YFA Genç Analiz Eylül

Page 1

GENÇ ANALİZ Young Future Academy Aylık Gençlik Ve Kariyer Dergisi

EYLÜL SAYI :

2011 19


GENÇ GELECEK KÜNYE

ĠÇĠNDEKĠLER

Dergi Editörü

.

Bir Türlü AĢk, Bin Türlü Taklidi Vardır …1

ġeyda KAYA

. . . . . . . . .

Hola Espana …….……..……………… 3 Küçük Kız ……….………………………….… 7 BAġIMIZ SAĞOLSUN …….……..… 10 Assasin’s Creed : Revelations ……….. 12 Büyük Hitler Ve Sırrı ………….……….. 16 Garp Kurnazlığı ……………………. 27 Ah Bu ġarkıların Gözü Kör Olsun .… 32 Proje KöĢesi …………………………... 34 Bir Film , Ġki Kitap ……..………… 39

Kapak Tasarım Melike GÜNEġ

Yurt DıĢı iliĢkiler Adem BAKAN Ceren BAKICI

Yurtiçi ĠliĢkiler Fulya SAVAġIR

Proje Koordinatörü Yiğit AKKOCA

Hazırlayan: Young Future Academy Website: www.youngfutureacademy.tr.gg

Dergi Kadrosu Burçin TOKSÖZ Ceren BAKICI Hamdi AYAR Kaan TÜRKELĠ Kunter COġKUN Miraç NALBANTOĞLU Melike GÜNEġ ġeyda KAYA Yiğit AKKOCA

Adres: Cumhuriyet Bulvarı No:219 Kalyon Apt. Daire:5 35220 Alsancak, İZMİR Tel:05065882913 NOT : Her türlü eleştiri ve yorum için gencgelecek@windowslive.com adresine mail atabilirsiniz. Ya da yazarlarımızın yazılarının altındaki mail adreslerinden direkt onlara ulaşabilirsiniz. İyi okumalar


BİR TÜRLÜ AŞK, BİN TÜRLÜ TAKLİDİ VARDIR Mum ile pervane’nin aşkını bilir misiniz? Mum görkemli, dimdik duran, karşı konulmaz bir sevgiliyi temsil eder. Kendinden asla ödün vermez… İçindeki can fitili ateşini daima taze tutar… Aşk için yanar… Aşk için söner en sonunda… Aşkı o kadar güçlüdür ki, bu yücelikle etrafa ışık saçar… Pervane ise Mum’a hayranlığıyla bilinen bir aşıktır. Pervane önce uzaktan uzaktan döner Mum’un etrafında… Henüz kanatları alevle tanışmamıştır… Etrafında aşkla çırpar kanatlarını… Döner durur öylece bir süre… Sonra, yetmemeye başlar bu mesafenin hissettirdikleri… Biraz daha yaklaşmaya niyetlenir… Dönmekten asla vazgeçmez… Her geçen an alevin sıcaklığını daha çok hissetmeye başlar… Sıcaklığı hissettikçe biraz daha yakınlaşma arzusuna karşı koyamaz… Daha yakın, daha yakın, daha da yakın olmak ister. Artık her dönüşte biraz daha yaklaşır Mum’un aşkına, alevine… Mum’a ışık veren, aşk veren ince uzun ipe erişmek, aşkının ibadetidir. Tam da aşkla aleve yaklaşmışken, kanadının ucu alevden nasibini alır aniden… Yanar…! Pervane can acısıyla uzaklaşır Mum’dan… Aşkın acı verebileceğini yeni öğrenmiştir… Şaşırır… Uzakta bir yere konar ve bekler…


Acısı birazcık dinmeye başladığında, yeniden aşka uçma tutkusu kaplar ruhunu… Engel olamaz kendine… Bu sefer en yakından başlar Mum’un etrafında dönmeye… Pervane yaralıdır bu dönüşlerde, Mum ise ağlamaklı… Bu böyle devam ederken Mum’un tükenmekte olduğunu fark eder Pervane. Sona yaklaştığını anlayan Pervane daha yakından döner artık, daha çok yanmaktadır. Alevin etrafında aşkla dönerken, aşkının içindeki can fitiline bırakıverir kendini, aşkını, canını… Usulca eriyen Mum’un gözyaşlarından yarattığı eteğinin üzerine düşüverir cansız bedeni… Sonuç olarak Mum da aşıktır Pervane’ye Pervane de Mum’a. Günümüzde hep pervane aşık mum ise maşuk gibi anlatılmakta. Gerçek öyle değildir ; Pervane azıcık ışık gördü mü hemen yanıverir, oysa ki Mum tamamen yanana dek dikilip durur, sabreder. Pervanede tahammül yoktur. Aşk ateşi pervanenin yalnız kanadını, mumun ise bütün vücudunu baştan aşağı yakar.

Herkes aşık olur. Önemli olan nasıl bir aşık olduğunuzda… Mum gibi dimdik duran mı Pervane gibi her ışığa sabırsızca atlayan mı? Şeyda KAYA Dergi Editörü seydakaya-yfa@hotmail.com


 HOLA ESPAñA  Uçak bağını kara parçasından koparırken sevgilimin elini tutuyordum,bir hayal gerçekleşmişti.İspanya‟ya uçuyorduk!!!

Ancak nasıl olduğunu merak ettiniz değil mi?  Baştan başlamak lazım her şey Genç Yaşamın Sesleri Derneği Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Murat Dilek‟in AB Gençlik Programı Eylem 1.1 Gençlik Değişimleri projesi kapsamında İspanya- Bilbao'da düzenlenecek olan ve Genç Yaşamın Sesleri Derneği'nin ortak olarak yer alacağı "Genç İşsizlik - Spor ve Alışkanlıklar vasıtasıyla Kültür Tanıtımı" konulu proje için seçildiniz demesiyle başladı. İspanya'da düzenlenecek proje etkinliğine katılım sağlayacak 10 gençten biri olup 31 Temmuz 2011 - 9 Ağustos 2011 tarihleri arasında Bilbao'da temsil edeceksiniz demesiyle artık daha da mutluydum Ancak işin en garip tarafı aynı projeye ilk defa başvurduğumuz halde kız arkadaşımın da seçilmesiydi.Projenin bizim için önemi daha çok artmıştı. Maalesef yeni haliyle bordo olan hususi pasaporta sahip olduğumuz için vize koşuşturması başladı ancak bir çok şirket bize vize alamayacağımızı sürenin çok dar olduğunu söylediler. Bu üzücü ve yorucu kısımları fazla anlatmayacağım sonuç olarak biz vize


başvurusu yaptık ve bundan sonraki süreçte kız arkadaşım ve bana yardımını esirgemeyen değerli arkadaşım Sinan Sönmez‟e teşekkürlerimi bir borç bilirim. Sonuç olarak vizemiz uçuş tarihinden bir gün önce belli olacaktı, tam bir kaos olmasına rağmen davet mektubunun varlığı bir nebze bizi rahatlatıyor ve yavaş yavaş bavul topluyor bu sırada da proje için hazırlanıyorduk. Genç işsizliğine yönelik bir proje olduğu için tüm istatistikleri topluyorduk.Tabi ki bu konuda Türk ekibine katkısını esirgemeyen Fatih Güngör ve Burak Yılmazsoy‟a da teşekkür ederim.

O kadar çok şey var ki anlatacak ama kısa kesiyorum sonuç olarak son gün vizemiz çıktı ve her şey için hazırdık. Kız arkadaşımla bir önceki uçağa bindiğimiz için Madrid‟te Türk grubunu bekledik ve Buluşup Bilbao otobüsüne bindik. O kadar yorulmuşuz ki sabah otobüs Bilbao‟ya vardığında You are my heart you are my soul şarkısı ile uyandık  Ve İspanyol grup lideri Ainhoa Oar bizi en az bir Türk sıcakkanlılığı ile karşıladı ve her şey ondan sonra başladı. Projenin nasılg eçtiğini kısaca BŞk yardımcısı Murat Dilek‟in “Yorucu fakat bir o kadar da faydalı ve eğlenceli bir 9 gün geçirdik. Ülkenin dört bir yanından bu projeye katılım için başvurular aldık. Bu başvurular


içerisinden 10 kişilik genç bir grup oluşturduk. Proje konumuzun önemini de göz önünde bulundurarak bu gençlerimiz ile yoğun bir hazırlık dönemi geçirdik. Ülkemizde ki Genç İşsizlik ile ilgili en son veriler, yapılan çalışmalar, iş arama-bulma yöntemlerinin tartışılması, çözüm önerileri konusunda çeşitli sunumlar gerçekleştirdik. Bütün bunların yanında, İspanyol ve özellikle de bölge itibari ile Bask Kültürünü yakından tanıma fırsatı bulduk. Gençlerimizle birlikte harika bir takım çalışması sonucu Proje sürecini geride bıraktık. Bu projeye katılım sağlayan bütün arkadaşlara yapmış oldukları özverili çalışmalardan dolayı tek tek teşekkürlerimi iletiyorum. Bundan sonra da farklı proje ve etkinliklere devam edeceğiz” sözleriyle açıklasak yerinde olur

Ancak bird e benim tarafımdan bakın  Proje sonunda 4 kilo almış, bize ayrılıkçı hareketleriyle gündemde olan Kürt sorunu yerine oradaki Bask sorununun ne kadar kaliteli ele alındığına tanık oldum. Trabzonspor‟un rakibi olan gerçi şimdi değil ama olsun Bilbao stadını Bize her yer Trabzon diyerek inletmek ve unutulmaz arkadaşlıklara imza atmak bu projenin vazgeçilmezleri oldu. Açıkcası Eylül sayısına yetiştirmek istediğim için her şeyi çok atlayarak yazdım


ama şunu söyleyebilirim ki fotoğraflara baktığınızda ve şuan bu satırları bile yazarken heyecanlı olduğumu anladığınızda gençlik projelerinin ne kadar farklı bir şey olduğunu anlayacaksınız. Bu yüzden proje için tanıştığım ancak çok güzel arkadaşlıklar kazandığım arkadaşlarım olan;  Murat Dilek’e koordinasyonu için,  Fatih Güngör’e programlı olduğu için  Zuhal Aydın’a destek olduğu için  Fatih Çakın’a renkli karakteri için,  Betül Arıcan’a o ne diyeceğimi bilir  Burak Yılmazsoy’a şakaları için,  Taha Polat Geçmez’e konu dışı bakış açıları için  ,  Özgün Yetkin’e ilk yardım müdahaleleri için ,  Ve tabi ki sevgilim Ceren Bakıcı’ya benim hep yanımda olduğu için ÇOKKK TEŞEKKÜR EDERİM İYİ Kİ TANIMIŞIM SİZİ, BİRLİKTE BAŞKA GÜZEL PROJELERE…

Yiğit AKKOCA yigitakkoca-yfa@hotmail.com


KÜÇÜK KIZ Küçük bir kızdı o, henüz dünyanın oyunlarını bilmeyen. Okuluna gider, ailesiyle vakit geçirir, oyunlar oynardı. Diğer çocuklardan hiçbir farkı yoktu. Ama dünyanın kuralını biliriz; mutlaka büyüyecekti. Üzülmeyi öğrendi, çaresizliği de. Büyümek üzülmek miydi? Eğer öyleyse büyümek istemiyordu. Hep çocuk kalmalıydı, hep mutlu olmalıydı. Etrafındaki neşeli çocuk şarkıları azalıyordu. Onların yerini sorular, sorunlar, sorumluluklar kaplıyordu artık. Büyümek sorun yaşamak mıydı? Eğer öyleyse o büyümemeliydi. Üzülmeyi biliyordu artık, ama niye çaresizdi? Cevap çok basit; çünkü aşık olmuştu. Ama korkuyordu da... Aşık olmak korkmak mıydı? Korkmak istemiyordu ama aşkı çok sevmişti. Artık bir tercih yapmalıydı; aşk mı, korku mu? Aşkı seçti, korkularıyla yüzleşemeden aşkı seçti. Korkularıyla yüzleşseydi üzülmeyecekti fakat aşk onu üzmüştü. Sonunda “Aşk güzel bir şeydir, kimseyi üzemez, üzerse aşk olmaz.” dedi. Üzülmemek için aşkı aramalıydı. Aşktan ziyade küçük kız büyüdüğünü ne zaman anladı biliyor musunuz? Sevdiklerini kaybetmeye başladığı zaman. O büyüdükçe sevdiği insanlar da büyüyordu. Ama yaşlılıktan ötesi yok. Küçük kız bir kez daha üzülmüştü. Evet, büyümek üzülmekti. Büyümek, hayatla yüzleşmekti. Anladı ki her insanın kendine ait bir düzeni var. O da düzenini oluşturmalıydı. Çalıştı, tercihler yaptı, büyümüş olan insanlarla tanıştı. Ne istediyse çalışarak kazandı. İnançlıydı, umutluydu,


yürekliydi. Aynı zamanda büyümeye devam ediyordu. Ama artık biliyordu ki büyümek üzülmekti. Büyüdükçe üzüldüğü şeylerin anlamları da büyüyordu. Bir yandan kazanırken bir yandan kaybediyordu. O an fark etti ki değişiyordu. Büyümek üzülmek değildi, değişmekti. İnsanların üzüldükçe değiştiğini anladı. Yaşadıklarının hepsi o daha iyi bir insan olsun diye kazandığı tecrübelerdi. Bu nedenle kabullenmeyi öğrendi. Kabullenmek ona üzülmemeyi öğretmişti galiba. Büyümeye alışmış olmalıydı. Ama yine de çocuk olmayı özlüyordu. Her insan aynı değildir. Ama küçük kız bunu bilmiyordu. Bütün insanları kendisi gibi zannediyordu. Aslında öyle olmadığını acımasız bir şekilde öğrendi. En çok bağlandığınız kişi sizi bir anda bırakıp gitse ne yapardınız? Küçük kız bunu bilmiyordu, şimdi ne yapmalıydı? Her zaman içinde taşıdığı umuda sarıldı yine. Umut, umut, umut… Umut bir işe yaramıyordu artık. Baktı ki insanlar acımasız. Acımasız olmayı öğrendi. Acımasızlık kötü bir şeydi, bunu hayatında barındırmak istemiyordu. Ama üzülmek de istemiyordu. Umudunu kaybetmeyi öğrendi. Şimdiye kadar onu en çok zorlayan şey bu olmuştu. Üzülmemek için hayatta en çok bağlandığı şeyi kaybetmeyi diliyordu; umudunu… Peki bu kız hiç mi mutlu olmuyordu? Bilmiyorum. Sürekli üzülmekten dolayı mutluluğun ne demek olduğunu unutmuştur belki de. Mutluluk çocuk şarkılarında vardı. Mutluluk çizgi filmlerde vardı. Mutluluk merak etmekti, sürekli soru sormaktı, şaşırmaktı. Baktı ki tüm bunları küçük çocuklar yapıyor. Evet, o


küçük kız büyüdü. Üzüldü, korktu, bağlandı, terk edildi, değişti, özledi, umudunu kaybetti, ağladığı zamanlar oldu. Buna rağmen o kız yine de aşık oldu. Fakat o kişi bir başkasınındı. Küçük kız bu sefer başka bir sorunla karşılaşmıştı ve yine üzülecekti. Anladı ki hala büyüyor ve bu büyümenin sonu yok. Kazandığı tecrübeleri kullanmaya başladı; üzülmemek için bağlanmamaya çalıştı, bağlanmamak için değişti. Yine de onun yokluğunda onu özledi. İnsanın umudunu kaybetmesi çok zordur, bunu tekrar yapamayacağını düşündü. Ama yapmalıydı, çünkü o kişi bir başkasına aitti. Kararsızdı, doğru olan gerçekten umudunu kaybetmek miydi, onu kaybetmek miydi? Anlaşılan küçük kızı zor günler bekliyordu yine. Küçük kız, küçük değildi artık. Büyümüştü ve büyümeye de devam edecek. Bu sefer aşkı bulabilmiş miydi? Umudunu kaybetmeli miydi? Yoksa aşkı için savaşmalı mıydı? Bilmiyorum. O da bilmiyor. Siz söyleyin şimdi küçük kız ne yapmalı? Pınar KESKĠN


BAŞIMIZ SAĞOLSUN

Artık bu cümleyi çok kullanmaya başladık. Başımız sağolsun , Vatan sağolsun vb. Ama artık yeter. Seçimden bu yana kaç şehit verildi. Şırnak' da Silvan'da Siirt'te ve daha nice yerlerde. Türk insanı artık bunları normal karşılamaya başladı. İlla tepki vermek için en az 10 vatan evladının şehit düşmesi mi gerekiyor. Birer ikişer şehit olunca önemsiz mi oluyor. Artık insanların uyanması gerek ! Sayılara aldanmamak gerek. Ya da şöyle bakın terör örgütünce 30 yıldır kaç vatan evladı şehit edildi , kaçı gazi edildi. İnsanların artık sokaklara çıkması gerekiyor. Tepkisini Facebook , twitter ile koymak yetmez. Oraya da yazarsın ona karışmam. Ama çık sokağa göster tepkini. Facebook'da yok 8 şehit için 8 saatte 800.000 olalım yok 13 şehit için 130.000 olalım. Ee oldunuz noldu terör bitti mi? Yok bitmedi. Üstüne o çıkarcı vatancılar katılan kişinin artması dahilinde reklam alarak aziz şehitleri kullanıyor. Buradan para kazanıyor. O para da size haram olsun ! Bu ülkeyi sevenler ama Facebook'tan değil gerçekten sevenler birleşsin yürüsün. Biz İzmir merkezli bir klubüz ve ben İzmir'in ne kadar vatansever, Kemalist, Milliyetçi olduğunu biliyorum. Ben bir kez yürüyüş yapıldı diye biliyorum tamam bir daha yürüsün İzmir ya da Türkiye ne olacak. Bir zararı çıkmaz. Temmuz ayındaki şehit haberlerinden sonra bu ayın 17'sinde de Hakkari'den şehit haberleri geldi. Ve insanların sabrı taşmaya başladı hatta taştı. İnsanlar bıktı.


Örgütün ülkeye zararı sadece şehitler değil. Ekonomik , Prestij kaybı ve otorite. Ama tabi ki en önemlisi Canlar. Yapılması gereken bence şu: Önce orayı bilinçlendireceksin sonra oraya ekonomik yatırımı fazlalaştıracaksın. Onlar yıkıyor mu sen bir daha yap. Devlet her zaman çapulculardan güçlüdür. En son da git vur Dağları. Merak etme kimsenin serası falan yoktur. Özel bir gün diye de vurmamazlık etme. Hele ramazan diye hiç etme. Evet ramazan ayı islam Alemi için çok önemli bir ay ama sen ramazan diye örgütü vurmazsan onun vebalini kime vereceksin? Ben bir de şöyle bir açıdan baktım. Acaba bayrama kadar operasyonlarda Mehmetçikler ölmesin diye mi böyle bir şey söyledi başbakan ama böyle daha çok kişi şehit oluyor. O da değil yani. Allahtan en son ülkenin laik bir devlet olduğu hatırlandı da Mübarek ramazan ayı devlet işlerine alet edilmedi. Operasyonlar artık artar. Sanırım 2000 komando da operasyonda olacak. Belki Ekim'de bitecek olan tezkere için yeni izin alınacak ve dışarıya bir kez daha operasyon yapılacak. Artık şehit verilmesin. Babaları zorlana zorlana içi kan ağlaya ağlaya Vatan sağolsun demeden bu iş bitsin. Zaten operasyonlar da başladı. Hayırlısı olsun artık.

Kaan TÜRKELİ


Assasin’s Creed: Revelations “Ben Ezio Auditore da Firenze ve ben bir Suikastçıyım.” Bu sözler oyun dünyasının en çok sevilen kahramanlarından birine ait. Assasin‟s Creed serisinin son iki oyununda ve yeni çıkacak olan Revelations‟daki kahramanımz Ezio. Serinin son oyunu Revelations‟da ise Ezio‟nun yolu bu sefer İstanbul‟a düştü. Cennetin Parçası peşinde şehir şehir dolaşan Ezio‟nun artık yaşlandığını,sakallarına aklar düştüğünü görünce eskisi gibi oradan oraya zıplayamaz diye düşündüm ama tanıtım videosunu izleyince artık usta bir suikastçı olan Ezio‟nun hala bileğinin bükülemediğini gördüm. Revelations‟ın hikayesi ise şöyle: Tapınak Şövalyelerinin(Templar) yine bir haltlar karıştırdığını anlayan Ezio, olayın aslını anlamak için Suriye‟nin Masyaf şehrine doğru yola çıkarken yolu İstanbul‟a düşer ve olayı anlar. Altair‟in Masyaf‟a sakladığı eşyayı bulmak için gerekli beş anahtarın peşindeki şövalyelerin tek sorunu vardır, Ezio.


1511 yılında başlayan oyunda İstanbul dört bölgeye ayrılmış vaziyette, Konstantin, İmparatorluk, Beyazıt ve Galata. İstanbul‟da bize suikastçıların İstanbul ayağının başındaki isim Yusuf yardım ediyor. Oyunun en güzel yerlerinden biri İstanbul‟un yedi tepeli temasının iyi kullanılmış olması, dar sokaklar, dik yokuşlarla dolu şehirde çatıları kullanmak en akıllıca iş olacaktır. Ve tabi bir de hookblade(kancalı halat) sayesinde bir yerden bir yere gitmemiz daha da kolay olacak. Bir de yeni oyunda çok sayıda bomba kullanma şansımız var. Oyunda yaklaşık 300 çeşit bomba olacak ve stratejik noktalarda oldukça işimize yarayabilecek. Örneğin şarapnel parçası kattığımız bir bombayı kaçarken attığımızda arkamızdakileri yavaşlatacak, hatta bombanın şiddetine göre öldürecek. Aynı şekilde devriye gezen grupların güzergahına mayın döşeyebileceğiz ya da sis bombası ile kalabalık düşman gruplarından kaçabileceğiz. Oyunda İstanbul detayları çok iyi işlenmiş. Oyunun geçtiği yıla bakınca(1511) İstanbul‟un medeniyetler beşiği olduğu ve her çeşit insan barındırdığını görücez. Bu da daha kalabalık mekanlar, daha kolay gizlenme demek. Ama hal böyle olunca bir yerde bir yere hızlı şekilde gitmek oldukça zor görünüyor. İşte tam burada az önce bahsini ettiğim Hookblade giriyor. Çamaşır ipleri ile dolu şehirde Hookblade işi oldukça kolaylaştırıyor. Ayrıca düşmanı kendine çekerek vurmamızı da sağlaması onun Ezio için vazgeçilmez olacağını gösteriyor. Revelations‟ın bir özelliği de Ezio‟nun son macerası olacak olması,yani ilerde çıkacak Assasin‟s Creed III‟de bambaşka bir karakteri yöneteceğiz. Bu ben de dahil olmak üzere pek çok oyun severi üzecek gibi dursa da, Ubisoft‟un yeni oyunda en az Ezio kadar iyi bir karakter yaratacağına inancımız tam.


Daha çıkmasına iki ay varken dayanamayıp yazdığım bu oyun daha çıkmadan başyapıt olacağının sinyallerini verdi. Şimdiden iyi eğlenceler... :)

Videoların biri oyun tanıtımı diğeri İstanbul bölümünün demosundan alıntıdır. İyi seyirler. Tanıtım için: http://www.youtube.com/watch?v=Wo6Q14vBB1c İstanbul videosu için: http://www.youtube.com/watch?v=kh0nRRFLJ5k

Hamdi AYAR hamdi.ayar@hotmail.com



Bir Efsane:Büyücü Hitler ve Sırrı

Bu yazımda sizlerle forumda okuduğum Hitler hakkında belki de dikkatimizi başka yöne çekecek bir hayli ilginç ve farklı bir paylaşım var. Büyücü Hitler ve sırrı… “Yakınlarının anlattıklarına göre Adolf Hitler geceleri çığlıklar atarak uyanıyordu; titreyerek anlaşılmaz sözcükler söylüyor, soluk soluğa yatağından fırlıyor, odanın ortasına dikiliyor, görmeyen gözlerle bakarak „İşte o, buraya da gelmiş, işte o‟ diye inliyor sonra yine anlamsız garip sözcükler mırıldanmaya başlıyordu. Zorla teskin edilip yatağına yatırılıyor ama yine fırlayarak „İşte yine orada, köşede...‟ diye haykırarak tepiniyor ve çığlıklar atıyordu.” Herman Rausching, “Hitler Bana Dedi ki” adlı kitabında Hitler‟le ilgili bu iddialarda bulunuyor. Dünyayı titreten Nazi liderini korkutan ne olabilirdi? Çok yazılıp çizilen siyasi ve askeri kişiliğinin ötesinde Adolf Hitler kimdi? On iki yıl basın sözcülüğünü yapmış olan Otto Dietrich, “Çılgınca milliyetçi düşünceleri olan şeytani bir adam” diyordu Hitler için. Yenik bir ulusun kırılan gururu, açlıktan perişan bir milletin bilinçsizce umut arayışı, bir ırkın hedef gösterilmesi, komünizmin ülkeyi kaosa sürüklemesi ve daha bir sürü sebep, Hitler‟in kitleler üzerindeki etkisini ve büyüsünü tek başına açıklamaya yetmiyordu. Dahası I. Dünya Savaşı‟nda büyük kayıplar veren Avrupa 2. Dünya


Savaşı‟nın kapıda beklediğinin farkında değildi. Savaş birden bire, Hitler‟in bütün dünyaya meydan okumasıyla başladı. Milyonlarca insan öldü, sınırlar değişti. Savaşın yaraları hâlâ sarılabilmiş değil. II. Dünya Savaşı bilinen yönleriyle, siyaset bilimciler ve uluslararası ilişkiler uzmanları tarafından enine boyuna tartışıldı, üniversitelerde ders olarak okutuldu. Oysa bu büyük savaşın pek bilinmeyen ve fazlaca da ele alınmayan garip nedenleri bulunuyordu. Kısa süreli aralıklarla dünyayı kana bulayan savaşların acaba gizemli sebepleri bulunabilir mi? Bu sorunun yanıtını bulabilmek için Hitler‟i ve II. Dünya Savaşı‟nın bilinmeyen yönlerini araştırdık. Büyüsel güçlerle ilgili kitap yazdı Hitler‟in bu gizemli konumuyla ilgili en önemli kaynaklardan biri olan Rausching‟in “Hitler Bana Dedi ki” kitabı Hitler‟le ilgili başka tanıklıklarda daha bulunuyor: “Hitler, sürekli olarak zamanın çok az kaldığı endişesindeydi ve sürekli korkuyordu. Sık söylediği şeyler arasında, „Evrenin Kesin Dönemeci‟ sözü vardı ama eğitilmemiş olan bizler, gezegende olacak bir kıyameti tam anlamıyla kavrayamazdık. Kitle için „ruhun yanlış yolu‟ deyimini kullanıyordu. „Büyüsel görüşe‟ sahip olmak, insan tekamülünün amacıydı. Kendisi, o andaki ve gelecekteki başarıların kaynağı olan gizemli bilginin eşiğindeydi. İlkel dünyaya ait efsaneleri inceliyor, ilk toplumları ve kitleleri etkileyen mitleri araştırıyordu. Doğa yasalarının değiştirilmesi için kullanılan büyüsel antik yöntemler hakkında bir kitap bile yazdı. Kendi gücünün, gizli güçlerden kaynaklandığına emindi. İnsanlığa yeni İncil‟i bir an önce bildirmek hevesi içindeydi.” Rausching‟in bu sözleri eğer doğruysa Hitler‟in büyüyle olan ilişkisi açıkça görülüyor. Nitekim ünlü Fransız bilim adamı Jacques Bergier, “Büyü ve Politika” adlı çalışmasında büyünün 20. yüzyılda


bir çok biçimde politikayı gizli olarak yönettiği düşüncesini ortaya koyuyor. Bergier, büyünün soyut olmadığını ve her şekilde ortaya çıktığını söylerken, çok gizli politik büyü gruplarının gizli bir savaş içerisinde olduklarını, bu savaşta hatanın kabul edilmediğini ve acımasızlığın ana ilke olduğunu belirtiyor. Artık bu akıl ötesi politik— büyü örgütleri, ulusların ötesinde, kendi çıkarları için mücadele etmektedirler, bu güce bilinçsizce karşı çıkanlar, aldatılarak silinmekte ya da kurban edilmektedir.” Rausching‟in kitabında, Hitler‟le özel olarak görüşen bir yakınının şu konuşmasına da yer veriliyor: “Führer‟im, kara büyüyü tercih etmeyiniz, kara büyüyü seçerseniz, artık o yaşamınızdan ve kaderinizden bir daha asla çıkmayacaktır. Çamura bulanmış mahlukların sizi iyi yoldan çevirmelerine izin vermeyin.” Bazı görüşlere göre Hitler, Nazi öğretisinden çok daha ürkütücü güçlerin kontrolü altındaydı. Hitler kendisinden çok daha büyük olan ve kendisini aşan öğretinin basitleştirilmiş, küçük bir kısmını halka açıklıyordu... Bütün gezegendeki yaşamı değiştirmekle ilgili düşüncelerini Rausching‟e ve diğer arkadaşlarına zaman zaman şöyle ifade ediyordu: “Hakkımda hiçbir şey bilmiyorsunuz. Parti arkadaşlarım, peşimi hiç bırakmayan hayaller ve öldüğüm zaman temelleri atılmış olacak olan o görkemli yapı hakkında ufak bir görüşe bile sahip değiller. Dünya bir dönüm noktasına ulaşmıştır. Sizler anlamayacaksınız ama gezegen altüst olacaktır. Olup bitenler yeni bir dinin oluşumunu çoktan aşmıştır.”


Thule Efsanesi‟nden etkilenmişti. İddialara göre Hitler, Germen mitololojisindeki Thule Efsanesi‟nden etkilenmişti. Thule Efsanesi de tıpkı Atlantis gibi kayıp bir ülkenin efsanesiydi ve Hitler‟in arkasındaki gizli ve büyülü güç de Thule örgütüydü. Bu örgütün en önemli ismi Münih Üniversitesi profesörlerinden Karl Haushoffer adlı bir bilim adamıydı. Karl Haushoffer‟ın kimliği de en az Hitler kadar ilgi çekici. Haushoffer ile Hitler‟i tanıştıran Rudolf Hess‟ti. Thule grubunun yaşayan son üyesi Rudolf Hess, barış görüşmeleri için silahsız bir uçakla İngiltere‟ye gönderilmiş ancak beklenmedik bir şekilde tutuklanmıştı. Savaştan sonra da Hess, Nazi savaş suçlularının kapatıldığı Spandau Cezaevi‟nde ömür boyu tutuldu. Diğer mahkumların bazıları idam edildiler veya cezalarını çekip tahliye oldular, ancak Hess Spandau Cezaevi‟nin tek mahkumu olarak yıllarca İngiliz, Fransız, Amerikalı ve Ruslar‟dan oluşan bir birliğin gözetimi altında kaldı. Hakkında bir çok kitap yazıldı. Bunlardan birisi on yıl önce “Dünya‟nın En Yalnız Adamı” ismi ile Türkçe‟ye çevrildi. Hess, çok yaşlanmasına, aradan uzun yıllar geçmesine ve


ötekiler kadar ağır bir savaş suçlusu olmamasına rağmen neden ölünceye kadar hapiste tutulmuştu? Hess‟i farklı kılan, savaşın farklı sebepleriyle ilgili olarak bildikleri, Hitler ve Haushoffer‟e olan yakınlığıydı. Hitler iktidara gelişinden önce yaşanan ayaklanmadan ötürü hapse atılınca, Haushoffer onu hergün ziyaret ediyordu. 1869 doğumlu olan Haushoffer, Hindistan ve Uzak Doğu‟nun çeşitli yerlerinde uzun yıllar görevli olarak bulunmuştu. Japonya‟ya gitmiş ve Japonca öğrenmişti. Ona göre Alman ırkının kökenleri Orta Asya‟da idi. Haushoffer, en gizli Budist örgütlerinden birine alınmış ve görevinin başarısızlıkla sonuçlanması durumunda harakiri yapmaya yemin etmişti. 1914 yılında genç bir generalken olayları önceden isabetle tahmin etmesi ile dikkatleri üstüne toplamıştı. Düşmanın saldıracağı saati, top mermilerinin düşeceği yerleri, fırtınaları, yabancı ülkelerdeki siyasal değişimleri önceden biliyordu. Hitler de ordusunun Paris‟e ilk gireceği günü, çeşitli cephelerde düşmanın ne kadar dayanabileceğini ve Roosvelt‟in ölüm tarihini önceden doğru tahmin etmişti. Haushoffer, I. Dünya Savaşı‟ndan sonra yeniden öğretim hayatına döndü. Çeşitli bilimsel içerikli dergiler yayınladı. Nazi Partisi‟nin sembolü olan Gamalı Haç‟ı seçen de oydu. Nitekim “Bilinmeyen Hitler” adlı kitabında Wulf Schwartzwaller iddiaları doğruluyor:


“Hitler, Landsberg Hapishanesi‟ndeyken en düzenli ziyaretçileri Münih Üniversitesi Jeopolitik Enstitüsü Profesörü General Karl Haushoffer ile Rudolf Hess‟ti. Hitler, „Kavgam‟ adlı kitabını bu iki önemli ismin yardımıyla yazmıştı. Haushoffer, Hitler ve Hess çok uzun söyleşilere, müzakerelere dalıyorlardı. Haushoffer gizli bilimlerin yanısıra Zen Budizmi‟ne de ilgi duyuyordu. Tibetli Lama rahiplerinden ders almıştı. Dietrich Eckart‟tan sonra Hitler‟i etkileyen ikinci kişiydi. Berlin‟de Berlin Luminous Locası‟nı o kurmuştu. Haushoffer ünlü Rus büyücü ve metafizikçisi Gregor İvanovich Gurdyev‟in öğrencisiydi. Gurdyev ve Haushoffer dünyanın altında yaşayan ve insandan daha üstün dünya dışı bir tür ile ilişki içerisinde olduklarına emin oldukları Tibet Locası‟na üyeydiler. Hitler, Alfred Rosanberg, Himler, Goring ve Hitler‟in hemen hemen yanından hiç ayırmadığı fizikçisi Dr. Morell de aynı zamanda bu Loca‟ya üyeydiler.” (The Unknown Hitler, Wulf Schwartzeller, Berkeley Books, 1990) Nazi Karargahında Tibet rahipleri Hitler‟in başında bulunduğu Nazi Partisi 1925 yılından itibaren hızla büyümeye ve iktidara yürümeye başladı. Partinin yedi kurucusu da kara güçler tarafından yönetildiklerine ruhen ve bedenen emindiler. Onları birleştiren yemin, enerji ve şans kaynağı bir Tibet Efsanesi‟ne dayanıyordu. Araştırmacı yazar Ergun Candan, “Gizli Sırlar Öğretisi” adlı kitabında bu konuyla ilgili son derece çarpıcı bulgulara yer veriyor: “II. Dünya Savaşı sonlarına doğru yıkılan Nazi Karargahı‟na girildiğinde, hiç akıllara gelmeyen bir şeyle karşılaşılmıştı. Yıkıntılar arasında 12 Tibetli rahibin cesetleri bulunuyordu. Bu duruma o yıllarda hiç bir anlam verilememişti. Aslında savaş atmosferi içinde bunu hiç kimsenin düşünecek hali de yoktu. Savaş bitip de her şey normale dönmeye başladıktan sonra bu durum bir çok kimsenin dikkatini çekmeye başladı:


Nazi Karargahı‟nda 12 Tibetli rahibin işi neydi? Bu soru uzun bir süre zihinleri meşgul etti. Naziler ile Tibetli rahiplerin ne gibi bir birlikteliği olabilirdi? İşte bu konu inceden inceye araştırılmaya başlandı. Ortaya çıkan sonuçlar bir hayli düşündürücüydü: Naziler bir yer altı uygarlığı olduğuna inanılan Şambala ile irtibatlıydılar! Her şey Thule Efsanesi‟yle başlıyordu. Thule Efsanesi‟nin kökeni ise kayıp bir uygarlığa dayanıyordu. Bu da Nazizm‟in temelini oluşturuyordu. Bu efsane etrafında birleşen bir grup, Thule adında gizli bir tarikat kurdu. Nazi Partisi‟nin yedi kurucusundan biri olan Diettrich Eckardt, Thule tarikatinin temel felsefesini şöyle açıklıyordu: “Thule‟un tüm sırları, eski kayıp bir uygarlığa dayanır. İnsanoğlu ile „dış zekalar‟ arasında bulunan bazı aracı varlıklar, bu sırlara erenlere büyük bir güç kaynağı oluşturmaktadır. Bu güç kaynağı Almanya‟yı dünyaya egemen kılacaktır. Yine bu güç kaynağı geleceğin üstün insanının ortaya çıkmasını ve insan türünün değişimini sağlayacaktır.”


İşte bu sözler özetle Nazizm‟in de temelini oluşturmaktaydı. Gizli Thule Tarikati‟nin üyeleri arasında Rudolf Hess, Karl Haushoffer, Alfred Rosenberg ve Adolf Hitler gibi önde gelen isimler bulunmaktaydı. Daha sonraları Hitler‟in büyü çalışmaları da gerçekleştirdiği ortaya çıktı. Bunlardan en belirgin olanı radyodan yaptığı konuşmalarda kullandığı „ses büyüsü‟ denilen bir yöntemdi. Bu yöntem büyük kitlelerin etki altına alınmasında büyük bir fonksiyon görmüştü.” Ergun Candan‟a göre bir başka ilginç nokta da Naziler‟in bayraklarında kullanmış oldukları semboldü. Bu şekil öyle rastgele seçilmiş bir sembol değildi. Gamalı Haç insanlığın kullanmış olduğu en eski sembollerden biriydi. Dünyanın pekçok köşesinde bu sembole rastlanmıştı. Eski uygarlıkların en önemli sembollerinden biri olan Gamalı Haç‟ı daha da ilginç yapan özellik, bunun bir Mu sembolü olmasıydı. Mu kültürüyle karşılaşan tüm eski uygarlıklar da, bu sembolü kullanmışlardı. Gamalı Haç, Mu kültüründen alınma Gamalı Haç, Mu tabletlerinde ilk bulunduğu şekle dayanıyordu. Bu sembol dünya üzerinde yüze yakın yerde bulunmuş ve Mu uygarlığı ile ilgili bilgi ve belgeleri ortaya çıkaran Niven ve Churchward‟ın kayıtlarında da yer almıştı. Bu sembol Mu‟nun gizli bilgilerinin en önemli sırlarından birini bünyesinde saklıyordu. Sembolün anlamı Eski Mısır ve Tibet‟teki mabetlerde bulunan rahiplerce, büyük bir sır olarak saklanmış ve kimseye bu sırla ilgili bir açıklama yapılmamıştı. Bu sembolün sırrını sadece gizli eğitimden geçen rahipler bilmekteydi. Kökeni Mu‟ya dayandığı için bu sembol iki yer altı uygarlığı olan Agarta ve Şambala‟da bilinen ve kullanılan bir semboldü. Naziler‟in bu sembolü ele geçirmeleri de Tibet‟teki gizli çalışmalarına dayanmaktaydı. Şambala üyesi bazı rahiplerden öğrendikleri sırlar arasında bu sembol de bulunmaktaydı. Böylece


sembol Şambala‟nın karanlık güçlerine hizmet eden Naziler tarafından dejenere edilerek karanlık amaçları doğrultusunda bayraklaştırıldı. Hitler, kendi liderliğindeki dönemde ateş çağının yaşanacağına, buz ve soğuğun yenileceğine inanıyordu. İddialara göre, Rusya‟daki buz çöllerine askerlerini yazlık elbiselerle göndermesi bu yüzdendi. Kafkasya‟ya girdikten sonra yüksek rütbeli üç SS subayı, yüksek bir dağın zirvesine Gamalı Haçlı kara tarikat bayrağını dikti. Stalingrad yenilgisinden sonra Nazi söylevcisi Goobels haykırıyordu. “Anlamıyor musunuz? Evrensel anlayış yenildi, ruhsal güçler yeniliyor. Hüküm saati geliyor, tüm insanlar acı çekecekler ve çekmeliler.” Hitler ekliyordu: “ Yeterince kayıp verilmedi!” Hitler ve yandaşları korkuyorlardı. Karşıt güçler harekete geçmişti ve cezalandırılacaklardı. Son anda bile, Berlin düştüğünde, metroya sığınmış 300 bin Alman için Hitler çılgınca emir verdi: “Metroyu sular altında bırakın, herkes ölsün, bu bir ayindir ve kurban gerektirir, böylece yerdeki güçler yardımımıza koşacaktır.” Gerçekten çıldırmış mıydı yoksa öğretisini mi uyguluyordu? “Ya Masonlar, ya biz” Rausching‟in kitabında Hitler ve arkadaşlarının kendilerine başka tarikatları rakip gördükleri açıkça ortaya konuyor ve son derece önemli ipuçları bulunuyor: “Düşmanlarımdan çok şey öğrendim. Katoliklerden, Marksistlerden veya masonlardan. Masonlar hakkında bir rapor hazırlattım. Simgeler, esrarlı törenler. Bu adamlarda tehlikeli olan tek şey, benim de kullandığım tarikat sırrı yöntemidir. Bir tür ruhani aristokrasi oluşturuyorlar. Hiyerarşik bir örgüt kuruyor ve simgeler kullanıyor ve ayrı ayrı ibadetler yapıyorlar yani zekayı yormadan. Alıştırarak simgelerin büyüsel etkilerini kullanıyorlar. İşte masonların


en tehlikeli yönü budur. Dünyada bir kaç örgüte yer yoktur. Ya masonlar ya biz...” „Zaman Gezmenleri‟ adlı kitapta da konuyla ilgili ilginç bazı ayrıntılar bulunuyor: “Bilimsel tüm yasalara karşı amansız bir savaş açan Nazi‟lerin şefi Adolf Hitler bu gücü nereden bulmaktaydı? Yeni bir bilim ve hayat görüşünü on sene gibi kısa bir zaman sürecinde ortaya koyması imkansızdı. Adolf Hitler‟in arkasındaki güç gizemli ve büyülü bir kimliğe sahipti. Bu gizli gücün ismi „Thule Örgütü‟ idi. Bu örgütün en önemli ismi Karl Haushoffer adlı bilim adamıydı. 1923 sonbaharında Münih‟te, şair Dietrich Eckardt ciğerleri iperit gazıyla kavrulmuş olarak öldü. Komaya girmeden önce, „İşte benim Hacer—i Esved‟im‟ dedi. Astronomik bilimin kurucularından Prof. Oberth‟e miras bıraktığı siyah bir göktaşı önünde kendine özgü tapınarak dostu Houshoffer‟e uzun bir el yazması postalamıştı. Ölüyordu ama içi rahattı. Thule örgütü yaşamaya devam edecekti; çok geçmeden hem dünyayı, hem de hayatı köklü şekilde değiştirecekti.” Thule’n son temsilcileri D. Eckardt‟la aynı gizli örgütün üyesi olan mimar Alfred Rosenberg, 1920‟lerde Hitler‟i tanımışlar, üç yıl boyunca zorlu bir eğitime tabi tutmuşlardı. Adolf Hitler‟e Doğu bilgisinin gizemlerini, gizli dilini ve konuşmayı öğreten Eckardt‟tı. Öğretisini iki ayrı planda yürütmüştü; gizli öğreti ve propaganda planları. Eckardt, 1923 yılının temmuz ayında kurulan Hitler‟in Nasyonel Sosyalist Partisi‟nin yedi kurucu üyesinden biriydi. Kitaba göre Thule örgütünün ardında Cermen kökleri yatıyordu. Dünyanın gizli tarihinde kuzey kutup bölgesinde batmış bir ada


olduğu rivayet ediliyordu. Kökleri Mu uygarlığına dayanıyordu. Öğretinin temel taşlarını “insan psikolojisinin bilinmeyen yanları” ve “zaman boyutları” oluşturmaktaydı. Eckardt ve dostları, Thule‟un dünyadaki temsilcileriydi. Dünyanın kaderini değiştirip üstün bir ırk meydana getirerek, “üst zekalılarla” diyaloğa geçmeyi hedefliyorlardı. Thule‟un temsilcileri Karl Haushoffer ve Dietrich Eckardt, medyum özelliğine sahip Adolf Hitler ve Rudolf Hess‟i kendi amaçları için kullanmışlardı. 1926 yılında Berlin‟de, Berlin ve Münih‟e küçük bir Tibet kolonisi yerleşti. Ruslar Berlin‟e girişleri sırasında cesetler arasında rütbesi olmayan bin kadar Tibet ölüm gönüllüsüne rastladı. Nazi hareketi başarıya ulaşır ulaşmaz Tibet‟e heyetler gönderilmiş ve bu 1943‟e kadar kesintisiz devam etmişti. Thule grubu üyeleri uzlaşmayı bozacak bir hata işleyecek olurlarsa intihar etmeye yemin etmişlerdi ve 14 Mart 1946‟da Karl Haushoffer, karısı Martha‟yı öldürüp, Japon usulü harakiri yaptı. Mezarına hiç bir anıt ya da haç dikilmedi. Oğlu, Hitler‟e karşı düzenlenen süikaste karışanlardan biri olarak idam edildi. Ceketinin cebinde şiir şeklinde yazılmış olan şu yazı bulundu: “Babam kötülüğün sesini duymadı. Şeytanı dünyaya saldı.” “Sevgili okurlar;önemli olan her okuduğunu kabul etmek değil her okuduğunu diğer okuduklarınla birleştirip büyük resmi görebilmektir. Sevgiyle kalın…

Yiğit AKKOCA


Garp Kurnazlığı UEFA Fenerbahçe‟yi men etmiyor. Çünkü ederse Fenerbahçe UEFA‟ya karşı bir hukuk mücadelesine girişip, hemen CAS‟a giderek bu hakkı geri kazanabilir. Hatta daha kötüsü, o zamana kadar da Şampiyonlar Ligi‟ni dahi oynatmayabilir. Dolayısıyla davayı bir iç sorun haline getirmek gerekiyor. UEFA bu nedenle Fenerbahçe‟yi TFF‟ye men ettiriyor. Ancak Trabzonspor‟a vizeyi verme işini TFF üstlenmiyor. Çünkü öyle olursa TFF için Trabzonspor‟u şampiyon ilan etmek ve Fenerbahçe‟yi anında küme düşürmek zorunluluğu doğar. TFF bunu yapmak istemiyor.Daha doğrusu TFF‟nin bunu yapmasını Trabzonspor‟u yönetenler dahil hemen hiçbir futbol aktörü istemiyor. Federasyon‟un üzerinde baskı kurup Fenerbahçe‟yi ligde tutması için pres yapıyorlar. Bu yüzden Fenerbahçe‟yi kendisi men etmeyen UEFA, Trabzonspor‟u çağırma işini bizzat kendisi yapıyor. Bu durumun sağladığı bir başka avantaj ise ülkenin topyekün itirazının önünü kesmek. Bu tip durumlarda sıralamada bir alttaki ülkenin temsilcisini çağırmayı adet edinmiş olmasına rağmen, UEFA; Şampiyonlar Ligi elemelerinde elenmiş olan Trabzonspor‟u çağırıyor. Misal; Belçika temsilcisini çağırsalar tüm Türkiye‟yle uğraşacaklar. Ama bu şekilde her şeyle uğraşması gereken TFF oluyor. Ülke kamuoyu bölünüyor. UEFA rahat ediyor. Bu kurnazlık işinde „şark‟a fazla yükleniyoruz sanki... Hissedarlara kim hesap verecekti? UEFA, TFF‟ye “Fenerbahçe‟nin Şampiyonlar Ligi‟nden çekilmesini sağlayın” dedi.Bunun üzerine, TFF de Fenerbahçe‟ye “Şampiyonlar Ligi‟nden çekilmelisiniz...” Fenerbahçe yöneticileri bunu yapamazdı. Çünkü hiçbir resmi neden olmadan hissedarların elindeki hisselerin değerinin düşmesinden, büyük gelir kaybından sadece onlar sorunlu olacaktı.


Fenerbahçe yöneticilerinin bu kararı TFF‟ye bırakmaları doğrudur. Bunun aksi düşünülemezdi. Doğru yaptılar. Trabzonspor’la el ele Trabzonpor yöneticilerinin bugün Federasyon‟a başvurup, “Şampiyonluğumuz verilmeden Şampiyonlar Ligi‟ne katılmıyoruz” demeleri gerekir. Bu, Fenerbahçe‟nin Bank Asya‟ya düşme isteğiyle birebir örtüşen ve fiili durumu resmi hale çevirecek bir taleptir. Başmüfettiş Cornu, „Özel Yetkili Savcı‟yla görüşmesinden sonra UEFA, Trabzonspor‟u hem de TFF‟ye Fenerbahçe‟yi men ettirerek Şampiyonlar Ligi‟ne çağırdıysa... TFF de buna onay veriyorsa, tek bir sonuç çıkar.Savcılık, Trabzonspor‟un herhangi bir suçu olmadığını düşünüyor.Fenerbahçe‟nin ise suçlu bulunacağından hiçbir şüphe duymuyor. Bunun sonucunda TFF, Fenerbahçe‟yi atıp Trabzonspor‟un Şampiyonlar Ligi‟ne alınmasına itiraz etmiyorsa, hemen bugün Trabzonspor‟u geçtiğimiz yılın şampiyonu ilan etmelidir. Bu başvuruyu 82 puanlı iki kulübün birlikte yapması da gelecek açısından önemlidir. Çünkü bugünkü şartlarda bir Trabzonspor-Fenerbahçe maçının oynanabilmesi mümkün değildir. Bu tip yakınlaşmalar işe yarayabilir. ABD’de oynansın Fenerbahçe-Trabzonspor (ya da tersi) karşılaşmasının nasıl oynanabileceği konusunda herhangi bir fikri olan var mı? Aklı başında hangi insan evladı, o maça çocuğunu yollar? İsterseniz 16. değil de 116. haftaya ayarlayın... (Bu ayarlama da başka türlü bir şikedir ya...) Daha 3 ay evvel Bursa- Beşiktaş maçını yaşamış olan bu ülkede, gelecekteki derbiyi düşünüp uykusu kaçmayan var mı? O maçlara gidecek, sahaya çıkacak oyuncuların, hakemlerin, gazetecilerin, emniyet görevlilerinin sırtına yükleyeceğiniz yük


kaldırılabilir cinsten değil. O maçları sadece Kadıköy ya da Trabzon‟da değil, Konya‟da, Köln‟de oynatmak da ölümcül sonuçları etkilemez. En iyisi şöyle; Salt Lake City, Seattle vs‟yi ayarlayın. Herkesin kafası rahat olsun. Şampiyonlar Lig'inde sürpriz yapabilecek beş takım BORUSSIA DORTMUND 2008'den bu yana Signal Iduna Park'ta çalışan Klopp, unutulmaz bir başarı elde etti. Yüzde 50'den daha yüksek bir kazanma oranı olan Borussia, sürekli gelişiyor. Yıldız oyuncu: Mario Götz Belki de Avrupa'nın en parlak genç oyuncusu olan 19 yaşındaki Götze, takıma girdiği günden bu yana insanları büyülüyor. Nuri Şahin'in Real Madrid'e gitmesiyle genç omuzlarına daha ağır yükler yüklendi. Ancak Götze, yeni sezonda da beklentileri karşılayacağını ilk maçlarda gösterdi. Pas yeteneği ve tekniğiyle önümüzdeki 10 yıla damga vurabilir. Tehdit unsuru Dortmund her mevkisinde kalite barındıran bir takım. Santrfor Lucas Barrios'tan kaleci Roman Weidenfeller'a kadar olan bölgede her oyuncu gol tehdidi yaratabiliyor. Avrupa'dan uzak kaldıkları için son torbaya kadar düştüler. Ancak bu torbanın en tehlikeli takımı olduklarına kimsenin şüphesi yok. LİLLE Ligue 1'ın en iyi teknik direktörü olarak kabul edilen 47 yaşındaki Garcia, Barcelona'nın oyun stilini Lille'e uyarlayarak şampiyonluk kazandı ve Fransa'nın en heyecan verici takımını yarattı.


Yıldız oyuncu: Eden Hazard Belçikalı genç hücumcu, geçtiğimiz yıl Fransa'da Yılın Futbolcusu seçildi. Lille'i şampiyonluğa taşırken hücumlardaki çıkışlarıyla ve muhteşem golleriyle baş roldeydi. Tehdit unsuru Lille'in geçen yıl kazandığı şampiyonluk tesadüfi değildi. Ancak Yohan Cabaye, Adil Rami ve Gervinho gibi önemli sistem oyuncularını kaybettiler. Buna rağmen deneyimli ve kaliteli isimlerle bu boşlukları doldurdular. Göz ardı edilmemesi gerek bir takım oldukları aşikâr. MANCHESTER CİTY İtalyan Mancini, City'yi Şampiyonlar Ligi'ne taşımasına rağmen çok popüler bir figür değil. Harcanan paraya rağmen başarının gelmemesi üzerindeki baskıyı artırıyor. Yıldız oyuncu: David Silva Sergio Agüero'nun ilk haftada attığı goller basının ilgisini çekti ama İspanyol orta saha oyuncsu David Silva, takımın gerçek yıldızıydı. Yaratıcılığıyla santrforlara servis yapan Silva, takımının orkestra şefi olacak. Tehdit unsuru Paraları saçan Manchester City, sadece Premier Lig şampiyonluğunu hedeflemiyor. Üst düzey oyuncularla Avrupa'nın zirvesine çıkmayı hedefleyen City'nin kadrosu 1. Torba'daki pek çok takımdan daha iyi. NAPOLİ Mazzarri'nin üçlü savunmasıyla şahlandırdığı Napoli, 21 yıl aradan sonra Şampiyonlar Ligi'ne katıldı. Ancak başarı


istiyorlarsa daha iyi olmak zorundalar. Yıldız oyuncu: Ezequiel Lavezzi Napoli'nin yaz aylarında yaptığı en iyi iş kilit adam Lavezzi'yi takımda tutmak oldu. Gruptan çıkma umutları onun performansına bağlı. Büyük maçların adamı olan El Pocho, rakip takımlara dinamizmiyle çok sorun çıkartıyor. Eğer gereken desteği görürse büyük takımların canını çok yakacaktır. Tehdit unsuru Napoli hücum yapmayı seven bir takım. Eğer boş alan bulurlarsa bunları hemen değerlendiriyorlar. Teknik olarak üst düzeyde olmaları Avrupa'nın en iyi takımlarına rahatça kafa tutmalarını sağlayacaktır. ZENİT ST PETERSBURG AS Roma'nın eski çalıştırıcısının Zenit'ten ayrılacağı konuşuluyordu ancak o kalmayı tercih etti. Deli taktisyen, Zenit'i şampiyonluğa taşıdı ve daha büyük başarılara yelken açtı. Yıldız oyuncu: Danny Hücuma dönük orta saha olarak görev yapan Danny, her maçın kaderini değiştirebilecek kapasitede. Üç yıl önce Dinamo Moskova'dan 30 milyon avroya transfer edildiği için ona ödenen paranın karşılığını bu sezon vermesi gerekiyor. Tehdit unsuru Geçen yıl Şampiyonlar Ligi play-off turunda Auxerre'e elenmeleri bütün planlarını alt üst etti. Kazandıkları UEFA Kupası'nın uğruna savaşacaklardır. Geçen yılı unutturmak gibi önemli bir görevleri de var. Bu deneyimin yanı sıra Rusya'daki kış şartlarından da yararlanabilirler.

Kunter COŞKUN


AH BU ŞARKILARIN GÖZÜ KÖR OLSUN … Eylül ayının hüznü çöktü gözlerime… Nereye gitsem, ne konuşsam, ne dinlesem içinde sen varsın sanki. Hayır hayır bu aşk, sevgi ya da özlem değil, olamaz. Çünkü bizim durumumuzda bitmemişlik yok. Her şey çok net. Ama bu şarkılar… Ah bu şarkılar… Her mutlu şarkıyı biz yazmışız sanki zamanında. Ve o kadar çok paylaşımımız olmuş ki, birlikte dinlediğimiz her şarkıyı sahiplenmişim ben aslında. Ve şimdi her ayrılık şarkısı bana aitmiş gibi. “Ne zaman yazdım yahu bunu ben” bile diyebiliyorum kimi zaman. O kadar derinden etkiliyorlar beni. Bam telime dokunuyorlar sanki. Dinlediğim şeyler beni üzmüyor, sana ait hiçbir şey beni üzemez çünkü. Ama içimde bir yerlerde işte nasıl anlatsam seni hatırlıyorum, seni düşünüyorum. Belki de seni değil ama bizi düşünüyorum. Keşke müzik diye bir şey olmasa :) duygular unutulsa keşke, hissedilenler bittiğinde silinse keşke. “Keşke” kelimesi pek bir dilime dolanmış. Şarkılar yüzünden, üstüne alınma sen. Seni unutmadıysam eğer bu senin yüzünden ya da sayende değil. Benim de katkım pek yok. Tek sorumlu bu şarkılar. İnsanlar yememiş içmemiş şarkı yazmış olacak iş değil…


Önceden sadece sevdiğim şimdiyse tüm varlığımla doğruluğuna inandığım, her sözünü hissettiğim bir şarkı var. Galiba benim yazamadıklarımı o anlatır sana… öyle dudak büküp hor gözle bakma bırak küçük dağlar yerinde dursun çoktan unuturdum ben seni çoktan ah bu şarkıların gözü kör olsun güzelsen güzelsin yok mu benzerin goncadır ilk hali bütün güllerin aklımda kalmazdı yüzün, ellerin ah bu şarkıların gözü kör olsun bir gülüşün var ki kaş çatar gibi en sıcak sözlerin azarlar gibi hiç bağlanır mıydım çocuklar gibi ah bu şarkıların gözü kör olsun sonunda tuz bastın gönül yarama nice dağlar koydun nice arama seni terk edip de gitmek var ama ah bu şarkıların gözü kör olsun Söz: Şahin Çandır Müzik: Avni Anıl Kürdili Hicazkar

Şeyda KAYA


PROJE KÖŞESİ  LETONYA‟DA GENÇLİK SEMİNERİ

Letonya Ulusal Ajansı tarafından Sigulda, Letonya'da 8-13 Kasım 2011 tarihlerinde Get in net - training course for "Transnational Youth initiatives" isimli etkinlik düzenlenecektir. Son başvuru tarihi 15 Eylül 2011'dir. Eğitim dili İngilizce'dir. Eğitim kursu esnasında çevirmenlik hizmeti verilmemektedir. *Tüzel kişiliği olan ve kar amacı gütmeyen sivil toplum kuruluşları, üniversite toplulukları, Gençlik Merkezleri, Gençlik Meclisleri adına başvuru yapılabilir (İngilizce başvuru formunda "organisation" kısmına kurum / kuruluş isimleri yazılacaktır). Bir kuruluştan en fazla 1 kişiye destek verilecektir. Türkiye'den toplam olarak 2 kişi eğitim kursuna katılım sağlayabilecektir. Başvuruları kabul edilenlerin yeme-içme, konaklama masrafları Letonya Ulusal Ajansı tarafından, ekonomik sınıf yolculuk masrafları, seyahat sigortası ücreti, yurt dışı çıkış harcı ücreti ve vize masrafları Merkez Başkanlığımız tarafından karşılanacaktır.Proje detayları aşağıda yer almaktadır. Sorularınız için bilgi@ua.gov.tr Activity organised by

National Agency

Summary

G.I.N. TC aims to improve international co-operation and consequently increase the quality of Transnational Youth Initiatives.

Activity date

2011-11-08 - 2011-11-13

Activity type

Training course

Target group

Project managers, Young people, Youth leaders, Youth workers

For participants from

YOUTH IN ACTION PROGRAMME COUNTRIES

Group size

20

Venue place, venue country

Sigulda, Latvia


Why such a training course? This training course is aimed at enabling the participants to develop and realise an Action 1.2 Transnational Youth Initiatives. What for?

Details

This TC has been implemented in order to increase the quality of Transnational Youth Initiatives within the framework of the YOUTH in Action programme and to explore their added value (European dimension) for the local community. The specific objectives of the course are: 1) To acquire project management and communication competences for international activities; 2) To develop an understanding of the principles of networking; 3) To learn about the YOUTH in Action Programme and the “Quality criteria of Action 1.2�; 4) To share and transfer experiences of activities undertaken in the local community; 5) To create a space for contact making and finding potential partners for Transnational Youth Initiatives; 6) To develop an action plan for creating a Transnational Youth Initiative project. Who can apply? G.I.N. TC is open to young people aged between 18-30, belonging to an organisation or a group who: - Are resident in one of the YOUTH in Action countries (27 EU countries + Norway, Iceland, Liechtenstein,


Turkey) - Have experience in local projects, ideally ex-beneficiaries of local youth initiatives; - Already have an idea to develop into a Transnational Youth Initiative project; - Are motivated and have the possibility within their organization to set up a Transnational Youth Initiative project after the training course; - Are eager to find partners interested in the same theme; - For the quality of the Training course the number of participants should not exceed 26. - The participants should be able to work and communicate in english (working language). What is it all about? The programme is designed to enable you to develop and realise your Transnational Youth Initiative projects to be implemented after the course, including the following: - YOUTH IN ACTION programme – Action 1.2. Transnational Youth Initiatives You will receive information about the YOUTH IN ACTION programme, particularly the criteria and concrete examples of Action 1.2 Transnational Youth Initiative projects. - Project management- You will reflect on current needs in your local community. You will define concrete project ideas to answer those needs. You will set up the first steps in the development of your Transnational


Youth Initiative projects. - Teamwork- You will be given suggestions on how to work in international teams: decision-making processes, division of tasks, and cooperation between partner groups. - Intercultural experience- You will experience intercultural awareness: values, stereotypes, prejudices, relations between cultures, international project work. - Contact making- You will get to know each others’ projects and/or organisations and will share previous experiences and good practices at local or European level. Which methods will be used? The course will be based on the principles and practice of non-formal education taking into account your needs, motivations and previous experiences as starting point of the programme. A diversity of working methods will be used for learning about Transnational Youth Initiatives management: thinking together, brainstorming, creating new ideas, discussions, debates, simulations, etc. You will be supported actively to work on concrete projects and enabled to apply for Action 1.2 of the YOUTH IN ACTION programme. There will be space for regular feedback and evaluations.

Costs

Hosting costs (accommodation, food, program activities, and local transport) will be covered by the hosting National Agency. Please contact your National Agency to check if and how travel costs are reimbursed.


Working language

English

Organizer

Latvian National Agency

Organizer's profile/framework of activity Deadline

2011-09-15

Date of selection

2011-09-29

REC Türkiye, çevre ve iklim gönüllüleri arıyor AB tarafından desteklenen Bölgesel Çevre Merkezi REC Türkiye, çevre ve iklim değişikliğinin önemine inanan gönüllüler arıyor. Amerikan Doğal Tarih Müzesi'nin 2009 yılında New York'ta açtığı İklim Değişikliği Sergisi, Arter Tasarım ve REC Türkiye‟nin koordinasyonunda 4 Ekim 2011– 15 Ocak 2012 tarihleri arasında Santral İstanbul‟a gelecek. Sergide yardımcı olabilecek gönüllüler aranıyor. ilgilenenlerin özgeçmişlerini hr@rec.org.tr adresine göndermelerini rica ediyoruz. Son Başvuru Tarihi 30/09/2011 Young Future Academy Ekibi


BİR FİLM, İKİ KİTAP AKLINDAN BİR SAYI TUT Seni o kadar iyi tanıyorum ki Ne düşündüğünü biliyorum…

Mark Mellery, posta kutusuna bırakılmış imzasız bir mektup alır. Mektupta şöyle yazmaktadır: “Aklından herhangi bir sayı tut – 1 ila 1000 arasında herhangi bir sayı.” Mellery öylesine 658 sayısını tutar. Not şöyle devam etmektedir: “Sırlarını nasıl bildiğimi göreceksin. Küçük zarfı aç.” “Aldıklarını geri vereceksin Vermiş olduklarını aldığın zaman. Biliyorum ne düşündüğünü, Ne zaman uyuduğunu, Nereye gittiğini, Nereye gideceğini. Seninle bir randevumuz var, Bay 658.” “Aklından Bir Sayı Tut” sıradanlıklara meydan okuyan, anında başınızı döndürecek ve ilgi çekici karakterlerinin kalp atışlarını tüm gerçekliğiyle hissedeceğiniz, kolay kolay unutamayacağınız bir roman.

Yukarıdaki yazı John Verdon‟un “Aklından Bir Sayı Tut” adlı kitabının arka kapağından alıntıdır. Sürükleyici bir polisiye roman olan bu kitap yazarın ilk eseridir. Başkahraman olan emekli dedektif Dave Gurney‟nin olayı nasıl çözdüğüne, anlaşılması zor ipuçlarını nasıl değerlendirdiğine ve özel hayatında yaşadığı sıkıntılara şahit olacaksınız. Her polisiye severin okuması gereken bir kitap. Gönderdiği şiirlerde tehdit havası bulunan kimliği belirsiz bir kişi aklından geçeni nasıl bilebilir? Aklından geçeni dahi bilecek kadar seni yakından tanıyan bu kişi kim olabilir? Çok ipucunun bulunduğu ama hiçbir ilerleme kaydedemeyen bu olay uzaktan gelen bir telefonla


şekil almaya başlıyor. Birçok ayrıntı olmasına karşılık hiçbirinden bahsedemeyeceğim çünkü her ayrıntı birbiriyle alakalı, tek başına anlamsız ve garip. Belki de kitabı bu kadar ilginç kılan gizemli bir yanı olmasıdır. Bu nedenle kitapta anlatılan olaydan bir bölüm bile anlatsam gizeminden ödün vereceğini düşünüyorum. Sonuçta okumak dinlemekten daha eğlencelidir. Ama şunu söylemek isterim ki ipuçlarından biri dikkatimi çekti ve kitabın sonuna gelmeden bu tehditkar şiirleri yazan katilin kim olduğunu anladım. Bu ipucu ise her ipucunu layıkıyla değerlendiren başkahraman dedektifimizin gözünden kaçıyor ve kitabın sonunda katille karşılaştığında bu ipucu aklına geliyor. Bakalım siz o ipucunu fark edebilecek misiniz?

Pınar KESKĠN


Asi melekler Orijinal adı : Angelology Danielle Trussoni‟nin ikinci kitabı olan „Asi Melekler‟ yayınlandığı 30 ülkede büyük ilgi gördü. New York Times başta olmak üzere dünya basının yere göğe koyamadığı roman Türkiye‟de de yayınlandı. Son zamanlarda fantastik türündeki romanlar okuyucunun baya ilgisini çekti. Dünya edebiyatında bir çok vampir romanı yazıldı. Ama bu kitap akıcı dili, derinlikle işlenmiş karakterleri ile bu vamprizm akımının yanında yeni bir türü ortaya çıkardığını söyleyebilirim.Artık melekler sahnede… Birbiri ardına çıkan melek romanlarına bir başyapıt olarak nitelendirilen „Asi Melekler‟de eklendi. Babasını anlattığı ilk kitabı „Falling Through the Earth‟, New York Times Book Review tarafından 2006‟nın en iyi 10 kitabından biri seçilen Danielle Trussoni‟nin ikinci kitabı olan „Asi Melekler‟ de çarpıcı konusuyla büyük ses getirdi. New York Times‟da da kendisine geniş yer buldu ve New York Times şunları yazdı:


BAŞKA TÜRLÜ BİR ROMAN “1990‟ların bir bölümünde meleklerden kaçmanın imkânsız olduğu zamanlar vardı. İlham perileri, ticari eşyaların, tişörtlerin, banyo aksesuvarlarının üzerini kaplayıp, restoran duvarlarını süsleyip, kitap kaplarının kenarlarından size bakarlardı. Yakın zaman önce ortalıktan kaybolmuş gibi görünseler de, aslında kendilerini toparlamak için edebiyat dünyasına sığındılar. Şimdilerde, ancak sözlükler, ansiklopediler veya bazı sanat kitapları arasında ve birkaç başka kitapta meleklere rastlamak mümkün. Danielle Trussoni‟nin romanı „Asi Melekler‟ bunlarla karıştırılmamalı. Onun bu heyecan verici kitabı, özellikle insanlar ve ilahi varlıkların çiftleşmesi sonucu doğan kötü ve düşmüş melekleri hayata geçiriyor. Yaratılış bölümünde ilk kez ortaya çıktığı gibi bu melezler, Kutsal Kitap‟ta „Nefiller‟ olarak biliniyor. „Tanrı‟nın oğulları insanoğlunun güzel kızlarını gördü. Ve onları kendilerine eşleri olarak aldılar. Onlara çocuk verdiklerinde bu çocuklar ulu varlıklar oldular.‟ Bu, kulağa çok kötü gelmiyor ancak Trussoni‟nin romanındaki Nefiller sadece kafeslerde yaşayan, renk değiştiren ve güzel varlıklar olarak ele alınmıyor. Parlak altın renkli tenleri ve sırtlarından filizlenmiş geniş beyaz kanatlarıyla Evangeline isimli küçük kızı korkutuyorlar. Fakat daha korkunç olanı, yaratıklardan birinin yaptığı şu açıklama: „Melekle şeytan biri diğerinin gölgesidir.‟ Gerçeklerin önemsiz gibi görünen sanat eserlerinin detaylarında saklandığı „Asi Melekler‟ güçlü, canlı tasvirleri, gözü yaşlı fakat her koşula uyum sağlayabilen kadın kahramanı ve acımasız kötü erkek karakteriyle akıcı ve bir o kadar da üstü kapalı anlamlar içeren bir kitap. Bilgi veren ve sürükleyici „Asi Melekler‟ zekice yazılmış bir macera. New Age, methiyelerinin veya Katolik eserlerinin muğlak duygusallığından uzak, „Eco‟vari. Kutsal Kitap‟ın ve Apokrifa‟nın meleklerini, Orpheus efsanesini, Bulgar coğrafyasını, Ortaçağ keşişlerini, Rockefeller Ailesini, Nazileri,


rahibeleri ve müzikolojiyi bir araya getirmek nasıl mümkün olabilirdi ki demeyin. Çok da muhteşem, başka türlü bir roman olmuş...” BİN YILLIK BİR SIRRIN HİKAYESİ 23 yaşındaki Evangeline, 12 yaşından beri New York‟ta Azize Rose Manastırı‟nda yaşayan, manastırın kütüphanesinden ve dış yazışmalarından sorumlu bir rahibedir. Sadece rahibelerin yaşadığı Azize Rose Manastırı, dünya üzerindeki en kapsamlı melek resimlerine sahiptir. Bir gün manastıra ABD‟nin ünlü ve zengin ailelerinden Rockefellerların sanat etkinliklerini araştıran Verlaine‟den bir mektup gelir. Verlaine manastır arşivinde araştırma yapmak istemektedir. Çünkü 1940‟larda Rockefeller desteğiyle Balkanlarda yapılmış bir arkeolojik keşif gezisinden ve burada elde edilen birtakım bulgulardan haberdar olmuştur ve bunun izini sürmek ister. Gezi aslında, bir rahibin bin yıl önce kaleme aldığı bir rapordan çıkışla, Tanrı‟nın cezalandırıp dünyada hapse mahkûm ettiği düşmüş meleklerin, Yunanistan-Bulgaristan civarındaki bir mağarada tutulduğu iddiasını araştırmak için yapılmıştır. 10. yüzyılda yaşamış olan bu rahip, meleklerden birini kazara serbest bıraktıklarını, bu meleğin tüm ekibi ortadan kaldırdığını, ancak kendisinin de bu meleği öldürdüğünü yazmaktadır. Son olarak Hollywood‟un Universal gibi büyük yapım şirketleri arasında film hakları için bir mücadele yaşandı ve kitabın haklarını Columbia satın aldı.Dini ve mitolojik öğeleri bir arada bulunduran bu kitap başarılı kurgusu, yarattığı etki ve sürükleyici diliyle okunmaya değer…

Aslı ASUTAY


FREAK THE MIGHTY Rodman Philbrick’in bir komşusunun çocuğundan esinlenerek yazdığı ve 1993 yılında yayınladığı “Freak the Mighty” kitabının filme uyarlanmış hali olan “Freak the Mighty” ya da diğer adıyla “The Mighty” filmi, 1998 yapımı bir dram filmidir. Filmin ismi dilimize “İyilik Meleği” olarak çevrilmiştir. Sharon Stone, Kieran Culkin (“Evde Tek Başına” serisinin ilk ikisinde başrol oynayan Macaulay Culkin’in kendisinden 2 yaş küçük kardeşi) ve Elden Henson başroldedir. Morquio sendromlu Kevin ile disleksi hastası olan Max’in sıradışı dostluklarına ışık tutan bu film; dostluğa, iyilik yapmaya, hayata, yaşam savaşı vermeye, farkındalığa, cesarete, kadere, çocuk psikolojisine ve yaşama sevincine dair izler taşıyor. Film boyunca hikaye Max’in ağzından anlatılıyor. Vücut şeklinden ve koltuk değnekleriyle yürümesinden dolayı Kevin’a “Freak (Ucube)” lakabı takılmıştır. Yürüyemeyen fakat çok zeki olan Kevin ile okuma zorluğu çeken kimseyle konuşmayan buna karşılık iri vücudu ve güçlü yapısı olan Max, eksik yanlarını birbirleriyle tamamlıyorlar. Kevin’i omzunda gezdiren Max onun bacakları, Max’i yönlendiren ona akıl ve cesaret veren Kevin ise onun beyni oluyor. Sharon Stone ise Kevin’in annesi rolündedir. Hastalığından dolayı az ömrü olduğunu bilen ama ne zaman öleceğini bilmeyen Kevin’in her gününü son günüymüş gibi yaşaması onun hayatın güzelliklerinin farkına varmasını ve hiçbir sorunu kafasına takmamasını sağlamıştır. Filmin ardından hayata Kevin’in gözünden bakmanızı öneririm. Yani her gününüzü hayatınızın son günüymüş gibi yaşamanızdan


bahsediyorum. En azından bir gün boyunca bunu deneyin. Ve kefilim ki o günün başlangıcından sonuna kadar hiç kimseyi kırmayacaksınız, sevdiğiniz insanların sizin için olan değerlerinin farkına varacaksınız, sürekli gülümseyeceksiniz, hiçbir aksilik başınıza gelmeyecek, sizin için sıkıcı olan şeyler anlam kazanmaya başlayacak ve bütün bu sebeplerden dolayı mutlu olduğunuz için çevrenizdekileri de mutlu edeceksiniz. Hayatınızın son günü ve tekrar yaşama şansınız yoksa yapacaklarınız kimseyi kırmamak, kırdığınız kişilerin gönlünü almak, hatalarınızı telafi etmek ve insanları mutlu etmeye çalışmaktır. Bütün bunları yapmak için son günü beklemeye gerek yok. Bu filmden sonra ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız. Ülkemizde çok seyredilmemiş olan 13 yıl önceki bu filmden bahsetmemin sebebi de budur.

Pınar KESKĠN


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.