unutmayanadam kedikuyruğu günlüklerim 1. 2011
ırak... / konuşmayalım. haklıçıkacağınbirkurmacacüleyse eğer h e p s o n u... ensonum. böyle bitirip cümleyi bahset şimdi. sadece kendine ve en çok bana yine. derine açılan bir ışık tozu şimdi tüllerin arkasındaki sesler. hayat! hep bir halt. sen hep biraz saçma ve ben. gerçeğin biçimli ve biçimsiz halleri değilse eğer. gözlerinin içindeki... uyu ya mı yor sun! uyku değil hiç bir memnun olduğun an gözlerinin kapandığı ve kirpiklerin bunlar sevgilim... ne vakit yüzümün önünde kapansa kızdığım yenilmiş tırnak ucu dilinden yaralandım beni yaraladın ve gittin... bunu sen yaptın! tehlikeli sularda yüzükoyun uyuyordum. dibine daldığım kuyunun içinde duvarlarında - haklısın. seni anlıyorum ve benbirşeyanlatmıyorum.
Bırak / konuşmayalım. içimde tutup tutup seni. yutkunup yutkunup ne anlatabilirim şimdi? seni gördüm! ne üç renk film ve özgürlük ve müzik bir estetikten ne de benzersiz bir eşleşmeden kalkıp yerimden bir şeylerin yerini değiştireceğim geçerken masayı dizimi çarpmamak için düşündüğüm adımı atacağım kahve çay kök ne bulursam bir dikişte içeceğim külleri dökük en aç kaldığım sigarayı çekip doyamayacakmışım gibi bir duman alacağım. ve sana bakacağım yine.... senin biçimli ve biçimsiz hallerine omuzlarına bileklerine bütün kıvrımlarına iyi değilim evet. rahatsızım ve sana hasta. öğrendin de ne oldu ? dudaklarının koyuluğuna sapladın tütünü çakmağı sıkarak tuttun ellerin. parmakların rüzgarı ateşten ateşi rüzgardan koruyan. parmakların... - kimse beni sevmedi!
bırak / konuşmayalım. küllerim küllerim uçuşuyor mu sana doğru sana düzgün... yaktın beni! başımı belaya soktun. başımı eğdirdin ellerimin arasından içinden sürterek avuç izlerimin indirdin ellerimi teslim oldum! ve öldürmedim kimseyi. bağışla! bağışla ve esirge beni kendinden. koru beni içinden! hatırlama artık beni... öldürdüğün biriyim. ve kendini öldüremediğin.
Bırak / konuşmayalım... tanıdığımız tanrımız olan her şey kimse kurtaramıyor beni ellerinden. kargaların sadece kargaların karnına sapladığı gagaları
ısırdın sağ kaburgamı ve mor ar dı saçların... sürüler halinde geçti bulutlar ölmeyi bile istedim kaldırımlarda evet bana da çarptı taşlar duvarlar yıkıldı mı orda da? hey. hepsini gÖR. Bırak / konuşmayalım... buna delilik desinler şimdi kendim kendime... soyundum.
Kamer bitir sözünü Kamer bitir sözünü artık! Kabuğunu soy başucundaki duma dumun... ve uydur bir yalan bir yalanda bana... inanacağım bütün masallara... kamer bitir sözünü toprağın üstünden göç etti toprakların üstüne insanlar insanlar, pençelerini aralayıp tüllerin ışıkları içinde gördü çıplaklığındaki omuzlarını sırtını ve uykusunun dağıldığı yanaklarını... toprağın üstünden göç etti insanlar toprakların üstüne ve ellerinde hiç bir barış sözcüğü ile donatırlar dudaklarını! namluya sürüldü çelik ve su verildi aksın ve arınsın diye bütün diğer soyları... kamer bitir sözünü! hayır kandırdın beni bir yırttık bulup önce sen geçtin gökyüzünden... bariyerlere çarpıyorum aklının bariyerlerine. ve parçalanmamak için sıkı sıkıya ucundan tutuyorum kelimelerin.. istersen bunu da anla! sen sana çok benziyorsun şaşırma… telaşların ve koşturmaların içinde durup durup bakıyorsun yüzüme sen sana bir şey yapıyorsun… kamer sustu susmadın o gece sabaha kadar anlatıp durdun kendini…
kokunu duyardım önce etini ve kemiklerini hissediyorken boynuna yakın bir yerse ense kökünü çekerdim içime sonra içine hapsedilmiş bir lamba olurdum ne vakit dokunsan özgür kalacağın
Yol ol!
Dipsiz kuyulara mı aydınlatırken asit/ yağmurların... Paramparça oldu bütün kavmimin çocukları. Harap düştü ceninleri yolsuz otistiklerin. Bir parça zulmet saldım sizin üzerinize. Kıyamete kadar tecavüz edesiniz diye kelimelere. Çarşaflarınıza yalanlarınızı kazıyarak rüyaları kirletin utanmadan. Ben değil miydim sodom ve gomorrah ın bakire ağaçlarının dallarına sularla yürüyen/ yaprağın damarı ve kökü ağacın... Ben değil miydim rüyalarınıza sızmış bir anka ve kaf uzak ihtimal... Gülemem artık halinize, gülüşüyorduk sesinizle bir mevsim... Gülüşü/ yorduk diyordu ya bir çocuk tamda öyle... Anne kucağında titreyen masum bir intiharcısına... Ayazlarında kanlarımı kanattım ben. Duvarlarımda atlas parşömen kağıtlara yazarken damarlarımdan geçirip bütün karalarımı, sürdüm avuç içlerimde sakladığım izlerini ömrümün yüzüne/ yüzlerinize...Tütün kokusu kadar keskin aşıklar saldım ekinlerinize. Ah ... Bir bilsen ağlamak artık sadece bir doğum mucizesidir... Ve buyurdu insan... Çekil... Bana sürme kelimelerinin katranlarını. Bırak kandilim tapınaklarına kefenler assın, marşlarına bir vurgu vursun ki bütün kelimeler katledilsin son cümlemde. Suallerinden dağın bilgesi ya da yaşamak, soru değil mi hepsi, karanlık şehirlerin orospularıydı dilenci sadakalarına göz dikenler. Vajinalarına çamur sürdü kelebekler bütün ilkbaharın. Öldüresiye sevişerek bir piç doğurdun hiç doğmamış kadınlığından... Çekil... Bana sürme kelimelerinin kanatlarını, yüzümde bir göç uyanıyor bilemezsin her kanat sesinde... Yeşil coğrafyaların terli kaderleri vuruldu kadehlerinin yalanında. Bir tanrısın sen. Yalan olduğunu senin bile bildiğin. Bana şarkı söylemeyi öğrettiğinde dudaklarım kanamıştı hatırla... Sigaramın dumanında risalesine, açılan bir fal/ yol ol/ hiç bir kimseye gitmeyen/ hiç bir kimsenin gitmediği/ gelmediği...
Yol ol/ ....
Ve savaşın aziz ırkım!
Üstünde alabildiğine bulut serpiştirilmiş sokaklardan kaldırım hızıyla geçip, yetişiyorsun yine bir yerlere… Bir şeye. Ve en çok kime… Aklımda dönüp duran bir soru işareti bu sadece… Ve terlemeden fazla merak etmek istemiyorum, çekilirse kuyuların suyu/ ? Dirseğini masadan çek/ çatalı tutarken elinde, kulağının arkasına saçını takma/ omuzlarını öne çıkarma/ ortada henüz silahları belirlenmiş bir savaş yok. Taraflar arasında kutsal bir yemin imzalandı ve kimse aslında bir başkası değil. Uysal pembeler öldü! Uysal pembelerin göz bebeklerine kadar irin akıtıldı ve yasları tutuldu kimi geceleri mavi duman ormanlarında/ tüten damlalarla… Orda/ kırık bir balkonun kenarında… Fesleğenlerin ne zaman büyüdüğünü göremedim bir daha hiç. Bütün sorulmuş sorulardan seni münezzeh kılıyorum… Bütün sulardan, bulutlardan ve güneş alacasından… Derinliği ilkbahar, kış ve sonbahar günlerinden vücut ısıyla çıkıp, ilk değirmende döndürüyoruz aklımızı… Bunu yapıyoruz merak edilecek bir şey yok/ antik çağlara bu günden işaretler bırakıyoruz hatırlansın diye. Yarın! Kapıların kilitlerini söküp/ cebimizdeki iz maymunu ile sirke dalıyoruz. Çemberli bir salıncak bizi tuzağa çekiyor. Yükseklerden insek /duraklardan/ ruhumuz çıkacak sanki… Aşağı doğru süzülürken. Deri ceketlerimizi çıkardık ve bütün bankaların kolanlarına dinamitleri bağladık. Görev tamam! Görevi yarım bırakmadık. Görevi Orada bırakıp, soyunma odalarına dağılıp imzalar attık. İki yanından saçlarını ayırmış başların gözlerine. Gümüş paralar koyardık hatırla… Seninle bunu yapardık. Kardeşlik. Kanbağım… Bir gece hiçbir yere dönmeyen yolların tilkileri uludu önce, sonra kurtlar bütün sur diplerinden çıktı/ ağızlarında çocuk cesetleriyle… Dirseğini masadan çek! Kolunu kopartıp alacağım. Parmaklarını ısıracağım alnına dokunursa yine. Tehdit altındasın. Ve tehdit altında bütün ırkın! Yok oldun. Büyü yaptın. Tarifi unutulmuş simyaları birleştirdin ve yok oldun. Bunu gözlerimin önünde yaptın. Ve ben bunu anlayamadım. Bütün sonucumda bu aslında. Dizlerimden kısa taşların üstünde yürümeye çalışırken de kollarım açık bir şekilde… Denge mi kaybedersem düşeceğim. Dengesini kaybederse bütün sırların silineceksin. Dengesini kaybederse yer küre. Korkup mağalara döneceksin. Bunu yapacaksın evet… bunu hiç öğrenmemiş gibi mayalardan/ aynen yapacaksın. Hayret. Ve. Endişe. Kapı dışarı edilmiş bir ruh hali sadece. Şaşırmıyorsan itiraz bile etmeyeceksin. Şaşırmıyorsan bile alınan bir karara sokağa bile çıkmayacaksın. Şaşırmayacak bile elindeki mekanik bir ağırlığa / kulaklarını kör edeceksin, gözlerini sağır ettikten sonra. Bunların Hiç birini yapmadın. Bunlar sana olmadı. Bunların Hiç birinin önemi yok. Başka bir dünya yok. Ve savaşın aziz ırkım!
Solumdaki AĞIR aksak kitabım.
çatışma. defter yapraklarının kopartılıp fırlatılmasıdır diye bir yüze. kopardım solumdaki ağır aksak kitabımın sayfalarını bak bu: bir. sağanak. topal sorularının, bir gece gözlerini kapatmanı emretmesiyle başlayan bir ritim değil mi? yoksa yalan söylenmiş say. ve üstelik şimdi. kendimleyim. içimde, hasarsız bir bölge buldum ve parmak izlerimi vura vura döktüm alçılara alınmış yüzlerimi. ilk darbe hep dudağa mı? sana lanet olsun öyleyse. odaları, camları, aynaları ve katı kurgusuz yüzleri çekiyorum içime... ilk sayfa ön söz gibi düşer silik bir anı olan gövdene. anlatmak. dizlerini titreterek konuşmak olmasın diye, bulunur ilk harf. gölgelere saklanmış oyun bozanlarım, karanlığıma sinmiş kokularım olur en sonunda. gövde, kir tutar. gölge, ses. ve bir inilti gibi kulaklarımda ellerin. çek! daha çok üstelik saçlarımı diplerinden. varlığını kanıtla kendine şimdi. inanılmış bir şey gibi baktın aynana değil mi? renkleri silik sokaklara benziyor kollarının iki yana açık olması... ilk adımım, son sözüm olacak. sen bilirsin nasılsa... sana ve bana ve ona ayrılmış karakterler buldum, ellerimde ve ellerimin içinde. hangisi kime benzemiş bilmiyorum. bir aralık olacak ve içime hava dolacak ve ciğerlerime çarpacak gözlerin. dur. bu evi hatırlıyor olmalıyım şimdi. karşımdaki yamuk koltuğa sığmaya çalışmanı, elindeki sigarayı emmek istemeni, dirseğini dayadığın dizlerini... senin neyin yok? ağırlıklarla ördüğün duvarların, öldüğümüzü bize öğretmeye çalışan kablolu tv, mekanik kelimeler; duygu, faturalar, botların ve eksik kalmış kırbacın ve aşk güzel, aşk eski, aşk bir baskı içine... ikinci sayfa diğerinedir, roman değilse de hayat.
unutmak. kahraman yapmıyor değil mi seni, hatırlamak ise bir katil. bu seni kim yapar? ve göğe bile çekilmedin... yersiz kaldığın yönlerin içinde bulamadın en basit gerçeği. tek olanadır alemler...
kendinlesin. içinde, benzemiyor diye kızdığın bir yüz buluyorsun karşında yine. bana bakıyorsun. iş güzarsın ve becerekli ve güzelsin. bıraksam kendimi yeniden kuracak gibisin. kurtaracak gibisin. kim öldüremedi seni? duymak. değiştirilmemiş bir atlası sırtında taşıyarak, iz bıraktın kuma belki de. ayet, bir suret yaratmaya yetmedi ve toprak diz çöktü ilk emrine. hepsi bu? bu mu... anlamak istemiyorum, bozmak istiyorum. anlatıp durmasınlar sana kim olduğunu. dinlemek istedim senden hepsi bu. ve peki.
Şamanın Masalı
şaman at denizlerinin tek tek parçalarını istemiş önce... bu, sürüler halinde yürümesine neden olmuş, dağların da bir süre ve bütün oyuklarına
diri diri bedenlerin içinde üstünde toprağın toz haline ve taş. dokunarak hızla. böyle gelişebilirdi evet, baştan savma olmayan her şeyimiz.
beni mi sevdin? nihayet bitmişti, nihayet bitirmiştik... sizin için bunun pek önemi olmaya bilir. fark etmediniz ama. bir birimizi sıkı sıkı ya sevdiğimiz için dünya boşlukta asılı kalabiliyordu. unutabiliyordu insan ve düşünerek doğru olanı yapıyordu hep. bir birimizi bırakmadığımız için sular yatağından akıp denizlere ulaşıyordu, bir birimiz için yıldızları yerinden söküp savuruyorduk gök yüzünde. ay bizi görmek için dolunay geceleri gözlerini açıp açıp bakıyordu yüzüne yerin. güneş her sabah bizi uyandırmak için geliyordu. her akşam batarken karanlığından korumak için dağların ve ormanların ve halkların... uykular bırakıyordu kirpiklerimize... sonra... ne mi oldu ? vazgeçtik bir birimizden... nihayet bitmişti ve nihayet bitirebilmiştik bir birimizi... üstelik çokda zor olmamıştı bu... kısa bir mesaj bir telefonun zırıltılı sesi, bir baz istasyonu ve yüz altmış karakter... sonra herşey artık daha güzel olması gerekirken. savaşlar çoğaldı... kudüs talan edildi bir daha, şam yandı yandı ve hiç sönmedi bir daha, bağdat yerle bir olurken çılgına döndü atlılar... küçüldü dünya derken, ekranlara sığdı koca gezegen, cebe sığdı, hesapları çoğaldı insanların, dertleri çoğaldı... biz ayrı ayrı yerlerine dağılırken yüzünde yerin ve içinde denizin ve içimizde hava ile... susar olduk. sustuk. sustuk. biz sustukça kuşlar şaşırdı göç edecekleri yerleri, ay kapatıp elleriyle yüzünü karanlığına gömdü bizi/içimizin ve uzanan hiç bir el kuratamadı bizi kendimizden... en kötüsü de budur. herkesten ve herşeyden kurtulabilir insan. kendinden mümkün değil. bizde kendimizin elleri arasında dayanamıyorduk adı hayat denen bu anlaşmaya. hepimizin kendisini öldürmesi yasaklanmıştı. birimizin bir anda diğerimizin karşısına çıkması yasaklanmıştı. bağışlamak ona mahsustu, affetmek ona aitti ve birden bire var etmek onundu. yaşayacaktık ve umut edecektik yaşayacaktık ve yaşlanarak... nihayete ermiş herşey, sanılırki artık bir son buldu. şükür bu yüzdendir. dua ve amin. ama faydası yok bazen. açılmış ellerin içine düşmüyorsa kardan taneler ve yağan yağmurun şiddetindeki odalar... odalar, tütün ve nem kokan. küf ve kimsesizlik kokan odalar... pencerelerden umulan meted ve açık unutulan kapılardan salona girmiş bir kedi... kedinin gözleri. nereye gidilir ki? cehennem değilse eğer. bir kedinin gözleri ile... denen bir yazı. ve kelimeler. biz bir birimize sustukça çoğalan elsiz ve ayaksız kelimeler. hiç bir yere gidemeyen kelimelere kimseye bir şey anlatamayan kelimeler, kimseden bir şey çalmayan, kimeye bir yapmayan, öldürmeyen, çürütmeyen kelimeler. şık bir karanlık yazı. yarı erotik bir debelenme. ve zübbelerin ofset matbalı aşkları... biz bir birimize sustukça kazandı; süfyan, kaybetti çocuk yaştaki gerillalar. kazandı ebu cehil, kaybetti yolunu ebu ZER ve dolaşıyor aklımda dingin her kıvrımda. köşeyi dönmeden yeşilene çarptığım hızır. dizleri ile yaşını saklayan bir mimik. uçurtmalar bizi arıyor gök yüzünde. çocuk parklarında sallanan biziz boşlukla. biz kayıyor, kumdan kaleler biz yapıyoruz. aşka DA insana DA. biz düşüp, ağlıyoruz avuç içlerimizi çizen toprak yok artık asfaltlara... ciğerimizdeki iyot değil. belki ama çektikçe gözlerini ateş böceklerinin /közünü içine. ve şimdi kıvrım kıvrım bileklerin kızım! balkonunda. ve çıksın bir fırtına artık. kopsun kaburgamdaki kıyamet ve savrulsun küllerin. tutuşturacağım! tersine ormanları yakacağım. göktaşlarından bulutları. dağları yürüteceğim. kırkgünde. erimeden. ermeden. yüzüne.
biz ayrı düştükçe kendimizden. kimse sarmak için uzatmadı ellerini kanatlarımız yok diye/ mürkkepten boyalarla çizerken sırtına masallarını kahramanlarını. bendim ejderha kuyularında, biçimsiz rüyalarla boğuşan. bendim bembeyaz sabahlara kimsesiz uyanıp. kirlendim. diye. susan... bendim yerin yedi kat dibinden anka kuşunun yanmış kanatlarını toplayan. sen susunca masala. orada kaldım. oradayım halen daha. dibinde kuyuların ve ejderhanın elinde. gırtlağımda ateşten soluğu. ey nefs, çektirme içime kokuları. göremem! göremem. göremem. sen susturunca nabzındaki masalı, soğudu çay, söndü sigara ve asıldı yüzüm. kapılarına. işaretlediler göğünü ve göğümü bir daha rahman bakmayacak yüzümüze. bağışlamayacak bizi. affetmeyecek. esirgemeyecek ve korumayacak. kendi ellerimizden... kendimizi.
dünü bu güne kırdım. martıların kanatlarını hiç bir yere uçamasınlar uçmasınlar diye... önemli değil gerçekten, temiz bırakmamış olmaman evini, dağılmasına verdiğin izin toplamak için harcadığın çabaya eşit olduğu sürece... önemli olmayacak gerçekten. sesine alıştığın bütün tınıları unutamayacaksın hiç bir zaman, kulaklarını kapatıyor olman önemli olmayacak gerçekten bir yıldırım jilet gibi keserken geceyi... soğuk ve sıcak kadar önemli elbette siyah ve beyaz... ancak hiç biri senin gözlerinden daha anlamlı değil/ ister üşütmüş olsun isterse yaksın önemli değil gerçekten, çekip gidiyor olman karşılaştığımızdan beridir işleyen bir saati bu uykumuzda bir rüya sonrayı, sonraya şimdiyi yarına dünü bu güne yakasından tutup çekerek getiriyoruz gözlerimize... umarak ve isteyerek ve bilenerek ve yenilmiş tırnakların sabırı ile yutup bırakıyoruz kanatlanmış bütün bakışları omuzlarımızdan. bize tanık olacaklarla ayrılıyoruz dokunurken hesaplarda sana az gülsem kırılır dalındaki bahar az susam dizlerime kadar kar - sana yalan söylemiyorum/ gerçeği biliyor musun... önemli değil gerçekten; sabahlara kadar uykusuz kalman, uyandığında rüyada olduğunu düşünüyorsan kokusuna alıştığın bütün gölgeler çekildiğinde inine, araman önemli olmayacak gerçekten düşürmüş olursun fesleğen saksısını balkonundan... sen benim kadar yoksun ben senin kadar gerçek önemli değil yani gerçekten ölümsüz olmayışımız.
Demek Yaşamak
tek tek basamak yaşamak. adım adım alışmak. korkak! hey korkak... elinle sıktığın ateş namluya sürülmüş bir çelik ve tetik! le. dağılacak işte beyni bütün kemirgenlerin. sakladığın o şey benimle olan gri susmalar bıraktı aynalarda ve kırıldı safirTEN zaman. gel gidelim buralardan eşyanın biçimin zamanın içinden sıyrılarak bi an bir ve tek an uzaklaşarak kendimizden unutturarak her şeyi gel hatırlıyorum gözlerini ve titredi nefesin korkuların uyanıyorken.... yeşil yapıp durumlarını kırmızıda beklemek sarı laciver bir otomobilin önünde çekilmiş gözlüklü kel göbekli bir adam bulmak demek
demek. bazen gerekiyor sanırım üstüne basa basa bütün sözcüklerin!
aşikar ve aşık yarı çıplak uyuma denemeleri bunlar yarımtırak nefeslerde duman almak gibi bıraktım ve demek kulanmıyorum seni! gel. gidiyorum bak uzaklara deniz kıyılarına likya soylarına ve bütün greek tanrılarına yeltenmiş bir kılıç olarak keskin ve küskün odalardan çık gel. uzak diye bir şey var. uzakta biri var. çok uzaklara gitmeye yeltenmiş bulutların üstündeki aklını çağır deltalarıma derinlerimde yıkanan ırmaklar buluyorum sana gel boğul demek yaşamak.
Durum Duvarları
ölüme. ölümlüyü her şeye meyilliyiz. ölüme ve ölmenin biçimleriyle iç içe. Yenilmiş olmaya aşikar ve kazanmışlarla iç içe olmaya mecbur. Kaybedişimize bir kulüp ve tutunamayışımıza bir kitap yenilgilerimize ise en güzel şarkıları seçiyor ve beğeniyorduk. bunu yapıyorduk duvarlarımızda. dualarımızda kime ve neye aslında ne yapmasını istediğimiz için biçimli biçimsiz nazik ve ezik avuçlar açıp. tutuyorduk. birilerini. birini. ve hepimizi. biraz daha hayatta. aşkı dilenip gülümsemeyi umuyorduk sıkı bir espride... böyle oluyordu hepimize bir an bulup ayırdığımızda kendimize kendimizi. kazanmışlar yol kıyılarında bulduklarıyla oradakiler oradakilerle ve buradakilerde buradakilerle yaşamaya devam ediyorduk. ülke gündem ve dünyanın kaderi çoktan anlamını yitirmiş bayat bir çabaydı. bayat ve gereksiz bir anlam bulma gayreti gibi. hayvanlara kapı önünde su bırakmak. dolunayı hatırlamak ve hep tarihleri beklemek avutuyor avutuyor ve daha büyük bir parça koparıyordu. hepimizden ... hepimizi...
hiç/im bir gün, sendeki zehirli ayna duvarlarından düşüp parçalandığında içini göreceksin/ işte o zaman... ve karamsar adımladığın sokaklar birer kıvrım gibi saklanırken aklına çıkacaksın avuç içlerindeki izlerden ortalara... başında değilsin yolun ve sonu çok uzak...larda... bir gün, artık değiştirdiğini düşündüğünde kendini... değersiz bir taş gibi çarpacak ayağına... fırlatılmış bütün sayfalar... omuzlarımdan aşk'a. ve sonu yazılmadı daha... bir gün, pencerenden sokağına fırlatığın izmaritin çıkardığı yangının ortasında kaldığına inandığında söndüremediğin cansız parmaklarımın bıraktığı izler kurtaracak... alevalev ruhunu bu savaştan... o zaman bağışlamış olacağız diğerimizi... burda salgın var veba var burda sivri sinekler burada taşır sivri uçlarında sıtmayı sanmam kimsenin geleceğini hiç/ im ben... içim, sarsıntılar içinde uyanan bir şehir... üstünde yer yüzünün ve derinlerine beni çeken! koyu karanlık sözlerin kulaklarımda! dört amin kitabı... içim, kırılan bakışlar uzanır arkasına gördün mü? nasıl baktı sana... öyle işaretler bırakmış ki bedenine mürekkepten ve iğne uçlarından unutmuş sanki bütün sözleri... unutmuş sanki... hiçim bu gün...
İçime Çekerken üstümüzde taşıdığımız saatleri kırdık anladığımızda zamanın sadece geçip giden bir yabancı olduğunu... koyu kahve tadı kadar dilimizde merhametsizlik/ anlamı susturamadığımız taşlar... öldürmek için fırlatılmış nefesten/ tek tek... birimizi. en azından birimizi. yok edebilsek... kabul edecektik sonumuzu. terk ediyor bizi çocuklar kap/kara derileri ile Ey Melah senin kadar alçak içimiz. boğulamıyoruz kalabalığımızda. boğulup yok olamıyoruz bir firavun secde etmedikçe denizlerimize... Dar ağaçlar. bunlar... ormanların çakıl taşları yani. ceset taşıyan ve denizleri boğan... ve bilmem kaç damla. kaç damla yeter susuzluğuna toprağın. karalar. bağlanır bulutlara... dağılma!
ey çatık kaşlı gök! yüzün... kuşağı renklerin ve körü benim ellerim... küçük bir an, bütün cevaplarına ulaşmak zamanın kabuğunu kaldırıp derilerinden. yüzüp yani…yüzüp kıyısız sularında... sandığımM! sancılarımı uyandıran bir omuz ağrısı gibi. yuvarlandım uçurumundan ve kapandı gözlerim. kapandı ve uyanamadım. bir çukur kazıp yastığıma ve yazdıklarıma gömdüm seni. üstüme... çocuklar bizi terk ediyordu o yaz... kapkara ve çirkin ve cılız ve bütün beyazlardan nefret ediyordum yine... ciğerlerimin ortasına sönmemiş izmaritlerin közlerinden bir yara açtım. içime çekerken yandıklarımdan artan dumanları... ve küle dönünceye kadar bekletildim ranzalarda... yürüyordum... yürüyordum. üstüne... bir nefes daha belki. sonrası altı bütün bulutların. sen kısık ışığını sakladın ayaz bir gece de... ve ben yolumu kaybettim. içimde çocuklarla... kapkara çocuklarla kayboldum. kömür dumanı zehirledi nabzımı kıştan bahara bahardan aşk'a geçemedim bu yüzden... çocuklar kapkara/ kömür gibi... yanıyorlardı üstünde toprağın... ne acı! ne büyük bir acı... utandım nefes alamayışımın imgelerinden...
Küloldunuz Ateş çemberi İçim. kuloldunuz.
Yanıyoruz. VE yaktılar çünkü önce parmaklarını çocuklar… Ve bir elma çoktan düşmüştü dalından… Yerin Derinliklerine çekiliyorduk. Birer birer… Sonra bir gün mutlaka hepimiz diye… Diye. Yandık… Terliyoruz soluklarımızla… Et yanında duramıyor etin. Üstünde ya da altında… genleşiyor zaman, genişliyor anlar. Yalnız kalma. Tek yanlış olan bu. Doğru, uzanan taylar gibidir dorukları toprakların. Taşların ve ovaların. Doğru, doğru dürüst sövemez insan sana bile. Bana asla. Aranarak bulunamayan bir sanık olmalı herkesin aklında. Herkesin aklında kanatlarıyla yapılan savaşlar. Tüy, çelik, tuş. Telkin ve ses. Işık ve sıcak kadar her yanımda… Toz kadar berrak bu an. Toz kadar gerçek. Zerrenin kendine dönüşü. Öze dönüş. Başladığın yere dönmek. Sürgünden gelenlerin sokağa tekinsiz bir saatte girmesi gibi, ışığın bir gölgeyi uzatması gibi / yere ve sere serpe! Baharı ve baharın dallarını. Baharı ve baharın renkleri gibi. Canlanan ve bir gün mutlak yok olacak bütün elemler gibi. Gerekçeler. Gerekçelerle yüz yüze konuşuyor. Perdelerimin arkasında… Sokağımın içinde. Seslerine anlamlar yükleyerek anlaşıyorlar ve bunu yaparken hep daha fazla yaşamak istiyorlar. Biraz daha… Bir. Az. Daha… Sısss KA çağrışımlarla tıslayan bir yılan kıvrımı gibi uzandım. Yatağıma. Kaç büklümüm. Ve kaç omuz kırığı bilemem ama. Sağıma/ o çaktı/ mührünü. Ateşçemberi içim. -küloldumVe dizlerinden savrulan kül oldum. Yaktın ve yandım. VE dağıldım coğrafyalarına… haritalarına. Alanlarına. Ne bir taşa ihtiyacım var şimdi söz. Ne de atlasa… VE külünden doğan bütün Ankalara… Kaf kadar uzağım. Sana.
Sona başladık. sona başladık. son kez başladıktan hemen sonra... yürümeye yan yana soluk alıp vermeye ağızdan ağıza bir jileti değiştirir gibi. yenilir gibi kazanarak safları ve ruhları son kez başladık yani yolların biçimsizliğine hallerin tedbirsizliğine uykusuz kalarak ve sedir döşeklerde yastıklarda baharın ve bahçelerin içinde uyuduk uyuduk anladığımızda neler yapabildiğimizi korkup kendimizden kaçtık buna bahaneler buluyorduk buna zamanı buna mekanı buna zamirleri zar atıp bir söz de kaybettik sığındığımız ne varsa ve sona başladık... böylece. hece hece. verilmiş sözler biterse... sözler bitmiş mi olur sadece. aramızda söz bittiğinde ne olur... savaş mı barış imkansız mıdır hep
hep si bir nota sırtında ve çalsam ıslıkla yıkılan duvarlar yakılan köyler ve çok uluslu çok tanrılı argümanlar sonu hepi topu şiir hep si çok gerçektim imkansızı başarıyordum. çok uzaklara gideceğim ben zaman değil an meselesi artık bu alıştırıldığım herşeyden berbat bi t ad aldım asiti diline sürtmek gibi s/özler biterse aramızdaki sözler biterse savaş mı bu ve barış hep mi imkansız bir insan değiştirir dünyayı bir insan... / ellerim terliyor. içimden sayıkladığım sözlerle...
Kar Üstüme gel/ Kar. Ve çarp dağıl… Kaldırımlara sığmaya çalışmaktan/ tipiye yakalanınca vaz geçiyorum, eğer şehir yaşıyorsa bem beyaz gecelere. Silinmemiş bir düğümün sakladığı gece rengi ellerim/ pembemsi kırmızı ve mavi… izledim sonun da ki karanlık odanın hallerini, dondum sesine/çocuk/ların… ağır kemanlar uğurlasın beni gittiğimde bir gün bilmediğim ilk yere… ve son helmede kaybedilecek tek oyunun adı satranç olsun yine… Taşlar diziyordum… Camdan taşları Karelere canım…. Parmaklarımda taşıya biliyorum/ağır ve kirli/ ateşböceklerini ve güvercinlerin yasını tutuyorum bu kışta. Daha ne kadar ne zaman geçmesi gerektiğini bilmeden. Unutamıyorum. Seni ne de hiçbir şeyi. Hiç… Birkaç şeyim. Harf ve kapıları odalarımın./ sularda akmaya bilir, yollar kapanabilir ve çekip gidebilir zaten hiç. Ama hiçbir zaman olmayan…. Ve böyle gecelere çekilip/ göremediğim bütün renklerin yasını tutabilirim. Bunu yapabilirim sana. Sana, gökyüzünün derinliklerinden indirdiğim bütün buz parçaları ile dokunup. Çünkü… Yara. Çünkü ve aslında kabuk. Yüzüm. Su. Yüzümde… Üstüme gelme/ rüzgar, kar ve soğuk. Çarpıp parçalanacaksın. Çünkü kor. Çünkü ve aslında azalan bir yangın. Çünkü köz. Ve yüzümde külleri. Yanmış kanatlarımın. Uçamıyorum… Durgun ve savrulmaya hazır bir beden /dili/ yine… Ve kar altında kalmış bütün hisler/donmuş/ yine… Devam etmemeliyim. Kendime… Belki de, haritası yoktur avuç içlerimin… Olmasına da inanmıyorum. İnan anmıyorum ne geçmişten yükselen bir müziğin sesini duyarken yastık altlarına sakladığım aklımın içlerinde ne de sokağın ortasında durup/ sağa-sola, yere ve gökyüzüne/ bakmıyorum. Bakamıyorum. Tutkuları ve ihtirasları nereye sakladığımı unuttum/ yosun kokusu yükselirken/ sardığın cesetlerden. Sarıldığın. Sarıldığın, kokunla omuzlarım. Artık oyun oynamıyorum./ mat. Ve toz tutmuş Yüzleri Kadife kokularla siliyorum. Oğlum…
Ve tırnaklarımla camları kazıyan bir pencere çocuğunun / korkunç gözlerinin kesikler içinde bıraktığı kaldırımdan trafik kazası yaşamadan hiç. Geçip gittim. Kar üstüme gelme… Üstüme gelme! Ne buz ne beyaz… Seni affetmek için yetebilecek. Bir gün daha pencereden dünyanı izlemiş çocuklara…
zayi ilanı onca kelime dizip bir ipe uçurtma yapalım gök yüzüne en fazla... topuklarımızı bağladığımız burçlardan ölülerimizi atıp uçurumuna denizlerin... göz kapaklarımın içine yağmur yağmasını bekleyen kir. akıp gider mi çelimsiz bir uyku ile. gelir mi aramıza uzanan zaman. bana masal anlatma. jileti vur bileğime kafama daya silahı ve bas tetiğe öldüremezsen eğer. yaşıyamazsında unutma. sen gel! vur beni iyisimi kalbimden... dağılsın içimden zift ve kan... onca kelime dizip ipe asalım bileklerimi boşluklara yastık altlarına saklayıp ellerimizi denizin dibinden çıkaralım kum kum cansız bedenleri yine mi dersin... ne dersin? gördüğün harfler benim gördüklerim kadar mı çiz yaz eşitle lan. gücün yeterse ellerimede dokun ama yeterse kudretin gölgeme bulaşsın gölgen irkilip korkayım varlığından. kalbim ete kemiğe bürünmüş diye... diye... harf harf arayıp bulurum. anlamı aramızdaki manaya zayi bunlara.
ninni... sesleri kapatıp... kapatıp gözlerini boşluklarına yer aç. yerlerin ve göklerin içine. ellerinle. bir tanrı böyle sığınır gözlerine... / ey insan! inanlardınız. kendinize bir gece... bir gece daha. hayat, rüya kadar masal terazisinde / diye diye... ey insan! lar... kadardınız... sürtünerek yerin yüzüne ellerinizle, gözlerinizle ve dizlerinizle geçip gittiniz. altına. derinlerine... toprağın ve rahimin. ey insanlar... bunlar kabuk kıran/ taşları... ademoğullarının çarpınca bir akıla. dökülen zaman. ve kanayan bir gök bıraktı arkasında. yer ne vakit çatlasa... akıp dolduruyor boşluklarını... insanlar... yarın hiç bitmeyecek. bu gün öldükçe. dünü toprağa gömen her kimse... onun yüzünde. yarın hiç ölmeyecek...
Karayel bana ne yapraklardan haberlerden bana ne... sonbahar bitti. kapıları açtık kışa, pencerelerle... merdivenlerden yaprakları tozları ile adımlayıp geçip gittik... geçip gittik yani sokaklardan... nerelere kim bilir... kim bilir nerelere... ofise gitmeliyim; aptal kahve makinasına, aptal pcnin kasasına ayaklarımı uzatıp gördüğüm her yüze yalandan gülmeliyim, yalandan inandırmalıyım, yalandan... da olsa inandırmalıyım kendimi. sokağa çıkmalıyım ve yolların yaprak gürültüleri içinden karın yağacağı ilk geceye dair planlar yapmalıyım. mum yakmalıyım mesela. şarap açmalıyım. müzikler ve filimler. ben dünya'nın da bir çeşit cehennem olduğunu düşünüyorum. belki başka bir katı. ama hayatı değil. hayatın kendisi değil. küçük bir izi belki, küçük bir hissi ve küçük bir anı... burada bütün ruhlar bedenleriyle yüzleşiyor kendisi ile... olan şey bu sadece. olan şey şimdi; içini göremeden dışındaki herşeyi öğrenmeye çalışan biri. leri... bana ne aliCe'den bana ne Tenten den... geçip gitmek yetiyormuş gibi yapıp gölgesiyle insan, geçip gitmek isityor bu günden... böylesi pazar günlerinde bir western film bulup izlemek istiyor belki de... belki de klasik bir pazar konseri... yetmiyor. yetmiyor hiç bir şey... insanı aklında ruhunda zorlayan hiç bir nedene... tarif yetersiz. takip sonuçsuz bir heves... yetişmek ümitsiz kaptanların gemileri, ellerinin içlerine kazımışlar pusulalarını... Gidiyorlar imbattan dan/ Dan! karayele... Makam beğenmeyen bir nağme dilimizin ucundaki inilti. Ağzımızından zahmetsizce çıkan her -ben- ben... Sim/siyah bir leke değilse bedense. değersiz bir ses, nasıl doldurursan doldur içini. kimseye yetmez bir şey. kimse ile yetinmez bir şey. bana ne burçlardan, fallardan bana ne. kaç ok! varsa gördüğü düşünülen andan fırlatılmış uzaya... ta! yıldızlara. hepsini sapladım kalbime. hiç acımadan kendime... cehennem- i bir cezaysa eğer aşk! ve ruhun. burada... kuyusunda derinlerin ve uykusunda serçelerin. ezberleri bozdum özürdilerim. akıllım. ezberleri bozdum... bana ne matbaalarDAN! bana ne kitap pazarlarınDAN! kavga etmesini bilmiyor mu çocuklar sanki, yara açmasını ve iz bırakmalarını bilmiyorlar mı... kuşlar terk edip gitti uzaklara, gökkuşağı gitti... toprağın donma nöbetleri başladı dirhem dirhem. ellerimi gömüyorum öyleyse yaprakların içine ve kök bulan bir ağacın damarlarına kadar. unutmadan. ummadan. beklemeden... günlerin gelip geçişini izliyorum. ölümü ve ölümlü herşeyle oyalanan insanların tuhaf matem renklerini sıkarak avucumda. güya notalara bulaşarak gece sıtmalarında. sana hastalanıyorum! tutuşup sana ruhum... yanıyorum. küllerim yüzüne dağılırsa... boyar ellerini de siyaha... ne çizilmiş bir harita ne de eski bir ahit aramızdaki sır. gözle görünmez bağların adımları bağlayan halatları... damar/ damar... kızım.
Zaman
Bu yüzden, çekilip odalara ve içime çekip sesimi, boş bardakların içinde ateş böcekleri besliyorum. Arka bahçede yakaladığımdan beridir sönmeyen ışıklarıyla kapatmıyorum ışık anahtarını… Geceleri bu yüzden oldukça güç diyebilirim. Karanlık olsa… Ah bir karanlık olsa bir şeyler zarar verecek sanki. Hayır, hiçbir şey. Hiç hem de… Ben kendime bekli de. Bilmiyorum yine de…
yağmur gök yüzü kapattı elleriyle yüzünü ne dersen de... komik ve trajik bir oyunda antik rus isimleriyle bir birine bağıran odalar. kadardır bazen homurdanan perdeleriyle sobanın uzağındaki odalar... soğuk kırılan bir sesin sicim ağrısı yağmur yok gök yüzü elleriyle yüzünü kapattı aşk! eşiğimde... gök yüzü çağırdı korkusuz atlılarını yağsın diye üstüne toprağın... hazin sonuçları ve zaferleriyle bir oyunda kaybedenler ve kazananlar kulüpleriyle içli dışlı olmamdaki o bayat yasa akrabalık düzlemini açıklayamaz briç tutkunu insanlara kırılan bir bardak kadar her şey net. dağılır. tuzla buz olur elinde tuttukların zamanla yağmur yok gök yüzü çağırdı korkusuz atlılarını acı! eşiğimde... gök yüzü bulut bulut birikti üstümde...
ıslanmadım hayır. savrulan sokağın içinden dışımdaki. gölgelerimi soktum parmaklarımın sığdığı ceplerime seni içime sakladım ve yürüdüm. poşetten çuvalın dönerek uçuştuğu bir doğa olayının içine... sular tepemize düşecek... denizler ve okyanuslar yerlerinden taşacak ve yanar dağlar patlayacak eğer kıyamet buysa... susmasıysa dudakların... yağmur yok gök yüzü bulut bulut kalp! eşiğimde... gök yüzü bulutlar kadar çoğaldı... ruhun eşiğinde... kış. uzun toprak yolar gibi uzar. bulut, gök yüzüne ve bir sarmaşık gibi dolaşmış olsa da isterse çıksın yerden dabbe bile kalp ruhunu bulmuşsa... üstüne toprağın yağmur yağacak... - bilmiyorsun değil mi? kim değiştirir karaları yer.
uyan dilersen ormana da çıkar bu yol. zaman gün batımıysa... orda karanlık çalıların uzağında, ağaçlarıyla uzayan karanlık ormanlar var... ağaçların tersine büyüdüğü üç zaman ormanları... ilkini kargaların yazdığı ikincisini anlatmak baykuşa kaldı ve üçüncüsü için doldu zaman. gün batımında... asi çocukların sınıflardan kaçıp alanlara çıktığı doğrudur. doğuda... uzak olmasa da doğuda... atlılar ilerledi piramitlere ve yayıldılar kara kıtanın kara kumları üstünde... asi çocukların saf değiştirdiği doğrudur. ortamda. rahmimde yahut spermlerimde. yarına ait olanlarımızın bıraktıkları piçlerden kurtardık bunları... bu conter strek manyağı çocukları... bir keleş ver eline dünyayı esir alsın tek başına pc başında ya da alanlarda.... dilersen savaşa da çıkar bu yol zaman gün batımıysa... orda karanlık çalıların uzağında, ağaçlarıyla uzayan ormanlar var... tersine büyüyen... ete ve kemiğe bürünmeni bekliyor zaman ey ruh. ey kalbin ruhu. atsız soluk ve derin çığ seni bekliyor zamanın üzerindeki kilitsiz tortu uslanmaz pas ve kirli bir dudak aralayıp pencerelerden ışığını gir kapısından içeri ete kemiğe bürünmeni bekliyor Kudüs’ün ruhu!
ey kalp... arzın kalbi ateşin ve toprağın kırmızının ve siyahın kalbi ellerini indir yanlarına kanatlar böyle süzülür uzaklara dilersen ateş kes diyen bir emir olur zaman gün batımıysa... orda karanlık çalıların uzağında, ağaçlarıyla uzayan karanlık ormanlar var... ağaçların tersine büyüdüğü üç zaman ormanları... ilkini kargaların yazdığı ikincisini anlatmak baykuşa kaldı ve üçüncüsü için doldu zaman. gün batımında... kendi kendine konuşabiliyor insan hey örümcek! dilersen rüyalarıma da bir bak ama bir xanax uygun görüldü tedavime... uçurumlardan paraşütle atlayan insanlar var azizim... yağmura şemsiyeli çıkmak gibi... ve ıslanmayı seviyorum aslında hepsi bu... bu soloyu geçelim... cephane yüklü katarlardan ve gece vardiyalarından vazgeçtik çoktan ulus devletler mitolojilerinden ve bayrak seremonilerinden kanın kana olan üstünlüğüne lanet edip adımladık! saydık tek tek kare köklü taşları satranç tahtalarında ve o domino diziyor yani satranç tahtasına domino dizen bir sokrat var kafamda... aklımda! bileklerini çapraz bağladım göğsünde kadınımın ve sokuldum sırtına ensesinden yaşamını emeceğim böyle kök salacak yeniden ormanlar... ve o zaman gün batmışsa. yeniden karanlık ormanlar olacak...
Toprak diyebilirim ki. sırtından vuruldum... silah kullanmaya gerek duymuyorsa eğer katiller. bu yüzden geçersiz değil kimlikleri. yüzde aranan. mana. ete ve kemiğe hükmü geçmeyen! bir şiddetse. hiç! Hiççç! edilememişşşŞşşş. küfürlerin bildiği o eski küskün çocuklar mabedi. sobanın üstündeki sıcaklık kadar berrak. dokunma. yanacaksın! içime çekip yer yüzünün bütün kentlerini bulutların içinden geçip geliyorum sana. ey! adanmış toprak. bereket tanrılarını öldürdük. bana yeterince kızmamış! sözleri kimse avuçlarını açıp! toprağa sunmamış artık. yani ey! zaman. onlara söyle. sürtülmemiş avuç içleri yüzlerine hiç. aradıklarını bulamamışların onlar. bağışla. ve esirge koru.
telkin : hayat sana bir tır gücünde çarpmışsa! boğazını deleceğim bir bipetle ve kanını emeceğim!
ben kırmızı kadını seçtim. lütfen beni vur! beni gebert. öldür beni. bas tetiğe. bir kurşun sinsin içime. beynimin derinliklerini yaran metal! bir tad. bıraksın arkamdan. ve o kan. sulasın yer yüzünün bütün ağaçlarını kanım bereketsiz bir şarap mı tanrım? lezzet avcısı mısın yoksa? çek. şiddetindeki mızrağı gözlerimden. kirpiğimin kirpiğine dolaştığı gecelere uyanıyorum ben. her gece. ve her sabah rüya da olduğumu düşünüyorum Bizans hemen şurası ve Şam mübareğin kadınları/ sokaklara yürüdü.. bütün kaleleri dağıldı orta dünyanın ortasının ve dünyanın tam ortasında halklar şaşkın. habersiz ve umursamaz sadece yarını
o zaman ben seninle uyuyabileceğim. orda yanında
ya da burada. yarınlarımla. insan, neden sevmekten kaçar bir insanı? kedilerle konuşmaz neden neden kendi kendine konuşamazmış neden camda balıklarla oynaşamazmış neden dik kaldırımlarda denge oyunu oynayamasın ki insan insan neden çimlere basamaz lan! neden ağacın içinde uyuyamazmış neden.
Gelde kafama sık! dağıt beynimi pürüzlü sesizlik seni ve çıldırtan iştah gel! kafamı sürt duvarlara kıvılcım çıkart!
bu bir gözlerimi kapatıp açtığımda, gözlerimi kapatıp açtım aslında sadece... buna anlam veren, bununla anlam bulan ve kapalı olan gözlerimin içindeki karanlık o mutlu son... artık yok. yok diye hiç bir şey. varlığı kamburunu taşıyan bir elsiz olarak düşündüm. varlığı hiç bir yere gidemez bir ayak, varlığı susuz kalmış bir kuyu ve ışıksız bir ay gibi. soğuttum ve fırlattım bilmem kaç ışık yılı uzağıma... hep uzağıma! hepinizi. beni içimden çekip çıkaran her bir harfe lanet olsun. lanet. bu diye... kesik bir bileğe bastırılan son sağlam sigara. diğerleri mi kıpkırmızı oldular bile çoktan ve kırılıp da tütünü dağılan diğerleri. dağılan diğerleri dağılan gölgeler dağılan yapraklar adım adım ölen dünya. hep anlatmakla bitirilemeyen bir masal halini aldı. gördüğüm, duyduğum ve kokladığım bütün ağırlıklarda... burası: iki karga kulesi! ne her şeyi gören bir göz var nede büyücünün ordusu gerçeğe alışmak, gerçekten mutlu edecek. diye düşünülürken ve sözler verilirken ve dudağını öpmek, sırtından medet umup sarılmak, doymak etin. ete... katabileceği ürpertilerle... eğer her şey bittiyse beni rahat bırakabilirsin. parmaklarım. defterlerin arasına sıkıştırdığın kelebek cesetlerin bittiyse. intikamları gözümü yakıp yüz watlık bir ampulle mesela. hayır daha fazla ışığı ihtiyacım yok. ihtiyacım yok bir objektife ve deklanşöre bas istersen durmadan. çek! bunlar. gölgelerim işte/ diye. diye... bunlar benim öldürdüklerim... donup kaldığım anlar bunlar. sonra dönüp gülümsediğim ve unuttuğum gölgelerim. bir çay bardağı, kahvenin kupası, bir kadeh, bir duman... paylaşıldı bütün gereksiz varlıklar. daha fazla devam etmek. beni bölmek demek ikiye. bunu işte sanırım kimse istemedi. hem de hiç bir kimse. aşk, dostluk, arkadaşlık ve diğer ev halleri... hepsi kıçını kurtarmayı bekleyen sürülerdi. elindeki sihirli değnek ile hepsini cehennemlerinden Azad edip/ cennette uçuracaktın. kanatsız tüm bu bedenleri. ne rezillik. hiç bir nedeni. benim! diye bağıramayan bir çocukluk oyunun devam ediyor olması. ve kimse hiç bir şey olmamış gibi nefes alıp vermeye devam ediyor. sizi bilmem ama benim yüzüm. tutmuyor yaşamaya. hayatın! kendisinden utanıyorum... ormanlardan, duru kimsesiz akan ırmaklardan ve bütün kanatlı uygarlıktan...
göç edip! çekip gitmeyi öğrenemedim ne yazık ki. ne yazık ki. öğrenemedim biten bir günü uğurlamayı... kalabalıklarınızda küçük saçma aklınızdan geçen büyük adam olma takıntılığınıza uşaklık ettim belki de. para-psikolojik ve anatomik çaresizliğinize dilimle darbeler vurdum. dinlediniz sözlerimi teşekkürler ve başarılı oldunuz artık. hep olmak istediğiniz şey oldunuz işte. -benden uzakbazen hırçın bir çocuk gibi kelimeleri içinizin en derin yerine çaktım! bir saatli bomba kurdum bazen/ bazen parçaladım parmaklarımla beyninizi ve göğüs uçlarınızı kestim, saçlarınızı ve topladım yastığın altındaki parmaklarınızı unuttum! sonra hepinizi. ceset olduğunuza karar verdiğimde. bir cesettiniz üzgünüm. tek tek hepiniz. hepimiz. gelin ve kalbimi tekmeleyin gelin ve kalbimi sökün yerinden çiğneyin dişlerinizle... unutan insanlar... küçük keder canlıları ve büyük kader manyakları... haklı bulun kendinizi ve hep haklı bulun. hiç zarar vermediniz ozana, doğaya ve insanlara... harcadığınız para kadar saygı görüp arkadaş buldunuz. siz buydunuz... ödediğiniz faturalar ve takdir getiren parmaklar... aferim kızıma! güzel domalıyor. aferim oğluma... kaldırıp aletini soktu tam ağzına kadının. öpmenin titreten şiddetini ve ellerin birleştiği andaki sıcaklığını kaybettiniz. açlığınızla... doyurmaya yetmiyor hiç birinizi fastfoodlar, hazırda bekleyen bir kahve damlıyor makinadan ve leke bu diye silip temizlediniz demek ellerinizi... üstümde ketçap lekesi yok! ben jakie in hiç kapanmayan yarasıyım! böyle kanarım. uykular terk etti çoktan. core of nature... gel de yak! uykular terk etti bizi. ey! Adolf Hitler. Öldürdük bütün güçsüz soyları geriye kalanlar artık sırtı sağlam olanlar oğlum. yasını tutmuyoruz bu yüzden. yakılan cesedinin önünde. özlemiyoruz metellica'nın çevrilen sayfalarını. turn the page! turn the PAGEEEEE! sayfayı çevir. adresi değiştir. kapat. hatta. kaç git. çıldırmış olan ellerimden kurtul. ruhunu bağışla. kalbini bağışla. gözlerini bağışla ve uyku dediğin kıvranmalara bırak kendini. kendini koru. kendini sev. kendine inan. böyle daha çok büyük bir parça daha bağışlayabileceksin insanoğlu sunağına! böyle daha çok kan akıtabileceksin. yinede kırıyor gözlerimi maddeyi aşamamak. beni var eden tanrı parçacığının ya da evrensel ruhun tam karşısına çıkmak istiyorum. yada bir aynada yüzüme bakıp yüzümü jiletlemek... alnımın ortasına takıntılı olduğum nick i yazıp kan kaybından ölmek. tek ve en büyük emelim bu. ve uzun zamandır yapıyorum da bunu. karakış bu! bütün son kötülükler. boya gibi tepemden akıp gözlerimi yaktı. baksam da göremiyorum. tutamadığım hiç bir şeyi. hissetsem de beni kötü bir rüyadan uyandıramıyor bu yangın. kemiklerim enkazında kaybolsun dünyanın onlar! onlara benzesin hep. ben, kalbim çarptıkça çarptıkça! kendime. dünya da yersiz ve zamanını kaybetmiş bir ruh olarak. öleceğim ve nihayet diyeceğim zamanı bekliyorum.
" senin gamzelerin var..." " hayır, onlar yüzüme kazıdığım mezarlarım." " beni oraya göm!" " öp beni..."
halet- i ruhiye böyle yarılıyordu anlamdaki bütün sabırsız ışıklar. göze/ bir çarpma süresince. Hapseden. zaman. hep sonrayı gösteriyor... hep sonrayı yine... hep sonrayı. Gelecek. gözle görülmez bir şeyidir her şeyin /diye. bir anda. gelecek. tuhaf gri bir ses... akustik ve trans gotik. art duvarlarından sarkan. ilkyazın dik. açıları. acıları... bileğinden kurdeleleri, ayak bileğinden ve boynundan kırmızı kurdeleleri bağlı bir adamın yüz üstü asit damlaları ile intihar planları. koltuğun üstünde bazen. bazen yatağın içinde. sobadan giderek uzaklaşan bir üşümede, sokakları adımlayan tuhaf kirli terli bir it. gibi... sızlanmaların... damağındaki küçük et çiziği. oynatıldıkça çıldırtan yara. içine hapsettiğin küçük cinin tılsımlı seslerle bir şeyler anlatması. durmadan. durmadan... ve değişmediğini düşündüğün bir anda. kafana dank eden. denk gelmiş o keşkeklerin. ateşli birer fanatiği yapar. dilersen... düşürdüğün öznelerin. kimliğinin yanında kağıttan gemi taşıyanların. kurduğu bir hayal gücü denkleminin içinden. yürüdüm sana. üstüne. İçinden silinemez, bir anıya bulup saklandım farz et. ediyorum ki... Ek iş hallerine katma. değer bulma çabamdaki senaryolar. Şimdi bir film tek tek. inanmadığım o son başladığım denizin en küçük dalgası. o savrulduğunda çıplak sırtımdan bir sörfün üstündeki paniksiz bileklerimle ben. Keseceğim yani gerçekten. Bütün köpek balıklarını yeniden çağırmak için. Cennet sahillerine. Topal meleklerin danslarına şarap damlatan antik yunan mistikleri ile. Olympos’un tam ortasına bir yanar dağ yerleştirip Zeus’la. Helen için! yanacağız.... ey! anavatan. Helen için yanacağız.... kalbi yok! bedeni çelikten, ateşten, kimyadan ve simyadan. bir kadın var etti. zaman. kalbi yok. ve ruhu yerin derinliklerinde... Sami ırklar yürüdü. iki nehir ağzına... bir denizi tam ortasından biçen. en tekinsiz karanlık gölge. fısılda dı. - o, orda...
Ruh Hasadı
yağmur, ağacın damarlarından, çatlağını bulup toprağın. ateşin ruhuna ulaştı...
B/eşik
.kapıları./ tırmalayıp durmasın öyle kaçıp kaçıp sokağa .açılacaksa./ gözlerin... öyle susup susup bakmasın .içime./ ellerin...
Küs
yanımda her şeyden mutsuz olmuş bir adam. anlatıp duruyor hep! nasıl neden niçin... yanımda bir adam durmadan bunlardan bahsediyor bana kimsenin görmediği kimsenin duymadığı aptal bir adam anlatıp duruyor hep bana neden niçin niye nasıl!
kuşlar uçtu ki yağmur geldi... dedi ki.
çıkardım silahımı vurdum. kamili...
Gece
gece kapat gözlerimi. bir katilin boş odalardan diğerine koşturması gibi mevsimle kuşların göç etmesi gibi tart ruhumu kirpik terazilerinde ve saç etimi toprağa. o.ok kalbime saplandı...
Seningibi
kapıların açık kalan yüzlerinden sıyrılıp, sabahkokusu, parfümümü sıkıp sokaklara çıkacağım. (hangisi daha gerçek olacak bilmiyor/gözlerim) rüya kadar hayat hayat kadar rüya /yada... soğuk, parmaklarımın ucundaki sesleri dondurmaya yetebiliyor. bunu yapabiliyorlar sonunda, sözlerin. en sonunda sadece bunu/ donup kalan anlardan oluşan/ hareket halindeki beden ritimleri... içimde, kanatsız ormanların unutturmadığı/ kaybolma güdüsü/ sürüklüyor. yağmuru ve rüzgar çıldırmış olmalı... ve bütün güvercinler... ve çocuklar... masal/ bitince tırnaklarını kemiren nesillerin intikamı. başlıyor/ susarak öldürmek. (seningibi) ten/ logaritması ve susam sokağı cambazlık sorunlarımın aklımdaki rötarlı uçuşlardan edindiği -havaboşluklarına- sığamıyorum. sığınamıyorum, ne ateşinden kaçmak için güneşin ve de ayazından ayın. ve bir gün yok olursa gök yüzü/ yer yüzü. hiç bağışlanmayı beklemiyorum. hiç, afedilmek istemiyorum. suçluyum... ben, kendime bir dünya değilim. ne etrafında dönüp duracağım ışık hızından bile az/ ne de derin yarıklarıma sular dolduracağım. doruklarında sabah güneşini karşılama ayinleri yapmayacakların/ geriye kalmış son oyunuyum. hepsi karanlık/ herşey ve kimse. (seningibi) aradığım, cevaplara sorular bulaşıyor, gözlüklerimi silmeliyim. yüksek gerilim hatlarından uzak durmalıyım ve trafik ışıklarına önem vermeliyim. kırmızı/ dur ve sarı bekle. ben ne eflatun ne de morum/ ikisi arasında hiç bir yerdeyim. gece ile gündüz arasında.. ranzaların arasından çıkıp/ plastik kapıdan geçip/ kendimi kömürlüğe atacağım! sinir elementler bunlar/ metalik tadları yüzünden. çelik yüzünden dudağındaki/ kaşındaki yarılma ve kanaması. topuklarına en çok güvendiğin andır/ gitmek (seningibi) yoldan savruldum.. tenimde en ilkel sürtünme.
çaptım ve dağıldım. tektek/ ve ağır ağır. (benimgibi)
yerebakmadurağı gerçekten söz etmek istiyorum sizlere... pazar gününden nefret edişlerimden, yağmurun ıslatmayan içinize kaçan damlasından, banyo kokularından ve western filmlerinden... tekrar. başa saran bir film gördüm rüyamda. re- play... aralık on sekiz. havada bulutlar kapatmışlar kuşların yolunu. kafesten uçup giden kuşun yasını tutmak mı dersiniz... yoksa sokakta karşılaştığınız yüzlerin saçmalığı mı bilemem. kış. pazar sabahlarına göre değil. eskiden... çok eskiden... kar yağardı. ve donardı bütün ırmaklar... şimdi bir kaçı aklımda bir kaçı da damarlarımda. bir Fransız filmi bulup sıcak şarap içmeliyim. tıpası çıkarılmamış ve ağzı kırılmış şişeden. keskin bir şeye ihtiyaç yok. seninle aramda. kendimle. kalbimle. ellerimle... ihtiyaç yok. bir jilet de desen bir şişenin keskin parçaları da desen fark etmiyor. bütün pencerelerimiz camdan. bir an. göz kapaklarımı zorluyorum. hiç! iç olmayan yüzünle karşılaşıyorum saçların şekilsiz hareket ederken. ve tuz kadar buz. batıyor içime... içim. arafı taşıdığım bedenin. o şimdi bilmem kaç parça dağıldı hücrelerine... mümkün mü değil bu? fiziğe çok mu aykırı? felsefede konu başlığı: aşk? yok mu... parapisikoloji yetersiz midir. anatomide gönül diye bir şey. aranıyorsa. akıllım. bir öte nükllerci. parçalayıp zamanı öyle kıracağız madde denen elementin bütün sinir uçlarını. bize yetmedi. bize hayat. ve dah-i dünya... kuşaklardan kuşaklara aktarılan gök yüzü tarlalarından kimse bahsetmedi. yağmur yağarken hep. bir dağın, ovanın ve gri ve sarı toprak kokusu ile uzanan en gin bozkırların ucunda. atları çalıp, sürsen bile üstüne. rüzgarlarla... yetişemeyeceğin bir renk oyunu olur hep. gökkuşağının altından geç. ruhunu bulacaksın. kendimin konuşmasıdır kendimle! itiraf ediyorum... ilkokulun sim/siyah önlüklü sıralarındayım daha. eğer orda biri merak etmişse eğer delirip-delirmediğime. kanıt gösteriyorum. en eski sayfalarımdan. renkler, uzaklaşıyor... renkler, ne kadar hızlı olursa olsun atlar... renkler. hep gidiyor. hep. hep ve durmadan. daha az önce burada olan. şimdi o kadar uzaklardaki. atların koşması ile açıklanabilecek bir şey değildir. aslında bu.... akıl ve mantık. tanımlarken tüm. Her şeyini. ruhunu arayanlar ile kalplerini arayanlar. çarpışmadıkça. düzelmeyecek. bir hata. insanın insanda arayabileceği herşey için.... sınırlarını çiz! çocuk, senin adımların ta! okyanuslardan duyulacak... aklıma bir dalga çarptı ve o an karaydım. artık. toprağın bütün biçimlerine olan merakım ile yalnız kalmıştım. yalnızlık... ağır bir kelime gibi, ses veriyor. türkçede. yalnız-lık hiç bitiremeyeceğinizi sandığınız uzun bir cümelymiş gibi ağzınıza dolaşan. o söz.lerle... baş başa kalmıştım. hepiniz yalnızsınız. hepimiz. biz.ben.o.sen.bu.biz.şu. hepsi. bütün insanlar. yalnız. - yanlış. ta... en baştan beri yanlış... olan. ses verdi
odalarımdan...
- korkuyor musun? ölmekten... - beni öldürecek misin? - soruma soruyla cevap veren de kim? - ben. kara... - yanlış... ta. en baştan beri yanlış. renkler uzaklaşır. toprağın üstünde. ruhunu arıyorlar. ruhlarını. sürtünürek toprağa. yalnız. vee çok yalnızlar. kalpleri. toprağın üstünde olanlar. ruhlarını toprağın altında ararlar... - tamam kes!!!!!!! - korkuyor musun? ve kayboldu aptal ışıklı kapşonlu hayal... kendimi ifşa ediyorum size. belki de öğrenmeniz gereken şey. aslında sadece kendimi kendime anlatıyorum. açıklayabilmek mümkün değil. doğa yasaları ile yaşadıklarımı. abarttım evet hem de çok ve fakat belkide. geometri yetmiyor. üçgenleri hesaplamaya. iç açıları kadar. bilemiyor insan iç acılarının toplamını. ve bunlar bile bir. ezber. susturamıyorsam yinede kendimi. unutamıyorsam yani. unutmuyorsam. hiç bir şeyi. kimseyi. suçlu sayılmam kadar. normal değildir hiç bir şey. ve anlıyorum ki. hep... ben suçluyum! hep ben.... yalan değil bu. gerçek ise. neredeyse rüya. rüya ise. neredeyse gerçek. kalkıp yerimden... taşıyarak ağırlığımı, bir şey ifade ederek aklıma... sobanın üstüne kestaneler. atacağım. madem kış. gece gibi yaklaşıyor. yapılacak en güzel son şeyi yapmalıyım belki de. insanların benden beklediği hep o mistik. ayin rahibiymişim gibi. muamelelerine. cevap vermeliyim. bir ayin düzenleyerek. mumdan bir gemi ile ateş! denizinden geç oğlum... parmaklarınla saçlarının içinden kafanı kaldır. gözlerini gök yüzünden ayırma. sana ne gelirse yukarlardan gelir....
notaya dizilsin! bütün sırtlar. iz arıyoruz. bir mühür ya da gölge... biz iz bulmaya çalışıyoruz. derin. damarın köklerine yürüdüğü ağaçların derin. kabukları arasında. parmaklarımız sürtünüyor. duygu ve düşünceye. parmaklarımız. notalar gibi. kelimelerce. hece kimlikler, kişilikler ve şahsiyetler yaratmanın. en doğru kabul edildiği. tek saha. anal değildi zaten. hayat. kendi azgın ritminde. ağzında şekeri çiğneyen doru bir tay! dağlar! gördün mü hiç. şimdi tepelerinde... karlar olan dağlar. tünellerden bahsedildi bana. mağara ağzında! bir örümceğin. pis. cesetleri ile. ördüğü o kalın zırh! üstümdeyken... tünellerden ve tümseklerden. ben! öldüğümde... yani ölmüşken. yani ölüyorken. gülümsemek. şımarıklık yapan! bir iblis...
yüzünden. tüm bunların hepsi. lanet. zibidi... kapatıp çenesini. domalsaydı. ha şa! huzurundan. bunların hiç biri olmayacaktı. hiç. hemde... bazı durumlar: dostlarım bana nizar der.... ben de onları isimleri ile çağırırım./ bazen şiir kısa özlü cümleleri alt altta sikiştirmek değildir. mesela. konuşmayı denediğin bir anda. fanatiktir. ağızda akan. suyun şerbet. gibi dolanmasıdır. bir kadife örtünün üstündeki o ten. dil! şımar. huzurunda hazretlerinin... sorsan. hızlı bir melek... devrimci der. kapital ekonomik sistemi kırıp emek toplum sanat modelinin! fanatiğidir. dil cambazı ise tende. açmaz. derin bir felsefe değil sadece. kelebek etkisi ise bir sendrom belki de. tuhaflıklar. değişkenlikler mistikler herkesler. herkeslerle herkesmişçesine yaşıyordu etrafımda.
çizgiyi nasıl geçebilirim. lütfen bir çizgi olduğundan bahset bana. et ve ruh denkleminden tut da. fizik ve tatlı su yasalarına kadar. astronomi ve sonsuz uzay. ha!
ellerimi yaktım. lanet sobanın kapanmayan aptal hava deliğinden. lodos var. kömür zehirleyecek beni. mantara bağladık! oğlum... o kadar iyi bir hiç oluyorsunuz ki. kimseyi kıramıyor. üzemiyor. yok edemiyor unutamıyorsunuz. mesele bence bu: unutamıyorsunuz. sanmak. neyin açılan defterleridir. nerede. kimin... ne zaman aklında karıştırdığı bir yüzdür. mesela. bulunan kaç iz! daha yok edile bilinir bedenden sonsuza kadar ve lanetmişçesine devam eden bu çıldırtan zaman. son bulduğunda. her şey. silindiğinde. herkes silindiğinde o zaman belki de yeni bir tarih yazılmaya başlanılır yeniden kötü çocukların kahraman oldukları ayyaşların ve bütün keşlerin iyi birer yazar ve şair oldukları kimsenin ölmediği kimsenin yok olmadığı kimsenin gitmediği bir yer olur. ve ben tam ortasında durup bütün geçen zamanı ful çözünürlüklü
aptal. gözlük gözlerimle izlerim. umarım. bunu yapabilirim... neden daha estetik değil bileklerin! diyor. nabzına bakarken hastanın! kuşağımı lanetledi. gel savaş! kendinle. ve git. seviş onunla. ruhum! kalp damarımdan birini kestim. acı, sevinç, hüzün, elem ve keder, hissetmiyorum ormanda. çalıların arasında. sim/ siyah bir jaguar. kendi ılımlı kanına susuyor. gel! ve onu vur.
aslanları... yellerinden korkmadan parçaladılar. koşan atları astılar. ve ormanın kitabını sırtlanlar yazar oldu. gel! ve bana bir silah! getir. bana da bul! bir yol bir güzergah ne dersen de! gel ve daya. nabzını damarlarıma.
- deli olduğumu düşündü dedim ki; akıllılık etmediğimi de nerden çıkarıyorsun… Düşünmüyorum. Hissediyorum artık...
Kimiz
aynanın kırıldığını gördü. yüzünde. o eski masalların araf gölgesi gibi indi... yerin heybetli yüzüne/ ve toprak. henüz silinmiş bir tarih. çizilmiş - hey! sen... bir adım öndeki. kalbimi kansız ve kınsız çaldınız. rüzgara aldırma, ellerinden damlayanlara aldırma... yürü. seni bekliyor... suyun yüzündeki damlaları bir ırmağın. gölleri seni bekliyor. ateş çemberinden geçen bir şahıs. gibi dudaklarını ısırma. kopartacaklar. kopartıp atacaklar. kedi ilkindilerine... burada bir diken gibi. söze karışan nota canım... kayıp trajik kıtalar kadar. batar insanın gözüne. ölümden bahsediyorsak eğer. toprağın altındakiler mutlu. dönmek denilen yoldan hiç biri dönmemişse. geri. bir daha... içeri. eşik. tünel. saçlarıyla oynayan bir serçe parmak. tümsekli yollarda topuğu kırılmış bir prenses ve cinayetleriyle yine. insanlar. ofset matbaalar yetersiz bunca acıya. bu yüzden bir sayfa daha aç. bir gazete sayfası daha mutfağın ortasına. çatı damlıyor. uydu alıcı antenlerin adımlarıyla kırılan tuğlalardan sızıp. yalan. yok diyebilir. doğruya çok açsak. en doğrusu... yağmura aldırmamak. evet. yağmurdan sonra daha kar başlayacak. ne rezillik. her taraf bembeyaz. sobanın külleriyle dağılıp bütün mahalleye boyasam da siyaha. her taraf bembeyaz. bu nasıl bir ölüm. ki... bunca kar. toprağı kapatacak. trajedi. budur biraz da. namluyu kafaya dayamış annelerdedir. ölümü kurtuluş sayıyorum. eğer öyleyse... çünkü ölümsüzlerin elinde. tutsak alınmış bir hiç bir kimseyim. yağmura aldırma... gaza bas. pedalına sıkı sıkı kurulduğun motorun gazını kökle. acılar içinde bağırsın! varımm... varımmm... köprü altlarında fotoğraf çekmeyenlerin suçudur hayat. bu bildiğimiz dolambaçlı sözlerin ahkam mertebesindeki... ulan hayat... kasıklarına dilini dolamış bir adam. görmedin mi hiç. ağlasan bile yüzüne gülecek. nefret. tırnağı yüzüne geçirmemiş intikamları hece hece kusmak demektir kelimelerce. inkalıların ağıt yaktığı tanrılara akıtılan kanlar. her bir damlası. bir kelle. vur şimdi birini daha. eğer o bir öteli değilse... taşı kesen bıçak. kopartacak damarları boğazdan... insan ve insanın acılarıdır hep kazanan. hayret.. yola düşmüş keşişlerin çileleridir bütün zaman... adım adım ilerlerken korkunç ve karanlık bir ormana. aklına yürüyen korku sularıdır. damlayan. apışlarından... ve parmaklarım bile dokunmadı. narlı ocakların demirlerine sürte sürte izlerini silip. silip. işaretlerini. kaybettin. elimdeki cinayet ip ucunu. ve o kalbimdir. aşk! kekemesi kalk kar kovdu kuşları kalk. onların anlattıkları
onların kemiremediği içleri. sen yaz. trafiğin yağmurda kazandığı tehlike gözlerimi kapatsam artacak sanki... yağmur şiddeti bu hız ve dik başlı bir çocukluk. hocam! tespitlerin eksik kalmasın. halka arzlarında. kişiliğimin tırnak kemiren yerlerine bulaştınız. açıklamalıyım. şimdi sağa ya da sola dönmek yersiz. her taraf savaş. her yerde korna sesi. kafam güzel... kırmızı mıydı yanan. durduğumda. çarpacak. durduğumda... hayat. aklımdaki anlamlı siren...ödevler ve monarşiler. bizi kimse kandıramaz artık. kimse inandıramaz bizi kendisine. aldatamaz. ve öldüremez bizi hiç bir kimse.
hiç bir kimseyiz! bütün tiranlarını öldürüp, tanrıları ile düzüştük diye aklımızda.
kötü, çirkin ve aksi ve hasta ve rahatsız olandık. hep sonunda en sonunda...
ben bir meleğim desem! çok kızacak babam.
içsavaş uyku ve ilaçlar mı; bir sargı bezi mesela ya da geceleri yol almamızı sağlayacak bir meşale. ne kaybettik ki içimizde. kimi kapasak içine. birer canlı bomba gibi. gözümüzün önünde bastılar tetiğe! ölsene lan. ölsene diye... bağırarak. kaç, göç iklimi yeter. terleri soğumuş atlara. ki... derin vadilerden geçtik sırt sırta şimdi yemyeşil ovalarda kış! başlarında. aralık sonlarına yeten kömür yardımlarını çekiyoruz. dişlerimizle. sıka sıka... insanlık, terk etti Dünya’yı ve aşk. dağılıp tozdan bir rüzgarla... sürtünerek kaçtı iliklerimize. ne vakit tekinsiz bir şeyler çalınsa kulağımıza. önce; kalbim diyorum. kalbim yangından ilk kurtarılacak tek yerim. sonra; atıyorum cansız bir ceset gibi yaşadığım ruhumu üstümden... jiletle kazıyıp bütün bedenimden. inine saklanan bir hayvan gibi. zehirliyorum. gözlerimi... dumanda kalmış bir parça etle. tüten! o giden geminin pupa yelkenlisi değildir. tüten bacası dolmuş sobaların borularından sızan karbon monoksittir. beni maviye çevirecek. beyaza. burnumu kıran bir kokain solosu gibi. uyuşup. dizlerimi çekeceğim karnıma. kanım diyeceğim... kanım! kalbimden dağılan sözler gibi gözlerime yürüsün önce. kıpkırmızı! bakmak demek... ne demek. payımıza düşen de ne... neden hiç huzur bulunmaz. iki dudaklarının arasında. avuçlarına düşürüp düşürüp bakışlarını aradığın yol. nerde. neden gelmedi beklediğin kurtarıcı kimse niye gülmedi hepsi, pazar taktikleri gereğince. icat edildi önce... sonra sunuldu bir bir. yalan söylenmiş çocuklarız biz. yalanı. ağız kokusundan tanıyacak kadar iyi öğrenenler... sevgilimin uzun saçları vardır bileğinde derin bir iz. sırtında bilmem kaç tane ben! vardır. uyuduğunda sayacağım tek tek! gece kapat gözlerimi. bir katilin boş odalardan diğerine koşturması gibi mevsimle kuşların göç etmesi gibi tart ruhumu kirpik terazilerinde ve saç etimi toprağa. gece/ kapat yüzüme herşeyi. çekip gideceğim kendimden!
en güzelim bu. yanmayan odalardan sıkıldım. beklerken bir kaç tahta parçasının kırılmasını yandım! yandım. ve korkarım bu hazin sonumdu bu vazgeçemediğim hazin sonumdu bir gün unutacağım o müthiş esrarengiz sonumdu yüzüme üflediler. soluklarını! ölsen... ölsene sen! diye. huzurun sabır bileyen damarları. yaşam denen sıvıdan vazgeçtiler. yaşarlarken bile... gözlerini kapatıp açtığın çoğul hengamelerde. biriken omuzlar. kıracak kolları. ve öyleyse bir daha açılmayacak kollar. kollar! gövdelere. gölgelerle. özledimlerle olur. Olsun da! gurur. gel kafama daya parmaklarını sık avuçla yok et! ben! ben.... diye bağırdığım odalarda. defol git! şeytanım. sen bükülmedin bana. eğilirken gölgesiz oyunlarda bütün bedenin ritim. raks. tülleri unutalım. evleri yakıp!
tutuşuyorduk öyle tutuşuyorduk ki hiç ses çıkarmıyorduk. emir kiplerine uyum sağladık. sakız bitti diş kırdık dudakların içini kemirdik ve o votkayı da bitirdik. öyle tutuşuyorduk ki hiç ses çıkarmıyordu bardağın içindeki bardak.... cam. jilet ve barut denendi. tende.
Kırmızıyamasallar hisleniyoruz. listeleşmeden ve restleşmeden hisler l e şiyoruz. içimizi diyelim buna. ve gözlerimizi. kör kutu sandığının mai kadife tozu havalansın balıklı ruhlar diyarından kapa gözlerini... gözlerini kapa. açık gözlülerin dünyası burası... kapa gözlerini. kör kütüklerinin. parmaklarını sürterek yüzlerine... dilersen midas matemi gümüş paralar koy gözlerine. vurmuşsan bir çatışmada. adamım ve kayıp iyilik meleğim... şeytan fısıldadı... - iyi bak kendine... iyi. bir taş daha fırlatıp! şu tek gözlü tanka... bir Molotof daha patlatıp bankamatiklere. daha iyi bakabilecektim o zaman aleme... kapat gözlerini! diyorum sana... öldürdüklerinin... çerçevelere asalım fotoğrafları monitörlerden silinemiyor kareler. bir yangın ve belki hepsine yetecek diye.
kaynadı arzın bütün suları... dağlar doydu sıyrılırken parmaklarından bütün ırmaklar... kalpsiz bir insan sadece kötülük yapabilir. ey insanlar... bu böyledir... ve ruhlarınız hep sizinle beraberdir... dün YA.... sana açılsın bütün kapılar... sana ve zamana. bağdaş kur ellerini ayak bileklerinde kilitle kafanı eğ kafanı eğ sırtını rahat bırak kafanı eğ gözlerini kapat... gözlerini kapat. kafanı eğ sırtını rahat bırak düşüyoruz sana maddenin ne olduğunu söylüyorum ben aramızdaki hücrelerimizin arasındaki dağların arasındaki derin gökyüzü şelaleri yıldızlardan başlayan ve engin dağların içine ahenkle dökülen gök yüzü şelaleleri damla kadar yakın duvarlarına damla kadar gerçek. ıslanıyorsun taşıyor yerinden bütün sözler bütün yeminler taşıyor bütün kötülükler bütün antik sesler bütün iyilikler bütün felsefeler. gerçi, tualin arkasındaki
yine de bizdik. kapat gözlerini... gözlerini kapat. uyuduğunda çocuklar. kahveleri içilir gecelerin... terasa uzanan o küçük aralıkta. dolaşmayan. ellerimden söz eder misin? yere çakıla bilmek yerin yüzüne. bilinerek. bilenerek bilerek yere vurma ihtimali şiddetin elini ya da ellerini
yere düşmek yerle bir olmak düşüyoruz ellerimiz her şeyimiz ayaklarımız ve gözlerimiz kalbimiz, ruhumuz, umudumuz... çarpıyor mu sana da? göğsündeki et.
diye bilmecelerimiz hece hece dizişirken ezberimizde önlük mü siyahtı ve yakaları mı beyazdı saçları siyah ve kurdelası kırmızı mıydı nerdeydi şimdiye kadar? kalbim.
nerde? neden artık çıkmıyor ki kafeslerimden. odalarımdan kapılarımdan ve uçamıyorsa. çarpsın! toprağa. acı. şiddet. dizlerinde hissettiklerin miydi kolarını kaldır dizlerinden bağdaş kurup oturmak demek. uçmak demek. çocuk. aklında masallara... kapa gözlerini uyu...
Rusruleti
masal sizin neyinize?
ve hepsi senin yüzünden.
karşılaşmışlar bir gün bir düzlükte...