Ses Dergisi
ARALIK / 2019 Sayı 5
1
Ses Dergisi
21
Susmuşum Sevgi Fırat
22
Allah Kurtarsın Deniz Barış
3
24
Bazen Ümitli
Talihsizlik Denizinde Bir Kadın: Frida: S. Sacit Frida’nanı Vazgeçtiği Şerif Aydın
4
25
12’ye 1 Kala Esra Dolunay
Frida Şerif Aydın
6
26
Gece Düşleri Emrah Menek
27
Yalnızlık Harun Atik
Editör’den
2
Kasım-2019/Sayı 4
5
Frida’dan Alıntılar Mavi
8
Uzağa Giden Kadın FÖZ
10
“Yaz” Öyle mi Katre
11
Hastane Odasında Çorba Sine Elif
12
28
Bahar Mevsimi S.Tuğba Engin
Gel Efendim Zeynep Kayadelen
13
29
Son Gece Mihman
Havalimanı Yasemin Tatlıseven
14 17
Sesleniş Esra Ellikçi
Hikmetini Sorma Max ! mum
30 31
Zilim Çaldı Zeynep Gür
Gidenlerin Ardından Fatma Özcan
18
Gelsen Diyorum Seyyah
19
32
Kanada’da Hayat Mavi
Gunde Mirovi Ömer Dilbaz(Seyyah)
20
35
Yakarış Sultan Bal
36
İçimizdeki Şeytan Zemheri
Ses Dergisi
Editör Yazısı
S
evgili dostlar, kültür-sanat-edebiyat dergisi olan Ses Dergisi 5. sayısı ile gecikmeli de olsa karşınızdayız. Yoğunluğumdan dolayı yaşanan aksamadan ötürü herkesten özür diliyorum. Her geçen sayıda artan yazar kadrosu ve teknik ekip sayesinde daha güzele yürüyoruz. Bir umutla yola çıktığımız bu edebiyat dergisinin tutacağını düşünüyordum ama itiraf etmek gerekirse bu denli tutacağını da tahmin etmemiştim. Sıkıntılı süreçlerde edebiyat herkes için bir oksijen çadırı olagelmiştir, bugün de bunun tekrar yaşandığını söylemek istiyorum. Bu sayıda ünlü Meksikalı ressam Frida Kahlo’yu kapak olarak seçtik. Acı dolu hayatının yanı sıra şiire, filme, kitaba konu olmuş umudu, direnci, hayata ve olumsuzluklara pozitif yaklaşımı onu seçmemizde en büyük etkenler oldu. Önceki sayıların iki katı kadar yazı aldığımız bu sayıda hikayeleri, şiirleri ve denemeleri okurken duygulandım yer yer. Yer yer de işte sözün hakkı dedim. Yerinde ve kelimeleri konuşturan kalemlerin sihirli sözcüklerini okurken iyi ki başladık bu dergiye diye mırıldandım. Ayrıca kemikleşen yazar ekibinin yanısıra her sayıda yepyeni enfes kalemleri de tanımanın mutluluğunu yaşadığımı sizinle paylaşmak istiyorum. Takip ettiğiniz üzere yazılar yayınlandıktan sonra dergi ve web sitemizde kalmıyor, aynı zamanda seslendirilip klip haline de getiriliyor. Cidden, aşkla şevkle yapılan bu işi görünce “edebiyat klubü buydu ve ben bunu arıyordum” diyorum. Edebiyat hayalimdi ve hayalime ortak oldunuz. Bir kişiyle başladığım bu yola beşinci sayıda seksene yakın yazar ve teknik elamanla devam etmenin mutluluğunu siz bana sorun. Siz sevgili takipçilerimizden ricamız, yazılarımızı, kliplerimizi çevrenize de duyurmanızdır. İnanıyorum senemizi doldurmadan en güçlü edebiyat dergilerinden biri olacağız. Tüm yayın ekibimiz adına sabrınız ve ilginizden dolayı teşekkür ediyor, iyi okumalar diliyorum.
ARALIK / 2019 Sayı 5
SES DERGİSİ
Aylık Kültür - Sanat - Edebiyat Dergisi Ses Dergisi İmtiyaz Sahibi: Şerif Aydın Genel Yayın Yönetmeni Şerif Aydın Yayın Editörü Hilal Görgülü Yayın Heyeti Sacit Orçan Hilal Görgülü Ekrem İnan Şerif Aydın Esra Dolunay Mavi Yayın Türü Ulusal Sürekli Aylık Baskı Türü Dijital Dijital adres: www.issuu.com/enesengin iletişim: www.sesdergisi.ca facebook: @sesdergisicanada www.youtube.com/sesdergisikanada www.instagram.com/sesdergisikanada sesdergisicanada@gmail.com Sosyal Medya Koordinatörü Mavi D. Adres: Ottawa, Kanada dergide yer alan yazıların yayın hakkı Ses Dergisine aittir. Yazılar, kaynak gösterilmeden paylaşılamaz. Dergide yer alan tüm yazıların kanuni mükellefiyeti yazara aittir. Bu
3
Ses Dergisi
ARALIK / 2019 Sayı 5
TALİHSİZLİK DENİZİNDE BİR KADIN: FRİDA KAHLO
G
SEYFULLAH SACİT
erçek adı, “Magdalena Carmen Frida Kahlo Calderon” olan ama herkesin bildiği üzere Frida KAHLO. Talihsiz olayların peşini bırakmadığı bir ressam… Hayat hikâyesi içerisinde birçok facia denilecek olay yaşamış olmasına rağmen hayatının sonuna kadar direnen ve ismini dünyaya duyuran bir sanatçı. 1907 yılında Meksikanın güneyindeki Coyoacán’da dünyaya geldi. 6 Temmuz 1907 günü doğmuş olmasına rağmen kendisi doğum tarihini, Meksika Devrimi’nin gerçekleştiği 7 Temmuz 1910 günü olarak ilan etmişti, yaşamının modern Meksika’nın doğuşuyla başlamış olmasını istemişti. Hayatı boyunca sağlık sorunları yaşadı. Çocuk felci yüzünden tüm hayatını topallayarak geçirmek zorunda olduğu gerçeğiyle 6 yaşında yüzleşti. Üstelik bacakları da orantısızdı. Uzun etek giyerek bu kusuru gizlemeye çalışsa da, akranlarının “Tahta Bacak Frida” demelerinden kurtulamadı. Belki de bu yüzden, çocukluğunda doktor olmak istiyordu... La Prepatoria adlı hazırlık okuluna girdi ve 35 kız, 1.965 erkek çocuğuyla birlikte eğitim aldı. Bu okul, onu sanat, edebiyat, felsefe gibi alanlara yönlendirdi. İlerde Meksika düşün yaşamının önemli isimleri olarak anılacak Alejandro Gomez Arias, Jose Gomez Robleda, Alfonso Villa okul arkadaşları oldu. Okulda, anarşist bir edebiyat grubuna dahil oldu; güçlü bir kişilik oluşturmaya başladı. 18 yaşında geçirdiği bir trafik kazası bütün hayatını değiştirdi. Okuldan dönerken bindiği otobüs tramvayla çarpışmıştı ve Kahlo, çok kişinin yaşamını yitirdiği kazada komalık olmuştu. Komada geçirdiği birkaç haftadan sonra uyandığında, resim yapmak için babasından ekipman satın almasını istedi. Babası, Frida’nın yatarak çizebileceği özel bir stand tasarladı, üstüne de büyük bir ayna yerleştirdi. Frida’nın kazadan sonra çizdiği ilk resim, ‘Otobüs’ oldu. 4
Sonraları kendisine yaşama gücü verip iyileşmesini sağlayan şeyin resim yapmak olduğunu söyledi. Frida kazadan birkaç yıl sonra Diego Rivera ile tanıştı. O sıralar çizim yapmaya yeni başlamıştı ve çalışmalarını saygın ve deneyimli bir sanatçıya göstermek istiyordu. Diego, resimleri beğendi. Böylelikle aralarında bir çekim oluştu. Çift 1929’da evlendi. Bu sırada Frida 22, Diego ise 43 yaşındaydı. Bu evliliği için şöyle der: “Hayatımda iki kaza oldu: Biri otobüs tramvayla çarptığında, ikincisi ise Diego ile tanıştığımda” Evlilik hayatı içerisinde de aradığı mutluluğu bulamadı. Kocası onu defalarca aldatmıştı. Ama o yine de bir şey söylemiyordu. Diago, Kahlo’yu kendi öz kız kardeşi ile aldatana kadar da evlilikleri böyle devam etti. Yaşadığı hastalıklar ve özellikle de geçirdiği kazadan dolayı hamile kalsa da çoğunlukla düşük yapıyordu. Bu nedenle bir talihsizlik daha karşısına anne olamama olarak çıkmıştı. Yaşadığı her bir olayı çizerek anlatan Kahlo, bu acı boşanmadan sonra kendini hayvanlarla çevrili olarak çizmeye başladı. Her zaman hayvanları çok sevmişti zaten. Evinde köpekleri, maymunları, papağanları ve güvercinleri vardı. 1940 yılında, çok ciddi sağlık sorunları yaşamaya başlayınca hastaneye yattı. Diego onu ziyarete geldiğinde yeniden evlenme teklif etti. Frida Kahlo, kabul etti. Ancak Frida’nın durumu gittikçe kötüleşti. Birkaç ciddi ameliyat geçirse de büsbütün düzelmedi. 1953 yılında kangren olan bacağı kesildi. Aynı yıl, Meksika’da yatağında katıldığı kişisel bir sergi açtı. Yakında öleceğini hisseden, günlüğüne şöyle yazmıştı: “Umarım gidiş, neşelidir. Ve asla geri dönmemeyi umuyorum.” 1954’te zatürree nedeniyle hayatını kaybetti. Hayatında birçok olumsuzluğu ve talihsizliği bir arada yaşayan biri için bu küçük notu günlüğüne yazması çokta abes olamasa gerek… Bunca olay karşısında dimdik durmuş ve direnmiş bir kadın: “Frida Kahlo”
Ses Dergisi
FRİDA’NIN VAZGEÇTİĞİ
R
ARALIK / 2019 Sayı 5
Şerif Aydın
essam Diego Rivera’ın “Hiçbir kadının tuvale böylesine acı veren bir şiir işlediğine inanmıyorum” sözlerini sarfettiği ve benden daha büyük bir sanatçıdır dediği Meksikalı bir ressam… Ve yirminci yüzyılın popüler ikonu haline gelen ünlü sürrealist fırçadır Frida. Frida’nın vazgeçtiği tek sevgisi ve umudu eşi büyük ressam Diego Rivera’dır. Onun için şu tarihi notu bırakır. “İki büyük kaza geçirdim Diego, Tramvay ve sen. En kötüsü sendin!..” Frida, eşi Diego’dan neden, ne zaman mı vazgeçti? Frida’nın yazdığı mektubunu okurken başına taktığı gülün yapraklarının nasıl birer birer döküldüğünü görür gibi oldum. Aşkla evlendiği eşinden yaprak yaprak düşüşünü anlatayım Frida’nın. Diego’dan, kötü gününde yanında olmadığı zaman vazgeçti, Frida. Diegon’un canı sıkıldığında onunla paylaşmadığını, kırılacak veya tedirgin olacak olsa bile düşüncelerini açıkça söylemediğini anladığı zaman vazgeçti. Ona yalan söylediğini anladığı zaman... Gözlerine baktığında kalbiyle bakmadığını ve ona hala söylemediği şeyler olduğunu hissettiğinde vazgeçti. Diego’nun her sabah onunla uyanmak istemediğini, ve ikisinin geleceğinin hiçbir yere gitmediğini anladığı zaman vazgeçti. Düşüncelerine ve değerlerine değer vermediği için vazgeçti. Ressamdı Frida, eşti aynı zamanda. Ağrıları olsa da evlilik sözlemesine tek madde koymuştu. SADAKAT. Yapamadı Diego. Ağrılarını dindirecek sıcak sevgiyi ona vermediğinde vazgeçti. Biraz bencilce görüyordu Diego’yu, haksız da sayılmazdı. Sadece kendi mutluluğunu ve geleceğini düşünerek onu hiçe saydığı için vazgeçti. Tablolarında artık kendini mutlu çizemediği ve tek nedeni “Diego” olduğun için vazgeçti. Diego bencil olduğu için vazgeçti. Bunları sıralarken mektubunu şöyle bitiriyor Frida: “Bunlardan sadece bir tanesi senden vazgeçmem için yeterli değildi, çünkü sevgim yüceydi. Ama hepsini düşündüğümde senin benden çoktan vazgeçtiğini anladım. Bu yüzden ben de senden vazgeçtim.” Frida… Aşkın yendiği kadın…
Resim: https://www.pinterest.fr/pin/607563805953556425/
5
Ses Dergisi
ARALIK / 2019 Sayı 5
FRİDA
Şerif Aydın
“Mutluluk nedir biliyor musun? diye sorar Frida, muzip bir bakışla. ‘Sosyalizm olabilir ya da belki nirvana?’’ “Hayır öyle değil, şu an mutluluk nedir? ‘’Sıcacık öğle yemeğini getirdiğin çiçekli küçük sepet?’’ “Bak Diego, yine bulamadın. Şu an mutluluk, bu söylediğinin biraz daha ötesinde bir şey. Ben hamileyim.” Duyuyor musun? Kurbağayla beyaz güvercin karması minik bir bebeğim olacak.”
Ö
lmesinler diye çiçeklerin resmini yapıyorum,” diyor, Frida. Böyle bilin Meksikalı Frida’yı. İsmi “barış” demektir. Acı çekmiş bir kadının Frida diye dolaşması, hayatındaki onca yıkıma rağmen simgesi olan bir çiçeğin harabelerden tekrar yükselmesi gibi bir şeydir. Resimlerinde çoğunlukla kendisi ve çiçekleri var, bazen de canını acıtan bir tablonun resmi. Kendisini niye bu denli resmettiğini soranlara “Bu bitmek bilmez bir can çekişmeden ibaret olan yaşamımla ilgili olarak şunları söyleyebilirim: Ben uçmak isteyip de uçamayan bir kuş gibiydim. Kendi portremi resmediyorum çünkü çoğunlukla yalnızım, çünkü en iyi tanıdığım insanım.” Yalnız ama güçlüdür Frida. Yatağa mahkum yaşadığında da güçlü, “Tahta bacak!” diye çağrıldığında da. Gücünün hayatının birçok karesinde görürsünüz. En çok da yaşam mücadelesinde. En büyük hayallerinden biri ülkesinde bir gün resim sergisi açmak. Yıllar sonra bu fırsat doğduğunda hastalığı yüzünden yatağa çoktan mahkum olmuştur. Ama gitmek ister ısrarla bu sergiye. Eşi, büyük ressam Diego Rivera sıcak bir sesle “Frida kal yatağında, iyileşmen lazım. Senin yerine ben gider, tüm dedikoduları toplar gelir anlatırım sana,” dese de Frida’yı ikna edemez. Sergi başlar, konuşmalar biter, kokteil sırasında Diego, onunla ilgili hatıralarını anlatırken, kapıdan bir ses duyulur. Herkes merakla o tarafa döner, şaşırır. Yatağıyla salona giren Frida’nın sesidir, o. Evden kaçan çocuğun muzipliğiyle doktoruna “Doktor, yatağından çıkmaman lazım, demiştin, çıkmadım, yatağımla geldim. Bir içki içmeme izin var mı? Söz cenazemde içmeyeceğim,” der. Hani “ölmesinler diye çiçeklerin resmini yapıyorum” demişti ya, işte budur Frida. kendince hayatta kalma ve yaşatma yolu bulan bir portre. Kaç kadın vardır güzelliğine gidecek yolu idealine feda edecek kadar güçlü? Kaç kadın var bilemem ama, Frida 6
onlardan biri. Kalın hatta bitişik kaşları ve yer yer resimlerinde göstermekten çekinmediği bir de bıyıkları vardır Frida’nın, kimine göre çirkin yanı, kimine göre onu güçlü kılan soylu bir karar. Ondan dinleyin isterseniz bunu. “A, evet, bir de şu küçük bıyığım var. Sözü gelmişken, itiraf edeyim: Bu, Diego’yla aramızda bir sorun olmuştur. Bir gün bıyığımı aldırmak istemiştim, Diego korkunç öfkelendi. Diego bıyığımı sever, onun için bu bir ayrıcalık belirtisidir. On dokuzuncu yüzyılda Meksikalı burjuva kadınları bıyıklarıyla İspanyol kökenli olduklarını sergilerlermiş,” çünkü malum, yerliler kösedir. Frida “barış” demekti, Frida aynı zamanda umut. Etkili çizer, etkili bakar. Sadece resimlere anlam yüklemez, tabloluk acılarına da çiçekler takmasını çok iyi başarır, Frida. Ağır hastadır O, arkadaşı tesselli için gayret sarf eder. “Atlatacaksın.’’ ‘’İyileşeceksin.’’ ‘’Emin ol iyileşeceksin,” deyince, ‘’İyileşmek mi?’’ der Frida, “ama ben hasta değilim ki. Kırık döküğüm. Aynı şey değil, anlıyor musunuz?’’ Frida’nın gözlerinden istiyorum. Üzerine gelen göktaşını başka yöne döndüren bu bakış açısından. Papyonu yana sarkmış, Lordlar kamarasında bir prens edasıyla veya kılıcı grur kaynağı olan bir Lejyoner tavrıyla alkışlamak istiyorum. Muhteşem…. İnatçıdır aynı zamanda, Frida. Yüzlerce tuvalde fırçası olan ve kendi ifadesiyle “uçmak isteyip uçamayan” bu kuş, ısrarla resimlerine devam etme sebebini şöyle açıklar. “Nasıl olsa umutsuz olacaksam, hiç olmazsa üretken olmalıyım.” Frida’nın penceresidir bu. Düşünceleri de resimleri gibi çiçekli. Bahar kokulu, ilham verici… Mutluluğu kovalar yıllarca, acı onu kovaladıkça.
Ses Dergisi
ARALIK / 2019 Sayı 5
İkisi de yorulmaz. Ama gülümsemeyi hep bir adım önde başaran biri vardır sanki: Frida. Bir gün eşi Dieogo’ya: “Mutluluk nedir, biliyor musun? diye sorar Frida, muzip bir bakışla. ‘Sosyalizm olabilir ya da belki nirvana?’’ “Hayır öyle değil, şu an mutluluk nedir? ‘’Sıcacık öğle yemeğini getirdiğin çiçekli küçük sepet?’’ “Bak Diego, yine bulamadın. Şu an mutluluk, bu söylediğinin biraz daha ötesinde bir şey. Ben hamileyim. Duyuyor musun? Kurbağayla beyaz güvercin karması minik bir bebeğim olacak.” Kurbağa ve beyaz güvercin Diego’nun evlilik kararı aldığı gün yaptığı hızlı kara kalem resimdir. Kurbağa Diego, güvercin Frida. Frida’nın çok istediği mutluluktur ama yarım kalır, bu. Tekerlekli sandalyeyle inatla 2 Temmuz’daki komünistlerin eylemine destek verir. Fırçayı yetim bırakmadan on birgün önce. Bu, kalabalıklarla son buluşması olur Frida’nın. Son tablosu kırmızı karpuzlardan oluşan “Yaşasın Yaşam” adında bir natürmorttu… Yaşasın umut, yaşasın Frida….
7
Ses Dergisi
ARALIK / 2019 Sayı 5
FRİDA’DAN ALINTILAR Çeviren: MAVİ Neden yürümek için ayaklarım olsun ki, uçmak için kanatlarım var. Çiçekleri boyuyorum, bu yüzden ölmeyecekler.” Ya da “Ölmesinler diye çiçekler çiziyorum.” Renk dünyasında dolaşan bir çocuktum… Arkadaşlarım, yoldaşlarım yavaş yavaş kadın oldular; Ben o anlarda yaşlandım. Benim resimlerimin mesajı acıdır. Babamın bana öğrettiği her şeye katılırken annemin bana öğrettiği hiçbir şeye katılmıyorum. “Benim sürrealist olduğumu düşündüler. Yanıldılar, çünkü hiçbir zaman hayallerimi resmetmedim. Fırçam asla kendi gerçeğimden başka bir realiteyi boyamadı.” Vücudun en önemli kısmı beyindir. Ve ben Yüzümün kaşlarını ve gözlerini seviyorum. Günün sonunda, düşündüğümüzden çok daha fazla acıya dayanabiliriz. Hiçbir şey mutlak değildir. Her şey değişir, her şey hareket eder, her şey dönüşür, her şey uçup gider ve kaybolur. Hiçbir şey gülmek kadar değerli değil. İnsanın hafiflemek için gülmesi ve kendisini kaptırması, güçlü olduğunu gösterir. Trajedi bu dünyadaki en saçma şey. Sanırım yavaş yavaş sorunlarımı çözebileceğim ve hayatta kalabileceğim. Acılarımı boğmaya çalıştım, ama aşağılıklar nasıl yüzüleceğini öğrendi ve şimdi bu iyi duygunun altında ezildim. En iyiyi, en iyiyi hak ediyorsunuz, çünkü bu berbat dünyada kendilerine dürüst olan az sayıdaki insandan birisiniz ve
8
Ses Dergisi
ARALIK / 2019 Sayı 5
gerçekten önemli olan tek şey bu. Acı, zevk ve ölüm, varoluş sürecinden başka bir şey değildir. Bu süreçte devrimci mücadele istihbarat için açık bir kapıdır. Ben o kadar beceriksiz bir insanım ki sürekli aşık olurum, olurum ve yine olurum. Ve asla terketmem. Bir dağın içini ancak başka bir dağ bilebilir. Resim hayatımı kapladı. Üç çocuğumu ve korkunç hayatımı gerçekleştirecek bir dizi şeyi kaybettim. Resim yapmak bütün bunların yerini aldı. Çalışmak en iyisidir diye düşünüyorum. Ben kendi kendimin ilham perisiyim. En iyi bildiğim ve daha da iyi bilmek istediğim konu benim. Fiiller düzmece olabilir mi? Size bir tane söyleyeceğim. Senin cennetinim, bu yüzden kanatlarım seni sonsuza dek sevmek için sınırsızca açılacak. Hasta değilim, kırığım. Ama resim yapabildiğim sürece hayatta olduğum için mutluyum. Sağlığımın izin verdiği küçük olumlu şeylerin devrime yardım etmeye yönlenmesi için bütün gücümle savaşmalıyım. Tek gerçek yaşama sebebim bu. Umarım ordasındır ve bunu okuyorsundur… bilmelisinki, ben gerçekten varım. Ve tıpkı senin gibi tuhaf biriyim. Karanlığının içindeki her şey olabilirim. Buna razıyım Binlerce ve binlerce insan açlıktan ölürken, zenginlerin gece gündüz parti yaptıklarını görmek dehşet verici... Size portremi bırakıyorum, böylelikle sizden uzakta olduğum bütün günler ve bütün gecelerde varlığımı hissedebilirsiniz. w Resimler: https://www.neoldu.com/en-guzel-frida-kahlo-ask-sozleri-fridakahlodan-diegoya-mektuplar-11160h.htm
9
Ses Dergisi
Ne zaman uzaklardan bir kadın gelse Ya da uzaklara bir kadın gitse Kırmızı fuları, rüzgara verdiği saçları Bir de mavi yeşil eteğini hatırlarım Hayatın rengi yeşilin, eteğindeki parıltısını… Bir bahar, bir bahar geliyor Ve ben onu karşılamak için, Uzaklardan yakına getirmek için gidiyorum deyişi... Söylediği ince türkü... Hele o ufka bakan kısık gözleri Sonra heyacandan kızaran yanakları Baharı ararken kış rüzgarlarından kalma dudak yaraları... Kalbindeki yaralara benzeyen… Dudağa merhem olur; ama kalbe ne sürülür! Bahar türkülerini kalbine merhem yapar uzağa giden kadın Her yarığa gözü ufukta bir dostu koyar... Sağalır hafiften ama… Hiç bir zaman tam iyileşmez yaraları. Ne olur bakın arkasından uzağa giden kadının... Türkülerin ince ince yüreğe sızışı, yakın eder uzağı Ama saçları, kızaran yanakları, kanayan kalbi ve dudakları... Hepsini alıp uzaklara götürmüştür artık. Başka bir baharda buluşmaya cesaretin varsa, Üçüncü bir baharı aramak için çıktığın yolda, Belki de buluşursun bir daha Uzağa giden kadınla...
FÖZ
10
ARALIK / 2019 Sayı 5
Ses Dergisi
ARALIK / 2019 Sayı 5
“Yaz,” Öyle mi?
Y
KATRE
az öyle mi!! Öyle kolay değil yazmak. Yüreğinin tam ortasında saplı duran hançeri çıkarıp atmak… Yazacaksan ayaklarını kanata kanata geçeceksin dikenli tarlalardan. Sermayesiz dolaşacaksın beyninin bütün kıvrımlarında sürgünden dönmüş gibi. Ellerinle parçalayacaksın acıların üzerine döktüğün soğuk betonları. Hayatını cam arkasından seyreder gibi yaşarken durgun ve sıradan, kıracaksın arkasında gizlendiğin bütün sütunları ve nefes nefes soluklayacaksın fırtınaları. Öyle kolay değil yazmak… Yaraya tuz basacaksın, donan kalbine kor. Zerrelerinde hapsettiğin sese yol vereceksin haykıracak, kafesleri kıracaksın. Soğuk betonlar arasında alınan nefeslerce yanacaksın. Yumuşak yastığın taş olacak, yorganın girdap…Meriç’te duyulmayan çığlıklarca boğulacaksın. Kalemine kurşunların ağırlığı yüklenecek, hiç bir söz yetmeyecek anlatmaya. Dillerin kalemini kıracaksın. Yaz öyle mi! Yazı yazmak kolay belki ya yazda yaşanan kışları…Yanarken donduran, donarken kavuran mevsimleri yazmak kolay mı? Çocukları ihtiyarlatan ifritten bir zamanın öyküsünü hangi kalem yazar? Hangi söz sarar özgürlüğünde tutuklu kalmış bir göçmen kuşun yarasını? Yüreğinin tam ortasındaki hançeri çıkaracaksın acıta acıta, şikayet etmeden. Sefere çıkacaksın, yelken açacaksın güneşe doğru bataklıklarda tükenmeden. Gecenin en koyu karanlığında, bir balığın karnından çıkmış gibi, mehtapla sarmaş dolaş olacaksın yenilmeden. Yaşamanın yükü ağır gelse de başını dik tutacaksın zulmete eğilmeden… Baharları düşleyeceksin bir yağmur damlasında ve tohumlar serpeceksin. Her köşe başındaki cellatlara inat güleceksin. Gözünü güneşe dikmiş bir filiz gibi boy verip dirileceksin. Yaşamaya talipsen yazmakla yüzleşeceksin.
11
Ses Dergisi
ARALIK / 2019 Sayı 5
Hastane Odasına Çorba Sine Elif
H
astanede biri varmış, rahatsızmış. Onu ziyarete gitmiş. “Neyi varmış?” dedim. “Kansermiş,” dedi. İkimiz de suskun. Yemek hazırdı. Yemedik. Birazdan yeriz diye erteledik. Ben küçükken annem üzülünce yemek yiyemezdi şaşırırdım. “Canım istemiyor,” derdi. Anlamazdım. Canı istemezmiş bazen büyüklerin, yeni yeni anlıyorum. Kim bilir annemin iştahını kim almıştı canının elinden. Az biraz vakit geçince çocukla oturduk sofraya. Çorbalarımıza küçük lokmalar sığdırdık. Tanımadığımız biri için üzüldük. Ertesi gün yine gitti. Sonraki gün de. “Daha iyi gördüm,” cümleleriyle girdi kapıdan. “Artık ev yemeği yiyebiliyormuş,” dedi. “Çorba yapar mısınız, benim için” diye sormuş. “Hakkınızı helal edin, ne kadar da yüzsüz bir adamım” diye ağlamış sonra. “Tabi ki,” demiş eşim. Terbiyeli erişte istemiş canı. Hayatımda hiç yapmadım desem güler misiniz? Gülmeyin. Ben ağlayarak yaptım. Tarifler okudum. Kimisi salça katıyordu, kimisi limon sıkıyor, bir başkası yoğurt ekliyor. Yapıp termosa koydum, bir de tarhana yaptım. Ne bileyim, sevmezse birini hiç değilse diğerini içebilsin diye. Aylardır ılık bir şey geçmeyen boğazından aşina olduğu tatlar içini ısıtsın diye. Olur ya memleketini hatırlatır. Biliyorum insan bazen hatırlayınca hüzünlenir, üzülür, ağlar belki de. Hiç istemem üzülsün. Ancak anılara ihtiyaç duymaz mı insan, şimdi uzağında olsa da yaşadığı o güzel günlere şükrünü eda edebilmek için de özleyebilmek, özlem duygusunu verene teşekkür edebilmek için bir sebep aramaz mı? Uyuyordu, uyandırmadan bıraktım çorbaları, dedi. Ertesi gün gittiğinde çok sevdiğini söylemiş. “Ama lütfen az yapın, israf günahının sebebi olmak istemiyorum,” demiş. İnce insanların hassasiyetleri karşısında eriyor ruhum. Ben alıyorum Rabbim, 12
şayet israfsa ve lütfen onu bu düşüncelerden muhafaza et ve çorbalarımın lezzetini artır. Boş termosun her gelişinde sanki kenarına iliştirilmiş bir de tebessüm hissediyordum. Çorbayı içenle, çorbayı yapan arasında gizliden bir muhabbet. Eşim vasıtasıyla iletilen teşekkürün altında ezilip kalıyor, ancak bana da böyle bir hizmet nasip olduğu için içime tarifsiz bir huzur doluyordu. Tanış bence, dedi eşim. Arabaya bindiğimde dudaklarımın kıpır kıpır dua ettiğini farkettim. Hastaneye varınca, sen de gel benimle dedim. Usulca adımladık beyaz koridorları. Katlar çıktık. İçeri girdim. Birileri vardı. Ben girince kenara çekildiler, çok utandım. Kendimi tanıttım. Ayağa kalktı. Ağladım. Hıçkırarak ağlamak istedim. Başka sebeplerden dolayı yaşı benden büyüklerin ayağa kalktıklarına, yer vermeye çalıştıklarına şahit olmuştum. O zaman da çok utanırdım, ancak hiç ağlamamıştım. “Lütfen,” dedim. Sanki bir kelime daha çıksaydı ağzımdan sesim erozyona maruz kalmış toprak gibi çoraklaşacak ve bir daha bir harfe sahiplik edemeyecekti. “Nasılsınız,” diyebildim dakikalar sonra. “Çok şükür bu günüme,” dedi. “Çorbalar için çok teşekkür ederim, ama lütfen az yapın, çok mahcup oluyorum,” dedi. “Sizi çok iyi gördüm,” dedim. Daha önce kanser hastası görmemiştim oysa. Ancak bana çok dinç gelmişti. Gözlerinde hafif sarılık vardı ve ayakları şişti biraz. Eşime de ayrıca teşekkür ettiğinden ve ziyaretimizden çok memnun olduğunu söyledi. Daha fazla kalmak istemedim. “Lütfen, istediğiniz özel bir çorba olursa söyleyin,” dedim. “Seve seve, elimden geldiğince yaparım.” Usulca süzüldüm. Sonraki günlerde de sanki zamanın ortasında sallanan bir yaprak gibiydi vücudum. Gözleri aklımdan çıkmıyor, ince ruhu kalbimi delip geçiyordu. Her akşam adını ağzımıza alıp, dua ediyorduk. Bir haftasonu telefon çaldı, arabadaydık. Hoparlörden gelen sesi çok canlıydı. Hiç görüşemedik son zamanlarda özledim dedi. Artık çorbalara ihtiyaç kalmamış hastane yemeklerine başlayabilmişti. “Geleceğiz tekrar,” dedi eşim mahcubiyetle. “Gidelim,” diye kararlaştırdık bir günde anlaşıp. Birkaç gün sonra başka bir telefon ve bulunduğmuz şehirde bildiğimiz ilk Türkiyeli’nin vefatıydı bu. Günlerce uyuyamadım. Sarı gözleri ve şişmiş ayaklarıyla, bir tas çorba için defalarca teşekkür eden mahcubiyeti hastalığının önüne geçen ince ruh. Senin ruhumda açtığın ve gurbeti iliklerimde hissettirdiğin o ayakta kalma çaban, gurbette ölmekten korkmamayı öğretti bana. Ve Allah biliyor ya, birlikte birer tas çorba içmeyi diliyorum öte tarafta. Senin tarafında olabilir miyim, koca bir muamma. (Vatanlarından uzakta, bulundukları yerlerin ilk vefat edenlerine ithafımdır.)
Ses Dergisi
ARALIK / 2019 Sayı 5
Gel Efendim ufuklar kızıla boyanırken gel serinlik çökerken evlere... gece kömür gözlerini yumarken gel açacakken sen kokulu sehere... sen istersen ben uyurken gel görün kapalı gözlerime... ya da yağmurun düğününde gel damla yüreğime... sarı yapraklar uçuşurken gel usulca düşerken yerlere... rüzgarda eteklerim savrulurken gel ayaklarım takılsın birbirine... ağaçlar meyvedeyken gel meyveleneyim ben de... yaz sıcağında öğlen vakti gel serinleyeyim gelişinle... karlı bir kış günü ne olur gel bahar gelsin seninle... yılım henüz dört mevsimken gel hayat ol mevsimlerime... ben hala buralarda iken gel yenilmeden ecele...
Zeynep Kayadelen
13
Ses Dergisi
ARALIK / 2019 Sayı 5
HAVALİMANI
Yasemin Tatlıseven
“Bu anne her sabah yavrularına kavuşmak ümidiyle uyandı. Ancak yirmi ay sonra, dolaylı yollardan, yanlarına gidebildi.Şimdi kanserle mücadele ediyor. Alzheimer olan annesi, görüntülü konuşmalarda hala kızına ismiyle hitap ediyor. Herşeyi unuttu ,kızını unutmuyor!”
G
ünlerdir hazırlanıyoruz. Valizler tamam, evraklar eh işte! Zor oldu ama oldu, onu da sonra anlatırım. Biletler alındı. Vedaları hiç sevmiyorum, ayrılmak zor olacak. İş yerindekilerle vedalaşırken ömrümden ömür gitti. Ailem ve arkadaşlarımdan nasıl ayrılacağımı düşünüyorum. Güçlü olmak zorundayım. On üç yaşındaki oğluma ve on bir yaşındaki kızıma örnek
olmalıyım. Uçuştan iki gece önce, baba ocağındaki son gecemizde boğazıma bir yumru oturdu . Anneciğim, canım annem! Alzheimer hastası, nereye gittiğimizi bazen unutan, bazen hatırlayan anacığım. O gece elinde sımsıkı tuttuğu katlanmış mendili telaşla açarak, bana ve çocuklara para verdi. Olmaz annem dediysem de “Lazım olur kızım, yanınızda dursun” dedi. Ah benim çilekeş anam! Sabah sarılıp son kez öperken, sanki bilinci yine kapanmıştı. Bilerek mi yapıyordu acaba acıları anlamsızlaştırmayı? Ah anacığım! Beni tekrar hatırlayıp “Kızım nerede” diye sorar mısın ki? Ya babam? Bizi otobüse yolcu ederken, yol boyundaki tüm atmlerden, emekli maaşı yatmış mı diye kontrol eden babacığım… Sonunda gözleri gülerek yanımıza gelip, cebimize para sıkıştıran “Gerek yok babacığım” dediğimde “Yatmış kızım maaşım, lazım olur size” diyen fedakar babacığım. Otobüsteyiz, üçümüzün de gözleri dolu dolu… Çocuklarımın küçük yaşlarına bu kadar acı fazla değil mi? Son kez şehre bakıyoruz. Bir daha ne zaman geliriz, kim bilir? Şehirle de vedalaştıktan sonra otobüs otobana giriyor. Başımda bir ağrı, göğsümde bir sıkışma, nefes alamıyor gibiyim. Gözlerimi kapayıp uyumaya çalışıyorum. Zihnimde tüm sevdiklerimin yüzleri geçit töreni yapıyor . Ve uçuş günü geliyor, havalimanındayız. Her birimizin elinde ikişer tane valiz, birer sırt çantası… 140 m2 evden kalanları ve kırk senelik ömrümü, bu valizlere sığdırmaya çalıştık . Kitaplarıma üzüldüğüm kadar, koca bir evin eşyasına üzülmedim. Çok da sarıp sarmayalamadan, damı akan bir odunluğa bıraktık kitaplarımızı… Ya fareler kemirecek, ya da rutubetten, nemden hamur olacak, yazıları birbirine geçecek, ona üzülüyorum. Götürme imkanımız olsaydı, tek bir tanesini bile bırakmaya kıyamazdım. Valizlere bakıyorum. Ne sığdırdık ki buncacık şeyin içine? Kızım bir buzdolabı poşetinin içinde on-onbeş tane mandalı gördüğünde, basmıştı kahkahayı… “Anne sana inanamıyorum, koca koca mobilyaları, tencereleri, tabakları atarken bir damla gözyaşı dökmedin de, şu on tane mandala mı kıyamadın? ” Haklı çocuk, ne akla hizmet onları valize sıkıştırdığımı bilmiyorum. Gardrobı, vitrinleri, komidinleri, masayı, sandalyeleri, yorganı, yatağı, kabı kacağı hep çöpe indirdik. Evi biran önce boşaltma derdine, ne yaptığımı bilmiyorum ki? Mandallar da zaar ziyan olmasın dedim. Kafa mı kaldı? Kışlık kazaklar, botlar, montların hepsini sağa sola verdik. Sıcak yerlere gidiyoruz ya, lazım olmaz dedik. Bagajları teslim ettik. Yürüyen bantta gidiyor, ömrümün geri kalanları! İçinde ne var deseniz, üç-beş pılı pırtı, çocukların madalyaları, diplomalar, anı olsun diye birkaç resim, bir de buzdolabı mağnetleri… Dünya bir yana, mağnetlerim bir yana… Bugüne kadar gezdiğimiz her yerden almışız birer, ikişer, hayatımızın özeti onlar... Olmazsa, olmazlarım! Manada ağır, yükte hafifler. Havaalanındayız, bacaklarım titriyor. Herkese korkarak bakıyorum. Biri yüksek sesle adımı haykırsa, pat diye düşüp bayılabilirim. İki yavrumun elinden tutmuşum, mır mır bir şeyler okuyorum. Ağabeyim ve kardeşimle çıkışa uzak
14
Ses Dergisi
ARALIK / 2019 Sayı 5
bir yerde vedalaştık. Bizi görebilecek farklı noktalardan izliyorlar. Ağlamamam lazım, dikkat çekmemeliyim. Pasaport kontrol sırasına giriyoruz. Gözlerim kararıyor. Havalimanındayız, pasaport polisinin önündeki kuyrukta…Çıkışa bir metre kaldı, kalmadı. Sıra bize gelecek ve polis kabininin arkasına geçtiğimizde çıkmış sayılacağız. Çaktırmadan geriye dönüp bakıyorum. Yengemin dudakları kıpır kıpır dua okuyor, kız kardeşimin gözünden yaşlar süzülüyor. Ağabeyciğim “Biz buradayız, merak etme” dercesine bakıyor. Önüme dönüyorum. Sıra bizde, terlediğimi hissediyorum. Yüzüm şuan eminim ki kıpkırmızıdır . Ayak bileklerim bedenimi taşımakta zorlanıyor. Havaalanındayız, dış hatlarda… Pasaport kontrol kabininin önünde… Benim ve çocukların pasaportlarını uzatıyorum. Polis bana bakıyor, polis pasaporta bakıyor. Ve kaşeyi basıp gönderecek şimdi, birazdan şu cam kabinin arkasına geçeceğiz ve her şey bitecek. Polis pasaporta bakıyor, polis bana bakıyor. Çok mu uzun sürdü, bana mı öyle geliyor? Polis telefonun ahizesini kaldırıyor, kulağına dayıyor, birilerini arıyor. Pasaportu kaldırıp bir şeyler söylüyor. Polis artık bana bakmıyor. Artık polisin gözünde ben yokum, ben bir hiç hükmündeyim! Arkamızdaki kuyruktakiler, beklemekten sıkılıp söylenmeye başlıyor. Görevliler bekleyenlere “Diğer kuyruklara geçin” diye bağırıyor. Herkes bana ve çocuklara kin dolu bakışlar fırlatıyor. Çocuklarım korku dolu gözlerle, elimden çekiştiriyorlar. Ben geri dönüp ağabeyimle gözgöze geliyorum, “Olmadı ağabeyciğim” diyorum. Kız kardeşim telaş içinde... Yanımıza başka bir polis geliyor. Diğer polis azılı bir suçlu yakalamış edasıyla, beni ve pasaportumu yeni gelen polise teslim ediyor. Polis “Benimle gel” diyor, çocuklar arkamda ağlayarak kalıyorlar. Havalimanı sanki o anda başıma yıkılıyor. Nefesim daralıyor. Havalimanı karakolundayım. Dört tarafında kameralar olan küçük bir odadayım, sedirlerden birine oturdum. Köşede bir tuvalet var. Sanırım gözaltına alındım. Kalbim pırpır ediyor. Ya tutuklanırsam diyorum. Ama ben bir şey yapmadım ki… İçerde olan kişileri hatırlıyorum, onlarda bir şey yapmamışlardı. Bir saate yakın bekletiliyorum. Sorgulanıp, bir şeyler imzalatıldıktan sonra, pasaportuma nedensiz el konularak, ben serbest bırakılıyorum. Önce koşup çocuklarımı buluyorum. Onlara sarılıyorum. Biletlerimizi bir ay sonraya erteliyorum, sanki bir ay sonra her şey çözülecekmiş gibi… Gidip valizleri geri alıyorum. Kardeşlerimle birlikte çıkışa geliyoruz. Elimizde ikişer tane valiz, birer sırt çantası, koskoca İstanbul’a bakıyorum. Evimizi dağıttım, artık bir yuvamız yok! İşten çıtım, işsizim. Çocukların okulu kapandı. Eşim yurtdışında, pasaportuma el kondu. İstanbul’u bir anda kara bulutlar kaplıyor. Karanlık geleceğimde hiç birşeyi göremiyorum. Başım ağrıdan çatlıyor. İstanbul o anda başıma yıkılıyor. Geri dönerken yol boyunca hiç kimse konuşmuyor. Kardeşime gidiyoruz. Tek isteğim var. Uyumak, uyumak, uyumak! Günlerce, haftalarca uyumak istiyorum. Ama iki tane evladım var benim, güçlü olmak zorundayım. Sabah toparlanıp kalkıyorum, kardeşim güzel bir kahvaltı hazırlamış. Çocuklara bundan sonra yapacaklarımızı, pembe bir masal anlatır gibi anlatıyorum. Sanırım yeterince inandırıcı olamıyorum. “Peki anne biz şimdi nerede kalacağız, artık bir evimiz yok” dediklerinde, kafama bir balyoz iniyor adeta! Hemen toparlanıp “Dedenlerle yaşayacağız yavrum” diyorum, “Benim doğup, büyüdüğüm şehre döneceğiz”. Bunu söylerken dudaklarıma bir gülümseme yerleştiriyorum. Çocuklarım cin gibiler, gözlerimin gülmediğinin farkındalar! Kardeşim de farkında, “Haydi abla, bugün çıkıp kafamıza göre İstanbul’u gezelim” diyor. İstanbul normalde olsa reddedilir mi? Ama canım bir şey yapmak istemiyor. İmkanım olsa nefes bile almayacağım. Boşta duramıyorum, kafamı dağıtmam lazım. Kardeşimin tüm itirazlarına rağmen, evindeki tüm halıları toplayıp, yıkıyorum. İstanbul’da birkaç gün kalıp, bir daha tekrar ne zaman görürüz ki dediğimiz şehre, bir hafta sonra tekrar gidiyoruz. Canım babacığımın kapıları bize ardına kadar açık…
15
Ses Dergisi Anacığım olanların farkında değil, bizi görünce önce seviniyor. (İlerleyen günlerde hastalığının etkisiyle bizi evden kovacak!) Babacığım üzgün, benim feri sönmüş gözlerimi görünce, teselli edecek cümle kuramıyor. Ertesi gün babamın tüm itirazlarına rağmen evdeki bütün halıları toplayıp yıkıyorum. Tam bir delilik hali…Sanırım bütün hırsımı halılardan çıkartıyorum. Belki de bu bir rahatlama şekli… Kimseye söyleyemediklerimi, bağıra çağıra salıyorum akan kirli sularla birlikte! Bir ay sonra hiçbir şey değişmiyor, iki ay sonra da… Kış geliyor. Kışlık her şeyimizi dağıtmıştık. Önce birer eşofman alıyorum. Sonra birer kazak, fazla şeye gerek yok, nasılsa gideceğiz. Gidemiyoruz, her ay bir şeyler alıyoruz. Okullar açılıyor. İkametgah sorunumuz var. Nüfus müdürlüğü, babasından izin kağıdı olmadan, çocukların ikametini değiştiremeyeceğini söylüyor. Okullar ikamet olmadan kayıt yapamayacağını… Küçücük sorun dağ oluyor, kimse yardımcı olmuyor. Ne de olsa biz toplumda yok hükmündeyiz. Çocuklarımı o sene okula gönderemiyorum. Bir sene geçiyor, bir şeyler düzeleceğine, her şey daha da kötüye gidiyor. Bir sene içinde defelarca karakola, emniyet müdürlüğüne, valiliğe gidiyorum. Bir tek dedektörden geçerken ve üst araması yapılırken varlığımı fark ediyorlar. Hangi memurun önüne gitsem yok hükmündeyim. Çoğu zaman pasaportunun akıbetini öğrenmek için bekleyen üç-beş kişi bir kenarda saatlerce bekletiliyoruz. Hepimizin gözünde korku dolu bakışlar! Birbirimizle konuşmaya bile çekiniyoruz. Kimse bize bilgi verme zorunluluğu taşımıyormuş! Müracat edebilecek hiçbir kurum yok, bizi dikkate alan hiçbir kuruluş yok! Emniyete giderken yanıma sadece kimlik alıyorum, olurda girerde çıkamazsam endişesiyle… Ve hiçbir sonuç alamadan, ümitlerim tekrar tekrar tuzla buz olarak geri dönüyorum. Bir sene sonra tekrar havaalanındayız. Oğlumun ve kızımın elinde ikişer tane valiz, bende sadece kol çantası var. Çünkü onlar gidiyorlar, ben kalıyorum. Evlatlarımın istikbali için, onları babasının yanına göndermeyi deneyeceğim. Tabii yine durdurulmazsak… Çocuklarıma son kez sarılıyorum. O cennet kokularını son kez içime çekiyorum. Gül yanaklarından son kez öpüyorum. Ağlamamalıyız, dikkat çekmemeliyiz. Güçlü olmak zorundayız. Polis kontrol noktasında, onları uzaktan görebilecek bir yerden izliyorum. Sıra onlara geliyor, pasaportlarını veriyorlar ve geçiyorlar. Sevinçten çıldırmak üzereyiz, ama ne onlar, ne ben belli etmemeye çalışıyoruz.
16
ARALIK / 2019 Sayı 5 Son x-ray cihazından geçip el sallayarak uzaklaştıklarında, onları son kez gördüğümü bilmek, üzerime kabus gibi çöküveriyor, nefes alamıyorum. Son bir gayretle gülümsemeye çalışıp el sallarken, görünmeyen bir ağırlık, iman tahtama gelip oturuyor, nefes alamıyorum. Gözden kaybolduklarında havada kalan elimi yavaşça yere indiriyorum. Onlara bir daha dokunamayacak, sımsıkı sarılamayacak ve koklayamayacak olmanın düşüncesiyle, boğazımı bir çift el sıkıyor, nefes alamıyorum. Birlikte çıktığımız eve dönüp, az önce burada bir yerlerde olduklarını bilmek, ama şimdi arasam da bulamamak, uzanamamak, yetişememek kahrediyor. Yorganı tepeme kadar çekip, gecenin karanlığında sessizce ama höyküre höyküre ağlayıp, nefes alamıyorum. Yavrularımın olmadığı bir güne, ağlamaktan şişmiş gözlerim uyanmak istemiyor. Uyandıkça gözlerimi tekrar tekrar kapatıp uyumaya çalışmaktan nefes alamıyorum. O gün geçmek bilmiyor, her saniye bir asır oluyor. İçimde kıyametler koparken, ipil ipil döküyorum gözyaşlarımı, boğulur gibi havasız kalıp, nefes alamıyorum. Karanlık çökerken ruhum daralıyor, gece üstüme üstüme geliyor, gözyaşlarım bluzumu sırılsıklam yapıyor, burnum tıkanıyor, nefes alamıyorum. Doğum sancılarım tuttuğunda böyle olmuştum ben, nefesimi çeviremiyordum, öleceğim sanmıştım. Kucağıma verdikleri can parçalarımla ciğerlerim rahatlamıştı. Mis kokularını ciğerlerime kadar çekmiştim, nefes olmuştular bana … Mis kokuları burnumun direğini sızlatırken şimdi, ben evlatlarım olmadan nefes alamıyorum. Artık güçlü olmak zorunda değilim. Sadece uyumak istiyorum. Uyumak, uyumak, uyumak…Günlerce, haftalarca uyumak! Not: Bu anne her sabah yavrularına kavuşmak ümidiyle uyandı. Ancak yirmi ay sonra, dolaylı yollardan, yanlarına gidebildi. Şimdi kanserle mücadele ediyor. Alzheimer olan annesi, görüntülü konuşmalarda hala kızına ismiyle hitap ediyor. Herşeyi unuttu, kızını unutmuyor!
Ses Dergisi
ARALIK / 2019 Sayı 5
HİKMETİNİ SORMA! Elbet bir gün çiçekler açar, Ümidini kırma biraz gülümse. İfritten ruhlar dağlara kaçar, Hikmetini sorma biraz gülümse. Tarlalar ekilir ekin serpilir, Tırpanları vurma biraz gülümse. Ayrık otlarına orak çekilir, Hikmetini sorma biraz gülümse. Yağmur damları ruhunu sarar, Ah ile durma biraz gülümse. Yılanlar çıyanlar hep delik arar, Hikmetini sorma biraz gülümse. Ağaç dallarında bülbüller öter, Kendini yorma biraz gülümse. Şeytanın sarayı güüm diye çöker, Hikmetini sorma biraz gülümse. Rahmet bağlarında dua çağlasın, Gül gibi solma biraz gülümse. Virane diyarda baykuş ağlasın, Hikmetini sorma biraz gülümse. Dört duvar açılır firdevs kokusu, Saatleri kurma biraz gülümse. Zalimde kalmadı Allah korkusu, Hikmetini sorma biraz gülümse. Ravz¬adan haber var cennet bekliyor, Zamanını sorma biraz gülümse. Ensar’la Muhacir seni ekliyor, Hikmetini sorma biraz gülümse.
max ! mum
17
Ses Dergisi
Gidenlerin Ardından Ey uzak ufkun yolcusu Yakışır sana gitmek ÖZLEMEK ne güzel şey.. Yanında olanı da, olmayanı da Olana sarılmak, Olmayana yana yakıla hasret duymak. Anılara sığınıp, gözyaşları ile sulamak toprağını Akan yaşların hikmetini düşünmek, Geride kalanların yüreğine serinlik Gidenlerin ise, Toprağına cennet asa bahar tohumları serpmek… Gidenlerin ardından… Sızlanmak, Yanmak, Yakılmak, İç dökmek sessiz çığlıklarla. Zaman zaman etrafı kolaçan ederek.. “Gidenin haberi var mı?” halimden demek, Sonra yola devam etmek.. Gidenlerin ardından… Sokaklardan yürürken, onun sevdiği yolları seçmek Sevdiği yemekleri görünce yutkunmak acı acı, Şubat soğuklarında, Temmuz akşamlarında... Onunla geçen eşsiz anları yaşamak, tekrar be tekrar... Doğduğu ve gittiği günü tarihe altın harflerler yazmak, Ama yazarken mürekkebe yıldız rengi gözyaşı katmak Ve onu görmek gökyüzünde... Ve Rabbin’den utanarak o günün hiç yaşanmamış olmasını dilemek Gidenlerin ardından…. Düşünmek , Deli deli sızlanmak, Hazmetmek, Arkada kalmayı hak etmek Hikmetini iliklere kadar çekmek Sabır dilemek, Gidenlerin ardından… Gittiği günü tarihten silip, Doğduğu günden başlamak , Sarılmak ona, Ve kaldığı yerden devam etmek hayata... Gidenlerin ardından…
18
ARALIK / 2019 Sayı 5
Fatma Özcan
Ses Dergisi
ARALIK / 2019 Sayı 5
GELSEN DİYORUM
NUYAGEVA
Ç
ıkıp gelsen diyorum bir ikindi güneşiyle... Günün geceye kavuştuğu saatlerde bir kavuşma da bizim nasibimize düşse. Öyle gösterişli olmasına gerek yok; sessizce... Nasılsa gelen sensin ya; yüreğime şenlik... Nasılsa gelen sensin ya; gözlerime ışık... Nasılsa gelen sensin ya... Bakma ikindi güneşi dediğime, sabah serinliği de olur, akşam alacası da. ‘Geldim’ desen yetecek, geldim burdayım, artık yanındayım... Dalga sesini sende duymaya geldim, esen rüzgarı bende duy diye geldim... Batan güneşin hüznünü değil, yeniden doğuşunun sevincini görelim diye geldim. Yarımlığımız tam olsun diye, bütün bekleyenlerin yüzü gülsün diye geldim. Geldim işte; gözlerindeki yaşı ellerimle silmeye geldim... Seninle bir daha gelse bahar... Seninle yine dökse içini bulutlar... Sensiz ıslandığım günlere inat beraber otursak süzülen damlaların altında. Eski günlerden konuşsak sonra; aramıza yılların-yolların giremediği zamanlardan. Hani en büyük derdimizin akşam ezanıyla eve gitmek, pamuk şeker alamamak ya da yakantopta vurulmak olduğu günler... Biliyor musun, en çok yollara göstereceğim seni. Onca zaman seni getirmeyen yollara. Beklerken uzun uzun baktığım, ama ses vermeyen yollara. Bakın işte diyeceğim, bakın geldi artık burada... Sonra dalgalara gideriz. Yokluğunda en çok onlar dinledi beni. En çok onlara anlattım hasretini. Yağmur damlalarını nasıl kabul ettilerse beni de öyle kabul ettiler. Bıkmadan, usanmadan dinlediler. Neden demeden, niyesini nasılını sormadan, ayıplamadan dinlediler. Şimdi gelişinin sevinci onların da hakkı değil mi? Sakın dalgalarla konuşulur mu deme, saksıdaki menekşeler de benimle gün saydı, bahçedeki hanımelleri de. Özlem ağır olunca, bir başına taşımak zor geldi; onlara pay ettim sensizliği... Sonra gökyüzüne çevireceğim başımı, adını verdiğin gökyüzüne... Diyeceğim ki; elimde değildi, hem de hiç. Nasılını anlamadan oldu. Ama elimde olsaydı, yine maviliğe aynı hevesle bakar, gökyüzüne aynı özlemle uzanırdım. Diyeceğim ki; elimde değildi, hiç olmadı. Ama elimde olsaydı gökyüzüm yine sen olurdun... Diyeceğim ki; şimdiden sonra baktığım gök/yüzün olsun...
19
Ses Dergisi
Ömer Dilbaz (Seyyah)
GUNDÈ MİROVÎ Gundè Mirovî’de hiçbir şey eskisi gibi değilmiş artık. Umut ısıtmıyor, hasret yağmıyor, özlem de esmiyormuş...
G
undê Mirovî, duyguların köyüymüş... Köyü manen vareden duyguların... ‘Sevgi’, ‘Ümit’ ve ‘Mutluluk’ köyün en örnek dostlarıymış... ‘Sevgi’ varsa her zaman ‘Ümit’ de varmış. ‘Ümit” zaten ‘Mutluluk’u getirirmiş... Aynı çarkın dönen dişleri gibiymiş bu üç dost; biri varsa diğer ikisi de var, yoksa hiçbirisi yokmuş... ‘Vicdan’ bu köyün hem öğretmeni hem yöneteniymiş. Herkesin nasihat istediği, yanlış yapmamak için akıl danıştığıymış... Vicdan, köydeki bütün duyguları yetiştiren, yol gösterenmiş. Her sabah doğan güneşe umut, yağan yağmura hasret, esen rüzgara da özlem derlermiş Gundê Mirovî’deki duygular... Çünkü umut, sımsıcak edermiş köydeki ‘Gönül’ dedikleri caddelerini; hasret, usulca ıslatır ve özlem ise savururmuş Gönül Caddesi’nde sessiz çığlıklar atan köy ahalisi duyguları... Gönül caddesi duyguların toplanıp aşk çiçeklerini yetiştirdiği birbirleriyleriyle huzurlu vakit geçirdiği köyün merkezinin adıymış… Sabahları umudun doğmasıyla huzurlu hayata başlarmış köylüler, kimse kimseyi kırmaz, pozitif bir ahenk içerisinde yaşayıp giderlermiş.. Ümit, Sevgi ve Mutluluk’un dostlukları ise dillere destanmış.. Vicdan başta olmak üzere herkesin takdirini almış bu yarenlik... Onların bu kadar güzel dost olmaları diğer duyguları da olumlu etkilermiş. Gundê Mirovî köyünde huzur içinde yaşayıp giderlermiş. Ta ki; ‘Fitne’ adındaki şeytani duygu Gundê Mirovî’ye gelip yerleşene kadar... Vicdan hoşlanmamış ondan ve niyetini anlamış hemen... 20
ARALIK / 2019 Sayı 5 Fitne duyguları birbirine düşürmek için adeta görevlendirilmişcesine çalışmaya başlamış. Önce ‘Ümit’e gitmiş ve onu; “Sen tek başına da olursun fakat onlar sensiz olamaz!” diyerek üç kadim dostuna karşı doldurmuş. Sonra ‘Sevgi’ye ve sonra ‘Mutluluk’a... Günler, haftalar, aylar derken duygular birbirine girmeye başlamış... Zira; düşmanlık tohumlarını ekmiş Fitne... Fitne’nin Gundê Mirovî’deki duygulara etkisiyle birlikte vicdan yönetemez olmuş köyü ve Fitne köyün lideri olma yolunda ilerlemeye başlamış . Vicdan ne yapsa ne etse söz dinletememiş duygulara. Her ne kadar onlara; “Yapmayın, huzurumuzu bozdu bu Fitne, dinlemeyin, Gönül Caddemize kin kusmayın; umudu küstürmeyin yoksa doğmaz, bu yüzden çok üşürüz; hasreti kızdırmayın, yoksa yağmaz ve bu yüzden aşk çiçekleri solar, sonra güzel kokmaz köyümüz, özlemi incitmeyin, yoksa hafifçe esip ferahlatmaz bizleri...” dese de, Fitne’nin okları teker teker duyguları avlamış bile. Zaman Gundè Mirovî’de olanlardan sıkkın halde geçmek istemez haldeymiş. O eski günlerini arayarak hüzünle akıyormuş. Köyün anası Merhamet, üzüntüden yat ağa düşmüş ve sonrasında bir daha dönmemek üzere uğurlanmış... Gundè Mirovî’de hiçbir şey eskisi gibi değilmiş artık. Umut ısıtmıyor, hasret yağmıyor, özlem de esmiyormuş... Sevgi ve Ümit ise eskisi gibi dost değillermiş artık... Gönül Caddesi’nde duygular aşk çiçeklerini açamıyormuş... Fitne Gundè Mirovî’ye gelip, Gönül Caddesi’ni ele geçirip duyguları birbirine sokmuş, huzuru yok etmiş, Gundê Mirovî’nin üstüne kara bulutlar getirmiş... Vicdan ise sonsuza dek susmuş. Ah Gundê Mirovî! Sokmasaydın ya Fitne’yi... Gönül Caddesi’nde gezdirmeseydin, merhameti öldürmeseydin, vicdanı susturmasaydın...
Ses Dergisi
ARALIK / 2019 Sayı 5
SUSMUŞUM Susmuşum Kelimeler yığılmış içimde Kalbim kalın bir kitap Yazarı yıllar ve yollar Dalmışım Kitabım kalınlaşmış yıllar boyu Tozlanmış hasretler yığıntısı içinde Kanamış, kabuklanmış duygular sarmalı Ve sararmış çığlıklar Yorulmuşum Gittikçe ağırlaşan sayfalardan Sessizliğin yazdığı acılardan Ve kaybolan gündüzlerin çizdiği karanlıklardan Haykırmışım Kimse kalem oynatmasın Tuğlalar koymasın üzerine Bir sevgi cekiçi yeterdi Dokunmaya saklı hazineme Seslenmişim Sabah olmadan bile gün doğar Aydınlanmak için ışığa ne hacet? Tek bir yıldız bile boğar karanlığı istersen Durma tutun ışığın tek bir zerresine SEVGİ FIRAT
21
Ses Dergisi
ARALIK / 2019 Sayı 5
ALLAH KURTARSIN
“Tüm koğuş uykudayken uyanıktı Cemre, uzun süredir adeta kendisini ziyarete gelen görkemli beyaz kuşu bekliyordu yine.”
Deniz Barış
S
öyleyecek bir şeyi kalmadığında susacak herşeye sığınır insan. Acıtılmış, kanatılmış bir yürek sancısıyla kaneviçe gibi işler gergefini hayatın. Kelimeleri yormamak için gönlünü yorar. Göğe bakar, çivit mavisidir özgürlük… Yorgun düşer mahur gözleri. Arşı titreten zulümleri düşünür, bir de gökkubbede çınlayan feryatlara, âhu enînlere kör ve dilsiz kalmış mimsiz bir medeniyeti… Ne ki kış çetindi.. Zemheri ayazında üşüyordu yüreği... Bahar, ağırdan almıştı gelişini. Şeb-i yeldânın zifiri karanlığında penceresine sığan yıldızları seyrediyordu, seviyordu onları. Karanlıkta parlayan ışık, yüreğine serpilen ümitti onlar. Tıpkı sahabeler gibi… “Hangisine tutunursanız kurtulursunuz,” diyordu Mustafası sav).” “O benim cennette komşumdur” dediği, müşriklere esir düşüp, darağacında namaza durduğunda şehit edilen Hubeyb bin Adiy (RA)ı hatırladı. Sonra Müslüman olduğu için türlü eziyet ve işkencelere tâbî tutulan Yasir ve ailesini… Resûlü Ekrem (sav) tarafından ”Ey Yasir ailesi dayanın! Müjdeler olsun ki elbetteki yeriniz Cennettir” sözleriyle müjdelendiler. Demek ki burada yanan ötede yanmayacaktı. Yananı yakmazdı Allah. Hâlimiz sana âyan, iradelerimizde ne fer kaldı ne de derman! Gönlümüz lime lime olsa da sabretmek gerekti… Sabır, zamanın çıldırtıcılığına karşı sabır! Belki de en zor sabırlardan biriydi bu. Zamanın çıldırtıcılığına karşı sabır… Necip Fazıl’ın hapishane hatıralarını an22
lattığı kitabının adı ‘Cinnet Mustatili’dir. Özellikle derin insanları derinden etkiler hapis. Üstat Necip Fazıl da bu cinnet halini yaşamış, yaşatmış kitapta. Bayanlar naif varlıklardır ama analar güçlüdür. Hapisteki analarla Necip Fazıl’ın yaşadıklarını kıyaslayınca bizlerden daha iyi şartlarda hapis yatıp, hatta çoğu kez idareciler tarafından saygı görmesine rağmen cinnet halini yaşıyor, cinnet mustatilini yazıyor. Oysa, hayatları hep cehennemden insan kurtarmak üzere programlanmış, ’acaba bir kişiye daha Allah’ı anlatabilir miyiz?’ diye cehenneme bile girebilecek insanlardı bu analar. Nereye girse orayı cennete çevirir, medrese-i yusufiye ederlerdi, kitabını yazacak olsalar o müstatilin adı ‘Cennet Müstatili ‘olurdu herhalde. Gecenin bir yarısında, eller uykunun koynunda… Ben düşünüyorum yavrum. Sen de uyu uyku vakti, nerden gelir bilmiyorum. Aydınlığı bekler gibi bir kurtuluş bekliyorum… Tüm koğuş uykudayken uyanıktı Cemre, uzun süredir adeta kendisini ziyarete gelen görkemli beyaz kuşu bekliyordu yine. Gece vakti sekiz metrelik duvarlar ve jiletli tellere rağmen penceresine konan beyaz kuşu… Birden irkildi. Bu kez kalabalık gelmişlerdi kocaman bembeyaz kuşlar. Heyacanla arkadaşlarını uyandırdı. Tüm koğuş hayranlık ve hayret içerisinde kuşların gökyüzündeki özgürlük dansını izledi. Teheccüd vakti Yusufların gönlü inşirahla doldu. İmrendim yine size kuşlar! Siz de çırpınıyorsunuz, ben de… Duadan kanatlarım var benim de… Hadi yarışalım desem gökyüzünde Yetişir miyiz meleklere? Sayım sonrası havalandırmada volta atarken, küçük Yusuf elini tuttu Cemre’nin “anne Allah ne demek?” Cevabı bekleyemeden heyecanla; “ben biliyorum” dedi umut dolu gülümsemesiyle… -Allah kurtaran demek! Allah kurtarır di mi? -Evet Yusuf ’um Allah kurtarır. Peki nereden bildin Allah’ın kurtaran olduğunu? -Gardiyanlar hep Allah kurtarsın diyor ya… Ben de bizi Allah’ın kurtarmasını bekliyorum. Evet bizi Allah kurtaracaktı… Cemre hayalen saadet asrına misafir oldu yeniden. Gavres ismindeki kabile reisi yalınkılıç elinde olduğu halde kimse görmeden Efendimiz (sav) in yanına gelerek “Şimdi seni elimden kim kurtaracak” diyordu. Adetâ kâinatı ihtizaza getiren bir ses duyuluyor; “ALLAH! “diyordu Kâinatın Efendisi(sav). Bütün girift bilmeceler cevabını bulmuştu aslında. Cezaevinde görevli memurlar; sabah-akşam sayım sonrası, içeri
Ses Dergisi
ARALIK / 2019 Sayı 5 her girip çıktıklarında adetâ kurtuluş reçetesini telkin ediyorlardı bizlere. Ne güzel bir temennâ! Allah kurtarsın! İlk farkeden de küçük Yusufumuz olmuştu. Açılmaz sanılan nice kapılar Fettah ismi şerifi ile açılacaktı elbet.. Yâ Müfettihal ebvâb! Yâ Müsebbibel esbâb! Fettâh lenâ hayral bâb! Vakit sabah veya seher üzeri, rüyalarda uyku uyanıklığının gezindiği bol yıldızlı saatlerden biri… Küçük Yusuf rüyasında havalandırma bahçesini iğneyle kazıp kaçtığımızı görür. ‘Önce annnemle ben çıktım. Sonra kimse kalmadı koğuşta herkes çıktı’ der. Babaannesine benzettiği için badane dediği Leyla; “Oğlum, işimiz iğneyle bahçe kazmaya kaldıysa yandık! Çocuk rüyası işte!”der, güler. Medrese-i Yusufiye demek rüya demek, rüya demek zindanın dışındaki alemlere açılan pencere demek. Bir esirin özgür olabildiği tek yerdir rüyalar. Üstelik şiirin aksine iki heceden çok fazla… Rüya uykuda olanın uyanıklığı, sırra giden yolun başlangıcı, mâna aleminden gelen bir nâme, hakikatin hayalden gelen resmi... Rüya bir Peygamber ilmi… Sebepler sukût etmiş… O’nu düşün serinle! Sen bilmesen de, seni bilen biri var seninle! O sabah sürpriz bir lütuf olarak kapılar açılır Yusuf ve annesi Cemre’ye. Beklenmedik tahliye haberi herkesi sevinç gözyaşlarına boğar. Peşi sıra Leyla, Badane daha sonra da kırk gün içerisinde tüm koğuş birer ikişer tahliye olur. Tahliye sonrası küçük Yusuf ’un ilk sorusu; “Anneciğim bizi Allah kurtardı ya, karşılamaya da gelir değil mi?” Bütün kapılar kapansa bile, sonunda O(cc) sana gizli bir patika açar. Sen şu anda göremesende dar geçitler ardında nice cennet bahçeleri var. Şükret! İstediğini elde edince şükretmek kolaydır. Maharet, dilediğin gerçekleşmediğinde de şükredebilmendir.
23
Ses Dergisi
ARALIK / 2019 Sayı 5 Geçer zaman kamil olma gayreti ve vuslat beklemeyle..
BAZEN
Bazen bitmez sanırsın biter.. Geçmez sanirsin geçer.. Seni saran dava düşüncesidir. “Davam” dersin derde çare.
Ümitli Bazen kendini çaresiz hissedersin biçare beklersin Yoktur görünürde bi çare. Rabbindir çaresizlere çare. Bazen kendini yanlIz hissedersin. Tek başına kalırsın görünürde. Rabbin seni terketmedi ve hep seninle. Bazen kabz hali yaşarsın. Sıkar herşey.. Rabbimdir darlığın ardından ferahlığı verecek beklersin hüzünle. Bazen üzülürsün. Dolar yaşlarla gözlerin. Seni sana bırakmaz. Sen görmesen de, O hep seni görmekte. Bazen içindekini açamazsın kimseye. Bazen kendine bile... Ama her haline nigehban olan Allah seni senden daha iyi bilmekte. Bazen özgür kuşların ardından bakakalırsın uçuşuna, süzülüşüne göklerde. Özgürlüğünün sınırı gelir aklına, kula kul olmaktansa. Özgürlük; Hakkın ipine yapışmakta elbette. Bazen zaman geçmez. Akrep yelkovandan bıkmış gibi aheste. Bitmez salise, saniye bile.. Ama beklersin zamanın çıldırtıcılığına karşı Rabbinin “YAKINDIR” çağrısını hep ümitle. Bazen yok gibidir çıkış. Bir kurtuluş eli beklersin. Bir çıkış ki; gözlerin görmediği, bakışlarla ihata edilemeyecek derecede.. Bazen için içine sığmaz dolar taşarsın umutla. Rabbinin lütfundandır. Koşarsın küheylan gibi O’nun için hep neşeyle. Bazen hep tütersin hasretle eskiyi yadetmekle geçer günlerin. Kemale ermeye hasret vesile ise
24
Rabbime itimat et kurtul.. O’na teslim ol. Teslimiyet, sabırla gayret; reçete. O’ndandir bütün lütuf.. Nefisdendir başa gelen musibet. Rabbin için, davan için sabırla, gayretle, hayretle bekle.. Vesselam..
Ses Dergisi
12’YE 1 KALA
ARALIK / 2019 Sayı 5
Esra Dolunay
-Sıcak kestane! Rengarenk ışıklar... sis çökmüş şehrin sokaklarını titreyerek geçen ışıklar... -Sıcak kestane! Soğuk kaldırımlar... Elleri ceplerinde insanlar, sadece gözleri görünen çocuklar... ışıl ışıl sokaklar... Biri var! diğer herkes gibi. Ve kalbindeki ışıklar dışarıdan da titrek, dışarıdan daha renkli... 12’ye 1 kala, Yeni bir gün, ay ve ya yıl... Ne farkeder! Köşede bir çocuk, önünde üç beş bozukluk... Geçip giden insanlar... 12’ye 1 kala, Işıltılar, hafif şarkılar, ağır adımlar. Yüzlerde umutlar, unutulmuşluklar... 12’ye 1 kala, saat kulesinin altında dumanı üstünde sıcak kestane! Islak nemli kaldırımlar, parlak, göz kamaştırıcı taşlar... Biri var! diğer herkes gibi . Sağanaktan daha sık kalbinin ritmi. Hızlı adımlar... 12’ye 1 kala, Bir çiçek... zamanı aşmış, yorgun... kaldırımda yapraklar ıslak... Sıklaşan damlalar, sıklaşan adımlar... 12’ye 1 kala, Caddede birikintiler... ard arda geçip giden farlar, fosforlu tabelalar.. 12’ye 1 kala... Bir fren! Göz göze geldi. Kırmızı ışık. Sarı tabela. Kaldırımda çiçek. Dağılmış yapraklar..! Caddede siren! Biri var kimse gibi. Kalbindeki ses, herkesten sihirli... Gözlerini etrafta gezdirdi. Eğildi . Onunki, elinde bir demet umut.. ziyan değildi.
25
Ses Dergisi
Gece Düşleri I Gece treni Alpleri arşınlarken Ay bölündü doğu yakasında Ehrama çöken gölgede dev siluetler belirdi kervanları güderken sahrada Susamış toprak gibi Bağrıma vurup dağlar bir hançer izini karanlığı delip geçen yıldız Ve durmadan yüzümden geçen zaman izleri tefekkürlü geceyi sallar da durur bir büyük tufan ile II Ruhta bunalım ilmik ilmik yırtar bedeni En büyük günahları omuzladığım geceden beri bir azize su taşıyor geceye Uzaktan gelen çocuk seslerine aldırmıyor bir bezirgan Tutukluk yapıyor sapan İntihar denemesindeki kuşlara Dökülüyor kandan alınyazısı toprağa Çamurdan evler hercümerc Kapaklanıyor atlar yüreğimin ta orta yerine Yangından kaçıyor bir orkide saçaklanmayı bekleyen sabaha Ve ben görüyorum yıldızlardan kaçışını Ve biliyorum başakları sevişini Ve orta dünyanın sevişmelerini III Bir bir uzaklaşıyor şehre anıtlar Oysa ki yüzün güle dönüyor gün batımında Belli belirsiz iki satır çıkıyor mektuplarda sığıntı oluyor yüreğimin kâinatına Kaç depremde hafif sıyrıklı gelgitli bir yelkovan gibi
26
ARALIK / 2019 Sayı 5
tekliyor yaşama Bırak bu şehri Sergüzeşte bırak geceye bırak yeryüzünün lanetlilerine sevgiye yürüyelim o güzel insanların mevsimine gökten son ikazı gelmeden aşkın çevirelim merhametin sayfalarını dokunalım cümleye kifayetsiz bırakalım sevmeleri hisarda limanda IV Acıları geçiyor gümüş iplikten tene durmadan bakıyor göğe çabuk çabuk geçiyor zaman alnıma vurulan meşrepte Hangi hüzün dayanıyor Geçmişe yazılan ağıtta Hangi söz bir ocağı canlandırıyor söyleyin Söyleyin gece masalcısına düşlerde yaşamı sendeletiyor beşikteki çocuk Yorgun suların tanrısını deviriyor gemi Al basmalı giysileriyle başımda oynarken cinler sırattan geçiyor boynum kan ise damar tutmuyor bu vadide bu yamaçta akıp gidiyor al al vatanın tam ortasından
Emrah Menek
Ses Dergisi
ARALIK / 2019 Sayı 5
Yalnızlık Yalnızlık, sen ne kadar tatlısın öyle Herkese peçeni açar mısın böyle Dertlilere derman olduğunu söyle Fırtınada kalmışa kuytu musun sen Hira gibi, Gülhan’a huzur musun sen Kirimden arındıran dupduru kurnam Sal üzerime rahmetini biraz yunam Bu halimle Yusuf ’un ruhunu duyam Gönlümü aydınlatan nur musun sen Zindanda okuduğum okul musun sen Sahipsiz kalan gönlüme sen sahip çık Coşkundan garibe de versen birazcık Görsün ki burada her şey berrak açık Rahmana ulaştıran yolum musun sen Ba’su ba’del mevt olan sonum musun sen Bazen keder olur çökersin içime Sokarsın ruhumu biçimden biçime Zorlarsın beni en büyük seçime Ah eylediğim zelil sonum musun sen Kemter aldatan rezil oyun musun sen Kor olup ta sararsın dört bir yanımı Doldurursun harınla her bir anımı Sılaya hasretim, yakarsın canımı Vuslatıma bir ışık olur musun sen Söz verip te sözünde durur musun sen Uçanı kıskanma o benim sineğim Çillenmiş soğan onu hemen dikeyim Üçümüz var canlı başka ne diyeyim Bu hanede bizimle durur musun sen Ebediyen dostumuz olur musun sen Sen öğrettin, tek o var, gayrısı yalan Ondan başka kim var ki kuluna kalan Neyim varsa benim hepsi bir gün talan Ötede bu kıtmiri korur musun sen Affımın vesilesi olur musun sen
Harun Atik
27
Ses Dergisi
ARALIK / 2019 Sayı 5
BAHAR MEVSİMI S.Tuğba Engin
“Çünkü ben cehennemi değil cenneti oluşturmak istiyorum. Kelimelerimle yakıp üzmek değil, baharı yaşatıp mutlu etmek istiyorum.”
Y
azmak için ne gereklidir? İlla acı ile yazılmış kelimeler mi olmalı? Benim acı kelimelerim illa ki sayfaları mı kanatmalı? Ben acı olmasa da yazmak istiyorum. Kanlı sayfalar değil, beyaz yapraklar diliyorum. Beyazın neşesini ve renklerini istiyorum. Hislerimiz acımasız şeylere maruz kalmış olabilir, çok kan kaybetmiş olabiliriz, fakat şimdi iyileşme vakti, yaraları sarma vakti. Ağlayışlar değil de gülüşler eşlik etmeli. Çığlıklar ile değil de mutlulukla birleşmeli. Kelimeleri gül kokusuna bandırmalı, harfleri misk ile yoğurmalı, kelimeleri okuyan rahatlasın mutlulukla dolsun diye. Artık yorulmuş heceler yok. Ağlayacaksak illaki mutluluktan ağlasak. Öyle kelimelerimizi dizsek satırlara. Acının değil de mutluluğun gözyaşları eşlik etse gözlerimize.. Sayfalarımda gezen dünyama girebilir. Oluşturacağım cennette saklanabilir, oynayabilir, ağlayabilir ama mutluluktan ağlayabilir. Çünkü ben cehennemi değil cenneti oluşturmak istiyorum. Kelimelerimle yakıp üzmek değil, baharı yaşatıp mutlu etmek istiyorum. Hadi beraber gökkuşağının renklerini belirleyelim. Çiçeklerle dolu bir gökkuşağı elde edelim. Size söz veriyorum o gökkuşağından öğretmenlerim kayacak, onlar mutluluğun çiçeklerini dağıtacaklar. Bizlere rehber olacaklar. İşte benim cennetim...
28
Ses Dergisi
ARALIK / 2019 Sayı 5
SON GECE Yaraya sertçe bastır Acının farkına vardın mı sen de yoksa Izdırapla kıvranan yüreğin sabahına Ulaşabildin mi onunla Kaç zamanın daha kaldı şu dünya imtihanında Kaç günün ardından daha ağlayacaksın hicranla Gül kokulu yarınların bedelini ödedin mi? İçinde bulunduğun mihverden çıkabildin mi? Acıdan kaç günün daha var Bu dünyada ah ‘tan Hu ‘ya yol var Gün ağarsa da sessizlik şehrinde Konuşamaz insan konuşur onda âlem Dinleyebildin mi bilmediğin dilini Hangi mevsimin lisanı hangi iklimin resmi Hangisi var içinde bilebildin mi? Şu önünde koskoca duran gelecek neden ürkütür seni Neden geriye dönüp bakınca hicran dolar gözlerin Zaman mı düşmanın yoksa sadece sen mi? Kendi benliğinin içinde bu kaybolmuş bir maden mi? Söyle bana hangi güne koşuyordun o azaplı günden önce Bir bir sorgulanırken geçmişin hangi hazanın içinde durdun sessizce Ağzından çıkan her kelimenin ızdırabı doldu mu yüreğine Kaç mevsim daha acı mihverinde dönüp duracaksın bu bilmeceyle Hangi ümidini götürdü o altı saatlik sorgu Hangi sabaha uyandırdı cehennem görünümlü nuru Kaç gün daha affedemeyeceksin benliğini Kaç sabah daha uyumak isteyeceksin gün gibi Nereye kayboldu âşık olduğun davan Nereye gitti içinde “ah bir görsem” dediğin sevdan Nerede geceyi gündüz yapan münevverin Nerede sen yoksan bir eksiğiz diyen dostun Yalnızlığın içinde geçmiş bir zaman hikâyesi bu Bir zaman taksiminin gerek olmadığı vakit bu Sevda iklimine uzaklığın hicranı bu Kaç gece daha ağlayacaksın bilmediğin bilmece bu Bu hal ile yaşanır mı ey kalem Bir kaç kelime daha düşmeli miyim kâğıda Ne değişecek söylesene sabaha Yorulmadın mı gün yüzü görmemiş adama Sesin yok suskunluğun içinde bir gürültü Bu çıldırtan sessizliğin gördüğü en büyük gürültü Sus artık sus yaşamak istiyorum İçimden geldikçe koşmak istiyorum İnsanın en büyük zindanı göğüs kafesindeymiş Geceleri kaybolmuş halde gezinmekteymiş Suskunun yolunu sade gözlerle izler Biliyorum artık yaşamak bir o kadar zor oldu Evet, dünya benim için bir zindan oldu Yaşamın kıskacında takıldım kaldım Çıkamıyorum bir halinden hicran denizinin dibinden Susmalıyım, susmalıyım gidemedim geleceğe Sessizce izlemeliyim belki bu son gece...
Mihman 29
Ses Dergisi
ARALIK / 2019 Sayı 5
SESLENİŞ Dünkü çocuğun söyleyecekleri var Dinleyin! Selvi boylu gençliğin boynu bükük efendiler Umutları kırık gariplerin gözleri nemli Belirsizlik vadisindeler çehreleri kederli Çaresizliğin hüznüyle yoğrulmuş bedenleri Hangi sineye varsam aynı ah’ın sesleri Söyleyin hadi! Bunlar yirmili yaşların gençleri Bu ülkenin kanı canı kemiği de Sorsak yaşamak dahi isterler mi Hafızalarında çalınmış hayatlarının hayali Kimi kuramadığı yuvasını düşünür kimi sahip olamadığı işini Bir de halden anlamayanların zehirli sözleri Vicdanını askıya alanların hakaretleri Eskidende de mi böyleymiş bu dünyanın hali Güçsüz yerdeyken güçlü hep ezmiş mi Tuzu kuru olanın da kömürleşmiş kalbi Anladım! Ateş yakarmış da yalnızca düştüğü yeri Eyyy Yiğitler Yiğidi Tek başımayım diye inlersin bilirim seni Yalnız değilsin bu ülkenin nadide çiçeği Yaradan’ın çileyle ilmek ilmek işlediği incisi Yarınların güzidesi Elmaslar yakutlar bile ölçemez de değerini Ah bir bilseler seni sizi hepinizi Bilseler Efendiler Efendisi’ne kardeşliğinizi Gamlanma derdimin dert eşi Karların altında da olsak Hadi ver elini birlikte bekleyelim güneşi Katık diye yiyelim sabır ekmeğini Aramızda yol olsun dua zinciri Her kışın baharı misali Bekleyelim yeniden yeşerdiğimiz günleri..
ESRA ELLİKÇİ
30
Ses Dergisi
ARALIK / 2019 Sayı 5
ZİLİM ÇALDI Zilim çaldı Eyvah!!!! Gelen Azrail misali polis mi? Zilim çaldı Eyvah!!! Beni yavrumdan koparacaklar Zilim çaldi Eyvah!!!! Küçük yavrumun kalbinde fırtınalar koptu Eyvah ki ne eyvah Bir çocuk daha annesiz kaldı Eyvahlar olsun eyvahlar... Bir çocuğun yüreğindeki tüm güzelliklerin katili oldular Zilim çaldi Eyvah!!! “Ellerim neden titriyorsunuz” “Ey kalbim dur!sakin ol Yoksa ten kafesini mi terk edeceksin bu çarpıntıyla” Zilim çaldi !!! eyvah !! Komşularım bana terörist diyecekler Oysa ki daha dün beraber gülüp eğlenmiştik Bir kahvenin 40 yıl değilmis hatrı Fetöcü olunca 40 kuruş etmezmiş değerin Zilim çaldı Eyvahhh!!! Anam babam kardeşim nerdeler Onlar da mı gelmeyecek açık görüşlere Bir mektup yazacak dost olmayacak mı Çocuklarım nerde kalacaklar Kimse bakmazsa çocuk esirgeme kurumuna mı götürecekler Yok yok bu kadar da olmaz Yok yok örneği çok Zilim çaldı Eyvah!!! Beni nereye götürecekler Bir cani gibi nasıl da sorgulayacaklar Ya işkence? Nasil dayanır insan!... Allahim yardım et! Zilim çaldı Eyvah!!!!
ZEYNEP GÜR
31
Ses Dergisi
ARALIK / 2019 Sayı 5
AKLINIZDA SORU KALMASIN – KANADA’DA HAYAT
B
ir İzmir`li düşünün.. Uzun yıllar Batı’nın sıcağında kavrulmuş, sonrasında tropikal iklimlere göç etmiş. Hava durumunun hemen hemen hergün otuz üç derecelerde olduğu, nemin buram buram hissedildiği Güneydoğu Asya’da geçen İzmir’linin yolu bu kez de +33lerden –40’lara düşmüştü. Hatırlıyorum da lisedeyken öğretirlerdi bir sürahi suyu eksili havalarda yukarı fırlatırsanız toz taneleri şeklinde yere düşer diye. Evet o zamanlar inanması zordu. ‘Nasıl yani hocam? Hakikaten mi?’ diye şaşkın şaşkın bakınırdık derste. Kanada’da ki ilk kışımızda bu deneyi gerçekleştirmiştik. Şimdilerde o ilk kışın ardından beş kış daha devirdik. Bir İzmir’li böylesi bir kışa alışabiliyor muymuş? Evet alışabiliyormuş. Yazıma neden Kanada’nın kışıyla başladım dersiniz? Hem bana hem de çevremdeki insanlara onlarca soru geliyor. “Kanada’da yaşamak nasıl?” Kolay iş bulunuyor mu?” İnsanları sıcak kanlı mı? gibi soru yağmurları. Tüm bu soruların en başında tabi ki Kanada’nın havası geliyor. Kışı çok soğuk diyorlar. Nasıl? Siz alışabildiniz mi? Okullar hiç tatil olmuyormuş kar yağınca, doğru mu? -40 olunca dışarı çıkabiliyor musunuz? Ve daha niceleri... Hani bir haber verirken bir iyi bir de kötü haberim var. Hangisinden başlıyayım diye sorarlar ya. İşte bende Kanada’nın kışını bir anlatayım sonra güzelliklerine geçeyim diye düşündüm. Evet... Kanada gerçekten çok geniş bir alana yayılmış bir ülke. Ben ise size başkent Ottawa’dan sesleniyorum. Ottawa’da ilk kar genelde Kasım ayında düşer. En soğuk ayları Ocak-ŞubatMart’tır. Tam Nisan ayı gelir. “Oh be ilkbahar geldi” dersiniz lakin kış bize son şakasını Nisan 1’de yapar. Bir ilkbahar yağmuru altında ıslanmayı beklerken kar altında kalırsınız Ottawa’da. Buralarda yeniyseniz, ilk kışınız resim çekmekle ve
32
MAVİ
Ses Dergisi
ARALIK / 2019 Sayı 5
çekilmekle geçer. Yavaş yavaş bu hevesiniz yerini yeşil görme özlemine bırakır. Evet yeri gelir günde 30cm kar yağar. O karın üzerine birde ilk kez Kanada’da şahit olduğum bir doğa olayı olan ‘freezing rain` yani donmuş buz yağışı eklenir. Bu öyle birşeydir ki düştüğü yeri tam anlamıyla buz pistine çevirir. Araba camlarını kışın arabada olmazsa olmazınız olan camlardaki buzları kırma aleti ile kırıp temizlersiniz. Hayat durmaz, okullar tatil olmaz, yollar her daim açık ve temizdir. Bu kadar uzun bir kışta insanlar sanmayınki evde oturup havaların ısınmasını bekliyor. Kışın belirli alanlara buz pateni yapabilmeniz için belediye arenalar kuruyor. Çoğu şehirde kış festivalleri düzenleniyor. Buzdan yapılmış bir otel bile mevcut Kanada’da. Tüm bunların yanı sıra kayak merkezleri de kış boyu aileleri bekliyor. Tabi ki uzun bir kışın yaşandığı Kanada’da kayak yapmak bir zengin sporu değil halk sporu Derken Mayıs gelir. Burada mevsim geçişleri hızlıdır. Bazen ilkbahar beklerken yaz geliverir. Kanada’ya ilk defa gelecekseniz eğer, tavsiyem yaz aylarında gelin ve bu ülkeye aşık olun. Sonrasında gülü sevenin dikenine katlandığı gibi kışını bile seversiniz. Gezmesi, görülmesi gereken o kadar çok yeri var ki buraların. Herhalde Kanada deyince Niagara Şelaleleri’ni bilmeyeniniz yoktur. Ulusal parklar cenneti olan Kanada aynı zamanda meşhur Rocky Dağları’na da ev sahipliği yapar. 10 eyaletten oluşan Kanada, yüz ölçümü bakımından dünyanın en büyük 2. ülkesidir. Başkent Ottawa iki resmi dili olan bir şehir. İki dilli eğitim 4 yaşında anasınıfına başlayan her çocuğa verilmeye başlanır. Anasınıfından sonra ise devlet ailelere üç farklı seçenek sunar. Çocuğunuzu dil kabiliyetine ve öğretmenlerin tavsiyelerine göre ister Fransızca ağırlıklı bir okula, ister İngilizce ağırlıklı bir okula veya ful Fransızca eğitim veren bir okula gönderebiliyorsunuz. Liseye geldiklerinde kredili sistemle okullarına devam eden gençler sonrasında üniversiteye lise puanlarına göre tercih yaparak başlayabiliyorlar. Üniversiteler öğrencilere bölümler arası geçiş kolaylıkları da sunuyorlar. Üniversitelerin yanı sıra iki yıllık kolejlerde bölüm okumakta seçenekler arasında. Kanada dünya çapında eğitim kalitesini ispatlamış bir ülke. Bu sebeple yabancı öğrenci statüsünde olanlar için hayli maliyetli bir yer. Okul masraflarının yanı sıra yaşam giderleri ile birlikte epey yüksek bir mebla karşınıza çıkabilir. Öğrenci vizesiyle Kanada’ya gelip bir bölüm bitirmediyseniz eğer buradan diplomanız için denklik başvurusu yapabilirsiniz. Kanada’da nüfus az olduğu için el emeği gerektiren işçilikler pahalı. Mesela saçınızı $20’a kestirip kış lastiklerinizi $50’a değiştirebiliyorsunuz. Yeme-içme konularına gelince... Son dört yıldır artık Kanada marketlerinde bile helal reyonlar mevcut. Her türlü helal sertifikalı ürünlere kolaylıkla ulaşabiliyorsunuz. Yazımın ortalarında Kanada’da 10 eyaletin olduğundan bahsetmiştim. En çok bilinen Kanada şehirleri kanaatimce Toronto, Montreal, Vancouver ve Halifax’tır. Kanada gölleriyle meşhur evet ve dünyadaki tüm göllerin %60’ı Kanada’da. “Bu kadar
33
Ses Dergisi gölün içinde Kanada’da deniz yok mu?” soruları duyar gibiyim. Kanada’nın okyanusa bakan eyaletleri de mevcut. Dünyanın en büyük gel-gitlerini gözlemleyebileceğiniz New Brunswick ve Nova Scotia ve bu iki eyalete ek olarak birde Prince Edwards Adası tam bir tatil cenneti. Bu bölge ile ilgili daha detaylı yazıma Ses Dergisi 3. sayısından ulaşabilirsiniz. Son olarak sizlere Kanada’da sağlık alanı ile ilgili kısa bilgiler vererek yazıma son vermek istiyorum. Kanada’da özel hastane diye bir kavram yok. Mevcut olan hastaneler devlet hastaneleri ve bunlara ek olarak bir de poliklinikler var. Buralarda ufak tefek bir rahatsızlığınız oldu ve bir gafletle acile gitmeye karar verdiniz diyelim. Minimum bekleme süreniz 5-8 saat arası değişir. Yani siz siz olun acile gerçekten acillik bir durumunuz varsa gidin. Yoksa zaten o kadar saat bekledikten sonra mutlaka acillik oluyorsunuz. Burada oturum izniniz varsa aile doktoru seçme hakkına sahipsiniz. Sonrasında randevu alıp doktorunuzu görebiliyorsunuz. Eğer farklı alanda bir doktor görmeniz gerekiyorsa, yine aile doktorunuzun sevkine ihtiyacınız var. Aile doktorunuz yoksa eğer ‘walk-in’ adı verilen kliniklere gidip sıra bekleyip bir doktora görünebilirsiniz. Evet... Gelen Kanada ile ilgili soruları ve konuları derleyip sizlere hikaye tadında aktarmaya çalıştım. Ve... Bir İzmir’li olarak Kanada’yı, Kanada’nın sıcak kanlı, hoşgörülü, sempatik insanını ve eksi kırkına rağmen, donmuş yağmuruna rağmen Kanada’yı çok seviyorum...
34
ARALIK / 2019 Sayı 5
Ses Dergisi
ARALIK / 2019 Sayı 5
YAKARIŞ SULTAN BAL / ATİNA Rahman olan Rabbim; Bir garip mücrimim kapının tokmağına vuran Bana o yüce kapını açmaz mısın Bir divana aşığım huzurunda maşuğum olmaz mısın Günahlarım pek çoktur sırtımda ağır yük Gaffar isminle beni affetmez misin Pür hata pür kusur yüreğim, acılar içinde virane Fettah isminle hayır kapılarını açmaz mısın Bir gedayım huzurunda Rabbim Settar isminle ayıplarımı örtmez misin Dünya yolunda yorgun bitap düşmüş bir divaneyim Rahim isminle lütuflarını sunmaz mısın Ey Rahmeti gazabını geçmiş Rabbim Sevgini isterim senden sevdanı yüreğime nakşetmez misin Her defasında yolda kalan nisyan-ı bir kulum Tövbelerle huzurundayım tevvab isminle kabul etmez misin Anladım Rabbim ana baba kardeş dost ağyar Bir Sen varsın yar vedüd ismini sunmaz mısın Cehaletin farkında olmayan bir cahili cühelayım Alim isminle ilim irfan sunmaz mısın Her türlü manevi hastalığa mübtela bir hastayım Şafi isminle dertlerime şifa olmaz mısın Hapisten ziyade nefsine hapsolmuş bir tutsağım Fettah isminle gönlümü sana açmaz mısın
35
Ses Dergisi
İÇİMİZDEKİ ŞEYTAN KİTAP DEĞERLENDİRME
K
itabın kapağında vakur duruşuyla Sabahattin Ali karşılar sizi. Elleri cebinde, başı dik karşıya bakıyordur. Belki uzaklara, çok uzaklara. Neresi olduğunu hiç öğrenemeyeceğimiz yerlere. Ellerini cebine koyması da bulunduğu ortamdan tamamen koptuğu izlenimini verir insana. Giriş yazısı Selim İleri imzalı. Bir dönemki Türkiye gerçeğini gözler önüne seriyor. Hâlâ kısmen de olsa geçerliliğini koruyan cümleler... Siyasi görüşlerin; cümlelerin, kelimelerin önüne geçtiği, yazarı - şu’cu dur - bu’cu dur diye eserlerin okunmasına tepki gösterilen, yasaklı dönemler. Güzel olan şu ki; artık bu düşünce epey dar bir kesimde kaldı. Kitabın yolculuğuna gemide başlanır. Yan yana oturmuş iki arkadaşın birbirlerini anlamaktan uzak cümleleriyle atılır ilk adımlar. Ve ilerleyen sayfalar bu anlaşmazlığı kâh büyütecek, kâh kesiştirecek. Kesişecek, çünkü her insanın içinde zaptolunması, dizginlenmesi gereken, aksi taktirde insanları aynı çukurda buluşturacak olan şeytanı mevcuttur. Herkesin kara bir noktası var, yüreğinin güzelliğiyle o karanlığı yenebiliyorsan farklısın. Zor ama imkansız değil bu mücadeleden başarıyla çıkmak. Yoksa sonu hüsran, yoksa sonu acı,gözyaşı. Hem kendine, hem sevdiklerine... Şartlar der, ipleri gevşetirsen önce sendeler ardından düşersin. Ömerin zaman zaman Nihatla aynı yere düşmesi gibi... Macide... Kitabın “esas kızı”. Güzelliğini, karakterinin güzelliğiyle tamamlamış. Yaşıtlarından farklı olarak; ideal edinmeyi, bakmayı değil görmeyi, duymayı değil anlamayı başarmış biri. İncelemekten, sorgulamaktan çekinmeyen, duruşu net bir karakter. Ortamına göre renk değiştirmeyenlerden. Tek tek düşünüyorum da hepinizi, aahhh Ömer, ne denir ki sana? İç konuşmalarını, bazen başımla onaylayarak bazen itiraz anlamında sallayarak okudum. Koşarken nefes nefese kaldığında nefesimi tuttum. Sona geldiğinde, - böyle yapmasaydın iyiydi demek olmaz ama- yapmasaydın iyiydi. Belki de Bedri ‘nin kaderini yaşaması içindi hepsi, bilinmez ki... Nihat seni de, ruhu senin gibi olanları da sevmiyorum demiş miydim? Çünkü; güzele dair, iyiye dair, dosta, güvene, inanca dair çok şeyi
36
ARALIK / 2019 Sayı 5
Ses Dergisi
ARALIK / 2019 Sayı 5 yıkıyorsunuz. Sahi aslında yıkan siz değilsiniz, değil mi? İçimizdeki şeytan. Sizler sadece kapıyı aralamakta ona yardımcısınız. Ve Bedri.... Sessiz sevenlerin, fedakarlıkla sevenlerin timsali. Ama sevgide fazlaca susmanın yitirmek olduğunun da örneği. Büyük yitirmeler büyük bulmalara sebepmiş, öyle mi? Ömer sana çok kızdığım bir yer var, neresi biliyor musun? “Şu kainatta belki bir de iyi taraf vardır, fakat görmek bize nasip olmuyor diyor ve seni düşünüyordum. Beni boş hayallerle avunmaktan kurtardın. Bu dünyanın hakikaten suratına tükürülmeye bile değmez olduğunu ve bu dünyada suratına tükürülmeyecek bir tek ama bir tek insan bile bulunmadığını sağlam bir şekilde ispat ettin. “ cümlelerini vezneciden duyduğumuz an. Bir insana bu cümleleri kurduracak kadar zarar vermek olur mu? Peki Ömer seni - hafiften- affeder gibi olduğum yer neresi biliyor musun? Sevmene, çok sevmene rağmen ‘ben onu mutlu edemedim, edemem’ diyebilmen, kenara çekilmen. Olur mu hiç, yapılır mı diye avaz avaz bağırmak mı lazım, kader deyip susmak mı lazım bilemedim. Aslında yazar, hayatın ve kitabın asıl gerçeğini arka kapakta kısa ve net anlatmış ; “İsteyip istemediğimi doğru dürüst bilmediğim, fakat neticesi aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettiğim bu nevi söz ve fillerimin bir mesulünü bulmuştum: Buna içimdeki şeytan diyordum, müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde, haksızlığa, tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyordum. Halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? Bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması... İçimizdeki şeytan pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu... İçimizde şeytan yok... İçimizde aciz var... Tembellik var... İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var... “ Kaçımız hatalarımızı, eksiklerimizi, yapmadıklarımızı, ağlatıp incittiğimiz yüreklere kör olmanın yolunu İçimizdeki şeytan, ah bu içimdeki karanlık taraf diye açıklamadık ki? İlla cümle kurmaya gerek yok, kaçımız mücadele etmek yerine, şeytana yüklediğimiz eksiklerimize, yanlışlarımıza sığınmadık ki? Bir devrin hezeyanları, aynı evde yaşayan ama birbirinden kopuk aileler, üç beş kuruş için yerlere kadar temenna ile eğilenler, mağrur duruşun anlamından dahi uzak insanlar. Birbirinden farklı, hepsi hayatımızın gerçeği olan karakterler. İş olsun diye okunmaz bir kitap. Bakmak lazım, ne kattı bana, ne öğrendim? Macide’nin dik duruşunu, Ömer’in gel-gitlerine rağmen ayağa kalkma çabasını, Bedri’nin safiyetini ve Nihat ruhluların şu dünyayı nasıl kararttığını öğrenmiş miyiz? Ben neyim, neredeyim, İçimdeki Şeytan’ı ne kadar zaptedebiliyorum diye sorduğumuzda cevabı huzursa doğru yoldayız. Yürümeye devam...
ZEMHERİ
37
Ses Dergisi
38
ARALIK / 2019 Sayı 5