56 - BİZ YASAKLI BAYRAMLARIN ÇOCUKLARIYIZ

Page 1

Makale ve Analizler - 2019

BİZ

1

YASAKLI BAYRAMLARIN

ÇOCUKLARIYIZ

2 0 1 9 - H a z i r a n -2 Makale ve Analizleri


2

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

BİZ YASAKLI BAYRAMLARIN ÇOCUKLARIYIZ BULTURK BGSAM Yayınları Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi - BGSAM -56 BULTÜRK Adına Genel Başkanı: Rafet ULUTÜRK Basım: Haziran-2 - 2019 Koordinatör: Dr. Nedim BİRİNCİ Editör: Raziye ÇAKIR İnternet sorumlusu : Kapak Tasarım: Murat ULUTÜRK Pazarlama Sorumlusu: Hamiyet ÇAKIR Arşiv: İbrahim SOYTÜRK İsteme Tel: 0212 511 63 47 www.bulturk.org; www.bghaber.org; info@bulturk.org İnternet sitesinin yazıları Adres: Yıldırım Mah. Şehit Kamil Balkan cad. No.114/A Bayrampaşa İstanbul Tel: +90 (212) 511 63 47 Belgegeçer: +90 (212) 526 51 98 https://bgsam.org/, https://issuu.com/bulturk, https://bulturk.org.tr/ Baskı : DİNÇ OFSET MATBAACILIK SAN. ve TİC. LTD. ŞTİ. Adres: Davutpaşa Cd. Emintaş San. Sit. No: 103/580-581 Topkapı - İstanbul Tel: 0090 212 493 24 67 TÜRKİYE CUMHURİYETİ YASASI GEREĞİNCE BU ESERİN YAYIN HAKKI BULTÜRK’ten İZİNSİZ KISMEN VEYA TAMAMEN ÇOĞALTILIP YAYINLANAMAZ

Web: www.bghaber.org ; E.Posta: rafetuluturk@yahoo.com


3

Makale ve Analizler - 2019

“Bilgi Ordusu, Bizim Ordumuz, Bildiğimizi Öğretmek,Bizim Borcumuz.” Rafet ULUTÜRK

Düşünceler dizisi olan elinizdeki eserin anlamı derin bir uğraşın ancak başlangıcıdır. Bulgaristanlı Türk Müslümanların başına 1970-72, 1984-85’te düşen yıldırımın bir daha düşmemesi için bir uyarı ve ışık niteliğindedir. Saygılarımızla, B U LT Ü R K


4

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

5

Önsöz Yerine Yıl 2018 2016 yılı Bulgaristan Türkleri ve soydaşlarımız için umut dolu gelmişti. Cumhurbaşkanlığı seçimi ve siyasi dönüşüm amaçlayan bir halk oylaması yapılacaktı. Vatandaşlar siyasi sistem değişikliğinin seçim sisteminden geçtiğini kavramıştı. Ancak parti listelerinde gösterilenlerin seçildiği “çoğulcu” uygulamadan kurtulup, seçmen tarafından gösterilecek ve seçmenin iyi tanıdığı kişilerin meclise gönderileceği mutlak ekseriyet (salt çoğunluk) sistemine geçişin müjdesini bekliyordu. Bu değişiklik için 2 milyon 500 bin seçmen oy verdi.Seçmen, meclis seçimlerinde parlamentoya giren siyasi partilere oy başı 11 leva verilmesine yani milyonlar ceplemesine son verilmesini ve seçimlerin zorunlu olmasını istedi. 2 milyon 500 bin seçmenin oyu mahkeme kararıyla rafa kaldırıldı. Siyasi sistem değişikliği için “izin veremeyiz” dendi. Bunu deyen ise, 1989 yılından sonra, “ben artık öldüm” aldatmacası yaparak, Bulgar toplumu içine boydan boya uzanan kaskatı totaliter sistemin yarattığı oligarşi ve sözcüleri oldu. Onlar aynı yıl Bulgar aşırı sağcılarını birleşmeye çağırdılar. Giderek birleştirdiler ve onlara “yolunuz iktidar basamaklarından tırmanmaktır” dediler. Avrupa’nın kaderi de kötüydü. Sığınmacılar, savaş kaçakları, kitle göçleri, kıta değiştirenler çatır çatır kıvılcım saçan faşizm her günümüzü zehir etmeye başladı. 1989’da parçaları anmalık olarak satılmaya başlayan Berlin Duvarı’ndan parçaların yerine yeni duvarlar çekmek için yeni duvarcılar belirdi. Doğu Avrupa ülkeleri aralarındaki sınırlara boydan boya tel duvar gerdiler. Tarih ayıbın böylesini daha önce görmemişti. Sınırları kaldırıp özgür bir dünyada yaşama hevesiyle birleşmeyi seçenler insanlara, “Toplama Kamplarını”, yargısız idamları, Nazileri, faşistleri anımsattılar. Avrupa Konseyi 3 Bulgar siyasi partisine, “Ataka”, İç Makedon Devrim Hareketi (VMRO) ve “Bulgaristan’ı Kurtarma Hareketi” ve bu üçlünün “Yurtsever Cephe” ortaklığı Türk, Müslüman, İslam,


6

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

sığınmacı, göçmen ve öteki düşmanlığı aldı yürüdü. Düşmanlık yılan zehrinden kötü olan... Müslümanları hem isteme hem de istememe siyaseti karıştıkça anlaşılmaz oldu. Avrupa Birliği üyesi 28 devlet Türkiye Cumhuriyeti karşısında boyun eğdi ve bir gün “ama şu göçmenleri durdurun, bizi çökertecekler” dedi. 2016 ve 2017’nin en büyük olayı buydu. Dev adımlarla büyüyen ve güçlenen Türkiye’ye daha önce 28 devlet birden yalvarmamıştı. Diz çöktüler ve 2016 ve 2017’de durumun özünü fark edemediler. Çökenler Güneşten uzaklaştıklarını fark edemezler. Kuşkusuz, önüne eğilmiş kafalardan biri olan Bulgaristan’dı. Hem Brüksel’e ve hem de Ankara’ya bakarken Bulgaristan Türklerini görmezden geldi. Onları siyasi olarak parçalayarak ve parçaladıkça ezerek mecliste faşistlere daha geniş yer açanların ve faşistleri 1944’ten beri ilk defa iktidar koltuklarına davet edenlerin tam olarak ne düşündüklerini ve ne istediklerini anlamak çok zor olmadı. Artık göç durmuş, doğal olarak geri göç başlaması zamanı gelmişti. Faşist düşmanın kafasında iki hedef birden doğdu. Camiler ve mezarlıklar. Camilerin içinde de Türkçe konuşmayı yasaklamak, Türkler için Vatan kalesi olan, mezarlıkları daraltmak hatta vakıfları kabristanlık olarak ayırdıkları bütün arsalara el atıp, onları cesetlerini gömecek bir insan boyu topraksız bırakmayı düşündüler. Sofya Türk Mezarlığı 28 yıl önce dolmuştu. Bunu Ahmet Doğan’a, Lütfi Mestan’a, Osman Oktay’a, Kasım Dal’a vb asla anlatamadık. Yakın geçmişte mecliste yaşlanan Ramadan Atalay’ın eşi vefat etti. Bir mezar yeri bulamadık, doktor hanım Bulgar mezarlığına gömüldü. Yazarlarımızdan İsmail Çavuş öldü, Sofya dışında Bankiya kasabasındaki Hıristiyan mezarlığına gömdük. Bu şehirde zengin Müslümanlar için de mezar yeri yok. Sofya kenarında 52 dönüm bir yer alındı. Toprak sahibi Bulgar komşular vakıf malımıza, kendi mülkümüze mezarlık yapılması için gereken “razıyım” belgesini vermedikleri için, 20 yıldır boş duruyor o kutsal toprağımız. Karşımızdaki devlet kale gibi! Püskülü faşist. Ortada kaldık. 2016 - 2017 bizim için çok zor yıllardı. Mezarlıksız Vatan olmaz!!! Mücadele devam ediyor. Raziye ÇAKIR


Makale ve Analizler - 2019

7

Önsöz: Elinizdeki kitapta, biz Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği BULTÜTK’ün aydın kadroları ile Bulgaristan Stratejik Araştırmalar Merkezi BG-SAM ekibinin kaleme aldığı yazıları bulacaksınız. Size değişen dünyamızı kendi açımızdan anlatmaya çalıştık. Bulgaristan’da ve Türkiye’de yaşamış ve eğitim almış bir ekip olarak öncelikle her şeyimizin ortak olduğu inancından çıkarak, ne kadar istesek de birlikte yürüdüğümüz yolu ve içinde birlikte olduğumuz zamanı zorlayabilmemizin mümkün olmadığını ama bu yol ve zamanın kendi kuralları olduğunu ve bunlardan akıllıca yararlanarak birçok işler yapılabileceğini açmaya çalıştık. Bu kitabın zaman kesimi 2018 yılının Ocak ve Şubat aylarıdır. Bu kısa dönem bizim BULTÜRK olarak 2002’den beri izlediğimiz yolun iki aylık devamıydı. Bizim için çok önemliydi. Bulgaristan’ın başkenti Sofya’da Avrupa Konseyi’nin (AK) 6 aylık dönem başkanlığını Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov yapacaktı. Siyasi öngörümüzde, ilk kez olmak üzere, Bulgaristan kurumları ve vatandaşları Avrupa Konsey, Komisyon ve Birlik yönetimiyle yüz yüze gelecek ve askıdaki problemlere çözüm aranacak ümidi vardı. Bulgaristan Balkanların büyük ülkelerinden biri olsa da, Avrupa Birliği bileşiminde orta boyutta, tarımı ve sanayi bunalım içinde, işsizlik oranı yüksek, eğitim sistemi kriz yaşayan, çok yoksul ve çaresizlikle boğuşan bir ülkeydi. Bulgaristan’ı 2009’dan beri yöneten halkın Avrupa vatandaşlığı seçeneğini temsil eden GERB partisi, 24 Mart 2017’i erken genel seçimlerinden sonra 3 aşırı milliyetçi partiyi kabineye almış ve AK’nin “faşist” olarak nitelendirdiği bu partilerle yönetimi paylaşmıştı. AK Başkanlığının “faşist” olarak damgaladığı güçlerin iktidarda bulunduğu bir ortamda 6 aylık dönem başkanlığını dağıtması ve yeni seçim yapılarak adalet ve demokrasi güçlerinin hükümet kurmasını istemesi beklenirdi. Ne yazık ki, AK’yi üyeleri dönem başkanlığı için keçi kılından elbise giyip samsak kolonyası kullandılar ve faşizm yılanına kendileri ısırtmadan işe varıp geldiler. AK başkanlığı Sofya’da büyük protesto gösterileriyle başladı. Bulgar başkenti köpürdü. Dönem toplantıları başkanı Boyko Borisov zulayı açtı ve karanlık güçlerin hiçbir zaman yenilgi kabul etmediğini kanıtlarcasına, bir çuvalda bir milyon leva olduğunu kabul etsek, 100 çuval leva dağıtarak önce polis ve jandarmayı yatıştırdı. Diğerleri beklemeye devam ediyor.


8

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu 2 ay BULTÜRK etkinlikleri için çok önemliydi. İlk kez olmak üzere Başkan Rafet Ulutürk yönetiminde bir heyetimiz Sofya Büyükelçimiz Sayın Hasan Ulusoy Beyi makamında ziyaret etti ve iki halk ve iki ülke, özellikle de Bulgaristan Türkleri, dostluk, barış ve güvenlik davası yararına başarılı çalışmalar temennilerinde bulundu. Bulgaristan Müslümanları Diyanetini ve Başmüftülüğü ziyaret etti. Sofya Kültürel Etkileşim Derneğinde yararlı bir görüşme gerçekleştirdi. Elinizdeki kitapta, Bulgaristan’da 2018 atılımlarına, oradaki kardeşlerimizin yaşam ve etkinliklerine, büyük bir hevesle başlattıkları aydınlanma sürecine ilk kez yayınlanan yazılar da bulacaksınız. Rafet ULUTÜRK BULTÜRK / BG-SAM 07.08.2018


Makale ve Analizler - 2019

9

Değerli Hemşehrilerim, Bulgaristan’da hepimiz zor günler yaşadık, itildik, ezildik, çiğnendik, hatta gün geldi vurulduk, şehitler verdik. Bu nedenle bizler kendi içimize kapanarak, yaşam mücadelesi vermeye çalıştık. Ancak bu içine dönüklükten kurtulmalıyız ve Türkiye’de yaşadığımıza göre, yasaların bize verdiği tüm haklardan bizlerde yararlanmalıyız. Peki, neden bunu yapamıyoruz? 1877-78 Rus-Türk savaşından sonra Osmanlının Balkanlardan çekilmesiyle birlikte, savaş esnasında işlenen akıl almaz katliamlar nedeni ile atalarımız asırlarca yaşadıkları yerleri terk ederek göç yolunu tutmuşlardır. Geride kalanlar ise Bulgaristandevleti’nin uygulamaya başladığı soy kırım politikalarına karşı direnmiş ve hayatta kalmaya çalışmışlardır. Şimdi ise burada Türkiye’de yaşayanlar oralara yardım edebilmek için, burada ilk önce bir araya gelmek ve bir merkez oluşturmalıyız. Artık bir kurum altında toplanmalı ve birlikte hareket etmeliyiz. Bu birliğe hepimizin ihtiyacı olduğuna inanıyorum. Artık bir birimizi kötülemekten vaz geçmeliyiz, birisi için yanında konuşamayacağımızı başka bir yerde konuşmamalıyız, yani kısaca arkasından konuşmamalıyız. En önemlisi samimi, hoşgörülü ve ahlaklı olmak. Zamanla her şey yerine geleceğine inanıyorum, ama tabi ki bu dava üzerinde kafa yoran, stratejiler üreten ve devamlı bunun üzerinde çalışan olursa. Bizim savaşımız insanlarımızı ahlaklı yetiştirmek olmalı, birlik ve beraberliğe kendi insanlarımızla başlayarak tüm Türk Dünyasına taşmalıyız. Bizler burada Türkiye’de yaşayan Bulgaristanlılar büyük bir kitle haline gelmiş durumdayız. İşte bu nedenle şimdi bu kitleyi yani kendi hemşerilerimizi, bir araya toplayarak bir merkez, bir güç birliği oluşturmalıyız, tabi ki bu bizim doğal tabii hakkımızdır. Bizler de artık toplum gücünü kullanabilmeliyiz. Toplum olarak haklarımızı elde etmek zorundayız ve bu yönde çalışmalıyız. Biz bunu söylerken, önderlerimizi seçerken, başkaları kötüdür demiyoruz. Biz bu işi onlardan daha iyi yapabileceğimize, Türkiye Cumhuriyetine ve Türk Dünyasına daha verimli olacağımıza, buralarda bu bölgelerde yaşayan Türklerin daha iyi, daha güvenilir, yaşamalarını sağlayacağımıza inandığımız için, Önderliğe, Yönetime talibiz. Bu arada Bulgaristan’da kalan


10

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

kardeşlerimizin hepsinin siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel kimliklerini, muhafaza edebilmeleri için mücadele etmeliyiz ve bu konuda gerekeni yapmalı ve gerekli yardımları yapmalı ve yaptırmalıyız. Aramızda Ahlâklı, Adaletli olanları seçmenli ve yüceltmeliyiz. Geçmişi konuşmaktansa, gelecekten söz etmeliyiz, bugünü değil, yarınları görerek hareket etmeliyiz. Aramızdan stratejistlere imkân ve fırsat vermeliyiz ve onları bizler yetiştirmeli yön verebilmeliyizkısa-10 ve uzunvadeli -50 yıllık hedefleri gösterebilmeliyiz. Aramızda kötü niyetli insanları tespit etmeliyiz, bilmeliyiz ki, onların kusurlarından dolayı değil, bu güne kadar yapılması gerekenleri engelledikleri için aramızdan uzaklaştırmalıyız. Bu güne kadar neler yapılmamış, onları araştırmalı, bilmeliyiz ve neler yapılması gerekir onları söylemeliyiz ve bunları bir an önce hayata geçirmeliyiz. Bizler gözyaşları dindirmek için, yaralara mehlem olmak için, her yüke ortak olabilmeliyiz. Gençlerimize, sadece balık pişirmesini değil, balık tutmasını da öğretmeliyiz, insanlarımızı denizlere, okyanuslara açılmalarını sağlamalıyız. Aramızda Tek Lider değil her sokakta, her mahallede bir lider yetiştirmeliyiz, biz dünyayı yönetmek için oğullarımızı yetiştirmeliyiz. Bizim insanlarımız yani Bulgaristan Türkleri şahsi başarıları Türkiye’de belkide en çok olanlardanız. İşte artık bizler toplum olarak haklarımızdan yararlanmasını bilmeliyiz. Her şeyden önce siyasi haklarımızı toplum olarak kullanmalıyız, daha sonra ekonomik ve kültürel haklar onu takip edecektir. Hepimizin gördüğü gibi, tarihte büyük güçler çok defa kötü politikaların kurbanı olmuşlar ve bunlar devam edecektir. Bir toplumun Lideri olmadan hiçbir şey olmaz, bu lideri de toplum çıkarmalıdır. Siyaseti güvenilir, sevimli hale getirmek bizim hedefimiz olmalı, bu gün çok zor, imkânsız olarak görünse de, yarınlara umutla bakabilmeli ve baktırabilmeliyiz. Var olabilmemiz için, var kalabilmemiz için, öncelikle temel hususlarda anlaşma sağlamalıyız. Aramızda bir birimize güveni kaynaştırmalıyız ve samimi olmalıyız. Her şeyden önce özgüvenimizi kazanmalıyız, birlik ve beraberliği ön planda tutarak insanları insan oldukları için sevip saymalıyız. İçimizde barışı sağlayıp, tek merkezde bir çatı altına toplanmalıyız.


Makale ve Analizler - 2019

11

Bu çatı da “BULTÜRK Derneği” olmalıdır. Buradan tüm dünyaya sesimizi duyurabiliriz. Balkanlar konusundaki politikalarda etkili olabilmek için yolları aşındırmalıyız. Çünkü gelişmiş ve Bulgaristan’da etkili bir Türkiye Balkanlara tamamen hâkimiyet kurabilecektir. En önemlisi kararlı olalım ve birbirimize samimi, saygılı olmayı ve bir birimizi sevmeyi öğrenmeliyiz. Bizim derdimizi ve problemlerimizi en iyi anlayabilecek zaat bizden olduğunu idrak etmeliyiz. Bulgaristan Türkleri konusunda teşhisi bizler kendimizi yetiştirerek yetki mercileri alarak son noktayı biz koymalıyız, bu güne kadar ki eksikliğimiz budur. Ayrıca Balkanların anahtarı Bulgaristan’da yani Bulgaristan Türklerinden geçtiğini de öğrenmeli ve öğretmeliyiz. Sevgili dava arkadaşlarım. Kendimizde özgüveni, aramızda güveni ve merkezioluşturduktan sonra, kimsenin aramıza nifak tohumları ekmesi mümkün değildir. Bizim için önemli olan, eksiklerimizi bulmaktır. Geçmişi bırakarak artık bizler aydınlanma dönemine bir an önce geçmeliyiz. Halimizi tespit etmek çok kolay, gazete, dergi yayın hayatımız nerede, kaç gazete, tv, radyo bizimle ilgili haber yapıyor.Burada suçlu değil, sebepleri aramalıyız. Gelin bunları tartışalım, niçin bu güne kadar bir Bulgaristan Kültür Merkezi olmamış, bunu şimdi nasıl gerçekleştirilebiliriz, bunlara yönelik çalışmalar toplantılar yapmalıyız. Hedefimiz Türkiye Cumhuriyetini daha güçlü, daha huzurlu ve daha iyi yarınlara götürmek için olmalı. Güçlü bir Türkiye Bulgaristan da yaşayan Türklerede güven ve huzur verecektir, onların daha rahat yaşamalarını hep birlikte sağlayabiliriz. Bunlar zannetiğiniz kadar zor işler değil. Dünyada insanlar bir iş için değil, bir İdeal için hayatını feda ederler. Bunun için güçlü olmak sesini duyurabilmek için öncelikle bir Kurum ve bunun Merkezini oluşturmalıyız. Çünkü Merkezi olmayan hiçbir topluluk bir yerlere gelmesi mümkün değildir. Bu güne kadar konuşmalar tartışmalar yapılmış fakat bir ağıç ekilmemiş işte bu gün bunu yaptık BULTÜRK tüm Bulgaristan Türklerinin biz öncelikle sadece Bulgaristanlıyız. Bizler elimizdeki kıt kaynaklarla bir merkez oluşturmaya çalıştık, bunda da muhafak olduk. Bu merkeze ulaşmakta büyük güçlükler ile karşılaştık bu konuda bizlere yardımcı olan emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz. Ayrıca bizlere kendi yerini veren Mümin Hocamıza huzurunuzda kendisine tekrar tüm halkımız adına buradan teşekkür ediyoruz. Bundan son-


12

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

raki hedef de Türkiye’nin her yerine ulaşmak ve bu birlikteliği her yerde tesis etmektir. Bu merkezimizde artık kendimize ait bir kültür merkezimiz oluştu toplantı salonumuz da mevcuttur her 15 günde bir toplanıyoruz. Amacımıza ulaşabilmek için devletin bir şeyler yapmasını beklememeliyiz. Birlikten kuvet doğar Atasözünde olduğu gibi güçlerimizi birleştirerek devlet yönetiminde söz sahibi olmalıyız ve geleceğimize kendimiz yön vermeliyiz. Gençlerimizin devlete girmelerinin yolunu aydınlatmalıyız. Artık bizim de Ankara’da TBMM’de kendi temsilcilerimiz olmalı. Bizler de buralara kendi içimizden birilerini gönderebilmeliyiz. Aramızda birlik ve beraberliğimizi oluşturduğumuz takdirde kendi içimizde samimi olduğumuzda başarıların ard arda geldiğini göreceğiz bunu başaracağımıza eminim. İhtiyacımız olan tek şey kendi içimizde daha adaletli olabilmek. Sevgi ve saygılarımı sunarım, Genel Başkan Rafet ULUTÜRK


Makale ve Analizler - 2019

13

İslam Fikhinda Kabir Ile İlgili Hükümler(Ölçüler)-3

Tarih: 17.06.2019 Yazan: Nevzat ÖZTÜRK İlahiyatçı Eğitimci Yazar

Cenazenin kabre kadar taşınması, müminler üzerine düşen bir kardeşlik görevidir. Hatta cenazeyi taşımak bir ibadettir. Cenaze ile beraber yürüyenler, yolda gereksiz ya da yüksek sesle konuşmamalıdır. Hatta yüksek sesle zikir ve Kur’an da okunmamalı; ölüm ve ötesi tefekkür edilmelidir. Cenazeyi takip edenler, cenaze yere konuncaya kadar oturmazlar. Cenaze yere konduktan sonra, kabirle meşgul olanların dışındakiler ayakta beklemeyip otururlar. Cenazenin tabutsuz gömülmesi gerekmektedir. Kabre konulmak üzere cenaze tabuttan çıkarılır, kefenin baş ve ayak kısmı bağlı ise açılır. Cenaze, kıble tarafından kabre konur. Sağ tarafı üzerine kıbleye döndürülür. Sırt üstü yatırılmaz. Cenazenin sırt kısmına, cesedi toprağın sıkıştırmaması için taş veya tahta gibi şeyler dizilir. Sonra kabir, toprakla doldurulur ve tamamen örtülür. Aslolan uygulama bir Müslümanın kendi dininden olan kimselerin mezarlığına gömülmesidir. Bu durum her dinin kendine has uygulamalarından kaynaklanır. İslami gelenekte kabir ziyareti ve ölüye dua gibi uygulamalar vardır. Bu uygulamaların sürdürülebilmesi ve dini kültürün bu alanda ayakta tutulabilmesi açısından Müslüman mezarlarının diğer inanç sahiplerinin mezarlarından ayrı alanlarda bulunması önemlidir. Tarih boyunca Müslümanlar bu konuda hassas davranmışlar ve Müslüman mezarlarının başka inançtan olanların mezarları ile karışmamasına özen göstermişlerdir. Buna rağmen Müslümanlar arasında yaşayan bir gayrimüslimin ölümü hâlinde kendi din mensuplarının gömüldüğü bir mezarlığı yoksa ve başka yere nakli de mümkün değilse, bu gayrimüslimin cenazesi Müslüman mezarlığının uygun bir yerine defnedilebilir. Aynen bunun gibi, bir Müslüman da gayrimüslim bir toplum içinde ölür ve defnedilecek bir Müslüman mezarlığı ya da uygun bir yer bulunamazsa, ortada ciddi bir zorunluluk hâli söz konusuysa cenazesi gayrimüslim mezarlığının bir köşesine defnedilebilir. Fakat buradaki “zorunluluk” devamlılık arz etmemelidir. Yani Müslümanların gayrimüslim mezarlığının bir köşesine defnedilmesi uygulaması, sıradan uygulamaya dönüşmemelidir. Müslümanların İslami usullere göre


14

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

defnedilebileceği ayrı bir mezarlıklarının olması şarttır. Bu durumun mümkün olmaması durumunda zorunluluk hâli geçene kadar defin mümkünken, Müslümanların bu geçici hâli sona erdirmek için bütün güçleriyle çalışmaları, örneğin Müslüman mezarlıklarının açılması için gerekli adımları atmaları da elzemdir. Bugün maalesef, gönül coğrafyamızda öz yurdunda garip yaşamak zorunda kalan kardeşlerimizin mezarlık sorunları vardır. Öyle ki, vakıf arazileri gasp edilmiş, mülklerine el konulmuş durumdadır. Ölülerini, Hristiyan mezarlığına gömmek zorunda kalmaktadır kardeşlerimiz. Bu sorun, giderek yozlaşmayı da beraberinde getirmektedir. Bir diğer önemli husus da, Hristiyan mezarları ile yan yana Müslüman mezarlığına tahammül ederken, Romen/Çingene Müslüman kardeşlerimizin mezarlığının, Müslüman mezarlığından ayrılması, ayrıştırılması da kabul edilir bir durum olmasa gerektir. İslam’da aslolan, cenazenin defninde acele etmektir. Hz. Ebu Hüreyre’den (ra.) rivayet edilen hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur: “Cenazede hızlı davranınız! Şayet cenaze salih bir insan idi ise bu hayırdır ve bir an önce yerine ulaştırmış olursunuz. Eğer salih değilse bu şerdir ve bir an önce omuzlarınızdan onu indirmiş olursunuz.” Bu sebepledir ki, cenaze bir an önce defnedilmelidir. Fakat otopsi veya başka resmi prosedür olacaksa o süre içinde cenaze morg veya bir başka yerde tutulabilir. Bunun da zamanı bu prosedürün tamamlanması kadardır. Ayrıca cenaze ülkeler arası nakille defnedilecekse o takdirde de cenazenin geç defnedilmesinde zorunlu olarak bir sıkıntı söz konusu olmaz. İslami cenaze defin prosedüründe aslında cenazeler direkt olarak kefenleri içinde toprağa konulur. Ancak cenazenin konacağı kabrin fiziki şartlarına göre durum farklı olabilir. İslam’da cenazenin zarar görmemesine büyük özen gösterilmelidir. Bunun için cenazenin defnedilmesi gereken yerin coğrafi/madeni şartlarına dikkat edilmelidir. Bulunulan yerde eğer cenazeye zarar verebilecek bir ortam var ise (rutubet, toprak yumuşaklığı), cenazenin daha olumlu şartlarda defnedilebileceği yere ulaşım zor veya mümkün değil ise, cenazenin yakın zamanda defnedilmesi gerektiği şartı göz önünde bulundurarak istisnai olarak tabutla da gömülebilir. Hatta bu hâlde, tabutun mermerden, demirden yapılmış olması da câizdir. Fakat böyle bir durum söz konusu değilse tabutla defin mekruhtur. Cenaze tabutla mezara konulacaksa, imkân varsa sandığın içine bir miktar toprak konularak, yine imkân varsa sağ tarafına yatırılarak yüzünün kıbleye yöneltilmesi güzel olur. Çünkü ölünün cesedinin tahtaya değmesinden, toprağa değmesi daha evladır.


Makale ve Analizler - 2019

15

Kabristanlar, genellikle vakıftır; yani cenaze defnedilmek üzere kamu hizmetine tahsis edilmiş yerlerdir. Zaruret bulunmadıkça bir vakfın amacı dışında kullanılması ve değiştirilmesi caiz değildir. Bu itibarla, mezarlık olarak vakfedilen bir yerin, bu hizmette kullanılması mümkün olduğu sürece başka bir hizmete tahsisi caiz olmayacağı gibi, artık cenaze defnedilmese bile, bu yerin kabristan olarak muhafazası gerekir. Böyle bir kabristanı satmak, üzerine bina yapmak ya da benzer tasarruflarda bulunmak için ölü kemiklerini başka bir mezarlığa nakletmek caiz değildir. Ancak başka bir alternatif olmaması sebebiyle, kamu menfaatinin gerektirdiği durumlarda, mezarlık başka bir yere nakledilerek yeri cami vb. amaçlar için kullanılabilir. Kaybolmalarını önlemek üzere, gösteriş ve israftan uzak kalarak kabir yapılmasında, mezarların başuçlarına, üzerinde ölenin kimliğini belirleyen ifadelerin yer aldığı sade bir taş ve benzeri levhaların yerleştirilmesinde dinen bir sakınca yoktur. Sahabilerden Osman b. Maz’ûn (r.a.) ölünce cenazesi o günkü Medine’nin dışında gömülmüştü. Resûlullah(s.a.s.), Osman’ın mezar yerini belli edecek bir taş istemiş ve getirilen taşı mezarın başına koyunca, “Bununla, kardeşimin kabrini işaretliyorum, ailemden ölenleri bunun yanına defnedeceğim.” (Ebû Dâvûd, Cenâiz, 63) buyurmuştur. Ancak kabirlerin bir-iki karıştan yüksek yapılması, üzerlerine bina veya kubbe inşa edilmesi; kabir taşlarına kimlik bilgilerinin ötesinde aşırı övgü sözlerinin; ölümden ve kaderden şikâyet eden ifadelerin yazılması uygun görülmemiştir. Tanınsın ve basılmasın diye kabri bir karış kadar yükseltmekte beis yoktur. Fazlasını yapmak uygun görülmemiştir. İslâm âleminde, fakr ve zaruret içerisinde kıvranan yüz binlerce insan var iken böyle lüzumsuz şekilde büyük servetleri toprağa verip heder etmek hangi insafa sığar! Mezarların sade olması, yüksek olmaması ve israftan kaçınılması esastır. Kabirlerden asıl maksat, onlardan ibret almak, dünya hayatının geçiciliğini ve bir imtihan olduğunu hatırlamaktır. Bir rivayette, Peygamberimizin yüksek taşlarla yapılmış mezarlıkların yükseltilerini yıktırdığı nakledilmektedir. (Müslim, “Cenâiz”, 93 (969); Ahmed b. Hanbel, 2/141) Aişe (r.a)’dan nakledilen bir rivayet de şöyledir: “Resulullah, ‘Allah, Yahudi ve Hristiyanlara lânet etsin! Onlar, peygamberlerinin kabrini mabet haline getirdiler.’ buyurdu. Aişe (ra) (rivayeti naklettikten sonra), ‘Eğer bundan korkulmasaydı, Hz. Peygamberin kabri dışarıdan belli olacak şekilde yapılacaktı.’ dedi. ” (Buhâri, Cenâiz, 94; Müslim, Mesâcid, 19 (529) Mezarları yüksek ve şaşaalı yaparak resimler koymak, israf olmasının ötesinde önü alınamaz sakıncaları da beraberinde getirebilecektir. İnsanlar bir süre sonra sadece sevdiklerinin değil, din âlimi olarak bildikleri kişile-


16

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

rin, siyasi liderlerin çeşitli ebatlarda resimlerini mezarlara koyarak birbirleriyle yarışır hale geleceklerdir. Bunun örneklerini de çevremizde görmemiz mümkündür. Bunun neticesinde mezarların ibret alma ve ölümü hatırlamanın ötesine giderek bir yarış ve gösteriş yerini alacağı kesindir. Asr-ı saadette ve İslâm’ın hakim olduğu zaman ve yerlerde müslümanlar hiç bir surette çelenk gibi şeylere yer vermemişlerdir, o bidattir. Hıristiyan Avrupa onu İslâm diyarına sokmuştur. İslâm’ın emri ne ise onu yapmamız daha uygundur. Çelenk gibi şeyler ölü ve vatana hizmet etmez, fayda vermezler. Ölünün kabrinin yapılışına ve çelenge verilen para, fakir ve müstahaklara verilse daha iyidir. Gerçekten ölüyü seven kimse bunu yapmalıdır. Kısa bir zaman sonra solup heder olarak çiçeklere para vermek, müslüman olan kimsenin işi değildir. Ölen kimsenin fotoğrafını naaşa ve göğsüne asmak kesinlikle caiz değildir. Bu iş, körükörüne yabancıların taklidinden kaynaklanmaktadır. Zaten dinen zaruret olmazsa, resim makbul sayılmaz. İslâm dinine göre vefat eden kimse kim olursa olsun kabri üzerine kubbe yapmak veya kabri taş ve harçla inşa edip yükseltmek doğru değildir. Ebû’l-Heyyac el-Esedi şöyle der: “Hz. Ali (ra.) bana: Peygamber’in beni gönderdiği şey için seni göndereyim mi? Yoketmediğin bir heykel, yerle bir etmediğin yüksek bir kabir bırakma”. İmam-ı Şafiî (ra.) “Kabrin bir karış yükseltilmesini istiyorum” diyor. İbn’i Hacer de bu hususta şöyle der: “Kabirler üzerine inşa edilmiş kubbeleri bir an evvel yıkmak gerekir. Çünkü bu Mescid-i Dirar’dan daha zararlıdır. Bunlar Resûlüllah’a karşı gelmek üzere kurulmuştur. Peygamber (sa.) yüksek kabirlerin yıkımı için emretmiştir. Ayrıca mezarlarda yakılan mumlan ortadan kaldırmak da lâzımdır”. Mezarlıkta bulunan yaş ot ve ağaçları, bakım amaçlı olmadıkça yolmak ve kesmek mekruhtur. Zira buradaki yaş bitkiler kendilerine has bir şekilde Allah’ı zikretmektedirler. Bu zikir sebebiyle orada yatan müminlere, Allah Teâlâ’nın rahmet edip azaplarını hafifletmesi umulur. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.), bir kabristanda bulunan iki kabir sahibinin azap içinde olduğunu anlamış, yanında bulunanlardan taze bir hurma dalı isteyerek ikiye bölmüş ve her birini bir kabrin başına dikmiştir. “Ey Allah’ın Resûlü, niçin böyle yaptın?” diye sorulunca, “Umulur ki bunlar yaş kaldıkları sürece (azabları) hafifler.” (Buhârî, Vudû, 55) buyurmuştur. Mezarlıkta zayi olacağından endişe edilen kuru ot ve ağaçların kesilip satılmasında bir sakınca yoktur. Bu satıştan elde edilen paranın kamu yararına kullanılması gerekir. Ayrıca mezarlıkta bulunan ağaçların meyveleri de yenilebilir.


Makale ve Analizler - 2019

17

Mezarlıkların ziyaret edilmesi, bu vesileyle ölümün hatırlanması ve orada yatanlardan ibret alınması dinimizin tavsiye ettiği hususlardandır. Kabir ziyaretinde bulunan kişi, ahireti hatırlamalı, dünyanın geçici olduğunu ve bir gün kendisinin de öleceğini düşünmelidir. Hz. Peygamber (s.a.s.), geceleri Baki’ kabristanına gelir ve “Müminler yurdunun sakinleri, sizlere selam olsun. İnşaallah biz de size katılacağız. Bizler ve sizler için Allah’tan afiyet dilerim; Allah’ım, Baki’ kabristanında bulunanları bağışla.” (Müslim, Cenâiz, 102) diye dua ederlerdi. Kabir ziyaretinde bulunan kişinin ölü için dua etmesi ve Kur’an okuyarak sevabını orada bulunanların ruhlarına bağışlaması uygun olur. Ancak, kabir ve türbe ziyaretlerinde İslam’ın özüne ve tevhid anlayışına ters düşen, itikâdî bakımdan da zararlı olan tutum ve davranışlardan uzak durmak gerekir. Kabrin başında yüksek sesle ağlayıp gürültü yapmak, kabrin parmaklık ve taşlarını öpmek, onlara sarılıp ağlamak İslam ile bağdaşmaz. Türbelerde yatan kişileri beşer üstü varlıklar olarak görmek; bu zatların duaları kabul ettiğine, ilâhi kudretlerinin olduğuna inanmak doğru olmadığı gibi, bir kısım ihtiyaç ve dilekleri onlara arz etmek, kendilerinden medet ummak, bu ziyaretleri dinî bir vecibe gibi telakki etmek; bez bağlamak, mum yakmak, kurban kesmek, şeker vb. yiyecek maddeleri dağıtarak onlardan yardım dilemek gibi davranışlarda bulunmak da, tevhid dini olan İslam’la bağdaşmaz. Ölen kişilerden medet ummak ve onlardan bazı şeyler beklemek iman açısından tehlikeli bir davranıştır. İslâm âlemi son dönemlerde gayri Müslimleri birçok konuda bilinçsiz bir şekilde taklit etmektedir. Taklit ettiğimiz batının iki yönü bulunmaktadır. Bunlardan biri bilim ve teknoloji yönü, diğeri ise batının sosyal yaşantısıdır. Biz batıyı sosyal yaşantı olarak harfi harfine taklit ederken fen ve teknoloji alanında ise onların çok gerisinde bulunmaktayız. Fen, bilim,teknik ve teknolojinin taklit edilmesinde elbette bir sakınca yoktur. Genel hatlarıyla taklit kabiliyetleri köreltse bile bu durum belli bir seviyeye kadar tolere edilebilir. Peygamberimiz (SAV) bu duruma işaret ederken “İlim Müslüman’ın yitik malıdır onu nerede bulursa alır” buyurmaktadır. Fakat sosyal alanda yapılan taklitler hiçbir şekilde tolere edilemez. Çünkü örf, adet ve sosyal yaşantımız dinimizin emirleri doğrultusunda mükemmel seviyede bulunmaktadır. Ayrıca taklit, diğer toplumun daha üstün olduğuna olan inançtan kaynaklanmaktadır. Bir Müslümanda böyle bir düşüncenin olması ise ancak iman zafiyeti ile açıklanabilir. Her konuda rehberimiz olan Peygamberimiz (s.a.v) buna işaret ederken de “Bir topluluğa benzemek isteyen onlardandır.” buyurarak bunun ne kadar sakıncalı olduğunu bize vur-


18

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

gulamaktadır. Bu ifadeden anlaşılmaktadır ki iyi bir topluluğa benzemek isteyen birisi iyilerden, kötü bir topluluğa benzemek isteyen de kötülerden olur. Bir diğer Hadis-i Şerifte ise bu taklidin son derece şuursuzca yapılacağına işaret etmektedir. O; “Siz, sizden öncekilerin yaptıklarını karış karış adım adım takip edeceksiniz. Onlar bir keler yuvasına dahi girseler siz de oraya gireceksiniz” buyurmaktadır. Sahabiler, “onlar Hıristiyanlar ve Yahudiler mi ya Resûlullah?” diye sorduklarında da “başka kim olabilir ki” buyurmuştur. Rasulullah (s.a.v) bu ifadesinde taklidin ne derece şuursuzca yapılacağını açıkça gözler önüne sermektedir. Zira bir kelerin yuvasına girmek şuuru yerinde olan birisinin yapacağı bir iş değildir. Hasılı; son dönemlerde mezarlıklarımızda, kabirlerin yapımında yozlaşma ve gayri Müslümlerle israf ve şatafat yarışına girildiği gözlerden kaçmamaktadır. Oysa kabir, kibri öldürür, ölümü hatırlatır, fani alemde mütevazi bir yaşamın gerekliliğini öğretir. Mezarların sade olması, yüksek olmaması ve israftan kaçınılması esastır. Kabirlerden asıl maksat, onlardan ibret almak, dünya hayatının geçiciliğini ve bir imtihan olduğunu hatırlamaktır. Ölen kimsenin fotoğrafını naaşa ve göğsüne asmak, tabuta veya kabre çelenk koymak, vefat eden kimse kim olursa olsun kabri üzerine kubbe yapmak veya kabri taş ve harçla inşa edip yükseltmek mezarları yüksek ve şaşaalı yaparak resimler koymak, caiz olmadığı gibi israf olmasının ötesinde önü alınamaz sakıncaları da beraberinde getirebilecektir. Dolayısıyla İslam, kabrin yerinin belli olmasının dışında yükseltide, israf ve şatafatı çağrıştıran mermer süslemelerle, sütunlarla yapılan, kibir abidesi kabirlere, özellikle (son moda) mezar taşlarına resim konulmasına izin vermez. Bu gidişin, Putperest toplumların ölülerini yücelterek, resim ve heykellerini yaparak tapmaya varan şirke kapı araladığını göz ardı etmemek gerekir. Diğer taraftan, bu gün yanyana olan Hristiyan/Yahudi mezarlıklarının yanındaki Müslüman mezarlıklarının perişan hali de düşünmeğe değer. Hristiyan/Yahudi mezarlıkları pırıl pırıl, mezarların yanında, mezar sulamak için, bidonlar, çeşme var. Yollar asfaltlı ya da parke taşlı. Yaz kış insanların ayakları ne toz, çamur oluyor, ne de toz yutuyorlar. İnsanlar yürüyüş dahi yapıyorlar. Gece lambalar ışık saçıyor. Müslüman mezarlıklarında ise, çamur, toz, toprak, bir avuç çim, çiçek, ağaç yok. Bu manzara karşısında insanın mezarlık ziyaretine gitmek içinden gelmiyor insanın. Ne diriye, ne ölüye saygı yok dedirtiyor adeta! Yollar, mezarlık araları toprak zemin. Asfaltsız, bakımsız, en küçük rüzgarda, kadın, erkek, çocuk, yaşlı, hasta, sağ toz, toprak yutuyor. Ağaç, çim, oturacak bank yok. Böyle mi olmalı acaba! Allah’a emanet olunuz.


Makale ve Analizler - 2019

19

Bir Düş

Tarih: 17 Haziran 2019 Yazan: Ertaş ÇAKIR Konu: Yumak artıklarından çorap örülmek isteniyor. Dünden yarına birazcık umut saklayanlarımız Filibe’de (Plovdiv) buluştular. Onları toplayan bir düştü. Biz – görüşmeye davet edilmeyenler – bir araya gelenleri toplayan gücün UMUT olduğunu düşündük. Toplumda ise korku var. Tırmanan korku. Olmasa insanlar evinden, köyünden, kasabasından kaçar mı? Vatandan kaçmanın kahramanlık sayıldığı uzun bir çağda yaşadık. Ölümü göze alarak, dikenli ve elektrikli tel duvarların altını köstebek gibi eşerek kaçanların DÜŞÜ unutuldu. O yıllar 1990’dan önceydi. 30 yıl önce 1989 Mayıs ve Haziranında sel gibi sınıra akan Türkler Bulgar sınırını bir daha onarılamaz şekilde yıktı. Sırına kelebek kapı takıldı. Bu, derin bir düştü. Gerçekleşti. “Kırmızı pasaport” UMUTTA yaşayan özgürlüğün zaferi oldu. Her sosyal değişiklik 50 yıl birikimle olgunlaşır. Ardından 50 yıl sökülür. Kosova uşak alanından Londra’ya kalkan bir Bulgar “Boeing” uçağı gökyüzünde hava burgacı (turbo lens) geçirmiş. Yeryüzünde hortum olayı olmasa burgaca takılan umuda örnek gösteremeyeceğim diye korkuyorum. Denizde yüzen gemileri yutansa derinliklerinden yuvarlanan tornadolardır. Bulgar yolcu uçağındaki 10 yolcu yaralanmış ve hepsi bir daha geri dönmemek üzere uzaklara uçuyormuş. İlk yardım aldıkları klinikte yapılan sorgulamada “hayattan yıldıklarını” söylemişler. Sorgu tutanağını dolduran savcı, “umudu besleme ustalığını yitirmişler” kaydında bulunmuş. Hepimizin bildiği üzere, umudun çabaları sonuçsuz kalmaz, çünkü o “başarısızlığa değil başarıya vurgundur.” Umut etmek, korkmanın ve yılmanın üzerindedir. O, etkin bir faktördür. Hiçbir şey UMUDU tutamaz, gemleyemez, kapayamaz, zindana atamaz ve asla durduramaz. Umut, sadece duyguysa, her zaman özünden dışarı çıkmayı başarır, başını şöyle bir dışarı uzatır ve yüreği daralmış insanı, içsel olarak genişletir genişletir ve kanatlarını açarak uçmaya zorlar.


20

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Denizlerde ve şimşek çakan gökyüzünün karardıkça karardığı bir anda topraklardan bulutlara uzanan hortum olayı gibi, doğal olaylar toplumda da yaşanıyor. Kırıp döküp yerle bir etme vahşeti, 1990’dan sonra ve özellikle de 2015’in sonundan başlayarak Bulgaristan Müslüman Türklerinin siyasi partisi olan Hak ve Özgürlükler Hareketi –DPS- içinde, dışında ve çevresinde çok şiddetli yaşandı. Partiyi gönüllü terk edenler bile yüz binleri aştı. Kurulduğu günden beri kap kabuk değiştiren, dal budak atan, zamanlı zamansız çiçek ve yaprak döken DPS gövdesinden düşenlerden bir kısmı, 15 Haziran 2019 tarihinde resmi olmayan bir otel ortamında Plovdiv (Filibe) şehrinde buluştular. Dar çevreli siyasi forumda, Bulgaristan Türkleri arasındaki ferdi hareketlerinde özgürlük maneviyatı taşıyanlardan Ahmet Hüseyin, Bahri Ömer, Ahmet Başev gibi deneyimli siyasetçiler ve arkadaşlarının yoğun çabalarıyla başlayan “buluşalım girişiminde” Korman İsmailov ile Oktay İsmailov’un da belirmesi ilk etabı başarılı sonuçlandırdı. İkinci etap, Mehmet Hocov, Güner Tahir ve özellikle Hitrino (Şeytancıklı) Belediye başkanı Nurettin İsmail’in aktifliğiyle Sofya’ya taşınacak. Siyasi kimlik sahibi bu girişimcilerimiz aynı umutla buluşarak birlikte ilerlemek azmindedir. Bu ilk buluşmalarda hiç birinin siyasi ve politik ahlakı dikkate alınmayacak. Bu adımın anlamı, yeniden aydınlanma ve aydınlığı halka taşıma özlemidir. Çıranın Filibe’de yakıldığını söyleyebilmemiz için sokaklardaki korku ve yılgınlığın temizlenmiş olması gerekirdi. Herkes bilir, insan ruhunda aydınlığın en büyük düşmanı korku, yılgınlık ve cahilliktir. Karanlık kızıştıranlar düşman ruhlu insanlardır. Filibe’deki karanlığın bunlar Makedon haydutluğunun kırıntı kalıtlarıdır. İpsiz it gibi sokaklarda dolaşarak cavlamaktan zevk aldılar. Umudun parlaması için yeni baştan oluşmakta olanın içine kendini etkin bir şekilde atan yüreklilerin öne çıkması bu kez de sevindirici ve ilginç oldu. Gereklilikti. Bu defa Filibe’ye gelmek isteyenler arasında düşünüp taşınmadan yola çıkan yoktu. Sokaklarla meydanlar arasında takılıp kalan da yoktu. Kahvelerde rahatlayanlar sabırsızdı. Mehmet Dikme, Güney Hüsmen, Lütfü Mestan programsal görüşlerle yeniden sahnede beklenirken, nedense belirmediler. Dil altındaki “Düşmez kalkmaz bir Allah’tır” ibreti, her birinin kendi içinde kaldı. Filibe’de buluşmalarının anlamı asildi. Hedef olan, cesaret gösterip aklı kullanmaya hazırlıklı olduklarına birbirini ikna etmekti. Oysa hepsi sökülen çorabın artı ipi olduğunu sezdiğinden, bu duyumsamadan doğacak eleştirel bilinçten korktuğu için bakışların kesişmesi kısa oldu. Söz alanla-


Makale ve Analizler - 2019

21

rın hepsi yüksek sesle konuştu. Bu, söyleyecek bir şeyler olmadığına sanki kesin işaretti. Şimdiye kadar hangi arabaya bindiyseler devrilmiş ve hepsi altta kalmışlardı. Taşınan yem değil saman olduğundan, kazasız belasız kurtulabilmişlerdi. Taşıdıkları bir tek umuttu. Düşten kaynaklanan bir umut… Yeni güne ölü umuttan kurtularak gelmişlerdi. Geçmiş onlar için ölü bir umuttu. Bireylerin yeni kolektif umudunun doğum günü bugündü. Her biri bir damla taşısa umudun deniz olması hem çok yakın hem de çok uzaktı. Küçüklü büyüklü, sığ ve derin denizlerin hepsi tuzluydu. Yürünen kavga yolunun bedeliydi tuz ve iradeyi birleştiren pişkin koku. Bulgaristan Türklerinin kimlik kokusu tuzluydu. Yarın umudu geçmiş ve bugünden farklıydı. Filibe atılımı, 30 yıllık bir yolun sonuna ya da yeni bir başlangıca rastladı. Özlemlerde 42. Halk Meclisi havası vardı. O zaman 36 kişi birden salona girmişlerdi. Kendilerini bekleyen beyaz koltukları gördüklerinde gönülleri öyle dolmuştu ki, unutulur gibi değildi. Aralarında en heyecanlı olan A. Başev’di. Sözlerinde geldiği Rodop Dağlarından aynı anda akan 60 çeşmenin şırıltısı, sağ sola savrulan kollarında “yaparız” edalı politikacı sevdalısı hiçbir şeyin bittiğine veya biteceğine inanan biri olmadığına işaretti. Başından ayağına umut olan Başev’e umut etmeyi kimse öğretmemiş, o umutla doğmuştu ve umutla yanıp tutuşuyordu. Daha 1989’un 28 Aralık gecesi sırtında Pomak torbası köylüleriyle birlikte inmişti Sofya Halk Meclisi meydanına… O gün orada lapa lapa yağan kara politik göbeği atılmış, bıraktığı izleri asla silinmemiş, hiçbir yere sağmayan umutla meclise girmiş, daha sonra liste dışı kalsa bile yüreği ve umudu hep orada kalmış. Verilen kavga, düşen şehitler, dökülen kan, sürülen kardeşleri, edilen dualar, gösterilen sabır ve halkın tüm birikimi her yerde hep onunlaydı. Toplanan arkadaşların hepsi onun kan grubundan ve gündüz düşleri gören kişilerdi. Son yılları umudu uyandırıp daha ileri taşırken büyütmekle geçmişti. Düşlerin yaşadıkça dolgunlaşıp değiştiğini işitmişti. Akılcı bilincin büyük umutta doğacağını beklemek yanlıştı. Küçük kıvılcımlar da zengin tavırlı davranışlar geliştirip umutları bir araya toplayabilirdi. Birbirlerini iyi tanıyan bu kişilerin düşleri aynıydı.


22

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Salona 3 kolektif ruh da girmişti. Güner Tahir Ulusal Hak ve Özgürlükler Partisi (UHÖP) başkanı, Orhan İsmail Halkın Şeref ve Hürriyet Partisi (HŞHP) başkanı, birçokları Demokrasi İçin Sorumluluk, Hoşgörü ve Özgürlük (DOST) yönetimi temsilcisi, başka bir grup “diyalog”, diğerleri hoşgörü arayan umudun vs temsilcileriydi. Orta direk olmayan umut dolu salondakilerden her biri susuz dereyi geçip karşı yakada baş olmayı içten içe arzu ediyordu. Onları otel salonuna toplayan bir düştü. Orak vakti olsa, taneleri birlikte ambara toplayıp, umuda gelecek hakkı tanıyacaklardı. Şimdi bunu düşünmek bile, tüm sınırları aşmak demekti. Düşünmek ve sınırları açmaksa beklenen hareketlenmenin güç kaynağı olacaktı. Yan yana gelip düşünme, düşünme özgürlüğünü yakalama, durgunluk buluşma ve çöküşten çıkış noktası olacaktı. Düşüncelerden oluşan mermilerle silahlanıp ileri atılmak hareket ederek var olmak yani yeni olanı kavramak, kucaklamak ve enerjisiyle kitleleri yönlendirmek olacaktı. Derinlikteki kaynak buydu. Daha önce her biri ayrı ayrı ve hatta 2017 seçimlerinde ikili ortaklıkla denedi bunu. Zaman hep ortak (hasat) vakti değildi. Yaşanan barbarlığın ibreti yüreklerdeki umudun kenetlenmesine engel oldu. Şahlanmaları engellendi. Her biri geleceğe dönük yaşayan insanlardı. Geçmiş, olgunlaşınca unutulması gereken, sonradan gelendi. Bir de “sahte şimdi” ve “hakiki şimdi” sezgisi vardı her birinde. Belli etmeseler de korkulan ve umutsuzluk yaratan şeyler de vardı. Bugünkü Bulgaristan’da bir defa her şey sahte, halk umutsuz ve gelecek ufuksuz olduğundan dolayı, tüm hedeflerin çöküşe tekerlendiği, hiçbir konuda çıkış yolu bulunamayan şimdiki ortamda, endişe ve korku umudun önüne geçip dikilir ve yol keser duyumu da vardı. Filibe Forumuna toplananları izleyenler, yakın ve uzaktan bakanlar maskeli düşmanı görmeye çalıştı. O maskeli de olabilirdi. Hakiki şimdiyi yaşatmak birleştiren olmalıydı. Bu da derin analiz, ortak değerleri bulmak, ilkeleri belirlemek, milli ve özel olanı birbirinden ayırmak, ulusal olan ile özel olanı da farklılıklarıyla görmek, birleştirici olanı bulmak, öne çekmek ve ilkesel değerlere dört elle sarılmak gerekiyor. Önemli olan budur. Birleştirici program ancak bu değer ve ilkelere dayanabilir. Büyük partilerin gölgesine sığınmak yok oluşa ilk adım olur. Olumsuz olan belirdiğinde ve güç toplamaya başladığında, bu nasıl aşılır?


Makale ve Analizler - 2019

23

Egemen olan durumu her zaman bir hortuma benzetmek zorundayız. Bir eliyle her şeyi yıkan, koparıp fırlatan ve kendine yol açan, aynı anda ne varsa her şeyi içine çeker. Filibe forumuna toplananlar, daha önce özünden bir parça oldukları Bulgaristan Türklerinin hak ve özgürlük, adalet ve demokrasi davası ve hareketi davasından koparılıp atılmış, “hayat hakkı olmayanlar” defterine kayıtları yapılmış, umutlarına “ölmüş” damgası vurulmuş, gelecek umutlarının yok edildiği rapor edilmiştir. Öte yandan “umutsuzluk” her zaman en katlanılamaz şeydir. Hepimizin ihtiyaçları bakımından en dayanılmaz olandır. Filibe görüşmesinde kendilerini ve ötekileri aldatmadan, hile yapmadan uyanmak ve uyandırmak isteyen öncüler görmek istememiz doğal hakkımızdır. Hiçbir kimseyi öteki dünya ile avutmadan umuda uyandırmak bir kutsallık olup ahlaklıdır. Burada sefilleri, çaresizleri oyalamaktan söz edilmesi de ahlaksızlık olur. Sefillerin yüreğine umut aşılamak hayırdır. İnsanlarımızın, gelecekten yola çıkarak birleşip belirlenmesi olanaklıdır. Geleceğimizi, geleceksizlik kazanmasını önlemek bir kutsallıktır. Bu bir atılımdır ve desteklenmeye laiktir. Dikkat edilmesi gereken özellik, uyanan umudun kurban edilmeden, korkuya yaşama hakkı tanınmadan, insanlarımız yıldırılmadan, hortuma takılmadan yol alınması yüreklendiren amaçtır. Kötü, eksik, yolunmuşluk, yıldırılmışlık ve yok edici hortuma kapılmadan ilerleme Müslüman Türk olanın özlemidir. Beliren bir düştür. Gerçekleştirilmesi ortak ödevdir. “DPS”ye karşı birleşmek slogan olamaz! Bu bir hayaldir. Bir ağcın gölgesinde onu kurutacak başka bir ağaç yetişemez…. DPS kendisi kururken, ona savaş açmak, düşmana kuvvet kazandırır. İkinci forum 15 gün sonra Sofya’da toplanacak. Filibe’den Sofya’ya taşınırken yeni umuda ideoloji, politik ahlak ve onurlu olmayı yükleyebilenlere ne mutlu… Okuyanlar paylaşmayı unutmasınlar. Umudu yaymak paylaşmakla olur. Teşekkür ederim.


24

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İslam Fikhinda Kabir Ile İlgili Hükümler(Ölçüler)-2

Tarih: 17.06.2019 Yazan: Nevzat ÖZTÜRK İlahiyatçı Eğitimci Yazar

Ölen bir müslümanın cenazesinin yıkanması, namazının kılınması ve bekletilmeden defnedilmesi müslümanlar üzerine terettüp eden farz-ı kifâye niteliğinde dinî bir görev olduğu gibi cenazenin kabre konulmasında uyulacak usul ve âdâb, kabir ve kabristanla ilgili şeklî kurallar ve kabir ziyareti konuları da fıkıhta (İslam Hukunda) önemli bir yer tutar. Bir kabre birden fazla kişinin konulması ulemânın çoğunluğuna göre mekruh, bir kısmına göre ise haramdır. Ancak yer darlığı, toprağı kazma zorluğu gibi bir zaruretin söz konusu olduğu durumlarda birden fazla kişi birlikte defnedilebilir. Uzunluğuna açılmış bir kabre, birinin başı diğerinin ayağına gelecek şekilde cenazeler yerleştirilebileceği gibi genişçe bir yere birkaç kişi yan yana da konabilir. Bu durumda kıble tarafından başlanmak üzere namazda imamlık önceliği (fazilet) gözetilir ve birbirlerine değmemeleri için aralarına toprak yerleştirilir. Çok zorunlu olmadıkça erkek ve kadın cenazeler bir arada gömülmez. Gömülmeleri halinde ise cemaatle namazdaki saf sırasına göre önce ergin erkekler, sonra erkek çocuklar ve ardından hanımlar konur. İhtiyaç bulunması ve öncekinin kemiklerinin çürümesi halinde bir kabre başka bir kişinin defnedilmesi, üstüne ev yapılması veya ziraat için kullanılması da câizdir. Mezardan bazı kemik parçalarının çıkması ve yer sıkıntısının bulunması durumunda kemikler mezarın bir köşesine gömülerek diğer cenaze defnedilir. Aynı şekilde zaruret bulunmadıkça bir Müslümanın gayri müslimlerin, bir gayri müslimin de Müslümanların kabristanına defnedilmesi câiz görülmemiştir. Hz. Peygamber’in, kabrin geniş ve derin kazılması ve güzel yapılmasına dair tavsiyesi doğrultusunda (Ebû Dâvûd, “Cenâʾiz”, 71; Nesâî, “Cenâʾiz”, 86) fıkıh âlimleri çeşitli ölçüler belirlemeye çalışmışlardır. Hanefîler’e göre sünnete uygun kabir normal bir insanın yarı boyu kadar derin olmalıdır. Derinliğin göğüs hizasında veya bir adam boyu olması daha güzeldir. Şâfiîler, sünnete uygun derinliği kollarını yukarı kaldırmış bir kişinin boyu kadar takdir ederler. Mâlikîler kabrin, cesetten kokunun yayılmasına ve yırtıcı hayvanların kabri deşmesine engel olacak derinlikte bulunmasını müstehap, fazlasını mekruh görürler. Hanbelîler’e göre belli bir ölçü söz konusu


Makale ve Analizler - 2019

25

olmayıp kabrin yeterince derin ve geniş kazılması sünnettir. Kabrin uzunluğu ise ölünün sığacağı kadar olmalıdır. Kabir kazıldıktan sonra kıble tarafındaki duvarın dibine ve uzunlamasına ölünün sığacağı kadar, “lahit” denilen girinti şeklinde bir oyuk kazılır. Yine Resûl-i Ekrem’in tavsiyesinden hareketle (Ebû Dâvûd, “Cenâʾiz”, 65; Tirmizî, “Cenâʾiz”, 53) âlimler, böyle yapmanın kabrin ortasında uzunlamasına bir çukur açılmasından (şakk) daha iyi olduğunu belirtmişlerdir. Yıkılmaması için lahdin kenarları kerpiç vb. şeylerle örülür ve cenaze yüzü kıble tarafına çevrilerek sağ yanı üzerine yatırılır. Üzeri cenazeye değmeyecek şekilde ahşap bir kapak vb. ile örtülür. Fıkıh âlimleri kabir toprağının sert olması halinde lahit yapmanın, yumuşak ve gevşek olması durumunda ise çukur açılmasının (şak yapmanın) daha uygun olduğunu ifade etmişlerdir. Cenaze defnedildikten sonra kabrin belli olması ve çiğnenmemesi için üstü toprakla bir karış kadar veya biraz daha fazla yükseltilir. Diğer üç mezhebin aksine Şâfiîler’in çoğunluğu, kabrin üstünün yerle aynı seviyede tutulmasının daha uygun olduğu görüşündedir. Resûl-i Ekrem, Osman b. Maz‘ûn’un kabri başına büyükçe bir taş dikmiş ve, “Bununla kardeşimin kabrini tanır ve bulurum, ailemden ölenleri de yanına gömerim” demiştir (Ebû Dâvûd, “Cenâʾiz”, 63; krş. İbn Mâce, “Cenâʾiz”, 42). Fakihlerin (İslam Hukukçularının) çoğunluğu, kabre yazı yazılmasını yasaklayan hadislerden hareketle (Müslim, “Cenâʾiz”, 94, 95; Ebû Dâvûd, “Cenâʾiz”, 76; Tirmizî, “Cenâʾiz”, 58) mahiyeti ne olursa olsun kabir üzerine yazı yazmayı mekruh (hoş karşılamamışlar) saymıştır. Hanefîler’e ve diğer ulemâdan bazılarına göre ise ölünün kabrinin kaybolmaması, saygı duyulup çiğnenmemesi için gerekirse yazı yazmakta bir sakınca yoktur; çünkü hadisteki yasağa rağmen icmâ (İslam alimlerinin tamamının aynı konuda ittifak etmesi, aynı görüşte birleşmesi) derecesinde bir uygulama ile kabir taşlarına yazı yazılagelmiştir. Kabirlerin dış şekliyle ilgili olarak Hz. Peygamber’in son hastalığı sırasında söylediği, “Allah yahudi ve hıristiyanlara lânet etsin. Bunlar peygamberlerinin kabirlerini mescid edinip mâbed haline getirdiler” sözünü (Buhârî, “Cenâʾiz”, 62; Ebû Dâvûd, “Cenâʾiz”, 76) ve benzeri hadisleri dikkate alan âlimler kabir üzerine kubbe, türbe, bina gibi şeyler yapmanın yasak olduğunu belirtmişlerdir. Hadislerdeki yasaklamanın amacı tevhid inancını korumak, gösteriş ve israfı önlemektir. Dinî bilgisi zayıf kişilerin mâbedle mezarı birbirine karıştırmalarına ve mezarda yatan kişinin insan üstü bir varlık olduğuna inanmalarına sebep olur endişesiyle kabirlerin mescid gibi yapılması ve mescid haline getirilmesi yasaklanmıştır. Ay-


26

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

rıca kabirlerin mermer, taş vb. malzemeyle masraflı ve gösterişli bir şekilde inşası da câiz görülmemiştir. Hz. Peygamber, Câhiliye dönemine ait birtakım bâtıl inanç ve âdetlerin tamamen ortadan kalkması için önceleri kabir ziyaretini yasaklamıştı. Fakat zamanla tevhid inancı gönüllere yerleşip endişe edilen sakıncalar ortadan kalkınca, “Sizi kabirleri ziyaret etmekten menetmiştim; şimdi artık oraları ziyaret ediniz” (Müslim, “Cenâʾiz”, 106; Ebû Dâvûd, “Cenâʾiz”, 81; Tirmizî, “Cenâʾiz”, 60) meâlindeki hadiste de ifade edildiği üzere Resûlullah müslümanların kabirleri ziyaret edip ölüler için dua ve istiğfarda bulunmalarına izin vermiş ve bunu teşvik etmiştir. Bizzat kendisi de Mekke’nin fethi sırasında annesinin kabrini ziyaret edip ağlayarak yanındakileri de ağlatmış ve ölümü hatırlattığı için sahâbîlere kabirleri ziyaret etmelerini söylemiştir (Müslim, “Cenâʾiz”, 108; Ebû Dâvûd, “Cenâʾiz”, 81). İslâm âlimlerinin çoğunluğu, Resûl-i Ekrem’in zaman zaman Bakî‘ Mezarlığı’nı ziyaret edip orada yatanlar için dua ettiğine dair hadisten (Müslim, “Cenâʾiz”, 102) ve yukarıda anılan diğer hadislerden hareketle kabir ziyaretinin mendup (müstehap) olduğu görüşündedir. Kabir ziyaretinin belli bir zamanı yoktur. Kabirlerin süslenmesi, mum yakılması, türbelere, ağaçlara bez bağlanması zamanla halkın tevhid inancını zedelediği, açık ve gizli şirke saptırdığı için yasaklanmıştır. Kabirlerin yanında kurban kesilmesi, herhangi bir vesileyle bir türbe veya yatıra kurban adanması da bunun gibidir. Kurban bir ibadet olup yalnız Allah için yapılır, aksi davranış şirk olmasa bile büyük günahtır (Karaman, İslâm’ın Işığında, I, 73-74). Nitekim Hz. Peygamber, “İslâm’da kabirlere kurban kesilmez” buyurmuştur (Müsned, III, 197; Ebû Dâvûd, “Cenâʾiz”, 74). Allah’ın yaratıkları arasında insana verdiği değer ve ona duyulması gereken saygı dolayısıyla (el-İsrâ 17/33, 70) kabirleri korumak, temiz tutmak, bir plana göre düzenlemek, yıkılanları tamir etmek, defin ve ziyaret esnasında kabirleri çiğnememek, üzerlerine oturmamak gerekir. Resûl-i Ekrem bu konularda titiz davranılmasını tavsiye etmiş ve kendisi de örnek olmuştur. Bu arada kabirden çıkabilecek kemiklerin de korunup bir yere gömülmesi icap eder. Kabir azabının hafiflemesine vesile olmak, ayrıca kabristanlara güzel bir görünüm kazandırmak amacıyla ağaç vb. şeyler dikmek sünnettir. Resûlullah bir ziyareti sırasında kabirde yatan iki kişiden birinin koğuculuk yaptığı, diğerinin de idrardan sakınmadığı için azap gördüklerini haber vererek yanındaki sahâbîlerden yeşil bir hurma dalı getirmelerini istemiş, getirilen hurma


Makale ve Analizler - 2019

27

dalını ikiye bölerek her kabrin başına birer tane dikmiştir. Bunları niçin diktiğini soranlara da, “Bu ağaçlar yeşil kaldıkça umarım ki azapları hafifler” demiştir (Buhârî, “Vuḍûʾ”, 55, “Cenâʾiz”, 89). Fıkıh âlimleri, bu tür hadislere dayanarak kabristana dikilen ağaçların ve yetişen otların tesbih ettiği, bu sebeple de ölülerin kabir azabının hafiflemesine vesile olacağı gerekçesiyle ağaçları kesip yeşil otları ve çiçekleri koparmanın sünnete aykırı bir davranış olduğunu, kuruyan ağaç ve otların ise kesilip satılarak kabristana veya kamu yararına harcanabileceğini belirtmişlerdir. Kabir taşları, yazılar, israf ve şatafat, kabir-kibir, son moda resimli mezar taşları….


28

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İstanbul Seçimlerinde Son Taşıran Damla Biz Olmalıyız…

Tarih: 19 Haziran 2019 Yazan : Dr. Nedim BİRİNCİ Konu: Gazetecilik ufku açtığı zaman işlevlidir.

İstanbul seçmeni, Türkiye vatandaşları ile birlikte bütün Türk Dünyası da 16 Haziran akşamı canlı yayınlanan İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı adayı Binali Yıldırım ile Ekrem İmamoğlu yuvarlak masa buluşmasını dikkatle izledi. Yayın yöneticiliğini (moderatör) FOX TV ekibinden “Çalar Saat” sunucusu İsmail Küçükkaya yaptı. 17 yıl aradan sonra ekrana düşen bu adayları yüzleştirme fikri “Habertürk” TV “Türkiye’nin Nabzı” siyaset ve sosyal hayatın sıcak gündemini masaya başarılı bir biçimde yapan yöneten seçkin gazeteci Didem Aslan Yılmaz hanımdan geldi. 2002’deki yüzleşmeyi yılların gazetecisi hemşehrimiz Uğur Dündar yönetmişti. Bu defa moderatör olarak bütün programlarında “tarafsız” olduğunu defalarca tekrarlayan deneyimli sunucu İsmail Küçükkaya tarafların tercihi oldu. Konu, 23 Haziran Pazar gün yeniden yapılacak olan İstanbul Büyük Şehir Belediye seçimiydi. 31 Mat’ta yapılan ve sonuçlarına itiraz edilince, Yüksek Seçim Kurulunca (YSK) bütünüyle yenilenmesi kararı çıkan bu seçimle ilgili neyin masaya yatırılacağını önceden bilen sanki yoktu. Tartışma, “yuvarlak masa” etrafında ve program yönetmeni tarafından hazırlanacak formata göre gerçekleştirecekti ve bu iş bir politik gazeteci olmayan İsmail Küçükkaya’nın eline verilmişti. Asıl gazeteci dalgalı denizlere atlaya-bilendir. O, dalgalı denizde yüzmeyi seven bir gazeteci değildi. “Çalar Saat” programından sonra “aklınızda kalan nedir?” sorusuyla gizli bir anket yapılsa, öne çıkacak olan “Evet Efendim!” ve “Ben bir tarafsız gazeteciyim!” değimleri olacağından kuşkumuz yoktur Evet 17 yıl arayla yapılacak bir programı, yazı, röportaj ve programları Türkiye kamuoyunu sarsmış bir gazeteci yönetmeliydi. Aranan felsefi derinliği masaya yatırabilecek bir gazeteci “tarafsız” değil, gerçekten yana (objektif kalmak şartıyla) yanlı olmak zorundadır. Çünkü 2 görüşün ortası denge olmadığı gibi, gazeteci de ne yargıç ne de tezgâhtardır. Bu açıdan sunulan programın formatı üçer dakikalık sınırlamayla boğulmuş, cevaplama özgürlüğü anlaşmalı boğazlanmış ve formatın kendisi program can-


Makale ve Analizler - 2019

29

lılığına pranga olmuştur. İzleyici, bir hafta önce çekilmiş bir dizi film formatına düşürülmüştür. Defalarca hazırlık görüşmesinden sonra, taraflar arası dolaylı diyaloğun yuvarlak masaya kilitlenmesi, Türkiye’ye yeni nesnelcilikle gelen ve iftar geleneklerimizde yaşam ortamı bulan “ekmek elden su gölden, çalsın davullar oynayalım” havası sonunda birlikte çekilen fotoğraf ve “kim kazanırsa kazansız bir yardımlaşacağız” çerçevesine kilitlenerek, duvara asılmıştır. Bu programda modaratör iki tarafa da pas vererek, keskin uçlu çıkışlarla karşılıklı etkileşim ve seçmeni etkileme fırsatına nefes aldırmamıştır. Pasif tarafsızlığı seçmiştir. İstanbul seçmeninin beklediği ise aktif tarafsızlıktı. İstanbul seçmeni bir de, Türkiye’de yaşayan halkı ile ilgili dünyanın objektif çelişkilerimizi, Büyük Türkiye hamlemizi yüreklendiren ve frenleyen zihniyet ve güçleri görebilmesi açısından, iki hafta önceden ilan edilen, bu yüzleşme son derece önemli olduğundan büyük bir bekleyiş içindeydi. Umutla izlendi. Burada söz konusu olan 2-3 puan farkla parçalanmış, hatta son günlerde kara kaya gibi taşlaşan, fikirsel etkileşime kapı pencere kapamış bir ortamın karşılıklı çıkışlarla derin analizi söz konusuydu. İşaret ettiğim kara taşı nefes almaya zorlayıp gözleri yeni bir umutla açılan ufka yönlendirmek ise ancak, popülist yaklaşımla olabilirdi ki, bu nedenle olacak, Milli Cephenin adayı Ekrem İmamoğlu’nun başarısı alt katmana yönelik halkçı vaatlere dayanıyordu. Sunucu Küçükkaya son aylarda, sandığa kısa vadeli beklentilerle gidenlere çizilen yalancı pembe tabloyu görmemiş olamazdı, üstelik 18 günlük Baş Belediyecilik döneminde su ve taşıt aracı fiyatları, sosyal yardım programları sektörlerindeki ucuzluk kararları buna işaretti. Bu ilk halkçı adımlara gerekçe bile sunulmamıştı. Son aylardaki popülist propagandayı eleştirel bakışla izleyenler “tarafsızlığın” bir perde olduğunu, taraflı yoğun kışkırtma yapıldığını sezmiş ve görmüştü. Küçükkaya ilkesel “tarafsızlıkta” kural koyucu değil, sadece bir araçtı. Hatta son dönemde, programlarında kendi kişisel ve çevre çıkarlarını dile getirmeyi denediğinde “dışlanacağını” hatırlatılmasıyla yüzleşince stres getirmişti. Ölçü koyucu merci, moderatöre önceden, kamuoyunu yönlendirebilen belirli bir meslek dalının temsilcisi olarak özel ödevinin, Türkiye’de oluşturulmak istenen yeni siyasal-toplumsal tip olarak halkçı belediye başkanı simasını yaratmak ve kabul edilir biçimde telkin etmek defalarca hatırlatmıştır ki, yuvarlak masaya ve ardından alevlenen tartışmalara bu yansımıştır. Olayın özünde 23 Haziran seçimine katılacak Millet İttifakı ve Cumhur İttifakı temsilcilerinin canlı yayın yuvarlak masa buluşmasına, seçimde “hak edilmiş olan söke söke alınır” anlayışını “sağduyu” ve “bir yanlışlık


30

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

olduysa düzeltilir” ilkesi değiştirmiştir. Bu, öze inmeyen, şekilsel sorularla sağlanmıştır. Sofraya oturanın hakkı eşittir anlayışıyla, İstanbul’a kolektif bir ruh kazandırma ilkesine açılan bir yakınlık sezilmiş ve adeta seyirci biriken öfkeyi reddederek, kendiliğinden bir araya gelmeye, uzlaşmaya, seçim sonrasını beklemeye davet edilmiştir ki, Ekrem İmamoğlu’nun bir daha dile gelen işsizlere, yaşlılara, sefillere vs bol keseden milyarlar dağıtma vaatleri bunu çağrıştırmıştır. Yeni tabloda göze kulağa hoş gelen renklere birlikte bakalım. Açları besleme faktörü, işçi sınıfına yedek besleme formülünden gelir. Teknolojik devirde bu Türkiye’de “Gezi”, Fransa’da “sarı yelekliler”, Almanya’da “yeşiller”, Bulgaristan’da “çevreciler” şeklinde gelişen hareketleri uysallaştırmak için düşünülmüştür. İlk olarak Finlandiya’da gençlere “al şu 600 Euroyu ve ömür boyu işe gitme, ama oy da kullanma, protesto etme, baş kaldırma, ye, yat, kalk fakat politikleşme önerisi şeklinde gelişti. Git Bulgaristan’a yerleş ve al şu 1200 Euro ile geçin ve geri dönme önerilerini de tanıdık. Türkiye’de bu sosyal beslemeli tabakaya göçmenler, sığınmacılar, savaş kaçakları da dahil edilmek istenirken, ülkeyi yoksul yabancıların geçim derdiyle boğma planları var. Anlaşılan Türkiye sosyal demokrasisi ve temsilcisi Baş Muhtar bu ipe takılmış benziyor. Teklif ettiği Göçmen Yuvarlak Masası bunları çağrıştırıyor. Bizim eskiden komunist dönemi biraz anımsattı bize. Hiçbir şeyden o özün içinde olmayan bir şey çıkmaz. “Her şey iyi olacak” vaadinden başlarsak, ortaya çıkan soruların başında gelen “Kim kime neyi dağıtıyor?” ile o umuda kapak attırıyor. Son köy ziyaretinde annesine “annecim bundan böyle sana sırtında patates çuvalı taşıtmam” demiş olabilir, bu sözleri köylüleri de işitmiş ve “komşuda kokan, bize de gelir” misali ümitlenmiş olabilirler. Fakat o zaman bütün Türkiye “özürlü ve geliri yetersiz yaşlı” raporu alıp İstanbul’a dolar ve değil İstanbul, Türkiye çöker. CHP Adayı İmamoğlu’nun umut telkin eden “güzel olacak” sözü, Nazım’dan ya da başka yürekli bir Türk şairinden değil, yeni nesnelciliğin fikir babası Renger Patsch’ın “Dünya Güzel” resimli kitabından alınmıştır. Olayları resimlerle anlatarak “sefaleti de haz almanın bir nesnesi” olarak tanıtan Patsch kopyalanarak, arkası boş, bol keseden vaatlerle fakirleri, sefilleri, işsizleri kazanma dolabı, esnaf ziyaretleri, zavallı insanları hayal edemedikleri eşyalarla resme çekip iş dünyasına taşınması, popülizmin çok tehlikeli bir biçimidir.


Makale ve Analizler - 2019

31

Baş Muhtar adayı İmamoğlu İstanbul’daki üretim aparatını, eğitim yöntemlerini, taşımacılığı daha yetkin bir duruma çekmeden, üstün ve ucuz hizmet vaatlerinde bulunması, baştan-başa aldatmacadır ki, yönetici Küçükkaya evsizlere “sırça köşk” vaadine “Evet Efendim!” demekle yetinmiştir. Program’ın İmamoğlu’na ayrılan kısmı, İstanbullulara maddi ve manevi sıkıntılar yaşatan, entelektüel üretimlere zincir vuran çelişkilerden hiç birini çözmediği gibi, ufuk da gösterememiştir. Bu fotoğrafın içindeki İstanbul hizmetkârı eski başbakan ve TBMM Başkanı Binali Yıldırım’ın konuşmasında ise, 16 milyonluk mega polisin üretim süreçlerinin politik olarak da halk açısından işe yarar duruma getirilmesi çabaları dikkati çekti. Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluşunu sırtında taşıyan ve Büyük Türkiye ülküsüne ulusal jeneratör olmayı hak etmiş olan, bu şehrin geleceğini bir düş gibi dinlemek ilginçti. Sadece BULTÜRK derneğimizin de bulunduğu Bayrampaşa’da dev teknolojik merkez, Tuzla’da modern biyoloji tesisleri ve diğer semtlerinde teknik, bilimsel ve mali üniteler öne çıktı. Ekranda açılan tabloda son 17 yılı yeni nitel bir düzeye çıkarmayı amaçlayan hazırlanmış projeler olduğunu görsel sergilenip anlatmakla kalmayıp her kişinin ortak sofrada ve iş sahasında yeri olacağına işaret edilirken umut uyandı, ilham geldi. İnsanlarımıza ufukta bir ışık gösterdi. Biz Bulgaristanlı soydaşlar büyüyen Türkiye’nin Bulgaristan’a ve Balkanlara Ak Parti hükumetleri zamanında, Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayip ERDOĞAN zamanında İstanbul Büyükşehir üzerinden taşmasına şahidiz. Bulgaristan iki yönlü ana yollarını, köprü yol, köprü, tünel ve metrolarını Doğuş İnşaat, MAPA – Cengiz Konsorsiyumu, Şişe-Cam Aş, Şumen Alüminyum, seri üretim, işleme, inşaat, yan sanayi, otelcilik, motelcilik, lokantacılık ve diğer iş kollarında elde edilen başarılar, Kırca Ali şehri, Filibe, Köseler köyü ve daha birçok yerde cami, mescit, türbe inşaatları ve devamında okul ve kültür merkezi atılımları da AK parti iktidarıyla başlamış ve genişleyerek büyümüştür. Bu başarılar saymakla bitmez. Yoğunlaşarak devam etmesi açısından 23 Haziran seçimlerinin olağanüstü büyük önem taşıdığını hepimiz biliyoruz. Dünyayı sol ayarak modernleşme, Doğu’yu Batı’ya ve Batı’yı Doğu’ya bağlayan bir kültür ve uygarlığa öncü olma atılımlarından doğan ilhamı duyumsayıp algılayan seyirci, moderatör “tarafsızlığında” nefessiz kalan gerçeğin derin köklerinden gelen renklerle düşlenen renklerle açtığını görebildi.


32

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İşte bu açıdan bakıldığında “herkese açık yuvarlak sofra” mesajı Pazar akşamı yıkıldı, mücadele ederek ilerleyen Türkiye’nin yarınlarına ilişkin adil planları görülebildi, hiç bir şeyin tarafsız olmadığına, en küçükten en büyüne her yerde, her zaman yanlı olmaya devam etme kararlılığımız bir daha kesin inandırıcılıkla ortaya kondu. “Güzellikler” kandırışı sığ bir politikadır. Ter dökmeden derinlere inilmez. Biz yaşadığımız ana-vatan topraklarında Büyük Türkiye kurmadan güzellikler hayaline kanmayız. Seçim Pazar gündür. Her oy değerlidir. Oyumuzu birikimlerimizi tüketmeye değil, geleceğimizi yaratmaya verelim. Dünya karşımızda olduğunu biliyoruz fakat bu seçimlerde biz Bulgaristan Türkleri Cumhur İttifakını TAŞIRAN SON DAMLA BİZ olmalıyız ve olacağız inşallah. Okuduğunuz için teşekkür ederim. Sandık ve gelecek bizimdir. Teşekkürler.


Makale ve Analizler - 2019

33

Büyük Türkiye Atılımı

Tarih: 20 Haziran 2019 Yazan: Mehmet ÇAKIR Konu: Boyası çıkan moderatör’ün karıştırdığı işler! Birleşmiş Milletler Örgütü Nüfus Dairesi 2100 yılına herkesten önce baktı. Önümüzdeki 80 yılda, Rusya da aralarında, Avrupa ülkeleri nüfusu azalırken, hele Balkan devletlerinde yaşayanlar bugüne göre dörtte bir kalırken, Türkiye Cumhuriyeti halkı 47 milyon kişi artarak, 129 milyonu bulacak. Bu, Birleşmiş Milletlerin resmi öngörüsüdür. Rusya’da 136 milyon, komşumuz Bulgaristan’da ise 2,4 milyon insan yaşayacakmış. Pazar akşam, 16 Haziran 2019 tarihinde, Amerika-FOX TV ekranında izlediğimiz ve katılımcı Cumhuriyet Cephesi İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkan adayı, kıdemli politikacı ve devlet öncülerimizden Sayın Binali YILDIRIM ile İstanbul’a CHP-İP-HDP adına Baş Muhtar olmaya hevesli genç belediyeci Sayın Ekrem İmamoğlu arasında gerçekleşen yuvarlak masa forumunda yapılamayan derin diyalog, sel gibi stüdyo dışına taştı ve kamuoyunda ateşli tartışılmaya devam ediyor. Yazımın daha başında İmamoğlu’na Baş Muhtar olarak hitap etmemin sebebine gelince, 31 Mart günü yapılan olağan seçimde İstanbul Büyük Şehir Belediye Meclisi üyelerinin üçte iki Cumhuriyet İttifakından seçilmiş olup yerlerini almış ve görevlerine başlamış olmasıdır. 23 Haziran Pazar gün yeniden önemli bir çoğunlukla, % 90 bir katılımla ikinci kez seçilmesi beklenen Sayın Binali Yıldırım’ın 25 yıl önce başlayan ve çağdaş İstanbul’u yaratan, yerleşen modern belediyecilik geleneğimizi sürdürmesi büyük bir güvenle bekleniyor. 16 milyonluk ulusal ekonomi, bilim, sanat ve kültür merkezimizin deneyimli ve yetenekli emin ellerde olması ve başarılı yönetilmesi Türkiye’mizin 2002’de başlayan Yeni Büyük Türkiye atılımı için olağanüstü büyük önem taşımaktadır. Bu emin atılımın başını çeken politik güç hiç kuşkusuz Adalet ve Kalkınma Partisidir. AK Parti, özellikle son 5 yılda, Türkiye Cumhuriyetini 82 milyonun yaşadığı bir hukuk devleti olarak, çoğulcu parlamenter demokrasinin yeni ve daha yüksek bir aşaması olan Cumhurbaşkanlığı Başkanlık sistemine taşıdı. Halk oylaması ve genel seçimlerle yerleşen Cumhurbaşkanlığı Başkanlık yönetim sistemini, iki kıtayı birleştiren mega polis İstanbul’a, gücünü halktan alan çağdaş belediyeciliği yerleştiren ve gözü devamlı İstanbul üzerinde olan Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN’dır.


34

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bugünkü İstanbul’u Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN önderliğini düşünmeden tasavvur etmek bile olanaklı olakasızdır. Seçimden 1 hafta önce, moderatör İsmail Küçükkaya’ın topladığı yuvarlak masanın anlamı neydi? Çünkü görüşme formatını, yayın akış usulünü, soruları belirleyen, bakışları, tonu, vurgulaması ve hatta söz dizimi şekil olarak özü ele veren bu canlı yayında, kamara açısı bile analiz edildiğinde ustaca hazırlanmış ince bir taraflılığı herkes sezdi. Öne çıkarılmak istenen, deneyim dağırcığında ancak İstanbul belediyelerinden birini birkaç yıl yönetmiş olan, öz geçmişinde popülist yaklaşım ağır basan, sağ eli boş, sol eliyle sürekli dağıtan bir gencin hırslı kariyeris mini görebiliyoruz. Arkasında belediyecilikte güçlü bir siyasi güç de olmayan, bağımsız adaylığıyla böbürlenen bu toy belediyecinin, aslında İstanbul’a çaktığı üç çivi yok. Bütün Balkanların nüfusunun bir arada yaşadığı bir dev şehri yönetmeye kalkışması da işin şaşılacak tarafıdır. Dünya 20’sinde yükselirken 4. Teknolojik devrime geçişi yaşayan ve Türkiye Cumhuriyeti dış satımının % 72’sini gerçekleştiren bu dev şehrin en önemli yönetim organı Büyük Şehir Belediye Başkanlığıdır. Bu organı çaycı, fırıncı tezgahından gelen bir gence devretmek, yalnız İstanbul’da değil, bütün Türkiye’de bir durgunluk, gerileme, hesaplaşarak çözülme sürecine kapı açabilir korkusu kamuoyundan artık taştı ve geniş kitleleri sardı. Üç aydan beri devam eden seçim gerilimini sürekli körüklenerek, hele de ABD-FOX yuvarlak masası bir komplo tuzağı şeklinde özel olarak hazırlanıp gerçeklerin renkli tablolara indirgenerek kamuflajlı sunulması kuşkuları birden arttırdı. Durulan kafalar, ertesi sabah ekrandaki İstanbul imgesi “durağan mıydı” yoksa “devingen miydi” sorusuyla uyandılar. İstanbulluların üzerinde görüş birliğine varamadıkları yeni bir tablo çizilmişti. 16 Temmuz 2016 gecesi emperyalist güçlerle halkın arasına sızan ve ufak ufak hizmetler ve büyük vaatlerle devleti ele geçirip yıkmaya kalkışanları nasırlı ellerle ve ay yıldızlığı bayrağımızı silah ederek durduran, tutuklayıp yargıya teslim edenler, şimdi sürünerek tırmanan yeni bir tehlike duyumsadı. Sezilen tehlike ağzından lavlar püskürtmüyor, meclisi bombalamıyor, köprülere tank yığmıyor, sözcülerin kafasına tabanca dayayıp bildiri okutmuyor, “Evet Efendim” ile söze başlayıp “ben tarafsız bir gazeteciyim” yinelemesiyle nezaketten kusur etmeden işini görüyor ve Türkiye demokrasisi kuyusunu kazıyordu.


Makale ve Analizler - 2019

35

ABD-FOX yuvarlak masası aslında emperyalizmin, FETO ve PKK zihniyetinin İstanbul ortasına kurduğu bir mahkeme izlenimi bıraktı. Sanki 14 milyon seçmenin olan son söz hakkı modaretör İsmail Küçükkaya’nın ağzına önceden monte edilmiş ve “hakikatsizlik ve hakikat arasında tartışılabilir bir seçenek yoktur” savı, 3 dakikalık pasta dilimleri şeklinde kabul ettirilmeye çalışılan adalet, bundan böyle biz ne dersek o olacak eminliğiyle dayatılıyordu. Türkiye gazeteciliğinde, şimdiye kadar “tarafsızlık” paketinde gizlenen, yanlılık ve yansızlık konusu böylece gündeme gelmiş oldu. Kanımca başlayan tartışma en az 5 yıl sürer ve açılan zihinler, sabah akşam bilinçli ya da bilinçsiz halkımıza dayatmak istedikleri çarpık değerler ve medya aracılığıyla uygulanmak istenen sinsi planlara alet olan kravatlı gazeteciler ekranlardan iner. Herkesin gözü önünde gelişen, “Gezi” olaylarıyla patlayan, 16 Temmuz FETTO-NATO-cu darbe girişimiyle zirveye tırmanırken ezilen, Suriye’de Pentagon – PKK-PYD “kardeşliği” ve yoğun silahlanma operasyonuyla yeni bir hamle yaparken maskesini indiren, Türkiyeyi kıyı ana-kentleri ve Anadolu kara parçası olarak ikiye parçalayıp birbirine düşürme planı, 31 Mart’ta başlayan seçim hamlesini açık açık 23 Haziran’a taşımış bulunuyor. Gerçek budur. Bu plan, Yeni Büyük Türkiye projesine bir saldırıdır. Belediyeleri ele geçirerek Türkiye devleti atılımlarını durdurmak ve içinden çökertme saldırısıdır. Baş Muhtar adayı Ekrem İmamoğlu bu plana alet olmuş bir kurbandır. Kendisine pontos hatırlatmasında bulunanlar haklıdır. Göreve çağrılanlar Kuvveyi Milliye ve Cumhuriyet cepheleri kaçaklarının torunlarıdır. Emperyalizmin üçüncü kuşakla Cumhuriyeti yıkma ve limanları ele geçirerek Türkleri Anadolu’dan kovma gizli planları bir batı kanalının Türkiye uşakları tarafından yuvarlak masada dilimli diyalog ve tartışmasız kabul edilecek bir eşitlik olarak sunulmuştur. Taksim “Marmara Oteli”nde moderatörün Baş Muhtar adayı İmamoğlu’na soruları önceden vermesi ve emin bir edayla seçilmesi İstanbul Büyük Şehir Belediyesine onur kazandıracak olan Sayın Binali Yıldırım ile ise, görüşmemesi renkleri önceden belirlenen tabloyu tamamlamış ve tuzak ortaya çıkmıştır. Demokrasi halkın oyuyla görev başına gelme yoludur. Halkın iradesine gölge düşürmek, tarafsızlık maskesi takarak, otel odalarında saatlerce kıvırıp lobilerde karanlık işler çevirmek hele bugünkü durumda ve ortamda yenilir yutulur bir şey değildir.


36

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Dikkati çeken “partiler – üstülük” maskesine “tarafsızlık” boyası sürüp ekrana çıkış ve kazanç propagandası yürütüldüğü hiçbir İstanbullu tarafından kabul edilemez ve kesin yadsınmış ya da reddedilecektir. Bu bir kandırılamayarak, tuzağa düşmeyerek bilinçlenme sürecidir, yüksek şuurda ifade bulan halk iradesidir. Yerel seçimler öncesi göbek bağı emperyalizme uzanan sosyal medya tarafından kullanılan “hakikat” ve “tarafsızlık” gibi kavramların aslında Türk seçmeni oyalayarak aldatmayı ve oyunu kapmayı amaçlayan ideolojik saldırıların yansıması olduğu kesin görüldü. Maske düştü. Şöyle ki, boyası yüzüne vuran modaratör İsmail Küçükkaya’yı içine düştüğü durumdan 4 günden beri kurtarmaya çalışan yine “tarafsız ve bağımsız” program sunucusu Fatih Portakal, artık tezgâhı iyice açtı ve sözde “eşit biten yuvarlak masa görüşmesini” E. İmamoğlu “kazandı” yargıçlığına başladı. 23 Haziran yaklaştıkça pes oluyorlar, yalanları daha fazla uzatmaya tahammülleri ve güçleri kalmadı ve belki de seçime varmadan 1-2 gün önce, olayın baştan sona bir tuzak olduğu, bu işler için şu kadar için pazarlık ve şu kadar da ön ödeme yapıldığı ortaya çıkmış olacaktır. Görüldüğü üzere emperyalizmin NATO güdümünde FETTO ve PKK katırı, bırak Anadolu’yu, düz asfaltlı İstanbul ana-yollarında bile doğru dürüst yürüyemiyor. Zannımca bu şunu devirme ve bunu yükseltme, 16 milyonluk bir şehri belediye üzerinden ele geçirip çökertme planları, İstanbul ziyaretlerinde yalnız “Aya Sofya” ve Un Kapanı suyolunu görmüş, bir de “Sarnıçta” mum ışığında balık yemiş kafalar tarafından çiziliyor. Oysa İstanbul aydın bir şehir, insanı güngörmüş, hayal kurmuş ve 2 bin kilometre etrafına kıvılcım, aydınlık, gıda, elbise ve bin türlü hizmet veriyor. İstanbul Baş Muhtarlığına ruhunu satmış birisinin oturması, bizi de Birleşmiş Milletlerin yok olma trenine bilet almış milletler sıralamasına dizebilir. Çocuklarımızı düşünelim ve Pazar gün Cumhuriyet Cephesi adayı, halk adamı ve önder Binali Yıldırım Başkana oy verelim ve bu işi bitirelim. Bizi bitirmek isteyenleri biz bitirelim. Bunu yapmazsak İstanbul birbirini yiyen yoksullar şehri olmaya zorlanacaktır. Belki bunun için bir yuvarlak masa toplantısı bile yapmadan doğrudan saldırıya geçeceklerdir. Gelecek bizimdir. Fırsatı kaçırmayalım. Oku, anladıklarını paylaş ve tartış. Kesin kararından asla vazgeçme ve oyunu Binali YILDIRIM Başkana ver! Teşekkür ederim.Paylaşmayı unutmayınız


Makale ve Analizler - 2019

37

İslam Fikhinda Kabir Ile İlgili Hükümler(Ölçüler)-1

Düzce İl Milli Eğitim Müdürlüğü, Maarif Müfettişi, Eğitimci Yazar

Arapça’da “ölünün gömüldüğü yer” anlamında kabr (çoğulu kubûr), “kabirlerin bulunduğu yer” karşılığında makber veya makbere (çoğulu mekabir) kelimeleri kullanılır. Türkçe’de kabirle eş anlamlı olan mezâr ise kelimenin kök anlamıyla da irtibatlı olarak özellikle ziyaret edilen önemli kişilerin kabirlerini (ziyaretgâh) ifade eder. İslâm öncesi dinlerde, ölümden sonra bedenler zamana ve coğrafyaya göre değişik şekillerde defnedilmiştir. İnsanlığın başlangıcında cesetlere ne gibi işlemler yapıldığı konusundaki bilgiler kısıtlıdır. Kabir uygulamasının sağlık, bilinmeyenden korkma gibi sebeplerden dolayı ölü bedenden uzaklaşma ve cesedi koruma arzusuyla ilişkili olduğu anlaşılmaktadır. Ölüm fikrindeki tarihî değişimlere paralel olarak her din, gerek mimari açıdan gerekse onun etrafında örülü inançlar bakımından kabre farklı değerler yüklemiştir. Tarih öncesi toplulukların ve günümüzde mevcut bazı iptidai kültürlerin ölü gömme âdetleri aynı değildir. İptidai kültürlerde muhtemelen hastalık yayacağı kaygısı ve ölüm gibi tabiat üstü bir fenomeni ima ettiğinden dolayı genellikle tabu olarak kabul edilen cesetlerin korunması ve yaşayanlardan uzak tutulması özel bir önem taşımakta, bu sebeple bazı durumlarda ceset yerleşim alanının dışına, defnedilmeden atılmakta, ağaçlara asılmakta veya suya bırakılmaktaydı. Diğer taraftan kaba taş çağında yaşamış olan insanların ayakları karına çekilmiş vaziyette ve çeşitli günlük kullanım eşyalarıyla birlikte kabirlere gömüldükleri, bazı merkezlerde insanların evlerde zemine açılan çukurlara, bazen de kilden yapılmış bir küpe konarak defnedildikleri bilinmektedir. Eski Hint-Avrupa kültürlerinde ise cesetler yakıldıktan sonra külleri ya kutsal kabul edilen nehirlere bırakılmakta veya bir kaba konularak saklanmakta ya da kapla birlikte toprağa gömülmektedir. Her şeye rağmen yaygın uygulama, cesetleri toprağa çukur açılarak oluşturulan kabirlere gömme şeklinde olmuştur.


38

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yahudilik’te kabir anlayışını şekillendiren ana tema ölmüş kişinin veya cesedin “kirli” olduğu şeklindeki inançtır; bu kirlenmenin sebebi ise artık ruhun bedeni terketmiş olmasıdır. Ruhsuz beden et yığınıdır ve bir an evvel terkedilmeli veya topluluğun yaşayan üyelerinden uzaklaştırılmalıdır (Levililer, 21/1; Sayılar, 6/6; 19/13). Yahudi inançlarına göre ölme sürecine giren kişi yalnız bırakılmaz, yanında gereksiz şeyler konuşulmaz, ölüm gerçekleşmeden cenaze hazırlıkları yapılmaz. Ceset, hemcinsleri tarafından belli kurallar gözetilerek yıkandıktan sonra kıllar, tırnaklar kesilir, göz ve ağız kapatılır. Yahudiliğin erken dönemlerinde ölüyle birlikte giyim ve süs eşyaları da gömülürdü; ancak bu durum sonraları hoş karşılanmamış, milâdî dönemlere doğru kefenleme geleneği yaygınlaşmıştır. Güzel kokular sürülen ceset beyaz bezden yapılan kefenlerle sarılmaktaydı. Erken zamanlarda ceset kamışlardan yapılan bir örtü üzerine yatırılarak gömüldüğü gibi tabut içinde de defnedilmiş (Tekvîn, 50/26), zamanla bu gelenek yaygınlaşmış olmasına rağmen günümüzde İsrail’de ve Doğu ülkelerinde bu uygulamadan vazgeçilmiştir. Definde dikkat edilmesi gereken en önemli husus cesedin toprakla tamamen örtülmesidir. İsrâiloğulları, milâttan önce iki binli yılların başlarında kabirlerini toprak içine veya kayalara oymak suretiyle şehir dışında yapmışlardır; meselâ İbrânî “atalar” daha çok kaya kabirlerine gömülmeyi tercih etmişlerdir (Tekvîn, 23/9; 25/9; 49/30; 50/13). Kabirler genellikle aile mezarlıkları şeklindeydi. Ortaçağ’a doğru bu kabirler yerini herkesin gömüldüğü büyük mezarlıklara bırakmış, buna paralel olarak kabrin mimari biçimi değişmiş, mermerden veya taştan sanduka şeklinde kabirler yapılmıştır. Yahudilik’te ölümle ruhun bedenden uzaklaştığına ve bu dünya ile ilişkisinin bittiğine inanılır, kabirde yatan cesedin herhangi bir ıstırap çekeceği düşünülmez. İslâm geleneğinde mevcut kabir azabı veya sorgulaması inancına Yahudilik’te rastlanmamaktadır. Fakat ölünün geride bıraktıklarının dua ve hayır işleriyle ruhun âhiretteki hayatını olumlu yönde etkileyebileceği inancı Yahudilik’te de yaygındır. Hristiyanlıkta ölüm düşüncesi doğrudan ilk insan çiftinin işlediği günahın sonucuyla alâkalandırılmıştır. Buna göre ölmek günaha kefârettir, kabir de günahın bedelini temsil eder. Özellikle Ortaçağ’dan itibaren işlenen bu teolojik yorum kabirlerin simgesel işlevini yoğun bir şekilde gündemde tutmuştur. Hristiyanlıkta kabir geleneği Yahudi kültürünün etkisi altında gelişmiştir. Bu geleneğe göre ölenin gözleri kapatılır, bedeni yıkanır, bütün vücut kefenle sarılır, güzel kokular sürülür ve sazdan yapılmış yataklar üzerinde toprağa gömülür veya kaya oyuklarına yerleştirilirdi. Kabirler genellikle aile mezarları olup daha çok şehrin dışına yapılırdı (Resullerin İşleri, 9/37;


Makale ve Analizler - 2019

39

Markos, 15/46; 16/1; Matta, 9/23; Luka, 8/52; Korintoslular’a Birinci Mektup, 15/54). Fakat zamanla yahudi tesirinden uzaklaşılmasına paralel olarak kabirler daha farklı bir hüviyet kazandı. Ayrıca IV. yüzyıldan sonra şehitler için yapılan âbidevî kabirler özel bir mimari anlayışının doğuşuna yol açtı, böylece kilise kompleksleri içinde anıtsal mimari birimler doğdu. Hristiyanlıkta cesetleri yakma geleneği IV. yüzyıldan önce mevcuttu. Genel eğilim daima toprağa gömme şeklinde olsa da bugün Protestan çevrelerinde ceset yakma işlemi az çok devam etmektedir. Katolik ve Ortodokslar’da yaygın olan toprağa gömmedir. Beden kabre iyice temizlendikten sonra tabutla birlikte konulur. Bazen de ceset mumyalanmaktadır. Hristiyanlıkta ölümle ruhun bedenden ayrıldığına, beden bozulurken ruhun yüceltilmiş vücuduyla yeniden bir araya gelmenin arzusu içinde Tanrı’ya gittiğine ve son günde insanların yeniden diriltileceğine inanılmakla birlikte İslâm’daki hâkim telakkiye benzer bir kabir azabı kavramı yoktur. İslam’da ise, ölen bir müslümanın cenazesinin yıkanması, namazının kılınması ve bekletilmeden defnedilmesi müslümanlar üzerine terettüp eden farz-ı kifâye niteliğinde dinî bir görev olduğu gibi cenazenin kabre konulmasında uyulacak usul ve âdâb, kabir ve kabristanla ilgili şeklî kurallar ve kabir ziyareti konuları da İslam fıkhında (İslam Hukuk) önemli bir yer tutar. Cenazeye karşı yapılagelen görevler arasında yer alan defin işlemi, aynı zamanda İslâm’ın insana verdiği değeri de gösteren dinî bir vecîbe özelliği taşır. Cenaze namazı gibi bunun da farz-ı kifâye olması, bu görevin herkes tarafından olmasa bile toplum adına bir grup veya kurum tarafından yerine getirilmesi gerektiğini gösterir. Kur’ân-ı Kerîm’de bu işlemin insanoğluna Allah tarafından öğretildiği, kardeşinin cesedini ne yapacağını, ancak Allah’ın gönderdiği bir karganın hareketlerinden öğrenen Hz. Âdem’in oğlunun, “Yazıklar olsun bana, şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini gömmekten de mi âciz kaldım!” dediği anlatılır (el-Mâide 5/31). Başka âyetlerde de ölünün gömülmesi gereğine dolaylı olarak işaret edilmiştir (bk. Tâhâ 20/55; el-Mürselât 77/25-26; Abese 80/21-22). Ölünün toprağa tevdi edilmesinin çevre temizliği, sağlık, insanın saygınlığının korunması ve ölümü hatırlatma türünden birçok hikmetler taşıdığı ve bir bakıma geride kalanların ölüye karşı son görevini simgelediği, ölen için de yeni bir hayatın başlangıcı olduğu için defnin şekil ve usulü öteden beri fıkıh kitaplarında ayrıntılı şekilde ele alınmıştır. Ancak bu konuda mevcut bilgi ve usuller, esas ve amaçta aynı olmakla birlikte mahallî kültür ve geleneklerin değişikliği sebebiyle zaman zaman farklılıklar gösterebilmektedir.


40

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Cenaze hizmetlerinin yerine getirilmesini ve naaşın defnini önemli bir sebep olmadıkça geciktirmek doğru değildir. Hz. Peygamber cenazeye karşı görevlerin geciktirilmeden ifasını tavsiye etmiştir. Cenazenin sesli zikirle, Kur’an okuyarak veya nümayişle mezarlığa götürülmesi dinî açıdan hoş karşılanmamış, sükûnet içinde, kalben zikir, dua ve tefekkürle takip edilmesi tavsiye edilmiştir. Mezarlığa varıldığında cenaze kabre indirilinceye kadar ayakta durmak, sonrasında ise oturmak sünnettir. Kabir 100-150 cm. derinliğinde, kıble ile dik açı oluşturacak şekilde kazılır. Kabrin tabanı boyunca ve kıble tarafında naaşın sığdırılabileceği büyüklükte bir kısmın oyulması (lahit), toprağın doğrudan doğruya cenazenin üzerine atılmasını önleyeceğinden daha güzel bulunmuş, toprağın çok sert veya yumuşak olması sebebiyle buna imkân bulunamazsa cenazenin kabrin tabanında uzunlamasına konmasının ve toprağın göçmesini önleyecek tedbirlerin alınmasının da yeterli olacağı belirtilmiştir. Cenazeyi kabre, kadın ve gayri müslimler hariç ölenin mahrem ve yakınlarının indirmesi sünnettir. Buna imkân bulunamazsa bu görevi yabancı şahıslar da yapabilir. Cenazenin kabre, “Allah’ın adıyla ve Resûlullah’ın dini üzere”“ duasıyla konması, yüzü kıble tarafına çevrilerek sağ yanı üzere yatırılması gerekir. Öyle ki, cenazenin bu şekilde yatırılmadığı sonradan farkedilse üzeri toprakla tamamen örtülmedikçe açılarak düzeltilir. Kabre yerleştirilen cenazenin kefen bağları çözülür; üzerine tahta, kerpiç, kuru ot, kamış vb. örtülerek atılacak toprağın doğrudan cenazeyle teması önlenir. Cenaze ile birlikte kabre başka bir eşyanın konması, hatta kabrin veya cenazenin özel durumundan kaynaklanan mâkul bir sebep bulunmadığı sürece cenazenin tabutla gömülmesi mekruh görülmüştür. Tabutla gömme, gerek ölenin toprakla temasına, zamanla çürüyüp toprağa karışmasına engel olması, gerekse israf ve gösterişe, daha geniş yer işgaline yol açması sebebiyle hoş karşılanmamıştır. Ölünün mumyalanarak gömülmesi de aynı mahiyettedir. Büyük olsun küçük olsun, ölen kimsenin öldüğü yere değil mezarlığa gömülmesi gerekir. Öldüğü yere gömülmenin sadece peygamberlere mahsus olduğu belirtildiği gibi mezarlığın ziyaretçiler için ibret vesilesi olacağı, ölüler için de hayır ve rahmetle anılmaya sebep teşkil edeceği ifade edilmiştir. Cenazenin gece gömülmesi de mümkün olmakla birlikte gündüz defnedilmesi teşvik edilmiştir. Definde aslolan bir kabre bir kişinin gömülmesidir. Ancak ihtiyaç duyulduğunda, aralarına toprak konarak birden fazla kimse de bir kabre gömülebilir. Önceden ölü gömülmüş kabre kemikleri çürümüşse tekrar defin yapılabilir. Henüz çürümemiş kemikler varsa onlar da yeni cenaze ile birlikte ve araları toprakla ayrılarak gömülür. Bu kemiklerin başka yere götürülmesi doğru olmaz.


Makale ve Analizler - 2019

41

Defnedilen cenazenin daha sonra alınıp başka yere nakli de ancak bazı mezheplerce ve belli şartlarda câiz görülmüştür. Cenaze kabre konulduktan sonra orada bulunanlardan her birinin, topraktan geldiğini, tekrar toprağa döneceğini ve ikinci defa yine topraktan çıkarılarak haşrolunacağını hatırlayarak kabre toprak atması, definden sonra ölü için dua edip Kur’an okuması müstehaptır (güzel görülmüştür). Kabri belirlemek için baş ve ayak kısmına ağaç, taş vb. dikilmesi, bunun üzerine ölünün isminin yazılması, kabir ve çevre düzenlemesi yapılması hoş görülebilir. Ancak bu konuda da itidal ve sadeliği korumak, israf ve gösterişe kaçmamak, malzeme ve mekânı ölçülü kullanmak esastır. Kabir üzerine bina, türbe, kubbe vb. yapmanın, isim dışında âyet ve hadis dahil yazı yazmanın fakihler tarafından hoş karşılanmayıp mekruh veya haram olarak görüldüğünü, hem bu gerekçelerle, hem de ölülere saygı gösterirken tevhid inancının ihlâl edilmemesi ilkesine dikkat edilmesi gerektiğini özellikle belirtmeliyiz. Bu konuya devam edeceğim inşallah


42

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Oyumuzu Tecrübeye Birikime Verelim

Tarih: 20 Haziran 2019 Yazan: Elif GÜNEŞ Konu: İyimser ve kötümser yaşadıkları dünyadan aynı şekilde ayrılır, farklı olan ancak arkalarında kalandır. Gözümüzü dört açalım saldıranlar sel gibi.

Siyasette Mutlak Eşitlik Olmaz Pazar sabahı kahvemi içer içmez, ilk işim gidip oyumu Tecrubeye, Birikime Sn. Binalı Yıldırım Beye vermek olacak. Sular duruldu. İş Allah bu defa 11 milyon seçmenin 30 bin sandığa atacakları oylardan Türk halkının gerçek iradesi dirilir. İrili ufaklı kalıplardan çıkan yalanlar, kendini beğenmiş gazetecilerin boyundan büyük ama bu defa tutmayacak. Maskeler düştükçe şok geçirenler sokaktaki rüzgârın döndüğünü gördüler. Yol kavşaklarında otobüs üstünden gelen seslere kulak veren pek kalmadı… Herkesin görebildiği bir gerçek var. Türkiye’mizi rejim değişikliğine zorlamayı hedef alanlar “Gezi” olaylarında ve 15 Temmuz 2016 darbe denemesinde yedikleri Osmanlı tokadından sonra, yeni tarz CHP siyaseti, Millet İttifakı “bağımsız demokrat” adayı Ekrem İmamoğlu adaylığı ile sahnede oynatılıyor. Kendi deyişleriyle sosyal tortudan “azgın bir azınlık” uyandırmayı düşlediler. Test devam ediyor. İç ve dış FETO-PKK destekli CHP, İP ve HDP ortak başkaldırıları 16 milyonluk dünya incimiz İstanbul’un Büyükşehir Belediye Başkanlığını ele geçirme yolunda devam ediyor. Oyumuzu Birikime Binali Yıldırım Başkana verelim. Duyumsanan ve gözle görülen şudur. AK Parti devrinden önce, devletin içine ustaca sızıp çöreklenen FETO yobazlığının ülkemizde yarattığı salgın henüz savmamış ve aşılamamıştır. Üstelik PKK ile de buluşmuş ve Batının finans oligarşisini arkasına almıştır. Kuşatılmış durumdayız. “Arap Baharından” Türk Baharı çıkmadı umutları kırıldı. Suriye’de PKK devlet kuramadı yine hayal kırıklığı yaşıyorlar. Türkiye devleti yeni dostlar edindi, o da yenir yutulur değil. Kendi silahını kendisi üretiyor, o da çok kötü. 15 Temmuz 2016 gecesi tutuklanan katil darbeci imamların mahkeme kararları şu günlerde yazılıyor. Ders almak istemeyen darbeci zihniyet, halkın taban altı çöplüğünde yaşam ortamı bulmuş ve havalar ısınınca parklarda uzayan yılanlar misali, seçim kızıştırıyor, sahne yıldızı heveslileri maskeli


Makale ve Analizler - 2019

43

tortuyu vitrinlere dizmiş, halka sırıtıyor. CHP otobüsünün hoparlöründen gelen pembe vaatleri işittikçe coşup azan gruplar kamaralar karşısında sanki “zafer” defilesi yapıyor. İstanbul’u karış karış dolaşan otobüsten ancak itinayla kurulmuş sofralarda tıkınmak için inen İmamoğlu çetesi, son günlerde iyice küstahlaştı ve devlet tanımaz bir tavır içine düştü. 31 Mart seçim gecesi başlattığı hakaret ve küfürlü saldırılarla içini dökerek, gerçek kimliğini gizleyemez duruma geldi. Cumhur İttifakının Büyük Şehir Belediye Başkanı adayı Sayın Binali Yıldırım’ın “İstanbul’u yönetmek demek, işinin ehli olmak demektir!” sloganı “azgın azınlığın” yeni öncüsünü yıldıran ve çıldırtan en etkili slogan oldu. Çünkü İstanbul’da nüfus kaydı, işi gücü olmayan, muhtarlık kapısı bilmez, asalaklar dünyasını has yaşam bilen, oluşan düzensiz duruma uyanışından mutlu olan ve seçim otobüsü kovalarken eğlencenin suyunu çıkaran şu süslü sürü aslında sosyal medya figüranıdır. Onlara, kapıları çalınarak ellerine bayrak ve çiçek verilen ve pencere- balkona çıkmaları istenen masum ev bayanlarını da seyirci olarak katabiliriz. 31 Mart ile 23 Haziran 2019 tarihleri arasında sosyal medyada ve sokakta kutuplaşmanın derinleştiği dikkati çekiyor. Halka verecek hiçbir şeyleri olmayanlarda lâfazanlık hat safhada. Bir haftada “200 bin işsizi istihdam ederim,” bütün çocukları “kreşe toplarım” gibi asılsız vaatler, FETO ve PKK gibi terör örgütlerinin ansızın uyanıp alan bulan ve sokakları kaosa itmek amacıyla kışkırtıcılık yapan çarpık zihniyetli militanlarınca destekleniyor. Oyumuzu Tecrübeye Binali Yıldırım Başkana verelim. Bir Psiholog sıfatıyla yaptığım tespitlerde, 39 seçilmiş İlçe Belediye Başkanları ve ayrıca İst. İl İlçe meclis üyeleri tarafından huzurlu bir ortamda yönetilen ilçelerimizden yalnız bazılarında fotoğraf değişikliği tespiti yapılmıştır. Bu haftanın gelişmeleri elleri kanlı hain komplocuların son 3 yılda niyetlerinden vazgeçmediğini bir daha gösterirken, 23 Haziran Pazar seçimlerini fırsat bilip “milletin iradesinin karşısına hiç kimse duramaz” gibi şablonlarla sanki kamuoyu maneviyatını Belediye Başkanı seçimine değil, adalet menziline yöneliyorlar. Hukukun üstünlüğünden korkan bu maskeli kesim, halk yardakçısı bir yaklaşımla, Türkiye seçmenini ulusal ve yerel problemlerin dışında tutmaya çalışıyor. Sanki İmamoğlu seçilse her şey güllük gülistanlık olacak…


44

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Kutuplaşmayı derinleştirmeye çalışırken, kavgalı ortam kıvılcımları saçan İmamoğlu tayfası ve partili destekleyicileri, Atatürk’ün çoğulcu demokrasi, istiklal, egemenlik ve cumhuriyet ilkelerini ağzına almadan, “mutlak eşitlik” gibi soyut kavramlarla kafa karıştırıyorlar. Dikkati çeken, kafası ezilmiş sandığımız ama teslim olmayan FETO-PKK düşmanın kefenden elbise yapıp aramızda dolaşmaya devam ettiğine her gün emin oluyoruz. 31 Mart seçim sonuçlarını yansıtan 1 Nisan 2019 Yunan basın manşetlerinde ”İstanbul’u Yunan Kazandı! sözlerine artık her birimizin gerçekçi anlam vermesi ve birlik kurma zamanı gelmiştir. Bu birlikte Bulgaristan ve Balkan göçmen ve soydaşlarımız yer almalıdır. Yeni Türkiye ruhu, bekamız, Büyük Türkiye ülkümüz bunu gerekli ve zorunlu kılıyor. İstanbul Türkün canıdır, kanla alınmıştır ve asla verilmez. Dış komplonun maskesi düşmüş, göze çarpan çirkin bir makyajdır. Sosyal medyadaki kadro, sokaklarda sırıtandan daha da vahimdir. Oyumuzu Tecrübeye Binali Yıldırım Başkana verelim. Programlarının yarısını kendini, yakınlarını çarşı Pazar dostlarını anlatmakla dolduran çalar-saatçi İsmail Küçükkaya, yaşlıları eğlendirme tutkusunu bırakıp FOX ekranında daha büyük yıldız olma hevesine yenik düştü ve kaşını patlattı. Durumu pansuman etmek isteyenler çaresiz. 25 yılda İstanbul’u kökten değiştiren ve halka hizmetlerin akla gelmeyenini sunan AK Parti’yi, AK Parti belediyeciliğini, yerel yönetimleri, her haneye ulaşan sosyal politikayı, çevreciliği, eğitim ve spor yatırımlarını, dürüstlük ve ahlakı görmezden gelip seyircileri çarşıda ucuz fiyatlı pembe hayaller dünyasına davet edenlerin balonu patladı. Oyumuzu Birikime verelim. 16 Haziran Pazar akşam, FOX ‘un halk yardakçısı propaganda ekibi Büyük Şehir Belediye Başkan adayı Ekrem İmamoğlu’nun boş düşlerini 25 yıl arasız süren inkişafla, AK parti yönetimindeki tüm edinim ve kazanımlarımızla eş değer gösterme çabasını görünce, göz ve kulaklarına inananlar durakladı. Herkes arkasında hiçbir şey olmayan şaşkın yüzlü gözlüklü adaya nasıl güvenelim sorusunu sormaya başladı. Eşekleri olmadığından, patates çuvallarını sırtında taşımaktan kurtulup yakında İstanbul’a gelen bu genç, aldatılmış olmasın sorusu dolaştı durdu. Bir kuşak büyük şehirde yaşamamış toy birinin “ben yaparım” havalarına girip Cumhuriyetet Halk Partisi (CHP), İyi Parti (İyi Parti ve Halkların Demokrasi Partisi (HDP) oy potansiyelini ardına alıp 16 milyon nüfuslu ve yılda 35 milyon konuğu kabul edip ağırlayan, Türkiye Cumhuriyeti ağır ve hafif sanayi, alt ve üst yapı, eğitim ve sağlık tesislerinin daha fazlasının bulunduğu, günlük ciro olarak


Makale ve Analizler - 2019

45

Avrupa’nın en büyük ticaret merkezi olan, en fazla ticaret yapılan, yüzlerce sportif sahada 3 binden fazla yerel, ulusal ve uluslar arası futbol, voleybol, basketbol, tenis karşılaşması düzenlenen, yüzlerce açık ve kapalı tiyatro, sinema salonu dolup taşan, her saat durak, gar ve limanlarında 100 tren, 632 dolmuş ve otobüs durup kalkan, 74 vapur demir atıp alan, dünyanın dört bir yanına uçak kalkan ve uçak alan, otogarına 7 bin şehirlerarası ve uluslar ası otobüs girip çıkan vs dev boyutlu mega polisin 2 dönem belediye muhtarlığı yapmamış bir kişiye devredilmesi “felaket olur” görüşü tüyler ürperterek yayıldı. Oyumuzu Tecrübeye verelim. 31 Mart olağan yerel seçim gününde, hile yapıldığı haberi bir defa, “demokrasimize yine mi hançer oldu.” Endişe göklere çıktı. Muhalefetin tüm sosyal medyası, TV kanalları yalan üretmeye hız verse de, endişe alevleri bir türlü söndürülemedi ki, Yüksek Seçim Kurulu (YSK) kararıyla 23 Haziran Pazar gün seçmen yeniden oy kullanmaya davet edildi. Ne pahasına olursa olsun Avrupa ve Asya’nın, Balkanlar, Ak Deniz yöresi ve Yakındoğu’nun en büyük, en düzenli, bakımlı, değişik hizmetlerde seçenek sunan, her gelene kendini aratan mavi ve yeşil deryası İstanbul’umuzu ne pahasına olursa olsun ele geçirmeye soyunanların iyi hazırlayıp kılıfına uydurduğu bir tuzakla karşı karşıya kaldığımız ortadadır. Belediyecilik kültürü sıfır olan ama iktidar isteyen bulanık bir selle karşı karşıya bulunuyoruz. Oyumuzu Birikime verelim. 16 Temmuz 2016’tı gecesi devletimizi devirip, hükumetimizi ele geçirip, Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayip ERDOĞAN ve ailesini linç edip İstanbul’u, Antalya ve İzmir’i emperyalist büyüklere satıp, ülkemizi baştan başa ABD ve NATO üssü haline getirip, hepimizi Anadolu’nun en ücra köylerine kapamak isteyenlerin gözü bu defa İstanbul’dadır. Bu hamlede maskeden başka değişen bir şey yoktur. 1453’ten beri yarattığımız ve yaşattığımız en büyük değerlerden biri olan ana kentimizi ele geçirip Türkiye Cumhuriyetini yıkıma zorlamayı ana hedef haline getirmiş bulunuyorlar. Plansız programsız iktidar istiyorlar. Tamamen sahte ve boş zihniyet ve kişiliklerin kurbanı oluyoruz. Bu hedeflerine araç olmayı kabul ederken ruhunu satmış bazı aydınlar ile “güzelliğin” sahte parlak modeli olmaya hevesli vitrin mankenleri sahnededir. Seçim günü Birikime, Tecrübeye Sayın Binali Yıldırıma oy vererek bu renkli balonu patlat-malıyız. Posta kutularına atılarak dağıtılan resimlerle, çarşıdan pazardan TV programlarına katılan saçı boyalı, elli kınalı yengeler, hepsinin üstünden zavallılık aksa da, ancak kendi kabadayılıklarını be-


46

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ğenen zavallılara katılıyorlar. İlk ve son ödevleri adını dahi bilmedikleri bir şeyleri sürekli beklemektir. Onlar Batı medeniyetini Türkiye’ye getirmek istediklerini gizlemezken, yeni ortamda çalışmadan yaşamak, devletin ve toplumun ömürlük beleşçisi, kiracısı ve beslemesi olmak istediklerini saat başı anımsatıyorlar. Ateş bu defa kenardan yakıldı. Kenar mahalle ve belediye sokaklarında mayalanan ana caddelere ve merkeze doğru akıtılırken, ince yakın planların “The Marmara” Otelinde yoğrulduğu ortaya çıktı. Dünyada basın özgürlüğü diye en fazla bağırıp çağıran ve gözyaşı döken bizim gazetecilerin aslında yüzde yüz ikiyüzlü hareket ettikleri, dış ve iç hainlere teslim oldukları ve FETO ve PKK kimliğiyle bambaşka renklerle yeniden açtıklarını 16 Haziran Pazar akşamı FOX “yuvarlak masa” moderatörü Küçükkaya kimliğinde yeniden görebildik. Gelecek dilimlenmiş ve bölünmüştü. Sanal bir dünyada mutlak adalet ülküsü masaya yatırılmış ve o “eşitlik” diyordu. Gerçek yüzünü gizlemek için her sabah hakikati arayan, sözde sürekli araştıran, doğruların peşinde olan, dürüst ve “tarafsız” davranan gazeteci İsmail Küçükkaya bu defa karşımıza bir “imam tarafsızlığı” sergiledi. İşten anlamayan ve halkın yüzüne gülen genç aday İmamoğluna soruları önceden verdiğini gizlerken sırıtıyor ve adaletsizliği ortak fotoğraf çerçevesine sıkıştırmaya çalıştı. Oyumuzu Tecrübeye Binali Yıldırım Başkana verelim. Oy toplamak için, fırsat ele geçirince, ilk hamlede, su fiyatını % 40 ucuzlatan İmamoğlu “iş anlar” pozisyona geçse de, bu barajların nasıl kurulduğunu, göletlerde temizliğin nasıl sağlandığını, döşenen yer altı ve yerüstü kalın ve ince boruların bakımını, suların evlerimize nasıl geldiğini sormadı, bilmek de istemedi. Biz gerçekten tüketici toplumu olmuşuz ki, geleceğimizi karartıp sıkıntılarımızı arttırmayı kurgulayanlar tam da şah damarımıza bastı. Problemlerin özünü göremeyenler çözüm bulamaz havası esiyor ve niyetleri kesin değiştiriyor. Adaletin bu seçimde de yerini bulacağına inanıyoruz. “16 milyonluk bir şehrin tüm parasına talibi olan bu genç, düne kadar evine doğru dürüst maaş götürmemiş, vay başımıza gelene…” Oyumuzu Tecrübeye Birikime verelim. Pazar sabahı okullarda buluşalım, oyumuzu verelim ve Cumhur İttifakı Başkanı Binali Yıldırım Başkanı mutlaka kazandıralım. Dostlarınız ve akrabalarınızla paylaşınız. Birlik olalım, muzaffer olalım! Allah yar ve yardımcımız olsun. Paylaşın çevrenizle


Makale ve Analizler - 2019

47

Büyük Türkiye Atılımı

Tarih: 20 Haziran 2019 Yazan: Furkan GÖK Konu: Boyası çıkan moderatör’ün karıştırdığı işler! Birleşmiş Milletler Örgütü Nüfus Dairesi 2100 yılına herkesten önce baktı. Önümüzdeki 80 yılda, Rusya da aralarında, Avrupa ülkeleri nüfusu azalırken, hele Balkan devletlerinde yaşayanlar bugüne göre dörtte bir kalırken, Türkiye Cumhuriyeti halkı 47 milyon kişi artarak, 129 milyonu bulacak. Bu, Birleşmiş Milletlerin resmi öngörüsüdür. Rusya’da 136 milyon, komşumuz Bulgaristan’da ise 2,4 milyon insan yaşayacakmış. Pazar akşam, 16 Haziran 2019 tarihinde, Amerika-FOX TV ekranında izlediğimiz ve katılımcı Cumhuriyet Cephesi İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkan adayı, kıdemli politikacı ve devlet öncülerimizden Sayın Binali YILDIRIM ile İstanbul’a CHP-İP-HDP adına Baş Muhtar olmaya hevesli genç belediyeci Sayın Ekrem İmamoğlu arasında gerçekleşen yuvarlak masa forumunda yapılamayan derin diyalog, sel gibi stüdyo dışına taştı ve kamuoyunda ateşli tartışılmaya devam ediyor. Yazımın daha başında İmamoğlu’na Baş Muhtar olarak hitap etmemin sebebine gelince, 31 Mart günü yapılan olağan seçimde İstanbul Büyük Şehir Belediye Meclisi üyelerinin üçte iki Cumhuriyet İttifakından seçilmiş olup yerlerini almış ve görevlerine başlamış olmasıdır. 23 Haziran Pazar gün yeniden önemli bir çoğunlukla, % 90 bir katılımla ikinci kez seçilmesi beklenen Sayın Binali Yıldırım’ın 25 yıl önce başlayan ve çağdaş İstanbul’u yaratan, yerleşen modern belediyecilik geleneğimizi sürdürmesi büyük bir güvenle bekleniyor. 16 milyonluk ulusal ekonomi, bilim, sanat ve kültür merkezimizin deneyimli ve yetenekli emin ellerde olması ve başarılı yönetilmesi Türkiye’mizin 2002’de başlayan Yeni Büyük Türkiye atılımı için olağanüstü büyük önem taşımaktadır. Bu emin atılımın başını çeken politik güç hiç kuşkusuz Adalet ve Kalkınma Partisidir. AK Parti, özellikle son 5 yılda, Türkiye Cumhuriyetini 82 milyonun yaşadığı bir hukuk devleti olarak, çoğulcu parlamenter demokrasinin yeni ve daha yüksek bir aşaması olan Cumhurbaşkanlığı Başkanlık sistemine taşıdı. Halk oylaması ve genel seçimlerle yerleşen Cumhur-


48

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

başkanlığı Başkanlık yönetim sistemini, iki kıtayı birleştiren mega polis İstanbul’a, gücünü halktan alan çağdaş belediyeciliği yerleştiren ve gözü devamlı İstanbul üzerinde olan Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN’dır. Bugünkü İstanbul’u Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN önderliğini düşünmeden tasavvur etmek bile olanaklı olakasızdır. Seçimden 1 hafta önce, moderatör İsmail Küçükkaya’ın topladığı yuvarlak masanın anlamı neydi? Çünkü görüşme formatını, yayın akış usulünü, soruları belirleyen, bakışları, tonu, vurgulaması ve hatta söz dizimi şekil olarak özü ele veren bu canlı yayında, kamara açısı bile analiz edildiğinde ustaca hazırlanmış ince bir taraflılığı herkes sezdi. Öne çıkarılmak istenen, deneyim dağırcığında ancak İstanbul belediyelerinden birini birkaç yıl yönetmiş olan, öz geçmişinde popülist yaklaşım ağır basan, sağ eli boş, sol eliyle sürekli dağıtan bir gencin hırslı kariyeris mini görebiliyoruz. Arkasında belediyecilikte güçlü bir siyasi güç de olmayan, bağımsız adaylığıyla böbürlenen bu toy belediyecinin, aslında İstanbul’a çaktığı üç çivi yok. Bütün Balkanların nüfusunun bir arada yaşadığı bir dev şehri yönetmeye kalkışması da işin şaşılacak tarafıdır. Dünya 20’sinde yükselirken 4. Teknolojik devrime geçişi yaşayan ve Türkiye Cumhuriyeti dış satımının % 72’sini gerçekleştiren bu dev şehrin en önemli yönetim organı Büyük Şehir Belediye Başkanlığıdır. Bu organı çaycı, fırıncı tezgahından gelen bir gence devretmek, yalnız İstanbul’da değil, bütün Türkiye’de bir durgunluk, gerileme, hesaplaşarak çözülme sürecine kapı açabilir korkusu kamuoyundan artık taştı ve geniş kitleleri sardı. Üç aydan beri devam eden seçim gerilimini sürekli körüklenerek, hele de ABD-FOX yuvarlak masası bir komplo tuzağı şeklinde özel olarak hazırlanıp gerçeklerin renkli tablolara indirgenerek kamuflajlı sunulması kuşkuları birden arttırdı. Durulan kafalar, ertesi sabah ekrandaki İstanbul imgesi “durağan mıydı” yoksa “devingen miydi” sorusuyla uyandılar. İstanbulluların üzerinde görüş birliğine varamadıkları yeni bir tablo çizilmişti. 16 Temmuz 2016 gecesi emperyalist güçlerle halkın arasına sızan ve ufak ufak hizmetler ve büyük vaatlerle devleti ele geçirip yıkmaya kalkışanları nasırlı ellerle ve ay yıldızlığı bayrağımızı silah ederek durduran, tutuklayıp yargıya teslim edenler, şimdi sürünerek tırmanan yeni bir tehlike duyumsadı. Sezilen tehlike ağzından lavlar püskürtmüyor, meclisi bombalamıyor, köprülere tank yığmıyor, sözcülerin kafasına tabanca dayayıp bildiri okutmuyor, “Evet Efendim” ile söze başlayıp “ben tarafsız bir gazeteciyim” yinelemesiyle nezaketten kusur etmeden işini görüyor ve Türkiye demokrasisi kuyusunu kazıyordu.


Makale ve Analizler - 2019

49

ABD-FOX yuvarlak masası aslında emperyalizmin, FETO ve PKK zihniyetinin İstanbul ortasına kurduğu bir mahkeme izlenimi bıraktı. Sanki 14 milyon seçmenin olan son söz hakkı modaretör İsmail Küçükkaya’nın ağzına önceden monte edilmiş ve “hakikatsizlik ve hakikat arasında tartışılabilir bir seçenek yoktur” savı, 3 dakikalık pasta dilimleri şeklinde kabul ettirilmeye çalışılan adalet, bundan böyle biz ne dersek o olacak eminliğiyle dayatılıyordu. Türkiye gazeteciliğinde, şimdiye kadar “tarafsızlık” paketinde gizlenen, yanlılık ve yansızlık konusu böylece gündeme gelmiş oldu. Kanımca başlayan tartışma en az 5 yıl sürer ve açılan zihinler, sabah akşam bilinçli ya da bilinçsiz halkımıza dayatmak istedikleri çarpık değerler ve medya aracılığıyla uygulanmak istenen sinsi planlara alet olan kravatlı gazeteciler ekranlardan iner. Herkesin gözü önünde gelişen, “Gezi” olaylarıyla patlayan, 16 Temmuz FETTO-NATO-cu darbe girişimiyle zirveye tırmanırken ezilen, Suriye’de Pentagon – PKK-PYD “kardeşliği” ve yoğun silahlanma operasyonuyla yeni bir hamle yaparken maskesini indiren, Türkiyeyi kıyı ana-kentleri ve Anadolu kara parçası olarak ikiye parçalayıp birbirine düşürme planı, 31 Mart’ta başlayan seçim hamlesini açık açık 23 Haziran’a taşımış bulunuyor. Gerçek budur. Bu plan, Yeni Büyük Türkiye projesine bir saldırıdır. Belediyeleri ele geçirerek Türkiye devleti atılımlarını durdurmak ve içinden çökertme saldırısıdır. Baş Muhtar adayı Ekrem İmamoğlu bu plana alet olmuş bir kurbandır. Kendisine pontos hatırlatmasında bulunanlar haklıdır. Göreve çağrılanlar Kuvveyi Milliye ve Cumhuriyet cepheleri kaçaklarının torunlarıdır. Emperyalizmin üçüncü kuşakla Cumhuriyeti yıkma ve limanları ele geçirerek Türkleri Anadolu’dan kovma gizli planları bir batı kanalının Türkiye uşakları tarafından yuvarlak masada dilimli diyalog ve tartışmasız kabul edilecek bir eşitlik olarak sunulmuştur. Taksim “Marmara Oteli”nde moderatörün Baş Muhtar adayı İmamoğlu’na soruları önceden vermesi ve emin bir edayla seçilmesi İstanbul Büyük Şehir Belediyesine onur kazandıracak olan Sayın Binali Yıldırım ile ise, görüşmemesi renkleri önceden belirlenen tabloyu tamamlamış ve tuzak ortaya çıkmıştır. Demokrasi halkın oyuyla görev başına gelme yoludur. Halkın iradesine gölge düşürmek, tarafsızlık maskesi takarak, otel odalarında saatlerce kıvırıp lobilerde karanlık işler çevirmek hele bugünkü durumda ve ortamda yenilir yutulur bir şey değildir.


50

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Dikkati çeken “partiler – üstülük” maskesine “tarafsızlık” boyası sürüp ekrana çıkış ve kazanç propagandası yürütüldüğü hiçbir İstanbullu tarafından kabul edilemez ve kesin yadsınmış ya da reddedilecektir. Bu bir kandırılamayarak, tuzağa düşmeyerek bilinçlenme sürecidir, yüksek şuurda ifade bulan halk iradesidir. Yerel seçimler öncesi göbek bağı emperyalizme uzanan sosyal medya tarafından kullanılan “hakikat” ve “tarafsızlık” gibi kavramların aslında Türk seçmeni oyalayarak aldatmayı ve oyunu kapmayı amaçlayan ideolojik saldırıların yansıması olduğu kesin görüldü. Maske düştü. Şöyle ki, boyası yüzüne vuran modaratör İsmail Küçükkaya’yı içine düştüğü durumdan 4 günden beri kurtarmaya çalışan yine “tarafsız ve bağımsız” program sunucusu Fatih Portakal, artık tezgâhı iyice açtı ve sözde “eşit biten yuvarlak masa görüşmesini” E. İmamoğlu “kazandı” yargıçlığına başladı. 23 Haziran yaklaştıkça pes oluyorlar, yalanları daha fazla uzatmaya tahammülleri ve güçleri kalmadı ve belki de seçime varmadan 1-2 gün önce, olayın baştan sona bir tuzak olduğu, bu işler için şu kadar için pazarlık ve şu kadar da ön ödeme yapıldığı ortaya çıkmış olacaktır. Görüldüğü üzere emperyalizmin NATO güdümünde FETTO ve PKK katırı, bırak Anadolu’yu, düz asfaltlı İstanbul ana-yollarında bile doğru dürüst yürüyemiyor. Zannımca bu şunu devirme ve bunu yükseltme, 16 milyonluk bir şehri belediye üzerinden ele geçirip çökertme planları, İstanbul ziyaretlerinde yalnız “Aya Sofya” ve Un Kapanı suyolunu görmüş, bir de “Sarnıçta” mum ışığında balık yemiş kafalar tarafından çiziliyor. Oysa İstanbul aydın bir şehir, insanı güngörmüş, hayal kurmuş ve 2 bin kilometre etrafına kıvılcım, aydınlık, gıda, elbise ve bin türlü hizmet veriyor. İstanbul Baş Muhtarlığına ruhunu satmış birisinin oturması, bizi de Birleşmiş Milletlerin yok olma trenine bilet almış milletler sıralamasına dizebilir. Çocuklarımızı düşünelim ve Pazar gün Cumhuriyet Cephesi adayı, halk adamı ve önder Binali Yıldırım Başkana oy verelim ve bu işi bitirelim. Bizi bitirmek isteyenleri biz bitirelim. Bunu yapmazsak İstanbul birbirini yiyen yoksullar şehri olmaya zorlanacaktır. Belki bunun için bir yuvarlak masa toplantısı bile yapmadan doğrudan saldırıya geçeceklerdir. Gelecek bizimdir. Fırsatı kaçırmayalım. Oku, anladıklarını paylaş ve tartış. Kesin kararından asla vazgeçme ve oyunu Binali YILDIRIM Başkana ver! Teşekkür ederim. Paylaşmayı unutmayınız


Makale ve Analizler - 2019

51

Seçim Sizin Söz Sizin

Tarih. 21 Haziran 2019 Yazan: Mehmet ÇAKIR Konu: Şanlı yolumuz varken, çalılıkta pıteka aramayalım. Seçim Sizin Söz Sizin: Birisi: Şerefli, Doğru Dürüst İkincisi: Sicili Bozuk Son sözü söyleme günü kapımıza geldi. Her şeyde ortaklaşa yaşama, topluluk, cemaat olma yolu bizi günümüz belediyeciliğine getirdi. 3 katlı bir piramit – muhtarlıklar, ilçe belediyeleri ve Büyük Şehir Belediye Başkanlığı – şeklinde örgütlenmiş. 16 milyonluk şehrimizin yönetim sistemi bu. Belediye Başkanı, sosyal ve kültürel yaşamın güçlü mekanizmasının motorudur. Teklerse, İstanbul tekler. Karşımızda 2 aday var. Birisi deneyimden gelen, onurlu, doğru dürüst. İkincisi: Dalavereden çıkan, sicili bozuk biri. Seçim yapmak sizin hakkınız. Oyu verirken çocuklarınızı düşününüz. Ben de belediyeciyim, 31 Mart yerel seçiminde İstanbul, Bayrampaşa Belediye Meclis üyesi olarak seçildim. Bileşimimiz hem karar ve hem de yürütme mercidir. Belediye hükumeti niteliğindedir. Büyük Şehirde Bayrampaşa gibi 39 ilçe belediyesi var. Çatalca, Silivri’den, Şile ve Tuzlaya kadar dünyanın 112 devletinden daha büyük, Bulgaristan’ın en az 3 katı bu mega şehri yöneten belediyelerimiz ve Büyük Şehir Belediye Meclisi ve Başkanlığı, 2 kıtaya ve 2 deniz kıyısına yayılmış olma şerefiyle çok bileşik bir yapılanmadır. Türkiye Cumhuriyetinin belediyecilik gelenekleri, belediyecilikte deney birikimi çok zengin olduğu kadar, halk tabanına dayanan bu yönetim ve yürütme örgütlenmesi kural, değer ve ilkelere dayanır, 39 belediyeden her birinin farklı gelenek ve kültür özellikleri vardır. Örneğin biz Bayrampaşa’da Bosnalılar vurgulu Balkanlardan, Rodoplar, Trakya ve Deliormandan gelmişliğimizi yaşatırız. Türkiye belediyeciliğinde atama usulü işlemez, hangi siyasi partiden olursa olsun meclis üyelerimiz ve ilçe başkanlarımızın hepsi, her birimize açık seçimde, özgürce oy kullanılan sandıklardan çıkar.


52

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Oy kullanma değişik ülkelerde farklı örgütlenmiştir. Bizde bağımsız adaylar dışında Aday Listeleri partiler tarafından hazırlanır ve seçmene sunulur. Benim de seçildiğim 31 Mart’ta, Belediye Meclis üyelerimizden çoğu ve Başkanımız AK Partili olarak , Cumhur İttifakından geldik,fakat 2 milyondan fazla Bayrampaşalının hepsini temsil ediyoruz. Hiçbir işimizde, hiçbir esasa göre ayrı gayrı gözetilemez, belediye işlerinde hile ve kişisel çıkar gözetme olmaz, olamaz, olmamalıdır. Türkiye Cumhuriyetinde Belediyeciliğinin kuralları ilkeli ve saygındır. Yukarıda işaret ettiğim üzere, dünyanın birçok ülkesinden farklı olarak bizde sandık açılır ve vatandaş tamamen özgür, hiçbir kimsenin etkisi ve baskısı altında kalmadan hür iradeli katılımını komisyon önünde beyan edip onaylar ve oyunu gizli kullanır. Seçimler parti gözetimcilerinin denetimi altında yapılır. Oy sayımı, protokol tutma, imza ve mühürlü pusula ve evrak teslimi büyük bir titizlikle gerçekleşir. Durum böyle iken, 31 Mart yerel seçiminde, bazı ilçe belediyelerinde yasa dışı hareket edilerek tutanakların peşinen imzalatılması tespit edildiğinden dolayı, politik tabirle oy çalma, hukuksal ifadeyle de dolandırıcılık yaşanması, İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı seçiminin, Yüksek Seçim Kurulu kararıyla 23 Haziran 2019 Pazar günü yeniden yapılması gereğini doğurdu. Aranan adaletin yerini bulması, seçmen iradesinin galebe gelmesi ve önümüzdeki 4 yılda başarılı belediyeciğin devam etmesi anlamı taşır. Tekrarlanan seçim aynı adaylar arasında gerçekleşecektir. Seçim propagandası ve hazırlıklarında yine Cumhur İttifakı – AK Parti ile MHP ortak adayı – tecrübeli, deneyimli devlet ve toplumun adayı, çalışma hayatına İstanbul’a hizmet sunan, İDO Genel Müdürlüğünden başlamıştır. Yıllar içinde Ulaştırma Bakanı, Başbakan ve Meclis Başkanlığına kadar yükselmiş, Türkiye Cumhuriyeti Başkanlık sisteminin kurulmasında olağanüstü rol görmüş ve hizmetleri olmuş Sayın Binali Yıldırım Beydir. AK Partinin Yeni Büyük Türkiye yaratma Programı içinde en önemli yer alan İSTANBUL BÖLÜMÜNÜ hayata geçirmek için Başkan seçileceğini açıklamıştır. Bu, yıllarca verdiği hizmetlerin devamı olacaktır. Bu program, dev bir ekonomi, ulaşım, eğitim, sağlık, sportif ve kültürel atılımın hiç eksiksiz genişletilerek devamını öngörürken, ekonomide 4 G teknolojisine geçişi, toplu taşımacılıkta daha değişik uygulamalarla sürati saatte 30 kilometre yükseltilmeyi, sosyal hizmetlere, yeşil alanları artırarak içine kurulacak halk köşkleri projesine hayat hakkı tanımayı öne alıyor. Bu nedenle İstanbul halkı tecrübeye Sayın Binali Yıldırım diyor.


Makale ve Analizler - 2019

53

Şu da var, İstanbul seçmeni, şehri ziyaret eden milyonlarca konuk ve turistle birlikte Binali Yıldırım Beyin yönetiminde inşa edilen ulaşım tesislerini her gün sağlıklı kullanıyor. 2018’de bu kullanıcıların toplam sayısı 350 milyon kişiyi bulmuş, kısacası Beylikdüzünden, Avcılardan Gebze’ye yolculuk 10 defa daha kısa bir zamanda gerçekleşir olmuştur. Bunu da hepimiz yaşıyoruz. Öne çıkan yeni projeler arasında, Yeni İstanbul Havaalanı mega polis ulaşımı, 16 milyonluk şehir içinde, Teknoloji Merkezi Bayrampaşa’da olmak üzere, Teknik, Bankacılık, Biyokimya, Gemi yapımcılığı gibi uluslar arası önem de taşıyan dev ünitelerin tesis edilmesi başta geliyor. Hedefte, Binali Yıldırım Başkan yönetiminde İstanbul’un, Yakın Doğu’dan Balkanları ve Doğu Avrupayı kapsar ve kucaklar bir ünite olarak biçimleme atılımıdır. Bu hamlenin sonunda İstanbul’un bir Büyük Şehir olarak, Balkanlar’dan Avrupa’nın kalbine kadar elektrikten doğal gaza, enerji, hafif ve ağır sanayi ürünü sağlayan bir mega-üretim merkezi olması da projenin içindedir. Başka bir değişle, günümüzde Bulgaristan’daki tüm inşaatlarda Türkiye Cumhuriyeti inşaat demiri kullanıldığı kendi kendini anlatan bir örnektir. Son 30 yılda Bulgaristan’da kurulan en büyük sanayi ve altyapı tesisleri Türkiye Cumhuriyeti yatırımıdır. CHP ve koalisyon hükumetleri zamanında elektrik aldığımız bu ülkeye artık elektrik enerjisi vermeye ve tüm havacılığını üslenmeye ve çok yakın bir zamanda tüm kara taşımacılığını da üslenmeye hazırlıklar görüyoruz. Çok yakında Bulgaristan bizim sebze ve hayvancılık çiftliklerimizden biri olacaktır. Bu büyük atılım, önce İstanbul’un Balkanlara taşması anlamına gelirken, bu büyük işlerin derin ve geniş formatlı, cesur ve metin, öngörülü ve zeki bir Büyük Şehir Belediye Başkanı’na gerek duyduğunu gördüğünden dolayı, Aslında seçmen 31 Martta Binalı Yıldırım Başkan, dedi, 23 Haziran’da da İstanbul yine Binali Yıldırım Başkan diyecektir. Sayımın tamamını yaptırmayan CHP şimdi gerçeklerle yüzleşmek zorunda kalacaktır. Göçmen ve soydaş seçmenlerimizin bu vizyonu görebildiğine ve oyunu 11 milyon seçmenle birlikte Binali Yıldırım Başkana vereceğine kesin inanıyorum. Türkiyeyi Balkanlara – Kafkaslara taşıyan dev motoru ancak Binali Yıldırım Kaptan gibi çok deneyimli ve bilgili bir yönetici yönlendirebilir. Hepinizi oyunuzu Tecrübeli, Birikimli Sn.Binali Yıldırım Başkana vermenizi davet ediyorum. ***


54

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Milli İttifak – Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve İyi Parti (İP) – 25 yıldan beri İstanbul Belediye Başkanlığından uzak kaldıkları için çıkardıkları ortak aday Ekrem İmamoğlu, genç kuşak temsilcisi, belediyecilik deneyimi ancak bir dönem Beylik Düzü Belediye Başkanlığını aşmayan bir kadrodur. Seçim hazırlıkları görürken Büyük Şehir Belediyeciliğini Cumhuriyetimizin 100. Yıl dönümüne taşıyacak bir plan program ortaya koyamamıştır. Oysa 2023 kapı çalıyor. Seçmenin kendisini yakından tanımadığı, ilk kez CHP Seçim Otobüsü üstünde gördüğü bu şahısın Beylik Düzü Belediye Başkanı yaptığı 2016’da gördüğü işlerin 11’inde kamuya zarar verdiği Sayıştay Yıllık Raporlarına girmiş ve hakkında dava açılması gündem olmuştur. İkinci olarak dikkati çeken bir olaysa şudur. Ramazan Bayramında memleketi olan Orduya giden aday Ekrem İmamoğlu, Ordu hava-alanında hakkı ve imtiyazı olmadan VİP çıkış kapısını göğüsleyince, şöyle bir olay yaşandı. Çok kalabalık bir ortamda İmamoğlu T.C.Devletinin Valisine ” İT “ diyerek hakarette bulundu. Gösterdiği küstahlıktan dolayı özür dahi dile(ye) medi. Özürü bırak canlı yayında böyle bir söz söylemediğini bile söyleyebildi, halkın yüzüne baka baka yalan söyledi. Seçim kazansa bile İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı Mazbatasını alma yolu böylece peşinen kesilmiş oldu. Hakkında suç duyurusunda bulunulduğu için, ikinci bir davadan mahkeme kapısı açıldı. İstanbul kenar semtlerinde otobüs üstünden konuşurken devamlı “milletin iradesinin karşısına hiç kimse duramaz” diye haykıran İmamoğluna halk,“Validen özür dilemezsen, mazbatayı unut!” uyarısında bulundu. Kampanya esnasında yapılan sosyolojik araştırmalarda İmamoğlu’nun bütün kampanyayı 122 söz üzerine kurduğu. Ancak “Her şey Güzel Olacak” sloganına dayandığı. Kampanyanın son günlerinde dinleyenler, İmamoğlun’un karşısına “Güzellikten yarar beklenmez!” sloganı diktiler. Güzel, güzel olduğu için hoşlanılır ya da beğenilir, ama o kadar, ne yenir ne içilir, bu bir hoş aldatmacadır, sohbetleri aldı yürüdü. Aydın kesim, Batı ülkelerinde, yeni liberal çevrenin sahneye sürdüğü ve bizim kendini beğenmişlik dediğimiz, “kendinden başkasına benzemezlik” saçmalığına takıldığını, saptadı ve eleştirdi. Daha da ötesi, İmamoğlu’nun ezberlenmiş metinlerinden, “güzel” dediğinde neyi kastettiği anlaşılamayınca, “neyin güzel olduğu” kurallara göre belirlenemez ve bu bir belediyecinin işi de değildir, seçmen aldatılmaya çalışılıyor, görüşleri yayıldı. Üstelik “güzel olanı” kurallara göre belirleyen hiçbir kural yargısı da yoktur. Güzel bir soyutlamadır ve somut nesnel karşılığı yoktur. Bu bakımdan halkımız “güzel yalan söyledi” değimini geliştirmiştir.


Makale ve Analizler - 2019

55

Yine bu nedenle olacak, ikinci kampanyanın en fazla akılda kalan sahnesi 16 Haziran gecesi FOX TV saat 21-23 arası canlı yayınlanan “Yuvarlak Masa” programında yaşandı. Kendini modöratör olarak tanıtan, sunucu İsmail Küçükkaya’nın “The Marmara” Otelinde bir odada buluşup adayların yüzleşeceği program sorularını Ekrem İmamoğlun’a gizlice vermesi ve görsel hazırlık görmesini sağlaması, dolayısıyla olaya hile katması, seçmen kitlesinden “oyunbozanlık yaptı” şeklinde sert tepki aldı. Bu gelişmelerden sonra seçmen gözüne bakamaz olan İmamoğlu, 20 Haziran Perşembe akşamı seçim otobüsünü durdurdu ve “aman ben ne yapıyorum?” endişesiyle, kendi içine çekildi. Bu seçim sonuçlarını, 31 Mart gecesi olduğu gibi, bir tek Anadolu Ajansı (AA) almak zorunda değilsiniz. ANKA ajansı da gece boyu seçimi anlatacak. Üyesi olduğum Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği BULTÜRK merkezi kapısı ve telefonları da gece boyu açık olacak ve sorun yaşayanlara yardım sunulacaktır. Bu seçimde % 90 katılım bekleniyor. Oyunuz değerlidir. Kullanarak Büyük Başkan Binalı Yıldırım Beyin İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı seçilmesine öz katkınızı veriniz. Elinizdeki büyük bir şanstır. Hayallerin peşinden değil gerçeklerin peşine takılın. Okuduğunuz için teşekkür ederim. Dostlarınızla Paylaşınız.


56

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Soyadımın Izinde Sofya Balkan muhacirleri için 1877-78, 1912, 1950’ler ve 1989 yılları ayrı bir anlam taşır. Onlar için, bu tarihler 150 yıllık bir sürece yayılan anavatana geri dönüşün milatlarıdır. Bu yüzdendir ki pek çok Türk için Türkiye anavatansa, Balkanlar da ata toprağıdır. Köklerini merak edenler için Balkanlar’a seyahat kaçınılmazdır. Ben de aile büyüklerimden duyduğum kadarıyla, soyadımızı aldığımız Sofyalı Bâli Efendi veya Bâli Baba-i Sofyevi’nin türbesini bulmayı aklıma koymuştum. Sıcak bir yaz günü, Bâli Baba’nın türbesini bulmak üzere Sofya’ya geldim. Bâli Baba, Sofya’nın güneyindeki Vitosha Dağı’nın eteklerinde, şehre araçla 20 dakika mesafedeki Knyajevo semtinde yatıyordu. Burası neredeyse Sofya’nın sonuydu. Sofya’nın merkezindeki Sveta Nedelya Meydanı’ndan kalkan 5 numaralı tramvayla son durağa kadar gitmek gerek. Laf aramızda, ben Sofya’da tanıştığım bir Türk’ün aracıyla gittim… Bâli Baba’dan da bahsedeyim: Halveti şeyhi, mutasavvıf ve şair olan Bâli Baba-i Sofyevi, 15. yüzyılın sonlarında, şimdi Makedonya’da bulunan Ustrumca kentinde doğmuş, bu yörede büyümüş ve daha sonraları Sofya’ya gelip yerleşmiş. Kanuni Sultan Süleyman ile bazı seferlere katılmış. Tasavvufa dair eserler kaleme almış. Bâli Baba 1551 yılında vefat etmiş ve şimdi Knyajevo olan, o zamanki ismiyle Selaniye’de toprağa verilmiş. Sofyalı Bâli Baba’nın türbesi Sveti Prorok Iliya Kilisesi’nin bahçesindeydi. Türbenin duvarındaki Bâli Efendi’nin ölüm tarihinin Bulgarca ve Türkçe yazıldığı plaka doğru yerde olduğumuzun kanıtıydı. Taş türbe birkaç yıl önce restore edilmiş, demir parmaklıklar takılmıştı. Kapısı kilitli olduğu için türbenin içine giremedik. Pencereden içeriye göz attığımda Bâli Efendi’nin güllerle süslü sandukasını gördüm. Burada bulunmak gerçekten çok ilginç ve etkileyiciydi. Yıllar öncesinde yaşamış bir kişiyle mekânın ve zamanın ötesine geçen bir buluşma… Türbe ziyaretinin ardından kiliseye de göz attık. Sivri kuleli yaklaşık yüz yıllık kilisenin içinde Alexander Nevski Katedrali’nin inşaatında çalışan ressamlara ait duvar resimleri vardı. Kilisenin papazı, rivayete göre Bâli Baba’nın 1500’lü yıllarda burada kadı olduğunu, bu araziyi ise Bulgar halkına kilise yapılması için bağışladığını söyledi. En iyisi yürüyerek gezmek Sofya seyahatim Bâli Baba’nın türbesini ziyaret etmekle sınırlı değildi. Üç bin yıllık geçmişe sahip, Doğu Roma ve Bulgar İmparatorluğu’nun önemli bir merkezi olmuş, 500 yıldan uzun Osmanlı İmparatorluğu’nun


Makale ve Analizler - 2019

57

hâkimiyetinde kalmış Sofya’da görülecek çok yer var. Sofya düz bir şehir ve görülmeye değer mekânlar birbirine uzak olmadığı için en iyisi yürüyerek gezmek. Şehrin merkezindeki Nevazimost Meydanı, şehir turuna başlamak için iyi noktalardan. Meydanda, 24 metre yüksekliğinde pırıl pırıl parlayan Aziz Sofya Heykeli var. Biraz daha ilerideki Nedelya Meydanı’nda, meydana adını veren Sveta Nedelya Katedrali var. Bu iki meydanı heybetli Başkanlık Sarayı bağlıyor ve binanın ortasındaki avluda antik Sofya şehrinin kalıntıları ve Aziz George Rotundası (Rotonda Sveti Georgi) bulunuyor. Başkanlık Sarayı’nın karşısında şimdi Arkeoloji Müzesi olan Büyük Cami var. Zamanında Sofya’nın en büyük camisi olan yapı, 1899’da ülkenin ilk müzesine dönüştürülmüş. Artık minareleri olmayan caminin içerisinde, azametini daha iyi hissedebilirsiniz. Müzede, Bulgaristan’daki kazılardan çıkan eserler var. Sofya’da bugün ayakta olan ve halen işlevini sürdüren Osmanlı dönemine ait en önemli yapı Banya Bashi Camii. Sofya’nın merkezindeki tek cami olan Banya Bashi Camii, özellikle kubbesi ve kırmızı tuğladan örülmüş minaresiyle dikkat çekiyor. Sofya çok eskiden beri termal kaplıcalarıyla ünlü bir şehir. Banya Bashi ismi buradan çıkan şifalı sulardan geliyor. 20. yüzyılın başında kurulan halka açık banyolar bugün ise sergi sarayı olarak hizmet veriyor. Göz kamaştıran kilise Sofya’yı gezerken görmeden geçilmeyecek yerlerden biri de Bulgaristan’ın sembollerinden, dünyanın en büyük Ortodoks kiliselerinden olan Aleksander Nevski Katedrali. Temelleri 1882’de atılan bu devasa katedralin tamamlanması 1913’ü bulmuş. Balkanlar’daki pek çok katedral gibi Aya- sofya’ya öykünen yapıda Bizans stili kullanılmış. Alışveriş adresleri Nevazimost Meydanı, alışveriş meraklıları için Sofya’nın en cazip yerlerinden. TZUM’da dünyaca ünlü markalara ait mağazalar bulunabilir. Ancak ben tercihimi Banya Bashi Camii’nin hemen karşısındaki, tarihi Halite binasından yana kullandım. Knyagina Maria Luiza Bulvarı’ndaki Eski Hal binası ya da Sofyalıların söylediği şekilde Halite’de, çeşit çeşit peynir, şarküteri ve yiyecek dükkânlarının yanı sıra kozmetik, giyim, turistik eşya mağazaları bulunuyor. Bulgaristan’ın ünlü kaşkaval peynirini veya diğer yöresel ürünleri almak için buraya kesinlikle uğranmalı. Cazibe merkezi Vitosha Bulvarı


58

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Başka nereler görülmeli? Ünlü markaların mağazalarının, şık restoranların ve gece kulüplerinin bulunduğu, Sofyalılar için bir cazibe merkezi olan Vitosha Bulvarı, şehrin sembollerinden olan ve Vladaya Nehri’nin üzerindeki Aslanlı Köprü (Luvov Most), halkla kaynaşabileceğiniz, özellikle amatör fotoğrafçıların kaçırmaması gereken Kadınlar Pazarı (Jenski Pazar), içine birkaç mahalle sığacak büyüklükteki bir yeşil alan olan Borisova Gradina Parkı Sofya. Sinan Bali, Hürriyet


Makale ve Analizler - 2019

59

Kader Kime Şikayet Edeyim Seni

Tar,h: 22 Hazitran Yazan: Raziye ÇAKIR Konu: Türkçemiz Balkanlar’ın Barış dilidir ANADİLİM Beş yılda beş defa beşer leva ceza Beş defa yirmişer bir defa beş leva… Yüz yetmiş beş, bir asgari maaş bu O günlerde ne eder senin kaç maaşın Çiğnenirken anadilin, İslam dinin onurun. Acep kaç para eder o cehennem günlerde Yakılan kitaplarla yok edilen benliğin. 1985 Nevzat YAKUP

Anadilimizin kaybolan dillerden biri olmasına karşı mücadelemizde verdiğimiz şehitlerimizi andık 34. kez dünkü gün. Rüzgârları sert ve kavurucu esen o Söğüt Kesiği (Mleçino) tepesindeydik, en taze çiçekler derledik anıt mezarlara. Türkan kızımızı dinledik akan suda yansıyan acılarla. O, özlemli ve sıcak melodinin fonunda Türkçem vardı. Mücadelemizin kilometre taşlarını hatırlattı bize. Yürek ister halkın önünde yürümek, kitleleri örgütlemek ve ruhları direnişle mayalamak. Yürekler hasarlı. Başlar dumanlı ve 34 yıl gerisi baştanbaşa enkazlar olsa da, işkence makinasından geçen ama davamızın hiçbir hedefinden kıymık ödün vermeyen Rufat Yağcı, Mümün Çolak, Fehim Çecik, Recep Taşçı, Adem Rasim, Durhan Sadullah ve diğer gençler saçlarına beyaz düşmüş hepsi saf tuttular. Mestanlı, Rafen, Nanovitsa kahramanlarının adları aynı kilometre taşında yazılıdır. Komşu şehir Koşukavak’tan (Krumovgrat) Ömer Osman, İslivne (Sliven) Balkan Köylerinden Savri İskender, Ali Ormanlı, Silistre’den Nasıf Başaran, o an orada cesaret gösteren her Türk, yaralıların doldurulduğu okullarda ve toplama kamplarında, “Belene” de kalan ve içerde zulümlerin en ağırına dayanan 12 500 kahraman, şehitlerimizin hepsi bu kutsal davamızda kilometre taşıdır. Hiç biri hiçbir gün “Kader, kime şikâyet edeyim seni?” demedi. Toptan, kökten ve ebediyen yok edilmek istemiştik. İçilmez geçilmez zehir gibi dikilmişlerdi karşımıza.


60

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İsimmlerimizle birlikte, anadilimizi değiştirmemiz istendi. Bizi kültürü ve medeniyeti olmayan bir sürüye katmak istediler. Bu yeni kuşaklara anlatılabilmesi çok zor bir gerçektir. Bizim başımıza kefen bezi sarılmazdan önce, aynı zalim zihniyet Ege ve Makedonya köy ve kasabalarından 20 bin Yahudi ve Romen’i toplamış ve canlı canlı yakılmak üzere Polonya’nın “Treplika” toplama kampına göndermişti. O zaman bununla övünmüştü. Geri dönen olmadı. 70 yıldan beri de bu memlekette “Yahudileri Nazilerden kurtardık” gibi laf salatası doğranıyor. 34 yıldan beri “Türk katliamı”, “anadil katliamı”, “din katliamı”, “kültür katliamı”, töre katliamı” vb nice başka katliamlar ve kıyımlar yaptık diyemediler, diyemiyorlar. Süğüt Kesiği (Mleçino) mitinginde halkımızın önüne dikilen bir başbakan ve Cumhurbaşkanı görmedim. “Biz size 100 yıl zulmettik” diyemediler. İnsanlarımız o zamandan beri secdeye yumulmuş dua ediyor. Kuşları öldürmeyin Onlar gagalarında tohum taşır Varamadığımız tepelere İnsan ellerinin eremediği yerlere Tohum taşır. Ruhu olmayan zaman içinde geçti ömrümüzün çok uzun bir kısmı. Mitingde Hotaslı (Rusalsko), Söylemezler (Dolno Prahovo) ve Eğri Dere (Ardino) okullarından ve Törene Edirne okullarından gelen çocukların Vatan sevgimizi ve Anadilimizi yücelten, Milli Türk Kimliği davamızı yüreklendiren şiirler okumaları kıvanç kıvılcımları saçtı. Dualarımız tuttu. 2018 şehitlerimizi anma ve davalarını yaşatma mitinglerine anıt mezarı olanların torunlarının gelmesi etkileyici oldu. Kahramanlık şiirleri söyleyenler, “Ne mutlu Türküm diyene” anıtı içtiler. Vatan gök kubbemiz altında kanatlandılar. İşte onlardan birisi: TÜRKÇEM Ben Türkçe’min sevincini yaşıyorum Kırcaali’de Hatıralara sığmaz Yonus katına çıkarım Anamın sıcaklığı kadar Türkçe’m Ben Türkçe’mle türküleşirim nağme, nağme Türkçe’mle bayrak açarım maviliklere Rodoplar’da onurumuz


Makale ve Analizler - 2019

61

Yüreklenir onurla gururumuz. Türkçe’m ilkyaz çiçeğim Dilim, özüm, hecem Ninnilerde, ninnim Seninle yarınlarım aydınlanır Seninle Türkçe’m… 2008 Kırcaali

Duygu ve düşüncelerimizi şiirle ifade etmeye çalışıyoruz. Şiir bize davamızı en etkileyici ifade etmek imkânı sunuyor. Böylece 30 yıldan beri kürsüleri gasp eden siyasetçilerin Bulgarca ve ifadesiz demeçlerinden sıkılanlar da rahatlıyor. Ozanlarımızın anma törenlerine katılmasına henüz “boş konuşan siyaset adamlarından yer ve zaman kalmıyor.” O feci olayları dile getiren ve yaşatan pek çok şiir kitabı, destan ve hikaye derlemesi çıkarsak da törenlere katılanlara dağıtılamıyor. Göze girmek ve oy toplama hesabı yapanlar gıda poşetlerine çocuk kitap, kahramanlık destanlarımızı koymaya izin vermiyorlar. Bizi ruhsuz bırakma çabaları devam ediyor. Şu fikirlerimi büyük bir inanmışlıkla vurguluyorum: Bize, dert yanan siyasetçi değil, insanlarımıza gerçeklerin sesini duyurabilecek ozan ve şairler lazım. Kendi dertlerini insanımızın kafasına çöp tenekesi gibi boşaltan siyaset adamlarına ihtiyacımız yok. Yeni tip şairlerimizi bekliyoruz, arıyoruz. Bizim şiirimiz “kelime”, “ses” ve “imaj”dır. Şiirimizin dili bizim anadilimizdir. Biz derdimizi kendi dilimizde anlatan bir milletiz. 1984’ün son günlerinde kendi dilimizde isyan ettik, direndik ve Türk olarak şehit düştük. Türk gibi ve Türklüğü için şehit olan bir insanın anma töreni Bulgarca yapılamaz. Türkçemizi unutanlar susar, ama Türk gibi susar. Anma törenlerinde ozan ve diğer yaratıcılarımızın bizi bulmalarına ve gerçeğin sesine olan susamışlığımızı doyurmalarına gerek var. Bizim geçmişimizin her kelimesi bir şiir olmalıdır. Gerçeğe, özümüze dönmek zorundayız. Şu iyi bilinmelidir. Her miting çok sesli bir koro gibidir. Orada yaşanan soğukta serpiştiren kartopu ağırlığındaki alkışların çığı olmasına sayılı gün kaldı. Halk volkanının patlamasını bekliyoruz! Anma törenlerimiz zafer çığlıklarının, dualarımızın gökyüzünü deldiği şölenler olacaktır. Mitinglerimiz bizim dirilişimizin simgesidir. O mitinglerde laf değil, eylem yapmamız lazım. Yalan propagandayı bir yana bırakıp insanımıza gerçekleri anlatınız! Hem de:


62

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) ANALARIN DİLİNDEN

İki gözüm evladım diyordu anam Anlamazdım sözünden Şimdi benim de yavrum var Kıymetli iki gözüm kadar İçimdeki kapıyı Tıklatıyor anılar… Anıların dilinden Yalnız Analar anlar. Leman İZZETOVA “Hedefiniz hürriyet değil de milliyet ise istikbaliniz var demektir” ve “Türkçenin çekilmediği yerler vatandır” Namık KEMAL Kader! Şu ayağımıza dolaşan ve başa geçen dalkavuklardan nasıl kurtlayım? Kader, söyle bana, Kime Şikâyet Edeyim Seni? Okuduğunuz için teşekkürler. Son


Makale ve Analizler - 2019

63

Kozluca Köyünde Tarihi Ders

Tarih: 23 Haziran 2019 Tazan: Dr. Ertaş ÇAKIR Konu: Yeni kuşağın attığı adımlarla gurur duyuyorum. Kozluca Köyünde Tarih Dersi Kozluva (Oreşare) köyü, Kırca Ali ili, Koşukavak (Krumovgrat) Belediyesine bağlıdır. 1989’da köyde yaşayanların hepsi birden vatanlarından kovulunca, köy boşaldı. Evler yalnız, sokaklar ısız, ürünler sırıkta ve tavanda asık kalmıştı Hayvanlar kırlara salıverildi. Köpekler gelen giden olur diye aylarca bekledi. Hiçbir kimse dönmeyince onlar da yeni bir umut peşinde köyden çıktılar. Boşalan yapılara hücum eden sıçan, kertenkele ve yılanlarla boğuşmak yalnız kediler kaldı. Onlar, yıllar içinde ürediler, evde barınan ama hiç insan görmemiş, sıvazlanıp okşanmamış, ayak sesinin anlamını bilmeyen, suskun kedi sürüleri belirdi. Zamana teslim olmayan Kozluca cevizleri insan ilgisi görmese de büyümeye devam etti. Gölgeler gölgeye karıştı, her bahar serilen çimen halısı güzün dürülüp kendisi kalktı. Gölgelere oturacak yaşlı, ceviz taşlayan çocuklar ve ellerine ceviz kınası yakan gelinler olmayınca, onlar da hayatın tadı değişti demeye başladılar.


64

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yuva değiştirmezden önce Kozluca’dan 12 ton tütün çıkardı. Etraf yamaçlarda birkaç yüz koyun kuzu dolaşır, avlularda ve kapı önlerinde tavuklar ve hindi kuşları gagalaşırdı. Kozluca insanı muhafazakârdı. Kitap olarak Kuran’ı Kerim’i bilir. Haberi radyodan alır. Fazla konuşanı dinlemez. Şehre seyrek inse bile, bilinmesi gerekeni bilir, fazlası yüktür deyip, sırtına alıp köyüne getirmezdi. Mutfak dışında kadınların iş aletleri tütün kazığı, tütün iğnesi, kınnap ve çuldu. Sürme, sulama ve hayvancılık erkek işiydi. Kışlık ve soğukluk yapmayı kızlığında öğrenmiş kadınlar kendi zevkleri için bir şey yapmaz, aileye hizmetten haz alırdı. Geçen hafta Kozluca köyünde daha önce hiç olmamış bir olay oldu. Öğle sularında ceviz gölgelerinin tam koyulaştığında köye şehirli gençler doldu. Sırt çantalı, aynı yaşlarda gençler, ceviz gölgesinin bu kadar serin ve sarı ve beyaz açmış çiçeklerin halı yeşilline bu kadar çok yakışacağını beklemediklerinden olacak, ısız bir köyde ortada kalmamak için beraberlerinde getirdikleri paketlerden çıkardıkları eşyalarda büyük bir çadır kurdular ve içine portatif masa ve sandalyeler dizdiler. Bulgaristan’ın 5 ilinden gelmişlerdi. Hepsi de 10. Sınıf öğrencisiydiler. Birlikte “Tarih ve Uygarlık” ders kitabından “Soya Dönüş” ismi altında toplanmış, Bulgaristan Müslüman Türklerine karşı baskı ve terörle izlenen asimilasyon politikası sonuçlarını tamamen boşalmış, ısız bir köyde görmeyi kararlaştırmışlardı. Havlayan köpek olmayan, kuş uçmayan ve kedileri de insan görünce “bunlar da kim” korkusuyla bir yerlere saklanan bu eski köy, aslında Milattan Önce Traklar zamanında da ayazmasından su akan, deresinde kurbağalar vaklaya, çalılıklarında tavşan saklanan, yamaçlarında geyikler dolaşan, tilkiler yaban tavuklara göz kızartan bir diyarmış. Kültür sözünü öğrenemeden köylerini terk eden bu insanların vahşetle mücadeleleri arasız devam etmiş. Ezan sesi dinledikleri, kendi dillerini konuştukları, geleneklerine uygun yaşadıkları ve hatta anadillerinde kitap okudukları için köyden koparılıp sürgün edilen, hapse atılan, zülüm gören, aileleri parçalanan ve düzenleri bozulan kendi halinde bu insanların arkalarında kalan ısızlık yaşayan boşluk anlatılır gibi değildi. 18-20 Haziran 2019 günleri arasında kimsesiz köyleri topluca ziyaret etme, fotoğraf çeki sergi açma, izlenimler anlatılan sohbetler düzenleme şeklinde bu “Tarih ve Uygarlık” derslerine toplam 150 öğrenci katıldı. Bulgaristan toplumunda 30 yıl önce beliren “boşluk ve ıssızlığı” en iyi resme alan genç yeteneklilere ödül de verilecekti.


Makale ve Analizler - 2019

65

Bu girişim, Haskovolu genç fotoğraf Bayram Bayramali’nin idi. O, bu ilkin adına “Büyük Göç” yerine “Büyük Dönüş” demişti. Genç tarihçileri yola düşüren de bu isim olmuştu. Bayram, 1985’te anne ve babasının isimlerinin zorla değiştirilmesinden, 5 yıl süren sürgün ve hapis döneminden, insanların köylerinden kovulduğu 1989 Mayıs-Haziranından ve o dünyaya gelmezden önce ailesinin Türkiye Cumhuriyetine gidip dönüşünden sonra dünyaya gelmişti. Vahşet öykülerini annesinden, babasından, yaşlılardan ve köydeşlerinden başka kimseden işitmemiş, ders kitaplarında yazan ve tarih hocalarından işittikleri tamamen farklıydı. Fotoğraf heveslisi Bayram, dünyayı göründüğü gibi resim etmeyi yani belgesel fotoğrafçılığı University of the Arts London da pişirdikten sonra komünizmin gizli gerçeklerinin yalan kuyusunu kazmaya başlamış ve “Sofya Platformu” vaksında fikirdenler bulmuş ve “Büyük Dönüş” projesini birlikte hazırlamışlardır. Bu, Bulgaristan’a sel gibi akacak dönüşün düşüdür. Kömünizm zülmüni belgeselleştiren, University of the Arts London mezunu Bayram Bayramalı “Büyük Dönüş” projesinin fikir babası.


66

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bayram Bayramalı inisiyatifiyle başlayan totaliter zulmün köklerine inme ve gerçekleri gün ışığına çıkarma projeci 150 genç tarih ve doğa meraklısıyla Rodoplar’ın Kozluca köyünde başladı. Şu an Güney Doğu Rodoplar’da insansız 72 köy var. Bunların her birinde hayat durmuştur. 132 köyde 10 kişiden daha az yaşlı hayat törpülüyor. Yüzlerce köyde 30 yıldan beri çocuk doğmamış, okullar kapanmış, sağlık ocağı yok, posta çalışmıyor. İsim değiştirme zulmü derslerinin sonuçları dersinin Rodop köylerinde başlaması çok anlamlıdır, çünkü ilk Saldırılar Kırca Aliye Bağlı Benkovski Belediyesi köylerinde 1984’un Noel Gecesi başlamış, ilk kurbanımız olan şehit Türkan kız orada (Sütkesiği) şehit düşmüş, kovulanların göç kervanları Rodoplar’da düzülmüştür. Bu tarihsel olayların yeni karşılaştırılmalı resim sergilerinde anlatılması Bulgaristan genç kuşağının, Türklerin, Bulgarların, Pomak ve Çingenelerle Makedonların sözüm ona “Soya Dönüş” zulüm gerçekliğiyle yüzleşmesi açısından olağanüstü önemlidir. Beş şehirden gelen gençler Koşu-kavağa bağlı Kozluca köyü cevizleri gölgesinde köyün çileli eski ve bugünkü ısız tarihini birlikte dinliyorlar. Taş duvarlar ve boş evler, bahçeler, tarlalar ve suyu hiç bulanmadan akan dereler tarih anlatıyor. Genç tarihçiler ayrı ayrı yerlerde özellikle 1984-1989 yılları arasında meydana gelen olayları, suçsuz insanların sürgün edilmesinden, köye sakat dönenlere devletin ilgisizliğinden, iç Bulgaristan’da aynı yıllarda “kürek cezası” çekenlerin akıbetinden ilgileniyorlar. Gençler yarı yarına boşalan Bulgaristanla yüzleşiyor. İl kültür merkezlerinde ve okullarda açılacak olan resim sergilerinde, son 3 yılda Bayram Bayramali’nin büyük bir itinayla topladığı mağdurların kişisel ve aile öyküler de ziyaretçilere dağıtılacaktır. Genç tarihçiler kapısı penceresi kopmuş, çatısı uçmuş, sıvası, duvarı dökülmüş evlerin fotoğraflarını çekerken, zor gördüklerinden dolayı yurtlarından ayrılmak zorunda kalan Müslümanların evlerine sonradan kimsenin yerleşmediğini, gitmek zorunda kalan insanların ruhunun aynı boş odalarda yaşamaya devam ettiğini Bayram in ilginç anlatımlarından öğrendiler. Bayram Bayramali’nin çalışmaları etkileyici olduğu kadar, Bulgaristan yakın tarihinde yeni bir sayfa açılmasına ve 10 sınıf “Tarih Ve Uygarlık” ders kitabının yeniden hazırlanmasına, basmakalıp metinlerde gerçekçi düzeltmeler yapılmasına, çok önemli belgesel katkı sunarken, genç bilim insanlarının kamuoyu oluşturmasına da yardım ediyor. Bu çalışmalar tarihçi Hristo Hristov ve Prof. Evelina Kalbeçeva ve başkalarının da ilgi odağı olmaya başlarken, şimdilik Kasim Dal’ın Halkın Şeref ve Özgürlük Hareketi (HŞÖH) tarafından da destek buldu. Yeni gelişmelere Avrupa Birliğinin Ortak tarih ve Kültür Programlarının da ilgi duyacağına inanıyoruz. Bizi izleyiniz.


Makale ve Analizler - 2019

67

Babalar Günü Hazırlayan: Raziye ÇAKIR

1910 Yılından Beri Kutlanan Babalar Günü Anneler günü, sevgililer günü, öğretmenler günü olur da babalar günü olmaz mı? Babalar günü de en önemli günlerin başında gelir ve dünyanın birçok yerinde kutlanır. Bizler de bizim için büyük öneme sahip olan babalarımızı bu özel günde daha fazla mutlu etmeye çalışırız. Bu tip özel günlerin en önemli özelliği de hediyelerdir. Babalar gününde de babaları hediyesiz bırakmak olmaz. 1910 Yılından Beri Kutlanan Babalar Günü’nün Ortaya Çıkış HikayesiHer sene Haziran ayının üçüncü Pazar günü kutlanan bu özel günün nereden geldiğini biliyor muyuz peki? Dünyanın çoğu yerinde neden Haziran ayının üçüncü Pazar günü kutlanıyor dersiniz? Hemen sizi aydınlatmaya başlayalım. Sonora Smart Dodd Babalar gününün tarihçesi Amerika’ya dayanır. Bir Amerikan gazisinin kızı olan Sonora Smart Dodd, anneler günü gibi babalar gününün de olması gerektiğini düşünmekteydi. Dodd’un babası, anneleri olmadığı için 6 çocuğunu tek başına büyümüştür. Çocukları tarafında da oldukça sevilmekteydi. Dodd ise babasının doğum günü olan 5 Haziran’ın babalar günü ilan edilmesi için çalışmalara başlamıştır ancak bu çalışmalar biraz geciktiği için Haziran ayının üçüncü Pazar gününe ertelenmiştir. İlk defa 19 Haziran 1910’da Washington/ Spokane’de kutlanmıştır. 1966 yılında ABD başkanı Lyndon Johnson, Haziran ayının üçüncü Pazar günü Babalar Günü’nün kutlanacağını açıklayan bir bildiri yayınlamıştır. 1972 yılında ise başkan Richard Nixon’un imzasıyla babalar günü ABD’de yasal olarak tatil ilan edilmiştir.


68

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Amerika baskani ilk olarak 1924 yilinda resmi bir aciklamayla gunu kutlamis ve ulke capinda bilinip anilmasini saglamistir. 1966 yilinda ise baskan lyondell haziranin ucuncu pazar gununu resmi olarak babalar gunu ilan etmis ve resmi takvime eklenmesini saglamistir. Katolikler ise babalar gününü dini açıdan ele alıp Hz. İsa’nın babasının anısına Mart ayının 19. gününü St. Joseph Günü altında kutlamaktadırlar. Babalar, hayatımızın merkezinde yer alan en önemli kişilerdir. Belli bir yaşa kadar tamamen onun sorumluluğunda olduğumuz için kişiliklerimiz de ister istemez onlarla örtüşür çoğu zaman. Onlar sevgilerini pek belli edemeseler de bize ne kadar değer verdiklerini ve sevdiklerini gayet iyi biliriz. Güven ve kahraman sözcüklerinin eş anlamlısı babadır. Babalar hakkında sayfalar dolusu cümle yazılabilir aslında. İşte bu denli bir insanı da sadece bir gün değil, her gün mutlu etmek de bizim görevlerimizden biri. Ancak babalar günü gibi evrensel bir günü de daha özel hale getirmek gerekir. Babalar günü, bir babanın beklentisi olmadığı gündür. Ancak içten içe de hatırlanmak ister, hediye bekler. En azından bir el öpülmesini ister. Bunlar yapılmazsa ne mi olur? Hiçbir şey olmaz tabi ki. Babalar, asla evlatlarına bu tarz konularda tavır koymazlar. Babalar, dünyanın en yürekli insanıdır ve o yürekli insan da babalar gününde unutulmamayı sonuna kadar hak eder. Babalar gunu ile ilgili bilgi; *** Babalar Günü, Türkiye de dâhil olmak üzere pek çok ülkede her yıl Haziran ayının 3. Pazar günü kutlanan özel bir gündür. *** Babalar Günü ilk kez 19 Haziran 1910’da Şeron Grubu tarafından Washington’un Spokane şehrinde kutlanmıştır. *** Babalar Günü resmi olarak ilk kez 1924 yılında Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Calvin Coolidge’in desteğiyle kutlandı. Babalar günü tarihi. *** Lyndon Johnson, 1966’da her yıl haziran ayının üçüncü pazarının Babalar Günü olarak kutlanacağını açıklayan bir bildiri yayımladı. *** Bir çok ülkede Babalar Günü‘nün kutlandığı gün değişiklik göstermektedir. www.bghaber.org olarak bu anlamlı günde tüm babaların ve baba adaylarının Babalar Günü’nü kutluyoruz. Saygılarımızla… Hazırlayan Raziye ÇAKIR BABALAR İÇİN YAZILMIŞ ŞİİRLER Sabahattin Ali ~ Babam İçin Allahım! .. İşte bugün, Şu zavallı ömrümün En matemli bir günü.


Makale ve Analizler - 2019 Elim böğrümde kaldım, Ben bugün haber aldım: Babamın öldüğünü. Bitti hayatın tadı, Bu haber bırakmadı, Dudağımda tebessüm. Kalbim oyuldu yer yer, Aman Yarabbi, meğer Ne acıklı imiş ölüm Daha birkaç gün evvel, Yüzümü okşayan el, Şimdi toprak oluyor. Kendi vücudum kadar Bana yakın olanlar, Birden, uzak oluyor. Ah Baba! ..Daha düne Kadar senin göğsüne Saklıyordum başımı. İnan babacığım, inan, Bu ateş, menba’ından Kuruttu gözyaşımı… Sabahattin Ali BABANIN OĞLUNA ÖĞÜTLERİ ŞİİRİ Zirve seni bekliyor Dağın kıymetini bil Sanma ki yükselmek zor Çağın kıymetini bil

69


70

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Üşenme emek için Mutluyum demek için Üzümü yemek için Bağın kıymetini bil Yokluk göründüğü an Çabuk yıkılır insan Azı beğenmiyorsan Çoğun kıymetini bil Elin, ayağın, başın Annenin, arkadaşın Suyun, toprağın, taşın Göğün kıymetini bil Oğlum benim, bir düşün Değeri var mı dünün Yarın çok geç ömrünün Bugünün kıymetini bil. Ümit Yaşar Oğuzcan BABALAR GÜNÜN KUTLU OLSUN ŞİİRİ Sana, çiçekler getirdim baba, Sana, torunlarından sevgiler İğde kokularını getirdim sana, Hanımeli ballarını… İyot kokusunu Ege’nin.. Toprağın kokusunu örtmek için, Bebek kokusu getirdim sana. Bak üçüncü pazarı geliyor Haziranın, Ezgisi yanık türküler getirdim sana Yılların söndüremediği Yangın alanı yürekte, Özlemlerimi getirdim sana.

Toprağın karanlığını kaybetmek için, Sevginin ışığını getirdim sana. Babam, yarım kalmış bir öykünün Hazan yapraklarını getirdim sana Bugün hergün gibi senin günün Bugün hergün gibi senin özlemin Babalar günün kutlu olsun. BABAMA ŞİİR Olurda birgün dönersin diye hep o günü bekledim. O günün hayaliyle yaşadım. Atmadım elbiselerini, kızarsın diye en sevdiğin traş losyonunu hiç kullanmadım. Biliyorum bir gün geleceksin. O günü özlemle, o günü hasretle bekleyeceğim. Çünkü, sen gelecek ve bana sımsıkı sarılacaksın. O geçen yılların acısını doyasıya çıkaracağız. Sen gelince güleceğim tıpkı eskisi gibi. Seninle hayat bulup yaşama yeniden sarılacağım. Seni bekliyorum. Seninle öldüm, yaşama yeniden seninle dönmek istiyorum. Seni seviyorum. Hadi dön artık! Mustafa Özdaş


Makale ve Analizler - 2019

71

Ruh Şiirle Anılır Raziye ÇAKIR Tarih: 24 Haziran 2019 Su akarken yıkanır.

Halkının yaşayışını tanımayan şairlerin söyleyecek sözü yoktur. Bulgaristan Türklerinin şiiri bize kokar, kanatlarında bizi taşır. Bir gün arkadaşlarımdan biri bana, şiirin mevsimi var mıdır? Sorusunu sordu. Uzun uzun düşünmeden, var tabii, seçim toplantılarını dillendiren şiirler, olmamış gebeliği anlatır, çobanlarımızın şu kış günlerinde devlet desteği için verdikleri mücadelede kuzular meler, bu yıl olduğu gibi kalın kış altında kalınca ormanda kalan odunlar düşündürür, baharda çiçek kokularında arılar vızıldar, dedim. Hayat bir yarıştır. Bu yalnız daha yüksek olana ulaşma yarışı olmakla kalmayı, daha güzel arınma ve daha yetkin olma yarışıdır. Bunun adı bizim kendimizi, yenilememizdir. Örneğin, ünlü şairimiz Naim Bakoğlu her sabah kahvesini içmek üzere oturduğunda gecenin yükümü atar üzerinden. Dörtlüklerinin kağıda dizmeden rahatlayamaz. Biz ona sen bugün iyi yazdın, ya da olmadı be üstat diyemeyiz. Kağıda düşen şiir çiçek yaprağına düşen çiğ gibidir, yakıp soldurur da serinletir de… Her sabah giderken böyle şairimiz seçim havasına girmiş. 26 Mart 2017’de genel seçim olacak ya, işte onu yontmaya başlamış. SİYASET Sağcı dedik, solcu dedik, birilerine kol olduk! Sabah kalktık ki, komşu komşusunu tanımaz olmuş. Bir anda kendimizi iblisin kucağında bulduk – Ne sağ, ne sol bizi iblisin tefesine koymuş!


72

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Meğer oy atma makinesiymişiz biz, hedef bir Birilerinin ekmeğine yağ sürmekmiş görev! Kim hangi siyasi kutuptan gelse, aslında sebep bir – Bir çatı altında toplar hepsini Meclis denen ev! Demokrasi falan demeyin bundan böyle siz beyler Milleti düşündüğünüzü de söylemeyin sakın! Bana göre ne sağ ne sol sizlere bir şeyler söyler Umurunuzda değil size oy veren halkın! Maşallah, keyifler yerinde, iyi de değeriniz var Pazarlarda fiyatınız günden güne artıyor bak! Satılın, satılın, Millet ve Vatan’ın sözü mü var – Ama unutmayın, hesap verecek gün değil uzak! 30 Ocak 2017 / Silistre

Seçim dendiğinde, dedemle tavşan avına gittiğim günleri hatırladım. Rahmetli esprili biriydi. Omuzunda taşımayı sevdiği kırmayı patlattığında, “Gördün mü evladım, kulaklarını deldi geçti!” demeyi severdi. Şimdiki seçim toplantıları gibi bir şey bu! Konuşmacılar avlu duvarına serilmiş halı gibi dövüyorlar demokrasiyi, toz çıkıyor, çıkmasına da, ne kadar düversen döv tozu hiç bitmez. Bizim demokrasinin de eksiklikleri bitmiyor. Hiç kimse bizim demokrasi yavru, fazla sallama sopayı canı çıkar demiyor. Bir de şu var, hiç kimse bizim demokrasi büyüdükten sonra ne olacak, yere göğe sığar mı acaba, onu da anlatmıyor.Demokrasi, çocuk olsa anaokuluna verirsin, ana dilini öğrenir, okula gider meslek öğrenir, fakat bu öyle bir şey de değil, toz toplamaya devam ediyor. Su akarken kendi kendini yıkıyor, şiirlerimiz de ruhumuzu sabunlu köpüklü yıkayıp duruluyor. Fakat bizim demokrasinin kendisini arıtma ve paklama mekanizması yok, ancak sopalarsan tozunu atıyor ve o kadar. Ne olacak bilmem! Son seçimlerde ben de çok uğraştıydım. Avuçlarında çabalarımın hala sıcaklığı var.


Makale ve Analizler - 2019

73

Kendimde büyük bir eksiklik hissediyorum. Seçim, her defasında yeni bir demokrasi fidanı dikmek anlamındadır. Bizim fidanlar hep aynı seradan geliyor. Hangi dallarının meyve yüklenmek için Güneye bakması gerektiğini, hangilerinse rüzgârdan korumak için kuzeye bakacağını bir türlü kestiremedim. Kuzey ve güney dallar hep aynı ağacın dalları olsa da aralarında bir türlü tozlaşmıyor. Bazıları ise çok uzamış ve arılar tırmanmaya üşeniyor. Bizim işler kısır mı ne?! Öyleyse nasıl arınacağız!


74

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Hak Ve Hürriyet Savaşçıları Ölümsüzdür. Tarih: 23 Haziran 2019 Yazan: Sevilcan YÜCE Konu: Hak ve Hürriyet Savaşçıları Ölümsüzdür.

İnsanların onuru, büyüklüğü uğruna can verdikleri davada aldıkları yer ve gördükleri rolle ölçülür. Davamız, Milli Türk Kimliğini yaşatma davasıdır. Boyutları Türk Dünyası kadar büyüktür. Uğruna nice şehitler düşmüştür. Yattıkları yer cennet, ruhları aramızda, bizimle yaşıyor. Bu sabah – 24 Aralık 2018 tarihinde – Kırca Ali/ Eğridere (Ardino) /Sütkesiği (Sütkesiği) Mleçino camiinde okunan mevlitle şehitlerimizin hepsi topluca anıldı. Kendilerine rahmet, yakınlarına ve Bulgaristan’da yaşayan Müslümanlara ve Türkiye Cumhuriyetindeki yakınlarımıza huzur ve sağlık dilendi. Doğu Rodoplar’da etraf belediyelerden, Bulgaristan’ın 2 927 Türk köyünü ve kasabalarımızı temsilen şahıslar, heyetler özel araçlarla “Türkan Çeşme”, Mestanlı, Raven, Nanovitsa anma törenlerine katılmaya, kahramanlık anıtlarımıza çiçek ve çelenkler koymaya, mitinglerde “Ne Mutlu Türküm Deneye!” anıtını bir daha toplu halde içmek amacıyla tören yerlerine yöneldiler. Bulgaristan’daki Türklerin 20. Yüzyıl ruhunu yansıtan şiirinde Karaoğlan şöyle demişti: Zaman bir balyoz gibi Vurur tarihinin örsüne Ben arada dövülen bir kara demirim Ben bir kara demirim Bin bir biçime girerim bir saniyede Çağının altında ve üstünde tarihin Yoğrularak hamur örneği Örsle çekiç arasındayım Geçerim kalıptan kalıba Yine de ne örsten yakınırım Ne tarihten usancım var Nankörlük de etmem çağıma Ben bir kara demirim Dövülürüm Eğrilirim Ama perçin olmaya değil


Makale ve Analizler - 2019

75

Sonsuzluklara çekilecek gemilere Ray olmak için Yoğrulup girerim bin bir biçime Çağın balyozu altında Ve üstünde tarih denen örsün Türküsünü dinleyerek zaman emellerinin Evet, biz bir kara demirdik. 20. Yüzyılın faşizmi ve totaliter komünizmi balyoz gibi indi ensemize ve bizi Bulgar yamasına perçinlemek istedi. 24 Aralık 1984 Ayaklanmamız bir Türk Ayaklanmasıydı. 6 yıl sonra 72 bin Türkün katıldığı büyük İsyanımızın için kıvılcımı bir provasıydı. Bize silah yöneten düşman totaliter devletti. İsimlerimizi ve Türk kimliğimizi değiştirmek, geçmişimizi ve geleceğimizi yasaklamak ve mezar taşı olmayan bir çukura gömmek için devlet terörü kullandı Balyoz olan bu devlet terörüydü. Örs ise vatan toprağımız, memleketimiz, yurt sevgimizdi. Karşımıza diktiği ise, silahlı asker, milis, kızıl bereli, sopacı serseri ve çaresizlikti. Bulgarlaştırmak istediği Rodop Dağlarında hiçbir zaman Bulgar yaşamamıştı. Dağ taş, dikenler, yamaçlar, doruklar, dere tepe, hayvan ve insanlar Türk’tü. Türküler, şarkılar, ağıtlar ve ezan sesi, burada ancak ve yalnız Türk yaşadığını anlatıyordu. Bizim tükenmez güç kaynaklarımız, dilimizdir. Türkçemizdir. İsimlerini vermemek için ayaklananlar eğitimli ve öğrenimli Türklerdi. Yürüyenler dua ediyor. Ruhlar birleşiyor ve asla yenilmez bir güç dünyaya geliyordu. Onlar bilinçliydiler. ”Türk doğduk Türk öleceğiz!” yemini içmişlerdi. Yürüyenler yediden yetmişe herkesti. İlk şehidimiz Türkan kız 17 aylık ve annesinin sırtında kundaktaydı. En önde gençler, onlarla birlikte gelinler, anneler, dedeler ve yürüyen çocuklardı. Yollara sığmayanlar buz tutmuş tütün tarlalarında adımlıyor, “Canımı veririm, ismimi, Türklüğümü vermem!” diye tempo tutuyorlardı: İşte şehitlerimiz: Türkan kız, Mehmet Emin Mehmet, Mehmet Saraç, Hasan Salih Arnavut, Necip Osman, Sezgin Salih Karaömer, Ahmet Mehmet Buruk, Mustafa Bilal, Mehmet Emberli, İbrahim Çetin, Mustafa Emin İlyaz, Mustafa Ömer Osman, Efraim Salim Efraim, Münin Mustafa Ahmet, Turhan Basri İsmailoğlu, Halit Oğlu, Osman Bali Demir, Hasan Çakal, Mehmet Salih Lom, Necdet Adem, Orhan Adem ve daha yüzlerce ismi gizli kalan kardeşimiz. Kimlik kavgamız anlatmakla bitmez. Bir milyon göçe zorlanandan başka, 12 500 kardeşimizin tutuklanma, polis karakollarında sorgulanma, işkence odalarında başlarına gelenler, yargısız infazlar, öteye geçerken sınır tellerinde asılı kalanlar, sürgünde sürünenler, “Belen” ölüm kampı mağdurları, Eski Zara, Varna, Sliven, Pazarcık, Sofya hapishanelerinde yaşananlar, elsiz, kolsuz, bacaksız kalanlar, cesedi bulunamayanlar. Bu zulmün adı yoktu. Anlatılamaz! Yüzlerce okulun öğrencisiz, tarlaların boş, hayvanların başıboş kalışını ve kuşların bile bir daha buralara uğramayışını…


76

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ve bunu yapanların kendisini “milletten” saymasına, yabancı dillerden çaldıkları sözlerle haklı olduklarını anlatma gayretlerine akıl erdirmek zor. En zor olan da, sürüngen olmak ve iki ayağı üstünde başı dik yürüyen ve gözleri ufka bakan, her sabah güneşin kendilerini gururla selamladığı insanları sürüngen olmaya zorlamaktı. Tarihlerinde dünya nimetlerine hiçbir şey katamamış bu zavallıların ellerindeki silahlarla Türk ruhunu esir alıp Türk Kimliğini değiştirmeyi denemesi ne kadar zavallı ve utanç verici bir hareketti. Birbirlerine rapor verdiler 1 253 bin Türkün elindeki kimliklerde yazılı isimlerini değiştirdik, mezar taşlarını yıktık, tüm Türk köylerine tankla, topla, zırhlı araçla girdik, her bir Türk hanesine çomak soktuk, Türk gibi nefes almalarını, Türk gibi öksürmelerini ve Türk gibi dik yürümelerini kesin yasakladık diye. Ne ki bize Türk gibi küfür etme de yetti. Şarkılarımızı türkülerimizi içimizden söyledik, şiirlerimizi dağlara okuduk, masallarımızı çocuklarımıza okuduk ve asla sürüngen olmadık. Köpeklerin havlayışı, kedilerin miyavlayışı ve bülbüllerin şarkıları ile derelerimizin senfonisi bizimleydi. Türk kokuyordu ve koktu doğa, çiçekler, Türkçe vızıldadı arılar ve düşmanı korkutan eşek dikenleri Türk dikenleri büyüttü. Ne de olsa çok derin bir sarsıntı yaşadık. Şair Bayram şöyle der: Karabasan Gözlerimi yitirdim Renkler kana boyandı ışık karıştığında Doruklar düzlüğe dönüştü Sesim sokaklarda tutsak Gururum kamburum oldu Gözlerimi yitirdiğim gün. Gözlerimi yitirdim Issız yörüngesinde durdu yürek Sevgilerim donakaldı karanlık pusularda Silinince geçmişle geleceğin anlamı Hangi dilde ağlayıp, hangi dilde güleceğim Dostlarımı anılarda nasıl bulacağım Bilemedim gözlerimi yitirdiğim gün. Gizlerimi yitirdim Gizemli bir boşluğa gömüldü zaman Öz saygımın burcundan bir yıldız kaydı Türklüğüm prangalı Mezarımda babam bile yabancı oldu bana İzlerimi yitirdiğim gün Gözlerimi yitirdim


Makale ve Analizler - 2019

77

Gizlerimi yitirdim İzlerimi yitirdim Adımı elimden aldıkları gün. 1985 Sofya Ve yüzlerce şair, yazar ve aydınımız haykırdı bu gerçekleri aynı gün. Hiç biri umut yitirmedi. Onlar bu Vatanla vardı ve bu Vatan evladı olmak için can atıyordu. 1984’ün o buzlu Bocuk sabahında ilk şehitlerimizi verdiğimiz anlarda kalabalığın içinde bulunan şair Faik İsmail Arda şöyle haykırmıştı: Ben seni Başkasının olsun diye sevmedim. Benim bahtı kara İçi kara memleketim Ağlama! Dinsin gözyaşların Ben baharlar getireceğim., Senin karakaşına Yağmurlar yağdıracağım Mutluluk yağmurları Toprağına taşına. Şehitlerimizi anma törenlerimiz, yüksek ruhsal donanımla, birlik ve beraberlik havası içinde geçiyor. Davamızı devrettiğimiz yeni kuşak Milli Türk kimliğini yaşatma ve yüceltme yolunda şahlanmıştır. Yenilmez bir millet olduğumuzu her gün yeniden kanıtlıyoruz. 21. Yüzyıl mazlumların zafer ve kıtalarca dayanışma, özgürlük, adalet yüzyılı olacak ve dünyayı milli devletlerin çöküşünde kurtaracak olan etnik kimliklerin serpilip açması olacaktır. Biz çeşitlilik içinde birlik savaşçılarıyız. Zafer yolunu seçenler bizi izleyenlerdir. Kahramanlarımızın yattığı memleket toprağı cennetleri olsun. Şanlı savaşımızın aziz kahramanlarına sonsuz hürmetler. Ne mutlu Türküm diyene! Türk olma şerefini yaşatanlara! Son.


78

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Şiirli Dünyasında Yolculuk Tarih: 23 Haziran 2019 Yazan: Raziye ÇAKIR Türk şiiri bir bütündür.

BİZ VARIZ Çalışırız bir tohumcuk ekebilmek için Keskin silahımız anadilimiz Türkçemiz Yaratıcılarımız öncümüz, önderlerimiz Önemli değil nasıl ve neyle yazdığımız. Kalbimiz atıyor dizelerle açmak için. Biz bir ruhsal bütünüz derlenmek için Kalem, silah ve kanadımız uçmak için Bağlanıyor şiirlerimiz kaynaşmak için BGSAM

DOĞDUĞUM EVİN PENÇERESİ Bir cam vardı önünde Doğduğum odanın Çöpten yapraklarında Güneşi Rüzgârla sallayıp Kafesten İçeri dolduran bir çam Sedirinde iskambilden kuleler yıkılmış odada Loş ve sesiz ikincilerin acısıydı Sızan


Makale ve Analizler - 2019 Gözlerim dallardı Kafesten Duvara Ve duvardan Kafese Seyretmeyi Güneşi Yüz bir güneşti Kafesin her deliğinden Giren Susmuş bir çocukla şaka eden Yüz ikindi güneşi. Asaf Halet ÇELEBİ ***

DERE Niçin bu derenin suları kara, Niçin böyle hırçın akıyor dere?.. Niçin deli gibi koşup kenara, Billûrdan koncalar takıyor dere?..

file!

Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık; Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar. İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık. Biri benim, biri de serseri kaldırımlar. Necip Fazıl KISAKÜREK

Arzun tutunmaksa eğer sahile, Ey dere, bu coşkun gayret na-

Bu sahil ki savmış nice kafile Seni tutar mı, ey suyu mor dere?..

KALDIRIMLAR Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında; Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum. Yolumun karanlığa saplanan noktasında, Sanki beni bekleyen bir hayâl görüyorum.

79

ak… cak!

Ağlama ey dere!.. Gürültüsüz Kader bu: Ne yapsan suyun aka-

Çok zordur çırpınıp tutunamamak: Fakat bir kere de bize sor dere!… Sabahattin ALİ

MASALLARIN MASALLI Subaşında durmuşuz Çınarla ben. Suda suretimiz çıkıyor Çınarla benim. Suyun şavkı vuruyor bize, Çınarla bana.


80

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) Subaşında durmuşuz Çınarla ben, bir de kedi. Suda suretimiz çıkıyor Çınarla benim, bir de kedinin. Suyun şavkı vuruyor bize Çınara, bana, bir de kediye. Subaşında durmuşuz Çınar, ben, kedi, bir de güneş. Suda suretimiz çıkıyor

Çınarın, benim, kedinin, bir de güneşin. Suyun şavkı vuruyor bize Çınara, bana, kediye, bir de güneşe. Subaşında durmuşuz Çınar, ben, kedi, güneş, bir de ömrümüz. Suda suretimiz çıkıyor, Çınarın, benim, kedinin, güneşin, bir de ömrümüzün. Suyun şavkı vuruyor bize Çınara, bana, kediye, güneşe, bir de ömrümüze. Subaşında durmuşuz. Önce kedi gidecek Kaybolacak suda sureti. Sonra ben gideceğim. Kaybolacak suda suretim. Sonra çınar gidecek

Kaybolacak suda sureti. Sonra su gidecek. Subaşında durmuşuz Çınar, ben, kedi, güneş, bir de ömrümüz. Su serin, Çınar ulu, Ben şiir yazıyorum, Kendi uyukluyor, güneş sıcak, Çok şükür yaşıyoruz. Suyun şavkı vuruyor bize Çınara, bana, kediye, güneşe, bir de ömrümüze. Nâzım HİKMET


Makale ve Analizler - 2019

81

Türk Muhtara Oy Vermem

Tarih: 23 Haziran 2019 Yazan: İbrahim SOYTÜRK Konu: İnsan hakları ve azınlık hakları mücadelemiz devam ediyor. Saklanan gerçekler saldırı silahı oluyor. Bulgaristan 27 Ekim 2019’da yerel seçime gidiyor. Sofya Merkezli “Açık Toplum” Enstitüsü yaklaşan yerel seçimlerle ilgili 1174 kişi arasında anket düzenledi. Anket sonuçları sıkıldığında toplumda Romen (Çingene) ve Türk (Müslüman) muhtar, Belediye Başkanı, Belediye Meclis üyeleri için (etnik ve ırkçı nedenlerle) oy vermek istemeyen büyük bir kitle var. Anketten, Türk veya Romen Muhtar olmasın, çıktı. Anket Sonuçları Sofya’da çıkan “Dnevnik” (Günlük) gazetesinde yayınlandı. “Açık Toplum” aynı konuyu artık 3. Anketinde değerlendiriyor. Soruların esasında, Bulgar kamuoyunun “demokrasi “ ve temel insan haklarının hukukun üstünlüğünü iddia eden toplumdaki yerini açıklamak bulunuyor. Halk nabzını ölçme yaklaşımının üçüncüsü 2018’de yapılmış ve bu ay değerlendirilip yayınlanmıştır. Bulgaristan’da azınlık haklarının güvence altında olduğuna ilişkin sürekli yayın yapılsa da, ülkede derin ayrımcı bir tavrım sürdüğüne tanık oluyoruz. 1990’dan beri sanki değişen esaslı bir şey yok. Birinci tespit: Azınlık düşmanları maskelerini indirdiler. Herhangi bir değişiklik olmazsa 27 Ekim 2019’da yapılması öngörülen yerel seçimlerde, (muhtar, Belediye Başkanı ve Belediye meclis üyeleri seçilecek) ankete katılanlardan % 70’i Romen (Çingene) soyundan gelen bir adaya oy vermeyeceklerin açıkladılar. % 65’i homoseksüel bir adaya ; % 63’ü Türk asıllı bir adaya; % 46’sı yaşı 65’ün üstünde olan bir adaya; % 29 özürlü bir vatandaşa, % 11’i de bir Bayan adaya oy vermeyeceklerini beyan etmişlerdir. Etnik, dil, din ve kültürel haklarımız için mücadeleye kalkmadan yönetime giremeyiz.


82

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

İkinci tespit: Bulgaristan vatandaşlarından sadece % 26’sı hükümetin yasaları uygulayarak yönettiği görüşündedir. Katılımcıların % 22’si hükümet yasalar çerçevesinde yönetmektedir. % 14’ü Bulgaristan’da geçerli yasaların anlaşılır ve şeffaf olmadığını ve ancak % 8’ı yasaların tüm vatandaşlar için aynı şekilde uygulandığı görüşünü savunuyorlar. Genel kanıya göre, 2018 yılında Boyko Borisov hükümeti birçok sorunla zor başa çıkmıştır. Sosyal, sağlık ve eğitim sorunları derinleşmeye ve şiddetlenmeye devamediyor. Üçüncü tespit: Hükümetin baş edemediği sorunlar. Ankete katılanların % 86’sı 10 yıldan beri yöneten Borisov hükümetinin fakirlikle baş edemediği; % 85’i rüşvet, dolandırıcılık ve dalaverecilerle baş edemediği; % 50’den fazlası hükümetin cinayet, hırsızlık, kalitesi çok düşük olan eğitim ve öğretimden, yetersiz ve kalitesiz sağlık sektöründen kaynaklanan sorunları da çözemediği görüşünde iken, % 75’i bu hükümetin işsizlik sorunlarını çözemeyeceği görüşünde birleşmişlerdir. Eğitim ve öğretim konularındaki tüm sorunlardan katılımcıların % 21 etnik azınlıkların anadillerinde eğitim sorunlarının bu hükümet tarafından çözülmeyeceği kanısındadır. Dördüncü tespit: Ankete katılanlar hangi haber kaynaklarından bilgi alıyor. 2018 yılında Bulgaristan’da vatandaşların % 68’i birinci ve ana haber ve yorum kaynağı olarak televizyonu kullanmıştır. (Bulgaristan’da Devlet Televizyonu BNT- 1. Programı dünde yalnız (saat 16’da) 10 dakika Türkçe haber veriyor.) Nüfusun % 16’sı haberlerini internetten alıyor. Ancak % 2’si radyo dinliyor veya gazete okuyor. Beşinci tespit: Bulgaristan’da demokrasi tercihi. Ankete katılanların % 45’i demokrasinin en iyi yönetim biçimi olduğunu savunuyor. Bey yıl önce katılımcıların % 52’si demokrasiyi bir toplumsal sistem olarak daha kararlı tercih etmişlerdi. Altıncı tespit: Bu durumun aşılması için önlem alan var mı? 2006 – 2018 yılları arasında hükümetin ve devlet kurumlarının ırkçılık ve yarım sorunlarına seyirci kalmakla yetinmesi sonucu, vatandaşlar bu sorunları kendi imkânlarıyla çözmeye çalışıyorlar. Kişisel etkinliklerin ba-


Makale ve Analizler - 2019

83

şında seçime daha aktif katılarak, seçim kazanmak ve durumu değişmez duruma getirmektir. Türkler, Pomaklar ve Romenler bu konuda birleşerek ortak adaylar göstermeye hazırlık görüyorlar. Karma bölgelerde Türk ve Pomak muhtarlar son dönemde köylülerin menfaatlerini başarılı savunurken, ırkçılarla mücadelede her defasında başarılı olabildi. *** Bulgaristan’da yerel seçimlere 4 ay kaldı. Propaganda makinesi dönmeye ve ırkçı, aşırı milliyetçilere hizmet sunmaya hız veriyor. Türk kardeşlerimiz ve diğer azınlıklardan – din, din, etnik, kültür azınlık toplulukları – devletin, belediyelerin, okul ve sağlık kurumlarının dışına atılmaya, eğitim, öğretim ve kültür kurumlarının dışında tutulmaya çalışılıyor. Bu saldırılarda, son 30 yılda en büyük “başarıyı” elde eden aşırı sağcılarla, “faşist” parti ve ırkçılarla hükümet ortaklığı kuran GERB partisi oldu. GERB yönetimi yıllarında totaliter rejim yöneticilerinden, zorla isim değiştirme zorbalığında yönetici konumunda bulunan BKP MK Politik Büro üyesi Penço Kubadiski’ye doğduğu bir Türk Belediyesi olan, Deliorman’ın Kubad’ın köyünde anıt dikildi. Türk, Pomak ve Çingene zulmüne ve soykırım saldırılarına ve etnik kültür katliamına karılan ve bu vahşeti yöneten General Semerciev’in bir Pomaklık merkezi olan “Velingrat” şehrinde sokağına onur plaketi asıldı vb. Todor Jivkov’un doğduğu Orhaniye Botevgrat – Pvavets şehrinde büyük bir heykeli dikildi. Avrupa Birliği’nin isteği üzerine değiştirilen okullardaki tarih ve edebiyat dersi kitaplarında totaliyer komünist lider T. Jivkov’un “halka ilgi gösterdiği” yazarken, asker ve polis terörüyle isim değiştirme, anadillerin yasaklanması ve kültürel soykırımdan söz edilmiyor. Yaşadığımız bölgelerdeki Muhtarlık ve Belediyerin her biri için amansız bir mücadeleye hazırlanmalıyız. Bizi izlemeye devam ediniz. Dostlarınızla Paylaşmayı da unutmayınız.


84

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan, İnsansız Kalacak Ülkelerden Biri

Tarih: 24 06 2019 Yazar: Nedim AKIN Konu: BMT’na göre, Bulgaristan nüfusunun azalma eğilimi hızlanıyor. Birleşmiş Milletler Teşkilatı (BMT) tarafından hazırlanan son öngörüde, halen 7 milyon kişiden biraz daha fazla vatandaşı olduğu iddia edilen Bulgaristan’ın bu sınıra bir daha asla ulaşamayacağını yazıyor. Hazırlanan en iyi senaryoya göre, asrın sonunda ülkede en fazla 5,5 milyon insan olacaktır. Evrostat verilerine göre ise, Bulgaristan’la ilgili en kötü senaryo gerçekleşecektir. Bu senaryoda, 2 100 yılında Bulgaristan’da ancak 2, 18 milyon insan yaşayacaktır. Bugün Sofya ve Filibe’de (Plovdiv) toplam 2 milyondan biraz fazla insan yaşıyor. BMT’nin iyimler öngörülerine göre, Bulgar nüfus 1 milyon kişi azalacak ve 2038 yılında 5. 977 kalacaktır. 20 yıl sonra ise, yani 2059’da 4. 969 kişi kalacaktır. Bu tempoyla azalmaya devam ettiğinde asrın sonunda Bulgaristan’da ancak 3,6 milyon nüfus yaşayacaktır. BMT Ekonomik ve Sosyal Sorunlar Şubesi tarafından hazırlanan bu veriler (göçlerin 0) olduğunu dikkate alarak hazırlanmıştır. Yanı asrın sonuna kadar Bulgaristan’a gelen göçler ile ülkeden çıkanların eşit sayıda olduğu esas alınmıştır. Bu senaryoya göre asrın sonunda ülke nüfusu 4. 242 milyon olacaktır. Bu gidişle Bulgaristan nüfusu 2039’da 6milyonun, 2059’da ise 5 milyon’un altına düşecektir. Bu nüfus azalması, asrın sonuna kadar dünya nüfusunun 11 milyar olacağının hesaplandığı bir ortamda gerçekleşecektir. Nüfusun yaşlanması dünya nüfusunu olumsuz etkiliyor. Şimdi 7,7 milyar olan dünya nüfus asrın yarısında 9,7 milyar olacaktır. Bu yüzyıl dünya nüfusu Afrika’da en hızlı çoğalırken, Hindistan nüfus olarak Çin’i geçecek ve en kalabalık nüfuslu ülkeler arasında 1 numara olacak.Avrupa ve Rusya nüfusu azalmaya devam ederken 2020 yılında 747. 636 milyondan asrın sonunda ancak 629.562 kişi kalacaktır. 2019’da 146 milyon nüfusu olan Rusya Federasyonu Avrupa’nın en kalabalık ülkesidir. 21. Yüzyılın sonunda Rusya nüfusu muhtemelen 126 milyon kalacaktır.


Makale ve Analizler - 2019

85

Türkiye Cumhuriyeti 21. Yüzyılın ilk çeyreğinde 84-86 milyon nüfusla gelişirken 2058 yılında 98 milyon kişiye olaşacak. BMT’nın hazırladığı en iyimler nüfus istatistiklerine göre, Bulgarlar ‘in 2041 yılında artık 100 000 000 (yüz milyon) nüfuslu komşusu – Türkiye – olacaktır. Bulgaristan’a komşu olan ülkelerin (hiç istisnasız hepsinin) nüfusu azalacaktır. 2100 yılınca T.C.de artık 126 milyon kişi yaşayacaktır. Nüfus azalmasının nedenlerine de işaret ediliyor. 2017’deki verilere göre, bin kişide 8,7 doğum ile Bulgaristan dünyada 212’inci sırada yer alıyor. Ülkenin toplam ölüm oranı bakımından yer aldığı konum ise daha kaygı verici, zira bin kişide 14,5 ölüm oranı ile Bulgaristan 3’üncü sırada bulunuyor. Letonya, Litvanya ve Moldova’nın ardından Bulgaristan insansızlaşma bakımından 234 ülke arasında 9’uncu sırada yer alıyor. Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nın 2017’de revize edilen uzun vadeli tahmin raporuna göre, 2015’de Bulgaristan’ın nüfusu 5,4 milyon, 2100’de ise 2.4 milyon kişi olacak. 2008-2009 dönemindeki ekonomik krizin ardından geçen on yıl zarfında Bulgaristan’ı 30 yaşın altında 300 bin kişi terk etmiştir. 1989’dan beri Bulgaristan’ı toplam 3 milyon vatandaş terk etmiştir. Bunların hemen hemen üçte biri 2019’da Türkiye Cumhuriyeti’nde ikamet ediyor. Birleşmiş Milletler Teşkilatı Bulgaristan’da yaşayan etnik topluluklarla ilgili ayrıntılı bilgi yayınlamıyor. Basında yayınlanan bilgilere göre, ülkede nüfus artışında Romen ahali başı çekerken, Müslüman nüfus 1.5 milyonu bulmuştur. Yazılarımızı dostlarınızla paylaşınız. Teşekkür ederiz.


86

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Gözden Kaçan Gerçekler

Tarih: 24 Haziran 2019 Hazırlayan: Nazım ÇAVUŞ Konu: Bulgaristan’da yıllardan sonra gerçekler kabuk kırıyor. 10 Kasım 1989’da diktatör Todor Jivkov’un devrilmesinden bir hafta sonra 18 Kasım’da Demokratik Güçler Birliği (SDS) tarafından Sofya’da görkemli bir miting toplanmıştı. 3 arkadaş halk mitingine giderken. Bazı kitaplarda ilginç deliler var. Bulgaristan eski cumhurbaşkanı Jelü Jelev’in “Büyük Politika” kitabında, 1992 yılında Halk Meclisi’ne Rusya’nın birkaç kentindeki Volga (İdil) –Bulgaristan’ı örgütlerinden, Rus makamlarının soydaşlarımızın pasaportlarına Bulgar olduklarını yazması için yardım göstermemiz isteğiyle, bir mektup geldi. Yalnız bu isteniyordu. Bulgaristan halkına gönderilen bu mektubun medyada yayınlanmamasını rica ederken değil, YASAKLARKEN Sofya’daki Rusya Büyükelçisi, adeta parmakları üzerine kalktı. Rus makamlar, Rusya için bu problemin erdiğini, hiddetle bildirdi. İki devlet üzerinde ciddi bir skandal çıkmak üzereydi. 1998 yılında Bulgaristan’ın Küstendil kentinde Bulgar dilini öğrenmeden, zor zar lise bitiren Makedonya Cumhurbaşkanı, Üsküp TV’de Makedonya’nın Bulgarlardan temizlenmesi sürecinin tamamlandığını bildirdi. İlk bakışta Rusya ve Makedonya’da yapılan açıklamalar arasında fark yok gibi. Aslına bakılırsa, bu konuşmaların ikisi de yılarlar önce hazırlanan ve devamlılıkla dış ülkelerdeki politikacı ve tarihçiler ve ülkemizdeki Bulgarlığı unutturmak için uygulanan Bulgar milletinin giderek yok edilmesi planıdır. Bu planın içindeki Birinci Yalan şudur: Ata Bulgarlar Balkanlar’da Bulgar devletini, çıkış noktası Pamir Dağları eteklerinde olan, Tuna nehrini atlı akınla geçerek kurmuştur. 1987’de, Tatar Pazarcık (Pazarcık) kentinde bir düğünde, güler yüzlü, neşeli bir erkek yanıma yaklaştı ve hakikatten bir yazar mı olduğumu sordu. Dostoevski bir yazardır, ben birkaç kitap yazdım, dedim. Yanıtım hoşuna gitmiş olacak, yanıma çöktü ve traktörcüyüm, Sosyalist Emek Kahramanıyım, dedi. İlginç! Kahraman, zaman yitirmeden ikinci sorusunu sordu: Asparuh’un en önemli yanlışı nedir? Kadehine şarap doldurdu ve sorduğu soruyu kendisi yanıtladı: Asparuh’un yanlışı su engelini geçeceği yeri seçmesindedir, dedi. O, Tuna nehri yerine La Manshı geçmeliydi, diye ekledi. Hemen, neden yapmamış? Tarih dersinde dinlememiş mi?


Makale ve Analizler - 2019

87

Diye ekledim. Biz düğündeydik. Bu sohbet ancak böyle olabilirdi. Bulmacalarda sık sık rastlarız: Kadim Bulgar kavmi. Yanıtı: Dulo. Ben Dulo’nun hangi oligarşiden olduğundan ilgilendim. Bilmecelere girecek kadar uzun bir süre yaşamış – IV. Asırdan 1584’e kadar – çok uzun bir dönem hükmeden II. Hun Kavi m söz konusudur. Bu kavmin ilk temsilcilerinden biri olan Atila, Avrupa’yı ezmiş geçmiş. La Mansha kadar gitmiş, ama atlayıp geçmeye gerekli hızlanma yerini bulamamış. Atila devrinde Bulgar devletinin geçici yerleşim yeri Volga (İdil) Ural bölgesiymiş. Bugünden geri sayım yapılmış olsa, bu gerçek 35 bin yıldır böyledir. İstila çeteleri Pamir’e (ve başka yerlere) kadar uzanıyormuş. Atila’nın soyundan olan Kan Kubrat’ın küçük kardeşi Şambat Kiy, Dulo ülkesi – Duloba – devletini günümüz Doğu Avrupa’sının merkezinde kurmuştur. Avrupalı kardeşlerim sakin olunuz, o devirde bu topraklarda başka devlet olmadığı gibi, birkaç bin silahlı atlı toplayabilen Çarlık kurabiliyormuş. Aynı VII. Yüzyılda ama daha sonlarına doğru, Kubrat’ın küçük oğlu, babasının Çarlığının Tuna nehri boylarını koparıp almış ve kendi Çarlığını kurmayı başarmış. Bugünkü Bulgaristan’ın kurulması, Pamir Dağlarından Tuna nehrine kadar at üzerinde koşarak gelerek değil, (bugünkü Rusya henüz yok iken) günümüz Rusya’sı topraklarında bulunan büyük bir devletin ucundan bir parçacık kopararak mümkün olmuştur. Daha sonra Bizans topraklarında Güney’e akınlar başlamıştır. İslavlarla kadim Bulgarlar arasında kan karışımı o devrin kurallarına uyularak olmuştur: İslavlar kesilip yok edilmiş, İslav Bayanlar Bulgar erkeklerle yatmaya zorlanmıştır. İslav-Bulgar devleti dedikleri böyle doğmuştur. Şimdiye kadar gizli tutulan ve halka açıklanmayan, Balkanlar’da Bulgaristan devletinin kurulması gerçeği işte budur. O devrin kuralları ve ahlakı şöyleymiş: Büyük oğlanlar babalarının tarhına oturmak için bekliyorlarmış. İktidara geçmek ve hükmetmek için can atan küçük oğullar ve kardeşler ise, etraftaki boş alanlarda yeni Çarlıklar kuruyorlarmış. Kiy’den bugünkü Kiev’in adı kalmış, Asparuh’tan kalanlar ise, bugünkü Bulgarlar’dır.


88

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Unutulan Azınlıklar

Tarih: 24 06 2019 Çeviri: Ertaş ÇAKIR Konu: İsviçre Gazetecisi Zirel Stöger Balkanları – Bulgaristan azınlıklarını yazdı. “Tred” gazetesi 15. 06. 2019/Sofya Bölgemizde yaşayan Pomaklar, Armınlar, Torbeşler, Uskoslar ve başka azınlıklar hakkında bilmediklerimiz var mı? En fazla etnik, dini ve dil azınlığı yaşayan Avrupa bölgesi, Balkanlardır. Bu insanlı hiç tanımayanlar da var. Bir çok yerde, dilleri yalnız konuşma dili olan, yazı dilleri olmayan bu azınlıkların yalnızca yaşadıkları her yerde bilinen kimlikleri var, asimile edilmeleri onların yaşadıkları topraklardan göç etmelerine ve yaşam tarzlarından uzaklaşmalarına neden oluyor. Güney Batı Makedonya’dan Müslüman Torbeşler, Kuzey Doğu Bulgaristan’da ve Bulgaristan’da İslam’ı kabul etmiş Pomaklar ya da Hıristiyan kalmış Armınları en eski nüfuslu İsviçre günlük gazetesi “ Noe Zuricher Zeitund”un yıllardan beri bölge muhabiri olan Zikel Stöger kadar iyi tanıyan biri olduğunu düşünmüyorum. O,İstriya’da Ulahlarla, Jumberak’ta Uskoslarla, bugünkü Kuzey Makedonya ‘da Arminlerle, Bulgaristan ve Yunanistan’da Pomaklarla konuşabilen tek kişi olabilir. Yolculukları esnasında harika, fakat yok olmaya mahkûm bir dünya buluyor. Sofya “Doğu Batı” yayınları yakın geçmişte onun “Balkanların Yok olmaya Mahküm Azınlıkları” başlıklı araştırma eserini bastı ve tanıttı.


Makale ve Analizler - 2019

89

Bulgar günlük gazetelerinden “Trud” eserden bir alıntı yayınladı. Yayınlanan veriler ve yazarın tespitleri Bulgar resmi yayınlarındaki verilerden çok farklıdır. Bulgarca baskının önsözünün yazar şöyle diyor: MÜSLÜMAN OLDUKLARI İÇİN AYRIŞIM GÖRÜYORRLAR. DİSKREMİNE EDİLİYORLAR. Büyük politika farklı renklerde görülüyor. Balkanların tarihi çok katlı ve tartışmalıdır. Buradaki her millet hatta her insan grubu geçmişini kendi bildiği bir biçimde anlatıyor. Balkan ülkelerinin tarih biliminde serüvenci mitler, önyargılar ve basmakalıp görüşler çok yaygındır. Bu nedenle bir dış bakış gerçeğin bulunmasına yardımcı olabilir. Benim kitabımda, tarihsel olayların, Bulgar tarih biliminde savunulan resmi görüşlerle ve kamuoyunda yaygın olan kanılarla örtüşmeyen fikirler bulacaksınız. Bugünkü Bulgar devleti topraklarındaki İslav nüfustan bir kısmının İslamlaştırılması neden ve süreçleri başlı başına bir örnektir. Resmi Bulgar istatistiklerine göre, Bulgaristan’da ya da dış bir ülkede, örneğin Kuzey Yunanistan’da yaşamalarına ve İslav Müslüman’ı olmalarına rağmen veya etnik olarak Bulgar olduklarını dikkate almaksızın, kendilerini Bulgarlardan farklı gösterebilmek için, kimliğinin Türk ya da Pomak olduğunu söyleyenler var. Bulgaristan’da bazı Pomaklar hala marjinalleştirilmiş ve gereği gibi değerlendirilmiş olmadıkları kanısındadır. Kitabımın Bulgaristan’da İslamlaştırılma ve Pomakların Bulgar toplumundaki yeri konusunda tartışma başlatmasını umuyorum. Bulgar milletinden bir parça olarak ilan edilmiş olsalar da, büyük ölçüde kendilerinin Müslüman olduklarından dolayı, ayrıştırılmış olduklarını sanıyor. Kendilerinin gerçek Bulgar olarak kabul edilmediklerini sanıyorlar. Ne ki, benim kitabında sadece Bulgaristan’daki Pomaklardan söz edilmiyor. Makedonya ve Kosova’da yaşayan, İslav kökenli Müslümanlar da konu ediliyor. Pomaklar için de olmak üzere, hepsi için karakteristik olan, çok çeşitli milli kimlikleri ve devamlı değişiklik kaydeden, öz tanımlamalardır. Batı Avrupa’da onları pek tanıyan yok, Bulgaristan’da dahi geniş kamuoyu onları yakından tanımıyor. Bu özellikle, Kuzey Yunanistan’daki Pomaklar için de geçerlidir ki, onların Bulgarlarla uzun süren yaşam beraberliği olduğu biliniyor. Torbeşler ve Goranlar hakkında yazdıklarım da Bulgar tarih biliminde yazanlarla tamamen örtüşmüyor. Kitap, Bulgaristan da dahil, Balkan ülkelerinin hepsinde yaşayan Arıman dediğimiz Ulahla-


90

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

rın İstriya’da yaşayan İsto-Romenleri ve Slovenya sınır boyunda Zagreb kentinin batısında dağlık bir bölgede, Jamburek’te yaşayan Yunan-Katolik Uskosları gibi üç Balkan Romen grubu da genel sıralamaya kazandırmış oldu. Balkanların ayrı ayrı bölgelerine bir bakış sunarken, milli devletlerin hurca köşelerinde neredeyse unutulmuş olan küçük, önemsiz azınlıklara işaret ederken şu iki hizmeti de sunuyor: Balkan tarihinden bazı ufak inceliklere bakış atıyor, bu ayrı ayrı ülkelerin politik sisteminin nasıl çalıştığını gösteriyor. Bu tespit, Bulgaristan için de geçerlidir. Bu olağan sayılmayan derinlikte, büyük politika farklı renklerde görünebiliyor. Ziril Stiger Yazar Ziril Stiger 1950’de İsviçre’nin Oberrit kentinde dünyaya geldi. Zürich ve Zagreb kentlerinde İslav Dili ve Doğu Avrupa dilleri okuduktan sonra, Moskova’da İsviçre Büyükelçiliğinde çalıştı. 1986 – 2015 yılları arasında “Noe Zuricher Zeitung” gazetesinin dış siyaset editörlüğü görevinde bulundu. Zürich’ te yaşıyor.

BULGARİSTAN POMAKLARI İbrahim Emin Kadir nasıl İvan Kadriev oldu. 28 Mart 1973’te “Kornitsa” köyünde ne oldu?


Makale ve Analizler - 2019

91

Gizli teşkilata katılma ve Ayaklanmaya iştirak etme suçundan yargılandılar. İbrahim Emin Kadir bizi “Kornitsa” köyü merkezinde boş bir mekâna götürdü. Oturduğumuz sandalyeler virandı. O, herkesin kendisini görebileceği sokakta görüşmek ve konuşmak istemedi. Köyde herkes tanışıyor. Girdiğimiz mekân önceleri dükkânmış. Şimdi tadilat olsa da, içinde çalışan yoktu. 87 yaşındaki İbrahim Emin Kadir’nin doğduğu ve halen yaşadığı köy, Kuzey Batı Bulgaristan’da, Gotse Delçev (Nevrekop) belediyesinde bulunuyor. Hava boğucu olsa da, yaşlı adamın başında yün kepe var. Bir dostu ona bira dolu plastik bir kadeh uzattı. O içkiyi acele etmeden yudumluyor, kem gözlerden uzak, içkinin keyfini çıkarıyordu. Alkollü içki aldığını kimsenin görmesini istemediğini kendine özgü bir kurnazlıkla anlattı. İbrahim Emin Kadir, Müslüman olduğunu söylüyor. Sözlerine Türk olduğunu da hemen ekliyor. Babaannesi ve dedesi Kornitsa köyüne, 1912’ye kadar Osmanlı İmparatorluğunda bulunan Kuzey Yunanistan’dan gelmişler. O, geldikleri köyün adını bilmiyor. Onun, hakikatten Türk kökenli mi olduğu pek anlaşılmıyor. Osmanlı İmparatorluğu geleneklerine uygun düşünüldüğünde, onun için de “Türk” kavramının “Müslüman” kavramıyla eş anlamlı olabilir. “Kornitsa”da yaşayanlar öncelikli olarak İslav Müslüman yani Pomak. Bu köyde cami olduğu gibi, Doğu Ortodoks dinine ait Hıristiyan da yaşadığının simgesi bir Kilisedir. İbrahim Emin Kadir Türkçe konuşmuyor, yalnız Bulgarca biliyor. Kendisine Pomak denmesini istemiyor. Annem Pomak’tı diyor. Ne ki, o gibi, babası da “Kornitsa”da dünyaya gelmiş olan bu yaşlı adam,” babam Türk’tü” diyor. Babasının Türk oluşundan gurur duyduğunu anlatıyor. Türk oluşundan o da gurur duyuyor. İbrahim Emin Kadir 28 Mart 1973 sabahı erken saatlerde köyde olanları övünür gibi anlatıyor. O sabah köylüler geleneksel işlerinden ansızın koparılmışlar. O zaman, iktidarda bulunan Komünist Partisi, Pomakların geleneksel Türk Arap isimlerini İslav Bulgar adlarıyla değiştirmeyi kararlaştırmıştır. Parti yeni isimlerle Bulgar kimliği dayatmayı hedeflemişti. Partiye göre, bu köylülerin Türk Kimliği hakkı yoktu. İbrahim Emin Kadir, Pomak olmadığı, bir Türk olduğu için yeni isimlere itiraz etti. Ona, sen Türk olduğunu nereden biliyorsun, diye sormuşlar. Türk kimlikli olduğuna kimse inanmamış. Milis (polis) karakoluna götürülmüş. Ne ki öteki köylüler de tepki göstermişler. Onlar da Bulgar ismi almayı reddetmişler, çünkü bu isimleri kabul etmek Hıristiyanlığı kabul etmek anlamına geliyormuş. Sonu sonunda onlar Müslüman’dı. Hiç biri Hıristiyan Bulgar değildi. Onlar için isim dinleriyle sıkı bağlantı halin-


92

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

deydi, İslam ise Pomakların kimliğini ve yaşam biçiminin belirlenmesinde öteden beri en önemli yer alıyordu. Fakat baskıyı şiddetlendiren komünistler, İbrahim Emin Kadir’in anlattığına göre, Kornitsa köyüne askeri birlik gönderiyor. Köye götüren tek yol kesiliyor. İbrahim Emin Kadir, “Biz özgürlükten başka bir şey istemedik” diyor. Köylüler askerlere taş attı. Askerler önce havaya, ardından da toplanan kalabalığa ateş açtı. 5 erkek kurşunlandı ve öldü, birçok kişi yaralandı. İbrahim Emin Kadir hepsini tanıyor, ölenlerden biri en yakın dostu. Konuşmaya katılan yaşlı yerlilerden biri gömleğini kaldırdı ve o zamandan kurşun yaralarını gösterdi. O da kendini bir Türk olarak tanıttı. Onun için Türk olmak çok önemli, çünkü o İslam adetlerine göre bir Müslüman Türk olarak dini törenle rahmete kavuşmak istiyor. Komünistler onların isimlerini değiştirmekle aslında Müslümanlıklarına da darbe vurarak, İslam’la bağlarını tamamen kesmek istiyorlar. İbrahim Emin Kadir kalktı. Plastik kadeh boştu. Sergi dolu meydanı yaşına göre hızlı ve elindeki bastondan pek faydalanmadan geçti. Meydanın karşısındaki anıtı mutlaka görmemizi istiyor. Levhadaki yazı: “1973 Komünist rejimin asimilasyon politikasına karşı mücadelede şehir düşenlerin anısına.” Şehit düşenler: Hüseyin Karaali; Muhammed Bagran; Salih Amidiev; Tefik Hacı; İsmail Kalör. İsimlerin üzerinde “Kalplerimizde ebediyen yaşayacaksınız!” yazıyor. İbrahim Emin Kadir’ın bir kemik bir deri olan yüzündeki derin izler gerildi, o taşlaştı, yüzünde tebessümden iz kalmadı. Bir süre içine çekildi. Dondu kaldı, sonra yılların nasırlı ellerini kaldırdı ve 5 şehit için dua etmeye başladı. “İsimlerimizi almaları bir soykırımıydı” dedi içini çekerek İbrahim Emin Kadir . Komünistler ölüleri de rahata bırakmamışlar. Onların isimleri de resmi evraklar üzerinde ve mezar taşlarında değiştirilmiştir. Bu gerçek onun yüreğini bugün de parçalıyor.1989’da komünist rejimin devrilmesinden sonra bile, 28 Mart 1973’te “Kornitsa”da olup bitenle ilgili bugün de resmi görüş farklıdır. Bazı yerlerde anlatılanlar İbrahim Emin Kadir ‘in paylaştıklarından o kadar farklı ki, insan başka bir olaydan söz edildiği izlenimiyle kalıyor. Bir defa komünistlerin hikâyesinde, kurbanlar suçlu, suçlular da kurbandır. Komünistlerin anlattıklarına bakılırsa, 1972 yılının Ekim ayında köyde gizli bir örgüt kurulmuştur. 14 Aralık 1972’de komplocular köyde yönetime el koymuşlar ve “Kornitsa”yı Türk toprağı ilan etmişlerdir. 23 Ocak 1973’te idareye el koyanlar “Kornitsa Türk Cumhuriyeti” ilan etmişler, meydanda dalgalanan Bulgar bayrağını indirerek, Türk sancağı dalgalandırmışlardır. Köy nüfusu yeni durumla razı olmadıklarından dolayı karşı koyarak, kendilerini Bulgar ulusundan bir parça olarak ilan etmişler ve is-


Makale ve Analizler - 2019

93

yancılar mukavemet gösterenlerle hesaplaşmışlardır. Bulgarlara karşı ayaklananlarla uzlaşma yolu bir türlü bulunamamıştır. Sonunda askerler, milisler ve gönüllüler “Kornitsa” isyanını bastırıp Köyün Bulgar egemenliğini yeniden tesis etmişlerdir. İsyancılar güvenlik güçlerine satırla saldırmış ve 2 milis yaralanmıştır.

Pomaklara bugün Bulgar Müslüman’ı diyorlar ve bu olaylar sırasında onlardan 3 kişi daha can vermiştir. Onları, komünist ajanı sananlar öldürmüştür. 1989’da komünist rejimin devrilmesinden sonra bile, “Kornitsa”da iyi örgütlenmiş bir anti-Bulgar isyanı patladığı ve yerli isyancıların Bulgaristan’daki resmi Türkiye temsilcileriyle sıkı bağları olduğu görüşü savunulmaya devam etmiştir. 12 Mart 2012 tarihinde “24 :asa” (24 Saat) onlain yayınında çıkan bir yazıdır. Bu yazıda da, gizli bir direniş örgütünden, ilan edilen “Kornitsa Türk Cumhuriyetinden”, Sofya’daki Türkiye Büyük Elçiliğinden isyan yönetimine emirler geldiğinden söz ediliyor. Köy sakinlerinden bir kişinin şu sözlerine de yer verilmiştir. “Biz yalnız isimlerimizi ve dinimizi korumak istemiştik.” Görüşmeler suya düşünce, güvenlik güçleri 28 Mart 1973 sabahı köyü basmış ve illegal örgütü yok etmişlerdir. İsyancılar taş atarak, bıçak ve satırlarla mukavemet göstermiştir. Ayaklanma bastırılırken 5 Pomak öldürülmüştür. İbrahim Emin Kadir’in dediklerinden çok daha fazla köylü, 80 kili Kuzey Bulgaristan’a sürgün edilmiştir. Gazetede işaret edildiğine bakılırsa, 10 kişi tutuklanmış ve yargılanmıştır. Gerekçede, gizli teşkilat kurma, isyan başlatma, sosyalist düzenin köklerini çürütme ve devlete ve toplumsal düzene karşı yazılı lanetleyen propaganda materyalleri yayma yer almıştır.


94

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Gazetede çıkan yazıda ve konuya adanan başka yazılarda İbrahim Emin Kadir’in adı geçmiyor. 28 Mart 1973’te “Kornitsa” köyünde ne olmuş olursa olsun, anlatılanların ve yazılanların hiçbirinde İbrahim Emin Kadir’in adı geçmiyor. 2015 yılının Haziran ayında Çepino semtindeki küçük evinde bizi Lidiya Asenova Hacıeva karşıladı. 1948 yılından beri Kuzey Batı Rodoplar’ın bu köyü Velingrad kentinin bir semtidir. İbrahim Emin Kadir’den farklı olarak Lidya “ben Pomak’ım” diyor. Bu özgün halk topluluğundan olmakla gurur duyduğunu gizlemiyor. 1949 yılında dünyaya gelen Lidya Asenova Hacıeva’nın adı, baba adı ve soyadı da değiştirilmiş. Türk isimleri Hüsniye Asan Hacieva imiş. 1962’de adı değiştirilirken Hüsniye 11 yaşında okula gidiyormuş ve ismi İbrahim Emin Kadir’den önce komünist rejim tarafından zorla değiştirilmiştir. Hüsniye’nin dedesi Çepino köyünde saygın bir İslam din adamıymış. Bugün çocuklarının ve torunlarının da taşıdığı Hacı soyadı ondan kalmıştır. Ziril Stiger’n “Balkanlarda Unutulan Azınlıklar” kitabını “Doğu Batı” yayınlarında bulabilirsiniz. Bizi izlemeye devam ediniz. Paylaşanız.


Makale ve Analizler - 2019

95

Kadro Yenileme Zamanı

Tarih: 25 Haziran 2019 Yazan: Mehmet ÇAKIR Konu: Hiçbir kimse türbülansa düşmek istemez. Gelip geçen seçimlerden sonra hava sanki biraz açtı. Sosyal olayların peşin yazılmış kuralları yoktur. Politik havanın tam ne zaman kararıp boşalacağını ve tam da ne zaman açacağını kestirmek zordur. Biz Bulgaristanlı soydaşlar, düşmanlıkların katmerleşmesi ve toplayan zulüm çıbanlarının patlayışı bakımından belirli bir sezinleme ve öngörü sahibi olsak da, Türkiye gerçekliği üstüne son söz söyleme olgunluğuna henüz erişemedik. Buna rağmen, 31 Mart seçimlerinin İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı kısmında aynı aday ve kurallarla tekrarlanacağı haberini alınca, “Cumhur İttifakı adayı Binali Yıldırım 6 puan farkla kaybeder” dedik. Bilemedik, fark 9 puana çıktı. Bu defa seçim günü yaklaştıkça sokaklara umut doldu. AK Partinin sakin suskunluğunu bozan sanki bir çığıydı. TV ekranlarını ve sosyal medyayı kapladı. Anlaşılamayanı açıklama seferberliği başladı. Deterjanı fazla kaçmış çamaşır gibi köpürdükçe köpürdü. Aslında 25 yıldan beri belediye başkanlığında çamaşırı olmayanların niyet ve hevesten başka yıkayacak pek bir şeyi yoktu. Kişisel durumlarından memnun, iç çelişkilerine kapanmış iktidar partisi yetkilileri kollarını sıvayacaklarına, Baş Komutan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın sahaya inmesini ve “Yenikapı” misali 5-6 milyonluk bir mitingle rüzgârın yönünü değiştirmesini beklediler. Bekleyenlerde hareketlenme gerekçesi yok gibiydi. Bu nedensiz bekleme esnasında ard arda birkaç aksi olay da oldu. Seçim tam kapı çalarken, AK Parti öz kadrolarından olan Bülent Arınç, “Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminden parlamenter sisteme geri dönülse iyi olur,” dedi. Hemen ardından, eski Cumhurbaşkanı Abdullah Güllün yine eski AK Parti Maliye Bakanı Ali Babacan’ın kuracağı Birleşik Türk Sermayesi Partisine fahri başkanlığı kabul ettiği açıklandı. Metrepol ve Anadolu sermayesinin birleşmesi Büyük Türkiye’nin kısa yolu umudunu uyandırırken, AK


96

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Parti eski Bakanı ve Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun “Anadolu’da taban parti girişimi” İstanbullu AP Partili seçmende “iç çelişkilerden biz geliyoruz” kıvılcımı çaktı. Bu arada, MHP’li Cumhur İttifakı militanları sahada geceyi gündüze katsalar da, AK Parti saflarında bir şey yapmaya gerek yok rahatlığı sürdürdüler. Manevi yıkımı gören AK Partili çıkar grupları birbirine kılıç çekmeye gecikmedi. Kabaran muhalefetin gücü küçümsendi ve doğru değerlendirilemedi. Nereden emir alacağını şaşırmış etnik Kürt seçmenden medet ummanın yanlış olduğu bilinciyle sahadan çekilirken, seçim sonuçları gecikmedi. 10 milyon seçmenin katılacağı bu seçimin anti-emperyalist niteliği ortadadır. ABD Başkanı Donald Tramp’ın Türkiye devlet ve halkının bağımsızlık iradesine kuzgun gibi çullandığı, Suriye’ye İkinci Dünya Savaşında kullandığı silahlarda daha fazla yığınak yaptığı ve devam etmektedir. PKK’ya devlet kurdurup Türkiye devlet egemenliği karşısına dikmeye çalıştığı çok gergin şu dönemde, seçmenin ideolojik ve sosyal problemleri bir yana bırakıp devletine sımsıkı sarılıp, Baş Komutan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’la saf tutması beklenirdi ve bu bekleyiş doğaldı. 31 Mart seçim sonuçları aslında bu öngörüyü doğrulamıştı. Ne yazık ki, seçimin tekrarına giderken, Cumhuriyet Halk Partisi Başkanı Kemal Kılıçtaroğlu’nun bir çok cephede birden sıcak savaş yürüttüğümüz, askerlerimizin Suriye’de silahlı mücadeleye devam ettiği bir dönemde, ekonomik sıkıntılara basarak, milli çıkarlarımızı ve ulusal huzuru bir yana itti. 2017 Ankara-İstanbul yürüyüşünde çaldığı “adalet umudu” klavyesine basıp, geçen yılın Haziran günlerinde Cumhurbaşkanı Seçimlerinde 3 kanattan dağınık hareket eden muhalefet güçlerinde, aynı kıvılcımın bu defa alevlenmesini görmesiyle tepki dalgası yükseldi. Bütün bu gelişmelerin sonunda, CHP milli bir parti olarak, Kürt vatandaşın oyunu alırken, KürtPKK teröristlerine de ebe kaldı. İhanet ve boş vaatlerle dolu 2019 İkinci İstanbul kapışmasında, kuşkusuz iktidar partisinin yedek güçleri de vardı. Balkanlı soydaş toplulukları işaret bekledi. Tek başlı bir güç oluşturmasalar da, düzgün ve disiplinli derneklerde birleşmişlerdi. Ardına kadar açık dernek kapılarından Selam verip girenler hep Ankara’dan gelen CHP militanları oldu. Şu da var, seçim olsun da AK Partisi adayını destekleyelim feryadında kendiliğinden birleşme de izlenmedi. Balkan göçmenleri ve özellikle de Bulgaristanlı soydaş topluluğu hep kabaracak dalgayı bekledi. Bu bekleyişte, aramıza inip bizi dinleyecek, anlayacak ahlaklı ve yürekli yeni biri


Makale ve Analizler - 2019

97

gönderilir umudu belirleyici oldu. Ne var ki, gelen-giden olmadı. Kimseyi suçlayamayız… 31 Mart – 23 Haziran seçimleri arasında AK Parti yetkilisi Aziz Pabuççu (Bulgaristan’da kimse kalmamış ve bu iş ona kalmıştı) seçmeni bilgilendirmek amacıyla hiç bir şey yapmazken, hep kendi kafasına göre hareket etti. 2015’ten beri bir önceki T.C. Sofya Büyükelçisi Süleyman Gökçe ile birlikte Bulgaristan Türkiye ilişkileri ve Bulgaristan’da yaşayan Müslüman Türklerin durumu ve siyasi mücadelesi gibi konularda kırdıkları seri potları azdan aza onarma işine koyuldu. Bu amaçla, yine diplomasimizi kullanıp, Ankara, İstanbul ve İzmit Siyasal Bilimler Vakfında Bulgaristan’dan 92 yaşındaki Dr. İsmail Cambaz ve imam hatipli Vedat Ahmet Hoca’ya konferanslar verdirdi. Bu şahıslardan ikisi de Bulgaristan’da komünizme karşı direniş hareketine katılmamıştır. Politik mücadele dışında kalmıştır. Konferanslarda, Bulgaristan Türklerinin hak ve özgürlük, adalet ve demokrasi davasına altını oyup çökertmekten başka hiçbir hizmeti olmayan, komünizme ve totaliter baskı rejimine hizmet edenlere öncülük eden kıdemli bir yaşlı ajan ağzından çarpıtılan gerçeklerle kafa karıştırdı. Pabuççu’nun Bulgaristan Türkleri hakkında kurguladığı çarpıklıkları aklamak için 92-yasinda ihtiyarlardan ve hiçbir siyasi ve sosyal yapıda yer almayan kişilerden yararlanarak içine düştüğü durumdan sıyrılma çabaları geniş tepki uyandırdı. “Başımıza ne geldiyse ondan geldi” diyenler de çoğalmıştı. Kitlede toplumumuzda Türkiyelilerden çekinme ve Türkiye Cumhuriyetine güven konusunda erime aldı başını yürüdü. Bu tepkilerin yeni aşaması 23 Haziran seçiminden hemen önce Çorlu’da yapılan ve A. Pabuççu’nun birinci sırada oturduğu “Göçün 30. Yılı Konferansında” yaşandı. Ev sahibi Çorlu Belediye Başkanlıydı. Büyük sayıda Türkiye ve Bulgaristan Üniversitesi temsil edildi. 19 Prof. Dr., 3-Doç.Dr., 9 Bilim Doktoru ve 7 araştırmacı yazar ve çok gazeteci katıldı. Ayrıca Üniversity of OXFORD, Massashusetts İnstitute, NYU ve Berkkey Umiversity of Kalifornia gözetimviliği olağanüstü önemlidir. Beklenenden farklı bir yaklaşımla, 140 yıldan beri dalgalı süren Bulgar zulmü sunumlarda yumuşatılırken, Bulgaristan Türklerinin rehin olarak tutulup alabildiğine sömürülerek, köle gibi ezilmelerinden söz bile edilmezken, üstüne üstelik Türk kimliği mücadeleleri üstüne susulurken, Bulgaristan Türk politik kimliği çarpıtılarak anlatılırken, aşağıdaki şekilde parçalanmış gösterilmemiz dikkati çekti:


98

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bir) Bulgaristan Türk toplumu; İki) Türkiye’de yaşayan Türk vatandaşları; Üç) Bulgaristan’da yaşayan Türk vatandaşlar (Çifte vatandaşlar); Dört) Üçüncü bir ülkede yaşayan Türk vatandaşları; Beş) Bulgaristan’da yaşayan Türk soydaşlar (Bulgaristan vatandaşları) Altı) Türkiye’de yaşamak istemeyen Bulgaristanlı Türk vatandaşlar; Yedi) Batı Avrupa, Amerika, Kanada ve Avustralya’da yaşayan Bulgaristanlı Türkler vs. gruplara ayrıldık ve Birleştirici unsur olan anadilimiz Türkçeden, dinimizden, gelenek ve yaşam tarzımızdan söz dahi edilmedi. Hak ve özgürlüklerimiz, 1989 Mayısında gerçekleşen ve 72 bin Türkün katıldığı ayaklanmamızın diktatör Todor Jivkov’u devirmesinden ve Bulgaristan’da demokrasi ve adalet devri başlatmasına da değinilmedi. Bizi hepimizi daha da parçalara bölerek dağıtmak için ellerinden geleni yapmaya devam ediyorlar. Tüm bunlar Türklüğün, Türk bütünlüğünün, tüm Türk dünyasında aynı olan Türk Kimliğinin parçalanmasıdır. Bulgaristan Türklerinin Türkiye’den ve Türk Dünyasından koparılması için yapılsa da Aziz Pabuççu her zamanki gibi Çorlu Konferansında da suskun seyirci kaldı ve tepki dahi göster(e)medi. Bunları çok yakından takip eden Bulgaristan Türkleri ve Türkiye’deki soydaşlarımızın böyle bir kişinin ardına takılıp da oy kullanmada tercih yapmaları imkânsızdı bu asla olacak bir iş değildi. Bulgaristan’da 2017 ve 2018 olaylarını kimse unutmamıştır. Onun sözüne kulak verip ardına takılan 100 bin vatandaşımız ırkçı milliyetçilerin saldırısına uğrayınca o sustu, saklandı, kayıplara karıştı, şimdi kendisini aklamaya çalışıyor ki, bu olanaksızdır. Tavrının İstanbul seçim sonuçlarına yansıması kesin kanıyı sertleştirmiştir. Aynı zamanda, son yıllarda Bulgaristan Türkleri konusunda pek bir şey yapmayanlar, becerisizliklerini Türkiye dışındaki Türk toplulukları – özellikle Bulgaristan Türklerini – önemli ve değerli bir özne olarak gören Türkiye Dış Politikasında, belirsizliklere neden olmuş, bu belirsizliklerse zaman zaman krize yol açmış gibi iddiaların ardına gizleniyorlar. Maalesef Hiçbir diplomat ve siyaset yardakçısı Bulgaristan Türkleri davasını kucaklayıcı çıkışlarıyla halkımızın gönlünde ız bırakmamıştır. Uluslararası tanınan azınlık haklarının Bulgaristan’da çiğnendiğine göz yumulan bu toplantılara aslında dış ülkelerden olayları çarpıtanlar toplanıyor.


Makale ve Analizler - 2019

99

30 yıl önce 360 bin Türkün çok kısa bir sürede evinden, işinden, çocukları okuldan, hastalar hastaneden kovulması, hatta birçok kişinin mezarlıktaki ecdadının kemiklerini bile bohçaya sararak beraberinde götürmeye zorlanması zulmün çıplaklıyla ortaya konması beklenmişti. Bu konuyu kaşıyanlar önce doktor, ardından doçent ve profesör oldular da, fakat çilemizi bir türlü anlatamadılar. Bir iki istisna dışında onlar mücadelemizde yer almadı. Etnik haklar, kolektif haklar, azınlıkların özgün hakları konusu asla işlenmedi. Pabuççu gibi yetkili geçinenler burs verip kendi kadrolarımızı yetiştirmemizi hep engelledi. Bulgaristan’da faşizm ve komünist totalitarizmin bütün vahşetiyle ayakta durduğu ve insan ve azınlık haklarının tümünden, eşitlikten, adaletten ve demokrasi nimetlerini tatmaktan yoksun, dışlanmış, ötekileştirilmiş ama sürekli asimile edilen öcüleştirilmiş azınlık toplulukları olduğuna ve onların sızılarına inilmemiştir. Bulgaristan Müslümanlarına dil yasağı başta olmak üzere baskının her türü ve en ağır şekli uygulanmaya devam ederken, Türkler bir umum yok edilmek isteniyor. Bu sorunlar dile getirmediğinden dolayı, soydaşlarımız sokakta esen rüzgâra kapılıyor ve oylar başka kümelerde toplanıyor. Büyük Atatürk’ün şu sözlerini asla unutmayalım: “Milli irade öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar, yok olur!” Seçim analizi dizimizin birinci yazısını okudunuz. Paylaşırsanız memnun olurum. Teşekkürler.


100

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Futbol Maçı Gibi Seçim Таrih: 28 Haziran 2019 Yazan: Dr. Ertaş ÇAKIR / Tekirdağ Konu: Aklın yol gösterici sesi.

AK partinin Türkiye’de siyaset mühendisliğini yok ettiğini siz de benim kadar işitmişsinizdir. Ben 23 Haziran 2019 İstanbul seçimine kuş bakışı yaptım. Çünkü muhtar sürüsü, ilçe belediye başkanı ordusu olmayan, Büyük Şehir Kurmaylığında da azınlık olan bir başkanın, önümüzdeki 4 yılda bir şey yapabileceğine inanamıyordum. Tekirdağ’dan baktığımda İstanbul’u hep bir deniz gibi görmüşümdür. 16 milyon damlası olan Boğaz çizgisiyle ikile bölünmüş bir deniz. Bu şehir başka bir halkın metropolü olsaydı, Avrupa ve Asya kısmı Belediye Başkanlıkları, iki tarafın Başkanı ve meclis tarafından özel yetkilerle donatılmış bir BÜYÜK BAŞKANI olmasının iyi olacağını düşündüğüm olmuştur. Kişisel düşüncem hiç önemli olmayabilir. İstanbul’un Rumeli Başkanlığı ve Anadolu Başkanlığı olsaydı, bu seçimde oluşan iki ruhsal burgaçtan biri Avrupa kısmında, ikincisi de Anadolu tarafından döner uzar ve yaşanan futbol maçı serseriliği, belki bütün şehirde yaşanmaya bilirdi. Ben, bu seçimin birinci ve ikinci turunu da 80-100 km uzaktan seyrettikten sonra, Türkiye Cumhuriyetinin içinde olduğu gibi, dışında da, bir “üst akıl” olduğuna ve bu aklın başka işi yok gibi, gün boyu algoritmalar kurduğuna, entegral çözdüğüne ve bize telkin edilenlerle hepimizi zorladığına inanır oldum. Sunulan örneklemelerden bazılarına birlikte bakalım: Kenar uzunlukları eşit (kare) bir havuz düşününüz. Sağ tarafı çayırı menekşeli, sol tarafı da ısız bir kumsal. Soru: Bu eşkenar dörtgenin “A” noktasından karşı “C” noktasına, birinci kişi soldan, ikincisi de sağdan yürüse, hangisi daha erken ulaşır? Cevaplar: a) Genç olan. b) Yaşlı olan ve c) eşit zamanda. Ön kanı yaratma ve halkı yönlendirme sihirbazlarının genç seçmene telkin etmek üzere hazırladıkları ikinci soru ise şudur: “Futbolcu ne zaman emekli olur?” Cumhur İttifakı adayı Sayın Binali Yıldırım Beyin doğum ile ölüm arasındaki yolun büyük bir kısmını almış biri olduğu dikkate alınarak hazırlan-


Makale ve Analizler - 2019

101

mıştır bu sorular. Bu sorular Mayıs ve Haziran aylarında İstanbul sokaklarında beslendi. Bastonlu yaşlılar her sabah beleş kahve-çaya davet edildiler. Kahvaltı sofralarına toplananlara “Ah şu yaşlılık ve baston derdi olmasa” ile nutukları dinletildi. Psikologlar belirli yaştan sonra emeklilerin çalışmamasını gerekçelendirdi. Ruh değiştirme ustaları her köşede ilk aşk şarkıları dinletti. “Hayat öyle bir hareketler bütünüdür ki, ona karşı direnmek, fazla zorlamak, zıddı olan ölümü doğurur.” Metinli peçeteler masalara dizilmişti. Büyük bir zorlama yaşandı. Bu seçimde geleneği kesip, yeni tohum çatlatmak isteyenler, 31 Mart gecesi bildirilen “pat” haberine çok sevinmişlerdi. Ben hayatımda bir “olmamış” işe, bu kadar gürültü koparıldığını, milyarca lira masraf edildiğini daha önce görmemiş işitmemiştim. Bir yandan sivri biber fiyatı 50 kuruş zam gördü diye feryat edenler, milyarları kirli su kanalına akıtırken bayram ettiler. Bu ikiyüzlülüğün ardındaki gerçek şuydu: “Üst akılın” mayaladığı toprakta çatlamasını beklediği tohum uyandı ama sürmedi. Bu hiç kimsenin vicdanına, çıkar hesaplarına ve beklentilerine bağlı bir şey değildi. Bu işlerin akıl hocası oldukları bilinenler döviz kurları, iflas, pahalılık, sıkıntı üreten sıkıntılar ve daha neler neleri piyasaya sürüp eski güvenli ortamı çürütebilmişler ve umutları yeni bir varoluş biçimine yönlendirmeyi becermişlerdi. Bu yeni biçiminin sloganı ”her şey çok güzel olacaktı.” Bu umut birdenbire rehber ve ölçü oldu. Genç oyuncunun yaşlı ağabeyini değiştirmesi, “A” noktasından “C” noktasına daha erken varması ve hatta daha ikinci karşılaşmada gol atması bir kesin inanç oluverdi. Şöyle algılayabiliriz. Arzu insanların zihninde var olur da, ancak bir insan tarafından hissedilir ama aynı şey aynı zamanda hissedildiğinde sel oluşturur, meydanları doldurur, seçim sandığı patlatır ve değişiklikler başlatır. Bu olayın ikinci aşaması, tohumun gözden kaybolması ve onun yerine filizin geçmesidir. Filiz ile daha önceki tohum arasında mücadelenin başlamış olmasına işarettir burada. O andan başlayarak filiz tohumu besleyen besini, ortamı kendisine alır. Tohum ve tohumla beraber umut besleyişi çürür. Görüyorum, 3 gün önce, 16 milyonluk şehirde karanlık açıldı. Bu filizden ağaç olur mu, olsa bile meyve verir mi, bu meyvelerden bize düşer mi, ilk meyvesini kaç yıl sonra verir, meyve vermezse kessek, kışlık odun olur mu sohbetleri başladı. Onlar kendilerinden uzaklaşan filizi hala kendilerinin sanıyorlar. Üstelik daha Mazbatasını almadan “Habertürk TV” de sevilen gazeteci Bayan Didem Arslan karşısına oturan Ekrem İmamoğlu, “güzel olacak” coşkusundan sıyrılmış, gerçek hayata bakışıyla, hayattaki çelişkileri hissedi-


102

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

şiyle ve “top verilirse kapıya çakarım” havası estirince, tohumun filize geçiş acısından doğan belirsizliği herkese yaşattı. Top verilmese gol atamayacak mı sorusu dolaştı. Futbol üstüne yazılmış birçok doktora tezi okuma imkânım oldu. Brezilya milli takımını 1958, 1962 ve 1970’te 3 kez dünya birinciliğine taşıyan, dünyanın emsalsiz futbolcusu, efsane Pele’nin ökçe dolamasıyla 5 metre öne atığı topla kapıcılara taç çıkartması akıllardadır. FİFA anketlerine göre, 20. Yüzyılın futbolcusu olan Diego Marodona ile daha genç kuşaktan Ronaldino’yu karşılaştırmanın ne kadar zor olduğunu ilgiyle satır aralarından okumuştum. O tezlerde olursa olur, olmadıysa ne yapalım ya da kader böyleymiş veya fıtratında yokmuş gibi tümcelere rastlamadım. İçsel enercinin hünerle kanatlanıp uçtuğunu devamlı hissettim… Sporda futbolcunun yerini futbolcu alır ya yıldız olur parlar ya da kırmızı kart beklemeden çekip gider gerçekliği vardır. Ne ki, gözünü bize dikmiş ” üst akılın” öne ittiği futbolcudan başarılı belediyeci ve yeni şişirilen balonlardaki yazılara göre, politikacı olur mu? Beklemek zorundayız. Pratiği önceden yargılayamayız. 23 Haziranda yaşananlar, hayat üstüne düşüncelerimi etkiledi. Doktora tezi yazıp bilim yapmak başka, hayatı izah etmek başka! Kanıma göre, esas olan, doktora tezlerindeki kaynaklar ve onlardan yapılan alıntılardır. Hayatın her an değişen açıklığı ve kuvveti var ki, bunlar her şeye her an niteliksel değişiklikler kazandırıyor. Yazımın başında 16 milyon damladan oluşan bir deniz dedim İstanbul için. Bir an için 16 milyon damla değil, aynı yere yığılmış 16 milyon buğday tanesi ve onların şu sıcakta kızışmasını düşünelim ve istemesek de yaşanacak olan müthiş patlamayı. Bu olsa, patlama, alevlenme, geniz yakan dumanda boğulma kaçınılmaz olu. Neden mi? Çünkü hayatta en büyük aksakal doğanın kendisidir. Dayatmalar, tuzaklar, “üst akıl” oyunları yalnız toplumsal alanda geçerlidir… İyi ki bu seçimde bu yaşanmadı. Demek istediğim İstanbul denizinde beliren ve biri sola, ikincisi sağa dönen burgaç çarpışmadı. Döndüler döndüler dindiler. Sanki elektik kesildi. Güçleri bitti. İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı seçimini daha çok yazacağız. Çünkü biz Tekirdağlılar Büyük şehrin sabah gölgesindeyiz. Dost ve düşman herkesle Paylaşınız. Okuyanlara teşekkür ederim.


Makale ve Analizler - 2019

103

Türk Ordusu 2228 Yaşında

Tarih: 28.06.2019 TÜRK KARA KUVVETLERİ TARİHÇESİ CUMHURİYET DÖNEMİ ÖNCESİ TÜRK KARA KUVVETLERİ

Kara Kuvvetlerinin kuruluş tarihi olarak, Büyük Hun İmparatoru Mete Han’ın tahta çıkış tarihi olan M.Ö. 209 yılı esas alınmıştır. İlk kez Mete Han tarafından M.Ö. 209 yılında kurulan düzenli Türk Kara Ordusunda sayı itibarıyla 10.000 atlıdan oluşan en büyük birlik, “Tümen” olarak adlandırılmış, tümenler binlere, binler yüzlere, yüzler onlara ayrılmış, her birinin başına Tümenbaşı, Binbaşı, Yüzbaşı ve Onbaşı rütbelerine sahip birer komutan görevlendirilmiş ve aşağıdan yukarıya doğru emirkomuta zinciri içerisinde birbirine bağlanmıştır. Mete Han ile tarih sahnesine çıkan bu teşkilatlanma modeli günümüze kadar uzanan yelpaze içerisinde hüküm süren diğer Türk devletleri ile süregelmiş, özellikle Göktürkler, Uygurlar, Selçuklular ve Osmanlılar döneminde Türk Ordusu dünyanın sayılı ordularından birisi olmuştur. 1040 yılında Dandanakan Meydan Muharebesi’nde Gaznelileri yenerek bağımsızlığına kavuşan, 26 Ağustos 1071 Malazgirt Meydan Muharebesi’nde Bizanslıları yenerek, Anadolu’yu yeni bir Türk yurdu yapan Büyük Selçuklu Devleti’nde, Kara Kuvvetlerinin teşkilat ve eğitimi sağlam esaslara bağlanmıştır.


104

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Büyük Selçuklu Devleti’nden sonra, Anadolu Selçukluları ve Mısır Türk Memlukları da mükemmel ordular meydana getirmişlerdir. 1299 yılında kurulan Osmanlı İmparatorluğu hızla büyüyüp güçlenmiş bu güçlenmeye paralel olarak da , 1363’den itibaren Anadolu dışına çıkan Osmanlı orduları; batıda Sırpsındığı, Kosova, Niğbolu, Varna, İstanbul’un Fethi ve Mohaç; doğuda Çaldıran, Mercidabık ve Ridaniye muharebelerinde büyük zaferler elde etmişlerdir. Osmanlı ordusunun teşkilatlı bir şekilde ortaya çıkışı ise, Sultan I inci Murat zamanında olmuştur. Tarihte ilk süvarili ordu olma niteliğini taşıyan Osmanlı Ordusu, önceleri yalnızca Atlı Akıncılardan oluşmakta iken, daha sonraları yaya birliklerin de katılmasıyla Yeniçeri Ocağı adı altında sürekli bir yapıya dönüştürülmüştür. İmparatorluğun yükseliş dönemlerinde elde edilen zaferlerde Yeniçeri Ocağı önemli rol oynamıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun gerileme devri ile birlikte etkinliğini yitiren Yeniçeri Ocağı, 15 Haziran 1826’da başlayan Yeniçeri Ayaklanmasının bastırılmasını müteakip kaldırılmıştır. Bu ordunun yerine ‘Asakiri Mansure-i Muhammediye’ adı ile yeni bir ordu kurulmuştur. Bu gücün temelini “Kol” adı verilen taburlar oluşturmuştur. Yine bu teşkilat devresinde; 1834 yılında orduya komuta edecek subayları yetiştirmek amacıyla, ‘Mekteb-i Harbiye-i Şahane’ adıyla Kara Harp Okulu açılmıştır. Tanzimat Fermanı’ndan 4 yıl sonra, 1843’te, yeni bir düzenlemeye gidilerek, beş yıllık hizmet süresine tabi personelle oluşturulan beş ordu kurulmuş ve 1848 yılında yapılan bir değişiklikle ordu sayısı altıya çıkarılmıştır. Mekteb-i Fünun-u Harbiye-i Şahane olarak adlandırılan Harp Akademisi, 20 Temmuz 1848 yılında İstanbul’da kurulmuştur. Diğer yandan, bu dönemde askerî okullar da çoğaltılmış ve lise seviyesinde askerî okullar; 1845 yılında İstanbul ve Bursa’da, 1846 yılında Edirne ve Manastır’da, 1847 yılında Şam’da, 1872 yılında Erzurum’da ve 1875 yılında Bağdat’ta açılmıştır. Bunlar Harp Okulunun öğrenci kaynağını teşkil etmiştir. Bu askerî liselerden sadece İstanbul’da bulunan Kuleli Askerî Lisesi eğitim öğretimine devam etmektedir. İkinci Meşrutiyetin ilanıyla birlikte, idari alandaki yeniliklere paralel olarak, ordu teşkilatında yeni bir düzenleme yapılmak suretiyle silah ve malzeme miktarı artırılmış ancak, Trablusgarp ve Balkan Savaşları nedeniyle ordudaki gelişmeler sekteye uğramıştır. Bunun hemen arkasından girilen 1’inci Dünya Savaşında Galiçya’dan Yemen’e ve Kafkaslara kadar uzanan cephelerde kısmi başarılar kazanan


Makale ve Analizler - 2019

105

Türk Ordusu, Çanakkale Zaferi ile tarihe adını altın harflerle yazdırmıştır. Değişik cephelerde elde edilen başarılara rağmen, 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Mütarekesi’nin ağır hükümleriyle karşı karşıya kalmıştır. Mondros Mütarekesi’nin hükümlerine göre, vatan sözde galip devletler tarafından küçültülmüş, kara kuvvetlerinin mevcudu indirilmiş, silahları elinden alınmış, vatan toprakları işgal edilmiştir. Türk Ulusu, işgalleri tanımayarak direnişe geçmiş, memleketin her tarafında oluşan gönüllüler ve milis grupları faaliyet göstermeye başlamıştır. Dağınık hâlde ve küçük birlikler şeklindeki unsurların çabaları ile arzu edilen başarıları sağlamanın mümkün olamayacağını gören Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları, düzenli ordunun kurulması için 1920 yılı ortalarından itibaren çalışmaya başlamış, sonuçta Batı Cephesi Komutanlığı teşkil edilmiştir. Tüm olanaksızlıklara rağmen büyük güçlükler altında teşkil edilen bu ordu sayesinde I inci ve II nci İnönü Savaşları ile “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır, o satıh bütün vatandır” parolası ile Sakarya Meydan Muharebesi kazanılmış, 26 Ağustos 1922 tarihinde Yunan ordusuna karşı başlatılan Büyük Taarruz ve devamında Mustafa Kemal Paşa’nın bizzat Başkomutan sıfatıyla yönettiği Başkomutanlık Meydan Muharebesi büyük bir zaferle sonuçlanmıştır. Bozguna uğrayan ve kaçan düşmana karşı Mustafa Kemal Paşa’nın 1 Eylül 1922 tarihinde “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!” diyerek verdiği emri ile düşmanın 9 Eylül 1922 tarihinde denize dökülmesi sağlanmış ve Anadolu işgal edilmekten, Türk Ulusu ise esaret altına alınmaktan kurtarılmıştır. Böylece vatanın bütünlüğü ve Türk devletinin kayıtsız ve şartsız istiklali bütün dünya tarafından tanınmıştır. Kara Kuvvetleri Birlik Sembolü * 4 adet büyük yıldız; Kara Kuvvetleri Komutanlığının seviyesini, * Bordo zemin üzerine ay yıldız; Türk Milletinin emrinde olunduğunu, * Kılıç ve meşe yaprağı çelenk; Kararlı ve güçlü Kara Kuvvetlerini,


106

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi) * Atatürk Silüeti; En büyük Komutan olan Atatürk’ün Kocatepe’deki sembolünü, * Defne yaprakları; “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” ilkesini, * 16 adet küçük yıldız; Tarihte kurulmuş 16 Türk Devletini, * M.Ö. 209 rakamı; Kara Kuvvetlerinin kuruluş yılını temsil eder. CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK KARA KUVVETLERİ

Atatürk’ün önderliğindeki Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda kazanılan zafer sonunda, Türk Kara Kuvvetleri, Cumhuriyet Döneminin başında ikişer tümenli dokuz kolordu ve üç süvari tümeninden oluşan üç ordu müfettişliği hâlinde teşkilatlandırılmıştır. 1923-1939 Dönemi: Kurtuluş Savaşından sonra; memleket içinde kalan silah, araç, gereç ve donatım toplatılmıştır. Gerekli olanların ıslahı yapılarak ordunun kuruluş ve kadrosuna katılmıştır. Sürekli gelişen silah ve malzeme teknolojisini izleme, inceleme ve muayene için, bir ‘Fen ve Sanat Dairesi’ kurulmuştur. 16 yıl içinde; ordunun tüm giyecek ve diğer levazım ihtiyaçları ile silahlı kuvvetlerin donatım malzemesi, millî fabrikalarda yapılacak hâle gelmiştir. Kara Kuvvetlerinin silah ve malzemesini tamir ve ıslah için, Ankara’da askerî fabrikaların temeli atılmış ve faaliyete geçirilmiştir. 1934’te Lüleburgaz’da ilk tank birliği kurulmuştur. 1936 yılında Kara Harp Okulu ve Harp Akademisi yeniden öğrenime başlamıştır. 1939-1945 Dönemi: 1939 yılı, Türk Silahlı Kuvvetlerinin ve Kara Kuvvetlerinin gelişimi açısından önemli bir yıldır. İkinci Dünya Harbi tehlikesi Türkiye Cumhuriyeti’nin de kapılarını çaldığından, ihtiyaçların seferi kuruluşa göre karşılanması gerekiyordu. Bu maksatla çeşitli safhalarda aşağıdaki faaliyetler gerçekleştirildi. • Kara Kuvvetlerinin seferi duruma geçmesi ve seferde teşkil edilecek tümenlerin kurulmasıyla, barıştaki 10 olan kolordu sayısı, 15’e çıkarılmıştır. • Paraşüt birlikleri teşkil edilmiştir.


Makale ve Analizler - 2019

107

• Batı Anadolu’daki birlikler takviye edilmiştir. • Doğu sınırlarımızdaki birliklerimiz takviye edilmiştir. • Doğuda ve batıda iki cephede de yeterli derecede kuvvetli olabilmek için, bütün sınıflar silah altına alınarak, eksik bulunan muhabere ve istihkâm birliklerinin, zırhlı tugayların ve ölçme alaylarının kadroları takviye edilmiştir. Barışta bütçe yetersizliği nedeniyle teşkil edilememiş, ağır makineli tüfek bölükleri, koşulu ve çakılı topçu bataryalar ve nakliye kolları kurulmuştur. 1945-1952 Dönemi: 1949 yılında Kara Kuvvetleri Komutanlığı kurulmuştur. Bu tarihe kadar, ordu komutanlıkları harekât ve eğitim yönünden Genelkurmay Başkanlığına, personel ve lojistik destek bakımından ise Millî Savunma Bakanlığına bağlı bulunuyorlardı. 1950 yılından itibaren ise Kara Kuvvetleri Komutanlığı, bütün sınıf okulları ve eğitim merkezlerini bünyesine almıştır. 1950 yılında Kore Harbi’nin çıkması üzerine Kara Kuvvetlerinden bir Tugay büyüklüğünde bir kuvvet, Birleşmiş Milletler Ordusu’na katılmak üzere Kore’ye gönderilmiştir. 1952-1992 Dönemi: Türkiye 1952 yılında NATO üyesi olmuştur. Türkiye’nin NATO’ya üye olmasından sonra Kara Kuvvetlerinin bütün sınıfları NATO standartlarına göre modern silah ve teçhizat ile donatılmıştır. Hava savunma topçu birlikleri kurulmuş ve Nike füzeleri ile tedarik edilmiştir. 1957 yılında Kara Havacılık Okulu kurulmuştur. 1966 yılında, Ankara’da 4’üncü Kolordu Komutanlığı kurulmuştur. 1974 yılında Kıbrıs Barış Harekâtı icra edilmiş ve Kıbrıs’ta kolordu seviyesinde Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığı kurulmuştur. 1975 yılında İzmir’de Ege Ordu Komutanlığı kurulmuştur. Bu dönem içindeki diğer gelişmeler ise şunlardır: • Eğitim Komutanlığının Teşkili (1985): •25 Temmuz 1985 tarihinde Kara Kuvvetleri Eğitim Komutanlığı kurulmuştur. Kara Kuvvetleri Eğitim Komutanlığının adı 1994 yılında Kara Kuvvetleri Eğitim ve Doktrin •Komutanlığı olarak değiştirilmiştir • Lojistik Komutanlığı Teşkili (1988):


108

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Kara Kuvvetlerinin lojistik faaliyetlerini modern harbin gereklerine uygun olarak daha rasyonel ve etkili bir şekilde yürütmek amacıyla; Kara Kuvvetleri Karargâhı ile ordu ve bağımsız kolordular arasında icracı bir komutanlık olan Lojistik Komutanlığının kuruluşu 1988 yılı sonunda tamamlanmıştır. • Hudut emniyeti: 10 Kasım 1988 tarih ve 3497 sayılı ‘Kara Sınırlarının Korunması ve Güvenliği’ hakkındaki Kanun gereğince, kara hudutlarının korunması görevi Kara Kuvvetleri Komutanlığının sorumluluğuna verilmiştir. • Tatbikatlar: 1986 yılından itibaren, komutanların ve birliklerin muharebe ortamında iki taraflı harekâtta bulunmalarını sağlamak, kıta sevk ve idare eğitim seviyesini yükseltmek maksadıyla, her yıl bir ordu bölgesinde Mehmetçik tatbikatlarının icrasına başlanmıştır. 1992-2010 Dönemi: 1990 yılında Varşova Paktı’nın çöküşü ve SSCB’nin dağılmasıyla dünyada güç dengeleri altüst olmuş ve belirsizlikler ortamına girilmiş, soğuk savaş dönemi sona ermiştir. Bu kapsamda; büyük birçok devlet ordularını küçültüp sayıca daha az, fakat daha etkin ordular oluşturmaya başlamışlardır. Bu dönemde; Türkiye’ye yönelik tehditler, Avrupa Konvensiyonel Kuvvetler Antlaşması (AKKA)’nın getirdiği sınırlamalar, Kara Kuvvetlerinin zafiyet sahaları dikkate alınarak; • Geleceğin muharebe ortamına uyum sağlayabilecek, • Hareket kabiliyeti ve ateş gücü yüksek, • Düşmanı derinlikten itibaren tespit, teşhis ve tanıma imkânı olan, • Gece muharebe etme yeteneğine sahip, • Beka kabiliyeti yüksek, • Elastiki ve çok maksatlı kullanıma imkân veren, • Yeterli büyüklükte, • Sevk ve idaresi kolay, • Personel tasarrufuna imkân sağlayan ve etkili bir seferberlik sistemine dayanan, • Tabur, tugay, kolordu ve ordu kuruluşlarını esas alan bir kuvvet yapısı hedeflenmiştir. Bu kapsamda tümen teşkilatı yerine , birlikler tugay şeklinde teşkilatlandırılmış ve kolordulara bağlanmıştır. Ayrıca, hareket kabiliyeti ve ateş gü-


Makale ve Analizler - 2019

109

cünü artırmak maksadıyla; tugaylar ağırlıklı olarak zırhlı ve mekanize birlikler hâlinde teşkil edilmiştir. Keşif, gözetleme ve hedef tespit imkânlarının artırılması maksadıyla, 2007 yılından itibaren; Ordu Komutanlıkları kuruluşuna Taktik ve Mini İnsansız Hava Aracı Sistemleri (İHAS)nin yer aldığı İnsansız Hava Aracı Tabur, Bölük ve Takımları,Tugay ve Alay Komutanlıklarının kuruluşuna Mini İnsansız Hava Aracı Sistemleri Timleri ilave edilmiştir. Merkezi yetenek havuzlarının oluşturulması kapsamında Muhabere Elektronik Bilgi Sistemleri Birlikleri yeniden yapılandırılmış Ordu Komutanlıklarında Muhabere Elektronik Bilgi Sistemleri Alay Komutanlıkları teşkil edilmiş ve Elektronik Harp Birlikleri Muhabere Elektronik Bilgi Sistemleri Alay Komutanlıkları kuruluşlarına dâhil edilmiştir. Lojistik Yönetim Sistemi (LYS) projesi ile ikili ikmal ve üçlü bakım sistemine geçilmiştir. Bu kapsamda Kara Kuvvetlerinin lojistik teşkilatı; Kara Kuvvetleri Karargâhından, Tabur/Müstakil Bölük seviyesine kadar her kademede yeniden yapılandırılmıştır. Kimyasal Biyolojik Radyolojik Nükleer (KBRN) birlikleri 1997 yılında yeniden teşkilatlandırılmıştır. Hava savunma sınıfının, topçu sınıfından ayrılarak ayrı bir sınıf hâline getirilmesi 4185 sayılı Yasa ile kabul edilmiştir. Buna paralel olarak hava savunma birlikleri yeniden teşkilatlandırılmış, Topçu ve Füze Okulu bünyesinde kurulan Hava Savunma Okulu, 1998 yılında Çekmeköy Kışlası’na taşınmıştır. 2008 yılında Konya’ya konuş değiştirmiştir. 1999 yılında, Ankara’da faaliyete başlayan Kara Kuvvetleri İstihbarat Okulu, 2003 yılında lağvedilerek TSK İstihbarat Okulu ile birleştirilmiştir. 2010 yılına kadar K.K.K.lığına bağlı olarak faaliyetlerine devam eden TSK İstihbarat Okulu bu tarihten itibaren Genelkurmay Başkanlığına bağlanmıştır. Eğitim ve öğretim faaliyetlerini hâlen, Ankara’da sürdürmektedir. Kara havacılık birliklerinde tek elden emir komuta tesis etmek ve seferde uygulanacak komuta yapısına barıştan itibaren geçmek maksadıyla; 15 Ağustos 2003 tarihinde, Kara Havacılık Komutanlığı kurularak K.K.K.lığına bağlanmıştır. İstihkâm birlikleri 2006 yılında yeniden yapılandırılmıştır. Bu kapsamda; 1’inci Ordu ve 2’nci Orduda İstihkâm Alayı, 3’üncü Ordu ve Ege Ordusunda İstihkâm Taburu seviyesinde istihkâm yetenek havuzları teşkil edilmiştir. 2007 yılında Sınıf Okulu ve Eğitim Merkezi Komutanlıkları ile Eğitim Tugay Komutanlıkları Kara Kuvvetleri Eğitim ve Doktrin Komutanlığına bağlanmıştır.


110

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yurt içinde olduğu kadar yurt dışında da Türk Silahlı Kuvvetlerini en iyi şekilde temsil eden Türk Kara Kuvvetleri, barışı destekleme harekâtlarına bugüne kadar önemli katkılarda bulunmuş ve bulunmaya devam etmektedir. Bu kapsamda Türk Kara Kuvvetleri aşağıdaki uluslararası harekâtlara katkıda bulunmaktadır. • Bosna Hersek’te icra edilen ALTHEA Harekâtı kapsamında; BM Güvenlik Konseyi’nin kararına istinaden ilk olarak 04 Ağustos 1994 tarihinde Alay seviyesinde birlik ile harekâta katılmıştır. Bu tarihten itibaren Alay/ Bölük seviyesinde değişen birlikler görevlendirilmiştir. • 13 Temmuz 1999 tarihinden itibaren; Kosova’da meydana gelen çatışmaların engellenmesi maksadıyla Kosova Gücü (KFOR) Harekâtına katkı sağlamak amacıyla Kosova’da Alay/Bölük seviyesinde değişen birlikler görevlendirilmiştir. • Uluslararası Güvenlik ve Yardım Kuvveti (UGYK) Harekâtı kapsamında 16 Ocak 2002 tarihinden itibaren Afganistan’a Tugay/Bölük seviyesinde değişen birlikler görevlendirilmiş, 2011 yılına kadar geçen süre içerisinde de Türkiye iki defa Uluslararası Güvenlik ve Yardım Kuvveti liderliği, iki defa da Kabil Bölge Komutanlığı liderliğini üstlenmiştir. Hâlen Kabil Bölge Komutanlığı liderliğini 3’üncü defa yürütmekte ve Tugay seviyesinde birlik ile katkı yapılmaktadır. • Türkiye, BM Lübnan Geçici Kuvveti (United Nations Interim Force in Lebonan – UNIFIL) Harekâtına 20 Ekim 2006-01 Eylül 2013 tarihleri arasında bölük seviyesinde birlik ile katkı sağlamıştır. Sonuç olarak; Türk Kara Kuvvetleri, “Türk Birliğinin, Türk Kudret ve Kabiliyetinin, Türk Vatanseverliğinin Çelikleşmiş Bir İfadesi” olan Silahlı Kuvvetlerimizin bir parçası olarak her zaman yüce milletimize layık olma azmi ve kararlılığı içinde ve onun emrinde olmanın şeref ve gururunu taşımaktadır. Türk Silahlı Kuvvetleri Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın kuruluş yıl dönümü dolayısıyla özel bir video hazırladı. Sosyal medyadan paylaşılan videoda kahraman Türk askerinin mücadelesi yansıtılıyor. “Şanlı tarihimizin şahidi, nice zaferlerimizin mimarı, her zaman asil milletimizin emrinde ve görevinin başında olan Türk Kara Kuvvetlerimizin 2228’inci kuruluş yıl dönümü kutlu olsun.” başlığıyla yayımlanan videoda, kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri askerlerinin mücadelesi gözler önüne seriliyor.


Makale ve Analizler - 2019

111


112

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

ATATÜRKÜN YAVERİNDEN BİR ANI Hazırlayan: Murat ULUTÜRK

ladı.

Gazi M.Kemal, çiftliğinde dolaşırken oldukça yaşlı bir kadına rast-

Atatürk attan inerek bu ihtiyar kadının yanına sokuldu. – Merhaba nine. Kadın Ata’nın yüzüne bakarak hafif bir sesle; – Merhaba dedi. – Nereden gelip nereye gidiyorsun? Kadın şöyle bir duralayıp; – Neden sordun ki, dedi. Buraların sahabisi misin? Yoksa bekçisi mi? Paşa gülümsedi. – Ne sahibiyim ne de bekçisiyim nine. Bu topraklar Türk milletinin malıdır. Buranın bekçisi de Türk milletinin kendisidir. Şimdi nereden gelip nereye gittiğini söyleyecek misin? Kadın başını salladı. – Tabii söyleyeceğim, ben Sincan’ın köylerindenim bey, otun güç bittiği, atın geç yetişdiği, kavruk köylerinden birindenim. Bizim muhtar bana bilet aldı trene bindirdi, Angara’ya geldim. – Muhtar niçin Ankara’ya gönderdi seni? – Gazi Paşamızı görmem için. Başını pek ağrıttım da… Benim iki oğlum da gavur harbinde şehit düştü. Memleketi gâvurdan gurtaran kişiyi bir kez görmeden ölmeyim diye hep dua ettim durdum. Rüyalarıma girdi Gazi Paşa. Bende gün demeyip muhtara anlatinca, o da bana bilet aliverip saldi Angara’ya, giceleyin geldimdi. Yolu neyi de bilemediğimden işte ağşamdan belli böyle kendimi ordan oraya vurup duruyom bey. – Senin Gazi Paşa’dan başka bir isteğin var mı? Kadının birden yüzü sertleşti. – Tövbe de bey, tövbe de! Daha ne isteyebilirim ki.. O bizim vatanımızı gurtardı. Bizi düşmanın elinden gurtardı. Şehitlerimizin mezarlarını onlara çiğnetmedi daha ne isteyebilirim ondan? Onun sayesinde şimdi istediğimiz gibi yaşiyoz. Sunun bunun gâvurun köpeği olmaktan onun sayesinde kurtulmadık mı? Buralara bir defa yüzünü görmek, ona sağol pa-


Makale ve Analizler - 2019

113

şam demek için düştüm. Onu görmeden ölürsem gözlerim açık gidecek. Sen efendi bir adama benziyon, bana bir yardım ediver de Gazi Paşa’yı bulacağım yeri deyiver. Atatürk’ün gözleri dolu dolu olmuştu, çok duygulandığı her halinden belliydi. Bana dönerek; – Görüyorsun ya Gökçen, işte bu bizim insan-imizdir… Benim köylüm, benim vefalı Türk anamdır bu dedi. Attan indim. Yaşlı kadının elini tuttum anacığım dedim, sen gökte aradığını yerde buldun, rüyalarını süsleyen, seni buralara kadar koşturan Gazi Paşa yani M.K.Atatürk işte karşında duruyor. Köylü kadın bu sözleri duyunca şaşkına döndü. Elindeki değneği yere fırlatıp Atatürk’ün ellerine sarıldı. Görülecek bir manzaraydı bu. İkisi de ağlıyordu. İki Türk insanı biri kurtarıcı, biri kurtarılan, ana oğul gibi sarmaş dolaş ağlıyorlardı. Yaşlı kadın belki on defa öptü Ata’nın ellerini. Ata da onun ellerini öptü. Sonra heybesinden küçük bir paket çıkarttı. Daha doğrusu beze sarılmış bir köy peyniri. Bunu Atatürk’e uzattı; – Tek ineğimin sütünden kendi ellerimle yaptım Gazi Paşa, bunu sana hediye getirdim. Seversen gene yapıp getiririm. Paşa hemen orada bezi açıp peyniri yedi. Çok beğendiğini söyledi. Sonra birlikte köşke kadar gittik. Oradakilere şu emri verdi; -” Bu anamızı alın burada iki gün konuk edin. Sonra köyüne götürün. Giderken de kendisine üç inek verin benim armağanım olsun.” Bu yazıyı okurken duygulanan veya ağlayanlar varsa, hala umut var demektir…


114

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Hayata Renk Veren Adalettir

Tarih: 29 Haziran 2019 Yazan. Dr. Nedim BİRİNCİ Konu Belediye başkanı seçiminden sonra başlayan durulma Sosyal işlerde meydana gelen abartılı gelişmeler her zaman aklıma şunu getirir. Tecrübe olmadan, yalnız aklı kıyasla hakikate ulaşma mümkün olamaz. Yalnız vaatlerle ya da umut saçarak çok büyük hatalara yol açmak kaçınılmazdır. Her karışıklıklar yeni olaylara gebedir. Aranan hep adalettir. Ve adalet kavgası her gün yeniden doğar ve kızışır. Bizim kafa kafaya verip yanıt aramaya ve ter dökmemize gerek yok. Deliorman’ın ıhlamur kokan bahçelerinde kiraz vişne atıştırırken Bulgaristan gerçekliğine ayna tutarak üstatlarımızdan şair Habil KURT şöyle demiş: SUÇSUZ SUÇLU Alevi içimden çıkararak Tanyerini ağartarak Geçtim karanlığın içinden İtiraf ederim çok korktum Duracak diye zaman Bitmeyecek o çirkin oyun Suçsuz halde suçluydum Kimliğimi çalan onlardı Kabahatlı ben oldum.

İşte böyle bir olay dolaşıverince hayatımıza, ayıkla ayıklayabilirsen 30 yıl pirinci taşını. Her büyük olayın öncül ve ardıl darbeleri, tepki ve yankıları olur. Bizimki de ceset gibi ortada kaldı. Gerçek suçlulara kalem kıracak ve mezar kazacak kimse yok. İstanbul’da Büyük Şehir Belediye Başkanı seçimi oldu. Olay çok şişirildi. Bir mega olay gibi gösterildi. Oysa İstanbul bir dünya şehri olarak 566 yıldan beri Türk valiler, kadılar ve Belediye Başkanları tarafından


Makale ve Analizler - 2019

115

idare edildi. İki kıtayı bağlayan inci şehrin ilk valisi Hızır Çelebi (Hızır Bey) dir. Amerikan Hukuk Fakülteleri araştırmacıları iki dünya imparatorluğuna (Bizans ve Osmanlı) başkent olan bu şehirde Belediye Başkanlarının aldığı her kararı, mahkemelerde görülen her davaya ilişkin kararları didik didik inceleyip yeni ADALET anlayışını oluşturmaya çalıştılar. Dünya hukukunda ADALET anlayışının temeli olan bir örnek, araştırmacıları fazlasıyla etkilemiştir. Olay şudur: İstanbul’un fethine bizzat kayılmış, Eskişehir doğumlu, Fatih Sultan Mehmet’in sırdaşı ve yoldaşıdır. Tarihe İstanbul’un ilk Belediye Başkanı olarak geçmiştir. Meşhur Nasrettin Hoca’nın torunu olan Hızır Bey, zekâsı ve çalışkanlığıyla kısa zamanda birçok dini ve fenni ilimde âlim olmuştur. O yıllarda Belediye Başkanı aynı zamanda Şehrin Yüksek Kadısıdır. (Yargıcıdır.) Hızır beyin ününü bugünlere taşıyan birçok olayın arasında, birisi adeta efsaneleşmiştir ve sizin için özel seçtik. FATİH’İN ELİNİN KESİLMESİNE KARAR VERİYOR İstanbul`u fetheden Fatih Sultan Mehmet, fethin üzerinden yaklaşık on sene sonra cami inşasında kullanılacak iki mermer sütunu Sinan Atik isimli Rum mimara (bazı kaynaklarda bu mimarın ismi Khristodoulos olarak geçer) teslim eder ve yeni kurulacak cami kubbesinin Ayasofya Kubbesinden büyük olmasını buyurur. Fatih Sultan Mehmet, yeni yapılan camiyi görünce “Kubbesi Ayasofya’dan daha büyük olsun…” emrine neden uyulmadığını sorar. Mimar; büyük bir depremde caminin yıkılacağından korktuğu için kubbesini Ayasofya’dan daha küçük yapmak zorunda kaldığını ve bu yüzden sütunları kestirdiğini söyler. Fatih, mimarın hem Ayasofya’yı (emrine rağmen) özellikle kayırdığını düşündüğü için hem de kendinden izin alınmadan böyle bir işe kalkıştığı için “Mermer sütunları kesen ellerin bileklerinden kesilmesi” emrini verir… Mimar Atik Sinan, bunu özellikle yapmadığını “Hesaplarına göre Ayasofya’nın kubbesinden daha büyük bir kubbenin, ilk depremde yıkılacağını” düşündüğünü söyler ama emir büyük yerdendir ve geri dönüşü yoktur. Fakat çevresindekilerin de cesaretlendirmesiyle, mimar haklılığına olan güvenini daha da bir pekiştirir ve “İstanbul’u fetheden, fatihler fatihi, Padişah Fatih Sultan Mehmet”i mahkemeye verip hakkını aramak için Kadı Hızır Bey’e şikâyet eder…


116

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bizzat Fatih Sultan Mehmet tarafından atanmış, Osmanlı adaletini simgeleyen Kadı Hızır Bey, mimarı dinleyip dava açılması için haklı sebep olduğuna kanaat getirir ve Fatih Sultan Mehmet’in mahkeme edilmesine karar verir… Fatih mahkemeye gelir ve duruşma başlar; Fatih Sultan Mehmet çok büyük bir insan olabilir ama emrindeki birini mahkeme etmeden cezalandırmıştır. Karşı taraf savunmasını yapar, mimar gerekçelerini açıklar ve kadı kararını verir: Fatih Sultan Mehmet suçlu bulunur ve kendisi de mimara uyguladığı cezayla yani elleri kesilerek cezalandırılacaktır… Bunu duyan Mimar Atik Sinan kulaklarına inanamaz ve kadıya yalvararak şikâyetini geri çeker. Kadı, bunu göz önünde bulundurarak cezayı maddi tazminata çevirir ve mimara yüklü bir miktarda para verilmesine karar verir… Evliya Çelebi`nin aktardığına göre, karardan sonra Fatih, çıkardığı demir sopayı kadıya göstererek; “Eğer sen Allah`ın hükmünü uygulamayıp, elimi kesmeye beni mahkum etmeseydin bununla başını paramparça ederdim” der. Kadı Hızır Bey de sakladığı kamayı çıkararak cevap verir: “Sen de benim hükmümü kabul etmeseydin, ben de bununla seni delik deşik ederdim” der. *** Bunları düşünürken ve hele Sayın Habil Beyin “Suçsuz Suçlu” şiiri bilgisayarıma düşünce, İstanbul Büyük Şehir Belediye seçimlerinde yeni Başkan Sayın Ekrem İmamoğlu’nun OTOBÜS ÜSÜNDEN tek sesli konuşmalarında yaşanan bir tektonik depremiydi, volkanik deprem mi oldu, çöküntü depremi mi yaşadık yoksa bir sosyal zunami mi oldu sorusuna yanıt aramaya koyuldum. Sonra birden bire, Yeni Başkan İmamoğlu’nun Hoca, imam ve müftü dualarına ihtiyacı duyduğunu gördüm ve irkildim. Ben bu olayın Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıştaroğlu’nun Haziran 2017 ADALET YÜRÜYÜŞÜ artçı tepkisi olduğunu düşünmüştüm. Çünkü İstanbul gibi bir şehir tesadüf sonucu, şans eseri, dua ve tövbe edilerek yönetilemez. Mega şehrin yönetim sırrı ADALETTİR. Geleceğe renk vermenin adı da ADALET… Bizi izlediğiniz için teşekkür ediyoruz. Paylaşırsanız memnun olurum. Teşekkür ederim.


Makale ve Analizler - 2019

117

Tekirdağ Bulgaristan Göçmenleri Derneği Pikniği

Tekirdağ Bulgaristan göçmenleri derneği Başkanı Kemal ÖZTÜRK Tekirdağ Muratlı ilçesinde piknik ve Bulgaristan Türklerinin 89 göçünün 30.yıldönümünü andılar. Öncelikle açılış konuşmasını Başkanımız Kemal ÖZTÜRK yaptı ardından Muratlı Belediye Başkanı daha sonra biraz gec de olsa etkinliğimize gelen Çorlu Belediye başkanı da bir konuşma yaptılar. Konuşmacılar özellikle 1989 göçünü unutmamaları unuturmamalarını gerketinin altını çizdiler. Ardından konuşmacı olarak davet edilen gazeteci araştırmacı yazar ve aynı zamanda BULTÜRK Derneğnin Genel Başkanı Rafet ULUTÜRK’e söz verildi. Çok güzel bir ortamda çoluk çocuk ailece geldikleri güzel bir ortam ve güzel bilgiler verildi. 500 kişilik bu piknikte herkes doyasıya elendiler. Ayrıca Rafet ULUTÜRK’ün yazmış olduğu kitaplar da çok ilgi gördü. Kitaplar bedava yazarın imza töreni ile gelenlere dağıtıldı. BULTÜRK Gazetesi de gelenlere dağıtıldı. Başkanımız etkinliğimize Katılan tüm dostlara tek tek teşekkür etti. artık her yıl bu etkinliğimiz gelenek haline geleceğini bildirdi ve boylece sonuna gelmiş olduk.Kemal ÖZTÜRK Konuşma yaparken Muratlı Belediye Başkanımız Nebi TEPE Katılanlar: Muratlı Belediye Başkanı Nebi TEPE (Smolyan-Bulgaristan) Çorlu Belediye Başkanı Ahmet SARIKURT (Varna-Bulgaristan) Gagauz Derneği Başkanı Necdet ERTUĞRUL; BULTÜRK Genel Başkanı Rafet ULUTÜRK Tekirdağ ve Çorludan gelen tüm dostlarımıza teşekkür ederiz. Elame ÇAKIR BG Haber Not: Rafet ULUTÜRK’ün konuşması: https://www.bghaber.org/bghaber/ bulgaristan-gocmen-dernegi-tekirdag/


118

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bulgaristan’dan Kovulmamızın 30. Yıldönümü

Tekirdağ: Tarih: 30 Haziran 2019 Rafet ULUTÜRK: POLİTİK KONUŞMA 360 BİN TÜRKÜN BULGARİSTAN’DAN KOVULMASININ 30. YILDÖNÜMÜ Sayın Başkan, Sayın Belediye başkanım. Değerli siyasi parti ve STK Başkanları ve temsilcileri, Çok Değerli konuklar, Kıymetli hemşehrilerim, Öncelikle beni buraya davet eden Tekirdağ Bulgaristan Göçmenleri derneği Başkanı Kemal Öztürk’e huzurunuzda teşekkür ederim. Bizler Türklüğün meyvası olan Orta Asya Bozkırlarından yola çıkarak Anadoludan önce Türkleşen Rumeli-Balkan yarımadasına ulaşanlarız, Bu toprakları Türk Dünyasına katan Evlad-ı Fatihaların torunlarıyız. Bizler Tunadan akarak Deliorman, Dobrucayı geçerek Koca Balkanı aşarak Pirin, Rodop dağlarına ulaşanlarız. Birçok türkülere hikâyelere romanlara ve manilere konu olan Rodop insanının ayrılmaz parçası nazlı yâri Arda boyundan kıvrım kıvrım akarak Anadoluya doğru hızla ilerlediği Akıncılar yurdundan kucak dolusu selamlar getirdim.


Makale ve Analizler - 2019

119

Bulgar devletinin silah gücüyle ata-vatanımızdan atılmamızın, hayatımızın en acı gününün 30. Yıldönümünü birlikte anmaya, acı paylaşmaya, dert yanmaya, ufuk açan Büyük Yeni Türkiye ile hep beraber gurur duymaya, yürek kabartmaya toplanmış bulunuyoruz. Birlik ve beraberlikte, sağ sağlım olmamızı, kutluyorum. Tarih açısından kısa, ama bir insan ömrününse yarısı olan bu 30 yılda, Allahımıza şükürler olsun ki, Büyük Türk halkına ve devletimize, hepimizi birlikte bağrına basan ANAVATANIMIZA ki, yaralarımızı pansuman edebildik. Sızılarımız savdı. Fakat öfkemiz asla dinmeyecek, vatan sevgimiz asla sönmeyecek, kaybettiğimiz her karış toprak yeniden ve ebediyen bizim olana kadar mücadelemiz devam edecektir. Gördüğünüz üzere Türkiye Cumhuriyeti büyüdükçe taşıyor. Bir asırda 8 milyondan 82 milyona ulaştık. Asrın sonunda bütün Avrupa nüfusu, Balkanlarda her devletin nüfusu azalırken, Bulgar bütün azınlıklarla beraber 2 milyon 400 bin kalırken, Büyük Yeni Türkiye 129 milyon olacağız. Özlediğimiz, sevdiğimiz, arzu ettiğimiz her şey kendiliğinden doğal olarak bizim olacak…. Kardeşlerim hepinize, İstanbul- Bayrampaşa’dan, 10 bin üyesi olan Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği BULTÜRK yönetimi ve üyelerinden, Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi – BGSAM yönetiminden, sayısı 145’e ulaşan, aylık “Bulgaristan Türklerinin Sesi” BULTÜRK gazetemizin ekibinden. Ayrıca artık sayıları 55 olan BGSAM aydınlatma kitaplarımızın yayınlanmasında emeği geçen tüm arkadaşlarımızdan en içten, en kalpten selamlar, sağlık ve başarı temennileri ile sizleri selamlıyorum. Anavatana gelip yerleşmemizin 30. yıldönümünü böyle sıcak bir ortamda anmak, dertleşmeye olanak yaratmak, örnek ve özendiren bir girişim oluyor, övgüye layıksınız. Büyün umutlarınız gerçek olsun. Burada Başkanımıza bu fırsatı bize verdiği için tekrar teşekkür ediyorum. Üzerinde yılların yorgunluğu olan umut dolu çağrışımlı bakışlarınızda, başka soydaş ortamlarında da gördüğüm derin çizgilerin parlaklığını görüyorum. BULTÜRK olarak biz, 2002’den beri İstanbul’da örgütlü ve bilinçli bir DERNEKÇİLİK BAYRAĞI dalgalandırıyoruz. 1950 muhacirlerinin, 1960-70 göçmenlerinin İstanbul–Çemberlitaş’ta başlattığı ve geliştirdiği edebiyat, sanat, kültür dernekçiliğinin, gazeteci şair Mehmet Çavuş ve İsmet SEVER etrafında toplanan dernek geleneğinin bizler devamıyız.


120

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

1989 öncesi Bulgaristan göçmenleri dernekçiliğe ancak, şair yazar etkinliği olarak bakarken, BULTÜRK bu dar çemberi kırdı. En basit soydaş sorunlarından, en karmaşık olanlara, siyasete, kültüre, eğitim, edebiyat, Türk Kimliğine kadar kanat açtı. Tüm olaylara dayatılanlardan nitel olarak faklı içerik getirdik ve çabalarımıza devam ediyoruz. Biz göç etmedik. Kovulduk da geldik. Biz turist değişiz soykırıma uğradık. Biz, İslamlaştırılmış Bulgar değiliz kültürel soy kırıma uğrayan, devlet terörü gören, asimile edilen Müslüman Türkleriz. Biz Bulgar halkından bir parça değil, Türk ulusundan, Türk Dünyasından kopmaz ve ayrılmaz bir bütünüz. Maddi varlığıyla birlikte manevi varlığına, diline, dinine, geleneklerine, alfabesinden atasözlerine, fıkralarından edebiyatına saldırılmış, kasetleri, ploçalar toplamış kırılmış, şarkı türkü söyleyenlerimizin ağzına kelepçe vurulmuş çok ezilmiş değil hep yaşam boyu ezilmiş ama yine de teslim olmamış, dayanmış ve dirilmiş mert bir etnik halk topluluğuyuz. Biz özelliklerimizle güzellik, vasıflarımızla güçlüyüz, alicenap ve cesuruz, bileği bükülmez bir milleriz. 1989’da vatanımızdan devlet terörüyle sökülüp sınıra yığılmamızın bir soykırım olduğunu uluslararası 7 toplantı ve konferansa konu ettik. Anadilimizin, okullarımızın, Türkçe derslerimizin, özgün halk sanatımızın, halk kültürümüzün, geleneklerimizin, adetlerimizin, Türk yaşam tarzımızın yasaklanmasının bir “kültürel soy kırım” olduğunu dünyaya duyurabilmek amacıyla 5 uluslararası sempozyum düzenledik. Bulgaristan’dan araştırmacı yazar ve tarihçileri, ilgilileri davet ettik. Geldiler. Tartıştık. Ata-vatandan kovuluşumuzu anlatan kitap sergileri, zulmün resim sergisini, “Belene” ölüm kampı fotoğraf sergisi düzenledik. Kahramanlarımızı öğrencilerle buluşturduk. Başımıza gelenlerin unutulmaması için elimizden geleni bugün de yapıyoruz. “Bghaber.org” günlük aktüel Bulgaristan haberleri ve yorum sitemiz var. 600 bin tıklayanımız okurumuz var. Sizlerden de Sayın fizik tedavi uzmanımız Ertaş Çakır, öğretmenlerimiz, okul müdürü ve Aksakallımız şair Galip Sertel, Silistre’de yaşayan kıdemli şair Naim Bakov yayınlarımıza devamlı katılıyorlar. Ak Kadınllı (Dulovo) milli şairlerinden Bayramalı edebiyat sayfamızdan hiç inmedi. Yattığı yer nur olsun. Onlar ruhumuza kanat oluyorlar. Hepinizin önünde kendilerine teşekkür ediyorum. Eli kalem tutan Bulgaristanlıları yaratıcı kardeşlerimize kapımız her zaman açıktır. Her satırınıza, her sözünüze muhtacız. Siz her bakıma yüreklendirici öncülersiniz. Tek şartımız bu sitede sadece Bulgaristan ile ilgili yazıları yazıyoruz. Tabi ki tüm Türk Dünyası ile ilgili de yazıyoruz amma bunları Gazetemizde yayınlayabiliriz.


Makale ve Analizler - 2019

121

Bizlerden biri olan kardeşimiz hocamız Hüseyin Güntekin’de söz etmeden geçemem: Ne demiş şairimiz Yaralı Gönül kitabının Deliorman şiirinde: Göç rüzgarı bizi kastı kavurdu /İlden ile acımadan savurdu/ Ecdadımın yeri ana kucağı Deliorman/Hasretimiz özlemimiz Deliorman /Deliorman bizim öz toprağımız/ Gönül coşturan sevgi kaynağımız Unutulmayan gönül yaramız/ Büyük sevgimizsin Deliorman Birkaç şiir kitabı yayınlayan ablamız “Ezerçe’dem çıktım yola” eserinde bakın sizleri nasıl anlatıyor: “1989 zorunlu göçü sırasında Türkiye’ye sığınmış olanlar eski göçerden kat kat daha farklıdır. Öğrenim görmüş, Türk Kimlikli ve dünyayı tanıyan insanlardı hep. Bulgaristan’da faşizm ile totalitarizmi bilen ve olayları değerlendirebilen insanlardı. Her biri bilinç seviyesi yüksek kardeşlerimizdi.” Her bir Bulgaristanlı soydaşın yüksek vasıflı ve bilinçli, namuslu ve ahlaklı, ezgi görmüş ama boyun eğmemiş bir vatandaş olduğu tespitini, 6 yıl önce Ankara’da çıkan 4 ciltlik “1989 Göçü kitap Serisinde” de görebiliyoruz. İşkence görmüş, 1 asır kaynayan asimilasyon kazanında erimemiş, illegal örgütlenmiş ve isyan etmiş bir etnik Türk topluluğundan söz ediyoruz ve Büyük Atatürk’ün “Ne mutlu Türküm Diyene” sözlerini ifade etmeden devam edemiyorum. “Ne mutlu Bulgaristanlı bir Türküm diyene!” Yeniden vurguluyorum: Biz Bulgaristan Türkleri anadili, edebiyat dili, dini, sanatı, halk kültürü, folkloru, yaşam biçiminin dokusu olan, halk bilgileri, görenekleri, manevi hayat gelenekleri olan bir halk topluluğuyuz, Bulgaristan Türk azınlığıyız. Bulgaristan’da bizden başka bu sosyal ve kültürel gelişim düzeyine ulaşabilmiş başka bir azınlık yoktur. İlham kaynağımız Türkiye devletidir. Türk halkı ve Uluslararası Türk Kimliği ve birliğidir. Bulgaristan’da bugün Türkler, Pomaklar, Romenler Çingeneler, Ulahlar, Makedonlar, Tatar, Gagavuzlar, Çerkezler, Ermeniler ve Yahudiler toplam 11 azınlık var. Şu an en kalabalık nüfus henüz Bulgar’da. Birleşmiş Milletler tahminlerine göre, 2040’ta Bulgarların sayısı Çingene nüfustan daha az kalacak. AZINLIKLAR MEMLEKETİ BULGARİSTAN’ da toplam 12 azınlık olacağız. Aynı kaynak, Birleşmiş Milletler NÜFUS BÜROSU geçen hafta 2 100 yılına ilişkin anket sonuçlarını açıkladı.


122

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Asrın sonunda, Bulgaristan nüfusu 2 milyon 400 bin kalıyor. Bulgarlar, azınlıkların azınlıklardan biri kalacak. “Etme komşuna, gelir başına!” O zaman bütün kavgalar yeniden başlayacak. Bu söylediklerim büyük bir gerçektir. Bulgaristan’da yaşayan nüfusun içinde Biz Türklerden başka, soy kabuğundan çıkmış, ümmetten sıyrılmış, Türk kimliğini bulmuş ve milliyet aşamasından geçip MİLLET zirvesine ulaşmış bir halk topluluğu, anadili, yazı dili, edebiyat dili, dini, zengin halk gelenekleri ve bütünlenmiş kültürü olan, dayanacak geçmişi olan, bir azınlık yoktur. Bulgaristan’da, 1989 göçünde hırpalansak da, bugün de MİLLET OLGUNLUĞUNA erişmiş tek azınlık biziz. Şu sözlerimi çok iyi dinleyiniz, bu tespitlerimiz olağanüstü önemlidir. Bulgarlar yalnız bizimle değil, kendilerine en yakın ve aynı dinden olan Makedonlarla bile milli MİLLİ MENSUBİYET konusunda TARİH, DİL VE etnik ve kültürel KİMLİK KONUSUNDA, anlaşamıyorlar. Katolik Ulahları 1920’lerde, Doğu Ortodoks Hıristiyan yaptılar, hepsine kiliseden doğum kâğıdı verdiler. Olayın üstünden tam100 sene geçti, şimdi ULAHLAR imza toplamışlar “idari ve hukuksal” olarak, yaşadıkları Vidin, Vratsa ve Montana illerinin Romanya’ya bağlanmak istiyorlar. Yani Bulgar ulusundan bir parça olduklarını kabul etmiyorlar. Aynı olayı Karasu (Mesta) ırmağına, Pirin Dağına kadar uzanan ve Yukarı Cuma (Blagoevgrad) ve Köstendil illerinde yaşayan Makedonların milli kimlik arayışında da izliyoruz. Otonomi isteyen tutuklanıp içeri atılsa da, Strazburg İnsan Hakları Mahkemesi hepsini saldı. Yeni Üsküp hükümeti, Makedonya’da yaşayan Bulgar kimliğini tanımak için, önce Bulgaristan’da yaşayan Makedon milli kimliğinin tüm haklarının tanınmasında ısrar ediyor. Çelişkinin sivri dikenleri büyüyor, bunalım derinleştikçe derinleşiyor… Gagavuzlarla Tatarlardan kurtulduk diye sevinenler çok. Ermeni ve Yahudiler de sayıca az ve isteklerini yerine getiriyor. Bulgar kurumlarındaki müdürlerin veya müdür yardımcılarının isimleri hep YAN ‘la biter. Bulgaristan’da kalan, yukarıdaki azınlıklardan hiç istisnasız hiç birinin kendi alfabesi, dolayısıyla yazı dili, dolayısıyla yazılı edebiyatı, kendi kültürü ve dini yoktur. Demek oluyor ki, eriyen Bulgar nüfusa Bulgaristan’da iktidar ortaklığı yapabilecek Türklerden başka bir milli azınlık kimliği yoktur. Cahil insanlarla hükümet kurulmaz, ortaklık hiç olmaz.


Makale ve Analizler - 2019

123

Çingenelere, Pomaklara, Ulahlara ve Makedonlara kendi yazı dillerini geliştirme imkânı tanınmamıştır. Tüm azınlıklar, iktidar böreğinden pay istemesinler diye kör cahil bırakılmıştır. Buna tepki gösteren 3 milyon vatandaş bugün yurt dışındadır. Bulgaristan’ı terk etmişlerdir. Öte yandan, 1944’e kadar Çar diktatörlüğü, 1989’a kadar da totaliter komünist diktatörlüğü yaşayan Bulgaristan’da etnik azınlıklar arasında POLİTİK KİMLİĞE yükselebilmiş Türklerden başka bir etnik azınlık da gösterilemez. Gerçekçi olmamız gerekirse 20. Yüzyılda Bulgar halkı Türklerle ve diğer Müslümanlarla hoşgörülü işbirliği, yardımlaşma ve birlikte devlet olma imkânlarını kaçırdı. – 1929’da Bulgaristan Türklerinin Birinci Milli Kongresi Sofya’da toplandığında böyle bir imkân belirmişti. – 1934 Askeri Darbesi ve Çar III. Boris diktatörlüğü ortak iktidarda birleşme yolunu kesti. – 1956’da Todor Jivkov BKP yönetimini ele geçirmezden önce ikinci defa böyle bir fırsat belirmişti, o da kaçırıldı. – 1958’den sonra Türk azınlığın kültürel haklarını budama politikası iki milleti birbirinden uzaklaştırdı. – 1990’da sonra ortaya çıkan sınırlı ve kontrollü demokrasi koşullarında 140 yıllık tarihimizde ilk kez Halk ve Özgürlük Partisinin politik kimliğinde buluştuk. – 2001’de Simyon Saks-kobur-gotski ve 2005’te Sergey Stanişev hükümetlerine katılabildik. Onun da bedeli anadil, edebiyat dili, zorunlu Türkçe dersleri, okullarda Bulgaristan Türkleri kültür ve tarihi, din dersleri, örf ve adet dersleri isteklerinden, Türk Milletinden kopmaz bir parça oluşumuz gerçeğinden vazgeçip, Bulgar milli kimliğinden bir parça olduğumuzu kabul etmemiz şart koşuldu. Böylece, Hak ve Özgürlük Hareketi yönetiminin ve özellikle hainlerin başı Ahmet Doğan’ın “Bulgar Etnik Modeli” 2015’te tamamen çökene kadar devam etti. Hak ve Özgürlük davamız sizin, bizim, hepimizin ortak davamızdır. Ahmet Doğan gibi liderlerin hainliği geçicidir. Politik bilince yükselen halk, kendi liderini kendisi yaratır. Yaratmalıdır. Yaratacaktır. Hukuksal kimlik kavgamızın içinde Pomak kardeşlerimizin yeri ve rolü olağanüstü büyüktür. Şehitlerimiz yan yana yatıyor, anıtlarımız ortaktır. Dinimiz, davamız, mücadele ve tarih sayfalarımız ortaktır.


124

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ne yazık ki, ağır baskı ve terör rejimi koşullarında, Pomak sözünü ağzına alan Türk öncülerin sürgünde ve zindanda çürütüldüğü yıllarda, biz Pomak kardeşlerimize sarılamadık. Onlarla omuz omuza yürüyemedik. 1972’de Nevrekop’a bağlı “Kornitsa” köyünde Türkiye Cumhuriyeti ilan edip Minarede ve muhtarlıkta ay yıldızlı bayrak dalgalandırdıkları o kutsal günde, sabah namazını birlikte kılamadık, selamlaşamadık, bayramlaşamadık. Borino madencilerinin kurşunlandığını da nice yıl sonra öğrendik. Fakat bu demek değildir ki, biz Bulgaristan Türkleri daha 1913’te Pomak köyleri basılırken, minareler yıkılırken, camiler kilise ilan edilirken ve fesleriniz toplanıp yerine kalpak geçirilirken, acıları sizinle birlikte yaşamadık. Sizler 100 yıl geleneklerinizi koruyarak Müslüman kimliğinizi korudunuz. 1913’te Büyük Atatürk öncülüğünde Pomak kardeşlerimizin Türk isimleri ve ibadet hakları geri alındı. 1934’te Paşmaklı (Smolyan’da) isim değiştirme ve ibadet haklarımızı kısıtlama kampanyaları yeniden başladı. Türk isimli Pomaklara ve camiye giden Pomaklara okul ve iş yok, dediler. 1942’de Çar Boris hükümeti Pomak Kimliğini yasaklayan kanun çıkardı. 1945’te haklar yine iade edildi ama 1964’te Todor Jivkov Pomak köylerini tankla kuşattı, bastı, ama birbirine örülen Pomak kardeşlerimizin Müslüman ruhunu kıramadı, geri püskürtüldüler. 1972’de Karasu (Mesta) boyu Barı Rodop köyleri kuşatıldı. Kornitsa, Vırbitsa, Satovça gibi köylerde direniş 3 ay sürdü. Pomak kardeşlerimiz Dağa çıktı. Şehitler verdi. Tutuklananlar içeri atıldı. Yüzlerce aile sürgün edildi. Fakat hak ve özgürlük, insan hakları, adalet, etnik kimlik davası asla sönmedi. 1989’da isim ve din hakları yeniden iade edildi. Burada 100 yıl şanlı ve kanlı Kimlik Davası yürüyen bir halktan söz ediyorum. Yaşananları anlatırken zorlanıyorum… 1962 ve 1982 yıllarında isim ve kimlik değiştirme kampanyası Müslüman Çingene kardeşlerimizi sardı. Çalışanlar işten çıkarıldılar. Süründüler. Dayandılar. Bulgar isimleri ancak resmi evraklarda kaldı, artık 3. Kuşak asla kullanılmıyor. Gettolar Çingene’ce ve Türkçe konuşuyor. Bu sene Bulgaristan 7 Çingene ayaklanması yaşadı. Filibe’nin Voyvodino köyünde,Gabrovo’da Çingene evleri yakıldı. Blogoevgrada bağlı Gırmende Çingene Mahallesi, Varna Mensura’da Çingene mahallesi yıkıldı. Çingenelerin barınma koşullarını iyileştirmek için gelen 7 milyar 800 milyon Euro 10 yılda dağ evi, deniz evi, konuk evi, konak saray oldu ve hukuksuz Bulgaristan’da meydana gelen oligarşi yerleşip yaşıyor. Denizde köşklü, Sofya’da Saraylı Büyük Çingenelerin de yüzkarası Ahmet Doğan’dır. Bu, başlı başına bir konu, bir başka buluşmamızda, açarız, dertleşiriz.


Makale ve Analizler - 2019

125

Yukarıda anlattıkların totaliter komünist rejimin gece saldırılarıydı. Köyler, evler, mahalleler hep gece basıldı. Karşı çıkanlar gece dövüldüler. Yaralıları hastaneler almadı. Sakatlar ortada kaldı. En kötü olan da, Güney Doğu ve Batı Rodoplar’da, Makedonya’da sınır köylerine yazılı izinsiz giriş çıkışlar yasaklandı. Konu komşunun cenazelere toplanması, mevlit yapması, Cuma namazları yasaklandı. Baskı ve terör azmıştı ki, Türkiye ile mektuplaşmak yasaktı, mektuplar okunuyordu. Askerlerin eve Türkçe mektup yazması, otobüslerde, çarşıda Türkçe konuşmak yasaklandı, Türkçe konuşana 5 leva ceza kesildi. Bugün artık mitinglerde Türkçe konuşanlara 2500 leva ceza kesiyorlar. Davalar Strazburg’a İnsan Hakları Mahkemesine gidiyor. Çocuklarımızın kreşlerde ve okulda Türkçe tek kelime konuşmasına müsamahaları yok. Biz orada rehin gibiyiz. Bu gerçeği anlatırken, aklıma hep Bulgarların kullandığı “500 yıl Osmanlı esareti” saçmalığı ve Bulgar folklorunda bir koro türküsü olan “Mari Mariya” gelir. Mariya bir köylü genç kızdır. Sarkıntılık yapmak isteyen bir Türk askeri kafasına taş vurarak öldürür. Olayı devlete anlatır. Mahkemeye düşer. Davaya avukatsız çıkar. Eğırı oturan ama doğru karar veren KADI, kızı haklı bulur ve serbest bırakır. Olay efsaneleşmiş ve şarkılaşmıştır. “Kole” ve “esir” olduklarını anlatanlar nasıl avukatsız davaya çıkar ve dava kazanır. Bunun dünyada örneği varmıdır çıksın biri bunu söylesin bize. Yok kardeşlerim yok. Bu gün Sofya ilinde –Sofya Mahkemesinin Osmanlı Arşivleri açıldı – Bulgarlar 1700 mal mülk davası açmıştır. Kölenin dava açma hakkı nerede görülmüştür. Amerikan zencilerinin tarihini okumalarını kendilerine tavsiye ederim. Şu da unutulmasın, III. Bulgar devletinde ırk ayrımı, etnik ayrışım da 1879’da Tırnova Anayasasıyla başlamıştır. Bu Anayasa’da, Çingene nüfusa seçme ve seçilme hakkı dahi tanınmamıştır. Biz T.C.’de artık 1 milyonu açtık. Bulgaristan’da 650 binimizin Bulgaristan seçimlerinde oy kullanma hakkı var, ama seçilme hakkı yok. Soruyorum: Bu bir ayrım, haksızlık, milliyetçilik ve ırkçılık değil midir? Geçen yüzyılın ikinci yarısında sinsi terör ve etnik asimilasyon ve maneviyat olarak hepimizi yok etmeyi amaçlayan eritme politikası çığ gibi üzerimize gelirken, birçoklarımız hep, “Biz Türk’üz bize bir şey olmaz”, “gelir geçer” demişti. 24 Aralık 1984 sabahı köylerini saran asker, jandarma, sivil polis ve partili kendini bilmezler ablukasını yarıp geçen HÜRRİYET ARAMAYA


126

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

YÜRÜYEN Sütkesiği, Kayloba, Mleçino’lu kardeşlerimize otomatik silahlardan ateş açıldığında, 17 aylık Türkan bebek annesinin sırtında öldürüldüğünde Türklüğümüzü savunma mücadelemiz başladı. III. Bulgar devleti tarihinde 1984-1989 Bulgaristan’da İç Savaş yaşandı. Saldırgan tanklarla, zırhlı araçlarla, askerle, berelilerle, milis ve sivil polisle ve gönüllü sürüleri, hergele takımı ve komünist sapıklar, her Türk köyüne, her camiye, her tekkeye, her Türk evine, her ahıra ve samanlığa girerek 1877-78 Osmanlı Rus İmparatorluğu savaşını tamamladıklarını, Bulgaristan’da Müslüman-Türk yerinden oynattıklarını ilan ettiler. 1984’te sadece 3 ayda resmi rakamlarla 1 milyon 360 bin Türkün ismi, baba adı ve soyadı değiştirildi. 5 sene süren bu iç savaşta 200’den fazla şehit verdik, 37 şehidimize anıt dikilmiştir. 12 500 kardeşimiz tutuklandı, MVR- zemin katlarında dayaktan geçirildi, sakat kaldılar, tutuklular yargısız, suçsuz hapse atıldılar, 160 kardeşimize ölüm cezası kesildi, 517 aydınımız – hoca, imam, öğretmen, okul müdürü, ekip şefi, ustabaşı, güçlü kuvvetli gençler “Belene” ölüm kampına kapandı. Yıllarca domuzdan başka yemek verilmedi kendilerine, aç kaldılar, ama dayandılar. Birçoklarına ölü kâğıdı çıkarıldı, ama Türk kaldılar. Emsalsiz kahramanlarımızdan biri Mestanlı’dan Hüsniye Mustafova öğretmen bacımızdır. O kadar çok dövmüşler ki onu, belki de çok uzun zaman nefes alamadığından dolayı, “ÖLMÜŞTÜR” belgesi hazırlanmış, Sofya’ya gönderilmiş ve “cesedi ne yapalım?” sorusuna cevap beklerken, Hüsniye ablamız bileklerinden tutup domuz etlerini dondurdukları derin dondurucu kamaraya sürüklemişler. Dikkat İki gün sonra, Sofya’dan otopsi raporu istenmiş. Gitmişler derin dondurucudan “cesedi” çıkarıp ve revir önündeki masaya koymuşlar. Aylarda şimdiki gibi Haziran, Tuna nehri üzerinde hava 30-35 derece sıcak ve derken cesedin buzu çözülmüş ve Hüsniye ablamız dayanılmaz ağırı sızı içinde nefes almaya, elini kolunu kıpırdatmaya başlamış, göz açmış. “Belene” kampı Polis amirleri ne yapsın, bir defa kendi elleriyle doldurup imzaladıkları Bulgar adlı ölüm kâğıdından kurtuluş yok. Hüsniye Mustafova’nın Türk isimli kimliğini cebine koyup, bir gece gizlice kamptan kaçırıp, Rusçuk ilinin bir Bulgar köyünde güvendikleri bir Bulgar ha-


Makale ve Analizler - 2019

127

neye bırakmışlar ve “bakın ölmesin, gelip alacağız” demişler. Mosmor olan Hüsniye, ana, hayata büyük güçlüklerle dönebilmiş ve 1989 Haziranında ilk fırsatta bir gece sınırı geçip anavatan toprağını öpmüş. Böyle yüzlerce örnek var. Yaşasın Bulgaristan Türklerinin ölümsüz kahramanları. Yaşasın ayakta kalan kahramanlarımız. Kardeşlerim, biz Bulgaristan Türkleri, İkinci Dünya Savaşından sonra Avrupa’da en büyük ve şiddetli zulüm gören, en büyük göçe zorlanan, 1000 yıllık ata topraklarımızdan, sadece 3 ayda 360 binimiz birden zorla sökülüp atılan bir bileği bükülmez zekâsına erişilmez kahraman halk topluluğuyuz. Bulgar’ın dünyayı aldatmak için adına “Büyük Seyahat” dediği bu aşamalı katliamdan önce, biz hiçbir Bulgar’ın, komünist partisi ve totaliter devletin, Türkler arasında 3 bin ajan bulundurduğunu gizlemeyen gizli polis “DS” nin tüm çabalarına rağmen, şiddeti göklere çıkan teröre rağmen, 1989 Mayısın’da Bulgar devleri tarihinin en büyük, en güçlü, mükemmel örgütlenmiş, politik öncüsü olan, sonuç veren 1989 Mayıs Ayaklanmasını başlattık ve gerçekleştirdik. Berlin duvarının yıkılışı bizden sonra bizden güç alarak yıkılmıştır. İzinsiz, bir daldan bir dala kuş uçamayan bir terör ülkesinde, Cebel’den, Mestanlı ve Koşukavak’tan Silistre’nin, Şumnunun köylerinden, Dobruca’nın her köyüne kadar 72 bin kişi birden ayaklandık. Bu ayaklanma 1984’ Aralığında başlayan insan hakları ve özgürlükler, özellikle isimlerimiz ve Türk kimliğimiz için kahramanlıklar dolu mücadelemizin ZİRVESİ, DORUĞU, Zafer noktası oldu. Türkün yok dedikleri Olmadığımızı anlatan dünya bizi ayaklanmış gördü. Bu Ayaklanmanın ardında direniş yıllarında kurduğumuz 52 gizli, yarı legal ve açık direniş, örgütü, birlik ve parti vardı. Bunların arasında en büyük rolü, öncülük ve önderlik rolünü İnsan Hakları Örgütü – DEMOKRATİK BİRLİK – DEMOKRATİK LİG gördü. “Belene” mücahitlerimizden, Mihaylovgrad – Montana köylerine sürgün edilen Öğretmen feylesof Mustafa Ömer, Kazan (Kotel) bölgesi Yablanova köyünden Osman Ormanlı, ve yine aynı bölgeden ve BULTÜRK derneğimizin üyesi olan Sabri İskender ile Silistre’den hukukçu, Ankara’da vefat eden Nasuf Başaran Demokratik Lig mücadele örgütünün kurucuları ve öncüleridir. 21 Mayıs 1989’da Demokratik Lig Koca Balkan Tepesinde Yablanovo köyünde Birinci Kongresini ilan etmiş ve hazırlıklarını tamamlamıştı.


128

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ayaklanmanın doruk noktası içinden bir politik önder, kolektif organ, lider çıkacaktı. Ne yazık ki, sınır kapılarının açılması ve liderlerin, örgütçülerin, kadroların tutuklanıp memleketimizden gece gece yaka paça kovulmasıyla bu dava o zaman yarım kalmış, taşlandırılamamıştır. Hak ve Özgürlük davamızın çilesinden çıkan filiz böyle kesilmiştir. Çok önemli etkinlikleri olan ikinci illegal direniş örgüt ise, 1989 Viyana Dayanışma Hareketi’dir. Davamızı ve ayaklanmamızı dünyaya tanıtmıştır. Cebelli Öğretmen Avni Veli tarafından kurulmuş ve yönetilmiştir. O, Bulgaristan Türklerinin hak ve özgürlük davasını Paris AGİT konferansına da başarıyla taşımış ve orada temsil edip savunmuştur. Böylece, isimlerimizi değiştirmek ve kimliğimizi yok etmek, “olmadığımızı” dünyaya yutturmak için 20 yıl hazırlık yapanların tüm planları, hamleleri suya düşmüştür. Tepeden tırnağa silahlı ve kin, nefret ve öfke kusan bir devletle ölüm kalım savaşımı veren ve muzaffer olan bizdik, biziz. Biz, bir asır savaşından sonra zafer kazandık. Bulgaristan’da 50 yıllık komünist rejim, insan düşmanı diktatör T. Jivkov düştü. Komünizm çöktü. Bu davada hepinizin olağanüstü katkınız oldu. Eşleri sürgünde, Ak Kadın gelinleri ellerinde çapa, küreklerle tankların üstüne çıktılar. 1000 yıl önce Balkanlara Sarı Saltuk’la ilk gelenlerin torunları Türklüğe kilitlenmişti. Halk kahramanı Demir Baba’da uyandı. Herkes kahraman oldu. İkinci Viyana kuşatmasından beri geri çekilen Türkler böyle ayaklanmamıştı, bu bir ilkti. Sizi hepinizi kutluyorum Sizler o günün kahramanlarısınız, sizler Jivkov rejimini alt üst edenlersiniz. 140 yıl bizimle uğraşan Bulgar hala bizi okuyamamıştır. Türk ocağını kadın yakar, kadın söndürür. Bizim bir kadın er-kil toplum olduğumuzu görememiştir. Erkeğin olmadığı yerde kadınların ayaklanacağını düşünememiştir. Bu, bu topraklarda rejim deviren, diktatör yıkan ilk Kadın İsyanı olmuştur. 1918’de savaştan dönen Bulgar askerleri Vladaya’da ayaklandı, Cumhuriyet istedi. Bulgar işçi sınıfı 1923’te ayaklandı, İşçi köylü hükümeti istedi. Çiftçi lideri Stanboliyski eli, kolu, kellesi kesilince Köylüler ayaklandı, ama hiç birisi zafer yaşayamadı.


Makale ve Analizler - 2019

129

1989’da bizim kovulmamız doğaldır. Fransız inkılabını yapanlar da 1795’te Paris’ten kovulmuş ve İsviçre’ye yerleşmişlerdir. Tarihin kuralı böyledir diyerek, ezikliğimizi yenelim. Muzaffer olan sizlersiniz! Müsaadenizle şuna da değineyim. 194 yıl önce zafer kazanan Fransız devriminin adalet, kardeşlik ve özgürlük yankısı kulaklarımızdaydı. İnanınız. Her muzaffer ayaklanma gibi bizim İsyanımız da yıllarca yankılanacaktır. O gün, bu gün Bulgar devleti, gerici güçler, katiller, cezasız kalanlar……hala tarihi, ders kitaplarını kendi istedikleri gibi yazma hevesinden vazgeçmediler. İki üç gün önce Perşembe gün Sofya’da tarih kitaplarının yeniden yazılması ve komünizmin, totalitarizmin gerçek çehresinin dünyaya gösterilmesi, 1989 Ayaklanmamızın tarihsel rolünün “Tarih ve Uygarlık” dersi kitaplarına işlenmesi için imza toplama kampanyası başladı. Şimdiki kitaplarda 1944-1948 yılları arasında 25 bin kişinin yargılanmadan idam edildiğinden, 165 toplama kampında yüz binlerce kişiye taş kırdırıldığından, Müslüman azınlıklardan gençlerin 2 yıl inşaat ve demiryolu işlerinde parasız çalıştırıldığından, azınlıkların bilinçli cahil bırakılmasından, isim değiştirerek asimilasyon, Bulgarlaştırma zulmünden, Türk İsyanından iki satır yazı dahi yok. Gerçekler gizleniyor. Bu devir de geçecek. İkinci Dünya Savaşından sonra Avrupa’da gerçekleşen en büyük İsyan ve en büyük toplu göçün nedenleri araştırılacak ve her dilde herkese anlatılacaktır. Bu taş yolda durdukça Bulgar arabası 1 adım ileri gidemez. Siz zafer kazanan bir etnik topluluğun en yürekli kahramanlarısınız. Tekrar Sizleri hepinizi kutluyorum. İşte size başka bir örnek vereyim Çorlu’da “1989 GÖÇÜNÜN 30.YIL DÖNÜMÜ ULUSLARARASI SEMPOZYUMU / 1989 Yılında Türklerin Bulgaristan’dan Zorunlu Göçü 15-16 Haziran 2019” düzenlendi. Bu çalışmaya, Tekirdağ Namın Kemal Üniversitesi Redtörü Prof. Dr. Münin Şahin Sempozyum Onur Kurulu Başkanı olarak ve yine Tekirdağ Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ayşe Kayapınar Bilim Kurumu başkanı sıfatıyla katıldılar. Bu vesileyle komşu Çorluya, Çorlu belediyesine özel bir teşekkür borçluyuz. Türkiye ve Bulgaristan’dan 9 Profesör, 5 Doçent, 9 doktor ile 7 bilimsel araştırmacının katılması sempozyuma ağırlık kazandırdı, ilgi çekti.


130

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

42 rapor sunuldu ki, bu da 1989 göçünün ne kadar büyük önem taşıdığına kanıttır. Birçok Avrupa ve Amerikan Üniversitesi olayı izledi. Kuşkusuz tüm sunumların Türkçe, İngilizce ve Bulgarca olmak üzere kitaplaştırılıp uluslararası platforma taşınmasını öneriyoruz. Konu, 20. Yüzyılın ikinci yarısında işlenmiş bir soykırımdır. Devamında kültürel soykırım da işlenmiştir. Bu katliamlar, bizim, sizin, hepimizin hakları doğmaktadır. Saldırılar, baskınlar, terör uygulaması, zulüm Devlet Başkanı T. Jivkov emriyle, Hükümet ve bakanlık kararlarıyla işlenmiştir. Bu güne kadar Katillerden hiç biri tutuklanıp sorgulanmamış, aranan katillerin listesi bile hazırlanıp yayınlanmamıştır. Sorgulama genel müdürlüğü, “Belene” gibi toplama kampları, kadın ve erkek hapishanelerinin arşivi, asimilasyon konusuna açılıp incelenmemiştir. Ajan ve katiller bilinmiyor ve hala aramızda dolaşıyorlar. Bu çalışmalar tamamlanmadan hiçbir uluslararası ya da ikili sempozyum geçerli karar alamaz. Almamalıdır. Yanlış olur. Bulgar bilim adamlarının katılması iyi de, amaçları nedir? Demokratik Almanya’da “Ştazi” – gizli polis ajanları açıklandı. Bizde çöplük olanları açıkladılar, diğerleri göreve devam. Almanya’da hiç birine devlet ve kamu işi verilmiyor. Bizde ise hala yönetimlerde yer alabiliyorlar. Bulgaristan’da bu yapılması, yalnız mecliste 80 gizli polis “DS” ajanı var. HÖH-DPS, DOST partilerinin içi ajan dolu. Yöneticileri kıdemli ajanhaindir. Bizde, totalitarizm devrildi, ama komünistlerin defin işlerini yapamadık. Bu hainler Bulgar-Türk hepsi aramızda dolaşıyorlar. İşte biz bunları bulup yok etmeden bize ve yeni neslimizin yaşamları iyi olması mümkün değil bu çok iyi bilinmelidir. Bu kişileri bizim neslimiz bitirmek zorundadır, bu pislikleri torunlarımızı zehirlemelerine izin vermemeliyiz. Bu nedenle memleketimizde “demokrasiye” geçildi dense de, insan hakları, azınlık hakları, kolektif haklar tanınmadı. İş yarım kaldı. Bulgar azınlıkların haklarını tanımaktan korkuyor. Bulgaristan imzaladığı uluslararası insan hakları anlaşmalarını, Paris İnsan Hakları Çerçeve Anlaşmasını uygulamıyor, kolektif hakları tanımı-


Makale ve Analizler - 2019

131

yor, örneğin Türk Kimliğini tanımıyor ve meşrulaştırmıyor. Buna öncelikle anayasa ve siyasi sistem değişikliği gerekiyor. Daha iyi anlaşılabilmem için şuna da değinmek istiyorum. Son zamanda, Bulgaristan toplumu tarihi yeniden yazma, gerçeklerin yüzünü açma konusunda ikiye ayrıldı. Örneğin Bulgaristan’daki 1200 tarihçiden 20-si gerçeklerin bilinmesi için gece gündüz çalışırken, diğerleri pasif durumda bekliyorlar. 1778 Sanstefano Anlaşması, 3 Mart Bulgaristan Milli bayramı, Milli marş, Ruslar kurtarıcı mı istilacı mı?, Şipka Tepesinde Süleyman Paşa Anıtı neden yok? Yargısız İnfazlar. Özellikle isim değiştirerek Bulgarlaştırma gibi konuların lanetlenmesi isteniyor. Büyük trajedinin üzerinden 30 yıl geçmiş olmasına rağmen, mezalimi kınayan ve lanetleyen bir Bulgar şiiri, Bulgarca bir uzun veya kısa hikâye, Novel veya Roman çıkmadı. Biz kendi derdimizi, acımızı, sızımızı 100’den fazla eserde anlattık. Onlardan hiç birisi de Türkiye edebiyat eleştirmenlerince değerli bulunmadı. Bu sorunların bu yıl çözülmesini, “Drina Köprüsü” gibi bir eserin bütün çıbanbaşlarını koparmasını sağlık veriyoruz. Ben de 2 kitap yazdım. Birinde mücadelemizin 50 yılını, uyanış ve dirilişimizi, ikincisinde de Bulgaristan’da Türk Kimliği kavgamızı inceledim ve anlattım. Sizlere de getirdim, Bulgaristan Türklerinin sesi gazetemizi de tanıma imkânı sunmak istiyorum. Burada demek istediğim, temel eserleri yaratmaktık, kavgamızın insan hakları tabanını betonlamamızdır, hukuksal haklılığımızı kanıtlamamızdır, Bunu yapabilirsel üzerinde 1000 doktor ve 1000 Profesör yetişebilir. Sizin öz katkılarınızı Belediye yönetiminin destekleyeceğine inanıyorum. Artık noktalamak istiyorum da müsaadenizle şuna da değinmek istiyorum. 1879’a kadar, 483 yıl iktidarsız kalan Bulgarlar, Osmanlı yıllarında değil, daha önce Birinci ve İkinci Bulgar devletlerinde 3 defa kırılmışlardır. Birincisi 864’te Hıristiyanlığı kabul ederken 52 Bulgar sülalenin yediden yetmişe öldürülüp aynı toplu mezara gömüldüklerinde; İkinci kırılma Bizan İmparatoru Vasiliyin 914 yılında 15 bin Bulgar askerinin 2 gözünü de çıkarıp teker teker köylere dağıtması ve halka gözdağı vermesiyle yaşanmıştır. Bizans köleliğine düşmek başka bir felakettir. Diğer kırılmalar da İkinci Balkan Savaşı faciasında, 1944’te mahkemeye çıkarılmadan yukarıda işaret ettiğim gibi, 25 bin kişinin canına kıyılmasında, 165 toplama kampında yaşanan facialarda yaşanmıştır.


132

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

En belirgin olan da 1878 ve 1944’te Rus ve Sovyet esaretine 2 defa düşüldüğünde yaşanmıştır. Bulgarların tarihlerinde gizledikleri bir şey var: Han Kubrat zamanında Islav Bulgar devleti kuruldu, diyorlar. Kubrat’ın 5 çocuğunun anası Rus idi de onun için Rus-Bulgar devleti – kan bağımız var – diyorlar. Olay ise şöyle. O zaman Rus devleti yok tabi. Ruslar başı serbest köylerinde barınıyorlar. Bulgarlar onları öyle başıboş görünce topluyor, erkeklerin hepsinin başını kesip, kadınlarına 4-e 5-er çocuk doğurtuyor. O dönem Bulgar tohumunun ilk kuruduğu dönemdir. 2. Kuruma Birinci Bulgar devletinin sonundadır. Osmanlıda rahat 1 milyon çoğalmışlardır. Şimdi tuz torbası boyunlarına asılınca 3. Tohum kuruma dönemi yaşıyorlar. Sonu hayırlı olur iş Allah. Gelecek sizindir, bizimdir, hepimizindir en önemlisi de gelecek sevgi verenlerin sevgi dağıtanlarındır kardeşlerim. Biz asırlar önce Bütün zulümlerin hesabı sorulur, sorulacaktır. Büyük Güçlü Türkiye taşıyor. Gelecek bizimdir. Trakya’da başlayan türbülans çekimi Bulgaristan’ı Balkanları Türkiye’ye çekiyor. Beni sabırla dinlediğiniz için teşekkür ederim. En iyi günler sizin bizim Bulgaristan Türklerinin olsun. Sağ olun var olun. Allaha emanet olun, .


Makale ve Analizler - 2019

133

Türklük Bir Ruh Halidir

Hazırlayan BGSAM Konu: Fotoğraf çekme çağı henüz geçmedi. İşleri biz olanlar, her an bizimle uğraşmaktan asla vazgeçmiyorlar. Bulgar ilerici demokrat aydınlar, “Tarih ve Uygarlık” ders kitaplarının yeniden yazılıp değiştirilmesinde ısrar edince, imza kampanyası güç topladı. “Belene” kahramanlarımızı çöpe atıp, Ahmet Doğan’ı kitaba koyma ve Türklere örnek gösterme kararı almışlar. 1989 Mayıs Ayaklanmamızdan, 360 bin Türkün sınır dışı edilmesinden, 52 illegal direniş örgütümüzün mücadelesinden söz edilmiyor. Dedem “Bulgar kuyusunda içme suyu çıkmaz” derdi, doğru demiş. 1984-1989 zulüm döneminde Bulgar devleti 324 imam, müftü ve Müftülük görevlisine 3-5 maaş vermişti ama onları kendi soyuna, köküne, ailesine, yakın ve uzak akraba ve tanışlarına, asker arkadaşlarına, camiye gelenlere karşı kullanma gayretlerine hiç ara vermemişti. Geçen ay yayılan, Bulgar devletinin Baş Müftülüğe şu kadar milyon leva yıllık gelir verileceği haberinden sonra, feceboocta bir fotoğraflı habere rastladım. İl ve ilçelerdeki cami imamlarının kapısı çalınmış ve sorgulama işlerinde Bulgar savcılığına yardımda bulunma konusunda ağız ve niyet yoklaması yapılmış. Olay ilginçtir. Bulgar makamı “parayı veriyorum, düdüğü çalacaksın” diyor. Olay ilginçtir diyorum, çünkü Bulgaristan Müslümanları arasında hemen camilerden bir çekilme olduğu dikkati çekti. İlginçtir. Bulgar devleti ve tüm makamları totaliter ırkçı ve milliyetçi zihniyeti yaşatmak ve yeni kuşağa aşılamak için elinden geleni ardına bırakmıyor, Jivkov’ döneminde 3 016 Müslüman Türk ajanla çalıştığını resmen açıklayan Bulgar İç İşleri Bakanlığı, yeni dönemde muhbir ağında güve yenikleri meydana gelince, strateji ve taktiğini yenilemiş bulunuyor. Bir defa Müslüman Türkler arasında çalışacak kadroların artık profesyonel polis akademisinde okumuş olanlar arasından değil, “Multi Grup” parasıyla kurulan, “Kütüphaneci Enstitüsünde” eğitim aldıkları ortaya çıktı. Bu enstitüde ders veren hocaların hepsi eski sivil polis, iç ve dış ajandır. Hangi dersi verdikleri hiç önemli değildir. Hedeflerindeki bir tek azınlıklar arasında çalışacak, ispiyon örgütü kuracak kadro yetiştirmektir. Bu çalışmaların eski gizli polis “DS” Altıncı Şube Şefi Albay Prof. Dimitır İvanov tarafından yönetilmesi de dikkat çekicidir. Aynı enstitüde, eski Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS) Milletvekili, DOST partisi kurucu Başkan Yar-


134

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

dımcısı Prof. Georgieva ve başkaları ders vermiş, kürsü yönetmiştir. İsimlerini sıralayınca ipimiz çarşıya çıktı diye kinlenen ve bu enstitüde Prof. Doçent ve doktor olan Türk “bilim adamları” da var. Hatta onlardan biri, bu defa da boyundan büyük işlerle uğraştığından ve her söylediğinin “doğru” olduğu salgınına yakalanmış bulunduğundan, 23 Haziran’da yapılan İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanlığı seçimini Ekrem İmamoğlu’nun kazanmasına “Bulgaristan Türklerinin sevindiğini” yazacak ve “bTV” televizyon kalanında söyleyecek kadar ileri gitti. Gerçekleri yazmak gerekirse, Bulgaristan’da totaliter dönem katillerinin, suçlularının yakalanıp sorgulanmalarının önlenmesi, yargılanıp cezalandırılmalarının engellenmesi amacıyla Moskova parasıyla Ahmet Doğan gibi “Multi Grup” kadroları tarafından kurulan bu gibi enstitülere asla yönelmemek, kayıt yaptırmamak, çocukları göndermemek gerekir. Gelişmeler öyle ki, bu enstitülere çok yoksul ve yetim kesimden kadrolar toplanıyor ve bir de cazibe yaratmak için çok yüksek burs sunuluyor. Yetenekli çocukları seçmek yi yemlemek için sözde Doğan inisiyatifi ve parasıyla bilgi, şiir, matematik, resim vb yarışmalar düzenleniyor. Yemek-yatak gibi değişik maddi kolaylıklar sağlanıyor. İnternet reklamlarına bakıldığında, unvanına bakılmaksızın bu öğretim kadrolarının hiçbir sözüne ve yazısına dikkat çevirmemeyi sağlık veriyoruz. Bu enstitülerin ajan yetiştirdiği bilindiğine göre, aynı enstitüden çıkan kadroların hiç birine bizim işlerde önem verilmemesi gerekir. Bu kurala uymazsak işler yeniden çok karışabilir. Dikkatli olmak zorundayız. Kulağınıza küpe olsun. Mayıs ayında basında çıkan bir haberde, Baş Müftülüğe verilen devlet paralarıyla Karma bölgelerdeki belediye okullarında din dersine girecek öğretmenleri belirlenme çalışmasını konu eden ve Baş Müftü Mustafa Hacı’nın da katıldığı seminere ton veren “Kütüphaneci Enstitüsü” kadroları oldu. İslam dini dersinde ajanlar hoca olursa okuldan ya deist ya da ateist çikar… Çorlu’da düzenlenen “Bulgaristan Türklerinin Göçe Zorlanmasının 30. Yıldönümü” uluslar arası konferansına katılan Bulgar bilim adamlarının ise, G. Soros’un Sofya’da kurduğu “Yeni Bulgar Üniversitesi” nden seçilmiş olması dikkati çekti. Konferansta yapılan sunumların hiç birinde, 1984-1989 zulmünde öldürülerek katledilen Türklerin toplam sayısına işaret edilmediği gibi şu konuda da susuldu. Hapislerde ve toplama kamplarında, evinde, sokakta ve meydanlarda kurşunlanarak öldürülenlerin toplam sayısına, boğularak öldürülen ve kayıplara karıştığı iddia edilenlerin toplam sayısına, polis saldırıları esnasında yanan, yaralanan ve sonra can feda edenlerin toplam sayısına, sınırda tel örgüde asılı kalan veya sürgünden dönmeyen Türkle-


Makale ve Analizler - 2019

135

rin toplam sayısına yer verilmedi. Bu önemli cinayetlerden söz bile edilmedi. 20. Asırda Bulgaristan Müslüman Türklerine karşı devlet eliyle sitemli, planlı, imha amaçlı, yaşadıkları yerlerden kovarak temizlik biçiminde “soykırım” işlendiğinden söz bile edilmedi. 70 yıldan beri Türk okuluna gidemeyen çocuklara ve milli kimliği olan bir azınlığa “kültürel soykırım” işlendiği söylenmediğine göre, maske düşmemiş ve ancak gerçeği saklayan boyaya bir kat daha sürüldüğü ortaya çıkmıştır. Uluslar arası kamuoyuna, Bulgaristan’da totaliter dönem sonunda Devlet Başkanı T. Jivkov emriyle, bakanlar kurulu ve bakanlıkların uygulamasıyla, silahlı kuvvetler, İç İşleri Bakanlığı ve diğer peşin eğitim almış ve silahlandırılmış güçler tarafından “soykırım” ve “kültürel” soykırım işlendiği taşınamazsa, bu çalışmaların değeri kalmaz, olay uyuz kaşıma şekli alır. Aynı zamanda, Praves’e dikilen 4 metre yüksek Todor Jivkov boy anıtı, Razgrad’ın Kubadın belediyesindeki Penço Kubadinski anıtı yıkılmadan ve Velingrat’taki katil levhaları sökülmeden Bulgaristan’da ”huzurdan” söz edilemez. Totaliter rejim katillerine anıt diken bir ülkede demokrasi yerleşemez, halkın iradesinden söz edilemez, eşitlik, adalet ve özgürlükle insan hakları günden olamaz. Ne yazık ki, biz bugün hala ayaklarına sapa sağlam basan, kesin kanıtlar sunan zekâsı pırıl pırıl bilim adamları görmekte güçlük çekiyoruz. İkinci olay ise, Bulgaristan Türklerinin 1989 Mayıs Ayaklanması’nı küçümsemek, yokmuş gibi göstermek, “olay” deyip geçiştirmek şeklinde hız alıyor gelişiyor. Oysa 1956’da anti-komünist Macaristan İsyanından ve 1968’de “Prag Baharı”ndan sonra, sosyalist kampta 1990’na kadar meydana gelen BÜYÜK İSYAN Bulgaristan Müslüman Türklerinin 1989 Mayıs Ayaklanmasıdır. Todor Jivkov diktatörlüğünü yıkan. Totaliter komünist rejimi gemleyen halk iradesinin zirvesidir bu isyan. Ne ki, Bulgar politik ve tarih bilimcileri isyanımızı küçümseyerek, “olay” deyip geçiştirerek, unutturmak istiyorlar. Oysa 1878’de başlayan III. Bulgar devletinde Türk Ayaklaması kadar büyük, güçlü, sarsılmaz iradeli, Türk ruhlu, kendi kendine güç toplayan bir zaferle sonuçlanan kitle hareketlenmesi yaşanmamıştır. Ayaklanmamızın “Tarih ve Medeniyet” ders kitaplarına alınmaması gerçekleri karalamanın en iğrenç örneğidir. 1984-1989 zulüm dönemine sözde “soya dönüş” süreci diyenler de asimilasyonu ve komünizmi yaşatma heveslidirler. Burada söz edilen, Bulgar devletinin milli kimliği bütünleşmiş Türkler başta olmak üzere, tüm etnik azınlıkları asimile etme ve Bulgarlaştırma zulmü söz konusudur. Süreç devam etmektedir. 1989 yılının sonunda isimlerin ve din haklarının iadesiyle Türk kimliğimizi yaşatabilme olanaklarına engeller kalkmamıştır. Zorlama tırmanmaya devam ediyor.


136

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Yazarlardan Borislav Skorçev, “Belene” ölüm kampıyla ilgili, Rus, Hollanda ve İngiliz arşivlerinde toplanmış bilgileri değerlendirdi. 2017’de “19491987 Belene Kampı” kitabı çıktı. Bu eserde, diplomasi belgeleri, mektuplar, kaçmayı başaranların anlattıkları değerlendirilmiş. Bugün ders kitaplarına alınmak istenmeyen gerçekleri, yazar 4 bölümde ele almış, a) 1949 – 1953 Çarlık dönemi ileri gelenleri kalmış bu kampta, ölüm oranı Rusya GULAK kamplarından 2 defa daha yüksekmiş; b) 1956 -1959 yıllarında tarlarını ve hayvanlarını kooperatife vermek istemeyenler toplanmış, Deliorman köylerinden büyük sayıda Türk de yargılanmadan yatmış, ruhları kırılmak ve ezilmek istenmiş; c) 1978 -1981 yılları arasından adada kapalı kalan 150 kişi isimlerini, din ve dillerini değiştirmek istemeyen Pomak, hiç birisi yargılanmadan kapalı tutulmuş ve terö ize edilmiş. 1984’e “Persin” adasına “ölüm kampı” adı verilmiş. 517 Türk içeri atılmış ve Bulgar isimlerini kabul edinceye kadar içerde tutulmuşlar. 1960’lı ve 70’lı yıllarda Pomaklar, 1984-1987 yıllarında da Türklerin kaldığı adada Türk kadınlar da tutuklu kalmış. Ayrıca 1968’de “Nojarovo” köyünde “Kadın kampı” açılmış. Bu kampta kalan Müslüman Türk kadınları hakkında bilgi yayınlanmadı. Öte yandan 1984’ten sonra büyük sayıda Türk kadının Sliven (İslimiye) Kadın Hapishanesine tutulduğu biliniyor. Bu örneği vermekle, Bulgaristan Müslüman Türklerinin bir asır boyunca baskı ve terör altında yaşadığını “soy kırımı” gördüğünü ve “kültürel soy kırım” şiddetinin tarihlerinin okul kitaplarına alınmaması şeklinde sürdüğüne işaret etmek istiyoruz. Bulgaristan Türkleri gerçekleri saklanıyor, dünyanın öğrenmesine engel olunuyor. Aslında Sofya’da bu konuda açılan dava da 25 senedir bitmiyor, karar alamıyor, uzadıkça uzuyor. Biz Türkiye Cumhuriyetindeki soydaşlar, Avrupa ülkelerindeki göçmen işçiler, toplam 3milyon göçmen, okul kitaplarına “Belene Ölüm Kampı” ile ilgili hiç olmazsa şu cümlenin girmesinde ısrarlıyız: “Bu kamp, Bulgaristan vatandaşlarının kendisine dayatılan Sovyet iktidarına ve yabancı Sovyet modeline karşı mücadelesini ezmen için kurulmuştur. Bulgaristan’ın Sovyetleştirilmesinden sonra da kimliksiz, dinsiz, politik inançları ve dünya görüşü, soy kökeni, etniği, gelenekleri, töresi, tarihi ve tutunacağı bir dal olmayan yeni insan tipini yaratmak ve kabul etmeyenleri yok etmek ya da memleketten kovmak için açılmıştır.” Bunları, önemi ve değeri asla azalmamış olan geçmişimizi anımsatmak için yazdım. Türk ruhumuz kişisel ve toplu zulüm gördüğümüz yıllarda oluştu biçimlendi. Bu bilince hepimizin varmamız ve aynı hislerle yaşamamız uzun bir olgunluk süreci yaşamamızı gerektirdi. Bulgaristan Türk ruhu, etnik tarihimizin en büyük oluşumlarından biridir. Bulgaristan Türklüğü, çok derin ve büyük bir kültür ve öz değerler içinde yoğrulmuş bir


Makale ve Analizler - 2019

137

milletin adıdır. Bu olaylar, Türk demenin tarih boyunca başı dik olmak olduğuna kanıttır. Ne mutlu Bulgaristanlı Türküm diyene! Fakat bugün artık bu da yeterli değildir. Türk Aydını önce Türk’ü bilmelidir. Türk’ün manevi köklerini, soyunu milletini, Tarihini, edebiyatını, kültürünü, dinini bilmelidir.,Bunlar olmadan Türk aydını, Türk kanaat önderi olamaz, olmamalıdır. Olursa yanlış olur. Türk ruhu taşımayan, ben Türk’üm diyemez. Birlikte fotoğrafa durmanın hiçbir anlamı yoktur. BGSAM yayınları Türklüğü anlatır. Okuyanlar paylaşsınlar. Yeni yazılarımızı bekleyiniz.


138

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Kara Arı Yuvası

Yazan: Nazım ÇAVUŞ Konu: Aklımın ermediği şeylerin örneklerinden seçmeler. Ben hayatta her şeyin dengeli olduğunu kabul edenlerden biriyim. İngiltere Avrupa Birliği’nden (AB) çıkarsa, dengenin Doğu Avrupa’ya eğrileceğini düşündüğümden, Doğu Avrupa’dan birkaç devlet, AB’den ayrılmadan denge sağlanamayacağı fikrindeyim. Ve AB’den kopup ayrılacak ilk ülkenin Bulgaristan Cumhuriyetini olacağından eminim. Nasıl olur da bu kadar emin olduğunu yazabilirsin? Bu soruyu daha önce de işittim ve tartıştım. Olay şöyle, ben masal anlatmıyorum. Gece hayallerimi de yazmıyorum. 2007’de AB içine sızdık, ama bir türlü AB’ye yapışamadık. Her yıl üyelik paramızı ödüyoruz ama biz hep 28 devletlik AB’de (İngiltere çıktığında 27 devlet kalacak) kuyruktayız. Koyunlar gibi kuyruk kokusuna gidiyorum. Hem gidiyoruz hem de AB kütlesinden uzaklaşıyoruz. Avrupa Birliği ülkelerinde “A” sınıf, “B” sınıf” ve “üçüncü” sınıf ülkeler sıralaması olsa, Bulgaristan kuyruğun en sonunda. İlgi çekicidir ki, politik, ekonomik, sosyal ve kültürel yaşam, eğitim ve sağlık sorunlarının her birinde ve her atılımda sondayız. Bunun anlamı nedir. Sosyalizmden kapitalizme dönüş sürecinin ekonomi politiğini yazan bir saçı ağırmış çıkmadı. 1992’den sonra tüm tarım kooperatiflerini, devlet tarım işletmelerini, hafif ve ağır sanayi, işleme ve makine üretim endüstrisi tersane ve lokomotif fabrikalarımızın, kimya sanayi ve atom elektrik santrallerimizin 4 reaktörüne varana kadar her şeyin altından girdik üstünden çıktık. Bu işlerde Bulgaristan’da Romen (Çingene) nüfus “Som Balığı” rolü gördü. Faturasız işleri yaptı. Hani bilirsiniz akvaryumların suyu şeffaf olsun, bulanıp kokmasın ve yosunlaşmasın diye içine sesiz çalışan bir pompacıktan oksijen verilmesi yeterli olmaz, bir de su dibinde yüzen som balıkçıkları vardır ki, onların ödevi çok önemlidir. Dikkatinizi çekmişse, su üzerine yem serptiğimizde somlar dipte kalır. “Bu yemeği yemeyiz” gibi surat asmış tavır alırlar. Onların ballı böreği diğer balıkların dışkılarıdır. Onlar akvaryumun temizlikçileridir. Balığa gitmeyenler, olayı çalka kapma balından insana yarar gelmeyen kara arılarla da düşleyebilirler.


Makale ve Analizler - 2019

139

Avrupa Birliği’nin temizlikçileri ise, Bulgaristan gibi ülkeler olduğu görüşündeyim. Avrupa’dan gelen kırıntı paralardan hesap sorulmaması, (AB’den gönderilen milyarlarca Avro ile sanki acil, güncel ihtiyaçlarınızı karşılayın, sıkıntı yaratmayın, uyarısıyla gönderilmişti) hırsız, mafya, rüşvetçi, dalavereci sürüsüne yaradı. Dairelerini ve köy evlerini onardılar, iki katlı, üç katlı “konuk evleri” yaptılar. Aylarca yıllarca maliye bakanlığı, inşaatlar bakanlığı, tarım bakanlığı bu işlerle meşgul oldular. Uzatmayalım. Sonuç ortada, 7.8 milyar Avro çalınmıştır. Hele 2009’dan sonra Bulgaristan hükümetleri karşılıksız para harcarken bir hal oldu. Şöyle bir gelenek de doğdu. Başbakan Borisov’un kurduğu hükümetler (üç kabine) azınlık kabinesi, ya sağ merkezci yamalı ya sağ uç yamalı olsalar da, hep ayakta kaldı. Şu olaya dikkatinizi çekmek isterim. 1989’da Sosyalist hükümet devrilirken, devletin dış borcu 10 milyar Amerikan Doları idi. Bugün, yalnız Ulusal Elektrik Şirketi (NEK) (devlet kurumudur) borçları 60 milyar leva yani 30 milyar Avro. Devlet borcu ise, 40 milyar Avro oldu. 1990 yıllarda Sofya sokak ve meydanlarında toplanan mitinglerde – bu paraları ne yaptınız? diye bağıra bağıra çeneleri düşenler, bugün 40-50 milyar Avro borca “mık” demiyorlar. Bunu anlayabilmenin kitabı yok… Lisede 9-uncu sınıfta kimya öğretmeni öğrencilere “etki tepki” meselelerini anlatırken, laboratuardaki deney masasının üzerine kolunu bacağını sermiş ölü gibi yatan kurbağaya azdan az elektrik verir ve biz kurbağanın ani sıçramasından heyecana kapılırdık. Eve vardığımda bu deneyi anneme anlatmıştım, kurbağadan yüzüne gözüne temra sıçrayacak diye kapı ardındaki süpürgeyi kavradığı gibi, beni kovalamıştı. Bu örnek bende, 50 milyar Avro borcu olan Bulgaristan, (GSMH’sından fazla) bende artık bir “ölü ülke”, “bayılmış ülke” veya “ölmekte olan ülke mi” gibi sorular uyandırdı. Karadeniz sahillerimiz, kumsala yakın komşu yan yana dizilmiş otellerimiz bu yıl bom boş. İnternet taraması yapsan geceliği 50-60 leva (30 Avro) ama bu oltaya tutulup uçak kovalayan yok. Vatandaş da Türkiye ve Yunanistan diyor. Sınır kapıları tıklım tıklım… Nedendir acaba? Sorusunu ben de kendi kendime sordum. Şezlong fiyatına baktım 30 leva, Şemsiye 30 leva, Denize girmek 30 leva, denizden sonra duş 30 leva, tuvalet 10 leva, park yeri 24 saat 100 leva, dondurma 20 leva, su 10 leva, Coca cola 15 leva ve şemsiye allında sigara içip külünü kumsala silkmenin cezası 50 leva. Tabii deniz bakışlı odaların fiyatı ile ötekilerin fiyat farkı 30 leva, gürültüsüz odaların fiyatı 20 leva daha pahalı… Balkon kahvaltısı ekstralı… İnsan bir defa aldanır.


140

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bizim ülkemizde Avrupa Birliği’nden gelen karşılıksız paralarla oluşan “lüksün” adı ve kendisidir bu. Turist akımı yaratabilmek için yeni reklamı şöyle görüyorum: “Çalga müziği dinlemek serbest. 1 litreye kadar içki bedava!” Ruslar da gelmez olmuş. Şu da var veya bana öyle geliyor ki, Bulgaristan’da ne büyük balık tutmaya holta var ne de takılsa bile pişirecek tava var. Büyük balığın derdi büyük olur, diyenler gerçekten haklı. Ergenliğimde arkadaşlarla kalkan balığı avına giderdik. Bu iş için şişleri içine doğru örülmüş bir sepet ve 1 kilogram beyaz peynir gerekiyordu. Karadeniz’in kalkanları beyaz peynire bayılır. Kökten, yılanlık ve yengeçliklerden uzak temiz sulu derin bir yere sımsıkı bağlardık sepetimizi ve sabah güneş doğarken gidip alırdık kalkanımızı. Bu işin sevmediğim yanı, kalkan dümelerini zedelemeden lokma lokma kesmek ve öğlene kadar tuzlu soğanlı zeytinli salamura içinde bekletmekti. Demek istediğim, lezzetine doyum olmayan yemeklerin fiyatı vardır. Kaliteli beyaz peyniri, zeytinin iyisini, tuzun ehlini ve soğanın acı almamış kanadını bulmak, seçmek bir iştir… 2002 yılından beri Bulgaristan Rusya ilişkilerinde bir karmakarışıklık belirdi. Rusya bizim iyiliğimizi mi, kötülüğümüzü mü istiyor sorusuna cevap gelmedi. Akıl bütün insanların tek birleşme noktası olduğuna inansam da, bu noktada uzlaşma imkânsızdır. Hayat, içteki çelişkilerin dıştaki çelişkilerle uzlaşma sağlamasıdır diyenlere inansam da, bizde bunun geçerli olduğunu düşleyemiyorum bile. Hayat iyilikten kötülüğe doğru bir devinim midir yoksa kötülükten iyiliğe doğru mu? Rusya’nın Bulgaristan’a yaklaşımında hep ikincisi ortaya çıkıyor ve hep tutmayan umut tohumları saçılıyor… Yeni asrın başında, Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) Başkanı Georgi Pırvanov, Türklerin de oylarıyla Cumhurbaşkanı seçilmişti. Yine eski Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi (BKP MK) kadrosundan Miglene Kuneva Bulgaristan’ı Avrupa Birliği üyeliğine hazırlama komisyonlarına alınmıştı ki, ellerindeki yetkileri kullanarak Tuna nehri kıyısında “Kozloduy” kentindeki 6 reaktörlü Atom Elektrik Satralimiz’in (NES) Birinci ve İkinci reaktörüne bir kalemde, tek imzayla kıydı. Başbakan II. Saks Koburgotski sustu. Hak ve Özgürlük Partisi (DPS) kolektif işlerde, milli sorunlarda söz hakkı olmayan, henüz kendi sofrasına kendi kalkanını yakalama hakkını kullanan ve buna da “şükür” etmeyi yeni yeni öğrenen bir parti olduğundan “mık” demedi. Hem de hükümet ortağıydı. Mehmet Dikmeler falan bakanı. Büyük işler, derin deniz olsa, DPS henüz derin suda yüzmeyi, hele hele tuz torbası taşımayı bilmiyordu, ancak kendi çıkısına tuz dolduruyordu.


Makale ve Analizler - 2019

141

Sözün kısa, tam o zaman, Cumhurbaşkanı Pırvanov Moskova’ya gidip gelmişti. Sofya’ya döndüğünde torbasını açtı ve içinden Bulgarca adına “golemiya şlem” dediği, üç büyük iş (Proje) çıkardı. Birincisine göre, Burgaz limanından Yunanistan’ın Kocaağaç (Aleksandropolis) limanına petrol boru hattı uzatılacaktı. Kar-kazanç büyük olacaktı. İhya edecektik. Yine o zaman bizde çevrecilik ocağı tutuşuyordu. Önce memleket ikiye bölünüyor, yaygarası koptu. Boruların üzerine ve güneyine kuş bile konmaz, bu topraklar solar, kurur, elden kayar diyenlerin yaygarası mı, yoksa AB’ nden telefon ve SMS’ler mi etkili oldu bilemeyeceğim, ama vinçler, dozerler, hafriyat yüklü “Kamaz” kamyonlar durdu, daha sonra ne olduğunu pek bilen yok. Bu işten zararda mıyız? Evet! Torbadan çıkan ikinci tavşan daha da büyüktü. Adına “Güney Akım” dediler. “Kuzey Akım” Baltık denizindeki doğal gaz boru hatlarına daha önce verilen isimdi. Rusya’dan deniz altı boru hattıyla Varna kenarında bir körfeze doğal gaz akacak, biz de Varna’dan Sırbistan, Makedonya, Kosova, Arnavutluk, hatta Adriyatik denizi dibinden boru hatlarıyla İtalya’ya doğal gaz verecektik, Bosna, Hırvatistan ve Slovenya üzerinden Avusturya ocaklarına doğal gaz gidecek dağıtım merkezi ve neredeyse bu işlerin tekeli oluyorduk. Çok konuşuldu. AB komiserleri geldi gitti ve Brüksel’den çıkan kararda “Bulgar dalı bu meyvesi taşıyamaz” deyince, Rusya yeni seçim yaptı ve “Tük Akım” dedi. Borular Varna Burgaz limanlarına gelmişti. Plan proje işleri hazırdı. Hatta “Bulgar Ticaret ve Kooperatif Bankası” (BTK) gibi bankalara yatırım paraları yatmıştı. “SMS” haberlerinde “hadi işe başlayın da ağzınız tatlansın” dense de bekleyenlerin sabrı tükendi ve “bankayı soydular.” İşler durdu. Bu işten zararımız var mı sorusuna en doğru ve kısa cevap şudur: “Kimileri ihya oldu, bazıları çöplük karıştırıyor.” Pırvanov’un oltasına Moskova’da takılan üçüncü balıksa, sihirli balık çıktı. Ama şu masallardaki “iste benden ne istersen” diyen altın balıklarda değil. Bizimdi, önce balıktı sonra kurbağa oldu. Brüksel’in “öncede 5. ve 6. Reaktörleri durdurup soğutarak sökün, ardından da 2007’de AB kapısını aralayıp sizi içeri çekerken, kapıya takılmasınlar diye 3. ve 4. reaktörü de durdurun ve sökmeye hazırlanın dedikleri işitilince, Moskova Bulgarları avutmak için size bir “Belene – 2” NES kuralım deyivermişti. Ardından çıkan yorumlarda Türkiye’ye yeniden elektrik satmaya mı başlamadık, Batı Balkanların elektrik jeneratörü mü olmadık, AB elektrik şebekesine elektrik mi vermedik, Yunaistan üzerinden Türkiye’ye sattığımız elektriği birkaç kat arttırmak için daha kalın iletkenler mi uzatmadık, neler neler. Diyorum ya ah bunların hepsi gündüz görülen düşler olmasaydı.


142

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Ne ki, ilk hamlede 3.2 milyon leva harcayınca, bu karpuz bizim teraziye ağır geldi. Halk oylaması yaptık ve inşaatı durdurduk. Durdurunca, Ruslar NES inşaatında durdurulunca imha edilmesi gereken işler vardır deyip 2 liste çıkardı. Birinci listeye göre yapılan yakıp yıkma işlerine 120 milyon Avro harcandı. İkinci listede, atılan temellerin tabanı olan 1 metre kalın beton-çelik bloğun parçalanıp sökülmesi gerekiyordu. “Yüksek uzmanlık gerektiren” bu iş bizim Çingenelere verilseydi çıkaracakları demirleri satıp birkaç sene geçinirlerdi ama olmadı. 86 milyon Avro ödenip beton taban kaldırıldı yerine büyük bir gol açıldı ve Başbakan Borisov adına “kurbağa gölü” dedi. Zaman geçti, Bulgar başsavcılığı bu 2 önemli imha işinin faturasını görmek istedi. Bulgar Maliye Bakanlığı “kayıplara karışmış” deyince, aynı evraklar bir de Moskova’dan istendi, cevap gecikmedi. “ Bizde bir hafta önce bir yangın oldu, sizin evraklarınız yandı” cevabı şok yarattı. Öyle olsa da, Bizim Baş Savcıya karşı kimsenin ihbarda bulunma, dava açma ve hatta uyansanıza göreviniz bitti” demeye bile hakkı yok. O ancak kendi kendini ihbar edebilir, fakat bunu da şimdiye kadar yapmadı. Sözüme başlarken “Breksit”ten sonra sıra bizde, denge saplanması için kuyruktan birkaç kıl kopar, koparsa biz oluruz demiştim. Bundan tam 14 gün önce, Avrupa Birliği’nden Bulgaristan’a şu “Belene-2” NES konusunda yeni bir uyarı mektubu geldi. “Unutun bu işi ve doğrusunu isterseniz NES merakından vazgeçin” demişler. Mektubu okur okumaz, devlet 3. Kişisi olan Kırca Ali milletvekili, meclis Başkanı Bayan Karayançeva hemen Moskova’ya uçtu. Çok önemli ve sorumlu görüşmelerden sonra şu yukarıda 60 milyar leva borçlu olan Ulusal Elektrik Şirketi (NEK) ile Rosatom’un “Belene –2” NES’ni kurma kararını açıkladı. Bulgaristan’daki teknik profesörlerin daha fazlası atom elektriği, atom jeneratörü, atom elektrik santrali atıkları vb gibi konularda uzmandır. Bu defa hep birlikte uyandılar, devletin karşısında izaha geldiler ve “Bu iş bizi Avrupa Birliği”nden koparır,” dediler. Biz bu bilginlere inanalım mı inanmayalım mı? Bunu zaman gösterecek. Fakat aslında çok büyük bir haber vermiş oldular. Ben ise şunu düşündüm. AB’den atılırsak, karşılıksız para akışı durursa “Ne Yaparız?” Çöker miyiz? Dağılır mıyız? Yoksa Yutulur muyuz? Akvaryum içinde dışkılarla geçinenlerin işi de bozulacak. Yazık olacak! Görüldüğü üzere biz bir KARA ARIYIZ. Bal beklemeyin bilden. Okuduğunuz için teşekkürler. Paylaşanlara özel selamlar. Bizi izleyenlerle yakında buluşuruz.


Makale ve Analizler - 2019

143


144

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Akıl Aynası

Yazan: İbrahim SOYTÜRK Konu: Bu hayatta hiç bir şey gizli kalmaz Gökten yere ne varsa her şeyi aksettiren bir ayna var, adı AKIL AYNASI. Fikir aynaları da var. Onlar dünyayı tanımaz, ancak insan kafasının içindekileri yansıtır. Her şey Akıl Aynası’ndadır. Onlardan hiçbir şey gizlenmez. Öteki adı ZEKA’dır. Halkız buna “Sokma akıl, akıl olmaz” deyip olayı kapatmıştır.” Gerçeği aramanın en güçlü aracı sorgulayan gazeteciliktir. Yöntemi ise eleştiridir. Akıl aynası, zekâ, gazetecilikte kalemden önce gelen araç gereç ve metot olarak eleştiri rendesine işaret etmeden konuma giremedim. Konumun birkaç kahramanı var: Mehmet Tefik (Ahmet Emin), Ahmet Doğan (Sava) ve daha birkaç hayatta olan kişi. Olayların geliştiği zaman kısmı 1992’de başladı ve sürmektedir. Olay yeri, Bulgaristan, İsviçre, Birleşik Amerika ve başka merkezlerdir. Olaya katılan örgüt ve kurumlar, Bulgar ve yabancı bankalar, mason örgütleri, büyükelçilikler, elektrik santralleri, sıvı yakıt taşıyan tankerler ve elektrik santralleridir. *** Bulgaristan’da sorgulayan gazetecilikten askeri akademide doktora tezi savunan tek Bayan Bogdana Lazarova’dır. Mesleğini araştırmacı gazetecilik olarak da tanıtan Bayan Lazarova birkaç kitap yazdı. Bulgarca basılan bu eserlerden birinin adı “Mehmet Tefik”. Bu kitabın Bulgaristan Türk ahalisi üzerindeki etkisi o kadar güçlüydü ki, ülkede ne kadar Mehmet Tefik isminde Türk varsa, birkaç günde yol yordam bulup kimseyle helâlaşmadan Türkiye’ye geçtiler. Yaşlılar ve çocukları ve diğer aile üyeleri de ardından kısa bir sürede öte geçtiler. Mehmet Tefik kimdir? Olay nedir? Mehmet Tefik, Tırgovişte (Eski Cuma) “Kozitsa” köylerinden olup, Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS) “Boyana Sarayı” adıyla bilinen yürütme merkezinde, yıllarca başkan ve “fahri başkan” olan Ahmet Doğan’ın politik sekreterliğini yapan, mali işlerini de yürüten ve 17 Ekim 2008’de beylik ta-


Makale ve Analizler - 2019

145

bancasıyla canına kıyan Ahmet Emin’in gizli polis arşivlerindeki ajan adıdır. 3 çocuk babası olan 46 yaşındaki Emin’in eşi Ferah Hüseyin de uzun yıllar DPS’de görev almıştır. 3 defa açılıp kapanan A. Emin intihar dosyasında öyle bir cümle var: “Üslendiği sorumluluğu taşıyamamıştır.” Olay, 1992’de, Ahmet Doğan’ın (Bulgar İstihbaratı Birinci Şube Beşinci Amirlik ajanı Sava) Sofya’da Türkiye Büyükelçiliği’ne dış ülkelerde çalışan 876 Bulgar ajanının dava dosyalarını götürüp teslim etmesiyle başlamıştır. Olabilir ya, bu dosyaların seçilmesinde, sıralanmasından, hazırlanmasında ve paketlenmesinde ve belki de arabaya yüklenmesinde (sekreter olan), eli ve katkısı olan Ahmet Emin (Mehmet Tefik) Bulgaristan Milli Sorgulama Polisi (NCC) Başkan Yardımcısına telefon ederek bu olayı ihbar etmiş ve görüşme istemiştir. Sofya’da yapılan gizli görüşmeye NCC’den Başkan yardımcısı Terziyski ve Devlet Güvenliği (DS) II. Şube, Balkan Devletleri Amirliği Başkan yardımcısı Georgi Paunov gelmiştir. Bu görüşmede, Ahmet Emin’in DPS merkezinde görevli gizli ajan “Mehmet Tefik” kod adıyla olayı ayrıntılı bir şekilde devlet makamına anlatması, gazeteci Bayan Bogdana Lazarova’nın kitabından ayrıntılı yer almıştır. İki dönem DPS Başkan Yardımcılığı ve Örgüt İşleri Sekreteri görevlerinde bulunan Osman Oktay’ın 2016’da çıkan, “Bir Hayalin Sonu –DPS Gerçeği” kitabında, Ahmet Emin’in DS-ajanı Mehmet Tefik olduğuna ve Ahmet Doğan’ı 1992’de T.C. Sofya Büyükelçiliğine verilen dış ülkelerdeki Bulgaristan casusları dosyaları olayında jurnalleyen ajan olduğuna işaret etmemiştir. Belki de Oktay, bu çorap söküğü üstüme sıçrar ve başıma bela açar diye korkmuş olabilir. 26.10.2016 tarihinde “Dnevnik” gazetesinde konuya değinen O.Oktay, bu “cinayetin” DPS partisinin gizli kanallardan finanse edilmesini sağlayan düzenekle bağlantılı olduğuna açıklık kazandırmıştır. İlgililer, gazeteci B. Lazarova’nın kitabının ikinci baskısını engellemiştir. Sosyalizm yıllarında ve Bulgaristan Varşova Paktı üyesi iken Batılı ülkelere çıkarılan ajanların isimleri, adresleri, kodları, çalışma alanları, yakın ve uzak vadeli görevleri bir NATO üyesi olan T.C. Sofya Büyük Elçiliğine verilmesine karşı Bulgaristan devleti tarafından hiçbir önlem alınmaması dikkat çekicidir. Ahmet Doğan tutuklanmamış, sorgulanmamış, gizli depolardan dosya çıkarılmasına izin verenlerden ve kolaylık sağlayanlardan hiç birinin saçından tel düşmemiş, bunlar vb oyunu kısa sürede ortaya koymuştur. Üstüne üstelik ajanlardan hiç birine “ipin pazara çıktı” tasına tarağını topla ve ilk uçakla Sofya’ya dön, emri de verilmemiştir.


146

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

Bu olay, Türkiye gazeteci ve yazarlarından Soner Yalçın kalemine de takılmış ve 1999’da “Bay Pipo”(Harim Abas) eserinde, masaya yatırılmış desek fazla olur, hiç olmazsa İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü depolarının birinin bir köşesinde çuval üstü çuval istiflenmiş şeklinde kamuoyu bilgilenmiştir. O yılların MİT Müsteşarı Mehmet Eymür yıllar sonra Plovdiv “Princes” Otel müdürlüğüne atandığında olaya değinmemiştir. Kim ne derse desin, arkada kalan 11 yıl içinde yüz binlerce Bulgaristan Türkünün gözü, Bayan gazeteci B. Lazarova örneğinde de görüldüğü üzere hep Ahmet Emin cinayeti üzerindedir. Türklerin akıl aynası sorulara cevap aramaktadır. Bu cinayet olayını yazmayan gazete ve sosyal medya kalmadı ama sonuçlar gün yüzüne çıkarılamadı. Bu yıllar içinde 3 açıklama asla unutulmamıştır: Bir, resmi makamların eline geçen ve hala açıklanmayan “Ahmet Emin’in” “babasına, eşine ve çocuklarına veda mektubu.” İki, Ahmet Doğan’ın ölüm olayından hemen sonra “Bizim aramızda olan ve arkamızda boşanan bir olay var”. demesi. Üç, Daha sonraki yıllarda DPS basın sözcüsü olan, Şumen milletvekili, Plamen Konstantinov’un “Ahmet Emin’in formel (açık) ve formel olmayan (gizli) ilişkileri vardı.” demesi. Bu demeçlerden sonra Ahmet Emin’in Sofya’daki İskoç Mason Örgütü’ne üye olduğu, gizli görüşmelerine devamlı olarak katıldığı, bağlılığını ispat etmek için mason yeminine sağdık kaldığı ortaya çıktı. Örgüte ünlü Bulgar avukatlar, Sorosçu çevrelerden bilinen siyasetçiler katıldığı basına düştü. Resimli haberler yayınlandı. Belki de P.Kostadinof’un işaret ettiği formel olmayan (gizli) ilişkiler bunlardı. Olayın derinliğini Akıl Aynasında görebilmemiz için, bilinmesi gereken başka bir özellikse şudur. Ahmet Emin, politik sekreter sıfatıyla DPS ödemelerinden sorumlu olmasıdır. 2005’te Volen Siderov’a “Ataka” partisini tescil ettirmek için verilen 1 600 000 (bir milyon altı yüz bin) leva ödenmesi emri de A.Emin’in bilgisayarında yazılmış ve A. Emin tarafından imzalanmış ve kaşelenmişti. Bu cümleden olmak üzere, A. Emin’in her yıl muntazam olarak Mart ayında İsviçre ve Lihtenstein Bankalarına gittiği biliniyordu. Bu bankalardaki hesaplar onun üstüne görünse de, bir olay olmuş olsa, (insan başına gelmesin) hesaplardaki dövizin varisi (mirasçısı) olarak şahsen Ahmet Doğan gösterilmişti.


Makale ve Analizler - 2019

147

Olay şöyle ki, Ahmet Emin’in (Allah hepinize ömürler versin) toprağa verilmesinden sonra bu hesapları bozmadan sürdürme, Ahmet Doğan isimli şansın olduğunu belgelemek ve mutlaka bir yeni varis göstermek amacıyla Ahmet Doğan kızı Demet’le birlikte Mart aylarında Zurich, Bern ve Vadus’ta görünmeye başladı. Gelişme şöyle bir yön aldı ki, bu ziyaretler ve imza karşılığı verilen banka hesap dökümlerinde daha 2008’de 20 000 000 (yirmi milyon) Amerikan Dolar’ın eksik olduğu, Birleşik Amerika’da bir Bankaya havale yapıldığı ve artık 11 yıldan bu yana paranın geri gelmediği, haber de alınamadığı tespit edilmiştir. Akıl Aynası’nda görüldüğü üzere, bu döviz İsviçre’de 3 banka üzerinden ABD’de (adı ve hesapları kodlu olan) tek bankaya 3 defada çıkarılmıştır. İşlem, Sofya’daki mason grubu ile anlaşmalı ve onaylı emirle “20 milyon ABD Doları, çok kısa bir süre ve karşılığında şu kadar para için çıkarılmıştır” anlaşmasına göre, gerçekleştiği artık biliniyor. Bilinse de, İsviçre’deki bankalarda Sofya’da İskoç Mason Grubunda bir iç belge şeklindeki şifayı sözleşme geçerli değil, çünkü kimsenin bu işlerden haberi yok gibi, omuz silkiyorlar. Son 5 yılda Ahmet Doğan’ın iyice içine kapanması, susması, sık sık İsviçre’ye gidişleri hep bu amaçladır. Ahmet Emin’den sonra bulunamayan, Milli Güvenlik Devlet Ajansı (DANS) tarafından el konan bilgisayar ve kasadaki diğer evrakları arasında da olmayan, “kayıp havale evraklarını gerekli imza ve onaylarla yeniden ve bu defa kendi adına elde etme ve ABD’deki bankanın ismini, adresini vb gerekli öteki delil ve evrakları toplama” ve dolayısıyla kayıplara karışan 20 milyon ABD Doları geri alma amacıyla yapılmıştır. Bu iş için çalınan son kapı Birleşik Amerika Sofya Büyükelçiliğidir. Sofya’daki Mayıs 2019 mali gelişmelerinde, DPS’nin banka hesabında ancak 5-6 milyon leva para olduğu açıklandı. Lichtenstein ve Vadüs’teki “Of Shor” banka hesaplarındaki gizli “acountlar” ve “benefishır” (hamil) Herr Ahmet Emin’den, Herr Ahmet Doğan’a değiştiğinden dolayı ve bunlar (personal acount) kişisel hesap olduğu için kaynaklar susuyor. Bilgi yok. Fakat herkesin gözü önünde ve davulun tokmağını hep aynı noktaya vura vura halkın kayasına telkin etmeye çalıştıkları şeyler de var. Örneğin, cebindeki ve Bulgar bankalarındaki parası 5-6 milyonu aşmayan Doğan, birden bire “kredi milyoneri” oldu. Sofya/Boyana’da “Belovodski pıt” sokağındaki “Sarayı” satın aldı, Varna’da “Isı Elektrik Sanrali” hislerine milyonlar


148

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi)

saydı, Burgaz yakınlarındaki “Yazlık Köşkün” borçlarını ödedi vs. Bütün bankalar sanki Doğan’ “BİZDEN KREDİ AL” DİYE YALVARIYOR. Akıl Aynası emrin yüksek yerden geldiğini görmüyor musunuz diyor? Ne var ki, olay bu noktada bitmiyor. 2008’de tam da bu olay Ahmet Emin’i intihara itmiş ve tek kurşunla patlayan beyninden fışkıran kan “lanetli sarayın” dördüncü zemin kat “Türk Hamamı” yolu merdiveni duvarlarına yapışmıştır. İlginçtir, Ahmet Emin aynı gün mason ocağı “kardeşlerinin” hepsini birer birer aramış, hiç birisinden” “çıt” çıkmamış, saat 12’de spor takımla işe gelmiş, yarım saat “vasiyet” yazmış ve 12.30’da hayat yolu kesilmiştir. Savcılık, olayla ilgili 85 kişiyi sorgulamış, 15 deney yapmış, mezarı açmış ve Ahmet Emin’in “kendisine telkinde bulunulabilen” bir kişi olduğu sonucunu resmen açıklamıştır. Bu gelişmelerle ilgili, Akıllı Ayna’da, 2017’den sonra Sofya’daki Amerikan Büyük Elçisi Erik Rubin ile birlikte Ahmet Doğan ve Mustafa Karadayı simalarının belirmesi herkesi şaşırttı. Fotoğraf okuma ustaları bu işler Varna “Isı Elektrik Santrali” ile bağlı, santralın ocağı kömürden sıklaştırılmış doğal gaza değiştirilecek ve Amerika’dan tankerlerle getirilecek likit gazla çalışacak öngörüsü açıkladı. Ardından “Maritsa İstok” kömür santrallerimizin Avrupa Birliği istemlerine göre ekolojik çalışmasına Amerikan likit gazı gerek haberleri çıktı. Sonra, Varna körfesine bir “sıklaştırılmış gaz limanı” açılması planının hazır olduğu duyuruldu. Bir haber daha açıklanması gerek, Varna’dan Dimitrovgrad ve Radnovo merkezlerine kadar iki doğal dağıtım merkezi kurulacak. Beklenen 2 haber daha var, 56 bin kömür madencisi içten atılacak. Son haber de bugün artık basında yayınlandı Bulgaristan’da 2020’den başlayarak sanayiye verilen elektrik enerjisi %203 oranında pahalılaşacak. Akıl Aynasında yazı çıkmıyor. Herkes fotoğrafları kendi okuyor. Bu da zeka meselesi. Okuyan okuyor, okuyamayan başkaları tarafından didiklemesini bekliyor. Anlaşılan Ahmet Emir hakikatten Amerika’nın Doğu Avrupa ülkelerini sömürgeleştirme politikasının gizliliklerini bilmeyen biriymiş ve kafası mason gecelerinde iyice karıştırılmış biriymiş. Kimseyle görüşmeyen, karısını çok kıskanan ve egoizmi yüzüne vuran biri. Bunu Bulgar ilgililer biliyormuş


Makale ve Analizler - 2019

149

Hiç olmazsa, Bulgaristan’da bir kişinin BÜYÜK ADAM olması için ya kızının, ya karısının Amerika’da esir hayatı yaşaması şartı olduğunu ah bir bilseydi. BSP partisi Başkanı Kurnelya Ninona’nın oğlu bile Amerika’da yaşamak zorunda, “Dayanışma” sendikası şefi Dr. Trençev’ın eşinin bile Amerika’da süründüğünü ah bir bilseydi. Ne oldu şimdi, bizden kimse çocuklarını ve karısını Amerika’ya esir veremediğinden dolayı 20 milyon Dolarımızı lüp diye yuttular ve artık 11 seneden beri, şunu yapın” vereceğiz, “bunu yapın” geri verelim pazarlıklarıyla oynatıldık. Bulgar tabak kapatıldı. Elektrik santallerimiz kapatılıyor. Şartı ne “gazı Rus’tan değil, bizden alacaksınız.” Ahmet Doğan etrafındaki sıkışıklığı ve şartlı kurtlu işleri anladınız sanıyorum. Anlamayanlar yazsın, yazsın da millet aydınlansın. Sevgili soydaşlarım, aslında bu paraların hepsi, Bulgar devletinin her oy için ödediği 11 levadan 15 sene toplanmıştı. İsviçre bankasındaki son bilançolarda toplam 36 milyon leva olarak görünmeliydi. Ama tavadaki balıkları Amerikan kedisi yeni! 2008’den beri esir durumdayız. Şimdi de “sözde” paralarımız bize “sıklaştırılmış doğal gaz” şeklinde geri verilecek ve elektrik faturası karşılığı Ahmet Doğan haylazlığının şahsi hesaplarına dolacak. Yaşasın aldatılmaya doymayan halkımın hürriyet mücadelesi. Yeni Bulgaristan’ı öğrenmek isteyenler, bizi izleyiniz. Analiz merkezimiz sizin için çalışıyor. Teşekkür ederim.


150

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

151


152

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

153


154

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

155


156

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

157


158

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

159


160

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

161


162

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

163


164

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

165


166

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

167


168

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

169


170

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Makale ve Analizler - 2019

171


172

BG-SAM (Bulgaristan Stratejik AraĹ&#x;tÄąrma Merkezi)


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.