Ön Okuma

Page 1



Dengesiz Bir Adamın Anatomisi Yazan: Duygu Özlem Yücel Yayına hazırlayan: Senem Kale Kapak Tasarımı: Onur Erbay Grafik uygulama: Havva Alp Türkiye Yayın Hakları: © 2015, Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş. 1. Baskı / İstanbul 2015 ISBN: 978-605-09-2540-1 Sertifika no: 11940 Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş. 19 Mayıs Cad. Golden Plaza No:1 Kat:10 Şişli 34360 İSTANBUL Tel: (0212) 373 77 00 / Faks: (0212) 246 66 66 www.dexkitap.com / satis@dogankitap.com.tr Basım yeri: Yıkılmazlar Basın Yayın Prom. ve kâğıt San. Tic. Ltd. Şti. Adres: Yalçın Koreş Cad. Basın Sanayi Sit. No:13-14 Yenibosna-İstanbul Tel: (0212) 515 49 47 Sertifika no: 11965

Toplu sipariş için tel: (0212) 373 77 44 E-posta: satis@de.com.tr



Birinci Bölüm


Hayatı yaşamanın iki yolu vardır: biri hiçbir şey mucize değilmiş gibi, diğeri ise her şey bir mucizeymiş gibi... Albert Einstein


1

Bir melodi kulaklarımda... Onun sesi ve onun tınısıyla... Bir melodi... “Hadi...” diyor, “düşün olup biten her şeyi.” Bir film şeridi geçiyor gözlerimin önünden. İçinde kırık dökük ben, bir de diğerleri ve SEN. Haksız isyanlarım... Çığlıklarım... Yalnızlıklarım... Yakarışlarım... Sessiz kalışlarım... Yok oluşlarım... Mutsuzluğum... Ve beni öldüren umutsuzluğum! Sonra birden film akıyor ve gözlerimin önünde o masum siluetin beliriyor. Dokunsam kırılacakmışsın gibi duran naif bakışların... Dokunsam kırılır mısın sahi? Ya da dokunsan durulur mu bu içimdeki dizginlenemez asi? O film şeridinde seni görüyorum ve her şey siliniyor! İsyanlarım, çığlıklarım, yalnızlıklarım, yakarışlarım, sessiz kalışlarım, yok oluşlarım. Sen gülüyorsun ve hepsi gidiyor; mutsuzluğum ve umutsuzluğum... Ellerin ellerime değince, ruhun ruhumu sarmalıyor.


Ruhum sakinleşiyor. Ellerin ellerimde... Hiç tatmadığım bir huzur içimde... Hep kalır mı benimle? Hep kalır mısın benimle? Uzanıyorum ve tutmaya çalışıyorum. Ama film durmuyor ve akmayı sürdürüyor. Tutamıyorum! Gözlerimden şerit şerit sen akıyor. Senin gülüşün, senin sevişin, senin gidişin, senin gelişin, senin tenin, senin gözlerin. Bana güç veren bakışların, beni aşkla saran dokunuşların... Huzur doluyorum! Tarif edilemez bir huzur. Kuş gibi hafifim. Bu tat yanağıma değen ılık bir bahar meltemi gibi. Ruhum hiç bu kadar huzur dolu olmamıştı. Uçuyorum sanki... Nereden başlamalıyım anlatmaya? Onu tanımadan öncesini mi, hayatıma girişini mi yoksa içime işleyişini mi? Aklım öyle dağınık ki... Bu; bir acı, bir hayat, bir kader ve bir aşk hikâyesi... Tesadüflerin dans resitali... İçimin kahkahalarını duyuyor musunuz? İçim mutlu, içim huzurlu. O ve sonrasında içim dopdolu! O gün dün gibi aklımda... Dün, bugün kadar yakınımda! Onun kokusu doluyor burnuma ve sesi çınlıyor kulaklarımda. Ufaklık, ufaklığım... Üşüyorum, ısıt içimi!


2

O

gün... Sıradan bir iş günü olarak başlayan o uzun gün... Evden çıkıp beni işe götürmek için bekleyen arabaya bindiğimde ve günlük gazetelere göz gezdirmeye başladığımda o günün de diğer günlerden hiçbir farkı yoktu. Yapacaklarımın şunlardan ibaret olduğunu zannediyordum: ofise varmak, günlük planı gözden geçirmek, bir iki önemli telefon konuşmasının ardından birikmiş mailleri incelemek ve dünyadan kopmuş bir halde çalışırken, dünyaları kurtardığımı sanmaya devam etmek... Sabah saatlerini bu rutinde geçirirken beklenmeyen bir haber alacağımdan, hayatıma bir yabancı gireceğinden ve beni yerden yere vuran iğneleyici eleştiriler duyacağımdan haberim yoktu elbette. Klasik evrak işleriyle uğraşıp, şirketteki iş yoğunluğuyla boğuştuğum sırada uzun zamandır beklediğim telefon geldi. “Merhaba Can Bey, size beklediğiniz raporları mail olarak gönderdik. Değerler beklediğimiz kadar iyi olmadığı için sizi aramak istedim.” Her şey yeniden başlıyordu.


12

D U YG U Ö Z LE M YÜ CEL

“Ama nasıl olur? Her şeyi kuralıyla uygulamaya çalışıyorum.” “Çalışıyorsunuz Can Bey, ama bazen böyle olabilir!” “Bıktım bu durumdan!” “Sakin olun lütfen...” Evet kabalaşmıştım! “Zaten işlerim yeterince yoğun. Bir de anlamsızca bunlarla uğraşıyorum! Ne yapmam gerekiyorsa söyleyin öyleyse.” “Size gerekli prosedürü mail atacağız. Daha sonra tekrar görüşmemiz gerekiyor.” “Peki. Dediğiniz gibi olsun!” Telefonu kapattım ve hızla bilgisayarıma döndüm. Mail kutumu açtım ve gelen mailde yazanları okuyup artık görmeye oldukça aşina olduğum listedeki değerleri anlamaya uğraştım. O an yapılacak en iyi şeyin mailde yazanların çıktısını alıp birilerine göstermek olacağına karar verdim. Yazdır tuşuna bastım ve ofisimin hemen dışındaki asistan masasının yanında bulunan yazıcıdan çıkacak kâğıtları odama getirmesi için asistanımı aradım. Çalıyor, çalıyor ve çalıyordu. Ama açan olmuyordu. Anlaşılan asistanım ya da yerinde olması gereken hiç kimse yerinde yoktu. Yöneticisi olduğum bu şirkette yani babamın sahip olduğu ve tek veliahtı olarak her şeyi onun yaptığı gibi büyük bir başarıyla idare etmemi beklediği bu holdingde öğle yemeklerine çıkmayı tercih etmezdim. Bu yüzden öğle arasını hiç hesaba katmamıştım. İnsanlarla kaynaşmak ve onların arasında olmak hiçbir zaman bana göre bir şey olmadı. Ben yalnızlığı severim, yalınlığı ve büyük dünyamdaki her şeyi sırtlayıp kendi ken-


D E N GE S İZ BİR A D AM IN A NA TO MİSİ

13

dimle başa çıkmaya çalışmayı... Burnu havada olduğumdan değil, her şeyin benim için yeterince zor olduğundan... İşte bu yüzden o gün başıma gelecekleri hesaba katmadan, asistanım Gülden’in masasına gitmek üzere yerimden kalktım ve kendi işimi kendim halletmek için odamın kapısına doğru yürümeye başladım. Gülden’in yazıcısındaki çıktıları almak için ofisteki odamdan çıkmadan hemen önce, dışarıdan bir yerlerden, muhtemelen koridorun diğer ucundan gelen ayak seslerini duyup irkildim. Ne telaşlı, ne güçlü adımlardı onlar öyle. Sanki birileri bir yere doğru koşuyor ve kimse onu durdurmuyordu. Etrafa keskin ve net topuk seslerinin tok bir tonla mermerde çınlaması hâkimdi ve uzaktan gelen o ses an be an olduğum bölüme doğru yaklaşıyor gibiydi. Olduğum yerde öylece durdum, tutuğum kupadaki çaydan ufak yudumlar alarak içeriden gelen seslere kulak vermeye çalıştım. Sesler yaklaştı, yaklaştı ve sonra birden odama geçilen aralığın kapısı açıldı. İçerideki kapı hızla kapanırken duyduğum topuk sesleri de durdu ve yerini büyük bir sessizliğe bıraktı. Hızlı ve öfkeli gürültü, küçük tıkırtılar halini aldı. Tanımadığım birinin kendi kendine mırıldandığını duyabiliyordum ama ne dediğini tam olarak anlayamıyordum. Sanki biri oldukça kızgın bir halde dışarıda durmuş, kısık ama öfkeli bir tonla bir şeylere söyleniyordu. Merakım daha da artarken ve beynim dışarıdan gelen seslerin ne olduğunu çözmeye çalışırken, net ve keskin bir adım daha duyuldu. Dışarıdaki yabancı bu kez odama doğru yaklaşıyordu...


14

D U YG U Ö Z LE M YÜ CEL

Bu neyin telaşı böyle? Yabancı odama iyice yaklaşmadan ve ben ardında durduğum kapıyı hızla açıp içeri dalarak karşımdaki kişiyle yüzleşmeden hemen önce aklımdan geçen son şey bu oldu işte... Derken kapıyı açtım, sakin bir tavırla dışarı çıktım ve hiçbir şey olmamışçasına ardımdan kapattım. Karşısında belirdiğim yabancı, beni görür görmez şaşkınlıkla olduğu yere çakılıp acemi bir öfkeyle bana bakmaya başladı. Gözlerinden fışkıran o çaresiz sinir görülmeye değerdi. İçim bu çıtı pıtı yabancının bu kadar gürültü çıkarabileceği gerçeğine gülüyordu. Bakışlarımı, karşımda duran kadının şaşkın bakışlarına diktim ve ne olduğunu sorarcasına onu incelemeye başladım. O ise kalakalmış bir ifadeyle bana bakmayı sürdürdü. Şok olmuştu. Derken hiçbir şey yapmayacağını fark ettiğim bir an, sanki odada yokmuşçasına, yazıcının yanına yürüdüm, çıkan raporları elime alıp incelemeye koyuldum. Yabancı, durduğu yerde beni incelemeye devam ediyordu. Ne yapacağını bilemez bir haldeydi. Sanki boyundan büyük işlere kalkışmış hatta boyunu aşan bir okyanusa atlamış da boğuluyordu. Ve bu hali beni oldukça eğlendiriyordu. Bekledi... Bekledim... Hiçbir tepki vermedi... Hiçbir tepki vermedim... Ta ki bu sessiz savaşı sona erdirmek istercesine olduğu yerde kıpırdanan kadın, gözlerini gözlerime dikerek konuşmaya başlayana dek... “Pardon...”


D E N GE S İZ BİR A D AM IN A NA TO MİSİ

15

Keskin bir bakışla gözlerimi gözlerine doğru çevirdim. Ve o beklemeksizin devam etti... “Bir şey sormak istiyordum.” Sonunda az önce ince bir mırıltıyla kulaklarıma dolan sesin gerçek halini duymayı başardım. Üstelik sinirli ve oldukça öfkeli bir tınıyla... Tüm bu olanlar yazıcıdan çıkarıp incelemeye koyulduğum raporda yazılanların içimi karartan gerçekliğini bir anda silip atarken karşımdaki kadın birden içimdeki küçük ve meraklı çocuğu uyandırdı. Elimdeki evrakları tekrar Gülden’in masasına bıraktım ve yabancının olduğu yöne doğru dönerek dikkatle fakat bu defa soran gözlerle ona bakmaya başladım. Hiçbir şey söylemiyor ve büyük bir tepkisizlikle söyleyeceklerini bekliyordum. Gözlerindeki şaşkınlık ışıltıları... Öyle güzeldi ki! Derken genç kadın aniden derin bir nefes aldı ve merakla beklediğim konuşma cümlesi dudaklarından dökülüverdi. “Görünüyor muyum acaba?” “Pardon anlayamadım...” “Yani diyorum ki; oradan bakınca görünüyor muyum?” Kendi şirketimde ilk kez biri neredeyse odamın içine kadar dalıp, böylesine bir öfkeyle bana hesap sorma cüretinde bulunuyordu. Ne komik bir kadındı bu böyle... Ve ne cesur! Bir süre öylece durdu ve bu asi çıkışına bir yanıt vermemi bekledi. Ben ise dudağıma yayılan ince ve alaycı gülümsemeye hâkim olmaya çalışarak, soran gözlerle ona bakmayı sürdürdüm.


16

D U YG U Ö Z LE M YÜ CEL

Derin bir nefes aldı... Sesinin titremesine engel olmaya çalıştığı her halinden belliydi. Ve konuşmaya devam etti... “Bu enteresan şirkete adım attığımdan beri bir tane adam gibi harekete maruz kalmadım da... Görünüp görünmediğim konusunda şüphelerim var.” “Oldukça net.” “Efendim?” Sakin tavrımı korumaya özen göstererek nazik ama bir o kadar kararlı bir tonla yanıtladım.... “Oldukça net görünüyorsunuz diyorum. Siyah eteğiniz ve şık bir ceketiniz var. Çantanızı ve ayakkabılarınızı oldukça uyumlu seçmişsiniz. Yalnız siz kadınların o kadar uzun toplukluların üzerinde nasıl yürüdüğünü hep merak etmişimdir. Saçlarınıza gelince; görüntünüze uysun diye klasik bir topuz yapmaya çalışmışsınız fakat bana kalırsa bu durumdan hiç de hoşnut değilsiniz. Çünkü bence siz daha çok dağınık saçların, spor ama şık kıyafetlerin insanısınız. Yeterince açık oldu mu?” Yanakları kızarmaya başladı ve belli ki ukalalığım onu daha da çok öfkelendirdi. Bu oyunu sevmiştim! “Çok başarılı,” dedi sakince. “Saçma sapan gözlemleriniz için sizi tebrik ediyorum. Şimdi yolumdan çekilirseniz eğer yapmam gereken bir iş var. Sizi de çok önemli olduğunu düşündüğüm işlerinizden alıkoymak istemem.” Yüzümdeki gülümseme biraz daha belirginleşirken, alaycı bir tavırla yanımdaki masaya doğru dayandım ve ellerimi önümde kenetleyip karşımdaki kadının mimiklerini, ayağını hızla yere vuruşunu ve yumruk yaparak sıktığı ellerini incelemeye koyuldum.


D E N GE S İZ BİR A D AM IN A NA TO MİSİ

17

İçindeki dizginlenemez sinire rağmen öyle narin görünüyordu ki... Derken birden o narin, güzel, bakışlarını gözlerimden ayırdı, omuzlarını dikleştirdi ve hızla yürümeye başlayarak tam da durduğum yerin yanından, çok ama çok yakınımdan, geçip ofisimin kapısına doğru yöneldi... Ne yapmaya çalışıyordu bu kadın böyle? Yanımdan geçerken bana ukala mı dedi yoksa bana mı öyle geldi emin değilim! Gülümsedim... Derken önünde durduğu kapıyı açmadan hemen önce anlık bir tereddütle durdu, yüzünü tekrar bana doğru çevirdi ve “Burası kimin odası?” dedi. Galiba o an, gözlerimden geçen şaşkınlık ifadesi bile yüzümde beliren alaycı ifadeyi saklamaya yetmedi. “Konu neydi? Ben yardımcı olabilirim.” Bakışlarındaki kızgınlık daha da arttı. “Burası kimin odası diyorum. Yardımcı olur musun demedim!” Ellerimi hafifçe havaya kaldırdım ve pes eder bir tavırla cevapladım. “Patronlardan birinin odası ufaklık. Şimdi sorun neyse söyle de çözmeye çalışalım.” “Ufaklık!!!” İşte o an çıldırdı! Gözü döndü! Hatta delirdi! “Bu ne cüret! Sen kendini ne sanıyorsun ya? Ne biçim bir yer burası... Dingo’nun ahırı bile buradan daha kurumsaldır. Senin neci olduğunu, bu lanet yerde ne halt ettiğini bilemem ama durup daha fazla senin gibi biriyle muhatap


18

D U YG U Ö Z LE M YÜ CEL

olamayacağım. Çünkü bana Dingo’nun ta kendisi lazım...” Dingo’nun ta kendisi mi? O güne kadar aldığım en iyi iltifattı diyebilirim... O ise söyleyeceklerimi dahi beklemeden kapıyı açtığı gibi içeri daldı. Odamın aralık kapısından genç kadının şaşkınlık içindeki siluetine bakıyordum. İçeride durmuş ne yapacağını bilemez halde etrafı inceliyordu. İçim uzun süredir ilk kez kahkahalar atıyordu. Canımı sıkan şeylerden uzaklaşmamın tam sırasıydı! Odamın içinde olup bitenlere göz atarken, az önce Gülden’in masasının üzerine bıraktığım o “sözde çok önemli” raporları koyduğum yerden alıp hemen altta bulunan çöpe doğru fırlattım. Ve hızlı adımlarla odama girip kapıyı arkamdan sertçe kapattım. Arkası bana dönük kadın küçük bir sıçramayla irkildi ve ani bir refleksle bana doğru döndü. Onu sakinleştirmek bana düşüyordu anlaşılan... “Eğer öfkeni biraz olsun kontrol edebilseydin ve sana yardım etmeme izin verseydin şimdi bu odada böyle şaşkın şaşkın duruyor olmayacaktın.” Ama belli ki onun sakinleşmeye hiç mi hiç niyeti yoktu... “Patronun nerde?” “Sorun ne?” “Patronun nerde?” “Bu odaya böyle dalmanın çok kolay bir şey olmadığının farkındasındır umarım. Şahsen cesaretine hayran kaldım.” “Niyeymiş o? Ben istediğim yere dalar, istediğim insanla muhatap olurum. Asıl siz insan yerine koyulmamanın ne kadar sinir bozucu bir şey olduğunu biliyor musunuz


D E N GE S İZ BİR A D AM IN A NA TO MİSİ

19

acaba? Söyle o patronuna, önce çalışanlarına insanlara adam gibi davranmayı öğretsin. Ama belli ki onun bu taraklarda bezi yok. Heybetli odasının, heybetli koltuğunda otururken bizim gibilerin neler çektiği aklının ucundan bile geçmez tabi. Söyle ona; o dandik insan kaynakları departmanınızla birlikte hepinizi bir eğitsin.” Hızını alamadı ve devam etti... “Yok hatta önce kendini bir eğitsin. Bıktırdınız artık!” Bir süre öylece durdum ve bekledim. Derken soran gözlerle onu incelemeyi sürdürürken konuşmaya başladım. “Eğer şimdi biraz daha rahatladıysan...” Sessizlik. Hiçbir tepki vermiyordu. Donup kalmış gibiydi. Rahatlamış mıydı yoksa eline hiçbir şey geçmemiş miydi? Tüm bunları niçin yapmıştı? Aklımda bir sürü soru son sürat uçuşup duruyordu. Birkaç saniye daha tepkilerini yokladım ve yarım bıraktığım cümleme devam ettim. “Dediğim gibi eğer biraz olsun rahatladıysan, şimdi niçin bu kadar öfkeli olduğunu öğrenebilir miyim acaba? Çünkü bir çözüm istiyorsan önce sorununu anlatmalısın.” Tabii ki bana hemen sorununu anlatmaya başlamayacaktı. Şirkete iş görüşmesine geldiğini, gerekli birimle görüşmeyi yapmak için toplantı odasına alındığını ve 45 dakika bekletilip kendini bir kurbanlık koyun gibi hissettikten sonra birilerine hesap sormaya karar verdiğini, ayaklarının onu bulunduğu kattaki en heybetli kapıya yönlendirdiğini ve hesap sormak için benim odama daldığını çok sonra öğrenecektim. Çünkü önce son sözlerimin ardından kısa bir sessizlik daha yaşanacaktı.


20

D U YG U Ö Z LE M YÜ CEL

Bu kez daha az öfkeli, daha şaşkın bir sessizlik. Ve ben onun şaşkınlığını katlayıp oyunu kendi lehime döndürmeye karar verene kadar bu sessizlik devam edecekti. Derken aniden elimi ona doğru uzatacak ve... “Bu arada tanışmadık değil mi?” diyecektim... “Ben Can.” Soran gözlerle bana bakarken bakışlarından öfke dolu merak şimşekleri çakacak ve öylece bekleyecekti. Bense son sözümün ardından karşımdaki kadının gözlerindeki merak şimşekleri yerini utanç şimşeklerine bırakmadan hemen önce durmaksızın devam edecektim... “Can Sipahioğlu... Şu meşhur patron!”


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.