PsiNossa Bir Psikoloji Dergisi
1 Şubat 2015
Türk Psikoloji Öğrencileri Çalışma Grubu
www.pozitifanne.com/wp-content/uploads/shutterstock_199251929-620x400.jpg
Sayı:4
www.tpocg.org
Doğan Cüceloğlu ve Polat Doğru ile …..
Ayın kitabı: Otomatik Portakal Ayın filmi: Her çocuk özeldir Disleksi Ve Tedavisinde Yeni Bir Umut Olan İşitsel Eğitim
Cem Mumcu’dan Portakal Suyu
Günlük Tutmak Turgut Uyar’ın Birkaç Günlüğünden Esintiler
Sayı:4 Şubat 2015
KİTAP ELEŞTİRMENİM
-İsmail Bıyıklı İstanbul Gelişim Üni Psikoloji Öğrencisi ismailbiyikli34@gmail.com
FİLM ELEŞTİRMENLERİM
-Ceren Ayık Yaşar Üni İç Mimarlık ve Çevre Tasarımı Öğrencisi hopigesta@hotmail.com -Nur İnci Bahçeşehir Üni Psikoloji Bölümü Öğrencisi nurinci@yahoo.com
KONUK YAZARLARIM
-Hilmi Kaan BOÜN Psikoloji Topluluğu Üyesi -Ayşenur Dilara Düven BOUN Psikoloji Öğrencisi -Kaan Yavuz İst Kültür Üni Taze Mezun, Endüstri ve Örgüt Psikolojisi Yüksek Lisans Öğrencisi -Aylin Çiftçi Darülaceze Kurum Başkanı -Enes Kaban İst Şehir Üniversitesi Psikoloji Öğrencisi -Merve Karaburun Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Psikoloji Bölümü -Mustafa Kaplan Yakındoğu Üni Psikoloji Bölümü Öğrencisi -Dilan Kılıç BOUN Psikoloji Topluluğu Üyesi -Mehmet Yurtçu Çağ Üni Psikoloji Öğrencisi
KONUKLARIM
-Doğan Cüceloğlu Psikolog; iletişim psikoloji uzmanı, Yazar -Polat Doğru Eğitim Danışmanı, Yazar -Cem Mumcu Psikiyatrist, Yazar
KARİKATÜRİSTİM
Fikri Can Koçakoğlu Çağ Üniversitesi, Psikoloji Öğrencisi
OLMAZSA OLMAZLARIM
Yayın Ekibi TPÖÇG İstanbul Üniversitesi Psikoloji Bölümü Öğretim Üyeleri ve Araştırma Grv.
NİCK’Lİ YAZARLARIM Mynemosyne, Alin
PsiNossa Gönüllüleri Ecem Uzun Nihan Özant Hazel Halıcı Pelin Yiri Sümeyye Sönmez
Yayın Ekibi: dergi@tpocg.net
TPÖÇG Başkan Yardımcısı Ecem Uzun İstanbul Üniversitesi ecemuzun@live.com
Yayın Editörü
Nihan Özant İstanbul Üniversitesi nihanozant@gmail.com
Yayın Ekibi
Hazel Halıcı Çağ Üniversitesi hazelhalici@gmail.com
Yayın Ekibi
Pelin Yiri Yaşar Üniversitesi peline26@gmail.com
Yayın Ekibi
Sümeyye Sönmez Yıldırım Beyazıt Üniversitesi ssgs06@hotmail.com
Dizgi-Tasarım
Bulut Pişirici Yaşar Üniversitesi bulutpisirici@gmail.com
Basım
Metin Copy Plus/ İSTABUL 2012
2
3
Sayı:4 Şubat 2015
Merhaba Değerli Okuyucular
P
siNossa’mız Yayın Ekibinin biricik kızı. Dördüncü sayımız sizlere sunulmaya hazır. Psikolojiye ilgi duyan her kesime hitaben hazırladığımız dergimiz sizleri psikoloji dünyasının gizemine davet ediyor. Farkındalık yaratmak, bilgi birikimi kazandırmak ve öğrencilerin kendilerini geliştirip yazılarının da yayınlanabileceği bir ortam yaratmak adına çabalayan yayın ekibi, PsiNossa’nın gelişmesi için tüm gayretiyle çalışmaya devam ediyor. Her ayın 1’inde sizlerle olacak olan dergimiz, vaka örnekleri, araştırma özetleri, film ve kitap eleştirileri ile dikkatleri üzerine çekiyor. Sizler de yazılarınızı dergimizde görmek isterseniz dergi@tpocg.net adresine gönderebilirsiniz. Editör tarafından incelenip, hakemler kurulunca onay aldıktan sonra geri bildirimler ile yayına alınma hakkına kavuşacaktır. Hiçbir yazıyı reddetmeyip, düzenleme istediğimizi ve konu akışına uygun değilse de serbest zaman için sıraya aldığımızı belirtmek isteriz. Tüm ödevleriniz, derleme, makale, araştırma yahut tartışmalarınızı göndermenizi bekliyoruz. Tüm hızıyla çalışmalarına devam eden yayın ekibi, iki kat artan şevk ve inancıyla IV. sayıyı sizlere ulaştırmaktan gurur duyuyor. İlk sayılarımız için çok güzel geri bildirimler aldık. Daha şimdiden basımı isteyen ve bekleyenler var ki bu bizi çok mutlu ediyor. Fakat bizler yine de her yeni sayıda daha iyisine ulaşmak adına çabalamaya devam edeceğiz. Tüm yoğunluğa, ödev ve finallerine rağmen hala bıkmadan, usanmadan üstelik daha da azimle çalışan ekibime teşekkürü borç bilirim. İzmir’den Pelin Yiri Mersin’den Hazel Halıcı Ankara’dan Sümeyye Sönmez Ve Yönetim Kurulundan birlikte çalıştığımız desteğini bizden hiç esirgemeyen Başkan Yardımcısı Ecem Uzun’a Gönülden en büyük teşekkürlerimi ediyor ve sevgilerin en derinini sunuyorum. Biz yayın ekibi, yazarlarıyla, tasarımcısıyla ve tüm gönüllüleriyle kocaman bir aileyiz. Gün geçtikçe sizlerle birlikte daha da kalabalık bir aile olacağız. Basımda bize çok yardımcı olan Nurullah Gülce’ye de sonsuz teşekkürler. Yayın Editörü Nihan Özant
Sayı:4 Şubat 2015
PsiNossa’nın Hikâyesi / sayfa 5 . Çağrı ve Özlem
Bir Bilim Dalı Olan Psikoloji /sayfa 6 . Toplumsal Bir İhtiyaç Olarak Psikoloji
Gelişim Psikoloji /sayfa 8
İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER
4
. Şubat Ayı Farkındalıkları / sayfa 9
Piaget Kişi / sayfa 10-11
. Kendi çocuklarını gözlemlemesi ve bebek günlükleri
Günlük: Hayatımızdaki seçimlerimizin kaydı / sayfa 12
. Günlük Tutmanın Hayatımızdaki Yeri
Disleksi Nedir? /sayfa 24 Disleksi, Otizm ve Hiperaktivite Tedavisinde Yeni Umut : ‘’ İşitsel Eğitim ‘’ / sayfa 24-25 Disleksi Bir Çocuğun Öyküsü /sayfa 26-27 .Her Çocuk Özeldir Film Yorumu
Yoksulluğun Çocuk Gelişimi Üzerine Etkileri / sayfa 28-29
Felekten Çaldığımız Bir Günün Anısı / sayfa 13 Gelecekte Kendin Olmak: Seçimlerimiz Doğan Cüceloğlu ve Polat Doğan ile Söyleşi / sayfa 14-16 Bir Sosyal Hizmet Kurumu Olan Darülaceze / sayfa 17 Seçme Şansı Elinden Alınan Saldırganın Öyküsü / sayfa 18-21 .Otomatik Portakal Kitap Yorumu
Portakal Suyu /sayfa 22 Koçakoğlu’ndan Karikatür Çizimleri /sayfa 23
Mezun Anısı / sayfa 30
. Ne Umdum?- Ne Buldum?
Serbest Zaman
. Yabancılaşma ve Boş Benlik Arasında Modern İnsan Serüveni / sayfa 31
. Modernizm’in Yıkılışı / sayfa 32-33
Bir Sonraki Sayıda Neler Var? Referanslar
5
Sayı:4 Şubat 2015
PsiNossa’nın
Hikâyesi B İRİCİK kızımız dördüncü ayına girdi. Göz açıp kapayıncaya kadar büyüyecek. PsiNossa’mız her geçen ay gelişmeye devam edecek. PsiNossa büyürken ekipte mi büyüse diye düşündük, taşındık ve karara vardık. Sevgili TPÖÇG ailesi ve PsiNossa okuyucuları, PsiNossa kocaman bir aile olma yolunda ilerlerken, yayına ilgi duyan, bu alanda çalışmak isteyen herkesi ekibine davet ediyor. Ben bilmiyorum endişesine kapılmayın, PsiNossa yolunda herkes mutlaka yeni bilgiler edinme tecrübesiyle karşılaşıyor ve biz hep birlikte çabalayarak, hiç bilmediğimiz konular da dahi yeni donanımlar kazanıyoruz. Yayın için alt ekipler oluşturma çabamızı ve size uygun olduğunu düşünebileceğiniz ekipleri aşağıda paylaşıyoruz. Detaylara TPÖÇG Anasayfadan ulaşabilirsiniz.
Ecem
İÇERİK EKİBİ TASARIM EKİBİ YAZI DENETİM SORUMLUSU REKLAM/ SPONSORLUK EKİBİ GÖRSEL/ İLETİŞİM SORUMLUSU DESTEK BİRİM BÜLTEN SORUMLUSU Sizler olmadan biz çok eksiğiz. Çok çok renkli, en ciddi olanımızın dahi oldukça eğlenceli ve bir o kadar sevgi dolu bu ekibe katılmak istemez misiniz? Başvuruları sabırsızlıkla bekliyor olacağız.
Hazel
Fakat bu ay PsiNossa ailesinde yaprak dökümü yaşanıyor. Yayın ekibinden ve PsiNossa’dan desteklerini, emeklerini hiçbir zaman esirgemeyen iki gönüllümüze hoşça kal, diyoruz. Tam da ekibi genişletip kocaman bir aile olalım derken iki elveda biz yayın ekibini çok üzdü. Ecem ve Hazel, ikinizi de çok özleyeceğiz. PsiNossa’dan asla kopmayın, bizi hiç bırakmayın, görevler sizi bıraksa da… Ecem Uzun; seni çoook özleyeceğiz. Hazel Halıcı; sensiz tasarım derdini kiminle paylaşacağız, ah! İkinizi de çok seviyoruz. Kalbiniz bizimle olsun…
Sayı:4 Şubat 2015
Toplumsal Bir İhtiyaç Olarak Psikoloji
6
Ayşenur Dilara Düven, Hilmi Kaan
Pavlov
P
SİKOLOJİ, herkesin fikir sahibi olduğu bir alan. Konusu insan olan bir alan için de herkesin kendisinden veya çevresinden yola çıkarak fikir üretmesi son derece doğal. Herhangi bir eğitimi olmadan kendisinin zaten bir psikolog olduğunu iddia edenlerden, psikoloji gibi bir dalın bilim olamayacağına inanlara dek farklı fikirler duyduk bu bölümü tercih ederken veya eğitimimize devam ederken, merakımızın peşinden giderek. Belki de her alanda olduğu gibi, psikolojiyi anlamak için de biraz içine girmek gerekiyordu. Psikoloji eğitimine başlarken aklımızda çok soru vardı insana dair. Hafızamızın nasıl çalıştığı, neden rüya gördüğümüz, neden birbirimizden farklı olduğumuz gibi. Zamanla bunların bazılarına cevaplar bulduk, bazıları için hala uğraşıyoruz. Ne tamamen doğaydı; ne tamamen yetiştirilmeydi farklılıklarımızı şekillendiren. Sonradan öğrendik ki “epigenetik” diye bir kavram ortaya çıktı ve bu tartışmayı iyice alt-üst etti. Öğrendiğimiz bazı şeylerle korktuk, Milgram deneyinde veya Stanford hapishanesinde gördüklerimizle zalim yanımızla tanışarak. İnsan beyninin yapısıyla ve işleyişiyle ilgili duyduklarımız ise karmaşıklığı ile hayranlık
uyandırıcıydı. Öğrendikçe sorulacak sorular, düşünülecek konular da arttı. Biyolojik ve çevresel etkilerin yanında insan iradesinin yaşamında ne kadar rolü olduğunu, hatta özgür irade diye bir şeyin var olup olmadığını düşünür olduk. Psikoloji içine girildikçe genişleyen, derinleştikçe daha da derinleşen bir alan, çünkü insan doğası da böyle. Öğrenme teorisi hakkındaki bilgimiz arttıkça gördük ki koşullanma her yerde. Basit bir Pavlov deneyinden söz etmiyorum burada. Evet, teneffüs zili çalınca hepimiz huzursuzlanmaya başlamıştık lise sıralarındayken. Evet, bu hocanın sahneden çekilme anıydı ve bunu ‘öğrenmiş’tik. Peki, hayatta başka nelere koşullandığımızı ne kadar düşündük? Neden birisi bir ülkeye hakaret etmek istediğinde bayrak yakıyor? Ya da neden haftalardır ülkenin çeşitli yerlerinde ‘bazı’ dergiler/gazeteler yakılıyor? Ya da neden 8 yıldır beyaz bere bazılarımız için faşizm, bazılarımız için de zafer demek? Yani altı üstü birer kumaş, kâğıt parçası yahut aksesuar değiller mi? İnsan sormadan edemiyor, ünlü düşünür Joker’in de dediği gibi; “why so serious?” (-neden bu kadar ciddiyet?) diye.
7
Sayı:4 Şubat 2015
Klasik koşullanma gibi hayatı her yönüyle etkileyen ve varlığı kesin diyebileceğimiz kurallar var, ama yine de insan davranışını tamamen kapsayarak açıkladığını iddia edemeyiz. Bulduğumuz cevaplarla yetinemedik. Böylelikle farklı kaynaklar okumanın ve araştırmalar yapmanın peşine düştük. Çünkü ülkedeki eğitim hiçbir zaman doyurucu olmadı. Hele ki psikoloji gibi toplumsal olarak çok yaralı ve önyargılı olduğumuz bir alan için hiç yeterli olmadı. Psikoloji=Klinik çoğu insan için. Pek çoğumuz psikolojinin alt dallarına dair detaylı bilgiye sahip değiliz. Sadece dört yılda hem teorik, hem de pratik olarak altından kalkılacak bir yük de değil çünkü. Gönül ister ki, tıp eğitiminde olduğu gibi 2 yıl altyapımız hazırlansa, sonrasında farklı uzmanlık alanlarında belirli periyotlar halinde alanı tanıma fırsatı bulsak. Kim bilir belki bu sayede hem ruh sağlığına ulaşım çok daha kolaylaşır, hem de hayatın diğer alanlarında uzman psikologların etkinliği arttırılmış olur. Sözde yasalarla fabrikalarda, işyerlerinde psikolog bulundurmaya çalışmaktansa; işinin ehli ve duruma müdahale edebilen kalifiye kişilerle toplumsal hayatın her alanında söz sahibi olabiliriz. Ama şimdilik bunlara sahip değiliz. O yüzden bireysel veya gruplar halinde kendimizi geliştirme ve dayanışma ilk adımımız olacak gibi görünüyor, en azından bir süreliğine. Dört yıllık üniversite eğitimiyle, sadece okuldan alınanla doyulamayacak bir alan psikoloji. Zannediyorum ki sürekli artan bir merakla insanla uğraşmaya devam edeceğiz.
Bu yazı psikolojinin ne olduğundan çok ne olmadığına odaklanan bir yazı görüntüsü verdi şimdiye kadar. Ancak içinde bulunduğumuz koşullar bizi buna mecbur kılıyor. Psikolojiye dair hiçbir altyapısı olmayıp sadece 1 yıllık yüksek lisans eğitimi süresinde (tez yazı süreci eğitim süresine dâhil edilmemiştir) edindiği bilgiyle psikologçuluk oynayanlardan, devlet eliyle din adamlarının psikologmuşçasına görevlendirilmesine; lisede psikoloji dersi almayıp, üniversite sınavında psikoloji alanına dair soru çözmemiş eşit ağırlık öğrencilerinin psikoloji tercih edebilmesinden, bu dersi alıp, sınavda bununla karşılaşıp bu bölümü tercih edemeyen sözel bölümü öğrencilerine; sırf kâr hırsıyla eğrelti otu gibi çoğalan özel üniversitelerdeki hiçbir altyapısı ve yeterliliği olmayan psikoloji bölümlerine kadar bu ülkede psikolojiye dair olmayan o kadar çok şey var ki, insan böyle bir yazı yazarken işin içinden çıkamayabiliyor. Diyeceğimiz şudur ki; bu ülkenin psikolojiye yaklaşımına yeni bir soluk getirene kadar hiç birimizi ne meslek yasası, ne de tek başına eğitim kalitesi kurtaracak. Oysa çözüm çok basit; nasıl ki akciğer kanseri olduğumuzda komşunun işletme okumuş oğluna gidip “Ya şuna bi’ bakıver?” demiyorsak; herhangi bir ruhsal rahatsızlık durumunda da eltinin görümcesinin küçük gelinine fal baktırmamız yeterli olmuyor. Profesyonel yardım hayatımızın her noktasında bizim için kurtarıcı olabilir. Yeter ki bunu isteyecek kadar cesur olabilelim. Burada ruh sağlığına erişimin ne kadar lüks olduğuna dair bir küçük parantez eklemezsek olmaz. Günümüzde ruh sağlığı o kadar popüler ve bir o kadar da pahalı bir ihtiyaç haline geldi ki, pek çoğumuz sırf fakirlikten depresyona giremiyoruz. Ya da girdiğimiz şeyin ne olduğunu anlayamadan bataklığa çekilmeye devam ediyoruz. Dolayısıyla da ‘yaşam koçu’, ‘kişisel gelişim uzmanı’ tarzı kerameti kendinden menkul kişilere yönelmek durumunda kalıyoruz. Çoğu zaman da kendimizi dolandırılmış hissetmekten psikolojiye iyice tavır alıyoruz. Oysaki ruh sağlığı hizmetleri öncelikle devlet, daha sonra da sivil toplum örgütleri tarafından herkes için kolaylıkla erişilebilir olmak zorundadır. Elbette ki bu konuyla ilgili söylenecek çok fazla söz var lakin buna ne kadar ihtiyacımız olduğunu görmek için her gün rahatlıkla 3. sayfalarda görebildiğimiz kadın cinayetleri, cinnet, intihar haberlerine ufacık da olsa bir göz atmamız yeterli olacaktır. Bugün geçmişe dönüp baktığımızda, psikoloji bölümüne başlamadan önce insana dair düşüncelerimizin sadece kişisel deneyimlere dayalı ve fazlasıyla genelleyici; bu sebeple de önyargılı ve kısır olduğunu görüyoruz. Bugün en azından insanı anlamanın basit bir iş olmadığını bilerek, kendimizi ve diğer insanları anlamak ve gereken değeri vermekte biraz daha iyi bir yerde olmamıza bu alanla ilgilenmemizin çok büyük katkısının olduğunu görüyoruz.
Gelişim Psikolojisi Nedir ? Gelişim Psikoloğu Nerelerde Çalışır ? Lisans ve yüksek lisans mezunu olanlar : Kreş ve gündüz bakımevlerinde, okul öncesi eğitim veren diğer kurumlarda, hastane ve kliniklerde çalışabilirler.
Sayı:4 Şubat 2015 Alin
8
Gelişim psikolojisi nedir ? Yaşam boyu gelişim yaklaşımına göre gelişim döllenmeyle başlayıp ölüme kadar devam eder. Bu yaklaşımın birçok bilim dalını ilgilendirdiği ve onlarla disiplinler arası bir ilişkisinin olduğu görülür.Bu alanlar ; psikoloji , psikiyatri , antropoloji , sosyoloji ve geriatri gibi alanlardır.Bu yaklaşıma göre temel varsayım şu şekildedir: Gelişim yetişkinlik sürecinde yani herhangi bir süreçte tamamlanmaz bireyin tüm yaşamı süresince devam eder. Yaşam boyu gelişim yaklaşımı tarihsel bir süreç içerisinde gelişmiştir.Bu yaklaşıma göre gelişim süreci yalın bir süreç değildir karmaşıktır , ölümü ve ölme gibi şeyleri içinde barındırır. Yaşam boyu gelişim yaklaşımına göre gelişim dümdüz devam eden bir süreç değil içinde gelişim aşamaları kapsamında ele alır.Gelişimde kalıtsala karşı deneyim , sürekliliğe karşı süreksizlik , değişime karşı değişmezlik önemli konulardır.
Gelişim Psikolojisinin Tarihsel Gelişimi Gelişim psikolojisinin tarihsel sürecine bakıldığında ilk olarak çocukluk döneminin ele alındığı görülür.Bu bağlamdan bakıldığında bebek biyografileri yazılmıştır. Sonrasında ise gazetelerde çocukların ilk gelişim yıllarına yönelik yazılar yazılmaya başlanmıştır. Örneğin ; 1787 yılında Almanya ‘ da Dietrich Tietmann oğlunun 1-2 yaşları arasındaki duyu , motor , dil , bilişsel gelişim özelliklerini yayınlamıştır.Yenidoğanın gelişimine vurgu yapan kişilerden biri de evrim kuramını ortaya çıkaran Charles Darwin ‘ dir. Charles Darwin ‘de 1877 yılında oğlu Doddy ‘nin ilk 12 aylık yaşamı içerisindeki duyusal , bilişsel ve davranışsal alanlardaki gelişmelerini yayınlamıştır.19. yy ‘ın sonlarına doğru ortaya çıkan bazı eğilimler gelişim alanında bilimsel çalışmaların ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bu eğilimler şu şekilde sıralanabilir : ‘’ Gelişimde kalıtımın mı yoksa deneyimin mi etkili olduğunu araştırmak ‘’ , ‘’ çocukların eğitim yaşamına
başlamaları ‘’ , ‘’ çocuğun gelişimsel ihtiyaçlarının karşılanmasında öğretmenlerin ve anne – babaların daha duyarlı olmaları ‘’ bu eğilimlerden sadece birkaçıdır. Bilimsel alanda yenidoğan , çocukluk ve ergenlikle ilgili yapılan çalışmalar 19.yy dayanmakla beraber 1940 ‘lı yıllara kadar uzadığı görülür.1940 ‘tan sonra ise yetişkinlik ve yaşlılık ile ilgili çalışmalarda başlamıştır. Örneğin ; Hall ‘’Ergenlik (Adolescence) adlı kitabını 1904 yılında yayımlamıştır.’’ Yaşlılık : Yaşamın Son Yarışı ‘’ adlı kitabını ise , 1922 yılında yayımlamıştır (Baltes PB, Reese HW, Lipsitt LP , 1980 ). 1960 ‘lı ve 70 ‘li yıllara gelindiğinde ise , yaşam boyu gelişim yaklaşımına dayalı olan çalışmalarda büyük bir artış görülmüş ve bu artışa bağlı olarak da , West Virginia Üniversitesi’nde konferanslar yapılmıştır (Baltes PB, Reese HW, Nesselroade JR. , 1977 ).
9
Sayı:4 Şubat 2015
Gelişim Psikolojisinin İlgi Alanları Gelişim psikolojisinde ve yaşam boyu gelişim yaklaşımının ilgilendiği temel konular vardır.Bunlar ; şu şekilde açıklanabilir : Kalıtsala karşı deneyim , sürekliliğe karşı süreksizlik, değişime karşı değişmezlik gibi üç önemli konu üzerinde durulmaktadır (Broderick PC, Blewitt P. , 2003 ).
Kalıtsala Karşı Deneyim
Şu soru sorulur : ‘’ Gelişim kalıtım yolu ile mi yoksa deneyim yolu ile mi gerçekleşir ? ‘’ sorusu psikoloji biliminden başlangıcından beri var olmuştur. Kalıtım , bireyin biyolojik olarak kapasitesini belirler iken , kazanım ise çevresel deneyimi içermektedir (Baltes PB, Nesselroade JR. ,1984 ).
Sürekliliğe Karşı Süreksizlik
Bir diğer konu ise , gelişim belli bir zaman dilimine bağlı olarak aşamalı bir şekilde mi ilerler yoksa aniden mi gerçekleşip gerçekleşmediğidir.Deneyime vurgu yapan gelişimciler , gelişimi aşamalı devam eden bir süreç olarak görürlerken , olgunlaşma üzerine vurgu yapan gelişimciler ise gelişimin birbirinden farklı , birbiri ardına oluşan dönemlerin sonucunda gerçekleştiğini belirtmişlerdir (Baltes PB, Nesselroade JR. ,1984 ve Baltes PB, Staudinger, UM. , 2000 ).
Değişime Karşı Değişmezlik
Değişmezlik, bir önceki dönemde kazanılan şeylerin sabit kaldığını belirtiler. ‘’Örneğin ; bir çocuk utangaç ise ve yetişkinlikte bunu devam mı ettiriyor yoksa utangaçlığını yenip konuşkan bir birey mi olacaktır ? ‘’. Eğer bu soruya evet cevabı verilirse değişmezlik olduğu görülür (Baltes PB. , 1987).
9 Şubat
Dünya Sigarayı Bırakma Günü “Dünya üzerinde yaşayan insanların sağlığını tehdit eden en önemli etkenlerden biri sigara kullanımıdır. Önemli bir halk sağlığı sorunu olan sigara kullanımı aynı zamanda birey ve ülke ekonomisini olumsuz yönde etkileyen bir alışkanlıktır. “9 Şubat Dünya Sigarayı Bırakma Günü” adı altında tertip edilen etkinliklerin amacı; sigara kullanma alışkanlığı olan insanların sigaranın zararları konusundaki bilgilerini artırmak suretiyle, insanların sigara kullanma alışkanlığından uzaklaşmasına sebep olacak birtakım davranış değişikliklerine sebep olmaktır. Başka bir ifade ile, “9 Şubat Dünya Sigarayı Bırakma Günü” adı altında tertip edilen etkinliklerin amacı, sigaranın zararları konusunda toplumsal farkındalık oluşturmaktır.” ( Erdoğan, 2012) 9 Şubat tarihi, sigaradan kurtulmak isteyen bireyler için önemli bir başlangıç olabilir. Bir bağımlılık türü olan sigaradan kurtulma yönündeki en önemli adım, kişinin sigarayı bırakma konusundaki kararlılığıdır. Bu konudaki kararlılık en önemli adım olmakla birlikte, bir hastalık olarak kabul edilen sigara kullanma alışkanlığından kurtulabilmek için sağlık çalışanlarının desteğine de çok ihtiyaç duyulabilir. Bu durumda en yakın sağlık kurum ve kuruluşlarımıza müracaat edilerek veya Bakanlığımızın “Alo 171 Sigara Bırakma Hattı” aranarak destek istenmelidir. ( Erdoğan, 2012 ) Böyle bir günün varlığı ne kadar mümkün? Tüm dünyada gün boyunca sigara içilmediği tek bir gün. O günün var olabilme ihtimali dahi saatlerce, günlerce tartışılır. Fakat ne olursa olsun bir adım da biz atalım. Günümüzü kutlayalım, insanlara farkındalık kazandırmak için bir çaba da biz gösterelim. 9 Şubat Dünya Sigara Bırakma Günümüz Kutlu Olsun.
Dünya Sigarayı Bırakm a Günü 9 Şubat Dünya Kanser Günü 4 Şubat Sevgililer Günü 14 Şubat Sivil Savunma Günü 28 Şubat
Sayı:4 Şubat 2015
10
JEAN PİAGET “Eğitimde sadece anlatmak ve göstermekle yetinilmemeli. Aynı zamanda uygulama ve aktif katılım sağlanmalı. Entelektüel eğitimin hedefi zekâyı şekillendirmek ve entelektüel kâşifler üretmektir. Hafızayı doldurmak ve yoğun ve derin öğrenme değildir. Öyleyse geleneksel eğitim fikri büyük yanılgı içerisinde.” Jean Piaget Sümeyye Sönmez
J
ean Piaget 1896’da İşviçre’nin küçük bir üniversite şehri olan Neuchatel’de doğmuştur. Küçük yaşta doğa bilimleriyle ilgilenen Piaget 10 yaşında gerçekleştirdiği gözlemler sonucunda yalnızca üniversite kitaplarında açıklamaları bulunabilecek çalışmalar yapmıştır. Gençlik yıllarını Biyoloji ve Epistemoloji konularında yaptığı çalışmalarla geçiren Piaget bu iki disiplin arasındaki bağı kurmaya çalışmıştır. Biyolojinin bilimselliği ile Epistemolojinin felsefik bakışını birlikte kullanmayı düşünmüştür. Neuchatel Üniversitesinden Tabiat Bilimleri Lisansını almış aynı üniversitede Felsefe Doktoru ünvanını almıştır. Öğrenimini böylece bitirdikten sonra Zürih’e gitmiş, Bleuer’in Psikiyatri Laboratuvarlarında çalışarak psikoloji öğrenmeye başlamıştır. Freud, Jung ve diğer psikanalistleri okumuş ve 1920 yılında psikanalizle çocuk psikolojisi arasındaki ilişkiler üzerine bir makale yazmıştır. Ertesi yıl Zürih’ten Paris’e gidip patolojik psikoloji, mantık, Epistemoloji ve bilim felsefesi okumuştur. Paristeyken D.T. Simon ile Binet Laboratuvarında çalışır. Zeka testleri ile ilgili çalışmalarda görev alırken bazı şeyler ilgisini çeker. Zeka testi yapılırken doğru cevaplar üzerine yoğunlaşılırken Piaget yanlış cevapları daha ilginç bulur. Aynı yaştaki çocukların,
aynı hataları yaptıklarını keşfeder. Farklı yaş gruplarının ise yanlışları birbirinden farklı olması dikkatini çeker. Böylece yaş grupları değiştikçe çocukların düşüncelerinin niteliğinin de değiştiğini fark eder. Doğru cevapların sayılması ile niceliksel bir ölçümün doğru olmayacağını düşünür ve standardizasyonu bırakıp çocukları anlamada daha özgür yollar denemeyi seçer. Çocukların düşüncelerini incelerken klinik yöntemler kullanmış ve çocukların düşünce tarzlarının içinde de soyut mantığın olabileceğini görür. Ancak 11 yaş altındaki çocuklarda basit mantık sorularını izlemede eksiklikler olduğunu fark etmiştir, daha büyük çocuklar ise tümdengelim yöntemini bile kullanabilmekteydi. Bu gözlemleriyle birlikte düşüncenin mantıkla olan ilişkisini keşfetmeyi amaç edindi. Çocuklar hakkında pek çok yazı yayınlayan Piaget, çocuğun gerçeği kavramasını incelemekle işe başladı. İnsanın edindiği bilginin anlaşılması onun çocukluğundan başlayarak gelişimini incelemekle mümkün olabileceğini ileri sürdü. Bu çalışma ve araştırmalar 30 yıl sürmüştür ve bu süreçte ortaya çıkardığı kuramda 3 çocuğunun gelişim evrelerini incelemesi de önemli bir husustur. Çalışmaları sonucu ortaya koyduğu kuramda Piaget, tüm çocukların 4 ana gelişim aşamasından geçmek zorunda olduklarını söylemiştir. Ve bir dönemi atlayarak diğerine geçmek mümkün değildir, ayrıca bu dönemlere girme ve tamamlama yaşları farklılık gösterebilmektedir.
11 Sayı:4
Şubat 2015
Duyusal Motor Dönemi ( 0-18 Ay ) Bu aşama bebeğin dış dünyayı keşfetmesi ve bunu duyularını, motor becerilerini kullanarak yapmasıdır. Bebeklerde refleksif davranışlar görülür. Başlangıçta kendisi ve dış dünya diye bir ayrımı yokken zamanla bunu ayırmaya ve nesneleri keşfetmeye başlar. Örneğin; beş aylık bebek önündeki oyuncak saklandığına on aramaktan vazgeçerken, 18 aylık bebek aramaya devam eder çünkü onun kaldırıldığını yok olmadığını öğrenir.
İşlem Öncesi Dönem ( 18 Ay- 6 Yaş ) Piaget bu dönemi kendi içinde ikiye ayırmıştır. Sembolik ya da kavram öncesi dönem ( 2-4 yaş ) Çocukta dil gelişimi önemli bir yer tutar fakat kullandıkları kavramlar ve sembollerin anlamları kendilerine özgüdür. Nesne, kişi ya da olayları sembolleştirirler. Örneğin; bir çubuğu at gibi kullanabilirler. Bu dönemde çocuklar ben merkezli olurlar. Kendilerini başkalarını yerine koyamazlar. Tek yönlü düşünürler ve bir özellik bakımından farklı olan nesnelerin farkını göremezler. Örneğin; yeşil üçgenlerle yeşil kareleri bir arada gruplayabilirler. Aynı anda hem renge hem şekle göre gruplama yapamazlar.
Somut İşlemler Dönemi ( 7-12 yaş )
Zihinsel işlemlerin çok daha karmaşık bir hal aldığı görülür. Somut duyusal deneyimlere bağlılık devam etmekle birlikte zihin birden fazla özelliği dikkate alarak farklı açılardan işlem ve değerlendirme yapabilir. Bu dönemin en önemli başarılarından biri Korunum’un kazanılmasıdır. Duyu organlarıyla farklı algılansalar dahi değişmeyen şeyler vardır. Bir ev ondan uzaklaştıkça küçülür görünür aslında evin boyutu aynıdır, değişmez. Korunum, duyu organlarımızdan gelen bilgiye çok boyutlu anlam verebilmekle ilgilidir. Somut İşlemler Dönemi’nde çocukların zihinsel faaliyetleri gerçek, elle tutulur nesne ve olaylara odaklanmıştır.
Piaget’in kişisel gelişim dönemleri çocuğun hangi dönemlerde nasıl düşündüğü, akıl yürüttüğü hakkında fikir verir. Bu da çocuğa hangi dönemde neyi öğretebileceğimize dair yol gösterir. Jean Piaget 10 yaşında yayımladığı ilk bilimsel raporundan 84 yaşında ölümüne dek 75 yıllık yoğun bir çalışma süreci sonunda Piaget gelişimsel psikoloji, bilişsel kuram,ve epistemoloji alanlarının gelişmesine büyük katkılarda bulunmuştur.
Sezgisel dönem ( 4-6 yaş ) İlkokul yıllarındaki çocuklar bilişsel açıdan hızlı değişimler gösterirler. Nesnelerin fiziksel yapılarında, mekandaki değişmelerle, miktar, hacim, sayı vb. özelliklerinde değişme meydana gelmeyeceğini anlarlar. Kısa ve geniş bardaktaki süt ile uzun ince bardaktaki sütün miktarının aynı olduğunu görebilirler. Tüm dünyada çocukların bu dönemde okula başlamaları tesadüf değildir. Bu dönemde benmerkezcilikten uzaklaşmışlardır. Ancak düşünceleri gözlenebilen olaylara yöneliktir, soyut kavramları anlayamazlar.
Soyut İşlemler Dönemi ( 12+ )
Ergenlik döneminin başlangıcıyla birlikte çocukların düşünme tarzları yetişkinlerinkine yaklaşır. Bu dönemde artık soyut düşünme başlar. Çocuklar çeşitli idealler, fikirler, değerler ve inançlar geliştirmeye başlarlar. Vücutta meydana gelen değişimlerle birlikte beyin fonksiyonlarında değişmeler gözlenir. Somut işlemler dönemindeki çocuklarla soyut işlemler dönemindeki ergenler arasındaki temel fark, ergenlerin bir olayın çok değişik yönlerini görebilmeleri æve bilgiyi soyut olarak üretebilmeleridir. Ayrıca dil gelişimi bakımından kavramların atasözlerinin anlaşılmasında sorun yaşamazlar.
Bebek Biyografileri
Bebeklerin ve çocukların zihinsel ve bendensel gelişiminin incelenmesi 19. Yy sonları ve 20. Yy başlarında hız kazanmıştır. Bu sayede insan gelişimine dair geniş bilgi sahibi olma imkanımız artmıştır. Bu süreçte de bebek biyografileri fikri önem kazanmıştır. Araştırmacılar kendi bebeklerini veya akrabalarının bebeklerini gün gün izleyerek onların davranışlarıyla ilgili izlenimlerini kaydetmişler. Doğumdan emeklemeye, yürümeye ve olgunluğa doğru gelişim gösteren bebeğin gelişimini belgelemek fikrini kullanan önemli isimlerden biri Darwindir. Darwin’e göre birinin incelenmesiyle, diğerine ilişkin genellenebilir bilgilere ulaşılabilir olduğunu düşünmüştür. Ayrıca Jean Piaget gelişim kuramını ortaya koyarken üç çocuğunun gelişim evrelerini gözlemlemiş ve büyük ölçüde bu bilgilerinden faydalanmıştır.
Sayı:4 Şubat 2015
12
Günlük Tutmanın Hayatımızdaki Yeri
Günlük: Hayatımızdaki Seçimlerimizin Kaydı Pelin Yiri Birçoğumuz , hatta ve hatta tüm insanlar mutlaka hayatının belirli bir evresinde Adalet Ağaoğlu ‘nun tabiriyle ‘’ Dert Dökme Defteri ‘’ olan günlükleri tutmadı mı? Ya da şöyle sorayım kaçımız ortaokul sıralarında merak salıp bu dert dökme defterlerinden almadık? Neredeyse hepimiz değil mi ? Peki nedir bizi buna iten hiç düşündünüz mü ? Neden günlük tutarız ? Tek bir cevabı yoktur bu sorunun tıpkı tek birisi olmadığı gibi , kısacası çeşitlidir. Çevremizdeki insanlara ya da yazarlarımıza ve şairlerimize baktığımız zaman görürüz ki her insan anlaşmak - anlaşılmak ve paylaşmak ister. Bu istek o kadar güçlü bir duygudur ki bastırılamaz. Hele de bazı evrelerde içimizdekiler dolup taşar. İpek Ongun ‘a göre özellikle de hani şu hayatın en tatlı , en unutulmaz dönemi olarak anılan gençlik yıllarında. Çoğu kişinin hem ‘’ hey gidi gençlik diyerek yad ettiği güzel ama bir o kadar da kırılgan ve hassas olan bu dönemde ne kadar çok sarılırız bu dert dökme defterlerine . Acaba bu kişi beni anlar mı ? , hep yanlış anlaşılıyorum , günlük tutarken tüm bunlardan arınırız sanki.Hiçbir şey düşünmeden , herhangi bir kaygı yaşamadan içindekileri dökmenin daha güzel bir yanı var mıdır ki. Aynı zamanda yaşanmışlığımızdır onlar bizim , geçmişimizin tozlanmış , üstü kapatılmış sayfalarına aralanan bir perdedir. Bir defasında Sunay Akın demiş ki nostaljiyi ne kadar seviyoruz , ne kadar özlüyoruz , Hıncal Uluç ise onu şu şekilde yanıtlamış : Biz nostaljiyi değil, eski güzel günleri özlüyoruz ve seviyoruz.Kısacası günlükler , bizim geçmişe dönüşümüzün en tatlı aracıdır. Turgut Uyar dert dökme defterinde duygularını şu şekilde dile getirmiştir :
‘’30.01.1956 Az konuşur olmayı , suskun olmayı erdem saymıyorum artık.Kendini kaçırmak , kendini gizlemek gibi geliyor bana. 27.02.1956 İzinliyim.Boşum.İlgisiz dolaşıyorum sokaklarda.Bu boşluk , bu kayıtsızlık ürküntü veriyor bana . Doğaya uygun , yapmacıksız bir yaşama özlüyorum . Kurtuluşumuz şiirden falan gelmeyecek , yaşamamızdan gelecek gelecekse. 31.1.1956 Nigar Hanım ‘ ın şiirlerini okudum. Elbette ilkel şiirler birçoğu. Ama birden düşünüyorum. ‘’ Gücenme , aslı harabım senin farkında ‘’ bir bakıma , bir şiir geleneğinin yenilenmesi döneminde , yeni bir duygu , yeni bir söyleyiş sayılamaz mı ? Geçmiş ozanları , duygularının , söyleyişlerinin cılızlığı yüzünden küçümsemek doğru mu ? Duygular yeni , biçimler , duyarlanma yeni . Bugün bu şiirleri , dolayısıyla bu duyguları , ancak eski şiirler öyle yazıldığı için daha iyi anlıyoruz. Öyleyse , iyi kötü bütün geçmiş ozanlara selam. ‘’ Günlük tutmakla, duygularımızın tarifini bizlere not alırken hayatımızdaki kararlarımızı, seçimlerimizi, tercihlerimizi de kayıt altında tutuyoruz. Ve daha sonra okudukça belki yeniden yaşıyor belki de küçük bir sızı yahut heyecanla sadece anımsıyoruz. Fakat seçimlerimizin sonuçlarını yaşadığımız günden o güne ufak bir bakış atıyoruz.
13 Sayı:4
Şubat 2015
FELEKTEN ÇALDIĞIMIZ BİR GÜNÜN ANISI-HİKAYESİ... Kerim Özbekler Gazeteci-Yazar-Şair
G
eçen gün 2 arkadaşım geldi;’’abi, hadi bu gece kendimize güzel bir ziyafet çekelim. Güzel bir lokantaya gidelim, felekten bir gün çalalım.’’ dediler, kırar mıyım hiç. Hemen atladım arabaya, 3 kişi gittik şehrin en güzel bir lokantası’na. Masayı bir güzel donattırdık, aheste aheste yiyip içmeye başladık. Arada bir tanıdıklarımıza, kalkıp gidenlere el salladık. Selam verdik, iyi geceler diledik ve hava attık. 3-4 saat sonra gecenin bir vaktinde arkadaşlarımdan birisi, ‘’ben lavaboya gidiyorum.’’ diye kalktı gitti. Ben habire yiyorum, içiyorum. Bu arada başımıza keman çalan bir müzisyen de çıktı geldi, öylesine güzel çalıyor ki mest olmamak elde değil. Kısacası, keyfime diyecek yok. Derken öteki arkadaş da, ‘’abi, müsaadenle. Bir lavaboya kadar gidip, geleyim.’’ dedi. Ona da müsaade ettim, kaldım mı ziyafet masasında tek başıma, kemancı başımda boyuna müzik çalıyor. Ben zevkten dört köşe oluyorum, kendimden geçiyorum. Hatta onun çaldığı parçalara mırıldanarak eşlik de ediyorum, benim gibi 1 metrelik bir adamın psikolojisini bir düşünsene. Her halde, felekten bir gece çalmak böyle oluyor. Bu arada kemancıya para sıkıştırmam da lazım, cebimde beş kuruş para yok. Bekliyorum ki arkadaşlar lavabodan çıkıp gelsin, kemancıya bir kaç kuruş versinler. Bu adamcağız da başımdan çekip gitsin, 15 dakika bekledim gelen yok. Yarım saat oldu gelen yok. 1 saat oldu,
gelen yok. 2 saat oldu, gelen yok. Hesabını ödeyenler birer ikişer ayrılıp gitti-gidiyor, ben cascavlak tek başıma kaldım bu lüks lokanta da. En sonunda garsonlardan birisi başıma geldi ‘’beyefendi artık çok geç oldu, kapatmamız lazım.’’ dedi, ben lavaboya giden arkadaşlarımın gelmesini beklediğimi söyledim. O bana her yeri kontrol ettiğini ve lavaboda falan kimsenin olmadığı söyledi, o zaman anladım ki ‘’dost bildiklerim.’’ hesabı benim üzerime yıkmak için lavabo numarası ile sıvışıp gitmişler. Abi asıl macera ondan sonra başladı, bizi uzaktan izleyen kemancı yanıma yaklaşıp en az 10.00 tl. ödemem gerektiğini izah etti. Ben ‘’vallahi ben de beş kuruş para yok, isterseniz ceketimi bırakayım.’’ dediysem de yavaş yavaş yanıma yaklaşan garsonlardan birisi ‘’hesap yüksek, 25 liralık ceketle bu hesap ödenmez.’’ dedi. Kimliğimi bırakmayı teklif ettim, yine kabul etmediler. Senet imzalama teklifimi de geri çevirdiler, en sonunda birisi ‘’ulan sana burada 3-4 saattir hizmet veriyoruz, demek cebinde beş kuruş para yok ha. Biz keriz miyiz? Ulan..’’ deyip üzerime çullandı. Sonra hepsi birden üzerime saldırdılar, uzun bir süre beni bir güzel patakladılar, işe yarayacak yerim kalmadı desem yeridir. 1 metrelik boyum-gözlüğüm ve gömleğimin yakasında ki kravat nedeni ile onlara bir şey de yapamıyorum. Bu arada gözlüğüm de yere düştü, kırıldı o hengame de. Üstelik sarhoşum da, ondan sonra da ne yaptılar dersin? Sabaha kadar mutfakta o sarhoş kafayla bana bulaşık yıkattılar.’’ diye anlattı 30 yıl önce ünlü birisi bana.
Sayı:4 Şubat 2015
14
Polat Doğru ve Doğan Cüceloğlu’ yla
“Benlik ve Kendin Olmak” Üzerine Keyifli Bir Sohbet Mehmet Yurtçu, Hazel Halıcı, Dilan Kılıç, Nihan Özant
G
ün içinde binlerce karar verip bu kararların bir kısmını hayata geçiriyoruz. Peki ama bu kararların sonuçlarının bizi, çevremizi ve geleceğimizi nasıl etkilediğini hiç düşünüyor muyuz? Doğan Cüceloğlu bu konuda kendinden yola çıkarak hayatını etkileyen kararları ve karar vermenin önemini anlatıyor: “Her bir seçimde “Ben kim oluyorum?” sorusuna cevap veriyoruz. “Ben” farkındalığında olmak çok önemli. “Nasıl bir gelecek yaratıyorum, o gelecek içerisinde kim oluyorum?” Seçimlerimizin farkına vardığımız zaman hayata bir anlam katmış oluyoruz. Bu seçimlerde algılama özgürlüğümüz varsa herkes birbirine benzerken biz kendinize uyan seçimi yapıyoruz. Bunun farkında olmaksa sanıldığı kadar kolay değil.” 11 çocuklu bir ailede büyümüş Silifke doğumlu Cüceloğlu kendisi için hayatına yön vermiş iki öğretmeninden bahsederek sözlerine devam ediyor; İlki Ankara Atatürk Lisesi’ndeki hem kafasıyla hem gönlüyle öğretmenlik yapan öğretmeni: Cahit Okurer. Ne olmak istediğini soran öğretmenine verdiği cevabı şöyle aktarıyor Cüceloğlu: ““Bilmem söylesem mi acaba? İyi para kazanıyorlar, prestijli bir meslek. Silifke’de bir kız vardı mühendis olursam verirlerdi bana onu.” demek geçti içimden ama söylenir mi bunlar öğretmene? Söylenmez. Ben de söylemedim ve Türkiye’de en sık söylenen yalanı söyledim; “Vatana memlekete hizmet etmek “Öğretmenim, bu ucu açık cevabımdan sonra gülümsedi ve gözlerime bakarak “Vatana memlekete hizmet etmek için bilim insanı olmak istemez misin? Psikoloji alanına girsen, hem bireyin hem de toplumun sorunları üzerine araştırma yaparsın. Konuşabilirsin” dedi. Kalabalık bir ailede 11 numaralı bir çocuk olarak büyüdüğümden, o ana dek gözlerimin içine bakarak konuşan pek olmamıştı; bu 48 yaşındaki beyaz saçlı adamsa gözlerimin ta içine bakarak kurdu bu cümleleri. O bakışta şu vardı; “İstersen olabilirsin.” Karar vermiştim: Psikoloji alanında bir bilim insanı olacaktım. Cüceloğlu’nun hayatında iz bırakan ikinci öğretmeni ise üniversite yıllarında karşısına çıkan Mümtaz Turhan. Mümtaz Hocasının “Psikoloji bilimine katkıda bulunan bir bilim insanı mı olmak istiyorsun? O zaman bir yıl içinde İngilizce psikoloji kitapları okur hale geleceksin.” sözleriyle İngilizceye ağırlık vererek bir yıl içinde İngilizce makaleleri okur hale gelen Cüceloğlu, alanında başarıyla ilerlemiş ve sonraki yıllarda lisans eğitimi gördüğü İstanbul Üniversitesi’nde asistan olmayı başarmış. Polat Doğru ise müthiş bir matematik zekâsına sahip biri olarak sözel bölümden tercih yapmanın neredeyse
günah sayıldığı bir dönemde Gemi ve İnşaat Mühendisliği bölümünü bitirmiş. Ne var ki Doğru, bu bölümü isteyerek okumamış. Öte yandan, isteyerek yaptığı tercihin ise biricik eşiyle gerçekleştirmiş olduğu evlilik olduğunu öğreniyoruz. Eşine ne kadar çok değer verdiğini tekrar tekrar belirtiyor Polat Doğru. Eş seçimi ve evlilik kararı sürecinde neler yaşamış, öğrenmek için devam ediyoruz sohbetimize. Okuldaki dersleriyle pek ilgilenmeyen Polat Doğru, öğretmenlerinin de desteğiyle, geçebilmek adına derslere düzenli olarak gitme kararı alıyor. Ve “o” güne kadar da derslere aralıksız devam ediyor. O gün Polat Doğru, çok özlediği bir arkadaşıyla karşılaşıyor: Gökhan. Uzunca bir sohbete başlıyorlar Gökhan Beyle ve bu sırada kantine gidiyorlar. O güne, 11 Nisan gününe kadar hiç ekmemiş dersini Polat Bey. Kantinde sohbet ederlerken bir an biri geçiyor yanlarından. Polat Doğru heyecanını şöyle dile getiriyor: “O geçtiği anda tir tir titremeye başladım.” “Ben İzmirliyim, hayatımda ilk kez güzel kız görmedim, kız güzel o ayrı ama bana ne oluyor?”, diye düşünen Doğru, eşiyle işte o gün tanışıyor. “Gökhan, sen git abi. Ben birazdan madara olacağım, sen şahit olma” diyor arkadaşına ve tüm enerjisini toplayarak uzaktan gördüğü kızın yanına gidiyor. Bakıyor ki kızın elinde bir dergi, edebiyat dergisi. Kız dergiye bakıyor, Polat Doğru kıza. Cesurca itiraf ediyor sonra Polat Bey: “Seni gördüğüm andan beri zangır zangır titriyorum.’’ ‘’Oturabilir miyim?” diye de ekliyor.. Sohbet güzel ilerliyor ne var ki Polat Doğru verdiği özel derse yetişmek zorunda. Durumu açıklayıp ertesi gün öğleden sonrası için buluşma teklif ediyor. Aldığı yanıt “ Dersim var…” oluyor. Polat Bey ‘’Tamam, bahaneyi de söyledi, belli ki benden etkilenmedi’’ diye düşünürken “ Ama ekerim” diye eklenen cevapla dünyanın en mutlu adamı oluyor. O gün başlayan ilişkileri güzel bir şekilde devam ediyor ve nihayetinde evlilikle sonuçlanıyor: Polat&Aslı çifti en mutlu günlerinde sizleri de yanlarında görmek isterler. Polat Doğru, hala tir tir titremeye devam ettiğini dile getiriyor “…ama ne yazık ki artık sinirden.” Evliliklerinin yedinci ayından itibaren ikisi için de yaşanan cehennem azabından söz ediyor Polat Bey. Ve bir buçuk yılın sonunda farkına vardıkları problemi şu sözlerle dile getiriyor: “Benim içimden babam, Aslı’nın içinden annesi çıktı.” “Sevgiliyken model alacağımız kimse yoktu, kendimiz olarak birbirimizi hep mutlu ettik, fakat evlendikten sonra ailelerimizin ilişkileri bizim ilişkimizde kendilerini gösterdi”, diye devam ediyor. Neyse ki, el ele verip sorunları çözüyorlar ve çok geçmeden nur topu gibi bir de oğulları oluyor.
15 Sayı:4
Şubat 2015
P
eki, Doğan Cüceloğlu’nun seçimleri nasıl gelişti, hataları nelerdi ve hatalarından nasıl ders çıkardı? Kendisi şöyle ifade ediyor: “Ben seçimler yaptığının ve seçim yaparken değerleri yaşattığının farkında olunan bir ortamda büyümedim. Kendileri de bilmiyorlardı; daha çok ‘Anam da babam da böyle yaptılar, öyleyse ben de yaparım’ ortamı vardı. Bu ortam benim bilinçsiz seçimler yapmama sebep oldu. Bilinçsiz seçimlerimin belki de en önemlisi ise evliliğim. Ben California’da evlendikten sonra Silifkeli bir koca olmaya çalıştım, üstelik farkında bile olmadan. Eşimi üzdüm, kendimi üzdüm, 3 çocuğumu üzdüm fakat hiçbir şeyin farkında bile değildim. Ne yazık ki hayatı geri dönüp yeniden yaşamak mümkün değil. Ben bana acı veren çok fazla yanlış şey yaptım. Çocuklarımı Amerika’da bırakarak Türkiye’ye döndüm ve onlardan tam 4 sene ayrı kaldım. O çocuklara babalık yapmazsam hiçbir zaman kendimi affedemeyeceğim gerçeğini hazmetmem tam 4 senemi aldı. Her gün cehennem azabı yaşıyordum. Nihayet Amerika’ya dönmeye karar
P
olat Doğru kendi babalık deneyiminden, kendi çocuğunun ona nasıl baba olmayı öğrettiğinden bahsederek devam ediyor. “Çok heyecanlıyım, yıllarca çocuklar üzerine okumuşum; en iyi baba ben olurum diye düşünüyorum. 2007’de çocuğum doğduğunda onu kucağıma verdiler ve ağlamaya başladım. Sonra benden alıp annesine verdiler. O andan itibaren onu kıskanmaya başladım. Zaten gidiş o gidiş, bir daha gelmedi. Gazı çıksın dediler, kırkı çıksın dediler, 4 ayı devirsin dediler ama bir türlü gelmedi. Evde ilgi görmemeye başladıkça kendi öz oğluma gıcık olmaya başladım. Arkasından dedikodu falan yapıyorum o kadar yani... Aradan 11-12 ay falan geçti ama bende tık yok, hala gıcığım. Çocuğum tamamen annesine bağlı. Bana yüz vermiyor. Artık kendi kendime dedim ki bu çocuk olmadı, İnşallah ikincisine. 14 aylık olup da sütten kesilince bana da yüz vermeye başladı. Artık kapıdan girince “Babaaaa!” diye bağıran biri vardı.” Oğluyla ilişkisinin dönüm noktası olan bir günden bahsediyor Polat Bey. Çok yoğun bir günün akşamı işten döndüğünde, iki elinde de birer telefonla hala işleriyle meşgul ve halledilmesi gereken problemlere sahipken evinin kapısında çocuğuyla karşılaşmış. Minik yavru artık babasına daha ilgili ve onu gün boyu da özlemişken tabii babasının onunla ilgilenmesi için türlü oyunlar sergiliyormuş. Baba, baba, baba… Polat Doğru o kadar yorgun, iş stresi yüzünden yeterince gergin bir durum-
verdiğimde şunu fark ettim; dünyanın parasını da kazansam, cumhurbaşkanı da olsam o çocuklara babalık yapamazsam hiçbiri bir şey ifade etmeyecekti. Bu sorumluluğu kabul ederek gittim. Çocuklarım doğal olarak bana öfkeliydiler; bir keresinde kızım ‘Hayatımdan 4 yıl çaldın!’ dedi. Haklıydı. Şimdi görüyorum ki hala etkisi var. Artık konuşuyoruz, iyiyiz ama biliyorum yara orada. Ben kötü biri değildim; benim ülkemin insanları da değil. Benim durumumda çok insan var ülkemizde ve bizler, yaptığımız seçimlerin farkında değiliz. ‘Bu seçimler kimlerin hayatını etkiliyor? Nasıl bir gelecek yaratıyorum ve o gelecekte ben kim oluyorum? Bu seçimlerin sorumluluğunu alıp dürüstçe hesap verebilecek durumda mıyım?’ sorularını sormuyoruz kendimize. İnsanın üç temel gereksinimini vardır: Birincisi cep. Yemek, içmek gibi temel şeyler. Paran var ama onu yönetmek de gerek. Sonra bilgi yönetimi var. Son ve asıl nokta ise gönül yönetimi. İstediğiniz kadar paranız ve bilginiz, onları da yönetecek aklınız olsun özlediğiniz, sizi özleyen birisi yoksa neye yarar?”
dayken daha fazla dayanamayıp oğluyla konuşmaya başlamış. Tabii o kadar eğitim almış, Piage, Erikson, teoriler hepsini biliyor Polat Bey. Şu sözleriyle devam ediyor anlatmaya: “ Bir yandan teorileri aklımdan geçiriyorum. Göz hizalarının eşit olması gerek, çocuğu omuzlarından yukarı kaldıracak halim yok ya ben çöküyorum dizlerimin üstüne ve sakince konuşuyorum sanıyorum. Arkadan annesi de geldi karşımızda da bakıcımız, eğilmiş bir baba ve evladı aynı sahneyi paylaşıyor. Bir an annesiyle göz göze geldim. O nasıl bir bakıştı bana! Bakıcımızınsa gözlerinden dehşet fışkırıyor. Ben ne yapıyorum, diye düşündüm bir an. Çocukla konuşmak mı? Nerede? Resmen bağırıyorum, nefes almadan. Çocuğu o kadar korkutmuşum ki ağlayamıyor bile. Fark edince durdum, hemen sarıldı bana. Hem sarılıp hem ağlıyordu. Bense o an şunu fark ettim: Oğlum bana sarılarak ‘Bana ne kadar kızsan da sen benim babamsın ve sana ihtiyacım var. Sana ihtiyacım var ama o kadar eşeksin ki bunu bile anlamıyorsun.’ mesajını vermişti. O an benim hayatımda en çok utandığım andır. Ama güzel olan ne biliyor musunuz, ben o an baba olmuştum, oğlum doğduğunda baba olamamıştım maalesef. Babalık yapan çok insan var ama baba olabilen pek az. Şimdi soruyorum; benim ülkemde baba olmayı beceremeden gömülmüş bir sürü insan var mı yok mu? Mezarının başında ağlayarak benim babam vardı ama yoktu diyen bir sürü insan var mı yok mu? Sonra diyorum ki oğlumla aramdaki bu olay iyi ki olmuş.”
Sayı:4 Şubat 2015 Cüceloğlu olmak ve yapmanın özellikle babalık gibi mühim bir konuda birbirinden çok farklı şeyler olduğunu belirttikten sonra başarı konusuna değiniyor ve şöyle devam ediyor: “Başarı konusunda konuşurken genellikle ben diyorum ki okul başarısı, meslek başarısı, evlilik ve aile başarısı var ve her biri bizim için son derece önemli. Bir de yaşam başarısı var: Ölmeden önce kendinize sorduğunuzda ,ki mutlaka sorun, bu hayatta ben var mıydım? Bu benim hayatım mıydı? Nasıl cevap vereceksiniz? sorularının cevabı. Kimse sormuyor bunu size, siz kendi kendinize soruyorsunuz. Biliyoruz ki hepimiz öleceğiz. 150 yıl sonra bu okuldaki hiç kimse yaşıyor olmayacak. İşte tam olarak bu yüzden, her an çok değerli. Kendimden örnek vereyim. Mezar yerimi aldım ve kendime şöyle bir sordum; Silifke’de 11 numaralı çocuk olarak doğdum, böylelikle başlayan yolculuk, yolculuk, yolculuk ve işte hayat. Bu hayat benim hayatım mıydı? Ben bu hayatta var mıydım, seçimlerimi kendim mi yaptım? İki türlü cevap verebiliriz: Birincisi; Yok lan, el alem ne der diye yaşadım, aklımın ucuna bile gelmedi benim bir şey yapabileceğim. İkincisi ise; evet, ben kendimi gerçekleştirdim. “İki tip yaşlı insan vardır; ilki yaşlandıkça huysuzlaşanlar, onlar özellikle gençlere ve çocuklara karşı çok öfkelidirler çünkü onlar, hayatlarında asla kendi olamamış insanlardır. Bazılarının ise yaşlandıkça nur iner yüzlerine. İnanılmaz hoşgörülü ve sevgi doludurlar. Onlarsa hayatlarını kendileri olarak yaşamış olanlardır. Bu insanları gözlerinden tanırsınız. Peki ya biz, seçimlerimizi yaparken farkında mıyız? Kim olarak yapıyoruz? En büyük tehlike bütün bir ömür boyu farkında olamamak. Etrafınıza bakın; asık yüzlü öfkeli sinirli insanlar mı çoğunlukta; nur yüzlü, sevimli, yardımsever ve şükür duygusu içindeki insanlar mı?” Doğan Cüceloğlu kendisine sürekli okumak ve paylaşmak gibi bir misyon belirlediğini söylüyor. Ve soruyor: “Siz kendi hayatınızı yaşamak ve gelecekte kim olacağınıza karar vermek için her gün 15 dakika ayırabilecek misiniz? Örneğin bir dil öğrenmek ya da iyi bir ebeveyn olabilmek için sadece 15 dakika? Bu yolculuk isteseniz de istemeseniz de sizin yolculuğunuz ve bu da sizin sorumluluğunuz.” Polat Doğru tecrübeleri ve hepimizin sahip olduğu başarısızlık anılarını hatırlayarak şöyle devam ediyor: “Ben kendi adıma bir sürü şey söyledim ama şunu iyi biliyorum, benim hayatımda çuvalladığım çok yer oldu. Yani benim de niyet edip beceremediğim, bir sonuca ulaştırmak istetip de ulaştıramadığım pek çok şey oldu. Sizin bu anlattıklarınızdan sonra bazen olmayabilir de Hocam. Peki, o zaman ne yapalım? Acayip gaza geldim çık-
16
tım buradan gönlümün muradını arıyorum. Neye 15 dakika ayırsam diye düşünüyorum ama bazen olmuyor.” Polat Doğru’ya değindiği nokta için teşekkür edip, bu konu ile ilgili oğluyla yaşadığı bir anısını anlatarak devam ediyor sözlerine Cüceloğlu: “Oğlum Amerika’da lise 2. sınıfta iken baba ben basketbol oynamak istiyorum, dedi. Her gün sabah erkenden kalktı, çok yoğun çalıştı ve bir süre sonra oğlum ilk beşe seçildi. Bir gün maçtayız, tabii ben çok gururluyum oğlum ilk beşte. Karşı takım 61 bizim takım 60. Son beş saniye kala oğlum topu attı potaya doğru. Eğer top girerse kazanıyoruz. Top potada döndü, döndü ama girmedi, oğlum havası sönmüş balon gibi oldu. Sonra onun yanına gittim ‘Sağlık olsun be oğlum hadi pizza yemeye gidelim.’ dedim. ‘Benim başım ağrıyor eve gidelim.’ dedi çok sinirli bir şekilde. Yahu ben psikoloji profesörüyüm, insanlar böyle durumlarda ne yapacağını sormaya bana geliyor ama ben o an ne yapacağımı bilmiyorum! Neyse arabaya bindik gidiyoruz, bir süre sonra arka koltuktan oğlum, ‘Baba özür dilerim, seni utandırdım.’ dedi. Ben başladım hüngür hüngür ağlamaya. Bir yandan ağlarken bir yandan da diyorum ki yahu bu çocuğun ağlayan birine değil babaya ihtiyacı var ama şu an baba olamıyorum. Arabayı park edecek bir yer buldum ve onunla konuşmaya başladım. ‘Oğlum, sen elinden gelen gayreti gösterdin mi?’ dedim, öfkeli bir ses tonuyla ‘Nasıl şüphelenirsin, tabii ki gösterdim!’ dedi. ‘Peki, bunu yaparken şevkli miydin? ‘ dedim, yine öfkeyle ‘Tabii!’ dedi. ‘Oğlum’ dedim, ‘senden kesinlikle utanmıyorum. Akıllı bir insan iki şeyi kontrol eder: şevk ve gayret. Senden utanmıyorum’, dedim, ‘Hatta gurur duyuyorum çünkü topu başkasına vermedin, bundan sonra ne yaparsan gayretle yap,’ dedim. Arabaya bindik, biraz ilerledikten sonra ‘Baba’, dedi, ‘pizza yemeğe gidelim mi? ‘ Aradan yıllar geçti ve oğlum Stanford’dan mezun oldu, şimdi o direksiyonda. Oğlumun mezuniyet törenine gidiyoruz, oğlum törende dedi ki: “Baba sen dünyanın en iyi babasısın.’ O yaşadığı acıya rağmen bana bunu söyledi. Ben nasıl mutluyum! ‘Neden oğlum?’ dedim. ‘Baba, sen bana o gün özgürlüğümü verdin” dedi. ‘Ne yaparsan yap elinden gelenin en iyisini yap ve coşkuyla yap. Bütün hayatım boyunca bunu kullandım. Spor hayatımda, okulda, aşk hayatımda da ve hep işe yaradı, ‘ diye de ekledi.” Cüceloğlu sözlerini şöyle sonlandırıyor: “Hedefinizi koyar ve elinizden geleni yaparsanız çok güzel şeyler başarırsınız. Mükemmeliyetçi olmayın ama hep yolda olun. Şunu hiç unutmayın: Elimden gelenin en iyisini yaptım mı? Şevkle yaptım mı? Cevap evetse gerisi önemli değil. Helal olsun o zaman size!”
17 Sayı:4
Şubat 2015
Bazen seçimlerimizi zorunlu tercih ederiz BİR SOSYAL HİZMET KURUMU OLARAK
DARÜLACEZE
D
Dr. Aylin ÇİFTÇİ
arülaceze Müessesesi 120 yıldır kimsesiz ve bakıma muhtaç kişilere hizmet veren tarihi ve sosyal bir müessesedir. Darülaceze’nin kuruluş süreci 1877 Osmanlı-Rus Savaşı’na kadar uzanmaktadır. Bu savaşın ardından, göçler başlamış 1877-79 arasında İstanbul’a dört yüz bine yakın göçmen gelmiştir. Bu göçler ile kentin yaşam düzeni bozulmuş sokaklar evsiz, barksız, hastalar, kimsesiz çocuklar ve dilenciler ile dolmuştur. Dilencileri ve kimsesiz çocukları bir araya toplayarak zanaat sahibi olmalarını, hastaların ve yaşlıların son yıllarını huzur içinde geçirmelerini, sakatların ve yoksulların barınmalarını sağlamak amacıyla düşkünler evi kurulması fikri ortaya çıkmıştır. Abdülhamit Han’ın devlet hazinesinden olmayan 7000 altın değerindeki eşyaları ve 10000 altın bağışlamasıyla 1892 yılında temelleri atılmış, 31 Ocak 1896’da resmi açılışı yapılmıştır. Bağışçılarının destekleri ile de bugüne kadar varlığını sürdürmüştür. Kurulduğu günden bugüne 30.000’i çocuk olmak üzere toplam 70.000 kişiye şefkat yuvası olmuştur. Halen 600’e yakın sakinimizi, kuruluş felsefesinden ödün vermeden barındıran Darülaceze din, dil, ırk, cinsiyet ve mezhep farkı gözetmeksizin camii, kilise ve havrasıyla dünyada eşi benzeri olmayan bir hayır kurumudur. Bir Sosyal Hizmet Kuruluşu Olarak Darülaceze Yaşlılık, 65 yaş ve daha yukarı yaş sahibi bireylere atfedilen ve genel anlamda bu bireylerin fiziksel ve bilişsel fonksiyonlarında bir gerileme, sağlığın, gençlik ve güzelliğin, üretkenliğin, cinsel yaşamın, gelir düzeyinin, saygınlığın, rol ve statünün, bağımsızlığın, arkadaşların, eş ve yakın ilişkinin, sosyal yaşantının, ve sosyal desteklerin azalması ve kaybı gibi döneme özgü pek çok sorunu, içinde barındıran bir süreç olmakla birlikte; uygun koşullar sağlanması halinde bireylerin günlük yaşamlarında sosyal, ekonomik, kültürel ve politik aktivitelere katılımların sürdürüldüğü ve gençlere deneyimlerin aktarılabildiği çok yönlü bir dönemdir. Kurumumuz hizmetlerinden faydalanan dezavan-
tajlı gruplardan yaşlılarımıza sunulan psikososyal destek diğerlerine göre farklılık göstermektedir. Çünkü biyolojik yaşlanmanın yavaşlatılması veya durdurulması söz konusu değildir. Ancak yaşlanmayı ve yaşlılığı sosyopsikolojik perspektifte değerlendirmenin bu süreci kaliteli geçirebilme açısından önemi büyüktür. Sosyal ve psikolojik açıdan yalnızlık ve güvenlik gereksinimi duyma, ekonomik yetersizlikten dolayı kendini geçindirecek kadar gelire sahip olamama, kendi başına yaşayabilecek imkanlara sahip olup bakım, tedavi, refakat ve terapi imkanından yoksun olma veya fiziksel gerileme nedeniyle günlük aktivitelerini yapamama gibi çeşitli sebeplerle kurumumuza başvuran yaşlılarımızın çevresel, ekonomik, psikolojik, ve sosyal problemleri değişim odak noktası alınarak çözümlenmeye çalışılmakta, yaşam kalitesini artırıcı, yaşamsal değişikliklere rehberlik edici, uyum sorunlarının çözümlenmesini sağlayıcı, Kurumun potansiyel güçlerine ve kaynaklarına yönlendirici gerekli mesleki çalışmalar disiplinler arası bir anlayışla yapılmaktadır. Aynı zamanda sosyal, kültürel ve sportif etkinliklerin düzenlenmesi ve bu etkinliklere katılım sağlanarak yaşlının yaşam doyum kalitesinin artırılması amaçlanmaktadır. Toplumsal sorumluluk çerçevesinde halkın gönüllü katkı ve katılımı sağlanmakta ve bu da Darülaceze’nin hizmet alanları, çalışanları, gönüllüleri ve ziyaretçileri ile güvenilirlik ve işbirliği çerçevesinde kocaman bir aile olmasını sağlamaktadır. Annesiz, babasız büyümemiş olabiliriz, hayat boyu hiç bir fiziksel veya zihinsel engelimiz olmayabilir, yoksulluğu hiç yaşamamış ve yaşamayacak olabiliriz, hiç bir zaman şiddete maruz kalmamış veya kalmayacak da olabiliriz ancak bir gün muhakkak yaşlanacağız ve belki de ötekileştirdiğimiz bu hizmet alan yaşlılarımızın yerinde olacağız. Bu sebeple bu sürecin bir sosyal sorun olarak görülmemesi, yaşlılarımızın temsil ettiği sayısız doğrudan toplumsal, kültürel ve ekonomik gelişme bakımından yararlanmanın aracı gözüyle bakılması gerekmektedir. 120 yıldır tüm şartlara, tüm yokluklara ve ekonomik olumsuzluklara karşı hizmet etmeye devam etmiş bu mirasa sahip çıkmak hepimizin görevi . Bu görevde yer almanız dileğiyle.
Otomatik Portakal
Sayı:4 Şubat 2015
18
Anthony Burges
Karabasan gibi bir gelecek atmosferi... Geceleyin sokaklara dehşet İsmail Bıyıklı saçan, yaşamları şiddet üzerine kurulu gençler... Sosyal kehanet? üm hayvanların en zekisi, iyKara mizah? Özgür iradenin irdeleiliğin ne demek olduğunu bilen nişi?.. Otomatik Portakal bunların insanoğluna sistematik bir baskı hepsidir. Aynı zamanda hayranlık uygulayarak onu otomatik işleyverici bir dilsel deneydir, çünkü en bir makine haline getirenlere kılıç Burgess antikahramanı için yeni kadar keskin olan kalemimle saldırmakbir dil yaratır: Yakın tan başka hiçbir şey yapamıyorum... geleceğin argosu ... nadsat”ı. Cockney dilinde (İngiliz argosu) bir deyiş vardır. “Uqueer as as clockwork orange”. Bu deyiş, olabilecek en yüksek derecede gariplikleri barındıran kişi anlamına gelir. Bu çok sevdiğim lafı, yıllarca bir kitap başlığında kullanmayı düşünmüşümdür. Bir de tabii Malezya’da “canlı” anlamına gelen “orang” sözcüğü var. Kitabı yazmaya başladığımda, rengi ve hoş bir kokusu olan bir meyvenin kullanıldığı bu deyişin, tam da benim anlatmak istediğim duruma, Pavlov kanunlarının uygulanmasına dayalı bir hikâyeye çok iyi oturduğunu düşündüm... -Anthony Burges-
T
Kitap Detayları Yazar: Anthony Burgess Çevirmen: Dost Körpe Yayın Evi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları Sayfa Sayısı: 168 PsiNossa’nın Puanı: 10/9.4
Anthony Burgess, Distopya Edebiyatını Sil Baştan Yazıyor! “1 yıldan az ömrü kaldığını öğrenen Burgess, distopya edebiyatını sil baştan yazıyor.” Bu kitabın konusundan ziyade, yazarın yaşadığı çok ilginç ama sonu için umut vaat eden, harika bir anısı var. Anthony Burgess 25 Şubat 1917 doğumlu, bir İngiliz yazardır. En popüler romanı ise “Otomatik Portakal” dır. Bir gün rahatsızlığından dolayı bir hastaneye, her zaman gittiği doktoruna gidiyor. Beyninde bir tümör olduğunu ve sadece bir yıl ömrü kaldığını öğreniyor. Bunun üzerine kendini düşünmek yerine, karısını düşünmeyi tercih ediyor ve onun geçimini sağlamak için kitaplar yazmaya başlıyor.
Kitaba Genel Bakış
Bu inanılmaz kitabı, bir cümle özetlemek için çok uğraştım. Çok cümleler yaratmayı denedim. Fazla fazla araştırdım ve en sonunda bu kitap için yaratılmış bir cümle ile karşılaştım. “İyilik içten gelir. İyilik bir seçimdir. Bir insan seçemezse, insanlıktan çıkar.” Kitabımızda 4 karakter var. Alex, Dim, Georgia ve Pete. Biz kitabı, Alex’in gözlemleriyle dinliyoruz. Alex,15 yaşında henüz ergenlikten çıkmamış
Ömrünün son yılını karısının uğruna harcamayı göze alıyor. Yazdığı kitapların çoğu, okuyucuları tarafından merakla okunuyor ve kısa sürede dünyanın en popüler yazarlarından biri haline geliyor. Uzun bir süre sonra, doktorundan yanlış teşhis konulduğunu öğreniyor. Burgess’in hayatı yanlış görülmüş tümör sayesinde tamamen değişiyor. Otomatik Portakal’da, yarattığı Alex karakteri yazarın hastalığı öğrendiği zamandaki, psikolojisini yansıtmaktadır. Roman yazarı, şair, besteci, eleştirmen, dil bilimci ve çevirmen gibi sıfatları bulunan Burgess’ın en büyük özelliklerinden birisi de eserlerindeki ortaya koyduğu nefret duygusudur.
bir genç. Yaşamının çoğunu serserilik yaparak geçiriyor. Diğer üç arkadaşlarıyla birlikte, sokaktaki yaşlı insanları soyuyorlar, evlere girip hırsızlık yapıyorlar, beğendiği kızlara tecavüz ediyorlar ve uyuşturucu kullanıyorlar. Alex, bir de klasik müzik tutkunu. Eve geldiğinde tek yaptığı şey; evcil yılanına yemek vermek, yatağına geçmek ve kusursuzca tasarladığı müzik sisteminden klasik müzik dinlemek oluyor. Yaşadığı hayat, Alex’in tam istediği gibi giderken, arkadaşlarının onu ele vermesiyle kendini karakolda buluyor. Asıl hikaye, işte burada başlıyor.
19 Sayı:4
Şubat 2015
Otomatik Portakal; 3 ayrı ana teması olan, 3 bölümden oluşmaktadır. Her bölüm, Alex’in yaşamı için oldukça farklı şeyler getirmektedir...
1.BÖLÜM
Kitaba Derinlemesine Bakış Alex ve diğer üç arkadaşı; Georgia, Pete ve Dim, her akşam yaptıkları gibi mangır dedikleri, kötü paraları kazanmaya devam ediyorlardı. Alex’in, lider olmasından sıkılan diğer üçlü bu duruma isyan etmeye başlıyorlar. Alex, güçlü ve lider olabileceğini ispatlamak için, boş bir anlarını
2.BÖLÜM
3.BÖLÜM
Alex’in 18 yaşından küçük olması, cezasını azaltan en büyük etkenlerden biri oluyor. Mahkeme sonucunda, 2 yıl boyunca tutuklanma kararı çıkıyor. Bu sırada Alex, arkadaşlarından Georgia’nın öldüğü haberini alıyor. Her ne kadar onu ispiyonlasalar da , Alex bu habere çok üzülüyor. Hapishanedeyken, bir papazın yanında çalışmaya başlıyor. Onunla beraber İncil okuyorlar. Bazen araştırmalar yapıyorlar. Alex bir gece yatarken, birisiyle kavga çıkartıyor ve bir cinayet işliyor. O sırada ise hapishaneyi ziyarete, İç İşleri Bakanı gelmiş oluyor ve sesi merak edip, o tarafa doğru yöneliyor. Yeni yapacakları bir “Ludavico Tekniği ile Islah Tedavisi” yöntemi için denek aradığı söyleyen bakan, bu yöntemin ilk adayı olması için Alex’i uygun görüyor. Bu yöntemi merak eden Alex’e “Ludavico Tekniği ile Islah Tedavisi; 2 haftada insanların kötülük duygularının yok olmasını sağlayan bir koşullanma yöntemidir.” şeklinde özetliyor. Alex, her öğleden önce bir ludavico aşısı oluyor. Ardından ise 2 seanslık bir film gösterimine giriyor. Bu filmi izlerken; başı, sabitlenen bir sandalyeye oturtuluyor, elleri ve ayakları bağlanıyor. Bir pens yardımıyla, gözlerinin sürekli açık olması sağlanıyor. Böylelikle filmlerde
Alex. özgürlüğüne fazlasıyla kavuşuyor fakat, hayat beklediği gibi ilerlemiyor. Şiddet uyguladıkları insanlar bir bir karşısına çıkmaya başlıyorlar. Önce sokakta sıkıştırdıkları yaşlı bir adamla karşılaşıyor. Onun ve arkadaş gruplarından şiddetli bir şekilde dayak yetikten sonra, bir polis grubu bu durumu görüyor. Polislerden birinin ise arkadaşı Dim olduğunu fark ediyor. Dim, geçmiş yılların hırsını alamamış gibi, Alex’i saatlerce dövmeye başlıyor ve sonra, ormanın ücra bir köşesine bırakıyor. Gece yağmurun bastırmasıyla, ormanda gizlenmiş bir evden yardım istemeye karar
yakalayarak onları dövmeye kalkıyor. Takım arkadaşlarının, zoruna giden bu olay; Alex’den intikam almak için akıllara büyük bir intikam duygusu getiriyor. Yaptıkları bir hırsızlık sırasında, Alex’i yüzüstü bırakıp, polislere ihbar ediyorlar. Böylelikle Alex’den sonsuza dek kurtulmuş oluyorlar.
gösterilen hiç bir görüntünün, kaçırılmaması sağlanıyor. Filmlerde ise; saldırganlık, tecavüz, uyuşturucu, kan, dövüş sahneleri, işkenceler, insanların acı çekmesi ve sürekli bağrış çağrış eşliğinde zorla izletiliyor. Alex tedavinin başlarında, bunu saçma olduğunu düşünse de, artık bir kavga ya da tecavüz sahnesi düşündüğünde, midesi bulanıyor ve asla bunları yapmaya kalkışamıyor. Seansların sonuna doğru büyük bir işkence haline gelen bu yöntem, sonunda bitiyor. Islah tedavisinin sonunda, seyirciler eşliğinde; bir show oluşturuluyor ve Alex görücüye çıkartılıyor. Önce bir adam, Alex’e hakaretler yağdırıyor, ona vuruyor, ayakkabılarına kadar temizletiyor. Fakat Alex bu durum karşısında bir şey yapamıyor. Saldırmaya kalkacakken, midesi bulanmaya başlıyor. Bu showun ikinci kısmında, abartılı dekolteli bir kız Alex’in yanına geliyor ve vücudunu Alex’e sergiliyor. Alex, o kızla ilgili kötü hayaller kurmaya başladığında, midesi tekrar devreye giriyor. Kız selam veriyor ve bütün izleyiciler, kızı alkışlıyorlar. Show’un son kısmında, papaz bu durumun ahlaki açıdan uygun olmadığını söylese de, doktor tarafından bu ciddiye alınmıyor. Alex, 2 haftalık bir tedavinin ardından özgür bırakılıyor ve bütün gazeteler bu yöntemden ve Alex’den bahsediyor.
veriyor. Bu ev ise daha önce hırsızlık yaptığı ve daha sonrada adamın karısına tecavüz ettiği ev olduğunun, çok geç farkına varıyor. Ev sahibi, Alex’ e istemediği sesleri dinleterek işkence yapıyor. Alex, artık bu durumdan çok sıkılıyor ve intihar etmeye kalkışıyor. Yaptığı girişim başarısız olunca, her yeri kırık bir şekilde hastanede gözünü açıyor. İç İşleri Bakanı ise, Alex’in intihar ettiğini duyduğu an, yönteminin insanlar tarafından başarısız olarak anılacağı korkusuyla, Alex’le konuşmaya karar veriyor ve ona iyi bir geliri olan iş temin ediyor. Alex’in artık düzenli bir hayatı olacak derken, başına daha neler gelmiş olabilir?
Sayı:4 Şubat 2015
OTOMATİK PORTAKAL KLASİK BİR
K
20
KLASİK KOŞULLANMA ÖRNEĞİ SERGİLİYOR
lasik koşullanmanın en etkileyici yöntemlerinden birisi de; maruz bırakma yöntemidir. Bu yöntem, tıpkı Ludavico Tekniği ile Islah Tedavisi yöntemiyle tıpatıp aynıdır. Kişinin kaygı verici uyaran ile karşı karşıya getirilmesi olarak bilinen maruz bırakma daha çok psikoterapide kullanılan bir yöntemdir. Eğer danışan, rahatsızlık veren uyarıcı ile gerçek ortamda karşı karşıya getiriliyorsa doğal maruz bırakma; yapay ortamda zihinsel canlandırma gibi yollarla karşı karşıya getiriliyorsa yapay maruz bırakma terimleri kullanılmaktadır. Mauz bırakma yönteminde danışan, rahatsız edici durumla sık sık yüzleştirilerek istenilmeyen tepki ortadan kaldırılmaya çalışılır. ( Türkçapar, H. (2012). Bilişsel Terapi. 6.Baskı. Ankara: HYB Yayıncılık.) Maruz bırakma kavramını genel olarak iki başlık altında inceleyebiliriz: Aynı uyarıcıya maruz bırakma ve karşıt koşullanma. Biz, ludavico tekniğinde bir karşıt koşullanma olan, zıt uyarıcıya koşullanma yöntemini gördük. İstenmeyen davranışa neden olan uyarıcının, o uyarıcıya zıt başka bir uyarıcı ile eşlenerek bu davranışın söndürülmesi işlemine zıt uyarıcıya koşullanma denilmektedir. Örneğin alkol bağımlısı bir kişi alkol almaktan zevk alıyorsa, o kişiye aldığı zevke
zıt başka bir uyarıcı, örneğin bulantı hissi veren bir ilaç verilir. Bağımlı kişi alkol aldığında midesi bulanacağı için artık alkolle zevk arasında değil, alkolle bulantı tepkisi arasında bir çağrışım bağı kurulmuş olur. Cinsel sapkınlığı olan birisi de şöyle tedavi edilmiştir: Bir ortamda hastanın uyarıldığı kadın eşyalarına (çanta, ayakkabı gibi) ait resimler gösterilirken aynı anda ortama mide bulantısına neden olan bir koku verilir. Hasta resimlerden zevk almak yerine midesi bulanmaya başlar. Bu şekilde kadınlara ait resimlerle bulantı arasında yeni bir bağ kurulmuş, istenmeyen davranış söndürülmüş olur. (Editör; Şerife Işık Terzi. Eğitim Psikolojisi. Paget Akademi(2013) s;146) Otomatik Portakal’da ise, durum tıpkı böyledir. Alex’e film izlemeden önce midesinin bulanmasını sağlayan ludavico aşısı yapılmaktadır. Bu aşı, onu hem halsiz yapmayı sağlarken hemde midesinin bulanmasını sağlayacaktır. Filmin hiç bir sahnesini kaçırmaması için, bağlanır, gözü pensle açık tutulur. Saldırganlık, tecavüz, işkence ve kan görüntüleri izletilir. 14 gün boyunca, bu görüntülerle, midesinin bulandığını anlayan organizma yeni bir bağ oluşturur. Artık Alex, her saldırganlık duygusu duygu anda, bu bağ ortaya çıkacak ve Alex’in midesi bulanmaya başlayacaktır.
KOŞULLANMANIN AHLAKİ BOYUTU
Alex, koşullanma sayesinde 2 yıllık bir hapis cezası görmek yerine, 2 hafta da büyük bir eğitimden geçti. Bu eğitimin sonunda Alex artık şiddet suçu işleyemiyordu, saldırganlık eğilimi yok edilmişti evet ama artık kendi iradesiyle seçim yapabileceği bir “saldırganlık dünyası” da yoktu. Şiddet düşüncesi dahi midesini bulandırırken, kendini nasıl savunabilirdi? Seçim özgürlüğü elinden alınan bir insanın hayattan keyif alması ne denli mümkün olabilir? Toplumsal düzeni
Ayın Sözü;
sağlamak için dahi olsa bu durumun insan haklarına uygunluğu tartışmaya açık en can alıcı nokta olsa gerek. Bir insanın şiddet duygularını bastırmak için; seçim şansını elinden almak, iradesinin yok olmasına göz yummak; ahlaki açıdan kesinlikle uygun değildir. Bu da koşullanmanın en korkunç yanı oluyor. Her şeyi mükemmel yapacakken, bir insanın hayatını berbat edebiliyor. Bu durumu ahlaki açıdan, tıpkı kitapta yer alan papaz gibi bende eleştirmek istiyorum.
“Ahlâk kurallarına uyan veya uymayan bir kitap diye bir şey yoktur, kitaplar ya iyi yazılmıştır ya kötü.” -Oscar Wilde
ÖDÜLLÜ SORU
Soru: Bir “Zıt Uyarıcıya Koşullanma” örneği yazıp, bize gönderiniz. En yaratıcı örneği gönderen bir okuyucumuza “Felsefe Klasikleri Seti” ücretsiz olarak gönderilecektir. Son Katılım Tarihi: 20.02.2015 Katılım Adresi: İsmail BIYIKLI - ismailbiyikli34@gmail.com Geçen Ayki Sorumuz: “Emma Donoghue-Oda” kitabında geçen Jack’in gelişimine en uygun gelişim kuramını nedeniyle birlikte açıklayanız. (Verilen örnekler dışında) Kazanan: Arda Çalışan Arel Üniversitesi Cevap: Arda’nın uygun gördüğü kuram “ Freud’un Psikoseksüel Gelişim Kuramı” Arda, bizden Canan Tan Pembe ve Yusuf’un ismine imzalı romanını kazandı. ebrik ediyoruz.
21 Sayı:4
Şubat 2015
Su Terapisi - James Cooper Hepimiz biliyoruzki suyun hayatımızdaki yeri vazgeçilmezdir ve sağlığımıza faydaları inkâr edilemez. Su Terapisi adlı bu kitap, suyun iyileştirme ve hastalıkları önlemedeki rolü üzerine akademik ve uygulamaya yönelik, yıllar süren araştırmaların sonunda hazırlanmıştır. Su, gerçek anlamda mucizevidir ve içine eklenen bir parça deniz tuzu (veya kaya tuzu), artritten hipertansiyona ve hatta obeziteye kadar pek çok hastalığı tedavi edebilmekte veya hafifletebilmektedir. Su, yalnızca susuzluğunuzu gidermez; aynı zamanda vücudunuzu önemli ölçüde iyileştirir ve arındırır.
TAVSİYE ETTİKLERİMİZ Psikolojiniz Bozulmasın Joel Levy 1999’da yapılan bir çalışmada deneklere birbirine basket topu atan öğrencilerin görüldüğü bir video izletildi ve beyaz giyen oyuncuların paslarını saymaları istendi. Videonun ortalarına doğru goril kostümlü bir adam oyuncuların arasında dolaşıyordu. Ne ilginçtir ki videoyu izleyenlerin yaklaşık yüzde ellisi dikkatlerini pasları saymaya odakladıkları için gorili fark etmedi. İşte istem dışı körlük diye anılan bu örnek kitapta açıklanan pek çok sıra dışı fenomenden sadece biri. Bu kitap beyin yıkamadan davranışçılığa, déjà vu’dan rüyalara, placebo etkisinden psikoza uzanan bir yolculukla sizi zihnin işleyişiyle tanıştırıyor. Böylece kendi kişiliğinizi ve çevremizi kuşatan dünyayla etkileşimimizi daha iyi anlayacaksınız.
Yıldızlar Sönünceye Dek Danielle Steel Danielle Steel, Yıldızlar Sönünceye Dek’te gerçek aşkın sonsuza dek sürdüğünü ve eğer gerçekten seviyorsanız, asla o aşktan vazgeçmeyeceğinizi anlatıyor. İki ayrı zamanda yaşayan farklı iki çift üzerinden etkileyici, hatta zaman zaman sarsıcı bir üslupla ölümsüz aşkın öyküsünü dillendiriyor
22
PORTAKAL SUYU Sayı:4 Şubat 2015
Binbir İnsan Masalları’ndan
Cem Mumcu Derleyen: Mynemosyne
N
e zaman olduğunu ya da zamanın ne olduğunu bilmediğim bir anda yol kenarında, kaldırımın ucunda bir yaprak gibi sallanırken gördüm onu. Hayat merhametinin tümünü esirgemişti ondan. Zırnık bile koklatmamıştı ona. O koklamak istemiş miydi? Bildiğim herkes ister biraz. “ Herkes ister biraz”… Bu cümlenin nes nesi yok. “ İstemek” acayip bir şey, mutlaka bir nesne buluyor kendine, zaten isteyecek. Aslında istemiyor görünenler de dâhil isteyenlere. İstemiyor olmayı da istemek gerek çünkü. Ölmeyi istemek bile bir istemek önünde sonunda. Hiç istememeyi öyle çok istemiştim ki bir zamanlar… Onun bedenin haline bakıldığında ruhu da hemencecik görünüyordu. Bedeni o denli incelmişti ki ardını görmek hiç de zor değildi. Kısa bir süre sonra da beden, ruh ve varsa eğer diğerleri bir bulamaç gibi karışıyordu zaten. Bu haliyle ölüm de ona merhamet gösterecek gibi görünmüyordu. Yanına doğru yürüdüm. Beni görmesini istiyordum. Görmesi ve görmemesi arasındaki farkın yaşam ve ölüm olduğunu bildiğim için ya da öyle kurduğum için. Onun kaderinin okunu hangi tarafa çevireceğini bilmek istiyordum. O incecik kollarıyla ve güçsüz bedeniyle yine de oku bir tarafa çevirecekti. Çünkü kaderin okunu çevirmek için eylem yapmak şart değildir, eylemsizlik de ona yön vermeye yeter. Niye böyle yapıyordum? Çünkü ben aldığım kararı yine de onun kaderi üzerindek etkinliğe bırakmak istiyordum. Ya beni görmeyi ya da görmemeyi seçecekti. Ya konuşacak ya da konuşmayacaktı. Ya yiyecek bir şeyler isteyecekti ya da istemeyecekti. Tamı tamına ya da en azından üç aşama vardı: Görmek görmemek, konuşmak konuşmamak, yiyecek bir şeyler istemek istememek. Tüm bunlar onun kaderi üzerindeki etkinliğini kullanabileceği karar anlarıydı. Görmezse, görür ama konuşmazsa; görür, konuşur ama yiyecek bir şeyler istemezse yaşama kararını vermiş olacaktı. Görürse, konuşursa ve konuştuğunda yiyecek isterse: İşte sadece bunu seçmesi kaderin okunu hayata çevirmesi anlamına geliyordu. Çelişik olan aslında yemek istemesinin hayata ve yaşamaya yönelik gibi görünmesiydi. Yani aslında yerse yaşayacaktı. Bana göre ise yerse hayatının ona merhametsizce davranması için ona yeni fırsatlar verecekti ve ölümünü de merhametsizlikle taçlandıracaktı. Belki bıçak, belki araba altı,
belki uzun süren açlık ve can çekişme… Sonuçta acı bir ölüm bekliyordu onu. Oysa hayat dize getirilemezse bile, ölüme bir çelme takabilir ve onu merhametsiz bir ölümden kurtarabilirdim. Ama tabii o da isterse, yani kaderinin okunu bu yöne çevirirse. Gördü beni… Hala konuşmayabilir ve oku hayata ve merhametsiz bir ölüme çevirebilir. Yapmadı, konuştu… Abi bir ekmek! Seçmişti. Kaderinin yönünü belirlemişti. “ Gel” dedim. Köşedeki büfeye kadar yürüdük. O on, on beş adım geriden adeta rüzgara kapılmış bir yelken gibi savrularak geliyor. Hala dönebilir. Hala onda eylemin ipleri. Dönmedi… İçeri girdim, bekledi. “ İki tane sosisli sandviç” dedim kırmızı beyaz gömlek giymiş garsona. Bir an kırmızı ve beyazı da iki seçenek olarak gördüm kafamın içinde. Garson çok ama çok küçük bir olasılıkla istediğimi vermeyebilir. O an delirebilir, ölebilir veya akla hayale gelmeyecek başka bir saçmalık olabilir. Olmadı tabii. Ayaktayım. Dışarıda bekliyor. Hala gidebilir, gitmeyi seçebilir. Gitmiyor… “ Bir de portakal suyu” dedim. Yaşam enerjisi, kuvvet kaynağı portakal suyu… Seçenekleri artırmaya karar verdiğim için istedim bunu. Sandviçleri temiz vereceğim. Zehri sadece portakal suyuna serpeceğim. Hepsini değil, kendime de ayırmam lazım. Eve gidene kadar kendimi de olasılıksız bırakamam. O benim yıllardır taşıdığım her zaman gitme olasılığım çünkü. Sandviçleri yer, portakal suyunun içmezse… Yine ok onun elinde. Aldım. Sadece bardağa ekledim. Yaşam enerjisi portakal suyu, ölüme çelme takacak portakal suyu… Çıktım. “ Al” dedim. Sandviçleri belki on saniyede bitirdi. Plastik bardağı uzattım. Hala güç onda. Neyi seçecek? Aldı… İçti… Usulca, merhametli bir ölümü seçti.
23 Sayı:4
Şubat 2015
K A R İ K A T Ü R L E R
Sayı:4 Şubat 2015
Disleksi Nedir ?
A
merikan Psikiyatri Birliği ‘ nin Mental Rahatsızlıklar ve Tanıma Sistemi ‘ ne göre disleksi okuma bozukluğu olarak öğrenme bozuklukları içinde tanımlanır.Disleksi en sık rastlanan öğrenme bozuklukların biridir. Disleksi dinleme , konuşma , okuma-yazma , akıl yürütme ile matematik becerilerinin kazanılmasında ve kullanılmasında büyük zorluklar gösteren bir öğrenme bozukluğudur.Genele bakıldığında çocukların büyük bir kısmı 3-4 ay içinde okumaya yazmaya başlarlar ve kısa bir süre içerisinde geliştirmeye başlarlar.Fakat , ne yazık ki çocukların bi kısmı bu kadar şanslı değildir. Bu bozukluk ilk kez 1881 yılında tanımlanmıştır.Disleksi bir zihinsel yetersizlik değildir ve de zeka ile herhangi bir ilişkisi yoktur.Doğuştan gelen kalıtsal bişey olabileceği gibi , doğum sırasında yaşanan komplikasyonlardan veyahut doğum sonrasında yaşanan komplikasyonlara bağlı olarak ortaya çıkabilir. Amerikan Psikiyatri Birliği ‘nin Mental Rahatsızlıklar Sistemi ‘n e göre öğrenme bozukluğunun tanı kriterleri şunlardır : Disleksi - Okuma Bozukluğu İçin Tanı Ölçütleri Bireysel olarak uygulanan testler doğrultusunda kişinin standart doğru okuma veya kavrama testleri ile ölçüldüğü üzere , kişinin kronolojik yaşı , ölçülen zeka düzeyi ve yaşına uygun aldığı eğitim göz önünde bulundurularak matematiksel becerileri beklenenin önemli ölçüde altındadır. A.Tanı ölçütündeki bozukluk okul başarısını veyahut matematik becerileri gerektiren gündelik yaşam etkinliklerini önemli derecede bozar. Duyusal bir bozukluk var olsa bile matematik becerisi sorunları gene buna eşlik edenden çok daha fazladır.
24
OTİZM, DİSLEKSİ VE HİPERAKTİVİTE TEDAVİSİNDE YENİ UMUT ‘’ İŞİTSEL EĞİTİM ‘’ Derleyen: Pelin Yiri
A
vrupa ‘da ve Amerika ‘da otistik , disleksik ve de hiperaktif çocukların tedavilerinde uzun süredir kullanılan bir yöntem var.Nedir bu yöntem ? İşitsel eğitim.Zihinsel bozukluklar ve işitsel algı problemleri müzik yolu ile düzeltiliyor.Türkiye ‘de bu yöntemi kullanan kişi ise psikolog Dr.Murat Güvençer.Dr. Murat Güvençer ‘ in başarı oranı ise % 75.Bu yöntem sayesinde iyileşen çocukların aileleri ise bakın neler anlatmış : İlkokul 2.sınıf öğrencisi olan M.K tıpkı diğer arkadaşları gibi cıvıl cıvıl , kıpır kıpır bir çocuk.Oysa iki yıl öncesine kadar kadar herşey bambaşka idi diyor annesi , ‘’ boğuk boğuk kelimler ‘’ ile çevrili dünyasında tek başına olduğunu söylüyor.Oğlum yedi yaşındaydı fakat konuşamıyordu.Elliye yakın kelime biliyordu ama yerli yersiz kullanıyordu.Hiç cümle kuramıyordu.Onunla konuşmayı defalarca kez denedim ama başaramadım.Bambaşka bir dünyanın içerisindeydi ‘’ diye anlatıyor annesi o günleri anlatırken. M.K bebekken orta kulak iltihabı geçirmiş , ilerleyen yaşına rağmen konuşmayı sökemediğini görünce ailesi işitme ilgili bir problem olduğunu düşünerek doktora başvurmuşlar.Ama kulağında herhangi bir fiziksel sorun olmadığı duyabildiği ortaya çıkmıştır.Acaba otistik ya da hiperaktivitemi var diye şüpheye düşüp , kasete çekildikten sonra İngiltere ‘deki uzmanlara yollandı.Hayır ne M.K ne otistikti ne de hipraktivitesi vardı.Annesi elinden gelen herşeyi yapıyordu tedavisi için bir gün gazetede bir haber gördü.’’İşitsel eğitim ‘’ den ‘’ konuşamayan çocuklardan ‘’ bahsediyordu. Dr.Murat Güvençer ‘ e başvurdular ve de çocuklarında zihinsel gelişme bozukluğu olduğunu öğrendiler. Tedaviye başladıktan kısa bir süre sonra birçok gelişmeler kaydetti M.K. İşitsel Eğitim ( Auditory Integration Training ) otizm , disleksi , hiperaktivite , Rett ‘s Disorder , Asperger Disorder gibi zihinsel gelişme bozukluklarından dolayı ortaya çıkan hastalıkların tedavisinde uygulanan ampirik bir tedavi yöntemidir. Fransız kulak-burun-boğaz uzmanı Guy Berard bu yöntemi tam 30 yıllık bir çalışma sonucunda geliştirmiştir.Avrupa ve Amerika ‘da 12 otizm merkez tarafından yönetilen 12 araştırmada bu yöntemin olumlu sonuçlar verdiğini fakat ama yöntemin nasıl çalıştığına dair bilimsel bir kanıt olmadığını söylüyor.Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi ( FDI ) da yeterli araştırma olmadığından dolayı tedavi yöntemini henüz onaylamamıştır.Ancak işitsel eğitim ABD ‘DE ve Avrupa ‘da 15 ülkede 10 yılı aşkın bir süredir kullanılıyor.Türkiye ‘deki geçmişi ise sadece 2 yıllık ve sadece psikolog doktor Murat Güvençer tarafından uygulanıyor.
25 Sayı:4
Şubat 2015
Nasıl Uygulanıyor ? HER TÜR MÜZİKLE İşitsel Eğitim ‘de Dr.Berard Guy ‘ın buluşu olan ‘’audiokinetron ‘’ adlı bir cihaz kullanılıyor.Bu cihaz başka bir kaynaktan gelen sesleri modüle ederek , sesleri 1525 bin frekansa kadar değiştirebiliyor.Bir kaset ya da diskçalarla bağlantılı olarak kullanılan audiokinetron programlanıyor ve hastanın durumuna ve de ihtiyaçlarına göre frekanslar arttırılabiliyor.İstenmeyen frekanslarsa yok edilebiliyor.Sağ ve sol kulağa ayrı desibelde ses verilebiliyor.Müzik türünün tedavide bir önemi yok fakat çocukların zevkle dinleyebilmesi için melodik , zengin ritimli müzikler tercih ediliyor.Çeşitli frekanslar beynin ilgili bölümlerine bu müziğin içinden kamufle edilerek yollanıyor.Beyne ulaşan ses dalgaları beynin bazı bölgelerini uyarıyor ve tüm frekans eşiklerini eşit düzeye getirerek aşırı duyarlılık , asimetrik ya da ağrılı algılamayı ortadan kaldırıyor ya da minimuma indiriyor.İşitsel eğitim günde iki defa olmak üzere 30 ‘ar dakikalık seanslarla iki haftada gerçekleştiriliyor. Toplamı 10 saat olan 20 seansta tedavi tamamlanıyor.Tedavinin etkileri se 15 gün 6 ay içerisinde görülebiliyor.Altı ay sonunda istenen gelişme sağlanamamışsa tedavi tekrar ediliyor.
Güvençer ; işitsel eğitim hakkındaki düşüncelerine şu şekilde dile getiriyor : Bunu 10 yıl önce ilk duyduğumda inandırıcı gelmemişti.Bunun alternatif tedavi ya da para tuzağı olduğunu söylüyorlardı.Fakat , birkaç yıl sonra yabancı basında tekrar gördükten sonra ilgimi çekti diyor ; Güvençer. Fransa ‘ya gidip Berard ‘ın öğrencisi olan Güvençer , bu tedavi yönteminin işitsel ve ruhsal rahatsızlıklar arasında bir köprü kurduğunu söylüyor.’’Dr.Berard bu tedaviyi önceleri işitsel problem yaşayan hastalara uyguluyormuş. Ama bir defasında bu yöntemi hem işitsel problemi olan hem de ağır depresyon geçiren bir hastasının tedaviden sonra ruhsal olarak iyileştiğini görmüş.Ve de işitsel problemlerin ruhsal dünyayla ilişkisi olduğunu , hatta otiizm , disleksi gibi hastalıkların temelinde işitsel problemlerin yattığını düşünerek çalışmalarını zihinsel bozuklukları olan çocuklar üzerine yoğunlaştırmıştır.
Sayı:4 Şubat 2015
26
TAARE ZAMEEN PAR
I
(HER ÇOCUK ÖZELDİR)
Ceren Ayık & Nur İnci
shaan 3.sınıfta olmasına rağmen hala okuma yazmayı öğrenememiştir. Öğretmenlerinin bir kısmı onun yalnızca yaramaz olduğunu, diğer bir kısmı ise onun zekasında bir problem olabileceğini düşünmektedir. Arkadaşları tarafından da tuhaf bulunmakta ve dışlanmaktadır. Normal dünyaya adapte olmakta büyük problemler yaşamaktadır. İnsanlarla iletişimi zayıf olmasına karşın hayvanlarla ve doğa ile iletişimi oldukça kuvvetlidir. Bir gün bahçede oynayan arkadaşları ondan, ona doğru gelen bir topu geriye atmasını isterler. O topu yanlışlıkla duvarın ötesine fırlatır. Diğer çocuklar Ishaan’ ın bunu bilerek yaptığını düşünürler. Halbuki Ishaan, daha sonradan öğreneceğimiz gibi disleksi nedeniyle ince motor becerilerinde zorlanmaktadır. Diğer çocuklar için günün klasik rutinlerinden olan top oynamak, düğme iliklemek, ayakkabı bağcığı bağlamak gibi eylemler onun için birer işkencedir. Çünkü; uzunluk, derinlik ve zaman arasında bağlantı kurmakta zorlanmaktadır. Burada disleksi hakkında küçük bir parantez açmamız gerekiyor. Disleksi, çağımızda en fazla rastlanan öğrenme bozukluklarından biridir, dünyada yaklaşık %20’ye yakın çocuk popülasyonunda bu öğrenme bozukluğu görülmektedir ve filmdeki kahramanımız da, bu hastalıktan muzdariptir. Disleksi, birçok alt grupta incelenebilir; ancak bütün vakalardaki ortak özellikler; filmde de açıkça görebileceğimiz gibi, kişinin harfleri ayırt etmede zorlanması, semantik hafızayı yeterli bir şekilde kullanamaması (örneğin kelime-resim eşleşmesinde problemler yaşama vb..) gibidir. Ayrıca ince motor hareketleri yapmakta zorlanma, odaklanma problemi yaşama, okunması diğer kelimelere göre daha zor ve uzun olan kelime ya da kelime çiftlerini okurken sorunlar yaşama (top-kooperatif gibi) ve benzeri durumlar da disleksi hastası olan bireylerde sıklıkla görülmektedir. Vaka ince-
lemeleri sonucunda bu hastalığın ortaya çıkmasında beyindeki bazı bölgelerde daha az aktivasyon görüldüğü saptanmıştır; bu bölümler beynimizin sol yarım küresindeki frontal alt beyin kıvrımları, paryetal alt beyin bölümü, ön tepmoral beyin korteksidir. Ayrıca beyincik ve beyin zarı arasındaki ilişkideki aktivasyon problemleri de disleksi vakalarında görülen nörolojik problemlerdendir. Az önce saydığımız bütün bu bölümlerin beynimizdeki dil işlevleriyle çok yakından bir ilgisi olduğunu düşünürsek, disleksi vakalarında neden özellikle dille alakalı problemler olduğunu anlayabiliriz. Tek yumurta ikizlerinde yapılan çalışmalarda da görüldüğü gibi disleksinin aynı zamanda bir genetik tabanı da bulunmaktadır, ancak hangi genlerin bu hastalıkla bağdaştırıldığı henüz bilinmemektedir. Daha çok beyin bölümlerindeki asimetrik büzüşme veya anormal hücre bölünmelerinin bu hastalığa sebep olduğu düşünülmektedir.
27 Sayı:4
Şubat 2015
Filme dönersek; çocuklardan birisi topu fırlattığı aslında problemleri çözmekten çok, sadece çözümü yerden almasını ister. Ishaan denileni yapmayınca uzatmaya neden olacaktı; tıpkı kahramanımızın kavgaya girişirler. Kavga ettiği çocuğun annesi teorik bilgilerini öğrenmeye isyan ettiği o sahnelerde gelip Ishaan’ ı ailesine şikayet edince, babası ona gördüğümüz gibi… bir tokat atar. Çoğunlukla işleri nedeniyle evden Ishaan, iç dünyasında biriktirdiği duygularını uzak olan babası ile zaten zayıf olan ilişkisi daha ve düşüncelerini resim yaparak dışa vurmaktadır. da zayıflar. Çocukları ile daha iyi ilgilenebilmek için Yaşıtlarından daha önde bir görsel zekası ve kariyerinden vazgeçmiş olan annesi ise onu anlamak resim yeteneği vardır. Bunun keşfedilmesi ise için ne kadar çaba gösterirse göstersin yeterince ancak ceza olarak gönderildiğini düşündüğü anlayamamaktadır. yeni okulunda,yeni sanat öğretmeni tarafından Filmde yer alan şarkıların sözleri; karakterlerin ruh gerçekleşebilecektir. O ana kadar özgüvenine hallerine göre özellikle seçilmiştir. Mesela Ishaan’ ın aldığı darbeleri düzeltmek ise kolay olmayacaktır; adapte olmakta çok zorlandığı bir anda “Dünyanın özellikle bu yatılı okuldaki disiplin onun iyice içe düzeni devam etmektir” der şarkıda. Sonra Ishaan kapanmasına sebep olduktan sonra… okuldan kaçtığı bir gün dışarıda yarı hayal aleminde Onun dünyasında her şeyi değiştiren an; sanat yarı gerçekliğin içerisinde dolanırken öğretmeni Ram Shankar Nikumbh _Aamir Khan_ “Düşlerin dokusu bir süveter şarkı söyleyip flüt çalarak sınıfa girdiği andır. Söylegibi ısıtır. Beyaz bulutların Yapımı: 2007-Hindistan diği şarkının sözleri onun genel dünya görüşünü ötesindedir.” sözlerini de yansıtmaktadır. “Dünya ne anlam veriyorTür: Dram duyarız. Yalnızca Ishaan’ sanız odur, bakan kişinin gözlerindedir anSüre: 165 Dk. ın değil; tüm insanlamı”… Önceden engelli çocukların eğitimi Yönetmen: Aamir Khan ların kendine özgü bir ile ilgili bir okulda çalıştığı için diğer Senaryo: Amole Gupte hayal dünyası vardır, öğretmenlerin hepsinden daha sabırlı Oyuncular: Aamir Khan, ve insanlar zaman ve daha anlayışlıdır. Kendisi de bir disDarsheel Safary, Abhishek zaman oraya sığınırlar. leksi hastası olan Ram Shankar, Ishaan’ın Bachchan, Tanay Chheda, Günlük rutinde ise bir hayata ve kendisine bakış açısında köklü Tisca Chopra, Vipin Sharma, ayakları Norm’ ların değişikliklere sebep olacaktır. Abhishek Bachchan, Megha dünyasına diğer bir Bengali, Bugs Bhargava ayakları ise kendi içsel PsiNossa Puanı: 6.5/10 dünyalarına basmaktadır. Eğer günlük hayata fazlasıyla uyum sağlamış ve iç dünyasından kopmuş birisini görürseniz; o artık kendi içsel dünyasından kopmuş ve kendi olmayı bırakmış demektir. Freud yaşıyor olsaydı, şu an muhtemelen sıklıkla bahsettiği baskı unsurunun hayatımızı nasıl şekillendirdiğinden bahsederdi. Öyle ki yaşamamız için geliştirdiğimiz savunma mekanizmaları Hint Sineması’ndaki filmler genel olarak uzun; içerisinde müziğin ve dansın önemli ölçüde yer kapladığı filmlerdir. Amerikan sinemasına alışmış olan gözler için bu filmin; _tıpkı diğer Hint Sineması filmleri gibi_ fazlasıyla abartılı, müzikal ve karakterlerin mimikleri ile jestlerinin karikatürize gelme ihtimali yüksektir. Yine de gerek yerel kıyafetleri ile olsun, gerek oyuncuların tavırları ve değişken mizaçları ile olsun; rengarenk bir filmdir. Bu renklilik; birbirlerinden farklı insanların renkliliğidir aynı zamanda. Nasıl ki dünyada birbirinden farklı ten rengine, farklı karakterlere, farklı ruhsal yapılara sahip insanlar varsa; bu filmde de farklı renkler vardır ve farklılıkların dünyayı güzelleştirdiğine sıkça vurgu yapılmaktadır. Ayrıca filmdeki
renk seçimleri, Ishaan’ın ruh halindeki değişim ile paralel bir değişim gösteriyor; öyle ki kendi evindeki Ishaan’ın mutlu ve renkli bir odası varken, yatılı okula gittiğindeki mekan soğuk-mavi tonlarda olacaktır. Bu tonlar disiplin adı altında mutsuzluğu, depresifliği ve çaresizliği anlatır. Fakat bu durum çok uzun sürmez. Yeni gelen resim öğretmeniyle beraber kahramanımızın hayatı tekrar renklenecek, bu da izlediğimiz sahnelere yeniden yansıyacaktır. Doğru anda omzuna uzanan bu elin yardımı ile, artık Ishaan’ın farklılığı bir eksiklik gibi görülmeyecek; yeterince ilgi ve destek ile hayallerini gerçekleştirmeye başlayacak ve başarıyı deneyimleyecektir. İyi Seyirler…
Sayı:4 Şubat 2015
28
YOKSULLUĞUN ÇOCUK GELİŞİMİ ÜZERİNDEKİ ETKİSİ
İ
Enes Kaban
nsan gelişimi doğumdan önce başlar ve hayat boyu devam eder. Fakat insan gelişiminin en önemli ve hızlı bölümü çocukluk dönemindeki gelişimdir. Motor becerisi gelişimi, dil gelişimi, bilişsel gelişim türleri çocukluktaki gelişim bölümleridir. Tüm bu gelişimler genetik, sosyoekonomik düzey, çevre vb. gibi farklı faktörlerden etkilenir. Bu farklı faktörler bir biri ile ilişkilidir. Yoksulluk, çocuk gelişimi sürecinde en etkili faktörlerden biridir çünkü yoksulluk ebeveyn ilişkilerini, çevreyi ve fiziksel fırsatları etkiler. Bu yazıda yoksulluğun çocuk gelişimi sürecindeki etkilerini hem bilişsel hem de fiziksel yönden inceleyecek ve bazı önleme yollarını açıklamaya çalışacağım.
Y
oksulluk nedir? Yoksulluk American Heritage Dictionary tarafından maddi ihtiyaç ya da rahatlık eksikliği olarak tanımlanır (Yoshikawa, Aber ve Beardles, 2012, syf. 272). Bu tanım, düşük aylık gelir, sigortanın bulunmaması vb durumları içerir.Yoksulluk oranı ve yoksulluk sınırı ülkeden ülkeye değişebilir.Gelişmiş ülkelerde yoksulluk sınırı üçüncü dünya ülkelerinden daha yüksektir.Yoksulluk çocuk gelişimini neden etkiler? Yoksulluk yiyecek miktarını, sigorta durumunu, ebeveyn bakım ve eğitimini etkiler bu yüzden biyolojik ve psikolojik gelişimi etkiler. Örneğin, bir bebek yeterli ebeveyn bakımına sahip değilse, ebeveynleriyle güvensiz bir bağlanma geliştirecek ve bu durum muhtemelen onun ileri yıllardaki ilişkilerini etkileyecektir. Grantham-McGregor ve arkadaşlarına göre (2007) “yoksulluk yetersiz gıda ile ilişkilidir ve yetersiz sağlık hizmetleri ile hijyen enfeksiyonun artmasına neden olur, çocuğun büyümesini engeller”(syf. 62).Aynı zamanda bir bebek yeterli gıda alamazsa, biyolojik gelişimini tamamlamayabilir. Yoshikawa ve arkadaşlarına göre (2012) “yoksulluk çocuklar üzerinde doğrudan ve dolaylı etkiye sahiptir”(syf. 274). Mesela bebeklik döneminde yoksulluğun neden olduğu beslenme eksikliği, çocuğun nörolojik gelişiminde doğrudan bir etkiye sahip olacaktır. Aynı zamanda yoksulluk ailenin aldığı oyuncağı da etkileyecektir ve bu durum çocuğun öğrenme gelişimini dolaylı olarak etkileyecektir.
29 Sayı:4
Şubat 2015
Yoksulluğun çocuk gelişimindeki etkisini önlemek için ne yapabiliriz? İlk çözüm yoksul aileler için devlet desteğidir. Tüm ülkelerdeki devletler erken çocukluk dönemindeki çocuklar için koruyucu yasa yapmalıdır. Devletler sadece yoksul ailelerin çocukları için değil bütün çocuklar için özel sigorta sağlayabilirler. İkinci olarak erken evlilikler ebeveyn ve devlet tarafından kontrol altına alınmalıdır. Yeni evli çiftlere evlilik ve çocuk gelişimi hakkında bilgi verilmelidir. Diğer bir çözüm ise insanların yoksul ailelere yardım etmesidir. 2013’te Filipinler’de Tuason tarafından yapılan bir araştırma göstermiştir ki; ebeveynlerden para Yoksul çocuklarla, yoksul olmayanlara baktığımızda bilişsel işleyişte bazı farklılıklar görebiliriz. Çocukların McLoyd (1998) IQ test skorları ve Peabody Picture Vocabulary Test skorlarının, çocukların sosyoekonomik düzeyinden ve yoksulluk seviyesinden etkilendiğini göstermiştir(syf. 190). Burada gördüğümüz gibi ebeveynin geliri çocuğun bilişsel gelişimde önemli bir rol oynar.Yoksulluk çocuğun öğrenme ve anlama kapasitesini direk etkiler.Başka bir çalışmada, Grantham-McGregor ve arkadaşları (2007) 36-72 ay aralığında olan yoksul çocuklarla daha zengin olanları karşılaştırdığında, yoksul çocuklarda dil gelişiminde noksanlık saptanmıştır (syf. 62). Aynı çalışmayla ilgili bir örnekte Brezilya’da yapılmış ve yoksul çocukların gelişimsel tarama testinde daha düşük puanlar aldıkları gözlemlenmiştir(syf. 64).Yoksulluk benlik saygısının da etkilemektedir. 2013’te Filipinler’de Tuason tarafından yapılan bir araştırma göstermiştir ki; yoksul bir çevrede büyüyüp daha sonra zengin olan insanlar, yoksul bir çevrede büyüyüp yoksul olarak devam eden insanlara göre kendileri ile ilgili daha fazla olumlu kelime kullanıyor ve daha fazla hayallere sahipler(syf. 102). Bebeklik ve çocukluk dönemimizde ebeveynlerimizin ekonomik düzeyi öğrenme ve bilişsel düzeyimizi etkiler. Bu durum aynı zamanda gelecek hayatımızı da etkilemektedir.
isteme, çocukları akrabaların yanına gönderme, okul için para isteme, başa çıkma yöntemleri olarak kullanılmaktadır(syf. 104). Sonuç olarak, birçok araştırma göstermiştir ki; yoksulluk çocuğun özellikle dil gelişimi, bilişsel gelişim ve fiziksel gelişiminde problemlere neden olmaktadır. Bu problemler sadece bir kişiyi değil bütün toplumu etkileyecektir. Grantham-McGregor ve arkadaşlarına göre (2007); dezavantajlı çocuklar ileride sorun oluşturacaktır çünkü bu çocuklar ileriki yıllarda üretken yetişkinler olmayacaklardır(syf. 66). Bu ihtimali azaltmak için bazı önlemler almalıyız. Yoksulluk çocukların fiziksel gelişimini etkilediği kadar bilişsel gelişimlerini de etkiler. Daha önce belirttiğim gibi, yoksul insanlar daha az yiyeceğe sahip ve beslenmeleri normal insanlara göre yetersiz. Bu yüzden yoksulluk, bebeğin gelişimini ve ileriki zamanlarda da çocuğun fiziksel gelişimini etkilemektedir. McLoyd’e göre düşük doğum ağırlığı; doğum asfiksi, apne ve serebral palsi gibi nörolojik ve bilişsel problemleri artırmaktadır(syf. 191). Anne özellikle vitamin ve protein gibi besinleri yeterli miktarda alamadığında, bebek doğumdan önce kilo alamaz. Eğer aile bebeğin ihtiyaçlarını doğumdan sonar karşılarsa, bebek herhangi bir problem yaşamadan hayatta kalabilir. Araştırmalar gösteriyor ki; beyin gelişimi yetersiz beslenme, demir eksikliği, çevresel atıklar, stres ve zayıf uyanlar gibi çevresel etkenler ve sosyal etkileşimler ile değişebiliyor ve bu etkenler kalıcı zihinsel ve duygusal etkilere sebep olabiliyor (Grantham-McGregor ve arkadaşları. 2007, syf. 61).Buna ek olarak bugün biliyoruz ki, yoksul ebeveynler alkol, uyuşturucu ve sigara kullanımına daha yatkınlar. Tüm bunlar çocuğun gelişimi üzerinde negatif bir etkiye sahiptir. Özellikle hamilelik sırasında alkol kullanımı bebeğin vücudunda fiziksel deformasyonlara neden olmaktadır.
Ne Umdum? Ne Buldum?
Sayı:4 Şubat 2015
30
Kaan Yavuz
Y
azıma kısaca kendimi tanıtarak başlamak istiyorum. Ben İstanbul Kültür Üniversitesi 2014 mezunlarından Kaan. Şu an kendi okulumda Endüstri ve Örgüt Psikolojisi alanında yüksek lisans yapıyorum. Tam yüksek lisans yaşantımın ilk dönem final sınavlarıyla boğuştuğum sırada, dergi ekibinden sorumlu Ecem’den bir mesaj aldım. Mesajı olduğu gibi özetlemek istiyorum. “Kaan TPÖÇG’de o kadar zaman geçirdin, görev aldın, dergimize bir yazı yazar mısın?” dedi kendisi. Tabi mesajın ilerleyen safhalarında parada anlaşmaya çalıştık ama onu buraya yazmak hoş olmaz diye düşünüyorum (hiç böyle bir şey olmadı, ben hemen “yazarım, ne zamana kadar yazmam gerek?” diye atladım.). İşte bu istek içinde bulunduğum yoğunluğa rağmen beni çok mutlu eden bir istekti. Kendi kendime durup düşündüm. Buna şu an ayıracak zaman bulabilecek misin? Şu an neden bu kadar mutlu oldun? Tabi ki bunun tek bir sebebi vardı. TPÖÇG bir psikoloji öğrencisinin hayatına girdiği anda çıkması zor bir oluşum. Özellikle geriye dönüp baktığınızda anı defteriniz kabardıysa hiç ayrılmak istemiyosunuz. Ama hayat ve zaman tüm acımasızlığıyla sizi sürekli bir şeylerden koparıyor. Bu hepimiz için geçerli olan ve kaçınılmaz bir yaşam kuralı. İşte almış olduğum mesaj, içinde bulunduğum yoğun dönemi değerlendirmemi engelleyerek mutlu olmamı sağladı. En önemlisi TPÖÇG’den hala kopmadığım hissini yarattı. Sevgili arkadaşlar az önce de belirttiğim üzere böylesine güzel anıları, tecrübeleri, arkadaşlıkları geride bıraktıran bir şey gerçekleşti. “MEZUNİYET”. Bu yazıyı okuyan, okuyacak olan tüm dostlara şunu söylemek isterim ki okul bittiğinde içerisine düşeceğiniz ortam karşısında şaşırabilirsiniz. Hem çevrenizde olan değişimler hem de içerisine katılmaya çalışacağınız sektör kaygı hatta belki kısa süreli depresyon yaşamanıza sebep olabilir. İşte bu zaman zarfında aslında üniversitenin adeta yaşamın hediye ettiği bir kendini geliştirme ve eğlenme ortamını oluşturduğu hissiyatına sık sık kapılabilirsiniz. Bu hislerin hepsini yaşamış bir kişi olarak sizlere edindiğim birkaç tecrübeyi aktarmak istiyorum. Kendimden, arkadaşlarımdan ve yakın çevremde ki örneklerden gözlemlediğim kadarıyla, biz üniversite mezunlarının okul bittikten sonra karşılaşacaklarını hayal ettiği durum ve ortamlarla ilgili çok büyük yanılgılarımız var. Cümle biraz karmaşık olmuş olabilir. Özetle şunu demek istedim. Beklenti ile yaşamın gerçekliği malesef ama malesef uyuşmuyor arkadaşlar. Nedir bu yanılgılar? Bu yanılgılar kişiden kişiye, kültürden kültüre değişebilir. Ben yaşamımda karşılaştıklarımdan bir kaç örnek vermek istiyorum. Önce hepimizin merak ettiği ve en çok yanıldığımız konudan başlayacağım.
”Maaş Beklentisi”
O kadar okuduk, bu paraya mı çalışacağız? dediğimiz durumlarla karşılaştığımızı farkettim. ”Çalışma Günleri Beklentisi”. O kadar okuduk, haftasonumuz da bize kalmasın mı? Dediğimiz durumlarla karşılaşabiliriz. “İş Yeri ile Ev Arasındaki Mesafe”. O kadar yolu kim gidecek? Dediğimiz durumlarla da ne yazık ki karşılaşabiliriz. Özellikle İstanbul gibi metropollerde geçimini sağlayacak arkadaşlarımdan sık sık bu ve benzeri yaklaşımları işittim. “Hemen Yükselme Beklentisi”. O kadar okuduk, kağıt düzenlemek office programlarıyla uğraşmak için miydi? Dediğimiz durumlarla da karşılaşabiliriz. Vermiş olduğum örnekler çoğaltılabilir ancak benim kendi yaşamımdan da yola çıkarak en sık duyduğum ve anlamakta güçlük çektiğim beklenti uyuşmazlıkları bunlardı. Okurken insan yüksekten uçabiliyor. Üniversite ortamının sağlamış olduğu rahatlık ne yazık ki yaşamla çoğu zaman bağdaşmıyor. Sektör sizin istediklerinizi size hemen vermeyebiliyor. Geriye dönüp baktığımda ben uzakta çalışmam derken, şu an gidiş dönüş 3 saatimin yolda geçtiği bir işte çalışıyorum. Yine aynı şekilde direk eğitimler vereceğim yanılgısına kapılırken, henüz bunun gerçekleşmeyeceğini önce çıraklık yapmak gerektiğini öğreniyorum. Okurken yapmam dediğim neredeyse her şeyi yapıyorum. Bu kadar anlattın, içimiz daraldı! Ne öneriyorsun dediğinizi duyar gibiyim... Yazımı sonlandırmadan önce siz değerli psikoloji öğrencilerine ve yeni mezun sevgili meslektaşlarıma naçizane bir iki öneride bulunmak istiyorum. Meslek yaşamının ilk dönemleri zorlu geçebiliyor. Buna hazırlıklı olmalıyız. Karşılaştığımız zorluklar karşısında güçlü durabilip kendimize inanırsak ancak ileride belli bir noktaya ulaşabiliriz. Bizler eğer kişilere, topluluklara veya şirketlere rehberlik edecek insanlar olacaksak; çok okumalı, çok araştırmalı, çok tecrübe edinmeye çalışmalı ve olabildiğince etik ilkelere bağlı kalarak yaşamaya çalışmalıyız. Che’nin çok sevdiğim bir sözüyle yazımı noktalıyorum. “Peşinden gidecek cesaretin varsa, bütün hayaller gerçek olabilir!” Sevgiler…
31 Sayı:4
Şubat 2015
Yabancılaşma ve Boş Benlik Arasında
Modern İnsan Serüveni Merve Karaburun
“Çadırını kurmuştu. Yerleşmişti. Hiçbir şey dokunamazdı ona. Çadır kurmak için iyi bir yerdi. O da işte bu iyi yerdeydi. Kendi yapmış olduğu evindeydi. (…..) Dışarısı oldukça karanlıktı; çadırın içi daha aydınlıktı.” – Hemingway, Fischer Yabancılaşmadan bahsedildiğinde ‘İkinci Dünya Savaş’ı sonrası kendini gösteren o kaotik atmosfere inmek gerekir. Birinci Dünya Savaşı’nda Almanya’nın karşısında yer alan İngiltere’ye, tarihe ‘The Blitz’ olarak geçen Nazi saldırıları gecikmemiş ve ülkeye ciddi bir savaş atmosferi hâkim olmuştur. Savaştan çıkan halk büyük bir çöküntü yaşamış, Avrupa’nın savaş sonrası toplumu büyük ölçüde inançsızlık ve güvensizlik üzerine temellenmiştir. Eş zamanlı olarak dönem; siyasal, sosyal ve iktisadi açıdan da belirsizliğin hâkim olduğu kaotik bir düzlemde ilerlemektedir. Bu buhranlı yıllar tam bir kriz ve anksiyete dönemi olarak anlatılır. ‘Yabancılaşma’ da tüm bu sosyolojik hadiselerin psikolojik sonucudur. Elbet bu sonuç dönemin sanat eserlerine de yansımış ve bir kriz edebiyatı, kriz sanatı ortaya çıkmıştır. Dönemin romanları incelendiğinde kahramanlar kendilerine veya başkalarına karşı eksik, yetersiz ve güvensizdir. Adeta bir boşluğa amaçsızca savrulmuş gibidirler. En ufak bir sorun bile onları derin bir çöküntü içine savurabilir. Bu da gösteriyor ki toplumlarda yabancılaşmanın çığlığı büyük sanat eserleri üzerinden duyurulmuştur. Buradaki yabancılaşma büyük sanatçılar, yazarlar çıkarmış ve bu isimler de büyük eserler ortaya koymuştur. Virginia Woolf, Fransız Kafka, Albert Camus, Salvador Dali birkaçı sadece.. Amerikalı psikolog Philip Cushman,“Why the Self is Empty” isimli makalesinde ‘boş benlik’ kavramını ele alır. Boş benlik, anlam yokluğunu yaşantılayan ve duygusal açlığı deneyimleyen benliktir. Ve bu açlık, ahlaki doğruluk ve tutarlılığı gözetmeksizin kendini doyuracak tüketim malzemeleri arar; zira benlik yabancılaşma ve parçalanmaya karşı durabilmek zorundadır. Cushman, post-modern benliğin bukalemun gibi her kıvama girebilen şeklinden bahseder. Birey, büyük anlatılar ortaya koyup onların peşinden gitmek gibi ideallerden yoksundur. Hayata menfaatleri noktasından bakarken, sadece günü ve kendisini kurtarmanın derdinded-
ir. Bireyin kendini ait hissettiği ve orada olmakla güven duyduğu istinat noktaları kaybolmuştur. Dikkat edilirse bir önceki çağda adına yabancılaşma dediğimiz problematik, çağımızda yabancılaşmayı da içine alan daha derin bir problematiğe dönüşmüştür. Üstelik yabancılaşma, kendi çağında bir üretime dönüşebilmişken, günümüzde boş benlik, üretmek şöyle dursun mevcut olanı da yutan, içine hapseden bir sorunsal olarak kendini gösteriyor. Reklamlar ise bu meselenin en çarpıcı örneklerini seriyor önümüze. Tipik haz ve tüketim toplumlarında reklam sloganlarının bir varoluşu anlamlandırmak üzere kurgulandığını görüyoruz. Reklamı yapılan ürün, kitle iletişim araçları ve bilboardlarla “şunu satın al da bu varoluşa katıl” mesajını veren bir içerikle sunuluyor tüketicilerine. “Hayat burada, mutlu et kendini, kente ruhunu kat, daha fazlasını iste” gibi slagonlar aklımda kalan birkaçı sadece. Buradan da açıkça anlıyoruz ki; boş benliği yaşantılayan haz ve tüketim toplumlarında birey için bir varoluşa katılabilmenin yolu zihinsel, akli, ilmi ve eylemsel herhangi bir şey değil; sade ve sadece tüketmek. Camus ve Sartre gibi varoluşçular yabancılaşmanın kaynağını bireyin sorgulama yolu ile bilincinin derinliklerine indiğinde varoluşunun nedenine dair kendisine ikna edici bir cevap verememesinde bulur.Yani anlam üreten bir varlık olarak insanoğlunun varoluşunu anlamlandıramaması beraberinde bir boşluk açığa çıkarır. Yalnız şu farkla; yabancılaşmada sorgulama faaliyeti vardır ve sorgulamalardan hareketle büyük anlatılar ortaya konulur. Boş benlikte ise herhangi bir sorgulama faaliyeti yapılmaksızın sadece tüketmeye odaklanılır. 20.yüzyıl toplumlarında bu boşluğun içinden bir üretim faaliyeti çıkabiliyorken, 21. yüzyılda her şeyle beraber bireyi de bütün benliğiyle içine alması, sanırım biraz da tipik hız ve tüketim toplumlarının genişleyip kökleşmesi ile yakından ilgilidir. Bana kalırsa varoluşun ruhunu söndüren bu sorunsalın çözümü yavaşlayıp, fark ederek değiştirmeye çabalamaktan geçiyor.
Sayı:4 Şubat 2015
32
Modernizim’in Yıkılışı Mustafa Kaplan
M
odernizim, bir proje olarak ortaya çıkmış olup aydınlanma hareketinin, özgürlük mücadelesinin öncüsü olmuştur.19. yüzyılda monarşinin yıkılması ve kilisenin gerici tutumunu bırakmasını sağlayan Fransız hareketi ile dünyada büyük reform hareketleri başlamış ve milliyetçilik olgusu doğmuştu. Batı olarak adlandırdığımız Avrupa toplumlarının tarihini değiştiren bu akım dünyayı da rüzgârıyla etkilemiş ve Modernizm projesi ortaya çıkmıştı. Bu dünyada bir devrimin göstergesiydi. Klasik dönem bitmiş Modern dönem başlamıştı Peki, neydi bu modernizm? Modern insan ne demekti? Hepimizin aklında birçok soru işareti oluşturan bu olguları biraz açıklamakla başlayalım. Modern insan aslında birey olgusunu taşıyabilen herkesti. Özgür olandı, hakları olandı. En azından yaşadığı çağın gereksinimlerini karşılayabilen, gelişime ve değişime açık olandı. Tüm bunlar modern insanda benmerkezci bir yapı oluşturmuş ve üzerlerinde baskıya sebep olmuştur. Çünkü modern olabilmek kusursuz olabilmekti. Aydın olabilmekti, çağa ayak uydurabilmekti. Araçsal bir akıl gerektirirdi. Çevresindekilerde hayranlık uyandırabilmeyi, onlardan önde olma çabasında olmayı amaçlardı. Fakat tüm bu sebepler modern insanda birçok olgunun olumsuz yönde ilerlemesine sebep olmuştu. Neydi bu olgular? Değerlerini kaybediyordu modern insan,
geleneksel yapıdan kopuyor ve yabancılaşıp yalnızlaşıyordu. Bütün bu olguları ele aldığımızda modern insanın anksiyete taşımak için birçok sebebi vardı. Bu anksiyete vakalarını örneklendirmemiz gerekirse, modern bireye özgü davranışları incelememiz gerekir. Modern bireyler akılcı olmalıdır, bilime, sanata önem vermelidir. Düzgün bir imaja sahip olmalıdır. Hümanist olabilmeli ve kendini gerçekleştirmiş olmalıdır. Bu davranışları yerine getirememe korkusu, kişinin anksiyete yaşaması için yeterli sebeplerdir. Bireyler belli kalıplar içerisinde sıkıştırıldığında anksiyete yaşamak için tüm sinyallerini almış olur. Bu da Modernizim olgularının dar kalıplardan çıkarılıp genişletilmesinin ve bu yıkıntıların aşılmasının gerektiğini gösteren bir sonuçtur. Modern toplumun doğuşu; aydınlanma felsefesinin bilimle toplumsal değerlerle sanatla harmanlanıp özgür insanın doğuşuydu. O dönem toplumlarını ileri götürmeyi başarmış fakat devam eden süreçlerde emperyalist, kapitalist güçlerin proleter sınıf üzerinde üstünlük kurmasını sağlamıştı. Bu açıdan düşündüğümüzde Fransız devriminin karşı çıktığı soyluların, kralın, seçkinlerin isim değiştirerek tekrar toplumlar üzerindeki hegemonyasını devam ettirdiğini görebiliriz. 20.yüzyıla geldiğimizde dönemin modern derebeyleri yani büyük şirketleri; SSCB’nin yıkılışıyla birlikte, emperyalist ve kapitalist düzenin bu toplumsal savaşı kazandığını, proletaryanın kaybettiğini dünyaya bir bakıma ilan etmişlerdir.
33 Sayı:4
Şubat 2015
O süreçten bugüne burjuvazinin yükselişine, küresel güçlerin daha geniş bölgelere yayılmasına şahitlik ediyoruz. Fakat 21.yüzyıl’da dünyada ortaya çıkan gençlik hareketleri “postmodernizm” kavramının daha yüksek sesle dile getirilmeye başlandığının ve gençlerin bir değişiklik istediğinin başlıca adımları olarak kabul edebiliriz. Avrupa da işçi sınıfının örgütlü hareket etmeye başlaması, gençlik isyanları, göçmen isyanları bunun en açık göstergesidir. Ortadoğu’da yaşanan katliamlara rağmen diktaya boyun eğmeyen gençlerin isyan ettiğini, Yunanistan’daki kitlesel hareketleri, Şili’deki İngiltere’deki ya da İsrail’deki ırkçılık karşıtı ve gençlik isyanlarını daha da örneklendirebiliriz. Bu dalga ülkemizde de “Gezi Parkı isyanı” olarak kendini göstermiştir. Bu içinden geçtiğimiz dönem, bu örnekler büyük toplumsal hareketlerden önceki artçı sarsıntılar gibi kendini belli etmeye başlamıştır. İngiltere’nin Totthenam şehrinde, 4 Ağustos 2011 yılında polisin yapmış oldugu sözde silah kaçakçılığıyla ilgili bir operasyonu sırasında siyahi bir gencin arabasının durdurulması ve öldürülmesi ile başlamış olan dalga dalga bütün İngiltere’ye yayılmış isyana katılan henüz 16 yaşındaki siyahî çocuğun dediği; Gezi Parkında başlayan devamında tüm ülkeye yayılan olayların da esin kaynağı olmuş slogan, mücadelenin devam edeceğinin en büyük göstergesiydi. Peki, ne demişti bu çocuk? Henüz 16 yaşında olmasına rağmen yaşadığı dünyanın kirlendiğinin farkında olarak azgından şu sözler çıkmıştı; “ Bu daha başlangıç. Bu savaş, bizim ve onların arasında olan bir mücadeledir.” O henüz 16 yaşında olmasına rağmen sistemin ne denli yanlış ilerlediğinin farkına varmış belki de bilinçli olmasa da “onlar ve biz” ayrımını yapabilmişti. Bütün bu gençlik hareketleri, isyanlar, grevler dünyada modernizm’in modasının geçtiğini ve postmodern bir gençliğin yetiştiğinin ispatıydı!
Ülkemizde Gezi Parkında olan olaylar aslında bir bakıma toplumsal değerlere, sanata, inanç özgürlüğüne ve bireysel haklara olan saldırılar karşısında gençlerin özgürlükleri geri alma çabasının bir göstergesiydi. Son yıllarda sanata, sanatçıya ve diğer kültürel tüm olgulara verilen zararlar bu hareketin başlamasında öncü olmuştur. Bunlara devlet tiyatrolarının kapatılma isteği, Emek Sinemasının yıkılma isteğine karşı yapılan eylemler, heykellere ucube gözüyle bakılması, ülkenin en değerli müzisyen ve oyuncularının değersizleştirme çabası, aydın olarak nitelendirdiğimiz insanların da Gezi Parkı isyanını desteklemesini sağlamıştır. Modern olabilmenin en büyük araç ve gereçlerinden olan medya da bu hareketlerden etkilenmişti. Bu hareket geleneksel medyanın tabularının da yıkıldığının bir göstergesi olmuştu. Geleneksel medya olarak adlandırdığımız bazı gazete, dergi, radyo, televizyon gibi kitle iletişim araçlarının bu harekete duyarsız kalması ve normal akışlarına devam etmesi sonucunda orada bulunan gençlerin sosyal medyanın gücünü kullanmıştır. Gezi parkında pasif eylemlerini sürdüren gruba polis kuvvetlerinin yaptığı müdahale sonucunda facebook ve twitter başta olmak üzere haber hızla yayılmış ve bu konu hakkında 3 ana başlıkta (#direngeziparkı #occupygeziparkı #direntaksim) 31 Mayıs günü akşam 16:00’dan itibaren 12 saat içerisinde bu başlıklar altında 2 milyon tweet atılmıştır. Günümüzün apolitik olarak adlandırdığı bilgi çağının duyarlı gençleri sosyal medya olgusunu bir güç haline getirmiş toplumun bilgilenmesini sağlamıştır.Aslında tüm bu “insan” temelli hareketler modernizmin bir adım ilerisine geçtiğimizin net bir göstergesiydi. Gezi Parkında LGBT çadırının yanında bulunan Anti Kapitalist Müslümanların, namaz kılan insanlara şemsiye tutan ateistlerin, yıllardır ayrı kutuplara itilen kürt ve türk halklarının orada el ele verdiğini ve toplumun bütün renklerini yansıttıklarını görüyoruz. Seküler dünya görüşün çoğunlukta olduğu bu gençler diktaya karşı ayakta durmayı başarmış, daha güzel bir dünya için mücadele etmişlerdir. Sizce de tüm bu dünyada oluşan gençlik hareketleri, post modern bir bakış açısı gerektirmez mi?
BİR SONRAKİ SAYIDA NELER VAR?
NEL E VAR R ?
PsiNossa V. Sayısıyla sizlerle birlikte olmaya devam edecek… V. Sayıda PsiNossa -Amnezi Nedir? -Elizabeth Loftus ve anlış Bellek Üzerine -Muholland Drive ( Muholland Çıkmazı ) Film Yorumu -Sürpriz Röportajlar -Ve daha nicesiii
PsiNossa’yı takip etmekten VAZGEÇMEYİNİZ.
REFERANSLAR
Gelişim Psikolojisi . Eryılmaz , A . ( 2011 ). Yaşam Boyu Gelişim Yaklaşımı.Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar , 3 ( 1 ) , 49-66. http://www.psikoloji.hacettepe.edu.tr/altalanlar.html Piage .Boyd, D. ve Bee, H. (2009). Çocuk Gelişim Psikolojisi. Kaknüs Yayınları .Günçe, G. (1971). Jean Piaget ve Temel Kuramsal Fikirleri. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Dergisi 4(1), 16 Ocak 2015, Ankara Üniversitesi Dergiler Veri Tabanı. Günlük . Yalın Ö. Günlük Türünün Özellikleri. 18 Ocak 2014. http://www.bilgicik.com/yazi/turk-edebiyatinda-gunluk-turu-tarihigelisimi-ve-onemli-temsilcileri/ Portakal Suyu . Mumcu C. Portakal Suyu. Binbir İnsan Masalları ( 2012 ) içinde ( 311-314) İstanbul: Okuyan Us Yayın evi Disleksi Nedir? . Anonim. Disleksi. 15 Ocak 2015. http://bilheal.bilkent.edu.tr/aykonu/Ay2003/september03/disleksi.html . Anonim. Disleksi Nedir?. 15 Ocak 2015. http://disleksidernegi.org/index.php?icerik=138&goster=140 . Anonim. Disleksi Nedir?. 14 Ocak 2015. http://www.farklicocuklar.com/dy.asp?tur=disleksi Disleksi, Otizm ve Hiperaktivite Tedavisinde Yeni Umut: İşitsel Terapi . Anonim. Otizm, Disleksi ve Hiperaktivite Tedavisinde Yeni Umut: İşitsel Terapi. 16 Ocak 2015. http://www.rehberogretmen.biz/ otizm-disleksi-ve-hiperaktivite-tedavisinde-yeni-umut-isitsel-egitim.htm Yoksulluğun Çocuk Gelişimi Üzerine Etkisi . Grantham-McGregor, S., Cheung, Y. B., Cueto, S., Glewwe, P., Richter, L., Strupp, B., & the International Child Development Steering Group, (2007). Developmental potential in the first 5 years for children in developing countries. Lancet, 369, 60-70. . McLoyd, V. C., (1998). Socioeconomic Disadvantage and Child Development. American Psychologist, 53, 185-204. . Tuason, M. T. G., (2013). Those Who Were Born Poor: A Qualitative Study of Philippine Poverty. Qualitative Psychology, 1, 95-115. . Yoshikawa, H., Aber, J. L., & Beardslee, W. R., (2012). The Effects of Poverty on the Mental, Emotional, and Behavioral Health of Children and Youth. American Psychologist, 67, 272-284. Şubat Ayı Farkındalık . Erdoğan A. 9 Şubat Dünya Sigarayı Bırakma Günü (Basın Açıklaması ). 18 Ocak 2015. http://sakaryahsm.gov.tr/detay/242/9-subat-dunya-sIgarayi-birakma-gunu.aspx . Özbekler K. Felektan Çaldığımız Bir Günün Anısı-Hikayesi. http://www.yazarlartoplulugu.com/oku/11183/felekten-caldigimiz-birgunun-anisi-hikayesi---.html Görseller http://www.haberler.com/haber-resimleri/461/turkiye-de-ilk-kez-sirinler-armada-da-4269461_6238_o.jpg http://www.resimarabul.net/wp-content/uploads/2014/09/Şirinler-Resimleri-8.jpg https://www.facebook.com/photo.php?fbid=10152814867457074&set=a.441291737073.226287.609862073&type=1&theater https://www.facebook.com/photo.php?fbid=1378516372394008&set=a.1378516359060676.1073741827.100007069740214&type=1&theater http://arsiv.ntv.com.tr/news/297474.jpg http://uploads6.wikiart.org/images/mikhail-nesterov/portrait-of-ivan-pavlov-1930.jpg http://notoku.com/wp-content/uploads/1003_10_res_01.jpg http://www.cukurovagazetesi.com/wp-content/uploads/5840281.jpg http://www.e-historia.cl/catedrapiaget/wp-content/uploads/2011/05/Imágenes-de-Piaget-08.jpg http://www.e-historia.cl/catedrapiaget/wp-content/uploads/2011/05/Imágenes-de-Piaget-08.jpg http://www.anadoluyakasi.net/wp-content/uploads/2011/03/sa-480x377.jpg http://i.imgur.com/V3aYg.jpg https://pbs.twimg.com/profile_images/2790011278/4a26cd1e009b4175a21de5b1a97d091f_400x400.jpeg https://pbs.twimg.com/profile_images/1650583052/dogan-cuceloglu_400x400.jpg http://www.forumalew.org/attachments/31777d1419426858/portakal-suyu.jpg http://www.suleoncu.com/wp-content/uploads/2010/11/7134074.jpg http://www.terapicalistung.org/wp-content/uploads/2013/09/Teknik-Identifikasi-Disleksia-dengan-baik.jpg http://indigodergisi.com/wp-content/uploads/2012/06/dinle.jpg http://blog.sascentre.com/tr/wp-content/uploads/2013/02/DSC_0296.jpg http://40.media.tumblr.com/99e884d603323f403fe4c160c17f8068/tumblr_nem54sPGpd1siqg63o1_500.jpg https://thymusikikulturvesanatdernegi.files.wordpress.com/2013/03/924dr.jpg http://www.adanaottoman.com/wp-content/uploads/2014/06/Mezuniyet.jpg http://www.tekneturunuz.com/images/sevgililer_gunu_hediyesi.jpg http://www.haberkktc.com/resimler/2/9-subat-dunya-sigarayi-birakma-gunu--58818.jpg http://en.sanliurfa.bel.tr/resimler/20140120__5173761249.jpg http://blogimg.radikal.com.tr/Blogs/2013/01/21/human_machine_by_miiiiirellaaaaaaaaaa-d4jps9l-7CF1-73D1-9968.png http://1.bp.blogspot.com/-tLHx_UFem70/U5lmV9u5yxI/AAAAAAAABZE/4ekNhFbRQwQ/s1600/Modern+Zamanlar.jpg http://www.forumdas.com/portal/wp-content/uploads/2014/12/kerahat_vakti-370x190.jpg ( referans a eklenecek. ) https://atifacikgoz.files.wordpress.com/2012/03/modernizm-1932.jpg http://www.resimhayattir.com/data/media/12/101_cats_36503.jpg http://guzelresimler.info/data/media/57/1ok_Bhzszk2.jpg http://1.bp.blogspot.com/-tLHx_UFem70/U5lmV9u5yxI/AAAAAAAABZE/4ekNhFbRQwQ/s1600/Modern+Zamanlar.jpg http://www.forumdas.com/portal/wp-content/uploads/2014/12/kerahat_vakti-370x190.jpg http://media.worldbulletin.net/250x190/2014/01/17/-darulaceze-20130316-173528.jpg http://www.dagmedya.net/wp-content/uploads/2013/09/turgut-uyar-e1379494317721.jpg http://images.fineartamerica.com/images-medium-large-5/ivan-pavlov-caricature-science-photo-library.jpg
Resim: f.internetara.com/onbellek/13/10/24/iuuq_NV_00xxx_SL_ejomfcvsbzjibzwbofwmbejn_SL_dpn0xq_NK_dpoufou0vqmpbet031240120lbsb_NK_ubiub_NK_3_SL_kqh.jpg
DERS: TPÖÇG KONU: PsiNossa
∞
Başlama: 1 Kasım 2014
Bitiş:
PsiNossa Genel Kurul Toplantısında ekibini genişletiyor. Sizler de katılmak isterseniz www.tpocg.org adresini ziyaret ediniz.