romen azınlığa karşı şiddet tırmanıyor. Romen “yok” demekle sorun çözülmez. Belediye ve Polis Amirliğine saldırı demokrasiye saldırıdır. Gabrovo’da Romenlerin evleri yağmalanmıştır. Hükumet katından Romen düşmanı saldırgan söylevler geliyor, bunlar ülkeyi yakabilir. Başbakan Yardımıcısı Krasimir Karakaçanov’un şiddet içeren saldırıları kabul edilir gibi değildir. O, tehlike kışkırtıyor. Romen evlerinin yıkılmasından zevk aldığı yüzünden okunuyor. Besbelli ki, evsiz kalanlar vatandan kaçınca etnik temizliğin başarı elde edeceğine inanıyor. Irkçılık almış yürümüş, paçalarından akıyor. Belediye ve polis sözcüleri Gabrovo’da “Romen nüfus olmadığını” iddia etseler de, anaokulu ve okul müdürlerinin ortak beyanında bu hafta azınlıklardan 38 çocuk anaokuluna ve 100 öğrenci de okula gitmemiştir. Yok sayılan azınlıktan 138 çocuğun eğitim öğretim sistemine kayıtlı olduğunu öğ-


132

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

reniyoruz. Kent yönetimine göre bu yerleşim merkezinde GETTO “yok”, fakat mahallede yıkılan ve yakılan, yağmalanan evler var. TV mülakatlarında yaşlı kimsesiz Romen kadınlarından “azınlık nüfusun” şehri terk ettiğini, “kayıplara karıştığını”, “Koca Balkan’a çıktığını ve ağaç kavuklarına sığındığını” öğreniyoruz. Yok sayılanları ve yok olanları anlatıyorlar. *** Bu haberleri kulaklığımdan dinlerken, Sofya’nın “Rakovski Sokağında” yürüyordum. Solumda kalan küçük parkta, 1879-1886 yılları arasında Bulgaristan Prensi olan ve problemlerin altından kalkamayınca, tacını fırlatıp ülkeyi terk eden Aleksandır Batenberg’in boş kalan tahtını doldurmaya Ferdinand Sakskoburrgotskiyi bulup getiren, onu Bulgaristan tahtına oturtan naip ve 1887-1894 yılları arası Bulgar Prensliği Başbakanı Stefan Stanbolov’un ibret veren heykeli dikkatimi çekiyor. Tam ortasından ikiye satırlar yarılmış büyük bir baş! Bulgar tarihini öğrenmek isteyenin önce buraya gelip Stanbolov’un hayat öyküsünü dinlesin. Bu benim düşüncem olsa bile, Stambolov VMRO –İç Makedon Devrim Örgüyü katilleri tarafından vahşice öldürülmüştür ve bu örgütün başkanının bugün Bulgaristan Başbakan yardımcısı olması beni hem kahrediyor hem de “bu kadar duyarsız bir halk olabilirmi? Sorusu başımı zonklatıyor. “Batanberg Bul” kavşağındaki kırmızı ışıkta durdum. Yolumu bir de upuzun kalabalık bir insan kuyruğu kesti. Sordum. “İvan Kostov “1989 – 1999 Geçiş Dönemi Tanıklığım” kitabını tanıyacak, kuyruktayız” yanıtını aldım. İv. Kostov, 1997 – 2001 Bulgaristan Başbakanıydı. Daha önce de 2 hükümette Maliye Bakanlığı yaptı. Demokratik Güçler Birliği (CDC) içinden süzdüğü aydınlarla Güçlü Bulgaristan Hareketini (DSB) kurdu. Bir Başbakan olarak o, Türkiye Cumhuriyeti’ne giden, Bulgaristan’da isim değiştirme zulmü yıllarında Müslüman Türklere yapılan eziyetten ötürü resmen özür dileyen başbakandır. Bursa “Al Sancak” Stadyumunda soydaşlarımıza hitaben devlet adına af isteyen de odur. Onlardan da en samimi sözlerle özür dileyen, kürsüden inip Plevne tutuk evinde ve “Belene” sürgün kampında kendisine çok ağır işkence yapılmasına rağmen Türk ismi değiştirilemeyince, kayıtlara “öldü” olarak geçen Bayan Hüsniye Mustafa’nın elini öpen onurlu politik şahsiyettir İvan Kostov. Bunları bildiğimden dolayı olaya ilgim arttı ve ben de bekleyenlere katıldım. “Ordu Evi”nin büyük salonuna 10 bin kişi zor sığdı. Kuyruk hiç azalmamış. İçeri giremeyenler taş fırından çıkmış sıcak somun kapışır gibi, 2 saatte 20 bin kitabı kapıştı.


Makale ve Analizler - 2019

133

İv. Kostov hınca hınç dolu salonda ayakta karşılandı. Yorgun olduğu yürüyüşünden ve yüzünden belliydi. Daha önce işlenmemiş bir konuda bir Bulgar başbakanın 1989’da başladığını sandığımız Geçiş Dönemini bir “Karşı Devrim” olarak nitelemesi ve beklenen dönüşümlerin Bulgaristan’da neden kök salamadığını “toplum olgunlaşmamıştı” şeklinde irdelemesi ilginçti. Benim dikkatimi çekense, salonda benden başka bir Türk’ün olmayışıydı. Daha da ilginç olan ise kitabı tanıtan “Siela” yayın evi müdürü ve ondan sonra kürsüye çıkan, yaşayan birinin yazdığı 447 sayfalık bir “anı” eserini anlatırken çok derin felsefi konulara girip çıkan Bulgar profesörlerden hiç birinin de Bulgaristan Türklerinden söz etmeyişi oldu. Oysa 1989 – 1999 yılları arasında Bulgaristan Türkleri Ayaklanmıştı. Hem de XX. Yüzyıl Bulgaristan tarihinde en büyük ve en şiddetli ve görkemli ayaklanma olmuştu. Tarih yön değiştirmişti. Şehitler verilmiş. 360 bin kişi yurttan kovulmuş. Etnik temizlik yapılmış. Kültürel soykırım işlenmişti. Politikacı yazara soru soran 20-30 kişiden hiç biri de, “Türk” ve “Müslüman” kavramlarını kullanmayarak, totalitarizmden demokrasiye sözde geçişte ana motor ve vites olan Bulgaristan Türklerini “yok sayıp” konu dışı bırakmaya çalışmıştı. Böylece gerçeğin bir kolu yenin içinde kalmıştı. Konuşmaları dinlerken “Gabrovo Olayları” hepsini etkilemiş olabilir, çünkü “karşı devrim” asıl şu olandır. Bulgarlar mayalayıp kuramadıkları demokratik düzeni polis karakollarını basıp amirlikleri, kendi oylarıyla seçtikleri belediye yönetimini camdan atarak hem Romenlerden hem de demokrasiyi temsil edenlerden kurtulmak istiyor besbelli gibi düşüncelere takıldım. Türklerden söz etmeyen İv. Kostov aslında Hak ve Özgürlükler Partisi’nin “lideri” olarak yükseltilen Ahmet Doğan’a daha önceleri de beddua eden birisiydi, ne ki, 700 yıl bu toprakları ihya eden Müslüman Türkler’in Doğan gibi bir Moskof ajanıyla ne ilişkisi, ne gibi göbek bağı olabilirdi. Doğan onların kalp atışlarının dışında, ruhsal alanının da dışında olan biriydi ve ak koyunla kara koyunu birbirine karıştırmaması gerekirdi. Bulgaristan Türkleri memleketimizin alı akıdır, demesini beklemiştim. 20 leva verip aldığım kitabı otele döndüğümde açtım. Kapağında bir yere dayanmış ya da otur gibi poz almış, elinden artık bir şey gelmeyen politika dışı bir adamın çaresizliği yorgun gözlerinden okunan bakışıyla sanki “durum bu” diyordu. Kapağını sağ elimle açtım ve ilk 79 sayfasını iki çay arası bir solukta okuyunca oturdum ve size yaralı etkilenişimi kısaca anlatıyorum:


134

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İvan Kostov, 10 yılı 7 bölümde anlatmış. Birinci bölüm “Geçişe Giriş” başlığı altında 79 sayfaya sığdırılmış. Bir eser ne kadar hacimli olursa olsun, yazılan son sayfaları GİRİŞ kısmıdır ve anlatılanın özlü bir dökümüdür. Kostov da “Bulgaristan’da totalitarizmden demokrasiye geçiş gerçekleşmedi” derken olamayan olayın nedenini şöyle açıklıyor: “Geçişin düşmanı Bulgar post-komünist toplumuydu” Engelleyen güç, Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP), Demokratik Sol, Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS), Bulgar Biznes Blok ve diğer sol partilerin toplamı oldu. Fakat o zaman Demokratik Güçler Birliği (CDC) ve koalisyon yandaşlarından seçmenlerin bir kısmı da bu işte suçludur, demekten çekinmiyor ve şuna vurgu yapıyor: “ Benim kuşağımdan ve daha önceki kuşaktan herkeste ve bir yere kadar gelecek kuşağın da büyük kısmında post-komünist dünya görüş (ideoloji) var, hepimiz komünizm kalıtlarından bir şeyler taşıyoruz. Klasik yazar Anton Pavloviç Çehov’un dediği gibi, hepimiz ama hepimiz, taşıdığımız köle ruhunun kendimizden kıymık kıymık sökmek zorundayız.” Geçişin Başlangıcında ancak demokrasi ve serbest piyasa ekonomisine çok partisi sisteme geçişe şahitlik edebileceğini itiraf eden Kostov, geçişin Bulgarcada bir “cins ismi” olduğunu, içimizi yıkan ve dert deryası yaratan bir süreç şeklinde biçimlendiğini anlatırken şu noktaya işaret ediyor: “Bulgaristan’da komünist rejim ve planlı ekonomiden çıkış yıkımla bağlıdır. Yeni işlevi olan yeni yapıların kurulabilmesi için eskilerin yıkılması gerekti. Bu kendiliğinde yaşam biçimini değiştirir. İnsanların düzeni bozulur. Bizde de bozuldu. Eski anlayışları üstüne toprak serildi. Bu da herkesi içinden yıktı. Gam denizi oluşturdu. Bundan dolayı, GEÇİŞ’le gelen hayal kırıklığı ortadadır. Bunu yalnız ben değil, konuya ilişkin eserler yaratan pek çok düşünür yazdı.” Birinci bölümün ikinci alt bölümünde seçkin politikacı Bulgaristan’da GEÇİŞ’in başlamasını zorunlu kılan iç ve dış, sosyal ve kültürel, politik ve ekonomik ön koşulları ele alıyor, fakat ancak politik ve ekonomik ön şartlar üzerinde duruyor. O, ayrıca birçok Bulgar yazar, GEÇİŞ OLAYININ başlangıcı olarak, bilinçli bir yaklaşımla Jivkov’un 10 Kasım 1989’da devrilmesini gösterdiler. Batıda çıkan literatür bu tezin kabul etmedi. Diktatörü deviren ve totalitarizmin belini kıran Müslüman Türklerin 1989 Mayıs ayaklanması oldu. İv. Kostov olay aynı zaman kesiminde gerçekleşse de bu gerçeği işlemiyor. Oysa bu halk direnişine 73 bin Müslüman katıldı. Ortaya Bulgar devletinin gücünden büyük bir güç ve aynı ruhta kenetlenmiş bir ordu çıktığını itiraf


Makale ve Analizler - 2019

135

etmiyor. Yani Türklerin T. Jivkov ve rejiminin yıkılmasındaki rolünü “yok sayıyor”, bu tarihsel olaya değinmeden geçiyor ve demokrasiyi çağıran bir halk dirilişini görmezden gelmiş oluyor. İlk demokrasi mitinglerinin de Bulgaristan’ın “demokratikleşmesinden bir parça” olduğunu kabul etmiyor. Böylelikle 1989 Türk miting ve yürüyüşlerinin bir etnik halk ayaklanmasına dönüştüğüne ve totaliter güçleri sarsıp gerilettiğine işaret bile etmiyor. Bulgaristan’da demokrasi davasının ilk şehitlerinin Türkler arasından olduğunu da yazmıyor. Bulgaristan’da totaliter ortamda yapılan Türklerin hak ve özgürlük mitinglerinin “Bulgarları uyandıran” niteliğine vurgu yapmıyor. Üçüncü olarak, 1984-1989 zulmü yıllarında Türklerin 52 parti ve dernek şeklinde legal ve illegal, yarı gizli örgütlenişine, 21 Mayıs 1989’da Demokratik Lig partisinin Sliven’in Yablanovo köyünde Milli Kurucu Kongre çağırdığına da değinmeyen, demokratik uyanışıta Türklerin Bulgarlardan önde olduğuna işaret etmeyen Kostov, Sofya’da yapılan ilk kitle mitinglerinin ve Jivkov’un kaydırılmasından sonra eski partilerin yeniden örgütlenmesini de totalitarizmden kopuşun başlangıcı olarak kabul etmiyor. Jivkov’un devrilmesinden bir ay sonra, 11 Aralık 1989 tarihinde Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) Merkez Komitesi (MK) bir Plenum toplamış ve bu forumda yeni genel Sekreter Petır Mladenov şöyle demişti: “Komünist rejim soysuzlaştı, aslı değişti. Komünist rejim, Genel Sekreterin kişisel çevresinden bir grup kişinin, propaganda ve baskı maiyetinin diktatörlüğüne dönüştü.” Bu konuşma demokrasi kavgasını T.Jivkov’un kişiliğine karşı yöneltmek için yapılmıştı. Bu, BSP partisinin demokratikleşme kavgasına katılmak istemediğine kanıtlar sundu. Protestolar devam ederken 1971 Anayasası’nın 1. Maddesinin değiştirilmesi istekleri daha da şiddetlendi. 1990’da Yuvarlak Masada Anayasa’da 100 değişiklik yapılması karara bağlandı. Bunlar arasından en önemlileri vatandaşlara miting, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı tanındı ve eski politik partilere konmuş yasaklar kaldırıldı ve politik örgütlenme kapısı açıldı. Ve yazar, Halk Meclisinin, Büyük Halk Meclisi seçimi yapılması kararını, politik partiler yasasını onaylamasını Bulgaristan’da GEÇİŞİN BAŞLANGICI olarak kabul ediyor. Kostov, ekonomik analizinde, 1990’da Bulgaristan dış borcunun Gayrı Safi Milli Hasıladan büyük olduğunu yani ülkenin iflas ettiğini bildirirken, ülkemize hiçbir Batı devletinin döviz bazında kredi vermeyi kabul etmediğini yazıyor. Olayın XX. Yüzyılda Bulgaristan’ın 3. Kez iflas edişi olduğunu resmen açıklamış oluyor.


136

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu arada yine 1990’dan başlayarak Bulgaristan ahlakında “nefret etme”, “öfke besleme” hakkı doğduğunu, “çalga” müziğinin halk öfkesinden kaynaklandığını, yasalara uymayanların topluma hükmettiğine ve manevi çöküşün başladığını vve hızla derinleştiğini belirtiyor. Bu çöküş çok yönlüdür. Ekonominin yok olacağı öngörmüştür. “Endüstri sonrası bir aşamada”, “bilimsel teknik ilerleme geliştirilmeyi” düşünenler vardı. Bulgar ekonomisinin dünya ekonomisine örmeyi hayal edenlerdi onlar. Oysa dünya ekonomi merkezi artan bir güçle Bulgar endüstrisi gibi tökezlemişleri merkezden kuvvetle uzaklaştırıyor ve kenara itiyordu. İşte böyle bir ortamda 10 Haziran 1990’da Büyük Millet Meclisi seçildi. Meclise 400 vekil girdi. Ondan önce, daha 15 Ocak 1990 tarihinde olan meclis, 1971 Anayasasından BKP’nin toplumun öncülüğünü garantileyen 1. Maddeyi söktü. Temel parti örgütlerini yasakladı. Devlet güvenliği “DS” 6. Şubesini yani politik polisi dağıttı. Yasakladı. Her türlü mülkiyeti yasallaştırırken, ekonomi hayatta girişimciliğin önünü açtı, fakat bunların hepsi kâğıt üzerinde kaldı. Her şeye rağmen Bulgaristan’da sosyalizm gidiciydi. 22 Aralık 1990’da BMM Avrupa Birliğine katılma niyetini karara bağladı. Daha sonra da NATO üyesi olmak istediğini duyurdu. Demokrasi yolunun başlangıcını da anlatmaya çalışan İvan Kostov, “Bulgaristan hem bir Avrupa ülkesi, hem de değil” dedikten sonra konuyu şöyle işliyor: “Biz bir ülke olarak demokrasiye uygun muyuz? Çünkü eski medeniyetler ülkeleri var ki, onlara demokrasi aşılanamıyor, toplum dağılıyor ve kargaşa başlıyor. Yönetilemez oluyorlar.” O şöyle derinleşiyor: Demokrasi ne değildir? Demokrasi, komünist toplumsal düzenin girişi dediğimiz, defolu sosyalist toplumun onarılmış şekli değildir ve olamaz. Şöyle T. Jivkov’un devrilmesi demokrasi sayılmaz. Onun otoriter totaliter bir rejimi vardı. Jivkov düşürülünce otoriter rejimi çöktü ama totaliter yapı ayakta kaldı. Yani eski rejimin baskıcı aygırı yaşamaya devam etti. Örneğin 14 Aralık 1989’da “Ekoglasnos” (Çevreciler) Rusçukta (Ruse) hava kirliğini protesto edince şiddet gördüler. Totaliter baskı aygıtı saldırdı.


Makale ve Analizler - 2019

137

Bu açıdan baktığımızda, İv. Kostov’a göre, demokrasi, komünist diktatörlükten çok partili sisteme geçişti. Demokrasi, tek yumruk komünist iktidarın yerine, birbirini kontrol eden bağımsız kurumsallaşmaydı. Gerçek demokrasi yazılı yasa karşısında hiç istisnasız herkesin eşit olması anlamındaydı. Fakat yasalar kendiliğinden işlemiyor, siyasi irade istiyordu. O zaman Bulgaristan’da demokrasi Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla başladı diyenler de belirdi. Komünistler Batı dünyası ile rekabeti kaybetmiş, Soğuk Savaşta yenik düşmüş, ekonomik olarak çökmüştü. BKP de Bulgaristan demokratik güçleri önünde kısmen ödün veriyor ve gerilermiş gibi yapıyordu. Okuduğunuz için teşekkür ederim. Bulgaristan’ı öğrenmek istiyorsanız bizi izleyiniz. İkinci bölüm: İlk demokratik hükumet ve başarısızlık.


138

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

139

Hangi Çatının Altında Ne Oluyor? Tarih: 12 Nisan 2019 Yazan: Rafet ULUTÜRK Konu: Erken seçim ufukta ağarıyor.

Sofya merkezinde 3 yüksek çatı var. 1.Cumhurbaşkanlığı, 2.meclis ve 3.Bakanlar Kurulu. Bunların her birinin altında başka bir cadı kazanı kaynıyor. Önce Cumhurbaşkanlığı kazanına bakalım. Cumhurbaşkanı Rumen Radev’in yeni kurduğu Stratejik Kalkınma Konseyi üyesi, Prof. Aleksandır Marinov’a göre, GERB partisi öngörülü olsaydı Avrupa Parlamento seçimleri (26 Mayıs 2019) ile birlikte erken parlamento seçimi de yaparak, bataktan bir süre kurtulabilirlerdi. Şimdi ise, birinci dalgası artık “daire rüşvetçiliği” şeklinde Bulgar toplumu üzerine kaynak su gibi dökülen bunalımın ikinci dalgası hem daha büyük hem de daha kaynak geliyor ve yine yönetimin üzerine dökülecek. Politika uzmanı Prof. Marinov’a göre, GERB Partisi Haskovo koordinatörü D. Dobrev’in istifası bunalımın derinleştiğine işarettir. Politika bilirkişilerine göre, uzun zamandan beri kap tutmaya çalışan siyasi bunalıma şimdiye kadar açlara ekmek, susuzlara su şişeleri dağıtarak bastırılmıştır. Bunalımın adı şudur:Halk devletin hiçbir kurumuna inanmıyor ve güvenmiyor. Çıbanbaşı patladı ve GERB’in bünyesindeki zehirli kan akıtılmalıdır. Bu analiz sonuçlarını yapanlar 10 Nisan akşamı şaşakaldılar. Gabrovo kentinde ETNİK İSYAN BAŞLADI. Ne var ki bu defa isyan edenler 1989 Mayısında olduğu gibi Türkler değildir. 2016’da evlerinin yıkılmasına karşı ayaklanan Müslüman Romenler de değildir. Bu sefer Filibe’ye bağlı Romen köylerindeki gece isyanından da tamamen farklı büyük bir ayaklanma izliyoruz. Bu ayaklanma sanki 2017’de Stanimaka (Asenovgra’da yığılan sarhoş futbolseverlerin ve motor hastalarının GETTO karşısına toplanıp ve şehir merkezine taşarak gece boyu haykırıp yumruk sallamasından ya da 2019’un Ocağında ve Şubat ayında yine Filibe’ye (Plovdiv) bağlı Voyvodino köyünde yapılan komando, futbol havarileri, emekli Ordu mensupları ve gönüllü asi-


140

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lerin düzenlediği 7-8 gece mitinginden ve 17 Müslüman Romen evinin kış ortasında yıkılmasından ve yalın-ayak çocukların ve kadınların ve yaşlıların terlikle kar üzerine itilmesinden de çok farklı bir olay yaşanıyor. Gabrovo kentinde 1 500 Bulgar genç sokak ve meydanları kuşatmış durumda. Romen mahallelerine getirip halka saldırmak ve linç etmek istiyorlar. Şehre yığılan polis ve jandarma güçleri asilerle başa çıkamıyor, onları durduramıyor, huzur sağlayamıyor. Olay nasıl başladı: Gabrovo kentindeki marketlerden birinde çıkan bir anlaşmazlık ve yumruklaşmadan sonra yerli polis 3 Romen genci tutukladı. Birkaç sat sonra şehrinde ne kadar İç Makedon Devrim Örgütü VMRO sevdalısı, işsizlikten kanı kabarmış, Süleyman paşaya küfür etmekten ağızı yamulmuş, Türk düşmanlığından çıldırıp kudurmuş genç varsa elektronik araçlar üzerinden yapılan çağrıya uyarak toplanıp bir Müslüman Romen GETTO’sunu bastılar. Hedeflerindeki ipe serilmiş Romen kadınlarının donları ile erkeklerin yamalı pantolonları değildi. Önce çatıya ve balkonlara çıkıp Türkiye’yi seyreden Çanak antenleri kopardılar. Sokağa attılar. Türk Televizyonları “kafanızı bozuyor” bakmayacaksınız diye bağırdılar. İkinci olarak odalarda ne kadar minderli yatak ne varsa eline ne geçirebildiklerini balkonlardan fırlattılar. Bu yataklarda gece boyu sevişip çocuk yapmayacaksınız sesleri kudurmuş köpek ağlayışı gibi yayıldı. Ardından kanepeler, koltuklar, masalar ve mutfak mobilyaları etrafa saçıldı. Bulgaristan’da “rahat yaşamayacaksınız” diye bağırdılar. Birlikte tempo tuttular. Bu gençlerin ellerinde beyz bol sopaları vardı. Öfkelerine cesaret ve ateş vermek için çokça alkol almışlardı. Belki de bilinçli kendilerine kudurmuş havası veriyorlardı Romen mahallesinde ne kadar ev eşyası varsa TV alıcıları ve buzdolabı ve derin dondurucularla birlikte sokağa atılıp kullanılmaz hale getirildiler. Daha sona, ağzı açık, gözü dönmüş kurt sürüsü gibi ilerleyenler Koca Balkanın eteklerinde Gabrovo kenti Polis Amirliğine yöneldiler. Amirliğe girmek orasını da istila etmek istediler. Camları kırdılar. Polislerle sert ve kanlı bir arbede yaşandı. Jandarma yetişti. Silah patlamadı. Polis kapıyı pencereyi korumakta zorlandı. Arbede oldu. Kuşatmaca daralırken asilerin polis binasını yakma tehlikesi arttı. Sofya İç İşleri Bakanlığından yardım istendi. Etraf illerden Polis araçları Gabrovoua yöneldi. Yumruklar, sopalar, kaldırım taşları yerinden oy-


Makale ve Analizler - 2019

141

nadı. Polis Amirliği ele geçirilince alt katta bodrumda tutuklu bulunan 3 Romen genç linç edilecekti. Yeni Bulgar tarihinde bu bir ilk olacaktı. Başbakan yardımcısı Tomoslav Donçev’e kadar yetkililerin hepsi Gabrovo yoluna düştü. Brüksel’de bulunan Başbakan Borisov’un yerine, geçici Başbakan görevinde bulunan VMRO – aşırı milliyetçiler sürüsü Başkanı Savunma Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Krasimir karakaçanov Bakanlar kurulunu topladı. O, “Benim istifam olayları yatıştıracak-sa, istifa edeyim” dedi. Olaylar durmadı Çarşamba akşamı ve gece (10 Nisan 2019) 1500 – 2000 kişilik kalabalık Romen mahallesinin önüne yeniden toplandı. Polis ve jandarma yolu kesti, arbede yaşandı, yeniden kan döküldü, polis copların dan yere düşenler iyice çıldırdı. Olay yerinde bulunan ve durumu yatıştırmaya çalışan Başbakan yardımcısı Gabrovo eski belediye başkanı) Tomoslav Donçev de yuhalandı. Gerginlik devam ediyor. Yaralılar hastanelere kaldırıldı. Bu olaylar neyi andırıyordu? Bu olay, sanki 1933’te Nazi Almanya’sında Yahudilere yapılan saldırıları andırıyordu. Ayrıca 1942 yılında Gabrovo’da Yahudilerin yakasına sarı işaret takılmış, fırından ekmek almaları bile yasaklanmıştı. Gabrovo 2019 Nisan ayı olayları olağanüstü ciddi sinyaller veriyor. Öte yandan Romen aileler dolmuşlarla ülkeyi terk edip Avrupa yoluna açılıyorlar. Etnik temizlik bir çözüm mü? Soru: Bu öfke birikimi neyin eseridir. Cevap: Öfke birikimi Bulgaristan’da ana iç problem olan etnik azınlık probleminin 70 yıldan beri çözülmemesinden kaynaklanıyor. Cahil, işsiz, gelirsiz, sefil bırakılan Romen etniğine ikinci derece topluluk olarak bakılıyor ve omdan kurtulmak istiyorlar. İsyan patladı. GETTO’larda değil, GETTO dışında en lüks dairelerde yatıp, sıcak suyu beğenmeyen içine gül suyu da sıkan gençlerin rahatına ve konforuna diken battı. Şehirde zenginlerin rahatını bozan bir ortam oluşmuş ki, temizlemek istiyorlar. Irkçılar etnik temizlik yapmaya kalkışmıştır. 1 500 sopalının birden hareketlenmesi ailelerde, evlerde, kulüplerde bu olayın kızıştığına, milliyetçiler tarafından kızıştırıldığına bir işarettir. Hedefte olanlar, fakir insanlar, öteki, farklı ırktır. İşsizler, doğduğu günden beri dişlerini hiç fırçalama fırsatı bulamayanların ağız kokusu, çöp kofası karıştıranlar, sıçanlarla, tarla fareleri, kertenkele ve yılanlarla aynı GETTO-


142

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

larda kuru ekmek paylaşan sefillerdir. Şehirler Romenlerden temizlenmek isteniyor. Bu bir etnik temizliktir. Temelinde devletin yanlış etnik azınlık politikası vardır. Bulgar unsur etniklere karşı kışkırtılmıştır. Yaşanan GETTO’da barınanların isyanı değildi. Bulgar post-moderniz minin çaresizliği isyan ediyor. Adaletsizlik ve insan hakları eksikliği, azınlık haklarına indirilen beysbol sopaları isyanıdır. 2017 yılından beri 7. Halk isyanı yaşanıyor. Bu isyanın bir iç savaşa büyümesinden korkanlar artıyor. Hükumetin istifa etmeye hazırlanıyor. Aşırı milliyetçilerin hemen başbakan yardımcılığından, bakanlıklardan uzaklaştırılmasından ısrar edenler çoğalıyor. Kamuoyu, aydın kesim barış ve huzur çağrıları yaparken erken seçime gidilmesi çağrısı yükseltiyor. Bulgaristan tarihinde sefiller, cahiller, yoksullar ve aman zaman geçinenler Polis Amirliklerine, Jandarma karakollarına hiç saldırmamıştır. Bulgar devletinin en çok bel bağladığı, allı kuzum ballı kuzum büyüttüğü yavruları ayaklandı. Yoksullukla kuşatıldıklarını fark ettiler. Sefilliğin kendilerini ipe çekmesinden korkuyorlar. Onlar başka bir dünya için isyan ettiler. Durdurulmaları hiç önemli değil. Açlar yarın yeni bir marketi basacak, Fransa’da 1800 marketi bir cumartesi yürüyüşünde kırıp dökmediler mi? İşte öyle bir şey oluyor. Her zaman olduğu gibi işler bizde bu defa da ters gidiyor. Gençler polise saldırdı. Adaletin adı LİNÇ etmek oldu. Liderleri hükumet katlarında olduğu için yapacak bir şey yok. Aç kurtların lideri sürünün ardından yürür. Biz insanız. İnsanların lideri isyancıların önünde yürümelidir. Cesur davranmalı, hemen karar almalı ve barışçı çözüm bulmalıdır. Bulgaristan’daki iç bunalım yeni bir aşamaya giriyor. Bizi izlemeye devam ediniz. Teşekkür ederim.


Makale ve Analizler - 2019

143

Yama Üstüne Yama

Tarih: 04 Nisan 2019 Yazan: İbrahim SOYTÜRK Konu: Süresiz ücretsiz izinler başladı. Çözüm öneriyoruz. Bulgaristan’da gelişen, şaşırtan, hızla şekil değiştiren olaylar izliyorum. Bugün kendi kendime şöyle bir soru sordum. Bir insanın bütün organları değişse (ya da belirli bir süre için vücudundan sökülse) o kişi yaşayabilir mi, o insan aynı insan olmaya devam eder mi? Beni bu yönde kafa yormaya itense şu oldu: Bulgar hükumetinde 15 bakan, bakan yardımcısı ve Yüksek Temyiz Mahkemesi Başkanı, Baş Savcı Yardımcısı ve Milli Soruşturma Dairesi Başkanı, Milli Rüşvetle Mücadele Komitesi Başkanı ve daha birçok çok önemli şahsiyetlere “lütfen oyundan çıkın, istifanızı sunun ya da süresiz ücretsiz izne ayrılın” dendi. Tarih 04 Nisan 2019. 1 Nisan uluslararası şaka günü olsa anlarım ama ne yazık ki değil. Bu çok iri kodamanları istifaya davet eden ise “baş komiser” (Başbakan) Boyko Borisov oldu. “Baş komiser” diyorum, çünkü istifaya zorlanan kişilerin birçoğu hükümet tarafından atanmamıştır. Meclis tarafından atananlar var. Cumhurbaşkanı’nın tayin ettikleri başka! Şöyle bir örnek: Bizdeki Ayrımcılık Komisyonunda 9 yargıç ve yüzlerce görevli çalışıyor. Yargıçların 4’ü Cumhurbaşkanı, 5’i de meclis tarafından atanmış. 2018’de bu kurum 1 800 şikâyet mektubu almış. Bunların 500’ünü açmış, okumuş hatta bazılarına cevap yazmış ve göndermiş. 1 300’ü öyle istifli bekliyor. 2017’nin 26 Mart günü erken genel seçim yapılmıştı. Onları seçen meclisi yenilemek için Türkiye’den oy kullanmaya gelenler sınırda tartaklandı. Komisyon dava açmadı. Yorumlamaya devam edebilirsiniz. Bugün bu kurumdan istifaya zorlanan yok. Sangi rüşvet ve daire almamışlar gibi bir durum var. Soru: Nasıl olur da Başbakan Borisov, Cumhurbaşkanı Radev’in atadığı bir yüksek memura “topla çantanı, gözüm görmesin” diyebilir!? Eğer “Başkomiser” Borisov, Başbakan sıfatıyla hükümet tarafından atanmayan yargıç, savcı ve komite, komisyon, ombudsman ve daire başkanlarına “kış” diyebiliyorsa, o zaman yasama, yürütme ve yargı bizde bir birbirinde ayrıdır, anayasal ilkemizdir ve demokrasimizin orta direği ve temel ilkesidir, demeye ne gerek var. Çünkü böyle bir şey yok…


144

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu gelişmenin kokusu artık meclisten çıktı. Meclis içindeki adı “GERB milletvekilleri daire geyt” şeklini almıştı. Cetvel uzun. Yüksek yetkili ve görevlilerin kelepirden ucuz süper lüks daireleri yalnız kendileri için değil, çocukları, doğmuş ve henüz dünyaya gelmemiş torunları için de aldıkları ortaya çıktı. Bazılarının babaları bakanlıklarda çalışan yakınlarına almış ve çok değişik şekillerde bu illet dallanmış budaklanmış. Birkaç gün önce, rüşvetle ve dolandırıcılıkla mücadele “bağımsız ve bakanlıklar üstü” komitesinin süper dokunulmazlığı ve bir bölük silahlı koruması olan şefi Bay Plamen Georgiev “süresiz ve ücretsiz izne ayrılmazdan” ve “ofis anahtarını Başkomiser Borisov’a teslim etmezden önce” , basında bir iş ilanı çıktı. Plamen Georgiev’in yönettiği rüşvetle mücadele kurumu “yüksek matematik okumuş, çok kabiliyetli uzmanlar” arıyor. Şahsen benim için bu bir itiraftır. Şöyle denmemiş mi? “ Yüksek kurum, dolandırıcıların geliştirdiği dalavere formüllerini çözemiyor, bataktan çıkamıyor, “gelin bizi kurtarın.” Birbirine dolaşan ve çözülemeyen hususlar dairenin “gerçek değeri”, “alım satım fiyatı”, “devredilmesiyle oluşan yeni değer” ve birden bire evraklarda ismi geçmeyen fiziksel veya tüzel kişinin malı olarak ortaya çıkması arasındaki dola şıklığı çözecek uzmanlar aranıyor. Bu arada politik muhalefet (BSP) meclisten çıksa da, GERB partisi tarafından meclis çoğunluğu ile atanan yüksek devlet komiserlerinden P. Georgiev’in meclis kararıyla işine son verilmesini karara bağladı ve meclise öneri sunacak. Bu olayları bir gizem haline getiren ve birçok kişiyi korkutan bir gelişme de şudur. Adı “Altın Yüzyıl” olan, Sofya’da çok havalı çok zengin semtlerden biri olan “Lozenets” (Bağlar Başı) adli yerleşim alanında kurulan, 18 katı çıkan ve 34 kat olması beklenen lüks gökdelenin inşaatının da yine “Baş Komiser” komutu ile durdurulması oldu. Gökdeleni ve problemli “ucuz” daireleri inşa eden ve “satan” şirket aynı inşaat şirketidir. Şahsen ben bu konuda basında çıkan yazıların hepsini okudum, Başbakanın basın açıklamalarını dinledim ve şu sonuca vardım: Yüksekliği 34 kat alan bu problemin derinliğine yani dibine ve köklerinin suya değdiği kata henüz inilememiştir. Ortaya çıkan tabloda korku renkleri var. Sanki hükümetin ve devlet kurumlarının eli kolu bağlanmış. Vergi ve denetim daireleri sanki felç olmuş. Polis, savcılık, yargı ve diğer makamlar rüşvet yemeye öyle alışmış ki, ya-


Makale ve Analizler - 2019

145

saları çiğnediğini, ahlaksız hareket ettiğini artık duyumsayamaz olmuş, bilinci sönmüş ve gözleri dönmüş durumda. Çok tehlikeli bir ortam! Memleketimiz skandallarla yönetiliyor. Şimdi bütün bakan ve bakan yardımcıları “süresiz ve ücretsiz” istifa ederse ne olacak! Yama üstüne yama yeni hükümet mi kurulacak. Dolandırıcılık ve dalaverecilerin başı sayılan İç Makedon Devrim Örgütü VMRO Makedon haydutlarının torunları “aman durun, hükümetten düşebiliriz” şiarıyla çıktı. “Ucu bize gelir” diye titremeye başladılar. “F-16” Amerikan saldırı uçaklarının son modelinden 8 adete 2.8 milyar US Dolar ödenmesine oy verdikleri gün Sofya’daki US Büyükelçiliği onlara “siz artık korkmayın, himayemiz altındasınız”, dedi. Bu himaye işleri de güneş ve yağmur şemsiyesi gibi iki çeşit. Monarşi döneminde (1925-1944) bu asiler Moskova – Komünist Enternasyonal – himayesindeydiler. Sosyalizm ve totalitarizm yıllarında (1944-1989) VMRO tilki inindeydi. Demokraside Amerikan himayesine girdi. Bunlar bir, ikiyüzlü değil, bin yüzlü ve bulsalar hepimizi bir yudum suda boğarlar. Onların yeliş ışıklı dalavereleri pasaport, Bulgar vatandaşlığı, Bulgar kimliği ve Bulgaristan Türkiye sınırında tel örgünün altından veya üstünden geçenleri tutuklatıp soymak ve kamyonlarla Sırp sınırına gece gece taşıyıp yamalı popolarına birer tekme vurup kovma ve Türklere ve Türkiye’ye karşı havlamaktır. Skandallar devlete deprem yaşatırken Turizm Bakanı Nikolina Angelkova da istifasını sundu. Politik depremle birlikte iş aramaya Batı Avrupa’ya giden Romen gençlerden % 40’ının ve Bulgaristan’daki işsizlerden dörtte birinin hiç okula gitmediği okuma yazma bilmeyen ve hesap yapmayan gençler olduğu açıklandı. Olay çok ciddi nitelik kazanmaya başladı, çünkü 18-35 yaş arasında olan bu genç Bay ve Bayanlardan hepsinin en az ikişer çocuğu var ve kendi evi yok. Hükümetin istifasını istemek için Bakanlar Kurulu önüne çıkan son gruba “siz de kimsiniz?” diyen olmayınca, kendilerini açıklamışlar, başkentim “Lülin” semti sopacılarındanmışlar, para karşılığı iş gören bu hergelelere günde 50 leva ödeniyormuş. İşte böyle bir ortamda genç kuşaktan “milli sorumlu bir tavır” istemek ve “domuz bağırsağı gibi uzayan “ şu rüşvet olaylarının “politik yönlerini” görüşmek üzere Cumhurbaşkanına bağlı Milli Güvenlik Kurulu toplanıyor. Artık herkes Cumhurbaşkanlığına bakıyor. Ne ki toplum hasta, vücutta sağlıklı organ da kalmamış. Sanki son umut kapısına bakıyoruz…


146

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Kurul, son durumla ilgili Stratejik Program Konseyinden de bir rapor dinleyecekmiş. Bu raporları hep eski kalemler yazıyor. T. Jivkov zamanında, devlet başkanı rapor ve konuşmalarını yazanlardan biri olan, daha sonra Demokratik Güçler Birliği (CDC) kurucularından, 1992-1994 yılları arasında demokratik güçlerden Meclis Başkanı seçilen, Rusya karşıtı yazı ve kitaplarıyla bilinen Aleksandır Yordanov, şimdi GERB partisi listesinden 6. Yerde Avrupa Parlamentosu milletvekili adayı gösterildi. Aynı zurna her düğünde ve her orkestrada çalıyor. Çaldıkça da işler bozuıluyor. Şünkü şimdiye kadar yazıp çizdiklerinden bir şey çıkmadı. Böyle adamların Avrupa meclisinde ne işi olur? Otorite kaybettiğinin farkında olan GERB partisi CDC ve eski Çiftçi Partisiyle seçim ortaklığı sözleşmesi imzaladı. GERB partisi büyülü bir çember içinde olta atıyor, besbelli bu güçlere de kıyacak. İktidar kavgasında yeni kelleler kayacak benziyor… Bütün bakanlar istifaya ya da süresiz ve ücretsiz izne zorlansa, hükümet düşmüş sayılır mı? Anayasada böyle bir madde yok. Hükümetsiz bir ülkede diktatörlük (otoriter bir yönetim) kurulması zor olur mu? Yoksa bu kendi kendine yol açan bir gelişme midir? Bizde buna “demokratik diktatörlük” denirse şaşmam. Doktorların ve polislerin parayı görmeden iş yapmadığı Bulgaristan koşullarında, öğretmenlerin boş sınıfa girip çıkarak maaş aldığı ve yeni kuşağın cahil kalmasından etkilenip endişelenmediği yeni şartlarda her gün azdan az otoriter rejime yaklaşıyoruz desem yanlış olur mu acaba? Brüksel’e “Olgun demokrasiye” geçiyoruz haberi göndersek, yutarlar mı dersiniz! Örneğin, Bulgaristan’da “diktatörlük” kurulsa ve NATO ve Avrupa Birliğine “ gelişmiş demokrasiye geçtik haberi iletsek… Bunların hepsi olabilir. Hatta memleketimiz koşullarında diktatörlük ile demokrasi her gün kimse anlamadan yer değiştirebilir ve biz sezmeye de biliriz. Her gün saatlerce beyin yıkayan TV programları ve radyolar, kimin aklıyla çalışıyor, yoksa bir “haber laboratuvarı” mı var ve keyiflerine göre yüzümüze ve beynimize uyutan duman mı üflüyorlar. Devlet çökmüş umurlarında değil… Bunların hepsi olur ve oluyor da….. Milli Güvenlik Konseyi ne yapacak, karar alabilecek mi, çünkü üyelerinin yarısı görevden alındı öteki yarısı da birbirine küs… Devletin yaralı olmayan, çalışan ve üreten kurumu kalmamış. Çılgınların arasında ikisi son dönem hepten şaşırdı. Yahudi bozması, Sorosçu ve CİA’nin hangi şubesine bağlı olduğu pek bilinmeyen, sözde eşinin dairesinde oturan, eski Dış İşleri Bakanı ve her gece rüyasında başbakan olmayı sayıklayan S. Pasi, ülkemize atom bombası üslenmesini ve


Makale ve Analizler - 2019

147

“F-35” savaş uçaklarından da almamızı önerirken, bizim bataklıkta Amerikan şemsiyesi açmaya çok heveslenmiş görünüyor. Cambazki adındaki ikinci kuzgunun derdi varsa yoksa Türklerle, nasıl hap yuttuysa “Bulgaristan’da Türk yok!” demekten ağızı eğrilmiş, çivisi çıkmış. Şöyle bir şey ola bilir mi? Bu da bizim önerimiz: Şu inşaatı durdurulan 34 katlı gökdelen var ya! Hemen bitirilse, bu arada devletleştirilse! Yani mülkü şu daire işlerine karışan dalavereci inşaat şirketinin elinden alınsa ve 34 katlı apartmanın ilk 10 kattaki dairelere milletvekilleri yerleştirilse. Ayrı giriş ve asansörlü, ikinci 10 kat gizli polis, bazı komiserler, jandarma ve itfaiye şeflerine dağıtılsa! Son 14 kata da bakanlar, başbakan, cumhurbaşkanı, hükümet danışmanları, merkez bankası müdürü, en büyün tüzel kurum şefleri, ünlü yargıçlar, başsavcı, birkaç yazar, yüksek mahkeme başkanı, bazı kanaat önderleri ve aksakallar, Başpiskopos ile Baş Müftü yerleştirilseler nasıl bulursunuz. Tabii 20. Kat ile 34 kat arasında kuş sütüne kadar her şey olacak, başkenti yakın ve uzaktan görebilmek için gerekli tüm araçlar ile tavanda bir helikopter ve pistsiz kalkış yapan çok özel bir jet olacak. Zemin katlarda da arabalar birbirine karışmayacak. 8 kat yer altına inen garaj, depo ve sığınma kısmında da birbirine karışma yok… Apartman kurallarına göre oturanların daire satın alma hakkı olmayacak. Gerekirse bu anayasaya özel bir madde olarak işlenecek. İlk 10 kattakiler ayrı asansör kullanacak ve daha üst katlara çıkamayacaklar. Kata kadar oturanların da daha üst katlarda oturanları rahatsız etmeyecekler. En üst katta oturanların da alt katlara inip çay kahve, votka, viski, salam, sucuk mezeli kör sofra sohbetlere katılma hakkı olmayacak. Hatta beraber ava bile gitmeyecekler. Aynı sitelerde tatil yapmak da yok. Hiç biri çöp, asansör, su, kalorifer, elektrik vs masrafı da ödemeyecek. “Altın Yüzyılda” para oynamayacak. Ufak tefek ihtiyaçlar özel tespih boncuklarıyla karşılanacak.


148

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Böylece Bulgaristan’da rüşvetin köküne inilecek kanısındayım. Rüşvet ağacının köklerinin altına inilecek, derin kuyular açılıp köklerin altına zehir doldurularak rüşvet ağacı böylece kurutulacak. Rüşvet sözü kullanılmayacak, yasaklanacak. Şöyle bir şart da olsa iyi olur. “Altın Yüzyılda” oturduğu daireden çıkarılan bir daha 34 katlı apartmana asla dönemeyecek. Köyüne de dönse ancak 1 katlı bir evde ikamet edecek, ömür boyu toplum hiyerarşisinin 2. Katına bir daha asla çıkamayacak. Bu onun suyu ve soyu için de geçerli olacak. Ancak böyle olursa biz yama üstüne yama durumundan kurtulabiliriz. Olayları izliyoruz. Siz de beniz izleyiniz. Okuduğunuz için teşekkür ederim. Paylaşınız.


Makale ve Analizler - 2019

149

Bulgarların Kardeşleri-Çuvaş Türkleri Tarih: 02.04.2019 Yazar: Nadina Cavadova

Çuvaşların geçmişi, nereden geldikleri merak ve tartışma konusu olmuştur. Bu konu ile ilgili çeşitli kaynaklardan araştırmalar da mevcuttur. Araştırmalara göre Çuvaşların ataları Bulgar ve Suvarlar, diğer Türk halkları gibi, bugün yaşadıkları bölgeye Orta Asya’dan gelmişlerdir. Çuvaşlar bir Türk topluluğudur, köken olarak Volga(İdil) Bulgarlardan gelmektedirler. Tarihi M.Ö II. Yüzyıla kadar dayanan bir geçmişleri vardır. Çuvaşlar hakkında en derin bilgiler Çuvaş Türkoloji uzmanı ve dilbilimcisi Aşmarin’in eserlerinden ve Arap din bilgini ve gezgini İbn Fazlan’ın seyahatnamesinden ulaşılır. Rusya Federasyonu içinde olan Çuvaşistan’ın başkenti Şupaşkar, nüfüsü ise yaklaşık 2 milyondur. Sovyetler Birliği döneminde, 24 Haziran 1920’de Çuvaşistan Rusya’nın içerisinde Özerk bölge olarak kurulmuştur. 1990 yılında Çuvaşistan Cumhuriyeti ilan edilmiştir. Çuvaş halkının tarihinin benzersizliğine dair ifadeler yeniden XX. Yüzyılın başında ortaya çıkmaktadır. Geçmişi yeniden araştırarak bazı tarihçiler Volga ve Kama bölgesini ilk dolduranların Çuvaş halkı olduğunu ve onların Volga (İdil) Bulgaristan’ın kökeninde yer aldıklarını söylemeye başladılar. Çuvaşlar Türk kökenli bir halktır. Çuvaş dilinde iki lehçe bulunmaktadır: Viryal Çuvaşistan’ın kuzey bölgesinde yaşayan Çuvaşların konuşması, Anatri – Güney bölgesindeki Çuvaşlar. Çuvaşlar çalışkan ve sabırlı bir millet olmuşlardır Çuvaşların atasözüne göre: ‘’Allahtan ekmeği herkes kendi dilinde istiyor, neden kendi dininde de istemesin ki’’ Çuvaşlar geleneksel inanışlarına Çuvaş dini demektedir. Tek tanrıya inanan Çuvaşlar Hristiyan dinine karşı saygılı olmuşlardır. Hristiyan ailelerden gelin alırken, hiçbir zaman dinlerine karışmamışlar hatta ibadet etmesine bile izin verilmiştir. Çuvaş halkın dinine göre günah işlemek – en büyük suçtur. Eğer Hristiyanların dininde işlenen günah tövbe ettikten sonra affediliyorsa, Çuvaşların dininde bunun affı yoktur. Bu yüzden günah işleme diyor Çuvaş dini. Çuvaşlarda aile bağları çok şey ifade ediyor Çuvaşlar için. Akrabalar aile içi bütün kutlamalara davet edilir. Misafirler için söylenen şarkılarda şöyle denir: “Akrabalarımızdan daha iyisi kimse yok.” Düğün törenleri çok özel bir kutlama ile yapılmaktadır. Misafirler yalnızca yakın akrabalar ve özel davetlilerdir. Cenaze ve ölüleri anma


150

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

törenlerinde de akrabaların rolü büyüktür. Rahmetliyi anarken zengin sofra kurulmaktadır, en az 41 kişi davet edilir ve bunlara ikramlarda bulunulur. Bunun için mutlaka kurbanlık kesilir, kuzu ya da inek. Çuvaşlar için giyim kuşam, süslenme çok önemlidir. Bu durum sadece üste giyilenler olarak kalmamış, baş süslemelerine de yansımıştır. Kimin sözlü, kimin nişanlı, kimin dul olduğu başlığından, giydiği renklerden anlaşılmaktadır. Bayramlarda kadınlar başına ‘’Huşpu’’ genç kızlar ise küçük gümüş veya metal paralarından oluşan ‘’Tuhya’’ takmaktalar. Çuvaşlar insanların birbiriyle görüşüp konuşmalarına, toplum halinde yaşamalarına büyük bir önem vermişlerdir. Herkese karşı tatlı dilli, güler yüzlü, açık kalpli olmak bunların başında gelir. Büyüklere karşı sevgi ve saygı, tevazu, sadelik, hayırseverlik Çuvaşlar için esastır. Çuvaşlar’da Kul hakkını gözetmek, güler yüzlü olmak çok önemlidir. Aile büyüklerine karşı saygı, onların duasını ‘’Pehil’’ almak gençler için esastır. Anaya-babaya fazlasıyla hürmet etmek bunun bir örneğidir. Büyüklere hürmet – Çuvaş halk müziğinin ana temalarından biridir. Çuvaş halkın milli marşı ‘’Asran Kaymi’’ bu sözlerden başlıyor: ‘’Unutulmaz Atam ve Anam’’. Çuvaşların bir özelliği daha var. Aile birliğinin kurulması olan evlenme tüm toplumlarda olduğu gibi Çuvaş toplumunda da her zaman önemli sosyal olaylardan biri olarak görülmüş ve benimsenmiştir. Çuvaşlarda evlenme ve yuva kurma, karşılıklı fedakârlık gerektiren bir durumdur. Bunun için eşler üzüntüde ve sevinçte birlikte olmak, iyi günlerini bölüşmek, kötü ve zor günlere birlikte katlanmak yani bir yaşlıkla kocamak için evlenirler. Bu yüzden Çuvaş ailelerinde boşanmalar yok sayılacak kadar azdır. Bu konuda Dünya Çuvaş ailelerini örnek alması gerektiğine inanıyoruz.


Makale ve Analizler - 2019

151

Göç Ve Kadın

Göç ve Kadın: Bulgaristan Türk Kadını ve Zorla Bulgarlaştırma Süreci (1984-89) Prof. Dr. Hasine Şen Karadeniz Yaklaşık bir ay önce Bulgaristan’ın BTv kanalında “2 Versiyon- Soya Dönüş Süreci Hakkında Anlatılmamış Öyküler” başlıklı bir belgesel yayınlandı. Bu belgeselin 1. bölümü 1984-89 döneminde Bulgaristan’ın Belene kampına gönderilen kişilerle yapılan söyleşilerden oluşuyor. Filmin 2. bölümü ise bu olayları her Bulgaristan Türkünün kanını donduracak, 30 yıl önce yaşadığı acıları yeniden canlandıracak bir perspektiften, “soya dönüş” adı altında yürütülen etnik soykırımı kurgulayan ve uygulayan kişilerin bakış açısından sunuyor. 1984-89’da yaşanan zorla Bulgarlaştırma sürecinin nedenleri ve gerçekleştirilme şekli tamamen çarpıtılıyor, devletin uygulamaları Bulgaristan Türklerinin ülkelerini bölme etkinliklerine ve sayısız terör faaliyetine bağlanıyor. Belgeselin sonunda telaffuz edilen “[bu süreç] , İslamlaştırılmış bir nüfusun entegre edilmesinin imkansız olduğunu göstermiştir,” sözleri, Türklerin İslamlaştırılmış Bulgarlar olduğu tezine dayandırılan “soya dönüş” ideolojisinin Bulgaristan’da hala canlı olduğuna işaret ediyor. Eğer bir yerde bir toplum zorla insan haklarından mahrum bırakılmışsa, bu olayın ikinci versiyonundan söz edilebilir mi? Kurbanın öyküsünü cellâdın öyküsüyle yan yana sunmanın, kurbana uygulanan zulmü meşrulaştırma çabasından başka bir amacı olamaz. Bu belgeselde çarpıtılarak sunulan olayları hatırlayalım: Bulgaristan Türklerinin en sancılı göç hareketi, şüphesiz, Büyük Göç olarak anılan 1989 göçüdür. 2.5 ay gibi çok kısa bir süre içerisinde yaklaşık 360 bin kişinin doğup büyüdükleri toprakları terk etmesine neden olan en önemli etken, Bulgaristan hükümetinin 1984’te başlattığı sistemli Bulgarlaştırma programıdır. Bu dönemde Bulgaristan Türklerinin isimleri Bulgarlaştırıldı, Türkçe konuşmaları yasaklandı, etnik kimliğini ve dini inançlarını ifade eden her tür sosyal ve kültürel faaliyet yasaklandı. Ancak Bulgaristan Türkleri boyun eğmedi, kimlik koruma çabaları 1989 yılının Mayıs ayında ‘Mayıs Barış Hareketleri’ adı altında yapılan yürüyüşlerle doruğa ulaştı. Bu yürüyüşlerde önderlik edenlere 24 saat içinde ülkeyi terk etme emrinin verilmesiyle Büyük Göç dramı başlamış oldu. Bulgaristan’da verilen kimlik mü-


152

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

cadelesinde etkin bir rol oynayan Bulgaristan Türk kadını, göç sonrasında da Türkiye’nin ekonomik ve sosyal hayatına katıldı, ülkenin kalkınmasına ciddi katkılar sağladı. Bu toplantıya hazırlanırken bildiri metnimi Türk kadınının 1984-89 sürecindeki yerini somut öykülerle anlatmayı planlamıştım. Konuşmamın başında andığım belgesel bana kendi öykülerimizi ısrarla anlatmamızın ne kadar önemli olduğunu bir kez daha hatırlattı. Tarih yazımının çok basit bir kuralı var zira: bir toplum yaşadıklarını unutursa, bu konuda sessiz kalırsa, onun tarihini başkaları, kendi çıkarları doğrultusunda yazar. Sözünü ettiğim belgeselde de maalesef bunun kanıtına rastlıyoruz. Bu filmde, örneğin, 1984’teki gösterilerde bir bebeğin annesinin kucağından düştüğünü, kalabalık tarafından ezilerek öldüğü anlatılıyor. Belgeselde sözü edilen çocuk, her Bulgaristan Türkünün bildiği Türkan bebek’tir, ama annesinin kucağından düşüp ezilerek değil, devlet güçlerinin silahından çıkan mermiyle öldürülen Türkan bebek. Türkan Feyzullah zorunlu isim değiştirme uygulamasına karşı 26 Aralık ’84’te yapılan protesto yürüyüşlerinde Bulgaristan Türklerinin verdiği ilk üç kurbandan biridir (diğerleri Ayşe Hasan ve Musa Yakup). O gün Türkan daha 17 aylıktır, ama annesi Fatma’nın kucağında, babası Feyzullah ile birlikte o da yürüyüşe katılmak üzere yola koyulur, hava soğuk ve karlı olmasına rağmen evde kimse kalmaz, yaşlılar dahi Türk isimlerini korumak için yürüyüşe katılır. Benkovski’nin Kirli köyünden çıkan kalabalık Mogilane’ye ulaştığında silahlı askerlerle karşılaşır. Silah sesleri duyulduğunda Fatma, çocuğu sırtında, kocasını polislerin elinden kurtarmakla meşguldür. Arkasından gelen “Kan, kan, Fatma abla, sizden akıyor” sesini duyunca hemen sırtındaki çocuğunu kucağına alır. Anne Fatma’nın hayatı o anda durur, omzunun üzerinden geçen kurşun, Türkan’ın alnına isabet etmiştir. Protesto yürüyüşlerinin bu ilk ve en küçük kurbanı, Bulgaristan Türklerinin mücadelesinin sembolüne dönüşür. Aynı gün Mestanlı meydanında da bir miting yapılır. Katılımcılar, yerel parti yetkilileriyle konuşmak üzere bir heyet oluşturur. Bu heyetin içinde genç bir kadın da yer alır. Bu, ismini Bulgaristan Türk tarihine “adını değiştirmeyen tek Türk” olarak yazdıracak Hüsniye Atasoy’dur. Kalabalık, yanıt olarak karşılarında silahlı güvenlik güçlerini görür. Hüsniye hanım, diğer heyet üyeleriyle birlikte tutuklanır, ardından da cezaevine gönderilir. Belene’de kadınlara ait koğuş olmadığı için Plevne cezaevinde yatar. Orada kaldığı süre boyunca ailesinden hiç kimse nerede olduğunu bilmez, işkencelere maruz kalır (derin dondurucuya atılır, öldüğü var sayılarak morga


Makale ve Analizler - 2019

153

gönderilir) ama isim değiştirme dilekçesini imzalamaz. İlk sınır dışı edilenler arasındadır. Bursa’ya yerleşir ancak zihninde Bulgaristan’da yaşadığı kâbusları yaşamaya devam eder, dayanamayıp kendini 2004’te alevlere verip ışık olduğu o Kasım gününe kadar. Bulgaristan Türklerinin verdiği mücadeleyi doğru kaynaklardan okuyup öğrenmek son derece önemlidir. Prof. Dr. Zeynep Zafer’in “Bulgaristan Türklerinin 1984-1989 Eritme Politikasına Karşı Direnişi” başlıklı makalesi, hem bilimsel yaklaşımından, hem bu mücadelenin şahsen bir parçası olan bir kişi tarafından yazılmış olmasından dolayı dikkate değer bir çalışma. 1958 Kornitsa/Blagoevgrad doğumlu Zeynep Zafer bu dönemde iki yıl hapis cezasına mahkum edilir, akabinde de sürgün edilir. Zafer makalesinde bu sürecin legal direnişe dönüşmesini de anlatıyor. Toplumsal bir süreci bilimsel yöntemlerle sunmayı amaçladığı için makalesinde kendi kimliğini -Zeynep İbrahimova- ifşa etmiyor ve olayları kendi katkısını öne çıkarmadan, tevazu ile aktarıyor. Makaleden, Zeynep İbrahimova’nın 16 Ocak 1988’de kurulan ve ilk Bulgar legal mücadele oluşumu olan Bağımsız İnsan Hakları Koruma Derneği’ne Mihaylovgrad bölgesinde sürgündeyken katıldığını öğreniyoruz (Zafer, 35). Bu kuruluşun Türk kanadının oluşturulması sayesinde iki Fransız gazetesi Bulgaristan Türkleri ile ilgili haberler yayımlar ve Ocak ’89’da Fransa lideri Mitterand, Bulgaristan ziyareti sırasında muhalif sivil toplum örgütlerinin temsilcileriyle görüşme talebinde bulunur. Bu görüşme listesine Zeynep Zafer (Zeynep İbrahimova Mustafova) de alınır ancak güvenlik güçleri olaydan haberdar olunca listede yer alan kişiler tutuklanır ve görüşme gerçekleşmez. Zafer’in makalesi mücadelede rol oynayan başka kadınlarla ilgili ayrıntılar da sunuyor. Çalışmadan örneğin 20 Mayıs ’89’da Kliment’te yapılan protesto yürüyüşünde “Kıymet ismindeki genç kadının, halka hitaben coşkulu bir konuşma yaptığını, Gülten Osmanova isminde bir kadının, yetkililere konuşarak, tutuklu olan bir erkeğin serbest bırakılmasını sağladığını,” Ayşe Fettova isminde bir kadının Özgür Avrupa Radyosu temsilcisi Rumyana Uzunuva’ya Şumnu’da 24 Mayısta yapılan yürüyüş hakkında bilgi verdiğini öğreniyoruz (40-42). Zafer’in son yayınlarından biri olan Kogato mi otneha imeto/İsmim Elimden Alındığında başlıklı çalışması, Bulgaristan Müslümanlarının bu süreçle ilgili yazılarının Bulgarca çevirilerinden oluşan bir antoloji. Bu olaylarla ilgili gerçekleri çarpıtma çabalarına şahit olduğumuz bir ortamda, Bulgar okurunun yaşananları birinci elden öğrenmesi son derece önemli. Bu


154

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

anlamda Prof. Dr. Zeynep Zafer’in bu kitabı mücadelesinin devamı olarak nitelendirilebilir. 1984-89 yılları arasında uygulanan baskıları şahsen yaşamış birçok kişinin son yıllarda anılarını kaleme alması, bu döneme birinci elden şahitlik edecek belgeler oluşturmak açısından kayda değer bir gelişmedir. Beş anı kitabından oluşan Tarihe Not Düşmek: 1989 Göçü Kitap Serisi bunun güzel bir örneği. Beş kitabın bir tanesinin bir kadına (Hüsniye Berraksu) ait olması, çalışmaya özel bir anlam da katıyor zira erkek yazarların anlatılarından farklı olarak Hüsniye Berraksu, Türk kültürünün kız isteme, nişan, düğün törenleri, yemek kültürü gibi temel öğelerine dair ayrıntılar da sunuyor. Burada sözlü kültürde olduğu gibi, yazılı kültürde de gelenek aktarıcılığında asli görevin kadına ait olduğu ortaya çıkıyor. 1956 Mestanlı, Tokmaklıdere doğumlu Hüsniye Berraksu’nun özyaşam öyküsünün merkezinde zorla ad değiştirme süreci, kardeşi Ahmet’in bu olaylar sırasında Belene adasına gönderilmesi, kendisinin ise kocası Bekir ile Vidin bölgesine sürgün edilmesi yer alıyor. Kitapta 1984 yılının son günlerinde yaşananlar şu sözlerle dile getirilmiş: Polisler ilk önce ağabeyimin ellerini kelepçelemiş ve başına iki polis bırakmış. Diğer 3 polis, evin içine girip… her yeri didik didik aramış. Evin tavanına çıkıp… dedemin 50 adet Kuran-ı Kerim kitabını bulmuşlar… ağabeyimi ve kitapları alıp götürmüşler… Onu alıp götürmelerinin nedeni… (isim değişikliğine karşı) yapılan protestoya katılmış olmasıydı… (Eşim) Bekir eve gelmeyince polislerin onu da götürdüğünü anladık. (73) Hüsniye Berraksu isimlerin silah zoruyla nasıl değiştirildiğine de yer veriyor: Polisler, gruplar halinde köyü basmıştı. Ben eve geldiğimde evde 5 polis vardı…[E] llerindeki dillekçeler doldurulmuş; bizden sadece bir imza atmamızı istiyorlardı; hatta Bulgar isimleri bile kendileri yazmıştı. Herkes için Türk isimlerin ilk harfine uygun Bulgar isimleri belirlenmişti… Dilekçeyi okudum, kendi isteğimizle ismimizi değiştirdiğimiz yazıyordu. İmza atmak istemedim; ancak polisin biri elindeki silahı göğsüme dayadı, “At imzayı!” dedi ve bana imzayı silah zoruyla attırdı. (75) Berraksu, uygulanan yasakları da dile getiriyor öyküsünde: İki kişi karşılaştığında, eğer Bulgarca konuşmak istemiyorlarsa, sadece işaret diliyle selamlaşıyordu. (Ben bizim köyde bakkalda çalışıyordum.) Köydeki Bulgar öğretmenler… adeta başımda bekliyordu. Bulgarca konuşmam için beni sürekli uyarıyorlardı. Fakat köyde yaşayan herkes Türk


Makale ve Analizler - 2019

155

olduğu için ben hiç kimseyle Bulgarca konuşmuyordum. Bu sebeple maaşımdan her ay 20 leva para kesiliyordu. (78) Ama Türk kadını çok daha büyük cezalara de çarptırılmıştır bu sancılı yıllarda. Hüsniye Berraksu bir komşusunun hapse gönderilişini bir kadın ve anne olmanın hassasiyetiyle dile getiriyor anlatısında: Erkek çocuklarını sünnet ettirmek yasaklandı… Mustafaoğulları köyünde iki aile çocuklarını gizlice sünnet ettirdiği için çocukların anneleri iki yıl hapse mahkum edildi… Bayramda kurban kesmek, camilere Cuma namazına gitmek, cenaze namazı kılmak, meftaları yıkamak…hepsi yasaklanmıştı (79). Bulgaristan Türklerinin ’84-89 yılları arasında yaşadığı sıkıntıları başka önemli bir kaynağı da Bulgaristan Türk yazarlarının bu konudaki sayısız öykü ve şiirleridir. Zorla Bulgarlaştırma olayları birçok kadın şairin eserine de yansımıştır. Emine Hocaoğlu, Bulgaristan Türk kadının o dönemde çektiği acıları, “Biz” başlıklı şiirinde dile getiriyor: Tören şenlik bilemedik, Namaz vakti namaz kılamadık Ezan vakti ezanı duyamadık Çocuk doğurduk adını koyamadık, Ölü gömdük taşını dikemedik” (Yenisoy, 1997, s. 449). Resmiye Mümün’ün “Bulgaristan Türkleri” eseri, hükümetin kullandığı cezalandırma yöntemlerinin daha kapsamlı bir resmini çizmekte: Zindanlarda çürüdü çoğu aydınımız Sürgüne gönderildi pek çok yazarımız Belene’de yattı nice kahramanımız Anavatan’a kaçtı birçok akrabamız” (2014). Emine Hocaoğlu’nun şiiri, anılmaya değer başka bir Bulgaristan Türkü’nün eserinde, Hayriye Yenisoy’un hazırladığı Bulgaristan Türk Edebiyatı Antolojisinde yer alıyor. Geçen yıl kaybettiğimiz Prof. Dr. Hayriye Yenisoy’un Edebiyatımızda Balkan Türklerinin Göç Kaderi çalışması da bu alana önemli katkılardan biridir.


156

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Özel Türk Rüştiyesi, Sofya Üniversitesi Türkoloji Bölümü, Kırcaali Türk Okulu, Eski Zağra Öğretmen Uzmanlaşma Enstitüsü’ne bağlı “Türk Okulları” Bölümü, Sofya Üniversitesi Türkoloji Bölümü – bu liste 1934 Kriçim (Kırçma) doğumlu Hayriye Süleymanoğlu’nun okuduğu ve çalıştığı kurumlardan oluşuyor ve şahsi hayatının Bulgaristan Türklerinin nispeten özgür bir ortamdan adım adım ’84-89 dönemine geçişini örneklendiriyor. Bulgaristan’ın en seçkin aydınlarından biri olarak Hayriye Süleymanoğlu da bu dönemde çok sıkıntılar yaşatmıştır. Evine yapılan baskınlarda sahip olduğu Türkçe kitaplar, Türk folkloru ile ilgili topladığı malzemelere ve ses kayıtlarına el konulur. O anda çalıştığı Sofya Üniversitesi yönetimi, Üniversite matbaasında basım aşamasında olan Bulgarca-Türkçe/ Türkçe Bulgarca Tematik Sözlük’ünün yok edilmesini ister, ancak kitap komisyon kararıyla Üniversitenin bodrumunda kilit altına alınır. Hayriye Süleymanoğlu’nun ise hak kazandığı doçentlik ataması durdurulur, hakkında soruşturma başlatılır, yaklaşık 4 yıl boyunca Sofya Elektrokar Fabrikasında işçi olarak çalıştırılır. 1989’da Türkiye’ye göç eder ve Yenisoy soyadını alır. Demokratik yönetime geçen Bulgaristan’da kilit altında tutulan sözlüğü özgürlük kazanır, doçentlik unvanı da bu dönemde resmileşir (Kırcaali Haber, 24 Mart 2018). 1991’de Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinde Bulgar Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı’nın kurucusu olur, 2004’te Türk Dünyası Yazarlar ve sanatçılar Vakfı’nın Türk Dünyasına Hizmet Ödülüne layık görülür. Bu somut kadın portrelerinden sonra ’89 göçüne biraz daha geniş bir açıdan bakacak olursak, ’89 Bulgaristan göçmenlerinin büyük bir çoğunluğunun eğitimli ve iş sahibi olduğunu, çalışma konusunda cinsiyetler arasında fark gözetilmeden çalışabilecek durumda olan tüm aile bireylerin çalıştığını vurgulamak yerinde olur zira bu unsurlar Türkiye’ye uyum sağlamalarını kolaylaştıran temel etkenlerdir. ’89 Bulgaristan göçmeni kadınlarının sosyal ve ekonomik hayatın (üretim, hizmet sektörü, eğitim, sağlık gibi) her alanına katılması, Bursa, İzmir, Tekirdağ gibi göçmen nüfusunun yoğun olduğu bölgelerde yerel ekonominin ve sosyal hayatın gelişmesinde önemli bir rol oynamıştır. Konuşmamı daha önce dile getirdiğim bir düşünceyi tekrarlayarak bitireceğim: Bir toplum yaşadıklarını unutursa, bu konuda sessiz kalırsa, onun tarihini başkaları, kendi çıkarları doğrultusunda yeniden yazar. Bu anlamda 1984-89 dönemi ve bu sürece zemin hazırlayan olaylar unutulmamalı, ya-


Makale ve Analizler - 2019

157

şananlar anlatılmalı, yazılmalı. Öykülerini paylaştığım Bulgaristan Türk kadınlarının bize bu yolda ışık tutacağına inanıyorum. Kaynakça Berraksu, Hüsniye. Rodop’tan Ege’ye. Tarihe Not Düşmek: 1989 Göçü Kitap Serisi. (Haz. H.Mevsim ve M. Kutlay), Ankara: USAK, 2013. Dnevnik, 5 Şubat 2019. “Zeynep Zafer: Nasilstvenoto pobılgaryavane i progonvane ot rodinata ne biva da se omalojava.” Efendiev, Hikmet.”Farklı Olmak ne Güzel.” Bultürk Gazetesi, 1 Mayıs 2007 Mümün, Resmiye. (2014). http://www.antoloji.com/resmiye-mumun/siirleri/ (erişim: 12 Aralık 2014). Yenisoy, Hayriye Süleyman. (1997). Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi: Bulgaristan Türk Edebiyatı, 8.cilt, Ankara: Kültür Bakanlığı. Zafer, Zeynep. “Bulgaristan Türklerinin 1984-1989 Eritme Politikasına Karşı Direniş”Akademik Bakış Cilt 3 Sayı 6 Yaz 2010 27-44


158

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

159

Kısa’dan Zenginleşme Yolu Tarih: 02 Nisan 2019 Yazan: Nedim AKIN Konu: Avrupa Parlamentosu ana konu oluyor.

Bizim siyasi bataklıkta 200 tescilli parti Şaran balığı gibi oynaşırken, irice olanların kafa çıkarıp ağız açışı dikkat çekiyor. Balıkların ağızdan mı, burundan mı soluduklarını söyleyemem, fakat balina balığının düdük çalarken buhar fışkırtan lokomotif gibi sırtından hafa püskürtmesine de anlam veremedim. İrice olanların derken, en büyünün (GERB) 1 milyon oy aldığını düşünürsek, Türkiye seçmenin orta büyüklükteki şehirlerinde 1 milyon oyun az olduğu için diz dövmesi, olaya çarpıcı boyut getiriyor. Buradaki fark dağ ile fare gibi… Olayların boyutu böyle olsa da, Bulgar demokrasisinin devlet kuzusu olduğunu anlatabilmek için başka bir kıyaslamalı örnek bulamadım. Devlet kuzusu değimini “kınalı kuzu”, “bayram koçu”, “bayramlık toklu” anlamında kullandım. Kurban Bayramında ufak baş hayvan kesenler bilir. Bayramda kesilecek koç o yıl koyunlara salınmaz. Bayramlık toklanınca koça durmamasına dikkat edilir her ikisi de değim yerindeyse, kına sürülmezden önce, özel yemlenirler. Bizim bataktan başını çıkaran irice balıkların ağızına ballı su damlatılıyor. Yakında öğrendiğime göre, 2009’da azınlık hükumeti kurarak iktidar olan GERB balığı bugüne kadar devletten 120 000 000 (yüz yirmi milyon) leva yutmuş, Bulgaristan Sosyalist Partisi BSP de daha uzunca bir dönemde Bulgar devlet hazinesinden 110 000 000 )on bir milyon) leva, orta büyük balık olan Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) de 60 000 000 (altı milyon) levayı çiğnemeden yutmuş. Şöyle ki bataklık içindeki bu şaran balıkları büyümek için sivrisinek yavrusu avlayadursunlar, iri balıkların politik bataklıktaki bayram sofrası hiç kalkmıyor. Bu iş, bana biraz durgun su ve gölet balığına sofra kurulmadığını anımsattı. Sazan ziyafeti olmaz! Bizde yayın balıklarının öteki balıkların dışkılarıyla geçindiği anlatılır. Bu gerçek memleketimdeki AP seçimlerinden 2 ay önce durumu kusursuz yansıtıyor. Toklar tokluktan patlarken, fakirler açlıktan can veriyor. 12 yıl AB üyesiyiz, hep kuyrukların sonundayız, acaba ileri bir adım attırabilecek birini seçme fırsatı bulabilecek miyiz? Yoksa ye-


160

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

rimizde saymaya devam mı edeceğiz? Ne kadar kötü olursa olsun biz buna inanmış ve kötülüğü kabul etmiş bulunuyoruz. Umutsuzuz. İçimize sinmiş ve kapanmışız. Siz şimdi bana bu işin Avrupa Birliği olağan parlamento seçimleriyle ne gibi ilişkisi var sorusunu yöneltebilirsiniz. Avrupa Birliği Meclisi daha büyük bir bataklığın ortasına kurulmuş bir kör sofradır. Orada kaşık ve çatallar gümüş, tabaklar özel nakışlı, tava tava sunulan piliçler kümeste değil gölgeli çayırlarda yetişmiş, dana olmadan kesilen buzağılar saman yemeden büyümüş, yumurtaların sarısı da çok sarı yani bu adamlar her şey yapabilir havasına ton veriyor. Başka bir değimle burada dönen dolapları şaran balıkları fark edemez. Başka bir ifadeyle bu bataklıktaki balıkların yeleleri çipli ve hangi sürüye katılacakları uzak komutlu. Mesela bugün Brüksel’de henüz dağılmamış olan Avrupa Parlamentosunda 500 kişi TIR araçları yasasını tartışıyor. Bu yasa önerisinin adı “Macron Yasası”. Fransa Başkanı “Bulgaristan gibi kenar ülkelerden gelen TIR’lar aylarca Orta Avrupa’da kalıyor, şoförler aylarca sıcak çorba içmeden, hamam yapmadan dümen çeviriyor, “haftada bir aracı bırakıp evlerine dönsünler” önerisinde bulunmuş. Bulunmuş da halt etmiş. Kimseye iyilik yaramıyor. Bulgar TIR sahipleri uçak alıp Brüksel’e gittiler. Protesto mitingi düzenlendi. Şoförlerin geri dönmesini istemiyorlar. “Git gel masrafı olacakmış, yük kaçacakmış…” Benim tuhafıma gidense şu oldu. Bu mitinge, Hollanda, Belçika, Fransa ve Almanya’dan da büyük sayıda araç sahibinin gelmesi oldu. Onların orada işi ne demeyiniz. Onlar büyük taşımacılık şirket patronu. Onların şirket kaydı Sofya’da, Bükreş’te ve diğer Doğu Avrupa başkentlerinde, TIR-ları da oralarda kayıtlı görünüyor ama orta Avrupa ülkelerinde çalışıyor. Macron Yasası yürürlüğe girerse yüzlerce, binlerce Orta Avrupalı şoförün hafta sonunu evden binlerce kilometre uzakta geçirmesi gerekecek. “İkinci vites”ülkeler dediğimiz şu Balkanlı ve Doğu Avrupalı “uç beyliklerinde” vergiler daha düşük v.s. Onlar kayıtlarını bu nedenle bizde yaptırmış ve Makron yasasına tepki gösteriyor. Bu işi “adalet”ve “namusluluk” kantarına koyduğumuzda sanki Macron haklı. Fakat 267 Euro asgari ücretle uluslararası şoför olarak işe alınan ve ancak simidi elden bırakmazsa cebine birkaç para giren bir Bulgar şoför için yeni durum öldürücüdür. Aynı sözleri, krediyle TIR almış şirket sahipleri için de kullanıyorum. Bulgar ekonomisinde daha T. Jivkov döneminden beri “SOMAT”TIR filoları devlet bütçesinin % 15-17’sini oluşturan bir kalem-


Makale ve Analizler - 2019

161

dir. Bu açıdan değerlendirildiğinde Macron Yasası Bulgar ekonomisini üçte bir oranında çökertebilir ve ekonomik kargaşa yaratabilir. Bu 2 senelik bir iş. Geçen sene Avrupa Konsey toplantıları Sofya’da yürütülüyorken de çok görüşüldü. Gündem oldu. Makron’un dediği dedik. Eski durumu korumaya çalışan AP milletvekilleri Makron yasasında 1 600 ilave ve değişiklik getirmişler, bunlar 27 dilde yapılmış ve durumun netleşmesini imkânsızlaştıranlar, aslında zaman kazanmaya çalışıyorlar. 26 Mayıs’ta yapılacak yeni AP yönetimi kurulana görev dağılımı yapana kadar zaman kazanma var hedeflerinde… Bu bakıma Angel Cambazki gibi Televizyon ekranından inmeyen milliyetçi Avrupa Parlamentosu milletvekilleri aslında kendi kuyularını ve hepimizin kuyusunu kazıyorlar. Kuşkusuz Avrupa Parlamentosu (AP) yönetiminin ve milletvekillerinin kafasında bin bir sorun var. 4500-5000 Euro maaş alan, yemesi içmesi, uçması konması, tatili vs beleş olan bu seçilmişlerin son dönemde aldıkları yasal 5 yıllık gelir 300 000 Euro dolayında olması gerekirken, hepsi Sofya’ya banka hesaplarında milyon Avrolarla dönüyor. Bu seçilmişlerin dokunulmazlığı olduğu için savcılık röntgenine asla takılmıyorlar. Sanki biz buradan Brüksel’e her yıl 800 milyon üyelik parasını onların kendi aralarında dalavere yaparak paylaşmaları için gönderiyoruz. Bu durumda bir milletvekilinin 2 defa seçilmesi yasaklanmalı ve vurdum-çarptım yolları tıkanmalıdır. İşte böyle hem berrak, hem bulanık ve hem de bataklık bir Bulgaristan ortamında Avrupa Parlamentosu seçimleri kampanyası başladı. 200 siyasi partiden bazıları “Demokratik Birlik”,“Güçlü Bulgaristan”, “Demokratik Perspektif” gibi cezbedici isimler altında birleştiler ve aday listeleri açıkladılar. Adaylığın fiyatı gizli tutuluyor. Sahnedeki baş oyuncular bataklıktan başını çıkarıp azığına bal damıtılan iriler. (GERB, BSP ve HÖH-DPS) Bu konuda (Alfa Riçars” ajansı sosyolojik araştırma yaptı. Sonuçlarında yalnız iri balıklara hayat hakkı var, neticesi çıktı, o da şöyle: “Bugün Avrupa Parlamentosu” ( AP) seçimi yapılsa GERB oyların % 33.9’unu, BSP % 33.4’ünü, DPS % 10’unu alacak. Dördüncü sırada yer alan “Demokratik Bulgaristan” Oyların % 5.1’ni alsa da, % 5.88’lik barajı aşamıyor. Yani Bulgaristan’da ancak Devlet tarafından beslenen politik partiler Avrupa Parlamentosuna milletvekili gönderebiliyorlar. Avrupa’nın kale duvarı, adalet duvarı bu kadar yüksek.


162

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Aşırı milliyetçiler sürüsü bu seçimde ortak dil konuşmuyor. “F-16” US savaş uçakları sahte yurtseverleri birbirine düşürdü. “Ataka”partisi ile “Bulgaristan’ı Kurtarmak için Milli Cephe” (NDZSB) partisi Amerikan üslerine ve “F-16” uçaklarının alınmasına karşı çıkıyor. Parçalandılar ve olası oy oranları şöyle: VMRO % 4,1; NDZSB % 2.2 ve “Ataka” da % 2.1. Şöyle bir gelişme de izleniyor: Hükumete destek % 17’den % 13’e düştü. “Daire” serüveni etkisi altında kalanlardan neredeyse % 52’si iktidara olumsuz yaklaşım gösteriyor. Kişisel kararlarından sonra Başbakan B. Borisov’a olan sevgi ve saygı % 43’ten yüzde 28’e düşmüş.” AP için Seçim kampanyası 16 Nisanda başlayacak. Kayıt yaptıran 16 siyasi grup henüz politik program açıklamadı. Büyük sayıda bağımsız adayın, özellikle de Bayan adayların derneklerin adayı olarak kayıt yaptırması bekleniyor. Bağımsız bir adayın 120-150 bin civarında oy almasının seçilmek için yeterli olacağına vurgu yapılıyor. Birlikte ve inanmış hareket edildiğinde 2 bağımsız adayın seçilebileceğine işaret ediliyor. Avrupa Birliği ülkelerinde ve özellikle Almanya’da Büyükelçilik, konsolosluk ve ticaret temsilciliklerinde oy verme oranının yüksel olması bekleniyor. Türkiye’de soydaşlarımız arasında AP seçimleri propagandası henüz başlamadı. Adayların dernekler tarafından gösterilecek bir gurbetçi aydın ve öncü Bay-Bayanın aday gösterilmesinde ve başlıca soydaş ve gurbetçi sorunlarıyla ve özellikle Bulgaristan’da Türk kimliği ve Müslüman azınlığı sorunlarıyla ilgilenmesini istedikleri artık basında başyazı oluyor. Seçilecek olan 17 milletvekili henüz halka inmedi. Bu seçimde uyanık ve dayanışma halinde olalım. Nisan ve Mayıs aylarında Avrupa Parlamentosu seçimleri ana konularımızdan biri olacak. AP zengin olma yeri değil, halkımızın sorunlarını çözme merkezi olmalıdır. Oyumuz halkımızın içinden ve onun ruhunu Avrupa Parlamentosuna taşıyan ve yaşatacak adaylarımıza olmalıdır. Okuduğunuz için teşekkür ederim. Paylaşınız.


Makale ve Analizler - 2019

163

Onlardan Her Şey Beklenir

BGSAM: Konu: Bize dil uzatan şaşkınlık siyasi saldırganlıktır. Totaliter rejimde “Bilimsel Komünizm” hocası olan, şimdi ise siyasi bilimler profesörü geçinen Ognyan Minçev, Bulgaristan’ın Türkiye’nin desteklemesi ve garantörlüğünde NATO’ya alınmasından hemen sonra (2005) Ankara’yı bir bilirkişi heyetiyle ziyaret etmişti. SAM Enstitüsü Müdürü Büyükelçi Murat Bilhan bu görüşmede ona şöyle bir soru sormuştu: “Siz Amerika Birleşik Devletlerine Güney Doğu Bulgaristan’da (Bezmer ve Aytos) asker üs kurmalarına neden izin veriyorsunuz? Sizdeki yabancı üsler size olduğu kadar, bize de tehdit oluşturuyor? “ Siyaset bilimci Minçev’in yanıtı şu olmuştu: “Sayın Büyükelçi, Bulgar milli çıkarlarına tehdit Moskova ve Ankara’dan olmak üzere, 2 yönden gelir. Birleşik Amerika’nın bizdeki üsleri bizim güvenliğimiz ile sizin hevesleriniz arasındaki tampon bölgedir.” – “Faktor. Bg” Bu yabancı askeri üslerin daha da genişlemesini kabul eden en sıkı Moskofçu olan yeteneksiz güçler 2009’da Sofya’da hükümet kurdu. Hemen ardından Filibe (Plovdiv) “Rakovski” hava üssü, Şabla ve Burgas “Atiya” askeri deniz üssü, “Kavarna” hava savunma üssü, talim poligonları, tank tamir atölyeleri, tatil merkezleri vs vs aldı gitti. (Bulgaristan’da ABD güçlerinin kullanacağı üsler arasında doğudaki Sliven kenti yakınlarındaki Novo Selo askeri üssü ve güneydoğudaki Yambol yakınlarındaki Bezmer ile güneydeki Plovdiv yakınlarındaki Graf İgnatievo hava üslerinin yanı sıra Karadeniz liman kenti Burgaz yakınlarındaki bir depo yer alıyor. Son yıllarda Novo Selo’da düzenlenen Bulgar-Amerikan ortak askeri tatbikatlarının Bulgaristan’a 3 milyon doların üzerinde toplam yatırım getirdiği söyleniyor. Bezmer Hava Üssü strateji dergisi Foreign Policy tarafından ABD’nin dünya çapındaki en önemli altı üssü olarak gösterildi. Bezmer’in şimdiye kadar Irak’a teçhizat gönderilen Burgaz’ın yerini alması planlanıyor, ama bu üssün bir kötü tarafı var. O da Karadeniz’deki turistik merkezlerin tam ortasında yer alıyor olması.) Arkada kalan 14 yılda Birleşik Amerika Sofya iktidarında “erişilemezlik”, “her zaman ve her yerde haklısınız”, “sizi kimse cezalandıramaz”, “yaptıklarınızdan kimse hesap soramaz” duygusu ve tavrı yarattı.


164

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Tarihinde 7 defa kırılmış, yalnız XX. Yüzyılda 3 defa felaket yaşamış, 141 yıldan beri azınlıklarıyla ruhen kaynaşamayan ve manevi parçalanmışlık yaşayan küçük bir ülkesi ve yaralı bir halk olan Bulgarlar tarihlerinin en huzurlu ve güvenli devrini Osmanlı döneminde yaşadılar. Osmanlı onlara manevi uyanış ve gelenekleriyle yaşama ve bir milliyet olarak dirilme, kendi kiliselerinde dinsel adetleriyle yaşama olanakları oluşturmuş. Kilise ve manastırlarını, okullarını bir tarafta Rum Papazların diğer tarafta Rus baskısından kurtardı ve özerk yaşamalarına ufuk açmıştı. 160-170 yıl öncelerinde meydana gelen bu gelişmelere Batı güçlerinin (öncelikle İngilizlerin ve Rusların) Bulgarları kışkırtmalarını izledikçe ve bugünkü belirtilerle karşılaştırdığımızda benzerlik görüyoruz. Bugün yabancı üslerle doldurulan Bulgaristan topraklarında o zamanlar silahlı çeteler kuruluyor, dağlarda dolaşıyorlar, ayaklanma kışkırtıyorlardı. Ve bu yüreklendirmenin özünde batılıların ve Rusların “ayaklanın, saldırın, öldürün, arkanızdayız, burnunuzun kanamasına müsaade etmeyeceğiz” vaatleri vardı. 1876 Nisan Ayaklanmasını kışkırtan Sofya’daki İngiliz konsolosları Bulgar aslilere kese dolusu para dağıtmışlar, halkı yalan vaatlere boğmuşlardı. Her ayaklanmanın ideolojisi, ülküsü vardır. Bulgar ülküsüne Osmanlı, İslam ve Türk düşmanlığı zehri aşılayanlar da aynı güçlerdi. 1905’te Genç Türklerin, Makedon asileri adam sayıp İstanbul’da kurulan İkinci Meclise davet etmesinden sonra Türk ve İslam düşmanı zehri çok keskinleşen İç Makedon Devrim Hareketi, günümüzde Sofya hükumetinde ortaktır. Günümüz Bulgar aşırı milliyetçiliği Müslüman ve İslam düşmanlığı siyasetinde ve yerli yersiz Türkiye Cumhuriyeti’ne saldırılarda çok önemli bir yer alıyor. VMRO hareketi liderlerinden şunu işitiyoruz: “Türkiye Bulgaristan’daki Müslümanları “Türk” yapmak istiyor. Bulgaristan tek milletli bir devlettir. Bulgaristan Türklerini azınlık olarak tanımıyoruz. Kişisel haklarını tanıyor, kolektif haklarını, ortak haklarını, azınlık haklarını tanımıyoruz. Modern demokrasi bireysel haklara yöneliktir, Türklere toplumsal azınlık hakkı tanıyamayız. Dolayısıyla anadil, okul, kültür ve din haklarını da tanımıyoruz…” İçten ve dıştan kışkırtıldıkları bir yana, onlar bu sözleri söylerken, topraklarımıza konuşlanan Amerikan üslerinden güç alıyor, arka buluyorlar. Olayın yeniden patlaması T.C. Dış İşleri Bakanımız M. Çavuşoğlu’nun Tekirdağ’da soydaşlarımıza konuşmasıyla başladı. Son 5 yılda Bulgar sözde “yurtsever” aşırı milliyetçi, hatta faşist güçlerin Avrupa Parlamentosundaki temsilcisi ve 26 Mayısta yapılacak seçimde yine aday gösterilen İç Makedon Devrim Hareketi (VMRO) Başkan Yardımcısı An. Cambazki Bulgaristan Müslüman Türkleriyle ilgili yeni bir te-


Makale ve Analizler - 2019

165

ori (kuran) geliştirmiş ve açıkladı. Brüksel’de kimin elinden su içtiğini henüz bilmiyoruz. Fakat saçmalıklarını açıklamak istiyoruz, çünkü o artık “Avrupa TV” yayınına çıktı ve şöyle saçmaladı: “Bulgar Prensliği topraklarında yaşayan Türklere 1878’de sahip olduk. O zaman Osmanlı imparatorluğu vardı. Türkiye Cumhuriyeti yoktu. Türkiye Cumhuriyeti 1923’te kuruldu. O, Osmanlı imparatorluğunun varisi değildir. Bizdeki Türkler üzerinde hak iddia edemez. Onlarla ilgili konuşamaz. Bu nedenle Bakan Çavuşoğlu, Bulgar meclisinde Müftülük borçlarıyla ilgili kabul edilen kanun konusunda “müdahalede bulundum“ sözlerinden ötürü ‘özür’ dilemelidir. Biz egemen bir devletiz. Türkiye iç işlerimize karışamaz!” Politik sahneye 5 sene önce çıkan bu sözde siyasetçi hedefinde olanı açıkladı ve önlüğündeki taşları döktü. Bulgaristan Türklerine hiçbir hak tanınmayacak, dedi. Daha önce CHP’li Cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce de Kırca Aliye gelmişti o da bize “Yorulmadan çalışın ve vergilerini ödeyin!” demişti. Şahsen aralarındaki farkı gösterebilmekte zorlanıyoruz. Bu tezi alenen savunan bencil küstah Cambazki, 26 Mart 2017’de Bulgaristan’da erken seçimlerde Türkiye’den oyunu kullanmaya gelen soydaşlarımızı “Kapı Kule” girişinde durdurmuş, yaşlılara saldırmış ve tartaklamıştı. O günden beri Türkiye Cumhuriyeti’deki 39 sandığa sopacı kadro gönderdiklerini ve soydaşların serbestçe oy kullanmalarını değişik bahanelerle engellemeyi başardıklarından fırsat buldukça övünmeye devam ediyor. Bulgaristan kuruluşundan beri hedeflerinde Bulgaristan’da yaşayan Türklerle, anavatanda yaşayan kardeşlerimiz arasındaki bağları kesmekti. Türk Milli Birlik ve bütünlüğünün pekişmesini engellemek amacıyla kışkırtmada bulunmak ve bizi birbirimizden kopararak tüm imkânlarla hepimizi ezmeye çalışmaktır. Bu düşmanlık dış kaynaklı kışkırtıldığı için bitmez… Ne var ki bu gelişmeler ülkeyi iyice parçalarken Bulgar devletine ve milli menfaatlerine de çok ağır yaralar verecek niteliktedir. Yukarıda adı geçen siyaset bilimcisi Prof. Minçev, konuyu şöyle yorumluyor: “Baş Müftülüğe ilişkin olan diyanet yasasının amacı, diş güçlerin, özellikle Türkiye Cumhuriyetinin Bulgaristan’daki din işleri pratiği üzerindeki etki ve kontrolünü kesip yok etmeyi amaçlıyordu. Hedefimizdeki, bilhassa Türkiye diyaneti vardı, onun Bulgar devletinin denetimi dışındaki yıllardan beri devam eden mali yardımlarını kesip durdurmaktı. Bulgar Ortodoks Kilisesi de Moskova’dan para alıyor. Bu da durdurulmalıydı.”


166

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Son 30 yılda izlenen politikanın geniş etnik kitleleri cahil, dinsiz, ahlaksız, örf ve adetsiz bıraktığı ortadadır. Üç milyon vatandaşın memleketi terk etmesi nedenlerinin başında gelen manevi yaşamsız kalma ve hayvanlaşma tehlikesinden kopuk kaçma gerekçe olarak gösterilmektedir. Etniklerle Bulgar milliyetinin birbirine düşürülmesi bir iç savaşa kibrit de kıvılcım çakabilir. Bulgar soyu diğer etnikleri kucaklayıp yönlendirebilmekten acizdir. Bunun bedeli ağır olur. Bu, iyilik bilmezliğin iki özelliği daha var. Birincisiyle Arnavutluk, Makedonya, Kosova, Sırbistan, Ukrayna, Avusturya, ABD, Kanada ve Moldova’daki Bulgar azınlıklara “milli azınlık” hakları tanınması ve oralarda okul, kültür evi, sağlık ocağı vs açılması ve bu işler Bulgar devleti tarafından 152 milyon leva ile finanse edilirken, öğretmen, eğitmen, doktor ve sanat adamları gönderilmesi ön plana çekiliyor. Aynı zamanda azınlıklardan vergi toplayan devlet, çocuklarımızın anadilimizde konuşmasına izin vermiyor. Milli kültürel azınlık haklarımızı tanımıyor. İkincisiyle, vatandaşlara ve azınlık mensuplarına kolektif haklarını tanıyan ve derneklerde, kulüplerde, federasyon ve konfederasyonlarda, toplumsal hareketlerde örgütlenme haklarını tanıyan Uluslararası İnsan Hakları Çerçeve Anlaşmasını imzalamış olsa da, uygulanmasına izin vermiyor. İnsanlarımız baskı altındadır. Avrupa Birliği üyesi olmamız bizim bu temel sorunumuzu çözmemiştir. Bulgar Devleti çöküyor, milli menfaatlerimiz de sökülme var, huzursuzluk ve gerginlik aldı yürüdü. Bu nedenle, Türkiye devlet ve hükumet yetkililerine dil uzatanların eli kolu bağlanmalı ve tarihsel deneyimlere başvurularak halkın istekleri ve hakları uygulamaya geçilmelidir. Birkaç örnek vermek isterim: 31 Mart 1923’te Bulgaristan Başbakanı V. Radoslavov ve 6 bakan 1918’de ülkeyi yıkıma sürüklediklerinden dolayı ömür boyu hapse mahkûm edilmiş, kabinenin diğer üyeleri de 10-15 yıl hapis cezası almıştı. Anlaşılan o zaman Bulgaristan’da yargı bağımsızmış ki, başbakan, bakan ve yüksek memur demeden suçlular içeri atılabiliyormuş. 1944’te kurulan “Halk Mahkemesi” devlete karşı işledikleri suçlardan dolayı 5 başbakana ve birçok bakana ağır ceza kesmişti. 1956’da başlayan T. Jivkov döneminde suçüstü yakalanan iri Bulgar bürokratlar, parti yönetiminden kadrolar daha yüksek göreve atanarak ya


Makale ve Analizler - 2019

167

da uzak bir devlete Büyükelçi olarak gönderilerek, olayın üstü kapanıyor, gitgide unutturuluyordu. Son 29 yılda Bulgar devlet politikasını alabildiğine karıştıran, vatandaşlık işleridir. Hele son yıllarda Bulgar kimlik, vize ve pasaportu satan ve bu dalavereler toplam 28 milyon Euro haraç ve rüşvet alan, halkın vatan toprağını, öz haklarını, öz menfaatlerini pazara süren Brüksel ve Sofya milletvekillerinden, başbakan, bakan ve politikacılardan tutuklanan, yargılanan ve içeri atılan olmadı, yok. Neden korkmuyorlar? Neden çekinmiyorlar? Çünkü onları koruyan birileri, düzen, rejim var. İşte Bulgaristan’ın asıl düşmanları bu kişilerdir. Çünkü bunlar korunmamış olsaydı, bu gün Bulgaristan çok derin bir bunalım ve facia içinde olmazdı. Cumhurbaşkanı R. Radev Bulgaristan’a “bataklık” demekten çekinirdi. İktidarın zenginleşme, çalma, kapma ve haraç toplama karargâhı olduğunu göremeyen kalmasa da yargının bir tek kişinin bileklerine kelepçe takmaması, aslında önce yargıçların ve savcıların içeri atılması gerektiğine kanıt taşımaya başladı. Bulgaristan’da bir Bankadan 7 milyar 200 milyon çalındı, banka çöktü, tutuklanan yok. Başbakan İv. Kostov zamanında 15 banka iflas etti, yine yakalanan yok. Başbakan Kostov kendisi 2000 yılından beri sanki baş boş, fakat çöken bankadan ayda 25 000 leva haraç aldığını işitmeyen kalmadı. Bulgaristan Vatanımız Avrupa’nın fakir, en çaresiz, en cahil, nüfusu en hızlı azalan ve en hızlı çöken ülkesi oldu da adalet mekanizmasında henüz tepişme yok. Önce 500, ardından 1000 iri baş hayvanlık çiftlikleri, 1 milyon 600 bin ineği ve 15 milyon koyunu yok edenler mutlaka cezasını bulur diye dualar ettik. Amma tutmadı. Dünyanın en modern metal kesme makinaları, dökümhaneleri, insan eli değmeden makine yapan bantları çalışan şehirlerinde bugün hastaneler ve okullar kapandı. Bulgaristan’da çöküşü durduramadık. Bulgaristan’ı bu duruma itenler isimlerimizi ve kimliklerimizi değiştiren de hep aynı düşünce aynı takımdır. O zaman birbirine sarılmışlardı. Şimdi de saldırılarına devam ediyorlar. Bulgaristan’da Türklere bir dernek kurma hakkımızı, kimliğimizi, çocuklarımızın okula gitmesini ve anadilimizde okuma yazma öğrenmesini çok görüyorlar. Şimdi Amerikan askerleri çağırdılar. Avrupa Birliği paralarına kondular. En pahalı “F-16”ları devlet parasıyla satın alıp günahlarını af ettiriyorlar. Washington parayı görünce çok cömert.


168

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Türklere, İslam’a ve Türkiye’ye dil uzatanların cepleri Amerikan Dolarları ve Evrolarla dolduruyorlar. Eskiden bu tiplere Pound veriyorlardı. Bulgaristan’ın son çöküşü isim, din, adet, töre, kimlik değiştirme baskın ve zulmüyle başladı. Ülke 1989’da sadece 3 ayda 350 bin civarında Türkün kovulmasıyla bu büyük felaketi yaşadı. Ağır ve hafif sanayi, kooperatifleşmiş tarım, tarım ürünlerini işleme endüstrisi çöktü, dış ticaret bağları koptu. Eğitim, sağlık, kültür ve sosyal siyaset her geçen yılla geriledi ve can çekişenler arasında hala kendilerinde güç bulanlar dört yana zehirli ok atmaya devam ediyorlar. Bunlardan her an her konuda her şey beklenebilir. Onların vicdanında hiç bir konuda hiçbir zaman haklı bir Türk olmamıştır ve olmayacaktır. Bu tiplerin sadece kalın kafaları değil onların uşaklığı asla değişmez. Değişen sadece Rusya uşaklığından ABD uşaklığına değişiklik beklenebilir onlardan. Çok değerli okuyucularım artık uyanık olmak zorundayız ve bildiğimiz gibi Türk-İslam yolumuza devam edelim. Türkiye Cumhuriyeti Başsavcısı Sofya ziyaretinde 80 Fetocunun iadesini istedi. Bunlar hep Türk düşmanlığı bataklığında yetiştiler ve Bulgar aşırı milliyetçileriyle aynı sofrayı paylaştılar ve paylaşmaya devam ediyorlar. Bulgaristan’da FETO ayağını kırmadan ileri gitmemiz mümkün değildir. Yaşanan her günümüz yapılan her işte hep biz TÜRK-İSLAM ümmeti zarar görüyoruz. Belalar bir değil beş değil. Neden? Niçin? Nereye kadar bu devam edecek. Bunu sonu yok mu? Evet işte bunun için bizler artık aklı önümüze almalıyız ve her yapılan işleri sorgulamak altını arkasını araştırmak zorundayız. Yeter artık Birlik olalım beraber olalım. En önemlisi ise birlikte hareket etmeyi öğrenmeliyiz. Birlik ve beraberlik ölümden başka her şeyi çözebilir. Saygılarımızla, Güç bilgidir, bunun için çevrenizle ve dostlarınızla paylaşmayı unutmayınız.


Makale ve Analizler - 2019

169


170

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.