5 TL
KDV DAHİL K.K.T.C. FİYATI
6 TL
ERGENE’DE SON YAZ
EGE AVCI
MİSAFİRLER GALİP DURSUN A. İREM AKTAŞ
BEBEK FABRİKASI IŞIN BERİL TETİK KORAL İLHAN
ŞEYTANIN GÖLGESİ
KADİR ÖZEN BORA ÖRÇAL
VOYVODA’NIN ASKERLERİ M. BERK YALTIRIK A. GÖKHAN GÜLTEKİN
HANGİMİZ?
KADİR ÖZEN M. ARİF KAYMAK
TENGRİ ve İNANNA
MURAT DURAL MUSTAFA AHMET KARA
KRALINA İSYAN
DEVRİM KUNTER
ERGENE’DE SON YAZ
YAZAN/ÇİZEN:
EGE AVCI
çınlama geldi yine bana adaş...
aynı...
02
“...iki hafta önceki gibi...”
önce biraz laf yaptı… …sonra bir şey diyemedi. ben de çıkıp gittim.
takımı bırakıyor musun?
hoca ne dedi peki?
aynen aga.
desene ergene kartalları bir fire daha verdi.
uçuyor, vur hadi!
takma kafana moruk. o takıma sen fazlaydın. dolduruyom bir tane daha. fişeklersin şu kanı bozuklara.
bu vurduğumuz yedinciydi adaş. uzun bir süre kuş muş konacağını sanmıyorum.
o zaman kalk hadi! biz de başka yere geçeriz. sana zahmet biramı da kapsana.
nereye gidiyoruz?
bilmiyorum. akşam üzeri kasabaya, dayımın yanına gitmem lazım.
oraya geçelim. hava kararmadan ateşleriz ikişer tane he? ne dersin?
geçen bir yer buldum. adillerden de fena mal çözdüm. uzun zamandır böylesini görmedik diyorlar.
sakın o koduğumun işkembecisinde işe başlıcam deme.
takımdan ayrıldığımı duyunca babam dayımla konuşmuş, o da gelsin yanımda çalışmaya başlasın demiş.
eniştemle konuşurum moruk. onun takımına girersin. haftalık üç beş ateşler sana.
yok aga artık daha fazla takım yok…
03
“daha fazla takılmaca da yok bu son...”
harbiden nerden buldun burayı?
geçen akşam tesadüf... kimsenin uğradığı yok.
al ikişer tane yut. birayı da öldür üzerine.
öhö! öhö! bira boğazımı s.kti.
hadi gel içerisi temiz.
birazdan kafası gelir bir şeyin kalmaz. bak keyfine. bu arada moruk...
harbiden bir daha takılmaca yok mu? bu son yazımız mı olacak?
bilmiyorum aga ne olacak inan bilmiyorum.
devamı yabani’de... 04
GALİP DURSUN
mIsafIrl er YAZAN:
ÇİZEN:
AYŞE İREM AKTAŞ
kopmuş parmak kaşınır mı yav? bu nası iş? allah’ın belası kaşıntı başladı yine...
09
gece de rahat uyutmuyor...
10
de gedin! başka yerde doyurun karnınızı!
yemeyin lan lanetlikler!
ağzı var, dili yoh bu canların!
ne istediniz şuncacıklardan?
yemeyin kuzularımı!
yemeyin!
devamı yabani’de... 11
BEBEK FABRİKASI Benim adım Fare. Bir zamanlar insana yaraşır başka bir ismim var mıydı, hatırlamıyorum. Kendimi bildim bileli beni bu isimle çağırırlar. Bir fare kadar sessiz olmamın ve minyon yapım sayesinde kimsenin giremediği yerlere dikkat çekmeden girebilmemin bana kazandırdığı bu ismi yadırgamıyorum. Birbirine yakın gözlerimi, düğme gibi ufak bir burna sahip ve dişlek olmamı işin içine katmıyorum bile. Bir zamanlar tanıdığım bir adam bana bir fındık faresi kadar sevimli olduğumu söylemişti. Ancak sonrasında yüzü asılmış ve “Bu zamanda genç delikanlıların sevimli olması tehlikeli, ben senin yerinde olsam sakal bırakırdım, evlat,” diye eklemişti. Gerçeği bilseydi… Ben, yirmi iki yıl önce Bebek’te, fırtınalı bir gecede, uzun zaman önce terk edilmiş virane bir çatı katında doğmuşum. Bu dünyada kimsesi olmayan gencecik annemin, o günlerde sıkça yaşanan bir grup tecavüzü sonucu hamile kalması, sokaklarda tek başına yaşamaya çalışan bir kadın için elbette ki bir tesadüf değil, tam tersine bir kaderdi. Toplayıcılardan kaçarken doğum sancıları başladığında sığındığı çatı katında ses çıkarmaya korkarak tek başına beni doğurabilmesi ise tam anlamıyla bir mucize sayılabilir. Ancak beni giysi parçalarına sarıp sıcak tutmaya çalışırken kanamadan ölmesi, onun gibi olan tüm kadınlar için gene bir kaderdi. Anlayacağınız, annem kimdi, ismi neydi, kaç yaşındaydı, nereden gelmişti, hiç bilmiyorum. Bir tek, beni bulan yaşlı adamın tarifiyle hayalimde yarattığım belli belirsiz bir resim var ona dair. Bu hayal gerçeğine ne kadar yakındır orası tartışılır ancak hiç yoktan iyidir sanırım. Pek çok çocuk büyüyor sokaklarda ama bunların çoğu ergenliği görmeden heba olup gidiyor, tek tük, benim gibi şanslı olanlar ise, bir şekilde hayatta kalmanın yolunu buluyor. Hatta sokaklardan kurtulup insan gibi yaşamayı başaranlar bile oluyor içlerinde, ancak bunlar bir elin parmakları kadar azlar. Ben de sokaklardan kurtulan ve nispeten insanca yaşayan bu azınlıktan biriyim. Benim şansım, beni bulan yaşlı adamın beni yanına alıp büyütmesi, iyi bildiği sokak kanunlarına göre yetiştirmesi ve yaşım geldiğinde güçlü 16
YAZAN: IŞIN BERİL TETİK
İLLÜSTRASYONLAR: KORAL İLHAN
bağlantılarını kullanarak bugünün en önemli tesisi sayılan “Bebek Fabrikası”nda işe sokmasıydı. İki yıl önce, 2120 kışının sona erdiği günlerde hastalanan yaşlı adam, ölmeden önce beni sağlama almak istemiş ve bakım görevlisi olarak fabrikada işe başlamamın ertesi günü huzur içinde son nefesini vermişti. Onunla hiçbir kan bağım olmamasına rağmen beni kendi çocuğuymuşum gibi büyüten bu yaşlı adama borcumu cenazesinde döktüğüm gözyaşlarıyla ödeyebilmiştim ancak. Başka türlü olsun isterdim… Çalıştığım bu yer, Bebek Fabrikası üç yıl önce İstanbul’un göbeğinde, eskiden Taksim olarak bilinen alana kuruldu. Dünyanın dört bir yanından uzmanlar, tesisin coğrafi ve birtakım elektro manyetik ve vesaire vesaire gibi önemli nedenlerden dolayı oraya kurulması gerektiğini söylediler ve bunun üzerine alan, üstündeki yapılardan hızla temizlendi, geciktirmeden inşaata başlandı. Bu devasa tesisin yapılabilmesi için yıkılan onlarca tarihi bina kimsenin umurunda değildi, zira günümüzde bu tesisin inşasından daha önemli başka hiçbir şey yok. Neden? Çünkü bu fabrika kız bebek üreten, kız bebeklerin doğabildiği dünyadaki tek yer… Evet, yanlış duymadınız. Kız bebek. Sebebi? Sebebi basit, artık bir kız bebek mucize sayılıyor. İsterseniz şöyle anlatayım; 2073 yılının baharında dünya çapında fark edilen ve günümüze kadar süregelen bir felaket, tüm insanlığı ve üzerinde yaşadığı dünyanın kaderini bir anda ters yüz etti. Ölen ilk kadını kimse fark etmedi. Yirmili yaşlarındaki, daha sonra “İlk Hasta” diye adlandırılacak olan bu kadın, arkadaşının düzenlediği bir partide gülüp şakalaşırken aniden düşüp oracıkta ölmüştü. Öylece, sanki elektriği kesilmiş bir makine gibi… Doktorlar ölüm sebebini bulamamış, sonunda da ölüm raporuna, kalp krizi olarak not düşmüşlerdi. Sonraki haftalarda dünyanın her tarafında ölümler devam etti. Farklı yerlerde ve zamanlarda ölen ilk on, ilk yüz, hatta ilk bin kadın arasındaki bağlantıyı kimse fark edemedi. Hepsinin raporunda ölüm sebebi kalp kriziydi. Ancak, ilk hastanın ölümünden iki ay sonra, 8 Mart’ta, Dünya Kadınlar Günü tüm dünya çapında kalabalık gruplarla kutlanırken bir anda her şey değişmiş, insanlık kendi devamı yabani’de...
eskiden doğa yürüyüşlerini severdim.
artık doğanın harika manzaraları bile bana hüzünden başka bir şey vermiyor.
YAZAN: KADİR ÖZEN
ÇİZEN: BORA ÖRÇAL
o olmayınca anlamsız...
yine tek başına oturuyorsun recep.
hepimiz üzüldük ama yapacak bir şey yok.
19
serap hepimizin arkadaşıydı...
unutmak mı?
hayat devam ediyor. unutmak en iyisi... böyle bir cinayeti unutmak mümkün mü?
serap hepimizin arkadaşıydı ama benim hayatımın aşkıydı.
hayat doluydu, neşeliydi... ciddi konularla bile dalga geçebilirdi....
necla’nın bana düşkünlüğünden bahsettiğinde nasıl da eğlenmiştik.
necla, recep! hadi bu kadar dinlendiğimiz yeter, yola koyulalım.
yine kapandı içine...
20
arkadaşlarım o zor günlerde kendi dertlerini unutup hep yanımda oldular.
hatta necla ile salih’in arası da o sıralar bozulmaya başladı.
serap olmadan çıktığımız ilk yürüyüş bu...
selamun aleyküm ağalar!
devamı yabani’de... 21
YAZAN:
M. BERK YALTIRIK
ÇİZEN:
A. GÖKHAN GÜLTEKİN
snagov ormanı, 1476. ismail’len lofçalı gecikti be... şüyle bir kol gezıp geliriz dediler, ne yanda kaldılar?
gelirler be ne acelen vardır?
durulmaz bu uğursuz ormanda. tez gelsinler de savuşalım bre...
nereye savuşursun? bey emretmıştır, akıncı türesidır. gün ağarana dek kalırız buracıkta. ben da meraklı değilım bu uğursuz yerde kalmağa ama malkoçoglı beg’in emridir, şafağa değin beklerız burada.
çıkarmışızdır eflak’ın tahtına basarab beg’i. biz verdik ona tahtı niye kütülük etsin bize?
27
ne bilirsin o mendebur kazıklı’nın üldüğünü be? kaç adam çıkardılar üstüne, kaçı sağ ele geçirdi? hep öldü sandılar bir yerlerden çıktı geldi more! bu sefer kellesini bile aradılar da o kalabalıkta bulamadılar...
tupraktan çıktılar!
ismail! ismail’i yakaladılar!
ma... ma... manastırda...
sakin ol lofçalı! ne oldu anlat!
28
devamı yabani’de...
YAZAN: KADİR ÖZEN
ÇİZEN: M. ARİF KAYMAK
m4a1, 1994 yapımı, amerikan ordusu özel üretim.
tak!
tak!tak!
ra-tatata! ak-47 sovyet taarruz tüfeği, 1947’de mihail kalaşnikov tarafından yapıldı.
m4a1 5.56 fişek kullanıyor.
etkili menzili 500 m...
dakikada 700 el atış yapabilir.
ak-47 7.62 fişek kullanıyor.
etkili menzili 350 m...
dakikada 600 el atış yapabilir.
devamı yabani’de... 33
TENGRİ VE İNANNA
YAZAN: MURAT DURAL
İLLÜSTRASYONLAR: MUSTAFA A. KARA
Sonunda aydınlık ve karanlık var…
Enlem ve boylamlar, koordinatlar geçersiz… Bilinenler artık çok uzakta. Bir başka yer, şey, zaman. Yeni gökadalar ruhların satranç tahtasında uyanmak üzere. Uzayın şahitliğine, boşluk denilenin orta yerine cenk tutmaya hazırlanan uçsuz bucaksız ordular oturmuş. Sayısız ruh kendini tartmak; sayısız uyku, uyanış, düşüş, yükseliş için beklemekte. Eller hevesle kalkıp iniyor. Ellerdeki silahlar kalkanlara vurup tempo tutuyor. Kirişler, kaplamalar, ok ucundaki temrenler, çakılmış çiviler, miğferler yerlerinden oynuyor, söylenen bir türkünün ritmi altında garip bir uğultu çıkarıyor. Ağızlar sessiz boşluğu yırtarcasına naralar atıyor. Saflar belli olsun niyetiyle yine zar atılmış, farklı iki renk seçilmiş bu sefer. Uzay sıkış tıkış, rengarenk, bangır bangır. Her biri bir diğerini ötekine saldırmak, kendi tarafına çekmek, düşürmek için heveslendiriyor. İki tarafta boşlukta tepiniyor, yıldız tozları havaya kalkıyor. Yukarıda birden büyük bir ses patlaması oluyor, sert rüzgâr altında kalan ovalardaki eğilip bükülmüş ağaçlar gibi dalgalanıyor uzay ve ordular. Savaş başlamak üzere. En eski ruhlar birbirlerini süzüyor. Mithra ışıldayan başını çevirip işaret veriyor süvarilerine, bilinen karanlıktan da kara Hades karşılık vermek için uzun mızraklı savaşçılarına hazır olmalarını söylüyor. Öyle kütleli ki ruhlar, Şiva olarak şekillenmiş öz, zarif yayını çekmeden önce bir gezegeni kenara nazikçe itiyor. Yıldızları aşıp atılıyorlar birer birer meydana, bir şeylerin kenarında durup doğru zamanı beklermişçesine. Aşağıdaki hengamenin ortasına inmek için her biri bir başka gezegenin kenarından sıçrıyor istekle. Cenk meydanına düşüyor sayısız alınmış ya da verilmiş isim. Boşlukta koşuyorlar. Okların ucuna iliştirilmiş göktaşları zalim bir kuyruklu yıldız gibi yırtarak olay ufkunu dua edercesine fısıldayarak çarpıyor hedeflerinin üstüne. Mızraklar uğulduyor, balyozlar şıngırdıyor, kırbaçlar şaklıyor. Bir gezegenin hayatına bitirebilecek türlü cisimler yaklaşıp patlıyor kalkanlarda. Düşünceler ve tekâmüller yerinde kalabilmek için direniyor. Öylesine ihtişamlı ki akıllarındaki fikir, ölümsüzleşiyor her adımları. Osiris iki atın çektiği savaş arabası ile dalıyor ruhların arasına. Ahuramazda keskin kanatları ile safları yarıyor. Bilgi, fikir, inanç birer kalkan, alevli birer silah oluyor. İki tarafın da kalpleri giriştikleri münakaşa için zevkle atıyor. Açık rengi seçenlerde fikir yok, hep kazanmak istiyorlar. Yarın mavi, ertesi gün pembe olacaklar. Ne pahasına olursa olsun takılıp kalmışlar. Renkler, her savaşta değişiyor ama öfkeleri, kinleri zulümleri tükenmiyor. Cehaletleri mutluluk, sevgisizlikleri güç, ihtirasları keskin, dilleri çatal, onlara inananlar ne bellemişse onlarda öylesine kaba. İki taraf da geri çekilip birbirine kafa tokuşturmaya, boğazlarına saldırıp parçalamaya hazırlanıyor. Sivri dişli, pençeleri olan korkunç iki hayvan gibi geriliyorlar. Borular üfleniyor, ordular yeni saldırılar için toparlanıyor. Ansızın giriyorlar iç içe. Onlarla düşüyor kelimeler, onlara çarpıyor akıllar. Bilekler, omuzlar, bacaklar bu yüzden daha sert. Parmaklar fikirlere kilitlenmiş. Birbirine çarpan silah ve zırhlardan çıkıp uçuşan sayısız kıvılcım dans ediyor boşlukta. Yaralardan kan akmıyor, suyun buharlaşması gibi ortaya salını veriyor canlar. Vurulanlar düşüncelerinin onları götürdüğü iki girdaptan birine doğru düşüyor. Kütleler bozguna uğrayıp parçalanıyor çevrelerinde. Kaybeden ruhlar için hüzünlü bir veda ya da tören yapılmıyor. Ölüler gömülmüyor, şekiller
devamı yabani’de... 37
YAZAN/ÇİZEN: çoktan unutulmuş nedenler yüzünden yapılan büyük savaşın üzerinden nesiller geçmişti...
DEVRİM KUNTER
yedi düvelin liderleri tek kuvvet altında toplanmayı kabul etmişler, megaşah’ın iradesi altına girmişlerdi...
KRALINA
ISYAN
dirlik ve düzen, eceler ve pir askerlerinin koruması altındaydı.
tabii herkes bu düzenden memnun değildi...
40
megaşah’ın kahpesi gelmiş yine.
yav! eşref abi, kahpe diyon da... bu eceler bakire olmuyor mu?
bakire tabii! sana bana bakire oğlum onlar. megaşah niye her bölüğün başına karıları koydu sanıyorsun? her akşam bilgi alacağım hesabı, hepsinin üstünden geçiyor.
ha ha! alemsin eşref abi!
sakinbelde köylüsü eşref!
41
megaşahımız ve ulu hakanımız hakkında beyan etmek istediğin bir fikriniz mi var?
42
yok hayır, yanlış duymuşsunuz herhalde.
megaşahımız, efendimiz hakkında bir fikir beyan etmek bize düşer mi hiç?
sözünüze güveniyorum sakinbelde köylüsü eşref! ama bundan sonra dikkatli olun.
43
koduumun kahpesi gelmiş bize laga luga bırakacaklar yapıyor. bana onu sabaha kadar evire çevir--
sakinbelde köylüsü eşref!!!
pir askerine yaptığınız sözlü saldırı yüzünden derdest edildiniz!
devamı yabani’de... 44
HAZİRAN SAYISINI ALMAYI UNUTMAYIN.