YFA-AĞUSTOS

Page 1

Sayı:6 Ağustos 2010

GENÇ-ANALİZ Young Future Academy Aylık Gençlik ve Kariyer Dergisi

YOUNG FUTURE ACADEMY


GENÇ GELECEK KÜNYE Genel Koordinatör- Özel Araştırmalar Takım Lideri Yiğit AKKOCA İnsan Kaynakları Koordinatörü Burçin TOKSÖZ Dergi Editörü Şeyda KAYA Görüntü Yönetmeni Melike GÜNEŞ Dış İlişkiler Koordinatörleri İdil ÖZMAÇİN Utku HATİPOĞLU İş-Staj Koordinatörü Sinan SÖNMEZ Sosyal Organizasyon Koordinatörü Mihraç NALBANTOĞLU Stratejik Araştırmalar Takım Lideri Barhan KAYNAK Dünya Ekonomi Araştırmaları Takım Lideri Utku HATİPOĞLU Yurtdışı Eğitim Danışmanı Anna BEGOVİC

İÇİNDEKİLER . Ağustos Böceği… …..……………… 1 . Renkli Bir Hayat ………………… 4 . Kahve Falı ……………….. ………..10 . İnterrail….. ………………………... 14 . Vıy… Vıy… Vıy… ………. ………. 20 . Petrol Eşit Değil Mutluluk …….…. 23 . Babil’in Sırları ……. ……….…...... 29 . Bıdı Bıdı…..………………………... 33 . Yazabilir Misin?……………………35 . Çelişki……… ………………………38 . Bir Film Bir Kitap …………… ….. 40 . Malta ……………….. ……………. 43

Hazırlayan: Young Future Academy Website: www.youngfutureacademy.tr.gg Adres:Cumhuriyet Bulvarı No:137 Deü Rektörlük Karşısı Cumhuriyet Apt. K:2 D:6 Alsancak,İZMİR Tel:05065882913


AĞUSTOS BÖCEĞİ Çok güneşli, çok sıcak ama yine de güzel bir ağustos gününde hepinize merhaba :) Küçük bir hikaye ile ağustos ayının kulaklarını çınlatalım bakalım. Bilirsiniz Şubat ayı diğer aylara göre biraz ezik dolayısıyla da biraz hüzünlüdür. Neden mi? Çünkü diğer aylar 30 ya da 31 günken o sadece 28 gündür. Neden başka bir ay değil de Şubat kısadır? Şöyle ki ; o zamanlar yılbaşı Mart ayıdır yani Şubat son aydır ve kabak onun başına patlamıştır. Fakat tek talihsizliği bu değildir zavallı Şubat’ın. Jül Sezar’ın takvim reformu nedeniyle takvimdeki bir ayın ismi bizim Temmuz olarak bildiğimiz Sezar’ın ismi olan Julius’tur. Daha sonraki Roma İmparatoru Augustus’un zamanında takvimde bozulma olduğu gerekçesiyle düzenleme yapılmıştır. Buna karşılık olarak da önceden adı Sextilis olan ve 6. aya denk gelen ayın adını Augustus yapmıştır. Eee Sezar’ın ayı 31 günken Augustus’un ayı hiç 30 gün olur mu? Olmaz tabi, çok ayıp. Augustus kendi ayının gün sayısını da 31’e yükseltmiştir. Bu 1 günü de tabi ki acıların çocuğu, zavallı Şubat’tan almıştır. Böylece Şubat 29’dan 28’e düşmüştür. Aman ha bir daha değişiklik yapacak biri olursa Şubat’tan çalmasın. Yazıktır, günahtır garibime… :) Ağustos demişken, La Fontaine’nin fablından da bahsetmeden olmaz. Bir varmııış bir yokmuş, zamanın birinde güzel bir yaz gününde karıncayla ağustos böceği karşılaşmışlar. Ağustos böceği tüm yazını keman çalarak,


şarkı söyleyerek, vur patlasın çal oynasın alemlere akarak geçirmiş. Karıncaysa çalışkan, evine yemek taşımış tüm yaz. Sormuş karınca ağustos böceğine nasılsın arkadaş diye, ağustos böceği de iyiyim, çok iyiyim, hem senin gibi saf da değilim demiş dalga geçmiş. Karınca bozulmuş tabi, sonra sormuş sen hiç yiyecek toplamadın mı kışın ne yiyeceksin? Amaaan boşver yazın tadınuı çıkar demiş ağustos böceği. Sonra gel zaman git zaman kış kendisini göstermiş. Hava soğumuş, yiyecek sıkıntısı başlamış. Ağustos böceği midesi tıngır mıngır, soğuktan titreyerek karıncanın evine gitmiş, kapısını çalmış ve ondan ödünç yiyecek istemiş. Karınca vermemiş, bir de kapıyı yüzüne çarpmış.

Şimdiii bu hikayeden çıkacak sonuç nedir? Kendi adıma kaldığım dersler varken yaz okuluna gitmek yerine vur patlasın, çal oynasın şeklinde bir yaz geçirdiğim için pişman olmalıyım. Bu dersler bu yıl benim başıma bela olur mu? Olur, şakası yok. Ağustos böceği gibi titrerim artık ama soğuktan değil final dönemi korkudan. Peki pişman mıyım? Tabi ki hayır :D 2 ay boyunca deniz, plaj, güneş, yan gel yat, bol oksijen oooh… bunlardan vazgeçebilir miydim? Değer miydi? Kaç kere bu yaşa gelicez yav :) aferin ağustos böceği kardeş, sesini de hiç sevmem ama olsun. (herkes aynı dersi çıkarmasın, ben kötü bir örneğim)


Yazımın sonuna gelmişken 2010 Dünya Basketbol Şampiyonası’ndan bahsedeyim biraz. Bu yıl 28 Ağustos-12 eylül tarihleri arasında Şampiyonluğa Türkiye ev sahipliği yapacak. Maçlar İstanbul, İzmir, Ankara ve Kayseri’de oynanacak. Maçlar çok gidilesi arkadaşlar, böyle fırsat her zaman geçmez elimize, benden söylemesi. İlk maçımız 28 Ağustos’ta Fildişi Sahilleri ile, ertesi gün ikinci karşılaşma Rusya ile, 31 Ağustos’ta komşu Yunanistan ile maçımız var, 1 Eylül’de Porto Riko ve 2 Eylül’de Çin ile karşılaşacağız. Bol şans güzel ülkeme, bol şansa 12 dev adama. 12 dev adam demişken, Asım Pars ile çekildiğim fotoğrafı da sizlerle paylaşayım. Yahu bunlar gerçekten dev! :)

Bu arada Türkiye’nin de içinde bulunduğu grubun maçları Ankara Arena’da gerçekleşecek. Doldurun o salonu, alem taraftar görsün ;) ŞEYDA KAYA


1960LARDA İTHAL KÂĞIDA BASILMIŞ RENKLİ BİR HAYAT

1961’ den kalma bir dergi geçti elime geçenlerde. Ama öyle çok büyük ve eski bir kütüphanenin tozlu raflarında değil. Halamın vitrininin üstünde buldum. O da atarlarken birilerinin elinden kurtarmış bu eski dergiyi. Eskimiş bir cildi okşamak ve eski kâğıt kokusunu içime çekmek daima eskilere götürür tanıdığım birçok kişiyi, tabi onlar gibi beni de. Dergilerin içindeki o vamp kadınların yanında bulurdum kendimi o koku sayesinde ya da romandaki başkahramanlardan biri oluverirdim anında. Elli yıl önce hatta daha önce basılmış ama elli yıl önce sayıları bir araya getirilip cilt haline getirilmiş Hayat dergisiydi bu. Daha çok yabancı basında duyulan magazin haberlerine yer veren bir dergi. 1956 yılında kâğıdı ithal, baskısı tifdruk olarak yayına başlamış hayat dergisi ancak yine aynı yılın sonunda kâğıt yokluğundan dolayı yayına ara vermek zorunda kalmış. 1950 ve 60larda yüz binleri geçen tirajı yakalamış. Bu dergi başarılı olunca derginin başında olan Şevket Rado Ses Mecmuası, Hayat Tarih, Resimli Roman, Hayat


Spor ve Ayna gibi benzeri dergiler çıkarmaya başlamış. Ses Mecmuasının açtığı yarışmalarda sinema ve sahne sanatçıları da meşhur olmuşlar ayrıca. Ancak Hayat dergisi 1970lerdeki siyasal ortamda işlevini kaybetmiş ve 1978 Temmuz’unda grev başlayınca kapanmış. 60lardan kalma ama ithal kâğıda baskı edilmiş bir dergiydi elimdeki ve hemen karıştırmaya başladım. Daha ilk sayfalarda “İstanbul Boğazı Nasıl Açılmıştır” başlıklı bir yazı takıldı gözüme. Belki bu efsaneleri bilenler vardır aranızda ama ben ilk defa okuyacağım o yüzden çok heyecanlıyım ve daha fazla dayanamayıp dalıyorum derginin derinliklerine. İstanbul Boğazı'nın başka dillerdeki adı Bosphor ya da Bosphorus olarak geçer ve bunun da anlamı inek ya da sığır geçişidir. Bu isim yunan mitolojisinde büyük yeri olan bir efsaneden gelir. Efsane ise şöyledir: Herkesin de bildiği gibi Zeus denen baş tanrı vardır Eski Yunanda. Ama ilahe olsun, peri olsun, insan olsun gördüğü her güzele vuruluveren bir tanrıdır bu. Boğa olur, bulut olur, kuğu olur, altın tozu olur, kartal olur; ne eder eder kendi şekli dışında bir kılığa girer ve muradına erer. Aros kralı İnakhos’un kızı peri İo’ya aşık olur tanrı Zeus. Hemen bir bulut olup onu sarmalar. Karısı olan tanrıça, kıskanç Hera bu işin farkına varır. Bunu anlayan Zeus İo’yu hemen bir inek kılığına sokar. Efsane çok uzun ve acıklıdır. Bu sefer de Hera İo olduğunu öğrendiği ineğe musallat olur. Tekrar kendi kılığına dönmesin diye İo’yu 100 tane gözlü dev Argus’ emanet eder. Argus’un 98 gözü uyanık kalır ve


sadece 2si uyurmuş. Fakat Zeus, Tanrı Hermes’i İo’yu Argus’tan kurtarmakla görevlendirir. Hermes yeryüzüne iner ve bir çoban kılığında Argus’a yaklaşır. Flüt ile ona sihirli havalar çalar. Her biri ayrı efsaneler olan hikayeler anlatır. Argus’un 100 gözü ilk defa hep birlikte uykuya dalar. Hermes hemen Argus’un başını keser ve İo’yu kurtarır. Ama bu olanları Hera seyretmektedir. Mitolojinin tanrıları <kadere> söz geçiremez. O yüzden Hera’nın elinden bir şey gelmez. Dev Argus’un 100 gözünü çıkarır ve sevgili kuşu tavus kuşunun kuyruğuna serpiştirir. İşte erkek tavus kuşunun kuyruğundaki yeşilin ve mavinin her türlüsünün iç içe geçmişliğiyle, göz göz olup dağılmış parlak benekler bu dev Argus’un gözleridir. İo’ya gelince; zavallı yine kurtulamaz. Hera bu sefer ona bir at sineği musallat eder. Sinek ısırdıkça inek kılığındaki İo'nun canı çok yanar. İo kaçar ve Trakya'dan İstanbul boğazı'na gelir, boğazı geçerek Asya yakasında kıyıya çıkar. Bu öyküden dolayı İstanbul Boğazı, İnek geçidi anlamına gelen Bosphoros adını alır. İo, Altın Boynuz'u geçtikten sonra bir kız çocuk dünyaya getirir. Adını Keroessa koyar. Keroessa'nın deniz Tanrısı Poseidon'dan Byzas adlı bir çocuğu olur. Byzas büyüyünce, annesinin kendisini doğurduğu yerde bir kent kurar. Kent, kurucusunun adından dolayı Byzantion adını alır. İo efsanesinde sözü geçen Byzas; Bizans halkının aslında bit Yunan kolonisi, halkının da Yunanlı olduğu sanılıyorduysa da, İstanbul'un kuruluşundaki Megara kökenine mutlaka, Akalar ya da Argoslular ile muhtemelen orta Avrupa Slav kökenli Korintholsular'da eklemek gerekir. Nitekim 19.yüzyılın ikinci yarısındaki İstanbul'u anlatan Dethier de,


Helen-bizans fikrini kabullenmez. Ve doğulu kökene yani küçük Asya denilen Anadolu'ya işaret eder. Gerçekten de Helen uygarlığının temelini oluşturan Miken uygarlığını kuranlar, Anadolu'dan giden savaşçı halktır. İo’nun karaya çıkması başka yerlerde, başka coğrafyalarda bambaşka efsanelere konu olmuştur aslında. Ama bu dergi İstanbul’u konu aldığı için yer vermemiş diğerlerine, o yüzden ben de yazımda yer vermiyorum ama siz isterseniz her yerde bulabilirsiniz ben hepsini okudum hepsi birbirinden güzel efsaneler. İşte ilk efsane bitti ve ben çok diğerine başlamak için sabırsızlanıyorum. Eski Yunandan çıkıp nerelere gideceğim acaba diye düşünürken bir de baktım Büyük İskender’in yanındayım. Nasıl mı? Şöyle ki ikinci efsane İstanbul Boğazını Büyük İskender’ in açtırdığına dair. O zamanlar Karadeniz kapalı bir gölmüş. Nuh Tufanından arta kalan derin bir derya imiş. Boğazı kazdırıp Karadeniz’i açtıran da Büyük İskender imiş. Bunu Evliya Çelebi yazar. Yazar ya biz yine de İskender Boğazı kazdırmaya neden lüzum hissetti; bu tatlı hikâyeyi paylaşalım sizinle. Büyük İskender HZ. Âdem’den 5089 yıl sonra dünyaya gelmiştir. Genç yaşına rağmen de krallar kralı olmuştur. O zamanlar İstanbul Boğazı’nın, Trakya’nın ve Marmara’nın bulunduğu yerlere Makedonlar ülkesi denilirdi. İskender işte bu Makedonlar ülkesi kralı Kidafe’ye hükmünü geçirememiştir. Bir gün tebdili kıyafet edip Kidafe’nin ülkesine girmeye, Kidafe’nin kudretini anlamaya ve o ülkede kendisi hakkında neler denildiğini kendi kulaklarıyla işitmeye karar verir ve gider. Ne var ki Kidafe akıllı bir kraldır. Daha önce İskender’in bütün resimlerini yaptırmış ülkesine dağıtmıştır. O yüzden de daha sınırdan geçerken Kidafe’nin askerleri kendisini tanır ve krallarına götürürler. İskender uzun bir


süre orada esir kalır. Sonunda kral Kidafe askerlerini, kumandanlarını ve hâkimlerini toplar; İskender’i huzura aldı ve kendisine karşı asla kılıç çekmeyeceğine dair yemin ettirir. Bunun üzerine de İskender’i serbest bırakır ve İskender ülkesine burnundan duman çıkan boğalar kadar kızgın bir şekilde ve intikam hırsıyla döner. Ama ne çare ki kılıç çekmeyeceğine yemin etmiştir. Hemen vezirlerini hâkimlerini bilginlerini toplar. Tez bana bir çare bulun Kidafe’ye kılıç çekmeyeceğime dair yemin ettim, ondan intikamımı nasıl alayım onu nasıl yok edeyim? Bütün ulema ve ukala baş başa verip çareyi bulurlar. Cenk ve cidal, harb ve kıtal olmayacak hemen Karadeniz’i yarıp Akdeniz’e birleştiresiniz ve Kidafe’nin cemi diyarı gark ola intikam alasınız.

Öyle de oldu İskender’in mühendisleri Karadeniz’i de Akdeniz’i de ölçtü. Karadeniz’in seviyesini Akdeniz’den yüksek buldular ve işe Karadeniz’den başladılar. İskender emir verdi, tam yedi yüz bin güçlü kuvvetli asker üç yıl çalıştı. Sonunda İstanbul Boğazı’nın kazılması bitti; bitti de Karadeniz’in sularını salıverdiler. O zaman o sular köpüre taşa aşağıya aktılar. Kidafe’nin cemi cümle ülkesini ve tam bin yedi yüz pare şehrini su bastı. Bütün askerleri yok oldu, Karadeniz de Akdeniz’e gelip vardı. İşte o gün bugündür Karadeniz suları İstanbul Boğazı’nı kendisine yol bilip ha bire akar aşağılara doğru. Eh bu kadar olur, uydurulursa bir efsane bu kadar uydurulur demeyin bu efsanenin temelinin tarih ilmi, coğrafya ilmi ile


uğraşmış bazı eski yazarların eserlerine dayandığını göreceksiniz. Onlar İstanbul Boğazı’nın Karadeniz sularının, Çanakkale Boğazına doğru “ tuğyan ve feyezanı “ sonunda meydana geldiğini yazarlar. Karadeniz vaktiyle kapalı bir göl imiş. Sathı bugünkü seviyesinden 100 metre daha yüksek imiş. Bir zelzele olmuş arz şiddetle yayılmış. O yarıktan hücum eden Karadeniz’in suları; Boğazı Marmara Denizi’ni meydana getirip bugünkü Çanakkale’den kendine yol açarak Adalar Denizi’ne ulaşmış. Bir çok kitaplar bu hadiseyi; o zamanlar Eski Yunan’da yaşamakta olduğu için Kral Ojijes’in adını anıp “Ojijes Tufanı “ diye yazar. İstanbul Boğazı Karadeniz’den Marmara’ya kadar beş defa yön değiştirmiş. Her iki yakaya da bir bakarsanız dağ karşısında dağ; vadi karşısında vadi, dere karşısında dere; beri yaka da bir dirsek yaptı mı öteki yaka da tam karşısına gelen yerde bir girinti. Tıpkı bir plan üzerine kazılmış gibidir. İşte İstanbul da, efsaneleri de böyledir Orda kaldığım süre boyunca dergide 1950 ve 60lara dair gerek Türk basınından ve hayatından gerekse yabancı basından çeşitli hayatlar, çeşitli haberler ve çeşitli efsaneler okudum Hayat Dergisi’nden. Ayrılırken de bırakmak istedim tatil arkadaşımı orada, hatta kimse görmeden çanta atıp kaçırmayı bile planladım ne yalan söyleyeyim  Ama tabi ki onu sahibine bırakıp dönmek zorunda kaldım evime; bir sonraki gidişimde bırakmak zorunda kaldıklarımı da okumak ümidiyle tabi …

TÜRKAN BİRCAN


KAHVE FALI Bir fal açtım bugün. Falımda ne aşk vardı ne de para. Kısmetimde dünya çıktı bugün… Önce Orta Afrika’da küçük bir ülkeyi gördüm. Adı Raunda. 1994 de yaşanan katliamların, tecavüzlerin, acıların vatanı, dünyanın müdahaleyi reddettiği Raunda. Bugün bu acının 16. yılı kutlanıyor. Tutsiler ve Hutular arasında bir düzen kurulmuş gibi gözüküyor. Ama bu sadece madalyonun bir yüzü. Çünkü katliamın psikolojik sarsıntısı hala devam ediyor. Bütün fincanda barışın ve insan haklarının savunucusu(!) BM arıyorum. Ama hiçbir yerde çıkmıyor karşıma. Neden mi? Çünkü iç savaş sırasında 10 Birleşmiş Milletler Barış Gücü askeri öldürülmüş. Bu yüzden de artık müdahale edemeyeceklerini söyleyip çekmişler askerlerini.1994 Nisanından Temmuzuna kadar geçen süre içinde 1 milyon Tutsi ve ılımlı Hutu öldürülürken de herhalde bütün dünya devletleri bu ölen 10 askerin cenazesinde olacak ki kimse sesini bile çıkarmamış. Şimdilerde ise Raunda bu kötü günleri geride bırakmaya çalışıyor. Hutu ve Tutsi ayrımı yerine hepimiz Ruandalıyız diyorlar. Ya da hükümet tarafından böyle demeleri için zorlanıyorlar. Ama ne yazık ki o yılların derin acısı hala Tutsi kadınlarının ve o yıllarda dünyaya gelen çocukların gözlerinde açıkça okunabiliyor. Bu iç savaşın en ağır yükü Tutsi kadınlarının omuzlarına yüklenmiş durumda. Çünkü Hutu erkekleri tarafından defalarca tecavüze uğradılar. Bir Tutsi kadını, bir anne anlatıyor:”Palalardan, şiddet olaylarından kurtulmuştum. Ama keşke ölseydim de Hutu milisinin çocuğunu doğurmasaydım. Bebeğimle bir kez bile oynamadım. Öyle nefret ediyordum ki ondan yüzünü bile görmek istemiyordum. Ona baktığımda mızrakları, palaları görüyordum. Onu bir Hutu milisti olarak görüyordum. Bir katil gibi, bir


katilin oğlu gibi. Ama o masumdu. Bunları yapan o değildi ki. Sonra hislerim değişti. ” *bbcturkce.com/dunyagundemı*

Fincanı çeviriyorum. Bu sefer de karşıma Yugoslavya’nın dağılması sonrası çıkan Bosna’daki kanlı iç savaş çıkıyor. Deyim yerindeyse erkeklerin yaşamadığı şehir Srebrenitza. Yine bir toplumun başka bir topluma karşı duyduğu nefret ve en az 97 bin kişinin ölümüyle sonuçlanan insan dışı bir vahşet. Raunda da yanşan acıdan hiçbir farkı yok. Yine sessiz kalan bir dünya, ölen binlerce masum insan, evlerinden atılan insanlar. Tek bir farkla bu sefer bu katliam Afrika’nın küçük bir ülkesinde değil, Avrupa’nın kapısı olarak adlandırabileceğimiz topraklarda yaşanıyor. Aradan 15 yıl geçti. Ama ne yazık ki Bosna’da hala bu sorunlar sürüyor. Hayat etnik farklılıklar üzerine kurulmuş bir durumda. Bugün bile Sırplar hala bu katliamı doğru buluyor. Kısacası bu toprakların biraz olsun normale dönebilmesi için uzun yıllara ihtiyacı var. Ayrıca bu katliamın suçluları ne yazık ki aradan bu kadar sene geçmesine rağmen layığı ile cezalandırılamadı. Aslında söylenecek o kadar çok şey var ki. Ama sözler bile yetmiyor yaşanan bu acıyı anlatmaya. Avrupa’nın utancı deyip devam edelim falımıza.

Fincanı çevirdikçe başka bir acı, başka bir ölüm çıkıyor karşıma. Kimisinin üzerinden yıllar geçmiş kimisi ise hala devam ediyor. Bir tarafta bolluk içinde yaşayan, elindeki yiyeceklerin kıymetini bilmeden har vurup harman savuran batı insanı diğer tarafta açlık içinde kıvranan Afrikalılar. Hemen yanında ateşler içinde yanan Gazze. Onun yanında ABD’nin işgalinden yavaş yavaş kurtulan Irak halkı. Çıkarlar uğruna yok sayılan hayatlar, gizli ittifaklar, terör olayları, ölümler…


Ve işte Türkiye… Şimdi daha bir umutla bakıyorum fincana. Ama dudağımdaki bu gülümseme, içimdeki umut kısa sürede yok oluyor. Henüz iki yaşında bir bebek… Acıktığı ya da altını pislettiği için ağlamsı gerekirken canı yandığı için, canını yaktıkları için ağlıyor. Hemen yanında devlet babanın kucağına sığınmış özürlü bir kız çocuğu. Ama ne çocuk olduğunu fark etmişler ne de özürlü olduğunu. Ona da kıymışlar. Hemen onun yanında kocasından ölesiye dayak yiyen genç bir kadın, bir anne. Kulağı kesilmiş, ölsün diye yol kenarına atılmış. Ama ölmemiş işte. Tam kurtuldum derken hakim bey dön kocanın yanına demiş pardon Azrailinin yanına. Kadında eğmiş başını döşmüş kocasının peşine. Neden mi? Çünkü ne kendine ne de çocuklarına sahip çıkacak birini bulabilmiş… Sonra barış için beyaz bir gelinlikle dünyayı dolaşan pırıl pırıl genç bir kız… Ama onun da gelinliğini kana buluyor ülkem. Biz böyle değildik. Noldu bize? Noldu da ülkemin, dünyanın attığı çığlıkları duyamıyoruz. Hepimiz birden mi sağır olduk. Bu kadar mı zor bir şeyler yapmak, yoksa vaktimizi, enerjimizi barlarda, partilerde, kuaför salonlarında geçirmek daha kolay olduğu için mi zor görünüyor? Belki de içki şişesinde unutmuşuzdur vicdanımızı, ya da israf ettiğimiz yiyecekler ile birlikde çöp tenekesine atmışızdır. Kim bilir belki de kültürümüzün bize verdiği değerleri tabu olarak görüp, onları yıkmak için canla başla uğraşırken vicdanımızı da onlardan biri sanıp tuzla buz etmişizdir. Ama her şeye rağmen benim ümidim var ya da olması için kendimi zorluyorum desem daha doğru olur. Şimdi dilek zamanı. Dileğimin ne olduğunu söylememe gerek yok sanırım. Kahvenin akıp akmadığını ise daha sonra söylemek istiyorum. Belki bundan kırk, elli yıl sonra başka bir fal bakarım; barıştan, mutluluktan,


insan haklarından ve daha nicesinden bahsetmek için… Bazılarınızın imkânsız dediğini duyar gibiyim. Ama hayatta imkânsız olan hiçbir şey yoktur. İmkânsız dediğin şeyin sadece nasıl yapılacağını bilmediğin için öyle düşünüyorsundur. Yapabileceğimiz o kadar çok şey var ki. Evet, belki dünyayı kurtaramayız.(En azından şimdilik) Ama çevremizdeki biri için ufak da olsa bir şeyler yaparak başlayabiliriz işe. Mesela bir günümüzü yetimhaneyi ya da huzur evini ziyaret etmek için ayırabiliriz. Gördüğümüz bir yanlışlığın karşısın da susmak yerine müdahale edebiliriz.(Ama lütfen Süpermen olmadığınızı unutmayın) Sadece bir seferlik için bile olsa sigara, oje, içki ayakkabı, çanta vb şeyler için ayırdığın parayla bir açın karnını doyurabilirsin. Bunların hiç birisi olmayacak şeyler değil.’ Unutma muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcut…’

YASEMİN ALP


-İNTERRAİLGenç gezginlerimize yönelik bir başka tanıtım yazımda da bu ay gençtur’un katkılarıyla size interraili tanıtacağım.

Herkesin içinde Avrupa’yı dolaşma yeni kültürler öğrenmek, hayata farklılık katmak bulunur.İşte interrail ile yarın acaba planım programım ne olur diye düşünmeden, sizlere doyasıya macera ve eğlence keyfi sunuyor. Gençtur’un sitesindeki interrail hakkındaki bilgileri sizlerle paylaşıyorum.Detaylı bilgi için http://www.genctur.com adresinide ziyaret edebilirsiniz. INTERRAIL PASS, Avrupa Demiryolları İşletmeleri tarafından uygulanan, gezginlere ucuz ulaşım olanağı sağlamayı amaçlayan bir pas bilet uygulamasıdır. Aynı biletle, istenen yerde ve zamanda istenen trene binme olanağı sağlar. Inter Rail herkesin grup olarak yolculuk yaptığı ya da yalnızca Inter Rail bileti olanların bindiği özel bir tren değildir. Interrail Global Pass bileti Avrupa'nın 30 ulkesinde 5 gün ile 1 ay arasında, Interrail Bir Ülke Pass bileti ise seçeceğiniz 30 Avrupa ülkesinden herhangi birisinde 3 ile 8 gün arasında sınırsız serbest dolaşım olanağı sağlar.


KİMLER ALABİLİR? Farklı fiyat uygulaması ile tüm gezginler Interrail Pass bileti alabilmektedir. Hangi Ülkelerde Geçerli? INTERRAIL GLOBAL PASS ve INTERRAIL BİR ÜLKE PASS aşağıda belirtilen 30 Avrupa ülkesinde geçerlidir: Almanya, Avusturya, Belçika, Bosna-Hersek, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Hırvatistan, Hollanda, İngiltere, İrlanda Cumhuriyeti, İspanya, İsveç, İsviçre, İtalya, Karadağ, Lüksemburg, Macaristan, Makedonya Cumhuriyeti, Norveç, Polonya, Portekiz, Romanya, Sırbistan, Slovakya, Slovenya, Türkiye, Yunanistan. Süresi Ne kadar? INTERRAIL GLOBAL PASS biletleri yolcunun isteğine bağlı olarak * 10 günlük geçerlilik süresi içinde 5 günlük (Flexi) * 22 günlük geçerlilik süresi içersinde 10 günlük (Flexi) * 15 gün sürekli geçerli * 22 gün sürekli geçerli ve * 1 ay sürekli geçerli olmak üzere 5 farklı şekilde, INTERRAIL BİR ÜLKE PASS biletleri ise 1 aylık süre içersinde 3, 4, 6 ve 8 günlük olarak düzenlenebilmektedir.


İnterrail Bileti Konaklamayı Kapsıyor Mu? Hayır. Interrail bileti sadece bir tren pas biletidir. Konaklama, rehberlik, vb. gibi hizmetleri kapsamaz. Ancak Interrail'cilerin genelde tercih ettikleri hostel adreslerini Gençtur'dan temin edebilirsiniz. NE ZAMAN BAŞLIYOR? Başlama tarihini siz saptıyorsunuz. Dolayısıyla yılın herhangi bir tarihinde yolculuğa başlayabilirsiniz. Bilet Alım Inter Rail biletini yolculuğunuzun başlamasından en erken 3 ay önce alabilirsiniz. Böylece kur artışlarından etkilenmemiş olursunuz. Ama yola çıkış tarihinizden bir gün önce de bilet alabilirsiniz. BİLETİ ALIRKEN NELER GEREKİYOR? Bilet almak için büromuza gelirken, bilet ücreti ile biletinizin üstüne pasaport numaranız işlendiği için pasaportunuzu getirmeniz yeterlidir


Yolculuklardan Önce Rezervasyon Yaptırmam Gerekiyor mu? Sadece rezervasyonun gerektiği hatlarda rezervasyon yaptırmak zorundasınız. Diğer hatlarda rezervasyon yaptırmadan boş bulduğunuz koltuğa oturarak yolculuğunuzu yapabilirsiniz. Ancak yoğun hatlarda yer bulamama ihtimaliniz oldukça güçlüdür.

YER BULAMAMA, REZERVASYON YAPTIRAMAMA DURUMUNDA SEYAHATİME DEVAM EDEBİLİR MİYİM? Evet. Ayakta seyahat ederek yolculuğunuza devam edebilirsiniz. INTERRAIL BİLETİM İLE HANGİ TRENLERİ KULLANABİLİRİM? Banliyö trenleri haricinde şehirlerarası tüm trenleri kullanabilirsiniz. Ancak INTERRAIL sadece normal, 2. Mevki trenlerde geçerli olduğu için Intercity, EuroCity, TGV vb. gibi hızlı trenlerin kullanılması halinde ek bir ücret ödemeniz gerekmektedir. Ek ücret ödeyerek 1. mevki veya yataklı kompartımanlarda seyahat etme olanağına da sahipsiniz.


2.Sınıf Trenler Kötü Müdür? Avrupa'da 2. sınıf kompartımanların konforu Türkiye'deki Mavi Tren ya da Boğaziçi Expresi ayarındadır. Birinci sınıf kompartımanların tek farkı fiyatıdır. VİZE? Yolculuğa başlamadan önce geçeceğiniz ve Türklerden vize isteyen tüm ülkelerden vizelerinizi almış olmanız gerekmektedir. Başka ülkelerde ve sınırlarda vize almak için başvuramazsınız. Vize başvurusu sırasında Inter Rail biletini göstermeniz vize almanızı kolaylaştıracaktır. Schengen Ülkeleri olarak anılan 14 Avrupa ülkesi ortak vize uygulamasına geçmişlerdir. Schengen vizesi ile tüm Schengen üyesi ülkeleri aynı vizeyle gezebilirsiniz. Schengen'e Üye Ülkeler: Almanya, Avusturya, Belçika, Danimarka, Finlandiya, Fransa, İspanya, İtalya, İsveç, Hollanda, Lüksemburg, Norveç, Portekiz, Yunanistan. Yiğit Akkoca yigitakkoca-yfa@hotmail.com



VIY… VIY… VIY… “Ah o eski ramazanlar nerdeeee?” İşte burada efenim, İzmir’in göbeğinde, Alsancak’ta :) Nasıl mı? Hemen anlatayım. İzmir Büyükşehir Beledyiyesi’nin restore ederek kent hayatına kazandırdığı Tarihi Havagazı Fabrikası’nda ramazan ayı nedeniyle “Nostaljik Halk Eğlenceleri” yapılıyor. Ne mi bu eğlenceler? Sıralayayım ; bir tarafta ateş yutan animatörler (tabi ki Osmanlı kıyafetleri içinde) diğer yanda eski dönemin sokak satıcıları macuncu, şerbetçi ve kağıt helvacı. Sahneye de dönünce orası da rengarenk. Fasıl grubu, kadınlar korosu, kantocular, Hacivat-Karagöz, aşuk ile maşuk ve Ortaoyunu.

Bizzat gittim, yerinde gözlemledim, evet güzeldi. İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne teşekkürler bu yüzden. Çünkü insanlar bunu özlemiş belli. Sahnenin önündeki mutlu kalabalık, etrafta koşturan cıvıl cıvıl çocuklar, eskiyi anımsayıp gülümseyen yaşlı teyzelerle amcalar, macuncunun önündeki bitmek bilmeyen kuyruk, şerbetçiyle fotoğraf çektirmek isteyen insanlar… o akşam büyük keyif aldım orada olmaktan. Akşamın en güzel anı ise macun


yediğim andı, ımmm leziz, bak yine canım çekti. Keşke her yerde satsalar şundan yav. Peki böyle eğlencelerle eski ramazanlar geri gelir mi? Maalesef geri gelmez :( Biz eski biz değiliz çünkü. Sorun eğlence anlayışının değişmesi değil tabi, her zaman Hacivat ile Karagöz olsa da eskisi gibi olamayız ki. Ayrıca alternatifler daha eğlenceli kabul ediyorum. Ama sorun şu ; dünya bencil ve çıkarcı bir düzene oturmuş artık. İnsanlar da dünyanın düzenine ayak uydurmaktan geri durmamışlar tabi. Kim paylaşır en sevdiği şeyleri? Kim fedakarlık yapar malının bir kısmından? Hangimiz kime ne kadar güveniyor? Eskisi gibi kilitsiz mi evimizin kapıları? Eskilerin olduğu kadar misafirperver miyiz? Kapıyı tanımadığımız biri çaldığında içeri alabiliyor muyuz tanrı misafiri diyerek? Ya hırsızsa? Ya sapıksa? Nasıl güvenebiliriz yeni dünyanın yeni insanına? Akşamları sokakta kim oturup çekirdek çitliyor komşularıyla? Ya da komşularınızla selamlaşıyor musunuz ki? Mahallede çamura bulanan çocuklar görüyor musunuz siz? Yoksa hepsi analarının karnından bilgisayarla mı çıkmış? İftarlarımızı evimizde kalabalık sofralarda yapabiliyor muyuz artık? Hayır, yapamıyoruz, iş-güç derken yetişemiyoruz ki…


Ha bir de Osmanlı’yı anlatan kaynaklarda der ki ; “Ramazan geldiğinde Ermeni aileler Müslümanlara saygılarından dolayı çocuklarına sokakta yemek yedirmez, su içirmezdi” Vay be! Böyle insanlar da varmış. Ben

İzmir’de sokakta yürürken ramazanın geldiğini anlıyorsam namerdim. Yahu bu kadar mı umursamaz olunur? O nasıl iştahla yemektir öyle etrafa döke saça? Soğuk suları filmlerde Erol Taşın içtiği gibi ağzının kenarından akıta akıta içmek nasıl bir zevktir? Herkes oruç tutmak, inanmak ya da ibadet etmek zorunda değil tabi ki ama azcık saygı, azcık dikkat lütfen yani! Suç kimsenin değil, suç herkesin. Ve işin kötüsü bir kuşak sonra ortada bir suç olduğunun farkına varan bile olmayacak. Ne demişti yazar : “Yenik düşüyor her şey zamana. Biz büyüdük ve kirlendi dünya.”

ŞEYDA KAYA


PETROL EŞİT DEĞİLDİR MUTLULUK Deepwater horizon adlı petrol platformu artık yok ve kendisi ile birlikte 11 kişiyi de yok etti… Ne mi var eskiden olduğu yerde ? Denize kilometrelerce yayılan, hayvan türlünde toplu ölümler görülmesine neden olan ve yakınlardaki köylerin kıyılarına vurup insanlara ve yaşamlarına zarar veren, en önemlisi de eski hesap defterlerini yeniden açtıran ve bazılarının koltuğunu sallayan kocaman bir petrol tabakası … Ne zaman mı temizlenir? İşte onu kimse tam olarak bilemiyor. Nisan ayının sonlarına doğru büyük bir patlamayla çöken ve Meksika Körfezinde geniş bir kirliliğe neden platform henüz onarılabilmiş değil, uzun bir süre daha da tam anlamıyla onarılmayacağı söyleniyor. Patlayan boru hattı dünyanın en büyük petrol firması Exxondan sonra ikinci büyük firma olan ve ABD’nin barış, huzur ve mutluluk getireceğini iddia ederek yakıp yıktığı Irak işgalinden büyük bir parsa kapan İngiliz firması BP’ ye (British Petroleum) ait. Patlayan platformda boru hattının bir parçası koptu ve bu platformun işletmecisi olan Transocean şirketi deliği kapatmak için birkaç deneme de bulundu. İlk yapılan deneme de 1600 metre derinlikteki kuyuyu büyük bir çanla kapatmak oldu. Fakat denizde ve bu kadar derinlikte kullanılan çanın cindarlarının buzlanması sebebiyle uygulamadan bir başarı elde edilemedi. İkinci olarak uygulanan kuyuyu plastik parçalarla


ve elyaf döküntü ile takviye edilmiş ağır bir çamurla tıkama ve üstünü betonla kaplama denemesi de başarısız olarak sonuçlandı. Son olarak Transocean firması hiç denenmemiş bir şey yapmaya karar verdi. Bu kez önce petrolü su yüzüne çıkaran boru kesildi sonra yine ilk deneme de olduğu gibi kuyunun ağzı bir çanla kapatıldı. Ancak ilk deneme de olduğu gibi çanın buzlanmasını önlemek için deniz suyuyla ısıtılması sağlandı. Kuyudan çıkan ham petrol ve gazın büyük bir bölümünün de böylece hapsedilerek boru yardımı ile deniz yüzeyindeki bir gemiye nakledilmesi planlanıyor. Bu deneme de diğerleri gibi yine günlerce sürdü ve başarılı olacağına dair hiçbir güvence verilemedi. ABD sahil güvenlik dairesinin operasyondan sorumlu yetkilisi Amiral Thad Allen, borular kesildikten sonra kapaklar takılana kadar Meksika Körfezine dökülen petrol miktarının bir anda % 20 oranına kadar artabileceğine dikkat çekmişti. Firmanın araştırma ve üretimden sorumlu Başkan Yardımcısı Kent Wells, 73 tonluk yeni kapağın kuyu tabanına indirildiğini ve sızıntının ilk kez püskürmeyi durduğunu ve bunun iyiye işaret olduğunun açıkladı. Sızıntı büyük oranda durduruldu fakat sadece birkaç saat sonra tam olarak engellenemediği ve arzulanan mükemmel sonuca ulaşılamadığı anlaşıldı. Allen, BP firmasının kapak denemesini sürdüreceğini bunun sonucunda kapağı kaldırıp kaldırmayacağına kararlaştıracağını ve böylece petrol sızıntısının yeniden başlamasına izin verilip verilmeyeceğine karar verileceğini açıkladı.


Petrol şimdiden denizin derinliklerine inmeye başladı. Balık ve kuş türlerinde ise toplu ölümler görülüyor. Meksika Körfezi’nin 1/4 ünde balık tutmak yasaklandı çünkü şu anda İsrail büyüklüğünde bir alanı kirli alan kaplamakta. Louisiana, Missisipi, Alabama ve Florida eyaletlerinin kıyı kesimleri büyük tehlike altında petrol Atlantik okyanusuna hızla yayılıyor. Breton Doğal Hayatı Koruma bölgesinin bir parçası olan ve insanların yaşamadığı Chandeleur takımadalarına ulaştığı ve oradaki pelikan ve diğer bazı kuşların petrolle bulandığını açıkladı. Bunun Amerika ‘nın tarihinde olan en büyük petrol kirliliği olduğu tespit edildi. Uzmanlara göre sızıntı noktalarına küçük denizaltılar aracılığıyla dolgu yapılarak çevre kirliliğinin önüne geçilmesi üç ay sürebilir. Şimdilik sızıntının çevreye vereceği zararı önlemek için bölgede kontrollü olarak yangınlar çıkarmaktan başka bir şey yapılamıyor. Ayrıca Meksika körfezini vuran ve Alex kasırgasıyla başlayan fırtınalar çevre felaketini hem iki katına çıkarıyor hem de temizleme çalışmalarının yürüten gemiler fırtına nedeniyle çalışmalarına ara vermek zorunda kaldığı için çalışmalarını yavaşlatıyor. BP bu patlamayla şimdiye kadar yaşanmış en büyük kirliliği yaratmış olması nedeniyle, varoluş tehlikesi içerisine girmiş bulunmakta. BP hisseleri şimdiden %40 değer kaybetti. Beyaz saray firmaya 165 milyon dolarlık bir fatura gönderdi ve BP şimdiden çevreyi temizleme ve sızıntıyı durdurma çalışmaları için 3,5 milyar dolar maliyet ödemek zorunda kaldı. Amerika ve gerekli çevre ile ilgili kuruluşlar BP aleyhindeki soruşturmaları çoktan başlattılar. Ayrıca infilak ederek batan Deepwater Horizon


adlı platformun işletmecisi Transocean şirketiyle deliği kapatmak için çimentolama çalışmalarını yürüten Halliburtan ve petrol sızıntısını engelleyecek düzeneği hazırlayan Cameron international firmalarının da soruşturmaların kapsamında olduğu tahmin ediliyor. Tabi bu olayın bir de çevre felaketi boyutunu aşan siyasi arka planları yer alıyor. ABD başbakanı Barack Obama koltuğunun sallanması korkusuyla devreye girdi ve olay yerini inceledi. Meksika Körfezindeki bu felaket, Obama ’nın Atlas Okyanusu ‘nun ve Meksika Körfezi ‘nin bazı bölümlerini denizde yapılacak petrol veya doğalgaz aramalarına açma kararını tekrar tartışmaya açtı. Alaska, Virginia ve Meksika Körfezinde 40 kadar kuyu açma izni ve petrol arama çalışması iptal edildi ya da şimdilik durduruldu. Muhalefet Obamanın içinde bulunduğu durumu Obama Katrinası olarak adlandırıyor. Obama’ nın daha önce okyanusta aramalara izin vermesi nedeniyle kamuoyu gözünde zaten titremeye başlayan iktidarı sarsıntılar yaşamaya başladı. Geçtiğimiz günlerde ise; Mayıs ayında göreve gelen İngiltere başbakanı David Cameron Amerika’ya ilk resmi ziyaretini gerçekleştirdi. Cameron Obama ile bir araya geldi ve geçen yıl İskoçya da serbest bırakılan Lockerbie faciasının sorumlusu Libyalı Abdülbasit El Megrahi konusunu da gündeme getirdi. Megrahi’nin serbest bırakılmasının BP’nin Libya’daki yatırımıyla ilişkisi bulunduğu iddialarını reddeden İngiltere ABD’de bu konudaki tepkileri yatıştırmaya çalıştı. 22 yıl önce Pan Amerikan havayollarına ait Londra-New York seferini yapan bir yolcu uçağına konulan bomba 21 Aralık 1988’de 10 bin metre yükseklikte infilak etmişti ve İskoçya’nın Lockerbie kasabasının


üstüne düşerek 270 kişinin canına mal olmuştu. Evet, gerçekten de o 270 kişinin ve sevenlerinin ahı tutmuş olacak ki 22 yıl sonra BP bu kadar zor bir duruma düştü. Libyalı Abdülbasit El Megrahi, facianın hemen ardından açılan davada suçlu bulunmuş ve İskoçya da ömür boyu hapse mahkum edilmişti. Ancak kanser olduğunu ve üç aylık ömrü kaldığını söyleyen EL Megrahi geçen yıl İskoçya tarafından serbest bırakılarak Libya ya gönderilmişti. ABD’nin en büyük çevre felaketini yönetemediği için Obama koltuğunun sarsıntılarını durdurmak adına duruma el koydu ve BP CEO’su Tony Hayward’ın yerine şirketin ABD’li yöneticisi Bob Dudley getirildi. Daha önce de Amoco şirketi için çalışan Dudley; İngiliz olmayan ilk yönetici olarak BP ye bir ilki yaşattı. Yaptığı açıklamalarla kamuoyunun yanı sıra Obama’yı da kızdıran Hayward nerdeyse İngiltere ile ABD’nin arasını da açıyordu. Gerçi her ne kadar iki ülke “aramız açılmadı bir sorun yok” dese de ABD’deki 4 senatörün niçin tam da böyle bir kaza meydana gelmişken ve bunun faturası Obama’ya ödetilmeye çalışılıyorken BP, İngiltere ve Libya üçlüsünü gündeme getirme kararı aldı; bir yıl önce Megrahi serbest bırakılırken değil de şimdi masaya yatırma kararı aldı orası da tartışılır bir durum. Bazılarına göre yüzyılın zenginlik göstergesi olan, insan hayatından daha değerli bulunan, bazılarına göre de uğruna bir yerlerde huzur, barış ve güven ortamı sağlatan petrol; görüldüğü gibi dünyamıza her zaman mutluluk getirmiyor. Petrol sadece iklim değişikliğine


neden olduğu için canlı yaşamını tehdit etmekle kalmıyor; ayrıca kaza riskleri, işçi sağlığının tehlike altında olması, tür çeşitliliğine verdiği zararlar açısından da derhal terk edilmesi gereken enerji kaynakları arasında yer alıyor. İklim değişikliklerini en azından geciktirebilmek, bizim bugün yediğimiz meyvelerden çocuklarımızın da yemesini sağlayabilmek, canlı türlerinin ömrünü uzatabilmek, insan hayatlarını kurtarabilmek için, en azından bunlara küçükte olsa bir katkı sağlayabilmek için hükümetler tarafından bu tür madenler ve petrol kuyuları derhal terk edilmeli ve her zaman yenilenebilir enerji kaynaklarına geçilmelidir. Tüm bunları sizlerle paylaşabilmek adına petrol eşit değildir mutluluk demeye karar verdim bu ay. Üç aydan fazla bir zamandır dünya gündeminde yer almasına rağmen çevreci olmayı bir türlü beceremeyen ülkemizin gündeminde yeterince yer alamayan, daha doğrusu AKP hükümetinin en yakın dostu Obama’nın koltuğuna depremler yaşattığı için, sansüre asla yer olmadığı söylenen ülkemizin basınında belki de yer almasına izin verileyen; BP’ nin petrol platformunun infilak etmesini ve şimdiye kadar Amerika da görülmüş en büyük deniz kirliliğine neden olmasını bu ay en azından bizim dergimizin gündemine almaya karar verdim.

Türkan BİRCAN


Babil’in Sırları Tarihin eski imparatorluklarından Babil’e bu ay yakından bakıcağız. Fakat sıkıcı tarih bilgilerinden çok Babil İmparatorluğu’nun kendi ününü geçen iki yapısı ve onların hikayelerine odaklanacağız: Tek dil efsanesinin dayanağı Babil Kulesi ve inanılmaz güzelliği ile Dünyanın 7 harikasından biri olan Babil’in Asma Bahçeleri…

Babil Kulesi “… ve bütün dünyanın sözü bir, dili birdi. Şarktan göçtükleri zaman Sinear diyarında bir ova buldular, orada oturdular. Birbirlerine 'gelin kerpiç yapalım, onları iyice pişirelim. Onların taş yerine kerpiçleri, harç yerine ziftleri vardı. Yeryüzünde dağılmayalım diye kendimize bir şehir, başı göğe erişecek bir kule yapalım' dediler. Ve ademoğullarının yapmakta olduğu şehri ve kuleyi görmek için Rab* indi. Onlar bir kavim, hepsinin tek dili var. Gelin inelim, birbirlerinin dilini anlamasınlar diye onların dilini karıştıralım. Rab onları oradan dağıttı ve şehri bina etmeyi bıraktılar. Bundan dolayı onun adına Babil dendi.” Tevrat’ta geçen bu satırlar Babil Kulesi’nin altındaki efsanelerden biri. İnsanlar o zaman tek dil kullanmaktadır. Birlikte yaşamak ve yayılmayı önlemek içindi.Fakat Tanrı kendisine ulaşmak için kule inşa etmeye başlayan insanların kendini beğenmiş haline o kadar kızar ki, insanların dillerini karıştırır ve dünyanın çeşitli yerlerine dağıtır. Böylece artık insanlar birbirini


anlayamayacak ve kalkışamayacaktı.

birleşip

tekrar

aynı

küstahlığa

Babil Kulesi ile ilgili bilgilere rastlanır. Bir hikayeye göre tanrı’nın gönderdiği bir rüzgar tarafından Babil’e toplanan insanların her birine bir dil verir ve aynı rüzgarla geldikleri yere yollar. Diğer bir hikayeye göre ise Nuh’un torunu olan Nimrod bir kule yaptırır. Amacı Büyük Tufan’dan sonra insanların bir arada yaşamasını sağlamaktır. Süleyman kuleyi yıkar ve o zamana dek aynı dili konuşan insanları 72 ayrı dile ayrırır. Sadece kule inşaatına katılmayan Hud’un kendi dili olan İbranice’yi konuşmasına izin verilir. İki hikayede de Babil Kulesi’nden doğrudan bahsedilmese de benzerliklere rastlanmaktadır. Özellikle Tevrat’da bahsedilen Babil Kulesi’nin devasa olduğu izlenimi uyandırsa da kule sadece 90 metre uzunlukta ve 7 katlıydı. Kule Babil’in Asma Bahçeleri içinde bulunurdu ve sanılana göre bahçeler kulenin etrafına sonradan yapılmıştı. İlk katta baş tanrı Marduk’un heykeli bulunurdu. M.Ö.689’da kule Asurlularca yıkılır. Daha sonra tekrar yapılır. Tarih boyunca kule birkaç kez yıkılmış ve tekrardan yapılmıştır. Büyük İskender de kuleyi yeniden inşa etmek istemiş, ancak erken ölümü buna izin vermemiştir. 7 katlı kulenin her katın simgelediği bir şey vardır.1. kat toprağı, 2. kat ateşi, 3.kat bitkileri, 4. kat hayvanları, 5. kat insanları, 6. kat gökyüzünü ve 7. katta melekleri simgeler. ancak tüm bu simgeleri anlayabilenler Tanrı’ya ulaşabilir.


Kule ile ilgili en bilimsel ve de belki de gerçekçi açıklama ise Babil Kulesi’nin sadece bir ziggurat olduğudur. Zigguratlar tapınak,depo,sığınak ve gözlem evi işlevleri olan çok amaçlı yapılardı. Kulenin diğer pek çok bilinen ziggurat gibi 7 katlı olması bu tezi de doğrular nitelikte. Ancak gene de Babil Kulesi’nin günümüzde varlığını sürdüremiyor olması bu konudaki bilgileri oldukça kısıtlı bırakıyor.

Babil’in Asma Bahçeleri Dünya üzerinde Tac Mahal’den sonra bir kadın için yapılmış olan en güzel yapı Babil’in Asma Bahçeleri’dir. Babil kralı Nebukadnezar tarafından yaklaşık M.Ö 600’lerde karısı için yapılmıştır. Daha zayıf bir rivayete göre ise M.Ö. 810’da Kral Buhturnasır tarafından Kkraliçe Semiramis’in sıla hasreti çekmemesi için yapılmıştır. Bahçeler kat kat taraçalardan oluşurdu ve dünyanın her yanından gelmiş bitkiler dikilmişti. Bu bitkiler asıl yapıyı gözden saklıyor ve bahçeye havada asılı görünümü veriyordu. Bahçelerin iç duvarları daha ince ve daha aralıklıydı ve toprakla doldurulmuştu. Böylece bitkiler rahatça büyüyebilecekti. Ayrıca kovalarla yapılmış düzeneklerle taşınan su sayesinde kurumaları da engelleniyordu. M.Ö. 450′li yıllarda tarihçi Herodot “Babil, yeryüzünde bilinen bütün diğer şehirlerin ihtişamını aşar.” demiştir. Herodot, şehrin dış duvarlarının 80 kilometre uzunlukta, 25 metre kalınlıkta ve 97 metre yükseklikte olduğunu ve 4 atlı bir arabanın gezinmesine uygun olduğunu belirtmiştir.


Bu ihtişamlı yapının yapılma amacı ise oldukça romantiktir. Medes kralının kızı olan ve müttefiklik amacı ile Babil kralı Nebukadnezar’la evlenen Amyitis Babil’de oldukça mutsuz bir hayata sahipti. Geldiği yer ile Babil arasında çok fark vardı. Medes krallığı yeşil,engebeli ve dağlık bir yapıdayken, Babil’in kurak ve düz toprakları onu depresyona sürüklemişti. Karısının mutsuzluğunu gören kral ona geldiği yeri aratmıycak bir “cennet” yapmak üzere yapay dağlar ve ırmaklarla döşeli bahçeleri yaptırdı. Bugüne kadar ayakta kalamayan yapı buna rağmen oldukça büyük bir üne sahip bulunmakta. Herkese iyi tatiller…

Hamdi Ayar


Evet evet bende öyle dedim … - …….. - yok öyle değil canıııım . sende yanlış anlama hemen . - ……. - Bıdır bıdır bıdır bıdır - ……… - Cırcırcır cır cır cır - ……… - Bla bla balaaa - …… - Car car carrr

- Eeee , pardon

- bla bla blaa

- hanımefendiii

- cır cır cır . .


Saçma diyaloglar farkındayım. Hele hele bu durumun içinde olmak daha da saçmaydı . Devlet dairelerinden birinde saat 2 suları ,arkamda bir kaç kişi daha sırada beklemekte ve memur telefon görüşmesinde. İşte gördüğünüz birinci diyaloglar memura ait ve tabi ki aslı bu kadar kısa değil. Sıcakta sınır katsayıları artan biz sırada bekleyenlerden öksürme tıksırma “pardon bayan” sesleri yükselmeye başladı fakat memur hala telefonda. Artık amca dayanamayıp memurun üssüne doğru bir kaç kaş göz işareti yapınca telefon isteksiz yüz ifadesiyle kapandı vee telefondakine söz verildi “daha bitmedi ben seni arıcam birazdan tamam mı” (sırada bekleyen son kurbanlar biz değildik onu da anladık) İşlemler suratsızca yapıldı. İmzalanması gereken kağıt nerdeyse başıma çarpıldı . emir verildi “otur bekle 15 dakikaya biter işlemin” İnsana hizmet için oluşturulmuş devlet gördüğümüz , aslında insanın değerine muamele.gençlerde ne terbiyesiz diyenlerden gördüğümüz muamele .Bu gençler de ne sabırsız gördüğüm , gördüğümüz muamele . Dinime Müslüman olamadığı vahim durum…

dairesinde yakışmayan gördüğüm , diyenlerden küfredenin

Bu arada ramazan geldi hoş geldi (: MELİKE GÜNEŞ


YAZABİLİR MİSİN? Yazmak istersin ama başlayamamışsındır henüz, herkes okusun istersin ama bir türlü sonu gelmemiştir ki daha, noktayı koyup bitirememişsindir… Türlü türlü betimlemeler yapmak gelir içinden, çeşit çeşit benzetmeler yapmak, ama giremezsin bir türlü konuya. Bakımsızlıktan dalında kuruyan üzüm salkımlarına takılır gözün, senin için anlamı vardır, sende ifade ettiği bir şeyler vardır; ama gel gör ki yazamazsın. Çoktan söyleyemez olmuş dillerinin yanında artık ellerinde yazamaz olmuştur… Kelimeler kifayetsiz kalır derler ya hani, kelimeler kifayetsiz falan kalmaz aslında hiçbir zaman. Sadece sen kalakalırsın öylece kalemin elinde. Hâlbuki dedim ya bilirsin olgunlaşması sağlanabilecek olan ama sırf bakımsızlık yüzünden kuruyan o salkımların, gözünün önündeki o kuru salkımların sınırda şehit olan askerler olduğunu, arkasındakilerin karışıklıklarda kaybedilen gençler, acılı anneler, babalar, kardeşler olduğunu. Sadece bilirsin. Belki bilmekle kalmayıp bunları yazarsın hatta yayınlayacak bir yerde bulursun şansın varsa. Hadi diyelim buları yazdın ya çok arkalarda bırakılmak istenilenler ne olacak, onları da yazabilir misin? PKK üyeleri Kürt olduğu için bütün Kürtlere hatta gelinine, damadına, akrabasına, yıllarca bir bardak un alıp verdiği komşusuna bakış açısını değiştiren, Kürt diye başka gözlerle bakan insanlara; ölen şehitlerin içinde onlarında çocukları olduğunu yazabilir misin? Onların da analarının babalarının yandığını, onlarında çocuklarının üniversitelerde orda burada çıkan, çıkarılan


karışıklıklarda öldüğünü yazabilir misin? O ananın da oğlu çatıştı, kaçmadı ki vatanı için mücadele ederken öldü yaz, şehit oldu yaz. İnsan ayrımı yapmayın yaz, yapmayın ki nerde doğduğunu söylemekten çekinmesin kimse yaz, Kürt olduğunu söylemekten çekinmesin yaz. Sen farklı bakma, ayrım yapma ki onlarda kendi toplumundan soyutlanmasın yaz. Senin hükümetin kalkına kalkına arşa yükselen yerleri kalkındırmayı bırakıp birazda doğuyu, birazda güneydoğuyu kalkındırsın ki bile bile dağa çıkanların, bile bile terör yaratanların yanına bir de çaresizlikten nereye gittiğini bile bilmeyen cahiller eklenmesin yaz. Okutun, öğretin birazda onlara imkân sağlayın cahillikleri yok edin ki bunlar olmasın yaz, engel olmak sizin elinizde yaz. Ölmeyelim, birbirimizi öldürmeyelim artık Türk, Kürt, Ermeni, Çerkez, Laz, Gürcü, Yörük hep birlikte yaşamayı öğrenelim, daha doğrusu zaten yaşıyorduk ya unuttuklarımızı hatırlayalım yaz. Yaz bakalım yazabilir misin? Acaba kaç defa düşünürsün ben bunları yazdım diye bölücü olur muyum ya da acaba benimde memleketimi araştırmaya başlarlar mı, ailemde Kürt olup olmadığını ararlar mı diye kaç defa düşünürsün yazmadan önce? Belki de bunları boş verip yazarsın; ama sanır mısın ki senden başka okuyan olur? Kendi ülkesinin insanını doğduğu şehre göre değerlendiren; ismine göre muamele eden ülkende senden ve o şehirlerde doğanlardan başka okuyan olur mu sanırsın? Kürt diye, Ermeni diye ya da Çerkez diye herhangi nedenlerle hep ayrı tutulmuş hep farklı görülmüş insanlarından başkaları okur mu sanırsın? Okur tabi ki; sen okumaz sanırsın ama okur. Açılımlar yapmaya kalkıp halkının arasını daha çok açanlar okur, çok şey yapıyoruz diyenler okur, herkesten önce onlar okur ki başkaları da okuyup onların aslında hiçbir şey yapmadığını göremesin.


Şimdi sen söyle; 1 Mayısta taksimi işçiye açıp iki adım ötesinde özelleştirmeyi konuşabilecek kadar düşünceli hükümetin varken yazabilir misin? 12 Eylül anayasası darbe anayasasıdır, değiştirilmelidir diyen suçluları yargılanmalıdır diyen ve değişiklik tasarısını sanki 364 tane daha gün yokmuş gibi yine 12 Eylül günü referanduma sunacak kadar halkına karşı duyarlı olan hükümetin varken yazabilir misin? Önce kendi vatandaşını ülkesine yabancılaştırıp sonra onlarında hakları olmalı açılım yapalım deyip ayrı tutan hükümetlerin varken yazabilir misin? Evet, yazabilirsin bunların bir kısmını; ama sadece onların açılımına destek verir gibi görünen Kürtlerin yer aldığı kısmını yazarsın, sen hepsini yazarsın da sadece o kısmı duyulur sadece o kısmı gezer ortalıkta. Hatta senin o duyarlı, düşünceli hükümetin açılımına destek verdiğini gösteren yerleri keser alır yazından bir de bangır bangır bağırır ortalarda ve belki de herkes duyar; ama o kadarı duyulur işte gerisini ise sadece sen okursun. O zaman sadece ben okuyacaksam, ben zaten biliyorum niye yazayım ki dersin okuması gerekenler okumayacaksa öğrenmesi gerenler öğrenmeyecekse bir de üstüne birilerine malzeme olacaksa, amaçları uğruna kesip kopyalayıp yapıştıracaklarsa açımların altına üstüne; niye yazayım ki dersin. Açılım yapanların daha da açılıp boğulmasını beklersin yazmak için. Yani sonuç olarak yine yazamazsın… TÜRKAN BİRCAN


ÇELİŞKİ İnsanlarcak büyük içindeyiz sanki.

bir

çelişkinin,

yanılgının,

keyfiliğin

Bir tarafımız hiçbir şeyi umursamazken diğer yanımız her şeye karışıp burun sokmanın peşinde. Bir tarafımız magazin magazin dolanıp onun bunun hayatını kurcalamayı görev edinmişken bir tarafımız haberlerden sıkılıp televizyonu kapatıyor . Ya da bir tarafımız zengine laf ederken bir tarafımız fakirin elinden tutup kaldırmıyor. Ya da ya da ne biliyim aslında için için "O" nun gibi olmak isterken "O"na kızıyoruz. Galiba o yüzden insan diyoruz bize. Böyle duygularımız gelip gelip gittiği için , İşimize geleni kabullenip işimize geleni reddettiğimiz için , Kendimiz için geçerli yalanlarımız varken başkalarına inanmadığımız için. MESELA * insan karakterini inceleme niyetinde değilim ama yapıyorum işte bu bir çelişki. * kafanız karışıktır mutsuzsunuzdur ama gülüyorsunuzdur al işte yine bir çelişki. * ihtiyacınız yoktur ama alıyorsunuzdur bu paranın çok gibi olduğunda yaşanan bir çelişki.


* Ya da tam tersi çok gezmek dolaşmak istiyorsunuzdur ama cebe daha önce indirilmiş darbeler yüzünden para sıkıntısı vardır evde ,yurtta artık her neresiyse orda oturup kalmışsınızdır bu da paranın yok gibi olduğu durumlarda yaşanan bir çelişki. * Aslında bu kadar çelişki kelimesinin çok olduğunu düşünüyorum ama yine yazmak hoşuma gitti bırakamıyorum buda bir çelişki. * Yazının sonunu getirmek istiyorum ama getiremiyorum bakın bu da bir çelişki (:

MELİKE GÜNEŞ


BİR FİLM… BİR KİTAP…

LEYLA Alexandra Cavelius, Pegasus Yayıncılık Kitabı herkes kesinlikle okusun diye tavsiye edemiyorum. Çünkü bu kitapta anlatılanlar bir yürek için çok fazla. Bu kadar acıya, bu kadar kötülüğe yüreğiniz dayanabilecekse, sık sık ağlamaya razıysanız, ömür boyu unutamayacağınız bir kabusa hazırsanız, insanların ne kadar iğrenç olabildiklerini öğrenmekten korkmuyorsanız, korkunç bir hayata tanıklık edeceğinizin farkındaysanız, okurken kanınızın donması, soluğunuzun kesilmesi, tüylerinizin diken diken olması, kalbinizin sıkışması, boğazınızın yanması, saç diplerinizin terlemesi sorun değilse, evet alın bu kitabı ve okuyun.

Okumaya başlamadan önce karnınızı doyurduğunuzdan, suya kandığınızdan ve ihtiyaçlarınızı giderdiğinizden emin olun, çünkü kitabı elinizden bırakmanız mümkün değil. Tek solukta okunan nadide kitaplardan biri çünkü Leyla.


Leyla, Bosnalı bir kızın öyküsü. O kız ki ; Bosna’daki insanlık dışı toplama kampında 2 yıl geçirmiş, tecavüzden dayağa, açlıktan susuzluğa, yorgunluktan pisliğe başına gelmeyen kötü bir şeyin kalmadığı bir kız. Leyla, kadınların beden ve daha da kötüsü ruhlarının sömürüldüğünün, paramparça edildiğinin kanıtı. Leyla, en vahşi hayvanları insanlara yeğletecek bir roman. Leyla ölümü istetecek size. Bu dünyayı eskisi gibi sevemeyeceksiniz. Savaşta ölen erkeklere sadece üzülecek ama Leyla ve onlarcasına kahrolacaksınız. Tükeneceksiniz. Her sayfada yeter artık diye içten içe yalvaracaksınız. Ama nafile, insanlık ölmüştü artık, diriltmeniz mümkün değil…!

---

inception (Başlang ıç) ---

Christopher Nolan tarafından yazılıp yönetilen, bilim-kurgu dalındaki izlenesi, hayran olunası, muhteşem film. Başrollerde Leonardo DiCaprio, Marion Cotillard, Ellen Page, Joseph Gordon-Levitt ve Ken Watanabe var. Leonardo DiCaprio’nun canlandırdığı Dom Cobb çok yetenekli bir bilinçaltı hırsızıdır. Zihnin en savunmasız olduğu anda yani rüya görürken insanın rüyasına girip, rüyayı yönlendirerek ondan bilinçaltındaki sırlarını çekip alır. Bu alandaki uzmanlığı sayesinde çok aranan bir adam olmuştur


fakat uluslararası bir kaçak olarak gözükür ve sevdiği şeylerden uzaktadır. Tüm hayatını geri kazanabileceği bir fırsat bulur, tabi eğer imkansız “başlangıç” ı tamamlayabilirse. Cobb’un ve arkadaşlarının zorlu görevi fikir çalmak değil, yerleştirmektir. İzlemezseniz hata edersiniz arkadaşlar. Ayrıca DVD’sinin çıkmasını falan kesinlikle beklemeyin, gidin sinemada izleyin. Yahu bu adam bu kadar şeyi nasıl düşünmüş? Ne muhteşem bir hayal gücüdür o, ne kadar tutarlı bir hayal evrenidir o öyle. Helal olsun demekten başka bir şey gelmiyor elimden. Film sersemletici, senaryo çok etkileyici, oyuncular başarılı ve müzik cuk diye oturmuş çok gaz çok güzel. Filmi anlayabilmek için başları çok dikkatli izlenmeli, en küçük bir ayrıntı bile kaçırılmamalı arkadaşlar haberiniz ola. Matrix, zamanında ne idiyse İnception da artık odur. İzlemeyen kalmasın, hadi bakalım…

ŞEYDA KAYA


En Geç 1 (bir) Hafta'da Malta Vize Onayı; Kurumumuz, MALTA BAŞK ONSOLOSLUĞU tarafından tüm MALTA VİZE işlemlerini Türkiye’nin tüm şehirlerinden gelecek vize müracaatlarını takip etme yetkisiyle görevlendirilmiş AKREDİTE ACENTESİ"dir. MALTA CUMHURİYETİNE, turistik, eğitim, ticari iş alanında ve aile ziyaretleri gibi yapılacak seyahatler için gerekli vize işlemlerinin sürdürülmesi Malta başkonsolosluğuna veya aracı bir kuruma gitmenize gerek kalmaksızın tüm vize işlemlerini Kurumuz aracılığı ile güvenli ve sağlıklı dosya takibi yapılarak sürdürülebilecektir. Malta vize işlemleriniz için vize masamızdan 0212 2521531 detaylı bilgi almanız mümkündür.


Malta dil eğitim kurumları kayıt aldıkları öğrencileri Malta adasında karşılama ve uğurlama görevini, Malta transfer firmaları aracılığı ile yapmaktadır. Uzman transfer firmaları öğrencilerin güvenli transferlerini yerine getirmek konusunda sorunsuz hizmet vermesine rağmen, öğrencilere sundukları karşılama ve transfer görevi konaklama seçeneğine varıldığında bitmektedir. - Konaklamaya varan öğrenciler için asıl soru işaretleri olan konaklamam hangi katta, hangi oda şahsıma ait olduğu konusunda bilgisiz bir şekilde Malta’ya vardığı ilk günün yorgunluğu ve şaşkınlığı ile eğitim süresince konaklayacağı dairesini ve odasını aramak durumunda kalmaktadır. Bunun yanı sıra çıkan bazı sürpriz (odasının temiz olmaması, oda arkadaşının hem cinsi olmaması, yatak çarşaflarının kirli olması, konaklayacağın lokasyonla eğitim merkezine gidiş konusunda kim bana bilgi verecek gibi… ) durumlarda kiminle konuşması gerektiğini bilmeden ilk gün çaresizliği yaşamakta olması da Malta havalimanında kendisi ile ilgilenecek ve ilk gün oluşabilecek tüm


benzer sorunları ortadan kaldırmasında yardımı olacak olan Malta Kültür Derneği Türk rehberinin önemi daha çok ön plana çıkmaktadır Malta Yaz Okulları - Malta Yaz Kampı / Haziran Ağustos Dönemi Sicilya'nın güneyinde, Akdeniz' in mavi sularının ortasında bir ada olan Malta İngilizce öğrenmek ve yaz tatilini geçirmek için ideal bir yerdir! Malta Yaz Okulu programları Haziran Ağustos dönemlerini kapsamakta olup 10-13 yaş ile 1317 yaş grubu arasındaki öğrencilere yabancı dil eğitiminin yanı sıra, aktivite ve sosyalleşme imkânlarını bir arada sunmaktadır. Yaz okullarına bireysel katılım olabileceği gibi grup halinde katılmak da mümkündür

MALTA KÜLTÜR DERNEĞİ ® Eğitim Danışmanlığı FARKLILIK + GÜVENİRLİLİK + SAYGINLIK + GÜÇLÜLÜK MALTA KÜLTÜR DERNEĞİ® Eğitim Danışmanlığı MALTA CULTURAL ASSOCIATION® Education Consultancy " tescilli bir markadır.


MALTA KÜLTÜR DERNEĞİ® Eğitim Danışmanlığı, Türkiye ile Malta arasındaki kültür bağlarını Türkiye yönünden geliştirmek amacı ile kurulmuş bireysel, bağımsız bir Eğitim Danışmanlığı kuruluşudur. MKD® Eğitim Danışmanlığı, Malta Cumhuriyetinde, İngilizce dil eğitim amaçlayan Türk öğrencilere Malta adasının kültür ve sosyal yaşamını, Malta sağlık servislerini, öğrencilerimizin eğitim süresince kar amacı taşımadan yardım ve destek sağlanması, hedefledikleri dil eğitim programlarını tanınmış Malta dil okullarının sunduğu eğitim çerçevesinde öğrenci adına hazırlanması ve gerekli Malta vize prosedürlerini kapsayan eksiksiz dosyaların düzenlenerek seyahat adımlarına yardımcı olunması Malta Kültür Derneğinin etkin görevleri arasındadır.


MALTA EĞİTİM SÜRESİNCE 7 GÜN / 24 SAAT DESTEK MALTA KÜLTÜR DERNEĞİ® MALTA KÜLTÜR DERNEĞİ ® Malta adasına getirmekte olduğu öğrenci ve tatilcilerinin sorumluluklarının farkındadır. Öğrencilerimiz ve tatilcilerimiz Malta adasının ev sahibi MALTA KÜLTÜR DERNEĞİ ® çatısı altında, misafirimiz gibi karşılanıp, büyük küçük her türlü sorunlarında yanlarında olmak kurumumuzun başlıca görevleri arasında yer almaktadır. Malta’ya İngilizce dil eğitimi veya Malta tatil amaçlı vardığınız andan, eğitim ve tatilinizi bitirdiğiniz Türkiye’ye döneceğiniz zamana kadar kurumumuzun Malta merkez ofisi, Türk rehberlerimiz siz öğrenci ve tatilcilerimize 7gün /24 saat bire bir servis sunmaktadır. - Öğrencilerimizin sağlık sorunlarında acil telefon hattımızı araması halinde Türk rehberimiz öğrencinin yanında olarak, gerekli acil müdahale için adımları başlatmaktadır. Sağlık sorunlarında kurumumuzun doktoru öğrencinin yanına giderek muayene ve tedavisi için gerekli müdahalede bulunmakta, acil bir sorunla karşı karşıya kalındığında ise, öğrencinin bulunduğu adrese ambulans sevk ederek, rehberimiz öğrencinin yanına ulaşmaktadır. Acil işlemesinde çeviri görevini yerine getirerek yardımcı sorunlarda hastane girişleri, öğrencinin doktorla olan bilgi enformasyonunu tamamlayarak müdahalenin eksiksiz ve sorunsuz olmaktadır


MALTA CEP TELEFONU HATTI ve SAĞLIK SİGORTASI MALTA KÜLTÜR DERNEĞİ® Kurumumuzla Malta dil eğitim programlarına katılan öğrencilerimize, Malta merkez ofisimizin Türk ve yabancı rehberlerine büyük küçük her sorunda ulaşmalarını sağlamak amacı ile kurumuzca Malta Vodafone Cep telefonu hattı verilmektedir. Sunulan telefon hattı Türkiye’deki ofis ve acentelerimizde kayıt işlemlerinin sonuçlandırılmasından hemen sonra sunulmaktadır. Bu şekilde öğrencilerimiz sahip oldukları telefon hat numarasını aile ve dostlarına Malta adasına gelmeden bildirmiş olacaklardır. Sunulan telefon hatti kurumumuzun Malta havalimanı karşılama ve transferlerini yapacak olan Türk rehberimiz tarafından aktif edilerek etkin kılınacaktır. - Malta 'da dil eğitiminiz süresince sağlığınız güvencede. Gidiş tarihi ve süresi ne olursa olsun, 30.000 Euro üst teminatlı %100 kapsamlı sağlık sigortası kurumumuz tarafından hiç bir ekstra ücret talep edilmeden yaptırılmaktadır. Malta adasında oluşabilecek acil sağlık sorunlarında, hastane giriş işlemlerinizde kurum rehberimiz tarafından isleme girilecek ve hastane masrafları sigorta firması tarafından karşılanması için gerekli evrak işlemleri uygulanacaktır


MALTA KÜLTÜR DERNEĞİ®`den TOEFL & KPDS`ye HAZIRLANAN ÖĞRENCİLERİNE TAM DESTEK KAYIT OLAN HER ÖĞRENCİMİZE SINAVA HAZIRLIK SORU TEKNİKLERİ ÇALIŞMA KİTAPLARI VE CD BİZDEN HEDİYE!!! -MALTA KÜLTÜR DERNEĞİ® Eğitim Danışmanlığı; yurtdışına gidecek olan öğrencilerine eğitim süreçlerinde destek vermeye devam ediyor. TOEFL & KPDS Test Teknikleri ve okuma anlama becerisine yönelik, İngilizce öğrenmenizi hızlandırmak ve en kısa zamanda hedeflerinize yaklaşmanızda büyük rol oynayabilecek bu 2 değerli kitabı kayıt olan siz öğrencilerine ücretsiz sunuyor AYŞE TUNA ÖZÇELİK-TANJU ÖZÇELİK

İZMİR MALTA KÜLTÜR DERNEĞİ YURTDIŞI EĞİTİM DANIŞMANI KIBRIS ŞEHİTLERİ CAD.SİNESAF APT.NO:92/14(TANSAŞ KARŞISI)

ALSANCAK-İZMİR TEL.:0-232-4213554 FAX:0-232-46 46 777 TURKCELL CEP: 0-530-6914353 ,0-535-8440581 0-532-5856468 AVEA CEP: 0-505-7687040, E MAİL: izmir@censu.net , betatun@hotmail.com censu-izmir@hotmail.com WEB.:www.censu.net, www.malta-turkey.com www.maltakulturdernegi.com www.maltaculturalassociation.com BLOG: www.maltabizimisimiz.com , www.heirloom.blogcu.com

, ,


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.