GENÇ ANALĠZ Y
Young Future Academy Aylık Gençlik Ve Kariyer Dergisi
ġubat 2011 Sayı : 12
GENÇ GELECEK KÜNYE Genel Koordinatör- Özel AraĢtırmalar Takım Lideri
Yiğit AKKOCA Ġnsan Kaynakları Koordinatörü Burçin TOKSÖZ Dergi Editörü ġeyda KAYA Görüntü Yönetmeni Melike GÜNEġ DıĢ ĠliĢkiler Koordinatörleri
Ġdil ÖZMAÇĠN ĠĢ-Staj Koordinatörü Sinan SÖNMEZ Sosyal Organizasyon Koordinatörü
İÇİNDEKİLER . Sevgiliye .. …………..…………….…… 1 . Nasıl Desem? …………………………….... 2 . Ağğbiii Bir Ġmzaaa ..……………..……... 4 . Süleyman’ın MuhteĢem Yüzyılı .…....... 9 . Aksırıncaya, tıksırıncaya kadar …….….. 13 . TCDD’nin Büyük Ayıbı .. ……..……..…. 16 . Pastafaryanizm …...……………………… 22 . Masal… Gerçek ……………..…………...30 . Aslantepe ……………………………….… 34 . Bir Film Bir Kitap ……………………….. 36
Hazırlayan: Young Future Academy Website: www.youngfutureacademy.tr.gg Adres:Cumhuriyet Bulvarı No:219 Kalyon Apt. Daire:5 35220 Alsancak, İZMİR
Mihraç NALBANTOĞLU Tel:05065882913 Stratejik AraĢtırmalar Takım Lideri
Barhan KAYNAK
NOT : Her türlü eleĢtiri ve yorum için gencgelecek@windowslive.com adresine mail atabilirsiniz ya da yazarlarımıza direkt isimlerinin altında yazan mail adreslerinden ulaĢabilirsiniz. Ġyi okumalar.
SEVGİLİYE… Yelkovan bıkmış gecenin yüküyle dönmekten, akrep ise yorgun her gece uykuyu delip geçmekten. Şimdi onlar söyledi; vakit geç, durulur mu yahu gecenin 3’ünde? Ah sevgilim, onlar bilir seni düşünürüm, düşmanım sensiz geçen gecelere… Sevmiyorum yahu zorla mı yelkovanı da işbirlikçisi akrebi de! Bana inat yavaşlar bu gece. Sana kavuşacağım ya doğan güneşle, gitmiyorlar, ilerlemiyorlar işte. Gece de pek sessiz zaten, sanki ebedi bir uykuya dalmış da hep kalacakmış gibi. Dalga geçiyorlar baksana benimle. Bitsin istiyorum bu gece, yarın yanındayım diye. İşte bu yüzden küskünüm doğmayan güneşe. Tüm doğa ve ona ait olanlar kıskanıyorlar biliyorum olağanüstü aşkımı ve zaman mekan tanımayan sevgimi. Elinizden geleni ardınıza koymayın hey gece! Ve sen yelkovan ve adi akrep! Ne yaparsanız yapın ben yarın aşkımın kollarındayım, siz yalnızlığınıza yanın… :) Dergi Editörü Şeyda KAYA seydakaya-yfa@hotmail.com
(Sevgililer Gününüz kutlu olsun sevgili okurlarım…)
Nasıl desem ? TaĢ ,sopa ,kar maskesi ,kırılan camlar ,yanan arabalar , içinden ateĢ fıĢkıran molotof kokteyli dediğimiz ĢiĢeler. Eylem yapıyorlarsa bunlardan bir kaçı olur yanlarında. Çünkü aslında eyleme değil de savaĢa giderler. Eylem dediğimizde baĢka türlüsü gelmiyor aklıma. Çünkü çok nadirdir ki yakılıp yıkılmadan eylem yapılsın ülkemde. Aslında o kadar çok kızıp sövebilirim ki sövme kapasitem geniĢtir böyle insanlara. Ama yapamıyorum çünkü kafamda küfürler ve mantıklı kelimeler hepsi hepsi kocaman olup birbirlerine karıĢıyorlar. Söylemek istediğimi dıĢa vuramıyorum ki böylesi daha da sinir olamama sebep oluyor . O yüzden aslında sayfalarca yazılabilecek bu konuyu kısacık Ģekilde geçivereceğim ki aslında yazabilmeyi arzu ederdim ama beceremiyorum . Eylem yapmak istiyorsun e tamam güzel , hakkım benim bu diyorsun bu da güzel ve sonra eylem yapmak gibi bir hakkın bilincinde olan sen baĢka bir adam oluyorsun. Böyle nasıl desem içinde uyuyan canavar uyanıyor. Kükreyip , yakıp , yıkıyorsun. Hak demiĢtin hani rarrarrr , e özgürlük falan o söylemlere ne oldu hırr rrr rr , e adamın arabasını yaktın r r r r r , gitti dönercinin dükkan r r r r … Hak dediği bu olan adamlardan nefret ediyorum iĢte. Amaçları ne olursa olsun tiksinmekten baĢkası gelmiyor içimden. Zaten amacı gerçekten hak savunmak olan hangi adam yapar ki bunu . Hayır yani dükkanın camından ne istiyorsun. Orda çalıĢan adama yazık değil mi? Tekerine çomak mı sokmuĢtu. Hadi o sokmuĢtu yan dükkanın günahı neydi. Tamam onunla da sorunun vardı ya arabasını yaktığın , evinin camını kırdığın içeride çocuğu olan adamın ne gibi bir suçu vardı. Senin savunduğun hangi hak ve özgürlük tanımında var bu
yaptıkların. DUR bir dakika yoksa sen , bir dakika söylemeye ağzım varmıyor ama söylemeye çalıĢıyorum YOKSA sen gerçekten hakkını aramıyor muydun orda.Yani yani gerçek amacın o değil miydi.LÜTFEN hayır de!! Hayır yanılıyorsun biz gerçekten eylem yapıyorduk de. Diyemezsin , çünkü kör falan değilim.Çünkü salak hiç değilim ve veee bu sefer sen evet dediğinde benim içimdeki canavar çıkabilir ortaya. ĠĢte bu sebep ve daha bir çoğu yüzünden eylemleri sevmem. Çoğu insan ne yaptığını bilmez. Bir fikrin arkasından gitmez de bir kiĢinin emrinin arkasından gider. Aslında sorgulayarak yaĢamanın temellerinden olan eylem hakkını kullanan bu insanlar sorgulamazlar . Çünkü emri yerine getirmek kolay , düĢünmek zordur. Emri yerine getirirlerse sonuçlarından sıyrılmak daha kolaydır. Daha sonra ; o önderin, dernek baĢkanının , platform azası ya da her ne cırtsa artık peĢinden gözü kapalı giderler. Gözlerini açtıklarında savaĢ alanını , kendilerinin sebep olduğu o iğrenç kargaĢayı görürler. Ġçleri muhtemelen rahattır “emir büyük yerdendi ” diyip geçerler ……… ………………………… …………………………………… …….. ……………… …. Sonunu getiremiyorum yazının çünkü her düĢündüğümde olduğum gibi sinirliyim Ģu an. Ama sanıyorum ki söylemek istediğim anlaĢılır halde. O yüzden uzatmıyorum ve yazının sonunu açıkta bırakıyorum. Ġster siz zihninizde düĢünmeye ve benim gibi kızmaya devam edersiniz bu insanlara , isterseniz de bana kızarsınız ne demeye çalıĢıyor bu kız ne saçmalıyor böyle falan diye. Ġki türlüsü de rahatsız etmez beni çünkü en azından benim baktığım pencereyi görmüĢ olursunuz bu tür eylemlere. Bu aylık benim hakkıma düĢen kar bu olur …
Melike GÜNEġ
AĞĞBĠĠĠ BĠR ĠMZAAA Gün geçmesin ki yeni bir hareketlenme olmasın, toplumda bir dalgalanma yaĢanmasın. Küçüklüğümden beri duyardım meclis gecenin bir yarısı toplanır kanunlar çıkarırmıĢ. Büyüdükçe anladım rüya, Ģehir efsanesi değilmiĢ bu. Gerçekten de gizli gizli yasalar hazırlanabiliyormuĢ, reklamı yapılıp içeriği saklanıp; renkli Ģeker kağıtlarıyla sunuluyormuĢ halka. Büyüdükçe öğrendim, inancım sarsıldı; her Ģeye rağmen biraz inanabilmek isterdim, biraz güvenebilmek… Günümüzde yasalar gece toplanıp, bir anda çıkarılmasa da zavallım halk bir haber oluyor içeriğinden. Devletin, hükümetin ne yaptığını anlamak zor; yapılanları duymak, öğrenmek imkansıza yakın. Gerçi sorarsanız her Ģey gün gibi ortadadır; gizli saklı yoktur. Tabii canım gizli saklı yok, yaptığımız her Ģeyi duyuruyoruz ama yorumlatmıyoruz ya da eleĢtirilmesine izin vermiyoruz! Ama göz boyayıp, susup kabullenmenizi bekliyoruz! Evet, tahmin edileceği üzere Ceza Mahkeme Kanununda yapılan değiĢiklikten bahsediyorum bu genellemeler altında. Bugünlerde herkes bu değiĢikliği konuĢuyor. Aslında konuĢmak için geç kalınmıĢ durumda. Yani yasa değiĢikliğinin aslında 2005 yılında yapıldığı düĢünülürse, oldukça geç kalmıĢız değerlendirmesini yapmak için. Tabii o zamandan bugünkü etkiler öngörülemedi muhtemelen. Zaten
istenen de bu olmalı. Yoksa taa 2005 yılında bu yıl yararlanılabilecek bir yasa çıkarılır mıydı? Aptal değilim, yasanın yürürlüğe girdiği tarihten itibaren uygulanması gerektiğini biliyorum. Ġlginç olan da yapılan bu yasa değiĢikliğinin 2010 yılı Aralık ayının son günü yürürlüğe girmesinin uygun görülmesi. Peki, bu yasa değiĢikliği ne anlama geliyor? Yapılan bu değiĢiklik ile tutuklu yargılanma süresi 10 yıl olarak belirlenmiĢ oldu. Yani 10 yıl tutuklu yargılanıp, davası sonuçlanmamıĢ kiĢiler serbest kalacak. Serbest kalan kiĢiler davaları devam ettiği için, ikamet adreslerinin yakınındaki karakollara gidip her gün imza vermekle yükümlü tutuluyor. Ama bunun hukuken bir zorunluluğu yok. Yani gidip imza vermezlerse hiçbir yaptırım uygulanamaz. Yasanın boĢluğu da bu, serbest kalanlar bu durumdan faydalanıyor. Halkın isyanının sebebi ise bu yasa ile binlercesinin katili, domuz bağını bize tanıtan Hizbullah örgüt üyelerinin aramıza karıĢması. Çünkü bu yasa en çok onların iĢine yaradı. Yasa değiĢikliği tasarlandıktan sonra davaları zamana yayıldı ve tekrar halka karıĢtılar, özgür oldular. Yurt dıĢına çıkma yasağı ve imza uygulaması aslında hiçbir Ģey ifade etmiyor. Zaten birçoğu yurtdıĢına çıktı bile, kalanlarsa bırakın imza atmayı ortada yoklar. Binlercesinin çok daha hafif suçlardan, ya da düĢündüklerinden dolayı hayatlarını çürütülürken; bu katiller içimizde. Ne harika bir yasa değiĢikliği, tam ihtiyacımız olduğu gibi, değil mi?
Sanırım biraz örgütten bahsetmek gerek. Hizbullah ismine aslında çok da yabancı değiliz. Çoğumuz bodrum katı mezarlarını, eylemleri, operasyonları hatırlarız. Hizbullah, koyu dinci bir örgüt. Ġlk faaliyetleri Ġslami feminist Gonca Kuris‟i katletmeleri. Gonca Kuris‟in cesedi yıllar sonra bulunduğunda kafatası üzerinde baĢörtüsü hala duruyormuĢ. Ne kadar gözü kara, bağnaz, önünü görmeyen bir örgüt olduğuna en iyi kanıt bu sanırım. Örgütün güçlenmesinin sorumlusu ise devlet. Zamanında “düĢmanımın düĢmanı dostumdur” felsefesi ile örgütün eylemlerine göz yumulmuĢ, pkk ile birbirleri yıpratacakları düĢünülmüĢ. Böylece örgüt devlet gözetiminde büyümüĢ. Tabi daha sonra eylemlerin önü kesilemeyip, faili meçhuller artınca, operasyonlar arka arkaya geldi. Çoğu içeri alındı, ama davaları uzadıkça uzadı. ġimdi örgüt üyeleri özgür durumda. Zaten tutuklu yargılanırken de örgüt ile iletiĢimleri devam etmekteydi. ġimdi daha da rahatlar. Peki, onları sokağa salmanın devlete yararı ne? Aslında hükümete yararı sorulmalı sanırım. Zira pkk peĢinde BDP‟ye kaptırılan oyların, ılımlı Ġslam adı altında yeniden kazanılması gündemde. Oy peĢine yapılabileceklerin son noktası bu olsa gerek. Seçim zamanı propagandalar yapılırken, ağzım bir karıĢ açık, yok artık dediğim olayları hatırlıyorum. Ama bu yorum bile yapamayacağım kadar adi bir olay. Sen 3- 5 oy peĢine, katilleri nasıl sokağa salarsın? Kime sordun, ailesi katledilen onlarca çocuğa, kadına mı? Kimin hakkını savunmak için o koltukta oturduğunu unutmamak lazım. KalleĢleri halktan sayıp savunmak, iyi yöneticilik olmuyor. Ġyi yöneticilik adaleti sağlamakla oluyor.
Diyeceksiniz ki iyi yöneticilik tüm halk için adaleti sağlamaktan geçer. Ama bu ancak bir ütopya olur. Ġyi yönetim halkı korumak ve adaleti sağlamak içindir. Yıllardır sağlanmıĢ bir adalet gördüğümü hatırlamıyorum. Yine oyunlar dönüyor, sahne büyük. Sonuçlarını henüz göremiyoruz. Hareketlenmeler yeni yeni. Bu yeni yasayla ilgili çokça söylence var. Bir tanesine inanmak istemiyorum. Çünkü o yoruma göre, Ġmralı köpeğinin de bu yasadan yararlanması muhtemel. Üstelik bu insanımsıları, serbest bıraktıktan sonra yeni bir suç iĢlemedikleri sürece içeri alman da imkansız. Yasalarımızdaki boĢluklar sağ olsun. Tüm bu öğrendiklerimden sonra, geceleri nasıl rahat uyuyayım. Huzur kaldı mı hiç birimizde? ĠĢte günlerdir ekranları süsleyen, göz boyayan haberlerin özü bu. ġimdi sokağa saldıkları bu insanımsıların imza vermemesinin kendi suçları olmadığını, onları aradıklarını söylüyorlar. Bilmiyorlar mıydı yaptıkları yasanın boĢluğunu? ġimdi yakalasalar ne olur? Abi bir imza rica edeyim mi?
Burçin TOKSÖZ burcintoksoz-yfa@hotmail.com
SÜLEYMAN’IN MUHTEŞEM YÜZYILI 1. Süleyman yani Kanuni sultan Süleyman ya da Avrupa'nın değimiyle Muhteşem Süleyman, Osmanlı Devleti’ne en geniş sınırları kazandıran padişahtır. Babası Yavuz Sultan Selim, annesi ise Hafsa Hatun’dur. Annesinin Osmanlı ya da Çerkez olduğu tahmin edilmektedir. Kanuni 1495 yılının 27 Nisan’ında pazartesi günü doğmuştur. O da diğer şehzadeler gibi çok küçük yaşlardan itibaren sıkı bir eğitim ve terbiye almıştır. İlk eğitimini annesinden ve ninesi Gülbahar Hatun'dan (Yavuz Sultan Selim'in annesi) almıştır. Yedi yaşına gelince tahsil için İstanbul'a, dedesi Sultan İkinci Bayezid'in yanına gönderilmiştir. Şehzade Süleyman, burada Karakızoğlu Hayreddin Hızır Efendi'den tarih, fen, edebiyat ve din dersleri alırken, savaş teknikleri konusunda da öğrenim görmüştür. Daha sonra Süleyman kanunların sancak istemesi üzerine önce Şarki Karahisar'a oradan da Bolu, kısa bir süre sonra da Kefe sancakbeyliğine tayin edilir. Babası Yavuz Sultan Selim padişah olunca oğlunu yanına alır. Yavuz Sultan Selim vefat edince 30 Eylül 1520’te 25 yaşındayken Osmanlı Devleti'nin başına geçer. Kanuni'nin en büyük şanslarından biri de kendisinden başka ailede erkek çocuk olmamasıydı. Kanuni kendinden emin, azimli, irade sahibi ve geniş düşünen bir padişahtır. Bu özelliklerini o da çok iyi kullanarak Osmanlı Devleti’ne en geniş sınırlarını kazandırmış ve en parlak zamanını yaşatmıştır. Ve tam 46 sene boyunca devletini en iyi şekilde yönetmiş her zaman adaletli olmuştur. Ve Zigetvar Seferinde 71 yaşında yaşamını kaybetmiştir. Bu süre içinde iç
isyanları bastırmış, seferler düzenlemiş, en önemlisi dünyanın korktuğu ve saydığı bir Osmanlı yaratmıştır.
Peki Süleyman'a niye Kanuni denmiştir? Bunun cevabı şöyle; Süleyman, kanunları yenileyip ek kanunlar yapıp, bunlara önem verdiği için kendisine Kanuni denilmiştir. Kanuni devleti için birçok sefer düzenlemiştir. Bu seferler; -Macaristan Seferi ( 1521 ) -Mohaç Meydan Savaşı (1526) -1. Viyana Kuşatması (1529) -Alman Seferi -İran Seferleri -Preveze Deniz Savaş -Trablusgarp'ın Fethi -Cerbe Savaşı -Malta Kuşatması -Hint Seferleri -Belgrad'ın Fethi -Rodos'un Fethi -Cezayir'in Katılışı
Bunları ne yazık ki kısa kısa yazıyorum. Ama hepsi birbirinden önemli seferlerdir. Çoğunda da başarı sağlanmıştır. Kanûnî Sultan Süleyman 46 yıl saltanatta kaldı. Babası Yavuz Sultan Selim'den 6.557.000 km kare olarak devraldığı Osmanlı topraklarını yaptığı başarılı seferlerle 14.893.000 km kareye çıkardı. Kanuni bunların dışında diplomasi alanında Fransa'ya kapitülasyonlar vererek Fransızlarla iyi ilişkiler içerisine girdi. Daha önemlisi Fransa Kralı Fransuva'yı ve Fransa'yı Almanların elinden kurtarmıştır. Bunun neticesinde tüm Fransa'nın saygısını kazanmıştır. İşte bu seferler, antlaşmalar ile Osmanlı Devleti Kanuni Sultan Süleyman döneminde tarihinin en parlak dönemini geçirdi. Asıl konuya geçecek olursak Özel bir tv kanalı Muhteşem Yüzyıl adlı diziyi yayınlamaya başladı. Dizi adından da anlayacağınız gibi Kanuni ve dönemini anlatıyor. Dizi daha ilk 2 bölümden çok büyük tepki çekti. Buna tepkilere neden olarak ise Kanuni Sultan Süleyman'ın zevk ve içki düşkünü biri olarak gösterilmesi söylendi. Kanala, dizinin sitesine, oyuncaların sitesine , RTÜK'e tepki yağdı. Daha şimdiden neredeyse 100.000 kere şikayet edildi. Benim yorumum evet harem Osmanlı'da önemliydi. Ama daha önemli olan devlet işleri ve seferlerdi. Dizi kendini padişahlar hareme girmeden mi çocuk sahibi oluyorlar şeklinde savundu. Kısacası Allah'ın bildiğini kuldan mı saklayacağız! Harem olmadan padişahlar çocuk sahibi olmuyorsa; seferler, antlaşmalar olmadan da Kanuni olmaz. Ben böyle düşünüyorum. Evet, harem kısmı
doğrudur ama daha çok Kanuni'nin sefer alanında yaptıklarını görmek isteriz. Hele bu padişah Osmanlı'ya en parlak dönemini yaşatan , devletini düşünen bunun sonucunda yine bir seferde vefat eden adıyla sanıyla Kanuni Sultan Süleyman'sa. Bu kadar sefer, antlaşma boşuna değildir herhalde. Bu yüzden dizi biraz daha Kanuni'nin seferlerini anlatsa daha iyi olacak gibi . Hem kendisi için hem de seyircinin bilgisi için.
KAAN TÜRKELİ kaanturkeli@hotmail.com
Aksırıncaya, tıksırıncaya kadar.... Okura uyarı: Aşağıdaki yazı mizah ve hiciv öğeleri içermekte olup, gerçeklere dayalı bir eğlence yazısıdır. Alkol yasağına kadar özgürlüklerimizi budayan zihniyete eleştiriler barındırır. Umarım beğenirsiniz. :) Her yeni yılda özellikle alkollü içkilere zamlarla girdiğimiz güzel yurdumda bu sene bir adım daha ileri gidildi ve Tütün ve Alkol Piyasası Denetleme Kurulu (TAPDK) yayınladığı yeni kararnamesi ile 4. Murat dönemi yasaklarını geri getirdi. Öyle gazete ve bültenlerde bile içki yasağı olarak adlandırılan bu yeni kararname vatana millete hayırlı uğurlu olsun(!) Bazılarına göre bu yeni düzenleme aşırı abartılıyor, insanlara, alkol olmazsa olmaz bir şeymiş gibi gösteriliyor. Olayı abartanlara cevaplarını verirdim ama Bülent Arınç en iyi cevabı verdi: ‘Hayat alkol ve seksden ibaret değildir!’. Sayın Arınç’ın bu sözleri kararnamenin iptalinin olmayacağının habercisi aslında. AKP hükümeti ve TAPDK hayat standartlarımızı yükseltmek ve yurdum insanının %40’ının (kalan %60’ı alkol tüketmiyor.) sirozdan ölmesini engellemek için elinden geleni yapmaktadır. Peki bu yeni kararname hayatımıza ne gibi güzellikler katacak beraber bakalım: Öncelikle artık Aya İrini ve Topkapı Sarayı gibi tarihi mekanlarda yapılacak etkinliklerde içki servisi yapılamayacak. İnsanların tarihi dokuyu incelerken
ve etkinlik sırasında algılarının açık olması sağlanacak, içip içip eserlere saldıranların önüne geçilecek. Dünyaca ünlü ressam dahi olsa yapılacak sergi ve benzeri sanatsal faaliyetlerde alkollü içecek servisi yapılamayacak. Böylelikle sanata ve sanatçıya duyulan saygı vurgulanacak. Kafası güzel ziyaretçilerin eserleri tahrip edip, sanatçıyı dövmesi engellenmiş olacak. Park bahçelerde ya da sahillerde alkol tüketimi bu kararname ile yasaklandı. Zaten mekanda içmeye parası olmayan insanların alternatifleri de engellenerek sağlıklı toplum yaratılacak. İsteyenlere sahillerde içmeleri için şalgam suyu dağıtılacak. Eczanelerde alkol satış ruhsatı olmadığından kolonya ya da tıbbi kullanım amaçlı saf alkol bulundurulamayacak. Kolonya yerine gül suyu, saf alkol yerine çiğnenmiş ekmek kullanılacak. Alkollü içkiler hediye edilemeyecek, promosyon olarak dağıtılamayacak. Dağıtım ancak ticari amaçla yapılabilecek. Böylece satıştan para kazanılacak,ekonomi kazanacak. Kır düğünleri, nişanlar da dahil olmak üzere artık catering şirketleri organizasyonlarda alkol servisi yapamayacak. Halay başı ayık kalacak, halayın güvenliği sağlanacak.
Alkol tüketim yaşı 24’e çıkarıldı. Böylece 19 yaşında silah sahibi olabilen gençlerin sarhoş olup birbirlerini vurmaları önlendi. Konser, festival gibi etkinliklerde alkol satışı yapılamayacak. Gençler, konserleri ayran eşliğinde dinleyecek, sakin olaysız geçecek konserler. Ve en büyük katkı inanmayacaksınız ama spor alanına yapıldı. Efes Pilsen’in adı alkollü içki reklamı yaptığından dolayı değiştirilecek ya da takım dağılacak. Gençlerin alkol ve sporu bağdaştırması engellenecek. Kararnamede şuan bulunmayan ama olmasını umut ettiğimiz diğer düzenlemeye göre ise Türkiye’ye maç için gelen spor kulüplerinin adlarında alkollü içki bulunamayacak, reklamları olamayacak, eğer bu kurala uyulmazsa söz konusu takımlar hükmen mağlup sayılacak. AKP hükümeti ve TAPDK vatandaşlar için uğraşıp, didinip düzenlemeler yaparken Ankara Barosu’nun kararnameyi yargıya taşıdığı haberini aldım. Yurdum insanının ne istediğini, onlara neyin iyi neyin kötü olduğunu, onlardan iyi bilen hükümetin uygulamalarını neden eleştirirler anlamakta zorluk çekiyorum. Ne de olsa zorla başa gelmediler; yurdum insanı seçmedi mi? Hamdi AYAR hamdi.ayar@hotmail.com
TCDD’NİN BÜYÜK AYIBI Bu yazıyı yazarken bilin ki çok acı çekiyorum arkadaşlar. Acımın 2 sebebi var ; birincisi maddi diğeri ise manevi. Maddi acılarım büyük. Şöyle ki; vücudumda ağrımayan yer yok, her yerim tutuldu, etlerim sertleşti, hareket etmekte güçlük çekiyorum, boynumu çeviremiyorum, oturduğum yerler sızlıyor, belim büküldü, inanılmaz derecede ağır bir grip geçiriyorum. Daha sayabilirim ama yazı sıkıcı bir hal almasın diye burada kesiyorum. Peki neden ben bu haldeyim? Çünkü Ankara-İzmir arası mesafeyi ancak 20 saatte gelebildim. Aynı rahatsız koltuk üzerinde tam 20 saat!!! Ve hasta annem kucağıma yatar vaziyette olduğu için o saatlerde, ağrılarım 2 kat fazla… Gelelim manevi acıma; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bir kurumunu birazdan ağır şekilde eleştireceğim için milliyetçi bir genç olarak açıkçası içim sızlamakta. Ama kurtuluş yok, çektiklerimin hesabını soracağım… 30.01.2011 tarihli, saat 17.50, Ankara-İzmir istikametindeki Karesi Ekspresi’nin varış saati 07.35 olarak gözükmekte, peki kaçta vardık? Saat 14.00’te.
Hikaye şöyle ; Ankara’dan yola çıkılır, gece 03.00 sularında Gazellidere istasyonunda durulur, durulur, durulur… Yolcular şaşkın, kimse niye beklendiğini bilmemekte, görevliler açıklama yapmadıkları için(sağolsunlar!) çeşitli senaryolar üretilmekte. Neyse duyumlara göre anlaşıldı ki Balıkesir’e varmadan önce yolda tren devrilmiş ve yol çökmüş. 2 buçuk saat orada beklendikten sonra haydeee tren geri geri gitmeye başlar. Niye? Nereye? Ne olacak? Ne söyleyen var ne anlayan. Trendeki görevlilere soru soruyoruz cevapları karınlarından verdikleri için anlayamıyoruz falan. 1 saat kadar geri gidildikten sonra nereye geldik? Dursunbey İstasyonu’na. Durduk. Niye? Ne bileyim ben. Bekliyoruz. Niçin? Çok soru sordun sus. Saat kaç? Sabah 5-5buçuk civarı. Bu istasyonun etrafında ne var, evler, marketler, insanlar mı? Hadi oradan! Çamur var, taş var, bir küçük kulübemsi istasyon binası ve içinde 3-5 görevli bozuntusu var, havlayan köpekler var. Telefon bir iki nokta haricinde çekmiyor, insanlar merak edebilecek yakınlarına haber veremiyorlar… Yani ücra bir dağ eteği, sağın solun sobe… Trende ne bir anons yapılmakta, ne de görevliler bilgi vermekte. Bildiğimiz tek şey tren ilerlemeyecek, otobüsler gelecek ve insanları gidecekleri yere bırakacak. Bekle, bekle, bekle… Kimse de halinden şikayetçi değil etrafımda, herkes sus pus, tabir-i caizse koyun gibi beklemekte…
Zaman acımasız ilerliyor, akrebime yelkovanıma sordum saat olmuş 6.00, 6.25, 6.47, …. 7.05, 7.34…. 7.59… 8.15… Dayanamadım kalktım istasyon binasına gittim, tren görevlileri orda ellerinde telsiz, bir şeyler yapıyormuş gibi görünmekte. Sordum otobüsler ne zaman gelecek? Az kaldı az kaldı diye pışpışlandım, akıllarınca çocuk kandıracaklar. Niye bu kadar bekledik diyorum. Bir şeyler geveliyorlar ağızlarında, hadi bakalım. Lütfen vagonları dolaşıp insanlara açıklama yapın ya da anons yapın, insanlar merak içersinde diyorum bön bön suratıma bakmakla yetiniyorlar. Zannediyorum ki bunu olsun yapacaklar. Ya sabır çekip dönüyorum yerime. Aradan 15 dakika geçiyor, açıklama yapan yok tekrar gidiyorum diyorum bir şeyler söyleyin insanlara. Sonra soruyorum otobüsler nerde kaldı, 15 dakikaya gelir diyorlar. Tamam deyip hadi bir daha dön yerine. 20 dakika geçiyor ne otobüs var ne açıklama yapan. Bilenip gidiyorum bu sefer. Kavga çıkarsa diye korkularından jandarmayı çağırmışlar yanlarına. Önce sakince soruyorum hani otobüsler nerde? Gelir şimdi gelir diyorlar. Of yine bir pışpışlanma. En son tabi kavga patlak verdi. Bir sürü insan da benim gibi haklarını arıyorlar, takındıkları tavrın yanlış olduğunu söylüyorlar. Karşı taraftakiler utanıp susacakları yerde bizi azarlıyorlar. Neymiş görevli şeker
hastasıymış çabuk kızarmış, tehdit ediyor bir de yüzsüz! Yok efendim gece 2den beri uyanıkmış, bana ne yahu görevin bu, aldığın maaşın hakkını vereceksin haliyle, sanki babasının hayrına duruyor orda!! En son biri diyor ki burası küçük bir yer sadece 15 otobüs var, ee nerde bunlar? Mavi Tren’deki yolcuları bırakmışlar onların geri gelmesini bekliyormuşuz! Bak sen bak! Nerden başlasam hangi birini söylesem. Birincisi orasının küçük bir yer olması beni ilgilendirmez, senin görevin yolcuları yerlerine ulaştırmak. Balıkesir 1 saatlik yol, ver parasını ayarla bir şekilde oradan getirt otobüsleri. Giden otobüsleri beklemek akıl karı mı yani? Sonuçta koskoca TCDD, çok eski ve köklü bir kurum. Devlet kurumu olduğu için güvenimiz sonsuz! Değil mi ama? İkincisi, niye bizden 2 buçuk saat sonra yola çıkan Mavi Tren’e öncelik tanındı? Niye bizi Gazellidere’de oyalarken Mavi Tren’i bekledin? Aklın olsa zaten 2 saatten fazla beklettiğin insanları yerlerine gönderir, diğerlerini de aynı süre bekletirdin ve kimse tahammül sınırını aşmazdı. Ama sen bir tarafı 6 buçuk saat beklettin diğerini 5 dakika bile bekletmeden yerlerine ulaştırdın. Üstüne üstlük insanlara açıklama
yapma gereği bile duymadın. Onlara sanki yük treninde istiflenen hayvanlarmış gibi davrandın. İnsan olan ancak insana insan gibi davranmasını bilir. Bu durumda ne olduğunu bir düşün istersen… Yolculara kaba kaba davranışlar sergilenmekte, görüyorsunuz ya çabalıyoruz denilip hiçbir şey yapılmamakta. Çareyi insanlara bağırmakta buluyorlar, abuk sabuk bahaneler üretiyorlar. 4. kez gidip bir kavga daha çıkarıyorum. Arsızca bana diyorlar ki “biz yolun çökmüş olduğunu söylemeseydik de kaza mı yapsaydınız? Beklediğinize şükredin işte” oldu canım, devlet zaten bunun için seni besledi, görevini yaptığın için değil kazmalık yap diye para alıyorsun sanki. Küçük kader oyunlarıyla, kısmet bu, her şeyde var bir hayır yorumlarıyla beni ayakta uyutacak. Yemezler cicim. Haddini bileceksin. O günkü açıklama yapmayan, insanları takmayan, hasta yaşlı çocuk demeden yolcuları zor durumda bırakan, terbiyesizce cevaplar veren, otobüs
ayarlamaktan yoksun, bilmemkaç elleriyle bir işi doğrultmayı beceremeyen tüm görevlileri tek tek lanetliyorum. Eğer merkezdeki isimlerin olan bitenden haberi varsa ve müdahale etmedilerse, işi
3-5 vasıfsız istasyon görevlisine yetindilerse onları da lanetliyorum.
bırakmakla
Sonra ne oldu? 9.30’da (6 buçuk saatin sonunda) otobüsler geldi, bazı yolcuların gitmek istedikleri yerlere götürülemeyecekleri açıklandı, kavga gürültü yine aldı başını gitti, sıkış tepiş otobüslere binildi, trenden daha yavaş(!) otobüs yolculuğu sonunda insanlar bırakıldı ve çile bitti. Çıkaracağımız sonuç nedir? Ucuz diye trene binmek aptallıktır arkadaşlar. Böyle kurumlara para kazandırılmamalı, bunlar çökmeli ve daha iyileri oluşmalı. Bu ve benzeri görevliler buharlaşıp bu dünyadan yok olmalı. Üstüne para verseler binmeyin trene. Borç alın, hatta gerekirse kredi çekin ama otobüse binin, uçağa binin hatta gerekirse yürüyerek gidin, ne bileyim ışınlanmayı icat edin, atalarımız gibi at kullanın, kanat takıp uçun ya da oturun evinizde gitmeyin. Ama trene binmeyin, size insanlık dışı davranışlarda bulunmalarına izin vermeyin. Beliniz ağrımasın, boynunuz tutulmasın, bacaklarınız uyuşmasın, dizlerinizden derman çekilmesin, ağlayan çocuk seslerine saatlerce maruz kalmayın… Ey bunu
okuyan insanlar siz hep mutlu olun, trenden uzak durun…
Şeyda KAYA seydakaya-yfa@hotmail.com
PASTAFARYANĠZM
Herkesin dini kendine demek kolay ama bu dine tolerans gösterebilirseniz gerçekten espri anlayıĢınız var demektir. Türk Pastafaryanlar anlatıyor. Star Wars‟dan türetilmiĢ Jedi Dini‟ni hatırlarsınız. Avustralya‟da 2001‟deki nüfus sayımında 70 bin kiĢi din hanesine Jedi yazdırmıĢtı. ġu sıralar Pastafaryanizm en hızlı büyüyen dinlerden biri.
Bu dinin tanrısı Uçan Spagetti Canavarı (USC). Bira içip köfteden gözleri olan spagettiyi yemek kutsal kabul ediliyor. Vaat edilen cennette bira fıĢkıran volkanlar ve striptizci üreten fabrikaları var. Her Ģey, 2005‟te Kansas‟taki eyalet okullarında Darwin‟in Evrim Teorisi‟ne alternatif olduğu düĢünülen „Akıllı Tasarım‟ın okutulmasıyla baĢladı. Evrim Teorisi‟ni hiçe sayan bu teori, evrenin zeki ve bilinçli bir varlık tarafından yaratıldığını söyleyen içeriğiyle fizik kuramlarına uymuyordu. O zamanlarda 25 yaĢında olan ve Oregon Üniversitesi mezunu Bobby Handerson, J.W. Bush tarafından da desteklenen YaratılıĢ Teorisi‟ne tepkisini gösterdi. Sırf inat olsun diye Kansas Eğitim Kurumu‟na yolladığı açık mektupla, tanrısı Uçan Spagetti Canavarı (Flying Spaghetti Monster) olan Pastafaryanizm isimli bir dine inandığını bildirdi. Madem ki yaratılıĢ teorisi otkullarda okutuluyordu, tüm evreni yarattığına inandığı USC ve Pastafaryanizm‟i okullarda diğer iki teoriyle birlikte okutulmasını istedi. Böylece yeni bir din ve yepyeni bir tanrı doğmuĢ oldu. Pastafaryanizm adı, Ġngilizce‟de makarna anlamına gelen „pasta‟ ve Bob Marley‟in de mensubu olduğu, Mısır kökenli Ra dinlerinin Hıristiyanlık ve Yahudilik ile karıĢımından oluĢan Rastafaryanizm‟in birleĢiminden ortaya çıktı. Bobby Handerson, dini bu isimle ortaya çıkarttıktan sonra www.vengenza.org isimli bir de internet sitesi kurdu ve Pastafaryanlar bu site çatısı altında toplanmaya baĢladı. Ġyice kabul görmüĢ din, ateist, agnostik ve septiklerin kalesi olmuĢ vaziyette. Semavi dinlere inanmayanlar genel olarak “Bize dini
anlamda birçok Ģey anlatıldı durdu. Ġnanılması mümkün olmayan akla ve fizike aykırı birçok Ģeye inanılıyorsa pekala USC‟ye de inanılabilir” diyor. Bir diğer söylem ise “Her dinin cennet tasvirlerinde birçok uçuk kaçık Ģey var. Bizimkinde de bira fıĢkıran volkanlar ve striptizci üreten bir fabrika var.”
Pastafaryanizm tüm dünyada oldukça yaygın ve aslında anlayacağınız üzere parodi bir din. Diğer dinlerle dalga geçmiyor veya hakaret etmiyor. Pastafaryanlar gayet ciddi ve sadece dogmaları yıkıp insanları soru sormaya teĢvik etmeye çalıĢıyorlar. Evrim Teorisi‟ne inanmayanlarla dalga geçerek, tüm evreni Uçan Spagetti Canavarı‟nın yarattığını iddia ediyorlar. Pastafaryanizm çoktan ciddiye alınmıĢ vaziyette. Facebook‟ta din seçeneklerinin içinde bile seçeneği var! Pastafaryanizm‟in kutsal kitabı olan „DelifiĢek‟ ise yakında 6.45 Yayınları‟ndan piyasaya çıkacak.
Sayımız 10 milyona ulaĢtı SERHAT ZEKĠ (32) PSKĠLOJĠK DANIġMAN PASTAFARYAN KĠLĠSESĠ TÜRKĠYE TEMSĠLCĠLĠĞĠ “Çukurova Üniversitesi Psikolojik DanıĢmanlık ve Rehberlik Lisans, Mersin Üniversitesi Psikolojik DanıĢmanlık ve Rehberlik Yüksek Lisans mezunuyum ve psikolojik danıĢmanlık yapıyorum. Lise yıllarımdan beri ateistim. Pastafaryanlığı beĢ yıl önce keĢfettim. Dört yıldır Pastafaryanım. Pastafaryanlar bugün 10 milyonluk bir gruba ulaĢtı. Bu din benim için ise Evrim Teorisi‟ni reddedenlere, “Ben de sizin gibi tek tanrılı dine inanıyorum” diyerek Pastafaryanizmi anlatıyorum. Pastafaryanizm tek tanrılı dinlerin okullarda zorunlu olarak okutulmasına kendimce verdiğim bir tepki“ Ciddi ciddi Uçan Spagetti Canavarı’na inandığımızı düĢünenleri kendi haline bırakıyoruz CENK OKYAR (30) SANAT YÖNETMENĠ “Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Seramik Bölümü‟nden mezun olduktan sonra sanat yönetmenliği yapmaya baĢladım. Üç yıldır Pastafaryanım desem de 10 yıldır din konusuna ateizm ve agnostisizm çerçevesinde bakıyorum. Ġki çeĢit Pastafaryan vardır. Birincisi, benim gibi iĢin sadece felsefi yanıyla ilgilenen ve parodiden uzak duran Pastafaryan. Ġkincisi ise hiçbir koĢul altında renk vermeden parodisine devam eden ve size aslında mantıklı hiçbir Ģey söylemeyen Pastafaryan. Bu yöntemi seçen arkadaĢlar sıklıkla yanlıĢ
anlaĢılıp komik dialoglara maruz kalabiliyorlar. Zaten ciddi ciddi Uçan Spagetti Canavarı‟na taptığımızı düĢünen insanlar çıktığı zaman, konuyu uzatmak yerine onları kendi hallerine bırakmayı tercih ediyoruz. Günümüzde birçok dogma saygı kisvesi altında koruma altına alınmıĢ durumda. Ġnsanların bir dini, bir inancı veya bir dogmayı eleĢtirmesi, özellikle de günümüz Türkiye‟sinde hakaret etmekle aynı kefeye konuyor. Dünya buna hazır olana kadar bu eleĢtirileri göğüsleme görevi Pastafaryanizm‟e aittir. Ġnsanların bizleri eleĢtirmesini ve sunduğumuz teze bir anti-tez üretmelerini istiyoruz.“ Biz bira nehirlerinde yüzerken inanmayanlar gıptayla bakacak ÇETĠN ÇAĞLAR (32) MÜHENDĠS PASTAFARYAN CEMAATĠ
–
TÜRKĠYE
“Hacettepe Üniversitesi Kimya Mühendisliği‟nden mezunum. Üç yıldır Pastafaryanım. Eğer bunu ciddiye almazsanız ki ayıp etmiĢ olursunuz; dini inancım yok. Yani ateistim. Pastafaryanizmi duyduğum ilk günden beri soranlara “Pastafaryanım” diyorum. Bu, Akıllı Tasarım‟ın ders olarak gösterilmesinden sonra Bobby Handerson tarafından protesto amaçlı kurulmuĢ bir din. Ama bunu itiraf edersek Uçan Spagetti Canavarı‟nın kutsal kitabıyla çeliĢmiĢ olacağımızdan “Pastafaryanlık hak dini, zamanın baĢından beri vardı. Hepimiz öldükten sonra biz bira akan nehirlerden bira içip makarnaları lüpletirken bizi gıptayla izleyenler olacak” diyoruz. Bu dinin varlığını tahmin edebileceğinizden daha değerli buluyorum. Pastafaryanizmi, dinimize inanmayan
arkadaĢlarıma karĢı ciddi ciddi savunuyorum. “Böyle Ģeylere inanılır mı, siz mal mısınız?” diyenler çıksa da çoğunlukla bunun bir eğlence unsuru olduğu anlaĢılıyor. Pastafaryanlık, diğer dinlerde vaad edilen ne varsa içinde barındırıyor, diğer dinlerin her argümanına cevap verebilecek Ģekilde donatılmıĢ. Bu dine gönül verdiğimizden beri göbeğimiz büyüdü ama ruhen huzura erdiğimiz için bu dert değil.“ En eğlenceli kısmı makarna tarifleri GAMZE AKDEMĠR (32) THAĠ MASAJ UYGULAYICISI “Ġki senedir Pastafaryanım ve Tanrı‟ya inanıyorum. Facebook grubumuza inanmayanlardan komik ve alaycı mesajlar geliyor. Fakat bunun parodi bir din olduğunu anlamayanlar çoğunlukta, biz onlara gülüp geçiyoruz. Toplantılar düzenlediğimizi düĢünenler de var ve tabii ki böyle bir Ģey yok. En eğlenceli yorumlar değiĢik makarna tariflerinden oluĢuyor. Bazı arkadaĢlarım mevzuyu anlayamıyor ve soruyor, bazıları ise gülüp geçiyor veya katılmak istiyorlar. Kim ne derse desin biz çok eğleniyoruz.“
BUNLAR EMĠR DEĞĠL AMA YAPMAZSAN MEMNUN OLURUM Pastafaryanların tanrısı Uçan Spagetti Canavarı‟nın emirleri yok. Sadece “Yapmazsan memnun olurum” dediği sekiz ricası var: 1. Eğer bazı insanlar bana inanmazsa, sorun değil. Cidden, o kadar kendini beğenmiĢ değilim. Ayrıca, meselemiz onlar değil, o yüzden konuyu değiĢtirme. 2. Eğer benim varlığımı baĢka insanları bastırmak, buyruk altına almak, cezalandırmak, deĢmek için kullanmazsanız çok memnun olurum. Ben kurban talep etmiyorum. 3. Eğer baĢka insanları yargılamak için nasıl göründüklerine veya nasıl giyindiklerine veya nasıl konuĢtuklarına bakmazsan veya yani iyi davran iĢte, tamam mı? 4. Eğer sizin ve karĢınızdakinin yasal yaĢ sınırı ve ruhsal olgunluğa ulaĢması koĢuluyla sizi inciten veya arkadaĢınızın gönlününün ve iradesinin razı olmadığı iliĢkilere girmezseniz çok memnun olurum. 5. Eğer baĢkalarının bağnaz, kadın düĢmanı, nefret içeren fikirleriyle miden boĢken yarıĢmaya kalkmazsan çok memnun olurum. Önce yemek ye, sonra ne b.k yersen ye! 6. Eğer Makarnavi Varlığıma Adamak Üzere Milyon Dolarlık Kiliseler/Tapınaklar/Camiler/Sinagoglar/Türbeler Yapmak
Yerine Parayı Daha Ġyi Amaçlarla Harcarsan Çok Memnun Olurum (Ġstediğini Seç): 1. Fakirliği Ortadan Kaldırmak 2. Hastalıklara Çare Bulmak 3. BarıĢ Ġçinde YaĢamak, Tutkuyla Sevmek, Ve Kablolu Televizyon Fiyatını DüĢürmek Ben KarmaĢık Karbonhidratlı Sonsuz Kudretli Bir Varlık Olabilirim, Ama Hayattaki Küçük ġeyleri Severim. Bana Ġnan. Sonuçta YARATAN Benim. 7. Eğer etrafta dolanıp herkese seninle konuĢtuğumu söylemezsen çok memnun olurum. O kadar ilginç biri değilsin. O kadar böbürlenme. 8. Eğer, eee, ilgilendiğin konuda yani çokça kayganlaĢtırıcı gerektiren bir konuda, kendine yaptırmayacağın iĢleri baĢkalarına yapmaya kalkmazsan çok memnun olurum. Eğer karĢındakinin gönlü razı ise, (Madde 4‟e göre) bir kondom tak! Yorumu siz değerli okuyucularımıza bırakıyorum:):):) Kaynak:Hürriyet-Spatcom-Msxlabs
Yiğit AKKOCA yigitakkoca-yfa@hotmail.com
HAK… HUKUK… SUÇ… ADALET… MASAL… GERÇEK… Bir varmış bir yokmuş… Üniversitelerin birinde bir hoca varmış. O hoca öyle bir hocaymış ki herkes ondan yaka silkmiş. Neden mi? Çünkü o hoca öğrencilerine hiç değer vermezmiş. Her hafta derste yahu siz de konuşsanıza der ama kendisi susmak bilmediği için öğrencilere sıra gelmezmiş ve hoca ertesi hafta siz de hiçbir şey söylemiyorsunuz nasıl yürüyecek bu işler diye şikayet edermiş. Bu heeep böyle sürüp gidermiş. Çünkü o hoca gençliğinde kendi dersine girip ders harici şeyler anlatıp dersle, konuyla ilgili şeyler söylemeyen hocasıyla dalga geçtiği halde kendisinin o hocasından daha beter olduğunu anlayamayacak kadar safmış. O hoca her derste bildiği TEK konuyla ilgili alırmış sazı eline çalarmış da çalarmış. Başka konuyla ilgili soru sorulsa asla bilemezmiş ve bunu çok güzel geçiştirirmiş. Öğrenciler öğrenmeleri gereken dersi öğrendi mi öğrenmedi mi umurunda değilmiş. Ama sınav gelince anlatmadığı her şeyden sorumlu tutarmış. Çünkü o hoca sabahın ilk saatlerindeki dersine gelirmiş yoklama alırmış sonra da benim toplantım var diyerek gidermiş. Derse gelen öğrenciler hiçbir şey öğrenemediklerine mi yansınlar yoksa uykularını alamadıklarına mı ya da günlerinin boşa gittiğine mi bilemezlermiş.
Çünkü o hoca başka bir hafta yine derse gelip yoklama alıp ben hastayım doktor randevum var diyerek dersi iptal edermiş. Sanki diğer hocalar gibi önceden belli olan bir şeyi internet üzerinden haber verse de zavallı çocuklar o gün derse gelmese mesela evi uzak olan bazıları 1saat git 1 saat dön yolculuk zahmetini çekmese ne güzel olur. Çünkü o hoca dersleri iptal ettiği için konulardan geri kalacağız haftaya şu saatte ek ders yapalım dedikten sonra öğrencilerinin o nadir olan boş zamanlarından çalıp o derste ders yapmazmış hayat hikayesini anlatıp bir sürü öğüt verirmiş. Çünkü o hoca şu konuyu okuyup gelin dediğinde öğrenciler okuyamadıysa sinirlenip hadi ders yapmıyorum ama bu konudan sorumlusunuz dermiş. Bir öğretmenin görevinin öğretmek olduğunu bilmeyen, öğrencileri zalimce cezalandıran bir hoca düşünün. Çünkü o hoca sınıfta hapşıran öğrencisine “hapşırmak ahlak dışıdır” dermiş. Bu da yetmezmiş gibi saygılı öğrencisi ağzını açıp tek bir kelime cevap vermediği halde ders sonunda yanına çağırıp bir sürü laf edip azarlayıp öğrencisini rencide etmeye çalışırmış tabi sonunda delirttiği öğrenciden ağzının payını alınca da tek kelime edemeden arkasını dönüp gidermiş. Çünkü o hoca sınav kağıtlarını asla okumaz kafasına göre not verirmiş ve onlarca öğrencinin
vebalini taşırmış. İtiraz edemezmiş kimse hocadan korkusundan, hoca çünkü taktı mı yakarmış. Kırk yılın başı notuna itiraz etme cesareti gösteren öğrenciye de güler yüzle tamam hallederiz yarın gel dermiş, buna aldanan öğrenci yazılı dilekçe vermezmiş ayıp olmasın diye, ertesi gün gidermiş hoca bakamadım sonra gel dermiş, ertesi gün öğrenci tekrar gidermiş çok işi olduğu bahanesiyle hocanın bakmadığını öğrenince boynunu büküp gidermiş ve ertesi gün ve ertesi derken hoca öğrencisini 1 ay her gün kapısında köpek edermiş. Sonra da baktım değişmedi der başından savarmış. Öğrenci onu denermiş kağıdında olan bir şeyle ilgili, sazan hoca yanlış cevap verince anlarmış ki hoca kağıda bakmadığı halde yalan söylermiş. Yani o hoca yalancının önde gideniymiş. Ama ne yazık ki iş işten geçtiği için çocukcağızın notu öylece eksik kalırmış. Çünkü o hoca sorduğu sorulara cevap vermek isteyenlerin lafını sürekli kestiği için kimse cevap vermezmiş bir süre sonra. Hoca da öğrenciler cevap vermeyince siz bilmiyorsunuz cahilsiniz bu diplomayı alsanız neye yarar sizden ne köy olur ne kasaba vb bıdı bıdı aklına gelen her türlü aşağılamayı yaparmış öğrencilerine. Bundan da zevk alırmış, kendi öğrenciliğini anlatırmış şöyle okurdum böyle yapardım diye atıp tutarmış . Çünkü o hocanın önem verdiği tek şey yazdığı kitaplarmış. İşi gücü araştırma yapmakmış. Ne sınavdan anlarmış ne ders anlatmaktan ne öğrenciyle ilişki kurmaktan ne de mütevazilikten…
Bir gün gelmiş hocayı okuldan atmışlar… Öğrenciler ermiş muradına biz çıkalım kerevetine… (Diye bitirmek isterdim bu yazımı. Çünkü bu bir masal(?) Ama gerçekler acıdır arkadaşlar. Böyle hocalar hep vardır, hiçbir yere gitmezler, kimse onlara hesap sormaz. Yapmadıkları görevin parasını yerler, öğrencilerin haklarını yedikleri gibi aynen…) *Hak yemek hırsızlık demektir hocam. Hırsızlık sadece ekmek çalmakla, kuyumcudan yüzük yürütmekle olmaz. Hırsızlığın en büyüğü kul hakkıdır. Üzerinde kul hakkıyla yaşayanlar asla mutluluğa erişemezler. Hukukçular iyi bilir; hırsızlık ADİ suç kapsamında değerlendirilir. (Normal şartlarda bu yazı burada bitirilir ama siz edebiyatı, şiiri, romanı boş iş olarak gördüğünüz için, gerçek anlamda okumayı lisede bıraktığınızı söylediğiniz için, yani siz nüktedan cümleleri anlayacak kapasiteye sahip olmadığınız için, yukarıdaki cümlede bulunan imayı kavrayamayacağınız için direkt yazıp öyle bitireceğim : Siz adi bir suçlusunuz hocam ve ben size hakkımı helal etmiyorum)
Şeyda KAYA seydakaya-yfa@hotmail.com
ASLANTEPE Bir tarih kapandı, yeni bir sayfa açıldı Türk spor tarihinde. Birçok kupaya, büyük maçlara ev sahipliği yapan; Aslan‟ın gerçek yuvası görkemli bir veda ile tarihteki önemli yerini aldı. Ve yeni bir efsane doğdu, umarım Türk Telekom Arena da en az Ali Sami Yen‟imiz kadar uğur getirir Aslanlarımıza. Bu giriĢin ardından gelelim asıl konuya; Türk Telekom Arena‟nın açılıĢ törenindeki protestoya. Bugün her kanalda Recep Tayyip Erdoğan‟ın açıklamaları vardı. “Ben hangi takımı tutarsam tutayım, bu stadyum Türk futbolu için gereklidir” diyordu. Ardından da “Galatasaray‟ın tek bir Allah kuruĢu yoktur bu stadyumun yapımında” diye ekliyordu. AçılıĢ gecesi kendisini yuhalayan Galatasaray taraftarlarına kızıp, ağzına geleni söylüyordu. O taraftarlar kulüpçe de “bizden değillerdir” diyerek aforoz ediliyordu. Terbiyesiz olmakla suçlanıyorlardı. Bazıları “mekan sadece oynatmıyormuĢ, terbiyesizlik de yaptırıyormuĢ” diyorlardı. Bu haberleri izlerken kendimi gülmekten alamadım. Neredeyse halkın tamamı AKP yönetiminden Ģikayetçiyken; eylemler her yerde sürerken, o taraftarların yuhalamaları nasıl Galatasaray‟a mal edildi ya da bu kadar hayret verici bulundu? Bakanlara yumurta atan halktan farkları ne? Orada tepki gösterenler Galatasaray taraftarları değil, halktı. O taraftarlar ki halkın sesini, duyurması gerekenlerden çok daha iyi yansıttılar. Halkın sesiyiz, diye baĢa gelenlerin, halkı nasıl ezdiğinin farkında olduklarını gösterdiler.
Ben o taraftarlardan biri olsaydım, ve hatta tüm Galatasaray taraftarları aslında yönetimi yuhalamalı. Evet, bunu yapmalılar. Gücün köpeği olup; kendilerine gönül veren, koĢulsuz seven adamları dıĢladıkları için asıl yuhalanması gerekenler onlar. Kaldı ki bu siyasetle ilgili bir olay, sporla değil. Yani sokakta eylem yapanlar arasında Fenerbahçeli, BeĢiktaĢlı, Trabzonsporlu, KarĢıyakalı ya da Bursasporlu yok mu yani? Tüm eylemciler Galatasaraylı mı? Eğer öyleyse de bu farkındalıklarından dolayı tebrik edilmesi gerekenler onlar. Böylesine sıradan bir olayın bu kadar büyütülmesine gıdıklıyorlarmıĢçasına güldüm. Daha neler göreceğiz kim bilir. Aslında bu yorucu gündemin arasında, espri gibi fena da olmadı hani.
Burçin TOKSÖZ burcintoksoz-yfa@hotmail.com
BİR FİLM BİR KİTAP
DEATH NOTE
Aslında film tanıtıyoruz bu köşemizde ama ben sizlere bu ay bir anime dizi tanıtmaya karar verdim. Aslında bir çoğunuz biliyor da olabilirsiniz çünkü anime serisi Japonya'da 3 Ekim 2006 tarihinden 26 Haziran 2007 tarihine kadar yayınlanmış. Ben çok geç keşfettim. Keşfettiğim gibi de bir solukta 37 bölümünü izledim. Sadece 4 günümü aldı :) Tatil olması ve hiç işim olmamasıyla alakalı da olsa normal bir vakitte de çok hızlı izlerdim herhalde. Çünkü bağlılık yapıyor kesinlikle, haberiniz olsun. Çılgınlar gibi izlemek istiyorsunuz. Herkese tavsiye ediyorum. Ama sakın sınav döneminde falan izlemeye başlamayın “sonra devam ederim neymiş acaba bir bakayım” diyerek, çünkü başlarsanız bırakamazsınız…
Hikaye, Ryuk adında bir ölüm meleğinin Ölüm Defteri'ni (Death Note) dünyaya düşürmesiyle başlar. Ölüm Defteri, bir lisenin bahçesine düşer. Bu okulun öğrencilerinden Light defteri bulur. Light Yagami çok zeki ama hayatından bıkmış bir lise öğrencisidir. . İçindeki kurallarda deftere kimin ismi yazılırsa öleceği ve nasıl kullanıldığı yazmaktadır. Light, buna ilk başta inanmaz ama denedikten sonra bunun gerçekliğine inanmaya başlar. Defteri düşüren ölüm meleği ile yani defterin eski sahibi ile tanışınca kendisini "Yeni Dünya'nın Tanrısı" olarak görür ve suçluları deftere yazarak ölümle cezalandırır. En çok istediği şey suçlulardan arınmış bir dünyadır ve bu dünyanın tanrısı kendisi olmalıdır. Halk tarafından da kendisine "Kira" ismi verilir.
Sonra, birçok suçlunun kalp krizinden ölmesi Interpol ve gizemli dedektif "L"in dikkatini çeker. L, "Kira"nın Japon vatandaşı olduğunu yaptığı bir test ile anlar ve hayatı pahasına olsa da Kira'yı yakalamaya çalışır. İşte olaylar bundan sonra başlar : Birbirinden zeki ve birbiri gibi düşünebilen inanılmaz yetenekli iki kişinin savaşı, bu uğurda alınan riskler, feda edilebilecek olanlar… İyi ile kötü arasındaki ince çizgi. Güç, hırs, tutku, aile bağları ve tabi ki aşk… Ne kadar çok yaklaşırsanız o kadar çok risk almışsınız demektir ama ya yaklaşmadan rakibinizi alt edemeyecekseniz?... Ya siz ne yapardınız böyle bir defter elinize geçse? Kötü olmak adına da olsa kötülüğü yok etmeye uğraşır mıydınız?
Defterdeki Kurallardan Bazıları : -Deftere adı yazılan kişi ölür. -Eğer deftere ismi yazan kişi ismi yazılan kişinin yüzünü bilmiyorsa o kişi ölmez.
-Ölüm nedeni defterde belirlenmezse, kişi basit bir kalp kriziyle ölür. -Ölüm defterini kullanan kişi ne cennete ne de cehenneme gider.
-Ölüm defterine dokunan her insan Ölüm Tanrısını görür ve sesini duyar. -Ölüm defterinin insan sahibi kendi hayat süresinin yarısını Ölüm meleği gözüyle takas edebilir. Bu göz sayesinde gördüğü insanın yaşam süresini ve gerçek adını görür. -Defterden koparılan çok küçük bir parça bile tam etki gösterir. İyi Seyirler :)
ġeyda KAYA
KIZIL NEHİRLER Eğer içinde cinayet , gerilim , gizem gibi nitelikleri olan kitapları seviyorsanız beni canı gönülden dinleyin. Bu kitap Jean-Christophe Grangé’ın çoğu kitabında olduğu gibi inanılmaz bir olay örgüsüne sahip. Yazarın istediği noktaya gitmekten başka yapabileceğiniz bir şey yok. Kitap öyle iyi ki sanki kitap okuyormuş gibi değil de film izliyormuş gibi hissedeceksiniz. Eline aldın mı bırakamazsın derler ya işte bu kitap o cinsten. Gece uykusuz kalmayı tercih edebilirsiniz ki ben ettim ve kesinlikle pişman değilim. Yine olsa yine yaparım. Grangé’ın inanılmaz hayal gücünden etkilenmemek mümkün değil. Gerilim giderek artıyor , tabi merakınız da aynı şekilde . Bir an evvel bitsin istiyorsunuz. Aynı zamanda bitmesin de istiyorsunuz çünkü gerçekten zevk aldığınızı hissediyorsunuz. Kitabın sonu geldiğinde şöyle bir silkelenip muhtemelen “vaayy arkadaş elin oğlu neler yazıyoo” diyeceksiniz ve odanızın dışından gelen tıkırtılar sizi biraz da olsa rahatsız edecek.
Biz Efendileriz, Biz Köleleriz. Biz Her Yerdeyiz, Hem de Hiçbir Yerde. Biz Karar Verenleriz. Kızıl Nehirlerin Hakimiyiz.
Bu söylediklerim dışında kitaptan alıntılar yapacak falan değilim. Kitaba dair ipucu verip sihrini bozmak olmaz. Ama diyebilirim ki okumaktan asla pişman olmayacağınız bir kitap. Bu kitabı beğenmek için sadece polisiye seviyor olmanız şart değil. Çünkü kitap sizi kendisine akıcı ve sürükleyici diliyle bağlayacak. Eğer şimdi bir tane edinip okursanız hayatınız boyunca sevdiğiniz kitapların arasında yer alacağına eminim.
Melike Güneş
Young Future Academy Aylık Gençlik Ve Kariyer Dergisi