55 - GÖLGEDE OTURANLAR

Page 1

GÖLGEDE OTURANLAR

Haziran - 2019 Makale ve Analizleri


2

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

GÖLGEDE OTURANLAR

BULTURK BGSAM Yayınları Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi - BGSAM -55 BULTÜRK Adına Genel Başkanı: Rafet ULUTÜRK Basım: Haziran - 2019 Koordinatör: Dr. Nedim BİRİNCİ Editör: Raziye ÇAKIR İnternet sorumlusu : Kapak Tasarım: Murat ULUTÜRK Pazarlama Sorumlusu: Hamiyet ÇAKIR Arşiv: İbrahim SOYTÜRK İsteme Tel: 0212 511 63 47 www.bulturk.org; www.bghaber.org; info@bulturk.org İnternet sitesinin yazıları Adres: Yıldırım Mah. Şehit Kamil Balkan cad. No.114/A Bayrampaşa İstanbul Tel: +90 (212) 511 63 47 Belgegeçer: +90 (212) 526 51 98 https://bgsam.org/, https://issuu.com/bulturk, https://bulturk.org.tr/ Baskı : DİNÇ OFSET MATBAACILIK SAN. ve TİC. LTD. ŞTİ. Adres: Davutpaşa Cd. Emintaş San. Sit. No: 103/580-581 Topkapı - İstanbul Tel: 0090 212 493 24 67 TÜRKİYE CUMHURİYETİ YASASI GEREĞİNCE BU ESERİN YAYIN HAKKI BULTÜRK’ten İZİNSİZ KISMEN VEYA TAMAMEN ÇOĞALTILIP YAYINLANAMAZ

Web: www.bghaber.org ; E.Posta: rafetuluturk@yahoo.com


3

Makale ve Analizler - 2019

“Bilgi Ordusu, Bizim Ordumuz, Bildiğimizi Öğretmek,Bizim Borcumuz.” Rafet ULUTÜRK

Düşünceler dizisi olan elinizdeki eserin anlamı derin bir uğraşın ancak başlangıcıdır. Bulgaristanlı Türk Müslümanların başına 1970-72, 1984-85’te düşen yıldırımın bir daha düşmemesi için bir uyarı ve ışık niteliğindedir. Saygılarımızla, B U LT Ü R K İ st a n b u l


4

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

5

Önsöz Yerine Yıl 2019 2016 yılı Bulgaristan Türkleri ve soydaşlarımız için umut dolu gelmişti. Cumhurbaşkanlığı seçimi ve siyasi dönüşüm amaçlayan bir halk oylaması yapılacaktı. Vatandaşlar siyasi sistem değişikliğinin seçim sisteminden geçtiğini kavramıştı. Ancak parti listelerinde gösterilenlerin seçildiği “çoğulcu” uygulamadan kurtulup, seçmen tarafından gösterilecek ve seçmenin iyi tanıdığı kişilerin meclise gönderileceği mutlak ekseriyet (salt çoğunluk) sistemine geçişin müjdesini bekliyordu. Bu değişiklik için 2 milyon 500 bin seçmen oy verdi.Seçmen, meclis seçimlerinde parlamentoya giren siyasi partilere oy başı 11 leva verilmesine yani milyonlar ceplemesine son verilmesini ve seçimlerin zorunlu olmasını istedi. 2 milyon 500 bin seçmenin oyu mahkeme kararıyla rafa kaldırıldı. Siyasi sistem değişikliği için “izin veremeyiz” dendi. Bunu deyen ise, 1989 yılından sonra, “ben artık öldüm” aldatmacası yaparak, Bulgar toplumu içine boydan boya uzanan kaskatı totaliter sistemin yarattığı oligarşi ve sözcüleri oldu. Onlar aynı yıl Bulgar aşırı sağcılarını birleşmeye çağırdılar. Giderek birleştirdiler ve onlara “yolunuz iktidar basamaklarından tırmanmaktır” dediler. Avrupa’nın kaderi de kötüydü. Sığınmacılar, savaş kaçakları, kitle göçleri, kıta değiştirenler çatır çatır kıvılcım saçan faşizm her günümüzü zehir etmeye başladı. 1989’da parçaları anmalık olarak satılmaya başlayan Berlin Duvarı’ndan parçaların yerine yeni duvarlar çekmek için yeni duvarcılar belirdi. Doğu Avrupa ülkeleri aralarındaki sınırlara boydan boya tel duvar gerdiler. Tarih ayıbın böylesini daha önce görmemişti. Sınırları kaldırıp özgür bir dünyada yaşama hevesiyle birleşmeyi seçenler insanlara, “Toplama Kamplarını”, yargısız idamları, Nazileri, faşistleri anımsattılar. Avrupa Konseyi 3 Bulgar siyasi partisine, “Ataka”, İç Makedon Devrim Hareketi (VMRO) ve “Bulgaristan’ı Kurtarma Hareketi” ve bu üçlünün “Yurtsever Cephe” ortaklığı Türk, Müslüman, İslam,


6

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

sığınmacı, göçmen ve öteki düşmanlığı aldı yürüdü. Düşmanlık yılan zehrinden kötü olan... Müslümanları hem isteme hem de istememe siyaseti karıştıkça anlaşılmaz oldu. Avrupa Birliği üyesi 28 devlet Türkiye Cumhuriyeti karşısında boyun eğdi ve bir gün “ama şu göçmenleri durdurun, bizi çökertecekler” dedi. 2016 ve 2017’nin en büyük olayı buydu. Dev adımlarla büyüyen ve güçlenen Türkiye’ye daha önce 28 devlet birden yalvarmamıştı. Diz çöktüler ve 2016 ve 2017’de durumun özünü fark edemediler. Çökenler Güneşten uzaklaştıklarını fark edemezler. Kuşkusuz, önüne eğilmiş kafalardan biri olan Bulgaristan’dı. Hem Brüksel’e ve hem de Ankara’ya bakarken Bulgaristan Türklerini görmezden geldi. Onları siyasi olarak parçalayarak ve parçaladıkça ezerek mecliste faşistlere daha geniş yer açanların ve faşistleri 1944’ten beri ilk defa iktidar koltuklarına davet edenlerin tam olarak ne düşündüklerini ve ne istediklerini anlamak çok zor olmadı. Artık göç durmuş, doğal olarak geri göç başlaması zamanı gelmişti. Faşist düşmanın kafasında iki hedef birden doğdu. Camiler ve mezarlıklar. Camilerin içinde de Türkçe konuşmayı yasaklamak, Türkler için Vatan kalesi olan, mezarlıkları daraltmak hatta vakıfları kabristanlık olarak ayırdıkları bütün arsalara el atıp, onları cesetlerini gömecek bir insan boyu topraksız bırakmayı düşündüler. Sofya Türk Mezarlığı 28 yıl önce dolmuştu. Bunu Ahmet Doğan’a, Lütfi Mestan’a, Osman Oktay’a, Kasım Dal’a vb asla anlatamadık. Yakın geçmişte mecliste yaşlanan Ramadan Atalay’ın eşi vefat etti. Bir mezar yeri bulamadık, doktor hanım Bulgar mezarlığına gömüldü. Yazarlarımızdan İsmail Çavuş öldü, Sofya dışında Bankiya kasabasındaki Hıristiyan mezarlığına gömdük. Bu şehirde zengin Müslümanlar için de mezar yeri yok. Sofya kenarında 52 dönüm bir yer alındı. Toprak sahibi Bulgar komşular vakıf malımıza, kendi mülkümüze mezarlık yapılması için gereken “razıyım” belgesini vermedikleri için, 20 yıldır boş duruyor o kutsal toprağımız. Karşımızdaki devlet kale gibi! Püskülü faşist. Ortada kaldık. 2016 - 2017 bizim için çok zor yıllardı. Mezarlıksız Vatan olmaz!!! Mücadele devam ediyor. Raziye ÇAKIR


Önsöz: Elinizdeki kitapta, biz Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği BULTÜTK’ün aydın kadroları ile Bulgaristan Stratejik Araştırmalar Merkezi BG-SAM ekibinin kaleme aldığı yazıları bulacaksınız. Size değişen dünyamızı kendi açımızdan anlatmaya çalıştık. Bulgaristan’da ve Türkiye’de yaşamış ve eğitim almış bir ekip olarak öncelikle her şeyimizin ortak olduğu inancından çıkarak, ne kadar istesek de birlikte yürüdüğümüz yolu ve içinde birlikte olduğumuz zamanı zorlayabilmemizin mümkün olmadığını ama bu yol ve zamanın kendi kuralları olduğunu ve bunlardan akıllıca yararlanarak birçok işler yapılabileceğini açmaya çalıştık. Bu kitabın zaman kesimi 2018 yılının Ocak ve Şubat aylarıdır. Bu kısa dönem bizim BULTÜRK olarak 2002’den beri izlediğimiz yolun iki aylık devamıydı. Bizim için çok önemliydi. Bulgaristan’ın başkenti Sofya’da Avrupa Konseyi’nin (AK) 6 aylık dönem başkanlığını Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov yapacaktı. Siyasi öngörümüzde, ilk kez olmak üzere, Bulgaristan kurumları ve vatandaşları Avrupa Konsey, Komisyon ve Birlik yönetimiyle yüz yüze gelecek ve askıdaki problemlere çözüm aranacak ümidi vardı. Bulgaristan Balkanların büyük ülkelerinden biri olsa da, Avrupa Birliği bileşiminde orta boyutta, tarımı ve sanayi bunalım içinde, işsizlik oranı yüksek, eğitim sistemi kriz yaşayan, çok yoksul ve çaresizlikle boğuşan bir ülkeydi. Bulgaristan’ı 2009’dan beri yöneten halkın Avrupa vatandaşlığı seçeneğini temsil eden GERB partisi, 24 Mart 2017’i erken genel seçimlerinden sonra 3 aşırı milliyetçi partiyi kabineye almış ve AK’nin “faşist” olarak nitelendirdiği bu partilerle yönetimi paylaşmıştı. AK Başkanlığının “faşist” olarak damgaladığı güçlerin iktidarda bulunduğu bir ortamda 6 aylık dönem başkanlığını dağıtması ve yeni seçim yapılarak adalet ve demokrasi güçlerinin hükümet kurmasını istemesi beklenirdi. Ne yazık ki, AK’yi üyeleri dönem başkanlığı için keçi kılından elbise giyip samsak kolonyası kullandılar ve faşizm yılanına kendileri ısırtmadan işe varıp geldiler. AK başkanlığı Sofya’da büyük protesto gösterileriyle başladı. Bulgar başkenti köpürdü. Dönem toplantıları başkanı Boyko Borisov zulayı açtı ve karanlık güçlerin hiçbir zaman yenilgi kabul etmediğini kanıtlarcasına, bir çuvalda bir milyon leva olduğunu kabul etsek, 100 çuval leva dağıtarak önce polis ve jandarmayı yatıştırdı. Diğerleri beklemeye devam ediyor.


8

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu 2 ay BULTÜRK etkinlikleri için çok önemliydi. İlk kez olmak üzere Başkan Rafet Ulutürk yönetiminde bir heyetimiz Sofya Büyükelçimiz Sayın Hasan Ulusoy Beyi makamında ziyaret etti ve iki halk ve iki ülke, özellikle de Bulgaristan Türkleri, dostluk, barış ve güvenlik davası yararına başarılı çalışmalar temennilerinde bulundu. Bulgaristan Müslümanları Diyanetini ve Başmüftülüğü ziyaret etti. Sofya Kültürel Etkileşim Derneğinde yararlı bir görüşme gerçekleştirdi. Elinizdeki kitapta, Bulgaristan’da 2018 atılımlarına, oradaki kardeşlerimizin yaşam ve etkinliklerine, büyük bir hevesle başlattıkları aydınlanma sürecine ilk kez yayınlanan yazılar da bulacaksınız. Rafet ULUTÜRK BULTÜRK / BG-SAM 07.08.2018


Makale ve Analizler - 2019

9

Değerli Hemşehrilerim, Bulgaristan’da hepimiz zor günler yaşadık, itildik, ezildik, çiğnendik, hatta gün geldi vurulduk, şehitler verdik. Bu nedenle bizler kendi içimize kapanarak, yaşam mücadelesi vermeye çalıştık. Ancak bu içine dönüklükten kurtulmalıyız ve Türkiye’de yaşadığımıza göre, yasaların bize verdiği tüm haklardan bizlerde yararlanmalıyız. Peki, neden bunu yapamıyoruz? 1877-78 Rus-Türk savaşından sonra Osmanlının Balkanlardan çekilmesiyle birlikte, savaş esnasında işlenen akıl almaz katliamlar nedeni ile atalarımız asırlarca yaşadıkları yerleri terk ederek göç yolunu tutmuşlardır. Geride kalanlar ise Bulgaristandevleti’nin uygulamaya başladığı soy kırım politikalarına karşı direnmiş ve hayatta kalmaya çalışmışlardır. Şimdi ise burada Türkiye’de yaşayanlar oralara yardım edebilmek için, burada ilk önce bir araya gelmek ve bir merkez oluşturmalıyız. Artık bir kurum altında toplanmalı ve birlikte hareket etmeliyiz. Bu birliğe hepimizin ihtiyacı olduğuna inanıyorum. Artık bir birimizi kötülemekten vaz geçmeliyiz, birisi için yanında konuşamayacağımızı başka bir yerde konuşmamalıyız, yani kısaca arkasından konuşmamalıyız. En önemlisi samimi, hoşgörülü ve ahlaklı olmak. Zamanla her şey yerine geleceğine inanıyorum, ama tabi ki bu dava üzerinde kafa yoran, stratejiler üreten ve devamlı bunun üzerinde çalışan olursa. Bizim savaşımız insanlarımızı ahlaklı yetiştirmek olmalı, birlik ve beraberliğe kendi insanlarımızla başlayarak tüm Türk Dünyasına taşmalıyız. Bizler burada Türkiye’de yaşayan Bulgaristanlılar büyük bir kitle haline gelmiş durumdayız. İşte bu nedenle şimdi bu kitleyi yani kendi hemşerilerimizi, bir araya toplayarak bir merkez, bir güç birliği oluşturmalıyız, tabi ki bu bizim doğal tabii hakkımızdır. Bizler de artık toplum gücünü kullanabilmeliyiz. Toplum olarak haklarımızı elde etmek zorundayız ve bu yönde çalışmalıyız. Biz bunu söylerken, önderlerimizi seçerken, başkaları kötüdür demiyoruz. Biz bu işi onlardan daha iyi yapabileceğimize, Türkiye Cumhuriyetine ve Türk Dünyasına daha verimli olacağımıza, buralarda bu bölgelerde yaşayan Türklerin daha iyi, daha güvenilir, yaşamalarını sağlayacağımıza inandığımız için, Önderliğe, Yönetime talibiz. Bu arada Bulgaristan’da kalan kardeşlerimizin hepsinin siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel kimliklerini, muhafaza edebilmeleri için mücadele etmeliyiz ve bu konuda gerekeni yapmalı ve gerekli yardımları yapmalı ve yaptırmalıyız. Aramızda Ahlâklı, Adaletli olanları seçmenli ve yüceltmeliyiz.


10

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Geçmişi konuşmaktansa, gelecekten söz etmeliyiz, bugünü değil, yarınları görerek hareket etmeliyiz. Aramızdan stratejistlere imkân ve fırsat vermeliyiz ve onları bizler yetiştirmeli yön verebilmeliyizkısa-10 ve uzunvadeli -50 yıllık hedefleri gösterebilmeliyiz. Aramızda kötü niyetli insanları tespit etmeliyiz, bilmeliyiz ki, onların kusurlarından dolayı değil, bu güne kadar yapılması gerekenleri engelledikleri için aramızdan uzaklaştırmalıyız. Bu güne kadar neler yapılmamış, onları araştırmalı, bilmeliyiz ve neler yapılması gerekir onları söylemeliyiz ve bunları bir an önce hayata geçirmeliyiz. Bizler gözyaşları dindirmek için, yaralara mehlem olmak için, her yüke ortak olabilmeliyiz. Gençlerimize, sadece balık pişirmesini değil, balık tutmasını da öğretmeliyiz, insanlarımızı denizlere, okyanuslara açılmalarını sağlamalıyız. Aramızda Tek Lider değil her sokakta, her mahallede bir lider yetiştirmeliyiz, biz dünyayı yönetmek için oğullarımızı yetiştirmeliyiz. Bizim insanlarımız yani Bulgaristan Türkleri şahsi başarıları Türkiye’de belkide en çok olanlardanız. İşte artık bizler toplum olarak haklarımızdan yararlanmasını bilmeliyiz. Her şeyden önce siyasi haklarımızı toplum olarak kullanmalıyız, daha sonra ekonomik ve kültürel haklar onu takip edecektir. Hepimizin gördüğü gibi, tarihte büyük güçler çok defa kötü politikaların kurbanı olmuşlar ve bunlar devam edecektir. Bir toplumun Lideri olmadan hiçbir şey olmaz, bu lideri de toplum çıkarmalıdır. Siyaseti güvenilir, sevimli hale getirmek bizim hedefimiz olmalı, bu gün çok zor, imkânsız olarak görünse de, yarınlara umutla bakabilmeli ve baktırabilmeliyiz. Var olabilmemiz için, var kalabilmemiz için, öncelikle temel hususlarda anlaşma sağlamalıyız. Aramızda bir birimize güveni kaynaştırmalıyız ve samimi olmalıyız. Her şeyden önce özgüvenimizi kazanmalıyız, birlik ve beraberliği ön planda tutarak insanları insan oldukları için sevip saymalıyız. İçimizde barışı sağlayıp, tek merkezde bir çatı altına toplanmalıyız. Bu çatı da “BULTÜRK Derneği” olmalıdır. Buradan tüm dünyaya sesimizi duyurabiliriz. Balkanlar konusundaki politikalarda etkili olabilmek için yolları aşındırmalıyız. Çünkü gelişmiş ve Bulgaristan’da etkili bir Türkiye Balkanlara tamamen hâkimiyet kurabilecektir. En önemlisi kararlı olalım ve birbirimize samimi, saygılı olmayı ve bir birimizi sevmeyi öğrenmeliyiz. Bizim derdimizi ve problemlerimizi en iyi anlayabilecek zaat bizden olduğunu idrak etmeliyiz. Bulgaristan Türkleri konusunda teşhisi bizler kendimizi yetiştirerek yetki mercileri alarak son noktayı biz koymalıyız, bu güne kadar ki eksikliğimiz budur. Ayrıca Balkanların anahtarı Bulgaristan’da yani Bulgaristan Türklerinden geçtiğini de öğrenmeli ve öğretmeliyiz.


Makale ve Analizler - 2019

11

Sevgili dava arkadaşlarım. Kendimizde özgüveni, aramızda güveni ve merkezioluşturduktan sonra, kimsenin aramıza nifak tohumları ekmesi mümkün değildir. Bizim için önemli olan, eksiklerimizi bulmaktır. Geçmişi bırakarak artık bizler aydınlanma dönemine bir an önce geçmeliyiz. Halimizi tespit etmek çok kolay, gazete, dergi yayın hayatımız nerede, kaç gazete, tv, radyo bizimle ilgili haber yapıyor.Burada suçlu değil, sebepleri aramalıyız. Gelin bunları tartışalım, niçin bu güne kadar bir Bulgaristan Kültür Merkezi olmamış, bunu şimdi nasıl gerçekleştirilebiliriz, bunlara yönelik çalışmalar toplantılar yapmalıyız. Hedefimiz Türkiye Cumhuriyetini daha güçlü, daha huzurlu ve daha iyi yarınlara götürmek için olmalı. Güçlü bir Türkiye Bulgaristan da yaşayan Türklerede güven ve huzur verecektir, onların daha rahat yaşamalarını hep birlikte sağlayabiliriz. Bunlar zannetiğiniz kadar zor işler değil. Dünyada insanlar bir iş için değil, bir İdeal için hayatını feda ederler. Bunun için güçlü olmak sesini duyurabilmek için öncelikle bir Kurum ve bunun Merkezini oluşturmalıyız. Çünkü Merkezi olmayan hiçbir topluluk bir yerlere gelmesi mümkün değildir. Bu güne kadar konuşmalar tartışmalar yapılmış fakat bir ağıç ekilmemiş işte bu gün bunu yaptık BULTÜRK tüm Bulgaristan Türklerinin biz öncelikle sadece Bulgaristanlıyız. Bizler elimizdeki kıt kaynaklarla bir merkez oluşturmaya çalıştık, bunda da muhafak olduk. Bu merkeze ulaşmakta büyük güçlükler ile karşılaştık bu konuda bizlere yardımcı olan emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz. Ayrıca bizlere kendi yerini veren Mümin Hocamıza huzurunuzda kendisine tekrar tüm halkımız adına buradan teşekkür ediyoruz. Bundan sonraki hedef de Türkiye’nin her yerine ulaşmak ve bu birlikteliği her yerde tesis etmektir. Bu merkezimizde artık kendimize ait bir kültür merkezimiz oluştu toplantı salonumuz da mevcuttur her 15 günde bir toplanıyoruz. Amacımıza ulaşabilmek için devletin bir şeyler yapmasını beklememeliyiz. Birlikten kuvet doğar Atasözünde olduğu gibi güçlerimizi birleştirerek devlet yönetiminde söz sahibi olmalıyız ve geleceğimize kendimiz yön vermeliyiz. Gençlerimizin devlete girmelerinin yolunu aydınlatmalıyız. Artık bizim de Ankara’da TBMM’de kendi temsilcilerimiz olmalı. Bizler de buralara kendi içimizden birilerini gönderebilmeliyiz. Aramızda birlik ve beraberliğimizi oluşturduğumuz takdirde kendi içimizde samimi olduğumuzda başarıların ard arda geldiğini göreceğiz bunu başaracağımıza eminim. İhtiyacımız olan tek şey kendi içimizde daha adaletli olabilmek. Sevgi ve saygılarımı sunarım,

Rafet ULUTÜRK


12

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

13


14

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Gölgede Oturanların Rahatı

Tarih: 16 Haziran 2019 Yazan: Oya CANBAZOĞLU Konu: Daha güzel Türkçe öğrenme yolları arıyoruz. 14 Haziran’da Bulgaristan’ın en büyük Üniversitesi olan “Sv.Sv. Kliment Ohridski” Dil Öğretim Kürsüsü’nde özel bir toplantı yapıldı. Alınan yeni bir kararla, yurt dışında yaşayan ve anadilini öğrenmek için gerekli koşulları bulamayan ya da Bulgar üniversitelerinde okumayı arzulayan gençler için 2 veya 3 aylık Bulgar dilini geliştirerek mükemmelleştirme, öğrenme kursları açılıyor. Bu kurslar bedava olacak ve yurt dışında yaşayan Bulgaristan Vatandaşı gençlere yeni olanaklar sunuyor. Bu gençlerin Bulgaristan vatandaşlığı alması sorununa da yeni çözüm sunuluyor. Bundan sonra Bulgar soy kökü aranmayacak, vatandaşlık almak isteyenlerden B-2 düzeyinde Bulgarca sertifikası istenecektir. (Bundan böyle Bulgaristan vatandaşlarının dış ülkede doğan ama Bulgarca bilmeyen çocuklarına vatandaşlıklarını ve Avrupa Birliği vatandaşlığı haklarını kısıtlamaya gitme düşünülmüş olabilir. AB ülkelerinde dünyaya gelen Romen çocuklar Bulgarca öğrenmezse Bulgar vatandaşlıklarını kaybedebilir. Bulgar dilini bilmek her konuda birinci plana çekiliyor notumuz dur) “Bulgar bilim adamlarının aldığı kararda “ dil bilgisi milli şuurun korunmasında en önemli unsurlardan biridir,” deniyor. Bu konuda ciddi hazırlıklar yapılmış. Bilim adamları öğretmenlerle birlikte çalışarak 500 sayfalık bir Bulgarca alıştırma kitabı hazırlamışlar. Değişik konuşma, soru cevap, dinleme vb metinler yardımıyla Bulgar dilini iyi bilmeyenlere yardım ediliyor ve hazırlıkları tamamlanıyor. Yurt dışında Bulgarca lehçelerini öğrenenler bu kurslarla edebiyat diline taşınacak, üniversite eğitimlerine yabancı bir dilde devam etmelerinin yolu kesilmiş oluyor. Eğitimlerinde, dolayısıyla düşünme tarzlarının özüne ve tabanına Bulgar dili kazandırılıyor. Bu sorun, biz Bulgaristan Türk gençleri için olağanüstü önemlidir. Biz çocuklarımızın Bulgarca öğrenmelerine karşı değiliz ama Türk dilinin genç kuşağın düşünme ve yükselme dili olması için mücadele etmeye devam ediyoruz. Dış ülkelerde yaşayan Türk çocukların hevesle, merakla, çekinmeden, korkmadan Türkçe öğrenme yolu henüz açılamamıştır, formül bulunamamıştır, özendirme yöntemlerinin kör olduğu kanısındayız.


Makale ve Analizler - 2019

15

Dış İşleri Bakanımızın Tekirdağ’da veya Büyük-elçimizin Kırca Ali’de Türkiye yatırımlı fabrika açılışında yaptığı konuşmalarından (kasıtlı olduğuna inansak da) “Türkçe sorunu” yaşanması, ortada kanadıkça kanayan bir yara olduğuna kesin kanıt oldu. Türkiye devleti diğer devletlerde Türkçe konusunu başatıyla aştı. Yunus Emre Dil Merkezleri, kültür kulüpleri açıldı Bulgaristan bunları resmi olarak kabul etmese de, sanat etkinlikleri, başarılı çalışmalar devam ediyor. Bulgaristan Türklerinde Türkçeye büyük susamışlık var. Bu yaranın pansuman edilmesi için 3-5 kişinin iki dili de bilmesi yeterli değil, Bulgaristan’daki Türklerin hepsinin aynı düzeyde olmak şartıyla anadillerini ve resmi dili öğrenip bilmelerinden geçiyor, geçmelidir. Anadil sevdamız Türkçe sevdasıdır ve asla kurutulamaz… Yakın ülkelerdeki örneklere bir daha dönmek istiyorum. 1990’a kadar Yugoslavya Sosyalist Cumhuriyetinde resmi dil Sırpçaydı. Günümüzde bu topraklarda yaşayanlar 7 resmi dil ve 8 lehçe konuşulmaya devam ediyor. Boşnaklar Boşnak diliyle devlet kurdu. Kosovalılar Arnavutçayı devlet dili yaptı, üniversiteler açtılar. Makedonlar, Osmanlıdan sonra 80 yıl boyunca anadilimiz Yunan kökenli mi, Bulgarcanın bir ağzı mı yoksa Sırpçanın bir kolu mu kavgası verdi. Ezilmedi. Dayandı. Makedonca uyanan halk sonunda Makedon devleti kurdu. İtirazlara boyun eğmedi. Defalarca devlet ismi değişti. Anıtlar dikti, heykeller yıktı, tarih kavgası veriyor, kültüre takıldı, dine takıldı ama Makedonca anadilimiz ve devlet dilimizdir diyenler devletleriyle artık dünya topluluğunda şerefli yer alıyor. Slovenya ve Hırvatistan, Bosna-Hersek, Karadağ öz dilleriyle NATO ve Avrupa Birliği üyeliğine ilerliyor. Kimse onlara, sizin resmi dilinizi konuşanlar 2 milyondan az, Arnavutçayı 2. Resmi dil etmişsiniz demedi. Bütün bu devletler anadili resmi dile büyütme kavgası verdi, galip oldular. Mücadele renklenmeye devam ediyor. Kanada’da 2 resmi dil var – Fransızca ve İngilizce. Dil konusunda, tarihsel açıdan, biz Bulgaristanlı Türkleri çok şanslıyız. Çağdaş Türkçenin ana direkleri bizim suyumuzdan yükseldi. Namık Kemal, Yahya Kemal, Nazım Hikmet ve daha binlercemiz ve Osmanlı dil denizinde patlayan volkanı gemleyenleriz. Yeni Türkçeyi önce Tüm Türk Dünyasının resmi diline yükseltme davamız devam ederken, Biz Bulgaristan Türkleri bu davanın içinde yer almakla mutluyuz. Ümmetimizin son sınırlarının en ucundan, Tuna nehri kıyısı şeftali bahçelerinde hasat görülen şu dünlerde şirin köyümüz Akpınar köyünden gelen sese kulak veriniz:


16

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) YİNE SABRIM ÜSTÜNE Sen Her mevsim yaprağı sarısabır çiçeğim Güzelsin de Necibe Sabrım üstüne söyleme Söyleme bana bu şen şakrak Rumeli türkülerini Böyle her seher vakti Yitik sevdalar yığılır başıma Alişim umutsuz gezer Tuna yalısında ahı tutar da gözyaşlı gözlerin alay alay sırı dökülür, kasvetten çatlar balkonda saksılar sarı kavun dilimi bir ay dolaşır durur baba yadigarı evin cinnet geçiren çatısında… Galip Sertel

Ve bugün birbirinin üstüne çıkıp, boğa bildiğini boğmaya çalışanlara hem şaşıyor hem de gülüyorum. Bir an, daha derin bir nefes alıp, 1453’e kenetlenip düşünseler. Türk ırkının tarihsel zaferlerinden en büyüklerini birlikte düşünsek! Osmanlı kahramanları 8 Haçlı seferini durdurup Bizans İmparatorluğunu tarihe gömmemiş olsaydı, inanınız bugün ne Bulgaristan, ne Makedonya, ne Karadağ, ne Sırbistan, ne Hırvatistan ve ne de Slovenya veya başka bir Balkan ülkesi ya da devleti olabilirdi. Hepsi özünü ve renklerini, özünü ve şeklini kaybedecek ve Bizanslaşacaktı. Bugün üzerine basıp da “büyük olan benim” demek ve boyunu göstermek için basmaya sandalye arayan devletçiklerden her biri Osmanlı bahçesinde açmış bir çiçek olduğunun bilincine varabilse, yukarıda anlatmak istediğim sorunların hiç biri yaşanmaz. Çünkü hiçbir çiçek başka bir çiçeğin yerini alamaz, rengiyle açamaz ve kokusunu saçamaz… Biz bugün dil yumuşaması, tavır yumuşaması ve adaletin sağlandığı yerde çok kültürlülüğün açmasını bekleyenlerdeniz. Her dil bir çiçektir, açamazsa solar, kurur. Yapılan bir kötülüktür…


Makale ve Analizler - 2019

17

Ben bütün dillere hayran biriyim. Haber aldım, Fransızlar ve Almanların İngilizce hevesi sönmüş. İngilizce öğrenmekten vazgeçmişler. Yapılan anketlerde “ dilimizi yok ediyor.”, “özümüzü kemiriyor” cevabı vermişler. Bu tepki bir bilinç düzeyidir. Kendilerine saygı duymalıyız. Biz, Bulgaristan Türkleri, “Türkçemiz İngilizceden” değerli bilincine vardığımızda, Türk dili sorunumuz kendiliğinden çözülmüş olacaktır. Aşağıdaki satırları dikkatle okuyunuz lütfen. XXI yüzyılda okunan bir yazar var. Lübnan doğumlu Amin Maalouf. Fransızca yazıyor ve bütün Avrupa’nın yazarı olduğunu söylemekle gurur duyuyor. 20 eseri var. Hepsi Türkçemize kazandırılmıştır. “Arapların Gözünden” eserinde, Firavun II. Ramses Devrinde (1302 – 1213) İngilizcenin doğuşuna yer vermiş. Firaun, kariyerlerde taş çıkaran, inşaatlarda çalışan işçilerle temasta güçlük çekiyormuş. Bir gün saray gölgeliklerinde serinlerken çene çalan bilginlerin rahatını bozarak “beni şu kölelerle anlaşabileceğim çok basit ve üretken bir dil icat edin” buyurmuş. Bilginler az çalışmış, çok çalışmış ve bugünkü İngilizceyi yaratmışlar. Grameri basit ve yeni kelimeleri kolay üreten bir dil. Birkaç bin yıl en alt sınıfın konuştuğu bir dil olan bu yeni dil zamanla dirilir ve Büyük Britanya’nın üzerinde güneş batmayan imparatorluk olmasıyla “dünya dillerinden” biri olmuş. Tarihte Amerika ile ilk resmi deniz anlaşmaları Osmanlıca kaleme alınmış ve imzalanmıştır. Osmanlıca, Doğu medeniyetlerini, İslam Dini’ni, Türk kültürünü Asya kıtasından Avrupa ve Afrika’ya taşımıştır. 19. Yüzyılda 17 ülkenin resmi dili İngilizce iken bugün ancak İngiltere, Birleşik Amerika, Avustralya ve Kanada’nın yarısında resmi dildir. Dünya sürekli değişiyor. Bütün Türk Dünyası Latin harflerine geçti, Türkçe dünyanın en büyük dillerinden biri olarak biçimleniyor. Avrupa kıtasında Türkiye’den başka 82 milyon nüfuslu ve tek dil konuşan başka bir devlet yok, ayrıca Avrupa’nın batısında 5 milyon kişi de Türkçe konuşuyor. Dünyada en güçlü ve en büyük dillerinden birisi olmasına ve yeni ihtiyaçlara anında cevap verebilecek kelime üretme kabiliyetine sahip olmasına rağmen günümüzde bütün diller gibi Türkçe de İngilizceden olumsuz etkilenmekte ve zarar görmektedir. Bu İngilizcenin gücünden daha çok Türkçenin Türk aydınlarınca, öğretmen ve memurlarınca, bizdeki parti yönetici ve kadrolarınca yeterince tanınmamasından ve gücünün farkında olunmamasından kaynaklanmaktadır. Türkçe yapısı itibarıyla her ihtiyaca cevap verebilecek bir yapıdadır. Bu sayede bu güne kadar ihtiyaç duyulan bütün yeni kelimeler üretilebilmiştir. Bundan sonra da ihtiyaç belirdiğinde yeni Türkçe kelimeler üretilecektir. Yeter ki, biz Türk milleti olarak dilimize sahip çıkalım, öğrenelim ve öğretelim. Türkçeye zarar veren davranışlardan kaçınalım.


18

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Örneğin cümlede bir söz Türkçe kullanırken, ardından gelen ikisine Bulgarca eklemeyelim. Bizim en büyük zenginliğimiz anadilimizdir, onu başka dillere ezdirme ve kemirtme hakkımız yoktur. Şu asla unutulmamalıdır ki, güçlü medeniyetler güçlü dillere sahip olmakla olur. Türk milleti, dolayısıyla Türk dili imparatorluklar, devletler, kültürler, din ve medeniyet dilidir, hoşgörü ve diyalog, anlaşma ve uzlaşma dilidir. Biz bundan sonra da güçlü bir medeniyete sahip olmak istiyorsak önce anadilimizi İstanbul dili seviyesine çekip zenginleştirip güçlendirmek mecburiyetindeyiz. Biz çocuklarımıza yazı dilimizi öğretmeden bu sıçramayı yapamayız. Çocuklarımızı Bulgar okullarındaki Türkçe derslerine yazdırmak, onlara Türkçe oyun sahaları yaratmak, Bulgaristan’da bulunamayan Türkçe kitapları Türkiye Cumhuriyetindeki yakınlarınız aracılığıyla sağlamanız, aile ortamında Türkçe konuşmanız Türkçe TV izlemeniz, bilinen şarkı ve türkülerimizi birlikte söylemeniz, atasözleri ve değimlerimizi daha sık kullanmanız vs gerekiyor. Son dönemde, Türklüğümüzü söndürmek için Bulgar devletinin özellikle Eğitim ve Öğretim Bakanlığı üzerinden Türk ailelere, okul öncesi çocuklarımıza yoğun bir saldırıda bulunduğunu izliyorsunuzdur. Bu saldırı Avrupa Birliği entegrasyon fonlarından gelen paralarla gerçekleştiriliyor. Bu saldırı çok şiddetlidir. Paralar ailelere, ana-babalara verileceğine ancak domuz etiyle yemek hazırlayan ve böylece bizim Müslümanlığımıza her gün yeni bir darbe indiriliyor. Ana-babaların, nenelerin çocuklarına domuz yedirmek istemedikleri ortadayken, çelişkiler daha da sertleşiyor. Haklarımızın ve isteklerimizin yasallığını doğrular nitelikte şöyle bir örnek verebilirim. Yukarıda ismi geçen Amin Maalouf, kitaplarının birinde, Hollanda’li Muhammad adlı bir Müslüman NATO askerini anlatırken, ordu içinde ona hiç bir zaman domuz etli yemek verilmediğini, içki teklif edilmediğini, namaz zamanlarında serbest bırakıldığını, Ramazanda oruç tutmasına engel olunmadığı çok uzun ve ayrıntılı bir şekilde anlatıyor. Bu hafta haber aldım. Razgrad kentinde 3 adet çocuk yemekhanesi açılacakmış. Bu ilde devlet tarafından atanan Valinin Türk asıllı Güney Hüsmen olduğu bilinir. Buna rağmen bu 3 yemekhaneden birinin Müslüman çocuklar için ayrılması ve domuzsuz yemek pişirilmesine emir verilmemiştir. Bu emri sayın Valimizden sabırsızlıkla bekliyoruz. Bütün dünyada geçerli yasaların bizde işlemediği, ters işlediği, Türk kimliğimize açılan savaşın yıllardan beri arasız devam ettiği, hatta bu kıyımda aydın Türklerden faydalanılmaya devam edildiği, Türklerin oy verdiği siyasi partilerin bu konuda sustuğu, acı bir gerçektir.


Makale ve Analizler - 2019

19

Bizim belkide şu dönemde içimize çekilmemiz. Durup düşünmemiz, etrafımıza bir daha bakınmamız gerekiyor. Anadil konumuz devam edecek. Çocuklarını Türkçe derslerine yazdırmamış olan, geciken ana-babalar hemen bu işi bitirsinler. Çocuklarınızın geleceği para pul vs. değil DİLDİR, DİLDİR, TÜRK DİLİDİR. Bunu sakın unutmayınız. Devam edecek. Birlikte düşünmeye başlayalım. İnanın bu en büyük gücümüz olacak. Ben de 2 çocuk annesiyim. Yavrularımızı kurtarmak ve Türk olarak eğitmek en büyük ödevimizdir. Dostlarınızla Paylaşınız. Bizi arayınız. Sorularınızı bekliyorum. Teşekkür ederim.


20

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Halktan Kopmanın Bedeli

Tarih: 15 Haziran 2019 Yazan: Dr. Nedim BİRİNCİ Konu: Suda erimeyen, ateşte yanmayan, toprakta çürümeyen – SUÇ HİSSİ İki yıl önce “DPS bitti” haberini verdiğimizde bize gözünün akıyla bakanları hatırlıyorum. 14 Haziran Cuma akşamı Bulgaristan devlet televizyonu BNT 1’in “Panaroma” programına, Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) uzmanı sosyolog Doç. Dr. Stoyço Stoyçev şöyle konuştu: “DPS oy kaybı gördü. Bu, Başkan Karadayı için büyük bir yenilgi oldu. Başkan değişikliği düşünülüyor. Delyan Peevski’nin meclise dönmesi tesadüf sayılmaz. Kanımca, yakın gelecekte parti başkanı görevine geçmesine ilişkin zemin yoklaması yapılıyor. Olursa, bilinen Bulgar politikası takla atar. Bu değişiklik kabul edilir mi – şu an kamuoyu düşüncesinin sorgulandığına kesin inanıyorum. Bu partinin ani hareketler yapmadığı, ayarlarını bozmadığı, ölçüp biçmeden karar alınmadığı biliniyor. Peevski, bir politik lider olarak öne itilse de, DPS’den başka onu başkan kabul edecek, politik parti yok.” Bulgaristan Türklerinin politik kimliği 29 yıldan sonra ilk kez gerçek çiçeklerini açıyor. Renklerin ve kokunun bizim olmadığına kendiniz inanabilirsiniz. Özünde “insan kardeşliği”, “insan hakları”, “eşitlik”, “azınlık hakları”, “çok kültürlülük”, “vatandaşların bireysel ve kolektif haklarına” saygı gibi ilkeler olması gereken 130 yaşındaki Bulgaristan Komünist Partisi maskeli (BSP) 1984-1989 “soya dönüş/diriliş” maskaralığından suç hissini gizleyebilmek ve adalet önünde halka hesap verirken yok olmaktan korktuğundan dolayı tescil ettirdiği DPS partisini artık istediği kıvama getirebilmiş görünüyor. DPS, kurucularının – Bulgaristan Müslüman kitlesinin -dışına çıkarılmıştır. DPS, tabanıyla birlikte yaşamayan bir zümre haline getirilmiştir. DPS’nin politik zümrenin Türk köylü katmandan koparılma süreci tamamlanmıştır. Ezenler ve sömürenler halkın dışına çıkarılmıştır.


Makale ve Analizler - 2019

21

DPS, gizli servislerin istediği politikayı hiç engelsiz izleyebilecek bir duruma getirilmiştir. Dost düşman bellidir. Partiyi kurucu bilinci taşıyan Türk kimliğinden, hak ve özgürlük davasından koparma işleri noktalanmıştır. Mafya ve oligarşinin Türk azınlığa borcu yoktur. Politikleşmeden doğan borç AB Tarım Fonlarından ödenmiştir. DPS ele geçirilmiştir. Memleketimizde 30 yıl süren totaliter komünizmden sözde “arınma” sürecini şöyle anlamalıyız. Hem sığır eti yemek isteyen hem de dananın kesilmemesini isteyenler var. Biz bunlara, dana pirzolası yemek isteyen ama kan görmek istemeyenler dedik. Onlar, yedi soy kökümüzün dibine kibrit suyu dökenlerdir. Dananın kesilmesini istemeyenler, barış, huzur, kardeşlik, insan ve azınlık hakları mğcahidi, Türk kimlikli olarak ortaya çıktılar. BSP kongrelerinde “katil yoldaşları” kutladılar. Köprübaşlarında öpüştüler. Hep bizim değişmemiz ve domuz eti yemeye alışmamız istendi. Totaliter devlet mülkiyetinin özelleştirilmesinden doğan mafya tekelindeki oligarşi kimliğini “kurtarıcı” olarak gösterdiler, artık ateş yanmış çorba kaynıyor Tespitimiz, Bulgaristan Müslümanlarının öz kitlesi için geçerli değildir. Özümüz, DPS’den çıkarak arınma sürecini artık yaşadı. Örnekliyorum: 2009 seçimlerinde 610 bin oy alan DPS, 26 Mayıs 2019’da 323 500 oy alabildi. Bu oyların yarısı da elektrik parasına karşı GETTOLARDAN çıktı. Türkler artık hain yönetime oy vermiyor. Parti içi ayarlar tamamen bozulmuş durumda. Yıldırılanlar partiden çoktan ayrıldı. Geminin battığını görenler, güvertede sıçan gibi koşuşuyorlar. Son gelişme, “Bulgaristan’da Türklerin siyasi partisi olamaz” iddiasıyla 30 yıldan beri mücadele eden aşırı milliyetçi, ırkçı kesimin, maskeli hareket eden gizli polis ve BSP’li sözde sosyalistlerin zaferidir. Dana pirzolası yemek isteyenlere, siz “İslamlaştırılmış Bulgarsınız” diye diye, millet dana eti yemekten vazgeçirilmiştir. İkincisi de, “huzurlu bir Bulgaristan kurulması için” totalitarizmin sökülüp atılmasına gerek olmadığı saçmalığı telkin edilmiş, kitle kabule zorlanmıştır. Sesiz baskı sonucu katillerden hesap sorma defteri kapanmıştır. Artık yepyeni bir sayfa açılmıştır. Boş sayfanın başına başlık olarak MEZARLAR İKİ KAT OLACAK yazıyor. Bu fikri icat edenler, sözde totalitarizmin üstüne, demokrasi “kurulabildiğine” göre, üstüne üstelik cennetin bir olduğunu herkes kabul ettiği üzere, Hıristiyanlar ile Müslümanların aynı mezarda yatması elzemdir, diyorlar. Şu da var. Bulgaristan’ı Rus istilasından kurtarmak için Osmanlı ve Bulgar Çarlığı askerlerinin 1918’de Dobruca Savaşında şehit düşenler için dikilecek anıtta HAÇ olması, diplomatları bile rahatsız etmediğinden, suskun görünenlere birden bire cesaret geldi. Olay gizlice görüşülmüş ve Müs-


22

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lüman mezarlarından HİLAL silinse ve yalnız YILDIZ kalsa, olay çözülür kararında buluşmuşlar. İki kat mezar TAŞINDA YILDIZ gönüllerine yatanlara “Ay’ın İki Yüzü” konulu kitaplar yazmaları öğütlenmiş. HİLAL ya da DOLUNAY Türk simgesi olamaz? Konusunda tamamen birleşmişler. İçinde “Ay olmasa dünyada dirlik olmazdı” yani “Türkler olmazsa dünyada inkişaf olmaz!” fikrinin kitaplardan sökülüp silinmesi özellikle istenmiş. Ayın iki yüzü var. Aydın yüzü bizim, Türklük karanlık yüzüne kapanacak, denmiş. Herkes bilir ki, Ay’ın aydın yüzü aydınlık getirir, karanlık yüzünden sıkıntı fışkırır. Ötesini siz düşünün… Sofya başta olmak üzere, büyük ve küçük şehirlerde 70 yıldan beri Müslüman kabristanlıklarına saldırılar, mezar taşından HİLAL sökme, HİLALLI MEZAR TAŞLARINI toplama operasyonları devam ediyor. Müslüman Mezarlığı için yeni arsa tesis edilmiyor. Üst üste taşı yıldızlı mezar çözümü de, Türkler tarafından kabul edilmiyor. Bu gelişmeler yaşanırken, hafta içi T.C. Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Erbaş Sofya’yı ziyaret etti. Karşılayan heyette Türk yoktu. Birlikte dua ve tövbe edenler, mezarlık, iki katlı mezar, yıldızlı, haçlı ve Hilalsız kabir konularını görüşmediler. Her konuda susan ve hainliklerinden renk vermeyenlere anıt dikileceği bir daha sessizce dile geldi. Sofya “Banya Başi Camiinde” arka sıralarda homurdananlar arasında, “işler yalnız camiye gidip tövbe etmekle bitmiyor, bir de bu işin musalla taşından ötesi var,” diyenler olmuş. Yeni tarihimizin Ahmet Doğan hainliği devri bitti. Evimizi, harmanımızı, tarlalarımızı, bağımızı, bahçemizi, Allah’ın bize verdiği cenneti bırakmaya zorlanıp, tekmeleyip geldiğimiz gibi, şimdi de kendi kanımızla, umut, emel ve özlemlerimizle yoğurduğumuz, hak ve özgürlükler davamızın politik simgesi olan HÖH partimizi Delyan Peevski ve etrafındaki mafya tayfası- oligarşi çömezlerine bırakmaya zorlanıyoruz. Bu zorbalığın değirmen taşı devlettir. Talihimiz açık giderse belki de bu tuzağa düşmeye biliriz. Peevski hakkında New York’ta ciddi bir para aklama, sigara kaçakçılığı ve bin bir kanun dışı dalavere davası açıldı. Birinci istek 200 milyon US Dolar için. Ardından soyulan ve çökertilen BTK-Bankası davası da Sofya’da devam ediyor. Şu da var. Birkaç ay sonra Bulgar’da Baş Savcı Tsatsarov değişecek. Peevki’nin ana kalesi, dayanakları yıkılacak. Bekleyelim görelim. Kaderimiz sanki pamuk ipine bağlı…


Makale ve Analizler - 2019

23

İşlerin bu duruma gelmesi nedenlerinin başında gelen totaliter barbarlığı yaratan ilişkilere, katillere, çömezlere, uşaklarına, hainliğe karşı mücadelede koşulsuz birlik kuramamamız, bölünüp parçalanıp dağılmamız, büyük yaralar açtı. Biz, hep barbarlıktan doğan barbarlıktan yakındık. Oysa ana hedefimizde barbarlığın kendisini yok etmek olmalıydı. Komünist totaliter katliamlardan 1 suçlu bulunup içeri atılmamışken, bugün bile kötülüklerin neticesi olan, daire ve çatı katı balkonlarındaki mangallarla uğraşıyoruz. Yeni olayın çözümü şudur. Bizde hamam böcekleri, karıncalar, sinekler, sarıca arılar ve keneler ancak 4. Kara kadar tırmanırlar. Halktan, halkın sefilliğinden, çürüyen toplumun kokusundan korkan ve tiksinenler 5. Kara jet asansörle çıkıp sefa sürmek istiyorlar. Sanki halkın 5. Kara da çıkabildiğini bilmiyorlar. Peevski ise “Berlin Oteli”nin 6. Katına kapanmış ve kaldığı dairenin pencerelerine ve balkonuna beton tuğla ördürmüş. Onların korkusu bizden büyük… Kabul etmek zorundayız.YALAN VE BİLGİSİZLİK bu defa hakikati yendi. Açlar yalana kolay kanar formülü tuttu. Bilgisiz insan, bilgiliden daha iyidir, formülü de tuttu. 1993’te tütün paraları ödenmeyince Cebelli üretici kadınlar asfalta serilmişler ve bütün yolları kesmişlerdi. Ahmet Doğan bir yana Amerikan Büyükelçisi bile bakıp kalmıştı. 280 bin ton tütün üretimimiz 20 bin tona indirilip ekmek teknemiz kırıldığında ayaklanmadık. Okulsuz kaldık ayaklanmadık. Cahil kaldık ayaklanmadık. İşsiz kaldık ayaklanmadık. Hilalsız kalıyoruz, kımıltı yok!!! Ağzımıza “hoşgörü” boku dolduruldu ve fedakâr olmamız istendi, isteniyor. Şimdi son kalemiz partimizi de yitirdik. Yine fedakârız ve bizden büyüğü yok… Farkında bile olmadan, “yalnız kulağa hoş gelen şeyleri” özgürlük sanmaya alıştırıldık. Toplansak da birlikte ağlasak, sızlasak… Aramızda suçlu yoktur. Baş aşağı salınan su kendini durduramaz. Başa gelen çekilir de, sonunda su da mutlaka durulur… Fakat biz hakikati bilmeyen düşüncesi kıt insanlardan değiliz. İyiliğimizi ve zayıflığımızı onaylamıyoruz. Her şey gözümüzün önünde gelişti. Olanları inkâr etmemiz de imkânsızdır. Çünkü 140 yıl, 5 kuşak mücadele verip de kurulan bir siyasi azınlık partisinin başına örülen çorabı görmemek, yağmurun ıslaklığını onaylamamaya benzer. Başa gelen çekilmelidir demiyoruz. Çünkü bu partiye ruh veren biz Türkleriz. Bizim öz davamız için hapiste yatan, kemikleri kırılan, saçı yolunan, açlık grevine kalkan, kötürüm olan hiçbir Bulgar yokken, nasıl olur da hiç birimizin Merhaba demediğimiz bir adam partimizin başına geçebilir, geçirilir ya geçirilmesi onaylanır? Bu olursa, 30 yıllık emeğimiz Bulgar mafyasının eline geçer ve bu


24

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

gelişmeden de hiçbir suçluya çıt diyemeyecek duruma düşeriz, düşmemiz yakındır. O zaman bize “aptallar, umursamazlar ve zavallılar” diyenler çıkacak ve “Çingenelerin hiç olmazsa çalgası var, bunların davulu bile yok” diyerek bizimle alay edenlere kızmaya yüzümüz olmayacak. Bizim yerimiz Ay’ın karanlık yüzü olacak. Bir insan iyi bir şey söyleyebilmek için iyi dinlemek zorundadır. Yazdıklarımız halka inseydi ve bilinç olabilseydi, yeni günleri yaşamayabilirdik. Bir defa Ahmet Doğan hainliğini, DS ve KGB ajanlığını anlamak istemeyenlerin küstahlığı aydınlanmamızı çok engelledi. Doğan, neden avlusu demir parmaklıklarla çevrili deniz konağında sıkı koruma altında tutuluyor biliyor musunuz? Bunu düşündünüz mü? Çünkü onun işi daha 1990’da bitmişti. Yalanla başlayan hayat, yalanla biter, diyenlerin söylemek istediği şudur. Bir özel ajanın lider olması olur bir şey değildir. Bu bir hiledir. Her kurnazlığın sonu hesaplaşmayla biter. Bu hesaplaşma aynı günde başlayabilirdi. O yüzdendir ki, o daha ilk günde korumalıydı. VMRO haydut katillerinin arasına sığındı. Devletle gizli bağlarını bir VMRO-lu yürüttü ki. Perde ardına kendisi alınmıyordu. Bu hesaplaşma 30 yıldan beri devam ediyor. 2 önemli aşama yaşandı. Birincisi 1996’da – Osman Oktay’ın kitabında anlaşılmıştır. İkinci aşama da Oktay Yeni Mehmedov isyanıdır. O günden sonra, Ahmet Doğan’ın gecesi ve gündüzü “Toprak beni de basacak bağrına” umuduyla geçiyor da, dedesinin, “bu dünyanın hesabı bu dünyada verilir” sözlerini hatırlamak istemiyor. Bu hesaplaşma halkımızın yeniden bilinçlenme sürecini başlatmıştır. 1996’da Kırca Ali’de Doğan’ın partideki yetkilerinin budanması ve DPS’de kolektif yönetime geçilmesini delegeleri döverek engellemeyle başladılar. 10 bin militan üye partiden uzaklaştırıldı. Yıldırılarak kovuldular. DPS parti delegelerine ilk sopa kaldıran, Haskova Ilıcalarında (Mineralnı Bani) Multi Grup sopacı-komandoları oldu. Parti içi baskı ve terör egemen oldu. Bu bataklıktan 2019’da Multigrup kadrolarından Delyan Peevkis DPS Başkan adayı olarak sivrildi. Türk kahramanların yarasına tuz eken Multigrup kadrolarından biri de Vejdi Raşidov’tur. Multigrup, KGB tarafından, Bulgaristan’da ne pahasına olursa olsun, komünist-totalitarizmi yaşatmak için kurulmuş ve yıllarca beslenmişti. Doğan’ın yaratılış amaçlarından biri budur. Bugün Haskovo Ilıcaları, DPS kalın enselilerinin ve Başmüftülük’te görevli Allahsızların sırtlarını keselettiği ve kör sofrada göbek bağladığı yerdir. Devlet korumasındaki seçilmişlerin yemliğidir. Gidişten bu sonuç doğacağı belliydi. Görülen köy kılavuz istemez.


Makale ve Analizler - 2019

25

Üç hafta önce Dubay’dan döndüğünde Kulise çağrılan Peevskiye başkanlığa götüren yol ve kurallarla ilgili bilgi verilirken, suçlu hissinden tamamen sıyrılıp kurtulması ve aralarından gelmediği, birlikte yaşamadığı ve yaşamayacağı insanların bir süreliğine arasına inmesi öğütlenmiştir. Rodop köylerinde kurduğu kör sofraları, oyunu bir köyde vermesini v.s. ancak böyle açıklayabiliriz. Alıp yürüyen ve herkesi boğazlayan barbarlığa karşı tek bağlaşık halktır. Halkımız üst katmandan zaten kopmuştur. Türklerin onu kabul etmesi imkansız olduğundan, çünkü Türkler her Bulgar’ı, onu da, kendilerine zulmedenlerden biri olarak görmeye devam ediyor,ateist Pomaklar ile imansız Romenlerin arasına inmesi ve birkaç sofrayı ödemesinin yeterli olduğunu düşünenlerin fikri şimdilik ağır basmıştır. Mayıs ayında yapılan seçimden alınan sonuçlar da para kokusu alanların uzaktan komandolu idare edilebildiğini kanıtladı. DPS’ye verilen oyların yarıdan fazlası Gettolardan geldi. Bulgaristan’da 50 büyük getto var. Bunlarda kayıtlı olanların sayısı ne kadar büyükse, işler o kadar kolaylaşıyor. Gettolarda oy veren olmasa da, seçim sonuçları hep aynı, sanki bir yetkili herkes için oy kullanmış gibi bir gerçek var. Bu sandıklardan yalnız 3 parti – DPS, GERB ve VMRO için oy çıktı. Bu defa getto elektik faturasını ödeyen oyları aldı. GETTOLAR bu 3 parti arasında paylaşılmıştır. Ödemeler “Easy Pay” sistemi üzerinden bir dış vakıf hesabından yapılıyor. Köylerde oy başı 20, 50 ya da 100 leva dağıtıldığı yerde karışıklık olmuş, çünkü seçmen partilerin adını okuyacak kadar tahsilli olmadığından işaretlemeyi şaşırmış. Halktan kopmanın bedeli mutlaka ödenecektir.Bulgaristan yalnız mafya oyunlarına değil, siyasi sistem değişikliğine de gebedir. Suda erimeyen, ateşte yanmayan, toprakta çürümeyen – SUÇ HİSSİ gün gelecek örs ile çekiç arasında külü de yakılana kadar ezilirken yok olacaktır. Bizi izleyiniz. Paylaşınız, tartışınız, hakikati bulma yolunda birleşiniz. Teşekkür ederim.


26

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İslam Fikhinda Kabir Ile İlgili Hükümler(Ölçüler)-1

Düzce İl Milli Eğitim Müdürlüğü, Maarif Müfettişi, Eğitimci Yazar

Arapça’da “ölünün gömüldüğü yer” anlamında kabr (çoğulu kubûr), “kabirlerin bulunduğu yer” karşılığında makber veya makbere (çoğulu mekabir) kelimeleri kullanılır. Türkçe’de kabirle eş anlamlı olan mezâr ise kelimenin kök anlamıyla da irtibatlı olarak özellikle ziyaret edilen önemli kişilerin kabirlerini (ziyaretgâh) ifade eder. İslâm öncesi dinlerde, ölümden sonra bedenler zamana ve coğrafyaya göre değişik şekillerde defnedilmiştir. İnsanlığın başlangıcında cesetlere ne gibi işlemler yapıldığı konusundaki bilgiler kısıtlıdır. Kabir uygulamasının sağlık, bilinmeyenden korkma gibi sebeplerden dolayı ölü bedenden uzaklaşma ve cesedi koruma arzusuyla ilişkili olduğu anlaşılmaktadır. Ölüm fikrindeki tarihî değişimlere paralel olarak her din, gerek mimari açıdan gerekse onun etrafında örülü inançlar bakımından kabre farklı değerler yüklemiştir. Tarih öncesi toplulukların ve günümüzde mevcut bazı iptidai kültürlerin ölü gömme âdetleri aynı değildir. İptidai kültürlerde muhtemelen hastalık yayacağı kaygısı ve ölüm gibi tabiat üstü bir fenomeni ima ettiğinden dolayı genellikle tabu olarak kabul edilen cesetlerin korunması ve yaşayanlardan uzak tutulması özel bir önem taşımakta, bu sebeple bazı durumlarda ceset yerleşim alanının dışına, defnedilmeden atılmakta, ağaçlara asılmakta veya suya bırakılmaktaydı. Diğer taraftan kaba taş çağında yaşamış olan insanların ayakları karına çekilmiş vaziyette ve çeşitli günlük kullanım eşyalarıyla birlikte kabirlere gömüldükleri, bazı merkezlerde insanların evlerde zemine açılan çukurlara, bazen de kilden yapılmış bir küpe konarak defnedildikleri bilinmektedir. Eski Hint-Avrupa kültürlerinde ise cesetler yakıldıktan sonra külleri ya kutsal kabul edilen nehirlere bırakılmakta veya bir kaba konularak saklanmakta ya da kapla birlikte toprağa gömülmektedir. Her şeye rağmen yaygın uygulama, cesetleri toprağa çukur açılarak oluşturulan kabirlere gömme şeklinde olmuştur.


Makale ve Analizler - 2019

27

Yahudilik’te kabir anlayışını şekillendiren ana tema ölmüş kişinin veya cesedin “kirli” olduğu şeklindeki inançtır; bu kirlenmenin sebebi ise artık ruhun bedeni terketmiş olmasıdır. Ruhsuz beden et yığınıdır ve bir an evvel terkedilmeli veya topluluğun yaşayan üyelerinden uzaklaştırılmalıdır (Levililer, 21/1; Sayılar, 6/6; 19/13). Yahudi inançlarına göre ölme sürecine giren kişi yalnız bırakılmaz, yanında gereksiz şeyler konuşulmaz, ölüm gerçekleşmeden cenaze hazırlıkları yapılmaz. Ceset, hemcinsleri tarafından belli kurallar gözetilerek yıkandıktan sonra kıllar, tırnaklar kesilir, göz ve ağız kapatılır. Yahudiliğin erken dönemlerinde ölüyle birlikte giyim ve süs eşyaları da gömülürdü; ancak bu durum sonraları hoş karşılanmamış, milâdî dönemlere doğru kefenleme geleneği yaygınlaşmıştır. Güzel kokular sürülen ceset beyaz bezden yapılan kefenlerle sarılmaktaydı. Erken zamanlarda ceset kamışlardan yapılan bir örtü üzerine yatırılarak gömüldüğü gibi tabut içinde de defnedilmiş (Tekvîn, 50/26), zamanla bu gelenek yaygınlaşmış olmasına rağmen günümüzde İsrail’de ve Doğu ülkelerinde bu uygulamadan vazgeçilmiştir. Definde dikkat edilmesi gereken en önemli husus cesedin toprakla tamamen örtülmesidir. İsrâiloğulları, milâttan önce iki binli yılların başlarında kabirlerini toprak içine veya kayalara oymak suretiyle şehir dışında yapmışlardır; meselâ İbrânî “atalar” daha çok kaya kabirlerine gömülmeyi tercih etmişlerdir (Tekvîn, 23/9; 25/9; 49/30; 50/13). Kabirler genellikle aile mezarlıkları şeklindeydi. Ortaçağ’a doğru bu kabirler yerini herkesin gömüldüğü büyük mezarlıklara bırakmış, buna paralel olarak kabrin mimari biçimi değişmiş, mermerden veya taştan sanduka şeklinde kabirler yapılmıştır. Yahudilik’te ölümle ruhun bedenden uzaklaştığına ve bu dünya ile ilişkisinin bittiğine inanılır, kabirde yatan cesedin herhangi bir ıstırap çekeceği düşünülmez. İslâm geleneğinde mevcut kabir azabı veya sorgulaması inancına Yahudilik’te rastlanmamaktadır. Fakat ölünün geride bıraktıklarının dua ve hayır işleriyle ruhun âhiretteki hayatını olumlu yönde etkileyebileceği inancı Yahudilik’te de yaygındır. Hristiyanlıkta ölüm düşüncesi doğrudan ilk insan çiftinin işlediği günahın sonucuyla alâkalandırılmıştır. Buna göre ölmek günaha kefârettir, kabir de günahın bedelini temsil eder. Özellikle Ortaçağ’dan itibaren işlenen bu teolojik yorum kabirlerin simgesel işlevini yoğun bir şekilde gündemde tutmuştur. Hristiyanlıkta kabir geleneği Yahudi kültürünün etkisi altında gelişmiştir. Bu geleneğe göre ölenin gözleri kapatılır, bedeni yıkanır, bütün vücut kefenle sarılır, güzel kokular sürülür ve sazdan yapılmış yataklar üzerinde toprağa gömülür veya kaya oyuklarına yerleştirilirdi. Kabirler genellikle aile mezarları olup daha çok şehrin dışına yapılırdı (Resullerin İşleri, 9/37; Mar-


28

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kos, 15/46; 16/1; Matta, 9/23; Luka, 8/52; Korintoslular’a Birinci Mektup, 15/54). Fakat zamanla yahudi tesirinden uzaklaşılmasına paralel olarak kabirler daha farklı bir hüviyet kazandı. Ayrıca IV. yüzyıldan sonra şehitler için yapılan âbidevî kabirler özel bir mimari anlayışının doğuşuna yol açtı, böylece kilise kompleksleri içinde anıtsal mimari birimler doğdu. Hristiyanlıkta cesetleri yakma geleneği IV. yüzyıldan önce mevcuttu. Genel eğilim daima toprağa gömme şeklinde olsa da bugün Protestan çevrelerinde ceset yakma işlemi az çok devam etmektedir. Katolik ve Ortodokslar’da yaygın olan toprağa gömmedir. Beden kabre iyice temizlendikten sonra tabutla birlikte konulur. Bazen de ceset mumyalanmaktadır. Hristiyanlıkta ölümle ruhun bedenden ayrıldığına, beden bozulurken ruhun yüceltilmiş vücuduyla yeniden bir araya gelmenin arzusu içinde Tanrı’ya gittiğine ve son günde insanların yeniden diriltileceğine inanılmakla birlikte İslâm’daki hâkim telakkiye benzer bir kabir azabı kavramı yoktur. İslam’da ise, ölen bir müslümanın cenazesinin yıkanması, namazının kılınması ve bekletilmeden defnedilmesi müslümanlar üzerine terettüp eden farz-ı kifâye niteliğinde dinî bir görev olduğu gibi cenazenin kabre konulmasında uyulacak usul ve âdâb, kabir ve kabristanla ilgili şeklî kurallar ve kabir ziyareti konuları da İslam fıkhında (İslam Hukuk) önemli bir yer tutar. Cenazeye karşı yapılagelen görevler arasında yer alan defin işlemi, aynı zamanda İslâm’ın insana verdiği değeri de gösteren dinî bir vecîbe özelliği taşır. Cenaze namazı gibi bunun da farz-ı kifâye olması, bu görevin herkes tarafından olmasa bile toplum adına bir grup veya kurum tarafından yerine getirilmesi gerektiğini gösterir. Kur’ân-ı Kerîm’de bu işlemin insanoğluna Allah tarafından öğretildiği, kardeşinin cesedini ne yapacağını, ancak Allah’ın gönderdiği bir karganın hareketlerinden öğrenen Hz. Âdem’in oğlunun, “Yazıklar olsun bana, şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini gömmekten de mi âciz kaldım!” dediği anlatılır (el-Mâide 5/31). Başka âyetlerde de ölünün gömülmesi gereğine dolaylı olarak işaret edilmiştir (bk. Tâhâ 20/55; el-Mürselât 77/25-26; Abese 80/21-22). Ölünün toprağa tevdi edilmesinin çevre temizliği, sağlık, insanın saygınlığının korunması ve ölümü hatırlatma türünden birçok hikmetler taşıdığı ve bir bakıma geride kalanların ölüye karşı son görevini simgelediği, ölen için de yeni bir hayatın başlangıcı olduğu için defnin şekil ve usulü öteden beri fıkıh kitaplarında ayrıntılı şekilde ele alınmıştır. Ancak bu konuda mevcut bilgi ve usuller, esas ve amaçta aynı olmakla birlikte mahallî kültür ve geleneklerin değişikliği sebebiyle zaman zaman farklılıklar gösterebilmektedir.


Makale ve Analizler - 2019

29

Cenaze hizmetlerinin yerine getirilmesini ve naaşın defnini önemli bir sebep olmadıkça geciktirmek doğru değildir. Hz. Peygamber cenazeye karşı görevlerin geciktirilmeden ifasını tavsiye etmiştir. Cenazenin sesli zikirle, Kur’an okuyarak veya nümayişle mezarlığa götürülmesi dinî açıdan hoş karşılanmamış, sükûnet içinde, kalben zikir, dua ve tefekkürle takip edilmesi tavsiye edilmiştir. Mezarlığa varıldığında cenaze kabre indirilinceye kadar ayakta durmak, sonrasında ise oturmak sünnettir. Kabir 100-150 cm. derinliğinde, kıble ile dik açı oluşturacak şekilde kazılır. Kabrin tabanı boyunca ve kıble tarafında naaşın sığdırılabileceği büyüklükte bir kısmın oyulması (lahit), toprağın doğrudan doğruya cenazenin üzerine atılmasını önleyeceğinden daha güzel bulunmuş, toprağın çok sert veya yumuşak olması sebebiyle buna imkân bulunamazsa cenazenin kabrin tabanında uzunlamasına konmasının ve toprağın göçmesini önleyecek tedbirlerin alınmasının da yeterli olacağı belirtilmiştir. Cenazeyi kabre, kadın ve gayri müslimler hariç ölenin mahrem ve yakınlarının indirmesi sünnettir. Buna imkân bulunamazsa bu görevi yabancı şahıslar da yapabilir. Cenazenin kabre, “Allah’ın adıyla ve Resûlullah’ın dini üzere”“ duasıyla konması, yüzü kıble tarafına çevrilerek sağ yanı üzere yatırılması gerekir. Öyle ki, cenazenin bu şekilde yatırılmadığı sonradan farkedilse üzeri toprakla tamamen örtülmedikçe açılarak düzeltilir. Kabre yerleştirilen cenazenin kefen bağları çözülür; üzerine tahta, kerpiç, kuru ot, kamış vb. örtülerek atılacak toprağın doğrudan cenazeyle teması önlenir. Cenaze ile birlikte kabre başka bir eşyanın konması, hatta kabrin veya cenazenin özel durumundan kaynaklanan mâkul bir sebep bulunmadığı sürece cenazenin tabutla gömülmesi mekruh görülmüştür. Tabutla gömme, gerek ölenin toprakla temasına, zamanla çürüyüp toprağa karışmasına engel olması, gerekse israf ve gösterişe, daha geniş yer işgaline yol açması sebebiyle hoş karşılanmamıştır. Ölünün mumyalanarak gömülmesi de aynı mahiyettedir. Büyük olsun küçük olsun, ölen kimsenin öldüğü yere değil mezarlığa gömülmesi gerekir. Öldüğü yere gömülmenin sadece peygamberlere mahsus olduğu belirtildiği gibi mezarlığın ziyaretçiler için ibret vesilesi olacağı, ölüler için de hayır ve rahmetle anılmaya sebep teşkil edeceği ifade edilmiştir. Cenazenin gece gömülmesi de mümkün olmakla birlikte gündüz defnedilmesi teşvik edilmiştir. Definde aslolan bir kabre bir kişinin gömülmesidir. Ancak ihtiyaç duyulduğunda, aralarına toprak konarak birden fazla kimse de bir kabre gömülebilir. Önceden ölü gömülmüş kabre kemikleri çürümüşse tekrar defin yapılabilir. Henüz çürümemiş kemikler varsa onlar da yeni cenaze ile birlikte ve araları toprakla ayrılarak gömülür. Bu kemiklerin başka yere götürülmesi doğru olmaz. Defnedilen cenazenin daha


30

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

sonra alınıp başka yere nakli de ancak bazı mezheplerce ve belli şartlarda câiz görülmüştür. Cenaze kabre konulduktan sonra orada bulunanlardan her birinin, topraktan geldiğini, tekrar toprağa döneceğini ve ikinci defa yine topraktan çıkarılarak haşrolunacağını hatırlayarak kabre toprak atması, definden sonra ölü için dua edip Kur’an okuması müstehaptır (güzel görülmüştür). Kabri belirlemek için baş ve ayak kısmına ağaç, taş vb. dikilmesi, bunun üzerine ölünün isminin yazılması, kabir ve çevre düzenlemesi yapılması hoş görülebilir. Ancak bu konuda da itidal ve sadeliği korumak, israf ve gösterişe kaçmamak, malzeme ve mekânı ölçülü kullanmak esastır. Kabir üzerine bina, türbe, kubbe vb. yapmanın, isim dışında âyet ve hadis dahil yazı yazmanın fakihler tarafından hoş karşılanmayıp mekruh veya haram olarak görüldüğünü, hem bu gerekçelerle, hem de ölülere saygı gösterirken tevhid inancının ihlâl edilmemesi ilkesine dikkat edilmesi gerektiğini özellikle belirtmeliyiz. Bu konuya devam edeceğim inşallah


Makale ve Analizler - 2019

31

İnsan Kimliği Türk Kimliği BGSAM BULTÜRK Mayıs ayı Editör Köşesi Sanatçılar insanda umut üretirler.

Bu işte, politikacılar sanatçılardan sonra gelir. 1990’dan beri Bulgaristan Türk nüfusundan büyük bir sanatçı çıkmadı. Ne bir yazar, “soya dönüş/diriliş” çilesini romanlaştırdı ne de bir şairimiz 1989 Ayaklanmamızın destanını yazdı. “Aliş’imin kaşları” gibi bir Türkü bile dağlamadı içimizi. Dolayısıyla ruhumuza ben kötü olanı değiştirebilirim tohumları henüz ekilmedi. Çok arkadaşım var. Hiç biri doğan kızına BARIŞ adını verip, “Bütün insanları dost bil, kardeşin bil kızım… Ve zulmün önünde dimdik tut onurunu, sevginin önünde eğil kızım!” demedi. Sanki kızlarımız Ayaklanan bir kuşağın torunu değil! Bu sabah (01.06 2019), Tuna’nın sesini dinleyen üstat Naim Bakov şöyle demiş: SEVMEK VE SEVİLMEK Sevmek yetmez kardeş, sevilmektedir mesele Karşılıklı saygıdır ömür’ün diğer aslı ! Fazla gurur kurban eder seni azgın sele – Kardeşçe kucaklaşmak şu ömrün kısa faslı ! Boş alanda nefes alışımızı yansıtan sanatçı ordusu belirmeyince sıradan politikacılar çıktı. Değişikliklerle mayalanmayı uzun zaman bekleyen Bulgaristan Türkleri “…sonunda kız davulcuya kaçtı” misali, kapımızı çalana damat dedi. Öyle ama gelen ne davulcu ne zurnacı, ne imam ne de derviş, yalancı tohumdan politikacı kopyası çıktı. Ve halkımızda yıllarca değişim bilinci belirmeyince, bir asır süren zulümden hesap sorulmayınca ve en kötüsü hanenin ekmek teknesi kırılınca ve ocağı tekmelenince umutsuzluk ve hayal kırıklığı belirdi. İnsanoğluna onun derdini anlatmak çok zor.


32

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu konuda İslam Tarihi Profesörü Fuat Sezgin şöyle demiş: “Medeniyetimizin büyüklüğünü kendi insanımıza anlatmak, Batılılara anlatmaktan daha zor.” Hele Bulgaristan’da birisinin kafasına bir şey sokmak ne kadar zor bir bilseniz… Umudumuz yaşıyor. Umudu besleyen yaşlıların “yakındır aklı başına gelir” telkinleri de kimi defa tutmaz oldu. Sanatçı olmayan yerde politikacı doludur, diyenlerin umutları boş çıktı. 1990 ile 2019 yılları arasında Bulgaristan Türklerinin yazgısını bu git gel ile anlatmak mümkün gibi. Türk kitlesine ekilen ama tutunamayınca tekleşen Ahmet Doğan sarayda köşkte olta atıyor. Yazarken beynimi şişleyen şu sorular var. Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS) dölsüz bir yumurta mı? Bu soruya cevap getiren olmadı. Gerçekten boşsa, DPS’yı dağıtmak için yıkıcı bilinç yaratmaya gerek yok. Kavga teorisi de gerekmez, çünkü zaten gidici… Öyleyse, insanlarımızın umudundan doğan DPS bilincini karartmamıza da gerek yok… Yaşamımızın içinden türediğini iddia ettiğimiz nedir? Kendimizi sorgularken, acıyan yaramıza tuz basan biziz. Hepimiz üzgünüz. Halkımızın iradesiyle kanatlanmış, inandığı politikanın aktif bir militanı, gerektiğinde kuramcısı, bazen sıra neferi, her an hayatını feda etmeye hazır bir lideri, ne yazık ki kendimiz yetiştiremedik onu. Fidan değil dibini kazıp su gübre dolduralım. Elimizde olsa… diyenlere katılıyorum. Herkes her çalıdan düdük olmadığını bilir. Önemli olan öten söğüt dalını bulmak, kamışı dile getirmektir. Bu ise bir ümit, bir beklentidir. Haber aldık, 15 Haziran’da Plovdiv (Filibe) şehrinde Hak ve Özgürlük Hareketi‘ne (DPS) muhalif olan seçkinlerin milli buluşması (konferans) toplanacak. Hayırlı olsun. Ben önce, şu bizim DPS karşıtı olanlar kavramına açıklık getirmek istiyorum. Seçkinlerim, DPS arabasından düşen ya da DPS sofrasından kaldırılanlardır. Hiçbir kimse, vişne tatmadan, ekşi diyemez. Bizde şu, arabadan düşen veya sofradan çekilme zorunda kalma meselesi 30 yıldır devam ediyor. Âdetimizdendir, bizde kapı dışı kalanlara ve sonradan yetişenlere de sofra açılır da, bunların sedir yastığı ve sofra başı olmaz. Yeni politik proje: “Hepimiz DPS’ye karşı!” Sofra başı olmak isteyenlerin listesi: Adem Bayraktar, Mehmet Hoca, Güner Tahir, Osman Oktay, Mehmet Dikme, Kasim Dal, Lütfi Mestan, 1990’da Varna’da ve Sofya “Banya Başı Camiinde” DPS kurucu meclislerine katılanların hepsi ve 26 Mart 2017’de erken genel seçimlerinde mil-


Makale ve Analizler - 2019

33

letvekili adayı gösterilen toplam 359 kişiden, Türk ruhu taşıyan 1989’u ve Avrupa Parlamentosuna gönderilen Türk milletvekilleri, parti koordinatörleri, il ve ilçe teşkilat başkanlarının hepsinin kalbinde BAŞKAN olma ateşinden bir kıvılcım vardır. Hele de şimdiye kadar seçilen DPS milletvekillerinden çok büyük bir kısmının devlet güvenlik örgütüne gönüllü ajanlık yaptığı dikkate alındığında ve ajanlığın parti içi merdivenini çıkma yolu olduğunu öğrenince umut çok büyüdü. Bugüne kadar bu hevesli kardeşlerimizden hiç biri, sadet yolunun minare merdiveni olmadığını, Ahmet Doğan’ın şerefeye yukardan indirildiğini anlayamadı. Filibe’de toplanmayı kabul edenleri masaldaki “Kel Oğlana” benzettim. Hepsi şunu iyi bilmelidirler ki, Padişahın kızını alabilmesi için, Keloğlan’dan saray karşısına sırmalı köşk dikmesi istenmiştir. Günümüzde lider olabilmek için şartlar değişti. Dil dökmek, “gerçekleri” anlatmak yetmiyor. “Suşenskoe” köyünde bir tırpancı kulübesinde saklanırken “Pravda” (Gerçek) gazetesine diz üstü kaleme aldığı bir yazıyla 1917 Ekim Devrimi kıvılcımlarını çakan Vladimir İ. Lenin devri geçti. Gerçekleri söyleyen dil, gerçekleri ters yüz de edebilir. Lenin, 1856’da “toprak köleliğinden kurtulan ama toprak sahibi olamayan köylülere, toprak vereceğim, askerlere ise, savaşı durduruyorum, evlerinize döneceksiniz” demişti ve kazandı. Ondan önce, halkın yükseliş dalgasına atlayan ve köpüklerinde yüzen, krallık zulmüne karşı demokrasiyi savunan, kadınların da katılacağı genel oydan yana çıkan ve Paris’in Sena nehri köprülerinden fahişelere konuşmalarında hepsine zengin birer koca vaat ederek seçim kazanan Robespierre (M. Robespier) bile yalan umut doğurup hayal kırıklığı yarattığından dolayı 1794’te aynı kadınlar onu giyotinle idam etmiştir. O zamandan (1795) bu güne bütün dünya devletlerinde toplum sözleşmesi imzalandı – anayasa kabul edildi. Sofya meclisinde 1991’deki Anayasa tartışmalarına, 140 yıllık Bulgaristan tarihinde ilk kez Hak ve Özgürlükler hareketi nezdinde Bulgaristan Müslüman Türkleri de, kendilerini siyasi olarak temsil eden milletvekilleriyle katıldılar. 15 Haziran 2019 günü Filibe’de yapılacak olan toplantı, 30 yıl önce beliren ama gerçekleştirilemeden havada kalan umudu yaşatma isteğimizin devamıdır. Bu umutta, azınlıkların kimliklerinden, gül demedi gibi bir birlik ve güllerin Bulgaristan kokusu vardı. Öncelikli sorun İNSAN sorunudur.


34

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Biz yaşadığımız çağın tanığıyız. Hem tanığı hem de yaşananların içindeki en önemli faktörüz. 1991 Anayasası Bulgaristan’da İNSAN sorununu çözmedi. Daha önceki anayasalar da insanımızı insan yerine koymamıştı. Yaşadığımız sorunlar, bitmeyen dertlerimiz hepsi anayasa ve yasalarda eşit haklı özgür insan yerine koyulmamamızdan kaynaklandı. Bizde, bunu görenler alçaldı, görmek istemeyenler yükseldi. Şimdiye kadar yazılan en derin ve detaylı analizlerimizden şöyle bir gerçek çıktı. Geçimsizliğin, memnuniyetsizlik ve umutsuzluğun başat nedenleri: Ahmet Doğan’ın kişiliği. Partideki hainlik. “Soya dönüş/diriliş” süreci katillerinin cezasız kalması. Partinin zulüm rejimine tepki göstermemesi. Reformları engellenmesi. Hapiste, sürgünde çeken, işkenceden sakat kalan, iş bulamayan, sosyal “yardımlarla” ilaç bile alamayan, kıt kanat geçinen yaşlı ve mağdurlarımıza el uzatmaması. Kimsesizlere ilgisiz kalması. İmkân olmasına rağmen, Türk dilini okullarda zorunlu ders olması için ısrar etmemesi. Türklerden kadro yetiştirmemesi için çalışması. Aydınlatma ve kültürel etkinliklerden uzak kalması. Seçmenden kopması. Tütün üreticilerini aç bırakması, işsizliğe karşı önlem almaması, köy ve kasabaların boşalmasını için göçü özendirmesi. Huzur ve refah umudu taşıyan projeler hazırlayıp uygulamaması vs. Ne var ki, bu sorunlardan hepsi bir sihirli değnekle bir anda çözülebilir. Bilinçli olarak çözülmedi. Filibe toplantısını toplayan L. Mestan bir öğretmendir ve 18 sene Sofya meclisinde Eğitim Öğretim Komisyonunda Başkan ve Başkan yardımcısı olarak maaş almış, ama bir Türk Çocuğumuza Türkçe okutulması için yasa önerisi hazırlamamıştır. Ona inanmamız için değişen nedir? Tekrar ediyorum. Sorun İNSAN sorunudur ve bu Anayasa ile Bulgaristan’da İNSAN sorunu çözülemez, yaramıza tuz basmak zorundayız. Problem nedir? ÖZGÜRLÜK BİLİNCİ Ana ve temel, hatta başat olan ÖZGÜRLÜK BİLİNCİ sorunudur. Bu bilincin temelinde olan Bulgaristan’da EŞİTLİK meselesidir… Problem, 1990’da da nasılsa, 2019’da da aynıdır, hatta daha kötüye doğuru gitmektedir. Biz yaşadığımız ülkenin yalnız ve ancak kağıt üzerinde, fiktif (sahte) eşit haklı vatandaşlarıyız. Devlet, medya, partiler ve kamuoyu tarafından ötekileştirilen insan ve oluşturduğu topluluk eşit olamaz.


Makale ve Analizler - 2019

35

Bulgaristan’da önce eşit vatandaş olmayışımızın bilincine varmalıyız ki, hedefin adı ÖZGÜRLÜK BİLİNCİDİR. Bu bilincin oluşması için, maddi hayattaki özgürlüklerle birlikte, manevi hayatın da hiç engelsiz özgür olması gerekir. Manevi hayatın oluşmasının temelinde anadil, dil, resmi dil, kültür bulunur. Türkçe konuşması yasak bir Türk, özgür olamaz. Alfabesi olmayan bir Çingene özgür sayılamaz. Kimliği tanınmayan bir Makedon özgür vatandaş değildir. Biz eridik gittik, dilsiz ve dinsiz kaldık diye diz döven Ulahların verdiği özgürlük savaşımı değil de nedir? Dil olmayan yerde düşünce olamaz yani özgürlük yoktur. İnsanın yaşayabilmesi için düşünmesi şarttır. Düşünemeyen özgür sayılmaz. Ne yazık ki ülkemizde anadilini konuşamayan yani düşünemeyen insanların sayısı sürekli artıyor. Milletvekili Prof. İvo Hristov’a göre nüfusumuzun % 80’ini düşünemiyormuş. Bu vatandaşlara o “debil” (çaresiz) demekle yetindi. Debiller devleti olduğunu işitmedim. Bu nedenle olabilir, Avrupa’nın en sefilleri biziz. Özgürlük Bilinci (fikir özgürlüğünden farklı bir şeydir) hem ahlak ilkesi hem de yaşam tarzında belirleyici olandır. Müslüman ahlakıyla ve Türk gelenek ve törelerine göre yaşamamızı istemeyenler ahlakımızı ve yaşam tarzımızı yasaklayarak, özgür yaşama hakkımızı elimizden alarak, kendi Hıristiyan ya da ateist dünya görüşü ve yaşam şeklini bize dayatıyorlar. Onlar, bize kendi ahlaklarını dayatmakta özgür, fakat biz bize dayatılanı kabul etmemekte özgür değiliz. Eşitsizliğimizin anlamı budur. Önemli olan düşünen insanlar topluluğu oluşturabilmemizde gizlidir. Düşünce hiç bir yasa veya anayasanın hiçbir şekilde yasaklayamayacağı bir şeydir. Beynimizi açsalar, her hücreyi ayrı ayrı mikroskop altına alsalar, hiçbir cerrah düşünceyi bulamaz. Allah’ın insana verdiği en büyük sihirli güç düşünme özgürlüğüdür. Kudretini insanın varoluşundan alır. Düşmanlarımız Türkün düşüncesinin derin ve isabetli olduğunu bildiğinden, bizim DÜŞÜNCEMİZİ ANLATMA VE ANLATILAN DÜŞÜNCELERİ ANLAMA ÖZGÜRLÜĞÜMÜZÜ KATLETMEYE ÇALIŞIYORLAR. Anadilimizde konuşma yasağının özündeki budur. A.Doğan’ın bu vahşete seyirci kalmasına, cebimi doldurun susarım, deyişine biz HAİNLİK dedik. O aldırmadı, aldırmıyor… Mestan da yıllarca “bana ne?” dedi. Kısıtlanan ve yasaklanan düşüncemizi, tarihimizi, bugünümüzü ve geleceğimizi anlayabilmemizin engellenip köreltilmelidir ki, olanların herkesin anlayabildiği bir dilekleri var. İNSANI KÖLELEŞTİRMEKTİR.“Büyüyeceğiz çoğala çoğala! Bir gün mutlaka ye-


36

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

neceğiz!” ruhu, tepki olarak doğmuştur. Çünkü kölenin bir adı da HAYVANDIR. Hayvanlaşmayı asla kabul edemezdik. Düşünemeyen, düşüncesini anlatamayan veya anlatılan fikirleri kavrayamayanlar hayvanlardır. Düşünme yeteneğini yitirmek. Düşüne bilmemize inen ilk darbeden doğan şu oldu: Kavgaya tüm gücünle, gövdenle, çekiç kafanla, çelik yumruklarınla, yenilmez tutkunla gireceksin! Şu nokta, arz ettiği tehlike bakımından çok önemlidir. Düşünme (fikir) özgürlüğünün kısıtlanması ya da yasaklanması, bu özgürlükten yoksun kalan insanların düşünme yetilerini yitirmelerine yol açar. Bizde açmıştır. Düşüncemizin kısırlaştırılacağını, şuurumuzun karartılmak istendiğini hisseden insanımız Mayıs 1989’da ayaklandı. Bize ayaklanma gibi bir kolektif hak tanınmamıştı. Birlikte duyumsadığımız tehlikeden ayaklanma kıvılcımlandı ve alevlendi. Bize hiç kimse hiçbir şey vaat etmemişti. Karşımızdaki yalan makinelerinden ne Lenin, ne Robespier,ne Jivkov, ne de Doğan vardı. Karşılarında düşünme yeteneklerini yitirmek istemeyen Türkler vardı. Araçsallaşmak ve bağımlılaşmak, sıfırlanmak ve kimsizleştirilmek istemeyen bir halkın içinde parlayan ateşin söndürülemez gücü alevlenmişti. Avrupa Birliği üyesi bir ülkede, Bulgaristanlı Türklerin düşünme özgürlüğünün XXI. Yüzyılda yasaklanmış olmasını utanç verici buluyorum. Bu konuda L. Mestan hep kapsız yumurtladı. Çok konuştu ama davaları kazanamadı. Onun bilmesi gereken şudur… Batı’daki Aydınlanma yüzyıllarının ana sorunu düşünme özgürlüğü olmuştur. Ne yazık ki, bu can alıcı problem Bulgar devlet yönetimi ve halkının ruhuna ve damarına hala işlememiş Bulgar devlet yönetimi de şunu iyi bilmelidir: “İnsanların düşüncelerini açık açık başkalarına iletme özgürlüğünü ortadan kaldıran (anadil yasağı) bir dış gücün (bizdeki dış güç Bulgar devleti ve kamuoyudur), kendilerinin düşünme özgürlüğünü de ortadan kaldırır.”Yani biz yok olursak, onlar da mutlaka yok olacaktır. Bu alıntı Kant’in “Aydınlanma Nedir?” eserinden alınmıştır. Bu alıntı, Bulgar halkı, devleti ve ülkede yaşayan azınlıkların tümü için geçerlidir. Kısacası insanı yok eden ve yücelten ÖZGÜRLÜK BİLİNCİDİR. Kavgamızın stratejisini belirleyen bu çıbanbaşı problemin aşılmasında HOŞGÖRÜ (Tolerans) çoğulluk, çoğulculuk, dolayısıyla düşünce özgürlüğü ve aydınlanma belirleyici olandır.


Makale ve Analizler - 2019

37

Bulgaristan’da İNSAN ve ÖZGÜRLÜK probleminin bir başka yönü daha var: KİMLİK, TÜRK KİMLİĞİ VE AB İNSAN KİMLİĞİ Kimliğimizin başına bu kadar çok kötülük geldiği halde aksakallarımızın tutumunu yine N. Bakov’tan okuyoruz: Boş ver, dedikodu cahilin tek ürünüdür Kulağını tıka, gözünü kapa, geç gitsin ! Hoşgörü mahsul öncesi tarla sürümüdür Azat et gönlünü, sevgi ürününü biçsin ! Tüm aydınlar gibi, ben de, en yüksek kimliğin, son hedefin, İnsan Kimliği olduğuna inanıyorum. Bugün Bulgaristan’da Müslüman Türk Kimliğimiz için mücadele veriyoruz. Kuran kurslarında Türkçe öğretilmesinde, çocukların okullardaki seçmeli Türkçe derslerine kaydında ısrar ediyoruz. Türk öğrencilerin yaz aylarında Türkiye Cumhuriyetini ziyaret etmesinde, bir iki ay oradaki yakınları yanında misafir kalmasında, sinema, tiyatro, müze görmesinde, Türkçe kitap okuma etkinliklerinde ısrarcıyız. Ayrıca DOST partisinin Türk Kimliği Bildirisini de doldurup imzaladık. Türk bilinci davasında yoldaşız kardeşlerim ama buna rağmen, söyleyeceklerimiz var. Bizim eşit haklı Bulgaristan vatandaşı olabilmemiz için, önce Türk kimliğimizi yaşatıp güçlendirmeliyiz. Bulgaristan Türklerinin çocuk sevgisi, okuma hevesi, çalışkanlığı, alicenaplığı mert ve cesur oluşu her yerde vurgulanmalıdır. Bulgaristan’da birden bire “milletim, insan türüdür, yurdum yeryüzüdür!” bayrağı kaldırıp, gölgesinde toplanmaya kalksak, Türk olarak kimliksizleşiriz. Bir defa, “enternasyonalim ve insan kardeşliği” yalanlarına inandığımız yıllarda, derimizin yüzüldüğü, Türk özümüzün sökülüp kuduz köpeklere atıldığı yılları, sürüngen yerine konduğumuz geçmişimizi, tuz bastığımız yaralarımızı asla ve asla unutamayız, unutmamalıyız. “Soya dönüş/diriliş” masallarıyla zorla kandırılmamız, verdiğimiz şehitler ve suçlulardan hiç birine dokunulmaması, tutuklanıp cezalandırılmaması ve bize dayatılan “oldu-bitti, geçmiş olsun” tuzağı hafızamızda canlıdır. Hiçbir şey unutulmamıştır. Avrupa Birliği (AB) vatandaşı Bulgaristan Türkü olarak bizim soy (öz) kimliğimiz Türk’tür. Bulgarların soy kimliği de Bulgar’dır. AB üst kimliğinde bir AB vatandaşı İNSAN ise, eşit vatandaş olarak Bulgar Bulgar’dır, Türk Türk’tür, Makedon Makedon’dur ve Çingene Çingene’dir. Bu tanın-


38

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

madığı halde AB üst kimliği havada kalır. AB katında bir Bulgar Bulgar da, bir İspanyol İspanyol da, bir Bulgaristanlı Türk neden Türk olmasın. Son hesapta, bir buçuk asır geriye baktığımızda Bulgarlar, Türkler, Makedonlar ve Çingeneler Osmanlı ümmetinden çıkmışlardır. Onları Bulgar, Türk, Makedon, Çingene yapan farklılıkları – dilleri, dinleri, yaşam tarzları ve gelenekleridir. Bugünkü farklı etnik kültürler bu farklılık temeli üzerinde yetişmiştir. Bu süreç tamamlanmış mıdır? Hayır tamamlanmamıştır. Bulgarlar, milliyet olarak devlet kuracak kadar Miletleşemedikleri için, bu memlekete devlet başı olarak Al. Batenbergler, Koburglar vs. gönderildiler. Bulgaristan’da yaşayan Türkler kendi kültür ve uygarlıklarıyla millet olarak olgunlaşsalar bile egemenlik ve bağımsızlık hakları olmadığından dolayı otonom bir bölgede toplanmayı dahi başaramamışlardır. 28 yıl önce devletlerini ilan eden Makedonlar hala Devlet adı tartışmalarını aşamadılar. Çingenelerse devlet ve otonomi oluşturma derdinden uzak, geçmişi sorgulamadan, kolsuz bacaksız kalmış öz kültürlerini yaşatmaya çalışıyorlar. Bu bakıma biz, soy kimliği Türk olan bir öncü ve devletçi ırk kişiliğiyle ortadayız. Bulgar vatandaşlığından AB kimliğine yükselirken bütün vasıflarımızı ve niteliklerimizi kapsayan bir eşit haklı kimlikten yanayız. Bu bir ideoloji ve politika meselesidir. İkinci sınıf kimliği, yaralı kimliği, budanmış Türk kimliği kabul edemeyiz. Bu, Bulgarlar da dahil herkes için geçerli olmalıdır. Bütün azınlıkların kolektif hakları, azınlık hakları topluluk hakları anayasada sıralanmalı ve her azınlık devletle şaşmaz bir toplumsal sözleşmeyle bağlanmalıdır. Bu durumda en aranan, en kolay öğrenilen ve en geniş kültürel alanı olan dillerden birinin resmi dil, başka birinin ikinci resmi dil ve her dile kültür, edebiyat ve sanat yaratma hakkı tanıyacak bir halk oylamasına gidilmelidir. Bu olmadan, ulusal mutabakat sağlanmadan, Bulgaristan yeni bir yola açılamaz. Demek oluyor ki, bizim Bulgar vatandaşı olarak Türk kimliğimizle AB kimlikli olmamız yasallaşmalıdır. Başka bir konu da lider konusudur. Yukarıdaki isim sıralamaları Bulgaristan Türkleri arasında Liderliğin siyasi salgın haline geldiğine işarettir. Atanma lider kabul edemeyiz. Geçmişi karanlık lider kabul edilemez. 26 Mayıs 2019’da 7 200 oy alan Lütfi Mestan ile 3 bin oy alan Orhan İsmailov da liderlik denemelerine devam ediyorlar. Biz, lider halktan çıkar derken, topraktan biten bir bitkiyi toprak nasıl besliyorsa, halktan çıkan bir


Makale ve Analizler - 2019

39

lideri de halkımız besler, demek istiyoruz. Ben, Ahmet Doğan gizli servisin perde arkasındaki hükümeti tarafından DPS lideri atandığında, Sofya’da “Al. Stanboliyski” 45/A adresindeki parti merkezini temizleyen hademe bayanlara aylarca maaş ödeyemediğini biliyorum. Fakat o, “ben Bulgaristan Türklerinin bağrından gelmedim” politik bilincinde olduğundan dolayı, halka inip para istemedi. Halk da onu kendinden bilmediği için “al şu parayı” demedi. Ankara’dan para alıp da yarısını yolda harcayanların kurdukları partilerin de hepsi köylerimizdeki dereler gibi kurudu. Son 30 yılda taşıma suyla ne fidan büyüdü ne de değirmen döndü. Naim der,, sev ki, seni de sevsinler kardeşim Gönül bahçende şen bülbüller dile gelsinler ! Bir gün Musalla taşında bittiğinde işin Arkandan ”Gerçekten iyi İNSANDI” desinler !! Durum buyken, Bulgaristan Türklerini küçümsemeyi meslek haline getiren, büyük siyasetçi Aziz Pabuççu geçen ay mikrofon kaptığı yerde, “Bulgaristan Türkleri lider çıkaramıyor, lider problemi yaşıyor” demeye devam etti. Liderliğe mayalanmış kadrolarını 1950’de, 1970’lerde ve 1989 göçünde kaybeden bir milli azınlığın parçalandıkça ruhen kırıldığını görmek istemiyor. Milli kimliğimiz oluşturan simge bir tavuk, bir ördek bir kaz olsa, yumurta tam kabuk bağlayacağı zaman tavuk, ördek ve kaz hep kesildi. Millet olamadıkları için kendi kapsız yumurtalarına bizim kapsız yumurtamız da karıştırıldı ve onlar da bizden, işte bakın yumurtaları dölsüz ve kapsız, onlar da Bulgar soylu masalları yayıldı. Doğal lider oluşturma süreçlerimizi zorla kestiklerini asla itiraf etmediler. Kümese bir gece Horoz diye atılan da ne öttü ne tavuklara tünedi. Olay budur. Ve bu büyük siyasetçi ile birlikte bir defada 5 konferans düzenleyen ve Türkiye kamuoyuna kül yatımızda olmayan masallar anlatan 95’şe tırmanan İsmail Cambazov’a da selamımız olsun. Atalarımızın sözü ile cevap verelim “Akıl yaşta değil baştadır, halkımızın yaşamadıklarını yaşanmış gibi anlatmaksa, günahtır.” Tabi günah ne olduğunu bilenlere… Şimdi Filibe’ye toplanmak isteyenlerimiz hepsi aynı kümesten Horozlardır. Lütfen önce, ellerini yüreklerine koysunlar ve “Allah’ım hainliğin tövbesi var mı?” diye sorsunlar.


40

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Sofraya oturacaklarsa otursunlar. Ve şunu da iyi bilsinler ki, başkasının parasıyla kurulan sofralardan, iftar “misafirliği mitinglerinden” bir şey çıkmaz. O serinlik, yağmurdan sonra esen yeldendir. Önce bu işin ideolojisi tartışılmalıdır. Formülü bulunmalıdır. Gök kubbesi çizilmelidir. Formatı belirlenmelidir. Hedefleri, araçları ve yöntemleri, dostları ve düşmanları görülmelidir. Bu yapılmadan eski günahların affı ve lekelerin temizlenmesi mümkün değildir. İmparatorluklar kurmuş bir millerin kaderi, askerde onbaşı olamamış kendini beğenmiş perçemli ve keçi sakallar tarafından belirlenemez. Önce temel sorunlarımızı ve ödevlerimizi belirleyelim, sonra lider ve milletvekili olursunuz… Saygılarımızla, Son


Makale ve Analizler - 2019

41

Ödevimiz Dünyada Büyük Olmaktır

lıyız

Tarih: 12 Haziran 2019 Yazan: Rafet ULUTÜRK Konu: Olaylara bir de Türk Gözüyle bakma-

Okuldan kovulmuş bir matematik hocası tanıdım. Kovulma sebebi, matematik derslerinde öğrencilerini ders kitabına ve ödevlere sıkıştırılmış dünyadan çıkarıp rakamların sonsuz deryasında gezdirip yüzdürüp eğlendirmez iğmiş. Bunu neden yapıyorsun? Sorusuna, o her defasında şu yanıtı verirmiş. Ders kitabı bir havuz, matematik ise bir deniz hatta bir okyanus, onları çocuklarımızı bu kâinatta yüzmeye alıştırıyorum. 2018 Hon Kong Dünya Matematik Olimpiyatlarında altın madalya alan öğrencilerden dördünün de hocası olduğunu öğrendiğimde çok etkilendim. Araştırdım ve hocanın öğretmenlikten uzaklaştırıldığını, serbest matematik dersi veren bir dershane kurduğunu, Birleşik Amerika ve Kanada’dan öğrencilerine internet üzerinden ders verdiğini ve uyguladığı yöntemi öğrendim. Dünya şampiyonları yetiştiren bu üstat, öğrencilerine ödev çözmeyi değil, ödev kurmayı öğretiyormuş.İlkesi ise:Kuran her zaman bozabilir mantığından hareket edermiş. Biz, Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği – BULTÜRK olarak bir Bulgaristanlı soydaşlar derneğiyiz. Büyük milletlerin milli şuurunun en önemli kaynaklarının başında tarih şuuru gelir inancı ile büyüdük. 1989’da Bulgaristan’dan kovulan soydaşlarımızın orada zorla belleğinden silinen Türk tarihine ve Türk milletine Türk gözüyle bakmayı sağlamak için çabalarımız 2002’den beri arasız devam ediyoruz. “BGHABER.ORG” güncel haber ve siyaset İnternet sitemizin ve aylık “Bulgaristan Türklerinin Sesi” BULTÜRK Gazetemizin, yazıp bastığımız yüzlerce kitabın, düzenlediğimiz uluslararası sempozyumlar, konferanslar, forum ve panellerin, TV Medya ve basın söyleşilerimizin, binlerce görüşme ve sohbetlerimizin bir tek amacı bir tek hedefi vardı: “Dünyayı Türk gözüyle algılayan gençler yetiştirmek.”


42

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Çalışmalarımızın başında bizden önce kovularak veya göç anlaşmalarına göre Türkiye’ye gelen soydaşlarımızla yürütülen dernek çalışmalarını araştırıp inceledim. Yazar ve şairlerimizin kalem ateşiyle halkın memleket hasret ve sevgisini yaşatma gayretlerine tanık oldum. Soydaşlarımızda silkinemeyen ruhsal eziklik izleri buldum. Bir göçmen derneğinin yüksek kulelerinden tarihte Türklerin akılcılığı, her şeyden önce yola çıkarken aklı öne koymamız gerektiğini, Bulgaristan Türklerinin yaratıcı özü ve umutları pek görülememişti. Biz Türklerin din anlayışlarımız bile akılcılığa dayanıyordu, bizim (Mâtürîdî‘nin Eş’arî’den) İslam anlayışımız bile tarih boyu akılcıydı da, gölgede kalmıştı. Türklerin dünyanın üçte ikisini yönetmesinin ana unsurlarından birisi, akılcı, gelişimci, özgür düşünceli ve inançlı oluşlarıydı. Bu yedi bin yıllık dünya tarihinde kurulan imparatorluklar ve devletler buna açık kanıttır. Toplumsal gelişmeyi tabiatın doğal gelişmesinden esinlenerek algılayan Türkler, baharın açması ve güzün yaprak dökümü nasıl doğalsa, toplumsal düzen, imparatorluk ve devletlerin değişmesini de, doğal görüp kabul etmişlerdir. Dünya Devlet kurmayı Türklerden öğrenmiştir. Aslında bizi dünyadan farklı ve üstün kılan da budur. Ne var ki biz yıllarca gelişen olayları, hiç bir şeye sığmayan acı ve çekileri, susarak hafızamıza depolayan ve oluşacak yeni şuurun kanatlanmasını bekleyen soydaşlarımızı yorgun bulduk. Hele yakın geçmişimizde nasıl oldu da bu büyük tuzağa nasıl düştüklerine yanıt ararken zorlanıyorduk. Derneğimizdeki aydınlanma çalışmalarımızı, bugün yaşadığımız tüm sorunlar tarihte yaşadığımız sorunların devamıdır, esası üzerinde, ilkesel bir yaklaşımla işi başlattık. Tarihte Türk Varlığına karşı devam eden savaşlar halen içeride ve dışarıda en şiddetli bir biçimde devam etmektedir. Buna en kesin örnek bizim memleketimiz Bulgaristan’da 140 yıldan beri başımıza sarılan küstahlıklar, din ve dil yasağı, isim ve kimlik silme, asimile edip Bulgarlaştırarak yok etme süreçleridir. Tarihte iz bırakan cami, medrese, hamam ve dükkânlar yıkılırken, kaldırım taşlarının bile sökülmesi, çeşme kurnalarının kırılması, kuyulara domuz başı atılması vs. bunlar hep bu sürecin devamıdır. Onlar Bulgarlar için biz hep Doğulu kaldık. Dilimizi, dinimizi, geleneklerimizi ve yaşam biçimlerimizi öğrenip farklılıklardan demet yapmak için değil, mal mülk güzel olan neyimiz varsa çalmak için sürekli ilgilenip öğrenmek istediler.


Makale ve Analizler - 2019

43

Söz gelimi, Büyük İskender Doğuya uzanan seferine çıkarken, ele geçireceği yerlere ilişkin bilgi edinmek amacıyla yanında bilginler topluluğu da görülmüştür. Napolyon, Mısır’a Paris’in bütün genç bilginleriyle birlikte çıkmıştı. Anadolu Batı için bugün de halen bir gizemdir. Bugün de onların uğraş alanlarından biri yine biziz. Asırlar süren bu irdelemenin içinde en çok Türkler yer aldı. Bulgaristan’da Türk ruhunu bunaltmak için 100 yıl süren çalışmalardan sonra, öncü, vasıflı, düşünen ve ruhunun kanatlarıyla hepimizi kucaklaya bilenlerimizin tümünün kamplara kapanmış olduğu bir anda, 1989 Mayısı’nda Türk kadınların Bulgar tarihinin en görkemli ve en etkin, rejimini deviren ayaklanması, yalnız Bulgarları değil, Batı dünyayı bile sarstı. Ama bu, yeni devirde, Türk Dünyasının neden olduğu birinci sarsıntı değildi. Yeni devir dediğim, çok asırlı imparatorlukların yıkıldığı ve milli devletlerin doğduğu devirdir. Bu imparatorlukların en büyü ve içinden 56 devlet çıkan Osmanlıydı. 1824’ten sonra Osmanlı’dan koparılan her parçada özgür ve bağımsız milli devlet değil, emperyalizme kukla Türk ve Türkiye düşmanı çakallar sürüsü belirdi. Ve örneğin Bulgaristan’da bu düşman çakal sürüsü de hiç arasız hep havladı. Biz kendimizi tekrar-yeniden tanzim edebilmemiz için tarihe ihtiyacımız olduğu bilincinde birleştik. Bu büyük çınarın köklerine su vermeye başlandı. Bu bilgi, bize ana-vatanımızda yaşayan tüm kardeşlerimizin birlik halinde olmalarını sağlamak ve Türk dünyasında yaraları kanayan kardeşlerimizin yaralarına merhem olmak için gereklidir. Biz BULTÜRK olarak bu yola 2002’de baş koyduğumuzda Türkiye Cumhuriyetinde AK Parti yeni iktidar olmuştu. “Benim hayatta yegane fahrim, servetim, Türklükten başka bir şey değildir.” diyen ve hem Sultanlığın hem de emperyalizmin pençesinden koparıp aldığı vatan toprağımızda, İslam bir ülkeden, yeni bağımsız ve egemen modern bir devlet, Türkiye Cumhuriyetini kuran büyük önder Mustafa Kemal ATATÜRK’ÜN asil ve kutsal davası gerçekten yürekten devamcılarını o zaman bulabildi. Biz de tüm Türk Dünyası yüreklenerek bu sefere katıldık.


44

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Aynı yönde birlikte yürüyebilmemiz için ana-vatanımızın Cumhuriyet tarihini seminer konusu etmemiz gerekiyordu. Şevket Süreyya Aydemir’in “Suyu Bulan Adam” eseriyle başladık. Tuna boyundan gelen eski göçmen ailelerinde olan ve milli kurtuluş mücadelesi ateşinde şehit düşen kardeşlerinin de acısıyla kaleme aldığı olağanüstü değerli eserinde ilk kez derin bir gururla Türk milleti adına suyu bulan adamla, Atatürk’le tanıştık. Batı Dünyası ile Türk milleti arasındaki amansız mücadelede bir halkın yediden yetmişe gönüllü olduğunu yaşadık. Birlikte Çanakkale Şehitliğini ziyaret ettik. Kuvveyi Milliye destanıyla Türkiye halkının yenilmezliğiyle yüzleştik. Yaşar Kemal’in “İnce Mehmet” inden Türkün özünde yaratıcı ve yenilikçi güç taşıdığına inandık. Bu arada, “Bu ülke, bizim olduğu için, bizim” gibi tezlerden etkilendik. Türk milleti, İslam ümmeti ve Batı medeniyeti tezleri, “siz İslamlaştırılmış Bulgar’sınız” gibi düşman iddiaları kendiliğimde çözüldü ve zamanla çürüdü.. Türk milletinin oluşumu, politik sahnede yer alışı, demokrasiyi benimsemesi, tek partili siyasi sistemden çok partili sisteme geçiş, NATO ve ABD destekli baskısıyla vesaitten orduya gelen davranış serbestliğinden kaynaklanan bir sürü askeri baskı, özgürlüklere darbeler ve umutları budama, algılama açımızı değiştirdi. Bu zorlu yolda ve bu çalışmalar sonucu, 15 Temmuz 2016’da emperyalizmin devlet sistemimize kümelediği FETO – NATO hain ordusunun askeri darbe denemesini bertaraf ettik. Bu haberi alan dernek üyelerimizin, soydaşlarımızın Başkanımız-Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın çağrısına uyarak sokakları doldurduk. Daha o gece AY-YILDIZLI sancağımızla yan yana dalgalanan BULTÜRK dernek bayrağımızla İstanbul/Bayrampaşa Meydanına yürüyüp dolmamız, “Ne mutlu Türküm diyene!” Sloganlarımızla tempo tutmamız ezgin kimliğimizin değiştiğine, soydaşlarımın kalbine Çanakkale ruhu, yenilmezlik ve zafer ruhu dolduğuna tanık olduk ve bundan gurur duydum. Türk halkının Mustafa Kemal Atatürk’ten sonra, Sayın Recep Tayyip Erdoğan gibi, hukukun üstünlüğü ve halkın iradesine dayanarak devleti yüceltme azmine sahip akılcı ve dönmez iradeli bir önder yaratması, değerine paha biçilmez bir edinimdir.


Makale ve Analizler - 2019

45

Türk düşmanlığının küstahlıkta eşi olmayan numunesi olan ve Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan’ın Sofya ziyaretlerinin birinde Halk Meclisi kapısında yolunu kesip esasız isteklerde bulunan, “Ataka” (Saldırı) partisi lideri V. Siderov, bu sabah (12 Haziran 2019) Bulgar “NOVA” TV kanalında yaptığı konuşmasında, “8 adet Amerikan F-16 uçağı almamız boş iş. Kime karşı kullanacağız. Türkiye Hava Kuvvetlerinde aynılarından 1000 adet var. Erdoğan C 400 füzesavarları almakla akılcı iş yapıyor. Örnek almalıyız!” dedi. Bu sözler, dünyanın ne kadar değiştiğine ve sözde müttefik düşmanlarımızın çıldırdığına en kesin kanıtların başında gelmektedir. Türkiye’de M.K.Atatürk’ten sonra, dost ve düşman dünyanın örnek aldığı, ikinci bir devlet lideri yetiştiren Türk halkını kutluyorum. Söz konusu olan en değerli varlık olan insanların güvenliğini garanti altına almaktır. Türk milletinin ve Türk devletinin en büyük özelliği ve hüneri insan yetiştirmektir. Bir asırda 8 milyondan 80 milyon olan Türk halkıdır. Büyün Avrupa’da tek bir ülke bunu gerçekleştirememiştir. “Sığınmacılar kapımıza gelirse” endişesinden bütün Avrupa halkları korku ve stres geçirirken, hükümetler düşüp, AB birliği parçalanırken, 4 milyar sığınmacıya yıllardan beri ev sahipliği eden Türkiye halkı ve devletinin, Ramazan Bayramı’nda Suriye’ye yakınlarıyla bayramlaşmaya giden mağdurlara sınır kapısında 1 000’er Amerikan Doları harçlık vermesi, dünya tarihinde emsali olmayan bir olaydır. Berlin Duvarını yıkan insan sevgisiyse tüm insanların yarının meşalesini yakan da yine İnsan Sevgisi ve İnsana saygı olacaktır. Sayın Erdoğan’ın Atatürk’ten alıp bu bayrağı ve bu milleti daha da yücelttiği en büyük erdem işte bu sevgidir. Türkiye Cumhuriyeti arkada kalan 97 yılda çok engeller aştı, uzun yol aldı. Bunların en önemlilerinden bazıları, Çanakkale ve Sakarya Zaferlerinden sonra, Cumhuriyetin ilanı, Sevr Anlaşması’nın çöpe atılması, gözlerini Anadolu’dan ayırmayan küresel dünya güçleriyle geçici yeni dengenin Lozan’da kurulması ve ardından emperyalist çemberin perde perde kaldırılması oldu. Birkaç gün önce “Osmanlı’nın bir şeker fabrikası yoktu” saldırılarıyla bunalımda dalgalandırma yaratma çabası, bana dedemi hatırlattı. Hacı Murat dedem, “şu koskocaman Osmanlı nasıl oldu da çöktü, bir anlatsana” diyenlere, malını mülkünü “şekerli çavdar kahvesiyle” içmiş, cevabını veriyordu.


46

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Burada önemli olan Türk milletine kalan Osmanlı mirasının hacmi değil, bir asırda eriştiği doruk ve açtığı ufuktur. Yapılanlar fabrika ve Üniversite sayısıyla, Boğazda dünyayı bir birine bağlayan son Yavuz Sultan köprüsüyle, Boğazın altından geçitler, köprüyolları ve iki taraflı gidiş-geliş otobanları, modern hastaneler, okullar, barajlar, ısı, su ve 3 atom elektrik santrali, savaş sanayi, uçak ve insansız hava uçakları ile vs. sayısıyla ölçülecekse, işlerin hep sıfırdan başladığını asla unutmayalım. Tüm bu tesis ve sistemlere katılan kadroların Türkiye’de eğitilmesi de olağanüstü önemlidir. Rusya’dan C-400 füzesavar sistemlerinin devamı C 500 sistemleri artık Türkiye’de üretilecektir. Oyun kuruculuk işte budur. Matematik ödevlerini artık biz kuruyoruz. Bugün Türk halkının büyüklüğünü ancak Türk halkının zekâsı, her konuda akılcı davranışları ve yenidünya düzeni kuran bir motor durumuna gelmiş olmasıdır. Bu motorun düzenli çalışmasını 23 Haziran’da yapılacak İstanbul Belediye Başkanı seçimleri asla ve hiçbir surette değiştiremez ve etkileyemez. Olacak olan değişiklik olursa bir arabanın çamurluğunu değiştirmesinden öteye gitmez. Bizim için önemli olan Büyük Türkiye Cumhuriyeti’nin daha da büyümeye güçlendirmeye devam etmesine destek olmaktır. 2019’da soydaş olmanın anlamı da budur! Ödevimiz Büyük ve Güçlü Türkiye projesini çizmektir. Oluşturmaktır, yeni yeni fikirler üretmektir. Hepinize başarı dilerim. Anlaşılmayan bir şeyler kaldıysa BULTÜRK Derneğinin kapısı tüm Türk Dünyasına açıktır. Her şey gönlünüzce olsun. Allah Türk Milletine yar ve yardımcı olsun. Bilgi paylaştıkça çoğalır. İnsanlar birlik oldukça güçlenirler. Saygılarımla, Dostlarınızla Paylaşmayı sakın unutmayınız.


Makale ve Analizler - 2019

47

Anadili Nedir

Tarih: 11 06 2019 Yazan: Raziye ÇAKIR Konu: Anadilimizi öğrenmeden bir adım atamayız, dağılıp gideriz. Bu yazı okuyup da anlayanlar, lütfen okuyup da anlayamayanlara anlatsınlar. Okul çağında ve öğrencisini seçimli Türkçe dersine yazdırmamış olan ana babalar, bütün işlerini bir yana bırakıp, önce gidip okul müdürüne OĞULUMU (KIZIMI) Türkçe dersine kaydettirmek istiyorum DİLEKÇESİNİ hemen sunsunlar lütfen! Bugüne kadar birkaç yazımda anadilimizi, Türkçemiz konusunu işledim. Okumayan her kardeşime, ben gibi çocukları olan her anneye yardım etmek, tüm annelerin gönlünü almak için yazmaya devam ediyorum. Daha çok küçük yaştayken babaannem her akşam yatağıma gelip bana “Sütçü Ali” masalını okumasaydı, teker teker duaları, parmak hesabı saymayı öğretmeseydi, ben bugünkü Oya olamayacaktım, bundan yüzde yüz eminim. Konumuza girelim. Sosyal bir olay olan anadili, anlaşılması kadar, anlatılması da kolay olmayan bir konudur. Düşünmemiz, mefhumların (anlaşılanlar, kalple bilinenler) sıralanmasıyla meydana gelir. Mefhumlar ise, dilin yarattığı tabirler (deyişler, anlatımlar, ifadeler, terimler) vasıtasıyla ifade edilir. Dilin, anadilin, Türkçe’mizin doğuşu ve gelişmesi gözlenebilir, ancak izah edilemeyen bir olaydır. Dilin başlangıç noktası, düşüncenin başlangıç noktası ile birleşiktir. Türkçemiz Altay Dağlarında doğayı, rüzgarı, yaban hayvanları yansıya yansıya doğmuş olabilir. Biz, Bulgaristan Türkleri aileleri ve toplulukları olarak kendimizi her bakıma üretebilen, halk bilgimiz, kültür, ahlakımız, din, alfabemiz, yazımız, edebiyat ve tarihimiz ve sanatımızla düşünen bir halk topluluğuyuz. 70 yıldan beri yaşadığımız topraklarda anadilimiz yaşam kavgasında darbeler aldı. 1960’lı yıllarda Türk okullarımız kapandı. Din eğitimimiz yasaklandı. Tiyatrolarımız, ardından birer birer Türkçe gazetelerimiz, dergilerimiz ve tüm basın yayın etkinliklerimiz yasaklandı. Plaklarımız, kasetlerimiz toplanıp yok edildi. Konuşma dilimize ceza geldi. Türkçe konuşandan 5 leva topladılar. Bunların hepsini biz hepimiz biliyoruz ama biz


48

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

canlı insanlarız, çocuklarımız var, yaşayabilmemiz ve ürememiz ve kendimizle birlikte maddi ve manevi hayatımızı da yaşatabilmemiz için anadilimize, Türkçemize ihtiyacımız var. Ailede, işte, yolda ve toplumda kullandığımız dil anadilimizdir. 3 500 köyümüzün adı, 2 536 cami ve mescidimizin, 3 bin kabristanlığımızın ve 10 bin çeşme, ayazma ve pınarın, bütün dere, çay ve ırmakların adı Türkçe idi Bulgarca oldu. Bu bir kültür katliamıdır. Şimdi ancak halk dilimizde Türkçe yaşıyorlar. Olaylara gerçekçe baktığımızda, Bulgarca ve diğer diller başkasının eşeğidir. Biz Türk kimliğimizi Bulgar eşeğiyle taşıyamayız. Düşünün lütfen! Bu işte siz bana hak vereceksiniz. Bunun için çocuklarımız Türkçe ders odalarına cıvıl cıvıl dolmalıdır. Biz, her birimiz tüm öteki insanlar kadar değerliyiz. Dili, yazı dili, edebiyat ve kültürü, halk bilgeliği ve dini olmayanların ikinci sınıf insan muamelesi gördüklerini görebiliyoruz. Bizi anadilsiz duruma getirmek, çocuklarımızı Türkçesiz bırakmak isteyenler planlı hareket ediyorlar. Emekli maaşlarına zam dendiğinde “para yok” cevabını verenler. Savaş uçakları almaya para buluyorlar. Türk çocuklarını anayurtlarına toplayıp domuz etiyle beslemeye ve Türkçeyi öğretmeden Bulgarcaya bağlamaya para buluyorlar. Çingene ve Türk çocuklarını 2-3 yaşında Bulgarlaştırmakla uğraşacak eğitmen ve öğretmenlerin maaşlarına yüzde yüz zam yapıyorlar. Türkçe bilmeyen Ahmet Doğan’ı başımıza saranlar 30 yıldan beri aynı hedefi izliyorlar. Bu sene Bulgaristan’ın birkaç yerinde – Plovdiv, (Filibe) ili Maritsa (Meriç) belediyesi Voyvodino mahallesinde, Varna’nın Manzura mahallesinde, Gırmen Belediyesinde, Nova Zagora (Yeni Zara) ve Gabrovo ‘da Çingene evlerini yakanlar, Bulgarlaşmayı kabul etmeyenleri sindiriyorlar. Biz Türkler de ötekileştiriliyoruz, fakat şiddetin topuzu sanki vahşetin son boyutuna henüz erişmedi. Düşmanlarımızı durduran bizim dünyada en ilerici kültürden, dinden ve en güzel dili konuşanlardan olmamızdır. Çingenelere (Romen) nüfusa gelince, gazetelere bakıldığında, Bulgarlar düzenledikleri saldırı hareketlerinde Orta Çağ Avrupa’sı barbarlığından ilham alıyorlar. Şöyle: Bulgaristan’ın “News, net” yayını, 22. 10. 2009 tarihinde Çingenelerin anadil analizini “Irkçılık ve Çingeneler” başlıklı bir yazıda anlatmıştır bunu. Bu yazıda Çingenelerin başka dil öğrenmemelerini, Bulgar kültüründen ilham almadıklarını “ırkçılık” olarak nitelemiş ve “ırkçı özün” kapalı Gettolarda olduğunu yazdı. Çingenelerin yazı dili olmayan, ancak konuşma dili olarak yaşayan ama anadillerinden ödün vermedikleri için kendilerini “üstün ırk” saydıklarına vurgu yaparken, alevlendirdikleri ırkçılığın esin kaynağı olarak tarihten şu örnekleri taşımakla kendilerinin haklı olduklarını


Makale ve Analizler - 2019

49

sanıyorlar. Öyle olsaydık, öteki milletlerin kültürünü öğrenmeye çalışırdık, ama biz buna hiçbir zaman gerek duymadık, diyorlar. Bulgaristan’da Çingene evi, mahallesi yakanların gerekçesi şudur: “Adet, töre ve kültürleri ırkçı olduğundan dolayıdır ki, Çingeneler (Romenler) ayak bastıkları toprakların hepsinden kovulmuşlardır. 1 500’lü yıllarda Hollanda’dan, 18. Yüzyılda İngiltere’de kovuşturulmalarının, XIX. Yüzyıla İskandinav ülkelerinde kısırlaştırılmalarının, İtalya’dan kovulmalarının, Nazi Almanya’sında zülüm kamplarında yakılmalarının” nedenlerinin hep aynı olduğunu, düşünün, siz de haklı olduğumuzu kabul edersiniz, diyor bu yazıyı kaleme alan… Dünya’da bugün 152 milyon çocuk okula gitmiyor. Bunların daha fazlası Romen, bizdeki durum da aynıdır. Politikacılar, Tarih boyu bütün Avrupa’da bir Çingene Okulu kurulmadığını itiraf etmiyor. Victor Hugo’nun “Noter Dam’ın Kamburu” romanında güzeller güzeli Esmaralda’nın, Verdi’nin “Othello” operasında başroldeki Destamona’nın okuma yazması olmayan Çingene kızları olduğunu hiçbir yerde kaydedilmemiştir. Bu olağanüstü ince bir tespittir, çünkü Çingeneler yetenekleriyle Avrupa sanat hiyerarşi basamaklarından çıkarak Viyana Hasburg Saraylarına girmeyi dahi başarmışlardır. Bulgaristan’da Osmanlıdan buyana tüm tarımsal, ormancılık, hayvancılık, hatta inşaat ve taşımacılık iş dallarında kullanılan alet edevatı, ev eşyalarını üreten ve bakımını sağlayan, düğünlerimizde çalanlar hep onlardır. Şu da var. Ben şahsen bir Çingene usta elinden su içip de usta olan başka bir ırktan birini tanımıyorum. Belki de onlar tüm bildiklerini yapabildiklerini ve hayal ettiklerini kuşaktan kuşağa kırıp dökmeden, değer kaybına uğramadan, büyük bir maharetle anadilleriyle devredip hediye olarak verebiliyorlar. Biz Türkler öyle değiliz. Dilimizin doğduğu ve Türk kimliğimizden ayrılmaz ve kopmaz bir öz parça olarak kalbimizde ve hafızamızda, duygularımızda ve hayalilerimizde yaşlanmadan kendini sürekli gençleştirip zenginleştirilerek gelmeyi başardıysa ne mutlu bize! Türk dili bugün tüm dünya dilleriyle sözlüklerle ve bin bir başka ilişkiyle bağlanmış, Türkiye ve Türk Dünyası baştanbaşa Yüksek okul ve Üniversitelerle donatılmıştır. Öğrenme kolaylığı ve zenginliğiyle elektronikte yaşama sevdasıyla geliştikçe gelişiyor ve bu Utkan sefere bugün dünyaca devam ediyoruz.


50

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Aslında anadili yaşatmak bir yere kadar, gönüllere dolup taşan, şiirleşen ve destanlaşan bir olaydan çok farklı bir şeydir ve bu bilgeliği bize bırakan TASAVVUF YOLU olarak bize şöyle geçmiştir: Bir gün bir adam, Hz. Peygamber’in olduğu meclise girip sorar: Ey Allah’ın Elçisi, “iman” nedir. Peygamber Efendimiz soruyu cevaplar. İmamın ne olduğunu anlatır… Adam yine sorar: Ey Allah’ın Elçisi, “ihlas” nedir? Peygamber efendimiz soruyu cevaplar. İlhas’ın ne olduğunu anlatır: Adam yine sorar: Ey Allah’ın Elçisi, “İhsan” nedir? Peygamber efendimiz soruyu cevaplar: İhsan, Allah’ı görür gibi ibadet etmektir. Sen onu görmüyorsun ama O seni görür… İşte ana-baba, dede-nine olmak da böyle bir şeydir. Eve beyinlik ödevlerinin çocuğu emzirip doyurmak ve altını temizlemekle birlikte en başında bildiklerini becerilerini hiç eksiksiz, hiç kıskanmadan, hiç üşenmeden çocuklarımıza aktarmak gelir. Özellikle esaret altında olarak tarif etmek istediğim, şu yasaklı ülkemizde , çocuklarımızı Müslüman Türk olarak aşılamak, beyinlerine ve ruhlarına tüm bildiklerimizi aktarmak ödevlerimizin arasında en önemli olandır. İşte bu anlamda bir ananın çocuğuna anadilini öğretmesi en büyük hayır, İhsan, Tasavvuf yani Allah’ı görür gibi ibadetetmektir. Türkçeyi çocuklarımıza öğretmek, Türk aile kültürümüzü, tüm adetlerimizle yaşatma Türk kimliğimize ibadettir. Allah herkese bir dil vermiştir, ama Türk’e Bulgar dilini, Bulgar’a Türk dilini vermemiş, bin bir işaretle bizi ötekilerden ayırıp kaynaşmamızı engelleyen kale duvarı gibi sınırlar çizmiş ve “herkes kendini bilsin” demiştir. Biz bu ödevin ne kadar zor ve önemli olduğunun bilincindeyiz. Size bu zor ortamda, bu davette bulunurken babalarımızın ve dedelerimizin savaş tutsağa gibi kamplarda ve zindanlarda çürütüldüğünü, kürek cezasına çarptırılıp 5-10 sene bedava çalıştırıldıklarını, ailelerimizin köyden köye sürüldüğünü, unutmadık, biliyoruz. Bizim Türklük mücadelemiz aynı keskinlikle, aynı amansızlıkla devam ediyor ve edecektir. Türkiye’ye göç edip, yerleşerek, Güneşin doğuşundan batışına kadar, her gün sefa sürmek, hiç birimizin Türk Kimliği mücadelesinden teskere aldığı, emeli olduğu veya özürlü maaşına bağlandığı, süresiz izne çıktığı anlamına gelmez.


Makale ve Analizler - 2019

51

Bulgar iktidarları, ırkçıları, geri kafalılar ve milliyetçilik bozguncuları bizimle 140 yıldan beri uğraştıkları gibi, Çingene (Romen) kardeşlerimle de arasız ve sistemli şekilde sözde “ilgileniyorlar.” Daha inandırıcı olabilmem için şöyle bir örmekle fikrimi desteklemek istiyorum: Bulgarlar “Çingene dili yok” iddiasında bulunsalar da, Çingeneler, Çingene dili ve Çingene kültürü dünyanın bütün büyük ansiklopedilerine, oradan sökülüp çıkmayacak bir şekilde girmiş ve yerleşmiştir. Çingenelerin “Çingene olmayanlar” için özel sözü var. Bu söze “gaco” veya “gace” olarak rastlanır. Gücendirmek amacıyla kullanılır ve anlamı “vahşi”, kültürsüz bir kişiye işaret eder. Britannica Ansiklopedisine ve 22 ciltlik Ana Britannica’ya geniş olarak giren bu kavramla Çingene Kimliği araştırmalarına geniş yer verilmiştir. Avusturya/Gratz şehrindeki Karl-Frans Üniversitesi’nin Rombase Projesinden bir alıntı: “ Çingeneler tarafından kullanılan “Çingene değildir” kavramlarının hepsi kin, nefret ve öfke yüklüdür. Fıkrası şudur: “Gaco” (Çingene olmayan asla doğru bir şey söylemez.) Asırlar içinde Çingeneler kendileri ile ötekiler arasına aşılmaz duvarlar dikmişlerdir. Ne var ki, bu duvarlar ancak bir yönde geçilmezdir. Bir “gaco” hiçbir zaman gerçek Çingene (Romen) olamaz. Çingene dilini konuşan, topluluğun kabul ettiği, Çingene geleneklerine uyan ve hatta kendisini “Romen” zanneden bir “Çingene olmayan”, ancak kendisi asimile olmuş ve Çingene’ce bilmeyen biri tarafından Çingene olarak kabul edilebilir. “Romen” olmak doğuştan bir hak olarak kabul edilirken, “gacoluk” sonradan da öğrenebilinir. Çingene literatürü ve halk ananelerinde Çingene olmayanlar olumsuz sima olarak geniş olarak konu edilmiştir. Onlar Çingene olmayanlara güvenmedikleri gibi, onlarla alay ediyor ve kötü gözle bakıyorlar. “Sokrates” Programı kapsamında Avusturya Bilimler Akademisiyle birlikte hazırladıkları bir raporda “Çingeneler kendileri ile ötekiler arasına aşılmayan sınırlar çekmiştir” deniyor. Bulgaristan’da bu tespitlerden söz edilmiyor. Koşullara uyan Çingenelerin yaşamlarını sürdürebilmek için kendi içlerine çekildiği, kapandığı ve başkalarına “güvensiz, alay ederek ve lanetleyerek” baktıklarını kimse itiraf etmek istemiyor. Bulgar dilinde “Bulgar olmayan” sözü yoktur. Bulgar basınına bakıldığında, Bulgarların diğer halklarla ve etnik topluluklarla, bu arada Çingenelerle (Romenlerle) yaşamakta sorun yaşamadıklarına işaret ediliyor. Öte yandan Çingeneler, Çingene milletinden farklı olan diğer etniklerden temsilcilerin kapanıp yaşamasına izin vermedikleri


52

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Gettolara sanki gönüllü çekildikleri izlenimi uyanıyor. Onlar bu gettolarda kendi anadillerinde konuşmaya devam ediyorlar. Okullar geleneklerimizi bozar kuşkusuyla, gettolara okul kurulmasında ısrar etmiyorlar. Çocuklarını Bulgar okullarına göndermiyorlar. Çingenelerin Bulgarlar hakkında özel bir “sözü” var. Bu “das” sözüdür. Anlamı “köle” imiş. Çingeneler Bulgarlar için kullanıyor. Britanya/Manchester Üniversitesi “Romen Dil Bilgisi ve Romen Dili” konulu araştırmada şu sonuç elde edilmiştir: “Çingeneler öteki halklara “gaco” veya “gace” derken, İslavlar için Hintçede köleler için kullanılan “das” sözünü kullanıyorlar.” Savaşlardan sonra, çocuk yaşta kimsesiz kalan Romen çocuklar toplanmış ve Bulgar yatılı okullarında eğitilmiştir. Kitleyi denetlemek ve kontrol altında tutmak için 1990’dan sonra 1 560 eğitimli Romen genç, meslek sahibi Çingene yetiştirilmiştir. Böylece Bulgarcadan başka dil bilmeyen ve Romen yaşam tarzını ve ahlakını bilmeyenler zümresi oluşturulmuştur. Anadilleri Romence olmayan bu gruplara Gettolarda “daskane Roma” denmiş. “Bulgarca konuşan Çingeneler” yani Türkçemizdeki “Gavur Çingeneleri” grupları böyle oluşmuştur. Böylece “das”ın Türkçesi olarak, artık pek kullanılmayan “Gavur” belirirken, son yıllarda beliren olaylardan sonra Bulgarlar Çingenelere “yaban” ve “köle” gözüyle bakmaya devam ediyorlar. Bu gelişmelerin temelinden düşmanlık fışkırdığı, ülkemizdeki etniklerin arasında çok ciddi sorunlar yaşandığı, Bulgarlar diğer etnik azınlıklarla uzlaşma yolunda diyalog kurmaya bile yanaşmaz ve ancak kendilerinden olmayan her şeyi reddetmekle yetinirken, şimdiki dönemde hiçbir konuda uzun vadeli yaklaşmadan söz bile edilemez. Burada 140 yıldan beri birbirini tamamen olumsuzlayan değişik kültür anlayışlarından söz edebiliriz. Romenlerin bile kültür ve medeniyeti kendi tekellerinde tutmaya çalıştığı bir ülkede yaşıyoruz. Ne var ki onlar Hindistan’dan çıkalıdan bu yana hiçbir yerde devlet, otonom bölge, kültürel muhtariyet kurmaya çalışmamışlar, hep kendi anadillerini konuştukları ve birbirlerine arka olduklarından dolayı asla dağılmamışlar ve yok olmamışlardır. Oysa hiçbir toplum hiçbir ırkın ve milletin tekelinde değildir. Bulgaristan Türkleri 4 lehçe kullanırken, Romenler 8 lehçe kullanıp 3 dine – İslam, Ortodoks ve Evangelist – bölünmüş bulunuyorlar. Fakat onların camisi ve kilisesi, imamı veya papazı yoktur, ana millet dedikleri “gace”lerin hizmetlerinden yararlanırlar. Bulgaristan’da Romen ya da Çingene mezarlığı da yoktur. Bu bakıma 140 yıldan beri uygulanan ötekilerin anadilleri, din ve kültürleri hep reddedilerek üstün gelme siyaseti, devlet tarafından uygu-


Makale ve Analizler - 2019

53

landığında ancak bunalım ve çöküş yaratmıştır. 3 milyon vatandaşın daha elverişli yaşam ortamı aramak için artık vatanı terk ettiğini görüyoruz. 1879 Anayasası sözde herkese eşitlik ve seçim hakkı tanırken, Bulgaristan Müslüman ve Hıristiyan Çingeneleri 1945’e kadar oy kullanmamıştır. 26 Mayıs 2019 Avrupa Parlamentosu seçimlerinde 600 bin Bulgaristan,Türkiye ve Avrupa Birliği vatandaşı Türk de oy kullanamadı. Anadillerinin üstüne basılmış olanlar sıkıştırılmaya devam ediyorlar. Anadili nedir? Anadili insanı insan yapan, kültür ve uygarlık yaratan silahtır. Yarınlarımızın olmazsa olmazıdır… Devam edecek.


54

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yeni Köprüyü Birlikte Kuralım

Dostum Georgi KULOV’un kitabı için yazılan yazı Yazan: Rafet ULUTÜRK Bulgaristan Yazarı Sn. Georgi Kulov’un “Köprü” kitanın ikinci baskısına önsöz. Adı “Köprü” ya da “Köprüler” olan birçok kitap okudum. Adına “tünel” denen, üstü kapalı ya da yeraltı geçitlerinden de çok geçtim. Kitapların arasında beni en fazla etkileyen İvon Andriç’in “Drika Köprüsü” eseri oldu. Türküsünü dinlerken de, daha o zamanlar köprü inşaatına engel olanların kazığa çakılışı gelir gözlerim önüne… Andriç’in “Nobel Ödülü” alan, derinliği açısından her satırıyla bugün de canlı konusu, her sayfası ibret dolu bir öyküdür. Bu başlıkla, sosyal yaşam aşamalarını anlatmaya çalışan yazarlar, geçmişin renklerinin bugün de yaşadığını anımsatır. Geçmişi unutmak isteyenlar, bu gibi eserleri okumaz. Acı dolu geçmiş belleğindeki tarihsel nostalji sayfası kapalıdır. Biz 1989’da Bulgaristan’dan kovulanlardanız ve hafızamız canlıdır. “Köprü” konusunda benden önce yazanlara göre, Üniversitede “zengin” bir tarih eğitimi alan ve belleğini komünizm yıllarında tek ışıklı tarih aydınlığı ile dolduran, Yambol Doğumlu Georgi Kulev Doğu Rodoplar’ın Kırca Ali şehrine, iline ve yöresine geçmişi araştırıp günümüzde yararlı olacak birşeyler bulmaya gönderilmiş. Kendisi geldi dememiz hiçbir şey değiştirmez. Çünkü Bulgaristan’da manevi hayatı, tarihi, bugünü ve geleceği konu edenler çok dikkatli kişilerdir ve ana ödevleri ellerindeki kristal vazoyu düşürüp kırmamaktır. Çünkü bu vazonun içindeki cin çıkarsa, belki de beş on yazar dışında, tarihi konu eden veya etmiş olan yazarların hepsinin eserleri tek yönlü bulunup yakılması gerekebilir. Georgi Kulov vaktinde tarih okuyanların toplam sayısı 1 200 kişidir. Onlar Profesör, doktor ve doçent sıfatlarıyla yazsalar da eserleri arşivlerde toz topluyor. Kulov’un “Mostıt” (Köprü) eserinin ikinci baskıya hazırlanması övgüye değer bir olaydır. Bir de toplumsal tabakaların değiştiğine işarettir. Georgi KULOV, Velliko Tırnova’da üniversite okurken, Güney Doğu Rodoplara gelirken ve Arda nehri boyuna serilmiş bu “güzel şehirde” yaşarken ve bu onun üzerindeki iki köprünün ikisinden biri üzerinden her gün mutlaka geçerken ve adına “Su Aynası” denen köprüler arasındaki suya baktıkça, her defasında geçmişten fazla bugünü görmüştür. Su aynasına kendisi baktığında kendini, aillesiyle baktığında ailesini, komşularıyla baktı-


Makale ve Analizler - 2019

55

ğında komşularıyla kendini görmüş, fakat hiçbir zaman, bu şehirde daha önce yaşanmış olanları ya da gelecekte yaşayacak olanları görememiştir. Bu açıdan o, kitabında “kurduğu” köprüyü geçmişle gelecek arasında bir kuruntu olarak yaratmıştır. Ne yazık ki, o su aynasında görülmeyen geçmişte köprü başları pek çok defa bombalanmıştır. Hiçbir suçu olmayan insanlar köprüsüz kalmış, kah bu yakada, kah o yakada çırpınıp kalmışlardır. Aynı zaman kesiminde yaşayan insanların arasında en önemli ve değerli manevi köprü olan, kültür ve tolerans köprüleri de kurşuna dizilmişti. Kültür, kökü latinceye inen bir kavramdır. Bulgar halk dilinde bir karşılığı olmadığından dolayı, eserdeki köprünün Bulgar köprübaşı aslından yoktur. Burada ancak bir asma köpriden söz edebiliriz. Üstelik öyle bir gerçek de var. Doğu Rodoplar Bulgar devletine katıldığından beri ancak dolu dolu 2 kuşak geçmiştir. Bir kültür yaratılması ise, her yeni topluluğun en erken üçüncü kuşağında kültürel mayalanma başlar ki, dönemin geçirdiği sarsıntı, kırgınlık, derin ve dev parçalanma ve bunalımlar bu yönde ciddi adım atılmasına ciddi engeller yaratmıştır ve yaratıyor. Bu noktaya şöyle bir ilave yapılsa, konu daha parlak açılmış olur. Güney Doğu Rodoplar’ın en bilinen köprüsü 15. Yüzyılda Eğiri Dere (Ardino) yakınlarında Arda nehri üzerine kurulan ve hala ayakta olan “Şeytan Köprü” dür. Bu köprünün öyküsünde, tamamlanmasına yardım eden şeytanın ilk geçenin canını istemesi, sanki son yarım asırda başımıza gelenlere – isim değiştirme, din değiştirme, kimlikten olma vs – bir ibret aynası oldu. Bu bakıma yerliler köprüden geçip de ciddi bir iş yapılabileceğine inanmaz oldular. 20. Yüzyılda kimliklerini satıp hain olanlarla şereflerini koruyanlar arasında göze çarpan fark görmekte zorlanıyorum. Köprü rüyası gören yerliler, bir çok defa, tövbelerinde “keşke çölde doğmuş olsaydım” demişlerdir. Çöldekiler, köprü görmeden, köprülerin ne işe yaradığını, bu aracın mecazi anlamını bile öğrenemeden ya da asla köprü düşünmeden bir ömür geçirebilir. Güney Doğu Rodoplular engemeli, dereli tepeli, bol yağışlı, selli bir diyardır. İnsanları köprü rüyalarına inanır. Düşlerinde köprü gören, acılara ve yıkımlara karşı dik durur. Son 3 kuşağın Bulgaristan’da yaşadığı sıkıntılar, manevi yolun defalarca çöküşü ve gelecek yollarının kesilmesi, ruhsal dünyamızın sele itilmesi, alınan ağır yaralar hep köprü üzerinde amansız kavga şeklinde yaşanmış ve yorumlanmıştır. Bu sebeple olacak ki, örneğin köprü yıkılmasına, kişinin, işlerinde bazı sorunlar yaşayacağına, yolun karanlık olduğuna işarettir. Rüya yorumcularıyla yapılan anketlerde, geçen


56

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

asır dereleri bile bahar mevsiminde dolup taşan ve bol bereket taşıyan bu dağlı tepeli yöre ırmakları üzerine demir köprü kurulduğunu rüyasında gören hiçbir kimseye rastlanmamıştır. Kuşkusuz köprüler, dereler, çaylar, nehirler ve büyük ırmaklar üzerine kurulur. Onlar, insanların bir yakadan öte yakaya geçmesini ve geri dönmelerini sağlar. Fakat kültür köprüsünden geçen ve kendini kaptırıp özüne dönemeyenin kaderi karanlıktır. Çünkü özünden kopan yok olur. Kültür tarihinin en büyük edinimlerinden biri olan köprü, aynı zamanda kendi başına bir kültür simgeler. Kültür dediğin ince bir olay. İçindeki gönder edebiyat, sanat ve sanatın su aynasını ve köprü kemer ve ayaklarını çizen şairlerimiz köprülere sevdalıdır. Şiirimizdeki “kader köprüsüdür.” Üzerinden geçeceğimize inanırız. Birlikte ilk fotoğgrafı çekene kadar, sevgilisini su aynasında arar şairlerimiz. İşte bir örnek: Sevgili yetmiyor ‘sevgili’ sözü tek başına. Karşılamıyor içimi dolduran duyguyu. Oysa ben “sevgili” derken neler düşünüyorum bilsen. Sonsuz, bir güneş bir yudum rakı çiçeğe durmuş ince bir bahar dalı oğlumun sıcak yanağı anamın acılı gözleri babamın tütün kokan eli evimizdeki kuş yarının güzel günleri. Anlatılması güç binlerce duygu ve sen… İşte sen beni hayata bağlayan en güzel köprüsün; köprülerin en güzelisin. Sevgilim… Güzelim… İnsanı yaşatan içimizdeki hayat böceğidir. O ölürse hayatımızın da tadı biter. O sakın ölmesin yaşat onu. Doğu Rodoplarda yaşayan kardeşlerimizin, tarihçi yazar Georgi Kulov’un bölgeye geldiği 1980’li yıllar, terörden kurtuluşa “köprü aradığımız” yıllardı. Totaliter devlet geçmişimizi çalarken, yolumuzun meşalesi olan aydınlarımızı Avrupa’nın en bol sulu nehrinin en ısız ve en karanlık, köprüsüz “Persin” adasındaki “Belene” kampına hapsetmişti. Köprü arayan kardeşlerimi karanlığa hapsedip, sesi her hücre odasında duyulan hoporlerden saat başı Tuna nehri suyunun yükselişini bildirmek, bütün hücrelerin su sırtında kalacağını tekrar tekrar duyurmak ve yaşanan acıları paketleyip çöpe atarak yeni bir hevesle “hoşgörü köprüsü” hayaline masal okumak, gizli bir acının yeniden yanmaya başlayacağı duygusu uyandırıyor, ne yazık ki!… 1878’de bizim 2 960 köyümüz vardı. Şimdi ise 1300 köyde yaşıyoruz. Bu 1 600 köyümüzün insansız kalması ve harabeye dönüşmesi, tüm köprülerin yıkılması, doğanın nadas kalması, Bulgar devlet ve kavmini daha kültürlü yapmadı! Toleranslı da yapmadı! Zor kullanmış, zulüm etmiş bir topluluk, teröre araç olmuştur, yine olabilir, dolayısıyla “kültür” ve “toleranstan” söz edilemez, asla pay isteyemezler. Hiç bir şey kültürlü davranış


Makale ve Analizler - 2019

57

veya toleranslı tutum sonucu yok olmaz ve olmamıştır. Bize şiddet uygulandığı için köylerimiz, yollarımız, köprülerimiz, okul ve camilerimiz harap oldu, mezar taşlarımız yere yaslandı. 1989 “Büyük Göçünden” kültürel soykırımdan bugüne kadar, arkamızdaki köprüyü havaya uçurmaya çalışan biz değiliz. Irkşı, aşırı milliyetçi, öteki düşmanı, kudurmuş saldırgan, seçimde oy kullanma, seçme ve seçilme hakkımızı yasaklayan ve kısıtlayan faşizan söylevli yeni kuşak, “bağımsız ve tarafsız” medyalar, politikacılardır. Anadilimizi konuşmamızı yasaklayan bir siyasi kale var karşımızda ve onlar biz gibi dilsizlerle aynı köprüde buluşmak isteyecek mi? Nazi ırkçılarını taklit edenlere tahammülümüz yok ve olamaz… Demokratik dünyanın en doğal insan hakkını elimizden alan, kısıtlayan, hatta vatanımızda kalan kardeşlerimizin yaşadıkları evleri ateşe veren ve bayram eden gözü dönmüşlerin dayandığı kalenin devlet olduğunu görmek ne kadar acı verici, bir bilseniz. Memleketimizde insan hakları ve azınlık hakları konusunda baskı uygulayan Bulgar devleti ve kışkırttığı vahşi sürüdür. Bunun anlamı ise, tolerans köprüsünün bir ayağının hayal olduğu bir ortamda, insanları aldatmaktan zevk duyanlar ortadadır. Ülkemizde bu bakıma en küçük umut kırıntısına yaşam ortamı olsaydı bu gün 3 milyon soydaşımız, uçağa binip “herşeyi başınıza çalın” demezdi. En büyük tolerans, gerçekleri görmektir. İnsanın en yakın dostu onu ameliyat ederek canını kurtaran cerrahtır. Bulgaristan bizim Vatanımızdır. Ata-vatanımızdır. Bizim vatan hakkımızı hiçbir kimse, hiçbir güç, hiçbir anayasa ve ya yasa elimizden alamaz. Vatan hakkımız kutsalımızdır. Hepimizin ata toprağımızla köprüler kurma hakkımızdır. Dolayısıyla köprü başlarını ele geçirip havaya uçurmak isteyenlerle mücadele de hakkımızdır. Köylerimizi dünyaya bağlamaya gerekli köprüleri biz kendi ellerimizle de kurabiliriz. Bizim köprülerimizden geçmek serbesti ve şimdi de özgürdür. Soru şudur: Kırılan gönül köprüleri ne olacak? Sırtımızdaki sopa izlerini zaman köprüsü silemedi. Yeni köprünün bir ayağı eski öteki ayağı yeni olamaz. Hesap sorulmamış katillerle dostluk köprüsü de kurulmaz… “Büyük 89 Göçü” bize köprü oldu. Acılardan sonra geçtiğimiz son köprü hepimizi cenette götürdü. Kovulanlar da Allah kulu, bu unutulmasın! Bizi utanç veren bir “kültür” kovarken, hepimize karşı sevgi saygı dolu bir kültürün kucağında bulduk kendimizi. En yakın akraba gibi karşılandık, huzur ve mutluluk bağrını açık bulduk. Yazılanları okurken bu görüşler sanki değişiyor. İnsan görmediği, yaşamadığı bir şeye inanmıyor.


58

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ne yazık ki, insanların kendi söylediklerine inanma özelliği var, fakat bu onların kendi söylediklerini gerçek anlamlı uyguladığı anlamına gelmiyor. Yalan, dolan, kandırma, hayal kırıklığına uğratma nefes almaya devam ediyor. Özür dilemekle şifa bulmayan acılar var. Bulgar toplumu himaye altında olmayı seviyor. “Türklere ne yaparsanız yapın, başınıza bela gelmez” sözlerini işitmekten zevk alıyor ve gurur duyuyor. Bu gerçek, tüm tolerans ve dostluk, uzlaşma ve aynı hedefe yönelme köprülerine dinamit olan bir ayrıcalıktır. Her köprünün her iki ayağı ve tüm ayakları aynı beton ve demirden, aynı harçtan ve taştan değilse, hiç birimiz geleceğe geçemeyiz. Köprüden geçmek temiz ruhlu insanlar için büyük şereftir. Ne var ki, kettiler ile mazlumlar aynı anda aynı hislerle yaşayamaz. Bu mümkün değil. Şu da bir gerçektir, dünyada tek yönlü köprü yoktur.. Kültür de ötekilerin nimetlerini gasp etmek değildir. Kültür farklı olanı tanımak, özelliklerini ve hünerlerini öğrenerek onunla dostluk kurmak ve işbirliği yapmak için yakınlaşmaktır. Şu itiraf benimdir. Bulgarca’da ve Bulgar maneviyatinda “kültür” ve “tolerans” eksikliği var. Bu kavramların Latince’den veya Fransızcadan gelmiş ve Bulgar diline yerleşmiş olması ve hatta her cümlede kullanılması, geleneksel olanı değiştirmiyor, hayatı zenginleştirmiyordu. Farklılıkların birliğinden güç almak isteyenler henüz hayat hakkı istemiyorlar. Kültürlerin toz-laşabilmesi için aynı zamanda açması gerekir ve bir şey daha var. Memleketimde arılar 4 metreden yüksekte uçmaz ve uç dalları tozlaştırmazlar. Bulgar kültürünü sürekli balon gibi şişirenlere ve toleransı dillerine dolamış olanlara şu ricam olacak: Lütfen boyunuzu ölçün. 4 metreyi geçmişseniz, önlem alın ve halk arasına dönmeye çalışın. Yazar Georgi Kulov’un aramıza katıldığı yıllarda yaşadıklarımızı bir daha yaşamak istemiyoruz ve eğer kültür ve tolerans köprüleri kurulacaksa, köprüyü birlikte çizip kurmak isteriz. Dostlarınızla paylaşmayı unutmayınız


Makale ve Analizler - 2019

59

Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti

Tarih: 11 Haziran 2019 Hazırlayan: Nargiz Gurbanova Türk – İslam Dünyasında Devlet Düzeninin Yeni Modeli Dünyanın dört bir yanındaki Azerbaycanlılar için tarihsel önemi olan bir olayı simgeleyen Cumhuriyet Günü, Azerbaycan’da en önemli bayramdır. O gün, 28 Mayıs 1918’de Azerbaycan Milli Konseyi tarafından Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti’nin ilan edilmesi kutlanır. Bu yıl, Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti’nin (ADC) 101. Yıldönümünü onurla anıyoruz. 1918 yılında Azerbaycan Milli Konseyi tarafından Bağımsızlık Bildirisi’nin kabul edilmesi, Azerbaycan devletini parlamenter demokrasi olarak yeni bir biçimde yeniden kuran tarihsel bir olaydır. O gün, Azerbaycan, etnik mensubiyetlerine, din, sosyal durumu ve cinsine bakılmaksızın bütün vatandaşlarının sivil ve politik haklarını güvence altına alan bir demokratik cumhuriyet ilan edildi. Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti, İslam ve Türkî dünyada birinci laik ve parlamenter demokrasi, kadınlara eşit seçme hakkı tanıyan, nüfusunun daha fazlası Müslüman olan ilk devlet olurken, Avrupa ülkeleri arasında da ilklerden biri oldu. Yeni Cumhuriyet, Birinci Dünya Savaşı yıllarındaki çok çağrışımlı iç ve uluslar arası politik ortamda kuruldu. Kuruluşunun daha ilk günlerinde cumhuriyet çok ciddi sorunlarla yüz yüze gelse de, parlamentosu ve hükümeti birçok önemli karar aldı ve gerçekleştirdi. Azerbaycan’da demokratik devlet yönetiminde birikmiş deneyim yokluğu, liderleri için engel oluşturmamıştır. Demokratik atılım ve ilerici maneviyattan esinlenen bu öncüler iyi çalışan bir devlet ve toplumsal düzen oluşturabildi. Azerbaycan’da yaşayan tüm milliyetler, Bakanlar Kurulu’nda olduğu gibi, 11 gruptan oluşan, 120 milletvekilli milli parlamentoda da temsil edilmiştir. Milli parlamento 2 yıllık çalışma süresinde 230 yasa kabul etmiştir. ADC’nin uluslararasında tanınmasını sağlamak için büyük çaba gösterilmiştir. Parlamento Başkanı Alimardan Bey Topçubaşov tarafından yönetilen Azerbaycan heyeti Paris Barış Konferansına katıldı ve Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti’nin tanınmasını sağlayabildi.


60

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ne yazık ki, Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti ancak 23 ay ayakta kaldı ve 1920 Nisanında Bolşevik müdahaleden sonra varoluşuna son verildi. Buna rağmen, onun demokratik idealleri, değerleri ve gelenekleri yeni kuşak Azerbaycanlıların yüreklerinde ve bilincinde yaşamaya devam etti. Halkın beklediği o büyük gün nihayet 17 Kasım 1990’da geldi. Asla unutulmaz günde Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti’nin üç renkli bayrağı Azerbaycan’da yeniden dikildi. Bu, milli liderimiz Hadar Aliev’in başkanlık ettiği, Azerbaycan’ın Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti Yüksek Konseyi’nin tarihsel oturumunda oldu. Daha sonra, 5 Şubat 1991 tarihinde, bu sancak Azerbaycan milli bayrağı oldu. 7 ay sonra, bugünkü Azerbaycan Cumhuriyetini, Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti’nin devamı ilan eden Anayasal kararın onaylanmasıyla Azerbaycan’ın devlet bağımsızlığı yeniden tesis edildi. Günümüz Azerbaycan diplomasisi, Azerbaycan’a uluslar arası sahnede güvenilir ve saygın bir aktör olma olanağı tanıyan Cumhurbaşkanı İlhan Aliev yönetimindeki ülkemin dış siyasetinin tarihsel yansımasıdır. Partnerlerimizle ikili ve çok yönlü karşılıklı yararlı ve adil işbirliği geliştirme ile yükümlü olan Azerbaycan coğrafyamızda etkin bir taraf oldu. Biz bugün artık Azerbaycan güvenlik tüketicisinden, güvenlik sağlayan oldu diyebiliriz. Güvenliğin bölünmez bir edinim olduğundan çıkıldığında, Azerbaycan’ın Birleşmiş Milletler Örgütü Güvenlik Konseyi tarafından onaylanan barışı koruma operasyonlarına katıldığını görürüz. Afganistan’da NATO’nın “Kararlı Destek” Misyonuna asker gönderiyoruz ve Afrika’da barışa yardım sağlayan operasyonlara katılıyoruz. Azerbaycan’ın Avrupa Birliği ile dünyanın enerji güvenliğine katkı sağlayan, Güney Doğal Gaz Hattı için önemli faktör olduğu resmen tanınmış bulunuyor.


Makale ve Analizler - 2019

61

Azerbaycan, uluslar arası hukuk düzenini kesin uyan bir taraftır. Avrupa kıtasındaki süreğen çatışmaların ve bunların arasında ülkemi de ilgilendirenlerin çözülmesi açısından ele alındığında, özellikle devletlerin egemenlik, toprak bütünlüğü ve bağımsızlığına saygı gösterilmesi başta olmak üzere, uluslar arası ilişkilerde devletler hukuku norm ve ilkelerine tam saygı gösterilmesi özel önem taşır. Bu yıl biz bir de Azerbaycan diplomasisinin 100. yıl dönümünü anıyoruz. 9 Temmuz 1919’da Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti hükümeti Dış İşleri Bakanlığı Sekreterliği kurma kararı aldı. Dış İşleri Bakanlığımızın resmen kurulmasından önce, Trans Kafkasya Seymi (Parlamentosu) Müslüman Şubesi dış işlerini yürütmeye yakından bağlanmıştı. Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti yıllarında dış politika ve diplomatik ilişkileri Dış İşleri Bakanlığı, Azerbaycan’ın diş ülkelerdeki Büyükelçilikleri, diplomatik temsilcilikleri ve konsolosluklar ile dış devletlerin Azerbaycan’daki diplomatik temsilcilikleri ve konsoloslukları aracılığıyla yürütüldü. Mammadhasan Hacinski Azerbaycan’ın birinci Dış İşleri Bakanı oldu. Daha sonraki yıllarda Alimardan Bey Topçubaşov, Fatali Han Hoyski ve Mommadyusif Cafarov aynı görevde bulundular. Yukarıda işaret ettiğimiz üzere, 11 Ocak 1920’de Paris Barış Konferansında Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti’nin egemen bir devlet ve bağımsız bir politik özne olarak tanınması, genç Azerbaycan diplomasisinin büyük tarihsel zaferi oldu. Paris Konferansına gönderilen, Alimardan Bey Topçubaşov yönetimindeki yetkili heyet, Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti’nin bağımsızlığının tanınmasını sağladı. Azerbaycan bağımsızlığının Uluslar arası Barış Konferansı tarafından tanınmasıyla genç devletin diplomatik ilişkileri genişledi. 20 Mart 1920’de İran de Jure ADC’ni tanıdı. Kısa bir süre sonra Tahran’da Büyükelçilik, Tebriz, Reş, Anzali’de Başkonsolosluk, Maşhad’da Konsolosluk müşavirliği, Hoy ve Ahar’da konsolosluk ajanslığı açıldı. Büyük Britanya, Belçika, Yunanistan, Gürcistan, Ermenistan, Danimarka, İtayla, Lituanya, İran, Polonya, ABD, Ukrayna, Finlandiya, Fransa, İsviçre ve İsveç diplomatik temsilcilikleri Azerbaycan’da göreve başladılar. Azerbaycan bağımsızlığının Antant Yüksel Konseyi’nce tanınmasından sonra, hükümet tarafından hazırlanan “Azerbaycan Cumhuriyeti’nin Batı Avrupa’da ve Amerika’da diplomatik temsilcilikleri kurulması ve Paris Barış Konferansındaki Temsilciliğinin kaldırılmasına ilişkin” yasa tasarısı görüşüldü ve onaylandı. Bu yasaya göre, 1 Nisan 1920’den başlayarak ADC’nin Büyük Britanya, Fransa, İsveç, İtalya, ABD, Almanya, Rusya ve Polonya’da) Lituanya, Liva, Estonya, Finlandiya, Ukrayna, Romanya) devletlerde diplomatik temsilcilikleri açı-


62

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lacaktı. Ne var ki, 28 Nisan 1920’de ADC’nin var oluşunun kesilmesi nedeniyle bu gerçekleşememiştir. 18 Ekim 1991 tarihinde, bağımsızlığını ilan etmesinden sonra, Azerbaycan dünya devletlerince birer birer ve Birleşmiş Milletler Örgütü tarafından tanındı. Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti’nin Bağımsızlık Bildirisi’nden ayrılmaz bir parça olan ve özellikle komşu halk ve devletlerle olmak üzere, tüm uluslarla dostane ilişkiler kurulması, ADC diş politikasının bugün de önceliklerinden biridir. 24 Ağustos 2007’de Azerbaycan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı İlhan Aliev, her yılın 9 Temmuz gününün Azerbaycan Cumhuriyeti diplomatik temsilcilikleri bayramı olarak kutlanmasına ilişkin bir buyuru imzaladı. Komşu devletler ve dünya topluluğu devletleriyle ikili ve çok yanlı dostane ilişkiler geliştirip, bölgede ve dünyada barış, istikrar ve güvenliği güçlendirmek, ülkemizce izlenen dış politikanın temel hedeflerinden biridir. Ülkemize dış ülkelerden gelen tehlikeleri önlemek, Ermenistan’ın Azerbaycan topraklarına askeri saldırılarında ve işgal edilen Azerbaycan topraklarında neden olduğu yıkımın sonuçlarının kaldırmak, işgal altında bulunan topraklarımızda yasa dışı hareketleri önleme, uluslar arası tanınmış sınırları içinde Azerbaycan’ın toprak bütünlüğü ve egemenliğini yeniden tesis etmek, komşu devletlerle iyi komşuluk ilişkileri geliştirmek, ülkemizin uluslar arası prestij ve konumlarını güçlendirmek, Azerbaycan diplomasisinin diğer hedefleri arasındadır. Azerbaycan milli çıkarlarına dayanan ve temelleri, milli önder Haydar Aliev tarafından atılan, çok yönlü ve dinamik diş politika, Azerbaycan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Şlhan Aliev yönetiminde başarıyla devam ederken, zamanın istemlerine uygun olarak ve ülkenin yeni gelişim ve çağrışım aşamasına göre yeni stratejik hedefler gerçekleştirilmektedir. Bu çok önemli günde Bulgaristan’la birlikte sevindiğimiz her alandaki mükemmel ilişkilerimize de işaret etmek istiyorum. 1922’de diplomatik ilişkilerimizin kurulmasından sonra ilişkilerimizi stratejik partnerlik düzeyine yükselttik. Bulgar dostlarla birlikte yeni birçok bayram ve önemli yıldönümleri kutlamayı sabırsızlıkla bekliyorum. Nargiz Gurbanova Felsefe Bilimleri Doktoru Azerbaycan Cumhuriyeti’nin Bulgaristan Cumhuriyeti Büyükelçisi


Makale ve Analizler - 2019

63


64

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

9 Haziran 1923 Darbesi

Tarih: 09 Haziran 2019 Yazan: İbrahim SOYTÜRK Konu: Unutulması asla mümkün olmayan bir katliam. Bulgaristan tarihinde 5 askeri darbe olmuştur. Bunların ikincisi, 21 Mayıs 1920’de seçim kazanıp meclis çoğunluğu sağlayan Başbakan Aleksandır Stanboliyski’nin Bulgaristan Halk Çiftçi Partisi (BZNS) hükümetini 9 Kasım 1923’te devirмiştir. Bu kanlı bir askeri darbedir. Nedenleri, cumhuriyetçi ve reformcu bir kişiliği olan çiftçi lideri Al. Stanboliyski’den, Bulgar Çar’ı III. Boris ve Birinci Dünya Savaşı’nda yenik düşen subaylar ile sağcı politik zümredir. Onlar Stanboliyski reformlarına ve izlediği iç ve dış siyasette karşı çıkmışlardır. Darbeci güçlere şehir zenginleri, aydınlar, sayıları 24 bin olan sığınmacı Beyaz Ruslar da katılmıştır. Başbakan Al. Stanboliyski’nin eli kolu ve kafası kesilerek vahşi şekilde öldürülmesi gibi kirli ve kanlı işlerse İç Makedon Devrim Hareketi – VMRO – kiralık katillerine yaptırılmıştır. Bulgaristan tarihinde yüz karası bu katliam 14 Haziran 1923 günü gerçekleşmiştir. Günümüzde başkent Sofya’da en yüksek ve görkemli anıt BZNS merkezi önündeki Aleksandır Stanboliyski heykelidir. Sofya ile Plovdiv arasında bir şehir, Kuzey Bulgaristan’da bir baraj ve elektrik santrali, birçok köy ve şehirlerde bulvarlar Aleksandır Stanboliyski adını taşıyor. Stanboliyski, çiftçi kitleyi, emekçi köylülüğü örgütleyen, hasat vakti orakçılarla aynı testiden su için Bulgar halk önderidir. Soyadını İstanbullu bir zanaatçı olan ve sonra Pazarcık ilinin Slavovitsa köyüne dönen babasının lakabından almıştır. Eğer Bulgar köylerinde ilk köklü reformları yapan halk liderinin kara sabanı pullukla değiştiren, tarıma kredi sağlayan, göletler kurdurup sulama ve gübreleme teknikleri geliştiren, eski meyse, sebze ve bağ cinslerini değiştirip rekolteyi arttıran, Bulgar köyünden ihracatı başlatan Büyük Vali Mithat Paşadan sonra, tarım reformunu derinleştiren önder AL. Stanboliyski olmuştur. O, topraksız köylülere devlet ve belediye toprağı dağıtmış, Varna, Şumnu, Pleven bölgelerinde Türk okullarına da olmak üzere gelir kaynağı olarak işlenir toprak, orman vb dağıtmış ve destek olmuştur. Plevne’de Çiftçilik Lisesinde, Almanya Hale’de felsefe, Münih’te Tarım okuyan Stanboliyski çiftçi hareketi ideleriyle daha öğrencilik yıllarında tanışmış ve 1990’da Bulgaristan Halk Çiftçi Partisi kurucularından biri olmuştur. 9 Haziran 1923 askeri darbesiyle yasaklanan bu ilerici hareket ve parti, uzun yıllar illegallik yaşasa da, 1944 yılında 760 bin üyeyle siyasi sahnede yeniden belirmiştir.


Makale ve Analizler - 2019

65

Aleksandır Stanboliyski 9 Haziran 1923’te Bulgaristan’da bir askeri darbe yapılmış ve Bulgar toplumunda tırmanan kanlı bir devir başlatmıştır. Yapılan bir askeri darbedir. Halk Yeminlileri ve Askeri Birlik tarafından, başkent Sofya asker kışlarından taburların ve Bulgaristan’ın diğer yerlerindeki ordu güçlerinin yardımıyla gerçekleştirilmiştir. Bu darbeyle, önderi Al. Stanboliyski olan, Bulgar Halk Çiftçi Birliği’nin yasal hükümeti devrilmiş ve yerine Askeri rejim kurulmuştur. Çarın ve sağcı politik güçlerin Çiftçi hükümeti tarafından izlenen iç ve dış siyasetten hoşnutsuzluğu darbe nedeni olarak gösterilmiştir. 1918’in Ekim ayında taç giyen Çar III. Boris, “yönetmeyen, Çar olma” durumunu değiştirmiştir. Stanboliyski tarafından izlenen reform siyaseti, özel sermaye temellerini değiştirmese de, faizci sermayenin olanaklarını sınırlamıştır. Aynı yıllarda Çar’ın kendisi ve sağcı politik partiler, ilkede (dar sosyalistler) adıyla bilinen Bulgaristan Komünist Partisinin güçlenmesinden de korkmuştur. Bu gelişmeler, sağ politik güçleri Stanboliyski hükümeti devirip iktidara el koymaya itmiştir. O dönemde, Bulgaristan’ın en güçlü kitle partisi Çiftçi Partisidir. 27 Kasım 1919’da Stanboliyski’nin Paris-Neylly Atlaşmasını Bulgar hükümeti adına imzaladıktan sonra, Stanboliyski başbakan olmuş ve 21 Mayıs 1920’de yapılan meclis seçimlerinde çoğunluk kazanıp, tek başına ilk çiftçi hükümetini kurmuştur. Aynı yıllarda, Birinci Dünya Savaşı yenilgisinin acısını yaşayan ülkede, öteki siyasi partilerin üye sayısı ve gücü azdır. Başkaldırmaya hazırlanan sağ güçler, gruplaşmayı seçip 1922’de önce Anayasal Blok’ta birleşince, Birleşik İlerici Halk Partisi, Demokrat ve Ra-


66

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

dikal Demokrat Partiler bir çatı altına toplanmıştır. Yeni kurulan bu grup Çiftçi iktidarına karşı olanların başını çekmiştir. Bu siyasi grup legal mücadele yolunu seçmiştir. Bu gelişmeleri izleyen ordu mensupları ile Çar III. Boris ise Çiftçi iktidarını devirmek amacıyla illegal örgütlenme ve darbe yolunda buluşmuştur. Darbeciler başrolü orduya, kanlı katliamları da VMRO’nun kiralık katillerine yüklemişlerdir. Darbenin askersel teknik ve fiili örgütlenme işleri ise, Askeri Birliğe havale edilmiştir. Darbecilerin tüm hazırlıkları gizlice Çarın Sarayından yönlendirilmiştir. III. Boris’in bilgisi dışında tek adım atılmamıştır. Darbeci subaylar 1923 yılında ülkenin muhtelif yerlerindeki askeri birliklere sızarak, subaylardan daha büyük kısmını darbeden yana kazanmıştır. 20. Halk Meclisi seçimlerinin Çiftçiler tarafından kazanılması, hükümetin bir süre başını döndürmüş olacak ki, ordu içindeki gizli darbe hazırlıklarını görememiştir. Seçimden sonra, mecliste ana muhalefet partisi durumuna gelen komünistler birbirleriyle boğuşurken, ordu içinde askeri darbe hazırlıkları devam etmiştir. Aynı zamanda, darbe hazırlıklarını yönetenler, Yedek subay örgütlerini ve gençlerin sportif derneklerini de kendilerinden yana kazanmayı başarmıştır. VMRO , İç Makedon Devrim Hareketi ile Al. Stanboliyski hükümetinin arası açıktır. Hükümet bu kiralık katillerin Petriç ve Köstendil şehirlerindeki örgütlerinin silahlarını toplatmış ve tutuklamalar yapmıştır. Makedon haydutlarını örgütleyen bu siyasetçiler de darbecilere katılmıştır. VMRO yönetcileri daha 1923’ün Nisan ve Mayıs aylarında komplo eylemlerine başlayıp tuzak kurmuşlardır. Bir defasında Sofya Halk Tiyatrosu çıkışında Al. Stanboliyski ve birkaç bakan öldürülmek istenmiştir. Bu suikast denemeleri de hükümetin darbe hazırlıkları ardında duran güçleri görmesine engel teşkil etmiştir. 1923 Mayısında Haskovo çiftçileri önünde konuşan Stanboliyski Çara ve sağcı partilere sert saldırmış ve Çar’ın nüfusuna da gölge düşürmüştür. Bu konuşmadan sonra, 8-9 Haziran 1923 gecesi darbe yapılması işareti önce Saray’dan ve şahsen Çar III. Boris’ten gelmiştir. Sofya dışındaki askeri birliklere darbenin günü ve saatine ilişkin haber özel kuryelerle iletilmiştir. Darbeci hükümete Başbakan olan Prof. Tsankov da kabine kurma emri almıştır. Darbeciler Sofya’da Gen. İv. Rusev’in dairesinde buluşup kararları onaylamışlardır. Darbenin fiili yöneticileri de burada seçilmiş ve onaylanmıştır. Çar III. Boris darbe hazırlıklarına bizzat katılmıştır. 7 Haziran günü o Pazarcık (Tatar Pazarcık) iline bağlı Slavovitsa köyünde kısa tatil yapan Başbakan Al. Stanboliyski’yi ziyaret etmiştir. Bu ziyaretin amacı başbakanın


Makale ve Analizler - 2019

67

şüphelerini dağıtmaktır. Darbe Sofya’da başlamış, askeri okul öğrencileri silahlanarak sokakları sarmış, tren garı, posta-telgraf binası ve devlet binaları ele geçirilmiş ve ülkenin il merkezlerine askeri darbe olduğu haberi gönderilmiştir. Polis ve diğer silahlı güçler mukavemet göstermemiştir. Sofya’da bakanlar, milletvekilleri, Çiftçi partisi yöneticileri vb temsilciler tutuklanmıştır. Aynı gece Prof. Al Stsankov Çiftçi hükümetinin devrildiği ve yeni hükümet kurulduğuna ilişkin emri III. Boris’e sunmuş ve imzalatmıştır. Hükümet darbesine tepki gösteren bir tek Çiftçi partililer olmuştur. Karlovo ve Şumen gibi merkezlerde Çiftçiler ayaklanmıştır. Pazarcık çiftçilerinin isyanını bizzat Al. Stanboliyski kendisi yönetmiştir. Ordu Çiftçi hareketini silah gücüyle bastırmıştır. Stanboliyski tutuklanmış ve köyündeki evine götürülerek, VMRO kiralık katilleri tarafından en ağır işkencelere tabi tutulduktan sonra kolları be başı kesilerek öldürülmüştür. Bu ayaklanma Bulgar çiftçilerinin XX. Yüzyılda ilk ve son ayaklanması olmuştur. 1944’ten sonra köylülerin toprakları ve tarımsal üretim araçları ellerinden alınarak kooperatifleştirilmiş, 1992’de kooperatifler dağıtılmış ve tarımsal örgüt bozulmuştur. Son 30 yılda Bulgar köylerinde boşalma hareketi başlamış ve hatta ısız bölgeler oluşmuştur. Bu arada, 1944’ten önce 3000 köyde yaşayan Bulgaristan Müslüman Türkleri de artık 1000 köye toplanmış ve geçimlerini özelci tarımla sağlamaya çalışıyorlar. Yapılan son seçimde – Avrupa Birliği Parlamentosu seçimleri – oyların % 40’ı köylerden ve köy tipi yerleşim yerlerinden gelmiştir. Bu yerleşim merkezlerinden bazılarına oy kullanmak üzere oy verme makineleri konmuş ve oyunu bu makinelerle veren köylü seçmen oylarının % 60’ı geçersiz sayılmıştır. Bu da Bulgar çiftçisinin bugünkü durumuna bir delildir. Kiralık katillerin faşist VMRO partisi ise bugün hükümet ortağıdır. Başkanı Başbakan yardımcısı ve Savunma Bakanı olup, Başkan Yardımcısı da AP milletvekili seçilmiştir. Bizi izlemeye devam ediniz. Tarihini bilen akıllıdır. Paylaşınız.


68

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan’da Türk-Müslüman Ve Bulgar Mezarlıkları Filibeli Abdullah EFENDİ

Tarih boyunca ölüye karşı tüm toplum ve inançlarda saygı vardır. Bunun en bariz örneği Dünyanın neresine giderseniz gidin, hangi inanç ve topluma gidersek ölüye karşı bir saygının var olduğunu görürüz. Aslında bu ölüye olan saygıdan daha ziyade ölen kişinin toplum nezdinde ve ailesi tarafından sağlığında duyulan saygıdan ötürü, kişi öldükten sonra da ona değer verilir. Ve kişinin arkasından cenaze merasimi yapılır. Bunun ilk örneğini İlk insan ve ilk peygamber olan Hazreti Adem (as)’ın oğullarından Habil ve Kabil’in ilk kavga ve öldürme olayından sonra yaşandığı kutsal kitaplarda anlatılmaktadır. Yine de burada anlatmak ve bilgi tazelemek açısından tekrarlamakta bir sakınca görmüyorum. Hazreti Adem oğulları Kabil ve Habil’e Allah (cc)’a adak olarak yetiştirdikleri mahsullerden seçip kutsal Tur Dağı’na bırakmalarını söyler. Kabil çobandır. Hayvanlarının içinden en çelimsizini, en zayıfını, en güçsüzünü seçer ve adak olarak Tur Dağı’na bırakır. Habil ise çiftçidir. Yetiştirdiği meyvelerden en irisini, en gösterişlisini, en tatlısını seçer ve Tur Dağı’na bırakır. Allah (cc) gönülden sunulan bu dileklerden Habil’in sunduklarını kabul eder, beğenir. Kabil’in gönülsüz olarak sunmuş olduğu hayvanı kabul etmez. Bu sefer Kabil, Hazreti Adem (as)’a “sen Habil için dua ettin, ayrımcılık yaptın. Onun sunduklarının kabul edilmesini istedin” diyerek sitem eder ve Habil’e kin beslemeye başlar. Ve onu öldürmek, ondan kurtulmak için fırsat kollamaya başlar. İlk fırsatta da öldürür. Lakin Dünyada ilk kez insanoğlu kan dökmüştür. Pişman olmuştur, Kabil. Kardeşi Habil’i öldürdüğüne ne yapacağını bilemez. Bir müddet onu sırtında taşır, saklamak için uğraşır. Lakin yorulmuştur, dinlenmek için oturduğunda bir de görür ki; iki karga kavga etmektedir. Biri diğerini öldürmüştür. Öldüren, yeri kazmaya başlar, gagası ve ayaklarıyla. Öldürdüğü kargayı gömer ve üstünü kapatır. Bunu gören Kabil de aynısını yapar kardeşi Habil’e ondan sonra gelen tüm insanlar ölen kardeş ve yakınlarını cenaze töreni ile gömerler. Buraya kadar insan oğlunun neden gömüldüğünü din bakımından anlatmaya çalıştık dilimiz döndüğünce. Şimdi de nasıl ve ne şekilde gömülmemiz gerektiğini anlatmaya çalışalım. Gönderilen Tüm semavi dinlerde ölünün yıkanıp, kefenlenip defin işlemi gerçekleştirilir. Müslümanlar cenazelerini


Makale ve Analizler - 2019

69

daha çok kefenleyerek gömerler. Yahudiler de de yaklaşık olarak aynıdır. Lakin Hristiyanlar cenazenin yani ölen kişinin sağlığında en çok kendisine yakıştırdığı giysilerle uğurlarlar. Bu da onların kendi inançlarıdır. Sıra onların mezara konulma şeklinde geldiğinde de durum yine aynıdır. Müslüman mezarları baş kısmı güneydoğuyu yani Kıble’yi gösterir. Kıble Mekke’de bulunan Beytullah’dır. Hristiyanların ise baş kısmı güneybatıyı yani Kudüs’ü gösterir. Aralarında yaklaşık 20 derecelik fark vardır. Lakin Bulgaristan’da bulunan Türk ve Bulgar mezarlarının hepsinin yönü Kudüs’e dönüktür. Burada çok büyük bir çelişki ve bariz hata vardır. Bu eğer hata ise bir an önce düzeltilmeli, yok eğer hata değil de kasıt varsa Müslüman-Türklerden özür dilenmeli ve bir an önce Müslüman mezarları gerçek yönlerine çevrilmelidir. Ayrıca Türk-İslam toplumlarında hiçbir zaman Hristiyan, Yahudi ve Mecusiler Müslüman mezarlıklarına gömülmemişlerdir. Türk-İslam toplumlarında Müslümanların mezarlıklarına “Kabristan” Hristiyan, Yahudi ve diğer inanışta olan insanların mezarlıklarına da “maşatlık” denilmiş ve ayrı mezarlıklara defnedilmişlerdir. Dünyanın hiçbir yerinde ki Müslüman mezarlıklarında mezar taşlarında “resim, şekil” gibi süsler bulunmamış. Sadece ve sadece güzel anlamlı sözlerle, ayet ve dualar bulunmaktadır. Son zamanlarda Bulgaristan’da ki Türk-Müslüman mezarlarında Hristiyanların mezarlarında bile ender şekilde rastlanan resim olayları baş göstermiştir ki; bu Türk-İslam çizgisine uymamaktadır. Bulgaristan’da bulunan Müslümanların bir an önce bu hatadan döneceklerine tüm kalbimle inanıyor. Bulgaristan Türkleri’nin geçmiş Ramazan Bayramını en içten dileklerimle kutluyorum. Esenlikle kalın. Allah’a emanet olun. Paylaşınız


70

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Adalet Referandumu

Tarih: 9 Haziran 2019 Yazan: İbrahim SOYTÜRK Konu: Siyasi Partilere para akıtan sistem kaldırılırsa. 2016 yılının 16 Kasım günü Bulgaristan’da Cumhurbaşkanı seçimi ile birlikte “Slavi Trifonov” girişimiyle hazırlanan bir halk oylaması – referandum – yapılmıştı. Oylamanın yapılabilmesi için önce 673 481 imza toplandı. 43. Halk Meclisi Referandumun şu 3 soruyla yapılmasına izin verdi: Milletvekillerinin 2 turda ve en fazla oy alan seçilir (majoriter) sisteme göre seçilmesini destekliyor musunuz? Alınan sonuçlar: Katılan 3 488 558 kişiden % 71, 95’i EVET, % 16,05’i HAYIR oyu verdi. Seçimlere ve referandumlara katılmanın zorunlu olmasını destekliyor musunuz? Alınan sonuçlar: Katılan 3 488 558 kişiden % 61, 89’u EVET, % 25, 96’sı HAYIR oyu verdi. Parlamento seçimlerinde politik parti ve koalisyonlara, aldıkları her geçerli oy için her yıl devlet tarafından karşılıksız verilen yardımının 1 (bir) leva olmasını destekliyor musunuz? Katılan 3 488 558 kişiden % 72, 16’sı EVET, % 15, 02’si HAYIR oyu verdi. Yasaya göre, Referandum sonuçlarının meclise girmeden, milletvekilleri oyunu almadan geçerlilik kazanabilmesi için bir önce yapılan olağan meclis seçimlerinden alınan geçerli oylar kadar “EVET” oyu alması gerekiyordu. Slavi Trifonov’un bir sivil toplum örgütü olarak gerçekleştirdiği bu referandumun geçerli olmasına 12 000 (on iki bin) yani % 0,2 oy yetmedi ve sonuçlar arşive indi. Slavi Trifonos bu oylama sonuçlarıyla parlamenter demokraside siyasi sistem değişikliği yapmayı hedeflemişti, fakat yasal engelleri ve meclis çıtasını aşamadı. ******* Ne var ki, Bulgaristan siyaseti son 2,5 yılda döndü dolaştı bugün aynı yere geldi.


Makale ve Analizler - 2019

71

26 Mayıs 2019 tarihinde düzenlenen Avrupa Parlamentosu seçimlerinde ülkede gerginleşen siyasi durumu ve köylerde ve mahallelerde oyların satın alınmasını Bakanlar Kurulu Başbakan Boyko Borisov başkanlığında değerlendirdi. Hükümet parlamento seçimlerinde politik parti ve koalisyonlara aldıkları her geçerli oy için her yıl devlet tarafından karşılıksız verilen yardımın 1 (bir) leva olması kararı aldı. Öneri meclis komisyonlarından geçti, genel kurulda onaylanacak. Bulgar kamuoyu Parasız Parti Olur Mu? Sorusunu yorumlarken. Oligarşi ve tekeller partileri satın alır, “demokrasiye mezar kazılıyor” gibi sesler yükseldi. Bu tartışmalar devam ederken, (bTV’de shoumen olan “siyasetçi”) Slavi Trifonov yeni bir girişimle hükümet bunalımını yeniden derinleştirdi. Bu defa o, son 3 yılda siyasi partilere devlet bütçesinden geçerli her oy için 11 leva yerine 13,25 leva ödendiğini saptayıp halka duyurdu. Harcanan paradan 6 milyon levanın siyasi partiler tarafından geri çevrilmesi sıkıntı yarattı. Bu karar 1 Temmuz 2019’dan başlayarak yürürlüğe giriyor. Hükümet yılsonuna kadar siyasi partilere 14,6 milyon leva ödeme yapmayacak. Tasarruf edilen paranın anaokullarına ve okul öncesi eğitime harcanacağını Başbakan Borisov kendisi açıkladı. *** Ne var ki, gerginlik birikimi yaşayan Bulgaristan toplumu bununla sakinleşmedi. Fecbook – siyasi örgütlenme aracından yararlanan Sofya gençleri “Adalet İçin Referandum” isteğiyle siyasi kitle hareketi fitilini yeniden yaktı. 3 000 000 (üç milyon) Bulgaristan vatandaşının memleketi terk ettiği ve siyasi sistemi “ölü” ilan edildiği şu dönemde, ülkede kalan gençler şu istekleri yükseltti ve yeni bir referandum yapılması için imza toplama kampanyasına başlayacaklarını duyurdular. İstekler: İstifa! Hükümet her şeyden elini çeksin. Gelir adaleti. Bağımsız yargı sistemi! Yargı sistemi dışında rüşvet aldığı ve dolandırıcılığı saptanan hükümet ve kurum görevlilerini görevinden alabilecek bir yeni organ kurulması! 2009’dan beri hükümette olan GERB partisi Adalet Reformuna doğru adım atmadı. Kurduğu rüşvetle mücadele organı yönetimi iş yapmadığı gibi, yöneticileri dolandırıcılıktan sorgulanıyor ve hepsi askıya alındılar. Avrupa Birliğinden gelen Tarım Fonlarının politikacıların cebine akması (toplam 7.8 milyar Avro) toplumu rahatsız etti ve sert tepkilere neden oldu.


72

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Toplumu rahatsız eden bir başka konuda, Hükümet ortaklarından Makedon İç Devrim Hareketi (VMRO) güçlerinin vatandaşlık satmaktan, kimlik ve pasaport ticaretinden çandıkları paralarla ilgili savcılığın seyirci kalması oldu. Adalet Reformu sivil toplum örgütleri ve demokratik kamuoyu tarafından destekleniyor. Avrupa Birliğindeki en fakir, en düşük gelir, emekli maaşı ve sosyal yardım ülkesi olan Bulgaristan, AB’de hazırlanan ve yayınlanan adalet raporunda, rüşvet ve dolandırıcılığın en yüksek boyutta olduğu açıklandı. 2019 Bulgaristan’da gıda fiyatları hızla yükselirken, elektrik, su ve doğal gaz fiyatları da zam gördü. Sefaletin zincirleri halkın ezici çoğunluğunun iradesinden kuvvetlidir. Resmi açıklamalardaki son durum şudur: Bulgaristan’da 2 çocuklu bir ailenin geçimine ayda 570 Euro düştüğünü açıklayan basın, Borisov hükümeti “yoksulluğu pekiştiriyor” diye yazdı. Ailelerin ortalama yıllık geliri 6862 Avro olarak gösterilse de, 1 milyona yakın emeklinin 200 leva (100 Avro) emekli maaşı aldığı, sosyal yardımların 136 leva (68 Avro) olduğu herkesçe biliniyor. Yaşlılar yıllardan beri (kilo hesabı satılan) ikinci el elbiseler giyiyor. İlaç ve yakıt fiyatları devamlı zam görürken yoksulluk derinleşiyor. Aynı zamanda Maliye Bakanlığı tarafından 2018 yılında 3 milyar leva bütçe fazlası olduğu açıklandı. Aynı yıl Bulgaristan hızla silahlanmaya devam etti. 8 adet “F-16” saldırı uçağına 2 milyar leva ödeme hazırlıkları devam ederken, deniz ve kara kuvvetleri için de yeni silah ve füze alma planları yapılıyor. İşte böyle bir durumda, siyasi partilerin devlete bağlı avanta sisteminin sökülüp çöpe atılmasını nasıl anlamalıyız? Bir) Popülizm ile demagoji (lafazanlık) kardeştir. Parayı partilerden kesip, anayurtlarına aktarmak halkın kulağına iyi gelebilir, fakat aynı zamanda derin bir bunalım ve kör sokakta bulunduğumuzun açık itirafıdır. GERB partisi 2009’dan beri seçim kazanıyor, fakat hiçbir zaman meclis çoğunluğunu kazanamadı ve hep koltuk değnekleri kullandı. Bu seçimlerde belki de koltuk değnekleri de iktidardan uzaklaşmayı seçti ki, yürütmenin başı Bulgar politik kişiliğini “cezalandırmayı” seçti. Bulgaristan gibi fakir ülkelerde yılda oy başı 10 leva ceza politik sistem değiştirebilir. Aslında Sl. Trifonov referandumundaki 3 istekten ikisi bu önlemle gerçekleşmiş oluyor. Herkesin oy vermesi isteği 44. Halk Meclisinde yasallaştı, ama uygulanmıyor. Türkiye’deki 600 000 oy bu defa da kullanılmadı. Dış ülkelerdeki seçmenin ancak % 12’si sandık başına gitti. Bu problemin çözümü, Sl.


Makale ve Analizler - 2019

73

Trifonov’un referandumunda değil, BULTÜRK Derneğinin, dış ülkelerdeki vatandaşın mektupla oy kullanması önerisinde gizlidir. İki) 26 Mart 2017 seçimlerinden hemen sonra GERB partisi, Slavi Trifonov referandum isteklerinin ateşini söndürmek için, 1 oy için yıllık karşılıksız devlet yardımının 11 levadan 1 levaya indirilmesini ve en fazla oy alan seçimi kazansın (majoriter seçim sistemini) artık önermişti, fakat meclisten geçmedi. Bu açıdan değerlendirildiğinde, ülkedeki politik bunalımın olağanüstü derinleştiği şu günlerde GERB halkın gözüne yeniden gül suyu serpmiyor mu? Bu örneği artık Çek Cumhuriyetinde görüyoruz. Milyarderler partileri satın almışlar. Bizde de, kısa bir sürede partilerin oligarşi boynuna atılacağından kuşkulanmıyoruz. Hak ve Özgürlük Partisi (DPS) daha şimdiden Rus sermayesinin temsilcisi oligarşi numunesi D. Peevski’nin boynuna dolanmış durumdadır. Peevski’nin New York’da 200 milyon US Dolar talepli para aklama, kaçakçılık ve dolandırıcılık davası olmasa bu işler daha da hızlanabilirdi. GERB şefi Bulgaristan’da en zenginlerden biri ve belki de gelecek seçimde oyların ezici çoğunluğunu satın alabilir. İftar paraları, TV Kanal -3’ına, sosyolog ve medya ödenekleri nereden gelecek, partili olma güveni ve böbürlenme uçup gidecek… Seçimleri kazanmak için Ahmet Doğan’ın “saray” ve “deniz konağını”, Kafkas Çoban Köpeğini, seraları, İsviçre saatlerini satacağını düşünüyorsunuz aldanıyorsunuz. 1990’lar olsa Türkiye’den para gelirdi. O zamanlar da gelip geçti. Üç) GERB partisinin bu adımları, Slavi Trifonov’u politik sahneye çekiyor, meşrulaştırıyor, kişiliğine ve etkinliklerine saygınlık ve nüfus kazandırıyor, toplumsal düzeni değiştirebilecek, sistem dışı bir oyuncu haline getiriyor. S. Trifonov TV’den çıkmaya ve politik sahnede rol almaya hazırlanıyor. Başsavcı Tsatsarov, son yıllarda partilere ödenen fazla paraları açıklamasından dolayı S. Trifonov’u kutladı ve olayın denetlenmesini emretti. Dört) Bu arada devletten karşılıksız fazla para çekenlerin partilerde 2 tavanlı vezneleri (kasaları) olduğu ortaya çıktı. Bu sorunun çözümü şu an Bulgar devletinin en büyük sorunu olan – rüşvet – soruna sımsıkı bağlı olduğu ortaya çıktı. Bu konu, Avrupa Komisyonu’nun 2019 raporunda da yer aldı. Rüşvet ve dolandırıcılık konularına çok ciddi dikkat çevrilmesi gerektiğine işaret edilen bu belgede şöyle deniyor: “Bu gelişmeler para aklamayla bağlı olduğundan, iktidarın yüksek katlarında verilen mücadeleden kesin sonuç alınmalıdır.”


74

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bundan 14 yıl önce Slavi Trifonov’un TV yayınında DPS Başkanı Ahmet Doğan’ın “partiler çevresinde şirketler var” dolayısıyla şirketlerin partisi var sözleri, bugün de geçerlidir. İş adamları partileri besliyor. Partiler de onlara ihale kazandırıyor. Kazanılandan bir kısmı yine parayı geri dönüyor. Bulgaristan’da partisi olan iş adamlarını görelim: LİDER partisi Hristo Kovaşki’nindir. “Volya” partisi Mareşki’ninidir. “Sansürsüz Bulgaristan” Korperatif Ticaret Bankası ve Tsvetan Vasilev’indir. Beş) Karşılıksız paraları alanlar başka konularda susmayı tercih ediyorlar. Demagoji bir salgındır. Makedon haydutlarının partisi VMRO partilere her oy için 11 yerine 1 leva ödenmesini daha önce 2 defa teklif etmişti, şimdi de 3 yıldan beri aldığı ödenekleri hemen geri çevirmeye hazır olduğunu açıkladı. Faşist parti olduğu bilinen “Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Milli Cephe” (NFSB) parti paraları kesilirse, partiler için yeni kaynaklar gösterilmesini istedi. Lobicilik gibi örnekler çoktur. Altı) Partilere dağıtılan avanta paralar kısılırken, 1 Temmuz 2019 tarihinden başlayarak Bulgaristan’da elektrik, kalorifer, sıcak su fiyatları zam görecek ve aynı zamanda Kasım ayında yapılacak olan yerel seçimlerde 1 oy için elden ödenen para artacaktır. Değişmeyen bir şey varsa o da insanların dönüp dolaşıp birbirlerini aldatmaya devam etmesi ve fakirler yoksullaşırken zenginlerin de daha da palazlanmasıdır. Umut bir tek Adalet Reformundadır, onun da anlamı zenginler ve fakirler için farklıdır. Yeni bir siyasi sayfa açıyoruz. Kasımda yerel seçim olacak. Bize ne demeyin. AP seçimlerinde geri çekildik ve dünyayı karıştırdık. Çok kitap okudum, yaşlıları dinledim, ama köstebeklerin bahçeden ne zaman kaçtığını öğrenemedim, ama artık Bulgar siyasetinden birçok köstebeğin kaçacağına inanıyorum. Beğendiniz ise paylaşınız. Bizi izleyiniz. Teşekkür ederim.


Makale ve Analizler - 2019

75

Ters Anlatılan Geçmişimiz

Tarih: 08 Haziran 2019 Tercüme: Raziye ÇAKIR Konu: “Büyük Göç” ve 30 yıl sonra biraz değişen bakış açısı. Bulgaristan’da artık böyle düşünenler de var. Bundan 30 yıl önce Bulgaristan’daki Türkler şu ikiden birini seçmek zorunda bırakıldılar: Ya zorla dayatılan Bulgar isimleriyle yaşamaya devam edeceklerdi ya da Güney Doğu komşumuza göç edeceklerdi. 29 Mayıs 1989’da diktatör Todor Jivkov Türkiye’yi sınırlarını açmaya çağırdı. Birkaç gün sonra, sonsuz bir insan kalabalığı, bazı ev eşyalarını, kap kaçağı sırtlamış “Kapı Kule” yoluna düştü. 3 ay içinde 360 bin Türk Bulgaristan’dan çıktı. Bu insanlar kovuldular ve bu zorla sınır dışı etmeye “Büyük Seyahat” adı verildi. Jivkov’un Bulgaristan Türklerine karşı politikasının bu aşamasına da Bulgar tarihçiler karıştı. Büyük bir karma karışıklık yaşandı. Onların bazıları “niyetimiz kötü değildi, uygulamada işler karıştı” demeye devam ediyorlar. Bulgaristanlı Müslümanların zulüm edilerek isimlerinin değiştirilip asimile edilmeleri denemesinden ve tüm etnik ve kültürel haklarının yasaklanarak, 1989 yazında sınır dışı edilmelerinden 30 yıl geçmesine rağmen, konuya dokunanlar baskıcı iktidarla bu konuda iş birliği yapanın bir tek tarihçi yani prof. Petır Petrov olduğunu iddia etmeye devam ediyorlar. Oysa o, bu işe baş koymuş olsa bile, bu yolun tek yolcusu ve öyle sayılmamalıdır. O zaman hükümetin asimilasyon siyasetine her kuşaktan tarihçiler katılıyordu. 1989 olaylarına en aktif katılanlar kimlerdi? Todor Jivkov’un “sınır kapısını açın” çağrısından 2 gün sonra, 31 Mayıs 1989 tarihinde, o yılların BKP basın organı olan “Rabotniçesko Delo” (İşçi Davası) gazetesinde Prof. Petır Petrov, totaliter rejimin siyasetini ve saldırılarını destekleyen bir yazıyla çıktı. Aynı tarihte, Sofya’daki Milli Kültür Evi (NDK) önüne toplanan seçkin kişilerle yapılan mitingde tarihçi Akademisyen D. Kosev de bir konuşma yaptı ve rejime destek oldu. 1 Haziran 1989’da yine “Rabotniçesko Delo” gazetesinde Akademisyen Veselin Hacınikolov, “Tarihsel Köklerle İlgili Gerçek” başlıklı bir yazı bastı. Bu yazı, yakında basılan ve “tarih cephesindeki sorunları” yorumlayanların kolek-


76

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

tif derlemesine Önsöz olarak hazırlanmıştı. O zaman tarihçilerin rejimle işbirliği konusunda susulduğu gibi, hatta bazen özür diler gibi havalara giriliyordu. Yine o zaman Ulusal TV 1 kanalında “Dünya’da ve Bizde” yayını vardı. Tarihçi Prof. İlço Dimitrov da (daha sonra Akademisyen oldu) ekrana çıkarak Jivkov’un demecini ve ülkede başlayan etnik temizliği, ayrıca son yıllarda şiddetlenerek süren baskı ve terörlü kampanyaları tamamen destekledi. O, Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi’nin özel olarak kurulan ve sözüm ona “SOYA DÖNÜŞ” (Yeniden Diriliş) özel komisyonu başkanı sıfatıyla asimilasyon politikasının dayatılmasında aktif rol oynamıştı. 1 Haziran 1989 tarihli sayısında “Rabotniçesko Delo” gazetesinde, “soyunu kabul etmeyenler” ve “bizim evimize karışanlara” mahkemeye çağrısında bulunduğu yazısında şöyle diyordu: “Sofya “Sv. Kliment Ohridski” üniversitesi Tarih Fakültesi okutman ve öğrencileri yeni bir tarih kitabı yazılmasını ve tarih öğretiminin daha birinci sınıfta başlamasını önerdiler.” Amaçlarında 20. Yüzyılın sonrasında zor kulanıp gerçekleştirilen Bulgarlaştırmanın yerleştirilip kalıcı hale getirilmesi için birkaç yıla daha ihtiyaç duyulduğuna işaret etmekti. Bulgar tarihçiler sipariş üzere çalışıyorlardı. Sözüm ona (s.o.) “soya dönme” (yeniden diriliş) siyasetinin ideolojik temelleri 5 yıl önceden belirlenmişti. Tarihçilerimiz “Türklerin çok eskiden İslamlaştırılmış Bulgar oldukları” konusunda gizlice birleşmişlerdi. Türklerin isimlerini değiştirmeleri gerektiği konusunu işleyip esaslandırarak propaganda yapıyorlardı. Ne ki, tarihçilerin 1980’li yıllardaki politikası boş yere gelmemişti. Bulgar tarihçiler daha 1950’li yıllarda isim değiştirmeye katıldı. Yalanı yalanla süsleyerek tarih yazma Bulgaristan’da 1950’lerden beri gelişti. Aynı tarihçilerin yazılarına 1989’da da çıkan “Rodoplar’daki Bulgar Müslümanların Geçmişinden” kitabından çok önce daha 1950’lerde belirmişti. Burada, tesadüfen sürüye karışan tarihçilerden söz etmiyoruz. Burada önceden üzerinde çalışılmış, amaca yönelik bir proje var. Bu projeye devamlı katılan gruplar var. Yukarıda ismi geçen prof. P. Petrov’un yönetiminde çalışan büyük bir grup tarihçinin hazırladığı “Rodoplar, Bulgar Kalesidir” adlı bir sahte tarih kitabı daha 1961’de yazılıp basıldı. Bu kitap, 1964’te 3 baskı yaptı. 1962’de “Türk İstilacıların Asimilasyon Politikası” adlı bir başka kitap dağıtıldı. 1964’e kadar bu eser yeniden işlendi ve ilaveler yapılarak bir daha basıldı. Aynı yıl başka bir eserde – “Loveç (Lovça) Böl-


Makale ve Analizler - 2019

77

gesinde Müslümanlaştırmalar” eserinde yine aynı konular işlendi. Bu eser de yine P. Petrov tarafından yönetilen bir grup çalışmasıydı. Hiç biri hiçbir bilimsel kanıta dayanmayan bu eserlerden her birinde, geçmişte Osmanlı devlet idaresinin Hıristiyan nüfusun zorla asimile edilmesi (!) için kapsamlı ve devamlı politika uyguladığı hayalini işleniyor. Bu iddialar, 1960’lı yılların başında “üç cilt” halinde basılan “Bulgaristan Tarihi”ne de alındı ve daha sonraki devlet politikasını gerekçileştirirken temel oluşturan resmi “Gerçek” haline getirilecekti. 1966’da, o zamana kadar İslamlaştırma konularında aşılanan genel iddialar “Asırlar İçinde Rodoplar” başlığında toplandı ve “Tarih Okuma Kitabı” olarak çıktı. Şarkılar, efsaneler ve ananeler bilimin yerini aldı. Daha en başta beliren bu “araştırmalarla” ortaya çıkan bir bilimsel tarih yaklaşımı değil, “Balkancı Yovo” şarkısının yankısı oldu. Kitapların sayfaları içine esir edilen her şeyin yorumlanma ve algılanma çerçevesini oluşturacak olan bu oldu. Bütünüyle efsane kanıt ve ananelere bel bağlandı. Bunlar tamamen aftan tik kanıtlar olarak şeffaf ve tereddütsüz kabul edildi. Planlı zulüm ve terör uygulama yoluyla “Bulgar milliyetinin” tarihten silinmesi için geçmişte merkezci ve iyi düşünülmüş Osmanlı devlet siyaseti olduğu telkin edildi. 19. Yüzyıldan oldukları savı öne sürülen, gerçek olduklarından kuşku edilen, “Balkancı Yovo” gibi uydurma destanların uzman tarihçiler, edebiyatçılar, dil uzmanları (Petır Dinekov’un adının anımsanması yeterlidir) tarafından tamamen reddedildiği asla dikkate alınmadı. Bu gerçekler, devlet politikasının tam olarak bu şarkıları ve destanları Bulgar Edebiyatı Ders kitaplarına almasına engel teşkil etmedi. Ne ki, uzmanlar “Balkancı Yovo” ve 19. Yüzyılı öykülerle canlandıran efsanelerin gerçekçi olmadığını yıllardan beri savuna gelmiştir. Yazar Anton Donçev’e sipariş edilen ve içinde 19. Yüzyıldan uydurma, 2 adet kuşku uyandıran öyküleştirilmiş efsanenin de yer aldığı, “Ayrılık Zamanı” romanı 1964’te kitapçı raflarında belirdi. Bütün bunlar, daha önceki dönemde Marin Drinov, Hristo Popkonstantinov, Stoyo Şişkov, Vasil Deçev gibi yaratıcıların bu uydurma ve bulanık halk ananelerine büyük bir kuşkuyla bakmalarına rağmen olmuştur. Bu uydurmalarla ilgili olarak, bilinen Bulgar yazar Vasil Zlatarski’nin, 19. Yüzyıl gerçek tablosunun Osmanlı arşivlerine girilmesiyle ortaya çıkacağını veya Petır Nikov’un Osmanlı devletinin Hıristiyan ahaliyi asimile etme gibi bir amacının asla olmadığını savunmasına rağmen geçmişimiz yalan dolan iddialara dayandırıldı.


78

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bütün bunlar “incelenen” tarihsel çizginin daha sonraki yıllarda devam etmesine engel olmadı. 1980’li yılların başında, Bulgaristan’da Türkleri asimile etme kampanyasının ideolojisini savunan Bulgar tarihçilerin daha fazlasının önünde bir uzmanlık adabı olduğunu kesin olarak belirte biliriz. Tarih öğretim ve araştırmalarını devam ettirmek için kurulan Bulgar enstitülerin temsilcilerinden büyük bir kısmını oluşturan tarihçileri ve onların ahlakını anlayabilmemizde, bunlar “kan dolaşım sistemi” haline gelmişti. Görev devri yapılmıştır. 1989 yılında Bulgarlaştırma konusunda hiç şaşmadan göreve devam tezi yerleşti. Tarihçilerin büyük bir kısmı aşırı komünistlerin Ata-vatan Partisi, Oteçestvenna Partiya, OKZNİ, İç Makedon Devrim Hareketi -VMRO, Bulgar Milli Birliği, BNS, Ataka (Saldırı) ve Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Milli Cephe – NFSB, BNS, BNRP, BNDP gibi partilere katılınca hareketlenme hızlandı. Eskiden olduğu gibi günümüzde de bilim bunları konu etmekten uzak kalıyor. Bu yazımın yukarıda isimleri geçen kahramanlarından birçoğu artık yaşayanlarımız arasında olmasalar da, enstitülerde tarih dersi okunan, araştırma yapılan, bilgi yayma mekanlarında gerçeklerin görülebilmesine gölge yapan pek çok mekanizma var ve etkin olmaya devam ediyor. Bu ortamda belirleyici olan bir gerçek de, Başbakan’ın rejim tarafından 1989 Ayaklanmasını bastırmaya gönderilen önemli kişilerden biri olmasıdır. Fecebook Forum. Stefan Deçev’in yazılarını izleyiniz. Paylaşınız


Makale ve Analizler - 2019

79

Edinimlerimiz-Den Asla Vazgeçemeyiz Tarih: o7 Haziran 2019 Yazan: Oya Canbazoğlu Konu: Biz anadilimizi yol boyunda çalılık içinde bulmadık. İçi gizli polis dolu DPS-HÖH kamuflajı kulis dağılmalıdır.

Bizden önce yazıp çizenlerden bir armağan seçtim bu defa sizlere. Paranı ver, gönlünü ver, selam ver, canını ver Ama sırrını verme Günlerini say, servetini say, büyüklerini say Ama yerinde sayma Ekmek ver, kulak ver, bilgi ver ama hiçbir zaman boş verme Satıcı ol, alıcı ol, bulucu ol ama bölücü olma Eşini beğen, işini beğen, aşını beğen ama kendini beğenme Fidan büyüt, garip doyur, çocuk besle ama kin besleme Davet et, hayret et, affet, tövbe et ama ihanet etme Hedefe koç, cihada koş, yardıma koş ama ortak koşma Elini aç, gözünü aç, kapını aç ama ağzını açma Okumaktan zarar gelmez, oku ama lanet okuma Rakibini geç, sınıfını geç ama gülüp geçme Ev al, araba al, abdest al ama bedua alma Zulmü devir, nefsi devir ama çam devirme Yaklaş, konuş, tanış ama uşaklaşma Doğrul, devril ama eğirimle Seslen uslan ama yaslanma İtil, atıl ama satılma… *** Bu sunum Türk Kimliğimizin ahlakımızın özüdür. Bu özün içi sevgi doludur. Başka dillerde hümanizm, insan sevgisi ve sevgi gibi sözlerle anlatılan bu gerçek, bizim Öz kültürümüzün özünden gelendir. Kültürümüzün kaynağı ise dinimizdir. Türklüğümüz dür. Anadilimiz, Türkçemiz olmadan, başka hiçbir dilde biz bu ahlakı ve bilgeliği yaşatamayız. Bu çok iyi biline.


80

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Fransa’da Fransızcayı koruma kanunu var. Bu kanun, “Fransız dili, Fransız kişiliğini ve ata mirasını gösteren temel edinimdir, esas unsurdur.” Eğitim, öğretim, edebiyat ve sanat için kullanılacak dildir. Fransız dili, Fransızca konuşan ülkeleri, ayrıcalıklı bir şekilde birbirine bağlar. Halkı bilgilendirme amacıyla yapılan çalışmaların Fransızca yapılması gerekir. Bulgar koşullarında hele de eğitim, öğretim, edebiyat, sanat ve kültür dallarında çöküş yaşandığı şimdiki ortamda köklerimize, dilimize, dinimize kültürümüze dönmemiz, okullarda seçmeli ders olarak sunulan anadilimiz Türkçeyi zorunlu ders olarak seçmemiz ve öğrenmemiz kaçınılmaz oldu. Bulgar devletinin, belediyelerdeki yetkililerin yumuşak yaklaşımına, Avrupa Birliğinden para geleceğine inanırsak, aldanıp, tuzağa düştüğümüz ve Türk milleti olarak öldüğümüz gündür. Ne var ki, şimdiki dönem, içine düştüğümüz tuzaktan uçup yükselme zamanıdır. 1950’li yıllarda Bulgaristan Türkleri altın çağ yaşamışlardı. 1989 Ayaklanmamızda öne sürdüğümüz temel isteklerden biri, 1950-60 yıllarındaki kültürel edinimlerimizi söküp almak, okullarımıza, sanat ocaklarımıza, tiyatrolarımıza, öz kültürümüzü kendimizin geliştirdiğimiz çağa dönmekti. Nesiller değişiyor. Yaşadığımız gerçekleri herkesin bilmesi gerek! Tarihimizi biliyor muyuz? Bu günümüzün sorusu oldu. BULTÜRK ve BGSAM ekibi olarak biz elimizden geldiğince ülkem insanını, soydaşlarımızı aydınlatmaya çalışıyoruz. Anma geceleri, konferanslar, forumlar, paneller düzenliyoruz. Bulgaristan Türklerinin Sesi gazetemizi her haneye iletmeye çalışıyoruz. 60’dan fazla kitap bastık. Tanıtma geceleri düzenliyoruz. Ancak, halen çok kişi gerçekleri görmek istemiyor. Bunu da yazılarımızın paylaşılmasından ve tıklanmasından anlıyoruz. Bizler köklerimize su salarak yeni filizlenmelerini yeşermelerini izliyoruz… Türkçeyi öğrenmek Türkün görevidir. Türkçe bayramlaştık. Çocuklarımız elimizi Türk onuruyla öptü. İftar sofralarında bazıların yalnız ağız şapırtısı Türkçeydi. Avrupa Birliği parlamentosu seçim kampanyası Ramazan ayına rastladığından dolayı görüşmelerimiz iftar sofralarında oldu. Türkün iftar sinisi-sofrası yuvarlak, sofrası


Makale ve Analizler - 2019

81

herkese açık ve bereketlidir. Komünizm devrinde oruç yasaklanmış, iftar sinisi kırılmış, bayramlaşmamız da yasaklanmıştı. 1990’da çok heyecanlıydık ve hayallerimize inandık ve yeniden tuzağa düştük. İktidarın Bulgaristan’da Türkçe konuşan Müslüman bırakmama planları değişmemişti. 1991 Anayasasına kolektif haklarımızı, Türk kimliğimizi işleyemedik ve saldırılar yeni biçimlerle devam etti ve hatta Türkçe konuşma kesinlikle yasaklandı. Türkçe’ye ceza kesildi 1984-1989 yılları arasında Türkçe konuşana ceza 5 leva iken, 2014’ten sonra seçim toplantılarında kesilen Türkçe cezaları 2 000 (iki bin) leva oldu. İnsan haklarımız arasında, en kutsal erdemimiz anadilimiz yasaklanırken, memleketimizde Bulgaristan’da Türkçe konuşan elit kadro oluşması önlenmeye çalışıldı, çalışılıyor. Bu saldırı uzun bir süre Hak ve Özgürlük DPS ileri gelenlerine dokunmazken, Türk azınlığın aydın tabakasını önce partiden attı, devamında ülkeden de kovdu, Türkiye’ye okumaya giden gençlerin çoğu geri dönmediler. Özünde Müslüman düşmanlığı olan gelişmeler yayıldıkça düşmanlık sevgi ve hoşgörü bohçasının ağzını sımsıkı sıktı. Ne var ki suçlu aşırı milliyetçilerden, ırkçılardan, eli sopalı top serserilerden cezalandırılan, hatta uyarılan bile olmadı. 1989’da diktatör T. Jivkov’u deviren bir güçle ortaya çıkan Türklerin 30 yıldan beri Türkçenin Bulgar okullarında zorunlu ders olması konusunda, nasıl oldu da “seçmeli derse” takılıp kaldık ve bir türlü ileri tek adım atamadık, beynimi devamlı tırmalıyor. Kendi kendime şu sonuca vardım. Ben daha çocuk yaşta iken Hak ve Özgürlük Partisi DPS-HÖH kurulması bir tesadüf olmasa gerek. Bugün artık görüldüğü üzere DPS, Bulgaristan Komünist Partisi BKP’nin özünü değil, şeklini değiştirirken kurulmuştur. Bu işin ilk adımı, “Yeniden Yapılanma” mimarı N. Gorbaçov’un “Bulgaristan’da anadili Türkçe olan nüfusla ilgili izlenen siyaset adil değildir” sözleriyle atıldı. Gorbaçov en zor günlerimizde daha ileri adım atmamış olsa da, bu sözler rejimin “yeniden doğuş/soya dönüş”siyasetini ciddi bir pasif olarak nitelendiren Moskova’nın Bulgaristan’a karşı siyaset çizgisini değiştirdiği şeklinde algılandı. Devamında çok güçlü uluslar arası faktörlerin etkisi altında “Türkçe konuşan Bulgaristan nüfusu” ile ilgili devletin asimile etme siyaseti bir süre boşa dönmeye başladı. Gorbaçov’un “Yeniden Yapılanma” siyaseti sonuçlarını görmeye başlayan Bulgar gizli polis


82

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

(DS) ve BKP Merkez Komitesi, Rusya dış istihbarat örgütü KGB tarafından yönlendirilerek, sosyalizmin son nefesini aldığını fark ettiler, geceyi gündüze katıp ayakta kalma ve yok olan sosyalizm koşullarında, devlet üzerinde kontrolden ödün vermeme yönünde hazırlanıp örgütlendiler. Okuduğum kitaplardan hazırlanan plana “Diriliş” adı verildiğini öğrendim. Aynı zamanda KGB’nin diğer sosyalist ülkeler için de benzer planlar hazırladığını öğrendim. Şöyle bir örnek de dikkatimi çekti. 1990’lı yılların başında Batı dünyası mali sistemi, yıkılan sosyalist kampı 27 milyar Amerikan Dolarla baskı altına alıyor. Ve “para kimdeyse, yöneten odur” sistemine geçildi. Özel Bankalar kuruldu, devlet üretim tesisleri özelleştirildi, nüfus memleketi terk etmeye başladı ve Bulgaristan Türklerinin kültürel otonomi hakları her gün ama hiç aralıksız mecliste, meclis dışında boğularak unutturulmaya çalışıldı. Türklere okulları, medyaları geri verilmedi. Bu mesele şöyle de anlatılabilir. 29 Aralık 1989’da BKP MK Politik Bürosu’nun Geniş Oturumunda “isimlerin ve dini hakların iadesi” kararıyla sözde “yeniden doğuş/soya dönüş” süreci noktalandı. O oturumda “Bulgaristan’ın totaliter düzenden, parlamenter demokrasiye” geçmesi kararlaştırdı. Yeni meclis sivil polis kadrolarıyla doldu. Ödevleri değişikliklerin gözü kulağı olmaktı. Bugün halkın demokrasi duvarı dediği düzen bir feodal-oligarşi rejimidir. Geçen 29 yılda DPS partisinin rolü ise, partinin siyasi yönetimi, meclis grubu tarafından değil, 1970-1990 yılları arasında BKP/BSP partisinin zulüm yıllarında, isim değiştirirken ve son 100 yılda işlediği seri suçlardan hiç birinin hesabını vermemek için oluşturduğu kulisten, perde arkası tarafından yönetildi. HÖH-DPS’nin görevi Türklerin hakkı tanınmamalıdır. Arkada kalan 29 yılda DPS Müslüman Türk ahalisi arasında (komünist) sosyalist partisinin bir Türk kanadı rolü gördü ve hiçbir hakkımızın tanınmasını istemedi. Türk kimliğimiz bugün de tanınmıyor. 29 yıldan sonra ve bu kadar büyük zulümden sonra A. Doğan’ın “özür dilemesi” tamamen anlamsızdır. Halkımız kör cahil, işsiz ve sefil kalmıştır. Totaliter komünist politikayı öz olarak (asimilasyon hedefini) asla değiştirmedi, değişik şekillere girdi. Bu aldatıcı şekillerden biri “Bulgar Etnik Modeli” oldu. Barışçı, güvenlikçi, güvenilir şekiller aldı, Türklerin gözüne gül suyu serpti. İçi gizli polis dolu DPS kamuflajı kulis dağılmalıdır.


Makale ve Analizler - 2019

83

Biz şimdiki durumda bütün aydınlatıcı çalışmalarımızı sıfırdan başlatmak zorundayız. Türk Ocaklarını yeniden yakmalı ve yeniden ayağı kaldırmalıyız. Komünist kulis, bir paralel iktidar rolü oynarken, olup biteni denetledi, hiçbir girişimin yeşermesine olanak tanımadı, DPS lideri hain Ahmet Doğan’ı bir kukla gibi oynattı. Halkın tepkileri artıp sertleşince yıldırımsavar olarak Delyan Peevski’yi kullandı. Parti içi sorunları Kasim Dal, Osman Oktay, Güner Tahir ve Lütfi Mestan’ı ve daha 10 bin parti yandaşını tavsiye edip hesaplaşırken ezdi ve gömdü. Şu tespit çok önemlidir. Bulgar paralel (koşut) “kulis” iktidarı bir piramit şeklinde kurulmuştur. Gizli polis tabanda yer alırken üst kat DPS partisine verilmiştir. 2009’a kadar piramidin tepesinde olan hain A.Doğan’dı. Son 10 yılda dalavere yaptıkça şişen Delyan Peevski, aslında başbakan B. Borisov’un oturması gereken piramidin tepesinde bulunuyor. O, maliyeden, seçimlerden, parlamenter dengelerden ve halkla ilişkilerden sorumludur. İşte böyle bir ortamda içler öyle karıştı ki, Peevski ve etrafındaki dayanakların tümü artık New York mahkemesinde rüşvetten, dolandırıcılıktan, para aklamak ve kaçakçılıktan yargılanıyor, içeri girdiklerinde, piramit yıkılacak ve Bulgaristan için yeni bir ufuk açılacaktır. İşte o zaman Bulgaristan Türkleri töresel ahlak normlarına, okullarına, yaşam tarzlarına dönme şansı elde edebileceklerdir. İyi dayandık. Kutlu olsun. Sabrın sonu selamettir. Yolumuz birlik ve beraberliktir. Okuduğunuz için teşekkürler. Konumuz da derdimiz gibi derindir, ama dipsiz ve sonsuz değildir. Devam edecek. Dostlarınızla Paylaşmayı unutmayınız.


84

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Entelektüellerimiz – 2 Tarih: 07 Haziran 2019 Yazan: Şakir Arslantaş Konu: Çocuklarımıza Türkçe Öğretelim.

Devam edelim. Denetim altına giren yazar ve şairi, aydın geçinenleri anlatıyordum. Onlar kendileriyle bağdaşıp öncü olamazsa, halkın izleyeceği doğru yolu açamazsa, yaratıcı değildir. Hareketlerinde özgür görünseler bile, kendi içinde özgür değildirler. Hafiyelik kuyusu burasıdır. Kendileri ile bağdaşık olmayan insanlar yapar bu işi… Öyleyse totalitarizmin özel boyalarla boyadığı kara kayaları kim, nasıl eleştirsin? Nasıl parçalasın ve nasıl öğütüp tozunu savursun? Bu konuda bir örnek vereyim. Yakın tanıdığım bir genç, hem de bizimkilerden sayılır, Sofya’da üniversite bitirdikten sonra, İnsan Hakları ve Bulgaristan Müslümanları konulu tez yazdı ve savundu. O, bir tek bireysel haklar konusunu işledi. Kolektif haklara, onların gerekliliğine, ortak haklar olmadan özgürlük olamayacağına uzak yakın değinmedi. Bireysel hakların toplamından yeni bir nitelik doğduğuna, yani ortak haklara yaşam hakkı tanınmadan hiçbir şey elde edilemeyeceğinden söz bile etmedi. Kendisine “Bireysel haklarla ancak tuvalete gidersin, hiçbir şey elde edemeyiz!” dedim. Ne mesela dedi: “Ben iş bulayım, maaşımı alayım, ötekiler de kendi işlerine baksın, herkes bir yolunu bulsun, evlenirken, çocuk yaparken bana mı sordu?” diye tersledi. Sınıfta 13 çocuk toplanmadan senin oğlana da ne İngilizce, ne de Türkçe dersi var, bilgisayar dersine de yazılamaz! Bu örnekte, kolektif hak Türkçe okumak isteyen sınıfa 13 öğrenci kayıt olmadan doğmuyor. Kolektif haktan yararlanma her bireye tanınmış olsa, sınıfta yalnız 5 öğrenci kaydı yapılınca da, Türkçe öğretmeni atanacak, Eğitim Bakanlığı öğretmeni maaşa bağlayacak, sosyal ve sağlık haklarını, tatilini, emekliliğini, çocuk parasını garanti edecek şeklinde cevap verdim. İşte bu Doktora tezi savunan entelektüelimiz, aslında Bulgaristan Türklerine yararlı bir iş yapmadan, Türkleri kişisel (ferdi) – bireysel – haklar kafesine kapayarak, Türkçe derslerinin zorunlu olması konusunda Bulgar hükümetinin yanında yer alarak, genç kuşağımızı köreltiyor. Böylece bilim doktoruyum diye övünse de, köylerde bön bön gezen ve köpek taşlayanlardan biri durumuna düşmüş oluyor.


Makale ve Analizler - 2019

85

Türk Kimliği Dilekçesi adıyla bilinen “Ben bir Türk’üm” kâğıdını bayrama gidenlerimizin hepsi doldurup imzalamışlar. Bu da kolektif haklarımızın yolunu açan bir girişimdir. Bulgar, “siz İslamlaştırılmış Bulgarsınız” yalan teziyle hepimizi öyle sıkıştırdı ki, çocuklarımız adına, geleceğimiz için Türk olduğumuzu, bir etnik Türk azınlığı olduğumuzu değişik biçimde sürekli savunmak ve kanıtlamak zorundayız. 1992 yılında Türk Okulu istiyoruz, Bulgar okullarında zorunlu Türkçe dersi olsun diye hepimiz sokaklara döküldük, meydanlara toplandık, sonra bu işten git gide soğuduk, ödün verdik, geriledik, yeniden ateşlenmeliyiz. Çocuklarımız Bulgar okullarında, Bulgarca, Bulgar tarihi, Bulgar edebiyatı, coğrafyası, halk bilgileri gibi derinliği olmayan dar bir çerçeveye sıkıştırılıyor. Geleceksiz bırakılanlar gerçek durumlarını fark edemediklerinden “benim bildiklerin bana yeter ve çok bilenin derdi büyük olur” gibi havalara giriyorlar. Çocuklarımızın Bulgarca bilmesine karşı değilim. Ne ki, , bu dili topu topu 2-3 milyon insan konuşuyor. Komşu ülkelerde bile anlayan yok. Bulgarca üretken bir dil değil. Yeni sözleri hep yabancı dillerden alıyor. Derin kültürel ve entelektüel temelleri ve geniş ufku olmadığından toplumun bunalımlarını yaşıyor. Bir özelliği de ülkede yaşayan azınlıkların dillerini yasaklayarak egemenliğini zorla dayatıyor. Örneğin, Makedonlar Bulgar’dır iddiasında bulunurken ülkemizde yaşayan Makedonların öz dilini yasaklamıştır. Yasaklı diller arasında Türkçemizden başka Ulah dili ve Romence’nin 7 lehçesi de var. Bulgar Katoliklerin konuştuğu lehçe de unutturulmuş gibi… Bulgarca, memleketimizde resmi dil ama o kadar. Romenler en kalabalık nüfus olsalar da yazı dilleri olmadığından, Çingene ağızlarından birinin ikinci resmi dil olma şansı yok. Başkanı Kasim Dal olan Halkın Şeref ve Hürriyet Partisi – HŞHP 2012’de kurulduğunda Türkçemizin ikinci resmi dil olmasını programına almıştı. Türkçemizi, Bulgaristan Türk azınlığı, 82 milyon Türkiye, Batı Trakya, Makedonya Türk azınlığı, KKTC vatandaşları, Azerbaycanlılar ve tüm Türk Dünyasında konuşuluyor ve kullanılıyor. Türkiye dışında birçok ülkede Türk lise ve Üniversiteleri var. Ülkemizde Türk dilinin yeni bilimsel merkezi olarak Plovdiv (Filibe biçimlendi. Batı Avrupa’da özellikle Almanya, Hollanda, İsviçre, Belçika ve İsveç gibi ülkelerde her 5 kişiden biri Türkçe biliyor. Almanya, Fransa ve İngiltere’deki gurbetçilerimiz Türkçe bildikleri için işe alınmışlardır. Sosyal ve kültürel hayatlarında, alış verişte Türkçe konuşuyorlar.


86

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

1960’lı yıllardan sonra Bulgaristan’da Türkçülere hep “Kapı Kule” çıkışı gösterilmesi, öğretmen, okul müdürü, muhtar ve girişken şoförlerimizin 1984’te içeri atılması, “Belene” kampı faciası ve en kör Bulgar köylerinde sürgünlük çekisi insanımızı sindirdi, ürküttü. Kimse kötü olanın bir daha başa gelmesini istemez. Biz acıdan umut doğduğuna inanırız. 1990’larda Türkiye Bulgaristan ilişkilerinde HÖH partisi aracı olma rolünü üstlenmişti. Daha sonraki yıllarda özellikle GERB partisi bu düzeni bozdu. Türkiye ile ilişkilerden Türk partisini uzaklaştırdı. Sofya’daki Doğu Bilimleri Fakültesine de Bulgar gençler öncelikli alınmaya başladı, Türkçe öğretimi “Simyonovo” Polis Akademisi’ne kaydı. Tütüncülüğün köküne kezzap dökülünce Türkçe tarımda üretim dili olma lüksünü de yitirdi. Tüm bu olumsuzluklara rağmen biz anadilimizi yaşatmak, Türkçemizi geliştirmek zorundayız. Bunu yapmazsak ufkumuz kapanır. Bu yazımda, Türkiye’de öğretmenlik yapan ya da yapmış soydaşlarımızın yalnız Ramazan ve Kurban Bayramlarında ve seçim günü oy kullanmak için değil, yaz ayları boyunca köylerine ve kasabalarına dönmelerini ısrarla teklif ediyorum. Bulgaristan’da Türklüğü balarısı kovanı gibi vızıldatan hep öncü aydınlarımız, din adamlarımız, ozanlarımız olmuştur. Şimdi de köylerimizin, kahvelerimizin, sohbetlerimizin Türk kokması için, halen yaşları oldukça ilerlemiş olmalarına rağmen, önce 2-3 bin öncü sağlıklı öğretmen, eğitmen, şair, yazar, doktor ve birçokları diğer mesleklerden aydın soydaşımızın ata-vatanımıza geri gönderilmesine gerek olduğuna inanıyorum. Bu büyüklerimiz ve aileleri maddi ve sosyal sorunlarını sıkıntı yaşamadan çözüp aşabilmeleri için, bir Bulgaristanlı Türk Mücahitler Destek Fonu açılarak onların emekli maaşlarına (Bulgaristan’daki asgari ücret kadar) 300 Avroluk destek garantilenerek geri dönmelerinin isabetli olacağı kanısındayım. Bulgaristan Türklüğünü yeniden canlandırma ve güçlendirme yolunun açılması zamanının geldiğini görüyorum. Bulgar okullarına Türk öğretmen ve eğitmenler girmeden, aydın bir alt doku köylerimize dönmeden biz Bulgaristan Türk kimliğini yaşatmakta zorlanırız. Zorlanıyoruz. Atatürk Bulgaristan’da Türkçe öğretmenliği yapan aydınlarımıza Türkiye Cumhuriyetinde emekli maaşı vermişti. Şimdi bunun tersi uygulanabilir. Şu an İngiltere ve Almanya’dan emekli misyonerlerin Bulgaristan’a yerleştiğini görüyoruz. Ülkemizdeki Rusların sayısı da 500 bini buldu. Bu arada, Bulgar okullarında çocuklarımızın kimliği ile ilgili birçok yasak var. Her eğitmen bilir. Yasak ve yasaklama bir eğitsel yöntem değildir. Çocuğu dersten soğutmak için kullanılır. Türk öğretmenlerimizin birinci vazifesi Türkçe sınıflarına hiç bir şey yasak olmayan mıntıkalar oluşturmak


Makale ve Analizler - 2019

87

olacaktır. Özgür çocuklar neyi, nasıl ve ne zaman yapacaklarına kendileri karar verecekler, özgürlük nefes edeceklerdir. Bulgar okullarındaki azınlık çocukları bunu bekliyor. Türkçe derslerinde Türk dili kullanılarak oynanacak oyunlarda çocuklarımıza bir nebze şımarma hakkı tanınmalıdır. Türkçe dersleri samimiyet ve güven açısından doyurucu olmalıdır. Çocuklar, Bulgar okulundaki sıkıcı ortamda, nefes alınan, yaşanası bir ortam olduğunu hissetmelidir. Türkçe saatleri sabırsızlıkla beklenir olmalıdır. Türkçe öğretmenleri derslerde çocuklarımıza toplumsal borçlarının başında Türk onurunu, ahlakını, atılganlığını ve yenilmezliğini yaşatmak olduğunu sözlü ve yazılı örneklerle aşılamalıdırlar. Türkçe derslerinde çocuklarımıza, onları okutanın Bulgar devleti değil, ana babaları, köy muhtarlığı, belediye olduğu anlatılmalı ve bu hakkın en kutsal ortak haklarımızın başında geldiği aşılanmalıdır. Hak ve Özgürlük Hareketi – DPS, HŞHP ve DOST bu konuda şimdiye kadar başarılı adım atamadı. 26 Mayıs seçim toplantılarında, birkaç yerde olmak üzere, HÖH Başkanı Mustafa Karadayı seçmene hitaben “devlet ve belediye okullarında zorunlu Türkçe öğretimi” sorunlarını çözmek için oy istedi. Bulgaristan Türklerinin yerel toplulukları, muhtarlıklar, derneklerimiz bu adıma destek sunmaya hazırdır. Bu kolektif haklarımızı elde edip faydalanma ve bilinçlenme yollarından biri olacaktır. Okul masraflarının, Sofya devletince değil, ana-babaların verdiği vergilerle karşılandığı her çocuğun bilincinde yer almalıdır. Türkçe okuma fırsatı bulmakla hiçbir makama borçlu kalmıyoruz. Bulgar milliyetçilerinin “okul paralarını geri isteriz” sözleri saçmalıktır. Ana-bbalara ve öğrencilere gerekli bilgilendirme yapılmazsa, bu iş geri teper. Zaten herkes “Ben Bulgar’dan bir şey istemem ve almam” havasında olduğundan arpa boyu yol alamayız, ilerleyemeyiz. Özel Türk okulları açmamıza izin verilmediğine göre, önerdiğimiz yolca yürümek zorundayız. Bu bilincin yerleşmesinde yurda dönecek öğretmenlerimizin rolü olağanüstü büyük olacaktır. Çocuklarımız Bulgar çocukları örnek alarak değil, kendilerini severek, kendilerine değer vererek, arkadaşlarıyla birlikte olmakta esin ve güç bularak yetişmelidirler. Kimliğimizin genç kuşakta kükremesinde yaşlılara düşen rol de büyüktür. Köylerde kültürel yaşam perdesi artık kalkmalıdır. Bulgaristan Türkü genellikle birbirini sever ve yardımlaşma gelenekleri vardır. Çocuklarımızda “ben bir şeyim” ama “her şey de değilim” duyumu, birbirini arama, dostluk ve arkadaşlık gereği oluşmalıdır. Okudukça okuma, değişerek yenilenme hevesi yayılmalıdır. Türkçe derslerinde sıkıntıları kapı ardına bırakan, özgürleştirici eğitim ve bilimin yol göstericiliği ilke edinilmelidir.


88

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Çocuklarımızın, korkudan korkan ana babaların evlatları olduğunu biliyoruz. Öğretmelerin çalışmalarının özünde tüm korkuları yenen bir ruh yaratma olmalıdır. O zaman çocuklarımız derslere koşa koşa kendileri geleceklerdir. Bulgar okullarında çocuklarımızın sevdiği işi yapmaya yönelmesine ilgi gösterilmediği biliniyor. Okul bitiren çocukların yön arayışı, devletin bu konuda pasifliği, ilgisiz ve plansız orta ve yüksek eğitim sonucu 20192020 ders yılında yalnız Sofya’da 16 Fakültenin kapanması da yeni bir kanıttır. Türk kimliğinin çok önemli niteliklerinden olan özgün düşünme ve davranış ve yaşam bir kavgadır, mücadeledir, pes etmek yok gibi ilkeler de derslerde başarılı işlenerek aşılanabilir. Bu gerçek Türkçe derslerinde parlak örneklerle beslenmelidir. Çocuklarını Türkçe sınıflarına yazdırmalarının zorunlu olduğunu anlatmaya çalıştığım ana babalara, arkanızdayız, BULTÜRK olarak, stratejik düşünme ve analiz merkezi olarak hep sizinleyiz temennilerimizi iletiyoruz. Çocuklarımızda, mutlaka ve kaçınılmaz surette ben doğru bir ortamda, çevrede yetişiyorum duyumu uyanmalıdır. O, bunun ancak özgürleştirici ve sonsuz bir bilgilenme kaynağı sunan Türkçe sayesinde olabildiğine ve olabileceğine inanmalı ve TV programlarından, kitaplara kaymalıdır. Bulgaristan’a birkaç defa gelip gitmiş ve bir iş yapamamış, ortamı tanımayan, sorunlarımızı yaşamamış bazı Türkiyelilerin ağzında sürekli geveledikleri ve söz aldıkları her kürsüden telkin etmeye çalıştıkları, eğitimle ilgili de, bazı yanılgılar var. Bu konu, Bulgaristan Türklerinin aydın yetiştirmede eksikliği olduğu saplantısıdır. Bu çıkarcıların icat ettiği bir uydurmadır. Eğitim öğrenim olanakları sıfırlanmış bir ortamda ancak çoban yetişir. Bu noktadan çıkarak Bulgaristan’daki Türk sermayesinden 2019-2020 yılında 5 doktor, 5 veteriner, 5 hukuk ve 10 da öğretmen için burs sağlamalarını rica ediyoruz. Bu adım atılırsa Bulgaristan Türkleri sorunlarına olumlu eleştirel yaklaştığınıza inanırız. Kuru eleştiriden bir şey çıkmaz. Bulgaristan Türk toplumu aydın üretme bakımından da doğurgandır. Ne yazık ki iktidar sahibi veya ortağı olmadığından dolayı talep ve ödevlerimizden hiç birinin ayarını kendisi belirleyemiyor. Biz hep az kalsak da, sürekli çoğalsak da, ancak kendi kendimizi biliriz. Birlik olup sorunlarımızı çözmek zorundayız. Entelektüellerimiz konusuna devam edeceğiz. Okuduğunuz için teşekkürler.Okul çağında çocukları olanlar, öğrenciyi Türkçe dersine mutlaka yazdırsın. Entelektüellerin bir işi de bu ödevi kontrol etmektir. Paylaşınız.


Makale ve Analizler - 2019

89

Bilinç Yokluğu

Tarih: 5 Haziran 2019 Yazan: Rafet ULUTÜRK Konu: Seçim ve Bayram Geçti. Türk Dünyası Avrupa Birliği (AB) dışındadır. Bulgaristan Türkleri, ardımızdan Batı Trakya Türkleri AB’ye katılan en büyük Müslüman nüfus gruplarıyız. Bu, 70 yaşlı birliğin içinde, nüveyi oluşturan büyük dörtlü – Almanya, Fransa, İngiltere ve İtalya var. Ardından İspanya ve Hollanda’nın katılımıyla daha geniş bir altılı nüve ortaya çıkıyor. Ayrıca yakın ve orta güçler, Bulgaristan gibi Avrupa Güney Doğu kanadındaki – uç beylik – de dikkati çekiyor. Çok ilginçtir, İngiltere son yıllarda “breksit” – AB’den kopma – salgınına yakalandı da, 26 Mayıs 2019 Avrupa Parlamentosu (AP) seçiminde oy veren oranında %35.6’tan % 37’ye yükselme oldu. Seçimlere gerçekçi bir gözle bakınca, insan AB’den kopmak isteyen ülke Büyük Britanya mı yoksa Bulgaristan mı? diye düşünüyorum. Bulgaristan AB’ye ilgisizliği artan ülkelerin başına geçti. 2014’e göre seçime katılanlar % 5 azaldı. % 35.84’ten % 30.83’e düştü. Bütün AB’de ise bu oran % 8 oranında arttı ve % 42.61’den % 51.82’ye yükseldi. Bizdeki seçimler “sen çaldın, sen ise kaptın” kavgası içinde geçince, Cumhurbaşkanı Rumen Radev şunları söyledi: “Seçimler politik bir olaydır, savcılığın veya mahkemenin yerini alamaz, hırsızlara, rüşvetçilere ve dalaverecilere, suçlu olanlara af getiremez.” İktidar partisi GERB ve bagajda taşıdığı yedeği DPS bu seçimde 100 000’er oy kaybederken, oylarına 50 bin yenisini katan sosyalistler (BSP) iktidarı devirme taktiğini ansızın değiştirdi. Meclise döndüler ve hemen “ yoksulluk ve eşitsizlik” ile ilgili bir halkçı bildiri yayınladılar. Bu bildiride aynen söyle deniyor: “Süt, et, un, unlu mamullerin KDV’sinin % 20’den % 5’e indirilmesini öneriyor. Son yıllarda çalışan ve primlerini ödeyen genç ailelerin ödediği vergilerin azaltılması ve bütün emekli maaşlarının yeniden hesaplanmasını teklif ediyor.” Bu öneri, sanki seçimle ilgili “olan oldu, yola devam” ifadesidir.


90

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Aynı zamanda seçimlerin son 2 yıldaki gelişmelerin bir devamı olduğu da herkes tarafından idrak edildi. Seçimde, N. Hoca’nın “parayı veren, düdüğü çalar” sözleri sanki aynen uygulandı. Aşırı milliyetçilerin ve faşistlerin ırkçı çetesi VMRO Avrupa Parlamentosu seçimlerinde 6 ile 8 milyon leva arasında harcama yapmış. Bu paraların yalnız Bulgar vatandaşlığı, Bulgar kimliği ve AB Kırmızı Pasaportu satmaktan değil, bir de görüşmeleri henüz başlamayan “F-16” saldırı jetleri satın alınmasından alınacak olan komisyondan da kırpıldığı haber oldu. Olay şöyle, bu 8 adet savaş uçağının ABD’den alınması için Sofya Meclisi 1.4 milyar Bulgar levası ayrılmasını onayladı. Amerikan senatosu 2,8 milyar Leva istedi. Görüşmeler 2,1 milyar leva üzerinden başlıyor. VMRO Başkanı, Başbakan Yardımcısı ve Savunma Bakanı Kr. Karakaçanov’un uçaklarla ilgili ısrarına rağmen, muhalefet ve demokratik kamuoyu görüşmelerin “dondurulmasında” ısrar ediyor. “F-16” uçakları meselesi, 2016’da kurulan, adına güya “Yurtsever Cephe” grubunun – 3 aşırı milliyetçi parti- GERB partisi ile hükümet ittifakını sarstı. “F-16” uçaklarının alınmasına karşı çıkan Moskofçu “Ataka” partisi ile yerli milliyetçilik öncüsü s.o. “Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Milli Cephe” partisi Avrupa Parlamentosu seçimlerine ayrı girdiler. Üçlü arasındaki ayrılık derinleşti ve şimdi Bakanlar Kurulu’nun toplanmasını, iktidarla ortaklık anlaşmasının geçersiz kılınmasını ve üçlü anlaşmanın da yırtılmasını ve GERB ile GERB – “Ataka”, GERB – VMRO ve GERB – NFSB arasında 3 ayrı ikili anlaşması imzalanmasını istiyorlar. Bu gelişmeler, Bulgaristan’da erken genel seçim mi yoksa bunalıma batmaya devam mı sorusunu gündeme taşıdı. Ayrıca “F-16” uçakları “Volya” (İrade) partisi Başkanı sıkı Moskofçu Mareşki’nin iktidara tırmanma hevesini şimdilik sündürdü. Bu yeni durumda Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS)’nin tutumu ve özellikle de bu partide artık son söz sahibi olan D. Peevski’nin durumu ilginç oldu. M. Karadayı ile D. Peevski’nin AP milletvekilliklerini satmasından sonra, demokratik kamuoyu, okunan gazeteciler ve yorumcular , bundan sonra Bulgaristan’da Politik Parti listelerine göre seçim yapılmamasını istediler. Bütün Bulgaristan siyasi partileri arasında, beklentide umut bozanlar olmasın diye, DPS yönetimi bu seçimde de seçmenin tercihli oy kullanmasına yasak getirdi. Kuşkusuz 2014’te Razgrat’ta Güney Hüsmen ile Blagoevgrat (Yukarı Cuma) seçmenin istediğimiz kişi işaretiyle meclise gönderdiği Musa Palev ve ikisinin de ardından DPS meclis grubundan ve daha sonra partiden çıkarılmaları bu defa meyvesini verdi. DPS, Blagoevgrad il merkezinden ve şehirlerinden, Müslüman Pomaklardan oy alamadı. Çuvallar bu defa oy başı 100 leva karşılığı Romen mahallelerden dolu geldi.


Makale ve Analizler - 2019

91

Diğer bölgelerdeki durum da böyledir. AP seçimleri bu açıdan değerlendirildiğinde Bulgaristan Türklerinin iradesini yansıtmadı. İftar sofralarına toplananlar, DPS sözcülerini dinlediler ama “oyunuzu bize verin” davetine uymadılar. “Birçokları kalkıp siz hayallerimizden çıktınız” dediler. Diğerleri de “umudumuzu söndürdünüz” diye haykırdılar. Bu seçimle Bulgaristan 2 darbe birden aldı. Birinci darbe, Hollanda Dış İşleri Bakanı Stef Blok Sofya ziyaretinde “Biz Bulgaristan’ın Shengen bölgesine alınmasına karşıyız, iktidar katlarında rüşvetle ve sığınmacılarla baş edemiyorsunuz” sözleriyle ifade edildi. Bakan Blok Bulgaristan’da gizli kaçak kanallarının işlediğine, sınır kontrolünün çalışmadığına işaret etti. İkincisi de, 1996 – 2018 döneminde ülkemize 7.8 milyar Euro yatırım yapan, geçen sene de 80 milyon Euro ile gelen Hollandalı Bakan’ın şu sözleri herkesi düşündürdü: “Para aklama ve terörizmi finanse etme konusunda yapılacak işler var. Bankalarınızdaki son gelişmeler uluslar arası ticaret üzerinde kontrolün arttırılmasını gerektiriyor.” AP seçimlerine komşularımız açısından baktığımızda Romanya’da oy verenlerin % 20 oranında artması ilgi odağı oldu. Orada da çözülemeyen sorun rüşvettir. Rüşvetçi bakanlar hapse girse de, devleti soymayı ödev bilenlerin önü alınamadı. Romanya’da seçim tartışmaları “daire, konak, otomobil ve banka hesapları” üzerine değil, hatta “istifalarla ilgili” de yürütülmedi. Cumhurbaşkanı Kulas Yoanis’ın inisiyatifiyle AP seçimiyle birlikte, bir halk oylaması (referandum) düzenlenerek, rüşvetle mücadeleyi durdurup ülkeyi Direktifle (kanun kuvvetinde kararnameyle) yönetmeye geçilmesi halka soruldu. 2014’te AP seçimine % 32. 44 oranında katılım kaydedilmişken, şimdi bu oran % 51.07’ye sıçradı. Seçime katılanlar ertesi gün ödüllendirildi. Seçimi kaybeden iktidar partisi Sosyal Demokratların lideri ve meclis başkanı Lviiu Dgarnya’ın 3,5 yıl hapis cezasını Yüksek Mahkeme onayladı. Bu halk oylamasıyla Bükreş hükümetinin mahkeme kararlarını bozma ve af çıkarma hakkı kaldırıldı. Cumhurbaşkanı K. Yoanis 2020’de parlamento veya cumhurbaşkanlığı seçimleriyle birlikte bir halk oylaması daha yapılarak, Anayasa değişikleri yapılıp, azınlık haklarının tanınmasını daha şimdiden önerdi. Öte yandan Romanya Brüksel’e gönderdiği milletvekillerinin üçte ikisini değiştirdi. 17 kişilik Bulgar AP milletvekili grubunu daha ilk günde olumsuz etkileyen olay ise, Almanya’da Türk İsmail Ertuğ’un 2. Kez Avrupa Parlamentosuna gönderilmesi oldu. Geçen dönem o, AP ülkeleri TIR şoförlerinin 4 haftada bir memleketlerine dönmelerini öngören yasayı hazırlayan raporcuydu ve Bulgar parlamenterlerle tartışmaları kazanmıştı. Bu yasanın onay-


92

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

lanması halinde 150 bin Bulgar daha ülkeyi terk edip Batı Avrupa ülkelerine taşınacak ve Bulgar Gayrı Safi Milli Hâsılası % 15 zarar görecektir. 26 Mayısta yapılan seçimler Prag’da da rüşvet tenceresinin kapağını açtı. 4 Haziran’da Prag sokak ve meydanlarına dolan 120 000 kişi Başbakan Andrey Babiş’in istifasını ve oluşturduğu şirket çemberi vasıtasıyla “çaldığı 17. 4 milyon Avro’yu” geri çevirmesini istediler. 1989’dan beri Prag’ta bu kadar büyük protesto gösterisi olmamıştı. İlk kez Brüksel yönetimi ile üye ülkelerden birinin halkı rüşvetçilere karşı mücadelede aynı noktada buluştular. Brüksel çalınan paraları geri istedi. Bulgaristan’da Avrupa Birliği Fonlarından gelen paraların üçte ikisinin çalındığı, 2018 AB raporlarına girdi, birçok açıklama oldu ama henüz açılan dava yok. Cumhurbaşkanı Rumen Radev, seçimden bir gün sonra “bu seçimler, Bulgaristan politik sınıfına büyük bir tokat oldu” dese de, ders alan görülmüyor. Onun kanısına göre, “bu seçimler, 30 yıldan beri devam eden, Geçiş Dönemi’nin en skandallı seçimi oldu. Bulgar politik sınıfı, “Her Şey Satılık” tabelasını, “Her Şey Çalınabilir!”, etiketiyle değiştirdi. Şimdiye kadar yazdığımız bütün yazılarda “bu işler böyle gitmez”, “gün gelir hırsızlardan hesap sorulur” dedik. Konumuz politiktir ve devam edecektir. Bayramı Kıca Ali’de geçirdim. Sizin de Bayramınızı bir daha kutlarım. Dostlarınızla paylaşınız


Makale ve Analizler - 2019

93

Delyan Peevski New York Mahkemesinde Yargılanıyor.

Tarih: 06 Haziran 2019 Hazırlayan: Ertaş ÇAKIR Kaynak: Ajans Forg news Bulgaristan. Konu: DPS Milletvekili

BG Oligarşi Çorabı Sökülüyor DPS Milletvekili, Ahmet Doğan’ın sağ kolu, Mustafa Karadayı’nın yalnız yiyip içtikleri ayrı giden en yakınları Delyan Peevski hakkında Birleşik Amerika/New York Mahkemesi dava açtı. 21 Bulgar avukat New York’a uçtu. Tutuşan bacayı söndürmeye çalışıyor. Bir yıldan beri Sofya halk meclisine ayak basmayan Hak ve Özgürlük Hareketi milletvekili, 26 Mayıs 2019’da Avrupa Parlamentosu milletvekili de seçilen fakat sonradan vaz geçen DPS milletvekili, Bulgar siyasetçim Delyan Peevski, bazı Bulgar bankaları ve şirketlerine karşı ABD’de New York Mahkemesinde daha başladı. Bulgar tarafın 21 avukatla temsil edildiği davada sanık olan Bulgar tarafta DPS milletvekili Delyan Peevski, Birinci Doğu Bankası (PİB), Bulgaristan Halk (Merkez) Bankası (BNB), Koperatif Ticaret Bankası kayyumları ve birçok şirket temsilcisi yer alıyor. Delyan Peevski, Tseko Minev, İvaylo Mutafçiev ve diğer sanıkları kalabalık avukat ordusu temsil ediyor. Son yıllarda çok önemli davaların bakıldığı New York Adalet Sarayına akın eden Bulgar avukatların kalabalık oluşu hazır bulunanları şaşırttı. Bu haber, davayı izleyen Frog new ajansı tarafından hazırlanmıştır. Amerikan Mahkemesi yeni duruşma tarihi olarak Eylül 2019 başına göstermiştir. Önümüzdeki üç ayda mahkeme tarafların açıklamalarını ve konumlarını inceleyecektir. Mahkeme bu süre içinde DPS milletvekili Delyan Peevski’nin ve bu kişiye bağlı çalışan Of Shor şirketlerin son sahiplerinin dış ülkelerdeki banka hesaplarını açacaktır. New York Mahkemesi Bilir kişilere göre, bu adli olayın anlamı şudur: Dünya çapında para aklama, gelir saklama ve suç işleyerek kazanılan gelirlerin ortaya çıkarılması işlerini takip eden, Amerika Birleşik Devletlerinin iç istihbarat ve güvenlik gücü FBİ (Federal Soruşturma Bürosu) (İngilizce: Federal Bureau of Investigation) ve başka kurumları tarafından, RİCO (Amerikan örgütlü suçlar yasası) kanununa göre D. Peevski hakkında gerekçeli suçlama açıklanacaktır.


94

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yine bilir kişilere göre, Washington adli makamlarının topladığı suç delileriyle ilgili Bulgar partner makamlarının da sorgulama yapması gerekir, çünkü NATO üyesi ülkelerdeki uygulama bunu gerektirir. Bu usul, 2019’un Mart ayında Birleşik Amerika’ya davet edilen Bulgaristan Cumhuriyeti Baş Savcı Yardımcısı İvan Geşev ile aynı zamanda Birleşik Amerika’da bulunan Bulgaristan Milli Güvenlik Devlet Ajansı (DANS) müsteşar yardımcısı Nedyalko Nedyalkov’a ayrıntılı bir şekilde bildirilmiştir. 15 Mayıs 2019 tarihinde Bulgaristan Cumhuriyeti Başsavcısı Sotir Tsatsarov, DANS – Milli Güvenlik Devlet Ajansı’na Bulgar siyasetçileri ve devlet ve hükümet yöneticileri ile ilintili olan banka hesapları ve Of Shor banka hesaplarının soruçturulmasını emretmişti. (Basında çıkan haberlerde, 10 yıldan beri iktidarda bulunan GERB partisi başkan yardımcısı, milletvekili, GERB meclis grubu başkanı ve meclis güvenlik komisyonu başkanı Tsvetan Tsvetanov’un bu ay tüm görevlerinden alınması ve parti üyeliğine ve tüm görevlerine son verilmesi “para aklama ve Amerika’ya para taşımakla” bağlıdır.) İnfo.bg. Peevski davasında, Bulgar tarafın Amerikan makamlarından topladıkları delilleri talep etmesi ve Delyan Peevski konusunda kendi özel soruşturmasını başlatması gerekir. Bulgaristan’da bunu yapması gereken kişi olan Baş Savcı Yardımcısı İvan Geşev’in kendisinin de, nikâhsız birlikte yaşadığı bir bayanın üstüne “aldığı” daire ve diğer taşınmazlarla ilgili basına düşmesi ilginçtir. Peevski konusunda soruşturmayı Bulgaristan’ın kısa adı KPKONP (Rüşvet ve yolsuzluk olaylarını soruşturma ajansı) bu çalışmaları başlatabilirdi. Ne yazık ki, bu kurumun Başkanı olan Plamen Georgiev de “daire dolandırıcılığı” olaylarına karışmıştır ve süresiz izne çıkması istenmiştir. KPKONP Başkan Yardımcısı Anton Slavçev de rüşvet ve yasa dışı yollardan mal mülk edinme olaylarına karıştığından dolayı görevinden alınmıştır. Konuna hakim hukukçular, Eylül 2019’da yapılacak duruşmada savcılık elinde olmayan nedenlerden ceza talebini açıklayamazsa bile, dava açılacak ve gerekçeli karar açıklanacaktır. Hukukçulara göre, bu davada en önemli olan Peevski’nin Dubay’daki banka hesaplarının, diğer ülkelerdeki banka hesaplarının ve Of Shor hesaplarının açıklanmasıdır. Bu yapılınca, Bulgar makamlarının yaptığı açıklamalara göre, Peevski tablosu ve bu tablo içinde onun “ak süt gibi temiz” olup olmadığına veya kamuoyundaki iddialara göre bir büyük suçlu dolandırıcı mı olduğuna karar verilecektir. Dava açılırken, Peevski’ye, Birinci Doğu Bankası (PİB) ve bu bankanın sahipleri olan Tseko Minev ile İvaylo Mutafçiev ve Koperatif Ticaret


Makale ve Analizler - 2019

95

Bankası KTB, BULGARTABAC, Bulgar Merkez Bankası ve diğer sanıklar hakkında 200 000 000 (iki yüz milyon) Amerikan Doları tutarında bir talep RİCO yasasına göre, Birleşik Amerikanın, New York Mahkemesine sunulmuş bulunuyor. 2018 yılının Aralık ayında ilgili taraflara tebligat gönderilmiştir. Davada suçlayan taraf olarak ABD Savcılığı da yer almaktadır. Dava dilekçesi RİCO(Racketeer Influenced and Corrupt Organizations Act) yasasına göre hazırlanmış ve gerekçelendirilmiştir. 1970’te yürürlüğe giren RİCO Yasası, mafya ile mücadele için hazırlanmış, olağanüstü sert bir yasadır ve davanın süratle sonuçlanmasına önem verilir. Bu Yasayı FBİ Şeflerinden biri olan ünlü Con Edgar Huvor tarafından hazırlanmıştır. ABD’nin en ünlü mafya örgütleri şeflerinden 20 kişi yasanın yürürlüğe girdiği ay yakalanıp yargılanmıştı. Bu yasaya göre şimdiye kadar bakılan davalarda anlaşma yükümlülüklerini yerine getirmeme, gasp etme, dolandırıcılık, rüşvetçilik, bankalardan kredi alıp geri çevirmeme, sigara kaçakçılığı, Amerikan fonlarından yasa dışı yollardan para havalesi yapma ve başka suçlara bakılmıştır. Dava dilekçesinden bir alıntı: “Bize sunulan bilgilere göre, birinci sanık grubuna girenler şunlardır: Eyır, Haris, Hariıt, Angelov, Birinci Doğu Bankası PİP, bu bankanın hissedarları olan Minev, Mutavçiev, Melın Banka İıtın Vans. (Bundan böyle “Birinci Grup” olarak geçecektir.) İkinci grup: Peevski, Bulgar Merkez Bankası, bTV –televizyonu, NCN, Bulgartabac, Lütov, Kostadinçev, Tabac Market, Sibole, Asteriya, Vili Vist ve “Sanayi tesisleri İnşaat Holdingi”. New York Mahkemesine sunulan dilekçe 170 sayfa kanıt belgesi içeriyor. Salı gün (04 Haziran 2019) New York Mahkemesi’ne dolan 21 avukat, 11 Eylül 2001 tarihinde New York’ta İkiz Kulelerin yıkılmasından sonra İran’a karşı açılan davayı hatırlattı. Bu davada, Amerikan savcılığı, İkiz Kuleler olayında ölenlerin yakınları için 10,5 milyar US Dolar tazminat talep etmişti ve duruşma salonuna büyük bir grup İranlı avukat dolmuştu. Peevski Davası, Amerikalılara bu olayı hatırlattı. NOT: PİB – Birinci Doğu Bankası’nda Amerikalı bir Türk İş Adamı’nın 8.5 milyon US Doları hisse senetlerini değerlendirme ve değerini düşürme oyunlarında kayıplara karışmıştı. Son Bizi izlemeye devam ediniz. Paylaşmayı da unutmayınız


96

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Entelektüellerimiz -1

Tarih: 04 Haziran 2019 Yazan: Şakir Arslantaş Konu: AP milletvekilleri entelekt sınavından geçirilseydi. Bazı kavramlar Türkçemize giriyor da, halkımızın bağrından gelmediğinden dolayı, derin kök salmadan süs çiçeği gibi yaşıyorlar. Bunlardan biri entelektüel olabilir diye düşünüyorum. Anlamında, kendi aydınlanmış olduğu için çevresini de aydınlatabilecek nitelikte olan kimse yer alır. Önceleri bu kişilere mektepli diyorlardı. 1924’te Şumnu (Şumen) şehrinde Medresetü’n NÜVVAP açıldıktan sonra, ilk mezunlarına nüvvaplı dediler. Razgrad, Stara Zagora (Eski Zara), Kırca Ali, Şumen ve Sofya’da Türk pedagoji okullarını bitirenlerle aydınlar geldi. Azerbaycan’dan gelen okutman profesörlerle aydınlık lambamızın fitili uzadı. İlk Yüksek Öğrenimlilerimiz – entelektüellerimiz – gururla halka karıştı. Onlar bizim halk aydınlarımızdı. Bugün ülkemizde bu kavramlar kullanılmaz oldu. Çünkü yasaklı ortamda yetişmiş bir kuşağız. Özellikle ana-fili yasak bir ortamda yetişenler saldırgan, kırıcı, sevgisiz ve kıyıcı olduğunu görebiliyoruz. Bu yılın iftar sofralarındaki suskunluk bunu ispatlarken, tamamen farklı bir sosyal ortama girdiğimiz dikkat çekti. Nüvvab’ı bitirip hoca ve öğretmen olarak köy ve kasabalarımıza dağılan ve irfan meşalemizi yükselten gençler sarıklı da olsalar öğrenim görmüş, halk dilimizde mürekkep yalamış ya da rahlede potur eskitmiş oldukları hepsinin davranışlarından, konuşmalarından, yürüyüşlerinden belli oluyordu. Bizim Kozluca (Suvorovo) İmamı İdris Hoca da onlardın biriydi. Bu kişilerde okumuş olmanın, Türkçe, Arapça ve Bulgarca bilmenin ötesinde, ileri ve açık düşünceli oluşları ahaliyi etkiliyordu. Halkı aydınlatabilmek, insanların beyinlerindeki kapalı hücreleri açıp içine en büyük zenginlik olan bilgiden damlatmak ve onları aynı şekilde düşünmeye öğretmek başarıların başarısıydı. 20. Yüzyılda bir millet olarak yeniden doğarken tarihte yaşadığımız sorunların çok daha zorlarını yeniden yaşayacağımız bilincindeydik. İşitmişinizdir, Arapça yatay bir dildir. Şiirseldir, kulağa hoş gelir. Ne var ki, Arapça öğrenmiş bir gencin anlattıklarını, kuran okusa bile insanımız kendiliğinden etkilenmez, imana gelmez, beyini açılmaz, hatta devamlı tekrardan kapanabilir. Türk hoca, öğretmen, aydını olmanın en büyük özelliği


Makale ve Analizler - 2019

97

düşünceleri, değerleri, ölçütleri ve düşünme yöntemlerini halk diliyle halka indirmek ve halkın zekâ bahçesini yeniden ekmektir. Bizim halk kimliğimizi, formatımızı, gök kubbemizi çizen, halk bilgeliğimizi aşılayanlar onlar oldu. Hepsi Türk’tü. Onlar, insan sever ve kitle yolunu açanlardı. Aydın ocaklarımızın ilki Deliorman’da kuruldu. Şumnu’da yetişen aydınlarımızın, daha öncesine kıyasla, farklı diyerek tarif etmek istediğim, yeni bir enerjiyle yüklü zengin birikimle köy ve kentlerimize yayılarak ahaliye inmeleri, Bulgaristan Türküne aydınlatma çağı açtı ve yaşattı. Halk kaleme kitaba sarıldı. Bu devir, Türkiye Cumhuriyeti’nde büyük önder Mustafa Kemal Atatürk yönetiminde gerçekleşen dil ve yazın reformu, halkın bağrından Yeni Türkçenin doğuşu ve yerleşmesi, yeni düşünme tarzı ve çağdaş Türk Kültürünün yeşerdiği yıllara rastladı. Bizdeki uyanış paralel gelişti. Latin harfleri bizim okullarımıza da girdi. Müftülüklerimize, camilerimize çöreklenmiş yobazlık, gericilik, Türklüğün Yeni Çağına kelepçe olan eski harflerle okuyup yazmayı zorla yaşatma ve Bulgaristan’daki Türkleri Türkiye öncülüğünden koparma zorbalığıyla mücadele verildi. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra topluma gelen güçle önünde giden kendi aydınlarımızdı. Onlara herkes umut taşıyan, güzel insanlar olarak bakıyordu. Halkımızın kullandığı Türkçeden ilham alarak edebiyatımızı yaratan onlar oldu. Halk onlara, denetim altına girmeyen, bağımsız ruhlu, özgür kişiler olarak baktı. Aslında şair ve yazarlar politik kişilerdir. Has yazar ve şairin eleştiri kalemi keskindir. Eskiyi yıkıp yeniyi yaratmak onların öz ödeviydi. Türk kimliği oluşurken usta ve üstatlarımız onlardı. Ümmetten Türk olarak çıkarken bizi başka dil ve dinle tozlaştırmadan dimdik yetiştirdiler, toplumsal ruhumuzu oluşturdular ve Bulgar devletini toplumsal sözleşmeye davet ettiler. Birinci maddesinde, Türk olduğumuzu, insan haklarımızı ve kendi dili, dini ve yaşam biçimi olan bir topluluk olduğumuzun kabul edilmesi gereken bu toplum sözleşmesi 2019’da hala imzalanmamıştır. Daha ilk zamanlar, Bulgar devleti bize kullandığımız lehçelerimizden filizlenen zengin yeni edebiyat Türkçemizi çok gördü. Arapça ağdalı Osmanlıca heveslilerinin saldırıları da sertti. Alfabemizin değişmesini çok engelledi. Bu baskılardan dolayı olacak Bulgaristan Türk Edebiyatını – şiir ve düzyazı olarak – halk dilimize bağlı bir şekilde yeşertse de, 250 yetenekten oluşan yazar ve şair ordusu oluşturabilsek de, bir iki adım daha atıp klasiklerimizi henüz yaratamadık. Külliyemizi ahalimiz sevdi. Barına bastı. Türküleştirdi. Fakat Bulgarlarla birlikte, aynı ortamı paylaştığımız diğer etnikler


98

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ufkumuzu beklendiği gibi kucaklamadı. Dış ülkelere sıçrayamadık. Oysa o yıllarda, dünyada esen yeni rüzgârlar edebiyat ve sanat kanatlarımıza doluyordu. İnsan hakları, azınlık hakları, barış, ortak değerlerle birlikte yaşama fikirleri çok etnikli Bulgaristan kapısını çalmıştı. Dikey yapılı bir edebiyat ve sanatla manevi dünyada orta direk ve öncü rolünü ancak ve yalnız Bulgaristan Türkleri üstlenebilirdi. Geleneklerimiz ve kimliğimiz buna işaret ediyordu. Bu amaca ulaşabilmek için klasikleşip dünyaca tanınmamız için ucu daha sivri kalemlere ihtiyacımız vardı. Bulgar toplumunun kıskançlığını, Bulgar tek yanlılığını ve gitgide palazlanan milliyetçilik zulmünü şişleyen ve taşlayan daha yürekli daha cesur ustalara ihtiyacımız vardı. Bulgar sanal ortamı 1878’de birlikte esarete düştüğümüzü kabul etmek istemedi. Yeni toplumsal ortamı, etnik azınlıklarla sözleşmesiz tek başına, onlara ramen kuracaüını düşledi ama yapamadı. Bugünkü durum geçmişten süzülen başarısızlıklardan süzülen “bataklıktır.” Eleştirel yaratıcılık, ucunda hep sürgün, hapis veya göç olan çok zor bir işti. Kendisi de, kırılan, yıkımlar geçiren ve sürekli yara alan Bulgar toplumu toplumsal sözleşmeye hamdı, çıbanbaşı gibi sivrilmiş, en yumuşak yapıcı eleştiriye bile tahammülü yoktu. Sivri ve keskin taşlarla milliyetçilik ve ötekileştirme kalesi kurmaya koyuldu. Milliyetçilik, şovenizm ve öteki düşmanlığının kale temelleri böyle dolduruldu ki, Türk aydınlarımızın ilerici toplumculuğuna, hoşgörülü yaklaşımına hep ters bakıldı. Bize bir asır tepkili kaldılar. Tam bu noktada beliren kendilerinden olmayana tahammuzsuzluk Bulgar toplumunu çatlattı. Çok etnikli oluşumuz inkar edilen bir toplumda eşit haklılık, çok kültürlülük isteyenler hep kovalandı, tutuklandı, kalemleri kırıldı, göçe zorlandılar, toplum yapısında derinleşen çatlak kapatılmak istense de asla kapanmadı. Bulgaristanlı Türk entelektüellerinin elit kesimi 20 yüzyıl boyunca sınıflar, kastlar, katmanlar arasında değil, Bulgaristan halkına dahil etnik topluluklar ve devlet arasında çok kültürlü toplum sözleşmesi talep ettiler, ne ki bu hedefe bugüne kadar ulaşamadık… 1989 İsyanımızdan sonra, totaliter diktatörlüğün yıkılmasından sonra, 1990’da Büyük Millet Meclisi’ne katılınca, Yeni Anayasa’ya terimizi tuzumuzu katarken etnik kültürel azınlık haklarımızı koparıp alamamamız 21. Yüzyıl gerileme sürecimizi başlattı. Ramazan bayramına 2 gün kala, Başbakan B. Borisov, Sliven ili Kotel (Kazan) Türk köylerini ziyareti esnasındaki görüşmelerinde, yerlilerle temaslarında “hoşgörü olmadan geleceğimiz karanlık,” dedi. 140 yıllık Bulgaristan tarihinde bu sözler ilk samimi itiraftır. 1989 zorkıyımına katılan, “okullarda Türkçe okunsun” dedikçe kuduran şimdiki başbakanın, 26 Ma-


Makale ve Analizler - 2019

99

yıs 2019 seçimlerinden sonra birden bire tüm bayrakları indirip bu sözleri söylemesine diyeceğimiz yok doğrusu. Makam aracında yolculuk ederken Nova Zagora (Yeni Zara) şehrinden sonra ova köylerinin de tamamen boşalmış olduğunu ve ilk kalabalığa Gerlovo Tepelerinde Türk köylerinde rastlaması kendisini güçlü etkilemiş olabilir. Türkler, bu ülkede hak ve özgürlük uğruna bilinçli ve birlikte hareket ederek, tankların altına yatarak, kurşunlara göpüs gererek diktatörlük devirdi. Birkaç hükümeti istifaya zorladı. Son seçimde “tarafız” kalınca, ayaklarına gidip uzlaşma noktası “hoşgörü” denmesi dört yanda dikkat çekti. Aslında bizim her hakkımız sürekli budandı. Hoşgörü edebiyatımızdaki ruhla klasikleşmemiz Bulgar toplumunu birleştirebilirdi. Kukarıda sözünü ettiğim Bulgar kamuoyu, iktidarı, Çarlar, parti ve devlet başkanı komünistler ve bugünkü sözde demokrat uzantıları, ülke nüfusunun çoğunluğu olmaya uzanan 8 etnik azınlıktan oluşan topluluğun aydın temsilcileriyle ortak nokta bulmadan, diyalog kurmadan, kaynaşmadan birlik çizgisinde el ele verebilmemizin mümkün olamayacağı algısına bir asır varamadılar. Bugün ise bu konuyu sömürüyorlar. Şunu vurgulamak isterim. Daha 1878’de ve özellikle de İki Büyük Savaş arasında ve komünist dönemde Bulgar kendisi de Ruslar, Almanlar ve yine Ruslar tarafından budanıp ezildi, amansız sömürüldü. Kendi devletinden bıktı. Bulgar yazarlar ülkede yaşayanların, hepimizin önünü açacak fikirler geliştirmedikleri gibi, azınlık aydınlarınca uzatılan eli de tutmadılar. Okul kapatma, dil yasaklama, tarih unutturma, isim değiştirme ve asimile etme zorbalık ve zülüm dönemleri Bulgar toplumunu kırka parçaladı, halk devletten koptu. Birlikte yaşama umudu canlı gömüldü. Bulgar toplumu kendisinin dış baskı altında ezildiğini görmek istemedi. Monarşi-faşist diktatörlüğün baskıları Müslümanları çok ezdi. 45 yol komünist terör maskelendi. Hiçbir Bulgar yazar bir Türk, Pomak, Ulah, Tatar köyüne girmedi. Azınlık nüfusun çilesi fotoğraflanmadı. Hiçbir Bulgar yazar bir Getto’ya girip pipo tüttürüp fal bakan yaşlı Çingenelerin hayalini okumadı, yazılarına konu etmedi. Yetenekli Çingene yazar Georgi Paruşev “HAYALLERİN HAMALLARI” romanını kaleme aldı, ama basamadı. Getto halkına okuyamadı. Barajları, elektrik santrallerini yazdılar da, duvarda altın yıldız gibi şakıyan Türk alın terini görmezden geldiler. Şöyle diyeyim, çok Bulgar yazar, yazarım diye ortaya çıktı. Ortak değerler bulamadığından dolayı, yazılan her satır yakın çevresi tarafından kabul edilip, asla dünyalarca yankılanmadı. Çıkmaya çabalasa da nefes alamadı. Sebebine gelince totaliter devlet güdümlü edebiyatçı isterken, özgür yazarların


100

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ve şairlerin komünistçe uygarlaşmak ve barbarlaşmak hatta vahşileşmek arasındaki ince çizgiyi görebilmesine engel oldu. Görenler de, şair Nuri Adalı gibi 24 yıl koğuşta veya sürgünde kaldı. İçeri düşmekten korkanlar mülteci oldu. Kaçmayı başaranlar arasında kalemi en sivri olanlar Bulgar yazar Georgi Markov gibi Londra’da zehirli saçmayla öldürüldü vs. Ve bugün Bulgar yazarlar kendi aralarında İvan Vazov, Yordan Yovkov, Elin Pelin ve başkalarına “klasiklerimiz” deseler de, eserlerinin kilosu 5 kuruştan kâğıt hurdacılarına yığıldığını görenler gerçeği hemen idrak ediyor. Bu güdümlü ortamda Türklerin klasikleşmesi olanaksızlaştı. Şu satırlar ve daha önce yazdıklarım 50 yıldan beri “hoşgörü”, “dostluk”, “insan sevgisi – hümanizm”, “sosyalist özgürlük” ve “azınlık hakları”, “Bulgarların İslamlaştırılması”, “Türklerin Bulgar olduğu” ve benzer konuları işleyen, bilim adamından, tarihçi ve feylesofluktan geçinenlerin karaladıkları tüm eserler için de istisnasız geçerlidir. Derelerde tuzlu su olmaz. İşte böyle bir ortamda bizim sürekli budanmamız devam etti. Bulgar fikir babaları, kalemşorlarında ne 1950’de 150 binimiz, ne 1970’li yıllarda 110 binimiz veya 1989’da 350 binimiz birden göçe zorlanırken, Bulgaristan manevi hazinesinde değer olan yazarlarımız, şairlerimiz, aydınlarımız da yurt dışına çıkarılırken “çıt” demediler. Yazdıkları eserlerde olduğu gibi, yoldan geçen insan sürülerine kör ve sağır baktılar. Onların “yaratıcı” babaları bizden önce Yahudiler ve Çingeneler hayvan vagonlarına doldurulup “toplama kamplarında yakılmaya gönderilirken” de kör ve sağır kalmışlardı. Vurguluyorum. Dünyaya eleştirel bakmayan yazar kördür. Kendi kalemini kendisi kırmalıdır. Fakat Bulgar toplumu öyle bir toplum ki, yazarın yanlı olmasına “taraf tutmasına”, eleştirel olmasına tahammül edemedi, “adımı alınca karanlıkta kaldım” diye haykıran Sabahattin Bayramı bile yurttan kovdu. Şair Naci Ferhat, ne yaparsan yap ama “ata köklerini asla kesme” demişti ve cebine beş kuruş girmeden ömrü geldi geçti. Ne var ki bizim aramızda hep başkaları da vardı. Nisan ayı başında, TRT -1 televizyonunda anılarını anlatırken kendini Kırca Ali’ye bağlı, Belediyesi’nin Halac Dere köylüsü olarak tanıtan Dr. İsmail Cambazov, ben de Halaçlı’dan olduğumdan dolayı dikkatimi çekti ve izledim. Bulgaristan’da aynı adlı birkaç köy varmış. Benim köyüm Varna’ya bağlı Kozluca Belediyesinde, Cambazov ise Cebel-Eğiri Dere bölgesinden. O da Medresetü’n NÜVVAP bitirdiğini, totalitarizm döneminde komünist ülküye inandığını, İslam dini eğitimli olsa da, dinsizlik (ateizm) konusunda doktora tezi yazdığını, Hak ve Özgürlük davasına katılmadığını, Bulgaristan


Makale ve Analizler - 2019

101

Diyaneti Baş Müftülük Tarihini kaleme aldığını, Yarı Yüksek İslam Enstitüsü kurduğunu, Müdürü olduğunu vs anlattı. Google Dayı’ya başvurdum, Dr. İsmail Cambazov’un son kitabı “Bulgarların İslam’ın Yayılmasına Katkıları”nı anlatan bir eser ile İstanbul Merkezli Siyaset Vakfı’nın davetlisi olarak, İstanbul’da verdiği “Yeryüzü Cehennemi Yaşadık Konferansı” ilgimi çekti. Bizi, Müslüman olduğumuz için vatanımızdan söküp atan, ata mirasımız olan 2 356 camiden 1500’ünü yıkan, yakan, kilise veya ahır yapan, diğerlerinden pek çoğunun minaresini kaydıran ve müze halinde kullanan, geçen yüzyılın yarısında ayakta kalan cami ve mescitlerimizin kapısına çelik anahtar takan Bulgar din düşmanlarının İslam’a “katkıları” olduğunu bilmiyordum. Kendisinde ona bu kitabı kimin ısmarladığını ve kaç para aldığını soracaktım, tel bağlantısı kuramadım. İstanbul Merkezli Vakfın tarafından yakın geçmişte düzenlenen “Yeryüzü Cehennemi Yaşadık Konferansı” konuşmacısı olan Dr. İsmail Cambazov’un Totaliter Bulgar devletinden 5 adet yüksek hizmet madalyası aldığı ve İslam dinine ve dolayısıyla Bulgaristan’da cehennem ateşinde yanan, kardeşlerimizin asimile edilmesine hizmetlerinden dolayı el üstünde tutulduğu özel sayfalarda resimlerle beslenerek anlatılmıştır. Türkiye-Bulgaristan Parlamentolar Arası Dostluk Grubu Başkanı AK parti İstanbul milletvekili Aziz Babuşçu’nun da katılıp konuştuğu bu konferansta, dinleyicilerden birinin yerinden kalkarak “Cambazov, ben Sofya Mahkemesi’nde bir şiirimden ötürü yargılanırken, 15 sene istediler, sen Savcı tanığı olarak geldin ve 15 sene nedir, bu suça 25 sene verilsin, dedin, unuttun mu, ne yüzle geldin, ne işin var burada!” demesine tepki gösterip açıklık getirmemesi ilgi çekmiştir. Yine Google Dayı’da, Dr. Cambazov gibi Medresetü’n NÜVVAB okuyan ve daha sonra aynı okulda öğretmen olan ve Bulgar makamlarınca tutuklanarak sahte şahitlerin ifadeleriyle ömürlük içeri düşen ve yıllar sonra İstanbul’da yakalanan bir Bulgar casusu ile değiş tokuş edilen Sayın Osman Kılıç Ağabeyimiz hakkında “Osman Kılıç Mahkemesi’nin Perde Arkası” adlı kitabı yazdığını da öğrendim. Haberin ayrıntısı çok ilginçtir. Ankara’da yaşayan Osman Kılıç’ın eşi, Bulgaristan Müslümanları Başmüftülüğü ilk Başmüftüsü Hocazade Mehmed Muhiddin Efendi’nin kızıdır. Kayın peder, Şumnu köylerinden bir Bulgar ailesinden olup İstanbul’a okumaya gönderildiğinde İslam dinini kabul eden Hocazade Mehmed Muhiddin Efendi’dir. Bundan 2 yıl önce, şimdiki Başmüftülük ve Bulgaristan Müslümanları Yüksek Şurası, Dr. Cambazov’un önerisiyle ortak bir karar alarak Hocazade Mehmed Muhiddin Efendi Ömül Geceleri düzenlemeye başladılar.


102

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu gecelerde, İslam’a katkılarından dolayı 5 seçkin ödüllendiriliyor. Tören açılışında ve her ödüllendirmeden önce yapılan sunum konuşmalarında İlk Baş Müftünün bir Bulgar olduğu, İlamı kabul etmiş bir dönme olduğu belirtildikten sonra onun Bulgar kökenleri, Bulgar ailesi yüksek mevkilerden din adamlarımızca övülüyor ve neredeyse “siz de şu Bulgar kökenli olduğunuzu kabul ediniz de, olay birsin ve Bulgar devleti rahatlasın” demedikleri kalıyor. Bu olay Bulgaristan Türklerini, Tüm Müslümanları olağanüstü üzüyor, incitiyor, sürekli endişelendiriyor ve kahrediyor. Google Dayı’da Dr. İsmail Cambazov’un 2019 yılında Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçisinin de hazır bulunduğu kalabalık bir törende ödüllendirilmesine, ödülü aldıktan sonraki konuşmasında “90 yıllık hayatımın en mutlu gününü yaşıyorum, ömrümde aldığım en yüksek ödül budur” heyecanına geniş yer ayırmış. Lütfen siz yorumlayınız…. Benim için değerli olan “Her dönemin adamı değil, her dönem adam olacaksın!” Türkçe ve Türklük kavgamızda entelektüel geçinen, bize yüz göstermeyen devlet ve partinin özel kadroların belireceğini, Türk halkının ayağına takılacağını ve başına çok belalar açacağını, Türk dilimizin atası Ahmet Yesevi asırlar önce sezmiş ve hepimizi özel olarak uyarmıştır. İşte sözleri: “Ey gönül günahlar işlersin, asla pişman olmazsın Dervişim der gezersin ama isteğin Allah değil. Yazık, hayatın gider bir an bile ağlamazsın Dışın dervişe benzer, içinde Müslümanlık yok. Hoca Ahmet Yesevi’nin bu sözlerini her zaman hatırlamakta yarar var. Entelektüellerimiz – 2 geliyor. Bayramınız bir daha kutlu olsun. Eleştirel yazarlar gerçek ağabeylerimizdir. Eleştirimize dayanamayan, itiraf etmek zorundayız. Soytarı oyunlarına son verme ve gerçek önzü ve liderlerimiz etrafında buluşma zamanımız geldi. Teşekkür ederim. Paylaşınız.


Makale ve Analizler - 2019

103

Seçmen İhtarı

Tarih: 03 Haziran 2019 Yazan: BULTÜRK Derneği Genel Başkanı Rafet ULUTÜRK Konu: Avrupa Parlamentosu Seçimlerinde Bulgaristan’daki Politik Tablo Değişti. Hak ve Özgürlüklerimizi Savunacak Yeni Politik Partiye İhtiyaç Var. Bir hafta önce (26 Mayıs 2019) Avrupa Birliği’nin en önemli 3 organından (kurumundan) biri olan ve 751 temsilcinin toplandığı, Avrupa Parlamentosu’na (AP) 17 milletvekili göndermek işin 28 ülkede yapılan seçimde Bulgaristan’daki politik denge ve durum tamamen değişti. İktidardaki GERB’in ve Başbakan Borisov’un ortakları olan 3 milliyetçi, ırkçı ve faşist dayanak çöktü. Bugün hala ayakta durabiliyorsa artık eski Demokratik Güçler Birliği’nden (SDS) kalıntıları ile Hak ve Özgürlük Partisi’nden (DPS) uzaklaşan Müslüman Türklerden belirli bir kısmının koltuk değneğine yaslandı. Ayakta 2 dayaklı kaldı. GERB partisini yakından görelim. Politik gözlemciler iktidar partisi özünün “irinleşmiş mafya tümörü” olduğunu yazdı. Bu niteleme hükümet ve kurumları için de geçerlidir. 18 yıldan beri GERB Başkanı ve Başbakan Boyko Borisov’un sağ kolu olan Yardımcısı Tsvetan Tsvetanov “çıbanbaşı” gibi koparılıp partiden atıldı. Çöküşü sezen GERB, SDS ile seçim ortaklığı kurdu. Rodoplar’da DPS’den kopanların öncüsü Asim Ademov’u aradı ve seçilir yerden aday göstererek oy topladı ve bu adımlar sayesinde ömrünü kısa bir süre uzatabildi. Aldığı oy, seçmenin % 10’unun oyudur. % 10 bütün halkın iradesini temsil etmiyor, edemez. Yine tablo. GERB 6, VMRO – Makedon komitacı döküntüleri – 2 milletvekili çıkardılar. Toplam 8 Muhalefet güçleri 9 milletvekili çıkardı. 1 fazla. Şu da var, VMRO listesinden seçilen Slabakov aşırı sol cepheden. Bulgaristan’daki politik denge değişti. Seçime ancak 3 kişiden birinin katılması ise, sandığa gitmeyen % 67’nin politik sistem değişikliği istediği ortaya koymuştur.


104

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

2016 Kasım reformuyla başlayan sistem değişikliği pasif uygulamayla devam etti. Soydaşlarımız Türkiye’de (600 bin civarında) oy kullanamadı. Bulgaristan ve Avrupa Birliği vatandaşı olmaları yetmedi. İnsan hakları kavgamızda Türk düşmanlığı üstün geldi. AB dışı batı ülkelerinde, ABD ve Kanada’da da seçim sandığı açılmadı. AB üyesi Batı Avrupa ülkelerindeki Bulgaristanlı gurbetçiler ise sandıklarının çok uzak merkezlerde olması nedeniyle oy veremedi. Bu özgürlük düşmanlarının bir planıydı ve 2. defa uygulandı. GERB, toplam 600 bin oyun 240 binini maaşa bağlı kişilerden aldı. Bulgaristan toplumu yeni politik örgütlenmeye, arınmaya mayalanmış bulunuyor ve değişiklerin devinimi yakındır. Oy verme gerekçesi neydi? Karma bölgelerde GERB – DPS çatışması sert oldu. Deliorman, Dobruca ve Gerlova seçmeni sandığa gitmedi. 2014 ve 2017’de GERB’e oy veren Türkler bu defa durgundu. Pasif kalma çağrısına uydular. Çatışma sert geçti, yenen yenilen olmadı. Bazı bölgelerde seçmeni sandığa gitmeye motive edenin bir gizli güç olduğu anlaşıldı. Vidin, Vratsa ve Montana illerinde yaşayan Müslüman Türklerin toplam sayısı 15 hane olmasa da DPS çuvalları oy doldu. Türk düşmanlığı kaynayan Batak şehrinde, bir tek Türk yaşamazken, oyların orada da DPS partisine akması, büyük şehir gettolarındaki oyların ise, GERB ile DPS arasında çuval hesabı paylaşılması şu benzetmeyi canlandırdı. Köstebek nereden çıkar belli olmaz! Sanki bu defa N. Hoca para vermeyen çocuklara da düdük dağıttı. Aylardan beri ortalıkta görünmeyen DPS adayı Peevski ile GERB lideri Borisov gizli bir mücadelede her yerdeydi. Bu seçimde GERB, 2014’e kıyasla 75 bin oy kaybetti. Tekrar ediyorum. İktidar partisine yalnız devletten ve hükümetten maaş, iş ve ihale alanlar ve aileleri ile yakınları oy verdi. DPS’de 100 bin oy kaybetti. SDS’li Aleksandır Yordanov ile Türklerden Asim Ademov olmasaydı GERB ve iktidarı hendekten devrilmişti. “Ataka” ve “Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Yurtsever Cephe” borazanı çalanların % 1 oy alamaması buna en parlak örnektir. Seçmen bu iktidarı yalnız eleştirmedi ve uyarmadı, tamamen olumsuzladı. İktidar artık meşruluğunu yitirmiştir. Çöküşün ikinci aşaması Ekim 2019’da yerel seçimlerde yaşanacaktır. Kongre çağıran GERB içinde derin temizlik hareketi başladı.


Makale ve Analizler - 2019

105

BSP çok çırpındı, saldırdı ama seçimi kazanamadı. Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) 26 Mayısta 2014’e kıyasla 50 bin oy fazla aldı. GERB’ten 1 milletvekili daha az (5) çıkardı ama seçimi kazanamadı. Bunun Nedeni partiye umut taşıyan programı olmamasıdır. Halk yel değirmenleriyle hesaplaşmak değil, daha iyi yaşamak istiyor. BSP seçimi kazanabilir miydi? Halka umut veren seçim taktik ve stratejisi sunup parti içi kavgalara ara verilebilseydi belki. Daire, saray, köşk, yazlık, kışlık, rüşvet, dalavere ve boş vaatte bulunma döngüsünü taşırmasaydı muhtemel daha fazla oy alabilirdi. Şöyle: Bir politik parti, bir parti medyası, gazete, radyo ve TV bir SAVCI veya bir YARGIÇ değildir ve olamaz, ceza yasasını uygulayamaz. Ancak kendi parti tüzüğünü uygular ama onu da başka partilerin üyelerini yargılamak için araç edemez. Seçmen bu noktada bardağın taştığını ve BSP propagandasının totaliter dönemi anımsattığını duyumsamıştır. Şu da var, BSP tonunu yumuşatmış olsaydı ve kampanyayı köfte-bira masalarında yapmış olsaydı, seçimi yine de kazanamazdı kanısındayım. Çünkü onun Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) mirasına oturmuş, bir postkomünist parti olduğunu bilmeyen yok. BSP’nin 33 yıl devam eden T. Jivkov zulmünü, parti içi ve devletin baskı ve terör yapısından yarım ağızla vazgeçtiğini hepimiz görüyoruz. Türklere karşı eğitimde baskıdan – çocukları anaokullarında ve okullarda Bulgarlaştırma uygulamasından, Türk dili, Türk kültürü ve Türk yaşam tarzına karşı saldırılarından ve sert tutumundan bugünde vazgeçmemiştir. Momçilgrad (Mestanlı) Belediye Başkanı Sunay Hasan, 24 Mayıs 2019 “Yazın ve Kültür Bayramında” toplanan Türk anababaları, öğretmenleri ve öğrencilerle konukları Türkçe kutlayınca, BSP ağzı köpüklü kükreyerek saldırdı. BSP azınlıkların uyanmasından ve örgütlenmesinden korkuyor. Bu partinin politik tavrı, totaliter baskı ve terör dönemini bugüne taşımaya çalışıyor. Ne var ki, solun merkezindeki demokratik güçlerin ördüğü duvar onu alternatifsiz bırakırken, parti içindeki çelişkiler kızışıyor, gruplar arası kavgalar sertleşiyor ki, Genel Başkan Kurneya Ninova seçim sonuçlarını görünce istifa etmek zorunda kaldı. Şu da bir gerçektir ki, BSP partisinin hayalleri, aç tavuğun ambar düşleri bir yana, artık ittifak kuracağı, ortaklık arayacağı politik güç de kalmadı. Su seçimde, parti yetkilileri Türkiye’ye gelip “otobüslerle gelseniz ve bizi destekleseniz” diyecek kadar yüzsüzleştiler… Ne ki, haklarımızı tanımaya asla yanaşmıyorlar.


106

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

BSP ile ilgili sonuç olarak şuna vurgu yapmak istiyorum. 8 gruptan oluşan bu parti, insan hakları, azınlık haklarının ve vatandaşa bireysel haklarla birlikte kolektif haklarının da tanınması, sivil toplum örgütlerinde buluşması ve hak, özgürlük, demokrasi ve adalet davasında bayrak dikmesine engel olmaktan vazgeçmedikçe, çökmeye mecburdur ve çökecektir. Bu partinin izlediği siyaset azınlıkları yavaşça ama mutlaka asimile etme siyasetidir. Her zaman tepki uyandırmıştır. Bundan sonra da kabul edilmeyecektir. Bu, değer, ilke ve uygulama açısından bir sosyalist ya da sosyal-demokrat politika değildir, komünist zorbalığı yaşatma siyasetidir. Tüm azınlıklar birleşerek karşılarına dikilmeye mecburuz. BSP konusuna şunları ilave etmemiz yerinde olur. Bu parti de kendi yarattığı bataklığın içindedir. Bataklık arınacaksa ya buharlaşacaklar ya da, toprağın süzgecinden geçeceklerdir. Nilüfer gibi bataklık üzerinde şakıma hakkı bir daha kendilerine tanınmayacaktır. Halkın malı mülkü devlet tarafından özelleştirilirken üretim araçlarının % 62’sine el attılar ve hurdaya kesip sattılar. Şansı yanlış kullandılar ve konu kapandı. Halkımızı Avrupa yoksullar kuyruğunun sonuna itenler onlar oldu. DPS tülü aşındı ve perde arkası göründü. “Biz gençlere güveniyoruz” bu defa DPS tarafından pazara çıkarılan büyük yalandı. Bundan 30-35 sene önce, Moskova’da, bir DPS partisi kurulup Bulgaristan’daki demokratik dönüşümlerin 2 milyona yakın Müslüman Türkün uyandırıp Sofya iktidarını ele geçirmelerini önlemek için hazırlanan özel tasarımla ilgili gizli bir rapor hazırlandı. “Bir fayton hayal ediniz, çift koşumlu bir fayton, yele, kayış ve kam şık bizim elimizde, arabacı da bizden, istediğimiz yöne çekeriz.” , demişti takma adlı bir rapor yazıcısı. Kremlin daha 1878’de Bulgaristan Türklerine “esir köleler” olarak bakmıştı. II. Abdülhamit (1876-1909) San Stefano (Yeşil Köy) Barış Antlaşması imzalanırken Balkan Kuzeyindeki Türklerin Balkan Güneyindeki Bulgarlarla değiş tokuş edilmesini önermişti. Ruslar kabul etmedi. O zamandan beri bizimle ilgili kısa ve uzun vadeli plan çizildi. 1990’da 4 Ocak günü sözde DPS kurulurken, fayton yola çıktı. Faytoncu A. Doğan olsa da, kam şık arkasındaki özel kabindekinin elindeydi. Arka koltuktaki birkaç hevesliyi münasip zamanda yol kenarındaki ısız köşelere, bir daha yol bulamayacakları şekilde bırakıldılar. Daha sonra faytoncu yanına oturan Delyan Peevski’nin kiloları 150’yi geçince ve aşınan dingiller gıcırdamaya başlayınca, Ahmet Doğan’ı “altın kafese” aldılar.


Makale ve Analizler - 2019

107

Bu seçimde hiç kimsenin beklemediği bir anda Doğan’ın “kinli ve gönlü kırılmışlardan” özür dilemesi, aslında, “bir de benim halime bakın!” “altın kafes” tutsaklığı, eski sahte mahpusluktan uzun sürdü”, arkadaşlar gelin kurtarın beni, anlamındaydı. Tabii Moskova’da yakın bir tarihte açılacak olan “KGB” arşivinde, “Ahmet Doğan’ı “altın kafese” kapayan, “inleye inleye çürüsün!” emir nüshasının bulunabileceğine inanmıyorum. Bunun Bulgar Başsavcılığından, başbakandan ya da cumhurbaşkanından istendiğine de inanmıyorum. Bu emir ancak ve yalnız Delyan Peevski’ye ağızdan verilmiştir. Çünkü Doğan ile Peevski aynı katran kazanından “Multi-Gruptan” geldiler. B.Borisov ile Ts. Tsvetanov gibi. Peevski Doğan’ı altlarken, Borisov Tsvetanov’u devirdi. Yakın dostlar birbirlerini en iyi bilirler. Bir atasözümüzün dediği gibi, “en büyük kötülük en yakında olandan gelir” Öyle de oldu. A. Doğan’ı “kodeste” tutan ve başına 20 polis diken, yudumlarını sayan ve ona ancak viski içerek zehirlenme veya şişerek patlama hakkı tanıyan D. Peevski oldu. Yeni tablo budur. Ve şimdi, isimlerimizin süngü ucunda değiştirilmesinden 35 ve 360 binimizin zorla ata-vatanımızdan kovulmamızdan, kolay kolay toparlanamayacağımız bir şekilde feci parçalanmamızdan, kültürel soykırım trajedisi yaşamamızdan sonra olağanüstü ilginç bir olay yaşandı. DPS Müslüman Türklerin elinden tamamen alındı ve Romenlerin oylarını satın alan oligarşi temsilcilerine hediye edildi. Vay be… Gelişme aşamaları: Doğan birkaç yıl önce “domuza oy verin desem, verirler” derken domuz olarak Delyan Peevskiyi kastetmişti. Şimdi domuz kendisi ortada görünmeden, “hayalime” oy verin dedi ve azılı düşman ini “Batak”ın seçim sandığından % 100 DPS’ye oy çıkardı. Bunu Bataklı İvan Palçev daha 1990’da DPS Burgaz milletvekili seçilirken düşünmeliydik. Onurumuzla oynadılar. Bunu, A. Doğan ile İv. Palçev Madrid’e mülteci Çar II. Simeon’u geri çağırmaya gönderilirken düşünecektik. Artık perde düştü. Bulgaristan Türklerinin yıprandığını, ürkütüldüğünü düşünüyorlar. Topyekûn saldırıya geçtiler. Zülüm artmış, zalim kılçıklaşmıştır. Ekmek paramız elimizden alınmış ve “yılana sarılma” veya “köle olma” çaresizliğine itilmişiz. Her gün bize 1878’de işgal edilmiş topraklarda yaşadığımız hatırlatılıyor. Bundan böyle, Bulgaristan Müslüman Türklerinin kime oy verdiği hiç önemli değildir. Bir kimselerden bir şeyler beklemesi de boşunadır. Brüksel’e gönderilenler Peevki’nin (Moskova) köleliğini kabul etmiş kadrolarıdır. Moskova 1878’de başlattığı stratejik hedefe 2019’da başarılı ulaşmıştır. Hiçbir


108

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

konuda geçerli sözümüz kalmamıştır. Bulgaristan Türkleri boş sayfalı bir kitap haline getirilmiş ve bugünden sonra Peevski ne yazarsa okunacak olan odur. Ahmet Doğan’ın hainlik devri kapanmış ve Delyan Peevski’nin egemenliği başlamıştır. Kendinize “toprak köleliği” veya “toplama kampı esareti” örneklerinden örnek seçebilirsiniz. Oyun bitmiştir.. DPS partisini Sofya’da “yeşiller”, Batakta ” en azgın milliyetçiler”, Varna’da “çakallar”, Vratsa, Montana ve Vidin’de kim oldukları beli olmayanlar ve belki de “Ulahlar” ve başka yerlerin hepsinde “hak ve özgürlük davamızla uzaktan yakından ilgisi olmayanlar” kazanmış, ele geçirmiş, gast etmiş ya da esir almıştır. Dikkatle bakınız ve bana inanacaksınız… Derin analizden çıkan tablo budur. GERB’ten kovulan Tsvetanov da, D. Peevski’nin davetine uyarak DPS’ye gelirse oyun bitmiştir… Başa döndük. Yeniden birleşip örgütlenmemiz ve orta direk olmamız gündem olmuştur. Okuduğunuz için teşekkür ederim Bayramınız kutlu olsun. Kardeş selamları ve en iyi dileklerle.


Makale ve Analizler - 2019

109

Ramazan Bayramımız Mübarek Olsun

Murat ULUTÜRK

Soydaşlarım, Ülküdaşlarım, Yoldaşlarım, Bir dağ var! Bulgaristan’ı ikiye bölen Adı Koca Balkan. Koca Balkan’ın şanlı tepesi ŞİPKA’dan sert rüzgâr eser, alır götürür TÜRKÜN SESİNİ, taa Rodop dağına ulaştırır. Bir derya var! Adı TUNA, Hatırlatır cihana Türk’ü. Üç de nehir akar hep birlikte anavatana, Tunca, Meriç ve Arda Kıvrım, kıvrım akarak Ana-Vatana doğru hızla ilerler Selam getirir Akıncılar yurdu, Evlad-ı Fatihandan. Tuna Karadeniz’e akarak İstanbul’da BULTÜRK’e ulaşır.

N E D E N B U LT Ü R K ; Başarıya giden yolu gösterdiği için, Gelecekte huzura mutluluğakoştuğu için, Doğruyu eğriyi anlamamızı sağladığı için, Değerlendirme olanağını doğru verdiği için, Yaşanılan tüm olayları önceden görmemi sağladığı için, Savaşmaktan ve doğruları söylemekten çekinmediği için, Yaşanılan tüm duyguları önceden tablolara döktüğü için, Yaşamın her döneminde, savaşmam gerektiğini öğrettiği için, Her dönemde bizlere gençlere UMUT IŞIĞI’nı gösterebildiği için, AHLAKTAN, ADALETTEN, HAK ve HUKUKTAN Ayrılmadığı için,


110

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Hayatımızın gayesi her şey BÜYÜK TÜRKİYE HAYALİ OLDUĞU İÇİN, Bulgaristan, Bir gülü var! KAZANLIK diyarında, Dünyada benzeri bulunmaz. Bir de SİZ GÜZEL DOSTLARIM ve SEVDİKLERİM var, BULTÜRK Leventleri Böyle güzel bir günde nasıl unutulur ki? Tüm okuyucularımıza, *HEPİNİZE TÜM DOSTLARIMIZA* *HAYIRLI MUTLU VE HUZURLU BAYRAMLAR DİLERİZ*


Makale ve Analizler - 2019

111

Eskiden Bayramlar Bayramdı! Tarih: 02:06.2019 Yazan: Nevzat ÖZTÜRK İlahiyatçı, Eğitimci Yazar

Eskiden bayramdı; şimdi ise sadece tatil. Bayramlar çocuklar içindi de, biz mi büyüdük? Yoksa gerçekten de kaybettiğimiz değerlerin arkasından üzülmekten başka çaremiz mi yok? Siz de derin bir ah çekip, “Nerede o eski bayramlar” diyenlerdenseniz, biraz hatırlayalım, biraz da hatırlatalım istedik… Siz de ah çekip eski geleneksel bayramları özleyenlerdenseniz, sizin için nerede o eski bayramlar dedirtecek detaylar sizin de yüzünüzü gülümsetmeye yetecek. Hep söylenir, “nerede o eski bayramlar” ve iç çekilir. Peki, ne vardı o eski bayramlarda? Eskiden bayramdı, şimdi sadece tatil… Akıllı telefonlar yoktu. Bayram mesajı diye bir kavram yoktu; hele akıllı telefonlarla kameralı görüşme yapma fikri hiç yoktu. Eskiden el öpmek, bayramlaşmanın tek yoluydu. Eskiden bayram telaşı olurdu. Bayram gelmeden hazırlıklar başlar, arefe günü bayram gibi karşılanırdı. Günler öncesinden temizlik yapılır, tatlılar hazırlanırdı. Şimdilerde sıradan bir gün bekler gibi karşılanıyor maalesef. Herkes evde misafir beklerdi. Şimdilerde fırsat bulan tatile kaçıyorken eski bayramlarda herkes evde misafir beklerdi. Bayramda ekmek çıkmaz, fırınlar çalışmazdı. Tek bir Bayram Gazetesi çıktığından gazeteciler de bayram tatili yapardı. Büyükler evlerinde yalnızca misafir bekler, küçükler ziyaret için gezerdi. Bayramlar tatil değildi; tatile gitmek yerine büyükleri ziyarete gidilirdi. Komşular gezilirdi. Sadece akrabalar değil komşuları da ziyarete gidilirdi. Mahalle büyüklerinin kapısı çalınır teker teker elleri öpülür, şeker toplanırdı. Ne güzel sevinç, ne güzel heyecan kaplardı içimizi bayram yaklaştıkça, sabahı zor ederdik. Babalar gelirdi bayram namazından, evde herkes sıralanır bayramlaşırdı, evdeki o bayram havası anlatılmaz harikaydı. Bir huzur eserdi ılık ılık, içler sıcacıktı, o bayram kahvaltıları unutulmazdı… Bayramlıklar hevesle hazırlanırdı; büyük küçük demenden, herkes yeni kıyafetle bayramı karşılardı. Herkesin yeni kıyafet alacak durumu da olmadığında, bayramlık almak da giymek de fazlasıyla kıymetliydi. Bayramlıklar başucunda saklanırdı. Eskiden her şeyin, bir çift ayakkabının bile kıymeti


112

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

vardı; yeni alınmış bayramlıklar başucunda beklerdi. Bayram kırmızı rugan pabuçlarla başlardı. Arife gecesi yeni pabuçlarla beraber uyunurdu, annenin tüm kızmalarına aldırmadan, gizlice…Sabah erkenden kalkılır, bayramlıklar giyilir; ardından ailece kahvaltıya oturulurdu. Bayramlar bayramdı. Annelerin bütün yavrularını ak pak yapıp, tertemiz bayramlıkları giydirip yolcu etmesi bile ne kadar duygu doluydu. Çocukluk ne güzel, hele o zamanda, sokaklar cıvıl cıvıldı, çocuklar her kapıda “Bayramınız mübarek olsun yengeciğim, amcacığım!” der çantalarını şekerle parayla doldururdu… Saydıkça coşardı akşama kadar… Harçlık heyecanı olurdu. Harçlık vereceği bilinen akrabalara gitmek için can atılırdı. Avuç avuç yenen şekerler yetmez; bayram harçlıklarıyla pamuk helva, kağıt helva, elma şekeri, macun sırasına girilirdi. Yine bayram günü baba evinde toplanılırdı, o zaman, yine ayrı bir sevinç, bir yandan kardeşler, bir yandan yeğenler, annelerin gözleri sevinçten dolu dolu, en büyüğünden en küçüğüne yavrular, torunlar etrafta, içlerinde, yüreklerinde hiç bitmeyen dua : “ Ya Rabbim, bu bayramlara yine kavuştur bizi”. Biraz misafir ağırlanır, biraz hazırlanılır, kardeş kardeş hep beraber ailece çıkılırdı komşuları, dostları ziyarete, ne kapı kapalı dururdu ne telefon sesi biterdi… Şimdi mi? Şimdiyi hiç sormayın…Anne, baba buradaysa gidiliyor tabii ama yine de kardeşlerin kaçı bir arada? Biri giriyor, diğeri girenin çıkmasını gözetliyor girmek için adeta. Doluşulmuyor, doluşulamıyor eskisi gibi, gelenler sırayla geliyor, üstelik gelmeyenler de var yoktan bahanelerle… Annelerin gözleri dolu dolu, hiç susmuyor, devamlı akmaya hazır, ama bu defa kederden, üzüntüden bu dağınıklıktan dolayı. Hüzün en iyi dostu olmuş, yerleşmiş yüzlerine. Ne gidilen yerde tat var, ne de bizlerde… Kardesle karşılaşıyorsunuz, sımsıkı sarılsanız ya! Gönülden bayramlaşsanız ya! Yok! Anne ve babaların gözleri yollarda, “Gelen de sağolsun, gelmeyen de.” diyorlar. Takmıyormuş gibi göstermeye çalışıyorlar ama aslında gözleri kapıda ve her yerde olmayanları arıyor, içlerinde yalvarmalar; “Gelin artık, baba evinizi böyle sessizlikte bırakmayın…” Böyle dağılmak için mi büyüdü çocuklar? Elbette hayır! Evliliğin de işte öylesine! Gelinin de işte öylesine! Damadın da! Kardeşleri birbirinden ayıran, anneleri yasa boğan her şeyin herkesin işte öylesine! Üç beş günlük dünyanın neyi bizi birbirimizden böyle uzaklaştırıyor? Hepimizin canının aslında tek bir can olduğunu ne zaman anlayacağız? Birimiz bu dünyadan göçünce mi? Birimiz bu dünyadan gidince, kabre girince mi anlayacağız, pişman olacağız?


Makale ve Analizler - 2019

113

Aslında heyecanlı bir şeydi bayram… Bayramlıklarımızı alır, sıraya girer, büyüklerimizin ellerinden öperdik. Çocuktuk, mutluyduk. Ne zaman değişti, hangi ara “bayram”dan uzaklaştık, bilmiyorum. Bayramın asıl eğlencesi, bayram yeriydi… Bir dönem öyleydi en azından. Herkesin eşit olduğu yer. Şehirde, pazarın kurulduğu caddenin sonundaki açıklıkta tezgahlar kurulur, ortada da bir lunapark olurdu. Pamuk şeker satanlar, baloncular, seyyar oyuncakçılar derken panayır alanını andıran bayram yerleri en büyük eğlencemiz olurdu. Orada belediye başkanıyla da karşılaşılırdı. Şimdiki gibi korumalarla dolaşmazdı “başkan”lar ve gösteriş olsun diye top dağıtmazlardı. Bayram yerleri çok zamandır kurulmuyor. İnsanlar kendilerine benzeyenlerle “kutluyor” artık “bayram”ı. Oysa eskiden komşuda pişen mutlaka size de düşerdi…Komşuluk vardı çünkü. Yan yana kapılarda yediğiniz içtiğiniz ayrı gitmesin diye paylaşılır, komşunun tabağı asla boş gönderilmezdi geri. Çocuklar için mutlu olmak daha kolaydı. Eskiden çocuklar için “mutlu olmak” kavramı çok daha büyük anlamlar taşıyordu; şimdilerde hiçbir şey onları mutlu edemiyor. Onlar için en büyük mutluluk konsol oyunları, bilgisayarlar, akıllı telefonlar değil; mahalleye gelen salıncaklara binmekti. Bulgaristan Türklerinde, Ramazan Bayramı ya da Kurban Bayramı öncesi arife gününde “kolaş” denilen börek, saç kokutması denilen bir başka börek, tatlı olarak da öküzünü, muska tatlı, baklava ya da lokma yapılır . Yapılan börekler veya lokma eğer bunlar yapılamamışsa hazır alınan lokum yedi kapıya dağıtılır. Arife gününün özelliği evi ertesi gün yaşanacak olan bayrama hazırlamaktır. Bunun için yapılan tatlılar kadar ev temizliği de çok önemlidir. Bayram temizliği, diğer temizliklerden çok daha detaylı olarak yapılır. Yine arife günü gidilebilecek yakınlıktaki mezarlıkta yatan yakınların mezarları ziyaret edilir. Arife günü gidilmemişse, bayramın ilk günü gidilir. Genellikle de erkekler kabir ziyareti yapar. Bayramlaşma da bayram sabahı bayram namazının kılınması ile başlar. Erkekler ilk bayramlaşmayı namaz kılındıktan sonra camideki cemaat ile yapar. Sonra eve gelen erkekler, ev halkı ile bayramlaşır. Bayramlaşmanın esası mutlaka küçüklerin büyüklere bayramlaşmaya gitmeleridir. Bu gidiş de kendi içinde hiyerarşiye sahiptir. Bayramlaşma önce evin erkeğinin ailesinden başlanarak yapılır. Ardından kadının yakınlarına bayramlaşmaya gidilir. (Yard. Doç.Dr.Çukurova Üni. Eğitim Fakültesi Temel Eğitim Bölümü, Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi, folklor/edebiyat, cilt:24, sayı:93, 2018/1, Anadolu’ya Göç Etmiş Bulgaristan Türklerinin Kutlama Törenleri İle Bu Törenlerde Yer Alan Müzikler)


114

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Eski anılarımı hatırlamak, köyümü, köylümü ziyaret etmek, hasbihal etmek için memleketimdeyim. Bizi biz yapan değerlerimize sahip çıkmak, kızlarıma hatırlatmak, ecdadımızın kültürünü tevarüs ettirmek için köyümdeyim. Bunu bir sosyal sorumluluk olarak görüyorum. Biz sahip çıkmazsak, kendine, atasına, kültür ve medeniyetine yabancı, doğrusu bize yabancı nesiller çıkıyor karşımıza. Tercih zamanı! Eski anılarınızı gülümseyerek hatırladığınız; ama en az onlar kadar sevgi dolu bayramlar dileriz… Nice güzel bayramlara… Ordu’dan tüm Türkiye’ye, İslam Alemine, Balkanlara, Türkün diyarına, sevgi ve saygılarımla. Allah’a emanet olun. Paylaşınız


Makale ve Analizler - 2019

115

Birlikte Nice Bayramlara… Tarih: 02.06.2019 Yazan: Rafet ULUTÜRK

Öylesine yakından ve derinden tanıyoruz ki birbirimizi, öylesine ortak bir umut ve bilinçle paylaşıyoruz ki iyi ve kötü günleri, öylesine inanıyoruz ki dostlukların, soydaş olarak birlik olmanın, ortak özlemlerimizin sonsuz gücüne, omuz omuza attığımız her adımın önemine…. Bu duygularla Ramazan Bayramınız mübarek olsun! Tüm Türk-İslam Alemine hayırlara vesile olsun! Kader kardeşliğimizin daha iyi günleri birlikte devam etsin… NİCE HUZURLU BAYAMLARA! BULTÜRK DERNEĞİ VE BGSAM OLARAK HEPİNİZE Şeker tadında bir Ramazan Bayramı geçirmenizi diler, her şeyin gönlünüzce olmasını temenni eder. Bu bayramda yüzünüz de hep gülümseme, kalbinizde huzur olsun. Ramazan Bayramınız kutlu olsun. BİRLİK VE BERABERLİK ÖLÜMDEN BAŞKA HERŞEYİ YENER. En iyi günler Türk-İslam halkının olsun! Bayramdan bayrama bir yıl geçti. Şu güz günlerinde tohum eksek bir yıl sonrasını düşünürüz. Bayram günlerinde fidan diksek on yıl sonrasını düşünürüz. Biz bir kültür ve hizmet derneği olarak 100 yıl sonrasını düşünmek için bir araya geldik. Bir kuşak sonrasını düşünürken eğitim, öğretim okul, lise, üniversite, meslek eğitimi deriz. Bizler hayatın özündeki gerçekte bir kez ürün verir ektiğin tohum, on kez meyve verir ektiğin fidan ve yüz kez olur bu ürün, eğitirsen halkını… Daha da büyük konuşursak bir bireyin bilincindeki değişim tüm halkta, hatta tüm dünyada değişim yaratabilir. Biz hepimiz 2003’te BULTÜRK’ü kurduğumuzda uzun bir yolculuğa çıktık. Bu yolculuğun adı: KENDİMİZİ GELİŞTİRİP HEPİMİZİN DEĞİŞİMİMİZİ GELİŞMEMİZİ SAĞLAMAKTIR. Birlikte başarmak ve birlikte zafere ulaşmaktır. Bizi başarıya götüren inançlarımız vardır. Biz her şeyin bir sebep ve bir amaç için var olduğuna inanıyoruz.


116

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristanlı soydaşlar olarak büyük ve inançlı bir sosyal topluluğuz. Birimiz hepimiz için hepimiz birimiz için yolunu seçmemiz isabetli oldu. Yakınlarımızın daha büyük kısmı Bulgaristan’da kaldığından ve biz de gelirken vatandaşlığımızı koruyabildiğimizden daha da büyük, güçlü ve etkin bir topluluğun ayrılmaz oluşturucu bir parçasıyız. Emel ve hedeflerimiz bazı noktalarda artık tamamen kesinleşti ve netleşti. Bilirsiniz sınırlı inançların sınırlı insanları olur. İçine kapanmış topluluklardan pek fazla bir şey beklemek yanlış olur. Biz hepimiz Türkiye, Bulgaristan ve Avrupa Birliği vatandaşı olarak farklı bir bilince ve sorumluluğa ulaşmış bulunuyoruz. Birçokları için hayal olan emeller bizim için reel edinimdir. Başka bir değişle biz sınır engelini fersah fersah aştık. İki ülkede ve 28 üyelik bir uluslararası birlikte politik, ekonomik, sosyal ve kültürel yaşama katılma olanağı elde ettik. Yıllar içinde farklı yollar aradık ve dar göçmen imkânlarına rağmen örgütlendik, sivil toplum örgütlerimizde birleştik, kendi gazetemizi, elektronik iletişim olanaklarımızı geliştirdik, kültür merkezimizi açtık, Türkiye makamlarıyla yerli ve merkez yönetim düzeyinde sesimiz duyulmaya başladığı gibi, Bulgaristan politik yapısında da yankılandı bunlar. Her durumda başka olasılıklar arıyoruz. Şimdi AB merkezinden soydaşlarımızın eğitimsel ve kültürel gerekleri için özel ödenekler çıkarmaya çalışıyoruz. Bu etkinlikler BULTÜRK yönetimince disiplin ve istişare kurullarımızca yönlendiriliyor. Sivil toplum örgütümüzün kolektif yönetimi lider rolü oynuyor. Bu anlamda, bizler için liderlik eğer biri liderse çölde bile bahçe görebilen insandır. Biz dağının arkasını görenlerdeniz. Bizim inancımızda başarısızlık diye bir şey yoktur. Bizlerde her işten, başarılı veya başarısızlık, bizler bunlardan tecrübe alır geleceğe daha güvenle bakmamızı sağlar. Son çeyrek yüzyılda BÜYÜK GÖÇE zorlanmış olmamıza rağmen, köpek havlamasına pabuç bırakıp kaçanlardan olmadık. Bize uygulanan zulüm dayanılacak gibi değildi, onun için acıyı orada bıraktık ve kendimizi Ana Vatan’a attık. Bu bizim Vatan sevgimizi azaltmadı, öz yurdumuzu daha gelişmiş ve mutlu bir düzeye getirme azmimizi kırmadı, biz emellerimizle geldik ve umutlarımızla yaşıyoruz. Bu bakıma kutsal inancımızda başarısızlık diye bir şey yoktur. Totaliter baskı ve terör rejiminden sıyrılmaya yanaşan, fakat içine sıkıştığı dar boğazda bocalamaya devam eden Bulgaristan’da Pazar gün AP seçimleri


Makale ve Analizler - 2019

117

geçti. Halk siyasilere güvenmediği ortaya çıktı. Kim ne derse desin bu önümüzdeki seçimlerde Bulgaristan’da büyük değişimlere yol açacağı ortaya çıkmıştır. Bizler Bulgaristan Türkleri bu davamızı yeni kuşağa devretmek bizim öz vazifelerimizden biridir. Bu bakımdan her yerde ve her zaman örnek olmalıyız. Bu öz hakkımızı elimizden almak için göz dikenler o kadar çok ki, dış etkenlerin hiç biri tarafından etkilemeden, elimizdeki imkanı kullanıp oyumuzu verip varlığımızın sesini devamlı yükselteceğiz. Bazen insanın kime oy verdiği hiç önemli değildir. Bu önümüzdeki seçimler çok anlamlıdır. Bu AP seçim sonuçları bir sosyal anın aynada yansıması olsa da, seçimin kendisi bir toplumsal sürecin gelişim anıdır. Yukarıda da işaret ettiğim gibi, bizdeki gelişim süreci totalitarizmden sıyrılma ve kurtulma gidişidir. Bu süreçte ben, sen, biz değil sayın okurum, ama bizi temsil ettiklerini iddia eden HÖH-DPS yöneticileri, başta hain-Ahmet Doğan artık Bulgaristan iktidarına uzaktan bakacaklardır. Sebebi, ölümü ilan edilen, yassı tutulan totaliter rejime 30 yıldan beri hastabakıcılık yapmalarıdır. Bilirsiniz naaş defnedilince hasta bakıcı ve hademelerin de işi biter. Durum budur. HÖH-DPS liderlerinin belediyeleri bayrakları birer ikişer dürülecektir. Bu durumda HÖH-DPS partisini kuran Türk ve Müslüman kitle eski yönetimi kusma ve yeniden örgütlenme yollarını aramaya başlayacaktır. Bu da size Bayram müjdemiz olsun. Ne olursa olsun sorumluluğu üstlenmeye hazırız. Yeni bir döneme giriyoruz. Sorumluluk her alanda başarının destekleyicisidir. Unutmayalım hepimiz her şeyden sorumluyuz. Bizler yerel seçim gününden sorumluyum elimden geleni yapacağım bilinciyle hareket etmeliyiz. Soydaşlarımızın büyük bir aldatılmışlık, olan bulutu içinde olduğunu defalarca yazdık söyledik. Senin, benim, hepimiz in şimdiye kadar 30 yıldan beri bir an düşünmek bile istemediler. Biz eminiz ki, önümüzdeki seçimlerde bu kopma kesin ve sonuç belirleyici olacaktır. Çünkü bu kopan oyların arasında KARA FATMELERİN KARA AYŞELERİN, KARA HAMDELERİN oyu da var yani KARA KOYUN suyu geçecek ve durum kökten, kesinlikle ve dönüşümsüz değişecektir.


118

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Onların alacağı oylar korkuyu yenememiş, korkuya esir olmuş olanlarıdır, Ama Bulgaristan’da yaşayan yakınlarımıza zarar verilmesin, işten kovulmasınlar, çocukları okuldan atılmasın hesaplarıyla verilen oylardır ve bu noktada demokrasi ölüdür. Ancak hepimiz sorumluluk alarak sonuçları değiştirebiliriz. Bizler büyük düşünen sizlerin, öz güven ile yaşayan hepimizin, ilke ve değer bilinci olan, Ata Vatan sevgisi sönmeyen soydaşlarımızın, etkili iletişim kurarak gerçeği görebilenlerin başarılı olacağına inanıyoruz. Bizim hedefimiz Bulgaristan’daki hak ve özgürlüklerimizi ne pahasına olursa olsun elde etmek, demokratik adil bir ortamda yaşamak ve bize çektirenlerin, zulümcülerin mutlaka cezalandırılması, bizi aldatanların, halkımızı oyalayanların, totaliter katillere yardım edenlerin, hainlerin, jurnalcilerin, ajan bozuntularının hak ettiklerini bulmasıdır. Bizim bu davamızda, bu mücadelemizin başlangıç noktası vardır, ama son noktası yoktur. Kendi planı ve hedefi olmayanları, amaçları uğruna kitleleri yüreklendirecek örgütü olmayanları başkaları aldatabilir, kandırabilir, kendi karanlık hedeflerine alet edebilirler. Bu 30 yıldan beri böyle oldu, artık değişim zamanı. Mübarek Ramazan Bayramını sevdiklerinizle beraber sağlıklı ve huzur içinde geçirmenizi diler, tüm insanlığa hayırlı olsun! Ramazan Bayramı’nın milletimizin diriliğine, mazlumların kurtuluşuna, Türk-İslam Alemine huzur, barış ve hidayetine vesile olmasını dileriz. Nice Bayramlara!


Makale ve Analizler - 2019

119

Biz Yasaklı Bayramların Çocuklarıyız Tarih: 2 Haziran 2019 Yazan: Raziye ÇAKIR Biz yasaklı bayramların çocuklarıyız.

Bayram şiirleri seçerken zorlandım bu defa. Siz yaşlılara, ana babalara seçerken hep çocukları düşündüm. Bayram şekeri verirken şiirler dinlesek onlardan veya biz onlara okusak. Bir iki dörtlük olabilir… Şiiri dinleyen annemin güzelliği gözümde… Onlar gittiler, bayramlar kaldı. Bayramlarımız, ilk ve son gün arasında ebedi. Kokusu değişiyor biraz. Güllerin bahardan bahara azdan az fark attığı misali… Gül kokusunun çiğ yememiş halini severim… Elimdeki, şairlerimizden 1 000 (bin) sayfa şiir. 200 ozan yazmış. Gönlü şarkı söylemeyen şiir yazamaz diyenler haklı. Hepsinde melodi var. Kimisi beklerken, kimiz uğurlarken, kalem elde Bayram anlatmış. Şair Haşim Akifov İbrahimov BAYRAMLAR demiş: BAYRAMLAR Uzanarak umutlarla beklerken sabahları En mübarek duyularla gönülleri okşamak Yüzlerdeki o tatlılık süslerken insanları Sevilerle mutlu olur umut dolu yaşamak. Coşarak bir kuş gibi göğe yükselmek dolaşmak Ovalardan bulutlara imgelerle ulaşmak Küçüklere sevgi, büyüklere saygı sunarken Sevilerle mutlu olur umut dolu yaşamak. Bir bereket yağmurudur, işte böyle cömert Hak Bayramlarda mutluluğu aramızda paylaşsak Kötülükten kıskançlıktan hırçınlıktan çok uzak Sevilerle mutlu olur umut dolu yaşamak.


120

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

*** 200 şair birer kibrit çaksa aydan görünür. BAYRAM SOFRASI kursa asır boyu konuşulur. Kardeşlik sofraları gibi… Şiirimizde değişen bir hava var. Bayramlarda olduğu gibi… Eskimeyen ve solmayan bir yüzyıl saklı özlerinde! Türklük kokusu. Vatan sevgisi. Sevda rengi, yaprak yaprak güzellik dallarında… Halkımız Türklüğü tanımazken, onlar Türk Türklüğünün ne olduğunu taşıdılar kentlerimize, köylerimize, gönlümüze… Onların şiirleriyle besledik ruhumuzu. Yüreklerimiz aynı hisle çarptı Bayramlarda. Kendi şiirimizi okudum, kendi ozanlarımızı dinledik, kendi şarkımızı söyledik. Türk kokusu değişir mi? Birleşince yeni bir niteliğe sıçrama gücü gizli kokularda! Onlardaki, neden yok şairlerde? Şair kongrelerinden neden yeni bir atılım çıkmıyor? Bugün de Tuna gibi akıyor şiirimiz. Kıyısını yıkmak istemiyor. Her satırında Vatanımıza, Kimliğimize, Bayramlarımıza, geleneklerimize sahip çıkıyor. Şairimiz Derhan Mahmu Ali 1993’te şöyle dedi: BİZİM DORUKLAR Evreni cennet köşesi Özlemler memleketine götüren tüm yollar. Kenetlense de volkanlar ruhunda Bir anlık ömrün Kapanmaya hazır ümit kapısından… Son adımla bile hücum edilmesi Hedef tutulan Uzak doruklar Bizim doruklar.

Yenileye-bilseydik doruklarımızı ve hedeflerimizi, bayramlarımız da bir başka olurdu. Kara kayada çiçek bitmez. Bulgaristan’da HÖH de kara kaya çıktı: Düşünüyorum: Bayramsızlıkların mutluluğu, ya da çilelerimizin hakkı helal olur mu hainlere?


Makale ve Analizler - 2019

121

Bayramdır. Güzel yüzlü bir halkımız var. Konuşmak ve susmak hakkımızdır. Bayramlar küsleri unutmak içindir. İhanet edenlerin ders alması için vardır. Hain günahları af edilir mi bilinmez… *** Kendimizi aradık ömür boyu. Ayazma sularından derecikler, onlardan çaylar ve nehirler akıyorsa, ansiklopedilerden taşan şiir ve destanlar halkın yüreğini neden dağılamıyor? Zaman seçip, kendiliğinden ve birden bire neden alevlenmiyor! Halkın sabrı hayatın ayarı! Bayramlar yüzleşme günü. Şu dünyada şairler şehri, şiir severler parkı yok. Olsa oraya taşınırdım. Her sabah hepsine gonca, açmış ve solmaya yüz tutmuş güllerden demet derlerdim. Hayatın anlamı renklerin kavgasında gizli!. Ne zaman başladığı bilinmeyen ve sonu olmayan bir sevişme bu. HAYAT BAYRAM OLSA! acıyı bilmeyen tatlıyı tarif edebilir miydi? Yasaklı Bayramlar kutladık. Sesiz dua ettik. Gizlice el öptük. Pusuya durup bayramlı püse bekledik. İnsanlar hürriyeti, Bayramın Allah Evine indiğini, bayramlaşmadan kardeşlik doğduğunu, dede, nene ve ana, baba eli öptükçe dağıldığını öğrendiler? Bayramı kaybetmek hiçbir şeysiz kalmak anlamına gelirdi, anladılar. Bayramları yaşatmak için, çocuklarına BAYRAM dediler. Sabahattin Bayram KARABASAN Gözlerimi yitirdim Gözlerim kana boyandı ışık karıştığında Doruklar düzlüğe dönüştü Sesim sokaklarda tutsak Gururum kamburum oldu Gözlerimi yitirdiğim gün Gözlerimi yitirdim Issız yörüngesinde durdu yürek Sevgilerim durakaldı karanlık pusularda Silinince geçmişle geleceğin anlamı


122

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Hangi dilde ağlayıp, hangi dilde güleceğim Dostlarımı anılarda nasıl bulacağım Bilemedim gözlerimi yitirdiğim günü. Gözlerimi yitirdim Gizemli bir boşluğa gömüldü zaman Öz saygımın burcundan bir yıldız kaydı Türklüğüm prangalı Mezarda babam bile yabancı oldu bana İzlerimi yitirdiğim gün. Gözlerimi yitirdim. Gözlerimi yitirdim İzlerimi yitirdim Adımı elimden aldıkları gün. 1985

Şairlerimiz halkımızın sesidir. Onurumuzdur. Biz Bulgaristan’daki Türkler için, Bayram bir şafaktır. Bir kişinin her kişi ve her kişinin de bir kişi olduğu gündür. Bayram, birlikten güç fışkıran, hepimizi kanatlandıran ve mutluluğa uçuran gündür. Bayram acılarımızı hatırlamak istediğimiz gündür. Hepinizi bir daha kutlarım. Büyüklerimin ellerinden Çocuklarımızın gözlerinden öperim. Paylaşmayı unutmayınız


Makale ve Analizler - 2019

123

İslam’da Kabir Ziyareti Ve Önemi

Tarih: 02.06.2019 Yazan: Nevzat ÖZTÜRK İlahiyatçı, Eğitimci Yazar Konu: Ka­bir­le­ri zi­ya­ret et­mek, ora­da bu­lu­nan­la­ra se­lâm ve­rip duâ ve

i mev­tâ­lar (ölüler) için bir rah­met ve­sî­le­si­dir.

Rasûlullah (s.av) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır: “Ölümü çokça hatırlayın! Çünkü ölümü hatırlamak, (insanı) günahlardan arındırır, dünyaya karşı zâhid kılar. Eğer zenginken ölümü düşünürseniz, sizi zenginliğin âfetlerinden korur. Fakirken tefekkür ederseniz, hayatınızdan memnun olmanızı sağlar.” (Süyûtî, Câmiu’s-Sağîr, I, 47) “Ölümü ve öldükten sonra ceset ve kemiklerin çürümesini hatırlayın! Âhiret hayatını isteyen, dünya hayatının süsünü terk eder.” (Tirmizî, Kıyâmet, 24) “…Kim ölümü çokça hatırlarsa Allah onu sever.” (Heysemî, X, 325) “Bütün zevkleri kökünden yok eden ölümü çokça hatırlayınız.” (Tirmizî, Kıyâmet, 26) Bu sebeple bir müslüman, her gün bir müddet ölümü tefekkür ederek, ruhlarına mânevî zindelik kazandırır. Zira nefis ve şeytanın asiliğe sevkinin engellenmesi ve ruh dünyamızın olgunlaşması için ölümü düşünmek(tefekkürü mevt) müstesnâ bir vesîledir. Bu tefekkürden aldığı mânevî zindelikle mü’min, yanlış ve boş işlerden sakınır, daima faydalı işler yapmaya ve bol bol sâlih ameller işlemeye gayret eder. Rivâyete göre Hazret-i Ali (r.a.) kabirleri sıkça ziyaret ederdi. Bir gün ona: “Nedir bu hâlin ey Ali, kabirleri komşu edindin?!” dediler. O da şu cevabı verdi: “Onların sâdık komşular olduğunu gördüm! Zira hiçbir kötülük yapmıyorlar ve (hâlleriyle bizlere ibret dersi vererek dâimâ) âhireti hatırlatıyorlar!” (İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, VII, 102/34514) İslam alimleri, gafletten kurtulup ömür nimetini, sâlih amellerle değerlendirebilmemiz ve her daim hamd, şükür ve rızâ hâlinde, huzurlu bir kulluk hayatı yaşayabilmemiz için, şu tavsiyelerde bulunurlar: “Zaman zaman hastahanelere giderek hastaları ziyaret et! O muzdaripler gibi hastalıklara müptelâ olmadığını ve üzerindeki sıhhat nîmetini düşünerek hâline şükret!


124

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Zaman zaman hapishanelere giderek oradaki mahkûmların binbir ıztırapla dolu zindan hayatlarını tefekkür et! Cinâyetlerin bir anlık öfke veya cinnet neticesinde işlendiğini, diğer taraftan mazlum olarak hapse düşüp o cefâya katlananların da bulunduğunu, onların yerinde kendinin de olabileceğini düşün! Allah Teâlâ seni bu hâle düşmekten muhâfaza ettiği için O’na şükret! Oradakilerin selâmeti için de duâ et! Sonra kabristanlara git, oradaki mezar taşlarından hâl lisânıyla yükselen sessiz feryatları dinle! Ömür nîmetini kaybettikten sonra pişman olmanın bir fayda vermeyeceğini düşün! Vakitlerinin kıymetini bil! Mezarda yatanlar için duâ ve istiğfâr et! Ve bundan sonraki günlerini daha çok hamd, şükür ve zikir ile değerlendirmeye çalış!” Hakîkaten, insana ölümü ve âhireti düşündüren en güzel vesîle, kabir ziyaretidir. Rasûlullah Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Ben size kabir ziyaretini yasaklamıştım… Artık ziyaret edebilirsiniz. Çünkü kabir ziyareti size âhireti hatırlatır.” (Tirmizî, Cenâiz, 60; Bkz. Müslim, Cenâiz, 106) Peygamber Efendimiz nübüvvetinin (Peygamberliğin) başlangıcında, kabir ziyaretini, tekrar şirke dönülmesi tehlikesinden dolayı yasaklamıştı. Zira câhiliye za­ma­nın­da in­san­lar, ec­dat­la­rı­na âit ruh­la­rın kud­si­yet ka­zan­dı­ ğı­nı dü­şü­nür ve ölülerinin çokluğunu öne sürüp kavimlerinin büyüklüğüyle övünmek için ka­bir zi­ya­re­tin­de bu­lu­nur­lar­dı. Efendimiz (s.a.v.), bu câ­hi­li­ye âde­tin­den bir eser kal­ma­ma­sı için, ilk za­man­lar ka­bir zi­ya­re­ti­ni yasaklamıştı. Fakat İslâm kuvvet bulup îman ve tevhid kalplere iyice yerleştikten sonra, artık mezarlara tapınma, onlardan bir medet umma ve onlara kudsiyet atfetme endişesine mahal kalmadığı için, Efendimiz kabir ziyaretlerine izin vermiş ve hattâ bunu teşvik etmiştir. Allah Rasûlü, Bakî Kabristanı’ndaki ashâbını ve Uhud şehidlerini sık sık ziyaret ederdi. Hazret-i Âişe vâlidemizin ifâdesine göre, Efendimiz kendisinin yanında kaldığı her gecenin son kısmında Bakî Kabristanı’na gider, oradakilere selâm verip duâ ederdi ( Müslim, Cenâiz, 102.). Hattâ bir gece Cebrâil (r.a.) Peygamber Efendimiz’e gelip: “Rabbin Bakî ehline gidip onlar için istiğfâr etmeni emrediyor!” buyurmuştur. Efendimiz de hemen bu emre icâbet edip Cennetü’l-Bakî’yi ziyaret etmiştir. (Müslim, Cenâiz, 103) Yine Hazret-i Peygamber r ashâb-ı kirâma, kabristana gittikleri zaman şöyle demelerini öğretirdi: “Selâm size, ey bu diyârın mü’min ve müslim halkı! İnşâallah yakında biz de aranıza katılacağız. Allâh’ın bizi de sizi de bağışlamasını dilerim.” (Müslim, Cenâiz, 104)


Bir müʼmin de kabristana gittiğinde, önce kabir halkına selâm vermeli, onlar için duâ etmeli, mümkün olduğunca Kurʼân okumalı ve bir gün kendisinin de onlar gibi olacağını tefekkür etmelidir. Kabir üzerine Kur’ân-ı Kerîm okumanın meşrûiyyeti hususunda bütün ulemâ kesin bir kanaate varmıştır. Kabir ziyaretlerinde Kur’ân okumak, 1400 senedir tatbik edilen bir icmâdır (İcma: İslâm âlimlerinin bir konuda ittifak etmeleridir). Kur’ân ti­lâ­ve­tiyle hâsıl olan ilâ­hî rah­met­ten mevtâların da isi­ fâ­de­si için bil­has­sa Yâ­sîn-i Şe­rîf okumak, her­ke­sin bil­di­ği bir usûl­dür. Kabir ziyareti, İslâmî edep esaslarına riâyet ederek icrâ edildiğinde pek çok hayra vesîledir. Zira ölümü tefekkür neticesinde nefislerin ihtirasının(hırsının) kırılacağı, insanın daha çok Allah’a hakiki manada kul olmaya yönelip daha yumuşak/merhametli kalbe sahip olacağı ve dünyada ebedi(kalıcı) edâsıyla dolaşma gafletinden sakınacağı muhakkaktır. Kabristanlar, her insanın kendi istikbâlini gösteren bir ayna gibidir. İnsan bu aynaya sık sık ve ibret nazarıyla bakabilirse, hayatını boş hevesler peşinde ziyan etmekten de uzak durur. Dolayısıyla kabir ziyaretleri, ölüme ve âhirete hazırlanma gayretinin en güzel vesîlesidir. Bunun içindir ki ecdadımız, kabristanları bilhassa câmi önlerine ve şehir içlerine yapmışlardır. Bu sâyede, oradan gelip geçen insanların, hem ölülere Fatiha okuyup rahmete vesilesi olmalarını, hem de kendi istikballerini seyredip ölümü daha çok tefekkür etmelerini temin etmişlerdir. Diğer taraftan, ka­bir zi­ya­retinde bâ­zı yan­lış tavırlardan da titizlikle sakınmak gerekir: Meselâ ka­bir­le­rin ba­şın­da mum yak­mak, ça­put bağ­la­mak ve doğ­ru­dan doğ­ru­ya o ka­bir­de ya­tan zattan medet ummak gi­bi… Aslâ unutmamak gerekir ki, kabirde yatan kimse ne kadar büyük bir zât olursa olsun, onun şahsından bir şey istenmemelidir. Onun Hak katındaki kıymet ve hatırı vesilesiyle, yine Allahʼtan istenmelidir. Çünkü kendisinden bir şey istenecek olan yegâne merci, fâil-i mutlak(dilediğini, dilediği zaman yapabilen, güç ve kudret sahibi) olan Cenâb-ı Hakʼtır. O dilemedikçe hiçbir kul, hiçbir hayrı meydana getiremez, hiçbir şerri de defedemez. Bu yüzden, Allah dostlarının/salih zatların gıyabında veya kabirlerini ziyaret esnasında; “Ey filân zât! Bana şifâ ver! Benim şu ihtiyacımı gider!” gibi cahilce sözlerle, doğrudan doğruya onlardan talepte bulunmak, şirke kapı aralayabilecek derecede büyük bir yanlıştır. Son derece hassas olan tevhid inancını zedeleyebilecek bu ve benzeri sözlerden titizlikle sakınmak gerekir.


126

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Maddî/mânevî sıkıntıların halledilmesinde, kâinâtın sevk ve idaresinde, Allah’tan başkasının mutlak tasarrufunun bulunabileceği izlenimini veren her türlü ifadeden şiddetle kaçınılmalıdır. Gaflet veya cehâletleri sebebiyle ucu şirke varan davranışlarda bulunanları ikaz etmek, her müʼminin vazifesidir. Fakat bu husustaki aşı­rı­lık­la­ra karşı çıkmak adına, İslâmî edebe riayete ederek yapılan ka­bir zi­ya­re­tleri­ni de “şirk” sa­ya­cak ka­dar ile­ri gi­den­ ler, bu hatanın bir benzerini ter­sin­den or­ta­ya koy­muş olmak­ta­dırlar. İs­lâm, her me­se­le­de ol­du­ğu gi­bi ka­bir zi­ya­re­ti hu­su­sun­da da îti­dâli esas al­mıştır. Pey­gam­ber Efendimiz ve as­hâbının söz ve fiilleri, bu hu­susa if­rat ve tef­ri­te kaçmadan na­sıl dav­ra­n­mak ge­rekti­ği­nin en güzel örneğidir. Kabir ziyareti, kabirdeki insana Kur’an okumak veya dua yapmanın ötesinde daha büyük bir şeydir. İnsan mezarlığa gidince toprağın altındaki ile fiziken yaklaşıyor, duygu dünyasında hemhâl oluyor, hatıralarına dalıyor; yaşadığı bayram iklimine mezardaki annesini, babasını, dedesini, halasını manen dâhil ediyor. Böylece fiziki âlemdeki bayram buluşmasındaki eksikler duygu dünyasının gayretiyle tamamlanmış oluyor. Kimi hayatta kimi mezarda olsa da aile bayramın o neşe ikliminde bir araya geliyor. İlk gençlik yıllarımda, arefeden başlayarak Ramazan ve Kurban Bayramı günlerinde insanların mezarlıklara koşturarak yıllar önce defnettikleri akrabalarının kabirlerini ziyarete gitmelerini tuhaf bulurdum. Açıktan seslendirmesem de “Hayatta olanlarla doğru dürüst bayramlaşmıyorsunuz, koşarak buralara geliyorsunuz.” şeklinde söylendiğim olurdu. Bana göre insanlar, bayramlaşmanın gereğini yapmıyorlar, komşu ve akrabalarıyla gerektiği şekilde bayramlaşmıyorlar ama mezarda cansız yatanlarla bayramlaşmaya gidiyorlardı. Bu bir tezat değil miydi? Böyle düşünürdüm. Yaşım ilerledikçe bayram günlerinde insanların mezarlıklara koşarak gitmesini tuhaf karşılayışıma dair düşüncenin beni terk ettiğini anladım. O ziyaretler makul, gerekli, doğru gelmeye başlamıştı. Ben de herkes gibi her bayramda kendimi mezarlıkta bulmaya, çocuklarımı da mezarlığa götürmeye başlamıştım. Yaşım kırkı geçip annemi kaybettikten sonraki bayramlarda, insanların yoğun şekilde mezarlıklara koşturmasının anlamı ben de iyiden iyiye değişti. İnsanlar doğru bir şey yapıyorlardı. Hasılı değerli dostlar, Arefe günü, Bayram günleri gelin kabirleri ziyaret edelim. Kur’an okuyalım, dualar yapalım. Bunu yaparken “ölmeden önce ölebilmeyi” deneyelim. Kabir ziyaretini sadece kabirdekiler açısından değil, her an “kabire girmeye aday” nefsimiz açısından değerlendirelim ve tefekkür edelim. Kabir ziyaretlerine giderken çocuklarımızı da götürerek on-


Makale ve Analizler - 2019

127

lara bu dünyanın faniliğini anlatalım. Anlatalım ki, dünyevi hırsları ile dünyayı bize zindan etmesinler. Tüm geçmişlerimize, ahirete irtihal eden ölülerimize rahmet diliyorum. Rabbim merhameti ile muamele eylesin. Allah’a emanet olun… Saygı ve selamlarımla. Dostlarınızla paylaşmayı unutmayınız


128

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Oyuna Bak, Oyuna!

Tarih: 01 Haziran 2019 Yazan Şakir ASLANTAŞ Konu: Bu seçimde de hakkı yenen, aldatılan, oyuna getirilen ve hiçe sayılan biz olduk. Bizim hangi işimiz doğru da, bu işimiz dürüst olsun. Seçimler bir hafta önceydi. 318 adaydan 17’sini seçtik ve Avrupa Parlamentosuna (AP) gönderiyoruz. Listeye bakalım: Bulgaristan’ın Avrupalı Gelişimi İçin Vatandaşları – GERB – 6 Bulgaristan Sosyalist Partisi – BSP – 5 Hak ve Özgürlükler Hareketi – DPS –3 İç Makedon Devrim Hareketi – VMRO – 2 Demokratik Bulgaristan – DB –1 TOPLAM – 17 Alınan oylar: GERB % 31, 07; BSP % 24,26; DPS 16,55; VMRO % 7,36 ve DB % 6,06. Oy kullananlar % 33,28. (Kaynak: BG. Merkez Seçim Komisyonu) Seçilenlerin toplu fotoğrafı yayınlandı. Farklı yönlere bakan, ne için seçildiklerini bilmeyen gençler.(Kaynak – BG. sosyal medya), En fazla oy alan GERB dendi de inanmıyorum, çünkü Demokratik Güçler Birliği (SDS) adayı Aleksandır Yordanov, GERB listesinde olmayaydı, BSP birinci parti olacaktı. Alç Yordanov neredse 2 kişilik oy toplamış. Onu izleyen de Türk aday, öğretmen, halk aydını Adem Ahmedov. O da yaklaşık 2 kişilik oy almış. Bu durumda GERB gitti, çöktü deyenler aslında haklıymışlar. Ama artık bu konu açılmıyor. Kayan kelleler var. Bulgaristan’da seçilen AP milletvekillerini Avrupa şampiyonluğuna katılacak bir Bulgar milli futbol takımı olarak görürsek, yorumcular şu yorumu yapmaz mıydı? “Birbirini tanımayan, hünersiz ve hangi çıtaya göre hazırlandıkları bilinmeyen, taraftar ve toplum eleştirisi, yuhalanma nedir bilmeyen, rastlantı seçilmiş, derme çatma bir takım.” Bu sözler benim değil. Evropa TV sunucusu G. Kuritarov böyle bir mukayese yaptı. Biz de katılıyoruz.


Makale ve Analizler - 2019

129

Ben 8-10 gün önce memlekete idim, Varna’da, Suvurovo (Kozluca) ve Drındar (Halaçlı) köyündeki görüşmelerimde , “bu adaylar halkı ve Bulgaristan’ı Avrupa Birliği katlarında temsil edebilecek hazırlıkta kişiler değil, bizden istenen tanımadığımız kişileri kendimize ve vatanımıza temsilci olarak seçmek.” Dediler ve seçmen bu nedenle de sandığa soğuk baktı ve gitmedi. Todor Jivkov vaktinde de bazı kişiler fabrikadan, tarladan, inek çiftliğinden alınır, işçi sınıfı ve köylülük temsilcisi olarak Sofya Halk Meclisine gönderilirdi. Okuma yazması eksik bu insanlar, Bulgarca derdi de bir başka, iyice zahmet çekiyor, sıkıntı yaşıyorlardı. İyiyi de kötüyü de yaratan insan kuramınca, ben seçilenlerimizi halkımızın kamburu olarak görmek istiyorum ama bu benim acizane hayalim. Hiçbir kimseyi kötülemek istemem çünkü insanoğlu düş gördükçe insandır. Seçilenler için Brüksel bir düştür. Uçabilenler Batıya uçakken biz neden uçmayalım? Can çekişen Bulgaristan’dan neden kaçmayalım? Fırsat fırsattır, fırsatı değerlendirmek, bilinçli yurtseverin öz ödevidir. Kuşkusuz olanlara böyle de bakılabilir. Anlaşılan seçilenlerin hepsi sıkışmış, Bulgar savcılığı her birine dosya açmış, insan sıkışınca bir düş dünyası, bir mit yaratır, 5 bin Avro maaşlı, ekmek elden su gölden, uçak biletleri devletten cennet kapısı açılırken, yaşanan gerçeklik ve mit dünyası kesişmediğine göre, her kişi istediği kadar hayal edebilir. Belki de, “gerçek” özgürlük budur. Toto-loto, şans oyunlarına katılırken de hayal etmiyor muyuz? Hayal etmenin cezası yok. Hayal edenden iş isteyen de yok. 2007’den beri Avrupa Parlamentosuna milletvekili gönderiyoruz. 12 senedir oynana bir Avrupa Birliği – Bulgaristan oyunu var. Gönderdiğimiz milletvekillerinin oradaki işi “baraj kapakları bekçiliği” gibi bir şey… Kapaklar açılırken, Sofya’ya telefon açıp “su salınacak, hayvanları, balıkçı çocukları, kum, kaya yükleyen vinç ve kamyonları dere boyundan çekin” uyarı haberini iletiyorlar ve sonunda “şu an dereye inin ve balıkları toplayın” haberini veriyor. Benim köydeşim Ahmet Doğan’ın işi de susuz derede çırpınan balıkları toplamak, irilerini kodamanlara, orta boyları kendi adamlarına, minikleri de Pomak ve Romen köylerine “gelecek defa daha büyükçe olacak” haberiyle birlikte göndermekti. Bu balıklar, Avrupa Birliği Fon paraları idi. Yiyen yedi, yemeyenler yutkundu. Köydeşim A. Doğan’ın Blagoevgrad (Yukarı Cuma) ili, Gotse Delçev (Nevrekop) Belediyesi, Kornitsa köyünde 7 yıl önce yaptığı konuşmadaki “porsiyonları –tayları – dağıtan benim, milletvekillerinin elinde bir şey yok” sözlerinin anlamı budur.


130

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

2014-2019 yılları arasında Avrupa Parlamentosu’nda Ekolojik (Çevreci) Komisyon Başkanı olan DPS milletvekili Bayan İskra Mihaylova’nin işi tam da “para dağıtımı haberciliği”, yukarıda dediğim gibi baraj kapakları bekçiliğiydi. Bu Bayan şimdi de oligarşi babalığına hazırlanan DPS milletvekili Delyan Peevski’nin yetine, ikinci defa (kısmetse) aynı göreve –Çevreci Komisyonuna gönderiliyor. Bilindiği üzere, 2014-2019 yılları arasından DPS – baş borazanı Mustafa Karadayı ve minik çakal DPS milletvekili Yordan Tsonev, birisi DPS parasıyla tescil edilen 3 “faşist” partinin – “Ataka”, VMRO ve NFSB – Borisov kabinesinden çıkması için çok konuştular, gırtlak patlattılar ama hiç bir defa ve hiçbir yerde “Borisov hükümeti istifa etsin”, “rüşvet aldı yürüdü, halk nefes alamıyor” veya “biz BSP gensorusunu destekleyeceğiz” demediler, hatta rüşvet ve dolandırıcılık batağına batınca halk tarafından istifaya zorlanan bazı bakanların görevine dönmesine oy verdiler. Neden mi? Çünkü o bakanlıklarda DPS partisinin Yeşiller partisi içinden özel seçilmiş kadroları var ve onlar (DPS’den imiş gibi görünmese de) danışlı dövüşte, DPS adına atanmış, dalavereleri yönetirken başarılı görev yapmışlardır. Bu kadrolardan birisini tanıyalım: Karadayı’nın köydeşlerinden Bayan Ayşe Alieva Veli. Şimdiye kadar Bulgaristan Tarım Bakanlığına Bağlı Avrupa Birliği’nin Köy Fonları Şubesinde Müdür Yardımcısıydı. Bu fondan 7 milyar Avro para geçmiştir. Bulgaristan Müslüman Türkleri 1000 (bin) köyde, Romenler 500 gettoda yaşıyor. 990 köye ve 500 gettoya bir kutu kibrit parası gitmese de, örneğin M.Karadayı’nın köyüne 10 milyon (on milyon) Avro gönderilmiş ve bol bol harcanmış, afiyetle yenmiştir. Ayşe Hanım da Sofya’da babası adına süper lüks bir daire almıştır. Şu önemlidir. Bu düdüklü tencerenin kapağı 2009’dan beri kapalıydı. 2019 seçimleri öncesi (sen çok çaldın, benim olanı da aldın) didişmeleri sonucu ansızın açıldı. Tencere patladı da diyebiliriz. Tarım Bakanı Porojanov koltuğundan fırladı. GERB Partisi Başkan Yardımcısı, milletvekili, meclis grubu başkanı Tsvetan Tsvetanov’un başına çarpan tencere kapağı, partiden, meclisten vs görevlerden fırlamasına neden oldu. Yaralıların listesinin açıklanması bekleniyor. Sözün kısası, Bayan Ali de yeni seçilen ağabeyi Mustafa Karadayı’nın yerine milletvekili olarak Brüksel’e gidiyor. Avrupa Parlamentosu milletvekillerinin dokunulmazlığını Bulgar Başsavcılığı, Bulgar mahkemelerinin kararları ve hatta uluslar arası suçları kovuşturan İnterpol örgütü bozamadığı için, o da hem bavullarını topluyor hem de“ Bayramda, kısmetse köydeşleriyle vedalaşıp helalık isteyecek, çünkü gidiş bu gidiş bir daha geri dönmemeyi, hesap ediyor.


Makale ve Analizler - 2019

131

517’miz “Belene” ölüm kampında ezildik, 12 500’ümüz sürgün, hücre, koğuş, ön tutuklu hücreleri, milis mahzenleri, dayağın alasını, küfrün en kabasını gördük, zindanlarda dilimizi yuttuk, açlıktan midemiz sırtımıza yapıştı, ismimizi unuttuk ve getirildiğimiz şu duruma bakınız. Ben yazmaya utanıyorum. Ahmet Doğan’ın köylüm olmasından söz edemez oldum. Mustafa Karadayı ruhunu ve onurunu kaça sattı? Bu genç ana babadan hiçbir şey mi öğrenmemiş? Soyu sopunu, çocuklarını ateşe atıyor farkında değil. Yok mu ona dört laf söyleyecek birileri. Kaptırmış kendini mafyaya, yummuş gözlerini…. Fazla yazamıyorum. Tosun tosun konuşan ezberci İlhan’ın saban sapına yapışma, boyunduruğa girme zamanı geldi. Kardeşim sana sözüm budur. Bulgaristan’da tosunlar 550 kiloya kadar bakılır sonra kasaba…. Sözlerim üzerinde düşün lütfen! Ne miş o Liberalizm, genç liberaller vs. Sen liberalizmin ne olduğunu bilir misin? Bilirsen halka anlatsana… DPS grubu olarak hepiniz kendinizi Amerikan Liberallerinin Başı G. Soros’a kaptırmışsınız. Soros’un idare ettiği paralar kimindir bilir misin? Hatırlatayım. Plevne Savaşında “1877-78) Osmanlı Padişahının top mermisi için Washinkton’a gönderdiği paralardır. Bombalar gelmedi savaş kaybedildi, paralar liberallerin kasalarında kaldı. Bulgar Çarı III. Borisin Nazi kaplarına gönderdiği, yakılarak öldürülen Çingenelerin “tazminat” paralarıdır. O, katledilen Çingenelerin paralarını – 4 milyar Deutsche Mark – G. Soros çalmıştır. Ellerindeki paraların bir kısmı da Büyük Dedelerimizin Kırım Savaşın’a (1856) “yardıma gelen” Fransız ve İngilizlere ödenen Osmanlı paralarıdır. Brüksel’e gidecek olan Bulgar milletvekili heyetinden her birinizin bacağını Soros’a kaptırmış olduğunuzu basında okudum.Üzgünüm. Bu işlerden bizim insanlarımıza hayır gelmez, hesap sorulur, hesap verilemez ve işler yeniden karışır. Ben 1989 göçmeniyim… Bizi izleyim. Yarın (2 Haziran 2019, Pazar) devam etmek istiyorum. Arkadaşlarınızla paylaşmayı ihmal etmeyiniz. Zaman ayırıp okuduğunuzdan dolayı teşekkür ederim.


132

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Halkımı Kutluyorum Yazan: Ertaş ÇAKIR Konu: Analizlerimiz:

Her şeyi dert eden halkıma 2014’te , “Ocaklarına incir ağıcını, kendi elleriyle diktiler, sonları yakındır!” demiştim. İşte o gün geldi! 1990’dan beri, her sabah ama hiç istisnasız her sabah açan Umut Çiçeğimizin yapraklarından çiği damlacıklarını çalan DPS, 26 Mayıs 2019 sabahı dallarımıza uzanamadılar. “Kalemiz” dedikleri “Güzel şehir Kırca Ali’mizde” ancak 38 284 oy alabildiler. 4 191 vatandaş “size verecek oyumuz yok” dediler. Razgrad ve Tırgovişte aynı tepkiyi verdi. Türk kent ve köylerinde üç kişiden biri sandığa gitmedi. Teklif edilen paraları almadılar. Her yerde “boş vaatlere doyduk” sözleri işitildi. Son seçime kıyasla Silistre’de oylar % 10 azaldı. Smolyan (Paşmaklı), Pazarcık (Tatar Pazarcık) ve Blogoevgrad (Yukarı Cuma) yüz çevirdi. Türklerin DPS partisine güveni ve itimadı kalmadı. “Bir yalan 30 yıl uzar mı?” sorusu dolandı durdu. “Siz şerefimizle oyun oynadınız!” diyenlerin sesi sertti. Halkımız gerçekleri bilmezmiş gibi yapsa da, “sözlerin, vaatlerin boş olduğunu, aldatıldığını, onurunun satıldığını” kesin anladı ve kendi sezgilerine inandı. Bu bilinçlenme yolunda atılan yeni ve büyük bir adımdır. Hepimizi kutlarım. Ahmet Doğan “aç sülük sürüsünün” kardeşlerimize karşı izlediği siyasi çizgi mutlaka yargılanmalıdır. 10 binden fazla Bulgaristan Türk aydınlarını ezerek yok etmiş, vatanımızdan kovmuş, zulüm uygulanmış, kabalığı sınır tanımamıştır. 8. Kongrede Doğan’ın kürsüden atılması, genç mühendis Oktay Yeni Mehmedov’un tepkisi, halkımızın tepkisiydi, susal ve dayanan kitle tarafından yüzde yüz desteklendi ve özendirildi. Doğan’ın ensesine yapışan Osmanlı Tokatı halkımızın bilinçlenme kapısını açtı, uyuyanlar uyandı ve değişim bilinci egemen olmaya başladı. Susan kitlemiz, Ahmet Doğan’ı parti ve siyaset sahnesinden indirdi, saray dedikleri kiralık “altın kafeslere” kapadı, nefes almasının 20 korumadan izin almaya bağladı. Fakat o kötülüklerine devam etti, külüstür “saraylarda” Ahmet Emin’in kurşunlanması, çocuklarının başka Türk aydının manen yara alması, partiden atılması, tartaklanması, cezalandırılması vs. keyfi hareketlerdir, adli suçtur, insanlar ve yakınları tehdit edildikleri için yardım aramamışlar, sorguya çekilmemişler, dava açılmamıştır. Zaman gelecek bir yandan “koltuk değneği” siyaseti, Bulgaristan Trükleri’nin hak ve özgürlük davasına


Makale ve Analizler - 2019

133

ihaneti ve DPS yönetiminin tüm hareketleri mahkemelerin duruşma odalarında çok ciddi yargıçlar ve savcılar tarafından görüşülecektir. Suçlular hak ettikleri cezayı bulacaktır. İzninizle bir ayrıntıya dikkat çekmek istiyorum. DPS her adımında, kör cahil, bilgisiz, siyasette gön surat gibi hareket ediyor. Halkımızın adalet davasıyla, dürüstlüğüyle alay etti ediyor. Soruyorum. 26 Mayıs AP milletvekili seçimlerinde sahnelenen bu trajik-komik oyun neydi? Mustafa Karadayı (ona da bundan sonra DPS Başkanı demeyeceğim, çünkü bu görevi hak etmediği gibi, kötüye kullanıyor, onurumuzu mafyaya pazarlıyor, bizimle alay ediyor, palyaçoluk yapıyor. Bulgar Merkez Seçim Komisyonu 30 Mayıs günü M. Karadayı’nın Avrupa Parlamentosu milletvekili seçildiğini açıkladı. O da, hemen ardından “gitmeyeceğim” dedi. Herkes bu işin içinde ve ardında bir şeyler olduğundan haklı olarak kuşkulandı. Bu şahısın köyünde ve başka yerlerde 10 yıldan beri soygun, vurgun, rüşvet işleri bataklığında ördek gibi çırpındığı ortaya çıktı. Sosyal basın sülalesinin, uzak ve yakın akrabalarının şirketler ağı kurduğunu ve 10 milyon Avro’dan fazla dolandırıcılık ve kendilerinin olmayan paralara el atma gibi işler yaptığını resmi mali evraklar ve fotoğraflarla kanıtladı. Şimdi “Karadayı ne yapıyor acaba?” diye sorsanız, “hiç kımıldamadan, ara sıra titreyerek ve korkudan karardıkça kararak soyadına uygun olan bir hal aldığını” söylerim. O kuşkusuz, görevinde son haftalarını ve sayılı günlerini geçiren Bulgaristan Baş Savcısı Tsatsarov’un gitmesini değil, yerine gelecek olan Baş Savcının kim olacağını, “halden anlar biri olup olmayacağını” öğrenmeye sabırsızlanıyor. Şu da var, son olaylardan sonra ve GERB partisinin bacasını birden bire ateş alınca Başbakan Borisov’a Brüksel’den “adalet reformu yapması için son şans verilmiş.” Oda, hiç gecikmeden, Amerikan ajanı olduğu ve partiyi içinden ele geçirme planı yapan GERB Başkan Yardımcısı Ts. Tsvetanov’tan kurtulduğu an, “adalet reformu yapacağız” dedi. Bu durumda, Karadayı’nın cevap aradığı ve bulamadığı soru şudur: “Adalet reform beni ve çetemi yakar mı?” 1978’de İvan Kostov hükümeti idaredeyken benzer bir olay yaşanmıştı. O zaman devlet güvenlik örgütü “DS” şefi Atanas Atanasov Başbakan İv. Kostov’a bir gizli rapor göndermiş ve bakanların % 10 rüşvetle çalıştığını kanıtlarla bildirmişti. Kostov, 5 bakanı birden görevden almıştı. Bakanlıktan düşen Biserov – çöpe atılmıştı – Ahmet Doğan ona sahip çıkmış ve DPS Politik Konseyine, Halk Meclisi milletvekili ve Halk Meclisi Başkan


134

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yardımcılığına kadar yükseltmiş, sonunda “para aklamaktan” yine tuzağa düşen politikacı, yargılanmıştı. Sosyal medya – şimdi çöpe atılan – Ts. Tsvetanov’un da DPS partisine toplanması bekleniyor. Bu tahminde bulunanlar, 2 ay önce Ts. Tsvetanov ile M. Karadı’nın Birleşik Amerika’yı ziyaretine, birlikte Başkan D. Trumpla kahvaltı etmelerine hatırlatmada bulunuyorlar. Son yıllarda yakın ilişki ve işbirliği içinde bulunan GERB ve DPS partilerinin rüşvet ağı ve siyasi dalavere sistemine örülmüş buz dağı olduğunu özellikle yorumlarken, Bulgar politik sisteminin dağıtılmasını ve şimdiki politikacıların siyasetten ve radyo, TV ve sosyal medyadan tamamen uzaklaştırılmalarında ısrar ediyorlar. Durum gerginliğini koruyor ve kıvılcım atmaya devam ediyor. Karadayı’nın söylediği her söz gibi “Brüksel’e gitmeyeceğim” de yalandır. Yanlıştır. Paçayı kurtarma planıdır. Gene salladı! Bulgaristan Merkez Seçim Komisyonu onun “AP milletvekili” durumunu bozamaz. Bunu ancak Avrupa Parlamentosu Başkanlığı yapabilir. Ne ki, Peevski’nin beyan ettiği üzere hem AP milletvekili, hem de Sofya Halk Meclisi milletvekili olamazlar. Brüksel bu merakların hepsine “olmaz” da diyebilir. Bu, hukuksal bir durumdur. Kabul edilmiş yasa olmaması da, keyfi hareket etmeyi engelleyebilir. ve Delyan Peevski ve İlhan Küçük için de geçerlidir. 2014 yılında Sofya Yüksek Seçim Komisyonu üyelerinden üçü Peevski AP milletvekilliğinin fes edilmesine imza atmayınca olay Strasburg Yüksek Mahkemesine gitmişti. Sonu sonunda bu değirmenin suyunun başka yerden geldiği ve değirmende başkasının un öğüttüğü gün gibi ortadadır. Halkımız aldatılıyor. Göz göre göre bu defa da aldatılmak istendi. Bunlar dolandırıcı, egoist, aç, dalavereci, dalavereci ve rüşvetçi derken hiçbir kimse yanılmamıştır. Karadayı için “Brüksel meclisi” ve bu meclisin sağladığı “4 yıl dokunulmazlık” tek kurtuluş imkânıdır. Bu hesaplar önceden yapılmıştır. Parti merkezinden yeni yeni açıklamalar yapılıyor. Mustafa Karadayı. Delyan Peevski Brüksel’e gitmemeyi başarabilirlerse, yerlerine, Tarım Bakanlığı fonlarının kötüye kullanılmasında şampiyon olan Karadayı’nın köydeşi ve dolandırıcılıkta kankası olan Bayan Hatice Ali ve Başbakan Oreşarski hükümetinde Çevre Bakanı olan, aynı yıllarda eşi devlet yedekleri müdürü olan ve hakkında 10 yıl hapis istenen, davası devam eden, Bayan İskra Mihaylova’nın gönderileceği haber olarak yayınlandı. İşler öyle karışık ki, anlatmaya utanıyorum. Bu memlekette namuslu ve aydın kafalı ne kadar Türk varsa hepsinin hesabı görülünce meydan işte bu kalpazanlara kaldı. Ötesini siz düşünün…


Makale ve Analizler - 2019

135

DPS oylarını Vidin, Montana ve Vratsa şehir gettolarından ve köylerdeki kulübe mahal lalelerden satın almıştır. Türkler için demokrasi, adalet ve huzur için çalışacaklarına “oy tüccarı oldular.” Bu defa seçilen ve “Brüksel’e kaçamayanlar, yakındır “koğuşa girecektir.” Geçmiş olsun. 26 Mayıs seçimi memleketimizde deprem yaptı desek azdır.


136

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İslam’da Zekat Ve Fıtır Sadakası Nevzat ÖZTÜRK

Sözlükte çoğalma, bereket, arıtma, temizlik, güzel övgü gibi mânâlara gelen “zekât”, dince zengin sayılan kişilerden muayyen miktarda (oranda) alınıp, Allah’ın emrettiği kimselere verilen mal, ürün veya paraya denir. Kur’an ve hadislerde ”sadaka” kelimesi manasında da kullanılan zekât, hicretin ikinci yılında farz kılınmış olmakla birlikte, hicretten önce de malî yardımlaşmanın gerekliliği, yoksullara ve muhtaçlara yardım edilmesi gerektiği birçok âyet ve hadiste ifade edilmiştir. Nisap miktarı ise; zekât, sadaka-i fıtır ve kurban gibi ibadetler için konulan bir zenginlik ölçüsüdür. Nisap, asgarî zenginlik ölçüsü şeklinde de tanımlanabilir. Borcundan ve aslî ihtiyaçlarından (Temel ihtiyaç maddeleri, insanların hayatlarını devam ettirmeleri için gerekli olan şeylerdir. Bunlar genel olarak ise, ev, ev eşyası, elbise, mesleğine ait alet ve makineler, binek taşıtları gibi şeylerdir. Kendi ihtiyaçları haricinde bakmakla mükellef olduğu kişiler ve ihtiyaçları da buna dâhildir) fazla olarak bu kadar mala sahip olan kişi dinen zengin sayılır. Böyle bir kişi, zekât veya sadaka alamayacağı gibi; sadaka-i fıtır vermek ve kurban kesmekle de yükümlü olur. Borçtan ve aslî ihtiyaçlarından fazla olan bu malın artıcı olması ve üstünden bir yıl geçmesi hâlinde zekâtının verilmesi gerekir. Zenginliğin asgari sınırı olan “nisap” Hz. Peygamber tarafından belirlenmiştir. Bu asgarî sınırlar, o dönem İslam toplumunun ortalama hayat standardını ve zenginlik ölçüsünü göstermektedir. Hadislerde belirlenen nisap miktarları şöyle sıralanabilir: 80,18 gr. altın veya bunun tutarında para veya ticaret malı; 40 koyun veya keçi, 30 sığır, 5 deve. Nisap miktarının belirlenmesinde kullanılan bu malların, o dönemin en yaygın zenginlik aracı olduğu açıktır. Nisabın bu mallar üzerinden belirlenmesi, sosyal ve ekonomik şartların fazla değişmediği ileriki dönemlerde de aynen korunmuştur. İslam’ın temel ibadetlerinden biri olan zekât; namaz, oruç ve hac gibi peygamberler silsilesinden kalma köklü bir ibadettir. İslam dininde muhtaçlara yapılması istenen mali yardımın asgari sınırı olan zekatın, miktar ve mahiyeti belirlenmeksizin geçmiş semavi dinlerde de bulunan bir ibadet olduğunu Kur’an-ı Kerim bize haber vermektedir. (Kur’an: el-Bakara. 83; elMaide, 12; el-Enbiya. 73: Meryem. 56: el-Beyyine, 4-5) Ancak İslam’daki zekât, geçmiş semavi dinlerdeki zekâttan farklı bir ibadettir. Çünkü Kur’an’da daha önceki ümmetlere emrolunduğu haber verilen zekât, fakir ve muhtaç-


Makale ve Analizler - 2019

137

lara karşı cömertçe infak ve ihsanda bulunmak manasındadır. İslam’daki zekât ise, İslam’ın şartlarından ya da dinin farz; ibadetlerinden biri olup miktarı belirlenmiştir Buna göre zekat; Kelime-i Şehadet ile mü’min ve müslüman olup Allah’ın birliğini kalben tasdik ve diliyle ikrar ederek O’na kulluğunu ve emirlerine itaati kabullenen mü’minin sözünde ve özünde doğruluğunu fiilen göstereceği bir ibadettir. Allah Teala mü’minlere önce bedenen ve ruhen iştirak edip yaşayarak Allah’a teslimiyet, itaat, bağlılık ve ta’zim hislerini yöneltecekleri ve bu sayede Rableri ile sık sık diyalog kurabilecekleri ve nispeten nefse fazla ağır gelmeyecek bir ibadet olarak namazı ve sonra orucu emretmiştir. Daha sora Allah Teala, bu bağlılık ve teslimiyeti sosyal bir bağlığı da içine alıp maldan fedakarlığı gerektiren bir emirle denemek ve pekiştirmek üzere mü ‘minlere mali bir ibadet olarak zekatı teklif etmiştir. Nitekim iman ettiklerini söyledikleri halde, imanı henüz kalplerine sindirememiş olan bazı bedevi Arapların mallarının bir kısmını Allah rızası için ellerinden çıkarabilecek kadar Allah ‘a bağlanıp teslim olmadıkları, Hz. Peygamberin vefatını fırsat bilip zekatı ödemek istemeyişleriyle ortaya çıkmıştır. İslam’ın diğer ibadetlerinde olduğu gibi zekât da, sadece dünya veya sadece ahirete ait gayelere yönelik bir ibadet değildir. O, dünyevi ve uhrevi hedefleri bir arada bulunduran bir ibadet oluşu itibarıyla kulu Rabbine yaklaştıran, onun rıza ve hoşnutluğuna ulaştıran, karşılığında uhrevi mutluluk ve sevap beklenen, bunlarla birlikte fert ve toplum hayatında ruhi, ahlaki, sosyal, ekonomik konularda pratik faydalara vesile olan bir ibadettir. Zira zekat bir ibadet olarak, kul ile Yüce Allah arasında kurulan bir bağ, bir diyalogdur. Kulun Rabbine yönelişi, O’na itaat ve bağlılığını, sevgi, saygı. şükran ve ta’zim duygularını ifade edişidir. Ancak mali bir ibadet oluşu itibarıyla da zekât, kul ile Allah arasında kalmayarak, ondan istifade etmek durumunda olanları da ilgilendirmektedir. Bu yönüyle o. diğer İslami ibadetlere nispetle sosyal yönü daha ağır basan bir ibadet özelliği taşımaktadır. Bu bakımdan İslam dini kendinden beklenen özellikle sosyal ve ekonomik neticelerin fert ve toplum hayatında gerçekleşebilmesi için zekâta ayrı bir önem vermiştir. Kur’an’da Allah’a ve Resulüne iman ve itaatten sonra dinin direği olan namaz ve hemen peşinden zekât emri zikredilmektedir (Kur’an: el-Bakara. 43,83; en-Nisa 77.162; el-Maide 12,55 55; et-Tevbe 5, el-Enbiya 73; e1-Hacc 41, 78: en-Nur 37.56; en-Neml 13: Lokman 4; elAhzap 33; el-Mücadele 13; el-Müzemmil 20: el-Beyyine 5.)


138

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Kur’an, mülkün gerçek sahibinin, Allah olduğuna dikkat çeker . Buna göre mal ve mülk, Allah’ın yeryüzündeki halifesi olarak insana, onun rızasına uygun olarak tasarrufla bulunmak üzere emaneten verilmiştir. Bu bakımından zekat, mü’minin kendisine verilen malda yapacağı tasarrufla ilgili ilahi bir emirdir. Mülkün gerçek sahibi, zenginden kendisine fakirlere dağıtılmak üzere verdiği muayyen miktarın, hak sahiplerine verilmesini talep etmektedir. İçinde bulunduğumuz Ramazan ayında zekât ve sadaka vermek, yapılan hayırlı amel ve ibadetlerin kabulüne vesile olacak önemli bir kulluk ifadesidir. Az da olsa her gün bir miktar sadaka vermeyi adet haline getirmek Ramazan ayında ayrı bir öneme sahiptir. Zira Peygamberimiz Ramazan ayında daha fazla sadaka vermeye özen gösterirdi. O, İslâm’ın köprüsü olarak gördüğü zekât ve sadaka hususunda daima Müslümanlara örnek olmuştur. Allah’a, ahiret gününe, peygambere ve onun sözlerine inanan, servetinin büyümesini ve bereketlenmesini isteyen kimse üzerine farz olan zekât ibadetiyle yetinmemeli, elinden geldiği kadar iyilik yapmalı, açları doyurmalı, hastalara ve çaresizlere yardım etmelidir. Yoksulların zekâttan başka da zenginlerin mallarında hakkı olduğunu söyleyen peygamberimiz sadaka, teberru ve hediye ismi altında yardım etmemiz gerektiğini vurgulamıştır. Şunu unutmamak gerekir ki, Allah’ın rızası, fakirlerin gönlünde, mahzunların kalbinde gizlidir. Kıyamet gününde hiçbir gölgenin olmadığı bir günde Allah’ın gölgesi altında gölgelendirecek olan zekât ve sadaka cehennem azabından koruyan birer kalkandır. Günahların bağışlanmasına vesile olacak zekât ve sadaka manevi derecesini yükseltmek isteyenler için de önemli bir kulluk görevidir. Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki Ramazan ayının sonuna yetişen, yaratılış ikramı olarak her müslümanın vermesi gereken fıtır sadakası da önemli bir ibadettir. Bu, yoksulların ihtiyaçlarını gidermeye, bayram gününün sevincine katılmalarına bir vesile olacağı gibi orucun kabulüne ve kabir azabından kurtuluşa da bir yoldur. Bu yönü ile fitre sadakası, insanlık için bir hayır ve bir görevdir. Bu ibadeti büyük bir ganimet bilerek bayram namazından önce verilmesi efdaldir. Kerim bir ay olan Ramazan ayını hayır ve iyiliklerle geçirmek için fırsat bilmek, onu iyi değerlendirmeye azmetmek ve bu azimde sadakat göstermek gerekir. Halk arasında fitre denilen sadaka-i fıtır, Ramazan ayının sonuna yetişen ve aslî ihtiyaçlarından başka, artıcı olma ve üzerinden bir yıl geçme şartı aranmaksızın nisap miktarı mala sahip bulunan her Müslüman’ın vermesi vacip olan mali bir ibadettir. Fitre, insan fıtratındaki yardımlaşma ve


Makale ve Analizler - 2019

139

dayanışmanın bir gereği olarak insan bedeninin zekâtı kabul edilmiştir. Bu nedenle fitreye, “can sadakası” veya “beden sadakası” da denilmektedir. Diğer taraftan fitre, yoksulların ihtiyaçlarının giderilmesinde, bayram gününün neşesinden onların da istifade etmelerinde önemli bir rol oynar. Fıtır sadakası, Ramazan orucunun farz kılındığı hicretin 2. yılı Şaban ayında, zekâttan önce meşru kılınmıştır. Bu bir yardımlaşma olup, orucun kabulüne, ölüm sırasındaki sıkıntılardan ve kabir azabından kurtuluşa bir vesiledir. Yoksulların ihtiyaçlarını gidermeye ve onların da bayram sevincine katılmalarına bir yardımdır. Fitre hadis deliline dayanır. İlgili hadisler aynı zamanda onun uygulama şartlarını da belirler. Abdullah İbn Ömer’den şöyle dediği nakledilmiştir: “Hz. Peygamber fitrenin, insanlar Bayram Namazı’na çıkmadan önce verilmesini emretmiştir” (Şevkânî, Neylü’l-Evtâr, IV, 183.) İbn Abbas (r. anhümâ)’nın naklettiği bir hadiste şöyle buyurulur: “Rasûlullah (s.a.s) oruçluları gereksiz ve çirkin sözlerden arındırmak ve yoksullara yiyecek sağlamak için fitreyi farz kılmıştır. Fitreyi kim namazdan önce öderse, bu makbul bir zekât, kim de namazdan sonra öderse, herhangi bir sadaka olur.” (Buhârî, Zekât, 70, 71, 77; Müslim, Zekât, 12 , 13, 16) Kimler fitre vermekle mükelleftir? Müslüman:Fitre yükümlüsünün Müslüman olması gerekir. Ancak Şâfiî Mezhebi’nden bir görüşe göre, gayr-i müslim bir kimsenin, bakmakla yükümlü olduğu Müslüman yakınının fitresini ödemesi gerekir. Mal varlığı:Hanefîlere göre fitre sadakası ile yükümlü sayılmak için, kişinin Ramazan Bayramı’nın birinci günü, temel ihtiyaçları dışında nisap miktarı mala sahip olması gerekir. Zekât nisabından farklı olarak, sahip olunan malın “artıcı (nâmî)” özellikte olması ve üzerinden bir yıl geçmiş bulunması gerekmez. Temel ihtiyaçlar mesken, elbise, ev eşyası, binit, silah, hizmetçi, ailenin bir yıllık geçim masrafları ve borçlarıdır. Nisap miktarı iki yüz dirhem gümüş veya yirmi miskal altın veya bunların kıymetine denk bir maldır. Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî mezheplerine göre ise, fıtır sadakasının vücûbu için, zenginlik ölçüsü olan nisaba mâlik olmak şart değildir. Temel ihtiyaçlarının dışında, bayram gün ve gecesinde yetecek kadar azığa sahip olmak yeterlidir. Ehliyet:Ebû Hanife, Ebû Yûsuf ve diğer üç mezhep imamının ortak görüşüne göre, fıtır sadakasının mâlî yönü ağır bastığından dolayı bununla yükümlülük için akıllı ve ergen olmak şart değildir. Bu yüzden küçüğün ve akıl hastasının malından da velisinin fitre vermesi gereklidir. Fitrenin ibadet yönünü üstün kabul eden, Hanefîlerden İmam Muhammed ve Züfer’e göre ise, küçüklerin ve akıl hastalarının malından fıtır sadakası gerekmez.


140

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Velâyet ve bakmakla yükümlülük:Bir kimsenin, kendi dışındaki kişinin fıtır sadakası ile yükümlü sayılması için, bu kişinin onun velâyeti altında olan ve bakmakla yükümlü bulunduğu kişilerden olması gerekir. Buna göre bir kimse velâyeti altında bulunan küçük çocuklarının veya akıl hastası olan yakınlarının fitresini vermekle yükümlüdür. Ramazan Bayramı’ndan önce vefat eden oğlunun çocukları da bu kapsamdadır. Buna karşılık kişinin bakımlarını üstlenmiş olsa bile, ana babası, büyük çocukları, karısı, kardeşleri ve diğer yakınları için fıtır sadakası vermesi gerekmez. Bununla birlikte vekâletleri olmadığı halde bu kişiler için fıtır sadakası verse, bu yeterli olur. Böylece yoksullar bununla Bayram Namazı’ndan çıkmadan önce ihtiyaçlarını karşılamış olurlar. Vakit:Hanefîlere göre, fıtır sadakası Ramazan Bayramı’nın 1. günü fecrin doğuşu ile vâcip olur. Çünkü fitre bayrama ait kılınmıştır. Böylece oruç tutmanın yasaklandığı bir günde, fitre ile yoksul Müslümanların sevinçle bayrama katılmaları amaçlanmıştır. Fitre, Ramazan Bayramı’ndan bir veya iki gün öncesi ile Bayram Namazı arasında ödenir. Böylece yoksullar bununla, Bayram Namazı’ndan çıkmadan önce ihtiyaçlarını karşılamış olurlar. Bununla birlikte fitre, Ramazan’ın girmesinden itibaren, hatta Ramazan ayı girmeden önce de ödenebilir. Bayram gününden sonraya kalırsa, yükümlülük düşmez ve ilk fırsatta ödenmesi gerekir. Fakihler(İslam hukukçuları, fıkıhçılar), fitrenin bayram günü sabah vakti girdikten sonra ve namaz kılınmadan önce verilmesinin müstehap olduğu hususunda görüş birliği içindedir. Dayandıkları delil, Abdullah İbn Ömer (r. anhümâ)’den rivayet edilen şu hadistir: “Hz. Peygamber fitrenin, insanlar bayram namazına çıkmadan önce verilmesini emretmiştir” (Şevkânî, Neylü’l-Evtâr, IV, 183.) Fıtır sadakası (fitre) kimlere verilir? Fitre, verileceği yerler bakımından her durumda zekâtın benzeridir. Ayet-i kerimede açıklanmıştır. “Sadakalar (zekatlar), Allah’tan bir farz olarak ancak fakirler, düşkünler, zekât toplayan memurlar, kalpleri İslam’a ısındırılacak olanlarla (özgürlüğüne kavuşturulacak) köleler, borçlular, Allah yolunda cihad edenler ve yolda kalmış yolcular içindir. Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Tevbe Suresi 60) Bir kimse fitresini bir veya bir kaç yoksula verebilir. Birden çok kimseler de fitrelerini bir kaç yoksula veya tek yoksula verebilirler. Fitre yükümlünün bulunduğu yerdeki yoksullara verilmelidir. Başka yerlere gönderilmesi mekruhtur.


Makale ve Analizler - 2019

141

Fıtır sadakası (fitre) kimlere verilmez? Fitrenin, Tevbe Sûresi’nin 60. ayetinde sayılanlar dışında kalan kişi ve kuruluşlara verilmesi caiz değildir. Ayrıca fitre verilecek kişi, bu şartları taşısa bile; Ana, baba, büyük ana ve büyük babalarına, oğul, oğlun çocukları, kız, kızın çocukları ve bunlardan doğan çocuklarına fitre verilmez. 2019 fıtır sadakası (fitre) miktarı ne kadar? Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığı 2019 yılı Ramazan ayının başlangıcından 2019 yılı Ramazan’ın başlangıcına kadar en düşük sadaka-i fıtır miktarını 23TL olarak belirledi. Belirlenen bu miktar, “asgari miktar” olup, sadaka-i fıtırda verilecek meblağ konusunda bir üst sınır bulunmuyor. Bu konuda ideal olanın, herkesin kendi hayat standartlarına göre asgari günlük gıda harcamalarına denk düşecek bir meblağı vermesi olarak belirtiliyor. Söz konusu yardım, gıda gibi ayni olarak veya para şeklinde nakdi olarak verilebilir. Ramazanı vesile kılarak, ihtiyaç sahiplerini gözeterek yardım eli uzatalım. Bizlere sonsuz nimetler veren Allah’ın emrine uyarak şükrümüzü ede edelim. Verelim ki; Allah da bize bol bol ihsan etsin. Zekat veya fıtır sadakası vermemek için fetva aramak yerine kalbimize danışarak, vicdani sorumlukla yoksullara yardım edelim. Zekat ve sadakalarımızı, nereye gittiği belli olmayan vakıf, tarikat, cemaat vb yerlere vermenin bedelini ödediğimiz acı tecrübeyi de unutmadan bizzat ihtiyaç sahiplerine ulaştıralım. Bunu yaparken, öncelikle kendi komşularımızdan, yakınlarımızdan başlayarak verelim. Rabbim zekatlarınızı, fıtır sadakalarınızı, Ramazanda tuttuğumuz oruçlarınızı kabul eylesin. Hepinizi Allah’a emanet ediyorum.


142

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

BULTÜRK’ün Etkinlikleri Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği BULTÜRK, Bulgaristan’da ve Türkiye’de soydaşlarımıza yönelik faaliyet göstermek amacıyla kurulmuştur. Derneğin çalışmaları özetle aşağıdaki gibidir: 1. BULTÜRK 2002’de 33 kişi tarafından kurulmuş, 2003’te İstanbul / Bayrampaşa’da etkinliklerine başlamıştır. Web: www.bulturk.org.tr 2. 2004’te kısa ismi BULTÜRK olan, “Bulgaristan Türkleri’nin Sesi” gazetesini çıkarmıştır. Gazete, aylık siyasi, kültürel ve aktüel haber ve yorum yayınıdır. (Web adresi www.bghaber.org, www.bulturk.net) Tüm gazetelere ulaşmak için - https://issuu.com/bulturk 3. Derneğimiz yönetim kurulumuzda arkadaşlar ile dostlarımızın da katkıları ile İstanbul Bayrampaşa ilçesinde içerisinde konferans salonu da bulunan kendi Genel Merkezine kavuşmuştur. 4. Derneğimiz her 15 günde bir; Genel Merkezde konferans, seminer, sohbet ve değişik konularda bilgilendirme görüşmeleri düzenler Türkiye ile dünyadaki güncel gelişmelerle ilgili bilgilendirme geceleri de burada düzenlenirİlgi konularımız arasında Bulgaristan, Balkanlar ve Türk Dünyasını yer alır. Amacımız üyelerimizin dünya görüşünü genişletme, bilinç düzeyini yükseltme ve yeni ilgi alanları açmaktır. 5. Bulgaristan’da ve Türkiye’de anket düzenlemek de ilgi alanımızdadır. Bulgaristan’da 8.000, Türkiye’de 5.000 olmak üzere, toplam 13.000 denek ile 33 sorudan oluşan anket yaptık. Sonuçları yerel ve merkez basında ilgi gördü. Bulgar milliyetçilerin tepkisine neden olmuştur. Böyle bir çalışma şimdiye kadar Bulgaristan’da hiçbir kuruluş tarafından yapılamamıştır. Biz dernek olarak yapmış olduğumuz faaliyetlerle gençlerimizin ufkunu açmak ve özendirmeyi hedefliyoruz. 6. 23 Ekim 2011 tarihinde gerçekleştirilen Bulgaristan Cumhurbaşkanı seçimlerinde derneğimizin girişimi ve desteğiyle Bulgaristan tarihinde ilk kez bir Müslüman Türk Cumhurbaşkanı adayı dükseldi. BULTÜRK üyelerinin kişisel çabalarıyla 50.000 oy aldık. 21 aday arasında adayımız 9. oldu. 7. İstanbul’daki Bulgaristanlı öğrencileri BULTÜRK Derneği etkinliklerinde bir araya getirdik. BULTÜRK Gençlik Kolları Alpay DİNÇER başkanlı-


Makale ve Analizler - 2019

143

ğında kuruldu. Kadın Kollarımız da kuruldu. Tüm etkinliklerimize aktif katılım sağlanıyor. 8. 1970’li ve 1980’li yıllarda, Bulgaristan’daki Müslüman Türklere karşı diktatör T. Jivkov rejimi tarafından uygulanan asimilasyon siyaseti bir sivil toplum kuruluşu olan BULTÜRK tarafından Sofya’da düzenlenen bir basın toplantısında sert bir şekilde kınandı. T.C. Sofya Büyükelçimiz İsmail ARAMAZ foruma destek sundu. 9. Kırca Ali şehrinin kuruluş yılı olarak Bulgarlar 1912 yılını gösterip kutlarken, BULTÜRK 1434 yılı kuruluş gerçeğine döndü, ilk yıldönümü töreni düzenlenmesine öncülük etti. Rivayet edilmektedir ki; Kırca Ali, Akdeniz’den yola çıkarak 70 köyden sabah namazına giden her köyden bir kişi olmak üzere topladığı inançlı, cesur ve aktif gençleri yanına alarak buraya Hıdırellez’e üç gün kala gelmiştir. (Kırcaali kelimesinin anlamı; 1. Kırıcı (dövüşçü), 2. Kırcı (dışarıda çalışan), 3. Kır saçlı (saçları beyazlamış, olgun) anlamlarına da gelen Kırcaali’nin anısının yaşatılması için, bu günde (hıdrellezden 3 gün önce) bu şirin şehrin kurucusunu ve kuruluşunu kutladık. Başlattığımız bu anlamlı faaliyetin, Kırcaali’ye yakışır biçimde kutlamaya devam ederek güzel bir gelenek haline getirilmesini ümit ederiz. 10. Sosyal Haklar; Bulgaristan’dan Türkiye’ye çalışma stajlarının 1991 ve sonrası göç edenlerin de bu haklardan yararlanabilmeleri için Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na imza kampanyası ile toplanan dilekçeler derneğimizin üst yazısı ile teslim edilmiş olup, konunun takibi tarafımızdan yapılmaktadır. 11. Türkiye’de ilk defa “Mayıs 1989 Bulgaristan’da Türk Ayaklanması yıldönümünü” anma toplantısı Türkiye’de ilk kez derneğimizce organize edilerek İstanbul Üniversitesi’nden öğretim üyelerimizin de katkılarıyla geniş çaplı akademik bilgi alış verişi şölenine dönüşmüştür. 12. Bulgaristan aydınlarının 1. ve 2. büyük buluşmasını İstanbul’da BULTÜRK Derneği tarafından organize edildi. 13. Dünya Türk Yazarlar Birliği tarafından Türk Dünyası’nın şah damarı Azerbaycan Bakü’de gerçekleştirilen “Geldik, Gördük, Yazdık” adlı projede BULTÜRK olarak yerimizi aldık ve konu ile ilgili yazımızı yazdık gazetemizde de yer verdik ve kendilerine de ilettik. 14. “Dünya Türk Gençler Birliği Liderler Zirvesi” ni (Başkanlar Toplantısı) ev sahibi STK olarak Sofya’da 2010 Mayıs ayında Hotel Vitoşa’da tertip ettik. Daha sonra 2012 yılında İstanbul’da derneğimizin öncülüğünde


144

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

yine bir “Dünya Türk Gençler Birliği Liderler Zirvesi” düzenlendi ve Aralık 2013’de İstanbul’da “Dünya Türk Genç İş adamları 1. Kurultayı” nın organizasyonunda yer aldık. 15. Bulgaristan’ın başkenti Sofya’da Cuma namazı kılan cemaate ırkçıların saldırmasına karşılık, İstanbul Balat’ta Bulgar kilisesi önünde protesto gösterisi düzenledik. Onların o sert ırkçı tutumuna karşın biz İstanbul’da Bulgar kilisesi önünde kilise cemaatine Müslümanlığa yakışır şekilde sevgi sembolü karanfiller dağıttık ve buradan uyardığımızı da belirttik. 16. Türk Dünyası Basın Mensupları üyesi olarak Yalova toplantısına katıldık. 17. BULTÜRK Derneği olarak çıkartılan kitaplar; BULTÜRK Etkinliklerini 2003-2009 ve 2010-2014 faaliyetlerini El Kitapları haline getirdik. Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi BGSAM Makale ve Analizlerini 57 ciltte topladık. Bu kitap ve kaynaklarımızı Bulgaristan ile ilgilenen tüm STK ve Devlet kurumlarına ilettik. Konuyla ilgili tüm faaliyet ve çalışmalarımız “www. bghaber.org” adresinde yer aldı. Ayrıca tüm kitaplarımızı internette pdf olarak tüm okuyucularımıza sunduk. https://bgsam.org/ Adresinden ulaşabilirisniz. 18. Bulgaristan Parlamentosu ve Hükümeti tarafından yine ilk defa bir sivil toplum kuruluşu olarak resmi davet aldık. Dernek olarak, 30 kişilik bir heyetle Bulgaristan Parlamentosunda o günün iktidar partisi GERB’in Meclis Grup Başkan Vekili ve İçişleri Bakanı Sn. Tsvetanov tarafından ağırlanıp, basına açık resmi görüşmelerimizi karşılıklı olarak ifade ettik. Bulgaristan’da ve Türkiye’de yaşayanların problemlerini ilettik. 19. Bulgaristan’da GERB Partisi ile Kırca Ali Çernooçene (Karagözler) Belediyesinde ilk defa bayramlaşmada bir araya geldik. 20. Bulgaristan’dan 1877 Rus-Türk harbinden sonra ilk göç eden insanlarımızı araştırmaya başladık. Yakın bir zamanda, Bulgaristan’da ve Türkiye’de net olarak soydaşlarımızın nüfusunu tespit edebilmeyi amaçlanmıştır. 21. Türk Devlet ve Toplulukları Dostluk Kardeşlik ve İşbirliği Kurultaylarında BULTÜRK olarak yerimizi her defasında aldı. 22. Türk Dünyası Belediyeler Birliği toplantılarında her zaman yerimizi aldık.


Makale ve Analizler - 2019

145

23. Dernek merkezimizde oluşturulan kütüphande Bulgaristan ile ilgili çıkan kitaplar toplandı. Bulgaristan Türkleri ile yazılan tüm kitapları toplayarak büyük bir kütüphane oluşturmayı hedefliyoruz. Kütüphanemize ilgi büyüktür. 24. Bulgaristan’da yapılacak Avrupa Birliği (AB) Parlamento Seçimleri, genel ve yerel seçimlerde her zaman hazır olduğumuzu belirtip konuyla ilgili uzmanlarımızla hazırlanan raporlarımızı da ilgili mercilere iletmekteyiz. 25. 2014-2015 döneminde İstanbul’da “Büyük Göç”, “Bulgaristan’da Kültürel Soykırım”, “Soydaşlarımızın Sorunları” vb. konulu, uluslalar arası katılımlı forum, panel ve sempozyumlar düzenledik. 26. Aralık 2015’te Azerbaycan Bakü’de Türk Dünyası STK’lar toplantısına katıldık. 27. Ocak 2016’da BTA-Bulgar Telgraf Ajansı Basın Merkezinde Sofya’da 22 Ocak 2016’da komünist dönem suçlarının zaman aşımına uğramasına ilişkin meclis kararının bozulması amacıyla düzenlenen basın toplantısına katıldık. 28. “20.Yüzyılda Türk Dünyasında Soykırımlar” paneli yaptık. Konuşmacılar; Azerbaycan’dan Akif NAGİ ve Agil SEMEDBEYLİ, Bulgaristan’dan Sabri İSKENDER. Bayrampaşa Kültür Merkezi. 04.10.2016. 29. Türkiye çapında bütün göçmen derneklerimizi sarsılmaz ve yenilmez bir inançla “BULGARİSTAN DERNEKLERİ” FEDERASYONU kurmak için çalışmalar başlatıldı. 13.11.2016 – İstanbul/Bayrampaşa. 30. Bayrampaşa Kültür Merkezinde “Kıbrıs Görüşmelerinde Son Durum” konulu Panel Düzenledik. Konuşmacı olarak KKTC Yeniden Doğuş Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Erhan ARIKLI. Bayrampaşa Kültür Merkezi. 26.11.2016. Bayrampaşa. 31. Türk Dünyası Belgesel Film Yarışması’nda BULTÜRK olarak yerimizi aldık. 32. ETNOSPOR etkinliklerine katıldık ve çadırımızı düzenleyerek toplumumuzu diğer bölgelere ve katılan herkese BULTÜRK’ü tanıttık. Ağustos 2016. 33. Çanakkale Zaferi ve Şehitlerimizi Anma Konferansı yaptık. Mart 2013 ve Mart 2016-17. 30. Eski Zara (Stara Zagora) Kazanlık ilçesinde 15 Temmuz anma toplantısı yapıldı. (Bulgaristan’da Bulgarlara Türkiye’de 15 Temmuz darbe girişimi satır satır anlatıldı). 15 Temmuz 2017-2018


146

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

31. Davet edildiğimiz “Rumeli-Balkan Buluşması 23 Mart 2017” organizasyonu için BULTÜRK Derneği Yönetim Kurulu olarak Cumhurbaşkanlığı Külliyesinde yerimizi aldık. 23 Mart 2017. 32. Ankara Temsilciliğimiz bir heyet ile “Suriye ve Irak’tan Gelen Sığınmacıların Sorunlarının Değerlendirilmesi” konusunda Ankara Göç İdaresi İl Müdür Vekili Adem SEZER’e ziyaret bulundular.07 Şubat 2017. 33. Ankara Temsilcimiz Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı İsmail CİNGÖZ tarafından Polatlı Türk Ocağı’nda “Balkanlar’da Türk Varlığının Tarihi Süreci” başlıklı konferans verildi. 24 Şubat 2017. 34. Ankara Temsilcimiz Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı İsmail CİNGÖZ; Türk Dünyası ve Türk Dış Politikası -Siyasi, Ekonomik ve Kültürel Boyutuyla- Çalıştayı’na, Balkanlar konusunu değerlendirmek üzere katılmıştır. Ankara/13 Mayıs 2017. 35. Eyüp Belediyesine Ziyaret Ve Plaket taktimi 36. BULTÜRK Pütürge Belediye Başkanı Ile Birlikte İstanbul’da 37. İstanbul’da Türk Dünyası Dernekler Toplantısı 38. “Doğu Türkistan Kanayan Yaramız” Konferansı Bayrampaşa’da yapıldı. 39. Molova’da Gagavuz Yerinde Kıpçak köyünün yortunda 08.11.2018 40. Bulgaristan’dan Hürriyet Şeref Partisinin Yöneticileri İstanbul’da BULTÜRK-Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneğini ziyaret ettiler. 19.11.2018 41. Kağıthane Belediye Başkanını ziyaret 24.11.2018 42. Bakırköy Belediye Başkanına Plaket taktimi 29.12.2018 43 Bayrampaşa Belediye Başkanına Plaket taktimi 30.12.2018 44. Türk Dünyasında Kadın Konferansı Bayrampaşa’da yapıldı 09.03.2019 45. Türk Dünyasında Soykırımlar Konferansı Bayrampaşa 31.05.2019 46. Tekirdağ göçmenleri derneğinin piknine katılım 02.07.2019 47. 15 Temmuz demokrasi ve milli birlik gününe katılım 15.06.2019 48. Yalova Türk Dünyası Basın Mensupları buluşmasına katılım -24.07.2019 49. 1989 göçünün 30. yılı anma toplantısı Genel Merkez Bayrampaşada


Makale ve Analizler - 2019

147

50. Ebulfes ELÇİBEYİ anma toplantısı Bayrampaşa BAYGEM 23.08.2019 51. İsveç Malmö’da TÜRKUAZ FESTİVALİNE Katılım sağladık. 24.08.2019 52. BayrampaĢa’da kahvaltıda toplanarak yeni bir çalışma başlatıldı. Türkiye çapında bütün göçmen derneklerimizi sarsılmaz ve yenilmez bir inançla sadece “BULGARİSTAN DERNEKLERİ” FEDERASYONU kurmak için çalışmalar başlatıldı. 13.11.2016 Adapark Mihber restoran-Bayrampaşa.


148

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

BULTÜRK Merkezinde Düzenlenen Konferanslar • Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği, Yıldız Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü ile ortaklaşa “20. Yılında 89 Göçü” konulu bir Uluslararası Konferans düzenledi. Ekim 2009. • İstanbul Bayrampaşa’da “20.Yılında 89 göçü” Konferansı yapıldı. Ekim 2011 • Ünlü yapımcı ve yönetmen Osman SINAV, BULTÜRK Genel Merkezinde “Hayal ve Strateji” konulu konferansı ile BULTÜRK üyelerimizle birlikte oldu. 10.12.2012 • Bulgaristan’dan gelen öğrenciler ile Türkiye’deki öğrencileri iftar yemeğinde bir araya getirildi. Genel Merkezde düzenlenen iftarda “Bulgaristan Türklerinin Geleceği” konulu söyleşi gerçekleştirildi. Eylül-2012 • “Refet Rodoplu’yu Anma Toplantısı’na Dr. Müjgân DENİZ konuşmacı olarak katılım sağladı. Kasım 2013. • “Bulgaristan’ın Geleceğinde Türk Gençliğinin Yeri ve Önemi” konulu konferansta konuşmacı Araştırmacı Gazeteci Yazar Şamil Kucur katıldı. Aralık 2015 • Azerbaycan Milli Kahramanı İbad Hüseyin, “Bugünün Attila’sı” konulu konferansı gerçekleştirdi. Ekim 2013 • TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Toğurul İsmayil, “Azerbaycan’ın HOCALI SOYKIRIMI” adlı konferansta konuşmacı olarak katıldı. Mayıs 2014. • İstanbul’da “Karabağ Savaşında Yaşanan ve Bilinmeyen Gerçekler’’ adlı bir konferans düzenledik. Konferansımıza söz konusu savaşa bizzat katılmış Azerbaycan Milli Kahramanı İbad HÜSEYİNOV konuşmacı olarak katıldı. Ekim 2015. • “Balkan” romanının yazarı Halide ALPTEKİN, Balkanlar konulu konferans verdi. Nisan 2014. • Aziz ŞAKİR, “Bulgaristan’da Mezar Taşları” konulu konferansı sundu. Nisan 2013 • Raziye ÇAKIR,“1989 Göçünde Yaşananlar” konulu bir konferans sundu. Nisan 2013


Makale ve Analizler - 2019

149

• 18-21 Haziran 2014 tarihleri arasında BULTÜRK ve İstanbul Üniversitesi Avrasya Enstitüsünün işbirliği ile “25. Yılında 89 Göçü ve Uluslararası Bulgaristan Sempozyumu” düzenlendi. Haziran -2014. • Bayrampaşa Belediye Başkanı Atilla AYDINER merkezimizi ziyaret ederek Bayrampaşa ilçesine yapılan hizmetleri aktarmayı müteakip Balkanlarda yaptıkları “Kardeşlik Sınır Tanımaz” konulu bir konferans verdi. Agustos-2015 • İbrahim KÖŞDERE, “Bulgaristan Türkeri’nin Türkiye’deki Konumu” konulu bir konferans sundu. Mayıs 2015 • Prof. Dr. Ümit Özdağ’ın katılımlarıyla “Balkanların Geleceği” konulu konferans düzenlendi. Mart 2015 • Araştırmacı yazar Yrd. Doç. Dr. Süleyman Özmen, “Afgan Aydınlanmasının Mimarı Serdar Mahmud Tarzi Han ve Anıları” isimli kitabıyla Afganistan ve Orta Asya gerçeklerini dernek üyelerimizle paylaştı. Aralık 2015 • Birlik ve Beraberlik Gecesi - GOP - 2016 • Yeni Kapı Mitinginde yerimizi aldık - 7 Ağustos 2016 • Birlik ve Beraberlik Gecesi - GOP - 2016 • Bulgaristan Türkleri’nin Büyük ve Güçlü Türkiye İçin Evet Gecesi 7.04-2017. • Birlik ve Beraberlik Gecesi - Bayrampaşa - 2016 • Bulgaristan Türkeri’nin Büyük ve Güçlü Türkiye İçin Evet Gecesi - 7 Nisan-2017. • Etnospor Mayıs 2017 Yenikapı/İstanbul’da yerimizi aldık • 14 Temmuz 2017 Bulgaristan Kazanlık ilçesinde “15 Temmuzu şehitlerimizi anma ve darbeyi anlattık. • Birlik ve Beraberlik Gecesi - Bayrampaşa - 2017 • Birinci Ordu Komutanı Orgeneral AVSEVER’i ziyaret – 31 Temmuz 2017 • Bulgaristan’da kalan taşınmazların geri iadesi ve vatandaşlık konularında dernek genel merkezimizde her ayın başında Bulgaristan’dan gelen avukatlar ve aracılık eden uzman kişiler tarafından ücretsiz olarak bilgilendirme toplantısı yapılmaktadır. • Şumnu Nikola Kozlevo Belediye Başkanı makamında ziyaret • Kazanlık Türk Ulus Derneği Başkanı Menderes KUNGÜN’ü ziyaret. • Etnospor Mayıs 2018 Yenikapı/İstanbul


150

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

• Bulgaristan BSP başkan yrd. Zlateva ile Kırcaali’de görüşme yapıldı. • Derneğimizde gençlerimiz için ücretsiz olarak Bulgarca ve İngilizce dil kursu verilmektedir. • Düzce Cumhuriyet Savcısı olarak görev yapan Özlem BERBEROĞLU’nu makamında ziyaret etti. 15.06.2019 • - Yeni Kapı Mitingi’nde yerimizi aldık - 7 Ağustos 2016 •- Birlik ve Beraberlik Gecesi - GOP - 2016 •- Birlik ve Beraberlik Gecesi - Bayrampaşa - 2016 •- Bulgaristan Türkleri’nin Büyük ve Güçlü Türkiye İçin Evet Gecesi - 7 Nisan-2017. •- Etnospor Mayıs 2017 Yenikapı/İstanbul •- 1.Ordu Komutanı Orgeneral AVSEVER’i ziyaret – 31 Temmuz 2017


Makale ve Analizler - 2019

151





Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.