Genc Analiz Mart

Page 1

GENÇ ANALĠZ Young Future Academy Aylık Gençlik Ve Kariyer Dergisi

MART 2011 SAYI: 13


GENÇ GELECEK KÜNYE Genel Koordinatör- Özel Araştırmalar Takım Lideri

Yiğit AKKOCA İnsan Kaynakları Koordinatörü Burçin TOKSÖZ Dergi Editörü ġeyda KAYA Görüntü Yönetmeni Melike GÜNEġ Dış İlişkiler Koordinatörleri

Ġdil ÖZMAÇĠN İş-Staj Koordinatörü Sinan SÖNMEZ Sosyal Organizasyon Koordinatörü

Mihraç NALBANTOĞLU Stratejik Araştırmalar Takım Lideri

Barhan KAYNAK

İÇİNDEKİLER . Sesimi Duyan Var mı? ..………….…… 1 . ġirince… ġarap… Dozer… …………….... 8 . Bir Vardı, Bir Yoktu Kadın ………….. 11 . Finlandiya’dan Sevgilerle ……..…....... 15 . Kariyer Tatili …………………….….….. 20 . Asıl Sana Hastir! .. ……..……..………… 27 . Sofrada Ortadoğu...……………………… 29 . Çoook ……….. ……………..…………..... 33 . Mutluluk Kapısını Aralamak …………… 34 . Bir Milletin UyanıĢı ……………………… 36

. Çanak Çömlek Patladı ………………. 43 . Bir Film Bir Kitap …………………… 46 . Geç Değil Genç ………………………. 49 . Kadın ………………………………… 51 .Taylan’a ……………………………… 52 Hazırlayan: Young Future Academy Website: www.youngfutureacademy.tr.gg Adres:Cumhuriyet Bulvarı No:219 Kalyon Apt. Daire:5 35220 Alsancak, İZMİR Tel:05065882913 NOT : Her türlü eleştiri ve yorum için gencgelecek@windowslive.com adresine mail atabilirsiniz ya da yazarlarımıza direkt isimlerinin altında yazan mail adreslerinden ulaşabilirsiniz. İyi okumalar.


SESİMİ DUYAN VAR MI? Bugün ilçeden görevliler geldi, zar zor anamla babamı ikna ettiler ben de ağabeylerim gibi okula gidebileceğim… Ġnanılır gibi değil ama 3 yıldır okula gidip geliyorum ve öğretmenim çok baĢarılı olduğumu söylüyor. Ben de öğretmen olmak istiyorum. Köy köy dolaĢabilsem de kızları okutabilsem keĢke… Ortaokula gidemezmiĢim. 5 yıl okumuĢum iĢte dahasını ne yapacakmıĢım? Kız kısmısı için bu fazlaymıĢ bile ama ben yatıp kalkıp modern babama ĢükredecekmiĢim… Bugün bana görücü gelecekmiĢ. Anlamadım ki neyimi görecekler… Ġnanamıyorum babam beni sattı 2 ineğe ve annem sus pus baktı sadece. Ben asla kızımın benim kaderimi yaĢamasına izin vermeyeceğim. Peki ben 11 yaĢında evleneceğim de ne olacak? Kocam benden 21 yaĢ büyük ve rabbim günah yazmasın ama çok çirkin. Geceleri benimle yapmak istediği Ģeyler midemi bulandırıyor… Off evlilik ne zor ĢeymiĢ. 3 yılda bıktım ben, annem nasıl dayanmıĢ acaba 30 yıl? Tüm gün tarlaya gidip geliyorum, eve gelip sobayı yakıyorum, yemek yapıyorum, beyim evden gelince ayaklarını


yıkıyorum, masaj yapıyorum. Ona mezelerini ve yemek sofrasını hazırlıyorum. Sonra bulaĢık var haliyle. Gece ise bambaĢka bir iĢkence benim için. Neden bu kadar çok iĢ yaptığım halde beni dövüyor anlayamıyorum. Ne dediyse yapıyorum. Tamam görevim bunlar ama niye her seferinde bir bahane bulup vuruyor ki? Ertesi gün de ağzım yüzüm mor diye çirkinsin sen deyip dövüyor… 21 yaĢındayım. 5 kızım var. Her doğumdan sonra iĢkencem bin kat arttı. Ben kocama bir erkek evlat veremeyecek kadar beceriksiz bir kadınmıĢım. Ahhh kolum çok ağrıyor yazamayacağım daha fazla… Bugün düğün günü. Kocam ona erkek evlat verecek bir kadınla evlenecekmiĢ. Kadın mı? Neredeyse kızım yaĢında bir çocukla evleniyor beyim. Erkekler neden hiç yaĢlanmazlar? Kadınlarsa 20sinden sonra hep değersiz. Kadının değerli olduğu bir yaĢ var mı ki? Bugün kızım evleniyor. O benden daha Ģanslı, ben gelin olduğumda 11 yaĢındaydım, Firuze’m 14 yaĢında. Hem o ortaokulu da okudu çok Ģükür. Onu okutmak için çok çile çektim çok dayak yedim. Ama oldu. KeĢke daha fazlasını yapabilseydim… Kan ağlamak nedir anladım, bugün öyle dayak yedim ki gözlerimden biri kanadı. Galiba artık dünyayı yarım göreceğim. Zaten benim dünyamda görülecek bir Ģey var mı ki?...


34 yaĢına geldim. Ah ne çileli bir hayat bu? O kadar çok dayak yedim ki dün gece, bugün babamın evine döndüm. Dedim ki babam belki bana sahip çıkar. Sonuçta yaĢlandı ya biraz kalbi yumuĢamıĢtır diye umut ettim. Babam bana “bu evden gelinlikle çıkan kefeniyle döner ancak” dedi ve beni bir güzel dövdü. Galiba eĢim daha güçlü. Babam sadece bir parmağımı kırdı, beni kör edemedi… Kumam sevdiği adamla kaçtı. Çok sevindim onun için ama sevincim uzun sürmedi. Hemen bulmuĢ ağabeyleri onu, tek kurĢunla bitirmiĢler iĢini. 1 oğlu vardı, o da artık beni anne bilecek. Daha fazla yaĢamak istemiyorum. Ama 4 kızım var bakmak zorunda olduğum. 1 de kumamdan kalan Ali var. Firuze’m bir oğlan doğurdu. Artık değeri arttı onun, onu çok düĢünmeme gerek kalmadı. AyĢe’m… Canım kızım, kadersiz yavrum benim. Okuldan gelirken zorla kaçırmıĢlar kızımı, dilim varmıyor söylemeye, tecavüze uğramıĢ fidan boylum. Babası olacak faydasız dedi ki bunlar hep benim suçummuĢ, kız çocuğu ĢımartılmamalıymıĢ, eğer kızım kırıtmasaymıĢ tecavüze uğrar mıymıĢ hiç? Evlendirdik celladıyla, namusunu temizledik böylece!!! 40 yaĢına da ulaĢtım sonunda. Biraz topallıyorum, bir gözüm görmüyor. AyĢe’m kendi canına kıydı. Kurtardı bu hayattan kendisini. Ama diğer 2si kocalarına birer erkek evlat verdi. ġükürler olsun…


Tarladan kurtuluyorum nihayet. BüyükĢehire taĢınacakmıĢız. Kızlarımı da liseye gönderebilirim belki. Kocam alkolik oldu. 3 yıldır büyük Ģehirdeyiz, evlere temizliğe gidiyorum. Kendi paramı kendim kazanıyorum. Kocamsa burada tutunamadı, iĢsiz kaldı. Zehra’m ve Hacer’im lisede okuyorlar. Ali Almanya’ya gitti çalıĢmaya. Her gün beni de zavallı kızları mı da dövüyor bu adam. Madem ona mecbur değilim ayrılabilirim bence. BoĢanma davası açtığımı öğrenmiĢ kocam. Hastanelik etti beni de kızlarımı da. Sırf daha iyi dövebilmek için bugün içmemiĢ. Kaderime bak… Hastaneden çıktım. Her yerim ağrıyor ama iĢe gitmeye mecburum. Son kızım kaldı elimde. Zehra da evlendi liseden mezun olunca. Ama o Ģanslı, eĢi okumuĢ bir adam. Polis ya, dövmez o kızımı. ġimdi Hacer’e dershane parası bulmam lazım. Kararlıyım onu okutacağım. Öğretmen olacak benim kızım. IĢık olacak köylere, umut olacak ülkemdeki kızlara… Sonunda boĢandım. Kurtuldum zincirlerimden. Ġlk defa nefes almak neymiĢ anladım. Sanki kanatlanıp uçacağım… TaĢındım o Ģehirden. Beni bulamayacağı bir yere geldim kızımla. Ciğerim yanıyor… OkumuĢ dedim, medenidir dedim, Zehra’ma zarar vermez dedim. Bugün tabutu geldi kızımın eve. Erkeğin fakiri zengini,


okumuĢu cahili fark etmiyor. Onlar sadece hükmetmeyi biliyorlar. Yıllarca çektiğim hiçbir Ģey değilmiĢ. Evlat acısı gibi olmuyor hiçbir Ģey… Hacer’im öğretmen çıktı. Bir de sevdiği var sınıfından. ĠnĢallah onu kendi seçtiğine gelin edeceğim. Ben ve 4 ablası gibi olmasın o… Hacer evlendi, Anadolu’nun küçük bir Ģehrine tayinleri çıktı eĢiyle. Beni de yanlarına aldılar. Artık 50 yaĢındayım ve evlere temizliğe gitmeyi bıraktım. Gün yüzü görmek de varmıĢ bu hayatta… BulmuĢ adresimi. Tam karĢıdan geliyor Ģimdi. Korkuyorum çok. Ama korkmamalıyım canım ne yapabilir ki bana yolun ortasında. Mutlaka bizi görenler engel olur. Çok yaklaĢtı… O da ne? Elinde bir bıçak var galiba. Tam karĢımda Ģimdi, nefesi öfke kokuyor. Ahhhh! Bacağıma saplanan bıçakla aklım baĢıma geldi, kaçmalıyım. Tüm gücümle eski kocamdan, hayatımı mahveden adamdan kurtulmalıyım. KoĢuyorum ama soluksuz kaldım. Offf saçımdan tutup beni geriye çekti. Bu kadar güçlü müydü gerçekten? UnutmuĢum demek ki birkaç tatlı yılın ardından. Vayyy anam, bu nasıl bir tokat? Çığlıklarım yan Ģehirden duyuluyor olmalı, peki neden kimse yardım etmiyor? Tiyatro mu bu canım neden izliyorlar ağızları açık bir Ģekilde? Yardım etmez mi insan insana? Görmüyorlar mı çaresizim iĢte. Bir kez daha niyetleniyorum kaçmaya. Eve gitmeliyim. Torunum gelir Ģimdi okuldan, saçlarını örmeliyim güzelce.


Kızım da iĢten yorgun gelir, yemeği yetiĢtirmem lazım. Damadım çok iyi ama ayıptır eloğluna, masa güzel olmalı. Ahh o da ne? Kolumdan kanlar fıĢkırıyor. Ahh bir bıçak da karnıma saplandı… Sayamıyorum artık bıçak darbelerini. Hah attı bıçağı yere, artık yavaĢ ölmeliyim ki daha çok alabilsin intikamını. Sadece tekmeliyor yerdeki kanlar içinde bedenimi… Sesimi duyan yok mu? Ruhum çekiliyor vücudumdan sanki… Kızlarıma söylemeyin, bilmesinler, üzülmesinler… Vurma ne olur artık vurma, kurtulmam mümkün değil. Bari öleceksem de son birkaç dakikamı güzel Ģeyler düĢünerek geçireyim. Çocuktum ben, koĢup oynadığım zamanlar da oldu doyasıya güldüğüm günler de… Çocuktum ben, annem saçlarımı okĢardı. Çocuktum ben, evlendim, çocuk gelin oldum. Sonra çocuktum ben, anne oldum, mutlu oldum. Dünyada ilk kez bir Ģeylere sahip oldum. Benim çocuklarım oldu. Benim… Çocuktum, çocuk gelin oldu kızlarım.


Evlat acısı yaĢadım ben, kadındım gururum yoktu, sesim yoktu, hakkım hiç yoktu, üstüme kuma geldi sustum, dayak yedim sustum, kızım tecavüze uğradı sustum, kızlarım mutsuz oldu sustum. Sonra konuĢtum, kurtuldum, baĢardım sandım… Karanlık… Acılarım dindi mi ne hiçbir Ģey hissetmiyorum… Görmüyorum, duymuyorum. Ölüyorum. Acaba ben kaçıncı haksız ölümüm? Kaç kadın kocası tarafından öldürüldü kim bilir? Kaç kadın kaderine mahkum edildi? Kaç erkek sağırdı? Kaç erkek vicdansızdı? Hepsi bu kadar güçlü müydü? Adalet bu muydu? Adalet var mıydı?… Ah… Öldüm…

KADINLARIN ÖLDÜRÜLMEDĠĞĠ, ĠNSAN GĠBĠ YAġAYABĠLDĠĞĠ BĠR DÜNYAYA KAVUġABĠLMEK DĠLEĞĠYLE… KADINLAR GÜNÜMÜZ KUTLU OLSUN… Şeyda KAYA Dergi Editörü seydakaya-yfa@hotmail.com


ġirince...ġarap...Dozer... Tapu memuru: Bu dosyayla ilgilenemem ben. Vatandaş: Neden her şeyi tamam değil mi? Tapu memuru: Tamam olmasına tamam da, sen gitmiş sit alanına ev dikmişsin, ben nasıl bu evin işlemini yapayım şimdi? Vatandaş: E kardeşim burası babamdan kaldı bana şimdi de satçam, mal benim satamam mı? Tapu memuru: Beyfendi burası 27 senedir sit alanı. İmar planına aykırı yapı yapmışsınız. Vatandaş: Ne planı, ne zaman yapılmış bu plan? Tapu memuru: Bakıyorum hemen, biraz bekleyin. ... Bi müddet sonra, Vatandaş: E buldunuz mu? Tapu memuru: Maalesef, imar planı görünmüyor. Vatandaş: yani olmayan plana aykırı benim evim? Tapu memuru: .... Yukarıdaki diyalogu tamamen uydurduğumu itiraf ediyorum. Ama uydurmuş da olsam gerçekleşmesi pek de imkansız bir diyalog değil. Çünkü güzelliği ve şarapları ile ünlü Selçuk ilçesinin Şirince köyü bambaşka bir olayla gündeme oturdu. Geçen eylül ayında İzmir İl Özel İdaresi Encümeni tarafından alınan karara göre Şirince‟deki aralarında Nişanyan Butik Oteli‟nin de olduğu Nişanyan evleri ve beraberinde birkaç ev için yıkım kararı çıkardı. Kararın gerekçesinde bu evlerin sit alanında kaçak olarak inşa edildiği belirtildi.


İşte saçmalık da tam da burada başladı. Saçmalık devletin sit alanı inşa ettiği Şirince için çıkarılmış bir imar planı olmaması. Normalde devletin sit alanı ilan ettiği yerlerde bir sene içerisinde bir imar planı hazırlaması ve yapılacak restorasyon ya da yeni binaların bu plan çerçevesine yapılması gerekmekte. Ama 27 senedir ortada bir imar planı bulunmadığı için Şirince‟de çakılacak tek bir çivi dahi kaçak yapı olarak değerlendiriliyor. Devletin kişilerin kendi arsaları üzerine, kendi yaptıkları evler için çizmesi gereken bir plan bulunmayınca insanlar evlerini, restore edince ya da yeni ev yapınca ki bu evlerin hiç biri de yörenin bozulmasından endişe edilen doğal dokusuna aykırı evler değil, kıyamet kopuyor. ”Olmayan” imara aykırı yapılan binaların yıkımına karar verilebiliyor. Şirince‟ye gidenler bilirler (gitmeyenler için aşağıda resim var ama yerinde görmesi daha güzel) yıkılması kararlaştırılan Nişanyan Evleri, zamanında aslına uygun onarılmış olan evler. Ancak bu onarma işlemi resmi izin olmadan yapıldığından yıkım kararı kaçınılmaz oldu. Resmi yollara gidilse yapılır mıydı, şüpheliyim.

Nişanyan Evleri


Yıkım kararının gerçekleşmesi karalaştırılan 16 şubat gününden bir gün önce, önce karar ertelendi, ardından da Nişanyan Evleri‟nin Nesin Vakfı‟na bağışlandığı haberi geldi, umarım yapılan hata anlaşılır ve bu evler yıkımdan kurtulur. Sadece İzmir‟de bile kaçak, gecekondu, derme çatma o kadar ev varken, her seçim döneminde bunlara yenileri katılıyor, mevcut olanlara yeni katlar ekleniyorken Şirince‟deki evlerin yıkımına karar verilmesi, İl Özel İdaresi‟nin ne kadar etkin çalışmakta olduğunu da göstermeye yeter sanırım. Bu durum sadece İzmir‟e mahsus da değil. Her seçim döneminde oy kaygısı ile göz yumulan, yersiz ruhsatlar verilen o kadar çok yer varken Türkiye‟nin dört yanında, Şirince‟deki evlerin yıkımını açıklamak kolay olmasa gerek..

Hamdi AYAR hamdi.ayar@hotmail.com


BİR VARDI, BİR YOKTU KADIN

“Karanlıktı, üstüme geldi… Koştum, koştum daha hızlı… Düştüm, tüm ağaçlardan kuşlar havalandı; bedenimin ruhumdan ayrılması gibi. Yenildim, kaybettim, benim değildi artık…” Tanrı erkeği yarattı… Çok yalnız olmasından dolayı ona bir eş sundu; kadın! Yıllar geçti erkek, bu güzellikten korkmaya başladı. Ve ne olduysa işte, o saatten sonra oldu… Erkeğin egosu büyük geldi dünyaya; onun için yaratılan, ona tapan kadını aşağıladı, ezdi, zulüm etti. Yetinmedi. Zaman geçti, koşullar değişti ama kadının çilesi aynı kaldı. Haklar verildi eline tabii, ama özgürlüğü alındı. Görünürde vardı elbette ama kısıtlandı, çalındı… Kadına karşı işlenen en büyük ayıptı tecavüz. Bedeni üzerindeki haklarını elinden almaktı. En büyük kalesinden vuruldu kadın; zaman zaman babası, ağabeyi, eşi, zaman zaman bir yabancı. İlk saldırı dini yönden geldi bedenine karşı. Yaşayamayacaksın özgürce denildi, evlenmeyi bekleyeceksin. Ayıplandı hayatını yaşadıkça. Utanç duyulması istendi. Bu dini baskı toplumu her yönden geriye çekti, yobaz etti. Kadın özgürce yaşayamazsa, erkek de yaşayamazdı doğal sonuç olarak. Böylece başladı izinsizce bedene dokunma, sahip olma. Kadın isyan etti, ağladı, yıkıldı. Susmadı, direndi. Direndikçe önüne taş koyuldu. Erkeğin kendini bilmezliğinin faturası yine kadına kesildi. Karşı koymalıydı denildi.


Her geçen gün bu kılıf genişledi. Her zaman kadının kendini koruyabileceği söylendi. Önceleri denildi ki pantolon giyen kadına tecavüz eden ödüllendirilmeli, cezası indirilmeli. Çünkü pantolon zor çıkardı; kadın yardım etmeden adamın tecavüz etmesi mümkün değildi. Pantolon giymeyin demenin başka yolu gibiydi bu, korkar oldu kadın. Şimdilerdeyse kadın dekolte giymemeli söylemleri başladı. Çünkü dekolte erkeği tecavüze itmekteydi. Kendine hakim olamayan erkeklerin son buluşuydu bu; Kadınların özgürlüğüne indirilen son darbe. Dekolte giyersen, aptal erkeğin beyni(!) çalışmaya başlar ve tecavüz edesi gelir, denildi. Kendini korumak istiyorsan kapalı giyineceksin, ama pantolon da giyme sen, denildi kadına. Kadın isyan etti. Bu güzel söz sokaktaki birinin ağzından dökülmedi, bir üniversite hocasının yorumuydu bu. Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi hocalarından Orhan Çeker‟e aitti bu yorum. Kadın dekolte giydi mi tecavüze uğraması doğaldı onun için. Aslında bu söze çok da yorum yapmaya gerek yoktu. Ne de olsa adamın adı kendini ele veriyordu; Orhan Çeker, namı diğer O.Ç. ! Yine de kadın düşünmeden edemedi; bu yorumu yapan zihniyet kişi kendinden bilir işi mi diyordu. Kızına, karısına tecavüz edildiğinde de bunu söyleyecek miydi; pantolon giymişti, kendini koruyabilirdi ya da dekoltesi vardı hak etti. Aa çok pardon unutmuştu kadın, onun ailesinde ne dekolte ne pantolon giyinilmiyordu. Hadi yine iyiler, tecavüze davet etmiyorlar insanları! Kadın karar veremedi; pantolon giyse olmazdı, dekolte giymemeliydi. Ne giymeliydi? Dekolte göreceliydi, ona göre


sıradan olan bir t-shirt, erkeği tahrik edip, tecavüze itebilirdi. Kadına toplumun en büyük sorumluluğu yüklendi; kendini koruma ve erkekleri doğru yolda tutma! Kadına süper güçler yüklendi; bir kadın yaşı kaç olursa olsun en azından 26 erkeğin aklını başında tutup, tecavüzü önleyebilirdi. Yaşı 13 olsa, çocuk olsa dahi! Çocukluğu çalınsa dahi, bedeni elinden alınsa da suçluydu kadın, kadın olmak istemese dahi! Ağlayıp sızlaması fayda etmezdi kadının, yardım bekledikleriydi bunu yapan; adaleti sağlayanlardı cezaları azaltan. Direnmeye devam etti kadın, sonuna kadar karşı koymaya. Ezilse de, acısa da, incinse de susmamaya yemin etti kadın; kendi gibileri korumak için, önlemek için adaletsizliği. Baş kaldırmaya devam etti bu ayrıma yüzyıllarca, ederdi binlerce yıl daha. Çok değildi istediği, neyi alınırsa alınsın bedeni ona kalsaydı yeterliydi.

BURÇİN TOKSÖZ burcintoksoz-yfa@hotmail.com



FİNLANDİYA’DAN SEVGİLERLE

Arabada bile çok heyecanlıyım. Tanrım neler oluyor bana böyle! Tamam alt tarafı hiç tanımadığım bir ülkeye tek başıma gidiyorum hem de altı aylığına. Sanırım yine heyecanlanmaya başladım. Ne yaparsam yapayım bir türlü bastıramıyorum şu içimdeki heyecanı.

Binlerce kelebek kanat çırpıyor sanki içimde. Birazdan Atatürk Havalimanında olacağız ve ailemle vedalaşacağım. Uzun bir sürenin ardından onlardan ayrılınca hep böyle burkuluyor içim. Sancıyor içten içe ama belli etmemeye çalışıyorum tabi. Derken zaten geldik bile İstanbul Hava Alanına arkamda da ne tesadüftür ki “Bedük” var. Telefonu çalıyor ve cevaplıyor hemen “ Hadi


ya nasıl olmuş? Emin misin?!!!”gibi sözcükler sarf ediyor. O gün ünlü oyuncu ve sanatçı Defne Joy Foster’in ölüm haberini almıştım. Sonradan anladım ki Bedük de telefonda bu haber yüzünden çok şaşırmış… Böyle genç ve neşeli bir insanın ölümüne üzülmemek elde değil tabi ki. Üstelik çok küçük yaşta bir bebeği de varmış. İçim tekrar ürperiyor. Artık vedalaşma zamanı ama ağlamak yok! Hiç belli etmemeye çalışıyorum ama içim bulanıyor sanki. Daha sonra yanımdan “Üstün Dökmen” geçiyor. Göz göze geliyoruz. Bir an bakışlarını üzerimde hissediyorum ve sanki iki saniyede kişilik analizimi yapıyor gibi hissediyorum ünlü psikologu! Ve sessizce süzülüyorum uçağıma doğru. Uçakta sarışın, renkli gözlü ve çok güzel Finli hosteslerle karşılaşıyorum. Hepsi son derece güler yüzlü ve sakin. Ve uçak Helsinki’ye doğru havalanıyor. Arka planda oldukça yumuşak ve sakinleştirici klasik müzik kıvamında bir müzik var ve uçağın neredeyse tamamı ortalama yetmiş yaşından oluşan japonlarla dolu! Yanımda oturan son derece şirin japon teyze bana yaptığı sudoku kağıtlarından birer tane hediye ediyor. Biraz dalıyorum, bulutları seyrediyorum ve derken Helsinki’de alıyorum soluğu. Hava alanında çalışanların bile hepsi sarışın ve renkli gözlü. Tanrım nereye geldim ben böyle! Helsinki hava alanında yaklaşık dört saat bekledikten sonra çok küçük


bir uçağa biniyorum ve kendimi Turku’da buluyorum. Tutor dedikleri beni karşılayacak olan Finli kız Henna’yla buluşuyorum ve beni tek kapılı, kırmızı Alfa Romeo markalı son derece lüks arabasıyla yurda bırakıyor. Oldukça sevimli ve eğlenceli bir kız. Gelene kadar sohbet ediyoruz ve gülüşüyoruz.

Odam son derece büyük ve sevimli. Odama yerleşiyorum ve derin bir uyku çekiyorum. Ertesi gün okul işlemlerimi hallediyorum ve yurtta benim gibi erasmus olan dünyanın dört bir tarafından gelmiş arkadaşlarla tanışıyorum. Hepsi o kadar sıcakkanlılar ki! Çok güzel arkadaşlıklar kuruyor ve neredeyse her akşam kendimi partilerde buluyorum. Erasmus gerçekten de dedikleri kadar eğlenceliymiş. Gidenlerden çok olumlu yorumlar duymuştum erasmus hakkında ve gerçekten de son derece


eğlenceli, farklı ve belki de hayatta bir kere yaşanabilecek son derece güzel bir deneyim! Finlandiya ise başka bir güzel. Masal alemi gibi! Her yer bembeyaz, son derece sakin ve huzurlu bir ülke burası. İnsan, ruhunun dinlendiğini hissedebiliyor. İnsanları da aslında konuştuğunuzda son derece yardımsever ve güler yüzlü ama çok utangaçlar. Benim ve bütün arkadaşlarımın da gözlemlediğimiz ortak özellikleri utangaç olmaları. Ama içki içtiklerinde alkolün de vermiş olduğu keyif ve rahatlıkla daha rahat iletişim kurabiliyorlar. Diğer bir ortak özellikleri de her zaman çok mesafeli olmaları ve tanıştığınızda asla öpmeden sadece el sıkışmakla yetinmeleri. İspanyol bir arkadaşım özellikle bu durumun onu rahatsız ettiğini , böyle bir şeye kendi ülkesinde alışık olmadığından dolayı hiç hoş karşılamadığını belirtiyor. Ama Finli çocuklardan bahsetmeden de geçemeyeceğim. Hepsi o kadar sevimli ki! Kocaman ve kalın kıyafetlerinin içinde adeta kaybolmuş bir şekilde dolaşıyorlar.


Finlilerin ortak özellikleri mesafeli, dakik, disiplinli, utangaç ama bir o kadar da kibar olmaları… Kısacası ben çok sevdim burayı ve insanlarını. Kısa sürede de alıştım. Beklediğim kadar uzun zamanımı almadı buraya alışmak. Kendime yepyeni bir hayat kurdum ve burada inanılmaz bir huzur buldum. İskandinavya kültürü, orta Avrupa’dan biraz daha farklı, renkli ve güzel bence… Burada kocaman bir huzur ve mutluluk var. Eğer yolunuz bir gün buraya düşerse sizin de beğeneceğinizden eminim. Yılın büyük bir bölümü karlı, biraz karanlık ve son derece soğuk bu ülkede ben mutlu ve huzurluyum… İdil ÖZMAÇİN idilozmacin-yfa@hotmail.com


''Kariyer Tatili'' by Young Future Academy 18-20 Mart 2011 @ ÇeĢme Ilıca Marine Suites Young Future Academy tarafından her sene farklı formatlarda düzenlenen sertifikalı kariyer, gençlik vs projelerinden biri olan ''Kariyer Tatili'' projesi 18-20 Mart 2011 tarihlerinde Çeşme Ilıca Marine Suites'de gerçekleşecektir.Amacımız tatil ile kariyerlerine büyük etki, katkı sağlayacak eğitimleri bir araya getirerek eğitimleri daha renkli ve farklı kılmak. Bu yüzden sizlere bu sene alanında uzman olan iki eğitmenimiz ile Dış Ticaret ve Stres Yönetimi eğitimlerini sunacağız. Ve eğitim sonunda katılımcılara uluslararası geçerliliği olan ingilizce sertifika vereceğiz. YFA olarak her sene sizlere farklılıklar sunmayı bir görev edinip bu farklı projede sizlerle birlikte olabilmenin heyecanı bizi şimdiden sardı. Her sene daha kaliteli daha farklı konseptler sunarak sizlerin mutluluğu bizim ne kadar doğru şeyler yaptığımızın göstergesi oldu. Sizlerle proje tarihlerinde Çeşme„de görüşmek dileğiyle. Aşağıda detaylı program bulunmaktadır. Kontenjan 45 Kişi ile sınırlıdır. Kariyer Tatili Programı 18 Mart Cuma 13:00 Bornova Kalkış 14:30 Otele Varış 14.30-16.30 Serbest Zaman (thermal havuz* tercih edilebilinir:)


16.30-19.30 Dış Ticaret Eğitimi – (Ali Ayter) 19.30-20-15 Boş Zaman 20.15 Akşam yemeği 22.00-00.30 Suite Party :) Concept; Devil and Angels-Mask party 19 Mart Cumartesi 08.00-11.00 Kahvaltı ( Açık Büfe) 12.30-16.00 Stres Yönetimi Eğitimi -(Sinan Gültekin) 16.00-20.00 Serbest Zaman 20:15 Akşam yemeği 22.00 Alaçatı Gezi(isteyenlere) 20 Mart Pazar 08.00-11.00 Kahvaltı 11.00-12.30 Boş Zaman 12.30 Ayrılış 13.30 Hareket 14.00-18.00 Çeşme Merkez Gezi-Marina vs 18.00 Hareket-Sertifika Dağıtımı 19.30 Bornovaya Varış Eğitim ve Konaklama Yeri:---Ilıca Marine Suites---


Ücrete Dahil Olanlar Ulaşım Konaklama Sabah kahvaltısı-Akşam yemeği Eğitimlerde verilecek olan ikramlar, materyaller Uluslararası geçerliliği olan Sertifika Program dahilindeki geziler Kayıt için; -Görevli arkadaşlarla iletişime geçerek veya - İŞ Bankası TR03 0006 4000 0013 4470 7756 41 kodu hesaba 170 yatırdıktan sonra ilgili arkadaşlara ad-soyad ve iletişim bilgilerini göndererek .Kayıt işlemlerini tamamlamış olurlar. Dokuz Eylül Üniversitesi Sorumluları Melike Güneş 05056645768 melikegunes-yfa@hotmail.com Kağan Yıldırım 05064488934 kaganyıldırımyfa@hotmail.com Kaan Türkeli 05373650410 kaanturkeli-yfa@hotmail.com


Ege Üniversitesi sorumluları Burçin Toksöz 05395613150 burcintoksoz-yfa@hotmail.com Ceren Bakıcı 05542591972 cerenbakıcı-yfa@hotmail.com Hamdi Ayar 05546419730 hamdiayar-yfa@hotmail.com Mihraç Nalbantoğlu 05547708850 miracnalbantogluyfa@hotmail.com YaĢar Üniversitesi Sorumluları Fulya Savaşır 05068193603 Diğer Üniversitelerden ve bireysel katılımlar için Yiğit Akkoca 05065882913 yigitakkoca-yfa@hotmail.com gencgelecek@windowslive.com Eğitmenler Hakkında

Sinan GÜLTEKĠN Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi T. Ekonomisi Bölümü mezunu olan GÜLTEKİN, 2004 yılında da 9 eylül üniversitesi İşletme bölümünde İşletme Yönetimi programını tamamlamıştır . 2001 yılından beri iş hayatının içindedir. Kariyerinin son 5 yılında farklılaşmak, müşteri sadakati yaratabilme, sistem mühendisliği sürecinde uzman olarak


halen çalışmalarını yürütmekte , yöneticilik ve eğiticilik yapmaktadır. Kendini kurtaramamış ,yaptığı çalışmalar ile belli bir başarıyı pratiği ve teorisiyle birleştirememiş insanların ne kendisinde ne mesleğine , ne sektörüne nede ülkesine faydası olamayacağı düşüncesindedir. Bu anlayışın yaşam bulması adına Eğitim , danışmanlık ve belgelendirme süreçlerinde işletmelere yön verebilmeyi hedeflemiştir. Yaptığı işi sevmenin yetmediğini, sevdiği işi yapması gerektiğini düşünerek, “işinin lideri” olacak bireyler yetiştirmeyi ve geliştirmeyi hedeflemiş, EGAM Şirketler Grubunun Eğitim sürecini kurmuştur. EGAM GROUP bünyesinde, özel ve resmi birçok kuruluşun danışmanlık – yeniden yapılandırma ve eğitim projelerini yürütmüştür. Özel sektör , Çeşitli Kamu Kuruluşlarında, Üniversitelerde ve 100’ün üzerinde firmada eğitim ve danışmanlık programı yöneticisi , eğitmen ve danışman olarak görev almıştır. Halen, EGAM GROUP kurucusu ve yönetim kurulu başkanı olarak görev yapmakta olan Sinan GÜLTEKİN çeşitli firmaların danışmanlık ve eğitim projelerinde danışman & eğitmen olarak görev yapmaktadır. Bireysel ve kurumsal eğitim programlarında sürdürdüğü eğitmenlik görevine ek olarak, özel sektördeki çeşitli firmalarda Sistem mühendisi olarak yönetim danışmanlığı projelerini yönetmekte aile işletmelerinin kurumsallaşma adına çalışmalar yürütmektedir. Bu projelerde ; Yaptığı çalışmalar işletmelerde stratejik hedeflerle işletme yönetimi , kurum kültürü , işletmelerde sistem kurulumu , kritik başarı faktörlerinin belirlenmesi , kritik başarı faktörlerinin izlenmesi ve performansların takibi , firma yönetim ve tüm çalışanlarının yetkinliklerinin belirlenerek doğru işe doru insan sürecinde firmalara yön vermek vb . üzerinde çalışmaktadır.


ALĠ AYTER 1964 Adana doğumlu. Ankara Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümünden 1986 yılında mezun oldu. Özel sektörün değişik firmalarında (Carl Gross Uluslararası Nakliye, TAC Sanayi ve Tic. A.S., Dünya Tekstil Üretim A.S., Milsan Tekstil Pazarlama San.Tic. Ltd. , EGS Holding e bağlı EGS Dış Ticaret A.Ş.) dış ticaret bölümlerinde uzman ve üst düzey yönetici olarak tam 24 yıl çalıştı. İzmir' de özel bir dış ticaret okulunda (ithalat-ihracat uygulama elemanı yetiştirme kursunda) 4 yıl Dış Ticaret Eğitim Müdürü, Genel Koordinatör ve Dış ticaret Danışmanı olarak üst düzey görevler üstlendi ve dış ticaret eğitimleri verdi. 7 yıl Dokuz Eylül Üniversitesi ATMER programında (Avrupa Topluluğu Uluslararası Ekonomik İlişkiler Araştırma ve Uygulama Merkezi) dış ticaret eğitimleri verdi. Ayrıca Ekonomi Üniversitesi EKOSEM ( Sürekli Eğitim Merkezi) İhracat-İthalat prosedürü, dökümanların analizi ve uygulamalı örnek olaylar, Uluslar arası ticarette ödeme ve teslim şekilleri (INCOTERMS), Kambiyo mevzuatı v.b. konularında Dış Ticaret eğitimleri verdi. Ticaret ve Sanayi Odalarına, İşadamları Derneklerine, Dış Ticaret danışmanlığı, Dış Ticaret ve Girişimcilik eğitimleri verdi. Ege Üniversitesinde Dış Ticarete Genel bakış adı altında dış ticaret eğitimlerine, Ege Meslek Yüksek Okulunda, Dış Ticaret ve E-Ticaret konulu söyleşiye, Dokuz Eylül


Üniversitesi mezunlar derneğinin dış ticaret eğitimlerine ve kariyer yönetim kulübünün düzenlediği dış ticarete giriş panellerine konuşmacı olarak katıldı. Milli Eğitim Bakanlığı Özel Öğretim Kurumlarında geçerli Usta öğretici belgesi'ne de sahip olan Ali Ayter, 9000 saati aşan Dış Ticaret eğitim tecrübesine ve bugüne kadar 12.000'in üzerindeki kişiye dış ticaret eğitimi ve pek çok firmaya danışmanlık hizmeti vermiştir.İzmir Kariyer Merkezi Çankaya Şube Müdürü olarak görevine devam etmektedir. Yiğit AKKOCA yigitakkoca-yfa@hotmail.com


ASIL SANA HAS..TİR !!! 1963 yılında adada Yunanlıların Türkleri katletmesiyle başlayan olaylar Birleşmiş Milletler gibi çoook büyük bir kuruluş tarafından durdurulamaz! Adadakiler çaresizdir, kapana sıkışmıştır. Türkiye sırf adadaki soydaşları kurtulsun diye siyasetinde asla vermemesi gereken bir taviz verir, ki yıl 2011 hala dış siyasetimizdeki en büyük sorun bu tavizden kaynaklanmaktadır, yine de adadaki soydaşlarımız kurtulmayınca 1974’te adaya girme kararı alır. Bu kararı hukuken haklıdır. Ancak bu karar da Türkiye ile Amerika arasındaki iplerin kopmasına sebep olur. Ne önemi var? Siyaset, insanlarımızın kıyımını durduramadıkça ne işe yarar ki? Varsın bizi dışlasın büyük devletler, varsın bizim bu karar yüzünden başımız ağrısın. Önemli olan Kıbrıslı kardeşlerimizin can güvenliği. Evet, kıyım ancak Türkiye sayesinde durduruldu. Sadece biz duyarız sizin sesinizi. Biz uzatırız elimizi… Evet biz bu fedakarlığı yaptık, gittik, o bayrağı oraya diktik. Şimdi Avrupa Birliği’ne bizi almıyorlar (benim girmeye niyetim yok ama herkes bunun iyi olacağını söylüyor ya o bakımdan…) , bize işgalci diyorlar, barbar diyorlar. 498 şehit ve 1.200 gazi verdik o olaylarda. Bunlar acı değil ama, bunların değerini bilmeyen adi köpekler hastir diyorlarmış bize, Ayşe tatilden dönsün bileti bizden diyorlarmış. Bizim fedakarlıklarımızı umursamıyorlarmış, rum dalkavukluğu yapıyorlarmış.


Hadi oradan…. Biz var ettik , asla vazgeçmeyiz. Öyle büyük bir ağabeyiz ki biz, nankörlük etse de küçük kardeşimize sırtımızı dönmeyiz. Özünü inkar eden, çıkarının peşine düşen, tarih bilinci olmayan soysuz, asıl sana has..tir!

Şeyda KAYA seydakaya-yfa@hotmail.com


SOFRADA ORTADOĞU

Hava ısınıyor, her yer alev alev… AteĢ büyüyor… Hayır, küresel ısınmadan bahsetmiyorum. Kaynayan kazanlardan, piĢen yemeklerden pardon ülkelerden bahsediyorum. Dünyanın çeĢitli ülkelerinde özellikle Avrupa kıtasından baĢlayarak yayılan ülke krizlerinden, halkların protestolarından bahsediyorum. Ülke ekonomilerinin giderek kötüleĢmesi, refah düzeyi giderek düĢerken iĢsizliğin artması ve kötü politikalar nedeniyle halklar isyan ediyor. AteĢ bir ülkeden diğerine sıçrıyor, ülkeler iflasın eĢiğinde… Halk bir anda örgütleniyor ve yağmalar, isyanlar baĢlıyor. Avrupa kıtası için açıkçası yapılacak çok da yorum yok, sanırım ektiklerini biçtiklerini söylemek doğru olur. Ama ne zaman ki isyanlar, ayaklanmalar Ortadoğu ülkelerine sıçradı; benim de beynimdeki tilkiler yataklarını terk etti. Diyeceksiniz ki komplo teorileri ile büyüyen bir halkın vatandaĢı olan ben olayı abartıyorum; konunun Büyük Ortadoğu Projesiyle alakası yok. Zaten geçenlerde BaĢbakan da bilmem hangi kanalda bunun demecini veriyordu; “Derseniz ki bu isyanlar BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) ile ilgili, buna katiyen inanmam” diyordu. Sanırım kendisiyle görüĢ farklılığım bu konuya da yansımıĢ olacak ki ben tam tersi düĢünüyorum.


Bunlar sıradan halk ayaklanmaları, halk demokrasi istiyor sanıyorsanız çok yanılıyorsunuz bence. DüĢünün bir bakalım bu ülkelere demokrasiyi kim, nasıl götürecek? Evet, gerçekten de kazanlar kaynıyor, peki yemeğin tadına kim bakacak? Her olayın arkasında gülümseyen, mağdur ülkelere demokrasi götüren kahraman Amerika BirleĢik Devletleri’nin yemeğin tadına bakacağı kesin, ek olarak yemeğin suyuna ekmek banacak olan da Ġsrail’den baĢkası değil bence. Ġsrail’in su sıkıntısı çektiği yıllardır bilinen bir gerçek. Su kaynakları olmadığı için komĢu ülkelerin kaynaklarına göz diktiği de malum. Ellerininse ne kadar kanlı olduğunu sanırım söylememe gerek dahi yok. Yıllardır deniz suyunu arıtıp kullanan Ġsrail belki de bu durumdan sıkılmıĢtır ne dersiniz. ġimdi bazıları diyecek ki Mısır olaylarında Mübarek’e destek verdi Ġsrail, nasıl eylemleri ateĢlemiĢ olabilir ki? Evet, basit bir mantıkta, görünenleri yorumlamak suretiyle doğru sayılabilecek bir yaklaĢım. Ama, kim çıkarlarını gözler önüne sererek kovalar ki? Ġsrail’in komĢu ülkelerle su için antlaĢmalar yaptığı bir gerçek, Nil Nehri’ne göz dikmiĢ olması ise bambaĢka bir gerçek. Yıllarca beslediği, destek olduğu Mübarek’in yokluğundan faydalanabileceği ise yeni gerçek. Ha diyeceksiniz ki, eyvallah Mısır’da çıkarı olsun; peki Libya?


Libya küçük kardeĢin payı denilebilir aslında. Evet, benim fikriyatımın küçük kardeĢi ABD, Ġsrail ise gizli finansör büyük ağabey. Yani aslında her Ģeyin arkasından sırıtan ABD de biraz tasmalı bana sorarsanız. Ha tasması ne kadar sıkı, onu bilemem. Peki Amerika’nın, Libya üzerinde ki karı ne olabilir? Çok basit, Libya’nın gelirinin %60lık kısmı petrolden karĢılanıyor, yani Libya petrol ülkesi. Evet, petrol su kadar hayati olmasa da çok değerli. Libya’da yaĢanan kriz sonrası, petrol fiyatlarının artacak olması sanırım hiç birimiz için sürpriz niteliğinde olmayacak. Peki bu durumdan Amerika’nın çıkarı nedir? Onu da kısaca Ģöyle anlatabilirim sanırım; Amerika, Irak’a demokrasi(!) götürdüğünde oradaki petrol kuyularını yanlıĢlıkla(!) eline geçirmiĢ ve tüm iyi niyetiyle(!) yaptığı bu demokrasi aktarım harekatından rant elde etmiĢ durumda. Bu durumda petrol fiyatlarında ki artıĢ Amerika için gelir artıĢı anlamına geliyor. Petrol piyasasının dolar üzerinden iĢlemesi sonucu da dolar, euro karĢısında değer kazanacak ve pek tabii bu durumda Amerika’nın ekmeğine bırakın kaymağı, balı bile sürecek. Ve tüm bu olaylardan az da olsa en küçük kardeĢ, hiç sesi çıkmayıp destekçi olan Ġngiltere de faydalanacak elbette, güneĢ batmayacak ülkelerinde. Demem o ki, Amerika ve Ġsrail yıllarca besledikler Mübarek ve Kaddafi’den sıkılmıĢ olacaklar ki durum günümüzde bu hale geldi. ĠĢleri hızlandırmak ve bir an önce BOP’u gerçekleĢtirme isteklerinin sonucunu görmekteyiz.


Tanrım, beynimde ne de çok tilki varmıĢ böyle! Sanırım devlet yönetimi bakımından realist eğilimim tüm bu komplolarımın temeli. Ama sizce de gerçeğe çok yakın değil mi? Umalım da konu benim teorilerim kadar örümcek ağı olmasın, sadece halk biraz özgürlük istemiĢ olsun. Peki, ama ya benim dediğim gibiyse? Sizce bu durumda kim sırada? NOT: Tüm bu komplonun ardından Ģunu da belirtmeliyim ki, sanırım ömrümde ilk defa, yani Recep Tayyip hükümeti boyunca ilk defa bir iĢlerini takdir ediyorum. Hep yermek değildir muhalefet, iyi iĢleri de görmek lazım. Libya’dan tahliye operasyonu için minicik bir alkıĢı hak ettiler. Olabildiğince hızlı bir Ģekilde vatandaĢlarımızın yurda dönmelerini sağladılar, iĢte sadece bunun için tebrikler.

BURÇĠN TOKSÖZ burcintoksoz-yfa@hotmail.com


ÇOOOK Dizilerin kısalması oyuncular yapımcılar ve teknik ekip tarafından sevinçle karşılanmıştır herhalde. Ama farkında olmalılar ki artık daha kaliteli işler yapmalılar. Dizilerin doksan dakika olmasıyla mı ilgili ne hatırlayamıyorum ama son dönemlerde diziler oldukça özensiz hale gelmişlerdi. Devam hataları benim en sinir olduklarımdır. Kapıdan kolyeli girip, diğer odaya girdiği görüntüde kolyesiz olma , akşam haberlerinin verilirken saatin 2 -3 olması vs. vs. Hepsi dikkatli izleyen biri için oldukça rahatsız ediciydi. Ama bahane hazırdı dizi süreleri çoook uzundu. Haklı oldukları taraf tabî ki vardı doksan dakika oldukça uzun bir süre. Sadece dizi yapmak için değil herhangi başka bir şey için de uzun. Ama bir de şu var ki diziler bomboş. 2 hafta izlemesek 3. hafta mutlaka anlıyoruz neler olup bittiğini. Yavaş yavaaş yaavaaaş ilerliyorlar. Bir de şu donup kalma sahneleri var tabi. Kız oğlanın eline dokunur ikisi için de bu an çook inanılmazdır (ne varsa bu kadar büyütülecek) .Ondan sonra görüntü yavaşlar kamera ellerden kızın yüzüne kayar bir süre kızın gözlerine bakarız (çapak mapak varsa tespit edilebilecek en güzel andır) sıkılıyoruzdur ama hala kızın gözlerindeyizdir. Şükürler olsun ki erkeğin gözlerine geçeriz ama tabi ki onun gözlerinde de iki saat takılı kalırız. Tekrar kıza geçilir görüntüde dudaklar; hafif bir gülümseme sonra erkeğinki sonra tekrar eller en sonunda görüntü çözülür ve bir bakmışız dizinin yaklaşık beş dakikası gitmiş. Bir bölümde en az üç önemli olay olsa ohoooo. Bu şekilde çekilen bir dizinin doksan dakikayı tamamlamaması da zor olsa gerek zaten. Neyse ki yeni dönem 45-60 dakika olacak diziler böylece kaliteli bir şeyler izleyebileceğiz. İzleyemezsek ağzımızın tadıyla da eleştirebileceğiz. Çünkü o zaman dizilerin süresi çoook uzun olmayacak.

Melike GÜNEġ


Mutluluk kapısını aralamak… Denizdeki dalgaların ruhumun kıyısına her çarpışı sen yarattı içimde biraz… Güneş her sabah doğdu ya hani , ay ve yıldızlar kavuştu ya gökyüzünde her gece ; işte öyle var olmaya başladın bende sevdiğim… Akreple yelkovanın buluştuğu çardağın altında seni gördüğümde yağmurlu bir günde , içime işledi sevgin ve aşkın iyice… Yağmur berekettir derler ya belki ondan… Patlamış mısırım oldun sen film izlerken , kalemim oldun yazdın çizdin hayal defterime aşk tariflerini… Sahilim oldun çoğu zaman nice gemiler yanaştı sensizlikten yosun tutan kalbime, gökyüzüm oldun martılar uçtu haber getirdi senden bana… Gecelerce seni düşledim de gözyaşımda büyüttüm gölgede kalmış hislerini , her damlada seni kendime bağladım senin haberin olmadan… Sana attığım her mesajda sana duyduğum aşk , konuştuğum her kelimede sana olan özlemim gizliydi… Hayatımın ikinci baharı oldun sen beni yeniden var ettin … İç mimarım oldun kalbime ayar çektin… Kırlarda koşarken seni düşünüp papatya topladım sevgimizi taçlandırmak için… “seviyor sevmiyor” ların hepsi seviyor çıkmıştı nedense… Çünkü senin beni sevmeme ihtimalini sevmemiştim hiç… Gönlümün tahtını vaat edeceğim günü beklerken heyecan içinde, seninle olmak fikri korkutmuştu biraz da… Korkmak… Seni kaybetme korkusu… Onca zaman sana ulaşmanın hayali içinde yeniden var olmuşken , sana olan mutluluğuma gün sayarken , bir an

bile olsa bu mutluluğun bozulma ihtimali beynimi kemirdi işte… Gecelerce uyku uyutmadı belki tamam ama yine de seni sevmemi engellemedi de… Aksine biraz daha sen yaptı beni… Tam anlamıyla artık senleşiyordum benliğimi sende buluşturup… Sana kalbimi verecektim ilk buluşmamızda sense bana kokunu… İkinci buluşmamızda da ruhumu


adayacaktım bir tutam saçına… Adını her duyduğumda çarpan kalbim biraz daha senin olmaya istekliydi zaten… Yağmurlu bir günün akşamında adım adım sana gelmekteyim… Bu gece olmalı artık diyorum… Bugüne dek içimde büyüttüğüm seni paylaşmalıyım seninle diyorum… Artık sadece tahtadan bir kapı var aramızda… Basıyorum zile… “kim o?” diyorsun… Sesim çıkmıyor nedense… O an sesim oluyorsun işte… Adımı söylüyorsun kapının diğer tarafından… O da beni düşünüyormuş diyorum mutlulukla… Kapıyı açıyorsun… Ve sarılıyoruz sanki ikimiz de yılların birikmişliğini döküyoruz hayatın geri dönüşüm kutusuna… İşte o an sessizlik denizimde sesim oluyorsun… Her nefesimde yoldaşım, ruhuma en candan arkadaşım oluyorsun… Müziğimin notası , aşk teknemin dümeni , sensizliğimin telafisi oluyorsun… Yüreğime yangın , hasretime dargın , suskunluğuma yorgun kalıyorsun … Romanımın başrolü, kelimelerimin kifayeti, gönlümün zarafeti oluyorsun… ellerimin sıcağı , gülüşümün gamzesi , ömrümün bir tanesi oluyorsun… Bana hayatı yeniden yaşanır kılan oluyorsun… Gönül penceremin perdesi , muhabbet bağımın bülbülü oluyorsun ötüyorsun aheste aheste… Kemanlar çalıyor kalbimde romantik romantik , mutluluğumuza dans ediyor aşkımız yüreğimde… Ellerimde ellerinin sıcağı, gözlerimde gözlerinin yakıcılığı… sevgin biraz daha alevleniyor ruhumda… Korlanmış ateşi harlandırmak gibi biraz , dağlanan yarayı kanatmak gibi… Yıldızlar bir bir kayıyorlar şerefimize… Her kayan yıldız ışığını aşkımıza adıyor… Ortalık düğün yeri gibi adeta… Deniz ve orman nikah şahidimiz gökyüzü de nikah memuru… Soruyor sorusunu… İkimiz de aynı anda evet diye haykırıyoruz…

CENGİZ CİN


18 MART 1915 – BİR MİLLETİN UYANIŞI 18 Mart 1915 bir milletin kaderinin kırılma anı... En umutsuz, en zor, en sıkıntılı zamanda gelen bir zafer... İtilaf devletleri savaşı kazanmanın yolunun Çanakkale'den geçtiğini biliyorlardı. Bunun için neredeyse tüm güçleriyle Hasta Osmanlı'yı öldürmek için savaşıyorlardı. Hasta adam ise artık son yıllarını yaşamak için çabalamaktaydı. Denizlerde yüzyıllardır kaybetmemiş bir İngiltere, Fransa ve buna destek olan sömürgeleri vardı. Ancak bu koskoca devletlerin karşısındaysa 616 yıllık Dünya İmparatorluğu Osmanlı Devleti vardı. Hatta daha da geri gidersek neredeyse bin yıldır Anadolu'nun ev sahibidir Türkler... Çanakkale Savaşı’nda İtilaf Devletleri uçaklarla, gemilerle, toplarla, silahlarla yani teknolojinin en son harikalarıyla savaşıyordu. Buna karşılık karşısında bir kaç topu, tüfeği, 'süngü'sü olan Türkler vardı. Bunlar tabi ki işin maddi kısmı. Bunun yanında Türkler vatanlarını, dinlerini, namuslarını korumak için büyük bir özveriyle çalışıyor ve çatışıyordu. Erkekleri siperlerde, Türk kadınlarıysa cephe arkasında kahraman oluyorlardı. Biraz daha nesnel olarak bakarsak; Osmanlı'nın savaşa dahil olma nedeni Yavuz ve Midilli’nin de içinde bulunduğu bir Osmanlı filosunun Amiral Souchon komutasında 27 Ekim 1914 günü Karadeniz kıyılarındaki Rus limanlarını bombalamasıdır. Bu iki gemi Almanya'nın Goeben ( Goben ) ve Breslau ( Breslav ) gemileriydi. Gemiler İngiliz Filosundan kaçarken Osmanlı


sularına girmişlerdi. İngilizler gemilerin iade edilmesini isteğine karşılık Osmanlı, gemileri Almanya'dan satın aldığını ve veremeyeceklerini söylemiştir. Kısacası bu gemiler Osmanlı'nın savaşa girmesinin bahanesi ya da nedenidir. Boğaz savunması, girişten itibaren "Dış-Orta-İç Tabyalar" olmak üzere üç savunma grubu halinde tertiplenmişti. Boğaz kıyıları boyunca 20 tabyamızda, çoğunluğu kısa menzilli ve eski model, 170 adet top mevzilendirilmişti. İtilaf Devletlerinin savaş gemilerinde çoğunluğu büyük çaplı uzun menzilli 247 adet en modern toplar bulunmaktaydı. İtilaf Devletlerinin Akdeniz Başkomutanı Amiral Carden, Boğazı geçerek İstanbul'a girmek için üç aşamalı saldırı planı yapmış, İstanbul'a bir ay içinde ulaşacağını hesaplamıştı. Plan gereğince, 3 Kasım 1914 günü 7 zırhlı ile Boğaza bir keşif taarruzu yapıldı. Girişteki tabyalarımız zarar gördü. İkinci saldırı 19- 25 Şubat 1915 tarihleri arasında 7 gün süreyle devam etti. Türk topçusunun atış menzili dışından yapılan bombardımanlar etkili oldu. 19 topumuz ve Boğaz girişindeki tabyalarımız kullanılamaz hale geldi. 26 Şubat günü düşman donanması Boğaza girdi, orta kesimdeki tabyalar 8 saat süreyle kesintisiz bombardımana tabi tutulup sarsıldı. Bu başarılar üzerine Amiral Carden, Londra'ya çektiği bir telgrafta, 14 gün içerisinde İstanbul'a ulaşabileceğini müjdeliyordu. Amiral, hazırlıklarını tamamlamaktaydı. Son darbe 18 Martta indirilecekti. Ne var ki, kağıt üzerinde yapılan bu savaş planında, Türk'ün kahramanlığı ve savaş azmi hesaba katılmadığı için evdeki hesap çarşıya uymayacaktı.


18 Mart günü, bundan 85 yıl önce, Çanakkale'de ufukları ümit ve zafer neşesi kaplayan bir gün daha doğdu. İtilaf Donanması 18 savaş gemisiyle saat 10.00'da boğazı yarıp geçmek üzere harekete geçti. İlk ateşi TRIUMPH zırhlısı, Çanakkale'ye 12 Km. mesafedeyken saat 11.15'te açtı. Savunma planımıza göre, gemiler topçularımızın ateş menziline girinceye kadar pusuda bekleyecek ve baskın tarzında ateş açılacaktı. Nitekim böyle yapıldı. Düşman; yaklaştıkça, topçularımızın giderek yoğunlaşan isabetli atışlarıyla karşılaşıyordu. Saat 12.00'ye geldiğinde orta kesimdeki 3 tabyamız ağır hasar almış, ama ayakta kalan diğer topçularımızın hedefini şaşmayan mermileri AGAMENNON zırhlısının çelik yeleğini parçalamış, INFLEXIBLE zırhlısının komuta köprüsü uçurulmuş ve bu arada düşman donanması Çanakkale'ye 7 Km. kadar sokulmayı başarmıştı. Savaşın en şiddetli anları yaşanıyordu. Türk topçuları Boğazı cehenneme çeviriyor, düşman zırhlıları da kıyı şeridindeki mevzilerimizi hallaç pamuğu gibi atıyor, kıran kırana bir savaş sürüyordu. Bu sırada Fransız GAULOIS zırhlısı aldığı ağır yaralarla saf dışı kalmış, BOUVET zırhlısı yırtılan çelik gömleğini yenilemek üzere geriye kaçarken, bir gece önce Dz. Yzb. Hakkı'nın NUSRET mayın gemisiyle boğaza döşediği mayınlara çarparak 639 personeli ile birlikte karanlık limanın sularına gömülerek kayboluyordu. BOUVET'in imdadına koşan SUFFREN ve GAULOIS da aynı akıbete uğramıştır. Saat 15.00'te IRRESISTIBLE ve onu takiben 16.00'da INFLEXIBLE ve 10 dakika sonra OCEAN zırhlıları, tam ileri atılacaklarken, onların da ayakları Yzb. Hakkı'nın tuzağına takılarak batarken, INFLEXIBLE güçlükle kurtularak römorkör yedeğinde İmroz'a dönüyordu. Böylece 6 saatte 3 büyük zırhlısını kaybeden, bir


bu kadarı da ağır hasara uğrayan gemilerini acıyla seyreden Amiral De ROBECK, kalanları kurtarabilme telaşıyla saat 17.30'da boynu bükük çekilme emrini veriyordu. İşte böyle bir savaşta Türk Milleti, Türk Ordusu Dünya'ya meydan okuyordu. İtilaf devletleri 18 Mart'ta denizde kaybetmenin acısını karada çıkarmak istedi ama bu istedikleri de olmadı. Kara da Komuta Alman Generali Liman Von Sanders'a verilmişti. Kendisinin yaptığı yanlış stratejileri Mustafa Kemal doğru stratejilerle kapatmıştır. Mustafa Kemal savaş alanını da iyi bilmesi nedeniyle düşmanın çıkacağı yerleri keşfetmiş ve kendisinin ne kadar büyük bir asker olduğunu tüm dünyaya da göstermiştir. Mustafa Kemal ayrıca askerlerine moral verip onları savaşa adapte etmiştir. Ulu önder ve arkadaşlarının zekası ve çabası Türk milletinin kaderini tersine çevirmiş ve bana göre de Kurtuluş Savaşı'nın başlangıcı olmuştur. Savaşta Geçen Birkaç Olay ;

“SAĞ KOLUMU KAYBETTİM AMA SOL KOLUM VAR” Seddülbahir ve Conkbayır’ın büyük kahramanlarından biri de Bombacı Mehmet Çavuş ‘tu. Bu kahraman Anadolu çocuğu, İngilizlerin siperlerimize fırlattığı el bombalarını korkusuzca hemen yakalar; karşı tarafa fırlatır ve zararını kendilerine dokundururdu. İngilizler bunu anlamış olacaklar ki bombaları bir kaç sayı saydıktan sonra fırlatarak Mehmet Çavuş ‘un iadesini önlemeye çalışmışlardı. İşte böyle bir bomba Mehmet Çavuş ‘un elinde patlayarak sağ elinin bileğinden kopmasına sebep olmuştu. Bu yiğit delikanlı vazife


şuuruyla hastaneden tabur kumandanına yazdığı mektupta şöyle diyordu: “Sağ kolumu kaybettim, zarar yok, sol kolum var. Onunla da pekala iş görebilirim. Beni müteessir eden ve yine kıtama iltihak edip düşmanla çarpışmama mani olan şey yaramın henüz kapanmamış olmasıdır. Hastaneden kurtularak halen harbe iştirak edemediğim için beni mazur görünüz, affedeniz muhterem kumandanım..”

“BENİM GÖZLERİM GÖRECEĞİNİ GÖRDÜ” O gün Boğaz tabyaları arasında en çok iş gören ve en çok hasara uğrayan Rumeli Mecidiyesi Bataryası oldu. Sabahtan beri muharebenin en şiddetli anlarında dahi iki sahil arasında gidip gelmekten çekinmemiş olan Müstahkem Mevki Komutanı Cevat Paşa, tabyanın feci durumunu haber aldığı zaman yine motora atlayıp Çimenlik İskelesi’nden karşı sahile hareket etti. Cephaneliği berhava olan tabyanın durumu hazindi. İstihkam yıkıntıları arasında dolaşmakta olduğu sırada bir ağacın altına uzanmış olan bir askerin hali dikkatini çekti ve yanına gidip ” Ne var evlat ?” diye sordu. Nefer hemen yerinden fırlayıp esas duruş vaziyeti aldı. Çünkü sesi tanımıştı. Ama gözleri başka tarafa bakıyordu. ” Gözlerine bir şey mi oldu oğlum?” O zaman nefer tok sesiyle ”Üzülmeyin efendim” diye cevap verdi. ”Benim gözlerim göreceğini gördü” (Evet düşman


gemilerine tam isabet kaydedilmiş ve “Ocean” destroyeri hareket edemez hale getirilmişti.) Cevat Paşa sessiz sessiz ağlıyordu. Ve en bilineni, en mucizesi, en ...

Seyit Onbaşı Seyit Onbaşı'nın taburundaki tüm askerler şehit düşmüştür. Sadece kendisi ve Ali adında bir Mehmetçik kalmıştır. Durumun kötüye gittiğini gören Onbaşı bir şeyler yapması gerektiğini düşünmüştü. Yerde, çalışabilir vaziyetteki topa ait dört adet mermi vardı. Sağına soluna bakındı başka mermi de kalmamıştı. Topun atış yapabilmesi için yerde duran mermilerin, birkaç basamaktan oluşan topun merdiveninden yukarı çıkarılıp namlu haznesine sürülmesi gerekiyordu. Ani bir kararla mermilerin yanına gitti. Arkadaşına: -Gel Ali! Yardım et de şu mermiyi sırtıma alayım. Arkadaşı şaşkın şaşkın bakarak: -Bu mermilerin her biri Kaldıramazsın Seyit! dedi.

215

okka(275

Kg.)

Dedi. çeker.

-Bir deneyelim! diye cevap verdi. Ellerini toprağa bulayıp tuttukları mermiyi Seyit’in sırtına koymaya muvaffak oldular. Seyit kemiklerinin çatırdadığını duyar gibi oldu. Gözlerinin önünden şimşekler geçtiğini zannetti. Boyun damarları parmak gibi dışarı çıkmıştı. Hafif sendeledikten sonra topun merdivenlerini teker teker, yavaş yavaş çıktı. Arkadaşının yardımıyla mermiyi topa sürmeye


muvaffak oldu. Nişan tertibatını yeniden ayarlayarak besmeleyle ateşledi. Bu üçüncü mermi, gemiye kıç tarafından su hizasından isabet edip patladı. Geminin dümen tertibatı parçalandı. Dümensiz kalan gemi geniş yaylar çizerek başıboş sürüklenmeye başladı. Koşar adım yanlarına gelen batarya komutanı Hilmi Bey, yanlarında iki Alman subayı olduğu halde takdir dolu gözlerle bakarak: -Sen miydin Seyit? Vurdun gemiyi, dedi. Bu konuda ne kadar yazarsak yazalım az kalır. Bizim için canını veren atalarımıza layık olup, kimlerin torunları olduğumuzu unutmayalım lütfen. Nuri Bilge Ceylan'ın da dediği gibi 'Tutkuyla sevdiğimiz, yalnız ve güzel ülkemize' sahip çıkalım. Hepsinin ruhları şad olsun.

Kaan TÜRKELİ kaanturkeli@hotmail.com


Çanak Çömlek Patladı

Küçükken oynadığımız zamandan aklımda kalan bu cümle, geçen akşam haberlerde başbakan RTE'den duyunca tekrar düştü aklıma. Yok, hayır başbakan saklambaç falan oynamıyordu. Bir türlü bitmek bilmeyen Marmaray'ın tünel açılışında şikayetteydi kendisi: "Aslında Marmaray, 29 Ekim 2013'e kalmayacaktı, aslında Marmaray 2010'da bitirilecekti, bitebilirdi. Ne oldu da bitmedi söylemek zorundayım, çünkü bize gecikmek, ertelemek yakışmaz. Sürekli 'yok arkeolojik, yok çömlek çıktı, yok bilmem ne çıktı' bunlarla önümüze engeller konuldu". Bilmeyenleriniz için belirteyim, başbakan'ın "çanak çömlek" dediği İstanbul'un bilinen en eski tersanesi ve buradan çıkarılan kalıntılar Berlin'de açılacak olan müze ile birlikte dört müzede sergilenecek. Bir kısmı hali hazırda İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde sergilenmekte ve hiç de çanak çömlek değil gemi iskeleti, halat, çapa kalıntıları mevcut.

Ben İstanbul'da doğmuş büyümüş biriyim ve trafik çilesini de gayet iyi bilirim. Normal koşullarda 45-50 dakika sürecek mesafeleri 1,5-2 saatte almanın ne demek olduğunun da farkındayım bu yüzden. Marmaray'a


başlandığında bu çilenin azalacağı ümidiyle sevindim de hatta. Ama projeyi Tarihi Yarımada denen Topkapı Sarayı, Sultanahmet tarafından geçirecek olan ileri zekalı kişilerin burada tarihi kalıntı çıkabileceğini hesaplamamış olmaları kendilerinden başka kimsenin suçu olamayacağı gibi başbakan'ın da bu konuda şikayete hakkı yok. Allioni antik kentini" Öyle bir yer yok" diyerek 150 yıl daha toprak altına hapseden, "çevrecinin daniskası" olduğunu söyleyip Karadeniz'in doğal güzelliğini Hidroelektrik santralleri ile katleden ortak zihniyetin, İstanbul'un en eski tersanesine de çanak çömlek demesi aslında pek de şaşırtıcı değil.

Neyse ki Marmaray'da bulunan kalıntılar şimdilik güvende, yani bu sefer çanak çömlek patlamadan kurtuldu.

Hamdi AYAR hamdi.ayar@hotmail.com



BAġKA DĠLDE AġK HİÇ KONUŞMADAN ANLAŞABİLİR MİYİZ? KıĢın son günlerinde, güneĢ kendini yavaĢ yavaĢ gösterip tenimizi ısıtmaya baĢlarken; son yağmurların tadına evde film izleyerek varmak isteyenler için bu ay ki önerim yağmurun ve gri bulutların, sararıp dökülen yaprakların aĢkı ve romantizmi çağrıĢtırdığı duygu insanları için; BaĢka Dilde AĢk. Filmin baĢrollerini 2007 yılında Altın Portakal genç yetenek ödülünü kazanan Saadet IĢıl Aksoy ve BaĢka Dilde AĢk filmi ile 3. YeĢilçam Ödüllerinden en iyi erkek oyuncu olarak dönen Mert Fırat paylaĢıyor. Filmin konusuysa ustaca çizilmiĢ ve canlandırılmıĢ karakterler sayesinde sıradan bir aĢk hikayesi olmaktan çıkıyor. Ġzlerken zaman zaman öfkenize yenik düĢüp, küfürler savurabileceğiniz; bazen de böyle bir aĢkın var olma düĢüncesi ile umutlanacağınız bir tatta BaĢka Dilde AĢk. Hikayeden biraz bahsetmek gerekirse: Zeynep (Saadet IĢıl Aksoy), çağrı merkezinde çalıĢan genç bir kadındır. ÇalıĢtığı yerdeki patronu Zeynep’in eski erkek arkadaĢıdır ve her fırsatta Zeynep’i rahatsız etmektedir. Babasının da, annesini aldattığını öğrenmesi üzerine iyice zorlaĢan yaĢamı Zeynep’i bunaltmaktadır. Tüm bu sıkıntıların arasında arkadaĢının niĢan kutlamasına giden Zeynep, burada Onur(Mert Fırat) ile tanıĢır. Gürültülü bir barda hiç konuĢmayan Onur, Zeynep’in dikkatini çeker. Onur’un iĢitme engelli olduğunu öğrenen Zeynep ilk baĢta bu durumdan korksa da ondan uzak duramaz. Engellerle dolu bir iliĢkiyi yürütmekteki baĢarıları, birbirlerinin bedensel ve ruhsal eksikliklerini birlikte gideren Zeynep ve Onur’un aĢkı sizi yeniden umutlandıracak ve tüm romantizm ihtiyacınızı karĢılayacak nitelikte. Onur’un kendi için bile zorlu olan dünyasında kendine kocaman bir yer bulan Zeynep, hem kendisi hem de Onur için yepyeni bir dünya yaratır. Birbirlerine daha yakın olmak isteyen ikili partnerlerinin dünyalarına keyifli ve bir o kadar da zor bir yolculuğa çıkar. Zeynep iĢaret dili öğrenerek Onur’la aralarındaki engellerden birini ortadan kaldırmaya çalıĢırken; Onur, hayatındaki sorunlar karĢısında Zeynep’in en büyük destekçisi olur. Ailelerinin dahi anlamakta zorluk çektiği ve inkar ettiği bu iliĢki Zeynep ile Onur’a yaĢamdan yeniden tat almayı öğretir. Mert Fırat ve Saadet IĢıl Aksoy’un muhteĢem oyunculuklarıyla daha da güzelleĢen film tam bir duygu fırtınası; insana birçok duyguyu aynı anda tattırıyor. Romantik filmlerden hoĢlanmayanlar dahi bu filmi izlediklerinde çok etkilenecekler. Hep var olan ama gözümüzden kaçan bir hikayeyi gün ıĢığına çıkaran film kesinlikle Türk sinema izleyicileri için büyük bir armağan. Umarım filmi izlerken iki insanın aĢkının her Ģeyden üstün olduğunu bir kez daha anlarsınız.

Burçin TOKSÖZ


Şehvet ateşinden çektim seni Başka bir ateşe attım seni Benim gibi birinden söz mü? Söz gibi ben de yuttum seni Benimlesin lakin benden bihaber Göz yumdum büyüledim seni Kem gözler değmesin diye sana Kulağımı yumdum, dövdüm seni Git de civanmertlik et, hoşgörülü ol Ben hoşgörüyle nice gence rakip ettim seni…

“…. Fakat aniden o karanlık ve rutubetli koridorda, demir gibi sert iki pençenin omuzlarımı yerinden sökmek istercesine üzerime çullandığını hissettim. Elbisemin kolları cart diye yırtılmıştı ve o karanlık koridordan odanın içine nasıl fırlatılmışım hatırlamıyorum. Yaşlı adamın hangi güçle beni bir kedi yavrusu gibi duvardan duvara vurduğuna ve eşine o yüz kızartıcı küfürleri nasıl yakıştırdığına hala şaşıyorum! Gözlerinden ateş püskürüyordu. Oysa onun artık benimle bir işi olmadığını ve tekrar Tanrı’yı aramaya koyulduğunu söylemişlerdi. İyi de Tanrı’yı arasaydı benimle ne işi vardı. Neden gözü dönmüş ve ağzından salyalar akarak bana saldırıyordu öyleyse? Onca küfür ve hakaretle mi tanrıya ulaşacaktı?...”


“…Bütün sancılarım geçmiş, rahatlık berrak bir su gibi içime akmıştı. Yakınımdaki sesler mi kesilmişti, yoksa ben mi başka bir yere gitmiştim, bilmiyorum. İki elimle eteğine asıldım. Beni o gaileli hayata geri göndermesin diye kendisine yalvardım. Ellerimi, kırmızı güllerin kadife yaprağına benzer avuçları arasına aldı. Ona ‘Sen yasemin meleği misin?’ diye sordum. ‘Hayır’ dedi. ‘Ben Kimya’yım, Hacer’im, Meryem’im, Rabia’yım, Kerra Hatun’um, Evci’yim, dadıyım, Aya’yım; ben kadınım’ dedi. ‘Ben seninle doğdum ama seninle ölmeyeceğim. Kaybettiğimi bulana kadar ölmeyeceğim. Bir sorum var, onun cevabını arıyorum. Cevabını bulana kadar ölmeyeceğim. Ve selam olsun sana ey yorgun beden! Sonsuza dek rahat uyuyabilirsin artık!’ dedi. Başka bir şey sormadım. Çünkü artık burada hiçbir şeyin kelimelere sığmayacağını biliyordum. Ölsem bile birinin yerime aramaya devam edeceğini bilmek beni mutlu etmişti…” Üstüne tek bir yorum bile yapsam büyüsünün bozulacağından korktuğum, kadının her zaman kadın, erkeğin ezelden beri zalim olduğunu, tüyleri diken diken ederek anlatan, ödüllü bir roman : Kimya Hatun… Okumadan geçmeyin…

Şeyda KAYA seydakaya-yfa@hotmail.com


Gençlere Yer Vermeyene Oy Vermiyoruz 25-27 Şubat 2011 tarihlerinde İzmir Kent Konseyinin ev sahipliğinde gerçekleşmiş olan UGP Ege bölgesi koordinasyon toplantısının ardından YFA'nın da bu projeye destek vermesi gereği inancında olarak sizlerle projenin detaylarını paylaşıyorum. 2006 yılında gençlerin karar alma mekanizmalarında yer almasını sağlamak amacıyla biz gençler tarafından uygulanan “Seçilmek İstiyorum” kampanyası ile Anayasa değişikliği sağlanmış ve

ülkemizde seçilme yaşı 30‟dan 25‟e indirilmiştir. Ancak bu değişiklik yasal mevzuat gereği 2007 seçimlerinde uygulanamamıştır. Ortalama yaşı 29 olan ülkemizde nüfusun %26‟sını 15-29 yaş arası gençler oluşturmaktadır. Buna rağmen, 23. Dönem TBMM Milletvekillerinin yaş ortalaması 54 „tür. Ülkemizde 30 yaş altı 15 milyon genç seçmen bulunmaktadır. 2011 yılı 24. Dönem Milletvekili Genel Seçimleri yaklaşırken, seçilme hakkımızı hatırlatmak ve takipçisi olduğumuzu belirtmek istiyoruz. Gençlerin demokratikleşme süreçlerine katılımını bir gereklilik olarak gören TÜM SİYASİ PARTİLERİN, genç milletvekili sayısının arttırılması, 25-30 yaş arasında gençlerin siyasete etkin katılımı ve bütüncül bir gençlik politikası oluşturulması konusunda sorumluluk alması gerekmektedir.


Gençlerin karar alma mekanizmalarında aktif ve etkin katılımını desteklemek, 15 milyon oy kullanan gencin seçme hakkının yanı sıra seçilme hakkını savunmak, temsiliyette adalet ilkesini ve demokrasiyi desteklemek ve bütüncül bir gençlik politikasını oluşturmak tüm siyasi partilerin sorumluluğudur. Gençlik bakış açısını yansıtacak bütüncül bir gençlik politikasının destekçisi olacak bütün milletvekili adaylarını sözleşmeye çağırıyoruz. Bizler Habitat için Gençlik Derneği, Toplum Gönüllüleri Vakfı ve Ulusal Gençlik Parlamentosu olarak 12 Haziran 2011 tarihinde gerçekleşecek Milletvekili Genel Seçimlerinde 25-30 yaş arası gençlerin milletvekili olarak seçilebilecek yerlerden aday gösterilmelerini talep ediyoruz. Aynı zamanda gençlerin milletvekili aday adayı ve adaylık süreçlerinin kolaylaştırılmasını talep ediyoruz. Bu kapsamda ülke çapında “Geç Değil Genç!” kampanyasını başlatıyor ve diyoruz ki “Gençlere Yer Vermeyene Oy Vermiyoruz!” Destekleyip imza atmak için http://www.gecdegilgenc.net/sende-destek-ver

Yiğit AKKOCA


KADIN


26 MART 2006’DAN 5 YIL SONRA TAYLAN’A… “Bazı insanları toprağa gömeriz ama öyle insanlar da vardır ki kefenleri bizim yüreğimizdir, anıları her gün kalbimizle birlikte çarpar, soluk alır gibi onları düĢünürüz.” diyordu yazar. Ne kadar da doğru söylemiĢ, Taylan. Sen bizim kalbimizin en temiz köĢesinde yatmaktasın. Seninle genciz, seninle hayat doluyuz, seninle umutlarımız var ve geleceğe dair bitmek bilmeyen hayallerimiz. Seni düĢündükçe dostuz, insanız, seviyoruz, seviliyoruz. YaĢamak adına ne varsa senin için de yaĢıyoruz kendimizle bir. Senin sayende hayatı çift dikiĢ gidiyoruz. Sen bizim gençliğimizsin Taylan. Bizler büyüdük, takvimler eskiyecek yaĢlanacağız da ama seni her andığımızda 17 yaĢında olacağız. Ellerimiz titrese de, dizlerimiz tutmasa da seninle bir, hep birlikte genç olacağız. Erkenden gittiğini her hatırladığımızda uykumuz kaçacak, nabzımız hızlanacak, yüreğimiz buz kesecek. Ama içimizdeki ateĢ hiç sönmeyecek. Sen bizim içimizde ve bizden de çocuklarımıza geçmiĢ olarak var olmaya devam edeceksin. ĠĢte bu senin gerçek ölümsüzlüğün olacak. Seni çok seviyoruz Taylan…. ġeyda KAYA seydakaya-yfa@hotmail.com


Genç Analiz ailesi olarak güzide yazarlarımızdan Hamdi AYAR’ın 16 Mart 2011’deki doğum gününü kutlar ona baĢarı ve sağlık dolu nice yıllar dileriz :)


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.