Hafta Gazetesi - Sayı 5

Page 1

NBE

SANAT SAĞLIK SPOR İ Y I YA Ş A M TEKNOLOJI SAYI: 05 #e

vdekal

VAHAP MUNYAR

ALI ÜLKER’DEN MEKTUP VAR BAŞAK DIZER TATLITUĞ

SANAL TOP MODELLER, MANKENLERI IŞINDEN MI ETTI? SELIN BOZKURT

İLBER ORTAYLI’NIN GÖZÜNDEN YENI DÜNYA DÜZENI YASEMIN SALIH

EMINE SABANCI KAMIŞLI’NIN KARANTINA GÜNLERI CEYHUN KUBURLU

AHMET AĞAOĞLU: ŞAMPIYON OLURSAK NE YAPACAĞIZ?

ÖZEL DOSYA

RESTORANLARIN GELECEĞİ GAMZE CİZRELİ RAMAZAN BİNGÖL BARIŞ TANSEVER CÜNEYT ASAN KAYA DEMİRER

Mehmet Gürs O, yeni Anadolu mutfağı kavramının yaratıcısı… Dünyanın en iyi şefleri arasında gösteriliyor… Mehmet Gürs sessizliğini bozdu ve pandemi sonrası gastronominin yol haritasını çizdi.


2 İPEK YEZDANİ

Haftanın testi GEÇEN HAFTA DÜNYADA NELER OLDU NELER BITTI? HAFIZANIZI TESTIMIZLE TAZELEYELIM…

6

Amerikalı model ve stil ikonu Olivia Palermo, New York’un Brooklyn semtinde köpeğini gezdirirken salgından korunmak için ne gibi önlemler aldı? A. Üç katlı tıbbi maske kullandı B. Elinde dezenfektanla dolaştı C. Maske şeklinde bej bir eşarp taktı D. Ellerinden eldivenini hiç çıkarmadı

1

Dünya Sağlık Örgütü (WHO), dünyada COVID19’dan sonra hangi hastalığın milyonlarca kişiyi etkisi altına aldığını açıkladı? A. Dezenfektanlardaki kimyasallardan dolayı cilt döküntülerinin B. Ruh ve akıl hastalıklarının C. Nezle ve grip virüsünün D. Evde kalmaktan dolayı D vitamini eksikliğinin

7

2

Tesla’nın CEO’su Elon Musk, fabrikasının bulunduğu California’daki Alameda Bölgesi yetkililerinin uyarılarına rağmen fabrikayı yeniden üretime açacağını söyledi. ABD Başkanı Donald Trump da “California Tesla’ya, Elon Musk’a fabrikayı açmasına izin vermeli” tweet’iyle destek verdi. Musk, California eyaleti yetkililerine nasıl seslendi? A. Gerekli önlemler alındı, sosyal mesafe korunacak B. Bu fabrikadan yüzlerce kişi ekmek yiyor C. Birini tutuklayacaksanız önce beni tutuklamanız lazım D. Ben uzaya otomobil göndermiş adamım, kimseyi dinlemem

3

Tayland’da COVID-19 salgınının yayılmasını önlemek amacıyla alınan tedbirler yavaş yavaş kaldırılırken, yeniden hizmet vermeye başlayan bir restoran

müşterilerin sosyal mesafe kuralına uymasını sağlamak için ne yaptı? A. Mönüye uyulması gereken kuralları ekledi B. Garsonlara müşterileri uyarması söylendi C. Masaları birbirine iki metre mesafeyle yerleştirdi D. Masalara az kişinin oturması için sandalyelere oyuncak panda oturttu

4

İngiliz basınına yansıyan haberlere göre, Prens Harry ve ABD’li oyuncu eşi Meghan Markle, İngiliz Kraliyet Ailesi’ndeki tüm üst düzey görevlerini bırakıp Amerika’ya yerleşmelerinin ardından Meghan Markle “Finding Freedom” (Özgürlüğü Bulmak) adlı bir kitap yazmaya başladı. Kitabın konusu nedir? A. Karantina günlerinde dayanışmanın önemi

B. Çevre ve ekolojinin korunması için yapılması gerekenler C. Kraliyet ailesinin tüm sırları D. Pandemiyle birlikte kapitalizmin düşündürdükleri

5

Pandemi günlerinde İsrail’i ziyaret eden ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, uçaktan iner inmez neyle dikkat çekti? A. Ortadoğu’da barış çağrısı yapan tişörtüyle B. COVID-19’a karşı uluslararası dayanışmaya davet eden afişiyle C Yanında getirdiği bilim adamlarıyla D. Amerikan bayrağı şeklindeki maskesiyle

Corona virüsü nedeniyle tüm dünyada internetten satışların tavan yapması nedeniyle Amazon’un sahibi Jeff Bezos’un durumunda ne gibi bir değişiklik oluyor? A. Dünyanın ilk trilyoneri oluyor B. Servetini ihtiyaç sahipleriyle paylaşmaya başlıyor C. Çalışanlarına kârdan pay veriyor D. Servetinin bir bölümünü hayır işlerinde kullanacağını açıklıyor

8

Sosyal media devi Twitter, dünyada COVID-19 salgını bittikten sonra çalışanları için neyi planladığını açıkladı? A. İsteyenlerin ömür boyu evden çalışmaya devam edebileceklerini B. Herkesin sağlık sigortasının kapsamlı bir şekilde yenileneceğini C. Ofislerde sosyal mesafe önlemlerinin alınacağını D. Bütün çalışanlara prim ödeneceğini CEVAPLAR 1-B, 2-C, 3-D, 4-C, 5-D, 6-C, 7-A,8-A


AJANDA 3 S E L E N AY YA Ğ C I

Dinle, izle, keşfet BU HAFTA BIR DEĞIŞIKLIK YAPIP KENDIMIZI BALKONDA YA DA SALONDA NOSTALJI RÜZGARINA KAPTIRALIM MI? MÜZİK

KONSER • Bu hafta ‘World Akustik Konserleri’ serisinde farklı sesi, tarzı ve harika şarkılarıyla her yaştan müzik dinleyicisinin büyük beğenisini kazanan Ufuk Beydemir var. Sanatçı, Cumartesi saat 21.00’de Yapı Kredi bomontiada Instagram hesabına konuk oluyor.

ŞARKI MÜZESI: ANATOLIAN ROCK REVIVAL “Madem biz konsere gidemiyoruz, o bize gelsin” diyor ve sizi 80’ler öncesi Türk Rock şarkıları eşliğinde, bir Youtube projesiyle tanıştırmak istiyorum: Anatolian Rock Revival Project. Proje, 12 Eylül öncesinde Türkiye’de üretilmiş ancak unutulmaya yüz tutan Rock şarkılarını raflardan çıkarıp müzikseverlerle buluşturuyor. 2014’te başlayan bu projede kıyıda köşe kalmış şarkıların orijinal plak kayıtlarını temizlenerek, üstüne bir de illüstratörler tarafından özel olarak yapılan şahane çizimlerle YouTube’da yayınlanıyor. Hatta şarkıların sözleri, besteci ve söz yazarı dahil olmak üzere bazı bilgilerin İngilizce seçeneğini de elde etmek de mümkün. Daha geniş kitlelere ulaşmak isteyen ekibin çalışmaları, “az bilinen parçaları tanıtalım” kısmından “bir müzik kütüphanesi yaratalım” fikrine doğru evrilmiş. Hayallerinde ise çalışmaların dünyayı gezmesi, hatta müzik müzesi oluşturmak fikri var. Eserlerin yaratıcılarının destek olduğu projede şimdiye kadar 180 kişi gönüllü olarak çalışmış. Çevirileri Sami Umut Can yapıyor, şarkı kayıtları için Analog Mastering Volga Çoban’da, Digital Remastering Sinan Güngörer’den geliyor. Sanat yönetmenliğini Gizem Cansu Horoz üstleniyor. Alperen Toper ve Burak Kaya, araştırmaları yapıyor. Annegret Kunath bu araştırmaları İngilizce’ye

• ”Evin Caz Hali” konserleri bas gitarist, şarkıcı ve besteci Asena Akan’ın performansıyla devam ediyor. Cuma akşamı saat 20:00’de Akbank Sanat Instagram hesabında gerçekleşecek olan konserde sanatçı caz standartlarının yanı sıra kendi bestelerinden oluşan bir seçki sunacak.

çeviriyor. Ali Garan videoların hazırlığıyla ilgileniyor, altyazıları yerleştiriyor. Bengü Üçüncü ise iletişim stratejisi ve danışmanlık konusunda yardımcı oluyor. Her parçada ayrı bir illüstratörle çalışılıyor. Bir de ihtiyaç anlarında yardıma koşan Özkan Sağlıksunar, İbrahim Atlı gibi isimler var. Kaynaklar ve tarihçe konusunda bir yerde sorun yaşanınca Güven Erkin Erkal, Murat Meriç ve Emrah Tırsi gibi işi bilenlerden yardım alınıyor.

SİNEMA ETKİNLİK

İKSV ve Mubi işbirliğiyle yayınlanan İstanbul Film Festivali seçkisinde vizyonda 5 film kaldı. Bunlar arasından 7 gün sonra yayından kalkacak, İmkansızın Şarkısı (Noruwei No Mori) önerisiyle geldim. Film 60’ların sonunda Tokyo’da geçiyor. Vietnam asıllı Fransız yönetmen Trần Anh Hùng (Yeşil Papayanın Kokusu), 20. yüzyılın en sevilen romanlarından birini uyarlamak için Japonya’ya gidiyor. Murakami’nin melankolik kendini keşfetme öyküsüne, Johnny Greenwood’un müzikleri ve Mark Lee Ping-bin’in harika görüntüleri eşlik ediyor.

BELGESEL: KÖKLERE DÖNÜŞ *Red Bull’un efsane eski sporcusu Kenan Sofuoğlu’nun hayat hikayesi film oldu. Dünya Supersport Şampiyonası’nda Türkiye’ye 5 dünya şampiyonluğu getiren, başarılarıyla genç sporculara ilham veren efsane eski Red Bull sporcusu Kenan Sofuoğlu’nun hayatını konu alan bir belgesel çekildi. Sofuoğlu’nun yaşadığı zorluklardan şampiyonluklara uzanan yolculuğunu anlatan ‘Köklere Dönüş’ belgeseli, 19 Mayıs Salı günü Red Bull TV’de yayınlanacak.

• Bu hafta sizi ilginç bir etkinliğe davet ediyorum: Türkiye’deki ilk resim hastanesine... “Orada neler oluyor” diye merak ettiniz mi? O halde, İş Bankası’nın Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi işbirliğinde 2012’de kurduğu “Resim Hastanesi”in belgeselini izlemeye ne dersiniz? İş Sanat’ın Youtube kanalında 11 Mayıs’ta yayınlanan belgeselde görülüyor ki, laboratuvar ile bilimsel bir merkez olarak resim konservasyon ve restorasyon konusundaki açığına çözüm üretiliyor... • İKSV’den evinizdeki zamanınızı güzelleştirecek haberler gelmeye devam ediyor. İKSV Alt Kat, canlı yayınlarında bu hafta Ela Demirel ve İpek Aktaşlı’nın İşitme Engellilik ve Müzik atölyesi var. 15 Mayıs Cuma saat 17.00’deki yayın, İKSV Alt Kat’ın Instagram hesabında.


4

MÜZİĞİN İÇİNDEN

SIRMA

Bir müzisyenin gününe güneş gibi doğmak… TAMAMEN KAYBEDENE DEK KIYMETINI BILMEDIĞIMIZ DEĞERLERDENDIR MÜZIK. KULAKLARI DUYAN HER INSAN IÇIN HAYATIN BIR LÜTFUDUR. KEPENKLERINI KAPATAN KONSER MEKANLARININ YERINE YENILERI GELIR BELKI… AMA ŞEVKI KIRILAN, HAYATA KÜSEN MÜZISYENLER BIR DAHA ASLA ARAMIZA DÖNMEYEBILIR…


MÜZİĞİN 5 İÇİNDEN

İ S T A N B U L’ D A G E Ç I R D I Ğ I M karantina günlerinden merhaba! 19 yaşımda ‘Berklee College of Music’te okumak üzere Amerika’ya taşındığımdan beri ilk kez İstanbul’da bu kadar uzun vakit geçiriyorum. Sonar İstanbul kapsamında bir sunum yapmak üzere, yanımda bir haftalık kıyafetlerle dolu bavulumu alıp buralara geleli tamı tamına 2 ay olmuş… Şimdi ailemin evinde, büyüdüğüm odamda, aldığım ilk kayıt mikrofonu ve ses kartıyla baş başayım. Özenle döşediğim, yatırım yaptığım ev stüdyom ise bomboş beni bekliyor Brooklyn, New York’ta… Müzisyen dostlarımın hepsi dört bir yana savrulmuş bir halde, günü kurtarma derdinde… Bir yandan şanslıyız, çünkü hiç yoktan melodiler, sözler, sesler var ederek kendimizi eğleyebiliyor, hayatımızı anlamlandırabiliyoruz. Bir yandan da şanssızız, çünkü bu ekonomik krizde en çok arka plana itilen endüstrilerden biri de müzik oldu. Pek tabii beklenen de buydu. Ama karamsar makalelere göz gezdirirken beklenmedik şimşekler çaktı kafamda bu hafta. Müzik, her daim bukalemun gibi renkten renge bürünen, yenilenen bir endüstriydi zaten. Şimdilik canlı konserler hayatımızdan çıktı, ama sosyal medya konserleri gündemimize oturuverdi… Müzisyenler, organizatörler bu konserlerin ekonomik boyutlarını tartışmaya başladılar bile. Benim gibi evinde kayıt ve yapım düzenini kurmuş sanatçılar ise hala oturdukları yerden şarkılarını üretebiliyor ve hatta yayınlayabiliyorlar dijital platformlarda. Zoom üzerinden ortak projeler yürütenler bile var. Ev ekonomisini tamamen canlı müzik dünyasında yaptığı işler üzerine kurmuş olan her çalışan için durum hala vahim. En zor durumda olanlar şüphesiz sevdiğimiz sanatçılarla birlikte sahne almadıkları, turnelere çıkmadıları sürece para kazanamayan müzisyenler, ses mühendisleri ve teknik ekip elemanları. İşini tamamen kaybetmiş olan, ne devletinden ne de çevresinden ihtiyaç duyduğu desteği göremeyen çok fazla insan var müzik dünyasında. Ama bana umut veren bir detay var burada ve belki de bu umuda tu-

tunarak hayal kurmaya devam edebiliyorum… Nasıl ki bu endüstri yasal olmayan yollarla indirilen şarkıların getirdiği ekonomik çöküntüyü öyle ya da böyle atlattı, bu krizin içinden çıkmasını da bilecektir elbet… Neden mi? Çünkü her kriz anında önemsizmiş gibi davranılsa da, müzik aslında bir ihtiyaç. Sadece müzik yapanlar için değil, dinleyenler için de bir ihtiyaç. Ne reklam dünyası ayakta kalabilir müzisyenler olmadan, ne de dizi ve filmler… Televizyonu açtığınızda diyaloglar dışında hiçbir şey duymadığınızı hayal edebiliyor musunuz? Peki ya radyoyu açtığınızda dinlediğiniz programların arasında tek bir nota dahi çalmadığını? Tamamen kaybedene dek kıymetini bilmediğimiz değerlerdendir müzik. Kulakları duyan her insan için hayatın bir lütfudur. Kepenklerini kapatan konser mekanlarının yerine yenileri gelir belki… Ama şevki kırılan, hayata küsen müzisyenler bir daha asla aramıza dönmeyebilir. Bu kriz öncesinde de, piyasada tutunma mücadelesinde yenik düşen ve farklı mesleklere yönelen çok arkadaşım oldu. Bu kriz sonrasında da karnını doyurmak adına hayatının anlamına sırtını dönmek zorunda kalan daha bir çok arkadaşım olacak, biliyorum. Ama biz müzik insanları olarak çözümler üretmeye çalışırken, siz bugün sevdiğiniz sanatçılara cebinizden bir kuruş dahi harcamadan destek olabilirsiniz. Dinlenme sayısı üzerinden sanatçılara ödeme yapan, Spotify, YouTube Music ve Apple Music gibi dijital platformlardan, sevdiğiniz şarkıları dinleyip kütüphanenize eklemek ve paylaşmak sizin elinizde. Bazen sosyal medyada yaptığınız tek bir şarkı paylaşımı dahi, karanlık bir dönemden geçen bir müzisyenin gününe güneş gibi doğabilir. O müzisyen hiç beklemediği bir anda aradığı morali sizin gösterdiğiniz destekte bulabilir. Ben paylaşımlara burdan başlıyorum, bu haftanın en beğendiğim albümü ile… Sıra sizde!


6

MÜZİĞİN İÇİNDEN

carism Salt Cathedral


MÜZİĞİN 7 İÇİNDEN HAFTANIN ALBÜMÜ

ma

ikilisini Berklee yıllarımdan beri tanıyorum. Benden bir iki dönem ilerde oldukları için yollarımız sık kesişmese de zaman zaman karşılaşırdık. O zamanlar henüz Salt Cathedral’ın temelleri atılmamıştı, ama Juli ve Nico, Il Albanico adı altında deneysel bir rock grubu olarak birlikte müzik yapmaya başlamışlardı. Ben de o dönemde Helicopria adında bir progresif rock grubunun solistiydim. 2011’de Il Albanico ile beraber Berklee Performance Center’da gerçekleştirilen The New Music Festival kapsamında aynı sahneyi paylaşmıştık. Meğer onlar da tıpkı benim gibi mezuniyet sonrası New York’a taşınmışlar. Il Albanico geride kalmış, yerini daha yumuşak ve sade tınılarıyla Salt Cathedral almış. 2017 yılında, Brooklyn’de tesadüfen yollarımız tekrar kesişti Juli ve Nico ile. Ayak üstü bir sohbetin ardından şarkılarını dinledim ve o zamanlar daha yeni yayınladıkları “Fragments” isimli parçalarına kelimenin tam anlamıyla vuruldum. Hiç vakit kaybetmeden, o zamanlar çıkarmaya hazırlandığım “Eclipse” adlı şarkıma bir remix yapmalarını rica ettim. Sağolsunlar beni kırmadılar. “Eclipse (Salt Cathedral Remix)”i yayınladığımızdan beri Salt Cathedral çok yol kat etti. Önce sık yayınladıkları teklilerle niş hayran kitlelerini genişlettiler, daha sonra da Amerika’nın hatırı sayılır plak şirketlerinden Ultra Music ile anlaşma imzaladılar. Salt Cathedral’ın kataloğu oldukça geniş görünebilir gözünüze, ama Ultra aracılığıyla çıkardıkları “CARISMA” onların ilk albümleri. Albümü dinlerken ikilinin doğup büyüdükleri Kolombiya’nın esintilerini iliklerimde hissettim. Sadece albümün ritmlerinde değil, düzenlemesinde de bu kültürün getirdiği birikimin etkisi hakim. Marimbadan timbaleye, aklınıza gelebilecek her türlü latin perküsyon enstrümanının, elektronik dokunuşlarla ustalıkla harmanlandığı bir albüm olmuş. Her zaman olduğu gibi bu albümün odak noktasında da Juli’nin su gibi akıp sizi başka diyarlara götüren sesi var. Ağırlıklı olarak İngilizce, zaman zaman da İspanyolca söylemiş şarkılarını Juli. Vokalist olarak her zaman beğenirdim kendisini ama bu albümdeki vokallerinin yeri bende ayrı. Genellikle sesini uzun reverb ve delay efektlerine boğmayı seviyor Juli, ama bu albümde vokallerini net, berrak ve sıcacık bulacaksınız. “CARISMA” bir dans albümü olarak anılsa da, benim gözümde yer yer elektronik, yer yer akustik elementleri bir araya getiren, hareketli ve neşeli, ama minimalist bir pop çalışması. Dikkatimi en çok çeken şarkıların başında ise “a lifetime with you” geliyor. S A LT C AT HE DR A L


8

STİL

İnsan değil bu, sanki bir robot KATE MOSS, NAOMI CAMPBELL, KARLIE KLOSS VE DIĞER TOP MODELLERE TATSIZ HABER… İŞINIZDEN OLABILIRSINIZ! SON YILLARDA HAYATIMIZA GIREN SANAL TOP MODELLER HIÇ OLMADIĞI KADAR POPÜLER. GELIN SHUDU VE RAKIPLERINI TANIYALIM…

milenyumun 2000 yılında geleceğini zannediyordum. Yeni bir dönem, yeni yaşam şekli yeni şehirleşme, yeni eğilimler gibi… Gelin görün ki sonrasındaki 20 senede yaşadığımız değişim, geçirdiğimiz son altı ayla kıyasla devede kulak kalıyor. Şimdiye kadar böyle bir süreç yaşamamıştık. Yani internetin ve sosyal medyanın bizi ele geçirmesi dışında, yaşam şeklimizde gözle görülür bir farklılık yoktu. Ancak pandemi, tüm alışkanlıklarımızı sildi attı. Ve hatta gitgide düzenin ve sistemin kökten değişeceğinin sinyallerini çok net aldık. 2020 asıl miladımız oldu… Pandemiden en çok etkilenen sektörlerden biri tabii ki moda… Özellikle kalabalık ekiple yapılan moda ve dergi çekimleri, defileler... Şimdilik hepsi iptal. Dergiler uzaktan çekim yaparak sayı çıkarmaya çalışıyorlar. Moda fotoğrafçıları ve modeller ciddi bir sınavdan geçiyor. Fakat alternatif üretmekte uzman olan insanoğlu boş durmadı. Dijital ve siber dünya yenilikte sınır tanımadı… Gerçek modellerin yerini, sanal mankenler aldı. 2016’dan beri hayatımızda olan sanal top model ve influencer’lar hiç yapmadıkları kadar iş yapıyor. Markalar, bu isimlerle işbirliğine gitmek için sıraya giriyor. Peki kim bu sanal modeller, gelin tanıyalım. HERKES GIBI

Influencer, model ve şarkıcı Lil Miquela, Bella Hadid ile Calvin Klein kampanyasında...

NouNoouri, Valentino elbisesiyle poz verirken...

KIM BU DIJITAL MODELLER?

Son dönemin en popüler ismi kuşkusuz dünyanın ilk dijital top modeli Shudu… 29 yaşındaki fotoğrafçı Cameron-James Wilson’ın 3D teknolojisiyle yarattığı Shudu Gram, hesapta 20’li yaşlarında, Güney Afrikalı… Kartvi-

B A Ş A K Dİ Z E R TAT L I T U Ğ

zitinde “Dünyanın ilk dijital top modeli” yazıyor. 2018’de yaratılan Shudu, büyük çıkışını Rihanna’nın markası Fenty’nin yüzlerinden biri olarak yapmıştı. Balmain’in reklam kampanyasında da yer alan siyahi sanal top model, Vogue için çekim yapmayı da başardı.Instagram’da 200 bin takipçili Shudu, spor markası Ellesse için de çekimler yapıyor. Diğer bir isim influencer, model ve şarkıcı Lil Miquela, nam- diğer Miquel Sousa… Onu geçen yıl top model Bella Hadid ile beraber yer aldığı Calvin Klein kampanyasından hatırlayabilirsiniz. Yazılımcıları Trevor McFedries ve Sara DeCou tarafından 2016’da yaratılan Miquela, 3 yılda Instagram’da 2.2 milyon takipçiye ulaştı. 19 yaşında yarı Brezilyalı yarı İspanyol olarak tasarlanan Miquela, dünyaca ünlü markalarla çalışıyor. Değeri 125 milyon dolar olarak belirtiliyor. Üçüncü popüler ismimiz, daha anime tadındaki NouNoouri. Bu dijital yapay karakterin yaratıcısı Joerg Zuber, 43 yaşında Alman bir grafik tasarımcısı. 2017 sonlarında Noonoouri’yi piyasaya sunmuş. O zamandan beri, model Marc Jacobs, Dior gibi markalarla çalışıyor. Bu dönemde Versace’nin yüzlerinden olmayı başardı. Kim Kardashian’ın makyaj setinin yüzü, Naomi Campbell gibi top modellerle karşılıklı takipleşiyor. Sözün özü: Defilelerin de yakında online olarak bu sanal ortamda, sanal mankenler üzerinden yapılacağını düşünüyorum. Alışveriş zaten online. Bazı meslekler alışkanlıklar ortadan kaybolacak gibi. Çok değil bir 20 sene sonra da yeni trendleri robotlar üzerinden takip etmeye hazır olun derim.


STİL 9

Shudu Gram, dünyanın ilk sanal top modeli... 20’li yaşlarında, Güney Afrikalı olarak tasarlanmış. Fenty ve Balmain’in yüzü…


10 KOLEKSİYON

Elizabeth Taylor'ın Bvlgari imzalı pırlantalı zümrüt kolyesi, 2011'deki müzayedede 6,5 milyon dolar karşılığında satıldı.


KOLEKSİYON 11 M AYA P O R TA K A L B İ TA R G İ L

Mücevher aşkına!

MÜCEVHER BIR YATIRIM ARACI MI, FINANSAL GÜCÜN SEMBOLÜ MÜ, SANAT ESERI MI, YOKSA BAŞLI BAŞINA BIR TUTKU MU? ELIZABETH TAYLOR’DAN YOLA ÇIKARAK KIZLARIN EN IYI ARKADAŞININ NEDEN BU KADAR ÇEKICI OLDUĞUNUN IZINI SÜRELIM… vücut bulmuş hali, sembolüdür esasında mücevher… Alınırken, verilirken, takılırken, çıkarılırken... Duygu ve mücevherin ilişkisini bize direkt Elizabeth Taylor anlatabilir. Elizabeth Taylor mücevher tutkunu ve koleksiyoneri, zamansız bir ikon, dünya çapında bir film yıldızı, anne, kocaman yürekli, hayatın kendisinden daha büyük bir kadın... Taylor’un sahip olduğu mücevherlerinin üzerinden biyografisi yazılabilir... Aşkları, heyecanları, hüzünleri, hayal kırıklıkları, ... Taylor’ın özgün ve özgür ruhu mücevherlerinden okunabilir. Yıllar içinde büyük bir kıymet vererek taktığı, koruduğu, muhafaza ettiği mücevherler için “Mücevherlerim beni yücelten nesneler değildir. Onlarla ilgilenmek ve onları sevmekle mükellefim. Sonuçta biz güzelliğin ancak geçici muhafızlarıyız” der. Hakiki bir koleksiyoner tutkuyla bağlı BIR ÇOK DUYGUNUN

olandır. Kendi geçiciliğini ama koleksiyonunu yaratan parçaların kalıcılığına inanır... Taylor’un görkemli mücevher koleksiyonu, kostümleriyle beraber 2012 yılında Christie’s Müzayede Evi New York’da ev sahipliği yapmıştı... Koleksiyon bir aşamadan sonra sadece sanat koleksiyonu veya mücevher koleksiyonu olmaktan çıkıyor... Bir yaşam hikayesine dönüşüyor... İşte heyecan da tam orada başlıyor... SIGNÉ MÜCEVHER NEDIR?

Graff…Harry Winston…Van Cleef & Arpels…Bucellatti… Chopard... Cartier… Tiffany & Co… Bvlgari… Boucheron… En ihtişamlı mücevherlerin ev sahipleri bu markalar. Peki onları bu kadar özel kılan ne? Rafinasyon, mükemmel işçilik… Sembolize ettikleri değerler… Kuvvetli geçmişleri, yenilikçi duruşları... Kuşaklarca taşınabilecek zamansızlıkları… Bu büyük isimlerin im-

zasını taşıyan mücevherlere sahibi olmak finansal kuvvetle doğrudan ilişkili elbette.. Ancak sadece finansal güç yeterli değil... ‘Signé’ mücevher yani imzalı mücevher tercih etmek büyük bir iddia… Mücevherlerin, pırlantanın ancak lup kullanılarak fark edilebileceği, gözle görülemeyecek küçüklükte ve tene değen kısımdaki imzaların olduğu tasarımlardan bahsediyoruz. Sadece takanın bileceği, derinden ama bir o kadar da sofistike bir iddia... Sanılanın aksine ‘signe’ mücevher çoğu zaman, dışarıdaki gözlere hitaben değil, iç dünyanızla konuşmak üzere alınan bir şeydir...Bu dev isimlerin daha sportif, daha ‘kolay’ elde edilebilir; daha hızlı sirküle edilen tasarımları elbette hangi marka olduklarını daha sesli söyler. Gençler için yaratılır… Genelde de gençler tarafından takılır... Bu imzalı yani ‘signé’ mücevherler Tefaf Maasticht gibi en sofistike sa-

nat fuarlarında en önemli galerilerle komşuluk yapıyor; büyük şehirlerin önemli caddelerinde yaptıkları gibi... 1960’lar da yapılmış bir Pablo Picasso “Şapkalı Kadın” ile göz göze geldikten hemen sonra Chopard’ın göz kamaştıran CopaCabana’larıyla karşılaşmak olağan... Tarih boyunca, kuvvet, statü gibi kavramları vurgulamakta da kullanılan mücevherler; sanat dünyasının rekabetini gözler önüne seren müzayede dünyasının da bir parçası... Ancak böylesi koleksiyonlar mücevherlerin duygusallığın sembolü olduğunu bizlere hatırlatıyor... 2017 yılında Türkiye’nin ilk ‘Signé’ Mücevher ve Saat Müzayedesine hazırlanırken, mücevherlerin hikayelerini keşfetmek en heyecan verici kısmı olmuştu işin... Bugün ‘sanal dünyada da ‘signé’ mücevhere ulaşabiliyoruz. Ama itiraf edeyim, online sanat eserine de ulaşırken yaşanan şölenin tadı bambaşka.


12 KITAP

Bir İstanbul beyefendisinin kaleminden doğduğu kent “BENIM HAYATIM FILM OLUR, KITAP OLUR” LAFINI SIZ DE ÇOK DUYMUŞSUNUZDUR. BUGÜN SIZE TAM DA BU SÖZÜ DOĞRULAYAN VE KITAP OLMUŞ BIR HAYATTAN, VICTOR ESKENAZI’NIN YOLCULUK İÇIN TEŞEKKÜRLER BIR İSTANBUL MUSEVISININ ANILARI, 1906 - 1987 ADLI KITABINDAN BAHSEDECEĞIM.

O Ğ U Z O TAY

gezmek yetmez.com

İMPARATORLUĞUN EN ZOR YILLARI…

1906 yılında Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti İstanbul’da doğan, bu kentte Birinci Dünya Savaşı yenilgisinden, işgal günlerine, Rusya’dan kaçan Beyaz Rusların kente gelişinden Kurtuluş Savaşı mücadelesine ve Cumhuriyet’in ilk yıllarına tanıklık eden, 1926 yılında Milano’ya yerleşerek 52 yıl antikacılık yaptıktan sonra , İkinci Dünya Savaşı’nın ayak seslerinin duyulduğu yıllarda Londra’ya göçen ve İngiliz ordusunda istihbarat subayı olan, İkinci Dünya Savaşı’da casusların cirit attığı İstanbul’da görevlendirilen Victor Eskenazi’nin bir değil, bir kaç ömre sığacak, anılarının yer aldığı, Parker marka dolmakalem ve turkuaz renkli mürekkeple kalemle yazılmış kitaptan İstanbul’a dair alınan notları gelin birlikte okuyalım…


KITAP 13

Victor Eskenazi

İSTANBUL TÜRKÇESI’NIN EN IYI ÖRNEKLERINDEN…

Victor Eskenazi, 50 kişilik bir Yahudi ailesi içinde önce Beylerbeyi’nde bir yalıda, büyükbabasının ölümüyle geniş ailenin dağılması neticesinde Galata’da yaşıyor. Satır aralarında evlerinin Pera Palas Oteli’nin karşısında olduğunu; ilerleyen yıllarda mesleği haline gelecek olan antikacılığa merakının da otel çevresindeki antikacılardan geldiğini öğreniyoruz. Kitabı okumaya başladığımda önce Victor Eskenazi’nin kullandığı dilden ötürü tam bir İstanbul beyefendisi oluşu dikkatimi çekti. Satırlarda kadınlardan hanımefendi, erkeklerden de beyefendi diye bahsedilmesi İstanbul Türkçesi diye bilinen o zarif dile dair hoş hatırlatmalardı.

KENTIN SAAT AYARI, SOKAK SATICILARI

Kitapta sokak satıcılarından uzun uzadıya bahsediliyor. Okurken o yıllarda sokak satıcılarının belli bir zaman kurgusuyla sokakları arşınladığını öğreniyoruz. Mesela, geçen ilk satıcının o gün pişirilecek yemeklerde kullanılması olası malzemelerden sakatatı satan Arnavut sokak satıcısı olduğunu ve kuzu paçalarının omuzlarında, diğerlerinin de sepetinde üstü incir yapraklarıyla kapalı bir şekilde satıldığını öğreniyoruz. Hemen ardından “bugün sakatat değil de daha sağlıklı şeyler pişireceğim” diyen hanımlar için yalınayak, kafalarında taşıdıkları tepsilerle balık satıcılarının, küfeyle veya merkeple geçen Rum zerzevatçının, sırığa asılı yoğurt tepsileriyle geçen yoğurtçunun sokağı sırayla şenlendirdiklerini gözümüzde canlandırıyoruz. Ardından bileyici, lehimci, porselen tamircisinin hanımların mutfaktaki eksik, kırık, döküklerini tamamlamak için öğleden önce imdada yetiştiklerini okuyoruz. Öğleden sonraki geçit töreninin ise ihtiyaç karşılamaktan çok mısırcı, helvacı ve dondurmacı gibi lezzet satıcılarından oluştuğunu öğreniyoruz.

PATLICAN YANGINLARI

Yazar, kitapta İstanbul itfaiye teşkilatı hakkında ilginç tespitler de aktarıyor. Özellikle yeni itfaiye teşkilatının kılık kıyafetinden bahsederken, tulumbacıların da yangın söndürme adı altında tehlikeye maruz kalan evleri işgal edip, değerli eşyalara el koymalarını ve yangın sonrasında da ev sahibine tekrar satmalarına gönderme yapıyor. Bu arada, patlıcanların olgunlaşıp pazarda ucuzlamasını İstanbul yangınlarının önemli nedenlerinden biri olduğunun da tespitinde bulunuyor. Ayrıca yoksul mahallelerde yemeklerin maltız denilen dört ayaklı ocaklarda pişirildiğini ve bu ocaklar üzerinde kızartma yapılırken tavadaki yağın kömür üzerine dökülmesiyle tüm mahalleyi saran yangınların günlerce sürdüğünü de aktarıyor.

SÖZLE ANLAŞMA, EL SIKIŞARAK MÜHÜR

Atalarının İngiltere’ye bağlı Cebelitarık’tan gelmiş olmasından ötürü İngiliz vatandaşlığına da sahip olan Victor Eskenazi, liseyi bitirdiğinde bir İngiliz bankasında çalışmaya başlamış. Bu nedenle o yıllardaki iş hayatı ve prensipleri hakkında kitapta okuyucuya önemli ipuçları veriyor. Sokak satıcısından bankacılara kadar iş hayatında olan herkes için söz vermenin çok önemli olduğunu, makbuz ve adi senet dışında yazılı sözleşmeye rastlanmasının nerede ise imkansız olduğunu hayret içinde okuyoruz. Sözünde durmayan bir esnafın ticarete devamının mümkün olmadığı, alışverişlerde pazarlığın bir gelenek olduğu, anlaşmaların ise el sıkışarak mühürlendiği bilgilerine satır aralarında rastlıyoruz.

ŞEHRE ÖZGÜ KOKULAR

“Yolculuk İçin Teşekkürler” yazarın sadece şehre dair gözlemlerini anlatmakla kalmıyor, kentin kendine özgü kokularını da bizlere taşıyor. Bu kokular arasında neler yok ki; fırıncı çırağının at sırtında tırıs giderken


14 KITAP

küfelerinden yayılan taze somun kokusu, arkasından sağa-sola çöp saçarak geçen çöp arabasının mide bulandıran kokusu, bu da yetmezmiş gibi kurutulmuş morina ve hamsi satıcılarından sokaklara yayılan ağır kokular, sonra gaz yağı satan sokak satıcısının tenekelerinden yayılan kokuların burun direğini sızlatan kokularını duyumsuyoruz. Bunların ilacı ise Boğaz’dan gelen mis gibi taze esintilere karışan mevsimine göre nergis, papatya, düğün çiçeği, gelincik ve çayır kokuları oluveriyor. O da yetmiyor; ıhlamur ağaçlarının geniz yakan kokuları ile kent bahar bahçelerine dönüşüyor… Bu güzel kokularla bir yana, Eskenazi’nin yıllarca hiç unutamadığı İstanbul kokusu; boğaz kıyılarında kurulmuş olan deniz banyolarına yaklaşıldığındaki deniz kokusunun karıştığı çürümüş tahta kokusuyla adaların rüzgar estikçe kilometrelerce öteden duyulan çam kokuları olmuş. Kentin, cennet köşelerine yaklaşıldığında duyulan başka bir karakteristik kokusu da, kömür ateşinde pişirilen çirozun insanı yutkunduran kokusu, diye ekliyor yazar.

İSTANBUL’DA ILK ULUSLARARASI TENIS TURNUVASI Victor Eskenazi gerek okuduğu okullar, gerekse de bulunduğu çevre nedeniyle İstanbul’da bugün dahi nadiren yapılan sporlardan da örnekler vermeyi ihmal etmiyor. O yıllarda; İngilizler tenis, kriket ve futbolu, Almanlar jimnastik ve bowlingi tercih ediyor, Fransız ve İtalyanlar ise eskrimden vazgeçmiyorlarmış. 1924 yılında kentte varlığını sürdüren “İngiliz Kulübü” uluslararası bir tenis müsabakası düzenlenmiş. İstanbul’da yaşayan diplomatlar, yabancı iş adamları başta olmak üzere birçok tenis severin katıldığı turnuvada hemen her milletten sporcu varmış. Katılanların milliyetlerine bakıldığında Amerikalı, Rus, Romen, Japon, İngiliz, Fransız, Çek, Alman, Avusturyalı ve de Türk sporculara rastlamak İstanbul’un o günlerdeki kozmopolit yapısına ışık tutuyor.

İKINCI DÜNYA SAVAŞI’NDA OSMANLI ASILLI İNGILIZ İSTIHBARAT SUBAYI

1926 yılında İstanbul’dan ayrılan, önce İtalya’ya yerleşen Victor Eskenazi, faşizmin Avrupa’da ayak seslerinin duyulmasıyla İngiltere’ye göç ediyor ve İngiliz ordusuna yazılıyor. Fransızca, İtalyanca, İngilizce, Yunanca ve Türkçe bilmesinin yanı sıra Rus, İbrani ve Arap harfleri ile yazabiliyor olması nedeniyle istihbarat subayı olarak Mısır’a tayin ediliyor. Doğup büyüdüğü kente 18 yıl sonra, İkinci Dünya Savaşı’nın en sıcak günlerinde casusların cirit attığı günlerde bu kez casus olarak geliyor. Türkçe’ye

hakimiyeti, kentteki tanıdıkları, şehrin kültürüne ve semtlere dair bilgisi onu diğer casuslardan ayırır. Diğer ülke casusları lüks otellerde, restoranlarda bilgi toplamaya çalışırken, o kentin her köşesine rahatça girip, çıkarak bilgi toplar. Bu dönemde ABD sefaretindeki bir casusluk olayını açığa çıkarma hikayesi kitaptaki ilginç olaylardan biri... Görev süresini tamamlanınca Eylül 1947’de İstanbul’dan ayrılır, savaşın sona ermesiyle birlikte sivil hayata döner. Uzun bir aradan sonra 1965 yılında bir gemiyle yeniden İstanbul’a gelir. Bu kez yanında oğlu da vardır.

KITABA DAIR SON DEĞERLENDIRME

Kitap, İstanbul’da doğup büyüyen, hayatının kalan kısmını Milano ve Londra geçiren bir Osmanlı vatandaşının kaleminden, İstanbul’a dair birçok ilginç hikayeyi okuyucularla paylaşıyor. Okurken aldığım notların sadece kısa bir bölümünü yukarıdaki satırlarda anlatırken, kitapta bahsedilen ama benim yer veremediğim bazı başlıkları da meraklıları için paylaşmak faydalı olacaktır. Şöyle ki: Boğaz‘ın köyleri, seyahat alışkanlıkları, padişahın cuma selamlığı, kentin demografik yapısı, dönemin kılık ve kıyafet biçimi, sokakta konuşulan dil çeşitliliği, kahvehane tasvirleri ve yabancı okulların yanı sıra elbette İstanbul Yahudilerinin yaşamlarından kesitler de yer alıyor. Kitapta da yer alan, eski İstanbul

fotoğraflarının öldüğünde Eskenazi’nin ofisinde asılı olduğunu bilmek, hangi dilde konuşursa konuşsun kelimelerin arasına “İnşallah” ya da “Maşallah” kelimelerini sıkıştırma alışkanlığı ve 18 yıl sonra 1965 yılında yeniden İstanbul’a geldiğinde “Sonunda buradayız! Dünyanın en güzel kentlerinden, uygarlığın büyük merkezlerinden birinde, kuşaklar boyunca dünyanın merkezi olduğu açık olan bu kentte birlikteyiz…” sözleri okura “Yolculuk İçin Teşekkürler” dedirtiyor. Keyifli yolculuklar…


TEKNO DÜELLO AHME T CAN Bir yanda 12 yıl önce bir zarftan çıkan dizüstü bilgisayar MacBook Air. Diğer yanda tablet bilgisayarları profesyonel hayata yaklaştıran iPad Pro. Her iki modelde geçen aylarda yenilendi. Satış fiyatlarıysa hemen hemen aynı. Meraklıların aklında ise önemli bir soru var. “MacBook Air mı? Yoksa iPad Pro mu?” Biz de bu her iki modeli düelloya davet ettik. Hangi model kimlere göre? Artıları neler? Eksileri neler? Duello başlasın!

MacBook vs iPad Pro Air 2020 2020 S AT I Ş F I YAT I NE ?

7.999 6.399

Türk Lirasından baslıyor.

Türk Lirasından baslıyor.

İL K NE Z A M A N S AT I Ş A Ç IK T I ?

29 Ocak ’08 9 Eylül ’15 Ş U A N A K A DA R K E Z Y E NIL E NDI ?

9 4

2 farklı tasarımla 9 kez yenilendi.

2 farklı tasarımla 4 farklı jenerasyon üretildi.

K AÇ FA R K L I B OY U T U VA R ?

1 2

Güncel jenerasyon 13.3 inçlik ekran boyutuyla tek seçenekle sunuluyor.

Geçen aylarda yenilenen modelin 11 inç ve 12.9 inç olmak üzere iki farklı ekran boyutu var.

K IM TA NI T T I ? Apple’ın kurucusu Steve Jobs, Macworld San Francisco’da düzenlenen iPhone 6s lansmanında ilk konferasında ilk MacBook Air modelini bir zarftan kez tanıtıldı. Apple CEO’su Tim Cook, iPad Pro ile birlikte çıkarak tüm dikkatleri üzerine çekmişti. Apple Pencil ve Smart Keyboard’u da sahneye çıkardı. K IML E R IÇ IN DA H A U YG UN ? Günlük işler üzerinde çalışmak için. Sunum hazırlamak, ödev yapmak, Yaratıcılığı ön planda tutmak isteyenler için. Apple Pencil ve yeni klavyesi film izlemek veya web sitelerinde gezinmek gibi amaçlarda Magic Keyboard ile performanslı bir bilgisayardan fazlasını sunuyor. rahatlıkla kullanılabiliyor. Hedef kitlesi arasında öğrenciler, Çizim yapmak, 3D grafikler geliştirmek, müzik yaratmak gibi pek beyaz yakalı çalışan veya küçük bir işletmeye sahip olanlar var. Kolay çok amaçla kullanılabilliyor. Yaratıcılık açısından her alanda birçok taşınabilmesi ve hafifliği önemli bir avantaj sağlıyor. uygulamaya sahip olması en büyük avantajı. E N Ç OK BE ĞE NDI ĞIMI Z Ö Z E L L I Ğ I Yenilenen son modelle birlikte artan depolama alanı Yeni gelen Magic Keyboard ile birlikte artık bir bilgisayarı ve performansı. Bununla birlikte tüm güne kadar aratmaması. Bu klavyenin üzerinde bulunan dokunmatik kullanılabilen batarya performansı. alan (touch pad) ile kolay bir kullanım sunması. E K S IL E R H A NE S INE NE L E R YA Z IL I YOR ? Sadece günlük işlerin yapılabilmesi. Kurgu, Magic Keyboard ve Apple Pencil gibi yan aksesuarların yüksek photoshop ve diğer profesyonel kullanımlarda satış fiyatına sahip olması. Magic Keyboard’un satış fiyatı 2 bin hızlı bir şekilde ısınması. 299 TL’den başlıyor. Apple Pencil’ın satış fiyatı ise 999 TL. E N ÖNE ML I Y E NIL I ĞI NE ? Klavyede makas tasarımına geçmesi. Klavye tuşlarının Lazer mesafe ölçen ‘LIDAR’ sensörü. İlk kez bir mobil 1 mm’lik hareket alanıyla daha kontrollü bir yazım cihazda yer alıyor. Bu sayede, grafik tasarımcılar bir deneyimi elde edilebiliyor. Ayrıca parmak izi sensörü nesneyi veya mekanı dakikalar içerisinde taratarak TouchID’nin 2 kat hızlanmasıyla şifre girmeden kullanım dijital ortama aktarabiliyor. LIDAR sensör ayrıca özelliği de dikkat çekiyor. artırılmış gerçeklik alanına da katkı sunuyor. AĞIR L IK L A R I NE K A DA R ?

1.2 kg Daha ağır.

11 inçlik model 473 gram. 12.9 inçlik model ise 643 gram. Bu ağırlığa Magic Keyboard’u ekleyince MacBook Air’den neredeyse ağır oluyor.


16 İŞ DÜNYASI SERGİ

Hz. Peygamber’in ‘Veda Haccı Hutbeleri’ dijital sergiye taşındı

VA H A P M U N YA R

ALI ÜLKER’DEN MEKTUP VAR: “FIZIKSEL SERGI OLARAK PLANLADIĞIMIZ TÜRKIYE MILLI KÜLTÜR VAKFI (TMKV) KOLEKSIYONUNDA BULUNAN ‘HZ. PEYGAMBER’IN VEDA HACCI HUTBELERI’ BAŞLIKLI HAT VE TEZHIP SERGIMIZI DIJITAL ORTAMA TAŞIMAYA KARAR VERDIK.” DIJITAL SERGI ILE BILMENIZ GEREKEN HER ŞEY… Yönetim Kurulu Başkanı Ali Ülker’den sergi daveti mektubu geldi: —Yıldız Holding ve Ülker Ailesi olarak çağdaş ve geleneksel sanatların desteklenmesine büyük önem veriyor, üstümüze düşen sorumluluğu yerine özen ve keyifle yerine getiriyoruz. Ali Ülker, davet mektubunda her yıl Ramazan ayında düzenledikleri sergileri anımsattı: —Her sene Ramazan ayında geleneksel sanatlarımızın en nadide örneklerinin yer aldığı sergilerimizin açılışı da yıl boyunca heyecanla beklediğimiz etkinlikler arasında yer alıyor. Açılışları iftar yemeği ile bütünleştirdiklerine işaret etti: —Ne yazık ki bu sene, yaşamakta olduğumuz olağanüstü koşullardan dolayı sergimizi fiziksel ortamda açma ve sizlerle

YILDIZ HOLDING

bir araya gelme imkanımız bulunmuyor. Geleneği bozmak istemediklerini belirtti: —Fiziksel sergi olarak planladığımız Türkiye Milli Kültür Vakfı (TMKV) koleksiyonunda bulunan “Hz. Peygamber’in Veda Haccı Hutbeleri” başlıklı hat ve tezhip sergimizi dijital ortama taşımaya karar verdik. Hutbelerin hem İslam alemi hem de tüm insanlık için önemi üzerinde durdu: —Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (SAV), ilk ve tek haccı sırasında farklı günlerde ve noktalarda yaptığı konuşmaların bir araya getirilmesiyle oluşmuş “Veda Haccı Hutbeleri”, tüm insanların Hz. Adem’in (AS) çocukları olduğunu vurgulayarak insan haklarının evrenselliğini işaret ediyor.

“Veda Haccı Hutbeleri”nin “Dünyanın ilk İnsan Hakları Bildirisi” olarak tarihe geçtiğini vurguladı: —“Veda Haccı Hutbeleri”, ırk, renk ve sınıf üstünlüğünü reddederek insanlığa rehber oluyor. Kur’an’a ve Sünnetine sımsıkı sarılanların yollarını şaşırmayacaklarını da müjdeleyen Kainatın Efendisi, bu hutbelerde verdiği mesajlarla tüm zamanlara ışık tutuyor. Sergi için TKMV ile işbirliği yaptıklarını kaydetti: —Bu kıymetli mirası, geleneksel hat ve tezhip sanatlarımız eşliğinde toplumumuzla buluşturmak üzere “Hz. Peygamber’in Veda Haccı Hutbeleri” dijital sergisini açtık. Sergi için adresi de verdi: —Sergimiz www. vedahaccihutbeleri.org web sitesinden 360 derece sanal turla ziyaret edilebiliyor. Eserlerin

görsellerine Yıldız Holding ve TKMV’nin sosyal medya hesaplarından da ulaşılabiliyor. Sergide Türkçe, Arapça ve İngilizce açıklamaların yer aldığını bildirdi: —Sergide dünyaca ünlü 37 hat ve 26 tezyin ustası tarafından “Peygamberimizin Veda Haccı Hutbeleri”nden seçilen metinlerin nakşedildiği eserler yer alıyor. Eserlerin örnek bir eşitlik anlayışını tarihe kaydeden “Veda Haccı Hutbeleri”ni daha iyi anlamamıza yardımcı olacağına inanıyorum. Mektubunu şu davet cümlesiyle tamamladı: —Bu kez mesafeler ne denli uzak olursa olsun, “Hz. Peygamber’in Veda Haccı Hutbeleri” dijital sergimizde de varlığınızı hissetmek en büyük arzumuz. www.vedahaccihutbeleri.org

adresine girin, bu çok kıymetli sergiyi gezin…


İŞ DÜNYASI 17 SERGİ

9 HADIS KITABI ESAS ALINDI

KÖKÜ MAZIDE OLAN ATI

TÜRKİYE Milli Kültür Vakfı (TMKV) Mütevelli Heyeti Başkanı Prof. Salih Tuğ, “Hz. Peygamber’in Veda Haccı Hutbeleri” sergisiyle ilgili takdim yazısında Yıldız Holding Yönetim Kurulu Üyesi Murat Ülker’in kurucuları arasında yer aldığı vakfın hedefini şöyle özetledi: —Aziz ve necip Türk milletinin asırlardan beri hasretini çektiği birliğin ve refahın temini ile layık olduğu medeni seviyeye yükselebilmesine kendilerini hasredecek olan bilgili ve faziletli nesiller yetiştirmek. TMKV’nin sloganlarından birini paylaştı: —Kökü mazide olan ati…

YILDIZ Holding’in Türkiye Milli Kültür Vakfı (TMKV) koleksiyonunda bulunan “Hz. Peygamber’in Veda Haccı Hutbeleri” sergisinin sunumunda Doç. Halit Özkan’ın “Hadisler hakkında açıklama”sı yer aldı. Doç. Özkan, Hz. Peygamber’in (SAV) “Veda Haccı”nda çeşitli günlerde birçok konuşma yaptığına işaret etti: —Bu konuşmalar günümüzde “Veda Hutbesi” adıyla bilinen ve tek bir konuşma zannedilen büyük metni oluşturuyor. Hz. Peygamber’in “Veda Haccı”nda ümmetiyle vedalaşırken, toplanan büyük kalabalığa dinin başlıca prensiplerini ve birçok önemli konuyu hatırlattığının altını çizdi: —Bu konuşmalarda, HZ. Peygamber’in yıllardır süren çabalarının sonucunda ulaşılan nihai noktada İslam’ın en temel prensipleri Müslümanlara yeniden hatırlatılıyor ve son tavsiyeler yapılıyor. “Veda Hutbesi”nde bahsedilen meselelerin hadis, siyer ve tarih kitaplarında ayrıntılı olarak yer aldığını vurguladı: —Siyer ve tarih kitaplarında hutbeler mümkün olduğunca bütünlüğü korunarak aktarılmışken, hadis kitapları tabiatları icabı bu konuşmaları parçalar halinde veriyor. Hadis kitaplarının müelliflerinin “Veda Hutbesi”nde geçen konuları esas alarak büyük konuşmalar bütününü küçük parçalara ayırdığını, kitapların muhtelif bölümlerine dağıttığını kaydetti: —İşte burada karşınıza çıkacak olan metinler, mezkur rivayetlerin en muteber hadis kaynaklarından derlenmesiyle oluştu. Metinler derlenirken mümkün olduğunca “kütüb—i tisa” olarak bilinen en muteber ve güvenilir dokuz hadis kitabı esas alındı. Ardından ekledi: —Onların eksik bıraktıkları yerlerde ise Vakıdi’nin “El— Meğazi”si yahut Cahız’ın “El— Beyan ve’t—tebyin”i gibi “Veda Hutbeleri”ni daha derli toplu veren siyer, tarih ve edebiyat kaynaklarından istifade edildi.


18 RESTORANLARIN GELECEĞİ

Bu sektör nasıl kurtulur?


RESTORANLARIN 19 GELECEĞİ

CE YHUN KUBURLU

KÖTÜ HABER: RESTORANLARIN KAYBI HAZIRAN BAŞINDA 4 MILYAR DOLARI BULACAK… PEKI BUNDAN SONRAKI HAREKET PLANI NE OLMALI? HANGI TEDBIRLERLE GÖNÜL RAHATLIĞIYLA YER, IÇERIZ? VIRÜS TEHDIDI ALTINDA PARÇALANAN BIR SEKTÖR NASIL KURTULUR? TÜRKIYE’NIN EN ÖNEMLI MEKAN SAHIPLERIYLE KONUŞARAK, ÇÖZÜM ÖNERILERINI ÖĞRENDIK.

sonrası Türkiye’de normalleşme adımları çerçevesinde hafta içinde AVM’ler, berber ve kuaförler açılmaya başladı. Ancak tüketici ve işletmecilerin aklı hala kafe ve restoranların açılış tarihinde. Sektör temsilcileri bu tarihin haziran başını bulabileceğini belirtirken, kendi önlemlerini ve açılış planlarını da yapmaya başladılar. Masalarda tek kullanımlık tuzluk, biber ve masa örtüleri sipariş edilirken, 4 kişilik masalarda iki kişinin oturması da planlar çerçevesinde… Sektörün iki önemli kuruluşu Turizm Restoran Yatırımcıları ve İşletmecileri Derneği (TÜRYİD) ve Tüm Restoranlar ve Turizmciler Derneği (TÜRES) ise önerilerini sıraladı. TÜRYİD Başkanı Kaya Demirer, “yeme içme sektörü ciro kaybı Haziran başına kadar yaklaşık 4 milyar dolar hesaplanmakta. En çok kaybı personelimiz yaşadı. Personelime destek şart tavsiye edilen bahşiş oranını %15 olarak öneriyoruz” dedi. TÜRES Başkanı Ramazan Bingöl ise, “AVM’ler açıldı biz de belirlenen standartlara uygun şekilde AVM’ler de ya da en azından açık bahçesi olan restoranlarda açılış yapabiliriz” dedi. Eğer restoranlar haziran başında açılırsa sektör 2019 cirosunun yüzde 50’sini gerçekleştirebileceğine inanıyor.

C O V I D -19 S A L G I N I

Mehmet Gürs’ün Mikla menüsünden ahtapot ve tarhana tabağı


20 RESTORANLARIN GELECEĞİ

BIG CHEFS’IN KURUCUSU

GAMZE CIZRELI

2023 yılına kadar kendi yağımızda kavrulacağız önce yurtdışındaki restoranlarımızı kapattık ve Türkiye’de vaka görüldükten sonra da hem personel sağlığı açısından hem de müşteri talebi doğrultusunda alınan kararı beklemeden kapatmaya başladık. Ancak tüm ülke olarak asıl uyanış İtalya ile yaşandı. Biz de oradaki olayların hemen ardından restoranlarımızda hijyen tedbirlerini arttırdık. Kademeli olarak da restoranları kapattık. Ama sektör olarak bu kadar süreceğini tahmin etmiyorduk. Koronadan en çok eğlence sektörü zarar gördü. Biz temel beslenme ihtiyacından önce deneyim sunan mekanlarız. Sosyalleşme mekanlarıyız. Restoranların kademeli kademeli açılması planlanıyor. Maske olacak, masa araları boş olacak… İnsanların keyif mekanlarına gelmesi için doğru karar olup olmadığını tam bilemiyorum. Çünkü masalarda hep birlikte oturulur, doğum günleri kutlanır. Çok kolay bir süreç değil. Bu algı tam anlamıyla düzelip koronanın tedavi edilebilir hale geldiği zaman bizim sektörlerin normal hale geleceğini düşünüyorum. Erken açılmamızın da bir faydası yok. Açıldıktan sonraki süreç de uzun sürecek. Bazı konularda devlet destekleri alıyoruz. 2020’de eski performansımıza ulaşacağımızı düşünmüyorum. 30 milyar dolarlık bir turizm gelirinden yararlanıyorduk. Vakaların azalmasından daha önemlisi tedaviye vakaların daha çabuk cevap vermesi. Teknolojiyi daha çok hayatımıza dahil edeceğiz. Paket servise ağırlık vereceğiz. Artık yumurtayı farklı sepetlere koymaya çalışacağız. Herkes ders çıkartıyor kendine. Hepimiz dersimizi alarak çıkacağız bu süreçten. Biraz daha iç kabuğumuza çekileceğiz. 2023 yılına kadar kendi yağımızda kavrulacağız. Almanya’da açtığımız restoran çok iyi iş yapıyordu. Tam ikincisini açacaktık ama yatırımı durdurduk. TÜRKIYE’DEN


RESTORANLARIN 21 GELECEĞİ


22 RESTORANLARIN GELECEĞİ

TÜM RESTORANLAR VE TURIZMCILER DERNEĞI (TÜRES) BAŞKANI

RAMAZAN BINGÖL

Tek kullanımlık tuzluk ve masa örtüsü T Ü R E S olarak yetkililer ile temas halindeyiz. Bizim de planlarımız hazır. AVM’ler açıldı ama bir kanadı eksik. O da restoranlar ve kafeler. Bu konuda alınacak tüm önlemleri alıp restoranları da açmamız gerekiyor. Tek kullanımlık tuzluk, biber ve tek kullanımlık masa örtüleri olmalı. 6 kişilik masada 4 kişi, 4 kişilik masada da 2 kişi oturmalı. Özellikle bahçesi olan restoranlar daha avantajlı diye düşünüyorum. TÜRES olarak yeni dönem için bir belgelendirme çalışması yapıyoruz. Bu çalışma için ilgili bakanlıklar ve yetkililer ile temas halindeyiz. Yeni standartlar oluşturmak için çalışıyoruz. Bu işi kişisel önlemlere bırakamayız. Yaptığımız çalışmaya göre örneğin yeni dönemde masa aralığının en az 2-2.5 metre olmasını istiyoruz. Eskisi

gibi açık büfeler olmamalı. Açık büfede de standartlar olmalı. Açık büfeden herkesin tuttuğu kaşık ya da maşalarla alım yapılmamalı. Tek kullanımlık ürünler ön plana çıkmalı. Açık büfeye konan ürünler temasa açık olmamalı. Yemeklerin korunması sağlanmalı. Çalışanlar bir süre maske ile servis yapmalı. Temas en aza indirilmeli. Masadaki çatal bıçak el değmeden paketlenmeli ve müşteri kendisi açmalı. Bugün 2 milyon çalışanımız evde oturuyor. Bunun yanında restoranlara üretim yapan Anadolu’da milyonlarca aile var. Salçadan tutun da ayrana kadar birçok alanda restoranlara üretim yapanlar var. Bunlarla biz 10 milyon kişilik bir aileyiz. Bugün restoranlar açılsa geçtiğimiz yılki cironun ancak yüzde 50’sini yapabiliriz.


RESTORANLARIN 23 GELECEĞİ SUNSET GRILL RESTAURANT KURUCUSU

B ARIŞ TANSEVER

25 yılda yaşanacak her şeyi yaşadık ama ilk kez kapandık ilk günlerinde müşteri sayımız düşmeye başlamıştı. İlk vaka görüldükten sonra yüzde 90 düştü. Daha sonra restoranlar zaten kapandı. Biz Sunset ile 25. yılımızı kutluyorduk. Bugüne kadar deprem, ekonomik kriz ve darbe gördük. Sunset 1994 yılında kuruldu ve hiç kapanmadı. Bu da başımıza geldi. Belki de en ağırı bu olacak. Yani Sunset her şeyi yaşadı. Sadece Türkiye’de değil tüm dünyada hayat durdu. Bizim müşterilerimizin yüzde 40’ını yabancı misafirlerimiz oluşturuyordu. Bunların ne zaman geri geleceğini bilmiyoruz. Bu yıl için mucize olmazsa zor görünüyor. Haziran ayında restoranlar açılırsa ve işler yavaş yavaş da M A R T AY I N I N

olsa hareketlenirse en iyi senaryoda 2019’un yüzde 50 cirosuna ulaşırız. Düşünsenize turizm durmuş. Uçaklar çalışmıyor. Oteller kapalı. Bu işten en çok eğlence sektörü darbe yemiş olacak. Ancak biz sadece restoran çalışanlarından ibaret değiliz. Bize üretim yapan yüzlerce aile var. Onların da işleri durdu. Şarap üreticisi, meyve-sebze üreticisi, salça üreteni, reçel üreteni… Eğer süreç daha da uzarsa dramatik olur herkes için. Biz yurtdışındaki sektörlere göre bir tık daha avantajlıyız ama işimiz gerçekten de zor. Artık insanların tüketirken daha çok anı yaşayacağını düşünüyorum. Bundan sonra bazı şeylerin değişeceğine de inanıyorum.


24 RESTORANLARIN GELECEĞİ

GÜNAYDIN ET VE RESTORANLAR GRUBU KURUCU ORTAĞI

CÜNEYT ASAN

Açık yemeklerle yapılan şovlar bitecek da hizmet verdiğimiz noktalar da işler iyi gidiyor. Evinde pişirmek isteyenlerin sayış oldukça fazla. Ancak paket servisi için aynı şeyi söylemeyeceğim. Paket servis satışlarımız düştü. Artık ahşap masalarda yemek servisi vermemiz zor. Tek kullanımlık masa örtüleri gelecek. Değişen bir dünya var ve herkes bu dünyaya ayak uydurmak zorunda. Şu an için restoranların açılışıyla ilgili resmi bir tedbir paketi açıklanmadı. Ancak biz yine de çeşitli önlemler almak için çalışmalar yapıyoruz. Burada en önemli korunma yöntemi masaların birbirinden uzak olması. Yeni dönemde bizim gibi restoranlar daha geniş alanlarda hizmet vermeye başlayacak. Daha büyük alanlar daha geniş mesafe imkanı tanıyacak. Burada daha çok teknolojiden yararlanılabilir. Açıkta yemeklerle yapılan şovlar artık olmayacak. Temas minimuma inecek. Açık büfelerden, kalabalık restoranlardan vazgeçilecek. Masada her gelen müşterinin dokunduğu tuzluk bile konulmayacak. Cadde restoranları AVM’lerdeki restoranların mülk sahipleri ile görüşmelerimiz devam ediyor. Bazıları kira almaya devam etmek istiyor. Bu ortamda mümkün değil. Bu konu üzerine düşülmesi gereken bir konu. Bizler birlik ve beraberlik içinde bu günleri aşabiliriz. K ASAP OLARAK


RESTORANLARIN 25 GELECEĞİ

TURIZM RESTORAN YATIRIMCILARI VE İŞLETMECILERI DERNEĞI BAŞKANI

K AYA DEMIRER

Bahşiş yüzde 15 olmalı Bilim Kurulu tavsiyesi, Sağlık Bakanlığı görüşü ve ilgili Bakanlıkların rehberlerinin yayımlanması ile olacaktır. Tabii ki burada en önemli süreç restoranların mevcut yapılarında talep edilecek düzenlemelere kendilerini adapte etme sürecidir. Bu sebepten dolayı tüm bu bilgilerin açılışı hedeflenen tarihten 15 gün evvel olmasında fayda var. Tüketicinin doğru kanallardan edindiği doğru bilgiler ışığında işletmeye gelmesi ve beklentilerinin de bu yönde olması şart. Bu iki unsur bir araya geldiğinde yeni normale geçiş ve alışma hızlanacaktır. Restoranlar için masalar arası mesafe 150 cm, yan yana oturma mesafesi 60 cm olarak ön görülmektedir. Ben açık hava mekanlarında fiziki mesafelerin ayarlanması ve misafirlerin sosyal mesafe kurallarına dikkat etmesi durumunda nu tarz işletmelerin açılabileceğine inanıyorum. Türkiye genelinde bu tarihten itibaren gel-al ve paket serviste %60 üzeAÇ IL IŞ TA RIHI

rinde daraldı. Toplam Yeme ve İçme sektörü küçülmesi ise %80’lere varmıştır. Bu oranın %80’lere varmasında tabiki tam kapalı olup hizmet vermeyen bar/kafe/restoranların %100 ciro kaybı olması etkili. Türkiye genelinde yeme içme sektörü ciro kaybı Haziran başına kadar yaklaşık 4 milyar dolar hesaplanmakta. 2020 yılı için bu kaybın telafi edilmesi imkan dahilinde değil. Sektörde ön salonda çalışan garson/bar personeli/komi görevlilerinin en önemli geçim kaynaklarından biri bahşiştir. Yeni dönemde misafirlerimizden hem kaybedilen dönemim telafisi hem de fiziksel kapasiteden dolayı misafir ağırlama kapasitemiz düşeceğinden bu personelime destek şart. Biz TURYİD olarak bu konuda tavsiye edilen bahşiş oranını %15 olarak öneriyoruz. Tabii bu dönemde nakit paranın sirkülasyonun hijyen sebebi ile azalacağını ön gördüğümüzden ilgili Bakanlıklar ile bahşişin yurtdışında olduğu gibi kredi kartı ile ödenmesinin önünü açmayı çalışıyoruz.


26 MANŞET

FA R U K Ş Ü Y Ü N

Mehmet Yeni normal dediğimiz şey eski düzenimiz olacak

MIKLA’NIN ŞEFI VE ORTAĞI MEHMET GÜRS, “YENI ANADOLU MUTFAĞI” KAVRAMININ ÖNCÜSÜ. MIKLA ILE 2015 YILINDA “DÜNYANIN EN İYI 100 RESTORANI” LISTESINE 96. SIRADAN GIREN, GEÇTIĞIMIZ SENEYI 52. BITIREN GÜRS, DÜNYANIN ÖNDE GELEN MICHELIN YILDIZLI ŞEFLERIYLE AYNI DÜZEYDE, ÇOK ÖNEMLI BIR ŞEFIMIZ. GASTRONOMI DÜNYAMIZA ÇOK ŞEYLER KAZANDIRDI… İSTANBUL›U DÜNYA GASTRONOMI MERKEZLERI ARASINA SOKACAK ÖNEMLI ÇALIŞMALARA IMZA ATAN MEHMET GÜRS HEP IŞLERIYLE VAR OLMAYI SEÇEN, MEDYADA VE SOSYAL MEDYADA ÇOK SIK GÖRMEDIĞIMIZ BIR ISIMDI… BUGÜNLERDE DAHA DA SESSIZDI… AMA BU SESSIZLIĞINI HAFTA IÇIN BOZDU VE DURUM DEĞERLENDIRMESI YAPTI.

Gürs



28 MANŞET

Peki, neler değişebilir?

Pandemi günleriniz nasıl geçiyor?

Şu dönemde çok online olmamaya çalışıyorum. Normalde zaten sosyal medyada çok aktif biri değilim, ama bugünlerde özellikle uzak duruyorum. İnsanın içi kararıyor, gerçekten tatsız bir dönem. Şöyle de bir durum var, herkes kuyruğu dik tutmaya çalışıyor; ama içyüzüne baktığınız zaman iflas eden, iflas etmek üzere olan, restoranı açtıktan sonra çok daha kötüye gidecek çokça insan, çokça şirket var. Umarım yanılırım, ama ilerideki günlerde böyle olacak diye korkuyorum. Medyaya ve sosyal medyaya baktığınızda herkes her şeyi biliyor… Çeşit çeşit reçeteler ortalarda dolaşıyor…

Geçen gün açık havada spor yapıyordum, bir amca yanımdan geçerken “evlâdım sen bu işlerden anlıyor gibisin; 20 yıldır belim ağrıyor ne yapmam lâzım?” diye sordu. “Amca, doktora görünmen lâzım ben bir şey diyemem sana” deyince “yo yo sen söyle bir şey olmaz” diye cevap verdi. O amcaya “şu hareketi yap, bu hareketi yap” diyen birçok insan çıkacaktır… Herkes mimar, herkes inşaatçı, herkes şu, herkes bu bizde. Bugünlerde de herkes doktor kesildi. Herkes geleceği görüyor, öngörüyor; makro, mikro ekonomi diyor. Herkes uzman oldu etrafımızda. Ben de özellikle konuşmaya çekiniyorum, çok çok fazla atılıp tutuluyor etrafta, diye düşünüyorum. Bir ara maskelerle ilgili böyleydi, bir ara “eldiven giyelim mi, giymeyelim mi?” o tartışıldı; o kadar çok konuda konuşuldu ki. Oysa karşılaştığımız salgın, bilmediğimiz bir şey, daha önce yaşamadık. Öyleyse biz de detaylardan değil, büyük resimden söz edelim lütfen…

Büyük resme bakmaya çalıştığımda gastronomi denildiğinde mesele sadece yemek yemek değil. Bir aşçı olarak özellikle bunun altını çizmek isterim: Ana konu, lezzetli bir yemek yemek değil. Öyle olsa benim işim daha kolay olurdu. Mesele dirsek temasında bulunmak, birbirimize sarılmak, kahkahalar atmak, iki kadeh içmek, yanındakiyle onun da getirdiği rahatlıkla sohbet etmek, yani daha çok sosyalleşmek. Lokantalara gideceğiz keyifli vakit geçireceğiz; annelerimizi, babalarımızı, sevgililerimizi, eşlerimizi, çocuklarımızı götüreceğiz, bütün bunları yapmaya devam ediyor olacağız, diye düşünüyorum. Tabii ki yanılabilirim, uzman değilim. Sadece hislerimi size aktarıyorum. Ancak, zaman gerekiyor. Şu dönemde hepimiz doğal olarak çok korkuyoruz. Ama, önünde sonunda “yeni normal”, “yeni düzen” dediğimiz anlattığım gibi aslında “eski düzen” olacak diye düşünüyorum ve umuyorum.

Salgınla birlikte bağışıklık sistemimizin ne kadar önemli olduğunu konuşmaya başladık. Eskiden marjinal üç-beş kişi söz ederdi bundan ya da sağlığına çok meraklı olanlar veyahut belli bir yaşın üstündekiler. Ufak ufak, sağdan soldan teklemeye başlayınca makine “aman kendime iyi bakmam lâzım” diyenler konuşurlardı. Ama bu virüsle birlikte “bağışıklık sistemimizi kuvvetli tutmamız lâzım, onun için şunları yapmamız lâzım” denilmeye başlandı. Peki bunlar neyle oluyor? İyi yemekle, belli bir oranda hareketlilikle, temiz havayla, vesaire vesaire. İşte bu durumda yediklerimiz bağışıklık sistemimiz için çok önemliyse, kendimizi güçlü tutmamızda payı büyükse ne yapmalıyız? Şimdi, artık bunu biliyorsak belki bir lokantaya gittiğimiz zaman, eskiden “yaa boşver ne olacak ki getir oradan yarım tepsi baklava” diyenler belki yemeyecek o kadar şekeri, unu vesaireyi. Belki bu, biraz değişmeye başlayacak. Aslında glütensiz ve sütsüz ürünler, daha az zararlı yağlar ve unlar, hayvansal ürünleri azaltalım gibi düşünceler zaten vardı dünyada. Türkiye’de de ufak ufak trend olmaya başlamıştı, oynaşıyordu bu düşünceler, belki bu durumda hızlanır, umarım hızlanır. Önünde sonunda yediklerimiz bizi daha iyi tutuyorsa, daha ne isteyelim!

YEMEK YAPMANIN ÇOK DA ZAHMETSIZ BIR IŞ OLMADIĞI GÖRÜLDÜ, BELKI ŞEFLERE DAHA IYI DAVRANILIR!

Bu sağlıklı ürünleri nereden bulacağız?

Evet, bu durum aynı zamanda riskli. Yediklerimiz iyi mi değil mi? Bunu tüketici nasıl bilecek? Bugün özellikle fast food zincir lokantalara baktığımız zaman maliyet ve rekabetten dolayı hazır gıda, endüstriyel gıda kullanıyorlar. Bunu bir süre sonra sağlıklı diye lanse etmeye başladıkları zaman büyük gıda üreticileri, uluslararası devler kimse onları sorgulamayacak. Paketlerin üzerinde örneğin bağışıklıkla ilgili birkaç sözcük yazacak ve tüketici buna inanarak satın alacak. Böyle bir durum söz konusu olursa daha da tehlikeli bir yere doğru gidebiliriz. İhtiyacımız olan küçük üreticiler, küçük çiftçiler. Çoğumuzun karnını onlar doyuruyor, büyük şirketler değil. O küçük çiftçi sahibi olduğu yeri çok daha iyi kullanıyor, daha iyi, daha sağlıklı ürün alıyor. Ama belki de pazarlama makineleri bu durumu gizleyebilir. Çiftçi Ahmet Amca ile Ayşe Teyze’nin bir pazarlama makinesi yok ki! Eğer tüketici işin arkasına bakmazsa burada bayağı bir gri alan yaratılabilir ve bu, çok zarar verir. Bundan korkuyorum doğrusu. Salgının olumlu bir şeyleri var mı?

Herkes şimdilerde mecburen evinde yemek yapıyor ya, aslında çok iyi bir şey bu. Ben, bundan pozitif bir şey çıkaracaksam; yemek yapmanın çok da zahmetsiz olmadığı görülür, dolayısıyla bir lokantaya gittiklerinde “sen şunu yap, böyle yap” diye emirler yağdıran kimi müşteriler, iyi bir yemeğin arkasında ne kadar çok emek olduğunu görerek biraz daha müteşekkir olurlar mı? diye merak ediyorum. Veyahut da kendi ailesinden birinin yaptığı yemeğe eşler, çocuklar biraz daha saygı gösterirler mi? diye kendi kendime soruyorum. Bilemiyorum, “acaba?” diye soruyorum burada. Bir de “günde üç değil de iki öğün yemek bize daha iyi geliyor”u birçok insan sorgulamaya başladı. En azından benim çevremde. Çünkü, günde üç kere yemek yapmak ve yemek bayağı bir uğraş. Ben, elli yaşındayım, aynı yaşlarda birçok arkadaşım bu süreçte diyorlar ki “spor yapıyorum, günde iki kere iyi yemek yiyorum kilo verdim, daha sağlıklıyım, yağlarım gitti.” Aslında belki de bazı insanlar, ihtiyaçlarından daha fazla yemek yediklerinin farkına varmaya başladılar.


MANŞET 29


30 AĞIZ TADI

ŞEF DENİZ Ç E V İ K Ş A Hİ N

Kebaplasak da mı saklasak? SOSYAL MESAFENIN NIMETLERINDEN YARARLANALIM! KOKUSUNUN SORUN OLMADIĞI ŞU GÜNLERDE, BAĞIŞIKLIK SISTEMIMIZI SARMISAK KEBABI ILE GÜÇLENDIRMEYE VAR MISINIZ?

saymakla bitmeyen bu lezzeti mutfaklarımızda sıklıkla kullanırız. Salatalarda, soslarda, yemeklerde, yoğurtta ve daha birçok şekilde... Ancak onu tüketmekle ilgili bir sorun var ki o da kokusu! Kimimiz aldırış etmezken kimimiz bu konuda çok hassas. Tam da hepimizin evlerde kaldığı ve bağışıklığımızı güçlü tutmamız gereken bu dönemde sarmısak tüketmenin doğru bir zaman olduğunu düşündüm. Taze sarmısağın çıktığı dönemdeyiz. Manavlar ve pazarlardan temin edebileceğimiz taze baş ile Antep lezzeti sarmısak kebabını hiç denediniz mi? F AY D A L A R I


AĞIZ TADI 31

SARMISAK KEBABI (2 KIŞILIK) MALZEMELER: • 6 adet taze baş sarımsak • 250 gr yağlı dana döş kıyma • TuzKarabiber • 3 çorba kaşığı zeytinyağı

HAZIRLANIŞI Kıyma, tuz ve karabiber karıştırılır, sarımsaklar başları saplarından ayırılır ve ortadan ikiye kesilir. Kıyma 6 eşit parçaya ayırılır ve ortadan kesilen 6 adet sarımsağın teker teker aralarına yerleştirilir. Ardından tepsiye dizilir. Üzerlerine zeytinyağı gezdirilir, önceden ısıtılmış 250 derece sıcak fırında sarımsaklar kızarana kadar fırınlanır ve sonra üzeri kapatılır. Fırının derecesi 170’e ayarlanır ve 20 dakika üzeri kapalı pişirilir. Lavaş üzerinde sıcak servis edilir. Servis ederken arzuya göre üzerine nar ekşisi gezdirilir. Afiyet olsun


32 SANAT SOHBETLERİ

SELIN BOZKURT

İnsanoğlu, yeryüzünü böyle deli dana gibi gezme kabiliyetiyle doğmamıştır aslında… PANDEMI DÖNEMINDE AKLIMIZI VE RUHUMUZU BESLEMEK IÇIN NE YAPMALIYIZ? İSTANBUL, GEÇMIŞTE SALGIN HASTALIKLARLA NASIL MÜCADELE ETTI? GELECEĞIN DÜNYASINDA BIZI NELER BEKLIYOR? BU SORULARIN CEVAPLARI IÇIN TARIHÇI, AKADEMISYEN VE YAZAR İLBER ORTAYLI’NIN KAPISINI ÇALDIK: “YOK ‘KAYNIMIN KARDEŞI EVLENIYORMUŞ HAYDI SÜLALECE DOLUŞALIM UÇAĞA, KÖLN ŞEHRINE GIDELIM ALMANYA’YA…’ BITTI BÖYLE BIR ŞEY, OLMAYACAK ARTIK.”

İlber O


SANAT 33 SOHBETLERİ

Ortaylı


34 SANAT SOHBETLERİ

Üst üste tepişe tepişe Sistine Şapel gezilir mi ya Vatikan’da! Saçma sapan iş…

Karantinada olmak, ruh halinizi nasıl etkiledi? Bir ümitsizliğe düştünüz mü?

İ.O: Eve kapanma hikâyesi ciddi bir hikâye… Eğer kendi yerinizi değiştirirseniz, ümitsizlik oluyor, o yüzden kendi eviniz, kendi eşyalarınız, kendi kitaplarınız, evrakınız arasında olmak önemli. Çünkü bunların ortasında geçirebiliyorsunuz zamanı…

Siz bu aralar ne dinliyorsunuz ve okuyorsunuz?

İO: Valla ben şu anda, ihmal etmiştim hep, Bernard Lewis’in “Hata Neredeydi?” kitabını okuyorum, çeviri de güzel… Tabii bazı çevirmenlerimiz çok güzel… Mesela Ali Berktay adlı bir arkadaş var. Kimsenin hakkını yemeyeyim, bayağı tercüman sayısı artmaya başladı. Eskiden çok kötüydü Türk mütercimler… Şimdi çok iyi… Hasan Ali Ediz’in Tolstoy tercümelerini okuyabilirsiniz. Bazı pasajları çıkarmış. Eskiden öyle kötü bir huyu vardı. Ona rağmen sevebilirsiniz. Tabii orada onların Ergin Altay falan Rus edebiyatından Leyla’nın çevirileri çok iyi… Bu gibi şeylere bakmak gerekiyor. Yani bunları ben tavsiye ediyorum. Maalesef mesleki bakımdan bir şey yapmak zorundayım, tasdik yapıyorum. Tasdik çok sıkıcı böyle bir günde… Yani hiç şey değil kafanın sağlam olması lazım… Ama yapmak zorundayım. Şimdilik böyle gidiyor. Eski İstanbul ile ilgili kitaplara baktım bir iki… Güzel olanları var. Yani Bizans devrine ait olanları çok güzel… Bizantionlar daha iyi tanıyor eski Konstantinopol’ü… Bizimkiler de inşallah yetişecek onlara. Ülkemizin tarihine bakacak olursak, hiç böyle bir sınavdan geçtik mi?

İ.O: Türkiye’de olmadı bugüne kadar böyle bir şey. Ne ağır harp gördük İkinci Dünya Harbi gibi, ne de büyük bir kriz oldu, hiç olmadı. Olan hastalıklar da geçmiş, İspanyol nezlesi falan gibi... Dolasıyla Türkiye ilk defa eve kapanıyor. Bize bir gün bile çok zor gelirdi, nüfus sayımı dolasıyla uyulmazdı, herkes mahallede kavgaya bile tutuşurdu. Öyle garip bir zaman, şimdi bunlar halledildi zannediyoruz, daha ne kadar devam edecek bu salgın onu da bilemiyoruz tabii... Kimse de bilmiyor. Nasıl olur, tekrar eder

mi? Onun için birazcık sabır lazım. Günümüzdeki işleri ayarlayabilmemiz lazım. Mühim olan bu. Peki, dünya tarihindeki salgınlara bakarsak… Çeşitli salgınlar yaşanmış ama hiçbiri bizi böylesine çaresizliğe sokmamış… Sizce neden?

İ.O: İstanbul’da Jüstinyen dönemindeki veba çok kırıcı olmuş. 1541’de başlamış, birkaç kaç yıl sürmüş dura dura. Osmanlı devrinde de olmuş. Tedbirler yok mu, var. Örneğin tıpkı Bizans’ta olduğu gibi hamam var. Kısmen hijyenik tedbirlere dikkat ediliyor. Gıda var, etraftan geliyor ama sıkıntısını çeken insanlar da var. Doktorun girmediği bir semt yok İstanbul’da. Bakacak olursak Yenikapı’da kazılar yapıldı. Oradan çıkan bir takım şeyler var. Seksen kadar iskelet çıktı; kadın, erkek… Belli ki bunlar limanın çalışan emektarları. Kemiği kalçası kırılmayan yok. Yaş ortalaması 35’e uzanan, kırık geçirmeyen yok. Hepsi tedavi edilmiş. Bugün bile ortopedi bu kadar başarılı olamaz. Fakir bir mahallede herkese yetişecek, derdine derman olacak türde. Pahalı bir muamele de olsa, fakirler de yaptırabiliyor. Bu şehirde böyle bir yapı var. Bir şekilde bir tedbirler alınabiliyor ama alınmadığı takdirde de bir tevekkül var. Bu tevekkül bir zihniyet meselesidir. 1811’lerde Beyoğlu’nda çok katlı yaşam var. Zengini de çok katlı saraylarda oturuyor. Amerikan sefaretinin olduğu eski yer; Pera Palas, saraylar oralarda yani... Tarlabaşı var, aşağıda oraya doğru bugünkü Feriköy, arka tarafları var... Ahşap İstanbul’da daha sağlıklı bir oturum var. Çünkü herkes bir buçuk, iki katlı kulübesinde kendine göre yaşıyor. Önünde bahçesi var. Bir ağaç var. Konak varsa onların daha bahçesi geniş, daha rahat. Bu bakımdan yangın kadar büyük tehlike sayılmıyor salgınlar... Bu salgınlar 1811’den daha evvelde de oldu. Mesela Ayaz Paşa, Vezir Azam gibi isimler vebadan öldü. Kolera salgını dediğiniz şey, en son İstanbul’da 70’lerde görüldü. Ama bu kadar zorlamadı. Neden? Çünkü bu koronavirüs yeni tip bir şey. Görülmez, hissedilmez ne olduğu belli olmayan taşıyıcıları hiçbir şekilde tanıyamadığınız bir hastalık türü… Ve insanı vurabiliyor. Hakikaten kurtuluş imkânı yüksek. Ama belirli handikap-


SANAT 35 SOHBETLERİ

Otelcilik sektörü de ciddi bir değişimin içinde olacak, değil mi? Olacak, olmalı. Gidin siz Hotel Ritz’leri, Britanya Oteli’ni işleten insanların ailelerine, biyografilerine biraz bakın. Alpler’de beş nesildir otelcilik yapanlar var. Bir tanesinde benim bebekliğim geçti. Mütevazı fiyatlıdır, hiç de zengin değillerdir. Ama halleri vakti yerindedir, çalışkandır. Dünyada tabiatı tahrip edip, öyle şapur şupur oturmak, usulü erkânı dağıtacak şekilde... Bütün lokantalarda üst üste oturmak, bağıra çağıra konuşmak devri bitmiştir. Aralıklı masalarda oturulacak, hijyene dikkat edilecek. Efendim bazıları âdet edinmiştir İstanbul’da, İzmir’de ve Ankara’da; bilhassa İstanbul’da sık sık 20 kişiyi ağırlarlar. Öyle catering yemekle ağırlama olmaz. Geçti o devir. Gerçekten mutfağı olanlar bunu yapacaklar. Aynı şekilde yolcu gemileri de o şekilde olacak. Efendim; apartman gibi yolcu gemileri geziyor. İçindekilerin yüzde doksanı gittikleri yerin ne olduğunu bilmiyor bile… Müzeler dolu, hiçbirisi bir şey anlamıyor. Gelenin yüzde doksanı anlamıyor. Bütün bunlar nizama intizama girecek. Çünkü bu gibi gemiler ve bu gibi müzeler maalesef temasın çok arttığı en hafif bir epidemik şeyin rahatlıkla yayılabileceği yerler. Zaten gezi de olmuyor öyle, üst üste tepişe tepişe Sistine Şapel gezilir mi ya Vatikan’da! Saçma sapan iş… Bunlar değişecek.


36 SANAT SOHBETLERİ

Son olarak evde kalırken ruhunu zenginleştirmek, kendini geliştirmek isteyenlere ne tavsiye verirsiniz?

Tut ki bir yerde kaldın ansiklopedi ve lugattan başka bir şey yok. Çevir bak. Mutlaka eğlenceli madde bulursun. Ona bakarken öbürünü bulursun. Sıkıntıyla böyle karıştır böyle hani berberdeyken rastgele kullandığın bir şey gibi bak, mutlaka ısınırsın ve görürsün. Yolu budur. Lügat için de aynı şeydir. “Vay be, ben bu kelimenin böyle olduğunu böyle telaffuz edildiğini bilmiyormuşum” dersin. Lisan dediğin böyle gelişir, mektepteki derste değil! İkincisi tabii klasik romanlar... Okuyun! Yok efendim “ben 18 yaşındayken okumuştum Anna Karenina’yı…” O dönemde, 18 yaşının kavak yelleriyle okursun. Şimdi okursan başka türlü bulursun. Bulduğun bir tarih kitabına bak, biri sıkıcı üslupludur ama diğeri güzel üslupludur. Örneğin Topkapı Sarayı’nı iki kişiden okuyabilirsin. Biri Uzunçarşılı’dır, çok uzundur, ilmidir fakat sıkıcıdır. Diğeri Reşat Ekrem Koçu’dur, keyifle okursun. Hiç

ummazsın mesela; bu sıkıntılı günlerde güzel polisiye ve kriminal romanlar insanı etkiler. Arsen Lüpen bile bir keyif… Harp öncesi Avusturya’da geçiyor. Mesela Agatha Christie önemli. Gençler bunları yabancı dilde okursa, dillerini de açar. Çok şeyi görür, öğrenirsin. Mesela burada bir kere daha Murat Yetkin’e baktım. Casuslukla ilgili olanlarına… Bir tarih öğretimi de var orada. Dolayısıyla klasik romanları, çok klasik tarih kitaplarını ve böyle Reşat Ekrem Bey gibi keyifli yazan tarih yazarlarımızı okumayı ihmal etmeyin. Hiçbir şey yapamazsanız ansiklopedi ve lügatleri lütfen karıştırın. Filmler var. Arayın getirtin, bağlantı kurun, seyredin. İnsanın hakikaten içi açılır. O İran sinemasında çok güzel yapıtlar var. Ve illa da müzik… Onları şimdi veriyorlar. Klasik eserleri dinlemek mümkün… Baleleri, operaları… Bunlar yapılacak. Ve burada kazançlı çıkarsınız.


SANAT 37 SOHBETLERİ

18 yaşındayken okumuştum Anna Karenina’yı… O dönemde, 18 yaşının kavak yelleriyle okursun. Şimdi okursan başka türlü bulursun. larınız varsa, yani ileri yaş, diyabet, kalp hastalığı, vücutta kalıcı bir kronik hastalık varsa çok fena oluyor sonu... Bakınız, İspanya ve İtalya’da hastanelerin kapasitesi yetmedi. Sağlık sistemini özelleştiren İspanya gibi yerler feci olaylar oldu. Sağlık sisteminin özel olmasından vazgeçmeyen, hem de senkronize edemeyen, ayarlayamayan, eş zamanlayamayan, merkezîleştiremeyen Amerika gibi bir süper güç bile tam bir felaketin içine girdi. Hiçbir yerde o kadar tehlikeli değil. Peki, Türkiye’nin bu tip salgınlarla mücadelesindeki performansını nasıl değerlendirirsiniz?

İ.O: Tanzimat Dönemi ve Refik Saydam dönemindeki fakir Türkiye’de ölüm oranlarını inceleyin. Çoğu okumuş cephede ölmüş. Backstayn Raporu’nda yazar, onu okuyun lütfen bir kere… Hayretle karşılıyor Türkiye’nin tıbbi yapısının ileriliğini… Bazı şeyleri çok ileri görüyor. Refik Bey Alman ekolünden, gördüğünü yazıyor, tespit ediyor. Bunların bazılarını biz Sultan Hamid döneminde halletmişiz. Hekimlerin gayreti olağan üstü bir gayret; bu sayede bu durumdan çıkıyoruz ama ahalinin de rivayet etmesi şart. “Çıkılmayacak” denen yerde sokağa çıkılmasın. Tabii kolay değil 40m2 yerde iki kişinin yaşaması… İstanbul’un eski gecekonduları daha sıhhatliydi. Bahçe içinde tek katlı evlerdi. Şimdi öyle bir şey yok. Sıkıntılı hayat, anlıyorum ama bu da böyle olmuyor. İstatistiklere bakın o semtlerde çok büyük oran var. Türkiye ortalamasına bakın İstanbul çok problemli. İstanbul’un çok yakın zamanda tamamen partiler üstü bir anlayışla bir takım şeylerden, kötü sanayilerden, aşırı sanayi dağılımından, yapılaşmadan temizlenmesi gerekir. Çünkü coğrafyası da müsait değildir. Bu milli bir problem olmalı. Bunun düzeldiğini biz göremeyiz zaten işler tabiattan geliyor. Kendinize sahip olun diye ama düzelmesi lazım. Biraz gelecekten konuşalım… Yeni düzen bizi nasıl etkileyecek?

İ.O: Güzel devir bitti. “Kaynımın kardeşi evleniyormuş haydi sülalece doluşup uçağa, Köln şehrine gidelim Almanya’ya…” Bitti böyle bir şey, olmayacak. O tip ucuz uçaklar üst üste bindiriyordu, bu bitti. Hakikaten uçaklar bugünkü kapasitenin üçte birini alacaklar neredeyse… Bunu ben demiyorum. Havacılık otoriteleri söylüyor. Bu uçuşlar pahalı

olacak. İçerideki havalandırmayı değiştiriyorlar. Bunların hepsi para meselesi, bu havalandırmayla ve bu sıkışıklıkla hiçbir yere gidemezsin. “Benim canım sıkıldı, sömestrede evime döneyim.” Var mı öyle şey? Biz dört sene göremezdik giden arkadaşımızı bazen. Her sömestre de gelemezdim, her yazda da gelemezdim, bu böyledir. Okumaya giden çocuk okumaya gider. İşçi gittik, gurbete çıktık. İlk siz çıkmıyorsunuz bütün Amerika gurbetçilerle dolu, sadece siz değilsiniz. İtalya 30 milyon insan yollamış gurbete. 1861’den Risorgimento’dan Mussolini devrine kadar 30 milyon evladı gitmiş. Onlar gelmez, nereden gelecek? Güney Amerika’dan, Avusturalya’dan, Birleşik Devletler’den… Böyle bir literatür var, böyle bir müzik var, böyle bir trajedi var. Mussoli’nin işçi yollamaması ve bir şekilde önüne geçtiği söylenir. İtalyan ailesini mutlu etmiş, oradan destek alıyor. Çok önemli bu… Şimdi bizde gurbetçilik biraz geç başladı. 19. asırda falan var, Elazığ’dan... Onlar uyanık adamlardır, Harput’tan falan da var ama geç başladık. Ve biz bunu hazmedemedik. İkide bir buraya geleceksen gurbetçilik olmaz onun adı. Yani paranı da harcarsın, yerine de oturamazsın, devamlı ciddi bir iş de yapamazsın. Bu çok açık bir şey… Kimseye karışılmaz ama bunlar artık, efendim nutuk ile ikna ile falan düzelmeyecek, işte fiyattan düzelecek. Bu uçuşları bulamazsın. Bu uçuşları bulamayınca gök de biraz temizleniyor tabii… Sonra da tabii turizm artık başka türlü olacak. Yani ya arabayla gidip geleceksin, yakın ülkelere gideceksin, öyle keyif için İzlanda’da yürüyüşe gidilmez. Paran varsa da gidemeyeceksin. Çünkü çok pahalı olacak. Bu çok açık… İnsanoğlu, yeryüzünü böyle deli dana gibi gezme kabiliyetiyle doğmamıştır aslında… “Efendim canımın istediği yere ev yaparım. Karadeniz’in Ayder Yaylası’na çıkarım, arabamı çiçeklerin üstüne park ederim. Yani gayet böyle endemik bitkilerin üstüne… Orada tepinirim, tepinmek güzel şey…” Yok öyle artık. Bunların hepsi dikkate değer şeyler ve en büyük ölçüde pahalılık olacak. Pahalılık, çok önemli bu… Öyle canının istediği gibi otel yapamazsın. Kıyıları işgal edemezsin. Franco herhalde solcu falan değildi. Kıyıları kamu malı olarak açıkladı. Orada böyle lüks bir otel varsa bile şezlong çıkarıyor kumsala ancak. Bu kadar basit…


38 YAZAR MASALARI

FA R U K Ş Ü Y Ü N

Bir kadının eline yakışan en güzel leke mürekkeptir


YAZAR 39 MASALARI

YAZARLA MASALARI VE ÜZERINE ÖZENLE YERLEŞTIRDIKLERI; HATIRALARINI, SIRLARINI TAŞIYAN OBJELER ÜZERINE YOLCULUĞUMUZA ROMAN, ÖYKÜ VE GEZI EDEBIYATI YAZARI BUKET UZUNER ILE DEVAM EDIYORUZ…


40 YAZAR MASALARI

B

Biraz karışık bir masa, aslında oda da öyle… Onca “şey”in yarattığı “kaos”a Buket Uzuner’in antika yazı masası tek başına direniyor gibi. Onunla başlıyoruz:

Masayı, büyükbabamdan babama kalan küçük mirasın bana düşen kısmıyla aldım; bu nedenle dedemin mirası gibi görüyorum. 20 küsur senedir bende, eğer antikacı aldatmadıysa en az 150 yıllık olduğu söylendi!

Buket Uzuner gibi yılın büyük bir kısmını yollarda geçiren bir edebiyatçının masa bağımlılığı olabilir mi?

(Gülüyor)Teknik olarak imkânsız! Gülmemin sebebi, benim gibi neredeyse yollarda yaşayan birinin çocukluktan beri masayla ilişkisinin güçlü olmasındaki çelişki. 10 yaşında falandım, taşınıyorduk, evdeki her şey kutulanmış durumda... Ben kaosun içinde bir kutunun üzerine defterleri açmış ödev yapıyordum. O gün bize yardıma gelen halam, yaşıtım olan en favori kuzenime dönüp “adam olacak çocuk belli olur, gördün mü kutuyu masa yapmış!” demişti. Dediğin çok doğru, aslında yazmak için her yer masa benim için… Bu bir trenin masası da olabilir, uçakta üzerine yemek konan o küçücük tepsicik de. Bazen Hemingway’e özeniyorum, o ayakta yazarmış biliyorsun. Benim için defterimi veya dizüstü bilgisayarımı koyacağım bir yer yeterli. Yani, öyle bağımlı olduğum bir masa yok, ama yazacak bir yer de şart. Bu klasik masanın üzerinde bir laptop!

Uzun yıllardır söyleşi yapmaya gelenler, ne kadar teknoloji sevdiğime dair övgüler yağdırırlar. 1990’ların başında yayınlanan “Balık İzlerinin Sesi”, o zamanki yayınevim Remzi’ye bilgisayar çıktısını diskette verdiğim bir romandır. Onu bir Commodore’la yazmıştım. Artık antika olan o bilgisayarı geçen yıl Kadın Eserleri Kütüphanesi’ne arşivimle birlikte bağışladım. Zaman zaman “O kitap belki de Türk Edebiyatı’nda bilgisayarda yazılmış ve yayımlanmış ilk roman mı?” diye konuşuruz… Teknoloji çok sevmememe, 1990’larda kitaplarımı bilgisayarda yazmama, sosyal medyayı aktif kullanmama, bilim alanında da eğitim almış biri olmama karşın, ilk kitabımdan bugüne bütün kitaplarımın ilk yazımını dolmakalemle defterlere yazmaya devam ediyorum. Bazen 2 bin sayfayı buluyor, “Uzun Beyaz Bulut-Gelibolu” meselâ öyledir. Ben, mürekkebin kâğıtla buluştuğu o anda, sanki su toprakla buluşmuş ya da fikir ve hayallerim, benden çıkıp havaya kavuşmuş gibi fiziksel bir haz yaşıyorum. Kalem ucunun hışırtısı bile güzel…

Muhteşemdir, ancak yaşayanlar bilir. Çok seviniyorum artık kadınlar da dolmakalem kullanıyor. Nedense dolmakalem, eril bir aletmiş gibi görülür. Hâlbuki o da kalem! Yani, hepimize lâzım. Bana gelip “bravo teknolojiyle buluşan ilk yazarlardansınız” diye övenler, bir süre sonra elyazmalarımı görünce, “Aaa, bunları nasıl temize çekiyorsunuz?” diyorlar. Sanki teknolojiyi seven elyazmasını, dolmakalemi, kâğıdı sevemezmiş gibi… Ben yazı yazma eyleminin kendisini de seviyorum. Masada gördüğünüz dolmakalem, bana babamdan kaldı. O yıllarda bürokratlar dolmakalemle yazardı. Babam, ona her

akşam bebek gibi ılık suda banyo yapardı, beni de asistanı ilan etmişti. 6-7 yaşında bir çocuk için çok büyük bir pâyeydi. Elime mürekkep lekeleriyle kirleniyor diye annem üzülürdü, babam da benim için çok kıymetli, hayatımı etkileyecek şu sözcükleri söylerdi: “Bir kadının eline yakışan en güzel leke mürekkeptir.” Kalem, defter, gözlüğün yanında bir büyüteç var?

O, anısı olan bir şey. Ben, henüz büyütece ihtiyaç duymuyorum. Bilirsin, miyoplar yakını bebekler gibi iyi görürler. Ben de bir miyobum. Büyütece de yakınlarda ihtiyacım olmaz, diye düşünüyorum; 20 yıl sonra falan belki! Gelelim Tiffany’de Kahvaltı’daki Audrey Hepburne fotoğrafına...

Çoğu kişi masasına akrabalarının falan resmini koyar. Ben de koyarım, ama odama. Meselâ oğlumun fotoğrafı var, arkada kütüphanenin raflarında. Şair Metin Altıok var, akrabam gibi hissederim ya da Attilâ İlhan, Talât Halman, Sevgi Soysal, Sevim Burak fotoğrafları asılı duvarlarımda… Ancak masada beni çok mutlu eden, gördüğüm zaman içim açılan Audrey Hepburn. Annemin de etkisiyle çok sevdiğim bir sanatçı. O yıllarda annem de onun gibi giyinirdi o dönemin modasına uygun. Hitit kursu… “Tabiat Dörtlemesi”nde de Hitit dönemine ait bir tarihi eser kaçakçılığı var.

Özellikle “Toprak” romanı Çorum’da geçiyor. Orayı seçme sebebim de Hitit kültürünün bizim Anadolu kültürümüz de etkilemiş olması. Ben, Ankara’da okudum, Hitit kültürünün önemli simgelerinden güneş kursu, şehrin sembolüydü.


YAZAR 41 MASALARI

Aldığım ödüllerden ikisi de -birisi masada duran- Hitit güneş kursu şeklindeydi… Masanızda çok sayıda hatıra biblo vb. eşyalar var. Yıllarca bunları biriktirmek sonunda dert olmuyor mu?

Seyahatlerden topladığımız turistik eşyalar, aslında oralarda yaşadığımız anıları ve duyguları evimize taşımak anlamına geliyor, bunun farkına yıllar sonra vardım. Hep kısıtlı parayla seyahat ettiğim için de epey bir para tuttular. Biz gezginler anılarınızı sanki onların içine zapt ediyoruz. Bize o yaşanmışlığı pazarlayıp satıyorlar galiba. Londra’da Freud’un müze evini gezerken masasının üzerini görünce çok ferahlamıştım. Onun araştırma gezilerinden topladığı büstler, heykelcikler, anılar öyle çoktu ki. Ancak kısa bir süre sonra farkına vardım ki o, her şeyin orijinalini satın almış, bizimkiler gibi taklitlerini değil. Şimdilerde çoğunu dağıtmaya başladım, biraz sadeleşme ve küçülme dönemine girdim. Galiba o ilk gençlikteki fethetme duygusu, her şeyi görme, yakalama ve yaşama hırsı, belli bir yaşta -çok şükür - biraz durulmaya başlıyor. Belki de başardıkça demleniyor, hırs, biraz olgunlaşmaya koyuluyor. Bundan da çok memnunum. Bütün hayatınız boyunca o ilk gençlik açlığıyla yaşarsanız, herhalde çok korkunç olur. Bir yazı görüyorum: If it can be done, why do it, yapılabilirse neden yapasın…

İnsana bazen karşı durdurduğu fikirlerle yüzleşmek soluk aldırtıyor. Harıl harıl koşarken bir duruyorsun. Yapılacaksa niye yapayım? O zaman yapılmayan bir şeyi yapayım, deneyeyim. Yapılmamış, denenmemiş, özgün olana yönel o halde. O cesareti, enerjiyi yüklüyor o yazı bana.

Masanın sağ ucunda minik bir erkek heykeli var…

John Lennon… Çok önemli bir karakterdir benim hayatımda. Her New York seyahatimde Dakota binası da denilen evinin önüne gider, anısına yapılan “Strawberry Field”e uğrar, ona bir selam yollarım. O sadece bir müzisyen değildi, Bob Dylan ya da Bülent Ortaçgil gibi bir filozof ve şairdi. John Lennon’ın dünyaya bakışı, sanatı beni ilk gençliğimde çok etkilemiştir. Bulunduğum her odada bir fotoğrafı ya da ondan bir söz, alıntı vardır, bana iyi gelir hayal etmek: “Imagine!” Hemen önünde yılanlar!

Evet, yılan bolluk, bereket, gençlik, yenilenme demektir. Onları severim, belki ekoloji okuduğum için ne kadar kıymetli olduklarını bilirim, çünkü yılanlar arılar kadar değerlidirler. Olmadıkları zaman, çok şey yok olur. Şimdilerde 12 yıldır tamamlamaya çalıştığım “Tabiat Dörtlemesi”nin 4. romanı“Ateş”i yazıyorum. Mardin’de geçiyor. Mezopotamya mitolojisinde de Şahmeran, yani yılan, çok önemli yer tutuyor. Yılan, tıbbın, şifacılığın, eczacılığın, otacılığın da sembolüdür. İlk otacılar, şifacılar tüm dünyada hep kadınlar. Ama onlara tıbbı yasaklıyor erkekler. Enteresan bir şey var yılan bereketi ve şifayı temsil ederken sonradan mitolojik öykülerde kötülük ve dişiliği yüklüyorlar ona. Kim? Bilin bakalım kim söylüyor o hikâyeleri? Yılanlar, derilerini değiştirdikleri için sürekli yenilendiklerinden hayatı da temsil ederler birçok destanda. Kötülüğü doğadaki hayvan değil de insan yaratıyor zaten. Korona Karantinası’nda insanlar evlere çekilince tabiatın canlandığını gördük işte! Şimdi soruyorum: Kötü olan yılanlar mı, insanlar mı?


42 SAĞLIKLI YAŞAM

MUTFAKTA HIJYENIN KAHRAMANI KIM?

Bizi sirke mi sabun mu kurtaracak?

YA S E M İ N S A L İ H

KORONA GÜNLERINDE MUTFAKLARA SIRKE DAMGA VURDU. TEZGAHLAR, AMBALAJLAR, MEYVELER, SEBZELER HER ŞEY SIRKE ILE TEMIZLENIYOR, SIRKELI SUDA BEKLETILIYOR. PEKI BU ETKILI BIR ÇÖZÜM MÜ? YOKSA SABUNLA YIKAMAK DAHA IYI BIR KORUMA MI SAĞLAR? UZMANLARA SORDUK…

SABUN PARÇALAYICIDIR

bilgi kirliliğinden çektiğimiz kadar… Koronavirüs hayatımıza girdikten sonra dağı taşı kolonya ile temizleyen Türk milletinin mutfaktaki kalkanı ise üzüm sirkesi oldu. Apartmanlardan buram buram sirke kokusu yayılırken duruma bazı bilim insanları el koydu. Sabri Ülker Vakfı, bünyesindeki bilim kurulunun onayıyla yayımladığı bilgi dökümanında, sirkenin virüsler üzerinde bir etkisi olmadığını, sabunla temizliğin ise önleyici sonuç verdiğini belirtti. Nasıl yani dedik ve konuyu uzmanlarına sorduk. İşte gıda güvenliği uzmanlarının güncel bilgiler ışığında “Mutfakta en etkili hijyen çözümleri nelerdir?” sorusuna verdikleri yanıtlar… HIÇBIR ŞEYDEN ÇEKMEDIK

PROF. DR. BARBAROS ÖZER GIDA GÜVENLİĞİ DERNEĞİ BİLİMSEL DANIŞMA KURULU BAŞKANI

EVDE SAKLARKEN DIKKAT!

1

2

3

Ramazan pidesini fırından aldıktan sonra eve getirin, paketi çöpe atın ve pidenizi 60-70 dereceye ayarladığınız fırında 3 dakika kadar ısıtın. Virüsler etkisiz hale gelecektir.

Virüsler gıda ile insana bulaşmaz. Ambalajlardan elimize, yüzümüze bulaşırsa bize de geçer. Dışarıdan yemek siparişi verildiğinde mutlaka evde ısıl işleme tabi tutularak virüsler etkisiz hale getirilmeli.

Virüslerin ısı dirençleri çok düşüktür. Bu yüzden düdüklü tencere ile pişirmek etkili bir yöntemdir.

Öncelikle şunu kesinlikle belirtmek gerekiyor ki, virüsün gıda yoluyla bulaştığına dair bilimsel bir veri yok. Ancak bu bir rahatlamaya mahal vermemeli, genel hijyen kurallarına dikkat etmeliyiz. Aldığınız bir gıda ürününü varsayalım ki COVID-19 pozitif biri sattı ya da taşıdı, tanecikler yoluyla gıdaya bulaştı… Daha marketteyken, eve getirmeden büyük ihtimalle size geçecektir. Çünkü virüsler yaşamak için bir canlıya ihtiyaç duyar. Bakteriler gibi değiller. Eğer gıdada virüs varsa, onu sirkeli suda bırakmak pek anlamlı değil. Çünkü sirkeye karşı dirençlidir virüsler. Sabun ise virüslerde parçalanmaya neden olur. Etkisiz hale getirmekte çok daha etkilidir. Bunun yanında genel hijyene sürekli vurgu yapmak da gerekiyor. Markasını bildiğimiz, ambalajlı gıdaları tüketmekte bir sakınca görmüyoruz. Öte yandan aldığınız marol, maydanoz gibi çiğ tüketilecek ürünleri bazı yerlerde tavsiye edildiği gibi sabunla temizlemek de risklidir. Bol suyla yıkayın, birkaç saat suda bekletin ve tüketin. Kabuklu meyve gibi ürünleri mutlaka soyarak tüketin.


SAĞLIKLI 43 YAŞAM

YARARI DA YOK, ZARARI DA…

SIRKENIN VIRÜS ÜZERINDE ETKISI YOK

PROF. DR. AYKUT AYTAÇ HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ GIDA MÜHENDİSLİĞİ ANA BİLİM DALI BAŞKANI

SAMIM SANER GIDA GÜVENLİĞİ DERNEĞİ BAŞKANI

Koronavirüs tanıdık bir virüs değil. Mevcut bilgiler SARS ve MERS üzerinden gidiyor. Bu nedenle aktaracağımız tüm sözler, güncel bilgilere göre algılanmalı. Çünkü bu virüsle ilgili bir gıda çalışması yok. Bilim dünyası henüz hastalığın çözümü aşamasında, gıda tarafına henüz geçilmedi. Güncel bilgilerimize göre korona, genel hijyen kurallarına uyarak ciddi şekilde engellenebilecek bir vürüs. Alkol ve sabundan etkileniyor ama her şeyde bunları kullanamayız. Öncelikle el ve yüzey temizliğiyle gıda temizliğini ayırmak gerekiyor. Öncelikle gıdalarda deterjan kullanımı olamaz! Bu sağlığa uygun değil. Ne yapılmalı? Meyve ve sebzeler çok iyi yıkanmalı. Sirke meselesi farklı. Sirkenin bu konuda etkili olabilmesi için çok uzun saatler bekletilmesi gerekiyor ki sonrasında o besinin tadı, kokusu değişebilir. Sirkenin çok yüksek bir etkisi yok virüs üzerinde ama yıkama ile birlikte kullanılırsa zararı da yok. Burada önemli bir konu da dışarıdan sipariş verilen yemeklerle ilgili. Kontrolleri yapılan firmalardan yemek alınabilir ama çalışan yoluyla bir bulaş olmuşsa tüketiciye de geçebilir. Bunu engellemek için evde fırında 65 derecenin üzerinde tekrar ısıl işlemden geçirmek. Paketli gıdaların paketleri mutlaka atılmalı. Yeni bir poşet vs. ambalaja konulmalı. Etler iyice pişirilmeli.

Sirkenin bakteri ve virüslerle ilgili bir etkisi bulunmuyor. Sirkeli suda bekletmek, salata malzemelerindeki kurt, böcek gibi canlıları suyun üzerine çıkarmak suretiyle temizlemeye yarıyor. Karbonatlı suda bekletmek de aynı etkiyi yapıyor. Eğer pişirilecek sebzelerden bahsediyorsak iyice yıkayıp tüketebiliriz, bakteri ve virüs riski bulunmuyor. Çiğ tüketilecek bir gıda ise eğer kabuklu ise yıkayıp soyarak, çilek gibi kabuksuz olanları da bol suda iyice yıkayarak tüketmek ideal. Besinlerdeki mikrobiyolojik tehlikeleri de göz ardı etmemek gerekiyor. Bunlar da sistemik ve yüzeysel tehlikeler olarak ikiye ayrılıyor. Sistemik olanlar besinin yapısına işlemiştir ve yapacak bir şey yoktur. Yüzeysel olanları ise karbonatlı suyun azalttığına dair bilimsel çalışmalar var. Bir besini mikroorganizmalardan arındırmanın yolu iyice yıkamaktır. Burada sabundan bahsediliyor ancak gıdaları sabunla yıkamak şu anda mevcut mevzuata aykırı bir durum. Piyasada dezenfektan tabletler gibi ürünler var. Bunlar işe yarıyor ama mutlaka hangi besin için üretilmişse onu temizlemekte kullanılmalı. Ellere gelince sabun, koronavirüsle mücadele için en etkili çözüm. Gıda ambalajları da sabunlu suyla silinirse virüslere karşı etkili olur. Yüzeyleri de çamaşır suyuyla temizlemek virüsler ve bakteriler üzerinde etkili ama sağlıklı olması için çözeltide yüzde 1 oranında çamaşır suyu bulunmalı, suyun içine başka bir deterjan karıştırılmamalı.


44 SAĞLIK SOHBETLERİ

Emine Sabancı


SAĞLIK 45 SOHBETLERİ

Sabancı soyadının ayrıcalıklarını yaşamadım! KAŞININ KALKIŞINDAN ELINI SAVURUŞUNA, GÜLÜŞÜNE KADAR HER HALINDE “ESASLI” BIR DURUŞ VAR EMINE SABANCI KAMIŞLI’NIN. ESAS HOLDING YÖNETIM KURULU ÜYESI KAMIŞLI ILE LONDRA’DAKI YATILI OKUL GÜNLERINDEN KARANTINADAKI EKMEK YAPMA DENEYIMINE KADAR HER ŞEYI KONUŞTUK…

O

YA S E M İ N SALİH

O N U N L A S O N B U L U Ş M A M I Z Sosyal Ben’in yeni projelerini anlattığı basına özel bir toplantıdaydı. Emine Sabancı Kamışlı’yı tanıyanlar, konuşurken vücut dilini nasıl kullandığını bilirler; işte o toplantıda da Anadolu’daki gençleri nasıl iş hayatına hazırladıklarını anlatırken heyecanıyla salonu dolduruyordu Kamışlı. Toplantı sonrasında anlaşmıştık; şöyle taytlarımızı giyip spor yaparak her telden konuşacağımız bir söyleşi yapmak için. Korona izin vermedi bu planın gerçekleşmesine ama teknolojinin nimetleriyle huzurlarınıza bu keyifli sohbeti çıkarabildik. Bence birçok bakımdan ilginç bir karakter, dikkat çekici bir kadın Emine Hanım. Dobralığı da kendine yakıştırmayı biliyor. Anadolu ile Batı’nın sentezi gibi. Köklerine sıkı sıkıya bağlı, yüzünü gelişime çevirmiş, iki hayatı dengelemeyi başarmış bir iş kadını, bir anne görüyoruz karşımızda…


46 SAĞLIK SOHBETLERİ

Her Adanalının hayatında memleketi bir imza gibi belli eder kendini. Sizin için Adana neyi ifade ediyor?

Adana, hayatımın en güzel zamanlarını ifade ediyor bana. 11 yaşına kadar yaşadım ama “Geçmişe dönme şansın olsa ne isterdin” deseler, Adana’da çocuk olmak isterdim. Gelenek, görenek, sevgi, saygı, kalabalık aile yapısı hepsi Adana’yı ifade ediyor. Kalbimde ayrı bir yeri var. Çocuktuk, sorumluluklarımız yoktu, gamsızdık belki bundandır. Ya şimdi?

Artık hem bizden büyüklerin hem de küçüklerin sorumluluklarını aldığımız yaşlardayız artık. Bunlar zor zamanlar. Dün büyük bir puzzle yaptım. Düşündüm. Karar verme zorunluluğu yokken, sorumlulukların yükü yokken hayat ne güzelmiş. Hangisini yeniden yaşamak isterdiniz; lise yılları mı yoksa üniversite mi?

İkisini de çok güzel yaşadım, ikisini de yaşamak isterdim ama öyle bir fırsatım olsaydı üniversiteyi farklı yaşardım. Ben üniversiteyi Londra’da ailemle birlikte, London School of Economics’de okudum. Derece ile de bitirdim. Şimdi yeniden o yıllara dönsem ailemle değil, kampüste yaşardım o dört yılı. Bence kampüs hayatı, ailenin yarattığı emniyet zincirini kırabilme fırsatı sunuyor. Üniversite lise gibi değil, seni bir sonraki savaşa hazırlayan yer orası. Daha güçlenerek geçirmeyi isterdim. Gerçi ben bunu 11 yaşımda yapmışım. Nasıl yaptınız 11 yaşında?

11 yaşındayken Adana’dan Londra’ya gittim, yatılı okula. Bu bana çok şey kattı. Yıllar sonra ben oğlumu 16 yaşındayken yurtdışına gönderdiğimde dönüp anneme sitem ettim: Sen beni nasıl 11 yaşındayken gönderdin diye. Ama sonra anladım ki, bu deneyim bana çok şey katmış. Anneme müteşekkirim bu yüzden. Türk toplumunda maddi olarak rahat davranan kişilere bazen çevresi, “Baban Sabancı mı” der. Sabancı soyadıyla büyümeyi sizden dinleyelim?

11 yaşında Londra’da bir yatılı okula gitmişseniz, Sabancı soyadının bir önemi kalmıyor. Ben bu soyadıyla büyümedim. Orada herkes gibiydim, 210 genç kızdan biriydim. Yatılı okulda sekiz kişilik odalarda kalıyorsunuz ve toplum içinde yaşamayı öğreniyorsunuz. Kimin umurunda Sabancı soyadı? Hayatta nasıl ayakta kalabileceğinizin altyapısı oluşuyor. Bu nedenle ben büyürken bu soyadının ayrıcalığını yaşamadım. Çok yaramazdım örneğin, bunun için de çok ceza aldım okulda. Burada aynı yaramazlıkları yapsaydım o cezaları almazdım belki de.

Kariyeriniz reasürans alanında başlamış. Meslek seçimini yaparken nelerden, kimlerden etkilendiniz?

Ben 15-16 yaşlarındayken rahmetli Sakıp amcam (Sakıp Sabancı) ailenin gençlerini toplayıp, “Nelerimiz var, nelerimiz yok anlayın, sizi neler ilgilendiriyor bir görün” dedi ve holdinge bağlı şirketleri dolaştırdı. Benim ilgimi o zaman sigortacılık çekti. Üniversitede okurken de Ak Sigorta’da staj yaptım. Sonraki yıl Londra’da bir reasürans şirketinde işe girdim. Üç yıl reasürans brokerliği yaptım. Çömezdim. Bir gün yöneticim çağırıp “Çin’de bir sirkte bisiklet süren panda varmış. Bunun reasüransını yap” dedi. Ben de Lloyd’s binasına gidip herkese derdimi anlatmaya çalıştım. Herkes “yürü git” dedi. Biri ilgilendi, nereli olduğumu sordu. Türkiye deyince, “ooo Turkish delight” diye bağırıp elimdeki kağıda imza attı. Şirkete gittiğimde herkes gülüyordu. Meğer bütün çömezlere yapıldığı gibi bana da şaka yapılmış. Ama ben işi başarmıştım. Üniversiteden sonra hemen Türkiye’ye döndünüz. Hiç yurtdışında yaşamınıza

devam etmeyi düşünmediniz mi?

20 yaşındayken, üniversitenin bitiminden bir yıl önce, yaz tatilinde bu konuyu düşündüm. Kendime “Nereye aitsin” diye sordum ve cevap, “Sen busun” oldu. Bu ülke çok büyük, insanların gönlü çok büyük. Çok sevgi var. Bakın bu ülkenin başına gelenlerin yarısını başka toplumlar yaşasaydı birbirlerini doğrarlardı. Burası çok yüce bir ülke. Ayrıca ben yalnızlığı sevmiyorum. Yalnızlık demişken, pandemi sonrası dünya yalnız bir yaşamı işaret ediyor. Size ne öğretti bu süreç?

Pandemi çok şey öğretti. “Dur bir, sakin ol, yavaşla” dedi. Ben de sakin olmayı öğrendim. Saçımı öylece toplayıp ofise gidebileceğimi öğrendim. Doğaya saygıyı bir kez daha öğrendim. Bundan sonra yeni normallerimiz olacak. Örneğin ben her akşam Zoom üzerinden ev partileri veriyorum. Rutinim oldu bu. Bir de pandemi bize neyi gösterdi biliyor musunuz? Biraz geriye bakmayı. Anneannelerimiz gibi ayakkabılarımızı kapıda çıkarıp, kolonya dökünmeyi. Şu anda bizim kapının önü ayakkabı


SAĞLIK 47 SOHBETLERİ

‘BENIM ÇAYCI ALI’YE IHTIYACIM VAR’ Hayatınızı Sevgi ve saygı. Bunları sadece almayı şekillendiren değil, vermeyi de önemsiyorum. Bunun için kavramlar neler? insanların bir efor sarf etmesi gerektiğini düşünüyorum. Ben Sabancı olarak madden “waooow” olabilirim. E çaycı Ali de waooow. Çünkü benim ona ihtiyacım var. Benim için çok önemli. Herkes bir kelle, bir kafa. Ali’nin dört çocuğu var, dördü de İstanbul Üniversitesi mezunu. Kaç evde böyle bir olay var? Bu nedenle saygı duymak gerek. Peki nelerden besleniyor Emine Kamışlı’nın manevi dünyası? Rol modeller, motivasyon kaynakları neler?

Öncelikle eşim; bana çok destek olur, beni çok geliştirmiştir. Ailem de çok önemli. Bunların yanında kitaplar hayatımın olmazsa olmazları. Haftada iki kitap bitiririm. İlle de kişisel gelişim kitapları değil; tarih, anı kitapları da okurum. Bugüne kadar en çok etkilendiğim kitaplar Semerkand, Emanet Çeyiz ve Saraydan Sürgüne. Bunlar sakladığım kitaplar. Bir de başucu kitabım var: Deepak Chopra’nın ‘Başarının 7 Spirütüel Yasası’. Defalarca okudum.

‘SEKIZINCI DENEMEMDE EKMEĞI TUTTURDUM’

dolu. Bence doğa bize ciddi bir ihtar verdi. “Yavaşla” dedi. Örneğin ben bu dört ayda kesin en az dört gömlek almış olurdum. Almadım, ne oldu ki? Esas adı hayatınızda bir duruşu, tavrı mı anlatıyor?

2000’de şirketi kurarken kardeşler olarak Emine, Sadıka ve Ali Sabancı isimlerinin baş harflerinden yola çıktık. Esas adı böyle şekillendi ama evet, dediğiniz gibi bu isim, hayatımızda bir duruşu ifade ediyor. Esas paylaşımcı, yenilikçi bir hikaye. Bir saygıyı ifade ediyor. Takım arkadaşlarımıza, topluma karşı saygıyı. Biz takım oyununa çok inanan bir grubuz. Ben her gün şirkette neler oluyor bilmek zorunda değilim, bilenler var. Bunu Esas Sosyal’in gençlerine de sürekli söylüyorum; tek başına bir şey değilsin. Esas Sosyal’den laf açılmışken sormak isterim… Gençlerle çalışmak, onların hayatlarında fark yaratmak, sene sonunda hedefleri tutturmaktan farklı bir tatmin değil mi?

İnsanların hayatlarına dokunmak çok

önemli, gerçekten çok farklı bir duygu. Benim elimde olanaklar var. Bunları olmayanlara sunarsam kaç kişinin hayatı değişiyor? Biz, Esas Sosyal ile Anadolu’nun daha az bilinen üniversitelerinde eğitim gören gençlerin elinden tutuyoruz. Onlara yeni yetenekler kazandırıyor, iş hayatına hazırlıyoruz. Ayrıca sivil toplum kuruluşlarında işe yerleştirerek, çifte fayda sağlıyoruz. Çünkü sivil toplum kuruluşları, demokrasi için çok önemli. Artık bağış kültürü değişiyor. Dedelerimiz cami, babalarımız okul yaptırarak topluma hizmet etti. Ancak camiyi, okulu yapıp unutmuyorlardı, takip ediyorlardı. Biz de bir gence burs verip çekilmemeliyiz. Onu takip etmemiz gerekiyor. 100 kişiye burs verme, 50 kişiye ver ama etkini artır. Takip edemeyeceğin yardımı yapmayacaksın. Ben kişisel olarak burs verdiğim gençleri bizim insan kaynaklarına yönlendiriyorum. “Bu gençle çalışmak istersen, neleri eksik” diyorum. Ona göre eğitim aldırıyorum. Şimdi bizim Gençlere Umut Ver adında kampanyamız var. Herkes katılıyor, dijital dünyada gençlere eğitim veriyoruz. Bu gençler çok kıymetli.

Nasıl geçiyor Çok uyuyan biri değilim. Erken kalkarım. korona günleri? Kahvaltıdan sonra iki-üç saat iş, toplantılar vs. ile geçer. Pandemi öncesinde sporumu akşamları yapardım. Şimdi onu öğle saatine aldım. Sporumu yapıp, duşumu aldıktan sonra yine işe dönüyorum. Kulaklıklarımı takıp, video konferans ile iş görüşmesini yaparken üzerimde gömlek, altımda şort olabiliyor. Bir yandan iş konuşurken bir yandan da ekmek mayalıyorum. Sekizinci denememde tutturdum ekmeği. İyi bir tarif buldum, bu kez güzel oldu. Bunun dışında altı puzzle bitirdim. Parçaları birleştirirken bir yandan da müzik dinliyorum. Yanıma mutlaka not defterimi alıyorum. Çünkü düşünüyorum aynı zamanda ve aklıma gelen fikirleri not alıyorum. Normalleşme Şu anda kurallara uyulması lazım. Bence ile ilgili ne Sağlık Bakanı bizim için müthiş bir şans. Bir düşünüyorsunuz? de ülke olarak çok şanslıyız. Hep söylerim, Nasıl bir dünya biz Türkler olarak Darwin’in torunlarıyız. bekliyor bizi sizce? Biz ne savaşlar gördük, biz gerçek survivor’larız. Birçok “ileri ülke” de sağlık sisteminin çöktüğünü görüyoruz. Bence bu ülkelerde sosyal devrimler olacak. Düşünün Amerika’daki arkadaşlarım arayıp, “Maske gönderir misin” diyorlar. Kapitalizm dedik, sağlığı unuttuk. Önce insan demek gerektiğini hatırlattı bu salgın insanlara. Bakın Amerika, İngiltere, Fransa, İtalya sağlık sistemlerini yeniden gözden geçirecekler. Yeni dünyada sağlık ve tarım çok önemli olacak.


48 SÖYLEŞİ

Al Pacino ile yapacağımız proje heyecan verici

TURIZMIN GELECEĞI NE OLACAK? SINEMA SEKTÖRÜ ESKI HALINE DÖNEBILECEK MI? FILM SETLERI NE ZAMAN IŞBAŞI YAPABILECEK, TIYATROLAR OYUNCULARIYLA NE ZAMAN BULUŞACAK? TÜM BU SORULARIN CEVABINI BULMAK IÇIN DOĞRU ISIM, HER BIRINDE ÖNEMLI YATIRIMLARI BULUNAN NULOOK YÖNETIM KURULU BAŞKANI, YATIRIMCI VE GIRIŞIMCI MUZAFFER YILDIRIM. AL PACINO ILE BIR FILM PROJESINE HAZIRLANAN YILDIRIM, YOL HARITASINI ANLATTI: “HAYAT GERI GELECEK, GERI GELDIĞINDE DE BASIT ZEVKLERIN LEZZETINI DAHA IYI ALACAĞIZ.”

ASLI BARIŞ


SÖYLEŞİ 49

Tiyatroyu zaten sinema gibi değerlendiremeyiz. Canlı bir performansı izlemek, orada yaşananları sadece bir grup insanla paylaşmak bambaşka bir şey.

Çok farklı sektörlerde yatırımları olan bir iş adamısınız; ama enteresan şekilde ortak noktaları “insan.” Durum buyken, koronavirüsten nasıl etkilendiniz?

Evet benim bugün yatırım yaptığım her sektör; sinema yapımcılığı, otel, tiyatro, yiyecek-içecek insan odaklı entertainment işleri ve koronavirüsten en çok etkilenen şey insan. Dünyadaki herkes gibi ben ve işlerim de etkilendi. Mesela “Eltilerin Savaşı” box office’de çok büyük bir rakam yapmış olmasına rağmen 1.5 milyon bilet kaybettik. Otellerimin hepsi şu an kapalı durumda. Dasdas da aynı şekilde. Ama sabırla beklerken çok iş yapıyoruz ve normalleşme sürecini başladığında bunu hızlandırmak için elimizden geleni yapacağız. Film sektörü ile başlayalım: Filmlerin geleceği sizce artık tamamen dijitale mi kayacak? Artık sinemaya gitmeyecek miyiz?

Kesinlikle katılmıyorum, bu dönemde seyircinin filmle buluşması için çok güzel bir çözüm dijital platformlar ama sinemanın yeri bambaşka. Filmi önce sinemada seyredersin, daha sonra dijital platformlara geçer, buradan paid tv ‘ye en son da açık kanallara kadar filmlerin izlediği bir yol vardır. Bu pandemi öyle ya da böyle bitecek, bittiğinde de hiç kimse bu kadar evde zaman geçirmek istemeyecek. Zaten bu süreçte dijitaldeki content’leri herkes hızla bitiriyor, seyredecek bir şey kalmadı ama bundan da önemlisi dijitalden sıkılacak insanlar, dijitalde bir şey seyretmek istemeyecekler. Hayat

geri geldiğinde herkes dışarı çıkıp, bir araya gelmek isteyecek ve dev salonlarda arkadaşlarıyla sosyalleşerek sinemalara geri dönüş olacak. Tiyatro da koronavirüsün etkilerini hisseden bir dal. Pek çok oyun dijital platformlar sayesinde evimize taşınıyor ama sahnede izleme keyfini verip vermediği tartışılır. Bu bağlamda tiyatronun geleceğini nasıl yorumlarsınız?

Tiyatroyu zaten sinema gibi değerlendiremeyiz. Canlı bir performansı izlemek, orada yaşananları sadece bir grup insanla paylaşmak bambaşka bir şey. Seyirci tiyatronun bir parçasıdır ve dijital platformlarda oyunla, oyuncularla bu bağı kurmak mümkün değil. Biz de Ekim’de açılmak için Dasdas olarak Ağustos’ta provalara başlıyoruz. Josef K., Şener Şen’le Zengin Mutfağı gibi oyunlarımızı yine seyircilerle buluşturmaya devam edeceğiz. Hatta bunların üzerine yeni 2-3 oyunumuzu da prodüksiyona sokup yeni sezona aynı hızda devam etmek istiyoruz.

ÇAĞAN IRMAK ILE TEMMUZ’DA SETE GIRMEYI PLANLIYORUZ

Temmuz ayında Çağan Irmak ile bir projeniz var. Sete girmeyi planlıyor musunuz? Yoksa erteleme mi gündemde?

Haziran ayındaki toplantımızda zamanlamayı tam oturtup, Temmuz ortasında Çağan’la sete girmeyi düşünüyoruz. Sömestr başına, 1 Şubat gibi vizyon tarihini netleştirmek istiyoruz. Özellik-

le bu kritik günlerde yapımcılar film yapmaya, üretmeye devam etmeli, ancak böyle sinema sektöründe normalleşme sürecini başlatabiliriz. Yapımcılar ve sinema sahipleri birbirlerini desteklemeli ve yalnız bırakmamalılar çünkü şimdi film yapmazsak, sinema salonları batacak, biz sonra ne kadar film yaparsak yapalım eğer salonlar olmazsa bunun anlamı yok. Bu süreç içinde de seyirciyi bekleterek alışkanlıklarını kırıp, onları küstürmemek gerekiyor. 1 Eylül’de de Gupse Özay’la yine “Eltilerin Savaşı” tadında bir aile komedisinin çekimlerine başlamayı planlıyoruz; hatta 1 Ocak 2021 vizyon tarihini belirledik. Ben iki filmimle hazırım.

miyiz?” Öngörüleriniz neler, otelcilik sektörü koronaya rağmen nasıl hayatta kalır?

Projeden bahsedersek?

Artık 1000 yataklı, dünyanın her yerinde binaları, odaları aynı olan otellerin devrinin bittiğini düşünüyorum. Daha butik, daha özel hatta biraz gizli, müşteri odaklı eşsiz deneyimler arıyoruz hepimiz. .

Başrollerini Uğur Yücel ve Farah Zeynep Abdullah’ın paylaştığı çok duygusal ve özel bir baba-kız filmi. Peki birlikte çalıştığınız başka bir isim, Cem Yılmaz ile bu sene içerisinde bir film projeniz var mı?

Ortak aldığımız kararla bu sene için Cem’le film yapmayacağız. 2020 yılında gerçekleşecek bir projede Al Pacino’yu oynatmayı hedeflediğiniz duyumunu aldık… Biraz bundan bahsetmeniz mümkün mü?

Al Pacino’yla olan projemiz hakkında çok şey paylaşamam ama büyük beklentili ve bizi çok heyecanlandıran bir iş. Günümüz şartlarından dolayı film 2021’e ertelendi. Turizme gelirsek… Herkesin aklındaki soru : “Bu yaz tatile gidebilecek

Dünyadaki her otel gibi bizde yaz sezonuna hazırlanıyoruz. Şu an bile Bebek Otel’in üst terasını tamamen yenileyip bambaşka bir atmosfer yaratıyoruz. Bütün işlerimde öyle bir düzen kuruyoruz ki bir gün içinde her şeyi tekrar açabilelim. Bu dönemi Türkiye çok güzel yönetiyor ve Avrupa’da yaşananların seviyesine gelmeden kontrol altına alıyor. Avrupa’da vaka sayıları düşüyor yani hayat geri geliyor. Ben çok umutluyum. Otelciliğin geleceği sizce nasıl şekillenmeli?

Sizce eskisi gibi seyahat edebilecek miyiz? Turistler ‘güven’ duygusunu nasıl geri kazanabilir? Bunun için neler yapılabilir?

1 Haziran gibi Bebek Otel’i açmaya hazırlanıyoruz, tabii ki Sağlık Bakanlığı’nın hazırladığı hijyen standartlarına uyarak. Bütün Stay’leri açmayı planlıyorum aslında. Biz otelciler olarak hazır olmalıyız ki, gelecek olan insanlarda buna hazır hissetsin. Güven duygusu koronavirüsün aşısının veya tedavisinin bulunmasıyla kazanılacak ve hayat geri gelecek, geri geldiğinde de basit zevklerin lezzetini daha iyi alacağız.


50 EKONOMİ SOHBETLERİ

YENI BIR DÜNYA DÜZENI

Paydaş Kapitalizmi DÜNYA EKONOMIK FORUMU YENI EKONOMI VE TOPLUM MERKEZI LIDERI SILJA BALLER “YAŞADIĞIMIZ SÜREÇ, IŞ DÜNYASI, HÜKÜMET VE SIVIL TOPLUMUN TÜM KAPASITESINI BIRLIKTE ORTAYA KOYACAĞI PAYDAŞ KAPITALIZMININ YÜKSELMESI IÇIN BÜYÜK BIR FIRSAT SUNUYOR. ÖNCELIĞIMIZ, DAHA DINAMIK, EŞITLIKÇI VE SÜRDÜRÜLEBILIR EKONOMILER KURMAK OLMALI” DIYOR. E K O N O M I S T M I L T O N F R I E D M A N ’A göre, şirketlerin tek görevleri karlarını maksimize etmekti. Şirketler kar ederek tüm toplumun yararına iş yapmış olacaklardı. Ama durum böyle olmadı. Mevcut sistemden sadece şirketler fayda sağladı. İnsan emeğinin karşılığını alamadı; doğa tüm kaynaklarını tüketti. Dolayısıyla artık yeni bir şeyler söylemek gerekiyor. Şirketlerin para kazanması tabi ki önemli; fakat sakıncalı olan sadece şirketlerin kazanması. Bugün geldiğimiz noktada, şirketlerin sürdürülebilir olmaları için paydaşlarını dikkat almaları; sosyal, çevresel faktörlere karşı duyarlı olmaları; içinde yaşadıkları topluma fayda yaratmaları gerekiyor. Dünya Ekonomik Forumu (WEF) her yıl İsviçre’nin Davos kasabasında düzenlediği zirvelerde dünyanın en tanınmış işadamları ve siyasetçilerini bir araya getiriyor ve işte bu konuları masaya yatırıyor. Nerede hata yaptık? Daha iyi bir dünya için ne yapabiliriz? gibi sorulara cevap arıyor.

Dİ D E M E R YA R ÜNLÜ

Herkes gibi, WEF’in de şu sıralar ana gündem maddesi Covid-19 ve pandemi sonrası bizi bekleyen yeni dünya… Bu kriz bizi daha iyi bir dünyaya mı götürecek, yoksa tüm zamanların en kötü senaryolarıyla mı baş başa bırakacak?

selen tüketim alışkanlıkları ya da düşen karbon emisyonlarının, sokağa çıktığımızda ve ekonomiler toparlanmaya başladığında devam edebileceğini çok düşünmüyorum. Bunun devam edebilmesi hükümetlere bağlı. Bu noktada önemli olan, kriz sonrasında hükümetlerin yeşil ve kapsayıcı yatırımlara odaklanmaları; istihdam kalitesi ve eğitimine önem vermeleri ve kamu sağlığı hizmetlerini iyileştirmeleri olacak.

Covid-19 krizi büyük bir hızla hayatımızı kökünden değiştiriyor. Yaşadığımız krizden “iyilik” yaratmak mümkün olabilecek mi sizce? Pandemi sonrasında daha az tüketen, doğayı daha fazla koruyan bir dünya oluşur mu?

Salgının bu derece yıkıcı bir etkiye yol açmasının temel nedeni, yarattığı “belirsizlik” ortamı. WEF’in bu konudaki öngörüleri neler?

Dünya Ekonomik Forumu Yeni Ekonomi ve Toplum Merkezi Lideri Silja Baller, hükümetlerin ve iş dünyasının “yeni normal”den ne anladığını ve bu sürece nasıl hazırlandığını HAFTA’ya anlattı.

Yaşadığımız bu kriz zaten gelişmekte olan bazı trendlerin hız kazanmasına neden olacak. Küresel ekonomideki çözülmeler, ticaret, finans ve kamu hizmetlerinin dijitalleşmesi, yeni iş modelleri ve hatta yeni eğitim modelleri bu trendlerin başında geliyor. Bu süreçte, özel sektör kepenkleri indirmek zorunda kaldı. Önümüzdeki dönemde ise krizi aşmak ve ayakta kalmak için büyük bir mücadele verecek. Hükümetlerin konumu ise her zamankinden daha büyük bir güç kazandı. Evde kaldığımız dönemlerde yük-

Dünya genelinde ekonomistler, Covid-19’un ekonomik etkilerinin yıkıcı olacağı yönünde hemfikir. Belirsizlik gerçekten çok büyük. Bugüne dair veriler, son 150 yılın en derin küresel resesyonuna doğru gittiğimizi gösteriyor. İçinde bulunduğumuz durumda bunun ne kadar süreceğini öngörmek ise imkansız. PMI Endeksleri Küresel Finans Krizi’ne oranla çok daha düşük seviyelerde. Bu durum, önümüzdeki dönemin çok daha zor olacağını ve yaşanacak krizin 2008-09 krizinden çok daha yıkıcı olacağını ortaya koyuyor. Sadece finans sektörü değil, tüm reel ekonomi tehdit altında.


EKONOMİ 51 SOHBETLERİ

Bu süreçte IMF, Dünya Bankası gibi uluslararası kurumların duruşunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

IMF ve Dünya Bankası gibi başlıca uluslararası finans kurumları, zaten çok sayıda kriz yaşamış olan ve bunun sonucunda Covid-19 krizinden daha da kötü şekilde etkilenen düşük ve orta gelirli ülkelere yardım eli uzatmaya hazır olduklarını gösterdiler. Ekonomilerin kapanması ve sağlık krizinin yanı sıra, çok sayıda düşük ve orta gelirli ekonomi emtia fiyatlarında yaşanan düşüşten de son derece olumsuz etkilendi. Her ne kadar uluslararası düzenlemeler parasal boyutta hızlı bir şekilde devreye girmiş olsa da, vergi politikaları tarafında aynı hız henüz gösterilebilmiş değil. Tüm dünya olarak distopik bir film izler gibiyiz. Bir araya gelemediğimiz ama bir arada hareket etmek zorunda olduğumuz bir süreçten geçiyoruz. Post-Covid dönemini nasıl tanımlarsınız?

Yaşadığımız kriz; sağlık sistemi, ücret politikaları, istihdam kalitesi ve sosyal güvenlik sistemlerine yönelik ciddi sorunlar ve eşitsizlikler yaşandığını ortaya koydu. Her ne kadar bugüne kadar hükümetler tarafından açıklanan politika önlemleri daha adil bir sisteme geçiş için yeterli olmasa da, daha iyi bir ekonomik sisteme ihtiyacımız olduğunu net bir şekilde ortaya koydu. Öte yandan, uluslararası işbirliği ve dayanışmanın krizi aşmak için ne derece önemli olduğunu gördük. Dolayısıyla yaşadığımız süreç, iş dünyası, hükümet ve sivil toplumun tüm kapasitesini birlikte ortaya koyacağı paydaş kapitalizminin yükselmesi için büyük bir fırsat sunuyor. Önceliğimiz, daha dinamik, eşitlikçi ve sürdürülebilir ekonomiler kurmak olmalı.


52 AİLE ÇOCUK

Evde sanat zamanı

EKRANDAN UZAK BIR ŞEKILDE ÇOCUKLARINIZI MEŞGUL ETMENIN YARATICI YOLLARINI MI ARIYORSUNUZ? PANDEMININ YARATTIĞI SIKILMA VE EVDE KAPALI KALMA HISSI ILE BAŞ ETMENIN ARAÇLARINDAN BIRI OLARAK SANATI TERCIH EDIN.

kafamın üstünden hızla geçen kağıt uçak masaya acil iniş yapıyor. Uçağın içinde ise oğlumdan önemli bir mesaj var: “Anne özür dilerim.” Küçük kızım ise talepleri yerine getirilmediğinde farklı boylarda kırık kalp resimleri yaparak önüme bırakıyor. Evde çocuklarla tüm gün birlikte olmanın her anı süt liman olmuyor. Arada kırgınlıklar, anlaşmazlıklar yaşanınca bazen kelimeler yerine farklı araçlar hisleri anlatmak için devreye giriyor. Hepimiz farkındayız. Sanat çocuklar için önemli bir iletişim aracı. Kimi zaman resimle, kimi zaman şarkılarla hislerini ifade ediyorlar. Okullarda bu konuda yoğun teşvik var; kendilerini ortaya koymaları için imkanlar sunuyorlar. Peki okulun fiziken uzak olduğu bu dönemde siz evde de bu yolu izliyor musunuz? Ebeveynler ve küçük çocuklar arasındaki yaratıcı etkileşim, kalıcı bilişsel faydalar sağlarken yaşam boyu hafızanızda kalacak harika anılar ve güçlü bağ oluşturmaya destek de oluyor. O zaman hadi boyalar, kağıtlar ve evdeki tüm malzemeleri hazırlayın. Ailece duygularınızı ifade edip keyifli vakit geçirme vakti başlasın. Sizler için evde birlikte yapabileceğiniz yaratıcı faaliyetler derledik. K I TA BIMI OK URK E N

CANAN D E M İ R AY

1

PARMAK IZLERIYLE AILE AĞACI Suluboya ve parmaklarınızla aile ağacı yapma zamanı. Bir ağaç gövdesi çizin ve ardından parmaklarınızı suluboyaya batırarak ağaca dallar ve yapraklar oluşturun. Pandemi nedeniyle görüşemediğimiz dedeler, nineler ve tüm aile fertlerinin adlarını bu yaprakların üzerine yazın. Bu ağacı özlediğiniz arkadaşlar için de yapabilirsiniz.

da olabilir, geçen için puan da kazandırabilir. Çocuğunuzun yaratıcılığına kalmış.

edilen tarifler de var.Bu hamurla yaratıcılığınızı konuşturun, farklı objeler, heykeller yapın, boyayın.

3

PLANÖR YARIŞI

ATIK KAĞITLARDAN HEYKELLER

4

Birlikte kağıttan farklı boylar ve renklerde uçaklar hazırlayın. Büyükçe bir kartona uçakların geçebileceği geniş delikler açarak eğlenceli bir oyun başlatın. Uçağın geçeceği her delik görmeyi planladığınız yeni bir destinasyon

Evde bulunan atık kağıtları 3 cmlik parçalara bölüp bir su dolu bir tencerede kaynatın.Kağıtlar erime kıvamına geldiğinde suyu boşaltın ve kağıtların suyunu sıkın. İçine azar azar tutkal ekleyerek yoğurmaya başlayın. Nişasta katılıp kıvam elde

Hem küçükler hem büyükler için yaratıcı, dinlendirici ve oldukça keyifl bir aktivite arıyorsanız mandala gibisi yok. Mandala kitabı edinebileceğiniz gibi, ailede herkesin bir katını çizerek oluşturabileceğiniz kolektif bir eser de yaratabilirsiniz.

2

MANDALA GIBISI YOK!

İçini boyama kısmını ise evin küçüğüne bırakın.

5

ORIGAMIYLE HAYVANLAR ALEMI Yoksa siz çocukluğunuzda cumartesi günü elinizde renkli kare kağıdınızla televizyon karşısında origami saatini bekleyen kuşaktan mısınız? Şimdi çocuğunuzla bu harika Japon sanatında ilerleme zamanı. Üstelik internet bu konuda kaynak dolu. origamiway.com sayfasında

RESIME MERAKLI ÇOCUKLAR İÇİN KITAP ÖNERILERI… RESIME MERAKL MATISSE’IN BAHÇESI SAMANTHA FRIEDMAN New York Modern Sanat Müzesi’nin (MOMA) hazırladığı bu kitap, çocukları Ressam Henri Matisse ile buluşturuyor. Hem sanatçının eserleri hem de renkli illüstrasyonlarla ilgi çekici kitap, makas ve boyalı kağıtlar kullanarak yeni bir akım yaratan meraklı bir sanatçının öyküsünü anlatıyor.

GEL BERABER BÜYÜK RESSAMLAR GIBI ÇIZELIM MARION DEUCHARS Küçükler Paul Klee’den Joan Miro’ya sanatçıların farklı tekniklerini bu kitapla öğrenebilir. Öğreneceği tekniklerle kendi renklerini seçerek keyifle sürrealist resimler yapmaları da mümkün.

ÇOCUKLAR İÇIN YARATICI BAŞ ETME BECERILERI BONNIE THOMAS Bu kitap eğlenceli, esnek, denenmiş ve “Kendi kendine yap!” aktiviteleri içeriyor. İçindeki projelerde periler yaratmaktan düş kapanlarına, mandalalardan taslaklara, tekerlemelerden sakinleştirici aktivitelere, derin nefes almadan balon patlatmaya, aptalca yüzler yapmaktan müzikle coşmaya kadar onlarca aktivite bulabilirsiniz.


AİLE ÇOCUK 53

tercih edeceğiniz şekil ve zorluğa göre oldukça fazla aktivite mevcut.

6

BOŞ KUTULARLA BINBIR ÇEŞIT OYUNCAK İster bir ayakkabı kutusu, ister daha büyük bir kutu, kimi zaman tuvalet kağıdı rulolarıyla yaratıcı eğlenceli ailece yapabileceğiniz el işi çalışmalarına ne dersiniz? Youtube kanalı Box Yourself sizi bebek evlerinden minyatür karakterler yapmaya, kedi evinden tutun araba tasarlamaya çocukların hoşlarına gidebilecek projeler öneriyor. Malzemeleri toplamaya başlayın.

7

ÇOCUKLARINIZ EBRU SANATIYLA TANIŞSIN Çocuğum hem kültürümüzle ilgili bir şeyler öğrensin hem de yaratıcılığını konuşturarak eğlensin diyorsanız ebru sanatıyla tanışma vakti derim. Evdeki malzemelerle yapmak isteyenler, yayvan bir kaba koyacakları suya farklı renklerde ojeler damlatıp sonra da kürdanla bunları karıştırarak deneyebilir. Beğendiğiniz tasarımı suya sokacağınız kağıda geçirip kurutabilirsiniz. Tüm ihtiyaç duyacağınız malzemeleri içeren ebru setleri de kırtasiye ürünleri arasında bulmanız mümkün.

8

9

Dijital iletişim daha kolay gelse de kapınızın önündeki posta kutusundan çıkacak kartpostalları almanın sevinci başka şeydir öyle değil mi? O zaman ister evinizden bir manzara, ister bir tatil hayali ya da soyut sanat, bırakın çocuğunuz gönlünce kartpostallar hazırlasın. Siz de adres listelerini hazırlayın ve tüm sevdiklerinize el işi sanatınızı ulaştırmaya hazır olun.

Ailece herkes gelecekten beklentilerine dair resimlerini istediği malzemeleri kullanarak çizsin. Tüm bunları saklayabileceğiniz bir kutuya koyun ve ağzını sıkıca kapatın. Sonra bu kutuyu yeniden açacağınız zamanı belirleyin, unutmayın ne kadar sabrederseniz açtığınızda bir o kadar etkileyici olacak. Biz bu haftasonu yapacağız ve 2030 anneler gününde açıp sürprizleri karşılayacağız.

KARTPOSTALLAR ELINIZDEN ÇIKSIN

ZAMAN KAPSÜLÜNÜ HAZIRLAYIN

10

FARKLI KOLAJLARLA HAYAL DÜNYANIZI CANLANDIRIN Kağıt kolaj yapmak için eski dergi ve gazeteleri karşıtırın, farklı şekillerden kağıtlar kesin hazırlayın. Çocuğunuz belki bir manzara, belki de kendi iç dünyasından bir kesiti gönlünce kompozisyonlarla yapıştırıp oluştursun.

I ÇOCUKLAR İÇİN KITAP ÖNERILERI… RESIME MERAKLI ÇOCUKLAR İÇİN FLORANSA-VENEDIK SANAT MACERASI MELEK ORAL KORAY, ALP GANI ORAL Bu kitap, sanat ve kültürüyle Floransa ve Venedik’i bir grup çocuğun buralarda yaşadığı macerayla tanıtıyor. Seyahat edemediğimiz bu günlerde Floransa sokaklarında Rönesans sanatçılarının izlerini takip edin, Venedik Bienali’nde çağdaş sanatın son örneklerini ailece keşfedin. Bu seride başka şehirleri de bulmanız mümkün.

ART CRAZY YARATICI ÇOCUK SETI KOLEKTİF Yaratıcı çocuklar için seramik hamurundan, origami kağıtlarına, suluboyadan simli yapıştırıcılara farklı malzemeler içeren ve etkinlik önerilerini sunan bu set yaratıcı çocukları için her şeyi bir arada bulmak isteyen aileler için ideal.

FILOZOF ÇOCUK- SANAT NEDIR? OSCAR BRENIFIER Dünyaca ünlü Fransız filozof yazar Oscar Brenifier’nin “Filozof Çocuk” dizisi, ‘Sanatçı yaratmakta özgür müdür?’, ‘Hepimiz sanatçı mıyız?’, ‘Hepimiz aynı güzellik anlayışına mı sahibiz?’, ‘Sanat ne işe yarar? gibi sorularla minik filozoflara güzellik ve sanat kavramlarını sorgulatıyor.


54 SPOR

CE YHUN KUBURLU

Şampiyon olursak Trabzon’da insanları evde tutmanın mümkün olmaz HISSELERI BORSA İSTANBUL’DA IŞLEM GÖREN TÜRK FUTBOLUNUN 4 BÜYÜK KULÜBÜ HAFTA IÇERISINDE 9 AYLIK FINANSAL RAPORLARINI KAP’A BILDIRDI. KORONA ÖNCESI DÖNEMDE 23 MILYON LIRA KÂR AÇIKLAYAN TRABZONSPOR EN ÇOK KAZANAN KULÜP OLDU. BIZ DE BU HAFTA TRABZONSPOR’U ZOR GÜNLERDE ALIP EKONOMIK AÇIDAN DÜZLÜĞE ÇIKARMAYA ÇALIŞAN AHMET AĞAOĞLU ILE KONUŞTUK. AĞAOĞLU, “BEN KENDI GEMIMI KURTARMAYA ÇALIŞIYORUM. HENÜZ LIMANA YANAŞTIRAMADIM AMA YANAŞTIRACAĞIM” DEDI.


SPOR 55


56 SPOR

T Ü R K F U T B O L endüstrisi ekonomik açıdan tarihinin en zor günlerinden geçiyor. 18 kulübün borcu 15 milyar liraya ulaşmış durumda. Bir de üzerine Covid-19 nedeniyle tüm gelirleri durdu. Borsa İstanbul’da 4 kulübün hisseleri işlem görüyor. Bu kulüplerin korona öncesi finansal raporları hafta içerisinde açıklandı. En çok kâr eden kulüp Trabzonspor oldu. Bordo-mavililer 9 ayda 23 milyon lira kâr açıkladı. Kulübün zarar ettiği günlerde Başkanlık koltuğuna oturan Ahmet Ağaoğlu ile Türk futbol endüstrisini ve bundan sonraki hedeflerini konuştuk. “Ben kedi gemimi kurtarmaya çalışıyorum” diyen Ağaoğlu, “Gerçekten de zor bir süreçten geçiyoruz. Futbol endüstrisi zaten büyük bir borç yüküne sahipti. Bundan sonra ne olacak hep birlikte göreceğiz. Gemimi daha limana yanaştırdığımı düşünmüyorum ama yanaştıracağım” dedi.

ÜRETİM BİZİM İÇİN ÇOK ÖNEMLİ

Yaklaşık iki yıl önce Trabzonspor’un Başkanlık koltuğuna oturduğunu hatırlatan Ahmet Ağaoğlu, şöyle konuştu: “İki yıllık süre içerisinde gelirlerimizi arttırdık ama en önemlisi giderlerimizi azaltmamızdı. 50 milyon Euro’ya kurulan bir takım ligi 5’inci 6’ncı bitiriyordu. Biz 16 milyon Euro’luk takımla şampiyonluğun en güçlü adayıyız bugün. Tüm bunlara rağmen 60 milyon Euro’luk takımlarla mücadele ediyoruz. Bu bize şunu gösterdi; şişirilmiş kadrolarla her zaman başarılı olacak değilsiniz. Bizim için bir başka gelişme ise bu dönemde üretime ağırlık verdik. Neydi bu üretim; altyapıdaki gençlerimiz. Bugün Trabzonspor’un altyapısı Türkiye’nin en iyi oyuncu yetiştiren altyapısı konumunda. Bakın hiç-

bir kulüp bizim kadar alt yapısından oyuncu çıkaramadı. Yine potansiyeli olan yabancı gençlere gidiyoruz. Buradan da büyük bir avantaj sağlıyoruz. BUGÜN Avrupa’daki bazı takımlar genç yıldız adaylarını bize öneriyor. Trabzonspor bu alanda Avrupa’da öne çıkacabilecek bir kulüp. Düşük maliyetli yabancılar…5 transferin ikisinde çok önemli sonuç aldık ve almaya da devam ediyoruz. Başka kulüplerin yaptığı yanlışları yapmayacağız. Bu sistemi önümüzdeki yıllarda da uygulamaya devam edeceğiz.” AJAX MODELİNE DİKKAT

Trabzonspor’un Şampiyonlar Ligi’nde yeni bir Ajax yaratacağına inandığını dile getiren Ahmet Ağaoğlu, şu bilgileri verdi: “Kafalarda hep şu soru var Şampiyonlar Ligi’nde genç bir kadro baŞarılı olur mu? Karşımızda Ajax örneği var. Geçen sezon Şampiyonlar Ligi’nde tarih yazdılar. Genç kadrosu ile yarı final oynadılar ve gönüllerin şampiyonu oldular. Biz

neden olmayalım. Ayrıca Süper Lig’de mücadele kolay mı? Tabi ki de değil. Bizim bu yönetim anlayışımız nerede olursak olalım değişmeyecek. Bu politikalardan taviz vermediğimiz sürece; vermek gibi bir düşüncemiz de asla yok, biz önümüzdeki yıllarda ekonomik ve sportif açıdan birçok başarıya imza atmış bir kulüp olacağız. Diğer kulüplerin durumu beni hiç ilgilendirmiyor. Trabzonspor geçmiş yıllarda yapılan sorumsuz harcamaların bedelini ödedi. 50 milyon Euro maliyetli kadrolar ligi 6’ncı bitirdi.” Bundan sonra Trabzonspor’da kim başkan olursa olsun harcamalardan sorumlu olacağının altını çizen Ahmet Ağaoğlu, “Trabzonspor’un bir daha bu tür borç sıkıntısı içine girmemesi için tüzüğü değiştirdik. 84’üncü madde ile onaylanmış bütçenin yüzde 10’u üzerinde bir harcama gerçekleşirse kulüp başkanı bu borçtan sorumludur. Trabzon’un parasını harcayan kim olursa olsun bu parayı cebinden ödeyecek. Bu borçtan artık kulüp sorumlu olmayacak” dedi.

YAYINCI KURULUŞUN TALEPLERI HOŞ DEĞIL YAYINCI kuruluşun ödemelerini yapmadığını vurgulayan Ahmet Ağaoğlu, “Yayıncı sürekli bir taleple geliyor ve arkası kesilmiyor. Bu çok hoş bir durum değil. Biz kulüpler ve TFF bu konuda her ne kadar görüş ve fikirler sunsak da yayıncı kuruluşun talepleri bitmiyor. Bu durum artık can sıkıcı bir noktaya geldi” dedi.

TRABZONSPOR’U TRABZON’DA IZLEMEYI ÖZLEDIM SEZON finali yaklaşırken yaşanan bu olumsuz tablo sonrasında özlemlerini de dile getiren Ahmet Ağaoğlu, “Bizim için rüya gibi bir sezonun sonu yaklaşıyordu. Şehir olarak futbolcusundan malzemecisine herkes şampiyonluğa inandı ve inanıyor. En çok Trabzonspor’u Trabzon’da izlemeyi özledim bu dönemde. Benim için ne kadar ayrı bir önemi olduğunun farkına vardım. Kendi işlerimin de ve sosyal konuların sıkıntıda olmasına rağmen özlediğim tek şey Trabzonspor oldu” dedi.

ŞAMPIYON OLURSAK NE YAPACAĞIZ? BİR yandan 12 Haziran’da başlayacak Süper Lige hazırlandıklarını bir yandan da ligin son düdüğü sonrası ne yapacaklarını düşündüklerini anlatan Ahmet Ağaoğlu, şu bilgileri verdi: “Şampiyonluğumuzu ilan edersek 800 bin nüfuslu Trabzon’da insanları evde tutmanın mümkün olmayacağını düşünüyoruz. İnşallah o zamana kadar da pandemi için bir çözüm bulunur ve vakalar 0’a iner. Yılların özlemi ve mutluluğu ile Trabzon’u tutsak İstanbul ne olur onu da bilemiyorum. Ama taraftarlarımız sakin olsunlar hep birlikte kutlayacağımız daha çok şampiyonluklar ve kupalar kazanacağız…”


SPOR 57

Futbol dışındaki tüm branşlar iptal edildi YENİ TIP CORONA VIRÜSÜ (COVID-19) SALGINI SEBEBIYLE TÜRKIYE’DE TÜM LIGLERE ARA VERILMIŞTI. ARA VERILEN BASKETBOL, VOLEYBOL VE HENTBOL LIGLERININ SONLANDIRILDIĞI AÇIKLANDI. FUTBOL ISE 12 HAZIRAN’DA SAHALARA GERI DÖNMENIN PLANLARINI YAPIYOR…

TÜRKIYE BASKETBOL FEDERASYONU (TBF) BAŞKANI

TÜRKIYE VOLEYBOL FEDERASYONU BAŞKANI

ligler sonlandırıldı, küme düşme ve çıkma olmayacak. Federasyon olarak kulüplerimizle istişare içindeyiz. Beraber hareket ederek her zaman bir ekip olmuşuzdur. Erkekler liginde 16 takımımızın 13’ü, kadınlarda ise 13 takımın 11’i liglerin bu şekilde sonlandırılmasını istediklerini bizlere iletti. Hiçbir ligde şampiyon ilan edilmeyecektir. Sezon öncesi ilan edilen statüde yer alan düşme/çıkma işlemleri uygulanmayacaktır. Liglerin sıralaması ve kulüplerin Avrupa kupalarındaki temsil hakları mevzuata göre belirlenecek ve önümüzdeki günlerde duyurulacaktır. Gelecek sezonun lig yapıları, kulüp mali denetim ve lisans talimatı da dahil olmak üzere ilgili mevzuat hükümlerine göre oluşturulacaktır.

K ADIN VE ERKEK

HIDAYET TÜRKOĞLU BASKETBOLDA

TÜRKIYE HENTBOL FEDERASYONU BAŞKANI

MEHMET AKIF ÜSTÜNDAĞ

BILAL EYUBOĞLU

liglerinde bu sezonun, Corona virüsü salgını sebebiyle mevcut haliyle tescil edildi. Liglerde şampiyon ve küme düşme olmayacak. Alt ligden gelen takımlarla gelecek sezon hem kadınlar hem erkeklerde 16 takımla oynanacak. Kulüplerle yaptığımız düzenli görüşmelerin ardından Yönetim Kurulumuz ile yaptığımız toplantıda alınan kararlar neticesinde; Sultanlar Ligi’ni ve Efeler Ligi’ni bu şekilde tescil ederek liglerimizde şampiyon ilan etmiyoruz. Bunun yanı sıra küme düşme olmayacak ve önümüzdeki sezon liglerimizi 16’şar takımla oynayacağız. 20202021 sezonununda liglerimizi biraz daha erken başlatarak Eylül ayı gibi yeni sezonu başlatmayı planlıyoruz.

T Ü M H E N T B O L L I G L E R I normal sezon sıralamasına göre tescil edilmiştir. Hiçbir ligimizde ve Türkiye Kupası’nda şampiyon ilan edilmeyecektir. Sezon öncesi ilan edilen statülerde yer alan ligden düşme uygulanmayacaktır. Gençlik ve Spor Bakanımız Sayın Dr. Mehmet Kasapoğlu ile birlikte hentbol faaliyetleri ile ilgili olarak izlenecek yol, federasyonumuz tarafından büyük bir titizlikle yürütülmeye çalışılmıştır. Oluşan durum ile yaşanan belirsizliğin lig faaliyetlerimiz ve Türkiye Kupası müsabakalarımıza olumsuz etkiler vermemesi adına yönetim kurulumuz telekonferans yöntemi ile bir toplantı gerçekleştirmiştir. Türk hentbolunun içerisinde yer alan sporcu, antrenör, hakem, idareci kısaca hentbol ailesinin sağlığını korumak amacıyla, Türkiye Hentbol Federasyonu Yönetim Kurulu, kulüplerin Avrupa kupalarındaki temsil hakları liglerin sıralaması göre yönetim kurulumuz tarafından belirlenecektir. Gelecek sezonun lig yapıları, takım sayıları, ilgili mevzuat hükümlerine göre yönetim kurulumuz tarafından oluşturulacaktır.


NASIL BİR EKONOMİ

YÖNETIM KURULU BAŞKANI HAKAN GÜLDAĞ  GENEL KOORDINATÖR VAHAP MUNYAR  GENEL YAYIN KOORDINATÖRÜ TALIP AKTAŞ GENEL YAYIN YÖNETMENI ÖMER TÜRKDÖNMEZ  KOORDINATÖR DIDEM ERYAR ÜNLÜ  SORUMLU YAZIIŞLERI MÜDÜRÜ HANDAN SEMA CEYLAN

MEDYA HABER BASIN A.Ş

HAFTA YAYIN YÖNETMENI ASLI BARIŞ  GÖRSEL YÖNETMEN MURAT KASPAR YAZI KURULU FARUK ŞÜYÜN, YASEMIN SALIH, DİDEM ERYAR ÜNLÜ, SELENAY YAĞCI KATKIDA BULUNANLAR BAŞAK DİZER TATLITUĞ, CEYHUN KUBURLU, AHMET CAN, SELIN BOZKURT, SIRMA ADRES: Rüzgarlıbahçe Mahallesi, Cumhuriyet Cad. Gülsan Plaza No:22 Kavacık 34805 Beykoz/İstanbul

#evd

ekal

Yunus seyri KORONANIN YÜZ GÜLDÜREN YANI

KARANTINA GÜNLERININ SEVINDIREN YANLARINDAN BIRI DENIZDE SÜZÜLEN YUNUSLAR OLDU. GEMI VE TEKNE TRAFIĞI AZALINCA BOĞAZ’DA GERÇEK SAHIPLERINE, YUNUSLARA KALDI. PEKI NEDEN GELDILER? YAZI: SERKAN OCAK • FOTOĞRAF: JOHANNES MOTHS I N S T A G R A M ’ D A , televizyon ekranında gördüğümüz, yüzümüzü güldüren görüntüler… Ortaköy’de sahilde insanlara poz veren, marinalarda fink atan yunuslar… Onlar, belki de şu karantina günlerinin en güzel görüntüleriydi. Peki neden geldiler? Hayat durduğu için mi? Yoksa biz mi onları yeni mi fark ediyorduk? Bu soruları konunun uzmanına, İstanbul Üniversitesi (İÜ) Su Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi ve Türk Deniz Araştırmaları Vakfı (TÜDAV) Başkan Yardımcısı Doç. Dr. Arda M. Tonay’a sordum. Tonay, yıllardır yunuslar üzerinde çalışan bir bilim insanı... Ona göre, Boğaz’da aslında bu yunuslar her zaman vardı. Görmesini bilen gözler zaten gö-

rüyordu. Bu dönem tam da balıkların geçiş dönemine denk geldi. İstanbul’da görülebilecek en fazla yunus bu dönemde ortaya çıkıyordu. Ancak şu anda deniz trafiği yok. Sarayburnu’nda Karaköy’de olması gereken gemilerin, teknelerin hiçbiri mevcut değil. Bu nedenle yunuslar daha fazla görünür oldu. Tonay, bu kadar görünür olmasındaki bir nedeni de şöyle açıklıyor: “Kullandıkları alanı daha da artırdılar. Normalde bir günde bir saatte kullandıkları yeri üç saat kullanıyor olabilirler. Bu nedenle biz de daha fazla görüyoruz. Balıkları avlamak için iyice kıyılara sürmeye başladılar. Marinalara zaten giriyorlardı. Ancak en sakin olduğu sabahın erken saatleri ya da gece geç saatler giriyorlardı. Şimdi

rahatsız edilmedikleri için gündüz de giriyorlar…” Koronavirüs nedeniyle sayılarının artıp atmadığına ise daha temkinli yanıt veriyor: “Boğaz’da yunusların akustiğini ölçen bir istasyon var. Haziran’da yeni verileri alacağız. Bu verileri inceleyip geçmiş 10 yılla kıyasladığımızda bilimsel olarak sayıların artıp artmadığını anlayabiliriz.” Bilimsel olarak sayılarının artıp artmadığı bir kenara Boğaz’da şu sıra bir yunus şöleni yaşandığı gerçek. Bir dürbün ya da zoom objektifli bir fotoğraf makinesi yunusları gözlemleyip fotoğraflarını çekebilmek için yeterli. Tabii yeterince zaman ayırıp emek vermek şartıyla…


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.