Lan

Page 1

gibisizler


İçimdekiler


Gibi yok gibisi yok öyküler...

bazen ne mi olmuyor Lan! Bazen eksik kalanDA ne? Hep sarmalı büyüten dehşet ya gerçekse ayetleri...


sanabana Sen mi çok haklıydın yoksa gerçekten kimse yok muydu orda, insan cevap arayıp duruyor ya beyninin derinliklerine... Bak işte tam olarak bu önemli değil benim için. Eğer kolumu kaldırabilirsem omzumdaki tuhaf sesleri daha iyi duyabilecektim. Mermer bir levhaya çivi/çelik yahut yakut. Çizerek ekliyor yeni bir sayfa. Belki kim bilir sadece yuvarlanıp/ sürtüp asfalta ya da savrularak yuvarlanmak. Kokusu baki bir yatağın içinde yana yakıla, uykusuz... eklemde meydana gelmeyen kırılmanın ete ve kasa dayattığı yırtılma. Ruhun boğulmamasını sağlıyordu sadece şimdilik. Ben, kalabalık bir bit pazarında soyunu hamamböceklerine dayatan bir sonradan vazgeçmeyim. Sonradan körleme benimkisi. Sonradan sağırlılık, sonradan lallık, sonradan LAN... sonraDAN. Hep sonraDAN başa gelen akıl, uzak diyarlarda sazı sözü ölmüş adamların. İçini kemiren bir dal kurdu/ asasını dağa taşa ve bozkıra çalan bir berduş ve keşiş. Safkan bir şaman. Işte... omzundaki seslerde/ tanrı şahitleriyle yaşayıp giden. Yehova/ ne vakit sen o öldü desen bir zerduş çırılçıplak kendini vuruyor sokaklara...

şimdi körlemesine bir tünelin sıfıriki suları/ aklımın hormanlarında pişip sana erecek diye/ kendimi atıyorum her defasında ateşe. Sanırım bu konuda yanılmıyorum ama/ yola ne vakit çıksam topuğunu toprağa sürten bir velet.. toz içinde kaçıp kurtuluyor elinden terk edilmiş bir neyin/ kim hangi dağın ortasına nasıl bir çukur açar. Ya da hangi göktaşı tamda o nemsiz dağın tepelerine böyle düşer. Bir çukur bu kadar mı taş. Kaya ve herneyse; ins an/ hep içine düşüyor en fazla hep içine. Bir cümle kuruluyor aramızda sonra sen istersen dile bilmem kaç bin yıl ve hernerdeyse. Ceza ve suç elbette bir logaritma ve sen mi çok haklıydın ve ben mi çok Lan.. gereksiz ve gerekçesiz ve gerçekten olmuş olan bu herşey. Alabildiğine ses ve yankı! Alabildiğine gün ve ışık. Koku ve renk. Pis bir zencinin çiğnediği kırmızı bir bot. Diyelim ki kadife... ve belki de sanat eseri bile sayılabilir ama burda. Işte karşımda... Şu mavi koltuklarında metronun. Nasıl aptal ve şişman bir adam saçlarını tıpkı sizinkine benzer kesip ve pataküte oturmuşsa yanınıza/ sol yanınıza. Tıpkı çarpmak ve DUmanA saran alaska in winter! Bebeğim. Sensiz geçen berbat kış ve kuşgünlerim kaldı; gel de buna şimdi bir oyuncak ver... galaxce es! Bilmem kaç. Çatlak bir ekran... tut. SıkıSıkı tut oğlum (!). Yanından akıp geçiyor hayat...


Sen mi çok haklıydın yoksa gerçekten bu giden sen miydin? Bu hep küle düşen yersiz sözlerce; tamam, diyelim ki bozulmuş sırlar ortasında gerçekTen kendini aramış o kör gözüne kuş tünemişlerin akşamında. Yaman alaca bir tay! Hışımla... teh zaman... anlatıp durdum. Yalan yok. Yazıldı bütün sayfalar. An ve an... işte yine birtekşimdi ye geldik. Şimdi silebiliyoruz harfleri şahit olun ey mısralar. Heceleri ve kelimeleri. Bunu herkes biliyor. Bunu hepimiz gördük. Yaşam; elbette çalıp duruyor hiç vermediklerini. Bu ne sıradan ve düzmece bir metin! Tanrım... dedi. Ve kalkıp yerinden sanki ilkez kuruluyor olduğu o taht. Ve ölen elbette oğullarım ve kızlarım. Korkunun ezber bozan o şımarıklığı gergin bir yayı uyandırıyor derinlerden. Derinlerden. Ve tene değen/ hayır bilindik bir parmak izi yok bu cümlenin içinde ve dışında. Keskin bir topuk sesi kopacak fırtınadan tedirgin. Bir ejderha çekip çekip nefesini hazırladı ateşi yakmaya ve hazırdı o an derin bir gürültü bütün zamanları sarsmaya.

Sur le fil bununla yazabilirmiyiz sahiden? O nasıl bir mevsim olacakmış ki ayları hep şeşe beş... eğer yanılmıyorsa günler yağmur yağıyor/ kuşlar gelip gelip baş aşağı dikelip/ bunlar o filmli camlara yapışan kelebekler/ bu tuhaf odalar. Açtığında karşına akşamın çıkar geceyarıların ve bir şehrin en karanlık izbe mahallerinden koşarak bir tepeye/ lalelli işkembe hadi buyur burdan yak... Ulan costantin! Vay... dediğin zaman. Bak böyle iki yakan bir araya gelmez... dedi; doğrudur sen ne söylemişsen... gerçekten bu beş element ve üç boyut koku ve ten... şahit oldu meselasa yokluğumuza. Doğrudur! Evet. Dedi hiç!... yürüyen merdivenlerle insanların ilk tanışmasını hatırlayın... şu adamın omzundaki kız; kolları dolanıyor boğazına adamın. Gözleri oyuyor diyebilirim ki etimi! Bu dev aynasından mecidiyeköy halkının cebinde bozuk para sesleri taşıyan ecücleri geçer. Bir de keskin kartlar taşıyan mecücleri. Ayna devi dev cüceyi cüce gösterir ve ecücler elleri ile cebindeki paraya dokunur gözlerini kapar. Ve olması gerektiği yerdedir. Aynı anda mecücler okutur kartlarını otomatlara ve onlarda geçip gitmiştir. Şimdi denizlerin ve bulutların da ötesine. Savaş ne kadar sürdü bilmiyorum. Ama söz bitip ağızdan kan çıkınca... Duyuldu sesi! Arzı silen israfilin. Tamam. Bitti...


anathema a simple mistake... beni nereye sürükleyebilir bu amansız tutku. Bu akıl ve ruh kardeşliği... hangi ağır taşın altından geçen bu akıl. Bu tepeden tırnağa kalp/ nasıl atabilir yerinden. Nasıl durabilirse bir an yerinde. Basamaklar kızım! En çok sırtını emanet eder duvarlara... bu nasıl baş edilmez bir ağrı ki; başlıyor. Tam bitti derken yeniden. Hangi doğru düzgün bir akşam açabilir kapılarını gökyüzünün. Hangi düzmece kahraman bir samanlıkta uyanmaz. Bir daha masalı olmayacak çocukların nefreti var. Sondan başa bir kaf ve anka zamanlarımdan. Sana... yalnızca ikimizin başbaşa kalabileceği çukurlar diledim. Baştansona hepsi aşktan olunca... metroda masur kalmış bir kaç gerçek mimik/ esniyor muyum lan ben! Elimin tersi nerde... ağzıma sürülmesi tehdit olan biberleri nasıl yemişsem bir kere. Sanıyorum... metronun içinde turuncu mavi kırmızı bir koltuk bulup son vagonunda; (tam noktayı vermeyi seviyorum söz devam ederken cümlede). / yani bak böyle... yakıyor! Aldığım hava içimi... kalkıp gitsem can kırığı metaller bulmaya benzer kafanı sürterken tünelin beton taşlarına mecidiyeköy maslak arasında/ wampirleri ve kurtAdamları taşıyan bu metrodan fırlatıp. Kendimi... kurtulsam bundan. Bir film müziği seçip kendine; hayır elbette kızmak yersiz yapay bir zekaya. Içerik! Değişmiyor hiç. Bak işte yine gözü yaşlar içinde bir kadın daha... bir lord bulamayınca karşısında savaştan kaçan... doğrudur dedi kamil! Afgan kadınlar böyledir... yerimde olsam! Kendimi bırakıp kaçardım. Masanın üstünde soğuyan çay/ cıgaramdan açılmıyor bir risale. Dairesi battı! Batmış bir kere sulara. Islak paçalarıyla o okul kaçağını karşına getirdim. Diktim! Ensemden tutup azarla... kız bağır çağır ve lanetle! Hiç bağışlanmayacak günahların en derin hatırlarını eşeleyip gözlerinde/ gitme! Diyemedikten sonra... ezberinde tutsan ne olur bir çift repliği.. hayır, gerçekten yürüyen merdivenler üzerine sosyolojik tanımlar gerekiyor. Yeniden şekillenen insan ilişkilerine neden olan bir yakınlaşmaya zorlararken şimdi/ avuçları terleyen bütün insanları. Siyah! Kayışına dokunma bu yağlar içindeki çarkların eğile büküle olduğu yol/ makinanın doğasında var. Ruhunda elinle dokunamadığın efsunlu bir bahçe! Kanıma yaklaşsa şakaklarımda yağmurlu bir YAZ günü... Bu sögüt ağacının gövdesini geçerken parmaklarımı sürttüğüm... Bu köpekleri başı boş dolaşan meydan kuşları ve bunlar hasandır inşaatın bilmem kaçıncı katında. Hüseyindir yerin hangi derinliklerinde. Ve bunlar mehmetlerdir işte/ tek sıra nizam. Resmi geçişe mazhar her karşılama salonunda ben asansöre çelik kayışlarla bağımlı bir hayvanım!


Içine sokup beni! Herşeyin dışında bıraktın... hiç bir şey miydin gerçekTen sen; yoksa deniz mi bu kadar hırçın! Tarçın kokulu hangi kış çayından sonra felç geçirdi aklın. Uğruna kaç sınır kaç göl ve deniz/ kaç mit ve efsane... Hangisiydi yalan olan gözkapaklarının içinde. Ben; lügati antik bir berduş kadar lehte ve aleyhte aramızdaki herşeye delilim... hayat hep aynı rutine bağlı ilerliyordu. Hoş/ ortada henüz bir soyda yoktu; kökler vardı ve kökler oldukça derindi. Kökler bir adamın dizlerinden toprağın derinliklerine kadar ilerliyordu. Işte zamanın kendisinde arayıp durduğu anlam. Bir çocuk dünyasını sahiden değiştirmeye yetebilir miydi? Dikendikendim ve ne vakit biri dokunsa batıyordum. Zehirli yahut şifalı mıydım emin değilim. Yine de dikene oturmayı istiyorlardı. Hayat bir diken daha batırıp kalbimin ortasına gözümün önünden geçiyordu.

evet, hayatDAN da olsa yana yakıla bazı adamlar. Tamda böyle yaşar. Içinde bir onuru aramak neredeyse imkansız... kimsesiz kisveler içinde bulunan bu beden ölümlünün gözlerinden ibaret. Gördüğü şeye meftun olmuş bir dilber/ hiç bir zaman göremediği bir rengin peşine takılan bir adam da arayıp durdu içini dışını sabaha kadar. Ve sabah olunca takıp peşine götürdü bir çay bahçesine/ anlatılan çehremdir bütün serçelere yem olan kelebeklerdir. anlatılan yeryüzüdür ve doğru! Ancak böyle yaşar sarsıntılar içinde ve derinlerde bir kor eridikçe dolanır boynuna... bazı ağaçları ölmüş adamların bazı ağıtlardaki anlamı hep karalar içinde bir hal bırakır içinde; ne olduğumdan emin kaçıp kurtulan insanlarım oldukça... onların kırılan kalplerindeki derin çalakları yansır odaya. Bir dudak! Bembeyaz. Tutup! Ağzını sıktım! Ağzını sıktım ve bembeyaz. Bazı ağaçları tersine büyüyen adamların o tek tanrılı korkuları yankılanıyor. Etin ateş şiddetindeki hallerine dair. Yani... hayat yine bir rutin içinde geçip gidiyordu. Lanet!

Hayır. Doğadan bir sonra. Dayız. Çok noktalı olunca geçmiş; insana dair sağlam delilllere ihtiyaç duyuyor ya yaşam. Yani hep bellidir. Sorgudaki adres. Bir tane sağlam kasa; sağdan aç/ bir tane de soldan. Derin bir arşiv gerekli. Tek solukta. Tertemiz bebeğim...

The bitti...


GibisizMetinler

Bir bakıyorsun; bütün yağmurlarına ilkindiler kaçmış gözler aralanıyor uzak maviliklerin derinliklerinde... Kaldırımları saçları kadar bir kadın geç kalan herneyse onu bekliyor şimdi. Bir adam, çocuk ya da elektirikcamlı bir araba. Benzin damlıyor bütün şehir, mazgallarından ter akıyor. Sığabiliyorsa gözlerine güneşe bakmayı deniyorsun. Sende/ bazen... bütün insanlar kadar. Ellerin çekip kurtarıyor aklındaki fikirden kısacık saçlarını. Tepelerden bakıyorsun yine. Uzak mavi bir sisin içinde çehrene ne yakışıyor/ diye. Düşünen adamların omuzlarından. Ilkindiler geçip gidiyor.

Bir bakıyorsun; şehre vuran telaş öyle bir tik tak yapıyor olsa da nabızda/ içimde ha durdu ha duracak bir kalp. Zaman ayarlı. Merdivenleri koşarak çıkan insanların sorunu bu hisettiklerinde kan pompalayan eti! Sıkısıkıya dudaklarını kenetleyenler. Şimdi içini ısırıyorum/ alt dudağımın içini. Bir yokluğu nasıl tarif edebilir ki dişler. Olmayanını kopartıp çekerek. Çözülen bir kan akdinin tarafları dağılıyor ağzımın içine. Konuşsam/ ışıkları sönecek teker teker bütün kasabaların. Sussam/ sana mahsus heveslerim telaşlar içinde peşimde.

Hep aynı müziklerin sürüklediği akıllar bunlar sağımdan ve solumdan durmaksızın geçip kendi kahramanlıklarını ve rezilliklerinin doruklarında inandıkları ile yaşayan. Eriyen mumların tende bıraktığı leke/ bana bakma. Kısılan müziğin o candan bıktıran notaları hiç aramıza serilmemiş şarkılar çarpıyor o zaman duvarlarıma. Sınırlar değişiyor ve bayraklar savruk rüzgar atlılarıyla bir olup terk ediyor. Şafağındaki doruklara doğru. Yelesine tütün sarılmış kısrakların cana dayandığı vakitler bunlar işte/ çöle kum düşse savrulan bir ömür daha oluyor. Ha geldi. Ha gelecek azizleri... Uyusak geçer belki/ rüyalarında çağrılan gölgelerin isim kardeşliği benimkisi. Bir de iştahı dilimde barut! Şarkıların gırtlak yakan sesleri. Bana bağırmayı kes! Duydum ve durdum. Sınırında etinin.


Çünkü kimse kendisini deşip durmadı elindeki her neyse/ bir iğnenin ucu makasın sapı ya da zımba makinasının sert tonu/ ünlü ünsüz uyuşmaları bunlar böyle gecelere uzanan/ sere ekilmiş serpe büyüyen hasadı. O gözlerin… sola bak/ kalbini göre. Bana gel içini gör. Bir kuyuda unutulmuş çok sesli uyaklar beyi; ve gereği bütün tümcelerin. O mazi zarfların hiç bilinmeyen adreslerinde. Bir yüklem. Bu sabah. Bir sabah bir yüklem. Bütün sabahlar sonra bütün ünlemler. Hiç bahsi geçmeyen esrik köprülerin/ eş sessiz tünellerinden geçip. O kaç kim. O kaçıp duran yek pare kim. Çelip çelip bakışları süzen üstüne. Kime baktı. Hayır ve şimdi kime. Gözlüğünün kemiğini ısırmak istedim/ eğer bu dişlerce mümkünse; çünkü hep ete bileniyor sonu/ kan kırmızı. Ten beyaz. KırmızıBir kadın alacası İstanbul ayaz. Ağa… Böyle ağaçların kesilip biçildiği dağların yamaçlarına tüneyen boybeylerinin. Zulmü adına; dile köle. Bir dilperi çaldı bütün heveslerimi. Durup bir bakıyorsun. Hey yokuz. Yokuz biz. Tekrar büyüyor sonra. O kim/ onlarda kim. Yinede harf arasına söz/ diyelim ki ses ve hal dağılıp böyle salonlarına/ rüzgar dolu salonlarına/ sonu hep. Kuşların kanatlarına çıkıyor. Bulutlara ve damlalara… Gerçeği kimse bilmiyor. Ne acı. Böyle esrik sözlerin hep yenik oyuncusu/ tahtada. Tebeşir ve beyaz. Çizdim o zaman tam olarak üzerini. Bana gelme/ bana gelme diye. Ses verirken. Şimdi. Şimdi. Hep hiç kadar sesteş bir cümleyi arayan o ahmak/ yankıda dağılan şaşkınlık gürültüden elde edilen söz haritası ve sisler içinde şehir alacası. Bunlar tamam. Bunlar anladık. Yokuz. Okuspokus. Seni istiyorum. Benimle dalga geçmeyi bırak/ diye devam etti. Hareketsiz miydi? Hareket mi sessizdi pek belli olmadı/ geçiyordu zaten. Uğradı ve gitti. Diyoruz buna. İşte tam olarak da buna… Önce gözleri iflas ediyor insanın/ yanlış olan bu sanırım. Duvarlara dokundukça/ ışık de adına ya da ses. Fark etmiyor. Çünkü önce gözlerin iflas ediyor. Seslerin çarpıp durduğu odaların hiç duyulmamış yankılarıydı bunlar/ sesi istiyorum. Benimle dalga geçmeyi kes. Bana gel. Sola dön. Kalbini gör. Hep aynı ritimli sözlerin/ geride bıraktığı bir gün mutlakalı bütün heceler teker teker yer değiştirir/ hep yeniden. Biriymişcesine/ karşınızda duruyorsa. Oda kim? Onlar da kim/ dedikleriniz.


Gibisi yok/ Bir bakıyorsun; tamam şimdi oldu; sokağa bütün gece yağmur yağmış ve bulutlar gök yüzünü kaplamış… bir bakıyorsun tepesinden altı katlı bir dağın ki tırmansak en ucuna yine dev aynalarında ancak kendimizi görebilirdik. Hepimiz… sadece kendimizi. Belki de en basit tuzak da buydu/ gördüğüne inanmak. Alışmak kadar geçen bir zaman ve parmaklarının üstünde bilmiş sözler. Dokunduğun bir ekran ederince sakladığın şeyi çıkardı ortaya. Bir bakıyorsun; rüzgar çalmış yerlerinden uyku ile uyanıklık arasında geçip zamana yaslanıyorsun kırmızı kadife bir duvarın köşesinden. Önünde açık bırakılmış monitör ekranından sızan ışık ve sağ avuç içine yaslanmış belirgin bir yanak. Bir çocuğun oyunu böyle bozulur işte! Sobelerimi tektek satarken pazarlarda. Ha ben vurmuşum harmanı mı? Patos/larda ha harmanlarım gelip dönmüş başımda deli dolu taylarla… Bir bakıyorsun; mevsimler geçiyor geçmesine de bozkır hep bozkır… Kar altında yahut ağustos sıcağında… Hep aynı güz ve haziran. Çekip çıkaramadığın bir toka işte saçına dolaşan bütün sözlerim. Bir makas ve kağıt ve taş… Hiçbir oyun bir daha rüya görmemizi sağlayamaz. Gördüğün gerçeğindir penceresinde hızla ilerleyen metronun… Ne dandik bir aşk mektubu bırakabilir ki bana/ yönetmenlikten bıkma bir ergen aşığım. Hayatının filmini çekmeye çalışırken/ taksime kadar kimse ile ilgilenmeyen bir görünmez olup çıkar merdivenlerinden costantin… Ben onu özlerim/o bütün anlarımızı. An dediğime bakmasın hiçbir kuş alacası… Belki bir duvara çarpma/ ya da sendeleme bir merdivende. Yada penceresinde bir perdenin. Küçük sıska bir an… Kim tutsa onun elinde kalacak zavallı bir zaman./ Sırtıma bir tırpan takıp gezmeyi düşüneli uzun zaman oldu çocukluğum kadar derine inmeyi düşünüyorsan/ yada atlamayı rüzgarlı bir günde bulutlara…Böyle kravatını savuran bir boşluk bulamıyor olsak içine çektiğin bu azap/ hep nikotin meyilli filmlerin arasına denk gelir. Cdyi değiştir ve ocağın altına suyu koy… Su kaynayıp ocağı söndürsün ve gaz zemine birikip en son basit bir kıvılcımla/ bir lamba diyelim buraya benim çalışma tembeli duy(u)larım. Ve nihai son büyük bir patlama ateş ve köz. Böylesine yandığın günlere başka bir neden bulamazsın. Cesedini gömdüğün odalarda…


GibisiYok. Bir bakıyorsun; bilmediğin bir ezgide bulduğun o antik sesler seni çalıp götürüyor uzaklara… Deniz mi geçiyor gözlerinden bilmem kaç fırtına sonra… Yoksa kumlarına cesetler serdiğimiz plajlar mı? Gözüme hışımla kaçan bir tanesini bulup çıkardım yatağından. Uyku girmiyor hayır dudaklarımdan içeri. Kulaklarımda o bildik sesler. Emir kipleri ile yönetiyor ruhumu… Kalkıp pencereye yürüsem; kırmızı bir perde aralığından sana mı bakıyorum/ karşımda bulduğum duvar mı hep. Pek mühim değil aramızda ki katlar yerle bir olmadıkça… Bir bakıyorsun titriyor güvendiğin toprak ve yarılıyor seni içine katan deniz… Bir bakıyorsun; aynalar hep ayna/ takvimler hep aylar ve kuş kadar günler… Bugün Pazar. Bugün arka terasa hiç konmadılar. Ekmekle kandırmak ne mümkün hangi sofraların artığıyla doyarken güvercinler ve serçeler… Kargalar hep başlarına buyruk ve caddeye uzanan ağacın dalındaki kargayuvası hep sapasağlam. Sanki onlara ayrışlmış içimin bilinmedik coğrafyaları. Konuşur ve gülerim/ dertleşir ve susarım onlara. Onlar ekmeğin kırıntılarına meftun yaşayıp giderler. Yıllar geçer ikigözüm/ tam ensemi teğet geçerken parmaklarım. Aklımda büyütüp durduğum tersine ormanlarım yanar. Bir bakmışsın; hepsi kül.. Savrulurken rüzgarın telaşında… Üşürse sırtında taşıdığı dünyası kaplumbağaların ellerim donar/ parmak uçlarımdan sözler kaçıp kurtulur derinlerine köklerin. Bunlar; gökkuşağı ve samanyolu Atalarımın gözleri ile gördükleri ve götürdükleri çok uzağa… Açıp bütün sonralarımı serip önüme tektek topluyorum seni içinden. Çekip çıkartılan bir gün/ penceremdeki ışıkları öldürmeye yetmiyor. Bu merdivenler/ taşımıyor adı tam olarak bilinmeyen halleri. Mermere çarpıyorsun işte böyle; bir kadavrayı deşen gözlerinin önünden geçiyorum kapı deliklerinden; soluğun çarpıyor çelik kapıya ve açılmıyor yine de kilitleri. İki kere üstüne serdikten beridir geceyi ve gündüzü. Sen iyisimi bir şarkı tut içinde/ dünyanın bütün dağları olsun. Ben çekip çıkaramadığım bir yarayı ekeyim toprağa büyüsün avlusunda zamanın…


Gibisi yok… Bir bakıyorsun en kötü zamanlarında kimse yok yanında/ neye yarar bunca kalabalık diye not ediyorsun aklının ücra köşelerine… Bir defter kaşınıyor bir kalem kendisini kırıp bırakıyor masanın üstüne/ anlaşılmak o zaman geçiyor. Geriye gözkapaklarının içi kaldığında/ uyanıyorsun karanlık bilmeyen yerlerine… Bazı kelimeleri yasakladığımdan beridir divanımda harfler kaçıp kurtuluyor parmaklarımın arasından/ çok mu mühim sanki… Bir kahve alıp yerleşmek köşene bir kapıyı kapatıp üstüne sığmak alıştığın yerlerine hayatın. Uzak duruyorum en çok kalbimden. Elimi çekip ruhumun yakasından pencerelerin perdelerini kapatıp mumlar yakıyorum. Eridiklerinde; geriye neyin kaldığını görmek için. Demek böyle oluyor belirsiz bir ay vakti parmaklarını sayıyorsun ve gözlerini yatırıp uykulara rüyalarını sıkıyorsun/ ucunda durduğun denge bir an boşluğa dönüşse çığ düşüyor geceye/ bir bakıyorsun; içinden şehirler geçen bir adam/ güne ilkindi olan kadınların eşiğinde ne yapacağını bilmeden dalıp gitmiş kendi ormanlarına... inatçı bir çocuğun parmakları üç numara traşlı aklımın üstünde geziniyor. aklımdan söküp atmak istediğim ütopyalar var. Helen... kırmızı odalar ve kadife... sim/siyah bir gece başlayan bu ağrı hiç bitmeyecek mi? Bir bakıyorsun; ne için yaşandı onca zamana yayılan bu gelgitler/ okyanus sesleri topluyorum yine kulaklarımdan... hiç mi anlamı yok artık, gündüze ve geceye hükmü geçen sözlerinin. elbette kaçıp kurtulmak batan bir gemiden önce farelerin işi... sakın geri dönme! kalbimde bir farekapanı kuyruğunun kokusuna ayarlı. Bir bakıyorsun; kuşların kanatlarıyla kırdığı bir gökyüzünün altında kalmışsın… derin derin solumaların bir anlamı kalmıyor, bulutların parçalı hallerine anlam yükleyip şekil yapıyorsun hayata. Sağanak bir hal sarıyor her yerini toprak kokmamız bundan mı bilemem. Gözlerin deliyor ruhumu. Gözlerin kalbimin üstüne tüneyen bir güvercin. Alacalı bir telaşı var ve ne vakit kaybolsam bıraktığım yemi didiklemiyor. Bir bakıyorsun; elin kolun bir birine karışmış hayret demek böyle oluyor kimselerin hava sahasına karışmamak. Cümlelerin ayazında üşüyen adamların hali bu, sözlerle ifade edemez kendisini. Bir bakıyorsun konuşmak dudağının kıvrımlarında beliren bir hal... Ne vakit aklıma gelse; çöllerime yağıyor kar. Üşüyorum. Donuyorum. Ve dönüyorum kendimden emin çıktığım bütün yollardan.


Bir bakıyorsun; yasak bir şehrin surları dibinde gezinen bir meçhul bütün hesaplarını zamana bırakmış. Yelelerini rüzgara emanet etmiş tayların dörtnala uzaklaştığı karanlıkbirorman olmuş gözlerin. Bir bakıyorum, sularım ısınıyor/ kanım kaynıyor aşka… bu sadece bana mı oluyor?


Anlaşılmayacak bir tarafı yok tabi ki; geçip gidiyor aklının ucundaki bulut bir gök olayı de yada hortumundan kıvılcım çıkan bir fırtına… Yaşanmıyor mu sanıyorsun yerkürede. Antik bir şarlatanlığın ensesinden sonrası/ sınıf atlamış toplumların hazin açmazları. Şimdi ne yapacaklarına dair bilmedikleri o muamma… Hep aynı yıldız/ sendromlu bir gökyüzü bıraktı arkasında… Tabi oradan bir parmağın hava da Konuşmak kolay. Hep susunca… Burada gözebatan bir karanlık olarak; yürümek/ gülmek/ ve söze düşmek; herkesçe eşmek illa bir şive katacaksa dilimize. Alabildiğine konuşmak da yetmiyor; bağıra çağıra var olmakta. Her neyse; yasta olduğumuz anlaşılmıyorsa eğer etin bütün sinirlerine kadar yansın evet şölen ateşleri. Kısır kadınlardan başlayın önce ve sonra bütün atalarından doğanın. Bu yağmur/ bu kadar ve tipi… Ayaza çırılçıplak atılan çocukların/ gözlerinde çatlayan bir alt dudak kırıklığıdır. Susmak. Konuşmak. Gülmek ve anlamak. Naçar kaldık tabi… Çok sonra durulunca Bir fırtına; tam da öyle… Anlaşılmayacak bir şey yok destanımızda bulutlar aklımızı taşır rüzgarla ve kuşlar bütün sözlerimizi kör ebelerimizi. Bak yine ordasın; sana baksam. Sobe! Geriye an içinde ziyana yeltenmiş bir hayal. Lisanın yeterse uykularına rüya. Göremediğin bir tutku seni bağışlatmıyor hiç. Sana alışamıyor. Ve uyumlu değildin yalnızlığınla… Çekip gitmeye karar verdin Büyük camları olan bir towerDaireye… DöneDöne bulamadığın o koku; bıçak kesiği bir bakış bıraktı Sırtımda…


Sana o elmadan yeme dedim. Gördün mü ne yaptığını ? Bütün soyunun... Çoğaldı adımladığınız toprak artık.


Uyandı boğazın vapurları, derin maviliği köpük köpük keserek ve bir kıtadan diğerine taşıyarak, taşınarak uyandı Boğaziçi... Köprüler, trafik ışıkları ve Taksim ve Eminönü’nü, Beşiktaş... Güvercinler uyandı, martılar çığlık çığlığa... Odalar, evler ve apartmanlar uyandı...Uyanmadı razı... günün ilk ışıkları yerini dingin molalara bıraktı, mola verdi koca kent; simit ve krem peynir ve sıcak çay. Kahve ya da sıcak bir tabak yemek ve bir kadeh şarap... Uyandırmak için razıya hayır yetmedi. Öğleden sonranın sıcağı, pencereden sızan ışık kadar. Dokundu razının gözlerine... Önce önemsemek istemedi, çevirdi yüzünü iki koluyla sıkıştırdığı yastığı biraz daha sıktı... Ve birden bire şiddetle doğruldu yataktan...

–tamam uyandım işte! / diye söylendi kendi kendine... Elini ve yüzünü yıkadı, aynaya/ su damlayan yüzüne baktı... Baktı ve /pis- deyip gülümsedi... Mutfağa gitti kahve suyu koyup ayrıldı, salonda koltuğuna kurulup bir sigara yaktı televizyonu açıp haberlere ilgisizce baktı, yağmurun şiddetli yağacağından bahsediyordu... Ağzındaki metalik tadı hissetti ve sigarayı kültaplasına bastı... Mutfağa döndü kahvesini hazırladı bol şekerli ve sütlü... Cep telefonunu aradı üstünde yoktu... Ev telefonundan aradı/ sesini duymak için ahizeden kulağını uzaklaştırdı ve telefon yatak odasından duyurdu sesini... razı, yatak odasına ilerledi ve yatağının içinde çarşaflarının arasında cep telefonu bulup dönerken baktı. Bir çağrı yok bir mesaj da...

Salona döndü ve koltuğa uzandı bir süre, alt dudağının içini ısırıyordu, kirli sakalını kaşıyor ve ne yapması gerektiğini bilmiyordu... Birden salonun tavanına öyle bir baktı ki... Ve aniden kalktı kapıya doğru yürüdü cüzdanı aldı ve anahtarını ve kadife çeketini kapıyı çarptı ve merdivenlerden koşarak indi... Apartman kapısını açtı ve ilk gördüğü köşeye doğru yürüdü... Ne sokak ona yakışıyordu ne de o sokağa...


/

“İçimdeki dilin; bir iksir ve sihir yarattığını söylemiyorum. Atomun bile bir taraf olduğunu düşünüyorum çünkü… Şuan renksizliğin tekrarlandığı bir gözün içinden/ bana ulaşan yine… Bir algının dijital bağlantılarını izliyorum… Pencerelerden ve harf aralığına sığan boşluklardan… Dokunduğum omuzdan/ bir pencerenin dağılan perdelerine gömülüyorum çünkü. Belirsiz bu/ bir odanın içinden ve yatağın köşesinden şehrin aydınlattığı ışıklarca ılık/ bir hava da üşümeden… Bir duman yükseliyor, parmaklarımın arasından ve bir yangın / çok uzaktan değil hayır…

Dilimin ucunda, bir söz/ yol ve harita olmadığı bir anda… Söylenenin, kim olduğunu bilmiyorum. Söyleyenin ben olduğumu düşünerek. Bunu anlatıyorum çünkü: zion’a makineler yaklaşırken dans eden bir toplum olmayı istemedim. Dışındayız/ ışıksız bir baharın benzemediği iki kış ve mısır tabletlerini siyaha boyayanların soyu… Orda dur… Karıştık sanki uzun zaman önce, bir kavim/ halk ve ulus ve devlet… Olmadan bile değiyor… Çıplak dizlerim omuzlarına… Bu sen ya da hiç biri. Eğer bir sınavsa…

Zıt, bir bütünlük düşer zamana/ boşluk, madde kadar somut ve rol yok. Hava ve su, toprak ve ateş/ yarılır kemiğinden bir kere… Ve masal kadar bir zaman oluşur. Şimdi ve şuanda/ perdelerden sana açılan sokaklar kadar/ çatılar ve kuleleriyle İstanbul kadar… Ten/ dudağın içini zorlayan bir ısırma isteği, hemen avucunda ve kaç damla…

Kısacık bir an/ Seni, yeryüzünde bildiğim bütün dillerce aradım… Ve bir film, müzik ve bir kare… Küflü bir sokağa bakan odam/ ve etekleri boyun kadar gövden… Altına mı kaçtı çocuk?


Altımda mı adam/ Ve derin bir soru, fonunda İstanbul kadar, sakin olamadım ben. Dizlerim dokundu omuzlarına ve perdelerden sarktı ruhum… Aynalara… Şekilsiz izliyorum/ senin dağılan yüzünü ve kaybolan bir eşya kadar önemsiz bu/ zaman için. Kaybolan bir gövde kadar üstelik. İşaretleri silinmiş patikalar vardır, ruh düzleminde sağlığı tarif etmek için. Deneylere ve gözlemlere dayanmayan/ Aklının içinde bir anla yürürsün, kokuyla/ derinlerine ve en cılız batığını bulursun… Cesetler bile sayılabiliyor aramızda/ tek tek… Öldürdüklerin kadar çoğalıyor sular. Öldürdüklerim kadar yudumluyorum. Ve sorular sadece çok gerçek. Şuan/ odanın ışıkları içinde silinen bir gövdeye dokunuyor dizlerim. Bu sen ya da/ hiç biri…

Benim, yanılgılarım… Sim ve zehir kadar siyah… İçimde derin ırmaklar yıkanıyor. Boşluk/ ve ulaşılamaz bir iç tavan. Kuşları bile var ve kelebekleri kadar ebabil… anka ya da boyuna kadar olan kaf/ atların arasında hızla dolaşan antik bir savaş/ ateş… Dilimin ucunda ve erdemli olmak için kül yok!

Aç gözlerimi! Arkamda duyduğum nefesi dokundurmadan omuzlarıma/ aç gözlerimi ve çek ellerini üstümden… Değişmiyor, yetişemediğim sololar, odaları dolduran ıslıklar yetmiyor. Buzun bile üstündeki rüzgara/ ve dağılıyor hücrelerim. Kıpırtısız bir su kadar azalırken zaman… Emmek ve yağmuru bile içinde hapsetmek için. Ağzını açmak bulutlara…

Bir yıldız büyüklüğünde… Çocuklar dikkatimi dağıtıyor… Çocukların çok fazla top oynamaları pencereye karşı olan bu masa için büyük bir tehdit bence. Ölebilirim/ gök taşı çarpmadan hiçbir yerime… Kesilirken/ saçlarım ve sanki boğazıma dayanmış bir ustura... Çöz! Ellerini saçlarından… Hiç el değmemiş bir kıta/ çok eski ve bilinmedik sözler/ birer fısıltı deltalarımda. Senin gözlerinin önünde dönüşmüyor başka hiçbir şeye. Karmaşık bir denklem.


Bir düğüm, bukle ve söz kadar aklımda… Sabaha uyanmış gözlerin kadar berrak yanımda/ omuzlarımın sonrasında ve bi an/ kısacık bir an… Her yerime dağılan yamuk bir doğru! Ve düşüşü hayli zaman alan bir elma kadar/ yer çekimindeyim/ ellerinin. Dalların bu değilse eğer. Köklerimdeki sularla yıkanacağım yine. Ganj kadar çamurlar içinde ve oynarken çocuklarla… Heykeller devirebiliyorum kollarımla ve iki yana açık/ sarmalı ve zamanı maddenin dışında olduğunu kavrayıp/ dönebilmek çevresinde arzımın/ ve kıçım kadar yangınlar bunlar/ herkes biliyor/ herkes emin. Yolundan. Üstümden çekil…

Dizlerin/ kaburgalarıma kadar işliyor/ Kemiğe işleyen bir cıva kadar/

Kırılmaz olabiliyor sadece, şehrin ışıkları içinde yüzünü düşündüğümde/ ve yaslan sen boşluklarımıza… Perdeler kadar korunabiliyoruz aydınlıktan/ kurtulamadığımız bir şey tüm halleri, eşyaları ve renkleri… Ve hangisi kötü? Karanlığım/ Bize yetersiz kalan bir saklanma biçimi, uzaklaşma ve her şeyden ve kaçma isteği sanki… Biraz kül evet, biraz kahve tadı ve monitörlerin bile yetmediği bir görme biçimi. Hallerim/ ateşböceklerinin toplandığı bu cafe seni düşünüyorum/ aklım bir yanıma ağır gelmiş bir açıyla… Seni karşı masaların birinde/ ve sözler ezberlemeye ihtiyacım yok. Ve senin bir rengi bilmene/ yeşil de durmana ve geçip gitmene bir neden yok. Yanımdan/ merdivenlere… Ve sokağa… Ve tren istasyonlarına… Unutmamak için tüm her şeyi/ Çıldırabilirdim belki de bu yüzden… Not ettim. Her hangi bir zamanın herhangi bir mekanın içinde DizNotlarım diye…”


Böyle yazdı razı, her gün tuttuğu günlüğünün içine ve sık sık gittiği cafe de yaşadıklarını düşünerek. Ve yola koyulmak için her şeyi yaptığından emin olduğunda… Dağıtamadığı saçlarını toplamadı, yakıştırmadığı kıyafetleri giyemedi önce iki adım kapıya/ sonra 23 adım merdivenlere… Ve adımladı tuhaf kokular içinde merdivenlerini… Yukarı çıkmak için olduğu kadar/ inmek içindir de. Ve zaten dibe dokunup oradan hız almayan gergin bir yay/ kime fırlatır ki oku…


MeryemGibisi Yok. Eğer dokunursan"dedi meryem... yanacağım. Sen de bir melek ol" dedi cibril kırılmış taşlarıın kaderi bu toprak olup savrulmak yerin yüzüne/ karşımda ne söylense akan bir ırmak gözleri. Susup/ oturduğun bi an mıdır? Tufanı çağırdığın kirpiklerine... kalbime şirk koştum demek ki... yadırgayıp el içindeki yerimi... bir avuç içindeki yerimi öpüp/ savruldum/ kuru, dumanlı tozlu bir yolda. "Bir yaprağın kaldırımlardaki dansı kadar saçma olsun bana yaslanışın yaslanbana"


küle sürülmüş bir kolda beliren sözler çarpıyor aklıma/ dokunsak. Titreyecek dünya. Aramızdaki zerreyi korkutmadan ısınıyoruz/7777 sürtünmemizden...

saray helenlerin nedir nedir içimizbuncaacırkençalan ve çaldıranmüziği nedir... içimizde inceince kıvrılıp uyuyan damarın parmağımda taşıdığı o sinir nedir? Varoluş/ yaylıbütünçalgılar nedir?


Bir ok! Bir gümüş ok sapla içime...


@youtube : olafur arnalds – 3055 otuzbeş demenin neresi kötü ki onsekizi bile söyleyebilmişken konuşarak anlaşabileceğini düşünüyor insan/ anlatarak ve anlaşılarak. Bütün atlasları yakılmış çocuklar hayvanların sırtından karşı kıyıya geçiyordu kimisi siyah koçların kimisi ak kimisiatların ve bende birçoban köpeğinin... (kafkasçoban köpekleri) diye bağırdı! Adam... kadın dudağındaki ruju tırnağı ile kazıdı kapı sesleri duyuldu ve ikisi de çıktı apartmanın farklı katlardan... otuzbeşdemeninneresikötü ki onsekizi bile söyleyebilmişken.


jones 3

artık hiçbirşey hissetmediğinizde ölmüş oluyorsunuz. Bunu başka kimse bilmiyor...

o kadar yorgun olabiliyor ki insan... uzanıp bir köşeye çekiliyor bulduğumuz en değerli inimiz. Kendikendimize gömüldüğümüz yerler/ oldu hep...


yazmak ve bozmak gelmiyor içimizden uzunuzun cümleleri kime kurarki insan/ susalım bir çukur açılsın içimize...


çekip çıkardığın o pas tutmuş bıçak/ kesemedi demek sözümü sen uç git iyisimi... önümüz kış/ rahmine kurban verilmiş bir oğul bırak arkanda/


kimse niye gelmiyor? Ha geldi! Ha gelecek ömre mühür vurduk. Kimse niye gelmiyor arkadaşlar?

Gel bak ateşim sönüyor. Külüm. Külümden kanat söküyorum herkimse çıksın ortaya o kimse arkadaşlar... aniyi aldık anne! Haniyi aldık..


ne diyebiliriz ki? Çekip gittiler... toprağa ve suya buluta ve toza iz bırakıp gittiler içimizden/ o güzel ülkeye. Sanıyor ki aşk hep lirik yaşanır... kadife bir kafiye kırıldı dudağında/ kimin umrunda ki? Zaten yoktunuz... Gel üç ebem göbeğimi kes Gel sıyrılıp kabuğundan miskin bir kış ayazı... üşümüyorum! Yağsana üstüme... çiğ ve sel çünkü; çekip gittiler yine. Gürültü bitti! Aşk bitti yerküre bitti...


çekilip karanlık ormanların puslusisli inine. Yaslarını tutacağım. Karalar bağlayacağım sançaksançak...


anvean

benimle yer değiştirmek istemiyor tırnaklarını yerken. O tırnaklarını yerken yanındakinin elleri kayboluyor bir anda ayaktayım yada yataktayım bilmiyorum. Metrobüste. Boşkoltuk buldun buldun? Bulamadın sana kız da yok arkadaş... metrobüste inyourback dinleyin! Keren ann'den. Oda sıçıp dursun kafanıza.

Boşluk? Nasıl tarif eder kendisini... elimde bir makas vardı ve tutup iplerimi kestim. Düştüm ve düşüyorum... zaman? Bir yer sorunu mudur? yerli yerinde miyim... ben, iyiyim anne. Ha! geldim... ha! geleceğim.


Yaşam. Çekiyor çıkarıyor içinden yine ne kadar gerekiyorsa o kadar hep...


derin bir yarıktan söz etmem gerekirse eğer. Eğer gerçekten bir şeyden bahsetmek istersem derin bir yarık yüzük parmağımı deşti! Kimin hakkı kiminden üstünki gelip deştin delip! DEŞTİN! Gerisi korkutur seni/ bir masaldan söz eden de kim? Yaşadık hepsini ve biri hep eksik. Bunu görmek çok büyük bir yetenek değil aynaya bakmak yetiyor. Saf bir gerçek kalıyor hep dökülen neyse. Kum çöl ve serap... saf bir gerçek çekip gidiyor... ellerini çekiyor yerin en çorak yerlerin.den


toprak böyle nefes alıyor sakin ol/ bu terastan izlediğin yeryüzünün ilkindi demleri. Sıcak bir çay tek kullanımlık bardak ve telaşlar içinde kaybolup giden herkes... ve kaygılar içinde kaybolan herşey. Bir depreme gebe bırakabilir bütün hevesleri. Bir kent ne kadar yaşayabilir ki kendisini/ bak böyle işte bulutdeniz. Çeker içine yer/ yerim... kılıcın ucu ya da kesiyorsundur saçlarınla yine! Bildik yerlerini... kestim/


efsunlu şairlerin kehanet dolu dizeleri sarkıyor heryerinden adamın. Orda bir kadın karalara bürünüyor... ve yerin soluğu çarpıyor toprak buhar ve nem... be be ğim...


Bana Gel... demenin bir lisanı olur mu? El kol ve saç... dolaştım ve düştüm farzet! Bana gel demenin bir anlamı var mı? Anvean anveAn bakıp durduğun o duvarlar benimle/ Ruh kemik ve et/ kesiliyor aramızda... denklem böyle tamamlar çünkü kendisini. Düzlem varsa boyut ekler derinlemesine... düştüm/ bir kuyu'ya mesela... bana gülümse/ gülümse... yusufum! inlerinden ırmakları ve gölleri denizleri yüzerek geldim. Bana öyle bakmayı kes blanka...


ayaklarımı buzlara yatırıyorum/ bunu bir tek ayaklarım ve buzlar biliyor. Fayans... ahşap... ne dersen de/ hep keşke üst katta oturan komşunuzun bi anda kahve içmeye gelmesi bir hal/ yaşasa insan. Ha! çarpıldık! Ha! çarpılacağız. Çünkü durup hep

bence gülşah! Haklı aşkım... bence bir türlü kış gelmiyor içimize... kaç cemre düşüyor kaç gece sonra! Hiç uyumayalım desek hep zaten bir rüya...


güneBakan metinler bildiğin yokuz.... okus pokus hafıs... bildiğin yokuzZz. Zaman; mavi yeşil kırmızı bir arz. Talan...

bildiğimiz. Yokmuş. Bir şey bildiğimiz yokmuş. Hiçbirşey yokmuş... okus pokus kamil... bildiğin yokuz lan. Bilebildiğimiz yokuz.


Tregedyalar yazıp durdu. Zaman... uyuşan ayak parmaklarına yüklendi kemiğin ağrıyan yerinden bir çıt!!! sesi gelinceye kadar... geldi geldi tamam. Müziğin çağrıştırdığı herşeyi maddeye dökebiliyorsa insan. Belkide bütün algılarımızda bir ritim var. Dedi. Kendikendisine. Ne oldu? Maç bitti... ee? trübünler boşaldı: yine yarım kalıyor çay kahve yarım kesik eldivenlerin yetmediği soğuklar sal üstüme/ kent ve göç kent ve sis bir eşkiya kalbine sürgünden dönüyor fena bıçkınım fena berduş...


içikurumuşçiçeklerin ezberebildiğizaman gelip buldu onu! Bunu yer biliyor bunu yerden göğe kadar herşey biliyor. Kuşlar da anka ebabil ve güvercin. Bütün haberlerinin taşları olurlar. Bir masalı mi den yazmaya başlarsak yine...


ardımızdan yetişemeyen de ne? Terk mi ediyor bizi ruhumuz... sana çarpıyorum... gökyüzü biliyor ve ağaçlar dalları ile

bize kalan yer çekimi madde ve zaman çözülüyor bütün bağları yeryüzünün bütün sınırlar delikdeşik aramızda... bir zırh ektim bende


tanıştırayım kendileri ruhum olur koynunda kelebeklerle uyur... bir maskeyi tasmayı çıkarmak için bir jaguar kullanıyordu kendisi ta! kendileri işte... kedileri ve efendileri ha! geldi ha gelecek... ömür dediğin böyle nihayete erecek demek. Üşüdük! Çok üşüdük... kırıntı toplayan güvercinlerin ayazında... bu damların çatısı yer kubbedir çocuklar...


ve o diri kuşlar...

tanıştırayım. Kendileri ruhum olur efendiler. Beyler ve reisler...

parmaklarında halkalanan mürekkeplerim geziyordur belkide nereden biliyorsun? Sen bunların... hepsini nereden...

bırakın gitsinler.


taşların konuşma zamanı geldiğin de dağlar ufalanır...

bağırdı en şaşkın olanımız –çekiliyor göldeki su... hızır ve ilyas çiseliyor. Karanlık dogma çağlarda zamana hükmeden toprakların bütün kralları öldüğünde

yeni bir kral çıkar ortaya... ve –ey küle göz süren halkım, közdünüz der... silkelenen bir toprağın ufalanan aklı/ dökülür avuçlarına o zaman kum/kum... hiçbirkimseye ihtiyacınız vardır bununda zaten farkındadır hep o hiçbirkimseler


bir ay vakti yola koyulan atlılar geçmiyor artık yurdumdan/ inanmıyorsan rüzgara sor akıp geçen zamana ve susan uykulara... ışık sızıyor ruhuma! Perdeleri çekilmiş bir oda aklımda bulup bulup kaybettiğim/ o hayal sen miydin gerçekten? Sen, gerçekten bir şey miydin bilmiyorum... suları yatağından uyandıran o sel/ dokunmadı demek derinlerine öyle ya/ köze çarpan her damla buhar... /


kaybedilmiş bir savaşın cesetlerini taşıyorum üzerimde kan kaybından ölen bir kadının yeni doğmuş çocuğunu yıkıyor toprak. kir tutan aynalara benziyor yaşam parmak izleri üstünde neye dokunduğunu bilemiyor insan kime sustuğunu kime ağlayıp kime güldüğünü göremiyor heycanı ölen bir balık çırpınmaktan vazgeçiyor ve belki de kendisi de ölüyor sığ sulara bile razı olabilir insan


yerine ulaştı demek herkes. Demek hepsi buydu ve hepsi tabi. Haklıydı... DA! kan/ kibir ve nefret emiyordum/ nefes alıyordu... ve burdaydı burdaki herşey zamana çalınan an hayret ve cesetleriyle tüm antik şehirlerin tümderin çelişkilerin hiç bitmeyen tekrarlarından ışık sızıyor göze...


bizi artık terk edip gittiklerinde kurtulduklarında ve kutladıklarında bu arsız var oluşlarını dirseğim/ masanın üstünde... düşündüm de; hiç! Sevmemiş durup/durup baktı... sonuç: eşittir yaşamın bütün denklemleri yazdıkda ne oldu? Yaşadık da ne olacak? Yazamayan azman adamların her nasıl sa dökülüyor içine zaman en çok zaman

zaman bir tek onun affı yok bir tek ona insanların hakkı yok.


Tabi düğümü çözer bütün o eski sözlerin ucu başa çekilse... ama nerde? En sonundan tutup dişlerinle çekiştirir hayat seni... ama nereye? En çok soyların sustuğu zaman hayır elbette mümkün değil ifade edebilmek gerçekten kendini... tabi. Anlıyorum. Ve elbette yaşam veriyor size ve sizde bütün yaşamınıza....

diyen/ sesler geliyordu ve size de


bir kuş kelebek ve köpek çobana gelmişmiş/ böyle bir ay vakti; elinde makası olan adam duvara bakmış; duvara ve perdeye gök yüzündeki bütün kargalar tedirgin olmuş bir kedinin gözlerini açışından/ Anladık demiş, anladık tamam bu günde bitmiş. Yani bugünde biten bir şeylerin sonuncusu imiş... insanlar ne zaman böyle dudaklarıyla konuşsa susup bir köşeye çekilen koyuluklar uyanıyor her yerimden...benim/ bu bana oluyor /sus! Sus tamam... mı? Kapa çeneni ve defol git / Bir iç sesin size verebileceği sufle o tuhaf kırıntı manadaki iyiyimler/ ve hep ne haberler... seyir ve ziyan atlasları bunlar açılırken omzundan uçan sözler. dolunay çarpıyor her gece sislerin sakladığı bu belki de...


tır çarpmış kadın öylece yatıyordu altında tırın yanındaki adam koşarak uzaklaşırken bir ırmağın köprüsünden sarkan bir adım dım/

ormanların ve derin kokularıyla yosunların olduğu... asfalttın üstüne yatmış bedeninde boynuna bir pippetle hava deliği açıp kanını emdim/ nefes aldı/ kanını emdim/ nefes aldı... bir ağacı arıyordum kayıtsız kalamazdım yaprakların düşüşüne/ koynuma kelebek doldurup kaçıyordum. Toprak olmak için çabuk bir zamanda... böyle iki hece aralığında/ insan ruhunu arayamıyor Ömrüm... hesap bu? Üstünü bulutlar getirir toprak ve kuşlar...


haller ve zaman Bir ilk kelime olmadıkça kurulamıyor en sıradan cümle bile duygularımı hissedemiyorum. Bu bir sorun mu yaşarken? Bilmiyorum... Yanımdan geçip giden insanların telaşlarını izliyorum. Bir an önce kaçıp kurtulmak istedikleri mağalarına sığınmak için İlk metroya yetişmeye çalışan ruhları olan ve duyguları olan kalpleri olan insanlar... hepsinden uzak durmak için yürüyen merdivenlerden koşar adım inip/ en son peronun duracağı yere kadar hızla yürüyüp kimselerin dikkat etmediği şeyler bulurum kendime... bir cam kırığı/ çizgilerin arasındaki bir taş/ ve daha nelerneler pek çok neden bulabiliyor istediğinde insan/ o andan uzaklaşmak için işte geldi/ beklediğim çelik ejderha/ içine alıp beni götürecek bir koltuğa oturup çantamdaki kitabı çıkarıp aklımı kuma gömmeliyim dayanmak zor! Dayanmak zor! Dayanmak zor... gelişi güzel dizilen herkesin aksesuarlarından, kıyafetlerinden ve hallerinden anlamlar çıkarıp oyalanmak/ bi an karşındaki ile göz göze gelmek hızla kaçırmak gözlerini herşeyi oluruna bırakmak en iyi yapabileceğim şey... zaman, A açılan bir kapıdan geçip/ onun bize göstermek istediği bu... herşey.De onunla beraber olup ve buna bir noktaya kadar dayanabilen canlılar olduk. / -banaöylebakma!/ içime çığ düşüyor/ ayazlara yatırıp yatırıp yüzümü.


/-veherneyse...bizi ve tek tek hepimizi olduğumuz yerde ve bi ana ihtiyaç duymadan yakalıyor hep... bu anlamveremediğimiz kapalabalık. Lar... çok çok olmasını istediğimiz bütün o kıymetler hep bizden uzak/ çok uzak... diye/ diye... itip durduk! Ağlamayı kes... üşürsen en çok ben üşürüm/ daldaki yaprak böyle sesler geliyor duyuyor musunuz sizde? Beceriksizce çıkarılan bir kulaklığa ihtiyacım var... sözlerini hiç bir zaman tam anlamıyla beğenemeyeceğim/ ne ego ama... müziklere ihtiyacım var yada/ sadece kaosun müzik olabildiği post-rock bir ninniye/ sesver! Uyubenimlebebeğim...

derimin altından söz etmek istiyorum kabuğumun altından. Sese çarpınca ne yapıyorsunuz? Bir sese... boş bir çerçeve bulursunuz karşısınızda bir anda/ mavi koltuklarından hemen sonra bir metro kabinin içinde hoş/ içinde magazin sitesi reklamından iyidir bu/ /ve kötü olan ne? Gitmek istedin ve gittin/


gri bir gökyüzü bıraktın bana kar yağmayan bir kış kutuplarımı değiştirdin... ve gittin... bütün yapılabilenler hiç yapılmadığında zaten, geriye kalan tek şey tabiki gitmek. Bitirelemeyen bir soluğun içine çektiği azap. Yaşam ve bir birine bağlı organik haller/ kolun ve bacağın canım gelip girdi gözüme... uzat/ uzat daha çok içime... hayatın! Var oluşunda insanın yeri yok. Toprak var balçık ve çamur ete bürü beni ve sonra kemik ek en kurak yerlerime gel/ kır hepsini... bir solukla...


acıyı duyduğumda. Ağrının kaynağına gitmeye karar verdim... ağır ağır ilerleyecektim o bildiğim karanlığın içinde/ kulağıma dayadığım bir yıldız tozu ile akıp akıp derinlerine korun, bir yol bulacaktım. Yerimi/ derin bir boşluğun içinde hiç bir uvzumun dar gelmediği bir beden. Hep aklımın içinden gelip geçen kelimeler bulmaya benzer bu... vurgun yediğinde mi anlıyorsun var olduğun derinliği/ Dayanmak zor! Dayanmak zor... dayanmak zor. Öyle kapatıp bir gözünü bakma/ yamuk gülen çocuğum benim. Gamzelerine ben bir soy ekeceğim. Bir kavim. Kalbimde gerilmiş bir yay! Gümüş ve çelikle tava gelmiş bir ok... Aslanı vuracak topuğundan... Savrulacak aslan hızla koşarken sarı ve kurak savan bir toprağın üstüne/ dağılırken. Ten/ de et... ruhta kalp bebeğim. Gözümü acıtacak... göz bebeklerimin içindeki lazer. Kör olan bir renk... kıpkırmızı yıkayacak. Elimdeki her neyse... barut, kil ve toz... yüzünü tokatlayan bir adamın avuç içindeki kentleri yıkılıyordur.

Bir kısır döngünün kendi hali sarıyor aklımızdaki uçuk maviyi/ kökünü diplerimde arayan bir ağaç büyüyor çünkü içimde/derim ve derinlerim çürüdükçe... içimde kök salıyor yaşadığım zaman ve an/ ellerimde ıslanmış taşlar var. Ve gözlerimde bütün sokak lambaları. Tek tek şehirden sökülmüş ve atılmış ormanların da derinliklerine. Hiç tersine uçan bir baykuş göremedin mi? Düz bakarken aynaya. Yerin çekiyor ve havan kirli /suyun zehirli... yerin seni çağırıyor. Kirli balçık kuru ve dağılan toprak.... sonra sesleri geri çağırdık. Ve bir daha gitmediler... yani hiç bir zaman. Duvarların yıkıldığı bir zamanda ruhumun derinliklerini görmek istiyordum. Soluk alıp vermeye devam etmek. Devam etmek güç! Devam etmek güç! Devam etmek güç!!! yerinden sökülmüş bir yaşın sebeb olduğu tufandan geriye sadece kuşlar kurtuldu/ bir ağacın gövdesine solan bütün renkleri serip/ dokunduk acımayan yerlerimize. Sana bir renk mi vereceğim şimdi? Bir renk daha mı... Bir renk daha en ezberiden beyazın/ simsiyah gecelerin puslu sabahlarına uyanıp/ uyanıp...


yıkamak! Yıkmak ve soyları kırmak. Bütün diri ağaçlarını kesip yok etmek bir kavimin. Yıkamak ve yıkmak! Bütün o duvarları. Bizim duvarlarımızı/ bizim kaos ve insanlık duvarlarımızın. Bana/ çarpmamak için askılığa sıkısıkıya yapışan bir insan. Dağılmamak için tutunuyor. Savrulmamak için sıkısıkı tutunuyor. Bi an sendelese batacak sanki gelmişi geçmişine... böyle işin içine tükerecek sonra. Kendine çeki düzen verip. Bir sonraki an için hazırlanır... hep yeniden... böyle geçip giden bir kalabalığın ortasında ne arıyorum? Çeki düzen verilmemiş kaç geceye adam akıllı giriyorsunuz? Bunu siz, kiminle yapıyorsunuz? Sanırım, en uygun zamanı henüz bilmiyoruz...


Kendime alıştığım kirli vücut yaralı bereli/ hep eksik bir adımda hizayı bozan. Herneyse... geçti, bak buda gelip üstümüzden/ ve hava deliği açamıyorum bu sefer herneyse... geçti; işte hepsi bir kaç binyıl. Bir kaç ateş ve buz çağı. Bir kaç destan bu sefer yek bir tuş. Delete. Emir altında yaşayan ruhlar var... emir ve komut anatomiden beslenen. Çünkü bazen gerçekten sevedebiliyor kalp. Çünkü gerçekten oluyordur aşık. Şimdi etimin derinliklerinde ve kemiklerimin ergen iliklerinde... koluna takılıp götürülen kadınların Ormanları olamazdı zaten. Çöl. Bildiğin çöl. Odessa bir kez daha yandı. Tutuştu ve yere düştü bir kez daha zeus. Tarih tekerürdür ey soylar. Tarih hep kendisini var eder farklı bir biçimde. Kader ve talih bir düzmece metin sayfalara girince. Ölükelebek günlüklerim. Sarı kadife büyük atlas defterim... hep unutulmuş bir notun peşindeyim. Bir yerde yazıyor olması gereken bir ayraç/ tek kelime herşeyi silip atacak. Bir son cümle kurulmadıkça başlamayacak hiçbir yeni kelime... Ve bir birimize yaptığımız herşey için hesap soracak ilahlarımızla yaşıyorduk. Sonra bir ses duyuldu... sonra bir ses. Daha...


EnKoyumor Duvarlar Kendini dinleme… Kendini dinleme, bir rüzgar ve yağmur sadece. Ellerini ceplerine sok az kaldığını düşün Ve düşünme… Bir anda sokağa fırlamış bedenler gördünüz mü hiç? Bir dehşet anı panik içinde ve kesinlikle korkmuş… Terli ve kırılgan... Burası olmam gereken yerdi evet. Erken ya da geç bir sevgiliye, durup sigarayı yakmak ya da hemen şimdi öpmek bir anın içinde. Çarptım ona… Uykum yok ve uyumak istemiyorum, şuan düşünerek belki biraz daha. Seni sikmek istemiyorum. Dedim bir an ve çarptım sağımdaki sigarayı yakmışa… seni istemiyorum. Şimdi daha çok üstelik… Duymak ya da tesadüfî bir karşılaşmaya şans tanımamak. İkisi aynı şeymiş öğrendim. Kılcal bir titreme olabilir bu belki ama etim sana çarptı ve özür dilerim. Anladım. Anlıyorum yüksek öğretilerini, güç dengelerini ve kutsal sözlerini… Benimkiler biraz dağınık sanırım… Saplanıp kalma tek bir kurguya Saçma bir senaryo bile Bir kapak taşıyınca Film olabiliyor… Tedarik edilemeyen şeyde ne diye düşünmeye başlarsınız, o ilk karşılaşmada. Bir YERin çıkışı ve metronun girişi… mavi yeşile değil… kara çarptı karaya! Bir gök gürlemesi ve yağmur… Burada kaçmayı düşünürken buluyorum seni… Bir anda sokağa fırlamayı düşünmedin hiç. Acil denklemlerin ve ağrı kesici niyetine içtiğin sendelemelerin vardı. Ama işte karşımdasın… Bana neyi anlatıyorsun… Bunu öğrenmek istemiyorum. Benim için hepsi bu, bir an tabelaya bakmam bir yansımayı görmem, bir başka telaş içindeki bakışa götürecek beni ve bunu öğrenmek istemiyorum. Bir tek şeyin! Diğeri olmaz unutma… Bir soru sorduğunu hatırla… Ve hiç cevap vermediğini…


Hayır, ben kokuları seviyorum ve kendi kokumla kalmayı seviyorum. Bu yüzden duş almayacağım… Acelem yok ve hiçbir yere kaçmayacağım. şuan. Bana bak ve söyle kapıyı açmadan ve gülmeyi kes. Siktirsin öbürü o kim lan! Hı? Olmaz değil mi… neden ben bu tip şeyler yazıyorum ve neden okuyucuya yeni bir şeyler sunmuyorum. Değil mi? Bilmem fark ediyor musun zaten değişen bir yok. Değişmesini isteyen kimseyi görmedim çünkü. Ve bu yüzden beni suçlamayı kes. Elbette ki tanımıyorsun beni. Bunun görmekle alakası yok değil mi? Çünkü şuan bakıyorum sana… Korkan dengesizliğine ve isteyen etine Telaş içinde ve terlemiş. Kırılgan korkunç ve muazzam Bunun bir dehşet olabileceğini düşünmemiştim. Yolumdan çekilmeni izleyeceğim evet… Hemen yanımızdaki bara, bir metro koltuğuna ya da hemen yanıma, öbür kitaba. Biliyor musun hareket böyle başlar ve devam etmelisin. Çünkü şuan burada kalman seni sadece korkutuyor… Ortak bir sonuç bu, tebrik etmiyorum başarını… Ortak bir karardı ve verildi. Kim, hangisi ve her kimse onları bağışlamıyorum. Çünkü adil oynayan bendim… Gel şimdi bana yine çarp, Tutunma, yani gerçekten hiçbir yere… Biliyorum ölüm böyle başlar. Ve sen ölemezsin… Bana bir katil lazım olacak…


Deli miyim ne? Deli mi ne? Zoru var ayaklarıyla Sanki dağ gülüne diken batmış… Hiç laf işte. Aksadığını hiç görmedim, bir acısı olduğunu görmedim ve acıyordu hatırlıyorum geçen yıldan kalma topuklarımdan. Bir deniz canlısı ya da omurgasızı içine saklanmış. Çıkarmak için çaba harcamadı. Çıkarmak için çaba harcamalarını istemedi. Sadece oturması gerekiyordu bir süre. Ve oturdu da karşıma… Bazen onu izliyorum düşünceli ellerimle, gözlerimi saklayarak ve zaten o tarafa bakmayarak. Çok düşünmedi hiç ne yapması gerektiğini… Çıkardı ve topladı çantasını bir kere ve buldu bir krem… Onu izliyorum… Bir sürtünme ve parlıyor ten. Bir dokunma, kayıyor ve acıtmıyor. İyi mi geliyor oda bilmiyor… Ve bu çok bariz, bir şeyler içilmesi gerektiğini hatırlatıyor. Biraz daha inanabilmek için belki de iyi gelmiş olabileceğine. Ya da kötü… Bu çok önemli değil henüz. Bir şüphe bir şaşkınlık yaratır böyle anlarda, yerinden kalkıp gitmek ya da zaten güzel olabilecek bir anı değerlendirmek. Hemen arkasında, bir bahçe ve düğmeler içinde kapı bir dokumadan… Önce ipi dolaması gerektiğini öğrenen biri yapmış olmalı bunu. Bir manzara ve bazen ışıklar çoğalınca biraz bulut biraz spot sanki deniz… Hiçbir yere basmayan ayaklarında. Biraz içine doğru uzatmak, biraz daha az hissetmek, biraz daha taşa ya da yosuna dokunmak… Bir su canlısı yerini hatırlayacak. Toprağa yakıştıramıyor sanki daha yeşil daha az çimen daha az koku değilmiş ama bunu öğreniyor... Yağmurda toparlanmaya çalışırken… Gülüyorum, belli ederek orda olduğumu. Ve çevreme bakıyorum sanki daha mı iyi diye. Bir sağanak toprağı bu kadar mı ıslatabilir? Ve dengesiz yürümeye çalışıyor düşmemek için… Bir güç bu yüzden belki de olmalı… Tapmıyorsun değil mi ona Deli mi ne? Yağmur yağıyordu sadece…


Bana kızmanı izliyorum… Bana bağırmanı, Ağır çekim bir kamera ile

Ağzını açışını ve saçının savruluşunu Bulduğum şey Olduğunu sanarak. -timeoutBir süre aramamalıyım seni, bir süre boşluk içinde ve boşluk içimde diye… Diye yazmalıyım. Okumalıyım bir süre hiç değişmeyeceğini düşündüğüm bu gençlik hezeyanını. Kanım çekiliyor biliyor musun? Aklımın bir tarafından tavana asmışlar ve çok şiddetli acıtıyor bazen. Acılarımdan söz etmem gerekirse… Ve sikim kalkıyor durmadan, kabarık ve damarlar içinde aklıma gelince sen… Buna ne dersin? Bukowskiyi sevdiğimizi ya da yazdığımızı ne zaman düşünmeye başladık ki… Kim hangimiz? Bir devrimci değilim hayır, adanmış bir ömrümüm yok bir davaya. Bana herkes için adil olunulacak denildi sadece. Ve denizin, karaya çarpmasını hiç sevmedim… bazen kaos anlarını istiyorum gülüp geçiyor çok bilmişler. Neymiş efendim anarşizm bakununin çocukluk parkıymış. Kimse aşık olmayı istememiş sanki… Bir kargaşa bir hengâme bir deprem bir şimşek bir ses. Benimle konuşmanı seviyorum… Bana anlatmak istediklerini değil. Ve bu yüzden belki de kimse anlamıyor. Sana şimdi bir cevap vermeyeceğim bu yüzden. Orda kal koltuğunda, mutfağa gidip soğuk bir şeyler almalıyım. Bir ateşi yakmamışsın sen hiç… Çünkü. Açılır kadife bir kutu Bir parça beyaz beze Dolanır bir kalem, bir gül ve çok taze Bir koku bir dudak izi eminim mutlaka! Bir kelebek ölüsü…

Derin, kadim bir boşluk ve başında nöbetçilerle ve görkemli mezarında mum ışıkları ve hiç bozulmuyor saçları... Hiç bir kimseyi öldürmemişsin sen. Kalk ve karşımda dur ve hatta nasıl dans ettiğini göster. Şık ol ve görkemli, poz ve flashsız… Çekiyorum.


İçime, karanlık ormanların o bilindik ezgisini. İlk nota son dumana unutma! Yaklaş ve cesur ol. En ilkel çağlardan beridir seni arıyorum ben. Bir taş ol! Sıkılmış bir yumruğun içinde. Keskin yerlerinle saldır bana. Körelmiş yerlerinle. Aklını vur masaya bir kere daha ve acımadı ki de. Bağır. Çatlasın sesindeki aç bıraktığın tenler. Dokun göğsüne ve sok ellerinle içine. Oğlumu çıkar ve kızımı. Beni sen bir baba yapacaksın. Ve sen asla bir Meryem olmayacaksın… Seni bulduğum parkı hatırlıyor musun? Ve camdan düşüp çenenin kırılışını… Bana inanmalısın Ona değil yani… -UçamayacaksınAnlıyorum seni. Hazırlıklı olmak istiyorsun ve üstelik gizemli olduğunu düşünerek. Bir sihir bekliyorsun bilinmedik yerlerden. Yıldızlara bu yüzden bakmıyorsun değil mi? Bir uzak dağdan-mış ankası mı olacak? Bir film karesinden sıçrayacak değil mi… oynadığımı düşünüyorsun evet anladım. Oscar ödülü falan vereceksin ya. Anlatamadığımı biliyorum, nasıl yazarsam yazayım. Bunu hiç yaşamadım ve yaşamış birini de tanımıyorum. Kendimi sanırım en çok bu yüzden bir mucize ile denkleştire biliyorum…

Kiracı geldi ve ödedim faturaları merak etme, akşamdan kalma bir şeyler vardı temizledim. Daha uyumadım ve süt içmedim. İnternete girmedim ve iyim. Gözlerim iyi. İçim iyi, ruhum iyi… Film izledim ve sen seversin ben de sevdim bu yüzden… Bir film daha izleyeceğim. Bunun için izin mi istemeliyim bilmiyorum bir mesaj atıp. Bana acı çektirmeyi kes. Bunun için zaten doğdum ben bir kere. Ve sen kimsin bilmiyorum iyi mi kötü, melek mi şeytan mı… Köle mi efendimi. Ben sadece kötüyüm biraz… Durup böyle monitörün karşısında parmaklarımı izlemeden ve monitöre bakmadan yazmaya çalışırken. Beni alkışlama Kutlama Ya da alay etme Bana bağırma Böyle kurtulamazsın benden. Beni özgür bırak! Ve özgür kalmaktan korkma…


Bir toprağım savrulmasını izleyip Bir kuyunun açılmasını bekleyeceğim. Dudağım da çatlak Ve elimde bira şişesi… -hellrideBurası bir gezi alanı ve çadır kurmayacağım, biraz daha uzağımda olan çadır kurmaya çalışan bu insanları izleyeceğim. Beceriksiz olduklarını düşünerek. Birazdan vazgeçecek biri ve bir bira açacak. Diğeri alnındaki teri silip olduğu yere oturacak dizleri karnına doğru çekik ve elleri dizlerinde birleşik. Bir katil değilim henüz kimseyi öldürmedim. Örümcekleri bile… Benim kaldığım otelin tuvalet tavanından sarkanları yani. İzliyorum çünkü, yapabileceğim en iyi şey bu şuanda. Gözlem evet. Yazar olmaya çalışan biri için önemli bir şey bu bilirsiniz. Bazen derinlemesine içinizi izlersiniz uzun uzun ve neredeyse dokunacak kadar hücrelerinize. Bazen de çevrenizde olması gereken bir şeyi… Seni izliyorum ve bunu henüz söylemedim hiçbir kimseye. Seni ve dağılan gömleğini, terliyorsun çok belli ve sıkılacaksın birazdan. Bir düğmesini çöz Ve kaskını koltuğunun altından çıkar Bir kasaba için artık çok geç Bu yüzden izliyorum zaten kuyularını… Her şeyin aynı olduğunu ne zaman düşündüğünü göreceğim. Her şeyin ne kadar normal olduğunu kabul ederek burada. Her şey tamam bir gençlik gezisine tanık oluyorum ve ben saklanmış bir şekilde değil. “Buradayım işte” değil. Olmam gereken zamanda olmam gereken yerdeyim. Seni izliyorum, ensene su dökmeni ve saçlarını geriye savuruşunu. Alışkanlık bu olsa gerek diye düşünmüştüm o zaman. Alışkanlık çok bilindik tavırların çok bilindik olan sahnelerde sergilenmesi. Ve bu kare dürtülerime dokunuyor, gözlüğünü hiç çıkarmamalısın hep bir bilinmedik açın kalmalı. Hep bilinmedik bir kuyun. Şuan buradayım. Başka bir şeyi fark etmiş şekilde yaparak, fark ediyorsun çalıların arkasındaki gözlerimi. Seni çağırıyor değil mi? Biliyorum. Seni çağırıyorum… Lanetlenmiş bedenini ve cadıların kesmek için hazırlandığı dilini. Açım! Acın… Üzerinden sarkanlara iyi bak. Bir deri, şık ve iyi tasarlanmış


Bir zincir boynuna dolaşmış… Çelik ve ten Eziyorum botlarımla son külümü Fena tüküreceğim. Kalabalıkları anlamıyorsun değil mi? Ve aslında hep onlardan uzak yaşamak istediğini söyleyip durdun… Bir ses mesafesinde sana susanlara. Konuşmuyorsa izliyor değil midir insan? Ve kabul et hep onlar önce becerdi seni… Altıma yatmaya çalıştığın yer bir toprak. Sarı ve kum. Ve savruluyor ve çekilecek altımızdan. Bir diken ayağına değil bu sefer bileklerine batacak. Çekiştirip durma yüzümü sağa ve sola… Birileri buna şahit olacak! Daha sessiz olman için öldürmeliyim seni. Bir beden her koşulda sikilmelidir, her koşulda kokabileceğini hatırlayarak. Ve ne kadar kötüydüm bana bunu hatırlat! Çektim çıkardım altındaki her şeyi. Pürüzsüz bir yüzeyi bulamam ben. Tut ve sok içine bu yüzden. Bir nefes, hemen kulaklarının dibinde. Biraz daha içine… Öldürmeliyim seni. Köhne bir oda da bir sandalyeye bağlayarak ellerini. Ve bir çizik atıp boğazına, üzerine dökmeliyim bütün benzini. Seni yakmalıyım. Bana ne olduğumu hatırlattın. Seni kurban etmeliyim… Bir fırt daha al Ve yarım bırak Bir tabutu izlerken… Ve at şişeyi tam üstüne. Susuzluktur bazen cehennem.


Tabutsuz Sözler Bir

Çizgilerini değiştirme Ve inandıklarını duvara asma. Bana bak… İncelsin su, bir bardağın içinde ve kırılırken buz. Bana bak… Uzasın zaman ve devrilsin kemiksiz ruhlar, bir boşluğun içinde. Bana bak. Dolsun içim ve kırılsın dallarım, soysuz bir orman olmayı diledim… Bana bak. Kansız bir ağaç. Yürürsem. Çürür kökleri… Aramızdaki anlama Kılıf bulamadılar Bana bak… Toprağa çekilir zaman. Bir kuyu ve üç dua Çözer düğümü Ve Kalırsın sabırsız etinle Bir iz daha çabuk kanar unutma!


Onun da hallerini sev Henüz bilmiyor aynaları… Bana bak. Dağılmış olsun, saçındaki anlamlı şekil. Bana bak. Unutmuş olayım ilk sözü! Bana bak… Böyle bir şeye benziyor susmalarım.

O anlatıyor sonumu…

Bu yüzden gülümse… Bir fal hiç açılmadı sadece.

Ben sadece yıldızlarla göz göze gelirdim bu saatlerde. Miracım, Bana bak Dağılıyor perdelerin…


İki

Mutlak! Karşındayım… Sihirsiz kal. Mucize, nasıl değiştireceğini bilmektir. Ve Kemiklerini değilse bile Tırnaklarını yiyenlerdir dedi… Kemiksiz kalabilmiş ilk ruh… Bir efsane yarat önce… Ve sonra inan Mutlak bir sonun olacağına… Ve Bileklerinde koku taşıyanları bul… Sana kimsenin bilmediği Sözleri verecekler… Ve Senin hep Bulaşmış olduğun Rengi öğrenecekler önce Sadece kendi bedenlerinde sakın unutma dedi… Bir arayışı öğret Kaybolmadığını, düşündüğün herkese


Ve Karanlık, bir ışık yaratacak Korkmayanları bul… Onlarla ol… Ve Ne öğrendiysen unut dedi… Ne saklıyorsan çabuk çıkar! İçinde… Eğer gizlemişsen… Ve Kırılırken içim… Terleyen bir Söz öğrendim! -aşkSakın, bağlaşma senden olmayanı Bu onu cehenneminden kurtaramayacak! Ve Bana bak… Sakın korkma dedi. Ben, sana bulaşmış… Ve yok bana… Ve Bir isyan başlat! Bir son için… Unutma, başlangıç böyle başlar… Öğretiyorum öyleyse şimdi sana! Bir son mutlaka hep var olacak…


Üç

Daha sağlam iplerle Bağlanmayacaksın bir dilek ağacına Bir sahne kurmalısın bu yüzden. Bir ip hemen sırtında… Ve Çöz düğmelerini… Çıkar, seslerini hemen. Kaburganı kıracak nefesi… Bir sonucu olan, dedi… Ve Hiçbir şeyin kokusu çağırdı… Boşluk, Bir anlam bulmadığında boşluktur unutma dedi… Çekilerek omuzlarıma… Ve Gir dedi… Akılda değilse Kaybedilecek bir şey Hiçbir yerde değildir. Ve Böyle yüzleşir İki kedinin gözleri… Bu açar İki ayrı nedenin Bir bedelini, dedi…


Onlara öğretme Sende olanı anlat Kimse bilmiyorsa Bunu sende unutma. Ve Bir deniz yarılır Bir ay iki parça! Bir tufan birazdan… Daha yakın ol, dedi Ve Bana bak Tüm bunlara, dedi… Orda olmanı isteyeceğim İsteyeceğim orda olmayı… Ve Seferler düzenleyeceksin dedi Öldüremediğinden korkma! O Seni öldürecektir… Ölmekten sakın korkma Kötü olan buysa İyi mutlaka vardır!


Dört

Son ses… Çalmamış ol ki Verilmiş olabilesin Ve Dağılır, rüzgârına yanakların dedi. Sarkar, saçına çenesi ve bir tek gözü Kokla dedi… Sağı ya da solu… Son görüntü… Üzerini ört Koru ayazından… Ve öp iki kürek kemiğinden, dedi… sana bir emaneti vermişken. Defterler… Açılır, dedi. Son an…

Ve Sev yanında olanı Bunu hiç Unutma dedi…



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.