GÖLGE FANZİN, SAYI: 23, ÖZEL EK – JONAS BENDIKSEN RÖPORTAJI “Jonas Bendiksen ile en son projesi olan ‘The Book of Veles’ hakkında kısa ama öz, bir o kadar da düşündürücü bir röportaj yaptım. Dünya basının kendisine olan yoğun ilgisi sebebiyle ancak 12 Kasım tarihinde gerçekleşebilen bu röportajda; sentetik görüntü, yapay zeka tarafından üretilen metinler ve yalan haber konuşmalarımızın merkezinde yer aldı. Gölge Fanzin adına gerçekleştirdiğim bu röportajı halen hazırlanmakta olan yeni sayının içerisinde fotoğraf severlerle paylaşmak öncelikli hedef olsa da, -giderek konunun güncelliğinin yitiriyor olması- bizleri alternatif bir çözüm arayışına itti. Gelinen son raddede çözüm; röportajı özel bir ek halinde sizlerle paylaşmak oldu.” - Cenk Mirat PEKCANATTI -’The Book of Veles’ ne hakkında?2016 yılında sakinlerinin eğilimleri yüzünden dünya haritasında sahte haber üretiminin merkezi olarak işaretlenen kötü şöhretli küçük bir kasaba hakkında. Jonas Bendiksen'in Kuzey Makedonya'nın Veles kasabasındaki bu maceraperest fotoğrafik yolculuğu, sahte haber ve belgesel fotoğrafı eski Slav mitolojisiyle harmanlıyor. Bu proje aracılığıyla Bendiksen, fotoğrafçılık, güven ve gerçekliğin temsili hakkında kritik soruları gündeme taşıyor. Jonas Bendiksen - Norveç, 1977 Kariyerine 19 yaşında Magnum Photos’un Londra ofisinde stajyer olarak başladı. Ardından fotoğrafçılık kariyerini bir foto muhabir olarak sürdürmek amacıyla Rusya'ya gitti. Bendiksen orada geçirdiği birkaç yıl boyunca, eski SSCB’nin unutulmuş bölgelerine dair hikayeler içeren ve daha sonra Satellites (2006) adlı bir kitap olarak yayımlanan projesini hayata geçirdi. 2005 yılında, dünyanın dört bir yanındaki kentsel gecekondular hakkında bir proje olan ‘The Places We Live’ üzerinde çalışmaya başladı. Bu proje, 2008'de hem dünya çapında bir sergi hem de bir albümle sonuçlandı. 2017'de çıkarttığı The Last Testament adlı kitabında, her biri İncil'deki Mesih olduğunu iddia eden yedi farklı adamın hikayelerini anlattı. En son kitabı ‘The Book of Veles’, GOST Books tarafından Nisan 2021'de yayınlandı. İlk edisyonu kısa sürede tükendi. İkinci edisyonu kişisel sitesi ve GOST Book yayınevinin sitesinden ön siparişle satın alınabilir. Bendiksen 2004'te Magnum Photos'a aday oldu ve 2008 yılında tam üyelik hakkına erişti. Günümüzde eşi ve üç çocuğuyla birlikte Norveç'in başkenti Oslo'nun dışında yaşıyor.
©Arnfinn Johnsen
“Süreç, adeta kendi küçük Frankenstein canavarımın canlanmaya başlamasını izlemek gibiydi. Çirkin, korkunç ve de oldukça ürkütücüydü. 'Kahretsin, başımız cidden büyük belada!' diyerek yarattığım bu inanılmaz şeye bakıyordum.” - Jonas BENDIKSEN Cenk Mirat PEKCANATTI: The Book of Veles’in özünde ne var? Projeniz ne hakkında? Jonas BENDIKSEN: İlk bakışta buzdağının görünen kısmında projem, Veles’teki yalan haber üreticileri ve yalan haber üretimiyle ilgili klasik bir belgesel fotoğraf projesi. Ayrıca mitolojik Veles Tanrısının ve Veles Kitabının antik keşfinin.... Projemin yüzeysel konuları temelde bu ögelerden oluşuyor. Fakat işin özünde, göstermeye çalıştığım... ya da ufak bir öngörüsünü vermeye çalıştığım olay... yakın gelecekte bizleri bekleyen enformasyonla ilgili vahim duruma dair... Bahsettiğim gelecekte daha önce hiç karşılaşmadığımız türden sentetik bilgi akışıyla karşı karşıya geleceğiz. İnsanlar her zaman fotoğrafı manipüle etmeye ya da yalan haberler yazmaya yatkındılar. Yakında karşılaşacağımız sürecin farkı ise, sentetik görsel ve bilgi üretimi hakkında konuşuyor olacak olmamız... Burada sentetik görsel üretimi derken, bir fotoğraf makinesi tarafından zapt edilmemiş ama bilgisayar çipleri tarafından üretilmiş görüntülerden ve buna ek olarak yapay zeka tarafından üretilmiş metinlerden bahsediyorum. Bütün bunların otomatik olarak üretilebilecekleri yeni bir döneme giriyoruz. Dezenformasyon ve sentetik bilgi üretimi, kısmen ya da tamamen otomatik bir şekilde gerçekleştirilecek. Bu türden garip şeylerle inanılmaz sıklık ve yoğunlukta karşı karşıya geliyor olacağız. Yaşanacak durum insanlığı oldukça kaotik bir ortama sürükleyecek. İnsanlar günümüzde de; gerçek haber - yalan haber, enformasyon dezenformasyon, güvenilebilir kaynaklar ve komplo teorilerine dair... bunları ayırt edebilmeye dair... bir takım problemlerle karşı karşıya olduklarını biliyorlar. Fakat aslında tüm bunlar bu yaklaşımın iyiden iyiye bir silaha dönüştüğünü ve otomatik olarak üretildiğini göreceğimizin kritik evreye kıyasla oldukça düşük bir seviyede... Projemin gündeme taşımaya çalıştığı... biraz gözler önüne sermeye çalıştığı da bu hususa dair. Benim yaptığımsa
bu işte kullanılan bazı yazılım ve araçlar aracılığıyla tamamen kurgusal bir belgesel projesi yapmak oldu. Benim proje dahilinde kendime sorduğum sorular şunlardı. “Sentetik bilgi üretiminde kullanılan araçlar ya da en azından bu araçların bir kısmı yetkin hale gelmişler miydi?”, “Konu hakkında Youtube’dan bulduğu bazı videoları izleyip ardından tamamen yalan belgesel üreten benim gibi kaçık bir fotoğrafçı tarafından kolayca kullanılabiliyorlar mıydı?” Bunları kurcalamaya başladığımda fark ettim ki, tamamen s*çmış durumdaydık! Ve ben bu soruların cevaplarından hoşlanmayacaktım. Anladım ki oldukça kolay olacaktı. Kitabımdaki karakterleri oluşturan o üç boyutlu avatarlara doğrudan bakar bakmaz adeta canlı gibi olduklarını hemen fark ettim. Sanki bilgisayarımın monitöründen bana doğru bakıyorlardı. Önce onları manipüle etmeye, oynamaya, pozlarını değiştirmeye ve ifadeler vermeye başlamıştım. Ve bunun oldukça korkutucu olduğunu kavradım. Bu Frankenstein’ın canavarına bakmak gibiydi. Bu şeyin kontrolünü hemencecik kaybedebileceğimizi anladım. Ve ardından milyonlarca kere bu projeyi yapmamam gerektiğini düşündüm. Bu gerçekten de kötü bir fikirdi. Ve bu işten mümkün olduğunca uzak durmalıydım. Çünkü bu, şu ana kadar yaptığım her işle çelişiyordu. İşlerimin genelinde temelde gerçeğin ortasında bir yerde olup, kimi öyküleri aktarıyordum. Fakat bu tehlikeli işin bir o kadar da çekici bir yanı vardı. Günümüzde bu işin ne noktaya eriştiğini görmek açısından çok önemli bir yanı bulunuyordu. Bu imkanların şimdiki kapasitesi ve benim bunlarla ne yapabildiğim düşünülünce, gelecekte birçok insanın benim yaptığımdan çok daha gerçekçi işler yapması kaçınılmazdı. Bu teknolojinin ilerlemesinin doğası gereği böyle... Benimki sadece prototip seviyesinde...>>>
- Böylesi yüksek riskli bir proje yapmaya kalkışmanızın sebepleri neler? Sizi kim ya da ne etkiledi? - Kim ya da ne etkiledi? Hımm! Aslında bu ilginç bir soru... Ben genel olarak fotoğrafı ele aldığım konuya dair bir ilham kaynağı olarak kullanıyorum. Etkilendiğim şeyleri; okumalarımdan ya da diğer başka türden kaynaklardan sağlıyorum. Belki kulağa biraz banal geliyor olabilir ama projenin gidişatını ön görebiliyordum. İki kez Veles’e gitmiştim. Bir kez 2019 kışında ve daha sonra da... 2020 yılında Şubat sonu gibi... tüm Avrupa'nın karantinaya girmesinden 10 gün önce... Çok ballıydım. Çünkü gerekli tüm malzemeyi edinmiştim. Bilgisayarımda onlar üzerinde çalışmak... onları kurcalamak için dünya kadar vaktim vardı. Corona sürecinde karım ve ben Le Bureau’yu çok ama çok fazla izliyorduk. Belki biliyorsunuzdur; bu bir Fransız casusluk dizisi... gizli operasyonlarla ilgili. Aynı süreçte Darknet Diaries gibi podcastler dinliyordum. Bilgisayar korsanları için, yine bilgisayar korsanları tarafından hazırlanan çok iyi bir podcasttir. O evrede bu türden hacking ve virüs operasyonlarından oldukça etkilendiğimi söyleyebilirim. Casusluk dünyasının hileleri ve tebdili kıyafetler hep kafamdaydı. Ve muhtemelen gizli görevdeki bir tür ajanmışcasına tüm bunlardan deli gibi etkilendim. Bir tür çılgınca rüya yaşadım. Bilgisayar korsanlarından zaten bir şekilde hep etkileniyorum. Malum bunların iyisi var, kötüsü var. Fakat hepsinin ana sistemin yapısına sızmak gibi bir olayları var. Birçok etkileşimimiz, yaşadığımız sanal hayatın büyük bir kısmı, sosyal medya, tüm yapay zeka bilgileri...>>>
- Zaten Metaverse de yolda...
- ...evet Metaverse ve diğer tüm o çılgınlıklar... Tüm bu sistemlerin içine sızmak ve bozmak fikrinden kaynaklıydı. Benim için bu işlerin ne kadar kolaylıkla yapılabileceğini test etmekle ilgili ilginç bir fikirdi. Bizler bu sistemlerin köleleriyiz. Bilemiyorum ben modern zaman korsanlarından oldukça etkileniyorum. Öylece ortaya çıkıp ortalığı bir anda birbirine katıyorlar. İlham muhtemelen bunların hepsinden geliyordu. - Book of Veles'in ilk baskısı çok hızlı bir şekilde tükendi. İlgililerin ön sipariş edebileceği ikinci baskıyı organize ettiğinizi biliyorum. Doğru mudur? - Evet. Aynı zamanda Paris Photo’ya da yetişti. - Bu satış miktarı ve hızı hakkında ne düşünüyorsunuz? İnsanlar ‘The Book of Veles’i satın almak için neden bu kadar hevesliler? Daha önce satışı tükenen bir başka işiniz olmuş muydu? - Aaa! Evet... evet! Daha önce ‘Satellites’ adlı kitabım tamamen tükenmişti. Fakat satış için çok daha uzun bir süre piyasada bulunmuştu. Hatta ikinci baskısı da tükenmişti. Ancak bu daha farklıydı. Çünkü inanılmaz bir hızda gerçekleşti. Bunun benim planlayabileceğim türden bir şey olduğunu düşünmüyorum. ‘The Book of Veles’ bir anda tüm dünyada konuşulur oldu. Benim asıl planım, insanların kitabımı ne zaman keşfedeceklerini beklemekti. Birkaç hafta ya da bir ay kadar süreceğini tahmin ediyordum. İnsanlar tartışmaya, üzerinde düşünmeye ve birbirlerine şu tuhaf kitabı sende gördün mü? Bunda bir şeyler yanlış. Ama ne? diye sormaya başlayacaklardı. Ardından her şey adeta bir tür define avına dönüşecekti. İnsanlar sonrasında kitabı keşfedeceklerdi. Önümüzdeki yazdan önce de olay nihayetlenecekti. Yani aslında planım buydu. Bu plan başarısız olduğunda... çünkü kimse kitabı fark etmemişti. Bende sürecin içerisine bir tür sahte beyanla dahil oldum. Chloe Miskin aracılığıyla kitabı açığa çıkartmak gereksinimi oluştu. Ardından da bu süreç benim eğlenceli öyküme dönüştü. Kimi insanlar bana kızdılar. Kimisi de kutladı. Bir biçimde ikiye bölünmüşlerdi. Bunların hiçbiri benim planladığım şeyler değildi. Fakat itiraf etmeliyim ki, tüm bunların projenin bilinirliğini daha çok arttırmayı sağlayacağını biliyordum. İşte tüm bu süreç ve nedenlerden ötürü hikaye ortaya çıkınca, insanlar ‘The Book of Veles’i edinmek için oldukça hızlı davrandılar. Genel olarak insanlar kitapta ne olduğuna dair oldukça meraklanmışlardı. Neye benzediğini görmek için sabırsızlanıyorlardı. Nasıl olup ta kandırılmış olduklarını inceleyip, keşfedeceklerdi. Benim bu türden işleri daha çok göreceğimize dair üzerine yoğunlaştığım teorim insanların ilgisini çekiyordu. Kitap vesilesiyle sentetik görüntü ve yapay zeka aracılığıyla metin üretimi sürecine aşina olmak istediler. Nelerin olmaya başladığını keşfetmek arzusunda oldular. Bu türden düşünce mekanizmaları ve içgüdüler etkin oldu. Sonuçta eğlenceli bir hikayeye dönüştü.>>>
Zaten bu aynı zamanda güzel bir hikayeyi gündeme getirme amaçlı olmayıp, sadece bu teknolojik imkanların neleri yapmamıza aracı olduklarına dair teknik bir kanıtlama süreciyle ilgili olsaydı, ‘The Book of Veles’i yapmazdım. Benim hikayelerim, her zaman ortada anlatılmaya değer bir hikaye var mı, yoksa yok mu sorusunu olumlu biçimde cevaplamamın ardından başlar. Bu Veles Kasabası, Veles Tanrısı ve Veles’in Antik Kitabı ile de zaten böyle oldu. Öykü tuhaf birçok katmandan oluştu. Sonuçta anlatılmaya değer bir hikayeye dönüştü. Diğer taraftan insanlar sürekli olarak yalan haberden ve bunun risklerinden uzun zamandan beri bahsediyorlardı. Tüm bu durumu anlamakla, mevzu bahis teknolojileri ve bilgi sistemlerini konuşmakla ilgili bir durum vardı sanırım. Bu yüzden de kitap hakkındaki tartışmalar hızla yayıldı. Tüm olup bitenlerden sonra mutlu olduğumdan çok emin değilim. Demek istediğim Veles’in eğlenceli bir öyküye dönüşmesinden yana memnunum. Fakat bu gibi meseleler üzerinde tartışmamız gerekliliği ve yayılması açısından; hileleriyle, gizli ajanlarıyla, sahte profiliyle, aldatmacalarıyla eğlenceli bir casus öyküsü olmak zorundaydı. Belki de böyle olmasını önceden planlasaydım bu kadarı olmazdı. Kitapla ilgili ilginin bu noktaya erişmesinden ötürü mutluyum. Birçok tartışmaya vesile olmasından ötürü mutluyum. Tüm bunlar beklentilerimin de ötesindeydi. Sentetik enformasyon ve bununla ilgili olarak ne yapacağımız konusuna dair tartışmalar fotoğraf camiasının dışına da çıkarak aldı başını yürüdü. - Peki ya korelasyon? İnsanlar hikayenin sahte olduğunu öğrendiklerinde kitabı daha fazla mı satın aldılar? - Aaa! Evet... Evet... Sahte olduğunu öğrendiklerinde daha çok satın aldılar ve hızla tükendi. Aslında kitabın genel satışı fena değildi. Fakat ne zamanki işin düzmece olduğu ortaya çıktı o vakit satışta adeta bir patlama yaşandı. - Bazı insanlar projenizi ‘akıllıca ve eğlenceli’ buldu. Öte yandan, başkaları ‘The Book of Veles’i çok... ama çok sert bir şekilde eleştirdi. Genel olarak bu eleştiriler hakkında ne düşünüyorsunuz? - Her türden eleştirinin var olmasından ötürü mutluyum. Çünkü bunlar sağlıklı düşüncelerin ortaya çıkmasına yardımcı olacaktır. Herkesi anlayabiliyorum. Zaten en başında da herkesin bu projeyi seveceği düşüncesiyle yola çıkmamıştım. Çok önceden de olayların bu noktaya gelebileceğini tahmin ediyordum. Genel görüş ve eleştirilerin ne noktada dengeleneceğini oldukça merak ediyordum. Sadece bunların nasıl gelişeceğini ve nereye varacağını ön göremiyordum. - Öyle sanıyorum ki aslında bir tür deneysel süreçti. - Evet... Evet... Tamamen öyleydi. Her şeyi elime yüzüme mi bulaştıracaktım, yoksa yolunda mı gidecekti? Bu konuda hiçbir fikrim yoktu. İnsanların eleştirel>>>
olduklarını da gördüm. Anladığım kadarıyla temel eleştiri kendi güvenilirliğime zarar vermemle ilgiliydi. Dürüst, çalışkan bir foto-muhabir dışarıda bir yerlerde genellikle iyi ve doğru işler yapıyorken, şimdi sosyal medyayı sallıyor ve bu süreçte yapması beklenmeyen şeyler yapıyordu. Bu sanırım insanların pek hoşlarına gitmemişti. Onları anlıyorum. Kişisel olarak benim yaptığım türden müdahalelere foto-muhabirlik ya da belgesel fotoğrafçılıkta sıkça rastlanıyor. Ben tüm bunları yapmamış olsaydım bile, gelecekte bu türden yığınla işle karşı karşıya geleceğiz. Foto-muhabirlik sentetik enformasyon tarafından suistimal edilecek. (bu noktadan sonraki bir dizi benzetmede Corona Virüsüne gönderme yaparak kendi durumuna açıklık getiriyor.) Bunun tam da dönüm noktasında yer almamın ve bu virüse karşı korunmak adına aşı olmamın daha sağlıklı olacağını fark ettim. Antikorlar oluşmasının faydasını gördüm. Sanırım başkaları tarafından üretilen projelerle hatırlatma dozlarına da ihtiyaç duyacağız. Şayet foto-muhabirlik benim yaşattığım tecrübeye karşı yeterince dayanıklı değilse, zaten o vakit s*çtık demektir. Foto-muhabirlik çok ama çok hassas... sonunda sentetik enformasyon, muhabirliğin üstesinden gelmek zorunda kalacağı bir sorun olacak. Bununla nasıl başa çıkacağımızı düşünmeye başlamamızın zamanın artık gelmiş. Umarım insanlar benim amacımın bunun açığa çıkması olduğunu görürler. Zaten kitabımda da bunun kurmaca olduğunu açığa çıkaran birçok ipucu bulunuyor. Hoş insanların bir kısmı bunu görmezden gelmeyi halen sürdürüyor. Benden sonra gelenlerin benim gibi masumane bir amaçları olmayacak, bunu ekonomik ya
da politik türden niyetlerini gerçekleştirmek amacıyla suistimal edecekler. Bu noktada sanırım dünyanın dört bir yanına yayılmış olan bu gerçeğin benim aldatmacam olmadığı, insanların biraz gözlerinden kaçtı. Benim projemden sebep aldanan insanlar, toplam dünya nüfusunun oldukça küçük bir parçası... Jonas Bendikson’un fotoğraf kitaplarını satın alan oldukça küçük bir topluluk. Benim sosyal medya takipçilerim. Bunu kendi sosyal kanallarında paylaşmaları için Magnum Photos’a dahi vermedim. Çünkü tüm süreci tamamen kendim kontrol etmeyi çok istedim. Beni Instagram, Facebook ve Twitter’da takip eden, kitaplarımı satın alan herkesin daha önceki işlerimin üzerine ne koyacağımı merak ettiklerini tahmin ediyordum. Bu yüzden dergilerin de sürecin kontrolünü ele geçirmelerine müsaade etmedim. Bunun dışında kalarak aldanan ekstra topluluk olan Visa pour L’image izleyicileri oldular ki, onlar da fotoğraf endüstrisinin içindeki küçük bir grup insan. Kitaplarımı alan ve beni sosyal kanallardan takip edenler, Visa pour L’image’da bulunan bir grup fotomuhabir, editör ve fotoğrafçı... Bu sonuçta tüm dünya değil! Dünyaya yayılan projemin etrafında gelişen hikaye oldu. Bu konuda kendimi iyi hissediyorum. Bu tamamen meşru... Fotoğraf endüstrisi bununla başa çıkamayacaksa da, bu kendi kendimizi kurban edişimiz demek. Artık medya ortamı... mecrası açısından yepyeni bir bölgeye ve döneme giriyoruz. Benim için foto-muhabirlik, daha önceki süreçte yaptığım gibi, 1973 yılında Life dergisinin çatısı altında icra edilen klasik formüllü foto-muhabirliği olarak artık devam etmeyecek.>>>
- Son olarak dezenformasyon, manipülasyon, yalan haber, sahnelenmiş gerçeklik ve benzeri daha birçok tehdit karşısında belgesel fotoğrafçılık ve fotomuhabirliğini nasıl bir gelecek bekliyor? Bu iki branş geleneksel formlarında hayatta kalabilir mi? Yoksa başka bir şeye mi evrilecekler? - Tüm bunlara (belgesel fotoğrafçılık ve foto-muhabirlik) gelecekte de gerek olacağını düşünüyorum. Foto-muhabirliğine ihtiyacımız var. Herkes benimle hem fikir olmayacak ama zaten ben bu projeyi muhabirliği savunmak adına yaptım. Projemin asıl amacı buydu. Güçlü ve ciddi muhabirliğe ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Bu bir bakıma bu ihtiyacı işaret etmek amacını taşıyordu. Gelecekte edindiğimiz bilginin bağlamı giderek daha önemli hale gelecek. Öyle ki bilginin kendisinden daha önemli olacak. “Haber nasıl üretildi?”, “Kimin tarafından üretildi?”, “Hangi politik ya da ekonomik amaçla üretildi?” Tüm bu sorulara dair şeffaflığa sahip olmak ve son kullanıcıyı bu sürece dahil etmek, her zamankinden çok daha önemli bir hal alacak. Gündemle alakalı olabilmek için farklı yaklaşımlardan oluşan bir çeşitliliğe ihtiyacımız var. Bağlam odaklı yaklaşımların önemi giderek artacak. Ben her zaman yaklaşımımızı, ele almaya çalıştığımız bağlama göre özelleştirmemiz gerektiğine de inanıyorum. Yani mevcut durumda kişinin yapmaya çalıştığı şey, dezenformasyon ve sentetik görüntülerin tehlikeleri hakkında bir farkındalık yaratmaksa, o vakit bunun çözümü nedir? Bir galerinin duvarına asılmış, siyah çerçeveli, 35 mm siyah-beyaz fotoğraflar mı? Muhtemelen bu sonun cevabı; hayır! Üzerine düşünülmesi ve tartışılmasını istediğiniz herhangi bir konu için, etkili dağıtım aracının ne olacağı hususunda muhakkak akıllıca düşünmeniz gerekiyor. (son)
Fotoğraflar ©Jonas Bendiksen