Baba Evine Dön- 102- Genç Öncüler

Page 1

ISSN 1307-007X

02

9 771307 007016

BALKANLARDA 3 SEYYAH

PEYGAMBER (S.) ÖRNEKLİĞİNDE BABALIK

SİYASET KAVRAMINA ELEŞTİREL MESAFE


EDİTÖR'DEN

Sahibi PINAR YAYINLARI A.Ş. Adına Şemsittin ÖZDEMİR Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Furkan Gençoğlu Yayın Sorumlusu Mehmet Semih Özdemir Yayın Kurulu Furkan Gençoğlu Mehmet Semih Özdemir Fatih Yavuz Furkan Kahraman Asım Ebrar Yıldız Uğur Demirel Sümeyye Akgül Zozan Demirci Ayşenur Özdemir Senanur Yaşaroğlu Gülsüm Cemile Damar Bu Sayıya Katkıda Bulunanlar Vahap Yaman Ömer Miraç Yaman Furkan Gençoğlu Dücane Demirtaş Abdullah Mustafa Mirik Gülsüm Cemile Damar Mukaddes Kutlu Rukiye Feyza Yıldırım Enes Günaslan Mustafa Fatih Yavuz Ahsen Akçay İsmail Yasin Avcı Mehmet Özek Rabia Aktaş Hümanur Delibaş Talha Ulukır Zozan Demirci Beyzanur Yaşaroğlu Elif Safsoy Fatma Betül Yıldız Selen Balcı Betül Kayalı Kapak Fotoğrafı Meral Öztürk Adres İskenderpaşa Mah. Yeşiltekke Sok. No:4/1 Fatih / İSTANBUL genconculereyaziyorum@gmail.com Görsel Yönetmen Tekin Öztürk Grafik Tasarım Projesanat Tan. Org. Tel: 0212 640 20 90

www.projesanat.com.tr

Baskı Sanatkar Ofset Son. Tic. Ltd. Şti. Maltepe Mh. Litros Yolu 2. Matbaacılar Sit. 4NF/4-5 Topkapı / İST. Tel: (212) 567 39 40-41

Allahın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun. Sevgili Arkadaşlar ile kurumu bizleri modernizmin pençesinde kıvranan batı medeniyet ve kültür değerlerinden ayrı tutan İslam ümmetinin bel kemiği bir kurumdur. Aile kurumunu ortaya çıkartan ise Anne ve Babadır. Ülkemizde geleneksel anlayışın bir ürünü olarak “yuvayı dişi kuş” yapar atasözünden de anlaşılacağı üzere Ailenin tüm yükü evin annesine devredilmek istenir. Halbuki Baba İslam inancında evin lideridir. Fakat bugün anneler ve bilhassa babaların sorumluluklarını yerine getirmeyişinden dolayı çocuklar anne-babalı yetimler olarak büyüyorlar. Genç Öncüler Dergisi ekibi olarak bu sayımızda dosyamızı babalarımıza ayırdık. Babalara “evine dön!” çağrısını yaptık. Bu anlamda İstanbul Üniversitesi Sosyal Hizmet Bölümü Öğretim Üyesi Ömer Miraç Yaman hocamızla “baba” rolü üzerine bir mülakat gerçekleştirdik. Yayın danışmanımız Vahap Yaman hocamız dedelik ve babalık deneyimlerinin ışığında babalara seslendi. Gülsüm Cemile Damar Peygamber Efendimiz (sav) örnekliğinde babalık müessesini işledi. Mustafa Fatih Yavuz Ürdün Mektupları dizisine başladı. İsmail Yasin Avcı Balkan ülkelerinde edindiği izlenimleri aktardı. Furkan Gençoğlu Türkiye’nin doğusunda özyönetim ilanlarını değerlendi. Genç Öncülerin genç yazarları olarak temel gayemiz, toplumsal yaşamımızda karşılaştığımız iyilikleri,kötülükleri,kolaylıkları, sıkıntıları siz değerli okurlarımıza en anlaşılabilir şekilde aktarmaktır. Kadromuz adaletle şahitlik vazifesini unutmayarak, bu bilinçle yazılarını kaleme almaktadır. Çünkü bu bize inandığımız rabbimizin vahiyle sabit kıldığı bir görevdir. Çıkarttığımız bütün sayıları bu görev bilinci ile çıkartıyoruz. Bu çalışmamızın hayırlara vesile olmasını diliyor, keyifle okumanızı temenni ediyoruz. Allah’a emanet olun. Ey inananlar! Kendinizin, ana babanızın ve en yakınlarınızın aleyhine dahi olsa, adaleti titizlikle ayakta tutan ve sırf Allah için şahitlik eden kimseler olun. (Şahitlik ettikleriniz) zengin veya fakir de olsalar (adaletten ayrılmayın)! Çünkü Allah her ikisine de (sizden) daha yakındır. Öyleyse, kendi boş arzu ve heveslerinize uymayın ki adaletten uzaklaşmayasınız. Eğer (gerçeği) çarpıtırsanız ya da (şahitlikten) kaçınırsanız, biliniz ki Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır. Nisa/135

A

Ocak’16 • 1


BALKANLARDA 3 SEYYAH Ocak 2016 • Sayı 102 • Yıl 13

04

DEDEDEN BABALARA! Vahap YAMAN

SİYASET KAVRAMINA ELEŞTİREL MESAFE

Atina-Medine Bağlamında İki Ayrı Tasavvur ENES GÜNASLAN

38

İsmail Yasin AVCI

Dededen Babalara! / Vahap Yaman................................................................................ 4 Peygamber (s.a.v) Örnekliğinde Babalık Müessesesi / Gülsüm Cemile Damar................... 10 Aynı Yas Aynı Tavan / Rukiye Feyza Yıldırım................................................................. 12 Ömer Miraç Yaman ile “Baba” Kavramı Üzerine / Röportaj: Furkan Gençoğlu................. 14

İyiliği Elden Bırakmamak / Fatma Betül YILDIZ............................................................. 18 Babalar ve Ahmetler / Mukaddes Kutlu........................................................................ 20 “Baba, Deyince Aklınıza Ne Gelir?”................................................................................ 21 Amerika ve İran’ın Ortak Mahsülü: Işid / Dücane Demirtaş............................................. 22 Türkiye, İran-Suudi Çekişmesinin Diplomatik Cambaz İpinin Üzerinde Yürüyor / Suraj Sharma... 24 Siyaset Kavramına Eleştirel Mesafe Atina-Medine Bağlamında İki Ayrı Tasavvur / Enes Günaslan... 26 Özyönetim mi Barbarlık mı? / Furkan Gençoğlu............................................................ 30

26

Ürdün Mektupları / Mustafa Fatih Yavuz..................................................................... 35 Balkanlarda 3 Seyyah / İsmail Yasin Avcı...................................................................... 38 Emir mi? Kültür mü? / Ahsen Akçay............................................................................. 45 Babanızdan Size Miras Kaldığını Düşündüğünüz En Belirgin Davranışlarınız Nelerdir?.......... 46

54

Kim Demiş Umut Tükenen Bir Şey!

#Babadeyince.............................................................................................................. 48

Bir Kitabın Vardı O’nu Hatırla

Rabia AKTAŞ

Hümanur DELİBAŞ

Kim Demiş Umut Tükenen Bir Şey! / Rabia Aktaş............................................................ 50 Balkanlardaki Yansımalar / Mehmet Özek................................................................... 52 Bir Kitabın Vardı O’nu Hatırla / Hümanur Delibaş.......................................................... 54 Baba(sızlık) Üzerine: Babam ve Oğlum / Talha Ulukır...................................................... 56 Şiir / Baba / Zozan Demirci......................................................................................... 58 Şiir / Hâlâ Duruyorsun / Abdullah Mustafa Mirik........................................................... 59

İslam Coğrafyasından Haberler...................................................................................... 62 Üniversitelerden Haberler............................................................................................. 64 Mü’min’lerin Kur’anda Geçen 15 Özelliği......................................................................... 66 Gönüllü Bir Mağlubiyet / Betül KAYALI......................................................................... 68 Transcendence / Selen BALCI....................................................................................... 69 Etkinlik / Salıncak Çocuk Kulübü Ankara Faaliyetleri....................................................... 70

50 2 • Ocak’16

Objektifimden.............................................................................................................. 71 Kamuoyuna Duyuru..................................................................................................... 72 Ocak’16 • 3


Karantina

Karantina

DEDEDEN BABALARA!

BABALIK HAKKINIZI BAŞKALARINA DEVRETMEYİN Vahap YAMAN

Y

azarlarının hepsinin genç olduğu bir gençlik dergisinde bir dedenin babalarla hasbihal etmek amaçlı yazısı belki uygun kaçmayabilir. Ama öyle düşünmeyin. Dede hem kendi yaşadıklarını, hem de baba olan oğlunun çocukları ile olan ilişkilerini gözlemleyerek, sorumluluklarını çeşitli nedenlerle ihmal eden babalara, adeta imbikten süzülerek oluşmuş tecrübeyi aktarmak istemesi olarak algılayın. Bütün bunları babaların hayatını disipline etmelerini tavsiye eden güzellemeler olarak görün. Evliliğin ilk yıllarında eşini, evliliğin meyvesi çocuğun doğuşundan sonra eşini ve çocuğunu her şeyin önünde tutan, başka şeyleri fazla önemsemeyen, eşini ve çocuğunu dünyanın merkezine koyan, gün sonunda işi bitince hemen evine koşan, babalar için bir süre sonra, işi, arabası, tuttuğu takımı, partisi, kahvehanesi, cemaati, sporu, arkadaşları, konferansları, toplantıları, hobileri, tarikatı, titri, sosyal statüsü, evinin ve çocuklarının önüne geçmektedir.

4 • Ocak’16

Babalar tarafından ev anneye, çocuklar, dadıya, hocaya, abiye, ablaya, kreşe, ana okuluna emanet edilmektedir. Kendisi de yukarıda sırayla sayılan yerlere doğru kaymakta ve özellikle işini, titrini herşeyin önüne geçirmektedir. Evine gelemez, eşini ve çocuklarını göremez hale gelmektedir. Çocuklar, aynı ev içerisinde geç gelip, erken giden babalarının özlemini çeker hale gelirler. Bir yanda baba özlemi, öbür yanda çocuklarının geleceğini garanti altına almak sevdasıyla iş yerini terk edemeyen, gecenin geç saatlerine kadar çalışan babanın çaresizliği! Bir bilge adam işi çok babaya sorar. ‘Evini bile ihmal edecek kadar çok çalışamanın sebebi nedir?’ Baba der ki: ‘Çocuklarımın geleceğini garanti altına almak, onları iyi okullarda okutmak, zorluk çekmemelerini, evlerinin, arabalarının olmasını sağlamak için çabalıyorum. Onlar da benim gibi zorluk çekmesinler. Çocuklarımı çok seviyorum.’ Bilge adam der ki: ‘Göremediğin, ilgilenmediğin çocuklar senin çocukların değildir. Onlar kendileri ile kim ilgileniyorsa onların çocukları olmuştur. O halde senin olmayan çocuklar için bu kadar çabalama. Çocuklarının geleceğinden ziyade gününü kazan!’ İşi çok, partisi önemli, sporu olmazsa olmaz, cemaati ve tarikatı rahatlama yeri, hobisi vazgeçilmezi olan, arkadaşları ve toplantıları önemli olan babalar, evinizi, çocuklarınızı ihmal etmeyin. Evinize geldiğinizde, haberleri izleyeceğim, sevdiğim diziyi kaçırmayayım, yorgunum rahatsız etmesinler, şimdi onları çekemem diye çocukları ellerine bilgisayar, tablet vererek yan odaya göndermekten vazgeçin. Çocuğunuz için, beni takmıyor, benim gibi düşünmüyor, benim gibi yaşamıyor, akrabalarını tanımıyor, çok bencil, hep istiyor, almazsan küsüyor, vermeyi hiç düşünmüyor, eskitmeden yenisini istiyor, çok havalı, geçimsiz, namaz kılmıyor, oruç tutmuyor, İslami hassasiyeti yok, yanlış arkadaş seçiyor, ben böyle değildim, nerede yanıldım, neyi eksik yaptım dememek için evinle, çocuklarınla gereği gibi zaman geçir, onlarla bizatihi kendin ilgilen, yolu doğru tarif et, kendin iyi rol model ol ki hem kendinin, hem de çocuğunun geleceği huzurlu ve aydınlık olsun.

DEĞERLİ BABALAR,

n, sporumuzdan, cemaatimizden, Partimizden, işimizden, kahvemizde arkadaşlarımızdan, toplantılarımız seyahatimizden, eğlencemizden, izde kural koyanların ve rol model dan dolayı ihmal ettiğimiz evlerim dan çıkarmayalım. olanların başkaları olacağını aklımız kendimiz rol model olalım. Evimizi ihmal etmeyelim, evimizde

Babalar!

Büyükleri tarafından yolu iyi tarif edilen genç her şartta kendisini yeniler. Yaşının gereği yanlış yapsa, da zararın neresinden dönerse kar edeceğini bilir. O halde yolu iyi tarif edelim.

HİÇBİR ŞEY ÇOCUKLARIMIZIN EĞİTİMİNE ENGEL OLMASIN

Sevgili Babalar, çocuklarmızın ihmali, bizleri onların her şeyleri olmaktan uzaklaştırır, çocuklarım ız bizim olmaktan çıkar. Yavrularımızı biçimlendiren, şekillendiren bizler miyiz yoksa başakaları mıdır. Sıkça ve sürekli düşünmeliyiz. Çocuklarımızı eğitenler biz değil başkaları ise, çocukların bizden uzaklaşmasına şaşırmam ak gerekir. Başkaları, bizim çocuklarımızı bize benzer değil, kendilerine benzer yetiştireceklerdir. Bizler çocuklarımızın eğitiminde ihmaller gösterip, onları başkalarının eğitmesine rıza gösterme meliyiz. Böyle durumlarda çocuk bizim çocuğumuz olmaktan çıkar, eğitenlerin çocuğu olur. Çocuğu kim biçimlendiriyorsa, çocuk onun olur. Özellikle kendimize benzemeyenlerin eğitimine bıraktığımız çocuklarımızın, ileriki dönemler de bizleri oldukça fazla üzeceği beklenmelidir.

ZENGİNLİK VE GÜÇ AİLEYİ AYAKTA TUTAR MI?

İşini evinden ve çocuğundan çok seven babalar, Zenginlik ve güç, bir aileyi ve içerisinde yaşayanları ayakta tutar mı? Neden insanlar, geleceklerinin ve nesillerinin para ve güçle ayakta duracağını, hatta bu gücü elde ettikleri sürece çocuklarına hep egemen olacaklarını, onları sağladıkları para ve güçle mutlu ve memnun edeceklerini zannederler. Sorgulanmalıdır. Babalar, neden acaba kendisini mutlu ve mesud edecek şeyin ekonomik yönden zengin ve güçlü olmak olduğunu zanneder? Gelin bu sorunun cevabını hep birlikte bulmaya çalışalım.

SEVGİLİ BABA,

Çocuğuna zengin olmayı değil, iyi insan olmayı öğret! Gençlere, dinin bilerek tercih edilen bir değer olduğu, dinden haberdar olmanın başka, dindar olmanın başka olduğu prensibini iyi kavratmalısın. Baba emanete iyi sahip çık.

Günümüze ve geçmişe baktığımızda para ve gücün batırdıklarının, zirveye taşıdıklarından fazla olduğunu görürüz. Aile güçlü insanların kişilikleri, sosyal statüsü ve imkanları ile ayakta durmaz. Siz hiç ailesini parası için seven çocuk gördünüz mü? Çocuklar ailesini paraları ve güçleri için sevmez. Paradan anlamayan çocukların ve para ile ilişkisi kalmayan yaşı ilerlemiş insanların aile içerisindeki bağlılıkları sevecenliklerinin parasal bir karşılık sonucu olmadığı bir gerçektir. Para ve güce gereği kadar ilgi göster. Onları ilahlaştırma! Evine dön!

Çocuğunu eğitmede, terbiye etmede ve biçimlendirmede geç kalman, Allah tarafından sana emanet edilen çocuğa ve emaneti tevdi eden ALLAH’a ihanet etmek demektir. Hainler ise iflah olmaz. Ocak’16 • 5


Karantina

Karantina

ÇOCUĞU BİÇİMLENDİRMEK İÇİN GEÇ KALMA! Çocuk eğitiminde geç kalman, yavaş davranman, daha zaman var anlayışı ile beklemen, kıyıya geçmek için nehrin akışının durmasını beklemen gibi bir şeydir. Nehrin suları nasıl ki durmadan akıp gidiyorsa, zaman da hızla akıp gitmektedir. Eğer baba olarak geç kalırsan, çocuğun, hayat tarzını kirletecek pek çok unsurla karşılaşabilir. Çocuğunuzun zihni erken yaşlarda kirlenebilir. Ondan sonra da ne oldu benim çocuğuma! Neden benim istediğim, beklediğim gibi değiller şikayetlerini eder durursun. Gereken eğitimi zamanında vermekte geç kalma. Çünkü ömür çok ama çok kısadır.

BABALAR!

Çocuklarım sadece dinden haberi olanlardan olmasın, dindar olsun diyorsanız, Dini eğitim, bilgi eğitimi olduğu kadar duygu eğitimidir. Çocuğun hayatında dini bilgi yoğunluğundan ziyade bu bilginin hayatta yer edinmesini ve yaşanmasını sağlayacak duygu yoğunluğuna ulaşmasını sağla. Çocuğunun, ilahi mesajı içselleştirmesine, hayatında yer edinmesine, sevgi dilli ile destek vermelisiniz. Dinin sadece öte dünya için değil bu dünyadaki işler için gerekli olduğu bilincine sahip olmalarını öğretmelisiniz. Bunun da ilahi emir ve yasaklara uyma, ibadetlerde düzenlilik ve devamlılık, başkalarının hak ve menfaatlerini gözetme ile sağlanacağını unutulmamalarını iyikavratmalısınız. Bu dünya önemlidir. Öbür dünyamızı belirlediği için, Öbür dünya önemlidir. Bu dünyamızı şekillendirdiği için.

BABALAR YARINLARIN GENÇLERİNİ BUGÜNDEN HAZIRLAYIN!

BABA GÖREVİNİ VE İŞİNİ SAVSAKLAMA!

Gençler arasında yaygın olarak görülen, kimseye karışmadan, yalnızca sanal dünya ile arkadaş olmanın, yalnız ve bireysel yaşamanın istenmeyen bir durum olduğunu, hayat tecrübesi epeyce birikmiş olan sorumluluk sahibi olgun babaların, çocuklarını rencide etmeden iyi kavratması gerekir. Çocuklarını sanal dünyadan kurtarıp, yaşanan hayatın içerisine dahil edip onları hareketlendirecek, yanlışlara karşı duruş sergileyecek, direnmelerini güçlendirecek, imha eden değil inşa eden protesto dili geliştirmek ve bu dili sıkça kullanmalarını öğretmek babanın görevlerindendir. Türkiye ve dünyadaki zulme, sömürüye, adaletsizliklere, karşı müslümanca bir tepki ve protesto dili gençlere öğretilmelidir. Etrafı yakıp yıkmadan, olumsuzluklara, karşı duruş ve tepki verme duyarlılıkları geliştirmelerine destek vermek günü ve yarınları düşünen her babanın görevidir. Ülkemiz ve yerkürenin her tarafında ellerinden bilinçi babaların tutmasını bekleyen milyonlar ca çocuk var. Bilgisayar ve televizyon ekranlarından kötülüklere meydan okunmaz. Çocukların sahaya inip iyi bir oyuncu olmaları gerektiğini öğretelim.

Bana ne oldu? Bize ne oldu? Niçin bu haldeyiz? Toplum olarak nereye gidiyoruz? Bizi kim bu hale getirdi? Kahrolsun düşmanlar, Kahrolsun şeytanlar, Kötülüğe gidişi kim durduracak? Diye suçu, suçluyu ve kurtarıcıyı, başka yerde aramak yerine, inançla, sabırla, adaletle, şükürle, bağışlama ve affetmekle, doğrulukla kötülükleri ber taraf etmeyi denemeden, çabalamadan, gayret etmeden karanlığa taş atmak acizliktir, işi birilerine havale etme, kendine tetikçi tutma kolaycılığına düşme. ZOR İŞLER KOLAYCILIKLA ÇÖZÜLMEZ. GÖREV AL! ZORA TALİP OL! Muhakkak her güçlükle beraber bir kolaylık vardır. İnşirah suresi/5 Evet her güçlükle beraber bir kolaylık vardır. İnşirah suresi/6

6 • Ocak’16

TECRÜBE GENELLİKLE BEDAVA VERİLİR. BEDAVA VERİLEN ŞEYLER KIYMETSİZ DERLER İNANMA!

BABALAR GELECEĞİ İNŞA EDECEK GENÇLERLE HEMHAL OL! Her anne baba, çocuklarının gelecekteki ekonomik hayatlarını hazırlamaya çalışırken, geleceği inşa edecek olan genç nesillerin, geleceği inşa çalışmalarında yer almasını teşvik ve yönlendirme yapmalıdır. Tecrübe aktarımı yapmalıdır.Toplumun en dinamik unsuru, geleceğin sorumlu ve yöneticileri olacak gençlerin İslam’la donanımlı hale getirilmesi çalışmalarını öncelemelerine destek vermelidir.Toplumsal bilinç uyandırma amaçlı fikir ve düşünceleri, genç nesillere aktararak, İslami dönüşüme öncülük ve önderlik edecek gençler yetiştirerek, bayrağı onlara teslim etme çalışmalarını disipline etmeyi de günlük çalışmalarının arasına almalıdır. Fikirlerin, düşüncelerin, birikim sahibi olanların tecrübelerinin, yarınki kuşaklara aktarılması ve İslami kimliği kuşanmış toplumların inşası, zamanında donanımlı hale gelmiş, birlikte mücadele etmeyi ilke olarak benimsemiş anne babanın, sorumluluğunu daima hatırlaması ile mümkün hale gelebilir. Her anne baba gençlere İslami kimlik kazandırma çalışmaları yapmalıdır derken ki ısrarımız, batıdan gelen modern ve seküler hayatın, modern ilahlar olarak adlandırılan, sanal yaşam, internet bağımlılığı, dizi çılgınlığı, şiddet taraftarlığı, ahlaki yozlaşma, çılgın müzik festivallerini dikkat çekici başlıklarla gençlerin önüne koyan, sadece hız ve haz düşkünü olmalarını teşvik eden faaliyetlere karşı dikkat çekmektir. Diğer taraftan da hep umut vaad eden, görev ve sorumluluk bilincine sahip olunması gerektiğini hatırlatan, asil bir duruş sergilenmenin öne çıkarılmasına dikkat çekmek, toplumsal değişimin ancak direnen, toplumu değiştirmeye aday gençler eliyle sağlanabileceği fikrini anne babaya benimsetmek onları sorumluluğa davet etmektir. Modern ve seküler düşüncenin hedefleri arasında birincil olarak seçilen gençlerin kendilerine sunulan hayat tarzlarına karşı, İslami duyarlılıkları arttırılarak İslami kimliği kuşanmalarına yardımcı olmak, toplumun ve yeryüzünün inşasında öncü ve önder yapmak, onları geleceğin genç öncüleri olarak hazırlamak anne babanın temel görevi olmalıdır. Görev ihmalinde bulunanlara Tahrim suresi/ 6. da belirtilen KENDİNİZİ VE EHLİNİZİ CEHENNENM ATEŞİNDEN KORUYUN ayetini hatırlarmak iyi bir uyarıcı olur kanaatindeyim.

Baba, kendi dini eğitimini teorik ve pratik olarak iyi planla! İslami bilgiyle donanımlı hale gel, bu donanımını ev içi çalışmalarında sistematik bir tarzda çocuklarına öğret. Öğrendiklerinin senin davranışlarını değiştirmesine izin ver, öncelikle davranış değişimi yaşa ki seni örnek alacak çocukların işleri kolaylaşsın. Kılık kıyafetin temiz ve düzgün olsun, saç sakalın bakımlı olsun, oturup kalkmana dikkat et, yaşlılara hürmet et, paylaşımcı ol, görev üstlen, işten kaytarma, laubali davranma, küfürlü konuşma, kadın erkek ilişkilerinde sınırları aşma, küçükleri, zayıf ve güçsüz olanları koru, başkaları ile dalga geçme, kusurlarını araştırma ve bunları başkalarına anlatma ki çocuğun iyi, doğru ve düzgün biçimlensin Dinin; iman, ibadet ve ahlâk esaslarından oluştuğu ve bu bütünlüğün hiçbir zaman bozulmaması gerektiği bilincinde olmalarını tavsiye et! Din insan hayatında bilerek tercih edilen bir değer olmalıdır. Bu bilinci aşıla! Dinden haberdar olmak başka, dindar olmak başkadır. Çocuğunun dindar olmasını öğret! Ahiret hayatının gerçek ve sonsuz bir hayat olduğunu, dünya hayatının hesabının görüleceği yer olan ahiret hayatına hazırlıklı olunması için var edildiğini UNUTMA! Çocuklarına da unutturma!

DENGEYİ ŞAŞMA!

İşi başından aşkın olan, evine bile zaman ayırmakta zorlanana nasihat: Bu ne tür bir sevgi ki sana aile mutluluğunu unutturmuş, çocuk sevgisini unutturmuş ibadet sevgisini unutturmuş. Böyle bir sevgi her halde hoş bir sevgi değil.

BABALAR!

Beş altı yaşlarından itibaren çocuğun sorduğu sorular gelişigüzel sorulan sorular değildir. Öğrenmek içindir. Bu çocuğun kendisine verilenleri almaya hazır olduğuna işarettir. Beş altı yaşlarında sorulan sorular ciddiye alınmalı gerektiği gibi cevaplandırılmalıdır. Çocuğun okul öncesi, gerçekle, gerçek olmayanı ayırt etme imkanı olmadığı için ileride öğreneceği dini bilgileri, çabuk öğrensin diye zamanından önce vermemelidir.Dini bilgiyi öğreteceğim diye çocuğu sıkmamak, bilgi hamalı yapmamak gerekir. Çocuğun dini duyguları gelişim sürecine bağlı olarak şekillendirilmelidir. Bu dönemde çocuk için model olan kişiler ebeveynleridir. Aile bireyleri sözlerine ve davranışlarına dikkat etmeli kaba, cezalandırıcı, küfürbaz, sözünü tutmayan kişiler olmamalıdır. Çocuğa ihtiyaçları için Allah’a dua etmesi gerektiği öğretilmelidir. Çocuklara dini bilgileri zorla verme, ibadet şekillerini öğretme çalışmalarında zorlama ve inatlaşma yoluna gidilmemelidir. Çocuk istemediği dini bir faaliyeti gerçekleştirmeye zorlanmamalıdır. Zihninde baskı ve inatlaşma kalan bir çocuk, ömür boyu dini konulara duyarsız kalabilir. Üç yaş grubu çocuk, neden ve niçin li çok soru sorar. Allah’a, meleklere, peygamberlere, cennete dair zor sorular da sorabilir. Onlara basit, kısa, anlaşılabilir cevaplar verilmelidir. Beş yaş grubu çocuğun çevre ile en uyumlu olduğu zamandır. Dini bilgiler, bazı dini ritüeller bu dönemde net bir anlatımla aktarılmalıdır. Ailede günlük dini ibadetler çocukların yanında, onların gözü önünde yapılmalıdır. Namaz kılarken, dua ederken onların sizinle oynama isteklerine olumsuz tepki verilmemelidir. Kendini ve çocuğunu seven yola çıksın Yol haritasını iyi öğrensin

Ocak’16 • 7


Karantina

Karantina HANGİ YAŞTA NASIL BİR DİNİ EĞİTİM ÇOCUK, İMAN ESASLARINI NASIL ÖĞRENİR? ÇOCUKLARIMIZA İBADETLERİ NASIL SEVDİRELİM?

Gibi konularda objektif bir fotoğraf çekip, okul öncesinden başlayarak, çocukların sosyal ve psikolojik durumları dikkate alınarak verilecek eğitimde uygulanacak yol haritasından bazı kesitler. Okulöncesi Çocuklar, babaya Allah’ın verdiği bir emanettir. Bu emanet de babalara büyük bir sorumluluk getirmektedir. Okul öncesi çocuk grubunun baba bağımlılıkları çok fazladır. Ev onun dünyasının her şeyidir. Babaların üzerlerine düşen en önemli görev, çocuğun sorularına hazırlıklı olmak, hangi yaşta neyi nasıl öğretebileceğini öğrenmektir. Baba din eğitimi konusunda sağlam bilgilere sahip olmalı, çocuğun sorusuna nasıl cevap vereceğini bilmesi ve hangi bilgiyi hangi aşamada, hangi çerçevede öğreteceğinin bilincinde olmalıdır. Bu yaş grubunda ilişkiler sevgi odaklı olmalıdır. Okul öncesi dönem, dini sembolleri sevdirme ve benimsetme dönemidir. Okul öncesinde dini eğitim, çocukların duygusal, sosyal, gelişimlerine uygun verilmelidir. Cezalandırma bu dönemde asla başvurulmaması gereken bir davranıştır. Cehennem, yanmak, ALLAH’ın cezalandırması gibi ancak sorumluluk sahiplerine söylenecek konulara girilmemelidir. Oyunla öğretim bu yaş grubunun en ideal öğretim metodudur. Dini sembollerin, bu dönemde çocukların hafızalarına yer edinebilmesi önemlidir. Dini sembollerin olduğu yazboz kitapları bu dönemde kullanılmalıdır. Dini sembolleri sevdirirken ödüllendirme yöntemine başvurulmalıdır. Dini sembolleri öğretirken çocuğun algısına uygun bir sıralı bir proğram uygulanmalıdır. Hangi bilginin ne zaman verileceği öğrenilmelidir. İşiniz kolay, sebginiz ve gayretiniz bol olsun! Cennete çocuklarınızla beraber elele tutuşarak girin!

BABALIK HAKLARINIZI YERİNDE VE İYİ KULLANIN! Çocuklarını okul için kaldıran anne baba, acaba sabah namazı için neden kaldırmaz düşünmelidir. Namaz saatinde, biraz daha uyusunlar dediğiniz çocuklarınıza, anne baba olarak en büyük kötülüğü yapıyorsunuzdur. Okula giden çocuğunu zamanında kaldırmaktan çekinmiyorsun. Okula giderken uykudan kaldırdığın çocuğunu namaza kaldırmıyorsan kendini sorgula. Çocuğunu kendi suçuna ortak etme. ALLAH’ın en iyi şekilde koruman için sana emanet ettiği çocuğuna ve emanet eden yüce yaratıcımıza ihanet etme. Siz siz olun, babalık haklarınızı başkalarına devretmeyin. Devrettikleriniz sizin gibi düşünmez ve yetiştirmez.

8 • Ocak’16

AĞACINI YAŞ İKEN EĞ, ÇOCUĞUNU KÜÇÜKKEN EĞİT Küçük yaşta çocukların cinslerine göre kıyafet seç. Erkek çocuğa erkek, kız çocuğa kız kıyafetleri giydir. Erkek çocuk berbere götür, saçları kestir. Kız çocuğun saçları ördür, kurdelalar taktır. Erkeğe erkek, kıza kız gibi davran, öyle sev, öyle büyüt. Erkek çocuğa soyumu devam ettirecek adam, kız çocuğa da namusumun temsilcisi olacak kadın mantığıyla davran büyüt. Çocuklar henüz küçükler. Biraz serbest olsunlar. Onları sıkmayalım biraz rahat büyüsünler, nasıl olsa büyüyünce istemediğimiz kıyafetleri giydirmeyiz diye düşünme. Çocuklar büyüdüklerinde kendi cinsinin kıyafetlerini seçmelerine yardımcı ol. Bu konuda titizliğini koru. Sokaklara baktığında ya kendi bedeninden üç, dört beden büyük, salaş, kirli kıyafetlerle dolaşan erkek ve kızlar görmektesin. Ya da cinsel uzuvlarını bile teşhir edecek şekilde dar ve düşük belli pantolonlarla veya göğüslerini gösterecek şekilde, gömlek, tişört ve büluzlarla dolaşan kızlarla karşılaşmaktasın. Çocuklarımıza sokak giysilerinin evde, ev giysilerinin sokakta giyilmemesi öğret.

DENENMİŞ VE FAYDASI GÖRÜLMÜŞ BİR DEĞERLENDİRME! Değerli anne babalar! Modern ve seküler hayat, görsel ve sanal gücünün etkisi ile, duyarsız, bireysel ve tekil takılmayı seçmiş, hayatta hiçbir iddiası olmayan, kimseye yardım etmeyen, kimseden yardım da istemeyen, gücünün farkında olmayan, iradesini kiraya vermiş, şehrin sokak ve caddelerine karışmaktan korkan, suyun ve kuşun sesine, ezanın çağrısına, kulağını tıkamış, tabiatın ve hayatın güzelliklerini göremeyen, kendisini uyaranı ya duymayan, ya da uyarıcıya direnen, hiddetlenen, doğru yanlış nedir diye aramayan, düğünde sevinmeyen, ölümde üzülmeyen, akrabalarını tanımayan, anne babayı para basma makinesi gören, duruşu ve çizgisi oluşmamış, kirli ve salaş bir tarzı benimsemiş bir çocuk ve genç nesil inşa etmiştir. Böyle bir genç nesli gören ve çocuğunun geleceğinden endişe etmeyen, acaba benim çocuğum da mı bunlara benzeyecek diye sıkıntı çekmeyen ailelerin varlığı hiç de azımsanmayacak sayıdadır. Anne babasıyla bile anlaşamayan, kültürel değerlerden uzakta, İslami hassasiyetleri kaybolmuş, çevresi bile olmayan, evindeki sanal dünyanın içerisinden çıkamayan, sorumsuz ama sorunlu bir çocuğu olmayan aile hemen hemen yok gibidir. Bu tesbitlere çözüm üretmek, başta anne baba duyarlığı ile başlar. Çocuğun bulunduğu yaş grubunda gerekli eğitimi savsaklamadan, daha erken demeden, çocuklarla bütünleşerek vermek ailenin atacağı ilk adımdır. Babanın dizisi, maçı, annenin yemek proğramları çocuğunuzla ilgilenmekten daha önemli ise, çocuğunuzun geleceğinden endişe etmenize gerek yok. Çocuğunuz önemli ise eğitimdeki rolünü üstlen, camiye, tiyatroya, gezmeye, kültürel etkinliklere, cenaze ve düğün evlerine, beraber git. Çocuklarının kendisini, anne babasını, kültürel değerlerini benimseyen insanlar olmalarına yardımcı ve destek olmak isteyen, kimliklerinin oluşmasına katkıda bulunmayı amaç edinmiş, yetenekleri doğrultusunda onları yönlendiren, sanal ve aldatıcı dünyalardan uzaklaştırıp, hayatın bizatihi içinde olmalarını sağlamaya çabalayan, İslami düşünce tarzına kavuşmalarına, İslami hayat tarzını yaşamalarına yardımcı olmayı hedefleyen, anne babaların eksik bıraktıkları bazı bilgileri tamamlamaya çalışan arkadaş ve dost gruplarıyla beraber hareket et. Evindeki çocuğunla ilgilen, onu ihmal etme, onu sev ve eğit. Siz çocuğunuzu terbiyeli yapmazsanız, başkaları çocuğunuzu terbiyesiz yapar. UNUTMA!

ÇOCUK SEVGİSİ İLE İMTİHAN SORUMLULUĞUNU DENGEDE TUT! Hakkı, adaleti, iyiliği ve ibadet ölçülerini çocuklarımıza zamanında öğretmeli ve “hayırlı nesil” olabilmeleri ve çocuklarda mümin ahlakını inşa etmek için, eğitimlerine zaman ayırmalıyız. Çocuğun eğitimi, eğlencesi, sağlığı, oyunu, çocuk ve insan fıtratına uygun tarzda planlanmalı ve yürütülmelidir. Vahiyle ve sünnetle tarif edilen insan inşası çalışmaları, hareket noktamız olmalıdır. Kendi değerlerimizle, çocuk eğitimini nasıl yapacağımıza kafa yormalıyız. Çocuklarımızı büyüten, eğiten bizler olalım. Teknolojik aletler değil. Ama çocukların ellerinde, çocuğu bağımlı yapan teknolojik aletler hem de en yeni ve en pahalı modellerle bulunmaktadır. Reklamlarla yemek yedirme, hayali ve gerçek olmayan figürlerin kahramanlaştırıldığı, ya da şiddet ve öldürme ağırlıklı çizgi filmler seyrettirme, beni meşgul etmesin de neyi izlerse izlesin tavrı, çocuğun ruh dünyasını kirlendirmektedir. Maalesef bütün bunlar zihni karışık, kendi işini kutsallaştıran, dünyevi işlerini her şeyin önüne geçiren ailelerde olduğu gibi, dini hassasiyetleri önceleyen ailelerde de çok sıkça görmekteyiz. Çocuğunu teknoloji bağımlısı yapma. Senin baban seni ne ile meşgul ederek büyüttü ise onu düşün, onu geliştir, onunla çocuklarını büyüt, meşgul et. Teknoloji ile değil. Hastahanelerde internet ve teknoloji bağımlılığı servisleri açıldığını unutma. Doğurduğumuz çocuklarımızın terbiye edilmesini acaba bizler mi sağlıyoruz. Yoksa televizyon, bilgisayar, internet, sokak mı terbiye ediyor düşünmeliyiz.

Ocak’16 • 9


Karantina

Karantina

Peygamber (s.a.v)

Örnekliğinde Babalık Müessesesi Gülsüm Cemile DAMAR

B

izim vaktimizden sonra İslamı bu topraklarda yaşatacak olan neslin inşaasında anne kadar babalara da görevler düşüyor. Günlerimiz, vakitlerimiz monoton bir koşturmaca içerisinde geçerken, bu dünyada ardımıza bırakacağımız yegane mirasımız çocuklarımıza sadece maddi ihtiyaçlarını karşılayan bir baba figürü sunmak yeterli olmuyor ve hatta eksik kalıyor. Gün içinde çocuklar sınıf sıralarında, babalar ofis masalarında ve akşam vakti hep birlikte yemek sofrasında buluşulan günlere hamd ediyoruz. Çocukların geleceği için çalışmak ve bunu yaparken -farketmeden- kendini onlardan mahrum bırakmak.. Oysa çocuk için İslamî düşünce ve ahlakın temelleri aile tarafından atılıyordu. Değil mi? Günümüz şartlarını göz önüne aldığımızda “sabah 9 akşam 5” babalarımız için çocuklara ayrılacak vakitler sınırlı gibi duruyor. Bu nedenle çocuklarla ilgilenmek, onları terbiye etmek yalnızca annelerin sorumluluğuna bırakılıyor. Fakat bu noktada düşünecek olursak Allah’ın indirdiği son dinin elçisi Peygamberimiz (s.a.s) de bir çok meşguliyete sahipti. Bütün bir Arap yarımadasını hakimiyeti altına almış bir lider olmasının yanısıra, ev hayatında da müminlere örnek teşkil edecek bir yaşantısı vardı. Çocuklara karşı son derece sabırlı, hoşgörülü ve merhametliydi. Herşeyden önce söylemek gerekir ki Efendimiz (s.a.s): “Hiçbir baba, çocuğuna güzel terbiyeden daha üstün bir hediye vermiş olamaz.”1 buyurarak çocukların ahlakî yapılanmasında babalık müessesesine net bir vurguda bulunmuştur. Günümüzde babalık müessesesinin etki alanı daraltılmıştır. Oysa Hz. Peygamber(s.a.s)’in yaşantısına baktığımızda

10 • Ocak’16

görüyoruz ki, babaların da çocuk yetiştirmede görevleri ve sahip olmaları gereken üsluplar var.

Sevgi ve Şefkat Göstermek Efendimiz çocukları çok sever ve bu sevgisini her fırsatta dile getirirdi. Mescitte, minberde Müslümanlara hitab ederken çok defa sözünü kesip torunlarını kucağına aldığı, onları öpüp kokladığı ve sevgisini dile getirdiği olmuştur. Orada bulunan Müslüman cemaate de bunu öğütlemiştir. Diğer taraftan, çocuklarına sevgi ve şefkat göstermeyen insanları da hoş karşılamamış, memnuniyetsizliğini dile getirmiştir. Bu duruma örnek olarak bir gün Resûlullah (s.a.s.)’a bir bedevî Arap gelerek : – “Siz çocukları öper misiniz? Biz ise onları öpmeyiz” deyince Rasûlullah (s.a.s.) bu duyduklarından hoşlanmamış ve şöyle buyurmuştur : – Allah, senin kalbinden merhameti çıkardığı (na göre) ben ne yapayım? (ben senin kalbine merhamet verecek değilim).2 Yine benzer bir durumda Akra‘ b. Hâbis, Peygamber(s.a.s)’i torunu Hz. Hasan’ı öperken görünce: -Benim on tane oğlum olduğu hâlde hiç birini öpmedim, demiştir. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.s.): -“Merhamet etmeyene, merhamet olunmaz” buyurmuştur.3 Çocuklarla vakit geçirmek Efendimizin torunlarıyla olan ilişkisi de çocuklarla iletişime dair bir çok örnek sunuyor. Kendisi bulduğu her fırsatta torunlarıyla ilgileniyor, onlarla oynuyor, şakalaşıyordu.

Bir gün torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin Ondan bir deve almasını istediğinde, deve alacak durumu olmayan Hz. Peygamber “Haydi binin, bundan daha iyi deve mi olur” diyerek onları sırtına bindirmişti. Bu şekilde onlarla oynamış ve gönüllerini almıştı. Peygamber (s.a.s) çocuklarla dengeli bir iletişim içerisindeydi. Torunlarına zaman ayırır, onlarla ilgilenir oyunlarına dahil olurdu. Yine bir gün Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin, dedeleri Allah Rasûl’ünün sırtında iken içeriye Hz. Ömer (r.a.) girdi. Onları, Efendimizin sırtında görünce Hz. Ömer: “Ne güzel bineğiniz var.” dedi. Ve hemen Allah Rasûl’ü şöyle buyurdu: “Ya ne güzel süvariler onlar!”

Çocuğun Derdini Önemsemek Efendimiz (s.a.s) çocukları toplumun bir ferdi olarak, bir birey olarak değerlendirmiş ve onların sahip oldukları dertleri önemsemiştir. Nasıl olsa çocuktur, unutur, geçer gider diyerek onların kendi dünyalarında sahip oldukları dertleri küçümsememiştir. Zeyd ile olan hadise bu duruma örnek teşkil ediyor. Cemaate gelen Zeyd isimli bir çocuğun çok sevdiği kuşu bir gün ölüyor. Efendimiz bunu haber alınca çocuğu ziyarete gidiyor ve ona tesellide bulunuyor. Günlük hayatta yerine getirmesi gereken bir çok sorumluluğu varken Peygamber(s.a.s) vaktini Zeyd’e ayırarak ona ve kaybettiği kuşuna değer verdiğini gösteriyor. Peygamberimizin çocuklarla iletişimde bir denge yolu tutturduğunu görüyoruz. Gerektiğinde çocuklarla oynuyor, şakalaşıyor ve gerektiğinde de tıpkı yetişkin insanlarla ilgilendiği gibi onların dertleriyle ilgileniyor.

Çocuklar Arasında Ayrım Yapmamak Efendimiz (s.a.s) çocuklar arasında ayrım yapılmasına müsaade etmemiş, kız ve erkek çocuklarının eşit derecede muamele görmesini ashabına öğütlemiştir. Özellikle kız çocuğunun bir utanç vesilesi olarak görüldüğü, değer verilmediği ve diri diri toprağa gömüldüğü bir zamanda O, tüm bu cahiliye devri adetlerini reddetmiştir. Bu korkunç cahiliye adetlerinin aksine, Efendimizin (s.a.s) kız babalarını müjdelediği bir çok hadis-i şerifi vardır. “Kim ki, üç tâne kız çocuğu yetiştirir, güzel terbiye eder, evlendirir ve onlara iyilikte bulunursa, onun için cennet vardır.”4 “Bir kimse, iki kız çocuğuna, yâhud iki kız kardeşine, yâhut da akrabasından iki kıza, sevâbını Allah’tan dileyerek, Allâh’ın lütfu ile ihtiyaçları

kalmayıncaya kadar veya onlara yetecek miktarda infakta bulunursa, ona Cehennem’den perde olurlar.”5

Sabırlı ve Hoşgörülü Olmak Hz. Peygamber(s.a.s) “Çocuklarınıza hoş muâmelede (davranışta) bulunun ve onları güzel terbiye edin.”6 buyurarak olması gereken üslubumuzu tarif etmiştir. Onlara iyi muamelede bulunmak ve bu yolla terbiye edilmelerini sağlamak.. Bu noktada Efendimizin yanında büyümüş ve vefatına kadar Onun işlerini görmüş olan Hz. Enes (r.a) bir çok kez haylazlıklarıyla Peygamber’in sabrını sınamış bir çocuktu. Buna rağmen Peygamberimizi anlatırken Onun ne kadar hoşgörülü olduğunu, kendisine karşı bir kez bile incitici bir söz söylemediğini, yaramazlıklarına sabrettiğini bir çok kaynakta görebiliyoruz. Peygamber gösterdiği sabır ve hoşgörü ile Hz. Enes’i yanında tutmuş ve zaman içinde onu terbiye etmiştir. Hz. Enes(r.a): -“Hz. Peygamber(s.a.s) beni çarşıdan bir şey almaya gönderirdi. Ben sokakta oynayan çocukları görünce onlarla oyuna dalardım ve ne alacağımı unuturdum. Sonra sus pus O’nun huzuruna gelirdim. O beni böyle mahcup ve ürkek görünce ‘Ne yapsın Enes, O’nun elinde birşey yok ki, ona yapacağı işi Allah unutturuyor.’ der ve gönlümü alırdı.” Buradan da görüyoruz ki Efendimiz (s.a.s) çocuklar için incitici kelimeler kullanmaktan kaçınmış, hata ve kusurlarını sert bir üslupla yüzüne vurmamıştır.” diye buyurmuş ve Resûlullah’ın çocuk terbiyesinde takındığı üslubunu özetlemiştir. Resûlullah (s.a.s) “Sizin en hayırlınız ailesine karşı en hayırlı olanınızdır” buyuruyor. İslamî terbiye ve güzel ahlak üzere yetiştirilen çocuklar, aile olmanın anlam kazanan halidir. Ve bu anlamı oluşturma sorumluluğu yalnızca anneye ait değildir. Peygamber’in yaşantısında da görüyoruz ki, aile ve çocuk babaya emanettir. Hepimiz okuyoruz, biliyoruz ve tanıyoruz aslında Peygamber’in metodlarını. Ama tekrar, tekrar ve tekrar okuyalım. Biz okudukça bu sözler zihinlerimize işlesin, kalplerimize girsin ve hayatımızda yer bulsun. Bizden sonraki dünyaya daha güzel bir ümmet bırakabilmek için Allah’tan güç, kuvvet ve azim dilerim. 1 2 3 4 5 6

Dipnotlar (Tirmizî, Birr, 33, IV, 338) (Buhârî, Edep, 18, VII, 75) (Mûslim, Fedāil, 65) (Ebû Dâvud, Edep, 120, 121, V, 355) (Ahmed b. Hanbel, VI, 293) (Ibn Mâce, Edep, 3, II, 1211)

Ocak’16 • 11


Karantina

Karantina

Aynı Yas Aynı Tavan Rukiye Feyza YILDIRIM

B

u yazıya başlamayı arzuladığım yer, en içten yazılmış yazılar nereden başlarsa oradan başlayışım kadar kolay gelecek mahiyette değil, zira bu yazıma bir babanın kalbinden başlamayı arzuluyorum. Bu yazıya bir babanın kalbinden başlıyorum, desturla –ve bir o kadar korkuyla-. Bir babanın kalbinden başlanamaz yazmaya öyle kolay kolay. Bu duygu karmaşasına ayak uydurabilmek her yiğidin harcı değildir zira, her baba yiğidin harcı dâhi değildir; sadece babaların, babaların harcıdır. Öyle karmaşık bir duygu dünyasıdır ki burası; sevgiyle öfkenin ikiz kardeş olduğuna ayan beyan şahit olur, babanın kahkahalarına şerik olabilmenin ne zor ve bir o kadar harikulade bir mes’ele olduğunun farkına varır, onun gözyaşının akma ihtimalinin binde bir de olsa var olduğunu idrak eder, şaşkına döner, daha ziyade hayran kalırsınız. Sevgiyle öfkenin ikiz kardeş olduğunu müşahade edişiniz, öfkeye olan sert tavrınızı az da olsa yumuşatır, babanın kahkahalarında kaybolma arzu ve isteğiniz doruklara ulaşır ve fakat onun gözyaşının akma ihtimali dahi canınızı yakar; buna şahit olduğunuz an, kaybolduğunuzda kendinizi bulabileceğiniz nadir meskenlerden birinin, onun gözyaşları olduğunu anlarsınız. Onun gözyaşlarında kendinizden nefret eder, kendinizden kaçar, kendinizde kaybolur, kendinize yürür, kendinizi arar, kendinize koşar, kendinizi bulur, onun gözyaşlarıyla kimliğinize kavuşur, onun gözyaşlarıyla canınız yanar, onun gözyaşlarıyla câna kanar; kendinize –ve bilhassa kendinizde- yolculuğunuzda, onun gözyaşlarından öte yer olmadığına inanmaya başlarsınız. Ve ne doğru bir inanıştır bu. Tasnif, teşbihin kaderinden pay almış mıdır bilemiyorum ancak hata olmaması temennisiyle fikir dünyamda bir tasnif yapıyorum istemsiz;

12 • Ocak’16

bir “babalar”ın bir de “kız babaları”nın olduğu yönünde bir tasnif. Babaların kalbinden yazmaya başlamak zordur ve imkânsızdır kız babalarının kalbinden yazmaya başlamak. Kız babalarının kalbinin başı sonu yoktur çünkü, dipsiz kuyudur, karaya ulaşılacağına dair tek bir emare dahi bulunmayan deryadır, yakınlarda bir damla su olma ihtimalinden ziyadesiyle uzak çöldür, bitmeyen yol, şeksiz ve bir o kadar şüphesiz ahret inancıdır kız babalarının kalbi. Öyledir. Babaların gözyaşları, kendisinden öte yer olmayan zaruri meskense, kız babalarının gözyaşları başlı başına bir evrendir; kendine has yörüngesiyle güneşi, ayı olan, gezegenlerden de kusur kalmamış bir evren. Kız babalarının kalbi başka atar, nabızlarını başparmaklarının başlangıç noktasından, boyunlarının solundaki damardan ve hatta kalbinden değil, kızlarına bakışlarından dinleyebilirsiniz ancak. Kız babalarının nabzı, kızlarında atar ve dâhi kızlarından dinlenir. Yüreklerinden geçen kızlarına değer, kızlarından geçen, yüreklerine… Duâları, kızlarına uğramadan yükselemez semâya, kızlarına uğrar ve münâcât olur, öyle vücûd bulur; bu öyle bir vücûda geliştir ki, tam da vücûbuncadır. Öyle midir? --“ Birkaç güne ulaşır mahkeme celbi eline, dedi. Bilemiyorum kızım, nasıl davranmam gerektiğini bilemiyorum. Allah’a havale ettim, sabır diyerek izliyorum olanları.” Gelir mi sahi? Blöftür belki, blöf müdür sahi? “Blöfün de eğrisi doğrusu var be baba! Blöfün de bir hakkı var! 50 küsür senelik ömrünce hiç mi blöf yapmadın!” diyesi geldi fakat o mâhur beste çalsa ağlaşacakları kişinin yine babası olacağın-

dan emin olduğundan mütevellit, dili varmadı demeye. Annesi genelde bu eylemi işteş çatılı yapmaz, kendisiyle baş başa kaldığı zamanlarda, gizlice icra ederdi; ondan sebepti, annesiyle o mâhur besteye ağlaşmamış olmaları. Sonra bu düşüncelerden sıyrılıverdi bir an, - “Baba” diye seslendi gözyaşı şerikine. Babası meraklı gözlerle kendisine yöneltti bakışlarını –o bakışlar ki merhamet doluydu-. Babasının suratına 21 yıllık ömründe bakmadığı kadar dikkatli bakınca, suratındaki tüm çizgilerde acziyeti harfiyen okuyabilme kudretine erişti. Evet, babasının yüzündeki bütün çizgiler, acziyetini ilan ediyordu. Kısa süreli ve fazlasıyla anlamlı bu sessizlikten sonra derin bir nefes aldı ve dedi, -“Hayat bu kadar ucuz mu? Hayat bu kadar mı ucuz?” O sıra, kurduğu cümlenin abesle iştigal olduğundan habersiz, soru ekini hangi kelimeden sonra koyduğunun ehemmiyetinin ne olduğunu düşünmek hususunda kendisini zorladı; zorlamasa, çok zorlanacaktı, o ânı kaldırmakta. Babası anlam verememişti söylediklerine. O yine bilmiyormuş gibi yaparak gidip babasına sarıldı, o dağ gibi adama sarıldı, o dağ gibi pamuktan adama… Babasına tebessüm etti –babası, kendisine tebessüm ettiğinde tüm abesle iştigallere mânâlı bir meşguliyet nazarıyla bakardı- ve dağlar üzerine tefekkür edeceğini söyleyerek odasına çekilmek üzere müsaade istedi. Müsaade onundu. Yatağına uzandı, içerisindeki o köhne âlemde en naturalinden binlerce afet olurken, bir bahar havası yaşatmanın ne zor olduğunu düşündü. Hafif doğrulup, pencereden dağları, dağlardan ziyade heybetlerini izlemeye başladı, zira yalan söylemekten hoşlanmazdı. “Aynı tas, aynı hamam!” diye geçirdi içinden, yalan söylemekten hoşlanmazdı. Aynı has, aynı tamamdı. Yalan söylemekten hoşlanmazdı. --Muhakkak öyledir. Ve evlatlar nezdinde ana ocaksa, baba dağdır. “Baba ölür dağ yıkılır, ana ölür ocak yıkılır.” Baba, mahkeme koridorlarına, duruşma salonlarına rağmen babadır, dağdır, geçilmezdir. Baba, asfalt dökülmemiş kilometrelerce uzaklı-

ğa rağmen, babadır, yoldur, değildir ulaşılmaz. Baba, susuzluktan kuraklaşmışlığına rağmen, babadır, bahçedir, hasadı kâbildir. Baba, yağan sağanak yağmura rağmen, babadır, izdir, korumuştur çizgilerini. Baba; “elif”tir baba, “ye”yi de o öğretmiştir fakat. Baba; “bidayet”tir baba, “nihayet”e de o hazırlamaktadır fakat. Tüm fakatlara, tüm rağmenlere, tüm mahkeme koridorlarına, Karayolları Genel Müdürlüğü’nün tüm ihmallerine, bahçıvanların umarsızlıklarına, yağan yağmurun sağanaklığına rağmendir, babadır, fakattır. Muhakkak. --İki elini başının ardında kavuşturmuş, uzandığı yatağından tavanı seyre koyulalı yaklaşık 3 saat olmuştu. Düşün düşün bitmiyordu, düşünülecekler kapıya dayanmıştı, kapılar yüzüne kapanmıştı, “bir peş peşe kapı alamadım be! bir düşeş atamadım şu hayatta!” diye geçirdi içinden, sonra “tövbe” dedi, “tövbe estağfirullah!”. Düşün düşün, biterdi. Kapıya dayanan, kovulabilirdi. Tavlada başarılı olsa neydi, olmasa neydi? Aklî yorgunluklarını böylece dindirdikten sonra, o muazzam manzarayı ihtiva eden tavanı izlemeye devam etti, her gece bu tavanla göz göze, diz dize kalp fırtınası yapardı ve saatlerce sürerdi bu mesai. Bu kez de öyleydi, aynı yas, aynı tavan. --Efendiler, bu yazıya babaların kalbinden başlamayı arzuladım; daha da zorlayıp şansımı, kız babalarının kalbinden atmaya talip oldum adımlarımı. Olmadı, başaramadım. Babalarına izahı kâbil olmayan mânâlar atfetmiş kızların kalbinden başlamış buldum kendimi. Fakat onun da veremedim hakkını. Tüm anlatamamışlıklarıma, başaramamışlıklarıma, acımışlıklarıma rağmen diyeceğim tek şey şudur, tek şey şudur diyeceğim; bilesiniz ki, akıl ve irade nimetini yüklenebilmiş tek dağdır;(baba). (Ahzâb/72) Ocak’16 • 13


Karantina

Karantina

Ömer Miraç Yaman ile

“Baba” Kavramı Üzerine Röportaj: Furkan GENÇOĞLU

Genç Öncüler: Baba kavramını biraz açabilirmiyiz? Ömer Miraç Yaman: Bu soruyu Rabbimiz Teala’nın nasıl bir annelik ve nasıl bir babalık olmalı tanımlaması üzerinden bir okuma yaparsak daha faydalı olacağını düşünüyorum. Rasulullah (s.a.v.)’ın dilinden belli ifadeler okuyoruz, Rabbimiz Teala bazı emirler buyuruyor. Fakat biz bu örnekliğin ve emrin dışında anne babalık yapmaya devam ediyoruz. Tahrim Suresi’nde Rabbimiz Teala 6. ayeti kerimede “Ey iman edenler; kendinizi ve ailelerinizi yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun” buyuruyor. Bu ayeti kerimede sorumluluk büyük oranda evde babaya yükleniyor. Biz sorumluluğun islami anlamda ailenin bütün fertleri nazarında babaya yüklenmesini Rabbimiz Teala tarafından bir emir ve yerine getirilmesi gereken bir sorumluluk olarak görüyoruz. Peygamberiz (a.s.)’in yaptığı uygulamaların tamamında da, babalık üzerinden bizim bugün toplumsal pratiğinden gördüğümüz ceberrut, yüzü asık, emirler yağdıran ya da bir şekilde evde hayatı kolaylaştıracağı yerde zorlaştıran bir baba profilinin ötesinde ailenin ve evin belkemiği haline dönüşmüş, bu haliyle evdeki bütün süreçlerle yakından ilgilenen evin özel rollerini 14 • Ocak’16

üstlenmiş bir birey olarak görüyoruz babayı. Zira Türkiye’de baba dendiğinde ev işlerini büyük oranda anneye devretmiş, bir de üzerinde “yuvayı dişi kuş yapar” diyerek ve “içişleri bakanlığı” rolünü anneye yükleyerek kendi görevlerinden bir şekilde sıyrılmaya çalışan ve bunu meşrulaştırırken de dışarıdaki yoğunluklarını bahane eden bir baba profili ile karşı karşıyayız. Maalesef şu anda Türkiye’de bir gençlik sorununu konuşuyorsak bir “baba sorunu”nu da konuşmak zorundayız. Zira konuşacağımız konu babasızlık üzerinden bir şekilde inşa edilen bir nesil problemini sorunudur. Türkiye’de baba meselesini değerlendirirken ve Rabbimiz Teala’nın bu konuda nasıl bir süreç takip etmemiz gerektiğini dönüp baktığımız ortada bugünkü babalık anlayışına çok farklı bir süreç olduğuna şahitlik ediyoruz. Bu konuda farklı bir iki noktaya dikkat çekmek istiyorum. Bizde çok klasik tabular vardır, baba ve çocuk arasında. Bunlardan bir tanesi örneğin çocukla muhabbet etme, ona şefkat ve ilgi gösterme, onu öpüp koklama, ona ruh dünyasından kalbinden gelen sevgi cümleleri ile hitap etme noktasında maalesef biz Türkiye’de ketum bir babalık rolü görüyoruz. Bu noktada özellikle Aleyhisselam’ın örnekliği ile hiç uyuşmayan bir

durum var ortada. Aişe (r.a.) validemiz şunu söylüyor; Bir gün bedevi grup Aleyhisselam’ı ziyarete geldi. Bedevi grup Aleyhisselam’ın huzurundayken yanındaki sahabelerin çocuklarıyla oynaştıklarını, öpüp koklaştıklarını gördüler. Bunun üzerine siz çocuklarınızla böyle öpüp koklaşıyor musunuz diye sordular. Aleyhisselam evet diye cevapladı bu soruyu. Onlarda Allah’a yemin ederiz ki biz çocuklarımızı böyle öpmeyiz, koklamayız. Sizin gösterdiğiniz bu davranışı göstermiyoruz çocuklarımıza karşı. Aleyhisselamın cevabı 1400 yıldan bugüne akan çok net bir cevap olarak bizim ebeveynlik rollerimizi sorgulamamıza imkan tanıyan bir cevapla taçlanıyor. «Allah sizin kalplerinizdeki merhamet duygusunu söküp almışsa ben ne yapabilirim ki» diyor aleyhisselam. Yani kendi öz evladını öpüp koklayamayan yani ona sevgisini muhabbetini aktaramayan bir babalıktan Allah ‘a sığınmak gerektiğini, en azından Aleyhisselam’ın bu konuda çok dikkatli ve rikkatli olduğunu Aişe (r.a.) annemizin aktardığı bu rivayet üzerinden okuyabiliyoruz.

Başka bir nokta da maalesef aynı zamanda merhameti kuşanma noktasında Türkiye’de ki babalık rollerinde çok ciddi bir sorun olduğunu görüyoruz. Ya da babalarımız merhametli değiller, anlayışlı ve affedici değiller maalesef. Peygamberimiz (a.s.) “çocuğunun kendisine iyi davranmasında ona yardımcı olan babaya Allah rahmetini bol kılsın.” buyuruyor. Çocuğu zor, problemli, ciddi sorunlara yol açan bir kişiliğe de sahip olabilir ama tüm bunlara rağmen çocuğunun kendisine iyi davranması konusunda çocuğa yardımcı olan, ona merhametli davranan babaya Allah merhametini bol kılsın diye dua eden bir Peygamber (a.s.)’in ümmetiyiz elhamdülillah. Özellikle Aleyhisselam’ın oğlu İbrahim ‘in vefatı sonrasında tanık olduğumuz manzaralarda biz aynı merhamete ve duygu seline tanık oluyoruz. Abdurrahman bin Avf (r.a.) İbrahim’in rahmetli olmasından sonra Aleyhisselam’ın gözünden süzülen gözyaşlarını gördüğünde şaşkınlık içerisinde “ya Rasulullah neden ağlıyorsun” diye soruyor. Aleyhisselam Abdurrahman bin Avf’a cevap vermiyor ölü bedeninin başında İbrahimine dönüyor ve diyor ki «Ey İbrahim tekrar buluşma saati olmasaydı senin için daha fazla üzülürdük. Ama yine de çok mahsunuz. Göz yaş akıtır, kalp hüzünlenir lakin biz Allah’ın hoşnut olmayacağı şeyler söylemeyiz.” Bu durum Aleyhisselam ile oğlu arasında nasıl bir ilişki olduğuna dair çok net bir gösterge aslında. Merhameti kuşanma noktasında Türkiye’de babaların, özellikle Allah’tan hakkıyla korkmaya çalıştığını söyleyen babaların çok ciddi anlamda bu tavrı benimsemediğini ve bundan uzak kaldığını düşünüyoruz. İbni Kayyım (r.a.) bugün yaşadığımız süreçlerin tamamını özetleyen bir söz söylüyor; «Çocukların çoğunun bozukluğununun sebebi babalarıdır.» Eğer problemli bir çocuktan, arıza üreten, suç üreten bir çocuktan bahsediyorsak bunların çoğunun sebebi babalarıdır. “Zira babalarının ihmali, dinin farz vesair sünnetlerini öğretme işini terketmeleri yüzünden çocuklar bozulmuştur.” Yani dışarda emeğiyle, vaktiyle Ocak’16 • 15


Karantina ümmetin çocukları için dertlenen öğretmenler, alimler veya sivil toplumda çalışan gönlü geniş insanlar evlerinde eğer kendi yetiştirdikleri, kendi mülklerinde ve emanetlerinde olan evlatlarına en azından aynı şefkati merhameti ve ikramı göstermiyorlarsa zaten konuşacağımız mesele “önce babalık mı yoksa önce dini nasıl anladığımız mı” gibi sorularla bizi karşı karşıya getiriyor. Genç Öncüler: Şuan Türkiye’de siz belli çalışmalar yapıyorsunuz. Bu mesele ile ilgili de belli çalışmalarınız var. Babalık hakkını anneye veya bir hocaya devreden babaların, evlerinde çocuklarının yaşadığı problemler genel olarak nelerdir? Babalarıyla kuracağı ilişkiyi kurmadıkları için nereye savruluyorlar? Son 10-15 yıldan beri çok daha yaygın olarak anne-babalı bir yetim ve öksüzlük halinden söz edebiliriz. Çocukların babaları var ama buna rağmen yetim ve öksüzler. Maalesef anne babalarından göremedikleri ilgiyi tabiatın boşluğu kabul etmeyen tarafına dönüp baktığımızda bir başka yoldan doldurma yoluna gidiyor insanlar. Zaten sıkıntı burada başlıyor. Baba başta bir İslami terbiye edindirmek, bir usul öğretme, ahlak kazandırma ya da bunların tamamına dair bir hayat okuması yapmak için evden ayrılıyor. İnsanlar evladına vakit ayırmayıp bu işi bizzat kurduğu derneğe ya da kurulmuş olan bir derneğe, bir eğitim kurumuna vermek suretiyle başından attığı, önemsemediği bir babalık rolünü benimsiyorlar. Ve bu anlamda cemaat ve vakıflarda başka bir sıkıntı da var. Bir cemaat, bir vakıf anne ya da babalık rolünü üstlenmemeli. Böyle bir role talip olmamalı. Niçin bir cemaat, vakıf, dernek çocuğa namaz kılmayı, ilmihal bilgisini öğretmek durumunda olsun ki? Ya da niçin anne babalar yangın söndürücüsüymüş gibi derneklere, vakıflara evlerinde yakıp tutuşturdukları evlatlarını kucaklarında taşıyarak, “alın bunu, eti de kemiği de sizin olsun” diyerek vermek durumunda hissetsinler ki kendilerini? Yan16 • Ocak’16

Karantina lışlık buradan başlıyor. Müzakere edeceksek eğer, tam da babalığın anneliğin ne olduğu üzerine konuşmak zorundayız. Bu çok daha felsefi ve derin bir tartışma aslında. Ama öncesinde şunu konuşmalıyız. Türkiye’de ve İslam Dünyası’nda, genel olarak dünyada gençlerle ilgilendiğini söyleyen sivil toplum kuruluşları, okullar ya da eğitim merkezleri ne böyle bir işe talip olmalı ne de anne babalar kendi üzerlerine Allah (c.c.) tarafından yüklenmiş olan görevleri bir başkasına devretme arayışında olmalılar. Bundan dolayı hormonlu, bir takım sorunlarını hiç aşamayan, kimlik problemi yaşayan ve mutlu olamayan çocuklar ile uğraşıyoruz. Peki travma nerede büyüyor? Çocuk babası ile bir ilişki kuramadıysa hırçın oluyor. Kızgın ve öfkeli oluyor. Hayatta bir intikam alma oyunu da başlıyor. Bu oyun kimi zaman madde bağımlılığı, suça bulaşma, evden kaçıp uzaklaşma, kimi zaman hiç olmayacak noktalarda zihni ve fikri olarak bambaşka noktalara savrulma ile sonuçlanabiliyor. Maalesef karşılaştığımız yüzlerce örnekte biz bu travmayı görüyoruz. Bu anlamda medresemiz ve okulumuz, evimiz olmalı; mürebbiyemiz, hocamız ve eğitmenimiz de babamız, annemiz olmalı. Ama önce babamız. Dolayısıyla mesele çocuk sahibi olmaksa -ki bu bize Rabbimiz Teala’nın ikramıdır, emanetidir biz sadece emanet bilinciyle bakabilir, haddimiz ve sınırımızı bilerek ve bunun ötesinde bir sürece talip olmayarak- herkesin en azından babalık rollerine ve evladı ile kurdukları ilişkileri yeniden gözden geçirmeye ihtiyacı var. Yaş ilerleyince ve bazı sorunlar kronikleşince çözülemez hale gelince anne veya babalar ama özellikle babalar çocuklarını zihinlerinden siliyor, hayatlarından çıkarıyor. Evet, belki o evde yaşamaya devam ediyor ama değişmesine, hayata tutunmasına dair umudunu ya da dünyevi birtakım beceri ve başarıları gerçekleştirmeye dair umutlarını siliyor, yok ediyor ve bu aynı zamanda o çocuğuyla kurdukları ilişkiyi öldüren son darbe oluyor.

Çoğu evde aynı evi paylaşan baba ve evlatların birlikte yemek yemişlikleri yok, o evin evlatları değilmiş gibi. Geçenlerde 350-400 liselinin katıldığı konferansta arkadaşlara şu soruyu sordum: “İçinizde son bir ayda anne babasıyla -her biriyle- bir saat baş başa vakit geçiren var mı?” Bu soruya 400 kişiden 15 parmak kalktı. Bu bizim gerçekliğimiz ve sorunumuz. Bir arabaya harcadığımız emek kadar, iki kuruş kazanmak için yaptığımız telaş kadar evladımızla ilgilenip vakit ayırmıyorsak rüzgar ekiyoruz demektir. Bu durumda fırtına ekmeye de hazır olmamız gerekir. Şu an yaşanan bir gençlik problemi değil annelik-babalık problemidir. Düzelecekse hikaye buradan düzelecek, toparlanıp yeni bir hikaye de yazılacaksa buradan yazılacak inşallah.

Anne-baba için çocuk bir cennet vesiledir, hakeza bu çocuk için de böyledir. Rabbimiz Teala bu gidiş gelişli iki yolu rabt etmeye çalışıyor. Yani evlat annebabasına hürmet edip kol kanat gerdiğinde cennete gitme vesilesini kazanmış oluyor. Anne-baba da emanetine sahip çıktığında arkasından hayırla yad edece bir nesil bıraktığında bu sadakayı cariyeden sayılıyor. Dolayısıyla ilişkimiz bir cennet ilişkisi üzerine kurulu. biz de şimdi dünya putunun önünde evlatları-

G.Ö: Bir anne-babanın evladınden beklentisi ne olmalı? Anne-baba için çocuk bir cennet vesiledir, hakeza bu çocuk için de böyledir. Rabbimiz Teala bu gidiş gelişli iki yolu rabt etmeye çalışıyor. Yani evlat anne-babasına hürmet edip kol kanat gerdiğinde cennete gitme vesilesini kazanmış oluyor. Anne-baba da emanetine sahip çıktığında arkasından hayırla yad edece bir nesil bıraktığında bu sadakayı cariyeden sayılıyor. Dolayısıyla ilişkimiz bir cennet ilişkisi üzerine kurulu. Bu dünyadaki evlenmek, meslek sahibi olmak, mülk edinmek gibi diğer tüm telaşlarımız genel eksenin sadece birer sebebi olabilir. Zihinsel olarak kaybolan asıl şey de zaten budur. İnsanlar başarılı zeki çocuklarını Allah’ın dinine Hanne gibi Meryem’ini “doğarsa sana adayacağım” gibi bir niyetle başlamıyorlar kurdukları ilişkiye ve buna göre yatırım yapmıyorlar. Çocuk başarılıysa iyi okullarda okutmalı, başarısızsa Kuran kursuna göndermeli iye bakılıyor çoğu zaman. Yani çürükler Allah’a, iyiler dünyaya. Tıpkı Mekke müşrikleri gibi; kötü kurbanlıkları Allah’a kesen, güzel ve bakımlıları kendilerine kesen müşriklerin yaptığı gibi; (Rabbimiz Teala muhafaza buyursun)

mızı kesiyoruz ve güçlü olanları kendimize ayırıyoruz, zayıf olanlar için de bu Allah’ın dininde ilerlesin diyoruz. Birinci sıkıntımız bu. G.Ö: Anne-babalık nerede biter? Teknik olarak baktığınızda anne-babalık çocuğu evlendirdikten sonra biter. Bu noktayı tırnak içinde söylüyorum çünkü “bitmez annebabalık ölene kadar”. Hatta öldükten sonra anne-babasının dostlarını ziyaret etme göreviyle devam eder bir çocuk için anne-babalık. Ama aslında teknik olarak hayırla ve bereketle çocuk evlendirildikten sonra anne-babalık biraz geri çekilir. Mevla Teala son nefese kadar hayırlı evlatlar ve anne-babalar olmak konusunda bize yardım etsin. Rabbimiz (c.c.) Teğabun suresinde bizlere mealen, Dikkat edin! Evinizde ocağınızda size düşman olanlar olabilir. Ama size verdikleri onca acıya ıstıraba rağmen onları affeder merhameti davranırsanız ben de sizi affedip merhametli davranacağım, diyor. Bu süreci hem fiili hem de kârlı bir dua ile hem de eyleme dönüşmüş hali ile sürdürecek bir anne-babalık gerekiyor ki bu da bizim duamızdır inşallah. Ocak’16 • 17


Karantina

Karantina

İYİLİĞİ ELDEN BIRAKMAMAK Fatma Betül YILDIZ

R

abbin “kendisinden başkasına ibadet etmeyin, ana-babaya iyi muamele edin” diye hükmetti. Eğer onlardan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlığa ererse, sakın onlara “öf” bile deme. Onları azarlama, onlara çok yumuşak ve tatlı söyle. Onlara acıyarak tevazu kanadını indir. Ve “Ya Rabbi, onlar beni çocukken nasıl bakıp büyüttülerse, sen de kendilerine öylece merhamet eyle!” Ana ve baba hakkı temel kaynaklarımızda sıkça referans yapılan bir konudur. Ayetlerde ve hadislerde geçer. Pek çok hadis-i şerif te ana hakkı ile Allah hakkı birlikte zikredilir Bu nedenle İslam kültürü’nde ana baba hakkı üzerinde ehemmiyetle durulmuş onların rızasını almak, gönüllerini yapmak iyi muamelede bulunmak cenneti kazanmak için bir vesile olarak görülmüştür. . Bu durum bizim kültürel kodlarımıza da işlenmiştir. Toplumumuzda başka hiçbir toplumda olmayan bir ana babaya itaat, hizmet kültürü yerleşmişti.”yerleşmişti” diyorum çünkü bu kültür yavaş yavaş kaybedilmeye, bir değer olarak eski önemini yitirmeye başladı. Son 20 yılda Türk toplumunun yaşam tarzı değiştiğinden eski değerler sallantıya uğradı. Ayette de geçtiği üzere ana baba üzerindeki en büyük sorumluluğumuz onların rızasını almak ve bakıma ihtiyaçları olduğunda onlara bakmak. Toplumumuzda bir gelenek olarak evlenen çiftler zaten anne ve babaları ile yaşarlardı. Anne ve babaya hürmette kusur edilmezdi. Bu, insanların eski yaşam tarzını büyükler aracılığıyla devam ettirebilmesi için güzel bir fırsattı. Evin gelini kayınvalidesinden pratik bilgiler öğrenirken evin çocuğu annesinden ve babasından büyüklere nasıl davranması gerektiğini öğreniyordu. Her sistem gibi bu sistem de kusursuz değildi. Anne baba ile düşünceler çatıştığında ayrılıklara,akrabalar arasında uzun süreli kırgınlıklara sebep olabiliyordu. Ayrıca bize imkansız gibi görünse de babaların yanında çocukların sevilemediği, eğer çocuğa dedenin ismi verilmişse; dedenin yanında çocuğa ismi ile hitap edilemediği durumlar bu

18 • Ocak’16

sistemin bir parçasıydı. Bu durumun elbetteki İslam kültürü ile bağdaştığı iddaa edilemez. Zira peygamber efendimiz(sav) namazdayken bile torunlarının sırtına çıkmasına müsaade ettiği rivayetlerde geçmektedir. Ayrıca “çocuklarla çocuklaşınız” buyurmuştur. Çocuklarla oynamak onlara değer verdiğini göstermek islami açıdan da çocuğun karakterinin gelişmesi açısından da son derece önemlidir. Ne var ki sisteme asıl darbeyi vuran bu iç saikler değil kadının çalışma hayatına başlaması oldu. Vaktinin çoğunu dışarda geçiren bayanlar eve geldiklerinde yaşlılara bakmak yerine istirahat etmeyi tercih edeceklerdi. Ayrıca daha bireysel bir dünyaya evrildiğimizden kültürü devam ettirmek, yaşlıların tecrübelerinden faydalanmak gibi değerler eski önemini yitirmişti. Kısa vadede böyle bir yaşam tarzı çeşitli uyuşmazlıkları da ortadan kaldırmıştı. Bu durumda bakıma muhtaç anne babaların yeri huzurevleri ya da kendi kaderlerine terkedildikleri apartman daireleri oldu. Bazen çevremizde görüyoruz; bazen gazetelerden okuyoruz: Yapayalnız kalan, ailesi tarafından terkedilen yaşlı insanları... Sistemin bozulmasından yaşlıların etkilendiği hissine kapılmayalım. Zira hepimiz birgün yaşlanacağız. Ömrümüzün son günlerinde, emek verdiğimiz onlar için hayatta fedakarlıklar yaptığımız, belki çileler çektiğimiz çocuklarımız bizi yalnız bıraksa, yaşadığımız hayal kırıklığının boyutunu bir düşünelim. Bir komşumuz vardı...Yaşlı bir amca hanımı ile birlikte yaşıyordu. Her sabah ben okula giderken o da köpeğini dolaştırmaya çıkıyordu. Çocukları ile görüşmüyordu. Sebebi sorulduğunda ise köpeğini çocuklarından daha çok sevdiğini, çocuklarının kendisini para için ziyaret ettiğini söylüyordu. Elbette ki bu tür olaylarda işin iç yüzünü bilmeden dışardan tek taraflı yorum yapmak durumu açıklığa kavuşturmaz. Ancak çocuklar davranışlarıyla o amcaya bunu hissettirmiş olmalı...

Allah Teala buyuruyor: “Biz ana ve babasına iyilik etmeği insana tavsiye ettik. Hususiyetle anasını tavsiye ederiz ki, o kat kat zaafa düşerek ona gebe kalmış, emzirmesi de iki sene sürmüştür. Binaenaleyh, Bana, ana ve babana şükret.” (Lokman Süresi (31). 14) İyi muamele kavramı üstünde rivayetlerde de hususiyetle durulmuştur.Aslında iyi muamaele sadece onlara bakarken değil onlar ile her muhatap olduğumuzda takınmamız gereken bir tavırdır. - “Biz insanların ana ve babalarına iyilik etmelerini vasiyet ettik” (Rad Süresi (13), 21) Ana babaya iyilik onlara iyi niyetle yaklaşmak, çeşitli uyuşmazlıklar sebebiyle onları kırmamaktır. - “Allah’a ibadet edin ve ona hiç bir şeyi ortak koşmayın. Anaya, babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara yakın komşuya, yabancı komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, ve maliki bulunduğunuz kimselere iyilik ediniz.” (Nisa Süresi (4)1) Rivayetlerde “Anaya-babaya iyilik etmenin nafile namaz, oruç ve hac faziletlerinden daha faziletli olduğu belirtilmektedir. İslam hukukunda hak ve sorumluluk eşit bir terazinin iki kolu gibidir. Hakkın olduğu yerde o oranda sorumluluk da vardır.Anne ve baba hakkından sözettiysek sorumluluğun da hakkını vermek gerek. Rivayetlerde ana ve babanın çocukları üzerindeki iki hakkı olduğu belirtilmiştir. Bunlardan ilki çocuğa güzel bir isim vermek. İkincisiyse güzel ahlak üzere terbiye etmek.Ana ve babaları takdir yetkisi bize düşmese de (nitekim benim dedemden aldığım terbiyeye göre ana ve baba muhakeme olunamaz)onların bu konuda ellerinden geleni yaptığından en ufak bir şüphemiz yoktur. Rivayetlerde güzel ahlak üzere yetiştirilmiş evladın sadaka –yı cariye hükmünde olduğu ve kişinin öldükten sonra da amel defterinin sağ tarafına işleyeceği belirtilmektedir. Rabbim hepimizi öyle evlatlardan olmayı nasip etsin inşallah.

Gelgelelim meselenin içinden çıkılması güç bir yanı var ki o da ana baba ile düşüncelerimiz uyuşmadığında nasıl bir tavır takınmamız gerektiği. Yaşadığımız dünyanın bize bazı davranış formlarını dayatması, ana babalarımız ile aramızdaki düşünce farklılığını kaçınılmaz kılıyor. Sanırım her gencin yaşadığı bir problemdir bu. Burada ana ve babaların -dini hassasiyetleri koruduğu ölçüde- gençlerin seçimlerine, kararlarına kendilerini gerçekleştirmelerine fırsat tanımasının önemli ve gerekli olduğu kanaatindeyim. Ne var ki gençlere düşen en büyük sorumluluk; üsluba, kendilerini ana ve babalarına karşı ifade ederken seçtikleri kelimelere son derece önem vermeleridir. “İyi muamele”yi elden bırakmamalarıdır. Zira iyi muamele namazdan sonra, cihaddan önce gelir. Abdullah b. Mes’ud radıyallahu anh der ki:Resulü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem)e: “Allah’ın katında en sevgili amel hangisidir?” deye sordum. Buyurdular ki: - Vaktinde eda. olunan namaz. - Namazdan sonra hangisi daha sevgilidir? - Anaya, babaya iyilik etmektir, buyurdular. - Sonra hangisidir? dedim. - Allah yolunda cihadda, buyurdular. İyi muameleyi elden bırakmayan gençlerden olmak ümidiyle

Ocak’16 • 19


Karantina

Karantina

Salıncak Çocuk Kulübündeki Kız Kardeşlerimize “Baba, deyince aklınıza ne gelir?” dedik;

Babalar ve Ahmetler Mukaddes KUTLU

Rümeysa Betül Kurnaz (4.sınıf): Beni güldüren, bana kıyamayan. Damla Geyyaz (3.sınıf): Babam işe gider. Babam köfte yapar. Hacer Sarıkaya (3.sınıf): İşe gider.

K

üçük çocukların algıları büyük olurdu. Büyük ve bir oyun hamuru gibi rahatça şekil alabilen algılar. Oynanması ve değiştirilmesi en kolay olanlar. Ve bizler Ahmet’in küçük boyu ve kocaman algılarıyla oynayan televizyona hapsolmuş insanlar olarak Ahmet’in algıları arasında gezebilirdik. Mesela Ahmet’e algılatıldığına göre villası yoksa bir babanın, oğluna Ahmet ismini koyar. Ama havuzlu bir villası olsaydı, oğlunun adı kesinlikle Cenk olurdu. Eğer işçiyse bu baba eşine bağırır ama büyük bir şirketi varsa romantik mi romantik olurdu. Zengin baba karısını yemeğe çıkarır ama işçi olan babanın eşi ve çocuklarıyla evdeki küçük sofrasında çok daha mutlu olabileceği düşünülemezdi. Ahmet’in, isminden de anlaşılacağı üzere, babasının villası yoktu, orta halli bir adamdı. Evleri küçük bir apartman dairesiydi ve televizyonların söylediğine göre eğer eviniz üç katlı değilse olanları “en son babalar duyar” dı. Ve anne bütün her şeyi eşinden saklardı. Ama üç katlı evi olanlar böyle miydi? Kesinlikle hayır. O babalar moderndi ve olanları hep anlayışla karşılardı. Hizmetçiniz yoksa anneniz hizmetçi olmak zorundaydı. Çünkü şirketi olmayan babanın maaşı hiçbir şeye yetmezdi. Ve Ahmet öğretmeni babasının mesleğini sorduğundan utanırdı. Ve şöyleydi televizyonların söylediğine göre:

20 • Ocak’16

Eğer sevgiliniz yoksa yalnızdınız ve sevgiliniz her zaman evlenmeden önce daha romantik olurdu. O yüzden mutlu bir sofrayı paylaşıp yemek yiyebileceğiniz çocuklarınızdansa sevgiliniz olmalıydı. Ahmet’i isminden, babasından, babasının mesleğinden, 3 katlı ve havuzlu bir villa olmayan evinden utandıran, sofraya otururken mutsuz ve şükürsüz olmasını isteyen o televizyon düğmesine artık basılmalı ve televizyon kapanmalıydı. Çünkü okula gidilecekti ve artık uyunması gerekiyordu. Peki bizler ne zaman Ahmet’in kişiliğini uykusundan çok önemser hale gelecektik? Ahmet’in niteliklerini değiştirecek olan o küçük dokunuşu yapıp evlerimizin en önemli köşesindeki televizyonu ne zaman kapatabilecektik? Ahmet’in beynindeki baba figürünün artık babasını gözlemleyerek oluşması ve ekrandaki yansımaların önemsizleşmesi ne zaman gerçekleşecekti? Karakter oluşumundaki bu en önemli adım ne zaman tanımadığımız insanların tekelinden alınacaktı? Ve en önemlisi Ahmet ne zaman utanmayacaktı babasından? Babasının utanılacak değil gurur duyulacak biri olduğunu ne zaman anlayacaktı?

Zeynep Armağan (1.sınıf): Babamı özlüyorum. Aleyna Gök (4.sınıf): Evin lideridir. İşe gideAr. Bazı işlere yardım eder. Nisanur Harap (4.sınıf): Evin reisi olmak, annenin kocası olmak, çocuğu için fedakarlık yapmak, faturaları ödemek. Vesile Sazkaya (2.sınıf): Babamı özlem. Nisanur Dayıoğlu: Şirinliklerimizi kabul eden, eğiten ve öğreten. Sevindirip bizi güldüren. Yağmur Geyyaz: Ailenin geçimini sağlayan, ailemize bakan.

Safa Şener (4.sınıf): Annemi ve beni sevmesi, hediye alması. Zelal (3.sınıf) : İş. Fatma Kaya (2.sınıf): Babamı özlemek. Fatma Demir (6 yaş): İşe gider, yemek yapar, köfte yapar, tavuk şiş yapar. Meryem Geyyaz (4.sınıf): Erkek, bıyıklı, sakallı insan geliyor. Ayşe Naz Beşiroğlu (4.sınıf): Bizi büyüten, bizi eğiten kişiye baba denir. Elif Nur Öz: Evin direği, söz geçerli, çocuklarının iyiliği için elinden geleni yapar ve öğüt verir. Nehar Konuk: İstediğimi alması, evin en büyüğü olması. En çok sevdiğim kişi. Ceyda Kolcu: Koruyucu, güvenilir, şefkatli.

Zeynep Erva: Bizi eğlendirir güldürür ve sürprizleri. Ocak’16 • 21


Gündem

Gündem

Amerika ve İran’ın Ortak Mahsülü: IŞİD Dücane DEMİRTAŞ

S

addam’ın 2003 yılında devrilmesinin ardından Irak’taki siyasal boşluğu İran ve ABD destekli Şii cepheler doldurdu. 2011 yılında ABD askerlerinin Irak’tan çekilişine değin Irak’taki Sünni-Şii ayrımı had safhaya çıkmıştı. Bu arada mezhepçi merkezi yönetim, “Mehdi Ordusu”, “Bedir Tugayları” ve “Şii Ölüm Tugayları” gibi Şii milislerin Irak’ta adeta alternatif ordu olmasına göz yumdu. Kendilerini aniden Şii yönetimi altında bulan Sünniler için kaçırılma, işkence ve yargısız infaz gibi olaylar yıllardır doğal hale gelmişti. Özellikle başkent Bağdat’ta Sünni mahalleleri Şii milisler tarafından abluka altına alınmış ve Sünnilere yönelik her türlü insan hakları ihlaline göz yumulmuştu. Amerikan ve İran destekli hükümet ve onun yanında devlet üzerinde etkili Şii kitlelere hedef pompalayan Sadr ve Sistani gibi güçlerin arasında Sünni mahallerin morglarına her gün başından vurulmuş ya da vücudunda işkence izi olan en az birkaç Sünni getiriliyordu. Bunun yanında Uluslararası Af Örgütü’nün raporlarına göre Şii milisler tarafından kaçırılıp öldürülen Sünnilerin sayısı gittikçe artmaktaydı. Şii grup ve milisler İran etkisiyle her alanda etkin güçlerini arttırırlarken Sünniler toplumsal hayatın her alanında dışlanmaya başlanmıştı. İşgal sonrası Bedir

22 • Ocak’16

Tugayları milisleri Savunma ve İçişleri Bakanlıkları nezdinde istihbarat, polislik ve özel kuvvetler gibi birçok alana yerleştirilirken Mehdi Ordusu ve Şii Bedir Tugayları gibi grupların İran konsolosluğu tarafından yönlendirilip desteklenmesine merkezi yönetim tarafından göz yumuldu. Bölgedeki Sünni aşiretlerin belini kırmayı planlayan bu grupların yaptığı katliam ve zorbalıkların Amerika’yı aratmadığını bölge halkı sürekli dile getirmiştir. Bunların yanında İran’ın Irak’ta Haşdu Şabi (Gönüllü Birlikler) adı altında 30.000 asker bulundurduğu biliniyor. İran’ın Irak’taki siyasi ayağı o derece güçlü ki izni olmayan birinin hükümet kurma ya da başbakan olma şansı yok. Bir de askeri ayağı var ki Saddam sonrası kurulan yeni Irak Ordusu İran ve Şii milisler tarafından şekillendiriliyor. Özellikle Kudüs Gücü adı altında Kasım Süleymani bölgede olduğu gibi İran’ın doğrudan karakolluğunu üstlenmiş vaziyette. Şii mezhepçiliğinin yanında aynı zamanda İran milliyetçisi olan Süleymani, daha önce Sistan-Belucistan ve Afganistan’da yaptığı gibi Irak’ta da Şii-Safevi hâkimiyetini Sünni azınlığa kabul ettirmek için vahşice etkin rol oynamakta.

Böylesi bir durumda, tıpkı Afganistan’da olduğu gibi bölgenin dengelerini yeniden şekillendirecek başka bir potansiyel ortaya çıkmıştı: Irak el-kaidesi. Zerkavi’nin öldürülmesinin ardından yönetimi devralan Ebu Eyup el-Mısri örgütün ismini Irak İslam Devleti olarak değiştirmiş ve hedefine hem Şii grupları hem de Amerika’yı almıştı. Mısri’nin öldürülmesinin ardından başa geçen Ebubekir el-Bağdadi Irak’taki dengeleri ya çok iyi tespit ettiğinden ya da ettirildiğinden Amerikan’ın Irak’tan 2010’da çekilmesinin ardından bütün boşlukları o güne kadar uygulanmamış yöntemlerle doldurmuştu. Etkili hitabetinin yanında, özellikle hedef gösterdiği gruplara karşı vahşi savaş yöntemleri Amerikan istilasının mahsulü birçok radikal grubu kolayca yanına çekmesi sağlamış ve merkezi Şii yönetiminin zulmü altında inleyen Sünni azınlığın dikkati çekmişti. 2012’de internet üzerinden başlattığı “Duvarları Yıkma” projesiyle hem bomba yüklü araçlarla intihar eylemlerini arttırmış hem de hapishane baskınlarıyla militan toplamıştı. Kısa süre içinde Zevahiri’nin el-Nusra üzerindeki otorite boşluğundan yararlanan Bağdadi, örgütünün sınırlarını genişletmeyi başarmış ve birkaç yıl içerisinde başlattığı yıldırım taarruzuyla Musul’u ardından Ninova, Enbar, Tikrit, Felluce ve Ramadi’yi ele geçirmişti. Tek kurşun sıkmadan 30.000 teçhizatlı Irak asker ve polisi şehri terk etmişti. Irak’taki Sünnilerin ne derece baskı altında olduğu şuradan anlaşılabilir ki Dünya Sünni Âlimler Birliği Musul’un düşüşünü “Sünni Devrim” olarak nitelemişti. Daha sonrada değineceğimiz gibi Şii-Safevi gücüyse bunu bir rövanşla taçlandıracak ve ABD kuvvetleriyle beraber geri aldıkları kentlerde Sünni avına çıkacaklardı. Saddam’ın komutanlarını da bünyesine katmakla örgüt Irak’taki bir dengeyi doldurmuş ve haklı Sünni öfkesini hem Suriye ve Irak’taki yabancı müdahalesi için hem İran’ın Irak’taki nüfuzu için meşrulaştırmıştı. Gerek üzerinde oturduğu zengin kaynaklar, enerji koridoru gerekse sahip olduğu silah ve militanlar bakımından örgüt kısa zaman içinde bölgesel rolünden küresel role terfi ettirilmiş; hatta öyle ki Fransa’nın Mali işgalinden Rusya müttefikleriyle koalisyon güçlerinin Suriye’yi işgaline dayanak olmuştur.

Peki, bu gayrimeşru çocuğun marifetleri neler? Işid eliyle Ortadoğu’da çizilen harita çok ilginçtir. Buna göre Işid Ortadoğu’da hem ihtilaflı alternatif enerji yollarının üzerine(katar, suud, iran ve kuzey ırak) hem de yine hakları konusunda ihtilaf olan enerji kaynaklarının üzerine oturmuştur.(kuzey ırak, Suriye ve ırak petrol kaynakları). Işid eliyle Irak ve Suriye de iki harita çizilmekte. Irak’ta Işid’in başlıca hedeflerinden biri kuzey Irak yönetimiydi zira bu dönem Barzani yönetiminin Amerikan petrol şirketlerine ve yönetimine karşı Türkiye yanında politik ve ekonomik adımlar attığı dönemdi. Nitekim peşmerge Işid saldırıları sebebiyle Şengal’den çekilmek zorunda kaldı ve bu da Barzani’yi içeride KYB’den daha tehlikeli ve uluslararası destekli bir düşmanla yüzleştirdi: Goran hareketi. Öyle ki bu hareket Süleymaniye ya da Kerkük’te KDP bürolarını yakacak ve Barzani’ye karşı İran konsolosluğu önderliğinde oluşturulan ittifakın başını çekebilecekti. Bu aynı zamanda Şii Amerikan destekli merkezi yönetiminin maliyeden kuzey Irak’a aktarılacak payın Barzani’nin kuzey ırak petrolünü Türkiye üzerinden satmasından dolayı kesildiği ve memurların üç aylık maaşlarının dahi verilemediği dönemdir. Yani Barzani’nin hem Işid hem de merkezi yönetim tarafından cezalandırıldığı ya da aslında ikisinin de ardında tek bir el tarafından cezalandırıldığı dönemdir denilebilir. Bunun yanında bir de Musul mevzusu var. Bilindiği üzere Barzani, tek kurşun sıkılmadan 30.000 ırak askerinin arkasına bakmadan kaçtığı ya da kaçırtıldığı Musul’u eğer peşmerge alırsa merkezi yönetime vermeyeceğini bir iki yıl önce deklare etmişti. Aynı zamanda kuzey Irak’ı korumak bahanesiyle Musul’un çevresine Türkiye’nin konuşlandırdığı 3 kampı da unutmamak gerek. Bu üç kamp Türkiye ve Barzani’nin Işid eliyle çizilen haritaya karşı alternatif girişimleridir ki hemen Başika’ya sevkiyat sorasında uluslararası basının ortak bir dille nasıl bir tepki verdiği hatırlanmalı. Peki, batı Amerikan ve Rus medyasının dışında kimler ne tepki verdi? Sistani Türkiye’ye işgalci derken Sadr savaşla Türkiye’yi savaşla tehdit etmiş ve Irak’ta gayri resmi 30.000 askeri olan İran Irak’ın toprak bütünlüğüne ve siyasetine müdahale demişti. Ocak’16 • 23


Gündem

Gündem

TÜRKİYE, İRAN-SUUDİ ÇEKİŞMESİNİN DİPLOMATİK CAMBAZ İPİNİN ÜZERİNDE YÜRÜYOR Suraj SHARMA

Çeviri: Dücane DEMİRTAŞ

Ankara dış politika da bugüne değin Riyad’a arka çıktı fakat analistlere göre son anlaşmazlıkta İran’ı göz ardı etmek kaybetmek için çok fazla.

A

nalistlere göre Ankara, Ortadoğu’daki mezhepçilik bataklığına bulaşmamak için hâlihazırdaki İran-Suud çatışmasında taraf tutmaktan kaçınmalı. Suudi Arabistan ve İran arasında içten içe kaynayan gerginlik Riyad’ın hafta sonu, içlerinde Şii din adamı Nimr al-Nimr’in de olduğu 47 kişiyi idam etmesiyle çığırından çıktı. Her iki ülkeyle de dostça ilişkilere sahip olmasına karşın, İran’ın Yemen’in içişlerine karışmasını sert dille eleştirip, hem Suud önderliğindeki terör karşıtı ittifaka katılarak hem de geçen hafta stratejik işbirliği konseyi oluşturarak Ankara hükümeti Kral Selman’ın geçen yıl tahta çıkmasının ardından bugüne değin Suudilere daha da yakınlaştı. Bu arada Tahran ile ilişkiler Yemen, İran’ın Suriye’de Beşar Esed’e desteği ve Irak’ın iç işlerine müdahaleler sebebiyle daha da zora girmiş vaziyette. Fakat analistler Ankara’yı doğrudan İran’ın karşısına konuşlandırıp diplomatik ve ekonomik olarak Türkiye’ye pahalıya mal olacak Suudi destekli girişimler konusunda uyarıyor.

24 • Ocak’16

İstanbul Kadir Has Üniversitesi uluslararası ilişkiler profesörü Ahmet Kasım Han’a göre Türkiye bir başka bölgesel çatışmanın bıçak sırtında. Has şöyle diyor: “Türkiye’nin bir numaralı gaz tedarikçisi Rusya ile ilişkileri donmuş vaziyette. Muhtemel ki bu durumda Ankara ikinci büyük gaz tedarikçisi olan İran’ın başını okşayacaktır.” “Geç dış politik hamleleri sebebiyle zaten var olan baş ağrılarına bir yenisi ekleme konusunda Türkiye’nin nasıl heveslendirildiğini anlayamıyorum. Normal şartlar altında Suudilerin Türkiye’yi böyle bir çekişmeye bulaştırabileceğini zannetmiyorum” Buna karşın, şunu da ekliyor “Bu durum, Ortadoğu’daki durum değişken olduğu müddetçe farklılaşabilir.”

Tarafsızlığın meyveleri İstanbul Medipol Üniversitesi’nde makro ekonomist ve profesör olan Kerem Alkın ise Türkiye’nin bölgede tarafsızlık politikasını benim-

semesinin faydalarının gayet farkında olduğunu ve Tahran Ankara ile ileride geçimsiz bir ilişki içinde olmadığı müddetçe, Türkiye’nin Suudilerin kendilerini içine atacakları her türlü çekişmeden kaçınacağına inanıyor. “1980-88 arasındaki İran-Irak savaşına dönelim. Türkiye tarafsızlığını korudu ve bunun meyvesini her iki ülkeyle de ihracatını hatırı sayılır şekilde arttırarak aldı.” Akın’a göre “Eğer İran Türkiye’yi tarafsız görmek istiyorsa, Rus-Türk ilişkilerinde de kendisi tarafsızlığı benimsemeli. Aksi halde muhtemel ki Türkiye, doğal eğilimini göz ardı ederek, pozisyon alacaktır.” İstanbul Kültür Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Dekanı Mensur Akgün’e göre ise İran ile dostane ilişkilerinin sürdürülmesinin sebebi paylaşılan sınırla beraber Türkiye’nin çıkarları. “Hükümet yetkililerinin aksine tüm durum şunu gösteriyor ki Türkiye dengede kalmayı sürdürecek ve her iki tarafı da gerginliği azaltmaya çağıracak. Türkiye zor zamanlarla dahi İran ile olan dostane ilişkilerini sürdürdü ve öyle görülüyor ki ne bu ilişkileri ne de hali hazırda kontrolsüz olan sınırını tehlikeye atmayacak.” Salı günü Parlamentoda partisine yaptığı konuşmada Başbakan Ahmet Davutoğlu şöyle dedi: “Umuyoruz ki bölgedeki bütün ülkeler ortak anlayış gösterip bölgesel gerilimleri azaltmak için adım atarlar.” Ve şunu da ekledi: “Türkiye olarak, biz iki ülke arasındaki problemleri çözmek için her türlü adımı atmaya hazırız.” Pazartesi sabahı, Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş Suudi Arabistan ve İran’ı eleştirerek; her iki tarafı da sükûnete davet etti. İran’ı diplomatik görevlileri kendi toprağında korumak için yeterli önlem almamakla suçlarken, aynı zaman Suudi Arabistan’ın politik idamlarını eleştirmesi Ankara’yı batılı ve NATO’lu müttefikleriyle aynı karenin içine soktu. Akgün aynı zamanda Katar’ı Körfez’de asıl müttefik gördüğü için Türkiye’nin, iki ülkenin Suriye hakkında ortak bakış açılarına rağmen, Suudi Arabistan tarafında olma konusunda zorlanamayacağına inanıyor. “Katar Körfez ülkeleri arasında Türkiye için anahtar ülke. Tıpkı Doha’nın taraf tutmaktan kaçındığı gibi bu durumda bana kalırsa Türkiye’de taraf tutmayacaktır.”

Uzun vadeli stratejiler Han’a göre “Hem politik ve ekonomik olarak kendisine zarar vereceği hem de ABD’nin bu krizden kendini uzak tutma eğilimden sebep Türkiye kısa vadeli olarak bu konuda Suudilerin safında olmaktan kaçınacakken, orta ve uzun vadede bambaşka bir tablo gözüküyor.” Han’a göre ortada Türkiye’nin işine yarayan bir İsrail ve gayri resmi Suud dış politikası hedeflerinin kesişim noktası var. Han, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yakın zamanda Türkiye ve İsrail’in bölgede birbirine ihtiyaç duyduğu hakkındaki açıklamalarının Ankara’nın uzun vadeli planına işaret ettiğini söylüyor. “Şunu biliyoruz ki İsrail ve gayri resmi Suud dış politikası birbirleriyle örtüşüyor ve Türkiye politikalarını bu iki ülkeyle uyumlu kurgulamayı deneyecektir. Böylece orta vadeden uzun vadeye bir İran karşıtı ittifak oluşturulacak.” Türk-Rus ilişkileri Kasım ayında düşürülen Rus uçağından sonra tepetaklak olduğundan beri, Ankara bölgede kendisini yalnızlaştıracak Rus-İran yayılmacılığına karşı tedirgin. Buna rağmen birçok analist şunu kabul ediyor ki bölgenin iki önemli gücü çarpışırken Türkiye’nin tarafsız ve mezhepçilikten uzak bir politikadan başka seçeneği yok. Tam da o dış dünyaya açılırken İran’dan uzak durarak kaçırılacak ekonomik fırsatlar Türkiye’yi daha da zora sokacak hayal kırıklıklarına sebep olabilir. Suudilerle yakın ilişkinin ekonomi alanındaki getirisi olan finansal teşvikin yanısıra, Türkiye, Tahran ile dostane ilişkilerinin meyvesi olan ekonomik çıkarları koruyabilmek için bu durumun İran ile tamiri imkânsız ilişkilerine zarar vermeyeceğinden emin olmalı. Alkın’a göre “İran’ın üzerindeki nükleer yaptırımlar kalkar kalkmaz, imalat, inşaat, perakende ve birçok sektördeki Türk firmaları 80 milyonluk el değmemiş bir pazarın avantajlarından yararlanmak için kendilerine iyi bir yer bulacaklar.” “Eğer Türkiye 2023’teki yüzüncü yılının büyük hedeflerine ulaşmak istiyorsa, bu bir marketi kaybedip diğerini tercih etmekle değil, bütün bu marketlere sahip olmakla olacaktır.” http://www.middleeasteye.net/news/turkey-iran-saudiarabia-1449790131

Ocak’16 • 25


Atölye

Atölye

SİYASET KAVRAMINA ELEŞTİREL MESAFE

Atina-Medine Bağlamında İki Ayrı Tasavvur ENES GÜNASLAN

S

iyasetin kelime anlamı üzerinden çıkarsama yapma yerine, siyasetin belli bir toplumsallık içerisinde gerçekleşmesi mümkün olan kimi tahayyüller (ütopyalar) uğruna mücadele etme arzusuna da dayandığını ifade etmemiz gerekiyor. Bu tahayyülün hayat bulması ise belli bir kurgu, strateji ve temsil imkanına bağlıdır. Haliyle siyaset insanın doğal formunun dışında bir gerçeklik değildir. Öyle ki Spinoza, ‘günah’ı bile siyasal bir kavram (yasa tarafından belirlenen) olarak tanımlamaktadır. 1 Siyasette doğası gereği var olan tanınma, benimsenme, kedini kabullendirme, karşıtlık/ötekilik ilişkisini de yanında getiriyor. Yani “siyasetin kurucu başlangıçları krizlere/çatışmalara dayanıyor.” 2 yani statükonun (yerleşik yapı veya istikrar) güvenli kollarından vazgeçiyorsunuz. Böylesi bir girizgahtan sonra meselenin bizle temas eden boyutuna gelelim.

26 • Ocak’16

Yüksek frekanslardan konuşan/yazan Batılı düşünürlerin ekseriyeti kaos/kriz ve şiddeti politikada kurucu bir unsur olarak kabul ediyorlar. İslami siyaset yaklaşımı ise krizi tevhide (birliğedüzene) tebdil etmenin mücadelesini veriyor. İslam’ın kendisini Mekke’de açık bir şekilde ortaya koymasından ve reddedilmesinden itibaren İslam bir din olduğu kadar siyasal bir harekete de dönüşmüştür. Kendini iktidar ilişkileri üzerinden tanımlamayan bir siyaset mümkün olsa da, siyaset genel olarak iktidar eksenli düşünülmek durumundadır. Hobbes’e göre iki tip devlet vardır: Birincisi ‘doğal’ olan pederşahi veya despotik devlettir. Diğeri ise bir tür tasarım ya da sözleşmeye dayanan siyasi devlettir. Bu tip bir devlet, monarşik, aristokratik veya demokratik olabilir. 3 Anlaşılan Thomas Hobbes’e göre iktidar, bir rıza ilişkisine dayanan kabul edi-

lebilir bir mekanizma olarak tanımlanıyor. Bu mekanizma liyakat temelli istişari (İslami), bireysel istişari (demokratik-liberal), toplumsal sözleşmeci (cumhuriyetçi), kişisel otoriteye tabiyet (monarşi) ilişkileri zemininde işleyebiliyor. Ya da kölelik-kulluk zemininde (despotik) veya yönetimsizlik (anarşi) olarak zemin bulabiliyor. Demokrasi, cumhuriyet ve otokrasi kavramları kadim Yunan dünyasına kadar giden bir geçmişe sahip ama 1789 Fransız devriminden sonra, aristokrasi-kral ve kilise Avrupa’sına karşı yeni dünyanın siyaset anlayışını ortaya koyar. Hatta temsili demokrasinin bir imkanı olarak partiler sistemini 18. yy’da ilk savunan siyaset bilimci, aynı zamanda ilk muhafazakarlardan 4 kabul edilen Burke’dir. 5 19.yy’da ise sosyalizmin yükselişi karşısında liberal demokrasi savunulmuştur. Ama demokrasinin fiili bir yönetim biçimi olarak kullanılabilmesi için ‘Amerikan yüzyılı’ olan 20. yy beklemek gerekecektir. Sosyalizmin çöküşünün simgesi olan Berlin Duvarının Yıkılışı 6 ile kapitalizmin çöküşünün simgesi olan Dünya Ticaret Merkezi’nin yıkılışı 7 arasındaki aralık ise Amerikan yüzyılının sonunun geldiğine işaret olarak kabul edilebilir.

Bahsi geçen tüm bu siyasi tanım ve kavramların tüm kırılganlıklarının tebarüz ettiği, tüm zaaflarının açığa çıktığı bir eşikten geçiyoruz. Esaslı sorgulamalar yapabilme adına ciddi avantajlara ve imkanlara sahip olduğumuz kanaatini taşıyorum. Toplumları ikna kabiliyetini kaybeden bu siyasi yapılar, vukufiyetle tutarlı bir şekilde eleştirildiğinde İslami yaklaşımların kabul alanı ve hitap alanı ölçek büyütecektir şüphesiz. Şunu hatırlatalım ki, bu örnekler karşısında bir Hilafet savunusu temellendirmiyoruz. İslami terminoloji kullanımının önemini hatırlatarak devam edelim. Hz. Ali (r.a), Muaviye’nin askerleri ile savaşmaya giden mücahitlerine şunu söylemişti: “İnsanlar tarafından rabler edinilen ve Allah’ın kullarını kendi kulları, mallarını da kendi malları gibi gören bu cebbarlar(zorba) üzerine yürüyün.” 8 Hz. Peygamber (s.a.v) karşısında titreyen bir zata: “Sakin ol! Ben bir kral değilim, ben kadid (güneşte kurutulmuş et) yiyen bir kadının oğluyum” diyor. 9 “Sen onlar üzerinde bir cebbar (zorlayıcı) değilsin” 10 ‘Muaviye elbette Ümeyyeoğulları’ndan tevarüs ettiği bir Makyavelist 11 bir güdüyle siyasetin Ocak’16 • 27


Atölye (toplumu gütmek anlamındaki yönetimin) şartlarını çok iyi biliyor. ‘ 12 Öncelikle siyaset halkın dışında soyut bir kavram değildir. Hilafet ise dinsel veya sınıfsal seçkinlerin elindedir. Üstelik Sultan 113. Halife 2. Abdulhamid Han’a (1876-1909) kadar da siyaset arenasında siyasi nüfuz olarak edilgen bir rol üstlenmiştir. ‘Kutsal olduğu savunulan bir devlet mekanizması mevcuttur hilafette. İstişari yönetim ise bir din devleti olmadığı gibi yeryüzünde Allah’ın temsili gibi bir iddia da taşımaz. (buradan laik bir bakış yorumu çıkarılmaz umarım.) Allah adına konuşmaz. İlahi ilkeler ve doğruları aklının ve gücünün yettiğince gerçekleştirmeye çalışır. İstişari yönetim biçimi bir din adamları (teokrasi) yönetimi amaçlamadığı için doğal olarak laikliğe de ihtiyaç duymaz. Laik değildir. Siyasetin koşulları insani ve İslami ilkeler doğrultusunda nesnel-rasyonel bir biçimde toplumun ihtiyaçlarına göre şekillenir.’ 13 Dolayısıyla farklı din ve anlayış sahipleri böyle bir toplumsal yapıyla derin bir çatışma yaşamadığı müddetçe kendi hayatlarını ve ideallerini sürdürebilir ve yönetim mekanizmasına her açıdan katılabilirler. Ancak bu istişari mekanizmanın oluşumunda kurumsal ya da kuramsal bir yöntem mevcut değildir. Zamana, zemine ve toplumsal şartlara göre değişebilir. Bu mekanizmanın öncelikli görevi Kur’an toplumunun inşası için sürekli gayret etmektir. Yöneticiler ve sıradan halk arasında haklar ve bu sorumluluklar açısından hiçbir ayrım yoktur. Kur’an siyasala ilişkin temel ilkeler vazetse de kurumların yapısı ve işleyiş tarzı ümmetin maslahatına bırakılmıştır. Muaviye ile başlayan süreç siyasal anlayışı sapma noktasına getirerek kurumsallaştırmıştır. Dini hayat kamusal işleyişin bir parçası haline getirilmiştir. ‘İslami bir hayat için yönetimsel sistemin itikadi bir gereklilik olup olmadığı’ 14 İslam’ın temelde bize bir devlet mi yoksa toplum mu önerdiği hep tartışma konusu olmuştur. Bu tartışmalar nasıl cevaplanırsa cevaplansın, ‘Kur’anın bize vazettiği siyasi ve ülküsel değerler ancak belli bir siyasallık koşulları içerisinde gerçekleştirilebilir. Ve bir Müslüman bu koşulları gerçekleştirebilmek için uygun siyasal araç ve yöntemleri oluşturmakla yükümlüdür.’ 15 Asr-ı saadet ülküleştirmesi, tarihin ve toplumların içe28 • Ocak’16

Atölye risine kapatılacağı bir matris değil, oradan yola çıkılarak kendi temel ilkeleri üzerinden açık bir toplum inşasını öngörür.

Atina ve Medine Merkezli Yorumlar Medeniyet ve siyasetin üzerinde şekillendiği iki kök şehir vardır. Atina ve Medine. Atina Yunan tüccarların ve kölelerin şehri. Çok tanrıcı bir polis(kent). Azınlıklara ait bir demokrasiyle yönetiliyor. Bu demokrasi çok tanrıcılığı ve panteizm’i 16 eleştiren Sokrates’i ölüme götürmüştür. Platon’un Sokrates’in Savunması adlı eserinde anlattığı kadarıyla Sokrates, şehrin tanrılarına inanmamak ve böylece gençliği zehirlemekle suçlanır ve ölüme mahkum edilir. ‘Demos’un (yoksul halkın) polis (oligarşik kent yönetimi) ‘ne karşı temsil yeteneği kazanması politik dengeyi tehdit ediyordu. Bu tehdidin ortaya çıkışıyla polis’in yönetimi meselesi siyasal bir mesele haline gelmiştir. ‘ 17 Mesela Platon’un devlet idealine bir bakalım. Ona göre şehir politik değildir. Platon şairleri ve sanatçıları ideal sitesinde görmek istemez. Zira şairler ve sanatçılar özgürlük arayışı ve itirazlarıyla bu tip kapalı bir toplum modeli için sorun teşkil ederler. 18 Diğer bir siyasi model ise Medine’dir. Vahyin ışığında dünyanın yeniden okunması. Hakikate muhatap siyasal. Güç ve iktidar stratejisini karşısına alan hakikat stratejisi. Sözün gücünün öne alınması. Mekke’de kendisine sunulan iktidar alternatiflerinin reddi. Medine, İktidar çatışmalarının bir tarafı olmadan, bir iman toplumunu siyasal model olarak yapılandırıyor. İslam toplumu kitap ehli ve paganlık(putperestlik) ile sürdürülen eleştirel bir zemin üzerinde inşa ediliyor. O zeminden hareketle kendi zeminimize bakmaya devam edelim. On yılda bir cereyan eden darbeler periyodunu kıran, sağ-sol ikilemine sıkışan siyasetin o kısır tartışmalarını kırmada olumlu rol üstlense de, resepsiyon tarihlerinde ve parti tüzüklerinde kurucu iradeye bağlılık üzerine yapılan yeminler, anıt mezarlara gösterilen tazim ve demokratik literatürle yuvarlanmış cümleler, hitabetler eşliğinde kurgulanan bir siyasalın taşıyabileceği sadece muhafazakar bir kimliktir. Halihazırdaki Ak Parti örnekliği ve İslami kimliğe sahip yöne-

ticilerin siyasi varlık alanı bu çerçevede şekillenmiştir. Yenişafak’taki bir makalesinde Akif Emre, Ak Parti’nin hakikati ile İslamcılığın akıbetini aynı karede değerlendirmenin insafsızlığından bahsetmesi de doğru bir yaklaşım olacaktır. 19 Siyasal merkeze karşı eleştirel mesafesini ve gücünü koruyan sahabe neslinin sonu, İslami yönetimin niteliğini de sona getirmiştir. ‘Siyasetin dikey (yani hakikate doğru olan) yönelimden uzaklaşması, ister istemez yatay (demokrat) bir ilişki olarak örgütlenmesini beraberinde getirecektir.’ 20 Atina ve Medine bağlamında sürdürülen siyasi eleştiriler yeterince cevap bulmuş görünmemektedir. Platon’un bakışıyla “gemiyi en iyi yönetecek olan kaptandır.” Ama siyaset sadece bir yönetim ilişkisi değildir. Bir var olma, tanınma yoludur. Gemideki bir insanla bir koyun arasındaki farkın en kestirme ifadesi onların siyasal duruşlarıyla alakalıdır. Çünkü siyasal bir aktör olarak tanınmıyorsa, gerçekte bir insanın bir koyundan farkı kalmamaktadır. 21 Siyasete yönelik hiçbir deneyimi/arzusu/talebi olmayan halkların demokratik süreçlere dahil edilmeye çalışılması, demokrasinin sayısal meşruiyet elde etme çabasındandır ama temsil edilme anlamındaki bir siyaset ilişkisi artık önemini yitirmektedir. Onun da ötesinde “teknoloji, iletişim ve ulaşımın oldukça yaygınlaştığı çağımızda artık salt temsili bir yönetim tarzı olarak siyaset kavramı gücünü ve önemini yitirmektedir. Devletler ve kamu giderek bireyler üzerindeki egemenlik ve belirleyicilik yeteneklerini kaybetmektedirler.” 22 Toplumsallık edilgen pozisyonundan çıkıp siyasallığa etken bir biçimde katılma süreci yaşasa da, özellikle eğitimde(Talim Terbiye müfredatları ve MEB politikalarında) ve siyasette hala Kemalizm’in otokrat baskısını hissediyoruz. Türkiye toplumu otoriter bir geleneğe yatkın olduğu için, partilerden çok liderlere dayanan bir siyasal kültüre sahiptir. “Eril bir yönetim algısı tebaasını dişileştiren bir hiyerarşiye sahiptir.” 23 Birçok demokratik deneyime rağmen hala Kemalizm’in aklı başında bir eleştirisi yapılamamaktadır. Siyasetin steril (değerlerden arındırılmış) seküler bir demokrasiyle dizayn edilmesi, ahlaki ve İslami taleplerinden arındırılmış siyasi temsilleri

ön plana çıkarmaktadır. Muhayyel bir ‘Anadoluculuk’ merkezli söylemlerle de bu temsilleri takviye ediyoruz. “Azası kesik siyahi bir köle başınıza amir olarak tayin edilse bile sizi Allah’ın kitabı ile idare ederse onu dinleyiniz ve itaat ediniz.” 24 diye ifade edilen hitabın yol açtığı sarsıntıyla yeniden düşünmek zorundayız. Müslümanlar için mücadele koşulları hiçbir zaman sona erecek değildir. Her müslümanca oluşumun tarihten ve toplumdan öğrenebileceği bir şeyler vardır. ‘Dışlayıcı ve ötekileştirici, kendisini zaman ve mekana kapatıcı manadaki bir ‘İslam taassubu’ elbette ki hakikatin olumlu bir tecessümü değildir.’ 25 İslami eleştiri külliyatımız, temsil ve siyaset bahsinde yeni itiraz başlıkları üretmek zorundadır diyerek noktamızı atalım. DİPNOTLAR (KAYNAKÇA) 1- Spinoza, Politik İnceleme, Dost Yay. S:22 2- Carl Schmitt, Siyasal Kavramı, Metis Yay. S:55-57 3- Thomas Hobbes, Yurttaşlık Felsefesi, Belge Yay. S:85-100 4- Muhafazakar: Fransız devrimine karşı çıkanlar anlamında. 5- Burke, İngiliz siyaset adamı, yazar, hatip, siyaset kuramcısı, filozof. Fransız İhtilali karşıtlığı, tarihteki en ünlü muhafazakâr siyasetçilerden biri haline gelmesini sağlamış. Annual Register adlı siyasi dergiyi çıkardı. 6- Berlin Duvarı, Doğu Almanya vatandaşlarının Batı Almanya’ya kaçmalarını önlemek için Doğu Alman meclisinin kararı ile 13 Ağustos 1961 yılında Berlin’de yapımına başlanan 46 km uzunluğundaki duvar. Batı’da yıllarca “Utanç duvarı” (Schandmauer) olarak da anılan ve Batı Berlin’i abluka altına alan bu betondan sınır, 9 Kasım1989’da tüm tesisleriyle birlikte yıkıldı. 7- Dünya Ticaret Merkezi (İngilizce: World Trade Center), Amerika Birleşik Devletleri’nin New York kentinde Manhattansemtinde bulunan ve 11 Eylül 2001 terör saldırılarında yıkılan ticaret merkezi. 8- Bilge Adamlar Dergisi, Sayı 19, S:19 9- Kütüb-İ Sitte, Buhari 6938 - Ebu Mes’ud’dan riyayetle aktarılmıştır. 10- Kaf Suresi 45 Ayet. 11- Makyavelizm İtalyan düşünür ve politikacı Machiavelli’nin düşünceleri üzerine kurulu bir yaklaşımdır.Devlet yönetimi ile ilgili düşüncelerinin temelini Prens adlı kitabında açıklamıştır. Devleti yöneten prensin duygularına kapılmadan ve acıma duygularını bir kenara bırakarak devleti yönetmesi gerektiğini belirtmiştir. Gerektiğinde bir insanın devlet tarafından öldürülmesinin çok daha fazla insanın yaşamasını sağlayacağını belirterek prense öğütler vermektedir. Temelinde bu görüşlere paralel olarak başka bir bakış açısı da “Amaca ulaşmak için her türlü araca başvurmanın uygun olduğu.” savıdır. 12- Ali Şeriati, Ebuzer, Fecr Yay. 13- Ümit Aktaş, Bir Kriz sürecinde Strateji Arayışları, Okur Kitaplığı, S: 307 14- Ümit Aktaş, Toplumsal Hareketler ve Devrimler, Çıra Yay. S:91-92 15- Cevdet Said, Bireysel ve Toplumsal Değişim Yasaları. 16- Spinoza ağırlıklı Panteizm algılayışına göre Tanrı her şeydir ve her şey Tanrı’dır. Tanrı-Evren-insan ayrımı yoktur 17- Jacgues Ranciere, Filozof ve Yoksullar, Metis Yay. Giriş Bölümü. 18- Platon, Devlet, Türkiye İş Bankası Yay. 19- Akif Emre, Ilımlı İslamın Raf Ömrü Bitti mi?, www.dunyabulteni.com, 07.1.2015 20- Ümit Aktaş, Bir Kriz sürecinde Strateji Arayışları, Okur Kitaplığı, S: 319 21- Platon, Devlet, Türkiye İş Bankası Yay. 22- Alain Touranie, Demokrasi Nedir?, YKY Yay. S:33-34 23- Ali Bulaç, Çağdaş Kavramlar ve Düzenler, İz Yay. S:109 24- Veda Hutbesi, 632 yılında İslam peygamberi Muhammed (s.a.v) tarafından, kendisinin ilk ve son haccı olan Veda Haccı’nda 124.000 Müslümana karşı yaptığı konuşma metninin adıdır. Dinleyicilerin sayısı itibarıyla en kuvvetli hadis kabul edilir 25- Ümit Aktaş, Bir Kriz sürecinde Strateji Arayışları, Okur Kitaplığı, S: 319

Ocak’16 • 29


Gündem

Gündem

Özyönetim mi Barbarlık mı? Furkan GENÇOĞLU

7

Haziran seçimleri öncesi Muş Varto ilçesinde (alevi-kürt nufus ağırlıklı) başlayan özyönetim ilanları sırasıyla silvan, cizre, nusaybin, dargeçit gibi HDP’nin oyunun tavan yaptığı getto haline gelmiş ve örgütün büyük ölçüde psikolojik üstünlüğü ele geçirdiği şehirlerde uygulanmaya başlandı. Özyönetim denilen hadisenin ne olduğunu henüz kamuoyu çok fazla bilmiyor. Fakat kesin olan bir şey var ki o da Türkiye Cumhuriyeti’nin milli egemenlik haklarına ciddi bir saldırı amacı taşıyor. Bu yüzden devlet egemenliğini her şartta ve her koşulda koruyacağına dair dosta düşmana mesaj vermek niyeti ile özyönetim ilan edilen bölgelerde şehirleri adeta abluka altına alarak bazen haftalar süren sokağa çıkma yasakları uygulayarak operasyonlara hız kesmeden devam ediyor. Özyönetim nedir ne değildir çok fazla bilgi sahibi değiliz dediğim gibi. Sadece demokratik özeklik modelinin pratiğe dökülmüş bir uygulaması olarak gösterilebilir. Siyasal, sosyal, ekonomik yaşantının merkezi otorite tarafından değil yerel otoriteler tarafından tanzim edilmesi amaçlanıyor. Bunu da sol jargonla ifade edecek olursak halk meclisleri, kadın hakları

30 • Ocak’16

komiteleri, eğitim komiteleri, demokratik islam şurası gibi organizasyonlarla yürütülmesi. Yani bir anlamda ülkenin bir bölümünde fiilen rejim değişikliğinin yaşanması veya yönetim anlayışının değişmesi. Tabi bunlar tartışılabilir meseleler, sonuç olarak halihazırda yaşadığımız sistem gökten zembille inmedi. Dolayısıyla toplumsal bir uzlaşma sağlanması halinde, siyaset kanalından diyalog yoluyla bir çözüm çıkartılır ve yönetim sistemi de, anayasa da, ekonomik sistem de değişir. Bu değişimin silah zoruyla, zorlama ve emrivaki bir biçimde yapılması kan akmasına sebebiyet verir. Halihazırda yaşanan durum meselenin 7 haziran öncesi PKK-Devlet kanadında yaşanan gerginlikler ve coğrafyamızda (suriye-ırak) yaşanan bir takım gelişmelerle paralel olarak silahlı mücadele yoluyla bir değişime gidilmesi kararı verilmesi ile ortaya çıkmış bir durumdur. Ülkemizin bazı bölgelerinde fiili olarak kent savaşı adeta bir iç savaş yaşanmakta. Toplumsal uzlaşmadan bahsettik biraz bu konuyu açalım. Bilindiği gibi Türkiye’de Kürt nufusun 2/3 ülkenin batısında yaşamakta. Yani ülkenin her tarafından olduğu gibi batıdaki büyük metropollere Kürt bölgelerinden büyük

“Gelinen noktada batı kamuoyunda desteğini büyük ölçüde yitiren HDP/ PKK doğunun büyük şehirlerinde de (Batman, Van gibi) direniş çağrılarına karşılık bulamıyor. YDGH-KCK-DTK arada sırada yayınladıkları bildirilerle halka sitemkar mesajlar yolluyorlar. KCK yürütme konseyi eş başkanı Bese Hozat batı metropollerini yakın mesajlarına karşılık bırakın batı metropollerini doğu metropollerinde dahi yaprak kıpırdamıyor. Batıda sol bileşenlerin kamuoyu oluşturma etkisi ise oldukça sınırlı.” göçler yaşanmış. Ve göç edenlerin büyük kısmı işinde gücünde, düzene adapte olmuş orta sınıf insanlar. Çocukları metropollerde doğmuş, kendileri artık kültürel olarak metropol yaşantısına uyum sağlamış, torunları tam bir metropol çocuğu olarak yetişen insanlar. Özellikle Kürt toplumunun ekseriyetinin sünni-şafi mezhebinden olması hasebiyle metropollerde büyük oranda Türkiye’nin diğer coğrafyalarından gelen insanlarla “İslam kardeşliği” çatısında birlikte yaşam imkanının ortaya çıkması kolaylaşmış. Artık Kürt kavmi diğer kavimlerle karışmış durumda. Ak Parti ile birlikte dindar muhafazakar kadroların iş başına gelmesi ve devletin yıllarca uyguladığı inkar politikalarının kalkması ile birlikte kendi değer ve kültürel kodlarını da kamusal hayatta pek tabii varedebilen bir kavim. Rum suresi 22. Ayette rabbimizin hatırlattığı üzere “ göklerin ve yerlerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin farklılaştırılması Allah’ın ayetlerindendir” mesajı uyarınca herhangi bir dilin inkarı, zorbaca yasaklanması inanan bir insanın kabul edebileceği bir uygulama değildir zaten. 7 Haziran öncesi gerek Selahattin Demirtaş’ın cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde takındığı olumlu tavır, gerek Tayyip Erdoğan’ın Kürtler hakkında verdiği demeçlerin bir takım odaklar tarafından çarpıtılarak halka yansıtılması(kobani düştü düşecek vb.) Kürt toplumu ile Ak Parti arasında bir elektriklenmeye sebep oldu. Aday listelerinin açıklanması ile birlikte listelerde Kürt adayların azlığı ve bazı bölgelerde halka hakaret eder-

cesine vasıfsızlığı ya da dışarıdan getirilmeleri gerginliği had safhaya taşıdı. Bu süreçte seçime HDP parti olarak gireceğini açıklaması artık siyasal kürt hareketi için “ya tamam, ya devam” algısını toplumda uyandırdı. HDP’nin anketlerde sınırda gösterilmesi ve Diyarbakır mitinginin bombalanması, Erzurumda mitingine yönelik saldırılar gibi etmenlerle son derece gergin gidilen sandıklardan HDP %13 gibi olağanüstü bir oy alarak sandalye sayısı olarak ülkenin en büyük 3. Partisi konumuna erişti. Artık HDP’ye oy veren insanlar görevlerini yapmış, seçim sathı mahalinde dilinden barışı düşürmeyen HDP siyasetine barış kanallarını zorlamak kalmıştı. Fakat mesele öyle cereyan etmedi. Kandil ürktü mü yoksa HDP kadrolarıyla birlikte uluslararası düzenden bir ihale mi aldılar bilmiyoruz fakat iki seçim arası diyebiileceğimiz 7 Haziran-1 Kasım süreci arasında şiddet sarmalı genişledi. Özyönetim ilanlarının sayısı artarak devam etti. Ülkenin çeşitli noktalarında bombalar patladı. Ülkede toplumsal huzursuzluk had safhaya çıktı veya çıkartıldı. Muhalafet partilerinin kendi aralarında anlaşamaması ve Tayyip Erdoğan’ın devreye girerek Ak Parti’nin herhangi bir partiyle anlaşmasına engel olması sonucunda Türkiye yeni bir erken seçime gitti ve 1 Kasım seçimlerinde Ak parti tek başına iktidar imkanına yeniden kavuştu. HDP yaklaşık 2 milyon oy kaybetti ve kaybettiği oyların büyük kısmı batı metropollerinden olduğu görüldü. HDP/PKK şiddeti artırması karşısında batı metropollerinde yaşayan ve 7 Haziranda Ocak’16 • 31


Gündem

bir şekilde HDP’ye meyletmiş Kürtler şu mesajı verdiler. “Sizin bu direnişinizde bizler yokuz. Türkiyelileşme idealinize inandık ve oy verdik. Madem Türkiyelileşmeyeceksiniz o zaman bizi bu işe bulaştırmayın. Biz Türkiye’li kalmaktan memnunuz.” Batıdan gelen bu mesaj 7 Haziranda batı kamuoyunda oluşan korku ve endişeyi büyük oranda giderdi. Olası bir kaos durumunda birlikte yaşayan insanların karşı karşıya gelme riski bertaraf edildi. Çünkü HDP’ye oy vermek herhangi bir siyasal oluşuma oy vermek değil, ülkenin bölünmesine katkı sunmak olarak anlaşılmaya devam ediyor. Gelinen noktada batı kamuoyunda desteğini büyük ölçüde yitiren HDP/PKK doğunun büyük şehirlerinde de (Batman, Van gibi) direniş çağrılarına karşılık bulamıyor. YDGH-KCK-DTK arada sırada yayınladıkları bildirilerle halka sitemkar mesajlar yolluyorlar. KCK yürütme konseyi eş başkanı Bese Hozat batı metropol32 • Ocak’16

Gündem lerini yakın mesajlarına karşılık bırakın batı metropollerini doğu metropollerinde dahi yaprak kıpırdamıyor. Batıda sol bileşenlerin kamuoyu oluşturma etkisi ise oldukça sınırlı. Zaten üniversite koridorları, gazete sütunları ve akademi kürsüleri dışında sosyal hayatta topluma yönelik herhangi bir etkiye sahip değiller. Adeta hapishaneleri olan fakülte koridorlarında duvarlardan sanal bir savaş yürütüyorlar devlete karşı. Boğaziçinden Nazan Üstündağ hisarüstünde boğaza karşı hendek siyasetini ve özyönetimleri olumlayan analizler üretirken, Sur’dan, Silvan’dan, Nusaybin’den binlerce aile sırtlarına kurtarabildikleri üç beş parça eşyayı vurarak kendilerine güvenli yaşam alanları arama yoluna koyuluyorlar. Batıdaki konforlu fakülte koridorları ve gazete sütunları ile sınırlı direniş, doğuda orta çağ avrupasındaki barbarlığı yaşayan halk için hiç bir anlam ifade etmiyor. Doğuda da savaşın ceremesini yoksullar çekmeye devam ediyor. Diyarbakır’ın Suriçinde şehir kazılan hendeklerle, ağır silahlarla girilen çatışmalarla yaşanmaz hale getirilirken, Yenişehir, Diclekent gibi kentin zenginlerinin ve ekseriyetle HDP yönetici kadrolarının oturduğu semtlerde yaprak kıpırdamıyor. HDP kadrolarının çocukları normal yaşamlarına devam edip, okullarına devam ederken bağlarda yoksul Kürt ailesinin çocuğunun tek umudu olan ilkokulu gelen talimatlarla çetelere yaktırılıyor. Çünkü çetelere eğitimsizleşen, niteliksizleşen gençliğe adım atmaya hazırlanan ergenlerden müteşekkil kuvvetler lazım. Direnişin talimatını verenler havuzlu-güvenlikli sitelerde yaşarken, direnişi pohpohlayanlar boğaz manzaralı üniversitelerinde akademi kürsülerinde sosyalizm pazarlarken direnişin tüm yükünü evini kaybederek, okulunu kaybederek, sokağını kaybederek, işini kaybederek kentin yoksulları çekiyor. Pervin Buldan’ın muhterem kızı avrupa seyahatlerinden instagrama notlar düşerken, kendisi meclis başkanlığı kürsüsünde içtüzüğü müdaafa ederken yoksul bir Kürt ailesine

mensup genç hendeklerde boğulup gidiyor. Böylesine derin bir sınıf ayrımı belki de en can acıtıcı ayrıntı olarak karşımızda duruyor. Sokağa çıkma yasaklarının kalkmasıyla gazeteci orduları bölgeye akın ediyorlar ve isimlerini gizli tutmak kaydıyla halkla bir takım mülakatlar gerçekleştiriyorlar. Bu mülakatlar batıda yaşayan bizler için belki de en önemli kaynaklar. Az çok bazı şeyleri tahmin edebiliyoruz fakat bizzat meselenin öznesi olan insanların deneyimleri ışığında hadiseye bakmak daha insaflı değerlendirmeler yapmaya imkan oluşturuyor. Al jazeera’ya konuşan ve yıllarca PKK davalarından hapis yatmış olan bir kişi belkide hayatı boyunca en çok karşı çıktığı, mücadele verdiği sınıfsal ayrımcılığa isyan ediyor; ; “Onlar (hdp siyasetçileri) geliyorlar burada hendekleri övüyorlar, özyönetimlerini anlatıyorlar, basın açıklamalarını gerçekleştiriyorlar ve evlerine geri dönüyorlar. Bizim dönecek bir evimiz yok. Evlerimiz siperlere dönüştürülmüş durumda. Onların çocukları kolejlerde okumaya devam ederken bizim çocuklarımız haftalardır okullarına gidemiyorlar. Çünkü YDGH okulları yakıyor. Kim özyönetim istiyorsa mücadelesini gelsin kendisi sırtlansın.” Bir başkası YDGH militanlarının başında duran çetebaşlarıile ilgili duygularını daha açık ifade ediyor; “Bu adam hırsız, mahallede herkes biliyor ki depremde Düzce’ye hırsızlık için gitti. Yıkıntıların altında ölüp şişmiş kadınların kollarını bilezikleri için kestiğini kahvede arkadaşlarına anlatıyordu. Bildiğin hırsız, uğursuz, itin teki. Şimdi sırtında kaleşnikof ve racon kesiyor. Üstelik YDG-H’lilerin başlarından birisi. Sen bu adamı bizim başımıza koyarsan hiç kusura bakma benim sana saygım kalmaz. Sabah hendeklerde nöbet tutup polisle çatışıyorlar, geceleri evlere girip talan ediyorlar. Üstelik yemekleri, karton karton sigaraları ve paraları geliyor. Çok acı yaşadık şu iki üç ayda çok, ama anlatmama gururum elvermiyor. PKK’nin derhal bu adamları buradan çekmesi lazım, eğer çekmezlerse en çok zararı kendileri görecek.”

Bir kadın ise yaşadığı korkuyu tarifi imkansız şu cümlelerle beyan ediyor; Bir başkası YDGH militanları ile ilgili duygularını daha açık ifade ediyor; ““Bu adam hırsız, mahallede herkes biliyor ki depremde Düzce’ye hırsızlık için gitti. Yıkıntıların altında ölüp şişmiş kadınların kollarını bilezikleri için kestiğini kahvede arkadaşlarına anlatıyordu. Bildiğin hırsız, uğursuz, itin teki. Şimdi sırtında kaleşnikof ve racon kesiyor. Üstelik YDG-H’lilerin başlarından birisi. Sen bu adamı bizim başımıza koyarsan hiç kusura bakma benim sana saygım kalmaz. Sabah hendeklerde nöbet tutup polisle çatışıyorlar, geceleri evlere girip talan ediyorlar. Üstelik yemekleri, karton karton sigaraları ve paraları geliyor. Çok acı yaşadık şu iki üç ayda çok, ama anlatmama gururum elvermiyor. PKK’nin derOcak’16 • 33


Gündem hal bu adamları buradan çekmesi lazım, eğer çekmezlerse en çok zararı kendileri görecek.” Halk özyönetim direnişinden son derece memnun diyen HDP siyasilerini yalanlayan halk beyanları bunlar. Ve bu beyanlarda biz çileyi, çaresizliği, aldatılmışlığı, öfkeyi, acıyı hissedebiliyoruz. Evlerinden yurtların koparılmış insanlar tıpkı köyleri yakıldığı için doksanlarda batıya göç etmek zorunda kalan ailelerin yaşadıkları acıları hatırlatıyor. Bu ailelerin acılarının dindirilmesi, yaralarının sarılması lazım. Devlet yaptığı operasyonlarda sadece PKKHalk ayrımını gözetmekle meselenin içinden çıkamaz. Çatışma alanlarından göç eden halka devletin eli uzanmak zorunda. Çünkü egemenlik kaygısıyla bölgede operasyon yürüten devlet orada halk için mücadele veriyor, vermeli. Toprakları toprak yapan her ne kadar üstündeki kan da olsa bir anlamda da üstündeki halktır. Bölge halkının gönlü kazanılmalı, devletin çeşitli birimleri halkın mağduriyetini gidermek için seferber edilmeli. Sivil Toplum kuruluşları nasıl Halep’le, Humus’la, Guta’yla dayanışma haline girdiyseler Sur’la, Cizre’yle, Nusaybin’le acıyı paylaşma noktasında ittifak etmeliler. Müslüman Sivil Toplum Kuruluşları birleşip sahaya inmeli ve tek bir soruyu gündeme taşımalılar. “Ey PKK ve ona bağlı milis güçler. Size bu barbarlığı tanzim etme emrini veren kim? Sizin içinde çırpındığınız bu kanlı savaş adına savaştığınız halka zarardan başka bir şey vermiyor. Halkın da zaten savaş gibi bir derdi yok. Halkın ülkenin bölünmesine dair bir beklentisi de yok. Peki siz halk adına savaşmıyorsanız kimin adına savaşıyorsunuz? Derhal bu savaşa son verin ve şehirlerden çekilin. İnsanların yaşam alanlarını terkedin.” Sorularını sormalı ve uyarılarını yapmalılar. Bölge halkıyla beraber olduklarını tüm Türkiye kamuoyuna deklare etmeliler. Mesele devlette, örgütte silah bıraksın hovardalığı ile havada bırakılabilecek bir mesele değil. Devlete de, örgüte de aynı mesafede olmak demek adaletle şahitlik yapmak olmuyor. 34 • Ocak’16

Gezi Kütüphane, okul yakan, hastane bombalayan, minübüs tarayan, imam kaçıran, evleri mevziye dönüştüren, çocukları propaganda ile eğitip milisleştiren bir yapıya karşı halkın korunması elzemdir. Bu yüzden haklı bir sebebi olmayan bir silahlı isyanı örgütleyen yapılar ile meşru dairede belli bir düzeni kontrol eden yapılara karşı aynı mesafede olmamak gerekir. Büyük şiddet sarmalını ortaya çıkartacak ne gibi bir neden var? Kürtler kavim olarak inkar mı ediliyor? Dilleri mi yasaklanmak istiyor? Kamusal haklardan mahrum mu bırakılıyorlar? Belki de cumhuriyet tarihinin üniter devlet yapısını sarsan en cesur reformlarını yapan Ak Parti iktidarına ve doğal lideri Tayyip Erdoğan’a karşı kurgulanan bu nefretin kaynağı nedir? Siyasal diyalog kanalları mı kapalı? Tayyip Erdoğan gerçekten diktatör mü? Peki o zaman neden dört senede bir seçim yapılıyor. Kendisi neden binbir türlü zahmetle Cumhurbaşkanlığı seçimleri için ordan oraya koşturdu ve rakipleriyle mücadele etti? Bu soruları dürüstçe kendimize soralım ve cevaplarını hilesiz, yalansız dürüstçe verelim. Amerika’yı, İran’ı, Rusya’yı memnun etmek için ve Türkiye’yi cezalandırmak için taşeronluk görevi üstlenenlerin bir halkı aldıkları ihalenin gereğini yerine getirmek için aracı kılmalarına karşı çıkalım. Şiddetlerinin gayrımeşruluğunu sorgulayalım. Türkiye Devletinin kadrolarını mücadeleyi kararlılıkla fakat ölçülü ve hassas biçimde yürütmeleri konusunda uyaralım. Irkçılığa varan menfii hadiselere karşı devleti sorumluluk almaya itici tavırlar alalım. Allah için adaletle şahitlik yapmak öyle kolay değil. Ne şiş yansın ne kebap türünden basın açıklamaları, raporlar yazmakla olacak iş değil. Hepimiz önce kendimize ve inandığımız ilkelere karşı dürüst olacağız. Daha sonra başkalarından dürüstlük ve vicdan bekleyeceğiz.

Ürdün Mektupları Mustafa Fatih YAVUZ

S

on 1 aydır Ürdün’ün başkenti Amman’ dayım. Amman Ürdün’ün orta ve üst sınıfının

yaşadığı bir şehir. Ödüllü bir havaalanına sahip. Gelir gelmez çöl arasanız bile gördüğünüz çoğunlukla ‘’modern’’ bir şehir oluyor. Taksiler oldukça ucuz. İstanbul’da aylık akbile alışmış bir nesil için bulunmaz nimet. Taksiler yaklaşık 25 kuruştan açılıyor. Tabii burada 1 Ürdün Dinarı’nın 4 Türk Lirasından fazla olduğunu hatırlatmak gerek. Taksicilerin çoğunluğu Filistinli… Ürdün’de Türkiye’den gelenler çok seviliyor. İki isim duyuyorsunuz. ‘’Erdogan’’ ve Murat Alemdar… Arapçada ‘’p’’ harfi olmadığı için sanırım Polat, Murat olarak çevrilmiş. Türk dizileri bazı açılardan maalesef denebilecek sevi-

yede seviliyor. Çünkü izlenen diziler çoğunlukla ‘’bizi’’ anlatabilecek diziler değil. Bu açıdan, 1, ‘’Celebrity Diplomacy’’ denilen yani ünlü şahıslar üzerinden yürütülen diplomasiyi iyi kullanacak zihinler üretilmeli sonucuna varıyorsunuz. Geleneksel diplomasinin sınırlarını çoktan aşmış olan Amerika’da celebrity diplomacy üzerine yazılmış güzel kitaplar bulabilirsiniz. Örneğin, 1915 olayları konuşulurken Amerika’nın elinde ‘’Kim Kardashian’’ gibi bir silah olduğunu düşünün. Bu gibi şahıslar milyonları etkileyebiliyor. Yahut System of a Down (SOD) adlı Ermeni-Amerikan müzik grubu gibi gruplar…2, Türkiye’nin en azından ürettiği dizilerin içeriklerini stratejik olarak düzenleyip Ortadoğu pazarına daha yoğun sunması gerek. Umarım ki

Dipnotlar; http://www.aljazeera.com.tr/al-jazeera-ozel/surmagdurlari-anlatiyor

Ocak’16 • 35


Gezi

Gezi

TRT ileriki dönemlerde ürettiği dizileri yoğun bir şekilde pazara sokacaktır. Amman’da gerçek Ürdün’lü bulmak çok zor. Gerçi gerçek Ürdün diye bir şey yok. Kendilerine Haşimi Krallığı diyen, Peygamber efendimizin soyundan geldiklerini söyleyen bir krallık. Kimsenin dillendirmediği ama laf arasında itiraf ettikleri bir gerçek var: Burayı da İngilizler yönetiyor… Tahtta olan kralın anneside İngiliz. Türkiye pasaportumuz olduğu için rahatça konuşabiliyorsunuz bu konuları burada. Ancak, bir Gazzelinin, şakasına dahi olsa ‘’Eş-şaab yurid ıskat’en-nizam’’ (İnsanlar rejimi devirmek 36 • Ocak’16

istiyor) sloganını dillendirdiğim zaman ‘’ Senin Türk pasaportun var ben Gazzeliyim böyle şakalar yapma’’ dediğine şahit oluyorsunuz. Diğer krallıklar gibi muhaberat ülkesi olduğunu iddia ediyorlar. Bir arkadaşımın 7 milyon insanın 6 milyonu muhaberattır Ürdün’de dediğini biliyorum. Kim bilir kaç ajanla muhabbet ettik… Ürdün’de gözlemlenebilecek en önemli husus ise Asya’lı ve Mısır’dan göçen Müslümanlar. Burada binaların günlük ihtiyaçlarını ve güvenliklerini sağlamak için genellikle Mısır’lı Müslümanlar tercih ediliyor. Kaldığım binanın görevlisi, ailesi ile birlikte görebildiğim kadarı ile hemen hemen bir göz odada yaşıyorlar. Endonezya gibi Asya ülkelerinden göçenler ise çoğunlukla kadın Müslümanlar. Burada kazandıkları paraları ailesine gönderip geçimlerini sağlıyorlar. Burada da evin hizmetlisi oluyorlar. Ürdün’de basına yansıyan olaylardan birisi, bir kadın hizmetlinin- muhtemelen Asya’lı bir Müslüman- evin ya da iş yerinin sahibi adam tarafından dövülmesi… Çok fazla yankı bulmasa da adamın yakalanıp hapse atıldığı söyleniyor. Ürdün insan kaçakçılığı konusunda çeşitli anlaşmaların tarafı. Derinlemesine araştırmamakla beraber, bu konuya dair kötünün iyisi denebilir. Maalesef bu durum körfez ülkelerinin bilinen bir gerçeği. Buralarda bu tarz işleri-ev temizliği vs, bir Ürdünlünün, Suudi Arabistan’da da bir Suudinin yapması, ‘’olacak iş değil’’.

Filistin ve Erdoğan Yukarıda da söylediğim gibi şu ana kadar Ürdün’de bir Filistinli’nin ağzından Erdoğan’a dair duyduğun en kötü söz, onu %90 oranında doğru buluyorum oldu… Erdoğan’a karşı duyulan sevginin gerekçeleri de ‘’düzgün bir Müslüman, Filistin davasına destek veriyor’’ şeklinde… Tayyip Erdoğan’ın Kur’an tilavetini, Ürdün’de Filistinlilerle birlikte dinleyebiliyorsunuz… Filistinlilerin Türkiye ile olan bağlantılarını anlayabilmek için onlara başbakanın

adını sordum. Henüz bilen olmadı. Şurası çok net ki Araplar için önemli olan sadece liderlik için alınan pozisyon… Demokrasi ise çok farklı bağlamlarda ele alınıyor. Siyaset bilimi okuyan Filistinli arkadaşımla yaptığımız konuşmada demokrasiye olan bakışı belki alternatifsizlik belki de Türkiye’de olduğu gibi sadece amaca ulaşmak için bir enstrüman. Henüz konuya dair ‘’biz demokrasi istiyoruz’’ diyen olmadı. İran’a bakışları da özellikle sormak istediğim bir konuydu… Hizbullah’ın İsrail ile girmiş olduğu mücadele, Hamaney’in ‘’İsrail yok olacak’’ şeklinde çıkışları, Hamas’a verdiği destek, İran’ı Arap dünyasında lider konumuna getiriyor mu diye merak edip sordum. Gördüm ki insanlar İran’ın konuya nasıl yaklaştığını çözmüş durumda… Mevcut Suriye politikası ve emperyalist yaklaşımları Filistinliler arasında negatif bir karşılık bulmuş. Türkiye’nin İsrail ile olan ilişkisinde ki krizi çözmek ve Mavi Marmara şehitleri için özür, tazminat ve Gazze’deki ablukanın kaldırılması için görüştükleri ve çerçeve anlaşmasına vardıkları haberinin İsrail medyası tarafından servis edilmesinin yankılarını yakalamaya ve bu konunun Erdoğan’a bakışı değiştirir mi sorusunun cevabını bulmaya çalıştım. Filistin’li aktivist arkadaşlardan bazılarının olumsuz yaklaşması bazılarının ise konuya Türkiye’de yaşayan, Filistin ve değer hassasiyeti olan insanlardan daha olgun yaklaştığını gördüm. Memleketini hiç görmemiş bir Filistinli gencin Erdoğan’a, bu haberin servis edildikten sonraki olgun yaklaşımı ile, Türkiye’de twitter’dan yorum kasan, gömleği çıkarmamış arkadaşın ergen yorumu arasındaki farkı da gözlemlemiş oldum. He bu

arada Türkiye halkı ile İsrail halkı da dost değildir ! Osmanlı izleri ise silinmiş denemez… Filistin’li bir arkadaşımın Osmanlı lirasının replikası dahi olsa hediye etmesi bunun küçük de olsa kanıtı… Ya da bir kafede çalışan Mısır’lının ben Osmanlı’yı çok seviyorum, sizi çok seviyorum sözlerini duyuyorsunuz… Sultan Abdülhamid’in toprak taleb eden Siyonistlere verdiği cevabı aralarında tartışırken ‘’ortaklığınızı’’ anlıyorsunuz…

Ekmek, Onur ve Türkiye Türkiye’den beklenenleri Mısır’lı ve Filistin’li arkadaşlarının ağzından çıkan sözleri duyunca daha iyi idrak ediyorsunuz. Bu adamın 2 derdi var. 1, ekmeğini kazanacak, 2 onurunu… Mısır’lı ekmeğinden, Filistin’li onurundan olmuş özetle… Gerçi her ikisinin derdi de ortak. Ancak, ekmek ve onur derdi olan insanın gözünden Türkiye’yi okuyunca, malum ‘’adalet zehirlenmesi’’ geçiren arkadaşlara ‘’çok kızıyorsunuz’’. Adalet ve düzensizlik yerine, adaletsizlik ve düzeni yeğlerim demiş Goethe… En kötü barış bile en haklı savaştan daha iyidir demiş Erasmus… Bence tam da bu ikisini konuşuyoruz bugün burada ve Türkiye’de… Suriye’de barış mı adalet mi? Filistin’de barış mı adalet mi? Dinamik gibi gözüken ama kuru tartışmalar. Adalet zehirlenmesi geçiren, adil olacağız diye zalim ile taraf olan değerli ağabeylerimize mesajımdır. Buradaki ekmek ve onur derdi olan zalim ile yüz yüze gelmiş insanlardan Türkiye’ye ve Erdoğan’a bakışlarını görünüz… Ürdün’de bir Filistinliye, Erdoğan için ‘’Seni Başkan Yaptırmayacağız’’ dediğin zaman acaba onun gözünde kiminle beraber oluyorsun düşününüz. Ocak’16 • 37


Gezi

Gezi

BALKANLARDA 3 SEYYAH İsmail Yasin AVCI “Osmanlı bir Balkan devletiydi” sözünün sırrını idrak etmek niyetiyle başladı yolculuğumuz. Cihan devletinin yıkılışından fazla bir zaman geçmediğinden de, yeni bir cihan devletinin doğmak üzere olduğundan da haberdardık. Mehmet Özek ve Eyüp Ensar Sarıhan kardeşlerimle beraber, hiçbir otel rezervasyonu yapmayarak, sadece sırt çantalarımızla düştük yollara. Yolda kalmayacağımıza, sadece “Biz Müslümanlardanız” kelamıyla onlarca kapının açılacağına emindik. Öyle de oldu; 4 ülkede, 9 gün boyunca yerel ve Türkiye merkezli olmak üzere birçok İslami sivil toplum kuruluşu bizleri hem misafir, hem de kadim coğrafyamızdan haberdar etti. Bu vesileyle, yolculuğumuz boyunca Balkanların siyasi ve dini durumunu ele aldığım günlüklerimi sizlerle naçizane paylaşmak istiyorum. Balkanlarla muhabbetinizi arttırmanız duasıyla, vesselâm

BOSNA-HERSEK Aliya’nın emaneti, Balkan seferimizin ilk durağı Bosna’dayız. Bosna şu an 3 cumhurbaşkanı, 11 başbakan, 2000 civarı milletvekili ile yönetilmeye çalışılan bir ülke. Ülkede ciddi bir

38 • Ocak’16

siyasi kaos ortamı mevcut. Dayton anlaşması bu ay sona eriyor. Bu sebeple Sırplar ayrılıkçı politikalar yürütmeye devam ediyorlar. Sırplar bu sene anayasalarını ortak anayasadan ayırıp yeni bir Sırp anayasası yazmak istemişler ancak başarılı olamamışlar. 2018 yılına kadar da ayrılma referandumu yapmayı hedefliyorlar. Hırvatlar ise Bosna’da yaşamaktan memnun değil. Hırvatistan halihazırda bir Avrupa Birliği ülkesi olduğu için Hırvatlar çok daha iyi imkanlara sahip anavatanlarına dönmek istiyorlar. Bu noktada devreye Vatikan giriyor. Vatikan, Hırvatları Bosna’da tutabilmek için ciddi yatırımlar yapıyor ve her yeni doğan Hırvat bebek için teşvik veriyor. Vatikan’ın bu teşvikleri akabinde şu anda ülkede en hızlı nüfus artışı Hırvatlara ait. Ülkenin demografik yapısında Boşnaklar lehine sonuçlar doğurabileceği ihtimali sebebiyle ülkeye hiçbir şekilde dışarıdan vatandaşlık kabul edilmiyor. Erdoğan, Bosna ziyaretinde Müslümanlara “ben Türkiye’de 3 çocuk yapın diyorum ama siz Boşnaklar en az 4 çocuk yapmalısınız” tavsiyesinde bulunmuş... Son seçimlerde en çok oyu Bekir İzzetbegoviç’in partisi alsa da Dışişleri, Ekonomi gibi önemli bakanlıklar Boşnakların elinde değil. Boşnak nüfusu ül-

kede çoğunlukta olmasına rağmen toprakların %49’u Sırplara, %51’i Boşnaklara ve Hırvatlara ait. Bosnalı Müslümanlar bu zamana kadar ülkede yeni bir savaş çıkmamasını Türkiye’nin güçlü bir ülke olmasına bağlıyorlar. Gerçekten de sadece üç günlük gözlemlerimizle dahi bu duruma biz de şahit olduk. Türkiye, siyasi olarak Bosna’nın yanında durduğu gibi Bosna’nın imarı için de ciddi yatırımlar yapıyor. Bosna’ya İstanbul Büyükşehir Belediyesi halk otobüsleri, Konya Büyükşehir Belediyesi tramvay hibe etmiş. Ayrıca Konya Büyükşehir Belediyesi Bosna’da okurken evlenen üniversite öğrencilerine burs veriyormuş. Tarihi sebilin bulunduğu meydanda ise şu anda Bursa Osmangazi Belediyesinin restorasyon çalışması var. Bosna’da hükümet sırayla el değiştirdiğia için sırası gelen hükümet, hemen eski hükümetlerin yatırımlarını

durdurarak kendi yatırımlarını yapmaya başlıyor. Bu sebeple Bosna kalkınamıyor. Bu kalkınma açığını ise Bosna’da mükemmel işlerine imza atan TİKA dolduruyor. TİKA’nın Bosna’da okuyan yabancı öğrencilere dahi burs verdiğini memnuniyetle öğrendik. Ecdadın mirasları TİKA eliyle ayakta kalmaya devam ediyor Elhamdulillah. Biz de TİKA Bosna aracılığıyla üç gün boyunca IUS yurdunda misafir edildik. Saraybosna’da mutlaka görülmesi gereken yerlerden birisi de Yaşam Tüneli. Bosna savaşının başlarında Sırplar Saraybosna dağlarından şehire binlerce bomba yağdırmışlar. Tamamen savunma pozisyonunda kalan Boşnaklar havaalanı ve 3 oğlunu şehit veren bir anne tarafından bağışlanan bir ev arasında inşa ettikleri 3 kilometrelik tünelle Türkiye ve diğer ülkelerden gelen yardımları Saraybosna’nın içlerine taşımışlar. Bunun Ocak’16 • 39


Gezi

yanısıra, Boşnaklar savaşın başlarında açlıktan kırılmak üzere iken ABD gıda yardımı yollamış. Ancak ABD’nin yolladığı konservelerin Vietnam savaşından kalan bozulmuş konserveler olması sebebiyle zehirlenerek ölen ve hastalanan yüzlerce insan olmuş. Savaşın sonlarına doğru Boşnaklar oldukça güçlenmişler ve hatta Belgrad’a kadar karşı saldırıya geçmek istemişler. Ancak BM’nin de baskılarıyla Aliya, Dayton anlaşmasını imzalamış. Üç günlük Bosna durağımızın bir gününde de Mostar’daydık. Mostar’da tabiri caizse simgeler savaşı yaşanıyor. Sırası gelen hükümet hemen diğer dinlerin mabedlerinin karşısına kendi dininin mabedinin inşaatını başlatıyor. Eğer eski hükümet zamanında inşaatı başlayan bir mabed tamamlanmamışsa yeni hükümet inşaatı durduruyor. Mostar’da nüfusun %60’ını Hırvatlar, %40’ını Boşnaklar oluşturuyor. Nehrin bir tarafında Boşnaklar bir tarafında Hırvatlar yaşıyor ancak turistler Boşnakların yaşadığı tarafta daha çok vakit geçiriyorlar. Bu durumdan rahatsız olan Hırvatlar turistlerin kendi taraflarına gelmeleri için büyük bir kilise ve AVM inşaatı başlatmışlar. Mostar’ın en yüksek da40 • Ocak’16

Gezi

ğında Bosna’nın en büyük Haçı var. Hristiyanlar Bosna’nın bazı dağlarına devasa Haçlar inşa etmişler. Geçen sene Saraybosna’da bulunan Haç, Sancak isimli bir grup tarafından yıkılmış. Türkiye, Bosna savaşında devlet düzeyinde Bosna halkının yanında durabilseydi belki bugün çok daha güzel bir Bosna ile karşılaşmış olacaktık. Velhasıl, her şey yeni başlıyor. Vesselâm.

nuşulan sokaklarıyla sanki bir Türkiye şehri gibi. Kosova’nın %93’ü Arnavut, Arnavutların %2’si Katolik. Bu oran çok az olsa da Osmanlının buradan çekilmesi ile ortaya çıkan eğitim boşluğundan Katolik Arnavutlar yararlanmış ve Kosova’nın öğretmenlerini, tarihçilerini yetiştirmişler. Türkiye’de olduğu gibi yanlış tarih yazımlarıyla Osmanlı’nın bu toprakları sömürdüğü yıllarca Arnavutlara anlatılmış. Şu anda sadece Prizren’de 38 cami ayakta. Cuma namazını kıldığımız Sinan Paşa Cami’de Türkiye Diyanet görevlisi tarafından hutbe Türkçe okunuyor. Osmanlı’nın Balkanlara verdiği önemi idrak etmek için Prizren’i ziyaret etmek şart. Kosova’yı şu anda Sırbistan, Bosna, Rusya hariç 107 ülke tanıyor. Resmi dil Arnavutca ve Sırpça ancak bazı belediyelerde Türkçe de resmi dil. Kosova’nın %35’i işsiz, %20’si yoksul. Kosova’da 2 yıl önce 14 İslami dernek “Kosova hukuk düzenine aykırı faaliyetler yapmak” iddiası ile DAEŞ iftiralarına da maruz kalarak kapatılmış. Kosovalılar, gençliğin uyanışının başladığını gören Batı’nın, Kosova’nın önünü kestiğini söylüyorlar. Dernek kapatma olayından önce camiler gençlerle dolarken şimdi böyle bir durum yok. Kosova’nın Sırpla-

rın elinden alınmasında ABD’nin rolü sebebiyle Kosova’da ABD çok güçlü. ABD Büyükelçisi “Kosova Valisi” sıfatıyla doğrudan ülke siyasetine yön verebiliyor. 3 yıl önce Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yeterli çoğunluk için uzlaşamayan parti başkanlarını yanına çağıran ABD Büyükelçisi, tamamında aynı kişinin adının yazdığı 3 zarftan birini seçtirerek ülkede Cumhurbaşkanını belirlemiş. Mevcut cumhurbaşkanı ABD FBI Ulusal Akademisinde eğitim almış bir kadın. Özetle; Kosova ABD’nin Başbakan atadığı Eski Türkiye’ye çok benziyor. Kosova’da ABD’nin güçlü olması sebebiyle Gülen örgütü de ülkede çok aktif. Mevcut Dışişleri Bakanının oğlu Gülen örgütünün okulunda okuyor. Today’s Zaman’da Kosova’daki İslami derneklere “DAEŞ’e adam yolluyorlar” iftirasını atan Emre Uslu’nun haberini Arnavutcaya çevirerek yayınlayan gazetenin sahibinin oğlu da Gülen örgütünün okulunda okuyor. Şu anda Türkiye’yi çok seven ve sürekli takip eden Arnavutlar olduğu kadar sevmeyenler de var. Siyasetçilerin çoğunluğu ise Türkiye’ye mesafeli duruyor. Kosova şu anda parlamenter sistemle ve ikili koalisyonla yönetiliyor. Mevcut hükümetin Sırp belediyele-

KOSOVA Üç günlük Bosna ziyaretimizin ardından, Sırbistan üzerinden karayolu ile Kosova Prizren’e geldik. Sırp polisi tarafından, Sırbistan kapısında 30 kişinin bulunduğu otobüsten sadece üçümüz indirilerek bir binaya alınmadan soğukta sorgulandık. Neden Sırbistan üzerinden gittiğimizi, Kosova’da görüşeceğimiz kişilerin adlarını, uçak biletlerimizi, Türkiye öğrenci numaralarımızı sordular, çantalarımızı aradılar. Hiçbir sıkıntı bulamayınca da almak zorunda kaldılar. Akabinde 30 dakika boyunca otobüste beklettiklerimize Türkiye’den getirdiğimiz lokumları dağıtarak ortamı yumuşattık… Prizren; %94 Müslüman oranı ve Türkçe koOcak’16 • 41


Gezi

Gezi

re özel yetkiler veren yasa tasarısını protesto eden Selfdeterminasyon hareketi milletvekilleri geçen hafta meclise gaz bombası atmış… Kosova’daki dindarların desteklediği %2 oya sahip Adalet Partisi, savaştan sonra Müslümanlar aleyhine politikalar yürüten mevcut hükümet ortağı Kosova Demokrat Partisi ile koalisyon yaptığı için beşe bölünmüş. Aynı zamanda Adalet Partisi’nin ülkede yoksulluk hadsafhada iken ekonomik vaatlerde bulunmak yerine, sadece %2’nin başörtülü olduğu bir ülkede öncelikle başörtüsü özgürlüğü vaatlerinde bulunması dindarlar tarafından eleştiriliyor. Her şeye rağmen Kosova, Bosna’ya nazaran daha çok gelecek vaat ediyor. Bosnalılar, Bosna’da yeni bir savaşın çıkacağını düşünürken Kosova’da böyle bir durum yok. Kosova’da; TİKA, Arasta, Selefiler, Aziz Mahmud Hudayi Vakfı, Süleyman Hilmi Tunahan cemaati aktif olarak faaliyetlere devam ediyorlar. Biz de Arasta Derneği ve Aziz Mahmud Hudayi Vakfı tarafından iki gün boyunca misafir edildik. Vesselâm.

ARNAVUTLUK Bosna ve Kosova’dan çok daha kötü durumda olan, Komünist rejimin perişan ettiği Tiran’dayız. Arnavutluk’un %70’i Müslüman ancak İslam bu topraklarda garip kalmış. Müslüman oranı azalırken ateist oranı artıyor. Müslümanların büyük çoğunluğu rahatlıkla domuz ürünleri ve alkol tüketiyor. 2. Dünya Savaşından sonra etkilerini hissettirmeye başlayan ve 1991’e kadar devam eden Komünist rejim Arnavutluk’tan İslam’ı silmek için binbir zulüm yapmış. Arnavutluk genelinde 700 cami olmasına rağmen Komünist rejim başkanı Enver Hoca, 1 milyon nüfuslu Tiran’da yıka yıka sadece 8 cami bırakmış. Bu dönemde yeni doğan çocuklara Müslüman isimleri koymak dahi yasaklanmış. Ankara’yı mabedsiz şehir olarak inşa eden zihniyet burada da Komünizm eliyle tezahür etmiş. Komünist rejim yıkılsa da eski komünistler bugünün de-

42 • Ocak’16

mokratları sıfatıyla eski hallerinden pek de bir şey değişmeyen bir hal üzerinde İslam düşmanlığına devam ediyorlar. Arnavutluk’ta üniversite hocalarının çoğunluğu bu çizgide. Kominist rejimin yıkılmasından sonra yeni rejim yönünü Batı’ya çevirmiş. Tiran sokaklarının İslami mimarı ile alakası dahi kalmamış. Tiran, Avrupa şehirlerini andıran, Opera salonu ve Sanat müzesi olan şatafatlı bir meydana sahip. Ancak bu şatafatlı meydan aslında ülkenin gerçek yüzünü saklayan bir makyajdan ibaret. Arnavutluk’un %30’u işsiz ve bu oran hızla artıyor. Devlet daireleri rüşvetsiz çalışmıyor. Ayrıca Balkanların en büyük mafya yapılanmaları da Arnavutluk’ta. Arnavutluk’a homojen demografik yapısı ve stratejik konumu sebebiyle Batı, bizden daha çok önem veriyor. Balkanlarda birçok ülkede binbir sıkıntı içinde yaşayan Arnavutların arkasında güçlü bir Arnavutluk olsaydı Balkanlarda Müslümanların halinin çok daha iyi olacağından şüphe yok. Mevcut Tiran Belediye Başkanı yetim olarak İslami cemaatlerin elinde büyüyen ancak daha sonra ABD’nin eline kaptırılarak ABD’de eğitim alan ve geleceğin Başbakan adayı olarak gösterilen bir adam. Müslümanlar, İslami mücadeleyi sadece burs vermekten ibaret sandıkları sürece Batı bize böyle daha çok nal toplatacaktır. Batı, bir Müslüman yetimi elimizden alıp neredeyse Başbakan yapacakken, biz Türkiye üniversitelerinde okuyan yüzlerce Arnavut ile gelecekte neler yapacağımızı hala planlayamıyoruz. Arnavutluk’ta ABD’nin etkisi sebebiyle Gülen örgütü de ülkede aktif. Yıllık 5000 euro ücretle Arnavutluk’un zengin çocukları Gülen örgütünün okulunda okuyor. Arnavutluk Diyaneti ise tamamen Gülen örgütünün eline geçmiş durumda. Kuveyt, Arnavutluk Diyanetine ciddi maddi destek veriyor ancak Diyanet görevlileri Gülen örgütü tarafından atanıyor. Arnavutluk’ta Suud destekli Selefiler de etkili. Selefilerin 24 saat açık, temiz ve modern bir camisi var. Hal böyle olunca cami dolup taşıyormuş. Bunun yanısıra, Türkiye Diyaneti, merkezi bir konumda Balkanların

en büyük camisini inşa ediyor. Arnavutluk’ta TİKA ve Yunus Emre Enstitüsü aktif olarak faaliyetlere devam ediyorlar. Vesselâm.

MAKEDONYA Heykeller şehri Üsküp’teyiz. Vardar nehrinin çevresine kurulan Üsküp’ün kuzeyinde Arnavutlar güneyinde Makedonlar yaşıyor. Makedon/ Arnavut nüfusu ve Müslüman oranı ülkede yarı yarıya ancak Arnavutların sayısı hızla artıyor. Türkçe bilen Arnavutlar Diriliş ve Kurtlar Vadisini takip ediyor. Balkanlarda Türk dizilerinin yaygın olmasının da etkisiyle Türkçe unutulmuyor. Makedonya hükümeti 4 yıl önce başlattığı bir projeyle Üsküp’ün her yerine tarihi şahsiyetlerinin heykellerini dikiyor. Yugoslavya’nın dağılmasının ardından Makedonlar yeni ve sahte bir tarih yazımı ile bu toprakların ezelden beri Makedonlara ait olduğu algısını yaratmak istiyorlar. Hatta savaşçı heykellerin yönü özellikle şehrin Müslüman tarafına dönmüş şekilde inşa ediliyor. Üsküp’e 4 yılda o kadar fazla heykel dikilmiş ki heykellerin sayısını sorduğum Arnavut dostum “insanın hücrelerini sayamaması gibi düşün” cevabını verdi. Taşköprü’nün hemen

yanındaki Osmanlı camisi geçen sene hükümet tarafından yıkılmış ve yerine otel inşaatı başlamış. Üsküp kalesinde başlayan kilise inşaatı ise protestolar sonucunda durdurulmuş. Ocak’16 • 43


Gezi

Yatırımları özellikle Makedon tarafına yapan hükümetin para kaynağı IMF ve diğer kredi kuruluşları. Hükümet sadece bu ay 700 milyon dolar borç almış. Hal böyle olunca Makedonya ekonomisi dibe vurmuş vaziyette. Makedonya’nın şu an %30’u işsiz, gençlerin %30’u çalışmak için Avrupa’ya gidiyor. Makedonya’da normal standartlarda bir yaşam için 500 euro gerekirken asgari ücret 150 euro. 2 milyon nüfuslu ülkede 150 bin memur var. Borç paralarla yürüttüğü projeler için 20 bin işçi istihdam eden hükümet, gelecek sene olacak seçimlerde memur/ işçi oylarıyla iktidarda kalmayı hedefliyor. Arnavutların kendi aralarında siyaseten bölünmüş olması ve mevcut hükümetin seçimlerde hile yapması sebebiyle hükümet 12 yıldır değişemiyor. Arnavutlar, son seçimlerde 30 bin sahte kimlikle oy kullanıldığını kanıtlamalarına rağmen sonuç alamamışlar.

44 • Ocak’16

Atölye 1991 yılında Yugoslavya’dan ayrılarak bağımsızlığını ilan eden Makedonya Cumhuriyeti ve Yunanistan arasında büyük bir siyasi kriz var. Yunanlar, Makedonların Helen geçmişe sahip olduğunu, Makedonlar ise kendilerinin Slav ırkından olduklarını ve hiçbir zaman Yunanca konuşmadıklarını söylüyorlar. Yunanlar, Makedonların Yunanistan’daki aynı isme sahip Makedonya bölgesinden gelecekte toprak talebinde bulunması ihtimalini bertaraf etmek için Makedonya ismini tanımıyorlar ve Makedonya’nın AB, NATO gibi uluslararası kuruluşlara katılma taleplerini veto ediyorlar. BM de Yunanistan etkisiyle “Makedonya Cumhuriyeti” ismini değil, “Eski Yugoslavya Cumhuriyeti Makedonya” (FYROM) ismini kabul ediyor. Mayıs ayından bu yana 500 bin, günlük 2000 mülteci Makedonya üzerinden Avrupa’ya geçiyor. Hükümet, 4 ay öncesine kadar mültecileri tanımazken ve mültecilere yardım edenleri 5 yıl hapisle cezalandırırken, son 4 aydır mültecilerin 3 saat içinde Makedonya’dan geçişine ve mültecilere yardım edilmesine izin veriyor. Üsküp’te bizi ağırlayan Grain of Goodness (İyilik Başağı Derneği) günde bin mülteciye kumanya ve battaniye yardımı yapıyor. Bunun yanısıra Makedonya’nın en büyük derneklerinden olan ve 15 şehirde teşkilatlanan İslami Gençlik Derneği ve bizi iki gün boyunca yurtlarında ağırlayan Ensar Kültür Yardımlaşma ve Eğitim Derneği aktif olarak faaliyetlerde bulunuyorlar. Vesselâm.

Emir mi? Kültür mü? Ahsen Akçay

“Mü’min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. (Yüz ve el gibi) görünen kısımlar müstesna, zînet (yer)lerini göstermesinler. Başörtülerini ta yakalarının üzerine kadar salsınlar. Zinetlerini, kocalarından, yahut babalarından, yahut kocalarının babalarından, yahut oğullarından, yahut üvey oğullarından, yahut erkek kardeşlerinden, yahut erkek kardeşlerinin oğullarından, yahut kız kardeşlerinin oğullarından, yahut müslüman kadınlardan, yahut sahip oldukları kölelerden, yahut erkekliği kalmamış hizmetçilerden, yahut da henüz kadınların mahrem yerlerine vakıf olmayan erkek çocuklardan başkalarına göstermesinler. Gizledikleri zinetler bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey mü’minler, hep birlikte tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz!” Nur suresi 31. ayet Rabbimizin bizlere emir buyurduğu halde miyiz? Gerçekten Allah(c.c)’ın istediği gibi mi örtümüz yoksa gözleri üzerine mi topluyor? Sokağa cikmak epeyce zorlasiyor şu dönemde.Her cesit türban(!) mevcut. Saclarin önden cikisi, şalın rüzgarda arkadan paraşüte benzemesi ya da kulaktaki küpeler çok begenildi gösterilmeli(!). Geldiğimiz şu noktada ecdadin çikip gelme şansi olsa canlanan Bizansi feth etme hazirliklari baslar gibi. Bilincsizce örtülen örtüler. Belki sadece ayiplanmamak icin yada geçmişten gelen kültür diye.Asıl sebebini bilmeden bir tülbent atmak başa (Allah emirlerine hakkiyla uyanlardan razi olsun inşallah).Okulda birgün arkadaşlarimla konuşuyorduk.Bir tanesi başindan geçen ilginç bir olayi anlatti;”Okuldan cikip otobüse binmistim.Bir bayanin yani boştu.Dikkatimi çeken başini cok guzek bağlamiş olmasina rağmen kisa kollu bir üst giymesiydi.Durdum biraz ama dayanamadim ve başını çok güzel örttüğünü lakin kollarinin niye açıkta olduğunu sordum.Önce teşekkür etti ve kollarinin niye örtülmesi gerektiğini sordu.Bende şaşırdım bu sefer,ilginçti başını örtmesini gerektiğini bildiği halde kollarının açıkta

olmasi nasil sıkıntı olmazdı.Anladimki kültür örtüsü bu emredilen başörtüsüyle alakası yok yada Burhanettin Can Hocanın dediği gibi şizofreniydi. Açık kalmak ve örtünmek arasinda kalmış ürkünç bir durum.Ayetlerden bildiğim kadarıyla anlatmaya çalıştım.Kadın hakikaten şaşırdı ve dikkat edeceğini söyledi,teşekkür etti”dedi. Bizde en az arkadaşımız kadar yadırgamıştık bu durumu. Ailenin önemi apaçık ortadaydı işte. Birkaç sayı önceki dergide İran Gezi Notları2’yi okudum.Dikkatimi çeken bayanların başörtülü gezme zorunluluğu ve onların başörtüsünü nasıl sabote ettikleriydi. Aklima ilk gelen soru”acaba bizde bu gidişle saboteye doğru mu gidiyoruz?”(Allah firsat vermesin) oldu.İnsanlarımız özellikle akranlarımız hangi kesimden olduğu önemsiz moda adiyla kirletmeyi başariyorlar. Niçin örtünmek gerektiğinin şuuru yavaş yavaş yok olmaya yüz tutmuş gibi. Ya aile baskisi ya yanlis özenti yada anlatanlarin,anlatmaya calisanlarin yetersizliği,eksikliği.Kur’an-ı Kerim’i saygi saygi diye duvarlara astiran rejimin enkazlari hala devam ediyor.Daha çok öğrenmemiz daha çok okumamiz,yaşamamiz ve anlatmamiz gerek,az uyuyarak yada yemeği boşvererek. Bunun hesabını daha başka nasil ödeyebiliriz ki.İslam uğruna can verenlerin kemikleri sızlıyor olmalı şimdilerde.28 şubat döneminde okullara alinmayan ablalarimizin bugünler icin okullari biraktiklarini söylemem zor olur doğrusu. Şimdi biri çıkıp bu hali hazırdaki rahatlıkla başörtüsünü böyle aşağılamanızı kabul edemem. Hakkım helal değil dese ne diyebiliriz? Hiç. Cevap var mı? Yok. Öyleyse artık Kur’an-ı Kerim’i sadece saygı gösterilecek kitap olarak asmak yerine, yaşanacak kitap olarak gönlümüzde bulundurmalı, raflara yerleştirmeliyiz ve sormalıyız kendimize “fe eyne tezhebun?”BU GİDİŞ NEREYE? Tekvir suresi 26.ayet Ocak’16 • 45


Karantina

Karantina

Soru: Babanızdan size miras kaldığını düşündüğünüz en belirgin davranışlarınız nelerdir? 3 erkek evlatlı bir ailenin en büyük evladıyım. Babam çok küçük yaşlardan itibaren ailenin sorumluluğunu üstlenmiş kendi ayakları üzerinde durabilmiştir. Bende aynı şekilde hayatta hep kendi ayakları üzerinde durmaya çalışır kimseye muhtaç olmadan bir hayat yaşamaya çalışırım. Babadan sonra ailedeki sorumluluk benim üzerimdedir. Diğer kardeşleri de elimden geldiğince ben taşırım. İlk çocukluk dönemlerinden itibaren babamın iş hayatında hep yanında oldum, yeri geldiğinde sorumluluk aldım. Bu benim babamdan aldığım en belirgin mirasımdır belkide. Birazda otoriter bir aile geleneğinden geliyor olmamızda beni ve diğer kardeşlerimi baskın olma konusunda etkilemiştir. Bunun yanında agresif kişiliğim ve tahammülsüzlüğümde babamdan bana miras kalan olumsuz özellikler olarak sayılabilir. 23 Yaşında- Erkek

Birçok şey var fakat her şeyden önce merhameti. Şimdi bakıyorum da aslında tam anlamıyla miras alabilmiş de değilim. Her şeye rağmen hem bağışlayıcı ve merhametli olmak, bu onun özelliğiydi. Ama şunu kesinlikle söyleyebilirim ki bugün başıma beni öfkelendirecek bir şey gelse babamı hatırlarım. 22 Yaşında- Erkek

46 • Ocak’16

Kinci olmak kötü bir duygudur ama ben bu duyguyu yenemiyorum ve bu babamdan aldığım kötü bir miras olduğunu düşünüyorum.Keşke bunun yerine babamın disiplinli ve babacan tavrı miras kalsaydı. 20 Yaşında- Erkek

Her çocuğa babasından iyi davranışlar geçmiştir. Özellikle erkek çocuklar babasını rol-model aldığı için erkeklerde daha fazla diyebiliriz. Sanırım bende babamdan haksızlığa karşı durma ve harama el uzatmama özelliğini almışım. Onun gibi dik durmaya çalışmak.. İşte bu özelliğimi seviyorum ve bana bırakabileceği en güzel miras. Kötü özellikten ziyade ise olumsuz davranış demek benim için daha iyi olur. Bu konuda da kendisine yapılan yanlış hareketleri unutamama ve kolay affedememe özelliği babamdan bana kalan miras. 20 Yaşında- Erkek

Babam ve hemşehrilerinin enteresan ve biraz da irrite edici bir özelliği var. Bir topluluğa katıldığında selam vermez ve ayrıldığında veda etmez. Annem hiç sevmiyor bu özelliğini babamın, bende de vardı ama sanırım bir iki senedir ufak ufak değişiyor. 23 Yaşında- Erkek

Babamdan bana miras kalan en değerli davranış sakinliğini her zaman koruyabilmesidir. En zor şartlar altında bile sakin kalması, sinirlenmemesi beni her zaman etkilemiştir . Babamın bu karakterini her seferde taklit edisim bende guzel bir yer edinmesini sağlamıştır. 23 Yaşında- Erkek

ise evet Miras babadan kalan mal varlığı ı düşünübana yüklü bir miras kalacağın arsak bayorum. Ama diğer açıdan bak ik atak pan bamdan bana kalan tek şey veselam.

24 Yaşında- Erkek

Eş dostlarımıza mahçup olmamak için her kapıyı çalmak, şerefi hep en üst rafa koymak, en küçük şeylere kızdığında dahi dertlerini içine atıp karalara boyanmak düştü bizim heybemize atamızın terekesinden. Anadolu insaanı hikmet ehli olduğundan bu ahval atamı dertli, nâhikmet olduğumuzdan bizi de şair yaptı. 24 Yaşında- Erkek

matanıdığım tanı Babam bana m sevmediğim ki dığım sevdiğim rkese yardım et olursa olsun, he de etti ve kendisi memi nasihat un on k uygulayara bunu hayatına k için iyi bir örne yolundan gitmem k ten bu yaşıma de oldu. Ve bebeklik u bam var duygus hep arkamda ba yaşattı. k 19 Yaşında- Erke

Yoksulla ekmeğ ini Paylaş derd i babam çünkü Gördüğün bir Yoksula Alla h versin dersen Şimdiki rızkının sahibi sa na vereni kim oluyor ba şkası mı elbette H ay ır ; Allah’tır. .. Faki rin halinden an la m alı ne oldum değil ne olacağım demel i he r zaman. 19 Yaşında- Erke

k

Babamın parayı idare edemediğini düşünür; cebinde parası, imkanı yokken bile insanları sevindirmesine, borçtan önümüzü göremediğimiz zamanlarda bile misafir gelse izzet ü ikram için daha da borçlanmasına kızar; içimden “aç kabadayılık” derdim. Zaman geçti ve ben fark ettim ki suç babamda değil, paranın bir cepte karar kılmayan meşrebindeymiş ve ben de babam gibi aç bir kabadayıymışım. 24 Yaşında- Erkek

Açıkçası babamı ve beni tanıyanlar güler yüzlülüğümü ondan aldığımı söylerler. Sesimin de babamdan geçtiği söyleniyor... Fakat bunlar bir yana babamdan bana kalan en büyük miras Kur’an-ı Kerim’e olan sevdasıdır. Zira bir hoca çocuğu olarak küçüklükten itibaren bir Kur’an ortamında tilavetler ve aşılarla büyüdüm. En başta bundan dolayı da Kur’an-ı Kerim’e her daim kendimi yakın hissettim, Allah’a şükür hafız oldum. Allah hepimizi Kur’an’a muhafız eylesin. 17 Yaşında- Erkek

Bir sorunla karşılaştı ğımda onun hakkında en ince ayrıntıl arı bile araştırmam sanırım. 23 Yaşında- Erkek Ocak’16 • 47


Karantina

Karantina

#babadeyince

48 • Ocak’16

Ocak’16 • 49


Atölye

Atölye

Kim Demiş Umut Tükenen Bir Şey! Rabia AKTAŞ

De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir. Zümer, 53. Ayet Bizler Müslümanız! Elhamdülillah… Bize neyi nasıl algılayacağımızı, neye nasıl bakacağımızı yegane yol göstericimiz olan Kuran öğretiyor. Ve bu mukaddes kitabın biricik öğreticisi Efendimiz salllahu aleyhi vessellem izi, yolu… Bu bakış ve pencere hayatın her kesimine ve her alanına uygulanabilir nitelikte. İbadet, inanç, insanlar, doğa, hayat, kavramlar, eşya, iş, para vs… Her konuda Rabbimizin bize çizdiği bir hudud var, yani sınırlar, yani Kurani deyimle Hududullah. İşte bu hududlar, bizim penceremizin çerçevesini kontrol ediyor. Nereye, hangi açıdan bakacağımızı gösteriyor. Allah Kuran’da hududullahı çiğnemeyin diyor. Yani sınırları aşmayın! Gösterdiğim çizgiyi iyi belleyin. İşte bizler her şey gibi umut kavramına da, bu bakış açısının çizdiği çerçeveden bakmamız gerekiyor. 50 • Ocak’16

Umut, kelime anlamı ‘Ummaktan doğan güven duygusu, ümit’ olarak geçiyor. Yani umut ile güven birlikte yol alır. Umarsın çünkü güvenirsin, güvenirsin çünkü umarsın. Öyleyse bizim Allah ile ilişkimizde de umut tam olarak güvenmek ile bağıntılı olarak yer almalıdır. Zira ayetlerde geçen umut, ümit kavramları da bu temel üzerinedir. Yani Allah diyor ki, bana olan güveniniz asla sarsılmasın, hep ümidinizi koruyun. Asla umutsuzluğunuzdan doğan bir güvensizlik, güven boşluğundan oluşan bir umutsuzluk yaşamayın. SubhanAllah. Yani Allah bizden saf bir güven istiyor. Düşünün kardeşlerim, şu fani dünyada nelere umut bağlamıyoruz, nelere ve kimlere güven duymuyoruz ki? Peki Ehad olan yani tek bir olan Rabbimiz bu sonsuz güveni hak etmiyor mu? Estağfurullah. Vallahi de O, bizim güvenimizden hiçbir yarar sağlamaz. Biz O’na sımsıkı güvenirsek, yine bize yararı olur. Zira Nureddin Yıldız hoca diyor ki, ‘Kuran’da hiçbir rahmet ayeti olmasaydı, yalnızca Zümer suresinin 53. ayeti olsaydı bile bize yeterdi.’ Demek ki umut bir rahmet, güven bir rahmet.

Bu evrende, kainatta güven duyulacak daha layık bir varlık daha mevcut mu ki? Lâ, asla! O nedenle Rabbbimizin bize sunduğu sonsuz rahmet kapısını, ince nüanslarıyla aralamayı bilelim. Diyor ki, rahmetim güveninde saklıdır. Ya Rabbi, Sen Rahman ve Rahim olansın. Peki dostlar, umut ve güven Müslümanın özelliklerindense, ümitsizlik kimin özelliği olur? İşte bu soruyu da Kuran yanıtlıyor. “Ey iman edenler! Kendilerine Allah’ın gazap ettiği, kabirlerdeki kafirlerin ümit kestikleri gibi tamamen ahiretten ümitlerini kesmiş bir toplumu dost edinmeyin.” Mümtehine, 13. Ayet. Demek ki, ümitsizlik bir kafir özelliğiymiş. Bir insan kim olmak istiyorsa, o kişinin yapacağı hareketlere ısrarla devam etmeli diyordu bir yazıda, bir gün o istediği kişi gibi olur. Öyleyse bir insan ısrarla ümitsizlik ağına takılmak istiyorsa, bunda direniyorsa, bir gün küfür sınırlarını zorlayacağı apaçık görülüyor. Çünkü ümitsizliğin en yakın arkadaşı vesvesedir. Şeytan ümitsizlik ağının içine vesvese örümceğini atıverir ve siz artık bir yemsinizdir. Kardeşler, bakın Ebû Hureyre radiyallahu anh ne diyor: Allah Resulü sallailahu aleyhi ve sellem buyurdu, “Canım elinde olan Allah’a yemin ederim ki, eğer siz günah işlemeseydiniz, Allah sizi yok eder, yerinize günah isleyip tevbe eden, Allah’ın da bağışladığı başka kavim getirirdi.” Müslim Buradaki müthiş mucizeyi görüyor musunuz? Yani insanın fıtratı ve özü budur. İnsan günah işleyecek, bu zaten beklenen bir şey. Asıl imtihan günah değil ki! İmtihan tövbe ile başlıyor kardeşim, ettin mi, ne zaman ettin, nasıl ettin, ne kadar ettin vs… Furkan suresi 77. Ayette diyor ya Allah; “(Ey Muhammed!) De ki: “Duanız olmasa Rabbim size ne diye değer versin!” İnsanın hamuru bunlarla yoğrulmuş demek ki, günah ve dua… Bunlardan kaçış yok, günah işleyeceksin, sonra tövbe edeceksin, tövbeni günahına

“Ey iman edenler! Kendilerine Allah’ın gazap ettiği, kabirlerdeki kafirlerin ümit kestikleri gibi tamamen ahiretten ümitlerini kesmiş bir toplumu dost edinmeyin.” Mümtehine, 13. Ayet. kefaret bilip, bir daha yapmamak için de dua edeceksin. En az günah işleyen değil, en çok tövbe eden kazanır dostum. Bunun kuralı budur! Velhasıl, kim diyor bize umut tükenen bir şey diye? Allah tükenmez diyor, tükenmemeli diyor. Hemen at o başka hududlarla çizilmiş pencereni, al eline Allah hududunu. Şimdi, umutsuz olmamak, umutsuzlukları yıkmak için ne yapıyorsun, bir bak bakalım. Sen halifesin, peki neredesin? Öyle alim falan olmayı bekleme. Allah yıllar sonrasını şimdiden sormuyor, ki zaten bir sonraki saniyenden haberin yok dostum. Sen şu an ne biliyorsan, ne kadar, ne ile ilgili; sadece Kelime-i Tevhid mi biliyorsun, işte senin tebliğ ve teybin aracın, hemen işe başla! Namaz mı biliyorsun, sen maratonun çok önündesin kardeşim, hemen namazı öğretmeye, tavsiye etmeye başla. Ama bunları yaparken sen de öğrenmeyi asla unutma. Formül mü istiyorsun, öğren - uygula – öğret – günahlarına tövbe et - dua et - öğren… Uyutulan Müslümanların dirilişi, senin bir besmele öğretmene, bir namaz tavsiyene bakar kardeşim. Benden ne olur deme, benim öğrettiğimden ne olur deme. Allah bize bir nimet vermiş ki, hal ile bile nelere vesile olabiliyoruz. Elhamdülillah… O zaman son nefese kadar çalışmaya devam etmeliyiz. Zira ölüm yakın ve muhakkak. Öyle ya, madem ölüm tek bir defa gelecek, o da niçin Allah için olmasın! Selam ve Dua ile… Ocak’16 • 51


Gezi

Gezi

Bosna

Kosova

BALKANLARDAKİ YANSIMALAR Mehmet ÖZEK

M

ostar, Travnik, Poçitel, Blagaj, Başçarşı ve Buna nehri simgeleri olan ülke: BOSNA 400 yıl Osmanlı için bir ilim şehri olan Saraybosna’nın içinde bulunduğu ülke Bosna Hersek, 1992-1995 yılları arasında Avrupa’nın dondurduğu ve halen çözülemeyen ülkesi. Sırpların ve Hırvatların kendisine ait ülkelerinin olmasına rağmen göz koydukları bir Avrupa medeniyetidir. Medeniyet dedim çünkü başka medeniyet göremedim Avrupa’da. Maalesef medeniyet dedim ama bir medeniyetin içten içe çöküşü yaşanmakta. Savaştan haklı olarak çıkan bir ülkenin rehavet sonucu gevşeklik göstermeleri, Sırp ve Hırvatlarla hiçbir şey olmamış gibi kardeşçe yaşamalarıdır. Aliya’nın hayatı uğruna mücadele verdiği davası bir tarafa şimdikilerin verdiği avrupaileşme davası bir tarafa. Bosna savaşın acıları izlerini her yerde görmek mümkün özellikle yüksek binaların mermi izleri hala şehir merkezinde bulunmakta. Srebrenitsa da ölen binlerce insanın yanı sıra Sırp keskin nişancıların vahşet izlerini taşımaktadır. Mostar gibi tarihi bir yapıyı da İslam’a duydukları hınç ile Hırvatlar yıkmıştır. Mazi kalbimizde yaradır. Don’t forget 93 (1993’ü unutma) Putlarla örülmüş ve borç para alınarak yapılan Heykeller ülkesi: MAKEDONYA Ulu Büyük İskender’in taş beyinli neslinden ancak bu taş heykeller beklenirdi. Ülkede

52 • Ocak’16

Müslümanların büyük çoğunluğunu Arnavutlar oluşturmaktadır. Müslüman Makedonlar, Hristiyanlardan ayırt edilmek için kendilerine “Torbeş” demektedirler. Nüfusun %35’lik kısmını Müslümanlar oluşturmaktadır. Yunanistan ile ciddi sorunlar yaşamakla birlikte kendi tarihlerini yazmak istiyorlar. Osmanlı sultanlarından Birinci Murad Han devrinde, 26 Eylül 1371 Çirmen Zaferi ile Türklere Makedonya’nın kapıları açılarak, Balkanlardaki mukavemeti kırmış. Üsküp başkent olup şehrin Eski Türk Çarşısı bölümünde çok sayıda Osmanlı eserine rastlamak mümkün. Kentin sembolü olan 13 kemerli Taş Köprü Osmanlı mimarisi olmakla birlikte Art Bridge adındaki köprü yüksek maliyetle yapılmış göz kamaştırıcı Makedon mimarisi ile büyük gemiler dikkat çekmekte. Makedonya’da Müslümanlar balkanlarda olduğu gibi pek söz sahibi değiller herkes gece hayatı ile gün yüzüne çıkmakta. Doğu Makedonya’da ise Ustrumca’da Müslüman çingeneler İslami eserlere canları pahasına sahip çıkmaktalar.

ABD ve Kosta Rika’nın ilk tanıdığı Avrupa’nın 50. devleti olan: KOSOVA Roma İmparatorluğu’nun zamanında kosova bölgesi adlandırmalarından biri “Dardania” idi. “Dardania” adlı bu küçük yönetim bölgesinin, bugünkü Kosova topraklarıyla kesiştiği mevkileri vardır. Dardania, “Moesia Superior”

Makedonya

adlı eyaletin içindeki küçük bir bölgenin adı idi. Günümüzde Kosova’da Dardanlara ait olduğu düşünülen bazı kalıntılara rastlanmıştır. Kosova’da yaşayan Arnavutların çoğu, kendilerinin Dardanlar ve İlirlerin varisleri olduklarına inanır. Bu teorinin kanıtı olarak da; insan yapısı, aynı kültür ve dilin konuşulması fikirleri belirtilir. Dardanlar yapı olarak güçlü ve sert insanlar olarak izah ediliyor. Bir diğer kanıtı çoğunluk ismi olarak Dardan ve İlirlerin hakim olmasıdır. Kosova Yugoslavya’nın işgali yüzünden İslami durumları zayıf kalmakla birlikte Sırp zulmünün burada birinci derecede Arnavut Müslümanları hedef alması sebebiyle Arnavutlar arasında kavmiyetçi düşüncelerin biraz daha etkinlik göstermesi, dini kimlik yerine etnik kimliğin öne çıkartmıştır. %90’ı Müslüman olan ülkede Stone Bridge(Taş Köprü) ve Sinan Paşa Camii Osmanlı mimarisi olup Türkçe hutbe okunmaktadır. Maalesef ABD’nin Kosova’yı tanımasından dolayı bir Amerikan büyükelçisi tüm ülkede söz sahibidir. Prizren sokaklarında gezdiğinizde hiç yabancılık çekmeyeceksiniz Türkçe konuşulan bir dildir.

Kartallar ülkesi: ARNAVUTLUK1 Bismillah! Neden bismillah, çünkü %70-75 oranında Müslüman bir ülke var ama ateist bir ülke yıl 1967 diktatör Enver Hoca zamanındaki ülke Suçu Osmanlıya Balkanlı devletlerle iş birliği yaparak başkaldırmak; yıl 1912 ve zaman bizi tekrar bir yolculuğa götürüyor yıl 1990 ateist ibaresi anayasadan kalkıyor. Neden aca-

Arnavutluk

ba? ABD şahlanıyor, Rusya alçalıyor, çöküyor, dağılıyor. Zaman bize yine oyun oynuyor neredeyse tüm ülke Müslüman ama alkol ve domuz eti helalleştiriliyor. Nasıl olur bu demeden önce suçu ABD ve Rusya’ya atıp kaçabiliriz (mantıklı görünüyor) ama biz bu kadar kestirme yolcusu olamayız. Rusya Arnavutluk’tan çekildiğinde ABD neredeyse tüm komünist eserleri yıkıyor. Rusya’nın Arnavutluk’u işgal ederken camileri ve İslam eserlerini yıkması gibi. Zaman çok değişkenlik arz ediyor ama sünetullah değişkenlik arz etmez. Niye kartallar ülkesi bu halde? Hepinizin bildiği üzere (hakkı ile bilenlerden oluruz inşaAllah) Kur’an-ı Kerim’in mukaddime kısmı, Fatiha suresinde, “ (6-7) Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğrayanlarınkine ve sapıklarınkine değil.” Bizim bu duayı her namazda okumamızın tek sebebi iletilen yoldur, yolu yaratan tarafından. Bu dua bireyi değil toplumu muhatap almakta olup yaşama geçirmediğimiz takdirde gazaba düçar olacağımızın bir delilidir. Düşman en iyi düşmanlığını yapacak ama Müslüman da en iyi müslümanlığını yapmalıdır. Sapmış olanlar kim? Yahudiler suçları ne? Resulullah’ın (s.a.s) ifadesiyle; “Yahudiler gibi davranıp en basit bir hile ile Allah’ın haram kıldığını helal kılmaya kalkışmayın.” Kısacası toplum olarak değişime ihtiyaç var yoksa neylesin Mabud. Vesselam Ocak’16 • 53


Atölye

Atölye

Bir Kitabın Vardı O’nu Hatırla Hümanur DELİBAŞ

H

akikat dehlizinde tüm benliğimizle, sırılsıklam ıslanabilmekte bütün mesele... Hakikati anlamak Kuranı kerimle olur.Kuran insanı hikmete ulaştırır. Hikmet hayatımıza muhtelif olduğu anda ise hem arif hem hakim bununla birlikte hikmet sahibi oluruz. Hikmeti kendinden olan ve bilgisiyle bizi şereflendiren Allahın ayetleridir. Biz Müslümanlar da hikmetin kaynağı olan Allahtan gelen bu ayetleri hayatımızın her alanına yayarsak ‘Ona’ sadık Kurana sabit kalırsak hikmete erişiriz. Allah’a iman ettin mi herşeyiyle ve tümüyle iman etmek gerekir gerisini düşünmeden . İnanan kimseler,Allah’a tamamıyla iman etmişlerdir.Onlar bilirler ki ahiret kesin ve hiç şüphesiz vardır Ahiretin bilgisini Allah’ın bilgisiyle vahiy yoluyla bilmişlerdir.Allahın bilgisi her zaman en yüce olandır. O gün ki, üstünlük sadece takvada olacaktır. O gün seni yoktan var edenin karşısında hesaba çekileceksin dünyada yaptığın adaleti,ölçüyü ahirette göreceksin. Allah’ın rahmetiyle değil de gazabıyla muamele olur-

54 • Ocak’16

sam korkusu dehşet saçıcıdır. İşte bu korkuyla yaşayan kimselerdir ki Rablerinden bir nur bir hidayet üzerededirler. İşte felaha erenler,kurtuluşa erenler bunlardır.Ahirette mutluluğu arzu edenler dünyada da mutlu olacaktır bu mutluluğa giden yol Kuranı her daim ahireti ise hiçbir zaman unutmamaktan geçer; bunun dışında başka biryol yoktur. Bu yol Rabbimizin hoşnut olacağı yoldur.Bundan başkası bizi ziyana uğratır. Bize bu yolu O göstermiştir tüm hayatını Onun yoluna adamışlar kurtuluş içindedir. Doğru yoldan gitmeyip yanlışa sürüklenenler yok mu karanlığın içine bilakis sürüklenenler Allahın sözünün üstüne söz söyleyen sözün en kötüsünü, riyanın en en zifirisini yaparlar. Kitap ve sünnet konuşacakken gündemlerini Allahın ayetleri ile belirleyecekken sözlerini en boş konulara dalıp kitabı, sünneti, ayetleri bir kenara bırakırlar zülmün büyüğünü kendilerine yaparlar. Bu nankör kullarına Allah’ı hatırlatınca sesleri duymazlar, uyarıcıları dinlemezler kibirle-

nerek eyvallahsız ve ihtiyatsız ayetlere karşı yüz çevirirler isyana, giderek inkara kalkışarak şeytana ortak olurlar. Yazık gerçekten vah ki halimize ne vah. Vahlar içinde ‘Vahdaniyeti’ yitirmiş durumdayız. Bir tarafta inanıp salih ameller işleyenlere mükafat diğer tarafta isyana gidip şeytana ortak olanlara çok dehşetli bir azap vardır. İnsan isyan eder inkarı sever Allahın bunca yarattığına bu kadar büyükleniş , kibir… Ben ki aciz, ben ki gafil büyük bir dalalet içinde putlara ilah dedik halbuki putları biz elimizle yaptık bizi yaratan yoktan vareden Allah değil midir? Mutlak bir yaratıcı vardır. Yine O ki çok merhametli kulum bana karşı isyana gitmesin büyüklenmesin diye uyarıcılar gönderiyor. O Allah ki bir annenin yavrusuna şefkati gibi bir babanın oğluna öğrettiği güzel ahlak gibi bize iyiyi, doğruyu, güzel ahlakı öğretiyor. Ey oğullarım! Ey kullarım! Ey insanlar! Ey müminler! Bizimkisi bu hitapların biriyle mazhar olabilmenin gayreti… Ey nefs! Dünyaya kapılıp sakın Allahı unutma.. Dünya zerre bile değidir onun indinde;Ahiret kürrelerden kürre Allaha itaat hemen arkasından anne babaya itaat çünkü onlar ki Allahın bize verdiği nimetlerdir,velilerdir... Anne-babam ki velidirler şahsıma lakin Velilerin Velisi;iman edenlerin velisine doğrudan

intisab,çabasıdır bizimkisi Ah abı hayat bilirmisin ki sen geçicisin daim olan Allah,senden yine sana sığınan bu kulların ki münkeri emreder ma’ruftan bihaber vaziyette küfür,şirk,batılın kalplerinin en dibine işlemiş ki söküp atamıyoruz pas tutmuş sanki.. Şeytan çağırınca gidiyor bu nefs de Allah çağırınca bana gel, diyince gelmez heva ve heves ağır basar. Eksik iman ,eksik din, eksik ibadet biz ki yarım kulların ;biz ki hidayet isterken hilkatten şüphe eden;biz kainatın düzenine muhalefet olanlar… Hayasızlık çizgilerini çoktan geçmişiz yarımlıklar içinde ‘Tümlüğü’ bulmaya uğraş veriyoruz bu uğraşın sonu hazin olursa varacağımız yer gerçekten bedbaht,ateşimiz kor,kurtarıcımız yok olacak .. Dönüş vardır kesin bir dönüş aynel yakindir. Hayy! dan geldik hu’ya gideceğiz elbetteki varacağımız yer O’nun yanıdır. O gün ki nefsimizin hesabını bir bir ödeyeceğiz umarsızlığımız büyük;gaflet uykusundayız herşeyimizle bu uykudan uyanmakla gerçeği göreceğiz hayat boş bir rüyaymış Baki olan O’dur ve yalnızca O’na itaattedir. Ey kafirler! Ey cahiller! Ey küfürlerinde bilinçli olarak ısrar edenler! Ey nefislerine karşı hadden aşırı hareket edenler! Ey nefislerine zalimce zulmedenler Bu hitaplardan doludizgin kaçış gayreti bizimkisi …

Ocak’16 • 55


Sinema

Sinema

Baba(sızlık) Üzerine:

Babam ve Oğlum Talha ULUKIR

D

uygu/sallık insanın temel güdülerindendir, çeşitli şeylerden ve hareketlerden etkilenip değişime uğrayabilir, farklı reaksiyonlar doğurabilir. Duygusal bağlar kan bağlarına göre daha güçlü bir yapıya sahiptir çünkü insanın kendi isteği ile oluşur. Hem duygusal hem de kan yoluyla oluşan bağlar ise beşerin kaybetmesi durumunda büyük çöküntüler yaşadığı olgulardır. Babam ve Oğlum, bu anlamdaki iki bağın kopuşu üzerine kurulmuş bir film. Tam 12 Eylül 1980 gecesi doğan bir çocuk var. Doğacağı gün askeri darbe olması nedeniyle annesi hastaneye yetişemiyor ve çocuğu doğarken ölüyor. Sol görüşlü bir gazeteci olan babası Sadık (Fikret Kuşkan), askeri darbe sonrası hapse giriyor, işkence görüyor. Aradan yıllar geçiyor, çocuk 7 yaşına geliyor. Babası da bir gün onu alıp, yıllardır görüşmediği kendi babasının (Çetin Tekindor) evine götürüyor. İlk bağ Sadık’ın eşinin ölümüyle kopuyor, daha doğurusu öyle sanıyoruz en başta. Çok geçmeden kopan bir bağın daha olduğunu öğreniyoruz o da Sadık ile babası arasındaki bağ. Sadık’ın babası Hüseyin Ağa, oğlu ile küstür. O, kendisini ziraat okuması için İstanbul’a göndermiş

56 • Ocak’16

ama Sadık “anarşik” eylemlere karıştığı için aralarında bir tartışma çıkmıştır, daha doğrusu tartışmadan da öte bir düşmanlık. Sadık’ın her şeye rağmen baba evine geri dönüşünün nedeni Deniz’den ayrılmak zorunda oluşudur. Küçük oğlunu babasına emanet edecektir. Deniz birden bire kendini alışmadığı, ilginç bir ortamda bulurken, Sadık terk ettiği sevgilisiyle ve kendisiyle kasabada yüzleşirken, çocuk da dedesinin ve babasının arasındaki tüm buzları eritecektir . Babam ve Oğlum, yapısal olarak duygusal bir yapıya sahip. Hatta öyle ki filmin duygusallığı ve dramatikliği yer yer anlatılan olayın ve yaşananların önüne geçmiş. Ağdalı diyaloglar ve filme oturmayan, birden ortaya çıkan ‘aşırı’ cümleler de bu olguyu destekliyor. Melodram insana acı verir, güçsüzleştirir, eleştiriyi köreltir; yok eder. Film de bu melodram düzeyini oldukça yüksek tutarak kendisine gelecek eleştirilerin önüne set çekmiş. Hikaye bakımından Çetin Tekindor’un oynadığı Hüseyin ağa karakterine dayanan film buradan anladığımız gibi ‘baba’ kavramı üzerinden okunması gerek bir yapıya sahip. Aynı

evde iki farklı baba prototipi bulunmaktadır.

Çağan Irmak’ın, sinemasal anlatımının un-

Evlatlarına karşı merhametsiz görünen ya da

surlarına baktığımızda, genel olarak reklamcı-

merhametsiz yüzünü gösteren Hüseyin ağa

ların ve televizyon dizicilerinin yaptığı filmler-

ile –ki bunu çok başarılı bir şekilde yapmak-

deki trüklerin zaman zaman karşımıza çıktığını

tadır- evladına karşı istese de kötü olamayan

görüyoruz. Diğer yandan filmin renkleri, belli

Sadık. Sadık, oğlunu kendisinden uzak tutmak

sahnelerde kameranın yaptığı anlamsız dö-

istemektedir çünkü yaşayacağı/başına gelecek olaylar en çok oğlunu üzecektir. Çizgiroman kültürüyle büyüyen oğlunun duygusallığı babasının yaşayacakları sonrasında bir patlamaya ulaşabilir, kendine zarar veren bir şeye dönüşebilir; Sadık en çok bundan korkmaktadır. Hüseyin ağa ise konumunun da vermiş olduğu güçle otoriter bir yapıya sahiptir, sözünün üzerine söz söylenmeyen ve ne istese yapan bir karakterdir. Babadan uzak, uzak tutulmaya çalışan iki insan –Sadık ve oğlu- zamanla bu

nüşler, özel efektler gibi televizyonculuktan sinemaya taşınan bir dil belki televizyon izleyicini yakalamakta ve gişe başarısını tescillemekte işe yaramaktadır ama filmin sinemasal değerine bir katkıda bulunmamakta, sinema filmi ile TV dizisi arasındaki mesafeyi kaldırmaktadır. Sinema dilinin sadeliğinden uzak ve sinemaya göre ‘bayağı’ olan bu unsurlar filme dair olumsuz sayılabilecek özelliklerdendir. Babam ve Oğlum, Türk toplumun hassas

duyguyu/duygusallığı/duygusal kırılmayı taşı-

noktalarını iyi bilen bir yönetmen tarafından

yamayarak patlamalar yapar, duygusal patla-

bu noktalara dokunuşlar yaparak oluşturul-

malar. Eksik olan bir şeyi gidermeye yetmese

muş bir film. Geçmişe dönük hesaplaşmaları

de en azından ona olan isteği belli eden pat-

ve daim problemleri yaşananları merkezine

lamalardır bunlar. Baba kavramı üzerine yapı-

alarak filmin kalıcılığı sağlanmış ve ne olursa

lacak çok daha fazla okumalar mevcuttur bu

olsun izleyici tarafından beğenilecek bir film

filmde.

çıkmış ortaya. Ocak’16 • 57


Şiir

Baba

Baba, İnsan yaşadığı yere benzermiş. Bu cümlenin hakkaniyetiyle ölüme benzetiyorum çehremi. Çünkü ben ölü bir şehri soluyorum baba. Ölümü soludukça korkularım çoğalıyor. Ve ben mağlup oluyorum.

Bu şehrin, gözlerinde mahcubiyet olmayan iffeti unutmuş Meryem’i hiç bilmemiş kadınlarını, geçim derdi olmayan şehvetin kölesi olmuş Yusuf’u hiç bilmemiş erkeklerini görüyorum…

Baba, aynı maskeyi takmış bir şehir kalabalığına, senin değişmeyen törelerinle karşı koyuyorum. İsyan ediyorum, içimden. Hep, içimden isyan ediyorum.

Baba, bu şehirde nasıl günahsız kalınır, bilmiyorum.

Siz! diyorum: Ey şehrin nefes alan ölülerİ! Siz, Ey aziz şehrin günahkarları! Siz, Ey şehrin mabedlerinden bihaberler! O mabedler ki ezanıyla şehrin şiirleri. Siz, Ey bir şiire sığınamayanlar… Baba, şehre hayranlığımı örseleyen şehri kahreden insanlar görüyorum. Seçeneklerin çokluğu karşısında kararsız doyumsuz insanlar…

Baba, Ben Havva değilim. Anlık bir gafletim bambaşka bir aleme sürgün etmeyecek beni. Baba, Ben Fatıma değilim. kefene sarılırken hicap nasıl muhafaza edilir, bilmiyorum.

Şiir

Baba biz tövbeyi yanlış öğrendik. Yağmurun altında durup ıslanmaktan sakınır gibi tövbe ediyoruz. Ben nasıl tövbe edilir, bilmiyorum.

Abdullah Mustafa MİRİK

Baba, Ölüme ve Allah’a inanır gibi yaşıyoruz, gerçekten iman ediyor muyuz, bilmiyorum. Oysa, bilmekti yaraya merhem olan… Sahi Baba, bütün bunları bir kenara bırakırsak sen ölümden korkarsın, bilirim. Bense ölümün seni bulmasından. ölümün benden evvel.. … Baba, hükmü verilmiş saniyelerle ne kadar yol alırım, bilmiyorum. Ama sen ölürsen, çocukken yolunu gözlediğim yollar ölecek. Çocukluğum ölecek. Ve ben, yürümeyi unutacağım…

Zozan DEMİRCİ

58 • Ocak’16

HÂLÂ DURUYORSUN

Hayat zor be kardeşim kendin de görüyorsun, Bunca zahmet bir heves uğruna biliyorsun, Uzatınca ellerini bakıp hep gülüyorsun, Gel boş yere harcama ömrünü ölüyorsun. Bakıpta doyamadığın kaç kare var bilmiyorsun. Güzel sesli bülbüllerden hoş sedâlar dinliyorsun, Çiçeklerin enfes kokularına hiç doyamıyorsun, Aldanma kardeşim hep sona doğru gidiyorsun. Bak işte geldin gençlik yaşlanıyorsun, Sana sorsam ey yaşlılık hâlâ gençleşiyorsun. Yıllarca baktığın aynan seni hatırlamıyor unutuluyorsun Sağlığım yerinde diye güvenme günden güne eriyorsun. Aylar önce bir gül vardı hatırlıyorsun, Aylar sonra bir kardelene vuruluyorsun Ağaçlar bile ağlıyor sana, sen gülüyorsun, Bu ne rahatlıktır güneşim batıyorsun. Irmaklar yarınları konuşuyor sen daha uyuyorsun, Kelebekler rengarenk boyanıyor umursamıyorsun Kalbinin her yerinde ezânlar okunuyor, duyuyorsun, Bu ne miskinlik kardeşim hâlâ duruyorsun.

Ocak’16 • 59


Medya

Medya

Basından Yansıyanlar Öyle bir beklemek ki, çok ölmek İsmail Kılıçarslan 03.01.2016 – Yeni Şafak ırk beş dakika sonra gelecek otobüs sonmuş. Elimde kırk beş umut dakikası var demek ki. Gelecek çünkü. Gelmeli çünkü. Gelmezse oracıkta, Ermeni mezarlığının tam karşısında öleceğim çünkü. Öyle çok bekledim ki, beklemenin kendisi beni öldürecek. Bundan eminim. Artık mesele benimle onun arasında değilmiş gibi geliyor. Zihnim bulanıyor. Mesele benimle beklemek arasında… Ben sonsuza kadar burada bekleyeceğim ve ‘beklemek’ hiç geçmeyecek. Bir sigara daha. Birkaç dize daha. Birkaç ölüm girişimi daha… Kırk beş dakika doluyor. Otobüs geliyor. Kalan son gücümle yolun karşısına geçip, o yenilmeye alışkın Yeniçeri bakışlarımla tek tek inenleri süzüyorum. Gelen yok. Yolcular tükeniyor. Mecal tükeniyor. Kalp tükeniyor. Son bir umut… Kapı kapanacak ve otobüs gidecek olursa oracığa yığılacağım. Beklemek öldürecek beni. Son nefesimi işte şuracıkta, bu kaldırımda vereceğim. ‘Burada kendisine zafer müyesser olmamış isimsiz bir Yeniçeri yatmaktadır’ yazacak mezar taşımda.

K

60 • Ocak’16

Ölmeme gönlü razı olmuyor. İniyor otobüsten. Bana, yüzüme bakıyor. Tek kelime etmeden önümden geçip yürümeye devam ediyor. Yetişip, elini tutuyorum usulca… Çekmiyor. Eli elimde, konuşmadan yürümeye devam ediyoruz. Şu kırık dökük hayatta bu kırık dökük hikâyenin devam etmesi gerekiyor çünkü. Yaşamanın başkaca bir yolu yok.

Yeni dünya ve Ortadoğu’nun külleri Süleyman Seyfi Öğün 24 Aralık 2015- Yeni Şafak ost-Keynesgil dünyâda savaşın nasıl örgütleneceği bir süre belirsiz kaldı. Şimdi yavaş yavaş yeniden belirleniyor. Fikrimce, gerilimin bir ucunda yine Atlantik Dünyâ; diğerinde ise Şanghay Beşlisi olarak basitleştirilen Yarı-Merkez Dünyâ var. Bunu da anlamlı buluyorum. Son çeyrek asırlık periyotta, sermâyenin küresel dağılımında bir merkezkaç süreç yaşandı. Bu, bâzı yarımerkez güçleri palazlandıran bir etki doğurdu. 2008 Krizi ve ardından gelen durgunluk îtibârıyla Merkez-Dünyâ kendisini yeniden yapılandırıyor. Bunun için de Yarı-Merkez dünyâya dağılan artığı çekmesi gerekiyor. (Durgunluğa giren dünyada Keynes’in ruhu dolaşıyor). Süreç başlatıldı ve işletiliyor. Sürecin bir ayağı Ya-

P

rı-Merkez Dünyâ’da savaşı yeniden örgütlemekten geçiyor. Bunun için 1990’dan başlayarak Ortadoğu seçildi bile. Yine ideolojik değişkene aldanmayalım. İslâmofobi ve İslâm köktenciliği bahanedir. Kıstırılmış ve bastırılmış Rusya’nın Ortadoğu’da sahneye çıkması sürecin nesnel tarafını ortaya koyuyor. Mesele ne Irak, ne Suriye ne de IŞİD… Yeni bir dünyâ kuruluyor. Anlaşılıyor ki Pasifik merkezli bir dünya bu. Ama Ortadoğu’nun ve Kafkasya’nın küllerinden doğacak. Türkiye de bu dünyâdaki yerini şöyle böyle alacak. Maharet; nesnesi olmadan , yâni “başımızı belâya sokmadan” bu süreci tâkip edebilmektir….

Sömürgeci eğitim sistemiyle nereye kadar... Yusuf Kaplan Yeni Şafak- 04.01.2016 İSLÂM, TEK VARLIK NEDENİMİZ, YEGÂNE GÜVENCEMİZ Bu durum böyle gidemez. Mevcut eğitim sistemi, Hz. Mevlânâ’nın pergel metaforu ekseninde bizim medeniyet dinamiklerimiz çerçevesinde silbaştan yeniden yapılandırılamazsa, iki kuşaklık zaman dilimi içinde bu toplumun genç kuşaklarının İslâm’la ilişkisi biter, bu ülke sömürgecilerin savaşmadan ele geçirdikleri bir yokoluşun eşiğine sürüklenir.

Oysa İslâm bu toplumun tek varlık nedeni. Varlığının sürdürebilmesinin yegâne güvencesi. Bu toplumun İslâm’la ilişkisinin sıfırlanması, tarihten silinmesiyle sonuçlanacaktır o yüzden. Aklımızı başımıza devşirelim lütfen. Eğitim sistemimizi çocuklarımıza özgüven duygusu kazandıracak, atılım ruhu sunacak, pergelin sâbit ayağını buraya basacak, hareketli ayağıyla da bütün dünyalara açılacak şekilde bizim medeniyet dinamiklerimiz doğrultusunda yeniden inşa etmek zorundayız. Yoksa yok olmaktan kurtulamayız. Cuma günkü yazıda, çocuklarımıza özgüven kazandıracak, başka dünyalara kompleksiz bakabilecek, yeni bir dünyanın kurulması sürecinde kilit rol oynamamızı sağlayacak eğitim modelinin ne olduğunu, bu eğitim modelinin, nasıl hayata geçirilebileceğini göstereceğim.

‘İran, İran... Ey İran...’ terâneleri ve acı tablo... Selahaddin Eş Çakırgil 16 Aralık 2015- Star ugün gelinen noktada ise tam bir karşı uca savrulmak şeklinde bir tablo sergiliyor, İran. 35 yıl öncelerde ‘La Şarqıyye, la Garbiyye! (Rusya liderliğindeki dünyaya da, Amerika liderliğindeki dünyaya da, hayır!); Ve, ‘La Şiîyye, La Sunniyye. Hükûmet-i İslâmiyye.’ (Şiîlik de yok, Sünnîlik de yok; sadece İslâm Hükûmeti- Devleti.) diyerek, dünya müslümanları arasında, özellikle de

B

genç nesilden yüz milyonların hayallerini süsleyen İran’dan bugüne, ne kaldı; bunun cevabını, bırakalım da kendileri versin. Hele de son zamanlarda, Amerika’yla ve kapitalist emperyalizm dünyasıyla düşmanlıklarını epeyce törpüledikten sonra, Rusya’yla daha bir acaib ittifaklara girdi; başkalarının da Amerika’yla ittifaklar içinde olduğunu delil göstererek. Halbuki, başlangıçta, bütün bu kutuplaşmalara karşı, sadece ‘İslam ve müslümanların birliği’ ideali dile getiriliyordu. *** 13 Aralık günü İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Huseyn Abdullahiyan’ın ‘müjdeli’ haberi, her şeyi bir kez daha ortaya koyuyordu: ‘İran’la Rusya arasında Suriye konusunda hiç bir ihtilaf söz konusu değildir.’ Yani, Rusya gibi, müslüman coğrafyalarını, Amerika’dan daha etkili şekilde ezebileceğini ispatlamaya çalışan bir şeytanî güç ile İran arasında, hele de Suriye’de işlenen onca korkunç bombardımanlar ve cinayetlere rağmen, hiç bir ihtilaf olmamış!.

ODTÜ Camii Yaptırma ve Yaşatma Derneği Yıldıray Oğur 27 Aralık 2015- Türkiye vren haklıydı, o baştan beri ODTÜ Camii projesine karşı çıkmıştı. 1991’de Milliyet’te yayınlanan anılarında 1986 yılında bir subayevinde topladığı Özal başkanlığındaki kabineyle irtica konusunda yaşadığı tartışmanın da dökümleri yayınlanmıştı. Türkiye’de bir irtica tehdidi olmadığını anlatan Başbakan Özal’a şöyle demişti Türk solcuları tarafından Türk-

E

İslam senteziyle İslamcılığın önünü açtığı iddia edilen Evren: “Durumu küçümsememek lazım. Mesela Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde bir İslam Merkezi’nin açılmasına ne gerek var? Bir zamanlar ODTÜ’de sol hakim durumdaydı. Bu durum mu dengelenmek isteniyor? Solun karşısına sağ çıkartma teşebbüsü hiç doğru olmaz.” Evren’i endişelendiren şey olmadı. ODTÜ Camii yerine, birkaç yıl sonra camiye benzemeyen büyükçe bir mescit açıldı. Yine Evren’in endişelendiği gibi ODTÜ’de sol da sağla dengelenemedi, sol hakimiyetini korudu. Ne büyük öngörü. İşte o hakimiyetini koruyan solcular 30 yıl sonra ODTÜ’de iki ders arası namazlarını kaçırmamak için bölümlerine yakın, daha büyük, temiz, sıcak bir mescit isteyen öğrencilere karşı canla başla direniyorlar! Ucu hiçbir yerinden onlara dokunmayacak bu talebe karşı, 20 bin kişilik dev kampüsün içindeki mescitleri -ki yarısı teknokentte olan- gösteren haritalar yapıp, paylaşarak “yetmiyor mu size” diyorlar. Bugün ODTÜ’nün devrimcileri, Kenan Evren’in 30 yıl önce ODTÜ Camii’ne direndiği gibi direniyorlar ODTÜ’de yeni bir mescide… Türkiyeli laiklerin İslam’la olan meselesi bir türlü bitmiyor. Bu temel takıntı darbecisiyle devrimcisini aynı davanın müritleri yapıyor bir anda. Kenan Evren’in mirasını sürdüren devrimciler. Hayaldi gerçek oldu… Ocak’16 • 61


İslam Dünyası

İslam Dünyası

İslam Coğrafyasından

Haberler

Suudi Arabistan, İran’la ilişkileri kesti

S

uudi Arabistan Dışişleri Bakanı Adil Cübeyr, Tahran ve Meşhed’deki büyükelçilik ve konsolosluk binalarına saldırılar sonrası İran ile tüm diplomatik ilişkileri kestiklerini açıkladı. Riyad’da düzenlediği basın toplantısında konuşan ve İran’ın “teröristleri koruyan bir devlet” olduğunu söyleyen Cübeyr, ülkesindeki tüm İranlı diplomatların da 48 saat içinde ülkeden ayrılmalarını istedi. Öte yandan Al Arabiya televizyonu, büyükelçiliğe yönelik saldırıdan kurtulan Suudi diplomatların Dubai’ye vardıklarını açıkladı. Kaynak: Reuters, AFP

Suudi Arabistan’da 47 idam

S

uudi Arabistan İçişleri Bakanlığı, devlet televizyonunda yayınlanan açıklama ile, arasında Suudi vatandaşı Şii din adamı Ayetullah Nemr Bakır en-Nemr’in de bulunduğu 47 kişinin “terörle mücadle” kapsamında Cumartesi günü idam edildiğini açıkladı. Suudi Arabistan’da 2011 ve 2013 yılları arasında Şii azınlık arasında çıkan ayaklanma sonraında ve El Kaide’nin ülkede gerçekleştirdiği saldırılar sonrasında birçok kişi gözaltına alınmış ve bir kısmı idama mahkûm edilmişti. Ülkede 2014 yılında 90, 2015 yılınd ise 157 kişi idam edildi. Bu infazlar ülkenin 2016 yılında gerçekleştirdiği ilk idamlar oldu. Kaynak: Reuters 62 • Ocak’16

S

Rusya’dan PYD’ye 5 ton silah

uriye Yerel Koordinasyon Komitesi, Rusya’ya ait askeri kargo uçağının, Halep’in kuzey ucunda PYD’nin kontrolündeki Şeyh Maksud bölgesine 5 ton mühimmat bıraktığını açıkladı. Açıklamada, Rus ordusuna ait askeri kargo uçağının, PYD güçlerine bugün sabaha karşı 03.00’te 5 ton hafif silahı paraşütlerle indirdiği belirtildi. Rusya’nın sevkiyatının 24 Kasım’da Rus savaş uçağının Türk hava sahasını ihlâl ettiği için düşürülmesinin ardından yapıldığına dikkat çekildi. Kaynak: AA

YPG, Tişrin Barajı’nı IŞİD’den aldı ABD’nin desteklediği, YPG’nin başını çektiği Demokratik Suriye Birlikleri (DSB) kilit önemdeki Tişrin Barajı’nı ve Fırat Nehri’nin doğusundaki yedi köyü ele geçirdiklerini açıkladı. DSB sözcüsü Talal Sello, yoğun çatışmalarda onlarca IŞİD militanın öldürüldüğünü söyledi. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi de DSB için “Fırat’ın doğusunu temizlediler. Çatışma şimdi Fırat’ın batısında devam ediyor” açıklamasını yaptı. 2014’ten bu yana örgütün elindeki baraj, Halep Eyaleti’nin kuzeyinin önemli bir kısmının elektriğini sağlıyor. Çarşamba günü Fırat Nehri’nin doğusundaki Sırrin kasabasından operasyona başlayan birlikleri, ABD de hava operasyonuyla destekliyor. Tişrin Barajı, IŞİD’in bölgedeki önemli üslerinden biri. Halep kırsalında IŞİD kontrolündeki bölgeden Rakka’ya geçiş yollarının da üzerinde yer alıyor. Rakka, IŞİD’in Suriye’deki merkezi konumunda.

Bu noktayı aşmak, YPG için IŞİD’in bölgedeki güçlü merkezlerinden Mumbuç ve kuzeyde Türkiye sınırında yer alan Cerablus kentlerine yaklaşmak anlamına geliyor. Ayrıca baraj önemli su ve elektrik kaynaklarını da sağlıyor. Fırat’ın doğusunda Kobani’ye kadar olan bölgeyi elinde bulunduran YPG, güneydeki Sırrin kasabasını da Temmuz ayında yine ABD hava operasyonlarının desteğiyle IŞİD’in elinden almıştı. Sırrin, PYD’nin ilan ettiği Kobani kantonunun güney sınırında yer alıyor. Kaynak: Al Jazeera ve AFP

Yemen’de ateşkes bitti

S

uudi Arabistan öncülüğündeki Koalisyon Güçleri Komutanlığı, Şii Ensarullah Hareketi (Husiler) ve devrik Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih’e bağlı birliklerin devam eden ihlâlleri sebebiyle ateşkesin sonlandırıldığını açıkladı. Komutanlıktan yapılan yazılı açıklamada, Yemen Cumhurbaşkanı Abdurabbu Mansur Hadi’nin isteği üzerine kabul edildikten sonra süresi uzatılan ve Husilerle Salih yanlılarının ihlâllerine rağmen devam ettirilen ateşkesin saat 14.00 itibarıyla sona erdiği belirtildi. Açıklamada Husilerin, ateşkes süresince yardım malzemelerinin ülkeye girişine engel olduğu ifade edildi. Husilerin, kontrolü altındaki bölgelerde Yemenlilere yönelik gözaltı operasyonlarını da aralıksız sürdürdüğü belirtildi. Koalisyon Güçleri Komutanlığı, Suudi Arabistan topraklarına Husiler tarafından son 3 haftada 11 füze atıldığını, söz konusu saldırılara devam edilmesi durumunda sert önlemler alınacağını açıklamıştı. Kaynak: Al Jazeera ve AA

Suriyeli muhalif lider hava saldırısında öldü

S

uriye’de rejimle savaşan en önemli muhalif gruplardan Ceyş el İslam’ın lideri 44 yaşındaki Zehran Alluş, Şam’da muhaliflerin kontrolündeki bölgeye düzenlenen Rus hava saldırısında öldü. Reuters’a konuşan iki muhalif kaynak, hava saldırısının Ceyş el İslam’ın ana karargâhını hedef aldığını, Alluş’un da bu saldırıda öldüğünü söyledi. Anadolu Ajansı

da Şam’ın Doğu Guta bölgesindeki kaynaklardan aldığı bilgiye dayandırdığı haberinde, saldırının Merce el Sultan semtinde Alluş’un örgütün üst düzey komutanları ile toplantı yaptığı karargaha düzenlendiğini belirtti. Rusya’nın resmi haber ajansı Ria’nın uluslararası kanalı Sputnik de saldırıyı Rus savaş uçaklarının düzenlediğini duyurdu. Londra merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi de Ceyş el İslam’a yönelik saldırıyı doğruladı. Gözlemevi’nin Başkanı Rami Abdürrahman “Ceyş el İslam’ın liderleri ve birçok üyesi öldü. Grubun lideri Zehran Alluş ile birlikte 5 komutan daha Doğu Guta’daya düzenlenen saldırıda öldürüldü” açıklamasını yaptı. Yaklaşık 20 bin savaşçısı bulunan ve Suriye’deki en düzenli silahlı gruplardan biri olan Ceyş el İslam’ın üst düzey kadrosuna düzenlenen saldırının ardından grubun yeni lideri Ebu Hammam Buveydani oldu. Kaynak: Reuters, Al Jazeera

Ebu Hudayr’ı yakanlar suçlu bulundu

İ

srail mahkemesi zanlıları Ebu Hudayr’ı kaçırmak, dövmek ve canlı canlı yakmaktan suçlu buldu. Olayın başlıca şüphelisi olan 31 yaşındaki Ultra Ortodoks Yosef Haim Ben-David bölge mahkemesi tarafından önce suçlu bulunmuştu ancak daha sonra “sorumlu” olarak nitelendirildi. Zira zanlının avukatı mahkemeye, müvekkilinin akli dengesinin yerinde olmadığına dair savunma yaptı. Zanlı hakkındaki son karar 20 Aralık’ta verilecek. Yargılanan 18 yaşından küçük diğer iki kişi ise suçlu bulundu. Zanlıların ne kadar ceza alacakları 13 Ocak’ta açıklanacak. 16 yaşındaki Muhammed Ebu Hudayr’ın yakılarak öldürülmesi Kudüs’te, Batı Şeria ve İsrail’de son yılların en yoğun ve haftalarca süren çatışmalarına yol açmıştı. Üç şüpheliden 31 yaşındaki Ultra Ortodoks ve ona yardım eden iki kişi olaydan birkaç gün sonra yakalanmıştı. Zanlılar İsrail Askeri İstihbarat birimine verdikleri ifadede suçlarını itiraf etmişlerdi. Cinayeti Batı Şeria’daki üç İsrailli gencin kaçırılıp öldürülmesine misilleme olarak yaptıklarını söylemişlerdi. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Batı Şeria’da kaçırıldıktan sonra ölü bulunan Muhammed Ebu Hudayr’ın babasını aramış, oğlunun faillerinin yargılanacağı sözünü vermişti. Kaynak: Al Jazeera Ocak’16 • 63


Haber

Haber

Süleyman Demirel Üniversitesi’nde İHH standına saldırı

Üniversitelerden Haberler

ODTÜ’de Solcu Çeteler Namaz Kılan Öğrencilere Saldırdı

G

elenek bozulmuyor ve Orta Doğu Teknik

girişini engelledi. Ulusalcı karakteri ağır basan

Üniversitesi (ODTÜ) Kemalist-Sol çete-

sol-sosyalist çeteler güçlü oldukları üniversi-

lerin İslam’a ve Müslümanlara yönelik çirkin

telerde okulda başörtüsü, namaz, mescid, yar-

saldırılarıyla gündem oluyor. Rektörlük ve aka-

dım kampanyası, panel, gibi etkinlikleri sürekli

demik kadroların da desteğiyle ODTÜ’yü adeta

olarak engellemek üzere provokatif sadırılar

İslami değerlerlerden ve Müslüman öğrenci-

düzenliyor.

lerden tamamen temizlemek üzere provokatif

ODTÜ’de bu faşist yapılanmanın Rektör-

eylemler tertipleniyor. Bugün yine mescidde

lüğün göz yumması ve dolaylı desteğiyle bü-

namaz kılan öğrencilere yönelik girişilen çirkin

yütüldüğü biliniyor. Sol-sosyalist çetelerin gi-

saldırıyla kalabalık bir sol-sosyalist militan ta-

riştiği hiçbir saldırı için idare ciddi bir disiplin

rafından Müslüman öğrenciler darp edildiler.

soruşturması yürütmüyor. Saldırganları cesa-

ODTÜ Rektörlüğü ise ne Özel Güvenlik ile

retlendiren ve teşvik eden bir idari tutum söz-

bu saldırıyı engelledi ne de polisin bu saldı-

konusu. Mescide saldırmak, seccadeleri çiğne-

rıya müdahale etmesine izin verdi. Tersine

mek, standları dağıtmak sol-sosyalist eylem

saldırının bütün şiddetiyle devam ettiği saat-

mantığının merkezine dönüşmüş durumda.

lerde Rektörlük polisin üniversite kampüsüne

64 • Ocak’16

Kaynak: haksözhaber

I

sparta Süleyman Demirel Üniversitesi’nde 30 kişilik bir grup, Genç İHH öncülüğünde açılan ‘Mazlum Ümmet Coğrafyası’ konulu resim sergisine saldırdı. İnsan Hak ve Hürriyetleri İnsani Yardım Vakfı (İHH) Isparta Şubesince Süleyman Demirel Üniversitesi (SDÜ) Doğu Yerleşkesi’ndeki Ertokuşbey Derslikleri önünde açılan “Mağdur ve Mazlum Coğrafya Fotoğraf Sergisi” standına 30 kişilik bir grup saldırarak fotoğrafları tahrip etti. Alınan bilgiye göre, Ertokuşbey Derslikleri önüne gelen 30 kişilik grup slogan atarak standı dağıttı ve fotoğrafları tahrip etti. Olay yerine çağrılan polis ekipleri gruba müdahale etti. Saldırıyla ilgili gözaltına

alınan 9 kişi, Isparta Emniyet Müdürlüğüne götürüldü. Saldırının ardından olay yerine gelen İHH Isparta Şubesi Başkanı İdris Sezgin, gazetecilere yaptığı açıklamada, standın rektörlükten alınan izinle açıldığını söyledi. Suriye’de yaşanan cinayetlere dikkati çekmek için stant açtıklarını ifade eden Sezgin, amaçlarının gençlerin Suriye’de yaşananlara duyarlılıklarını artırmak olduğunu anlattı.

Bugün bir grubun standın kadınların bulunduğu kısmına gelerek görevlilere ve sergilenen fotoğraflara zarar verdiğini ifade eden Sezgin, söz konusu gruptan şikayetçi olduklarını kaydetti. Sezgin, “Yaşanan haksızları duyurmaktan vazgeçecek değiliz. Haksızlığa, zulme her zaman karşı çıkacağız. Ancak bunu hukuki yollarla yapacağız” dedi. Sezgin standın yarın kaldırılacağını sözlerine ekledi.

Beyazıt’ta Yılbaşı Protestosu

A

nadolu Gençlik Derneği üyesi bir grup, Beyazıt Meydanı’nda yılbaşı kutlamalarını protesto etti. Yaklaşık 100 kişilik grup, ‘Hristiyanın Kutsalına Değil, Müslümanın Kutlamasına Karşıyız’, ‘Ahlak ve Maneviyat Tahribatına Hayır’, ‘Gitti Diye Demba Ba, Meydan kalır mı Ona, Hayaldir Noel Baba, Tek Gerçek Köksal Baba’ yazılı pankart açtı. Kuran-ı Kerim okunmasının ardından eylem basın açıklamasının okunmasıyla devam etti. Anadolu Gençlik Derneği üyesi Muhammet Kılıç grup adına basın açıklamasını okudu. Açıklamada şu ifadelere yer verildi: “Yeni bir seneye hazırlanırken yapılması gereken şey büyüklerimizin tavsiye ettiği gibi kendimizi hesaba çekmektir. Vakit ölmeden ölme vaktidir. Kılmadığımız namazlar, tutmadığımız oruçlar bizden sorulacaktır. Gençliği-

mizi nerede harcadığımız, bedenimizi nerede yıprattığımız bizden sorulacaktır. Ekmeğini emeğinle, alın terinle mi kazandın yoksa emeksiz tersiz, kısa yoldan zengin olayım hesabıyla Allah’ın haram kıldığı kumardan, piyangodan, iddaadan medet mi umdun diye sorulacaktır. Müslüman kardeşim, sadece anlık hatırımıza geldiği kadarıyla, dile getirebildiğimiz bu soruların cevabını vermeye hazır mıyız?” Ocak’16 • 65


Atölye

Atölye

8

Kınayıcının kınamasından korkmazlar.

“Kalbimizin” baş köşesine yazmamız gereken

Mü’min’lerin Kur’anda geçen

15 Özelliği

1

Allah’ın adı anıldığında kalpleri ürperirler.

“Mü’minler ancak o kimselerdir ki; Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir. O’nun âyetleri kendilerine okunduğu zaman (bu) onların imanlarını artırır. Onlar sadece Rablerine tevekkül ederler.” Enfal/2.

2

Allah’a asla şirk koşmazlar.

“Onlar, Allah ile beraber başka bir ilâha kulluk etmeyen, haksız yere, Allah’ın haram kıldığı cana kıymayan ve zina etmeyen kimselerdir. Kim bunları yaparsa ağır azaba uğrar.” Furkan/68

3

Zinaya asla yaklaşmazlar. “Onlar ki, ırzlarını korurlar.” Mü’minun /5

4

Namazlarını huşu içinde ve doğru olarak kılarlar.

“Onlar ki, namazlarında derin saygı içindedirler.” Mü’minun/2

66 • Ocak’16

5

Anne ve babalarına öf bile demezler.

“Rabbin, kendisinden başkasına asla ibadet etmemenizi, anaya-babaya iyi davranmanızı kesin olarak emretti. Eğer onlardan biri, ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlara “öf!” bile deme; onları azarlama; onlara tatlı ve güzel söz söyle.” İsra/23

6

Boş şeylerden tümüyle yüz çevirirler.

“Onlar ki, faydasız işlerden ve boş sözlerden yüz çevirirler.” Mü’minun/3

7

Cahillerle asla tartışmazlar.

“Rahmân’ın kulları, yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürüyen kimselerdir. Cahiller onlara laf attıkları zaman, “selâm!” der (geçer)ler.” Furkan/63

“Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, (bilin ki) Allah onların yerine öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler. Onlar mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı güçlü ve onurludurlar. Allah yolunda cihad ederler. (Bu yolda) hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar. İşte bu, Allah’ın bir lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.” Maide/54

9

Asla yalan söylemezler.

Yine onlar ki, emanetlerine ve verdikleri sözlere riâyet ederler. Mü’minun/8

10

Yetimin hakkını asla yemezler.

Yetimlere mallarını verin. Temizi pis olanla (helâli haramla) değişmeyin. Onların mallarını kendi mallarınıza katıp yemeyin. Çünkü bu, büyük bir günahtır. Nisa/2

11

Yalnızca Allah’a dayanıp güvenirler.

“İman edip hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad eden kimselerin mertebeleri, Allah katında daha üstündür. İşte onlar, başarıya erenlerin ta kendileridir.” Tevbe/20

12

Kâfirlere karşı sert, birbirlerine karşı merhametlidir.

“Muhammed, Allah’ın Resûlüdür. Onunla beraber olanlar, inkârcılara karşı çetin, birbirlerine karşı da merhametlidirler. Onların, rükû ve secde hâlinde, Allah’tan lütuf ve hoşnutluk istediklerini görürsün. Onların secde eseri olan alametleri yüzlerindedir. İşte bu, onların Tevrat’ta ve İncil’de anlatılan durumlarıdır: Onlar filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş, ziraatçıların hoşuna giden bir ekin gibidirler. Allah, kendileri sebebiyle inkârcıları öfkelendirmek için onları böyle sağlam ve dirençli kılar. Allah, içlerinden iman edip salih amel işleyenlere bir bağışlama ve büyük bir mükâfat vaad etmiştir.” Fetih/29

13

Geceleri az uyurlar. “Geceleri pek az uyurlardı.” Zariyat/17

14

Yapacakları işlerde kendi aralarında danışırlar.

15

Gerçekten felaha kavuşanlardır.

“Yine onlar, Rablerinin davetine icabet ederler ve namazı kılarlar. Onların işleri, aralarında danışma iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan da harcarlar.” Şura/38

“Mü’minler, gerçekten kurtuluşa ermişlerdir.” Mü’minun/1 Ocak’16 • 67


Şiir

Gönüllü Bir Mağlubiyet Betül KAYALI

Sinema

TRANSCENDENCE Selen BALCI

Bir muammadır; bizim gönlümüzün meskeni. Sürgünde gibiyizdir, dağlıktır oralar. Bir istasyonu dahi yoktur duracağı, Karanfiller yetişir, mevsimler döner Şarkı söylemek isteriz vadilere Ama; Dilsizizdir. Dilsizlerde yaşarmış diyen biri, Elinde menekşelerle çıkagelir aniden. Başlayıverir o müebbet rüzgar. Sevda yazılan hanelerde artık yangın var, Hüzün dolu bir bekleyişe girdi vakit. Kulak kesildik ayak seslerine, Gözleri ne zaman açacağımızı Başları ne zaman kaldıracağımızı, bilelim diye. Ve işte bu; gönüllü bir mağlubiyet… Kim olduğunu bilmeden Can-u gönülden edilen dualar, Sislenmiş kirpikler, Yetiştirilen karanfiller, menekşeler Ve uzanmaya korkan eller.. Sabahları hazan vakitleri vardır biz gibilerin, güneşin ardından gelen Geceyse belki bir avluda sokak lambasının altında, Belki buğulanmış bir pencerenin kenarında Gökyüzüne bakarız. Bizlerin de umutları vardır Ama; Susarız, biraz daha susarız.

68 • Ocak’16

İ

sminin aksine biyolojik bir evrimi değil de , teknolojinin evriminden bahseden , senaryosunu Jack Paglen’in yazdığı, yönetmenliğini ise Christopher Nolan’ın çalıştığı tek görüntü yönetmeni olan ve bu filmle yönetmenliğe ilk adımını atan Wally Psifer yapıyor. Vizyon tarihi 10 Nisan 2014’tür. Başrollerde, daha çok eğlenceli filmlerde boy gösteren Johnny Depp’i , adını ‘’Hırsızlar Şehri’’ filminde duyduğum Rebecca Hall’i ve ‘’Mutlaka izlenmesi gereken filmler’in ‘’ demirbaşı sayılan Morgan Freeman’ı görüyoruz. Eleştirmenler ve seyirciler tarafından fazla beğenilmeyen ve beklentilerin altında kalan bir film olsa da, fikir ve içerik bakımından diğer bilim-kurgu filmlerini geride bırakıyor. Filmi iki kısımda incelersek daha güzel analiz etmiş oluruz. Filmin konusu : Yapay zeka ve Nanoteknoloji. İlk kısımda konuyu felsefi bir fikir

olarak temellendirir ve ele alır. Yaptığı yapay zeka çalışmalarıyla adını duyuran ve bir konferans sonunda Anti-teknolojik ve radikal bir grup tarafından suikaste uğrayan Dr. Will Caster ‘ın bilincinin (Johnny Depp) eşi Evelyn Caster (Rebecca Hall) tarafından bilgisayara aktarılmasıyla başlar. Evelyn ve Will uğrak bir yer olmayan, çölde bir kasabaya giderek

orada bir üs kurmaya başlar. İlk kısmın ana fikrini, filmde geçen şu replik çok iyi özetliyor : ‘’İnsanlar anlamadıkları şeylerden hep korkarlar.’’ Bu süreç böyle devam ederken , olaylar hızlı bir şekilde gelişiyor ve seyirci kendisini aniden bir aksiyonun içinde buluyor. Teknoloji üssünde aktif şekilde faaliyet yapan Will ve Evelyn , radikal grubun harekete geçmesine sebep oluyor. Bu arada eşiyle ilgili kafasında soru işaretleri belirmeye başlayan Evelyn’ın bu durumu Will’i yıpratır ve onu zorlu bir süreç bekler. Bilim-kurgu,

aksiyon

ve

gerilim seven siz değerli seyircilere keyifli seyirler diliyorum. ANKARA ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ

Ocak’16 • 69


Etkinlik

Fotoğraf

Salıncak Çocuk Kulübü Ankara Faaliyetleri

Beyzanur Yaşaroğlu

G

ülüşlerinde saklıdır bütün çocukların masumiyeti. Havanın soğukluğuna, canının tatlılığına aldırış etmeden bir nefes oyun ister. Bazı şeyleri teknolojiyi doğru kullanmayı da göstererek öğretmeye çalıştık. Küçük hediyelerle yüreğindeki bütün sevinci gözlerine yansıtıyor çocuklar. Bu vakıfta kazandıkları dostluklar da bir ömür gözlerine yansısın istiyoruz. Gülüşleri yalnız anılarında kalmasın istiyor, aynı zamanda en güzel anıları burada yer etsin diyoruz. Eğlenirken öğretmeye çabalıyoruz. Bazen kendimizi ifade etmenin yolu çizmektir.

70 • Ocak’16

İçlerinden nasıl gelirse öyle çizer çocular. Kur’an, ahlak, ibadet vb. derslerimizin yanı sıra etkinlik saatimizde çocukların el becerilerini geliştirmeye yönelik faaliyetler yapıyoruz. Ankara AKV olarak masumiyetin simgesi çocuklarımızla yeni binamızda derslerimiz devam etmekte... Bir iki kelam da olsa öğretebilir, ömür boyu insanlığın en masum halini yaşatabilirsek ne mutlu.

Ocak’16 • 71


Bildiri

! ı d l ı ç A

www. g enconculer .com

72 • Ocak’16



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.