PsiNossa Bir Psikoloji Dergisi
Sayı 6 Nisan 2015 Türk Psikoloji Öğrencileri Çalışma Grubu www.tpocg.org
PsiFest2015!
10 Mayıs’ta PsiFest seni bekliyor!
Ek Olarak: Film Analizi+Kitap Analizi+Serbest Zaman+Otizm Farkındalığı
PsiNossa 2015 TPÖÇG Yayın Ekibi dergi@tpocg.net TPÖÇG Genel Sekreteri İrem DEMİR Yıldırım Beyazıt Üniversitesi iremdemir@tpocg.net Editör Fatma Selin AYAN TPÖÇG Mezunlar Birimi Üyesi fatmaselinayan@gmail.com Üye Pelin YIRI Yaşar Üniversitesi peline26@gmail.com Üye Burak Bahadır AKIN Kültür Üniversitesi burakbahadir96@hotmail.com
İsmail BIYIKLI İstanbul Gelişim Üniversitesi Psikoloji Bölümü Öğrencisi ismailbiyikli34@gmail.com Film Eleştirmenleri Ceren AYIK Yaşar Üniversitesi İç Mimarlık ve Çevre Tasarımı Öğrencisi hopigesta@hotmail.com Nur İNCI Bahçeşehir Üniversitesi Psikoloji Bölümü Öğrencisi nurinci@yahoo.com TPÖÇG Yazarları
Üye Selen ÖZBEK Başkent Üniversitesi selenozbek1@gmail.com
Ulaş IŞIK Ankara Üniversitesi ulas.psy@gmail.com
Üye Sümeyye SÖNMEZ Yıldırım Beyazıt Üniversitesi sümeyyesonmez666@gmail.com
Zeynep BOSTAN Başkent Üniversitesi zeynepbostan11@gmail.com
Üye Selin Cennet GÜLMEZ Uludağ Üniversitesi selincennetgulmez@gmail.com Çevirmen Bengisu Türkü KELEŞ Yeditepe Üniversitesi bengisuturkukeles@gmail.com Dizgi-Tasarım Ulaş BAHAR Işık Üniversitesi mulasbahar@gmail.com Can KAMSIZ Girne Amerikan Üniversitesi cankamsiz@gmail.com
2
Kitap Eleştirmeni
PsiNossa
Batuhan SAÇ İstanbul Aydın Üniversitesi batuhansac@hotmail.com Hasan AKALIN TPÖÇG Mezunlar Birimi Üyesi psk.hasanakalin@gmail.com Konuk Yazarlar Tohum Otizm Vakfı adına Betül OLGUN betul.olgun@tohumotizm.org.tr
Bu Sayımızda; 5 | Huzurlarınızda PsiFest 2015 6 | Bağımlılık 10 | Günümüz Ortaçağ Vebası: Madde Bağımlılığı 12 |Yamyamlık: Bilinmeyen Yönleri 16 | Ergenlik Döneminde Bağımlılık 18 | Otizm 20 | Tohum Otizm Vakfı 22 | Nisan Ayı Farkındalıkları 24 | Ayın Kitabı: Bir Genç Kızın Uyuşturucu Günlüğü 27 | Serbest Zaman: Pan Panik Atak 28 | Ayın Filmi: Requiem for a Dream
PsiNossa
3
Psi Nossa
Değerli okuyucular, Türk Psikoloji Öğrencileri Çalışma Grubu’nun yayını PsiNossa 6. sayısıyla karşınızda. Bu aydan itibaren PsiNossa bir dahaki seçime kadar yeni ekibiyle yayına devam edecek. Ekip olarak bu görevi almış olmak bizim için çok önemli. TPÖÇG’nin alt birimlerinden yayın ekibi olarak psikolojiye dair bir yayının sorumluluğunu üstlenmiş olmak bizim için oldukça gurur verici. Umuyoruz ki bizim hazırlarken aldığımız keyfi siz de PsiNossa’yı okurken alırsınız. Psikolojiye dair yayınlar, psikoloji biliminin gelişmesine ve psikoloji biliminde ortaya çıkan gelişmelerin kitlelere ulaşmasını sağlar. PsiNossa, psikoloji öğrencilerinin; araştırmalarıyla, yazılarıyla, film ve kitap analizleriyle kitlelere ulaştığı bir yayın. PsiNossa’nın içeriğini psikoloji öğrencilerinin oluşturması ve şekillendirmesi, tasarımından yayınına her aşamasıyla yine psikoloji öğrencilerinin uğraşması son derece kayda değer ve özverili bir çabanın göstergesi. Hal böyle olunca, PsiNossa sizlerin katkısıyla gelişecek, ilerleyecek ve gerektiğinde değişim geçirecek. Sizleri hem PsiNossa’ya katkıda bulunmaya hem de onu okuyup sosyal paylaşım ortamlarında paylaşıp okunurluğunu arttırmaya davet ediyoruz. 2 Nisan Dünya Otizm Farkındalık günüydü. Biz de PsiNossa’da otizme dair bilgilendirmelere yer verdik. Unutmayalım ki biz psikoloji öğrencilerine ve psikologlara otizme dair insanları bilgilendirmek, yönlendirmek ve farkındalık yaratmak adına çok iş düşüyor. Elimizden geldiğince otizme dair bol bol okuyalım, araştıralım, çevremizi bilgilendirelim ve mezun olduğumuzda bu alanda çalışırsak doğru uygulamalarda bulunalım. Birçoğunuzun bildiği üzere 10 Mayıs TPÖÇG öncülüğünde PsiFest ekipleri aracılığıyla Psikologlar Günü olarak kutlanıyor. Kurulan PsiFest ekipleri, bu gün birçok şehirde farklı ve zengin aktivitelerle organizasyonlar düzenliyorlar . 10 Mayıs’ın Psikologlar Günü olup olmadığı tartışmalı bir konudur, bazı meslektaşlarımız bu günün geçerliliğinden şüphe etmektedir. Resmi bir kanaldan bu güne dair bir açıklama yapılmamıştır, evet; ama biz gönüllü psikoloji öğrencilerinin ortaya çıkardığı aktivitelerle bu günün önce tüm Türkiye’de sonra da tüm dünyada Psikologlar Günü olarak kabul görmesi hiç de uzak bir ihtimal değil. Siz de şehrinizdeki PsiFest ekiplerine destek olun, sesimizi geniş kitlelere duyuralım. Keyifli okumalar :) Psinossa Ekibi adına Fatma Selin AYAN Editör
4
PsiNossa
2013…
2014...
Ve Huzurlarınızda
PsiFest 2015!
Bu yıl da 10 Mayıs’ımız kapıya dayanmış durumda. Öyle ki; hem toplumsal farkındalık yaratan hem de psikoloji eğitimi almış ve alıyor olanların alana aidiyetlerini çokça arttıran bu gün, Türkiye’de atılan adımlarla Avrupa ve dünyada da kutlanılası günler arasında yer almak için çabalıyor.
beraber aşabiliriz. Ancak ben sorunlarımı aşarken yalnızım amca. Yasalarca korunmuyor hatta tanımlanamıyorum bile. Bunun için sunduğum öneriler de duyulmuyor. Ben senin ses’in olabiliyorum. Şimdi… Bugün… Sen de benim sesim olur musun amca? Bugün benim günüm. Ben bir psikoloğum. “
Psikoloji sahasında sahipsiz kalmışlığımızı, lisans eğitimimizi mezuniyet sonrası kaygılar taşıyarak tamamladığımızı ve bir sabah “Her alt alanında eşit ve adil haklarla görev başına gelecek psikologlar alınacak!” manşetleriyle uyandırılmak istediğimizi, toplu ve haklı seslerle duyurmaya çalışıyoruz ve çalışacağız da. Bu haklı sesler, psikoloji öğrencilerinin istekliliğiyle yürütülen Psifestler’de topluluk oluyor ve sesini ulaşabildiği daha geniş alanlara taşımak için çok çeşitli etkinlikler düzenliyor. Peki, neler mi yapılıyor? … Sosyal sorumluluk kaygısı güden stantlar açılıyor, müzik dinletileriyle eğlenilen şen şakrak bir ortam oluşturuluyor. Psikoloji eğitimi sırasında öğrenilen sosyal deneyler toplu olarak uygulanıyor, psikolojik oyunlar çözümlenmeye çalışılıyor ve emin olun ki bunları yaparken herkes çok eğleniyor!
Tabi yalnızca mesleğimizin “klinik” boyutunu değil; insanla ilgili her çıkmazda yer alıyor olduğumuzu pankartlarla, tanıtım afişleriyle bilinir hale getirmeye çalışıyoruz. Gelişiminden sosyaline, deneyselinden endüstri-örgüt psikolojisine kadar sayamayacağımız her alt alanının varlığını ilan ediyoruz sokaklarda. Sonra kısacık muhabbetimizin ardından amca alıyor torun torbasını, koşuyor Psifestler’e. Sadece bu amca değil; Ankara, İzmir, İstanbul, Mersin ve KKTC’deki tüm amcalar “haklı ses”e koşarak “PSİKOLOGLAR YASA İSTİYOOOR!” diyor. Lisans öğrencilerinin psikoloji aşkıyla eğlenceli uğraşlar peşinde koştukları Psifest etkinliklerinde, lisans mezunu olup bir şekilde atanmış ve iş başında olan psikolog meslektaşlarımız da buruk ama umutlu duruşlarıyla 10 Mayıs’ta etkinliğin düzenlendiği yerde oluyorlar.
Sesimiz öylesine çoğalıyor ki, etkinlikler sürerken yoldan geçen amcayla şu denli sohbetler başlatabiliyoruz: “Amca, ben bir psikoloğum. Senin ve içinde bulunduğun toplumun değerinin farkında olan bir psikolog. Yarın aşılmaz göreceğin şeylerin, aşılabilir olduğunu öğrendim. Yapılan araştırmalarla ilgili akademik bilgiye ve seni motive etmek için gereken donanıma sahibim. Senin sorunlarını
“Haklı ses” toplulukla güzel, bu Psifest’te de gelin birlikte sesimizi yayalım: “Haydi sen de katıl bize, İnancını koy önüne, Aldırma soruna başarırken Sen de gel, bil inancın yeter!” Psifest Ekipleri
PsiNossa
5
Bağımlılık
Pelin YIRI
Bağımlılık Nedir?
Bağımlılık nedir? Bağımlılık, kişinin hem fiziksel hem de ruhsal yönden zarar görmesi, buna karşın bireyin ona zarar veren maddeyi ya da etkinliği devam ettirmesi olarak tanımlanır. Peki bu kişiler neden karşı koyamaz? Ya da şöyle sorayım tüm zararları bilmesine karşın neden devam eder? Bunu şu kavramla açıklayabiliriz: İrade. Bağımlı olan bir bireye “Neden?” diye sorduğunuzda, bireyin size verdiği cevap şudur: “Çünkü kendimi kontrol edemiyorum.” Peki bağımlılığı sadece irade ile açıklamak mümkün mü? Hayır. Duruma bakılırsa daha farklıdır. Yani, bir kişinin bağımlı olmasının sebebi bağımlılık yapan etmenin kişinin davranışlarını kontrol etmesidir. Bağımlılıkta, birey maddeyi yönetmez, madde bireyi yönetir. Bağımlılık tek yönlü bir kavram değildir. İkiye ayrılır:
6
PsiNossa
Fiziksel Bağımlılık
Bu bağımlılık türü keyif veren maddeler ile ilgilidir. Kişiler, bu maddeyi almaya başladıklarında, kullandıklarında bir keyif yaşarlar. Aldığı doyumun derecesine göre de bir bağımlık yaşar. Madde olmadığı zaman ise yani maddenin etkisi geçmeye başladıkça kişi sıkıntılar yaşar ve yoksunluk belirtileri ortaya çıkar. Ruhsal ve fiziksel belirtiler eş zamanlı olarak ortaya çıkar. • Sigara • Alkol • Kafein • Uyuşturucu Maddeler
Ruhsal Bağımlılık
Bu tür bağımlılıklarda bireyler etkinlik sırasında psikolojik bir doyum yaşarlar. Aldığı doyum derecesine göre kişinin bağımlılık düzeyi yükselir. Gündelik yaşamını bu etkinlik /maddeye göre yaşamaya başlar, adaptasyon sorunları yaşar, arkadaşları ile sorunlar yaşar, onlardan tepkiler alır. Yaygın olarak görülen türleri şunlardır: • İnternet Bağımlılığı • Hız/adrenalin Bağımlılığı • İnsana olan Bağımlılık, Anne-Baba, Eş • Cinsel Bağımlılık
Bağımlılık Türleri
Teknoloji Bağımlılığı
Günümüze birçok değişim yaşanmaktadır. Değişimin çığ gibi olduğu bir alan var: Teknoloji. Her gün yepyeni bir şeyin içine uyanıyoruz. Zamanın hızına bağlı olarak da her şey hızlıca doğallığını yitirirken, bu tüm yaşanan değişimler, yapaylıklar, yapay yaşamlar hayatımız haline geliyor. Akıllı telefonlar, bilgisayarlar ve daha birçok şey giriyor hayatımıza. Elbette gelişeceğiz ve onların bize sağladığı faydalardan yararlanacağız.; fakat tüm bunları hayatımızın vazgeçilmez parçaları haline getirdiğimiz zaman sorunlar başlıyor. Teknoloji bağımlılığı kişinin yaşamını birçok yönden kötü etkiliyor. Meslek yaşamı, eğitim hayatı, özel hayatı olumsuz yönde etkileniyor.
Teknoloji Bağımlılığının Belirtileri • Sadece birkaç dakika diyerek saatlerce vakit harcamak • Çevrenizdeki insanlara geçirdiğiniz zaman hakkında yalan söylemek • Uzun süre bilgisayar kullanımından kaynaklanan fiziksel şikâyetler • Yüz yüze iletişim kurmak yerine sanal iletişimi tercih etmek • İnternete girmek için derslerden, yemek saatlerinden taviz vermek
Teknoloji Bağımlılığının Neden Olduğu Sorunlar Fiziksel Sorunlar
• Gözlerde yanma • Halsizlik • Elde uyuşukluk • Beden duruşunda bozukluk • Boyun kaslarında ağrı ve sertleşme
Sosyal Alanda Görülen Sorunlar • • • • •
Akademik başarıda düşüş Uyku bozuklukları Yemek yememe Aktivitede azalmalar İnternet arkadaşları dışında izolasyon
PsiNossa
7
Madde Bağımlılığı Sakinleştirici ve uyarıcı etkileri olan, daha fazla alma isteği uyandıran, alınmadığı zaman kişide yoksunluk belirtileri yaşatan maddelere ‘uyuşturucu madde’ denir. Uyuşturucu madde kullanan kişiler, bir maddeye başladıklarında “Nasıl olsa ben bunu bırakırım.” diye başlarlar. Oysaki bağımlılığın nasıl bir gelişim göstereceği kestirilemez. Tek bir defa bile o maddeyi kullanmak son derece risklidir. İlk defa kullandıktan sonra kişi onu tekrar ister. Aynı etkiyi sağlamak için kişi miktarını arttırmaya başlar. Böylece, kişi bağımlılık sürecine girmiş demektir.
Etkileri
• Aklı ve irade işlemez hale gelir. Kişi normal yaşamından gitgide uzaklaşmaya başlar. • Bulantı, kusma, karın ağrıları, kabızlık, ishal, mide ve bağırsak spazmlarına/kanamalarına sebep olur. • Tüm iç organların zarar görmesine ve bunu takiben çeşitli hastalıklara sebep olur. • Zehirlenmelere ve bu yolla ölümlere sebep olur. • Uyuşturucu sebebiyle bireyin çevreye olan uyumu zayıflamaya başlar. Bağımlı birey gitgide ailesinden ve çevresinden kopar, yalnızlaşır.
8
PsiNossa
Ne yapmalı?
• Kişi, maddenin etkisi altında olduğunda yapılan konuşmanın herhangi bir faydası yoktur. • Kendinizi hazır hissetmiyorsanız onunla konuşmayın. • Samimi ve inandırıcı olun, öğüt vermeyin. • Genellemede bulunmamaya dikkat edin. • Korkularınıza dayanarak konuşmayın. • Uzman yardımı alması için samimi bir yaklaşımla onu ikna edin.
Ne yapmamalı?
• Kabullenmeme-İnkâr: “Yok, benim çocuğum asla kullanmaz.” • Kendini ve eşini suçlama: “Bu çocuk senin yüzünden böyle oldu.” “Biz iyi anne-baba olamadık.” • Hayal kırıklığı, çaresizlik duygusu: “Ben seni bunun için mi yetiştirdim?” “Her şey bitti, artık hiçbir şey eskisi gibi olamaz.” • Öfke: “Benim böyle bir çocuğum olamaz!” • Çocuğu suçlama ve aşağılama: “Senden hiçbir şey olmaz.” • Uç kararlar alma: “Okul hayatın bitti.”
PsiNossa
9
GÜNÜMÜZ ORTAÇAĞ VEBASI:
Madde Bağımlılığı
M
adde bağımlılığı sorunu, ülkemizde her geçen gün daha da büyüyen bir kriz haline geliyor. Birçok nedenle bireylerin psikoaktif maddelere yöneldiğini biliyor olsak da sadece genetik miras ya da kalıtım ile bağımlılık eğilimini açıklamaya çalışmak hatasına düşebiliyoruz; ancak içinde yetiştiğimiz aile, sahip olduğumuz çevre hatta üyesi olduğumuz toplum ve kültür çoğu zaman bizi davranışlarımız konusunda yönlendirirken, madde bağımlılığının temeline
Selin Cennet GÜLMEZ
nışlarından etkilenmemesi pek de mümkün olmasa gerek. Küçük yaşlarda babasının sinirlendiğinde sigara içerek sakinleşmeye çalıştığını gözlemleyen birinin stresin çözümünü nikotinde araması, bence, fazlasıyla normaldir. Peki bu “normali” anormal hale getirmenin, ebeveynler için bir yolu var mı? Net bir cevap sunamamakla beraber en azından özendirmemek adına, ailenin küçük yaşlardaki üyelerinin yanında bu tür maddeleri tüketmemesi bir çözüm olabilir diye düşünüyorum. Tüm davranışların ailede başladığı Günümüzde, ortaçağ vebası gibi yayılan gerçeğini, hepimiz madde bağımlılığının artışında şüphesiz rahatlıkla kabul edebitoplum ve kültür de rol oynar. liriz; ancak davranışlainme çabası içinde bu unsurları rımızın şekillenmesi ailede bitmez. görmezden gelmek büyük bir yaArkadaş çevresinde ya da dâhil nılgı olur. olmaktan memnun kaldığı ortamPsikolog adayı öğrenciler olalarda sigara, alkol, uyuşturucu ve rak, aldığımız derslerden biliyoruz daha birçok maddenin, deyim yeki bireyin kendi kişiliğini oluşturrindeyse su gibi tüketilmesi, birema amacıyla attığı ilk adım ebeyin bu maddelere ilgi göstermesine veynlerini taklit etmektir. Kişinin ya da var olan ilgisinin artmasına yirmili yaşlara kadar hayatını sebep olabilir. paylaştığı aile üyelerinin davra-
10 PsiNossa
Birey, tam aksine, ilgisiz kaldığında ise bulunduğu çevrede kendisini eksik hatta bazen korkak hissedebilir. Kendisine olan saygısını yitirmesi ise elbette ruhsal olarak çökmesine ve sunulan maddelere karşı savunmasının düşmesine sebep olabilir. Günümüzde, ortaçağ vebası gibi yayılan madde bağımlılığının artışında şüphesiz toplum ve kültür de rol oynar. Nasıl ki haddinden fazla özgür bir toplum gençleri, tüm uyarıcı maddeleri denemeye itebilecekse; aşırı baskıcı bir toplum da onların bu maddelere karşı merak duymasına neden olabilir. Toplumun bilinç seviyesi, gençlere karşı tutumu ve kültür yapış da bu yüzden fazlasıyla önem arz etmektedir. En çok üzerine düşülmesi gereken konu şüphesiz ki “bilgilendirme ve bilinçlendirme” çalışmalarıdır.
Çok kesin bir dille söyleyebilirim ki sigara bağımlısı birine nikotinin ve sigaranın içindeki diğer kimyasalların zararlarını anlattığınızda onu bu alışkanlığından vazgeçirmeniz pek mümkün değildir. Eğer sahip olduğu alışkanlıktan vazgeçerse, bunu, kendisi istediği için yapacaktır; ancak sigara, alkol ya da uyuşturucu ve türevleriyle tanışmamış birine psikoaktif maddelerin vücuda ve sosyal hayata verdiği zaralar anlatıldığında sonuç değişebilir. Sonuç değiştirilebilir.
PsiNossa
11
Zeynep BOSTAN
Yamyamlık:Bilinmeyen Yonleri Y
amyamlık deyince ilk ne gelir aklımıza? Çoğunlukla Afrika’daki ilk, eski çağlardan kalma, vahşi kabilelerdeki insan yiyicilik. Araştırmalar gerçeklerin bundan çok daha kapsamlı olduğunu gösteriyor. Anlamı ve Etimolojisi Yamyamlık sözlükte; açlık ve besin yokluğu nedeninden daha çok büyüsel ve kuttörensel amaçlarla insan eti yeme olarak tanımlanmıştır. Daha basit ve daha doğru ifadelerle; kanibalizm, antropofaji ya da Türkçe karşılığıyla yamyamlık, insan etinin insanlar tarafından yenmesidir. Yamyam sözcüğü niam-niam/ iam-iam kökünden türemiş olup, Sudan’ın güneyinde insan eti yediği
12 PsiNossa
rivayet edilen bir kabilenin adından Türkçe’ye geçtiği düşünülmektedir. Kelimenin Batı dillerindeki karşılığı ise 15. yüzyıl Colomb’un Amerika’yı ve yamyamları keşfine kadar “insan yiyicilik” anlamına gelen Yunanca antropofaji idi. “Anthropas” (insan) ve “phagein” (yemek) sözcüklerinin birleştirilmesiyle oluşmuştur. Ancak Colomb seyir defterlerinde, Karayipler’deki ‘Carib’ halkının yaşam tarzından yola çıkarak; insan yiyici anlamına gelen ‘Cannibale’ i yaygın olarak kullanmıştır. Bu sözcük; Arawak Kızılderililerinde, kendi dillerinde gözü pek/cesur anlamlarına gelen caniba sözcüğünden türetilmiştir. Colomb ise bu kelimeyi Küba Arawakları gibi aşağılayıcı
bir anlamda kullanmış, Yamyam’ı seyir defterine “…bazıları tek gözlü, bazıları ise köpek suratlı adamlar vardı: hombres de un ojo e otros con haçicos de perro que comian los hombres.” olarak kaydetmiştir. Zamanla ‘Cannibale’, Colomb’un yaptığı bu sansasyonel tasvirin etkisiyle Latince canis sözcüğüne evrilerek, kaniş köpeği yerine kullanılmaya başlanmıştır. Yüzyıllar boyunca insanlık yamyamlığın geleneksel düzeyde var olup olmadığını sorgulamıştır; oysa artık doğru soru, Kaliforniya Üniversitesi’nden dünyaca ünlü paleoantropolog Tim White’a göre, yamyamlığın nedenlerine odaklanan sorudur.
Yamyam festivali, Tanna, Vanuatu, c. 1885-9 İnsanı yamyamlığa iten nedenlerin araştırılması uzun ve zorlu bir süreç olmuştur. İnsanın beslenme düzeninin ana maddesinin, eski çağlardan beri hiçbir zaman insanlar olmadığı düşünülmekteydi. Ancak antropolojik çalışmalar ilk insanlarda yamyamlık aktivitesinin çok yaygın olabileceğine ışık tutuyor. Tüm verilere rağmen, besin
yerlilerinin, Kuzey Amerika’nın iç çöllerinde yaşayan Kızılderililerin, yarı arktik bölgedeki Kanadalıların; zorlu yaşam koşullarına rağmen insan etiyle beslendiklerine dair bir kanıt bulunmamaktadır. Bu gerçekler ışığında, geleneksel yamyamlığın motivasyonunun açlık ve kıtlık olmadığı düşünülmüştür. Tarihsel olarak, kolonileşme
“Doğru soru ‘Yamyamlık hiç var oldu mu?’ değil, ‘Yamyamlık neden var?’ olmalı.” kaynaklarını arttırma düşüncesi, insanları geleneksel yamyamlığa iten yaşamsal bir faktör olarak görülmüyor. Dünyanın en elverişsiz koşullarında bile, yiyecek kaynaklarına erişimde sıkıntı yaşayan toplumların genellikle insan eti tüketmediği vurgulanmaya değerdir. Eskimoların, Kuzey Sibirya
aktivitelerini meşrulaştırmak adına Avrupalı milletler, sömürgelerini yamyamlıkla suçlamışlardır. Dolayısıyla, insan eti yendiğine dair pek çok suçlama temelsizdir; ancak yine de yamyamlık göz ardı edilmemesi ve incelenmesi gereken bir gerçek olmuştur. Yerlileri yamyamlıkla suçlayan bazı Avrupalıların,
kendilerinin de yamyamlığı bazı formlarda uyguladığı görülmektedir. İnsan kanı ve diğer vücut parçalarından yapılan ilaçları kullanmak 17. yüzyıl Avrupa’sında çok yaygındır. Bu ilaçları ise idam edilen mahkumların vücutlarından sağlamışlardır. Stony Brook’taki New York Eyalet Üniversitesi’nden Amerikan antropolog William Arens, 1979’da basılan ‘The Man-Eating Myth’ kitabında, yamyamlığın açlıktan ölmek üzere olan bireyler tarafından zaman zaman uygulandığı; ancak asla sosyal olarak kabul görmüş bir uygulama haline gelmediğini savunmuştur. Arens’ın hipotezi o yıllarda kabul görmüş ancak yeni antropolojik çalışmalar ışığında bu hipoteze şüpheyle yaklaşılmıştır.
PsiNossa
13
Arkeolojik ve antropolojik kanıtlar; insan eti tüketiminin sadece açlık ve kıtlık nedenli olmadığını, sosyal olarak kabul görmüş önemli bir gelenek olduğunu da gösterdi. White’ın ulaştığı bulgulara göre, 600 bin yıl öncesine ait Neanderthallerin kafatası kalıntılarında yamyamlığa kurban gittiklerine dair izlere rastlandı. Fransız Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi’nden Fernando Rozzi; Neanderthallerin modern insanlar yüzünden vahşi bir sonla karşılaştıklarını ve hatta bazı durumlarda modern insanların onları yediğini ileri sürmüştür. Rozzi; insanların Neanderthallere saldırdıklarına, bazen onları öldürdüklerine, vücutlarını mağaralara taşıdıklarına ve onları yemek ya da kafatası ve diş gibi parçalarını ödül olarak kullanmak amacıyla sakladıklarına dair güçlü kanıtlar olduğuna inanıyor. Çığır açan yeni bir çalışma ise, yamyamlığın enfeksiyonel bazı hastalıkları ve parazitleri yayabileceği hipotezini doğrulamıştır. Konuyla ilgili en ünlü çalışmalardan birinde; yamyamlıkla Kuru hastalığına neden olan ölümcül bir virüsün Yeni Gine’de yaygın olmasının arasında bir bağlantı olabileceği savunulmuştur. Çalışmalarıyla Nobel Ödülü kazanan Dr. D. Carleton Gadjusek, antropologlarla ortak çalışarak, Kuru ve Deli Dana hastalıklarına neden olduğunu keşfettiği bu yeni virüs türünün Yeni Gine’de yaygın olmasının nedeninin; bölgedeki ölü yeme uygulamalarından kaynaklandığını ortaya çıkarmıştır.
Yamyam Geni
Dünyanın çeşitli bölgelerinden insanlarla yapılan yeni araştırmalara göre, modern insanda atalarımızın yamyam olduğuna dair kanıt olabilecek bazı genetik
14 PsiNossa
Sebastian Münster, Bale, 1554 faktörler tespit edildi. Bilim insanları, bugün bile pek çoğumuzun, insan etinin yenilmesiyle yayılan bazı beyin hastalıkların karşı bağışıklık kazanarak evrildiğimizi söylüyor. College London Üniversitesi’nden John Collinge ve Simon Mead’in ortak çalışması gösteriyor ki; Kuru hastalığı gibi insan eti ve bozuk hayvan eti yenmesiyle yayılan prion hastalıklar, kuşaktan kuşağa geçen kalıtımsal özellikler taşıyor. Papua Yeni Gine’deki Fore insanları üzerinde yapılan bu araştırmada, 19. yüzyılın sonlarına doğru insan eti yeme geleneğinin yayıldığı ortaya çıkmış. Erkekler insan etinin en iyi kısımlarını, kadınlar ve çocuklar ise hastalığın yerleştiği kısmı, yani beyni, yediğinden, kadınlar ve çocuklar hastalıktan en çok etkilenenler olmuşlar. Mead ve Collinge’in, 30 yaşlarındaki Fore kadınlarından aldığı DNA örneklerine göre;
Kuru hastalığından kurtulanların çoğunda, daha genç kuşaktakilerden daha fazla olarak, koruyucu bir genin bulunduğu tespit edildi. Çeşitli genetik testlerin sonucunda, bu koruyucu genlerin şans eseri değil ancak doğal seçilimin bir sonucu olabileceği kanısına varıldı.Yamyamlık araştırmalarında çığır açan diğer bir kanıtı ise myoglobin enzimi oluşturdu. Kafatasında ve kemiklerinde yamyamlığa kurban gittiğinin izlerini taşıyan kalıntıların çevresindeki fosilleşmiş dışkılar incelendiğinde; insan kas dokusunda bulunan, ancak sindirim sisteminde bulunmayan bir enzime rastlanmış: myoglobin. Bu enzimin insan dışkısında bulunması, yamyamlığın yaygın olduğunu düşündürüyor.
Neden yedin?
Antropolog Richard E. Leakey ve Lewin’in çalışmalarına göre yamyamlık aktivitesi; açlık ve kıtlık gibi hayatta kalma mücadelesinden çok, kültürel bir varoluş mücadelesine, delilik ve sosyal sapkınlık gibi nedenlere dayanmaktadır. Leakey ve Lewin yamyamlık aktivitesini ikiye ayırır. İçe dönük yamyamlıkta (endocannibalism) , sadece akrabaların ya da aynı kabileden olanların vücutları ya da vücutlarının belli bir parçası yenirken; dışa dönük yamyamlık (exocannibalism) ise düşmanları yemek anlamına gelir. İçe dönük yamyamlık, yani ölü akrabaların yenmesi; ölen kişiyi kendi bedeninde saklayarak onurlandırma, onun güzel özelliklerini kendi bünyesine alarak sonsuz kılma ve bu özelliklerin kabile dışına çıkmasını önleme anlayışına dayanır. Örneğin Güney Amerika’daki bazı kabileler ölü akrabalarının kemiklerini toz haline getirip, içkilerine katıyorlardı. Dışa dönük yamyamlıkta; düşmanı yemenin motivasyonu
intikam alma ve düşmanın güçlerini edinme, kimi zaman öldürülen kişinin cadılık ve büyücülük gibi aktivitelerle kendilerine zarar vermesini önleme, kimi zaman da düşmanın kalbinden, kafa derisinden veya eklemlerinden alınan bir ısırıkla kendilerini ödüllendirme amacı taşıdığı anlaşılmıştır. National Geographic belgeseli ‘Eating with Cannibals’ çekimleri için Papua Yeni Gine yağmur ormanlarına giden Piers Gibbon, geçmişte yamyamlık yaptığı bilinen bir kabileyi ziyaret eder. Bu kabilenin dışa dönük yamyamlığa uygun bir örnek olduğu söylenebilir. Kabilenin ruhani lideri ya da the songleader Titikawa’nın açıklamalarına göre, şarkı söyleme ve dans etme ayinleri esnasında Titikawa’ya görünen atalarına ait bir ruh, kimin insanlara hastalık yayan büyüler yaptığını fısıldıyor. Böylece kabilenin diğer üyeleri o kişiyi kaçırıp, öldürüyor ve ardından yiyorlar. Bu durum Biami bölgesine Hristiyan misyonerlerin gelmesiyle son buluyor. Misyonerlerin gelişi kabilede yamyamlığın
düşüşünde önemli bir rol oynuyor ve kabile halkının %90’ının Hristiyan olmasına neden oluyor. Ancak içlerinde Titikawa gibi hala atalarının ruhlarına inanmayı sürdürenler de olduğunu biliyoruz. Bir Fransız antropoloji fıkrasına göre; antropolog, kabile şefine kabilelerinde hiç yamyam olup olmadığını sorduğunda, şef şu yanıtı verir: “Artık yok, sonuncusunu dün yedik.” Rutin olarak yamyamlık yapıldığı bilinen pek çok kabilenin, yamyamlığı komşu diğer kabilelere atfederek inkar ettikleri konusunda pek çok rapor vardır. Eating with Cannibals belgeselinde de bunun örneklerini görmek mümkündür. Yamyamlık; modern toplumlarımızda kişilik bozuklukları ya da sıra dışı mahrumiyet ve açlık durumlarında kendini gösterirken, dış dünyadan izole olmuş bir coğrafyada yaşayan yerliler için geleneksel ve kuttörensel anlamlar taşımaktadır. Montaigne’in dediği gibi belki de “Herkes kendi geleneklerine aykırı olan şeyi yamyamlık olarak görüyor”dur.
“Hannibal”, Hannibal
PsiNossa
15
Ergenlik Döneminde Bağımlılık
E
rgenlik, çocukluktan yetişkinliğe geçişte önemli bir dönem olarak kabul edilir. Bu dönemde oluşan hayat tarzı, çoğunlukla yetişkinlikte de devam eder. Gelişim psikolojisi literatüründe “keşif dönemi” olarak kabul edilen ergenlik, bağımlılık için riskli bir dönemdir. Yapılan bir araştırmaya göre, bireylerin fiziksel hazla kasıldığı, sorunları umursamadığı, canlı ve güçlü hissettiği bu dönemde sağlığa yapılan yatırımların orta yetişkinlikte sağlık sorunlarıyla daha az karşılaşmakta; ergen ne kadar aktif yaşam sürerse madde kullanımı riski azalmaktadır (Roth ve Okosun, 2012). Erken ergenlikte, hatta çocuklukta uyuşturucu kullanmaya başlamanın çok ciddi problemlere yok açtığı bilinmektedir. Lyyra ve diğer. (2005) tarafından yürütülen, 8-42 yaşları arasındaki bireylerle yapılan boylamsal bir çalışma sonucunda, erken yaşta alkol veya diğer uyuşturucu maddelerin kullanımı, orta yaştaki madde alışkanlığıyla bağlantılı olduğu bulunmuştur. Uzun süreli madde kullanımında nörotransmitörlerdeki problemler, genetik yatkınlık da varsa psikolojik bozukluklara neden olabilir. Sosyal Etmenlerin Rolü Yüksek anksiyete, dışsal kontrol odağına sahip olmak, düşük benlik saygısı, psikolojik olarak “olgunlaşmamış” olmak gibi kişilik özellikleri, hazzı erteleme sıkıntısına yol açabilir. Madde
16 PsiNossa
Selen ÖZBEK kullanımında kişilik özelliklerinin yanı sıra ebeveynlerin, akranların ve eğitimin rolü de yadsınamaz bir öneme sahiptir. Aile içi iletişimin sağlıklı olması, ebeveynlerle olumlu ilişkiler, ergene yeterli desteğin sağlanması bireylerin uyuşturucu kullanımını azaltmaktadır (Cleveland ve diğer., 2012). Literatürde “parental monitoring” olarak karşımıza çıkan, izleyici ebeveynlere sahip olmak, madde kullanma oranının düşmesiyle ilişkili bulunmuştur (Tobler ve Komro, 2010). Sen (2010), aileleriyle birlikte daha sık akşam yemeği yiyen ergenlerin daha az olasılıkla madde bağımlısı olacağını vurgulamıştır. Aile içinde iyi bir ilişki varsa, birey kendini ailesine karşı sorumlu hisseder, ailenin beklentileri doğrultusunda bazı davranışlarını engelleyebilir. Yetersiz iletişim ve takip durumunda, birey ailenin ahlaki değerlerini içselleştirmekte güçlük çeker. Vicdani bir baskı hissetmediği için aileden bağımsız olarak içgüdüleriyle hareket eder. Bulundukları dönem itibariyle ergenler, çocukluk dönemine kıyasla aileden biraz daha uzaklaşıp arkadaşlarıyla daha çok vakit geçirmeye başlarlar. Ebeveynlerin yanı sıra, uyuşturucu madde kullanımında akranlar da büyük bir role sahiptir (Tucker ve diğer., 2012). Patrick ve Schulenberg (2010) tarafından, 8. ve 10. sınıftaki öğrencilerle yapılan geniş kapsamlı bir araştırmaya göre, akran ilişkilerinin risk faktörleri tespit etmede en güçlü yordayıcı olduğu bulunmuştur.
Risk Faktörler
• Ruhsal problemleri olan, madde kullanan ebeveyn • Yanlış ebeveyn stilleri • Ebeveyn-ergen arasında bağlanma olmaması • Aşırı utangaç ya da şiddet içeren problemli davranışlar • Madde kullanan sapkın arkadaşlar • Akademik başarının düşük olması • Yetersiz sosyal beceriler • Travmatik olaylar
Madde Kullanımından Neler Korur?
• Güçlü aile bağları • Ebeveyn kontrolü • Aile içi kuralların açık ve anlaşılabilir olması • Okulda başarılı olmak • Sosyal kulüplere katılmak • Uyuşturucu kullanımıyla ilgili yeterli ve doğru bilgi edinmiş olmak
PsiNossa
17
OTİZM Ulaş IŞIK
Otizm… Yaşamın ilk yıllarında kendini gösteren, uzun yıllar boyu süren araştırmalara rağmen hakkında az şey bildiğimiz bir farklılıktır. Kendisini, genellikle 3 yaşından önce, sınırlı bir iletişim yeteneği ve tekrarlanan davranışlarla gösteren bir beyin gelişimi sorunudur. Otizmin davranışsal semptomları kişiden kişiye değişiklik gösterebilir. Örneğin; otizmli bir çocuk sessiz kalma, zihinsel gerilik yaşama, durmadan el çırpma ya da sallanma gibi farklı davranışlar gösterirken bir başka otizmli çocuk girişken ancak alışılmadık bir sosyal katılım gösterme, dar bir ilgi alanı olmasına rağmen ilgilendiği konu üzerinde oldukça başarılı etkinlikler gösterme gibi davranışlar sergileyebilir. Örnekte de görüldüğü gibi otizmin davranışsal spektrumu oldukça geniştir. Sosyal etkileşimde yetersizlikler, erken dönemlerde başlayarak erişkinliğe kadar devam eder. Henüz bir bebekken bile çevrelerindeki uyaranlara yaşıtlarına göre daha az tepki verirler. İsimlerinin farkında oldukları yaşlarda dahi isimlerini duyduklarında tepkisiz kalabilirler. Olaylara oldukça kısıtlı duygusal katılım gösteren bu çocuklar, birisiyle iletişime geçmek zorunda kaldıklarında da onlara seslenmek yerine elleriyle oynayıp, giysilerinden dürtebilirler. Yukarıda sözü geçen tekrarlayan davranışlar, Gözden Geçirilmiş Yineleyici Davranış Ölçeği’nde sınıflandırılmıştır. Bunlar; > Stereotipi : El çırpma, vücut uzuvlarını sallama gibi amaçsız hareketler. > Kompulsif Davranış : Amaçlıdır ve nesneleri belirli bir düzende dizmek gibi rutin hareketleri içerir. > Tekdüzelik: Değişime direnç göstermek. > Rutin Davranış: Günlük işleri her zaman aynı şekilde ve formda yapmak. > Sınırlı Davranış: Sosyal ilgi ve davranışlarda çeşitliliğin olmaması. > Kendini Yaralama: Otizmli çocuk, kendi vücuduna zarar verebilir, kendini ısırabilir.
18 PsiNossa
Otizmli bir çocuk tüm bu sayılanların dışında da semptomlar gösterebilir. Göz temasından kaçınma, aracı olmadan iletişim kuramama, yaşıtları ile zaman geçirememe, herhangi bir uyarana bağlı olmaksızın gülme, ağlama, yersiz duygusal katılım gösterme, anlamı olmayan sözcükleri çok sık tekrarlama, değişikliğe tahammül edememe gibi semptomlar da otizmli çocuklarda görülebilir. Otizmin epidemiyolojisine bakıldığında, prevelansı 1000 kişiye 1 kişi olarak bulunmuştur. Ayrıca cinsiyetlere göre de değişiklik gösteren bir yaygınlığı vardır ve erkeklerde olma olasılığı kızlara göre 4 kat daha fazladır. Otizmli Olan Çocuklar Hakkında Yanlış Bilinenler > Bazı semptomları bazı ruh hastalıklarını çağrıştırsa da otizm bir ruh hastalığı değildir. > Yapılan bilimsel araştırmalar, otizmin çocuk yetiştirme özellikleriyle ya da ailenin sosyo-ekonomik özellikleriyle ilişkisi olmadığını göstermiştir > Sanıldığının aksine, otizm tanılı bireylerin çoğunda, farklı düzeylerde zeka geriliği görülür. Ayrıca, zeka testlerinde, belli alanlar, diğer alanlara kıyasla çok daha geri çıkabilir. > Tüm otizmi olan çocuklarda zeka geriliği gözlenmez. Hatta aksine, üstün yeteneklere sahip otizmi olan çocuklar da vardır. Nisan 2015- tüm dünyada Otizm Farkındalık Ayı olarak ilan edilmiş ve çeşitli etkinliklerle toplumda ve bireylerde otizm hakkında farkındalık uyandırmak amaçlanmaktadır. Şunu unutmayalım; otizm bir eksiklik ya da utanç kaynağı değil, sadece bir farklılıktır. Otizmli bireyleri topluma adapte etme konusunda biz psikoloji öğrencilerine/psikologlara oldukça ihtiyaç var. Gelin, topluma ve henüz otizmin farkında olmayan insanlara otizmin sadece küçük farklılıklardan ibaret olduğunu ve onlarla birlikte yaşayabilmenin erdemini anlatalım.
Eksik Değil Farklı PsiNossa
19
Otizm
Okulda ve sosyal hayatta genel olarak dışlanmak, farklılaştırılmak özellikle otizmli çocuk aileleri için en büyük sorundur. Otizmli çocukların gösterdiği yetersizlik alanlarına, davranış özelliklerine uygun bir müfredatın hemen tüm eğitim kademeleri için hazırlanması gerekir. Aynı zamanda öğretmenlerin özel eğitim konusunda bilimsel dayanıklı uygulamalar konusunda eğitim almaları, öğrencilerin ihtiyaçlarını karşılayabilecek duruma gelmeleri gerekmektedir. Otizmli çocukların eğitim sistemine dahil olduğu model olan kaynaştırma eğitimi yaygınlaştırılmalıdır. Sosyal hayatta ise otizmli bireylerin ve ailelerinin yaşadığı sıkıntılar, toplum tarafından dışlanma ve zorunlu eğitim çağı sonrası yeterli ve gerekli rehabilitasyon hizmetlerinin olmaması ile evlere kapanmalarıdır. Yeterli mesleki eğitim alamadıkları için otizmli bireyler istihdama katılamamaktadır. Otizmli çocuklara ne kadar erken ve yoğun eğitim verebilirsek yetişkin yaşlarında daha bağımsız, kendine yeten, üretken, ekonomiye katkı yapan bireyler olarak toplum içinde yer alabilmektedir. Araştırmalar ile mesleki rehabilitasyona harcanan her 1 doların, topluma 16 dolar olarak geri döndüğü belirlenmiştir. Diğer taraftan Amerika Birleşik Devletlerinde otizmli bir bireyin devlete yaşam boyu maliyetinin 3 milyon ABD doları civarında olduğu ifade edilmektedir. Bu nedenle, otizmli bireylerin toplumsal yaşama daha bağımsız bir
biçimde katılımlarının sağlanması hem aileler hem de toplum için ekonomik ve toplumsal açıdan önemli bir konudur. 2013-2014 MEB verilerine göre örgün eğitim alan toplam öğrenci sayısı 17.787.000. Bu toplam rakam içinde 254.705 engelli öğrenci var. Yani Türkiye’deki öğrenci nüfusunun%1,5’inin engelli olduğunu görüyoruz. Eğitim imkânlarından faydalanan otizmli çocukların sayısı çok daha düşük bir oran. Halbuki bu oran Avrupa’da %3-6 arasındadır, Otizmli çocukların devam ettiği Özel Eğitim Uygulama Merkezlerinin toplam sayısı ise 676’dır. Bu okullarda eğitim alan toplam öğrenci sayısı ise 19.046’dır. Oysa 0-18 yaş grubunda 352.000 otizmli çocuk ve gencimiz olduğunu düşünürsek bu sayılar çok yetersizdir.
Tohum Türkiye Otizm Erken Tanı ve Eğitim Vakfı
Tohum Türkiye Otizm Erken Tanı ve Eğitim Vakfı, “Otizm ve Yaygın Gelişim Bozukluğu” olan çocukların erken tanısının konulması, özel eğitimi ile topluma kazandırılmasına öncülük edilmesi ve bunun yurt çapında yaygınlaştırılması amacıyla, kar amacı gütmeyen ve kamu yararını gözeten bir sağlık ve eğitim vakfı olarak 15 Nisan 2003 tarihinde kurulmuştur. Erken tanı ve eğitim vakfı olarak Tohum Otizm Vakfı; 2006 yılında kurulan Özel Tohum Otizm Vakfı Özel Eğitim Okulu’nda otizmli çocuklara PCDI
modelinde eğitim sunmaktadır. Bu okul ile Tohum Otizm Vakfı; Türkiye’de ilk defa otizmli çocuklara özgü 0–21 yaş müfredat programı, uygulamalı davranış analizi modelinin kullanıldığı yılda on iki ay, haftada 40 saat kesintisiz eğitim, kurum ve eve dayalı yoğunlaştırılmış aile eğitimi, eğitim programlarını toplum-temelli ve veriye-dayalı bilimsel yaklaşımları kullanarak uygulayan; aile eğitimi veren; kaynaştırmaya yerleştiren, destekleyen ve izleyen; eğitimci yetiştiren Türkiye’nin ilk ve tek kurumu olmuştur. Okulda sunulan eğitim hizmetine ek olarak Tohum Otizm Vakfı, otizm konusunda farkındalığın ve bu alanda çalışanların kapasitesinin artırılmasına yönelik çeşitli eğitim faaliyetleri düzenlemektedir. Farkındalığın artırılmasına yönelik birçok kampanya ve yayın yapan Tohum Otizm Vakfı, faaliyet gösterdiği 11 yılda toplam 14 projenin içerisinde yer alarak, farklı alanlarda temel hedef kitlesini oluşturan otizmli bireyler ve ailelerinin ihtiyaçlarının karşılanmasına katkı sağlamıştır. Sonuç olarak Tohum Otizm Vakfı; “Türkiye’de ‘Otizm Spektrum Bozukluğu” ve diğer “Yaygın Gelişim Bozuklukları”nın erken tanılanması; tanı alan çocukların ve ailelerin sağlık, eğitim, meslek edinimi istihdam, bağımsız yaşam ve kaynaştırma gereksinimlerinin dünya standartlarında karşılanması” vizyonu ile otizmli bireylerin ve ailelerinin çağdaş toplum koşullarında yaşamlarını sürdürebilmeleri için eğitim, farkındalık, savunuculuk faali-
Tohum Otizm Vakfı otizm konusunda ABD’nin önde gelen okulu Princeton Child Development Institute’nin (PCDI) ile 2005 senesinde bu okulun aynı modelini Türkiye’de kurmak üzere bir know-how anlaşması yapmıştır. Bu okulda, otizmli çocukların eğitiminde dünyada kabul görmüş ve yararlılığı bilimsel olarak kanıtlanmış, “Davranışçı Yöntem” metodu uygulanmaktadır.
20 PsiNossa
PsiNossa
21
Nisan Ayı Farkındaklıkları 1-7 NİSAN KANSERLE SAVAŞ HAFTASI
23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI
2 NİSAN DÜNYA OTİZM 23 NİSAN DÜNYA KİTAP FARKINDALIK GÜNÜ GÜNÜ
7 NİSAN DÜNYA SAĞLIK GÜNÜ
25 NİSAN İSTATİSTİK GÜNÜ
8-14 NİSAN SAĞLIK HAFTASI
29 NİSAN DÜNYA DANS GÜNÜ
22 PsiNossa
2 NİSAN DÜNYA OTİZM FARKINDALIK GÜNÜ Otizm; doğuştan gelen ya da yaşamın ilk üç yılında ortaya çıkan karmaşık bir nörogelişimsel bozukluktur. Sosyal iletişim ve sosyal etkileşim ile tekrarlanan/takıntılı davranışlar ve sınırlı ilgiler yada etkinlikler ile kendini gösterir, Otizm bireyin çevresiyle yeterli sosyal ilişkiler kuramaması, konuşma-iletişim alanında belirgin gelişimsel sorunlar göstermesi ve kalıplaşmış (takıntılı) davranış biçimlerine sahip olmasıyla tanımlanır. Hipocampus ve Amygdala’nın yeterince gelişmemesi sonucunda ortaya çıkan nörolojik bir farklılıktır. Genellikle hayatın ilk iki yılında sosyal ilişkilerde çekingenlik ve konuşmama, değişikliklere karşı aşırı tepkiler, göz temasından kaçınma gibi belirtilerle ortaya çıkar. En etkili tedavi yöntemi erken tanı, yoğun ve kesintisiz eğitimdir. Otizmli bireylerin genel özellikleri arasında sürekli aynı cümleleri tekrar etme, başkalarına karşı ilgisizlik ve başkalarıyla iletişimsizlik, değişikliklerden hoşlanmama, göz temasından olabildiğince kaçınma, sebepsiz yere ağlama gülme davranışları sayılabilir.
Otizmli bireylerde genellikle bir zekâ geriliği olmasına rağmen her otizmli bireye böyle yaklaşamayız. Normal yahut üstün seviyelerde zekâya sahip otizmli bireyler de vardır. Yaşamı sanatlarıyla güzelleştiren, buluşlarıyla geliştiren otizmli bireyler azımsanmayacak kadar çoktur. Bu kişilere örnek vermek gerekirse: Ludwig van Beethoven, Thomas Edison, Albert Einstein, Henry Ford, Franz Kafka, Vincent van Gogh, Wolfgang Amadeus Mozart, Isaac Newton, Nikola Tesla… 2008 yılında Birleşmiş Milletler, otizme dikkat çekmek için 2 Nisan gününü “Dünya Otizm Farkındalık Günü” olarak ilan etmiştir. Her yıl bu tarihte topluma otizmin bir hastalık değil farklılık olduğu anlatılıyor, otizmli bireylerin topluma kazandırılması için konserler, sergiler, paneller düzenleniyor. Otizmli bireylerin kişiliği sadece bu farklılıktan oluşmuyor; otizm, onların sadece bir parçası. Böyle günler sayesinde bilinçlenerek onları anlayabilir, huzurlu bir hayat geçirmelerine imkân sağlayabiliriz.
Burak Bahadır AKIN
PsiNossa
23
ı s ı n A n u z Me Hasan AKALIN Sene 2007; ÖSS sonrası puanlar açıklandı. Ne olur ne olmaz diye ne kadar psikoloji bölümü varsa hepsini yazdım. Tercihin takıldığı yer ise Mersin Üniversitesi Psikoloji Bölümü oldu. Bölüm 40 kişi alıyordu. Ben de 40. olarak girmiştim. Hayalim mi? Tabi ki Mersin Üniversitesi değildi.:) Hemen Google ve Google görsellerde Mersin, Mersin Üniversitesi, Mersin Üniversitesi Psikoloji Bölümü ve türevlerini arattıktan sonra Mersin’in yolunu tuttum.:) 1 sene sıkıcı hazırlık sınıfı eğitimi sonrasında bölüme başladım. Tabi bununla beraber bende” Ben neyim?” sorgulamaları başladı. Çünkü bu yazıyı okuyan herkes gibi akrabalarım arasında psikiyatrist, doktor, psikolog gibi çeşitli kimliklerim vardı. Okulda ise sınırları aşmamam gerektiğini söyleyen, sık sık hatırlatmalarda bulunan hocalarım vardı; herkes gibi. Bölüme girer girmez başlayan bu kimlik savaşlarının içerisinde savrulan ben yolumu çizmeye çalışıyordum. :) 1 . sınıfa başladım ve hemen psikoloji topluluğuna üye oldum. Hangi sorumluluğu alabilirim, bir şeyler yapabilir miyim arayışı içine girdim. İsteğimi fark eden üst sınıflardan iki kişi bir gün bölümün önünde otururken TPÖÇG diye bir oluşumun olduğunu ve toplantıya gideceklerini , 1.sınıfları temsilen de benim gelebileceğimi söylediler . Sağ olsunlar,
24 PsiNossa
kolumdan tuttular ve beni TPÖÇG toplantısına götürdüler. Artık TPÖÇG’yle tanışmıştım. İlk toplantım olan 2008 Güz Dönemi Fatih Üniversitesi Toplantısı benim için başlangıç olmuştu. Yeni girdiğim ortamlarda gözlemci olmayı tercih eden ben ise toplantıda bir kere bile söz almadan Mersin’e geri dönmüştüm.:) O toplantıda UPOD Temsilciliği Mersin Üniversitesi’ne verilmişti. (Şimdi nasıl bilmiyorum; ama o dönem UPOD görevi üniversiteye verilir üniversite kendi arasında birini seçer bu ismi TPÖÇG’ye bildirirdi). Sağ olsunlar Mersin Üniversitesi de beni seçti ve benim için bir serüveni başlatmış oldular. İlk toplantımda TPÖÇG YK’ye girmiştim. O dönem bu benim için çok önemliydi ve hemen göreve başlayıp tüm üniversitelerle iletişime geçip UPOD açmaları için teşviklere başlamalıydım. 2008-2009 dönemi boyunca toplamda 12 farklı üniversite UPOD programı açtı. UPOD ne yaptı diye sorulduğunda bir sonraki yıla sunabileceğim önemli veriler olmuştu elimde. Bir sene sonraki toplantıda da yapılan UPOD etkinliklerinin verilerini sundum . Yeni yapılan seçimde ise Başkan Yardımcısı seçilmiştim.Büyük ihtimalle UPOD’daki çabam da etkili olmuştu.
Yeni dönemde okul,sosyal hayatım, TPÖÇG, toplantılar, UPOD’lar, kongreler derken bir yandan çevrem genişliyor bir yandan da ileride ne yapacağım şekilleniyordu kafamda. Yavaş yavaş mezun olan arkadaşlarım neler yapıyor, nerelerde yanlış yapıyorlar,neyi seçen nereye ulaşıyor gözleme şansım oluyordu bol bol. :) Benim için verimli geçmeye devam eden TPÖÇG serüveni artık 2010-2011 döneminde bana başkanlık görevini vermişti. Bu görev 2011-2012 döneminde de devam etmişti. Artık neredeyse her üniversiteden tanıdığım öğrenciler, akademisyenler, mezunlar vardı. Elim kolum bayağı uzamıştı, hangi şehre gitsem kalacak, görüşecek birileri olmuştu. Akademik anlamda da kafamda bir şeyler netleşmeye başlamıştı. Klinik psikoloji alanında yüksek lisans eğitimine karar vermiştim. 3. Sınıfın başından itibaren ÜDS, ALES vs sınavlara girmeye başladım; ancak hem Tpöçg,hem Okul,hem tez,hem sosyal ortam maalesef aynı anda yürümüyordu. Dedim ki bari KPSS’ye gireyim hedefleri gerçekleştirene kadar bir dayanağım olsun . Çünkü ÜDS’den 23,35,34,46 gibi puanlar almaya devam ediyordum ve düşük İngilizce puanı yüzünden devlet üniversitesi yüksek lisansına giremezsem para kazanıp özel üniversitedeki yüksek lisansın parasını ödemem gerekiyordu. :) Her ne kadar ALES ,KPSS tavan yapsa da ÜDS’den en fazla 55 alabildim. :) Artık mezuniyet de yaklaşıyordu. Dedim ki: “Sona geliyorsun, farklı bir plan çizmen gerek, bu İngilizce puanıyla seni hiçbir yer almaz, başkanlık TPÖÇG vs’yi bir müddet bir yere kaldır, hafiften uzaklaş, mezuniyet sonrası hayatına biraz daha odaklan. “ Okul bitti 2 hafta sonra KPSS’ye girdim,1 hafta sonra da askere gittim. İyi ki de gitmişim askere, İzmir’de 1 sene psikolog olarak askerlik yaparken hem askerlerle klinik görüşme deneyimi hem de para kazandım. :) Tabi bir yandan da önümdeki seçenekleri daha iyi değerlendirdim. Artık planım KPSS tercihi yapıp İstanbul’a atanmaktı. Niçin kamuda çalışmak diye sorarsanız; 1 senelik mezun olarak özel sektörden kazandığım parayla hem özel üniversitenin YL masraflarını,hem kiramı,hem de ihtiyaçlarımı karşılamam mümkün değildi. Çok şükür İstanbul’a atandım. Klinik Odaklı Uygulamalı Psikoloji alanında yüksek lisansa başladım. Bir
yandan devlet dairesindeki iş hayatım, bir yandan yüksek lisans eğitimim(tez aşaması),bir yandan aldığım terapi eğitimleri, bir yandan da danışmanlık merkezlerinde süpervizyon çalışmalarım devam ediyor. Özetle ÖSS’de yapabileceğim halde 1-2 soru kaçırmasaydım Mersin’de olamayacaktım.Mersin’de olmasam o üst sınıf öğrencileri beni toplantıya götürmeyeceklerdi,haliyle UPOD görevi benim olmayacaktı. UPOD görevi olmasa belki de başkan yardımcılığı ve başkanlık göreviyle tanışamayacaktım. Tanıdığım bu kadar güzel insanı, bu çevreyi, bu ortamı yakalayamayacaktım. Kısacası ne ben TPÖÇG’ye bu kadar etki edebilecektim ne de TPÖÇG bana etki edebilecekti. Son olarak affınıza sığınarak bir deneyimimi,gözlemimi söze dökecek olursam; bana göre kötü üniversite, kötü bölüm, kötü şartlar yoktur. Daha iyi şartları zorlamayan,ç abalamayan, o yeteneğe sahip olmayan psikoloji öğrencileri ve psikologlar vardır. Hoşçakalın, Hasan AKALIN Not:Eğer Lisans,Yüksek Lisans,Çalışma Hayatı,Eğitimler v.s gibi konularda sorunuz olursa çekinmeden Psk.hasanakalin@gmail.com adresinden sorabilirsiniz. :)
PsiNossa
25
A Y I N K I T B I
Bir Genç Kızın Uyuşturucu Günlüğü - Anonim İsmail BIYIKLI Ergenlik çağındaki bütün gençlerin ve ebeveynlerinin okuması gereken bir kitap.’ Boston Globe ‘ Sıra dışı bir çalışma... Korkutucu gerçekleri gösteren bir belgesel.’ New York Times Book Review Alice herhangi biri olabilir... Tanıdığınız biri olabilir... Alice uyuşturucu kullanıyor... On beş yaşında, beyaz, orta sınıf bir ailenin kızı olan Alice, son derece sıradan ve iyi bir kız. Dersleri iyi. Bir gün evlenip bir aile kurmayı hayal ediyor. Ama fark etmeden hayatına giren uyuşturucu Alice için dünyayı önce daha yaşanılır, daha dayanılır bir yer haline getirirken, genç kız çok geçmeden hiç peşini bırakmayacak bir belaya bulaştığını anlıyor. Alice’in hayatı bir daha asla aynı olmayacak. Anne ve babası değişiklikleri fark ediyor ama neler olup bittiğini anlamıyorlar. Ona yardım edemiyorlar. Alice’in üzücü bağımlılık macerası yönlendirilmeye açık duygularını anlamalarında yetişkinlere yardımcı olacak.
26 PsiNossa
Kitap Bilgileri: Yazar: Kolektif Yayınevi: Koridor Yayıncılık Sayfa Sayısı: 200 Baskı Yılı: 2009 PsiNossa’nın Puanı: 10/7.6
Kitaba Genel Bir Bakış Kitabın adından da anlaşılacağı üzere, bir genç kız var. Ana karakterimizin ismi ise Alice. Diğer karakterlerin çoğunun adı ve mekanların adı (okuduğu okul, çalıştığı yerler vs.) boşluklarla kapanmış durumda. Bütün bunların sebebi; “Bir genç kızın uyuşturucu günlüğü”, gerçek bir günlükten alıntılanmış olması. Karakterlerden tutun da, mekanlara, okuduğu okullara kadar her şey en ufak ayrıntısına kadar gerçek. Bu durum içinizi oldukça parçalıyor. Bir genç kız, gözünüzün önünde, siz okudukça yavaş yavaş yok oluyor ve sizin elinizden hiç bir şey gelmiyor. *** Bir genç kızın uyuşturucu günlüğü kitabı yazılırken üç ayrı günlük kullanılarak yazılmak istenmiş; fakat sadece iki günlük için ikna edilebilmiş. Üçüncü günlüğü yazmayı kabul etmemiş. Kabul etmedikten iki hafta sonra ise hayatını kaybetmiş ve okurken ölü bir kızın hayatını okuyor olacaksınız. Bu durum kitabı okurken fazlasıyla gerilmenizi sağlayacak. Daha fazla odaklanacaksınız ve kitabın içine daha fazla gireceksiniz. Her dakika ölmemesi için içinizden iyi temenniler geçireceksiniz. “Uyuşturucu nedir? Uyuşturucu kullananlara ne oluyor? Kullanırken nasıl duygu yaşıyorlar? Bırakmak neden bu kadar zor? …” gibi soruları sizin gibi ben de merak ederdim. Ben sorularımın yanıtını bu kitapta buldum. Siz de bulmaya hazır olun. O kadar iyi kurgulanmış ki. Kendimi adeta uyuşturucu kullanmışım gibi hissediyorum. Keyifli okumalar.
Bilgi Köşesi Dr. Latif Ruhşat Alpkan’ın Yorumu ile; *Uyuşturucu Nedir? Yasal olan veya olmayan, bağımlılık yapan maddelerin tümüne uyuşturucu adı verilir; ancak, bu kavramın içine “uyarıcı” olarak bilinen maddeler de girer. Çünkü uyarıcı maddeler de bağımlılık yapar. Bu maddelerin bir kısmı tedavi amacıyla tıpta ilaç olarak kullanılmaktadır. Hekim kontrolünde alındığı sürece alışkanlık sorunu ortaya çıkmaz. *** *Bağımlılık Nedir? Bağımlılık, kişinin fiziksel, ruhsal ve sosyal zararlar gördüğü halde madde kullanmaya devam etmesi, kullandığı maddeyi uzun süre bırakmaması, sürekli madde arayışı içinde olması, giderek kullandığı maddenin dozunu arttırması(tolerans) ile karakterize bir tablodur. Bu maddeler bırakıldığı zaman kas ağrıları, halsizlik, uyku bozukluğu, bulantı, kusma, sinirlilik, huzursuzluk gibi yoksunluk bulguları görülebilir.
Bir Psikoloğun Yorumu
Ünlü psikologdan biri olan James Hemming tarafından, Alice’nin yaşadığı bu acı olay kitabın son bölümünde yorumlanıyor. James’in bu acı olay hakkındaki uzman ve bilgi dolu yorumu olaya farklı bir bakış açısından yaklaşmanızı sağlıyor olacak.
UYUŞTURUCUYA HAYIR!! Ayın Sözü:
“Ağzından duman çıkarmayı marifet mi sanıyorsun, Ağabeylerinin pişmanlıklarından özünü bulursun, Bak böyle umursamaz takılırsan yok olursun, Genç yaşta kara toprakla hazince buluşursun. -Vagif “
PsiNossa
27
Kitaba Derinlemesine Bakış 1.GÜNLÜK Ana karakterimiz on yedi yaşında bir genç kız ve her ergen kız gibi, peşinde koştuğu bir erkek var. Birçok sevgilisi olsa da, Rogan’ı asla unutamıyor. Ona bir gün geri döneceği inancıyla onu bekleyip duruyor. Rogan dışında, Debbie, Marie ve Sharan adında çok yakın arkadaşları var ve son olarak Tim ve Alex adında iki de erkek kardeşi var. Tüm vakti bu isimlerle birlikte geçiyor ilk sayfalarda. Alice’den biraz bahsetmek gerekirse birçok psikolojik sorunla savaşmak zorunda. Bunlardan bir tanesi; fazlasıyla zayıf ve güzel olmasına rağmen kendini hiç beğenmemesi ve zayıflama isteğini durduramaması. Tam da burada büyük bir anoreksiya nervoza(*Anoreksiya Nervoza: Temel olarak genç kadınlar arasında gözlenen büyük çaplı ve ciddi kilo kaybı ile karakterize olan bir yeme bozukluğu(L.Steinberg, Ergenlik(2007),s;521)) örneği görüyoruz. Uzun bir sürenin ardından ailesinin taşınma planı ortaya çıkıyor. Okulunu ve arkadaşlarını değiştirmesi gerektiği için üzülüyor; fakat bir yandan da yeni bir hayata başlamak onu heyecanlandırıyor. Yeni evi, Alice için fazlasıyla korkunç oluyor. Okulunu hiç sevmiyor, arkadaşlık kuramıyor, herkes yeni olduğu için onu dışlıyor ve Alice büyük bir yalnızlık duygusu içine giriyor. Belki de Alice’nin uyuşturucu serüvenin başlamasının en büyük nedeni okulunu ve yaşadığı yerini değiştirmesi… Yeni yeni arkadaş çevresi kurmaya başlarken, uyuşturucu ile tanışıyor ve ilk olarak “ot” dedikleri bir şeyi deniyor, yaşadığı duygu gerçekle onu kopartmaya yetiyor. Alice uyuşturucu kullandıktan sonra, dünyadan eskisi gibi tat almadığı söylüyor ve dünya artık onun için yapmacık bir yermiş gibi geliyor. Otun etkisiyle uyku düzeni bozuluyor ve uyku ilacı almaya başlıyor. Bir süre sonra parası ot almaya yetmiyor; uyuşturucu üreticisi ve satıcısı olan Richie ile sevgili olmaya başlıyor. Richie ile eroini deniyor ve bunun karşılığında okuduğu okulda uyuşturucu maddeler satmaya başlıyor. Alice artık büyük bir bataklığın içinde yer alıyor. Hayatı berbat bir şekilde ilerken, Richie’nin onu aldattığını görüyor ve onu ihbar ediyor. Yaşadığı her şeyden pişmanlık duyuyor ve hayattan zevk alamıyor.
28 PsiNossa
Yavaş yavaş eriyor ve hayattan kopuyor. Bu süreçte beni en çok hayrete düşüren şey, polislerin yaptıkları oluyor. Alice’nin yakalayan polisler, onunla seks yapması karşılığında onu tutuklamıyorlar. Bilişsel açıdan büyük karmaşa yaşayan Alice, lezbiyen olup olmadığını sorgulamaya başlıyor ve patolojik bir ruh haline giriyor. Günlüğün en sonunda kendisine iki seçenek sunuyor; birinci seçenek; intihar etmek, ikinci seçenek; başkalarına yardım ederek, hayatını kurtarmak.
2.GÜNLÜK Kitap devam ettiğine göre, ikinci seçeneği seçmiş olduğu düşünüyorum. Alice gerçekten çok çabalıyor, bahsettiği seçeneği gerçekleştirmek için elinden geleni yapıyor. Onun çabasını gördükçe, gözlerinizden yaşlar geleceğine eminim. Ona en büyük desteği annesi ve babası sağlıyor. Her daim onun yanında oluyorlar. Okulda eskiden uyuşturucu sattığı, çocuklarla karşılaştıkça, eski anıları zihninde canlanıyor ve uyuşturucuyu unutamıyor. En sonunda gerçek bir madde bağımlığı tedavisi için hastaneye yatıyor. Peki sizce başarabiliyor mu? Okuyup, görmeniz gerekecek.
3.GÜNLÜK Yazıyı aynen yayınlıyorum. “Bu kitabın kahramanı, başka bir günlük daha tutmama kararından üç hafta sonra öldü. Anne ve babası gece sinemadan döndüklerinde cesediyle karşılaştılar. Polisi ve hastaneyi aradılar; ama kimsenin yapabileceği bir şey yoktu. Kazayla fazla doz mu almıştı? Yoksa bilerek mi böyle bir şey yapmıştı? Bunu kimse bilmiyor; ama bazı açılardan bu sorunun pek de önemi yok. Asıl önemli olan o öldü ve o yıl, Birleşik Devletler’de ölen 50.000 uyuşturucu bağımlısından biriydi.”
Serbest Zaman
Pan Panik Atak M
itolojiden de beslenen okullar (ekoller) arasında psikanalizin hatırı sayılır bir yeri olduğu aşikar. Freud’a göre rüyalar bireysel, mitler de toplumsal bilinçdışını yansıtır. Doğa karşısında çaresiz kalan insan soyu ilkel kaygısını yatıştırmak için (tıpkı ninniler ve ağıtlar gibi) mitler icat eder. Yüzyıllar boyunca birbirinden beslenerek zenginleşen bu mitlerin kahramanlarından biri de doğal hayatın, kırların, küçükbaş hayvanların ve çobanların tanrısı olan yarı insan yarı keçi Pan’dır. Paniğin sebebi, yaratıcısı olan Pan’ın öyküsünde paniğin oluşumu ve gelişimini çağrıştıran öğeler dikkat çeker. Çünkü annesi, Pan doğduğunda onu görünce korkup kaçmıştır. Pan’ın çirkinliğini hikayelerinde ondan kaçan perilerden de anlayabiliriz. Fakat babası Hermes onu yanına alıp Olimpos’a götürür. Ordaki tanrılar Pan’ın eğlenceli ve şakacı özelliklerinden hoşnut olurlar; ama Pan gene de eğlenceli bir öteki konumundadır. Yeryüzünde de gökyüzünde de bütün reddedilişleri çirkin/aşağı hayvan yanıyla ilintilidir. Hatta Pan cinsel partner bulamadığında mastürbasyona başvurmuştur ve bu antik Yunan mitolojisine göre dünyadaki ilk mastürbasyondur.
Batuhan SAÇ
Pan aynı zamanda gününü nimf ’lerle neşeli bir şekilde dans ederek geçirmektedir. Kendisine ihtiyaç duyanlara yardım eden iyi niyetli bir tanrı olmasına rağmen yaptığı şakalarla insanlarda paniğe (pan korkusuna) yol açacak eylemlerde bulunur ve yoldan geçerken düşen taş parçası, çalılar arasından gelen hışırtılar Pan’ın varlığı olarak algılanmaya başlar. Ayrıca Pan rahatsız edilmekten, hele ki öğle sıcağında uykusunun bölünmesinden hiç hoşlanmaz. Av peşinde koşmaktan ya da aşırı cinsel aktiviteden yorgun düştüğünde öğle saatlerinde dinlenmeye çekilir. En küçük sese uyanıveren Pan bu vakitlerde çok sinirli ve huysuzdur. Bu sebeple o uyurken çobanlar kaval çalmaz, tüm canlılar dinlenir. Pan’ı uyandıran bir ses çıktığında öylesine korkunç bir haykırışla bağırır ki, Pan korkusuna kapılan kurtlar ve kuşlar saklanacak delik ararlar. Pan’ın yaşattığı bu korkuyu savaşlarda da görmek mümkün. Kır tanrısı Pan aynı zamanda bir savaşçı tanrıdır. Arkadia’daki Hera sikkelerinde savaşçı yönünü öne çıkaran bir kargı, miğfer ve zırh taşıdığı sanılmaktadır. Pan’ın Maraton ve Delfi savaşlarında düşmana yaşattığı panik hali verilen zararda büyük rol oynamıştır.
Başka bir mücadele ise, köken ve yapı olarak yeryüzüne aynı zamanda titanlara daha yakın olan Pan, süt kardeşi Zeus’la ittifakı seçer ve titanlara karşı tanrıların yanında yer alır. Titanları, deniz kabuğuyla çıkardığı sesle panikleterek kaçırır, yenilmelerine sebep olur. Pan’ın yaşattığına benzer olarak korkuya ve dehşete yol açan, savaşta babaları Ares’in yanında bulunan Demos ve Fobos, Olimpos Tanrılarının Ares’e karşı açtığı savaşta yaptıkları katkı ile Olimpos’un düşmesini sağlamışlardır. Panik ve korku, kaçınılan bir durum olması sebebiyle çoğu zaman bizi koruyan gerekli bir tepkidir. İleri derecesi panik bozuklukta ise DSM-V tanımına bakarsak “Yineleyen beklenmedik panik atakları ortaya çıkar. Bir panik atak, dakikalar içinde doruğa ulaşan ve o sırada belirtilerden en az dördünün ortaya çıktığı, birden yoğun bir korku ya da yoğun bir içsel sıkıntının bastırdığı bir durumdur.” Pan’ın öğle uykusundan uyandırıldığındaki ani değişim de bu durumdaki ani değişim ile benzerlikler taşımaktadır İşte Pan’ın psikoloji literatüründeki paniğe ismini vermesi bu yollardan geçmiştir.
PsiNossa
29
REQUEM FOR A DREAM Bir Rüya İçin Ağıt
A Y I N F I L M I
Ceren AYIK ve Nur İNCI
Bazı empati yeteneği kuvvetli sanatçılar, başkalarının hayatlarını öylesine yalın ve çarpıcı bir dille anlatırlar ki… İşte Aronofsky de o yönetmenlerden birisidir. Aronofsky filmlerinde sahneler ilmek ilmek işlenmiştir; öyle ki film süresi boyunca hiçbir sahne için “Bu çok fazla ama!” diyemezsiniz. Sizi ekrana sımsıkı bağlar, adeta bağlılıktan bağımlılığa uzanan o ince çizgide durursunuz her bir Aronofsky filmine başladığınızda… Requiem For A Dream yönetmenin, tam olarak bu çizginin neresinde durmamız gerektiğini sorgulatan, bunu bize hayatımızda herhangi bir günde karşılaşabileceğimiz karakterlerle gerçekçi bir biçimde gösteren, izlemesi son derece zevkli ikinci uzun metrajlı filmidir. Filmin temeli 1978’deyayınlanmış olan Hubert Selby, Jr.’ın aynı isimli romanına dayanıyor. Filmi diğer bağımlılık filmlerinden ayıran en önemli özellik, dramatik yapısı; dört farklı karakterin dört birbirinden farklı bağımlılık hikayesi ancak bu kadar yalın ve bu kadar çarpıcı anlatılabilirdi… Bağımlılık, hem insan beynini hem de davranışlarını etkileyen, tedavisi olmayan ; ancak kontrol altında tutulabilen bir hastalıktır. Adından da anlaşılacağı gibi kişinin sonunda ödül kazanacağını düşünerek yaptığı dürtüler bütünüdür. Bağımlılık yapan maddelerin iki önemli ortak özelliği ise -o maddeleri kullandıkça artan sosyal statü açısından- ödüllendirmesi ve beyin fonksiYapımı: yonlarında ödüllendirme mekanizmaları2010 - ABD nın sürekli aktif halde olmasıdır. Özellikle Tür: Dram beyindeki en önemli bölgelerden biri olan Süre: 102 dk. limbik sistem, dopamin toleransına karşı Yönetmen: Darren Aronofsky duyarsızlaştıkça bağımlılık seviyesinde de Senaryo: Hubert Selby, Jr. artış görülür ve kişi bir süre sonra o maddeOyuncular: Ellen Burstyn, Jared Leto, Jennifer ye karşı doyumsuz bir açlık çekmeye başlar.
30 PsiNossa
Yönetmen, filmdeki dört ana karakterin (Sara Goldfarb, Harry Goldfarb, Marion, Ty) bağımlılık problemini dört ayrı çerçeveden bizlere gösteriyor: Bunlardan ilki, Sara Goldfarb’ ın yaşadığı televizyon ve yemek bağımlılığı. Kendisi; aile bireylerine ve sosyal statüsüne oldukça düşkün, yaşlanmayı kabul edemeyen bu nedenle hâlâ geçmişte yaşayan, bulunduğu hayatta büyük eksiklikleri olduğunu her fırsatta dile getiren ve kendisini yalnız hisseden bir birey. Bağımlı kişilerin sıklıkla dile getirdiği bu hayattaki eksiklikleri kapatma düşüncesi ancak çeşitli maddeleri kullanmakla gerçekleşebiliyor. Sara, uzun zamandır hayalini kurduğu televizyon programına katılabileceğini ve eski şaşaalı günlerine geri dönebileceğini öğrendiğinde dış görünüşünün ekran için yeterince güzel olmadığını fark eder ve bu şansı kaybetmemek için hemen çok sıkı bir diyete başlar. Ancak zamanla diyet ile yeterince hızlı kilo veremediğini fark eder ve doktora gidip vermek istediği kilolar için ilaç almak istediğini belirtir. İşler buradan sonra sarpa saracak ve Sara yazdan kışa doğru bir yolculuğa başlayacaktır; öyle ki bu yolculuk hayalindeki televizyon programında değil bir klinikte elektrokonvülsif terapi alması ve beyninin yaşamsal fonksiyonlarını yerine getirememesiyle son bulacaktır. Ne hayalini kurduğu televizyon programına katılabilmiştir ne de oğlu Harry’nin ‘mutlu’ hayatına tanık olabilmiştir; çünkü zayıflama haplarının yarattığı bağımlılık ona ağır bedeller ödetecektir. Harry Goldfarb’ın da gelecek ile ilgili hayalleri vardır. Sevgilisi Marion ile birlikte bir ofis açmak ve hayatlarını birlikte devam ettirmek… Ancak her ikisinin madde bağımlılığı ile gelişen küçük sorunlar zamanlar daha büyüklerini beraberinde getirecek, bu süreç onların ilişkilerinin bitmesine sebep olacaktır. Bağımlı kişiler sıklıkla çevrelerinde rencide edici hareketlerde bulunurlar ve bu üzücü durumu örtmek için daha çok maddeye bağımlı olurlar. Bu kısır döngü Harry için de geçerlidir; kendisi yaz mevsimindeyken sevgilisine bir erkeğin dokunmasına bile tahammül edemezken,kışa doğru uyuşturucu elde edebilmek için sevgilisinin birisiyle birlikte olmasına izin verecek kadar değişmiştir. Bu durum erkeklik gururunu incitse de, vücudunun maddeye duyduğu açlık ve yaşadığı çaresizlik onun buna izin vermesine sebep olmuştur. Daha da ileri bir safhada kangren sebebiyle bir kolunu kaybedecektir. Bu oldukça ironiktir, çünkü kendisi iyi bir müzisyendir ve turntable çalabilmesi için koluna ihtiyacı vardır; dolayısı ile uyuşturucu için hem sevgilisinden hem de bir kolundan olacaktır.
PsiNossa
31
Harry’nin sevgilisi Marion bambaşka bir vakadır. Zengin bir ailenin kızıdır ve her istediğini satın alabilmektedir. Buna rağmen hayatındaki en büyük eksikliğin özgürlük olduğunu dile getirmektedir ve bunu asla parayla satın alınamayacağını ancak elde edilebileceğini söylemektedir. Marion’un kendisine küçük özgürlük alanları yaratmak için başlayan bağımlılığın kış mevsimi pek hayal ettiği gibi geçmeyecektir. Sevgilisi Harry ve arkadaşı Ty gibi o da büyük bir boşluğun içerisine girecek, vücudunu pazarlayarak uyuşturucuyu elde etmeye çalışacaktır. Bu onun, hayal ettiği özgürlüğü tamamen kaybetmesini sağlayacaktır. Marion’un uyuşturucu için yaşadığı cinselliğin dozu, geçilen sınırlar, bağımlılık probleminin insanı götürebileceği uçları göstermektedir; Aronofsky’ın filmindeki sahneler bu konuya ciddi bir parmak basmıştır. Harry ve Marion’ın yakın arkadaşı Ty, Aronofsky’ nin bağımlılığa başka bir perspektiften bakışını göstermektedir. Siyahilerin uyuşturucu pazarlama işinde ciddi bir ağı olduğunu bilen Ty, kökeninin etkilerinden yararlanarak kolay yoldan para kazanmak ister. Yaz mevsimi boyunca üçlü bunu başarır aslında. Ancak mevsimler ilerledikçe bağımlılığın de vücuttaki etkileri ortaya çıkmaya başlar: Ty en sonunda ırkçı çalışanların olduğu bir hapishanenin köşesinde belirir. Bağımlılık problemi yalnızca bireylerin problemi değildir; bireylerin birer parçası oldukları toplumun da problemidir. Aynı şekilde bağımlığı tetikleyen sektörün varlığı talepleri, talepler sektörün faaliyetini artırmaktadır. Dolayısıyla eğer bağımlılık problemi kimsenin zarar görmeyeceği biçimde kontrol altında tutulmak isteniyorsa; sadece bireyler değil, toplum da bu bilince sahip olmalıdır. Filmdeki sinematografik ögelere gelecek olursak, yaz mevsimi boyunca yapılan gündüz çekimleri ve aydınlık sahneler ikinci yarıda sonbahar ve ardından gelen kışı betimlerken yerini karanlığa bırakıyor. Karakterlerin yazın sahip oldukları umut dolu hayal-
32 PsiNossa
ler açık renk tonları, kışın koyu tonlar ile betimlenen bir yalnızlıklara dönüşüyor. Zamanla artan sosyolojik, psikolojik ve biyolojik demormite; Aronofsky’ ın ışığı kullanma biçimi, mevsimler arasındaki renk tonu farklılıkları ile gayet başarılı bir biçimde anlatılıyor. Yönetmen ayrıca ekranı ikiye bölerek zamanı da tasarruflu kullanıyor. Seçtiği fon müziklerinin özgünlüğü, seçtiği oyuncuların oyunculuk yetenekleri ile birlikte Requiem For A Dream, üzerine düşünülmesi gereken bir bağımlılık filmidir. İyi seyirler!
PsiNossa
33
Referanslar http://www.pedamed.com.tr/tr/bagimlilik-nedir.html http://www.yesilay.org.tr/tr/bagimlilik/madde-bagimliligi Ersoy,Bilal. “Themis’in Adaleti” (23 Mayıs 2014) 20 Ocak 2015 < http://www.bilalersoy.com.tr >
Saydam, M. B. DIŞ (ARI) LANANIN DÖNÜŞÜ: Psikomitolojide’Pan (ik)’. Gürel, E., & Muter, C. (2007). Psikomitolojik Terimler: Psikoloji Literatüründe Mitolojinin Kullanılması. Hançerlioğlu, O. (2012).Düşünce Tarihi.(18.baskı).Bağcılar:Remzi Kitabevi. Pan, A. A. G. B. (2005). Arkadia Kökenli Keçi Tanrı Pan. Tarih araştırmaları dergisi , 24 , 165. Amerikan Psikiyatri Birliği, Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal Elkitabı, beşinci baskı(DSM5),Tanı Ölçütleri Başvuru Elkitabı’ndan, çev. Köroğlu E, Hekimler Yayın Birliği, Ankara,2013
SOSYAL MEDYADA BİZİ TAKİP EDİN
facebook.com/tpocg twitter.com/tpocg instagram.com/tpocg youtube.com/users/tpocg www.tpocg.org www.tpocg.org/psinossa
34 PsiNossa
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı Kutlu Olsun!
PsiNossa
35
! R 10 M A O YIS’ TA PSİFEST SENİ BEKLİY #TpocgPsiFest hashtagine en yaratıcı yorumu dergi@tpocg.net adresine gönder surpriz hediye kazan!
36 PsiNossa