Lise_Postasi_Sayi_9

Page 1

MERSİN GAZİ ANADOLU LİSESİ

NO 9

BAHAR 2015

ISSN: 130B-996X

TÜRKİYE'DE KADIN OLMAK söyleşİ

ERCAN KESAL DOSYA

DİDEM MADAK ZEHRA ARSLAN / TUĞBA KARAASLAN / TOLGAHAN KÖÇMEZE / ŞULE SARIZAYİM / ŞERİFE DEMİRCAN / SÜLEYMAN SERTDEMİR / SİDAL ABA SEVDANUR KILINÇ / SERHAT ERTAŞ / SERCAN KURT / SENA ÖZGENDİ / SEMA ERCAN / RONAY KISACIK / ÖZLEM ÜREN / ÖZGE GÜL ŞAHİN OZAN OKTAY AVCU / NURAY KARACURA / MÜGE ELBİR / MERVE AYDOĞAN / MELTEM BAL / MELİKE KENGER / KEMAL UMUT GÜLŞAN İREM TURUNÇ / İPEK ULU / HİLAL UYSAL / HİLAL DOĞAN / HATİCE TEMUÇİN / HASAN YOLDAŞ / HALİL İBRAHİM ÖZCAN / GAMZE KOÇAK EMİNE ERÇİN / ELİF KÖK / DERYA DEMİR / ÇİĞDEM DEMİR / CEREN SU SERTTAŞ / CEMİLE BOYVATLI / BURCU ÖZTÜRK / BİLGE YÜKSEK BİLGE SUDE YENİN / BEYZA BAL / BETÜL BORCAKTEPE / AYŞEGÜL ATEŞEYAN / ARİF YAŞAR / ALİ KAYA AY / AHMET USLU / AHMET DURU


LPliSEPOSTASI

2

B

ir kışı daha atlattık ve tam da zamanında yine sizlerle Lise Postası!

Mevsimlik Edebiyat Dergisi Mersin Gazi Anadolu Lisesi Yayınıdır

Mayıs 2015/9 ISSN:130B-996X

Okul Adına Sahibi Musa Malkoç (Okul Müdürü)

Kışımız kurak geçti, zorlu geçti. Fazlaca üşüdük. Çünkü yitenlerimiz oldu, gidenlerimiz. Yenilendik, silkelendik bahar ile. Ve yine son damlasına kadar edebiyat ile şiir ile karşınızda değil, tam da yanınızdayız! Peri Gazozu’ndan yudumladık: Ercan Kesal ile zamanda, geçmişte, anlarda, anılarda, yaralarda ve insanlıkta bir yolculuk yaptık. Yazarken tüm yaralarının kabuğunu tek tek nasıl kaldırdığını anlattı bizlere.

Genel Yayın Yönetmeni ve Yazı İşleri Deniz Gönüllü

Bu kış bir çınarı uğurladık. Bu kış “Bu Dünyadan Güzel Bir Adam Geçti: Yaşar Kemal!”. Çukurova’nın sesi kısıldı sanki. Şimdi satırların boğazında bir düğüm, Yaşar Kemal’i arıyor. Bize de yaptıkları, yazdıkları ve söyledikleri ile anmak kaldı.

Editörler Emine Erçin Tolga Yaygın Nilgün Karayılan

Boynu bükük bir Ah’lat ağacından topladığımız meyvelerle geldik. “Şiir ve kadın olur da Madak olmaz mı?” dedik. Güzel ama kelimeleriyle daha da güzel Didem Madak’ı anlattık. Grapon Kağıtları’ından, ‘çiçekli şiirler’inden bahsettik.

Yayın Kurulu Tuğba Karaaslan (12. Sınıf ) Betül Borcaktepe (10. Sınıf ) Şule Sarızayim (10. Sınıf ) Yazı İnceleme Kurulu Kemal Ali Timuroğlu, Mehmet Karabıyık Deniz Gönüllü Halkla İlişkiler Kadir Soğuksu Düzelti Tolga Yaygın, Emine Erçin, Zülfü Gül Yönetim ve Yazışma Mersin Gazi Anadolu Lisesi Akdeniz/Mersin Telefon ve Belgegeçer: 0324 336 40 74 e-posta: lisepostasi@gmail.com web: www.magal.meb.k12.tr www.lisepostasi.blogspot.com facebook.com/LisePostasi twitter.com/lisepostasi Dizgi Burcu Öztürk, Ahmet Duru Grafik Tasarım Deniz Gönüllü Kapak Görseli Gaelle Boissonnard Baskı Anadolu Yayıncılık Basım Tarihi ve Adedi 20 Mayıs 2015 / 750 >Gönderilen yazılar yayımlansın yayımlanmasın iade edilmez. >Yayımlanan yazıların sorumluluğu eser sahiplerine aittir. >Gazetemiz, Şubat 2005 tarih ve 2569 sayılı Tebliğler Dergisinde yayımlanan “İlköğretim ve Ortaöğretim Sosyal Etkinlikler Yönetmeliğine (Madde 24)” uygun hazırlanmıştır. 13.01.2005 tarih ve 25699 sayılı R.G.)

Kadın demişken dünyanın en zor işine de değindik: Türkiye’de Kadın Olmak! Yaşama hakkının, sorgusuz ve sebepsizce nasıl elinden alındığına şahit olduk Özgecan’ın bu yıl. Daha da canımız yanmasın dedik, böyle giderse daha çooook yanacağını bildiğimiz halde. Sorduk, soruşturduk, dinledik... Bir sırrın vardı elbet, sakladığın içinde bir yerlerde. Döktük hepsini birer birer. Pişmanlıkların, keşkelerin… Onları da unutmadık. İş işten geçti belki ama yine de yazmak için hiçbir zaman geç değildi çünkü. Kelimeleri lime lime ettik, kelimelerin farklı pencerelerinden el salladık her birinize. Bir Lise Postası geleneğini es geçemezdik: Şiir atölyemizden dizeler getirdik. Öykülerle, denemelerle, şiirlerle iç dünyamızda bir yolculuğa çıktık. Yaralarımızı edebiyatla saralım istedik. Dileriz hepiniz “Pötikareli gömlekler gibi neşeli, İri dişli iki mısır koçanı kadar Mutlu ve yan yana” olursunuz. Keyifle okumalar… *** NOTLAR / AÇIKLAMALAR / HABERLER * Bu yıl 1-5 Haziran 2015 tarihleri arasında 4. sünü hayata geçireceğimiz Genç Günler Festivali’nde kültür, sanat, bilim ve spora dair 31 etkinlik yer alıyor. Etkinlik programına facebook.com/GencGunlerFestival adresinden ulaşabilirsiniz. * Gazi Anadolu Lisesinin son kitap okuma istatistiği kişi başı15,3. Bu okuma oran, ülke ortalamasının 153 katı. * Öğretmenimiz Zülfü Gül yönetimindeki Kısa Film Topluluğumuz üç kısa film çekti. “Yerçekimli Kitap”, “Gemiler Kalkar Yüreğimden” ve “Artık Yeter” adlı filmler izleyicilerle buluştu, buluşuyor. * “Engelliyi Anlamak” konulu kompozisyon yarışmasında Tuğba Karaaslan ve Ebru Şilan Keser, il genelinde önemli dereceler elde ettiler. * Kütüphaneler Haftası’nı etkin bir biçimde kutladık. 12 etkinlikli sözcüklerle dolu haftayı, Yaşar Kemal’e adadık. * 70’incisi düzenlenen Yunus Nadi Ödüllleri’nde yılın öykücüsü Mübarek Kadınlar kitabıyla Gaye Boralığlu oldu. Gaye Boralıoğlu, geçtiğimiz ekim ayında okulumuza konuk olmuştu. * 2013 yılında okulumuza konuk olan Murat Özyaşar uzun bir aradan sonra ikinci kitabını “Sarı Kahkaha” adıyla yayımladı. Kitap kısa zamanda ikinci baskıyı yaptı bile.

Lise Postası


LPliSEPOSTASI

3

“Mesele sadece kadın erkek çatışması ya da sadece kadına uygulanan şiddet değil, emeğe, akla, iyiliğe, vicdana uygulanan şiddettir.” Söyleşi MELİKE KENGER* “Geçmişi anımsadıkça, kendimi de daha iyi tanıyordum doğrusu. Belleğim üzerinden, ama artık bugünkü aklımla yeniden okuduğum geçmişim, hikâye olarak kâğıda döküldüğü her seferinde, yeniden şaşırtıyordu beni. Tüm bunları ben mi yaşamıştım Tanrım?” diyorsunuz. Geçmişi hikâye etmişsiniz. Ama yaşadıklarınız yıllar sonra farklı sözcüklerle, farklı mekân ve yüzlerle yeniden karşınıza çıkmış. Peri Gazozu’nu okurken biz çok şaşırdık: İnsan nasıl olur da bu kadar çok hatırlayabilir? Bu kadar hatırlamak canınızı yakmıyor mu? Zannederim hepimiz için de geçerli bu. Yani, herkes çok hatırlayabilir, bunu mümkün kılacak fazlasıyla yaşanmışlık vardır zihnimizde. Ama, onun açığa çıkmasına ve bizimle hemhal olmasına müsaade etmiyoruz. Belki yüzleşmek işimize gelmiyor olabilir. Bir de, insan bilinci olumsuz anları unutmaya, yok saymaya, hiç olmazsa bastırmaya eğilimlidir. Ben, tam aksini tercih ettim. Yazılarımı oralardan beslenerek yazıyorum ve bu bana iyi geliyor. Canım yanıyor mu? Şöyle cevap verebilirim; evet, doğru, insanın yaralarının kabuğunu kaldırmak gibi bir şey yaptığım, ama onların şifası da aynı yerde! “Adımızı sorarız birine, o bize adını söyler” anlatınızda, yaşlı bir kadın annenize adını sorduktan sonra annenizin cevabı üzerine “Kim sorarsa kendi adını söyleme.” diyor. Günümüze gelmek istiyorum. Kadın kendi adını yine korkusuzca söyleyemiyor. Kıyımlar,

cinayetler, her türlü şiddet. Kadının bu denli hırpalandığı bir toplumda insan umudunu yitiriyor. Sizce kadınlar ne yapmalı, erkekler ne yapmalı, ikisi birlikte ne yapmalı? Kendi eğitim yolculuklarımdan söz ederek ve genel bir tarif yaparak cevaplayayım bu soruyu: Tıp eğitimi bana insan vücudunun tarihsel sürecini, psikoloji eğitimi aklın ve bilincin dinamiğini, antropoloji ise tüm bunlara tarihsel bir perspektiften bakabilmeyi öğretti. Bu yüzden, hiç karamsar olmadım. Anaerkil toplumların ve yönetim biçimlerinin yüzlerce yıl hüküm sürdüğü zamanları da olmuştur dünyanın. Hala üzerinde yaşadığımız, adına ‘’Anatolia’’ denen bu kadim toprakların simgesi de bir kadın vücududur, biliyorsun. Hiç umudunuzu yitirmeyin. Bu dönemler geçer gider. Asıl olan inançtır, cesarettir, mücadeledir. Hiç bir şey bilmiyorsam bile, ebemi, anamı, karımı tanıyorum. Bu bile yeterlidir kadına dair inancımı tazelemeye. Nihayetinde, mesele sadece kadın erkek çatışması ya da sadece kadına uygulanan şiddet değil, emeğe, akla, iyiliğe, vicdana uygulanan şiddettir. Çare de, bunlara sahip çıkmaktır. “Dedemden öğrendiğim, “insan olmak” kendi mutlu olduğun şeyleri yanındakilere de iletmektir.” diyorsunuz bir anlatınızda. Yine “Ceket çıktığında” anlatınızda amcanız babanızı, “kendin gibi çarıklılarla otur, ne işin var iskarpinlilerin yanında” diye uyarırmış. Geçmişten bugüne her şeyi iyi gören Ercan Kesal’e sormak isteriz: Ne

zaman yan yana yaşamaktan büyük bir mutluluk duyacağız? Ne zaman Anadolu’yu paylaşmayı öğreneceğiz? İnsanlık tarihi, mazlumlarla zalimlerin mücadeleleri tarihidir. Haksızlık ve zulüm hep vardı, ama buna karşı mücadele de hep oldu. Bundan sonra da olacak. Demek ki, iyi ve güzel şeylerin bedeli ağır. Zahmetsiz yemek olmaz. Yeter ki iyiliğe olan inancımızı kaybetmeyelim. Bizler, geçip gideceğiz bu topraklardan; tıpkı bizden önce gelip gitmiş binlerce uygarlık gibi, yaşayıp ölmüş milyonlarca insan gibi. Ama yeryüzü kalacak; Anadolu kalacak. Hiç bir zaman sonsuza kadar sahip olamayacağımızı bildiğimiz bir şeyin kavgası yerine, üzerinde olduğumuz sürece orayı bizden sonrakilere daha güzel bırakmayı öğrendiğimizde, bir şeyler yoluna girecek zannederim. Doktorluk, yazarlık ve sinemacılıktan yapılmış üç şapkanız var. Bir şapkadan diğerine geçmek mi yoksa hepsini bir arada taşımak mı yaptığınız? Hepsini bir arada taşımak. Hepsiyle birlikte yaşamak. Aslında, yaşarken hiç de birbirinden bağımsız birimler gibi algılamıyorum bunları. Oynadığım gibi yazıyor, yazdığım gibi yaşıyor, yaşadığım gibi de hekimlik yapıyorum. Hepsi de birbirini etkiliyor, birbirinden etkileniyor. Peri Gazozu’nda yer yer geçen “Cemile” adını tercih etmenizin bir hikâyesi var mıdır? Çocukluğumda ve çok erken tanıştığım yazarlardan birisi Cengiz Aytmatov’dur. Kırgız asıllı bir yazar. Bizde herkesin bildiği ‘’Al


LPliSEPOSTASI Yazmalım Selvi Boylum’’ filmi de onun bir hikayesinden uyarlanmıştır. Cengiz Aytmatov’un, kitaplarının birinde ‘’Cemile’’ isimli bir öykü vardı. İlk okuduğumda fazlasıyla etkilendiğim ve hiç unutamadığım bir öyküdür. Galiba o öyküden sonra, hayatımdaki tüm kadınların adını, ‘’Cemile’’ koymaya başladım. “Korkma, bırak ellerini” başlıklı anlatınızdan hareketle sormak istiyorum: Bazı cümleler bütün bir ömre eşlik ediyor. Ömür mü yoksa cümleler mi daha uzun? Şimdi sana Mario Vargas Llosa’dan bir alıntı yapacağım; sorunun cevabını o verecek: “...Varlıklar ve hikayeler uydurmaya yol açan yazarlık mesleğinin başlangıç noktası olan zamansızlık eğiliminin kaynağı nedir? Cevabı belli: Başkaldırı. Kendi kurguladığı yaşamları gerçekliğe yeğleyen kişi böylece hem yaşamı ve gerçek dünyayı olduğu gibi görmeyi dolaylı yoldan eleştirip reddettiğini, hem de bunların tersine kendi hayalinin ve tutkusunun ürünlerini koyma arzusunu belirtmiş olur... Kurmaca derin bir gerçekliği gizleyen bir yalandır; erkek ve kadınların yaşamlarının belli dönemlerinde sahip olmak isteyip olamadıkları için uydurmak zorunda kaldıkları, yaşanmamış bir yaşamdır. Yaşamın gerçekliğine samimi bir memnuniyetsizlikle karşı koymanın ürünü olan kurmaca, aynı zamanda huzursuzluk ve memnuniyetsizliğin de kaynağıdır. Gerçek dünyanın karşısında duyulan, iyi edebiyatın yüreklendirdiği bu huzursuzluk belli koşullar sağlandığı takdirde otoriteye, kurumlara ve kurumlaşmış inançlara karşı bir başkaldırıya da dönüşebilir...” Ez cümle; asıl olan hayattır. ‘’Bütün sanatlar en büyük sanat olan yaşama sanatına hizmet ederler...’’ Ah!met Erhan dersek?... Ahmet Erhan, Türkçeyi çok iyi bilen ve kullanan, fedakar, naif, iyi yürekli bir insandı. Dünyanın en iyi şairlerinden biriydi. Benim de dostum ve kardeşimdi. Üç kitap, üç öykücü ve üç film? Kitaplar: *Rafael Alberti: Yitik Koru / *J. Steinbecek: Bitmeyen Kavga / *Dostoyevski: Karamazof Kardeşler 3 Öykücü: Çehov, S.Faik Abasıyanık, Refik Halit Karay 3 film: Dekaloglar (Kieslowski), Umut (Y. Güney), A. Rublev (Tarkovski) Lise ve edebiyat dersek ne dersiniz? (Zafer Bey’den haberdarız.) Lise yılları... İlk gençlik... Her şeyin ilk yaşandığı yıllar... Dünyanın en saadetli yılları. Ama ne yazık, yaşlanınca fark ediyorsunuz!.. Edebiyat da öyle. Matematik-Biyoloji bölümü öğrencisiydim ama, en arka sıraya oturup, akrostişli romantik şiirler yazmak en mutlu olduğum anlardı...

Ercan Kesal, (d. 1959, Avanos) Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden 1984 yılında mezun oldu. Keskin Devlet Hastanesi, Bala ve köylerinde Sağlık Ocağı hekimliği yaptı. Daha sonra özel hastane sektörüne girdi. Nuri Bilge Ceylan'ın Uzak filmiyle oyunculuğa adım attı. Bir Zamanlar Anadolu'da filminde Ebru ve Nuri Bilge Ceylan'la birlikte yazdığı senaryo; 2011 yılında Asia Pacific Screen Ödülleri'nde "En İyi Senaryo" dalında ödüle aday gösterildi. Eserleri: Peri Gazozu, İstanbul: İletişim 2013; Evvel Zaman, İstanbul: İthaki 2014 Filmografi: Ben O Değilim : Tayfun Pirselimoğlu – 2013; Hükümet Kadın 2 : Sermiyan Midyat – 2013; Ben de Özledim : Onur Ünlü – 2013; Sen Aydınlatırsın Geceyi : Onur Ünlü – 2013; Yozgat Blues: Mahmut Fazıl Coşkun – 2013; Hükümet Kadın : Sermiyan Midyat – 2012; Küf : Ali Aydın – 2012; Bir Zamanlar Anadolu'da : Nuri Bilge Ceylan – 2011; Albatrosun Yolculuğu : Cengis Temuçin Asiltürk – 2010; Vavien : Yağmur Taylan\Durul Taylan – 2009; Üç Maymun : Nuri Bilge Ceylan : 2008; Uzak : Nuri Bilge Ceylan – 2002 Ödülleri: 20. Altın Koza Film Festivali, 2013, En İyi Erkek Oyuncu, Yozgat Blues; Slovakya Art Film Festivali, 2013, En İyi Erkek Oyuncu, Küf; 32. Uluslararası İstanbul Film Festivali, 2013, En İyi Erkek Oyuncu, Yozgat Blues; 44. Sinema Yazarları Derneği Ödülleri, 2011, En iyi yardımcı erkek oyuncu performansı, Bir Zamanlar Anadolu'da; 44. Sinema Yazarları Derneği Ödülleri, 2011, Mahmut Tali Öngören en iyi senaryo, Bir Zamanlar Anadolu'da; 1. Yeşilçam Film Akademisi ödülleri, 2011, En iyi senaryo, Bir Zamanlar Anadolu'da; 14. Sadri Alışık Ödülleri, 2009, En iyi yardımcı erkek oyuncu, Üç Maymun; 2009 Yeşilçam Ödülleri, 2009, En iyi senaryo, Üç Maymun

4

Maviye Gazel ŞERİFE DEMİRCAN* Seni her düşündüğümde kalbime ışığını senden almış bir yıldız çiziyorum. Özlediysen sor, unuttuysan hisset, bak ama görme, ama bil burada olduğumu. Yüreğimin bahçesinde körebe oynuyoruz ıssız bucaksız maviliklerde arıyorum seni. Bul hadi beni sende, seni bende, mürekkepten denizler, kağıttan gemiler yaptım. Kalbimdeki dört odacığın birine seni, birine kendimi, ikisine de mavi hayallerimizi. Koydum, kilitledim, çünkü aşk yaralar, şiir kanatır, şarkılar sarar yaralarını. Döktüm gözlerimden mavi gözyaşları, oluşturdum vücudumun mavi gözlerini. Aşk, kederden gülüş beklemekmiş, görebilmekmiş hasretin mavi olduğunu. Yansıtıyorum artık giydiğimiz mavileri en sevdiğimiz renk bellediğimiz huzuru. *10. sınıf

Daldaki Sessizlik AHMET USLU* Issız bir sokakta Arıyorum kendi benliğimi. Ağaçtaki küçük kuş Duydu mu yoksa sessizliğimi? *10. sınıf


LPliSEPOSTASI

5

YASAR KEMAL *

Dosya editörü: EMİNE ERÇİN

DOSTLUĞUN YAZARI Diyor ki Yaşar Kemal “Beni en iyi anlayan insan Nihal ağabeydi.” İki üstat, kelimelerinde kardeşlik… Biz bu kavramı anlamıyor muyuz yoksa anlamaktan bu kadar mı aciziz? Yaşar Kemal bende kardeşliktir. Bende Yaşar Kemal birliktir, beraberliktir. Yaşar Kemal gönüllerde her dem yaşayacak dostluğun yazarıdır. Kemal Umut Gülşan

için, insana saygı için, ülkeme saygı için, ülkeme “barış” de. Bilgisini ve edebiyatçı kimliğini haksızlığa, zulme karşı siper eden bir dünya yazarıdır. İnsanlar var oldukça ustanın romanları da yaşayacaktır. İnsanı en iyi anlatan, tanıyan ve sevdiren, dünyaya açılan edebiyatçımızdır. Ruhun şad olsun büyük usta. Ozan Oktay Avcu

GÜZEL İNSAN Yaşar Kemal vatanına milletine bağlı bir vatandaştır. Onun için dil ve kültür unsurları çok önemlidir. Kitap okumanın önemini her zaman vurgulamıştı. Benim kitaplarımı okuyanlar bilsinler ki bir milletin kültürünü yok edenlerin kendi kültürleri, insanlıkları ellerinden uçup gitmiştir. Bizler de kültürümüzün uçup gitmemesi için elimizden geleni yapacak ve bu kültürü yaşatacağız. Bu kültürü yaşatabilmek adına yüzlerce eser bıraktın ve görevini tamamlayınca o güzel insanlar gibi o güzel atlara binip gittin. Işıklar içinde uyu büyük usta. Halil İbrahim Özcan

TOROSLAR SARSILDI Bazı insanlar vardır, onlar Marmara Denizi, Kız Kulesi, Ağrı Dağı, Dicle Nehri gibi hep orada doğanın sonsuzluğunun bir parçası olarak duracak sanırsınız. Onlar akıp giden, sürekli değişen toplumun, hiç değişmeden aynı yerde duran, gidilecek yolu varlığıyla gösteren heybetli dağlarıdır. O insanlardan biri aniden ayrılıverdiğinde, neredeyse doğanın görüntüsü sarsılır, büyük bir deprem olmuşçasına her şey yerli yerinden oynar. Yaşar Kemal de o insanlardan biriydi. O da diğerleri gibi ölümlüydü, ölümü Torosları devirdi. Ali Kaya Ay

BARIŞ DEDİ O Bir güzel insandı Yaşar usta. Üstad, iyi ki “İnce Memed” dedin, “Ağrı Dağı” dedin, “Sarı Sıcak” dedin. Haksızlıklara karşı direndin, korkmadın, kaçmadın, susmadın. Bana insanlığı öğrettin. Savaşın iğrençliğini öğrettin. “Barış” de, bitsin karanlık, barışla aydınlansın yaşam. “Barış” de, karamsarları şaşırt. “Barış” de, ölmesinler. “Barış” de, ağlamasın analarbabalar, ağlamasın evlatlar. Yanmasın, yıkılmasın canlar. Özgürlükler için, demokrasi

ÖLMEYECEK DİL Yaşar Kemal edebiyatımızın büyük ustalarından biridir. Türkiye’nin şiirini duyuran büyük bir yazardır. Bir destan, bir türküdür Yaşar Kemal. O tatlı anlatımına nice bölgesel sözler, deyimler, söyleşiler katmıştır. Şu var ki Yaşar Kemal o bölgesel sözleri bir ortak dil düzeyine çıkartmıştır. Yaşar Kemal yapıtlarıyla bir coğrafya yaratmıştır. Ve adına sözlük düzenlenen tek yazardır. Kültürün taşıyıcısı olan dili de yaşatmayı başarmıştır. Eserleriyle sonsuza dek yaşayacak bir dildir

“Yaşar Kemal.” Elif Kök KÜLTÜR AVCISI Kilometrelerce yürüyüp, dağ bayır ne kurtarırsa kârdır kuralınca önce ağıtları, sonra da türküleri, koşmaları, destanları, Çukurova’nın tüm uyaklı uyaksız söz çeşitlerini, tekerlemelerini, küfürlerini avlıyordu. Folklor derlemesi filan değildi, özbeöz malını kurtarıyordu Çukurova’nın, sorumluydu kurda kuşa karşı, şaka değil. Evet, o Çukurova çocuğuydu ve Çukurova’ya karşı sorumluydu. Çukurova’nın deyimlerini, tekerlemelerini ve sorunlarını ve Türkiye’yi aydınlattı. Çukurova’dan doğan bu güneş, dünya durdukça eserleriyle aydınlığını yayacak, yolumuzu aydınlatacaktır. Hasan Yoldaş ACIMA -İnsanlık öldü mü? dedim. -Yok, dedi ölmedi, ölmedi ama bir yerlerde sıkıştı kaldı herhalde. -Nerde kaldı acaba? Mahmud’un yüzü bir an sevinç ışığında şakıdı. İnsanlık belki Mahmud’un bu ağız dolusu gülücüğünde, yürek dolusu sevincindedir. Kim bilir, belki kuşlar da gitti, kuşlarla birlikte... Ne olacak kuşlar da gitti. “İşte böyle kedim” dedi, “İnsanı insan yapan ne kadar içimizdeki sevgiyse, Tanrı bunu böyle söylemişse de ondan daha çoğu acımadır. İnsanı insan yapan da, sevgiyi sevgi yapan da, acımadır, vicdandır.” Ronay Kısacık


LPliSEPOSTASI

6 Çukurova’da rüzgar estikçe Kuzuların otları yeşil kaldıkça Kadınlar yaşadıkça Bizde doğum tarihinin yanında sonsuzluk işareti eksik olmayacak. Betül Borcaktepe

ANADOLU EFSANESİDİR Yalnızlık Adlı Şiirinden Çın çın ötüyor yüreğimin kökünde su dünyasının ıssızlığı Tanrı kimsenin başına vermesin böyle bir yalnızlığı Yaşar Kemal yalnız değildi. Yaşar Kemal, Anadolu âşık hikâyecilerinin geleneğine göbek bağıyla bağlanmış bir yazar. Onu ta çocukluğundan başlayarak Anadolu sözlü geleneğinin destansı türleri büyülemiştir. Halk söylencelerine, efsanelere duyduğu hayranlıkla Köroğlu, Karacaoğlan ve Alageyik efsanelerini kendine has tarzıyla kaleme alan Yaşar Kemal, anlatım gücünü besleyen bereketli topraklara olan vefa borcunu da “Üç Anadolu Efsanesi” ile ödemiştir. Sema Ercan BAHAR SEVİNCİ Ben sevgiden, sevinçten söz açmak istemez miyim; delice, çılgınca, içim taşa taşa, bir sevinçten söz açmak istemez miyim? Ben sevinçli adamım. Bu dünya böyle olmasa, böyle kara, karanlık olmasa, ben sevinçten taşar coşardım. Yaradılışım karanlıktan çok aydınlığa, acıdan çok sevince… Ne çare, ne çare ki sevinmek gelmiyor elimden… Dostluktan söz açmak ne güzel. Bir dostum var. Sıcacık eli var, sevgi dolu gözleri var. Ne güzel yalansız, salt sevgi dolu bir insan eli sıkmak. Sıcacık, sıcacık… Ben deli olurum, insanlar karanlık karanlık, kuşkulu baktıkça bana… Bütün insanlar kuşkusuz, korkusuz, çıkar düşünmeden, düşmanlık geçirmeden içlerinden, baksalar birbirlerine… İnsan, ne olur biliyor musunuz, sıcak bir bahar

güneşinin bahtiyarlığında duyar kendini… Bahar güneşinde bir sevinç içinde giyinir. İnsan bir bahar güneşi temizliğinde olur. Cemile Boyvatlı YALAN ÜZERİNE Kendine güvendiğin için yalancı değilsin. Yalan dolan bilmediğin için yalan karşısında yenileceksin. Yalanın gücü doğrunun güçsüzlüğünden değildir. Yalan yola teşkilat kurmuş, doğru ise yalnızdır. Yalanın geleneği var, senin doğrunun her gün yeniden yaratılması gerek. Her gün bir şafak çiçeği gibi yeniden açması gerek. Sen yenileceksin. Yenilmenin tadına varacaksın. Doğru yenilmeli. Yenilmeyen doğru yenmiş sayılmaz. Doğru yenile yenile öyle keskin bir hale gelmeli ki, yüz bin yıl su altında, yıkanmış düzelmiş çakıltaşı gibi… Özlem Üren PERİ MASALI Ruhum özgür kalmalı Arınmalı dünyevi dertlerinden Rüzgârı hissetmeliyim tenimde Oksijen yakmalı ciğerlerimi Uçmalıyım uçsuz bucaksız göklere Kanatlarıma vuran güneşin okşayan sıcaklığı Sonsuzluk ayaklarımın altında İpekten işlenmiş güzel bir halı Sen kollarımda İşte benim için peri masalı… Şiirlerinde Çukurova kokan Kitaplarında kuzu otlatan Şarkılarında kadını yaşatan Şaire

VASİYETİN BİZDEDİR Kasım 2014’te Bilgi Üniversitesi’nin kendisine “fahri doktora” unvanı vermek için düzenlediği törene sağlık sorunları nedeniyle katılamayan Yaşar Kemal, gönderdiği mesajda adeta okurlarına bir vasiyet bırakmıştı. Vasiyetinde şöyle demişti: “Bir, benim kitaplarımı okuyan katil olmasın, savaş düşmanı olsun. İki, insanın insanı sömürmesine karşı çıksın, kimse kimseyi aşağılamasın. Üç, kimse kimseyi asimile edemesin. İnsanları asimile etmeye can atan devletlere, hükümetlere olanak verilmesin. Dört, benim kitaplarımı okuyanlar yoksullarla birlik olsunlar, yoksulluk bütün insanlığın utancıdır. Benim kitaplarımı okuyanlar cümle kötülüklerden arınsınlar.” Evet, büyük usta. Vasiyetine sahip çıkacağız. “İnsan evrende gövdesi kadar değil yüreği kadar yer kaplar” diyordun ya. Yüreğinin tüm dünyayı kucaklayacak kadar sevgi, saygı, anlayış dolu, kendinin de bir o kadar erdemli olduğunu kanıtlıyordun aslında. Yolun açık olsun ustam. Ölenler geriye hiçbir şey bırakmayanlardır. Sen ölmedin ki. Biz nasıl unutabiliriz “Teneke’yi, İnce Memed’i, Çakırcalı Efe’yi, Höyükteki Nar Ağacı’nı, Topal Karıncayı?” Selam olsun sana ustam… Sercan Kurt EDEBİYAT EMEKÇİSİ Ülkemizin çok önemli bir değeri olan, dünya edebiyatına ölümsüz eserler kazandıran Yaşar Kemal’e selam olsun. Sadece edebiyatçıların dünyasında değil, Anadolu’nun her yerinde ve her hanesinde vardır Yaşar Kemal. Ömrü boyunca yazmıştı, ipe çekeceklerini bilse dahi yazmıştı. Öyle çok, öyle derin, öyle güzel yazmıştı ki dünyada okunmadık dil, dokunmadık yürek kalmamıştı. Hayatı boyunca çok sayıda ulusal ve uluslararası ödül ile taltif edilen edebiyatımızın emekçisi, Çukurova’nın destancısı, dünya dilinde ün salmış kitapları sevilerek okunan yazar. Seni ebediyete uğurladık. Tesellimiz dev eserlerinin nesiller boyu yaşayacak olması. Bize en büyük armağanın olan eserlerini daima yaşatacak, unutmayacak ve unutturmayacağız. Müge Elbir


7

LPliSEPOSTASI

DÜŞÜNCELER / Ayşegül Ateşeyan*

S

abahın dondurucu soğuğunda savaşa başlama hissi veren alarm çalmaya başladı. Sevilay ne kadar uyanmamaya dirense de alarmın kulak tırmalayan o sesi insanı uyutmuyordu. Daha fazla dayanamayıp kalktı yataktan.

Otuz beş yaşını geçeli iki sene olmuştu. Çocukluğundan beri erken kalkması gerekirdi. Ama bir türlü alışamamıştı bu duruma. Yüzünü yıkamak için banyoya gitti. Aynada dikkatlice baktı kendine. Ne kadar yaşlı ve solgun görünüyordu. Hiç bu kadar ayrıntılı incelememişti yüzünü. Sahi zaman bu kadar hızlı mı geçiyordu? Telefonun ekranında en yakın arkadaşını gördü. Hemen mesaja baktı. Kahvaltı yapmak için çağırıyordu arkadaşı. “Tamam gelirim.” dedi. Üzerine bir şeyler giydi ve çıktı evden. Yürümeye başladı. Etrafındakiler ne kadar da yabancı geliyordu. Ağaçlara baktı. Sanki onlarda yaşlanmıştı şehrin verdiği yorgunluktan. Kahvaltı yapacağı yere yaklaştığında oturacakları yere dışardan baktı. Çok baskın bir yer gibi görünüyordu. O kadar çok olmuştu ki dışarı çıkmayalı. Her şeyi unutmuştu sanki. Arkadaşının karşısına oturdu. Uzun uzun baktı ona. Kendisi kadar yaşlanmamıştı. Hatta arkadaşı yaşına göre çok genç görünüyordu. Arkadaşı, karşısında bir şeyler anlatıyordu. Söylediklerine odaklanamıyordu Sevilay. En kötüsü, üzerinden zaman geçince de hatırlamıyordu ya da hatırlayamıyordu. Bu aralar sıkça oluyordu bu. İnsan hatırlamak isterken unutuyordu her şeyi. Geçmişi, şimdiyi, belki de geleceği. Sonra telefonun tekrar eden alarmının sesini duydu. Kapatmak için kafasını çevirdiğinde odasında buldu kendini. Bir insan bu kadar şey düşünüp nasıl olur da hiç birini yaşamazdı? Düşünceler bu kadar etkili miydi? Bu defa kalkmadı yataktan. Gözlerini kapayıp uykuya daldı.

OLMAK İSTEMEDİĞİM BEN / Nuray Karacura*

B

izim köyün büyükleri olarak karar verdiler. “Böyle boş boş olmaz sen de okula gitmelisin.” dediler. Sesimi çıkarmadım. Hiç çıkarmazdım zaten. Annem ile babamı son gördüğüm andan sonra kimse beni konuşurken görmedi. Yatılı okula getirdiler beni, bıraktılar ve gittiler. Bir daha görmedim hiç birini. Okuldan yurda, yurttan okula, yine kimseyle konuşmuyor; okulu, arkadaşlarımı düşünmüyordum. Sınıfı geçecek kadar çalışıyor, geriye kalan sürede uyuyordum. Çevremdeki herkese kızıyordum. En çok da anneme. Beni yalnız bırakmışlardı. Kapı açıldı. İçeri nöbetçi öğrenci girdi. Bana baktı, “Ziyaretçin var!” dedi. Etrafıma bakıyorum öylece. Üstüme alınmak aklıma bile gelmiyor. “Gelmeyecek misin?” diyor nöbetçi, koluma giriyor. İniyorum aşağıya. İçim bir garip, “Kim geldi acaba?” Birden görüyorum onu, olduğum yerde donuyorum. Ne yapacağımı bilmeden, onu gözden kaybederim korkusuyla sürekli ona bakıyorum. O an aklıma koşup sarılmak geliyor. Küçük bedenimden benim bile beklemediğim bir çeviklikle koşuyorum onu gördüğüm yere: -Ne oluyor sana kızım, bıraksana diyor, kısa boylu öğretmen. Bir rüyadan uyanır gibi “Özür dilerim öğretmenim.” diyorum. “Dalmışım bir an, gölgeler oyun oynuyormuş benimle.” Başım önde, hayal kırıklığı, özlem, utanç içinde dünyaya geri dönüyorum. Odamda kimse yok. Seviyorum böyle anları. Kimse olmuyor ve ben istediğim gibi ağlıyorum. Uzanıyorum yatağıma. Bir zaman sonra uzaktan bir ses “Hadi yemeğe inelim.” diyor. Açıyorum gözümü ki, oda arkadaşım. Yemekhaneden bayat ekmek, tuzsuz patates kokusu geliyor. *12.Sınıf


LPliSEPOSTASI

8

MERVE AYDOĞAN* Ey benim yalnızlığım! Kim var orada? Haykır korkmadan sonsuzluğa, Bıkmadan, usanmadan… Yankılanıyor adeta çığlıkların doruklara Sessiz ve susuz Yok olmak istiyor belki de, ufaktan. Ey benim yalnızlığım! Uzatsam elimi sana Çıkarabilir miyim o karanlıktan aydınlığa? Çıkarabilir miyim? Döner misin yine hayata en baştan? Tutunabilir misin dudaklarımdan süzülen huzura? Ey benim yalnızlığım! Kim var orada? Söyle bana.

Hatice Temuçin 11.Sınıf

UNUT Parmak uçlarımda yürüdüm Derin sularda Neşeli balıkçılar Kocaman çanaklarıyla su döktüler Çatlamış dudaklarıma Alabildiğine mavi Alabildiğine tunç rengiydi ufuk Unut diyordu Bir saniye olsun Unut

12.Sınıf

IŞIK, EKSİKLİK ve HEVES Ne zaman bu hale geldim hep mi böyleydim, hep bu halde miydim bilemiyorum… Meğer sahip olduğum her şeyin elindeymişim, sahip olduğumu sandığım her şey bana sahipmiş. Aldatıcı bir gülümsemeye kaptırmışım kendimi. Oturduğum meşe sandalyenin eskiliği gıcırdıyor. Hayallerimin, umutlarımın acı çığlığını dinliyorum. Karanlık ve soğuk odamdaki mum yavaş yavaş bitiyor. Mumun ışığı söndükçe eksiliyor, azalıyorum. Sakin sessiz gecede gözyaşlarımla beraber çaresizliğim akıyor. Ölümün kokusu doluyor burnuma. Sonumu getiren o gülüş tekrar karşımda. Ansızın bir tebessüm oluşuyor yüzümde, ağlıyorum. Fark etmiyor gülüşümdeki çaresizliği, görmüyor, acımı hissetmiyor. Onu bazen avuç içlerimde hissettim, bazen köprücük kemiklerimde ve ciğerlerimde. Aslında vücudumun her hücresi kırıktı, küsmüş gibiydi, darılmış gibi... İçimde birisi sessiz çığlıkları ile yara açıyordu dört bir yanımda. Birisi ise büyük bir çabayla kan akan yerleri tıkıyordu. Adil ama bir o kadar saçma bir iç savaştı. Ekmeğimde biraz sertlik vardı. Suyumda hafif acılık belki de. Tek sorun dilimdeydi. Dudaklarını çoğu zaman yakın hissetti dudaklarım. Şimdiler de ise bir yabancıdan daha uzak. Saçlarıma vuran yoksun yıllarım vardı benim. Önce metal bir makasla çocukluğumu kestim. Sonra umutlarımı ve bir gülüş için gençliğimi. Yıkık dökük heveslerim kaldı. Bir enkazın altında ne kadar kalabilirlerse... Bu hissettiğim burukluk hep içimde miydi? Hiçbir zaman bilemedim… Ancak bir adamın milyonlarca saç teline tek tek dokunabilecek kadar ömrüm kalmamıştı biliyordum. Ben de gülüşünü sevdim. * 9.Sınıf


LPliSEPOSTASI

9 Hazırlayan BETÜL BORCAKTEPE / ŞULE SARIZAYİM, 10. Sınıf

• Ön yargılı insanlardan korkuyorum. (Yukabet Yılmaz) • Küçükken ıspanak yiyince güçleneceğimi sanırdım. Bir tencere dolusu ıspanak yedikten sonra kavgaya gittim ve dayak yedim. O gün bu gündür ıspanağa tövbeliyim. (Doğukan Yoluk) • Önüne gelen her insana güvenmekle doğru bir şey yapmıyorsunuz. (Hilal Doğan) • Sarışınlara ölürüm. (Ferah Bahçi) • Hayırlarınız çok olursa, evetleriniz değerli olur. (Beyza Çor) • Adını duyduğunuzda dostum deyip, adınızı duyduğunda tanımam diyen insanları hayatınızdan çıkarın. Kendini vazgeçilmez sanan insanlardan vazgeçin. Yanlış insanlara iyi ki varsın demeyin. Hayatta daha değerli şeylerin olduğunu unutmayın. Yaşamaktan vazgeçip ötekileşmeyin. Hayatınızın sonuna kadar vur patlasın çal oynasın yaşayın, her anın zevkini çıkarın. Yaşamaktan vazgeçmeyin. Unutmayın ki siz üzülmeyi hak etmiyorsunuz.(Şule Sarızayim) • Dört yaşımda iken, düğmeci Jale Teyze’nin dükkanından bir avuç düğme (haber vermeden) almıştım. Çünkü düğmeler rengarenkti. Annem öğrenince beni tek başıma geri gönderdi. Düğmeleri geri verdim ve özür diledim.(Nilüfer Okay) • En çok neyi seversen ilk onu kaybedersin. Kime “Onsuz yaşayamam’’ dersen en çok onsuz yaşarsın. Hep yanında gülmek istediğin insan hep ağlamana neden olacak olandır. Bu yüzden kimseyi kendinden çok sevme.(Gülnaz Akyüz) • Kimseyi dost sanmayın. Herkese dost gibi yaklaşmayın. Yüz adet arkadaşınız olacağına düştüğünüzde elinizde tutan bir tane dostunuz olsun. Kimseyi vazgeçilmez sanmayın. Sizin en güzel dostunuz defteriniz olsun. Ona anlatın aşkınızı, ailenizi, her şeyinizi. (Nevin Kahveci) • Bana uzun demelerinden hoşlanırım. Çünkü ben uzunum. (Murat Vural) • Âşık olmak istiyorsanız eğer, içinizden sevin karşılık beklemeden. (Aylin Şahin) • Küçükken bir şey bozduğum zaman babam kızacak diye suçu hep kardeşlerime atardım.(Halime Uyan) • Hayat dediğin şey sadece özgür kalabildiğin sürece güzelleşir. Bir insan özgürlüğü kadar hayattadır ve özgür olmayan bir insan nefes alıyor dahi olsa aslında ölüdür. Özgürlüğünüz kadar insansınız. (Zilan Kılıç) • Özgürlük sokaktadır! (Yüksel Bahçeci) • Şule ve Sema her şeyim.(Gamze Yurter)

• Babamı çok seviyorum ama bunu ona söyleyemedim. (Berkan Şimşek) • Komşumuzun üç tavşanı var.(Ömer Berkay Kösek) • Arkadaşım beni bir kızın üzerine itti, kız kaçtı ben çamura düştüm.(Hüseyin Arslan) • Sinem en değerli kardeş.(İlhan Maçin) • Unutma! Sadece gülebildiğinde insana benzersin.(Sema Ercan) • Kimseyi kendinizden çok sevmeyin.(Feride Yamaç) • Düşlerde sevdim seni, söyleyemedim…(Seni düşlerde sevdiğimi kimse bilmezdi…) (Derya Macir) • Bütün duyguları dolu dolu yaşayın, ağlasanız bile. (Gülsüm Doğdu) • Ben bütün sınamalara karşıyım.(Ünal Şirin) • Aslında Almanca çok kolay bir derstir!... (Yasemin Yelçe) • Kendimi çok özel hissediyorum ve çok akıllı görüyorum. En önemlisi de aklımı kullanmıyorum.(Kamil Aydın) • Sıkıcı bir hayatım var. Her gün okul, ders bıktım. Dersler çok sıkıcı. Okula futbol sahası istiyorum.(Mahir Bayram) • Birini aklınızdan silebilirsiniz. Ama onu kalbinizden silmek başka bir hikayedir.(Metin Yıldırım) • Diğer insanları ve kültürleri tanıyın. Ön yargılı olmayın. Bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi olmayın. (Hatice Aldoğan) • Ağladığımda veya üzüldüğümde hep biri yanımda olsun isterim. Bana hep birinin güven vermesini isterim. Ama çoğu kişi gibi benim de yok. (İrem Turunç) • Soğuk her zaman üşütmez insanı. Mesele bir sevgilinin yokluğu ise o da üşütmez. Bir annenin soğuk mezar taşı üşütebilir mesela. Ben hayata hep buradan baktım. Kaybedilecek daha önemli şeylerinin olduğunu düşün. Annen gibi. Baban gibi. Kardeşin gibi. Yerine koyamayacağın şeyler vardır bu hayatta.(Nehir Uslu) • Küçükken müstakil bir evimiz vardı ve biz damda yatarken aşağıya düşmüşüm. Sabah bana baktıklarında hiçbir şey olmamış gibi yerde oturuyormuşum.(Şelale Kaya) • Biz ikiz olduğumuz için annemle babam bizi küçükken banyo yaptırırken Sinem’i yıkamışlar. Üstünü giydirip beni yıkayacaklarına Sinem’i soyup yeniden yıkamışlar. (Sıla Özden) • Herkes kendi hayatının başrolünde oynar. Bazen rolünü unutur, oynamakta zorlanır. Ne demiş Nietzsche: “Seyrederken hayatı en önden kendime bir sahne buldum, oynadım. Öyle bir rol vermişler ki okudum, okudum anlamadım.” (Betül Borcaktepe)


LPliSEPOSTASI

10 HAYALDEN PENCERE Zehra Arslan

*

>> HATİCE TEMUÇİN

Sokak: Gerçekliğin sonsuz kolu Ay: Gecenin assolisti Renk Paleti: Farklılıkların çocuğu >>DİLARA ASLAN Beyin: Kafamızın içinde kös kös oturan organ Hayal Sözlüğü: Başlık Şimşek: Yağmurdan önceki duş Fotoğraf: Gülümsememizi isteyen tek kişi Gölge: Suratsız ayna >>HELİN İŞLEK Beyin: Yatalak hasta Pencere: Dış dünyanın kilidi Özgürlük: Biz okuldayken dışarıda gezen insanlar Gölge: İnsanın karanlık kopyası İnsanlık: Karşılıklı çıkar ilişkisi >> AHMET DURU Saat: İki kaçağın bitmeyen serüveni Kayık: Ninninin kucağına terk edilmiş çocuk Ayakkabı: Su isteyen at >> MEHMET OKTAY ÖZCAN Yatak: Şarj cihazı >> SENA ÖZGENDİ Kitap: Yapraklarıyla yolumuza ışık tutan ağaç Aşk: Koca evrendeki tek kuyruklu yıldız Deniz: Rengini belli etmeyen bir müzisyen Binalar: Kocaman bir ormana atılmış teneke kutular Duvar: En iyi sırdaş Gazete: Hayat ile aramızdaki gözlükler >> ECE BALYEMEZ Kar: Dünyayı çevreleyen gelinlik Ev: Kaplumbağanın kabuğu

>> NİHAT PEHLİVANOĞLU Toka: Milyonları birleştiren >> FIRAT TURĞUT Çilek: Benekli bir kız İğne: Tek gözlü çocuk >> DİLEK İNAN Günlük: Etekten dökülen taşlar Fotoğraf: Küçük bir çocuğun çaresizliği >> ERTAN MAĞARA Saat: Su damlatan bir kova Bulut: Cennet tabanı Okul: Eğitim hapishanesi Aşk: Arka arka yürüdüğümüz uçurum kenarı >> FATMA ÖZGE SEVEN Pencere: Deliksiz nefes Kitap: Tek kalacak olsa bile korkmayan kuş >> ARİF YAŞAR Daksil: Hatasız kul olmaz >> BURCU ÖZTÜRK Aşk: Yeni uçmaya çalışan kuş Duvar: Bizi dinleyen arkadaş Klima: Rüzgârın küçük çocuğu >> HACER YILDIRIM Yastık: Hayallere düştüğümüz rahatlık Bavul: Düşlerin yolculuğundaki yer Kalp: Yakınlığın en iyi derecesi >> BİLGE YÜKSEK İğne: Sevenleri kavuşturan Çekirdek: Ağız tiryakisi >> BEYZA TURSUNBEK Saksı: Çiçek mezarı Gardırop: Küçük dünyam >> SİNEM SEFA Gökyüzü: Uçsuz bucaksız bir mağara Yastık: Uyku anahtarı Toprak: Geri dönüşüm Saat: Zaman polisi

Merhaba imkânsızım, Yüreğimin derinliklerinden, bilmesen de sana yazıyorum imkânsızım. İnanması güç ama uzaktan uzağa kalbimin ritmini değiştirebiliyorsun ve aklımı yerinden oynatabiliyorsun. Söylesene imkânsızım bunu nasıl yapıyorsun? Dinlediğim her müzikte, okuduğum her kitapta, attığım her adımda zihnimde yer etmeyi nasıl becerebiliyorsun? Zor olmuyor mu haberin bile yokken yüreğimi titretmek? Peki, nasıl oluyor bu öyle uzaktan, dokunmadan, konuşmadan, teninin kokusunu içime çekmeden nasıl tutuldum ki sana, yokluğuna, körü körüne? İnsan tanımadığını nasıl sever ki deme sakın. Seviyor işte, hem de her şeyden, herkesten çok. Delicesine bağlanıyor işte insan. Nasıl bağlandıysam ben bakamadığım güzel gözlerine, aşk da öyle işte… Aşk için görmek, tanımak gerekmiyor. Yürek seveceği adamı görür görmez sanki “beni buradan çıkar,” dercesine çırpınıyor. Ellerim ellerini tutmak, gözlerim bıkıp usanmadan güzel gözlerinde boğulmak istiyor, yüreğim seni delicesine seviyor, sevdiğim. Zor değil mi imkânsızım? Bak imkânsızım diyorum sana, dökülmüyor başka kelime ağzımdan. Çünkü sen imkânsızsın sevdiceğim, benim için ulaşılmazsın. Ellerim ne kadar uzaksa sevgim o kadar büyük. Seni uzaktan sevmek çok güzel sevdiğim. Çünkü ben istemeden terk edemezsin beni. O zaman hep benimsin hayalim… *

12. Sınıf

RUHUMUN EVLİYALARI Serhat Ertaş

*

Ruhumun evliyalarını uyandırdın sevgilim Tarifi imkansız güllerin korkusuydu gözlerin Sen kaç köşeli yıldızsın? Hangisinde aşk var? Benim sana aşkım bin bir köşeli Sevmeli, özlemeli, unutmamalı ve vazgeçmemeli Sen kaç köşeli yıldızsın? Ve hangisinde Serhat var? 10. Sınıf

*


LPliSEPOSTASI

11

KIRMIZI KARANLIK

“Layklanmasa” da olur

Ya Ferhat Şirin’ e duyduğu o sevgiyi göstermek için dağları delmek yerine Şirin’in Facebook’tan duvarına yazsaydı sevdiğini? Kanuni Candy Crush oynamaktan vakit bulamayıp Hürrem’e mektuplar yazmasaydı. Kerem Aslı’ya olan aşkını ispatlamak için kendini yakmak yerine tüm sosyal medya hesaplarını dondurup Whatsapp’tan sadece Aslı ile konuşsaydı?

ÖZGE GÜL ŞAHİN*

İnsanlar acayipleşmiş bugünlerde. Yaşadıkları o iki günlük saçma sevgilerinin adını aşk koymuşlar. Birde aptal gibi inanıyorlar bunun aşk olduğuna. Üzücü olan da bu değil mi zaten? İnsanlar değiştikçe aşkın tanımı da değişiyor. Aşk değişiyor aşk! Bir zamanlar sayfa sayfa mektuplara sığmayan o güzel duygu, günümüzde yerini Whatsapp’ tan atılan iki mesaja bırakmış durumda. Gün geçtikçe insanlar bu teknolojinin bağımlısı oluyor, yaşadığı her şeyi sevdiklerine anlatmak yerine tüm insanların beğenisine sunma gereği duyuyorlar. Yıllardır görüşmeyen arkadaşlar seneler sonra buluştuğunda biri masadaki yemeğin fotoğrafını çekip paylaşırken, diğeri bulundukları mekanda check-in yapar. Saçınızın yeni rengi arkadşınızın dikkatini bile çekmezken, telefonunuzun bir üst modelini almanız çok çabuk fark edilebilir. Evinizde günlerdir hasta yatarken ziyaretinize gelmekten aciz insanlar, muhtemelen doğum gününüzde aramaya üşenip duvarınıza ‘’Mutlu yıllar.’’ yazarak vicdanını rahatlatabilen insanlardır. “Sosyal” kavramı her geçen gün biraz daha büyütüyor üzerimizdeki yerini. Onun yeri büyüdükçe hayatımızdaki diğer alanları da etkiliyor tabi bu. Sen sosyal bir insan olabilirsin ama üzgünüm ki “sosyal sevgi ’’ denen bir kavram yok henüz. Karşısındakine duyduğu sevgiyi göstermenin çok daha güzel yolları varken insanların kendilerini iyi hissetmeleri için mesaj adı altında yazdıkları o sözde sevgi sözcüklerinin bunun yerini doldurduğunu sanıyorlar. Peki ya ne bunun sebebi? İnsanlar artık birbirlerini sevmiyorlar mı? Yoksa bu sevgiyi göstermekten mi acizler? Günümüz teknolojisi geliştikçe, duygularımızın gelişmesine izin vermiyor. Her sabah alarm sesini kapatırken nefret ettiğimiz o telefon, en son kişiye iyi geceler mesajı atmadan düşmüyor elimizden. Dostlarımızın doğum günü tarihlerini unutuyoruz kimi zaman ama internet paketinin biteceği gün aklımızdan bile çıkmıyor. Teknoloji elbette iyi; ama bizlerden iyi değil. Masadaki insanlar kalabalıklaştıkça ihtiyaç duyulan priz sayısı da o kadar artıyor. Teknoloji, sohbetlerimizi ve bizi bitiriyor yavaş yavaş. Ya hep hayatımızda olsaydı bu durum. İnsanlar sevgilerini, dostluklarını, aşklarını hep teknolojiyle yaşamış olsaydı? Ya Ferhat Şirin’ e duyduğu o sevgiyi göstermek için dağları delmek yerine Şirin’in Facebook’tan duvarına yazsaydı sevdiğini? Kanuni, Candy Crush oynamaktan vakit bulamayıp Hürrem’e mektuplar yazmasaydı. Kerem Aslı’ya olan aşkını ispatlamak için kendini yakmak yerine tüm sosyal medya hesaplarını dondurup Whatsapp’tan sadece Aslı ile konuşsaydı? Peki ya Nazım’ la Piraye tüm mesajlarını silseydi o mektuplar gelir miydi bu güne kadar? Orhan Veli Kanık gözlerini kapattığında İstanbul’u değil de sessize almayı unuttuğu telefonunun zil sesini duysaydı güzel olur muydu bu kadar İstanbul? Belki de o gürültü, sucuların hiç durmayan çıngıraklarını bile sustururdu. İnsanlar kafalarını telefondan kaldırabilseler; internet üzerinden yaşadıkları her şeyin, gerçek belki de biraz önce Instagram’ da takılırken yanına oturan ama başını kaldırıp yüzüne bile bakmadığı o insanın hayatını değiştirebileceğinin farkına varabilirler. Hayat sadece aldığınız like ve mentionlardan ibaret değil. Bir insan sizi gerçekten seviyorsa fotoğraflarınızı layklamasa, tweetlerinizi favlamasa da olur. Düşünsenize bir insan sizi, sizin gibi düşünüyor ve gerçekten değer veriyorsa hayatta bundan değerli başka ne olabilir ki. Bir insanın başka bir insanı sevmesi, ona diğer insanlara karşı tanıdığı bir ayrıcalık. Eğer etrafınızda böyle insanlar varsa onlara saçma aşk mesajları yerine onu sevdiğinizi ve varlığınızı gerçekten hissettirecek daha farklı şeyler yapın. Çünkü insanların layka değil sevgiye ve aşka ihtiyaçları var. *

11. Sınıf

Bana maviler getir. Uzaklardan çağırsın seni, umut olsun bana. Dipsiz akşamlarımı aydınlatsın, İz sürsün yalnızlığa. Bana pembeler getir. Seni bulmak için yalanlar söyleyeyim, Her yalanıma bir gül dikeyim senin adına Bana siyahlar getir Üzerine yıldızlar serpeyim, Seni düşüneyim rüyalarımda. Bana sarılar getir; Ama ayrılık olmasın içinde Dünyama güneş gibi doğ, Yaksın kalbimi güneş ile gelen kor Yeşiller getir olmazsa Huzur dolsun içimde Turuncular, griler, beyazlar getir. Renk olsun hayatıma, Karışımlarından yeni renkler elde edeyim. Bana kırmızılar getir. Kırmızı karanlıklar Hiçbir renk eklemeden katkısız seveyim Olacaksa aşktan kör olsun gözüm Her kırmızı da yine seni göreyim

BiLGE YÜKSEK 11.Sınıf

LAZIM GAZEL

Benim bugünü unutmam lazım Başucuma birkaç tane sen lazım. Bana biraz zaman gerek İçimdeki acının geçmesi lazım Yeniden sevgiyi tatmam için Seni unutmam lazım Tekrar hayata gülmek için Zamanla yarışmak lazım Bembeyaz sayfalar için Bendeki seni atmak lazım.

SEVDANUR KILINÇ 10. Sınıf


LPliSEPOSTASI

12

“... Ölüm çok iri bir sözcük değil bayım. / Kasımpatları kadar acı kokuyorum biliyorum. / Ama siz sobada sucuklu yumurta pişirip yiyen / Yoksul bir aşkın güzelliğini bilir misiniz?/ Bir gül, bir güle derdi ki görse / Yalan söylüyorum Güller bu sıra hiç konuşmuyor bayım.” dalıp dalıp giderdi. Şimdi düşündüm de eşyaları annemde değil, annemi eşyalarda görmüşüm meğer. Eşyalar kadınlar için saklanış, aldanış ya da kaçış hikayesi midir bilmiyorum. Ama Didem Madak gibi birçok kadının kendini sahip olduğu eşyanın temizliği ve düzeni üzerinden ifade etmediği gibi eşyayı da hain bir suçlu olarak kabul etmediklerini düşünüyorum. Belki de bu, kadınlığın eşyalarda bulunduğu ve sadece kadınların bileceği bir sırdır. Şimdi Didem Madak’ın eşyalara dolandığı ve ben de küçükken evden kaçmış bir kız çocuğu olarak kendimle çokça bütünleştirdiğim şu dizelerini ödünç almak istiyorum. “Batsın diye güneşe tempo tutan kız çoçuğu… Evden kaçışımın pembe spor ayakkabıları vardı. Hüzün neydi sanki o zaman Artık kullanılmayan dikiş makinesi annemden kalma.” Ve eşyalar başka dizelerde. “Olmayan çayları/ olmayan fincanlardan içerdik/olmayan kapıları açardık/ olmayan ziller çaldığında.”

D

idem Madak şiirleri henüz eksik şiirlerdir. Şiirleri, şairinin zamansız gittiği, yarım kalmışlıkların, ukdelerinin, eksik sayfalarının, arayıp da bulamadıklarının ve çekip gidenlerinin özlemini taşır. Şimdi yarım kalan her şey gibi, daha sözü bitmemiş şiirler üstüne söz söylemek zordur benim için. Amatör ruhla ve samimiyetle yazmaya çalışacağım satırlar, umarım anlatmak istediklerimi anlatabilir. Didem Madak bahsettiğim eksikliği, bir telaş, tatlı bir yorgunluk olarak yansıtır şiirlerine. Sanki az sonra kapı açılacak, içeriye girecek, “benim dizelerim her şeyi haykırdı aslında” deyip gidecekmiş gibi geliyor. Bence de öyle. Ne kadar yarım bırakılan bir taraf olduğunu düşünsem de bir yandan da söylenecek her şeyi söyleyip öyle gitti Didem Madak diyorum. Ve bu bağlamda “acaba” larımı rafa kaldırıyorum. Yeterince cesur ve özgür olduğunu düşünüyorum. Neden mi? Çünkü o şair. Ve aynı zamanda bir kadın. Ve bir “AHH!” demesi yetmez mi her şeyi anlatmaya?... Sonra eşyalarda Didem Madak. Camda, saksıda, masada bazen de eski bir tül perde de. Bir kadının eşyalarda bütünleştiğini ilk annem de görmüştüm ben. Özel bir misafir geleceği zaman mutluluktan uçar, en güzel tabakları, bardakları, örtüleri çıkarır ve kimseyi dokundurmazdı. Bazen de en köşede izlerdim bulaşık yıkarken annemi. Gözleri ellerinde, elleri tabakta ve bardakta

“Yüzüme bir daha çiçekli masa örtüler sermeyeceğim Bir süredir plastik vazolar gibi hiç kırılmıyorum” Günleri, hep pazar ya da pazartesi. “Kot pantolonlu, uzun bacaklı” pazartesilerdir. Mevsimleri ise hep kış ya da bahardır. Farklıdır mekânlara bakışı. Kimi zaman bu mekânların saçları, gözleri, ağzı, karnı ve ayakları ile özdeşleştirir. İzmir ve İstanbul. İki şehir. Ömrünü olduğu gibi şiirlerini de ikiye böler. Grapon Kağıtları ne kadar İzmir ise Pulbiber Mahallesi o kadar İstanbul’dur. Bütünlerden çok parçaları sevdiğini düşünüyorum. Ev değil balkon, bahçe değil saksı der mesela. Evde ruhu daralır. Balkona koşar. Belki o küçük balkon, ruhunu, kilometrelerce genişlettiği sonsuz bir yerdir. Şiir yazmak zor olsa gerek Didem Madak için. Neden mi? Şiirlerini kangurular gibi karnında taşıdığını söyler. Ki doğurmak zor, zahmetli, sıkıntılı bir iş değil midir sizce de? “Herkes şiir yazar ama, şiiri sadece bir kadın doğurabilir bence…” Ve hayata bakışı. Hem acı çekiyor hem de dalga geçiyor gibi sanki. Belki de ironik olmaya mecburdur diye düşünüyorum. Şimdi şu yazdıklarımı, yıllar sonra ya da kalemimi bıraktığım an unutabilirim. Ama Didem Madak da unutmayacağım tek şey: “Gözlerinin içine kadar sanki hiç bitmeyecekmiş gibi duran gülüşü olacak.” Ve unutulmamak sıcak, içten bir gülüşün bize dokunmasında mevcuttur. 11. Sınıf

*


LPliSEPOSTASI

13

İ

yi bir şair nasıl olmalı? Şiirleri uzun mu olmalı yoksa kısa mı? Anlaşılmaz mı olmalı, sırlarla dolu cümlelerle mi dolmalı? Seçtiği konular, peki onlar nasıl olmalı? Acılarını, aşklarını mı paylaşmalı bizimle, yoksa mutluluklarını mı? Sizin cevaplarınızı bilmiyorum; ama bana sorarsanız en iyi şair özgür ve cesaretli olandır. Düşüncelerini sonuna kadar savunandır. En güzel şiir ise şairini merak ettiren şiirdir. Hayatını, yaşadıklarını, düşünce tarzını, hayat felsefesini merak etmemizi sağlayandır. Size bir şairden bahsetmek istiyorum. Bir kadın şair. “Kadın şair mi? Kadından şair mi olurmuş? Hiç kadın şair duymamıştım.” diyenler bir konuda anlaşmamız gerek. Şiir yazmak eril bir eylem değildir! Didem Madak, İzmir doğumlu. Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu. İlk kitabı Grapon Kağıtları ile İnkılap Kitabevi Şiir Ödülü’nün sahibi. Didem Madak hakkında konuşmaya başlamadan önce sizinle şunu paylaşmak istiyorum. Didem Madak: “Hayatımla ve bir kadın oluşumla ilgili çözemediğim bazı meselelerim var. Bütün bunlar yokmuş gibi davranıp kitabi şiirler yazamam. Şiirlerim ütüsüz ve buruşuk gezdirdiğim ruhumun diyeti bence. Bu yüzden hepsi benden parçalarla dolu. Bu yüzden biraz ‘kadınsı’, durup dururken bağıran şiirler.” Didem Madak şiirlerinde hayatından parçaları bulundurmayı çok seviyor. Dinlediği sanatçılar mesela… “ iç ses, diye söylendim/ardından Yıldırım Gürses..” bu samimiyeti hoşuma gidiyor aslında. Onun hayatı hakkında fikir sahibi olmam, hissettiklerini daha iyi anlamamı sağlıyor. Ben “Ah’lar Ağacı” kitabını okudum. Dertlerini, korkularını, acılarını kendi hayatımla birleştirdim. Aslında merak ediyorum, kadın şairlerin şiirleri biz kadınları daha mı çok etkiliyor? Ah, diyor Didem Madak Ahh! Dünyada ki varlığına, büyümenin zorluklarına, çocukluk özlemlerine, unutulmak korkusuna, annesinin yokluğuna, yaşayamadığı aşkına, hayatındaki tüm eksikliklerine diyordu bunu. Virginia Woolf ’ un Orlando’sundan etkilendiğinden bahsetmiş bir söyleşisinde. Kitabını, kendisine esin kaynağı olan meşe ağacının altına gömen Didem Madak şöyle diyor: “Galiba ben de bütün birikmiş ahlarımı, söylediklerimi ve söyleyemediklerimi ‘Ah’lar Ağacı’nın altına gömdüm. Bu yüzden ‘Ah’lar Ağacı’ bir şiirden çok bir ağıt olabilirdi esasında. Kendi acısıyla dalga geçen ve gülerek acı çeken bir kadın ani bir manevrayla şiiri

1970 İzmir doğumlu Madak, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Tezgâhtarlık, sekreterlik, anketörlük gibi işlerde de çalışan Madak’ın şiirleri Ludingirra, Öküz ve Sombahar gibi dergilerde yayımlandı. ‘Grapon Kâğıtları’ isimli ilk kitabı İnkılap Kitabevi Şiir Ödülü’nü kazanan Madak, 2002 yılında ‘Ah’lar Ağacı’, 2007 yılında ise ‘Pulbiber Mahallesi’ adlı şiir kitaplarını yayımladı. Didem Madak, kolon kanseri nedeniyle 41 yaşında bizlere veda etti. Ölümünün ardından Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi ve Metis Yayınları tarafından, “Şiiri Hayattan Kurtarmak: Didem Madak Sempozyumu” 26-27 Mart 2015 tarihleri

ele geçirdi ve en başta ‘iç ses’ diye söylenen ağlak kadınla, ‘Yıldırım Gürses’ diye cevap verip dalga geçti. Ve aptal aptal güldü bir de buna. Şimdi ‘Ah’lar Ağacı’nı nereye gömmeliyim diye düşünüyorum. Belki de ‘başsız ayaksız bir mezara.’ ‘Susmanın su kenarında’ bir yerlere.” Karşı çıkmak istediği o kadar şey var ki… Toplumsal ve ahlaki zorunluluklar, dayatmalar, bu zamana kadar kadınlara yüklenen zorunluluklar… Ne kadar karşı çıkmak istese de vazgeçemiyor öğrendiğinden, geleneklerinden… Daha cesur olmalı mıydı diye düşünmeden edemiyorum. Düşüncelerini daha cesur bir dille anlatmalıydı bence. Kadınlığıyla ve varoluşuyla ilgili düşüncelerini bize öyle bir anlatmalıydı ki biz de daha çok farkında olmalıydık durumumuzun. Bir şair ne kadar farklı olmalı? Bilmediklerimizden bahsetmeli, beni şaşırtmalı desem de itiraf etmeliyim ki tanıdık şeyler arıyorum mısralarında. Tanıdık bir isim, tanıdık bir yüz, tanıdık bir duygu… Ve sonunda tanıdık her şeyi bulduğum bir şiir yakaladım kitapta: “Pulbiber Mahallesi Tarihi” adlı şiiri. Burası benim mahallem, benim sokağım, benim duvarlarım… Mahalle hayatını bilmeyen yoktur herhâlde. Bağırış çağırışları, altı söndürülmeyen dedikodu kazanlarını, “halını çamaşırımın üstüne silkelemeee “ adlı kavgaları… Ne kadar itici gözükse de ben seviyorum bu ortamı. Şiiri okuduktan sonra “herkesin içinde böyle bir sokağı var mı ?” diye sormadan edemedim. Didem Madak’ın mahallesinde başka duyguların park edilemeyeceği tek kaldırımı ailesiyle kaldığı evin önüydü. Ve o her gün kurumuş yaprakları, çakılı taşı üşenmeden temizler kötü bir şeyin olmasına izin vermezdi. Bu böyle devam edecekti. Hadi, her bir duygumuza isim verelim. Her bir duygudan karakter yaratalım. Mesela mutluluk. Onun adı ne olsun? Hah, buldum! Can olsun. İsim kadar kısa olmuyor mu mutluluğu hissetme süremiz. Kızgınlık? Onun adı da, Server olsun. Buna devam etsek saatlerimizi, hatta günlerimizi de alabilir. Didem Madak da “Bizden Başkalarına, Onlara, Çocuklara” adlı şiirinde bahsediyor bundan. Yeni kahramanlar doğurduğunu söylüyor. Kendine hakim olmadığını. “Kendimi Hz. Meryem’in Pulbiber Şubesi gibi hissediyorum” diyor. Söyleyeceği, yazacağı çok şeyi vardı belli ki… Doğuracağı nice kahramanla birlikte kaybettik onu.“Kanamalı bir hastam var abi, durmadan doğuruyor da ..”Özlüyoruz seni Didem Madak. Kalem, Kedi, Zeyna, MR Patinson bile özlüyor seni. Ve her gün daha çok özleyeceğiz. * 11. Sınıf

arasında düzenlendi. Bireysel ve toplumsal özgürlük vurgulu şiirlerinde kadının iç dünyasını yansıtan Madak aynı zamanda, Wayne Miller ve Kevin Prufer’ın yayıma hazırladığı ‘New European Poets’ adlı antolojide ‘Çiçekli Şiirler Yazmak İstiyorum Bayım!’ şiiriyle Türkiye ’yi temsil etmişti. “Anlatarak bitiriyorum hayatımı/ Bilmiyorum başka nasıl bitirilir bir hayat / Bir çiçek çizdim bu akşam avucuma/ İsmini her şey koydum/ Simli ojeler sürdüm yalnızlıktan sıkıldığımdan/ Müsveddesi gibi şimdi tırnaklarım/ Yıldızlı bir gecenin”


LPliSEPOSTASI

14

BEYZA BAL* Gözlerinde yalnızlığı gördüm, Sonra yazasım geldi çocuk! Her harfim arkadaşın olsun diye.

“Çocukken şöyle dua ederdim Tanrı’ya: / Tanrım bana hiç erimeyen kırmızı bir bonbon şekeri yolla “Annem çok sevinmelerin kadınıydı. / Bazen sevinince annem gibi, / Rengârenk reçeller dizerim kalbimin raflarına” “Annemin temizlik günleri gibiyim / Yorgun, solgun, beyaz.” “Hüzün neydi sanki o zaman / Artık kullanılmayan dikiş makinesi annemden kalma.” “Annem öldüğünde ay dede içimde / Yüzlük bir ampul gibi parçalandı.” “Kalbimi kalın bir kitabın içinde kuruttum” “İyi niyetli bir kızdan kalanlar / Sallanıyor durmadan boş salıncaklarda” “Kalbimin ucu kararmış bir tahta kaşık gibiydi bayım” “Güzin ablası kitaplar olan bir kızdım” “Bir süredir plastik vazolar gibi hiç kırılmıyorum.” “Öfkem içimde emekleyen kırmızı patikli / Bir bebekti sanki Pollyanna” “Seni sevince pazara çıktım sevinçten / Enginar aldım…” “Yüzüme bir daha çiçekli masa örtüleri sermeyeceğim” “Karnabahar kızartmıyordu asla / Başroldeki kadınlar.” “Siz aşktan n’anlarsınız bayım?” “Her gün uzak ülke kırpıntıları dökülür/güneşin ceplerinden. / Yoksul aile babası cebi gibi biraz kasvetli ve susam kokulu.” “Yüzümdeki çillerden başka / İsyan eden biri yok hayatımda.” “İnsan çıtır ekmeği ısırdığında, / Kırıklar dolar kucağına./ İşte orası umudun tarlasıdır.” “İnsanlara uyanmalarını kim söylüyor Füsun? / Kim sabah oldu diyor onlara?” “Bağırıyoruz esasında sustuğumuzda” “Beklemek üzerine felsefe kitabıydık” “Bazı yaralar yararlıdır. Buna inan.” “İnsanlar öldüler, hep öldürdüler, bir gün öldüler / Anlaşılmaz! / Gecenin çekmecesinde unutuldular sonra.” “Hayattan söz edilirdi, Zor denirdi / Ve ardından susulurdu mutlaka.” “Gecenin vitrinine konulmuş / Büyük bir yakut parçasıydı sabah” “Sözleri tekrarlayarak yok eden çocuk gibiydim / Acı çekmeyi öğrendiğimde ismimi de öğrendim” “Saydım, insanın doksan dokuz tane yalnızlığı vardı.” “Bazen ölmek istiyorum. / Beni yeniden doğurman için” “Kaybolmak istemiştim bir zamanlar / Kapının arkasında yokum demiştim / Ve divanın altında da. / Bulamazsınız ki artık beni, / Hayatın ortasında. / Kaybolmak istemiştim bir zamanlar / Beni kimse bulamazdı / Tanrı’nın arkasına saklansam. / O Kocamandı, en kocamandı o. Bir kız çocuğunun hayalleri kadar.” Not: Yukarda alıntılanan dizeler, Didem Madak’ın, Grapon Kağıtları (İnklap Kitabevi,2000), Ahlar Ağacı (Everest Yay.,2002) ve Pulbiber Mahallesi ( Metis Yay.,2006) kitaplarından alınmıştır.

Bazılarını yazarken ağladım Onlar sırdaşındır bundan böyle Gözlerinde hiç oynanmamış saklambaçlar, Gözünü hiç gözünü açmamış ebeler, Hiç dikilmemiş mumlar gördüm. Seni arayan bir ebe yokken dahi, Sen hep saklanmışsın be çocuk. Kelimelerimle saklambaç oyna artık, Onlar senin arkadaşın. ‘Saklambaç oynayan elime mum diksin’ derdik ya, Her bir kelimenin arasına dik mumları. *10. Sınıf

Kilitsiz SENA ÖZGENDİ* 27 Kasım, Mersin Saat on gibi uyandım. Yatakta döne döne, biraz müzik dinleyip, istemeyerek de olsa yataktan kalktım. Ne yapacağımı bilemedim. Evde olsaydım yapacağım çok şey olabilirdi. Evet. Ölü gibi dolandım bulunduğum yerde. Odalara girdim çıktım. Bir şeyler yemeğe çalıştım ama olmadı. Dedim içimden, “Evde olsaydım babam bana sevdiğim şeyleri hazırlardı.’’ Böyle duygular insanı yer bitirir. Ben de kendimi yiyip bitirdim bugün. Dışarı çıktım kimseye sormadan, hesap vermeden. Normalde hep keşke kafama göre çıksam dışarı diye düşünen ben, bugün hiç keyif almadım bu durumdan. Sonra, keşke benim suçum olsaydı diye düşündüm. O zaman kendim için üzülürdüm. Ama başkası adına üzülmenin çaresi de yokmuş. Eve gittim sonra. Kafesteki kuşa yem verdim biraz, su verdim. Bu bile ablamın hatırına dedim kendi kendime. Üzüldüm mü bunun için, pek hatırlayamıyorum. Bu aralar biraz unutkanım. Dolaptan kıyafetlerimi aldım. Botlarımı aldım. Bilekliklerimi almadım. Çantaya koydum eşyaları, ceketimi ve ayakkabılarımı giydim. Çantayı alıp evden çıktım. Kapıyı kilitlemedim. *11. Sınıf


LPliSEPOSTASI

15

Dikkat çekmemek ve kötü bakışlara maruz kalmamak için istediğin gibi giyinememektir. İstediğin gibi davranamamaktır. Yani kısıtlanmış olmaktır. İstediğin gibi olmak değil, sıradanlaşmaktır, kalabalıkta kaybolmaktır. Şengül Özden Sağırkaya Her şeyden önce “kadın” bir “ana”dır. En kutsal varlık olan “ana”, en çok küfür yiyen de “ana”dır. Ezilen, dövülen, sömürülen ve buna rağmen ayakta durandır kadın. Doğduğu zaman sırf kız çocuğu olduğu için itilendir. Tarlada, bahçede çalıştırılıp okutulmamaktır. Kadın olmak çocuklarını büyütüp onlara analık yapmaktır. Yeri geldiğinde okutulup binlerce çocuk eğitmesini sağlamaktır. Kısa giyindiğinde, sakız çiğnediğinde, kahkaha attığında hafifmeşrep ilan edilmektir. Ama ne olursa olsun, kadın ezildiği, itildiği halde mücadele edendir. Bu yüzden kadın uzak tutulmak istenir toplumdan, siyasetten, eğitimden… Çünkü ezildiği kadar güçlüdür, ezildiği kadar sesini yükseltir kadın! Ve adaletten nasibini almamaktır Türkiye’de kadın olmak… Ebru Uz Türkiye’de kadın olmak artık acınası bir hal. Kadınlar bir köle gibi kullanılıyor. Fiziksel ve ruhsal şiddete maruz kalıyor. Onurları, gururları, duyguları ve hatta CAN’ları hiçe sayılıyor. Hiçbir değeri olmayan (!) kadınlar neredeyse bir obje olarak görülüyor. Kendine sahip çıkamayan birtakım ahlaksız zihniyetin –kesinlikle insan değiller- kurbanı oluyor. Evine, eşine fedakârlık yapan, emek veren, cefasını çeken kadın kocası tarafından çocuklarının gözü önünde katlediliyor. Okulundan evine dönen genç kız tacize uğruyor, yetmiyor bir de yakılıyor diri diri. Bazıları buna “su testisi su yolunda kırılır,” diyor acılı yürekleri hiçe sayarak, bazıları ise “kader” diyor. Caniler hayatlarına devam ediyor. Eğer kadınsanız “KADER”iniz budur! Halime Akkuşlu

Türkiye’de kadın olmak kendi başına dışarı çıkamamaktır. Türkiye’de kadın olmak temiz kalamamaktır. Açıksan dışa dönük, kapalıysan içten pazarlıkçısındır. Türkiye’de kadın olmak yolun ortasında dövülmek, öldürülmektir. Eve giderken bindiğin otobüste tecavüze uğramaktır. Pis küfürlerin, ahlaksız tekliflerin kurbanı olmaktır. Namus, namus diye bağıranlar tarafından okula giderken tacize uğramaktır. Aslında Türkiye’de kadın olmak kadın olamamaktır. Seda Kepez Kadın olmak ancak bu kadar zor olabilirdi. Erkeklerin yazısız kurallarına maruz kalmak insana kendini nasıl hissettirebilir ki? Bunu kadınlar çok iyi bilirler. Babalarının, abilerinin, kocalarının, yeri geldiğinde oğullarının bu kurallarına maruz kalıyorlar. Neden? Mecbur muyuz? Mecburlar mı? Hiç gerek yok! Kim, niçin bu kurallara boyun eğsin ki?... Bu tanıdıklarımızdan gördüğümüz davranışlar. Ya tanımadıklarımız? Hırsızlık, gasp, tecavüz… Bunlar ne kadar da acı verici durumlar... Bir kadın neden tecavüze uğrar? Mini etek giydiği için mi, saçları açık diye mi yoksa karşısındaki kişinin onu bir insan olarak değil de sadece kadın olarak gördüğü için mi? Bunu anlamak çok zor. “Hak edecek bir şey muhakkak yapmıştır,” derler? Türkiye’de kadın olmak, bu yorumları yapabilecek zihniyetteki insanların arasında yaşamak ne kadar zorsa işte o kadar zor. Selin Şipaloğlu Türkiye’de kadın olmak ruhsuz, hissiz olmaktır. Akşam saatlerinde işinden, dershanesinden evine dönerken hava soğuk dahi olsa kadın terler. Neden mi? Korkudan. Birisi ona zarar verecek ve yine suçlu kendisi olacak diye. Çoğu kez de öyle olur zaten. Sadece bununla da bitmez bir de “el âlem” denen lanet bir topluluk vardır ve kadın hep “el âlem ne der?” diyerek yaşar bu ülkede.

Kadın hep çığlık çığlığa susar bu ülkede; çünkü bilir bağırsa bile onu hep susturacak bir aile, bir çevre, bir koca vardır. Maalesef bu ülkede kadın olmak ölüme terk edilmekten farksızdır. Zeliha Dilek Kadın kimliksizdir Türkiye’de. İsimsiz, hukuksuz… Doğarken adı “kız”dır kadının. Büyürken uslu bir çocuksa “hanım hanımcık” olarak değişir. Evlenince bir gecede kadın, “kadınlığa” terfi eder. Boşanırsa “dul”, hiçbiri yoksa “kötü kadın”dır. Adı yoktur kadının. Kadın hep değişime uğrar. Bir sokakta yürürken, kahkaha atarken, belki okuldan çıkıp dolmuşla eve dönerken… Kadın hep bir şeyler olur ama tam olamaz. “Müsait”tir kadın erkek dilinde. Değişime uğramaya, değiştirilmeye müsaittir. Kadınların “kadın” oldukları için suçlu bulunduğu sözlüklerimize bile kazınmış. Kadın hep bedel ödemeye mahkûmdur. Bir erkeğin ihtiyaçlarını karşılaması için gönderilen bir obje gibidir sanki. Ama hayır! Kadın kadındır. Kadın bir çiçekle veya temsili sözlerle ifade edilemez. Kadının vasfı anne, eş, obje olmak değil, kadının özü kadın olmaktır. İpek Mutluay Türkiye’de kadın olmak, değersiz olmaktır. Karşı cins tarafından aşağılanmaktır. Öteki olmaktır. Her zaman birilerine bir şeylere hizmet etmek zorunda olmaktır. Kadın olmanın kutsallığını bilmeyen bir toplum içinde değerini belli etmek için mücadele vermektir. Türkiye’de kadın olmak büyük bir yüktür. Beyza Tursunbek Türkiye’de kadın olmak, ıssız sokaklarda koşar adım yürümektir. Türkiye’de kadın olmak, otobüste uyumamaya çalışıp yolu takip etmektir. Türkiye’de kadın olmak, tüm yükü çekip tüm yükün altında kalmaktır. Kısacası Türkiye’de kadın olmak zor, çok zor. Sinem Sefa


LPliSEPOSTASI Kadın olmak hem iç dünyayla hem de dış dünyayla savaşmaktır. Burcu Öztürk Günümüz Türkiye’sini düşünemiyorum bile. Ben daha kendi çevremde kadın olarak yaşamakta zorlanıyorum. Ama dünyaya yeniden gelsem yine kadın olmak isterdim. Kadınlara zulmetmeyen insanlar yetiştiren bir anne olmak için. Aleyna Üçer Türkiye’de kadın olmak en zor şeydir. Çünkü Türkiye’deki çoğu erkek kendini kadınlardan üstün görüp şiddet uyguluyor. Ama bilmiyor ki erkeğin gücü kadını dövmek için değil, daha güzel bir dünya yaratmak içindir. Berkay Benzer Türkiye’de kadın olmak spor salonundaki kum torbası olmaktır. Emre Topal Türkiye’de kadın olmak el alem ne der korkusuyla yaşamaktır. Türkiye’de kadın olmak evinin kadını çocuklarının anası olma zorunluluğudur. Türkiye’de kadın olmak bir erkeğin gölgesinde yaşamaktır. Merve Aydoğan Türkiye’de kadın olmak kanatsız kuş olmak demektir. Mücadele etmektir. Hayatın zorluklarına karşı dimdik ayakta durmaktır. Özge Seven Türkiye’de kadın olmak, karanlığın ardında en ufak bir ışık arayıp bulamamak gibi… Büyük bir çaresizliğin içinde herkesin gözünde umudu aramak gibi… Dilek İnan Türkiye’de kadın olmak, yeri gelince en kutsal varlık olan “ana” olmak; fakat en çok da küfür edilen olmaktır. Hatice Toprak Türkiye’de kadın olmak aç köpekler içinde namus savaşı verebilmektir. Selvi Sarı Türkiye’de kadın olmak, Şiddete uğramak mı, Her gün çalışmak mı, istismara uğramak mı, ölmek mi? Oysa, kadın hayattır, kadın aşktır. İpek Ulu

16 kapatılan, mühürlenen, erkek çocuk doğurmakla görevlendirilen bir varlıktır. Türkiye’de kadın olmak karanlığın içinde olmaktır. Maviyi, sarıyı, kırmızıyı tanımamaktır. Bilge Yüksek Evet, Türkiye’de kadın olmak çok zor. Her an her yerde dikkatli olman gerekiyor. Erkekler çok rahat çünkü daha güçlüler. Peki ya kadınlar erkeklerden daha güçlü olsaydı… Bir kadın. Türkiye’de kadın olmak geceleri sokağa tek başına çıkamamaktır. Türkiye’de kadın olmak erkeklerden çok alçakta olmaktır. Türkiye’de kadın olmak “bir işi yapacağım,” dediğinde herkesin onunla alay etmesidir. Berkan İş Türkiye’de kadın olmak kendini güçlü sanan adam olmayan erkekler tarafından ezilmektir. Ama buna rağmen güçlü olmak ve ayakta kalmaktır. Mahir Bayram Türkiye’de kadın olmak sokakta kimse yokken ürpermek demektir. Karanlık olduğunda dışarıda olmaktan korkmak demektir. Tek başına yürürken sürekli etrafı kolaçan etmek demektir. Türkiye’de kadın olunmaz, Türkiye’de korkak olunur, savunmasız olunur. Buse Gökçen Kezer Kadın olmak zordur ülkemde. Kadınken giyinmek, kadınken çalışmak, aslına bakarsanız kadınken birçok şeyi yapmak zordur ülkemde. Hayal ettiğin gibi yaşayamazsın, istediğin doğrultuda davranamazsın. Niye? Çünkü kadınsın. Toplumumuzun bazı insanlarının duymuş oldukları açlık, kadın olmayı daha da zorlaştırıyor. Selen Ezgi Tekeli Türkiye’de kadın olmak, her açık giyinene bakıp, kapalı giyineni eleştirmek değil, ona doğru olanı göstermektir. Her boş bulunan kadını kendin için harcamak değil, onlara sahip çıkmaktır. Her şeyde kadınları geri planda bırakmak değil, onlarla eşit olmayı sağlamaktır. Kadın olmak ülkenin namusu gibidir. Gözde Yılmaz

Gen piyangosu size vurmadı diye erkeklerin her türlü üstünlüğünü kabul etmek zorundasınız demektir. Hayatınızın her alanında sanki hizmet etmek için yaratılmışsınız gibi bir algı oluşması demektir. Kadınların namus denen şeye kurban gitmesi demek. Oysa Hz. Yusuf ’un sakındığı neydi? Kısacası bu ülkede eğer kadınsanız her türlü leş zihniyete hazırlıklı olmalısınız. S. Kardelen Atla

Türkiye’de kadın olmak değil, kadın olarak yaşamak zor. Etek giyersin tecavüze uğrarsın, kahkaha atarsın, kötü gözle bakılır, çalışmak istersin seni başka bir şey sanırlar. Kısacası Türkiye’de kadın olmak çok zor, sana kadınlık değerinden başka her şeyi verirler. Fatma Gültekin

Türkiye’de kadın olmak mı? Çok şanssızsınız demektir. Kapalı da olsanız açık da olsanız eğer bir şiddete maruz kalıyorsan bir kadın olarak bu ülkede: “Kaldır başını ve dimdik dur! / Bu senin değil ülkemin ayıbı.” Zehra Haktanır

Türkiye’de kadın olmak insan sıfatına uygun görülmemek, estetik bir obje olarak kabul edilmektir. Bahar Yıldız

Kadınlara seçme ve seçilme hakkının verildiği ilk ülkeyiz, o kadar. Kadınlar, ağzı sıkı kelepçelerle

Türkiye’de kadın olmak yürek ister. Ezgi Eti

Türkiye’de kadın olmak sokak da dahi tacize maruz kalmaktır. Kadına “kadın,” diye hitap edince ayıplanmaktır. Ama bilmezler ki dünya üzerinde iki cinsiyet vardır: Kadın ve Erkek. Ahmet Saydam

Türkiye’de kadınsan, kadın olmanın güzelliklerini yaşayamazsın. Ezilir, dışlanır, alınır, satılır, kısıtlanırsın. Ama bu kadar zorluğa rağmen, kadın olmayı sonuna kadar yaşamaya çalışmaktır. Zorlukların üstesinden gelebilmektir. Kadın olmak direnmektir. Hatice Temuçin Türkiye’de kadın olmak sokağa çıktığında ilk adımı attığı zaman ölüm ile aynı yolda yürümektir. Yalçın Korkmaz – Kemal Kitapçı Türkiye’de kadın olmak, her devirde aşağılanmak, hor görülmek, küçük düşürülmek ama büyük işler başarmak, imkânsızı oldurmaktır. Yeter ki imkân verilsin. Rahmi Doğançay Türkiye’de kadın olmak çölde bir kaktüs olmaya benziyor aslında. Ağır yaşam koşullarıyla başa çıkmayı gerektiriyor. “Dikenli” olmayı gerektiriyor. Dikenleriniz yoksa eğer yapraklarınızdaki suyu, özgürlüğünüzü çalıyor yabani zihniyet. “Kadınlar çiçektir,” deniliyor. Fakat çöl olmamasına karşın Türkiye’de kaktüs olmayı gerektiriyor kadın olmak. Fırat Yaşar Sekiz-dokuz yaşlarına geldiğinde mahrem yerlerini göstermemesi söylenen, otururken eteğini düzeltmesi söylenen, sadece düz mantıkla büyütülen ve haklı olduğu halde, bir şeyi bildiği halde söyleyemeyendir. Bağırmak ister ama yapamaz. Afrika’da su gibidir. Görüldüğü yerde o suya vahşetle saldırırlar. Bora Çağlar Şimşek Yaşadığımız zamana bakarak böyle bir konunun ele alınması bile oldukça üzücü. Buradan da anlaşılacağı üzere bayağı zordur Türkiye’de kadın olmak. Evet bir ayrım var, kadın olmak zordur. Kadınsan akşam dışarı çıkamazsın, kadınsan eve geç gelemezsin. Aman ha! Sen kadınsın, bir başına gidemezsin! Sen kadınsın, otur evinde işini yap, sen çalışamazsın! Kadınsan okuyamazsın, senin tek işin evde oturup ev işi yapmak. Çünkü kadın olmak dilediğimiz elbiseleri giyip gezememektir. Sırf beş para etmez insanlardan zarar görürüz diye… Aslında kadın olmak insanların beyninde kalıplaşmıştır. İradesini başkalarının yönettiği erkeklere göre daha alt kesim olarak görünendir kadın. Kadın olmak zordur bir başka sebeple de hala tükenmemiş olan cahil, çaresiz, acınası, kalitesiz insanlar yüzünden mesela. Neden? Çünkü burası Türkiye! Bir kadın için en değer verdiği ahlakı, namusu, gezmesi, giyinmesi aslında bir erkek için hiçtir. İşte bu kadar ezildik biz! Biz hep küçük görüldük, biz hep kadın görüldük. Bizim irademiz hiç olmadı, biz irademizi kullanamazdık. Biz hep yönetildik ve biz hiç özgür olmadık. Biz bunları öğrendik, biz buna zorlandık. Bu yüzden kadın doğmak bir hapishanede yatmaktan farksız kılındı. Ezgi Sözer


LPliSEPOSTASI

17

Özge Canımız Acıyor

Y

irmi yaşında gencecik bir beden. Kefeni hak etmeyen kocaman bir yürek ve artık beyazı karartacak olan büyük hayaller. Gideni geri getirmeyecek gözyaşları akıyor gözlerimizden. Ne yaramızı geçiriyor akan gözyaşları ne de giden “Can”dan bir haber getiriyor. Her gün doğan güneş şimdi o gülün yeniden açmasını sağlamayacak. Kayan hiçbir yıldız gözlerinin içini güldürmeyecek. Özge CAN artık kayan yıldızlar için dilek tutamayacak. Hiçbir ışık bir karış toprağını aydınlatamayacak. Daha kaç can, kaç ölüm dindirecek bu acıyı? Yağmurun yağması bir şey değiştirmeyecek artık. Hiçbir yağmur damlası söndüremeyecek bu acıyı. Temizleyemeyecek insanlığa sürülen bu kara lekeyi. Ağlayan bir annenin ahı, konuşamayacak kadar yaralı bir baba var. Kim bilir ne hayallerle kazanmıştı o okulu… Okul bitince başarılı biri olacak mıydı? Okul bitince neler yapacaktı? Kimlere ışık tutacaktı? Artık o da karanlığın tutsaklarındandı. Artık renklere boğabileceği tırnakları, kremlerle koruyabileceği elleri yok. Bu acıyı daha da büyüten şey ise üç yanlışın bir doğruyu götürmesi… Kara toprağı hak etmeyen beyaz ten. Gömülmeden önce tüm parlaklığından uzak artık. Doğduğunda annesinin dokunmaya kıyamadığı yavrusunun şimdi kimler acıttı canını? O ağlayınca gözyaşlarına hâkim olamayan babasını şimdi kimler gözyaşlarına boğdu? Annesinin sudan sakındığı tenini şimdi kimler ateşe layık gördü? Aydınlık bir geleceğin kimler ışığını söndürdü? Doğmamış yavrularını kimler bir karış toprakla yok etti? Hayalini kurduğu yuvasına kimler incir ağacı dikti? Kimler onun cümlelerine son noktayı koydu? Kimler okuyamadığı kitapları yaktı, yırttı, attı? Gezemediği sokakları kimler trafiğe kapattı? Acı veriyor, ölüm kokuyor ortalık. Bu yara olmadı. Bu gitmek yakışmadı hiç. Bu ateş sönmeyecek, savrulan küller toplanamayacak. Akreple yelkovanın yer değiştirmesi onun için bir anlam ifade etmeyecek. Üzerine atılan topraklar annesinin ördüğü kazaklar kadar sıcak tutmayacak onu. Hiçbir dokunuş babası kadar içten olmayacak. Artık hiçbir şey onun gözyaşlarını, onun çığlıklarını aklına getiren annenin parçalanan yüreği kadar değerli olmayacak. Aldığı hiçbir nefesin kızının kokusundan daha mükemmel olmadığını bilen babanın açılan yarası kadar derin olmayacak hiçbir yara. Artık doğum günlerini kutladığı

meleği yok. Özgecan olmadan her şey farklı onlar için. Özgecan’ın olmadığı her şey çok can’sız… Ateşi çıkınca bile telaşlanan ailesi kızını ateşlerde kaybetti. Adaletin hiçbir noktası bu yarayı söndürecek kadar sağlam olmayacak. Suçun yoktu senin. Hak etmedin kendi çığlıklarında boğulmayı. Hak etmedin tenin siyaha bulanmasını. Hak etmedin yakılan ateşte bir ömür kaybetmeyi. Hak etmedin bu kadar acıyı. Bu ölümü hiç hak etmedin MELEK… Unutmayın ki hiçbir beden hak etmez acı çekmeyi. “Kadına şiddete hayır!” Onun bedeni zaten ürkek. “Nereniz erkek?” O bedeni terk et. Hiçbir leke bir kızın namusuna sürülen leke kadar acıtmaz yürekleri. Ve hiçbir annebaba kızının doğum günlerinde toprağa sarılıp ağlamayı hak etmez. ŞULE SARIZAYİM, 10. Sınıf

Savrulan Hayatlar

Bir Kadın Daha Kaydı

K

aç hayat savruldu bugüne kadar bilen var mı? Yüzlerce, yüzbinlerce ve hatta milyonlarca. Kimi bir caninin elleri arasında, kimi ise dikkatsizliğin sorumsuzluğun kıyılarında can verdi. O savrulan hayatların arasında masum olan da vardı, kalbi taşlaşmış olan da. Zaman geçtikçe, masum olan bu hayatların amansızca savrulması ve savrulan hayatlar karşısında sessiz kalan sayısının artması insanın içini acıtıyor. Günler ilerledikçe insanların bilinçlenmesi gerekirken tam tersi oluyor. Peki, neden böyle bir vahşetle karşı karşıya bu ülke neden… O savrulan hayatlar arasında belki de geleceğin yazarları, profesörleri, şairleri, belki de müzisyenleri, ressamları olacaktı. Kim bilir ne hayallerle beslenirlerdi o savrulan hayatlar… Kimisinin deniz, kimisinin memleketi, kimisininse rengi yavaş yavaş solmaya, tekerlerinin dişleri yavaş yavaş erimeye yüz tutmuş olan bir bisikletti hayali… Kim bilir hangi düş kırıntılarıyla geçiniyorlardı?… Kimi masum, kimi ise tozpembe hayallerdi… Belki de tek çözüm bilinçlendirmektir. Bu zihniyet problemini çözmektir. Veya bu sorumsuzca ve dikkatsizce davranan bu zihniyetlerle savaşmaktır. O savaşta sonuna kadar mücadele etmek ve sonunda kazanmaktır. Her ne zihniyette olursa olsunlar o zihniyetleri yenik düşürmektir buna karşı tek çözüm. Yeter ki daha fazla masum ve korunaksız hayatlar savrulmasın, sonbaharın umutsuz yaprakları gibi…

K

DERYA DEMİR, 9. Sınıf

ÇİĞDEM DEMİR, 12. Sınıf

adınları ürkütmeyin. Bırakın onlar da sizinle birlikte yaşasın. Bırakın onlar da sevsin ve sevilsin. Hayatınızdan bir şey çıkarmanıza gerek yok onlara yer bulmak için. İçinizde yaşatın onları. Unutun onlara bakarken kadın olduklarını. Sadece sevin onları. Saygı gösterin. Bir söz vardır: “Karşındakine verdiğin değer kadarsın,” diye. Bence bu sözü hayat felsefeniz yapmalısınız. Her şeyin değerini bilerek yaşamalısınız bence. Ben bunları bir kadın olarak yazıyorum. Kadınların ölmesini istemiyorum. Onların da hayatta bir yerinin olduğunu artık herkesin bilmesini istiyorum. Zorla evlendirilen küçük gelinler, evlendiğinde kocasından habersiz dışarı çıktı diye on iki yerinden bıçaklanarak öldürülen kadın haberleri duymak istemiyorum. Beş yaşındaki bir kız çocuğunun sokakta oyun oynarken babası yaşındaki adamlar tarafından taciz edildiğini duymak istemiyorum. Ben kadınların da bu hayatta bir yerinin olduğunu erkeklere kabul ettirmek istiyorum. Yolda yürürken “bu sokak çok sessiz” diye evimin yolunu uzatmak istemiyorum. Ben erkeklerden korkmak istemiyorum. Bir tek ben istemiyor değilim, bunları hiçbir kadın istemiyor. Sadece siz erkekler yüzünden cesareti yok birçoğunun. Bırakın söylemek istediklerini söylesinler, yaşamak istediklerini yaşasınlar. Bırakın kadın oldukları için değil, insan oldukları için mutlu olsunlar.


LPliSEPOSTASI

GAZELLER

Yarın mı gideceğiz sahile? Sahile gerek yok gözlerin zaten benzer sahile İNAN YAVUZ, 10. Sınıf --Ben anılarımızla yetinirken Sen başkasının olacaksın biliyorum HATİCE BERBER, 10. Sınıf --Gözlerin gözlerimde dünyanın oksijeni Sen aşkın yaprağı bense dikeni ZEHRA ALTAY, 10. Sınıf --Kurduğumuz salıncağı darmaduman eden melek Ki gelme artık neye yarar özlemek ECE MİÇOOĞULLARI, 10. Sınıf --Güneş dünyaya küsmüş Kalemim deftere kırgın SEBİHA COŞKUNER, --Odam kadar izbesin ve soğuk denizdesin Çocukluk aşkı gibi bir hıçkırıksın, hep genizdesin MAHMUT TUNCER, 10. Sınıf --Ben sensizlikten ölmem ama, güven sensizlikten ölür Özlemek sorun değil, gelirken kalbim ölür GAMZE YURTER, 10. Sınıf --Zifiri karanlıktaydım sanki sen yokken Hani nerede o içimdeki boşlukları dolduran gözlerin,? BİLGE SUDE YENİN, 10. Sınıf --Mutluluk olsan bana Mihnet getirmesen artık geri MERVE ÜSTÜN, 10. Sınıf --Gelsen de gayrı çare etmez yüreğime Yüreğimi sana kılıç etmişim BEYZA BAL, 10. Sınıf --Yabancıya bakmadığından ben nazlı sanırdım Aynı zamanda utangaç sanırdım Gülümsedin beni kendine aşık eyledin Oysa ben seni yakın arkadaşım sanırdım CEYDA KÜLCÜ, 10. Sınıf

18

Gönlümdeki ateşi sadece kevser dindirebilir Ki dikeni için gülden vazgeçilir mi? Hiç kolayıma gelmedi hep zoruma gittin sen Ve acıyan yanlarıma iyi gelen her şeysin sen SERHAT ERTAŞ, 10. Sınıf --Umutlar kurdum ikimiz adına Sevgimizi kattım kurduğum umutlara Umuda dair bir şey kat hayata Ya da sevdamızı söyle dağlara haykıra haykıra NURGÜL ALTAŞ, 10. Sınıf --Zifiri karanlıktayım sen burada değilken, Hani nerede, içimdeki boşlukları dolduran gözlerin? BİLGE SUDE YENİN, 10. Sınıf ---

RUBAİLER

Neden her zaman onu arıyor gözlerim Neden onu her gördüğümde çocukça gülüyorum Ve neden ona her yaklaştığımda nefes almayı unutuyorum Oysaki adını bile bilmiyorum ALİ EKMEKÇİ, 10. Sınıf --Aşk için boş yere üzülme Şu gelip geçici heves için aşka üzülme Var olan zaten varlığını sürdürüyor Sen gelip geçici hevesler için üzülme CEYDA KÜLCÜ, 10. Sınıf --Onlarca şiir yazdım senin adına Senin gibi kırılgan ve naifti her mısra Sana yazılan onca şiiri okumadan gittin Ama ben hala yazmaya devam ediyorum HATİCE BERBER, 10. Sınıf --- Bir bilsen ne kadar özlendin Utanır nefes olup giderdin Ki ayı güneşsiz bırakmazdın bir daha Güneşin buz olduğu yerdeydi NURGÜL ALTAŞ, 10. Sınıf


LPliSEPOSTASI

19

KARANLIK GAMZE KOÇAK* 9. Sınıf

*

K

üçüklüğümden bu yana hep bir şeylerden korkardım. İlk korkum sanırım annemin canımı acıtacak olmasıydı ki –hep anlatır- küçükken annem ayağa kalkar kalkmaz korkup babamın yanına kıvrılırmışım. Hatırlayabildiğim ilk korkum karanlık korkusuydu. Karanlığa girmekten gerçekten korkardım. Hatta ışık yanan bir odadaysam ve kapının ardı karanlıksa genelde halüsinasyon görmeye başlardım. Birileri kapının önünde sağa sola koşuşturuyormuş gibi gelirdi. Daha sonra eskisi kadar korkmamaya başladım. Ölümü öğrendim. Babaannemi anlattılar bana. Ölümü anlattılar. Ruhlardan korkmaya başladım. Utanılacak bir şey yaptığımda, yalan söylediğimde babaannemin ruhu gelip musallat olacak diye düşünürdüm, çocukluk aklı işte… Özlerdim babaannemi. Annem “Rivayete göre sinek kılığına girebilirlermiş,” dedi. Öldürmekten korktum. Babaannemin canı yanar diye yolda yürürken böcekleri öldürmekten korktum. Babaannemi hiç görmedim ama çok özledim. Ben gittiğimde geride bıraktıklarım böylesi bir acıyla baş başa kalır da canları yanar diye ölmekten fazlasıyla korktum. Büyüdükçe insanlardan korkmaya başladım. Katili var, hırsızı var… Zararlı insanlar… Yeni duygular keşfettikçe duygularımın zarar görmesinden korktum. Sevgi var, güven var, aşk var, sadakat var… İnsanlara karşı hissettiğim sevgi, güven, sadakatin nasıl sonlanacağını hiç öğrenmem sanıyordum. Hatta bir sonu olduğunu bile bilmiyordum. Bazı insanları kaybetmekten korkuyordum. Daha küçükken arındığımı sandığım o karanlık korkusu, ölüm korkusu; yerini insanları kaybetme korkusuna bırakmış görünüyordu. Ben kaybetmeye oyuncaklarımla başlamıştım oysaki. Hepsi yerini insanlara bıraktı. Koşarak kaçmak istedim, korktum. Korkularım gibi ya ölüm de benim peşimdeyse? Yaşadım. Bana sunulan hayatı yaşadım. Sizin dışarıdan tozpembe gördüğünüz hayatta insanlara ne kadar çok güvenirsem o kadar çok canımın yanacağı anlatıldı. Bana sunulan hayatta insanlara ne kadar değer verirsem o kadar sahip olamayacağım öğretildi. Bana sunulan hayatta insanları kaybetmekten ne kadar korkarsam, sebepsiz yere o kadar kaybedeceğim en acısıyla öğretildi. Bunları öğrenirken aslında karanlığın benim için ne kadar iyi bir sığınak olduğunu, ölümün en iyi kaçış yolu olduğunu fark ettim. Küçükken korktuğum o karanlık şimdi evim gibi. Birgün o ev beni kendi elleriyle boğacak, biliyorum. Ölümden de korkmuyorum artık, boğsun. İnsanlar boğacağına içine düştüğüm karanlık boğsun beni. Hayatıma giren her insana karanlığın sonundaki ışık gözüyle baktım. İnandım her seferinde. Her insan aynı değildir diye karanlığımdan çıkardım. Yanılırdım hep. Her insan aynı. Karanlıkta kala kala karanlık oldum. Bu kez yargıladılar. “Kendine acı çektiriyorsun,” dediler. Karanlık olmamın sebebi “Şımarıklık”mış. Hadi lan oradan. Karanlık asla şımarmaz. Tecrübeli insan asla hatasını tekrarlamaz. Diyelim ki tekrarladı; zevk veren insanları, çevresine zarar veren insanları, çok gülen insanları, çok güldüren insanları yargılamayı bırakın da kendinize bakın! Hiç düşündünüz mü çok güldüren insanın sizin için son çırpınışları olduğunu? Düşünmediniz, konuştunuz. Çok konuştunuz, boş konuştunuz. Gereksiz kalabalıksınız... İzliyorum… Uzaktan izliyorum sizi. Avazım çıktığı kadar susuyorum. Farkındayım her şeyin. Bana hanginizin zarar verip vermeyeceğini uzaktan fark edebiliyorum. Sahte tebessümlerinizi ayırt edebiliyorum. Siz önyargınızla millete önyargının kötü bir şey olduğunu anlatmaya çalışın, ben susuyorum. Bardağı taşıracak son damlaya kadar susacağım.

Beklemiyordum

Benden ötürü

Ansızın bir yağmur akşamı aramızdan ayrılmanı… O acı telefon sesi bütün odalarda yankılandığı anda uykuluydum. Annemin ağlama sesiyle irkildim. Küçüklük hisleri demek ki, hemen hissetmiştim amcamın son nefesini verdiğini. Ama bir türlü inanmak istemedim bu ayrılığa. Daha erken olmalıydı gitmek için. Hayat işte beklenmedik şeyler oluyor. Komşular, aile, eş dost derken toparlanmaya başladık. Her ölümle yıkılmak olmazdı çünkü. Dedem oğlunun ölümüne mi dayanamadı yoksa vakti mi dolmuştu bilemiyorum. Çok geçmeden yanımızdan o da ayrıldı. Dedem konusunda içim rahat çünkü hep yanındaydım. Hastalığında yalnız bırakmadım hiç. Şimdi sıra hangimizde? Nefesimiz ne zaman bitecek? Ya pişmanlıklarımız?… Birini kaybetmeden sevdiklerimizin yanında olmayı ne zaman öğreneceğiz? Vakit geçtikten sonra mı? Hayat çok kısa. Bir göz açıp kapama süresi… Şairin de dediği gibi “Hayat kısa, kuşlar uçuyor. ’’ Kanatlarımız varken zamana karşı uçalım.

Aşk diye bir şey mi vardı? Âşık olmak değil de kalbinin incinmesi çok rahatsız ediyor. Aşk neyle bağlantılıydı? Hayır ama aşk sendin benim gözümde. Bu dünyada ve ebedi dünyada tek arzuladığım kişi. Ben de dua ettim bu arzum için. Bu duamın hayrını artık zaman gösterecek. Yanımda olmanı istiyorum. Belki çok erken ama istiyorum. Ama sevgilim gibi değil, karşılıklı sevdiğim kişi olmanı istiyorum. Bazen düşünüyorum senin sensizliğinin tek tesellisi o sensizlik kelimesi içindeki “sen”mişsin. O zaman senin sensizliğin varsa sen de varsın demek oluyor. Belki yokluğundan kat kat daha iyi. Senin iyi olduğunu, mutlu olduğunu görmek içimdeki o burukluğu bir nebze de olsa tebessüm ettiriyor. Ama o mutluluğunun, iyiliğinin tek sebebi ben olmak isterdim. Düşünsene benim yüzümden mutlusun… Hayali bile huzur verici.

BURCU ÖZTÜRK

11.Sınıf

11.Sınıf

iREM TURUNÇ


LPliSEPOSTASI

20

SEN ve BİZ Daha dağlar yükselmemişti. Deniz mavi gözükmüyordu. Güneş daha doğmamıştı. Dağsız bir yerdi. Hayallerimin de yeri yoktu. Ay dede, daha unutmamıştı masal kuşlarını. Mehtapsız âşıklar daha yükselmemişti göğe. Hayaller daha kurulmamıştı. İnsanlar daha yoktu ki ondandı bütün bu saf sevgim. Kendi ruhlarımızın nikahı kıyılmamıştı. Aşık olmayı, sevmeyi, ağlamayı duyguları çarpa çarpa öğrenmişti serçeler, göğüs kafesinde. Tarihler işlemedi bizim avuç içi haritamızı. Gözlerin vardı yıldızlara bedel. Göğüm iki yıldızlıydı. Gerek kalmazdı saymaya. Gözümün gördüğü yıldızlı bir gökyüzüydü sana baktığımda. Bütün güneşi iki yıldız içine çekmiş… Şimdi birbirimize söyleyemediğimiz sözler bitirivermiş geleceği. Gözlerim gözlerinsiz kalınca, kalır mı dünya, kalır mı yanına? Kalp dediğin bir imkânsızlık şiiri. İnsan sadece kalbiyle sevmez ki… Neden oradan başlamalı unutmaya? Kimi unutmalı? Nereden başlamalı? Senden başladım unutmaya kendimi. Sen bana yakının en uzağıydın. Aynı ay, yıldız, güneş gibi. Ama gündüzüm güneşsiz, yıldızsız gecem olmadı. Hayallerim dedikodunu yapıyor. Hayalim hiç gelmeyecek seni, misafir etmiş ağırlıyor. Hayalim bulmuş helalini. Konu mutluluğa geldi. Hayalim ütopyadan bir maşrapa su ile veda etti.

BETÜL BORCAKTEPE, 10. Sınıf

BEN HÂLÂ... “İnsanları hâlâ anlayabilmiş değilim.” sözü bana çok yabancı geliyor. İnsan kendini çözemediği müddetçe yaşamın bir anlamı var mı ki? Hayat çok kısa, bir de kendini bilmeden yaşamak, yaşamı kısaltmaz mı? Kendini bulma gayreti içinde kaybolan insanlar, zamanlarını boşa mı hayaller içinde harcıyorlar. Tabii ki hayır! Kendini bulamamış bir insan insanlara ne verebilir ki? Bir de kendini bulamadan ölenler, peki onlara ne demeli? Demek ki “yaşıyorsak hala umut var demektir.” Bu hayatta yapılan en büyük yanlış; kendini bilemeden, kendini çözemeden, yaşam sadece çalışmaktan ibaretmiş düşüncesiyle kimseye, daha da önemlisi kendine zaman ayıramayan insan, çalışma düşüncesi içinde kaybolanlar… İnsan bir köşeye çekilip kendiyle konuşma cesaretini gösteremezse eğer sadece böyle kendini kaybeden insanlara bir kişi daha eklenmiş olur. Bu durum aslında çok basit ama insanlara zor gelen bir iştir. Korkularıyla baş edemeyen insan, kendi düşüncelerini bile duyamaz hale gelir. İşte zor olan duymamak değil, duymak istememektir değil mi? İşte ben hâlâ; ben hâlâ neden insanların o kulaklarını kapattıklarını anlayabilmiş değilim.Sanki insanlar güzel bir elbise, bir çift yeni ayakkabı, mutlu bir gülümseme ile mutlu olabildiklerini sanıyorlar.Ama yanlış olana bakamıyor, bakmak istemiyorlar. Ama mutluluk dıştan değil, içten yaşanır.Ve bunları daha duyurmadan, duyuramadan ölmek zor geliyor bana. Acaba birgün bu dediklerim gerçekleşecek mi? İnsanlar birbirini anlayacak mı? Acaba… Acaba?... Ve ben, artık ölebilir miyim?

İPEK ULU, 9. Sınıf

DOĞDUĞUM LEĞEN Küçüklüğümü istiyorum. Yine o sıcak, şirin, küçük, mavi leğenimi özledim. O küçük çırpınışlarımı, ağlamaklı yüz ifadelerimi, gözüme şampuan kaçar diye banyodan kaçma çabalarımı… Her şey küçükkenmiş. Dizim kanadığında anne diye ağlamak da, istediğim şey alınmadığında odama kapanmak da, hepsi çocuklukta kaldı. İnsan büyüdüğünün farkına varınca üzülüyor aslında. Hayatın zorluğunu öğreniyor. Bu ne kadar da acı bir şey. Her şeyi saf, temiz, bilmeden yaşarken şimdi nasıl yaşıyoruz? Şimdi yine herkes beni sevse, bana küçüklüğümde olduğu gibi ilgi gösterseler. Bazen küçüklüğüme gitmek istiyorum. Küçüklüğümü kıskanıyorum artık, çünkü bir daha ona sahip olamayacağım. Bu gerçeği kabullenmek gerçekten çok zor. Küçük yaşlarda hayatımız çok boştu aslında; ama duygularımız, düşüncelerimiz o kadar saf ve güzeldi ki. Şimdi bakıyorum da kendime aynada, hayatım çok dolu; ama güzel mi bilmiyorum. Keşke yine derdim top oynarken dizimi parçalamak, oyuncağımın kırılması olsa. Yine hiçbir şeyi düşünmesem, gözümü kapattığımda yaşadığım günü hemen unutabilsem. Dedim ya her şey küçükkenmiş. Bir mucize olsa, bir isteğin kabul olacak deseler, hemen çocukluğu geri isterim. Ama biliyorum ki, her yarın bugünümü özletecek bana.

AHMET DURU, 11. Sınıf


LPliSEPOSTASI

21

Sonbahar Hüznü BİLGE SUDE YENİN* Sonbahar gelmiş artık. Tüm izlerini göstermeye başlamış bize. Ağaçtan dökülen her bir yaprak bana kendi hayatımdan bir anı gibi gelir. Hüznün bulutları yükselirken gökyüzünde, gün yüzüne çıkmayan duygularım da aynı anda yükselir. “Hazan Mevsimi’’ yepyeni başlangıçların yılıdır bana göre.Hep yalnızlığı çağrıştıran bu mevsim,artık bana ümit veriyor. Bazen kendimi ağaçtan düşmeye hazırlanan sarı bir yaprak gibi çaresiz ve bomboş hissederim. O dalından kopmak istemez ben ise benliğimden... Bir bank bulunca oturasım gelir saatlerce. Bazen kendimi bulmak için, bazen ise yalnızlığımı bir örtü gibi örtmek için. Martıların özgür sesi dolar kulaklarıma. Simit atarken onlara ne kadar imrendiğimi düşünmeden edemiyorum.Boş bir bedende yaşamak ister mi insan? Karamsar, bomboş ve yapayalnız bir beden... Gözyaşlarıma hâkim olamıyorum işte öyle zamanlarda. Akıyor gidiyor gözlerimden çaresizliğin izleri. Dudağımda buruk bir gülümseme ve bedenim tamamen cansız hazan mevsiminde. Ama yine de mutluyum. Umutluyum. Yorgunum belki ama hayâllerim var benim. Onları gerçekleştirmek için yaşıyorum. “Çok mu dertleniyorum?’’ diye düşünüyorum çoğu zaman. Tamamen kendi hislerimle başbaşayım. Bir fincan sıcak çikolata içimizi ısıtmaya yetiyor değil mi? Yağmur şap şap sesiyle penceremizi yoklarken, yine dalıp gitmişiz başka dünyalara. Gözlerim uzaklarda, elimde sıcak çikolatam ve yalnızlığımın son kırıntıları... Umutsuzca dinlendiğim bir şarkının notaları son dokunuşuyla okşuyor ruhumu ve ben gözlerimdeki yaşlarla hatırlıyorum anılarımı.Sonra gülümsüyorum yeniden. Yaşamaya değer basit; ama o kadar değerli anlar var ki,bazen bunlarla bile mutlu oluyorum. Meselâ bir uçurtmanın bir yerden başka bir yere süzülüşü, ya da bir balonun hafif hafif göğe yükselirken insanda bıraktığı özgürlük hissi... Çocukken bulutları bir şeylere benzetmeye çalıştığım olurdu. Belli belirsiz nesneleri küçücük ellerimle işaret edip anlamlandırmaya çalışırdım. Ve yine bir sonbahar günü... Anımsadığım çocukluk hayâllerim, dudağımın kıvrılmasını sağlayan anılarım yok şimdi. Paslanmaya yüz tutmuş anılar neyi değiştirir ki? Yeni anılar eklenmeli insan hafızasına. Yeni insanlar, yaşamaya değer değerli anlar ve yepyeni bir hayat... Bir şarkının melodisi gibi ilerliyor hayat. Ağır aksak yürüyoruz biz de ona ayak uydurmak için. Her anımı bir hazine gibi içimde saklıyorum. Sonbaharın hüznü umut aşılıyor o anlarda.Yeşeren bir filiz gibi mutluyum,umutluyum. Oturduğum o banka gözlerimi kısmış bakarken, ruhumdaki benliğimi kaybetmiş izler, yerini bir çift umutlu göze bırakıyor. Umutlu, mutlu ve yaşayarak bakan gözler... Her insanın sıradan bir şeyle bile mutlu olduğu anlar vardır. Meselâ basit ama değerli bir kolye gibi. Maneviyatı büyük, fiyatı önemsiz. İnsan yaşamı da öyle aslında. Sıradanlığa ışık tutup, aydınlığa çıkabilmek önemli olan. Belki de bir sonbahar günü bir bebek açıyor gözlerini dünyaya, rutin iş aksamaları devam ediyor belki de. “Hazan Mevsimi’’ kendini gösterdi bize anlaşılan. Şimdi de veda edip, gitmeyi bekliyor. Yine geleceğini bilmenin umuduyla bekliyorum onu. O bankta oturup hayatımı değiştiren bu mevsimi yine bekleyeceğim. Deniz karşımda, bana doğru gülümserken ben de ona gülümsedim. Sonbaharın hüznü tamamen yok olmuş, yepyeni hayatımla birlikte orada oturmaya devam ettim. “Umut, hiç beklemediğiniz bir anda kapınızı çalabilir. Yeter ki onu beklemekten vazgeçmeyin. Tıpkı benim hazan mevsimini beklemekten hiç vazgeçmediğim gibi.’’ *

10. Sınıf

SOĞUK AY

CEREN SU SERTTAŞ İçimde bir sokak var. Işıksız, soğuk ve karanlık. Bir adam dalıyor sokağıma. Telaşla birini arıyor gözleri Sanki arasa da bulamayacakmış İçimde bir sokak var. Tam ortasında bir bank. Küçük bir kız giriyor içeri. Küçücük yaşında içi sonbahar. İçimde bir sokak var. Cılız bir ateşin içinde etrafında genç bir kız. Korkarak bakıyor o güzel çehresi Belli ki unutmak istiyor yaşadıklarını. Unutsa da taşıdığı izler kalacak. İçimde bir sokak var. Terk edilmiş acı bir sokak. Zifiri karanlıkta bir ışık düşüyor kaldırıma Bir de rüzgârdan çıkan uğultu sesleri Sanki sokağı ölüme terk edecek. * 9. Sınıf

ANILAR DEFTERİ ARİF YAŞAR

Anılar defterinde bir gül yaprağı gibi Unutuldum, kurudum. Başıma düşmüş sevda ağı Bir başıma anıların sessizliğinde kayboldum Sen kim bilir Rüzgârlı gül bahçelerinde Kim bilir hangi iklimdesin Ben sensiz bu sessizlikte Çılgınlar gibiyim. Ayrılıkla başım dertte Gözlerini çevirme gözlerimden Yoksa anılar defterimin yaprakları Senden mahrum kalacak * 11. Sınıf


LPliSEPOSTASI

22

Söyleyemedim Ah kalbimi süsleyen sevda çiçeği Aşka dair haber yolla dinleyeyim

Hazırlayan HİLAL DOĞAN, 9. Sınıf • Her insanın, yaşamının tüm evresinde yapabileceği mutlak bir iş vardır. Önemli olan onu görebilmektir. Pişmanlık yok! (Musa Malkoç) • Babama sıkıca sarılıp onu sevdiğimi söylemek isterdim.(Kadir Soğuksu) • Nefes alıyorsak hala bir umut var demektir. Hiçbir şey için hiçbir zaman geç değildir. En azından benim için... (Pervin Kaçan) • Yazar olmayı çok isterdim; ancak başkalarının yazdıklarını okumaya zamanım kalmayacağı için vazgeçtim. İki kere boşandım, pişman olmadım. Ancak yazma konusunda böyle düşündüğüm için pişmanım. (Kemal Ali Timuroğlu) • Keşke sene başında herkese güvenmeseydim kendime bir dost seçebilseydim o zaman yanlış kişilere güvenmezdim. (Kevser Demir) • Keşke annemle kavga etmeden önce düşünseydim onu üzebileceğimi ve üzmeseydim onu.(Büşranur Karakuş) • Keşke daha önce kütüphanede görevli olsaydım.(Şilan Kavut) • Keşke her yaptığım yanlıştan ders çıkarsaydım güvenmek ve sevmek gibi. (Betül Borcaktepe) • Sınava daha çok çalışmak isterdim ama iş işten geçti.(Gülden Ersoy) • Keşke Mürsel Hocanın eteğinin dibinden ayrılmasaydım.(Ali Eren Karakanlı) • Matematik dersini başta dinleseydim. (Berkay Bezer) • Keşke aileme karşı söylemem gerekenleri zamanında söyleseydim.(Hilal Doğan) • Matematikten kalmayı istemezdim ama iş işten geçti artık. Neyse kısmet değilmiş… (Şule Sarızayim) • Keşke okumak diye bir şey olmasaydı. (Furkan Akbaş)

• İnsanların adının insan olmasının yerine aptal olmasını çok isterdim ama iş işten geçti artık.(Deniz Gül Alıcı) • Geçmişte güvenerek hata yaptığım insanlara güvenmemeyi çok isterdim ama iş işten geçti artık.(Merve Aydoğan) • Ülkede hiçbir kıza zorla davranış uygulanmasın isterdim. Erkekler toplumda bu kadar üstün olmasın isterdim ama böyle geldi böyle de gidiyor işte…Engellenebilse keşke.(Cansın Sevilir) • Keşke ortaokulda çalıssaydım daha iyi yerde olabilirdim.(Semra Koç) • Geçmişe asla takılı kalmayın. Şunu sakın unutmayın: Geçmişle bugününüz arasında kavga vermeyin, yoksa yarınınızı da kaybedersiniz.(Buse Öztürk) • Keşke derslere çalışsaydım. (Serhat Kısacık) • Keşke bu okula gelmeseydim. (Sertan Sezgin) • Matematik hiç olmasaydı. (Özgür Akburak) • Bu dünya var olmasaydı.(Agah Karaoğlu) • Keşke hemen evlenebilsem.(Ferah Bahçi) • Keşke hep çocuk kalsaydım. (Mürsel Adal) • Yanlış insanlara değer vermeseydim. (Semra Karvar) • Keşke doğmasaydım.(Almina Canbey) • Keşke edebiyat 6 saat İngilizce 1 saat olsaydı.(Betül Deniz) • Okul birincisi olsaydım.(İsmail Akbaş) • Keşke okul hiç olmasaydı. (Osman Tolga Zengin) • Adana’dan Mersin’e gelmeseydim. (Nevin Kahveci) • Keşke insanların gerçek yüzünü zamanında tanıyabilseydim.(Nuriye Işıklı)

Sen yolla mektubu okuyayım Ağlayayım, göreyim sevdiğimi Özledim desem, kalbime gömsem Aynaya bakıp da sana olan hasretimi Özlüyorum ama ulaşamıyorum sana Bir haber yolla haykırayım sevdiğimi Bir kez olsun sana olan sevdamı Ne sana ne kimseye söyleyemedim Geldim dilim tutuldu, kör oldum Sana olan sevdamı türküleyemedim SİDAL ABA * 10. Sınıf

HÜZÜNLE SULANAN AŞK Geçen gün yürüyordum karların arasında, ayağımda kalın tabanlı botum, sırtımda deriden yapılmış montum, ellerimde yünlü eldivenler… Habersizdim kendi dışımdaki insanlardan. Tam yolun sonuna gelmişken, bir ses duydum çok derinden. Ah be yoksulluk sen miydin bu feryadın acımasız sesi? Nasıl da iki büklüm edivermişsin bu sahibinin belini. O an ağlayan kapı misali akıttım gözyaşlarımı yüreğime. Ayağımda botum, sırtımda montum yoktu sanki beni ısıtan. Buz gibi olmuştum o sahibinin gözlerindeki korkudan. Yaklaştığımda yanına, hüzünle sulanan çiçek misali dökülüyordu gözyaşları gamzeli yanağına. Küçüğün sözcüklere vuramadığı hisleri olmalıydı. Düşten düşen aşk gibi yüreğime sapladığı acı, yoksulluk olmamalıydı. SÜLEYMAN SERTDEMİR * 9. Sınıf




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.