NBE
SANAT SAĞLIK SPOR İ Y I YA Ş A M TEKNOLOJI SAYI: 012
BAŞAK DIZER TATLITUĞ
PLAJ MODASINDA YENI TRENDLER
MAYA PORTAKAL BİTARGIL
PAZARLIK SANATI FARUK ŞÜYÜN
SUNAY AKIN VE ILHAM PERILERI YASEMIN SALIH
SAHILDE, RESTORANDA, HAVUZDA GÜVENDE KALMA REHBERI SELIN BOZKURT
KENAN YAVUZ ETNOGRAFYA MÜZESI’NDE KÖKLERLE BULUŞMA CEYHUN KUBURLU
YÜKSEL YILDIRIM SAMSUNSPOR’U NASIL YÜKSELTTI?
John Malkovich
O bir efsane. Hollywood’da 70’i aşkın yapımda başrolü üstlenerek starlaştı. Televizyondan tiyatro sahnesine, imza attığı her iş büyük ses getirdi. Papa’dan İngiltere Kralı’na, şizofren katilden aristokrat playboy’a canlandırmadığı rol kalmadı. İkonik oyuncu John Malkovich ile hayatını, başarılarını, iç dünyasını ve İstanbul’u konuştuk.
Haftanın testi GEÇEN HAFTA DÜNYADA NELER OLDU, NELER BITTI? HAFIZANIZI TESTIMIZLE TAZELEYELIM…
İPEK YEZDANİ
1
Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) geçen hafta corona virüs salgınının yakında bitecek gibi görünmediğini söylemesine rağmen hangi ülkede dev corona virüse veda partisi düzenlendi? A. Almanya B. Singapur C. Japonya D. Çek Cumhuriyeti
2
Avrupa Birliği, 1 Temmuz’dan itibaren koronavirüs salgınında “güvenli” kabul ettiği 14 ülkeye sınırlarını açtı. Aşağıdakilerden hangisi bu ülkeler arasında yer alıyor? A. Rusya B. Türkiye C. Kanada D. ABD
3
ABD’de Kasım’daki Başkanlık seçimlerinde rakip olan Cumhuriyetçi Başkan Trump ve Demokrat Parti’nin adayı Joe Biden birbirlerini en çok neyle suçluyorlar? A. Bunaklıkla B. Demokrasiye inanmamakla C. Yolsuzlukla D. Usulsüzlükle
4
Amerikan CNN televizyonunun özel haberine göre, ABD Başkanı Trump, Almanya Başbakanı Angela Merkel ve eski İngiltere Başbakanı Theresa May gibi kadın liderlerle telefonda konuşurken ne gibi hitaplar kullanıyordu? A. Sayın Şansölye B. Hanımefendi C. Sevgi ve saygılarımla D. Aptal ve ezik
5
Amerikalı aktris Cate Blanchett, tiyatro ve sinemaların güvenli bir şekilde yeniden faaliyete geçebilmeleri için ne önerdi? A. Seyircilerin 2 metre aralıklarla oturmasını B. Seyircilerin dev prezervatiflerin içine girip oturmasını C. Ücretli online gösteriler yapılmasını D. Her koltuğa dezenfektan konulmasını
6
Oscar ödüllü oyuncu Gwyneth Paltrow, COVID-19 nedeniyle sürekli evde oturmanın kendisine duygusal olarak ızdırap verdiğini anlattığı röportajında fotoğrafçılara nasıl poz verdi? A. Bikinili B. Depresyon hırkasıyla C. Evindeki koltukta uzanırken D. Pijamalarıyla
7
ABD’de Amerikan Havacılık ve Uzay Dairesi - NASA’da çalışan bir kimyagerin geliştirdiği ‘Uzay kokusu’nun parfüm olarak piyasaya çıkarılacağı duyuruldu. Astronotlar uzay kokusunu neye benzetmişlerdi? A. Okyanus B. Orman C. Barut D. Gül
8
Kraliyet’teki görevlerinden istifa edip Amerika’ya yerleşen İngiltere Prensi Harry’nin eşi Amerikalı oyuncu Meghan Markle’ın bazı İngiliz gazetelerini dava ettiği duruşmadaki belgelerde, Markle’ın neden sızlandığı ortaya çıktı? A. Eltisi Kate Middleton’ın kendisini hakkında dedikodu yaptığından B. Hamileyken İngiliz Kraliyet ailesinin kendisini ‘korumadığından’ C. Kraliyet’in kıyafet tarzının sıkıcı olduğundan D. İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth’in kendisini bir türlü benimseyemediğinden
CEVAPLAR 1-D, 2-C, 3-A, 4-D, 5-B, 6-A, 7-C,8-B
AJANDA 3 S E L E N AY YA Ğ C I
Dinle, izle, keşfet BU HAFTA MESAFEMIZI KORUYARAK, BIRAZ DIŞARI ÇIKALIM MI? PERA MÜZESI’NDE SERGIYE KATILIR, ARDINDA DA AÇIK HAVADA BIR FILM IZLERIZ, NE DERSINIZ?
SİNEMA
Bu yılın en çok konuşulan filmlerinden biri olan Joker’i izlememiş olanlara ya da izleyenlere yeniden izlemek istemeye neden olabilecek bir öneri ile geldim. Swissotel Sultan Park’ta açık hava sinema bu yıl da devam ediyor. Birçok yerli ve yabancı film yaz boyunca Swissotel’in 1000’den fazla dev ağacı içinde barındıran muhteşem korusunda gösterimde olacak. Etkinlik alanında hijyen standartlarına göre hazırlanan yemek ve içecek satış standları da var. 6 Temmuz 2020 Pazartesi günü Joker’i minik bir sinema festivalinde izlemeye ne dersiniz?
SERGI
SERGILER YENIDEN FIZIKSEL OLARAK GEZILIYOR! Sanat zorlu günleri geride bırakmaya hazırlanıyor. Evet, dijital olarak birçok serginin evimize kadar gelmesine de alıştık ama sanki dışarıya çıkmayı tablolarla, heykellerle sosyalleşmeyi de özledik. Bu hafta doya doya sergi gezip, eserlerin önünde dakikalarca bakmayı özleyenlere, Pera Müzesi’ndeki yeni bir sergi haberiyle geldim. Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi, “Bir Rüyanın İnşası: Arnavutluk Sanatında Toplumcu Gerçekçilik” adlı yeni süreli sergisini sanat-
Türk Telekom’un dijital televizyon platformu Tivibu, salgın nedeniyle gösterime giremeyen filmleri evlere getiriyor. Seç İzle /Tivibu Perde klasöründe yer alan dokuz film, IPTV ve Tivibu Go/ Web üzerinden izlenebiliyor. Benim önerim ise izlemeye “Yabancıların Nezaketi” (The Kindness of Strangers) filmi ile başlamanız. Son yılların başarılı sinemacılarından Lone Scherfig tarafından yazılıp yönetilen ve Berlin’de Altın Ayı için yarışan “Yabancıların Nezaketi” New York’ta kesişen hayatları beyazperdeye taşıyor. Umut dolu hikâyede, tesadüfen bir araya gelen kişilerin en büyük ortak noktası sevgi.
severlerle 7 Temmuz’da buluşturacak. Artan Shabani küratörlüğündeki sergi, 20. yüzyılın ikinci yarısında Arnavutluk görsel sanatlarına egemen olan komünist ideolojinin etkilerini resim, afiş ve çizimler aracılığıyla mercek altına alıyor. Seçkide dönemi belirleyen askeri ve politik olayların yorumlamaları, gündelik hayat, işçi sınıfı, lider portreleri, rejim temsilleri ve gelecek kuşaklara duyulan umut gibi çeşitli konularda çalışmalar yer alıyor.
BELGESEL KONSER
Hala konserlere gidemiyoruz ama sanatçıların sahnelere dönmek için çaba gösterdiği günlerdeyiz. Harun Tekin’in ardından Türkiye’nin önemli gruplarından Redd, online konserini duyurdu. IF Beşiktaş sahnesinde yerini alacak Redd’e müzikseverler online’da eşlik edecek.Dört ay sonra ilk kez sahnede olacak Redd, konser duyurusunda müzik sektörünün ulaşamadığı yardımlardan da dem vuruyor ve müziğin varlığına yeni yol bulabilmesini sağlayabilmek cesaretlendirmek adına online konserine destek bekliyor. Biletleri Biletix’de satılan konser, 7 Temmuz gecesi saat 22.00’de myopenstage.com’da yayınlanacak.
İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nda (İKSV) müjdeli haberler bitmiyor. Yapımcılığını İstanbul Tiyatro Festivali’nin üstlendiği 2004 tarihli ve yönetmen Hüseyin Karabey imzalı “Pina Bausch’la Bir Nefes” belgeselini dijital platformlar üzerinden erişime açıldı. Ünlü Alman dansçı ve koreograf Pina Bausch’un İstanbul’dan esinlenen Nefés adlı gösterisini belgeleyen “Pina Bausch’la Bir Nefes”, Bausch’un 11. ölüm yıldönümünde, 30 Haziran Salı günü itibariyle, İKSV’nin YouTube kanalı üzerinden ücretsiz olarak izlenebiliyor.
4
MÜZİĞİN İÇİNDEN
Atalım şu at gözlüklerini artık! HALK ARASINDA SÖZ KONUSU “MÜZIK” OLDUĞUNDA BAŞARI KAVRAMI, ŞÖHRETLE EŞ TUTULUYOR. HALBUKI AKIL VAR, MANTIK VAR… KOSKOCA MÜZIK ENDÜSTRISI SADECE TANIDIĞIMIZ ISIMLERDEN IBARET OLABILIR MI?
SIRMA
H E R E N D Ü S T R I D E O L D U Ğ U gibi müzikte de bir çok iş alanı var. Fakat müziğe gönül veren gençler daha yollarını çizmeye fırsat tanınmadan, engeller ve şüpheci tavırlarla karşı karşıya kalıyorlar. Bunun tek sorumlusu elbette sadece ebeveynler değil. Gençlerin bakış açısında da kör noktalar mevcut. Müzik dünyasında hangi işlerden geçimini sağlayabileceğini hesaplamadan, şöhret olma hayaliyle müziğe tutunan gençler, aslında bütün kariyerlerini şansa bırakmış oluyorlar. Bu bakış açısı karşısında ebeveynler ne yapabilirler ki? Müzik endüstrisinin içine girdikçe, farklı farklı projelerde, türlü türlü roller üstlendikçe, şunu farkettim… Okullarda sanat dalları, gençlere sadece birer
hobi kazandırmak amacıyla öğretiliyor. Bu hobileri mesleğe dönüştürebilecek yetenekler ortaya çıktığında, onlara nasıl gerçekçi bir yol çizebilecekleri konusunda yardımcı olmakta yetersiz kalan bir eğitim sistemi hakim dünyada. Ben Robert Kolej’deyken müzik okumak istediğimi dile getirdiğimde, annem ve babam biraz hayal kırıklığına uğramış, sonra da orta yol bulmak amacıyla “Müzik de oku, ama okuyacaksan çift ana dal yaparak oku… Başka bir mesleğin de olsun” demişlerdi. Bütün arkadaşlarım o sırada işletme, hukuk, mühendislik ya da tıp okuma peşinde tabii… “Bizim çocuk niye böyle çıktı?” diye düşündüler belki de… Ben müzik okumakta ısrar edince, hatta net bir tavırla Berklee College
of Music’i hedef belirleyince babam da “Madem öyle, bana müzikte hangi işleri yapabileceğini anlat. Her zaman bir B planın olmalı” minvalinde bir konuşma yapmıştı. Ben o zamandan beri müzik dünyasında tökezlediğim zamanlarda bile kendime bu soruyu sürekli sormaya devam ettim. Cevapları ise büyük ölçüde kendim bulmak zorunda kaldım. İnanır mısınız, benim Berklee’de okuduğum 2009-2013 döneminde, Berklee’de de bu konu yeterince aydınlatılmıyordu. Belli başlı meslekler, başvurabileceğimiz işler ve stajlar hakkında yüzeysel bilgiler mevcuttu elbette… Ama bugün pek çok müzisyen sadece internet üzerinden dahi iş alabiliyorken ve tek bir şirkete bağ-
MÜZİĞİN 5 İÇİNDEN
ARCA Arca’nın yeni albümü “KiCk i”ı uzun zamandır merakla bekliyordum. Venezuelalı deneysel elektronik müzik prodüktörü Arca, İzlandalı kült müzisyen Björk’ün son yıllarda birlikte çalışmaktan vazgeçemediği bir isim. Arca’nın Kanye West, FKA Twigs ve Kelela ile yaptığı çalışmalar da göz dolduruyor. Prodüktör kimliğinin ötesinde bir sanatçı olarak da etkileyici bir koleksiyon sundu dinleyicilerine Arca. Özellikle ses dizayn ve programlama konusunda bir dahi sayılan müzisyenin ilk kez kendi sesini kullandığı 2017 çıkışlı “Arca” albümü hala favorilerim arasındaki yerini koruyor. Belki de beklentilerim yüksek olduğundan, “KiCk i” beni biraz hayal kırıklığına uğrattı. Detaylara dikkat ederek dinlerken bir müzisyen olarak keyif aldığımı söyleyebilirim. Fakat bir dinleyici olarak tekrar dinleme ihtiyacı hissetmeyeceğim bir albüm olmuş. Rosalía, Björk ve SOPHIE gibi isimlerin albüme konuk olması önce herkes gibi beni de heyecanlandırmıştı… Ama dinlerken Arca’nın önceki çalışmalarındaki akıcılığı ve şiirselliği bu albümde yakalayamadım. Eksik olan bir şeyler var. Tüm bunlara rağmen bu albümü mercek altına almamın sebebi ise şu… Sevdiğimiz sanatçıların her projesi beklentilerimizi karşılamak zorunda değil. Hayal kırıklığımızı dile getirirken, ilham aldığımız sanatçılara saygı duruşunda bulunmayı da ihmal etmemeliyiz.
HAFTANIN ALBÜMÜ
lı olmadan çalışabiliyorken, kariyer planlama seminerlerinde bu konuların yeterince konuşulmuyor olması bana çok saçma geliyor. Berklee bu konuda son yıllarda çok yol kat etti. Zaten başka türlüsü mümkün mü? Dünyadaki en ileri görüşlü, yenilikçi, lider müzik okulundan bahsediyoruz. Yine de bana sorarsanız bu tür seminerlerin, orta okul ve lise öğrencilerine de sunulması gerekiyor. İş dünyasında yüklü meblağlarla bir startup’a yatırım yapan ve işin altından kalkamayan işletmecileri yadırgamıyoruz… İşletme okuyup işsiz kalanlar hakkında, “İş arıyor, ne yapsın…” diyip, sorumluluğu ekonominin kötü olmasına, iş dünyasındaki rekabete yoruyoruz. Ama yatkın olduğu müziği mesleğe dönüştürmek isteyen gençlerin heveslerini daha baştan kursaklarında bırakıyoruz. Neden? Bakın, şu an Amerika’da neredeyse nüfusun yarısının işsiz olduğu konuşuluyor. Elbette iptal olan turneler-
den etkilenenler de bu grubun içinde. Ama öte yandan benim gibi işlerini iyi kötü sürdürebilen müzisyenler de var. Televizyon dizilerine ve reklamlara müzik yapan arkadaşlarım mesela… Müzik prodüktörleri, mix mühendisleri de sanatçılarla çalışmalarını hala sürdürebiliyorlar. Müzik eğitmenleri öğrencileriyle Zoom ve email üzerinden iletişim kurabiliyorlar. Bir de bir çok mesleğin aksine müzikte teliflerden kazanç edinebilmek de mümkün. Bu telifler doğru şekilde koruma altına alındığında ve takip edildiğinde, müzisyenlerin bütçelerinin stabilleştirilmesine ciddi katkı sağlayabiliyor uzun vadede. Fakat ne yazık ki bu konular da okul çağındaki amatör müzisyenlere yeterince anlatılmıyor. Bir diğer deyişle öğrenciler, müzikte başarılı olmanın yetenek ve şanstan ibaret olduğuna inandırılıyor. Atalım şu at gözlüklerini artık! Müzisyenlik en nihayetinde bir meslek. Her meslekte olduğu gibi müzikte de iş, kişinin kendisinde bitiyor.
6
STİL
Deniz yıldızları SICAKLARIN ANIDEN BASTIRMASI, HALA ŞEHIRDE OLANLARIN, HENÜZ SEYAHATI GÖZE ALAMAYANLARIN AKILLARINA TEK BIR ŞEY GETIRIYOR. BIZ NE ZAMAN TATILE GIDIP DENIZE GIREBILECEĞIZ? GÖZLERINIZI KAPATIN VE FAVORI TATIL YERINIZI DÜŞLEYIN. SONRA DA BIRLIKTE ONA UYGUN KOMBINLER YAPALIM…
A K L I N I Z D A B I R T A T I L P L A N I varsa ya da önümüzdeki bayram tatilini bekliyorsanız hazır şehirdeyken ‘deniz ve güneş’ alışverişine çıkmanın ve yeni başlayacak olan yaz indiriminden faydalanmanın tam zamanı. En önemli yatırımı mayo, şort ve aksesuarlara yapın derim. Bu yaz gözünüzün önüne deniz kenarında bir restoranda akşam yemeğini yiyen krem rengi ketenleriyle tiril tiril bir adam getirin. Açık renk hasır Fedora şapkası, ince metal kenarlı parlak güneş gözlüklerini takmış, belden iple bağlanan bol kesim krem, ekru ya da kum renklerinden rahat keten pantolonu ve üstüne kısa
B A Ş A K Dİ Z E R TAT L I T U Ğ
GEÇMIŞTEN REFERANS ALIN: Brigitte Bardot ve Alain Delon'un 1968'deki yalın St. Tropez stili, 2020 plaj modasına ayna tutuyor. Sade, minimal, rahat ve şık...
kollu ‘tona ton’ yani aynı renklerden tiril tiril pamuktan mikro desenli bir gömlek giymiş, bacak bacak üstüne atmış ve bronzlaşmış ayaklarında deri sandaletleriyle bir adam hayal edin. İşte 2020 yazının ikonik erkeği o. NELER IN, NELER OUT?
Beyaz ve siyah renk out. Moda olan ekrular, kremler, açık sarılar, taş ve kum renkleri açık kahveler, ketenler, kotonlar, yakası açık kısa kollu Küba gömlekleri, keten sırt çantaları, açık renklerde altı hasır üstü keten espadriller ve kaliteli güneş gözlükleri.
STİL 7
Erkek mayo şortlarında ise 2020 yazında dramatik bir trend değişikliği, boyları diz altına uzayarak oldu. Özellikle genç kitlede denizlerde ‘Kite’ sporunun yaygınlaşması ve yelken ve board ile yapılan su sporlarının gelişmesi sebebiyle artık bolca sörf şortu ve sörf tişörtleri görmeye başladım. Fakat klasik ve modayı takip eden şehirli erkekler için hala kısa ya da orta boy mayo şortlar var. Mayolarda renk olarak bu sene uçuk mavi, pastel oranj, açık sarı, krem ve hâkî tonları var ve tabi mavi ve tonları yine vazgeçilmez. Desen yine var özellikle tropikal çiçek ve tropikal hayvan desenleri her sene olduğu gibi revaçta.
Parmak arası terlikler demode oldu. Yerine, ön tarafı kalın tek bantlı terlikler ya da plastik sandalet terlikler ya da hasırdan örgü terlikler var. T A K I N : Sahilin en cool kombinini mesaj veren beysbol kepleri, dikdörtgen metal ince çerçeveli ince kenarlı, gümüş renk camı olan gözlüklerle, gözlük zincirleri ve bantları ile desenli keten sırt çantasıyla yapın. AT IN:
PEKI MAYOLARIMIZI NE ILE TAMAMLAYACAĞIZ?
Mayo üzerine bol, yıkanmış, tercihen yakasız rahat bir keten gömlek veya açık bir yakası olan kısa kollu Küba ve Hawaii gömlekleri giyebilirsiniz.
Şehirde giymeyi çok sevmediğiniz, açık V yaka ama bol tişörtler de sahilde bermudalarınızla yakışacaktır. Şort altına parmak arası terlik yerine bir yenilik istiyorsanız espadril giyebilirsiniz. Yine moda olan espadrillerle güney Avrupa sahillerinden gelmiş gibi görüneceksiniz. Açık mavi, beyaz, krem, hâkî yeşil renkleri bu sene her kombine yakışır. Beysbol şapka, renkli aynalı camlı mika gözlükler ya da düz kesme camlı pirinç ve altın rengi çerçeveli gözlükler oldukça moda. Ayrıca renkli bermudanızın altına, keten kumaştan bağcıklı spor ayakkabılarınızı veya suya kuma dayanıklı plastik loafer’larınızı çorapsız rahatça giyebilirsiniz.
BU SENE PLAJDA GIYECEĞINIZ ÜRÜNLERI NERELERDEN ALABILIRSINIZ?
1
Kısa mayo şortlar için Beymen Club, BEYMEN, Vilebrequin, Calvin Klein, Mudo, Mendos mağazaları, Emporio Armani, Adidas, Boyner, Zara, Columbia, Mavi ve Billabong mağazalarına bakabilirsiniz.
2
Espadril için H&M, Zara, Fred Perry, Tommy Hilfiger, VAKKO, Vakkorama mağazalarına uğrayın.
3
Hafif, keten ve kumaş spor ayakkabılar için Superga, Lacoste, Fred Perry ve GAP markalarına bakın.
4
Kısa kollu Hawaii ve Küba gömlekler ise çeşitli yerlerde mevcut. Ne kadar desenli ve renkli o kadar iyi. Beymen, ALL Saints, Vakkorama, MAVİ, Gucci en iyi örneklerini üretmiş.
8
KOLEKSİYON M AYA P O R TA K A L B İ TA R G İ L
Pazarlık sanatı
SANAT ESERI ALIM-SATIMINDA, NEREDEYSE HER ALANDA, HER SEKTÖRDE OLDUĞU GIBI “PAZARLIK” IŞIN PARÇASIDIR... PEKI PANDEMİ DÖNEMINDE DAHA DA YÜKSELIŞE GEÇEN BU MEZIYETIN PÜF NOKTALARI NELER?
Sanat bir çok meselede köprüler kurarken, gerçek ve hayal gücü arasında da köprü kurar...İç dünyamızla ve hayallerimizle iletişim kurmaya zorlar.. Hayatı olduğundan daha büyük hale getirir. Yaşamı zenginleştirir... O kadar ki, zaman içinde bilgi ve kültürle, yaşamımızın vazgeçilmezi haline gelir… Sanat ve sanatçı tekdüzeliğe ve sığlığa tepkilidir. Tarih boyunca, sanat sıra dışılığı, kuvveti ve kaliteyi beraberinde getirir. Sanat eserine ulaşmak, doğru sanat eserini alabilmek ve sahip olmak başlı başına bir meseledir. Onlara sahip olmak amaç, para ise bu amaca götüren araçtır elbette… Ama kutsal olan her zaman sanattır ve öyle kalacaktır... Yine tarih boyunca dünyada çeşitli krizlerde, koleksiyonlar el değiştirir. Temeli İngiltere’ye dayanan “3 D” kuralı, on dokuzuncu yüzyılda koleksiyonların el değiştirmesinde en çok görülen sebeplerdir. “Nedir bu 3 D’nin açılımı?” derseniz, cevap: “Divorce death,depth…” Yani boşanma, ölüm ve borç... Bugün yatırım da bu sebeplerin arasında sayılıyor... Bir de çok konuşulmayan, ancak bilinen, sosyolojik, psikolojik meseleleri de atlamayalım...Sanat eserlerinin satışı, alınışı, rekor rakamlarla medyada yer alması elbette sanat eserleriyle paranın
Müzayedede pazarlık olmaz: "Private sales" yani özel satışlarda pazarlık hakimken, müzayedelerde eserin ‘reserved’ rakamına satış öncesi karar verilir. Sonra rakamlar sadece yükselir. ilişkisine spot ışığı tutmaktadır... Ancak geçici olan her zaman ekonomik meseleler, kalıcı olan ise sanat eserinin değeri olmuştur... Tarih boyunca, bu durum hep kendini tekrar etmiştir. Konu sanat eseri tacirliği olduğunda doktor hassasiyetinde, avukat gizliliğinde çalışmak kuraldır. Sanat taciri, sanat eserinin sahibi olmak isteyen ve eseriyle veda etmeye hazır koleksiyonerin arasında mekik dokur… Kendileri aksini özellikle istemediği sürece kimlikler gizli kalır... Herkesin hakkı kendinde saklıdır ve sanat taciri her iki tarafın da hakkını gözetir, gözetmelidir… Neredeyse objektif bir hakem veya hakim gibi… Tam bu yüzden Fransa’da müzayedeci olabilmek için hukuk okunur. Çünkü ancak bir hukukçunun doğru hükmü yerine getirebileceğine inanılır. Sanat eseri alım satımında, neredeyse her alanda, her sektörde olduğu gibi ‘pazarlık’ işin parçasıdır... Genel olarak üstün olan el sanat eserine o an sahip olandadır… Ekonomik krizlerde para sahibi daha üstün ele sahipmiş gibi durabilir… Ancak ekonomik meseleler geçicidir. Ender ve bulunması güç olan sanat eseridir… Esere sahip olmak isteyenin heyecanı ve adrenalini kreşendo yaparken olabildiğince bilgiye sahip olmalıdır. Sanat eseri kıymetlidir; ancak hiç şüphesiz para da değerli-
dir… Pazarlığın amacı her iki tarafın da istediğine en iyi şekilde sahip olmasıdır... Pazarlığın 1400’lerde verilecek cezaların hafifletilmesi için kullanılmaya başlandığı bilinir. 1690’lara kadar cadılara verilecek ölüm cezalarının itiraf edecekleri bilgiye karşı azalmasında kullanılır… Bugün hayatımızın her alanında ise pazarlık var olmaya devam edeceğe benziyor… Pazarlık, sanat sektöründe eserin önemi, kıymetine göre ve satışın sebebine göre tıpkı 3 D kuralı gibi, işin parçasıdır. Esere sahip olmak isteyenin değerinin üstünde almamak hedefi iken; değerinin altında vermemek de çoğu zaman eserle vedalaşmaya hazırlanan koleksiyonerin amacıdır... Burada hakkaniyetli tavır, iyi niyet ve bilgi sahibi olmak başrol oyucularıdır... Covid süresince pazarlıklarda sabırlı davranabilmek daha da değer kazandı. İnsan ilişkisi esas alınırken, hep uzun soluklu yollar yaratılmalı... Ancak o zaman da pazarlığın hakkı verilebilir. Sanat eseri pazarlığında, pazarlığa sanat kadar hassas yaklaşılmalı... Sanatın var oluş sebebi hep aklımızda olmalı... Sanat sektörü yine yeniden canlanırken, benden sanatseverlere bir küçük hatırlatma…
10 SEÇKİ
Paha biçmek mümkün mü?
MOMA’DA 1997’DE SERGILENEN, “OBJECTS OF DESIRE: THE MODERN STILL LIFE”, 20’INCI YÜZYIL SANATÇILARININ 400 YILLIK GELENEKSEL RESIM TEKNIKLERINİN DEĞIŞIMINİ BIR ARAYA GETIRDI. SERGI, AVANGART VE ÇAĞDAŞ SANATIN EVRILEN DILININ RESMI OLARAK KEŞFINI SUNUYORDU. EĞER LÜKS KIYMETLIYE, NADIR VE EŞSIZ PARÇALARA FIYAT BIÇMEK, OBJELERIN HIKAYELERINE DÖNÜP BAKTIĞIMIZDA MÜMKÜN MÜ?
BEGÜM SARUHAN
FAUTEUIL AUX DRAGONS EILEEN GRAY 28 MILYON DOLAR
bu deri, ahşap ve lake koltuğu Paris’e ilk taşındığı yıllarda birlikte olduğu sevgilisi için tasarladı. Bu baştan bir aşk tasarımıydı. Ilerleyen yıllarda koltuk Yves Saint Laurent ve sevgilisi Pierre Bergé tarafından satın alındı. Saint Laurent’ın ölümünün ardından modern tasarımın ikonik öncüsü ve aşkın sembolü olarak 20’inci yüzyıl mobilya tasarımı adına rekor kıran koltuk, Paris Christie’s’de 28 milyon Dolar’a satıldı.
İ R L A N D A L I S A N A T Ç I V E T A S A R I M C I E I L E E N G R AY,
SEÇKİ 11
SALVATOR MUNDI LEONARDO DA VINCI (1500) 450.3 MILYON DOLAR
B U G Ü N E K A D A R K I E N D E Ğ E R L I S A N A T E S E R I O L A R A K 2017’de 450.3 milyon Dolar’a satılan Salvator Mundi, her ne kadar yoğun restorasyonu nedeniyle eleştirilere maruz kalmış olsa da 19 dakikalık sıkı müzayede sürecinin ardından Mohammad Bin Salman Al Saud tarafından alınarak Birleşik Arap Emirlikleri’ne bağışlandı, bugün Louvre Abu Dabi Müzesi’nde sergileniyor. İsa’nın Salvato Mundi yani Dünyanın Kurtarıcısı olarak betimlendiği tablo, restore edilmeden önce “enkaz, karanlık ve kasvetli” olarak tanımlanıyordu. Restorasyonun ardından orijinalliğiyle ilgili soruların yükselmesiyle bir çok uzman konuyla ilgili görüşlerini paylaşırken Martin Kemp, çalışmanın sahibini belirlemede yardımcı oldu ve restore edilmiş tabloyu ilk gördüğünde tablonun Leonardo’ya ait olduğunu anladığını belirterek “Tablo, Leonardo’nun sahip olduğu bir tavra, Leonardo tablolarının ortaya koyduğu o sıradışı garipliğe sahipti” dedi.
THE FLOWING HAIR GÜMÜŞ BAKIR MADENI PARA 10 MILYON DOLAR
1794 yılında basılan ve 10 milyon Dolar’a satılan ilk ve tek madeni para olan The Flowing Hair, Federal Mint’in kurulmasının ardından basıldı. 2013’te müzayedeye çıkan madeni para üzerinde yer alan Liberty’nin saç kıvrımlarındaki detaylar ve kartalın tüylerinin üzerinde yer alan tüm nüanslar, o döneme ait ilginç detaylar olarak belirtiliyor.
A ME RIK A N HÜK ÜME T I TA R A F INDA N
12 SEÇKİ
L’HOMME AU DOIGT,
ALBERTO GIACOMETTI (1947) 141.3 MILYON DOLAR
S O N Y I L L A R D A H E Y K E L E olan ilginin artması ve koleksiyonerlerin heykele yönelmesi, hali hazırda yüksek ilgi gören Alberto Giacometti’ye ilginin çok daha artmasına neden oldu. Bugün en yüksek değer gören heykeltraş ünvanına sahip Giacometti’nin rekor kıran L’homme au doigt heykeli, 1947’de bir Ekim gecesi 12.00 ve 09.00 arasında ortaya çıkıyor. Pierre Matisse Galerisi için hazırladığı sergi için aslında ikinci bir heykel daha planlayan Giacometti, daha sonra bu plandan vazgeçiyor. Heykel 2015’te 141.3 milyon Dolar’a alıcı buldu.
RHEIN II ANDREAS GURSKY 1999 4.32 MILYON DOLAR
4.34 milyon Dolar’a satılarak en pahalı fotoğraf rekorunu elinde tutan Rhein II, dökümantasyon sanat fotoğrafçılığı alanında öncü Bernd ve Hilla Becher’ın mentorluk ettiği Alman fotoğrafçı Andreas Gursky’e ait. Gursky, gerçekliği sunmak konusunda tatminkar bir fotoğrafçı değildi ve bu nedenle çektiği fotoğrafları dijital teknoloji kullanarak manipüle etmeye, çizgi ve renklerin gerçek halleriyle oynayarak kalitelerini yükseltip insanların doğa ve toplumsal ilişkilerine daha filozofik temalar eklemeye başladı. Rhine II’de de Gursky, fotoğrafını çektiği nehire daha platonik yaklaşarak gerçek manzarada nehirin etrafında yer alan insan ve yapıları yok saydı, Caspar David Friedrich gibi Alman romantik akımına ait ressamların eserlerine yakın dijital bir fotoğraf ortaya çıkarttı.
2 0 11 ’ D E N E W Y O R K C H R I S T I E ’ S ’ D E
SEÇKİ 13
PORTRAIT OF AN ARTIST DAVID HOCKNEY 1972
90.3 MILYON DOLAR
2018 yılında 90.3 milyon Dolar’a satılan Portrait of an Artist, Jeff Koons’un en pahalı yaşayan sanatçı rekorunu elinden alan İngiliz sanatçı David Hockney’e ait. Hockney’nin imzası olan California renk paleti, suda yüzen ve ona havuz başında eşlik eden iki kişide yüksek tınıda kendini belli ederken bu tablo, sanatçı için ciddi bir tutku eseriydi ve 2 hafta üzerinde çalışarak sadece New York’a gönderilmeden önceki gece tamamladı. İngiliz milyarder Joe Lewis’in Christie’s üzerinden bu tabloyu sipariş ettiği bilinirken, 2018 yılında tabloyu satın alan kişi gizli tutuluyor.
MARIE ANTOINETTE’IN İNCİ KOLYESI 36 MILYON DOLAR
B U G Ü N E K A D A R S A T I L A N E N P A H A L I I N C I olan ve pırlanta bir fiyonktan sarkan armut şekilli inci kolyenin hikayesi oldukça ilginç. Fransız İhtilaliyle tahtı ve hayatının tehlikede olduğunu anlayan kolyenin sahibi Fransa Kraliçesi, kolyeyi güvende tutması için Avusturya’daki ailesine yollar ve 200 yıl kadar sonra Sotheby’s Cenevre’deki müzayedede ortaya çıkana kadar Bourbon-Parma kraliyet ailesinde kalır. Kolye 2018 yılında 36 milyon Dolar’a satıldı.
14 RÖPORTAJ
John Malkovich
Sıradanlığa karşı ciddi
RÖPORTAJ 15
i anlamda bir sorunum var 67 YAŞINDA, KARİYERINDE 70’TEN FAZLA FİLMDE YER ALDI. AMA DURMAYA NİYETİ YOK: ÖYLE KI 2115’TE BİLE BİR FİLMİ GÖSTERİME GİRECEK. YANLIŞ OKUMADINIZ, GÖSTERIM TARIHI 2115. YANİ ZAMANININ O KADAR ÖTESİNDE… EFSANEVI OYUNCU JOHN MALKOVICH ILE HAYATI, İÇ DÜNYASI, ZOR GÜNLERI VE İSTANBUL ÜZERINE KONUŞTUK: “KAPALIÇARŞI BENİ BESLEYEN BİR DAMAR.”
ASLI BARIŞ
16 RÖPORTAJ
Sizin için tanımlanan kelime oyuncudan daha çok efsane… Bu size neler hissettiriyor?
İnsanlar bir şeyi nasıl tanımlayacakları konusunda işin içinden çıkamayınca haddinden büyük kelimelere sığınıyorlar bence… Efsane gibi… Dürüst davranmam gerekirse, kendimi hiçbir zaman “ünlü” ya da “kamuya mal olmuş” biri gibi görmüyorum, değil “efsane” olmak… Bu hayatta hoşuma giden işleri yapmaya çalıştım, hepsi bu… Bugünlerin öğrettiği ders, hayat kısa, öyle değil mi? Çocukluğumdan beri pek çok farklı alana karşı tutkum vardı, hep de onların peşinden gitmeyi seçtim… Neden olduğunu bilmiyorum ama içgüdüsel olarak çocukluğumdan beri hep farklı bir tarzım olması için uğraştım. Sıradanlığa karşı ciddi anlamda sorunum var. Bugüne kadar 70’i aşkın yapımda yer aldınız, Papa’dan sapık katile her rolü oynadınız... Rolünüzü nasıl seçiyorsunuz?
Seçmiyorum. Senaryoyu okuyorum... Dönüp bakacak olursak hiçbir zaman “Papa’yı oynayayım” diye bir dileğim olmadı. Kaldı ki “Fransa Kralı’nı, İngiltere Kralını, Charlus Baronu’nu ya da Valmont Kontu’nu oynamalıyım” diye ideallerim de yoktu. “Şunu canlandırmalıyım” diye bir fikir geçmiyor hiçbir zaman içimden… Öyle oyuncular vardır, “Her zaman falancayı oynamak isterdim” diyen… Bence onun altında yatan sebep, “Aaa bilmem kimi kimse sizin kadar iyi oynamadı” övgüsünü kapabilmek. Ne sıkıcı bir tavır! Sizde bu süreç nasıl işliyor peki, senaryoyu okuyup “İşte bu!” mu diyorsunuz?
Senaryoyu sevmem bile gerekmez. Genelde de sevmem... Elimden geleni yaparım o kadar... Bir senaryoyu okuduğum zaman “Bu bana olur, bu bana olmaz” diye düşünmem. Senaryoyu okurum; bana göre iyiyse, altından kalkar mıyım kalkamaz mıyım onu düşünürüm. Canlandırdığınız karakterler binbir çeşit, ama en ikonik rollerinizin özünde zeki, acımasız, soğukkanlı, şeytani izler var… Bunlar sizi ne kadar yansıtıyor? Bu roller size uygun olduğu için mi geliyor?
Hiç sanmıyorum. Kendimi şeytani de görmüyorum, acımasız da. Beni tanıyan kimse de böyle düşünmez herhalde. Bilemem tabii de… Özün-
İstanbul’a bayılıyorum. Şahsına özgü, çılgın bir yapısı var. Favori yerlerim var mesela, herkesten ayrı gezdiğim… Galata ve civarı... Sokaklarda kendimi kaybetmek hoşuma gidiyor...
RÖPORTAJ 17
Senaryoyu sevmem bile gerekmez. Genelde de sevmem... Elimden geleni yaparım o kadar... Bir senaryoyu okuduğum zaman “Bu bana olur, bu bana olmaz” diye düşünmem. Senaryoyu okurum; bana göre iyiyse, altından kalkar mıyım kalkamaz mıyım onu düşünürüm.
de çekingen bir insanım öyle görünmesem de… Oyuncuların ilgi istediği düşünülür. Benim öyle bir derdim yok. Zaten haddinden fazla ilgi gördüm, görüyorum da… Sizi bu hayatta en çok tatmin eden işiniz hangisi oldu?
Tatmin olmak da iddialı bir kelime benim için… Yani, tatmin olamıyorum. Çalışmanın verdiği bir tatmin var tabii ama o da proje bitene kadar… Sonra yeni bir projeyle, yeniden başa dönüş… O da yeni bir iş almanın riskinin verdiği tatmin… Bakmayın, hayatta başarısız olmak bile kimi zaman tatmin verir insana belli bir ölçüde… Çocukluğunuzdan bahsederken bir röportajınızda kilolu olduğunuzu, arkadaşlarınızın sizinle acımasızca alay ettiğini anlatmıştınız. Şimdi aynaya bakınca “Vay be nasıl karizmatiğim” diyor musunuz?
İnsanlar neden görünüşlerine, ses tonlarına bu kadar takarlar ki… Ve neden bu konuda bu kadar mutsuz ederler kendilerini… Instagram’da kaç kişi fotoğrafıyla oynamadan yayınlıyor günümüzde… Bakın, bu kadar takmayın bu işlere… Ben takmıyorum bu kadar. Önemli olan gün sonunda yaptığınız iş, bıraktığınız izdir.
Yeri gelmişken, sosyal medyada aktif değilsiniz. Neden?
Bence sosyal değil asosyal medya ağı densin o platformlara. Herkes kafayı kendiyle bozmuş durumda, daha çok nasıl beğenilirim, çırpınıyor. En hakikisinden narsistler ordusu yetişiyor bu sayede…Gerçi ben tavsiye verecek konumda değilim. Hayat boyu da kaçındım, herkes istediği gibi davransın. Sonuçta herkesin kendi hayatı, kendi eğrisi, kendi doğrusu… Röportajlarda sürekli John Malkovich olmak nedir diye soruluyor size, değil mi?
Fenalık geldi bu sorudan çünkü bir karşılığı yok… Ne bileyim ben. Ne görüyorsanız o. Siz kendinizi nasıl tarif edersiniz?
Hastalık derecesinde evhamlı daha uygun olur.
Tavsiye vermekten hoşlanmıyorsunuz ama zor günlerden geçiyoruz… Neler diyeceksiniz?
Hayatta her şey size bir şey öğretir. Zorluklar da... Şöyle bir anımı anlatayım: 2008’de finansal danışmanın tarafından dolandırıldım. Neyim var, neyim yoksa gitti. Tüm birikimlerim…. O hapse gitti, sanırım 150 yıl
hapse mahkum oldu. Ben de beş parasız kaldım. Tabii birkaç gün şoku atlatamadım. Sonra ne oldu? Çalışmaya devam ettim. Eşimle daha mütevazı bir hayat stilini benimsedim. Para harcama alışkanlıklarımı da değiştirdim. Ve bugüne kadar da öyle yaşamaya devam ettim. Günün sonunda hep şöyle düşünmeliyiz: “Ne kadar şanslıyım ki hayattayım, ne kadar şanslıyım ki çalışacak bir işim var.” Günün sonunda bankada ne kadar paranızın olduğunun hiçbir önemi yok. Tek bir şeyle yok olur gider, siz de hiçbir şey yapamazsınız. İstanbul sıklıkla ziyaret ettiğiniz yerlerden biri. Kentimizle ilgili ne söyleyebilirsiniz?
Evet, diğer yerlere göre sık geliyorum çünkü İstanbul’a bayılıyorum. Şahsına özgü, çılgın bir yapısı var. Favori yerlerim var mesela, herkesten ayrı gezdiğim… Galata ve civarı... Sokaklarda kendimi kaybetmek hoşuma gidiyor. Tarihi yarımada en sevdiğim yer. Kapalıçarşı mesela… Kostüm tasarımı üzerine eğitim aldım, o merakımı da hiç kaybetmedim. Kumaş koleksiyonu yaparım, Kapalıçarşı’dan da çok alışveriş yapıyorum o yüzden. Koleksiyonumu besleyen damar, Kapalıçarşı…
18 SANAT SOHBETLERİ
Sloganımız, bize g GEÇMIŞI BUGÜNE, BUGÜNÜ GELECEĞE TAŞIMAK ÜZERE KURULAN KENAN YAVUZ ETNOGRAFYA MÜZESI, KÖKLERIYLE BULUŞMAK ISTEYENLERI BAYBURT’A DAVET EDIYOR.
SELİN BOZKURT
SANAT 19 SOHBETLERİ
gelen bizi yaşasın!
her yıl artmaya devam ediyor. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) açıkladığı “Kültürel Miras İstatistikleri”ne göre müze sayısı 500’e yaklaştı. Bu sayının yaklaşık yüzde 50’si Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde, kalanı da özel müze kategorisinde yer alıyor. 2019 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca tescillenen Kenan Yavuz Etnografya Müzesi ise farklı bir amaca hizmet ediyor. T Ü R K I Y E G E N E L I N D E K I M Ü Z E S AY I S I
“Yaşayan ve Yaşatan Müze” konseptiyle iş insanı Kenan Yavuz tarafından kurulan müze, Bayburt’un Beşpınar Köyü’nde yer alıyor. Doğup büyüdüğü ev ve çevresindeki 10 bin metrekare araziyi yeniden tasarlayan Kenan Yavuz, içerisinde kırsal yaşamın izlerini barındıran bir müze konsepti geliştirmiş. Geleneksel köy evleri, değirmenler, konak, amfi tiyatro, sinema salonu, kütüphane, yöresel mutfak atölyesi, köy kahvesi alanlarında yıl boyu ziyaretçilerini ağırlayan müze, yaz
sezonunu tırpan ile yonca biçme etkinliğiyle açtı. Türkülerin ve hikayelerin anlatıldığı etkinlikte müze bünyesinde yer alan tandırda pişen yemekler ziyaretçilere ikram edildi. Ayrıca tandır başında türküler seslendirildi, yaşanmışlıklar dile getirildi. Her pazar, köy gelenekleri ile ilgili çeşitli etkinliklerle kökleriyle buluşmak isteyenleri bir araya getirecek Kenan Yavuz Etnografya Müzesi Yönetim Kurulu Başkanı Kenan Yavuz’a müzeye dair merak ettiklerimizi sorduk.
20 SANAT SOHBETLERİ
Bayburt’ta, doğduğunuz köye müze kurma fikri ne zaman oluştu?
Kenan Yavuz
10 yıl önce alt yapısını oluşturmaya başladım. 2016 yılında Socar başkanlığını bıraktıktan sonra sosyal sorumluluk projelerine ağırlık vermeye karar verdim ve müzenin açılış sürecini hızlandırdım. Geçtiğimiz yıl da tamamladım ve tescilin ardından resmi müze statüsüne kavuşmuş olduk. 10 dönüm arazi üzerine kurulu bu müzenin kuruluş amacı ne peki?
Kültür destinasyonu olma yolunda hızla ilerleyen, gelişimini tamamlayan müzemizde köy evleri, köy meydanı, değirmenler, çocuk oyun alanları, kapalı ve açık sergi alanları, açık hava sineması, tarım aletleri müzesi, tandırlık, kütüphane gibi bölümler bulunuyor. Müzeyi kurma hayalim topraklarıma olan borcumu ödeme arzumdan kaynaklandı. Öte yandan Anadolu’da nüfus azalıyor. Köyden kente göç hala devam ediyor. Köyler bir cazibe merkezi olsun amacıyla böyle bir müze kurmak istedim. Anadolu kültürünün güzelliklerinin geleneksel yaşamın kültürel yaşama canlandırmaya, yaşatmaya gayret ediyorum. Toplumsal bir farkındalık yaratmaya, betonlaşmaya tarihimizin izlerinin silinmesinin engel olmaya gayret ediyorum. Bu anlamda çevremizde bir farkındalık yaratabilirsem ne mutlu bana. Özellikle çocuklara yönelik çok faaliyet olduğunu görüyoruz etkinlik takvimine bakınca…
Doğru… Çocuklara yönelik önemli faaliyetler içerisinde olacağız. Bir açık hava sinemamız var. Köy evlerimiz, su değirmenimiz etnografya müzemiz var. Kütüphaneyi de yeni inşa ettik. “Dede Korkut Türk Kimliği Kütüphanesi” adını verdim. Çocuklarımızla hep beraber olmak istedik. Teknoloji ve dijital dünya çocukları ailelerden toplumdan koparıyor. Onların büyüklerle beraber olma ortamlarını ve masal dinleme geleneğini yaşatmaya gayret ediyorum. Müzenin ilgi gören etkinlikleri, bölümleri hangileri?
Sosyal etkinlikler ilgi görüyor. Her yıl “Gençlik ve Çocuk Şenliği” düzenlemeyi planlıyoruz. İlkini Haziran ayında gerçekleştirdik. Şenlik kapsamında “Masal Yarışmaları, Çocuk Oyunları, Masal Dinleti Günleri, Geleneksel Çocuk Oyunları” olacak. Pandemi süreciyle biz de planlarımızı revize ettik. Ancak amacımız dijital çağda büyüyen çocuklara unutulmuş çocuk oyunlarını deneyimlettirmek, bizim çocukluğumuzdaki günleri tattırmak… En çok çocuklar mı ilgi gösteriyor?
Çocukların ilgisi büyük… Çünkü çok etkinlik var. Çocuklara özel sinema geceleri ve tiyatro düzenliyoruz. Dediğim gibi, amacımız bölgeye uyumlu etkinlikler ile eski günleri yaşat-
Müzede bir açık hava sineması, köy evleri, su değirmeni bulunuyor.
mak. Ancak yetişkinlerin de ilgisini çekecek eğlenceli gecelerimiz de var… “Sıra Geceleri, Türkü Geceleri, Yıldız Geceleri” de ziyaretçilerden ilgi görüyor.
eşliğinde birlikte tırpan biçme şenliği gerçekleştirdik. Önümüzdeki dönem etkinliklerini müzemizin internet sayfasından ya da sosyal medya hesaplarımızdan takip edebilirler.
Yıldız Geceleri’nin özelliği nedir?
Peki ya Etnografya teması?
1700 rakımda yer alan Beşpınar’da yıldızlara uzanacak kadar kendinizi yakın hissediyorsunuz. Bu sebeple Yıldız Geceleri müzemizin ilgi çekici etkinliklerinden… Ziyaretçi sayınız nedir?
Geçen yıl 5 bin kişiyi ağırladık. Müzenin en keyifli zamanı ne zamanlar? Kültür sanat gezginlerine ne zaman gelmelerini tavsiye edersiniz?
Haziran ayı itibariyle gelebilirler. Paylaşmak Anadolu’nun en güzel geleneklerinden biridir. İnancımızın da en önemli unsurlarından birisi paylaşmaktır. Hem Allah’ın verdiği nimetleri paylaşmak hem de birbirimizin emeğine katkıda bulunmak. Bu amaçla Bayburt türküleri
Eski hayatı muhafaza edip, yeni hayatın içinde görünür kılma görevini üstleniyoruz. Müzenin oluşturulmasında etnografik anlamda zaman ve mekân ilişkisini göz önünde bulundurmaya özen gösterdik. Sergilenen eserlerin etnografik olmasının yanında, yapılaşmanın da öyle olmasına gayret ettik. Etraftaki dağlardan taşları toplayarak, toprak ve kireç kullanarak, ahşap ağırlıklı bir yapılaşmayı hayata geçirdik. Önümüzdeki dönem kültür sanat alanında ne gibi gelişmeler olacak sizce?
Turizm akımının kültür odaklı bir noktaya evrildiğini ve bunun öneminin salgın süresinde daha da anlaşıldığını görüyoruz. İnsanların deniz- güneş-kum üçlemesin-
SANAT 21 SOHBETLERİ
den sıkılıp, daha hikâyeli, daha maceralı, tabiatla bütünleşmiş, daha özgün ve daha farklı kültürleri yaşabilecekleri turizme yöneleceklerini düşüyorum. Bu anlamda müze önemli bir misyonu yükleniyor. Köy yaşamına, sosyal hayata dair unutulan güzellikleri yaşatırken, insanların o günleri bizatihi içine girerek yaşamasını sağlıyoruz. Yaşayan Müze derken insanımıza dönemin aktivitelerini yapabilecekleri ortamlar sunuyoruz. Bizim modernlik gibi bir derdimiz yok, zaten bu tür müzelerden dünyada çokça var. Biz insanımıza sadece fotoğraf çekilebilecekleri yerler oluşturmadık. Bizatihi bu yaşanmışlıkların, bu hikâyelerin doğrudan içine girerek yaşamalarını sunuyoruz. Bu kültür durağını yaşamak ve gezmek isteyen insanlara da biz burada “bize gelen bizi yaşasın” sloganını kullanıyoruz. Bayburt’a gelen Bayburt’un ekmeğini bölmeli, yemeğini yemeli, Bayburt’un türküsünü söylemeli, Bayburt’un havasını koklamalı, Bayburt barlarını oynamalı. Adını ilk kez duyduğumuz farklı geleneklerden biri de “kem eğirme…” Nedir bu etkinliğin içeriği?
Etkinlik kapsamında ziyaretçiler tarafından biçilen otlar birleştirilerek bölgedeki köylerde sıkça kullanılan ve “kem” adı verilen halata dönüştürüldü. Sosyal medya hesabımızda bu ve diğer etkinliklerimizden görüntülere ulaşabilirsiniz. Bayburt’ta Hüsamettin Koçan’ın kurduğu Baksı Müzesi Avrupa Konseyi Müze Ödülü almıştı. Özellikle kültürel değerlere ilgilerinden dolayı etnografya ve yaşayan müzelere yurtdışından ilgi büyük. Sizin müzenizin de böyle uluslararası ziyaretçileri çekme hedefi var mı?
Baksı Müzesi Bayburt için gurur kaynağı. Nitekim ben de Mütevelli Heyeti’nde yer alıyorum, ilk gününden beri müzeyi destekliyorum. Öte yandan Kenan Yavuz Etnografya Müzesi’nin yurtiçi ve yurtdışından göreceği ilgiye yönelik profesyonel bir oluşum yoluna gitmenin faydalı olacağını düşündüm. Bu sebeple Danışma Kurulumuzu oluşturduk. Her biri farklı disiplinlerden, uzman isimlerden oluşan Danışma Kurulumuzda Türkolog, Araştırmacı Yazar Ali Canip Olgunlu, Sanat Danışmanı Dr. Feride Çelik, Artolik Sanat Merkezi Kurucusu Nazlı Keçili, Manifesto İletişim Yönetim Kurulu Başkanı Ozan Özkan, Ressam Recep Çiftçi, İyilik İçin Sanat Derneği Başkanı Selin Bozkurt, Yazar, Müzisyen Serhan Bali, Gazeteci, Yazar Dr. Şeref Oğuz, UNESCO TCEİK Başkanı Prof Zeynep Karahan Uslu yer alıyor. Danışma Kurulumuzun proje önerileri doğrultusunda planlamamızı oluşturduk, gerekli aksiyonları aldık. 24-26 Temmuz tarihlerinde müzemize yapacağımız ziyaret ile planlarımızı yerinde değerlendirme fırsatı bulacağız.
22 DÜNYA
Barışçıl bir gelecek için, geçmişi yıkmak! GEORGE FLOYD’UN POLIS ŞIDDETI SONUCU ÖLÜMÜNÜN ARDINDAN BAŞLAYAN IRKÇILIK KARŞITI PROTESTOLAR, BIR SÜREDIR DÜNYANIN BIRÇOK YERINDE SÖMÜRGE VEYA IRKÇILIK DÖNEMLERINE AIT HEYKELLERI HEDEF HALINE GETIRMIŞ DURUMDA. ASLINDA HEYKELLERIN YIKILMASI SADECE BUGÜN YAŞANAN BIR DURUM DEĞIL. HEYKEL YIKMAK TARIHI MÖ 2700 YILINA UZANAN BIR ISYAN STRATEJISI….
Dİ D E M E R YA R ÜNLÜ
GEÇMIŞIN YIKIMI DEVA M EDIYOR
T H E O D O R E R O O S E V E L T 14 Eylül 1901 yılında henüz 42 yaşındayken, Amerikan tarihinin o döneme kadarki en genç devlet başkanı oldu. 1906’da Nobel Barış Ödülü’nü aldı. Cumhuriyetçi Parti’nin üyesiydi ve ikinci kez seçildiği bu görevden 1908 yılının sonunda kendi isteği ile ayrıldı. Amerikan Doğa Tarihi Müzesi, geçtiğimiz günlerde Theodore Roosevelt heykelinin kaldırılmasını istedi. Gerekçe olarak ise, bu heykelin “siyahi ve yerli insanları boyun eğdirilmiş ve ırksal olarak aşağılık şekilde tasvir ettiği” gösterildi. ABD’nin 26. Başkanı Theodore Roosevelt’in büyük torunu Theodore Roosevelt IV, heykelin kaldırılmasına onay verdi. Bu onayı verirken dile getirdiği sözler oldukça anlamlıydı: ““Dünyanın heykellere, ya da başka bir çağın kalıntılarına ihtiyacı yok. Çünkü bunlar, ne onurlandırmak istedikleri kişilerin değerlerini yansıtıyorlar, ne de eşitlik ve adalet değerlerini…” Ülkede siyahi ABD vatandaşı George Floyd’un polis şiddeti sonucu ölümünün ardından başlayan ırkçılık karşıtı protestolar, bir süredir dünyanın birçok yerinde sömürge veya ırkçılık dönem-
Güney Carolina eyaletinin Charleston kentinde ABD Eski Başkan Yardımcısı John C. Calhoun’un heykeli kaldırıldı. 1825-1832 yılları arasında ABD’de başkan yardımcılığı görevini yürüten Calhoun, 1830’larda Senato’da yaptığı konuşmalarda, köleliği savunuyordu.
Josef Stalin’in başı, Komünist diktatörün heykelinin 1956’daki Macaristan Devrimi sırasında kaidesinden ayrılmasının ardından Budapeşte sokağında kaldı.
lerine ait heykelleri hedef haline getirmiş durumda. Birçok ülkede, kralların, generallerin, politikacıların heykelleri ırkçılık karşıtları tarafından yakılıyor, yıkılıyor… Aslında heykellerin yıkılması sadece bugün yaşanan bir durum değil.
1871 Fransız Devrimi sırasında Paris Komün hareketi, Place Vendome’da 40 metreden yüksek bir sütunun üstünde duran Napolyon heykelini yere indirdi. Kasım 1989’da Varşova gençliği, Sovyet gizli polis kurucusu Felix Dzer-
Washington DC’deki Amerikan Konfedere Devletleri Generali Albert Pike’ın heykelini yıkılıp ateşe verildi.
Portland’da ABD’nin ilk başkanı George Washington’ın heykeli halatlar ile yıkıldı ve ateşe verildi.
DÜNYA 23
Protestocular, Black Lives Matter protestoları sırasında köle tüccarı Edward Colston’un heykelini Bristol limanına attılar.
ABD’nin 2003 yılında ülkeyi işgal etmesinin ardından devrilmiş Irak diktatörü Saddam Hüseyin heykeli yıkıldı.
hayatının geri kalanında acı çeksin’ laneti yazılıdır. Heykel yıkmanın MÖ 2700 yılına uzanan bir isyan stratejisi olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla, düşüncelere isyan eden insanların, bu düşünceleri temsil eden heykellere tepki göstermesi şaşırtıcı değil.”
çünkü rejimler değiştiği anda, savaşlardan hemen sonra, birileri heykelleri çaldı, hemen eritti ve paraya, silaha ya da başka insanların heykellerine dönüştürdü. Bu; sanatın, değişen sadakatin ve değişen geçmişin tarihidir.” 40 MILYAR DOLAR
TARIHIN HALKA AÇIK VERSIYONU
zhinsky’nin heykelini alkışlar eşliğinde kaldırdı. Romenlerin Sovyet egemenliğinin sembollerini ortadan kaldırmaya çalıştığı döneme denk gelen Mart 1990’da Bükreş meydanında 12 tonluk bronz Lenin heykeli, işçiler tarafından düşürüldü. Gürcistan, Stalin’in doğduğu kasaba olan Gori’deki heykelini, Sovyetler Birliği’nden ayrılmasından yaklaşık 20 yıl sonra, 2010 yılında parçaladı. 9 Nisan 2003’te, Irak diktatörü Saddam Hüseyin’in devasa heykeli, ABD Deniz Piyadeleri yardımıyla yıkıldı. Mart 2011’de Suriye’nin Daraa şehrinde Cumhurbaşkanı Beşir Esad’ın babası Hafız el Esad’ın heykeli devrildi. Düzinelerce maskeli protestocu, Aralık 2013’te, Moskova destekli cumhurbaşkanı Viktor Yanukoviç’i deviren büyük bir ayaklanmanın başlangıcın-
da, Lenin’in Ukrayna başkentindeki bir başka heykelini yıktı. Örnekleri çoğaltmak mümkün… Peki insanlar, kültürel mirasın simgeleri olan heykelleri, anıtları hangi amaçla yok ediyor?
Portland’da Jefferson Lisesi’nin bahçesindeki eski Başkan Thomas Jefferson’a ait heykelin üzerine “Köle sahibi” yazıldı ve heykel bağlanan halatlar ile yıkıldı.
New Mexico eyaletinde eski sömürge valisi Juan Onate Salazar’ın heykelinin kaldırılması için protesto gerçekleşti.
YIKIM ‘NORM’, KORUMA ‘ISTISNA’
Jay College of Criminal Justice Sanat Tarihi Profesörü Erin L. Thompson, kariyerini bu sorunun cevabını anlamaya adamış bir isim. Thompson, The New York Times’da yayınlanan bir makalesinde, “Bir sanat tarihçisi olarak ‘yıkımın norm’, ‘korumanın istisna’ olduğunu biliyorum” diyor ve şunları anlatıyor: “Bizler sanatla tanıştığımızdan bu yana, insanları ve fikirleri yüceltmek için anıtlar yapıyoruz; anıtlar yapmaya başladığımızdan bu yana da, diğer insanlar bu anıtları yıkıyor. Eski Asur Kralları’nın heykellerinin üzerinde, ‘Heykelimi deviren,
Thompson’a göre, son dönemde yaşanan heykellere yönelik saldırıların temelinde gelecekle ilgili kaygılar değil, geçmişle ilgili sorunlar yatıyor. Yani aslında, bugünü değerlendirirken, öncelikle devlet, toplum ve hatta dünya olarak geçmişi sorgulamamız gerekiyor. Thompson, heykeli bir tür “ölümsüzlük sembolü” olarak tanımlıyor ve şunları söylüyor: “Heykeller, bir fikri sağlamlaştırmanın ve diğer insanlara sunmanın bir yolu. Burada gerçek sorun, heykellerin kendisi değil, temsil ettikleri bakış açısı. Bu heykeller halka açık yerlerdeler ve tarihin halka açık versiyonunu temsil ediyorlar.” BRONZ HEYKELLER
Erin L. Thompson, ‘tarihin halka açık versiyonu’ kavramı ile söylemek istediğini, bronz heykeller örneği ile ifade ediyor: “Örneğin bronzu ele alalım. Geçmişte birçok heykelin bronzdan yapıldığını görüyoruz. Bronz, eritip başka amaçlarla yeninden kullanabileceğiniz bir metaldir. Eski Yunanlılar büyük anıtlarını bronzdan yaptılar. Bu anıtların neredeyse hiçbiri hayatta kalmadı; Richmond kentinde İtalyan kaşif Kristof Kolomb’un heykelinin üzerine “Columbus soykırımı temsil ediyor” yazıldı. Kolomb’un Byrd Parkı’ndaki heykeli ateşe verilerek göle atıldı. Boston’da ise Kolomb’a ait bir başka heykelin başı koparıldı.
Tüm dünyanın barış ve refah içinde yaşadığını söyleyemesek de, geçmişte olduğu gibi bronz heykellerin eritilip paraya dönüştürüldüğü zamanları geride bıraktık. Heykeller ve anıtlar ülkeler tarafından kültürel miras olarak değerlendiriliyor ve korunmaya çalışıyor. Bu noktada Thompson’ın dikkat çektiği bir konu daha var. O da, heykellerin korunmasının çok pahalı olduğu ve aslında bu paraların çok daha faydalı işlerde kullanılabileceği. 2018 yılında Smithsonian dergisinde yer alan bir habere göre Amerika Konfedere Devletleri’ne ait heykeller ve sanat eserlerinin korunması için son 10 sene boyunca harcanan miktar en az 40 milyon dolar boyutunda… Üçüncü Dünya Savaşı’nın işsizlik nedeniyle çıkacağını söyleyen çok sayıda ekonomist var. Dünya genelinde 1.3 milyar kişinin, yani neredeyse küresel istihdamın yarısının geçim derdi yaşadığı bir pandemi döneminden geçiyoruz. Dolayısıyla, Thompson’un dediği gibi, bazı düşüncelere isyan eden insanların, bu düşünceleri temsil eden heykellere tepki göstermesi pek de şaşırtıcı değil… İtalya’da gazeteci Indro Montanelli’nin heykeline boyalı saldırı düzenlendi.
24 YAZAR MASALARI
Sunay
YAZAR 25 MASALARI
FA R U K Ş Ü Y Ü N
Bir yazarın masası kafası gibidir SUNAY AKIN, KENDISIYLE YAPTIĞIM BIR SÖYLEŞIDE “BIR ORKESTRA KURUYORUM BILGIDEN: ÜFLEMELI ÇALGILAR, VURMALILAR, YAYLI OLANLAR... HER BILGI, BIR ENSTRÜMAN GIBI. DÜŞÜNCENIN SENFONISI ORTAYA ÇIKIYOR” DEMIŞTI. O BILGININ KAYNAKLARI, ONUN ÇALIŞMA MASASININ OBJELERI. NELER MI? KITAPLAR, KITAPLAR, KITAPLAR…
y Akın
26 YAZAR MASALARI
Yazı masan, çalışma odan, hatta bütün ev hıncahınç kitaplarla dolu.
Burası 190 metrekare bir kütüphane. Bunca yıl biriktirdiğim kitaplar, belgeler, arşivler, efemeralara ayırdım. Bir dönem ailecek oturuyorduk. Zaman içerisinde kitaplar biriktikçe, arşivler genişledikçe kendi başlarına bir cumhuriyet kurmak istiyorlar. Yani, “beni farklı eve çıkar, bana bir mekân ver” diyorlar. Son yıllarda bunu yaşıyordum. Evimiz kütüphaneme, arşivlerime, belgelerime bizimle birlikte yetmediği için, biz taşınmayı tercih ettik, onlar kaldılar. Ama ben yine bu daireye geliyor, burada çalışıyorum. Yazı masamın bulunduğu oda, ailemle birlikte yaşarken kütüphane olarak ayırdığım yer. Buradan hiç kopamıyorum. Yani şu anda evin bütün odaları benim, her yerde kitaplar var, her yerde çalışabilirim. Salona geçmek de istiyorum, orası da kütüphane oldu artık, hem daha geniş, ama buradan çıkamıyor, masamı dışarı taşıyamıyorum. Aslında ben, hiçbir eşyayı ait olduğu mekândan koparamıyorum. Bu aidiyet duygusu bende de vardır. İyi mi kötü mü? bilemiyorum!
Ben, eskiyen ayakkabılarımdan bile ayrılamıyorum! Hani gider yeni bir ayakkabı alırız artık eskimiştir öteki, ne bileyim yırtılmıştır ya da açılmıştır altı… Ben, onu da terk edemiyor, biriktiriyorum. Baktım olmuyor, gidip ormana bırakıyorum. Doğada olsun ne bileyim bir börtü böceğe, bir hayvana yuva olur, diye düşünüyorum. Bu durum, eskiyen ceketim, gömleğim, giymediğim kıyafetlerim için de geçerli. Onları da İstanbul’un köylerindeki korkuluklara giydiriyorum. Masandaki minik kitap dağlarının bir düzeni var mı?
Fotoğrafta gördüğün her kitabın üstüste gelmesi tesadüf değil. Ben, devamlı bir değil, birkaç konuya, kitaba çalışırım. Belki hiperaktifliğimden kaynaklanıyor, biraz ahtapot gibiyim bu konuda. Şunu yazıyorum, masamda sadece o olsun. Hayır, bu yaklaşım benim canımı çok sıkar. Bana yetmez o. Bu yüzden masamda görülen kitap sütunların-
daki - kitap sütunları diyorum ben onlara – eserlerin üstüste gelmesi kendi başına bir tema, bir konu. Okuyorum defalarca, düşünüyorum, kimi zaman bazılarını eksiltiyorum, bazılarına yeni kitaplar ekliyorum. Yani bir olgunlaşma süreci yaşıyor o kitapların bir arada oluşu. Kurguyu düşünüyorum sürekli olarak. Nasıl ki bir ressam, boş tuvalin karşısına geçmeden önce resmini planlar, kurgusunu yapar yapmasına, ama fırçalarını alıp boyamaya başladığında çoğu zaman başka bir resim çıkar ortaya… Ben de bir yazar olarak ne kadar kurgularsam kurgulayayım, masa başına oturduğumda ne çıkacağını bilemem. Önemli olan o ânı yaşamak, o heyecanı hissetmek. Fotoğrafta görülen kitaplarda 5-6 tane farklı konu var. Yani yazdıklarının muhakkak bir belgesi, kaynağı bulunmalı…
Belge, bilgi olmadan hiçbir şey kaleme alınamaz. Ben, bu konuda fazla alçakgönüllü olmanın cezasını çekiyorum! Herhalde Türkiye’de belge ve bilgi toplayan iki elin parmakları
kadar insan varsa, onlardan birisi benim. Sadece kitap, dergi, arşiv değil; efemeralar, objeler de… Yazdığım kitapların konusuyla ilgili müze değeri taşıyan efemeralar ve objeler bile var bende. Bana, örneğin herkesin bildiği bir insanın hayatındaki bilinmedik bir öyküyü ortaya çıkardığımda “bunu nereden buldun?” diye soruyorlar. Şuradan buldum: Önemli olan, yazarın ne aradığıdır. Her yazarın, her sanatçının eserini oluştururken sorduğu sorular vardır. Önemli olan, hangi soruları sorduğudur. O sorular zaten o belgeyi, o bilgiyi getirtir. Ben, sorduğum soruların yanıtlarını alıyorum bu kitaplardan. Yani bakmak ile görmek aynı şey değil. Başkalarının bakıp yanından geçtiği pek çok öyküyü ben görebiliyorum; çünkü bu, benim aradığımla, sorduğum sorularla ilgili bir süreç.
YAZAR 27 MASALARI
Okuyorum defalarca, düşünüyorum, kimi zaman bazılarını eksiltiyorum, bazılarına yeni kitaplar ekliyorum. Yani bir olgunlaşma süreci yaşıyor o kitapların bir arada oluşu. — SU NAY A K I N
Kimler var bu insan öykülerinde?
Yani nereye bakacağını iyi bilmek gerekiyor, bence bu da bir yetenek. Yakında yayınlanacak yeni kitapta neler var?
Yazmaya başlamıştım, bu Korona süreci geldi; doğal olarak yaşadığımız dönemin tanığıyız ya kitap, o yöne doğru kendini geliştirdi. Yine insan öyküleri var. 1919’dan itibaren 100’ler dönemine girdik. Geçen yıl Atatürk’ün Samsun’a çıkışının 100. yılıydı, bu sene meclisimizin açılışının 100. yılı. 2023, Cumhuriyet’in ilanının 100. yılı. Şimdi böyle bir dönemde ben, yüzleri yazıyorum; insan yüzleri, insan öyküleri. Biraz ipucu verebilir misin?
Şöyle anlatayım: Cemal Süreya çok güzel portreler çizerdi. Tabii ki sözcüklerle. Onun çok farklı bir biçimi; Sunay Akın’ın kaleminden insan öyküleri.
Bu Korona sürecinde örneğin Cemil Topuzlu katıldı yazdığım portreler arasına. Cemil Topuzlu, 1912 yılında İstanbul şehremini yani belediye başkanı oluyor ve 1913 yılında büyük bir salgın çıkıyor. Topuzlu tıp hekimi, salgınla inanılmaz bir mücadele veriyor. İşte o girdi kitaba. Keza Urfa’da bir terzi: 70’li yıllarda evine bomba atılıyor, oğlu sakat kalıyor; 23 Nisan’a katılamayacak. Fakat ne yapıyor, ediyor o baba, terör saldırısı ile sakatlanan oğlunu 23 Nisan kutlamalarına gönderiyor, bunun öyküsü. Hissi senetler anlattıklarım. Diyorum ya hayatın zenginliği hisse senetlerinde değil, hissi senetlerdedir. Çalıştığım kitabımda da yeni hissi senetler sunacağım okurlara. Merakla bekliyorum. İki kutu görüyorum, küçük olanla başlasak?
Aslında bu kutulardan çok var. Ben, teneke kutuları çok sever ve biriktiririm. İçlerine çok değer verdiğim objeleri koyarım. Onda da Beatles’ın oyuncakları var, o kadar değerli ki…
Söylediğim gibi çok da obje toplarım. Antika, tarihte yeri olan objeleri alırım. Biliyorsun yurtdışındaki etkinliklere, edebiyat toplantılarına, kütüphanelere, müzelere davetli olarak sık gidiyorum… Oralarda değerli koleksiyonerlerle, antikacılarla, sahaflarla tanışıyorum. Onlarda o kadar güzel şeyler çıkıyor ki karşıma inanamazsın. Gel de alma! Aslında onlarla da besleniyorum, benim yazacağım kitapları biraz da yaşadığım bu seyahatler belirliyor. Büyük kahverengi kutuya gelince içinde çok eski İstanbul objeleri, bir hazine var. Ne var biliyor musun tarihi Galata Köprüsü’nün -yıkıldı, atıldı, bitti gitti- bağlantı cıvatası var. Onu atmışlar, düşünsene! Bir de çok eski, yıkılan bir apartmanın tonozunda bir insan yüzü var. Nişantaşı’nda karşıma çıktı. Atılmış. Tesadüfen oradan geçiyordum, kamyonlar yıkıntıyı alacaklarken gördüm. Yıllarca aşağıda kaldırımdan gelip geçen insanlara bakan bir tonozdaki insan yüzü o kutunun içinde duruyor. Galata Köprüsü’nün bağlantı cıvatasıyla yanyana. Bir de ne var biliyor musun, eski elektrik direklerinde porselen fincanlar vardır ya onlardan birisi. O fincanın yanından geçen elektrik telleriyle hangi evler aydınlanmıştır? O ışığın altında yaşanmış, anlatılacak ne hikâyeler vardır?! Masanın altı da kitap dolu…
Bir zamanlar masanın üzerinde olan, o kitap sütunları söylediğim gibi devamlı değişiyorlar. Onlar, sonradan gereksiz gördüğüm kitaplar. Fakat, onları da hemen rafa koyamıyorum, bir müddet tutuyorum. Çünkü, orada beklerken bir müddet sonra yeniden yukarı çıkanlar da oluyor. Onlar da hemen elimin altında olmalı. Karışık gibi, ama sanıyorum düzenli bir masa, oda ve evi konuştuk…
Tıpkı kafamın içi gibi. Bence bir yazarın masası, kafası gibidir. Benim masam da öyle. Devamlı buradan oraya oradan buraya geçmeyi çok sevdiğim için, ne bileyim yani Chagall’ın ya da Magritte’in tablolarını sevdiğim için… Masam da biraz onlara benziyor galiba…
28 PORTRE
O Ğ U Z O TAY
gezmek yetmez.com
Savaş baronunun karanlık yüzü
BASIL ZAHARROF LAKABI “DÜNYANIN EN KÖTÜ ADAMI”… SAĞLAM ILIŞKILERI SAYESINDE MILYONLARCA FRANK TUTARINDAKI SERVETINI ASALET ÜNVANLARIYLA SÜSLERKEN, ENVAI ÇEŞIT DALAVEREYLE ÜLKELERI SAVAŞA SOKMAYI BAŞARDI… İŞTE İZMIR’IN YUNANISTAN TARAFINDAN IŞGALI FIKRININ MIMARI OLAN ZAHAROFF’UN MUĞLA’DAN BAŞLAYIP, İSTANBUL’DA DEVAM EDEN VE SONRASINDA DÜNYA ÇAPINDA KIRLI BIR ŞÖHRETE VARAN HIKÂYESI…
İstiklal Cadde’sinin “Grand Rue de Pera” olarak bilindiği yıllar. Her gün sabah erken saatlerde gelip, gün boyu Lebon Pastanesi önünde bekleyen genç adamı civardaki esnaf dışında pek tanıyan yok gibidir. Galata’ya yanaşan gemilerden inen turistlere rehberlik yapan, daha doğrusu anlaştığı genelevlere götürerek para kazanan bu gencin adı Osmanlı nüfus kayıtlarına göre Vasil Zaharyas’dır. Şimdilik bu adıyla onu pek bilen, sayan olmasa da çok kısa sürede Basil Zaharoff adıyla tüm Avrupa tanıyacaktır. 19. Y Ü Z Y I L I N S O N L A R I N A D O Ğ R U ,
İSTANBUL KURTULUŞ’TAN DÜNYA SILAH PIYASALARINA…
Ailesi, Yunanistan’ın bağımsızlığı sonrasında İstanbul’dan Odesa’ya iltica eder. Kısa süre sonra
geri dönüp yerleştikleri Muğla’da 1849 yılında doğar Vasil. Aile, Rusya’da soyadlarını “Zaharoff” olarak değiştirir. Vasil altı yaşında iken, aile Istanbul’a taşınır ve o yıllarda “Küçük Atina” diye bilinen Tatavla’ya (Kurtuluş) yerleşirler. Vasil’in hızlı servet sahibi olma arzusu gençlik yıllarını ve meslek yaşamını şekillendirir. Önceleri bildiği yabancı diller nedeniyle turistler için zevk tacirliğine soyunur. İçindeki macera tutkusu onu Tatavla’nın meşhur tulumbacı takımlarından birine sokar. O dönemde tulumbacılar yanan evlerdeki eşyaları kurtarmak için mal sahibi ile pazarlık yapar, ya da eşyaları kurtardıktan sonra yeniden mal sahibine satarak para kazanırlardı. Pazarlık yeteneği kumaş tüccarı olan dayısının dikkatini çeker ve onu bir İngiliz okuluna yazdırır. Okuldan arta kalan zamanlarında da
dayısına yardım eder. Her ne kadar Galata’daki handa kumaş ticareti yapıyor görünseler de, geri planda asıl uğraşı döviz ticareti, tefecilik ve borsa manipülasyonudur. Bir taraftan bu işleri yaparken, boş zamanlarında da Avrupalı turistlere hoş vakit geçirterek para kazanmaktan geri durmaz. Hatta ülkesine dönecek olan turistlerin elinde kala Osmanlı paralarını sahte dövizlerle değiştirerek haksız kazanç elde eder. Dayısı işleri bozulup, iflasın eşiğinde iken Rusya’ya kaçar. Vasil de bundan yararlanarak kasada ne varsa boşaltarak 24 yaşında İngiltere’nin yolunu tutar. Ancak dayısı peşini bırakmaz ve İngiltere’de yeğeninin aleyhine dava açar. Evraklar arasında rastlantı eseri bulduğu ve kendisinin şirket ortağı olduğunu gösteren belgeyi mahkemeye sunar. 100 Sterling tutarında bir kefaletle salı-
PORTRE 29
Avrupa’da seyahat ettiği Orient Ekspres’te tanıştığı ve âşık olduğu evli Maria del Pilar ile 75 yaşında evlenir. Ancak bu evlilik sadece 18 ay sürer.
30 PORTRE
nır ve bu meblağ İstanbullu Rumlarca toplanır. Dava sonuçlanıncaya kadar mahkemenin yetki alanındaki bölgede ikâmet zorunluluğu getirilir. İngiltere’de ticaret yapması artık pek mümkün olmadığından Atina’da şansını denemek üzere ilk gemiyle yola koyulur. ATINA GÜNLERI
Atina’daki ilk günlerinde gazeteci Stefanos Skuludis ile tanışır. Skuludis ilerleyen günlerde Yunanistan Başbakanı olacaktır. Skuludis’in İsveçli silah taciri dostu Thorsten Nordenfeldt o günlerde Atina’daki mümessilliği için güvenilir birini aramaktadır. Skuludis’in tavsiyesi ile 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı öncesinde Zaharoff bu göreve atanır ve böylelikle yeni kariyeri başlamış olur. Başta Osmanlı ve Rus devletlerine yüklü silah teslimatları yapar. Aynı günlerde Nordenfelt tarafından üretilen ancak Amerikan Donanması’nca güvenilir bulunmayan denizaltıları ilginç satış yöntemleriyle satar. Şöyle ki, önce birini Yunanistan’a satar. Osmanlı Donanması’nın iki adet denizaltı siparişi verdiğini ama kendisinin Rum kökenleri nedeniyle önceliği Yunanistan’a vermek istediğini söyler. Teslimat sonrasında soluğu İstanbul’da alır. Bu defa kendisinin bir Osmanlı vatandaşı olduğunu ve Osmanlı Donanması’nın Yunan Donanması’na karşı üstünlüğünü kaybetmesini istemediğini, istenirse iki denizaltıyı derhal teslim edebileceğini söyler. Ve iki denizaltı donanmanın ilk denizaltıları olarak deniz kuvvetleri envanterinde yerini alır. Zaharoff bu defa da soluğu Rusya’da alır ve aynı yöntemle iki denizaltıyı Ruslara da satar. Böylece bir taşla beş kuş vurmuştur.
Almak kadar vermenin de silah ticaretinin en önemli şartı olduğunu gören Zaharoff yüksek düzeydeki yöneticilere, subaylara rüşvetler dağıtmaya başlar. İlk skandal Japon Donanması’na yapılacak olan silah satışı için Amiral Fuji’ye verilen rüşvetle ortaya çıkar.
DÜNYA DEVI OLMA YOLUNDA HIZLI ADIMLAR
Basil Zaharoff başarılı satışlar yaparken, rakiplerini de yakından takip etmektedir. O günlerde dakikada 100 mermi atabilen makinalı tüfeği üreten Maxim firmasını güçlü bir rakip ve büyük tehdit olarak görür. Kendine özgü yöntemlerini devreye sokar. Amerikalı mühendis Hiram Maxim’in bu ölümcül silahını tanıtmak üzere çıktığı Avrupa turunu ne yapıp, edip başarısız kılacak yöntemlere kafa yormaya başlar. İtalya’da La Spezia’da yapılacak tatbikatlarda silahın tanıtımını yapacak silah uzmanlarını İstanbul günlerinden kalma yöntemlerle şehrin genelevlerinde ağırlar, körkütük sarhoş eder. Ertesi gün yapılan denemeler beklendiği kadar başarılı olmaz. Bununla yetinmez Avusturya’daki denemelerde silah mekanizmasına sabotaj düzenler. Hiram Maxim silahını Avrupa’da satabilmek için tek yolun Basil Zaharoff ile anlaşmak olduğunu anlamakta gecikmez. Tek çare Zaharoff ile anlaşarak Nordenfeldt ile ortaklığa gitmektir. Bu ortaklık için önemli miktarda bir komisyon Zaharoff’un hesabına yatar. Almak kadar vermenin de silah ticaretinin en önemli şartı olduğunu gören Zaharoff yüksek düzeydeki yöneticilere, subaylara rüşvetler dağıtmaya başlar. İlk skandal Japon Donanması’na yapılacak olan silah satışı için Amiral Fuji’ye verilen rüşvetle ortaya çıkar. Amiral durumun ortaya çıkması sonrasında harakiri yaparak ya-
şamına son verir. Zaharoff’un yöntemlerinden rahatsızlık duyan Thorsten Nordenfeldt onunla yollarını ayırır. Bu durum Zaharoff için yeni bir fırsat olur. Maxim ile olan işbirliğini yeni bir şirket üzerinden yürütür ve Maxim’in hisselerinin yarısına sahip olur. 1897 yılında Maxim ve Zaharoff ortaklığının başarısı başka bir silah devi olan Vickers’ın dikkati çeker. Vickers, Maxim Zaharoff ortaklığı ile işbirliğine gider. Zaharoff’un Vickers yönetim kuruluna girdiği günlerde takvimler 1911 yılını göstermektedir. BIRINCI DÜNYA SAVAŞI’NIN AYAK SESLERI
Yaşanan gelişmeler Avrupa’yı adım adım bir felakete yaklaştırmaktadır. Birinci Dünya Savaşı’nın yaklaşması büyük bir silahlanma yarışını da beraberinde getirir. Yaşananları zenginleşmek için bir fırsat olarak gören Zaharoff, bir taraftan Fransa ve İngiltere için silah temin ederken, bir taraftan da Almanya için gizli silah üretimi yapar. Almanya’nın silahlanma çabalarını Fransız
basınına sızdırarak daha fazla silah alımı için Alman Parlamentosu’nu manipüle eder. Faliyetlerini sürdürebilmek için finans sektörüne ve basın dünyasına da girmesinin faydalı olacağını düşünen Zaharoff, silah ticaretini finanse ettiği bilinen “Union Parisienne” bankasını ve “Excelsior” gazetesini satın alır. Bir taraftan da üst düzeyde ilişkiler kurabilmek için hayır işi maksatlı bağışlar yapar. Önce Fransız denizciler için huzurevi, Paris Üniversitesi bünyesinde de bir kürsü kurulması için maddi destek verir. Fransa Başbakanı ve sonrasında Cumhurbaşkanı olan Poincare tarafından “Legion d’Honneur” nişanı ile ödüllendirilir. Milyonlarca frank tutarındaki servetini asalet ünvanları ile süslemek siyasi ilişkilerini daha da güçlendirir. Benzeri yöntemlerle İngiltere başbakanı Lloyd George ile de kurduğu dostluk neticesinde “Sir” ünvanı kazanır. Oxford ve Sorbonne Üniversitesi’nde çeşitli kürsülerin kurulmasına katkı sağlar ve 20 bin frank ödüllü Balzac Edebiyat Ödülleri’nin kuruculuğunu yapar.
PORTRE 31
Kurduğu bu ilişkiler sayesinde Yunanistan’ın İngiltere, Fransa, Rusya ve İtalya yanında savaşa girmesi için çaba gösterir. Bu maksatla Yunanistan’da bir haber ajansı satın alarak Almanya aleyhinde haberlerin yapılmasını sağlar. Bunu da İngiltere’nin menfaati için yaptığını dillendirir. “The Times” gazetesi savaşın sonunda Basil Zaharoff’un Britanya’nın çıkarları için savaş boyunca 50 milyon sterlin harcadığını yazar. Savaş bittiğinde, Yunanistan’ın Osmanlı topraklarından pay alabilmesi için tüm siyasi bağlantılarını kullanmaktan kaçınmaz. Venizelos’u Osmanlı topraklarını işgal etmesi için cesaretlendirir. Megalo İdea’nın gerçekleşmesi için bir servet sayılabilecek 500 milyon altın frangı Yunanistan hükümeti emrine tahsis eder. Başta İngiltere olmak üzere I. Dünya Savaşı galibi ülkeleri Yunanistan’ın İzmir’i işgal etmesi konusunda ikna eder. İzmir’in Yunan tarafından işgali fikrinin mimarı ve maddi destekçisidir. SUYA DÜŞEN HAYALLER
Basil Zaharoff Tenten'in "Kırık Kulak" macerasında Basil Bazarof adıyla karikatürize edilerek, hiçbir vicdani tereddüdü olmayan 'ölüm tacirini sembolize etmişti.
Kurtuluş Savaşı sonrasında Anadolu’da yaşanan yenilgi ile hayalleri suya düşer. Bu kez de, Anadolu Hükümeti’ne silah satma çabalarına girişir. Ancak, bu teşebbüsü Atatürk tarafından red edilir. Yaşadığı bu hezimet İngiliz ve Fransız hükümetleri nezdinde itibar kaybetmesine neden olur. Ancak, yeni bir çıkış yolu bulmakta gecikmez. Orta Doğu petrollerini yeni kazanç kapısı olarak görür. Kurulan petrol şirketine İngiltere ile birlikte ortak olur. Diğer yandan Monte Carlo kumarhanesini satın alarak, ticari faaliyetlerine Monako’da devam eder. İstediği gibi at koşturabilmek için Fransa Başbakanı Clemenceau ile olan dostluğunu kullanır ve Monako’nun özerk yapıya kavuşmasını sağlar. Yıllar önce silah ticareti yaparken Avrupa’da seyahat ettiği Orient Ekspres’te tanıştığı ve âşık olduğu evli Maria del Pilar ile kocasının ölümü üzerine 75 yaşında evlenir. Ancak bu evlilik sadece 18 ay sürer. Maria del Pilar’ın ölümü sonrasında Fransa’daki şatosuna kapanır, anılarını kaleme alır. Anılar uşağı tarafından çalınır. Maddi gücünü kullanarak Fransız polisinin çalınan anıları bulmasını ve kendisine geri getirmesini sağlar. O zaman anlar ki; anılarının yayınlanması Avrupa’da yaşanan kirli ticarete ve siyasi ilişkilere ışık tutar niteliktedir. Bu durum sadece kendisinin değil, birlikte iş yaptığı birçok siyasi şahsiyetin, başbakanın, cumhurbaşkanının itibarını yerle bir edecek niteliktedir. Tereddüt etmeden anılarını ateşe atarak yakar. Yıllar sonra hakkında yazılan kitaplar karanlık ilişkilerine bir nebze ışık tutsa da, anlatılanlar sadece buzdağının su üstünde kalan kısmıdır. Basil Zaharoff karakteri meşhur çizgi roman Tenten’in “Kırık Kulak” adlı macerasında Basil Bazarof adıyla “ölüm taciri” olarak sembolize edilir. Basil Zaharof’un Muğla’dan başlayıp, İstanbul’da devam eden ve sonrasında dünya çapında kirli bir şöhrete varan hikâyesi 27 Kasım 1936 tarihinde Monte Carlo’da, 87 yaşında ölümü ile ardında birçok sır bırakarak son bulur.
32 SEYAHAT &KONAKLAMA
PANDEMI SONRASI HIÇ OLMADIĞI KADAR REVAÇTA: KARAVAN ILE SEYAHATTEN BAHSEDIYORUZ. SOSYAL MESAFEYI KORUYARAK GÜVENLI TATILIN BIR NUMARALI ADRESI HALINE GELDI. AMA KARAVANLA AILECE RAHATÇA TATIL YAPMAK MÜMKÜN MÜ?
Karavan T T E K E RL E R Ü S T ÜNDE K I E V
SEYAHAT 33 &KONAKLAMA
HANGI KARAVAN TÜRÜNÜ SEÇMELI?
CANAN D E M İ R AY
Tatili
Bir çok farklı karavan tipi var ancak kiralamada yaygın olanlar motokaravan ve römork tipi çekme karavanlar. Çekme karavanın avantajı, gideceğiniz yere ulaştıktan sonra orada bırakarak binek aracınızla farklı yere gidebilmeniz. Bunu tercih etmeden önce aracınızın en fazla ne kadar ağırlıkta bir römork çekebileceğini bilmeniz gerekiyor. Motokaravan ya da campervan ise kompakt ve güvenli olduğundan tercih ediliyor. Park yeri konusunda fazla yer işgal etmediğinden rahat. Kiralama yaparken su ve elektrik konusunu da sormanızda fayda var, araçların donanımı farklı olabiliyor.
siniz hem de aracınızı ağırlaştırmamış olursunuz. HERKES KULLANABILIR MI?
Otomobil için geçerli olan B tipi ehliyet motokaravanları kullanmak için yeterli. Avrupa’ya kıyasla karavan kampı ve karavan sayısı yeterli değil ancak bu sene de artış görülen alanda daha fazla arz sağlanabilir. KAMP ALANINA GIRMEK ŞART MI?
Karavancıların kamp alanlarını tercih etmelerinin nedeni hem güvenlik hem de tesis imkanlarının ihtiyaçları karşılamada sağladığı konfor. Ancak kamp alanı dışında da park yapmak mümkün. NASIL BIR ROTA ÇIZMELIYIZ?
KIRALAMA MALIYETLERI NEDIR?
Her tatil maliyeti gibi karavan tatilininki de sizin tercihleriniz ve bütçenizle şekilleniyor. Maliyeti hesaplamanız için araç türünü ve sürenizi belirlemelisiniz. Türkiye’de önde gelen karavan kiralama şirketlerinden Go Caravan yetkilileri, bir haftadan başlayan kiralamalar yaptıklarını ve kiralamanın araca göre haftalık 5000-7000 TL civarı olduğu söylüyor. Önceki yıllarda daha çok maceraseverlerin tercih ettiği karavanları bu yıl ailelerin de değerlendirmek istediğini ekliyorlar. Aracı kiraladıktan sonra sigorta, yakıt ve eğer konaklayacaksınız kamp yeni ücretlerini de eklemeyi unutmayın. YANIMIZA NE ALMALIYIZ?
Nevresim, yemek hazırlamak ve servisi için mutfak gereçleri karavanda yanınıza almak isteyecekleriniz öncelikli malzemeler. Çocuğunuzla seyahat ediyorsanız, oyunları, sanat faaliyetleri için malzemeler, sevdikleri atıştırmalıkları bırakın kendi hazırlasın. Acil durumlar için ilkyardım ve bir de alet çantası da yanınızda bulunsun. Ben her zaman hafif seyahat çantalarından yanayım. Bir uçak seyahati gibi ağırlık sınırınız olmasa da gerekli kıyafetler ne kadar doğru planlanırsa dar alanda hem kolay aradığınızı bulabilir-
Türkiye’nin dört bir yanını keşfetmek için karavanla yola çıkmak harika bir fikir. Ailece rotanızı seçin, varacağınız noktanızı önceden araştırın, kimi zaman kamp yerleri için rezervasyon gerekebiliyor. Pratik yemekleriniz için alışverişleriniz hazır olursa ihtiyaç molalarına gerek kalmadan yolunuza devam edebilirsiniz. Su ve elektrik önemli. Aracı alırken tüm detayları öğrenin, ihtiyacınız olduğunda nereden sağlayabilirsiniz sorun. KARAVANLA SEYAHAT ETMEK AILELERE UYGUN MU?
Denemeden bilemezsiniz. Bunu ailece yaşam tarzı haline getirenler ilham verici ancak herkes kendi ailesinin tercih ve beğenisine göre hareket etmeli. Önceden kampçılık deneyimi olanlar durumu belki de biraz daha tartabilir. KARAVAN ALMAYA DEĞER MI?
Satın alma kararını vermeden önce nasıl bir araçla rahat edeceğinizi keşfetmekte yarar var. Başkalarının deneyimlerinden faydalanmak için araştırın, ne uzunlukta seyahatler yapabileceğinizi ailenizin koşullarına göre belirleyin. Hazır karavan alabileceğiniz gibi tamamen sizin ihtiyacınıza göre bir aracı alıp karavana dönüştüren firmalar mevcut.
34 SEYAHAT &KONAKLAMA
HAYALLER VE GERÇEKLER “Meet the Fockers/Zor Baba ve Dünür” filminde Robert De Niro’nun sahip olduğu aracı hatırlayın. Müthiş donanımıyla görene işte ben böyle bir araçla seyahat etmek isterim dedirtiyor öyle değil mi? Ancak böyle bir aracı kullanmak için farklı sınıfta ehliyete ihtiyacınız olduğu gibi park etme konusunda da sıkıntılar var. Araç büyüdükçe seyahat konforu da aynı derece de artmıyor. Dolayısıyla akıllı çözümler ve yeni teknolojileri kullanan araçlar ihtiyacınız olanı en iyi şekilde karşılayabilir.
Dünyanın en lüks karavanı EleMMent Palazzo Superior 3 milyon Dolar değerinde.
SEYAHAT 35 &KONAKLAMA
KEŞFEDILECEK 5 KAMP YERI
Rotanızdaki kamp alanlarını araştırırken neler sunduklarına bakın. Bazen, bir kamp alanında geçirilen bir gün, başka bir şey yapmak için harcanandan daha heyecan verici olabilir. Çoğu kamp alanı oyun alanları, deniz ya da göl kıyısı olabilir. Yanınıza bisiklet alabilir ya da imkan varsa kiralayabilirsiniz. Çocuklar eğlenerek enerjilerini harcadığı zamanlar, yetişkinlerin de dinlenebilmesi için harika anlar olabilir.
KÜÇÜK DOSTLARINIZ DA YANINIZDA GELEBILIR Evcil hayvanı olanların tatile çıkarken kafalarında ben yokken yavrularıma kim bakacak sorusu hep oluyor. Karavan yolculuğunu sırasında siz de küçük dostunuzla birlikte seyahat edebilir, birlikte keşiflere çıkabilirsiniz.
1 2 3 4 5
GARGARA CAMPING KAZDAĞLARI Oksijen deposu Kazdağları evimiz olsun derseniz burayı tercih edebilirsiniz.Önceki yıllarda daha geniş etkinlik ve atölyelere yer veren Gargara, bu yıl Covid 19 nedeniyle sosyal mesafe uygulamalarını hayata geçiriyor, ancak yoga atölyeleri de devam ediyor. Kamp alanında ihtiyaçlarınızı giderebilir muhteşem doğa yürüyüşlerine çıkabilirsiniz. KAŞ KAMPING, ANTALYA Berrak denizi ve kalabalıktan uzak yapısıyla Kaş kamp severlerin tercih ettiği bir bölge. Kaş Kamping karavanınızla keyifli bir tatil ve yakın bölgeleri keşfetmek için iyi bir seçenek olabilir. AZMAKBAŞI KAMPING, MUĞLA Yetkili Serdar Özgün, Covid 19 ile ilgili önlemler aldıklarını hem kampçıları hem de karavancıları beklediklerini söylüyor. Seyahatseverlerin pandemi sonrası tedirginliklerini yeni atmaya başlarken karavan konusunda ilgi ve talebin çok arttığını da belirtiyor. Kamp alanı ailenizle keyifli bir tatil için iyi bir altyapıya sahip. ADA CAMPING, AYVALIK Ayvalık’ın serin sularına dalmadan önce karavanınızı park etmek için güzel bir kamp alanı arıyorsanız doğru yerdesiniz. Gitmeden bir iki gün önce arayıp uygunluklarını sormanız yeterli, çok önceden alan rezerve etmiyorlar. KAÇKARLAR MILLI PARKI Rize’den Artvin’e uzanan Karadeniz’in yeşiline doyacağınız, serin bir yaz tatili geçirebileceğiniz milli park için karavanla yola çıkmaya ne dersiniz? 9 köy 33 yaylanın içinde olduğu parkta çevre gezileri ve bulutların üstüne yolculuk için en güzel zaman yaz.
36 SAĞLIK
Covid-19’dan burun farkıyla öndesiniz! RESTORANDAKI ÇATAL, KUMSALDAKI ŞEZLONG, OTELDEKI ÇARŞAF BIZE KORONAVIRÜS BULAŞTIRIR MI? HALK SAĞLIĞI UZMANI DR. SERDAR SAVAŞ KORONAVIRÜSTEN KORKMADAN TATIL YAPMANIN MÜMKÜN OLDUĞUNU ANLATTI… insanın aklını en çok meşgul eden ve ne duyarsak duyalım bir türlü tatmin olamadığımız tek bir konu var. Bu aynı zamanda son beş aydır herkesin hayatındaki en bulanık tablonun da adı: Koronavirüs. Bilim insanları bilgi verdikçe, ürkütücü muhlaklık da ortadan kalkıyor ama hala kendimizi güvende hissetmiyoruz. Bu kafayla tatile gidilir mi? Huzur bulmaya gittiğiniz tatilin en büyük amacı zihni boşaltmak değil mi? Bu yıl her şeye olduğu gibi tatilimize de damga vuran süperstar koronavirüsün havasını nasıl söndürürüz diye araştırdık. Tıp alanında isim yapmış bilim insanlarına, koronavirüsün en azından tatilimize bulaşmasını önlemek için nelere dikkat etmemiz gerektiğini sorduk. Aldığımız yanıtların birleştiği görüş, “Kalabalıktan, kapalı yerlerden uzak durun ve hijyene dikkat edin” oldu. Ama yine rahat durmadık; “Peki havlu, peki havuz, kum, iskele, çatal, tabak, pipet bize koronavirüs bulaştırırsa?” diye vesveselendik. Tüm bu zihin kemirici soruları sizler adına halk sağlığı uzmanı, son dönemin de en çok konuşulan bilim insanları arasında yer alan Dr. Serdar Savaş’a yönelttim. Aldığım yanıtlar benim içime bir nebze su serpti. Karar sizlerin…
HER KESIMDEN
YA S E M İ N S A L İ H
SAĞLIK 37
OTELDEKI KLIMADAN KORONA OLMAZSINIZ Öncelikle bir virüsün sizi hasta edebilmesi için yeterli sayıda vücudunuza girmesi gerekiyor. Diyelim ki virüslü adam hapşırdı, klima aldı bu damlacıkları, başka bir odaya verdi. Bu adamın tükürüğünde bulunan virüsler buharlaştığında etrafa dağılacaktır. Havalandırma sisteminde de dağılacaktır. Öbür odaya gidene kadar sayısı azalacaktır. Normal bağışıklık sistemi olan birine bulaşamaz, onu hasta edemez. Elbette bunun istisnaları vardır. Diğer odadaki kişi ileri derece AIDS ise, karserin son evrelerinde ve bağışıklık sistemi ilaçlardan dolayı çökmüşse, yeni böbrek nakli olmuşsa bu kişiler az miktarda virüsle de hastalanabilir. Ancak bu kadar ağır hastaların da otel odasında tatil yapacaklarını düşünmüyorum.
RESTORANDAKI ÇATAL KORONAVIRÜS FAILI DEĞILDIR Dışarıdan yemek yediğinizde her zamanki hijyen kuralları geçerlidir. Virüs, yemek yoluşla geçmez. Burada da kötü senaryolardan ilerlersek; diyelim ki garson virüs taşıyor, maske takma kuralına uyduğunuz sürece sorun yok. Diyelim ki eline hapşırdı, sonra o eliyle size çatal, tabak vs. verdi. Çatalı burnunuza götürmezseniz yine bir sorun yoktur.
HAVUZDAN KORONAVIRÜS BULAŞMAZ Diyelim ki bir kepçe koronavirüsü havuza döktük. Bir kere llor hemen virüsü etkisiz hale getirir. O kadar fazla miktarda suda virüsler hemen yayılır ve sizi hasta edecek yoğunluğu kaybeder. Ve yine baştan söylediğimiz gibi havuz suyunu burnunuza çekmezseniz hasta olmazsınız. Diğer yandan havuzun yanında elinizde içkiniz keyif yapıyorken, yanınızda aynı şekilde dinlenen bir koronavirüs taşıyıcısı varsa, risk altındasınız. Sonuç olarak karada geçerli kurallar suda da geçerlidir. Sosyal mesafe kuralı gözardı edilemez.
HAVLUNUZU SERDIĞINIZ KUMDAKI VIRÜSLE HASTA OLMAZSINIZ Birincisi virüsü hiçbir yüzey size bulaştıramaz. Virüs burnunuzdan aldığınız nefes yoluyla sizi hasta eder. Kuma uzanıp güneşlenirken eğer bir avuç kumu burnunuza çekmeyecekseniz korkmayın.
YIKANMIŞ HAVLUDA VIRÜS BARINMAZ Deterjanlar çok güçlüdür ve yıkanan bir havlu, çarşaf vs. gibi eşyada koronavirüsün yaşaması mümkün değildir.
ŞEZLONGDAN VIRÜS KAPILMAZ Bu ister 5 yıldızlı bir otel isterse halk plajındaki şezlong olsun geçerli bir kural. Diyelim ki, sizden önce korona hastası biri eline hapşırdı, sonra elini şezlonga sürdü. Bilerek ya da bilmeyerek böyle bir işlem yapılmış da olsa oradan sizi hasta etmeye yetecek kadar virüs alamazsınız. Ayrıca şezlongdaki virüsün size hasta edebilmesi için burnunuzdan girmesi şart. Diğer yandan kavurucu güneşin altındaki bir şezlongdan virüs bulaşmaz.
38 SPOR
Hava atmaya gelmedim!
CE YHUN KUBURLU
İFLASIN EŞIĞINDEKI SAMSUNSPOR’U BIRKAÇ YIL IÇERISINDE AYAĞA KALDIRAN YILDIRIM HOLDING’IN YÖNETIM KURULU BAŞKANI YÜKSEL YILDIRIM, HAYALLERINI VE GELECEK PLANLARINI ANLATTI. YILDIRIM, “GELECEK YIL 1. LIG’DE MÜCADELE EDECEĞIZ. 2021/2022 SEZONUNDA SÜPER LIG’E DAMGA VURACAĞIZ. HEDEFIMIZ ATATÜRK ARMALI FORMAMIZI AVRUPA ARENASINA TAŞIMAK” DEDI. Amacımız Samsunspor’u bir gün Borussia Dortmund gibi bir takım yapmak...
son yıllarda başarı hikayeleri yaratan takımlarla öne çıkıyor. Başakşehir ve Altınordu bu hikayelerin ilk sırasında... Göztepe ve Kasımpaşaspor gibi takımlar da Süper Lig’in değişmezleri arasına girdi. Bu kulüplerin en önemli özelliği ise başlarında bir işadamı olması ve planlı bir büyüme sergilemeleri. İşte bu kulüpler arasına şimdi de Samsunspor katıldı. Yıldırım Holding Yönetim Kurulu Başkanı Yüksel Yıldırım’ın iflasın eşiğinden alıp 1. Lig’e taşıdığı Yılport Samsunspor bir sonraki yıl Süper Lig’de mücadele edecek bir takım oluşturmaya çalışıyor. Yıldırım’ın asıl hedefini ise şu sözlerle anlattı: “Atatürk armalı formamızı Avrupa arenasına taşımak istiyoruz. Samsunspor Almanların efsane takımı Borussia Dortmund gibi olacak” dedi. TÜRK FUTBOL ENDÜSTRISI
150 MILYON TL HARCADIM
Dünyanın 51 ülkesinde iş yaptığını hatırlatan Yüksel Yıldırım, futbol endüstrisine bakış açısını şöyle özetledi: “Samsunspor’a 150 milyon TL yatırım yaptım, hala da kulübün borcu var. Türkiye’de futbol kulüplüğü başkanlığı bu kadar kolay olmamalı. Kimse cebinden para harcamıyor. Bu ülkede bu şartlarla futbol kalkınmaz. İşadamları gelecek ve yatırım yapacak planlama yapacak. Bizim başarımızın arkasında büyük bir çalışma var ve planlama var. Samsunspor’u
TRANSFERIN ARKASINDA FINANSAL MÜHENDISLIK VE FUTBOL BILGISI VAR T Ü R K İ Y E ’ N I N en başarı teknik direktörlerinden birini takımın başına getirdiklerini söyleyen Yüksel Yıldırım, “Ertuğrul Sağlam bir projeye inandı. Yüksel Yıldırım’ın hayallerine inandı ve 5 yıllık sözleşmeye
imza attı. Ben odamda oturup iki tane menajer çağırıp transfer yapmıyorum. Önce ekipler çalışıyor sonra Ertuğul Sağlam’ın onayı alınıyor. Daha sonra yönetime geliyor ve transfer görüşmeleri başlıyor. Hem futbol
bilgisi hem de finansal mühendislikler uygulanarak transfer yapılıyor. Her gün 3-5 saat internetten toplantılar yapıyoruz. Gecemizi gündüzümüze katıp çalışıyoruz. Emeklerimizin de karşılığını alıyoruz.
TFF BAŞKANI: SIZIN GIBI IŞ INSANLARINA IHTIYACIMIZ VAR sonrasında futbolda yaşanan ve çok tartışılan açıklamalar yapan Yüksel Yıldırım, bu konuyu şöyle değerlendirdi: “Açık ara rekor kırarak şampiyonluğa gidiyorduk. Birileri ligler iptal edilsin diye
PANDEMİ
tutturdu. Ben de çıkıp dedim ki; ‘Milyonlarca lira para yatırdım. Açık ara liderim ve bir iki maç içerisinde şampiyonluğu ilan edeceğiz. Bu yatırımlar ve emekler boşa gitmemeli. Bu açıklamaların ardından Türkiye Futbol
Federasyonu (TFF) Başkanı Nihat Özdemir aradı. ‘Yüksel Bey sizin gibi iş insanlarına ihtiyacımız var. Futbolu kalkındıracak olan sizlersiniz. Ligler ya tescil edilir ya da oynanır. Siz içinizi ferah tutun’ dedi. Bu açıklama beni rahatlatmıştı.”
alıp da hava atmaya gelmedim. Benim bir Samsunspor aşkım vardı. Ne zamanki kulüp yanlış yönetimlerle BAL Ligi’ne gidecekken bu duruma el koyduk. Keşke benim gibi böyle babayiğitler olsa da diğer kulüpleri de kalkındırsalar. Kocaeli, Eskişehir, Sakarya… Bunlar futbola ilgi duyan iller buraların da ayağa kalkması lazım. TFF’nin kulüpleri bu bataklıktan çıkarması lazım. Bizim gibi işinsaanları futbola girmekten korkuyorlar. Bu kadar borç olmaması gerekiyor. Taşıma suyla değirmen dönmez. Her sene yurtdışında milyonlarca Euro harcarsanız günün sonunda bir şey olmamış gibi gidiyorsunuz. Sizden sonra gelen ‘bu borcu nasıl ödeyeceğim’ diyor. Bugün Beşiktaş Başkanı Ahmet Nur Çebi ya da Fenerbahçe Başkanı Ali Koç’un yerinde olmak istemezdim. Bu borcu onlar yapmadı. Ödemeleri de imkansız. Artık Türk futbol endüstirisi bir çıkmazın içerisinde. Bunu hep birlikte aşmalıyız. Bu imkansız değil.” ALMANLAR 90’LARDA YAPTI
Türk futbol endüstirisini büyütmek için İngiltere ve Almanya modellerini örnek alabileceğimizi anlatan Yüksel Yıldırım, şöyle devam etti: “Amerikayı yeniden keşfetmek gerekmiyor. Önümüzde model ve örnek ülkeler bulunuyor. İngiltere mesela, bugün Premier Lig’e çıkmaya hak kazanan bir takımın ekonomik gücü yetersiz ise
bu takım bu ligde mücadele edemiyor. Almanlar 90’larda bu işi yaptı. Alman futbolu iflas etme noktasına gelmişti ve federasyon el koydu. Planlamalar yapıldı ve takımlar ekonomik olarak düzlüğe çıkarıldı. Alman Milli Takımı da yıllarca Avrupa şampiyonası ve Dünya Kupası’nda üst seviyelere oynadı. Kupalar kazandı. Yine Alman takımları Avrupa kupalarında başarılar elde etti. Bu ülkeler model alınabilir. Bizim amacımız da Samsunspor’u bir gün Borussia Dortmund gibi bir takım yapmak. Yani kendi ayakları üzerinde duran ve akademisinden yetiştirdiği oyuncuları Avrupa futboluna sunan ve sürekli başarılar elde eden bir kulüp haline getirmek istiyoruz. Atatürk armalı formamız Avrupa’yı sallayacak.” Samsunspor’un temellerini sağlam attıklarını dile getiren Yüksel Yıldırım, şöyle devam etti: “Bursaspor bu ülkede birçok değişime neden oldu. Bir defa İstanbul takımlarının şampiyonluk algınısı yıktı. Çok da başarılı yönetiliyordu. Ancak sürdürülebilir bir modele geçemediler. Biz bu hataları yapmayacağız. Biz önce hayatta kalmayı başardık. Şimdi temelleri sağlamlaştırıyoruz. Artık Yüksel yıldırım olmasa bile bu kulüp hep ayakta kalacak. İşte bu modeli kurgulayabilirsek Türk futbolu için bir dönüşüm hamlesini de gerçekleştirmiş oluruz. Avrupa futbolu küllerinden doğmuş takımların hikayeleri ile dolu.”
NASIL BİR EKONOMİ
YÖNETIM KURULU BAŞKANI HAKAN GÜLDAĞ GENEL KOORDINATÖR VAHAP MUNYAR GENEL YAYIN KOORDINATÖRÜ TALIP AKTAŞ GENEL YAYIN YÖNETMENI ÖMER TÜRKDÖNMEZ KOORDINATÖR DIDEM ERYAR ÜNLÜ SORUMLU YAZIIŞLERI MÜDÜRÜ HANDAN SEMA CEYLAN
MEDYA HABER BASIN A.Ş
HAFTA YAYIN YÖNETMENI ASLI BARIŞ GÖRSEL YÖNETMEN MURAT KASPAR YAZI KURULU FARUK ŞÜYÜN, YASEMIN SALIH, DİDEM ERYAR ÜNLÜ, SELENAY YAĞCI KATKIDA BULUNANLAR BAŞAK DİZER TATLITUĞ, MAYA PORTAKAL BİTARGİL, İPEK YEZDANİ, CEYHUN KUBURLU, AHMET CAN, SELIN
BOZKURT, SIRMA
ADRES: Rüzgarlıbahçe Mahallesi, Cumhuriyet Cad. Gülsan Plaza No:22 Kavacık 34805 Beykoz/İstanbul
H A F TA N I N Ü R Ü N Ü
HEM DENIZ ALTINDA HEM ÜS T ÜNDE Tam bir yaz oyuncağı! Seabob şirketinin geliştirdiği ‘Performance Raise F5 SR’ adındaki ürün elektrikli bir deniz motoru. Aracın yanlarından tutma kolları bulunuyor. Bu kollarda bulunan gaz tuşuna basarak denizde ilerlemeye başlanıyor. Deniz üstünde saatte 22 km, deniz altında ise saatte 20 km hızla ilerleyebilmek mümkün. Tek şarjla 1 saat civarında kullanılabilen Seabob, aynı zamanda akıllı bir ürün. Araç üzerinde bulunan kameralarla sürüşünüzü kaydediliyor ve Wi-Fi üzerinden akıllı telefonunuza gönderiliyor. A H M E T C A N 18.821 D