WWW.SULTANBEYLİPLUS.COM
EYLÜL - EKİM 2017 YIL: 2 SAYI 11
OKUL FOBİSİ Galata ve Pera Alzheimer’da umut verici gelişmeler LEZZETLİ ŞEHİRLER
A R T V İ N
9 AY 10 GÜN
DİYETİ SURVİVOR’DAN SONRASI HİROŞİMA
harem
Osmanlı sarayının gizemli dünyası:
Sultanbeyli ikinci meydanına hazırlanıyor
DERİYE İŞLENEN ACI GÜZELLİK
DÖVME MANTARLARIN GİZLİ DÜNYASI
Abdurrahman Gazi Mahallesi Belediye Cad. Dağıstan Sok. No: 14 Sultanbeyli-İST
rekayapi@outlook.com
editör Her gelişin bir de gidişi vardır… İmtiyaz Sahibi Şenay HANÇER Sorumlu Yazı işleri Müdürü Yunus SAKAL Halkla İlişkiler Elif Coşkun Reklam Müdürü Enes Hançer Görsel Yönetmen Aytekin Yılmaz Moda Editörü Sıddık Süren
Şenay Hançer
Konuk Yazar Ahmet Yaşar Akkaya Yönetim Yeri Abdurrahman Gazi Mah. Osman Bedrettin Sok. No: 16/1 Sultanbeyli – İSTANBUL Tel: 0 (533) 730 73 77 www.sultanbeyliplus.com dergi@sultanbeyliplus.com Yayın Türü Yerel Süreli Yayın 2 Ayda bir yayımlanır. Reklam Rezervasyon Tel: 0 (533) 730 73 77 Baskı Çizim Matbaa Turgut Özal Bulvarı Magakent İş Merkezi No: 90 / 42-43 Taşdelen - Çekmeköy / İst. Tel: 0216 429 01 55 ® Register: Sultanbeyli Plus, tescilli markadır. © Copyright: Sultanbeyli Plus Dergisi (Şenay HANÇER İmtiyaz Sahibi) tarafından T.C. yasalarına uygun olarak yayımlanmaktadır. Dergide yayımlanan yazı, fotoğraf ve şekillerin her hakkı saklıdır izinsiz olarak kaynak gösterilerek dahi alıntı yapılamaz. Yayınlanan ilanların ve imzalı yazıların sorumluluğu sahiplerine aittir. Dergimiz basın meslek ilkelerine uymaya söz vermiştir.
evgili okurlar. Yine bir bayramı kutlamanın mutluluğunu yaşıyoruz. Mübarek Kurban Bayramını tüm ulusumuzla kutlayacağız. Bayram, saygı ve sevginin doruk noktaya ulaştığı gündür. Bayram… Kederin, küskünlüğün, dargınlığın ve hatta birkaç günlük de olsa ihanetin kol gezmediği güzel günlerdir. Barış, sevgi, saygı, hoşgörü ve insanlığın zirvede olduğu günler arasında gösterilir. Her bayram geldiğinde, ‘Nerede o eski bayramlar' diye söze koyuluruz. Sözler başlayınca; Anılar, hatıralar ve maziye gömdüğümüz gelenek ve göreneklerimiz akla gelir. Bayram sonrası okullar da açılıyor… Yeni bir öğretim yılına başlamanın heyecanı içerisindeyiz. Öğrenciler yine hızlı bir koşuşturma içinde olacak. Bir ülkenin ilerlemesi ve kalkınması eğitim alanındaki başarısına bağlıdır. Toplum yaşamı hızla değişmekte bilim ve teknoloji sürekli gelişmektedir. Bu nedenle insanların eğitimi daha da önem kazanmaktadır. Okul; bize yaşamımızda gerekli olan bilgi beceri iyi alışkanlık ve davranışları kazandırır. Ailemize ve topluma yararlı bireyler olmamızı sağlar. Kendi ulusumuzla birlikte diğer ulusları da sevmeyi öğretir. Okul bizim iyi yurttaş olmamızı sağlar. Başkalarının duygu ve düşüncelerini anlamayı onlara saygı duymayı öğretir. İyiyi kötüden doğruyu yanlıştan yararlıyı zararlıdan ayırt edebilme bilinci kazandırır. Karar verebilme ve sorunları çözebilme
S
SULTANBEYLİ PLUS 04
becerilerimizi geliştirir.Okul yaşamı yeni arkadaşlıkların kurulmasına olanak sağlar. Aynı dersliği bazen de aynı sırayı paylaşan öğrencilerin arkadaşlıkları uzun yıllar sürer. Öğrenciler bu arkadaşlık döneminde sevinç ve üzüntülerini paylaşırlar. Başka insanlara karşı da nasıl davranmaları gerektiğini öğrenirler. Türk milli eğitimi, temel kanunu ile de bunu eğitimin amaçlarından saymıştır. Buna göre; Türk milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini yaşayan koruyan, geliştiren bireyler olarak yetiştirilmesi hususunu önemle vurgulamaktadır. Eğitim sistemimiz ‘fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesillerin ‘ dengeli, sağlıklı, gelişmiş bir kişiliğe ve karaktere sahip, iyi insan, iyi vatandaş huzur ve barış içinde, hoşgörü ve adalet anlayışıyla bir arada yaşama kültürünü destekleyici ortamda yetiştirilme görevini amaçlamaktadır. Sevgili gençler geleceğin sizler yetişkinlerisiniz. Demokrasiye giden yolda Orta Asya'dan getirdiğimiz binlerce yıllık birikimimizle üzerinde yaşadığımız Anadolu, sizlere çok kültürlülüğün, çok sesliliğin, hoşgörü ve diyalogun en büyük referans kodlarını sunacaktır. Devletimizin 2023 vizyonuna ulaşması için sizlerin birbirinize saygılı, erdemli çalışma, eleştirel ve yapıcı düşünme, farklılıkları zenginlik olarak görme, birlikte ürete bilme, kendinizi ve başkalarının yaptıklarını sorgulayabilme, hak mücadelenizde kararlı duruş sergilemeniz ve güven sahibi olmanız bu vizyonun kritik eşiğidir. Ülkemizin kalkınması ve Atatürk'ün idealize ettiği ‘muasır medeniyet seviyesi’ ne çıkmamız ancak tüm bireylerin toplumsal sorumluluklarını yerine getirmesi ile mümkün olacaktır. Bu arada yaz mevsiminin de sonuna geliyoruz. Havaların soğumasını ve kış gelmesini kimse istemese de serinleten, aşırı sıcaklardan sonra rahat bir nefes aldıran sonbaharı sevmemek mümkün değil. Sonbahar hareketin mevsimidir. Bir hazırlık, bir enerji vardır her yerde. Okulun ilk zili sonbaharda çalar. Yazlıklardaki arkadaşlarla bir sene sonrası için sözleşerek ayrıldıktan sonra okul için alışverişler başlar. Dükkanlar da kış ve okul alışverişi için hazırdır. Vitrinleri yazlıklardan arınmış, kış için donanmıştır. İşte bu yüzden sonbahara solan yaprakların mevsimi diyenler haksızlık yapıyorlar bence. Sonbahar tam da başlangıçların, dirilişin mevsimi. Mübarek Kurban Bayramınızı kutlar, yeni öğretim yılında tüm öğrencilere başarılar dilerim...
52
SURVİVOR’DAN SONRASI HİROŞİMA
48
harem
80
Sosyal Medyada Aile Saadeti
40 DERİYE İŞLENEN ACI GÜZELLİK
DÖVME
OKUL FOBİSİ
MANTARLARIN GİZLİ DÜNYASI
66
Alzheimer
teşhis ve tedavisinde umut verici gelişmeler var! 9 AY 10 GÜN DIYETI 36
Mantarlar sadece çizgi filmlerde kırmızı üzerine beyaz benekli sevimli yaratıklar olarak karşımıza çıkmakla, sofralarımızı süslemekle kalmıyor, aynı zamanda yerküremiz üzerinde, karada hayatın devamlılığını da sağlıyor.
70
62
Okulların açılacağı günlere yaklaşırken; yeni okula başlayan çocukları ve ailelerini tatlı bir telaş sarar. Yeni bir çevreye girmek ve o çevreye ait kurallara uymak; her çocuk için farklı bir deneyim ve süreçtir.
TROYA'NIN OLUŞUM KATMANLARI 58 SULTANBEYLİ PLUS 05
GALATA VE PERA 44
BayramIarın en güzeIi ve hayırIısını diIiyorum size. Kurban Bayramınız mübarek oIsun.
Bülent Kurt
Bülent Gayri Menkul Yönetim Kurulu Başkanı
MutIuIuk, huzur, hayırIarIa doIu bugünden daha güzeI yarınIar diIiyorum mübarek Kurban Bayramınızı KutIuyorum.
Halim Özkul Mavro Yapı Yönetim Kurulu Başkanı
Kurban Bayramını sevdikIerinizIe beraber sağIıkIı ve huzur içinde geçirmenizi diIeriz. MutIu BayramIar.
Metin Yıldız Sarıkamış İç ve Dış Ticaret Limited Şirketi SULTANBEYLİ PLUS 06
ciğer abeler...
7X24
HİZMETİNİZDEYİZ
MEVLANA CİĞER & KEBAP
Battalgazi Mah. Bosna Bulvarı NO: 92/A Sultanbeyli
(0216) 592 26 21
PAKET SERVİSİ
AİLE SALONU
Sultanbeyli’de Kurban sevinci Sultanbeyli’de kurbanlar kesildi, vatandaşlar birbiriyle bayramlaştı. Kurban kesimine Sultanbeyli Belediyesi’ne ait Kurban Satış ve Kesim Alanı ev sahipliği yaptı. Sultanbeyli’de Kurban Bayramı bir başka güzel… Kurban Satış ve Kesim Alanı’nda bayram namazının ardından kurbanlar kesilmeye başlandı, vatandaşlar birbiriyle bayramlaştı. Sultanbeyli Belediyesi’ne ait Kurban Satış ve Kesim Alanı her sene olduğu gibi bu senede sağlıklı, temiz ve helal kesimiyle göz doldurdu. Kurbanlarını kestirmek için günler öncesinden kayıt yaptıran vatandaşlar Sultanbeyli Belediyesi’ne ait 87 dönümlük Kurban Satış ve Kesim Alanı’nın imkânlarından doyasıya faydalandılar. Kurban Satış ve Kesim Alanı’na kesim için hizmet veren 3 ünite kuruldu. Kurbanlarının kesimi için bekleyen vatandaşlar sıralarını alan üzerine kurulan dev ekrandan takip SULTANBEYLİ PLUS 08
ettiler. Sultanbeyli Belediyesi ise kurban ibadetlerini gerçekleştirmek için sıralarını bekleyen vatandaşlara sabah kahvaltısı ve gün boyu çay ikramında bulundu. Kurbanları kesilen vatandaşlar kurbanlıklarını ayrılmış ve paketlenmiş şekilde teslim aldılar. Sabahın erken saatlerinde alana gelen Sultanbeyli Belediye Başkanı Hüseyin Keskin yaptığı açıklamada tüm İslam Âlemi’nin bayramını kutladı. Başkan Keskin, “Başta ülkemiz olmak tüm İslâm Âlemi’nin bayramını kutluyorum. Hemşerilerimizle bayramlaştık, kesimlerimiz bayram namazından sonra başladı. Üç ünitemizle birlikte vatandaşlarımız dev ekranlardan sıralarını görerek kurban ibadetlerini gerçekleştiriyorlar. Yaklaşık olarak 1000 adet kurban kesimi bu alanda gerçekleştirilecek.” dedi. Sultanbeyli’nin gelişimi konusuna da değinen Başkan Keskin, “Sultanbeyli gelişen ilçelerin başında geliyor. Başlayan metro projesi ve mülkiyet probleminin çözümüyle daha da gelişmiş olacak. Yapılacak çok iş var. Vatandaşlarımızın istekleri doğrultusunda bunları gerçekleştireceğiz. Önümüzde okulların açılmasıyla beraber 30 Eylül ila 8 Ekim tarihleri arasında Kent Meydanı’nda gerçekleştireceğimiz kitap fuarımız var. Bununla birlikte Gençlik Merkezlerimizin sayısının artmasıyla birlikte gençlerimizin
gelişimine de katkı vermeye çalışıyoruz.” diye konuştu. Arakan’da yaşanan zulümle de ilgili konuşan Sultanbeyli Belediye Başkanı Hüseyin Keskin, “İslâm dünyası son yıllarda hiçbir bayramını maalesef huzur içerisinde gerçekleştiremiyor. Bugün dünyanın çeşitleri bölgelerinde yaşanan katliamların yanında Arakan’daki kardeşlerimizin de toplu katliama maruz kaldığını görmekteyiz. Dünyanın sağır olduğu, görmek istemediği bir katliam. Katliamı yaşayanlar Müslümanlar olunca nasıl sessiz kaldıklarını görüyoruz. Arakan’lı kardeşlerimize bizim STK’larımız milletimizin yardımlarını ulaştırmaya çalışıyor. Devlet olarak, millet olarak gücümüz yettiğince Arakan’lı kardeşlerimizin yanında olacağız.” diyerek sözlerini tamamladı. Sultanbeyli Kaymakamı Metin Kubilay ve AK Parti Sultanbeyli İlçe Başkanı Ali Sevinç de Kurban Satış ve Kesim Alanı’na gelerek vatandaşlarla bayramlaştı. SULTANBEYLİ PLUS 09
Kaldırım ve duvar örme çalışmaları devam ediyor
Yenilenen kaldırımlar ve örülen duvarlar ilçenin çehresini değiştirirken çalışmalar aralıksız sürüyor Sultanbeyli Belediyesi ilçenin genelinde durmaksızın çalışmalarına devam ediyor. Yaklaşık 30 noktada süren kaldırım yenileme çalışmalarıyla birlikte 15 mahalleyi kapsayan duvar örme çalışmaları Sultanbeyli Belediyesi tarafından hayata geçiriliyor.
Bilgi Evi ve Kütüphane çalışmaları sürüyor Turgut Reis Mahallesi’nde bulunan Bağlar Cami’nin alt tarafına yapılacak olan bilgi evi ve kütüphane çalışmaları devam ederken yetkililer çalışmanın kısa bir sürede bitirileceğini ifade etti. İlçe insanının kullanımına açılacak kütüphane ve bilgi eviyle birlikte özellikle öğrencilerin ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri bir mekân hayata geçmiş olacak.
SULTANBEYLİ PLUS 12
Sultanbeyli Belediyesi’nde Bayramlaşma Sultanbeyli Belediyesi’nde bayram sevinci yaşanmaya devam ediyor… Bayramlaşma merasimi Başkanlık Makamı’nda gerçekleşti. Sultanbeyli Belediyesi’nde bayramlaşma Belediye Başkanı Hüseyin Keskin’in katıldığı Başkanlık Makamı’ndaki merasimle gerçekleşti. Vatandaşlarla bayramlaşan Sultanbeyli Belediye Başkanı Hüseyin Keskin çocuklara bayram hediyesi olarak oyuncak verdi. Keyifli anların yaşandığı bayramlaşma merasiminde Başkan Keskin’e AK Parti İstanbul Milletvekili ve TBMM Dilekçe Komisyonu Başkanı Mihrimah Belma Satır, Sultanbeyli Kaymakamı Metin Kubilay ve AK Parti Sultanbeyli İlçe Başkanı Ali Sevinç eşlik etti.
SULTANBEYLİ PLUS 14
0$9āúā0
ú1û$$7
Sultanbeyli ikinci meydanına hazırlanıyor
Sultanbeyli, Kent Meydanı’ndan sonra ikinci meydanına kavuşmak üzere. Çalışmalar tüm hızıyla devam ediyor. Bosna Bulvarı Hal Kavşağı’ndan başlayarak Kubbe Caddesi’ne kadar uzanan 400 metrelik bir alanda Sultanbeyli Belediyesi Fen İşleri Müdürlüğü çalışmalarını yürütüyor. Yenilenen alanda kamu binaları caddeye uygun hale getirilirken çevre düzenleme çalışmaları aralıksız devam ediyor. Muhsin Yazıcıoğlu Kültür Merkezi yenileniyor Muhsin Yazıcıoğlu Kültür Merkezi’nin dış ve iç cepheleri yenilenirken içinde bulunan nikâh salonu modern hale getirilirken, kültür merkezinin içine bir de düğün salonu ekleniyor. Yenileme çalışmasının kısa zamanda biteceğini söyleyen yetkililer, Sultanbeyli’nin birçok programa ev sahipliği yapacak bir kültür merkezine kavuşacaklarını belirttiler. Kitapseverlere müjde: Kitap Kafe açılıyor Sultanbeyli Belediyesi kültüre ve sanata verdiği değeri bir kez daha gözler önüne serdi… Muhsin Yazıcıoğlu Kültür Merkezi’nin yan tarafına inşa edilen Kitap Kafe’nin sonuna gelindi. Yetkililer çalışmanın kısa zamanda biteceğini söylerken Kitap Kafe’nin aynı zamanda mini bir terasa sahip olacağını belirttiler. Kitapseverlerin keyifli vakit geçireceği Kitap Kafe’ye ilginin yoğun olacağı düşünülürken şehir estetiğine de olumlu katkı verecek.
SULTANBEYLİ PLUS 16
SUGEM’den büyük başarı Sultanbeyli Belediyesi bünyesinde eğitim veren gençlik merkezlerinde (SUGEM) eğitim alan öğrenciler TEOG’da büyük başarılara imza attılar. 2016 – 2017 eğitim ve öğretim yılında 7. ve 8. sınıf olmak üzere yaklaşık 800 öğrenci TEOG’a SUGEM’de hazırlandılar ve elde ettikleri büyük başarılarla Sultanbeyli Belediyesi’nin gurur kaynağı oldular. TEOG’a SUGEM bünyesinde hazırlanan 465 öğrenciden; 6 öğrenci Fen Lisesi, 143 öğrenci Anadolu Lisesi, 27 öğrenci Anadolu Fen İmam Hatip Lisesi, 13 öğrenci Anadolu Sağlık Meslek Lisesi, 79 öğrenci Anadolu Meslek Lisesi, 107 öğrenci Anadolu İmam Hatip Lisesi, 73 öğrenci Mesleki Teknik Anadolu Lisesi, 13 öğrenci Temel ve Özel Lise, 1 öğrenci Güzel Sanatlar Lisesi ve 1 öğrenci de Sosyal Bilimler Lisesi’ne girmeye hak kazandı. TEOG’a Sultanbeyli Belediyesi’nin eğitim kurumlarında hazırlanan öğrenciler elde ettikleri başarılarla hem Sultanbeyli Belediyesi’ne hem de ailelerine büyük sevinç yaşattı.
SULTANBEYLİ PLUS 18
LEZZETLİ ŞEHİRLER
A R T V İ N
DENİZİN DAĞLI ÇOCUĞUNDAN LEZZET FIRTINASI ÇAY, FINDIK, PİRİNÇ, MISIR, KARALAHANA VE HAMSİ ARTVİN DAMAK TATLARININ EN BELİRGİN UNSURLARI… BİRBİRİNDEN LEZZETLİ YÖREYE HAS YEMEKLERDE HEM KARADENİZ BÖLGESİ’NİN HEM DE KAFKASLARIN İZLERİNİ GÖRMEK MÜMKÜN…
Karadeniz’e kıyısı olan en doğudaki ilimiz Artvin, yeşil ve mavinin en güzel tonlarının buluştuğu bir cennet parçasını andırıyor. Doğal ve tarihi zenginliğiyle adeta otantik bir turizm beldesi… Şehri ikiye bölen Çoruh Nehri, dik yamaçlı uzun vadileri, 3 bin 900 metreye kadar yükselen birbiri ardına sıralanmış yüksek dağları, balta girmemiş doğal ormanları, yüksek dağların doruklarındaki krater gölleri, karagülleri, yeşil yaylaları, hayvan ve bitki zenginliği ile kendinizi başka bir dünyada hissediyorsunuz. Tarihi kilise, kale ve kemer köprüleri, geleneksel mimarisi, festivalleri ve tabii ki damaklarda unutulmaz tatlar bırakan Artvin yemekleri keyfinize keyif katıyor. Aslına bakarsanız Artvin yemeklerinin sırları bu doğal güzelliklerin eşsiz dokusunda yetişen bitki aromalarının kullanılan etlere kadar işleyen tatlarında gizli. Çay, fındık, pirinç, mısır, karalâhana ve hamsi Artvin damak tatlarının en belirgin unsurları… Birbirinden lezzetli yöreye
SULTANBEYLİ PLUS 20
has yemeklerde hem Karadeniz Bölgesi’nin hem de Kafkasların izlerini görmek mümkün. Gürcü, Laz ve Kıpçak Türk mutfağından izler taşıyan Artvin’in sahil kesiminde Lazlar tarafından yapılan Laz böreği, hamsi pilavı, hamsili ekmek, mıhlama, karalâhana dolması öne çıkıyor. Gürcüler tarafından yapılan gürcü sarması, çadi (Gürcü mısır ekmeği) Artvin Kıpçak Türkleri tarafından yapılan Siron, teyek (yaprak) dolma, beyaz lahana dolması, Yusufeli cağ kebabı, kavut çorbası, kesme çorbası, kete, beyaz lahana yemeği, haşıl, hinkal, bişi, kuymak ve çaşur ise Artvin mutfağının olmazsa olmaz lezzetleri arasında yer alıyor. Artvin, çorbalarıyla da kendine özgü bir mutfak… Beyaz lahanadan yapılan lahana çorbası, ‘gendima’ adlı süt çorbası, yoğurttan yapılan nişoş, ısırgan otunun en lezzetli hali diyebileceğimiz çinçar ve daha birçok yöresel çorba ile Artvin mutfağı çorba severler için zengin seçenekler barındırıyor.
Kafkasların ardından gelen şifa: Bal
DENEMEYE DEĞER Kaçkar ve Karçal dağlarında yapılan dağ tırmanışları, bölgenin değişik yörelerinde doğal güzellikler içinde bulunan trekking parkurlarında yapılan doğa yürüyüşleri, Çoruh Nehri ve Barhal çayında yapılmakta olan rafting ve kano gibi akarsu sporları Artvin'in turizm çeşitliliğini zenginleştirmektedir.
Artvin’i değerli kılan bir diğer gastronomi hazinesi de yöreye özgü bir arı ırkı olan Kafkas arısının ürettiği bal. Kafkas arısı, uzun hortumlu diliyle çiçeklerin en derin noktalarındaki nektara ulaşabilen bir arı ırkı. Havaların ısınmasıyla Artvin yaylalarında 250 türün üstünde çiçek açıyor. Bu çiçekler Türkiye’nin birçok yerinde olmadığı için Artvin’de üretilen balın özelliği de diğer yörelere göre oldukça fazla. Kafkas arılarının topladığı bu nadide çiçeklerin özsularından üretilmiş nefis ballar, bazı doktorlar tarafından tedavi amaçlı olarak da öneriliyor.
Çömlek için tek adres Borçka’da Çömlekçilik, Artvin Resul Şirin bölgesinde, -eski dönemlerdehemen her evde kadınlar tarafından üretilebilecek kadar yaygın bir zanaatti. Ancak artık unutulmaya yüz tutan çömlekçilik sanatını yaşatmaya çalışan tek kişi Borçka ilçesinde yaşayan Resul Şirin. Şirin, bu mesleği yaşatmak ve sürdürmek için yoğun çaba harcıyor. Çömlek ustası, 70 yıl mesleğe emek vermiş merhum Kazım Şirin’in on çocuğundan biri ve baba mesleğini sürdüren tek kişi… Artvin Borçka’ya yolunuz düşerse Resul Usta’dan çömlek almadan dönmeyin.
SULTANBEYLİ PLUS 21
ARTVİN’İN TATLILARI Artvin mutfağı farklı tatlılarıyla da dikkat çekiyor. Elma tatlısı, erişte tatlısı, zürbiyet, ballı lokum tatlısı, hasuta, kaysefe Artvin mutfağının en önemli tatlıları arasında yer alıyor.
ARTVİN MUTFAĞININ VAZGEÇİLMEZ LEZZETLERİ
Ginkal: Mayalı hamur mantı kıvamında yarım avuç içi büyüklüğünde puf böreğine benzer şekilde açılır ve içine az yağlı kavurma konur, mantı gibi pişirilir. Yoğurtsuz ve üzerine yağ dökülmeden yenir.
Taze Fasulye Kızartması: Taze fasulye özellikle biber, soğan ve patates ile az zeytinyağında buğulanarak kızartılır.
Lorlu Pekmez: Taze tuzsuz lor üzerine yöre pekmezi dökülerek tahinli pekmez kıvamında kahvaltılık olarak yenir.
Mısır Ekmeği (Çadi): Mısır unu ile pileki veya kuzine sobada pişirilir. Hemen her öğünde sofraların baş tacıdır.
Lapurçen: Bahar aylarında toplanan taze asma (üzüm) yaprağı güneşte kurutulur. İçine salça konulmadan özellikle zeytinyağı ile parça et veya kemikli etle birlikte doğranmış soğan ile pişirilir.
Turşulu Pilav: Pilavlık pirinç ve ince doğranmış özellikle fasulye turşusu az ateşte pişirilir. Tercihen tereyağı kullanılır.
Çinçar (ısırgan otu) Çorbası: Çinçarlar, yıkanır, ayıklanır ve doğranır. Daha sonra haşlamaya konur. Yumurta, un ve isteğe bağlı olarak peynir ayrı bir kapta karıştırılır ve haşlanan çinçarlara eklenir. Ayrı bir tavada tereyağı kızdırılarak çorbaya ilave edilir.
i ğ e m e Y a n a Kara Lah
nak ralâhana, ıspa bir yemektir. Ka el ks rığı (ğırğıl), kı ne ır le ıs ge m e sonra için vazgeçilmez n te de ük er mates ld el ilç zü sü m ir. Suyu vri biber ve do Yıl boyunca tü da iyice pişiril taneleri, acı si su ır k ıs mısır re m le iş si ze şm ta ke pi ı), marmelat . İçine taze ik lır büyüklüğünde pı er a ya ey is (v rv ik se rak ze ekşi er tereyağı kona tercihe göre ta zerine eritilmiş Ü ir. ril şi pi e ic konularak iy nir. arak afiyetle ye ekmeği doğran
Siloli: İnce boru şeklinde kıvrılarak bir 4-5 cm eninde kesilen siloli yufkalar fırında kavrularak kurutulur ve yıl boyunca saklanır. Üzerine kaynar su gezdirildikten sonra bir kat yoğurt sürülür ve tereyağ ile servis yapılır. Tercihe göre, bir süre fırında pişirilir.
Gendimalı Süt Çorbası: Gendima (haşlanıp güneşte kurutulmuş buğday tanesi) ile su yerine süt katılarak yapılır. Bir tür, bol sütlü şekersiz (tercihe göre tuz katılabilir) sıcak sütlaç tadını andırır. Özellikle reyhan ve nane katılan bu çorba, Artvin'in iç kesimlerinde yaygındır.
SULTANBEYLİ PLUS 22
Motrella: İpsiz taze fasulye çok az su ile (yağsız) pişirilir.İçine kuru veya taze soğan,öğütülmüş ceviz veya fındık konarak iyice karıştırılarak servis yapılır. Özellikle mısır ekmeği doğranarak sıcak yenir. Daha çok sahil ve sahile yakın kısımlarda yenir.
ARTVİN’İN TARİHİ VE DOĞAL GÜZELLİKLERİ
Artvin Yusufeli İşhan Manastırı, Dörtkilise (Tekkale) Manastırı, Barhal (Altıparmak) Kilisesi, Aşbişen Kalesi, Dutlu Kalesi, Erkinis Kalesi, Ersis Kalesi, Nihah (Yokuşlu) Kalesi, Oşnak Kalesi, İşhan Kalesi, Öğdem Kalesi, Demirkent Cami, Esendal Camisi, Çoruh Vadisi, YusufeliKarçal Turizm Merkezi-Yaylalar Köyü, Kaçkar Dağı Zirvesi (3.937 metre).
5000 yıllık bir tarihi birikime sahip. Manastırlar, kiliseler, köprüler, kaleler, camiler, ahşap ve taş mimarisinin en güzel örneklerine rastlanan konaklar yörede yaşayan medeniyetlerden izler taşıyor. Tabii doğal güzellikleri de anlatmakla bitmeyecek kadar uzun olan Artvin ve ilçelerinde gidip görülmesi gereken tarihi ve doğal güzellikleri bir araya getirdik. Artvin Merkez Pırnallı (Porta) Manastırı, Bağcılar Manastırı, Hamamlı (Dolishane) Manastırı, Kaçkal Manastırı, Artvin (Livana) Kalesi, Boselt Kalesi, Kuvarshan Kalesi, Yukarı Hod Kalesi, Çarşı (Merkez) Cami, Çayağzı (Salihbey) Camii, Oruçlu Köyü Camisi, Zeytinlik (Sirya) Camii, Berta Köprüsü, Hatila Vadisi Meydancık Yöresi (Maden Köyü), Kafkasör Turizm Merkezi (Kafkasör Yaylası), Zeytinlik Türbesi.
Hopa Orta Hopa Camii, Esenköy Köprüsü, Sugören Köprüsü, Köprüce Köprüsü, Kemalpaşa Köprüsü, Kemalpaşa Plajı.
Arhavi Ciha Kalesi, Ortacalar (Merkez) Camii, Ortacalar Kemer Köprüleri, Orçi Deresi Köprüsü, Derecik Köprüsü, Aşağı Şahinler Köprüsü.
Borçka İbrikli Kilisesi, Muratlı Camii, Macahel (Camili) Vadisi, Borçka Karagöl, GorgitEfeler Tabiatı Koruma Alanları, Borçka-Karagöl Yaylası, Beğlevan Köprüsü, Demirciler Köprüsü, Aralık Köprüsü, Vaniti Köprüsü, Düzköy Köprüsü, Güreşen Köprüsü, Efeler Köprüsü.
Artvin’de yapılan festival ve şenlikler
Ardanuç Bulanık (Rabat) Kilisesi, Ardanuç (Gevhernik) Kalesi, Ferhatlı (Kalmaklı) Kalesi, Kolarçet Kalesi, Petoban Kalesi, Petrik İsman Kalesi, İskender Paşa Camii, Cehennem Deresi Kanyonu, Bilbilan Yaylası, Kürdevan Yaylası, Adakale Türbeleri, Candarbaba Türbesi.
Kafkasör Kültür Sanat ve Turizm Festivali Ardanuç Çurispil Festivali Karüstü Karakucak Güreşleri Yusufeli Geleneksel Boğa Güreşleri Marant Boğa Güreşleri Hopa Kültür Sanat ve Deniz Festivali Aros Yayla Şenliği Sahara Pancarcı Şenlikleri Salikvan Yayla Şenlikleri Sateve Gevrek Festivali Macahel Kafkas Arı ve Bal Festival Arhavi Kültür ve Sanat Festivali
SULTANBEYLİ PLUS 23
Şavşat Cevizli Manastırı, Şavşat (Satlel) Kalesi, Bilbilan Kalesi, Parih Kalesi, Tukharis Kalesi, Ustamış Kalesi, Kemalpaşa Kilise Camii, Karagöl - Sahara Milli Parkı, Arsiyan Yaylası, Arsiyan Göller Bölgesi, Zor Mustafa Bey Türbesi, Atabek Türbesi.
Kart ve kredi borçları Online alışverişin yüzünden yasal takibe süresi 31 Aralık’a alınanlar arttı kadar uzatıldı Türkiye Bankalar Birliği Risk Merkezi’nin, Negatif Nitelikli Bireysel Kredi ve Kredi Kartı Haziran 2017 Raporu’na göre, bireysel kredi veya bireysel kredi kartı borcundan dolayı yasal takibe girenlerin sayısı yılın ilk altı ayında yüzde 2 artarak 712 bin kişi oldu. Veriler, bireysel kredi borcundan dolayı yasal takibe intikal eden kişi sayısının yılın ilk altı ayında yüzde 3 oranında artarak 376 bin kişi olduğunu gösterdi. Bireysel kredi kartı borcundan dolayı yasal takibe alınan kişi sayısı ise aynı dönemde yüzde 3 oranında azalarak 497 bin oldu.
Odeabank, mobil bankacılıkta işlem sürelerini saniyelere indirdi Mobil bankacılıkta "Odea Zamanı" adı altında yeni bir kampanya başlatan Odeabank, bankacılık işlemleri için harcanan zamanı en aza indirmeyi amaçlıyor. Bankanın açıklamasına göre, Odeabank, mobil bankacılıkta "Odea Zamanı" adı altında yeni bir kampanya başlattı. "Biz yok olmak istiyoruz" sloganıyla, bankacılık işlemleri için harcanan zamanı en aza indirmek istediğini "çarpıcı" şekilde ortaya koyan banka, kredi kartı borç sorgulama işleminin 5, kredi başvuru işleminin ise 9 saniyeye indirdi.
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu'nun 16 Şubat 2017 tarihinde aldığı ve 17 Ağustos 2017'de yürürlüğe girmesi beklenen, kredi kartlarının kullanımıyla ilgili kararının süresi uzatıldı. Buna göre bankalara 31 Aralık 2017'ye kadar ek süre tanındı. Ödeme ve Elektronik Para Derneği'nin Başkanı Burhan Eliaçık, bu kararın özellikle kart sahipleri ile e-ticaret sayesinde hizmet alanını tüm Türkiye'ye yaymak isteyen küçük işletmeleri rahatlatacağını söyledi.
Kartla ödemede yaptık, 71 milyon TL cepte kaldı Perakendede ürünlerin fiyatlandırılmasında kuruş yoğun olarak kullanılırken, pratikte 5 ve 1 kuruş madeni paralar hayatımızdan neredeyse çıkmış durumda. Hal böyleyken etiket fiyatlarındaki 10 kuruş altındaki fiyat baremlerinde para üstü sıkıntısı yaşanıyor. Çoğu zaman değeri çok düşük olan kuruşlar, para üstü olarak satıcıdan istenmiyor. Bankalararası Kart Merkezi'nin açıkladığı verilere göre, kartlarla yapılan ödemeler sayesinde para
SULTANBEYLİ PLUS 24
üstü sıkıntısı yaşamadan kuruşlardan ne kadar kar ettiğimizi ortaya koyuyor. Yerli kartlarla Temmuz 2016 – Haziran 2017 dönemini içeren son bir yılda yurt içinde yaklaşık 4,36 milyar adet kartlı ödeme işlemi gerçekleşirken, bu işlemlerin yüzde 35'inde yani 1,53 milyar adedinde ödeme tutarının kuruş bareminin 10 kuruş altında gerçekleşmesi dikkat çekiyor. Verilere göre son bir yılda kartlı ödemeler sayesinde 71 milyon TL cepte kaldı.
Range Rover ailesinin yeni üyesi ‘Velar’
Renault ve Dacia’dan ‘Okula Dönüş Servis Kampanyası’
Range Rover, ailesinin yeni üyesi olan ‘Velar’ı tanıttı. Türkiye'de 139 bin 900 Euro’dan başlayan fiyatlarla satışa sunulan araç, ülkemizde 180 ve 240 beygir seçeneklerine sahip 2.0 litre Ingenium dizel motorla sunuluyor. Araç sade ama şık tasarımıyla öne çıkarken, kesintisiz tasarım çizgisini vurgulayan gizli kapı kolları dikkat çekiyor. 550 metreye kadar gün ışığında aydınlatma sağlayan matrix laser led farları ve yüksek çözünürlüklü çift dokunmatik ekranı ile yeni velar, teknolojik özellikleri ile rakiplerinden ayrışıyor.
Renault ve Dacia, araçlarına bakım ve onarım yaptırmak isteyen müşterilerine ‘Okula Dönüş Servis Kampanyası’ ile cazip fırsatlar sunuyor. 30 Eylül 2017 tarihine kadar yetkili servislerde geçerli olan kampanya kapsamında, tüm Renault ve Dacia araçlarında bakım, mekanik ve ön cam onarımları, aksesuar fix paketleri ve Elf motor yağları yüzde 20 avantajlı fiyatlarla müşterilere sunuluyor. Ayrıca müşteriler, 4 adet Michelin lastik alımında, 80 TL değerinde Opet akaryakıt çeki kazanıyor.
Subaru Forester artık daha da güvenli ‘Elektrikli Mini’ler geliyor Mini Cooper elektrikleniyor. 14-24 Eylül tarihleri arasında düzenlenecek olan ‘Frankfurt Motor Show 2017’ kapsamında ilk kez gösterilecek olan otomobil için hazırlıklar tamamlandı. Tamamı elektrikli olan yeni Mini Cooper, Almanya'nın Bavyera eyaletinde üretilecek. Araç, tek şarjla 402 kilometre yol katedebilecek. BMW yetkilileri 2019 ve sonrası için otomobilin seri üretimde yer almasını öngörüyor. Hedef 2025 yılına gelindiğinde yıllık 500 bin elektrikli üretimi. Mini Cooper da bu üretimde önemli bir paya sahip olacak.
Subaru'nun Forester modeli, Gelişmiş Güvenlik Paketi (ASP) ve tam kapsamlı güvenlik sistemi EyeSight’nin eklenmesiyle daha güvenli hale geldi. Şirketten yapılan açıklamaya göre, Subaru Forester, üç yeni donanım ile model serisini genişletti. Forester’daki yeni özellikler, 2.0i Premium Plus, 2.0XT Adventure Turbo ve 2.0D Sport donanımlarında sunulmaya başlandı. Gelişmiş Güvenlik Paketi (ASP), yan görüş kamerası
SULTANBEYLİ PLUS 26
ve Subaru Arka Araç Tespit Sistemini (SRVD) kapsıyor. EyeSight Sürüş Destek Sistemine sahip Forester 2.0i Premium Plus’ın fiyatı 179 bin 990 TL, ASP paketine sahip Subaru Forester 2.0XT Adventure’ın fiyatı 206 bin 990 TL ve ASP paketine sahip Subaru Forester 2.0D Sport’un fiyatı 213 bin 990 TL olarak belirlendi. Ek olarak, Subaru Forester deri döşeme renk seçeneklerinde, kahverengi deri koltuk döşeme de sunulmaya başlandı.
Nokia 8 ‘ilk’ler ile geliyor Uzun zamandır merakla beklenen Nokia 8 akıllı telefonu tanıtıldı. Cihaz, ZEISS lens ile iş birliği de dahil olmak üzere dünyada ilk olan üç özelliği Android telefonlara taşıyor. Özünde performans ve yalın Android ile bugüne kadar ki en gelişmiş yekpare alüminyum kasa tasarımı bulunan Nokia 8, Nokia akıllı telefonun tüm ayırt edici özelliklerine sahip. Nokia 8, Facebook ve YouTube gibi sosyal paylaşımlarda gerçek zamanlı ve yerel olarak canlı yayınlanmasına için ‘Çift Görüş’ videoya olanak tanıyarak dünyada bir ilki sunuyor.
Akıllı telefonlarla statlara giriş dönemi başlıyor Aktif Bank'ın Passolig dünyasını mobile taşıyan Passo Mobil uygulamasıyla taraftarlar artık maçlara akıllı telefonlarını okutarak giriş yapabilecek. Passolig sahipleri artık iOS ve Android cihazlarına indirdikleri Passo Mobil uygulaması ile stadyumlarda maçlara cep telefonlarını okutarak giriş yapabilecek. 2017-2018 sezonunda ilk olarak 4 büyük takımın stadyumunda uygulanmaya başlanacak olan sistem, aşamalı olarak diğer statlarda da kullanılabilecek.
Mobil fotoğrafçılık Xperia XZ ile yeniden şekilleniyor Xperia XZ Premium, Motion Eye kameraya sahip olmasının yanında dünyanın 4K HDR ekrana sahip ilk akıllı telefonu olma özelliğini taşıyor. Üründe yer alan ‘Öngörücü Çekim’ özelliği, kamera açıldığı anda hareketi tespit edip görüntüleri kendi belleğine kayıt ederek, size deklanşöre basmadan kaydettiği dört fotoğraf arasından seçim yapmanızı sağlıyor. Daha fazla ışık yakalamak için yüzde 19 daha büyük piksel boyutuna sahip olan yeni Motion Eye kamera 19MP yüksek çözünürlüklü sensörü ile düşük ışık koşullarında bile mükemmel görüntüler çekmenizi sağlıyor.
Her üç kişiden biri internetten alışveriş yapıyor Türkiye’de internet üzerinden alışveriş yapanların sayısı her geçen gün artıyor. İhtiyaçların önemli bir kısmını internet üzerinden alışverişle karşılayanların oranı yüzde 65 olurken online alışveriş tercihlerinde ilk sırayı giyim aldı. Ajans Press, alışveriş tercihleri üzerine bir araştırma gerçekleştirdi. Şirketin, GfK’dan edindiği bilgilere göre, internetten en çok satın alma işlemleri yüzde 49’la giyim sektöründe gerçekleşirken,
SULTANBEYLİ PLUS 27
sırasıyla yüzde 48’le finans, yüzde 44’le tüketici elektroniği ve küçük ev aletleri izledi. Online işlemlerde en az satın alım gerçekleşen kategori ise yüzde 16 ile paketlenmiş yiyecek ve içecek grubu oldu. Medyada e-ticaret ve online alışverişe ilgili yıl içerinde 6 bin 612 haber yansıması tespit edilirken, ITS Medya verilerine göre online alışveriş internette ve portallarda 24 bin 266 haberle konuşulmayı başardı.
Kuşburnu çayı içmek için
9 NEDEN
Özellikle güçlü antioksidan yapısıyla öne çıkan kuşburnu doğru demlediğinizde ve kararında tükettiğinizde sağlığınıza birçok faydasını görmeniz mümkün. Günde iki fincan kuşburnu çayı ve bir yemek kaşığı şekersiz kuşburnu marmelatı beslenme planınızın bir parçası olmalıdır
BAĞIŞIKLIK SİSTEMİNİ GÜÇLENDİRİYOR Yapısında bol miktarda bulunan C vitamini, polifenoller ve antioksidanlar sayesinde bağışıklık sistemini güçlendiren kuşburnunun zengin vitamin ve minerallere sahip olduğunu belirterek, “Likopen ve A, B, E, K vitaminlerinin yanı sıra magnezyum, demir gibi değerli mineralleriyle vücut direncini artırıyor, sinir sisteminde, hücre yenilenmesinde fayda sağlıyor. Yapılan araştırmalar, limonun 60 katı kadar fazla C vitamini içeren kuşburnunun, mandalina ve portakala da fark attığını ortaya koyuyor.
KABIZLIĞA İYİ GELİYOR Ülkemizde her mevsim yetişebilen kuşburnu, kabızlık şikayeti çekenler için doğal bir şifa kaynağı. Birçok hastalığa fayda sağlayan kuşburnunun içeriğindeki pektin, laktasif etkiye sahip. Yani
SULTANBEYLİ PLUS 28
bağırsakların fazla çalışmasından ötürü ortaya çıkacak ishal benzeri etki oluşturuyor. Böylece düzenli tüketildiğinde kabızlığı gideriyor ve sindirimi kolaylaştırıyor. Bağırsak parazitlerini düşürüyor.
KALP VE DAMAR HASTALIKLARINA KARŞI KORUYOR Kandaki kötü kolesterolün düşürülmesi ve iyi kolesterol seviyesinin yükseltilmesinde faydalı olan kuşburnu, bu sayede kalp ve damar hastalıklarına karşı koruyor. Kuşburnunu çay olarak demleyip tüketebileceğiniz gibi, şekersiz marmeladını yaparak da faydalanabilirsiniz.
KANSERİ ENGELLİYOR Sağlıklı hücreleri kanserli hücrelere dönüştürerek zarar verebilen serbest radikallere karşı güçlü bir koruyucu olan kuşburnu, içeriğindeki güçlü antioksidanlarla kanser hücrelerinin büyüme ve gelişmesini de engelliyor” şeklinde konuştu.
gamalinoleik sit (GLA) yönünden zengin. Gamalinoleik asit, cilde canlılık kazandırıyor ve güneş kaynaklı yanıklarda da fayda sağlıyor.
KANSIZLIĞI ÖNLÜYOR Ülkemizde özellikle kadınlarda ve çocuklarda demir eksikliğine bağlı kansızlık çok yaygın bir sorun. Gıdalarla alınan demirin serbest hale geçerek vücutta kullanılmasına yardımcı olur. Bu sayede demir eksikliğine bağlı oluşan kansızlığı önlüyor.
ÇOCUKLARIN BÜYÜME VE GELİŞMESİNDE FAYDALI Çocukların büyüme ve gelişmesinde de faydalı ama ölçüyü kaçırmamak kaydıyla! Doktoruna danışmadan 1 yaşından küçük çocuklara verilmemeli.
İLTİHAP OLUŞUMUNU ÖNLÜYOR, DİZDE SIVI KAYBI VE KİREÇLENMEYİ ÖNLÜYOR Son yıllarda yapılan çalışmalar kuşburnunun iltihap oluşumunu önleyici özelliğe sahip olduğunu gösteriyor. Kuşburnu tüketimi dizde kireçlenme, eklemlerde kıkırdak dokunun yapısında bozulma, kıkırdakta incelme ve aşınmanın ortaya çıkardığı ostreoartrite bağlı ağrıların azalmasında etkili. Ayrıca günümüzde pek çok kişinin ortak sorunu olan dizde sıvı kaybına da kuşburnunun iyi geldiği yapılan çalışmalarda kanıtlanmış durumda. Kuşburnu püresinde bulunan önemli bir karotenoid olan likopen sadece kataraktın değil aynı zamanda diğer göz hastalıklarının da başlangıcı ve ilerlemesinde koruyucu etki gösteriyor.
KANIN PIHTILAŞMASINA YARDIMCI OLUYOR İçeriğindeki K vitamininden dolayı kuşburnu kanın pıhtılaşmasına yardımcı oluyor. Bu nedenle damar içinde kan pıhtısının oluşması ve kan akımının engellenmesi olarak adlandırılan tromboz ve toplardamar iltihabı, tromboflebit gibi sorunları olan hastaların dikkatli tüketmesi gerekiyor.
CİLDİ GÜZELLEŞTİRİYOR Kuşburnu A vitamini açısından zengin oluşuyla cildin elastikiyetini korumasını sağlıyor ve yaşlanmasını geciktirici etki sağlıyor. Kolajen seviyesini de artırıyor. Yara izleri ve akneleri gideriyor. Kuşburnunun çekirdekleri,
KUŞBURNU ÇAYINI DEMLERKEN NELERE DİKKAT ETMELİ? “5-6 adet kuşburnunu havanda hafif ezerek çatlatın. Ardından bir bardak (200 ml) kaynar suda 10 dakika demleyin. Demlerken kapağını kapalı tutun ki içeriğindeki suya geçen C vitamini bir diğer ismiyle askorbik asit yok olmasın. Ne kazar uzun kaynatırsanız içeriğindeki C vitamini o kadar azaldığından, demleme süresini de uzatmayın. Yemeklerden 30 dakika sonra için. Kuşburnunun zengin vitamin ve minerallerinden tam anlamıyla faydalanabilmek için hazırladıktan sonra 5 dakika içinde tüketin. Soğuma sırasında C vitamini miktarı hızla azaldığından, marmelat ve pekmezde C vitamini oranı kuşburnu çayına oranla düşüyor. Marmeladını mutlaka şekersiz yapın. Kuşburnunu ister bütün, ister ufalanmış ister toz haliyle olsun saklarken mutlaka ışıktan muhafaza edin ve cam kavanozda saklayın.
SULTANBEYLİ PLUS 29
İL LLERİN Mİ LLETVEKİİLİ S AYISI Y I YENİDEN N DÜZENLE ENDİ YSK, S anayasa değişşikli ile milletvekili sayısının 600'e çık ç arılması dolayıssıyla 2016 nüfus bilgilerine b göre, illerin n çıkaracağı milletvekili sayılarını ve seçim çevrelerin ni yeniden belirled di MİLLETVEKİLİ SAY YISI DEĞİŞEN İLLER R Kırklareli
Edirne e
4
7
3
Karabü bük b k
13 Koca aeli l
Ya Ya alova va
Bursa
9
Çanakkale
3
Zonguldak akk
20
Samsun
Çankırı a
Tokat
36
6 Uşak
28 Izmir
8 8
Aydın
Iğdır Erzincan
Yozgat
4
15
Bingöl
10 Kayseri
Aksarray
Muğla
Adana
4
12
Os Osmaniy e
16 Mersin
11
Gaziantep K Kilis
14 4
Bitlis
Van n
5
Batman man Siirt
Adıyaman
15 Karaman
Muş
5 Diyarbakır a
Kahramanmaraşş
Niğde
Burdur
Antalya
Elâzığ
Malatya
Denizli
7
5
Tunceli
Nevşehir
Konya
Isparta
Ağrı
Sivas
Kırşehir
Afyonkarahisarr
Kars Bayburt Erzurum
Kütahya
10
Manisa
Gü ü ümüşhane
Kırıkkale
Eskişehir
5
Giresun
Çorum
B Bilecik
Ardahan
Rize
Trabzon
Ordu
Amasya
Bolu
Artvin
6
Düzce Sakarya
Ankara
Balıkesir
Sinop
Kastamonu
Barttın
9 97 Istanbu tanbul ul
Te ekirdağ
Mardin
Şanlıurfa
Hakkâri
Şırnak
14
Hatay
A
ŞEHİR İSMİ
MV V. SAY YISI
Adana Adıyaman Afyonkarah hisar Ağrı ğ Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın
14 5 5 4 3 3 32 14 2 2 7
MV V. SAY YISI (YENİ)
15 5 6 5 4 3 36 16 2 2 8
E Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir
MV V. SAY YISI (YENİ)
Balık kesir Bartın Batm man Bayb b t burt Bilecik Bingö öl Bitliss Bolu Burdur Bursa a
8 2 4 2 2 3 3 3 3 18
9 2 5 2 2 3 3 3 3 20
3 4 2 6 6
4 5 2 6 6
Gazia antep Giressun Gümüşhane
3 3 8 2 3 2 9 3 2 2 11 14 4
3 3 8 3 3 3 10 3 2 2 13 15 5
Malatya Maniisa Mardin d Muğlla Muş Nevşehir Niğde
12 4 2
14 4 2
7 5 6 2
ŞEH HİR İSMİ
MV V. SAYISI Y
MV V. SAY YISI (YENİ)
Çan nakkale Çan nkırı Çorum
4 2 4
4 2 4
7 11 3
8 12 3
3 10
3 11
4 88 26 2
4 97 28 2
3
3
7 9 3 2 5 12 4
7 9 3 2 5 14 4
8 2 4 5
8 3 4 5
D Denizli Diy yarbakır Düzce
Hakkari Hatay
I///İ Isp parta İsta anbul İzm mir Iğd dır
0
Ordu u Osma aniye
R 6 9 6 6 3 3 3
6 10 6 7 4 3 3
5 4
6 4
U 6 5 6 2
Ç
H
M//N
T Te ekirdağ Tokat Trabzon Tunceli
ŞEHİR R İSMİ
MV V. SAY YIISI
G
K Kars Kastamonu u Kahramanm maraş Karaman Kırıkkale Karabük Kayseri Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya
B
Uşak k
Rizze
S//Ş Ş Sak karya Sam msun Siirrt Sin nop Siv vas Şan nlıurfa Şırn nak
V/Y Y/Z 3
SULTANBEYLİ PLUS 30
3
Van n Ya allova Yozgat Zon nguldak
ŞANLIURFA KENT MÜZESİ MAHMUTOĞLU KONAĞI – M. (1122-1123) Halk arasında Mahmutoğlu Kulesi olarak bilinen Şanlıurfa Kent Müzesi, Urfa şehir surlarının Bey Kapısı mevkiinde bulunmaktadır. Haçlı Kontluğu döneminde inşa edilmiştir. Kulenin doğuya bakan kısmında yukarıda yan yana üç taşa yazılmış, beş satırdan oluşan Ermenice bir inşa kitabesi vardır. Kitabede kullanılan tarih Ermeni Takviminin 571. yılıdır. Bu da miladi olarak, 19 Şubat 1122- 18 Şubat 1123 tarihleri arasıdır. Kont Joyslin ve Allah'ı seven prens Vasil'in yönetimi zamanında bu kale inşa edilmiştir. Prens Vasil, tekrar Urfa’yı ziyaret edişinde bu yapıyı inşa eden kişilere hizmetlerinden dolayı zafer tacını giydirmiştir. Kentin doğu surları üzerinde bulunan Bey Kapısı günümüze kadar ulaşmamıştır. Ancak ''Mahmutoğlu Kulesi'' olarak bilinen kısmı bugün hala ayaktadır. Kısas'a açıldığı için ''Kısas Kapısı'' ya da Bab-el Emir adlarıyla da tanınan Bey Kapısı, güneyde silindirik bir burç ve bunun kuzeyinde yer alan beş köşeli daha alçak ikinci
SULTANBEYLİ PLUS 32
bir burçtan meydana gelmiştir. Osmanlı döneminde kapı ağalığını yapan Mahmutoğlu ailesine verilmiş ve bu tarihten yakın geçmişe kadar kulelerde Mahmutoğlu ailesi ikamet etmiştir. 1919 yılında Urfa'nın İngilizler tarafından işgali esnasında yapı, işgal komutanı Beddy tarafından kiralanmak istenmişse de Kule sahibi Mahmutoğlu Mustafa Ağa tarafından bu teklif reddedilmiştir. Kule burçlarının arka tarafında, her burca ait birer avlu ve bu avluyu çevreleyen odalar yer almaktadır. Kuzeydeki burcun batısında; haremlik, silindirik burcun batısında; selamlık bulunmaktadır. Selamlık kısmında depolar, develik, su kuyusu, azaphane ve silahhane bölümleri, ayrıca üst kısımlarda odalar yer alır. Haremlik kısmında ise; eyvan, mutfak, zerzembe (kiler), avlu ve avluyu çevreleyen odalar yer almaktadır. Kule; Urfa evleri avlusu, eyvanı, odaları, tandırlığı, kilerleri, ahırları (develik), havuzları, helaları, hamamları, damları, kapıları, pencereleri (takalar), çörtenleri, bacaları (piğirik), kemerleri, merdivenleri, korkulukları, dönme dolaplarıyla farklılığını ortaya koymaktadır. Müzede; Şanlıurfa’nın coğrafi yapısı, flora ve fauna zenginliği, demografik
yapısı, 12 bin yıllık tarihinde geçirdiği tüm evreler, Urfa’da yaşamış peygamberler ile ilgili bilgiler, tarım tarihi, sağlık tarihi, eğitim tarihi, spor tarihi, at yetiştiriciliği, kuşçuluk, tarihi süreç içerisinde taş süsleme, heykel, taş kabartma, mozaik gibi plastik sanatlar, Urfa’nın Türk sinema tarihindeki yeri, geleneksel el sanatları, mutfak kültürü, Urfa evinde günlük yaşam, giyim kuşam, evlenme ve müzik gibi folklor değerleri, daha bir çok konuda belge, bilgi, manken, fotoğraf ve görsel objelerle bilgiler verilmeye çalışılmıştır. Mahmutoğlu Kulesi'nin Kent Müzesi'ne dönüştürülmesiyle, bin yıllık tarihi yapı turizme kazandırılmıştır. Müzede Urfa'da yaşayan medeniyetlerle ilgili eserler, yöresel giysiler, yemek kültürü ve günlük yaşamla ilgili eserler teşhir edilmiştir. Mahmutoğlu Kulesi, 2008 yılında Şanlıurfa Büyükşehir Belediyesi tarafından satın alınmış ve aslına uygun olarak kent müzesine dönüştürülmek üzere restore edilmiştir. Bu projeyle ortak tarihi ve kültürel mirasımızın korunması ve Urfa kültürünün tanıtılması amaçlanmıştır. Restorasyon sürecinin tamamlanmasıyla 1500 metrekare alanı olan kule, ''Urfa Kent Kimliğini'' aktaran; geçmiş ve bugünün buluşacağı bir ''Kent Müzesi'' olarak işlevlendirilmiş, 31.03.2014 yılında kapılarını ziyaretçilere açmıştır.
SULTANBEYLİ PLUS 33
MALATYA KAYISISINA AB TESCİLİ Malatya kayısısı için Türkiye Avrupa Birliği’nden resmi onay aldı. Böylece Malatya kayısısı AB tarafından tescil edilen ikinci Türk ürünü oldu. Avrupa Birliği (AB) yüzde 85 ile dünya üretiminde ilk sırada yer alan Malatya Kayısısını, Türk ürünü olarak kabul etti. Malatya kayısısı, Aydın incirinden sonra AB tarafından tescillenen ikinci ürün oldu. Malatya Ticaret ve Sanayi Odasının (MTSO) büyük çabaları sonrası Türk ürünü olarak kabul gören Malatya Kayısısının AB tarafından tescillenmesi, ihracat ve ülke tanıtımı açısından büyük
önem taşıyor. Malatya Ticaret ve Sanayi Odası (MTSO) Başkanı Hasan Hüseyin Erkoç yaptığı açıklamada, Malatya kayısısının Avrupa Birliği (AB) tarafından tescillenmesi için 2014’te başvuruda bulunduklarını anımsatarak, “AB tescilini
SULTANBEYLİ PLUS 34
Hasan Hüseyin Erkoç
almak için çok çalıştık ve ciddi manada bilimsel bir çalışma yaptık. Başvurumuz AB tarafından onaylandı. Tarım ve Kırsal Kalkınmadan sorumlu Avrupa Birliği Komiseri Phil Hogan’ın katılımıyla belge takdimi yapılacak” dedi. Erkoç, “Bu tescil dünya çapında ürünü korumak ve AB logosuyla satılacağı için fiyatı global ölçekte arttırmak adına büyük yarar sağlayacak. Şuanda 104 ülkeye Malatya'dan kuru kayısı ihracatı yapılıyor. Malatya kayısısı dünyada hâkimiyetini devam ettiriyor. Kuru kayısıda Malatya, dünya kuru kayısı ihtiyacını yüzde 85 ile 90 oranında karşılama potansiyeline sahip. Biz bu potansiyelimizi iyi değerlendirerek ihracatımızı ve döviz girdimizi de arttıracağız” diye konuştu.
9 Ay 10 Gün Diyeti
Hamile olduğunu öğrenen kadınların pek çoğu, bebeğinin gelişimi için doğru ve dengeli beslenemediğini düşünür. Hatta ilk aylarında kilo alamayan gebeler endişelenebilirler. Aslında tüm bu endişeler çoğu zaman gereksizdir. Çünkü bulantı ve kusmalar ile iştahsızlık problemleri ilk aylarda kilo almayı doğal olarak engelleyebilir. Normal bir gebelik sürecinde annenin kendi gereksinimine ek olarak tükettiklerinin bebeğe aktarılması için yaklaşık 10-12 kg. alması yeterlidir. Bu artışı sağlayabilmek için gebelik öncesine göre bir gebe ek olarak günlük 20 gr. protein, 15-20 mg. demir,
500 mg. kalsiyum ve ortalama 300 kalorilik enerji alması gerekir. Annelerin/anne adaylarının ‘Gebeyim bu yüzden iki kişilik yemek yemeliyim.’ mantığıyla gereğinden fazla enerji alımı, gebelik sürecinde annenin yağ depolarının gereğinden fazla artmasına ve özellikle 6. aydan sonra gebelikte kan şekerinin ya da tansiyonun yükselmesine sebep olarak gebelik süreci için tehlike oluşturmaktadır. Peki, gebelikte sıklıkla tüketilmesi gereken besin öğeleri nelerdir?
kalsiyum gereklidir. Çünkü gebelik boyunca diş ve kemiklerden sürekli bir kalsiyum eksilmesi olmaktadır. Kalsiyum açısından zengin besinler peynir, süt, yoğurt ve yeşil yapraklı sebzelerdir. Ancak süt ürünlerinin yağ açısından da zengin olduğundan dolayı yağı alınmış süt ve yoğurdu tercih etmeniz daha doğru olacaktır. Brucella, tifo benzeri hastalıklardan korunabilmek için tükettiğiniz peynirin ve sütün hijyenik ve iyi pastörize olmasına da özen gösterin.
KALSİYUM:
PROTEİNLER:
Gebelikte, normalde gerek duyduğunuz miktarın iki katı kadar
Gebelikte artan protein ihtiyacını karşılamak için kırmızı ve beyaz et, süt
SULTANBEYLİ PLUS 36
ve süt ürünleri, yumurta, balık, kuru baklagiller (fasulye, mercimek, barbunya..) gibi protein yönünden zengin besinler önerilir. Fakat hayvansal gıdalardaki yağ mümkün ölçüde alınarak, etin yağsız bir şekilde tüketilmesi önerilir.
DEMİR: Gebelerde demir eksikliği halsizlik, bitkinlik, nefes darlığı, uykuya meyillilik ve çarpıntı gibi şikâyetler oluşturabileceği gibi gebelikle ilgili olarak da erken doğum, bebeğin rahim içinde gelişememesi, ölü doğum ve düşükler gibi komplikasyonlara zemin hazırlar. Ayrıca ileri derecede kansız bir gebe doğum sonrası lohusalık döneminde de sıkıntı çekebilir. Demir eksikliğini en aza indirebilmek için kan yapıcı; pekmez, kuru üzüm, kırmızı et, yumurta ve kuru baklagillerden zengin gıdaların tüketilmesine önem verilmelidir. Ayrıca C vitamininden zengin meyve ve sebzeler de bağırsaklardan demir emilimini arttıracaklardır.
C VİTAMİNİ: C vitamini demirin bağırsaklardan emiliminde, vücudun hastalık etkeni mikroorganizmalara karşı immun (bağışıklık) direncinin arttırılmasında ve metabolizmamızdaki pek çok biyokimyasal süreç için gerekli bir vitamindir. C vitamini portakal, limon, kırmızı ve yeşilbiber, domates, çilek, greyfurt, karnabahar, lahana, Brüksel lahanası
gibi pek çok taze meyve ve sebzelerde bulunur. Vücutta depolanmadığı için her gün belli bir miktar alınmalıdır. Uzun süre saklanan ve pişirilen besinlerde C vitamininin çoğu kaybolur. Besinleri tazeyken tüketmeli, iyi yıkanmış sebzeleri çiğ ya da az haşlayarak yemelisiniz. Ayrıca gebelerin uzun süre beklemiş, doğal içerikli olmayan, konserve vb. gıdaları da tüketmeleri doğru değildir.
FOLİK ASİT: Bebeğin merkezi sinir sisteminin gelişmesi için özellikle gebeliğin ilk haftalardan itibaren "B9 vitamini" yani folik asit alınması çok önemlidir.
Vücutta depolanmadığı ve gebelik süresince normalden fazlasına gerek duyulduğu için her gün alınmalıdır. Taze yeşil sebzeler folik asit kaynağıdır, ancak uzun süreli pişirmeler ve uzun süre bekleyen gıdalardaki miktarını azaltır. En çok ıspanak, yer fıstığı, fındık, karnabahar, kepekli ekmekte mevcuttur. Doğal gıdalar gebenin folik asit açığını tam olarak kapatamayacağından ötürü gebeliğin ilk haftalarından itibaren hekim kontrolünde hap olarak dışarıdan alınması uygun olacaktır. Gebelerde folik asit eksikliğine bağlı bebeklerde “nöral tüp defektleri” adı altında toplanan bir takım anormalliklerin ortaya çıkabileceği ve bu gebelerde preeklampsinin (gebelik zehirlenmesi) daha sık geliştiği gözlenmiştir.
GEBELİKTE SIVI ALIMI: Gebelik sürecinde günlük ortalama 2-2,5 litre su içilmesi son derecede önemlidir. Gebelikte çay, kahve, kolalı içecekler ve kakao önerilmez. Çay içerdiği ‘tein’ maddesiyle demir eksikliğine yol açarken, diğer maddeler ‘kafein’ içerdiğinden ötürü bebek üzerine olumsuz etkide olabileceğinden dolayı önerilmemektedir. Gebelikte alkol kullanımı bebekte ‘fetal alkol sendromu’ olarak tanımlanıp, zekâ geriliği ve bir takım yapısal anormalliklerle kendini gösteren problemlere yol açtığından ötürü kesinlikle önerilmemektedir. Tüm annelerin/anne adaylarının sağlıklı bir gebelik süreci geçirmesi dileğiyle…
Soru ve görüşleriniz için diyetisyenduygu@hotmail.com adresine mail atabilirsiniz.
SULTANBEYLİ PLUS 37
BİR DOĞA KATLİAMI:
ANIZ YAKMAK Ülkemizde 1993 yılından beri yasak olmasına rağmen, verimin yüksek olduğu ve saman sıkıntısı olmayan yıllarda, ekinlerin hasadının ardından, ekin alanının %30 'unda tarlada kalan sap ve kökler yakılır. Buna anız yakma denir. Anızlar Neden Yakılır: Hasat sonrası tarlada kalan bitki saplarını bir değeri olmadığı için;
böcek ve diğer zararlıları yok etmek, çeşitli hastalıkları önlemek, toprak işlemede kolaylık sağlamak ve anızın çok kolay, çabuk ve masrafsız şekilde yok edilmesini sağlamak gibi gerekçelerle anızları yakmaktadırlar. Oysa modern tarım tekniğinde anız yakmak son derece yanlış olup, yakma sonucu meydana gelen zararları telafi etmek mümkün değildir. Anızların Yakılması ile Birlikte Şu Zararlar Oluşur: 1-Bitkinin büyümesinde büyük önem taşıyan toprağın canlı üst kısmı yani organik maddesi de yanmaktadır. 2-Toprağın erozyona karşı
SULTANBEYLİ PLUS 38
dayanıklılığı azalmaktadır, oysa anız değerli olan toprağı su ve rüzgâr erozyonuna karşı korumaktadır. 3-En fazla toprak kaybı anız yakılan topraklarda meydana gelmektedir, en az toprak kaybının ise hasattan sonra anız yakılmadan gölge tavında sürüm yapılan tarlalarda olmaktadır. 4- Anızı yakılan toprağın su tutma gücü azalmaktadır. 5-Anız yakılması ile Kök Çürüklüğü ve Ekin Kurdu (Zabrusun) yok edilmesi mümkün değildir. Takip eden yıllarda kök çürüklüğü hastalığı artmaktadır. 6-Anız yakma ile toprağın doğal yapısı bozulmakta ve verimliliği düşmektedir.
7-Havayı kirletmekte ve yükselen dumanların özellikle yol kenarlarında görüş mesafesinin engellenmesi sonucu can ve mal kaybına yol açmaktadır. 8-Komşu tarlalardaki hasat edilmemiş ürünlere, traktörlere, meyve bahçelerine, bunların etrafındaki çitlere, telefon direklerine, civardaki yerleşim yerlerine, ortamda yaşamını sürdüren yaban hayatına ve özellikle ormanlara, koruluk ve ağaçlık bölgelere telafisi mümkün olmayan zararlar vermektedir. Anız Yangınlarının Ortadan Kaldırılması İçin: - Biçerdöverle hasattan sonra tarlada kalan saplar sap parçalama makinesi ile parçalanıp, parçalanmış saplar tırmıklarla
toplanmalıdır. - Biçerdöverle hububat hasadı, toprak yüzeyine yakın yapılmalıdır, böylece kalan sap miktarı az olacağı için çürümesi ve mikroorganizmalar tarafından parçalanması daha kolay olacaktır. - Anızların daha çabuk parçalanıp organik maddeye dönüşmesini sağlamak amacıyla toprağa kalan sapın % 1’i kadar “Azot dengeleme gübresi” verilmelidir. - Yabancı ot ve haşereleri yok etmek için anızların yakılması yerine ilaçlı mücadele yapılmalıdır. - Anız parçalama makinesi ile anız parçalandıktan sonra ekim makinesi ile
SULTANBEYLİ PLUS 39
ekim yapılırken sapların ekim makinesi ekici ayaklarını tıkamaması için toprağı yararak çalışan balta ayaklı ekim makineleri yerine diskli ayaklar kullanılmalıdır. Anız Yakmak mahalli çevre kurulu kararınca yasaklanmıştır. Yasaklara uymayarak anız yakanlar hakkında 2872 sayılı Çevre Kanununun 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu ve Türk Ceza Kanununun 383 ve 526. maddesi uyarınca cezai işlem yapılmaktadır. Çiftçilerimiz geçim kaynakları olan topraklarına kendi elleri ile zarar vermemeleri ve kanunlar önünde suçlu duruma düşmemek için “Anızları Yakmamaları” gereklidir.
DERİYE İŞLENEN ACI GÜZELLİK
DÖVME Bölgemizde yaşayan, orta ve orta yaşın üstündeki insanlarda gördüğüm dövmeler çocukluğumdan beri hep dikkatimi çekmiştir. Binlerce yıldır süre gelen bu kültürde yetiştiğimiz coğrafyanın izlerine rastlamak mümkündür. İnsanların el, yüz ve ayaklarında rastladığımız dövmeler çoğu kimsenin bedenini bile sarmıştır. Ancak çocuklukta işlenen bu işaretler hep saklı kalmıştır.
Bu gün yapılan dövmeler ile geçmişte yapılanlar arasında büyük farklar vardır. Bu nedenle günümüzde yapılan dövmeleri geçmişin dövmeleri ile değerlendirmek, anlamlar yüklemek dövmenin gizemini sekteye uğratacaktır. Dövme kültürü; Mezopotamya’dan dünyaya adım adım yayıldığı gibi izleri hala aynı coğrafya insanlarının bedenlerinde yaşatılmaktadır. Tarihi bir geçmişi olan dövme kültürü birçok dilde “Dövme, Dögün, Deq, Dak” gibi farklı isimlerle ifade edilmiştir.
bedenlerinde yapılan tespitlere göre M.Ö 5000’lere vardığı bilinmektedir. Aslında buna insanlık tarihi ile birlikte gelişen bir kültür diyebiliriz. Nedenlere cevaplar bulmak zor ancak izler, motifler ve şekiller bizi tarihi gerçekleri kabullenmeye götürmektedir. Dini semboller, büyüsel figürler, cinsel özgürlük ifadelerini taşıyan dövme geleneği en çok Paganlarda görülmektedir. Dövme ile yapılan işaretler hastalık ve belalardan korunmak ve kısmet açmak gibi inanışları taşır.
İNSANLIK TARİHİ İLE BİRLİKTE GELİŞEN KÜLTÜR İğne ve boya ile deriye işlenen bu uygulamanın “can çıkar huy çıkmaz” misali deri üzerinden silinmesi mümkün değildir. Dövme: yazı, resim, motif, desen ve nakışların tümüdür. Dövmenin kesin tarihi bilinmemektedir ancak bazı araştırmalara, tarihi kalıntılara ve gün yüzüne çıkan mumyalanmış insan
YİĞİTLİĞİN SEMBOLÜ DÖVME Dövme yaptıran insanlar kader, kısmet, uğur, nazar gibi çeşitli işaretleri kullanarak mutlu olmaya çalıştıkları gibi kendilerini koruma uğraşı da vermişlerdir. Dövme, kızlarda süs olarak kullanılırken erkeklerde yiğitliğin sembolü olarak kullanılmıştır. Dövmenin önemli işaretlerinden biri de soyluluk ifadesi olarak tanınma, bilinme amacıyla yapılmış olmasıdır. Dövmenin bir
SULTANBEYLİ PLUS 40
süslenme aracı olarak kullanıldığını söyleyenler olmuşsa da tarihi verilerin bize aktardığı bilgilere göre sosyal ve toplumsal bir sanat olduğunu anlıyoruz. Bedenin çeşitli yerlerine işlenen dövme; kabile toplumlarında, kabile ve klan belirlemede çokça görüldüğü gibi bin yıllara varan dini ritüellerin bir parçası olarak da algılanmış, inancı sembolize ederek bugüne kadar gelmesine neden olmuştur. Daha sonraları dövmenin ideolojik birer sembol haline geldiğini görmüyoruz. İnsanlar bir zamanlar dövmelerle kendi soylarını tanıtırken şimdi dünya görüşlerini ortaya koymaktadırlar. Dini değerler arasında yer bulduğu gibi dövmelerde örf, adet ve geleneklerimizden de önemli bir etkilenme olduğu görülmektedir. Kimine göre “deq” kimine göre “dek” kimine göre “dövme veya dögün” olsa da hepsinde iğneyle kanatılan ve acıların yaşatıldığı bedeni süsleme sanatı olarak kabul edilen bir güzelliktir. Bu sanat Hıristiyan Avrupa kültüründe yer bulmuşsa
da Yahudi ve Müslümanlar arasında özellikle Ortadoğu halkları arasında fazlasıyla önemli bir yer tutmuştur. ARAP VE KÜRTLERDE OLDUKÇA YAYGIN Bin yıllardır süre gelen ve bugün kozmetiğe yenilmiş olduğu gibi, küçümsenen, hoş karşılanmayan dövmeye, elli yaş üzerinde olan birçok Kürt ve Arap kökenli insanların vücudunda rastlanabilir. Hatta bu insanların çoğu bugün çeşitli devlet kademelerinde görev aldıkları için o dövmelerin varlığından muzdarip olmuşlardır. Çeşitli ilaç ve yöntemlerle onları çıkarma yollarını aramalarına rağmen kurtulamamışlardır. Gücü simgeleyen dövme kültürü, anne ve babanın kendi çocukları için düşlediği güzel günlerin müjdeleyicisi, doğadan aldıkları ilham ve yaşamın tüm özelliklerini onların bedeniyle bütünleştirme çabası, Mezopotamya’nın derin kültürü, acı ve gözyaşları arasında iğne iğne, henüz
SULTANBEYLİ PLUS 41
konuşma çağına gelmemiş çocukların bedenine kazınırdı. İslamiyet öncesine ait bir kültür olan dövme, vücuda eziyet verdiği için İslam dinince yasaklanmış olmasına rağmen İslamiyet’ten sonra da günümüze kadar varlığını sürdürmüştür. İnsanlar, dövme geleneğini dini açıdan zarar veya faydalarından ziyade büyü, uğur getirme, nazardan korunma gibi amaçlarla devam ettirmişlerdir. Etrafımda neredeyse herkeste olduğu gibi babaannemin ve babamın şakağında, annemin elinde ve şakağında, yine büyük ablamın ellerinde gördüğüm şekillere bir anlam verememiştim. Okuma çağına geldikten sonra gittiğim köylerde daha çok görmeye başlayınca dövmeye olan ilgi ve merakım artmıştı. Gördüğüm işaretlerin anlamına ilişkin sorularım hep yanıtsız kalıyordu. Bunun ne olduğunu ancak kulaktan dolma sözlerle öğreniyor, eksik konuşmalar tamamlandıkça karşıma bir kültür çıkıyordu.
KÜRTÇE DEQ ARAPÇA VESM Merkeze bağlı Tepedibi, İrici, Darık (Düzenli), Açıkyazı (Sellesor), Kapik gibi Arap köylerinden sonra Viranşehir’e uzanan asfaltın üst tarafındaki Şeyhanlı köyleri olan Mehmedi Han, Dağyanı ve çevresindeki köylerden başlayıp Şeyhanlı ve Karageçi bölgesine kadar gördüğüm dövmeler bana hayli ilginç gelirdi. Yazın üzeri açık olan, sonbaharda brandayla kapatılan “köy postası” adı verilen araçla öğretmenlik yaptığım köye gidip gelirken, insanlarla dövme hakkında daha çok konuşma olanağı buldum. Kürtçe bildiğimden dolayı insanlar rahatlıkla sorularıma cevap veriyorlardı. Kürtçe “dek” (deq), Arapça “vesm” veya “dag” olarak adlandırılan dövmeyi, yüzünde ve ellerinde üç nokta olarak taşıyanlar “medgug vem el bekar” olarak sıfatlandırılırlar. Dövme işini yapan kişilere “dekak” ya da “degag” ismi verilmektedir. İlimizde Sancaktar ve Kamberiye mahallelerinde ikamet eden “Karaçi” dediğimiz toplulukların çocuklarına on altı yıl boyunca öğretmenlik yaptım. Anneleri ve babaları ile dövme hakkında çok şey konuştuk. Onlarda dövmeyi Suriye’den gelen gezgin, konargöçer, bedevi topluluklardan öğrendiklerini ve kendileri de “gezgin” oldukları için bu işi gittikleri yerlere gerek ekmek parası için, gerek zevk için götürmeyi ihmal etmediklerini söylemişlerdir. DÖVME NASIL YAPILIR? Dövme çeşitli şekillerde, çeşitli boya ve kimyevi maddelerle yapılır. Bölgemizde ve bize anlatılan dövmelerin tamamı; ateş dumanından tava dibine yapışan is, hayvan ödü ve anne sütünden oluşan karışımın iğnelerle dövülerek, derinin alt kısmına gelecek şekilde yapılırdı. Kanaması ve acısının yürek yaktığı dövmelerin, insanda bırakacağı güzellik ve getireceği uğur, şans, güzellik, talih, kısmet, düşünülerek her şeyine katlanılırdı. Zarife Hudooğlu isimli kadın yıllardır dövme yapan son isimlerden biri. En iyi dövmenin idare lambasından çıkan isten olduğunu anlatıyor. Yetmiş yaşındaki kadın birçok insana dövme yaptığını, kendi dövmelerini de başkalarının yaptığını söylerken, dövmeye olan eski ilgi ve rağbetin kalmadığını söylüyor. Dövmede kullandığı şekillerin ne anlama geldiğini bilen birisi. Elindeki ceylan figürünün güzelliği temsil ettiğini, yine elindeki makas şeklindeki çizgilerin uğur getirdiğini anlatıyor. Elinin bilekle bağlandığı kısmın iç ve dış yanlarına yapılan şekillerin ise koyun sağmada ellerin yorulmaması için olduğunu söylüyor. Çene altı gerdana kadar, çene üstü, şakak ve iki kaşın arasında çeşitli şekil ve motiflerde dövmelere rastlanıldığı gibi, bazı kadınların ayak bileklerinde de dövmelere rastlanmaktadır. Elle yapılan ince çizgili şekillerde iki iğne,
kalın çizgilerde dört beş iğne bağlanarak yapıldığını söyleyen Zarife Hanım kim bilir bunların eğitimini alsaydı başka nasıl motifler yapardı… BİR KÜLTÜR MİRASI DÖVME Yaptığımız çalışmalarda, kadınların en çok iki kaşının arasında Ay’ı temsil eden motiflere
SULTANBEYLİ PLUS 42
rastladık. Bu motifin güzelliğin sembolü olduğunu, ellerdeki yıldızlar ve ay şekli ise tarihi çağlardan kalma bir tapınma şeklinden ve inanç biçiminden kaldığını anlıyoruz. Bazı kaynaklarda geçmişinin 12. Yüzyıla dayandığı belirtilen dövme kültürü, insanlığın gelişmesiyle birlikte meydana geldiğini, insanların ellerindeki ve yüzlerindeki motifler doğrulamaktadır. Büyüsel bir nitelik taşıyan, hastalıkları iyileştirici özelliği olduğuna inanıldığı gibi, inançlarının gereği olarak da bazı dövmelerin yapıldığına şahit olmaktayız. İlk öğretmenlik yaptığım Düzenli (Darık) köyünde A.... ismindeki bir kadın, ailesinin Suriye’den geldiğini onun için bu dövmelerin atadan, dededen beri yapıldığını söyledi. Elindeki ceylan motifinin güzelliğin simgesi olduğunu, ceylan gibi alımlı ve sevimli olması için yapıldığını, yine elindeki tavşan motifinin sıkıntıları yenmesine delalet olduğunu anlatıyor. Birçok köylünün elinde gördüğümüz buğday başağı şeklindeki motif ise kısmetinin açılması, bol servet, mal sahibi ve evlat sahibi olmasına işaret olarak kabul edilirdi. Özellikle Kürtlerde rastladığım, şakaklarda bulunan dövme işaretinin güneş sembolü olduğu, güneşin etrafında yedi gezegen ya
da on iki burcu temsil eden noktaların konulduğu, bunun bir tapınma sonucu ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Ayrıca Hıristiyan Arap ve Kürtlerin de ellerinde haç işareti görülür. Bununla birlikte dövme yapan bazı insanların inançlarına göre dövme yapılan yerin, cehennem ateşiyle yanmayacağı düşüncesi de hâkimdir. Özellikle sağ şakağa yapılan dövmenin altında aklın olduğuna inanılır ve şakağa yapılan değişik şekiller o kişinin inançlı biri olduğunu gösterir. Arap ve Kürt kadınların iki kaşının arasındaki ay; güzelliği temsil ettiği gibi, hayatında söz sahibi olmayı ve kem gözlerden korunmayı simgeler. Özellikle Mezopotamya bölgesindeki bu ay ve güneş motiflerinin yapılması, Sümerlerde ay ve güneşe tapınmadan kaynaklandığının da bir göstergesidir. Bölgemizde Paganistlerin yoğunlukta olduğu ay ve güneşin o günden bu güne kutsal sayıldığı bir tapınma olduğu kabul edilmektedir. Her ne kadar dövme Araplara mal edilse de kökeni Mezopotamya ve İslam öncesinden başladığı için Araplar sadece bundan etkilenmişlerdir. Kimileri bunu sanat kabul ettiği gibi geçimlerini bile bundan sağlamanın yollarını aramışlardır. KARAÇILAR DÖVME YAPIYORLAR Özellikle kadınların boynundan karın bölgesinin üzerine kadar birçok şekil yaptıklarına şahit oldum. Yaşlı birkaç nine göğüslerinin orta kısmında yapılan şekillerden başka göstermediler. İsminin belirtilmesini istemeyen 90 yaşındaki bir kadın, karnının üstünde çaydanlık şeklinde bir dövme olduğunu, bunu da küçükken annesinin köye gelen Karaçilere yaptırdığını söyledi. İbrik ve çaydanlık şeklinde yapılan motiflerin amacı, kadının çabuk hamile kalması ve hamile kalan kadının erkek çocuk doğurmasında etkili olduğunu, karnında bu şekilleri yapan kişilerin evlilik hayatlarında mutlu olmasına işaret olduğunu söylediler. Dövme yapmak için uygun görülen mevsimin ilkbahar olduğu söylenir. Yapan kişi olarak ta bebeği olan sütlü kadınlar tercih edilir. Dövme yapan kişiler; resim yeteneğine sahip oldukları gibi insanın elini, ayağını bir dantel gibi nakış nakış işleme yeteneğine sahiptirler. Onun için daima en iyi dövmeyi
yapanlar aranır. Bu iş için ücret alınmamakla birlikte verilen hediyeler geri çevrilmez. Bunu bir sanat haline getirenler de “gezgin” dediğimiz Karaçiler’dir. Araştırma için gittiğim Harran ve çevresinde öteden beri alt dudağının tamamı dövmeli olan kadınlardan bunun nedenini sordum. “Şıllak” isminde yaşının doksan olduğunu söyleyen bir kadın alt dudağın dövme yapılmasının nedenini şöyle açıkladı; ŞİDDETE KARŞI KADIN DAYANIŞMASI VE DÖVME “Arabistan’da İslam’ın kabulünden önceki yıllarda, köle bir kadın sokakta bir erkek tarafından öpülür ve alt dudağı ısırılarak kanatılır. Bunu gören diğer kadınlar, o kadının
SULTANBEYLİ PLUS 43
tanınıp bilinmemesi için dudaklarını, dumanın ekmek sacında bıraktığı isle boyar ve alt dudağını iğnelemeye başlar. O gün o çevredeki bütün kadınların alt dudakları kanamış ve morarmış olarak görülür.” Bu konuda görüşüne başvurduğumuz ve kendisinin de alt dudağı dövmeli olan Zarife Hudooğlu dövmeli dudaklar için “kocaya helal dudaklar” olduğunu söylüyor. Bu “dudak dövme” olayının Araplarla başladığını, zamanla dövme olayı ile pekiştiğini görüyoruz. Araplarda alt dudağa dövme yapılmasının nedeni aynı zamanda kitlesel olarak kadınların, kadınlara yapılan bir haksızlığa karşı ilk tepkisi olarak algılayabiliriz. Bunun bir protesto şeklinde başlaması ile zamanla bir gelenek haline geldiğini görmekteyiz. Son zamanlarda bu dövmelerin yok olduğu ve yapacak kimsenin kalmadığı gibi, insanlar şehir hayatına adapte olduktan sonra bu tür işaretler onları rahatsız etmeye başlamıştır. Mesela küçükken nazardan korunsun diye burnunun ucuna annesi tarafından dövme yaptırılan biri devlet memuru olunca bu durumdan rahatsız olmaya başlamıştır. Onu çıkarmak için çeşitli yollara başvurmuş, hatta kezzap dökülerek çıkartılması tavsiyesini bile denemiştir ama sonuç alamamıştır. Günümüzde insanlar, vücutlarının çeşitli yerlerine hayvan motifleri yaptırmaktadırlar. Özellikle büyük şehirlerde birçok insanın kollarında ve pazularında dövmelere rastlamak mümkündür. Bunlar isim olarak yazıldığı gibi aslan başı, akrep, kılıç, kama, yılan resimleri veya kadın silüeti olabilmektedir. Eskiden köylülerin rağbet ettiği dövme sanatı, şimdilerde büyük şehirlerde meslek olarak icra edilmektedir.
Yüzyıllar boyu tarihe damgasını vuran ticaret ve sanat merkezi :
Galata ve Pera
SULTANBEYLİ PLUS 44
Galata eskiden Bizanslıların büyük mezarlığının bulunduğu Haliç ile Boğaz arasından denize doğru uzanmış bir tepenin üzerine kurulmuştur. Burası İstanbul’un merkezidir. Hemen hemen bütün sokakları dar ve dolambaçlıdır. İki yanlarında meyhaneciler, tatlıcılar, berber, kasap dükkanları Rum ve Ermeni kahvehaneleri, tüccar yazıhaneleri, işyerleri ve külüstür evler vardır.
Galata ve Pera yüzyıllar boyu tarihe damgasını vuran İstanbul’un çok önemli bölgeleridir. Ünlü İtalyan yazar Edmondo Amicis 1800’lü yıllarda geldiği İstanbul’da soluğu Galata ve Pera’da alır. O zamanlar genç bir subaydır, Galata ve Pera anılarını kaleme alıp Avrupa’da yayınlar. Bu yayınlar çok büyük ilgi görür. Sizlere Edmondo Amicis’in anılarından bir bölümü sunuyoruz. ‘’Arkadaşımla ben geldiğimizin ancak dördüncü günü bir karar verdik. Arkadaşım Yunk ilk büyük gezintimizi yapma önerisinde bulunduğu vakit erkenden köprüye gelmiş günü nasıl geçireceğimizi bilmez bir haldeydik. ‘Geceye kadar yürüsek bile, Haliç’in bütün kuzey sahilini dolaşalım’ dedi. ‘Bir Türk aşçı dükkanında yemek yer, bir çınarın gölgesinde şekerleme yapar, sonra da kayıkla döneriz’ dedi. Öneriyi kabul ettim. Yanımıza tütün ve bozuk para alıp kent haritasına bir göz attıktan sonra Galata’ya doğru yola koyulduk. İstanbul’u iyi görmek ve tanımak isteyen okurlar bizimle birlikte gelmeliler. Galata’ya varıyoruz. Gezintimiz oradan başlayacak. Galata eskiden Bizanslıların büyük mezarlığının bulunduğu Haliç ile Boğaz arasından denize doğru uzanmış bir tepenin üzerine kurulmuştur. Burası İstanbul’un merkezidir. Hemen hemen bütün sokakları dar ve dolambaçlıdır. İki yanlarında meyhaneciler, tatlıcılar, berber, kasap dükkanları Rum ve Ermeni kahvehaneleri, tüccar yazıhaneleri, işyerleri ve külüstür evler vardır. Londra’nın kenar mahalleleri gibi loş, rutubetli ve vıcık vıcık çamurludur. Aceleci, telaşlı bir kalabalık hamallara, arabalara, eşeklere, atlı tramvaylara yol vere vere sokaklarda koşuşup durur. İstanbul’da hemen bütün ticaret bu semtte yapılır. Borsa, gümrük, Avusturya Lloyd şirketi ve Fransız menajeri yazıhaneleri, kiliseler, manastırlar, hastaneler, mağazalar buradadır. Bir yeraltı treni Galata’yı Beyoğlu’na bağlar. Sokaklarda sarıklılarla, feslileri görmeseniz, Doğu’da olduğunuza inanmazsınız. Her tarafta Fransızca, İtalyanca ve Ceneviz dili konuşulur. Cenevizliler burada kendi
memleketlerindeymiş ve buranın sahibiymiş gibi davranırlar…limanı kendi keyiflerine göre kapattıkları ve imparatorların tehditlerine top atışıyla cevap verdikleri zamanlarda olduğu gibi. Fakat eski kuvvet ve kudretlerinden kala kala koca duvarlar ve ağır kemerlerle desteklenmiş birkaç kağşamış evle Voyvodanın oturduğu köhne binadan başka bir şey kalmamıştır. Binlerce harap ev iki uzun yolu açabilmek için temelinden yıkılmıştır. Bu yollardan biri Beyoğlu’na çıkar, diğeri Galata’nın bir başından öbür başına denize dengeli biçimde uzanır. Arkadaşımla ben büyük atlı tramvaylara yol verebilmek için her an kendimizi dükkanlara atarak bu ikinci yolda yürümeye başladık. Tramvayların önünde ellerindeki değnekle yol açan, belden yukarısı çıplak Türkler koşuyordu. Her adım başında kulaklarımız yeni bir nara ile çınlıyordu. Türk hamal ‘savulun’, Ermeni saka ‘Su var mı su?’, Rum saka ‘Cıro nero’, eşek sürücüsü ‘Burada’, şekerlemeci ‘Şerbet’, gazete
SULTANBEYLİ PLUS 45
satıcısı ‘Neologos’, Frenk arabacı ‘Varda, varda’ diye bağırıyorlardı. On dakika sonra kulaklarımız duymaz oldu. Bir yerde yolun döşenmemiş olduğunu hayretler içinde gördük. Taşlar yakında sökülmüş gibiydi. Ne olduğunu anlayabilmek için durup baktık. İtalyan bir tacir merakımızı giderdi. ‘Bu yol sultanın sarayına gidiyor. Birkaç ay önce Hünkar Alayı buradan geçerken Haşmetpenah Sultan Abdülaziz’in atının ayağı sürçmüş ve hayvan yere kapaklanmış, buna sinirlenen iyi kalpli sultan, atının düştüğü yerden sarayına kadar olan kısımda yol taşlarının sökülmesi için emir vermiş. Hatırda kalması gereken bu yerde seyahatimizin doğu sınırını saptadık ve sırtımızı Boğaziçi’ne dönerek bir sürü küçük, karanlık pis sokağa girip çıkmak suretiyle Galata Kulesi’ne doğru yöneldik. Galata kenti açılmış bir yelpazeye benzer ve tepenin üstüne yerleşmiş kule bu yelpazenin sapı gibidir. Kule yusyuvarlak, çok yüksek ve koyu renklidir. Tepesinde bakırdan yapılmış konik bir çatısı vardır. Çatının altında, koca kentte ortaya çıkacak en ufak bir yangın belirtisini haber vermekle görevli bir gözcünün gece gündüz nöbet tuttuğu, bir çeşit üstü örtülü ve şeffaf taraçaya benzeyen çepeçevre camlı geniş pencereler bulunur. Ceneviz Galata’sı, Galata’yı Pera’dan ayıran ve artık hiçbir izi kalmayan sur çizgisinin tam üstünde yükselir. Kule de artık, çarpışırken ölen Cenevizlilerin onuruna dikilmiş eski İsa Kulesi değildir. Çünkü Sultan II. Mahmud kuleyi yeniden inşa ettirmiştir. Kuleyi geçer geçmez insan kendisini bir Müslüman mezarlığında bulur. Galata Mezarlığı…Pera’nın tepesinden Haliç’e kadar her tarafa meyletmiş ve bayırın üst başından alt başına karmakarışık dağılmış binlerce taş ve mermer sütunu gölgeleyerek dik bir eğimle inen büyük bir servi ormanı (*) Üstü yuvarlak bir sarık şeklinde olan bu sütunlardan birkaçı eski renk ve yazılarının izlerini muhafaza eder. Diğer sütunlar sivridir. Birçoğu devrilmiştir, bazılarının sarığı öyle koparılıp atılmıştır ki; bunların ölümlerinden
sonra bile Sultan Mahmud’un kafalarını gövdelerinden ayırmak istediği yeniçerilere ait olduğu akla gelebilir. Mezarların çoğu başucuna ve ayakucuna iki taş yerleştirilmiş prizma şeklinde bir toprak yığınla belli olur. Müslümanların inanışına göre Münkir ve Nekir adlı iki melek ölünün ruhunu sorguya çekmek için bu iki taşın üstüne otururmuş. Orada burada alçak bir duvarla ya da parmaklıkla çevrilmiş küçük tümsekler görülür. Tümseklerin ortasında büyük kavuklu bir sütun, bu sütunun etrafında da daha küçük sütunlar vardır. Burası karılarının ve çocuklarının yanına gömülmüş bir paşaya ya da bir beye aittir. Ormanın içindeki yollar kıvrıla kıvrıla ve birbirini keserek gider. Gölgeye oturmuş bazı Türkler çubuk içerler. Mezarların arasında çocuklar koşup oynar, inekler otlar, yüzlerce kumru servi dallarının üstünde dem çeker, yaşmaklı kadınların geçtiği görülür ve servilerin arasından İstanbul minarelerinin üstüne beyaz çizgiler çizdiği mavi Altınboynuz pırıl pırıl parlar. PERA Mezarlıktan çıktıktan sonra yeniden Kuledibi’ne gidip Pera Caddesi’ne giriyoruz. Pera deniz seviyesinden yüz metre yüksektedir. Hem sakindir hem eğlenceli, hem Haliç’e bakar, hem Boğaz’a. Zarafet ve safa beldesidir. Yürüdüğümüz yolun iki tarafına İngiliz ve Fransız konakları, şık kahveler, göz kamaştıran dükkanlar, tiyatrolar, konsoloshaneler, kulüpler, sefaret konakları sıralanmış, bunların arasından bir kale gibi Beyoğlu’na, Galata’ya ve Boğaz sahilindeki Fındıklı’ya hakim olan Rus sefaretinin kargir sarayı yükseliyor. Burada Galata’dakinden çok farklı bir kalabalık var. Aşağı, yukarı soba borusu gibi erkek şapkalarıyla, tüylerle, çiçeklerle süslenmiş kadın şapkalarından başka bir şey görülmüyor. Rum, İtalyan ve Fransız kibarları, zengin tüccarlar, sefaret memurları, yabancı gemilerin zabitleri, sefir arabaları ve her milletten ne olduğu bilinmeyen karışık suratlı insanlar görülüyor.
Türk erkekleri berber dükkanlarındaki balmumundan yapılmış bebekleri seyretmek için duruyorlar. Türk kadınları da ağızlarından sular akarak terzi camekanlarının önünde takılıp kalıyorlar, Avrupalı sokağın ortasında yüksek sesle konuşuyor, gülüyor, şakalaşıyor; Müslüman kendisini gurbette gibi görüyor ve başını İstanbul’daki kadar dik tutmuyor. Arkadaşım birden beni İstanbul’u göstermek için geri çevirdi. Olduğum yerden uzaklarda, mavimsi bir perdenin arkasında Saray Tepesi, Ayasofya ve Sultanahmet Camii’nin minareleri görülüyordu. Şimdi içinde bulunduğumuz alemden başka bir alem. Sonra şöyle dedi: ‘Şimdi şuraya bak’. Baktım ve bir vitrinde Madame Bovary, Mademoiselle Giraud ma Femme romanlarını gördüm. Bu beni de heyecanlandırdı ve bir an dalıp gittim. Başka bir sefer de olağanüstü bir kahveyi göstermek için ben arkadaşımı durdurdum. Hem enine, hem boyuna loş bir koridor ve sonundaki açık büyük bir pencereden pek uzaklarda gibi gelen güneş ışıkları altında pırıl pırıl parlayan Üsküdar görünüyordu. Pera Caddesi’nde ilerliyorduk ve hemen hemen
SULTANBEYLİ PLUS 46
sonuna gelmiştik ki gürleyen bir ses duyduk. ‘Seni Seviyorum Adele! Canımdan çok seviyorum, dünyada ne kadar sevilirse o kadar seviyorum.’ Şaşkın şaşkın bakıyorduk birbirimize. Bu ses nereden geliyor? Arkamızı dönünce bir duvarın aralıklarından sandalye dolu bir bahçe, bir sahne ve prova yapan komedyenler görüyoruz. Bizden pek uzakta olmayan bir Türk kadını da bizim gibi aralıklardan bakarak bütün kalbiyle gülüyor. Geçip giden yaşlı bir Türk başını sevecenlikle sallıyor. Pazar akşamları ise bir insan seli, birbiri arkasına arabalar kışlanın öbür tarafındaki bahçelere, birahanelere ve kahvelere dağılan Pera’nın kibar takımı görülür. İlk molamızı bu kahvelerden birinde verdik. Pera’nın en seçkin kişilerinin toplandığı ve gerçekten adına layık bir yer olan Belle Vue kahvesi. Kahvenin, tepenin üzerinde bir taraça gibi uzanan büyük bahçesinden kocaman bir Müslüman mahallesi olan Fındıklı, gemilerle örtülmüş Boğaz, üzerine bahçeler ve köyler saçılmış Asya sahili, beyaz camileriyle Üsküdar rüyaya benzeyen bir yeşillik, mavilik ve ışık tantanası görülüyordu. (*) Küçük Mezarlık denen ve bugüne hiçbir izi kalmayan Tepebaşı, Şişhane, Kuledibi Mezarlığı.
AYIN BURCU YAY
ASTROLOJİ Koç
Kavrama yetenekleri gelişmiş olduğundan; ele aldıkları her işte felsefi konularda başarılı olurlar. Yay burcu insanları içtenlikleri ve iyimser yaşam görüşleri ile tanınırlar. Gençliklerinde; dikkatsiz, heyecanlı ve gelenekle aykırı davranışlar içinde olsalar da, geçmiş yanılgılarından en çok ders alan kişiler bu burçtan çıkar.
Boğa
21 MART-19 NİSAN
20 NİSAN-20 MAYIS
Ağustos ayında Koçlar için oyunun adı aşk olacak ve hayatlarında büyük olaylar gerçekleşecek. İlk olarak Koçun çiftler evinde bulunan Jupiter ve aynı evin yöneticisi ve aşk gezegeni Venüs arasında özel bir bağ oluşacak, "karışık karşılıklı anlaşma" olacak ki, bu da her iki gezegenin performansını artıracak ve başarı için uygun koşullar yaratacak.
Çok değer verdiğiniz iç barışınızı ve huzurunuzu bulamıyorsunuz ve ajitasyon ve gürültü günlük hayatınızın gittikçe artan bir parçası haline geliyor ve bu yüzden dengesiz hissediyorsunuz. Bunlara ek olarak ebeveyn veya çocukların getirdiği duygusal endişeler de mevcut. Ağustos boyunca Boğaların sağlığı için önemli tehdit olmayacak.
Aslan 23 TEMMUZ-22 AĞUSTOS
Hedeflerinizi tayin edin, plan yapın ve o hedefe ulaşın! Fakat hareketlerinizi planlamak zorundasınız, çünkü Güneş - Mars enerjisi çılgındır ve kolaylıkla saldırgan ve zarar verici hale gelebilir. Ve bu gerçekleşirse sizi başarıya götürmek yerine işleri aceleye getirmeye, risklere, çatışmalara ve diğer problemlerle uğraşmaya itecektir.
Yay 22 KASIM-21 ARALIK
Seyahatler, çalışmalar, uzak mesafeli iş birlikleri, bilimsel veya ruhsal çabalar önemli faktörler olacak ve sizin maddi rahatlığınıza katkıda bulunacak. Ortaklıklar size bazı finansal avantajlar getirebilir. Ağustos 2017 boyunca siz dengede olacaksınız ve gücünüz yerinde olacak. Fazla zorlamaz ve abartmazsanız, herhangi bir problem görünmüyor. Fakat ruh haliniz iyi değil.
İkizler 21 MAYIS-21 HAZİRAN
Para sıkıntısı çekmeyeceksiniz, hatta bazen para kazanacak kadar şanslı da olacaksınız. Ev ve taşınmazlarla ilgili problemleriniz olabilir. İKizlerin seyahat evinde gerçekleşecek Güneş tutulması ve Mars tranziti yüzünden araçlarla ilgili küçük problemler yaşayabilirsiniz, fakat hareket ederken, hatta yürürken bile veya tehlikeli eşyalar veya maddelerle uğraşırken kaza riski mevcut. Ajitasyon, sabırsızlık ve kötü ruh hali riski de mevcuttur.
Başak
Terazi
23 AĞUSTOS-22 EYLÜL
Finansal olarak, eğer fazla harcama yapmazsanız probleminiz olmayacak. Ay düğümleri ekseninin tıbbi evler ekseniyle üst üste düşmesi yüzünden Başakların sağlıklarına dikkat etmesi gerekecek. Ve Ağustos 2017 boyunca Güneş ve Mars da bu evlerden birinde bulunacağı için daha fazla dikkat gerekecek. Başakların dayanıklılığı bu dönemde fazla olmayacak.
23-EYLÜL-22 EKİM
Para problem olmayacak, ihtiyaçlarınızı karşılamak için yeteri kadar para, hatta belki de biraz ekstra para kazanacaksınız. Ağustos boyunca Merkür Terazinin tıbbi evlerinin birinde retrograt yapacak ve bu da dikkatinizi sinir ve solunum sisteminize, vücudunuzun esnekliğine, maharetinize ve jestlerinizi koordine etmeğe yönlendirecek.
Kova
Oğlak 22 ARALIK-19 OCAK
Oğlağın finansal evler ekseninde iki tutulma - güneş ve ay - gerçekleşecek ki, bu da kararlarınızı dikkatle gözden geçirmeniz gerektiğinin ve acele etmemeniz gerektiğinin göstergesi. Oğlağın hastalıklar evinin yöneticisi Merkür Ağustos 2017 boyunca Saturn ve Neptünün düşmanlıkla baktığı bir alanda retrograt yapacak, bu da problemlere neden olacak.
20 OCAK-19 ŞUBAT
Müttefikler edinmeye, başkalarını hırslı projelerinize katmaya çalışacaksınız. Finansal olarak, konu iş, borçlar, muhasebe olunca işlerinizi doğru tutmalısınız ki, hazırlıksız yakalanmayasınız ve karar vermeden önce iyi düşünmelisiniz, çünkü Merkür Kova'nın para evinde retrograt yapacak. Stresi azaltmalı ve enerjinizi masaj, refleksoloji, aromaterapi, müzik, dans, kültürel ve ruhsal çabalarla dengelemelisiniz.
SULTANBEYLİ PLUS 47
Yengeç 22 HAZİRAN-22 TEMMUZ
Ağustos finansal alanda hareketlilik getirecek. Yengecin para evinde Guneş ve Mars bulunacak, aynı evde Güneş tutulması gerçekleşecek. Bu da fazlasıyla enerji ve beklenmedik olayların gerçekleşeceği anlamına geliyor. Tutulmaların getireceği değişiklikler genelde pozitif olacak ve Yengeçlerin kazançlarını ilişkileriyle, iş birlikleriyle, düşünceler, bilgi, seyahat ve iletişimle ilişkilendirecek.
Akrep 23 EKİM-21 KASIM
Güneş - Mars ikilisi güç, baskı, rekabet, liderlik yayıyor ve sizi yükseklere çıkarabilir veya kamuoyu önünde tanınmanızı sağlayabilir. Başarı vadine maddi rahatlık veya kazanç artımı eşlik edecek. Kimin hastalanmaya zamanı var ki? Belki de gezegenlerin çağrısını dikkate almayan ve profesyonel hayatına yoğunlaşmayan Akreplerin. Ya da ortamlarını ve iş metotlarını yenilemeyen, hedef koymayan Akreplerin.
Balık 19 ŞUBAT-20 MART
Güneş, Mars ve güneş tutulmasının Balığın tıbbi evlerinden birinde gerçekleşmesiyle, Ağustos 2017 boyunca bazı sağlık sorunlarınız olabilir veya vücudunuza ilgi duyabilir, tıbbi çevrenizle daha fazla ilgilenebilir, muayene olunabilir veya tedaviye veya cerrahi müdaheleye gereksinim duyabilirsiniz.Kendinize dikkat etmeli, riskler ve aşırılıklardan uzak durmalı ve kendinizi zorlamamalısınız.
harem Osmanlı sarayının gizemli dünyası:
Haremin en nüfuzlu kişisi ya da bir diğer deyişle en büyüğü valide sultanlardı. Padişahtan sonra Harem’deki en büyük mekan ve en fazla hizmetkar onlarındı. Valide sultanlar kimi zaman dolaylı, kimi zaman da doğrudan devlet işlerine karışır ve hatta bazı zamanlarda tek başlarına devleti yönetmeye kalkarlardı. Dördüncü Murad ve Sultan İbrahim’in annesi Kösem Sultan 1623 ile 1651 yılları arasında yalnızca haremi değil, devletin de başı olarak tıpkı bir padişah gibi devleti idare etti. SULTANBEYLİ PLUS 48
Binbir gece masallarından sandıklar dolusu mücevherlere, hurilerden cinselliğin odak noktası olduğu alemlere dek yaşanılan, merak edilen büyünün kaynağı Harem…Osmanlı topraklarında yaşayan veya bu topraklara ayak basan yerli veya yabancı, gezgin, araştırmacı veya sanatçı olup da Harem’e ilgi duymayan hemen hemen yok gibidir. Harem’e alınacak cariyeler özel olarak seçilir ve eğitilirdi. Alındıktan sonra başarı gösteremeyenler ya da saray yaşamına uyum sağlayamayanlar geri gönderilirdi. Cariyeler savaşlardan esir edilen güzel kızlardan, komutanların saraya sundukları kadınlardan ya da başta sadrazam olmak üzere divan azaları, valiler, padişahların kız kardeşleri ya da diğer üst yetkililer tarafından yetiştirilip padişaha sanki değerli bir armağanmış gibi sunulmaları yoluyla elde edilirlerdi. Cariyeler çoğunlukla Doğu saraylarında öteden beri gelenek haline gelen Çerkez kızlarından seçilirdi. Çerkez analar da bunu bildiklerinden kızlarını ta bebekliklerinden itibaren padişah haremi için yetiştirir, onların görkemli bir yaşam sürmeleri için dua ederlerdi. Çerkezlerden sonra Abaza, gürcü ve zenci kızlar da tercih edilirdi. Saray için satın alınması düşünülen cariyeler önce ebeler ve doktorlar tarafından muayene edilir, sakat, hasta ya da bir diğer kusuru olanlar sahiplerine iade edilirlerdi. Kimi kaynaklar satın alınması düşünülen cariyeyi önce bir gecelik dener, eğer horlaması, kokusu ve diğer marazlı bir tarafı varsa ya iade eder ya da fiyatından indirim yapardı. Yabancı kaynaklar padişahın bütün cariyelerle ilişkisi bulunduğunu yazarlar ancak bunun gerçekle bir ilgisi yoktur. Çok güzellerinden birkaçı bu mutluluğa erişirler, diğerleri padişahı görme olanağı bile bulamazlardı. Saraya alınan cariyelere Farsça yeni isimler verilirdi. İsim vermede cariyenin
fiziği, işvesi, konuşması, ten rengi, gamzesi, gülüşü, görünüşü ve diğer özellikleri büyük rol oynardı. Hoşnaz, Nazlıcemal, Neşedil, Feleksu, Demihoş, Ebrunigar, Şengül vb isimler cariyenin adeta dış görünüşü kadar iç dünyasını da içerirdi. Cariyeler kıdemlerine göre beş sınıfa ayrılırlardı. Acemi, cariye, şagirt, usta ve gedikli. En üst derece yani gedikli olmayı hak kazanan cariyelerin en genç ve güzellerden on ikisi padişahın özel hizmetine verilirdi. Bunların arasında padişahın gönlünü çelmeyi beceren ise hasodalık, gözde veya ikbal adını alırdı. Bazen padişahın gözüne bir değil de birkaç kişi girince hasodalık veya gözdeyi birbirinden ayırmak için en iyisine başikbal adı verilirdi. Başikballik kadınefendiliğe giden tek ve en kestirme yoldu. Çünkü padişahın eşlerinden biri ölür ya da gözden düşüp Harem’den Eski Saray’a gönderilirse başikbal kadın hemen onun yerini alır ve kadınefendi olurdu. Yükselmeleri ve düşmeleri an meselesi olan bu kadınlar arasındaki durum onların güzelliklerini ve gençliklerini olduğu kadar zekalarını da kullanmalarını gerektiriyordu. Padişahın
SULTANBEYLİ PLUS 49
gözüne girip yükselme yarışı kimi zaman zekanın da ötesinde dedikoduyu, entrikayı, haremin yöneticisi kızlarağasının güvenini kazanmayı da beraberinde getirip haremin içinde her saat, her dakika karşı konulmaz bir savaşa da zemin hazırlıyordu. Padişahtan hamile kalan ikballere ‘’kadın’’ adı verilirdi. Sayıları dörtten yediye kadar değişiklik gösteren kadınlar hünkarın eşi sayılırdı. Bu eşler arasında da bir sınıflama vardı. En gözdesine ‘’haseki’’ denirdi. Erkek çocuğu doğurmuş ve padişah olabilecek çocukların annesi olan hasekilere ‘’Haseki Sultan’’ yalnızca kız çocuk doğuranlara ise ‘’Haseki Kadın’’ denilirdi. Padişahın annesi olan kadın ise ‘’Valide Sultan’’dı. Haremin en saygın kişisi bu idi. Haremin en üst düzeydeki kişileri bu kadınlardı. Kendileri için hazırlanmış özel dairelerde oturur, özel hizmetkara sahip olurlardı. Ama Harem bunlar için de sonsuza dek oturulacak bir yer değildi. Padişah öldüğü zaman, çocuk doğurmayan, kız çocuk doğuran, ya da erkek çocuk doğurup da bunu kaybeden kadın ve hasekiler için iki seçenek vardı, ya devlet ricalinden biri ile evlendirilir ya da valide sultan ile birlikte
gözden düşenlerin toplandığı yer olan Beyazıt’taki Eski Saray’a gönderilirdi. Padişah ölmeyip de tahttan indirilirse o zaman seçenek tek’e iner tüm kadınlar ayrım yapmadan Eski Saray’ın yolunu tutarlardı. Eski Saray’ın diğer adı Gözyaşı Sarayı idi. Haremin en nüfuzlu kişisi ya da bir diğer deyişle en büyüğü valide sultanlardı. Padişahtan sonra Harem’deki en büyük mekan ve en fazla hizmetkar onlarındı. Valide sultanlar kimi zaman dolaylı, kimi zaman da doğrudan devlet işlerine karışır ve hatta bazı zamanlarda tek başlarına devleti yönetmeye kalkarlardı. Örneğin Dördüncü Murad ve Sultan İbrahim’in annesi Kösem Sultan 1623 ile 1651 yılları arasında yalnızca Harem’i değil, devletin de başı olarak tıpkı bir padişah gibi devleti idare etti. Saray haremi yabancıların daima ilgi odağı olmuştur. Girilmezlik ve görülmezlik duvarını aşamayan seyyahlar söylentilerle düş güçlerini zorlayarak haremi betimlemeye çalıştılar. Bu seyyahların çoğu haremin içini ve adetlerini tasvir etmeye çalışmışlardır. Kimi hiç görmemiş, ya uydurmuş, ya da her söylenene inanmıştır. Bununla beraber bu abartmaların ve masalların gerisinde bazı ışıklar görmemek mümkün değildir. Lady Montagu’nun
Mektupları içinde doğru olan yönler vardır. Ondan sonra başka kadınlar da haremi ziyaret etme iznini elde edebilmişler ve gördüklerini anlatabilmişlerdir. Ünlü seyyah Raczynski anılarında şöyle yazar ‘’Kadınlar arasında daima karşılıklı ihtişamlı ziyaretler yapılır, her birinin arzusu değerli bir mücevherini ya da zengin işlemeli elbisesini kıskanç rakibesine göstermektir. Padişah haremindeki düzenle nadiren ilgilenir. Kadınların yaşlanması halinde genç odalıklardan birisiyle münasebet kurar. Bu imtiyaz padişahın mutlu edeceği kadın için çok tehlikelidir. Çünkü kadınlar arasında kıskançlıklar öylesine ileri gider ki hamile kalan odalık gizlice zehirleniverir. Kadınların kıskançlığı akla gelebilecek her şeyi yaptırabilir. Her türlü gayri samimi davranışı ağır bir suç kabul eden ve cezasının da ölüm olduğunu bildiren Harem kanunları son derece katıdır. Padişah hareminden bir eş seçmek isterse seçimini ona kızlarağası veya kahya kadın aracılığı ile bildirir. Bu kadar sıkı kontrol Harem’in, Harem’e bağlı bahçenin, bütün sarayın ve burada yaşayan kadınların göz altında bulundurulması gayesiyle alınan tedbirler olarak düşünülmüştür. Karaağalar Harem’e bizzat bakarlar Harem’in asayişinden bunlar sorumludurlar. Akağalar ise onlarla hiç münasebet
SULTANBEYLİ PLUS 50
kurmazlar ve Harem’in dış kısmında vazifelidirler. Sarayın birinci dış avlusunda baltacı, bostancı ve sultanın hassa ordusunun diğer bölümleri görev başındadır. Sarayı çevreleyen duvarın dışında birçok yeniçeri nöbet tutar. Harem’in kanunları o kadar katıdır ki mesela padişah yazı geçirmek için kadınları ile birlikte Boğaz’daki sarayına denizden gidecek olsa kadınlar kendilerine tahsis olunan kayıklarda yüzleri peçeli olarak oturmak zorundadır. Ayrıca Karaağalar çift sıra halinde kapıdan ta deniz kenarına kadar yol boyunca karşılıklı dizilerek kadınların her iki tarafına altı ayak yüksekliğinde bir İspanyol duvarı meydana getirirler. Bu sırada saraya deniz tarafından yaklaşmaya kalkışan bir akılsızın hali dumandır. Haremağaları ‘’halvet’’ diye bağırarak merhametsizce üzerine saldırırlar.’’ Edward Raczynski padişah sarayının civarında birkaç saat kalır bir gün. Pancurlar arasından bakanların kadın olduğu hükmüne varır. Yüzlerini ayırt edemez. Bu nedenle de kürekçilere onların güzel olup olmadıklarını sorar. Kürekçiler padişahın haremine bakmaya cüret eden bir kafirin küstahlığına şaşırırlar ve kızarlar. Raczynski kaçarak canını zor kurtarır. Sorduğu soru az daha hayatına mal olacaktır. Saray hareminin işleyişiyle ilgili seyyah Ubicini de bazı bilgiler verir. Elimize geçen bilgilerde Harem’de yaşayan kadınların büyük kısmının Çerkez ve Kafkas olduğunu belirterek şunları söyler. ‘’Harem’de çeşitli ırklardan oluşan kadınların sayısı üç yüzden fazladır. İçlerinden çoğu ailelerini ve geldikleri yeri bilmezler. Giyinirler, yanaklarına allık sürerler, kaşlarına sürme çekerler, tırnaklarına kırmızı çalarlar, her kadın ayrı bir daireye ve hamama sahiptir. Yüksek aynaların çevrelediği büyük bir yuvarlak salona açılan döşenmiş odalarda yatarlar.’’
Duygusal zeka, verimliliğinizi nasıl geliştirir? İş hayatında duygularımıza yenik düşmememiz gerektiğini hepimiz çok iyi biliyoruz. Ne yazık ki genel olarak zekayı bilgi ya da bilişsel akıl yürütme yeteneği açısından düşünüyoruz, ancak iş yaşamında durum böyle değil. Duygusal zeka, kişinin kendisi ve başkaları arasındaki duyguları okuma, hissetme ve bunlara cevap verme becerisini ifade eder. Ve evet, kişisel ilişkileri yönetirken olağanüstü bir nitelik gibi görünebilir. Ancak duygusal zekanın iş yaşamındaki verimliliğinizi etkileyebileceğini öğrendiğinizde çok şaşıracaksınız. İşyerinde duygusal zeka ilkeleri Önce duygusal zekanın genel bir tanımından bahsettik. Şimdi de çalışma ortamında nasıl çalıştığını inceleyelim. Duygusal zeka, üç ana boyutta ortaya çıkar: Farkındalık ve düzenleme: İlk olarak, duygusal zekanın içsel tarafından bahsedebiliriz. Bu boyut, iç duygularınızı tanıma, analiz etme ve yanıt verme becerinizle ilgilidir. Örneğin, bir fikriniz var ve bunu
grup içerisinde açıkladığınızda karşınızdaki insanlar size güldüğünde hissettiğiniz hayal kırıklığını veya aşağılamayı tanımanıza ve bu duyguyu kontrol edebilmenize olanak tanır. Empati: Başkalarının ne hissettiğini kolayca anlayabilmenizi sağlar. Bu da onlarla daha derin ve yansıtıcı düzeyde bağlantı kurmanıza, motivasyonlarına ve kim olduklarını anlamanıza olanak tanır. Sosyal beceriler: Duygusal zeka, size daha iyi sosyal beceriler sunar. Bu nedenle farklı hedef kitlelere hitap edebilirsiniz. Zaten, bu özelliklerin yararını kolayca görebilirsiniz. Ancak duygusal zekanın size her gün nasıl daha verimli çalışmanızı sağladığı konusuna odaklanalım. Duygusal tepkileri anlama ve kontrol etme Kendi duygusal tepkilerinizi anlama yeteneğine sahip olduğunuzda, rahatsız edici durumlara karşı duygusal dalgalanmalara veya verimsiz tepkilere daha az duyarlı hale gelirsiniz. Öfke ya da panik olma hali zihninizi yarışa zorlar ve sizi rasyonel düşünmekten alıkoyar. SULTANBEYLİ PLUS 51
Ayrıca hedeflere tek tek odaklanmanızı engeller. Bu da zaman kaybına neden olur ve verimliliğinizi anında tehlikeye atar. Bunun yerine, bu duyguları nasıl kontrol edebileceğinize odaklanalım. Stres yönetimi ve kişisel bakım Girişimcilik peşinde koşanların her gün ne kadar çok stresle mücadele ettiklerinden fazlaca bahsediyoruz. Neredeyse her gün zor kararlarla karşı karşıya kaldıklarından ve düzenli olarak uzun saatler çalıştıklarından… Öyle ki; duygusal yönden zeki insanlar, kendi sınırlarını bilir ve işin stresinin ne zaman ilerlemeye başladığını anlayabilirler. Dahası, öğle yemeğinde veya bir haftalık tatilde ekstra sadece 10 dakika mola verirler. Başkalarıyla iş birliği yapmak Tahmin edebileceğiniz gibi, duygusal açıdan akıllı liderler, diğer insanlarla iş birliği yaparken çok daha iyi ve hızlı bir tempoya sahiptirler. Bu insanlar, kolayca karşılarındaki insanların zayıf ve güçlü yönlerini anlayabilirler. Ayrıca empati kurabildikleri için fedakarlık yapmaktan da çekinmezler.
AHMET KOYUNCU Uzm. Psikiyatr
SURVİVOR’DAN SONRASI HİROŞİMA
İnsan beyni basit çalışır. Haz ve doyum arar, acıdan kaçar. Yemek buldun ye, dayak buldun kaç, sözünü duymuşsunuzdur. İşte bu söz alt beyni ile yaşayan, üst beynini geliştirememiş olan toplumların genel özelliğidir. Çünkü üst beyni kullanmak, düşünmek ve sorgulamak demektir. Beyin yeterince olgunlaşmamışsa, kişi acıdan kaçar. Bilimsel olarak değerlendirildiğinde, Türk halkı 12 Eylül gibi darbeler ile büyümesine ve olgunlaşmasına izin verilmemiş olan bir toplum olduğu bir gerçektir. Tıpkı bir ergen gibi alt beyni ile dürtüsel bir yaşantıya mahkum edilmiştir. Sistem böyle işlemiş ve Sn. Acun Ilıcalı gibi kıvrak zekalı, iletişim dahileri ise sistemin işleticisi olmuşlardır. Örneğin Ankara’da ki terör saldırısı akşamı, bu durumu düşünmek yerine, Türk halkı Survivor’ı izlemeyi tercih etmiştir. Yani acıdan
kaçmış, haz ve doyumunu Sn. Ilıcalı’nın programlarında aramıştır. Tıpkı sorunla yüzleşmek yerine, teselliyi kadehlerde arayan arabesk film kahramanları gibi. Peki siz Survivor’da yarışan kişilerin rastgele seçildiğini mi zannediyorsunuz? Survivor’da gönüllüler ile ünlülerin, yani halk ile elitlerin savaşı vardır. Yani sınıf savaşı… Bu programda insanların kendileri ile özdeşleştirdikleri kahramanlar yaratılır. Aslında Survivor’da mücadele eden kişi, seyircinin kendisidir. Vatandaş normal hayatta alamadığını ekranda alır ve katarsis sağlanır. Tıpkı Şaban filmlerinde olduğu gibi. İşte bu nedenle Şaban filmleri 40 yıldır reyting almaktadır. Çünkü Şaban, filmi seyredenin kendisidir. Survivor’da 100 Numaralı Adam’lar yaratılır, halk ekranda o kişilerin peşine
SULTANBEYLİ PLUS 52
düşürülür. İşte buradaki reyting başarısının püf noktası ise; Sn. Acun Ilıcalı’nın, Şaban etkisi gösterebilecek bu kişileri seçebilme becerisidir. Hatta kendisinin bile Şaban etkisi gösterdiğini söylemek yanlış olmaz. Tıpkı 100 Numaralı Adam’ın her reklamı tuttuğu gibi, Sn. Ilıcalı’nın da her programı tutmuştur. Acun Firarda, Fear Factor, Survivor, Var mısın Yok musun, Devler Ligi, Yetenek Sizsiniz, Yok Böyle Dans, O Ses Türkiye… Şu an artık televizyon sahibi olmuştur. Survivor’ da reytingi yükselten diğer bir özellik ise TAVŞAN kullanılmasıdır. Aslında bunu atletizmdeki TAVŞAN yarıştırma durumuna benzetebiliriz. Tavşan yarışmaların temposunu ve heyecanını heyecanını artırır. Geçen yıl Sn. Yılmaz Morgül, Sn. Tuğba Özay, gönüllülerden ise Sn. Semih Öztürk tavşan olarak yarışmaları forse etmiştir. Final yaklaştığında ise gerçek
kahramanlar finali göğüslemiştir. Bazı sezonlarda ise, bu tavşan özelliği gösterenlerden finale ulaşan, hatta kazananlar bile olmuştur. Bu yıl ise Sn. Tarık Mengüç, Sn. Furkan Kızılay ve Sn. İlhan Mansız’ın tavşan olarak kullanılmasını olası diye tahmin ederken, şapkadan Sn. Sabriye Şengül çıkmıştır. Ama gelmiş geçmiş en iyi tavşan özelliği gösteren yarışmacı ise, tartışmasız Sn. Nihat Doğan’dır. Zaten Sn. Nihat Doğan Türk toplumu üzerinde Şaban etkisi gösteren bir reyting makinesidir. Sayın Doğan, yeni neslin ona baktığında kendisini gördüğü ve özdeşim kurduğu kişidir. Çünkü Sn. Nihat Doğan varoş aksanı ile konuşan, varoş insanlarının tepkilerini koyan, en alttaki çoğunluğa hitap eden bir kişidir. Günümüz gençlerini genel olarak değerlendirdiğinizde birçok özelliğinin Sn. Nihat Doğan ile benzeştiğini göreceksiniz. Örneğin konuşurken çok gürültü çıkaran, beylik laflarını ağzından düşürmeyen, delikanlılıktan taviz vermeyen davranışlarını… Günümüz gençlerini de dinlediğinizde, tıpkı Sn. Nihat Doğan gibi, çok biliyormuş gibi konuşurlar. Ama arka plan boştur. Facebook ve sosyal medyadan okuduklarıyla, küçük dağları ben yarattım edasıyla konuşurlar. Hatta ellerinde en pahalı cep telefonları vardır, ama ceplerinde beş paraları yoktur. Ama gerçek bu… Sn. Nihat Doğan’da bizi sinirlendiren şey, tıpatıp bize benziyor olmasından başka bir şey değildir. Çünkü bir kaç nesil Sn. Acun Ilıcalı ve Sn. Hülya Avşar’ların kucağında, onları seyrederek büyümüş ve Sn. Nihat Doğan olmuşlardır. Peki 100 numaralı Adam filminde halka yutturulan bozuk ve çürük mallar vardı. Bunu ise Sn. Ilıcalı’nın programlarının içeriğine benzetmek yanlış olmaz. Müzik yarışmaları da, Survivor da çürük malzemelerle doludur. Örneğin yarışmaların popüler jürisi Sn. Hülya Avşar da Türk halkı üzerinde Şaban etkisi gösteren bir şahıstır. Sn. Avşar’ı, Çöpçüler Kralı filmindeki Apti Şakrak’a benzetmek yanlış olmaz. Hani Şaban filmlerinde, Sn. Kemal Sunal kendi orijinal sesiyle detone şarkılar söyler, ünlenir ve gazinoları doldurur ya… İşte Sn. Hülya Avşar da neredeyse 20 yıldır güzel olmayan sesiyle, detone şarkılar söylemiş, programlar yapmıştır ve filmde olduğu gibi halk onu izlemeye doyamamıştır. Hatta Şark Bülbülü’ndeki Şaban’ın yüzme bilmeden
cankurtaranlık yapmasını, Sn. Hülya Avşar’ın olmayan sesi ile O Ses Türkiye’de jüriliğine de benzetebiliriz. Yüzme bilmeyen Şaban cankurtaranlıkta ne kadar ehliyetli ise, Sn. Avşar da detone sesi ile yarışmacıların seslerini değerlendirme de o derece ehliyetlidir. Hatta onun için ŞABANİYE benzetmesi de yanlış olmaz. Bahsettiğim çürümüşlüğü sadece Sn. Hülya Avşar’da değil, aynı zamanda Sn. Acun Ilıcalı’nın
SULTANBEYLİ PLUS 53
programlarında malzeme olarak kullandığı diğer pop sanatçılarında da görürsünüz. Şu dönemde sanat dünyası ve sanatçılar çok zorda olmasına rağmen, Acun Medya’ya sırtını yaslayan sanatçılar bu durumdan neredeyse hiç etkilenmemektedirler. Acun Medya’nın şovlarına çıkan sanatçıların, toplumda yanlış giden durumlarla ilgili bir çıkışları ve aydın duruşlarının olmadığını söyleyebiliriz. Bunlara ek olarak, yeni yetme gençlere televizyonda gaz vererek ve umut tacirliği ile sistemin böyle devam etmesini sağladıkları ise bir gerçektir. Oysa bu kişilerin sanatçı arkadaşları sefalet içerisinde sürünmektedir. O SES TÜRKİYE’ de jüri olan Hadise Hanım, Sn. Murat Boz, Sn. Mustafa Sandal, Sn. Ebru Gündeş, Sn. Hülya Avşar, Sn. Sibel Can gibi popfantezi duruşları olan kişilerden bir aydın duruşunun beklenemeyeceği malumdur. Bu kişiler zaten esen rüzgarın sanatçısıdırlar. Ama Athena gibi bir Rock grubunun protest olması gereken ikizlerinin ve hatta MFÖ’nün bile bu fantezilere ayak uydurması ise son derece üzüntü vericidir. Rock kültürü de bu çürük malzemenin bir parçası olmuştur. Sonuçta Sn. Ilıcalı’nın televizyonda sunduğu çürük malzemeler nedeniyle, Türk toplumunun sosyokültürel açıdan içini boşaltmıştır. Topluma bir şey veremediği gibi, onun posasını çıkardığını söylemek yanlış olmaz. Aslında bir bilim insanı olarak Survivor’ı değerlendirirken şu özelliği göz ardı etmek istemem. Tarafsız bakıldığında Survivor yarışmaları, atletizm yarışmaları gibi seyredilmesi son derece keyiflidir ve zararı yoktur. Hatta her programda onlarca centilmenlik, fedakarlık, vicdanlılık, nezaket ve sivil erdem gibi pozitif örgütsel vatandaşlık davranışları görüntüleri de mevcuttur. Ama yarışma aralarına sıkıştırılan saldırganlık görüntü ve jeneriklerinin, yani çürük malzemenin vereceği zararlı etkilerden toplumu korumak gereklidir. Örneğin ağız dalaşı, hakaret, küfür, hatta kavga görüntülerini Survivor’ da görürsünüz. Program aralarında kavgaların defalarca jenerikleri yayınlanır. Bu görüntüler sözel ve fiziksel saldırganlığa örnektir. İlişkisel saldırganlık ise pek bilinmez, ama bir o kadar da tehlikelidir.
Bu saldırganlık türünde kişi, diğer insanların sosyal dünyalarını ve ilişkilerini manipüle eder. Popülariteye ulaşmada ve sürdürmede etkilidir. Bilimsel bir bakış açısı ile, Survivor’ın yüksek reyting almasında ki en önemli faktörlerden birinin, İLİŞKİSEL SALDIRGANLIK içeren görüntüler olduğunu söylemek yanlış olmaz. Birbirinin arkasından konuşma, dedikodu, kulis ve entrika sahneleri buna tipik örnektir. Özellikle final gecesinde kimin eleneceğini belirlemek için yapılan oy verme anı, ilişkisel saldırganlığın zirve yaptığı andır. İşte o ana, ekran karşısındaki insanların takılıp kalması normaldir. Alt beyin o saldırganlığın tadını aldığında, ertesi gün ki programın isteğini duyar. Tıpkı uyuşturucu arar gibi, o programı ararlar. İşte bu etkiyi en belirgin olarak beyinleri savunmasız olan çocuk ve ergenlerde görürsünüz. Survivor seyretmek için can atarlar. Çünkü Survivor, bu formatı ile davranış bağımlılığı yapan bir uyuşturucu gibi o masum beyinleri kaplar. Survivor’dan sonrası ise Hiroşima’dır. Survivor gibi programlar o savunmasız beyinleri öylesine bombardımana tutarlar ki, yarattıkları etkiyi on yıllar geçse de yok edemezsiniz. Ayrıca bilimsel çalışmalarda ise ilişkisel saldırganlık ile makyavelizm kuvvetli ilişkili bulunmuştur. Bilim, ilişkisel saldırganlığı malzeme olarak kullanan kişilerin manipülasyon, hile, aldatmaca gibi makyavelist davranışları kullanmasının kuvvetli olası olduğunu bildirmektedir. Makyavelist duruşun ön planda olduğu Survivor hakkında, adada bir kurgu ve manipülasyon olduğunu iddiaları basına yansımış ve dava konusu bile olmuştur. Zaten sağlam toplumda Şaban etkisi gösteren kişiler ortaya çıkmaz. Toplum bozulmuşsa, etik değerler kaybolmuşsa; amaca giden yolda her şey mubah anlayışı ile sistemden beslenerek ortaya çıkarlar. Şaban etkisi gösteren kişiler bir meyvedir. Asıl onu yaratan ortamın tarafsız değerlendirilmesi gereklidir. İşte bu nedenle Televizyonculuğun 100 Numaralı adamı Sn. Ilcalı’ya değil, onu yaratan sisteme bakmak gereklidir. Çünkü o bu tür programları yapmayı bıraksa; nasıl ki 100
Numaralı Adam filminde Şaban’ın elindekiler, donuna kadar alınır ya, Acun Bey’in de durumunun Şaban’dan farklı olmayacağı iddia edilebilir. Zaten bu günlerde Sn. Acun Ilıcalı’nın, referandumda EVET çağrısında bulunmadığı için anında siyasilerin tweet’lerinin hedefi olması bu duruma en güzel örnek sayılabilir. Peki bu saldırganlık görüntüleri neden önemlidir? Bilimsel çalışmalarda ekrandaki ilişkisel saldırganlığın, toplumdaki sözel ve fiziksel saldırganlığı artırdığı bildirilmiştir. Eğer bir gün Sn. Acun Ilıcalı’nın arabasına bir taş gelirse, o taşın nerden geldiğini aramaya gerek yoktur. Bilim insanlarının adam yerine konulmadığı, seyirciyi ekran başına bağlamak için reklam psikolojisinin hilelerinden yararlanıldığı bir ülkede; o gün, ekilenin biçildiği gündür. Bu cümlelerin ise Sn. Ilıcalı’yı hedef gösterme olarak değil, onun
SULTANBEYLİ PLUS 54
ekrana yansıyan işlerini doğrusu ve yanlışı ile eleştirme olarak algılanması gereklidir. Reklam psikolojisi demişken, özellikle reklam ve medya sektörü etik yönü zayıf olan, hatta olmayan bilim insanlarını ve psikologları kullanmayı severler. Bu tür psikologları Survivor Panorama’da sıkça görürsünüz. Survivor’un daha büyük tehlikesi ise… Akran saygısı- saldırganlık paradoksunu beslemesidir. Son dönemde bazı gençlerin, algılanan popülariteyi artırmak için kasıtlı olarak saldırgan davrandıklarını bildiren çalışmalar mevcuttur. Buradaki en büyük tehlike, model alma ile öğrenen çocuklar ve ergenlerdir. Survivor’da ki sözel ya da ilişkisel saldırganlığı uygulayarak reyting alan kişiler vardır. Yani hem çirkef, hem de reyting alıyor ve elenmiyorlar. Hem saldırgan, hem de popüler… İşte bu algı çok tehlikelidir. Bu algıya uyan davranışları gösteren kişilere örnek ise Sn. Semih Öztürk ve Sn. Sabriye Şengül’dür. Her türlü saldırgan davranışına rağmen hala halktan destek alıyor algısının yaratılması, o programı seyreden çocuk ve ergenlerin de, o metotları uygulayarak popülariteye ulaşmak istemesine yol açabilir. Zaten okullara gidin ortalığın Semih’lerle, Sabriye’lerle dolu olduğunu görürsünüz. İşte bu Acun Medya’nın eseridir. Bu nedenle bu tür zararlı programlara RTÜK’ün +15 logosu koyması zaruridir. Bu konuda bırakın RTÜK’ün uyarması, yazılı ya da görsel medyada, hatta internet medyasında Survivor 2017’i eleştiren bir tane yazı var mı? YOK… Bu yazımı yayınlatabilmek için birçok ULUSAL gazetenin editörü ile konuşma şansım oldu. Hepsinden aldığım yanıt şu idi. ‘Yazı güzel, ama Acun Medya’dan reklam haber alıyoruz.’’ Yani tüm medyayı Sn. Ilıcalı ve ekibi reklamlar ile bağlamış durumdadır. Yazdığım bu yazı, yel değirmenlerine karşı bir Donkişot mücadelesi… Ama unutmayalım ki, insanlar yel değirmenlerini değil, Don Kişot’ları hatırlar. 30 yıl önce medya serüvenine başlamış olan siyah tişörtlü genç adam, bu gün medya patronu olmuştur. Ama yaşamın normal döngüsü budur. O gencin güçlenip zirveye oturduğu gün, yeni siyah tişörtlü gençlerin o zirve için yola çıktığı gündür.
Çocuklarımızı Aptallaştırmayalım! Bu sabah Trabzon’dan İstanbul’a seyahat ederken uçakta bir annenin çocuğunu nasıl aptallaştırabileceğine şahit oldum. Anne ve 5-6 yaşlarındaki erkek çocuğu yan koltukta oturuyorlardı. Uçağa bindiklerinden itibaren, çocuğun yapabileceği ve yapmak istediği bütün işleri annesi yaptı. Hem de her seferinde çocuğa “sen ne bilirsin, sen yapamazsın” şeklinde onu aşağılayarak. İlk olay emniyet kemerinin takılmasında yaşandı. Çocuk kendi kemerini takmak için girişimde bulununca annesi “bırak onu kıracaksın şimdi” dedi ve kemerin iki ucunu da çocuğun elinden çekip alınca ben de “Hanımefendi bırakın çocuk yapsın, korkmayın kemere bir şey olmaz” deyip ilk ve son müdahalemi yaptım. Doğrusunu isterseniz içimden “kemerin kırılmasından korkuyorsunuz
ama çocuğunuzun dünyasını kırıp döküyorsunuz” diyecektim ki kendimi zor tuttum. İlk ve son müdahalem diyorum çünkü “siz karışmayın” şeklinde sert bir tepki ile karşılaşınca, daha sonra meydana gelen olayları maalesef çocuğa acıyarak izlemek zorunda kaldım. Uçak havalanana kadar anne çocuğa “önüne bak, kafanı eğme, ayağını çek, kolunu oynatma, bırak o dergiyi” gibi uyarılarda bulundu. Öyle bir an geldi ki çocuğa nefes alma diyeceğinden bile korktum. Uçak havalandıktan sonra ikram servisi başladı. Görevliler “kek veya sandviç alabilirsiniz” diyerek tepsiyi yolculara uzatıyorlardı. Çocuk kek almak için elini uzatınca anne eline bir şaplak indirip “bırak onu” ben alırım sana dedi ve canı kek isteyen çocuğuna bir sandviç alıp verdi. Yaşadığım bu olay uç bir örnek
SULTANBEYLİ PLUS 55
olabilir. Tabii ki annelerin çoğu böyle değil. Çocuklarına çok doğru davranan annelerimize teşekkür ediyorum. Ancak bu şekilde çocuklarının özgüvenini yıkan, onları kırıp dökerek aptallaştıran annelerin sayısının da az olmadığını düşünüyorum. Çocuklarımızın zihnini, gönlünü, davranışlarını mümkün olduğu kadar rahat bırakmalıyız ki kendi düşüncelerini, duygularını ve eylemlerini inşa edip geliştirsinler. Çocuklar doğuştan yeteneklidir, geliştirilebilecek yaşam becerilerine sahiptir. Biz anne baba ve eğitimcilere düşen görev bu becerileri geliştirmesine katkıda bulunmak, onları hayata hazırlamak, kendi ayakları üzerinde durmasını sağlamak ve onları kendi ihtiyaçlarını karşılayan bireyler olarak yetiştirmektir. [Muhammet YILMAZ]
ÇULHACILIK Şanlıurfalı çulha ustalarından Mehmet KARATAŞ’a göre culhacılık; Pamuk ipliği ve floş iplikten yapılır. Bunlar bobin haline gelir. Bu bobinler çile haline getirilir, boyanır ve daha sonra da bu çileler makaralara sarılır. Sarılan makaralar çözgü dolabında çözülür. Bu aşamadan sonra taraktan geçirilir ve tezgâha aktarılır. Yapılan işlemlerden sonra tezgâhta çalışmaya başlanır. Tezgâhtan çıkan ürünlere (hışvalı, şakkalı, direkli, puşu vb.) püskül ve nakış yapılarak hazır hale gelir. Bu sanata Urfa’da “Çulhacılık” denir. CULHACILIĞIN URFA’DAKİ TARİHİ 30-40 yıl öncesine kadar Kamberiye Mahallesinde 100’e yakın kamçılı tezgâhta icra edilen Yamşah ve Neçek dokumacılığı (Çulhacılık) son zamanlarda önemini yitirmiş, tezgâh sayısı 5-6’ya düşmüştür. Hekim Dede Mahallesinde “Kumaşhane” denilen evdeki 10’a yakın tezgâhta 100 yıldan beri çulhacılık yapılmaktaydı. Ancak son yıllarda bu sanata olan ilginin azalması neticesinde bu tarihi imalathanedeki tezgâhlar dağıtılmış, imalathane konuta dönüştürülmüştür. 1650 yıllarında Urfa’yı ziyaret eden Evliya Çelebi, Urfa’da pamuk ipliğinden kapı gibi sağlam bez dokunduğunu, bunun Musul bezinden daha güzel ve temiz olduğunu söylemektedir. Evliya Çelebi’nin sözünü ettiği bu bez, Urfalıların “Kâhke Bezi” dedikleri bez olmalıdır. 1883 tarihli Halep Vilâyet
Salnamesinde Urfa’da 221 adet kumaş tezgâhının varlığından söz edilmiş olması dokumacılığın bu ilde çok önemli bir sektör olduğunu göstermektedir. Hışvalı: Ortası nakışlı, çevresi karelidir. 125x135 cm. ölçüsünde olur. Küçük Hışvalı ve Büyük Hışvalı olmak üzere iki ayrı çeşidi vardır. Şakkalı: Kareli anlamına gelen “Çekçegili” de denir. Yamşağın yüzeyi
karelerle donatılmıştır. Direkli: Küçük karelidir. Çözgünün Tezgâha Gerilip Bağlanması Safhası Çözgü, dokunacak bezde kullanılan pamuklu ve floş ipliklerdir. Tezgâha bağlanmış bir çözgüde 1400 tel beyaz pamuklu iplik, 400 tel parlak sarı floş iplik olmak üzere 1800 tel ip vardır. Dokunacak kumaşın türüne göre çözgü sadece floş veya sadece pamuk ipliğinden de olabilir. Çözgü iplerinin tezgâha bağlanması, uzun yaz günlerinde 1 hafta zaman almaktadır. Tezgâha bağlanan çözgü ile 200 m. kumaş dokunabilmektedir. Daha sonra tezgâha yeniden çözgü bağlanması gerekir. YAMŞAH DOKUMA Pamuklu Çözgü İpi ve Floşun Boyanma Safhası: Pamuklu beyaz iplik piyasadan alınır. Bir kazanda su kaynatıldıktan sonra, içerisine kumaş boyası karıştırılır. Boyanın sabit olması ve solmaması için yakıcı özelliği olan “Pul Kostik” ve “Hidrosofil” kaynama safhasında suya katılır. İplik bu karışıma batırılıp 15 dakika içinde ipliğin kazandan çıkartılıp soğuk suda hemen banyo edilmesi gerekmektedir.
SULTANBEYLİ PLUS 56
Gecikildiği takdirde, yakıcı özelliği olan bu kimyasal madde ipliği yakar. Yıkanan iplikler güneşte kurutulur. Daha sonra el dolabında sökülüp açılarak uzatılır. Sonra “kavuk” (topak-yumak) edilir. En sonunda Kücü’ye çekilerek dokumaya hazır hale getirilir. Floş ipliğin boyanması da aynı şekildedir. Yamşah dokumacılığı, yurdumuzda Denizli ilinde de yapılmaktadır. Ancak Urfalı ustalar, ipliği kaynatarak boyayıp güneşte kurutma usullerinden dolayı, kendi yamşahlarının daha kaliteli olduğunu, renklerinin solmadığını iddia etmektedirler. Dokuma Safhası: Çulha tezgâhı, dört kazık ve iki uzatma üzerine yer seviyesinde kurulmuştur. Ayakçalık kısmı, göğüs derinliğinde bir çukur içerisindedir. Çulhacı göğüs hizasına kadar çukur içerisine iner. Tezgâh ayak ve ellerin ritmik hareketleriyle çalışır. Önce ayakçalığa basılır. Sağ el “defe”yi çekerken, sol el de “elcek”i aşağıya doğru belli bir uyumla çeker. Bu sırada tezgâhın çıkarmış olduğu çıkrık sesine
mekiğin hareketi uyum sağlar. “Defe”deki tarağın sıkılaştırılması ve tekrar “elcek”in çekilmesi birbirini izler. Dokunan kısım “semil” denilen ağaca
SULTANBEYLİ PLUS 57
sarılır. Dokuma sırasında kopan çözgüler, bükülmek suretiyle birbirine tutturulur. Buna “Bedris” denilir. Kaynak: İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü
Troya'nın OLUŞUM katmanları Sizce bir uygarlık kaç defa yıkılıp kurulabilir? İstilalar veyahut doğal afetler sonucunda yıkılan ve tekrardan kurulan Truva(Troya), bilinen katmanlarıyla 9 tanedir. Zor olsa gerek yeniden inşası ve yaşaması. Geçmişin, yaşanmışlığın üzerine kurulan yeni hayatlar, yeni alanlar. Her yeni kurulmada yeni gelişmeler gözlenmiştir Troya’da. İlk katmandan itibaren düzenin ve planlı yapılaşmanın görüldüğü Troya’da geçmişi gözler önüne sermektedir. Troya’nın kimi katmanını savaş yok etti, kimi katmanını yangın, kimi katmanını ise deprem yok etti. Troya, yine de kurulup yaşam mücadelesine, hayatına devam etti. Şimdi sırasıyla, bu yaşamın bizlere bıraktıklarına göz atalım. Troya’nın dokuz katmanı; • Troya 1 (M.Ö. 3000 - 2500) • Troya 2 (M.Ö. 2500 - 2200) • Troya 3 (M.Ö. 2200 - 2050) • Troya 4 ( M.Ö. 2052 -1900) • Troya 5 (M.Ö. 1900 - 1800) • Troya 6 (M.Ö. 1800 -1260) • Troya 7 B1(M.Ö. 1260 - 1190) • Troya 7 B2(M.Ö. 1190 - 1100) • Troya 8 ( M.Ö. 700 - 350)
•
Troya 9 ( M.Ö. 350 - M.S. 400)
Troya 1. Katmanı (M.Ö. 3000 - 2500) I.tabakanın oluşum süreci Erken Bronz Çağında gerçekleşmiştir. İlk katman alanı küçük olduğu bilinmektedir. Nüfus olarak düşündüğümüzde de zaten büyük alana yayılmanın anlamı olmadığı o dönem için gözlemlenmektedir. Dışarıdan gelecek olan saldırılara karşılıkta surları güçlendirmişler ve güneyde iki tane kule ile giriş yerine destekleme yapılmıştır. İlk planlı ev örneklerinin görüldüğü Troya’nın 1. Katmanında ‘’megaron’’ tarzı yapı görülmüştür. Megaron en basit ve eski yapı tarzıdır. Dikdörtgen taban ile ön dehlize sahip ve bu dehlizi ayıran bir kapının yer aldığı, içinde bir ocak bulunan, tavanı ahşap malzemeyle örtülü bir yapı türüdür. Mermerden ve kireç taşından yapılan bazı figürler bulunmuştur. Bu katmanın yok oluşu da trajik olacaktır ki büyük yangın sonucunda gerçekleşmiştir. Trajik olmasının sebebiyse dışarıdan bir saldırı beklenmesine karşılık yıkılışın yangından olması sebebidir.
Troya 2. Katmanı Troya 2 (M.Ö. 2500 - 2200) Troya’nın önemli katmanlarından biriside
SULTANBEYLİ PLUS 58
bu katmandır. İlk katmana göre biraz daha geniş alana kurulmuştur. Yeniden surlar inşa edilmiştir. Kentin planlanmasında yeniden megaron tarzı görülmüştür. Bu yerleşim tarzı, kent planlamacılığında önemli bir yere sahip olmuştur. Birinci katmanın kültürünün yürütüldüğü de söylenebilir. Katmanda bakırdan yapılan kaplar bulunmuştur. Troya’da ilk kez altın ve gümüşün kullanıldığı bir katmandır. Bu önemli katmanın tarih sahnesinden yok oluşu ise istilaların çokluğuyla ve gücün kırılmasıyla, ikinci katmanın artık yıkılışı söz konusu olmuştur.
Troya 3. Katmanı (M.Ö. 2200 - 2050) Bu çağdan itibaren 4. ve 5. Katmanda Troya’nın en parlak dönemi yok olmuştur. Gelişme sürecinin yok olmakla geçiren Troya’nın bu katmanında yaşam tarzı fazla değişmemiştir. Katmanda sokakların olduğu ve yan yana kurulu küçük evlerin var olduğu saptanmıştır. Surların yapı malzemesi taştır. Troya’da tekrardan kaplar, maşrapalar ve kaseler bulunmuştur.
Troya 4. Katmanı ( M.Ö. 2050 -1900) Bu katmanın önceki katmanlardan fazla bir
farklı yoktur. Ancak bu katmanda sur duvarları bulunamamıştır. Kerpiçten, bitişik şekilde kurulan evler vardır. Troya’da bu evlerin avlularında kubbeli fırınlara rastlanmıştır.
Troya 5. Katmanı (M.Ö. 1900 - 1800) Beşinci katman geçiş katmanıdır. Orta Tunç Çağı’na geçiş olarak bilinir ve altı yapıdan oluşmuştur. Surlara pek özen gösterilmemiştir yani basit bir sur yapımı vardır. Evlerin yapımı dördüncü katmanda olduğu gibi molozlarla yapılmış ve yan yana bulunan evlerdir. Kubbeli fırınların sayısı artmıştır. Fırın sayısının artmasında Troya’da gerek yaşam tarzının değişmesi gerekse beslenmenin gelişmesi görülmektedir.
Troya 6. Katmanı (M.Ö. 1800 -1260) Günümüze kadar gelen sur duvarlarının yapıldığı dönem olarak bilinir. Beş kapılı ve altı bölümden oluşmuştur. Gözetleme kulesi tarzında, bütün platoyu gören bir yüksek sur vardır. Birinci bölüm olarak adlandırılmıştır. Yapılan evler ve surlar işçiliğin gerçekten kaliteli bir dönemi olduğunu yansıtmaktadır. Troya’nın altıncı katmanında, tepenin üst kısımlarında önemli yapıları ve sarayları
bulunmaktadır. Akropolis’te bulunan eserler Helenistik dönemde, Athena tapınağı yapılırken ve Roma dönemin genişletilirken tahrip edilmiştir. Schliemann, kazılarını gerçekleştirirken tahrip edilmeyen kısımları bu esnada yok etmiştir. Bu kazıların zararlarını tartışmamıza gerek yok zannediyorum. Çünkü plansız yapılan kazılar tarihi eser sayılacak bu yapıtlara zarar vermekte ve onarılamaz zarar vermektedir. Ustalıkla yapılan yapılar ve düzenli kent planlamasıyla buna ek olarak kaliteli işçilikle, surların dikkat çekmesi kaçınılmazdır. Altıncı katman olarak Troya, diğer antik kentlerin en güzeli olarak kabul edilmektedir. Troyalılar bu dönemde kültürel olarak altın çağını yaşamıştır. Altıncı katmanın tahribatı büyük bir depremle olmuştur.
Troya 7. B1 Katmanı (M.Ö. 1260 -1190) Bu katmanda Troya’da seramik alanında 6.katmandaki gibi bolca olduğu görülmektedir. Seramik işçiliği Troya’nın uzman olduğu ve kaliteli ürünlerin yapıldığı bilinmektedir. Bazı taşların duvarlarda kullanıldığı görülmüştür. Efsanevi Troya Savaşı bu katmanda ve bu
yıllar arasında geçtiği kabul görülmektedir. Bu kabul görüş Yunan Mitolojisinin Kronolojisine denk düşmektedir. Eğer böyle ise savaşın bu katmanı yıktığını göstermektedir. Bazı iskeletler sokak yapılarında bulunmuş ve çene ile kafa tası kemikleri kırık şekildedir. Troya’nın bu katmanında mimari olarak yapılaşmasında bir artış görülmektedir. Bunun sebebi olarak yapılan Troya Savaşı’yla değişimin gerekli olduğu fark edilmiştir. Evlerini ve surlarını tekrar onarmaya başlamışlardır. Sanat eseri olarak pek fazla bir şey bulunamamıştır. Bu dönem de yangınlar sebebiyle zarar görmüştür.
Troya 7. B2 Katmanı (M.Ö. 1190 -1100) Troya’nın bu katmanında 6.katmandan itibaren ilk kez bir kültürel farklılık olmuştur. Sıradan yapılan çanak, çömlek ve kap gibi eşyaların artık daha estetik yapılmaya başlanmıştır. Seramik kullanımını artırmışlardır. Mimari yapı olarak evlerinde planlarında değişiklikler gözlemlenmiştir. Bu dönemde Troya’da Balkan kökenli insanların yaşadığı ön görülmektedir. Bu katmanında yok oluşu 7. Katmanın B1’inde yaşandığı yangınlar sonucunda yok olduğu bilinmektedir.
Troya 8. Katmanı ( M.Ö. 700 - 350) Bu katmanda Helenistik uygarlığın izleri görülmektedir. İlk eserlerine Yukarı Temenos denmiştir. Kentin güney batısında ortaya çıkarılmıştır. Ortasında sunak taşının olmasıyla Helenistik dönemi yansıtmaktadır. Bu sunak taşından iki tane vardır ve o da Roma dönemine aittir. Katmanın güneydoğusunda, bu döneme ait Athena Tapınağı bulunmaktaydı. Büyük İskender zamanına ait olan bu eser , komutanlarından Lysimakhos zamanında yapılmıştır.
Troya 9. Katmanı ( M.Ö. 350 - M.S. 400) Bu katmanın eser verenleri Roma dönemine aittir. Roma İmparatoru Sezar , Troya’ya katkılar sunmuştur fakat Roma İmparatorluğu’nun, Troya için katkısı İmparator Augustus tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu dönemde yeni eserler verilmesine karşılık olarak, var olan eserlerin restorasyonu yapılmış ve daha da genişletilmiştir.
SULTANBEYLİ PLUS 59
Baklava bize benzer, biz de baklavaya Birçok ulusun mutfağında yer etmiş baklava birçok ulus tarafından da sahiplenilir. Orta Doğu, Doğu Akdeniz, Balkan devletleri başta olmam üzere Kafkasya'nın hemen hemen bütün kavimleri; Türkler, Araplar, Musevîler, Yunanlılar, Bulgarlar, Ermeniler, baklavayı kendi geleneksel tatlıları olarak takdim ederler. Baklava kökeni kimindir bilinmiyor ama ister Antik Yunan'da, ister Bizans'ta, ister Türkler veya Araplar'ın göçebelik dönemi geleneklerinden olsun, günümüzdeki klasik baklava diye tanımlanabilecek gösterişli ve incelikli şeklini Osmanlı döneminde aldığını kabul etmek gerekir. Osmanlı’da Baklava Osmanlı saraylarında bugünkü yemek düzeninin tersine yemeğe başlamadan bir müddet önce yenirdi. Baklavayla ilgili en eski Osmanlı kaydı, Fatih dönemine ait Topkapı Sarayı mutfak defterlerindedir. Bu kayda göre, hicrî 878 yılı (1473) şaban ayında Saray’da pişirilmiş. 17. yüzyılın ortalarında, İstanbul’dan çok uzakta, Bitlis Beyi’nin konağına konuk olan Evliya Çelebi, baklava yediğini yazar.
Yeniçeri Taşırdı Sultan’ın Tatlısını; Baklava Alayı Tatlıların padişahı baklava, aynı zamanda padişahların tatlısı idi. Saray'da baklavanın önemi, konaklardaki gibi sadece zenginlik ve ince zevk alâmeti sayılmasından değil, aynı zamanda devlet törelerine girmiş olmasındandı. 17. yüzyılın sonlarında veya 18. yüzyılın başlarında ortaya çıkmış olan baklava alayı geleneği, bunun en belirgin örneğidir. Ramazan ayının onbeşinde, padişah, halife sıfatıyla, hırka-i şerifi ziyaret ettikten sonra, İstanbul'daki yeniçeri ve diğer asker ocaklarına, her on nefere bir sini düşecek şekilde saray baklavası giderdi. Baklavaların asker tarafından teslim alınışı ve kışlalara götürülüşü, gösterişli bir tören şeklinde olurdu. Hazırlanan baklava sinileri, bir çeşit peştamal olan futalara sarılmış olarak Saray mutfaklarının önüne dizilir; baklavaları teslim alacak askerler de bu sinilerin karşısında hizaya girerlerdi. Önce Silâhdar Ağa, bir numaralı yeniçeri olan padişah adına ilk iki siniyi alır; diğer sinileri de, ikişer nefer, futaların düğüm yerlerinden yeşil boyalı sırıklar geçirerek omuzlarlardı. Her bölüğün âmirleri önde, baklava sinilerini taşıyanlar arkada, açılan kapılardan dışarı çıkarak kortej halinde kışlalara doğru yürüyüşe
geçerlerdi. Bu geçit resmine baklava alayı denirdi. İstanbul halkı, baklava alayını seyretmek için sokaklara dökülür, padişaha ve askere sevgi gösterilerinde bulunurdu. Osmanlı Mutfağında Gizli Kalan Baklavalar Baklava her bölgemizde farklı bir içle hazırlanır… Türkiye'de, Gaziantep baklavasıyla tanınan şehirdir. İçerisinde kullanılan malzeme, Gaziantep baklavasında antep fıstığı olsa da, bu coğrafi olarak büyük farklılıklar gösterir. Evde yapılan baklavalarda, Güneydoğu Anadolu'da antep fıstığı, Karadeniz'de fındık, İç Anadolu'da ceviz, Kıyı Ege'de badem, Edirne ve Trakya'da ise susam kullanılır. Genelde arananı antep fıstıklı tipi olsa da ekonomik nedenlerle sık sık cevizlisine de rastlanır. Yalın servis edilebileceği gibi, sade dondurma veya kaymakla da servis edilebilir. Baklavanın yufkalarının ince açılmış olması, ceviz veya fıstığının bol olması ve şerbetinin tam kıvamında olması o baklavanın kaliteli olduğunu gösterir. Baklava Yapılırken Hayat Kurtaracak Bazı Notlar: Açılan yufka iki ucundan tutulduğunda, diğer tarafı görecek kadar şeffaf olmalı.
SULTANBEYLİ PLUS 60
Baklava şerbetine kaynatırken atacağınız çeyrek limon, şerbetin şekerlenmesini önleyecektir. Şerbet mutlaka kaynar, baklava fırından çıkmış ve soğuduğu zaman dökülmelidir. Hamur açılırken yırtılma ve dağılma olmaması için yumurta kullanılmalı “Milli tatlı baklava"nın 63 ülkeye ihraç edilmesiyle ülke ekonomisine 5 yılda 17,5 milyon dolar katkı sağlandı. TÜİK verilerine göre, Türkiye, 2010-2014 döneminde Türk mutfağının geleneksel tatlısı baklavayla dünyanın 63 ülkesine bin 564 ton ihracat yaptı. En çok baklava ihracatında ilk sırayı 330 ton ürünle ABD aldı. Baklavanın tadı bir yana yazılmaz mı şiirler baklavaya? “Gaziantep asıl vatanın senin Türkiye’ye yayılmış lezzetin senin Adın bize tescillenmiş senin Ülkemin insanı da senin tadında; Senin.” Ne güzelde seslenmiş şair. Tam olarak kimin olduğu kestirilemese de baklava bize benzer, biz de baklavaya…
SOKAK MODASI
Şeffaf Olmanın Tam Vakti Pantolonların ü zerine gec¸ irilen tü l elbiseler ve tis¸ört muamelesi gören s¸effaf spor bluzlar, 2017 ̇Ilkbahar/Yaz podyumlarından resmen sokağ a indi. S¸ imdiden söyleyelim: Oyuncu ve antikonformist durus¸uyla tavır değ is¸tiren yeni transparan, eskisine hic¸ ama hic¸ benzemiyor.
Muhteşem İkili: Balıkçı Yaka ve Gömlek Elbiselerden sonra gömleklerin içine balıkçı yaka üstlerde katıldı ve sezonun en popüler birlikteliğine doğru koşuyor. Farklı mevsimlere ait iki güçlü parça değişken havalara beraber meydan okuyor.Bu meydan okuma çok ses getirecek.
Plajdan Sokağa İnen Hasırlar
Tulumlar Çiçek Açtı Bu mevsimde dolapların vazgeçilmez parçalarından olan, hem rahatlığı hem şıklığı ile kadınların hemen hemen her yere uyarlayabildiği tulumlar bu sezon oldukça revaçta. Ancak özellikle bu sezon tulum deyince akla gelen desen çiçek deseni olacak gibi duruyor. Minik minik işlenmiş modeller, daha iri çiçekler, iri yaprak figürleri gibi desenler daha çok karşılaşacağız gibi duruyor.
Hasır ve örme model çantaları her ne kadar daha çok yaz dönemi plajlarda ya da tatil beldelerinde kullansak da bu sezon en romantik, en cool ve en spor kombininizi bile şehirde bu çantalarla tamamlamaya hazırlanıyoruz. Spor görünümlerini yine spor parçalarla bir araya getirerek farklı bir hafta sonu stili oluşturabileceğiniz gibi daha romantik parçalarla da zıt bir uyum yakalayabilirsiniz.
SULTANBEYLİ PLUS 61
Şık ve Rahat Bu yeni trend bizi bu spor görünümden daha feminen bir görünüme taşıyor. Rahatlığın yanında ince ve kısa topuklu ve daha çok sivri burun şeklinde tasarlanmış bu ayakkabılar hem romantik hem seksi hem de spor kombinlerde rahatlıkla kullanılmaya müsait. Bir nevi stilettoların daha kısa ve daha sevimli hali diye nitelendirebileceğimiz bu topuklular özellikle daha ilgi çekici.
MANTARLARIN GİZLİ DÜNYASI Mantarlar sadece çizgi filmlerde kırmızı üzerine beyaz benekli sevimli yaratıklar olarak karşımıza çıkmakla, sofralarımızı süslemekle kalmıyor, aynı zamanda yerküremiz üzerinde, karada hayatın devamlılığını da sağlıyor. Türkiye’nin ilk ve tek mikoloğu, yani mantar bilimcisi Jilber Barutçiyan’ın geçtiğimiz günlerde yayınlanan Türkiye’nin Mantarları-1 başlıklı kitabı, bu gizemli dünyanın kapılarını aralıyor. SULTANBEYLİ PLUS 62
Mantarlara olan ilgisinin çocuk yaşlarda başladığını söyleyen Jilber Barutçiyan, mantar tutkusunu, “bir balıkçının istediği balığı tutması ya da bir arkeoloğun önemli bir eser bulması gibi bir haz, gerçek anlamda bir avcılık” olarak niteliyor ve ekliyor: “Sürekli doğada bulunmayı gerektiren bir spor, hem de hiçbir canlıyı öldürmüyorsunuz!” Yirmili yaşlarının başında yerleştiği ve mantar toplayıcılığının çok yaygın olduğu İsviçre’de başlayan bu merakını yıllar içinde önce bir hobiye, daha sonra da uzmanlığa dönüştüren Barutçiyan, 20 yılı aşkın süreyle mantar konusunda çeşitli kurs, seminer ve arazi faaliyetlerine katıldıktan sonra, 2006’da İsviçre Mantar Uzmanları Kuruluşu’nun (VAPKO) diplomasını alarak, aynı yıl Türkiye’ye döndü ve biz de onun sayesinde mantarları daha bir merak eder olduk. İstanbul’un Belgrad, Şile ve Polonezköy ormanlarında, Trakya’daki Istranca ormanlarında, Kazdağları’nda, Toroslar’da, Bolu ve Giresun yaylalarında araştırmalar yapmayı sürdüren Barutçiyan, internet üzerinden iletişim halinde olan Mantar Dostları adlı bir grubu derneğe dönüştürme çabalarını da sürdürüyor. Şu anda 800’den fazla üyesi bulunan bu gruba, Google Groups’tan “mantar dostu” yazarak ulaşabiliyor ve ücretsiz üye olabiliyorsunuz. Grup üyeleri arasında, fotoğraf yollayarak bir mantarın tanımlanmasını isteyenler, tecrübelerini paylaşanlar, bölgelerinden haber verenler var. Ayrıca grubun tüm etkinlikleri ve zaman zaman düzenlenen gezileri de bu sayfadan takip edilebiliyor. Pek çok Avrupa ülkesinde amatör mantar toplayıcılığının, geniş halk kitlelerine hitap eden bir “spor dalı” olarak görüldüğünü vurgulayan Barutçiyan, doğal mantarlar konusunda Avrupa’ya kıyasla inanılmaz bir çeşitlilik ve verimliliğe sahip olan Türkiye’de mantar toplama işinin itinasız ve halk sağlığını tehdit eder şekilde yapıldığının altını çiziyor. Almanya, Fransa ve Avusturya gibi ülkelerde mantar uzmanlığı eczacılık eğitiminin bir parçası olduğu için buralarda halkın topladığı mantarlar eczanelerde ücretsiz olarak kontrol edilirken, İsviçre’de ise bu kontrollerin özel eğitimli uzmanlarca yapıldığını öğreniyoruz Barutçiyan’dan. İyi bir eğitimle, özellikle dağ ve orman köylülerine hatırı sayılır bir ek
Köy Göçüren
Amanita caesarea
Lepista Nuda
SULTANBEYLİ PLUS 63
Boletus aereus
gelir, ülkemize ise ihracat yoluyla önemli bir döviz girdisi sağlayabilecek bu alanda, kurumsal bir uzman yetiştirme mekanizması için devlet desteğinin şart olduğunu söyleyen Barutçiyan, iyi bir mantarcının sadece arazide yetiştiğini ve bunun yıllar alabildiğini de ekliyor. Dilerseniz, Barutçiyan’ın değindiği temel bazı meselelere yakından bakalım… MANTARLARIN DOĞADAKİ ÖNEMİ Doğadaki tüm canlılar, birbirleriyle dolaylı ya da dolaysız yoldan, uyumlu bir etkileşim içinde yaşarlar. Doğa, içinde barındırdığı tüm canlı türleri, mineraller ve iklimsel yapısıyla bir bütün oluşturur. Bu bütünün içinde hiçbir canlı ‘fazladan’ ya da ‘lüzumsuz’ değildir… Çürükçül mantarlar, dünyadaki toprak oluşumunun yüzde 95’ini sağlar, geri kalan yüzde 5’lik bölüm, genelde omurgasız hayvanlar, bakteriler ve virüsler tarafından çözümlenir. Çürükçül mantarlar olmasaydı, ormanlarımız kendi ürettikleri ölü dal, kütük, yaprak gibi artıklarının altında boğulurdu. Bu mantarların olmadığı bir dünyada, bütün bitki örtüsünün yok olması sadece birkaç yıl alacak ve karada yaşam imkansız hale gelecektir. İNSANLIK TARİHİNDE MANTARLAR Yıl 1846. Yüzbinlerce kişi, İrlanda limanlarından Amerika’ya göç etmek için gemilere biniyor… Bu ani göçün nedeni, Phytophtora infestans adlı küçücük bir mantar. Bu mantar, ülkenin bütün patates ürününü yok ediyor. Açlıktan bir milyon kişi ölüyor, iki milyon kişi Amerika’ya göç ediyor. Bu mantar olmasa, belki de Mc Donell Duglas, Mc Donald gibi pek çok kişi, hâlen İrlanda’da patates üretiyor olacaktı. YENİLEBİLİR MANTARLAR Mantarların besin değerlerinin çok yüksek olduğu, yanlış bir inanış. Kıvamları ete benzediğinden birer protein deposu olduklarına inanılıyor. Oysa mantarlarda bulunan az miktardaki proteinin çoğu, insan vücudu tarafından özümsenmiyor. Şeker, yağ, ve karbonhidratlar konusunda da çok fakir organizmalar olan mantarlar, bazı vitaminler ve mineraller açısından ise diğer besinlerin çoğuna kıyasla açık ara öndeler. Yaklaşık 40 kadar mantar türünün kültür üretimi yapılıyor ve bu listeye her sene yeni türler ekleniyor. Fakat en leziz ve pahalı mantarları üretemiyoruz ve bunları elde etmenin tek yolu doğadan toplamak. TÜRKİYE’DE MANTAR MEVSİMİ VE BÖLGELERİ Mantarlar için ideal üreme şartları,
SULTANBEYLİ PLUS 64
Jilber Barutçiyan ekonomik değeri yüksek Kuzugöbeği mantarlarıyla
havada ve karada eşit dağılımlı yüzde 60 nem ve üzeri ile 20 derece ve üzeri sıcaklıklardır. Bu koşullar ülkemizde ilkbahar ve sonbahar aylarında daha çok görülmektedir. İlkbaharda çıkan tür sayısı ve mantar verimliliği sonbahara göre düşük olsa da son derece ilginç ve değerli türler buluyoruz. Ama esas şölen, yaz yağmurlarıyla ve sonbaharda geliyor. Yağmurlarla beraber bütün doğa meraklıları ve piknikçiler evlerine kapanırken, uçsuz bucaksız ormanlar ve çayırlar mantarcılara kalıyor. Türkiye’nin her yerinde mantar var, bölgelerin iklim, toprak ve bitki yapısına göre sadece türler değişiyor. Burada özellikle aşık olduğum bir bölgeden bahsetmek isterim. Kastamonu Küre dağları, muhteşem bir doğa, muhteşem bir coğrafya, eşsiz bir konukseverlik ve tabii ki inanılmaz bir mantar florası sunuyor. Küre Dağları Milli Parklar Müdürlüğü, bu sene WWF desteğiyle bir mantar projesi yürütüyor. Yıl içinde dört ayrı hafta boyunca halka konferanslar vereceğiz, araştırma ve envanter çalışmaları yürüteceğiz. Bu çalışmalara katılmak isteyen herkese açık. Programları grubumuzdan yayınlayacağız, ayrıca Küre Dağları Milli Parklar Müdürlüğü’nden de bilgi almak mümkün. DİKKAT EDİLMESİ GEREKENLER Hava almayan ortamlarda mantarlar çok çabuk bozulurlar ve bozulan her mantar zehirlenmelere yol açar; tıpkı bozuk yumurta ve bozuk deniz ürünleri gibi. Kültür mantarlarını üreticiler genelde özel, hava alan plastik ambalajlara koyuyorlar, bir de kültür mantarları çok körpe toplandıklarından daha dayanıklı oluyorlar. Yine de her türlü mantarı, aldığınız ya da topladığınız gün pişirmenizi tavsiye ederim. Üzülerek söylüyorum, yabani mantarlar konusunda hiçbir güvenilir adrese rastlamadım ülkemizde... Hatta güney bölgelerimizde bazı öldürücü mantarların pazarlarda satıldığını bile görüyoruz
TÜRKİYE’NİN MANTARLARI-1 Oğlak Yayınları’ndan çıkan ve Barutçiyan’ın ilerleyen dönemlerde daha geniş versiyonlarını da yayınlamayı düşündüğü kitap, ağırlıklı olarak Türkiye’deki mantar gözlemlerine ve Türkiye’de çekilmiş fotoğraflara dayanıyor. Hazırlanması 7 yıl süren ve herkes tarafından anlaşılabilir bir dilde kaleme alınmış harika bir bilimsel kaynak olan kitapta, biyolojisinden tarihi önemine kadar mantarlar hakkında bilmek istediğiniz hemen her şeyi bulabilirsiniz. 120 sayfalık bir bölümü de 200 mantar türünün detaylı künyelerine ayrılmış. Kitapla beraber gelen ve arazide çok işinize yarayacak cep rehberinde ise başlıca öldürücü-zehirli ve yenen 42 türe, orijinal suluboya çizimleriyle yer verilmiş.
TÜRKİYE’DE RASTLANAN İLGİ ÇEKİCİ TÜRLER
Lycoperdon caelatum
Amanita caesarea Şüphesiz en lezzetli mantar türlerinden biridir. Türkçe’de yumurta mantarı, gelin mantarı, padişah mantarı gibi isimleri vardır. Avrupa pazarlarında kilosu 100 Euro civarında satılsa da Avrupa’da doğada bu mantarla kolay kolay karşılaşılmaz, ülkemizde ise çok sık rastlanır. Çok gösterişli ve leziz olan bu mantar, ismini İmparator Sezar’dan alır. Amanita muscaria Kırmızı şapka üzerine beyaz benekleriyle, dünyanın belki de en çok tanınan mantarıdır. Ona Latince ismini de veren “sinek” mantarı adını, eski çağlardan beri bilinen sinek ve böcekleri uzaklaştırıcı özelliğinden alır. Boletus aereus Ülkemizde çeşitli yörelerde ayı mantarı, taş mantarı veya çörek mantarı gibi isimlerle bilinen, dünya mutfağına ise porçini adıyla girmiş bu mantar, oldukça iri boylara ulaşabilen bir türdür. Şapkası koyu ve mat bronz renkli olan porçini, yayvan yapraklı ağaçların altında sonbaharda çıkar. Köy Göçüren Evcikkıran ve ölüm meleği adlarıyla da bilinen, bilimsel adı Amanita phalloides olan bu tür, dünyada ve ülkemizde mantar zehirlenmesine bağlı ölümlerin yaklaşık yüzde 90’ından sorumludur. Mantarla uzaktan yakından ilgilenen herkesin, her şekliyle yanılgısız olarak tanıması gereken ilk mantardır ve öldürücü dozu, kişinin kilosu başına 1 gr olarak kabul edilir. Kuzu Göbeği Avrupa mutfağında seçkin bir yeri olan ve ekonomik değeri yüksek Morchella elata, yani kuzu göbeği mantarı, 5-7 cm boyuna varan petekli şapkasıyla dikkat çeker. 2-4 cm boylarındaki bacağı beyazdır. Bütün Morchella türleri gibi ilkbahar aylarında çıkar. Kolayca kurutularak saklanabilir. Lycoperdon caelatum 10-20 cm çapına varabilen bu mantar, çayır ve meralarda iri bir golf topu görünümündedir. Mantar büyüdükçe kızaran dış yüzey, zamanla eriyerek açılır. Kâse biçimi alan mantarın sporları rüzgârla yayılır. Kurumuş kâse biçimli kalıntılar, bir sonraki baharda bile arazide gözlenebilir.
SULTANBEYLİ PLUS 65
Alzheimer
teşhis ve tedavisinde umut verici gelişmeler var!
Dünya Alzheimer Federasyonu’nun 2014 raporuna göre dünyada 44 milyon Alzheimer hastası var ve bu sayı 2030 yılında 76 milyona ulaşacak. Türkiye’de ise 350.000 ila 400.000 Alzheimer hastası olduğu tahmin ediliyor. Yaşlı nüfusun artış hızı göz önüne alındığında, 2050 yılında dünya çapında 135 milyon demans hastası olması bekleniyor.
SULTANBEYLİ PLUS 66
“Alzheimer aşısı” çalışmalarında ikinci bahar Daha önceki yıllarda olumlu sonuç elde edilemeyen Alzheimer aşısı çalışmalarının bu yıl ikinci baharını yaşayacak şekilde tekrar gündemde. Halen devam eden bu çalışmalarda ülkemiz de uluslararası konsorsiyumun bir parçası olarak yer alıyor. Türkiye Alzheimer Derneği 15 yıldır evlere ücretsiz hemşire gönderiyor! Türkiye Alzheimer Derneği’nin, hastaların kısa ve uzun süreli kaliteli vakit geçirmeleri ve bakımları için gündüz bakımevleri, yatılı bakımevleri, ve rehabilitasyon merkezleri oluşturma çabasını artan bir gayretle sürdürdüğünü vurgulayan Prof. Dr. Işın Baral Kulaksızoğlu derneğin bu çerçevedeki çalışmalarını şöyle özetledi: “Yatağa bağlı hastalar için başlattığımız ve her hastaya dört kez ikişer saatlik hemşire ziyareti şeklinde tasarladığımız, ücretsiz “Evde Bakım Hizmeti” kapsamında, 200’den fazla ziyaret gerçekleştirdik ve bu hizmetimizi 15 yıldır sürdürüyoruz. Ayrıca Okmeydanı’ndaki “Gündüz Yaşam Evi”nde haftada 30 farklı hastaya ücretsiz bakım ve rehabilitasyon sağlıyoruz. Gündüz bakımevlerinin ülkenin başka bölgelerinde de yaygınlaşmasına da liderlik ediyoruz.” Tükürük analizi hastalık tanısında yardımcı bir yöntem Tanı ve tedavi alanında kaydedilen umut verici yeniliklere değinen Doç. Dr. Başar Bilgiç şöyle devam etti: “Günümüzde Alzheimer tanısı için en önemli tetkiklerden birisi halk arasında “belden su alma” diye bilinen Beyin-Omurilik Sıvısı analizidir. Bu sıvıda hastalıkta biriken proteinlerin yansımalarına bakılır. Bu yöntem girişim gerektirmesi ve işlemin yapılmasının süre alması nedeni ile kan alma işlemi kadar kolay değildir. Bu yıl yapılan bilimsel çalışmalar, basit bir tükürük analizinin hastalık tanısında yardımcı bir yöntem olabileceğini göstermiştir. Gelecek için umut vadeden bu basit yöntemin rüştünü ispat etmesi için daha geniş ve kapsamlı çalışmaların yapılması gerekir.” Beyinde biriken hastalık proteinleri boyanarak görüntü elde edilebiliyor
Alzheimer hastalarının beyinlerinde biriken bazı proteinlerin tanı konusundaki ayırıcı özelliğine dikkat çeken Doç. Dr. Başar Bilgiç bu alanda kaydedilen gelişmeleri şöyle özetledi: “Alzheimer hastalığında beyinde bazı protein birikimleri olmaktadır. Bunlar plaklar içinde biriken “amiloid” ve yumaklar içinde biriken “tau” adlı proteinlerdir. Günümüzde gelişmiş nükleer tıp yöntemleri ile her iki protein de kendilerine yapışan ve ışıma yapan moleküller ile işaretlenip görüntü alınabilmektedir. Geçmişte amiloid proteini boyanarak görüntü alınabiliyorken artık geliştirilen yeni moleküller ile “tau” proteini de işaretlenerek görüntü alınabilmektedir. Yani beyinlerinde bu proteinleri bulunduran kişiler basit görüntüleme yöntemleri ile tespit edilebilmektedir. Eskiden bu SULTANBEYLİ PLUS 67
proteinlerin sadece otopsi ile gösterilebildiği düşünülürse bu yöntemlerin ne kadar yararlı olduğu ve devrimci oldukları daha iyi anlaşılacaktır.” İsveç'te ilgi çekici bir çalışma: Çalışan kadınlarda bunama riski daha düşük! Son yıllarda yapılan çalışmalarda Alzheimer hastalığının köklerinin çocukluk çağına kadar inebildiğini ve çalışkan bir beynin Alzheimer’e daha az oranda yakalandığını gösteren bulgulara da rastlandığını belirten Doç. Dr. Başar Bilgiç, bu çalışmalardan birini şöyle özetledi: “Bu sene İsveç'te ilgi çekici bir çalışma yapıldı ve bu çalışmada yaşlı kişilerin geçmişlerine dönülerek kişilerin 10 yaşındaki okul karnelerine bakıldı. Karneleri kötü olanlarda bunama riskinin daha yüksek olduğu, karneleri pekiyi olanların ise daha az
oranda bunama geliştirdikleri görüldü. Ayrıca ilkokul eğitiminin üzerine eğitim alanlarda ve yüksek eğitimine devam edenlerde, ayrıca karmaşık işlerde (daha fazla iletişim gereken işler, kişinin yönlendirme yaptığı ve talimat verdiği işler gibi) çalışan kadınlarda bunama riskinin daha düşük olduğu ortaya çıktı.” Tek başınıza yaşamayın, saatlerce televizyon izlemeyin! Alzheimer hastalığındaki bilinen risk faktörlerinden birinin de yalnızlık olduğunu vurgulayan Türkiye Alzheimer Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Doç. Dr. Başar Bilgiç: “Alzheimer hastalığında yalnızlığın bir risk faktörü olduğu biliniyordu. Bu sene bu bilgiyi destekler şekilde az hareket eden, çok TV izleyen ve de yalnız yaşayan kişilerde zihinsel işlevlerin daha kötü olduğu gösterilmiştir. Sonuç olarak son bilgiler doğrultusunda eğer bu hastalıktan korunmak istiyorsak hareket edelim, dostlarımızla, konu komşularımızla, akrabalarımız ile bol bol güzel vakitler geçirelim, zihnimizi çalıştıracak faaliyetlerde (kitap okumak, Sudoku çözmek gibi) bulunalım ve de gelecek kuşaklarımıza yüksek ve kaliteli bir eğitim sağlayalım. Görünen o ki bilim
ve teknoloji hem tanı, hem de tedavi alanında büyük gelişmeleri desteklemeye devam edecek. Umudumuzu koruyalım” dedi.
“hasta” kişiler olarak algılanmasının ve onurlu bir şekilde yaşamasının, hem hastalara hem topluma yararlarını anlatmayı amaçlıyoruz”.
Akdeniz tipi diyet hem koruyor, hem de Alzheimer’i yavaşlatıyor! Beslenme tarzının da Alzheimer hastalığının yavaşlaması üzerinde büyük bir etkisi olduğuna dikkat çeken Doç. Dr. Başar Bilgiç, Akdeniz tarzı beslenmenin hayat kurtarıcı olabileceğini belirtti. “Yapılan tüm çalışmalar Akdeniz tarzı beslenmenin ve sebze/meyve açısından zengin bir diyet benimsemenin çok faydalı olduğuna işaret ediyor. Ayrıca düzenli egzersiz de çok önemli.” Son olarak Doç. Dr. Başar Bilgiç, bunamanın toplum nezdinde çok yanlış anlaşılabildiğine değinerek, Alzheimer’e karşı yürütülen savaşta toplumsal farkındalığın hayati önem taşıdığının altını çizdi. “Demans yani bunama utanılacak bir şey değildir. Bunama bir hastalık adıdır, akılsızlık değildir. Halkımızı aydınlatmayı düşündüğümüz konulardan biri de bu konudaki olumsuz sosyal algı, utanç ve buna bağlı gizleme ihtiyacı. Halkımıza bunun bir hastalık olduğunu, kişinin kendi yanlış tercihlerine bağlı olmadığını ve hasta kişilerin “yaşayan ölüler” olarak değil, SULTANBEYLİ PLUS 68
Demans dostu bir toplum için, ulusal bir demans stratejisi geliştirmek çok önemli! Türkiye Alzheimer Derneği’nin halkı bilgilendirmek konusunda yürüttüğü çalışmalara her geçen yıl hız verdiğinin altını çizen Prof. Dr. Işın Baral Kulaksızoğlu derneğin, dünyada örnekleri giderek yaygınlaşan “Demans Dostu” ve “Mavi Dalga” akımlarını ülkemizde de başlatmayı planladığını anlattı. “Bu akımların amacı, yalnızca hastalıkla pençeleşen hastaları ve hasta yakınlarını değil, genciyle yaşlısıyla tüm halkı hastalığın özellikleri hakkında olduğu kadar, hastalık riskini azaltmak ve sağlıklı yaşlanmak konusunda da bilgilendirmek. Türkiye Alzheimer Derneği ayrıca, Avrupa’da birçok örneği bulunan Demans Dostu ortamlar yaratmak üzere çalışma başlatıyor. Dernek hazırladığı Ulusal Demans Stratejisi’ni ilgili bakanlıklar, kurum ve kuruluşlarla istişare ederek, Alzheimer Hastalığı ilgili mücadeleyi bir ülke önceliği haline getirmek için çalışıyor.”
Duygusal zekaya sahip kişilerin 4 özelliği Önce, duygusal zekaya sahip muazzam bir ekiple çalışmayı hayal edin. Yakın tarihli bir raporda, küresel şirketlerden üst düzey insan kaynakları görevlilerine, işçilerin 2020 yılına kadar geliştirmesi gereken 10 iş becerisi soruldu. Bu liste, kritik 10 iş becerisini ele alıyor. Bunlardan ilki ise, duygusal zeka… Duygusal zeka uzmanlarına göre, duygusal zeka, teknik yeteneğini aşarak, iş başarısının önemli bir belirleyicisi haline geldi. 2011’de 2.600’den fazla ABD’li işe alım yöneticisi ve insan kaynakları uzmanına ilişkin bir CareerBuilder anketi, bir çalışanda yüksek IQ üzerinden yüzde 71’inin duygusal zeka olduğunu ortaya çıkardı. Yüksek duygusal zekaya sahip insanlar Yüksek performans gösteren ekiplere baktığınızda duygusal zekaya sahip insanların çok olduğunu görürsünüz. Bu ekipteki kişilerin 5 kilit davranışı vardır. Bunları; empati, motivasyon, farkındalık, sosyal beceriler ve öz düzenleme şeklinde sıralamak mümkündür.
1
Gerçek benliğini gösteren insanlara bakın Şeffaflık, ilişki ekonomisinde sıcak bir metadır. Bazen çalışanlar ve patronlar, zorlu durumlardan veya çatışmalardan
kaçınmak için benliklerini gizlerler ve maske takınırlar. Ve genelde bu maskeler, birilerine emir verirken kullanılır. Büyük ekiplerde bu duruma daha çok rastlarsınız. İnsanlar kendi benliklerinin dışında davranış sergilerler. Bunu önemli günlerde, zor zamanlarınızda ve etkileşimde olduğunuz her an görebilirsiniz
2
Esneklik sergileyen, esnek insanlar arayın Öncelikler, hemen hemen her şirkette ve her işte değişkenlik gösterir. Değişim esnasında esnek olan insanlarla arkadaşlık kurun ve bir geçiş döneminde onlardan yardım istemek için fırsatları değerlendirin. Duygusal zekaya sahip kişilerin, öngörülemez ve belirsiz durumlarla başa çıkma esnekliği vardır. Böyle kişilerin etrafınızda olması size iyi hissettirir. Gerçekleri olduğu zaman içinde yaşarlar ve geçmişi arkalarında bırakmayı bilirler. Fikirleri esnek olan insanlar, kötü niyetli durumlardan kurtulmak için, amaçlarına, programlarına ve özellikle de değerlerine ve inançlarına müdahale eden kimseye hayır demezler. Esnek insanlar, kendileriyle hiçbir ilgisi olmayan şeyler hakkında kendilerini suçlu hissetmezler. Başkalarının eylemleri ve dramından sorumlu SULTANBEYLİ PLUS 69
olmadıklarını bilirler.
3
Duygularını çok iyi yöneten insanlar arayın Bu, duygusal zekada, kendi kendine yönetim (veya kendi kendini düzenleme) kapsamına girer ve en çok performans gösteren takımlarda bulunan kişisel bir yetkinliktir. Öz yönetimi arkasındaki soru basittir. Duygularımı ve davranışlarımı olumlu bir sonuçla yönetebilir miyim? Uluslararası alanda bilinen psikolog ve en çok satan yazarlaran biri olan Daniel Goleman, duygularını iyi yöneten insanlarla ilgili şunları söylüyor: Mantıklı insanlar, duyguları üzerinde kontrol sahibi olan kişilerdir. Bu ortamlarda verim yüksektir.
4 Empati sergileyen kişilere bakın.
Empati, kişilerin size olan ilgisini arttırır. İş yerinde başarılı ilişkiler kurmak için, cazip bir özellik olduğunu söyleyebiliriz. Empati sergileyen yüksek performanslı bir ekip, güçlü kişisel ilişkileri ve işbirliğini teşvik eder. Meslektaşlarının durumunu düşünmek, zorluklarını ve hayal kırıklıklarını anlamak ve bu duyguların her biri için empati yapabilmektir. Bakış açısı geliştirmeye ve ekip üyelerinin birbirine yardım etmesini sağlar.
OKUL FOBİSİ Okulların açılacağı günlere yaklaşırken; yeni okula başlayan çocukları ve ailelerini tatlı bir telaş sarar. Yeni bir çevreye girmek ve o çevreye ait kurallara uymak; her çocuk için farklı bir deneyim ve süreçtir.
SULTANBEYLİ PLUS 70
Elinden tuttuğumuz, üzerinde hergünkinden farklı bir giysi ve sırtında çanta ile özene bözene hazırladığımız çocuklarımızın okulla ilk tanışmasında; çocuğun ve ebeveynin heyecanları yüzlerine yansımıyor değildir… Ebeveynin okulu nasıl algıladığı ve algılattığı, o ilk gün yaşananların bir parçasıdır adeta… Küçük kalplerin bazısı ;merakla o günü yaşamaya hevesli iken, bir kısmı da neler ve kimlerle karşılaşacağından habersiz ve tedirgin oluyorlar. Okulun ilk aylarında çocuk; okulunu, öğretmenini, arkadaşlarını yani yeni sosyal çevresini tanımaya ve uyum sağlamaya çalışır ki; bu çok normaldir. Oryantasyon dönemi denilen bu süreçte çocuk; okula gide gele alışmaya başlar. Her çocuğun heyecan yaşaması makbulken, bazı çocuklar ise okula gidip gelme sürecini sancılı yaşar ve yaşatır. Okul fobisi denilen sorun;
çocuğun okula karşı geliştirdiği bir direnme hali; okula gitmeyi ısrarla istememe durumudur. Okul fobisi yaşayan çocuk; okula gideceği vakitlerde evde çıngar çıkarır. Öfkelenir, ağlar, annesine veya bakıcısına sımsıkı sarılır, tepinir, yemek yemek istemez, uykuya geç dalar, mide bulantısı, karın ağrısı, baş ağrısı gibi somatik belirtiler ve saldırganlık gibi davranışlar gösterirken; sözleriyle de okula gitmek istemediğini, öğretmenini ve arkadaşlarını sevmediğini veya okuldan korktuğunu da söyleyebilir. Okul fobisi; daha sık okula yeni başlayan 5-8 yaşlarında çocuklarda gözlenir. Daha ileriki yaşlarda görülme olasılığı düşüktür. Bu sorunu yaşayan çocuk ve ailesi için o güzelim okul başlangıcı ve beklentileri hayalkırıklığına dönüşür. Okulda bulunduğu sürede ise okul fobisi yaşayan çocuk; ağlama nöbetleri, sürekli anneyi isteme, sinirlilik, saldırganlık, sınıfa girmeme, SULTANBEYLİ PLUS 71
derse katılmama, baş ağrısı, mide bulantısı ve hastalık bahaneleri ile eve gitme isteğini gösteren bir stres yaşar. Bu durumu yaşadığı için okul ve sınıf içinde dikkat çeker. Okula karşı gelişen bu olumsuz tablo; okula başlarken çocuğu ve ailesini yıpratır. Şöyle ki; çocuk evde gayet rahat ve mutluyken konu okul olduğunda tam tersi bir durum söz konusudur. Böyle bir durum okulun açıldığı ilk aylarda sıklıkla olabileceği gibi; çocuğun yaşadığı deneyimlere bağlı olarak (hastalık, tatil, anne baba ayrılığı vb.) sonradan da ortaya çıkması muhtemeldir. Okul fobisi yaşayan çocuklar için çoğunlukla; okul duygusal olgunluğunun yeterince gelişmediği, anneye veya büyüten kişiye aşırı bağımlılıktan kaynaklı ayrılma anksiyetesi yaşadığı, aşırı koruyucu aile yaklaşımı içinde büyüdüğü, çekingen ve içekapanık bir yapıya sahip olduğu, öncelikli nedenler olarak soylenebilir.
Bu durumda ebeveyn neler yapabilir? Öncelikle aile olarak soğukkanlı davranmaya çalışmak ve sabırlı olmak gerekir. Çocuğun bu davranışını şımarıklık olarak algılamayıp, çocuğu olumsuz sözlere ve davranışlara maruz bırakmamak son derece önemlidir. Çocuğun karnı ağrıyorsa veya mide bulantısı varsa, çocuğun sağlık kontrolü yaptırılıp böyle bir sorunun olmadığı; bu durumun yaşadığı stresten kaynaklandığı ve gecici olduğu anlatılıp, sağlık endişesi bertaraf edilebilir. Çocuğun yaşadığı psikolojik durumu fark edip; aile olarak onu yargılamadan anlaşıldığını hissettirmek ve bunu aşabileceği konusunda motive etmek önemlidir. Ebeveyn olarak sorunu; okul sınıf öğretmeni ve okul Rehber Öğretmeni ile görüşüp, bilgilenip, işbirliği yaparak çözmeye çalışmak yerinde olacaktır. Aile ve öğretmen tutumları ortak ve kararlı olmalıdır. Çocuğa; okulun kendi gibi yaşıtlarının, birlikte eğitim ve öğretim olanaklarının sunulduğu ikinci sosyal çevresi olduğu sakin olduğu zamanda anlatılmalıdır. Okulun kendisine kazandıracağı olumlu özellikler hakkında konuşulmalıdır. Çocuğun endişe duyduğu şeyler hakkında konuşması veya farklı tekniklerle rahatlaması sağlanmalıdır. Çocuk, okulda bulunduğu sırada yanında velisi (daha az bağımlı olduğu ebeveyn tercih edilebilir) bulunabilir. Birlikte (Okul Danışmanı, Veli, Sınıf Öğretmeni ve Çocukla) bir anlaşma yapılıp velinin
okulda bulunma süresi aşamalı olarak azaltılmalıdır. Çocuğun okul ortamında mümkün olduğunca fazla zaman geçirerek, ona okulun kötü ve kaygı veren bir yer olmadığını görme imkanı yaşatılmalıdır. Örneğin; İlgi duyduğu müzik, beden derslerine öncelikle izleme ve daha sonra aktif katılımı sağlanabilir. Çocuk okulda bulunduğu anlarda olumlu tepkiler verdiğinde; olumlu pekiştireçler (aferin, sticker, okul sonrası parka gitme vb.) desteklenebilir. Sınıfa katılımı aşamalı olarak yapılabilir. Bu konuda SULTANBEYLİ PLUS 72
sınıf öğretmeni ve okul Rehber Öğretmeninin tavsiyelerine uyulması önemlidir. Çocuğun okulda bulunma süresi arttıkça ve okul yaşamına alıştıkça; velisine ihtiyacı da azalacaktır. Hatta çocuk kendisi velisini istemeyecektir. Her çocuğun okula alışma süresi farklıdır. Bu süre ne kadar az sürerse; çocuğun okul yaşamı daha pozitif olacaktır. Çocuğa olumlu yaklaşım ve ilgiyle okula alışması mümkündür. Eğer çocuğunuzun durumunda bir iyileşme gözlenmez ise profesyonel yardım alınması kaçınılmazdır.
Kapatıldığında bile enerji harcayan cihazlar Ev aletlerini prizden çıkarmadığınız zaman sürekli elektrik harcadığını biliyor muydunuz? Bazı araştırmalar sonucunda hangi cihazların kapatıldıktan sonra bile enerji harcayabildiğini listeledik.
Prizde duran şarj aleti Prizde bırakılan şarj aleti elektrik kullanmaya devam ediyor. Buradaki elektrik gücü elbette telefonun şarj aletine takılı olduğundan daha az enerji harcıyor.
Kumanda Kumanda, yılda yaklaşık 90 TL değerinde elektrik harcadığını biliyor muydunuz? Çoğumuz, televizyonu kumandadan kapatınca yeterli olacağını düşünüyoruz. Ancak, güç kaynağından kapatmayınca fatura 5 misline katlanıyor.
Televizyon Kumandadan kapattığımız televizyon aslında kendini bekleme moduna alıyor. Bu da, yılda yaklaşık 100 TL değerinde enerji harcamasına neden oluyor.
Laptop ve masaüstü bilgisayar Laptop ve masaüstü bilgisayarınızı kapatsanız bile çalışmaya devam ediyor. Ancak, cihazlarınızın fişini çektiğinizde, yılda 300 TL’ye kadar tasarruf sağlayabilirsiniz.
Zamanlayıcıya sahip ev aletleri Devamlı açık olan ve zamanlayıcıya sahip aletlerin sürekli elektrik harcadığını söyleyebiliriz. Bu tarz aletlerin fişini çekerek yılda yaklaşık 300 TL’ye kadar tasarruf edebilirsiniz. SULTANBEYLİ PLUS 73
Fişleri çıkarır mısın? Yukarıda belirttiğimiz tutarların küçük maliyetler olduğunu düşünebilirsiniz. Ancak, bu kadar enerji harcaması ummadığınız sonuçlar yaratarak evinizdeki aletleri bozup, yangın bile çıkarma durumuna getirip sizi farklı masraflara sokabilir.
Uykunuzu alıyor ama yine de tükenmiş mi hissediyorsunuz?
Bilim insanları yalnız olmadığınızı söylüyor Kendini yorgun hissediyorsan biraz daha uyuman gerekir değil mi? Aslında değil. Amerikalı bilim insanları yaptıkları araştırmalara göre kronik yorgunluğun uyku kaynaklı olmadığını öne sürüyorlar. Kronik yorgunluk, uyku düzeni ve yoğunluğuna bakmaksızın hayatımızı mahvedebiliyor ve dahası çok maliyetli. Evet, Amerika’da yapılan araştırmaya göre her 5 kişiden 1’i kronik yorgunluk nedeniyle tükenmiş hissediyor ve bunun Amerika’ya yıllık maliyeti 100 milyar dolar! Yorgunluk sandığınızdan daha büyük bir tehlike. Amerikan Ulusal Otoyol Güvenliği Derneği’nin açıklamalarına göre her yıl yaşanan kazaların %7’si yorgunluk kaynaklı ve bu da yaklaşık 1.2 milyon kazaya denk geliyor. Ayrıca her yıl 8.000 kişinin ölümü de bu kazalar sonucu
meydana geliyor. Nörolog Mary Harrington, yorgunluğun uykudan daha öte nedenlere dayandığını söylüyor. Biyolojik olarak yaptığı araştırmalara göre yorgunluğun bir kaç nedeninin olabileceğini söylüyor. Yorgunluk, ne kadar uyuduğunuza bağlı olmaksızın retinanıza çarpan ışık oranıyla ilgili olabilir. Özellikle jetlag yaşayanlar bunu çok daha iyi anlayacaktır. Geceleri çok fazla ışığın retinaya çarpması, sizi tahmin ettiğinizden çok daha kötü etkileyebilir. Aynı şekilde vücut hücreleri tarafından salınan yüksek oranda yağ ve leptin oranı da bu yorgunluğun nedeni olabilir. Leptin, vücudunuzda ne kadar enerji olduğunu beyne söyleyen hormondur. Yüksek leptin oranının yorgunluk ve motivasyon düşüklüğüne neden olduğu SULTANBEYLİ PLUS 74
düşünülüyor. Yorgunluğun bir diğer nedeni olarak da depresyon düşünülüyor fakat yukarıdaki ihtimaller dışında tek başına bu kadar büyük bir etken olabileceğine dair henüz net bir dayanak bulunmuyor. Yorgunluğun kaynağının net olarak belirlenmesi, çok büyük maliyetleri ortadan kaldırılabilir fakat bu alanda yeterli araştırma ve yatırım bulunmuyor. Harrington bu konuda kendini oldukça yalnız hissettiğini fakat bu sorunu ortadan kaldırabileceklerine inandığını belirtiyor. Eğer siz de yorgunluk çekiyorsanız ilk olarak tamamen karanlık bir ortamda uyumayı deneyerek bunu çözmeye çalışabilirsiniz. Eğer işe yaramazsa bir sonraki aşamada yağ salgısı konusunda beslenme odaklı bir çözüm deneyebilirsiniz.
Bedenimizle ilgili bilmediğiniz 20 garip gerçek Bedenimiz, doğduğumuzdan beri sahip olduğumuz en büyük hazinemiz. Ona her zaman iyi bakmaya çalışıyor, mutlu olmasını sağlıyoruz. Bunun da yolu, onu iyi tanımaktan geçiyor. Peki ya size bedeniniz hakkında bilmediklerinizi söylesek? Karşınızda bedenimizle alakalı 20 ilginç gerçek.
1
Dil izimiz sadece bize özeldir. Herkesin dil izi farklıdır. Bu sebeple dil çıkarırken dikkat edin.
2 Tek bir saç teli, ortalama bir elmayı kaldırabilecek güçtedir.
3
Ağzımızdaki bakterilerin sayısı, dünya üzerinde yaşayan insan sayısıyla aynıdır. Hatta daha fazla bile olabilir.
kilometredir.
algılayıcısı vardır.
9
15 Erkeklerin dillerindeki tat
4 Tırnaklarımızın alt kısmında yer
Bir insan günde ortalama 20.000 kez nefes alır.
alan yarım ay şekli ne kadar azsa, tiroid bezleriniz o kadar fazla çalışıyor olabilir. Bu riskli bir durumdur.
Gözümüz 10 milyona kadar farklı rengi ayırt edebilir, ancak beynimiz bunu hatırlamaz.
5 Beynin ani uyarısının hızı, saatte
11 Kulaklarınız her yıl 0,25
400 km hıza denktir.
6
Aslında kan türleri bildiğimizden fazladır. Fazla dediğimiz, 29! En nadirleri Bombay alt türüne dahildir ve bu grupta genelde Japonya’da yaşayan küçük aile gruplarında olur.
10
milimetre büyür. Yani kulak, insan hayatı boyunca büyüyen bir organdır.
12 Kalbimiz 1 yılda 35 milyon kez atar.
algılayıcıların sayısı, kadınlarınkinden daha azdır.
16 Ortalama bir insanın hayatı boyunca tükettiği yiyeceğin ortalama ağırlığı 35 tondur.
17
Bir insanın hayatının ortala 5 yılı göz kırpmakla geçer.
18
Beynimizde her saniye 100.000 kimyasal reaksiyon gerçekleşir.
19
7
13
Hapşırığımızın hızı saatte 160 kilometredir.
Damarımızdaki kan, 1 günde ortalama 19.312 kilometre yol alır.
Vücudumuz her gün bir milyon deri hücresi kaybeder; bu da yılda 2 kilo demektir.
8 İnsan vücudundaki sinirlerin
14 Derimizin 1 santimetre
toplam uzunluğu ortalama 75
karesinde, ortalama yüz tane acı SULTANBEYLİ PLUS 75
Gülümsemek, yüzümüzde 17 adet kası çalıştırır; ağlamak ise 43 adet kası. Bu sebeple gülümseyin, genç kalın.
20
Yeni iPhone’unuzda mutlaka bulunması gereken 21 uygulama iPhone 7 ve 7 Plus kullanıcılarının ülkemizde de yaygınlaşmaya başlamasıyla birlikte bu şık tasarıma ve başarılı özelliklere sahip olan cihazlara yavaş yavaş birbirinden farklı uygulamalar yüklenmeye başlandı. Peki, yeni iPhone’unuza mutlaka yüklemeniz gereken uygulamalar hangileri? İşte yeni iPhone’unuzun olmazsa olmaz uygulamaları…
1 Google Chrome
Her şey Google’la başlar. Artık ne öğrenmek istiyorsak öncelikle Google’a soruyoruz. Dolayısıyla, internet bağlantısı olan her cihazın olduğu gibi yeni iPhone’unuzun da
vazgeçilmezi Google Chrome.
2 Gmail
Hazır Google’dan söz açılmışken, Gmail’i de es geçmemek gerek. E-postalarınızın kontrolünü düzenli olarak yapabilmek ve gelen e-posta bildirimlerini alabilmek için iPhone’unuza Gmail yüklemeyi unutmayın.
3 Google Hangouts
Gmail nerede Google Hangouts orada! Gmail e-posta listenizde yer alan kişilerle anlık iletileriniz ve görsel paylaşımlarınızı gerçekleştirebilmek için Google Hangouts yüklemenizde fayda var.
4 Twitter
Bir Twitter hesabınız varsa, elbette iPhone’unuzla onu yanınızda taşımanız size büyük kolaylık sağlayacak. Gündemi takip
SULTANBEYLİ PLUS 76
edebilmek ve sosyal medya trend’lerinden geri kalmamak için iPhone’ununuza Twitter’ı mutlaka yüklemelisiniz.
5 Facebook
Sosyal medya platformları arasında hala liderliğini koruyan Facebook, yeni iPhone’unuzda olmazsa olmaz uygulamalar arasında yerini alabilir. Facebook arkadaşlarınızı takip edebilmek, onlarla ilgili gelişmeleri gözlemleyebilmek ve kendinize dair paylaşımlar yapabilmek için Facebook hesabınız cebinizde dursun.
6 Facebook Messenger
Facebook listenizdeki arkadaşlarınızla da Gmail’de olduğu gibi anlık ileti ve görsel paylaşımı yapmak isteyebilirsiniz. Dolayısıyla, Facebook Messenger’a
da cebinizdeki Facebook hesabınız kadar ihtiyacınız olacak.
7 Google Maps
Günlük hayatta en çok ihtiyaç duyabileceğimiz, uygulamalardan biri de kuşkusuz Google Maps. Apple’ın harita uygulaması şu an geliştirilme aşamasında ve ilerleme kaydetmeye devam ediyor. Türkiye’deki kullanıcılara açık olmasa da mağaza değiştirerek kullanılan uygulamayı indirmeniz biraz zahmet alabilir.
8 Vine
Canınız her sıkıldığında, Vine paylaşımlarına dalıp, eğlenceli videolarla keyfinizi yerine getirebilirsiniz. O nedenle, en iyisi iPhone’unuza hemen Vine indirin.
9 Evernote
Zamanınız, sık sık not almak ve bu notları bir araya getirerek projelendirmekle geçiyorsa, Evernote tam size göre. iPhone’unuza Evernote’u indiriyorsunuz, yazılı ve görsel tüm verileriniz bu uygulamayla bir araya geliyor.
10 Hyperlapse
Zaman algınızı bir anda değiştirecek olan Hyperlapse uygulamasıyla iPhone’unuzun kamerasıyla harikalar yaratabilirsiniz.
11 CamScanner
Cebinizde bir tarayıcı ile dolaşmanız artık mümkün. Tüm belgelerinizi, iPhone’unuza CamScanner yükleyerek, bu uygulama ile tarayabilir ve zahmetsizce dijital yolla gönderebilirsiniz.
12 Runkeeper
Sağlıklı yaşam için harekete geçmenin tam zamanı. iPhone’unuza Runkeeper’ı indirin ve
tüm yürüyüş, koşu, bisiklet gibi aktivitelerinizi kontrol altında tutun.
13 Snapchat
Kendini imha eden anlık ileti ve belgeleriyle gençler arasında adeta bir fenomene dönüşen Snapchat’i siz de çok seveceksiniz.
14 2048
Tam bir bağımlılık halini alan 2048 sizi de etkisi altına alabilir. Matematiğin puzzle’la birleştiği bir çılgınlık olan 2048’i iPhone’unuza hemen indirebilirsiniz.
15 WhatsApp
Dünyanın en yaygın anlık mesajlaşma uygulamalarının başında gelen WhatsApp, elbette yeni telefonunuzda da olması gerekenler arasında yerini almalı. Yeni iPhone’nunuz da WhatsApp’sız kalmamalı.
16 Foursquare/Swarm
Yer bildirimi, sosyal medya ve paylaşımlarının vazgeçilmezlerinden biri. Ancak, Foursquare ve Swarm ile
yer bildirimi yapmak; oylamalar, aynı mekanlarda bulunan kişiler arasında gerçekleştirilebilen yazışmalarla çok daha eğlenceli hale geliyor.
17 Amazon Kindle
Muazzam bir kütüphane olarak hizmet veren Amazon Kindle ile dünya klasiklerini, çok satanları ve daha fazlasını her an yanınızda taşıyabilirsiniz.
18 Yelp
Bir şehrin en iyi yerel işletmeleri, en popüler mekanları, en çok tercih edilen plastik cerrahlarına kadar bir şehirde tercih etmeniz gereken “en”li mekanları Yelp ile keşfedebilirsiniz.
19 Instagram
Link ve ileti paylaşımı olmamasına rağmen, insanları görsel paylaşıma yönelterek bir anda dünyada milyonlarca kullanıcıya ulaşan Instagram, elbette iPhone gibi muhteşem kamera özelliklerine sahip bir telefonda olması gereken uygulamalardan biri.
20 Feedly
Gündeme dair bilmeniz gereken tüm önemli olayları bir araya getiren Feedly, iPhone’unuzda bulunması gereken ve sizi her şeyden haberdar edecek bir cep haber ajansı gibi çalışıyor.
21 Spotify
Müziksiz yaşayamayanlar kitlesinin bir üyesiyseniz, Spotify’a iPhone’unuzun baş köşesinde yer verebilirsiniz. SULTANBEYLİ PLUS 77
Samsung Galaxy serisinin bilinmeyen 8 özelliği Yüksek özellikli bir akıllı telefona sahip olmanın nasıl bir his olduğundan bahsetmeye gerek yok sanırım. Hele bir de cihazınızın tüm özelliklerini kullanabiliyorsanız, bu his daha da zevkli hale gelebiliyor. Ancak çoğu akıllı telefon kullanıcısı cihazında bulunan onlarca özellikten habersiz. Birçok cihazın bilinen ana özelliklerinin yanı-sıra pek bilinmeyen gizli özellikleri de mevcut. Bu yazıda Samsung Galaxy’nin bilinmeyen gizli özelliklerinden bahsedeceğiz.
1 Avuç İçinizi Kullanarak Ekran
Görüntüsü Alma (Palm Swipe) Çoğu Android işletim sistemine sahip akıllı telefonlarda ekran görüntüsü (screenshot) almak için cihazın ses açma tuşu ve tuş kilidi açma kapama tuşuna aynı anda basılır. Fakat Samsung’un Galaxy serisinde ekran görüntüsü almak artık daha kolay! Tek yapmanız gereken avuç içinizi ekranın sağından soluna veya solundan sağına doğru kaydırarak görüntüyü yakalamak. GS3: Ayarlar > Hareket > Ekranı Yakalamak İçin Avuçiçi GS4: Ayarlar > Cihazım > Hareket > Avuç İçi Hareketi > Ekranı Yakala
Galaxy Note 3: Ayarlar > Kontroller > Avuç İçi Hareketi > Ekranı Yakala GS5, GS6/GS6 Edge, Note 4, Note Edge: : Ayarlar > Avuç İçi Hareketi > Ekranı Yakala
Galaxy Note 3: Ayarlar > Cihazım > Kolay mod GS5, GS6/GS6 Edge, Galaxy Note 4/Note Edge: Ayarlar > Kolay mod
2 Kolay Mod (Easy Mode)
iPhone’dan sonra Samsung’un Galaxy serisinin bazı telefonlarına gelen parmak izi ekran kilidi ile telefonunuzu daha güvenli hale getirebilirsiniz. Bu özellik ile aynı zamanda “Parmak izi kısayolları”, kayıtlı her parmak izine bir uygulama veya işlev atamanıza izin verecek. Bu sayede örneğin, telefonunuzun kilidini yüzük parmağınızla açtığınızda, direkt olarak web tarayıcınız açılacak. Galaxy Note 4’e gelecek olan ikinci parmak izi işlevi ise “Web’de oturum açma”. Bu
Adından da anlaşılacağı gibi kolay mod; ana ekranda daha büyük simgeler daha kolay bir düzen sağlar. Beğenilen uygulamalar, istenilen kişiler ve sık sık kullanılan ayarlara erişim bu mod ile öne çıkarılabilir. Peki, kolay moda nasıl erişilir? GS3: Ayarlar > Ana ekran modu > Kolay mod GS4: Ayarlar > Cihazım > Ana ekran modu > Kolad mod SULTANBEYLİ PLUS 78
3 Parmak İzi Kilidi
eldiven giyerken bile telefonu kullanmalarına olanak sağlıyor. Bu özelliğin varsayılan ayarı genellikle kapalıdır. Bu ayarı aşağıdaki yolu izleyerek açabilirsiniz. GS4: Ayarlar > Cihazım > Ekran > Dokunuş Hassasiyetini Arttır Galaxy Note 3: Ayarlar > Kontroller > Dokunma Hassasiyetini Arttır GS5, Galaxy Note 4 / Note Edge: Ayarlar > Ekran >Dokunma Hassasiyetini Arttır
5 Mobil Cihazımı Bul
Çoğumuz hayatımızda en az bir defa telefonumuzu kaybetmişizdir. Android’in ‘Find My Mobile Phone(Mobil Cihazımı Bul)’ özelliği ile artık kayıp telefonunuzu bulmak daha kolay. Bu özellik sayesinde ‘Aygıtımı Temizle’ ve ‘Aygıtımı Kilitle’ özellikleriyle kişisel bilgilerinizin başkalarının eline geçmesinin önüne geçebilirsiniz. Buna ek olarak, mobil cihazımı bul fonksiyonu ile telefonunuzun nerede olduğunu bulabilirsiniz. GS3: Ayarlar > Güvenlik > Uzaktan Yönetim GS4: Ayarlar > Daha Fazla > Güvenli >Aygıt Yöneticisi > Android Cihaz Yöneticisi GS5: Ayarlar > Güvenlik > Aygıt Yöneticisi > Android Cihaz Yöneticisi GS6/S6 Edge: Ayarlar > Kilit Ekranı ve Güvenlik > Mobil Cihazımı Bul Galaxy Note 3: Ayarlar > General > Güvenlik > Aygıt Yöneticisi > Android Cihaz Yöneticisi Galaxy Note 4/Note Edge: Ayarlar > Güvenlik > Uzaktan Yönetim
6 Çoklu Pencere
işlev adından da anlaşılacağı üzere web sitelerinin parolalarını hatırlayacak ve parmak izinizle oturum açmanıza izin verecek. GS5, Galaxy Note 4/Note Edge: Ayarlar > Parmak Tarayıcısı GS6/GS6 Edge: Ayarlar > Ekran Kilidi ve Güvenlik > Parmak İzleri
4 Eldiven Modu
Dokunmatik bir telefonu eldiven giyerken kullanmak neredeyse imkânsız. Bu telefonun dokunmatik hassasiyetinden kaynaklanan bir sorun olmasına rağmen, yeni Samsung telefonlarda eldivenle bile telefonu kullanabilmek mümkün. Galaxy S5 ve Note 3 gibi en son teknolojiye sahip Samsung telefonlar, kullanıcılara
Multi Window yani Çoklu Pencere özelliği sayesinde Samsung Galaxy S3, S4, S5, Note 2 ve Note 3 cihazlarınızda ekranı ikiye bölüp, iki uygulamayı aynı anda kullanabilirsiniz. Bunun için öncelikle “Hızlı Erişim Menüsü”nden “Çoklu Pencere”yi etkinleştirin. Ardından açmak istediğiniz uygulamaları seçmek için parmağınızla geri butonuna basılı tutun. Böylece diklemesine bir uygulama menüsünün ekranın kenarında açıldığını göreceksiniz. Burada çoklu pencerenizde etkinleştirilebilecek uygulamaları görürsünüz. Uygulamaları sürükleyip bırakarak dilediğiniz gibi kişiselleştirebilirsiniz. Sonrasında sol alt köşede yer alan butona dokunun ve SULTANBEYLİ PLUS 79
kişiselleştirmenizi kaydetmeyi unutmayın. GS3: Ayarlar > Ekran > Çoklu Pencere GS4: Ayarlar > Cihazım > Ekran > Çoklu Pencere GS5, Galaxy Note 4/Note Edge: Ayarlar > Çoklu Pencere Galaxy Note 3: Ayarlar > Cihazım > Çoklu Pencere
7 Yüz/ Ses/İmza Kilit Ekranı
Galaxy S3, yüz ve ses tanıma özelliği ile kilit açma özelliğini destekliyor. Bu işlev ile kilidi açmanın daha hızlı olup olmadığı ve işlevin ne kadar güvenilir olduğu hala tartışmaya açık. Yüz ve ses tanıma özelliğini aktifleştirmek için yüzünüzü çekilecek çerçeveye sığdırın ve de sonrasında bir sesli komut belirleyin. Ardından, yüz ve ses kilit açma başarısız olursa bir PIN kilit açma yedeği ya da ekran kilit açma modeli belirleyin. Model kilit ekranı için dört veya daha fazla noktayı birleştirerek bir model çizin ve ardından bir model daha çizerek doğrulayın. İmzanızı unutma ihtimalinizi de göze alarak, ekran kilidini açmak için PIN kilit açma yedeği belirlemeyi unutmayın. GS3: Ayarlar > Ekranı Kilitle > Ekran Kilidi > Yüz Tanıma GS4: Ayarlar >Cihazım > Ekranı Kilitle > Ekran Kilidi > Yüz Tanıma Galaxy Note: Ayarlar > Güvenlik > Ekran Kilidi > Yüz Tanıma. Galaxy Note II: Ayarlar > Ekranı Kilitle > Ekran Kilidi > Yüz Tanıma
8 Akıllı Bekleme
Galaxy S3`ün ekranı siz telefonu kullanmaya devam ederken kapanıyorsa, “Akıllı bekleme” özelliği işinize yarayabilir. Akıllı uyku modu olarak da bilinen işlev, siz ekrana baktığınız sürece ekranın kapanmamasını sağlıyor. Örneğin ekranın kapanma süresini 30 saniye olarak ayarladıysanız ve akıllı bekleme etkin ise, siz ekrana bakarken sağ üst tarafta bir göz simgesinin yanıp söndüğünü göreceksiniz. İşlevin gözlüklü kişilerde de çalıştığını gözlemlediğimizi ekleyelim. GS3, GS5, Galaxy Note 4/Note Edge, GS6/GS6 Edge: Ayarlar > Ekran > Akıllı Bekleme GS4: Ayarlar > Cihazım > Akıllı Ekran > Akıllı Bekleme Galaxy Note 3: Ayarlar > Kontroller > Akıllı Ekran > Akıllı Bekleme
Sosyal Medyada
Aile Saadeti Çağımızın fenomeni sosyal medyanın örgütlü toplum üzerindeki etkisi son dönemde sıkça tartışılır oldu. Farklı toplumsal grupların artık sosyal medya üzerinden “haberleştiğini”, günümüzün alternatif medya kanalının sosyal medya olduğunu çoğumuz gözlemliyoruz. Özellikle sosyal medyayı günlük hayatının bir parçası yapan gençleri daha yakından tanımak, sosyal medyayı nasıl kullandıklarını daha yakından görmek ister misiniz? Ipsos Sosyal Araştırmalar Enstitüsü geçtiğimiz yıl Gençlik ve Spor Bakanlığı için gençlerin sosyal medya kullanım davranışları ve tutumları çerçevesinde sosyal medya ve gençlik ilişkisini inceleyerek, Türkiye’deki gençleri daha yakından tanımayı ve anlamayı amaçlayan
kapsamlı bir araştırma gerçekleştirdi. Gençlik ve Sosyal Medya Araştırması kapsamında 26 ilden 15-29 yaş arasında toplam 2057 genç ile görüşüldü. Çalışmanın raporu Aralık ayında yayınlandı. Rapor sadece sosyal medya kullanıcısı gençlerin profiline ışık tutmakla kalmıyor, aynı zamanda gençlerin sosyal medya ile nasıl ilişki kurduklarına dair ilginç bilgiler sunuyor. Rapordan ilgi çekici birkaç bulgu şöyle: İnternet kullanan gençler arasında sosyal medya kullanımı son derece yaygın. İnternet kullanan gençlerin çok büyük bir kesimi, sayısal ifadeyle %96’sı sosyal medya kullanıyor. Ailedeki gençler sosyal medyada gezinirken ebeveynler de boş durmuyor. Türkiye’de sadece gençler değil, anne ve babaları da sosyal medya araçlarını kullanıyor. Facebook hesaplarınızı üç saniyeliğine düşünün; hızlı beğen tuşuna basma rekoru sahibi teyzeler, SULTANBEYLİ PLUS 80
amcalar, yorum yapan halalar, her fotoğrafımıza “güzel yavrum benim” diye anında yorumu yapıştıran anneler ve dahası… Rapora göre gençlerin %40’ının annesi; %47’sinin de babası sosyal medya kullanıyor. Bu noktada anne ve babaların sosyal medya kullanım tutum ve davranışlarına yönelik olarak yapılacak bir araştırmanın da birbirinden renkli ve ilginç bulgular sunacağından şüphe yok. Gençler en çok hangi sosyal medya mecrasını kullandığına baktığımızda da, Facebook’un internet kullanıcısı 15-29 yaş grubunun en çok kullandığı sosyal medya mecrası (%89) olduğunu görüyoruz. Facebook farklı profillerden hem hemen herkesin hayatında var. Facebook’u ikinci sırada Youtube ve Instagram gibi görsel paylaşım siteleri takip ediyor (%57). Sosyal medya mecraları arasında Twitter da popüler bir mecra. Çalışmaya katılan 15-29 yaş grubundaki gençlerin %45’i Twitter kullanıcısı. Türkiye’de gençlerin sosyal medyaya olan ilgisi dikkat çekiyor. Gençlere ve hatta anne-babalarına vermek istediği bir mesajı olan herkesin sosyal medya mecrasını çok daha dikkatle ele almasında fayda var.
Günümüzde birçok kadının hayatını tehdit eden meme kanseri, erken teşhis ile önlenebiliyor. Aşırı yağlı yiyeceklerden uzak durmayı ve sağlıklı beslenmeyi tavsiye eden uzmanlar, stresin meme kanserini tetiklediğini kaydediyor. Halk arasında yaygın görülen bu hastalıkta her 100 vakadan birisinin erkek olduğuna dikkat çekiliyor. Genetik Geçiş Olmadan da Kansere Yakalanabilirsiniz Kadınlarda en sık rastlanan kanser türleri arasında birinci sırada meme kanseri yer alıyor. Uzmanlar, erken teşhis ile meme kanserinin kesin tedavisinin mümkün olduğunu söylüyor. Dünyada her 8 kadından birinin meme kanseri tehdidi altında olduğunu söyleyen Saygı Hastanesi Genel Cerrahi Uzmanı Op. Dr. A. Zeki Aydın, “Meme kanserine yakalanan kadınların yüzde 75’inin ailesinde meme kanseri Op. Dr. A. Zeki Aydın Saygı Hastanesi Genel öyküsü Cerrahi Uzmanı bulunmuyor. Bu da hayatınızda meme kanserine sebep olacak herhangi bir yanlış yapmamış olsanız da kanser olma riskinizin bulunduğunu gösteriyor.” diyor. Meme kanserinin en önemli belirtisinin göğüste kitle oluşumu olduğunu kaydeden Aydın, ağrı, kızarıklık, ciltte yara ve ödem,
MEME KANSERİNDE ERKEN TEŞHİS
KESİN TEDAVİ çukurluk ve şekil bozukluklarının da daha az görülen diğer belirtiler olduğunu söylüyor. Düzenli Kontrol Erken Teşhis İmkanı Sağlıyor Saygı Hastanesi Genel Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Aydın, erken teşhis için 20 yaşından sonra elle muayeneyi alışkanlık haline getirmenin çok önemli olduğunu söylüyor. “Günümüzde uygun hastalarda meme alınmadan da kanser ameliyatı aynı etkinlikle yapılabiliyor.” diyen Aydın, ameliyatın nasıl gerçekleşeceğine kanserin yerleşimi, tipi, evresi, hastanın isteği ve ameliyat sonrası tedavi imkânlarına göre karar verdiklerini belirtiyor. Mamografik taramalar sayesinde yaklaşık 2 yıl öncesinden kanser oluşumlarının fark edilebildiğini söyleyen Op. Dr. Aydın, “Herhangi bir belirti olmasa bile 40 yaşın üzerindeki SULTANBEYLİ PLUS 81
her kadın düzenli olarak mamografi çektirmeli. Düzenli mamografi taraması yaptırılan gelişmiş ülkelerde kanser oranının yüzde 30 oranında azaldığı biliniyor.” diyor. Kadınların birçoğunun mamografide alınan radyasyondan dolayı endişe duyduğunu da hatırlatan uzman, bir kişinin 3 ayda normal olarak maruz kaldığı ya da uzun bir uçak yolculuğunda alınan radyasyon dozunun mamografiye eşit olduğunu dile getiriyor. Tedavi Yöntemleri Nelerdir? Meme kanserinin tedavisinde cerrahi, radyoterapi, kemoterapi, hormon tedavisi ve biyolojik tedaviler uygulanmaktadır. Erken yakalanan kanserlerde cerrahi tedavi, tedavinin ana hattını oluşturmaktadır. Cerrahi tedavide; mamografideki veriler, tümörün büyüklüğü ve yeri operasyonun boyutunu büyük ölçüde etkilemektedir. Meme kanseri cerrahisi, meme koruyucu cerrahi (hastalıklı bölgenin çıkarılması) veya mastektomi (tüm memenin cerrahi olarak alınması) olmak üzere iki şekilde yapılabilir. Her iki durumda da koltukaltı lenflerinden biyopsi alınır (sentinel lenf bezi biyopsisi olarak isimlendirilir) veya koltuk altı bezlerine yayıldığı biliniyorsa koltukaltı lenf bezleri çıkarılır. Mastektomi ameliyatında memenin içi tamamen boşaltılır ve aynı operasyon sırasında uygun yapay meme yapılabilir.
Tel: +90 212 670 3775 Fax: +90 212 670 3736