10 minute read
Cem GÜRDENİZ - Denizcileşmenin ideolojisi olarak Kemalizm
CEM GÜRDENİZ
Amiral Koç Üniversitesi Denizcilik Forumu Kurucu Direktörü
Advertisement
Denizcileşmenin İdeolojisi Olarak Kemalizm
Atatürk 1900 başında henüz Harbiye’de öğrenci iken sınıf arkadaşı Ali Fuat (Cebesoy)’a bir dal parçası ile toprak üzerine bugünkü Türkiye haritasını çizmişti. Erzurum kongresinin bittiği 8 Temmuz 1919 gecesi de sabaha karşı dava arkadaşı ve Heyet-i Temsiliye üyesi Mazhar Müfit (Kansu)’yu yanına çağırarak zaferden sonra hükümet şeklinin Cumhuriyet olacağını söylemişti. Kuracağı devletin sınırlarını 19 yaşında; yönetim şeklini 38 yaşında, ortada kurtulmuş bir vatan yokken dahi söyleyebilen bir liderdi.
Hedef Akdeniz
1 Eylül 1922 sabahı tarih sahnesine coşku ile çıkan Türk Ordularına yeryüzünü titreten emrini veriyordu: “Ordular ilk Hedefiniz Akdeniz’dir.” Bu, Anadolu’nun denizlerle buluşmasına yönelik bir jeopolitik direktif; Anadolu’nun Akdeniz ve okyanuslarla olan bağlarını koparan son 11 yıla ve Sevr zincirine bir başkaldırıştı. İkinci Adam İnönü’ye göre Gazi, bu emir ile meydan muharebesinin sonucunu ifade eden hedefi değil, Akdeniz siyasetinde ve uygarlığında Türk milletinin layık olduğu yüksek mevki hedefini göstermişti. Bu emir aynı zamanda kapitülasyonlara bir başkaldırı, kabotaj hakkını sahiplenmenin de bir manifestosuydu.
Denizci Türkiye ülküsü
Vefatından tam bir yıl önce TBMM 5. Dönem açılışında 1 Kasım 1937’de denizcileşme direktifini aşağıdaki konuşma ile veriyordu: “Denizcilik sadece ulaştırma işi değil, iktisadi iş olarak anlaşılacak ve tersaneler, gemiler, limanlar ve iskeleler inşa edilecek, deniz sporları kulüpleri kurulacak ve korunup geliştirilecektir. Çünkü, topraklarının üç bir yanı deniz olan bir ulusun sınırını, halkının kudret ve yeteneğinin hududu çizer. En uygun coğrafi konumda ve üç tarafı denizlerle çevrili olan Türkiye; endüstrisi, ticareti ve sporu ile en ileri bir denizci ulus yetiştirmek yeteneğindedir. Bu yetenekten yararlanmasını bilmeliyiz. Denizciliği Türk’ün büyük ulusal ülküsü olarak düşünmeli ve onu az zamanda başarmalıyız...”
Deniz, bağımsızlık ve özgürlük
Aslında deniz bağımsızlık ve özgürlük ideolojisinin temel kaynağıydı. Göçebe Türklerin Orta Asya’dan başlayan yolculuklarında vardığı Anadolu, Akdeniz’e kısrak başı gibi uzanan son sınırdı. Bu sınırı zorlamak gerekirdi. Karada yaşayan yerleşikler alışılmışı tercih ediyor ve ona ihtiyaç duyuyordu. Çoğunluk tarımla uğraştığından doğaya bağımlıydılar. Yağmurun yağmasını, rüzgârların düzenli esmesi önemliydi. O nedenle yeniliklere kapalı ve tutucu oluyorlardı. Yeniliklere, değişime, yabancılara ve risk almaya kapalıydılar. Deniz ise tehlikeden, yenilikten, cesaretten yanaydı. Pragmatizmi, liyakati, girişimciliği ve dünyaya açılmayı gerektiriyordu. Devrimci ve girişimci ruhun kaynağı olarak deniz, tarih boyunca devam eden yaşam diyalektiğinin de sınırıydı. Bu diyalektik deniz ile kara, denizci ile köylü arasındaki ayrımdan kaynaklıydı. Türkler denizcileşmeliydi. Denizcileşme Kemalizm’in varacağı en önemli nihai varış limanlarından birisiydi.
Önce Cumhuriyet
Ama başlangıçta bu çok uzak bir hayaldi. Önce Cumhuriyet kurulmalı, sonra o temel üzerine laik, üniter bir ulus devlet inşa edilmeli ve bu devlet devrimlerle şekillendirilmeliydi. Esas olan Cumhuriyet’ti. Önce Cumhuriyet güçlendirilmeliydi. Devrimler ve son aşamada demokrasi onun üzerinde ilerleyebilsin. Cumhuriyet’in ve onun temeli olan vatan ortadan kalktığı bir ortamda demokrasiden zaten bahse
dilemezdi. Mustafa Kemal hayallerini tek tek gerçekleştirdi. Denizle buluşan Anadolu coğrafyasını 11’inci yüzyıldan sonra anayurt seçerek bu coğrafyadan imparatorluk geliştiren, ancak dostu denize sırtını çevirdiğinde yok olma aşamasına gelerek 9 yüzyıl sonra ilk kez işgale uğrayan Türklerin anavatanını kurtaran Mustafa Kemal, kurtuluşu tamamladıktan sonra önce saltanatı kaldırdı. Tam bir yıl sonra da Cumhuriyeti ilan etti. Avrupa’nın 700 yılda yaptığını böylece büyük taarruzdan bir yıl sonra yaptı. Böylece 1500 yıllık tarım ve din toplumunu yönetme hakkını hanedan soyundan halka verdi. Daha sonra 15 yıla sığdırılan kuruluşun büyük devrimleri ile orta çağ aşamasındaki ümmet toplumunu, 20. yüzyılın modern ulusuna dönüştürmeyi başardı.
Cumhuriyet ve Kemalizm
Bu kazanımların temeli Cumhuriyet; devrimlerin enerjisi de Kemalizm idi. Evet Kemalizm bir ideoloji idi. Sürekli devrimlerin ideolojisi. Bu kısacık süreçte başarılanları temsil eden Kemalizm, toplumsal hiçbir sınıfa tek başına dayanmıyordu. Arkasında ne liberalizmin tüccar, sanayici burjuva sınıfı; ne sosyalizmin işçileri vardı. Çünkü bu sınıflar başlangıçta ya yoktu ya da yeteri kadar gelişmemişti. Evet bir devrim yaşanmıştı. Ancak ülkenin nesnel şartları gereği devrimin niteliği sınıfsal değil, ulusaldı. Bu nedenle cumhuriyet devriminin genel karakteri modern bir ulus devletin inşasıydı. İşte Kemalizm bu sürecin ideolojisiydi. Maalesef dünya tarihinin en büyük ve görkemli ulusal demokratik devriminin ideolojisi özellikle 12 Mart 1971 askeri müdahalesi sonrasında unutturuldu. Diğer izm’lerle benzeşmemesi için bu görkemli kavram ve kelime yerine Atatürkçülük kullanıldı. Liberal ve sosyalist İdeolojilerden farklı olarak Kemalizm’in onlar gibi geniş bir siyasi ve iktisadi külliyata sahip olmaması Deniz Endüstri
(36 sayı çıkan Kadro Dergisi de bu açığı kapayamadı); teoriden pratiğe değil; doğrudan koşulların dayattığı bir pragmatizm ve pratik olması, Türk aydınlarını kalıpların dışına çıkaramadı ve onlar da yüksek komutanlığın Kemalizm’i unutturmasına zımni onay verdiler. Kemalizm üç ayak üzerinde yükseldi: Bunlar bağımsızlık, laiklik ve kamuculuk idi. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran siyasi parti olarak 9 Eylül 1923’de kurulan CHP, parti ideolojisinin temeli olarak 1927’de Cumhuriyetçilik, Halkçılık, Milliyetçilik ve Laiklik olarak tanımlanan dört ilkeyi, 1931 yılında da Devletçilik ve Devrimcilik ilkelerini Altı Ok sembolü ile parti programına ekledi. Böylece Kemalist ideolojinin Fransız ve Sovyet devrimlerinden etkilenen altı prensibi ortaya çıkmış oluyordu.
Mucize reçete: Kemalist Cumhuriyet
Aslında bu mucize bir reçete idi. Gerçekte bugün Çin mucizesine baktığımızda bile Altı Ok prensiplerinin her birini görmüyor muyuz? Siyaset Bilimci, Profesör Sadun Aren zamanında şöyle demişti: “Esas olan yoldur, molalar yola dahildir.” Planlamacı Profesör Bilsay Kuruç da Türklerin uzun yürüyüşünün 19 Mayıs 1919’da başladığını söyler. Bu yürüyüş bitmeyecek bir yürüyüştür. Bu yürüyüş devam ediyor. Molalar olsa da durmayacak bir yürüyüştür bu. Varacağı liman denizci Türkiye limanıdır. Türkiye’nin bu amaca erişim için şu an ihtiyacı olan Cumhuriyet’i güçlendirmektir. Cumhuriyet’in kurumsallaşmasını korumak ve geliştirmek esastır. Halen pek çok Atatürkçünün neoliberal çağın moda kavramı “Ben Sosyal Demokratım’’ söylemi uzun yürüyüşün asıl mayası olan ve temelde yurt sevgisinden gücünü alan Cumhuriyet ve Kemalizm ikilisinin birlikteliğini kıramaz. Bu birliktelik Türkiye’yi 21’inci yüzyılda daha bağımsız ve daha güçlü kılacak ve Atatürk’ün hayali olan denizcileşmeyi hızlandıracaktır. Türkiye gemisi, uzun yürüyüşünde Anadolu’yu Mavi Vatan ile buluşturacak Kemalist Cumhuriyetçi rotadan şaşmamalıdır.
UMUR UĞURLU Deniz Lojistiği Yöneticisi / Uzakyol Kaptanı umurugurlu@umurugurlu.com
Scrubber Heyecan Bitti mi?
Bu yılın başı denizcilikte çevreci adımlar için kilometre taşlarındandı. Zira, Uluslararası Denizcilik Örgütü’nün (IMO), deniz taşımacılığından kaynaklı sera gazı emisyonlarını azaltmak için belirlediği yeni regülasyonları 1 Ocak’ta devreye almış, buna göre, gemilerde kullanılan yakıtlardaki yüzde 3,5 olan küresel kükürt üst sınırı yüzde 0,50’ye indirilmişti.
Kurala uymayan armatörlere yüksek cezalar ve büyük yaptırımlar uygulanmaya başladı. Bazı armatörler gemileri satıp, daha çevreci gemilerle filoyu yenileme atağına geçti. Armatörler ise filoyu yenilemek yerine maliyeti gemi başına 1,5 milyon doları aşan emisyon azaltıcı ‘scrubber’ gibi baca gazı yalıtım cihazı taktırmayı tercih etti. Sistem gemi bacasından çıkan dumanı filtreleyerek havaya verilen sülfürü minimize ediyordu. Ya da gemi işletmecisinin diğer seçeneği VLSFO (very low sulphure fuel oil) olarak adlandırılan çok düşük sülfürlü yakıtların kullanımı idi. Tercihini VLSFO’dan yana kullanan işletmeciler tarafında zamanla gemi makinesinin bu aksama uygun olmama veya karışım yakıtların kullanımı ile yakıt tankında kalan yakıtla yeni yakıtın uyumsuzluk oluşturması ve silindir yağının bu yakıtlar için yeterli deterjan özelliği olmaması gibi sorunlar gündeme geldi.
tajlarına olan talebi azalttı. Küçük ve orta tonajlı gemi sahipleri scrubber yerine sülfür oranı yüzde 0,5 olan yakıtlara yöneldi. IMO’nun uygulamaya koyduğu kuralların sektörü hazırlıksız zamanında yakalamış olması bir olumsuzluk olsa da yakıt sektörü ve rafinerilerin hızlıca harekete geçmesi düşük sülfürlü yakıtın tedariğinde başta sorunlar oluştursa da sonrasında armatörlerin scrubber düşüncelerine tümüyle olumsuz yaklaşmasına neden oldu.
Dolayısıyla tercihini scrubber olarak kullanan işletmecilerin scrubber yatırımları, bakım onarım faaliyetlerinde bulunan tersanelere de yeni bir iş alanı yarattı. Ancak petrol fiyatlarındaki hızlı düşüş ve piyasada sülfür oranı yüzde 0,5 olan yakıtların yayınlaşması sucrubber monDeniz Endüstri Şu anda sektörde gözüken şudur ki büyük tonajlı ve yakıt sarfiyatı fazla olan gemiler, scrubber yatırımı yapmaya devam ediyor. Ancak orta tonajlarda ve gemi sayısı görece olarak az olan gemi sahipleri bu yatırımı şimdilik ertelemiş durumdalar. Bugün tersanelerde de
vam eden scrubber yatırımları, ekipmancılarla önceden yapılmış sözleşmeler ve verilen taahhütler nedeniyle, bu sözleşmelerden dönülemediği için satın alınan cihazların gemilere montaj çalışmaları ile sınırlı kalmakta ve petrol fiyatlarının geldiği seviye ile scrubber yatırımının finansmanı arasında, scrubber’ı tercih ettirecek oranda makas açılmadığı ve fiyat farkı yatırımcıyı kurtarmadığı için, düşük sülfürlü yakıt kullanma tercihi öne çıkmaktadır.
Düşük sülfürlü yakıtlarda ikmalin yapıldığı yere göre olumsuz sonuçların ortaya çıkabileceği açıktır. Zira laboratuvar testlerinden geçmemiş düşük sülfürlü yakıtlar gemide makine hasarlarına neden olarak pistonlar, ana makine gibi önemli aksamlar ciddi zararlar görmesi riskine neden olmaktadır. Çünkü genelde yakıt aldığınızda sorunlu yakıt olduğunu başta anlayamayabiliyorsunuz ve yakıt analizinde de büyük sorunlu göstergeler olmuyor. Yakıtların 2017 kurallarına uygun olması gemi işletmecisini şansa bırakıyor. Belirli bir standart kalıba oturtulmadığı için VLSFO yakıtlarının üretiminde kullanılan farklı metodların ve yakıt içinde bulunmaması gereken “volatile organic compound” gibi maddeler farklı yakıtların birbiri ile uyumsuzluklarını oluşturmaktadır.
Ancak şu da bir gerçek ki petrol fiyatlarının düşük seyretmesi ve Covid - 19 nedeniyle tüm dünyada baş gösteren ekonomik durgunluk nedeniyle VLSFO arzı konusunda bugün sektör çok daha iyimserdir. Kısa vadede fiyatlar dengeye geldiğinde ve VLSFO bulunabilirliği arttığında, gasoil ve VLSFO fiyat farklarının anlamlı yerlere oturmasıyla, armatörler VLSFO’ya daha fazla yönelecektir.
Özellikle kalitesiz düşük sülfürlü yakıt ile ilgili tedbirlerin alınması gerekliliği bulunmaktadır. Önemli bir çözüm direkt olarak rafinerilerde VLSFO üretilmesi olsa da bunun kısa sürede dünya da yaygınlaşması oldukça zordur. Şu anda VLSFO’yu elde edebilecek rafineriler, dünyada henüz yeterli sayıda olmaması nedeniyle hala bir arz problemi çok net olarak görünüyor. Bu ürünü blending yolu ile (motorin, bazı katkılar ve kimyasallar ile kükürtü düşürmek) yapmanın maliyeti de düşük değil. Dolayısıyla scrubber fiyat ve montaj bedellerinin yakın vadede düşüşü söz konusu olmaz ise “ballast water treatment system” montajları bittikten sonra tersaneleri zor zamanlar bekleyebilir ve geçtiğimiz yıl yaşadığımız scrubber heyecanı hızlı şekilde sönümlenebilir. Bununla birlikte scrubber kullanacak olan gemilerin 2020 sonrasında HSFO yakıt tedarikinin ikmal güvencesini de iyi değerlendirmeleri gerekmektedir.
Tüm denizcilere Allah selamet versin.
Konteyner Gemilerinde Kapasite Olarak Scrubber Kullanan Gemilerin Durumu (2)
Kaynak:
(1) Alphaliner Bülten no.29 (2) Alphaliner Bülten no.29
‘Yüzen Kışla’ Anadolu, Türkiye’yi Denizlerde ‘Küresel Güç’ Haline Getirecek Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank, Türk Silahlı Kuvvetlerinin deniz aşırı askerî harekât ve insani yardım operasyonu kabiliyetlerini artıracak, Çok Maksatlı Amfibi Hücum Gemisi Anadolu’nun inşasının sürdüğü Tuzla Sedef Tersanesi’nde incelemelerde bulundu. Türkiye’de üretilen en büyük geminin yapım çalışmaları hakkında bilgi aldı.
“Yüzde 70 yerli katkı taahhüdü”
Anadolu Projesi’nde yüzde 70’e yakın yerli katkı taahhüdü bulunduğunu belirten Varank, bunun üçte birlik kısmının KOBİ taahhüdü olması sebebiyle yurt içindeki KOBİ’lerin ve tedarikçilerin de projede kritik rol oynadığını ifade etti.
Varank, taktik sınıfı insansız hava araçlarının (İHA) bile dikey iniş-kalkış olmadan bu gemiden kalkmasının mümkün olabileceğine işaret ederek, “Bu gemi küresel güç olma yolunda Türkiye’ye önemli kabiliyetler kazandıracak. Yapımı oldukça hızlı ilerliyor.” dedi.
“Bu büyüklükteki gemileri kendi tasarımımızla üreteceğiz”
İlk geminin tasarımının yabancı olduğu bilgisini veren Varank, “Bundan sonraki dönemlerde kendi özgün tasarımlarımızla bu tip gemileri üretmenin yollarını, çarelerini bulacağız. Bu sınıfta gemileri de inşallah bundan sonra tasarımı da dahil olmak üzere kendimiz üretebilmeyi hedefliyoruz. Bu yönde bir kabiliyetimiz var. MİLGEM Projesi ile savaş gemilerimizi kendi tasarımlarımızla tamamen yerli ve milli olarak üretebiliyoruz.” diye konuştu.
Anadolu, 232 metre uzunluğa ve 32 metre genişliğe sahip bulunuyor. 58 metre yüksekliği olan gemide 1410 metrekarelik ağır araç güvertesi yer alıyor. Gemide ayrıca, 1165 metrekare gemi havuzu, 1880 metrekare hafif araç güvertesi, 6 iniş alanı ve uçuş rampasına sahip 5 bin 440 metrekare uçuş güvertesi ve 900 metrekare hangar bulunuyor.
Gemi, görev grup gereksinimlerine bağlı olarak, dikey iniş-kalkış yapabilen 6 savaş uçağı, 4 Atak helikopteri, 8 orta yük nakliye helikopteri, 2 Seahawk genel maksat helikopteri ve 2 İHA dahil 30 hava aracını taşıyabilme kapasitesi barındırıyor. Bununla birlikte, bu araçlar için gerekli altyapı ve orta seviyede bakım ihtiyaçları da gemide karşılanabiliyor.
Yüzen kışla
Anadolu, 1 amfibi tabur ile gerekli muharebe ve destek araçlarını ana üs desteği olmadan kriz bölgelerine taşıyabilecek ve tüm denizlerde kullanılabilecek. Havuzunda taşıyacağı çıkarma araçlarıyla operasyonlara katılabilecek gemi, envanterdeki en ağır NATO helikopterleri ile dönebilen rotorlu hava araçlarının gece ve gündüz operasyon yapmasına olanak sağlayacak bir uçuş güvertesine sahip olacak. Geminin uçuş güvertesinin baş tarafında, uygun hava araçlarının kısa mesafede kalkışını sağlayacak uçuş rampası bulunacak. Gemi üzerinde 1 adedi NATO için tahsis edilebilecek 3 savaş harekât merkezi bulunacak ve yüzen kışlada en az 1223 personel görev yapabilecek.
Gelecek yıl teslim edilecek
“İnşa Başlangıç Töreni” 30 Nisan 2016’da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın katılımıyla gerçekleştirilen Anadolu, ilk olarak Mayıs 2019’da yüzdürülmüş, akabinde sevk sistemi montajlarının yapılması için havuza alınmıştı. Bu yıl şubat ayında ana tahrik ve sevk sistem entegrasyonunun tamamlanmasını takiben tekrar yüzdürülen geminin 1 Temmuz’da Liman Kabul Testleri başladı. Liman ve deniz testlerinin tamamlanmasının ardından, Anadolu’nun gelecek yıl Deniz Kuvvetleri Komutanlığına teslim edilmesi planlanıyor.
Bakan Varank’a ziyaretinde, TURKON Holding ve Sedef Gemi İnşaatı AŞ Yönetim Kurulu Başkanı Nevzat Kalkavan, yönetim kurulu üyeleri Orkun Kalkavan ve Alkın Kalkavan, Yönetim Kurulu Üyesi ve Genel Müdür Erkan Mete, Satın Alma Müdürü Kâşif Kalkavan ve Savunma Sanayii Projeleri Müdürü Selim Buğdanoğlu eşlik etti.