Genç-Analiz Mayıs 2010

Page 1

Sayı:3 Mayıs 2010

GENÇ-ANALİZ Young Future Academy Aylık Gençlik ve Kariyer Dergisi

YOUNG FUTURE ACADEMY


KÜNYE

İÇİNDEKİLER

Genel Koordinatör

• Deliye Her Gün Bayram….….............1

Yiğit AKKOCA

• Özelleştirme Evet?Hayır?............... 2

İnsan Kaynakları Koordinatörü

• Dünyadan Pratik Bilgiler….…...........6

Burçin TOKSÖZ

• Gençlik Projesi-Bursa……….............10

Dergi Editörü

• Sır Ölümler………………….................13

Şeyda KAYA Görüntü Yönetmeni Melike GÜNEŞ Dış İlişkiler Koordinatörleri İdil ÖZMAÇİN-Utku HATİPOĞLU İş-Staj Koordinatörü Sinan SÖNMEZ Sosyal Organizasyon Koordinatörü Mihraç NALBANTOĞLU Stratejik Araştırmalar Takım Lideri Barhan KAYNAK Dünya Ekonomi Araştırmaları Takım Lideri Utku HATİPOĞLU

• Ay Dede…………………...............…....17 • Yolların Başlangıcı……............…… 22 • Mayıs………………………...................23 • Yapmalı mı?Yapmamalı mı?.........25 • Tatlı Rüyalar………………..............…26 • Bir Film Bir Kitap………............…...28 Hazırlayan: Young Future Academy Website:www.youngfutureacademy.tr.gg Adres:Cumhuriyet Bulvarı No:137Deü Rektörlük KarşısıCumhuriyet Apt. K:2 D:6 Alsancak,İZMİR Tel:0506588291


DELİYE HER GÜN BAYRAM… Dopdolu bir mayıs ayında herkese merhaba… Vizelerden çıkan, bir konserden diğerine, festivalden festivale koşarak haziran ayındaki finallere kadar vizelerin acısını, gençliğinin tadını çıkartan sevgili arkadaşlar; bu arada vakit bulup bu dergiyi de okuduğunuz için kucak dolusu sevgiler size :) Mayıs ayının ilk günü ülkemizde her yıl olaylı geçer bilirsiniz arkadaşlar. Oysa ki işçi ve emekçilerin haksızlıklarla mücadele günü olarak da bilinen 1 Mayıs İşçi Bayramı’nın, alakası olmadığı halde sırf provoke etmek amaçlı kutlamak isteyen, abuk sabuk ideolojilere bağlanmış insanlarla yine sırf provokasyon amaçlı, kutlatmamaya odaklanmış, saçma korkuları olan bazı garip kesimler arasındaki savaş olarak algılanması ne kadar da acı bir durumdur. Neyse ki bu yıl bayram biraz daha amacına uygun ve az olaylı geçti. Umarım her geçen yıl 1 Mayıs İşçi Bayramı daha da az olaylı kutlanır diyerek bir başka mayıs bayramına geçiyorum. 3 Mayıs Türkçülük Bayramı’nı Atamızın bir sözünü yazarak kutlamanın anlamlı olacağı inancındayım : ‘‘ Bana insanlar üstünde bir doğuş atfetmeye kalkışmayınız. Doğuşumdaki tek fevkaladelik Türk olarak dünyaya gelmemdir.’’ M. Kemal ATATÜRK Gelelim mayıs ayının en sevdiğim günlerinden birine; 6 Mayıs Hıdırellez’e. ‘Hıdırellez’ kelimesi ‘Hızır’ ve ‘İlyas’ isimlerinin bir arada söylene söylene kaynaşmış halidir. İnanca göre bu iki kardeş peygamber her yıl 6 mayısta sabah güneş doğarken buluşurlar. Çoook çeşitli rivayetler, adetler, gelenekler vardır ama benim en sevdiğim gelenek ateş üzerinden atlama geleneğidir. Hatırlarım çocukken mahallede gündüzden başlardık arkadaşlarla çalı çırpı toplamaya, evden gazete kağıtları getirmeye. Gecenin ilerleyen saatlerine kadar en yüksek ateşten ben atladım muhabbetleri döner, kalabalık bir halde ateşten atlanır, şarkılar söylenir, darbuka çalınır ve tabii ki dans edilirdi. Mahalleler birbirleriyle yarış içine girerdi ‘daha çok eğlendik’ diyebilmek için. Hala yer yer kutlamalar yapılsa da eski coşkusunu kaybettiğini görerek üzüldüğüm bir bayramdır Hıdırellez Bahar Bayramı. Ama üzücü olan bayramın coşkusunu kaybetmesi değildir aslında, günümüz çocuklarının bu coşkuya hiç sahip olamayışıdır. Dilerim ki ileride eski güzel günlerine döner Hıdırellez… Mayıs ayından ve özel günlerden bahsederken ne mayıs ayının ikinci pazarı kutlanan anneler günü unutulur -ki herkesin en kıymetlisidir annesi- , ne 19 Mayıs Atatürk’ü Anma ve Spor ve Gençlik Bayramı, ne de İstanbul’un Fethi’nin 557. Yıldönümü olan 29 Mayıs. Ve tabi doğum günümü de unutmamak lazım :) Şaka bir yana, bolca bayramlardan bahsettikten sonra her gününüzün bayram coşkusuyla geçmesi ama deli sıfatıyla anılmamanız dileğiyle, iyi okumalar…

Şeyda KAYA Dergi Koordinatörü


ÖZELLEŞTİRMEYE Mİ YOKSA YANLIŞ ÖZELLEŞTİRMEYE Mİ

HAYIR? Dünyada 1980'li yıllardan itibaren giderek hız kazanan bir küreselleşme süreci yaşanmaktadır.Türkiye de bu küreselleşme sürecine dahil olan ülkelerden biridir.Bu bağlamda içinde bulunduğumuz çağı değişim çağı olarak nitelendirebiliriz. Bu değişim, işletmeleri yeniden yapılanma gibi çağdaş yönetim yaklaşımlarını benimsemeye zorlamaktadır. Bu kapsamda devletin yeni rolünün belirlenmesi ve özelleştirmeye verilen önemin artması ile birlikte kamu ve özel sektörde gerçekleşen yeniden yapılanma girişimleri hız kazanmaya başlamıştır. Türkiye'nin uzun dönemli ekonomik politikaları oluşturulurken bu gelişmelerin göz ardı edilmemesi gerekir. Türkiye'nin uzun yıllardır uyguladığı içe dönük sanayileşme ve korumacı politikalar genellikle her iş kolunda monopolist ya da oligopolist bir piyasanın oluşmasına yol açmıştır .Ancak 1980 sonrası dönemde 'serbest piyasa ekonomisi' politikaları ve rekabetçi piyasalar giderek gelişmiştir. Özelleştirmenin amaçları ve sebepleri: Özelleştirme, devletin bir kurumunu bir özel gruba ya da sektöre belli bir süreliğine ya da uzun vadeli olarak satması veya kiralaması olarak adlandırılabilir. Eğer kurum büyük çapta ve ulusal hizmet düzeyinde ise bu kurum özelleştirilse dahi kanunlarla devletin bu kuruma bir olumsuzluk durumunda müdahale etme yetkisi daima vardır. Türkiye'de özelleştirme ile devletin ekonomideki sınai ve ticari aktivitesinin en aza indirilmesi hedeflenirken, rekabete dayalı piyasa ekonomisinin oluşturulması, devlet bütçesi üzerindeki KİT finansman yükünün azaltılması, sermaye piyasasının geliştirilmesi ve atıl tasarrufların ekonomiye kazandırılması, bu yolla elde edilecek kaynakların alt yap yatırımlarına kanalize edilmesi amaçlanmaktadır. Özelleştirme uygulamaları ile bir yandan mali piyasalara ve dolayısıyla sermaye piyasalarına yönelmeyen yerli ve yabancı tasarrufları bu piyasalara yönlendirecek yeni kaynaklar yaratılması, diğer yandan da kamu kesiminin fonlar üzerindeki talebi nedeniyle sıkışan mali piyasa üzerindeki olumsuz baskının engellenmesi hedeflenmektedir. Özelleştirmenin sebeplerini üç ana başlık altında toplayabiliriz: 1) Ekonomik sebepler: a) serbest piyasa ekonomisini tüm kurum ve kuralları ile işler hale getirmek b) kaynakların optimum dağılımını sağlamak c) sermayeyi tabana yamak d) gelirleri üretken yatırımlara yönlendirmek. 2) Mali sebepler: a) devlete gelir sağlanması


b) verginin tabana yayılması c) kamu kesimindeki işgücü fazlalığının önlenmesi. 3) Toplumsal-siyasi sebepler: a) toplumsal refahın arttırılması b) demokratikleşmeye katkı c) yolsuzlukların önlenmesi. Dünyada Özelleştirmenin Tarihçesi Dünyada 20.yy'da gösterilebilinecek 2 önemli kriz yaşanmıştır. Bunlar 1929 ve 1970 krizleridir. 1929 krizi serbest piyasalardan kaynaklanan bir kriz olarak adlandırılmış ve bu krizden çıkmanın yolunun devlet müdahalesi ile mümkün olduğu görüşü ortaya çıkmıştır. 1970 krizinde ise bu durumun tam tersi söz konusudur. 1970 krizine sebep devlet kontrolü ile yürütülen işletmeler gösterilmiştir. Bu yüzden de 1970 sonrası dönemde özel işletmeciliğe verilen önem giderek artmıştır. 1979 yılında İngiltere'de başlayan özelleştirme akımı sırasıyla diğer ülkelere doğru yayılmıştır. Almanya'nın ilk özelleştirme hareketi 1957’de, Amerika'da 1982’de, Meksika'da 1983’de başlamıştır.

Türkiye'de Özelleştirmenin Tarihçesi Cumhuriyetimizin kurulduğu ilk yıllarda gerek ekonomik, gerek finansman birikimi, gerekse teknoloji ve bilgi birikimi yetersizliği nedeniyle ağırlıklı olarak kamu yatırımları gerçekleştirilmiştir. Türkiye'de bu yıllarda önce katı bir devletçilik politikasını benimsenmiş, ama halkın durumu giderek daha kötüye gidince bu politikadan vazgeçilmiş yerine daha liberal bir politika benimsenmiştir. Ama içinde bulunduğumuz koşullar nedeniyle bu politika da kısa sürede işleyemez hale gelmiştir. Bu iki denemeden sonra karma bir sistem olan Atatürk'ün devletçilik politikası hayata geçirilmiştir. Bu devletçilik akımı içinde özel sektörün geliştirilmesi fikri yer almaktaydı. Bazı konularda ekonomide devletleştirme yolu izlenmiş, bazı konularda ise iktisadi teşebbüsler özel sektöre bırakılmıştır. 1923 yılında İzmir İktisat Kongresi’nde kabul edilen esaslara göre: 'Hükümetin dahi bankaya bir sermaye koyarak hissedarlığı iştiraki ve ancak hükümet aldığı bu hisseleri talep vukuunda ihraç ile halka satarak yavaş yavaş alakasının kat'ı.' Bu karar kamu mülkiyetindeki varlıkların özel teşebbüse devrini içeren Cumhuriyet tarihinin ilk belgesi olması bakımından önemlidir. 1980'li yıllara kadar Türkiye'de devletin geleneksel özelliklerinin devam etmesi sonucu ekonomi kendi kurallarına göre değil, devletin ihtiyaçlarına göre işlemiştir. Türkiye'de özel-kamusal alan ayrışmasıyla ilgili en önemli gelişme ve dönüşüm hiç kuşkusuz 1980 sonrası dönemlerde yaşanmıştır. Bu dönemin en önemli özelliği uygulanan liberal politikalardır. 1983'te Türkiye'de sivil bir kamu için büyük önem arz eden alt yapı çalışmaları başlamış, 1984 yılında ilk yasal düzenleme ile uygulayıcı ilk kurumun (Toplu


Konut ve Kamu Ortaklığı İdaresi Başkanlığı) temeli atılmıştır. Bu bağlamda özelleştirme politikaları geliştirilerek devletin kamudaki rolü yeniden belirlenmiş ve devletin ticari faaliyetlerden çekilmesi ve kamu iktisadi teşebbüslerin özelleştirilmesi öngörülmüştür. Ancak 1984 yılından 1994 yılına kadar yapılan yasal düzenlemeler yetersiz kalmış ,özelleştirmenin hukuksal temellerinin belirlenmesi gereği ortaya çıkmıştır. 1994 yılında yürürlüğe giren 'özelleştirme kanunu' ile bu aksaklıklar giderilmeye çalışılmıştır. Türkiye özelleştirme çalışmalarına çoğu ülkeden daha önce başlamasına rağmen bu ülkelerin gerisinde kalınmıştır. Bu durumun sebepleri: 1) Toplumsal uzlaşma ve diyalog eksikliği: Türkiye'de özelleştirme karşıtı olan büyük bir kesim var. Ne yazık ki bu karşıt taraf özelleştirmeyi hiç de doğru olmayan bir şekilde ülkeyi satmak olarak adlandırıyor. Bu kesim sürekli ülke elden gidiyor, fakirler eziliyor, sistem zenginlerin sistemi gibi propagandalarla toplumsal uzlaşmaya balta vuruyor. Evet belki ülkemizde bu durumlar mevcut. Ama bunun nedenini özelleştirmeye bağlamak, küresel olarak özelleştirmeyi ülkelere zarar veren bir uygulama olarak göstermek doğru olmaz. Çünkü ABD'ye, İngiltere'ye, Almanya'ya, Fransa'ya, Polonya'ya bakıldığı zaman özelleştirmenin bu ülkelerin ekonomisine sağladığı katkılar açıkça gözükmektedir. Ne yazık ki özelleştirme Türkiye'de aynı sonuçları vermiyor. Bunun nedeni ise ülkemizde uygulanan yanlış özelleştirme politikalarıdır. 2) Sosyal güvenlik, iş kaybı ve istihdam konularında gerekli hukuki ve teknik alt yapı düzenlemelerinin yapılmadan özelleştirilmeye gidilmesi: Bu eksikliğin ağır yükü ne yazık ki işçilerin sırtına biniyor. Devlet işçisini güvenceye almadan bu insanların kaderini yerli ya da yabancı kuruluşların insafına bırakıyor. Bu da işçiler arasında özelleştirmeye karşı güçlü bir karşıt tepkinin oluşmasına neden oluyor. Ama bu durum batıda gözükmüyor. Çünkü devlet önce işçisinin hakkını güvence altına alıyor ve ancak bu şart altında pazarlık masasına oturuyor. Eğer bu sistem bizde de uygulansaydı Türkiye'nin yüzünü kızartan tekel işçilerinin haklı isyanı hiç yaşanmazdı. Devlet sadece kar etmeyi düşünmemeli, aynı zamanda özelleştirme ile nasıl toplumun her kesimi memnun edilebilir sorusuna da cevap verebilecek politikalar uygulamayı hedeflemelidir. 3) Siyasal ve ekonomik istikrarsızlık: Batıda iktisat politikası bir bütün halindedir, makro ve mikro bir bütünleşme vardır. Ülke çıkarları ve toplum çıkarları birbiriyle örtüşmektedir. Bu ülkelerde 'ulusal iktisat politikası' olduğu için özelleştirilen şirket özel ellerde dahi kamusal işlevini korumaktadır. Türkiye ise henüz bir ulusal iktisat politikasına sahip olmadığı için şirketler yerli de olsa yabancı da olsa, yabancı ülkelerin çıkarına hizmet ediyor. Bu durum sonucunda Türkiye'de özelleştirme yabancılaşmayla eş anlamlı hale geliyor ve ülke ekonomisi yabancı tekellerin istilasına uğruyor. 4) Mevzuat ayrılığı: Ülkemizde özelleştirme uygulamalarının Özelleştirme İdaresi Başkanlığı, Enerji Bakanlığı, Ulaştırma Bakanlığı olarak üç ayrı kurum tarafından yapılmakta olması uygulamada bir mevzuat birliğinin sağlanamamasına neden olmuştur.


Bu şartlar altında özelleştirme politikası sırasında dikkat edilmesi gereken hususların bir kaçına değinmekte fayda var. 1) Özelleştirme planları tüketicinin net faydasını maksimize edecek şekilde tasarlanmalıdır. 2) Piyasaya girişlerdeki yapay sınırlandırmayı kaldırarak rekabet özendirilmelidir. Böylece tekelci güç daha kolay denetlenip, sınırlandırılabilinecektir. 3) Ciddi geçici işsizlikler için tazminat ödenmelidir. Ayrıca devlet özelleştirme esnasında karşı tarafla işçilerin haklarını korumak ve devamını sağlamak için çeşitli anlaşma yollarına gitmelidir. 4) Tüketicinin yararının en fazla olabileceği sanayilerin özelleştirilmesine öncelik verilmelidir. 5) Özelleştirme ile sağlanan yabancı sermayenin üretim sektörlerinde kullanılabilir olmasına dikkat edilmelidir. Hizmet ve menkul kıymetler aracılığıyla gelen yabancı sermaye kısa vadeli olup ülke ekonomisine faydadan çok zarar getirir. Özetle Türkiye özelleştirmeyi kısa sürede başarmak zorundadır. (Özellikle de bankacılık, enerji ve finans sektörlerinde) Türkiye Avrupa Birliği'nde olsun ya da olmasın dünya konjonktüründeki hızlı değişmelere ayak uydurmalı, gerek küresel gerekse bölgesel gelişme eğilimlerine dönük fırsatları değerlendirerek orta ve uzun vadede nasıl bir strateji takip edeceğini saptamalıdır. Özellikle bölgesel kutuplaşmanın arttığı Avrupa'da ve Orta Doğu’daki değişen dengeler Türk ekonomisinin güçlü olmasını gerektirmektedir. Bunun için de Türkiye önce iç ve dış borçlarından mümkün olduğunca kurtulmalı, gelişen ve sanayileşen ülkelerle her açıdan rekabet edebilir bir hale gelmelidir. Bunun yolu da özelleştirmeden geçtiğine göre Türkiye en kısa zamanda yaşadığı aksaklıkları gidererek, gelişmiş ülkelerle arasındaki farkı gidermeye çalışmalıdır. Bütün bu yazılanları tek cümleye özetlemek gerekirse 'özelleştirmeye EVET, yanlış özelleştirmeye HAYIR!' Kaynakça: - Dünyada ve Türkiye’de Özelleştirme: Genel Bir Değerlendirme. * Ayhan Sarısu, MBA, MA KASIM 2004 - Türkiye Cumhuriyeti’nin Yüzüncü Yılına Hazırlanırken : Temel Dönüşümleri Açıklayan Analitik Yaklaşımlar ve Küreselleşme Beklentileri *Recep Kök, Ertuğrul Deliktaş, Mehmet Karaçuka -T.C Başbakanlık Özelleştirme İdaresi Başkanlığı -Milli Düşünce Merkezi: Türkiye’de Özelleştirme

Yasemin ALP YFA Çalışma Takımları Üyesi


DÜNYADAN PRATİK BİLGİLER SÖZLÜĞÜ BÖLÜM-1 Polonya Polonya 2004′te Avrupa Birliği’ne girmesine rağmen kendi para birimi Ziloti’yi (PLN) kullanır. Yaşam standartları bu nedenle Türkiye’den gidecek öğrenciler için oldukça uygundur. Aylık ortalama 200 € harçlık yetiyor. Bu arada genel fiyatlardan örnek vermek gerekirse; Ekmek : 1 – 1,5 PLN (0,25 €) Restoranda Yemek: 8 – 25 PLN (2 – 6 €) Şişe su : 2 PLN (0,40 €) 1 kilo elma : 2 PLN (0, 40 €) 1 kilo peynir : 20 PLN (4.8 €) Lazarski Üniversitesi’nde öğle yemeği: 12 PLN (2,89 €) Aylık otobüs kartı: 78 PLN (18 €)

Polonya 2004 yılında Avrupa Birliği üyesi olduğundan beri yaşam standartları yükselirken, hala ucuz olan yaşam giderleri sayesinde; eğitim görmek için cazip bir merkez olma özelliğini koruyor. Polonya’nın başkenti Varşova; çeşitli sanat etkinlikleri, gezilebilecek yerleri ile sürekli takip edebileceğiniz seçenekler sunar. Başkentte eğitim görürken Polonya’nın farklı bölgelerinin kültürlerini harmanlayan Varşova’yı tanıma imkanı bulursunuz. Batıda ılık, doğuda karasal iklim hakimdir. Ülke genel olarak soğuk ve yağışlı geçer. Kışları serttir; bunun için Polonya mutfağının ünlü mantıya benzer pierogisinin yanında Borscht çorbasını içerek içinizi ısıtabilirsiniz.


Eğitim amaçlı doksan günden uzun süreli kalışlar için D sınıfı vize alınır; bu vize yalnızca Polonya’ya giriş ve burada kalış amaçlıdır. Polonya’ya bir veya sayısız giriş yapma hakkı verir. Geçerlilik süresi itibariyle 12 ay içinde kullanılmak üzere 365 günlük kalış hakkı sağlar. Süre sonunda eğitime devam edecek öğrencilerimizin vizesi Konsolosluk’ta uzatılır. Eğitim vizesi için gerekli belgeler şöyle: Burs hariç eğitim (kurs, okul, üniversite) vizesi için gerekli olan belgeler: •Polonya’da eğitim alınacak okul veya enstitüden alınmış kayıt belgesi aslı ve fotokopisi. •Polonya’daki bir eğitim kuruluşundan harçlarının ödendiğine dair konfirmasyonu (makbuz, dekont veya faks olabilir) •1 adet doldurulmuş ve giden kişi tarafından imzalanmış vize formu •1 adet istenildiği özellikte geçerli fotoğraf. Resimler uygun olmadığı takdirde vize müracaatı kabul edilmeyecektir. •Pasaportunuzun 1.,2., 3., temdit (geçerlilik süresini gösteren sayfalar), son sayfa (60.) varsa Polonya ve Schengen vizelerin fotokopisi. Pasaport (pasaportun süresi Polonya’da son kalış gününden en az üç ay daha fazla geçerli olmalı, vize uygulanabilecek boş vize sayfasının olması lazım) •Varsa eski pasaportları (eski pasaportlar sunulamıyorsa, pasaportunda vize bulunmayanlar pasaportu veren makamdan önceki ve mevcut pasaportlara ilişkin Protokol sağlanacak) •Varsa burs yazısı aslı ve fotokopisi. Polonya’daki kalış süresince tüm masraflarının karşılanacağını belirten bankadan bir garanti yazısı aslı ve fotokopisi.(imzalayan kişinin imza yetkisini gösteren banka imza sirküleri) •Maddi durum ile ilgili belgeler (işyerinden bordro fotokopisi, banka cüzdanıç, kira kontratı v.s.) •Schengen ülkelerinde geçerli olacak 30.000 Euro teminatlı seyahat sağlık sigortası aslı. Acil tıbbi müdahale, hastanede acil yatılı tedavi ve hastalık halinde ikamet edilen ülkeye geri gönderilmeyle ilgili masrafları karşılamalıdır. Böyle bir sigortanın orijinal belgesinin (iade edilmek üzere) ve fotokopisinin müracaat esnasında ibraz edilmesi rica olunur. Klasik müziğin dünyaca tanınan bestekarlarından Chopin; Nobel Ödülü’nü alan ilk kadın, bu ödülü iki kere alan ilk biliminsanı Maria Curie; sinema alanında başarılı filmleriyle ün yapmış Roman Polanski… bu değerli insanların ortak noktası, Polonyalı olmaları. Peki Polonya’yı tanıyor muyuz? •Resmi adıyla Polonya Cumhuriyeti’dir. •Orta Avrupa ülkesidir. •Batıda Almanya, güneybatıda Çek Cumhuriyeti, güneyde Slovakya, kuzeydoğuda Rusya Federasyonu ve Litvanya, doğuda Belarus, güneydoğuda Ukrayna ve kuzeyde Baltık Denizi ile komşudur. •Ülkenin yüzölçümü 312.679 km² ‘dir. •Avrupa’nın dokuzuncu, dünyanın altmışdokuzuncu büyük ülkesidir.


•Resmi dili Lehçe; başkenti Varşova’ dır. •Yaklaşık 39 milyon nüfusa sahiptir. •Ilımandan soğuğa değişen iklimi vardır. •1999 yılında NATO, 2004 yılında Avrupa Birliği üyesi olmuştur. •Demokratik ve pazar ekonomisini uygulayan bir ülkedir. •Yaşam standartları Türkiye’ ye oranla daha yüksek olmakla birlikte, yaşam giderleri ucuzdur. •Ülke iyi bir karayolu ve demiryolu ağına sahiptir; ulaşım kolaydır. •Müze, sanat galerisi, tiyatro gibi sanatsal faaliyetler çeşitlidir. Polonya; 17. yüzyılda Avrupa’nın güçlü devletlerinden olmuştur. Orta Avrupa’da sahip olduğu önemli stratejik konum itibariyle dikkatleri çeken Polonya; çevre ülkelerce 18. yüzyılda paylaşılmış ve böylece haritadan silinmiştir. Bu zamandan itibaren Polonya’nın tekrar bir devlet olarak kurulması 1. Dünya Savaşı’ndan sonra olmuştur. Macaristan Macaristan 2004′te Avrupa Birliği’ne girmesine rağmen kendi para birimi Forint’i kullanır. Yaşam standartları bu nedenle Türkiye’den gidecek öğrenci için oldukça uygundur. Aylık ortalama 500 € harçlık yetiyor. Bu arada genel fiyatlardan örnek vermek gerekirse; (HUF) – 245 HUF = 1 Euro’dur – . Buna göre; Aylık yerel ulaşım 2,000-3,000 HUF •Otobüs bileti 145 HUF •Bir somun ekmek 150 HUF •1 litre süt 150 HUF •Dışarıda yemek yemek 1,000-2,000 HUF •Sağlık sigortası (aylık) 15,000 HUF •Sinema bileti 1,000 HUF………


Macaristan 2004 yılında AB üyesi olduğundan beri hayat standartları açısından önemli bir gelişme göstermektir. Ülkenin toplam alanı küçük fakat tarih ve kültür zenginliği çok olduğundan boş zamanlarda isteyen ve ilgilenenler için keşfedilecek çok şey var ve ulaşım sorun değil. Eğitim yılı içerisinde takip edilebilecek etkinliklerin yanı sıra özellikle yaz aylarındaki festivaller, konserler, sanat etkinlikleri öğrencilerini kültürel anlamda da cezbetmekte. Bunun yanı sıra sayısız müze, sanat merkezi, doğal güzellikler, doğa aktiviteleri, milli parklar, Dünyaca meşhur yer üstü kaynak ve kaplıcaları bulunmaktadır. Macaristan’da genç nüfusun hemen hemen hepsi İngilizce biliyor ve okulların büyük çoğunluğunda İngilizce eğitim sunuluyor. Macaristan ile geçmişten gelen bağımız bugün iki ülke arasında sıcak ilişkiler kurulmasında büyük rol aynamaktadır. Macaristan Türklerin sevildiği ve sempati ile yaklaşıldığı bir Avrupa ülkesidir. Macaristan, 21 Aralık 2007 tarihinden itibaren Schengen ülkelerine dahil olmuştur. Eğitim amaçlı doksan günden uzun süreli kalışlar için D sınıfı vize alınır; bu vize yalnızca Macaristana giriş ve burada kalış amaçlıdır. Macaristan bir veya sayısız giriş yapma hakkı verir. Geçerlilik süresi itibariyle 12 ay içinde kullanılmak üzere 365 günlük kalış hakkı sağlar. Süre sonunda eğitime devam edecek öğrencilerimizin vizesi Konsolosluk’ta uzatılır. Eğitim vizesi için gerekli belgeler şöyle: •Doldurulmuş Schengen vize müracaat formu, •Üniversiteden gelen kabul mektubu, •En az 2 sene geçerli pasaport, •En az 2 sene geçerli pasaportun fotokopisi (2, 3,4,5 ve 60. sayfalar) •2 fotoğraf (arkası beyaz fonlu), •Schengen ülkelerinde geçerli olacak 30.000 Euro teminatlı seyahat sağlık sigortası aslı. •Seyahat sigortasının fotokopisi, •Diploma fotokopisi, •Mali durum belgesi, •60Euro vize başvuru ücreti Orta Avrupada bulunan Macaristan, Türk’lerin son 400 yıllık tarihinde yakın ilişkiler geliştirmiş olduğu bir ülkedir. Bugünkü Macaristan, Birinci Dünya Savaşı sonunda yenilgiye uğrayan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun parçalanmasıyla ortaya çıkmıştır. Turkiye`nin yedide biri büyüklügünde olan ülke Orta Avrupa ve Balkanlar arasinda yayilmistir. Peki Macaristan’i tanıyor muyuz? •Resmi adıyla Macaristan Cumhuriyeti’dir.


•Orta Avrupa ülkesidir. •Avusturya, Slovakya, Ukrayna, Romanya, Sirbistan ve Hirvatistan ile komsu olan ulke, denize cikisi olmayan bir Orta Avrupa ulkesidir. •Ülkenin yüzölçümü 93030 km² ‘dir. •Resmi dili Macarca; başkenti Budapeşte’ dir. •Yaklaşık 9.981.334 milyon nüfusa sahiptir. •Ilımandan soğuğa değişiklik gösteren bir iklimi vardır. •1999 yılında NATO, 2004 yılında Avrupa Birliği üyesi olmuştur. •Yaşam standartları Türkiye’ ye oranla daha yüksek olmakla birlikte, yaşam giderleri ucuzdur. •Ülke iyi bir karayolu ve demiryolu ağına sahiptir; ulaşım kolaydır. Müze, sanat galerisi, tiyatro gibi sanatsal faaliyetler çeşitlidir Ilıman bir iklimi olan ülkede yazlar iç kesimlerde sıcak, sahil kesiminde ılıman ve bulutlu geçer. Kışlar ise iç kesimlerde soğuk, sahil kesiminde serin ve parçalı bulutludur. Birinci Dünya Savaşından önce Avusturya-Macaristan İmparatorluğu altında yaşayan Macar halkı savas sonrasında bölünerek yeni bir devlet kurmuşlardır. Osmanlı İmparatorlugu yönetimi altında kalmış olan Macaristan’da Türk kültürünün izlerini hala görmek mümkündür. Müzik alanında gelişmis bir kültüre sahip Macaristan’dan dünyaca ünlü pek çok grup çıkmıştır. Anna BEGOVİC - Eva MOREL - Inez CLAEYS

YEREL GENÇLİK POLİTİKALARI İÇİN YAPILANDIRILMIŞ DİYALOG PROJESİ KAPANIŞ TOPLANTISI - BURSA 22 Nisan günü aldığım ani telefon ile 23 Nisan öğlen saatlerinde kendimi gençlik için Bursa yollarında buldum. Yabancı olmadığım bu çağrı daha bir kaç ay önce İzmir'de yerel eğitimine katıldığım Sivil Diyalog Derneği tarafından gelmiş ve proje kapanışı için davet edilmiştim. Yolculukları hem sever hem de sevmem, diyeceksiniz ki böyle çelişki olur mu? Ama gerçekten böyle... Bir yandan sevdiğiniz her şey ve projeleriniz ile ilgili planları yapabileceğiniz 5 saatlik yol, diğer yandan yorgunluğunuzu atamadığınız çilekeş bir yol. Tamam kabul ediyorum, otobüslerde uyuyamayıp, rahatsızlık çeken tek ben oluyorum genelde ama napalım :) Terminale vardığımda artık her şey değişmiş ve gençlik çalışanı kılığıma bürünmüştüm ki otel yerine projedeki arkadaşlarla bir bara gidene kadar. Gerçi genelde o tarz yerlerde insanlar dünyayı kurtarıyor :) Gençlik çalışanına pek iş düşmüyor anlıyacağınız ;) Odalarımıza çekildikten sonra güzel bir yorgunluk uykusu uyuduk. Sabah güneş farklı doğuyordu Bursa'da...


Proje Liderinin bizi otelden almasının ardından, Osmangazi Belediyesi’ne ait özel otobs ile panaromik şehir turu attık. Bu rada neler gördüğümü yazarsam kitap olabilir, kısaca şöyle diyeyim ama; Hergün halk günü olan 5 tl’lik hamamdan, Bursa'nın en ünlü Camii Ulu Camiiye kadar her yeri gördük. Ardından Seyit Usül Kültür MerkezindeErkeklerin geniş katılımıyla-yapılan projeleri ve etkisini değerlendirdik. Ardından çok güzel bir yerde daha doğrusu Tren Vagonunda çok güzel bir yemek yedik. Yemekten sonra ise Ördekli Kültür Merkezi’nde tüm gençlerin geleceğini etkileyebilecek bir deklarasyon hazırladık. Öyle kısa söylediğime bakmayın tam 3 saat sürüp, akşamki panaromik geziyi feda etmemize neden oldu:) ama sonunda yine mutlu birer tebessüm ve Türkiye'deki en önemli gençlik çalışanlarından Yener Özamaç'ın neşeli tavırlarının verdiği haz ile kapanışı yapmış bulunduk.

Artık eğlence vakti geliyordu, ama ayrılık vakti de... Sonuç olarak güzel bir çalışma, eğlenceli bir akşam yemeği ve hüzünlü bir ayrılık vardı ama biliyorduk ki günün bir yerinde yine başka bir şekilde yollarımız kesişecekti... Her Son Bir Başlangıç Değil midir?

Yiğit AKKOCA yigitakkoca-yfa@hotmail.com



BÜYÜK BEYİNLERİN SIR ÖLÜMLERİ Tarihin her sahnesinde dönemi için önemli siyasetçi, düşünür, yazar ya da bilim insanlarının sır ölümleri göze çarpmaktadır. Bu ölümler “kaza” olarak nitelendirilse de arkalarında hep bir soru işareti ya da şüphe bırakmıştır. Son olarak Polonya’da yaşanan uçak kazası, bu ölümlerin klasik bir örneği niteliğindedir… Peki bu ölümler gerçekten kaza mıdır yoksa çıkar çatışmasının kaza görünümlü cinayetleri mi? Polonya’da yaşanan kazayla ilgili bilgi vermek gerekirse; Polonya’dan havalanan ve Rusya’nın batısındaki Smolenks bölgesine inmeye hazırlanan uçak yere çakıldı. Uçakta bulunan Polonya Devlet Başkanı Leh Kaçinski ve beraberindeki heyetten kurtulan olmadı. 96 kişinin yaşamını kaybettiği kaza suikast şüphesi uyandırıyor. Suikast şüphesinin nedeni uçakta bulunan kişiler. Çünkü kazada ölenlerin arasında Polonya Merkez Bankası Başkanı Slawomir Skrzypek, Dışişleri Bakan yardımcısı Andrzej Kremer, Ombudsman Janusz Kochanowski, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Franciszek Gagor ve çok sayıda kuvvet komutanı ve milletvekili bulunuyordu. Kazanın yapıldığı yer de Polonya için hayli önemli… Zira Smolenks bölgesinin Katyn şehri, 2.Dünya Savaşı sırasında Polonyalı esirlerin Sovyetlerce katledildiği yer. Kazanın zamanlaması da bir hayli ilginç, Rusya ile gergin olan ilişkilerin yeniden ısınmaya başladığı dönemde meydana gelen kaza ile ilgili hiçbir açıklama yapılmadı. Pilot hatası üzerinde durulsa da akıllardaki şüpheler silinmiyor. Çünkü tarihte bu tip “kaza” örneklerine rastlamak mümkün. Çok değil 2007 yılında Isparta’da düşen uçakta Türkiye ve dünya için çok önemli bilim insanları yaşamını kaybetti. Kazanın sebebi rotadan kayma olarak açıklandı. Uçakta bulunan bilim insanlarından profesör Engin Arık petrole altenatif enerji olarak gördüğü toryumla ilgili araştırmalar yapıyordu. Kazanın dikkat çekmesinin bir diğer sebebi de yakın tarihte yaşanan benzer kaza ve intiharlardı. 2006-2007 yılları arasında Aselsan da çalışan 3 mühendis intihar etti. 7 Ağustos 2006’da bileği ve boğazı kesilmiş halde bulunan Hüseyin Başbilen, 17 Ocak 2007’de başından vurulmuş halde Eğmir Gölü kenarında bulunan Ünsem Ünal ve 26 Ocak 2007 yılında 6.kattaki evinden atlayarak yaşamına son veren Evrim Yançeken, Aselsan’da dost-düşman uçakların ayrımını yapacak bir proje üstünde çalışıyorlardı.


Olaylar bununla da sınırlı değil. Daha eski bir tarihe gitmek gerekirse 14 Temmuz 2004’te Tübitak’ta çalışan 3 mühendis bir trafik kazasında hayatlarını kaybetti. İçinde bulundukları minibüs, karanlıkta farları yanmadan hareket eden traktöre arkadan çarptı. Çarpmanın etkisiyle karşı şeride savrulan araç başka bir araçla daha çarpıştı. Kazada yaşamını yitiren 3 mühendis de Tübitak’ta güvenlik konusunda stratejik araştırma projelerinde çalışıyordu. Kazanın olduğu sırada, Ulusal Elektronik ve Kriptoloji Araştırma Enstitüsünde geliştirilen bir cihazın Çanakkale’de yapılan denemesinden dönüyorlardı. Cihaz gizli belgelerin korunmasına yönelikti. Bu tip garip kazalardan birinde hayatını kaybeden Recep Yazıcıoğlu’nu da unutmamak gerekir. Belki birçoğumuz ölümüne kadar adını duymamıştık belki ama Recep Yazıcıoğlu ülkesi için onuruyla çalışan bir adamdı. Çoğu yakını, tanıyanlar onu “adam gibi adam” diye niteledi. Ölümünden sonra dizilere filmlere konu oldu hayatı. Ülkesine öylesi bağlıydı, insanlarına o kadar düşkündü ki devletin kendisine vermiş olduğu özel haklardan bile yararlanmaz, ihtiyaçlarını kendi çözerdi. Çocuğuna yat, kat almamıştı belki ama yönetim anlayışı herkese örnek olacak nitelikteydi. Eğer konumuz Recep Yazıcıoğlu’nun hayatı olsaydı, şüphesiz anlatacak çok şey vardı. Maalesef ölümü konumuz… Aracı şoförü kullanıyordu Yazıcıoğlu’nun, hiç sevmemesine rağmen hız yapan bir araçta kaza geçirdi. Araçta bulunan Ziraat Odası Başkanı Haldun Telllioğlu olay yerinde hayatını kaybetti, şoför yara almadan kurtuldu kazadan, arabadan fırlayan Yazıcıoğlu ise yoğun bakımda geçirdiği 5 günün ardından gözlerini hiç açmamak üzere kapadı hayata… Sivri çıkışları, haklının yanında oluşu ona birçok düşmana mal olmuştu. Ailesi çift şeritli bir yolda böyle bir kazanın olmasının imkansızlığını dile getirdiler ama ellerine geçen hiçbir şey olmadı. Durum böyle olunca akıllarda soru işaretleri belirdi her “kaza”dan sonra olduğu gibi… Türkiye’nin bugünkü günlerine gelmesinde şüphesiz çok katkısı olan Mareşal Fevzi Çakmak’ın ölümü de Türk tarihindeki şüpheli ölümlerdendir… Mareşal Fevzi Bey tek partili dönemi sona erdirmek, halkın kendi seçimini yapması için kurulan Demokrat Parti saflarında seçime hazırlanırken hastalanmıştır. Kanser teşhisi ile ameliyat olması kararı alınan Paşa’nın ameliyatını bir anda ortaya çıkan doktor Fevzi Taner üstlenmiş ve ilk ameliyatın başarısız olması üzerine Paşa evinde istirahata çekilmiştir. Nitekim doktor burada da aileyi yalnız bırakmamış, tedavinin çok pahalı olduğundan bahsetmesi üzerine Paşa’nın eşi Fıtnat Hanım’dan gerekirse evlerini satacakları bilgisini edinmiştir. Bu bilgi ile birkaç gün sonra Paşa’nın evine gelip evlerini satmaları durumunda dönemin iktidarı CHP’nin kendilerine bir daire tahsis edeceğini belirtmiştir. Asker kökenli bir doktor nasıl olur da hükümet adına konuşabilir? Ölümün üstündeki şüpheleri arttıran bilgiler bununla da sınırlı değil. Paşa’nın 2. ameliyatı olması için tüm profesörler yazı beklemek gerektiğini söylerken, Dr. Fevzi Taner kışın ortasında ameliyat kararı almış ancak


diğer profesörlerin gözetiminde yapılan ameliyat başarılı olmuştur. Ameliyatın ardından Dr. Fevzi Taner, kendi ekibi haricindeki doktorları hastaneden uzaklaştırmış ve ailenin getirdiği 10 şişe kan yerine Ankara’dan getirttiği bir şişe kanı Paşa’nın damarlarından enjekte etmiştir. ( Paşa’nın eşi Fıtnat Hanım’ın açıklamalarıdır.) Kanın damarlarına karışmasından kısa bir süre sonra Paşa’nın ateşi 41lere yükselmiş, Fıtnat Hanım hastanede doktor arasa da bulamamıştır. Paşa kısa bir süre sonra hayatını kaybetmiş ve Ankara’dan derhal gömülmesi emri gelmiştir. Cenaze İstanbul’un gördüğü en kalabalık cenaze niteliğindedir. Peki Fevzi Paşa’nın ölümüne sebep olan doktora ne oldu? Çok ilginçtir ki Dr. Fevzi Taner de Paşanın ölümünden bir yıl sonra kaza sonucu hayatını kaybetmiştir. Ancak paşanın ölümün hemen sonrasında Fevzi Taner son model bir arabanın sahibi olmuştur. Tabii ki sadece ülkemizde olmuyor böyle kazalar… 1997 yılında tüm dünyanın yasa boğulmasına sebep olan bir ölüm yaşandı. Kimileri kraliyet ailesini suçladı kimileri gazetecileri… Lady Diana daha gencecik bir kızken kraliyet ailesi tarafından prense layık görüldü. Bazıları için bu bir şans olarak görülebilir; ancak onun için durum pek de iyi değildi. Aile gelin olarak kendisini seçmişti ama prens ona aşık değildi. Her insan gibi mutlu bir evlilik sahibi olmak isteyen Lady kocasının kendisini sevmesini bekliyordu. Ancak prensin eski sevgilisini unutamadığı ve onunla görüştüğü gizli bir bilgi değildi. Prense 2 oğlan çocuk verdikten sonra ilişkileri iyice yürümez hale geldi. Aile evliliğin devamı için baskı yapsa da boşanma kararı gecikmedi. Tabi ki boşanarak eşinizle bağlarınızı kesebilirsiniz, ama kraliyet ailesi ile evliyseniz bu pek de kolay değildir. Boşanmanın ardından da takipler devam etti. Hayatı hep mercek altındaydı. Bu duruma rağmen hiçbir zaman paparazziler için gündem oluşturmadı Lady, ölümüne kadar… İddialara göre Lady sevgilisi ile paparazzilerden kaçarken bir trafik kazasında hayatını kaybetti. Bu olayın daha çok görünen yüzü gibi… Madalyonun diğer yüzündeyse bir çok iddia ortaya atıldı. Ama her zaman gerçeğe en yakın iddia Diana’nın Müslüman sevgilisinden hamile olduğu ve kraliyet ailesinin eski gelinlerinin bu durumunun kendilerine zarar vereceği düşüncesi ile bu kazayı tertiplediğidir. Amaç sadece bebeği ortadan kaldırmaksa da Lady Diana ve sevgilisi de hayatını kaybetti. Tabi ki bunlar sadece iddialar… Diğer bir iddia ise Prens Charles’ın hayatı boyunca sevdiği Camilla Parker Bowles ile evlenebilmek adına bu kazayı düzenlemesidir. Çünkü Prens, her ne kadar artık bekar bir erkek olsa da kraliyet ailesi için Diana özel biriydi ve boşanma onu ailenin dışına itememişti. Hala gelin olarak Diana görülüyordu ve aile kesin şekilde Camilla’yı ailenin içine sokmak istemiyordu. Peki bu iddiaları destekleyen kanıtlar, bulgular var mı yoksa bunlar sadece iyi çizilmiş senaryolar mı? Öncelikle bu iddiaların kaynağı arabayı kullanan şoförün yeni işe başlaması


ve direksiyon başına sarhoş geçmesi… İlginçtir ki bu sarhoşluk durumunu da kimse fark etmemiştir. Üstelik kazadan tek kurtulan da yine alkollü olan şofördür, üstelik burnu bile kanamadan… Ayrıca iddia edildiği gibi Diana’nın gazetecilerden kaçarken kaza yapması ihtimali de düşüktür, zira hayatını kitap olarak yazan, o güne kadar ilişkisini asla saklamayan bir kişi neyi gizlemek adına gazetecilerden kaçabilirdi ki? Kraliyet ailesi eski gelinlerinin hamile olduğunu hemen yalanlar bu iddialar üzerine ama Diana’nın sevgilisi Dodi Al Fayed’in ailesine yazdığı mektupta bebekten bahsettiği bilinmektedir. i ki bunlar sadece iddialar ama ateş olmayan yerden de duman çıkmaz hani… Sonuç olarak Diana öldü ve Prens büyük aşkıyla 34 yıl sonra evlendi.

Örnekler bitmez kazalar için. Çünkü hiçbir tarih görülmemiş ki güç savaşları sona ersin… Bazen iktidar oyunları, bazen de kendi kafamızda ki adalet kavramı sebep olur bu kazalara. Bazılarının ölümü ailenin üstündeki bulutları temizlerdi, bazılarınınki ise dünya siyasetindeki dengeleri korumaya yönelikti. Kendi dengemize tabii ki varsaydığımız, olduğunu iddia ettiğimiz dengeye. Her şey güç için yapılabilirdi, güce giden her yol mübah, zayıflık günahtı. Güçlenmeye ne kadar yakınsan o kadar çabuk kazalar meydana gelirdi çevrende… Ünün diğerlerini gölgede bırakırsa , düşmen gerekirdi. Dünyanın kendi düzeni minik kazaları mazur gösterebilir insanlara, gerçekleri görmek isteyenler araştırır, öğrenir, eleştirir gücü yettiğince. Bu küçük örnekler aslında sadece yakın tarihten kesitler. Güç, hırs nerdeyse komplo ordadır ve dünya insanların yaşamını bir yarışa çeviren koşullarla doludur.

Polonya’da yaşanan kazayla ilgili bir video düştü haber alemine geçtiğimiz hafta… bomba etkisi bu olsa gerek, kazadan hemen sonra orada bulunan bir vatandaş cep telefonu kamerasıyla çekmiş görüntüleri. Uçaktan çıkanlar, yürüyenler var…Sonrasındaysa silah sesleri ve gülüşmeler… Görüntüyü çeken kişiden de haber alınamadığı iddialar arasında inananlara… ( video incelemek isteyenler için; http://www.enkisa.com/polonya-liderinin-ucagina-komplo-iddiasi-videosu-olay-yaratti10897.html

Burçin TOKSÖZ burcintoksöz-yfa@hotmail.com


'AY DEDE' NE ZAMAN DOĞDU? Küçüklüğümüzde çizdiğimiz resimlerimizde, annelerimizin aldığı boyama kitaplarında tepesinde ponponlu bir şapka, yüzünde mutlu bir gülümseme ve büyük, sevimli bir burunla tasvir edildi hep 'ay dede'. İlkokulda daha uydunun ne demek olduğunu bilmeden Ay'ın Dünya'nın uydusu olduğu öğretildi bize. Biz kendimizi bildik bileli hep ordaydı. Peki Ay şimdiki yerine ne zaman ve nasıl geldi? Klasik bilim bunu şu an gezegenlerin oluşumu konusundaki dominant teori olan 'Big Bang' ile açıklıyor. Bazı bilim adamları Ay'ın o patlama ile oluşan gezegenlerden biri olduğunu savunurken, bir grup klasik görüşe inanan bilim adamları ise AY'ın büyük patlama sonucu oluşan Dünyamız'dan kopan bir parça olduğuna inanmaktalar. Tüm bunların ötesinde bir de bu yazının konusu olan Ay ile ilgili alternatif görüşler bulunmakta. Ay yolculuklarından çok önceki yıllarda bile Ay'ın milyonlarca yıl önce tüm canlılığını yitiren, üzerinde hiç bir değişiklik beklenmeyen ölü bir gezegen olduğu görüşü kabul edilmekteydi. Fakat teknolojinin gelişmesiyle günümüze kadar gelen süreçte Ay üzerinde bazı değişiklikler ve hareketlenmeler kayıtlara geçmiştir. Bu konuyla ilgili objektif sayılabilecek ilk gözlem 29 Temmuz 1953' te John O'Nail tarafından yapılmıştır. Bu tarihte O'Nail teleskopuyla Ay'a bakarken 'Krizler Denizi' adı verilen bölgede köprü benzeri bir yapılanmayla karşılaştı. Düzenli aralıklarla sürekli Ay'ı izleyen O'Nail bunu önce optik bir yanılsama olarak varsaydı ve teleskopunu ayarlayıp yeniden baktı. Aynı cisim yine ordaydı. O'Nail gerekli hesaplamaları yaptıktan sonra bu yeni cismin uzunluğunun en az 12 mil olması gerektiğini kaydederek gözlemini "Ay ve Gezegenler Kurumu"na rapor etti. Böyle büyük bir cismin bir anda Ay zemini üzerinde ortaya çıkması bilim dünyasında büyük bir şaşkınlık yarattı. Devrin tutucu bilimcileri ilk şaşkınlığı atlatır atlatmaz bunun doğal bir fenomen olduğu yorumunu yaparak bilim dünyasını kısa bir süreliğine rahatlattılar. Fakat bu rahatlama durumu uzun sürmedi. Zamanın en önde gelen Ay gözlemcisi astronom H:P: Wilkins, O'Nail' in gözlemini doğrulamakla kalmıyor ve raporunda esrarengiz cismin doğal değil yapay olduğunu vurguluyordu. Bunu izleyen aylarda " İngiliz Astronomi Kurumu"nun önde gelen üyelerinden Patrick Moore da aynı cismi rapor edince ortalık daha da karıştı. Tabi bu karışıklık dediğimiz durum bilim dünyasının konuya ilgili kesimleri arasında kaldı. Bugüne döndüğümüzde yarın herhangi bir gazetenin bir köşesinde 'Ay'da tanımlanamayan köprü benzeri bir cisim bulundu' haberiyle karşılaşsak kaç kişinin ilgisini çeker, kaç kişi bu gelişmeye kafa yorar muamma. O zaman da toplumun böyle konulara ilgisi bundan daha farklı değildi. AY IŞIKLARI Esrarengiz köprüden daha önce Wilkins, ay gözlemleri sırasında 30 Mart 1950’de, bir kraterin tabanına yayılıp ışık saçan is makinesi benzeri bir cisim gördüğünü rapor


etti. 3 sene sonra bu sefer İngiltere' den bir astronom olan Lippert benzer bir cismin hareketli halini raporlarına geçirdi. 1963 te ise yine ABD'den başka bir astronom olan John Greenarce, Ay yüzeyinde alev alev yanan kırmızı bir ışık saptadı. Bunlara benzer 400 e yakın olay Astronomi Litaretürü'nün son 400 yıllık kısmında rapor edilmiştir. Bu gözlemlerin çoğu, Ay'ın kısmen karanlık olan bölgelerinde gerçekleşmiştir. Astronomlar zaman içinde bu ışıkları kümeler halinde, hareketli, hareketsiz, geometrik şekiller halinde gördüklerini rapor etmişlerdir. 1870lerde pek çok ay araştırmacısı Ay yüzeyinde siyah objeler gördüklerini iddia etmişlerdir. Bunun benzeri gözlem raporları genelde Batı Avrupa ülkeleri olmak üzere ( en çok Hollanda ve Fransa) bir çok araştırma noktasından bildirilmiştir. Tabii o zamanın teknolojisiyle yapılan gözlemlerin inandırıcılığı tartışmalıydı. Fakat Apollo 15 astronotlarından David R. Scott un çektiği ve ancak 1973’te basına sızan resimdeki siyah obje 100 yıl önceki araştırmacıların tanımlarına tam olarak uymaktaydı. NASA söz konusu objenin mahiyeti hakkında hiç bir yorumda bulunmamıştır. David R. Scott tarafından çekilen resmin orjinalini internette bulamadığımız için söz konusu cisimin aynı netlikte olmayan başka bir resmini koymak zorunda kaldık. Resmin orjinalini görmek isteyenler Selman Gerçeksever'in 'Yıldızlardan Gelen Tanrılar' isimli kitabında 194. Sayfaya bakabilirler.

Peki tüm bu ışıklar ve cisimler ne anlama gelmekteydi? Bu konuda yapılan resmi bir açıklama olmadığı için elimizde sadece tahminlerimiz var ve yorumlarımız olabilir. O zamanın araştırmacılarının önemli bir kısmı Ay'ın bir zamanlar başka bir uygarlık tarafından üs olarak kullanıldığını savunmuştur. Onlara göre gözüken ışıklar ve cisimler bugünün askeri tabiriyle 'artçı birliklerdir.' AY'IN SIRLAR Ay yolculukları başlamadan önce Isaac Asimow gibi bilimciler kozmik konular açısından Ay gibi bir uydunun Dünya'nın çevresinde dönmemesi gerektiğini savunuyorlardı. Güneş Sistemi'nde çevresinde döndüğü gezegene oranla bu büyüklükte olan başka bir uydu yoktu. Ay, çevresinde dönmekte olduğu Dünya'ya göre çok büyük bir uydudur. Dünya'nın 1/4 ü kadardır. Ay'dan sonra çevresinde döndüğü gezegene oranla en büyük uydu Jupiter'in uydusudur ki, o Jüpiter'in ancak 1/8 i kadardır. Bilim adamlarına göre Dünya gibi küçük ve zayıf gravitasyon alanına sahip bir gezegenin bir uyduya sahip olmaması bilim ilkelerine daha uygun düşmektedir. Örnek olarak da uydusu bulunmayan Platon, Merkür ve Venüs ü göstermişlerdir. Ya da bu gezegenlerin uyduları o kadar küçüktür ki henüz keşfedilememişlerdir. Fakat Dünya'nın 2160 mil çapında dev bir uydusu vardır !


Ay ile ilgili cevaplanamayan sorulardan bir diğeri ise dönüş düzlemiyle alakalıdır. Güneş Sistemi'nde ki tüm uydular bağlı oldukları gezegenin ekvator düzleminde dönerler. Fakat Ay, Dünya'nın Güneş etrafındaki yörünge düzleminde dönmektedir. Görünüşe göre Ay asilik yapmış ve 'ekvator düzlemi kuralı'na karşı çıkmıştır. Ay' ın bir diğer gizemi kraterleriyle ilgilidir. Baskın olan iki görüşe göre bu kraterler ya meteor ve astroid çarpmalarının bir sonucudur, ya da Ay'da ki volkanik faliyetlerin Ay yüzeyine bıraktıkları miraslardır. Apollo uçuşları kraterlerin büyük ihtimalle volkanik kökenli olmadığı sonucuna varmamızı sağlamıştır. Yapılan araştırmalar bu şıkkı elememize yardımcı olmuştur. Kraterler ise üzerinde durulması gereken bir konudur. Bilim adamları Dünya ve çevresinden geçen meteor yağmurlarının içerdiği meteor ve astroidlerin en büyüklerinin araba ya da ev kadar olduğunu belirtmekteler. Ay' ın atmosfer gibi bir kalkanı olmadığı için gök cisimlerinden korunmasının bir yolu yoktur. Fakat birbirlerine olan uzaklıkları itibariyle Ay ve Dünya çoğunlukla aynı meteor ve astroid yağmurlarının etkisi altında kalmışlardır. Ve bilindiği gibi Ay üzerindeki kraterlerin büyük bölümü arabalardan, kamyonlardan hatta evlerden kat kat büyüktür. Dünyamızın atmosferi de belirli bir hacmin üzerinde büyüklüğü olan meteorları zemine ulaşmadan yakacak kadar yoğun değildir. Yani Ay üzerinde bulunan kraterlerin hepsi meteor izleriyse, o kadar çok sayıda olmasa bile Dünya üzerinde de benzer bulguların şimdikinden daha fazla olması gerekirdi. Apollo 8 astronotları Ay üzerindeki bazı bölgelerden geçerken ( Ay Denizleri) araçlarının hızla alçaldığını, o bölgeden çıktıklarında ise yine yükseldiğini belirtmiştir. Ay’daki bu belirli bölgelerde gözlenen mıknatıs etkisinin sebebi tam olarak açıklanamamıştır. PEKİ NERDEN GELDİ BU AY? Ay'ın kökeni hakkında 3 baskın hipotez bulunmaktadır. 1- Ay dünyadan ayrıldı ve ondan kendini kurtarmadı. İnce hesaplar ve toprak analizleri bu varsayımın çok büyük ihtimalle gerçeği yansıtmadığını ortaya koymuştur. 2-Ay, dünyadan bağımsız olarak aynı toz-gaz bulutundan oluştu ve Dünya' nın uydusu oldu. Günümüz bilim dünyasında Ay' ın kökeni ile ilgili en geçerli teorinin bu olduğu düşünülür fakat bilim adamları aynı fikirde değiller. Ortada yanıtlanamayan büyük bir soru var. Aynı maddeden oluşan iki cismin yoğunluğu arasında bu kadar büyük bir fark nasıl açıklanır? ( Ay: 3,33 gr / cm küp, Dünya 5,5 gr/ cm küp) Buna göre şöyle bir sonuç da karşımıza çıkmaktadır. Ay' ın içi Dünya'ya göre daha boştur. Eğer Ay da Dünya gibi bir çekirdeğe ve manto tabakasına sahip olsa bile bu oranlara göre mutlaka içinde büyük boşluklar bulunmaktadır. Peki Ay kozmik bir balon olamayacağına göre bu oyukların içinde neler vardır?


3- Ay, Güneş Sistemi'nin dışından gelmiş ve Dünya'nın yörüngesine oturmuştur. Bilim adamlarının üzerinde durdukları son hipotez ise belki de en ilgincidir. Hipotezin ilginçliği Ay'ın özelliklerinde saklıdır. Ay büyüklüğünde bir cismin Dünya yörüngesine oturabilmesi için doğru uzaklıktan doğru zamanda yola çıkmış olması, doğru açıdan yaklaşıp tam zamanında yörüngeyle temasa girmesi gerekmektedir. İşte burası modern bilimin kilitlendiği nokta. Bir çok bilim adamı böyle bir olayın rastgele ve kendi kendine olmasını çok zayıf bir ihtimal olarak görmekte hatta imkansız saymaktalar. AY'IN YAŞI Dünya'nın en eski kayaları Greenland' da bulunmuş ve bunların 3.7 milyar yıllık olduğu saptanmıştı. Ay' a ilk ayak basan adam olan Neil Armstrong'un topladığı kaya parçalarına 3.6 milyar yıl yaş biçilmişti. Apollo 11 in topladığı kayalar arasında 4.6 milyar yıl yaşında olanlar da bulunuyordu. Ama bilim dünyasını allak bullak eden taş örneklerini Apollo 12 getirdi. Bu örneklerin arasında yaşı 20 milyar yıla kadar uzanan taşlar vardı. Bu rakamlara göre Ay Güneş sisteminden bile daha yaşlıydı. Peki üçüncü hipotezimize dönersek; Ay, Güneş Sistemi'nden önce de şu an bulunduğu yerde miydi? GÖKYÜZÜNDE AY YOKKEN... Son yapılan kazılar, tarihi araştırmalar ve uzmanların devrin eserlerini yorumlamaları sonucu vardıkları kanı şudur: İnsan'ın tarihsel hafızasının bir döneminde gökyüzünde Ay yoktu! Çok eski mağara resimlerinde gökyüzü Ay'sız gözükür. O zamanlar gördükleri en ufak yıldızı bile eserlerine işleyen insanoğlunun Ay' ı gözden kaçırması ne kadar olasıdır? Aristo ' Constitution of Tagean' isimli eserinde bazı olayların, gökyüzüne Ay gelmeden önce gerçekleşmiş olabileceğini söyler. Eski Yunanlılar, Dünya'nın çok eski devirlerinde yaşamış insanlardan 'Proselens' olarak söz eder.Bu kelime 'Selene'den önce' anlamına gelir. Selene ise Yunanların 'Ay Tanrıçası'dır. Plutarch, “The Roman Questions” ta' Pre Lunar People' dan, yani ' Ay öncesi insanlardan bahseder'. Pollonius; Danai, Deukalion ve Arcadianların Ay'ın bulunmadığı dönemde yaşadıklarını yazar. Bazı Hristiyanlık araştırmacıları bugün bile İncil' in bazı bölümlerinin Ay öncesi yaşamdan bahsettiğini iddia ederler. Peki bu iddiaları gerçek kabul edersek, en iyi ihtimalle Ay ne zaman şimdiki yerine geldi? Elimizdeki en geçerli kanıt Bolivya' da bulunan ve Gökyüzü araştırmalarıyla bilinen İnkaların kültürünün izlerini taşıyan Tiahuanaco şehrindeki 'Güneş Kapısı' üzerinde


bulunan oymalardır. Araştırmalara göre bu oymalar gökyüzünün 27000 yıl önceki halini göstermektedir ve orda Ay yoktur. Avusturalya'lı Mühendis Kozmolog Hans Hoerbiger'e göre ise Ay, Dünya yörüngesine 13500 yıl önce girmişti. SONUÇ Günümüze daha yakın zamanda kimi araştırmacılar hala Ay yüzeyinde kubbeler gördüklerini iddia etmekteler. Hatta kimileri daha ileri gidip Ay yüzeyinde madencilik faaliyeti yürüten bit uygarlıktan bile söz etmekteler. Tabii bunların bazıları hayal ürünü olduğu gibi bazı gözlemlerin de gerçeklik payı var. Bu konuya ilgisi uyanan arkadaşlarımızın Apollo projesini araştırmalarını öneririm. Başlı başına incelenmesi gereken bir konu olacak kadar uzun olduğundan bu yazıda hiç ele almamayı daha uygun gördük. Ama Ay gizemleri konusunda Apollo uçuşları, telsiz konuşmaları ve fotoğraflar çok önemli referans kaynaklarıdır. Yazıyı bitirirken tüm bu bilgilerin, teorilerin ve 'dedikoduların' ışığında biz de size eğlenceli bir teori sunalım. Bizim zamanımıza göre 20 Milyar yaşında ( bizim için bir yıl Dünya'ın Güneş etrafında bir tur dönüş süresidir. Uzayın derinliklerinde bulunan olası bir uygarlığın zaman anlayışı çok farklı olabilir. Örneğin; bizim bir yılımız onların bir dakikası olabilir.) olan Ay, Dünya'dan çok uzakta bulunan bir uygarlık tarafından inşa edildi ve Uzay yolculuğuna başladı. Bundan 27000 ila 13500 yıl arası bir süre önce ise Dünya'mızın yörüngesine belirli bir amaçla 'oturtuldu'. Ay içinde öngörülen oyuklarsa bu devasa geminin odaları, komuta merkezleri ve ikmal yollarını içeriyordu. Ay yüzeyindeki kraterler ise geminin yolculuğu boyunca aldığı yaralardı. Zaten Dünya' nınkinin 2 katı genişliğinde olan ay kabuğu ise böyle bir yolculuğun risklerini içindekilerden uzak tutması için tasarlanan bir kalkandı. 1800' lü yılların araştırmacılarının gördükleri objeler ise yazının başında bahsi geçen artçı birliklerdi. Saçma mı? Belki de… Dedik ya bu sadece kapanış için yazdığımız eğlenceli bir teori. Ama unutmayın bir zamanlar Dünya düzdü ve öküzün boynuzları arasında dönerdi.

Barhan KAYNAK barhankaynak-yfa@hotmail.com

www.youngfutureacademy.tr.gg


YOLLARIN BAŞLANGICI Birini iyi veya kötü diye değerlendiririz hep, bu ilk izlenim de olabilir zamanın bir oyunu da... Ama her zaman yolun başına bakmak gerekmez mi? Sizce bir iyi ne kadar kötü olabilir? Vicdanı birini üzmeye, birini kırmaya ne kadar elverir? Peki bir kötü ne kadar iyi olabilir? İçindeki nefret ve intikam hırsı onu ne kadar barışçıl yapabilir? Bu çıkmaz soruların görünmese de cevapları ortada değil midir? Herkes hayatında bir yol seçer, yolun engelleri zorlukları başta görülmez, kimisi görünce başka yol arar, kimisi de inadına devam eder... Öyle başka bir yola atlamak kolay değildir, bir ali cengiz oyunu gerektirir ya da fedakarlık.. İnsanoğlu ikincisinin acısından hep kaçmaya çalışır, çünkü zaten fedakarlık yapabilse ilk yoldaki engelleri zorlayan insanlar gibi olmaz mıydı? Peki o engellerin üstüne giden yorgun savaşçıya ne olur? Sıkılmaz mı, tükenmez mi bu hayat yolundan, canım yanıyor ben de bana batan bu dikenli yollara birini dahil edeyim beraber acı çekelim demez mi? İşte yollar burada başlar, taraflar bu anda seçilir... Ya iyi insan olup birilerine kötülük yaparak yanındaki zorlu güzel yola çekeceksin, ya da kötü insan olup birilerine iyilik yaparak çıkarlar yolunda devam edeceksin... Peki hayatın oyun içinde oyun, çember içinde çember, gerçek ve yalan arasında gidip geldiğini bildiğin vakit ne yaparsın? Seçenekler nelerdir ki? Hangi gerçeği aydınlatabilir veya hangi yalandan kaçabilirsin ki? Seçtiğin yolun doğruluğunu bilemezken iyi insan olup olmadığını nasıl anlayabilirsin ki? İşte o an yine tek cevap çıkar karşına...YOLLARIN BAŞLANGICI

Yiğit AKKOCA yigitakkoca-yfa@hotmail.com

MAYIS Baharın İzmir’i teğet geçtiği mayıs ayındayız. Her zamanki gibi baharı atlayıp direk yaza geçiş yaptık. Güneş yakmaya , kelebekler uçmaya , cırcır böcekleri cırtlamaya başladı. Bahar ayını her ne kadar teğet geçmiş olsak da gevşemiş gönül yaylarımız var. Bu kadar uçuş uçuş bir ayın başlangıcı aslında bu kadar da rahat değildi. Nisan ayı sonlarında hepimiz merak eder olmuştuk 1 MAYIS bu sene nelere sahne olacak diye. Bu sene Taksim’in de açılmasıyla hiç alışık olmadığımız gerçekten bayram gibi günler yaşandı. İstanbul’u bilmem ama ben Gündoğdu’da ki eğlenceleri yerinde inceledim. Kimsenin diyemem ama çoğunun derdi miting vari ciddi işler değil eğlenmekti. En azından gerçekten işçi olanlar eğlenmenin derdindeydi. Davullar, zurnalar , güneş , masmavi deniz ve meydanın yeşili. Yatıp uyuyanlar, davulla oynayıp halay çekenler , gevrek yiyen çocuklar , balonunu kaçırmış bebeler falan filan … Bazıları derdini anlatmaya çalışıp küfrederken , bazıları günün , gününün tadını çıkarırken bitti gün. 2010 un 1 Mayıs’ı da tarihe gömüldü ama yine de diğerlerinden bir nebze daha fazla hatırlanabilir şekilde.


1 Mayıs’ı atlattıktan sonra başka şeyler düşünmeye başladık. Okulların bahar şenlikleri ve bahar şenliklerine dahil konserler. Eğlenmek , coşmak , hoplamak ve de zıplamak istediğimiz bugünlerde ilaç gibi geldi bu konserler. Sosyal bir ortamda bulunma isteği de işin içine katılınca yine ağzına kadar dolu sıkış tepiş konser alanları geliyor gözümün önüne. Olsun varsın ister kalabalık ister sıkış tepiş isterse …. olsun. Bu engeller bizi yıldıramaz. Eğlenmeye coşmaya fena halde odaklandık ve hiçbir fırsatı kaçırmamaya niyetliyiz. Eğlence ordusunun hazır neferleriyiz. Bu kadar konser konser demişken size İzmir’in konser günlüğünü de açık edeyim. Gerçi herkes araştırabilir ama yine de ben kendime bir borç biliyorum burada yazmayı. Bu Ege Üniversitesinin programı ; 7 Mayıs

Teoman

10 Mayıs MFÖ 11 Mayıs önce Anjelika Akbar daha sonra Grup Karmate 12 Mayıs Sarp Maden Quartet 13 Mayıs Sibel Köse Quartet 24Mayıs

Nil Karaibrahimgil

Bu Dokuz Eylül Üniversitesinin programı ; 10 Mayıs Tolga Çandar 12 Mayıs Athena 13 Mayıs Hayko Cepkin 14 Mayıs Gökhan Kırdar Bu insanların hepsini tanımıyorum ama yine de yazdım. Gidip yeni bir şeyler öğrenebiliriz. Beğenirsek dinlemeye devam eder beğenmezsek de kaçar gideriz. Bu arada Yaşar Üniversitesi’nin konserlerine hiç gitmedim dışarıdan öğrenci alıyorlar mı bilmiyorum ama 12 Mayıs’ta Demet Akalın konseri var. Evet çocuklarım hepiniz hopidik zıpidik mutlu mesut konserler geçirin ; iyice bi eğlenin. Zira bu konser takvimini takiben final sınavları var. Aman çok zıplayıp terledikten sonra soğuk su içmeyin ( anne tavsiyesi sonra çok fena olabilir), çantalara cüzdanlara dikkat edin , eğlencelere kapılıp da son otobüsleri kaçırmayın  Herkese iyi eğlenceleeeeeer …

Melike GÜNEŞ melikegunes-yfa@hotmail.com



YAPMALI MI YAPMAMALI MI ? Bazı haberler derin nedenlerden dolayı basında yer almaz ya da daha doğru bir tabir kullanmamız gerekirse yer aldırılmaz. Geçtiğimiz günlerde Doğa Derneği’nin “Barajsız Hasankeyf ” adıyla çektiği Garanti Bankası’nın Ilısu Barajı projesine kredi vermesini eleştiren reklam filminin yasaklanması da basında yer alamayan haberler listesine dahil olmak zorunda bırakıldı. Bilindiği gibi Ilısu Barajı GAP içerisinde yer alan önemli projelerden bir tanesi. Ilısu Barajı’nın yapımıyla bölgede istihdam alanlarının artması, dolayısıyla da ekonomik kalkınmanın sağlanması planlanıyor. Sadece bunlar düşünüldüğünde Ilısu Barajı’nın yapımı, yapılacağı yöre ve tüm Güneydoğu Anadolu Bölgesi için yararlı olacak. Peki ya barajın yapılmasıyla birlikte 15 bin yıllık dünya mirasını barındıran Hasankeyf ’in boğulmaya mahkum edileceğini düşünürsek, bu da yarar sağlayacak mı? Orada yaşayan insanların hatıralarını ve 15 bin yıllık dünya geçmişini sular altına gömmek ve neslinin son örnekleriyle Hasankeyf ‘de var olmaya çalışan canlı türlerini yok olmaya mahkum etmek gerçekten bir yarar mıdır? Eğer cevap evetse hemen yapalım barajı ve kalkındıralım bölgeyi. Nasıl yapacağız peki biz bu barajı? Almanya, Avusturya ve İsviçre ‘den gelmesi planlanan kredilerimiz vardı, fakat bize kredi vermek için yerine getirilmek üzere 153 tanecik koşul sundular. Biz bu koşulları yerine getirmedik ve buna rağmen attık barajın temellerini. 180 gün mü yetmedi yoksa işimize mi gelmedi bu koşulları gerçekleştirmek bilinmez ama Çevre ve Orman Bakanımız Veysel Eroğlu‘nun açıklamalarına göre bizim Ilısu ve bunun gibi yüzlerce barajı yapacak gücümüz zaten var. Krediyi almayı kabul etmemizdeki tek amaç da; daha önceki hükümetlerin aradaki ilişkileri kurması nedeniyle iyi ilişkilerin devam ettirilmesini sağlamak, verdiğimiz sözlerde durduğumuzu ve yaptığımız anlaşmalara uyduğumuzu kanıtlamaktı; ihtiyacımız olduğundan değil. Devletimizin aslında 1,2 milyar Euro gerektiren Ilısu barajını yapacak gücü ve ödeneği var diyor Veysel Eroğlu fakat Akbank ve Garanti Bankasından kredi isteğinde bulunmaktan alıkoyamıyor kendisini. Daha sonra bu bankalar aldıkları tepkiler üzerine, kredi vermeyi kabul ettiklerini, fakat Ilısu Barajı için olduğunu bilmediklerini açıkladılar ve üstü kapalı bir şekilde kredi vermek zorunda bırakıldıklarını ima ettiler. O zaman Akbank gibi önemli ve büyük bir banka Birleşmiş Milletler ’in insan ve çevre ile ilgili Küresel İlkeler Anlaşması’na (Global Compact ) imza atmış olmasına rağmen, bu anlaşmanın neredeyse tüm ilkelerine ters düşen bir projeye destek vermeyi kabul ettiğine göre, ya bu yöreyi ve yörenin halkını çok düşünüyor ya da ima edildiği gibi krediyi vermek zorunda bırakılıyor olsa gerek. Ilısu Barajının yapımını engellemek ve Hasankeyf ‘i kurtarmak amacıyla uğraşan bir yığın insan ve kuruluş mevcut ve Doğa Derneği bunlardan en önemlisi. Ayrıca son yıllarda UNESCO’nun dünya kültür mirası listesine girebilmek için aradığı 10 koşuldan 9 tanesini taşıyan Hasankeyf ‘i kurtarmak için mi yoksa albüm çıkarma aşamasında yapılan promosyon çalışmalarına katkısı olsun diye mi bilinmez sanatçılarımızda da bir seferberlik baş gösterdi ve bu kişiler Doğa Derneğiyle ortak çalışmalar başlattı. Gerek bu sanatçılarla gerekse yöre halkıyla ortak çalışmalarını


sürdüren Doğa Derneği, Akbank ve Garanti Bankasına karşı bir kampanya başlattı ve tüm insanlardan bu bankalarda olan hesaplarını kapatmalarını istedi. Tabi bizim duyarlı halkımızın bu kampanyayı duymadı bile. Bunun üzerine Doğa Derneği daha etkili olacağını düşünerek çevreci geçinen Garanti Bankasının krediyi vermesini eleştiren bir reklam filmi çekti. Peki facebook ve twitter gibi paylaşım sitelerini kullananlardan başka kaç kişi bu reklam filmini izledi ya da bırakın izlemeyi kaç kişinin böyle bir reklam filmi olduğundan ve yayınlanmasına izin verilmediğinden haberi oldu? Tabiİ ki neredeyse hiçbirinin. Neden olmadı? çünkü sansüre yer olmayan ülkemizde bu reklamın yayınlanması yasaklandı. Yine sansürü asla kabul etmeyen medya kuruluşlarımız da ya bunu sansür olarak göremediklerinden ya da kredi vermek zorunda bırakıldığını ima eden bankalarla aynı muameleyi gördüklerinden olmalıdır ki; böyle bir reklam filminin çekildiğine ama yayına girmesine izin verilmediğine basın ve yayın organlarında hiç denebilecek kadar az yer verdiler . Hasankeyf şimdi beklemede. Önce yabancı konsorsiyumlar tek tek desteğini çektiğini açıkladı ve Doğa Derneği ile Hasankeyf halkı her biri için ayrı birer oh çekti. Şimdi sıra Akbank ve Garanti Bankasının kredi desteğini çekmesinde. Hasankeyf beklemede evet, acaba gereksiz şeyleri konu edinmeyi seven insanımız birileri tarafından hangi saçmalıkla oyalanırken baraj yapılacak diye, Hasankeyf beklemede….

Türkan BİRCAN YFA Çalışma Takımları Üyesi

TATLI RÜYALAR… Anayasa değişikliği paketi ülkede son 2 haftanın en büyük olayıydı. Her gün haberlerde başka başka kavgalara şahit olduk. Meclis çocuk yuvası bahçesi gibiydi. Bilinçsizce atılan yumruklar tekmeler havada uçuşuyordu. ‘sen benim kamyonumu kırdın’ ‘sen benim saçımı çektin’ ‘al sana’ dercesine koca milletin elleriyle bizi temsil etsinler diye seçtiği kişiler birbirine yığınla küfür ve hakaret etmelerine rağmen doymadılar üstüne bir de dövüş kulübüne çevirdiler meclisi. Haberlerde hep oylamaya, kavgaya, gürültüye yer verilirken ne ardı ardına gelen şehitlerin adı anıldı ne de krizin iyice kendisini hissettirmesiyle birlikte aç kalan halktan bahsedildi. Peki neydi bizi bu kadar meşgul eden paketin aslı astarı? Anayasamızda bulunan toplam 20 maddeyle ilgili değişiklik mevcut bu pakette. Bunlar madde 10, 20, 23, 41, 53, 69, 74, 84, 94, 125, 128, 129, 144, 145, 146, 147, 148, 149, 159 ve geçici madde 15. Hepsinden tek tek bahsedip sizleri sıkmak istemiyorum ama elimden geldiğince önemli hususları belirteyim de üstünden geçelim bakalım şu değişikliklerin.


Parti Kapatma Parti kapatma davası ancak TBMM izniyle açılabiliyor Partisinin kapatılmasına neden olan vekilin milletvekilliği düşmüyor Mecliste yapılan konuşmalar, meclisin izni olmadan kapatma davasına konu yapılamıyor Partilerin temelli kapatılmasının önü kesiliyor Siyasi yasaklar 5 yıldan 3 yıla düşüyor Bu değişikliklerin amacı sizce de apaçık ortada değil mi? Resmen koltuk sevdasının kanıtı değil mi bunlar? Yahu adamların asıl niyeti milleti temsil etmek ya da millete hizmet etmek değil ki, onların tek derdi o koltukta daha uzun, daha rahat, daha pervasızca oturabilmek. O mevkiden inmemek, inse de yüzsüz gibi bir çırpıda hemencecik geri çıkmak. Bu kadar çabalamalarının sebebi ne haktır bence ne de hukuktur. Sebep aleni ortada işte ; kendisini garantiye alıyor bazıları. Gelelim diğer can alıcı noktaya : Anayasa Mahkemesi 3 üyeyi direk TBMM seçecek, 2 üyeyi Sayıştay ve 1 üyeyi baroların aday göstermesinden sonra TBMM seçecek. Yani? Kuvvetler ayrılığımız tarihe mi karışıyor? Yargının yasamadan bağımsız olması gerekmez mi? Bağımsız olmalı ki doğruyu yanlışı ayırt etsin korkusuzca dimi? Yoksa bundan sonra sadece meclistekilerin doğruları mı bize de doğru diye yutturulacak? Askeri Yargı Madde 145’te yapılan değişiklikle ise askere sivil yargı yolu açılıyor. Yani? AKP : ‘Yargıyı sindireyim, askeri sindireyim, değmeyin keyfime’ diyor. Diğer masum maddelere ayrıntılarıyla değinmiyorum pek. Kadın-erkek eşitliği, kişisel verilerin korunma hakkı, çocuklara yaşlılara ve engellilere pozitif ayrımcılık, memurlara ve kamu görevlilerine toplu sözleşme hakkı gibi konularda yapılan değişiklikler aslında masum ve gerekli ama bence masum oldukları için tehlikeliler zaten. Çünkü getirilen geçici bir madde ile anayasa değişikliklerinin bir bütün halinde halk oylamasına götürülmesi mevzu bahis oluyor. Vay halimize arkadaşlar vay! Gözlerini karartmışlar belli. Güzel değişiklikleri kabul etmek isteyen halk ‘aman boşver’ diyerek hepsine ‘evet’ diyecek, yargıdan ve askerden yani adaletten ve güçten ödü kopan, geceleri yatağında rahat uyuyamayanların her türlü olaya karıştıktan sonra yine de mışıl mışıl uyumasını sağlayacak. Yani halk bazılarının ekmeğine yağ sürecek, sonra da bal… Onlar yataklarında rahat uyusunlar, ey halkım sen de ayakta uyu!

Şeyda KAYA seydakaya-yfa@hotmail.com


BİR FİLM BİR KİTAP

Alaçatı'ya çok sık giden biri olarak, İzmir Tüyap Fuar'ında görüp, kız arkadaşımın almasından sonra bu ay bu kitabı sizlerle paylaşmayı uygun gördüm. Aslında kitabı açmadan önce kapağındaki o sade ama farklı temanın içeriği sizi ısıtyor ve hemen geriye götürerek kitabı okuma aşkıyla kavruluyorsunuz. Kitabın özeti ise şöyle; Alaçatı, pek doğru olmasa da, yöre halkınca bir Rum beldesi olarak bilinir. Her taş evinin, kuşaklar boyu unutulmamış Rumlarla ilgili bir hikayesi, her ailesinin Rumlardan kalma kırık dökük birkaç parça eşyası vardır. Rumların Alaçatı`ya geliş gidişleriyse, okyanus med cezirleri gibi abartıyla anlatılır. Alaçatılı romanı XIX. yüzyılın sonlarını da içine alan, yakın tarihimizin özgünlüğünü yitirmemiş eşsiz mekânlarında geçer. Türk ve Rum iki ailenin aynı taş evde yaşadıkları acı tatlı olaylar gerçekçi şekilde, yalın bir dille anlatır. Rum ailenin 1890 yılında Sakız Adası`ndan Alaçatı`ya gönüllü göçü, Boşnak ailenin Balkan Savaşlarından sonra nüfusunun çoğu Rum olan Alaçatı`ya zorunlu yerleştirilmesi, Rumların 1. Dünya Savaşı sırasında İttihat ve Terakki yönetimince Sakız Adası`na geri gönderilmeleri, Yunanlıların 15 Mayıs 1919`da Alaçatı`da Osmanlı


yönetimine son vermeleri... Ardından 2. Dünya Savaşı günlerinde Sakız Adası`nın Alman uçaklarınca bombalanması sonucu Rumların can korkusuyla Türkiye`ye sığınmaları, yaşamları taş evde kesişen farklı kültürlerden iki gencin savaş koşullarında alevlenen yasak aşkları, Rum ailenin Kıbrıs ve İngiltere üzerinden Yeni Dünya`ya göçü ve New York`lu avukatın Alaçatı`da köklerini araması... Herkesin kendini kıyısından köşesinden bulabileceği bu kitabı okumanızı öneriyorum ve güzel bir mayıs ayı geçirmenizi diliyorum.

Yiğit AKKOCA yigitakkoca-yfa@hotmail.com

LEON THE PROFESSIONAL Çoğumuzun en az bir kere izlediği, Türkçe'ye 'Sevginin Gücü' olarak çevrilen ve bir zamanlar Star Tv' nin yayınlamaktan, benim izlemekten bıkmadığım büyük film. Tüm zamanların en iyi filmi olmamasına rağmen, her izlediğimde bana çocukluğumu, 4 pille çalışan Vestel Tv kumandasını hatırlattığı için her zaman ayrıdır yeri bu filmin. Natalie Portman' ın en iyi bayan oyuncular listesine daha o yaşta kafadan giriş yaptığı, Fransız asıllı Jean Reno 'nun mükemmel bir İtalyan aksanıyla İngilizce konuştuğu, Gary Oldman' ın o inanılmaz psikopat narkotik polisini beynimize kazıdığı ve belki de tüm zamanların en vurucu sonlarından birine sahip olan Luc Besson filmi. Eğer filmi arkadaşlarınızla beraber izlerseniz, grup içinde filmi daha önce izlememiş olan bayanlar baştaki çatışma ( Leon'un temizliği demek daha doğru olur) sahnesiyle beraber 'bula bula bunu mu getirdiniz' yakarışlarına başlayabilirler, kulak asmayınız. Zaten film Mathilda' nın bacaklarını merdivenden sarkıtarak sigara içtiği o sahnede başlar. Leon, New York' ta yaşayan bir kiralık katildir, işinin en iyisidir. Okuma yazma bilmez. Boş zamanlarında sinemaya giderek eski filmleri izler. Arkadaşı yoktur, yalnız çalışır. Hayatta değer verdiği tek canlı özenle baktığı saksıdaki bitkisidir. Bitkisinin saksıda yaşaması, kök salamamasıyla kendi yaşantısını özdeşleştirir Leon. Cinayet işlemediği zamanlarda sütünü içen, günlük yaşantısını tek başına sürdüren kocaman bir çocuk gibidir. Mathilda ise aile hayatında sorunları olan, dayak yiyen ve ailesinden sadece küçük


erkek kardeşine değer veren sorunlu bir kız çocuğudur. Hayatın kendisini erken olgunlaştırdığını düşündüğü için tavırları, kıyafetleri ve konuşması 12 yaşında bir kız çocuğundan çok ' feleğin çemberinden geçmiş' bir kadını andırır. Ama bazı anlarda çocukluğunu hatırlar. Babasından dayak yediği bir gün Leon' la ilk tanışmalarında sorduğu ' Hayat her zaman böyle zor mu yoksa sadece çocukken mi?' sorusu aslında ne olduğunun farkındalığının bir göstergesidir Mathilda' nın. İkisinin hayatı, Mathilda'nın ailesinin öldürüldüğü o gün Leon'un kapıyı açmasıyla kesişir. İlk gece kafasına silah dayadığı kızı öldüremeyişi Leon'un “ kadın ve çocuklar olmaz” kuralından daha karmaşıktır. Merhametin ne demek olduğunu o an hisseder Leon içinde. Ve birlikteye yaşamaya başlarlar. Leon Mathilda'ya nasıl ' temizlik' yapılacağını öğretirken, Mathilda, Leon' a ' kök salmayı' öğretir. Tüm bunlar olurken Mathildha Leon'a aşık olur, ya da olduğunu zanneder. Leon' un 'Daha önce aşık olmadıysan şu an hissettiğinin aşk olduğunu bilemezsin' cümlesindeki korku ve ironi filmin mutluca gülümseten sayılı anlarındandır. Leon ise hayattaki tek aşkı ölmüş yalnız bir adamdır ve birini sevebileceği kadar sevmiştir Mathilda' yı. Konu hakkında daha çok ayrıntı vermek henüz izlemeyenlerden hakaret yememe yol açabileceği için bundan sonrasını size bırakmak istiyorum. Yalnız değinilmesi gereken bir önemli konu da filmin müzikleri. Eric Senna resmen seyirciyi ve filmi okumuş. Hangi sahnede hangi melodi en vurucu etkiyi yapar çalışmış ve inanılmaz bir profesyonellikle tam doğru yerlere doğru müzikleri oturtmuş. Filmin müzik anlamındaki sürprizi ise filmin sonunda sinsice izleyiciyi bekliyor. Mathilda elinde saksıyla bahçeye çıktığında Dominic Miller olduğunu tahmin ettiğim kişi gitarıyla Shape of My Heart'ın girişini sadece filmde dinleyebileceğiniz bir şekilde çalmaya başlıyor. Ve en sonda Mathilda' nın ' Sanırım burda rahat edeceğiz Leon' diyerek namluya sürdüğü mermiyi tam doğru anda Sting seyircinin beyniyle kalbinin kesiştiği o noktaya Shape of My Heart' ın mükemmel sözleriyle sıkıyor. Benim izlemeyenler için taviyem ise ölmeden önce mutlaka bir yerlerden Director's Cut versyonunu edinip izlemeleri.

Barhan KAYNAK barhankaynak-yfa@hotmail.com

www.youngfutureacademy.tr.gg


'' MALTA BİZİM İŞİMİZ'' CENSU YURTDIŞI EĞİTİM VE TATİL DANIŞMANLIĞI

***CENSU YURTDIŞI EĞİTİM DANIŞMANLIĞI KURULDUĞU YILDAN BU YANA YURTDIŞI EĞİTİM DANIŞMANLIĞINI TÜRKİYE’DE BAŞARI VE TİTİZLİKLE SÜRDÜRMEKTEDİR. CENSU YURTDIŞI EĞİTİM DANIŞMANIĞI’NIN KALİTE ANLAYIŞI YERİNDE HİZMET POLİTİKASIDIR. MALTA MERKEZ OFİSİMİZ SLIEMA’DA 1999 YILINDAN BU YANA MALTA DA EĞİTİME VE TATİLE GİDEN ÖĞRENCİLERİNE BİREBİR YERİNDE HİZMET VERMEKTEDİR.


CENSU FİYATLARINA DÂHİL OLAN TAAHHÜTLERİMİZ

n APARTMAN VE OKULUN YURT STANDART KONAKLAMALARDA MUTFAK VE MUTFAK MALZEMELERİ n

İNGİLİZCE SEVİYE TESPİT SINAVI

n

ÜCRETSİZ SPOR SALONU UYELIĞİ

n

ÖĞRENCİ KARTI

n

KURS KAYIT ÜCRETİ

n

KURS KİTAPLARI VE EĞİTİM MATERYALLERİ

n

EĞİTİMİN SONUNDA KURS SERTİFİKASI

n HAFTADA 1 KEZ KONAKLAMA TEMİZLİĞİ + ÇARŞAF VE HAVLULARIN DEĞİŞİMİ

CENSU TÜRKİYE OFİSLERİ TARAFINDAN SUNULAN REHBERLİK HİZMETLERİ

 MALTA’DA YAŞAMIŞ VE TÜM OKULLARI GEZME İMKANI BULMUŞ EĞİTİM DANIŞMANLARINDAN MALTA HAKKINDA DETAYLI BİLGİ AKTARIMI 

MALTA VİZE BAŞVURUSU VE İŞLEMLERİNİN TAKİBİ

SAĞLIK SİGORTALARININ YAPILMASI (30,000 EURO TEMİNATLI)

 İSTANBUL- MALTA YOLCULUĞUNDA, MALTA HAVALİMANINDA MALTA VİZE POLİSİNE SUNULACAK FORMLARIN HAZIRLANMASI VE İMZAYA SUNULMASI  ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİSİ İSENİZ HARÇSIZ PASAPORT VE YURTDIŞI ÇIKIŞ HARCINDAN MUAFİYET BELGESİNİN VERİLMESİ 

KAYIT OLAN TÜM ÖĞRENCİLERİMİZE TOEFL & KPDS TEST TEKNİKLERİ VE

SINAVA HAZIRLIK ADLI KİTAPLARIN VERİLMESİ

ORYANTASYON

MALTA HAVALİMANINDA ÖĞRENCİLERİMİZİN TÜRKÇE OLARAK KARŞILANMASI

MALTA HAVALİMANINDA KARŞILAMA VE UĞURLAMANIN YAPILMASI

 MALTA CEP TELEFON HATTININ (VODAFONE) MALTA HAVALİMANINDA SİZLERE SUNULMASI VE HATTINIZIN TELEFONUNUZA TAKILARAK AKTİF EDİLMESİ


 YANINIZDA GETİRECEĞİNİZ ELEKTRİKLİ EŞYALARI (DİZÜSTÜ BİLGİSAYAR, TELEFON ŞARJLARI VS…) RAHATLIKLA KULLANABİLMENİZ İÇİN MALTA’DA KULLANILMAKTA OLAN İNGİLİZ ELEKTRİK PRİZ/FİŞ SİSTEMİNE UYUM SAĞLAYACAK ADAPTÖRÜN SİZLERE SUNULMASI.  HAVALİMANINDAN SEÇMİŞ OLDUĞUNUZ KONAKLAMA YERİNE TRANSFERİNİZİN VE KONAKLAMAYA GİRİŞİNİZİN YAPILMASI  KONAKLAMA YERİNİZDEN SEÇMİŞ OLDUĞUNUZ OKUL VE MALTA’DA SİZE GEREKLİ OLABİLECEK (MARKETLER, UYGUN TELEFON GÖRÜŞMESİ, RESTURANTLAR VS. ) YERLERİN GÖSTERİLMESİ  MALTA’DAKİ İLK GÜNÜNÜZDE MALTA-TURKEY.COM HOŞGELDİN YEMEĞİNİN VERİLMESİ  7 GÜN 24 SAAT BOYUNCA ÜCRETSİZ ACİL YÂRDİM HATTI (ACİL DURUMLARDA SİZLERE GEREKEN BİLGİLERİN VERİLMESİ VE DESTEK/ULAŞIM, GEREKLİ ACİL DURUMDA TRANSFERLERİ ÜCRETSİZDİR  MALTA ADASINDA HERHANGİ BİR SAĞLIK SORUNU YAŞANMASI DURUMUNDA FİRMA DOKTORUNUN; BULUNMUŞ OLDUĞUNUZ AİLE, YURT VEYA APARTMANA YÖNLENDİRILEREK SİZLERİN EN KISA SÜREDE MUAYENE OLMANIZIN SAĞLANMASI. DOKTORUN VERECEĞİ RAPORA GÖRE, İLAÇ TEDAVİSİNE DAYALI İYİLEŞME İSE İLAÇLARIN ALIMI, EĞER DAHA CİDDİ BİR PROBLEMSE HASTANEYE NAKLİNİZIN GERÇEKLEŞTİRILMESİ


CENSU YURTDIŞI EĞİTİM MALTA DİL OKULLARI

EC MALTA DİL OKULU

SPRACHCAFFE MALTA DİL OKULU

CLUBCLASS DİL OKULU

LINGUATIME MALTA DİL OKULU

NSTS MALTA DİL OKULU

CHAMBER COLLEGE MALTA DİL OKULU

ESE MALTA DİL OKULU

IELTS MALTA DİL OKULU

Daha fazla bilgi için:http://www.censu.net

Kıbrıs Şehitleri Cad. Sinesaf Apt. No:92/14 (TANSAŞ KARŞIŞI) ALSANCAK /İZMİR TEL:0 2324213554 FAX:0 232 4646777


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.