PsiNossa III

Page 1

PsiNossa BİR PSİKOLOJİ DERGİSİ

Sayı.3

1 Ocak 2015

Türk Psikoloji Öğrencileri Çalışma Grubu

www.tpocg.org

Kapak Resmi: www.risaleajans.com

Ayın Filmi: Das Experiment Ayın Kitabı: Oda

Yeni Yıl’da Biz Sosyal Fobi ve Yıldız Burkovik Muzeffer Sherif

PSİKODRAMA TUNA ARMAN İLE TİYATRO VE HAYVANLAR ÜZERİNE RÖPORTAJ 5199 HAYVAN HAKLARI... EVDE EVCİL HAYVAN BESLEMENİN ÇOCUK GELİŞİMİ ÜZERİNE ETKİLERİ


Köşe Yazarlarım

Kitap Eleştirmenim İsmail Bıyıklı: İstanbul Gelişim Üni

Psikoloji Öğrenci

ismailbiyikli34@gmail.com

Film Eleştirmenim Ceren Ayık: Yaşar Üni İç Mimarlık ve Çevre Tasarımı Öğrenci hopigesta@hotmail.com

Konuk Yazarlarım Fevzi Hazar Ekecik: İstanbul Şehir Üni Psikoloji Öğrenci

Bu ay neler var?

Yağmur Özgür Güven: Hayvan

Hakları Savunucusu www.deneyehayir.org

Çağdaş Toraman: Kars Aile ve Sosyal

Sayı.3

Ocak 2015

Türk Psikoloji Öğrencileri Çalışma Grubu

Politikalar Banlığı’nda Psikolog

Buse Yürükçü: Okul Öncesi Öğretmenliği Öğrencisi - Fatih Üniversitesi Can Akın: Hukuk Öğrencisi - Yeditepe

Üniversitesi

PsiNossa Gönüllüleri

Büşra Kandemir: Sınıf Öğretmenliği Öğrencisi - Kırklareli Üniversitesi

Nick’li Yazarlarım Mynemosyne: Alin Konuklarım Tuna Arman: Oyuncu- Kadın İsterse adlı tiyatro oyununda rol alıyor.

Deniz Altınay: İstanbul Psikodrama Enstitüsü Başkanı

Ecem Uzun Nihan Özant Hazel Halıcı Pelin Yiri Sümeyye Sönmez

Yayın Ekibi: dergi@tpocg.net TPÖÇG Başkan Yardımcısı: Ecem Uzun - İstanbul Üniversitesi ecemuzun@live.com

Yayın Editörü: Nihan Özant - İstanbul Üniversitesi nihanozant@gmail.com

Yaprak Çetinkaya: Doğan Burda Dergi/Haber Müdürü

Tasarım Sorumlusu: Hazel Halıcı - Çağ Üniversitesi

Karikatüristim Fikri Can Koçakoğlu:Psikoloji

Yazı İşleri Sorumlusu: Pelin Yiri - Yaşar Üniversitesi

Öğrencisi - Çağ Üniversitesi

Olmazsa Olmazlarım Yayın Ekibi/TPÖÇG

İstanbul Üniversitesi Psikoloji Bölümü Öğretim Üyeleri ve Araştırma Grv.

2

hazelhalici@gmail.com

peline26@gmail.com

Destek Birim: Sümeyye Sönmez - Yıldırım Beyazıt Üniversitesi ssgs06@hotmail.com Kapak Tasarımı: Nihan Özant

Dizgi - Tasarım: Gözde Şahinyılmaz - Gedik Üniversitesi

gozdesahinyilmaz@gmail.com

Web Adresimiz: www.tpocg.org


Merhaba Değerli Okuyucular PsiNossa’mız Yayın Ekibinin biricik kızı. Üçüncü sayımız sizlere sunulmaya hazır. Psikolojiye ilgi duyan her kesime hitaben hazırladığımız dergimiz sizleri psikoloji dünyasının gizemine davet ediyor. Farkındalık yaratmak, bilgi birikimi kazandırmak ve öğrencilerin kendilerini geliştirip yazılarının da yayınlanabileceği bir ortam yaratmak adına çabalayan yayın ekibi, PsiNossa’nın gelişmesi için tüm gayretiyle çalışmaya devam ediyor. Her ayın 1’inde sizlerle olacak olan dergimiz, vaka örnekleri, araştırma özetleri, film ve kitap eleştirileri ile dikkatleri üzerine çekiyor. Sizler de yazılarınızı dergimizde görmek isterseniz dergi@tpocg.net adresYayın Editörü ine gönderebilirsiniz. Editör tarafından incelenip, hakemler kurulunca Nihan Özant onay aldıktan sonra geri bildirimler ile yayına alınma hakkına kavuşacaktır. Hepimiz öğrenciyiz yazılarınızı göndermekten kati suretle çekinmeyiniz. Tüm ödevleriniz, derleme, makale, araştırma yahut tartışmalarınızı göndermenizi bekliyoruz. Tüm hızıyla çalışmalarına devam eden yayın ekibi, iki kat artan şevk ve inancıyla III. sayıyı sizlere ulaştırmaktan gurur duyuyor. İlk iki sayımız için çok güzel geri bildirimler aldık. Daha şimdiden basımı isteyen ve bekleyenler var ki bu bizi çok mutlu ediyor. Fakat eksikliklerimizin farkındayız ve her yeni sayıda daha iyisine ulaşmak adına çabalamaya devam edeceğiz. Tüm yoğunluğa, ödev ve finallerine rağmen hala bıkmadan, usanmadan üstelik daha da azimle çalışan ekibime teşekkürü borç bilirim. Mersin’den Hazel Halıcı İzmir’den Pelin Yiri Ankara’dan Sümeyye Sönmez Ve Yönetim Kurulundan birlikte çalıştığımız desteğini bizden hiç esirgemeyen Başkan Yardımcısı Ecem Uzun’a Gönülden en büyük teşekkürlerimi ediyor ve sevgilerin en derinini sunuyorum. Biz 5 kişilik kocaman bir aileyiz. Sizlerle birlikte daha da büyüyeceğiz. 3


İÇİNDEKİLER PsiNossa’nın Hikâyesi .PsiNossa Anket Sonuçları

5

Bir Bilim Olarak Psikoloji .Bîi’BİLİNÇ, Bî’FİKİR*

6

Sosyal Psikoloji Bölüm Tanıtımı

8

Muzaffer Sherif .Oto-Kinetik Etki, Robers Cave Deneyi

11

Das Experiment Film Yorumu

14

Psikodrama .Tiyatroda Psikodrama Röportaj .Tuna Arman ile Tiyatro ve Hayvanlar Üzerine Röportaj

18

5199 Hayvan Hakları .Ne Deneye Ne Ormana… Hiçbirini Vermiyoruz

19

Evde Evcil Hayvan Beslemenin Çocuk Gelişimi Üzerine Etkileri

20

Koçakoğlu’ndan Karikatür Çizimleri

22

Sosyal Fobi

24

Yaygın Sosyal Fobi Hastalarında Çekingen Kişilik Bozukluğu ve Psikopatolojiye Etkileri

25

Bir Sosyal Fobi Hastası Olan Yıldız Burkovik İle .Çekingenliğiniz Hastalığınız Mı Karakteriniz Mi?

26

Emma Donoghue- ODA Kitap Eleştirisi

29

Mezun Anısı: Çağdaş Toroman Serbest Zaman .Ocak Ayındaki Farkındalıklar .Yeni Yıl .Farkındalığın Farkına Varmak

4

17

32 33 34 36

Bir Sonraki Sayıda Neler Var?

37

Referanslar

38


PSİNOSSA’NIN HİKÂYESİ PsiNossa Anket Sonuçları

Biz Yayın Ekibi de düşündük. Madem durum bu o zaman bir çözüm getirelim, üretelim dedik ve PsiNossa’nın başına bir nazar boncuğu eklemeye karar verdik.

PsiNossa’nın bitmeyen talihsizlikleri… Atlattıkça bir yenisi çıkan bunaltıcı engeller… Ama PsiNossa her şeye rağmen varlığını sürdürmeye devam ediyor, edecek.

Bundan böyle PsiNossa minik nazar boncuğuyla birlikte var olacak.

Her şeye rağmen PsiNossa. Bunları hep söyledik. Fakat bu talihsiz olaylar neden PsiNossa’nın başına geliyor bir türlü bilemedik ve siz değerli okuyucularımıza sormak istemiştik. Anketimizi bir hatırlayalım.

Nazarlardan, kem gözlerden korunsun. Tü tü tü tü… NOT: Bu sayımızda sizler için bir sürpriz hazırladık. Yeni yıla özel ek’imiz ayın 15’inde sizlerle birlikte olacak. Merak ettiğiniz bir serüvenin kapısı sizler için açılacak. PsiNossa’nın Yeni Yıl Eki ayın 15’inde TPÖÇG anasayfada…

Sizce, PsiNossa neden bu kadar talihsiz? 1234-

Herkesin başına gelebilir. Nazar var nazar Birinin fena ahını almışsınız Hayırlısı be gülüm ( yeni eklenen cevap )

Tık skorlarınızla belirlenen sonuçlara göre PsiNossa’nın talihsizliği Nazar var nazar’a bağlandı.

Keyifli Okumalar...

% 4,53

Hayırlısı be gülüm

Tü t ü

% 9,12

Tü tü tü… t ü t ü… T ü t ü t ü tü… Tü tü tü tü… Tü tü tü tü…

Birinin fena ahını almışsınız

% 45,45

Nazar var nazar

tü tü

% 40,90

tü Tü tü tü

Tü tü

Herkesin başına gelebilir

5


Fevzi Hazar Ekecik BİR BİLİM DALI OLARAK PSİKOLOJİ Bu bölümümüzde psikolojiye olan bakış açınızı, Türkiye’de ve dünyada psikolojinin durumunu, eğitimde yahut çalışma hayatında psikolojinin eksiklerini ya da olumlu şartlarını konu edinebileceğiniz, tamamen size ait yazılarınızı yayınlıyoruz. Kısaca psikoloji dünyasına sizin gözlerinizden bakıyoruz. Sizler de bu bölümünde yazınız yayınlansın isterseniz dergi@tpocg.net adresine yazınızı mail atabilirsiniz. Keyifli okumalar...

6

Bîi’BİLİNÇ, Bî’FİKİR* Yaratma gücüne sahip bir irade, ya da bilinç bir hiçlikte, hiçbir insanın aklının bilmediğinde, görmediğinde ve anlamlandıramadığında mekânı ve onun gölgesi olan zamanı yarattı, kısacası evreni. Var ettiği ve etmediği her şeyi ise belli nedenlere bağladı. Her maddeyi değişken veya sabit bir çeşit davranış psikolojisine bağlayarak yarattı. Her ne kadar anlamaya gücümüz yetmese de bunu yapan da bir psikolojiyle yaptı yani her şeyin kendi iç yapısının psikolojisi varsa oda öyle olmalıydı. Biz bu davranış biçimlerine farklı isimler koyduk, felsefe dedik birbirinden ayırdık, bilim dedik tekrar bir araya getirerek bilim felsefesi dedik. Fakat her varlığın aslında belli bir psikolojide yani kendi çalışma yapısını da zamanla şekillendiğini unuttuk. Evet, bugün her şeyin başında her bilimin atası kabul edilen matematik ve onu şekillendiren felsefe dâhi bir çeşit psikolojiyle yani sebep bağlantılarına temellendirilmiş ya da bu bağlantılardan türemiş yaşamsal kaynaklı sorunlara karşı bî’fikirle ve onlar karşısında savunma tepkisiyle oluşturulmuştu. Bu bilimleri oluşturanlardan sonra gelen insanlar olarak başka bir deyişle bu ilk düşünen insanların ürettiklerini devam ettirenler olarak bilimlerimizi, binalarımızı, teklonojimizi hatta hayatımızı bunların üstüne kurduk fakat temelde bu bilgilerin onların psikolojisiyle paralel oluşan varsayımlardan çıktığını unutup kanun kabul ettik. Belki de bu sayede daha kavram olarak bilmediğimiz ve anlamadığımız evreni şekillendirir olduk ama yine psikolojiyi kanunlarımızla göz ardı ettiğimizden, bakışımızı duygularımızın çok etkilediğini unuttuğumuzdan olsa gerek kendi küçük evrenimizi giderek çığrından çıkarmaya bozmaya başladık.

Bugün ise çoğu akademisyen psikolojiye sadece insani ruh bilimi olarak bakmakta ve de öyle sınırlandırmaktadır. Evet, insan psikolojisi müşkül olduğu ve zamanla değiştiği için asla bütün olarak anlaşılamayacak ve araştırması bitmeyecektir. Lakin psikoloji bundan ibaret değildir; içinde yaşadığımız kullanılan, yaşanılan alanın; zaman içinde ki değişiminin özü tam anlamıyla bilinmeden insan psikolojisi de asla bütünüyle anlaşılamayacaktır. Temel özler anlandıkça biraz daha anlayabileceğiz. Psikoloji sadece yaşayanların hâl bilimi olmaktan ibaret değildir. Canlılar değişken psikolojiye sahip olanlardır bu yüzden dikkat çeker fakat canlı olmayanların da bizden daha statik olsa da bir psikolojisi vardır. Bugün bizim sosyal bilimler, dil bilimleri gibi ad olarak bildiğimiz bilimler zaten insanlığın ortak mirası olarak çıkmıştır ve bundan dolayı insan psikolojisi ve toplum psikolojisiyle bağlı olarak incelenmelidir. Bunun yanında fen ve matematik bilimleri dediğimiz bilimler ise insanın; hareket yeteneği olmayan cansız psikolojisini yani evreni anlama çabasını işleyen bilimlerdir. Diğer bir deyişle bu bilimler psikolojinin yan dallarıdır ve psikolojiyle bir bütün halinde araştırılmalı ve birlikte anlaşılmalıdır ki bu ağır ağır kendi devrînde işleyen olayları kendi aktif psikolojimizle değişken hale getirmeyip doğal düzenlerini bozmadan bilimlerimizi ve teknolojimizin ilerletmeye, bunları evren odaklı uyarlamaya kendimizi de evrene göre olması gereken canlı doğamıza uyarlamaya imkân bulabilelim.


Kısaca evreni rahatımıza göre şekillendirmeye değil evrenin durağan değişimine biz adapte olmaya çalışmalıyız ki türümüzün ömrü boyunca huzuru bulabilelim. Günümüz dünyasında ise böyle bir anlayışı yaymak öncelikle akademik bir eğitim daha sonrasında geniş çaplı araştırmalarla mümkün olacaktır. Ancak sistem tarafından kalıplaştırılmış ve yüzeyselleştirilmiş üniversite anlayışında böyle derinlemesine ve sorgulayıcı bir akademik eğitimden bahsetmek zorlaşmıştır. Bu perspektife sahip üniversiteler ile hem bu bilim tarzında hem de sorgulanmamaya alışılmış derin konular üzerine düşünülüp, araştırmalar yürütülüp elde edilen sonuçlar ile toplum yararına harekete geçmek mümkün olabilir. Ne yazık ki kendi araştırma paradigmasını diğerlerinden tamamen ayrı tutabilen üniversite kalmamış bu tarz bakış açısına sahip olan akademisyenlerse üniversitelerin tutumuna bağlı olarak azalmakta. Bunun önüne geçmekse ancak kendi not defterlerimizi yazılmış kitaplardan ayrı tutup ilerde onları ders kitabı haline getirmekle mümkün. Böylelikle gençliğin merakından gelen heyecanı mesleğin tecrübesiyle birleştirip sonsuz çeşit bilgi elde edebiliriz. Kısacası geleceğe dair endişeniz varsa sizde kendi biliminizi üretmelisiniz. * Bî’FİKİR kelimesi yazı boyunca o an ki muhatap olduğumuz oluşumu tam olarak anlamış olmasak bile hakkında biraz bilgimiz olduğu halleri ifade ediyor.

7


SOSYAL PSİKOLOJİ Sosyal Psikoloji Nedir ? Bu soruya yüzyıllar boyu tek bir cevap verilememiştir.Her bilim insanı bu soruyu farklı şekilde yorumlamışlardır. Bunun sebebine bakarsak görüş ayrılığına yol açan meselenin ‘’ sosyal ‘’sıfatının ortaya çıkardığı görülür. Çoğu bilim insanı bu sebepten ötürü bu soruya farklı şekillerde cevap vermişlerdir. Kimi psikologlar, sosyal psikolojiyi “bireyin toplum içindeki davranışlarının bilimi” olarak görmüşler. Kimi sosyologlar ise, çevreden hareket ederek, “bireylerarast ilişkileri” ele almışlardır. Genel olarak bakıldığında sosyal psikoloji , kişinin düşüncelerini, davranışlarını ve özelliklerinden etkilenmesi ve onlar tarafından belirlenme şeklini inceleyen psikolojinin alt dallarından bir tanesidir.

Sosyal Psikolojinin Tarihsel Gelişimi Sosyal psikoloji terim olarak 19.yy’ın sonlarında ve de Amerika’da daha fazla kullanılır olan ilk eser ( Sosyal Psikolojiye Giriş ) McDougall’a aittir.1908 yılında yayınlanan kitapta, kişi ve insan içi süreçler bununla beraber zihindeki tabii yönelimler ve onun kapasitesi ele alınmış ve içgüdü teorisi açısından bugünün anlayışı ile birlikte daha fazla motivasyon teorisi işlenmiştir. Tutumların ölçülmesi ve incelenmesi ile ilgili teknikler 1920 yılında gelişmeye başlamıştır.1950’li yıllardan sonra ise tutumların değişmesi ile ilgili yeni kavramlar geliştirilmiştir. 1970’li yıllardan sonra ise birey ve grup arasındaki davranışların sosyal boyutu üzerinde durulmuştur.

Alin

Türkiye’de 1950’li yıllardaki kurulan psikoloji bölümleri içerisinde sosyal psikoloji ana bilim dalları kurulmuştur (Boğaziçi ,Hacettepe, Ege, Ankara, İstanbul Üniversitesi). Eğitim sistemi (bilgi edinme, ders verme yöntemi gibi) daha fazla Amerikan literatüründen Türkçe’ye çevrilen kitaplar tarafından geliştirilmiştir. Yeni bilgiler ışığında milli, özgün modeller yavaş yavaş da olsa 1980’li yıllardan sonra ortaya çıkmıştır.

Sosyal Psikoloji Tarihinin Köşe Taşları Eski Yunan filozofları bugünkü sosyal psikologlarının cevabını aradığı insan-toplum arasındaki ilişkiye ait sorunları felsefik açıdan değerlendirmişlerdir. Eflatun insan ve toplum arasındaki ilişkiyi incelerken Aristo sosyal etki ve ikna konusunda önemli ilkeler geliştirmiştir.

Bölüm tanıtımlarımız her sayıda devam edecek. Tüm görüş ve sorularınız için dergi@tpocg.net

17. ve 18. yy içerisinde sosyal davranışı belirleyen temel güdü olarak Thomas Hobbes kuvvet ve egoizm kavramını, Adam Smith kişisel çıkar kavramını, Jeremy Bentham ve James Mills ise hedonizm (hazcılık) düşkünlüğünü incelemişlerdir. Her biri kendi düşünüş ve sezgilerine göre toplum – birey arasındaki ilişkiyi düşünmüşlerdir. 1924 yılında Floyd H. Allport tarafından yayınlanan Sosyal Psikoloji kitabına kadar ki olan süreçte McDougall ‘ın kitabı önemini korumuştur. 8


William Mcdougall

http://www.cbc.ca/history/histo_ en_fichiers_ep/a_518.jpg

Her ikiside bi konuda hemfikir olsa dahi başka bir konuda birbirlerine ters düşmüşlerdir. McDougall da Allport da bireysel yaklaşımı kabul ederken, Allport grup zihnine karşı çıkmıştır.

Grup halinde yapıldığında işin miktarının artmasını‘ sosyal hızlandırma’ kavramı ile açıklamıştır.Allport daha çok deney yöntemine önem vermiştir. Allport , Triplett ve Moede tarafından yapılan grup laboratuvar deneyleri, deneysel sosyal psikolojinin ilk örneklerindendir. Allport’un başka bir özelliğide öğrenilmemiş zekaya dayanmayan bir davranış olan ‘içgüdü’ kavramını reddedip öğrenmenin üzerinde duruşudur.

Gordon W. Allport

http://www.biografiasyvidas. com/biografia/a/fotos/allport.jpg

9


Sosyal Psikoloji Devamı - Alin

Kısacası, sosyal psikoloji toplumu ilgilendiren her konuda araştırma yapabilir, bu konuda verilere ulaşabilir ve bu çalışmaları yaparken hem sosyoloji hem de psikoloBu olaylar sırasıyla şu şekildedir: İlk olarak Kurt Lewin ve öğrencileri tarafından jinin birçok dalından faydalanabilir. yapılan grup dinamiği çalışmasıdır. Kurt Bu nedenledir ki bu tanımlamalara bakarak Lewin bu çalışmayla sosyla gerçeği labodiyebiliriz ki sosyal psikoloji disiplinler ratuvara getirmiş bununla grup yapı ve arası ilişkiyi en çok kullanan daldır diyesürecini hem kurumsal hem de görgül (ampirik) değeri yüksek laboratuvar deney- biliriz. Mesela, sosyal şemalar çalışılırken kognitif psikolojiye, kendilik ve sosyal leriyle incelemiştir. kimlik çalışıırken de kişilik psikolojisinden yararlanılabilir. Bu nedenle bu alanda İkinci gelişme ise sosyoloji ve psikoloji çalışabilmek için yüksek lisans ve doktora çatışmasına girmeyen ve sosyoloji ve de yapmak gereklidir. psikolojiyi iyi bilen araştırmacı bir neslin ortaya çıkmasıdır. Bu nesilden olan Muzaffer Sherif sosyal normların oluşumunu Sosyal Psikolog Nerelerde Çalışır ? ilk defa laboratuvarda oluşturmuş ve incelemiştir. • Üniversitelerde • Reklam şirketlerinde Üçüncü gelişme ise ABD’de kurum• Hastanelerde sal ve özel fonların sosyal psikolojik • Eğitim kurumlarında araştırmalara kaynaklık ediyor oluşudur. • Mimarlık – Mühendislik Devlet kurumlarından özellikle ordu, firmalarında toplumsal psikolojiye büyük önem • Kamu alanlarında vermiştir. Western Elektrik Şirketi de Hawthorne fabikalarında klasik üretim Sosyal Psikoloji ile Sosyoloji ve moral araştırması yapmalarına destek Arasındaki Fark çıkmışlardır. Sosyal psikoloji, sosyal davranışları ve İkinci dünya savaşı sırasında etkileri çok daha geniş bir perspektiften propagandanın önemi artınca Carl Hovland değerlendirir. Bireysel ve kişisel özelliklere öncülüğünde orduyla beraber etkileyici çok fazla bakılmaz.Sosyal psikologlar duiletişim konusunda laboratuvar deneyleri rumsal değişkenlerin sosyal davranışı nasıl yapılmıştır. Amerika’da ilk defa 1935 etkilediğine bakarken, sosyologlar sosyal yılında George Gallup tarafından yapılan kurumların ve kültürlerin sosyal davranışı kamuoyu araştırmaları tutum değişimi nasıl etkilediğine bakıyorlar. kuramlarının gelişimine katkı sağlamıştır. Sosyal psikolojinin bugünkü halini almasına 3 olayın büyük etkisi vardır.

Sosyal Psikologların İlgi Alanları

10

Sosyal psikoloji; sosyal kognisyon (sosyal şemalar), tutumlar – tutum değişimleri, şiddet ve agresyon, toplum yanlısı davranışlar, ırkçılık, taraf tutma, kendilik ve sosyal kimlik, grup aidiyeti, grup davranışı, sosyal etki ve kişilerarası ilişkiler gibi birçok konuyu inceler.


1940’lı yıllarla beraber dünya ikinci kez bir savaşın içerisinde kendisini bulmuş, ülkemiz bir yandan bağımsızlığını koruma telaşındayken öte yandan komünizmi bir tehdit olarak görmekte ve bu konuda en sert tedbirleri alma telaşındadır. Bu tedbirler doğrultusunda Turancılık karşıtı yayınları nedeniyle gözaltına alınan Şerif hapis yatar. 1945 yılında serbest kalan bilim adamı Princeton Üniversitesinden aldığı teklifi de değerlendirerek ülkeden uzaklaşmaya karar verir.

Muzaffer Sherif ve sağ kolu Oj Harvey

MUZAFER SHERİF Sümeyye Sönmez

29 Temmuz 1906’da İzmir’in Ödemiş ilçesinde dünyaya gelmiştir. İzmir Amerikan kolejini bitirmiş, liseden sonra ise İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde eğitim görmüş, 1929 yılında hükümet tarafından Amerika`ya felsefe tahsili yapmaya gönderilmiştir, Amerika’da Edwin G. Boringya, Robert Woodworth gibi Amerikan psikolojisinin önemli isimlerinden ders almıştır. Almanya’da Gestalt psikolojisinin önemli isimlerinden Wolfgang Köhler’in derslerine katılmış, Harvard Üniversitesi’nde psikoloji dalında lisans eğitimi yapmıştır. Bir öğrenme faktörü olarak; Açlık. ‘Muzaffer Şerif’in biyolojik psikolojiye ilişkin tek çalışması olmuştur. Daha sonra alanında otorite kabul edilmesini sağlayacak sosyal psikolojiye yönelmiş ve 3 yıllık Amerika eğitiminden sonra Türkiye’ye dönmüştür. Gazi Terbiye Enstitüsü’nde öğretmenlik yapmaya başlamıştır. 1933 yılında doktora yapmak için tekrar Amerika’ya dönmüştür. Gardner Murphy ile çalışmak üzere Almanya’ya geçmiştir. 1935 yılında Murphy’nin de yardımı ile 1936 yılında “Toplumsal Kuralların Psikolojisi” adı ile doktora tezi yayınlanmış ve uluslararası bir ün kazanmıştır. 1930’lı yıllar Nazi Almanya’sının yükseldiği, I.Dünya Savaşı’nın sonucunda yok olan milyonlarca insanın yasının tutulduğu yıllarda dünya yeni bir toplu savaşa karşı önlem alınabilir mi sorusuna cevap aramaktadır..

Çalışmalarına ABD’de devam eden Şerif, Princeton Üniversitesinin ardından önce Yale daha sonra Oklahoma Üniversitelerinde çalışır. Grup İlişkileri Enstitüsünü bu üniversitede kuran Şerif, Pennsylvania Park Üniversitesinden emekli olur. ABD’de yaklaşık 40 yıl süren akademik yaşamı boyunca sosyal psikolojiyle ilgili deneyleri gerçekleştiren bilim adamı, bireyle grup arasındaki ilişkilere yoğunlaşır. Muzaffer Şerif, sosyal normun doğuşunun psikolojik yönünü araştırmıştır. Bu psikolojik mekanizma ile kabul edilen normlar bütünün ayrılması gerektiğini vurgulamıştır. İstikrar arayışında sosyal değişime etkili olan nokta olduğunu belirtmiş ayrıca bireysel davranışlarda ortaya çıkan kültürel farklılıklar üzerinde de durmuştur. En önemli yapıtların ikisi “Irk Psikolojisi” ve “Değişen Dünya” dır. Muzaffer Şerif; grubun salt birey davranışı olmadığını ve bilimsel olarak da incelenebileceğini gösteren oto-kinetik etki deneyi ve Robers Cave deneyi ile dikkatleri çekmiştir.

11


Oto-Kinetik Deneyi Toplum psikolojisinin temelini or taya koyan Oto-kinetik deneyinde, karanlık bir odaya birbirini tanımayan 3 kişi ayrı ayrı konuyordu. Odaya sabit bir ışık veriliyor ve ışığın hangi yöne hareket ettiği soruluyordu. Herkes farklı bir yönü işaret ediyordu. Deneyin ikinci bölümünde ise aynı üç kişi, bu kez grup halinde odaya alınıyordu. Yüksek sesle ışığın hangi yöne hareket ettiği sorulduğunda grup, bir süre sonra aynı yönü işaret etmeye başlıyordu. Üçüncü aşamada ise tek tek konuşulan bireyler ilk görüşlerinden vazgeçip ikinci aşamada grubun belirttiği ortak görüşü yineliyorlardı. Şerif’in sosyal olguyu laboratuvar ortamında, deneysel koşullar altında çalışması sosyal psikolojinin gelişimi açısından önemli bir adımdır. Şerif’in yaptığı çalışmalardan biri Oto-kinetik Etki Deneyidir. Psikoloji öğrencileri, 4 yıllık eğitim sürecinde çoğu kez bu deneyi ‘uyma davranışı’ adı altında duymuştur. Ama Oto-kinetik Etki Deneyi, uyma davranışından çok daha fazlasıdır. Bu deney bize ‘bireysel farklılıklara rağmen sosyal düzen nasıl mümkün olmaktadır?’ sorusunun cevabını vermektedir. Deney normların toplum tarafından bireye dayatılan kurallar olmadığı, aksine bireyler arası etkileşimin sonucunda ortaya çıktığını göstermiştir. Şerif bu çalışmasında Geştalt psikolojisini sosyal psikolojiye uyarlamıştır. Yani sosyal davranışı etkileyen mekanizmayı algı psikolojisinden yararlanarak ortaya koymuştur. Deneyde kişilerin karanlık bir odaya alınması ve tüm fiziksel referans noktalarının ellerinden alınmasıyla kişide fazlasıyla rahatsızlık uyandıran bir ortam sağlanmaya çalışılmıştır.

12

Böyle bir ortamda kişilerden dış uyaranı konumlandırması istenmiştir. Bu istek kişiyi bir standart oluşturmaya itmiştir. Denek ilk başta kendi standardını oluşturmuşsa da daha sonraları kendi standardından vazgeçerek gruba (sahte deneklere) göre yeni bir standart oluşturmuştur. Şerif bunu referans çerçevesi olarak adlandırmıştır. Fiziksel gerçeğin belirsiz olduğu durumlarda kişiler durumu belirgin hâle getirmek için bir gerçeğe ulaşma ihtiyacı duyarlar ve diğer kişilerle etkileşimleriyle bir referans çerçevesi oluşur. Deneyde fiziksel bir uyaran kullanılmış olsa da Şerif, sosyal belirsizlikler söz konusu olduğunda da aynı mekanizmanın geçerli olduğunu savunmuştur. Özellikle tutumların böyle geliştiğini öne sürmüştür. Herhangi bir grubun bulunduğu bir ortamda bir uyarana karşı sergilenen tutumun, kişinin salt algılarından oluşmadığını iddia etmiştir. Bireyin psikolojisinin, içinde bulunduğu toplumun geleneklerinden, kültüründen etkilendiğini, tutum ve davranışlarının kendi çevrelerinin normları doğrultusunda geliştiğini savunmuş ve bunu daha iyi anlamak için diğer sosyal bilimlerden yararlanılmasının gereğini vurgulamıştır (Avcı, 2013)

Robers Cave Deneyi Şerif Oklahama Üniversitesinde Sosyal Psikoloji Literatürüne geçecek Robers Cave deneyini ise şöyle tasarlamıştır. 19 Haziran 1954 günü, 11 yaslarında iki farklı öğrenci grubu otobüslere biner ve Oklahama City yakınlarındaki Sans Bois dağlarında bulunan Robbers Cave ulusal parkına yaz kampı için yola koyulurlar. Hepsi de orta sınıf beyaz ailelerin, şimdiye kadar hiç bir davranış bozukluğu göstermemiş, derslerinde başarılı, sağlıklı çocuklardır.

Otobüse binerken bildikleri tek şey 3 hafta eğlence dolu bir tatil geçirecekleridir. Bilmediklerise, Muzaffer Sherif’in grup-içi çatışmaları hakkındaki deneyine katılacaklarıdır. Çocuklara kamp alanını bir başka grupla paylaşacakları da söylenmemiştir. İlk haftayı, grup-içi uyumu sağlayacak aktiviteler yaparak geçiriyorlar. Bu süre içinde grup normları oluşuyor ve kendilerine bir lider seçiyorlar. Hafta sonuna doğru diğer grubun varlığı keşfediliyor. Sorunlar ortaya çıkmaya başlıyor “diğer çocuklar bizim havuzumuza giriyor”, “bizim top sahamızda oyun oynuyor” şeklinde şikâyete başlayan çocuklara, görevli personel dört gün sürecek ve birçok sportif aktiviteyi kapsayacak bir turnuva yapmayı öneriyor ve kazanan gruba ödül olarak bir kupa ile başka hediyeler de söz veriliyor. Çocuklar turnuva için büyük bir şevkle yoğun bir şekilde hazırlanmaya başlıyorlar, bu sırada ekipleri için tezahürat yaparken, karsı takımada küfür etmeyi ihmal etmiyorlar. Sonunda turnuva başlıyor. Yarışlar ilerledikçe, gruplar arasındaki gerginlik de tırmanmaya başlıyor, öyle ki, Eagles su savaşını kaybettiğinde, Rattlers’ın bayrağını yakıyor. Turnuvanın sonunda kazanan taraf Eagles olmuş, fakat Rattlers tarafından bir gece operasyonuyla kazandıkları tüm hediyeler ve kupaları çalınmış. Sonunda çocuklar öyle bir saldırganlaşmışlar ki, kamp görevlileri kılığındaki Muzaffer Sherif ve asistanları, kavgaları ayırmaktan, oda baskınları ve yemek savaşları sonrası ortalığı temizlemekten ve çocukları susturmaya çalışmaktan deneyi bir kenara kaldırmışlar.


Robbers Cave deneyi toplumda ayrımcılık ve ötekileştirme sorununa değinen bir çalışma olarak tarihe geçer. 11 yaşındaki sağlıklı çocuklar, eğlenmek için pozitif duygularla yola çıktıkları Robbers Cave’de, birer küçük canavara dönüşmüşler.

http://www.mithattosun.com/ wp-content/uploads/image/ sosyal%20psikoloji/sineklerin%20tanrısı.jpeg

Bunun üzerine, deney yürütücüleri iki grubu da başka bir mekâna götürmeye karar verir ve orada onlara verecekleri bir takım problemleri onlardan çözmelerini isterler. Kendilerine söylenen problemlerden ilki, “su şebekesinin bilinmeyen insanlarca tahrip edildiği”dir.

hiçbir aksilik çıkartmadan, ellerinden geleni yapıp sorunların üstesinden gelmeyi başarırlar. Muzaffer Sherif barış sağlandıktan sonra, deneyin sonuçlarını Şöyle duyurur: ‘gruplar doğal olarak kendi kültürlerini, hallerini, tavırlarını ve sınırlarını belirlerler. Bu deneyin başarılı kabul edilme-sinin nedenlerinden biri deneyde yaşanan sorunlar sonrasında deneklerin sorunları çözebilmiş olmalarıdır (Gültekin, 2009). Bu bir kazanımdır ve insanlar üzerinde yapılan çoğu deneyde bu göz ardı edilmektedir. Çoğu bilim insanı deneyin sonucunda katılımcıları terk ederken Sherif’in deneyinde çatışma yaşamış gruplar en sonunda barışı sağlayabilmişlerdir. Sherif Robbers Cave deneyi ile gruplar arası çatışmaların gruplar üstü hedefler koyarak nasıl önüne geçilebileceğini ortaya koymuştur. Muzaffer Sherif -asıl adı

Burada, grup ortaklaşa bir çalışma Muzaffer Şerif Başoğlu- 16 gösterip el birliğiyle bir musEkim 1988 yılında vefat luk yapmayı başarır ve barışın etmiştir. ilk adımı atılır. Bu problemden sonra söylenen ikinci problem Deney grubun oluşumu, normların ise, "film izleyebilmek için para Gruplar arası davranışlar, grup içi birleştirmeleri gerektiğidir. (burayapısı ve grupların birbiriyle yanlılıklar... çatışması açısından önemli tespitler da, izlenecek filme kendileri karar verirler.) sunmaktadır. Peki eğer bu grup üyeliğini rol İstedikleri çatışmayı ve amaçlı üstlenirsek ne olur? Birkaç Gruplar, izleyecekleri filme birlikte saatliğine yahut birkaç günlüğüne hoşnutsuzluğu yaratabilmiş deney karar verirler ve parayı toplamakta bir grup üyeliğine ait rolü yürütücüleri, bu çatışmalarla birlikte deneyin son kısmına geçmeye da gecikmezler. Bu iki problemin sahiplendiğinizi düşünün. çözümü sonunda gruplar, artık karar verirler. Buna göre; deney, birlikte yemek yemeye başlarlar. Stanford’un ünlü deneyi olan iki tarafın da barıştırılması ile son bulacaktır. Bunun için de, taraflara Barış büyük ölçüde sağlanmış Zimbardo deneyinde gardiyanve gibidir. aynı ortamda izleyebilecekleri mahkum rollerini oynayan kişiler filmler gösterilir, birlikte patlatabikendilerini bu rollere ne kadar Bundan sonra, deney yürütücülecekleri çatapatlar alınır vs. harkaptırmışlardır dersiniz? leri, çocuklara yeni problemler canan çabaların hepsi boşa çıkar. sunarlar (çocuklar onların kazara Filmi de çekilen bu deney için köşe Gruplar hiçbir şekilde barışmaya oluştuğunu düşünürler.) ve onları yazarımız sizler için araştırdı ve yanaşmazlar. da çözmelerini isterler. Çocuklar yorumladı. Okumaya devam... problem çözme aşamalarında 13


DAS EXPERIMENT (DENEY)

SİNEMA

Ceren Ayık

Yapımı: 2001 - Almanya Tür: Psikolojik Gerilim Süre: 119 Dk. Yönetmen: Oliver Hirschbiegel Senaryo: Mario Giordano, Don Bohlinger, Christoper Darnstadt Oyuncular: Moritz Bleibtreu, Christian Berkel, Andrea Sawatzki

Film, taksi şoförlüğü yapan Tarek Fahd’ ın gazetede yalnızca bir haftalık bir deneye katılmaları karşılığında deneklere 4000 Mark verileceğini görmesiyle başlar. Yapılacak olan deney sosyal psikoloji ile ilgilidir; biliminsanları herhangi bir fiziksel acı çekmeyeceklerine dair katılımcılara taahhüt verir. Oynayacakları rolleri _gardiyan ve ya mahkum_ bilgisayar seçecektir. Öncesinde yaptıkları kontrol testlerinde o sıralarda taksi şoförlüğü yapan Tarek’ in mimarlık, sosyoloji ve felsefe mezunu olduğunu öğreniriz. Aynı zamanda iki sene öncesine kadar bir gazetede gazetecilik yapmıştır. Olaylı olarak ayrıldığı işine dönmek için bu deney ile ilgili yapacağı haber onun için kaçırılmaz bir fırsattır. Olacakları ayrıntısıyla planlar. Kendisine, içinde gizli bir kamera ve fotoğraf makinesi bu14

lunduran bir gözlük satın alır. Olayları görüntülemeye başlar. 1.Gün: Deney başladığı ilk saatler her şey yolunda gitmektedir. Herkes neşelidir, espriler yapılmaktadır. Gardiyanlar ile mahkumlar arasında statü farkı yok gibidir. Gardiyanlara söylenen; mahkumların yemeklerini tam olarak bitirmesini ve birbirlerine kendilerine verilen numaralar ile seslenmelerini sağlamaları gerektiğidir. Deneye katılanlar yolda karşılaşabileceğimiz türden sıradan insanlardır. İçlerinde büfe çalışanı, havayolu çalışanı, öğretmen, elektrik teknisyeni gibi çeşitli meslek gruplarından insanlar bulunmaktadır. Yemek zamanı gardiyanlardan birisi süt alerjisi olduğunu söyleyen mahku

ma sütünü bitirmesi konusunda ısrar eder. Bu ileride aralarında büyüyecek olan iktidar kavgasının tohumlarını atan olay olacaktır. Gardiyanlar odasında kendi aralarında konuşurlarken gardiyanların bazıları çocuklarından ve dışarıdaki yaşamlarından bahsederler. Gardiyanların da mahkumların da çoğunluğu ödenecek olan ücrete ihtiyaçları oldukları için orada bulunmaktadırlar. 2.gün: Gardiyan süt içmesi konusunda aynı mahkuma baskı yapmaya devam eder. Tarek isyan çıkarır. Gardiyanlardan Berus, onların itaat etmelerini sağlamak için, onları aşağılayabileceklerini söyler. Bunun üz


erine mahkumların yataklarını alırlar ve onları çırılçıplak soyarlar. Bütün gece öylece bekletirler. Saatler geçtikçe insanların algıları biçim değiştirmektedir. 3.gün: Süt alerjisi olan mahkum, süt zorla kendisine içirilince istifra eder. Bunun üzerine Tarek, Berus’ u kızdıracak sözler söyler. Tarek her karşı çıktığında bütün mahkumlar birlikte cezalandırılmaktadır. Cezalar gitgide daha ciddi bir hal almakta, şiddeti artmaktadır. Rollerine kendilerini fazlasıyla kaptıran gardiyanlar gece yarısı herkesin uyuduğu sırada Tarek’ i ağzını bantlayarak zorla kameranın görmediği kör bir noktaya götürürler ve saçlarını kesip üzerine işeyerek ona psikolojik işkence ederler. 4.Gün: Saldırıyı fark eden biliminsanları küçük tedbirler alırlar. Kendi aralarında bu deneyi sürdürmenin doğru olup olmadığı konusunda tartışmaya başlarlar. Gardiyanlar psikolojik şiddetin boyutunu iyice artırmaya başlamıştır. Artık hapishanenin ortasında en ufak bir hatada mahkumlardan birisinin içine zorla hapsedileceği; yalnızca içeriye hava alabilecek

Olaylar bu noktadan sonra daha da sert bir hal alacaktır... Film; Stanford Hapishane Deneyi’ nden yola çıkarak kendimize birden fazla soru sormamıza sebep oluyor:

DAS EXPERİMENT

“Dışarıdan baktığımızda yanlış bulduğumuz şiddet eğilimi; savaş psikolojisi içerisinden bakıldığında nasıl görünmektedir? Buna bağlı olarak, şiddet sebebiyle yargılanan savaş suçluları ya da başka suçluların psikolojisi ne kadar sağlıklı olarak değerlendirilmektedir. “ Toplumun bize uygun gördüğü rolleri haddiden fazla önemsiyor ve kendi kişiliğimizden uzaklaşıyor olabilir miyiz?” İyi Seyirler...

“Eğer gerekli sosyolojik şartlar sağlansaydı davranışlarımızın ölçüsü nereye kadar uzanacaktır? Şu anda olduğumuz kişi; olduğumuz şartların bir uzantısı olarak var ise; bu bütünlük bozulsaydı eğer, nasıl bir kimliğe sahip olacaktık? Sınırlarımız nelerdir?”

15


Das Experiment filminin 2001 yapımı ve 2010 yapımı olmak üzere iki versiyonu mevcuttur. 2001 yapımı olanı ele almayı tercih ettim. Konusunu Stanford Hapishane Deneyi’ nden alan Das Experiment bir Alman filmidir. Stanford Hapishane Deneyi; mahkum veya gardiyan olmanın psikolojik etkileriyle ilgili bir incelemeydi. Deney Stanford Üniversitesi'nde psikolog olan Philip Zimbardo liderliğindeki bir grup araştırmacı tarafından 1971' de yapıldı. Yetmiş kişi arasından yirmi dört lisans öğrencisi gardiyan ya da mahkum rollerini oynamak üzere seçildiler. Seçilen öğrenciler Stanford psikoloji binasının bodrum katındaki sahte hapishaneye yerleştirildiler. Mahkumlar ve gardiyanlar çok çabuk bir şekilde rollerine adapte oldular. Deney öngörülen sınırların dışına çıkıp tehlikeli ve psikolojik olarak hasar veren bir duruma geldi. Birçok mahkum duygusal olarak travma geçirirken gardiyanların üçte biri "gerçek" sadistik eğilim sergilemekten yargılandı. Mahkumların ikisi daha deneyin başında çıkarılmak zorunda kalındı. Kendisi dahil herkesin rolüne iyice kaptırdığından emin olduktan sonra Zimbardo altıncı günün sonunda deneyi bitirdi. Ünlü deneyi çevreleyen etik meseleler sıklıkla Zimbardo' nun önceki fakülte arkadaşı Stanley Milgram' ın 1961'de Yale Üniversitesi'nde gerçekleştirdiği Milgram Deneyi ile mukayese edilir. Milgram Deneyi; insanların erk (otorite) sahibi bir kişi veya kurumun isteklerine, kendi vicdani değerleriyle çelişmesine rağmen itaat etmeye ne ölçüde istekli olduklarını ölçme amacını güden bir deneyler dizisinin genel adıdır. 16

Deneyi gerçekleştiren Yale Üniversitesi psikologlarından Stanley Milgram, bu araştırmasını ilk olarak 1963'te Journal of Abnormal and Social Psychology dergisindeki makalesiyle tanıtmış ve bulgularını 1974'te yayımladığı Otoriteye İtaat: Deneysel bir Bakış (İng.: Obedience to Authority; An Experimental View) isimli kitabında daha derinle-mesine incelemiştir. Deneyler Nazi savaş suçlusu Adolf Eichmann'ın Kudüs'te yargılanmaya başlamasından üç ay sonra, Temmuz 1961' de başladı.

nasıl davrandığı konusunda fazla bilgi vermez. Yale Üniversitesinde sıradan bir insanın sadece bir deney bilimcisinden aldığı emirle başka bir insana ne kadar acı çektireceğini ölçmek için basit bir deney düzenledim. Katılan deneklerin güçlü vicdani duyguları ile saf otoriteyi çelişmesini sağladım, ve kurbanların acı dolu çığlıklarının eşliğinde genellikle otorite kazandı. Yetişkin insanların, bir erk makamının komutası doğrultusunda her şeyi göze almakta gösterdikleri aşırı isteklilik, çalışmamızın acilen açıklama gerektiren en önemli bulgusudur. Sadece görevlerini yapan, kendi başlarına vahşi işlere kalkışmayan sıradan insanlar, korkunç bir yok etme işleminin bir parçası olabilmekteler. Ek olarak, yaptıkları işin yıkıcı sonuçlarını apaçık görmelerine rağmen, temel ahlaki değerleriyle çelişen bu görevlerde pek az kişinin otoriteyi reddetme potansiyeli olduğu görüldü."

Roller davranışı belirler... İnsanlar edindiği rollerin etkisi altına girebiliyorlar. Milgram, deneyleri şu soruya cevap aramak üzere geliştirmişti: "Eichmann ve Yahudi Soykırımında yer alan yüzbinlerce yardakçısı sadece onlara verilen görevi yerine getiriyor olabilir miydi? Onların hepsi yardakçılık suçuyla suçlanabilir miydi?" Milgram ulaştığı sonuçları 1974 tarihli makalesi "İtaatin Tehlikeleri"nde (İng.: The Perils of Obedience) özetledi: "İtaatin hukuksal ve felsefi açılardan devasa önemi bulunmaktadır, ancak bunlar çoğu insanın somut durumlarda

Peki başkalarını anlayabilmek, empati kurabilmek için de rollere girmek gerekit mi? Ya da işe yarar mı bir kişinin durumunu anlayabilmek için role girmek? Psikodramanın bu yöndeki çalışmaları bizlere açılan birer kapıdır ve bu kapıyı aralayıp o dünyanın içinde bir gezintiye çıkmak yeni tecrübeler kazanmak ve keşif yapmak adına bir yolculuktur...


PSİKODRAMA

Yaşam simü-lasyonudur.

Deniz Atalay Derleyen: Mynemosyne

Soyuttan somuta her şeyin sahnede görünür kılınabildiği bir yöntemdir.

Psikodramanın Temelleri Psikodramanın 5 unsuru: Moreno tıp öğrencisiyken Viyana’da çocuk bahçelerinde 1- Grup çocukların oyunlarını gözlem2- Lider-psikodramatist lemeye başladı. Çocukların 3- Sahne oyunlarında anne-babalarıyla rol 4- Protogonist- başoyuncu değiştirdiklerini, onların rolüne 5- Yardımcı egolar girdiklerini, yaşantılarını tekrar tekrar sane-lediklerini gözlemledi. TİYATRODA PSİKODRAMA Çocuklar otorite figürlerine asice karşı çıkmaktaydılar ve Moreno, İstanbul Psikodrama Enstitüsü bu çocuklara doğaçlama öyküler Başkanı çeşitli dönemlerde anlattığında, çocukların öykülerle, Tiyatro-Psikodrama ilişkisini yaratıcılıklarını kullanarak ilişki hayata geçirmiş, devlet tiyatroları kurduklarını ve böylece yaratıcı ve özel tiyatrolarla psikodrama benlik ifadelerinde bulunduklarını yolu ile oyunlar sahnelenmesve bunun çocukların düşmanca ine öncü olmuştur. “Tekstin duygularını azalttığını fark etti. anlaşılması”, “karakterlerin Bu onun terapötik sistemini analizi”, “yazarın anlaşılması”, geliştirmesine temel oluşturmuştur “mizansenin oluşturulması” gibi (Altınay, 2000, ss. 25,26). İlk denemeler: Moreno ilk resmi psikodra- önemli konularda psikodramanın kullanımı Türkiye’de tiyatro alanına ma oturumunu 1921’de Avusturya ’da Tag Der Narren denen gelenek- sunmuştur. Geleneksel tiyatroya sel günde yapmıştır. Kralın Romanı ve onun en etkin yöntemlerinden birisi olan Stanistlavski yöntemadı verilen bu oyunun sanatçısı ve ine radikal eleştiriler getirmiş olan yazılı metni yoktu. (spontanite Tiyatro) Oturuma, kral rolünü oynam- psikodramanın kurucusu J.L.Moreno gerçek yaratım ani ile ilgilenmiş ve ak ve soruna yeni çözümler üretspontanitenin yaratıcılık üzerindeki mek üzere bin kişi davet edilmiş önemini vurgulamıştır. Bu anlamı ve oturumlar sabah yediden akşam ile geleneksel tiyatroda tiyatro saat ona kadar sürmüştür ve tarihe, sanatçılarını eğitimi sırasında, psikodramanın doğmasına ilk ışık oyun yazımı aşamasında ve sahtutan dramatik tiyatro çalışmaları neleme esnasında psikodrama ve olarak geçmiştir. sosyodramanın kullanımı oldukça başarılı sonuçlar vermektedir. Psikodrama Nedir? Psikodrama ve tiyatro iliksilerinin incelenebilmesi ve nasıl etkileşimde Bir çeşit eylem tekniğidir. Rosenbulunduklarının anlaşılabilmesi baum (1965)’a göre, psikodrama, için psikodramanın tanıtılması bireyin algılarını, duygularını, zorunluluğu vardır. tavırlarını, kaygılarını, yani iç dünyasını drama yoluyla ifade Psikodrama tiyatrodan aldıklarını etmesidir. Psikodrama, bireyin, simdi tiyatroya geri vermektedir. Tiüzüntü ve kaygıya kaynaklık eden yatrodan türemiştir ve kendi özgün problemini, bir grup karşısında, metodunu tiyatronun hizmetine gerçek yaşamında olduğu biçisunmaktadır. Tiyatro eğitimi akmiyle, bir rol olarak oynayıp ortaya törün, yönetmenin ve yazarın tiyatro koymasıdır.Gerçeğin dramatizasyestetiğinin tüm yönlerinde eğitilm. onla yeniden keşfedilmesidir.

Bu anlamıyla yaratıcılığın ve onun en önemli aracı olan spontanitenin tiyatro eğitimindeki önemi ortaya çıkmaktadır. Psikodramatist sanatçıdır. Belki de çoğu zaman bir sanatçıdan ayrı değerlendirilmesi estetik kaygıları gütmemesine bağlıdır. Psikodramanın sanat ile çakışması birçok alanda olabilir. Dans-bale, opera ve tiyatro bunların belli başlıları olabilir. Uygulamalar göstermiştir ki oyuncunun eğitiminden tiyatro metninin çözümlenmesine, mizansenin keşfedilmesinden karakterlerin anlaşılmasına, yazarın anlaşılmasından kavramların ve ana temaların yaşanmasına kadar birçok alanda psikodramadan yararlanılabilmektedir. Psikodrama içinde ayrı bir alan olan spontanite tiyatrosunun (playback theatre) bu çalışmalardan ayrı tutulması gerekmektedir. Her ne kadar spontanite tiyatrosundan beslenmek ve tiyatroya aktarımda bulunmaktan söz edilse de bu iki alanı birbirinden ayrı tutmakta yarar vardır. Aktör psikodrama içinde psikolojik gerçeği keşfeder ve karakterlerin iç gerçekliğinin araştırılması ve geliştirilmesi amacıyla bu metodu kullanır. Sanatçının duygusal bağlantıları ve derinliği artar, entelektüel anlayışı gelişir, kendilik farkındalığı yükselir, spontan ifadeleri artar ve daha otantik olur, güçlü duygular ve travmatik anılarla birlikte güvenli olarak nasıl çalışılacağını öğrenir, sahne veya oyundaki gerekli duyguların ortaya çıkartılmasında psikodramanın yararlarından faydalanır, karakterin sübjektif gerçekliğine girerek surplus gerçekliği yasar ve keşfeder.

17


Röportör: Nihan Özant Tuna Arman ile Tiyatro Üzerine Röportaj Tiyatroyu seçme sebebinizdeki en önemli etken nedir? Küçük yaşta İlkokula gelen tiyatro oyunları sayesinde. Kendi hayatınızda sergilemek istediğiniz ama sergileyemediğiniz duygu ya da davranışları aktarmak için tiyatroyu bir aracı olarak görüyor musunuz? Öyle ise bu sizde nasıl bir his uyandırıyor? Tiyatro ve sahne üzeri başka dünya. Her meslekten ya da her kimlikten birileri olabilirsiniz. Her duyguyu yansıtabilirsiniz. Bir gün katil bir gün sevecen bir anne olabilirsiniz. Sizce role girmek mi empati duygusunu geliştirir yoksa empati duygusu daha güçlü olanlar mı daha başarılı performans sergileyebilir? Bizler oynayacağımız rolün alt yapısını detaylı olarak kurarız.Empati bu detaylara göre gelişir. Girdiğiniz pek çok karakter oldu. Yaşamınızda karşılaştığınız bir problem olduğunda *ya da durum* eski rolleriniz üzerinden tepki verdiğiniz oluyor mu? Bu durum sizde bir karmaşa yaratıyor mu? Oynadığımız roller sadece oynarken vardır. Hayatımızda yer almazlar. Ama biz kendi hayatlarımızdan süsleme yaparız…

Sizce bir tiyatro çalışmasında aktif bir psikologa ihtiyaç var mıdır? Varsa bu psikolog size hangi durumlarda yardımcı olabilir? Böyle bir ihtiyaç yok ama psikolojik sorunlu bir kişilikse yardım alınabilir. Psikodrama adlı çalışmayla birçok ruhsal sorunun alt metni çözümlenebiliyor. İnsani insanla anlatıyoruz sahnede toplumların gelişmesinde Dışarıdaki koşturmaca, yaşam tiyatro çok önemli ama psikologla mücadelesi, hırslar, kavgalar, kötülük ve dedikodu yok onçalışmamız gerekmiyor. larla olan dünyamda. Kapıdan girdiğimde saf, temiz ve gerçek sevgi beni karşılar.

Okuyuculara tiyatro ve hayvan dostluğuyla ilgili iletmek istediğiniz bir mesaj var mı? Varsa nedir? Tiyatro mesleğim... 30.senem ve hep severek yaptım işimi ama maalesef ülkemizde gereken saygı ve sevgi yok mesleğime Hayvanlar dünyayı bizimle paylaşan koruyup kollamak Sizin hayvan dostu ve hayvan hakları savunucusu olduğunuzu zorunda olduğumuz canlar yaşam haklarına saygı duymak öğrendik. Yoğun bir günün zorundayız... ardından evinize geldiğinizde evcil hayvanlarınızın stresinizi azalttığını söyleyebilir misiniz? Engelli doğan ya da insanlar tarafından engelli hale getirilen Kısa bir hikâye ile anlatabilir canlara öncelik vermeliyiz. . misiniz? Eşya değil canlı olduklarını kanuna ve topluma anlatmalıyız 19 engelli hayvan la yaşıyorum En zayıf halka olan hayvanları ayrı bir dünyamız var bizim Her zaman hayatımda önceliğim korumalıyız. oldular. Tuna Arman şu an Kadın İsterse adlı tiyatroda rol almaktadır.

10 OCAK: BURSA 12 OCAK: YALOVA 15 OCAK: TEKIRDAG SULEYMANPASA BLD 16 OCAK: KIRKLARELI BLD 21 OCAK: EDIRNE 22 OCAK: CORLU BLD 23 OCAK: CERKEZKOY BLD 28 OCAK: IZMIR AKM 27 SUBAT: BODRUM 18


Ne Deneye, Ne Ormana… Hiç Birini Vermiyoruz Yağmur Özgür Güven Dünyada hayvanların korunmasıyla ilgili ilk kanun, 1821’de İngiltere’de kabul edilen ‘Martin’s Act’. Bizans’ta kedi, Osmanlı’da da köpek hâkimiyetindeki İstanbul sokaklarının hayvanlarını koruyan, dünyadaki ilk hayvan hastanesini kuran ve hayvanlara nezaketini mimarisinde bile gösteren bir kültür için çok geç olsa da, 2004’te çıkarılan 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu ülkemiz için çok önemli bir adımdı. Fakat bir ilk olan bu kanun çoğu yönden yetersiz bulunduğu ve ilerleyen zamanla birlikte yeni yeni eksiklikler belirdiği için, hayvan hakları savunucularının sistematik baskılarının neticesinde revize edilmesi gündeme geldi. Mevcut 5199’la ilgili itirazlara en basit şekilde örnek vermek gerekirse; bu kanunun Kabahatler Kanunu kapsamında olması bile, hayvanların korunması ilkesine ve kanunun var oluş sebebine aykırıdır. Hayvana şiddet ve tecavüzün yasak yerde sigara içmek ya da çevreyi kirletmekle aynı kefeye konulması, yerel yönetimlerin görev ve sorumluluklarının çok net biçimde belirtilmemesi, hayvan hakları ihlallerine yönelik tespit ve cezaların uygulanabilir olmaması ve bu gibi durumlarda kurumlar arası görev karmaşasına sebep olabilmesi ise diğer temel sorunlar.

19

Kanunun revize edilmesinin gündeme gelmesiyle birlikte, yeni bir yasa taslağı da ortaya çıktı. Sokakta hayvan bırakmamak ilkesiyle hazırlanmış bu taslak, şimdiye kadar görülmüş en büyük eylemlerden birinin yapılmasına sebep oldu. On binlerce kişinin şehir içi ve dışından katıldığı İstanbul’daki bu eylemin ardından, iktidar ve muhalefet partilerinin taslaklarının birleştirilerek yeniden görüşülmesi ve ayrıca hayvan hakları alanında gönüllü olarak faaliyet gösteren gerçek ve tüzel kişilerin önerilerinin de dinlenmesine karar verilerek Çevre Komisyonu görevlendirildi. Şubat 2014’te başlayan bu toplantı sürecinde, yerel yönetimlerden sivil toplum örgütlerine, meslek örgütlerinden-sokaktaki hayvanın varlığından şikâyetçi olanlara kadar fikir belirtmek isteyen herkes dinlendi. Konunun sadece sokaktaki kedi-köpeğin beslenmesi ve bakımından ibaret olmadığı, ‘hayvan hakları’nın, tüm canlıların doğuştan ve eşit şekilde sahip oldukları yaşam hakkı kavramının bir parçası olduğu noktasından hareketle, ayrıntılı çalışabilmek için bir Alt Komisyon oluşturularak rapor hazırlanması istendi. Yaklaşık 5 ay süren görüşmeler neticesinde hazırlanan rapor Çevre Komisyonu’na sunularak oylandı ve TBMM Genel Kurulu’na gönderilmek üzere yeni yasa tasarısı oluşturuldu.

Tasarıda, hayvana şiddet ve tecavüze hapis cezaları getirilmesi, var olan cezaların ağırlaştırılması, sokak hayvanları üzerinde bilimsel deneyleri yasaklayan bir maddenin olması elbette sevindirici. Ancak biz hayvan hakları savunucularının endişeleri devam ediyor. Çünkü kara ve su sirkleri, mevcut yunus parklarının işletilmesine halen izin veriliyor ve 21. Yüzyılın utanç müzeleri diyebileceğimiz hayvanat bahçeleriyle ilgili herhangi bir düzenleme yapılmadı. Büyük şehirlerde insandan en uzak noktalarda yanlış seçilen araziler üzerine inşa edilen, 15 bin yıl önce evcilterek yaşamımızın parçası yaptığımız hayvanların adeta tecrit edileceği devasa rehabilitasyon merkezleri korku filmi gibi karşımızda duruyor.


Ayrıca, hayvanlar üzerinde deney yapan taraflar olan veteriner hekim ve akademisyenlerin toplantılarda bilirkişi olarak ‘Sokak hayvanları üzerinde deney yapmak doğru değildir’ savunusuna karşı gösterilen şaşırtıcı direnç, sonuç şimdilik olumlu olsa bile akla her an değiştirilebileceği ihtimalini de getiriyor. Türk Tabipleri Birliği’nin Merkez Konseyi’nde aldığı kararla iptali için Danıştay’da dava açtığı, Şubat 2014’te Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren “Hayvan Deneyleri Merkez Etik Kurullarının Çalışma Usul ve Esaslarına Dair Yönetmelik” ile ilgili süreci de yakından takip ediyoruz ve yeni tasarıdaki sokak hayvanını deney enstrümanı olmaktan çıkaran madde, bu açıdan da hayati önem taşıyor. Tek başına bu maddenin değiştirilmesi bile, diğer tüm olumlu maddelerin üzerini çizecek. Tasarı Genel Kurul gündemine geldiğinde, hayvanlarla insanların bağını koparacak hayvan aleyhine her türlü maddenin önergelerle değiştirilmesi ve kanunun amaç ve ruhuna aykırı olmayan maddelere de dokunulmaması vazgeçmeyeceğimiz ve en büyük talebimiz. Tümden karşı olduğumuz ‘türcülük’ kavramını ortaya atarak hayvan hakları için farkındalık yaratan psikolog Richard D. Ryder’ın değerli meslektaşlarından da, ayrıca destek bekliyoruz.

Evde Hayvan Beslemenin Çocuk Gelişimine Etkisi

Büşra Yürükçü

Evde hayvan besleyen ailede yetişen çocuk kendisi gibi evindeki hayvanın da gereksinimleri olduğunu bilir ve sahip olduğu hayvanın ihtiyaçlarını yerine getirmeyi öğrenir. Çocuk evde herhangi bir hayvana baktığında onunda sevgiye ihtiyacı olduğunu bilerek ona vakit ayırır. Birbirleriyle oyun oynayarak eğlenirler, onu zamanı geldiğinde açık havaya çıkarmak, tuvalet ihtiyacı ve yeme ihtiyaçlarını yerine getirmek onu çok mutlu eder. Bu da çocukluktan itibaren sorumluluk duygusunu geliştirir. Evin içinde anne ve babasından ziyade bir hayvanın olması onda güzel hisler uyandırır. Çocukta ilk olarak sosyal duygusal gelişim alanını ve diğer gelişim alanlarının desteklenmesine katkı sağlar. Çocuk evde bulunan hayvanın ne zaman karnının acıktığını ne zaman oyun oynamak istediğini hisseder ve bu davranışı yerine getirir. Okul öncesi dönemdeki çocuğun tek çocuk olması onu yalnız yetişmiş saymaz. Evde hayvan yetiştirilmesi de evdeki çocuğun kardeşi varmış gibi ona olan sevgiyi göstermesini sağlar. Anne baba bu konuda bilinçli ise hayvan yetiştirilmesi konusu üzerinde durur. Bu konu da çocukları için ellerinden gelen tüm imkânları çocukları için sağlarlar. Okul çağındaki çocukların evde bulunan hayvan için gösterdiği davranışlar anne babayı mutlu eder. Mutlu olan ebeveynlerle yetişen çocuklar okul çağında eğitim alırken diğer çocuklara oranla daha uyumlu olurlar. Arkadaş edinirken, oyun oynarken karşısındaki çocukların neler hissettikleri hakkında az çok bilgiye sahip olurlar. Çünkü ebeveynler bu fırsatı çocuklara vermiştir. Bu evde hayvan beslemek ile başlayabilir. Çocuk bu durumla beraber okula başladığında duygu ve düşüncelerle ilgili önceden bilgiye sahip olmuştur. Çocuk yetiştirirken hem yaşam hem de eğitim anlamında ailede başladığını ve okulda devam ettiğini söyleyebiliriz. Bu yüzden ebeveynleri bilgilendirmeli, onların hayata bakış açılarını genişletmeli ve ebeveynlerin aynaları olan çocuklarda bu yansımaları görebilmeliyiz. Öyleyse bizlere çok iş düşüyor. Hayatta çocukların gelişimleri için okul yaşantıları, hayat standartlarını iyi seçmeli ve çevresi zengin uyarıcılar içeren yaratıcılığını geliştirecek ortamlar sunmalıyız.

Bir gün Türkiye’de hayvan hakları kavramının gelişimiyle ilgili bir kitap yazılırsa, içinde bulunduğumuz şu kritik günlerde gezegeni paylaştığımız hayvan dostlarımız için adaletli davranabilenler kahraman olarak anılacaklar… 20


Evde Hayvan Beslemenin Çocuk Gelişimine Etkisi Uzm. Dr. Anıl Yeşildal Evde hayvan beslemek deyince maalesef birçok ebeveynin tüyleri diken diken olur. Bunun düşüncesi bile onları acayip rahatsız eder. Bahaneleri hep hazırdır, pis, çocuğumun astım olmasına neden oluyor. Oysa son yıllarda yapılan araştırmalar, erken yaşta hayvanlarla temas eden çocuklarda ileride astım tarzı alerjik hastalıklara daha seyrek rastlandığını göstermiştir. O pis dediğimiz hayvanların özellikle de köpeklerin salyalarında çok bol miktarda antimikrobiyal madde mevcuttur. Tıp Fakültesinde Mikrobiyolojiden bir hocamın sözünü hiç unutmam. Hocamız demişti ki “Çocuklar kuduz olmadığı sürece bir köpeğin ısırığından korkmayın, insan ısırığı çok daha tehlikeli sonuçlar doğurur. Çünkü insanın ağzı mikrobik açıdan köpeğe göre çok daha pistir”. Evet özellikle de insanın ağzı içindeki oksijeni sevmeyen anaerob bakterilerin yaptığı yaralar çok daha ağırdır, ciddi komplikasyonlara yol açabilir ve zor iyileşir. Sonuç olarak tuvalet alışkanlığı geliştirilmiş, aşıları tam, temizliğine ve tüy dökümüne dikkat edilen bir evcil hayvanın sağlık açısından hiçbir zararı yoktur ve olamaz. Geç yaşlarda hayvanla temas edip de direk bu hayvanlara alerjisi tespit edilen ve temas ettiğinde ciddi astım, rinit vs. belirtileri ortaya çıkan çocukları tabii ki bu gruba sokmuyoruz. Bu işin sağlık boyutu, bir de psikolojik yönden katkılarına bakalım.

21

Hayvan besleyen bir çocuk sevmeyi, paylaşmayı ve sorumluluk almayı erken yaştan öğrenir. Hayvan seven bir çocuk ileride insanlara da zarar verebilecek bir kişilik asla geliştiremez. Evde hayvan besleyen çocuklar yaşıtlarına göre çok daha kolay sosyalleşirler. Çünkü bu çocuklar hayvanlarla kurdukları sıcak ve sevecen iletişim sayesinde paylaşmayı sevmeyi kendilerine güvenmeyi dostluğu ve yardım etmeyi öğrenirler. Ayrıca bu çocuklar besledikleri bu hayvana yiyecek ve içecek verdikleri için ve sağlığıyla yakından ilgilendiklerinden sorumluluk duyguları da çok daha çabuk gelişir. Tüm bu faydaları göz önüne aldığımızda çocukların bu tür isteklerinin engellenmek yerine, aksine teşvik edilmesinin gerektiği yadsınamaz bir gerçektir.


22


23


SOSYAL FOBİ NEDİR? ‘’ Sosyal fobi‘’ bu kavram ilk kez 1966 yılında Marks ve Gelder tarafından tanımlanmıştır. Bu yıl içerisinde tanımlanmasına rağmen ilk defa Mental Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı’nın 3. Baskısında yer almıştır. Sosyal fobinin tanımı şu şekildedir: Bir kişinin başka insanlar tarafından değerlendirileceği zaman yaşadığı birden çok durumdan sürekli korkma, aşağılanacağı, utanç duyacağı ya da gülünç duruma düşecek şekilde davranma korkusudur. Bu fobiye sahip olan insanlarda herhangi bir sosyal ortama girdiklerinde ya da performans gerektiren durumlar olduğunda aşağılanacaklarına dair yoğun bir korku yaşarlar.

Tanı ve Sınıflandırma DSM – II’de (1968) tüm fobik bozukluklar ‘’ fobik nörozlar‘’ başlığı altında toplanmıştır. DSM-III’de (1980) agorafobi (panik ataklı veya panik ataksız) sosyal fobi ya da basit fobi alt sınıflandırılmalar yapılmıştır. DSM – IV’de görülen tanı özellikleri ile DSM – III’de görülen tanı özellikleri birbirinden farklıdır. Ek olarak DSM-IV’te bireylerin belirgin bir biçimde anksiyete belirtisi gösterme özelliği koşulu konulmuştur. Yani, diyelim ki birey terleme gibi bir anksiyete belirtisi yaşıyor ve başkaları tarafından fark edilme gibi korkularda yaşıyorsa bireye sosyal fobi tanısı koyulmaktadır.

Epidemiyoloji Bu hastalığın başlangıç yaşı 13 ve 24 yaşları arasında değişmektedir. Hastalık geçebildiği gibi bazen ömür boyu da sürmektedir. Bu da hastalığın ortalama başlangıç yaşının gerçeği çarpıttığını gösteriyor. Sosyal fobinin yaygın olmayan tipinde başlangıç yaşı 22,6 iken çekingen kişilik bozukluğu ile birlikte 24

yaygın tip olan sosyal fobide başlangıç yaşı 16,0 çekingen kişilik bozukluğu olmaksızın yaygın tip olan sosyal fobide ise başlangıç yaşı 10,9 olarak görülmüştür. Bireylerin hastalık var olduktan 15 – 20 yıl sonra hastaneye başvurdukları görülmüştür. Bu da bireylerin bu hastalığın tedavisinin olduklarını bilmediklerini veyahut sosyal fobik olanların bu bozukluğu kişiliklerinin bir parçası olarak görülmesi şeklinde açıklanabilir. Alan çalışmalarda kadınların sosyal fobisinin yüksek olduğu görülürken (%62,7-%70), klinik çalışmalarda erkeklerin sosyal fobisinin daha yüksek olduğu görülmüştür. Bu sonuçlara bakarak kadınların daha fazla sosyal kaygısının olduğu görülürken, erkeklerin yardım alma arayışının daha yüksek olması ile açıklanabilir. Epidemiyolojik verilere göre sosyal fobi tanısı olan bireylerde evli olmama oranının kontrollerden daha fazla olduğu görülmüştür. Aynı zamanda sosyal fobik bireylerin sosyo- ekonomik ve eğitim durumlarının düşük olduğu yönünde olan çalışmaların yanında kontrol grubu ile aralarında bir farklılık görülmeyen çalışmalarda mevcuttur. Yaygın sosyal fobisi olan bireylerin hem eğitim düzeylerinin hem de meslek sahibi olma oranlarının düşük olduğu görülmüştür.


Yaygın Sosyal Fobi Hastalarında Çekingen Kişilik Bozukluğu ve Psikopatolojiye Etkileri

S

Sayar K,. Solmaz M,. Öztürk M,. Özer Ö,. Arıkan M Derleyen: Pelin Yiri

osyal fobi, ana özelliği performans gerektiren durumlarda ya da bir eylemin gerçekleşeceği zaman bu durumdan dolayı yaşanan sürekli korku duyma şeklinde olan bir anksiyete bozukluğudur (APB, 1994). Bu bozukluğu tetikleyen çeşitli durumlar vardır. Bunları sıralamak gerekirse yeme – içme, konuşma, başkalarının önünde yazı yazma, otorite olarak görülen bir insanla karşılaşma, bir şey yaparken izlenme gibi durumlar bu bozukluğu tetikleyen en yaygın durumlar olarak görülür. Birey bu durumlardan biri yaşanırken o durumdan kaçınmak isteyebilir. Fakat bu duruma katlanmak zorunda kalırsa bu durum bireylerde çeşitli negatif şeylerin yaşanmasına sebep olabilir. Mesela, panik ataklar ve belirgin kaygı beklentisi ortaya çıkabilir (Moutier ve Stein 1999). Çekingen kişilik bozukluğunun temel özelliği ise genç yetişkinlik

döneminde başlaması ve farklı koşullar altında ortaya çıkan toplumsal ketlenmenin, yetersizlik duygusunun, olumsuz değerlendirmeye karşı aşırı duyarlılığın olduğu sürekli bir örüntüdür (APB, 1994 ).

Çekingen kişilik bozukluğu ile sosyal fobiyle sıklıkla bir arada görüldüğü görülmüştür. Özellikle sosyal fobinin yaygın alt tipiyle çekingen kişilik bozukluğunun örtüştüğü görülmüştür (Noyes ve ark. 1995).Çekingen kişilik bozukluğunun ölçütlerini karşılayan sosyal fobi hastalarının daha fazla sosyal bozulma gösterdikleri görülmüştür (Schneier ve ark. 1991, Turner ve ark. 1992, Herbert ve ark. 1992, Holt ve ark. 1992). Herbert ve arkadaşları (1992 ) tarafından yapılan çalışmada yaygın sosyal fobisi olan 23 hastada çekingen kişilik bozukluğu olduğu görülmüş ve çekingen kişilik bozukluğu olan birey-

lerin olmayanlara göre daha fazla sürekli anksiyete, sosyal anksiyete, depresyon ve genel psikopatoloji gösterdikleri bulunmuştur. Alpert ve arkadaşları (1997) tarafından yapılan çalışmada ise majör depresif tanısı olan yetişkinlerde sosyal fobi ÇKB eş tanısı olan hastaların olmayan hastalara göre daha fazla atipik depresyon belirtileri gösterdikleri bulunmuştur. Bu çalışmanın amacı çekingen kişilik bozukluğunun yaygın sosyal fobideki psikopatolojiyi ne derece etkilediğini araştırmaktır. Sonuç olarak, çekingen kişilik bozukluğunun olmasının yaygın sosyal fobisi olan bireylerde sosyal anksiyeteyi ve kaçınmayı arttırdığı görülmüştür.

25


Yaprak Çetinkaya Derleyen: Hazel Halıcı

Çekingenliğiniz Hastalığınız Mı Karakteriniz Mi?

Sosyal yaşamın olmazsa olmazları; arkadaş sohbetleri, iş yemekleri, doğum günü partileri, hatta toplu ulaşım araçlarına binmek sizin için kâbusa dönüyorsa ortada bir problem olduğunu kabul etmeniz ve destek almanız gerekiyor. Çekingenliğiniz yüzünden kaçırdığınız bir iş fırsatı, başlatamadığınız bir gönül ilişkisi, haklılığınızı kanıtlayamadığınız bir tartışma oldu mu?” diye sorulsa çoğumuz bunlardan en azından bir tanesine olumlu yanıt verebiliriz. Çünkü her insanın genleri, ailesi, çocukluğu ve tecrübelerine bağlı olarak çekindiği durumlar olabiliyor. Ancak bazen çekingenlik öyle bir hale geliyor ki görünmez bir sınırı aşıp sosyal fobiye dönüşüyor. Belirtilerini çocuklukta göstermeye başlayan sosyal fobi, dikkate alınmadığında sosyal hayattan kaçan bazen de tamamen kopmuş olan yetişkinleri yaratıyor. Geleneksel değerlerin ve korku kültürünün baskın olduğu ülkemizde ne yazık ki milyonlarca gizli sosyal fobik yaşıyor. Bu kişilerden kimi kendini fark edip tedaviye yöneliyor, kimi kendisiyle yüzleşmekten kaçıp maskeler takarak yaşıyor, kimiyse kendi yarattığı küçük dünyasında ailesine bile sırtını dönerek yapayalnız kalmayı seçiyor. 26

Kendisi de eski bir sosyal fobik olan, ‘Sosyal Fobi’ kitabının yazarı Psikolog Yıldız Burkovik ile bu hastalığın iç yüzünü konuştuk. Göz Teması Yoksa Endişelenebilirsiniz Psikolog Yıldız Burkovik, kitabının önsözünde sosyal fobikleri “uyuyan devler” olarak nitelendiriyor ve bunu şöyle açıklıyor; “Uyuyan devler diyorum çünkü sosyal fobikler aşırı mükemmeliyetçi oldukları, hata yapmaya asla tahammül edemedikleri için eleştirilmektense geri planda kalıp susmayı tercih ederler. Onların seslerini duyurmalarıyla belki de devler çıkacak ortaya.” Tanıdık geldi değil mi? Hata yapmamak için bir adım geri duranlardan biri de sizsiniz belki… Bu kadar çekingen olmak ve çekingenliğin hastalığa dönüşmesi bir günde olmuyor, temelleri çocuklukta atılıyor. Bu durumdaki çocuk, dikkatli ve duyarlı anne-babaların kolayca fark ettikleri onlarca işaret vermeye başlıyor. Psikolog Burkovik, bu gelişimi şöyle açıklıyor; “En önemli belirti çocuğun göz temasında bulunmaktan kaçınmasıdır. Etrafındaki çocuklarla iletişime geçmek istiyor ama reddedilme korkusu ile bunu yapamıyor. Bazı çocuklar evde çok hareketli ve yaramazken dışarıda annelerinin yanından bir an bile

ayrılmıyorlar. ‘Aman ne cici çocuk’ diye takdir ettiğimiz bu çocuklar aslında çok çekingen olabiliyor. Eğer öğretmen çekingen çocuğu aşağılarsa, anne-baba da çocuğu takip etmiyorsa o çocuk içine kapalı, insanlara güvenmeyen, konuşmaktan hoşlanmayan bir insan haline geliyor. Kendi içine dönük işler yapıyor, mesela bilgisayar başından kalkmıyor. İnternet bağımlısı olduğu düşünülüyor ama o aslında belki de çekingen olduğu için sosyalleşemiyor.” Bu konuda hassas bir anne-baba, çekingen olan çocuğunu takım sporları, halk oyunları gibi sosyalleşebileceği ortamlara göndererek ona büyük destek olabiliyor. Ancak sorunun üstesinden gelmek o kadar da kolay olmuyor, çünkü başarısız olma duygusu çok baskın olan çocuk performans gösterememekten korkuyor. Başarılı olduğunda ise bir daha aynı başarıyı gösteremezse sevilmeyeceğinden endişe duymaya başlıyor.


Bunun nedenini Psikolog Yıldız Burkovik şöyle açıklıyor; “Örneğin sosyal fobik kişi karşısındaki insan konuşurken çok heyecanlanıyor. Bu nedenle lafın başını duyuyor, sonunu duyamıyor. Kelimeleri karıştırıyor. Duyduğu tek bir kelime üzerinden yanıt vermeye kalkıyor ve tamamen alakasız bir şey çıkıyor ortaya…”

Öğrenilmiş çaresizlik körüklüyor... Bir çocuğun çekingen olmasında genetik faktörlerin yanı sıra çevre koşulları da etkili olabiliyor. Bazı çocuklar çekingenliği ailelerinden alırken bazıları da anne-babaları, kardeşleri ya da arkadaşları tarafından aşağılandıkları ve duygularını içlerine attıkları için çekingenliğin tehlikeli denizlerinde yüzebiliyorlar. Psikolog Burkovik, çekingenliğin sebeplerinin çok değişken olduğunu ancak fark edilmediği takdirde çocuklukta, ergenlikte ya da yetişkinlikte hastalığa yani sosyal fobiye dönüşebildiğini belirtiyor. Çekingenliği ve sonrasında sosyal fobiyi körükleyen ise öğrenilmiş çaresizlik oluyor. Daha önce yaşanan kötü tecrübeleri zihnine yazan kişiler, benzer durumlarda aynı şeyleri yaşayacaklarına inanarak tedirgin oluyorlar. İş hayatında da ortaya çıkabiliyor. Yetişkinlikte ise sinyaller çoğunlukla iş hayatında ortaya çıkıyor. Çekingenliği sosyal fobiye dönüşmüş insanlar iş hayatında başarılı olamıyor, dikkatleri çok fazla dağılıyor, iletişim kuramamaya başlıyor.

Hayır demek öyle zor ki… Sosyal fobisi olan insanların en zorlandıkları konulardan biri de “Hayır” demek… Bu kişilerin her zaman başkasının söylediklerini yaparak kendilerini daha güvende hissettiklerini belirten Psikolog Yıldız Burkovik, “Bu durum tüm iplerini başkasına vermek anlamına geliyor. Hep bir onay bekliyorlar. Karşı taraf iyi niyetli ise sorun yok ancak kötü niyetli ise vay haline… Anne-babaların dikkat etmesi gereken konulardan biri de budur. Örneğin çocuğunuz giyinirken sizin önerilerinize karşı çıkıp ısrarla kendi istediği kıyafetleri giyiyor, çarşıya çıktığınızda kendi istediklerini satın almanızı sağlıyorsa hiç endişelenmeyin, o çocuk kesinlikle çekingen değildir” diyor. Heyecanı kontrol etme teknikleri Sosyal fobik kişilerin tedavisinde herkesin özelliklerine uygun olarak tercih edilen psikoterapi yöntemleri kullanılıyor. Psikoterapinin içinde heyecanı kontrol etme tekniklerinin hastalara öğretilmesi de yer alıyor. Psikolog Yıldız Burkovik, bu teknikleri şöyle anlatıyor; “Bedensel tepkiler kişileri çok fazla engellediği için önce bunları düzeltmeye yöneliyoruz. Sosyal fobik insanlar çok gergin oldukları için elleri ayakları soğuyor. Doğru nefes alamadıkları için nabızlarının çok hızlı olduğunu düşünüyorlar. Bunu düzeltmek için diyaframa bir kemer takarak bilgisayar ekranında nefes alış verişlerini kendi gözleri ile görmelerini sağlıyoruz.

Hastalar ne kadar yanlış nefes aldıklarını ekranda görünce şaşırıyorlar. Beden tepkilerini kontrol etmeyi öğrenen hastaların düşünce bazındaki yanlış şartlanmaları varsa onları da psikoterapi yöntemleri ile gidermeye çalışıyoruz. Önce kişinin durumunu fark etmesini sağlıyoruz. Eğer kişi iletişimini sıfırlamışsa, kimseyle konuşmuyorsa ilk adımda psikiyatriye başvurmak gerekiyor. İlaçla yol alındıktan sonra psikoterapi başlıyor.” Burkovik, terapiye düzenli devam eden, ilaçlarını söylenen sürelerde düzenli alan kişilerin hayatlarının devamında karşılarına çıkan zorlu zamanlarda kaybettikleri dengeyi kolaylıkla tekrar kurabildiklerini belirtiyor.

Herkes beni izliyor! Sosyal fobisi olan kişinin ruh halini, “Kişiler, sanki kendisini izlemeye gelen birileri varmış ve sürekli onu gözlüyorlarmış gibi hissederek yaşıyorlar. Etraflarına bakmadıkları ve göz teması kurmadıkları için sürekli izlendiklerini düşünüyorlar. Oysa başlarını kaldırıp bir baksalar kimsenin onları izlemediğini fark edecekler” sözleri ile tanımlayan Burkovik, göz önünde olmaya alıştığı sanılan ünlü isimlerin dahi sosyal fobik olabildiğini belirtiyor. Sosyal fobisi olan bir oyuncunun sahnede çok rahat olabilmesini ise, “Çünkü oyuncular oynadıkları role giriyorlar. Zaten sosyal fobide sorun da insanın kendisi olmaması ve maskeler takmasıdır” diyerek açıklıyor. Bazı sosyal fobikler çekingenliklerini günümüz deyişi ile “cool” bir görüntü arkasına saklarken bazıları da çok girişken görünebiliyor, iddialı kıyafetler giyerek kendine güvenli bir imaj çizebiliyor. 27


Sosyal fobi nedir? İlk kez 1966 yılında psikiyatrist Isaac Marks tarafından tanımlanan sosyal fobi, temelde, başka insanların bulunduğu ortamlarda hata yapma, diğer kişiler karşısında küçük düşme korkusu olarak tanımlanıyor. Psikolog Yıldız Burkovik, durumu şöyle açıklıyor; “Bir sosyal fobiğin düşünce zinciri olumsuz düşüncelerle harekete geçer. Durmadan kendi içinde döner, hareket edemez, yalnızca endişe duyar, tedirgin olur. Performans göstermesi gereken bir durumla karşılaştığında daha çok kaygı duyar ve ani tepkiler göstermeye başlar. Bir alarm altında önce ‘buradan kaçmalıyım’ duygusu, sonrasında ise kalp çarpıntısı, titreme, boğazın düğümlenmesi, terleme ya da aniden buz kesme hali yaşanır.”

Danışanlarım arasında en çok avukatlar ve öğretmenlerin sosyal fobiden kurtulmaya çalıştığını gözlemliyorum. Avukatlar, yüzlerinin kızarmasından ya da terlemekten çok kaygılanıyorlar çünkü söylediklerine itibar edilmemesinden çekiniyorlar. Öğretmenlerin bu duygulardan kurtulmaya çalışması beni çok sevindiriyor çünkü bu öğretmenlerin sınıflarında aynı durumdaki çocuklara çok daha anlayışla yaklaşacaklarına inanıyorum.”

Hangi Durumlarda Psikoloğa Başvurulmalı? Göz teması kurmaktan korkuyorsanız, dikkatiniz tamamen dağınıksa, hiçbir şeye ‘hayır’ diyemiyorsanız, durmadan eleştirilmekten korkuyorsanız, topluluk içinde farklı fikirlerinizi dile getiremiyorsanız, tek başınıza alışverişe gidemiyorsanız yabancı yerlere giremiyorsanız, ineceğiniz yeri söylemekten çekindiğiniz için dolmuşa binmiyorsanız, hatalı bir mal satın aldığınızda iade etmekten çekiniyorsanız, ihtiyacınız olduğu halde dışarıda tek başınıza tuvalete gidemiyorsanız, kızarıyor, titriyor, terliyorsanız, çarpıntınız varsa mutlaka psikolog desteği almanız öneriliyor.

arkadaşları ile kavga etmeyen bir kız çocuğu idim. Kavga etmiyordum tabii çünkü aslında hiç arkadaşım yoktu. Okul hayatım çok zor geçti. Çoğunlukla sınıfın alay edileni oldum. Yalnız çocukların kendilerini derslere verdiği, okul başarısı ile kendilerini ispatladıkları düşünülür. Ben onu da yapamadım. Ne derslerle ilgilendim ne de sosyal bir hayatım oldu. Lise bitince iyi kötü bir üniversiteye kapağı atmayı başardım. 18 yaşından sonra da artık bu işin böyle gitmeyeceğini düşünüp bir psikoloğun kapısını çaldım. Şimdi çok daha iyiyim ama mümkün olsa çocukluk yıllarımı hafızamdan silip atarım. Ailemin benimle daha çok ilgilenmesini isterdim…” Leyla, 28, Ankara İnsanlardan korkuyorum

“Beni ilk kez gören herkes mutlaka ne kadar ukala ve soğuk olduğumu düşünüyor. Sosyal fobik insanları kalıp cümÖyle düşünmeleri hoşuma da leler ile tanımlamak imkânsız, gidiyor aslında. Çünkü içimde çünkü bazen kendine hiç güveni kendine güvensiz, çekingen, olmayan kişi sosyal fobi yaşarken korkak bir ben yaşıyor. Üniversite bazen de kendine çok güvenli olan öğrencisiyim. Benim için derse kişi kendini göstermekte çekingen girmek, derste bir soruya cevap davranabiliyor. Bu durumun vermek, ders çıkışı kantine günlük yaşamdaki yansımaları takılmak; bunların hepsi her kişide farklı şekilde ortaya birer kâbus. Kimseyle çıkıyor. Psikolog Yıldız Burkovik, konuşmak istemiyorum bunun örneklerini şöyle anlatıyor: çünkü konuşurken kızarıp “Bir şirketin genel müdürü bir kekeliyorum, sırtımdan toplantıda herkesin önünde eli soğuk terler boşanıyor. titreyeceği için imza atmaktan Dolmuşta benimle aynı duçekinebiliyor. Bir başka yönetici rakta inen olmadığı zaman, topluluklara konuşurken sesinin ‘inecek var’ diyemediğim incelmesinden çekindiği için bu için kaç kez evimden işleri hep yardımcılarına devredebirkaç durak ötede biliyor. Evlilik hazırlığında olan indiğimi hatırlamıyorum bir kişi, düğün pastasını kestikYAŞAYANLAR ANLATIYOR bile. İnsanlardan korkuyoten sonra eşine yedirirken elinin rum ve bu şekilde nasıl Çocukluğumu hatırlamak istemititremesinden çekinebiliyor. Çocukluğumu hatırlamak bir geleceğim olacak hiç yorum. Herkesin aman ne uslu diye istemiyorum.“Herkesin ‘aman bilmiyorum.” sevdiği, yaramazlık yapmayan, ortalık ne uslu’ diye sevdiği, yaramazlık karıştırmayan Nilay, 19, İstanbul yapmayan, ortalık karıştırmayan, 28

Ya elim titrerse?


Emma Donoghue

ODA

İsmail Bıyıklı

Kitap Detayları Yazar: Emma Donoghue Çevirmen: Gül Çağalı Güven Yayın Evi: Doğan Kitap Sayfa Sayısı: 296 PsiNossa’nın Puanı: 10/8.2 New York Times tarafından 2010’un en iyi 10 kitabından biri olarak seçilen sarsıcı bir roman… “Oda’da her türlü duygusal darbe var. Ama duyguyu mümkün kılan şey, kitabın kusursuzca kurgulanmış olması. Oda öylesine güzel düşünülmüş ki, hiçbir şekilde yapmacık gelmiyor. Ama uyarmış olayım, bir içeri girdiniz mi, son sayfaya kadar Donoghue’nun gönüllü tutsağı olacaksınız.” Newsweek “Oda anne sevgisinin şimdiye kadar okuduğum en hayat dolu, en ışıltılı, en güzel ifadesi. ” Irish Times

Beş yaşındaki Jack’e göre, Oda bütün dünyadır: Doğduğu, Anne’siyle birlikte yemek yediği, oyun oynadığı, televizyon seyrettiği ve dışarısı hakkında bütün bildiklerini öğrendiği yer. Yaşlı Nick’in geleceği akşamlar, Anne onu güvenle uyuması için Gardırop’a kapatır. Oda Jack’in yuvasıdır, oysa Anne için burası yedi yıldır kapatıldığı zindandan başka bir şey değildir. Anne, azim ve beceri ve ana sevgisiyle, oğluna özel bir hayat yaratmıştır ama Jack’in soruları çoğaldıkça, onun çaresizliği de artmaktadır. Yine de, asıl sorunlar Büyük Firar’dan sonra Dışarısı’nda beklemektedir onları… Jack’in yaratıcı, komik ve iç yakıcı sesiyle anlatılan Oda, sevgileri imkânsızdan sağ çıkmalarını sağlayan bir ana-oğlun güçlü hikâyesi.

Kitaba Genel Bakış New York Times’ın seçtiği “2010 Yılının En İyi 10 Kitabı”ndan birisi. 2010 yılının en iyi kitabını sizlere takdim ediyorum. Kitabın türünü vermem gerekirse, çok kapsamlı tutmam gerekecek. Çünkü dramdan komediye, aksiyondan psikolojiye hatta birazda gerilime hazır olun. Roman, 3 karakter üzerine kurulmuş. Yaşlı Nick ve onun evinde tuttuğu tutsağı bir kadın ve tecavüz sonucu doğumu gerçekleşen Jack. Çok fazla karakter olmaması sizi yanıltmasın. Üçü de size farklı farklı yaşantılar sunacak.

Kendi hayatınızdan parçalar bulacaksınız, onları birleştireceksiniz sonrasında kitaptan çıkamayacaksınız. Ben ilk başta çocukluğuma döndüm, kitabın ilk sayfasından itibaren kendimi Jack gibi hissetmeye başladım. Nick’in, Jack’e yaptıklarını okurken, kendi kendime söylendim. Kitap bittiğinde; yemek yerken, odamda uzanırken ya da pencereden bakarken kendimi hala Jack gibi hissetmeye başladım. Emma, o kadar etkileyici bir dil kullanmış ki, okurken deprem olsa ruhunuz bile duymayacak. *** Kitabımız; “Çocuğum Öylesine dertliyim. Sense uyuyorsun, dingin yüreğin; O kederli koruda; Bronza çivilenmiş gecenin içinde, Kıpırtısız yatıyorsun mavi karanlıkta ışıldayarak. Simonides “Danae” şiiri ile başlıyor ve 5 bölümden( armağanlar, yalan bozumu, ölmek, sonrası, yaşamak) oluşuyor. Her bölümün konusu, sizi şaşırtacak noktalardan birisi bence. Başlıkları bile kusursuzca tasarlanmış.

29


ODA’nın Özeti ODA, size kısaca özetlemem gerekirse, 5 yaşındaki çocuğun inanılmaz hikayesidir. Bu romanı diğerlerinden ayıran en büyük fark 5 yaşındaki bir çocuğun gözlemleriyle romanı dinlemek oluyor. Çocukluğumuzda yaşadığımız o saf duyguyu yaşamamızı sağlıyor, çocukluğumuzun o nefis kokusunu alıyoruz ve o dönemde yolculuk yapmaya başlıyoruz. Yaşlı Nick denen karakterimiz, bir kızı küçük bir odaya kapatıyor. Bir tecavüz sonucu kızın, Jack adında bir çocuğu oluyor. Asıl roman burada başlıyor. Jack ve annesi bu odanın içinde kilitli bir şekilde yaşıyorlar. Odanın havalandırma şekli çok il-ginç, sadece bir penceresi var ve belirli aralıklarla açılıyor. Pencere açıldığında ise dışarısı görünmemesine rağmen, Jack ve annesi birisi olabilir ümidiyle, çığlık çığlığa bağırıyorlar. Yeme getirme işlemini ise Nick canı istediğinde yapıyor. Her açıdan Yaşlı Nick’e bağlı bir hayat geçiriyorlar. Annesi için dışarı çıkmak çok önemli iken Jack için ise burası onun doğduğu yerdir ve evi gibi hissetmektedir.

Odadan çıkabilmek için şifreyi bilmek gerekiyor. Kapı şifre olmadan asla açılamıyor. Tam 7 yıl sonra, odadan çıkmayı başarıyorlar. Biz de derin bir nefes alıyoruz. Tam her şey yoluna girecek ümidiyle beklerken, hayatları daha zor bir hal alıyor. Jack, oda dışında hiç bir şey bilmediği için çevreye uyum sağlamakta çok zorlanıyor. Güneş, yağmur, esinti, merdiven ne görürse görsün şaşırıyor. Bunların ne için var olduklarını soruyor.

30

Annesi bunları açıkladığında ise anlam veremiyor. Bunun dışında bir de, olayları bağdaştırma konusunda fazlasıyla zorluk yaşıyor küçük Jack. Bir parka gidiyor, farklı bir park gördüğünde parkın içindeki oyuncakların yerinin değiştiğini düşünüyor. Birden fazla park olduğunu çok sonradan anlıyor. Bunu çok anlamlı bir cümleyle özetliyor. “Dünyadaki çoğu şey birbirinin tekrarı gibi.”

Kısaca bahsetmem gerekirse; 5 yaşındaki bir çocuğun odada kilitli kalması, annesi ile birlikte odadan çıkma çalışmaları, psikolojik terapilerinde yaşadıklarını; okumaktan ziyade bir de, 7 yaşından sonra hayatla yeni tanışan bir çocuğun maceralarını ve yaşadığı bilişsel süreçleri de aynı anda gözlemlememizi sağlayan, hiç bir kitapta bulamayacağınız kadar geniş ve akıcı bir konuya sahip harika bir roman olarak özetleyebiliriz.

Romana adını veren “oda” nasıl bir yer? Jack’in odası onun dünyasıdır, başka bir yerigörme şansı zaten yoktur. Duvarın en üstünde küçük açılmayan ve asla ulaşılamayan bir penceresi vardır. Dışarıya ses gitmemesi için çok iyi Jack, aynı zamanda çoğu zaman bizim dikkat etmediğimiz noktalara değiniyor. Bunları okurken, yüzünüze bir gülümseme ilişiyor. Bir tane örnek vermem gerekirse. Birinin canı yandığın da “dikkat et” deriz. Jack ise bunu neden yanmadan önce söylemediğimizi merak ediyor. Bütün bu olaylarla başa çıkamayan annesi, bir uzmandan yardım alması gerektiğini düşünüyor. Araştırmalarının sonucunda bir psikolojik yardıma karar veriyor. İlk terapilerinde Doktor Caly, Jack’e 120 renk boya kalemi olan bir kutu veriyor ve kaldığı odasını resimlemesini istiyor. Jack 120 renk arasından sadece; yeşil, kırmızı, kahverengi, mavi ve turuncu olanları seçiyor ve odasını bu beş renk ile çiziyor. Doktor Caly, neden sadece beş rengi kullandığını araştırdığındaodadaki boya kalemlerinin içinde sadece o renkler olduğunu fark ediyor.

yalıtılmıştır ve içinde bir buzdolabı, ocak, eski bir TV, tek kişilik bir yatak ve haftada birkaç akşamını yaşlı Nick yüzünden içinde geçirmek zorunda olduğu bir dolap. TV’de izlediği şeyler onun için gerçek değil bir çizgi filmden ibarettir. Çünkü hiç birini asla görmeyecektir. Dağlar, ovalar, diğer insanlar, hayvanlar, çiçekler... Hiç biri yoktur onun için.

ODA’nın Şaşırtan Yönü Bizi yani psikolojiye meraklı olanları en çok ilgilendiren nokta, Jack’in gelişimini birçok gelişim kuramına göre gözlemliyor olmamız. Jack kitabın başlarında 5 yaşındadır. Erik Homburger Erikson’un Psikososyal Gelişim Kuramına göre; “girişimciliğe karşı suçluluk duygusu” dönemindedir.


Bu dönemde çocuklar, bir kişi olarak kendisine güçlü bir şekilde inanma duygusunun başladığını ve bir kişi olarak yapabileceklerinin neler olduğu keşfetmeye çalıştığını ifade etmektedir. Bu dönemde sayısız konular hakkında durmadan sorular soran, düşüncelerinde ve hayal gücünde bir artma gözlenen çocuk yeni projelere girişir, planlar yapar, bilişsel ve sosyal yeteneklerini kullanmaya çalışır. Bu girişimlerde anne-babanın desteği ve cesaretlendirilmesi, çocuğun bu girişimlerde bulunmaktan zevk almasına ve yeni girişimlerde bulunmasını sağlar. Öte yandan çocuğun girişimlerinden dolayı azarlanması ve cezalandırılması suçluluk, değersizlik ve kızgınlık duygularının gelişmesine neden olmaktadır. (Editör; Şerife Işık Terzi, Eğitim Psikolojisi, Pagem Akademi(2013) s;146) Ericson’un da söylediği gibi Jack’te bütün bu özellikleri okurken, yaşıyoruz ve Ericson’un gelişim kuramının büyük bir örneğini izliyoruz. Ericson’un kuramından Jack’in kitapta yaşadıkları üzerinden bir kaç örnek vermem gerekirse; Odadan kurtulduklarında “girişimciliğe karşı suçluluk duygusu” döneminden henüz çıkamamıştı ve annesine her gördüğü nesneyi, sorarak bir girişimcilik örneği göstermiş oldu. Jack’in annesi ise sorularına bıkmadan yanıt verdi ve asla merak ettiği için onu suçlamadı. Annesinin gösterdiği bu davranış sonucunda Jack, Ericson’un kuramına göre suçluluk duygusu yerine cesaret ve özgüven kazanımı sağladı. Bir başka örnek ise Jack’in soyut işlem özelliğinin gelişmemiş oluşuydu. Olayları hep somut özellikleriyle değerlendirmeye çalıştı. Bu özellik ise Piaget’in Bilişsel Gelişim Kuramını bize hatırlatmış oldu. Bunun dışında bir kaç gelişim kuramını daha gözlemliyoruz. (Ödüllü sorumuz için yazının sonuna bakınız). Emma, bize çok güzel örnekler vererek, çocuk gelişimi ve çocuk psikolojisini iyi gözlemlememizi sağlıyor. Bana göre bir diğer ilginç nokta; kitabımızda sürekli “anne” kelimesinin geçiyor olması. Bu durum okuyucuyu ister istemez rahatsız ediyor. Yazarı arayıp. “Adı nedir bu annenin?” diye sormak istiyorsunuz. Üstelik Anne’ye, Yaşlı Nick’in sürekli tecavüz etmesi okuyucuyu fazlasıyla geriyor. Yazımın başında söylediğim gibi, kitabın içine giriyor ve Jack oluyorsunuz, sonrasında Jack’in annesine tecavüz ediliyor ve siz kitabın içindeyken bir şey yapamamak sinirlerinizi alt üst ediyor. “Bütün dileklerinizin gerçekleşeceği bir yıl diliyorum. Ruhunuz mutluluk dolsun. Mutlu ve umutlu yıllar”

ÖDÜLLÜ SORU (Yeni Yıl Hediyemiz)

Psinossa okuyucularına bir yeni yıl sürprizimiz var. Bu kitap boyunca Jack’in gelişimi ve gösterdiği davranışlar birçok gelişim kuramına göre anlatılmıştır. Fikrini bizimle paylaşan şanslı bir okuyucumuza ismine imzalı “Canan Tan - Pembe ve Yusuf “ kitabı dergimiz tarafından adresine gönderilecektir. Size göre kitapta geçen en uygun kuramı nedeniyle birlikte açıklayarak, kitap eleştirmenimizin mail adresine gönderebilirsiniz. İletişim: i.biyikli34@hotmail.com Son Katılım Tarihi: 20.01.2014 - 00.00

Tavsiye Ettiklerimiz Keşke Kadın Olsam - Aykut Oğut Sevgili kadınlar! Erkeklerle ASLA eşit olamazsınız Çünkü asıl GÜÇLÜ olan sizsiniz! İçinizdeki tanrıçayı uyandırma vakti geldi! Üç - Sarah Lotz Olağanüstü bir üslup kullanmış olan Lotz, kitabın ilk sayfasından başlayan gerilimi her yeni bilgide bir basamak daha artırıyor. Çeşitli karakterleri içeren roman öylesine ustaca kurgulanmış ki, okuyucular bu heyecan dolu kitabı bir solukta bitirecekler. Evrensel çekiciliği ve harika yazım üslubuyla Üç, hiç kuşkusuz yılın en ses getiren eserlerinden biri. İki Şiirin Arasında - Yekta Kopan Yaşamın uzamış anlarından kurduğu öykülerini okura emanet eden bir yazar Yekta Kopan. Ruhumuza nereden sızdığını bilmediğimiz yüzleşmelerin izdüşümleri onun kaleminden bize ulaştığında kendi hesaplaşmalarımıza dönüşür. Farkına bile varmadığımız küçük anlarımız, yaşamımıza dağılır, genişler, sonra da hep sürer. Ya bir Yekta Kopan öyküsüdür onlar artık ya da unutulmuş bir yerde yazarlarını beklemişlerdir.

31


Mezunlar Köşesi

Çağdaş Toraman

O dönem Psikoloji Kulüp Başkanı olan Elif Sağlam bana TPÖÇG’ deki anılarını anlatıyordu ve benimde ilgimin çektiğini fark ettim. 2. sınıftayken Mersin’e gittim ve ilk kez Selamlar…2009-2010 Eğitim TPÖÇG ile orada tanıştım ve gerÖğretim yılında Maltepe Üniversite- çekten o dönem TPÖÇG Başkanı si Fen-Edebiyat Fakültesi Psikoloji Hasan Akalın bizi Mersinde (Türkçe) bölümünü kazandım. İlk ekibiyle dostça karşıladı ve bize yılımda üniversitemde zorunlu TPÖÇG’ü sevdirdi. Türkiye’de olan İngilizce hazırlık bölümünü diğer Psikoloji bölümlerindeki okudum. İstanbul’u kazandığım gelişmelerden ve dünyadaki için İstanbul’un avantajlarından psikolojideki gelişmelerden bizi faydalandım, hazırlık eğitimi döne- haberdar ediyordu.TPÖÇG’ün etmimde mesleki alanımla ilgili olan kinlikleri sayesinde farklı ünivereğitimlere katıldım, katıldığım sitelerin psikoloji bölümündeki seminerlerin konusundan çok bana gelişmelerden haberdar olduk ve bu gelişmeleri kendi ünineler kazandırdığı ile ilgilendim. versitemizde uyguladık. Farklı Üniversiteyi bitirdiğimde elimde üniversitelerde samimi dostluklar farklı alanlarda katılım belgeleri, uygulama envanterleri sertifikaları kazandım ve alanda ilerlememde arkadaşlarımın gelecekle ilgili ve uygulayıcı gelişim testleri planlarımı yapmamda faydalarını sertifikaları vardı. gördüm.

Üniversite hayatım boyunca farklı kulüplerde farklı görevlerde bulundum. Uzun bir süre psikoloji kulübüne başkanlık yaptım, tiyatro kulübünde yöneticilik yaptım, dans kulübüne katıldım. Üst dönem sınıflardan arkadaşlar edindim, onların tecrübelerinden ve de deneyimlerinden yararlanma fırsatı yakalamış oldum. Psikoloji kulübünün neler yaptığını merak ettiğim için üst sınıflarda arkadaşlarımın neler yaptıklarını ne gibi aktiviteler ve etkinlikler ile katılımlarını devam ettirdikleri hakkında bilgi sahibi oluyordum.

32

oluşumunda daha sağlıklı kararlar vermeme yol açtığını düşünüyorum. Bölümü tercih ederken, Hollywood etkisi ile mezun olur olmaz danışanlarımı rahat ve uzun koltuklara oturtacak, çocukluklarına inecek, onları hemen ruh sağlıklarına kavuşturacaktım. Lisans öğrenimimin 3.senesindeyken anladım ki psikoloji mezunları okullarını bitirir bitirmez böyle yetkinliklere ve donanımlara sahip olmuyor, bunun için alanında uzmanlık yapmış olmak, maddi-manevi birçok fedakârlık yapıp belirli ekollerin uzun soluklu eğitimlerini alınması gerektiğini ve insanın kendini geliştirmesi gerektiğini anladım.

İş hayatımın belli bir döneminde devlette çalışmayı Psikolojideki çalışma alanlarını düşünüyordum bunun için de yakından tanıyabilmek için ve de üniversiteyi bitirdikten sonra yatkınlığımın hangi alan üzerine bu hedefime ulaşmam için olduğunu saptamak amacı ile aşmam gereken bir sınav vardı, psikoloji bilim alanının farklı o sınavı kazanabilmek için alanlarında gönüllü ve de zorunlu 4.sınıfta okulla beraber dershanstajlar yaptım. Hastanelerde, özel eye gittim. Bunun yanı sıra, kliniklerde, huzur evlerinde staj iş sıkıntısının çok yaşanması yaptım ve Maltepe Üniversitessebebiyle Marmara Üniversiteinin sokak çocuklarının topluma sinde biçimlenme eğitimi aldım. yeniden kazandırması için Sınavdan sonra tercihlerimi başlattığı ‘Soya’ çalışmasında yaptım ve Aile ve Sosyal politigönüllü olarak bulunarak çocuk- kalar bakanlığına atandım. larla olan iletişim becerimi ölçme fırsatı yakaladım. Okuldaki Umarım psikoloji alanının sosyal duyarlılık çalışmalarına yeri hak ettiği yeri bulur ve de katıldım.Yaptığım bütün geleceği daha parlak olur. stajlardan farklı deneyimler elde ettim ve önümü daha iyi göreSaygılarımla bilmemde mesleki hedeflerimin


Yepyeni bir yıla uz merhaba diyor

2014’ü geride bırakıyoruz ve yepyeni bir yıla merhaba diyoruz. Hepimize başkalarının istek ve beklentilerinden bağımsız, kendinizi tanıyabileceğiniz, kendinizi gerçekleştirebileceğiniz, sevdiklerinizle daha sık zaman geçirebileceğiniz, daha çok eğlenebileceğiniz, özel bir günü beklemeden daha çok hediye alabileceğiniz, her güne umutla başlayabileceğiniz, her anın kıymetini bilerek hayatı ertelemeyeceğiniz bir sene, bir yaşam diliyoruz. Mutlu seneler! Yeni yılın yeni beklentiler planlar demek olduğu hepimizce malum. Bir şeyler değişsin istiyoruz, daha iyi, daha güzel olsun her şey… Ama burada önemli bir noktayı unutmamakta fayda var ki değişim bir anda gerçekleşmez. Küçük bir adım koskoca bir değişimin başlangıcı olabilir. Değişimi başlatacak olan da devam ettirecek olanda bizleriz. Ve değişime nerden başlamamız gerektiği nasıl devam ettirmemiz gerektiğini belirlememiz gerekiyor. Psikolojide buna hedefleri belirleme diyoruz. Hedeflerimizi belirlerken de dikkat edilmesi gereken bazı noktalar var. 1- Yeni yıldan beklentilerinizi tanımlarken, net cümleler kurun. 2- Tam olarak neye ulaşmak istediğinizi bir kağıda yazın ve her gün görebileceğiniz bir yere asın. 3- Hedef belirlerken, ekonomik durumunuzu, takviminizi, ailenizin ihtiyaçlarını da göz önünde bulundurduğunuzdan emin olun. 4- Hedeflerinizi ve bunları ne kadar zaman içinde hayata geçireceğinizle ilgili yazılı bir plan hazırlayın. 5- Yaptıklarınızla ilgili olumlu tutumunuzu korumaya devam edin.

OCAK Veremle Savaş Eğitimi Haftası Ocak ayının ilk Pazartesi günü Enerji Tasarrufu Haftası

Ocak ayının ikinci haftası

Beyaz Baston Körler Haftası

7 - 14 Ocak

Çalışan Gazeteciler Günü

10 Ocak

İdareciler Günü

10 Ocak

Cüzam Haftası

25 - 31 Ocak

Dünya Gümrük Günü

26 Ocak

6- Hedefiniz ulaşılması zaman alacak ya da geniş bir alanı kaplayan cinstense, onu küçük parçalara bölmeyi ihmal etmeyin. 7- Hedefler ve onları gerçekleştirme konusunda, çocuklarınızdan, eşinizden, ailenizden hatta tehlikeli bir alışkanlığı ortadan kaldırma ile ilgili hedefler konusunda, uzmanlardan da yardım alın. 8- Aksamaların, başarısızlıkların her zaman olabileceğini aklınızdan çıkarmayın. 9- Başarılarınızın farkına varın. Ulaştığınız her hedefiniz için, kendinize o hedeften daha küçük bir ödül sunun. 33


YENİ YIL Can Akın Yeni yıl tüm coşkusuyla bizi sararken yeni umutlar, yeni başlangıçlar, yeni… diye bir aşkla söze başlayamayacağım. Çünkü 2014’ün ve önceki senelerin bu kadar hızlı geçmesi yüzünden hayıflanmadan duramıyorum. Evet, ‘sebebiyle’ demedim, ‘yüzünden’ dedim. Çünkü yeni yıl yaklaşırken tam olarak yaptığımız şey bu. Yaşadıklarımızın, başımıza gelenlerin suçunu başka şeylerin üzerine yıkmak, e 2015’de hazır geliyorken biz bu sene yaşadığımız kötü şeyleri 2014’ün üzerine atalım en iyisi. İnsanlarımız yeni yıla temiz bir başlangıç olarak bakıyorlar. ‘Ay yılbaşından itibaren yemeyi keseceğim, boğazımı tutacağım’, ‘Bak cidden yeni yılla beraber düzenli çalışmaya başlıyorum’ ‘ 1 Ocak benim için dönüm noktası kardeşim, spora gideceğim, vücut yapacağım Kıvanç Tatlıtuğ’a taş çıkartacağım’ Arkadaşım sen bunca yıl ne yapıp değiştirdin ki şimdi değişeceksin ya gözünü seviyim. Tabi yapalım kendimize iyi gelecek şeyleri, yapalım ama maalesef ki bu yaptığımız klasik bir pazartesi başlangıcı için söylediğimiz şeylerden farksız. Yeni yılla ilgili bahsetmek istediğim bir diğer ve belki de en önemli nokta ise, yeni yılın insanlar üzerinde bir türbe, bir dilek ağacı misali etki göstermesi. İnsanlar yeni yıla girerken sıra sıra, bitmek tükenmek bilmeyen beklenti ve ümitlerini sıralıyorlar. Yeni yıl bizim gözümüzde böyle bir Eyüp Sultan, bir Salih Baba türbesi gibi bir şey. Dualarımızı ediyoruz, dileklerimizi diliyoruz. 34

Yine oğlumuza hayırlı kısmet arıyorsak arıyoruz aynı yani bir farkı yok, ha bir hindi farkı var aman onu da kaç Türk ailesi pişiriyor zaten merak ediyorum. Sertap Erener’in ‘yeni bir aşk, yeni bir iş, yine gülecek bir neden lazım’ adlı yıllar önce yeni yıla ithafen yazdığı şarkı da yeni yılın bu etkisini gözler önüne seriyor. Orta Asya’dan getirdiğimiz kültürün bir parçası mıdır bilmiyorum ama dilek dileyebileceğimiz en ufak yeri, etkinliği katiyen kaçırmıyoruz ülkece. Ama maşallah yani umut fakirin ekmeğidir ya bizi hayatta devam etmeye zorluyor, hani yıkılmadım ayaktayım modunda devam etmemize destek oluyor. Geçen sene sonunda sosyal medya da gezinirken en çok dikkatimi çeken şeylerden biri de, insanların yaşadıkları seneye duydukları hınç olmuştu. Bir baktım ki herkes 2013’e sayıp sövüyor. ‘Sonunda bitiyor felaketler senesi’ ‘Of Allahım bitmedi gitti şu lanetli yıl’ ‘Büyük hüzünler, acılar, ölümler gördük bu sene, neyse ki bitiyor’ Öyle bir hava oluşmuş ki 31 Aralık gece 12yi geçtiği an tüm kötülükler sona erecekmiş gibi bir algı vardı. İşin trajikomik yanı bu düşünce 2011 sonunda da mevcuttu 2012 sonunda da. Hiçbir sene mi gol değil arkadaşlar nedir bu ya. Biz bu gidişle hiç rahat, mutluluk yüzü göremeyecekmişiz gibi duruyor. Neyse neyse yaşadığımız kötü şeyleri başka şeylerin üzerine atmak iyidir. Hayır, ne yapalım yani kendimizi suçlayıp mutsuz mu olalım canım iyi böyle valla. Yeni yıla öyle bir anlam yüklemişiz ki ‘Yeni yıla nasıl girersek tüm yılımız öyle geçer’ gibi ciddi bir inanca sahibiz. Çok tuvaleti gelse de 12yi geçmeden gidemeyen arkadaşlarım

mı dersiniz, eline bir ders kitabı alıp bekleyen mi ararsınız, sevgilisine sülük gibi yapışıp hiç bırakmayanları mı dersiniz işte aklınıza ne geliyorsa, insanlar senelerini nasıl geçirmek istiyorlarsa ya da istemiyorlarsa ona tutunmuşlar ki yıl boyu da böyle sürsün. Bu gece 12 olayı küçük kıyamet gibi bir şey herhalde. Ertesi günün bir önceki günden bizim için farkı bir çağı açıp bir çağı kapatacak derecede güçlü bir etkiye sahip. Eh ne deyim inanmak başarmanın yarısıdır hiç bozmayalım. Yeni yılın tüm bu üzerimizde bıraktığı etkiler bir yana yeni yılın annem üzerinde bıraktığı etki her sene aynı oluyor. (‘Bu yıl da ne kadar hızlı geçti, zaman çok hızlı geçiyor, hızla yaşlanıyorum.’) ‘Anneler her şeyin en doğrusunu bilir’ klişesine girmek istemiyorum ama sanırım annem bu konuda çok haklı. Zaman ikinci bir şans tanımayan en kötü kalpli kaynakların başında geliyor ve biz hiçbir zaman elimizdeki zamanla tatmin olmuyoruz. Sanırım en iyisi göz kenarlarımıza eklenen her kazayağını hayatın bize kattığı yeni bir tecrübe olarak görüp, bir şeyler kazanmasak bile bu hayata bir şeyler kazanarak devam ettiğimizi düşünmek. Şahsen ben yeni yıla girerken bunu düşünmeyi düşünüyorum.


İzmir MASK Müzesi ( Giriş Kat)

KUMBA KARNA/ BARONG’S MASKESİ- Dilli Barong’s Her yeni yılda yeniden doğan Barong’s, Bali inancına göre sadece bir gün yaşar. Buna rağmen tüm kötülükleri ve kötü ruhları uzaklaştırır. ENDONEZYA/ Bali Adası Mango ağacı, altın varaklı karton, cam, akrilik boya

35


Büşra Kandemir

Farkındalığın Farkına Varmak Geçmişte ya da gelecekte yaşamak, yaşadığımız anı ıskalamak birçoğumuzun yaptığı bir hatadır. Güzel bir manzara karşısında otururken mutlu oluruz. Ama bu manzaraya bakarken ertesi gün olacakları veya geçen hafta olanları düşündüğümüzde mutluluk kaybolur. Düşünceler, biz istemesek bile zihnimizde dolanır. Artık biz, düşüncelerimiz olmuşuzdur. Onlar bizi yönetmeye başlar. Bazen çevremizde olan olaylarla ya da içimizde olup bitenle değil, kafamızda yarattığımız yargılarımızla hareket ederiz. Her şeyi analiz edip yorumlamaya çalışırız kendi çapımızda. Bu yoğun anlamlandırma çabası, aslında olup biteni hissetmememize yol açar. İşte bu, yukarıda bahsettiğim durumların hepsi; farkında olmamanın birer göstergeleridir. Tıp

profesörü John Kabat , ‘’Farkındalık, yargısız bir şekilde şimdiki ana odaklanabilmek amacıyla dikkatimizi toplayabilmektir.’’ der.

varıldığı zaman ise olumlu ya da olumsuz yaşantılar kabullenilmekte ve serbest bırakılmaktadır. Böylece endişe, üzüntü, kaygı, öfke gibi olumsuz yargılara karşı tolerans kapasitesi de artmaktadır.

Evet; görüldüğü üzere farkındalık, şimdiki deneyimin bilincinde olma ve İşte, insan evladı kabul etme anlamına gelir. farkındalığın farkına varana dek kendi benliğinden uzak yaşıyordur belki de. Farkındalık; psikoterapi Üzücü bir durum maalesef içe-risinde otuz yıla yakın insanın ruhunun özünden bir süredir düşünce, duygu bihaber olması… ve beden duyumlarına belli bir şekilde odaklanmayı Sonuç olarak olmasını amaçlayan bir psikoteristedikle-rimizi, o şekilde api yöntemi olarak yaşayarak asıl mutluluğa kullanılmaktadır. Bu erişeceksek eğer; olması yöntemin depresyon, panik gerekenleri, olduğu atak, fobi, takınç, stres gibi yaşamak adına gibi rahatsızlıklarda etkili farkındalığın farkına varolduğu saptanmıştır. mak ümidiyle… Farkındalık olmadığında; düşünce ve duygular reddedilmekte, yargılanmakta, bastırılmaya ya da onlardan kaçınılmaya çalışılmaktadır. Fakat farkındalığın farkına

36


Bir Sonraki Sayıda Neler Var? PsiNossa Bitmeyen Enerjisi ve Artan İlgilisi ile IV. Sayısıyla Sizlerle Birlikte Olmaya Devam Edecek… PsiNossa IV. Sayıda Disleksi Nedir? Her Çocuk Özeldir Film Yorumu Yoksulluğun Çocuk Gelişimi Üzerine Etkileri Otomatik Portakal Kitap Eleştirisi Ve Daha Neler Neler… Sürpriz kişilerle söyleşilerimiz devam edecek. Takibi bırakmamanızı şiddetle tavsiye ederiz… PsiNossa Eki PsiNossa’nın Yeni Yıl Özel Eki’nin heyecanı bir sonraki sayıya kadar sürmeyecek. Çünkü PsiNossa Yeni Yıla Özel Ek, bu ayın (ocak) 15’inde sizlerle birlikte olacak.

37


REFERANSLAR Sosyal Psikoloji Bölüm Tanıtımı

8

. Anonim. Sosyal Psikoloji. 17 Aralık 2014. http://arsivde.blogspot.com.tr/2012/06/sosyal-psikoloji.html . Anonim. Psikolojinin Alt Alanları. 17 Aralık 2014. http://www.psikoloji.hacettepe.edu.tr/altalanlar.html . Paksoy E. Sosyal Psikoloji Nedir? 16 Aralık 2014. http://www.cevapsepeti.com/yazilar/sosyal-psikoloji-nedir/ Muzaffer Sherif

11

.Çağlayan, S., Korkmaz, M., Öktem, G., Eğitim ve Öğretim Araştırmaları Dergisi, Muzaffer Sherif ’in Hayatı ve Eserleri, Şubat 2014 Cilt:3 Sayı:1 .Yakın, M., (02 Şubat 2014 ) Türkiye'nin Muzaffer'i ABD’nin Sherif 'i 17 Aralık 2014 http://t24.com.tr/yazarlar/mehmet-yakin/turkiyenin-muzafferi-abdnin-sherifi,8439 . Gültekin, M. (1 Haziran 2009). Sosyal Psikolojinin Kurucusu Muzaffer Şerif Başoğlu. 20 Aralık 2014 http://www.suvaridergi.org/content/view/1326/2/ . Avcı, N (2013 ) Muzaffer Şerif: Sosyal Psikolojinin Arka Planı. 18 aralık 2014 http:// www.ontodergisi.com/index.php?option=com_content&view=article&id= 44%3Amuzaffer-serif-psikolojinin-sosyal-arka-plan&catid=10%3Asosyalpsikoloji&Itemid=101 Das Experiment Film Yorumu

14

. Anonim. Stanford Hapishane Deneyi. 15 Aralık 2014. http://tr.wikipedia. org/wiki/Stanford_hapishane_deneyi . Anonim. Milgram Deneyi. 15 Aralık 2014. http://tr.wikipedia.org/wiki/Milgram_deneyi Psikodrama

17

.Temel B. Psikodrama. 17 Aralık 2014. http://mebk12.meb.gov.tr/meb_iys_ dosyalar/06/10/880251/dosyalar/2013_03/01122040_pskodramasunu.ppt Tiyatroda Psikodrama .Atalay D. Tiyatroda Psikodrama. 18 Aralık 2014. http://www.istpsikodrama. com.tr/alt/50/9/tr/makaleler-yazilar/tiyatroda-psikodrama 38

17


Ne Deneye Ne Ormana… Hiçbirini Vermiyoruz .TBMM Meclis Toplantı Raporları .Hayvan Hakları Savunucuları Toplantı Raporları

19

Evde Evcil Hayvan Beslemenin Çocuk Gelişimi Üzerine Etkileri

20

. Yeşildal A. Evde Kedi Köpek Beslemenin Çocuk Üzerine Etkileri. 17 Aralık 2014. http://www.alasayvan.com/forumda-basligi-olmayan-konular/366539-evdekedi-kopek-beslemenin-cocuklar-uzerine-etkileri.html . Anonim. Evcil Hayvanların Çocuklar Üzerindeki Etkileri. 17 Aralık 2014. http://www.danino.com.tr/cocugum/3-5-yasinda-cocuk/gelisim-ve-egitim/ evcil-hayvanlarin-cocuklar-uzerindeki-etkileri-d140.aspx Sosyal Fobi

24

. Dilbaz N. Sosyal Fobi. 16 Aralık 2014. http://www.cty.com.tr/files/journals/4/3.pdf . Sönmez B,. Sosyal Fobi Nedir?. 16 Aralık 2014. https://prezi.com/840aiygxo6ut/sosyal-psikoloji-nedir/ Yaygın Sosyal Fobi Hastalarında Çekingen Kişilik Bozukluğu ve Psikopatolojiye Etkileri

25

. Sayar K,. Solmaz M,. Öztürk M,. Özer Ö,. Arıkan M,. Yaygın Sosyal Fobi Hastalarında Çekingen Kişilik Bozukluğu ve Psikopatolojiye Etkileri. 17 Aralık 2014. http://www.klinikpsikiyatri.org/files/journals/1/73.pdf Bir Sosyal Fobi Hastası Olan Yıldız Burkovik İle Çekingenliğiniz Hastalığınız Mı Karakteriniz Mi?

26

. Çetinkaya Y. Bir Sosyal Fobi Hastası Olan Yıldız Burkovik İle Çekingenliğiniz Hastalığınız Mı Karakteriniz Mi?. 18 Aralık 2014. http://www.milliyet.com.tr/cekingenliginiz-hastaligniz-mi-karakteriniz-mi-pembenar-detay-ruhsagligi-1443689/ ODA Kitap Eleştiri . Terzi Ş. I. (Ed). ( 2013). Eğitim Psikolojisi (1) . Ankara: Pagem Akademi.

29

Farkındalığın farkına varmak 36 Anaonim. Farkındalık Nedir? 15 Aralık 2014. http://www.kivilcimakademi.com/index.php?option=com_content&view=ar ticle&id=70&Itemid=94 39


Kelebek Kozas覺

Arka Kapak: www.manzara.gen.tr


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.