Şeytanın tarihi

Page 1

şeytanın tarihi

Bay Rabbelin Rüya Defteri onur okrun kara


" ben sana benimle yürümeye dayanamazsın demedim mi?" hızır 1.


blAnka metinler gibisizler Meryem

14 13 12

şeytanın tarihi reş u sur araf konuşmaları rüyalar ve şeyler sayıklamanın hizafiyeti aby kara rdm günlükleri başmelekler erkek sureleri habilanın eteği zamire yazılanlar

11 10 09 08 07 06 05 04 03 02 01

Bütün ahkamlarıma. onurrorkunkara13


rabbel in kitabı in çıkmazına bir nokta /dip. Farketmiyor olsam da gamzelerine açtığın çukurları evet, hatırlıyorum uykumun arasında düşüyordum y ü k s e k l e r d e n canım... hayrandım mecnun bir günahkardım kıskandım hallerin anlam bulan bütün anlamlarını. Bütün alemlerin içinde aranıpda bulunamayan bir özge yar. Ve karşımda ilk insan! Adam/ kadın ve gövde bir ağacın dalları kadar dağılıyor şimdi içime...


tanıştırayım bay rabbel maps: rabbeldust . . . . . . . . . . . . . . . . eriklere basmamalıyım. saçma! tren raylarında denge oyunları ve tepelerden inmek derinlerden ve ormanlardan ırmağa çarpalım! lethe diyorlar canım senin bir tek bakışına. unuttum adımı bile! ya da hemen sor! kimim ben/ ben kimim... /


rabbelin oyunları: kağıt kullanmıyoruz ve kahvehaneler yasak biriç belki ama! satranç taşları dizelim omuzlarımıza. bir ömür sonra! mat. ortak şirketlerimiz yok ailelerimizle. ülkemizde yaşayan insanlarımız yok. adamlarımız adam adama vuruşmalarımız kavgabileedemiyoruz kendimizle. ırklar savaşırken lanet! olsun eğer. kabil de ölmemişse... tren raylarından hızla geçip taşların üstünde dengede durmalıyım kafama! dang edememiş taşların üstünde bir kedi! gözlerini hiç ayırmıyor üstümden bir güvercin havalanmıyor bile. yabancı değilim yer yüzü kadar yaşadım ben. bilmem kaç adam soyu. ey! kibir. söyle yalan mı? haritalarını okuyamamışların baldırlarındaki çatlaklara bakıyorum hep kaybolmayan atlası taşıyor diye avuçları silinmeyen tek izin benim de her yerimde... kafamı sürt dikenlere tellere. bir akasya ağacının bütün dikenlerine çam iğneleri batır beynime.


deliydim kuyusunda yusufun ve mecnun senin bağların da yalan mı çıldırdım yokluğunda. gözlerimde kan ırmakları akıyor raylar boyunca... ilk demir köprüden önce koşu yolları bileyliyoruz kırmızı kumdan ve kahverengi lanet iki renk kirleten ayakkabılarımı eskiden olsa furkan!n gözdamlası yeterdi! bakışımda bir suçu taşımaya... arabalı adamlar bırakıyor etliergenleri çantalarıyla köprüde. asfalt kokuyor her yer irin ve sidik! sınıf atlayan toplumlaların var erttiği genel kültür kentleri dörtbir yanımız. lütfen! çimlere basmayınız YASAK! ırmağa çöp atmak. itiraz eden afilli bir kaltak! lethe... o ana kadar var olan dünyayı çöp olarak yasallayarak. neyse. ///


rabbelin ilk ezberi... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . - hey. - uf saçma şey. Anlat... - hep karşımdakini öldürecek on alet aradım ben. - bi siktir git ya! ekranlardan nefret ediyordum öyle ya gözümün önündeki herşeyden. yaprak döne döne ta tepelerden omuzlarıma kadar düştü bunu izledim! ensem tutulmuş... /


rabbelin ilk aşkı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . beyazları tutup mora mı boyadın? seni salak ben göre bilmek için uzattım.


hazır kopuyorken kıyametin eylül / son bir bahar diyelim adına... hızır 2 üzerimizdeki düğümleri çözüp gözlerimizi bağlamıştık. biz çünkü yaşamı da ciddiye almıyoruz, gök yüzündeki bulutların hallerine dalıp çıkan bir pupa yelken aklımız... parmaklarımızda. çünkü; sokağın bütün durumlarına artık alıştık. belki kafamıza hiç saksı düşmedi ama hep aklımızın bir kenarında durur sabırla kuruyan kökleri dağılmış ve toprakları parçalamış çicekler... biz, bakışlarımızı bile ciddiye almıyoruz aynalarda... ne görebilir ki kabuğumuzun dışında... kokular yükseliyor nirvana ya daha varmadan. kapısında bir keşişin uyuduğu egzotik bir tapınak gecesinde ateşi yakan kılıcın ucundaki sakalın! telleri dağılıyor tek tek. huzursuz bulduğumuz sandıklara. biz yaşamı ciddiye almıyoruz ne anlatılırsa anlatılsın ölüme dair. yarına dair. bu güne dair... sandığımız kadarı hep yetiyor hernasılsa... yapar gibi bozan ve koşan gibi duran insanların anlamlarıdır. konuşur gibi susmak. sustuğu kadar da konuşmak. içimizden çıkan baharın kekre tadına ağustos geceleri kadar kar yağınca. don yemiş oluyor. krağı çalmış oluyor aşkı bilinmedik bir diyara. ve vurgun yiyor o zaman işte onsekizinde bir sabi denizin bilmem kaç kulaç derinliğinde. kulakları kanıyor burnu ve göz bebekleri derken/ hiç bir sandal gemileri yaktığınız iskelelere alıp götüremiyor. uçak biletlerini iç çeplerinde saklayanlar bilirler. düştüğün de dağılır parçaların yerin yüzüne. can alan/ can sıkan ne varsa şimdi buğulanan camlarda. tere hazin bir son veren suların damladığı omuzlardan sıçramış kaçkın sayfalardır. suya yazılmış. okunsa şimdi adı ırmak olacak bir kitap bulursun dolaşan ayaklarının ucunda. kaybolmayan bir yosun manzarasında nabzına vuran aşk! bilmem kaç oktavdan sonra artık duyulmaz bir hal alır insanlar için. ve onlar artık yaşamı ciddiye almıyordur. muhatap bile kabul etmiyorlardır kendilerine. bir sebepten sen. bir sebepten ben. güya/ kendi kendini yaşayan bir tanrının. yalnız dağılan. yerin yüzüne parçaları. hepsi/ günahın soy ağacında bize yer yok. yer yok bize avuçlarımızda... intikama bilenmiş bir bakışın araladığı kapıdan/ şeytan fısıldadı adını... yüzlerle kendisine bir yüz bulan divanenin aşk otağında tutuşan çalıların kıvılcımlarındaki kor. böyle zamanlarda kaf dağını tutuşturur. ve umut yoktur ortalarda. umut zaten hiç bir zaman yoktur. o annesinin dizlerinin dibinde ahkam keser yaşamın asi!metrik düzlemlerine. elinde rahmine kadar uzanan bir sopa ile. mezar kazar içine. mezar kazar gözbebeklerine. mezar kazar! ve gömer her defasında bir daha kendi elleriyle kendini toprağın bilmem hangi derinliklerine. bir bataklık bulmuştu en sonunda derken bir gece dağların doruklarında sonra ormanların koyu gizemli ruh çağıran yerlerinde. debelenmeden hiç. atın! üstüme... yüzüme... toprağı diyerek. bitirdi son sözünü nihayetinde. hakkım helaldır hakkına. yine yaşasam yine yaşardım! gelişlerimi ve gidişlerimi diyerek. nokta koydu. hiç varamadığı kendisine.


bir yaprağın gövdesine duyduğu aşk kadar berrak herşey bakışlarımızda... damlamasak bile toprağın yüzüne. aksak mesela çarşaflara, kağıt mendillere ya da gece kremlerine. fark etmiyor. rimeli gözüne dağılmış bir keşmekeş kalır geriye. kendinle ne yapacağını bilemez bir halde. artık dünya inandıramaz bize kendisini. ikna edemez ve unutturamaz olan. herşeyi. olAN ve ölEN /şimdiyle sonsuzluğun/ bir birine sokulması kadar doğaldır. bu gerçek. çünkü budur tek gerçek. simalardan ve kokulardan ayırdına vardığımız o tutkulu aşk! başımıza iş açan. ve yollara düşüren bizi. yolda bırakan ve yol olan... şimdi adımladıkça içime. hep biraz daha içime kaybolduğum.


rabbelin kanatları

dize sabahı: araf. kör tünelim sevdim bütün gerçeğimi. bağışladım ve azad ettim. uçsunlar diye. avuçlarından yaşama. bir sapan var yinede uğursuz bir kılıç belki de taşı atıp pencerelere putu kesip kaçacağım! dünyandan. sana ve ona kalsın herşey. istemiyorum şahları vezirleri piyonları karelere çekilmiş hayatları. / sana bakıyorum sırtına omuzlarına ve ensene


saçların dağılıyor yüzüme. yastığının kokusunu çekip içime gözlerimi kapatıyorum. / bir rüya bu hepsi. ve gerçeğim kanatlarını kırıyor kökleri toprağın altında bir ağacın dalları üstünde ... susmak istedim. susmak ve dinlemek. ellerindeki telaşa bir imge bulup yollarca kovaladım göçe zorladığım kuşlar kadar. uçuyor sersem tüylerin aşka çarpan bütün gövdelerce. meleğim... izi tutan bir debelenmenin hazin sonucudur. dişlerin nabzına işlemesi...

,


kendimden bahsetmem gerekirse hep bir başkasıyım. Kendime... hızır 3 sen bizi bırak bir kenara... böyle iyiyiz sen ben ve üçyüzaltmışbeşgün böyle gerçek, böyle sıradan... ağzımızda kekre bir çayın tadı güne, güneşe ve ormana dağılıp. yaprak toplayan rüzgarıyla... biz böyle iyiyiz. bırak şimdi. git ne halin varsa gör sokaklarla. git ve kentlerine sığın bir daha. odalarına. var et. ordularını bir daha. bilmem hangi ormanda! savaşlar düzenlersin bir daha. bir daha canım. ırklarına. kavgada bıçkın bir berduş! ne de sıkılmış bir slogan ağzıdan ağıza biz böyle iyiyiz. şiirin şiarımız. okumasak da hiç unutmadığımız. şiirin. ezberimiz. şehirlerinin sokakları gibi. hep ucu dağların doruklarına çıkan. eriyen cam! ve antik duvarlarıyla bir yüz. saçların ve erguvan kokuları. bizi bırak bir kenara şimdi... böyle iyiyiz. böyle güzel her bahar da. böyle yaramaz çirkin bir çocukluktan kalma. dedemin el kremi. keskin bir iz şimdi. kalbim de. tutup. aklımı ikiye biçen iki elleriyle. sevgilim. böyle iyiyiz. bırak şimdi, fotoğraflardan ülkeler var etmesini, mitolojideki bir tanrıyı öldürdün sen. bir anka kuşunu ve kuyuda unuttun bir yusufu. bırak! ellerinden hiyeroglifer düşsün. harfler geç kalmış sana. bana bütün cümleler ve üçyüzaltmeşgüne bir görüşmeler. bırak canım! biz iyiyiz böyle ve gerçek. kimse bilemez bakışımızdaki yası. öyle ya boşuna hep buğulanmıyor camlar. boğulmuyor boşuna denizler dalgalarıyla... hep bir karaya çarpınca! parça/ parça canım. biz böyle iyiyiz bilmem kaç med kaç cezir boyunca. sen bizi bırak yol yakınken, güneş batıdan doğmamışken ve savaş bu kadar sesini duyurmamışken. henüz sabaha bir kaç adım var. sen bizi bırak gecenin ortasına. sen ben ve üçyüzalmışbeşgün ateş yakarız ormanın derinliklerinde. belki bütün hayvanlar uyanır kış uykusundan ve masal anlatırlar tek tek. sen bizi bırak iyiyiz biz böyle sabahla, akşamla ve geceyle... beş vakitli bir kelebeğin tam önünde. ömür diye biliyoruz biz seni. sen iyisi mi bırak bizi. geç kalma. ku klax klun buluşmalarına. bir masada unuttuğun ellerine/ gölgene ve sesine geç kalmadan şimdi. bırak bizi... sen bizi bırak şimdi. seni beni ve üçyüzalmışbeşgünü. göm toprağın altına asırlık ruhunu. gülümse bir kareye. birkere daha. ve öl... vakit nasılsa güz..


arka cebimde taşıdığım ve karışık ve kırışık defterim... / bir çocuk öldü bir gemi sulara gömüldü öyle bakma! sıradan bir gündü sadece... hızır 4 mecbur ölüyorduk vakti gelince bir aşkta... bu bir aşk olsaydı ölürdüm ben de. hemen arkandan... ellerini nereye sakladıysan çıkar şimdi ortaya... gözüme kaçan boşluğu çıkarsın parmak uçlarıyla/ ya da soluğunda yer aç. bir nefeslik bakış için. nerdeysem oraya bir işaret bırakıp arkama bakmadan kaçan bir gezginim şimdi. ruhum arafta... ve bedenimi yatırdım. bilmem kaç gündür cehennemine. tutuşuyorum oğlum! ateş yayılıyor yıllarımın üstünden. kaç yıl? hatırlamıyorsun bile... böylesi kolay evet. bir aşkla doğup ve ölmek. beni bağışla yapamıyorum bunu. defterlerimin arasından bulup çıkardığım son kelebek cesedi işte parmaklarımın üstünde... avucuna sürtünen parmaklarımın üstünde. ve boşluğa bırakıldı şimdi. yerle bir... hepsinin içinde kimseyi seni kadar sevemedim" diyorsun ya... /- ben senden sonra kimseyi sevemedim. böylesi kolay evet bilenip bir bıçağın ucundaki tene/ öldürmek kendini ellerinle... ellerini çıkar sakladığı yerlerden ve gözümdeki boşluğu sil parmaklarınla. onca gün, ay ve yıl... bir mecnun gibi dönüp/ dönüp durdum içimde aşka... ölemezsin. anlıyor musun? duyulmayan bir sesle bağırıyorum toprağına. ellerin dokunuyor mu ? dokunuyor mu gözlerime diye... öyle ya yasak... sevmek! bir kere. ve özlemek rezilce şimdi. her gün her an debelenerek. bir duvara fırlatılan bardak. balkonlarında kuş besleyen kış uykularını uyandırdı birden bire. birden bire. alındı son kuruşla biletler ve terk edildi. demek. aşk... bir daha! yenilirsek dağlar da yenilir. eşkiya uykularını mermiler deler. van sokaklarını yakar çocuklar! cinnet başlar ve kopar kıyamet. dibimde bir ağacın köklerinden dallarına kadar bakıyorum. aklım yaprak kadar karmaşık. gözlerimde bir boşluk var diyorum. sil parmaklarınla ya da bırak zaman doldursun sabırla. bekleyebilirim dünyanın yok olacağı güne kadar. bütün yıllar boyunca... ki zaten böyle değil midir. geçen günlerim. merdivenlerden sokağa açılan kapılardan ve köprülerden atıp bedenimi. karanlıksularına... kendime bir anda gelebilirim. yitirdim sanırım artık şansımı ölemedim son atlayışımda. demek diyorum demek. tersbirrüzgarda yetmiyorsa eğer ve zaten lanet bir kamyonun firenleri neden üstümde patlamaz. gözümü alan farlarla geceden sabaha vardığım şehirlerde aradığım o ceset. ben miyim şimdi? benim miydi o elleriyle gözlerimdeki boşluğu silecek olan. ölemedim bağışla! bir aşktan kurtulmak için bile. lanet bir hayatı yaşayacağım demek. buna mecbur ve bunun için kendime mahçup.


kuruyan yaprağı tutuşturup ateş yakıyoruz geceye. biraz da küle dönsün diye sonbahar. hızır 5 küle, köze ve güze dökülen saçların mezarında çocukların sersem gülüşlerine merhem süren anılar birikir kış gözünü karartıpda yolları kapamadan mevsime kuşların göçleri bulaşır. gök yüzü! tepemde dikilip durma. yada bölünsün ortasından ikiye karanlığını kaplayan denizlerin maviliği. yalan... gördüğüm bütün yüzlerden damlıyordu peşi sıra. kolay değil avuç açmak ve biriktirmek közü, külü ve güzü.... böyle bekleyip durduğun yokuşlar demir bir köprü ve demir yollarına kadar götürebiliyorsa yazık olmuştur kaf dağına... sesimdeki ezberleri kapatıp şişenin içine/ bir mantarla sıkıştırıp ağzını bağırdım duyulmayan sesimle. bil mi yo rum. cahilim bu sevdaya. eksik ve yarım şimdi... yalnız batırdığım güneşlere söndürdüğüm közlerin hesabını soruyor ellerimden ellerin. tutmadım hayır. tutmayacağımda bir daha. yasaklandı hayaletler şehri! gözlerime. dayanabiliyorum diye belki de... olmayanlarımı görmeye. dalından hesapsızca uçmaya yeltenmiş kuşların kederidir kanatlarına güvenmek. kanadıklarına ya da... henüz görmemişse ufukta konacağı kara parçasını... azgın suların dövdüğü son gemiyim. burnunun ucunda. barış yok. barışa yer yok! dünyamızda... helak olsun kavmim ey med! küle dönen antik kentlerin yası var üstümde. is/ gibi sinmiş içime tan vakitlerimde bul a madığım alfebelerim. köze dönen ocakların o vahim! şefkatlerine sarılan çocukları yurtlarından söküp alamayan güz sancıları çekiyor doğa. yaşam ve ölüm... metal bir aşk bu! kimsenin kimseye eğilmediği... severdik yarından söz etmesini beraber, dünyanın hiç bir anı ikna edemiyordu yaşadığımız zamana... başka bir yüzyıla ait. başka bir haritaya adanmış gibiydik. bulamadığımız bütün patikaları dağların doruklarına kadar takip ettik, ormanların derinlerine kadar indik ve dibinde bir kuyunun... bir gün/ ikimizde yalnız uyandık bir rüyadan... geriye kül kalmıştı. köz ve güz... hatırlıyorum da... ki bilirsin unutamam yaşadığım hiç bir anı. bir gün/ artık var olmak bir son bulduğunda tekrar ve tekrar karşıma dikilecek diye omzumdaki kitapların sayfaları... bu mühim değil şimdi... bağırıyordum! kızıyordum bir sokağın ortasında... gözlerindeki telaşı izliyordum kollarını göğsünde bağlamanı ve saçlarından habersiz başını sağa ve sola döndürmeni. susan çocukların öfkesinden korkardım hep. susuyorsa/ budur kıyamet diye. o gün anladım. bir kıyamet gözlerimin önünde kopmuştu... deliydim artık bu aşka ve divane adamım. yüzünden umduğum medeti sırtına emanet edip. huzurundan sürgün edilecektim. bunlar böyle olacaktı. bunlar böyle olmuştu. bunlar böyle oluyordu. ölüyordu yani bahar/ yaz ve kış...


nasıl anlatırsak anlatalım farketmiyor. başka bir yüzyılda başka bir yerinde dünyanın yine bulur bir büyü en keskin kokusunu. şimdi bileklerimde şah damarımda ve gözlerimde... kül, köz ve güz...


her şeyin kendi suçu olduğunu düşünüyordu. - benimyüzümden derken... - benim o gözü kara olan, kulesindeki bir dilperiyi öpemeden fısıltılarıyla uyandıran... gözlerimi çekip gözlerimin üstünden/ kapattı bildiği en ağır kapasını içine. hep içine/ doğru ilerleyen kör bir adım daha diyerek. hep biraz daha. belki eksik bir bahar/ yazılır diye duvarlara. aşkla... kuruyan bütün yaprakların özetidir. bu/ mevsimler kadar yaşamış insanlar için. ömür sanki sonu hep kışa açılan sombaharlar gibi çekilir/ çekilir böyle... duvarlarımdan içeri. bir toz havalansa ciğerlerim kaşınıyor hayata. ucu yakılmış bıçakların su dökülmemiş çeliklerinin yamulduğu uykular. bulursun/ rüyalarında. avucumun ortasını yaralayan bütün inşaat mazemelerini bağışlıyorum. gidip gömülebilirler betona... ne yapmadığının hesabı duruyor aramızda. yarı çıplak bir sevişme kadar önemli değil evet. içinde olup olmamam. yerimden ve yurdumdan kovuldum ben. omuzlarımdan, bir kitapDAN ve o derin bakan ilk aşklarDAN... arka bahçemde gömdüğüm üç beş misket kadar çocukluğumdan yaktığım mektuplar mezarlığına kadar yürüdüm üstüne. yolların, köprülerin ve gözlerinin. gözlerini çekip gözlerimin üstünden... kapattın kendini en iyi bildiğin sokakların içine. odaların ve duvarların içine. sana uçuyorum ne zaman yağmur yağsa umutsuz bir damlayla. sana düşüp. parçalanıp. yuvarlanıp sana derin bir virajda. hayır. kaldırmıyorum aklımı! en iyi bildiğim kuyulardan. güvercinlerin iz bulduğu kollarımdan... bağlandım. sanırım sonunda... bağlandım ve yok oldum. baharı seviyor olsamda güze baygınım ben uykumun canı seni çekti... uçuşan bir öğleden sonranın tüllerini çekip yüzümden, güneşten ve kokular içindeki rüzgardan kaçıp uzaklara... ırmağın yüzünde yüzüme bakıyorum. demir köprü şahid buna. bu derin ve büyük ağaçlar şahit. aşk! kadar nefret şahid. neden yanında olamaz ençok sevdiklerin. en güzel zamanında ömrünün, günlerinin ve anlarının. geriye minik tek çekimlik anlar kaldı. eskisi gibi uzun uzun sevemiyoruz öyle ya bir birimizi. bir mendile ömür verenlerden tutda teltel saçlarla yaşlananlara kadar... herkesin öldüğü bir zamanda. lanet budur işte. gözüne kaçan gün ışığını inatla kovmaya çalışmak. kafanı sağa aklını sola vücudunu da yamultarak. sığmaya çalışmak. içinde orda bir yere... ezberlerini kalkan olarak kulanan insanların duvarlarına dizlerini çarpanlar bilir. aşk. öldürüyor hep bir diğerini... insanın hep masumu oynadığı düzmece bir oyunda. kırdım gözle görünmez kanatlarımı şaşılacak bir şey değildi demek ki hep olduğum yerde beklemek...


pek önemli değil şimdi bahsettiğin o adam. ellerimde... ki, bilendim kesiklerine dilimle/ şarkılara rüzgar çarpan bir susma biçimi devrilir omuzlarımızdan. onlar oldukları yerde koşanlar... onlar ve benim kekre heveslerime bulaşan göz alıcı parıltıların safir bilgeleri. sözün eğer bittiyse kalkıp yerimden. uyumalıyım şimdi. uzun / uzun... kışa hazırlanıp kar tutan sokakları yeniden hatırlamalıyım. gözlerimi bağlaman yersiz bakmıyorsam sana. ellerini bağlamam yetersiz. bir kere susmuşsan... derine kamçı vuran bir sahip şimdi. ait olduğun herşey. bana çarpma! çarpma ne yapacağını bilmediğin kendini... askıda unutulmuş yüzler böyledir. kılıçlarıyla kimseyi kesemeyen ve hep aynı yerde durup izleyen gözler. hep güz gibidir. yaprak savruluyor ırmağın üstünden karşı kıyıya...


yanımda sürükleyip götürdüğüm bir tabut! ama... hepsi ölü zaten...


ben bir misal masal ülkesinde... ben, bu yoldan nereye varıyordum... hayır bunun önemi yok. demir köprüye kadar yürüyeceğim şu lanet arabaların farları gözlerime çarpacak. ben bu yolda; bu ağaçların kocaman olduğu ve her iki yandan ve neredeyse yakadan birleştiği yerden... nereye varıyordum. demir yoluna hı/ belki de evet. önemli değil şimdi. insan yalnızlığı kadar kimseyi sevemiyor. demek... boşuna ölmüyor romeo olsun/ asırlar sonra belki başka bir mısrada yasını tutan bir adam daha bulunur. yaz/ sen... yaz bitmeden diye... sombir bahar gelir ve belki evet son bir kez gelir. içinden gelen herşeyi yapan adamlar/ içi boş kadınlara aşık olurlar yine. ben, gecenin bu saatinde evden çıkıp merdivenleri inip asma yapraklarından geçip demir kapıdan geçip sokakdan geçip bu lanet yolda. uzayan ağaçların diplerinde ne arıyorum. ve tabi en çok kendimi... şaibeye gerek yok. koyu karanlıkların en bilindik siması yüzümdür. bir çam ağacının yaprağındaki tad kadar bilirim ayazda şiir okumasını ama... gel gör ki. içimden gelmiyor artık. sitatik bir algıda beklenen çekim gücü yüksek sinyallerin yol açacağı sanılan kaç kaf dağı varsa gözlerinin ucunda her sabah karşına dikilen. bilirsin/ sesinin yankısına neden olur en fazla. ve ağlamak bu yüzden hep iki kişilik sanılır. kimin yerine ne yaptığın değil mesele. misale kimi dahil ettiğindir. misal yer yüzündeki bütün ormanlara dokunmuş olsada tenin ki evet bazı kadınların ruhları ile ilintilidir bu. orman ve sevişmek. orman ve ölmek... yağlı iri göğüslerini sürterken ağzıma burnuma üstümden def ettiğim kaç kadın tanıdıysam içinden çekip çıkardım kendimi. bunu yaptım. içimden gelen şey buydu hep son keresinde. bazen kasıklarından bazen göz bebeklerinden. neresi edebe müsaitse oradan işte. ki sonu hep biyad hı hı sen durma anlat... anlat... konuşurken neden susuyor hep insan, neden hep hiç kendisinden bahsedemiyor... bu hayat ve yaşadığım herşey diye... neden hep bir diğerini anlatıp anlatıp... kapatır kendini bir şişenin içine... hı? kafamıza güzel yapsak... kandırmaya yetmiyor değil mi? avuç içlerimi ısırıyorum. bu yol nereye çıkacak diye. bu yol.. bu önümde uzanan ve sonunu göremediğim karanlık ve arabaların farları gözlerime dolan. dünya, yıkılıyor ve şu insanlara bak. çıldırmışlar! daha fazla petrolün nelere neden olduğunu görerek yaptıkları araçlara bak. kredili ödenen faturaların güven verdiği yaşamların içinde lüks evet ve rahat... bana göre değil/ karmaşık olmaya gerek yok. bana göre değil mış gibi var olmak ve yaşamak tepeden tırnağa şu izlere bak ne bir faça ne de bir jilet! saf bir mücadele ne için? kendi hayatım dediğim ve başkalarının istediği herşey için mi bu ne zaman böyle olmaya başladı/ o ilk emir ne zaman geldi. ve ölüncemi bitecek herşey. ya sonra... yas artık rezilce işlenen bir suç! göbek atmadığımız kalıyor... köklerimizin ardından. mesela büyük annem hastanede ha öldü ha ölecek... düşündüğüm şeylere bak. insan/ nasılda iğrendim senden böyle... bir dağ bulsamda gitsem... ama hep... dağlardağalara...


ben bir tepe değilim hayır.. üstüne tırmanılabilecek kadar o zaman sönüp yok oluyorum içinde... bir zirve belki... altımda uzanan bir ova varsa... ben bir söğüt ağacıyım belki de ırmağa saçaklarını düşüren yapraklarca... ve belkide çokdan dalından ayrılmış bir yaprak böyle delice savrulan... ben bir kuyu. bir kör ve bir asa... değilim evet. uçurtmaları bırak vursunlar inci! o gök yüzü layık değil hiç bir renge artık... ben, bu dünyada istediği herşeye sahip olan adam. teşekkürler tanrım... ve daha fazlası içinde.


çok derinlerdeyim çok. çıkamayacak kadar yüzüne... atmosferi geç bulutları geç iri büyük dallarıyla ağaçları ve görkemli görkemsiz uçurumlarıyla dağları geç. ordayım. yüzünde yerin... bir dilberin peşine düştüm. hayır bahtım da kapkara bir ben! bir ceylanın peşine düştüm... bir başka değişle bir prensim ki yer yüzünde dilesem herşey. ama tutup bir ceylanın peşine düştüm. ve onun gittiği yerlere kadar gidip. suyun yüzünde yüzümü gördüm. suya bakamam artık! aktı o parmaklarımdan. tutup suyun içindeki yüzümü çıkarmak isterken dağıldı ve aktı parmaklarımdan. suya dönemem... tuttum bir çocuğun ellerinden o zaman ey! temmuz... aşk olsa... belki unuturdum sonunu ama hep hatırlıyorum nerden nasıl nereye gideceğim diye. bir hayal şehri buluyorum ne yaparsam yapayım gözlerimde içinde benimde yaşadığım flu bir giz kenti herşeyi değiştirmeye gücüm yetecek. hiç bir şey istemiyor canım... suyun yüzünde bakıyorum kendime... saçlarım uzuyor yine... ırmağa dönüşüyor akan bütün sular önümde. tek bir damla! yetecek kadar... kuruyor içim. ne bir çöldeyim çünkü çöl benim! ne de bir kuyudayım çünkü kuyu benim içim. ve bir yusuf kaçıyor... ayaklarını sürterek toprağa.


kuma cama ve aynaya... yüzüm! aynaların jilet buharı içinde. bir kaç parmak izi silinse. gözlerim görünecek. gözlerimi kapatıyorum yine. hep! gözlerimi içime... seni düşünüyorum. seni ve aşkı yemin etmem gerekirse. allah şahid buna! melek ordularım şahit yollarıma konan güvercinler şahid. yola çıkıyorum sana hergün yollardan dönüyorum sana hergün ne yoldan çıkıyorum bir kere ne de yol içimden geçip de gelebiliyor bir kere. burda! mevsimler çicek isimleriyle bir. sonbaharda eline kuru bir yaprak düşmeden öpeceğim. yanaklarından ve evet öleceğim bir gün mutlaka. günah olsan ateşine kor olacağım...


aramızda... bir sınır vardı et, tırnak ve saçların olduğu karşında durup ne yapabileceğimi düşünüyordum. anlatabildiğin, anlatmak istediğin ve anlatamadığın onca sözü dinlerken... avuçlarım terliyor. sesimde mevsimler göç ediyordu. yer değiştiren tınılar böyle ses verir hep derinden. hep daha derinden bir şeyler daha kolay salıverilir diye... ipini koparmış bir uçurtma mesela ya da tırmandığı ağaçta masur kalmış bir kedi. seni, anlamaya çalışıyorum. neredeyse dünyamın en zor bulmacası ile karşı karşıyayım. ben bir kaos beyi... o bir bunalım perisi... ne konuştuğumuzun önemi yok... aramızdan bir ses çıksında insan gibi. rezil olmayalım diğer masalara diye. bakıp duruyoruz üstümüzdeki gereksiz ağırlıklara... yer çekiyor bizi oysa çıplak bile olsa... yer hep içine çekiyor. içinde çınlamış bir ses gibi alışkanlıklar hatırlanır. bir çay evet! gerçekten... ve bir sigara... küle dönecekmişiz gibi. bir daha... ince bir heycan... daha karanlığa daha koyu karanlıklara çağırıyorum seni. derdim de bu... belkide bir piyanistin gözlerinden görmek isityorsun dünyayı... karşısındaki her kimse... kim. bırak! başlatma olmak istediklerinden... insan her zaman kendisi. sadece kendisi... ego diyorum buna evet ve kibir. hep aynı çizgilerin kesik şeritleri. gözlerimi kapatıp geçiyorum teker teker... ziftin büyük tekerleklerde çıkardığı yanık kokuları ile... zehir dünya ya salındı bir kere. aramızda bir mesafe. çiğnemeye çalıştıkça, denizin yüzüne dağılan bir petrolün karesi. dünyanın sonundaki o kızılderili adamın dedikleri... kahinlerin ve bilgelerin yok oluş efsaneleri ve şamanların rüyaları... lahitler ve yıkılan bütün antik şehirler kadar. gerçek. gerçekten gördüğüm bu eser. bu içine tılsım kaçan üç ebem göbeği. ezilip toza dönüşünce... büyüyen bir ağacın köklerinde... bilmem kaç kızıl elma... yeşertir. yurtsuz atlılara... karşında... seni anlamaya çalışıyorum ve kendimi anlatmaya çalışıyorum yalansız.


eski bir varoluş hikayesinde esrik bir kahraman gibi ilerlerken yaşamın üstüne... aklında hep en net duyduğun söz. bu bir savaş... yaşa ve öl. bu gün ya da ne zaman gerekiyorsa... eski bir varoluş hikayesi gibi duyumsarken hayatın bütün durağan ya da şiddetli anlarını... bi an bütün örtülerin altından bilinmeyen bir köşeden ya da eski dağınık bir ağacın arkasından bir anda karşına biri çıkacak sanıyorsun. kendin kadar gerçek biri. yaşam tuhaf olan bütün türtüleri beslerken içinde. yapraklarla konuşmaya çalışırsın, sudaki kablumbağa ile dertleşir ve balkondan havalanan bir güvercine sataşırsın. kargalar nerde ve kuzgunlar... bazı doğa olayları özünüzdeki şeylerin birer yansıması gibidir. demek. aslında gördükleriyle ve hissetikleri ile insan aslında hep beyninin kıvrımlarında gezinen bir meczup. bir mecnun. bir aşık. çok karmaşık olmayan bir özet. işte bu. en sonundaki vurgu. çünkü, yalan söylüyor olamaz hiç bir zaman yüzyüze gelmemiş insanlar. ve belkide gerçek de bu kadarcık birşeydir. neden hep en iyi bildiklerinden yana törpülenir insan... bir tırnak makası yok mu bunu daha ciddi bir şekilde yapabilecek. yahut dişlerinle kopardığım bir parça etin. diyelim ki tırnağının yanındaki şeytanın. peki... hep hiç bilmediğim yerlere çıkıyor sonum. varıyor içime önce ellerim. evet. ellerim yüzünden oluyor herşey. içimden söktüğüm bir parça zift ile... beyaz kağıtlara çiziyorum logaritma yoksunu iç açılarımı... hiç bir ücgen tanımlayamıyor. yarım/ yamalak bıraktığım bütün sözlerimi... avuç içlerimdeki izlerim yüzünden. kaderin rüya haricinde bildiği tek dil belki de. fısıltı diyelim buna. duyamıyorsak kalabalık kabile ayinlerinde... duyamıyorsak tamtam davulları çınlarken kulaklarımızda. duyamıyorsak. biz/bize... öyle sessizce. durup konuşmadan. insan... insana yalan söylüyor canım. ne vakit karşılaşsa bir yerlerde. ve söze hep. - iyiyim ya sen/ diye başlıyor... gülen bir surat bırakıp gözlerine/ şaşkın şaşkın bakınıyorum oysa etrafıma. dünya alevalev... yanarken. dağlarda iyi huylu gerillalar ve polis ve devlet. ve hükümetlerin o leş kokan firavun hanedanlıkları devam ederken. ne kutsal bir savaşçı olarak arayabiliyorum gizli saklı hazinemi... ne de berbat bir adam olup unutabiliyorum bütün sözleri. / önce söz vardı... / esrik bir varoluş hikayesinin tuhaf bir kahramanı gibi ilerlerken sokakta, belki bir araba çarpar ve belki gözlerim yaşarırda savrulur kafam bir yerlere ve belki hepten kapatıp gözlerimi göremem dönmem gereken virajı. bir diken! battı içime o zaman. bir gülün kırmızı yapraklarını kemirirken dudaklarım. bir diken yürüyor şimdi içimde... bata çıka yol alan bir adamın gölgesi gibi....


gözlerini getir... ellerinide al yanına... bir aşktan söz edeceğiz başbaşa... bazen uyku geçip gitmiştir yanınızdan bir gölge gibi... dağınık saçlarını önemsemeden... ilk marketten bir paket sigara alıp deri ceketinin cebine koymuştur bazen. bazen... ne kadar ararsan ara hiç bulamadığın kayıp bir çorap gibidir. bazende gözünde unuttuğun gözlük gibi... uykusuz kaldığım gecelerde saatlerin neden hiç geçmediğine dair zamana ilişkin beylik laflar ederim... kendim den de söz etmem gerekirse eğer... eğer karanlık bir ormanda yine uyanıyorsam... uykusuzluğun uğultusuyla o zaman birer birer suçlamaya başlarım. bütün hatıralarımı. hatıralar. gereksizdir insan zekası için. ve fakat... kalpsiz olduğumuzda söylenemez. ve uykunun kalple ruhla bağı çoktur. damarların insan vücudunda uykuyu taşıdığını düşünüyorum... bir makina için icad edilmiş bir formül... komutişlemci bir yazılım hatta biyolojik hücrelerimiz için önlem alınmış ve önceden uydurulmuş bir yalan... hayatın rüya'ya çarpma sendromları... amansız bir uyanış biçimi gibi. hiçde delicesine bir aydınlanmaya benzemez bu.... esrik budistlerin uydurduğu bir afyon gibi. dağılır gözlerinize gerçeğiniz. yalnız uyumuş bütün bedenler bilir... ki. hep yatağın diğer köşesiyle bir sorunuz vardır ne kadar dağınık olursanız olun... bir türlü düzensiz bir oda da mutlu olamıyorsunuzdur. yahut birikmiş kirli tabaklarınız yoktur. kirli çamaşırlarınız olmadığı gibi. bir düzen güdüsü gibi... koyunkoyuna uyuyamadığınız bir yüzü ararsınız ellerinizin içinde. kaderin bir düğümü vardır bir de düzeni yaprağın savrulması ve karıncanın adımı kadar doğaldır bu bu bir yalan... dediğimiz herşeyin gerçEKten yaşanmış olması gibi bir şeydir bu... ateş denizinden mumdan bir kayıkla geçen o adamların aradıkları bir ada... batmıştır çoktan denizin bile dibine ama... aşk. gömülen kentlerin ve yakılan ulusların. en sağlam kalesidir. kurtarır bir hışımda keskin kılıcıyla kesip bütün anlamsız sözleri. tamam yeter. veda ettik. anlamlara ama zaman bizden çabuk yenilir oldu. ey tarih... ey benim kekik kokulu süryani ağıdım... göçe zorlanmış bakışların biriktirdiği yaşlar bunlar. damla/ damla düşen toprağıma... bu hep böyledir neron! bir şehri yakarken bakmayacaksın gözlerinin içine...


hayatın öte tarafıydık hatırla mary… hatırla kaba taslak sevmelerimizi… çalakalem bir aşkın bir masada karşılıklı dizlerini çarpması bir birine… yanlışlıkla basılan bir ayak.. olur hep. yapılan ve anlatılan herşey… dudakbozumuydu mevsimin adı… günlerden farketmiyordu. sana yetiyordu punk ve martini ben de nadasa bırakılmış bir üzüm yaprağı emiyordum. ısrarla… bir kaç şair geçip ömrümden wotkalı ve vatkalı yakaları ile kafka saplantılı bir kent düşlüyordum. uzak tepelerin uzağında… hayatın öte yakasıydık mary… hiç bahsedilmesede hep bir başkasıydık kalabalık bekleme salonlarında. elimde şimdi uçuş biletim bilmem kaç sefer sayılı çeliğin ve kuşun yolcusuyum. demirin kor gibi eridiği yolları bitirmiştim. sen asfalt üstü okurken sololarını bir dinlenme salonun penceresinde unutup sigaranı gitmiştin. o gece elimdeki son molotofla ne yapacağımı düşünüp durdum belkide ilk defa… etrafım sarılıydı ve teslim olmak en akıllıcasıydı buydu duyulan anonslardan. ilk köşede fırlatıp elimden camdan şişeyi… yere dağılan ateşin üstüne yürüdüm. yürüdüm… yürüdüm. herşey belkide yine aynı, herşeyde değişen şey belkide sadece image… resimler ve kareler… renkler en fazla ve kokular… ama yine yanıyor bütün yollar mary. masalar boşalıyor birer birer… kovacaklar bizi. bırak yakamdan kaçıp kurtulalım. belki de hiç yapmadığımız şeydir hep yapılması gereken. sondan başa… zenci bir çocuğun elleri gibi. dokunur gece omuzlarına. ve baştan sona… anlatırsın bir daha… kurulmuş hayallerimin unutulan izmaritlerini. savur… ve at. nasılsa bitmiyor diyeceği hayatın.


sözlerime bulaşma diye kapatıpkapatıp gözlerimi içime. sustum bildiğin bütün günlere... iyi değilim... elimde ve avucumda kalbim yok. kalbime giden bir yol yok. bağırıp duruyorum/ karanlığına kirli bir yeşilin ve gri ile mavinin seviştiği ormanlarda... kalbi olmayan insan. iyi / iyi değildir... kötüyüm evet... yıktım asırlık kullerini bileğinden tutmak isterken kumsal mıydı o? antik bir kumsal mıydı... ım... korolara haber ver! toplansınlar minastra sırtlarında... heyulaları yerlerinden sökeceğiz. kötüyüm evet. kötülüğüm kendime en çok gülüm... misal uzansam sana/ gövdende çelik bir zırh gibi iğnelerin. yaşama lan! öl artık sende... sanki çok dertliymiş gibi uçurtmayı tutan parmaklarım/ paraşütlerini çözüyorum hep. hep hile yapıyorum bağlarken üstüme düğümleri. hayatla bir alıp veremediğim yok.... yarısı nasip bu işlerin yarısıda kısmet! kim ne derse desin bu böyledir hep... bir tek sana kıyamıyorum kocaman dünyada... ne vakit bir soykırım gecesi gibi avlusuna toplansak camilerin çapraz fişekli babayiğitlerin gürüzleri terliyor. avuçlarımda...doğumuna çığ düşmüş çocuklarız. yalan yok... bir daha da öylesine yağmadı kar zaten hiç. az biraz kalsa yerinde bembeyaz. sanıyorum ki buzul çağı. kalın camların arkasından ve yanan meşe odunu kömür harlarıyla... barıştırmak istemedik kendimizi kendimizle... şiire kurban böyle veriliyor Lorca... böyle veriliyor ellere / eller. beni uyandırma lütfen... bir ceset değilim asla... o sınırı bir kere geçsen. toz ve buz! heryerin... bonzai ağaçlarının dallarına kurdele bağlayan ergenlerin. çarpan nabızları... kirli. kötü... karamsar bütün dileklerim... kuru ter. yorgunluğu ve soğuk su duşları.


en az 20 dakika öylece beklemek. banyoda yüzme şampiyonasında birinciliği kimse bırakmayan. yarı saydam göz kızarıklıkları. toz kaçan. cam aralığı gibi. sürtünür... perdelerin de içine sızdırdığı rüzgarlar. la mi sol ya da redif uyaklı bir ayak karıncalanması. yorgunluğun ağaca tırmanmış çocuk apart/ manları. gecelik ve kışlık adamlar bulmaya benzer. üşüdükçe hep. ya da hep üşüdükçe... sorum. sorun bu haniyede. beldelerin kurtuluş günlerine rast! gelmiş meyhanelerinde. adabı ve herdem... dem. rakının kadehe bulaşan parçalı hali. yağlı bir lüferin göz ucundaki son yanmışlığı gibi dağılan çatal darbelerine. ininden yeni çıkmış ayıların göğüslerini dövmeleri eşlik eder. garip. sen nen. lennn! garip. gelmişlerinin ve geçmişlerinin toplamı eden bütün. sıradan akustik seslerin duvarlarda bıraktıkları tınılar. bunlar ve onlar. sonra gerisi sen ve ben.karanlık sokakların berduş ve izbe çocuklarıydık. makamlardan nihavent.... yaşımız falancadan halice kelam... biçim ve tiz notalara ıslık çalan pan- a! lirrr... bir uyku olduk. saftık. safmış ve taş ve izmlerim. /dik! kaldırımdakoşarak denge oyununu üç adımda yoldaşlarla karşıya. karısıyla/ geçemedik.


karanlık sokakların emre maki! çocukların kalbe bozkır coğrafyaların o kocaman ağaçlarıydık.


yeri çekip çıkardım. toprağı rahminden ve sonra... kendimi/ içinden... -neşter! bana bir neşter verin lütfen... ağır kanamalı bütün kadınları amelyat edeceğim. kent yoksunu hepsi. dağ tepe ve ormanları sırtında taşıyan eli kınalı kadınların bir hışmı hepsi. onların ağır öfkeleri üzerine kurulan genç kızlık hayalleri işte... kızlarının bir türlü yurt bulamamaları. marsa gönderilecek son insan aranıyor. ilki yanıbaşımda. fırlatıp onu uzayın derin karanlığına benimle yaşamasını istedim. gecenin ortasında yanan ateşler içinde. tansiyon saplantılı panic odaları inşaa edenlerin firavunlardan bir farkı kalmıyor bence. sen afrodit ya da nefertiti. hepsini yanlış yazdım ulan. bildiğin made in osmanlı türkçesi ile. halimiz budur elhamdürullah. allah bilir. tellerin telgraflarına konan kuşların aklını! sikeyim... birgün hepsi son bulacak... bu bir söz evet. önce kendime sonra ruhumdaki o açmaz serseriye. kalbimi kitaplara sattım! bir tek kelime. için. şeytanı gördüm! ey... isa... şeytanı gördüm musanın asasındaki kıvrımlarda bir ağacın can alan dalı gibi. kolu ve kanadı doladı boynuma boynuma ama hiç dokunmadı. elhamdüllah. şükür! öldürmedi. ne yüzle... ne yüzle çıkıp bir daha gelebiliyorsun diye... cehennemi tarif ediyorum size ve cenneti.


3d bir oyunun grafiklerinden öte bir durumdur bu. piyano çalıyor. şaka gibi! piyano çalıyor. dudaklarınla konuşmayı bırak bırakda biraz daha sokulayım. kokuna. kim gördü? kimi... mecbur aşklar vardır. kimin ne düşündüğünün bir önemi olmayan. içinden gelen/ bütün imla hatalarını yapan.


uzun uzun/ düşünemiyor bile insan... geriye mart kedilerinin o bildik... haylazlığı bulaşıyorsa sokağa. aklını çeliyor... uçup giden bütün kuşlar... bahar/ yaza çarptı desem... imsak saatlerine sağnak düşer bu şehirde... uyan! da... ıslanalım. kazağının kollarını emen bir kış vurgunu değilse artık gözlerin... uzun uzun, anlatamıyor bile kendisini... meğer hep başka başka adrslerde yüzünü arayan bir ayna oluyor... biri. diğeri zaten, başbelası bir sığınmacı... içine kaçıp saklanan... yürüdüm. belki bir adım daha atabilirim diye/ çizikler içindeki dizlerimle... üstüne üstüne... yani. eksildikçe bende kendi içime. bir yeri yurt saymıyorum bu yüzden... helen. senin kızlarının örgülü saçlarından sarkan bir kurdele ellerim. bazen kırmızı ve bazen mor... bu yüzden/ kızacak bana kalbimin çocukluk arkadaşı... bu yüzden belki de bir ressamın tualini yırtıp bir daha. özürdilemeliyim sonra. olmadı! olmuyor... çizemiyorsun hayalimdeki... o yari. yalan!... ne söylersek söyliyelim mesela... bu yüzden hayat eylemlerle murabba. hiç gitmedim. bildiğin sokaklardan. dönüp. dönüp... arkama da hiç bakmadım.... belkilerin avuç açtığı tanrılar! çarpar diye yine... bana. en çok seni...


1 "Kalp düşünebilseydi atmaktan vazgeçerdi" yok... kapıların ötesinde seni bekleyen umutla... ki karanlığa ilk adımdır. gece... yok... kaldırıp elimi ilan ettim... yokum bu oyunda diye... camları kıran bütün mevsimler... irkilen tembel bir uyku gibi şimdi. sabırla büyüyen otlarımın üstünde. öldüm. toprağın derinliğine gömdüler inandıkları herşey adına... gömdüler ve inandıkları gibi tahtalar dizdiler tek tek. ağaçların o görkemli ağaçlarımın gövdelerinden biçilen dallarca... ve serptiler üstüme serptiler her yerime/ kara kara toprak parçalarını küreklerce... denizler bitince... insan toprağı eşeliyor dalga niyetine... bu yüzden dağılıyor herşeyin kafası zamanla belki de. burada bekliyorum. sorgu meleklerimi. buna inandım. ya da aslında tam olarak buna mı... belki bir kaç bin yıl sonra bir jaguarın sim/siyah bir tüyünde... ormanların... o karanlık ormanların içinde bir dala takılıp kalacağım. ya da hemen şimdi kulağımda patlayacak bir gonk! ve inanacağım sıfırdan ve tepeden tırnağa bir tanrıya.... beni hesaba çekecek meleklerimi bekliyorum... ya da neye inandırıldıysam onu. onları. hepsini... yok! kaldırıp elimi ilan ettim... yoklar bu oyunda diye... soluğumu kesen bir rüzgarda bitti herşey diyebilirim... ne muhteşem sonlar planlıyordum oysa. aniden yok oldum... hepsinden ve herşeyden uzak kalmaya çalışırken çıkmıştım artık atmosferlerinden. bohem ölmüştü... kral ölmüştü... kargalar ve kuzgunlar ölmüştü... jaguar ölmüştü. ellerim, ellerim ölmüştü... parmaklarımla bunu yapmıştım. bunu istemişmiydim bilmiyorum... bazen oluyordu. bazen böyle oluyordu... gün içinde herhangibir ışık kaçıp gözüme/ hayır hayır. bu bir yalan gibiydi. zaten hep.... aklımın derin köşelerinde öyle bir deniz feneri yanıyordu ki... sonra... sonra... bu belkide aslında sadece bana oluyordu. bana olan şeyler... o duygular... o acabalar... o durumlar... o iletiler... o yorumlar... pencere kenarında beklemeler... gün içinde kayıp zamanlarda içilen sigaralar... düşünmeler... düşünmekten vazgeçmeler... düşünmeden vazgeçmeler. düşünerek vazgeçmeler... hepsi. ölmüştü işte... ben bunu yaşarken de yapıyordum. böyle kendi kendime konuşurken... sanırım tek büyük ceza bu... bu sanırım tek büyük ceza göz alabildiğine uzanan bir karanlık ve kendinle/ kendi kendine konuşmak... ellerimi kaldırdım. ellerimi... tahtalara dokunmak için belki de belki de bezi yırtmak için belkide tülleri çekmek için. ellerimi kaldırdım. bana geri döndüler sessizce. yok! kaldırıp elimi ilan ettim... yok kimse içimde... ben öldüysem gözümün önünde var olan bütün alemde ölmüştür. budur onların kıyameti bence... ve benim kıymetim kendime. hep içime dönmem. onunla yürümem sonbahar yapraklarının dağınıklıkları ile kocaman ağaçları ile asfalt yolda, köpürden geçmem ve denize kesilen her yerimden iyotun yaktığı... hava kabarcıkları gibi. patlamam... birden.... birden dağılmam yeniden ağacımın üstüne... ah... kabala... daha kaç ergen ruhu ateşe atacaksın. çünkü bir tek... şirk! bağışlanmayacak. eş koştun yani... ellerine sen de... ellerimden başka bir eli. şirk koştun kalbime.... başka bir kalbi sağından solundan kırpıp sığdırırken içine.... kıyamet budur biraz da... dağların dağlara yürümesi. gözünün önünde olan bu... toprağa gömülmem... ufalanmam... ve zamana ayarlı bir yok oluş... bir kelebek gibi doğmayı yeniden dilemiyorum... hiçbir nasırlı mısramdan.... asla... köklerine yürümüş gaddar ormanlar gibi bir dahasına... bir dahasına cenete dikilmiş ağaçlar gibi. derin. derin ve bulutların içine saplı... derin ve derin bir gök yüzüne saplı. yıldızlar gibi. yalnızlar gibi. gömülenler gibi. içlerine. içim gibi. kap karanlık. bir yılbaşı gecesi gibi.


öldüm! orada öldüm ben aslında... sonra kimse olmadığı için evde fark etmeleri uzun sürdü... kızkardeşimin evinden döndüklerinde birinci dereceden yakınlarım... ah... yazık olmuş dediler... dağ gibi oğlumuza. sonra annem ağladı biraz bana. biraz kendine... babam çekilip bir köşeye öylece baka kaldı... nesli tükenmiş son hayvan gibi... izlediği belgesellerden edindiği iç güdüyü takip etmeyi seçti sonra... kızlarını bir oğul gibi yetiştirmek... yılbaşıgecesi yani... aralığın 31 ve ocağın biri. resmen 30 yaşına girmiştim... ve yakın arkadaşlarım bunu biliyorlardı. 30 yaşıma girdiğim gece ölecektim. buydu beni var eden bütün nedenlerle yaptığım pazarlık. şeytanın önüme koyduğu formda bu yaş yazıyordu... bu yaşa kadar herkesin hayal ettiği bir dünyada yaşayacak ve ölecektim... bir paragraf açıp koşul ekledim. yalnızca ellerime yasaktı bu... bu her koşulda olabilirdi ama kendi ellerimce olamazdı... öldüm... balkonda gecenin 12 olmasına bir kaç saniye kala... uzadı da uzadı zaman.... uzadı da... uzadı... ve bir filmi izler gibi izledim... hayatımı. çocukluğumu... eşlerimi... arkadaşlarımı... kıskandığım insanları kızdığım v e kırdığım ve yalan söylediğim ve bana yalan söyleyen bütün yüzlere en az bir kere daha dokundum. ve balkondaki koltukta tam karşıya bakarak öldüm. karşımda... asma ağacanın kuru cansız dalları vardı... geceydi ve karanlık... tam 13 gün sonra bulunduğumda... kötü kokmuyordum sanırım... 13gün bir ceset nasıl koku yaymaz bir balkonda... teras da evet... teras çünkü... balkonda ne oluyorsa artık... cenazeme bütün sevdiklerim gelmişti... ada hariç... ada benim oğlumu öldürmüştü. ve sonra karalarda yürümekten vazgeçip batırıp adayı sulara gömüldü kadim medeniyetler gibi... ama ölmüştüm artık. bir kere... ve bir daha ölmeyecektim. öldüm... ve ruhumu izliyordum... gözlerim henüz kapanmamıştı... üstümden bir tozu silkeler gibi doğruldu ve terasın ahşap korkuluklarına kadar yürüdü. yürüdü... yürüdü.... ve uçmaya başladı... dönüp bana bakmadan uçup gitmişti... ve gözlerimi açtığımda burdaydım. yani bu karanlığın içinde... içimdeki sözleri bitirebileceğim yerde...


- beni bir daha sevme! - yalnızca ölümü istiyorum şuan... sağa ya da sola çevirmek bir an kafamı bir an kapatmak gözlerimi ve bir an dağılmak bütün parçalarımla... bir hiçim. dediğim ana gelip dayanmıştım işte. yaşayan hiç bir ruhun ve zaten bir hiçi istemeyeceğini, özlemeyeceğini ve sevemeyeceğini bilerek. kafama sıkıyordum. ve herşeyim tüm gücüyle bunu izliyordu. buna şahit oluyordu ve bunu alkışlıyordu. korolar... kim? ama o kim... gözlerimi çalıp da uykulardan uyandıran beni her sabah. derin bir rüyanın içinden. kim... o kim gerisi mühim mi sanki... kandırılmış bir çocukluktan öteye bir adım öteye gitmeyen bir taş! yerince ağır... ve suların yüzünde sekerek ilerleyen... battın ulan... içime battın! yerini bilmiyorum artık... bir iğne gibi kayboldun damarlarımda. gerçekçiyim... bazen kalbimi acıtan bir iğne ucu / bazen ayaklarıma batan bir tembellik. bazen aklımda... yani şakaklarımda zonklayan. o vahim sıcaklık... anladım... anladım/ bütün kayıp olmuşların sonu ormanların o vahşi kalabalıklığı anladım... içimde kaybolduğunu seni arıyorum o zaman. ve sana kapatıyorum ağzı açılmaz, göz kapakları ağır. kulakları sağır bir adamın yüzünü. sana çekiliyorum v e sana düğümleniyorum. biraz daha... buna sarmaşık dedim biraz da... ve şimdi köşelerinden eski ahşap evimin... sararak büyüyor... korkularını uyandıran bir ihtiyar adam gibi. eğer/ o öldüyse bir başkası ile aynı yastık da... hep bir şüphe duydum. insan denen varlıktan kendimden bile... bi an sevmedim mi acaba diye... öyle ya, bırakılmış yerlerine ve çekilmiş köşelerine bütün aheste ışıklar karanlığı gelip geçmek için he ce he ce... sanki bir şiyir yıkabilir bütün duvarları ve bütün çocukları avutabilir diye... ses veriyoruz. radyolardan yine! sıradaki şarkı senin niyetine... sıradaki seyir halindeki kitap senin falına. sıradaki bütün öğrenciler... senin yerine yazıyor olsada aşkını sıraların da üstüne... yuvarlanan bir dünyanın en vahim sonuçları olarak/ sırtına çarpan dudaklarımın hiç uslanmadığını bilmeni isterim. atarken kendimi köprülerden. içinden deniz geçen şehirlerden... çünkü kimse bilmez... bilirsin... boğuldum bir gece bir kadının gözlerinde. vurgun yedim bir aşktan. yalan değil yani... açtım ağzımı! hiç bir şey. herşeyim. gidemem hiç bir yere/ içimden daha uzak bir yer bulamadım kendime sana bu yüzden hep çekilirim


kim bilir kaç kere... geçemem! bir kalem de... isminin üstünden. her harf başka bir renkTen olmadıkça kaç kere hep aynı şeritte yatarak dahi olsa döndüm virajı... hız kesmeden. ölsem... kurtulur belki/ diye. affet kendini. bağışla... aşık oldun bir kere... - sola dön... - kendini gör yasalar, yaşamaya izin vermeyince tutkuyu da nefreti de... insan olmaya yaramıyor sevmek.. akıl, ruhun anlam veremediği derinliğine bırakamayınca kendini... delirdim sanıyor. delirdi bu adam yine/ düşünme/ beni hisset yanında... ve uyu sonra... dağılsın bütün kara bulutlar ve ölsün kargalar, kuzgunlar... yırtılsın maskesi bütün kahramanların... bütün duvarları yıkılsın odaların... perdeyi kaldır! perdeyi kaldır aramızdan... ölüm serilmeden bir kefen gibi....


izinsin bir gösteride bulundum beklenmedik bir anda yüzünedokundum... ordasın, alabildiğine uzak... ve daha fazlası içinde yanıp tutuşan... elbette. bu bir sorun değil. hayat bildiğin gibi işte... sokaklar, kediler, kuşlar ve kelebekler... cama bulaşan parmak izleri ve geçip giden günler. ordasın... gözlerimi kapatıp yanağıma kadar çağırıyorum seni. terleyen avuç içlerimden utanıyorum. sanki daha dün... bir okul kaçkını gibi getirmişim sana seni/ elimde bildiğin düzmece bir metin. karalamışım cümleleri teker teker... sil. tabiki mümkün bu ya da yırt at... sevemiyor insan/ elinde kalbini tutmayanı... ordasın, bildiğim yağmur iklimlerinde giderek azalan bulut gölgelerinden hemen sonra toza karışacak olan güneş ışıklarının vurulduğu yerde. tenimde yanma hissi duyuyorum laf değil. gecenin bu saatinde. aklımda bir girdap. bi an kanlar içinde öldürüyorum seni... bi an sarıp sarmalayıp uyuyorum. kimse inanmıyor diğerine ama... insanın kendiside inanmayınca kendisine ortaya tuhaf bir sonuç çıkıyor./ hiç... hiç, kimse hiç, bir şey... kandırmaya yetmiyorsa ne yapabilir ki aklım/ çarpıp duruyorum sana...bir bariyere ve şiddetle bir olup acı... yayılıyor bedenime. doğru dürüst anlatamam ama/ alışamam yokluğuna. bir zorba oldum. lanet bir adam... bi an yok olsan uçabileceğim artık. gidebileceğim en uzak yıldıza... gömülebileceğim üçgünlük yas havalarıyla toprağın içine. yahut dalabileceğim okyanusun da en derin yerlerine... mümkün değil bu benim için... lütfen sen bunu başarmış ol. ol ki... zaman bir sufle versin... fısıldasın hiç olmadık bir anda/ ne varsa aramızda kalan.... sana susmak mı yakışıyor ben niye gülemem ellerime... hep sorular evet... haklısın sevilemez sorunlar. evet, devam etmelisin yoluna... seni bekliyor yaşam bütün mucizeleriyle... tabi, hastalıklı bir şey bu. benim adına sevda dediğim... seni korkutan bulaşıcı bir ruh hali. karamsar olduğun... saçlarını boya lütfen, değişir belki alıştığın bütün susmalar... çocuklar büyüt parmakların kadar ve bir yalancı bul. cümleleri... hep seni sevdimle biten. biliyorsun... "ancak bir benzerim öldürebilir beni" bunu yapabileceğine öylesine inanmıştım ki... şimdi yaşamın ortasında durup, ne yapacağımı düşünüyorum/ sık sık... çünkü hep eksik... hep yarım. hep... hepsi. hiç... gözümün önünde.. ve aklımın içinde ki seslerle... anlatma bana aşkın kuşku barındırmaz biçimlerini... kim olduğunuda nereden çıkıyorsun... biliyorumdur belki de bütün geçmişini. bir kalemde silinebilecek. tek hecelik bir nokta... ömrümde. sana başladım yine... bir sona yani dolu dizgin. bitmemişse/ benim içimden tek suçluda ellerimdir kalbimdir ve ruhumdur. elinden geleni ardına koyma! unutmadım hiç, bazı insanlar böyle yaşar. boşuna şaşırıp bakma aynaya/ yüzünün yarısı yok orda.


tutup kafasından alemi! tutup kafasından elalemi! tutup ellerimle/ ellerini... sarsıp yeri ve göğü! sarsıp titretip yurt saydığım yerlerimi. sarsılıp! çarpıp! vurulup! anlatılan/ dağ gülleri kır çimenleri ve ölümlü kelebekler... ve insanlar içindeki hallerimi... tutup kafasından ellerimle yüzünü! tokat attım. - zaman söyle neden geçmiyor! geçmiyor diye. içimden... içinden söylenen bütün sözlerin gibi. susan küsen ve kaçan bir gölgeydin. - beni bir daha sevme! kafamı sarstım ellerimle oydum beynimi bir ur açtım. bir ur! bütün gözlerimden. seni bir daha sevmedim... bir daha kendimi sevmedim. alemi sevmedim. kelebekleri ve kuşları diri diri kedileri


ve gecenin gözleri gibi kesilen çarpılan ölü kargaları ile her renk sokakları. susuturup. susturan. susayan susuz kalan çöl aşan ve bana bulaşan. aramızda ölümcül bir şey var, benimle onun arasında. o, benim tanımladığım herşeyin şekil bulmuş olan hali. oluyordu derken zamanla. binalar, pencereler gökdelenler, çarşılar, ormanlar, halklar ve uluslar. bildiğin, o kanlı tarihin... her bir yeri oluyordu yani. birden. bire çarpan bir duvar. buldum önümde. bir, kendii somut denklemin eşit bir tarafı olarak görüyordu. bir tarafın ve her tarafın yine sadece kendisini var ettiğini söylerken. dağılan bir kafanın göz altlarına vuran depremleri. uykusuzluğu kollarından tutup zorla kaldırıp ve biraz sarsıp adım adım ilerletir böyle içine. kimsesizlik. kimsenin ve kimselerin hepsinin. hiç biri. yani... elleriyle romanın taşlarına dokunmuş iyonyalı kadınların saçlarını çözüyor. bütün likya mezarları. yeni doğmuş ölüyor hemen. kaç cesetin üstünde ateş yakılıyorsa geceleri. bütün kurtların payı. ölü etlerim. etlerin. def! ettim... zehirli zulmünde güzelliğini. acıdım. halimdeki bütün adamlara şarkılara romanlara ve o sersem aşklara. kapatıp ardı arkasın gözlerimi kapatıp ellerimle yüzümü bağıran kemiren ve tırmalayan bu adam.


gözlerini sarsıntısız parmak uçlarına diken köşesine çekilmiş bir odanın tam köşesine yaslayarak sırtını gel ve dilersen yine deş! kalbimi. kır kapılarımı çiğne ez bütün topraklarımı ellerinle çıkar ve yak. ve aya kurban et. bütün sihirli kelimeleri tek tek öldür dilinle. kes kanı akmayan. zehirli dilimi. öldürdüm. bütün ölümlüleri. - herşey ölsün. ey hiç... benim gözü yaşlı kadınım. sende öl! - hep aklımda kalacaksın demek/ ne demek?


sayfayı siyaha boyadı önce karakalem ile... artık hiç bir yerinde beyaz kalmayınca silgiyi aldı ve silik insanları çizdi beyazdılar... ne vakit ırmağın üstünden, bir köprüden geçsem tüylerim diken diken/ batıyorum içime... değirmen yolu, bütün karelerde kara bir kışa çıkıyor. kar yağmış sokaklardan kir pas içinde yürüyüp/ içine girmiş huysuz bir adam. duvarda akustik bir yankı, pencereden trajik ışıkların tüllerden yansıyan halleri... ve akşam üstüne diz çöken bir gün. bir gün... bir tır genç bir kadına çarptı sokağın ortasında... ve o kimdi arkasını dönüp hızlıca kaçan bilmiyorum ama/ adam bir pipeti kesip... keskin ucunu kadının boğazına saplayıp... kırılan boynundaki kanını emdi... o kanı emip tükürdükçe kadın nefes almaya devam etti. kanı emip tükürdükçe kadın nefes almaya devam ediyordu yani... kollarım ırmağın üstündeki köprüde iki yana açık suyun yüzünde kendimi izliyordum belki de nereden bileceksin... yıldız kayan bir geceye kadar uzanıyordu o gün... kayan bir yıldızda dilek tutan çocukların nasırlı elleri kadar gerçektir bazen. gül gibi narin avuçlara sokulan soluklar ve avuçlanan yüzler. haşin dudakların bir birini yemesi gibi öpüşülen dakikalar. / bana dokunma bir daha! bir daha ağır sapık hallerimi uyandırma çarşaflar altında konuşa konuşa sevişen bir adamın. ağzını bantlayan. kör bir kadın bırakır arkasında. arkamda bütün kaymış olan yıldızlar. eriyen plastik / derimin üstünde eriyen plastikler kadar gerçek acılar buluyorum hafızamda. kalbim de kim? ve ruhum... nerdesin. böylesi zamanlarda kapıların eşiklerine kadar sokulan bahar sesleri toplar ellerim. ellerim bütün duvar diplerinden uzaklarda köklerini kazıyarak çıkaramayacağı ağaçların dallarını dolaştırır bileklerine. dolanan ve adanan bütün yapraklar kurban edilir parmaklarıma. doğanın sesleri üstüne başka bir gürültü tanınmaz. şimşeğin çaktığı ve bulutların karardığı bir fırtına ortasında... havada asılı kalmışsan uçan balonlarla... sıkı sıkıya bağlı olduğun halatları kemirmeye başlarsın.


bir kere düşsen/ meleğim... artık hep şeytansın... kabül ediyorum rollerimi/ oynadığım oyunlarda... köşelere saklan sen. ve ben hep karanlıklarda arayacağım sobelerimi... ergen kadınlara aşık olan ihtiyar adamların beyazlayan sakalları kadar. batar yüzüne çünkü aramızdan sıyrılıp uzaklaşan bütün zamanlar... yanlış bir zaman. yanlış bir kalpti elimde tuttuğum. ve kırdım. ona yapabileceğim en büyük iyilikti bu. kendimi ise düşünmemiştim hiç.

ey! hiçlik aleminin sahibi. bir tek beni mi yok etmedin. içinde.


çok gerekli değil ama/ yetiyor saatlere tedirgin bakmak, bir kere... gidiyor insan. karşımda durma yeteneğine sırılsıklam aşık oluyorum/ parmaklarınla, ellerinle ve kollarınla gelişi güzel ve önemsiz pek çok şeyden mimiklerince bahsederken... bunu nasıl yapıyor diye düşünmeye o zaman başladım. nasıl yapıyor tüm bu herşeyi... belki de herkese/ ya da sadece şuan bana ve sana... kafanı çeviriyorsun bir an, kırılıyor yüzüğündeki taş. ortadan ikiye... diğeri elinde parmağını saran bir çelik sarmaşık işte... hiç bir kılıcın kesemediği vahşi dalları hayatın. üstüne üstüne/ konuşup duran bir... herneyse... kalkıp gidiyor... yani kendisine dönüyor herkes şeylerin içinden bir süre sonra yine sadece kendisine... kolları ile yastığını sarmaya, bir kahve yapıp pencere kenarlarında gelmeyenlerini ve gitmeyenlerini karşılarken ve uğurlarken ağır adımlarla içinde birikmiş bir kaç sözü... yine mesela, yani mesela ve fakat ve çünkü ve ama... ya sonra? ya hep bir sonraya bırakılmış o duyguların intikamı... parmaklarını zorlayan nefes alışverişleri ve kalabalıkların o en bilindik yalanları... yaşıyoruz ve bu iyi bir şey... güzeliz dibine kadar kuyularımızın ve doruklarımızda hep en bilindik hallerimizin... felsefe, şiir ve natural sanatlar/ gothic undergrand haller ve alabildiğine kötü reklam kıyafetleri... bir deri ceket altına koku saçan bir tişört... gel... de burnunu dayama camlara... gelde kafanı kırma bütün ırmaklarla... biri öldürsün beni! biri öldürsün hepimizi. kıysın içimizdeki bütün çocuklara... o kadınlara ve sana...

bir seri katilin iç burkan hazin tövbeleri gibi. günaha sokulan tenlerin gece karanlığında inleyen bedenleri gibi... kıvrılarak dağılan o saçlar... benim yurdum. öz dilim... ocağım... ve alev alev... tütüyor şimdi burnumda. buna hasret demek feodal iç çekimleri olan deli bir adma bırakır bıyıklarının arkasında... ve özlem/ bütün sevdiğim introları aynı anda kulağıma dayamak gibi olsa da... tanımlamaz... bu tutaşan herşeyi gözümün önünde... bir kül kralığı kurdum... bir kül krallığı böyle yanıp tutuştukça. aşka! ve hiç... utanmadım. hiç yüzümü saklamadım yüzünden.


sandığın günleri nefretle bitirirken... bekledim, bahsettiğim saatlerin dolmasını. vücudu yakan güneşin altında göz torbalarımla... bana mecnundan bahsetsinler şimdi yahut dağ delen ferhattan... hep dönerek geldim sana... yalan değil... bütün ülkelerden kaçarak. bütün sınır kapılarından, bütün duraklardan ve bütün köşelerden... kendim gibi. birden bire... saklanarak önce, bilindik bir ağacın altında ay ışığı ve yıldızlarla... çıkıp yüzüne. dokundum sana... yazık değil/ günah! yunusun topraklarında dişimi sıkmalara... bir sopa fırlatıldı... bir köpeğe sanki ve yolunu bir daha bilmeden yola düştü bir adam... iç hırkası yemyeşil boğazını saran kazağı masmavi ve kadife bir ceketle... kahve rengi ve kadife.... benim o. aynalarda kendini arayıp duran. gözlerine çarpıp durulan o deli adam. yollara düştüğünde diz altılarından dudaklarını esirgemeyen ve yazıya düşürürken kendini avuç içlerini öpen. kes... evet. sesini kes ve kopart at boynumu bütün dağların doruklarına bir parçamı göm. ve oğlumdur diye anlat... bir daha yeniden. bir gölge ya da cansız etinde... bir dövme ve bir leke... kara/ sim... siyah. şiir yaz şehirlerden bahset, bileklerinden ve günlerinden. güzel gözlerin gülsün baharlara çocukların yeni yetme halleriyle. öğretmenlerimin elini öperim ben ayağa kalkıp ve eğilerek önünde. biliyorum. biliyorum ve anlıyorum ki alem dar fikrime. bunu kanıtlıyorum yaşıyarak çünkü. biliyorum ve anlıyorum ki. alemin bu halinde bir yabancıyım. dünyayı tanımıyorum ve tanımakda istemiyorum. bundan emin oldum. bundan hep sana çarparken sesim... uyuyan bir kadının sırtıdır bu gözlerimle izlediğim/ben...ben... dudaklarım değecek iki kürek kemiğinin tam ortasına. kalbine dokunacağım yani. kalbinin en karanlık yerlerine. tersten yazılmış bir iç kitabım. belki de... şaşırdım uyanırken bütün uykulardan. sana dolaşan yerlerimi çekmiyorum üstünden... öylece kokuyor, öylece kalıyor bir yerlerinde ve uyanıyorsun. derin bir soluk alır gibi denizin yüzünden. uyanıyor ve dalgalara çarpıyorsun... parçalı ev halleri... bilindik aksi mobilyalar kışa hazırlanan bir askerin botlarına kaçan kelebekleri gibi/ çarpıyorsun ışığına gece lambalarının. bir daha sonra... ve bir daha... kanatlarını yaktım. uçamazsın anlıyor musun... ve bir kelebek mezarlığı gibi... kazdım kalbimi... ruhumu ararken suyun yüzünde... kazdım kalbimi ve bir kelebek mezarlığıdır artık... dilimde ucu sivri yapraklı ağaçların tadı ile... görüneceğim sana... şimdi/sonra ve her zaman... dayanamıyorsun bir kere gitmeyi denemiş olan birine... bir kere kaçmayı denemiş birinin saçlarından tutup. çekip kendine. aydınlık bir bahçede gömüp kemiklerine uyumasına izin verdiğin. bir yaz sabahında... güle vurulan bülbülleri susturursun... göle düşmüş bütün gülleri düşünürken... su/ icinir... su yatağında durup dururken titreyerek incinir... uçmaya çalışan bir kuru yaprak düşmüşse üstüne... uyuyorum... dalıyorum saçlarının içine uyuduğundan emin olunca... zehir zıkkım bir çay bitince ve bütün park ve bahçe görevlilerine izin verilince... dalıyorum. aklının derinliklerine... koyu karanlık bir kuyu/ diye bağırıryorum hep. aylarca yıllarca ve günlerce... parmaklarım yürüdükçe üstünde. koyu karanlık bir kuyu/ yusufum... bir züleyha elini kesecek! bir zindanda ölen bütün ruhlar dirilecek ve bir kuyu kardeş kanı bir kuyu. gözlerine sürülecek bir babanın. kızlarımı çaldın ve oğullarımı. kızlarımı çaldın ve kokulu at kuyruğu saçlarını ve oğlumu, elinde kuşlara atılmaya hazır bir taşla... kanatlarından vuracağım! kanatlarından meleğim... hiç. hiç acımadan. acı ya bile dönüşmesine izin vermediğim bir gaddarlıkla. kanatlarını vuracağım... uyandım. gözlerimi açtım... bahar bahçe kemiklerim üstünde uyuyan bir kadın. bir kere kaçmayı denemiş ve saçlarına gömüldüğüm. y a n i b i r k e r e ö l d ü ğ ü m. kalbimin şiddetinden titriyor uyuyan gözleri... uyanıyor. yüzü yüzümde. yüzü yüzümün tam önünde. burnumda yüzü kokuyor buram buram... yanıyor tutuşuyor. erkek diyararındaki bütün yerlerim. hanlara sokuyorum göglelerini. ayinler yapacağım etine. yaşasın diye. güçlensin ve dirilsin diye. öldüğü yerlerde. birer birer... gidiyor ve kokruyor içinde taşıdığı herşeyden. gidiyor ve korkuyor götürdüğü herşeyden. gidiyor. kalıyor deliren bir adamın göz bebekleri. bütün gidenlerin mutlaka gittikleri yerlerde. parça plaklar henüz bu kadar revaşta değil, henüz tutunuyor herkes kendi cılız ağacına... hayat diyor! kahin... ağacın derinliklerinden doğdu ve insan ağacın koynundan doğdu toprağın üstüne...


henüz bir klüp kurulmamış kaybedilen bütün irkilmelere henüz yazı yine bekliyoruz... yani böyle bir gecenin yarısı... çıkıp gelmişliğime mi bir bahane bulsam yoksa seni zorladığıma mı yansam... tutuşsam. kül olsam... gövdem savrulsa yokuşların ucunda... tepelerden sana doğru aksam... çocuk parkları ile... iş çıkışlarında. salınarak gelen bu gövde... bu totemlerin sonuncusu bu etiketlerin üstümdeki hali bu şekil. bu şema... bu harita ve bildiğim en son halim. içine girdiğim ve içime giren. tadını bildiğim. tadımı bilen. dün/yam... gözbebeğim. bir tanem... kalbim. ruhumun hiç bilinmedik yerlerinde mülkleri olan. ömrümde hükmü olan. öldüren ve dirilten bu. bu gök yüzünü ve yer yüzünü bir tek mimiği ile var eden. yok eden. sahibim. dostum. aşkım. ustam. öğretmenim. kadınım. kölem. bana v e benim olan. çarparak dokun bana. ne yaptığına şaşıraraksonra sonra. kontrolsüz bir şekilde sokul yamaçlarıma. kaldır örtüler altındaki aklını... kumlarını savur. anlat. deli bir ırmağın yatağından taşma istediğini... sonra ak. seller aksın yüzünde toprağın... sular yükselsin. sular... yok etsin. bütün bir kavmi. bir başka dünyayı. bir başka çocukları ve bir başka kıtaları... şiirleri/ ulusları öldürenler. benim yerime de ağıt yaksınlar. benim yerimede oturup ağlasınlar. kemlimeleri içlerinden söküp söküp benim yerime de kurban etsinler. kurda kuşa bil cümle. aleme... seni bir daha sevmedim. seni bir daha sevmedim. bir daha seni sevmedim. bir daha seni özlemedim. görmek istemedim. bir daha asla yanaşmadım adreslerine asla yurtlarından geçmedim. gövdemi yasakladım bütün sınırlarına. bütün açılarına bütün ağlarına bütün... halindeki parçalarına... parçada bir bütüne gidemedim. bana bağır lütfen... bir parçamla yollara düşüp bir bütün olamadım. kendime. sana. bana ağır! kulaklarımı sağır et istersen. duymuyorum. ezbere bildiğim şiddetini etimde. tenimde. kalbimde ve derinliklerimde. lanetlenmiş bir karanlığın bir daha asla gün ışığı göremeyecek olması kadar. kapatıp kalbimin bütün kapılarını pencerelerini. nefret ederek kendimden. herşeyden. ve senden. seni bir daha sevmedim. yani kendine dönüyor herkes... herşey... kolları ile bir yastığı sarıp şekil veriyor uyku girmeyen gözlerine... gecenin bir yarısında adını fısıldıyor. kendisine. kendi kendine... her yerine bulaşıyor azgın salyaları. ellerini sakınmıyor ateşten. sakınmıyor gözlerini karanlık yerlerinden. hayalinden. rüyalarından. çok gerekli değil ama/ kendisine dönen bütün ruhlar bilir. bedenleri hep aynı bedenlere gömülür.


seni ben bir daha sevmedim... buna gerek kalmıyordu. kalmamıştı içimde sözlerin o eski kekre tadı... dilime civa bulaştı... yaktı ve içime aktı... sanıyordum ki geçer aklımda taşıdığım iyi huylu urun/ derin derin solumaları... nerde bıraktıysam orda kaldı cesetleriyle/ gözlerinden düştüklerimin... ağladılar... ağladılar... ve ağıt yaktım ellerine/ avuç içlerine... dudaklarımla. sırf bu yüzden tutaşacak bedenim/ dağ gibi ateşlerin içinde. korkuyor muyum? korkuyor muydum... bilmiyorum... hiç bir su söndüremez şimdi ateşemi. damla toprağa çarptı ve bölündü ay ikiye... bir mucize gibi oldu olması gereken... bende inandım bütün yazılmış sözlere böylece... neyi onarmaya kalksam daha çok kırdım sadece... bunu yapabildim... bunu yaptım. kabül ediyorum... kırgınlıklar varedip uzaklaştırmak bütün yarım gölgeleri üstümden. bir edene kavuşamayan ruhlar gibiydiler... bazı kadınlar hariç belki... onlarında bedenleri vardı ruhları yoktu... yoktu diyorum. ne söylediğime dikkat ediyorum artık... daha fazla kırmamak için kendimi... çünkü yapıştırdım bir hatıralar defterine peşi sıra yüzümü... bir aile albümü belki de. atın üstündeyim ve saçlarım sarı... güneş mi parlatmış o kadar yoksa her yeni doğanda mı olur bu tür saçmalıklar... ya da bir yerde rengini seçiyor insan... koyu karanlık bir kuytuya alışınca.... ben siyah! kara ve sim/ siyah... kendi içime kapatınca gözlerimi başka bir renkle karşılaşamayan ne bekliyorum burada... neyi? kimi? nasıl niye... herşey sorulardan ibaret ve insan yaşamındaki cevapların peşi sıra sürüklenen bir varlık halini alınca... hayata pes diyor. ellerini havaya kaldırıyor.. teslim oluyorum ulan sana! diye bağırıyor... kendi kendine dağlarda... bütün kargalar uçuşuyor dallardan bütün bay kuşlar uyanıyor gündüz uykularından ve yankı bulup derinleşiyor sesin... bir kuyu da... herşeyin artık herkesçe istenen bir şekil kazanınca. itiraz ediyor ellerin. gözlerin ve kalbin. kendine yaptıklarına. bir krizi daha kaldıramaz sanıyorsun ve bir sigara yakıyorsun yahut alıştığın o ayrılamadığın oyuncak neyse... onunla dalıyorsun bir yerlere. bi an/ kendinle yüz yüze geliyorsun aynada... sabahın telefon seslerine kurulu alarmalarına yüzüyle yatakdan fırladığın kaç beden. dokunmuşsa ellerine derini yüzmek istiyorsun. neden kıramadı diye camları... ziline neden basıp kaçamadı... neden seninle bir ağaç evden düşüp bacağını kıramadı diye. oturup ağlıyorsun... ağlamak gerçek yapabiliyor insanı ama unutuyorsun bazen insan sadece tanrılara ağlamalı...


seni bir daha sevmedim. kimseyi bir daha sevmedim. herkesi gömdüm içime büyük bir ayinle... üstünde ateşler yaktım bütün insanlığı o ateşin içine atarken... hepsinin baş ucuna bir mum bir de bembeyaz sayfaları olan bir kitap bıraktım. herkes yaşamak istediği ömrü yazsın diye elleriyle. elleriyle harf harf dokunsun diye. parmakları bembeyaz sayfalara... ne inat ama... bazen giderek sana benzediğimi düşünüyorum. yani, hiçbirşey olmamış gibi yapabilmeye çalışıyorum. etrafımdaki herkes şaşırıyor, insanları şaşkına çeviriyorum. tuhaf biri olduğumu düşünüyorlar başka bir gezegenden geldiğimi... falan. ben bir zaman hatası diyorum hepsine biliyorsun. yanlış bir yüzyıl. yanlış bir aşk yalan yanlış bir dünya.. hiç bir beklentim kalmadı ölüm dışında... ve onu yakalamak için hız sınırlarını aşıyorum gözü kapalı dalıyorum dört yol ağızlarına... dilimde hep aynı ezgi ile... bir daha seni sevmedim. bir daha kimseyi sevmedim. bir daha kendimi sevmedim. başkaları için yaşamaya karar verdim en sonunda. ne vakit kendimi yaşamak istesem sana çarpıyorum... ve ağzım burnum kanlar içinde. kalıyor. ama ölmüyorum. öldürmüyorsun beni... öldüremiyorsun. ne beceriksizlik. ne pis bir huy. ne kötü bir alışkanlık. ne aptalca bir durum... dilediğim kadar aşağlayabilirim. bilirim ki... hepsi değersiz taşlar sana fırlatılmış ve havada / boşlukta asılı kalmış... çarpmadan yere düşecekler... bilmem kaç ışık yılı sonra... başkaları için yaşamaya karar verdim. kız kardeşlerimi evlendireceğim mesela... dayı olacağım hep. hiç bir çocuk amca demeyecek. buna üzeleceğim de... sana bir daha üzülmeyeceğim. bir daha seni sevmeyeceğim gibi... yaza ayarlı düğünlerde yanan ampüllere çarpıp ölen bütün kelebek cesetlerini tek tek cebime toplayıp hepsini saklayacağım kalın siyah defterimin içinde... beyaz dökülmüş güz yaprakları ile süslenmiş siyah bir defter... son cümlesi; seni bir daha sevmeyeceğim olan.


her güne başlamak için sesini açtığın gizli bir kutu sanki için... sana sözler fısıldayan. bunlar sabah damlaları işte her yaprağın ucunda barınmaz, nasıl yurt seçiyor kendine bilmiyorum ama/ çiğler taşındıkdan sonra çıkar ortaya... bazen toprağa karışır zamanla, bazen kafası karışık bir insan çarpar omuzlarıyla/ ayaklarıyla ve kimisi gelip ağzını dayar dudakları ile içine çeker... yoluna devam eder... bunlar sarmaşık karıncaları/ kemirmeden içinde yaşayıp bütün parçalarını toplarlar dağılmaması için... sonra onlarda ölür içinde önemsiz bir çatlağının ve derken sarmaşığa karışır cesetleri dal gibi yaprak gibi... sonra sarmaşık da ölür karıncalar gibi... burası rüya köşesi/ kafanı koyduğun yastık gibidir girdiğin viraj ve ne vakit hız kesmeye çalışsan daha fazla savrulursun boşluğa. eğer yuvarlanmıyorsan yokuşlardan aşağılara. erguvan ağaçları ve salkım söğütler çarpar yanağına yürüyorsan eğer bir patikaya benzeyen kaldırımında... bunlar sokağın kimsesiz ışıkları/ gece yarılarına kadar bekleyip ölümlü kelebekleri/ kanatlarını tutuştururlar ve hiç duman çıkarmadan bunu yaparlar. kelebekler düşer. toprağa. yer sarsılır usulca. kimse farketmez. kimsenin de buna vakti yoktur. ya bir balkon sohbetindedir komşusu ile ya da odalardan odalara ruhsuz bedenleri ile gezinirler. gece çarpmışları. karanlığın endamsız halleri işte. bazen bulaşır da parmak uçlarına ya tiz bir ses çıkar yağ sürülmemiş at kuyruklarından ya da kelimeler tepişir bir biri ardına... burası hayalet evi, duvarlarına kokusuz hiç bir canlı dokunamaz. ruh bir bedene kavuşamaz eğer bir koku taşımıyorsa... ben bu duvarların içinde her gece duvarlara sinmiş kokularla uyurum. iç / içe... burası, suların sulara kavuştuğu ve unutkanlığın insana çarptığı ırmağın kıyıları... ve ben hiç unutmadım. neden, nasıl ve niye tüm bunları kendi kendime anlattığımı... şehirler güzeldir. sokaklar ve dağlar.... içinden deniz geçenleri vardır. su baskını ve deprem yaşamışları da olduğu gibi. burası dibine batmış bir kent. balçığın insana benzemediği bir yeryüzü dibi. ve ben içinde söylenip duran huysuz bir diğeri. henüz biri değil. tek/ başıma atıp duran nabzımı dinliyorum sekron tutuyorum ayak uçlarımla dalıyorum/ saçlarımın dibine ve çıkıyorum gün doğarken içimden


şehrin sokaklarına... daha çok yaşasın diye. duvarıma sinmiş kokular... kendi/ kendilerine...

kimsenin üstüne alınmasına gerek yok... hayat böyle bir şey. herkesi zamanla savurur içine. orada bir adam kalbini arıyor... bir kadın kovdu ruhunu bedeninden bir deli oydu gözlerini sonra bir kuş gelip omuzlarıma kondu bir karga hep peşimden sürüklendi kıtalardan/ kıtalara.... bir ülke tepeden tırnağa değişti ama mayıslar hiç değişmedi bir yumruk sıkıldı ne vakit cereyanda kalsa bilekler... bir adam kalbini aradı sonra... kalbini/ ta uzaklarda içinde kapının eşiğinde merdivenin altında siyah tüylü kedinin yuvasında kalbim yok. - uzatma.... belki de bu yüzden ağlayamıyorum. oysa bunu çok isterdim/ demek isterdim. sana. oysa bunu çok isterdim. ne vakit hep suçlasam tepeme yağmayan taşları bana çarpmayan otomobilleri ve yanan kırmızı ışıkları ne vakit bir vraja yatarak girsem omuzlarına çarpıyorum. omuzlarına ellerimle


öyle diri ki sırtın dövdürüyorum kendimi ben de sim/ siyah bir leke çiziyorum gözlerimle her yerime bana benden yapışan zift bir hal bana benden olan sana senden uzak bir şey gibi burda.. mevsimin baharına dolular yağıyor... çatlıyor yani gök yüzü. kırmıyor ama kafamı hiç biri senin bi an önemsizce durup bakman gibi. konuşmana gerek kalmıyor o zaman yazmana ve ağlamana baksan yeter diyorum kendine iyi... ben... ben nasılsa hep deliye dönüyorum


boşluğa övgü


gözle görünen ve dokunulan boşluktan ötesine sersem zamanlı bir ilk bahar sabahı olur/ camdan sızan güneşe inat. üşümüşsen... -boşlukdoğru... hiç bir doğru yok. hayatın için de... içime sinmiş yılanın yalanı ile/ dağlara yürürüm ne vakit kaybetsem yolumu... ırmağa ve zamana. ki/ çölün kuyusundan kaldırıp aklımı bir dolunay gecesine... kovdum/ meleğimi huzurumdan. kanatların diyorum... kanatların/ gözlerime battı. gerçek miydin? gerçekten miydin... bilmiyorum... artık hiç bir şeyi bilmediğim gibi. bilmiyorum. ölümden mi ileri gelir yaşamak? yaşamın irili ufaklı yalanlarından mı? bilemem. hiç birini... en tuhaf halime çarpan sabah meltemi, denizden bahsediyor bana şimdi denizin dibindeki bütün vurgunlardan... öyle ya... kulaklarım kanadı ve sağır oldum. duymamışsam sesini b i r d a h a... ellerimin içine yüzünü gömen bu adam çirkin bakışlı bu akvaryum balığı hiç/ unutmayan bir hal alınca. hayatın içine gömülür. cesedim.


tepeden tırnağa. ne gök yüzü kandırabilir artık beni ne de dibi yerin. hiçim... parmağımda parlayan yıldız kapımdan havalanan güvercin yoluma çıkan karınca. ve bir gün bir yerde beni karşılayacak olan ölüme... sunacak bir ömrüm olacak. ha ya tım. bir tünelden geçtim ve çok karanlıktı heryerim... ey dünya... sana mal olan bana yük. savurdum o zaman sırtımdan. ve defolup gittim. Atlas gibi mağaralara orda beni karşılıyor pan hepimiz burdayız. lethe ve anka çekildik huzurunuzdan bağışlamadan bütün dileklerinizi... / asma yaprağı ve incir sütü bulaşan bir telaşla tırmanan o bembeyaz sarmaşık toz/ gibi dağılır içime... çarp! yüzüme ellerini bir daha. tokat at ya da gücün neye yetiyorsa onu yap bana. avuçladın sayarım son kez. asma yaprağı ve incir sütü dilimi yakan bembeyaz leke! hiç bir yere gitmeyen ayaklarıma dolaştıkça köküne yürüdüm bir daha.


damarım orada. yaprağında düşmemek için direndiği o balkon kadar uçurumda... sigaranı söndür. git. müsait bütün yangınlar izmaritlerine ormanlarımda. adımda bulamadığın o imge/ beynime dolanbaçlı bir patika bıraktı sonunda. tornavida ile oysam bir film evet siyah beyaz ve matkap bulunmuş bir şifre hatta. hayır... dolunay var penceremde. asma yaprağı ve dilimde incir sütü. acı. yapışkan... kargaların, en çok kargaların içimden geçtiği bir gölgeyim. kimsesiz kaldığım haftaiçi tatillerimde. yeşile uzanıp kırların ezberini bozmak motor sesleri ile. kaskı çıkarıp kafamı kırmak parmağımın ucundaki ateş böceği ile... yarısı meleklerimin dumanımın yarısı bütün gölgelerimin... asma yaprağı ve incir sütü ne bilge bir berduş olabildim nadasa bırakılmış bütün ezberlerimle ne de yaşama kafa tutup çekip çıkabildim kapılarımdan... yıkamadım duvarları kıramadığım vazolar aşkına... orkidem... zehirli onunla kurtulup onunla tutsak olacağım hayretler içindeki ayın yüzü ile


gök yüzüne. ona gömülüp onunla sarılacağım. yerin de dibinde... cennet ve cehennem. yaşadım... ey/ bütün inandıklarım... irkildim uykularıma hazırlanırken korkulu bütün masallarınızdan tek tek... ve sevdim. kedileri martıları ve bütün varlığı. anlamlarıyla... günah çıkardım. günahkardım. bütün mabetlere doğruda girdim terste. çarpıldı parmaklarım yüzüne dokundukça. çarpıldı ve bir daha doğrulamadı. içime. seceye kapanmış bir müşrik! bütün. günlerim... asma yaprağı ve incir sütü dudaklarımı bağlayan bir sihir şimdi donup kaldım. donup kaldım... sert uyandığım sabahlara... ellerimle arandım en kuytu yerlerimde ve sürtünerek çıktım... doruklarına zevk! aldım mı? alındım mı daha çok... bilmiyorum... artık hiç bir şeyi bilmiyorum. h/içim ve bir piç olmak için


sildirebileceğim bir dövmem bile yok kimseyi üstümde taşıyacak kadar sevmedim ben. işaretler bırakmadım hiç bir yerime. bileklerim hariç. aklım hariç. ayaklarımv e ellerim hariç. gözlerim ve dudaklarım hariç. yalan. hep başka bir bedene gömdüm cesetlerimi ve sen nerdeydin? sonsuz toprak bereketli tarla kutsal rahim... nerdeydin? yokluğunun çölü diyorum. gördüğüm bütün seraplara. hayret içinde incir sütü kıpkırmızı akıyor dalından asma yaprakları alev alıp yanıyor. nerdeydin sen dedikçe büyüyor gözlerim bebeklerim büyüyor... ellerim büyüyor... nerdeysen kal orda artık. sonsuza kadar... istemem hiçbir kendini bilmezi cevaplarımda çünkü hep bir soruya çıkar açılmayan kapıları neden? nasıl niye incir sütü ve asma yaprağı bulaştıkça bana kana taş sürdüm


kabilim... kana taş! ki hepsi tek tek... sözlerin... // kalbimde bir delik açtım bunu gerçekten yaptım. sözlerle... verilmiş ve alınmış herşeyin ortak kaderi ile... yapılabilinecek en tutarsız şeydi belkide hiç bir şey yapmamak durmak ve izlemek. beklemek gibi avuçların terlerken yahut güneşi devşirirken omuzlarında bir tepede bir dağın başında deltalarında akar suların denize kavuşan bütün ırmakların ağzında zaman geçer... zaman. sular gibi geçer teninden ve akıp seni de terk eder.................. tamda böyle olur bekletilmiş bütün duygular içinde. çünkü kalbime bir delik açtım. sözlerle... verilmiş ve tutulmamış. alınmış ve duyulmamış... sonra beklemekten vazgeçersin. küçük bir andır bu... o kadar küçük bir andır ki onca zamanı nasıl defedebilir diye şüpheye bile düşersin telaşla. aynalarda ararken yüzünü bu ben miyim? sözlerindeki... bu ben miyim... ıslanmış göz bebeklerinde dağılmış saçları ile oyalanan


kapıt bir mendile bulaşan kaç damla yıkadı aramızdaki kiri. kabül etmiyorum ateşTen başkasını eğer arınacaksam günahlarımdan... kafamı öne arkaya sağa sola durmadan sallasam sarsılsa ağrılar içindeki iyi huylu urum... ölümden kurtaramaz beni yine de acıyı duydukça yaşamı hissetmem. nefret et bu inadımdan lütfen... bağlandıkça gözlerim vücuda verilen elektiriğin biriktirdiği bu çarpılma... soğuğun çıplak teni titretmesi kadar mı... son insan kalemi yıktım. bitmiştir bütün nesillerin o son ve mübarek geleceği hiç bir haberci artık gök kuşağına inandıramaz beni yağmur yağdı ağladı gök yüzü/ kandırma beni renklerinle bir daha... çünkü toprağın o kutsal rahmine düştü damlalar... budur belkide sana ahmakça gelen bana ise bütün yaşamın şifresini anlatan o tuhaf iksir... karaya çarpan bir damla... bir damla daha bırak düşsün daha gözlerinden karaya çarpan bir damla bir damla daha bırak düşsün... kağıt tücarlarının ya saten ve saf beyaz sayfalarına ya da kapağında bulut olan mısralarca... fark etmiyor. ağaçları köklerinden sarsarak söktükçe...


kalbimin ortasına bir delik açtım. kanını bir pipetten emerken... zehirlendim. başka biri oldum... sana değil sadece kendime de inandıramadım. varlığı mı hayat bu yüzden bir rüya sadece bana. ve sana... inandığın bütün gerçekler ile gerekçeleri... sudan sürünerek doğrulan bir tılsım/ güya... ezdim küçük parmağımla o ilk yalanı dudağımda... öpmedikçe/ doğamaz bir insan içimde... devrim budur. evrilirken yaşam kıvrımlara.. devrim budur. iki evrenin gözgöze sevişmesi. devrim budur. (?) zamanım yani... benim doğduğum yanlış yüzyılım... senin ait olduğun dünya.


 orada bir çocuk ruhunu arıyor... belki bütün herşey bir tek cümle içindi.

boşluk - 2 ihtiyaç listeleri yapmak lazım... hayatta kalmak için. savaş yok hiç bir şeyle aramızda ama yinede listelemek lazım tek tek bütün ihtiyaçları. yer yüzünün bütün altın madenlerine atom bombası atıp kirli pasaklı kara çocukları yakmak lazım tenlerine yapışan erimiş altınla... kalplerini yinede çarmıha germek yetmiyorsa fasfoot lezetlerin annemin kederli bir tek sesi yeter... tanrıdan gelen bilinmeyen bir sperme... oL sufle... ne anlatsam bambaşka artık dilimde. oL ki bitsin düzmece metinlerin ağrılarımı dindiren işaretleri ellerimde. ihtiyaç listeleri yapmak lazım... hayatta kalmak için. savaş yok. hiç bir şeyle aramızda


duvarları düşünüp duran bir tutsakdan daha iyi değil bu ses sanatçılarımızın mikrofonlu pozlarına atılmayan imzaları hep aynı nakarata çıkarır notaları... noktaları... sonraları... duvarları yıkamayan bir berduş gördüm düşümde.... sigara kokan parmakları ile dişlerini sıkıyordu dünyasını sarsan haplara/ taşlara/ dağlara... böylesi komik şeylerin kaderim de işi ne diye sormaya başladığımda uyandım. sakallarım kirliydi... saçlarım savruk ve kısa bir ırmağın yüzünde yüzümü gördüm. bu ben miyim? bu beni taşıyan içinde... bu beni taşıyıpda içinde dışında bırakan... kim? kime bulaşır artMIŞ sularında... morbiryel aklımıçalmış gülümsüyorum. gök yüzüne inatla ağlıyor mesela... inatla ve durmadan bahar yağmurlarından bahsedip beni kandırma. - yalancısın hep bildiğimin başıma gelmesi geleceği gördüğüm anlamı taşımaz.


bana bir şaman din adamı yahut mühim biriymiş gibi yaklaşman seni varlığına inandırmaz. evet boşluğum... hiçlik alemim... kollarını açarak karşıla beni hep! olanlar. var olanlar... küskün çocuklara yalan söylemeyi öğreten... kötü cadıları zamanların... ne tür bir anarşist sistemler gereği uygun görülmüş robot üretme merkezinin tam tepesindeki üçgeninde yer alır... bu üçgen çıkmazları... bu deccali hep tek gözlü bir ilah sanmaları bu hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamaları yok mu damarlarımda zonklatıyor hayatı defolup gidemiyorum ölüme. hepsine inat... biliyorsun. yasak bu ellerime... ey boşluk! ey yeri doldurulamaz omuz başımdaki mis kokum... gel aklımı çel bütün bitirilmiş sonlarla... hep aynı zarın içindeyiz. tanrılar yaşadık.ça cennet ve cehennem hep aynı zarın içinde hep başkasının başka başka isteklerince uygun görülecek bir gelecek...


 böyle düşünüldüğünde çıldırtan bir salıncağın zincir kovalayan sesi gibi/ dağılır içine... varmışçasına aldığın bütün kararlar... ey boşluk. sonsuzluğum... dizlerimdeki kederli bağı çöz... dilimdeki aksanı bozuk aşk yaralarını temizle kalbimdeki boşluğu derinleştir. aklımdaki iyi huylu uru büyüt beni içine al... beni etinden geçir sar beni bırakma... h/içim... başka ve aşka davalar edinen silahsız erlerim/ erken yaşta şehir aşırı yollara düşmüş ergen kızlarımın gerdek gecelerini çaldılar... başka ve aşka yasalar gereği hepsinin tez elden vuruldu kelleri ama... kanları hiç kurumadı. kimsesiz kalan rahimlerde... - şairlere inanmayın! şehit düşmeyi sevdirirler sizlere... yahut... şahit düşmeyi/ bütün duraklarda... dikene batan çam gülü yangına koşan itfaiye ateşi ve bütün asfalt kokan yokuşların sonu renklere çıkan ışıkları...


çarpsın ki gözlerimi... görmedim. bu kadar ustaca çalındığımı bu kadar ustaca söylendiğimi


albüm kapağı balçık olan insanın dudağında... hiçim!


sonRAların en yücesi... set/ örüldü nilin kanatsız kalmış sularına... şeytanın bir tarihi var. bütün insanlığın olduğu gibi... yerin ve yüzünün bir tarihi var. avuçlarımda/ sıksam da parmaklarımın arasından kayan tanelerince. yahut uyusamda yüzümle... tam karşında... hep rüya'ya bulaşan bir anlam... aramızdaki bir zaman ardımızda kalan herşey gibi. peki... bitir sebepsiz gitmelerimi... bitir ve çekip raflarından at! artık sözlerimi... kaburgalarımın arasındaki o et! o bütün kıvrımı ile sarsılan pıhtı/ asılı kalan muallakta! ve bir aşk! taş gibi... ulu orta. böyle oluyor demek... bütün yıldız ötesi yolculuklar... çarpılıp kendine. diz çöktüğün bir an gibi yasaklarsın ruhunu! bedenine... ellerin vardır çünkü ellerin tıpkı bu günün ve yarının olduğu gibi. ellerin vardır ve ellerin camların yüzüne işaretini bulaştıran bir buharın sersemliği şimdi çek elini silinsin bütün yüzlerden bıraktığın belirgin izlerin... izlerin çünkü ormanlara aklımı çıkaran bir hayat patikası sıskaca sokulan kanıma. bulaşan çirkin bir leke saçlarımda


omzumda boynumda şimdi ve hiç bir kokunun kapatamadığı bir yara izi gibi kanıyan bütün baharlara... çicek açan bir saksının sana yas tutan yapraklarını sarıyorum tütünle... yani... yakıyorum hepsini tek tek ormanda olsa kuru çalıların adımlarımda ırmak da olsa düşürdüğün damlaların aramızda söz/ bir daha kirletmem içimi kendimle... orkestranın en tiz sesleri gök yüzünü çatlatıyor kulaklarımda evet... bir fırtına ancak böyle tarif edilebiliniyor parmaklarımda akvaryumu deviren hani ve saksıyı yıkan o rüzgar gibi... bir anda savurur herşeyi. toz toprak gerisi yani ölmüşlerin de elleri gözleri parmakları sanki yalancıyım. o zaman bir daha oku! sana delirdiğim kaç ay varsa rdm/ silahsız güçlerin bakım ve onarım merkezi aklımda diyorum deliler için bir dünya var bana günlük tut diyip rüyalarımda gezintiye çıkıyor tanıdığım bütün örümcekler //


bir mağara ağzında hepsini bağışladım... ezip geçmedim yani güvercinler havalanmadı diye belki de. kuşlarla konuşan bir adamın yalnızlığı karşılıyor bütün insanların yüzünde dilinizi bilmiyorum meselem bu! ve hastayım... imkansızlığa... suyun yüzünde yürümem gölgemle sarmaş dolaş uyumam ve hep başka bir bedene sığınmam bundan. aşkın esrarlı bütün sololarında hep kör ebe oynayan çocukların yasını tutuyorum içimde. nereden biliyorsun? nereden biliyorsun ki beni bu kadar... onca zaman konuştun ağacın dalı köklerin yaprakları ile... bütün yeryüzünü sana tek bir mektup yaptım ben! pulsuz ve nakışsız ve yakışıksız benzetmelerini sok çeplerine... belirsiz bir zamanda lazım olmayacak artık. yırt ve at! sayfalarca... sustuğun ne kadar kelime varsa kağıtlar üstünde... - kırmızı bir mektubun hiç mi rengi solmaz? sen ne biliyorsun? neyi... bütün yarışlardan çekildim bütün köşelerde cesetlerimi bıraktım ve hep kendime döndüm. söylesene? yoksa gittim mi? hiç başka bir ülkeye... araf sureleri... bölüm yastığımın altı... mısra hecelerin düzensiz bütün eylem halleri yaşasın! anarşizim ve nihilizm... tarihin kadim çöplüğüne gömdük bilimsel diyalektiği


sınıf savaşlarında ağır yaralar aldık. ve aşk! merhem diye... hep dudaklarımızı dayadık bütün boğaz ve omuz aralıklarına. hep! yenildik ey bütün ordular... hep yenildik! ve daha çok yenilin... her yeni gün... bıkmadan insan olmanın anlamlarından... çünkü bütün karanlıkların emdiği ışıklar... ancak böyle can bulacak. yeni bir insan tanımanın o en zor anlarında elimden tut! elimden sıkıca tut boşluk... yeniden kendimi nasıl anlatabilirim diye. birine... bir kimseye... - ben hiç. boşluktan kıdem alan ve yaşımdan gün çalan bir yer yüzü kaçkını... kaç adem oğlu yaşadım bilmiyorum artık en net hatırladığım firavun sulara gömüldüğünde ordaydım ve roma yandığında ve sezar bıçaklandığında sırtımda ağır kanamalı bir adamın iç burkan trajik yaşam öyküsü gibi/ yapışkan duran... gözlerini çek üstümden. tepeden tırnağa istedikleri ile. istediği sürece var olan bu adam... bir mucize... bütün sokaklarında... bundan sonra... sonRa... ayrıldı kınalı ve kanlı ellerindeki kalbini kaldırıp dolunaya - buradayım set! burada olduğun sürece/ der ve perde iner... geriye introlar içinde seni beni onu bunu en güzel anlatan müzikler kalır... çınlayan nakaratın hep aynı notaları...


sis vardı gözlerinde... nem dağılıyorken yanaklarına... dayanmaz dedim. parçalanır bu kaçıncı bardak elimde çatlayarak... /// boşluk -4seranat bitti gök yüzü devrilebilir sırılsıklam üstümüze... kabuğumdaki inat... çercevelenmiş kaç poz bırakmışsa arkasında o kadar içine işlemiştir... yaşam denen zehir. tam bir bağımlı göz altı torbalarından soluyor baharı titreyen elleri ile tutup ağırlıkları boğacak gibi! kafasına hep taktığı şans kapsülü ile ışınlanıyor yıldızlara... Houston! gözden kaybettik uyduyu yeşil adamlar çaldılar elmastan gözlerini ve kafalarındaki antenlerle soydular derisini... pul/ pul... dökülen balıkların yüzgeçleri ellerim... boğumtrak bir öksürükle boğazıma yapışan afyon güzelleri hepsi. tıpkı öldürdüklerim gibi. ne zaman kayıp olsam! ormanlara yürürüm o zaman dağlara... boşluğum beni karşılar bütün mistik canlılarıyla minderler kurulur sofralarıyla hiç iştahım olmaz o zaman yaşamaya şiir okurken nutku tutulan ve en saçma yerinde durup yutkunan bir çocuğun tuhaf sesi


gibi işler ellerime şehirler dokunduğum ağaç gövdeleri ile... antik müzelerine gözlerimi dikip beni/ mumyaladılar içlerine... ne kadar da saçma biri oldum çıktım sonumda egom ne kadar da müthiş dünya aleminde görmek için nefes alış verişini yolları dişleri ile çiğneyerek kocaman bolanlar yapan egom! dünya kadar burnumun ucunda birazdaha nefes versem derinlerine... patlayacak bir balon kadar... iğneni sok durma! dağılsın yüzüme yapışkan bütün anları insanların içindeyim/ sınıfım var ve evet bütün müdürler tedirgin oluyor / bir birimizden... bizden kim? ya senden bahsediyor kuşlar ya da benden ağır sargılı haber bültenleri çatışma çıktı kalbimin üstünde kim ne derse desin... kim ne derse desin... arkamdan vuruldum ben. sırtımı dönüp içinden deniz geçen kentlere ve ülkelere dağların doruklarına bakıyordum bir an ve suya verilmiş çelik işledi etime... kaburgamda bir titreme belki de yıkarken bedenimi öldüm! durmadan an an öldüm diye... farkettiğim kalbimin üstündeki kaburgamdaki kızarıklık. ne kadar da detay şimdi durduk yere ama imgeler kurmayı bilmiyorum hayata. bu yüzden sadece mısralara yalan söylemedim. sezarım ve ölmem gerek... herkes sadece ve en çok kendisinden bahseder.


bilimleri red edelim peki doğayı ne yapacağız peki karnesinde pekiyilerin tepiştiği çocuklardan ben de nefret ettim... bok var. hep içinizde... hep... hepsi... boktan oluşan boktan yaşayan bir nesil var etme savaşı benim savaşım değil bu benim savaşım kutsal! amaçları bir yeryüzü cenneti kurmak değil asla... yeryüzünde bir cennetin olamayacağına inandırmak insanları... ve kahraman kadınlarım hep a seçeneğine takıldılar... sınav sonuç belgeleri evlerindedir kimisi çöpe düşmüştür zamanla kimisi eski evlerin kokuları yok olup gitmiştir taşınıyorum LAN! dangalaklıklarında... aynı akılla kurulacak bütün yeni yaşamlar insanın kendine söylediği en büyük yalandır... yalancısın... anlıyor musun? bir çocuk ne zaman yalan söylemeye başlar? yapmak istediklerinin terisini yapıyorken... kırıldım. içime... eğildim ve büküldüm bir metal gibi kerelerce biçim verdiler ocaklarında ve şubatlarında marta hep aceleyle çıkılmış yolculuklarım denk geldi ve terhis belgelerim elimde. istesemde dönemeyeceğim tek yerimi hayat böyle öğretti ve nisana kafamı çarptım. kafamı kırdı umarsızca taşıdığın kokular üstünde kafamı kırdı gözlerimi doldurdu ve düşürmedim hiç birini bütün toprak parçalarına yani kara lara... buna hakkıda yok kimsenin hiçbirkimselerin


o sondu bir daha gözlerim bile dolmadı orta parmağımı kaldırdım sırtımı döndüm yürüdüm yürüdüm denizlerin yüzünde güneş gibi battım içlerine okyanusların gecelerce aklımı yıkadım ay ışıklarında ya haklılarsa... onlar haklıysa ve hayat bir oyunsa dilediğini dilediğin zaman yok edip kayıpedip silip imhaedip patlatıp dişlerinin arasında bir hap gibi en fazla... seni titreten benim dünyamı başıma yıkan. bir söz gibi mesela... dudağını aralıyorsun dudağımı araladıkça nefesim ciğerlerine yapışıyor ve kasıklarından dalıyorum bütün derinliklerine nefesini tutup bunu izliyorsun bunu izliyorum sırtın ürperirken ellerimi kaybediyorum saçlarında içindeyim... boşluğum... tam içinde...


Bölüm I. Kümes sesleri… Yaşamsal bir biçim olarak baş gösteren bir düşünce, derin karanlıkların lamba ışıklarında. Durarak bazen, bazen geçerek var oluyordu. Biçimi sersem saçma saç, dümdüz beyaz ve mavi. Atkı, ceket… Bunları düşünüyordu, bir omur kaslısı omur kaslıların içinde neredeyse sıska sayılabilecek bir sertlikle duruyordu balkonunda bir restorandın ve en hızlı gündemlerin 19. 01. M.s.82 Bölüm II. LaHİD… La/ hid. asamdaki kilit taşı. izi/ Avuç. 11. 04. M.ö. 4213 Bölüm III. Budala/ Sersem… İki omuz kaslısı herkesin ve hiçbir kimsenin duyamayacağı bir ses tonunda, konuşuyordu. - bak şimdi! Taaaaııpğğğ nerden bağladın meseleyi budala dayı… - yaaa. Öyle ama, bıçaklanan kamil bizim mahallenin sünepesiydi. Orhan abinin oğlu, yiyenini var be oğlum.. - he – he tamam hacı dayının oğlu? - Onun abisi be kardeşim! - Yaaa……aaa…..ığ. aaa h hayat haaa hayattt keeelle. Kelll lle lllleeekkkk. Kelek. 22.03. 2011 Bölüm IV. Burası… Darmadağınık bir saç uykusu. Dur bekle.. ve bekle. Burası, sonbahar yok / yaz köşesi. Soğuk. V e soğuk sokaklar. Rüya. Rüyası… sıırrrııılsıklam uyandım. Islandım. 01.04. 2011 23: 05


Sanırım...

Çiçek tarlalarına uğra. Bulut tozlarının içinden geç. gözleriniavuçla sanırım ve bunun gibi birkaç kelime gezinip duruyor ağzımın içinde, ellerim sanırım!, yağmur sanırım bu!, hayır yıldız kayıyor sanırım!, … Emin olmadığımı düşünüyor düşündürtüyor bana bu kelime. Gerçeğin, öncelikli hallerini düzenlemenin o en eski dozu/ ağrılı bir baş, bulut arayan bir bakış, kediler… Mevsimler… Görmen mümkün değil pek ama henüz /sanırım/ hiçbir dal filiz vermedi. Isınmadı tam ve sonsuz yakıcılığa ile yer küre… Oysa. Bir anda başlayıp bitecekti. Bir anda zaman geçecek ve yerine sadece an/lar… Kalacaktı. O beni anlar… O beni dinler… O/ anlara birer kare bırakamadan geçip gidemediğimiz kaldırımların en yoğun semt isimlerinden dokunmadan taşlara ve devirerek içimde kaç putu/ yaşasın devrim! Yaşasın hümanizm! Yaşasın tek tanrılı bütün dinler! / avucum terliyor sanırım, kitapları çantamda taşımaktan… Yeşil bir kapşol süravisi olmaktan ve kadife bir çelik zırhla adımlamaktan yeryüzünün hallerini… en tenha gözleri Parmaklarını ısırırken Tanıdım. Böyle oluyordu işte, böyle olmasını beklediğim bir yabancılaşma/ sonra. Sonra, diye başlayan bir dönem yaşamış mı oluyorsun yaşın kaç olursa olsun? Peki. Tüm bunlar olsun dediğin an/ neresi? Böyle bir an oldu mu hiç ve kaç kere… Hiç kimse “umut”tan bahsetmiyor ve neden korktuğunu bile açıklayamadık çocuklara –geceleri- karanlığa alışmamış gözlerin yaşadığı şaşkınlık/ en dibine iniyoruz başladığımız her şeyin ya da geri dönüyoruz /dönüyoruz bir dahası için yeniden. Çekirdeğin tam ortasındaki boşluk! İçine çek beni. Beni savur en uzağına. Unutmuyorum hiç. Hiç unutmuyorum nasılsa… Artık bitti. Artık… Denen kelime de. Bundan sonrası için ne yaptığımızın önemi olacak, ne düşündüğümüzün değil. İdeolojiler çağı bitti. Koskoca dünyada vahşi yaşam belgeselleri ile yalnız kaldık ve mağaralardan çıkamıyoruz. İ(k)d/ea’ dan bir masa da olsa engelimiz. Kırık uçların bunlar Dağılan banyona Birkaç ağaç zamanı geçmiş Aynalardan… Yüzüne sinmiş iyot, dilimdeki eşitsiz yanma hissi kupa, kulp, pub, birkaç kelimeden kurtulma isteği/mimik. Düşünceli görünebilirim, katkat giyinmiş gözükebilirim, saçlarını su ile ıslatmış gibi gözükebilirim. Gözlüğümü çıkarabilirim… sanırım bunu yapabilirim…


İlk sufle… Babalarına terk edilmiş kızlar Vampir oluyordu. Ve ailelerinin yanındaki erkek çocuklar Kurt adam. Küsperisi; ilk sufle. sen saçlarını sıyıracaksın sağ kolunun altından önüne doğru esen rüzgarında/soluğun ben yaprak dökeceğim başka bir bahar için/diyen amcayla yatıp kalkıp duracağım bazen olduğum yerde bazen metroya inen merdivenin 47 basamağında bir tabelada bir ışıkta siren ses ve felaketler yaşanırken/ tepemizden atacaklar bildirileri uçaklarla yaşamak için kaçın! bir birinizden..... bağbozumu; ilk sufle… hı hı. içinde onun çelikten bir zırh gibi koruduğu kendisi var. hafif uçucu bir koku gibi ve onu bir nihayete erdirmek görevi. o görev bittiğinde anlaşmalı iki taraf gibi bir birinden ayrılacaklar... kabuk yeni bir kabuk olmak için yine önce toprak olacak ruh./ öz olmak için bütün ruhlarla bir olacak küs perisi: tersinden yazıyorsun anlamları en çok bu yönünü seviyorum mesela bu zor bir şeydir arpça tersten yazılır mesela -ama- “hala yalnız mısın?” Doğru. bir cevap değil bence/İllüzyonu aklın akıl/ bedenin, hizmetindeki o küçük er. ve fakat ben her sabah ruhumu buluyorum benimle uyuya kalmış bir şekilde... ve buna rüya diyorum. sana!


Küsperisi / bağbozumu; II. ...zaman. I. Dünya değişti Suda hissediliyor… Toprak da hissediliyor… “havadan kokusunu alıyorum…” Küsperisi; Kısıkbirışığıniçinden itiraz: Onlar bütün geçmişimizi biliyor. Bunu bize onlar yapıyor. Aynanın diğer tarafındakiler. Bir kurguya dâhil edip hepimizi Soyutladılar/ renkleri. Geriye bir tek gece kaldı Geriye bir tek gündüzü Sim/siyah kapayan gece kaldı… Hey. Orda mısın? Lanetolsun… Saçlarıma karıştığını düşündüm bi an. Sıramın karıştığını düşünüp… Ayağa kalktım. Elimde eldiven. Onlar/ denize eldivenle giriyordu Değil mi? -hı hıyabancıları seviyorum yabancıyken bana yabancıyken yaklaşırken dinlerken izlerken Bağbozumu, son kelimesini öyle bir şiddetle söyledi ki; gördüğü şehri, parmaklarını cama yaslayarak… Tırnakları ile çiziyordu/avuçlamak istiyordu. Küsperisi, elindeki kahveyi masaya koymak için durdu… benimiçinbiryabancıdeğilsin./ dedi.


Sana Ne Yaptım?

benim bütün renklerim! açın bütün seslerinizi… toplayacağım/ ellerimle. Bildiklerine inanmadın, o kadar/ evet… Bana bunu anlatacaktın… Kaybederek kazanacaktın, hepsini/ hayır. Bana bunu unutturacaktın… Öğrendin evet. Kendimlekalakaldım. Ve şaşkınım… Duvar yazılarını okumadan geçiyorum, sokak isimlerini ve günleri unutabiliyorum. Bana yapmak istediğin o muhteşem plan işe yaradı… Ve ben ortasında kalıp her şeyin. Hiç. Leş.ebiliyorum. Haklıydın, bunu ben yaptım. Kardanbir adam. Gök kuşağın kıyısında en fazla bir damla… En fazla kadim bir karanlık ve en fazla çözülünceye kadar… Yürüdüm… Yürüdüm ve gelip üstümeüstüme/ yanımdan geçip giden gölgelerim. Cesur dişlerini onların, söktüm. Altdudağımın içine yerleştirip dağınık sololarımı… yürüdüm ve ıslandım. Yürüdüm ve ıskaladım. Yürüdüm geçtim o kaldırımlardan… zaten orda değildim. Zaten hiç şehrinde… Haber vermeden, bulduğum adreslerin tam karşısında ne aradığımı sorduğumda kendime, ellerimden sıkıldım, dizlerimden. Ve sana sabahın ışıkları dokunmadan çekip gittim. Sırtımda dünyam. Ve gözlerimin içinde/ parmakların. Bu yüzden, nerde olduğumu şimdi kokularından anlıyorum. Tapraklaryoktu Yeşerirken dallarım… Dökülüp. Parçalara ayrılıyordu ya Kabuğum. Zırh Ektim bende… Korktum diye Belki de. Bu. Herkestenherşeyden…


Uyuyorduk

Sayfalar boş kaldı… Kitaplara Omzumuzda boş sayfalar Bıraktılar. Uyuyorduk, sanki… Gözlerimizi kapatıp ve yastığın altındaki ele, kola, kokuya sataşarak /bulaşıyorduk kendimize. Bunu yapıyorduk eskiden. Ve neden sonra… Yapamadık. Bunu bir daha hiç aslında… En son gecenin ensonunda, unuttuk. Beceriksiz yapıyordu bu bizi… Dalına uzanıp bir elmanın, yaprağına alışarak yerlere düşmeden hiç. Uyanıyorduk. Yanağımızda izi, yanağımızda isi. Sis dağların doruklarından Apartman boşluklarına Dolacak. Göz gözü görmüyor, göz göze bakamıyor. Günah, ayıp ya da daha nesi… Gazabın üzüm bağlarına gidelim… Bütün derinliklerin. Bütün elma şekerlerinin… Bütün ay dedelerin… Prenslerin ve demirden pelerinleriyle o efendilerin… Hepsinin. Hiçbir yeri. Senin gözlerin. Benim ellerim. Zamandan bahsetmiyorlar. Zamanın hiçbir anından bahsetmiyorlar. Bir cinayeti işleyip, bir bıçak bulup/sırtında Atlasın ve bunun otopsisini yapıyorlar… Zamandan bahsetmiyorlar ve bu yüzden hiçbir kimseden, hiçbir şey bilmeyerek. Ölüyorlar içlerine. Tek başına /uyuyup tek başına uyanacaklar yine. Aralarındaki kudretli nefret sadece dokunmalarına izin verecek, maddenin, etin ve kokunun. İnmysleeping… Sesi tiz ve boğumtrak Baharın/kokusu… Korku kayalıkları bunlar canım, derin orman ulumalarının yol bolup bir zaman ilerlediği… Bunlar, çelimsiz seslerin kulaklarımda çınlayan sesleri. Yaşam/. Cüretli defterlerin kayaya bulaşması ile dönüştü. Ömür - e. Sayfa açıyoruz omuz hizalarımıza/ gözlerimizle onaylayarak. Beceriksiz parmak işaretleri bunlar. İşaretin ve ortanın içine baş. .. Ve kesilmiş bir söz kadar Ve ağırdı. Bir daha hiçbir mısra başlamadı.


Orada bir çocuk ruhunu arıyor...


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.