meryem
İçimdekiler
Eğer dokunursan"dedi meryem... yanacağım. Sen de bir melek ol" dedi cibril
kırılmış taşlarıın kaderi bu toprak olup savrulmak yerin yüzüne/
karşımda ne söylense akan bir ırmak gözleri.
Susup/ oturduğun bi an mıdır? Tufanı çağırdığın kirpiklerine...
kalbime şirk koştum demek ki...
yadırgayıp el içindeki yerimi... bir avuç içindeki yerimi öpüp/
savruldum/ kuru, dumanlı tozlu bir yolda.
küle sürülmüş bir kolda beliren sözler
çarpıyor aklıma/
dokunsak. Titreyecek dünya.
Aramızdaki zerreyi korkutmadan ısınıyoruz/7777 sürtünmemizden...
saray helenlerin
nedir nedir içimizbuncaacırkençalan ve çaldıranmüziği
nedir... içimizde inceince kıvrılıp uyuyan
damarın parmağımda taşıdığı o sinir nedir?
Varoluş/ yaylıbütünçalgılar
nedir?
Bir ok! Bir gümüş ok
sapladın içime...
@youtube : olafur arnalds – 3055
otuzbeş demenin neresi kötü ki onsekizi bile söyleyebilmişken
konuşarak anlaşabileceğini düşünüyor insan/ anlatarak ve anlaşılarak.
Bütün atlasları yakılmış çocuklar hayvanlarınsırtından karşı kıyıya geçiyordu kimisi siyah koçların kimisi ak kimisiatların ve bende birçoban köpeğinin...
(kafkasçoban köpekleri) diye bağırdı! Adam...
kadın dudağındaki ruju tırnağı ile kazıdı
kapı sesleri duyuldu ve ikisi de çıktı apartmanın
farklı katlardan...
otuzbeşdemeninneresikötü ki onsekizi bile söyleyebilmişken.
jones 3
artık hiçbirşey hissetmediğinizde ölmüş oluyorsunuz.
Bunu başka kimse bilmiyor...
o kadar yorgun olabiliyor ki insan...
uzanıp bir köşeye çekiliyor bulduğumuz en değerli inimiz.
Kendikendimize gömüldüğümüz yerler/
oldu hep...
yazmak ve bozmak gelmiyor içimizden
uzunuzun cümleleri kime kurarki insan/
susalım bir çukur açılsın içimize...
çekip çıkardığın o pas tutmuş bıçak/ kesemedi demek sözümü sen uç git iyisimi...
önümüz kış/
rahmine kurban verilmiş bir oğul bırak arkanda/
kimse niye gelmiyor? Ha geldi! Ha gelecek ömre mühür vurduk.
Kimse niye gelmiyor arkadaşlar?
Gel bak ateşim sönüyor. Külüm. Külümden kanat söküyorum
herkimse çıksın ortaya
o kimse arkadaşlar...
aniyi aldık anne! Haniyi aldık..
ne diyebiliriz ki? Çekip gittiler...
toprağa ve suya buluta ve toza iz bırakıp gittiler içimizden/
o güzel ülkeye.
Sanıyor ki aşk hep lirik yaşanır...
kadife bir kafiye kırıldı dudağında/
kimin umrunda ki? Zaten yoktunuz...
gelüçebemgöbeğimikes gelsıyrılıpkabuğundan miskin bir kış ayazı...
üşümüyorum! Yağsana üstüme... çiğ ve sel çünkü; çekip gittiler yine.
Gürültü bitti! Aşk bitti yerküre bitti...
çekilip karanlık ormanların puslusisli inine.
Yaslarını tutacağım. Karalar bağlayacağım sançaksançak...
anvean
benimle yer değiştirmek istemiyor tırnaklarını yerken. O tırnaklarını yerken yanındakinin elleri kayboluyor bir anda ayaktayım yada yataktayım
bilmiyorum.
Boşluk? Nasıl tarif eder kendisini...
elimde bir makas vardı ve tutup iplerimi kestim. Düştüm ve düşüyorum...
zaman? Bir yer sorunu mudur??
yerli yerinde miyim... ben, iyiyim anne. Ha! geldim... ha! geleceğim.
Yaşam.
Çekiyor çıkarıyor içinden yine
ne kadar gerekiyorsa
o kadar hep...
derin bir yarıktan söz etmem gerekirse eğer. Eğer gerçekten bir şeyden bahsetmek istersem derin bir yarık yüzük parmağımı deşti!
Kimin hakkı kiminden üstünki
gelip deştin
delip! DEŞTİN!
Gerisi korkutur seni/
bir masaldan söz eden de kim? Yaşadık hepsini
ve biri hep eksik.
Bunu görmek çok büyük bir yetenek değil aynaya bakmak yetiyor.
Saf bir gerçek kalıyor hep dökülen neyse.
Kum çöl ve serap...
saf bir gerçek çekip gidiyor...
ellerini çekiyor yerin en çorak yerlerin.den
toprak böyle nefes alıyor sakin ol/ bu terastan izlediğin yeryüzünün ilkindi demleri. Sıcak bir çay tek kullanımlık bardak ve telaşlar içinde kaybolup giden herkes... ve kaygılar içinde kaybolan herşey.
Bir depreme gebe bırakabilir bütün hevesleri.
Bir kent ne kadar yaşayabilir ki kendisini/
bak böyle işte bulutdeniz. Çeker içine yer/
yerim...
kılıcın ucu ya da kesiyorsundur saçlarınla yine! Bildik yerlerini...
kestim/
efsunlu şairlerin kehanet dolu dizeleri sarkıyor heryerinden adamın.
Orda bir kadın karalara bürünüyor...
ve yerin soluğu çarpıyor
toprak buhar ve nem...
Bana Gel... demenin bir lisanı olur mu? El kol ve saç... dolaştım ve düştüm farzet!
Bana gel demenin bir anlamı var mı?
Anvean anveAn
bakıp durduğun o duvarlar
benimle/
Ruh kemik ve et/
kesiliyor aramızda...
denklem böyle tamamlar çünkü kendisini. Düzlem varsa boyut ekler
derinlemesine...
düştüm/ bir kuyu'ya mesela... bana gülümse/ gülümse... yusufum!
inlerinden ırmakları ve gölleri denizleri yüzerek geldim.
Bana öyle bakmayı kes...
ayaklarımı buzlara yatırıyorum/ bunu bir tek ayaklarım ve buzlar biliyor. Fayans... ahşap... ne dersen de/
hep keşke üst katta oturan komşunuzun bi anda kahve içmeye gelmesi bir hal/ yaşasa insan.
Ha! çarpıldık! Ha! çarpılacağız. Çünkü durup hep
bence güLşah! Haklı aşkım...
bence bir türlü kış gelmiyor içimize...
kaç cemre düşüyor
kaç gece sonra!
Hiç uyumayalım desek hep zaten bir rüya...
şah damarında kelebekler besliyordu peri, gördüm! Bana bakıyordu gözleri... İşaretleri takip ediyordu... Tanrım. Hergeçen gün biraz daha zorlaşıyor Uyandırmak Bir ruhu daha... beni affetmeni istiyordum senden. Hayret yoktu ve şefkatte. Seni ve beni afetmesini. Lanet! Gediklerin dibinde
adım. Ha geldi! Ha gelecek... bir heycan. YakaladıGözlerimden.
Başka bir zamana ait olduğunu hisseden insan! Hep yanılıyordur. ve hep çarpıyordur bambaşka aşklara... onu aramaktan vazgeçtiğimde aradığım şeyin o olmadığını görmüştüm. Gözlerimi kapattım yine. Çekildim derin bir mağaranın içine – oku! Tüm bu sözleri ve bir daha /uzaksın oğlum bana!/
omuzlarımda koskaca bir evreni taşıyordum... yalnızdım ve gerçek herhangibir huzurda huzurlu değildim. Ommm!
Ayaklarım dondu aşkta muallak bir taşın üstünde ve bir put diktim. Yerime. Tam kendi yerime ib RA hi MİM... metale tav. Bir dağ. Yanar içimde... ateşeyürü ibra hi mim. Bazen en güzel ağıt
yakılmış oluyor... susup bir köşeye çekildiğin andır başka/ hiç bir kimse ile paylaşamadığın tek / zaman... / o bir kaplumbağaya konmuş kelebek haberi bile yok varlığımdan... sürüklüyor ayaklarım onu ölüme taşırken... –
kader.
Dilime batıyor bütün bilge kelimeler. Gülüp geçiyorum kendimden. /zaman/ hiç, bağışlanmıyor...
Tarihin ve talihin yazılı olduğu o kutsal taş... /kırıldıAramızda.
– –
öyleyse sende bir melek ol " dedi cibril. insanolmak bulaştı elime yüzüme " diye devam ederken.
Baktı meryemin gözlerine... /
nereye bakıyorsun? Pişmanlıklarıma... / biz insanlar seviyoruz pişmanOLmayı. Belki de bu yüzden Var oluyorduk. Biz Rabbin Pişmanlıkları olarak doğduk.
Lanet! Sonsuz tekrar. Parçanın öze dönme tutkusu bir kuyu da/ zaliMİM Uyandırdı
şimdi... derin bir mağaradayım. Içine girdiğim ve batan her yerime koyu karanlığın çoğaldığı bir mağara.
Bazı ruhlar hiç uyumaz.
Ve bazılarıda uyur bir zamana kadar.
kedilerin boğazına takılan kelebeklerin kanatlarını ısırıyorum. Kuş ölüleri topluyorum yollarımdan. Kışa başlıyorum. Karabirkışa.
Yüzüme vurdu! Sözlerini sıralarken omuzlarını yüzüme vurdu. ve bir karganın ruhuyum... kalbim... dengesiz bir gayyanın dibinde.
Dumanlaryükseliyor içimde. Söylerken " herkes ölüyor birinin yerine ben de öldüm. Öldürdüklerinin yerine..." cajj yapan itin/ vurduğu peltek gitar sesi. Dilimi siktiğim ilk gırtlak sesim gibiydi.
Sesi... cırtlak! Ve evet deli... akşama elim çenemde dirseğim dizimde pozumla giriş yapıyorum eğer öyle ise/ böyle gecelere kar yağar / zirveye tırmanırken donan parmaktan ve morararan... sızanbir gece gibi yanaklarım... hasta oluyorum ya da sana... nefret ediyorum ve sağır dilsiz bir aptal... / her alışkanlık kötüdür arkadaş... /
" oyleyse sende bir melek ol" dedi cibril... "bulaştı çünkü, elime yüzüme insan olmak meryem... uyan..." diye devam etti.
gözleri kanat kanat ve bana bakıyor/ yahya... –
/ yeyüzünde insanlar pişmanlıklarıyla/ –
gözlerini kapat uyu meryem...
şirret şereflerinden bir çınlama serçegözlü köşkünü yerinden oynattı/ bir bakışı doğa kuralları içinde açıklamaya çalışmak/ bir yangının derinliklerine çırıl çıplak yürümeyi gerektirir.
Kafamı sıkısıkıya tutan sağ dirseğime olan güvenim terk edilmez bir hareket yaratıyor içimde ileri geri/ileri geri bir eyvah...
zalim ve gaddar bir rüyanın içinde içime kapılar açıp! Saçıp... çoğaltığım bir yara. Yüzümde...
-rüyamdasenigördümben hiç gelmeyecek birini bekledim. Uydu bana... kahhar şehrinin bütün çocukları ali. es/ verilen o ses. Kes! Dilimdilim. Es ve kes. Soluğundan daha bıçkın değil! Ayazlarım.
sende bir melek ol dedi; cibril/ meryeme... Ol! sende etimden ve kemiğimden... kesilen soluğun
bitirilmiş sözü başlıyordu çatlaklardan sızan ışık bunu anlatıyordu bütün gölgelere. "sessiz olun ve susun" devrilen bir ay ışığı gördüm etinde. Beni yakan ateşin altından sıyırdı gözlerini bileğime nabzımda bütün narları yere dökülmeye hazır bir mevsim. Deli gibi/ dönüyordu yerinde...
-etrafı dağıtacağım jackson'a gidiyorum- *jonhycash
BerDuş
yeryüzünde zerduş ölmüştü ve berduşların zamanı başlamıştı.
ve derimin altında kaşınan tüy/ derin bir kırbaç vurdu etime. Örümceğini boğazlıyıp duran bir ev sahibiyim içimde/
yalnızlık!
Bir son buluyor mu? kedinin gözlerinde.
Yanağını kesen soluk mesafesinde duruyordum yanağına ve kulak bitimine çenesinin dibi kaşınıyordu şahdamarınDAuyurken
fransızca şiiri dinleyip şiir yazdığım kışlar geliyor aklıma ne vakit/ karşımda bulsam. Çarpıyorum sana farkında mısın? –
lütfen düğmeye basar mısınız?
Biraz daha gökyüzüne ihtiyacım var biraz daha...
" diye biliyorsan de bana
dehşetim. Ruhum... yakışıksız garip bir eylemde bulunduk mu hiç? "
artık! Hey artık... oymak yok. Yeter tamam/ bitti. Bırak... Bilemiyorum/ rengimdeki o derin boşluğu... kucağıma bir gökkuşağı alıp/sıktımsıktım/ noktasız. Lan... çehreme çarpan o hızlı cevap ; – ama sen... Sonrayım/ en koyu karanlığımın içinde; dilini ezber bozan/ bir cümlede kıvrılıp beynimden... emiyordu alt dudağımın içini. Sonrayım/ ve en sonundayım. En solunda durup/ yumruk yapıp cümleyi. Ah!kafasına... kafasına çakıyorum soluğumu. Sırtındaki hayaletim.
. aramızda susan herşeye. Dokundum kalbimle. Hayret ediyor buna parmakuçlarım aşkım. Şehiryazmak istemiyorum şiir diyorum şehiruyurken yazılır.
nereden biliyorsun belkide bir kitabı tersten okudum.
Saçıma sokup parmaklarımı diplerinde aradığım. O neden... iki yanıma
bükülüp sanadolandım yine.
kendime yasaklanmış bir şehir gibiydim bütün sokaklarını görebiliyordum hiç birine sapamadığım. Bir yerden...
Kendi kendine ne yapmak ister ki insan? Düşünmeyi bıraktığında/ ne yapıyordur... gözlerimi açık unutsam hep karşımda ağlayan bir kadın yüzü bulurum avuçlarımınİçinde. / bir rüya'ya ihtiyacım var anlıyor musun beni/
tutup saçlarını çekip! Uyandırdın bir ırmağı uykusundan.
Evet/ bütün çağlayanlar suyun düşüşüdür bir yatağa. Yalnız bir ağaç gibiyim topraklarımda ve kurak.
ZamanaMasal
masalımın ilk sözü orda mısın da ha?
hisleşiyoruz. listeleşmeden ve restleşmeden
hisler l e şiyoruz. içimizi diyelim buna. ve gözlerimizi. kör kutu sandığının mai kadife tozu havalansın balıklı ruhlar diyarından kapa gözlerini... gözlerini kapa. açık gözlülerin dünyası burası... kapa gözlerini. kör kütüklerinin. parmaklarını sürterek yüzlerine... dilersen midas matemi gümüş paralar koy gözlerine. vurmuşsan bir çatışmada. adamım ve kayıp iylik meleğim... şeytan fısıldadı... - iyi bak kendine... iyi. bir taş daha fırlatıp! şu tek gözlü tanka... bir molotof daha patlatıp bankamatiklere. daha iyi bakabilecektim o zaman aleme...
kapat gözlerini! diyorum sana... öldürdüklerinin... çerçevelere asalım fotoğrafları monitörlerden
silenemiyor kareler. bir yangın ve belki hepsine yetecek diye. kaynadı arzın bütün suları... dağlar doydu sıyrılırken parmaklarından bütün ırmaklar... kalpsiz bir insan sadece kötülük yapabilir. ey insanlar... bu böyledir... ve ruhlarınız hep sizinle beraberdir... dün YA.... sana açılsın bütün kapılar... sana ve zamana. bağdaş kur ellerini ayak bileklerinde kilitle kafanı eğ kafanı eğ sırtını rahat bırak kafanı eğ gözlerini kapat... gözlerini kapat. kafanı eğ sırtını rahat bırak düşüyoruz sana maddenin ne olduğunu söylüyorum ben aramızdaki hücrelerimizin arasındaki dağların arasındaki
derin gökyüzü şelaleri yıldızlardan başlayan ve engin dağların içine ahenkle dökülen
gök yüzü şelaleleri damla kadar yakın duvarlarına damla kadar gercek. ıslanıyorsun taşıyor yerinden bütün sözler bütün yeminler taşıyor bütün kötülükler bütün antik sesler bütün iyilikler bütün felsefeler. gerçi, tualin arkasındaki yine de bizdik. kapat gözlerini... gözlerini kapat. uyuduğunda çocuklar. kahveleri içilir gecelerin... terasa uzanan o küçük aralıkta. dolaşmayan. ellerimden söz eder misin? - lütfen. - çok gerçeğim. - benim sorunum bu değil ama. - anlıyorum seni. yere çakılabilmek yerin yüzüne. bilinerek. bilenerek bilerek yere vurma ihtimali şiddetin elini ya da ellerini
- çırpınması yani bir çocuğun belki de bir şeker için - ne trajedik - gülme onlar benim...
yere düşmek yerle bir olmak düşüyoruz ellerimiz her şeyimiz ayaklarımız ve gözlerimiz kalbimiz, ruhumuz ve umudumuz... çarpıyor mu sana da? göğsündeki et. diye bilmecelerimiz hece hece dizişirken ezberimizde önlük mü siyahtı ve yakaları mı beyazdı saçları siyah ve kurdelası kırmızı mıydı nerdeydi şimdiye kadar? kalbim. nerde? neden artık çıkmıyor ki kafeslerimden. odalarımdan kapılarımdan ve uçamıyorsa. çarpsın! toprağa. acı. şiddet. dizlerinde hissettiklerin miydi
kollarını kaldır dizlerinden bağdaş kurup oturmak demek. uçmak demek. çocuk. aklında masallara... kapa gözlerini uyu...
beni böyle sevmesinler/ beni bir ruhla yüzyüze gelirken sevmesinler yahya... bana bakıp, benden olmayana bakıp benim görmediğim; banadokunup dokunupdurmasın yahya...
Ateşimizin üstünde duman tütmüyor... yangınımızda küle dönen yok.
Zamanın bütün tanıkları gözden kayboluncaya kadar bekledi/ bekledi deli gece ve hınzır bakış bir birinin göğsü ucunda... Geriye neyin kalabileceğini görmek için; belki bir yüz, belki de bir ses... Ama geriye sadece bir koku kalmıştı. Ya da bir his. Çekiyor içine içine içindekini. Yer yüzünü çiğniyor ayaklarım. Saf beton ve çamur. Toprak ya da bir kök. Yer yüzünün bütün oyuklarından çıkagelmiş. Bir zamanda. Uyandık uykumuzdan... /hey. Ve saf... plaktan aptal bir çanta. Çiziyor biliyorum bütün parlak taşlar evet. Yakından bakınca/ yamaçlardan atlıyordum. Derin bir fırtınanın içinde kaybolup gideceğimi. Düşündüğüm bi an/ nın. Olmadı mı hiç. Sanıyordum ki ölüyordum. Hey! Ahmak ve sersem... gel buraya/ aklına aklına. Sızacağım. Ve bir zorBayım. Lanet. Bir gaddar! Temkinli ses tonlarından sıyrlıp, Sana durup ateşin içinden içine baktım. Odunlar yakıp. Çıra gibi... sana ben közün ve korun içinden bakıp. Yandım... sana ben yandım. Adamım. Ada çayı içmeli insan. Burgaza çıkan ilk yokuşta. Işte yine durdu. Kalpazankayalar azizim... iki gözüm. Vay ki tırmanıyoruz. Vay ki terliyiz ya böyle. oh... ve mis. Hep! Bir savaşa yazan insanların. Barışa susan çocuklar büyüttük. Sen ve ben. Ateşim çıkıyor. Alnımdan sanırım. Ruhuma delik açıyorum. Sayıklamayı bırakmam öğüt ediliyor/ tıpkı tırnaklarımı yememi bırakmam gerektiği gibi. Bunu hiç yapamadım. Bir türlü beceremedim. Sanırım hiç bir zamanda yapamayacağım... kışa/ ve kara giriyoruz. Ayaz bir pamuk gibi dokunuyor yakıyor yüzümü/ içimi... soluğumun donduğunu hissetmiştim/ ona bakıp susarken...
evden ve ülkeden atılmsı gereken eski ceviz bir gardoraptım. Ve bu gerçekti; bunu hissediyor ve duyuyor olmak gerçekti. O zaman veda edip bildiğim bütün yüzlere. Kapadım kapılarımı. Söndürdüm ağzımda tütüp duran sigarayı. Belki bir ada çayı iyi gelir şimdi. Belki bir uyku hapı/ ve yüz kremi. Herneyse son ikisini kullanmayı hep red ediyordum. Kokulu çay severdim ben. Oda itiraz edip başka bir şey istemezdi. Böyle yaşayıp giderdik. Uzak/ diye bir yer yok ama yakın diye bir şey var. Insana neyin gerekliolduğu unutulduğundan/ oluyordu bu. Bu başımıza gelenler. Bu lanet. Bu öcünü alamadığın hayat. Bu ayağımızda bir sarmaşık gibi çoğalan yaşamak kaygısı. Bu ait olmaya çabalamak ve ait oldurmak. Başımızı yakıyorduk. Kim dokunuyorsa o! Eliyle ve parmaklarıyla saçlarımızı yakıyordu/tenimizde kapanmaz yaralara neden olmadan hemen önce... Neyin gerçekten gerekli olduğunu biliyor ama red ediyorduk. Bunun güç imtihanından kaçıyorduk. Ve ayaklarımıza uyuyorduk. İlk mağrada ilk ağaç kovuğunda ilk çadır alacasında. Yakalıyorduk bir birimizi hep. Soluğuterleyen bir kadınla gülereksevişiyorduadam konuşur gibi öperek. Aklıma bulaşan bütün ergen heveslerimi yadsıyor muyum? Kaçıyor muyum bıraktığım yerdeki kendimle. Bir aynada yüzleşip/ yüzünle. Öyle dalıp gidiyoruz. Yine bildiğimiz yerlere. Bir kaç nota bırak bana/ bir kaç söz. Verilmiş bir kaç dokunuş. Bİr kaç kitap ve bilet. Yolların eğip büktüğü metallerin. Erime noktasıdır işte bu. November Rain... bana bakma! karalamasaydım üstünü olmazdı.
.
Yoldaki bütün taşları sayabilirim tek tek... bu mesela bilmem kaçıncı oldu ama söylediğim yalanlardan biri/ simsiyah. Kendimden söz etmeyi unutuyorum bazen. Ya da bunu istemiyorum ve aslında. Kendim dediğim şeyi henüz bilmiyorum. Ben? Bir kaos. Bir çapulcu. Bir yalancı. Sahtekar ve düzenbaz. Centilmen. Tutuk ve saygılı. Ben? Bir aşık. Kayıp. Kalbimini arayan bir ruh. Ruhunu arayan bir kalp. Ben biriyim. Ve kim olduğumu bilmiyor kimse buna ben de dahilim. Ve gününün birinde ve bence öldüğümde. Hesap günü geldiğinde. Bana kim olduğum söylenecek. Ve istersem yine yaşayabileceğimi ama hiç bir şeyi değiştiremeyeceğim. Gösterilecek. Buna inanıyordum. Yaşarken herşeyi. Benim meleğim, biraz kibirli biraz bencil biraz bilen biraz susan biraz dan daha fazla anlayan... peşimde sürekli gezindiğini görüyorum. Ayaklarını sürterek yürüyor bazen. Bazen kanatlarını topluyorum. Bazen tam çarpacakken. Duruyorum. Düşecekken tutunuyorum. Dokunmuyorum. Hiç. Hiç bahis konusu yapmıyorum. Harcamıyorum hiç. Uyumadan önce/ ya da uyanırken değil. Her an. Her an/ ne demek biliyorsun değil mi? Işte o kadar. Onunla beraber oluyorum. Üstümde biliyorum. BulutlarınDa üstünde. Sıyırıp elimdeki kiri/ kanmı demeliydim yoksa... ya da toprak. Çamur ve balçık. Hayır daha fazla nefret edemeyeceğim o şeyden/ elimden sıyırıp. Koydum bir köşeye... başladığımdan beridir sayıklamalara... gündüzü ve geceyi ayırmıyorum özümden. Buna izin veremiyorum artık. Buna neden olmak istemiyorum. Durup izliyorum. Ve üstüme düşen herşeyiyapıyorum. Ve bence hep hata yapıyorum. Yanlış. Çok yanlış bir yoldayım. Kendime karşı/ ve hemen dönmeliyim. Yolumdan/ ağır mı geldi anlamımdaki gerçek. Kime sesleniyorum? Duyduğunda soruyu kime sordum. Durup baktığın küçük bir an/ karşılaştın diyelim buna o zaman. Ama.. . Biliyorsun ya hep yakalayacağım bileğinden. Hep. Çekip saçlarından. Derinlerine yerleşeceğim. Etinden geçip. Gözlerinden geçip. Ağzının içine yerleşeceğim hep. Bir söz olarak. Hep verilmiş bir söz olarak. Yanında değilim kendimin tam karşısındayım. Acıtmayacağını düşünüyordu oya/ ne yaparsa yapsın canımı acıtmayacaktı. Ve ben hep onun bir organı gibi onun içinde ama ondan uzak yaşamalıydım. Bunu böyle düşünüp anlatırken bana/ benim canımı yakmak istemiyordu. Anlaşılmamak... Bu okul çocuklarının yaşadığı psikilojik bir zorluk değil sadece... Algıda ket. Ve dibe vurduğunu hissettiren bir ses.
Metal bir ses. Bana sevdiğim herkesi anlamam gerektiğini aşılıyor sevgili solomon. Anlamadığım herkesi seviyordum yada. Hep kaçtığım bir ödeşmenin içindeyim. Milad kadar eski bir ödeşmenin tam ortasında. Kaçıp kurtulamadığım. Kanımın dudaklarımda kaynadığını hissediyorum. Birazdan karşıma çıkacak bir algı avcısı ne olduğumu ne için olduğumu anlatacak. Ve bir kitap verip geldiği koyu karanlığın içine yine dağılacaktı bir duman gibi. Lanet. Tanrı varmış demek. Aşk varmış. Suç ve ceza varmış. Yeryüzündeki bütünyağmurlarıbirarayagetirseniz bu kadar ağlayamazdı. Sondan başa yaşanılanlar düşünülünce bazı cümlelerin zamansız kurulduğu görünür birden tuhaf kitaplarda... BirdenBire yarılan bir deniz bırakır arkasında bütün diz çöküşler. Yerimden kıpırdayamıyorum. Her yerim tutuldu. Bütün hücrelerim. Bağımsızlıklarını ilan ettiler benim gibi bir tirana karşı. Yersiz ve yurtsuzdum artık. Sahip çıkamadığın düşünceler yumağı ve hiç bir ipin ucunu tutup sonuna varmak istemiyordum. Hangisi geliyorduysa elime evirip çevirip inceliyordum/ bazen tam ucundan dışarı taşmış olan bir tüyünü emiyordum. Tadına bakıyordum ve kokusuna/ sonra sıkılıp yerine bırakıyordum. Aldığı herşeyi yerine bırakmış kendisine hırsız yaşamış bir adamdım çalarken hepsini kendime. Çünkü açamazken hiç birine içimin surlu ve sırlı kapılarını/ bir kör kızı tuttup ellerinden içeri soktum. Sedef ve kadife bir halının üstünde bağdaş kurup / oku du... Duvarlarımdaki bütün sözleri ve dokunarak runik bir alfabeye... Böyle çarpılıyor insan demek/ önce ay, cama çarpıyor/ cam çıplak tenin üstüne yansıyor ve sonra bir kaç parmak bütün perdeleri savurmaya yetiyor. Aralanıyor yüzümün hizasındaki alem. Mırıldandıkça dudakları/ uzasın istiyorum aramıza serilen zaman. Ne kadar uzayabiliyorsa / sonsuzluğa... O kadar uzasın istiyorum. Bana verilen ödül sana sunulan bir yalnızlık olacaktı...
yerimden biraz hareket edebilsem belki bu tutulmaya bir anlam verebilecektim/ biraz doğrulabilsem doğru düzgün şeyler söyleyebilecektim. Belki bir anlamı bulup/ zinimin derinliklerine yerleştirebilirsem /mandalinaM/ ona odaklanıp unutabilirdim şimdiyi. Dönüp sırt üstü uzandığım yerden soluma/ kalbimin üstünde dizlerimi çekerek dalmak hiç bilemeyeceğim
yerlerin gizemine/ bir rüyayı bölüyorum ben/ alnıma ne vakit dokunsam. Ve uykusuz bir çocuğun hüznünü taşıyorum içimde. Evet bu hayata karşı duyduğum his! bu... beni uyandırmadan gitme/ bana uyumadan. Kapatıp gözlerimi dişlerimi sıkmam bir şeyi değiştirir mi bu/ parmaklarımı sıkıp yumruk yapsam... nefesimi tutup tutup bıraksam. Hayır anlıyorum değişmiyor bakışımdaki hiç bir ifade/ çözülmüş bir düğüm gibi karşımda duruyor işte bütün iç çekişler. Yarım bıraktığım bir kitabın bütün sayfaları kesiyor etimi... kemiğime kadar işleyen civa yüzünden hareket edemiyorum. Durdum ve dondum. Taş kadar ağırım. Gök yüzü kadar ağırım. Yer yüzünün en derin mağaraları kadar ağırım. Sersem bir mevsimde masur kaldım. Bunu ruhum biliyor, bunu uğruna şiir yazdığım bütün kadınlar biliyor. Bunu yeryüzünün efendisi biliyor. Şarkılar ve türkülerim biliyor. Gecem ve gündüzüm/ elim kolum... Yaralandım ben. Zehirli bir sarmaşığın kıvırcık bir tutamı bir koku olup sızdı içime. Kör oldum o gün ve sağır. Bileğime haritalar çizdim aklıma ülkeler ve bir gün çarptım kafamı betona! Ur/ iyi huylu bir ur olup yerleştin aklıma... ne diye bilirdim ki aferim kızıma...
aklınızdaki gerçeklikle yaşadığınız gerçeklik uyumsuzsa size ne olmuştur... ben allak bullağım. Diyebilirim sabit olan hiç bir şeyle aram iyi olmadı, ideolojiler/ tarihi ve ünlükarakterler ve buna benzer herşeyle. Dünya şüphesiz hep kendi içinde müthiş bir çekime sahip/ ve dünya ile de aram iyi değildi. Hep kaçmaya çalışmıştım burada. Costantinpolis/te...
yağmura sızan bir damlayım kalabalık tünellerin ucunda/ Gök olaylarını severim bir de gözlerimin dalıp sana varmasını. TersineOrmanlarbüyütüp sana yaktım bir gece hepsini. Yakama yapışan oksitlenmiş yalnızlığı birazdan üstümden çıkaracağım. Bir ağacın damarlı kabuklarına sırtımı yaslayıp. Köklerini düşüneceğim. Insanı insan yapan genlerinden başka bir şey değil köklerimi düşünüp. Avuç içimdeki izleri takip edeceğim yolum/ topraktan çobanyıldızına kadar. Gözlerimikapatıpgözlerini öpeceğim.
Es verilmiş bir ses
kapısını çalıyor. Bütün unuttuklarımın. Sonra sen sonbahar oluyorsun yine. Bütün şehir bunu biliyor. Bütün sokaklar ve / ıslanmış kirli yapraklar. Çekip çıkaramadığın bir sen kalmıştır içinde yine gözlerim kaşınıyor kirpiklerinden tutup soluma sığıyorsun. Kafanı göğsüme koy u yu ya mı yo rum
Es verilmiş bir ses kapımı çalıyor bütün bildiklerimden. Sana sonra mor yakışıyor. Bir sarmaşıkla bağlıyorsun parmaklarını görüyorum yüzüğünden. Harcanmış bir çaba gibi bakıyorum kendime... evirip çevirip dışında beni soktu içine böyle oluyor demek bütün sözler/ hep aramızdaki duvara çarpıyor.
Fırtınaya teslim olduk bulutların arkasına saklandığından beridir ay/
sırrını saklıyorum/ dudaklarımda. Kanatlarını kırıp/ kırıp attığın bir gece. Sakladım. Bütün cesetlerimizi. Gözkapağımızın içine... uyu...
İçimde acıması gereken şey ne?
Gerçekten acı çekiyorsam. Kaybettiklerimin arkasından. İçimde hangi acının/ matemi var. Hepsi/ belki de bütün ömrüm... Zamanımın bütün harflerinden sürünerek geçtim/ –
tamam. Yeter!
Sayfayı çiğneyip geçebilecek bir har var mıydı? Hatırla... eskimiş/ bir ceseti taşıyorum gözlerimde. Gördüğüm/ rüyaları kör. O adam/ yine... kapıyı kapatıp üstüme. Sırtımı kapıya yaslayıp olduğum yere oturacağım işte bir yanında cennet bir yanında cehennem mumdan bir gemi ile ateş denizinden geçmek mi? Istedim... yanıyorum çünkü.
Gözlerim bütün oyuklarında geziniyor bütün çukurlarına girip çıkıyor bakışlarım.
Önce parmaklarım tutaşacak biliyorum. Çeneni tutup/ kafanı duvara çarpıyorum. Kan/ ancak akan kan temizleyebilir alnını. Aklımda kalan son güzel an nedir tahammül edemiyorum varoluşa/ ne kötü. Katlandığım onca şeyi yaşadığımı anladım... kendi kendime katlanamadığımı yani... aradığım/ sonunubildiğim bir masaldı belki şimdi... karanlık bir ormanın içinde kaybolmuş gibiyim... ne yaptığımın önemi olmayacak eğer bir patika bulunamazsa. Insan çok aşikar yaşıyor. Ve cürretkar. Bir tek yazılanlar bağışlanıyor. YaşananlarDAN.
Ne vakit gözlerimi kapasam... binlerce kelebek kanat çırpyor.
Uçmam gerek/ bir an/ yaşamış gibiyim... //
1.
12. 013
daha fazla batabilir miyiz? Daha fazla/ yer açabilir miyiz? Bilmiyorum. Gözlerini kime kapatıyorsun? kim öpüp gözlerinden uyandırıyor... LanetSorular. KokunuÇekipDayıyor ciğerlerime... tanımıyorum mimiğindeki heceyi... bir tek söz/ düşüyor. Parçalanıyor söz/ Dağılıyor... ve batıyor içime.
Wayyy! Babalık... bizim lenin var ya.
Pis çekti/ Bir de köpek videosu işte budur halim gözümün nuru miraç! Alo... miraçhhhh! Bize Yine takla be gülüm... yine mi takla. Soru basit: bir insanı kaç değişik biçimde seversiniz...
uzaklaştığım bir düşüm ben. /tamam da. Şimdi bütün kelebekler ıslak. / Dan! DAN! Kafama... tokat! Lan... yüzümeavuclarımla. Acıta! Acıta! Canım... kaçıpkaçıp kurtulmaya çalıştığım! Bir çukurdan kaçamadım! Birdamla bir damla daha... yapma! Bir damla. Daha... kanatlarımıYaktı daha...
@youtube.com hammock – like a valley with no echo... üşü...üşüüü benimle bebeğim... mihenginizi kaybetmeyin. Nuhun yasef çocukları... / Ve dönüp baktığın da bazen orada göremediğin bir baba! Çok acı değil mi? Sen benim içimdeki babayı öldürdün be gülüm... deyip! kocaman gözlerinin içine saklanıyordum/ iş güzar bir hayal olarak parmaklarına sızdığımdan beridir. Bana ülkelerden bahset git bana saçları gökkuşağı bir kadın getir yanamayan defterlerin suçu bu! Içime çektiğim duman... git! Bana kendini bul getir. Aradığım hiç bir şey yok yerinde/ unuttuğum bir yerden başlıyorum kendime...
Bize kış yakışıyor/ ne vakit üşüsek... biliyorsun. Bazı ışıklar/ kelebeklere çarpıp ölür... uykusu gelmiş şehrin/ pamuk bir yorgan örtüyor üstüne BemBeyaz. Şimdi daha fazla kirliyim şimdi daha fazla sadece...
her zalim im der merhaba... sen bana bakma/
böylesi karanlıkları aydınlatmaya yetmiyor kar çığ düşmüş çocuklukları topluyorum avuçlarımda bir iz/ evet. Bir iz daha...
hecenin/ ebabil zamanı gelip dayandığında göğe damla düşüyor yerin de yüzüne... akıp karıştığımız hayat bir ırmağın yatağı düşüyor bazen nabzı gözleri doluyor/ gidenlerini izlerken demir parmaklıklardan. Düşünen bir adamın eteğine oturup delilik bunun neresinde/ diye bir not düşüyor. Kedilerin çizildiği sayfaların/ arka yüzüne. Yine de hep! Kalbini kurban seçiyor bütün ruhlar. Hey ve hat... bütün matemimizde yer buluyor. Bir kere bile bulamadıklarımız...
canımızı sıkıyor ölüp gidenlerimiz... sanki. Yaşayanlara sahip çıkabiliyormuşuz
gibi... tutup ağlıyoruz bir de. Canımı sıkıyor fotoğraflarda mimik aramak. durup/ yüzüne bakmak varken...
Hiç düşündün mü beni? Yolların delip geçtiği bir kara delik aklım... bana sorulardan bahsetme... bıraksalar bir bin yıl uyurdumseninle... biliyorsun. Bırakmıyor insanın yakasını yaşamak. Neyi yaşamayı isteyip istemediğime yaşarken karar veriyorum. Öldüğümde neyin doğru neyin yanlış olduğunu bileceğim çünkü. Biteceğini düşündüğüm şey şimdi.
@ youtube albatross one hour before the trip bağırrr! Çağırr! Ve küfret!
Duymak istemediler kulaklarının dibinde ya da en derinlerinde/ fark etmiyor... görmediler ve bir daha da görmek istemediler gök yüzünden düşen insanın halidir bu. Tutup bulut versen aklı yerindibinde... çek! Parmaklarını dayadığındudaklarını öptüm/öptüm ve bulaştı her yerimi o bilindik lekelerin alnımın tam ortasındaki mühür kalbimin gölgesidir azizim. Ya ra ba ha ne... silemediğimiz numaraların çizgilerine bastık. Oynarken. Bırakıp kaçarken insan bir şeyi aslında dönüp hep arkasına bakıyor... /acaba peşimden geliyor mu?/
otur oturduğun yerde... kimse beni senin gibi sevmiyor.
kırık kanatlı melekleri uğurluyorum gözlerimden kargalar konuyor her yerime surat asma... kedilerin yaşadığı bir çağda kuşlar diyorum. " kuş kadar insanları bulurlar"
çekip gidiyorsun yine/ düşüyor bütün sözler... kışa/ küs bulaştı biliyorsun...
"herşey yarım kaldı yine ne tuhaf... " dilimin ucunda
tuzla buz herşey. Arkana bakma/ yar a LANdık oğlum biz... yandık. Sırtımızda bir tüy kokusu/ omuzlarımızdaki küllerle/ yalan yok. Çaldılar kalbimizin efsunlu sahibini gözümüzün de ucundan kirli bir yere dokundum/ dokundum ki parmaklarım çürüdü çekip ruhumdan elimi! Aklımı avuçladım birgün/bir gece insanın son putu kendisidir Ib RA hi MİM... biz bu yarayı/ nasıl sarabiliriz bir daha kollarımızla/ alnımın ortasında sami bir mühür / yaralandın sen oğlum diyor. Taş kesen bıçakların baş kesemeyen rüyalarında.
Aramıza bir duvar koyduk bir kaç bin /gün... yeryüzündeki bütün kelebekler öldü
ve kozasından yeniden çıktı... kaç cesetle sınayabilir insan hiç ısınmayan yerlerini. Bir mezarlıktaki korkuluk gibiydim. Bu yüzden kargalar buluyor beni/ gözümde Dudağın kaldı...
I.
onlar kemanımızdaki sesi duyabilirler mi sandın? Buna dayanabilirler mi? Sanamadım yanamadığım aynalarda. Ormanın üstünde sis ve ketedralleri ile bir şehir gelip yanağımdaki çukura gothic dedin öylemi... taş üstüne taş ve arasına çamur yağmur ve kar bile yağsa su sızmıyor tavanda ağacın bin yıllık gövdeleri ve ince düz taş! Uçmuyoruz hayır... karınaltından tünel kazıp bir göbekte buluşuyoruz. Oyun oynamıyoruz... aramızda bir savaş yok üşüyoruz belki ama kar ışık ve bir an nefes almak iyi geliyor. Karanlık çukurlarımıza...
yani öyle mi...
ne anlatırlarsa anlatsınlar bize yetiyor piyanoların laneti... bir tuş/ bir tuş izi daha ve sırtındaki kaç notadan sonra sus tamam. Zaman canım/ ömrü kadar artıkların... ve uzak dağların arkasında yaşamak/ kökleri derin bir ağacın dallarında hayır... kopar/ ısır ve at! Bir elmakokusu gelip buluyor ellerimi // kırıp aramızdaki taşı sustuk yani yine öyle mi?
bir ruh sarıyor heryerimi
ılık kemiklerim üstünde bir eti kemiriyor dişlerim dehşet. Ve kudret gecelerine alışık olmayan çapsız/ ay. küfür! Ve küskün gözler bunlar. Yerim ve yönüm. Ne vakit/ kayıp olsalar atlaslarında hep kül... hep kül... kokar bilekleri... kelimesiz gecelerin bir yarısı karşımda olmaktan uzak olan herşey şimdi tam karşımda... kaybedemediğimiz o cevher/ belki bir köz çam kokuları yükseliyor içimden dilimde iğneli yaprakların tadı. Aşık olmak hatırlamak değildir erenler... Cibril indi tene/ uyan...
üşüyen yerlerin dokunuyor bana tutuşuyorum. Herşeyim balçıkTan kalbimde/ ruhumda beyaz bir dağdayım. Herbahar biraz daha küçülen beyaz bir dağda/ sende bir melek olsana dedi cibril meryeme/ elime yüzüme bulaştı yaşamak. / bir melek susabilir de cehennem dedirtir sessizliğine dikip gözlerini aradığı şey/ bir karanlık... iğnenin ucundan ışık sızıyor ipin ucuna ve bir omzunu açıp kokusunu salıyor yere ve göğe şah damarındaki kelebeği bırakıyor gözlerime kapatıp avuçlarımı gözümün ucundaki nuha sesleniyorum! Kaç...
Kabuk ne kadar sertse Yara o kadar derindir
bu, aşkın hilal vakti... / yer yüzünde bütün atlılar güneşin battığı yere doğru giderken lahitlerin tam ortasına bıraktılar beni. Bütün harflerini öğrendim zamanla taş ve toz ve toprak bir rüzgar ne vakit sıyrılıp uykuma girse rüyamda denizler görüyordum babamdan bana kalan oniki ok ve bir yay ile on gece bekleyip yürüdüm ayın üstüne üstüne... çöl/ ne kadar büyükse o kadar susuyor insan çöl/ ne kadar büyükse o kadar kaçıp kendinden bir hayale sığıyor insan deli dervişlerin yurduna vardığımda bitti gece/ üç çocuk tanıdım önce sonra bir kadın ve sonra bir mağara ormanları anlamaya yetmedi ama bir türlü kalbim... ırmağı ve yağmuru tutup saçlarımı sıfıra vurdum o zaman/ bir zen rahibi kadar hiçtim. Içim... keskin bir uçurumda
kanatlarımı kaybettim yere o kadar sağlam basıyorum ki korkuyor toprak düştümben. Atmosfer kadar bir boşluktan rahmine saçları yosun kokan kadınların bir mevsim çürüdü parmaklarım. Bir mevsim ağrıdı dişim. Bir mevsim üşüdü ayaklarım. Bir mevsim kanadı kesiklerim yine de canımı acıtıyor içime kazıdığın çukur tırnaklarınla! Ve renkler içinde canım...
/ aynalardaki bu cürret kumun tutuşmasından değil mi? Köz/ üstünde yürümek gibiyse konuşmak ve susmak seninle tutuştuk demektir ve küllerimizi geri vermiyor deniz. Bir birine atmosfer olan insanlar değil midir ki yanmasına sebep bütün sayfaların.
Sudan bir sebep de bana toprağım...
çamura düşmüş bir kar tanesi bildiğim herşeyim. Eridikçe kirlenen/ kirlendikçe yok olan // beni tanımıyor, tanısa nefret ederdi... tanıdıkça nefret ettiği gibi/ dedi. kuşlarla konuşan adamların halidir bu hayat sandıkları herşeyi bir rüya gibi yaşamak... çiceklerle konuşan kadınların halidir bu yaşam sandıkları şeyi köklerinde arayan bir yol kavşağında uzakuzak ayrılan insanların içine düşüp kaybolan sözleri biriktiriyorum/ dedim...
kimsesizliğe açılan bir kapı bu/
ruhum... el verip gözlerime kapa üstüme bildiğin karanlığı bir ateş böceği bulup/ kalbime ekeceğim. Bunu bazı geceler yapar bir de kaybolmuş çocuklar... avucumun içinde aradığım atlas/ dünyasını savurup boşluğuna... çekip gitti kaf şahit buna anka ve zaman... toprak kokuyorum yine beni çağırıyor atalarımın göç ettiği rüzgarlar bir göl kadar deniz ve taşlara kazınmış harfler. Elimde iki taş biri akik diğeri mu allak... kanıma bulaşan bir söz oldu yaşamak boşluğuna yaslanıp sırtımın izledim/ dudaklarını anlat diye/ nasıl düşer heceler yerin çekimine. Bir bulut oyup gözlerine sanırım şimdi gece/ mezarlara açılan kapılara sürtüp taşlarımı düşürdüm ellerimden.
Kısılmış sesini duydum/ inimdeki ay/ saatinde. Terliyordum/ üşeyen yerlerine çarparken soluğum. Yürüme bilmeyen bir adamın atlarla yurt değiştirmesi kadar. Durdum. Mevsimlerin ortasında. Bir daha/ bahar olur muyum? Saçıma kan yağıyor kar gibi. Kırmızıyım. Durdum/ bütün bildiğim mabetlerde kulağıma sokulan bir iblis kırıp içimdeki putu dağın ardına sürdü oğullarımı ve kızlarımı annemin kınalı ellerinde güneşe gök yüzü çağıran mavi dövmeli çenelerin ağıdı/ tutuşdurdu sayfalarımı/ bir kutunun içindeyim ışık sızıyor nerde olduğumu ve kim olduğumu hatırlamıyorum...
birkere alıştımı gözlerin karanlığa o zaman bakmaya başlıyorsun
derinliğine saklanan herşeye bu yola çıktığımda sonbahar giriyordu kapılarımdan içeri camı açıp kayan biryıldızın peşine düştüm o zaman şimdi/ kış... ayaz adımları ile geçiyor üstümden çıplak bileği çarpıyor omuzlarına üşümüyorum hayır dondu iliklerim hangi gökyüzü yalansöylemez ki yolunu kaybetmiş bir yıldıza senin yerin burası yavrum saçlarını savurarak kafanı yasla göğsüme beyaz sütümle yıkayacağım kirlenmiş gözlerini... ya da kapat içime uyu...
bize ateşte yanmayı öğreten de kim ibrahim? Çöle gül bulaşan sabahların bittiyse gecemize ay düşebilir artık... bir kuyu ve bir denizi yarıp geçiyorum... gözlerim biliyor bunu elimde lirik bir asa vurduğum söz paramparça. Hiç/ bir gölün kıyısında durup/ durup... Azalmasın diye su taşıdın mı anka? Kırılan kanadın ağrısı var kaburgalarımın arasında. Bana anladım aşk/ fazla... geceye kül taşıyor gün. Yanıyoruz... bize ateşte yanmayı öğreten kim ib RA hi MİM...
herkesin bildiğine emin olduğu o masal/ kahramanı
varlığından emin değildi misalin Ve çekip gitti kaf dağına zebur değil kayıp bir taş dedi kafamdaki yara izine/ öldüremedin beni kabil. Bu yüzden kabul etmiyorum hiçbir sÖZÜnü. Kalbime saplanan gümüş bir oku çıkarıyordum avcılardan kaçarken esrarlı bir ormanda ruhum ayaklandı saklandığı köşesinden... efsunlu sözler bırakıp arkasında kaybolup gitti/ derinliğine karanlığın ay vardı ve bir dilim sustukça çoğlan ne içimde? Izin verdiğim o düşünceler de kimin... bilmiyorum... avucuna cetvelle vurulmuş çocukların çizdiği sınırlarda aklımı yatırıyordum mezar taşlarına bak! Dedi... gördün mü? Yüzüğündeki kılıcın kesemediği sözü. Rab! Benim çobanımdır... hayaletler şehrinde öldürdüğüm oğlumu arıyordum. Hiçtim. Piç gibi bırakıp giderken bütün duyguları... belki sendedir costantin...
Ateşe verip ucunu külüne mürekkep akıttım divit ucunu banıp derime yaralar açtım... gözlerime gümüş paralar koy ve göm beni dünyanın derinliklerine/ yapmak istedikleri bitince ne yapıyor insan... yetmiş! Bu divitin kanı akmaya başladığında neredeydim ve şimdi nerede o atlılar nereye gitti hepsi mi güzeldi sahiden ve bu yüzden mi olduğum yerde kalakaldım...
Yalnızken ne kadar çok kalabalık olabilirse insan... o kadar var olabiliyor kendisinde. Şaşkınlık ve hayret yok benimle, beraber dalıyorsun derinlere... çaydan bir yudum sigaradan bir nefes kıştan sonra bahar... "bu hep böyle mi?" nilgünüm... ölü şairler geçiyor gözlerimin içinden bir de onları öldürenler. Hergün bir şekilde heryerimden...