Felsefer 3

Page 1

- - - - - - - - - - - - - - - - Fel –SEFER - - - - - - - - - - - - - - - -

1


- - - - - - - - - - - - - - - - Fel –SEFER - - - - - - - - - - - - - - - -

Fel-SEFER Dergisi Sahibi Fel-SEFER Dergisi Editör FETHULLAH TOPAL

Yayın Kurulu Fethullah TOPAL Engin ERDEMİR Orhan BİLİR Merve ÇAKIR Merve ESRA SAĞLAM Emine YENİKAYA Fahri KARS Naim KARADAŞ

İLETİŞİM felsefer@gmail.com

İNTERNET ADRESİ felsefer.blogspot.com

Grafik Tasarım £lNino216

‎"Karışan Kafalar Çalışır; Çalışan Kafalar Karışır.." 2


- - - - - - - - - - - - - - - - Fel –SEFER - - - - - - - - - - - - - - - -

3


- - - - - - - - - - - - - - - - Fel –SEFER - - - - - - - - - - - - - - - Hatırda Kalanlarla Arzulanan Medeniyetin Kurulması Süreci Yeni Dünya Düzenine Rağmen FethullahTOPAL *1 Yalnızca insanların değil topyekûn bir milletin, kendine özgü, zihin yapısı vardır. Tarihi seyir içinde alınacak kararlarda tutumlar bu zihin yapısına paralel oluĢur. Her fert/toplum kendi geleceğini an itibarı ile doğru bulduğu ve zihinsel yapısına paralel aldığı, kararlarla çizer. Yenidünya Düzeni hangi zihinsel yapının eseridir, 21. Yüzyıl Modern Dünyasının fikri arka

planında

hangi

yapı/lar

bulunmaktadır

bunu/bundan

bilmeliyiz/kurtulmalıyız.

Kendisinden yakınılan bu modern dünyaya karĢın,arzu duyulan medeniyetin oluĢması için hangi bireysel/toplumsal zihin yapısına sahip olmak gerekiyor, bunun kaygısını oluĢturmalı, daha iyi bir dünya olması yolunda tüm insanların bu kaygıyı taĢıması gerektiğini anlamalı/anlatmalıyız. Modern dünyanın insanları mutludurlar/mutlu olduklarını sanmaktadırlar. Yine Modern insan zihinlere vurulan ketler ve hakiki insana olan uzaklıktan bihaber en alt insani merhalededir. 21. Yüzyıl insanı hür değildir. Hürriyet istememeleri de Yenidünya düzeni adlı afyonun, her hücresine asırlardır, zerk edilmesindendir. Ġnsanlara önce hürriyetlerinin olmadığını anlatırsın ve sonra onlar da hürriyet ihtiyacı zuhur eder. Etrafındaki çeĢitli sebeplerden hürriyeti kısıtlanan insan, hürriyetini kısıtlayan hukuka, topluma, inanca karĢı bir tavır takınır. Tavır takınmak diriliĢtir/iyidir çünkü özgürlüğün ilk adımıdır. Yenidünya düzeni olarak adlandırılan, halihazırda yaĢamakta olduğumuz, düzen 1990‟ların baĢında, soğuk savaĢ dönemi ile baĢlayan bir sürecin oluĢturduğu sonuçtur/yaĢam Ģeklidir. OluĢan bu yaĢam Ģekli kendisini çabucak benimseyen bir Batı Toplumu ve benimseyip benimsememe arasında kalmıĢ, med-cezirler yaĢayan bir Doğu Toplumu Ģeklinde dünya üzerinde iki farklı kanat meydana getirmiĢtir. Yenidünya düzenin baĢlangıçta oluĢturduğu bu iki kanat arasındaki fark her geçen gün azalmaktadır. Toplumlar birbirlerinin aynı olmaktadırlar/tek toplum olmaktadırlar. Aynilik düĢündürücüdür/farklılık zenginliktir.

*

Gazi Üniversitesi, Felsefe Grubu Öğretmenliği, 4. Sınıf

-1-


- - - - - - - - - - - - - - - - Fel –SEFER - - - - - - - - - - - - - - - Burada kısaca yenidünya düzeninin oluĢturduğu bu ikilikten bahsedip, yenidünya düzenine rağmen hatırda kalanlarla medeniyet kurulması sürecine tekrar bakabiliriz/dönebiliriz. “Batı zihniyetini” Ģekillendiren, paremetrelerini, doğru-yanlıĢ cetvellerini tanzim eden, eski Yunan‟dır. Demokritos‟un “kâinatı” atomlar ve boĢluktan ibaretti. Eflatun‟un “dünyası” keskin üçgenlerle doluydu. Aristo‟nun mantığı “siyah-beyaz” kurallarla dolmuĢtur; Bir Ģey ya A‟dır, ya da A değildir, bir Ģey hem A‟dır, hem de A değildir, olmamalı. 2 Keskin çizgileri olan ve asla esneklik kabul etmeyen bir fikri arka plana sahiptir Batılı düĢünüĢ. Öte yandan “Doğulu” düĢünce biçimi, “karıĢan kafalar, bilgisayara yüklenmesi imkansız veriler demektir. Böylesi kafalar Meriç Nehrinin doğu yakasından itibaren mebzul miktarda bulunur, hatta egemendirler.3 KarıĢan kafalar iyidir, çalıĢır. Kendisine uyuĢturucu zerk edilen, vücudunun her tarafında zehirler barındıran bir kafa çalıĢamaz/karıĢamaz. Meriç Nehri‟nin doğusundaki çocukların kafaları karıĢır/çalıĢır. Bu ikilemden sonra tekrar yenidünya düzenine geçecek olursak, dahası bu geçiĢi Ģu Ģekilde yaparsak bağlantı anlamlı olacak. Tüm bunlara rağmen yenidünya düzeni yukarda da bahsettiğimiz gibi bu iki kanat arasındaki farklılığın kapanması, farklılığın yok olmasının mümessilidir. Zira bugün Ortadoğu en az Batı Avrupa kadar “Batılı”dır. 4 Yenidünya düzeni farklılıkların düĢmanıdır. Kendinden olmayanın düĢmanıdır. Kendine benzetemediğinin düĢmanıdır. Kendisine bağımlı olmayanın düĢmanıdır. Kendisinden baĢka mutlu olanların, acılarına rağmen mutlu olanların/olabilenlerin düĢmanıdır. Yenidünya düzeni kendinden önce baĢkalarını düĢünen insanların düĢmanıdır. Dostudur kendisine bağladığı insana. Kendi gölgesinde yaĢayan insan onun için dosttur. Hepsinden önce ve hepsinden öte yenidünya düzeni maddi yapılardan oluĢan ve adına modern dünya denilen, medeniyete olan uzaklığı/yakınlığı sorgulanmamıĢ, 21. Yüzyılın dostudur/sahibidir/kendisidir.

2

Alatlı, Alev, “Doğu-Batı” İçi Boş Bir Tasnif, Doğu Batı Dergisi, Sayı:2, Sy:97, Doğu Batı Yayınları, Ankara, Şubat 1998 3 Alatlı, Alev, “Doğu-Batı” İçi Boş Bir Tasnif, Doğu Batı Dergisi, Sayı:2, Sy:98, Doğu Batı Yayınları, Ankara, Şubat 1998 4 Alatlı, Alev, “Doğu-Batı” İçi Boş Bir Tasnif, Doğu Batı Dergisi, Sayı:2, Sy:99, Doğu Batı Yayınları, Ankara, Şubat 1998

-2-


- - - - - - - - - - - - - - - - Fel –SEFER - - - - - - - - - - - - - - - Bu anlayıĢla medeniyet kurulur mu; arzulanan medeniyet kurulur mu bunu anlamak durumundayızve yeni dünya düzenine rağmenhatırda kalanlarla arzulanan medeniyetin kurulması sürecini baĢlatmalı, bu yolda ubudiyetle çalıĢmalıyız. Ġnsanın, toplumumuz insanının, hatırında kalanlarla yeni, yaĢanılabilir bir medeniyet kurmalıyız. Fakat insan zihninin garipliklerinden biri de geçmiĢle kurduğu bağlantı da ortaya çıkıyor. YaĢanıp geçilmiĢ olaylar arasından güzellerini, iyilerini seçip muhafaza etmek, insanın ana eğilimlerinden biri. 5 Oysa medeniyet kurmak için insanın geçmiĢ hatalarını, kurduğu medeniyetin yok olma sebeblerini/nedenlerini bilmesi en az hatırda kalan güzellikler kadar önemlidir/gereklidir. Peki, Medeniyet nedir; Medeniyete tam olarak nasıl bakmalıyız? Medeniyete tam olarak Ģöyle bakmalıyız: Zaman her millete onun hususiyetine uygun düĢen ayrı bir tarih, sanat, tefekkür, dil vermiĢtir. Daha doğrusu o milletin yetiĢtirdiği kabiliyetler, fikir sahipleri, efkarlı insanlar, kendi milletlerine bunları vermektedirler. Her büyük insan milletin varlığına, kaynağını yine kendi milletinde devĢirdiği eserleriyle katkıda bulunmuĢtur. Medeniyeti kuran geliĢtiren iĢte bu katkılardır.6 Böylesi bir tefekkür çevresi olmazsa ve tarih, kültür, dil alanlarında çalıĢmalar olmazsa Ģüphesiz medeniyet arzularımız birer yaĢanmamıĢlık olarak kalacak. Bu çalıĢmaların yapılması yapılabilmesi için ise, ilk adım olarak hatırımızda kalanlara bakmak ve medeniyet kurma sürecinde bu hatıratlarla “umrandan uygarlığa” geçiĢ sağlamaktır. Medeniyet kavramında 'ĢehirleĢme' anlamı vardır; Medeniyet kavramı, din ve Medine sözcükleriyle etimolojik olarak da, semantik olarak da, tarihî olarak da aynı anlam haritasına aittir.7 Medine medeniyettir, fazilettir. Medine‟ye ait olan hatıralar da akılda kalanlarda, Ģüphesiz, yeni bir medeniyet kurma sürecinin öncesi ve ötesidir. Medeniyete tek boyutlu bakılmamalıdır.

5

Özel, İsmet, Üç Mesele, Sy:109, Şule Yayınları, Kasım, İstanbul, 2006 İnan, Mehmet Akif, Edebiyat ve Medeniyet Üzerine, Sy:13, Eğitim Bir-Sen Yayınları, Ankara Ocak, 2006 7 Kaplan, Yusuf, Neden Medeniyet Tasavvuru, Yeni Şafak, 28/01/2013 6

-3-


- - - - - - - - - - - - - - - - Fel –SEFER - - - - - - - - - - - - - - - Medeniyet mefhumu anlamını yalnızca yapılarda ve inĢa da göstermemelidir. Böylesi bir medeniyet algısı yaklaĢık iki asırdır bu ülkeyi, bu ülkenin insanını dahası bizi biz olmaktan alıkoymuĢtur. Medeniyet yaĢanılabilir olmalıdır. Medeniyet kültür ile birlikte ele alınmalı, yaĢanmalıdır. Zira medeniyetin idealleĢtirilmesi, onu nesne haline getirmez. Çünkü medeniyet, çok cepheli, bin kollu, dallı, budaklı, tarihi bir oluĢumdur. 8 Buradan da, doğrudan, tecrübelerimiz ve yaĢantılarımızın sınırlamasıyla, birbirinden mahiyetçe farklı iki dünyaymıĢ gibi, Maddi unsurları “medeniyet”, manevi unsurları da „‟kültür‟‟ olarak adlandırılıp, bıçakla keser gibi ayırmaya kalkıĢmanın yanlıĢlığına dikkat çekmeliyiz. Yine de algı ve anlayıĢ farklılığından dolayı Ģu Ģekilde bir medeniyet ayrımı yapılabilir. Tarih boyunca yeryüzünde varlık göstermiĢ medeniyetleriniçgerçekleri göz önüne alındığında, bu medeniyetleri esas olarak iki grupda değerlendirmek mümkündür. Birisi, hayatlarını vahyin ıĢığında düzenleyen toplumların vücuda getirdiği medeniyet; diğeri de, müĢrik ve putperest toplumların medeniyetidir. 9 Fikri arka planında inanç ve esasları bulunan medeniyet, hakiki manada kültür ve medeniyet bütünlüğünü sağlamıĢ bir medeniyet görüntüsü çizerken öte yandan bunun karĢısında yahut yanında yer almayan ve fakat bambaĢka bir amaç ve düĢünceyle kurulan medeniyetler de vardır. Medeniyet kurma yolundaki önemli adımlardan birisi de dahası en önemlisi de fikir sahibi, efkar sahibi insanların yazıp çizmesi ve bir medeniyet tasavvurunu, kendi toplumsal yapımıza uygun Ģekildeki bir medeniyet tasavvurunu, oluĢturmaktır. Ġnsan'ın medeniyet ruhunun, coĢkusunun ve birikiminin Külliyat'la birlikte külliye'ye dönüĢeceği, külliyelerimizin de medeniyet yürüyüĢümüze aracılık edeceği günler yakındır, diyorum. 10

8

Karakoç, Sezai, Fizik Ötesi Açısından Ufuklar ve Daha Ötesi-1, Sy:152, İstanbul, 1998 Tellioğlu, Ömer, Medeniyet 10 Kaplan, Yusuf, İnsanın Medeniyet Külliyatı, Yeni Şafak, 24/08/2007 9

-4-


- - - - - - - - - - - - - - - - Fel –SEFER - - - - - - - - - - - - - - - Medeniyet fikriyatının oluĢması, oluĢturulması yolunda neler yapabilirizin cevabı ise; medeniyet tasavvurunun oluĢması sürecine, medeniyet inĢası için insanın ihyasına çalıĢmaktır. Fikri arka planını sorguladığımız yeni dünya düzenine rağmen; hatırda kalanlarla medeniyet kurmak, bu adımı atmak, modern dünyanın yüz üstü bıraktığı her insan için bir diriliĢ ve medeniyet düĢüncesinin oluĢması yolunda yapılması elzem süreçtir. Bu süreçte elbette; Her fert: Kendisinin bir diriliş eri olduğuna inanmalıdır. Bir Diriliş Cephesi bulunduğuna ve kendisinin de o cephede bir savaş adamı olduğuma, olması gerektiğine inanmalıdır. Bu bir zihniyet savaşıdır. Karayla akın savaşıdır.Ġlkel ile Modern‟in savaĢıdır. Yenidünya düzeni ve eskinin savaĢıdır. Bu bir hayat tarzı, dünya görüşü, yani bir medeniyet savaşıdır. 11 Evet üzerimizden bizi medeniyete gitmekte alıkoyan tüm yükleri atmalıyız. Gafil düşmanların kin ile doldurduğu bu kalbi, ibadet ile, aşk ile, sabır ile durmadan yıkamak zorundayız; yoksa bir yolun ortasında mahvolacak gibiyiz.12

11 12

Karakoç, Sezai, Diriliş Neslinin Amentüsü, Sy: , Diriliş Yayınları, İstanbul, 2012 Topçu, Nurettin

-5-


- - - - - - - - - - - - - - - - Fel –SEFER - - - - - - - - - - - - - - - KAYNAKLAR:

1. Dostoyevski, Suç ve Ceza, çev:Mazlum Beyhan, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2012 2. İzzetbegoviç, Aliya, Doğu Batı Arasında İslam, Yarın Yayınları, İstanbul, 2011 3. Karakoç, Sezai, Diriliş Neslinin Amentüsü, Diriliş Yayınları, İstanbul, 2012 4. Özdenören, Rasim, Kafa Karıştıran Kelimeler, İz Yayıncılık, İstanbul, 2012 5. Pakdil, Nuri, Kalem Kalesi, Edebiyat Dergisi Yayınları, Ankara, 1998 6. Spinoza, Etika, çev: Hilmi Ziya Ülken, Dost Kitabevi, Ankara, 2011 7. TDK Sözlük 8. Topçu, Nurettin 9. İnan, Mehmet Akif, Edebiyat ve Medeniyet Üzerine,Eğitim Bir-Sen Yayınları, Ankara Ocak, 2006 10. Özel, İsmet, Üç Mesele, Sy:109, Şule Yayınları, Kasım, İstanbul, 2006 11. Alatlı, Alev, “Doğu-Batı” İçi Boş Bir Tasnif, Doğu Batı Dergisi, Sayı:2, Doğu Batı Yayınları, Ankara, Şubat 1998

-6-


- - - - - - - - - - - - - - - - Fel –SEFER - - - - - - - - - - - - - - - Bir Felsefecinin Çığlığı: Anlamak ve Anlatmak Orhan BĠLĠR* Dikkat: Felsefe her derde deva Lokman Hekim‟in ilacı değildir, her sorunu da çözmez. Felsefenin hazır çözümleri yoktur, reçeteler vermez, konuĢur, konuĢturur, dinler söyler. 13 Felsefe denilince insanların zihninde (özellikle de ülkemizde) “karıĢık, zor, anlaĢılmaz” gibi ifadeler belirmektedir. Peki, belirsiz ifadelerin ortaya çıkmasına sebep olan nedir? Kimlerdir? Nereden kaynaklanmaktadır? Felsefe ile uğraĢan kiĢilerden mi? Felsefeyi anlamamalarından mı? Yahut yanlıĢ anlaĢılmasından mı? ĠĢte tam da burada “Felsefecinin çığlığı duyuluyor.” Hegel imdadına yetiĢiyor felsefecinin “Felsefe, var olan her Ģey üzerine düĢünmedir.” Ve bu var olan her Ģey üzerine düĢünmek, felsefeyi, filozofu ve felsefe ile uğraĢan kiĢi ve kiĢilerin anlaĢılmasını zorlaĢtırmıĢtır. Felsefenin Mahiyetinden Kaynaklanan Zorluklar Felsefenin konusu gereği anlaĢılmasında güçlük çekilen tarafları bulunmaktadır. Bunlardan bir kaçını sayacak olursak: 1.Felsefe problemlerinin ihtiva ettiği güçlükler14 Buradaki güçlük; Nihat Keklik‟in de üzerinde durduğu gibi, özellikle mantık ve metafizik problemlerinin hem anlaĢılması hem de anlatılmasının güçlüğüdür. Özellikle de felsefenin kavramlarını ve yöntemini, problemlerini bilmeyenler için. Elbette bu problem sadece felsefeye özgü bir Ģey değildir. Bir kimya problemi yahut fizik problemi de bu alanları bilmeyenler için oldukça zor olacaktır. Burada felsefe konularının anlaĢılmamasının baĢka bir sebebi de, bu deruni konular üzerine yeterince okuma yapılmayıĢından kaynaklanıyor. Bu problem, sadece günümüz felsefe okuyucuları değil, mesela eski Yunan için de geçerlidir. Onlar da zaman zaman kendilerinden önce gelen bazı filozofları anlamadıklarını ifade etmiĢlerdir. 15 Misal; Sokrates, Heraklietos‟un “karanlık” ifadelerini anlamadığını ifade ediyordu. Ġslam filozoflarından Ġbn Sina; Aristoteles‟in „‟Metafizik‟‟ adlı eserini onlarca kez *Gazi Üniversitesi, Felsefe Grubu Öğretmenliği 4. Sınıf öğrencisi. 13 İnam A. Gencin Kendini Aramasında Felsefenin Rolü, Felsefe Dünyası Dergisi, sayı 1, syf-16 14 Keklik N. Felsefede Üslup Meselesi ve Bazı İlkeler, Felsefe Arkivi Dergisi, Sayı;24, syf 55. 15 A.g.e syf 56

-7-


- - - - - - - - - - - - - - - - Fel –SEFER - - - - - - - - - - - - - - - okumasına rağmen anlayamamıĢ, ta ki Farabi‟nin yazdığı bir Ģerhi (açıklamayı) bulup okuması ile beraber anlayabilmiĢti.16 2.Soyut Kavramların Doğurduğu Güçlükler Soyut düĢünce; duyulur ve algılanır olandan sıyrılmıĢ, kavramsal düĢünme ile varılan düĢüncedir. 17 Felsefenin önemli özelliklerinden bir tanesi, soyutlamak ve soyut düĢünmektir. Burada soyut düĢünmenin tümünü kastetmiyoruz elbette. Fakat felsefenin doğası, soyut olanı da ele almak, onu anlatmaktır. Bizim burada üstünde duracağımız konu, gerçek bir soyutlama değil, ele alınan kavramların anlaĢılmaz bir hale getirilerek kullanılmaları olacaktır. Yani kavramları bilmeden kullanmayı ve kavram kargaĢası yaratmayı, soyut kavramlar kullanıldığı için anlaĢılmamak ile karıĢtırmak olacaktır. Hegel, „‟Felsefenin muhtevası (içeriği) soyuttur‟‟der, lakin soyut kavramların sıkça kullanılması felsefenin anlaĢılmamasına sebep oluyorsa, soyut olma hadisesi havada kalır. Schopenhauer, “Soyut kavramların kullanılması zaman zaman ifadelerin karıĢık duruma gelmesine yol açacaktır” diyor ve Kant bazı yazılarında “çok soyut olmamak ile beraber” gibi ifadeler kullanarak, soyutlamanın önemli olduğunu fakat anlaĢılmanın önünde engel olmaması gerektiğini ifade eder.18 Mesela, felsefede kullanılan “Ģey” kelimesi, “Ģey”e felsefede yüklenen anlamı bilmeyenler için birçok ifadenin anlaĢılmamasına sebebiyet vermektedir. Bu konuda Hegel‟in „‟Ģey‟‟ ifadesini defalarca kullandığı Ģu pasaj örnek olabilir: „‟‟…. Bunun gibi fark da , ġEY‟ in sınırıdır; fakat ġEY‟ in sona erdiği yerdedir, yani ġEY‟ in olmadığı ġEY‟ dir. …. Çünkü böyle bir uğraĢı, ġEY‟ e dayalı olacağına her zaman ġEY‟ in dıĢında kalır; böyle bir bilme ġEY‟ de kalacağına ve ġEY‟ de kendini unutacağına, her zaman baĢka ġEY arar, kendi kendinden sıyrılmayı baĢaramaz, ġEY‟ de değildir, ġEY‟ e kendisini bırakmaz…‟‟19 Hegel‟den alınan bu pasajı okuduğumuzda „‟Ģey‟‟ ifadesine Hegel‟in verdiği anlamı önceden yaptığımız Hegel okumaları ile öğrenmemiĢ isek; bu pasaja hiçbir bir anlam veremeyiz. Anlam veremediğimiz bir düĢünceyi, yazıyı dile dökmek, ifade etmek daha da zor

16

A.g.e 57 Akarsu B. Felsefe Terimleri Sözlüğü, İnkılap Yayınevi, 1998 (10.baskı), İstanbul. 18 Keklik N. Felsefede Üslup Meselesi ve Bazı İlkeler, Felsefe Arkivi Dergisi, Sayı;24, syf.- 58. 19 A.g.e 58. 17

-8-


- - - - - - - - - - - - - - - - Fel –SEFER - - - - - - - - - - - - - - - olsa gerek. Aynı Ģekilde, filozofların kendi özel kavramlarının da yüklendikleri anlamları bilmiyor isek, o kavramların geçtiği metinleri anlamlandıramayız. A. Felsefeci ve Filozoflardan Kaynaklanan Güçlükler Burada belirtilen zorlukları, bugün felsefe ile uğraĢan kiĢilerin kullandığı dil ve kavramlar bakımından değerlendireceğiz. Bugün felsefe disiplini ile uğraĢıyorum diyen, uğraĢtığını zanneden, birçok Ģahıs süslü kelimeler kullanmanın felsefe yapmak olduğunu zannediyor. 1.Teknik Terimleri Yanlış Kullanmaktan ve Bilgiçlik Taslamaktan Kaynaklanan Güçlükler Her disiplinin olduğu gibi felsefenin de kendine ait bir terminolojisi (teknik terimleri) bulunmaktadır. Terminoloji; bir disipline, bir bilim, sanat veya uzmanlık alanına özgü terim, sözcük ve kavramların meydana getirdiği, söz konusu disiplini tümü ile anlamamızı sağlar. 20 Felsefe yapmayı, bu terminolojiyi doğru kavramadan, bir tür bilgiçlik taslamak zannetmek gaflette olduğumuzun en büyük kanıtıdır. Yahut felsefeyi; amiyane tabir ile “halkın anlamadığı bir dil kullanmak olarak algılamak” insanların felsefeden uzaklaĢmasına sebebiyet vermektedir. Felsefe tarihine ismini altın harfler ile yazdıran Sokrates‟in „‟Bildiğim tek Ģey, hiçbir Ģey bilmediğimdir‟‟ sözü ile aslında bilgiçlik taslamanın aksine, filozofların ne kadar mütevazı olduğunu ve olması gerektiğini hatırlıyoruz. Kısacası, teknik terimleri yerli yerinde, gerektiği kadar kullanmak ve elbette bunları anlayarak kullanmak gerekli. Tabii muhatabın da bunları anlaması gerekli. 2.Uydurma Terimlerin Sebep Olduğu Güçlükler Felsefe ve dil ile ilgili olan diğer birçok disiplin ve bilimlerin en çok muzdarip olduğu konulardan biri de, disiplin içerisinde manasız, uydurma kelime ve kelime gruplarıdır. Özellikle felsefe gibi, soyut ve dil üzerine kurulu bir disiplinde bu konuda çokça hata yapıldığı âĢikârdır. Kendi kültürümüzü, felsefemizi gelecek nesillere bırakma gibi bir gayesi olan bireyler olarak, dilimize uygun olmayan bir kelimeyi alıp içini boĢaltarak kendi kültürümüzün ve felsefemizin bir parçasıymıĢ gibi sunmak kendimize ve sonraki nesle yapacağımız en büyük haksızlık olacaktır. Buradan hareketle Ömer Naci Soykan‟ın da bir söyleĢide belirtiği gibi;

20

Cevizci A. Felsefe Terimleri Sözlüğü, Paradigma Yayınları, İstanbul, 2003.

-9-


- - - - - - - - - - - - - - - - Fel –SEFER - - - - - - - - - - - - - - - dilimizde karĢılığı olmayan bir kelimeye uygun kelime bulmak en büyük idealimiz olmalıdır, diyebiliriz. Bu konuda Kant, oldukça anlaĢılması güç sayılan eserlerini yazarken Almanca kelimelerin yeteceğini ve yeni kelimeler uydurmanın gerekli olmadığını söylemiĢ, hatta bunu „‟çocukça bir gayret‟‟ olarak nitelemiĢtir. 21 Tam karĢılık bulmayan, uydurma terimler ile felsefenin kendine has terminolojisine de zarar vermiĢ olacağız. Oysa gerekli olan, eğer mümkünse felsefeye yeni, özgün ve anlamlı hediye etmektir. AnlaĢılmaz ve karĢılıksız kavramlar uydurmak değildir. Elbette bu, ince bir çizgidir. Sonuç olarak; Felsefe öğreticileri olarak bizler, bugün yanlıĢ Ģekilde dile getirilen felsefeyi doğru, açık seçik bir Ģekilde dile getirmek en baĢat iĢimiz olarak görmeliyiz. Bu durumda, felsefe serüveninde bizler ne yapmalıyız?  Felsefeyi iyi anlamıĢ olarak öğretmek, anlamadığımız kavramları kavram kargaĢası içinde kullanmamak,  Soyut kavramları açıklayıcı ve akıcı bir dil ile sunmak,  Kullanılan felsefi ifadelerin daha iyi anlaĢılması için mesela, metafor (benzetme) tekniğinden faydalanmak,  Her Ģeyden önce de kullanılan terminolojiyi ve felsefenin temel meselelerini kendimiz anlamıĢ olmak durumundayız. ġimdi Ģu soruyu sorabiliriz: Felsefe ne iĢe Yarar? Sorunlarımızın üstüne konuĢabilmeye, sorunların kavramlarla ilgili köklerine inmeye, kavramlarla yaĢama arasındaki iliĢkiyi anlamaya, kendimizi aramaya, bu arayıĢta bilimin bize söylediklerini araĢtırıp tartıĢmaya, kısacası kendimizle, dünya ile açık seçik hesaplaĢabilmeye, konuĢabilmeye yarar. Felsefe genç kalmaya yarar.22

21 22

Keklik N. Felsefede Üslup Meselesi ve Bazı İlkeler, Felsefe Arkivi Dergisi, Sayı;24, syf.- 61. İnam A. Gencin Kendini Aramasında Felsefenin Rolü, Felsefe Dünyası Dergisi, sayı 1, syf-17

- 10 -


- - - - - - - - - - - - - - - - Fel –SEFER - - - - - - - - - - - - - - - Kaynaklar Cevizci Ahmet, Felsefe Terimleri Sözlüğü, Paradigma Yayınları, İstanbul, 2003. Akarsu Bedia, Felsefe Terimleri Sözlüğü, İnkılap Yayınevi(10.baskı), İstanbul, 1998. Gökberk Macit, Felsefe Tarihi, Bilgi Yayınevi(2.basım), Ankara, 1967. Keklik Nihat, Felsefede Üslup Meselesi ve Bazı İlkeler, Felsefe Arkivi Dergisi, Sayı 24.

- 11 -


- - - - - - - - - - - - - - - - Fel –SEFER - - - - - - - - - - - - - - - SANATTA ALTERNATİF BATIŞLAR ve MECAZIN MUCİZESİ Engin RDEMİR23 „Hüner esrar-ı ma‟nâ anlamaktır lafz-ı muğlaktan‟ -Bâki24

-Mecaz Hakikat’in Köprüsüdür! El-mecâzu, kantaratü‟l-hakîka yani ‘Mecaz Hakikat’in köprüsüdür’ 25 söylemi neĢet ettiği kaynak itibariyle bizeHakikat‟e giden yolun hangi taĢlarla örülü olduğunu gösterir. Söylemin manası farklı biçimlerde çeĢitlendirilebilir. Ancak bizim burada kullanmayı düĢündüğümüz anlam sanat mefhumu çerçevesinde, insan ve Hakikat diyaloğunun hangi halde bulunduğunu ortaya koyabilmeye gayret tarzında bir anlam olacaktır. Sanat Hakikati arama ve ona ulaĢma arzusu yolunda en büyük keĢiflerden biridir. Neticede bu yolda var olan her bir araçta olduğu gibi yolun sonu vaat edilmese de, bu yola bir taĢ koyabilmek iddiasının en güçlü araçlarından biridir sanat. Klasik tanımlamalardan ziyade ki zaten sanat tarihi neredeyse sanatı tanımlama tarihi haline getirilmiĢtir son kertedepragmatist bakıĢları bir kenarda tutarak; bu iĢlev ve amaç üzerinden bir okuma yaptığımızda eserin, müessirin, en genel anlamda sanatın değeri daha açık bir Ģekilde anlaĢılacaktır. Sanat mecazın kullanıldığı bir lisandır. Ġnsanın Hakikat uğruna giriĢtiği yolda insanı insana anlatan bir lisan. Bu lisanda bir çeĢitlilik de mevcuttur. Bir Türk yönetmen bir röportajında Ģöyle diyordu: „Hikâye anlatmak ilahi bir Ģeydir. Allah en büyük hikâye anlatıcıdır. Rejisörlük sanal ve sanatsal bir kader yaratma iĢidir ve bunun için Tanrı‟yı taklittir. Bu anlayıĢla Batı‟da rejisöre Tanrı Kral denir.‟ Burada bir eser-müessir iliĢkisiyle bağlantılı olarak bir yaratmadan bahsediliyor. Yoktan var etme sıfatıyla Allah ve vardan var etme ile insan.Burada kullanılan dil, sinemanın dilidir. Sanatçı dediğimiz, dünyaya, dünyamıza kendi açısından bakar, her Ģeyi kendi dünyasının özelikleri çerçevesinde görür. Sanatçı gören ama görünmeyen bir ruh gibidir yapıtında. Flaubert Ģöyle der; ‘Tanrı nasıl yaratısında görünmez ve tam güçlü olarak varsa sanatçı da yapıtında her yerde sezilmeli ama görülmemelidir.’26Burada aktarılan ise bütün sanatların dili ve bütün sanatçıların rolüdür.

23

Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü Felsefe Grubu Eğitimi Bilim Dalı Yüksek Lisans Öğrencisi Beşir Ayvazoğlu, Aşk Estetiği, s.175 25 OliverLeaman, İslam Estetiğine Giriş, s.82 26 Afşar Timuçin, Estetik, s. 199 24

- 12 -


- - - - - - - - - - - - - - - - Fel –SEFER - - - - - - - - - - - - - - - -Sanatın Zamanı Zamanın Gerçekliğidir! Peki, bu dil bugün iĢlevini yerine getiriyor mu? Hakikat eserdeki ikametini sürdürüyor mu? ĠĢte bu türden sorular açıklığa kavuĢturulmalıdır. Bunu da „ÇağdaĢ Sanat‟ baĢlığıyla ifade bulan sanat alanından mülhem gerçekleĢtirmek, bizi eksik değerlendirmelere yöneltir.Ancak karĢılaĢtığımız netice de bizi ürkütecektir. „Sanatın zamanı zamanın gerçekliğidir.‟27ilkesi bize Ģu çıkarımı sağlar; zaman ait Hakikat algısı sanattaki algıyı da bize betimler. Nurettin Topçu günün Hakikat algısını bakın nasıl dillendiriyor; “Ġzafiyecilik, hakikatin en müthiĢ düĢmanıdır. Hakikat inkarla bir defa öldürülür; fakat izafiyeciliğin elinde her gün ölmektedir. Çünkü izafiyecilik „her fikrin doğruluğu baĢka bir ölçüye göredir‟ diyor. Böylece kainattaki bütün fikirler birbirine tutunarak durabilen cansızları andırıyor ve kainat, istifademiz için karĢımızda duran, fakat kendiliğinden bir kıymet taĢımayan büyük bir manken oluyor.”28 Evet, Hakikat algısı izafiyeci tahayyülün tahakkümünde bu türden bir forma kavuĢmuĢtur. Bu anlayıĢın sanattaki tahakkümünü de incelemeye almak gerekir. Hakikat mefhumu, sanatın ritmik olgularından ayrılıp bir karmaĢanın içinde yer alıyor bugün. Aslında „tüm bilinç olgularında olduğu gibi yaratmada da her zaman Kaos‟danKosmos‟a doğru bir geliĢim olur.‟29 Ancak bugün tam tersi bir durum mevcuttur. ÇağdaĢ Sanat‟a kimliğini veren „Kavramsal Sanat‟ temsilcileri de zamanın gerçekliğinden hareketle sanata alternatif arama yoluna girdiler. Biçimci anlayıĢa tepki olarak geliĢen „Eylemler (Actions), Yoksul Sanat (ArtePovera), Vücut Sanatı (Body Art), Yeryüzü Sanatı (Earth Art), Fluxus, Gösteri Sanatı (Performance Art)‟30vs. akımlar hem çağın Hakikat algısına uymuĢ hem de ahlaki değer yitimine ortak olmuĢtur. Bütün bu akımların yaptığı aslında M. Duchamp, Joseph Kosuth, Joseph Beuys, Robert Morris, HermannNitsch vs. gibi temsilcilerin çalıĢmalarıyla birlikte, öncelikle sanat kavramının ve etkinliklerinin daha çok dilbilimsel bir temele oturtulması, bu dilbilimsel temelin izleyiciyle, enstalasyon aracılığıyla paylaĢılması Ģeklindeydi. Bunu yaparak amaçladıkları ise, izleyicinin esere ve eserin arka planındaki fikre kritik noktasında katılımını sağlamaktı. Ġzleyici esere, ortamda yer alan malzemelerin yerini değiĢtirerek dahi katılabiliyordu. 27

Sezer Tansuğ, Gelenek Işığında Çağdaş Sanat, s. 116 Nurettin Topçu, Yarınki Türkiye, s.147 29 Afşar Timuçin, Estetik, s. 200 30 Nancy Atakan, Sanatta Alternatif Arayışlar, s.9 28

- 13 -


- - - - - - - - - - - - - - - - Fel –SEFER - - - - - - - - - - - - - - - Ayrıca onlar „sanat yapıtının artık elde yapılması gerekmediği, baĢka biri tarafından yapılabileceği ya da fabrikada üretilebileceğini düĢünüyor, bitmiĢ nesneler yerine süreç, düĢünce ve eylemi vurgulamaya çalıĢıyorlardı.‟31 Böylelikle sanata dair güçlü kuramların varsayımlarını yıkacaklardı. Ancak tahrip ettikleri sadece sanat olmuyor, insanın Hakikat‟le olan ilgisini de koparıyorlardı. Her çalıĢmanın bir fikri arka planı vardı ve izleyicinin bireysel katılımı ile Hakikat Ģekilleniyordu. Bunun öncesinde Hakikat üzerinden ve gölgesinden eser üreten müessir var iken Ģimdi ise eserde izafiyeci anlayıĢ hüküm sürüyordu.

-Shakespeare Sana Ne Oldu? ÇağdaĢ Sanat anlayıĢının diğer bir yanı; sanki toplumların yozlaĢmaya uğramıĢ ahlaki yapılarının tezahürü halini almalarıdır. Kavramsal Sanat çalıĢmalarının çıkıĢıyla birlikte sanat üzerine yapılan kritikler, çerçevesini çizdikleri dilbilimsel temelin üzerine yükselmiĢ sanat eserlerini oluĢturmaya baĢladılar. Yani kritiklerin üzerine yazılı olduğu bütün kağıtlar artık birer sanat nesnesi haline geliyordu. Sadece bu yazılar değil, sergilenmeye değer gördükleri bütün kelimeler birer sanat nesnesiydi onlar için. Örneğin; „Joseph Kosuth, San Lazzaro Adası‟ndaki Ermeni Mekhitarian Manastırı için yaptığı „The Language of Equilibrium‟ adlı projesinde, hem binanın dıĢına, hem de adanın rıhtımına sarı neon ıĢıklarla, suyu konu alan Ermenice, Ġtalyanca ve Ġngilizce sözcükler yazmıĢtır.‟ 32 Bu tür bir çalıĢma ahlaki çerçevede temizdir, ne kadar sanatsal olduğu ise tartıĢmalıdır. Ancak ÇağdaĢ Sanat bu çalıĢmalardan ibaret değildir. Duchamp‟ın hazır-nesnesinden (readymade) yola çıkan bu yolcuların araçları zaman zaman değiĢkenlik göstermiĢtir. Araç yani sanat nesnesi, kimi zaman ölü bir hayvan, ölü bir hayvanın iç organları ya da çıplak vücutlar olabiliyordu.

Kimi

zaman

da

sanatçı

kendi

bedenini

çalıĢmanın

merkezine

konumlandırıyordu. Örneğin; „Ölü Bir TavĢana Resimleri Nasıl Açıklamalı?‟ adlı çalıĢmasında, kafasına bal döken Beuys, tek bacağı keçeye sarılı bir taburede oturur; kucağındaki tavĢan ölü; sağ ayağı demir pençeye bağlıdır, diğeri ise aynı büyüklükteki bir keçe pençe üzerinde durmaktadır. Beuys‟a göre izleyici, bir hayvanın bile birçok insandan daha fazla sanat anlayıĢına sahip

31 32

A.g.e., s. 11 A.g.e., s.17

- 14 -


- - - - - - - - - - - - - - - - Fel –SEFER - - - - - - - - - - - - - - - olduğunu fark eder. Gösterinin alegorik anlamı Ģudur; DüĢünce organı olan kafa ölü gibi donup kalmıĢtır; bal ise, canlı tözüyle düĢüncenin de canlı olabileceğini telkin eder bize. Bir

baĢka

örnekte

Viyana

aktivistlerindenHermannNitschve

yardımcıları

„1.

Eylem‟(1962) adlı çalıĢmasında izleyici önünde bir koyunun bağırsaklarını çıkarttıktan sonra, katharsis eylemi içinde olan sanatçının üstüne kan dökmüĢlerdir. Bu eylemle sanatçı doğal ama toplumsal açıdan baskı altında olan saldırganlığından kurtulmayı ummuĢtur. 33 Son bir örnek olarak; YveisKlein, „Mavi Dönemin Antropometreleri‟ (1960) adlı çalıĢmasında, üç çıplak modelin kendilerini mavi boya ile kaplayıp, 20 müzisyenin çaldığı Henry‟nin Monton Senfonisi eĢliğinde yere serili tuvaller üstünde yuvarlanmalarını istemiĢtir. 34 Yaratan insanın, yani sanatkarın aldığı hal budur. Mikel-anj‟ın mermeri, Behzad‟ın minyatürleri, Shakespeare‟in kelimelerinin girdiği form bugün bu Ģekildedir. Bu cihetten bakıldığında Ģunu söyleyebiliyoruz; modernizasyona tabi tutulmuĢ insanlar, soyut algıyı zihin zindanlarına hapsederken, somut arzunun zirvesini yaĢamaktan oldukça memnundurlar. Sanatın, soyutun (mecazın) hükmünün geçerliliğini yitirdiği bir alan olduğunda, anlıyoruz ki muhayyilemiz de saflığını yitirmiĢ, varlığını somut olguların, derinliğine nüfuzuna bırakmıĢtır.

-Sanatta Hakikati Nasıl ve Nerde Aramalı? Son kertede, eleĢtirel bakıĢımızı bir kenara bırakıp Hakikat‟in mecazda mukim olduğu yeri iĢarete gitmeliyiz. Biz Hakikat‟i nerede, nasıl aramalıyız? Biz Gazali‟nin sanat eserinin güzelliğinin, bizzat sanatçının ahlaki güzelliğinin yansıması olduğu tezinden35 hareketle bir Hakikat bağlamı yakalayabiliriz. ĠbnArabî‟nin fikriyatından hareketle bu dünya hem alelade hem de olağanüstüdür.Öyleyse bize Hakikat‟i; Sadi ve sonrasında Muhammed Ġkbal‟in „insanın fiili ilahi yaratma karĢısında ne kadar eksik kalsa da o Allah‟ın yaratmasının yeryüzündeki temsilcisidir.‟ 36söylemi vermez mi? Mevlana‟nın musiki söylemine dikkatinizi toplayınız, çünkü o niyetimi anlatır mahiyettedir. Bakın Mevlana musiki için ne diyor; 33

A.g.e., s.43 A.g.e., s.73 35 OliverLeaman, İslam Estetiğine Giriş, s. 115 36 A.g.e., s. 74 34

- 15 -


- - - - - - - - - - - - - - - - Fel –SEFER - - - - - - - - - - - - - - - „Fakat padiĢahın rebab sesini dinlemedeki maksadı, iĢtiyak çekenler gibi Tanrı hitabını hayal etmekti. Zurna ve davul sesleri, bir parçacık o külli nefirin, kıyamet gününde çalınacak olan Sur‟un sesine benzer. Hâkimler, musiki nağmelerini göklerin dönüĢünden aldık, demiĢlerdir. Halkın tanburla çaldığı, ağızla söylediği bu Ģarkılar, bu nağmeler hep görün hareketinden alınmadır. Müminler derler ki, cennetin tesiriyle bütün kötü ve çirkin sesler latif olur. Gerçi suyla toprak bize Ģüphe verdi, ama yine o nağmeleri birazcık hatırlıyoruz (...) Bunun için güzel sesi dinlemek âĢıklara gıdadır. Çünkü güzel ses dinlemede kalp huzuru ve Tanrı‟yla birleĢme zevki vardır. Adamın içindeki hayaller kuvvetlenir, hatta o hayaller o güzel sesten, o güzel nağmeden suretlere bürünür.‟37 Hz. Mevlana böyle söyledi. Müzikteki algılama ve yorumlama çoğulcu iken, sesin bizi alıp da koyduğu yer Hakikat yolu oluyor. Müziğin ruha gıda oluĢu hadisesinin nlamını ve kaynağını da nerden bulduğu böylece anlaĢılıyor. Mehmet Akif nasir mantığıyla düĢünüp, Ģair tabiatıyla yazan bir Ģairdi. Neredeyse bütün eserlerinde öyküleyici dil kendini gösterir. Yalnız bu dil eserde ancak belli bir menzile kadar varabilir. Bu noktadan sonrası Akif‟in vecd halinin tezahürüydü. Akif Ģiirinin bu kısmını – Safahat‟ta- karĢılıklı konuĢmalardan sıyırıp, tekil bir söyleme çekerdi. Bu onun Hakikat‟in bütünlüğü karĢısındaki karĢı konulamaz tavrı idi. ĠĢte Akif‟in mecazdan vardığı Hakikati. Evet Ģiirde durum böyle iken, biz Mimar Sinan‟ın Ayasofya‟yı aĢtım söyleminde, hem mimari bir geliĢimi (yani Bizans‟ın hiçbir büyük döneminde hiçbir mimarın cesaret edemediği büyük mimari olayı gerçekleĢtirip, Pantheon‟daki mekan heykeltıraĢlığının merkezi kubbe yapısını, gerçek anlamda bir mekan mimarisi haline getirmesini 38)hem de sanattaki hakiki arayıĢını göremez miyiz? Metnin giriĢinde Bâki‟den iktibas ettiğim „Hüner esrâr-ı ma‟nâ anlamaktır lafz-ı muğlâktan‟ söylemi verilen bütün örneklerin özeti niteliğindedir. Mecaz-mana, eser-müessir zemininde tam timsaldir. Burada hüner hem müessirde hem eser de hem de izleyicidedir. Hakikatin keĢfi bu unsurların birlikte hareketiyle gerçekleĢir. Bu birlikte hareket, bize bir‟i verir.

37 38

Beşir Ayvazoğlu, Aşk Estetiği, s. 184 Sezer Tansuğ, Gelenek Işığında Çağdaş Sanat, s.56

- 16 -


- - - - - - - - - - - - - - - - Fel –SEFER - - - - - - - - - - - - - - - Ne derler, söylenmedik bir Ģey yoktur aslında. Kutsal sanatın doğasında „tenevvü' denilen ve aynı mecazın çeĢitlenmesinden baĢka bir Ģey olmayan bir nitelik var. Herkesin aradığı mecaz aslında hep söylenmiĢ olan ama her faninin yeniden keĢfini bir marifet sandığı mecaz budur. Bu gizdedir. Gerçekliği tümüyle kavrayamadığımızın göstergesi. Bir ucunu görür tümü budur deriz. Gerçek budur! Trajik bir durum değil mi? Bizim de trajiğimiz buradadır. Nefsimizi sever ve bir çocuk gibi kıskanırız. Gitgide bir zindan olur bizim için. Onun karanlığından kurtulma çabası uzun, ince bir yol açar önümüze. Bizi Gerçeklikten uzağa savuran rüzgârlara savaĢ açarız.Bu uğraĢın adı sanattır. Yaratıcıya ulaĢan yol üzerindeki soylusudur. Ġnsanla Allah arasındaki giz. 39 Unutmayalım ki zahiri ve batıni olan aynı hakikatin iki yüzüdür. Mecaz ile gidilen bu yol Hakikat yoludur. Söz bitmiĢ iken söylenmesi gereken Ģudur; biz Hakikat‟i ille de mecazda, ille de mecazla ararız, aramalıyız.

39

Sadık Yalsızuçanlar, ‘Sanat İnsanla Allah Arasında Bir Gizdir’ adlı röportaj’dan alıntıdır.

- 17 -


- - - - - - - - - - - - - - - - Fel –SEFER - - - - - - - - - - - - - - - KAYNAKLAR Atakan, Nancy, Sanatta Alternatif Arayışlar, Karakalem Kitabevi, İzmir, 2008 Ayvazoğlu, Beşir, Aşk Estetiği, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2000 Leaman, Oliver, İslam Estetiğine Giriş (Çev. Nuh Yılmaz), Küre Yayınları, İstanbul, Mart 2010 Tansuğ, Sezer, Gelenek Işığında Çağdaş Sanat, İz Yayıncılık, İstanbul, 1997 Timuçin, Afşar, Estetik, Bulut Yayınları, İstanbul, 2003 Topçu, Nurettin, Yarınki Türkiye, Dergâh Yayınları, İstanbul, Nisan 1978 Yalsızuçanlar, Sadık, „Sanat İnsanla Allah Arasında Bir Gizdir‟, Köprü Dergisi, Yaz 96, Sayı:55, http://www.koprudergisi.com/index.asp?Bolum=EskiSayilar&Goster=Sayi&SayiNo=55

- 18 -


- - - - - - - - - - - - - - - - Fel –SEFER - - - - - - - - - - - - - - - YENİ DÜNYA DÜZENİ KARŞISINDA İSLAM MEDENİYETİNİN DURUŞU* MERVE ESRA SAĞLAM** Bu bildiri ile sizlere yeni dünya düzeninin karĢısında Ġslam Medeniyeti‟nin duruĢundan bahsedeceğim. Ġslam medeniyeti “yeni dünya düzeni” karĢısında kendini korumak için neler yapmıĢ ya da neler yapmalıdır. Ġslam‟ı baĢka bir alternetifmiĢ gibi gösteren bu ideolojinin amacının ne doğrultu da olduğunu anlatmaya çalıĢacağım. Öncelikle bu ideolojinin kendisine bakalım. A) “Yeni Dünya Düzeni” Dünya‟nın gidiĢatı hakkında farklı fikirlere sahip olan güçlü devletler, kendi düĢüncelerini diğer toplumlara kabul ettirmek için “yeni dünya düzeni” diye bir ideoloji ortaya atmıĢlardır. 40 Bu ideoloji ile yönetim sistemi olan monarĢiyi yıkmak, kolonileĢmeyi artırmak, dini duyguları ortadan kaldırmayı amaçlamıĢlardır. Bu kavram bizim için Ģu an yeni gibi dursa da aslında kökleri geçmiĢe dayanmaktadır. 16. yy da mekaniğin insanlara üstünlük sağlaması ile tekniğe sahip olan ülkeler güçlü konuma geldi. Sonrasında 18. yy a gelindiğinde materyalist felsefe anlayıĢı ortaya çıkmıĢ bulundu. 19. yy dan bu zamana kadar olan dönemde de batının sömürge olarak yaptığı her Ģeye “yeni dünya düzeni” olarak adlandırılmaya baĢlandı. Bu ideoloji batının tekniği olmayan ülkeler üstünde sömürge kurmak için yaptığı

kapitalist, emperyalist dünya

görüĢüdür. Yani kısacası yeni dünya düzeni batının sömürgesini her yere yaymak istemesidir. 41 GeçmiĢte bu ülküyü Roma Ġmparatorluğu ve Osmanlı Ġmparatorluğu da uygulamıĢtır. Günümüzde de zirve ülke olarak gözüken Amerika uygulamaktadır. 42 Ancak uygulama da Ģöyle bir fark vardır ki Osmanlı Ġmparatorluğu yeni dünya düzeni adı altında sömürgecilik yapmamıĢtır. Osmanlı Ġmparatorluğu kendinden güç olarak geride kalmıĢ olan milletlerin topraklarını onlardan alarak onların dinlerini, dillerini onlara unutturmak gayesi gütmemiĢtir. Ancak batı sömürge için gittiği ülkenin bütün topraklarını aldığı gibi *Bu makale, Gazi Üniversitesi’nde gerçekleştirilen “Felsefenin Sonsuz Ahengi” sempozyumun da tebliğ olarak sunulmuştur. **A.Ü.İlahiyat Fakültesi Yaygın Din Öğretimi ve Uygulamaları Bölümü 4. Sınıf Öğrencisi. 40 Sönmez KUTLU,Çağdaş İslami Akımlar ve Sorunları,Ankara 2011,s.44(II.baskı) 41 Şaban Ali DÜZGÜN,“Evrensellik Düşüncesi ve İslam Dünyasındaki Yansımaları” AÜİFD, cilt: XXXV, Ankara, 1996,s.522. 42 KUTLU,aynı eser,s.44.

- 19 -


- - - - - - - - - - - - - - - - Fel –SEFER - - - - - - - - - - - - - - - onlar üzerinde onların kimliklerini değiĢtirme çabasındadır. Sömürge olarak girmek istediği devlete Hz. Ġsa‟yı kullanarak girer ve onlara Hristiyanlığı yayıyormuĢ gibi gözükür. Toplumun dinini değiĢtirdikten sonra ekonomi ve en sonunda da siyasi kararlarıyla kendisine sömürge haline getirir. Yani batı Hristiyanlığı kullanarak sömürge olarak istediği ülkelere rahatlıkça yaklaĢabilir. Bu durumun karĢısında da kendi iĢini bozacak olarak gördüğü Ġslam Medeniyeti‟ni ortadan kaldırmak istemektedir. Batı kendisi için bir tehlike olarak gördüğü Ġslam Medeniyeti‟nin karĢısına “yeni dünya düzeni” diye bir ideoloji ortaya atarak çıkmaktadır. Bunun için de her alternatiften yararlanmaya çalıĢmaktadır. Ġslam‟ı dünyaya karĢı fundemantalist ve anti-demokratik olarak tanıtmaya çalıĢmaktadır. Medya ve akademik alanlarda yapılan çalıĢmalar sonrasında, batı da Ġslam‟ı hiç bilmeyenler ve hatta müslümanların belli bir grubu da islamiyetten soğumaya baĢlamıĢtı.43 Kısacası yeni dünya düzeni olarak bilinen ideolojiyi uygulamak ve yoluna koymak için batı önündeki engelleri kaldırmak adına her Ģeyi yapmaktan çekinmemektedir. Ġslam medeniyeti bu ideolojinin ya içine dahil olacak ya da kendini tekrar geliĢtirerek ayağa kalkacaktır. Batı, Ġslam medeniyetinin içinde olmasını istediği için müslümanlar üstünde elinde bulunan teknik güç ile üstünlük sağlamaya çalıĢmaktadır. Müslümanlarda kendilerinde olmayan tekniğin karĢısında aĢağılık psikolojisini kapılmaktadır. Ġslam Medeniyeti bu psikolojiden kurtulmak için neler yapması gerekiyor ona bakalım. B) ĠSLAM MEDENĠYETĠ NE YAPMALI? I) Öze DönüĢ Öncelikle kendi kimliğimize dönmeliyiz. Kendi kültür ve dinimize sahip çıkmalıyız. Her millet kendi dili, dini, kültürü ile vardır. Bizlerde kendi değerlerimizi korumaya çalıĢırsak kim olduğumuzu ve neler yapmak istediğimizi daha iyi konumlandırırız. Kendi kültür ve değerlerimizi görmezden gelerek batılı gibi olmaya çabalamak boĢa kürek çekmek olarak görülebilir. Batı bizim sadece görünüĢ olarak kendilerine benzememizi istiyor. Yeni dünya düzeni diye ortaya atılan bu ideoloji de bize bunu yaptırmaya çalıĢmadı mı? Biraz önce de dediğimiz gibi batı önce din sonra da ekonomiyi ele geçirir dedik. Biz Ģu an hangi konumdayız acaba düĢünmek lazım.

43

DÜZGÜN,aynı eser,s.524.

- 20 -


- - - - - - - - - - - - - - - - Fel –SEFER - - - - - - - - - - - - - - - Batılı olmak kendi kültürümüzden feragat etmek ile olacak Ģey değildi. Batılı olmak sadece talit etmek de değildi. Batılı olmak bizim için modernleĢmek demekti. Ama yanıldığımız bir nokta var ki biz modernleĢmeyi sadece görünüĢ itibari ile algıladık. Halbuki kendi kültürümüzle harmanlayarak bir Ģeyler ortaya çıkarmak bizi modernleĢtirecektir. Kendi toplumuzun özüne uygun Ģeyler üretmek bizi bir adım daha ilerletecektir. Yani kısacası kendi gelenek ve kültürümüzü yok saymadan düĢüncelerimizle modernleĢmeliyiz. .Bizler geçmiĢte haçlı-hilal olan Ģimdi de yeni dünya düzeni olarak açılan bu savaĢta yenen konumunda olmak istiyorsak önce öze dönüĢ ve sonrasında da kendimizi yenilemeye almamız gerekmektedir. Kendimizi dinimizle ahlakımızla düĢüncemizle yenilememiz gerekiyor.44 Ama bu sadece yenilemedir. Her Ģeyi kenara bırakarak yeniden inĢa etme değildir. Var olan Ģeyleri güncellemektir.

II)Doğru Din AnlayıĢı Doğru bir din anlayıĢı bize bu sorunu çözmemizde ıĢık tutacaktır. Dini sadece geçmiĢte gelmiĢ ve kutsal değerleri olan bazı önemli geceleri olan bir anlayıĢ olarak görürsek bu bizi ileri götürmekten çok gerilememize yol açar. Ġslam dinini daha iyi anlamak için bize gönderilen Kuran-ı Kerim‟e ihtiyacımız vardır. Kuran insanın aklına katkı sağlayan bir kitaptır. O bir fizik, kimya, astronomi, hukuk kitabı değildir. Ancak bu alanlarda bize ıĢık tutabilecek bir kitaptır. Bize yol gösterebilecek bir kitaptır.45 Doğru bir din anlayıĢı için de bize yol gösteren bir Ģeye ihtiyacaımız vardır. O da Kuran‟dır. Bizim din anlayıĢımız geçmiĢin karanlıklarında kalmıĢ çağın gereksinimlerine cevap vermeyen bir anlayıĢ olmamalıdır. Kuran‟ın bize her zaman cevap vermesi beklenmektedir. Bu cevap da çağın gereksinimlerini arka plana atmadan olmalıdır. Ġslamiyet bizim sorunlarımıza her çağda cevap bulduğu gibi, batının yeni dünya düzeni ideolojisiyle bizi haritadan silmeye çalıĢmasına da mutlaka verecek bir cevabı olacaktır. Biz batı da olduğu gibi dini sadece vicdanı rahatlatmak için değil aynı zamanda hayatın içinde uygulayarak kullanıyoruz.

44 45

KUTLU,aynı eser, s.47. KUTLU,aynı eser, s.56.

- 21 -


- - - - - - - - - - - - - - - - Fel –SEFER - - - - - - - - - - - - - - - KarĢımızda duran bu ideoloji ile savaĢmak istiyorsak dinimizi bırrakmadığımız gibi geliĢmelerinde peĢini bırakmamalıyız. Kendimizi aĢağılık psikolojisinden kurtarmak için buna ihtiyacımız var. Müslümanların kendilerine gelerek hem kültürlerini hem de dinlerine sahip çıkması gerekmektedir. III) Bilim ve Akla Değer Vermeliyiz Allah‟ın insanlara vermiĢ olduğu aklı bu dünyayı tanımak ve hayatımızı anlamlandırmak için kullanmak bizim görvimizdir. Bu görevden yola çıkarak aklımızı anlamlandırmada kullandığımız kadar teknoloji üretmede de kullanmalıyız. Yeniden ayağa kalkmak istiyorsak bizim bilime ve teknolojiye verdiğimiz değeri uygulamalı olarak göstermemiz gerekir. Yeniden ayağa kalkacak olan bir medeniyet istiyorsak akli ve nakli olan ilimlere düzenleme getirmeliyiz. Yeni yöntemler ile onları geliĢtirmeliyiz. Bu düzenlemede herhangi bir ilime öncelik verme değil de bizim için hangisi, sorunlarımıza yön veriyorsa ona öncelik vermeliyiz. Bu ilimler doğrultusunda da kendi fikir yapımızı geliĢtirmeye ihtiyacımız var. Bu fikir yapısını da geliĢtirecek filozoflarımıza ihtiyacımız var. Elimizde olan bilgileri bir üst seviyeye çıkarmak istiyorsak ancak bunu kendi filozoflarımız ile gerçekleĢtirebiliriz.46 Filozoflarımızı biz yetiĢtirmeliyiz ki kendi düĢünce yapımızı oluĢturalım. Yoksa batının bize empoze etmeye çalıĢtığı düĢünce dünyasında boğulmaya baĢlarız. Bizim kendi düĢünce yapımızı ortaya koyacak ve medeniyetimizi Ģahlandırmayı baĢaracak düĢünce üreten kiĢilere ihtiyacımız vardır. Bunu yapmak aslında bizim için kolaydır. Elimizde bulunan ilimlerde bize yön gösterecek ve bize yeni fikirlerde çağrıĢımda bulunacak bir birikimimiz olduğunu düĢünüyorum.

C) DEĞERLENDĠRME Yeni dünya düzeni diye ortaya atılmıĢ olan bu ülkü bizi dünyadan silmek ve bunu kullanan ülkenin dünyada tek bir sistem olarak kalmasını istemesinden baĢka bir Ģey değildir. Ġslam Medeniyeti olarak bu ideolojinin önünde kararlı durmalıyız. GeçmiĢte oluĢturmuĢ olduğumuz gücü tekrar elde etmek bizim için çok zor olmasa gerek. Biz 46

KUTLU,aynı eser,s.60.

- 22 -


- - - - - - - - - - - - - - - - Fel –SEFER - - - - - - - - - - - - - - - geçmiĢte bir güç elde ettik ve dünyanın hakimiyetinde söz sahibi olduk. Bunu tekrar yapmak için düĢünen ve üreten elemanlara ihtiyacımız vardır. Çağın gerisinde kalmamak için ne özümüzü ne de teknolojiyi kenara bırakmalıyız. Ġslam Medeniyeti‟nin ilimde ve fende bayrağı elinde tutacak kiĢilere ihtiyacı vardır. Bu medeniyet kendi zihin yapısını oluĢturduğu zaman ancak güçlü olacaktır. Onu tekrar Ģahlandırmakta bizim elimizdedir. Son olarak da ne bilimsiz ne de dinsiz yürür bu kervan diyorum… TeĢekkürler…

- 23 -


- - - - - - - - - - - - - - - - Fel –SEFER - - - - - - - - - - - - - - - KENDİNİ GERÇEKLEŞTİREN BİLİNÇ İyi bir zekaya sahip olmak yeterli değil; önemli olan onu iyi kullanmaktır( DESCARTES) 47

Fahri KARS

Bilincin de, çoğu kelime veya kavram gibi herkes tarafından kabul görecek ortak bir tanımı vermek mümkün değildir. Yine de bir tanım yaparsak eğer nedensel olarak bilinç, girdi, uyaran ve çıktı davranıĢı arasındaki nedensellik iliĢkisine aracılık eder. Ayrıca evrimci bir açısıyla bakarsak eğer, bilinçli zihin nedensel olarak davranıĢı kontrol iĢlevi görmektedir. Bu Ģekilde bir tanımla insanın ortaya koyduğu davranıĢlar aklın süzgecinden geçirilerek bilinçli bir Ģekilde ortaya konulmuĢ bir davranıĢ halini alır. Bu nedenle insanın ortaya koyduğu davranıĢlar deyim yerindeyse o kiĢinin düĢüncelerinin somut yansımalarıdır da diyebiliriz. Bu noktada Ģunu söylemek yerinde olacaktır, bilincimizin hikâyesi, aynı zamanda tüm yaĢantımızın da hikâyesidir. Bilinç, insan beyninin ve düĢünce yapısının en üst seviyesi ve bireyi diğer insanlardan ayıran en önemli öğelerden birisidir. Nasıl ki insanı diğer varlıklardan ayıran aklı ise, bireyi de diğer insanlardan ayıran noktada bu aklı aktif bir Ģekilde kullanabilmesidir. Bireyin aklını aktif Ģekilde kullanabilmesini sağlayan en önemli özellikler kendisinde bulunan merak ve farkındalık düzeyidir. Bilinçli ve farkındalığı yüksek bir kimse aynı zamanda kendi kendisini gözlemleme ve özeleĢtiri gücüne de eriĢmiĢ demektir. Buda ancak beyin gücünü etkili bir Ģekilde kullanmakla mümkündür.

Akıl, düĢünme eylemiyle birlikte etkinlik ve geçerlilik kazanır. DüĢünceyi

anlamlı kılan ise, düĢünme eylemiyle elde edilen ürünleri, bilinçli bir Ģekilde bireyin yaĢantısına uygulamasıdır. Akıl ve bilinçte önemli olan gerek duyulduğunda doğru bilginin gelmesini sağlamaktır.

 Merak Ve Farkındalık Arasındaki İlişki Bilincin bize belli bir bilgi temeli verebilmesi için, öncelikle bizim belli bir bilinç seviyesine ulaĢmamız gerekir. Bu seviyeye ulaĢmamızı sağlayan en önemli iki araçta merak ve farkındalıktır. Çünkü bilinçlenme, kiĢinin hayatında ve dünyada olup bitenlerin farkına varması demektir.

47

Gazi Üniversitesi Felsefe Grubu Öğretmenliği

- 24 -


- - - - - - - - - - - - - - - - Fel –SEFER - - - - - - - - - - - - - - - UyanıĢ, zihinsel olarak uykuda olan bir insanın yaratılıĢında kendisine hediye edilen özel yeteneklerin, idrakiyle gerçekleĢtirdiği adeta

yeniden doğuĢtur. DüĢünmek bireyin

hayatına anlam katan ve onun varlığının en büyük kanıtıdır. Descartes‟in sisteminin temelini oluĢturan temel önermesi olan “ düĢünüyorum o halde varım” da vurgulanmak istenen nokta da burasıdır. DüĢünmek ki insanın varlığa gelmesini anlamlı kılan ilk adımdır. Merak ve farkındalık insan bilinci için o kadar önemli ki J.M.Brown bu durumu Ģöyle ifade eder: “Tanrı, beni merakımın kireçlenmesinden korusun. Çünkü büyük Ģeyler kadar küçük Ģeyler hakkında da öğrenme arzusu uyandıran merak, tüm canlıları hareket ettiren ona dinamo ve itme gücüdür. Beyin gücü ve bu güçle birlikte beyinde meydana gelen farkındalık düzeyi de merakın büyüklüğüyle doğru orantılıdır. Çevremizde akıp giden bir hayat ve bu hayatı anlamamızı sağlayacak birçok araç var. Ancak, bunlar durdukları yerde size ulaĢmazlar, sizin özel bir çaba göstermeniz gerekir. Hayatta olup biteni anlamak ve bunun farkına varabilmek için önce sizin hayata yönelmeniz gerekir. Kısacası sizin hayata ve yaĢama karĢı bir merakınızın olması gerekir. Yani teorik durumdan pratik duruma geçmek gerekir. Merak ki insanı bireyselleĢtiren, özel kılan en önemli özelliklerden birisidir. Bu konu hakkında A. Einstein‟ın Ģu sözü oldukça manidardır: “Hiçbir özel yeteneğim yok. Sadece tutkulu bir meraklıyım”. Ancak Ģurası da bir gerçek ki yine Einstein‟ı diğer insanlardan ayıran ve özel kılan ve unutulmaz kılan da ona göre sıradan olan bu merak duygusudur. Aslında merak farkındalığın da tetikleyicisidir. DıĢ dünyada olduğu gibi zihin dünyasında da karĢılıklı beslenme ve muhtaçlık durumu kendisini göstermektedir. Farkındalık aslında insanın bireyselliğini ortaya çıkaran sihirli bir değnektir. Çünkü farkında olmayanın farkına varılmaz. Aslında farkındalık, an‟da yaĢamak, an‟a anlam katmaktır. J.K.Zinn‟in de dediği gibi; “ farkındalık yargısız bir Ģekilde Ģimdiki zamana odaklanma amacıyla dikkatimizi toplayabilmektir”. Ancak Ģimdiki an‟da var olmak hiçte kolay değildir. Çünkü geleceğin hayaline kapılmanın yanında geçmiĢin kıskacından kurtulamamıĢ ve geçmiĢ ve gelecek hengâmesinde kalmıĢ kiĢiler Ģimdiki zamanı kaçırırlar. Aslında bir yerde varlıklarını da kaçırmıĢ olurlar. Buda bilinci derki; uyanmıĢ varlık için sadece Ģimdiki zaman vardır. Farkında olmayan bir uyurgezer gibi uyuyan sıradan bilinçler için geçmiĢ ve gelecek gerçektir, Ģimdiki zaman gerçek değildir.

- 25 -


- - - - - - - - - - - - - - - - Fel –SEFER - - - - - - - - - - - - - - -  Kendini Gerçekleştirmede Erdem Ve Bilinç İlişkisi Felsefenin çekirdeğini birey oluĢturmaktadır. Çünkü bireyde meydana gelen merak ve bu merak duygusunun yönlendirmesini yapan farkındalık olmasaydı felsefenin temel eylemlerinden olan sorgulama eylemi de ortaya çıkamazdı. Burada önemli olan nokta bireyin bu yeteneklerinin farkında olması, bunun yanında da hayatına uygulama düzeyidir. Bireyin yeteneklerini hayatında uygulayabilmesi için de kendini tanıması, kendini anlamsı ve kendini kabul etmesi gerekmektedir. Aslında burada kendini tanımak ifadesinden anlatmak istediğim M.Ö. 400 yıllarında Platon‟un ifade ettiği “ kendini bil” ifadesiyle aynı Ģeydir. Çünkü kendini tam anlamıyla tanıyan birey yine kendini insan yolunda en iyiye ulaĢtıracak yolu da bilir. Bu yolda insanın en büyük yardımcısı da yine kendisinde bulunan bilinçtir. Bilinç, insanın kendisini bulacağı tek ve en güvenilir kaynaktır. Carl G. Jung‟un da ifade ettiği gibi;” dıĢarıya bakan rüya görür, içeriye bakan uyanır. Kendine yönelen birey aslında bir nevi mutluluğun da kaynağına ulaĢmıĢ olur. Mutluluk da bilgi ile değil bilinçle doğru orantılıdır. Bunu en iyi açıklayan Yunus Emre‟nin Ģu Ģiiri olmuĢtur: “ ilim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir, sen kendini bilmezsen, ya nice okumaktır.” Aslında bilgiden ve okumaktan amaç kendine yönelip kendini bulmaktır. Eğer birey, okuduklarından bir anlam çıkarıp ve bunları hayatında sergilemezse deyim yerindeyse hamallıktan baĢka bir Ģey yapmamıĢ olur. Elde edilen her bilgi bilinç denilen bütünün bir parçasıdır. Ġnsan nasıl ki fıtratı gereği toplumsallıkta anlam bulursa, bilgi de bilinç ortamında gerçek anlamını bulacaktır. Edinilen bilgiler bilinçli bir Ģekilde algılanır ve hayata sokulursa iĢte o zaman gerçek hedefine ulaĢmıĢ olur. Bilinçli farkındalık, insanların bilgi edinme noktasında da gereklidir. Çünkü bilinçli insanlar, bilgiyi bilmek sürecinde değil olmak sürecinde ararlar. Yunus Emre ne güzel söylemiĢ; “bilmek olmak değildir, olmaya bak olmaya” diye. Bunun felsefe tarihindeki en iyi örneği hiç Ģüphe yok ki Sokrates‟tir. Çünkü Sokrates‟i diğer filozoflardan ayıran en önemli özelliği düĢündüklerini ve savunduklarını hayatına uygulamıĢ olmasıdır. ĠĢte bu yüzden Sokrates konuĢulmakta ve anlatılmaktadır. Çünkü bilinçli davranıĢlar bireyi saygıya değer ve mutlu kılar. Gerçek bilinç veya bilinçli farkındalık savunduğu görüĢü ve düĢünceyi hayata yansıtmaktır. Buda insanoğlunun en büyük erdemlerinden bir tanesidir. Ġnsan, hayatına anlam kazandırma noktasında sergilediği davranıĢları farkında olarak ortaya koymalıdır. Çünkü bilinçli yapılan her davranıĢ bireyin sorumluluk derecesini de ortaya koymaktadır. Erdemli etkinlikler sadece iradeye bağlı değil, seçime dayalı etkinlikler - 26 -


- - - - - - - - - - - - - - - - Fel –SEFER - - - - - - - - - - - - - - - olmalarından erdem ve erdemsizliğin bizim elimizde olduğunu ortaya koymaktadır. Bu da bireyi sorumlu bir varlık yapmaktadır. Çünkü seçim arzu eden akıl ya da akla dayanan arzudur ve eylemin bu türden kaynağı insandır. ġunu da söylemek yerinde olacaktır, bilinçli bir Ģekilde hayata geçirilen düĢünceler en büyük erdem ve bununla birlikte en büyük sorumluluktur. Aslında bilinçli ve kendini gerçekleĢtiren kiĢi Platon‟un ifade ettiği gibi insan ideasına en çok yaklaĢan kiĢidir. Ġnsan kendi cehaletinin farkına varabildiği için mükelleĢme iradesine sahiptir. Bilinci geliĢtikçe bu mükelleĢme isteği de güçlenmektedir. Sorumluluğumuzda idrak etme gücümüzün seviyesine göre değiĢiklik göstermektedir. Eksikliğimizin bilincine vardıkça hakikate olan açlığımızı da daha Ģiddetli duymaktayız. Hakikate ulaĢmadaki en büyük eksikliğimizde kendimize yani bilincimize yönelmemiĢ olmamamızdır. Kendi sihirli dünyamızın baĢrol oyuncusu olma cesaretini gösteremememizdir. Aktör Hanry Winkler‟in Ģu sözü aslında her Ģeyi açıklayacak düzeyde “ bir insanın en öncelikli sorumluluğu kendi kendisi ile tokalaĢmasıdır”.

 Felsefe Sahnesinde Karşımıza Çıkan Bilinçli Karakterler Felsefe sahnesinde bilinçli karakterler ifadesiyle asıl anlatılmak istenen, yaĢam oyunun da kendi rolünü farkında olarak oynayan kiĢilerdir. Bütün insanlara bu bakıĢ açısıyla bakarsak ve öyle ele alırsak insan varlığını tabiatta herhangi bir varlık olmaktan çıkartıp, yani Nietzsche‟nin deyimiyle “sürü insanı” olmaktan çıkarıp üst bir pozisyona yerleĢtirmiĢ oluruz. Böylelikle insan, fizyolojik, toplumsal ve coğrafi çevrenin bir sonucu olmaktan çıkarıp, her Ģeyi kendisi açısından yani insan açısından değerlendirebilen ve anlamlandırabilen bir varlık olarak karĢımıza çıkmaktadır. Çünkü her bilinç karĢımıza farklı bir dünyanın, farklı bir hayatın veya farklı bir Ģahsiyetin kapısını aralamaktadır. Ancak burada önemli olan nokta bireyselliğin sınırını belirlemekte yatmaktadır. Bilinçli karakterlerin en önemli özelliği kendisinden hareket edip topluma ulaĢmaktır. Aslında her bilinç nesnelin öznele, öznelin nesnele kavuĢtuğu yerdir. Bu noktada da karĢımıza yine Sokrates çıkmaktadır. Çünkü Sokrates kendisinden hareket edip topluma ulaĢmayı hedeflemiĢtir. Bunu yaparken de kendisini bir “at sineği” olarak tanımlamıĢtır. Böylelikle insanları rahatsız ederek onların farkındalık düzeylerini artırmak ve böylelikle bilinçli bir toplum oluĢturmayı hedeflemiĢtir.

- 27 -


- - - - - - - - - - - - - - - - Fel –SEFER - - - - - - - - - - - - - - - Bu bağlamda, insanı önceden ĢekillenmiĢ bir planı gerçekleĢtirmeye mahkûm bir canlı olarak görmeyen düĢünürler hatırlayabiliriz. Mesela Mustafa ġekip insana irade, seçme ve hürriyet atfetmektedir. Mustafa ġekip‟e göre hürriyet, insanın dünyayı kendisine göre anlamlandırabilmesi, kendi dünyasını kurabilmesinin yanı sıra, insanın iradesi ile kendisine bir ahlaki ilke seçip, bir ilkeye bağlanıp o ilke doğrultusunda yaĢamasıdır. Ona göre Ģuurlu bir varlık için mevcut olmak değiĢmeye, değiĢmek kemale ermeye, kemale ermekte kendini hudutsuz bir Ģekilde yaratmaya bağlıdır.(Bayraktar,2011:281/184) Aslında kendisini sınırsız bir Ģekilde gerçekleĢtirme Platon‟da karĢımıza ideaya ulaĢmak olarak çıkmaktadır. Ġnsanlık baĢarılarını gerçekleĢtiren, gerçek anlamda insan olarak gördüğü bu insan varlığına Mustafa ġekip Tunç “ müĢahhas insan” demektedir. Ona göre müĢahhas insan kendi gücü ölçüsünde insanlık ürünlerinin yaratılmasında rol oynayan insandır. Ġnsan ilk önce iradesi ve seçimleri ile kendisini inĢa eder, kendi Ģahsiyetini kurar.( Bayraktar,2011:281/184). Bu noktadan sonrada en büyük sorumluluğu olan toplumu uyandırma görevine yönelir. MüĢahhas insan karakterine yakın bir baĢka karakter ise mesela Bergson‟un ahlâk kahramanlarıdir. Mesela, Kierkegaard‟ın iman Ģovalyesidir.

 İnsan Bilinci Üzerinde Etkili Olan Unsurlar Ġnsan aklı sadece doğal seçimlerle örülü bir sistem değildir. Ġnanılmaz oranlarda, kültürel tasarımdan, dilden, tarihten ve sosyal yaĢantıdan etkilenir. Bireyin yaĢantı olarak benimsediği durumların çoğunda içinde yaĢadığı toplumun çok büyük bir etkisi vardır. Algılarımızın belirleyicisi çoğu zaman kafamızda yarattığımız ya da bize yüklenen önyargılardır. Diğer insanlar kategorisinin bilinç deneyimlerimizin yapısında özel bir rolü vardır. Çoğumuz dıĢ dünyanın etkisiyle yani baĢkalarının düĢüncelerinin etkisinde kalarak düĢünen yani ikinci el düĢünceler kullanan insan haline geldik. Bilinçli insanın bu durumda sergileyeceği davranıĢ, baĢkalarının düĢüncelerini tekrarlamak veya tartıĢmak yerine kendi kapasitesini ve enerjisini yükseltmektir. Özellikle insanları, baĢkalarının düĢüncelerine bir uyuĢturucu gibi bağımlı kılan, onların zekâ veya düĢünce kapasitesi olarak geri olmaları değil, kendilerinde olan zenginliğin farkında olmamalarıdır. J. KriĢnamurti‟nin de ifade ettiği gibi “ insan denilen kitabı okumayı bilirseniz, baĢka kitapları okumaya gerek duymazsınız. Ġnsanın kendisini tam olarak okuyabilmesi de yine bilinç yapısına bağlıdır. Eğer bir kimsenin bilinci karmaĢa, karasızlık, baskı altında ve çalkantı içindeyse kiĢi daha ĢaĢkın, kararsız ve güvensiz hale gelir. Bu karmaĢa içinde birey doğru adım atamaz ve baĢkasına bağımlı hale gelir. - 28 -


- - - - - - - - - - - - - - - - Fel –SEFER - - - - - - - - - - - - - - - Ġlk önce birey içini yani bilincini düzene sokmalıdır. Bilincimizi tam anlamıyla özgürleĢtirmeden kendimizi özgürleĢtiremeyiz. Bilinci özgürleĢtirmenin yolu, bilinci uyuĢturan, kendisine bağımlı kılan öğeleri ortadan kaldırmakla mümkündür. Bir atasözü vardır, “ağacın kurdu içinde olur” diye. Bilinci olumsuz yönde etkileyen unsurlar da yine bilinçte yer almaktadır. Bilincin veya aklın kurdu da yanlıĢ bilgilerimiz ve önyargılarımızdır. Ġnsan bilici üzerinde etkili olan öğeler; istekler, dil ve içinde yaĢadığı sosyal kökendir. Gerçekten

düĢüncelerimizi

bedenimizden

ve

isteklerimizden

soyutlayabileceğimizi

düĢünürüz. Ancak kimi zaman bize garip gelen fakat kavrayamadığımız ve bize despotluğunu dayatan düĢüncelerle karĢılaĢırız. Kendilerini dizginleyebildiğimizi sandığımız istekler denetiminden sıyrılır, bilemeyeceğimiz bir Ģekilde yaĢamımızı zehirler. Özellikle bu noktadan sonra “ben” kendi evinin efendisi değildir. Ġnsanda kendini bu kadar etkili bir Ģekilde gösteren istekler Ġslam felsefesinde “nefs” olarak karĢımıza çıkmaktadır. Nefs‟de meydana gelen istek, insan bilincini yöneten önemli unsurlardan biridir. Bir baĢka önemli etkense dil‟in bilinç üzerindeki etkisidir. Bu noktada bilinç düĢündüklerinin dilden bağımsız olduğunu sanır. Aklımızın düĢünceleri kendi kendine oluĢturduğunu ve ikinci bir aĢamada da, onları dile getirip baĢkalarına iletmek için kelimeleri arattığını sanırız. Ancak gerçek böyle değildir, kiĢisel düĢüncelerimiz belirli bir zaman çerçevesi içinde ve özel bir dilin anlayıĢı içinde oluĢur. Sonunda dil ona bilincin farkına varmadığı bir damga vurur. Ayrıca Ģu ya da bu gruba has konuĢma biçimleri kendi çevresindeki insanlara kliĢeler, basmakalıp düĢünceler, hazır söylemler dayatır. Bunların hepside bilmeden, onların kendilerini dile getirme ve düĢünme biçimlerini belirler. Ayrıca dilin etkisi olduğu kadar baĢka sosyal olgularda belirler bilincin yapısını. Ġnsanlar genellikle kendi görüĢlerini ve düĢüncelerini özgür iradeleriyle seçtiklerini sanırlar; toplumun sosyal bütünleĢmesini etkileyenin kendi ahlaksal düĢünceleri, sosyal görüĢleri ve dinsel inançları olduğunu düĢünürler. Bu konuda K. Marx, düĢüncelerimizle içinde yaĢadığımız toplum arasındaki iliĢkiye farklı bir bakıĢ açısı getirir. Ġnsanların görüĢlerinin, hiç de onların özgürce düĢünmelerinin bir ürünü olmadığını söyler ve ona göre bireylerin inançlarını ve düĢündüklerini onların belirli bir sosyal sınıfa ait oluĢları belirler. Marx özellikle “toplumbilim” üzerinde durmuĢtur ve ona göre toplumbilim, birey üzerinde doğrudan biçimlendirici bir özelliğe sahiptir. Her toplumsal grup kendi içinde yaĢayan bireye kendine ait normları, değerleri ve önyargıları dayatma eğilimindedir. Bütün bu bilinç önündeki engeller F.Bacon‟da “idoller” adını almıĢtır. kısaca ifade edecek olursak, toplumda - 29 -


- - - - - - - - - - - - - - - - Fel –SEFER - - - - - - - - - - - - - - - bilinci kıskacına alan pek çok etken vardır. Ġçinde bulunduğumuz toplumsal sınıf, idoller, ideolojiler, bize dayatılan dil gibi. Burada bir ideolojinin terminolojisi olarak dilden bahsediyoruz. ĠĢte bu durumdan insanın kendisini sıyırıp kendi varoluĢunu ortaya koymasını sağlayacak olan, bilinç ve farkındalıkla kendi hayatını inĢa etmesi olacaktır.

- 30 -


- - - - - - - - - - - - - - - - Fel –SEFER - - - - - - - - - - - - - - - KAYNAKLAR Cuvillier, Armand(2003), Felsefe Yazarlarından SeçilmiĢ Metinler, Çev: M. Mukadder Yakupoğlu, Ankara, Doruk Yayınları. Timuçin, AfĢar(2002), Felsefe Bir Sevinçtir, Ġstanbul, Bulut Yayınları. Tanilli, Server(2006), Yaratıcı Aklın Sentezi(Felsefeye GiriĢ), Ġstanbul, Alkım Yayıncılık. Changeux, J. P, Ricoeur, P.(2009), Neden Nasıl DüĢünürüz, Çev: Ġsmet Birkan, Ġstanbul, Metris Yayınları. Searle, R. J.(2005), Bilinç Ve Dil, Çev: Muhittin Macit, Cüneyt Özpilavcı, Ġstanbul, Litera Yayıncılık. Cevizci, Ahmet(1998), Ġlkçağ Felsefesi Tarihi, Bursa, Asa Kitabevi. Özkan, Zülfikar(2006), Bilincin Gücü, Ġstanbul, Hayat Yayıncılık Taylan. Necip(2010), Anahatlarıyla Ġslam Felsefesi, Ġstanbul, Ensar NeĢriyat. Bayraktar, Levent(2011), Türkiye‟de Felsefe Ve Sosyal Bilimlerde Çığır Açan Bir Ġsim: Mustafa ġekip Tunç, Türk Yurdu(281/ 184).

- 31 -


- - - - - - - - - - - - - - - - Fel –SEFER - - - - - - - - - - - - - - - Kazanç Bağlamında Sosyal Medya Naim Karadaş48*

21. Yüzyıl da hızlı yaĢam Ģeklinin oluĢmasında en büyük rol, Ģüphesiz, sosyal medyaya aittir. Sosyal medya, yaĢ sınırı ve ülke sınırı tanımadan tüm dünyanın üzerinde kuĢatıcı/kapsayıcı bir el olarak bulunmaktadır. Bireylerin internette birbirleriyle yaptıkları diyaloglar ve paylaĢımlar sosyal medyayı oluĢturur. Sosyal ağlar, bloglar, anlık mesajlaĢma programları, sohbet siteleri, forumlar gibi insanların birbiriyle içerik ve bilgi paylaĢmasını sağlayan internet siteleri ve uygulamalar sayesinde insanlar, istedikleri içeriğe, istedikleri anda eriĢebilme imkânına sahip oldular. Ġlk bakıĢta bireyler veya küçük gruplar arasında gerçekleĢen diyaloglar gibi görünse de, paylaĢılan bilgi veya içerikle ilgilenen kiĢi sayısı oldukça hızlı Ģekilde artmaktadır. Ġnternet kullanıcılarının iyi veya kötü her Ģeylerini internet ortamında paylaĢmaları fırsatları ve tehlikeleri beraberinde getirmektedir. Duygu, düĢünce ya da bilgilerin akla gelecek her türlü Ģekilde baĢkalarına aktarılmasına iletiĢim diyoruz. ĠletiĢimin her türlüsü önemli olduğu gibi kitle iletiĢimi insan iliĢkileri ve toplumlar üzerinde çok daha önemli bir yere sahiptir. Çünkü günümüzde toplumsal varoluĢu gerçekleĢtirerek ortaklık yaratmak, bu varoluĢu ve ortaklığı sürdürebilmek için kitle iletiĢimine; dolayısıyla kitle iletiĢim araçlarına ihtiyaç vardır. Çünkü kitle iletiĢim araçları, uzmanların ortak bir noktada birleĢtikleri üzere, sahip olduğu özellikleriyle alıcı kitlesi üzerinde yarattığı etki ve etkileĢim süreci sonunda toplumsallaĢmayı gerçekleĢtirmeye muktedir araçlardır.21.yy ile birlikte çok hızlı bir geliĢim sürecine giren teknoloji, bireylerin birbirleriyle iletiĢim kurmasını ve bilgi edinmesini daha etkileĢimli hale getirmiĢtir. Artık insanlar bilgi edinme yolunda ihtiyaçlarını dolaylı yollardan değil de ilk elden karĢılayabilmektedir. Her an elimizin altında, TV, , gazete, dergi gibi kitle iletiĢim araçları mevcut. Bundan 20-25 yıl önce, cebimize sığabilen bir aygıtla TV izleyeceğimiz, banka iĢlemleri yapabileceğimiz aklımızın ucuna dahi gelmezdi sanırım.

*Gazi Üniversitesi, Felsefe Grubu Öğretmenliği, 3. Sınıf

- 32 -


- - - - - - - - - - - - - - - - Fel –SEFER - - - - - - - - - - - - - - - Teknolojinin bu hızlı geliĢimi, insanlarda bilginin, doğru ve güvenilir kaynaktan öğrenme ihtiyacını da beraberinde getirdi. Çünkü sosyal medya öyle geliĢti ki yalan bir haber bir anda dünyanın öbür tarafına ulaĢıp, yankı uyandırabilmeye baĢladı, yani bu hızlı geliĢim bilgi kirliliğini de beraberinde getirdi. Nitekim bu ihtiyacı karĢılamak içinde çeĢitli geliĢimler sağlandı. Bu geliĢmeler bireylerin iletiĢim için bilgisayarlarını, mobil cihazlarını internet üzerinden etkileĢimli bir Ģekilde kullanımlarını öngördü. Bunun oluĢturulmasında geleneksel medyanın tek yönlü oluĢu da etkili olmuĢtur. Yani geleneksel medyanın sadece haber vermesi ve insanların bunun doğruluğu karĢısında bir reaksiyon gösterememesi, böyle bir geliĢimin oluĢmasında temel etken olmuĢtur. Ve ayrıca Ģu unutulmamalıdır ki geleneksel medyada bilginin çeĢitli güçlerce manipüle edilmesi ziyadesiyle kolaydır. Günümüzde iletiĢim, sosyal medya araçlarının çeĢitli elektronik cihazlar aracılığıyla diyaloğa dönüĢmesi yolunda ilerliyor. Herhangi bir sosyal ağda paylaĢılan bir içerik milyonlarca insan tarafından tartıĢılabiliyor. Her çeĢit insan farklı konularda görüĢlerini bildirebiliyor. Bu hızlı yayılım, medyanın politik alanda da etkin bir rol oynamasını sağladı. Buna en güzel örnek yakın zamanda tanık olduğumuz hükûmetleri yıkan, liderleri deviren Arap Baharı denen sosyal olay olmuĢtur. Ortadoğu ve Kuzey Afrika‟da sosyal medya üzerinden organize edilen halk hareketleri diktatörler ve hükûmetlerin yıkımında etkin rol oynadı. Medya artık devrimsel bir nitelik de kazanmıĢ oldu böylelikle. Aslında bu; Çin, Ġran, Kuzey Kore bazı Kuzey Afrika liderlerinin, bazı sosyal ağlara eriĢimi niye engellediğinin cevabi sanırım. Dünyada ve ülkemizde son dönemde sivil toplum kuruluĢlarını sayısı önemli derecede artmıĢtır ve oldukça etkili yaptırım güçlerine sahip olmuĢlardır. Bu artıĢta sosyal medyanın, rolü önemlidir. GeliĢmiĢ ülkelerde sivil toplum örgütleri çok büyük yaptırım gücüne sahip olup özgür düĢünce ortamı da oldukça geniĢtir. Bunların müsebbibi olarak sosyal medyanın baskın rolünü göstermek yanlıĢ olmaz kanımca. Ġnsanları bir araya getirmek, organize olmalarını sağlamak aradaki iletiĢimi sağlayabilmek oldukça güç ve pahalı bir iĢtir. Sosyal medyayla birlikte bu iĢ daha kısa sürede daha az maliyette ve daha çok insana hitap edebilme Ģekline dönüĢtü. Dolayısıyla artık liderler de sosyal medyayı etkin bir Ģekilde kullanmaya baĢladı. EtkileĢimli iletiĢim için ve özellikle sosyal medyayla geri bildirim alınabildiği için sosyal medya bulunmaz bir nimet sayılabilir aslında. Yani bir politikacı için, az zamanda çok kiĢiye hitap etmek bir nimet değil de ne? Seçmenin tepkisini ölçmek aktif siyasette ona göre - 33 -


- - - - - - - - - - - - - - - - Fel –SEFER - - - - - - - - - - - - - - - politikalar belirlemek liderlerin ilgisini sosyal medyaya olabildiğince artırdı. Örneğin 2006 yılında yayın hayatına baĢlayan Twitterin bazı istatistiki verilerine bakacak olursak bunu daha somut görebiliriz. 2013 ġubat verilerine göre Obama nın takipçi sayısı yirmi sekiz milyonun üstünde,Chavez‟indört buçuk milyon civarı Abdullah Gül‟ün üç milyonun üstünde Tayyip Erdoğan‟ın iki buçukmilyon. Görüldüğü üzere politikacılar bir mitinge gerek duymadan fikirlerini milyonlarca kiĢiye nakledebiliyorlar. Ayrıca sosyal medyanın politikacı ve seçmen iliĢkisinin sağlanmasında Youtube‟un WorldWiew da kanalını çok önemli bir örnek olarak gösterebiliriz. Bilindiği üzere bu kanal halkla liderin Ģeffaf bir yöntemle diyaloğu üzerine tasarlanmıĢtır. WorldWiew sosyal medyanın katılımcı rolünün önemli ölçüde hissettirildiği bir programdır. Kanala; Obama, Abdullah Gül, B.Netenyahu, Barosso gibi üst düzey politikacılar da katılmıĢtır. Geleneksel medya dönemiyle kıyaslayacak olursak, oldukça objektif bir lider-halk buluĢması olarak görebiliriz bunu. Geleneksel medya da gerçekleĢtirilen programlar, belli baĢlı gazetecilerin katılımıyla gerçekleĢen, üstelik hangi konuğa hangi soruların sorulacağı ve hangi cevapların verileceği önceden belirlenen kısır bir döngüyü sürekli sürekli ısıtıp önümüze koyan tekdüze programlardı. ĠĢte sosyal medya bu monotonluğu kırmada büyük etken oldu. 2004 yılında yayına baĢlayan Facebook önceki örneklerinden çok farklı bir yapıya sahip olarak ortaya çıktı. Daha önce internet ortamında sadece tanıĢıp mesajlaĢabilirken Facebook‟la birlikte insanlar organize olabilme, fikirleri tartıĢabilme, çeĢitli topluluklar, gruplar kurabilme gibiimkânlara sahip oldular. Facebook‟un sürekli olarak, bir milyarı aĢan kullanıcısını kötü yönlerde etkilediği üzerine konuĢuldu, yazıldı, çizildi tartıĢmalar yapıldı. Evet! Zararlı yönleri var; ancak burada önemli olan o zararlı ortam içerisinden azami derecede nasıl faydalanabilirim kaygısını taĢıyarak faaliyette bulunabilmektir. Hatta size Ģöyle bir örnek vereyim: Texas Üniversitesinde yapılan bir araĢtırma sonrasında araĢtırma baĢkanı CraigWatkins49 Ģunları söylüyor „‟Bulgularımız Facebook'un arkadaĢlar, aile ve meslektaĢlar arasındaki yüz yüze etkileĢimin yerini almadığını gösteriyor. Sosyal medyanın aslında arkadaĢlığın, yakınlığın ve toplumsallığın „‟yeni bir ifade Ģekline zemin sağladığına‟‟ iliĢkin yeterli gösterge var.‟‟50 Burada toplumsallığın yeni bir ifade Ģekline zemin hazırladığı bulgusu çok önemli.

49 50

Texas Ünv.Prf..Dr. http://iyigazete.com.tr

- 34 -


- - - - - - - - - - - - - - - - Fel –SEFER - - - - - - - - - - - - - - - Toplum sürekli olarak değiĢim içerisinde ve teknoloji artık hayatımızın her safhasında önemli ölçüde yer kaplıyor. Bunun sonucu olarak toplumsallığın ifade Ģekilleri de gittikçe değiĢiyor. Geçen yıl Nisan ayında EskiĢehir‟de düzenlenen ve büyük yankı uyandıran SMIT SUMMIT (Sosyal Medyada ĠletiĢim Tasarımı Zirvesi), 19 Mart günü,bu yıl da sektörün önemli isimlerini yine EskiĢehir‟de üniversite öğrencileri ile buluĢturuyor. Organizasyonun amacı, geçtiğimiz yıllarda hızlı bir Ģekilde geliĢen ve önem kazanan sosyal medyanın sahip olduğu gücü anlamak, sektör ve öğrenci arasında köprü görevi görerek farkındalık yaratmaktır.51 Sosyal medya yaĢamaktır, nefes almaktır, devrimdir sloganıyla geliĢen etkinliğe bu yıl da büyük ilgi olacak gibi. Zirve öncesi çekilen tanıtım filminden, bazı tespitlere yer vermek istiyorum. Mesela Facebook için „‟ Dünyanın 1 milyar nüfusu ile en büyük 3. ülkesi‟‟ Linkedin için „‟ Her saniyede iki kiĢinin üye olduğu gittikçe büyüyen bir platform‟‟ Youtube için „‟ Videoların hepsini izlemeye kalksan 1700 yılını alır „‟ Wikipedia için „‟Eğer bir kitap olsaydı 2 milyon 250 bin sayfa olurdu „‟ 52 gibi. Görüldüğü üzere sosyal medya bir dünya. Hayatta her Ģey, iyisiyle kötüsüyle beraberdir.Burada bize düĢen görev seçimlerimizi bilinçli Ģekilde yapmaktır. Kafasında hiç saç kalmayan kadının aynaya bakıp „„Vaav! Bu gün hiç saç derdim yok!” demesi misali olumsuzluklardan da iyi bir Ģeyler çıkarabilmeliyiz. Sosyal medya ya da daha da geniĢletelim, internet ortamı, fırsatları ve tehlikeleri bir arada barındıran bir saha, ancak mantıklı ve bilinçli bir Ģekilde kullanıldığı sürece tehlikelerin etkisi en aza inecek, fırsatlar ise insanlara iletiĢim hususunda yeni kapılar açacaktır. Mark Zuckerberg “Ben dünyayı daha açık bir yer haline getirmek için çalıĢıyorum” diyor. Sosyal medya kültürler arası etkileĢimi hızlandıran, insanlara yeni kapılar açan, farklı insanlarla tanıĢıp, farklı alanlara sürükleyen nispeten yeni bir okyanus. Gayemiz bu okyanusun tehlikelerine kapılıp boğulmak değil; fırsatları değerlendirip bu dünyayı daha yaĢanılası bir yer haline getirmek olmalıdır… TeĢekkürler

51 52

http://www.evrenselblog.com http://www.smitsummit.com/

- 35 -


- - - - - - - - - - - - - - - - Fel –SEFER - - - - - - - - - - - - - - - KAYNAKLAR http://iyigazete.com.tr Sosyal Medyanın Politik Katılım ve Hareketlerdeki Rolü Cihan Çildan1, Mustafa Ertemiz1, H. Kaan Tumuçin1, Evren Küçük1, Duygu Albayrak1 1 Bilkent Üniversitesi, Bilgisayar Teknolojisi ve BiliĢim Sistemleri Bölümü, Ankara Vikipedia.org http://www.programlar.com/makale/facebook-hakkinda-bilinmeyenler.4q.5.1.html Soydan, Mehmet KürĢat, KüreselleĢme Sürecinde Medyanın Rolü, Haziran 2012 http://www.evrenselblog.com http://www.smitsummit.com

- 36 -


- - - - - - - - - - - - - - - - Fel –SEFER - - - - - - - - - - - - - - - 53

MODERN BĠR KÖLE OLARAK ĠNSAN Merve ÇAKIR*

Bir kavrama iliĢkin tanımlar oluĢturmak; her ne söylenirse söylensin bir baĢkası tarafından eksik görüleceğinden zor bir iĢ olmasına rağmen insan,varolduğundan itibaren bu çabadan vazgeçmeden, her an yeni bir tanım, her tanıma yeni bir düzen getirerek ve değer atfederek yeniden açıklamaya çalıĢır. Herhangi bir nesneye yada özneye yüklenen anlam çağ ile birlikte değiĢir. Yani anlamın bilinmesi demek tarihinin de bilinmesi demektir. Ġnsan kavramı değiĢen tarih ile birlikte ve insanın bu değiĢiklik içinde bulunduğu yere, değerine göre her seferinde yeniden tanımlanmaktadır.Açıklama ya da tanımlama iĢi yalnızca kelimelere sözlükte karĢılık bulmak için gerçekleĢtirilen bir çaba değil, aynı zamanda insanın dünya üzerinde neyi ifade ettiğini, nerede durduğunu, değerini anlamaya çalıĢmaktır. Ġnsanın tanımına yönelik tutumu gibi bütünyapıp etmelerindeki tutumu bir arayıĢtır, anlam arayışıdır. Bu arayıĢ tarihle birlikte insanın yanı sıra ve hatta onu harekete geçiren bir güç olarakilk insandan baĢlayarak modern insana kadar varlığını sürdürmüĢtür. Burada değiĢen arayıĢın yönüdür ve kiĢinin ihtiyaçları, gereklilikleri ya da ihtiyaç olarak gördükleriyle ilgilidir. Bu süreç 21. yüzyılda neye, nasıl yönelmiĢtir? Metnin nerede durduğunu görmek açısından öncelikle odak noktamız olan „insan’ın anlamına iliĢkin görüĢlere kısaca değinmek gerekir.‘İnsan’ dilimize Arapça‟ dan geçmiĢtir veins, üns, nisyan ya da ünsiyet kelimelerinden türediğine dair görüĢler vardır. Bunların içerisinden ünsiyet insanın insani/yüce yanını vurgulamaktadır. Bu noktada Ģuna bakmamız gerekir: Biz insanı hangi değerlerle tanımlıyoruz? Teknik üreten varlık, tüketen varlık, düĢünen hayvan, özünde iyi varlık, yüce varlık vs.Örneğin, Jean-Jacques Rousseau,Emile adlı eserinde insanın, özünde iyi yaniyaradanın elinden çıktığı sırada iyi olduğunu fakat diğer insanlar tarafından bozulduğunu vurgular. Aynı Ģekilde bu kabulü yaradanın elinden çıkmıĢ diğer herĢey içinde geçerlidir.Buradan kölelik olgusuna geçecek olursak köle de, kölelik de bir bozulmanın eseridir. ĠĢte bu bozulma içerisinde insan iyi olana doğru akan bir anlam arayıĢının içine girmelidir. Köle, daha önceki çağlarda para karĢılığında satın alınarak, beden gücü sömürülen kiĢilerden oluĢurken,günümüzde gücünü kullanmaktan çok teknolojinin gücü karĢısında zayıflığını kabul etmiĢ kiĢilerden oluĢmaktadır. Ġnsan, kendi emeğine, ürettiğine, makineye,

53

(*):Gazi Üniversitesi, Felsefe Grubu Öğretmenliği, Öğrenci

- 37 -


- - - - - - - - - - - - - - - - Fel –SEFER - - - - - - - - - - - - - - - tekniğe yenik düĢmüĢtür. Bu teknikten değil, insanın onu kullanmasından, ona yüklediği anlamdan kaynaklanan bir problemdir. Amaçlara götürmek yolunda araç olarak kullanılması gereken teknolojinin bizzat amaca dönüĢmesi ve insanın yalnız bu amaç uğruna çabalaması modern çağın köleliğini yani teknoloji köleliğini ortaya çıkarmaktadır. Böylelikle insan kendine verdiği değerden, kendi anlamını arayıĢtan uzaklaĢarak, hazır, hızlı, kolay eriĢilebilir, pahalı, gösteriĢli ürünlerin içinde kendine yeni bir yer bulma ya da kendini bunlar içinde yeniden anlamlandırma çabasına girmiĢtir. Burada insan artık varolma ya da olamama, varlığını ispatlayabilme çabası içindedir. (Karakoç, 2011;15) Ve bunalımın kaynağı da budur. Rousseau‟ ya göre bu çabayı çocuklara yüklemek onları, doğal geliĢim düzeylerine uygun olmayan kalıplara sokmaya çalıĢmaktır. Kişinin bedensel olarak en çevik ve hareketli olduğu çocukluk dönemi onun merakıyla birleşmekte ve çocuktaki arayış, keşfetme arzusu en üst düzeyde olmaktadır. Bu dönemde çocuğuherhangi bir alana yönlendirmekten kaçınmak ve onun çevresini tanımasına izin vermek gerekir. Çocuk keşfetmelidir ve ilk olarak öğreneceği bu meslek yani kaşiflik onun bütün yaşamı boyunca yardımcısı olacaktır. (Rousseau, 2009; ) KeĢif, anlam arayıĢının bir parçasıdır. Çocuğun masumiyet, sadelik, samimiyet, merak, keĢfetme gibi değerlerinin karĢısına „bir şey olmak hedefi‟ni koyarak rekabet ortamına hazırlamaya çalıĢmak, onu, kendisinde bulunan

arayıĢ

eğiliminden

uzaklaĢtıracaktır.Böylelikle

de

kendisini

ve

çevresini

keĢfedememiĢ bir birey, kendini anlamadığı bir yarıĢ içerisinde bulacaktır. Çocukları bilgi ile tıkıĢtırmaya çalıĢmak (kastımız neredeyse her Ģeyin bilgisi), rekabetin ön planda olduğu „güçlü‟ olan ile „bilgi‟ yi elinde tutanın söz sahibi olduğuna inanılan yeni dünya düzenine uygun düĢen bir davranıĢtır. Bu çocuğu kendine uzak, yabancı hale getirir. O artık baĢkaları tarafından belirlenmiĢi yaĢamak ve diğerleri tarafından kabul edilmek için kendini saklamak gereğini duyar. Bu Ģekilde yetiĢen bir çocuk zamanla belirlenmiĢi yaĢamaya alıĢacak ve bunda bir sakınca görmeyecektir. Bu modern dünyaya yeni köleler yetiĢtirmektir. Yabancılaşma Olgusuna Kentsel Bakış KöleleĢmenin ilk adımı olarak yabancılaĢmayı gördüğümüzden bu konuya özellikle değinmek istiyoruz. Kentin insanı yabancılaĢtırdığı sorunsalı üzerinde ilk olarak 20. yüzyıl sosyoloğu

GeorgSimmeldurmuĢtur.

O,

yabancılaĢmanın

metropol

hayatının

kiĢiyi

silikleĢtirmesi, fark edilmez, önemsenmez hale getirmesiyle ortaya çıktığı fikrindedir. Kişi bu siliklik karşısında fark edilmek için kasıtlı bir şekilde tuhaf olmaya teşvik edilir; yani

- 38 -


- - - - - - - - - - - - - - - - Fel –SEFER - - - - - - - - - - - - - - - yapmacık tavırlar, ani değişkenlikler gibi metropole uygun hallere bürünür. (Simmel,2009; 99) Ayrıca kentin bürokratik yapısı, güçsüz olanı güçlü olan karĢısında değersiz konuma düĢürür. ErichFromm, bunun için, güçlünün güçsüzü nesne ya da meta olarak algılaması insanlar arasındaki iletişimin kopmasının nedenidir, tespitinde bulunur. Bürokratlar, güçsüzlük duygusu içindeki insanlar için korkulacak ve saygı duyulacak kimselerdir. Biz kentin olumsuz etkilerine karĢı nasıl önlemler almalıyız? Sezai Karakoç DiriliĢ Neslinin Amentüsü kitabında kent yaĢamında, giyim, kuĢam ve yeme-içmede sadelikten yana olmak gerektiğini vurgular. Çünkü sadelikte samimiyet ve içtenlik vardır. Kentin ıĢıltılı, parlak, ĢaĢaalılığından sadeliğe dönüĢ gereklidir. Yüksek ve gösteriĢli binalar, kalın ve dayanıklı duvarlar yerine sağlam karakterli, inançlı insanların olduğu Ģehirler, yıkılsa da tekrar tekrar kurulabilecek özelliğe sahiptir. Kentte bu sade ve huzurlu ortamı kuracak ve koruyacak olan „aile‟ kurumudur.Bütün site mahvolsa yalnız bir aile kalsa, adeta ondan, yani bir minyatür siteden yeni baştan site ve toplum türeyebilmelidir. (Karakoç, 2010; 42) Tüketiyoruz Öyleyse Varız! Charles Bukowski, köleliğin hiçbir zaman kaybolmadığını, sadece yeni renkleri de içine alacak kadar geniĢlediğini söyler. Kölelik, puta tapıcılık günümüzde de hem de eskisinden daha tehlikeli bir Ģekilde devam etmektedir. Eskiden olduğu gibi bir kölelik değil bu, arada mahiyet farkı vardır. Çağımızın teknik köleliği, gözle görülemeyen zincirlerle bağlanmıĢlık olarak nitelendirilebilir. Modern dünyada insan gözüyle görmediği, aklıyla kavramadığı şeyleri reddetme eğilimindedir. (Özel, 1992; 19)O yüzden köleliği yalnızca eskide kalmıĢ bir sistem olarak görmek ve bu çağda, özellikle de kendisinin köle olabileceğine ihtimal dahi vermek istemez.Geçmişte kölelik bilinçli iken günümüzün köleliğinde bilinçsizlik ön plandadır. Eskiden köle, kimden ve nasıl köle yapıldığını biliyor, efendisini tanıyor ve esaretinin farkındaydı. Şimdi ise bedenler özgür ve „başların içi‟ köledir. (Şeriati, 2012; 157) Ali Şeriati, yabancılaşma olgusunu, „yabancı, yabancılaşma‟ anlamına gelen aline ya da alinasyon sözcüklerine bağladığı „cin çarpmak‟ deyimiyle açıklar. (ġeriati, 2012; 181) Bu cin çarpmasını; insanın içine giren yabancı bir Ģahsiyetin, onun hakiki kiĢiliğini bozması ve insanında bu yabancı kiĢiliği kendisi gibi kabul etmesi olarak açıklar. Ona göre bu cin,

- 39 -


- - - - - - - - - - - - - - - - Fel –SEFER - - - - - - - - - - - - - - - maddedir. Madde, insanın içine girerek onun duygularını ele geçiren, onu kölesi haline getirendir. Modern insanın köleliği anlam arayıĢını terk etmesiyle baĢlamıĢtır. Anlam arayıĢını terk etmek sorgulamadan, var olana boyun eğerek, çağı yakalama çabasına düĢerek,maddeye daha fazla değer yükleyerek, bize göre doğru, iyi, adaletli, güzel vs. olanı unutup baĢka bir değerler sisteminin önümüze koyduklarıyla yetinmektir. Evrenseli yakalamak arzusu içerisinde insanın tek tip insan görünüĢüne ve yaĢayıĢına bürünmesi, evrenselin teknik araçları karĢısında

kendini

de

bunlara

indirgeyerek

açıklamaya

çalıĢması

onun

kendini

köleleĢtirmesidir. Teknolojiye, ortaya koyduğu ürünlere, modaya, makineye ve onun akıllılığına(!) hayran kalmak, devlet adamlarından olağanüstü derecede korkarak, paraya, rekabete, güce aĢırı önem atfetmek kutsalı bunlara indirgemek ya da bunları kutsala yükseltmektir. Üretim, ihtiyacı karĢılamanın çok ötesinde, modaya uyma amacı içerisinde ve hep daha fazlasını, daha yenisini ortaya koymanın peĢinde veinsanlarınyalnızca tüketmeye odaklandıkları bu sistemde düĢünme gereksizbir uğraĢ olarak görülmekte ve yalnızca „anda yaĢa‟ propagandası yapılmaktadır. Modernliğin getirdiği bu kölelikten kurtulmak için bizlere düĢen geçmiĢ ve geleceği de içine katan anlam arayıĢına geri dönmemizdir. ArayıĢımızı kendi değerlerimiz içerisinde ve bizi bize yabancılaĢtıran, köleleĢtiren değerler sistemine karĢı samimi bir baĢkaldırıyla yapmalıyız. Burada kastımız Hz. Ġbrahim de olduğu gibi bir anlam arayıĢı ve baĢkaldırıĢtır.

- 40 -


- - - - - - - - - - - - - - - - Fel –SEFER - - - - - - - - - - - - - - - KAYNAKLAR 1. Baudrillard, J. (2002), Tam Ekran, çev. Gülmez, B., Yapı kredi Yayınları, İstanbul 2. İlhan, N. (2012). „Yabancılaşma Olgusu ve Kürk Mantolu Madonna Romanı‟, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, S. 20, Kış, syf. 45-59. 3. Karakoç, S. (2010), Diriliş Neslinin Amentüsü, Diriliş Yayınları, İstanbul 4. Karakoç, S. (2011), İnsanlığın Dirilişi, Diriliş Yayınları, İstanbul 5. Osho (2005), Olgunluk- Kendin Olma Sorumluluğu, çev. Sangeet, A.,Ovvo Basım Yayın, Şile 6. Özel, İ. (2006), Kalın Türk, Şule Yayınları, İstanbul 7. Özel, İ.(1992), Üç Mesele/ Teknik-Medeniyet-Yabancılaşma, Çıdam Yayınları, İstanbul 8. Rousseau, J. J. (2009), Emile ya da Eğitim Üzerine, çev. Yerguz, İ., Say Yayınları, İstanbul 9. Simmel, G.(2011), Modern Kültürde Çatışma, çev. Bora, T., Kalaycı, N., Gen, E., İletişim Yayınları, İstanbul 10. Cündioğlu, D. , Sözlü Kültür‟den Yazılı Kültür‟e Anlamın Tarihi, Kitabevi Yayıncılık, İstanbul 11. Şeriati, A. (2012), Kendisi Olmayan İnsan, Fecr Yayıncılık, Ankara 12. Koç, E. (2007), „Teknoloji ve İnsan‟, Kaygı, S.8, s(107,114)

İnternet Kaynakları 1. http://www.imajoloji.com/kyazilari/24-nsan-kelmesnn-seruven.html 2. http://www.mustafaislamoglu.com/yazidetay.php?Yazi_id=216&yazar 3. http://aksam.medyator.com/2009/04/26/haber/181/pazar/haber.html

- 41 -


- - - - - - - - - - - - - - - - Fel –SEFER - - - - - - - - - - - - - - - -

-1-


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.