editörden -Sicut erat in principio- Arkadaşım, bu memlekette fotoğraf öksüz kalmış!
Gölge Fanzin’e bahar biraz geç geldi. Sonuçta geldi mi? Geldi! Malum bu tip girişimleri sürdürmek Tamamen gönüllülük esasına dayanıyor. Zaman zaman katkı vermek isteyenler Ek süre talebinde bulunuyor. Bizde kıramıyoruz. - Ne alakası var şimdi? Gırla insan fotoğraf çekiyor.
Fakat yanlış anlaşılmakta istemeyiz. Bu asla 1 şikayet değil, sadece gecikmeye dair 1 açıklama... Hoş malum memleketin iklimiyle ilgili 1 muamma da vardı. Bahar’ı hep birlikte eşzamanlı karşılamakta istedik. - İki gözüm; çeken kendine çekiyor. Fotoğraf sömürülüyor.
Uzun lafın kısasası... Günahıyla sevabıyla... Ama yepyeni bir sayıyla karşınızdayız. Gelecek sayı içinde küçük bir müjdemiz var. Müjdemiz fanzinin sayfa tasarımına dair... - İyi de hocam, var mı kafanda bu durumun telafisi için bir formül? Yoksa çene suyuna çorba mı yaptığımız bu muhabbet?
Yeni sayıyla sorunlu tasarım iyileştirilecek. Bunun için bize profesyonel yardım desteği sunan Ve adının gizli kalmasını isteyen okuyucumuza, Bugüne kadar bu duruma sabır gösteren sizlere Teşekkürlerimizi arz ediyoruz... Efendim, lafı daha da fazla uzatmadan sizlere GF’nin 19. sayısını iftaharla sunuyorum! - Az bekle hele... Aklın duracak...
Keyifli okumalar...
Gölge bir fanzindir. Kafasına göre yayımlanır. Fotokopi yolu ile çoğaltılabilir. Bu işlemden doğan tüm sorumluluklar çoğaltana aittir. Yayımlanan yazı, görüş ve görsellerin sorumluluğu ve telif hakları sahiplerine aittir. Yayın kurulu, Gölge Fanzin’e gönderilen yazıları yayımlayıp yayımlamamakta serbesttir. Ücretsizdir. Tasarım: I.İ.K Kapak Tasarımı: © Cenk 'Mirat' PEKCANATTI
İletişim: E-posta Adresi Facebook Sayfası Twitter Hesabı Youtube Kanalı
Don McCullin bir savaş fotoğrafçısı. Ona sadece sanatçı diye hitap etmeyin. Fotoğraf makinesi Kuzey İrlanda'dan Vietnam'a kadar birçok çatışmayı kayda geçirdi. Londra'daki Tate Britain'daki bir sergi, en iyi çalışmalarından bazılarını gösteriyor.- Çeviri: Cenk ‘Mirat’ PEKCANATTI Alex Marshall
LONDRA - Fotoğrafçı Don McCullin geçenlerde ısrarla “Ben bir sanatçı değilim” dedi. Bay McCullin, Londra'daki Tate Britain galerisinde, Salı günü başlayan ve 6 Mayıs'a kadar sergilenecek çalışmalarından oluşan büyük bir retrospektifinin ortasında durduğu için bu biraz tuhaf bir açıklamaydı. 83 yaşındaki McCullin, “Hayatım boyunca bu sıfata karşı mücadele ettim,” dedi. “Amerikalı fotoğrafçıların hepsi sanatçı olarak adlandırılmak istiyor. Ben bir fotoğrafçıyım ve söylediğimin arkasında duruyorum.” McCullin, fotoğraf çekmeye 1950'lerde Kuzey Londra'nın işçi sınıfı bölgesinde başladı. İlk olarak, kötü şöhretleri McCullin’in fotoğraflarının The Observer gazetesinde yayımlanmasını sağlayan ve yerel bir çete olan Guvnors’un üyesi
olan arkadaşlarını çekti. On yıl içinde, Kıbrıs'taki şiddetli çatışmayı ele almaya gönderildi ve o zamandan beri büyük ölçüde savaş alanlarından uzak kalamadı. 2017 yılında, İslam Devleti tarafından zarar gören antik tapınakları fotoğraflamak için Suriye'ye gitti. McCullin, savaşı göz alıcı bir hale getirme arzusu olmadığını, gördüğü şeyden kaçamayacağını söyledi. “Fotoğraflarımın hiçbir şeyi değiştirememiş olmasından dolayı da üzülüyorum,” diye de ekledi. “Bir savaş biter bitmez, bir diğeri patlak verdi.” Harika sanatçılarla ortak bir şeyinin olduğunu kabul etti: Duygu... “Bu fotoğrafları o olmadan çekemezsiniz.” dedi. Sergiyi gezerek kendisi için en önemli ve duygusal olan fotoğrafları gösterdi. İşte fotoğraflarla ilgili açıklamalarından düzenlenmiş bazı alıntılar.
“Pazar Takımlarını kuşanmış Hükümdarlar, Finsbury Park, Londra,” 1958
Fotoğrafçılığa giden yolumu el yordamıyla aradığım zamanlardı. Bu (yukarıdaki) benim yayımlanan ilk fotoğrafım. O an bu fotoğrafı çekerken hiçbir şey düşünmedim. “Bana kameranı al ve fotoğraf çek.” dediler. Fakat beni fotoğrafçılığa yönelten bu fotoğraftı. Tanrıya şükür, yoksa hala onlarla takılıyor olurdum. Zorlu bir geçmişe sahip olmak bana bir tür empati yeteneği kazandırdı. Benim şiddet, yoksulluk ve bağnazlığın ne olduğunu bilmemi sağladı. Aslında bu zorlu yaşam adeta benim üniversitemdi.
“Batı Berlin’e Bakan Doğu Almanlar” 1961
Paris’te eşimle birlikteydim ve bir adamın omzunun üzerinden okuduğu gazeteye bakıyordum. Kafasında kaskı ve elinde Kalaşnikofuyla Batı Berlin’e atlayan bir Doğu Alman askerinin fotoğrafını gördüm. Ve karıma, “Berlin’e gitmem sorun olur mu?” diye sordum. Doğu Berlin’e gittim ve anında geri topukladım. Sadece dört fotoğraf – Tamamı bu kadardı. Bu fotoğraf yer alan insanlar akrabaları için Batı tarafına bakan Doğu Almanlardır. Yüzlerine bak: Kadınlardan biri neredeyse gülüyordu. Neler olup bittiğini anladılar Benden daha çok şey bildikleri kesin – Bunun dışında sıradan bir Pazar öğleden sonrası.
“Kıbrıs İç Savaşı, Limasol, Kıbrıs” 1964
Bir gün The Observer'a gittim ve “Kıbrıs'taki savaşı çekmeyi düşünür müsün?” diyerek sordular. Benimde bana sorulmasını beklediğim sual zaten buydu. Bunun benim için büyük bir fırsat olduğunu biliyordum. Bir ödül savaşçısı olmak gibiydi, bana dünya çapındaki ünümü sundu. Bu fotoğraf hala bir Hollywood filmi karesine benziyor, bir mafya filmi. Bu adam bir çatışma için fazlasıyla şık giyinimliydi. Aslında bir kravat takmıştı. Sinemadan dışarıya çıkıverdi ve bende denklanşöre bastım. Gerçek dışıydı. Havada uçuşan binlerce mermi vardı. O adam gibi bende oradan oraya koşuyordum. Ateş altında kalmak beni çok heyecanlandırmıştı.
“24 Yaşındaki Açlık Çeken Anne ve Çocuğu, Biafra,” 1968
Biafra benim fotoğrafa bakış açımı değiştirdi. Artık aceleciliğim sona ermişti; bunun nedeni de çocuklardı. Oradaki çileyi asla es geçemezsiniz... kaçıramazsın. Oraya gözlerim kapalı gidip, tüm bu fotoğrafları çekebilirdim. Çünkü dört bir yanım bu çileyle kuşatılmıştı. Bu kadın, 24 yaşında ve ölüme yakın. Neredeyse absürd anlamda bir Meryem ve çocuk resmi.
"Birleşik Devletler Denizcileri, Kale, Hue, ”1968
Bu fotoğrafı günümüzde çekemezsin. Bu insanlara iliştiriliyorsunuz ve mevzu bitiyor. İliştirilmişlik, benim açımdan ‘sansür’ demektir. Artık cepheye gitmene ve yaralı askerleri fotoğraflamanıza izin vermiyorlar. Bu fotoğrafı çektikten sonra onu bana getirdiler. Bende onu omzumda taşıyarak savaş alanından uzaklaştırdım. Konuyla ilgili annesine bir mektup yazdı. Bana da bir kopyasını gönderdi. Evimde duruyor halen saklıyorum.
“Ölen Kamboçyalı Paraşütçü, McCullin'i Yaralayan Aynı Havan Mermisiyle Vuruldu,” 1970
Phnom Penh yakınlarındaki küçük bir kasabadaydım. Akşam vaktinde bir pusuya düştük. Jipin önüne bir havan mermisi düştü ve alttan gelerek saçılan şaraplenlerden ötürü yaralandım. Bacaklarım ve kasıklarımdan yara aldım. Önümdeki adamı öldürdü. Karnı fena şekilde isabet almıştı.
Beni hastaneye götürmek için bu kamyona koydular ve “Burada hiçbir şey yapmadan oturmakta neyin nesi? Neden fotoğraf çekmiyeyim, neden aklımdan çıkmıyor?” diye düşünüyordum. Ben bu fotoğrafı çektikten sonra öldü.
“Ayakta Uyuyan Evsiz Adamlar, Whitechapel, Londra” 1970'ler
Bu ülkedeki evsizleri konu edindiğim ve şimdiye kadar üzerinde çalıştığım en iyi öykü. Yürürken uyuyan bazı adamlar. Beş dakika ayaküstü kestirir, sonra düşmek üzere olduklarını sandıklarında uyanıverirlerdi. Hiçbir insanın böylesi bir duruma mazur kalmaması gerektiğini göstermek istedim. Birçok insan bana “Savaş fotoğrafçısı olmak istiyorum” diye yazıyor ve bu beni bir şekilde bezdiriyor. Cevap verme şansım olursa onlara derim ki “Tamam, savaş fotoğrafçısı olmak istiyorsan bir uçağa binip, başka bir ülkeye gitmek zorunda değilsiniz. Kendi ülkende de fazlasıya yoksulluk ve sefalet ve acı var.”
İngiliz Askerlerinin sıktığı CS Gazından Takım Halinde Kaçan Erkek Çocukları, Londonderry, Kuzey İrlanda, 1971
Bir Pazar öğleden sonraydı ve İngiliz Ordusu bir mahalleye göz yaşartıcı gaz bombası atıyordu, insanları evlerinde gaza boğuyorlardı. Bunu çektiğim gün, önce gaza maruz kaldım, ardından da sırtımdan bir lastik mermiyle vuruldum. Bu fotoğrafları çekerken şanslı mıydım? Hem evet... hem hayır... Bayan Şans insana sadece şimdi görünür ve sonra bir kere daha... Böylece seni hayatta tutuyor. Ama şanstan daha fazlası da var. Bu fotoğrafların hepsinin saniyenin 50'de veya 100'de birinde çekilmesi gerekiyor.
“Genç Bir Filistinli Kızın Ölümünü Kutlayan Hristiyan Gençler, Beyrut,” 1976
Yağmur altında 16 yaşındaki Filistinli kızın ölümünü kutluyorlar. Bana bu bölgeyi terk etmem söylendi. “Burdan gitmezsen seni öldüreceğiz,” dediler. Giderayak müziği duydum ve çocuklar bana bağırıyordu, “Bayım! Bayım! Bir resmimizi çekin!” Bunun üzerine içimden “Tanrım, çekmeliyim,” diye geçirdim. Poz ölçümü dahi yapmadım. Tüm bunlar bana musallat mı oldu? Bu konu hakkında hep düşünüyorum. Bundan ötürü de özgürlüğüm yok.
“Somme Savaşı Cephesi, Fransa,” 2000
1991 yılında manzaralar çekmeye başladım. Tamamen farklı bir şey yapmak istedim. Birisi bana “Manzaralarını bile savaş sahnelerine benzetiyorsun” dedi. Muhtemelen içimde bir yerlerde bir miktar karanlık var. İçimde her zaman bir acı oldu, çünkü 13 yaşındayken babamı kaybettim. Bu beni pekte neşelendirmedi. Ayrıcalık ve paraya dair her zaman içimde biraz öfke olmuştur. Fotoğraf aşkı benim param. Bu benim ödülüm. Alex Marshall, Londra merkezli Avrupalı bir kültür muhabiridir. @alexmarshall81
Kaynak: https://www.nytimes.com/2019/02/04/arts/design/don-mccullin-tate-britain.html
Eleştiri
5 Kurumuş Çiçek, 7 Çetrefilli Olay ve 9 Samimi Yabancı’ya Şahit 1 Eleştiri... Anton Ego
©Ali Taptık
Pek çok açıdan bir eleştirmenin işi oldukça kolaydır. Çok az şeyi riske eder ve kendimizi, kararımız için didinen fotoğrafçıdan çok daha yüce bir mertebede görürüz. Kısacası burnumuz hep kaf dağındadır... Nevrotik ve de snobuzdur... Kendi açımızdan yazması, okuyucu açısından da okunması kolay olumsuz eleştirilerle adeta bir vampir gibi besleniriz. Ancak yüzleşmemiz gereken kaçınılmaz bir gerçek var. Aslında resmin bütününe baktığımızda bırakın tüm bir sergiyi en kötü fotoğraf bile, onun öyle olduğunu belirttiğimiz bir eleştiri yazısından çok daha anlamlıdır. Fakat nadiren bir eleştirmen ciddi riskler alarak, yeni olanı keşfeder ve savunur. Malumunuz dünya yeni yetenek ve yaratımlara karşı hoşgörüsüzdür. Bundan dolayıdır ki, yeni’nin ona destek olacak dostlara ihtiyacı vardır.
Dün yepyeni bir fotografik deneyim yaşadım. Beklenmedik bir kaynaktan olağanüstü bir sergi. Açıkçası hem sergi hem de onu yapanın, ‘nezih fotoğraf sergileri’ hakkındaki görüşlerimi kökten değiştirdiğini söylesem, hiçte yalan olmaz. Sergiyi oluşturan fotoğraflar hem tekil hem de 21 kısım tekmili birden beni hayli derinden sarstı. Öyle ki sergiyi ziyaretimin üzerinden günler geçmiş olmasına rağmen, halen kendime gelemedim. Asla da gelemeyeceğim. Daha önceden şu dillere pelesenk olan “Herkes fotoğraf çekebilir” lafından haz etmediğimi defalarca ve de açık bir dille ifade etmiştim. İtiraf etmeliyim ki bu sözden kasıt ne olduğunu ancak şimdi gerçekten de anlıyorum. Herkes büyük bir fotoğrafçı olamaz... ama herkes fotoğraf çekebilir... ve elbette Leica Galeri’de sergi açabilir... Bizlerin bunu idrak etmesini sağlayan fotoğrafçı, bu naçiz eleştirmenin görüşüne göre Türkiye’nin en iyi fotoğrafçısıdır. Yakında yeniden İstanbul Leica Galeriye gideceğim. Hemde yepyeni fotografik yaklaşımlara, iftara dakikalar kala ezan sesini bekleyen mümin bir oruçlu gibi AÇ! Olarak... Not: Galeri’nin sergileri birbiriyle tutarsız, bazen fevkalade başarılı sergilere yer verilirken, kimi zaman oldukça zayıf işlere yer vermesi bende soru işaretleri yaratıyor. Leica Galerilerinin Merkezi Teşkilatı acaba bu durumu takip ediyor mu? Ediyorsa neden kayıtsız? Yerel sergi küratörleri kim/kimler? Uzun bir süre önce bir durum icabı yazılı olarak sual ettiğimde aldığım cevap gibi; Leica Galeri Ekibi mi?
Röportaj
Sebastião Salgado Göçler: Yer Değiştiren İnsanlık
Çeviri: Mehmet İlbaysözü Okuyacağınız röportaj, 1999’da Nancy Madlin’in Salgado’yla Migrations (Göçler) projesi üzerine yaptığı, bu büyüleyici projenin hikayesini, amacındaki büyüklük ve asaleti, geniş kapsamını eşsiz ve sıra dışı bir fotojurnalistin titiz çalışmasını kendi sözleriyle anlatan eşsiz bir röportajdır. Ben, gelecekte insanların bu dönüm noktasına bakıp bu günleri bin yılın sonunda, insanoğlunun yaşadığı bir devrim olarak göreceklerine inanıyorum. Bu, 15. Yüzyıl’ın sonlarında Ortaçağ’dan Modern Çağ’a geçişle kıyaslanabilir bir devrimdir. Değişimin boyutları büyüktür. Tarihte ilk kez gezegendeki nüfusun çoğunluğu şehirlerde toplanıyor; aynı zamanda sınır kavramı ve kültürel farklılıklar ortadan kalkmaya başlıyor. Çok zor şartlarda yaşayan göçmenler ve onları kabul edebilenler için konuşmak istiyorum. Göçmenlerin başka bir ülkeye entegre olma isteklerindeki ağırbaşlılığı ve sakin duruşu, girişimci ruhlarını ve cesaretlerini, tüm bunların üzerinde, bir göçmeni örnek alırsak, gerçek bir göçmen ailesinin sadece dayanışma ve paylaşım üzerine kurulabileceğini göstermek istedim. Kendi hikayem de olduğu için, bu; benim çok iyi bildiğim bir hikayedir. Şu anda dünya nüfusunun büyük çoğunluğunun yaptığı göçleri bir zamanlar ben de yaptım. Brezilya’da bir çiftlikte doğdum ve 5 yaşımdayken, ailem yaklaşık 10 bin nüfuslu küçük bir kasabaya taşındı. Daha sonra 15’imde, yaklaşık 120 bin nüfuslu orta büyüklükte bir kasabada buldum kendimi. Üniversiteyi bitirdikten sonra, daha büyük bir şehre gitmek benim için kesin bir gereklilik oldu ve sonunda Sao Paolo’ya taşındım. Sao Paolo’da yaşadığım politik problemlerden ötürü Brezilya’yı terk etme zamanımın geldiğini anladım ve Fransa’ya geldim. Fotoğrafladığım hikaye, bir anlamda kendi hikayemdir de diyebilirim.
Ben de bir göçmenim. Bu hikayeyi 1992’de kafamda oluşturdum, 1993’te fotoğraflamaya başladım ve 1999’da bitirdim. Yani altı buçuk yıldır bu projeyi fotoğraflıyorum. İnsanların birinden diğerine göç ettiği yaklaşık 47 ülkede bulundum ve 40’ında fotoğraf çektim. İnsanoğlunun hareketinin, yer değiştirmesi ve yeniden organize olmasının hikayesi olan bu belgeseli 6 bölümde düzenledim. Birincisi uluslararası göç. 1980’li yılların ortalarında dünyada 20 milyon kadar göçmen varken on yılın sonlarına doğru bu sayı 50 milyonu bulmuş ve günümüzde (1999)* 120 milyondan fazla bir rakama ulaşmıştır. Haberler küresel köyümüzde çok hızlı yayılmaktadır. Zengin, güzel ve albenisi bol olan batı tarzı yaşam, radyo ve televizyonlar tarafından dünyanın geri kalmış bölgesindeki insanlara, uzaklarda bir yerlerde herkesin bu ideal yaşantıya ulaşabileceği vaadiyle sunulmaktadır. Uluslararası göç konusundaki araştırmalarım Yahudilerin Amerika’ya göçünü izlediğim eski Sovyetlerden, Latin Amerikalıların sınırı geçişlerini fotoğrafladığım Birleşik DevletlerMeksika sınırına; Balkanlar ve Asya’dan gelenlerin Adriyatik yoluyla Avrupa’ya adım atmaya çalıştıkları İtalya’dan, Cebelitarık Boğazı’nı geçiş yolu belleyen Afrikalıların rotası İspanya’ya kadar, beni dünyanın birkaç farklı bölgesine götürdü. Bir sonraki konu mülteciler… Mülteci hareketi, doğal afetler ve savaşların baskısı altında, 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana benzeri görülmemiş biçimde büyüdü. Resmi tahminlere göre 20 yıl önceki 2,5 milyon rakamına kıyasla günümüzde dünya genelinde yaklaşık 26 milyon mülteci var. Bu rakama, kayıt altında olmayan 6 milyon mülteciyle, kendi ülkelerinde yerlerinden edilmiş yaklaşık 32 milyon mülteci dahil değildir. Boşnaklar, Vietnamlı tekne insanları, Afganlar, Kürtler, Filistinliler ve İranlılar fotoğrafladığım mültecilerdendir. Üçüncü sırada Afrika dramı var. On yıllardır, Siyah Afrika, kıtadaki ekonomik ve sosyal hayatın kaygan zeminde olmasına yol açan doğal afetlerin ve savaşların kurbanıdır. Bundan da ötesi, Siyah Afrika, gezegendeki doğum oranı ve nüfus artışının en yüksek oranda olduğu kıtadır. 1970’lerde 362 milyon olan nüfus 1990’da 642 milyona ulaşmış ve 2010 yılında yaklaşık 1 milyar 150 milyon olması beklenmektedir. Bu bize, nüfusun her 20 yılda ikiye katlandığını gösterir. 2025 yılında, sadece Nijerya nüfusunun tüm Avrupa nüfusunun toplamı kadar olacağı öngörülmektedir. Doğal afetler, savaşlar ve nüfus artışının sonucu olarak Afrika; mülteci sayısı ve yerlerinden olmuş insan sayısında talihsiz bir rekoru elinde bulundurmaktadır. Afrika, şiddet kavramında da eşsiz bir kıtadır. Mozambik’teki milyonlarca mültecinin gönüllü dönüşünü, 15 yıllık bir savaşla açlığa mahkum edilmiş ve yerlerinden edilmiş halkıyla Güney Sudan’ı, Ruandalı mültecilerin Tanzanya ve Burundi’ye göçlerini, Ruanda’daki iç çatışmaları ve Zaire, Goma’daki korkunç mülteci kamplarını konu alan bir bölümü, felaketi yüksek ölçekte tecrübe eden bu insanlara adadık. Bir sonraki bölüm şehirler için toprağı terk ediş… Her yıl yaklaşık 40-50 milyon kırsal yerleşimci, topraklarını terk ederek şehirlere göç ediyor. Ulusların kendi içindeki ve birbirleri arasındaki göç, önlenemez bir büyüme gösteriyor. Toprak üzerindeki baskı,
sömürü, kötü kullanım ve nüfus artışı; 3. Dünya ülkelerini, gezegenin yaşadığı çevre krizinin merkezine oturtmuştur. Dünyanın bu bölgedeki başlıca çevre krizi, açlığı tetikleyen erozyon ve toprak kaybıdır. 450 milyon civarında 3. Dünya yurttaşı, kaliteyi düşüren yöntemlerle, arazilerini geliştirmeye çalışmaktadırlar. Milyonlarca insan, işsiz ve topraksız bırakılmıştır. Bu bölüm; şehirlere yerleştirilmeyi reddeden, Brezilya’nın topraksız köylüleri, Hindistan’da elmas endüstrisi tarafından çiğnenen ve yutulan yüz binlerce insanı, Meksika, Oaxaca ve Guerrero’da yalnızca kadın ve çocukları bırakarak köylerinden çıkan erkekleri, Ekvator’un Chimborazo bölgesinde topraklarını terk edenleri, büyük madenlere ve barajlara karşı topraklarını koruma çabasındaki Hindistan, Bihar’daki kabileleri, 3 Gorge Barajı inşaatı nedeniyle köylerini terk eden milyonlarca Çinli köylüyü, Namibya ve Güney Afrika’nın son kabilelerini anlatır. Bu durum, Hindistan’da Bombay, Endonezya’da Cakarta, Brezilya’da Sao Paolo, Mısır’da Kahire, Meksika’da Meksiko Şehri, Tayland’da Bangkok ve Çin’de Şangay gibi yeni metropoller ortaya çıkarmıştır. Büyüme, kırsal alandan kaçışın başlıca sonucudur. Bu yüzyılın sonunda* dünyadaki en büyük 10 metropolün 8’i, 3. Dünya ülkelerinde olacak ve her birinin nüfusu 15 milyonun üzerine çıkacak. 30 yıl önce bu şehirlerin ortalama nüfusları 5 milyon civarındaydı. Kenarlarındaki varoşlarıyla, bu büyük şehirler, işsiz ve topraksız kırsal halkın gözünde, bir zamanların El Dorada’su gibidir. Şehirlerdeki gelir, kırsala göre iki kat fazla, eğitim, sağlık, içme suyu gibi hizmetler daha ulaşılabilir durumdadır. Geleceğin kadın ve erkekleri olan ‘bugünün çocukları’ adlı bölüm projenin son ayağıdır. 1994’te, Mozambik’teki mülteci kampında çalışırken kendimi sürekli, beni işimden alıkoyan ve her fotoğrafta görünmek isteyen çocukların arasında buluyordum. Sonuçta onlarla bir anlaşma yaptım. Ben onların birer portrelerini çekecektim, onlar da işimi yapmama izin vereceklerdi. Bu problemi her yaşadığımda aynı anlaşmayı yaptım çocuklarla. Paris’te çalışmalarımı düzenlerken, küçük yaşlarında birçok deneyimden geçmiş, objektifime takılmış sayısız güçlü portre buldum karşımda. Görünüşte basit olan bu portreler, özünde ağırbaşlı ve güçlü figürlerdir. Burada, geleceğimizi inşa etmek için güvenmemiz gereken erkek ve kadınların gerçekçi örneklerini sunuyorum. Tüm bu konu ve bölümlerle, hikayeyi anlatıyoruz. Bu, 1992’de hayal ettiğim ve şimdi tamamlanan bir projedir. İnsanoğlunun küreselleşmesini yaşıyoruz günümüzde. Geçmişte kafamızda yer eden sınır olgusunun, 18. Yüzyıl’ın bir kalıntısı olduğuna inanıyorum. Bugünlerde, sınır kavramının tamamiyle değiştiği, 21. Yüzyıl’ın eşiğinde yaşıyoruz. Avrupa Birliği’ndeki ürünler, iletişim ve para için olan sınırlar kaldırıldı. Sınır kavramı bir an önce değişmeli ve insanoğlu; göç gerçeğine bir an önce yanıt vermelidir. İnsanların yer değişimi, hala tüm hızıyla devam ediyor. Bu fotoğraflarla sergiler, kitaplar ve filmler hazırlıyoruz. Amacımız, insanoğlunun yaşam şartları hakkında bir tartışma başlatmaktır. Bu fotoğrafları izleyen insanların, bundan böyle göçmenlere farklı bir göz ve saygıyla bakacaklarını umut ediyorum. Birleşik Devletler’de herhangi bir lokantada, El Salvador’lu bir gençle masada oturan ve Meksikalı bir garsonun hizmet ettiği bir Amerikalı’nın bu fotoğraflar aracılığıyla, o ana gelebilmenin temellerinde nelerin yattığını, bunun uzun ve çoğu zamanda tehlikeli bir yolculuk olduğunu görmesini isterim. Servis yapan genç Meksikalı, göç etmeye cesareti olan, başka bir ülkede ayakta kalan ve iş bulan bir insan örneğidir. Tüm dünyaya bunu göstermek bu projenin bir görevidir.
Fotoğraf Çekmek Depresyonu Hafifletir
Prof. Dr. Hakan YAMAN Depresyon çağımızın önemli sağlık sorunlarından birisidir. Yaşamları boyunca altı kişiden birisi majör depresyon olarak adlandırılan duygudurum bozukluğunu yaşayacaktır. Herhangi bir yılda on beş kişiden birisinde bu sorunun tanısı koyulacaktır. Anlaşılacağı üzere toplumda oldukça sık görülmektedir (1). Tabi her üzüntü ya da depresif duygudurumu ile seyreden yakınmalar depresyon tanısını koydurmaz. Depresyon (majör) üzüntü ya da yas ile karıştırılmamalıdır. Majör depresyon diyebilmek için bir yakınmaların en az iki hafta sürmeleri gerekir. Depresyona ilişkin yakınmalar farklı derecelerde bulunabilir. Üzüntü yada depresif duygudurumu yanı sıra, önceden keyif alınan şeylerden hoşlanmama, iştah değişiklikleri, kilo alımı ya da kayıpları, uyku sorunları, halsizlik ve dermansızlık, amaçsız hareketlerde artış ya da yavaşlama, kendini değersiz hissetme, karar vermede ve zihinsel yoğunlaşmada sıkıntılar ve intihar düşüncelerinin var olması gibi yakınmaların varlığı depresyonu düşündürür. Ancak bazı hastalıklar da (örn. tiroid, vitamin eksiklikleri, beyin tümörleri vb.) depresyonun sebebi olabilir. Bu nedenle hekim tarafından bu hastalıklar muayeneleri sırasında dışlanmalıdır (1,2).
Depresyon ergenlikten itibaren görülmeye başlar ve kadınlarda daha sık görülür. Depresyonun olduğu ailelerde depresyon diğer aile üyelerinde de sık görülür. Özgüven düşük, stresli, şiddete maruz kalan ve yoksul olan bireylerde daha sık fark edilir (1,2). Depresyona maruz kalan kişilerin yaşamına ve çevresine olumsuz etkileri olur. Bireylerin kendilerini
etrafından
soyutlamaları
ve
endişelerinin
artması
yaşamını
olumsuz
etkilemektedir. Kendilerini yalnız ve terkedilmiş hissetmektedirler. Yardıma ihtiyaçları olmaktadır. Ancak sorunlarından söz etmekten kaçınmaktadırlar (3). Ama duyarlı bir çevrenin ve yaşamsal amacın olduğu bazı etkinliklerin varlığı sorunların aşılmasına yardımcı olmaktadır (4). Majör depresyonun varlığından bireylerin tıbbi tedavi almaları önerilmektedir. Bu tedavilerin başarı şansı % 80-90’ı bulmaktadır. Hekim kontrolü altında sürdürülen tedaviler yakınmaları büyük ölçüde giderirken, yaşam tarzına yönelik çalışmalar bu sürece katkıları bulunmaktadır. Spor, uygun beslenme, nitelikli uyku vb. destekleyici olmaktadır (1). Bu çerçevede bazı hobilerin edinilmesi de yararlı olacaktır. Depresyon tedavisinin ilk evrelerinde bu güç görünse de yakınmaların azalmasıyla hobilere ilgi artacaktır. Birey istekli ya da yatkınsa fotoğraf bu konuda çok güzel bir seçenek olacaktır. Böylece dışarıya çıkmak, temiz havada birkaç saat oyalanmak bireye iyi gelecektir. Spor yapma hevesiniz yok ise bu sizi hareket edecektir, doğada geziyor iseniz oranın sessizliği size huzur verecektir (5). Buna ilave olarak fotoğrafın ek faydaları şunlar olabilir (5-8): Dışarıya çıkıp, dolaşmak için bir vesile olur. Dünyaya farklı bir bakış açısıyla bakılmasını sağlar. Yaşama yeni anlamlar yüklenir. Başkalarına yardımcı olarak, kendinizi gerçekleştirme olanağı olur. Yeni güzellikleri keşfetmenizi sağlar. Pozitif düşünceleriniz, negatif olanlara hakim olur. Dikkatinizi dışarıya yönlendirir ve içsel kuruntularınızdan kurtulmanızı sağlar. Bilinçli farkındalık sağlar. Birkaç dakikalığına da olsa zihninizi dinlendirir. Kendinizi ifade etmenizi sağlar. Başkalarınızdan eserlerinizle ilgili olumlu geri bildirimler almanızı sağlar. Yani fotoğrafçılığınız sosyal anlam kazanır. Yeni arkadaşlıklar kurmanızı sağlar. Depresyonunuza neden olan duruma ilişkin iç görü kazandırır. Yalnızlık hissini ortadan kaldırır.
Fotoğrafları çekmek kadar, sonrasında seçmek ve işlemek rahatlatır. Zaman içerisinde nasıl bir değişim gösterdiğinizi anlamanızı sağlar. Fotoğraflarınızı inceleyerek, sizin için neyin iyi neyin kötü olduğunu anlayabilir. Depresyon sırasında yaşadıklarınız bloğunuzda paylaşılması faydalı olur. Selfilerinizle kendinizle yüzleşerek, özgörüntünüz ile ilgili sorunlarınızı çözmeye yararlı olur. Depresyonu aslında yaşamınızda yaşamın anlamını ve kıymetini öğrenmek ve farkına varmak için bir vesile olarak görülmelidir. Beyninizin yaşamınızda bir şeyin ters gittiğine ilişkin bir sinyal olarak algılayın ve bu uyarıyı yaşantınızı değiştirmek için bir fırsat olarak görülmelidir (4). Sonuç olarak depresyonun tanısı ve tedavisi bir hekim gözetimi altında yapılmalıdır. Bu tedaviye ilaveten fotoğraf gibi bazı hobilerin faydalı olmaktadır. Depresyonu tedavi etmese de bu sorunun aşılmasına yardımcı olmakta ve bu süreci rahat ve anlamlı biçimde aşılmasını sağlayacaktır. Kaynaklar:
1. APA.
Depression.
Erişim:
https://www.psychiatry.org/patients-families/depression/what-is-
depression. Erişim tarihi: 15.03.2019.
2. WebMD.
Major
Depression
(Clinical
Depression).
Erişim:https://www.webmd.com/depression/guide/major-depression#1 . Erişim tarihi: 15.03.2019. 3. Barnes S. 10 Expressive Photographers Whose Poignant Images Shed Light on Depression. Erişim: mymodernmet.com/depression-photography . Erişim tarihi: 15.03.2019.
4. Kim
E.
HOW
TO
CONQUER
DEPRESSION
WITH
PHOTOGRAPHY.
Erişim:
http://erickimphotography.com/blog/2017/04/29/how-to-conquer-depression-with-photography/. Erişim tarihi: 15.03.2019. 5. The
Mighty
Staff.
How
Photography
Helps
Me
Fight
themighty.com/2017/02/fighting-mental-illness-with-photography-depression.
Depression.
Erişim:
Erişim
tarihi:
15.03.2019. 6. Evans B. How Photography Saved My Life – and How It Might Be Able to Save Yours Too. Erişim: https://themighty.com/2016/12/photography-helps-with-anxiety-and-depression/ Erişim tarihi: 15.03.2019. 7. Harlan B. Channeling The Pain Of Depression Into Photography, And Finding You Are Not Alone. Erişim:
https://www.npr.org/sections/pictureshow/2018/12/31/677341382/one-photographers-
message-if-you-feel-too-tired-you-re-not-alone. Erişim tarihi: 15.03.2019.
8. Evans B. Healing Power of Photography. Erişim: blogs.psychcentral.com/photography/2016/07/the-therapeutic-benefits-of-photography. Erişim tarihi: 15.03.2019.
KOLEKTİF
Filistin’de Dayanışma Olarak Fotoğrafçılık Nora Barrows-Friedman Okuyacağınız çeviri Filistin direnişini uzun süredir belgeleyen Activestills fotoğraf kolektifinin yeni çıkan kitabı ile ilgilidir. Yazıdaki ifadeler ve fotoğraflar fotoğrafı bir mücadele aracı/alanı olarak görenlere oldukça tanıdık gelecektir
Ramallah, Batı Şeria kentinin kuzeyindeki İsrailli kuvvetlerle çatışmalar sırasında bir protestocu, Beit El yerleşimi yakınları, Kasım 2015. “Kararlılık ve hayatta kalma… mücadeleye ve fotoğraflara imkan veren koşullardır,” diye yazıyor eş editör Vered Maimon.
“Fotoğraf bir eylemdir. O sadece görüntüler üretmek [ile ilgili] değildir… o bir protesto eylemidir,” diyor yeni kitap Activestills: Photography as Protest in Palestine/Israel’in [ActiveStills: Filistin/İsrail’de Protesto Olarak Fotoğrafçılık] Şiraz Grinbaum ile birlikte eş editörü olan Vered Maimon. Kitap Activestills fotoğraf kolektifi tarafından son on yılda Filistin’de çekilen 500 fotoğrafı sergiliyor. Kolektifin uzun süreli fotoğrafçısı Oren Ziv, Electronic Intifada’ya Activestills’in, günlük şiddetin toplumları etkilediği ve fiziksel ve politik manzarayı şekillendirdiği yerlerde “durumun uzun süreli belgelerini” sağlamayı amaçladığını söylüyor. Maimon Electronic Intifada’ya Activestills’in, “belgesel fotoğrafçılığın ortak bir projeye dönüştüğü yeni bir pratik şekli”nden biçimlendiğini söylüyor. Fotoğrafçılar, yalnızca olaya ulaşıp birkaç fotoğraf çekip sonra da ayrılmıyorlar, “onlar hem fotoğrafçı hem de eylemciler, dolayısıyla mücadelede yer alıyorlar” diyor. “Kadraj Arkası” Ziv, Electronic Intifada’ya Activestills’in amacının bir parçasının toplulukları desteklemek ve “mücadeleleri daha görünür kılmak, bunun haricinde toplumun kendisinin görüntüleri kullanabilmesini sağlamak” olduğunu söylüyor. Ziv, bugünkü İsrail’de Necef Çölü’nde bulunan el-Arakib köyündeki mücadeleyi belgeledi. Bu köy Yahudi Ulusal Fonu’nun köy topraklarını orman haline dönüştürmeye amaçladığı 2010’dan bu yana 100’den fazla kez yıkıldı. Ziv, kendisinin ve meslektaşlarının köyün ilk yıkımı sırasında çektiği fotoğrafların halk tarafından “köyün önceden nasıl göründüğünü göstermek için” kullanıldığını söylüyor. İlk yıkım sonrası, “[orada] aslında bir köyün olduğunu ilk elden hayal etmek zordu” diye ekliyor. El-Arakib sakinleri de kendi toplumlarının zorla nakillerini durdurmak için fotoğrafları kendi kampanyalarında kullanıyor. “Fotoğrafçılık alanında bir olay” Kitap için, Activestills fotoğrafçıları belgeledikleri insanlarla “kadrajın arkasındaki hikâye”yi bulmak için görüştüler, diyor Ziv. Activestills ayrıca gerilla sokak sergileri ortaya koyuyor ve -tümü tam sayfa, başlık veya yorum olmadan sunulan- kitabın ilk 18 fotoğrafı da bu görüntüleri ve halkın onlarla nasıl etkileşime girdiklerini gösteriyor. Maimon, “çatışmalara katılanlar fotoğraflarda kendilerini inceliyor ve Activestills de bu inceleme eylemini topluluğun bir parçası olarak kendini inceleme şeklinde belgeleyecek” diye açıklıyor. “Görüntüyü üretmek, görüntüyü sergilemek ve görüntüyü topluluğa yaymak Activestills’in ana projesi” diye de ekliyor.
Activestills’den eş editör Şiraz Grinbaum birkaç yıl önce gerçekleşen küratörlük ve yazma sürecinin “büyüleyici” olduğunu söyledi. “Kolektif, Activestills’in fotoğraf alanındaki ve burada Filistin-İsrail’deki bir olay olarak hikâyesini anlatmak istiyor.”
Soundcloud aracılığıyla Maimon, Ziv ve Grinbaum’un tam röportajını dinleyin. Editörün notu: Bu makalenin bir önceki sürümünde yanlış bir şekilde kitabın 500 görüntü yerine 800 görüntü içerdiği belirtildi. Bu hata düzeltilmiştir. Metin, Electronic Intifada’nın eş editörü Nora Barrows-Friedman tarafından yazılmıştır.. Bütün görüntüler Activestills tarafından çekilmiştir.
Bir Activestills sergisi, Filistinli açlık grevcisi Hasan Safadi’nin İsrail hapishanesinden çıkması üzerine evinin yakınında gösterilirken, Batı Şeria’nın Nablus şehri, Ekim 2012.
Batı Şeria’nın Nabi Salih köyünde, Ağustos 2012’de işgale karşı bir protesto sırasında İsrail askerleri, kendisi de bir fotoğrafçı olan Neriman Tamimi’yi tutuklamaya ve Tamimi’nin 8 yaşındaki kızı Ahed de annesini kurtarmaya çalışırken.
Neriman Activestills’e şöyle söylüyor: “Fotoğraf makinesiyle bağlantım çok önemlidir; fotoğraf makinesini bir çeşit silah olarak görüyorum, çünkü fotoğraf makinem ve çektiğim fotoğraflarla diğerleriyle konuşuyorum. Böylece o fikirlerini değiştirecek, çünkü Filistinliler gibi İsraillilerin büyük çoğunluğunu da işgalin kurbanları olarak görüyorum. Silahım fotoğraf makinemle birlikte, onlara İsrail hükümetinin onlardan saklamak istediği işgal hakkındaki gerçeği gösteriyorum. Ötekideki insanlığı canlandırmaya çalışıyorum.”
Bugünkü İsrail’in güneyinde, el-Arakib köyündeki yıkımdan sonra eşyalarının arasında oturan çocuklar, Ekim 2009.
El-Arakib’de Activestills fotoğrafçısı Oren Ziv Electronic Intifada’ya uluslararası medya “Bedevilerin durumuyla Filistinlilerin meselesi arasındaki bağı genelde görmüyorlar… Ancak Prawer Planı geldikten ve el-Arakib birçok kez yıkıldıktan sonra, insanlar Bedevilerin yer değiştirmeleriyle Filistinlilerin diğer türdeki yer değiştirilmeleri arasındaki bağlantıyı görmeye başladılar.” şeklinde konuştu.
Güvercinler, yıkılmış kümeslerin üstünde dolanırken el-Arakib, Eylül 2010.
“İnsanlara el-Arakib hakkında konuştuğum zaman, buranın insanları kovup yerlerine ağaç diktikleri dünyadaki tek yer olduğunu söylüyorum,” diyor Ziv kitapta yayımlanan el-Arakib sakinleriyle olan görüşmesinde. “Tüm dünyada, ağaçlar insanlara yer açabilmek, bir şehir veya bir köy inşa etmek için kesiliyor. Burada ise sivil belediyeye hizmet eden [Yahudi Ulusal Fonu], seni dışarı atan ve sonrasında köyünün topraklarında ‘orman’ oluşturan girişimle ortak çalışıyor.”
Göstericiler, suçlama ya da yargılama olmaksızın İsrail tarafından tutuklanmasını protesto etmek için uzun bir açlık grevi başlatan Kadir Adnan ile bir dayanışma eylemi sahnelerken, Bilin köyü, Batı Şeria, Şubat 2012.
Kitabın giriş bölümünde Şiraz Grinbaum ve Vered Maimon şöyle belirtiyorlar: “Seyircilerinin dikkatini olayların ‘sınırlarına’ da yöneltirken, Activestills’in işi foto muhabirin ‘dönüm noktası’ paradigmasını yerinden ediyor ve haber tüketiminin mantığına ve ekonomisine meydan okuyor.”
Filistinliler Batı Şeria’nın Ramallah şehri yakınlarındaki Ofer askeri hapishanesinde tutuklu değişimin beklerken, Ekim 2011.
Grinbaum ve Maimon’a göre “[fotoğrafçıların] kendilerini bu mücadelelerin bir parçası olarak görmeleri sürekli tekrarlayan bir ilgiyi gerektirdi ve böylece fotoğraflanan topluluklarla güçlendirilmiş bir ilişki ve görüntülerin onlara ait olduğu fikri ortaya çıktı.”
Afrikalı sığınmacılar ve destekçileri Levinsky Park’ta toplanmışlar, Tel Aviv, Aralık 2013.
“Activestills’in katkısının özünün sadece kanıta olan uyanık yaklaşımlarında değil, aynı zamanda ve daha çok öznelerle olan dayanışma duygusunda yattığına inanıyorum” diye yazıyor fotoğraf teorisyeni Meir Wigoder.
Batı Şeria’daki duvarın yanında uçurtma uçuran Besim Ebu Rahma’nın Activestills tarafından çekilen fotoğrafı, Ebu Rahma’nın Bilin köyünde İsrailli bir asker tarafından ateşlenen göz yaşartıcı bombayla vurulduktan sonra ölümünü anmak için kullanılan poster şeklinde ortaya çıkıyor. Poster, daha sonra katledildiği bölgeyi anmanın bir parçası olarak evinin dışına ve bütün köye boş göz yaşartıcı gaz bombası kapsülleriyle birlikte asıldı. Görüntü daha sonra göstericileri İsrail kuvvetlerinin ateşlediği göz yaşartıcı bombalardan koruyan bir pankarta ve kalkana dönüştürüldü, Bilin, Mayıs 2009.
İsrail askerleri Batı Şeria’da yerleşimci şiddetine karşı yapılan protesto sırasında Activestills fotoğrafçısı Oren Ziv’i gözaltına almaya çalışırken, Ekim 2012.
2014 yazında İsrail’in Gazze’ye saldırıları sırasında, Activestills fotoğrafçısı Anne Paq bu görüntüyü çekti. “Bir kamyonun içinde oturan adam, beyaz örtüye sarılı küçük bedene sıkı sıkı sarılmış. Paq, ölü çocuğunu sararak ağlayan genç babayı fotoğrafladığını düşünmüştü, fakat İsrail askeri operasyonunun kurbanlarının adlarını öğrendikten sonra çocuğun bütün yakın aile bireylerinin öldürüldüğünü ve fotoğraftaki adamın, kızın amcası Muhammed Madi, yani Paq’ın aynı gün gördüğü ve fotoğrafladığı kişi olduğunu anlamıştı,” diye yazıyor araştırmacı ve yazar Ruthie Ginsburg. [electronicintifada.net’teki 7 Kasım 2016 tarihli İngilizce orijinalinden Refik Güler tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir.]
Görüş
Fotoşopsuz Ölüm, Yeterince Acı Değildir!
Filistin'de Cenaze, 2013 © Paul Hansen
Mehmet İlbaysözü Dijital teknolojiyle birlikte fotoğraf üretim tekniklerinde de doğal olarak değişiklikler oldu. Değişime karşı çıkmak haddimiz değil. Bilgisayar ortamında ya da diğer adıyla aydınlık odada yapılması gereken, baskı ya da sunum öncesi gerekli müdahalelere söz de edemem. Fotoşopta bir fotoğrafa dokunmak illa onu manüple etmek anlamına da gelmez. İster en ilkel kameralarla çekilmiş olsun, ister efsanevi mekaniklerle, isterse teknoloji harikası bilmem kaç milyon piksel binlerce dolarlık markalarla!... Son ürün, yani fotoğraf; fotoğrafçının karakteriyle ilgilidir. Yeter ki istesin, fotoğrafçı yalan söylemenin ya da yalan olmasa bile istediği kadar ve istediği biçimde göstermenin binlerce yolunu bulabilir. Hoş; en dürüstümüz ne kadar objektif olabiliriz, o ayrı bir tartışma konusudur ki sayfalar yetmez anlatmaya. Sonuçta camın arkasındaki etten kemikten bir adem! Ne kadar objektif olabilirse artık? Neyse, bu kadar açıklama yeter herhalde? Konumuza girelim. Fotoğrafta yeğenlerinin cansız bedenlerini taşıyan iki amcayı görüyoruz. İki yaşındaki Şuayip Hicazi ve dört yaşındaki ağabeyi Muhammed, İsrail tarafından yapılan bir hava saldırısında babaları Fuad’la birlikte evlerinde can vermişler. Aynı saldırıda anneleri ve dört kardeşleri de yaralanmış. 14-21 Kasım 2012 arasında süren bir haftalık bombardımanda, ilk gün askeri hedefler vurulmuş, sonrasında operasyon genişletilerek Hamas militanlarına yataklık yaptıkları gerekçesiyle sivil alanlar da hedef alınmış. Bu süreçte yüz üçü sivil olduğu tahmin edilen yüz elliden fazla kişinin hayatını kaybettiği, ölen sivillerin en az otuz kadarının çocuk olduğu bildirilmiştir.
Fotoğraf, 2013 yılı World Press Photo ödüllerinde haber kategorisi tek fotoğraf dalında birincilik ödülünü aldı. World Press Photo tarafından ödüllendirilen bu fotoğraf üzerine çok konuşuldu. Daha sonra manüple edildiği gerekçesiyle şikayet edildi. İnceleme sonucunda fotoğrafın olayı çarpıtacak biçimde değiştirilmediği, üzerinde sadece bölgesel gölgelendirme, açma işlemleri yapıldığı anlaşıldı ve fotoğraf diskalifiye edilmekten kurtuldu. Yani fotoğraf aklandı. Aklandı aklanmasına da ben bir baba olarak ara ara bu fotoğrafa bakmaktan kendimi alamıyorum. Derdim fotoğrafçıyı yerden yere vurmak da değil ancak anlamaya çalışıyorum. Neden bu fotoğraf manüplasyon tartışmalarının konusu oldu? Fotoğrafa bakar bakmaz anlıyoruz ki fotoğrafçı bölgesel müdahalelerde bulunmuş, yer yer aydınlatmalar, karartmalar yapmış. Bu bir sunum biçimi olabilir, onun tarzı olabilir, burada bunlardan bahsetmeyeceğim. Herkesin tercihleri vardır. Dijital çıktı, mertlik bozuldu saçmalıklarına da girecek değilim. Burada mertliğin tanımını yapacak kadar hadsiz de değilim. Benim kafamı kurcalayan asıl soru şu: Biçim ve teknik tartışmaları konunun ve içeriğin önüne geçmeli mi? Diyelim ki geçecek, nerede, ne zaman? Hangi fotoğraflarda ya da hangi konularda? Yeğeninin cansız bedenini taşıyan bir amcanın fotoğrafıyla, stüdyoda yapay ışık altında pozlanmış birkaç meyve fotoğrafına aynı eleştirel gözle bakabilir miyiz? Paul Hansen’in kariyerine ve fotoğraflarına baktığımda Tayland’dan Libya’ya, Pakistan’dan Haiti’ye, Norveç’ten Amerika’ya dünyanın birçok bölgesinde yaşanan dramlara, trajedilere tanıklık ettiğini görüyorum. Savaşlar, tayfunlar, hastaneler, hapishaneler... Fotoğraflarında öyle abartılı bir müdahale, makyaj yok. Gördüklerini sade bir dille aktarmış izleyenlerine. Konularına hakim, nerede durması gerektiğini bilen bir fotoğrafçı portresi var görüntülerinde. Geniş açıyla olayların tam içinden konuyu aktarması fotoğraflarına ayrı bir derinlik, güç ve inandırıcılık katıyor. Bir fotoğrafçının olabileceği kadar objektif, soğukkanlı bir tanık duruyor karşımızda. Bu yazıya konu olan fotoğrafı, tanıklık ettiği trajedilerden sadece biri. Fotoğraflarında makyaja hiç de ihtiyacı olmayan böyle bir fotoğrafçının manüplasyon tartışmalarına konu olması üzdü beni. Bu fotoğrafta normalin üzerinde bir müdahale olduğunu kabul etmeme rağmen, tüm işlerine bakınca Hansen’in değerini alçaltıcı abartılı bir durum görmüyorum. Ancak keşke bu kadar müdahaleyi bile yapmasaydı demeden de edemiyorum. Bu fotoğraf ödül alsa ne olur, almasa ne olur? Hafifçe bir kontrast ayarı yapılıp gösterilemez miydi bu fotoğraf tüm dünyaya? Savaşların ortasında, ateş altındaki trajedileri kaydeden fotoğrafçıların ödüle ihtiyaçları var mı? Ölümün, acının, perişanlığın görüntüleri ödüle konu olmalı mıdır? Büyük tehlikeler altında bu çalışmaları yapan habercilerin maddi açıdan desteklenmeleri gerektiğini asla gözardı etmiyorum. Ancak bunun başka bir yolu bulunamaz mı? Fotoğraftaki hangi bölgesel tonlama, bir ölümü daha acı hale getirir? Anlaşılan o ki ödüllere malzeme olmuş imgeler dünyasında, gerçek artık yeterince gerçek değildir. Ölüm yetmez, fotoğraf nefis olmalıdır! - 07.03.2017
Çeviri POST PRODÜKSİYONUN NE KADARI AŞIRIDIR Daniel Sone Tartışmanın Arka Planı Hollandalı fotoğrafçılık vakfı World Press Photo, 1955'ten beri her yıl görsel habercilik alanında uluslararası bir yarışmaya ev sahipliği yapıyor. WPP'ye göre vakfın amacı "... dünya genelinde fotojurnalizm ve belgesel hikayecilikte yüksek standartları desteklemek ve geliştirmek.” Maalesef, bu yıl yarışmadaki finalistlerin % 20'si etik dışı görsel manipülasyon yaptığı için diskalifiye edildi. Dahası, büyük ödülü kazanan Giovanni Troilo'nun ödülü sahte bilgi verdiği anlaşılınca iptal edildi. Vakfın diskalifiye edilen fotoğrafları örnek olarak yayınlamayı reddetmesi ateşe benzin dökerken, “ne kadarı aşırı” gibi verimli bir tartışmayı oldukça zorlaştırdı. Bu duruma tepki olarak, büyük medya kuruluşlarının editörleri ve fotojurnalizm kuruluşları bir çağrı yaparak WPP'nin ya da fotoğrafçıların diskalifiye edilen görselleri açıklamalarını istediler. Editörler, kuruluşlar ve fotoğrafçılar, fotoğraf teknolojisi gelişirken ve hikayecilik yöntemleri daha karmaşık hale gelirken, sınırları bilmek istiyorlar. İlk WPP Skandalı Değil WPP’nin görsel manipülasyon skandallarında bu bir ilk değil. 2013'te Paul Hansen'in fotoğrafı “Gazze Cenazesi”, fotoğrafın sahte olduğunu iddia edenler tarafından sert biçimde eleştirildi. Görseli inceleyen heyet, görselin genel ve kısmi ton düzenlemelerinin ötesinde manipüle edildiğine ikna olacak sonuca ulaşamadı. Hansen'in ödülü halen geçerli, ancak bu tartışma, istendiğinde RAW veya “makineden aynen çıktığı gibi” (Straight-Out-Of-Camera, SOOC) görselin verilmesi dahil olmak üzere, WPP'nin kurallarını değiştirmesine neden oldu. Değişen kurallara rağmen katılımcılar, yarışmanın ve haberciliğin etik standartlarına aykırı fotoğraflar göndermeye devam ettiler. Bu kadar çok finalistin diskalifiye edilmesi, görsel gazeteciliğin durumu ve WPP gibi yarışmaların faydalı mı zararlı mı olduğu konusunda soru işaretleri doğurdu. Eğer finalistler görsellerinde böyle isteyerek yalana başvurabiliyorsa, her gün gördüğümüz habercilik için neler söylenebilir? Bir ölçüde ya da önemli ölçüde görsel haberciliğin dürüstlüğü tehlikede. Görsel Gazeteciliğin Bugünkü Durumu Bugünlerde görsel gazeteci olmak çok zor. Haber endüstrisi kendi içinde kaynamaya devam ediyor; sık görülen işten çıkarmalar, ücret kesintileri, kısalan süreler; baskıya, web sayfalarına, mobil cihazlara ve sosyal medyaya yetişmesi gereken 24 saatlik haber döngüsü. Kadroda tasfiyeler oldu, cep telefonlarıyla büyük bir "freelancer" ve muhabir havuzu oluşturuldu. Kötü ekonomik koşulların cehalet, teknoloji ve performans baskısı ile birleşmesi, etik standartların sağlanmasını zorlaştırabilir hale geldi. Fotoğraf yarışmaları ve sosyal medya, kendilerine ek bir iş ile destek arayan gazeteciler üzerinde güçlü bir
etkiye sahip. Sonuç, kazanmanın ve tanınmanın etik değerlerden daha önemli olduğu bir iklim, çünkü bu daha iyi ödeme anlamına geliyor. Görsel hikayecilik ve fotoğrafçılık teknolojisindeki ilerlemelere paralel olarak ekonomik zorluklar, kuralları değişmesi gereken bir noktaya doğru zorluyor. Manipülasyon çok kolay, hızlı ve bazen kamera ile bile yapılabiliyor. O zaman neden olmasın? Yapabilmek ve Yapmak National Geographic Digital genel müdürü ve 2013 WPP multimedya başkanı Keith Jenkins “Yapabiliyor olmanız yapmanız gerektiği anlamına gelmez” diyor. Bu, görsel habercilerin işlerini yaparken hatırlamaları gereken önemli bir şey, özellikle bir başka alandan, haber dünyasında kabul edilemez yöntemlerin kullanıldığı diğer bir görsel alandan geliyorlarsa. Portre, düğün, etkinlik, moda, ürün, manzara veya ticari fotoğrafçılıkta tamamen geçerli olan yöntem ve yaklaşımlar, görsel habercilikte kariyer bitiren ihlallere dönüşebilir. O zaman, kameranızdaki ve yazılımınızdaki yeni bir özelliği bir işte kullanmadan önce iyice düşünün. Emin değilseniz, fotoğraf editörünüze sorun. Görsel habercilikte (Fotojurnalizm) etik kriterler, zihni faaliyetinizden ve hikayeye yaklaşımınızdan başlar, çalışmanız boyunca size destek olur. Hangi hikayeyi nasıl yapacağınıza, kamerayı nereye çevireceğinize, kompozisyonunuza, altyazınıza vb etki eder. Önyargılarınızın farkında olmalısınız. Özellikle tutkularınızı harekete geçiren bir hikayede önyargılarınızın tam anlamıyla farkında olmalısınız. Bir propagandacı olmaktan kaçınmak için onları sürekli kontrol altında tutun. “Düzenleme, fotoğraf görsellerinin içerik ve bağlamlarının dürüstlüğüne zarar vermemelidir. Görselleri manipüle etmeyin veya izleyeni yanıltacak veya konuyu yanlış temsil edebilecek şekilde ekleme veya değişiklik yapmayın.” (Ulusal Basın Fotoğrafçıları Birliği, Etik Kriterler) Bir diğer nokta ise kameranızın ve fotoğraf düzenleme uygulamalarının yüksek teknik özellikleridir. Genelde fotoğraf teslimi için verilen kısa süreler nedeniyle, görseli kamera içindeyken halletmeniz gerekir, böylece post prodüksiyon çok hızlı yapılır ya da buna gerek kalmayacak şekilde çalışılır. RAW çekerken bile JPEG çekim yapıyormuş gibi davranın. Bu sadece iş zamanınızı azaltmakla kalmaz, çalışmanızla ilgili şüpheler ortaya çıktığında sizi kurtarır. O zaman, araçlarınızı iyi tanıyın ve nasıl kullanılacağını bilin. Kırpma Editöre vereceğiniz kadraj ile çekimdeki kadrajınıza nelerin dahil olacağına karar verirken etik davranmanız gerekir. Çok fazla kırpmaya veya hikayenin malzemesinin anlamını değiştirecek şekilde kırpmaya hayır. Bir objeyi ya da bir kişiyi “beğenmedim” gerekçesiyle çıkarıp atmak da iyi bir fikir değil. Bir görseli kompozisyon veya teknik nedenlerle kırpabilirsiniz. Örneğin, konunuz gerçekten uzaktaysa ve siz yeterince yakınlaşamadıysanız veya bir teknik nedenden dolayı (pozlama, olağan dışı arka plan gibi). Spor veya doğa fotoğrafçıları bunu her zaman yapar ve zararı yoktur. Ama yine de dikkatli olun, hikayenin parçası olan öğeleri kadrajda tutun. Bir öğeyi kırptığınızda, orada gerçekte olan bitenin yanlış gösterilmesine sebep oluyor mu diye çok dikkat edin.
Burada küllerin törende serpilmesini gösteren tam kadraj bir çekim. (Fotoğraf: D. Sone)
Bu her ne kadar yarısından fazlasının atıldığı “agresiv” bir kırpma olsa da, aldatıcı değildir. Atılan ögeler izleyiciyi yanıltacak mahiyette değildir. Pek çok spor ve doğa muhabirinin yaptığı kırpmaya benzer bir uygulamadır. (Fotoğraf: D. Sone)
Ton ve Renk Bu kısım post prodüksiyonda yapacağınız pozlama, kontrast ve renk ayarlarıyla ilgili. Çekiminiz önceki ayarda kaldıysa, beyaz ayarı kapalı kalmışsa veya görsel donuk görünüyorsa pozlamayı düzenlemek iyidir. Ancak, düzenlemelerde aşırıya kaçmak, özellikle görselin malzemesinin anlamında değişikliğe neden oluyorsa ya da kadrajdaki önemli öğeleri gizlemeye başlamışsa sizi tehlikeli sulara sürükler. İnsan gözü bir kameradan daha yüksek bir dinamik aralığa sahiptir ve kamera bir kerede poz aralığını işleyemez. O zaman bir görselde gözün doğal algısından daha fazla ya da daha az tonal aralığı gösterecek şekilde düzenleme yapmak sıkıntılıdır. (Paul Hansen’in “Gazze Defni” örneğinde olduğu gibi)
Bu kameramdaki RAW dosyası. Bilmeden yanlış beyaz ayarı kullandım. Renkler doğal değil ve sahnenin hatalı bir temsili. Bu fotoğrafı “gerçek”miş gibi sunmak etik değildir.
Bu da fotoğrafın doğal renk ve tonal düzeltmeler yaptığım işlenmiş hali. Böylece görsel doğru hale geldi.
Bu noktada düzeltme ve düzenleme arasında bir ayrım yapmak önemli. Düzeltme bir görseli nötr, dengeli, doğru pozlanmış hale getirme işlemidir. Düzeltme bir görselin okunmasını kolaylaştırır. Düzenleme bir görsele stilistik/artistik bir “görününüm” kazandırma işlemidir. Düzenleme ile bir görsele, onu oluşturduğumuz sırada var olmayan görsel nitelikler eklenebilir. Düzeltmeler genelde sıkıntı çıkarmaz ve savunulması kolaydır. Öte yandan, düzenleme sorunludur. Düzenleme, izleyicide özel bir duygusal tepkiyi provoke etmek için görselde az veya çok değişiklik yapmak anlamına gelir. Bu duygusal etkiyi yaratan öge aslında fotoğrafın içeriğine dayanmaz. Görseli algılama biçimimiz ve görselle kültürel etkileşim kurma yolumuzla oynayarak duygusal etki yaratılır. Bu taktik fotoğrafta en güçlü dinamiklerden biridir ve etkili görsel iletişim için anahtar bir araçtır. Görsel düzenleme yönteminiz, kişisel fotoğraf tarzınızın önemli bir temeli, tanınmanın ve iş almanın önemli bir parçasıdır. Ancak, yanlış kullanıldığında ve çok hızlı yapıldığında hemen manipülasyona dönüşür. Düzenleme ile yola devam etmenin makul bir çizgisi vardır. Kabul edilebilir düzenleme seviyesi müşteriye, işin doğasına ve işinizin teknik yönüne bağlı olarak değişir. Fotoğrafçılıkta bir miktar düzenleme beklenebilir. Sizin için püf noktası verili koşullarda ne kadarının kabul edilebilir olduğunu bilmektir. Pratik konuşmak gerekirse başlangıç olarak düzeltmeye bağlı kalın. Çoğu durumda eğer bir görsel iyiyse fazla düzenleme yapılmasına gerek kalmaz. Eğer Adobe Lihgtroom’da iseniz, Belirginlik, Kontrast, Eğriler, Doygunluk, Ton/Doygunluk/Parlaklık, Siyah ve Beyaz kaydırma çubuklarını temkinli kullanın. Bu özellikle Belirginlik için geçerlidir. Çok fazla ayarlama ile, birinin olduğundan daha kötü görünmesini sağlamak kolaydır. Aynı şey kırışıklık ve lekelerin giderilebileceği Negativ Belirginlik ayarı için de geçerli.
Etik kriterlere göre işlenmiş bir portre. Kişinin oldukça doğal ve olduğu gibi yorumlanışı.
Burada ise yukarıdaki portrenin etik kriterlere bağlı olmadan işlenmiş hali. Kırışıklıkları ve yıpranmış cildi vurgulamak için Belirginlik ayarını abarttım ve olduğundan daha yaşlı ve pürüzlü gösterdim.
Vinyet ve Kromatik Sapma Pek çok lenste, özellikle açık diyaframda, doğal bir vinyet ve kromatik sapma vardır. Bunları düzeltirken dikkatli olmak gerekir. Adobe lightroom veya Photoshop gibi veya kameradaki vinyet düzeltme (yok etme) araçlarını kullanmaya tamam, ama bu işlem, görseldeki öğeleri gizlemek için yapılmamalıdır. Sean D. Elliot, eski Ulusal Basın Fotoğrafçıları Derneği Başkanı: “Post prodüksiyonda vinyet eklemek… estetiği etiğe tercih etmek anlamına geldiği için iyi gözle bakılmamalı. Evet, önemli bir aldatmacaya neden olmaz ama bir görselin gerçekliğine yapılan bir eklemedir ve manipülasyonun kaygan zeminine götürür”.
Bu siyah beyaz fotoğrafta, post prodüksiyonda vinyet etkisi uygulanmadı. Eğer bir vinyet varsa, lensin optik özelliklerinden kaynaklanıyor. (Fotoğraf: Daniel Sone)
Alt fotoğrafta olduğu gibi belirgin bir vinyet etkisinden kaçınılmalıdır. İzleyicinin gözünü yönlendirmek için başka bir kompozisyon yolu bulmaya çalışın. Vinyet etkisini kullanacaksanız, bunu sınırlı yapın. Buradaki vinyet için Kement Aracı, Ton Eğrisi ve Maskeleme kullandım. (Fotoğraf: Daniel Sone)
Görsellere, özellikle belirgin şekilde vinyet eklemekten kaçınmanız gerekir. Bu durum Lightroom’daki Degrade ve Radyal Degrade filltreler veya benzer şeyler yapabileceğiniz diğer araçlar için de geçerli. Yasak değil ama etik endişeler doğurur. Klonlama ve Rötuş Gazetecilikte klonlama veya rötuşun etiğe uygun bir yöntemi yoktur. Klonlama aracını ve Düzeltme Fırçasını, sensör tozlarını temizleme dahil, kullanmaktan kesinlikle kaçının. Ekleme, silme, kopyalama, değiştirme ve herhangi bir şekilde pikselleri taşıma %100 olarak yasaktır. Bu Liquify/Sıvılaştırma, Warp/Çarpıtma Aracı, Puppet Warp/Obje Çarpıtma, Content Aware/İçeriğe Duyarlılık özellikleri, Skew/Eğme, neredeyse Photoshop’taki tüm filtre menüsünü kapsar.
Bu fotoğrafta herhangi bir Klonlama veya Düzeltme Fırçası yok. Arka planda, sol üst köşedeki mikrofon gibi bir kaç dikkat dağıtıcı öğe olsa da, sorun değil. (Fotoğraf: Daniel Sone Fotoğrafçılık)
Önemsiz olsa da mikrofonu klonlama yoluyla veya kırpma dışında başka yolla kaldırmak etik değildir. Aynı şey sivilce, tüy, kuş, enerji hatları, “diğer fotoğrafçılar” ve kadrajınızdaki diğer şeyler için de geçerli. (Fotoğraf: Daniel Sone)
Her ne kadar kısıtlayıcı gibi görünse de bunun bir çok faydası var. Birincisi, görseliniz %95 kamerada üretilmiş olur, post prodüksiyona çok az zaman harcar veya hiç harcamazsınız. İkincisi, gazeteciliğin etik değerlerini çiğnememiş veya kimseyi yanıltmamış olursunuz. Üçüncüsü, işinizi yaparsınız. Yüksek Dinamik Aralık, Çoklu Pozlama ve Panoramalar Yüksek Dinamik Aralık (HDR), çoklu pozlama (kamera içi) ve panoramalar gri alana girer. Bazı medya kuruluşları ve editörleri bunları kabul ederken bazıları kabul etmez. Kabul edildiğinde bile sınırlı şartlar altında ve haberdar edilerek yapılmalıdır. HDR nispeten yeni bir fotoğraf tekniğidir ve gazetecilikte nadiren kullanılır. Bu nadir durumlarda, “pozlama kombinasyonu” veya “foto-illüstrasyon” bilgisi verilir ve manzara ve binalar gibi durağan konularda kullanılır. Buna rağmen, Layer Mask ile bile olsa bulanıklık veya gölgelenme yok edilemez. Pek çok editör, estetik ve içerdiği potansiyel etik problemler nedeniyle HDR bir görseli reddedecektir. Öte yandan, yanıltıcı bir temsil değilse ve bilgisi verilirse, izin verilebilir.
Bu Kuzey Virginia'daki bir tepenin sonbahardaki HDR fotoğrafı. Otomatik Braketleme (AEB) ile üç fotoğraf çekildi ve Photoshop'un "HDR Pro ..." aracı kullanarak birleştirildi. (Fotoğraf: Daniel Sone)
Çoklu pozlamalar oldukça sınırlı bir kabul aralığına sahiptir. Bilgisi verilmeli ve aldatıcı olmamalıdır. Örneğin, bir binanın fotoğrafını çekip, ayı fotoğrafın etrafında dolandırıp binanın üzerinde görünüyormuş gibi yapamazsınız. Bir hikayeyi veya duyguyu göstermek için bile olsa gerçekte var olmayan yansımalar yaratmakta kullanamazsınız. Çünkü genelde farklı anları birleştirip kompozisyonu değiştirince, fotoğrafçının niyeti o değilse bile o görselin yanıltıcı olmayacağı bir durum bulmak zordur.
Bu Washington DC'deki Lincoln Anıtı'nın çifte pozlaması. Kavramsal bir görsel olarak kabul edilse de, belgesel ve röportaj fotojurnalizminde geçerli olmaz. (Fotoğraf: Cameron Russell | Flickr, Creative Commons)
Birkaç istisnadan biri stereoskopik flaş kullanan spor fotoğrafçılığıdır. Altyazıda daima bilgisi verilir ve konunun gerçek gidişatını ve hareketini gösterir. Birleştirilmiş çoklu panorama çekimleri de manipülasyon olarak kabul edilir, ancak bilgisi verilir ve bir sahneyi doğru yansıtırsa, o zaman yayınlanmasında tereddüt edilmez. Ancak, panoramanızı çok doğru uygulamalısınız çünkü perspektif distorsiyonlarını düzeltmek yasaktır.
İtalya Roma’daki St. Peter Bazilikası’nın yaklaşık 180 derece panoraması. Panorama düzeltildi ama perspektif düzeltmesi veya Adaptive Wide Angle uygulanmadı. Bu panoramaya izin verilebilir. (Fotoğraf: Daniel Sone)
Bu üç tekniğin üçü de gri alanda olsalar bile çalışmalarınızın doğal bir parçası olmamalıdır. Bu teknikler editoryal veya yaratıcı çalışmalarda etik olabilir ama belgesel veya görsel habercilik röportajında reddedilme olasılığı yüksektir. Film Filtreleri Georgia Üniversitesi Henry W. Grady Gazetecilik Koleji ve Kitle İletişimi Foto muhabirlik üzerine kıdemli öğretim görevlisi Mark E. Johnson, tam aslına uygun olsa bile film filtresi eklentilerini (VSCO) kullanmaktan kaçınmak gerektiğini söyler. “Fotojurnalizmin amacı fotojurnalistin gözü önünde olanı aslına uygun şekilde kaydetmektir. Amaç, renk ve tonal aralığı mümkün olduğunca doğru göstermektir. Filtre veya beyaz dengesi ile yapılan renk değişikliği sahnenin doğasında olmayan bir duygusal tepkiye neden olacaktır ve bundan kaçınmak gerekir.” (Mark E. Johnson) Sonuç olarak, artık üretilmeyen ya da “cross-processed” gibi abartılı veya yanıltıcı renk değişikliğine neden olan film filtrelerini kullanmaktan kaçınmak iyi bir fikirdir. Spiroket, çizgi, ışık patlamaları, bulanıklık veya ışık sızmaları ekleyen ayarlamalar etik dışıdır. Perspektif Düzeltme Sadece özel lenslerle (Tilt veya körüklü vb.) ve kamerada yapılmalıdır. Post prodüksiyon ile perspektif düzenlemesi aldatıcı olarak kabul edilir. Bu türde bir perspektif düzeltmesi piksellerin yerini ve fotoğrafçının bulunduğu açıdan ne çektiğini önemli ölçüde değiştirir. Eğri duran bir kadrajı düzeltebilirsiniz ancak görselin doğasında olan boyutlandırmaları düzeltemezsiniz. Dahası, bir görseli çektikten sonra arka plan ve ön plan bulanıklığını (bokeh) ekleyemez veya değiştiremezsiniz. Bu yüzden Photoshop’un Field Blur/Alan bulanıklaştırma, Iris Blur/İris Bulanıklaştırma, Tilt-Shift Blur/Hareket Bulanıklaştırma veya diğer başka bir filtre ile var olan alan derinliği (AD) etkisini düzenlemek etik değildir. Altyazı ve Bağlam Bir fotoğrafa eşlik eden metin fotoğrafın kendisi kadar önemlidir. İyi bir altyazı ile görselde verilemeyen bilgileri ekleyen bir bağlam sağlamış olursunuz. Altyazılar sezgisel olabilir ama varsayımsal olmamalıdır. Altyazı yazarken olabildiğince şunları sorun: kim, ne, ne zaman, nerede, nasıl ve neden (5N 1K) Gerçek dışı veya cüretkar altyazılar etik dışıdır. 2015 WPP’yi kazanan Giovanni Troilo’nun ünvanı geri alındı çünkü bir şehirde fotoğrafladığı görseli başka bir şehirde fotoğrafladığını söyledi, yani altyazı sahteydi. Başka bir örnek ise, muğlak ya da belirgin, duygusal bir duruma ya da sahneye altyazı yazmaktır.
Protesto yapan insanların olduğu bu görsele altyazı yazarken belirsiz varsayımlar yapmaktan kaçınmaya dikkat edin.
Aşağıdaki altyazılardan hangisi yukarıdaki fotoğraf için etiktir ya da değildir? - Göstericiler, fast food zincirinin çiftlik işçileri için daha yüksek ücret ödemesi talebiyle (0.01/lb $’lık bir artış) FT. Lauderdale, F.L.’deki Burger King’in yanında toplandılar. - Göçmen işçiler “fast food” devinden ücret artışı talep etmek için Ft.Lauderdale, F.l.’deki bir Burger King yanında toplandılar. - Burger King’in düşük ücretlerinden bunalan çiftlik işçileri, Burger King’in Ft. Lauderdale, F.L.’deki restoranlarından birinin yakınında protestoda bulunuyor. İşçiler pound başına 0.01$ artış istiyor. Bu altyazılar içinde birincisi hariç diğerleri varsayımlar yapmakta, önyargıları açığa çıkarmakta olduğundan etik olmayacaktır. Genelde aynı sahneyi anlatıyorlar ama çok farklı resmediyorlar. Altyazılarınızın çağrışımları ve tonlarının farkında olun. Altyazınızda ne yazdığınız ve nasıl yazdığınız bir bağlam sağlar; fotoğrafın ve hikayenin ne hakkında olduğuyla bağlantılı biçimde izleyicinin tepki ve anlayışına etki eder. Sonuç Görsel habercilik yaparken düşünülmesi gereken çok şey var. Bir olayın dürüst ve doğru yansıması olduğu düşünülen görselleriniz bu işin bir parçası. Görsel habercilik etik kriterlerinin bazı esneklikleri vardır, ama bu işinize bağlı olarak (röportaj/belgesel, editoryal, illüstrasyon) hiçbir durumda aldatıcı ve yanıltıcı olamaz. En uzun soluklu ve en prestijli görsel gazetecilik kuruluşlarından biri, etik çizgilerin çiğnenmesini ve mesleğin güvenirliliğinin zedelenmesini önlemek adına bu çizgilerin nereden geçtiğinin bilinmesini zorlaştırması bir talihsizliktir. Yeni teknolojilerin olanaklara meydan okumasıyla, teknolojinin etik yönünü veya kuralların geçerliliğini gözden geçirmeliyiz. Şimdilik görsel gazeteciler temel kurallara sadık kalmalı ve fotoğraf teknolojisi ve habercilik tekniğinin sınırlarını zorlarken dikkatli davranmalılar.
Görsel gazeteci olmak, bir kişinin yapabileceği en stresli işlerden biridir, özellikle bugünkü meslek şartlarında. Yaklaşımda, çekimde ve post-prodüksiyonda etik davranmak bu stresin bir parçasıdır. Öte yandan, etik bir görsel haberci olarak görselleriniz diğer tür fotoğrafçılığın her zaman sahip olmadığı doğruluğun gücünü taşımaya devam edecektir. Daniel Sone, insanları belgelemede uzmanlaşmış profesyonel bir fotoğrafçı. Temel üslubu fotojurnalizm ve portre olan fotoğrafçı, bu üslubu düğün ve ticari fotoğrafçılığına da yansıtıyor. Müşterilerinin istediği kaliteden ödün vermeden işini mümkün olduğunca pratik olarak yapmaktan hoşlanıyor. Son 15 yıldır (profesyonel olarak 13) vizyonuna ve öyküye bağlı kalarak haber, düğün ve ticari fotoğrafçılığı harmanlamaya devam ediyor. Çeviri: Bülent Tüccar Orijinal Metin İçin Bakınız: https://photography.tutsplus.com/articles/how-much-postprocessing-is-too-much--cms-23556
Sesli Kitap
MESUT İNSANLAR FOTOĞRAFHANESİ
-Ziya Osman SABABurada her şey, herkes birbirine gülümsüyor. Hiçbir ihtiyar, hiçbir çirkin, hiçbir düşünceli insan resmi yok. Adeta bu fotoğrafhaneye sevinçsiz hiçbir insan ayak atmamış. Yahut fotoğrafçı, bir muvaffakiyet sırrı olarak, makinesinin karşısında candan gülümseyemeyecek müşterisinin fotoğrafını çekmemiş… https://soundcloud.com/jengacengotube/mesut-insanlar-fotografhanesi
Eleştiri SIRÇA KÖŞKÜNDEN DERSAADETİ DİKİZLEYEN GAFİL LOŞGEZER
“Bu sergide benim ruhsal durumumu altüst eden, nahoş duygularımı en derinlerimden gün yüzüne çağıran sinkaflı bir küfür var. Bu küfür içinde fotoğrafı ünlüyor. Lakin sergide fotoğraf yok! Sadece tuhaf bir yazarın beyninin MR görüntüleri var.” Cenk ‘Mirat’ PEKCANATTI Takdim Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık A.Ş., bugünlerde yazar Orhan Pamuk’un İstanbul’daki evinin balkonundan çektiği fotoğraflardan oluşan bir sergiye ev sahipliği yapıyor. Küratörlüğünü (çiçeği burnunda sayılır, 6-7 yıldır) Alman yayıncı Gerhard Steidl’ın yaptığı Orhan Pamuk - BALKON sergisi 6 Şubat - 27 Nisan 2019 tarihleri arasında fotoğraf severler tarafından ziyaret edilebilecek. Sergide Pamuk’un İstanbul’un sürekli değişen, manzarasını yansıtan 600’den fazla fotoğraf sergileniyor. Bu fotoğraflar, yazarın çektiği 8,500’den fazla fotoğraf arasından seçilmiş. (???)
Ön yargısız 1 Yaklaşım Evvela iflah olmaz bir ön yargı karşıtı olduğumu belirterek, Pamuk’un bir edebiyatçı olarak fotoğraf sergisi açmasının/yapmasının fotoğrafçılık açısından hiçbir mani teşkil etmediğini belirtmek isterim. Hoş... bir manisi olsa ne fark eder? Kimler fotoğraf çekmiyor?, Kimler ne sergiler açmıyor ki? Artık hepimiz fotoğrafçıyız!.. Ya da kendimizi öyle sanıyoruz. Malum sayısallaşmanın en çok etkilediği alanlardan birisi de şüphesiz fotoğrafçılık oldu. Geçen yıllar içerisinde fotoğrafın üretim araçlarındaki köklü değişimden tutun da fotoğrafların paylaşımına kadar birçok noktada ciddi gelişmeler ve değişimler yaşandı. Makinelerin ucuzlaması, paylaşımın kolaylaşması gibi unsurlar, çoğu insanın içindeki amatör fotoğrafçının gün yüzüne çıkmasını kolaylaştırdı. Hatta durumu bir adım öteye taşıyarak içimizdeki fotoğraf canavarını yüzyıllık derin uykusundan uyandırdı, desek herhalde yeridir. Amma velakin fotoğraf, popülist gerekçelerden ötürü bu memlekette düştüğü kadar aciz bir duruma, dünyanın hiçbir yerinde düşmedi. Ve bu acizliğin son perdesi bugünlerde Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık A.Ş.’de sergileniyor. Balkon sergisinin kimin sergisi olursa olsun, nerede sergilenirse sergilensin, albümü kimin tarafından basılırsa basılsın; memleket ya da dünya fotoğrafına herhangi bir katkıda bulunmadığının, fotoğraf severlere ilham vermek kabiliyetinden had safhada yoksun olduğunun ve amatör fotoğrafçıların kafalarını karıştırmaya namzet olduğunun -ki bu oldukça sakıncalı- altını ön yargısız ama kalınca bir çizgiyle çizerek belirtmek fotoğrafa olan borcumdur. Gerek Pamuk’un kendi ifadelerinden gerekse kulislerde dolaşan söylencelerden beyefendinin yaptığı bu işten had safhada memnun ve devamını getirmek niyetinde oluğunu belirtmeliyim. Oysaki naçizane kanaatimce Pamuk, bundan sonraki süreçte fotoğrafla ilişiğini -o da şartsa- belki fotoğraf hakkında düşünüp, yazarak sürdürmeli... fotoğraf çekmekten eylem olarak hazzediyorsa da, en azından fotoğraflarını umuma sergileme fikrinden uzak durmalıdır. “Her etkene rağmen gayretle galerinin loşluğunda usulcacık geziniyorum. Derinden iniltiler işitmeye başlıyorum. Kulak kabartıyorum... Farkediyorum ki Pontius Pilatus’un talimatıyla duvarlara mıhlanmış onlarca imge, oluk oluk İstanbul kanıyor. Çıkar!.. Arsızlık!.. Samimiyetsizlik kanıyor... Yazık! Hemde çok yazık! Bir gafil yerinden bile kıpırdamadan Şehr-i İstanbul’un... benim yuvamın lokal-fotopsisini yapmış, ardından da hayâsızca bunu teşhir etmiş”
Pamuk’un Fotoğrafik Güdüsü Fotoğrafçılık tutkusunu ilk olarak gözlerinin önünde akıp giden güzelliği muhafaza etme, ikinci olarak da gördüğü her şeyi kaydetme merakı olarak tasvir eden yazar, ikinci hedefini tutturmanın imkansızlığını kısa sürede idrak etmiş. Ah Monşer! Ne de hoş!.. Yazarın muhafaza etmeye çalıştığını iddia ettiği güzelliğe gelince, sergide yer alan fotoğraflarda açıkça görüldüğü üzere bî’ar bir tutumla bu güzellik refüze ediliyor: Sürekli tekrarlarla ve bu güzelliği aktarmaktaki fotoğrafik kifayetsizliğiyle izleyiciyi yoruyor... bu güzelliği sıradanlaştırıyor... ve elbette nihayetinde fotoğraf severleri hayal kırıklığına uğratıyor. “Ah İstanbul İstanbul olalı, Hiç görmedi böyle keder Geberiyorum aşkından, Kalmadı bende gururdan eser” - S.A Yazarın Notu: Söverim gelmişine geçmişine ayıpsa ayıp... “ Pamuk bahsi geçen açıklamalar ışığında şekillendirdiği fotoğraf felsefesini serginin açılışında özetle şöyle açıklıyordu. Analog döneminde sarf malzemeleri ziyadesiyle pahalı olduğundan ötürü, özel an ve durumları tekil karelerle zapt ederdik. Dijital teknolojiyle bu tutum değişti. Artık bir an’ı, birden çok kareyle (6-7 kare) zaptediyoruz. Öncelikle bu ifadeleriyle Pamuk önemli bir hususu es geçiyor. Fotoğrafçılığın ana hedefi an’ı yaylım ateşine tutmak değildir. Asla da olmadı. Gelişmiş makinelerde ‘saniyede 10’larca kare çekebilmek’ gibi bir özellik bulunsa da, asli maksat karar anı dediğimiz ve süreci fotoğrafik olarak en iyi temsil ettiğine kanaat getirilen görüntüyü fotoğrafik unsurlar (ışık, komposizyon, nesne estetiği, v.b’leri) eşliğinde zaptetmektir. An’ı çoğul karelerle kayıt altına aldığımız ‘teknoloji’ ya da ‘sanat dalı’ daha ziyade ‘sinema’ olarak değerlendirilmelidir. Ayrıca sergisinin bir grup (12 adet) fotoğrafını ele alarak size hemen anı birçok kareyle zapt etme eyleminin doğuracağı nahoş sonuçlara somut bir izahta bulunayım. Lütfen, sergi salonunun mevcut bir açısının yer aldığı bu metnin sonundaki görsele dikkatle bakınız. Burada limana yanaşmakta olan bir kruvaziyere ait 12 adet fotoğrafın bir araya geldiği toplu bir seçkiyi görüyoruz. Farz edelim bu kruvaziyer sizin firmanıza ait olsun ve tanıtım maksadıyla kullanılacak tek bir kare seçmeniz için bu fotoğraflar önünüze bir ajans tarafından konulsunlar. - Bu fotoğraflardan hangisini tercih edersiniz?
El-cevap; hiçbiri... Çünkü görseller ışık, komposizyon, nesne estetiği ve hikayeden yoksunlar... Ne kruvaziyerimin haşmetini gözler önüne seriyorlar... Ne de muazzam bir ışığın kattığı görsel hazdan ötürü bu deniz taşıtına özelmiş hissi kazandırıyorlar. Sallapati kadrajlardan sebep ekseriyetinde imgeler kararsızca orasındanburasından kesilmiş, alanın içine nefes alamaksızın hapsedilmiş. v.s... v.s... Herhalde bu kadar izah kafidir... Küçük 1 Sorgu Molasına Ne Dersiniz? Pamuk zamanla konu edindiği güzellikleri fotoğraflama dürtüsünü sorgulamaya ve neden saatte yaklaşık yedi fotoğraf çektiğini merak etmeye başlamış: Fotoğrafın görme biçimim üzerindeki etkisi nedir? Fotoğrafçılığımla yazarlığım arasındaki ilişki nedir? Tüm bu soruların cevabı kısaca şu olmuş; fotoğraf çekmek, yazarın görme biçimine yapısal olarak derin bir anlam katmazken/katamazken, (nasıl mı? sergi ortada), edebiyat çalışmalarında karşılaştığı zorluklar (yazamamak) karşısında duyduğu hüsranın şifası olmuş. (Hocam, sen hep almışsın... hep almışsın... ama hiç vermemişsin... Şimdi bu nasıl olacak?) Gerhard’ın Kanadından Yağ Çıkartmak Pamuk başlangıçta fotoğraflarını başkalarıyla paylaşmak konusunda tereddütlere sahipmiş. Hatta bu fotoğrafları ne yapacağına dair kafasında en ufak bir fikir yokmuş. Ne vakit ki Gerhard Steidl, merhum Ali Dinçkök (iş adamı, sanat koleksiyoncusu) adına hayata geçirilecek bir proje kapsamında kendinden yazı sipariş etmiş, işte o vakit işin rengi de Orhan Pamuk için değişmiş. Kendisi daha önceden Günter Grass (merhum Nobel ödüllü Alman yazar, heykeltraş. Steidl ile uzun süre çalışmış.) aracılığıyla Steidl Yayın evin’den zaten halihazırda haberdarmış. Pamuk, Gerhard Steidl ile bu iş vesilesiyle kendi evinde gerçekleşen randevuyu büyük bir fırsata çevirmiş... (kısaca özetlersek; başarılı bir bartering anlaşmasıdır.) Kararttığı arka odasında, laptop kapanı aracılığıyla tuzağına düşürdüğü Gerhard’ı 8500 fotoğrafına maruz bırakarak abandone etmiş ve albüm sözünü alıvermiş. (Çok ilginç! Serginin tohumları karartırmış bir odada atılmış, ürünleri loşlukta sergileniyor. Bunlar hep karanlık işler!!!) Amma velakin Pamuk, kendisinin arşivde unuttuğu bu fotoğraflarla ilgilenmiş olmasından ötürü Gerhard Steidl’e teşekkür ediyor. Ardında da ekliyordu. “Onun gözü ve merakı olmasaydı ne benim ne de başka kimsenin sormadığı, ilgilenmediği bu fotoğrafları kâğıt üzerinde, bir kitapta görmek kimsenin aklına
gelmezdi. Şimdi artık bu fotoğrafları niye çektiğimi soranlara şu cevabı gönül rahatlığıyla verebilirim. Bunun gibi bir kitaba koyup bakmak için...” Kısacası yaşananlar ile söylenenler oldukça çelişkili... sonradan pazarlama stratejisi olarak geliştirilmiş. Kimi zaman samimiyetsiz ve çok afedersiniz... düpedüz yalanlar içeriyor. Tıpkı yazarın bu fotoğrafların sadece manzaranın değil, kendi ruhunun da kayıtları olduğunu ancak beş yıl sonra bu fotoğrafları Balkon kitabı için düzenlerken fark etmesi gibi... “Minareyi Çalan Kılıfını Hazırlar” Sergileme ...Buna ek olarak tuvale basılan 70 adet büyük format fotoğraf izleyiciye sunuluyor. Tuval bezi, lümpenden kendilerine göre burjuvalığa terfi eden az eğitilmiş toplum katmanlarının evlerini bezemeye bayıldıkları kitch sanat görselleri için sıklıkla kullandığı, hatta bayıldığı bir malzeme oldu. Bu eğilimin psikolojik gerekçesi şu: bir imge tuval bezine basıldığında mühim bir sanat eseriymişçesine... biricikmişçesine bir etki yaratıyor. Bu sayede insanlar astronomik harcamalar yapmadan evlerinin duvarlarını diledikleri sanatımsı görsellerle süsleyebiliyorlar. Hoş ekseriyetle bu bez bir kasnağa gerdirilmiş oluyor... Sergide yer alan görseller bu bahsettiğim tuval bezine paspartu görevi görecek beyaz boşluklar tanzim edilerek basılmış... Hoş renkli görsele koyu renkli paspartu makbuldür. Çerçeveymiş, anti refle cammış, adam gibi paspartuymuş... adamların bu tip ayrıntılarla hiç işleri olmamış. Oldu olacak olayın dibine vuralım derlerken, akıllarına bir diğer ekonomik ve pratik (kurulum ve lojistik açıdan) çözüm yolu gelmiş olsa gerek... fotoğrafları satıha çok sayıda çiviyle çivilemişler. Artık bu küratörün fikri mi? Bunu Orhan Pamuk’a sormak lazım? Hoş bu fikrin sahibi galeride olabilir. Bakın işin orasını bilemedim... İçerik, ışık, komposizyon, nesne estetiği ve hikaye (Pamukesk olarak eminim roman bile çıkar) açısından genelde sınıfta kalan görseller, sunumda da bariz şekilde masraf ve emek sarfetmekten kaçınılan bir düşüncenin kurbanı olmuş. Baskı kalitesi hakkında detaylı yoruma giremeyeceğim; çünkü salon loştu.
Galeri ışıkları Gerhard Steidl’ın ifadesine göre İstanbul’un sabah erken ya da akşam gün düşerken ki atmosferini yakalamaya çalışmak amacıyla kısılmış. Bu tercihin asli amacı bu dahi olsa, söz konusu olan bir fotoğraf sergisiyse bunun anlamsız olduğu gün gibi ortada... Sonuçta izleyici tabi olarak ideal bir ışıkta kendisine sunulan görseli ayan beyan görmek beklentisindedir. Bu süreci etkileyecek, seyri zorlaştıracak bir ışık miktarı ambians yaratmak amacıyla keyfen tercih edilemez. Teknik kifayetten yoksun görsellerin, ısrarla büyük ebatla basılmış olması göz önünde bulundurulduğunda, belki de bu ‘loş ışık fikri’ daha ziyade ayıp örtmeye yaramış olabilir. Ayrıca bir takım koca... koca... fotoğrafları göz zaviyesinin üstünde -izleyiciyinin bakışlarını ‘Tavuk bile su içer, Allah’a bakar’ misali neredeyse göğe yönelterek- sergilemek abesle iştigaldir. Üst katta ise kitaptan yola çıkılarak, 280 gr. Hahnemühle Cotton kağıda mürekkep püskürtme akrilik yöntemiyle basılan sayfalar karşılıklı olarak sergileniyor. Görsellerin birbirlerini tekrarlayarak oluşturduğu sıradanlık hissi, bu sunum formatı üzerinden hafifletilmeye çalışılmış... Koridorun sonunda özel olarak tanzim edilmiş bir alanda dilerseniz albümü oturup, inceleme fırsatınız olabiliyor. Böylece Orhan Pamuk fotoğraflarını bir kere daha görerek serginin zirvesine bir ‘orgazm misali’ titreye titreye erişiyorsunuz. Yine üst katta ezber bozarak yer verilen, muhtemelen konken ya da briç oynayan teyzelere dikiz fotoğrafından acaba bu hanımların haberleri var mı? Peki fotoğrafçının bu görseli sergileme hakkı? “Ay Kızlar! Orhan bizi çekmiş,” diye mest mi olurlar? Yoksa mazallah kişilik haklarını ihlal ettikleri için dava etmeye kalkarlar mı? Amaaan... tüm bunları boşverelim. Nasıl olsa... “Benim adım Orhan Pamuk’un Fotoğrafı... O yüce varlık tarafından zaptedilmiş imgeleri bağrımda barındırdığım için özelim... Tartışılamam... Çünkü ben paha biçilmez Pamukgrafik bir değerim...” Ah!.. Ah! Bu Metinlerin Gözü Kör Olsun... Sergi sunuş metni gayet tabii ki ‘Pamukesk’... Tamamını okumak insana o mekana neden geldiğini unuttturacak denli uzun ve karmaşık... (Pamukish dilinde yazıldığından) Bir fotoğraf sergisinin kurulum tekniği açısından da; yanlış! Peki bunun doğrusu nedir? Gayet tabii ki sıkmadan kısa ve öz bir anlatımla sergiyi sunmak ve
ziyaretçiyi buyur etmek... Oysa ki sergi girişindeki metinlerden sebep, Nedim Gürsel’in tabiriyle Nobel Ödülü alabilmek için bir soyunmadığı kalan Orhan Pamuk’un egosunda daha ‘dakka bir’ boğuluyorsunuz. Albüm Albüm’e gelecek olursak; sarı-beyaz mat kağıt üzerine dört renk ofset ve kırık siyah, mat mürekkep baskı, gömme fotoğraflı bez ciltli, ilk ve son sayfaları pamuk lifli, şerazeli ve kurdeleli özel bir baskı. Gerhard Steidl’ın aksini önermesine rağmen Pamuk’un ısrarı üzerine kitabın dikey basılmış olması göze çarpan ilk sorun... Sanırım yazar, albümünün okurlarının kütüphanelerinde yer alan diğer kitaplarına eşlik etmesini istedi. Ne de olsa format yatay olsaydı bu teknik olarak mümkün olmayacaktı. Manzara fotoğraflarından oluşan bu projenin konusu gereği kendini tüm doğallığıyla ifşa edebilmesi için tek ya da çift sayfaya açılan görsellerle ifade edilmesi teknik açıdan doğru olurdu. Dikey sayfalara hapsedilen küçük görseller, bakana yeterince külfet vermiyormuşçasına, kimi zaman çok sayıda küçük ebatlı fotoğrafı sayfalara adeta dama tahtası gibi döşemişler. Bu da durumu izleyici açısından nahoş ve zorlayıcı kılmış. Gerhard’ın açılış günü fotoğraflar üzerinden yaptığı okumalarda kadrajlarda yer alan küçük detayların sürprizler yaratması, beyin ve gözlerimizi eğitmesi meselesi (Allah müstahakını versin senin e mi Gerhad?) bu çoklu mini fotoğraflar bakarken izleyiciye muhakkak pertavsız kullanmak zorunluluğu dayatacağı muhakkak. Kitabın içeriği bir kenara bırakıldığında, (bu da ne demekse?) alışılagelmiş bir Steidl kitabı... Sonuç: Vahim Halihazırda sergilenen Balkon, salonun duvarından söküldükten sonra (malum hoyrat bir çekiçle satıha çivilenmişlerdi) umarım sergilendikleri süreç boyunca açtıkları göz yaralarını pansuman edecek yepyeni bir sergiyle telafi edilecektir. Bu sergi, Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık A.Ş.’nin yeni dönemindeki ilk ve son ‘Pamuk Zaafiyeti’ olarak kalacak ve tekrarlanmayacaktır. Sosyal paylaşım ağlarında her gün binlercesini gördüğümüz -hatta daha iyilerini- Pamuk’un balkon fotoğrafları günlük hayatın basit tüketim nesneleri olmaktan öteye algılanmamalıdır. Beyoğlu’nun orta yerinde ve prestijli bir galeride sergilenmeleri, cihana nam salmış bir kitap evinin albümünü basmış olması kafaları asla karıştırmamalıdır. Bu her sanat izleyicisinin aşina olduğu estetik ve moral değerlerden (eminim bir Pamuk vardır, Pamuktan içeri...)
mahrum görseller, fotoğraf tekniği aracılığıyla zaptedilseler de, ‘fotoğraf’ olarak addedilmemelidir. Zaten serginin asıl hedefi fotoğraf severler değildir. Pamuk, öncelikle okurlarını hedefleyerek onları cepte farz etmiş, fotoğraf severleri de sürecin cabası olarak görmüştür. Serginin yazar, basım evi ve galeriye ne/ler kattığı gün gibi ortadadır. Bunları detaylandırmak abesle iştigalden öteye gitmez. Balkon sergisinin olumlu karşılanacak bir tek yönüyse, fotoğrafa yeni başlayan kişiler için nasıl fotoğraf çekmemeleri gerektiği konusunda didaktik ve görgül bir sergi niteliği taşımasıdır. Belki de kurulacak bir ‘Fotoğraf Soykırımı Müzesi’ (sen o işleri biliyorsun. Vergiden düşmeler, kültüre katkıdan bi’ şeyler... falan... filan...) dahilinde süresiz sergilenmelidir. “Kral Çıplak Değil, Adeta Kas Anatomisi Atlası...” Değerli okuyuculara aşağıda yer alan bağlantılardan ulaşabileceği; video'yu izlemeyi, podcast'i dinlemeyi ve yazıyı okumayı tavsiye ediyorum. Böylelikle bu teferruatlı eleştiri yazısı daha iyi anlaşılabilecektir. Video: Orhan Pamuk ve Gerhard Steidl "Balkon"u anlatıyor. Bu video’ya dair podcast Gölge Fanzin’in bir önceki sayısında çevirisini yayınladığımız Pamuk’un Ara Güler vefatı vesilesiyle yazılmış olan “Fotoğraflarından Hoşlanıyorum. Çünkü Güzeller” başlıklı makale öyle sanıyorum ki, yazarın fotoğraf hayatına atılışının ayak sesleriymiş. Yazının İngilizcesi için lütfen tıklayınız.
Fotozin Existence
Düzenleme ve Dizilim: Okan Pulat Baskı ve Tasarım: Fail Books Indigo Print, 12 x 16 cm İstanbul, Ekim 2017 -90 Kopya-
Bana, ‘Avuç içi kadar mutluluk yeter’ diyenlerdenseniz, Okan Pulat’ın ‘existance’ adlı fotozini sizi fotoğrafa doyurarak ziyadesiyle mutlu edecek. existance’ı daha elinize aldığınız ilk saniyede farklı bir tecrübe yaşamak üzere olduğunuzu farkediyorsunuz. Kapak tasarımı, birazdan bir fotoğrafçının iç dünyasına (mahremine) girmek üzere olduğunuzu keyifli bir tasarım ve üslupla haber ediyor. Oldukça minimal... Fakat azami seviyede metaforik... Fotoğraflar tekil olarak genellikle çok güçlü, tonalite ve komposizyon açısından dengeli ve başarılı... Daha zayıf duran kimi fotoğraflar ise kurgudaki bütünlüğü sağlamak amacıyla sanki yazında kullandığımız bağlaçlar gibi bir görev üstleniyorlar. Tamamiyle reel ortam, organizma ve nesnelerin yer aldığı kompozisyonlar fotoğrafik yorum sebebiyle adeta metafizik bir durum ya da farklı boyuttanlık hissiyle insanı etkiliyor. Hop oturup, hop kalktığımız şu çalkantılı sosyo-politik süreçte bu fotozin size taze bir soluk kazandıracak... kafanızı boşaltmanıza yardımcı olacak. Belki de sürekli olarak cebinizde taşıyıp, antidepresan niyetine her gerekli halde cebinizden çıkarılıp, defa defa bakılacak... https://okanpulat.com/about/
KarikatĂźr