fotograf ^
seyi
defot sergisi vardı bittiiii... nerde ; şurda ne ; kemeraltı
“F” Evet, sonunda o gün geldi! Ben belki de hiç haddim olmayarak, belki de bunca zaman boşuna susmuş bir fotoğraf fetişisti sapkınlıkları ve çelişkileri ile ve aslında suskunluğumdan memnun, zamanı kimyasallara bulayarak, kelimeleri deklanşör altında ezerek fotoğraf hakkında yazmaya karar verdim sonunda. Josef Koudelka‘nın birkaç cümlesi sanırım fotoğraf hakkında konuşma konusundaki fikirlerimi daha iyi sunmakta bana yardım eder. ” Fotoğraf konusunda görüş bildirmekte tedbirli davrandım çoğu kez. Birincisi, bu tür yorumlar her zaman yanlış anlaşılmaya açıktır. Bunun da ötesinde, bugünkü işlerim konusunda yaptığım yorumlar yüzünden gelecekte kendi kendimi kısıtlama riskini almak istemem. Yaşam sürekli değişiyor ve ben de kendime adıma bu değişimi yaşayabilmek için koşulsuz bir özgürlük istiyorum” Aynen böyle düşünüyorum! Fakat insalar öyle eylemler sergiliyorlar, öyle fikirler sunuyorlar ki susamıyorum. Kızgınlık, öfke ve nefret değil benim hislerim. Üzüntü ve acıma… Geçmişi çok çok eskilere dayanmayan fotoğraf olayı teknoloji ile paralel olarak abuk sabuk bir noktaya geldi. Değil mi? Teknoloji ile? Afedersiniz ama teknoloji İsa gibi yoktan peydahlanmadı dünyamıza. İstedik, geldi. Neden? Çünkü bizler tüketmeyi seviyoruz. Bir üretiyorsak bin tüketiyoruz. İnsan, evrene olan saygısızlığında fotoğrafı da kullandı. Bu saygısızlığından fotoğraf da nasibini aldı. Fotoğraf acı ‘çekiyor’! “Fotoğraf Tekniğine Giriş” dersini geçen herkes fotoğrafçı oldu sonra. Bense hep fotoğrafçı demekten korktum. Neden? Sahiplenmek istemedim. O’nu özgür bırakmak istercesine. “Fotoğrafla uğraşıyorum” demeyi sevdim. Ben de bir insan olduğumdan fotoğrafa bu anlamda uzak durmaya çalıştım.
Fotoğraf ile uğraşan biri olarak da en çok tekrarlamaktan korktum. Doğa fotoğrafları ile uğraşmak ilgimi hiç çekmedi çünkü doğanın doğa olur yanı kalmadı, var olan bir çok güzellik de dünyayı sadece insanların sanan ve kendine fotoğrafçı diyen megapiksel canavarları tarafından görüntüleri hafıza kartlarına kaydedildikten sonra bir başka canavar onun görüntüsünü kaydetmesin diye bozuldu, nesli tükenmekte olan çiçek dalından koparıldı. Diğer bir çok etiketlenmiş fotoğrafik yönelim de herhangi bir sebepten dolayı beni kendinden itti. Yönelimim görsel bir mucize yaratmaktan yana olmadı hiç. Ben sadece göstermek istedim.
Fotoğrafik yönelimde kişinin sosyolojik, psikolojik ve felsefi birikimi çok önemlidir. Kişinin sosyal konumu, içinde kahrolduğu toplum, muhattap olmak zorunda bırakıldığı insanlar ve mahkum edildiği yönetim biçimi… Biyosfer gerçekten büyük büyük baskılar altında. İnsan -ben dahil- hiç özgür değil. Çoğu insan dünyanın merkezini kendi yaşadığı ülke sanarken, kimi cins de tek bir cinsel yönelim biçimini benimsemiş ve gerisi onun için hastalık, kimi ebeveynler için bizim didindiğimiz sanatsal ya da sanat üstü eylemler “uğraş ama hobi olarak uğraş” tadında (yani oldukça ekşi), kimi ailede de aptal kutusu (TV) köleliği eşliğinde akşam yemeklerini yerken baktıkları savaş görünütleri için “Allah’ım sana şükürler olsun ülkemizin başımıza böyle bir olay gelmiyor” denilip kanal reklamlara çevriliyor, kimisi ise olanları mucizevi bir pencereden izliyor, izlediği filmlerin etkisi ile olsa gerek gerçekler de ona film gibi geliyor. Başkalarının acısına bakamıyor! İnsanlardaki bu dibe vurmuş algı/tepki sorunu hala devam ederken o kadar fotoğraf uğraşcısı, zanaatçısı neden hala mayına basıp ya da sarhış bir kurşuna merhaba deyip ölmek pahasına koşturuyor? Ne demiştim? İçimizdekiler demiştim değil mi?
Bir yazar, deneme, roman, eleştiriyi neden yazıyorsa, bir ressam tuvalinde mega piksellerle ölçülemeyecek hisleri neden bırakıyorsa ve bir karikatürüst baloncuğun içine neden sizi gülümsetecek iki kelam yazıyorsa, ‘biz’ fotoğraf uğraşçıları da o yüzden ışığı hapsediyoruz bir yerlere. Anlamlı ışınımlar yaratıyoruz. Kusuyoruz içimizdekileri! Ama dostum, anlamıyorsun! Teknoloji senin elinden o kadar çok şeyi aldı ki! Dikkati çekilmesi gereken noktayı teknoloji bambaşka bir yere çekti. Bir roman yazarına, “Bu romanı hangi bilgisayarda yazdın?”, “Handi marka daktiloyu kullandın?”, ”Yazı masan ne kadara maloldu?”, “Hangi baskı makinesinde bastırdın kitabını?” sorularını sorabilir misin? Teknoloji senin hakkında karar verebileceğin bir çok ‘teknik’ seçeneği elinden aldı, farkında mısın? Eğer derdin teknikse… Bu fotoğraf denen olayı bu kadar basit bir benzetmeye indirgedim. Çünkü fotoğraf konuşurken, düşünürken hiddetleniyorum, içimdeki yobaz bağırıyor anlamlı anlamsız! Burada noktalasam uygun olacak. Dünya insani kıyametine koşarken objektifi doğrultacak kurbanlar bulmak gerek. Belki de savaştaki en zararsız silah, sıkanın her kurşunu kendi bedenine sapladığı. Yazımı yine Josef Koudelka sonlandırıyor: “Burada yazdıklarım geçmişte ve şimdi de fotoğrafçılık karşısındaki duruşumu özetliyor; yarın bunların hiçbiri geçerli olmayabilir. Ne başkaları için kural koymak ne de kendimi kısıtlamak istiyorum. Yaşamım ve işim değişiyor olsa da temel ilgi alanlarımın farklılaşmadığının bilincindeyim. Herşeyin ötesinde, benim için en önemlisi çalışmayı sürdürmek…” Not: Biterken Nick Cave “Love Letter” çalıyordu. RIZA ŞAHİN
Ashes and Snow Fillerin Prensesine... Tam bir yıl önce kayboldum. O gün bir mektup aldım. Beni fillerle yaşamımın başladığı yere geri çağırıyordu. Lütfen aramızda bir yıldır süren sessizlik için beni bağışla. Bu mektup sessizliği kırdı. Sana yazacağım 365 mektubun ilki… Lawrance Fishburne’ nin sesi ile başlar. Bir adamın karısına yazdığı yılın her gününe bir tane gelecek şekilde hazırlanmış 365 mektup... Modern zaman kargaşası içerisinde, insanın doğan kopmuş olmasının yanında, adamın karısına yazdığı değil doğaya yazdığı 365 mektubun içerisindedir aşk. Huzur arayışı... bu arayış içerisinde doğaya olan aşkı içindir mektup, amaç mektup yazmak değil insanın doğa ile yüzleşememesinin korkusudur. ‘Bu anda bana gelirsen, dakikaların saat olur, saatlerin gün ve günlerin bir ömür olur.’ Hayatı, kendi için, ama yaptıkları bizler için önemli olan bir isim... Gregory Colbert .Çalışmalarını projeler şeklinde yürüten Colbert, sanat yaşamına Paris’te sosyal içerikli belgeseller yaparak başladı. ‘Ashes and snow’ (Küller ve Kar) projesi ile insanın hayvanlarla olan uyumunu ve iletişimini sofistik bir şekilde ele alır. İnsanların korkularının sınırlarını aşmasın da, doğanın bir parçası olduğunu kabullenmesindede, Colbert’in istediği uyumun getirisidir. Ekolojik bir dışavurum olan proje; insanın doğa ile barışını ve huzur kelimesinin gerçekliğini anlatır. Film’de fotoğraflarındada sepya tonları kullanması ekolojik bir hassasiyetin sonucu nu doğurur. Rastgele veya öylesine seçilmiş bir ton değildir. Toprağa olan özleminin etkileridir. ‘Tüy ateşe ateş kana kan kemiğe kemik iliğe ilik küllere küller kara’
Balinalar şarkı söylemiyor, çünkü bir cevapları var. Şarkı söylüyorlar, çünkü bir şarkıları var.
Colbert’in vizörü aynı zaman da bizim de gözümüz olur. Film de ve fotoğraflarında onun baktığına bakar, gördüğünü görürüz. Balina ile yüzme, fillerle dans, çita ile bekleyiş, kartal ile uçuş… İnsanlarla hayvanların beraber yaşadığını görme arzusu, bir Zen edası ile kurgulanmış ahenk... 30’un üzerinde ülke, farklı farklı coğrafya, 2.60*1.50 ebatlarında ikiyüz ün üzerinde fotoğraf ve taşınabilir sergi sistemi ile sunum. Çoğu geri dönüştürülebilir malzemelerle yapılmış sergi mekanı ve fotoğrafları ile de büyüleyici bir mekan oluşturmuştur. Tekniği orta çağa dayanan geleneksel Japon yöntemi ile özel Japon kağıtlarına basılmış olan sergi ekolojik tutarsızlığa da bir göndermedir. Bu yöntem in nasıl olduğu konusunda büyük bir sır perdesi vardır ve hala aralanamamıştır. İlk sergi 2002 yılında Venedik bienalinde İtalyan deniz kuvvetlerine ait büyük bir tersanede sergilenmiştir. Proje Rolex in sponsorluğunda gerçekleşmiştir. Önemli olan, gönülde ne yazılı olduğudur. Haydi mektupları yak ve küllerini kara ser. Nehrin kenarında, bahar geldiğinde ve kar eridiğinde ve nehir yükseldiğinde kıyısına geri dön. ve kapalı gözlerinle mektuplarımı tekrar oku. Bırak kelimeler ve imgeler vücudunu dalgalar gibi yıkasın. Ellerinle kulaklarını kapa ve mektupları tekrar oku. Cennet müziklerini dinle. sayfa, sonraki sayfa, sonraki sayfa... Kuşun yolundan uç. Uç... Uç... Uç...
Koruyucu filler, doğa orkestrasının tüm müzisyenleri ile birlikte... çalışma isteğimi duyabilir mi? Filin gözlerinden görmek istiyorum. Adımları olmayan dansa katılmak istiyorum. Dansın kendisi olmak istiyorum. Eğer daha yakına gelir veya daha uzağa gidersen söyleyemem. Yüzüne baktığımda bulduğum huzuru özlüyorum.
S.Duman