Fkhjcf
GENÇ GELECEK KÜNYE Genel Koordinatör- Özel Araştırmalar Takım Lideri Yiğit AKKOCA İnsan Kaynakları Koordinatörü Burçin TOKSÖZ Dergi Editörü Şeyda KAYA
İÇİNDEKİLER . ÇOKTAN SEÇMELİ ……….…………………………..1 . İNTERNETİME DOKUNMA …..…….……………. 6 . 12 HAZİRAN SEÇİMLERİ …………………..…….. 8 . KRİSTOF KOLOMB …….………………………….. 11 . AKBABA SÜRÜSÜ ………….………..……………… 21 . 18. ŞAMPİYONLUK …………….…………………… 24 . ÖĞRET-MEN ………………………………………….. 27 . GÜNEYDEKİ CENNET …………..…………………. 29 . EV …..………………………..………………………….. 32 . SANSÜRLERLE YAŞIYORUM …….……….……… 33 . PROJE KÖŞESİ …………………..……………………. 35 . EMANET ……………………………………..………….. 39
Görüntü Yönetmeni Melike GÜNEŞ Dış İlişkiler Koordinatörleri İdil ÖZMAÇİN
Hazırlayan: Young Future Academy Website: www.youngfutureacademy.tr.gg
İş-Staj Koordinatörü Sinan SÖNMEZ Sosyal Organizasyon Koordinatörü Mihraç NALBANTOĞLU Stratejik Araştırmalar Takım Lideri Barhan KAYNAK
Adres:Cumhuriyet Bulvarı No:219 Kalyon Apt. Daire:5 35220 Alsancak, İZMİR Tel:05065882913 NOT : Her türlü eleştiri ve yorum için gencgelecek@windowslive.com adresine mail atabilirsiniz. Ya da yazarlarımızın yazılarının altındaki mail adreslerinden direkt onlara ulaşabilirsiniz. İyi okumalar
ÇOKTAN SEÇMELİ Sevgili Akp seçmeni, sana sesleniyorum. Oyunu neden bu partiye veriyorsun? 1) Milliyetçi olduğu için mi? Sence hiç milliyetçi adam ülkesinin zararına iş yapar mı? Mesela ; satış yolu ile özelleştirilen ve yabancılaşan yerlerden bahsedeyim sana. Hani şu önemli kuruluşlar var ya devletin elinde kalması gereken, stratejik noktalar. İşte onları sattı senin partin. Devede kulak olacak ama çok az bir kısmını yazıyorum senin için. 2003 2003 2003 2004 2005 2006
– – – – – –
Kuşadası Limanı satıldı. PETKİM Standart Kimya Şirketi satıldı. TCDD İzmir Limanı satıldı. Kütahya Şeker Fabrikası satıldı. TÜRK TELEKOM satıldı. TÜPRAŞ satıldı.
Ya peki milliyetçi biri milletinden pek çok can almış bir terörist başıyla gidip İmralı’da pazarlık yapar mı? Yaptı senin biricik partin. Bir de üstüne o itten bahsederken “sayın” dedi senin parti başkanın. Oysa ki aynı zamanlarda milletine canları pahasına hizmet eden kutsal askerine dil uzatılıyor ondan da mı haberin yok? Terörist başı “sayın” olsun ama benim askerim aslı astarı olmayan sebeplerle hapse atılsın, hükmü kesinleşmeden kendisinden “terörist” diye bahsedilsin, senin milli destanının adı olan “Ergenekon” karalanma kampanyasında kullanılsın ki millet soğusun Türklükten falan. Yurtdışındaki teröristler gelince ülkede davullarla zurnalarla karşılansın senin partinin hükümeti
döneminde, baş tacı edilsin üstü açık otobüslerde şehir turu yapsın… Ondan sonra da bana bazıları gelip milliyetçiysen akp’ye oy ver demesin. Günahımı vermem, ne oyu. 2) Laik olduğu için mi ? “Hem laik, hem Müslüman olunmaz. Ya Müslüman olacaksın, ya laik." Eminim laik olduğu için söylemiştir bunu başbakan. 3) Dindar olduğu için mi? İşte en çok buna gülüyorum. Adam oğlunu trilyoner yaptı kaşla göz arasında, gemi aldı senle gemicik diye dalga geçti. Yahu, Allah korkusu olan biri hırsızlık yapar mı? Nerden geliyor bu değirmenin suyu diye sormayı hiç mi akıl edemedin arkadaşım? Gemi almak kolay mı sanki, ay tamam gemicik olsun yine de çok pahalı, senin cebinden aşırıyor haberin yok. Kpss sonrasında kadrolar hep yandaşlarıyla doldu, mülakatlar hep çalınan minarenin kılıfıydı anlamadın mı? 95 alan modern görünüşlü genç kadrolara yerleştirilmedi ama 73 alan dini isimli fabrikasyon çıkışlı birisi o kadroya girdi. Dindar insan kul hakkı yemez, yoksa yer mi? Hangi dini kitapta yazıyor gösterin bana. Üniversitelere giriş sınavında kopya olayları ayyuka çıktı. O zaman da mı anlamadınız adamların günde 3 öğün kul hakkı yiyerek karın doyurduklarını? 4) Terörü sonlandıracağı için mi? Ne gerek var, akp başa gelmeden önce zaten bitirilmek üzereydi terör. 2000 yılında hiç şehit vermemiştik, 2001
yılında ise 6 askerimiz şehit düşmüştü. Peki sonra ne oldu? 2003 yılında 21 şehit 2004 yılında 73 şehit 2005 yılında 92 şehit 2006 yılında 121 şehit 2007 yılında 118 şehit 2008 yılında 150 şehit 2009 yılında 135 şehit verdik. 2010 yılında terör saldırıları bir anda artarken, eylemlerin yalnızca Güneydoğu bölgelerinde sınırlı kalmadığı, Karadeniz Bölgesi başta olmak üzere, Batı’ya doğru bir kaymanın başladığı hiç dikkatini çekmedi mi? 5)Demokratik ve özgürlükçü olduğu için mi? Özgürlüklere önem verdiği için özgürce düşüncelerini dile getiren değerli gazeteci ve yazarların hepsini tek tek sudan bahanelerle içeri alıyor zaten akp. Dışarıda muhalif kalmıyor be, terörün kendisi akp aslında, zorbalıkla korkuyla cumhuriyet yönetildiği nerde görülmüş? İnsanlar o kadar özgürdü ki dışarı hayatlarında, bir ev içi özel hayatlarına müdahale edilmediği kalmıştı o da oldu sonunda, her eve gir yatak odasına yerleştir kamerayı ondan sonra temiz siyaset yapıyor akp desinler. Bunlara kimse inanmaz, o kadar aptalı olmaz bizim milletin içinde! Çok özgürlükçü hükümetimiz sağ olsun herkesin telefonunda böcekler tele-kulaklar, ooh kimse özel bir şey konuşamasın, hep dinlendiği endişesini taşısın içinde insan. Ne kadar özgürüz aman Allahım…
Sizin demokratik ve ilerici dediğiniz partinin genel başkanı “Demokrasi bizim tramvayımızdır, istediğimiz durağa gelince ineriz” desin, alenen demokrasi amaç değil araç diye ima etsin siz hala akp demokratik diyin bakalım… Adamın “ben gizli emellerime ulaşınca demokratikleşmeden vazgeçeceğim bak haberiniz olsun” diye ilan etmediği kalmış bir tek. 6) Ekonomik politikaları başarılı olduğu için mi? Devletin Borcu : Aralık 2002 148.5 Milyar Dolar Aralık 2010 306.1 Milyar Dolar Ortalama İşsizlik Oranı: 1988 - 2002 Arası %8 2003 - 2010 Arası %11.2 Cari İşlemler Açığı: Aralık 2002 0.6 Milyar Dolar Aralık 2010 48.6 Milyar Dolar Matematiğinin iyi olmasına gerek yok, sayılar ortada, her şey kötüye gitmekte. Zaten buğday ambarı gibi bir ülke buğday ithalatında şampiyon olmayı başarabiliyorsa, tarım ülkesi olmakla övünüp nohutu Meksika’dan mercimeği Kanada’dan alıyorsa, sözün bitiği yerdeyiz demektir. 7) Kadın haklarının savunucusu olduğu için mi? Kesin o yüzden “Dekolte giyen kadınlar tecavüzü hak eder” diyen profesör hala görevinin başındadır.
8) Ülkeyi dışarıda dik başlı temsil ettiği için mi? ABD gezisi sırasında “ABD’de özgürlük anlayışı var benim ülkemde yok” diye mızmızlanıyor, ülkesini şikayet ediyor utanmadan, bunun da adı ülkeyi iyi temsil etmek mi oluyor? Sonra gidip Fransa Cumhurbaşkanı’ndan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin başbakanı sıfatıyla “bizim oralarda bir gelenek vardır, anlaşma yapılacaksa bir şeyler verilir. Yapacağımız bu anlaşmadan sonra bir uçağı da bedava verirsin artık” diye rüşvet istiyor ve sen hala bundan rahatsızlık duymuyor musun? O zaman bunların dışında senin akp’ye oy veriyor olmanın tek sebebi vardır. O da aşağıdaki seçenekler arasında, doğru bilirsen 10 puan senin :) A) Cahilsin B) Hainsin C) Safsın D) Çıkarcısın
Şeyda KAYA Dergi Editörü seydakaya-yfa@hotmail.com
İnternetime Dokunma Geçtiğimiz günlerde tam on ilde on binlerce kişi eylemdeydi. 15 Mayıs’taki “İnternetime Dokunma Eylemi” , siyasi gayeden uzak, bir fikir ya da siyasi görüş etrafında toplanan insanların değil, özgürlüklerinin peşindeki herkesin katıldığı bir eylemdi. Eyleme katılanların amacı ise 22 Ağustos’ta girecek olan ve herkesin İnternet Sansürü olan ve de adını hak eder gibi duran yönetmeliği protesto etmekti. Ben uzun uzadıya bu yönetmeliğin ne olduğu maddeleri, içerdiği paketlerin içeriği gibi ayrıntılarla uğraşmayacağım, onun yerine bu yönetmeliğin neleri değiştireceğini anlamaya çalışacağım. Her şeyden önce bu protestoları, yasaklı siteye girmek isteyenlerin çırpınışı gibi gören ve göstermeye çalışanlar bulunmakta. Maalesef olay bu kadar basit değil, olay bize hangi sitelere girip hangilerine giremeyeceğimizi söyleyen zihniyetin bununla sınırlı kalmayacağının farkına varılmasıdır. Bize kaç çocuk yapacağımızı, hangi sitelere gireceğimizden tutun da alkolümüze kadar karışan zihniyet, giyeceğimiz kıyafete, hatta söyleyeceğimiz söze karışacaktır. Protestolar yasaklı sitelere girmek değil, neye göre ve kaç tane olacağı bilinmeyen yasaklanacak sitelerin ve özgürlüklerin kısıtlanmaya çalışılmasına karşıdır. Bilgi Teknolojileri İletişim Kurulu’nun ilk kurbanı da büyük olasılıkla evrim teorisi ve Darwin’in hakkında yayın yapanlar olacaktır. MEB’in bile müfredattan çıkardığı Darwin’i artık internette de bulmak imkansız hale gelecek anlaşılan. Darwin teorisine inanırsınız ya da inanmazsınız kimse bunu sorgulayamaz ancak, dünyanın kabul ettiği bir teoriyi yasaklamanın hiç bir açıklaması olabileceğini zannetmiyorum.
Bu yönetmelik sadece Darwin teorisi ya da benzer sitelerle sınırlı kalır sananlar bir daha düşünsün, çünkü muhalif sitelerin sesleri de çok basit nedenlerden, hakaret içeriyor denilerek kapatılabilinecek. Yani haklı olarak dahi yapacak eleştiriler nedeniyle siteler kapatılabilinecek. En önemli noktayı ise sona sakladım, bu yönetmelikle artık suç unsuru teşkil eden bir siteye erişim yapıp yapmadığınız tespit edilebilinecek ve hakkınızda cezai işlem yapılması talep edilecek. Bu uygulama suç işleyenlerin bulunması açısından iyi görünse de, istemeyerek ve de bilmeden bu sitelere girecek pek çok kişi mağdur olacak. Bilgisayarların IP numaralarından takiple yürütülecek işlemden sakınmanın yolu yok çünkü IP adresleri her bilgisayar için sabit ve değişmez numaralar. BTK filtreleme işlemi için hazırladığı yasaklar listesini servis sunucularına göndermişti. Ancak listedeki saçma kelimeleri ve bunlara tepkileri görünce geri adım atmış ve sunuculara gönderdiği listeleri “unutmalarını” söylemişti BTK’nın söz konusu yönetmeliğine karşı yapılan protestolar işe yaramış görünüyor ki, ben bu satırları yazarken söz konusu yönetmeliği yeniden görüşmek üzere toplanma kararı aldı. Umarım bu işin sonunda BTK da bu yönetmeliği “unutma “ kararı alır.
Hamdi AYAR hamdi.ayar@hotmail.com
12 HAZİRAN SEÇİMLERİ Siz bunları okurken seçime günler kalmıĢ olacak. Türkiye bir kez daha seçime gidiyor. Yine bizi mecliste temsil edecek insanları seçiyoruz. Türkiye Cunhuriyet'inin 61. Hükümeti bu seçimle görevine baĢlayacak. ġimdiden Türkiye için hayırlısı olsun. Birçok anketler yapılıyor seçimler için ama benim takip ettiğim sadece Mynet.com sitesinin her hafta yaptığı seçim anketi. Site her hafta sonuçları yeniliyor. ĠĢte Sitenin Ģimdiye kadarki yaptığı 2 seçim anketinin sonuçları ; 6 - 10 Mayıs ; AKP : %37.7 CHP : % 31.7 MHP : %18.2 BAĞIMSIZ : %3.8 HEPAR : %2.5 SP : %1.4 HAS PARTĠ : %1.2 BBP : %1.1 DP : %0.6 TKP : %0.6 EMEP : %0.3 MMP: %0.2 DSP: %0.2 LDP: %0.2 MP : %0.1 DYP: %0.1 AKP : 47 ĠL ( Ġstanbul 1. , 2. ve 3. bölge , Ankara 2. bölge )
CHP : 26ĠL ( Ġzmir 1. ve 2. bölge , Ankara 1. bölge ) MHP : 6 ĠL BAĞIMSIZLAR : 2 ĠL Oy Kullanan KiĢi Sayısı : 76217 11 - 17 Mayıs tarihleri arasındaki ankete bakacak olursak ; AKP : %36.0 CHP : %32.4 MHP : %20.9 BAĞIMSIZ: %3.2 HEPAR : %2.0 SP: %1.3 BBP : %1.1 HAS PARTĠ : %1.0 DP : %0.6 TKP: %0.4 MMP: %0.2 DSP : %0.1 EMEP : %0.1 LDP : %0.10 MP : %0.1 DYP : %0.1 AKP : 43ĠL ( Ġstanbul 1. ve 3. Bölge ) CHP: 26 ( Ġstanbul 2. Bölge , Ankara 1. ve 2. Bölge , Ġzmir 1. ve 2. Bölge ) MHP : 12 BAĞIMSIZ : 1 Oy Kullanan KiĢi Sayısı : 72521
CHP ve MHP'nin 2. ankette yükseliĢi görülüyor. Püskevit muhabbetlerine rağmen MHP'nin baraj sorunu olmadığı açık hatta geçen seçimlere oranan artıĢta. MHP’nin kaset iddialarına rağmen oylarını arttırması da MHP için önemli bir olay. Yine de AKP %36 ile iktidara 3. kez yakın. CHP'nin Kemal KILIÇDAROĞLU'yla atağa kalktığı kesin. . Bağımsızların oyları düĢüĢte. 61. Hükümet koalisyonla kurulabilir. Bu da bir ihtimal tabi. Siyaset biraz ince bir konu o yüzden sözü kısa kesmek istiyorum. Kimsenin yanlıĢ anlamasını istemem çünkü. Young Future Academy olarak objektif olmayı yeğleriz. Bu yüzden bu yazıyı son sözlerimle bitiriyorum. Artık her Ģey liderlerde. Sonuçların ülkemiz için hayırlı olmasını dilerim. Seçimde ülkemiz ve kendimiz için oyumuzu inandığımız partiye , kiĢiye verme görevimizi yerine getirmeyi es geçmeyelim. SAYGILARIMLA
Kaan TÜRKELİ kaanturkeli@hotmail.com
Kristof Kolomb; Asıl Amaç Ne? Amerika mı ? Hindistan mı?
Yaygın efsanenin tersine, Kristof Kolomb İspanya kralı ve kraliçesini ya da bir başkasını dünyanın yuvarlak olduğuna inandırmakta hiçbir güçlük çekmemişti. Bu, 1492'den çok uzun süre önce, eğitimli Avrupalıların genelde kabul ettikleri bir bilgiydi. Kolomb'un planına direniş, farklı ve çok daha radikal bir fikirle, yani Avrupa'dan batıya yelken açarak Asya'ya yeni bir yol keşfedebileceğiyle ilgiliydi. Genel geçer anlayışa göre, eğer Asya'ya denizden ulaşılacaksa, bu ancak Afrika'yı dolaşıp, doğuya, Hint Okyanusu'na doğru ilerleyerek mümkün olabilirdi. Aslında Asya, Avrupa'nın doğusunda olduğundan, bu tam anlamıyla mantıklı bir plandı ve 1499'da Portekizli kaşif Vasco de Gama'nın Hindistan'a ulaşmasıyla başarılı bir şekilde sonuçlandırılmıştı. Tersine, Kolomb'un "Hindistan Seferi" önemli değildi. Eğer Hindistan (o zaman söylendiği gibi, Asya) Atlantik'in bir yerlerinde bulunuyorsa bile, bir 15. yüzyıl denizcisi için, bu, çok uzağa yapılacak bir gezi olurdu. Kolomb'a en sıcak yaklaşan coğrafyacı, Paolo del Pozzo Toscanelli, Hindistan'ın, Kanarya Adaları'nın 3500 mil batısına düştüğünü tahmin etmişti ve çoğu bilimci daha da uzakta olduğuna inanıyordu. Ama herkesin bildiği gibi, Kolomb vazgeçecek gibi değildi. Avrupa ve Asya'yı sadece 2760 millik bir açık denizin ayırdığını hesaplamış, İspanya kral ve kraliçesi, Ferdinand ve İsabella'yı bu yolculuğu finanse etmeye değeceğine inandırmıştı. Böylece, 1492 Eylülünde. Nina, Pinta ve Santa Maria Kanarya Adaları "udun denize açıldı.
Sadece beş hafta sonra tam da karayı bulacağını tahmin ettiği noktada Kolomb kıyıya ayak bastı. Elbette Kolomb'un karaya ayak basma başarısının garipliği, onun Asya'ya yakın bir yerlerde olmayışında yatıyordu. Bu örnekte genel kabul gören anlayış tamamen doğruydu: Asya, Kolomb'un şimdi ayak basmış olduğu Bahama adasının en az 6.000 mil batısındaydı. Eğer Avrupa ve Hindistan arasında iki kıta ve sayısız ada olmasaydı, Kolomb ve mürettebatı kesinlikle denizde yok olup giderdi. Dört yüz yılı aşkın bir süre, Atlantik'in her iki yakasında anlatılan Kolomb öyküsü, büyük bir yanılgıya rağmen Amerika'yı keşfeden büyük kahraman öyküsü işte böyleydi. Ama 20. yüzyıl sona ererken, bu öykü gitgide daha çok kuşku çekmeye başladı. Birçok tarihçi Kolomb'un bu kadar büyük bir yanılgıya nasıl düşebileceğini soruyordu. Ayrıca, bulduğu toprakların Çin ya da Japonya olmadığına ilişkin çok kesin kanıtlar karşısında, buraların Hint Adaları ve halkının "Hintli" olduğunu iddia etmeyi nasıl sürdürebilmişti? Bazı tarihçiler Kolomb'un hiçbir zaman Asya'ya gitme niyeti olmadığını ve bu "Hindistan Seferi'"nin sadece diğer kaşifleri atlatmak için düzenlenen bir oyun olduğu sonucuna vardılar.
Onlar başından beri, Kolomb'un amacının Yeni Dünya'yı keşfetmek olduğunu öne sürüyorlar. Kolomb tüm dünyaya amacının kesinlikle Hindistan'a ulaşmak olduğunu söylemişti ve çağdaşı vakanüvisler de ona inanmıştı. Bunların içinde en dikkat çekeni Bartolome de las Casas'dı. Casas, sadece Kolomb'un gezilerinin en kapsamlı tarihini yazmakla kalmamış, Kolomb'un kendi günlüklerinden parçaları da kitabına eklemişti. (Orijinalleri kaybolmuştu.) Las Casas'ın belgelediği şekliyle, Kolomb'un günlüğünün girişinin, amacını beklenebilecek en büyük açıklıkla tasvir ettiği görülüyor. Kaşif, Ferdinand ve Isabella'ya seslenerek şöyle yazıyor: "Majesteleri, ben Kristof Kolomb'u, yöneticileriyle görüşmek, şehirlerini, topraklarını, düzenlerini ve tüm diğer şeyleri görmek üzere Hint ülkesine göndermeye karar verdiler... Bana doğuya alışılagelen kara yoluyla değil, bildiğim kadarıyla henüz hiç kimsenin yolculuk yapmadığı batı yolunu izlememi emrettiniz." Kolomb'un günlüğünün 21 Ekim tarihli bölümünde, uzak bir ada olarak tanımladığı bir yere ayak bastıktan sonra, hala "Büyük Han"a Çin İmparatoru Ferdinand ve İsabella'nın tanıtma mektuplarını sunmak amacıyla Asya anakarasına ulaşmaya kararlı olduğunu yazmıştı. Kolomb İspanya'ya dönüş yolunda, Ferdinand ve Isabella'ya kurmuş olduğu kalenin "...Büyük Han'la olduğu gibi, en yakın anakarayla her tür ticarete" uygun olduğunu yazmıştı. Bunların hiçbiri Kolomb'un nereye yöneldiği ya da nereye varmayı düşündüğü konularında hiçbir kuşku payı bırakmıyor. En önemli ikinci çağdaş kronikçi, kaşifin oğlu, Ferdinand Kolomb'du ve babasının amacı konusunda aynı şekilde kesin konuşmuştu. Ferdinand, sadece Kolomb'un ilk yaşamöyküsünü yazmakla kalmamış, aynı zamanda geleceğin tarihçileri için paha biçilmez değer taşıyan kenar notlan içeren babasının kitap-larını da korumuştu. Bunlar Kolomb'un, Marco Polo ve John Mandeville gibi ortaçağ yazarlarının yapıtlarını okuyarak Asya hakkında bilgi sahibi olduğunu gösteriyor. Aynı zamanda Kolomb'un, ikisi de Hindistan'a
gitmek için batıya yelken açılabileceğinden söz etmiş olan Aristoteles ve Seneca'ya da başvurduğu anlaşılıyor.
Kolomb'un kitaplığındaki iki ortaçağ kitabı Pierre d'Ailly'nin 'İmago Mundi'si ve Papa II. Pius'un 'Historia Rerum'u okyanusun ne kadar dar olabileceği konusunda çeşitli tahminler yürütüyordu ve ilgili bölümlerin altı belki de Kolomb'un kendisi tarafından gerektiği gibi çizilmişti. Bu arada, Ferdinand'in yaşamöyküsü, babası ile Toscanelli arasındaki mektuplaşmaların kopyalarını da içeriyordu. İtalyan coğrafyacının Avrupa ve Asya arasındaki uzaklık tahmini, Kolomb'un kendi teorisine ek bir destek sunmuştu. Ferdinand, Toscanelli'nin mektubunun "Amiralin içine daha büyük bir keşif coşkusu saldı" diye yazmıştı. Daha etkileyici olanı ise, Las Casas'ın "Bunun Kolomb'un aklım başından almış olmasıydı" diye yazınasıydı. Ama, hem Las Casas hem de Ferdinand Kolomb, Kolomb'un asıl hedefi konusunda hiçbir kuşkuya sahip olmamakla birlikte, her ikisi de "Sefer"e çok farklı bir şekilde ışık tutan bir öykü anlatıyordu. Öykü ilk kez 1539'da, Gonzalo Fernandez de Oviedo'nun Amerika'nın
keşfi tarihinde yayınlanmıştı. Oviedo'nun söylediğine göre, Portekiz'den İngiltere'ye gitmekte olan bir gemi kötü hava koşullan nedeniyle epey batıya sürüklenmiş, en sonunda çıplak insanların yaşadığı bazı adalara ulaşmıştı. Dönüş yolunda ise kılavuz kaptan ölümden kıl payı kurtulmuş ve 1480'lerin başında Kolomb'un zaman zaman yaşadığı Madeira Takımadalan'nda karaya oturmuştu. Kılavuz kaptan da kısa süre içinde ölmüş ama ölmeden biraz önce yanındaki haritayı çıkarıp Kolomb'a vermişti. Eğer "meçhul kılavuz kaptan" öyküsü doğruysa, o zaman Kolomb, sadece meçhul bir teorinin desteklediği büyük bilinmeze doğru yola koyulmamıştı. Eğer haritası varsa, nereye gittiğini belli ölçülerde biliyordu ve burasının Hindistan olmadığından kuşkulanma nedenleri de vardı. Ama öyküyü anlatan ilk kişi, Oviedo, bunun doğru olmayabileceği sonucuna ulaşmış, Ferdinand Kolomb da inanmamıştı. Öykünün epey yayıldığını düşünen Las Casas bir parça daha inanmış görünüyordu ama bu, onun Kolomb'un Hindistan'ı aradığına olan inancını sarsmamıştı. Daha sonraki tarihçiler de onların yolunu izleyerek, bu öyküden söz etseler bile üzerinde durmamışlardı. Kılavuz kaptana inanan birilerinin çıkması için 20. yüzyılın başını beklemek gerekecekti. Henry Vignaud'un yirminci yüzyılın başında, bir dizi ciltte ısrarla öne sürdüğü şaşırtıcı tezi Kolomb'un hiçbir zaman Hindistan'a gitme niyetinde olmadığıydı. Meçhul kılavuz kaptan Kolomb'a Amerika'dan söz etmiş ve Kolomb bu toprakları kendi gözleriyle görmek istemişti. Böylece, pekala Hindistan'a erişemeyeceğinin tamamen farkında olarak, sadece başka kimsenin Amerika yolunda önüne geçmemesini sağlamak için "Hint seferi"ni uydurmuştu. Vignaud, Kolomb efsanesi yaratıldıktan sonra, tarihçilerin "Kolomb'un ısrarla savunduğu gibi, bilimsel bir fikri gerçekleştirme amacıyla hazırlamış olduğu büyük seferin sıradan bir keşif gezisi boyutlarına indirgenmesi" korkusuyla buna karşı çıkmaya cesaret edemediklerini öne sürmüştü. Başka bir deyişle, Kolomb yalancıydı. Üstelik, Vignaud'ya ve izleyicilerine göre, tek yalanı meçhul kılavuz kaptan değildi. Bir kere, seyir defteri
(günlük) Kolomb'un gerçek amacını gizlemek için (ya Kolomb ya da Las Casas tarafından hazırlanan) bir sahtekarlıktı ya da en azından buna uygun bir biçimde tekrar yazılmış ve çarpıtılmıştı. Toscanelli mektuplaşmaları da, ya Kolomb'un ya da oğlunun düzmecesiydi. En başta, birbirlerine yazdıkları mektuplara ilişkin tek kanıt, Ferdinand'ın kaleminden çıkan, bizim için güvenilebilir olan tek yaşamöyküsünde bulunuyordu. Ayrıca Vignaud gibi kuşkucular, o zamana kadar görmezlikten gelinen ya da en azından hasır altı edilen bazı belgeleri kendiliklerinden öne çıkardılar. Bunların en önemlisi Kolomb ile İspanya kral ve kraliçesi arasında "Kapitülasyonlar" adlı sözleşmeydi. Kapitülasyonlar geziden Kolomb'un alacağı kar payının ayrıntılarına iniyordu ama bunlarda Hindistan adı hiç geçmiyordu.
En kuşku uyandıranı da, kapitülasyonların Kolomb'u Çin imparatorunun kesinlikle hoşgörüyle karşılamayacağı bir deyimle, karşılaştığı her adayı "keşfetme ve ele geçirme" yetkisiyle donatmasıydı. Gerçekten de, imparatorun bir adayı hafif silahlı üç İspanyol gemisine teslim edeceğini düşünmek zor. Vignaud çok daha büyük bir olasılıkla, Kolomb'un, ayrıca Ferdinand ve İsabella'nın, kafasında bazı yeni ve Avrupalılarca bilinmeyen toprakların keşfi ve ele geçirilmesinin yattığına inanıyordu. Gelenekçiler Kolomb'u savunmak için ayağa kalktılar. Denizci ünü tarihçi olarak güvenilirliğine olağanüstü katkıda bulunan Samuel Eliot Morison'un başını çektiği gelenekçiler, kapitülasyonlar açıkça Hindistan'dan söz etmese bile, Kolomb'un hepsi de Asya ürünleri
olan inci, değerli taşlar ve baharattan alacağı paylara değinen bölümlerin, açıkça onun amacının Asya'ya gitmek olduğunu gösterdiğini söylediler. Meçhul kılavuz kaptan öyküsüne gelirsek, Morrison öyküye olduğu gibi inanan denizcilikten habersiz insanları alaya aldı. Burada tarihçinin denizcilik deneyimi işe yaradı; öykünün meteorolojik bakımdan olanaksız olduğunu, çünkü sürekli rüzgarların bir tekneyi tüm Atlantik boyunca doğudan batıya sürükleyemeyeceğini öne sürdü. Morrison, elbette Kolomb'un batı adaları ve Portekizlilerin kontrolü altındaki adalarda karaya oturan garip gemi enkazları hakkındaki masalları duymuş olabileceğini teslim ediyordu. Kaşif işitmiş olduğu denizci öykülerinden pekala etkilenmiş olabilirdi. Ama gizli harita ya da meçhul kılavuz kaptan yoktu; Morrison, Oviedo'nun öyküsünün "büyük adamların ününe talihsiz bir biçimde leke çalma eğilimi"nden başka bir şey göstermediğini söylüyordu. Morrison'un ünü ve bilginliği Kolomb'un kaidesinden devrilmesini önlemişti. Ama Vignaud ve yandaşları, özellikle Kolomb'un daha sonraki seferleri söz konusu olduğunda, geleneksel öykü üzerine epeyce kuşku uyandırmayı başarmışlardı. Kolomb'un keşif seferi Yeni Dünya'ya yaptığı dört gezinin sadece ilkiydi; 1493'de yeni kıtaya dönmüş ve sonra tekrar 1498 ve 1502'de de seferlerine devam etmişti. Vignaud'un izleyicileri, yolculukta bir yerlerde, bulmuş olduğu adaların Marco Polo ve John Mandeville'nin anlattıklarıyla uzaktan yakından ilgisi olmadığını görmüş olması gerektiğini öne sürdüler. Kolomb'un gerçeği kabul etmeye en çok yaklaştığı an belki üçüncü gezisindeydi. 1498 Temmuzunda, Venezuela'nın Paira Yarımadası olarak bilinen yere ulaştı ve burasının Çin açıklarında bir ada olmayacağından kuşkulanmaya başladı. Geniş Orinoco Nehri deltasına baktı ve doğru olarak bu kadar büyük bir tatlı su kaynağının sadece hayli büyük bir ana karadan gelebileceği sonucunu çıkardı. Las Casas'ın belgelediği şekilde, günlüğünde Kolomb şöyle yazdı; "Burasının bugüne dek bilinmeyen çok büyük bir kıta olduğuna inanıyorum."
Ama bu bir anlık aydınlanmadan sonra, Kolomb ilk "Hindistan Seferi"nden çok daha saçma bir sonuca sıçradı. Yeni kıtanın "Yeryüzü Cenneti" efsanevi Cennet Bahçesi olması gerektiğini düşündü. Ferdinand ve İsabella'ya yazdığı sonraki mektup tanrıbilim ve coğrafyanın garip bir bileşimiydi: "Yeryüzü Cenneti'nin söylemiş olduğum yer olduğu konusunda kafamda hiçbir kuşku olmadığına tamamen ikna oldum." Bunun nedeni, burasının "en iyi otoritelerin her zaman Cennet'in bulunabileceğini öne sürdüğü Ekvator'un tam yukarısına" düşmesi. Sonra, daha garip bir anlayışa sıra gelmişti; Kolomb yeryüzünün yuvarlak olmadığım, "çok belirgin bir çıkıntı yapan sapı dışında her tarafı yuvarlak olan bir armut şeklinde olduğunu... sapın bulunduğu bu kesimin en yukarıda bulunduğunu ve gökyüzüne en yakın yer olduğunu" söylemişti. Kolomb, işte bu gökyüzüne en yakın yerde Cenneti bulmuştu. Kolomb aklını mı yitirmişti? Belki de! Büyük bir baskı altındaydı ve o sırada hastaydı. Ama çoğu tarihçinin görüşüne göre, onun "Yeryüzü Cenneti"nin, öteden beri gezilerinin Tanrı tarafından esinlendirildiği inancından doğmuş olması daha büyük bir olasılıktı. Ayrıca Kolomb'un Cenneti bulduğuna inanması hiçbir biçimde Asya yolunda olduğu iddiasıyla çelişmiyordu. İspanyol hükümdarlarına yazdığı gibi, Cennet tam da
otoritelerin söylediği yerdeydi; gerçekten de, Kolomb'un kitaplığındaki en çok okunan kitaplardan birinde, Imago Mundi'de adlan geçen birçok ortaçağ Hıristiyan yazarı, Cennet Bahçesi'ni Uzakdoğu'nun en uzak noktasına yerleştirmişti. Her neyse, Kolomb daha sonra Yeryüzü Cenneti fikrinden vazgeçti. 1502'de, Yeni Dünya'ya dördüncü ve son gezisi sırasında, bu yeni kıtadan Asya'ya geçebileceği bir boğaz aradığını ilan etmişti. Hala Las Casas ve Ferdinand Kolomb'un izinden giden tarihçilerin çoğunluğu, Kolomb'un hiçbir zaman bu yeni kıtanın boyutlarını anlamadığını, aslında, hiçbir zaman burasının gerçek bir kıta olduğunu düşünmediğini vurguladılar. Daha çok, Kolomb'un kafasında, burası Malaya Yarımadası'nın bir uzantısıydı. Elbette, onun sandığından büyüktü ama geçebileceği ya da dolanabileceği bir yol bulsa, Asya tam onun ardında uzanıyordu. En büyük olasılıkla, Kolomb Hint Adaları'na ulaştığına inanarak ölmüştü. Eğer öyleyse, Kolomb olağanüstü inatçı ve kararlı biriydi; aksi halde daha sonraki gezilerinin ve hatta, bu konuda, ilk gezisinin kanıtlarını göz ardı edebilmiş olmasının başka bir yolu yoktu. Demek ki, Kolomb'un Ferdinand ve İsabella'yı kendi gezisini finanse etmeye ve bilinmeyene yelken açmasını sağlamaya ikna eden, bu olağanüstü inatçılığı ve kararlılığı olmuştu. Tarihi sorgulamak geleceğe ışık tutmaktır.Umarım siz sevgili okuyucularımda sorgulamadan bir dünya var olacağını düşünenlere katılmayıp,her zaman bütünün arkasındakini görmeye odaklanırsınız.
Yiğit Akkoca yigitakkoca-yfa@hotmail.com
AKBABA SÜRÜSÜ Susmak bana yaramıyor, zira çatlayabilirim… Ortalıktan 1-2 ay kayboldum yine neler olmuş. Aslında pek de şaşılacak bir şey yok. Seçime yaklaşılan günlerde ne görsek normal! O kadar çok şey var ki irdelenmesi gereken, nerden başlasam bilemiyorum. Ama sanırım yine ekseni siyasete kayan bir yazı olacak. Çünkü şu bölücü köpeklerine şehit muamelesi yapıp, leşleri yerde kalmasın diye, askeri çiğneyerek sınırı geçip leş toplayanların, bir de hiçbir şey yokmuş gibi seçime hazırlanmasını ve buna göz yumulmasını an-la-mı-yo-rum. Her gün televizyonu açtığımda ya da gazete okurken, yeni saçmalıklar görüyorum. Biz hiçbir şey yapmazken (evet burada askeri bir müdahaleden bahsediyorum.), bir grup kendini ayrı hisseden insancık sürekli yeni yıkıcı faaliyetler içinde. Askere pusu, sivillere bombalı saldırı… Sorarsanız tüm bunları ezildikleri, hakları çiğnendiği ve özgür olmak istedikleri için yapıyorlar. Aslında tabloya bakarsanız, yaptıkları her şeye göz yuman, hepsi bir değil diyerek kenara çekilen bizler daha çok eziliyoruz, daha çok kayıp veriyoruz. Biz ve onlar demek bana çok dokunuyor. Bu ayrımı hiçbir zaman sevmedim. Zaten bu ayrımda kullandığım “onlar” kesinlikle Kürt kökenli vatandaşlarımız değil; Kürt kökenli vatandaşlarımızın hakkını koruduklarını iddia ederek bölücü faaliyetlerde bulunan, orada burada eylemler düzenleyen, kendisini koruyan askeri vuran ve bir de tüm bunları yapanları alkışlayanlardır. Mecliste çok sesli bir temsilden rahatsızlık duymuyorum. Türkiye sınırları içerisinde farklı ülkelerden öyle veya böyle sürülmüş, göç etmiş birçok topluluk yaşıyor. Uyumlu bir
ortam yaratmak adına her kesimden insanın mecliste olması aslında çok da mantıklı. Ama her yazımda bahsettiğim gibi bazıları bunu farklı amaçlar için kullanıyor ve Kürt kökenli vatandaşlarımızın adını kirletiyor. İyice incelendiğinde bunu görmek çok mümkün. Kürt kökenli vatandaşların özgürlüğü için askere saldıran zavallıların eğer gerçekten amacı bu olsaydı, Kürt kökenli askerlerimiz şehit olur muydu? Aileleri Kürtçe ağıtlar yakıp, terörü lanetler miydi? Kimse bana biz Kürt vatandaşlarımızı koruyoruz masalı anlatmasın, yemem. Ve artık bu yalana kimse inanmıyor. Seçimler yaklaştıkça bu olaylar daha da artıyor. Sebebi ise çok açık; bir grup terör ve şiddet yanlısı pislik yüzlerinde maske ile sahalara çıkıyor ve Kürt halkını temsilen seçimlere girdiklerini açıklayıp oy dileniyor. Yerseniz. Aslında Kürt kökenli vatandaşların kurduğu bir parti olması fikrine karşı değilim. Ama şu an mevcut olan partinin faaliyetlerine ve pişkinliklerine tamamen karşıyım. Amaçlarının da söyledikleri gibi Kürt kökenli vatandaşlarımızın huzur ve refahı olduğunu hiç zannetmiyorum. Zira bu amacı gerçekleştirmek isteyen kişilerin daha ılımlı ve mantıklı davranmaları gerekirken, bu kişiler bölücü terör örgütüne açıktan destek vererek, o haklarını savunduklarını iddia ettikleri Kürt kökenli vatandaşlarımızın adını kirletiyorlar. Toplumda Kürtlere karşı bir önyargı oluşturuyorlar. Ben kesinlikle Kürt = terörist kavramına karşıyım. Teröristler, bölücü faaliyetler uğruna şu ya da bu kökenden fark etmez beyni yıkanmış ve kandırılmış insanlardır. Başlarında kendini lider diye duyuran köpeğin çıkarları ve amaçlarını gerçekleştirmek uğruna kendilerini feda ettiklerinin farkında olmayanlardır. Dolayısıyla teröristler içinde her milletten insan vardır. Ama işte bu parti ve bazıları, bu durumu öyle bir sunuyor ki sanki tüm Kürtler
bölücü ve terör yanlısı. Böyle bir durumda nasıl diyebilirsiniz ki, bu parti hakları savunuyor? Ben diyemem, mantıklı hiçbir insan da buna inanmaz. Sözüm ona şehitlerinin ölülerini toplamak için izin istemişler, izini alamayınca da gizlice sınırı geçip bir kaçının ölüsünü ülkeye sokmuşlar. Şehit dediğin kendisine karşı yapılan bir saldırı sonucu ölen kişidir, karşılık bile veremeyen. Senin dediğin sağa sola saldırıp, sonunda canını kaybeden sadece ölüdür. Bunu bölücü faaliyetler çerçevesinde gerçekleştirene ise leş denir. Eğer sen leş toplamak için sınırı geçiyorsan da insan değil akbabasındır. Leşle beslenir onlar. Bir saçmalık uğruna, ne yaptığını bile anlamadan ölen insanlar üzerinden prim yapmaya çalışmak da ancak size yakışır. Bir de anlamadığım şu var; bu kadar alenen teröre destek veren bir parti nasıl kapatılamıyor? Hala o iyi yürekli insanların adını kirletip, temsil hakkına nasıl sahip olabiliyorlar? Seçimler öncesi tepki almamak, oylarını kaybetmemek için bu duruma göz yumulması beni deli ediyor. Görmezden geldiğiniz kaçak bir bina yapımı değil, milyonların kanı… Halk bundan çok sıkıldı, kirli siyaset oyunlarınızdan bıktı. Saltanatınız sonsuza kadar sürecek sanıyorsanız aptalsınız. Baş tacı etmeyi bilenler zamanla sizi paspasa da dönüştürecek güce sahip olanlardır.
Burçin TOKSÖZ
18. ŞAMPİYONLUK Fenerbahçe 18. Şampiyonluğunu kazandı. Son yıllarda kaçan iki tane de olmasa, bugün dördüncü yıldızı göğsüne takmıştı. Bu şampiyonluk sarı – lacivertli camiayı sayı olarak rakiplerinden de öne taşıdı. Önemi çok büyük çünkü müthiş, dişe diş, uçurum kenarında dolaşıla dolaşıla geldi. Rakibin değeri ve inadı da şampiyonluğun değerini arttırdı. Sadri Şener'in bir açıklaması; “Türkiye'nin dörtte üçü bizim kazanmamızı istiyor” demesiyle birden bire ortam bölündü. Fenerbahçeliler yalnız hissettiler kendilerini. Halbuki bu kulüp Türkiye'nin takımıdır. Ayrılan değil kucaklayan olmuştur hep. Fakat maçlar öyle demedi herkese. Fenerbahçe karşısında çimleri parçalayanlar, iki hafta sonra bu hırstan çok uzak oynadılar. Söylem ile eylemin örtüştüğünü görenler, sonunda “Biz bize yeteriz” demekte mahsur görmediler. Bu ortam kulübü yönetenlerin de işine geldi. Her hangi bir kötü sonuca önemli bir hazırlık ve malzemeydi ortam. Ama gerçek bu değil. Doğru olan Fenerbahçe'nin büyüklüğüdür. Herkesin yenmek istediği takım olmakla, herkesin yenilmekte mahsur görmediği takım olmanın analizi “büyüklüktür”… Fenerbahçe kimsenin rakibi değil ama herkesin değeri. Fenerbahçe'yi yenerseniz, önemlisinizdir. Geçen sezonu hatırlayın. Bursa'nın şampiyonluğu mu konuşuldu, yoksa son maçta Fenerbahçe ile berabere kalan Trabzonspor mu? Şu anda adı Ziraat Türkiye Kupası olan organizasyonun değeri Fenerbahçe'nin 28 senedir kazanamamasından kaynaklanmıyor mu? O yüzden Fenerbahçeliler kendilerini ayrı – gayri hissetmesinler. Onlar büyük bir kulübün fertleri ve taraftarlarıdır. Rakiplerin duygularını buradan bakarak değerlendirsinler ve hak versinler. KOCAMAN MUCİZESİ Aykut Kocaman'dan sezon başında bir kaçımız haricinde kimsenin umudu yoktu. Güvenmiyorlardı. Sonuçlar da iyi gelmedi. O'nun felsefesinin doğruluğuna inandım. Yıllardır sağlıklı bir yapının peşindeydi Kocaman. Fenerbahçe'nin alt yapıdan oyuncu çıkarması, emekli oyunculara on milyonlarca
euro harcamaması, kendi yıldızlarını kendisinin yaratması hep beklentimizdi. Kocaman da bunu istiyordu. Zico gibi oyuncularına “çıkın oynayın” demiyor. Ya da Daum gibi her halde faturayı oyuncuya kesmiyordu. Bu yapının oluşması, sonuçlardan daha önemliydi. Ama tabelacılar anlayamazdı bunu. Kocaman bir adım bile geri atmadı fikirlerinden. Başkan, “Ona Alex'i kazanmasını söyledik” diyor. Sanki Aykut hoca Alex'in nasıl bir oyuncu olduğunu bilmiyor. Ama eski Alex değildi istediği. “Biraz daha sorumluluk almasını bekledik” diyor Kocaman. Alex de böyle düşündüğünde nelerin fark ettiğini gördük. Geçen üç senesine bakın Alex'in, Kocaman ile geçirdiği yarım sezonla karşılaştırın. “Sen bizim her şeyimizsin” diyen Aziz Yıldırım'ın mı, yoksa, “Sen bizim çok şeyimiz olmalısın” diyen Aykut Kocaman'ın mı haklı olduğunu anlarsınız. Rekor De Souza 2004-05 sezonundan FENERBAHÇE'ye transferi gündeme geldiği zaman dudak büktüler, burun kıvırdılar.. "Gelmez" dediler. "FENERBAHÇE'de işi ne?" diye de bilgiçce eklediler.. Hatta daha da ileri gittiler, "Kandırmayın FENERBAHÇElileri" diye "köşelerinde" yazdılar.. "Malum kulüp" yöneticileri (!) Ama O, geldi.. Hem de ne geliş.. İlk geldiği sezon oynadığı toplam 48 maçta, 31 gol, 25 asist gibi muhteşem bir istatistikle girdi Türkiye ligine.. Sonraki yıllarda çizgisini hiç bozmadı. Saha içerisinde ne kadar verimli ise, saha dışında bir o kadar örnek insan oldu. Rakiplerine karşı hep saygılı davrandı, çalıştığı teknik adamlara karşı hep duyarlı oldu, görev yaptığı takım arkadaşlarına karşı hep sevgi dolu yaklaştı, kendisinden yaşça küçük oyuncuları motive etti sürekli, verdiği mesajlarla onların ne kadar iyi oyuncu olduklarını açıkça ifade ederek gelişimlerine katkı sağladı. Aynı zamanda "Quality Turkish Media" nın köşelerini, manşetlerini süsledi. Hakkında açık oturumlar düzenlendi gecenin bilmem kaçlarına kadar, süslü süslü laflar edildi futbolculuğunu sorgulama babında… "Yata yata oynuyor." dediler. "Koşmuyor" diye de eklediler… Ama O, Türkiye'de 8.sezonuna girerken oynadığı toplam 328 maçta yine toplam 151 gol attı, 141 de asist yaptı. Hem de "yata yata". Olmadık anlarda ortaya
çıktı, maçı aldı götürdü. Gitti denilen maçları çevirdi. FENERBAHÇE, O'nun oynadığı dönemler içerisinde ezeli rakipleri karşısında büyük üstünlük kurdu. [b]Türkiye Liglerinde 6 yıl içerisinde gol atamadığı sadece 1 takım kaldı. (Sakaryaspor) Yine 8.sezonunda "Tek takım forması altında 100 gol barajını aşan ilk yabancı futbolcu" oldu. FENERBAHÇE'nin "Gol kralı olmuş ilk yabancı futbolcusu." oldu. Hem de 2 defa… FENERBAHÇE'nin 3000.golünü atma onur ve şerefine erişti nitekim. Diğer rekorlarını ise anlatmaya gerek yok… İşte böylesi bir futbolcuyu tartıştılar yıllar boyunca, halen de tartışılmaya devam ediyor. Türkiye'ye hangi futbolcu geldiyse hemen etiketi yapıştırdılar. "10 Alex eder, 5 Alex eder." diye… Ama o kıyaslandığı isimlerin hiçbirisi yok Türkiye'de... Ricardinholar, Lincolnler v.s. hepsi geldi gitti ama O, halen burada… Türkiye gündeminde asla ama asla olumsuz bir görüntü ile yeralmadı. Gerek aile yaşantısı, gerekse kulüp içerisindeki günlerinin hiçbirinde en ufak bir dedikoduya meydan verecek şekilde asla göze gelmedi. Kendisi hakkında en acımasızca eleştiri yapanlara bile hep sevecen oldu. Rakipleri sahada tekmeledi, sesini çıkarmadı. Hakemlerle de arası pek iyi değil aslında bu 6 sezonda.. (!) Servet Çetinlerle, İbrahim Toramanlarla, Sabri Sarıoğullarıyla "yarıştı" kart konusunda. (!) 7 sezonda toplam 39 sarı, 1 kırmızı kart gördü. Bunların neredeyse tamamı, hakemlerin kendisine yönelik veya takım arkadaşlarına yönelik verilen haksız kararlar karşısındaki itirazlarından dolayı gerçekleşti. Ama O, yılmadı. Tam tersi, "yıldırdı" bıktırdı, canlarından bezdirdi.. Emdiklerini burunlarından getirdi adeta.. Saha içerisinde rakiplerinin başını döndüren hareketleri yapmasına rağmen asla onlarla alay edercesine işi şova götürmedi. Hatta "başkaları" gibi top sektirmedi boş alanlarda.. Sadece işini yaptı, saygı çerçevesi içerisinde.. Bu sezon da Alex cephesinde değişen bir şey yok.. "Yata yata" rekorları parçalamaya devam ediyor…
Kunter COŞKUN
ÖĞRET-MEN Annem “ Öğretmenin sözünü dinle, üzme sakın !” diye tembihleyip okula göndereli 15 yıl oldu. İlk birkaç yılı dışında sıkıldım hep öğretmenlerimden. Suçu kendimde aramadım çünkü biliyorum ki ben sorunsuz diye tabir ettikleri öğrencilerdendim. Dersimi çalışırdım, öyle ses gürültü patırtı yapmazdım , hoca kızdığında ona bana bağırdığından daha yüksek bir sesle cevap vermezdim. Buna rağmen işe yaramaz demekten kaçınmadığım çocuklardan daha fazla değer görmedim, kurunun yanında ben de yandım. Çünkü hocamız bizimle uğraşamazdı, bir sürü işi gücü vardı zaten bir de bizimle mi uğraşacaktı? Başka bir öğretmen olsa öyle üstün körü anlatır geçerdi ama o bize anlatmak için uğraşıyordu… Ne lütuf ama! Halbuki bir öğretmenin görevi konuyu öğrencilere anlatmaya çalışmak mı? Ne münasebet! Durduk yere uğraştırıyoruz insanı… Aslında hep sistemi eleştirdik ama ben daha sistem ne bilmeden önce öğretmenlerime kızardım. Sıra dayağına çekmek ne demek? Bir olayın failini bulama ve bu sebeple suçu bütün sınıfa at ve herkese yaptırımda bulun. Ben niçin yapmadığım bir şey yüzünden cezalandırılmak zorunda olayım? Başkasının yaptığı hatanın bedelini niçin ben de ödeyeyim?? Evet ödemek zorundayım çünkü ben öğrenciyim. Öğrenci her yaptığında hatalıdır, öğrenci her zaman suçludur, pek çok zaman değersizdir. Değerli olan öğretmendir. Normal bir insandan daha fazla egoya sahiptirler. Dünyayı kurtarıyoruz sanırlar. Hiç çekinmeden söyleyebilirim ki gerek benim neslimin öğretmenleri gerekse şimdiki öğretmenler hiçbir işe yaramamakla beraber öğrencileri okuldan soğutma konusunda oldukça uzmanlar. Kibirleri yaptıklarını aşmış durumda. Ne yaptıklarını zannediyorlar anlamıyorum. Çoğumuz az çok bir puanla üniversiteye giriyoruz. Ben işletme seçiyorum başka biri mühendislik
seçiyor diğeri öğretmenlik. Seçtiğimiz bölümler yapmak istediklerimizle alakalı olarak değişiyor. Ben de 5 sene okuyorum öğretmen olan adam da 5 sene okuyor hatta hazırlık yoksa 4 sene okuyor. Ben özel işletmede müşterilerle 8 saat belki daha fazla uğraşıyorum, öğretmen sabahtan ya da öğleden sonra her gün beraber olduğu çocuk yada gençlerle 6 saat geçiriyor. Peki bu kibrin sebebi NE ?? Sebebi yine tabi ki biziz… Her saçma insana verdiğimiz kibirlenme fırsatını öğretmenlere de veriyoruz. Yanlış yaptıklarına “ hop arkadaşım napıyorsun sen ?? ” demiyoruz. Çook uzun yıllardır süregelen öğretmenliğin kutsal olduğu fikri bizi sorgulamadan alıkoyuyor. Öğretmenliğin kutsal olduğu falan yok artık. Az sayıda ama çok değerli oldukları zamanlar geride kaldı artık. Birilerinin öğretmenlere işlerinin eğitmek, öğretmek ve sorumlu oldukları insanlarla ilgilenmek olduğunu hatırlatmalı. Öğrenciler günlük sorunlarının acısını çıkaracakları kişiler değiller. Hepsi sabrı , iyi niyeti hakediyor. Aranızda mezun olup öğretmenlik yapacak olan varsa lütfen unutmayın asıl mesele öğrencidir. Öğretmenler öğrenci için vardır. Okullar öğretmenlerin krallıkları değildir. Asıl mesele hükmetmek değil öğretmektir.
Melike GÜNEŞ
GÜNEYDEKİ CENNET Merhaba bu ay sizlere eşsiz doğa güzelliği ve hareketli gece hayatı olan Marmaris’ten bahsetmek istiyorum. Marmaris’e giderken ilk yapacağınız şey Akyaka’ya uğramak olsun. Orada sizi küçük ama şirin tekne gezintisi beklemektedir. Tekne ile yolculuğunuz başladığı anda filmlerdeki gibi sazların arasında nehrin berraklığıyla suyun içinde yaşayan büyük otlar nehrin rengini adeta yeşile boyamıştır. Tekne yolculuğunuz devam ederken kıyılarda ördek yavruları ve onların yanından ayrılmayan annelerini göreceksiniz. Biraz daha ilerleyince kaplumbağa yavruları dikkatinizi çeker. Suya baktığımda iri iri balıklar grup halinde o cennet gibi yerde dolaşmaya çıkmışlardır. Kıyılarda ise sıra sıra yapıtları şahane olan doğayla uyumlu evler ve oteller yerini almış bile. Bu güzel tekne gezintimiz tadına doymadan sona erer. Akyaka’dan çıkıp artık Marmaris’e gitme vakti gelmiştir. Marmaris’e otelimize yerleştikten sonra merkeze bir yürüyüşe çıkın. Hemen önünüze sanat sokağı sergileri gelecektir. El ile yapılmış takılar incik boncuklar turistlere satışa sunulmuş beklenmektedir. Biraz daha ilerledikten sonra Marmaris sahiline ulaşırsınız; ve orada sırayla restaurantlar vardır. Canlı müzikler ,türkü evleri hatta Ankara köçekleri bile oynatılır. Sahilde uzun bir yürüyüş sevdiklerinizle sizi bekler. Ben sakinlikten hoşlanmam diyorsanız; barlar sokağına otel
servisleriyle bırakılırsınız. En başında ünlü eğlence klubü Arena sizi büyük, açık hava, müthiş ateşli dekoruyla ve dansçı kızlarıyla kucaklar. Yerli turistlerdense yabancı turistleri daha fazla görürsünüz. Dj’ler sizleri şarkılarla coştururlar. Ardından oradan çıkıp Back Street adlı mekana girdiğinizde salıncaklı dekoruyla yine içerisini coşturmuş djler vardır. Bir başka mekan olan Joy club’te ise dekorunda dikkatinizi yapay su şelaleleri dikkatinizi çeker. Orda da herkes bir taraftan kopmuştur. En son bir başka mekan ismi daha Beach club’ta dekoru bembeyaz ve tanrıça heykelleriyle döşenmiş yazın geldiğini hissettiren manzarayla karşı karşıyasınızdır. Ordan çıkıp barlar sokağında yürürken tekila bira satan kızları ve sokakta dansçları görürseniz şaşırmayın. Kimse kimseye karışmıyor rahat bir ortam var. Kıyıda ayrı sokaklarda bol seçenekli restaurantlar bulunmaktadır. Kıyılarda tekne turu için yanaşmış onlarca tekneler, yatlar bulunmaktadır. Sabahtan başlar sizi gezdirmeye. Temiz koylara yanaşırlar. Maviyle yeşilin buluşmasını izlersiniz. Diğer koyda açık mavi olan deniz diğer koyda koyu renge bürünmüştür. Turunç adlı sakin ve bir o kadarda gelişmiş beldeye yanaşırsınız. Mini sergiler belediyenin yapmış olduğu yapılar o beldeye hoşluk katmıştır. Tabi yabancı güzel turist kızlarla daha bir hareketlilik kazanmıştır. Akşam olmadan bu güzel yerleri gezmenin sonuna gelinir.
En son bahsedeceğim yer ise iztuzu plajıdır. Bu plaj caretta caretta kaplumbağalarıyla ünlü ve tatlı suyla tuzlu suyun kavuştuğu yerdir. Bir tarafa bakarsanız gölet diğer yana baktığınızda ise uzunca bir plaj vardır. O plajda gittiğiniz özel bazı kumsal yerler karantina altına alınmıştır. Altında kaplumbağa yumurtaları bulunmaktadır. Hatta yakınında kaplumbağa rehabilitasyon merkezi açılmıştır.
Söylediğimiz üzere ülkemizin cennet yerlerinden birkaç tanesinden bahsettik. Bir an önce bu cennet yerler gidilip görülmeli ve bu muhteşem yerlerin kıymetini bilmeliyiz.
Mihraç Nalbantoğlu NOT: YAZI VE RESİMLER ORJİNALDİR.
EV “Dil düşüncenin evidir.” demiş HEIDERG. Bu sözü duyduktan sonra yaşadığım bazı olayları kısa bir süre içinde düşündüm ve bu söze katılmadığımı anladım. Bence, düşünce dilin evidir. Soruyorum. Biriyle konuşurken düşüncelerinizi dile getirirsiniz, söylediklerinizi düşünmezsiniz. Ağzınızdan herhangi bir laf çıktıktan sonra onu düşünür müsünüz? Bence hayır. Konuşurken, söyleyeceklerinizi önce düşünürsünüz, sonra söylersiniz. Düşüncelerimize aile, beynimize de ev diyelim. Kullandığımız dil de evin kapısı olsun. Aile, evin içindedir. Evden çıkacağı zaman kapıyı kullanır. Düşüncelerimiz de beynimizin içindedir. Onları, dilimizi kullanarak dışa vururuz. Peki sizce nedir dil, nedir düşünce? Aralarında nasıl bir bağ vardır? Hangisi hangisinin evidir? Bu soruların cevabını nasıl öğrenebiliriz? Aslında çok basit. Sadece düşünmeliyiz. Yaşadıklarımızı, kazandığımız tecrübeleri, çıkardığımız dersleri düşünmeliyiz. Ve sonra bu düşüncelerimizi başkalarıyla paylaşmalıyız. Düşüncelerimizi birbirimizle paylaşırken bu soruların cevabını hemen bulacağız. O zaman farkına varacağız ki, herkesin cevabı farklı olacak. Pınar KESKİN
Sansürlerle Yaşıyorum Bu ay ben İnternet Sansürü’ne biraz kafayı takmış vaziyetteyim. Bunun nedeni de internete çok düşkün olmam falan değil sadece olayın benim kişisel alanıma doğrudan müdahale olmasından dolayı. Bu nedenle RTE ve onun ulvi(!) hükümetinin internetten önce filtrelemesi gerektiğini düşündüğüm(!) birkaç öneriyi paylaşmak istedim. Bunlar benim kendi fikrim değil ama bazıları şuan hali hazırda olan bazıları da olması kuvvetle muhtemel olaylardan derlediklerimdir. Buyurun başlayalım:
Kadın filtresi: Bu paketle memleketin “ağır ağabeyleri” ve de “kazak erkeklerini”, kadınların eşit hak, kadına şiddete son, kız çocukları gibi rahatsız oldukları haberlerden korumak amaçlanmıştır. Yeterli kıroluk ve de geri kafalılığı sağlayan herkese ücreti sağlanacaktır. Trafik filtresi: Bu filtre ise kadın erkek ayrımı gözetmeksizin trafikte “usta şoför” olanlara ve de her daim yol üstünde koşulsuz üstünlük sahibi olanlar için hazırlanacak. Araçlarına takılacak cihazlarla tüm ışıklar yeşil, tüm şeritler boş, çarpılan her araç ve yaya ise 8’de 8 kusurlu olacak. Böylece usta şoförlerimizin trafik kuralları gibi angaryalarla uğraşmaları engellenecek. Eğitim filtresi: Başbakan’ın en az üç çocuk hedefi doğrultusunda hazırlanacak pakette, ayrım yapılmaksızın her ailenin çocuklarının okuması için kura yöntemi uygulanacak; kazananlar okuyacak, kazanamayanlar ise çıraklıktan başlamak üzere iş hayatına aktarılacak. Okuyanların ise hiçbir şekilde kaliteli eğitim vb hakları olmayacak. ( Not: kuralarda sehven oluşacak hatalardan kimse sorumlu tutulamaz.) Spor filtresi: başta futbol olmak üzere tüm spor dallarında uygulanacak bir pakettir. Süper Lig’in hiç bitmemesi, başta
olmak üzere ana haberlerden spor bültenlerinin baa alınması, sporla ilgili haberlerin memleket meselesi olarak verilmesi gibi uygulamalar içerir. Ekonomi filtresi: Ülkeyle ilgili ekonomik gelişmeler ve haberler devletin sağlayacağı tek bir yerden sağlanacak. İşsizlik artıyor, cari açık büyüdü, benzine zam gibi haberlerle halkın canı sıkılmayacak, bu haberler gerçek dahi olsa duyurulmayacak. Bunların yerine yapılan iyi işler ya da yapılmasa dahi yapılmış gösterilen işler duyurulacak. Siyaset filtresi: Hükümetin yaptığı her iş iyi sayılacak, TBMM’de iktidar partisinin milletvekilleri asil, diğerleri fasulyeden vekil sayılacak. İktidarın tüm mitinglerine tam katılım zorunlu olacak, katılmayanlar evlerinden zorla alınıp, günde 8 saat aralıksız bayrak sallamaya zorlanacak. Bu kurallara uymayan kişi, mahalle, ilçe ya da şehirler “Gavur” ilan edilecek. Son bir söz daha, çocukların olumsuz etkilenmesinden korktukları için bu uygulamanın haklı olduğunu söyleyen başta RTE ve onunla aynı fikriyattaki herkese söylemek istediğim bir şey var: Eğer sizden ve sizin gibi düşünen zihniyetten kendimizi sakınmayı biraz olsun başarabiliyor, koyun gibi peşinizden koşmuyorsak, sizin korktuğunuz internetten hem kendimizi hem çocuklarımızı koruyabiliriz. Hamdi AYAR hamdi.ayar@hotmail.com
Proje Köşesi Arkadaşlar merhaba; sizleri yeni bir bölümümüz ile buluşturuyoruz. İsmi Proje köşesi bundan sonra her ay sizlerle gençler için fırsat tanınan projeler hakkında bilgi verecek, ve sizlere bu konuda yardımcı olacağız. Umarız siz değerli gençlerimiz bu köşe sayesinde daha bilinçli bireyler haline gelir Dünyanın her yerindeki organizasyonlarında çeşitli görevler alırsınız.O zaman bu ay sizler için seçtiğimiz projelere bakalım
11. Avrupa Gençlik Olimpik Oyunları 23-30 Temmuz 2011 tarihleri arasında Trabzon'da yapılacak. Avrupa Olimpiyat Komitesi'nin (EOC) organizasyonu olan ve Avrupa Gençlik Olimpik Oyunları olarak da adlandırılan EYOF 2011, Türkiye'nin olimpiyat düzeyinde düzenlediği ilk spor organizasyonu olacak. Yani, Cumhuriyet tarihinde olimpiyat bayrağı ilk olarak Trabzon'da dalgalanacak. Sportif Etkinlikler Trabzon’da Avrupa Gençlik Olimpik Oyunları’nın önerilen takvime göre gerçekleştirilmesi hava koşulları, sosyal program ve ulusal/uluslararası spor etkinlikleri açısından uygundur. 23 Temmuz 2011, Cumartesi Varış ve antrenman 24 Temmuz 2011, Pazar Varış ve antrenman, teknik toplantılar, açılış töreni 25 Temmuz 2011, Pazartesi Yarışmalar
26 Temmuz 2011, Salı Yarışmalar 27 Temmuz 2011, Çarşamba Yarışmalar 28 Temmuz 2011, Perşembe Yarışmalar 29 Temmuz 2011, Cuma Yarışmalar ve kapanış partisi 30 Temmuz 2011, Cumartesi Ayrılış 11. Avrupa Gençlik Olimpik Oyunları için Olimpiyat Meşalesi 24 Mayıs Salı günü Yunanistan'ın başkenti Atina'dan törenle alınacak. Meşale töreni için 23 Mayıs Pazartesi günü Atina'ya heyetin gidecek olması nedeniyle bir basın toplantısı düzenleyen Gençlik ve Spor'dan sorumlu Devlet Bakanı ve EYOF 2011 Trabzon Hazırlık Düzenleme Kurulu Başkanı Faruk Nafız Özak, Türkiye'de ilk olimpiyat bayrağının ilk kez Ağustos 2009'dan beri Trabzon'da dalgalandığını hatırlatarak, "Salı günü Atina'dan alınacak olimpiyat meşalesi ile olimpiyat ateşi de ilk kez Trabzon'da yanacak" dedi. Bakan Özak; Trabzon Valisi Dr. Recep Kızılcık, Trabzon Belediye Başkanı Dr. Orhan Fevzi Gümrükçüoğlu, KTÜ Rektörü Prof. Dr. İbrahim Özen, EYOF 2011 Trabzon Genel Koordinatörü Nihat Doker ile Gençlik ve Spor İl Müdürü Şerif Özgür ile birlikte düzenlediği basın toplantısında, Avrupa Gençlik Olimpik Oyunları ile ilgili çalışmaları değerlendirdi. Detaylı bilgi için http://www.trabzon2011.org/ GENÇLİK PROGRAMLARI (Son Başvuru Tarihi Haziran Olanlar) İspanya Ulusal Ajansı tarafından İspanya'da 28 Eylül-02 Ekim 2011 tarihlerinde "APPETISER in Spain an introduction to international youth work" isimli eğitim kursu düzenlenecek. Başvuruları kabul edilenlerin yeme-içme, konaklama masrafları İspanya Ulusal Ajansı tarafından, ekonomik sınıf yolculuk masrafları, seyahat sigortası ücreti, yurt
dışı çıkış harcı ücreti ve vize masrafları Ulusal Ajans tarafından karşılanacaktır. Eğitim dili İngilizce'dir. Eğitim kursu esnasında çevirmenlik hizmeti verilmemektedir. *Tüzel kişiliği olan ve kar amacı gütmeyen sivil toplum kuruluşları, üniversite toplulukları, Gençlik Merkezleri, Gençlik Meclisleri adına başvuru yapılabilir (İngilizce başvuru formunda "organisation" kısmına kurum / kuruluş isimleri yazılacaktır). Bir kuruluştan en fazla 1 kişiye destek verilecektir. Türkiye'den toplam olarak 3 kişi eğitim kursuna katılım sağlayabilecektir. Değerlendirme, başvuru formları üzerinden yapıldığından, başvuru formunuzu açık, anlaşılır ve net olarak doldurduğunuzdan ve sizi, bu etkinliğe katılımınızla ilgili motivasyonunuzu, somut hedeflerinizi en iyi şekilde aktardığınızdan emin olunuz. Son başvuru tarihi 08 Haziran 2011'dir. Belçika'da düzenlenecek olan "CREATIVITY and INNOVATION in YiA" başlıklı gençlik seminerine Türkiye'den 4 genç gönderilecek . Başvuruları kabul edilenlerin yeme-içme, konaklama masrafları Belçika (BE-FR) Ulusal Ajansı tarafından, ekonomik sınıf yolculuk masrafları, seyahat sigortası ücreti, yurt dışı çıkış harcı ücreti ve vize masrafları Ulusal Ajans tarafından karşılanacak. Başvuru için acele edin!Belçika'da 4-9 Ekim 2011 tarihlerinde düzenlenecek olan "CREATIVITY and INNOVATION in YiA" isimli etkinlik ile ilgili bilgiye ve "online" başvuru formuna sayfa sonundaki linkten ulaşabilirsiniz. Son başvuru tarihi 24 Haziran 2011'dir. Eğitim dili İngilizce'dir. Eğitim kursu esnasında çevirmenlik hizmeti verilmemektedir.
*Tüzel kişiliği olan ve kar amacı gütmeyen sivil toplum kuruluşları, üniversite toplulukları, Gençlik Merkezleri, Gençlik Meclisleri adına başvuru yapılabilir (İngilizce başvuru formunda "organisation" kısmına kurum / kuruluş isimleri yazılacaktır). Bir kuruluştan en fazla 1 kişiye destek verilecektir. Türkiye'den toplam olarak 4 kişi eğitim kursuna katılım sağlayabilecektir. Başvuruları kabul edilenlerin yeme-içme, konaklama masrafları Belçika (BE-FR) Ulusal Ajansı tarafından, ekonomik sınıf yolculuk masrafları, seyahat sigortası ücreti, yurt dışı çıkış harcı ücreti ve vize masrafları Merkez Başkanlığımız tarafından karşılanacaktır. Değerlendirme, başvuru formları üzerinden yapıldığından, başvuru formunuzu açık, anlaşılır ve net olarak doldurduğunuzdan ve sizi, bu etkinliğe katılımınızla ilgili motivasyonunuzu, somut hedeflerinizi en iyi şekilde aktardığınızdan emin olunuz. Tüm Sorularınız için bilgi@ua.gov.tr ve Program hakkın detaylı bilgi almak için http://www.ua.gov.tr/ adresini ziyaret edebilirsiniz.
Young Future Academy Ekibi
EMANET Bazen bir yazı ya da şiir hoşuma gitti mi onu not ederim ben bir kenara. Genelde yazan kişinin ismiyle beraber ama bazen unutuyorum maalesef sonra da arasam da bulamıyorum. Babalıkla ilgili çok güzel bir şiir var not ettiklerim arasında, nerde duydum ya da nerde okudum bilemiyorum ama çok duygulu bir şiir olduğu için ve de babalar günü sebebiyle sizlerle paylaşıyorum. Umarım babalarınızın kıymetinizi biliyorsunuzdur ve umarım babalar da çocuklarına sevgisini gösterebiliyordur çekinmeden. Tüm babaların babalar gününü kutluyorum. İyi ki varsınız, ne büyük nimetsiniz bizler için…
Şeyda KAYA “Baba dediğin, çocuğunu korumak için her şeyi yapmalıdır. Baba dediğin çocuğu çağırdı mı iki eli kanda olsa gitmelidir. Baba dediğin zor zamanında kucaklar çocuğunu Çünkü baba ile çocuk emanettir birbirine tanrıdan. Anne dediğin çocuğa hayat verir. Sonra çocuk küçük elleriyle tutar Babanın ellerini ve çocuk babaya hayat verir. Babanın gücünün sonudur çocuk. Her şey unutulur onun için çokcana. Babanın günahlarının toplamıdır çocuk. Onun yerine yanar çokcana ateşte. Babanın olamadığı her şeydir çocuk. Onun umutları yaşar çokcana içinde. Babanın yalanıdır çocuk sonunda ortaya çıkmış. Çocuk babanın kanayan elidir çocuk Çocuk babanın akmayan gözyaşlarıdır Çocuk babanın sakladığı sevgisidir Babanın yumuşak derisi, içinde atan kalbidir çocuk Çocuğun babasını hedefleyen çocuğuna sallamalıdır kılıcı Çocuk, babanın emaneti çocuk Babanın kaybedemeyeceği tek şeydir çocuk.”