CosmicZion Zine '5 Anubis

Page 1



Sevgili konuklar, Son derece mitolojik, bir o kadar fantastik ve yeri geldikçe de uzay fanzini nam-ı diğer czz’den herkese gerçekten merhaba! CosmicZion Zine’ın 5. sayısına ulaştığı bu dünyada, tanrılar ve tanrıçalar yüzyıllardır yalnız olduğumuzu sandığımız hâlde hüküm sürmekteler. Bilet kontrolü için sıraya girmeyi unutmayınız. Kaynak yapmak yok. 5 numaralı uçuş amiri iyi uçuşlar diler. Bizi Anubis karşılayacak. Kemerlerinizin bağlı olduğundan emin olun ve sıkı tutunun!

Kalkış: Cosmos Varış: Eski Mısır

Asıl yaşanması gerekenlerin yeryüzünden çok uzak yerlerde olduğunu bilen iki kişiyiz. Hayali uzay mekiği ile gerçeklerin hüküm sürmediği yeni bir coğrafya arıyoruz. Uzay mekiği olmasa da olur, bir şemsiyenin ucuna asılı olarak da uçmaya hazırız. CosmicZion Zine’ı hazırlarken de buralardan hep birlikte gidelim istiyoruz. Gezegenden ayrılamasak da başka çağlara gidelim, tanrılar ve tanrıçalar insanlardan neler beklemiş, insanlar onlara neler vermiş, bunları görelim istiyoruz. Fantastik dünyalar kurup içinden çıkmayalım. Bizimle birlikte 5 sayıdır oradan oraya uçan, dünya üstüne dünya kuran herkese çok teşekkürler. Yalnız olmadığımızı bilmenin gücüyle daha yükseğe uçuyoruz. İki küçük bulut gibi.

COSMIC TAKİP

Twitter: @cosmiczionzine Instagram: cosmiczionzine Issuu: Issuu.com/cosmiczionzine Facebook: facebook.com/cosmiczionzine cosmiczionzine.com Bize yazın, çizin, söyleyin: cosmiczionzine@gmail.com


CosmicZion Zine’ın 5. Uçuş Ekibi İnceleme/Araştırma: Anubis ve Eskİ Mısır’da Ölüm ve Ölüm Ötesi Ölüler Kitabı: Mumyalar İçin Sihirli Bir Pasaport Mumyalar Ne İşe Yarar Mumyalama Ekibiyle Tanış Mumyalayıcının Alet Çantası Antik Mısır’da Firavun Zamanı Game Of Thorones’tan Mitolojik ve Tarihi Esinlenmeler-Eylül Korkmazyiğit Antik Mısır Seçkinleri Anubis (INPU)-Xespik

2 5 7 8 9 11 15 17 19

Öykü: Kaptan Orta Kapı!-Onur Selamet Antik Çağın Ölü Ruhu Sulayıcısı ve Masal Kahramanlığım-Elif Şeyda Doğan Takasya Adası Perileri-Oçokoçi

22 27 32

Şiir: Yağmurdan Sonra Gökkuşağından Önce-Can Küçükoğlu Farkı Anda’lık Bir Kesimde Belirirken Façalar-İlhami Batı

35 36

Müzik:

Antik Mısır’ı ve Anubis’i Dinle-Gökmen Akça Kara Kıtanın Yanık Sesli Beyaz Çocuğu “Salif Keita”-Xespik

39 40

Uzay: Küçük Mavi Nokta-Burak İpek Yaşadığımız Son Bir Senenin Gök Olayları

43 45

Masal:

ÇİZERLER

Yıldız Yağmuru Masalı-Anonim

48

KAPAK/ARKA KAPAK: Serhan Güneş İç Sayfa:

Necipcan Karakuş Seungyepark Akın Altınyıldız Ezgi Arda

Aslı Ekim Ceren Bülbün Gökmen Akça Lilafelya


İnceleme

Henty-İmentİu, Neb-ta-ceser, Tepİ-cu-ef: Anubİs ve Eskİ Mısır’da Ölüm ve Ölüm Ötesİ Eski Mısır’ın gizem dolu dünyası, uzakta durulmayacak kadar çekici. İçine girdikçe, geri çıkmak da mümkün değil. Eski Mısır’ın yeraltı dünyası ve ölümden sonrası ise görünenden çok daha uzun bir yola sahip. CosmicZion Zine, 5. sayısında Anubis’i konuk ediyor. Anubis, yeraltı dünyasının hakimi, ölümsüz yaşam için diriliş tanrısı olan Osiris’in oğlu. Bu ona bazı ayrıcalıklar kazandırmış denilebilir. Ya da zorunlu bir kader. Anubis, babası Osiris’in “yükselmesi” sonucunda onu mumyalamış, böylece mumyalamanın mucidi ve tanrısı olmuştur. Buna zorunlu bir kader diyebiliriz. Ayrıcalıklar ise bundan sonra “kralın oğlu” diye anılacak olmasında saklı. Osiris yükselmeden önce Anubis, Mısır’ın en önemli mezar tanrısıydı. Başlangıçta yalnızca kralın gömülmesiyle ve ahiretle ilgilenmiş ama sonunda bu rolü genişleyip bütün ölüleri kapsamış gibi görünüyor. Bir Mısır metni Anubis adını “çürümek” anlamına gelen bir fiilden türetir ve bu türetme, olasılıkla Osiris’le bağlantılıdır. Bunlar daha sonra uydurulmuş etimolojilerdir ve adın özgün anlamı kesin değildir. Anubis’in ölülerle birleşmesi olasılıkla, çöl köpeklerinin ilk mezarlıkların sığ mezarlarını karıştırıp beslenme alışkanlığından kaynaklanmıştır. Mısır koruyucu büyüsünde yaygın olduğu üzere, daha sonra ölüleri korumak için tehdidin biçiminden yararlanıldı. Eski Krallıkta mezar stellerinde ve mastaba mezarların duvarlarında yazılı dualar doğrudan ona seslenmekteydi ve Piramit Metinleri’nde, kralın gömülmesiyle bağlantılı olarak düzinelerce kez ondan söz edilir. Sonunda Anubis kültü, Osiris kültüyle özdeşleşti. Osiris’in Anubis’in babası olduğu, Anubis’in de yeraltı dünyası tanrısının bedenine sargı sardığı söylendi ve böylece mumyalamadaki rölü, Osiris’e tapınmaya bağlandı. Bununla birlikte, Anubis’in ebeveynleri konusunda bugüne kadar gelen farklı mitler vardır. Tabut Metinleri’nde inek tanrıça Hesat’ın oğludur, ayrıca Baset’in de oğludur. Diğer hikâyelere göre, Neftis’in Osiris’ten olan oğluydu. Daha sonra İsis tarafından evlatlık alındı. Anubis, Mısır Mitolojisi’nin ölüm, cenaze, mumyalama, sonraki dünya tanrısı. Ölüleri koruma görevinin sahibi.

2


İnceleme O, ölü ve ölümlerle öyle merkezileşmiş bir kararktere sahiptir ki, adı dışında sahip olduğu birçok sıfat vardır: Batılıların önde gideni, kutsal ülkenin efendisi, kendi kutsal dağında olan, yayların efendisi... Batılıların Önde Geleni: Mısır mezarlıklarının çoğunluğu Nil’in batı yakasında -batan güneşin ve yeratlı dünyasının simgesel yönü- kurulduğu için, ölülere “batılılar” denilirdi. Bu yüzden henty-imentiu, “batılıların önde geleni” sıfatı, Anubis’in ölülerin lideri olma rölüne işaret eder. Bu ünvan, Anubis’in Abydos’ta yerini aldığı ve bu adı taşıyan daha eski köpekgil tanrıdan alındı. Kutsal Ülkenin Efendisi: Neb-ta-ceser, aynı şekilde nekropollerin bulunduğu çöl bölgelerinde Anubis’in üstünlüğünü gösterir. Ceser sözcüğü, çoğu kez saf diye çevrilir. bu yüzden bu sıfat bazen “saf ülkenin efendisi” olarak çevrilir. Anubis Cebeleyn Bölgesi anlamına gelen “Beyaz Ülkenin Efendisi” gibi, onu Mısır’ın özgül alanlarıyla ilişkilendiren birçok anlam taşır. Kendi kutsal dağında olan: Tepi-cu-ef, olasılıkla, nekropollere yukardan bakan çöl kayalıklarının tepesinden ölülerin mezarlarını gözetleyen çakan tanrı tasvirine dayanan bir unvandır. Yüksek çöl alaklarını belirli bir dağla değil, Nil’in batısıyla ilişkilendiren genel bir ifadedir. Yayların Hükümdarı: Piramit Metinleri’nde “Çakal, Yayların Valisi, ... Anubis diye bir ifade vardır; “dokuz yay”a işaret eder. Gerçek yay olarak ya da Mısır’ın düşmanlarını temsil eden bağlanmış esir olarak tasvir edilen, etnik olarak farkı dokuz figür. Yeni Krallıkta Krallar Vadisi’nin kral mezarlarının girişlerine konulan ve dokuz yayın üzerine çömelip mezara zarar verebilecek kötüleri ya da ölünün yeraltı dünyasındaki düşmanlarını tanrının kontrol ettiğini simgeleyen Anubis figürünü gösteren mühürde kullanılan motifin altında bu ifade yatar. İlkçağ Yunanlılarının ve diğer bazı kültürlerin tanrılarından farklı olarak Mısır Tanrıları, kendi insan tebaalarına kolayca karışmazlardı.Tanrı doğası, Eskiçağ Mısır’ının büyüleyici yanıdır. Birçok uygarlıkta olduğundan daha geniş anlam taşır. Mısır Mitolojisi’nde yüzlerce ilah onurlandırılmıştır. Mısır ilahları hem insandır hem yüceltilmiş niteliktir; yüce nitelikler bazen tuhaf hayvan görünüşleriyle ve garip rollerle maskelenmiştir. Anubis, diğer ulusların ölüm tanrıları arasındaki en yardımsever ölüm tanrısıdır. Anubis, diğer ulusların ölüm tanrıları arasındaki en yardımsever ölüm tanrısıdır. Çünkü öldürmeye odaklı değil, ölüleri yüceltme odaklıdır. Görünümü, yarı insan, yarı çakaldır. Çakal başlıdır. Yüzünde çakal ısırığı izi vardır.

3


İnceleme Boynunda kurdele ve kolunda harman döveni vardır. Anubis, siyahtır. Renginin sebebi yaygın inanışa göre Nil Vadisi’ndeki siyah topraktır. Yeniden doğuşu simgeler, Osiris kültü gibi. Anubis ölüleri mumyalıyor, yüceltiyor, diğer dünyada koruyor. Doğruluk tüyüne karşı ölünün yüreğini tartıyor ve yeraltında rehberlik ediyor. Ölüm ve cenazenin yanında ölümden sonrası ve ruhların da tanrısı. Anubis’i mezar başında oturup onu korurken görebiliriz. Mısır’da yeryüzündeki yaşamdan çok Osiris’in diyarındaki sonraki yaşam önemliydi. Osiris’in yanına rahatça gidebilmek için bu dünyada Anubis’e saygı duyulur; Anubis tarafından “temiz” yargılanmak için. Kalbi doğruluk tüyünden hafif ya da ona eşit olanlar Osiris’e sunulur.

4


araştırma

Ölüler Kİtabı: Mumyalar İçİn Sİhİrlİ Bİr Pasaport YAZAN: CZZ

Adı daha önce “Günden Geri Kalanlar” olan günümüzde “Ölüler Kitabı” adıyla anılan ve mumyaların sonraki dünyadaki rahatı için kullanılan sihirli bir pasaport vardır. Ölümden sonra hayatta kalabilmek için ihtiyaç duyulan büyüler, ruhun altı parçasından biri olan Akh’ınızın sonraki dünyaya yolculuğu sırasında karşılaşacağı çeşitli tanrılar için, ki bunlar Osiris, Ra ve Hathor gibi tanrılardı, övgü dolu ilahiler bu kitapta yer alıyordu. Ruhunuzun altı parçası ise Akh, Ren, Ba, Ka, Sheut ve Ib’tır. Mumyanızın yanında “Ölüler Kitabı”nın olması, ölümden sonraki yaşamda hayatta kalmanızın güvencesiydi. Krallık mezarında, olasılıkla süsleme amaçlı olan “Kapılar Kitabı” ve “Mağaralar Kitabı” gibi tomarlar da bulunmuştur. Ama “Ölüler Kitabı”nın damağınızda bırakacağı kekremsi tadı Akh’ınız hiçbirinden alamaz. “Ölüler Kitabı”, bizim aklımızdaki gibi bir kitap olmaktan ziyade, 200 küsür büyünün bir papirüs tomarına yazıldığı bir derlemedir. Günümüzde en iyi durumda olan Ölüler Kitabı, “Ani Papirüsü”dür. M.Ö. 1240’ta yazılmıştır ve 23 metre uzunluğundadır. Ani’deki Akh’ınız için yazılmış büyüler, sonraki dünyaya yolculuk sırasında karşılaştığınız engelleri kolaylıkla aşmanızı sağlar. Büyüler, Akh’ınızın ölü bedenine şunları yapabilme gücünü verir: Konuşma, ateş ve suya dayanma, yırtıcı hayvanlara dönüşebilme (şahin, timsah, yılan), Anubis’in “Kalp Tartılması” sınavını geçme, cennette kekler ve biralar sunulması, asla çürümeme, yaşayanların topraklarına geri dönme ve düşmanlardan intikam alabilme, bir tanrı gibi görünebilme. (Bedeninizin her parçası bir tanrı gibi olurdu. Hathor’un gözlerine, Ra’nın yüzüne, İsis’in yanaklarına, Seth’in sırtına, Sekhmet’in karnına, Nut’un kasıklarına ve Phat’ın ayaklarına sahip olurdunuz.) Ölümden sonra Akh’ınız, yargı salonuna ulaştığında onu orada 42 tanrı, sınamak için bekler. 42 tanrının bulunduğu bir görüşme masasında ölmeden önce ne kadar harika biri olduğunuza dair tanrıları ikna edici bir dizi konuşma yapmalıydınız: Hiçbir insanı aç bırakmadım Çocukların rızkından süt çalmadım Yeşilliklerde otlayan hiçbir hayvanı uzaklaştırmadım Tanrının önünden pastalarını ya da adaklarını alıp kaçmadım Sonra kutsal sorulara yanıt verirsiniz. Ölmeden önce yaptığınız yanlışlar varsa mezarınıza büyüler yazılır ve Ölüler Kitabı’na yüce divan önünde alıntılar eklenirdi

5


araştırma İşte Öbür Dünya’ya olan yolculuğun dönüm noktası başlıyor. Çakal başlı tanrı Anubis, devasa bir tartıda kalbinizle Doğruluk Tüyü’nü tartar. Ölümden sonra gerçekten harika biri olanlar bu sınavı geçer, kalbi doğruluk tüyünden hafif ya da ona eşit çıkar. Thoth, sonuçları tomarlara kaydeder, Akh’ınız tanrı Horus tarafından Osiris’e sunulur. Eğer kalbiniz Doğruluk Tüyü’nden ağır gelirse bir felaketin habercisiyle karşı karşıyasınız demektir! Çünkü bu, düzgün bir hayat sürmediğinizi gösterir. Bu durumda başınıza gelecek olan: Doğruluk Tüyü’nden ağır gelen kalbiniz, ön kısmı aslan, başı timsah, arka kısmı da su aygırıdan oluşan korkunç bir canavar olan “Ölü Yiyicisi” Ammut’a verilir. Ammut kalbinizi yer ve Akh’ınız, yaşayanları sonsuza dek ziyaret edip korku salmaya mahkum edilir. Ancak iyi biriyseniz ve iyi bir mumya izlenimi verdiyseniz, sonsuz hayatın kapılarını araladınız demektir. Ruhunuz “Sazlık Araziler”de tüm tehlike ve korkulardan uzak, rahatça yaşayabilir.

6


araştırma

MUMYALAR NE İŞE YARAR? YAZAN: CZZ Resİm yapmak: Işıklandırma: 20. yüzyıla kadar, mumya Mısır’ın yerlileri, mumya parçalarından, mumya kahverengisi parçalarının kol ya da bacaklarını kodenilen bir yağlı boya üretiliyordu. parıp karanlık mezarlarda önlerini görebilmek için yakmışlardır.

Sosİslerİ Paketlemek: Amerikalı kâğıt swood, sargılarından mak için mumya ithal paket kâğıdından başka kadar lekeli olduklarınları kasap ve manavimalathanesinde kolera işyeri kapatıldı.

Mobİlya: 1971’de Amerika’daki Neiman Marcus büyük mağazası, 5.000 dolar gibi bir fiyatla “erkek ya da kadın” mumya kutularını kataloğuna koydu. Tabutlar bir müze tarafından satın alındı ve daha sonra içlerinden birinde Usermontu adında bir rahibin mumyası ortaya çıktı.

tüccarı Augustus Sanparşömen kâğıdı yapetmiştir. Kahverengi bir şey yapılmayacak dan Sandwood bunlara sattı. Daha sonra salgını patlak verince

Ağırlık ya da gübre olarak kullanmak: Kedi mumyaları, gemilerin dalgalı denizlerde alabora olmaması için ağırlık olarak kullanılırdı. Kamuoyu tepki gösterene kadar mumyalar İngiltere’de gübre olarak da kullanılmıştır.

7


araştırma

MUMYALAMA EKİBİYLE TANIŞ

YAZAN: CZZ

SIR KALFASI: (Hery Seshta) Baş mumyalayıcıdır. Mumyalama Tanrısı Anubis gibi giyinir. Büyük, ürkütücü bir çakal maskesi vardır. Mumyanın başının sarılacağı kumaş parçasını seçer. TANRININ MÜHÜR TAŞIYICISI: (Hetemu Netjer) Baş mumyacının yardımcısı olan bu görevlinin 1. Hanedanlık dönemine uzanan eski bir unvanı vardır. KUTSAL KİTAPTAN BÖLÜMLER OKUYAN RAHİP: (Hery Heb) Bu rahip ayinler sırasında dualar okur ve büyü yapar.

SARICILAR: (Wetyu) İç organların çıkarılması gibi pis işlerin çoğunu yaparlar ve bedeni sararlardı. En azından müşterilerinden hiçbir yakınma duymazlardı. ÇİZİCİ (Sesh) Bedenin kesileceği yeri işaretlerdi. KESİCİ: (Parascites) Organları çıkarmak üzere obsidyen denilen volkanik camdan yapılmış bir bıçak kullanarak bedeni keserdi. Kestikten sonra, rahip arkadaşları kendisini lanetler, hatta taşlar fırlatılırken kaçmak zorunda kalırdı. Diğer rahipler de bedenin taşınması ve gömülmesi gibi aşamaları gerçekleştirirdi.

8


araştırma

mUMYALAYICININ ALET ÇANTASI yazan: czz ALETLER: Lambalar, kancalar, bıçaklar, çanak çömlekler NATRON: Çöldeki Wadi Natrun gibi göllerin kıyılarından toplanan, mumyanın bedenini kurutmak için kullanılan doğal bir tuz. MASA: “Yıkama Yeri”ne getirilen ceset alçak, ahşap bir masanın üzerindeki dört ahşap bloğa yerleştirilirdi. Mumyacılar genellikle çömelerek çalışırlardı. TÜTSÜ: Tanrılara bu kokulu adakların yapılması, irinli cesedin korkunç kokusunun biraz daha dayanılabilir olmasını da sağlıyordu. Talaş, kum, çaputlar, saman: Hepsi de bedenin doldurulması, desteklenmesi için kullanışlıydı. BUHUR VE LADEN REÇİNESİ (Mür): Bu reçineler hoş kokmaları için mumyalara sürülürdü. REÇİNE: Köknar ve çam ağaçlarının kabuğundan damlayan yapışkan bir maddedir. Eritildiğinde mumyanın başını ve bedenindeki boşlukları doldurmak, tabutları kaplamak için kullanılırdı. Aynı zamanda hoş kokar. YAĞ: Bedene masaj yapmak için kullanılan ve sarılmış bedenlere de sürülen madde. Kral Tutankamon’un bedeni yağ ile kaplanmıştı. Mısır bilimci Howard Carter, mumyayı tabutundan çıkarmak için sıcak bir bıçakla kazımak zorunda kalmıştı. BALMUMU: Ağız ve burun deliklerini kapatmak için kullanılırdı. Mısırlılar arıların sihirli böcekler olduklarına inanırlardı. SOĞAN: Başı doldurmak ve yalancı gözler yapmak için kullanılırdı. Aynı zamanda doğal bir antiseptikti. RENKLİ TOZLAR: Mumyayı renklendirmek için makyaj niyetine kullanılırdı. PALMİYE ŞARABI: Doğal bir antiseptik olduğundan bedeni yıkamak için kullanılmış olabilir.Ş

9



İnceleme

ANTİK MISIR’DA FİRAVUN ZAMANI YAZAN: CZZ Antik Ortadoğu, birçok uygarlığın doğup birçok dinin yayıldığı bir coğrafyadır. Nuh’un oğullarından biri olan Shem’in soyundan gelenler arasında doğduğuna inanılan üç büyük inancın, Yahudilik, Müslümanlık ve Hıristiyanlığın doğuşu bu topraklarda olmuştur. Bu da dini ve kültürel ve siyasi hayatta hem karmaşaya hem de zenginliğe yol açmıştır. Mısır da bu sentezden nasibini almış bir ülke. Eski Mısır mitlerinin büyük bir çoğunluğu Nil Nehri’nin yıllık taşkınlarından beslenmekteydi. Ölüm, yeniden doğuş, yeraltı hükümdarlığı mitlerin tamamını kapsıyordu. Denebilir ki, Nil Nehri’nde oluşan taşkınlar bütün yaşamı dönüştürüyordu. Taşkınlar neticesinde Nil Nehri’nin etrafındaki topraklar epey verimli hale gelmiştir. Yaşamını sürdürmek için verimli topraklara ihtiyaç duyan halk ise tanrıların kurduğu şehir devletlerinde yerleşik hayata geçmişlerdir. Mısır’ın yerel tanrılarıyla kurulan şehir devletlerinde yönetim kolay olmamıştur. Uzun bir süre siyasi ve sosyal yaşam birçok şehir devletinden oluşsa da M.Ö 3100’lerde bu şehirler, firavunların yönetimi altına alınmıştır. Tüm şehirler firavunlar tarafından bir araya getirilmiştir. Yerel tanrıların birçoğu ulusal tanrılar katına karışmışlardır. Firavunlar, Mısır tanrıları ile insanlar arasına ilahi bir güç tarafından atanmış aracılardır. Mısır medeniyet ve kültürünün siyasi ve dini odağı artık firavunlardır. Eski Mısır’ın yaygın inancı çok tanrılı dindir. Bu inanç binlerce yıl sürmüştür. Firavunların siyasi hükümdarlığı kendini halka tanrı olarak tanıtması yeni bir inanç şekli oluşturmuştur. Antik Mısır’da Firavunlar Antik Mısır’da firavunların kutsal ve gizemli olan adları vardı. Firavunun sahip olduğu en önemli ve kutsal sayılan isim, tahta geldikten sonra aldığı isimdir. Çünkü bu isim, firavunun hükümdarlığı sırasında yürüteceği politikayı belirler. Mısır’da tarih boyu hüküm sürmüş toplam 26 firavun ailesi vardır. Firavunların görev süresi ise ölmeleriyle son bulmaktadır. Tahta

gelen firavunun hükümdarlık süresi ölene kadardır. Bilinen en uzun süre tahtta kalan firavun, Pepi II Neferkare’dir. Firavunlar uzun süre tahtta kalabilmek için 30 senede bir adına “Gençleşme Festivali” dedikleri ve sihirli olduğuna inandıkları bir tören yaparlardı. Firavun öldüğünde mumyalanırdı ve ülke genelinde yetmiş gün yas ilan edilirdi. Yas süresi sona erdiğinde ise firavunun dirildiğinde ihtiyacı olacağına inandıkları ö11


zel eşyaları firavunla birlikte lahite koyar ve mezarı kapatırlardı. Antik dünyanın en tanınmış dini reformcu Mısırlı Firavunu: Akhenaton Akhenaton ya da IV. Amenhotep, Mısır yeni dönem 18. hanedanının bir firavunudur. Ülkesinin dini geleneklerinin yenilenmesi için büyük bir çaba harcamıştır. Güneş Tanrısı Aton’un etrafında gelişen tek tanrılı inanç sistemini yerleştiriği eski inançların kökünü kazımaya çalışmıştır. Tahta M.Ö 1350 yılında çıkmıştır ve 38 yıl gibi kısa bir süre tahtta kalan Firavun 3. Amenhotep’in oğludur. IV. Amenhotep ismiyle anılsa da hükümdarlığının dördüncü yılında yeni bir din kurduğu için adından vazgeçmiştir ve Güneş Tanrısı Aton’un da adının geçtiği bir isim almıştır. Akhenaton, eski tanrıları reddetmiş ve bunlara tapılmasını yasaklamıştır. Tapınakların birçoğunun yıkılmasını emretmiştir. Akhenaton’dan önce Mısırlılar eski tapınak tanrıları olan Osiris, Horus gibi tanrılara taparlardı. Ayrıca Akhenaton, tanrılarla insanlar arasındaki aracılar olarak görev alan rahipleri de redderek Aton ile yalnızca kendisinin iletişim kurabileceğini iddia etmiştir. Mısırlılar artık tek tanrıya inanan tek Mısır Firavunu olan Akhenaton’un emri altındaydı. Tüm putların kırılmasını istedi ve kralların tanrı olmadığını kanıtlamak için zaman zaman halkın içine çıktı. Kendi heykellerini de gösterişsiz şekilde yaptırdı ve ülkede abartılı resim ve heyel yapılmasını da yasakladı. Akhenaton Hz. Musa değildi. Antik Mısır firavunları araştırmacıları Akhenaton’un aslında Hz. Musa olduğunu iddia etse de tarihsel olarak aralarında yüzyıllar bulunmaktadır. Akhenaton’un dedesinin Hz. Yusuf olduğu da iddia ediliyor. Yuya kraliyet ailesinden olmamasına rağmen Akhenaton’un annesinin babası, krallar vadisine gömülmeye layık görülecek kadar değer ve saygı gören bir vezirdi. Mısırlı tarihçi Ahmed Osman’a göre Yuya Mısır’ı açlıktan kurtaran Hz. Yusuf’tan başkası değildi ve Akhenaton dedesinin izinden gitmişti. Akhenaton

kendi tek tanrısı olan Aton adına bir şehir kurmuştu. Başkenti Teb’den, şimdiki adıyla El-Amarna’ya taşıdı. Amarna’ya “Aton’un Ufku” anlamına gelen “Akn-et-Aton” adı verildi, sonra “Amon’un Büyük Râhipliği” makamını kaldırdı. Hükümdarlığı 15 sene süren Akhenaton öldükten sonra halk rahiplerin baskısıyla eski dine dönmüştür ve şehri terk etmiştir.

12


İnceleme Ama Mısırlı halkın Akhenaton’un dayattığı fikirlerden arınıp bütünüyle eskiye dönmesi biraz zaman almıştır. Akhenaton’un tek tanrısı Aton için yazdığı şiirler: I Tanrı uludur, birdir, tektir. Ondan başkası yoktur. Bir tanedir, O’dur her varlığı yaratan Bir ruhtur Tanrı, görünmeyen bir ruh... Ta başlangıçta vardı Tanrı, Tek varlıktı o. Hiç birşey yokken o vardı. Herşeyi o yarattı (...) Ezelden beri süregelen varlığı, Ebediyete kadar sürecek, Gizlidir Tanrı, kimse görmemiştir onu. İnsanlara ve yarattıklarına sır kalır her zaman. II Aton. Gündüz gibi ışıklı Aton. Gözlerimiz sana bakıyor. Seni görüyor sana karşı.. Sen benim kalbimdesin. Fakat seni tanımak istemiyorlar. Sadece ben, senin kulun Akhenaton, Seni tanıyorum. Onlara araştırma gücü ver! Senin gücün senin planın sonsuzdur. Dünya Sana ait ve Senin. Çünkü onu Sen yarattın. III Senin nurunla bütün yollar açılır. Balığın suda zıplaması Sendendir. Senin nurun, ruhların kalbine nüfuz eder. İşitir her çığlığı. Güçsüzleri korur güçlülere karşı. Kendini tanıyanları tanır. Yardım elini uzatır hizmet edenlere. İzinden yürüyenleri esirger. 13


ng

Seu

k

r pa

a ye


İnceleme

GAME OF THRONES’TAN MİTOLOJİK VE TARİHİ ESİNLENMELER

YAZAN: EYLÜL KORKMAZYİĞİT

Duvar ve Hadrian George R. R. Martin’in Westeros’u Büyük Britanya ve İrlanda’dan esinlenerek yarattığı bir gerçek. Hatta Birleşik Krallık’ın haritasını ters çevirirseniz,gördüğünüz şey Westeros’un haritası olacaktır. Westeros’un en kuzeyinde ise bütün ihtişamıyla “Duvar” duruyor. Neredeyse 500 kilometre genişliğinde ve 200 metre uzunluğunda olan Duvar, Westeros’u yabanilerden ve ak gezenlerden koruyan son kale diyebiliriz. Westeros’a ait bu büyük yapının kökenleri Hadrian tarafından inşa edildiği için “Hadrian’ın Duvarı” olarak anılan Büyük Roma Duvarı’na dayanıyor. Elbette bu tarihi yapı, 110 kilometre uzunluğu ve 6 metre yüksekliği ile Westeros’un Duvar’ından çok daha küçük. Buna rağmen Hadrian’ın duvarı, İngiltere’nin kuzeyideki iki kıyıya da ulaşıyor. Hadrian bu duvarı, kuzeydeki barbarların ülkenin güneyine geçmesini ve Roma’nın istilasını engellemek için yapmış. Ve tıpkı Westeros’taki Duvar gibi, Hadrian’ın Duvarı’nda da onu korumak için küçük kuleler ve bu kulelerde yaşayan askerler varmış. Ak Gezenler ve Aeis Sidhe Aos Si ya da Aes Sidhe, İrlanda ve İskoç Mitolojisi’nde görülmektedir. Elflere ve perilere benzeyen doğaüstü bir ırktır. Sidhe’lerin, denizin ötesinde bilinmeyen topraklarda ya da insanların dünyasına çeşitli şekillerde bağlı alternatif bir dünyada yaşadığı söylenir. George R.R. Martin’in yarattığı Ak Gezenler, her iki ırkın da kökeninin kuzeyin derinliklerinde olmasından benzerlik taşıyor. Martin’in kendisi de Ak Gezenleri, Sidhe ırkına benzetiyor. “Ak Gezenler, buzdan yapılmış bir Sidhe gibi: Zarif, güzel ve tehlikeli…”

Işığın Tanrısı ve Zerdüştlük Melisandre, Stannis Baratheon, Beric Dondarrion ve Myr’li Thoros, Westeros’ta R’hllor, yani Işığın Tanrısı’na inanan karakterler olarak karşımıza çıkıyor. Kızıl Rahibe Melisandre için ışık ve ateş inancının kilit noktası çünkü “Gece karanlık ve dehşet dolu.” 15


İnceleme George R. R. Martin’in Işığın Tanrısı için temeli, en eski Fars dinlerinden biri olan Zerdüştlük. İlk tek tanrılı inançlardan biri olan Zerdüştlük, Bilge Tanrı Ahura Mazda etrafında dönüyor. Bir ışık kaynağı olarak Ahura, düşmanı Ahriman (yalan) ile karşı karşıya geliyor. Zerdüştlük ile Işığın Tanrısı aynı zamanda Thoros’un Beric’i diriltmesi ve son olarak da Jon Snow’da gördüğümüz ölümden dönme temalarıyla benzerlik gösteriyor. Jon Snow ve İsa Mesih Jon Snow hayatının son zamanlarını dışlanmışlar ve suçlularla geçirmesi, Gece Nöbeti’nde liderliğe yükselmesi ve daha sonra kendi adamları tarafından ihanete uğrayıp öldürülmesi, George R. R. Martin’in bu karakteri yaratırken İncil’deki İsa Mesih’ten yararlanmış olabileceğini düşündürtüyor. İkisi de mucizevi şekilde hayatlar kurtardı, soylu olmayan insanlarla arkadaşlık kurdu ve ölümlerini kendi arkadaşlarının elinden oldu. Ve en sonunda son bir görev için hayata döndürüldüler. Tabii Jon Snow’un son görevinin ne olduğunu ancak gelecek sezonda görebileceğiz.

16


ARAŞTIRMA

ANTİK MISIR SEÇKİNLERİ YAZAN: CZZ

Onuris: Savaşçı Tanrı ve Abidos’un her şeyi kaydettiği parşömenler vardır. gökyüzü Tanrısı. Harika biri. Hiyerogliflerin ve simyanın onun inİsis: Mısır’ın en büyük Tanrıçası. sanlığa armağanı olduğu söylenir. Simgesi, Sirius yıldızıdır. Sanat Yunan Tanrısı Hermes ile özdeşleştirTanrıçasıdır. Kutsal hayvanı kobra ilmiştir. Bir görüşe göre, Tarot kelimeyılanıdır. İsis’in Mısır halkı tarafından si de Thoth’un adından türemiştir. reankarnasyonla Cleopatra’nın içinde Osiris: Mısır kültünde, en önemyaşadığına inanılmıştı. li Tanrılardan biri. Ölülerin Tanrısı, Horus: Osiris’le İsis’in oğlu. Cen- ölümsüz yaşam için diriliş Tanrısı, kunetin hükümdarı, yeryüzünün kralı ral koyucu, koruyucu, ölülerin yargıcı. ve kutsal şahin olarak kabul edilir. Gökyüzünde, Orion takımyıldızının Horus’un evrensel olduğu ve ezelden onu simgelediği düşünülürdü. beri var olduğu fikri piramit yazıların- Ptah: Mısır panteonunda en eski ve en da belirtiliyor. büyük “Yaratıcı Tanrı”. Cennetleri ve Seth: Eski dönemlerde fırtına, gök ve dünyayı yaratmakla sorumlu. Mumya gök gürültüsü Tanrısı. Kötü güçlerin yaratma Tanrısı. Mimari, mühendislik etkisi altına giren Seth, kardeşi Osiris’i ve “yapı bilimi” ile özdeşleştirilir. İnöldürdü ve Mısır’a sahip olmak iste- san başlı bir Tanrıdır. di. Ama İsis, dağılmış parçalarından Bastet: (Bast) Kedilerin koruyucusu Osiris’i canlandırdı, ondan bir çocuk olan Tanrıça. Uzunca bir süre Mısır’da sahibi oldu. Oğulları Horus, Seth’i bir kediye zarar vermek kanuna yenip babasının intikamını aldı ve aykırıydı ve bu suçun cezası ölümdü. Mısır’ın başına geçti. Osiris’e karşı Başta cinsellik ve doğurganlık Tançıktıktan sonra şeytani Tanrı olarak rıçasıyken, ölüleri koruma, ölenlerin anılmaya başlamıştır. başarılı ya da başarısız olduklarına Qebsenuef:(Qebehsenuef) Horus’un karar verme, yağmur yağdırma özeloğlu. Ölülerin bağırsaklarının koruyu- liklerine ek olarak güneş, ay, analık ve cusudur ve Tanrıça Selket tarafından aşk Tanrıçası haline de geldi. korunurdu. Hator: (Hathor) Mısır’ın çok eski bir Qetesh: Aşkın ve güzelliğin Tan- gökyüzü Tanrıçası Tanrıçasıdır. İnek rıçası. Aynı zamanda doğa Tanrıçası Tanrıçadır. İnek başı ile sembolize olarak da tanınmaktaydı. edilirdi. Sık sık İsis’le eşdeğer tutulThoth: Bilgeliğin Tanrısıdır. Yaz- muştur. Hator Edfu’da Horus’un partma, Akıl ve Ay Tanrısı özelliği ile neri olarak tapılmıştır. Onu aşk, müzik anılmıştır. İbiş kuşu başıyla resme- ve gülmenin Tanrıçası olarak düşünedilmiştir ve elinde bir dolmakalem ve biliriz. 17


AKIN ALTINYILDIZ


İnceleme

ANUBİS (INPU)

YAZAN: XESPİK

Antik mısır krallığının ilk hanedanları zamanında en büyük ölüm tanrısı olarak kabul edilmiş ve birçok tapınaklarda ona İbadet edildiğini gösteren resimler yapılmıştır.Antik Mısır’da Inpu, Yunanca da genç köpek anlamına gelen çakal başlı ANUBIS. Anubis, karanlıkların, mezarların, mezar odalarının, lahitlerin, mumyaların ve mumyacıların koruyucu tanrısı olan Anubis, kimi zaman ayakta, kimi zaman da oturarak, mezar tapınak duvarlarındaki resim ve yontularda, heykellerde siyah başlı bir çakal ya da köpek gibi tasvir edilmiştir. Kimi tarihçiler kurt kafalı bir tanrı olduğunu ileri sürmüşlerse de Nil Vadisi geçmişten günümüze kurtların yaşadığı bir doğaya sahip olmadığı için bu varsayım ciddiye alınmamış ve rafa kaldırılmıştır. Antik Mısır Mitolojisi’ne göre, Nephthys ve Seth’in oğlu olduğu düşünülür. İsis ve Osiris’in oğlu olduğu da görüşler arasındadır. Çakal (ya da köpek) veya çakal başlı insan biçiminde betimlenirdi. Ölüleri tekrar hayata döndürme gibi bir özelliği de olduğu sanılmaktadır. Anubis ölülere yol gösterici bir tanrıdır. Mumyalamanın kurucusu olduğuna da inanılır. Anubis’in öteki ölüm tanrıları arasında önemli bir saygınlığı vardı. Temel olarak ölü gömme kültü ve ölülerin gömülmesiyle ilgiliydi. İlk kez İsis’in Osiris’i mumyalamasına yardım ettiğine ve mumyalamanın mucidi olduğuna inanılırdı. Daha sonraları “ölülerin kılavuzu” konumunu kazandı. İskenderiye’nin Serapis ve İsis tapınmasında yer aldı. Yunan tanrısı Hermes’le özdeşleştirilerek Hermanubis adıyla anıldı. Anubis in çakal başlı tasvir edilmesinin sebebi çakalların mezarların etrafında dolaşmasıdır. Antik Mısır inanışına göre Anubis’in mezarları koruma gücüne sahip olduğu inanılır ve mezarlarının girişine çakal başlı Anubis heykeli dikilirdi. Eski Mısır’da siyah bir köpekle özdeşleştirilen ve büyük saygı gören tanrı Anubis kültü, antik Nil Vadisi’nin kimi yerleşimlerinde kutsal olarak tanımlanan köpeklerin mumyalanarak gömülmesine neden olmuş, kimi nekropol kazılarında, Bugün Kahire Müzesi’nde örnekleri görülebilen birçok köpek mumyası gün ışığına çıkartılmıştır. Anubis’in bu kadar kült olmasının sebebi de insan oğlunun varoluşundan bu yana gizemini koruyan ölümden ne derece korktuğumuzun bir göstergesi olsa gerek. Eski Mısırlılara göre, tanrı Anubis’in en önemli görevlerinden biri de, ölen kişinin mumyasının hazırlanış süreci içinde, mistik ve ilahi gücüyle mumyacılara yardımcı olması, bunun yanı sıra öteki âlemdeki yolculuğuna hazırlanan ölü bedene ve ölen kişinin ruhuna rehberlik etmesiydi. Bu nedenledir


İnceleme ki mumyanın hazırlanış süreci içinde ilahiler, dualar ve büyülü formüller okuyan bir rahip başında, genelde ahşaptan yapılmış bir Anubis maskesi taşıyordu. Bugüne kadar birkaç nadir örneği günışığına çıkarılmış bu maskelerin en güzel örneklerinden biri, bugün Amerika’da Boston Müzesi’nde sergilenmektedir. Siyah renk günümüzde matemi tasvir etse de siyah renkle tasvir edilen Anubis Antik Mısır’da yeniden doğuşun ve umudun rengiydi. Anubis’in ülkece kutlanan herhangi bir kutlama zamanı yoktu, ancak birçok mezarlıkta onurlandırılmış ve birçok cenaze ve mumyalama töreninde baş köşede durmuştur. Rivayetlere göre Antik Mısır halkı Anubis’i coşkuyla tapınmadan bir gün bile geçirmemiştir. (Krallıkta mutlaka her gün bir cenaze töreni düzenlendiğine göre yalan da saylamaz.) Adına tapınmak için yapılan tapınaklar her yerdeydi. Anubis’e tapınmak özellikle köpekler için bir mezarlık bulunan Deir Rifa, Sharuna popülerdi fakat öncelikli tapınma yeri Asyut (Cynopolis) köpekler şehriydi. Anubis’in kendine has sembolleri çok azdır. Bir elinde tanrıların özel madeni olan altından yapılma güç simgesi olan asa, diğer elinde yaşamı simgeleyen Ankh taşırdı. Bu ölümle anılan bir tanrı için garip bir durum gibi görülebilir fakat Anubis ruhun öbür tarafa ulaşmasında kilit bir rol oynamaktaydı. Ayrıca Ankh hiyerogliflerde yaşam anlamına gelir. Anubis her iki bileğine bileklik takardı. Anubis bizde bilinen ismi ile mahşer günü ruhu tartan tanrıdır. İnanışa göre mumyalanan ölü mezara yerleştirildikten sonra ruhunun İalu adı verilen cennetin bahçelerine ulaşabilmesi için öteki alemdeki yolculuğunda,tanrıların yardımıyla birçok sınav ve engellerden geçerek Osiris in egemenliği altında bulunan cennetin kapıları önüne geldiğinde kendisini büyük bir terazinin başında bekleyen, günahlarını tartacak olan Anubis’in karşısında bulur. Tartma işlemi yapan Anubis’in arkasında bilgeliğin tanrısı, tanrıların yazıcı ve muhasebecisi Thot yer almaktadır; terazisinin bir kefesine ölünün ruhunu temsil eden kalbini, diğer kefesine ise adalet tanrıçası Ma’at’ın tüyünü koyarak tartma işlemini gerçekleştirmeye başlar. İyi birinin kalbi tüye karşı hafif gelirse ölünün ruhunu tekrar doğması için gökyüzüne gönderir, eğer kötülük yapmış bir kalp ise ve tüy hafif kalırsa bu durumda o kişinin kalbi yeraltı ülkesine sonsuz azap çekeceği yere gönderilir. Doğruluk tüyüne karşı ölünün kalbini tartarken son karar verici olan Anubis, ondandır ki, diğer dünyaya rahatça gidebilsinler diye bütün ölümlüler tarafından saygı görürdü.

20


ASLI EKÄ°M


öykü

KAPTAN ORTA KAPI! YAZAN: ONUR SELAMET

“Kaptan, orta kapı!” Adımı yanlış söylemelerine bozulmuyorum. Sonuçta şu an nereden baksanız bir otobüs şoförüyüm. Orta kapı hakkındaki dileklerini yerine getiriyorum. Halkın içindeyim, halk otobüslerinin aranan kaptanı ve onların biricik hizmetkârıyım. Bir süper kahramanım. Onlar bunu henüz bilmiyor. Bilmesinler. Henüz adıma film çekmemeleri dışında kırgınlık hissetmiyorum. Sanırım bu ülkede filme çekilmek için her gece hayat kurtarmaktan fazlasını yapmanız gerekiyor. Yine de çatıların tepesinde olmayı seviyorum. Bir süper kahraman olarak fazla sıkıcı konuştuğumu fark edip susuyorum. Suskunluğum akşam eve varana kadar sürüyor. Şimdi konuşma, şimdi kostümleri çekme, şimdi dışarı çıkma zamanı. Ben, yani Kaptan Buzdağı, bu gece kötülerin kanını dondurmakla meşgul olacağım. Küçükken hayal ettiğim her şeyi kostümüme dâhil etmeyi başardığım için şanslıyım: Bir pelerin, bir çift boynuz, gerçek bir taç. Buz saçaklarıyla kaplı devasa bir kalıp gövde ve ben. Ben, kostümün önemli bir parçasıyım. Tasarımdan ve teknolojiden anlayan dostlarım yüzümü kara çıkartmadı. Bir şoföre göre çevrem tuhaf bir şekilde geniş. Ayrıca bir İstanbullu olarak nem ve rutubetin en büyük dostum olduğunu söylemem kimilerini şaşırtacaktır. Havadaki nemi haşin buz parçalarına çevirerek avımı mıhlamakta üzerime yok. Avcı kişiliğimden bu kadar bahsetmek yeter. *** Çatının tepesinden onları izliyorum. Üç beyefendi. Bir hanım. Sohbet ediyorlar. Cinsellik ve tehdit üzerine bir sohbet. Beyefendilerden biri kadını duvara yaslıyor. İşte, diğeri de çantasına uzanıyor. Cüzdanı bulup açıyor. İçinden çıkan paradan memnun kalmamış olacak ki kadının suratına tükürüyor. Bu benim gücüme gidiyor. Tacım başımdan hafifçe havalanıp alev alıyor. Öfkemi işte böyle gösteriyorum. 22


öykü Tükürük kadının yanağından aşağı akarken yoluna ara verip katılaşıveriyor. Mesafenin yeterli olduğunu düşünüyorum. Buzlanmış tükürüğü adamın gırtlağına uçuruveriyorum. Mesafe konusunda yanılmış olmalıyım. Parça adamın boğazında tıraş kesiğini andıran izler bırakarak yere düşüyor. Adamlar şahit oldukları olaydan dolayı şaşkın. Kadın gözlerini kapatmış, hıçkırıyor. Doğrudan müdahale için kendime buzdan bir pist yaratıp aşağı doğru kaymaya başlıyorum. Beni görüyorlar. Kaçmıyorlar. Çok ayıp ediyorlar. Karşılarına dikildiğimde, içlerinden birinin bacaklarının titrediğini görebiliyorum. Diğer ikisi yalnızca öfkeli. Beni tanıdıkları her hallerinden belli. Üçüncü aralarına yeni katılmış olmalı. “Sen,” diyorum, kadına tükürene dönerek, “lama mısın arkadaşım?” Tüküren sanki zevk alıyormuşçasına bir kez de yere tükürüyor. Eserini birkaç saniye inceledikten sonra tepkimi ölçmek üzere gözlerini bana çeviriyor. Mesafe konusunda daha fazla yanılmıyorum. Tükürüğü yerden alıp adamın suratına yapıştırıyorum. Suratına çarpan buz parçası duvarda patlayan vazo etkisi yaratıyor. Adam bundan hoşnut değil. Biraz daha dalaşırlarsa daha büyük silahları konuşturmam gerekecek. Gözüm adamın ayağının dibindeki rögar kapağına takılıyor. Tüküren adam, titreyen adam ve… adam bakışlarımı takip ediyor. Kadın kesik kesik ağlamaya başlıyor. Haydutlar için kaçış vakti. Bırakıyorum gidiyorlar. Kadının gözyaşlarını donduruyorum, nazikçe. Onları yanaklardan pıtır pıtır ayırıyorum. “İyisin,” diyorum. “Geçti.” Karşısına dikilmiş dağ gibi adamı görünce korkar sanıyorum, korkmuyor. Belki de adımı duymuştur. “Buzdağı…” diyor. “Kaptan,” diye düzeltiyorum. Adamlar sokağın ucunda gözden kayboluyor. Kadını kaldırırken rögar kapağına sıkışmış kâğıt parçasıyla göz göze geliyorum. Kaçan heriflerden düşmüştür diyerek kâğıdı cebime atıyorum. Sonrası centilmenlik. Hanımefendiye işlek bir caddeye kadar eşlik ediyorum. İkimiz de konuşmuyoruz. Kâğıt cebimde ısınıp duruyor. *** Kendisini uğurlarken cebime para sıkıştırmaya çalışan kadını (hiç süper kahraman filmi izlememiş olmalıydı) şaşkınlıkla yolcu ettikten sonra, tenha bir sokakta kâğıda bakma fırsatı buluyorum. Kâğıt ısınmakta haklı ve şöyle diyor: “İstanbul’un neminden kurtulma vakti! Şehir gerçek sahiplerini arıyor! Kaptan Buzdağı egemenliğinin sona erişine tanık olmak için, ayın son cumasında, siz değerli kötüleri aşağıdaki adrese bekliyoruz! Gelin ve şehirdeki tüm nemi yok edecek canavarımızla tanışın. Bizim yükselişimiz, O’nun sonu. Şehri geri alalım. Gece yarısı!” 23


öykü Zevksiz bir davetiye ayın son perşembe gecesinin tüm tadını kaçırıyor. Zira yarın kahramanlık hayatımın son akşamı olabilir. Verilen adresi biliyorum. Şehre dikilen plazalardan birinin çatı katı. Böyle bir makinenin mümkünlüğünü düşünüyorum. Oldukça masraflı geliyor. Patakladığım bölüm sonu canavarlarını gözümün önünden geçiriyorum. Aralarından parasını ve nüfuzunu bana ayırabilecek isimlerin listesi kabarmaya başlayınca moralim biraz bozuluyor. Benim nemli gizli silahıma el uzatanların elleri taş kesilmeli. Hani o Cüneyt Arkın filminde, babasına el kaldıran çocuğa olduğu gibi. En fazla buz kestirebiliriz. Aklıma Sergio Busquets gibi kötü kelime oyunları ve kurak, çirkin geceler geliyor. Benden bunu alamazlar. Beni tekrar basit bir şoföre dönüştüremezler. Kelime oyunlarını sevmiyorum bile. Yola koyuluyorum. *** Gece boyunca böyle bir ayıbı organize edebilecek olası kötü adamların mesken tuttuğu yerleri dolanıp duruyorum. Hepsi boşaltılmış. Tuhaf ve ürkütücü. Yine de bütün gece uyumamış olmama rağmen sabahki otobüs görevime gitmemezlik etmiyorum. Şoför koltuğumun hemen arkasında oturan yaşlı teyzenin, yanındaki gence: “Sıcaklık neyse de, nem çok fena evladım,” deyişi içime işliyor. Teyze için klimayı iki tık daha serine getiriyorum ve içimden teyzenin, yardım ettiğim son insan olmamasını diliyorum. Süper kahramanlık hayatın her alanında gösterilmesi gereken bir meziyet. Vardiyam bitene kadar direksiyon sallamaya devam ediyorum. Dünya da dönmeye devam ediyor. *** Hayatım boyunca bu kadar kötüyü bir arada görmedim. Sokak serserisinden mafyasına, türlü mutanttan sayborg çakmasına, hayvan kırmasına… hepsi, hepsi orada. Tebdili kıyafet ben de oradayım. Açılışa giden çaylağın birini takip edip davetiyesini elinden almış ve kendisini birazcık hırpalamıştım. Yeni davetiyemle güvenlik hiçbir sorun çıkartmıyor. Onlarca insanın ne ara bu kadar cemiyetleştiğine hayret ediyorum. Biz iyiler böyle şeyler yapamıyoruz. Bunun için fazla iyiyiz. Sonunda herkesin orada olduğuna kanaat getiriyorlar. Siyah örtüyü kaldırmak üzere, Kurşun Pilot sahneye davet ediliyor. Kurşun Pilot’la pek çok amansız dövüşümüz oldu. Mürekkebe can veren pek çok deneyin mimarı kendisi. Kurşun ya da pilot kalem, hiç fark etmiyor. Kaleminizin ucundan çıkan kelimeler ansızın birleşip üstünüze yürüyebiliyor. Ayrıca koyu lacivert aşırı şık bir kostümü var. Yapışkan bir deri kullanmış. Parmak uçları çeşit çeşit kalemden oluşuyor.

24


öykü Kendisini etkisiz hale getirmek için pek çok azılı kelime ve çizimle mücadele etmem gerekmişti. Yine de maskeye saygı duyuyor. Diğer ahmakların önüne de işte böyle geçiyor. Makine fikri Kurşun Pilot’a ait olabilir mi? Gölgelerin arasındaki bilim adamı kılıklı Vertor’u sırıtırken görünce olamayacağını anlıyorum. Kurşun Pilot makinenin üstündeki örtüyü şov dünyasına yakışır bir edayla kaldırıyor. Etrafa saçılan mürekkebin arasında sonunda onu görebiliyoruz. Makine yapı olarak çanak antene benziyor, biraz daha büyük ve karmaşık. Vericileri göğe çevrili. Alkışlar geceyi bölerken Vertor hafifçe öksürüyor. Makineyi tanıtmak için öne çıktığında hâlâ bolca sırıtıyor. Birileri bu gülüşü dondurmalı. “Kendisine Buzkatili adını koydum. Makine sayesinde havaya salacağımız azot, şehirdeki nemi hızla ve önlenemez şekilde azaltacak. Marmara Denizi’nin kuruması dâhil, esaslı bir kuraklığın şehrimizi saracağından emin olabilirsiniz. Böylece Kaptan Buzdağı’nın en büyük silahını elinden almış olacağız. Kaptan Buzdağı’nın buzlarını alacağız. Onu boş bir kabuğa dönüştüreceğiz. Ve onu…” Hırslı sözleri güçlü bir tezahüratla kesiliyor. Vertor konuşması bölündüğü için üzgün gözüküyor. “Her neyse,” diye mırıldanıp canavarı çalıştırmak üzere butona doğru yöneliyor. Yapabileceğim hiçbir şey yok. Onca kötünün içinde kendimi ifşa ederek ortalığı buza bularsam asla gün yüzü göremem. Şehrin bütün kötüleri buradayken maskemi indiremem. Harekete geçmezsem de, bir daha fırsat bulamayacağımın farkındayım. Susuz bir şehre kaptanlık yapamayacağımın bilinci yavaş yavaş hücrelerime doluşuyor. Alet tangırdayarak çalışmaya başlıyor. Nemin daha şimdiden parmaklarımın ucundan kayıp gittiğini hissedebiliyorum. Dişlerim sızlıyor, burnum kamaşıyor. Hapşırıyorum. Önümde duran kötü, acıyla haykırıp arkasına dönüyor ve olanca öfkesiyle yanımdaki süper kötüye bağırmaya başlıyor. Normal şartlarda hapşırırken ağzımı kapatırım. Kendime bu kabalığı yakıştıramıyorum. Bakınız adamın ensesi kan içinde! Yanımdaki süper kötü, kırmızı kukuletasını indirip çirkin yüzünü Kanlı Ense’ye gösterdiğinde (adamın adını hatırlayamıyorum), Kanlı Ense’nin suratı küle dönüyor. Oysa az önce Kaptan Buzdağı’nın burada olduğu dedikodularının doğru olduğunu ve bizzat kendisine saldırdığını tüm çatıya haykırıyordu. Sonrasında olanlar oldukça hoşuma gidiyor. Kanlı bir ense ve indirilen kukuleta (yaşlılıktan pörsümüş bir yüzden ibaret) her şeyi lehime çeviriyor.

25


öykü Kaos tüm haşmetiyle çatıya çöküyor. Birkaç kötü tarafından suçlanan Kanlı Ense, birkaç kötü tarafından da savunulmaya başlandığında, taraflar seçilivermiş oluyor. Kendimi güvene alıp karmaşayı izlemeye başlıyorum. Vertor öfkeyle cemiyetini sükûnete davet ediyor. On saniye sonra onu da bir başka kötünün kafasını kolunun altına alırken görüyorum. Vertor eski numaraların adamıdır. Buzkatili saniyeler içinde kimsesiz kalıyor. Yanına varana kadar birkaç yumruk savurmam ve biraz tekmelenmem gerekiyor, bunu kesinlikle sorun etmiyorum. Sonunda makineyi kapatmayı başarıyorum. Kimsenin ruhu bile duymuyor. Parmaklarımı aletin üzerinde tutup onu bir güzel şokluyorum. Biraz kuvvet uygulayarak çatıdan aşağı yuvarladığımdaysa keyfim iyice yerine geliyor. Kaos aralıksız ediyor. Binadan ayrılırken keyif saçakları döküyorum. *** Eve girip soğuk bir duş alıyorum. Çıktığımda duvarlarımda dolaşan harfler tarafından karşılanmak beni şaşırtmıyor. Harfler odaya dolan gölgemi görünce telaşla toparlanıp anlamlı bir bütün oluşturuyor: “Artık seni tanıyorum. Lütfen korkma, sırrın benimle güvende. Büyük ihtimalle.” Sonra tekrar dağılıp evin karanlık köşelerinde kayboluyor. Ciddi bir düşmana, ciddi bir açık veriyorum. En azından güvenebileceğim bir kötü, diye düşünüyorum. Artık sivil hayatımın eskisi gibi olamayacağının farkındayım. Uykunun huzursuz sularına dalmadan önce, tavanda sırıtan bir surat gördüğüme yemin edebilirim. Bir otobüsün tekeriyle birlikte dönüp duruyor. Benim otobüsümün. Orta kapıdan inecek var. Duramıyorum.

26


öykü

ANTİK ÇAĞIN ÖLÜ RUHU SULAYICISI ve MASAL KAHRAMANLIĞIM YAZAN: ELİF ŞEYDA DOĞAN

henüz icat edilmemiş her şey için Herkes kendi masalının hangi sihirli cümleyle başlayacağını seçebilecek kadar şanslı doğmuyor. Hatta neredeyse tamamımız, konuya neresinden dâhil olduğumuzun farkında bile olmadan, öylesine yaşayıp gidiyor. Ben kendi masalıma, başkasının yarım bıraktığı bir masalın son cümlesiyle başladım. Ya da... Durun bir dakika. Bitirmiş de olabilirim. Bay Büyücü beni uyarmıştı. Ne de olsa o, masaldan geliyordu. Üstelik sonu olmayan bir masaldan. O bile geri dönmek istemezken ben inat etmemeliydim. Ama Bay Büyücü ve Gölge şanslıydı. Masal diyarının tüm fırsatlarına sahiplerdi. Kendi dünyalarını değiştirme şansları değneği çevirmelerine bakıyordu. Ama sen ya da ben böyle miyiz? Perili evimiz, sihirli çizmemiz, uçan halımız ve büyü defterimiz yok. Mesela ben ellerimi hızla havaya kaldırdığımda seçilmişler gibi taşları parçalayıp fırtınalar koparamıyorum. Üstüne üstlük olan şey bir türlü başımdan gitmeyen bakıcım Gölge’nin burnuna sağlam bir tane patlatmam oluyor. Bir sır vermemi ister misin? Üçüncü on üç yaşımı yaşıyorum. Hiçbirinde içime sinen bir çocukluk geçirdiğimi söyleyemem. Çünkü yalnızca ilkinde çocuktum. İkincisinde gittiği yolu dönen biri gibi alışkın. Üçüncüsünde ise yolun sonunda Batı yakasına geçemeyeceğim bir nehir olduğunu bilip yola çıkmayı reddeden biri. Bir saat gibi aynı zaman dilimleri üzerinde geçip gidiyor, hiçbirinde durmuyor, ileri de saramıyorum. Arkana baktığında dünyadaki tüm lambaların söndüğü bir karanlık bulduğunu düşün. Ya da bir sakızı kocaman şişirip patlatınca kulağına kadar yapışmış olmasını. İşte, Bay Büyücü’nün ve benim çocukluğumuz dünyanın karanlığı ile yanlış patlatılmış sakız arasında bir yerdeydi. Gölge de o karanlığa karışıp yok oluyordu. 27


öykü Sana neden üç kere doğduğumu anlatmam gerek. Bay Büyücü’den ve bakıcım Gölge’den bahsetmeden olmaz. Hangisiyle başlayacağımı bilmiyorum. En iyisi kendimden başlayayım. Annem ve babamın iki kişilik kurduğu küçük dünyalarına çat kapı geldim. Zaten başıma ne geldiyse bu acelemden geldi. Daha eve geldiğim ilk gün annem beni masal okuyarak uyuttu. Anlamaya başladıkça o kadar sevdim ki, sonra her gece annem beni aynı masalla uyuttu: Bay Büyücü’nün Sihirli Değneği Pek Sihirli Çıkmadı Masalın bir sonu yoktu. Yazan kişi yarım bırakmış. Ya da onun için sonu orasıymış, bilmiyorum. Bay Büyücü kendisini sihirli sanan, annesiyle babasını buna ikna etmeye çalışan ve sonunda yanlışlıkla zamanda geriye giden bir çocukmuş. Sihirli olduğuna inanmamalarını bir tür ilkelliğe bağlıyormuş. Bu yüzden insanlığın ihtiyacı olan ama henüz icat edilmemiş her şey için on yıl geriye gitmek istemiş. Bunun sonucunda da kartondan yaptığı zaman makinesiyle tehlikeli antik çağlara kadar gitmiş. İnsanlığın ileride ihtiyaç duyacağı şeyleri bilen küçük bir büyücü olarak zamanda zıplaya zıplaya geri günümüze gelecekmiş. Masal burada bitiyor ya da sadece tıkanıyor. Bay Büyücü ve Gölge’nin başına bir şey gelmemesi için masalın devam etmemesine hep sevinsem de yine de uykularım sonra neler olduğunu düşünmekten geceler boyu kaçıyordu. Bu yüzden bir gece Bay Büyücü ve en yakın arkadaşı Gölge’yi yanıma almaya karar verdim. Onları, annem kitabı başucuma bırakıp gittikten sonra yanıma çağırdım. Sonu gelmeyen bir masalda yalnız başlarına dönüp durmalarındansa benim yanımda uyumaları daha makul gelmişti. Kitaba gözlerimi dikip dakikalarca onları yanımda hayal ettikten sonra kitabı BAM diye kapattım. Tabii gözlerimi de. Hem de sımsıkı. Ta ki muzip bir ses, “Huhu!” diye seslenene kadar. Yankı yapar gibi daha alçak biçimde aynı ses tekrarlandı. Gözlerimden birini araladım. Bay Büyücü yüzünü bana iyice yaklaştırmış ağzımın kenarına çikolata bulaşmış gibi gülüyordu. Gölge de o ne yaparsa aynısını yapıyordu. Tam yanında. Niye bu kadar şaşırıyorsam, onları yanıma ben çağırmıştım. Yaşadığım şoku üzerimden attıktan sonra Bay Büyücü’yü annemden dinlerken hayal ettiğim her şeyini inceledim. Boyu kısacıktı. Kendinden daha büyük, başı sivri bir sihirbaz şapkası, adımlarını daha büyük atmasını sağlayacak koca burunlu ayakkabıları ve yontulmuş, sivri bir değneği vardı. Gerçekten de o değnekten sihir çıkmasını falan bekleyemezdiniz. Gölgeyi hepiniz hayal edebilirsiniz zaten. Bay Büyücü’nün ışığa olan konumuna göre değişen bir karartı. O geceden sonra annemin okuduğu masalı üçümüz birlikte dinledik.

28


öykü Yorganın içinde Bay Büyücü, Gölge ve ben. Sadece benim kafam dışarıda. Her gece başlarına gelenleri aynı heyecan ve gerilimle dinliyorlar, sonra ne olacağını benim kadar merak ediyorlardı. Çocukluğumun en heyecanlı günlerini yaşıyordum. Yapabileceklerimin sınırının olmadığı günler. Üç kişilik bir arkadaş grubum vardı ve ikisi masal kahramanıydı. Kimsenin onları görmemesi umurumda bile olmuyordu. Bay Büyücü ve Gölge, beni, bu dünyanın masal kahramanı olduğuma inandırmışlardı. Bay Büyücü’ye masal diyarındaki arkadaşlarını soruyordum. En çok merak ettiğim Jack ve Sihirli Fasulye Sırığı’ydı. Bay Büyücü, Jack’in devden kaçıp sihirli sırıktan aşağı indiği anı, Jack’in ağzından defalarca dinlemiş. Sonra Kibirli Kuğular ve Küçük Kuş’u sordum. Sahiden kral, nehir kenarına altın tüy bırakamıyor olsa bile küçük kuş için ev yaptırmış ve Bay Büyücü, küçük kuşun evini değnek yardımıyla her kış onarıyormuş. Tanıdığım hiçbir çocuk masal kahramanlarıyla ortak arkadaşa sahip değildi. Hiçbiri büyücü değneği ile karınca uçurmamıştı. Ya da bir gölgenin sırtında yürüdüğünden söz eden bir arkadaşımı duymamıştım. Bense dünyanın alt çekmecesini açıp içinde saklananları bulmuştum. Kimsenin görmemesini hanginiz takardı? Sanırım ben. Mevcut koşullarda sonsuza dek eğlenmek varken bir yaratığı uykusundan uyandırmak için sapanın lastiğinden taşı son sürat fırlatan fikri ortaya attım: “Bu gece üçümüz birlikte annemin elindeki kitabın içine girip masalın sonunu getirelim mi?” Bay Büyücü ve Gölge, bunu daha önce denediklerini söylediler. İyi bir yere gitmediğinden emin olduklarında yazan kişinin bıraktığı cümleye döndüklerini üzülerek eklediler.. Ayrıca masalın sonunu mutlu bitirmeyi başaramazsak, o ana dek geçen süreyi sürekli baştan yaşamakla cezalandırılırmışız. Bay Büyücü ve Gölge, tam bir gün on beş saat gıklarını bile çıkarmadan yorganın içinde oturdular. Hem masalın sonunu merak ediyor hem de başaramayacaklarına inanıyorlardı. Ben sadece insanların böyle anlamsız ikilemler içinde debelendiğini düşünürdüm. Masal kahramanları da insanlar kadar aptalmış. Bir çocuk için böylesi bir hayal kırıklığını dünyanın ikinci alt çekmecesi bile kurtaramazdı. Zaten onu da açmaya cesaret bulamazdım. Nihayet yataktan çıkıp Bay Büyücü ilk önce olmak üzere bir saniye arayla başlarını salladılar. “Ama,” dedi Bay Büyücü, “Başımıza ne gelirse gelsin, Gölge seninle döner ve bakıcın olarak kalır.” Gölge ve ben masalın son cümlesinde bekleyecektik. Bay Büyücü de gidip olacakları yaşayacaktı. Sonunu mutlu bitirmeye çalışacaktı. Biz de o cümlede oturup devamını dinleyecektik.

29


öykü Bay Büyücü’den öğrendiğim bir şey varsa o da şuydu; dünyanın bin türlü hali varsa, masallar diyarında başınıza gelebilecekleri sayabilecek matematik henüz geliştirilmemişti. Neyse ki şartı umurumda değildi. Nasıl olsa geri dönecekti ve anneme masalın devamını anlatabilecektim. Üstelik yanımda Bay Büyücü de olacaktı. O gecenin başka bir önemi daha vardı. On dört yaşına basıyordum. Bu doğum günümde kendime en sevdiğim masalın sonunu hediye etmeye karar vermiştim. Annem odaya geldiğinde belki ilk defa beni yatırmasını beklemeden çoktan yataktaydım. Hemen okumaya başlamasını, masalın içinde dalmayı istiyordum. Kendimizi masalın içinde bulmamız beş dakikamızı aldı. İlk birkaç cümle okunurken Bay Büyücü saat gece yarısını bir dakika geçtiğinde, “İyi bir yaş olsun çocuk!” diye bağırarak ellerini havaya kaldırdı. Kendimi masalın ilk cümlesinde buldum. “Uzak bir ülkede, serin suların, yeşil çayırların sardığı bir kasabada çocuğun teki yaşarmış...” diye başlıyordu. “Bu çocuk Bay Büyücü!” diye bağırdım. Gölge sessiz olup son cümleye kadar kendimi fark ettirmemem için uyardı. Ama şunu söylemeliyim ki, masal diyarı deyip geçtiğiniz yer dünyanın yarısının gitmek için yaşadığı cennetin kendisi. Neyse ki son cümleye geldik. “Bay Büyücü ve Gölge için henüz icat edilmemiş her şey, birer baş belasına dönecekmiş,” diyordu. Korkmaya başlamıştım. Gölge ve ben oturduk. Bay Büyücü arkasını dönmeden elini havaya kaldırarak masalın içinde yürümeye devam etti. Bundan sonrasını benden dinlemeseniz daha iyi olur. Dilim varmıyor. “... Derken Bay Büyücü kendisini eski zamanların cenaze törenlerinden birinde bulmuş. Simsiyah tenli, başı çakaldan bir adam, elinde mumya bezi rulosuyla bir ölünün başında dikilmiş, bizim dilimizde olmayan şeyler bağırıyormuş. Bay Büyücü, kâbus gören bir kedi gibi olduğu yerde titremeye başlamış. ‘Zamanı kızdırmamalıydım,’ diye düşünmüş. Bir boşluğun içinde ne kadar süre geçirirsen, boşluk, ayak bileklerini o kadar çok kemirirmiş. Bir adım dahi ileri gidemezmişsin. Bay Büyücü zamanı kızdırıp onun insana vermediklerini inatla almaya çalıştığı için tehlikenin ortasına düşmüş. Bay Büyücü, korkudan altına kaçırdığından bunları düşünemez olduğu için sözü, çakal başlı mumyacı devralmış. ‘Sen gölgenin boşluğunda çok zaman geçirdiğin için ileri adım atamayacak hale geldin de ondan mı bu kadar geri dönmek zorunda kaldın Bay Büyücü?’ diye söze başlamış çakal baş...” 30


öykü Bu masalda bir sorun var diye düşündü Bay Büyücü. Masala Gölge’yle birlikte başlamıştı. Ama şimdi Gölge, çocuğun yanında, masalın ortasındaydı. Bu yüzden masal normal gitmiyordu. Çakal baş ile tek başına mücadele edemezdi. Bay Büyücü masalın devamında yalnız kaldığı için öyle korktu ki, çakal başlı adamın herhangi bir sözü, onun için emir olacaktı. Değneğini çoktan birkaç cümle önce, çakal başlının ilk konuştuğu yerde elinden düşürmüştü. Her masalın mutlu bitmesine ne gerek, dedi Bay Büyücü. Bütün umutsuzluğunu derin bir nefes alarak içine çekti. Antik çağın ölü rehberi, Bay Büyücü’nün bu halinden faydalanıp onu yaşam suyu veren tanrıçanın ağacına göndermek istedi. Bay Büyücü zamanda geri gitmeyi, geldiği zamanda geçerli olmayan bir tanrıçanın ağacına gitmek için göze almamıştı. Bunu söyleyecek cesareti belki Gölge ve çocuğun yanına dönebilirdi. “... Bay Büyücü her yerde sihirli değneğini arıyormuş. Çaresizlik içinde, gerçekten sihirli olsa kaybolmazdı, diye iç geçiriyormuş. Ama çakal başlı çoktan üzerinde Ölüler Kitabı yazan büyük kitaptan okuduğu, masal dilindeki bir büyüyle Bay Büyücü’yü Susuz Ruh Kuşu’na çevirmiş. Ölü, yeniden hayata döndüğünde cılız bir ruha sahip olmasın diye bereketli bir ağaçtan yaşam suyu almak için kanat çırpmış Bay Büyücü. Bir zamanlar, uzak bir ülkede, serin suların, yeşil çayırların sardığı bir kasabada, çocuğun teki yaşarmış. O çocuk şimdi ölü sulayan bir Susuz Ruh Kuşu’na dönüşüvermiş. Henüz icat edilmemiş şeyler de, öylece kalmış. Masal da burada bitmiş.”

31


öykü

TAKASYA ADASI PERİLERİ YAZAN: OÇOKOÇİ CosmicZion Zine’ın 4. sayısından devamıyla...

(...) Egetos kızlara karşı sakinleşmemişti. Onun öfkesi, iki perinin toz pembe, simli giysilerinden daha güçlüydü. Suların derinliklerinde, balıkların evreninde huzurla yaşarken o ilk oltayı atan insan her şeyi nasıl da mahvetmişti. Egetos artık her konuşmasının bir yerinde mutlaka “İşte insanlar böyledir,” diye iç geçiriyordu. Takasya Okyanusu’nun asıl sahipleri, Egetos’un annesi ve babasıydı. Her istiridyenin içinden bir inci çıktığı o bereketli Takasya günleri... İnsanlar henüz midyenin içine pilav koymayı bilmiyordu. “Üstüne helva yenmeze balık öldüğünü anlamazmış,” gibi vahşet dolu bir ritüel henüz dünyaya musallat olmamıştı. Egetos küçük bir balıkken denize bir ağ atıldı. Yukarıdan gülüşmeler, muhabbet sesleri geliyordu. Egetos’un önünden annesi ve babası ağ ile çekildi. Egetos çırpındı, taklalar attı... Yukarı köpükler gönderdi ki oradakiler aşağıda başkalarının olduğunu fark etsin. O masumiyetle bir yanlışlığı düzeltmeye çalışırken annesi ile babasının cansız balık bedenleri, Egetos’un önüne doğru batıyordu. İnsanlarla tanışması böyle oldu. Sırf eğlence olsun diye balık tutup onu nefessiz bıraktıktan sonra geri suya bırakan insanların ağı, Egetos’un ruhuna nefretle dolanmıştı. İnsanlara olan öfkesi artık pençesine öyle bir takılmıştı ki, günden güne tüm bedenine yayılıyordu. Martı başı Egetos’un haşmetli gagası geriliyordu. Balık bedeninin yüzgeçleri kendince öfkesini dile getiren hareketlerde bulunuyordu. Bir an düşündü ve arkasında duran iki işsiz balığa dönerek: -Sizi insan canlısı sefil yüzgeçliler! Çabuk bu ne olduğu belirsiz canlıları İstiridye Hapishanesi’ne kapatın! Bu iki balığın, denizlerin hakimi yüce Egetos’u dinlememeleri ne mümkündü? Egetos’un emirleri derhal yerine getirilmeye başlandı. Balıklar Oçokoçi ve Papit’in sırtlarına burunlarını dayayıp onları suların derinliklerindeki meşhur İstiridye Hapishanesi’ne doğru sürüklemeye başladılar. Bundan sonraki süreç Egetos’un sorgulanamaz kararları ile belirlenecekti. Bu denli güce sahip olan Egetos, bu canlıların peri olduğunu anlayamamıştı. Aslında Egetos son zamanlarda hiçbir şeyi anlayamaz olmuştu. Denizaltı dedikodularına göre Egetos, (balıklara özgü sandıkları) anlama güçlüğü denen bir hastalığa yakalanmıştı. Evet, bu doğruydu. Onca senedir tonlarca ağırlığıyla Takasya Adası’nın üzerinde yüzdüğü okyanusu yönetiyordu. Büyük balıkların küçük balıkları hep yutmadığı tek okyanus burasıydı. Yazısız Egetos Kanunları 32


öykü sayesinde küçük bir balık cüssesine göre iyi bir hayat sürmüşse büyük balık onu yiyemiyordu. Büyük olmak güç göstergesi değildi. Anubis bile “Daha büyük olan ruh, küçük olan ruhu içine çeker,” derken Egetos adil olabilmişti. Böyle sürüp gitseydi Takasya Okyanusu asırlar boyu Egetos soyunun adil hükümdarları tarafından neşe içinde yönetilebilirdi. Fakat Egetos insanlara olan öfkesine o kadar çok kapılmıştı ki gerçekten hasta olduğunun farkına varamamıştı. Hatta tanrıların adil terazisinin bozulduğunu bile anlayamamıştı. Bu yüzden perilere vereceği cezayı yine bu terzide arayordu, yanlış sonuç vereceğini bilmeden. Egetos aniden tutarsız bir biçimde ilerleyen balıklara bağırdı: -Çabuk bana o iki canlıyı geri getirin. Şu insan kılıklı zavallı canlıları! Korku içinde olan Oçokoçi ve Papit, Egetos’la ilk karşılaştıkları yere doğru balıklar tarafından yeniden sürüklendiler. Yüzgeçlerini dalgalandıran Egetos’un yarattığı su altı kumunun bulantısı, birkaç saniye sonra sakinleşmişti ve su yeniden berraklaşmıştı. Kum zerrecikleri eski yerlerine yerleştiğinde ise bulantının yerinde bir terazi görünüre çıkmıştı. Papit ve Oçokoçi hem balık hem martıya benzeyen bu canlıyı ve hemen önündeki teraziyi tekrardan yakından görünce hayretler içinde kaldılar. Suskunlarını bozmadan birbirlerine baktılar. Papit içinden, “Haydi Takasya’nın Yücesi! Bizi bu korkuç halin içinden çekip al. Al ki öykümüzü yazalım, hem de bu garip olaylar silsilesini yazalım. Gerçekçi olmak gerekirse başımıza gelen bu delice olayları yazmamak, yazının tarihine büyük bir hakaret olacaktır,” diye düşündü. Egetos tüm gücüyle bağırdı: -Sizi buraya ait olmadığınız için ölüme mahkum ediyorum. Bu önümde gördüğünüz terazi ise size, öldükten sonra karanlık suların dibinde mi yer bulacaksınız yoksa ışıltılı berrak bir su içinde huzurlu bir yaşamınız mı olacak bunu söylemek için burada. Kalbiniz ne kadar ağırsa sizi sonsuz kedere, ne kadar hafifse sonsuz dinginliğe ulaştırır. Takasya Okyanusu hükümdarı, saniyeler içinde perilerin önüne yüzdü. Dev gagasını Oçokoçi’nin göğsüne geçirdi ve kalbini yerinden söktü. Perinin kumlara yığılmasını bile görmeden kalbini terazinin kefesine koydu. Oçokoçi’nin masum kalbi bozuk olan bu teraziye göre ağırdı. Öyle ağırdı ki, gören Oçokoçi dünya üzerindeki tüm balıkları oltadaki solucanlarla kandırmş sanabilirdi. Papit’in tüm bedeni titriyordu. “Kardeşim!” diye bağırdı, “Onu sonsuz kedere gömemezsiniz!” Kalbinin hızlı atışı adadan bile duyulan Papit, derin bir hıçkırıkla gözlerini açtı. Uyanmıştı. Devamını CosmicZion Zine’ın 6. sayısında okuyabilirsiniz.

33



ŞİİR

Yağmurdan Sonra Gökkuşağından Önce YAZAN: CAN KÜÇÜKOĞLU

Gözler kapanınca herkes yalnız mı diyorsun Yaram sana diyorum yarimsen anla Gelecek yeri kalmayana kadar sevgi sıkıştırdı Ve dili burkulan sevgi Sıkıştırdığınca kaplanmaya müstehaktır Korku, beklemediğin bir yerden Beklemediğin bir anda çeşme tarif edilmesi Biz varya seninle bir sarılırız şimdi de Hikâye paslanmasın diye pusula yakıyoruz -Yakalanan mı da yakalanan Rehber âşık olur ise Yolcu geldiği yere doğru kanlı Âşık rehber olur ise yolcu düşer bin deliye Bin deli binbir gece dilinde ya hü çeker Yolcuya sor yol nedir İnsan depremin mikroçipetpeti mi Bağlamaya bağladı da eksik leylada dedi güldük Eksik olan bir şey varsa seni gördükten sonra öldü Haydaaaaaa küne pek yakışan bir kül modudur Botu durdurma hep ile hiç dışı bir taş saçıyor Ahüllah yazacak kadar sırtını saflık kaşıyor BİZ CANIK MECLUS ANIN MECLUSUDUR

35


ŞİİR

FARKI ANDA’LIK BİR KESİMDE BELİRİRKEN FAÇALAR YAZAN: İLHAMİ BATI

sorup soruşturmaktan yağmalanırken sinir hikayen ve bahtsız bir bedevi yazısı aynı oturaklı kadınlara ilişirken neredeyse ağır yarar bir sızıyı getirmiş işle diyor tümden şiir beni avuturken yakalıyorlar sevgilim ve diğerleri ön hacminde bıçak oturuyor görmüyorsun edinmiyorsun benimsenmeden bir belayı belki de o sıcak karışıklıkları özlüyorumdur ondan bir daha boşalıyor şafak vakitleri bazen kararsız bazen benim üstüm örtük yer etmeden gömüyorum bu diyardan kaç selamvarsa ifadene ve etine makul koruduğum soylar karakteristik bakma benim gözüm çok var kararlılık da siyaha yakışıyorsa kaç söylem seni çağrıştırıyordur sentez akşamlarında bir yorar illa -ki kalır geriye söylenmeden kör ağzın en belirtilmemiş iletişimiyim kentlim kaçar kendinden uzak bir köşeye bunun anlamlar diyarındasındır ve uzadıkça uzar alfabeme hallinden bir keskin sinemaya arkadan arabeskle uzanır yüzüm ve hiç çocuk hiç kaşınma yine de sivrilerin yediğini hisset sona doğrulursa yataklar orada uykularını kaçır karışsın ortalık yaksınlar gemilerini toplanmış kim varsa kopacak olan lastiklere sıkıştırılıyor artık o kadar şey burada içinden okuman gereken şeyler var bunubanavur soyut: prehistorik estetik

36


ŞİİR

örgü emek ister onların dilinden konuşacağım tutuyor çok soluksuz kalsak da birden fazlalık korkuyoruz yılı doldurdum yine de yineleniyor düşüncemelerim ben onlarsız korkamıyorum burada cevap vermek zorunda kaldığın zamanlar oluyor ben bakıyorum öyle hissiz öyle geciksem de bağcıklarımda bağlamanın kaygısını gütmüyorum bu şiirin sadece bir kısmını ben yazıyorum yükseklerden uçsam da ipi hep hatırlarım el örgüsüydü nerede bitirdiysen orada kalır kararlar ve sen çocuk hiç kaşınma jilete yer vermiyorum şimdilik nefes alıyorlar yakınmak kalıyorum gözlere uzatan cümleleri kısa kesip bir bir uçuruyorum şehrin işgaline suratım o esinde garip bir kurgudur dünya al bu mumu um bir gün yanacak

37


Ceren Bülbün


MÜZİK

.

ANTiK MISIR’I VE ANuBiS’i DiNLE !

EZGİ ARDA

Sayfalardır söz ettiğimiz Antik Mısır efsaneleri... Zamanının siyasetini, toplumunu, ticaretini, fantastik dünyasını hatta ölüsünü bile içine alacak zenginlikte bir ulus. Dilden dile dolaşan efsaneler, firavunlar, piramitler, kültler, mumyalar... Müzikte canlanmayacak mı sandınız? Dünya müziği, Antik Mısır’ı ve Anubis’i çoktan kucaklamış ve koşmaya başlamış bile. Gökmen Akça CosmicZion Zine için Antik Mısır ve Anubis’i konuş etmiş şarkıları derledi. Czz’ye de size sunmak düşüyor. Fanzini okurken kulağınızda çalmaları dileğiyle! Metallica’nın CosmicZion Zine 1. sayısının konuğu Yunanlı Atlas için de “Atlas, Rise!” şarkısı olduğunu hatırlatalım. Mısır’ı da unutmamışlar: Metallica - Creeping Death Iron Maiden da farklı mitolojilerin tanrıları için şarkılar söylemiş. Mısır için şöyle söylemiş: Iron Maiden - Powerslave Anubis’in adına atfedilen Mısır’ın gizemli ruhunu müziğiyle iliklerinize kadar hissettiren şarkılar: Mike Candys - Anubis Nextars - Anubis Rapzor - Anubis Septic Flesh - Anubis Ancient Egyptian Music - Anubis Mantis - Anubis Brandberg - Anubis The Life Music - Anubis E. D. Faulkin - The Song of Anubis

39


MÜZİK

KARA KITANIN YANIK SESLİ BEYAZ ÇOCUĞU “SALİF KEİTA” YAZAN: XESPİK

Her zaman müziğin evrensel olduğuna gönülden inanmış bir birey olarak ilk kez Muhammet Ali’nin hayat hikayesini ekranlara taşıyan ALİ filmini izlerken arka fonda çalan müziği ve sesin sahibini merak etmemle başladı SALİF KEİTA ile tanışmam. O müthiş hayat hikayesini okudukça sesindeki o sessiz çığlığı daha derinden duymaya başladım 1240’ta Malian İmparatorluğu’nun kurucusu Soundjata Keita’nın doğrudan torunu olan soylu bir ailenin mensubuydu Salif. Maalesef kara Afrika’da siyah tenlilerin hakim olduğu bir toplumda vücuttaki deriye, saça ve kirpiklere renk veren melanin pigmentinin eksikliğiyle dünyaya gelmişti. O bir Albino hastasıydı ve Afrika’da albino olmanın bu dünyada insanın başına gelebilecek en kötü şey olduğunu düşünürüm. Üstelik günümüzde bile Afrika’da albino hastaları topluma ve aileye lanet getirdiği inanılarak ya kendi aileleri ya da diğerleri tarafından vahşice öldürülürler. Hayatta kalabilenlerin birçoğunun ellerini ve ayaklarını keserek büyücülere satılıyorlar. Bazı ülkeler bu cinayetlerin önüne geçmek için albino kampları kurmuş olsa da cinayetten ve büyücülerden kurtulmak için sırf beyaz tenliler diye ömürleri boyunca bu kamplarda ailelerinden ayrı hapis hayatı sürmek zorunda bırakılırlar. Salif Keita, 25 Ağustos 1949’da Afrika’da Albino hastası bir çocuk olarak doğar. Beyaz tenli bir siyah, siyah insanların dünyasında bir ayıp, korku ve uğursuzluktur bu. Soylu bir aileden gelmesi hayatta kalmasını sağlamış olabilir ama rahat sayılabilecek bir çocukluk geçirmemiştir. Keita öğretmen olmak istemiştir ama hastalığını saklanması imkansızdır. Müziğe gönül vermiştir Keita. “Allah her insanı mükemmel yaratmaz, eksiklikler verir. Bendeki eksikliğe rağmen bana müziği bağışladı.” der. Fakat doğup büyüdüğü topraklarda üst sınıftan olan insanlar müzikle uğraşamazlar diye bir gelenek vardı Keita’nın önünde. Ailesi onun bu tutkusunu gizli tutmuştur. Salif Keita, ailesinin saklaması sonucu ölümden, öldürülmekten kurtulur ama müzik yapması yasaktır. Ailesine müziğin gelecek planları içinde olduğunu da söyemesi gerektiğini düşünür. Müzikle ilgili planlarını açıkladıktan sonra babası tarafından evlatlıktan reddedilir.Ancak Keita’nın rüyalarını paramparça edebilecek bir güç yoktur. 1967’de başkent Bamako’ya taşınır ve bir gece kulübünde çalmaya başlar. İki yıl içinde hükümet tarafından desteklenen ülkenin en büyük müzik grubu olan Rail Bands’a davet edilir. 40


MÜZİK Keita ile birlikte grubun ünü bütün kara kıtaya yayılır. 1973’te Keita ve Rail Bands üyeleri Fildişi Sahilleri’nin başkenti Abidjian’a taşınırlar. Les Ambassadeurs Internationaux adıyla yeni bir grup kurarlar. Keita, Küba, Zaire ve Mali ezgilerini canlı bir şekilde kaynaştırmasıyla dikkatleri çekmeye devam eder. Hayat, onu bir yere yerleştirme fikrine bir türlü ikna olmamıştı. 1984’te Paris’e taşınır. Şehrin Montreuil bölümüne yerleşerek müzik çalışmalarını devam ettirmeye başlar. 1987 yılında Afrika, caz, funk, Europop, R&B ezgileriyle harmanlanan ilk solo çalışması olan SORO isimli albümünü piyasaya sürer. Büyük beğeni toplayan ilk albümden sonra peş peşe albümler üretmeye devam eder. Bugüne kadar yapılmış en mükemmel albümü kabul edilen ve beğenilen MOFFOU’yu 2002 yılında piyasaya sürer. Bu albümle Grammy adayı olan Keita daha sonra doğduğu topraklara ezgilerini, ritimlerini tüm dünyaya tanıttığı kara kıtası ülkesine geri döner.

41


Seungyeapark


UZAY

KÜÇÜK MAVİ NOKTA YAZAN: BURAK İPEK

Küçük Mavi Nokta’dan herkese merhaba! Yeni sayıda yine heyecan verici bir uzay gündemi ile sizlerleyiz.

Yıllardır bildiğimiz üzere uzay ajansları Dünya ile aynı yaşam şartlarına uygun gezegenler keşfediyor. Bilinen milyonlarca gezegenden Dünya’ya en çok benzeyenini aramamızın nedeni, eğer yaşam şartlarının aynı olacağını kabul edersek bizi anlayabilecek organik bir yapı ve teknolojiye sahip olacağını düşünmemiz. Bu gezegenlerden biri de GJ 273 sisteminde. Bilim adamları geçtiğimiz ayda bu sisteme bir mesaj yolladılar. Hızlı iletilmesi için bir sinyal sistemine dayanan mesaj bizimle iletişime geçmelerini istediğimizi anlatıyor. Gezegenin koşulları göz önüne alındığında içinde akıllı bir canlı yaşamı olduğu düşünülmekte. Ancak bir sorun var! Bizden tam 12.36 ışık yılı uzaktalar. Yani eğer mesaj sorunsuzca iletilir ve de bizlere hemen cevap yollamaya kalkarlarsa yanıtlarını tam olarak şu andan 25 yıl sonra işiteceğiz. Umuyoruz ki 25 sene sonra bilim adamlarımız bu projeyi unutmaz ve GJ 273 sistemine doğru bir uydu doğrultarak oraları dinliyor olur. Kasım ayının güzel haberlerinden diğeri de NASA’nın 2019 yılında çalıştırmaya başlayacağı James Webb Uzay Teleskobu’nun ilk hedeflerinin belirlenmiş olması! Bize muhteşem veriler sunacak teleskobun ilk işi Jüpiter’le olacak. Bir gaz devi olan Jüpiter’in sonsuz gibi görünen fırtınaları ve bulutları karakterize edilerek halka sunulacak. Aynı zamanda Jüpiter’in iki uydusu Io ve Ganymede’nin de atmosfer ve yüzey haritasının çıkarılması planlanmakta. Ek olarak Europa’da keşfettikleri su buharı kütleleri için de arayışa girecekler. Teleskobun diğer amacı da çok, çok uzak galaksilerdeki gezegenleri direkt fotoğraflamak olacak. Bu işlem o gezegenlerin atmosferini incelemelerine de olanak sağlayacak. Görevini başarabilecek mi, ne kadar etkili olacak büyük merak konusu. Ancak bizleri oldukça heyecanlandırdığı kesin!

43


UZAY Geçtiğimiz günlerin en ilginç olayıysa güneş sistemimize giren ve bir uzay gemisini andırır şekliyle gördüğümüz asteroitlerden ayrılan yabancı kütleydi. Yüksek hızda seyahat eden objeyi ilk yakalayanlar Hawaii’de Pan-STARRS1 Teleskobu’nu kullanan ekip oldu. Daha sonra dünyanın sayısız yerinden gelen verilerle kütlenin rengi, şekli, hızı, nereden gelmiş olabileceği ve nereye gittiği gibi konular netlik kazanmaya başladı. Oumuamua olarak adlandırılan kütle 14 Ekim 2017 tarihinde Dünya’ya en yakın konuma geldi. Yapılan incelemeler sonunda ne yazık ki internet âlemi tekrar hayal kırıklığına uğramış oldu. Şeklen uzay gemisiyle benzerlik gösteren kütle, çok uzak yıldızlardan gelen sıradan bir asteroit çıktı. Ancak ilginçliği de zaten çok uzak yıldızlardan geliyor olmasında saklı. Güneş sistemimizde diğer yıldızlardan pek fazla konuk gelmiyor. Oumuamua gibileriyse ortalama yılda sadece bir defa geliyor ve onları böylesine detaylı inceleyebildiğimiz için oldukça şanslıyız. Umuyoruz ki sonraki sayıda sizinle konuşabileceğimiz bol ‘uzaylı’ bilgiler elde edebiliriz. O vakte kadar, görüşmek üzere!

GÖKMEN AKÇA

44


UZAY

YAŞADIĞIMIZ SON BİR SENENİN GÖK OLAYLARI 2017 SENESİNDE BAŞIMIZA NELER GELDİ, BAŞIMIZIN ÜSTÜNDE NE OLAYLAR GERÇEKLEŞTİ?

2017 yılı boyunca gözlerimiz gökyüzünde kaldı. Hepimize gereğïnden fazla uzun sürmüş gibi gelen 2017 yılı, gökyüzü için de kolay geçmedi. Bir sene boyunca elimizi uzatsak dokunabilirmişiz gibi gelen ama ömür boyu yürüsek ulaşamayacağımız yerlerde neler olmuş bakalım. Gökyüzü 2017’yi tutulmaya ayırmış gibiydi. İki Güneş, iki de Ay tutulmasıyla gözlerimizi onlardan ayıramadık. Ara sıra canı sıkılıp gezegenlerin arkasına saklanan Güneş ve Ay’a 8 meteor yağmuru güzelliğiyle eşlik etti. Biz yalnızca Ay Tutulması’nı ülkemizden izleyebildik. İlk Ay Tutulması 2017’nin neredeyse başlangıcında oldu denebilir. 11 Şubat günü Yarıgölge Ay Tutulması 2017’yi ilk gök olayı olarak karşıladı. Türkiye saati ile 03.44’te başlayıp 05.5’te son buldu ve ülkemizin her yerinden gözlemlenebildi. Ayrıca Amerika, Grölland, Afrika, Avrupa ve Batı Asya da Yarıgölge Ay ile karşılaşabildi. İkinci Ay Tutulması ise 7 Ağustos’ta gerçekleşti. Parçalı Ay Tutulması yaşanacağı için gökyüzünde Ay’ın yalnızca yüzde 25’i gözlemlenebildi. Türkiye saatiyle 18.48’te başlayıp 23.53’te biten tutulma, ülkemizden ne yazık ki izlenemedi. Parçalı Ay Tutulması, Avustralya, Antarktika, Asya, Afrika, Avrupa, Güney Amerika’nın doğusu, Pasifik Okyanusu, Hint Okyanusu ve Atlantik Okyanusu’nun güneyinden izlenebildi. Güneş ise, Ay iki kere tutuldu diye kıskanmış olacak ki, ikinci Ay Tutulması’ndan kısa süre sonra, 21 Ağustos’ta gerçekleşti. Tam Güneş Tutulması, gökbilimciler tarafından merakla beklendi ve tam tutulma evresi tam 2 dakika 45 saniye sürdü. Tam Güneş Tutulması, Pasifik ve Atlantik Okyanusu’nun kuzeyinden gözlemlenebildi. METEOR ŞÖLENLERİ İLE KOCA BİR 2017 Gökyüzüne yeni bakacak olan izleyicilerimiz için öncelikle Meteor Yağmuru’nun ne olduğuna bir bakalım. Uzayda kuyruklu yıldızlar, geçişleri sırasında arkalarında parçacıklar bırakırlar. Bu parçacıklar da yılın belli dönemleri Meteor Yağmurları oluşturur. Yıldız şölenleri olarak izlediğimiz yağmur, kuyruklu yıldızların yollarını bulabilmek için arkalarında bıraktıkları parçalar 45


UZAY bile olabilir. Biz de balkonlarda, çimlerde, camlarda gökyüzüne bakıp o parçacıkların aşağı düşüşünü dilek tutma bahanesi olarak görüyoruz. Umarım dilekleriniz gerçekleşmiştir. Çünkü bu sene tam 8 meteor yağmuru gerçekleşti. Birinde değilse diğerinde, onda da değilse ötekinde tuttuğunuz dileklerin gerçekleşmesi için 8 fırsat vardı. İlk göktaşı yağmuru 2017’nin başında, 3-4 Ocak’ta Quadrantid (Dörtlük) Göktaşı Yağmuru olarak gerçekleşti. 22-23 Nisan’da gerçekleşen şölen ise Lyrid Göktaşı Yağmuru idi ve gökyüzünde saatte 20 meteor görebildik. 4-5 Mayıs Eta Aquarid (Eta Kova) Yağmuru’nda ise saatte 60 meteor görebildik. 27-28 Temmuz tarihlerinde gerçekleşen Delta Aquarid (Delta Kova) Meteor Yağmuru’nda ise saatte 20 meteor görebildik. En hareketli göktaşı şölenlerinden bir tanesini ise 12-13 Ağustos tarihlerinde yaşadık. Bir Ay, bir de Güneş Tutulması’na tanıklık ettiğimiz Ağustos ayı epey cömert davrandı. Bu ay olan göktaşı yağmurunda gökyüzünde saatte 90 meteor görebildik. Bu meteor yağmurunun adı Preseid (Perse) Göktaşı Yağmuru’ydu. 20-21 Ekim tarihlerinde Orionid Göktaşı Yağmuru’nda ise saatte 20 civarında, 17-18 Kasım’da gerçekleşen Leonid (Aslan) Göktaşı Yağmuru’nda saatte 15 tane meteor görebildik. Bu senin son gök olayı da 13-14 Aralık tarihlerinde Geminid (İkizler) Göktaşı Yağmuru’nda saatte 120 meteor görebildik ve bu en güzeliydi denebilir. 2018 senesinin mucizevi gök olaylarını görmeyi ve sizlerle paylaşmayı sabırsızlıkla bekliyoruz!

46


MASAL

YILDIZ YAĞMURU MASALI YAZAN: ANONİM

Göklerin her zaman söyleyecek son bir sözü vardır. Kış, beyaz ağaçlar yaratır topraktan; bazı insanlardan umutsuzluk yaratır. Ama bir sevgi iliştirir bu umutsuzluğa, dünyanın en garip çiçeğini yaratır. Gidemeyeceğimiz kadar uzak diyarlarda bir kız yaşamıştı. Annesi, babası ölmüştü kızın, başında bir kukuletası sırtında yırtık bir elbisesi ve tüyleri yağmur yemiş bir paltosu vardı. Böyle bir kızın cebinde olsa olsa bir dilim ekmeği olur ancak, avucunda sıkı sıkı tuttuğu birazcık bozuk parası olur. Ama kış güveni nedense kaybolmamıştır. Kuşlara bakarak ısınmaya çalışır. Titrerken düşünüyordu kız: -Bahar gelecek günün birinde Kar taneleri yerine tomurcuk yağacak gökten sincaplar ılıklığı yukarı taşıyacak. Kış baharın habercisidir, meleklere mektup yazar, gönderilmesini ister baharın bu arada yeryüzünü oyalar. Bunları düşünürken yaşlı bir adam çıktı karşısına: -Param yok, karnım aç, dedi bana para ver biraz, sen küçük bir çocuksun nasılsa doyururlar seni. Hiç düşünmedi bile kız bütün parasını ihtiyara uzattı. Sanki beyaz bir aslan girmişti şehre, alev yerine kar soluyordu şemsiyesi olanların şemsiyesini, düşleri olanların düşlerini parçalıyordu. Ama umutsuzluğa kapılmadı kız, sokakta bir başına yürüdü. Bir kadın belirdi yanı başına: “Güzel çocuk,” dedi, “yiyecek bir şey var mı cebinde? Ağzıma üç gündür lokma koymadım kime başvurduysam geri çevirdi beni.” Bir dilim ekmeği vardı ya, onu yesin zavallı kadın. Kendisi bir şey yemeyeli iki gün olmuştu daha. “Al teyze,” dedi, “benim karnım tok, daha demin yemek yedim. İnan bana, daha olsaydı daha verirdim. Sonra küçük bir çocuğa giydirdi paltosunu, gömleğini kendi boyunda bir kıza armağan etti, hava kararmıştı nasıl olsa, kimseler göremezdi kendisini. Ama o bir kedi yavrusunu gördü; soğuktan sesi bile donmuştu kedinin, bıyıklarında buz tutmuştu miyavlaması. Dergiciler görseydi kış resmi olarak dağların değil onun resmini koyarlardı dergi kapaklarına. Başından çıkardığı kukuletaya sardı kediyi. Kış,adımlarını yönetir insanların; kürklü olanları tiyatroya götürür, paltolu olanları sinemaya götürür, ceketli olanları evlerine götürür, çıplak olanları korulara götürür. 48


Derken, kendini bir koruda buldu kız, saçlarının arasına sokup ellerini gökyüzüne baktı. O anda tipi dindi, bulutlar açıldı ve ansızın beliren samanyolundan bir yıldız kaydı. Sonra bir yıldız,bir yıldız daha... Bütün Samanyolu, Büyük Ayı, Küçük Ayı... hepsi ayaklarının dibine düştü kızın, sonra Çoban Yıldızı düştü. Yeryüzü inanılmaz sevinçler yaratır. Eğilip baktı kız, toprağa değdikçe altın oluyordu yıldızlar. Artık gelmemek üzere gidiyordu kış yoksulların, kedilerin yanından. Güzel yemekler, kalın kumaşlar alınırdı bu altınlarla. Göğü seven denizcilerin tanıdığı bütün yıldızlar birer birer düştü yere. Onları gören Ay bile çekinmedi havada parçalandı ve dallarına altın birer yaprak olarak kondu ağaçların. Alışverişi seven sincaplar için işte bir sürü altın! ÇİZİM:LİLAFELYA



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.