Genç Öncüler- 104- Dijital Devrim

Page 1

9 771307 007016

04 ISSN 1307-007X

DİJİTAL DEVRİMİ İNSANİLEŞTİRMEK MÜMKÜN MÜ?

ÖZGÜR MÜSLÜMAN, ÖZGÜR KUDÜS

MÜKEMMELİYETÇİ TEŞHİRCİ


EDİTÖR'DEN

Allahın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.

Sahibi PINAR YAYINLARI A.Ş. Adına Şemsittin ÖZDEMİR Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Furkan Gençoğlu Yayın Sorumlusu Mehmet Semih Özdemir Yayın Kurulu Furkan Gençoğlu Mehmet Semih Özdemir Ahmet Semih Şenlikoğlu Furkan Rıza Demirel Dücane Demirtaş M.Salih Demirtaş Sümeyye Akgül Zozan Demirci Ayşenur Özdemir Senanur Yaşaroğlu Gülsüm Cemile Damar Bu Sayıya Katkıda Bulunanlar İsmail Kaplan Şehadet Günhan Dücane Demirtaş Mustafa Fatih Yavuz Vefa Güzel Furkan Gençoğlu Orhan Özer İsmail Yasin Avcı Resul Karaca M.Salih Demirtaş Muhammed Ali Vahap Yaman Hale Gökdeniz Taner Afşar Ahsen Akçay Selen Balcı Fatih Razi Furkan Rıza Demirel Adres İskenderpaşa Mah. Yeşiltekke Sok. No:4/1 Fatih / İSTANBUL genconculereyaziyorum@gmail.com Görsel Yönetmen Tekin Öztürk Grafik Tasarım Projesanat Tan. Org. Tel: 0212 640 20 90 www.projesanat.com.tr

Baskı Sanatkar Ofset Son. Tic. Ltd. Şti. Maltepe Mh. Litros Yolu 2. Matbaacılar Sit. 4NF/4-5 Topkapı / İST. Tel: (212) 567 39 40-41

Sevgili Arkadaşlar ünya değişiyor, nesiller yenileniyor. Dolayısıyla belli alışkanlıklarımız devam ederken belli alışkanlıklarımız değişime uğruyor. Dijitalleşme bu değişimin en önemli saç ayaklarından birini oluşturuyor. Dijital dönüşüm ile birlikte bilgiye daha çabuk ulaşabiliyor, edindiğimiz bilgiyi daha geniş bir çerçeveye ulaştırabiliyoruz. Dünya bugün McLuhan’ın “küresel köy” öngörüsünün de ötesine ulaşmış durumda. Pariste patlayan bir bomba beş dakika sonra Twitter aracılığı ile Bingöl’ün bir köyünde gündemi oluşturabiliyor. Enformasyon akışının hızı baş döndürüyor ve her gün farklı bir sanal gündemin esiri oluyoruz. Özel bilginin kolayca açığa vurulması mahremiyetin korunması ile ilgili ciddi problemleri ortaya çıkartıyor. Devletler nezdinde mahrem bilgiye daha kolay ulaşma şansının artması ciddi güvenlik zaafiyetlerine sebep oluyor. Bu minvalde bu sayımızın dosyasını “Dijital Devrim” olarak belirledik. İsmail Kaplan Dijital devrimi insanileştirmek mümkün mü? sorusunun cevabını aradı. Şehadet Günhan mahremiyet problemi ve doğurduğu sonuçlar üzerine eğildi. Dücane Demirtaş Soros ve Türkiye’de yapılan medya kaynaklı operasyonları irdeledi. Fatih Yavuz yeni medyanın dış politika faaliyetleri üzerindeki etkisini inceledi. Furkan Gençoğlu ve Orhan Özer Yeni Şafak Gazetesi internet yazı işleri müdür Ersin Çelik ile yeni medya ve dijital devrimleri konuştu. Ayrıca sayımızda arkadaşlarımız Av. Gülden Sönmez ile Tacikistan’da yaşadıkları gözaltı süreci ve Tacikistan’lı müslümanların durumunu konuştular. M.Salih Demirtaş Balkan coğrafyası ile ilgili araştırma sonuçlarını sizlerle paylaştı. Gündeme dair olarak Vahap Yaman İncirlik Üssü bağlamında Nato’nun Türkiye üzerindeki etkisini, Taner Afşar Ortadoğu’da yaşanan son gelişmeleri değerlendirdi. Ayrıca kitap incelemeleri, film tahlilleri, üniversitelerden haberler ve diğer içerikler dikkatinize sunuldu. Genç Öncülerin genç yazarları olarak temel gayemiz, toplumsal yaşamımızda karşılaştığımız iyilikleri,kötülükleri,kolaylıkları, sıkıntıları siz değerli okurlarımıza en anlaşılabilir şekilde aktarmaktır. Kadromuz adaletle şahitlik vazifesini unutmayarak, bu bilinçle yazılarını kaleme almaktadır. Çünkü bu bize inandığımız rabbimizin vahiyle sabit kıldığı bir görevdir. Çıkarttığımız bütün sayıları bu görev bilinci ile çıkartıyoruz. Bu çalışmamızın hayırlara vesile olmasını diliyor, keyifle okumanızı temenni ediyoruz. Allah’a emanet olun. Ey inananlar! Kendinizin, ana babanızın ve en yakınlarınızın aleyhine dahi olsa, adaleti titizlikle ayakta tutan ve sırf Allah için şahitlik eden kimseler olun. (Şahitlik ettikleriniz) zengin veya fakir de olsalar (adaletten ayrılmayın)! Çünkü Allah her ikisine de (sizden) daha yakındır. Öyleyse, kendi boş arzu ve heveslerinize uymayın ki adaletten uzaklaşmayasınız. Eğer (gerçeği) çarpıtırsanız ya da (şahitlikten) kaçınırsanız, biliniz ki Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır. Nisa/135

D

Mart’16 • 1


IŞİD ve HİZBULLAH GERİLİMİNDEKİ ORTADOĞU Taner AFŞAR

Mart 2016 • Sayı 104 • Yıl 13

Şimdi Soros Düşünsün!

06

Dücane DEMİRTAŞ

44 Dijital Devrimi İnsanileştirmek Mümkün mü? / İsmail Kaplan............................................. 4 Mükemmeliyetçi Teşhirci / Şehadet Günhan................................................................... 6 Şimdi Soros Düşünsün! / Dücane Demirtaş...................................................................... 8 Dışa Açık Avam ve Cnn Etkisi / Mustafa Fatih Yavuz...................................................... 12 Bu Bir Özeleştiridir! / Vefa Güzel.................................................................................. 15 Röportaj / Yeni Şafak Gazetesi İnternet Yazı İşleri Müdürü Ersin Çelik ile “Yeni Medya ve Dijital Devrimleri” konuştuk. / Röportaj: Furkan GENÇOĞLU - Orhan ÖZER................... 16 Dünyada ve Türkiye’de Dijital Kullanım.......................................................................... 20 Yok Artık!................................................................................................................... 21 Birİzzet Vesikası: Suriye Kıyamı / İsmail Yasin Avcı ....................................................... 22

Mükemmeliyetçi Teşhirci

Balkanlar: Coğrafyanın Bağladığı Düğüm ve Tarihin Getirdiği Kader Arkadaşlığı M. Salih Demirtaş...................................................................................................... 24

08

Şehadet GÜNHAN

BİR İZZET VESİKASI:

SURİYE KIYAMI İsmail Yasin AVCI

40

Av. Gülden Sönmez ile Röportaj / Röportaj: F. GENÇOĞLU - D. DEMİRTAŞ - R. KARACA. 31 Kendi Ülkesinde Kural Koyamayanların Yerine, Başkaları Kural Koyar. O Zaman Da Bu Oyun Senin Oyunun Olamaz. Unutma! / Vahap Yaman............................................................. 37 Özgür Müslüman Özgür Kudüs / Hale Gökdeniz............................................................. 40

ÖZGÜR MÜSLÜMAN

Işid ve Hizbullah Gerilimindeki Ortadoğu / Taner Afşar . ................................................. 44

ÖZGÜR KUDÜS

Çanakkale: Sonu Gelmeyen Cephe / Muhammed Âli........................................................ 48

Hale GÖKDENİZ

Kamuoyuna Duyuru!.................................................................................................... 51

Ey! En Hayırlı Ümmet! / Ahsen Akçay............................................................................ 46 28 Şubat Bin Yıl Sürecek mi?......................................................................................... 50 Bir Selam Bir Tekbir Arası Boş Oturuş / Elif Saysoy.......................................................... 52

İyi Bir Dinozor / Selen Balcı.......................................................................................... 53 Beyaz Perdenin Siyah Senaryosu! / Fatih Razi................................................................. 54 Okumaya Değer!.......................................................................................................... 55 Basından Yansıyanlar. ................................................................................................. 56

İslam Coğrafyasından Haberler...................................................................................... 58 Üniversitelerden Haberler............................................................................................. 60 Etkinlik / Genç Öncüler Hanımlar Komisyonu Yarıyıl Üniversite Kampı............................... 62

22 2 • Mart’16

Etkinlik / Genç Öncüler Hanımlar Komisyonu Yarıyıl Lise Kampı........................................ 63

İstanbul / Furkan Rıza Demirel..................................................................................... 64 Mart’16 • 3


Karantina

Karantina

Dijital Devrimi İnsanileştirmek Mümkün Mü? İsmail KAPLAN

Anadolu Üniversitesi İletişim Tasarımı ve Yönetimi Yüksek Lisans Öğrencisi

İ

çinde yaşadığımız zamanlar, yüz yıllar öncesini bir tarafa bırakalım, 10 yıl öncesine göre dahi çok farklı zamanlar. Bu farklılık her alanda hissedilebiliyor ve bizzat yaşanıyor. Teknolojik gelişmelerdeki değişiklikler daha hesaplanabilir ve gün gibi ortadayken, insanlar arası ilişkilerde yaşanan değişimler ise daha geri planda kalıyor ve daha zor fark ediliyor. İnsanların geçmişe, çocukluklarına özlem duymaları boşuna değil. Yaşadığımız bütün bu değişimler, yaklaşık 250 yıllık bir sürecin devam eden kolları. Aydınlanma, Fransız İhtilali, Sanayi Devrimi gibi gelişmeler, insanlığı bütünüyle değiştirdi ve önceki dönemlere göre daha hızlı değişimlerin gerçekleşmesine yol açtı. 20. Yüzyıl boyunca sanayileşmenin ve modernleşmenin etkileri insanları fıtrattan uzaklaştırıp kendi benliklerine yabancılaştırırken, 20. yüzyılın sonlarına doğru yeni bir dünya, yeni bir alan, yeni bir “terra incognita” ortaya çıktı: İnternet. İki yüz

4 • Mart’16

yıla yakın, mekanik sistemlerle ilerleyen teknoloji, 20. yüzyılın ortalarından itibaren dijitalleşmeye başladı. Dijital, yani sayılara dayalı, yani gerçekliğin temsiline dayanan bir yapı.Bu gelişmeleri takiben, internetin yaygınlaşması ile birlikte bir dijital kültür oluştu. Bu kültür, literatürde birden fazla isimle karşılanmaktadır bugün: İnternet Kültürü, Siber Kültür, Enformasyon Toplumu, Ağ Toplumu vs… Bu kısa girizgâhtan sonra asıl değinmemiz ve konuşmamız gereken noktaya gelebiliriz. Dijitalleşme sonucunda bugün nelerle karşı karşıyayız? Bunu iki başlık altında ele almak gerekiyor. Bunlardan ilki, dijitalleşmenin getirdiği tekdüzelik, aynılık ve anlam kaybı. Dijital sistemler bilindiği gibi sadece iki komutla çalışmaktadır: “Evet” ve “Hayır.” Tüm devreler bu iki komuttan biri gerçekleştirilerek oluşturulur ve gerekli işlemler yapılır. Tabii ki bireyin iletişimi sadece bu iki komutla sınırlı kalmaz, fakat bu

iletişim de dijital ortamın getirdoğurmuştur. Bunun etkileri diği sınırlamalar çerçevesinde sosyal hayatın her alanına yanBugün dijital bir iletişim süreci haline gelir. sır. Küresel şirketlerde çalışandevrime karşı Bu noktada dijital ortam kadar lar bu konuda mağduriyet yaşar önümüzde iki yol küresel kültürün de etkisi var örneğin, Şangay’da şirketinin var. Ya bütün bu muhakkak. McLuhan’ın bahsettoplantısına katılmak isteyen tiği “küresel köy” kavramı, belki ve o anda Paris’te bulunan bir olan biteni sineye onun da öngörüsünün ötesine çalışan, mekân olarak Paris’te çekip, bu zamana geçerek, bilhassa yeni medya bulunsa dahi zaman olarak uygun mesajlar araçlarıyla birlikte gerçekleşti Şangay’da olmak zorundadır. üreteceğiz, ya ve bütün yerellikler, özgünlükBu ise insanın fıtratının sınırlada bütün bu ler günümüzde kaybolmaya yüz rını zorlaması anlamına gelir. tuttu; bunların yerine küreselDolayısıyla insan, insanî yönünü gelişmeleri emperyal Batı medeniyetinin kaybederek bir beşer hâline gefarklı bir yolla kavramları ve kurumları yeryülir; makine gibi çalışan bir beşer. yorumlayıp, fıtrata zünün her yerinde geçerli olmaBugün dijital devrime karşı uygun seviyeye ya başladı. önümüzde iki yol var. Ya bütün getirmek için Son zamanlarda emojiler bu olan biteni sineye çekip, bu gibi, görüntülü görüşme gibi zamana uygun mesajlar üreteçabalayacağız. yollarla, dijital ortamdaki ileticeğiz, ya da bütün bu gelişmeşim, yüz yüze iletişime benzeleri farklı bir yolla yorumlayıp, meye başladı. Fakat henüz hiçbir teknolojik fıtrata uygun seviyeye getirmek için çabalagelişme, bireyler arası iletişimi, bir musafaha yacağız. Bu seçim, anlatmak istediklerimizle kadar yakın ve sıcak hâle getiremiyor. Zira bu ve vermek istediğimiz mesajlarla doğrudan iletişim hâlâ sanal bir iletişim. Sanal ortam ise alakalı bir konudur. Nefse ve hazza yönelik gerçekliğin ancak simule edilebileceği, “ger- mesajlar elbette mevcut koşullardan, mevcut çekmiş gibi” gösterebileceği bir alan. yollardan ve kanallardan sonuna kadar istifade Dijitalleşmenin getirdiği değişimlerden ikin- edecek ve bunları kullanacaktır. Hayra çağıran cisi, insanın fıtratına aykırı bir hız olgusudur. mesajların ise hıza alışmış insanlar arasında, İnsan, zaman ve mekânla sınırlı bir varlıktır ve hıza dayalı kanallar vasıtasıyla yayılması zorbu zaman-mekân bağlamında yaşamını sürdü- dur. Ziya hayır, sabır gerektirir. Sabır ise hızın rür. İletişim araçları, bu zaman-mekân birliğini düşmanıdır. Dijital alanda yapıp ettiklerimizin koparmış, farklı mekânlarda aynı zamanı yaşa- tümünü bu hassas tartıda tartmak ve ona göre ma (en azından simule etme diyelim) imkânını davranmakla yükümlüyüz.

Mart’16 • 5


Karantina

Karantina

Mükemmeliyetçi Teşhirci Şehadet GÜNHAN

Evlere kapılarından girin. | Bakara 189 Sanal kelimesi sözlükte; gerçekte yeri olmayıp zihinde tasarlanan, mevhum, farazi, tahmini anlamlarıyla açıklanır. Modern zamanların en çok kullanılan sözcüklerinden biri haline gelen sanal kelimesi, sosyal medya çerçevesinde şekillenen her konuşmanın olmazsa olmazlarından. Müslümanlar olarak ipin ucunu kaçırdığımız en önemli noktalardan biri olan sosyal medya özellikle gençler için içinden çıkılamayacak bir hal almış durumda. Sosyal paylaşım siteleriyle hayatımıza giren ve olumlanan ‘mükemmeliyetçi teşhircilik’ içselleştirmekte zaman kaybetmediğimiz şeylerin başını çekiyor. Bulunduğu anı yaşamanın ötesinde, bulunduğu anı takipçileri tarafından tescilli hale getirmek, kusursuz ve mükemmel 6 • Mart’16

bir şekilde sunmak son dönemin vazgeçilmezlerinden. Bu yazıda, internette kısacık bir araştırmadan sonra onlarca makaleyle tüm sorularınızın cevabını bulabileceğiniz ‘teşhircilik, riya ve gösterişin sosyal medyaya düşmüş hali’ hakkında birkaç durum tespitini görebilirsiniz. İtinayla düzenlenerek fotoğraflanan çalışma masaları, cuma günü paylaşılan seccade ve Kur’an’lı kolaj çalışmaları, narsisimin (özseverlik) tavan yaptığı – ki buna ‘ayna ayna söyle bana benden daha güzeli var mı bu dünyada’ cümlesinin isim olmuş hali de diyebiliriz-, efekt üzerine efekt verilmiş fotoğraflar, gösterişten tencerelere sığmayan yemekler, süslü, pullu, tüllü yemek masaları, pembe ve beyaz bombardımanına tutulmuş yeni gelin evleri, kahve ve popüler kitap konseptli fotoğraflar bu döne-

min trend Instagram hesaplarından. Moda ve alışveriş tutkunu kızların hafif(!) ve gösterişsiz tonlarda(!) makyaj yapma formüllü videolarını yayınladıkları Youtube kanalları, ‘nasıl olsa on saniye sonra siliniyor’ kafası olan ve istatistiklere göre bir kişinin günde en az altı fotoğraf paylaştığı Snapchat uygulaması... Bu hesapları türetmek mümkün ve maalesef örneklendirmelerin sonu yok. İstisnasız her anını sosyal medyanın çeşitli mecralarında sürdüren ve hayat damarlarından biri haline getiren insanlar, tüm yaşamlarını ‘kusursuz güzellik’te milyonların ellerine teslim ediyorlar. Paylaşılacak olan fotoğrafta hiçbir kusura yer yok! Sanal yaşamı o kadar mükemmel ki o ortamda yamuk konmuş bir kalemi, bozulmuş eşarbı, simetrik durmayan tabloyu kimse affetmiyor. Ne kadar çok kusursuz gösterirse hayatını o kadar popüler oluyor. Aslında sosyal medyada amaç yaşamak değil göstermek ve bu göstermek teşhirciliği ciddi bir rekabete dönüştürüyor. Herkes bir diğerinden daha yukarda, en yukarda olmak için zaman harcıyor. Sosyal medyada insanların değer görme seviyesi K ve M’lerle ölçülüyor. Her ‘like’ yeni bir kurtarış, yeni bir tatmin olma biçimi. İnsanın kendini beğenmesiyle başlayan bu süreç kendini beğendirmeyle devem ediyor. Sonu olmayan bu başlangıç tam anlamıyla Efendimiz ve ashabının tevazusu, alçak gönüllülüğü ve gösterişten uzak yaşamlarının zıt bir örneği. Komşuya giden bir tabak yemeğin üzerinin örtüldüğü edepten, gösteriş toplumu haline gelmemizin arasındaki geçiş bir nesil bile değil. Eve bir misafir geldiğinde kapısı ilk kapanan odanın yatak odası olduğu mahremiyetini hatırlarken çekmecesinin içine varana kadar her detayı kare kare fotoğraflanarak başkalarının bakışlarına takdim etmeyi

o kadar kanıksadık ki ‘ne ara bu hale geldik’ sorusunun sorulması bile anlamsız gelebiliyor. Buzdolabının, elimizde taşıdığımız poşetlerin, gardırobumuzun, içinde yaşadığımız evlerimizin, çantamızın içinin ve duygularımızın bir mahremiyeti var. Sanal sosyal hayatta unuttuğumuz ve yeni fıkıh kuralları gerektiren hallerimiz bu mahremiyet alanlarımızı alaşağı ediyor. Evimize geldiğimizde salonumuzun orta yerinde hiç tanımadığımız bir insan görsek ‘çay mı alırsınız, kahve mi’ sorusunu hiçbirimiz yöneltmeyiz. İşte bu halin sosyal paylaşım sitelerindeki tam tersi tezahürü sanal ve gerçek arasındaki ayrımı nasıl kavrayamayışımızın muhteşem bir örneği. Bütün bu sorunların ve sorunu yaşayanların içinde ciddi bir reçeteye ve tedaviye ihtiyaç duyduğumuz gerçeğini göz ardı etmeden yolunuza devam etmeseniz daha iyi ama yine de siz bilirsiniz. Paylaşımlarınız bol, like’larınız bereketli olsun efendim. Bonus örnek: YouTube kanalında 260 bin, Snapchat’te 60 bin ve Instagram hesabında 612 bin takipçisi olan X kullanıcısı, radikal bir karar alarak tüm sosyal hesaplardan çekilmiş ve şu açıklamada bulunmuş: “Kendi reklamımı yapmaktan başka bir amaç taşımayan bu fotoğrafların tümünü siliyorum. Farkında olmadan genç kızlığımın büyük bir kısmını sosyal medyaya, sosyal onaya, statüye ve fiziksel görünümün nasıl olduğuna bağımlı hale gelerek geçirdim. Sosyal medya, özellikle de benim kullandığım şekliyle gerçek değil. Sosyal onay, beğeniler, tasvip edilme ve takipçi sayısındaki başarıdan ibaret olan bir düzen, son derece benmerkezci bir yargılamadan ibaret. Ve bu beni tüketti.” Mart’16 • 7


Karantina

Karantina

Şimdi Soros Düşünsün! Dücane DEMİRTAŞ

S

ovyetlerin yıkılmaya yüz tuttuğu 80’li yılların sonları ve 90’lı yılların başında, merkezden kopmaya hazır devletlerin “yeni düzene” geçişini hızlandıran yumuşak ve sürekli olarak perde arkasında olmayı tercih eden bir güç belirdi. Sadece komünist paktan ayrılmaya hazırlanan Doğu Avrupa ülkelerini değil aynı zamanda Baas diktatörlerini ve Fas’tan Irak’a kadar Arap dünyasını, Balkanları, Güney ve Orta Asya ile Çin’i yakından takip eden bu güç, kendisini 1992 yılında pound üzerine 10 milyar dolarlık bir spekülasyon yaparak bir günde 1 milyar dolar kazanıp “İngiliz Bankasını çökerten adam” unvanıyla kanıtlayan George Soros’tu.

8 • Mart’16

Soros 1984 yılında Macaristan’da eğitim ve öğretim kurumlarını Orta Çağda kilisenin egemenliğini matbaa ile deviren reformistler gibi “fotokopi devrimi” ile ele geçirmeyi başardı. Macaristan’da kurduğu Açık Toplum Vakfı aracılığı ile eğitim kuruluşlarına içinde ekonomi, siyaset ve sosyoloji hakkında birçok yasaklı eserin bulunduğu 50 bin kitabı dağıttıktan sonra devletin elindeki bilgi tekelini kırmak için üniversitelere 200 adet fotokopi cihazı dağıttı. O yıl yaptığı 3 milyon desteğin ardından “3 milyon dolarla, Macaristan’ın kültür hayatı üzerinde Kültür Bakanlığı’ndan daha fazla etkiye sahip olduk” sözünü sarf edebilecek bir konuma gelmişti ve hâlihazırda bu destek rejim değişinceye kadar 22 milyona çıkmıştı. 1987 yılında Soros ’un Çin’deki çalışmalarının dışa açılım ve reform adı altında CIA ile beraber yürütüldüğü Washington Post gazetesinde yer aldı. Fakat öncesinde 1984 yılında Liand Heng öncülüğünde kurulan Açık Toplum Çin Ofisi 4 çalışanla işe başlamasına karşın birkaç yıl içerisinde binlerce öğrenciye burs verecek bir kuruluşa dönüştü. Öyle ki kuruluş CIA ile irtibatı sebebiyle kapatıldığında Tiananmen Meydanında Çinli öğrencilerin isyanı patlak vermişti.

ABD dış politikasını yönlendiren örgütün (Council on Foreign Relations) üyesi olan Soros, her yıl 400 milyon dolar fonlanan Açık Toplum Enstitüsü adı altında Orta ve Doğu Avrupa, eski SSCB ülkeleri, Guatemala, Haiti, Moğolistan, Güney Afrika’da ve diğer bölgelerde toplam 60 ülkede 2000 kişilik ekibiyle çalışıyor. Soros 1987 yılında sadece Rusya’da 156 kentte şube açarak 1 milyar dolarlık bir yardım yaparken 1989’ e doğru Polonya’da 8 yıldır destek olduğu muhaliflerle ilk kansız devrimi gerçekleştirerek iktidarı devirmeyi başardı. Sırbistan’da “Otpor” (Direniş), Gürcistan’da “Kmara” (Yeter), Ukrayna’da “Pora” (Zamanı Geldi), Kırgızistan’da “Birge” (Birlikte) adlı örgütler aracılığı ile Kadife Darbe süreçlerini yönetti. Fakat ilginç olan şudur ki her ülkede kurduğu Açık Toplum Vakıfları birbirinden bağımsız sivil toplum kuruşları gibi çalışıyorlardı. Güney Afrika’da ırkçılığa karşı olan hareketler destekleniyor, AIDS ile mücadele başka Afrika ülkelerinde ön plana çıkıyor, Bosna’da hastaneler için su arıtma ve elektrik tesisi yapımı, Kuzey Irak’ta Saddam’dan kaçan Kürtlere yardım, Bulgaristan’da rejim mağdurlarına, Amerika’da Müslüman göçmenlere hukuksal destek. Türkiye’de de aşağı da görüleceği üzere benzer bir çalışma yöntemi izleniyor. Soros, herhangi bir ülkedeki her köşe başında duran huzursuzlar kitlesini bir araya getirebilmek için çalışmalarını sanat, kültür, çocuk, gençlik, ekonomi, tarih, sağlık ve internet programları üzerine yoğunlaştırırken diğer yandan kadın ve sosyal cinsiyet konusunda çalışan derneklere ve bunlarla beraber her yaş ve gruptan akademik çevrelere parasal imkânlar sunmakta. Özellikle üniversite öğrencileri, akademisyenler ve gazeteciler odak noktası. Bu durumu kendi ifadesiyle özetlemek gerekirse “Devirmiyorum, devireni destekliyorum.” Soros, müdahale edeceği ülkeyi dolaylı birçok yoldan kuşatarak kıskaca alma konusunda mahir olduğunu çoğu kez ispatlamış bir güç. Şöyle ki Açık Toplum Vakfı hiçbir zaman doğrudan var olan çalışmanın bir parçası olmaz, bunun yerine sermaye, sivil toplum kuruluşları ve medya araçlarıyla taşeron bir sistemi arkadan yönetmeyi tercih eder. Bu ise ilk önce rad-

yo, gazete, dergi, televizyon ve video yayınları üzerinden yeni propaganda araçları var etmek, bilimsel ve magazinsel içerikli, insan hakları ilkeleri üstüne sürdürülen yayınların yoğunlaştırmak ve medya muhabirliği üzerinden çevre hakkında sıkı bir istihbarati bilgi ağı oluşturmakla başlıyor. Arka plandaysa bölge üzerine derin sosyolojik ve stratejik çalışmalar yürütülürken; sahanın politik, ekonomik, psikolojik, dini, tarihi ve etnik haritası çıkartılıyor. Örneğin hâlihazırda Türkiye’deki politik gelişmeler Cumhuriyet’in kuruluşundan da öncesine gidilerek incelenirken, ülkenin ekonomik karnesi ve planları üzerine çalışılıyor; toplumsal kesimlerin aralarındaki ayrılık noktaları, mihenk taşları ve etnik çatışmayı tetikleyen ve sindiren eğilimler detaylı bir şekilde inceleniyor. Tabi ki bunların hiçbirisi yabancılar tarafından hakkıyla yapılabilecek düzeyde basit mevzular değil bu yüzden bu işler vakıfla doğrudan değil dolaylı bağı olan ve hatta bunun dahi farkında olmayan çevreler eliyle yapılıyor. Açık Toplum Enstitüsüyle birlikte Aydın Doğan’ın Gazetecilik Sertifika Programı altında ortak bir çalışmayla 2003 yılında eğittiği toplam 525 gazeteci-muhabir var. Bir aralar CHP Parti Meclisi üyesi ve Kılıçdaroğlu’nun yakın ekibinden olan Prof. D. Binnaz Toprak “Türkiye’de Farklı Olmak - Din ve Muhafazakârlık EkseMart’16 • 9


Karantina ninde Ötekileştirilenler” adı altında yaptığı çalışmalarla vakfın güzideleri arasında yer alırken, Hükümetle yapılan toplu sözleşme görüşmelerine DİSK adına katılan eski Genel Sekreter Yardımcısı olan Perihan Sarı ise TESEV ve Açık Toplum Enstitüsü adına sendikal çalışmalar yürüten bir diğer ön plandaki isim. Bu ismin AB fonlarından bir milyon hibe almayı başardığı da unutulmamalı. Yakın zamanda da, CHP’de siyaset yapan LGBT aktivisti Öykü Evren Özen, “Kaos Gey Lezbiyen Kültürel Araştırma ve Dayanışma Derneğinin” AB fonlarından sadece 2013 yılında 11 milyon TL destek aldığını belgeleriyle göstermesi ve 2015 yılı başvurularında “Trans Savunuculuğu” ve “Trans Ofis Destek Programı” kapsamında toplam 27 milyon TL’lik AB fonları da aklımızın bir tarafında durmalı. Açık Toplum Enstitüsü Türkiye’de ilk defa 2001 yılında 4 kişilik bir ekiple kuruldu. Direktörü Hakan Altanay olan ekip; aralarında Can Paker, Osman Kavala, Ahmet İnsel, Eser Karakaş olan 9 kişilik danışma grubuyla proje üretmeye başladı ve 3 yılda 60’a yakın projeye toplam 6 milyon dolar harcadı. “Bağımsız Türkiye Komisyonu” adı altında ekip eğitimden, insan haklarına ve birçok Anadolu kentinde sanat merkezleri kurulmasına kadar pek çok projeye destek verdi. Vakfın 2015 yılı Danışma Kurulu ise şu isimlerden oluşuyor: İshak Alaton, Nebahat Akkoç, Ferhat Boratav, Ruşen Çakır, Üstün Ergüder, Ahmet İnsel, Selim Ölçer ve Anna Turay Turhan. TESEV, Soros ‘un Türkiye’de desteklediği en önemli kuruluşlardan biri kuşkusuz, aynı zamanda yakın vakitte Kemal Kılıçdaroğlu’nun 10 • Mart’16

Karantina da 183.kurucu üyesi olduğu ve bununla gurur duyduğu bir vakıf. Vakfın yıllık bütçesi 2 milyon dolar ve bunun sadece 400 bin doları Soros tarafından karşılanıyor geri kalan kısım ise yerli kaynaklar BM ve Dünya Bankası fonları tarafından kapatılıyor. TESEV’ in dışında AÇEV, İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı, Tarih Vakfı, Türkiye Bilimler Akademisi, Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı, Turist Rehberleri Vakfı, Dev. Maden Sen, Türkiye İsrafı Önleme Vakfı, Şizofreni Dostları Derneği, Umut Vakfı, Kadın Girişimciler Derneği (KAGİDER), Diyarbakırlı Kadın Merkezi (KA-MER), Kadın Yurttaş Ağı (KADER), Uçan Süpürge Kadın Derneği, Diyarbakır Sanat Merkezi, Ankara Sinema Derneği, Açık Radyo, Medyakronik ve Beyoğlu Gazetesi Soros’ un dolaylı destek verdiği kuruluşlar. Açık Toplum Vakfı başkanı sadece 2005 yılında AÇEV ve İsrafı Önleme Vakfı’na 300 bin dolarlık bir destek verirken, çalışmalarında Bilgi, Boğaziçi ve Sabancı Üniversitelerini öncelediğini söylüyor. 2015 yılında Türkiye’de Soros’ un 4,13 milyon TL ile destek verdiği vakıf/ dernek, toplam tutarı 18 milyon TL olan bir yığın proje gerçekleştirdi. Bunlar; - Afrikalılar Kültür, Dayanışma ve Yardımlaşma (Afrotürk) Derneği – Afro-Türk Renkler, Afro-Türk Kadın ve Çocukları Güçlendirilmesi, Sosyal Dayanışma ve Farkındalık Meydana Getirilmesi Projesi - Akdeniz Roman Dernekleri Federasyonu – Roman Hakları Forumu’nu (Romfo) Güçlendirme Projesi, · Anadolu Kültür – Boğaziçi Avrupa Siyaset

Okulu Projesi, - Anadolu Kültür – Sosyal ve Ekonomik Olarak Dezavantajlı Üniversite Öğrencilerinin İhtiyaç Duydukları Maddi Kaynakları Sağlayacak Burs Programı, - Bağımsız Araştırma Bilgi ve İletişim Derneği – Telgraflarda Sürgün Günlüğü Projesi, · Bağımsız Sinemacılar Derneği – Acının İki Yüzü Projesi, · Bellek ve Kültür Sosyolojisi Çalışmaları Derneği (BEKS) – Ermeni Gençlerin PostBelleği Üzerine Karşılaştırmalı Bir Araştırma, · Boğaziçi Üniversitesi – Türkiye’de Siyasetin Anlam Haritasını Çizmek: Tartışma Eksenleri ve Yorum Çerçeveleri, · Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği – Türkiye Hapishaneler Enformasyon Ağı,

· Muş Kadın Çatısı Derneği – Çocuk İstismarına Dur De! 2, · Ortak Gelecek için Diyalog Derneği – Doğruluk Payı, · Pembe Hayat Lgbtt Dayanışma Derneği – 5. Pembe Hayat Kuirfest, · Pembe Hayat Lgbtt Dayanışma Derneği – Adaletin T Hali, · Sosyal Politikalar, Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneği (SPoD) – LGBT Eşitliğinin Altyapısını Oluşturmak, - Suriye Can Derneği – Nusaybin Suriye Can Okulu, · Toplumsal Duyarlılık ve Şiddet Karşıtları Derneği DUY-DER – Çocuklar İçin Mayın ve Çatışma Atıkları Eğitim Projesi – Doğubeyazıt, Pervari, Eruh Köyleri,

· Diyarbakır Siyasal ve Sosyal Araştırmalar Enstitüsü (DİSA) – Önce Anadili: Eğitimde Anadili ve Çok Dillilik,

· Uluslararası Şeffaflık Derneği – Batı Balkanlar ve Türkiye’de Ulusal Şeffaflık Sistemi ve Yolsuzlukla Mücadele Gelişiminin İzlenmesi,

· Ermeni Kültürü ve Dayanışma Derneği – Geride Kalanlar,

· YUVA Derneği – Suriyeli Mültecilere Destek Projesi,

· Güneydoğu (Turabdin) Süryani Kültür ve Dayanışma Derneği – Birlikteyken İyiyiz,

· Zan Sosyal Siyasal İktisadi Araştırmalar Vakfı – Ezidilerin 73. Fermanı Şengal Soykırımı.

· Hrant Dink Vakfı – Anadolu’nun Kültür Mirasını Ortaya Çıkarmak ve Savunmak, · İstanbul LGBTT Dayanışma Derneği – Trans Hakları Projesi, · İzmir Çağdaş Romanlar Derneği – Çocuklarına Gelinlik Değil Bezden Bebek Diken Roman Kadınların Kapasitesinin Güçlendirilmesi, · KAMER Vakfı – Dünyayı Kadınlar ve Çocuklar Değiştirecek Projesi, · Kaos Gey ve Lezbiyen Kültürel Araştırmalar ve Dayanışma Derneği – LGBTİ’lerin İnsan Haklarının İzlenmesi Programı, · Kırmızı Şemsiye Cinsel Sağlık ve İnsan Hakları Derneği – Trans-İzleme: Türkiye’de Translara Yönelik Hak İhlallerinin Savunuculuk Perspektifiyle İzlenmesi, · Koç Üniversitesi – Türkiye Seçim Araştırması 2015,

· Ve diğer projeler: Bağımsız Türkiye Komisyonu, Ders Kitaplarında İnsan Hakları Taraması, Eğitim Reformu Girişimi, Sosyal Politika Forumu, Herkes İçin İnsan Hakları, 20 İlde İnsan Hakları Filmleri Gösterimi, Bireysel Silahsızlanma Projesi, Grameen Mikrokredi projesi, Özel Sektör Madenciliğinde Ekonomik ve Sosyal Hak Uygulamalarının Araştırılması Projesi, Kültür Karıncaları, Eğitim Reformu, Güneydoğu Okul Öncesi Eğitimi, Güneydoğu’da Yetişkin Okuryazarlığı, Göç, Hukuk Danışmanlığı Projesi, STK Eğitim Merkezi, Diyarbakır Sanat Merkezi, Gezici Afet Eğitim Merkezi, Kadın Fonu, Namus Cinayetlerini Önleme Projesi, Kadın Filmleri Festivali, Açık Radyo, Beyoğlu Gazetesi ve Aydın Doğan Vakfı ile birlikte Gazeteci Eğitim Projesi.

Mart’16 • 11


Karantina

Karantina

Dışa Açık Avam ve CNN Etkisi Mustafa Fatih YAVUZ

E

n geniş tabiriyle medya, bilgiyi en güvenilir kaynaktan, en yalın şekilde, herkesin anlayabileceği formatta izleyiciye (televizyon), okuyucuya (gazete ve sosyal medya) ve dinleyiciye (radyo, podcast) sunan aracın adıdır. Bu aracı kullananlarda yine en geniş tabiri ile medyacı özellikle haber sektöründe yer alıyorsa gazeteci olarak bilinirler. Konuya eleştirel yaklaşımımızı sunmadan evvel, her doğan çocuğun masum doğduğu inancı ile her yeni buluş ya da kavramında masum olduğu ön kabulü ile giriş yapmanın doğru olduğu düşüncesindeyim. Modern anlamda yani kağıdın ve matbaanın bulunuşundan sonra gelişen yazılı haberleşmenin yani gazetenin insan hayatındaki rolünden evvel bilinmesi gerekenin, iletişim denen olgunun, insanoğlunun ihtiyaçları listesinde yer aldığını bilmek gerekiyor. Topluma ait olan bir birey, her zaman çevresinde olup bitenlerden ya haberdar olmak istemiş, ya da

12 • Mart’16

çevresini olup bitenden haberdar etmek istemiştir. Yani kısacası ‘’Ne haber?’’. İki kişi arasında başlayan bu kısa diyaloğun 3. Şahsa anlatma ihtiyacının adına da basın denebilir. T.C Milli Eğitim Bakanlığı ‘’Gazetecilik, Basının Doğumu ve Gelişimi’’ adlı kitapçığında geçen tarihi bilgilere göre, Louvre Müzesi’nde saklı bazı Mısır papirüslerinden, İsa’dan 1750 yıl önce III. Thoutmes’in bakanlarından birinin bir gazetede çıkan yazıyı tekzip ettiği anlaşılmaktadır. Başka bir papirüs, Firavun Amarsis’in gazetelerin taşlamalarına dayanamayıp kahrından öldüğünü yazmaktadır. Türen Müzesindeki bir diğer papirüste III. Ramses’e hücum eden gazetelerden söz edilmektedir. Çinlilerin 4000 yıl öncesinden beri bir çeşit gazeteye sahip oldukları Voltaire tarafından iddia edilmektedir. Bu manada medya aslında özü itibari ile inşaat işi kadar kadim ve basit bir şekilde açıklanabilen, aslında insanın doğasında var olan iletişim ihtiyacının farklı kollara ayrılıp bir sektör haline

gelmesi ile bir meslek gurubuna dönüşmüştür. bir kapı aralamamasına neden oluyor. Bu bağBatı’da Ortadoğu’dan haberler denince akla en lamda ‘’avam’’ kavramını ele almak yine kavönce gelen isim The Independent gazetesinin ramın her hangi bir öncülü olup olmadığına deneyimli Ortadoğu muhabiri Robert Fisk bir yaklaşmak medya etkisi bağlamında bizi belirli televizyon programında Hz. Muhammed ile il- sonuçlara götürecektir. gili bir sözü bende bir anlık şok etkisi yarattı. Avam, en geniş tabiri ile alt tabaka olarak Hz. Peygamber genellikle toplumu dönüştü- bilinen, ekonomik olarak merkezden uzakta, ren Kur’an ayetlerini insanlara açıklaması ve gününün çoğunu ekmeğini kazanmayla ve aitoplumu değiştirmesi sebebi lesi ile geçirmeye çabalayan ile‘’öğretmenlik’’ mesleği için insan topluluğuna verilen bir örnek olarak karşımıza addır. İngilizce’de ‘’Mass MeGelişen teknoloji ile çıkıyordu. Robert Fisk, Hz. dia’’ olarak geçen yani kitlebirlikte, haberlerin Peygambere, gazeteci -yani sel medya’nın kitlesi işte bu insanlara ulaştırılması, Allah’tan aldığı ayetleri ingruptur. Haberlerin genellikle insanların olup bitensanlara aktarması sebebiyleen yalın şekliyle anlatılmasıden haberdar olması benzetmesi yapmıştı. nın sebebi bu tabakaya hitap meselesi çeşitli düşünGelişen teknoloji ile biretmek isteğinde olmasından celerin içerisine gark likte, haberlerin insanlara kaynaklanır. Avamı önceleulaştırılması, insanların olup yen ve kavramı dokunulmaz oldu. Bilginin ve aktabitenden haberdar olması kılmak isteyen zihin yapısı rımının yanlış yoldan meselesi çeşitli düşüncelerin aslında, önceden hazırlankurgulanıp kutsaliçerisine gark oldu. Bilginin mış, pozitif anlamla yüklenlaştırılması meselesi ve aktarımının yanlış yoldan miş ‘’dışarıya açık avamı’’ bir dönemden sonra kurgulanıp kutsallaştırılması korumak istemektedir. Yani ‘’insanların bilmeye meselesi bir dönemden sonbu zihin, arif olanı, ‘’bilgilenhakkı var’’ düşüncesi ile ra ‘’insanların bilmeye hakkı dirmeye’’ çalışmış, ve başarılı var’’ düşüncesi ile birlikte, da olmuştur. birlikte, ‘’bilgi aktarımı ‘’bilgi aktarımı sektörü’’ asDış politika enstrümanları, sektörü’’ aslında ‘’birilında ‘’birilerine güvenmeyin’’ askeri müdahale ya da askelerine güvenmeyin’’ ya ya da birileri aslında ‘’güvenilri yardım, ekonomik yardım da birileri aslında ‘’gümez’’ düşüncesinin toplumun ya da ambargo, veya işbirvenilmez’’ düşüncesinin her kesimine yayılması ile likleri şeklinde sıralanabitoplumun her kesimine bugün bu yazının asıl konusu lir. İncelenirken geleneksel yayılması ile bugün olan halini yani ‘’medya etkigörüşlerden ayrılan, ancak si’’ halini aldı. İşte tamda bu 11 Eylül’den sonra artık klabu yazının asıl konusu noktada, Hucurat/6 kafalarda sik haline gelmiş, yukarıda olan halini yani ‘’medya yer etmeli. Siz ey İman etmiş bahsedilenlere ek olarak, bir etkisi’’ halini aldı. olanlar! Yoldan çıkmışın biri Amerikan dış politika enstrüsize (yalan) bir haber getirirse manı demokrasiyi de bu grumuhakemenizi kullanın; yoksa ba dahil ediyoruz. Dışa açık istemeden insanları incitir ve sonra yaptığınız- avam, ancak demokrasi gibi dinamik bir şekildan pişmanlık duyarsınız. (Muhammed Esed) de tartışılan, toplumdaki her bireyin yönetime Dışarıya açık tabiri, kavrama herhangi bir oy verme, siyasi partileri katılma ve yönetimöncül olmadan yaklaşıldığına aslında tartış- de yer almasını öngören bir yönetim şekli ile maya açık yani, nötr bir kavramdır. Ancak mobilize edilebilir. Bunun yanında basın özgürkavramın öncülü, yani dışarıya açık olmanın lüğü yani, basının sınırsız bir şekilde kendini pozitif bir kavram olduğu yaklaşımı kavramın taraflı-tarafsız ifade edebileceği platformların sorgulanamaz ya da sorgulanmaya her hangi hiçbir şekilde engellenmemesi gerektiği ise, Mart’16 • 13


Karantina bir dış politika enstrümanı olan demokrasi kavramının altında destekleyici bir ekstra argüman olarak düşünülebilir. Tüm bunların ışığında, dışarıya açılmış olan avam, demokrasi ile birlikte bilgi akışını elinde tutan, yani ana akım medya diye tabir edilen kitlenin odağı haline gelmiştir. Tamamen pragmatik şekilde bazı çevrelerce kullanılan ‘’halk’’ tabirinin de alt metninde ‘’dışarıya açılmış ve bilgi akışından etkilenmiş kitle’’ ifadesinin bulunduğu sonucuna varmış oluyoruz. Çoğunlukla Noam Chomsky ile anılan ‘’manufacture of consent’’ yani ‘’rıza üretimi’’ kavramı Walter Lippmann’ın 1920’lerde ki yazılarında propagandanın yerine kullanılmıştır. Lippman’a göre, propaganda çoktan ‘’ seçimle iş başına gelmiş hükümetin düzenli bir organı’’ olmuş, önemi ve kapsamlılığı da hiçbir değişikliğe uğramadan yükselmeye devam etmektedir. Chomsky ve Edward Herman, Lippmann’ın görüşlerini geliştirmiş, kitle iletişim araçlarının propaganda rolü, bağlılık mobilizasyonu ve yeni seçenekler üretme bağlamında açıklamışlar. Demokrasinin dış politika enstrümanı halinde kullanılması, propaganda, kitle iletişim araçları ve dışa açık avam üretme ancak bilginin monopolisi ile mümkün olabilir. İşte bu noktada Steven Livingston’un ortaya attığı CNN etkisi kavramı, bahsi geçen etkenlerin nasıl pratiğe dönüştüğünü en iyi anlatan kavramdır. Babak Bahador ‘’ CNN Effect in Action How The News Media Pushed the West toward War in Kosovo’’ adlı kitabında CNN etkisi kavramını incelerken, Steven Livingston, Piers Robinson ve Joseph S. Nye Jr’un tanımlamalarına kitabında yer ayırmıştır. Livingston kavramı; yeni, global gerçek zamanlı medyanın diplomasiye 14 • Mart’16

Karantina ve dış politikaya etkisi olarak verirken, Robinson; gerçek zamanlı iletişim teknolojileri tarafından iletilen global olaylara, yerel izleyici ve politik elitin cevapları olarak vermiştir. Nye ise bizim anlamaya giriştiğimiz bağlamda bir açıklama getirmiş ve kavramı, kısaltılmış haber döngülerinin ve bilgi yayının serbest akışının ,özgür toplumlardaki kamuoyuna etkisi olarak karakterize etmiştir. Bu üç yaklaşım yukarıda belirttiğimiz, dışarıya açık avam, demokrasi medya ve dış politika ilişkisini en sade ve anlaşılır şekilde sunmuştur. Son olarak, medya bağlamında güç kavramının yayın pazarına hakimiyet, inandırıcılık, bilinirlik, kaliteli sunum ve finansal rahatlık sac ayaklarını unutmamak gerekir. Haber yayını yapan haber ajanslarının, gelirlerinin çok az bir bölümünün haber raporlamalarından geldiğini bilmek, bu kaynakların var oluş sebeplerini yukarıda değinilen maddeler ile birlikte düşünüldüğünde anlamak ve zihnimizde bir resim çizmek daha kolay olacaktır. Haber ajansı dünyasının en prestijli üyesi olan, 1850 yılından beri faaliyet gösteren İngiliz Reuters haber ajansının sadece %10’luk geliri haber raporlamalarından oluşmaktadır. Her türlü bilgiye ‘’maruz kalmak’’ televizyon kumandasını kullanabilen, gazete okuyabilen, internette sörf yapabilen, sosyal medya ile içli dışlı olan her birey için kaçınılmazdır. İster açık toplum diyelim, ister dışarıya açık avam diyelim, süzgeci olmadan bilgi ile haşır neşir olan herkesin zihnini çamurlaştırıp, o çamurdan putlar yapan eller, aynı zamanda dış politikaları da kurgulayan çok yönlü mekanizmaların da dişlileridir.

BU BİR ÖZELEŞTİRİDİR! Vefa GÜZEL

T

eknolojinin tarihçesini etraflıca bilmem. Ama Ayşe’nin mutlu yuvası” yer bildirimiyle evinin bizim nesil neredeyse her evde olan televiz- adresini ve içerisindeki özelini paylaşıyordu. yona oldukça aşina büyüdü. Çocukluğumuzun Aslında Ali de Ayşe de imtihandaydılar. O Ayşe sonlarına doğru bilgisayarla tanıştık ve kimimi- ki fotoğrafının cüzdanından düşmüş olduğunu zin evinde, kimimiz de sadece okulun bilgisayar fark etse “acaba nerede düşürdüm” diye dellelaboratuarında sırayla bilgisayar oynadık. Çocuk- necek, utanacak, korkacak, ar edecek, günlerce tuk; bilgisayarla oynuyorduk o zamanlar, henüz ağlayacaktı. Çok değil 5,10 sene önce. Ama bilgisayarın bizimle oynadığı zamanlar değildi. şimdi sanal sosyal medyaya geldiğinde “only Komple teorilerinin genelde kanunlaştığı- girls” profiline giren tanımadığı hanım kızları na şahit olduğumdan olsa gerek zaman za- kabul edecekti. Üstelik cinsiyetinden nasıl emin man bizim neslin proje bir nesil olduğunu dü- oluyordu ki. O Ali ki hanımını değil sergileme(t) şünürüm. Neredeyse her evde radyo, teyp, yan yana dolaşırken dahi bir edep ve haya ile televizyon, sonra sonra bilgisayar ve internetle çekinecekti bir nesil önce.( Örnekler artırılabitanışan bir nesil. Aynı zamanda annesinin mut- lir ve fakat hepimizce malum olduğundan artık fakta dinlediği radyoda yahut babasıyla araba- etraflıca bahsi de can sıkıcı olmaya başladı. Zira da marşlarla, ezgilerle cihad ve mücadele ruhu bu kötü bir durum. En basit ifadeyle ‘kötü’. Ve kazanırken (!) bir yandan da evdeki TV’de gör- kötünün ağızlarda sakız olması da bir şekilde dükleri, işittikleri ve zamanla normalleştirdikle- normalleşmesini beslemek oluyor maalesef.) riyle girdiği ikilemin farkında olmayan bir nesil. Velhasıl bu müslüman neslin evrimi, birileri Bu nesil biraz daha büyüyüp ergenliğe adım için ‘devrim’ oldu. Birileri bir yerlerde bir şeyattığındaysa evde bilgisayar ve internetin de leri çok iyi başardı. Yasaklarla yapamadıklarını yaygınlaşmasıyla “sanal” alemin yavaş ya- ‘özgürlük’lerle çok güzel başardılar. Hata yapan, vaş içine girmeye başladı. “Chat” kavramıy- evet büyük hatalar yapan ve kitabi bir fıkhı olla tanışan genç, ilk başta sanal bir yabancıyla madığından mıdır nedir sanal sosyal medyada konuşmanın tedirginliğini yaşarken ileriki za- haddi aşan bir nesil meydana getirdiler. Haklamanlarda mahremini sergilemek için has- rını yememek lazım bu nesil ‘özgüven’ cihetiyle saten çaba sarf edeceğinden bihaberdi. eksiksiz bir nesil oldu. Zira içinden vicdanı ve Belki de bu neslin ve sonrasının imtihanıydı bozulmamış fıtratıyla hareket edip uyaranların bu. Yani sokakta uyarılarına da çok sert cevaplar verebildi hep. Allah bozulan fıtratlarımızı selamete çışeker veren karsın. Hak ile batıl ayrımı yapmada amca/ teyzeden kaçan feraset, uygulamada nesil; “ Ali ile da sabır versin. Zira masum değiliz belki de hiç birimiz...

Mart’16 • 15


Karantina

Karantina

Yeni Şafak Gazetesi İnternet Yazı İşleri Müdürü

Ersin Çelik ile

“Yeni Medya ve Dijital Devrimleri” konuştuk. Röportaj: Furkan GENÇOĞLU - Orhan ÖZER Dijital Medya Nedir? Dijital Medya, yelpazesi geniş ve yeni bir kavram.. Mazisi çok eski sayılmaz. İnternetin doğuşuyla ortaya çıktı. İnternet 93’te Amerika’dan dünyaya yayıldı ve tarihteki en hızlı teknolojik devrimlerinden birini gerçekleştirdi. Medyayı da değiştirdi. Sonra internet medyası ile sosyal medya gelişti. Buna Dijital Medya denildi. Geleneksel TV yayıncılığını ve geleneksel gazeteciliği de içinde barındırınca Yeni Medya kavramı oluştu. Sizin dijitalle ilişkiniz nasıl başladı? Gazeteciliğe 2005 yılında başladım. 23 yaşındayken, çıraklıktan sektöre giriş yaptım. Gerçek Hayat dergisinde stajerlik, muhabirlik, kısmen editörlük gibi vasıfları, iyi gazetecilerin yanında hakkıyla yerine getirmeye çalıştım. Dergi, o dönemin popüler sitelerinden 8sutun.com sitesini satın aldı. Kısa bir süre orada editör olarak görev yaptım. Ardından da Haber7.com sitesine geçtim. 5 yıl kadar 16 • Mart’16

editörlük yaptım. Haber7’de çok sayıda özel habere imza attım. Röportajlar yaptım, yazılar yazdım. Bunun paralelinde Marmara FM’de iki sene radyo programcılığı yaptım. Daha sonra Yeni Şafak gazetesi dijital alanda bir yatırım yapmayı düşündüğünü ifade ederek beni davet etti. Çok önemliydi bu. 16 yaşındayken dağıtımını yaptığım gazete Yeni Şafak. Kabul ettim ve yaklaşık 4 yıldır burada görev yapıyorum. Türkiye’de internet haberciliği geçmişi 20 yıldır. Bunun son 10 yılı ciddi anlamda hareketlidir. Tüm bu süreçlere şahitlik ettiğimi söyleyebilirim. Geleneksel Medyanın yerini artık Dijital Medya alıyor. İnsanlar artık haberin kendisini okumuyor, başlığını okuyor. Siz yenisafak.com olarak kendinizi dijital yayıncılıkta nasıl konumlandırıyorsunuz? “Geleneksel Medya bitiyor” söylentileri yaklaşık beş yıldır var fakat böyle bir durum

söz konusu değil. İnsanlar hala haberi gazetelerden okuyor. Patronlar da, reklamveren de, okur da bunun farkında. Biz de bunun farkındayız. Dikkat ederseniz bir kaç istisna dışında tüm haber siteleri geleneksel medya markaları ile büyümüşlerdir. Yani yenisafak. com kendi başına bir marka değildir. Yeni Şafak gazetesinin marka bilinirliliği ile ortaya çıkmıştır. Yeni Şafak gazetesinin anlık haber portalıdır. Evet, dijital medya yavaş yavaş geleneksel medyanın yerini alıyor. Geleneksel medya da zaten “ben matbu kalacağım” diye ısrar etmiyor. Kendisini yeniliyor, şekillendiriyor. Şekillendirmese bugün yenisafak. com’da 50’den fazla personel çalışmazdı.

Bunu biz değil Yeni Şafak okuru belirler. Yeni Şafak okuru “Artık biz kağıttan gazete okumak istemiyoruz” derse ve Yeni Şafak gazetesi dijital medyada ciddi bir güce ulaşmışsa bu düşünülebilir. Fakat şu an böyle bir durum söz konusu değil. Çünkü bu gazete çok büyük bir marka. Anadolu’nun dört bir tarafında okuru var. Dijital anlamda Türkçe’nin dışında Arapça ve İngilizce yayınlar yapsa da, günlük milyonlarca kullanıcıya ulaşsa da hala matbuat ile ilişkisi çok güçlü. Sadece gazete anlamında değil dergi anlamında da kağıt ile ciddi bir bağımız var. 7 farklı dergi çıkartıyoruz. Gençlikten, haftalık habere, yaşam, edebiyat, tarih ve ekonomiye kadar birçok alanda yayınlar hazırlanıyor. Yeni dergi projeleri yolda. Bu yayınlar ve yeni yatırımlar, Albayrak Grubu’nun kâğıttan vazgeçmek gibi bir planı olmadığını da gösteriyor.

“Bizim için habercilikte esas olan; doğru bilgiyi ahlaki kriterlere uygun bir biçimde servis etmektir.”

Yeni nesil yani gençler gazete okumuyor artık tespitleri de var.. Bu çok doğru tespit… Bir nesil değişikliği söz konusu. Yani gazeteyi kağıttan okuyan neslin yerine yeni gelen yeni nesil interneti tercih ediyor. İnternette, sosyal medyada daha kısa, sıkıştırılmış, hap gibi bilgilere itibar gösteriliyor. Videolar çok izleniyor. Bir kere gündem çok hızlı değişiyor. Sabah kalkıyorsun başka bir gelişme var. Akşam oluyor başka bir durum. Biz de bu sürecin bir parçasıyız, hem yönlendireni hem yönlendirileniyiz. Bu noktada önemli hazırlıklar yaptık. Video haberciliği anlamında, infografik haberciliği anlamında ciddi yatırımlar yaptık. Politik bir gazeteyiz. Anlık habercilik yapıyoruz ve aynı zamanda analiz haberciliği yapıyoruz. Gençlerle daha interaktif ilişkiler geliştirebileceğimiz projeler üzerinde çalışıyoruz. Gençlere yönelik haber siteleri planlıyoruz. Yeni Şafak gazetesi “geleneksel gazeteciliğe artık tamam deyip” tamamen dijitalleşmeyi düşünüyor mu?

Biz Genç Öncüler olarak yaklaşık 13 yıldır dosya dergiciliği yapıyoruz. Yaklaşık bir aylık bir süremiz oluyor. Ve daha titiz bir içerik üretme süreci geçirmemize yardımcı oluyor bu süre. Fakat internet haberciliği çok hızlı yapılmak zorunda. Enformasyon akışı çok hızlı ve bilgiyi kontrol etmek oldukça güç. İnternet haberciliğinin zorlukları hakkında neler söyleyebilirsiniz? Dediğiniz gibi bu işte en zor şey bilgiyi teyit ettirmek. Çünkü çok hızlı habercilik yapıyoruz. Bu durum bundan 5 sene önce bu kadar zor değildi fakat bir anlamda bu kadar kolay da değildi. Sosyal Medya ile hem avantajlı hem dezavantajlı iki farklı durum var. Bazı yayıncılar, bir olay twitter’a düştüyse doğrudur gibi bir yanılgıya kapılıyorlar. Mart’16 • 17


Karantina Bilgiyi teyit ettirmektense bu haberi önce ben gireyim anlayışı ile bilgi, haber teyit ettirilmeden yayına sokuluyor ve çoğu zaman yanlış çıkabiliyor. Gezi olaylarında bu ülkenin önemli medya organları Avrasya Maratonu fotoğraflarını “binlerce kişi köprüden geçti” şeklinde geçti. Bunlar hep twitter yanılgılarıydı, yani teyit edilmemiş sosyal medya bilgisiydi. Burada kilit durum bilgiyi teyit ettirmek. Öyle ki bazen teyit ettirdiğin bilgi dahi yanlış çıkabiliyor. İnternet haberciliği bu anlamda bir risk fakat bu riski alamazsan bu işi yapamazsın. Neyse ki düzeltme şansın da var, gazete gibi değil. Gazetede baskıya gitti mi iş bitmiştir... Gelmeden önce biraz incelediğimizde Yeni Şafak Facebook sayfasının yaklaşık 10 milyon beğenisi, Twitter hesabınında yaklaşık 500 bin takipçisi olduğunu gördük. 125 bin tirajı olan bir gazete için gerçekten muazzam rakamlar bunlar. Bu başarıya kısa bir süre içerisinde nasıl ulaştınız? Süreçten biraz bahsedebilir misiniz? Facebook hikayemiz şu; 2012 yılının sonlarında Yeni Şafak’ın dijital ayağı ile ilgili planlamalar yaparken belli araştırmalar yaptık. Sosyal medyanın bizim için çok ciddi bir güç ve araç olduğunu anladık. Türkiye’de yaklaşık 35 milyon Facebook kullanıcısı var. Dünyada nüfusuna oranla en fazla Facebook kullancısı olan ülke Türkiye. Diğer yandan da Türkiye’de yaklaşık 12 milyondan fazla Twitter kullanıcısı var. Bot hesaplar çıkarıldığında rakamlar yarı yarıya düşüyor. Fakat Facebook öyle değil. Daha taşra, daha yerel bir niteliği de var. Haberin ulaşılabilir kitlesi çok geniş. 2012’de Facebook hesabımızın yaklaşık 4 bin takipçisi varken çalışma başlattık. Facebook ile görüştük, hedef kitle analizlerimizi yaptık, kimlerin neler yaptığını inceledik. ABD seçimleri, İsrail’in Gazze bombardımanı Gezi olayları, Mısır darbesi gibi önemli

18 • Mart’16

Karantina gündemlere aktif yayıncılık yaptık. Bu sayede çok hızlı büyüdük. 17-25 Aralık sürecinde bir duruş gösterdik. Seçim süreçlerini çok iyi değerlendirdik. Seçimlere yönelik yazılımsal yatırımlar yaptık, dört dilde yayınlar sunduk. Yeni Şafak seçim sayfası bir seçim kütüphanesine dönüştü. Tüm bu süreçler sosyal medyayı ayrı birer yayın organları olarak kullandık. Facebook sayfamız şimdi global bir hesap. İngilizce ve Arapça sayfalarımızı açtık. Arapça’da çok hızlı büyüdük takipçisi 4 milyonu aştı. 1.5 milyondan fazla da İngilizce sayfamızın takipçisi var. Geri kalan 4.5 milyon takipçi ise Türk kullanıcılar. Twitter’da ise 500 binin üzerinde takipçimiz var. Rakiplerimize bakıyorum 1 milyon olan var, 2.5 milyon olan var. Fakat incelediğimizde aynı aktivitasyonu alıyoruz. RT sayılarımız hemen hemen aynı olur. Bu da takipçilerimizin aktif ve gerçekliğini ortaya koyuyor. Türkiye’de faaliyette bulunan bazı internet siteleri var. Bu siteler Soros’un Açık Toplum Vakıfları gibi kuruluşlarından fonlanıyorlar ve bunları şeffaf bir biçimde deklare etmekten çekinmiyorlar. Türkiye’de ciddi anlamda operasyonel habercilik faaliyetlerinde bulunuyorlar. Bu konuda neler söylemek istersiniz? Cumhurbaşkanı Erdoğan, son bir kaç yıldır ‘millilik’ ve ‘yerlilik’ kelimelerini çok kullanıyor. Bizim Cumhuriyetin kuruluşundan beri fazlaca uzak tutulduğumuz iki kelimedir. Toplum milli ve yerlidir, yani dokularımız böyledir. Menderes ile başlayan ve Erbakan Hoca ile devam edip bugünlere ulaşan bir serüvenimiz var. Örneğin Erbakan hoca, Konya’dan kalkmış vekil olmuş ve millilik üzerine bir kurgu yapmış. Türkiye’de yerlilik ve millilik üzerine bir sanayi devrimi başlatan bir ekol olmuş. AK Parti iktidarında da millilik ve yerlilik üzerine atılımlar yapıldı. Atak helikopterleri, Altay tankları, İHA’lar, uydular, otomobil hikayemiz, traktör üretimimiz, sağlıkta kendi aşımızı üretiyoruz vs. Bunlar hep yerlilik ve

millilik politikasının sonuçları. Şu an bir kırılmanın eşiğindeyiz aslında, toplum ve devlet olarak. Biz sömürülen bir devlet olmadık. Fakat bu ülkeyi, potansiyelini engelleyerek sömürdüler. Artık bunları kırmanın eşiğindeyiz. Böyle bir ülkede bu tip medya merkezlerinin olması da çok normal. Çünkü bunları fonlayan merkezler daha farklı ülkelerde darbeler yaptılar. Turuncu devrim dediler, kadife darbe dediler. Bu siteler gazetecilik yapıyorlar fakat tık sayıları, reklam potansiyeller ortada. Orada yazı yazanların “piyasa değerleri” de ortada. Örneğin Sputnik diye bir site var. Rusyanın resmi sitesi. Her türlü faaliyeti bu ülkede gösteriyorlar ve burada Türkiyeli gazetecilerle çalışıyorlar. Parayla oluyor bu işler. Sputnik daha iyi imkanlar sağlıyor. Basın özgürlüğü kisvesi altında sana her türlü karalama kampanyası yapma hakkı tanıyor. Yerli ve milli yayıncılık yapan medyalar, gazetecileri ise bu asla söz konusu olmaz. Aç kalır, maaşını alamaz ama fonlanmaz da. O tarz sitelerin fonlandığı ortada, neden fonlandığı da ortada. Yayın politikaları neden fonlandıklarını da gayet güzel açıklıyor. Bazı internet siteleri +18 galeriler ile tık peşinde koştururken bazı internet siteleri de haber ile ilgisiz flaş başlıklar atarak kullanıcıya ulaşmaya çalışıyor. Yeni Şafak’ın bu durumlara karşı tavrı nedir? Biz tamamen ahlaki değerler üzerinden hareket ediyoruz. Haberciliğimizi hiçbir zaman beden teşhirciliği üzerinden kurgulamadık. Yaparsak zaten okurumuz bizi kabul etmez. Bu tip bir habercilikle daha fazla okunma gibi bir amaç gütmüyoruz zaten. Fotoğraf arası habercilik yapmıyoruz. Haberi tüm gerçekliğiyle gireriz, detayını okurlarımız okur ve değerlendirmelerini yapar. Haberle ilgisiz başlık atmam, attırmam. Yeni Şafak’ın genç takipçilerine ne demek istersiniz?

Bu gazetenin yaşamın her alanı ile ilgili çok kıymetli içerikler üreten değerli köşe yazarları kadrosu var. Onları takip etmeye çalışsınlar. Bir takım dosyalar analizler hazırlıyoruz. Arşiv taraması yapsınlar, sadece bizden değil her kaynaktan yararlansınlar. Türkiye’nin yakın tarihini iyi okumaya çalışsınlar. 28 Şubat gibi ağır bir süreç geçirdik. Bu süreci iyi tahlil etsinler ve bugünlerle karşılaştırsınlar. Medya kurumlarının kritik dönemlerde nerede durduklarını, nasıl tavır aldıklarını gözlemlesinler. Gençler okuyorlar, araştırıyorlar, analiz ediyorlar. Bir karar verecekler. Bizim internet sayfamızda çalışan 50 personelin yaş ortalaması 24 yani hepsi genç arkadaşlar. Geleceğimiz bu arkadaşlar. Doktor olsalar da, mühendis olsalar da, öğretmen olsalar da yani hangi mesleği icra ederlerse etsinler medyayı mutlaka iyi bilsinler. Çünkü medya çok güçlü bir belirleyici.. Medyayı iyi bilirlerse kendi alanlarında da daha başarılı olurlar. Mart’16 • 19


Yok Artık!

Karantina

Dünyada ve Türkiye’de Dijital Kullanım Toplam nüfus: 7,4 milyar (Kentleşme %54) Aktif internet kullanıcıları: 3,42 milyar (Penetrasyon %46) Aktif mobil internet kullanıcıları: 1,86 milyar (Penetrasyon %25) Aktif sosyal medya hesapları: 2,31 milyar (Penetrasyon %31) Mobil hatlar: 3,79 milyar (Penetrasyon %51) Mobilde aktif sosyal medya hesapları: 1,97 milyar (Penetrasyon %27) Türkiye’de Toplam nüfus: 79,1 milyon (Kentleşme %74) Aktif internet kullanıcıları: 46,3 milyon (Penetrasyon %58) Aktif mobil internet kullanıcıları: 40,5 milyon (Penetrasyon %51) Aktif sosyal medya hesapları: 42 milyon (Penetrasyon %53) Mobil hatlar: 71 milyon (Penetrasyon %90) Mobilde aktif sosyal medya hesapları: 36 milyon (Penetrasyon %45) Dünyada ve Türkiye’de Yıllık Büyüme (Ocak 2015 – Ocak 2016 arası) Dünyada Aktif internet kullanıcısı: %10 büyüdü Aktif sosyal medya hesabı: %10 büyüdü Tekil mobil abone sayısı: %4 büyüdü Aktif mobil sosyal medya hesabı: %17 büyüdü Türkiye’de Aktif internet kullanıcısı: %10 büyüdü Aktif sosyal medya hesabı: %5 büyüdü Mobil abone sayısı: %2 büyüdü Aktif mobil sosyal medya hesabı: %13 büyüdü Medyada Geçirilen Zaman (Türkiye) Tablet, laptop veya pc’den günlük ortalama internet kullanımı: 4 saat 14 dakika Mobil telefondan günlük ortalama internet kullanımı: 2 saat 35 dakika

20 • Mart’16

Herhangi bir cihazdan günlük ortalama sosyal medya kullanımı: 2 saat 32 dakika İnternet kullanıcılarının günlük ortalama TV seyretme süresi: 2 saat 18 dakika

Karantina

Web Trafiğindeki Paylar Dünyada Laptop veya pc’den internete bağlanma oranı: %56 (Geçen yıla göre %9 azaldı) Mobil telefondan internete bağlanma oranı: %39 (Geçen yıla göre %21 arttı) Tabletten internete bağlanma oranı: %5 (Geçen yıla göre %21 arttı) Diğer cihazlardan internete bağlanma oranı: %0,1 (Geçen yıla göre %10 azaldı) Türkiye’de Laptop veya pc’den internete bağlanma oranı: %51 (Geçen yıla göre %25 azaldı) Mobil telefondan internete bağlanma oranı: %46 (Geçen yıla göre %55 arttı) Tabletten internete bağlanma oranı: %4 (Geçen yıla göre %9 arttı) Diğer cihazlardan internete bağlanma oranı: %0,03 (Geçen yıla göre %200 arttı) Aylık Aktif Kullanıcı Sayıları (Global) Facebook: 1,590 milyar Whatsapp: 900 milyon Facebook Messenger: 800 milyon Tumblr: 555 milyon Instagram: 400 milyon Twitter: 320 milyon Skype: 300 milyon Twitter: 284 milyon Viber: 249 milyon Line: 212 milyon Snapchat: 200 milyon Pinterest: 100 milyon Linkedin: 100 milyon Kaynak: wearesocial.com

Çin’de Yürürken Telefon Kullananlar İçin Ayrı Kaldırım Şeridi Yaptılar!

T

ürkiye’de pek olmasa da özellikle Avrupa’da, bisiklet kullananlar için ayrı yollar bulunur. Çin’deki Chongqing şehri de yepyeni bir uygulama yapmış ve yürürken telefonuyla oynayanlar için kaldırımda ayrı bir bölge yapmış. The Guardian’a göre NatGeo TV’deki bir deneyden esinlenmişler. Washington’da sosyal davranış analizi için benzer bir uygulama yapılmış. Kaynak:buzfeed

Çin’de bir internet kafede 19 saat boyunca bilgisayarın başından kalkmayarak “World of Craft” oynayan genç hayatını kaybetti.

İ

nternet kafenin güvenlik kamerasında hayatını kaybeden gencin, önce şiddetli bir şekilde öksürdüğü tespit edilmiş. Kendisi gibi aynı internet kafede olan arkadaşlarının verdiği bilgilere göre 24 yaşındaki Wu Tai, şiddetli öksürüklerin ardından inleyerek koltukta yığılı kalmış. Ayrıca gencin şiddetli öksürükle birlikte ağzından kan geldiği de görülmüş. Olay yerine gelen polis sözcüsünün ifadesine göre gencin ölüm nedeninin otopsi sonucunda belli olacağı, fakat ölümüne çok büyük olasılıkla bilgisayar başında uzun saatlerce Oyunoynamasının neden olduğunu belirtildi. Kaynak: Milliyet

Mart’16 • 21


Gündem

Gündem

BİR İZZET VESİKASI:

SURİYE KIYAMI İsmail Yasin AVCI

BM

İnsan Hakları Yüksek Komiserliği, 120 bin insanın ölümünün ardından 2013 yılında yaptığı bir açıklamayla Suriye’de ölü sayısının artık güncellenemeyeceğini duyurdu. Bu açıklamanın ardından binlerce insan daha varil bombalarıyla katledilmesine rağmen ölü sayısı 120 binde sabitledi. Bir millet düşünün ki, ölen binlerce insanını dahi dünyaya inandıramıyor… Suriye kıyamı 5 yılını geride bıraktı. En iyimser tabloda, 400 bin Suriyeli hayatını kaybetti, 8 milyon kişi Suriye içinde, 5 milyon kişi Suriye dışına göç etti. Muhaliflerin yenilgiye uğrattığı Esed’in imdadına zalim Batı’nın Ortadoğu bürosu İran yetişti. İran’ın da en değerli generalleriyle Suriye’ye gömülmesinin ardından Batı, savaş uçaklarını dahi papazlara kutsatan, ABD ile Suriye’yi çoktan bölüşmüş Rusya’ya bel bağladı. Amiyane tabirle, Suriyeli muhaliflerin savaşmadığı bir tek uzaylılar kaldı… Bunlar olup biterken Batı, bunca zamandır Ortadoğu’da Sünni bir canavar yaratmadığını fark

22 • Mart’16

etti ve DAEŞ’i kurdu. Dünya, DAEŞ’in Esed’e karşı savaşmasını beklerken DAEŞ Esed’e tek bir kurşun dahi atmadı. DAEŞ ile savaşmak için ABD’den onay alan PYD ise Türkiye’nin desteklediği muhalif gruplara saldırdı. PYD, Rusya ve ABD’nin destekleriyle 2015 yılında topraklarını %186 arttırdı. Nihayetinde Batı’nın asıl hedefinin Türkiye olduğuna dair bir şüphe kalmadı. Azez-Halep hattının da PYD tarafından ele geçirilmesi halinde, Batı’nın DAEŞ operasyonlarına başlaması bekleniyor. Akabinde DAEŞ’ten temizlenen topraklara PYD’nin yerleştirilmesiyle DAEŞ’in rolü tamamlanacak ve Ortadoğu’da Türkiye ile savaştırılmak üzere büyük bir PYD/PKK devleti kurulacak. Tuzakların üzerinde, tuzak kuranların en hayırlısı Allah izin verirse… Suriye kıyamı bunca acıya rağmen, zalim dünya sistemi için sonun başlangıcını temsil ediyor. BM’nin açlıktan kırılan Madaya halkına dahi yardım etmek için Esed’den izin almasını, insan haklarının teminatı olduğunu iddia eden Batı ülkelerinin mülteci

kabul etmemek için çevirdiği dümenleri, İranHizbullah milislerinin İsrail’den daha fazla Müslüman katletmesini, afili argümanların arkasına saklanarak İrancılık oynayan “Müslümanları” tarih elbet yazacaktır. Annesi varil bombalarıyla parçalanan çocuklar intikam için ayaklandıklarında “terörist” yaftalamaları da Batı’yı kurtaramayacaktır. Her savaş gibi Suriye savaşı da bir gün bittiğinde, sokaklardan çocuklarının cesetlerini toplayan babaların feryatlarına sağır kesilenler vicdanlarıyla baş başa kalacaktır. Eğer zerre kadar vicdanları kaldıysa… Hamdolsun, BM Genel Kurulunda “Dünya beşten büyüktür” diyebilen bir Cumhurbaşkanına, “Bizim yüreğimiz dünyanın bütün bütçelerinden daha büyüktür” diyebilen bir Başbakana sahibiz. Binbir iftira ve karalama kampanyasına rağmen dünyaya insanlık dersi veren Türkiye, zalim dünya sistemini onurlu bir isyanla sonlandırmaya adım adım yaklaşıyor. Batı, halihazırda 3 milyon Suriyeliyi misafir eden ve Suriyeliler için 8 milyar dolar harcayan Türkiye’nin iç meseleleri ile zayıflatılarak Suriye’ye ve mazlum coğrafyalara sırtını dönmesini hedefliyor. Türkiye içindeki paralı Batıcılar ise iç meselelerimizi fırsat bilerek zihinlere “Suriyelileri aldığımız için başımıza bunlar geliyor” algısını yerleştirmek için olanca gücüyle çabalıyorlar. CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, Türkiye’ye sığınan mültecileri taş taş üstünde kalmamış Suriye’ye geri yollayacağını söylüyor. Irkdaşları olmayanlara yardım edilmesine karşı çıkan, ırkdaşları Türkmenlere giden MİT tırlarının ise DAEŞ’e gittiği iftirasını atan MHP Genel Başkanı Bahçeli özür dahi dilemiyor. İç ve dış düşmanlarla bu denli büyük bir kuşatma altına alınan Türkiye’nin hala dimdik ayakta olmasının tek bir açıklaması var: Mazlumun duası… Suriye kıyamının başladığı 2011 yılından bu yana 150 bin çocuk Türkiye mülteci kamplarında dünyaya gözlerini açtı. Türkiye’nin misafir ettiği 3 milyon Suriyelinin 1,2 milyonunu 18 yaşından küçük çocuklar oluşturuyor. Muhtelif raporlara göre 2 milyon Suriyelinin temelli olarak Türkiye’de kalacağı, dolayısıyla Türkiye’nin genç nüfusunun 1,2 milyon artacağı öngörülüyor. Hal böyle olunca “adam yetiştirme” iddiası olan sivil toplum kuruluşlarının omzuna ağır bir yük, ağır bir vebal yükleniyor. Doğu-Batı seferleri düzenleyerek mülteci kamplarındaki çocuklar ile Türk

çocuklarının kalplerinin birbirine ısındırılması uzun vadede elzem görünüyor. Her şeyden öte, devlet memuru pozisyonu hasebiyle kamp yönetimlerinin temas edemediği noktalara sivil toplum kuruluşlarının yoğunlaşması gerekiyor. Her birimizin malumu 28 Şubat, Türkiye’de donanımlı bir Müslüman nesli heba etti. Yine 28 Şubat’ın bir sonucu olarak, “28 Şubat’tan sonra yalnız bunlar ayakta kalabildi, destekleyelim” algısıyla hüsnü zan gösterilen “donanımlı” kadrolara sahip Gülen örgütü, nihayetinde ihanetleri ile Türkiye’nin bir neslini daha heba etti. Şimdi ise elimizde tertemiz bir nesil daha var. Bu nesli de heba edersek Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun bir daha belinin doğrulduğunu görebilir miyiz Allahualem… Kilis Valisi, geçtiğimiz günlerde 130 mülteciyi kabul edeceğini duyuran Avrupa ülkesine “130 kişiye evimde bakabilirim” cevabını verdi. Kilis, nüfusu kadar, Suruç ise nüfusunun iki katı kadar mülteciye ev sahipliği yapıyor. Gaziantep, 600 bin Suriyeli misafir etmesine rağmen her anlamda örnek bir şehir olma özelliğini koruyor. Hatay Yayladağı’nda Suriye Türkmenlerinin yetimleri için kurulan Özgürlük Esintileri okulunda 600 çocuk eğitim görüyor. Ümmetin gururu İHH, Azez ve Halep’ten göç ederek Kilis Öncüpınar sınırına gelen 100 bin Suriyeliyi misafir ediyor... Türkiye ensar olmanın kıymetini biliyor, ensar sınavından alnının akıyla çıkıyor. 3 milyon Suriyelinin sığındığı Türkiye’de ufak tefek birkaç olay dışında ciddi bir asayiş sorununun oluşmaması da Suriyelilerin vefalı bir millet olduğunu gösteriyor. Ne diyordu o güzel şiir: “Vefalı Türk geldi yine, selam sana Türk’ün bayrağına…” Velhasıl; dağ, taş, insan ve tarih şahit olsun, vefalı iki milletin kaderi Anadolu’da yeniden yek vücut oluyor… Vesselâm. Mart’16 • 23


Analiz

Analiz

BALKANLAR

COĞRAFYANIN BAĞLADIĞI DÜĞÜM VE TARİHİN GETİRDİĞİ KADER ARKADAŞLIĞI M. Salih DEMİRTAŞ

GİRİŞ Türkiye gerek tarihsel arka planıyla, gerek coğrafi konumu itibarıyla, gerekse çevre ülkelerle kurmuş olduğu kadim kültürel bağlarla, tarihin sahnesine çıkmak için hazırlanan veya zorlanan bir oyuncu misali potansiyel bir aktör konumundadır. Bu aktör, coğrafi şartlar ve jeopolitik konumu itibariyle bir ateş çemberinin içinde bulunmaktadır.Ülkemiz bir yandan siyasal literatürde de kullanılan etnik iç içeriği ve karmaşıklığı anlatan Balkanlar, bir yandan siyasal istikrarsızlığın,vesayet savaşlarının ve bölgesel gerilimin had safhada olduğu Ortadoğu ve bir taraftan da gerilimli ilişkilerin olduğu Kafkaslar çemberinin içindedir. Buralarda yaşanan her türlü sorun Türkiye’yi de doğrudan etkilemektedir ve bunları görmemezlikten gelme ve kendini soyutlama imkanı bulunmamaktadır. Bu çalışmada Balkanların coğrafi konumu ve bölgenin isimlendirmesinde hangi tanım24 • Mart’16

lamaların kullanıldığı incelenmeye çalışıldı. Balkanların sınırlarını belirlemede bir çok sıkıntı oluşmuştur. Özellikle bu sınırların kültürel veya coğrafi olarak farklılık arz etmesi, üzerinde ortak bir tanımlamanın oluşmasında sıkıntı yaratmaktadır. Bölgenin isimlendirilmesinde farklı tanımlama girişimleri de olmuştur ve bu tanımlamaların arka planında zihinsel olarak eski tarihsel bağlarından ve aidiyetinden farklı bir algının içinde şekillenen yeni bir jeopolitik alan içerisinde değerlendirilmeye çalışılmıştır. Bu durum çalışma içerisinde kısa bir şekilde ele alınmıştır. Bölgenin dinamiklerini etkileyen en önemli arka planlardan biri de tarihtir. Balkanların tarihi bugünkü balkanları anlamak için bize bazı ipuçları verebilir.Özellikle Türkiye özelinde, Osmanlı Devletinin Anadolu’da bir uç beyliği olarak başladığı serüvende ilk 50-60 yılda kaderini “rum-ili”ne bağlayarak aynı zamanda bir balkan devleti olarak büyümesi ve kısa süre-

de balkan dinamiklerinin önemli bir parçası ve öznesi olması Türkiye’nin bugünkü balkanlar siyasetindeki kendi tarihsel hafızasına dayanarak kendi öz dinamiklerini yaratmada önemli ip uçları verebilir. Balkanlar, tarih boyunca bulunmuş olduğu konum ve coğrafi özellikler itibariyle kültürlerin kavşak noktası, Avrasya’yı Akdeniz dünyasına, Avrupa’yı Asya’ya bağlayan bir köprü olmuştur. Jeokültürel olarak güçlü bir mozaik , jeopolitik olarak istilalara açık ve farklı etnik unsurları homojenlikten uzak bir şekilde birbirinden bağımsız kılan bir coğrafya ve jeostratejik olarak devletlerin hakimiyet kurmaya veya etkin olmaya çalışarak kilit noktalara sahip olmak istediği bir bölgedir.Bu bölge üzerinde tarih boyunca zaman zaman çeşitli devletlerin yine kendi devlet akılları çerçevesinde geliştirmiş oldukları politikaları bulunmaktadır. Ahmet Davutoğlu’nun tabiriyle “tarihi süreç içerisinde oluşan kimlik bilinciyle geçici siyasi dalgalanmaların ötesinde bir süreklilik arz eden ülkelerin stratejik zihniyeti” , bu politikaları şekillendiren ana unsurdur. Türkiye, milliyetçilik akımının etkisiyle bağımsızlaşma ve kopuşların başladığı Balkanlarda yaşanan etnik ve dini bir çok sorunlarla beraber, bölge de etkinliğini kaybederek adeta tutkal görevi gören devlet yapısının gücünün bitmesiyle balkan stratejisinde özne olmayı yitirmişti. Buna rağmen balkan Türklerinin sığınağı olarak oradaki Müslüman ve Türk halkının umudu olmaya devam etmiştir. Soğuk Savaşın bitimiyle Sovyetlerden ayrılan ve birbirleriyle birçok problemi olan balkan devletleri, bölge de “barut fıçısı” gibi durarak genel bir tahammülsüzlükten kaynaklanan siyasal gerginliğin ve katliamların meydana geldiği talihsiz bir yer olmuştur. Bununla beraber kendi tarihsel ve kültürel arka planından kaynaklanan gücünün farkına varan Türkiye, bölgede kültürel kodlarında bulunan “hoşgörü” ve “birlikte yaşama” üslubunu güncellenmiş bir şekilde yeniden hayata geçirebilecek bir stratejik akıl üretmeye başlamış ve bölge de nüfus gücünün ve aslında tarihsel birliktelik tecrübesinin de bölgenin ve kendi menfaatine kullanabileceğinin farkına varmıştır.

Son olarak ülkemiz balkanlarda uygulayabileceği stratejiler üzerinde , hem bölgenin istikrarı hem de o farklılıklara rağmen bölgesel barış mozaiğinin oluşmasını sağlamaya yönelik politikalar ne olabilir,bunları inceleyeceğiz.

COĞRAFİ YAPISI Balkanlar Avrupa’nın güneyinde bulunan 3 yarımadanın en doğusundaki yarımadadır. Bölge adını Bulgaristan ‘da bulunan Balkan dağlarından alır. Gerçi bu isim 19. yy’ın başlarından beri kullanılmaktadır.İlk balkan yarımadası tanımını ortaya atan Auguste Zeune’du1 .Kelime anlamı itibariyle “sık ormanlarla kaplı sıradağ ya da çalılıklarla kaplı engebeli arazi” anlamına gelmektedir. Bölgenin isimlendirilmesinden önce coğrafi konumunu ifade etmeye dönersek ,fiziki coğrafya açısından Balkanların sınırları kuzeyde Tuna Nehri ve Sava Irmağı, doğuda Karadeniz, güneydoğuda Ege Denizi, güneyde Akdeniz, güneybatıda İon Denizi ve Adriyatik ile çevrilidir. Siyasi coğrafya açısından ise Balkanlar; Arnavutluk, Bulgaristan, Yunanistan, Türkiye’nin Avrupa’daki toprakları ve eski Yugoslavya ile Romanya’nın tümünü içine alır.İlk tanımlamaya göre bölgenin yüzölçümü 505.000 km karelik bir alanı kaplarken ikinci tanımlamaya göre ise aşağı yukarı 780.000 km karelik bir alanı kaplamaktadır.Diğer bir sınırlandırma ise Osmanlı Devleti’nin Avrupa’daki Hıristiyan dünyası ile çizdiği sınır olarak biliniyor.Bu durumda Moldava ve Ukrayna’nın bir kısmı da bu haritanın içine giriyor.Bu sınırlandırmaya göre ise toplam yüzölçümü 1.000.000 km kareyi buluyor. Mart’16 • 25


Analiz

Analiz

Britannica Ansiklopedesinde2 Balkanların Balkan Yarımadası olarak adlandırıldığı Slovenya,Hırvatistan, BosnaHersek, Sırbistan, Kosova, Karadağ, Makedonya, Arnavutluk, Bulgaristan ve Romanya’yı kapsadığı belirtilmektedir. Diğer sınırlamalardan farklı olarak coğrafi sınırlandırmalardan ziyade ülkeler ile sınırlandırılmış bir balkanlar tarif edilmektedir. Yarımada Tuna nehrinden başlayarak Karpat Dağları, Bulgaristan’da Balkan ve Rudop Dağları ile Karadenize;Transilvanya Alpleri, Pindus, Dinarik Alp silsilesi, Arnavutluk ile Adriyatik denizi, Ege ve Akdeniz’e açılır.3 Bölgenin jeolejik yapısı itibariyle Avrupa’nın güneyindeki diğer bölgelerden farkı olarak kendisini kuzeyden koruyan doğal sıradağlardan oluşan bir set bulunmayışı, bölgeyi istilalara açık kılmakla beraber dağların ve coğrafi şekillerin etkisiyle bölge içerisinde yaşayan farklı etnik halkların kaynaşmasını engelleyen bir yapıya sahip adeta. Bölgenin tanımlanmasıyla ilgili kısma gelecek olursak 19yy’a kadar Osmanlı’nın Avrupa toprakları için Avrupalılar Avrupa Türkiye’si, Avrupa’daki Türkiye tabirlerini kullanırken Osmanlı Devleti Avrupa-i Osmanî ve Rumelî-i Şâhâne gibi isimleri tercih ediyordu.4Yukarıda bahsettiğimiz gibi 19. yy da Balkanlar ismi bu coğrafya için kullanılmaya başlandı. Daha sonra Avrupa tarafından Güney Doğu Avrupa olarak da tanımlansa da Balkanlar tanımı bölgeyle özdeşleşti. Bölgelere verilen isimler özellikle balkanlar gibi Karadeniz ,Adriyatik,Ege ve Akdeniz’e sınırı olan, doğuya açılan kapı olan ve enerji yollarının üstünde olan bu bölgeye verilen isimlerin arka planında bir kimlik oluşturma ya da bir kimlikten koparma açısından önemli bir yeri vardır.

TARİHİ ARKAPLAN F.Braudel tarih üzerinde yaptığı okumalarda coğrafyanın belirleyiciliği üzerine vurgular yapmaktadır. Coğrafi şartların bir çok şeye kaçınılmaz olarak zemin hazırlamasından bahsetmektedir.Özellikle Akdeniz üzerine yapmış olduğu çalışmalarında Akdeniz’in Kuzeyi ile Güneyi’nin Doğusu ile Batı’sının her zaman 26 • Mart’16

farklı güç odakları arasında bir mücadelenin alanı olduğunu ifade eder.Kimlikler değişse de coğrafi konumlanmalar genel hatlarıyla bazı durumları kaçınılmaz kılmaktadır. Tarihi ve güncel siyasi okumalar bu bakış açısıyla ele alındığında jeopolitik konumun yani coğrafyanın bütün unsurları ile aktifleşmesi ve bu unsurların değerlendirilerek sonuçlar çıkarılmasının5 stratejik önemi ortaya çıkmaktadır. Jeopolitik; bugünkü ve gelecekteki güç ve amaç ilişkisini politik düzeyde fiziki ve siyasi coğrafyayı esas alarak inceler.Bütün güç unsurlarının , coğrafi platform ve verilerle politikaya çizdiği yönü belirler.6 Balkanlar, tarih boyunca birçok kavimlerin ve orduların istilasına hedef olmuştur. İstilacılar, genellikle Boğazlar ve Trakya’dan; Güney Rusya ve Aşağı Tuna vadisinden ve Avusturya ve Macaristan’dan Balkanlara girmişlerdir Bu bakımdan gerek Balkanlar siyasi coğrafyasının bugünkü karmaşık durumunu yansıtan jeopolitik bölünmeler, gerekse bunlara paralel ulusal nitelikler ve demografik özelliklerin çeşitliliği Balkanların tarih boyunca ve topoğrafyasının belirtilen ayırıcı ve bölücü karakterinin doğal sonucu olarak, balkan toplumları arasındaki ilişkiler, daima rekabet ve mücadele karakteri taşımış; yerel gerginlik ve sürtüşmeler, Balkanlar’daki iç kararsızlık ve Balkan devletlerinin kendi güvenlik ve bekalarını sağlamak için bölge dışından müttefik edinmeleri dış müdahaleleri davet etmiştir. Balkanlarla ilgili tarihte konumuzla ilgili olmadığı için çok geriye gidemeyeceğiz. Bizi ilgilendiren kısım Osmanlı’nın bu “coğrafyadaki” tarihsel arka planının nasıl oluştuğuyla ilgili olduğudur. Bilindiği üzere Süleyman Paşa’nın Gelibolu’da bulunan Çimpe Kalesini almasıyla ilk kalıcı adım “rum-ili”ne atılmıştı. Giriş kısmında da belirttiğimiz üzere Osmanlı bir uç beyliği olması hasebiyle Batı’ya açılması daha kolaydı. Kuruluşundan kısa bir süre sonra bir balkan devleti olarak, o bölgede etkin bir güç olmaya başladı. Osmanlı Devleti’nin ana politikalarından biri o bölgeye yerleşmekti. Bundan dolayı iskan politikaları uygulanarak balkanlar yurt edinilmeye başlanılmıştır. Fetihlerin bu kadar hızlı olmasının arkasında dervişler ve ta-

rikatlar büyük rol oynamıştır. Bu dervişler yanlarında 50-60 bazen de 150-2007 kişilik derviş gruplarıyla bizzat toprak fetihlerine katılıyorlardı. Balkanların Türkleştirilmesi ve İslamlaştırılmasında etkin rol oynuyorlardı. Bu da fetihlerin kalıcılığını ve bölgede sağlam zemine oturmasını sağlıyordu. Balkanlarda dervişlerin örneklikleri aynı şekilde Anadolu’nun fethinde de Ahîyân-i Rum,Baciyâni Rum ve Gâziyâni Rum gibi teşkilatların sadece askeri bir örgütlenme değil aynı zamanda ticari, sosyal dayanışma şeklinde kooperatif oluşturması ve bölge insanlarına örneklik teşkil edecek şekilde kendilerinden olmayanlara da yardımseverlik, ticari ahlak ve dürüstlük , sosyal problemlere çözüm üretmeye çalışmak ,kardeşlerinin dertleriyle dertlenmek gibi güzel hasletlere sahip kişilerin tabiri caizse günümüze ait bir kavram olan “yumuşak gücü” farklı bir tarzda, belki de o zamanın ruhuna uygun bir şekilde kullanarak fetihleri bölge halkları üzerinde kalıcı hale getirmişlerdir. “Yumuşak güç” fiziki güç kullanmadan değerler ve kültürler yoluyla “diğer toplumların” karakteristik algılarını şekillendirmektir.3 ana öğeye dayanıyor: Kültür, Siyasal değerler , ahlak ve adaleti belirlemede etkin bir güç olma.8 Bu durumun dışında balkanlarda hakim olan Osmanlı devletinin o coğrafyada izlemiş olduğu politika ne tamamen bölgeyi homojenleştirmeye çalışmaktı, ne de bir etnik temizleme yapmaktı. Sadece oradaki farklılıkları gerek etnik köken, gerekse dinsel açıdan bir arada tutan bir tutkal görevi, tabiri caizse hakemlik

yapıldı. Burada ön plana çıkarılması gereken unsur aslında bugüne de mesaj vermesi açısından “Osmanlı orada 500 yıl adalette hükmetti. Bizim ecdadımız şöyle hükmetti, böyle yendi.” retoriği değil, “Biz 500 yıl, farklı etnik gruplarda olsak, farklı dinden de olsak beraber yaşayabildik” tecrübesidir. Kuvvetle muhtemeldir ki dün bu topraklarda yaşayan bir “Osmanlı” da bugün gelse ikinci söylemi tercih ederdi.* Zamanı biraz daha hızlandırarak ileriye saracak olursak; bölgedeki ayrılış ve problemlerin oluştuğu zamanlara geldiğimizde Tayfun Nasuhbeyoğlu’nun belirttiği üzere 5 ana adım, kopuşun sürecini oluşturuyor.9 1. Karlofça Anlaşması-Sonun Başlangıcı (1699) 2. Sırp İsyanı-İlk Ulusal İsyan 1804 Bükreş Anlaşması 3. Yunan İsyanı-İlk Kopuş (1830) Londra Antlaşması 4. 93 Harbi-Büyük Kopuş (1878) 5. Balkan Savaşı-Etin Kemikten ayrılması (1912/13)10 Karlofça Antlaşmasından sonraki süreçlerde bilindiği üzere milliyetçi akımların etkisi ve toplumsal bilinçlerin gelişmesi ve bu durumun stratejik olarak diğer devletler tarafından tahrik edilmesiyle kopuşlar başlamıştır. Bu durum bölgenin istikrarının uzun bir süre bozulmasıyla sonuçlanmıştır.Bölgede her grup diğer gruplara üstünlük kurma ve büyük ideallerle(!) agresif bir tutum sergilemiştir. Bölgedeki Müslüman nüfusa karşı bir tahammülsüzlük de dinsel-kültürel arka plan hasebiyle artmıştı.

Balkanlarda Osmanlı Askerleri Mart’16 • 27


Analiz

Analiz Balkan Savaşı

Balkanlar’da etkili olmasına ve bölgeye müdahale etmesine engel olmak gibi politikaları genel olarak Balkanlar’da gütmektedir.Fransa ise bu bölgede Alman nüfuz alanının kendi aleyhine genişlemesini engellemek, Balkanlar da ve daha geniş anlamda Avrupa’da sorunları çözebileceğini göstermek, AB içinde liderliğini sürdürmek13 gibi politikaları bulunmaktadır. Balkanlar hem kıta Avrupası’nda hem de daha geniş bölgesel çapta kilit noktalardan biri olduğu için güç odaklarının ister istemez mücadele alanı olma durumuna düşmektedir.

GÜNÜMÜZDE BALKANLAR

NE YAPMALI?

Balkanların tarihi konusunu işlemediğimiz için birinci dünya savaşından soğuk savaş dönemine bir tarihsel bilgi vermekten ziyade bölgenin jeopolitik ve jeostratejik konumu itibariyle büyük devletlerin, bölgede soğuk savaşın bitimi ve sonraki olaylar zincirinde Yugoslavya’nın da bölünmesiyle ortaya çıkan balkan devletleri üzerindeki politikaları ve stratejileri daha fazla önem arz etmektedir.Çünkü Balkanlar, coğrafi konumu gereği Avrupa’nın Ortadoğu’ya açılan kapısı, enerji yollarının üzerinde olan bir yerdir. Beşeri ve demografik özellikler olarak büyük devletlerin politikalarının karşılık bulabileceği etnik ve dinsel çeşitliliğin oldu bir alandır. Günümüzde büyük güçlerden biri olan Rusya bölgedeki etkinliğini arttırmaya,bölgedeki ekonomik çıkarlarını korumaya,ABD önderliğindeki Nato’nun bölgede etkinliğini arttırmasını engellemeye ve Türkiye’nin bölgedeki etkinliğini sınırlandırmaya çalışmaktadır.11 Rusya bu tarz amaçlarını gerçekleştirmek için Sırbistan kartını Slavlık ve Ortodoksluk üzerinden oynamaktadır.ABD bölgede varlığını devam ettirmek için Kosava üzerinde etkin olmaktadır. Almanlar ise Bosna Hersek üzerinden etki sahasını Doğu Avrupa ve Balkanlara genişletmeye çalışmaktadırlar.Dolayısıyla bölge de Rus etkisi olmasını pek istememektedirler.Almanya, Balkanlar’da etki alanı yaratmak ,Akdeniz ve Ortadoğu çıkarlarını korumak, Avrupa’da sorunları kendisinin çözebileceği iradesini göstermek istemektedir.12 İngiltere ise Doğu Avrupa’da varlığını devam ettirmek, Rusya’nın

Ahmet Davutoğlu’nun da sürekli vurguladığı, bir toplumun ortak tarih tecrübesinden doğan tarih bilinci, psikolojik,kültürel, dini ortak tüm değerlerin yansıdığı bir coğrafyada oluşan bir zihniyet ve stratejik akıl bize ilk olarak kim olduğumuzu ve gücümüzü tartabileceğimizi gösterdi.Bize bir şuur kazandırdı. Başlangıç olarak bu şuur bize dinamizm kazandırsa da stratejik akıl kurumsallaşmadığı sürece bölgemizin ve tarihin öznelerinden olma hakkımızı kaybedebiliriz. Balkanlarla ilgili strateji geliştirilmeden önce, oranın bizim bir parçamız olduğu,fakat bir sahip olma dürtüsü ile değil, yıllardır komşularımızla ve kardeşlerimizle(Müslüman unsurlar) adalet ve merhamet ilkesiyle beraber yaşadığımız kendisini Anadolu’dan bağımsız düşünemeyeceğimiz bir yer olduğu bilincini yeni nesillerde diri tutmak adına lise veya ortaokul öğrencilerinin “kardeşlik projeleri” gibi oraları görmeleri ve hissetmelerine vesile olacak projeler yapılarak, oradan da buraya gelerek onların da aynı duyguyu buraları için hissedebiceği projelerin desteklenerek daha çok “yumuşak güce” yönelik programlar yapılabilir ve teşvik edilebilir. “Yumuşak Güç” üzerinden çeşitli sivil toplum kuruluşların ortak çalışmalar yapılmasına teşvik edici programlar yapılarak, önyargıların kırılabileceği bir ortam yaratılabilir. Bunlar bölgesel stratejik aklın bir parçası olabilir. Devletlerarası yaşanan olaylar ve çekişmeler reel-politik düzlemde daha etkin gözükse bile bu tarz yumuşak güç kullanımı uzun vaade de

28 • Mart’16

yarar sağlayabilir. Türkiye olarak biz şu an için bir şeyleri yapabilecek güçte olsak bile bizim aleyhimize gelişen bir durumda bizim aleyhimize olan devletle, hangi devletin menfaatleri bu bölgede çatışıyorsa ona yakın bir kısa vadeli denge politikası geliştirilebilir. Boşnaklar ve Arnavutluklar özellikle desteklenerek Müslüman unsurların o coğrafyanın dinamiklerinde özne konumunda olmasını sağlamaya yönelik çalışmalar yapılabilir. Bu öznelik, bölgede olası yapılabilecek stratejik hamlelere karşı kendi iç dinamikleri ve kimlikleriyle bir duruş oluşturursa, bölgesel istikrarın sağlanmasında daha etkili olunabilir. Çünkü bizzat bölge devletlerin iradeleri bölge barışını ve istikrarını güvence altına alabilir. Aksi takdirde bölge jeopolitik konumu itibari ile dışarıdan nesneleştirilmeye ve nüfus etkisi altına alınmaya müsait bir yapısı bulunmaktadır.Bu hususta Türkiye’ye düşen görev geçmişten aldığı mirasında tecrübesiyle bölgesel ittifaka,ekonomik işbirliklerine, enerji yolları üzerinde ortak hareket ederek güvenli bir ortam sağlamaya yönelik hamleler yapmasıdır. Karşılıklı güven tesis etmenin ve özellikle Müslüman ve Türk olmayan bölgelerde 100150 yıl önce ortaya çıkan anlamsız suni ve tutuşturulmuş öfkeler ve önyargıları yıkmaya yönelik adımlar atılabilir. Bu minvalde özellikle ortak üniversiteler kurulmalı ya da üniversitelerde Balkan ülkeleriyle ilgili karşılıklı projeler çoğaltılıp öğrencilerin git gel yapılması sağlanabilir ve böylece karşılıklı kişisel dostluklar da

pekişerek toplumsal anlamda bir yakınlaşma sağlanabilir. Anadolu coğrafyasında yaşayan toplumun kültür kodlarında “ilay-ı kelimetullah” diye bir kavram vardır. Daha önce bahsedildiği gibi bir toplumunun stratejik aklını belirleyen şey o toplumu oluşturan tarihsel tecrübe, psikolojik,kültürel,dinsel, ortak idealler gibi unsurların bulunduğu coğrafya üzerinde ete kemiğe bürünüp ortaya çıkmasıydı. “İlayı kelimetullah” tarih içerisinde dejenere olup hafiflese de bu kavram barındırdığı ideal itibariyle anlamlı bir ifadedir.Bu devletin politikasına dini sokmak olarak anlaşılması yanlış olur. Bu kavram bir ruhu ,bir ideali ifade eden bir mefhum aynı şekilde “nizam-ı alem” kavramı da bu mirasın bir parçasıdır. Bu kelimeler günümüz dünyasında zamanın ruhuna uygun bir şekilde tevil edilerek tekrar canlı bir şekilde hayatın içine girebilir. Bu kavramların ve ideallerin toplumsal ve stratejik karşılığı yeryüzünde ve bölgede dengeyi sağlamak, mazlumun ve hakkı yenilenin yanında olmak, toplumları kaynaştırmak gibi bir çok anlamda rahat bir şekilde anlaşılabilir.Özellikle Balkanlar gibi bir coğrafyada böyle bir kültürel kodu güncelleyerek tekrar aktif hale getirmek en azından ülkemizde politika üretenlerde daha fazla bir samimiyet ve enerji sağlayabilir. Bu, kadroları şartlandırarak söylenen hamasi bir milliyetçi retorikten ziyade, kültürel ve zihinsel kodlarımıza ilişkin bir zihinsel ön hazırlık ve toplumsal bir ideal olarak okunmalıdır. Mart’16 • 29


Analiz

Röportaj SONUÇ

Balkanlar coğrafi konum olarak tarih boyu istilaların ve göç yollarının üstünde olan dağlık bir bölgedir. Özellikle coğrafi konumu Güney Avrupa’nın diğer iki yarımadasından farklı olarak kuzeyden set çeken kara kıtasına karşı doğal bir koruma alanı bir dağ kuşağı olmadığından, tarih boyunca kuzeyden gelen istilalara ve saldırılara açık bir bölgedir.Bölgenin jeopolitik konumu itibarı ile Avrasya’nın, Akdeniz’e açılan kapısı, Avrupa’nın Asya’ya ve güneyden Afrika’ya açılan kapısı, Doğuda Karadeniz üzerinden Kafkaslarla ve Kırımla bağlantısı olan özel bir yere sahiptir. Jeokültürel olarak birçok kültürün kesişme noktası buluşma havzası olması hasebiyle birçok etnik ve inançsal farklılığı içinde barındıran bir özelliği vardır.Bu durum aynı zamanda bölgenin de kaderini belirleyen bir olgudur. Geçmişten günümüze doğru geldiğimizde bölgenin hassas konumu ve farklı grupların iç içe geçerek yaşaması , hem jeopolitik, hem jeostratejik hem de jeokültürel açıdan bölgede nüfus sahibi olmak isteyen devletlerin ilgi odağı olmuş ve üzerinde bir çok stratejik hamlelerin savaştığı bir satranç tahtası olmuştur.Aynı zamanda enerji yollarının üzerinde olması da bu bölgenin jeopolitik önemini biraz daha arttırmaktadır. Tüm bu durumlar göz önüne alındığında, ülkemiz açısından Balkanlarda uygulanması gereken politika ve balkanlara yaklaşımı kendi bulunduğu toplumun değerleri ve coğrafyası üzerinde harmanlaşan bir stratejik aklın, balkanlarda kendine ve balkan topluluklarına ait bir “barış mozaiği” tecrübesini yeniden inşa edilmesi gerekliliği, bölgenin bize sunmuş olduğu “kader arkadaşlığının” bir şartıdır.Bu minvalde coğrafyamızın , ortak tecrübelerimizin ve tarihimizin şemsiyesi altında “Ne Yapılmalı” ve “Nasıl Yapılmalı” sorularına sürekli sorgulayarak güncel cevaplar üretmek durumundayız. KAYNAKÇA: • •

Osman KARATAY,Bilgehan A. GÖKDAĞ, Balkanlar El Kitabı Cilt 1: Tarih,Öncü Basımevi,Ankara,2006 Deniz EKİNCİ,George MLADENOVSKİ,Reshat QAHİLİ,Fatih Mehmet SANCAKTAR,Mehmet ÖZDEMİR vd.,Cyril and Methodius

30 • Mart’16

• • • • • •

• • • • • • • • • • • • •

1 2 3 4 5 6 7 8 9

10 11 12 13

University,Skopje,2011 Yrd Doç Dr Caner SANCAKTAR, Balkanlar’da İşbirliğine Engel Bir Engel Olarak Aşırı Milliyetçilik, , 3. Uluslararası Balkan Kongresi, s.177-200 Doç. Dr. Timuçin KODAMAN,Dr Hakan BİREL,21. Yüzyıl Balkan Jeopolitiğinin Çok Boyutlu Bir Bakış Açısı İle İncelenmesi Ve Türkiye’ye Etkilerinin Değerlendirilmesi,Y. 2014,C.19,S.1, s.49-64 Ahmet DAVUTOĞLU, Stratejik Derinlik,Küre Yayınları,2001 Tayfun NASUHBEYOĞLU, Balkan Tarihine Genel Bir Bakış,makale, Ekim 2008,İstanbul Muhammet KAÇMAZ, Balkan Coğrafyası, Sakarya Üniversitesi Balkan Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Yayınları, Cilt 1, Sayfa 11-37 Nadire Filiz İRGE, Balkanlarda Jeopolitik Bölünmeler ve Türkiye, Bu metin 28-29Nisan 2014 tarihlerinde Kocaeli Üniversitesinde düzenlenen“Uluslararası Balkan Kongresi” başlıklı konferansta sunulan tebliğdir . Dilek KÜTÜK, Balkanlar’da Osmanlı’dan Avrupa Değerlerine, c. ,İstanbul, 2014 Dr. Bülent Şener, Balkanları Türk Dış Politikası Açsından Önemli Kılan Faktörler,c. Suat İLHAN, Jeopolitik Kavramı ve Unsurları,Avrasya Dosyası,c , s.318-322 Sadat DEMİRCİ, Rusya’nın Balkanlardaki Yeni Jeopolitik Çıkarları, Çankırı Karatekin Üniversitesi Uluslar arası Avrasya Strateji Dergisi 1(1): 45-60 Edip DURMAZ, TaRihsel Süreç İçerisinde Coğrafi, Siyasi Ve İdari Bir Terim Olarak “Rumeli”(12.-19. Yüzyıllarda), Electronic Journal of Vocational Colleges-May/Mayıs 2014 Gülçin SAĞIR, Türkiye’nin Bosna Hersek Savaşı’ndaki Politikası, http:// www.uiportal.net/turkiyenin-bosna-hersek-savasindaki-politikasi.html Caner SANCAKTAR, 1990 Sonrası Türkiye’nin Balkanlar Politikası, 12.07.2010, http://tasam.org/tr-TR/Icerik/1294/1990_sonrasi_turkiyenin_balkanlar_politikasi Caner SANCAKTAR, Balkanlar Türkiye İçin Neden Önemli?, 27.05.2010, http://tasam.org/tr-TR/Icerik/71/balkanlar_turkiye_icin_neden_ onemli Caner SANCAKTAR, Türkiye’nin Balkanlar Politikası Üzerine Genel Bir Değerlendirme: Amaçlar ve Yapılması Gerekenler, 04.08.2010, Caner SANCAKTAR, Türkiye’nin Balkanlar’dan Kopuşu ve Geri Dönüşü, 24.06.2010,http://tasam.org/tr-TR/Icerik/66/turkiyenin_balkanlardan_kopusu_ve_geri_donusu Hasret ÇOMAK, Balkanlar ve Bosna - Hersek’in Jeopolitiği, 24.04.2009, http://tasam.org/tr-TR/Icerik/3790/balkanlar_ve_bosna_-_hersekin_jeopolitigi İhsan BAL,Çılgın Türkler Balkanlarda, 30-04-2010, http://www.usak. org.tr/analiz_det.php?id=1&cat=365780#.VrNJprKLTIU Muzaffer VATANSEVER, Türkiye’nin Balkanlar Stratejisi: Türk Dış Politikasında DeğişenDinamikler, 21-09-2010, http://www.usak.org.tr/ analiz_det.php?id=10&cat=1537#.VrNJhLKLTIU

Dipnotlar

Muhammed Kaçmaz, Balkan Coğrafyası, makale; ayrıca Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik sf 121 Britannica Ansiklopedisi, http://www.britannica.com EBchecked/topic/50325/Balkans Son erişim tarihi: 10.02.2016. Muhammed Kaçmaz, Balkan Coğrafyası, makale sf 12 ayrıca Balkanlar El Kitabı,cilt 1,sayfa 14,Araştıma ve Kültür Vakfı Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik s. 120 Suat İlhan, “Jeopolitik Kavramı ve Unsurları”,makale A.g.e Osman Karatay,Balkanlar El Kitabu Cil1 : Tarih,s.295 Vedat Demir,Balkan Studies 1 Geograpy and Geostrategy, ,Public Diplomacy and The Contributions Turkey has made in the Relationship among it’s Neighboring Countries,...s. 164 Tarih mutlak bir şekilde iyi ve sorunsuz olarak hiç bir zaman tecelli etmedi,bu süreç içerisinde bir çok problem oluşmuş olabilir.Fakat balkan coğrafyasındaki farklı grupların ilişkilerindeki temel dinamik bölgede kaos ve tahammülsüzlük oluşturmadan bir çatının altında birlikte yaşama tecrübesiydi.Örneğin Balkanlarda yaşanan bir olay üzerine “Avrupalılar, “Biz bunca zamandır uğraşıyoruz, yapamadık. Türkler girdi. Taraflar bir araya geldi, nasıl olur?” dediler. Hatta bir Avrupalı Bakan’ın, Sırp Dışişleri Bakanı’na, “Siz Türklerle asırlar boyunca kavga ettiniz, nasıl olur da bizi dinlemiyorsunuz da onları dinliyorsunuz?” sorusu üzerine Sırp Bakan, “Türkleri anlamanız lazım. Bizi anlamanız için de bizimle 500 yıl yaşamanız lazım” diye yanıt verdi.””( İhsan Bal,Çılgın Türkler Balkanlarda, http://www.usak.org.tr/ analiz_det.php?id=1&cat=365780#.VrNJprKLTIU) Tayfun Nasuhbeyoğlu’nun, Balkan Tarihine Bir Bakış,makale, s.13 Hasret Çomak,Balkanlar ve Bosna-Hersek’in Jeopolitiği, http://tasam. org/tr-TR/Icerik/3790/balkanlar_ve_bosna_-_hersekin_jeopolitigi A.g.e A.g.e

“Tacikistan Müslümanları 28 Şubat’tan Daha Ağır Bir Süreçten Geçiyor.” Avukat Gülden Sönmez ile Tacikistan’da yaşanan hak ihlalleri ve Tacikistan Müslümanlarının mücadelesini konuştuk. Röportaj: Furkan GENÇOĞLU - Dücane DEMİRTAŞ - Resul KARACA

T

acikistan neresidir? Kimler tarafından yönetilir? Herhangi bir ideoloji veya devletin etkisi altında mıdır? Sovyetler Birliği dağıldığında ve Tacikistan 1991 yılında bağımsızlığına kavuştuğunda Sovyet etkisi tamamen topluma nufuz etmiş durumdaydı. Yani Komünist sistem toplumsal hayatı tanzim etme noktasında etkisini sürdürüyordu. Bağımsızlık sonrası Tacikistan toplumu bundan sonra nasıl yönetileceğiz sorusunun cevabını ararken kendilerini bir iç savaşın içerisinde buldular. Ülkede üç tip örgütlenme var; İslami mücadele çerçevesinde, hayata İslamı hakim kılma idealini paylaşan örgütlenmeler, Komünist hayat tarzını benimseyen ve bunu bir siyasi harekete dönüştüren örgütlenmeler ve Liberal örgütlenmeler. Öte yandan okyanusa açılan koridor olması, Afganistan’ın dibinde olması, Çin’e yakın olması, Rusya’nın da eski Sovyet ülkeleri üzerinde hakimiyetini sürdürme iddaası gözönüne alındığında Tacikistan bölge ülkeleri içinde oldukça stratejik bir konumda bulunu-

yor. Amerika- Rusya- Çin gibi küresel emperyalist güçlerinde aynı zamanda bir hesaplaşma alanı olarak görülüyor Tacikistan.Amerika’nın Tacikistan’a çok ciddi parasal yardımlar yaptığını biliyoruz. Amerika neden Tacikistan’a yardım etsin? NATO neden tacikistan’a yardım etsin? Aynı zamanda Rusya, Çin ve hatta Tacikistan sünni olmasına rağmen İran’ın da bölgede çok ciddi yatırımları var. Fakat hepsinin ortak olarak buluştuğu bir nokta var. O da Tacikistan’da “islamcılar” iktidar olmasın. İslami hareketler Tacikistan’da özne konumuna erişmesinler. İran’ın bağı nereden geliyor? Tacik toplumu Türki özellikler taşımıyor. Farsça konuşuyorlar ve Farsçayı kril alfabesi ile yazıyorlar. Fakat %80 oranında sünniler. Seküler Sünnilik mi? Yoksa dindar Sünnilik mi hakim? Baskı altında yaşanan bir Sünnilik diyebiliriz. Çünkü toplumda İslam kültürü hakim. İnMart’16 • 31


Röportaj

sanlar Ak Parti- Saadet Partisi ve eski Refah Partisi çizgisinde siyaset yapan yapılara meylediyorlar. Fakat çok yoğun bir baskı var. 28 Şubat sürecinde de Türkiye’de insanlar namaz kılıyorlardı, başörtüsü takıyorlardı ve toplumda İslam kültürü hakimdi fakat devlet sakal ile ilgili kontroller yapıyordu. Başörtüsü kamusal alanda yasaklıydı. İslami vakıflar dernekler kapatıldı. Yani toplumun İslami olma gibi bir derdi var. Fakat iktidarda bulunan Demokratik Toplum Partisi Rusya ile olan ilişkilerinden dolayı Çin’den Amerika’dan yardım almasından dolayı hedef tahtasına İslami mücadeleyi koymuş ve İslamiyete karşı savaş açmış durumda. İslami hareketlerin silahlı mücadele geçmişi var mı? İç savaş döneminde de İslami hareketler aktif siyasetin içindeler. Fakat Tacikistan’da yapılan dizaynı Özbekistan Kırgısizstan gibi ülkelerden ayırmamak gerek. Yani İslami hareketlerde kendilerini koruma adına bu iç savaş sürecinde silahlı mücadelenin tarafı oluyorlar. Silahlı mücadele uzun süre devam ediyor. En sonunda 1997’de garantör devletlerin devreye girmesiyle İslami Partininde legalleşip legal siyasete entegre olmasıyla bir uzlaşma hükümeti kuruluyor. Normal seçim süreci başlatılıyor. Tacikistan İslami hareketlerinin nasıl bir çizgisi var? Tacikistan İslami Diriliş Partisinin çizgisini Ak Parti çizgisiyle özdeşleştirebiliriz. Zaten kendileri de böyle ifade ediyorlar. 15 sene boyunca da seçimlere giriyorlar ve mücadelelerini legal çerçevede yürütüyorlar. 32 • Mart’16

Röportaj Peki Tacikistan İslami Diriliş Partisi madem legal bir çerçevede siyaset yapıyor. Aşırıcı bir yönü yok. Neden Ruslar ve Tacikistan iktidarı tarafından tehdit olarak görülüyorlar? Tacikistan İslami Diriliş Partisi git gide toplumda kabul gören bir pozisyona evriliyor. Sadece bir siyasi hareket olarak hareket etmiyorlar. Kadın çalışmaları, gençlik çalışmaları, mahalle çalışmaları yapıyorlar. Tacikistan’ın tamamında örgütlüler. Bu teveccüh ve yayılma diğer yapıları endişelendiriyor. Tacikistan’da iktidar bu teveccühü seçimler ile durduramayacağını anlayınca başka manipülasyon denemelerine girişiyor. En kolay olarakta seçimleri manipüle ediyorlar. Tacikistan İslami Diriliş Partisi sandıkta kazanıyor fakat sayımda kaybettiriliyor. 2010 ve 2015 seçimlerinde yaşanan bu durumu 500’den fazla uluslararası gözlemci raporunda belirtiyor. Hemen hemen hepsinin “hileli seçim” yapıldığına yönelik ortak kanısı var. Ve bu hileli seçim sonucunda aslında Tacikistan İslami Uyanış Partisi aldığı/ hak ettiği sonuçların hiçbirisine neticede kavuşamıyor. Peki kavuşamıyor da Tacikistan İslami Diriliş Partisi bunun karşısında ne yapıyor? Farklı bir tavra bürünmüyor. Bu konuda şu sözünü söylüyor; biz hizmet etmek ve çalışmak istiyoruz, derdimiz çalışmak ve üretmek. Seçim sonuçlarına karşı yine de siyasal faaliyetlerimize devam edeceğiz diyorlar. Ama şöyle bir şey var; bu partiye liderlik eden alimler diyebileceğimiz kurucu ve iştişari kadrolar olsun isterse bu partinin toplum önüne çıkan liderleri olsun( hukukçular, gazeteciler, akademisyenler, eğitimciler, mühendisler) toplum önünde çok sevilip sayılan model alınan ve çok büyük bir samimiyetle takip edilen bir kadrodan oluşuyor. Ama kendisini Tacikistan İslami Diriliş Uyanış partisi içinde görmeyen ve kendisini dindar olarak tanımlanısına karşın farklı siyasi örgütlenmelere giden iş adamları, hukukçular ve gazetecilerde mevcut. Onlar da aynı şekilde Tacikistan hükümeti tarafından sakıncalı görülüyorlar. Genel olarak baktığımızda Tacikistan’daki şu durum Tacikistanlı Müslümanların 28 Şubat’ı olarak adlandırılabilir mi?

Evet. Çok daha ağır bir 28 Şubat. Ve burada şu düşünülmesin hani o zaman da söyleniyordu ya, “bizim derdimiz Refah partisiyle başörtülü kadınlarla değil ya da biz İslam’a karşı değiliz ama islami sermaye, islami müzik vb. bunlar nereden çıktı?” Yani bir taraftan refah partisini hedef gösterirken toplumda İslam karşıtı bir mühendislik hareketinin ve bir baskı ve zorbalığın olduğunu görüyorsunuz. Tacikistan da da durum aynı, Tacikistan İslami Uyanış Partisi üyeleri terörle suçlanıyor, onlara yönelik bir operasyon gibi gözüküyor, ama verilere baktığınız zaman İslam partisine karşı değil İslam’a ve bütün Müslüman gruplara karşı bir operasyon yürüyor. Peki siz hangi sıfatla Tacikistan’a gittiniz? Tacik hükümeti niçin sizden rahatsız oldu ve sizi tutsak etme gerekliliği hissetti? İslami parti ve Müslümanlara yönelik zulümler git gide artan bir pozisyon almıştı. Eylül ayı içerisinde hem İslami parti kapatıldı hem de bütün mekânlarına el konuldu, bazı ofisleri yakıldı yıkıldı içerisindeki mescitler harap edildi. Bazı liderlere yönelik operasyonlar yapıldı ve en son 16 Eylülden önce Tacikistan İslami Uyanış Partisi’nin darbe girişiminde bulunmak ve ülkeyi bölmek üzere uluslararası terör örgütleriyle iş birliği halinde bulunduğu suçlaması yapıldı. Bu suçlamayla partinin bütün üst düzey kadroları kimisi sokakta, kimisi evinde, kimisi işyerinde tutuklandı. 100’ün üzerinde neyle suçlandıklarını bilmeyen gözaltında tutulan insan var şu anda. Bu gözaltına alınan kişilerin haklarını savunmak için avukatlık görevini yapmaya çalışan avukatlarda gözaltına alındı ve tutuklandılar. Ve hiç kimseyle görüştürülmeyecek şekilde bir gözaltı süreci başladı. Hatırlarsınız Human Rights Watch, Freedom House gibi batılı insan hakları örgütleri Tacikistan’da insan hakları ihlalleri olduğuna dair açıklamalar yaptılar. Tacikistan Müslümanlarına karşı yapılan bu zülüm maalesef İslam dünyasında ise olması gereken karşılığı bulmadı. Oysa içeride işkence ve kötü muamele görüp akrabaları dahi korkudan onların başına gelenleri konuşamadıkları kadınlar vardı. Muhiddin Kebiri İslami partinin lideri şu anda

Tacikistan dışında. Fakat 80 yaşındaki babasını dahi sırf baskı olsun diye gözaltına aldılar. İçeride tutulanların bazıları meclisten, bazıları alim ve bazıları da toplumun üst kadrolarında olan insanlar. Soğuk hücrelerde tutmak, tazyikli su, dayak, darp, işkence gibi birçok iddia söz konusu. Ve biz bu süreci takip ediyorduk. Tacikli Müslümanların bu endişeli durumunu yaklaşık 2,5 aydır gündemimize taşımıştık. Müslüman kardeşlerimiz için bir çalışma yapmamız gerektiğini hissettik ve Tacikistanlı tutuklu kişilerle görüşebilmek için uluslararası bir heyet hazırlamayı planladık fakat maalesef bu uluslararası heyeti oluşturamadık. Riske girmek istemeyen batılı kurumlarda zaten dışardan bir rapor yazdılar. Bizse Türkiyeli hukukçular derneği, uluslararası hukukçular birliği üyesi, yeryüzü avukatları derneği üyesi olan avukat arkadaşlarla birlikte gitmeye karar verdik. Heyetimiz altı kişiden oluşuyordu bir de tercümanımız vardı. Fakat üç avukat arkadaşımız fotoğraf mevzusuyla alakalı teknik bir sıkıntıdan dolayı uçağa binemedi. Biz iki kişi uçağa binme kararı verdik. Diğer arkadaşlarda aktarmalı bir tarifeyle geleceklerdi fakat hava şartlarından dolayı ekibimizin geri kalanı Tacikistan’a gelmeyi başaramadı. İlk etapta Tacikistan Cumhuriyet Savcılığına gittik, ve içerde tutulan kişilerle görüşme talebinde bulunduk. Fakat savcı bizi odasına bile kabul etmedi, zaten binaya zar zor girebildik ve savcıyla ancak koridorda görüşebildik. Ve savcı asla böyle bir müsaade olamayacağını söyledikten sonra ziyaretimizin nedenini sordu, bizse inceleme heyeti olarak herhangi bir insan hakları ihlali olup olmadığını incelemek üzere geldiğimizi söyledik. Bize Dışişleri bakanlığından izin almamız gerektiğini söylediler, orada da bizi ilk önce kabul etmek istemediler fakat ısrar edince kabul ettiler. Fakat burada da dilekçimizi reddedip, kapının önündeki posta kutusuna atmamızı söylediler. Bizse bunu reddettik ve bu belgenin alındığına dair bir imza talep ettik. Epey bir mücadeleden sonra kabul ettiler ve dilekçimizi imzaladılar. Bizim oradaki 2. Günümüzde tutulan bir kişi hakkında 17 yıl mahkûmiyet kararı çıktı. Oysa henüz gözaltına alınalı 4 ay olmuş ve Tacikistan’daki gözaltı süresi 6 ay; yani bu insanlar hiç mahkemeye çıkarılmadı. Mahkemeye çıkmaMart’16 • 33


Röportaj dan nasıl bir mahkumiyet kararı veriyorsunuz? Gerçekten çok vahim ve içler acısı bir durum. Gözaltı süresi 6 ay mı? Evet, bizde 48 saat onlar da 6 ay. Yani bu tutulan 100 kişi cezaevinde değil nezaret hanede sorgulanarak tutuluyor. Bu şeylerde çalışan insanlar neye mensuplar, bu şekilde hükümete yardımcı oluyorlar. Mesela bizde ufak bir azınlık vardır hükümet bu azınlığa –Suriye de olduğu gibi- belli noktalara yerleştirir kendisine istihbarat sağlar buradan. Tacikistan’da da böyle miydi? Yani Sünniler bile bile mi buna alet oluyorlar? Öyle bir şey yok. Bir bütünle alakalı Mısır gibi düşünün yani, yetkili kendi görevlilerine bunu yaptırıyor. Kendi kolluk istihbaratına polisine. Türkiye’de Batı çalışma grubunun bir metni var, 28 Şubat’ın 18 maddesi vardı. Bunun gibi protokol imzalamışlar. Sakal kesmeler, başörtü yasağı falan hepsi. Böyle bir protokol var. Bunda İslam karşıtlığı konusunda ki politikayı ve neler yapılacağını zaten kararlaştırmışlar, kimin eliyle yapıyor bu? Sakallı gençler Türkiye’de 28 Şubat’ta kim tarafından gözaltına alındılar? Başörtülü kızları kim dövdü? Kim hapsetti? Okul önlerinde onları okula almayan kimdi? Yine bu ülkenin polisiydi. Ama o gün o yönetim bunu o emniyete o istihbarata uygulattı. Burada da sözde sivil olanlar Sarı Sendikalar falan hepsi teşne oldular. Bir kısım medya teşne oldu. Sonuçta bu tür şeyleri uygulayanlar menfaatsel hesaplar gereği kimin borusu ötüyorsa ona teşne olabiliyorlar. Bu kendi halkına ihanet bile olsa gruplar bunu yapabiliyorlar. Tacikistan halkının bundan memnun olduğunu söyleyemem, görüyor her şeyi. Ama ne kadar gücü var ne yapılabilir ne söyleyebilirler? Bu kadar zamandır, 16 Eylül’den bahsediyorum. Bizim tutulma olayımıza kadar İslam Dünyası, en dışarıyı takip eden Türkiye bile Tacikistan’da kadınların, erkeklerin Müslüman olduğu için zulüm gördüğünü biliyor muydu? Haber değeri bile yoktu. Öyle olunca o halk sesini nasıl duyurabilsin, o halk nasıl kendi içinde ses çıkarsın, neye güvensin? Bir de korku çok hakim. Öyle bir korku hakim ki sözünü 34 • Mart’16

Röportaj söylesin falan yok, yani bizim alınma şeklimize baktığımızda bunu çok net nasıl bir plan üzerine olduğunu anlıyorsunuz. Bize bunu yapıyorsa akreditasyon yapmış ne olduğunu nasıl girdiğini ülkeye ne yaptığını resmi olarak yazmış bir heyete bunu yapıyor. Tacikistanlıyı kim koruyacak, o kime, nereye, nasıl başvuracak? Gideceği bir yargı yok. Savcılık binasının kaç kapı dışında güvenlik var. Kapıdaki güvenlik Sovyet ajanı gibi, adamın canı isterse sen gelip suç duyurusunda bulunursun, adam seni almıyorum dediği zaman sen gidip suç duyurusunda bile bulunamazsın. Burası böyle bir yer yani. ‘’Biz avukat dayanışması yaparak içerideki bayanlarla görüşmek istiyoruz diyoruz.’’ Adam diyor ki ‘’Avukat tutma haklarına ulaşmada bir problem yok, biz avukat atıyoruz ‘’ diyor. Devletin atadığı avukat, tutuklanan kişiye onun neyle suçlandığını, ne yapacağını söylemiyor diyor ki “gizli”. İçerde tutulan kişinin akrabasına söylemiyor, eşine, oğluna demiyor bir bilgi vermeyerek gizli diyor. Ama oturuyor o kişi adına mahkumiyet kararı imzalıyor. Böyle bir tablo ile karşı karşıya orada ki insanlar. Kime, nerde, nasıl savunulma haklarını kullanacaklar. Onun için bizim gerçekten işimiz, dönüşte bir rapor hazırlayıp dünya kamuoyuna ve İslam Dünyasının dikkatini çekelim “Bakın Tacikistan’daki Müslümanlara bunlar yapılıyor.’’ Demekti. Biz işimizi de bitirmiştik. Geleceğimiz uçağa sabah binecektik, temaslarımızın hepsini tamamlamıştık. Görüşmemize de zaten müsaade etmemişlerdi, talebimizi verip gelirse bir olumlu cevap sonra gitmek üzere Tacikistan’dan ayrılma kararı almıştık. Biletimiz de öyleydi zaten. Biz kasıtlı olarak orada herhangi bir şeye maruz kalmamak için işte odamızın basılması, eşyalarımıza odamıza uyuşturucu koyulup, uyuşturucu bahanesiyle tutmak gibi bir takım klasik istihbarat oyunlarına maruz kalmamak adına özel anlaşmaları olan güvenlikli bir otel tuttuk. Ama Tacikistan’da işler hiç öyle olmuyor. O otel bile, görevlilere çok farklı senaryolar söyletilerek bizim hakkımızda, görevliler mum gibi dizilip o korkuyla ayar çekilmişti. Odamızda uçak saatini beklerken bize ‘’Polis geldi sizi götürmek istiyor ‘’dediler. Biz de gerginlik var biliyoruz her şey olabilir diye önceden büyükelçiliğe bilgi verip biz bunun için buradayız

haberiniz olsun şurada kalıyoruz herhangi bir şey olursa pasaport numaramız bu adımız şu kaldığımız yer bu falan diye bir yazışma gitmeden önce yapmıştık. Orada aşağı indik ‘’Aşağı lobiye gelmiş polis (Ama bilmiyoruz polis olduğunu polis diyorlar bize) Biz aşağı iniyoruz bizden haber alamazsanız bizi takip edin, başımıza ne geleceğini bilmiyoruz.’ İHHya haber verdik. Zira biz oradayken bazı Tacikler tutuklandı, avukatlar tutuklandı, avukatın kız kardeşi tutuklandı, olaylar yürüyor yani. Ve otelin kapısında istihbaratçılar bekliyor, fark ediyoruz bizi takip ediyorlar. Her şeyi yetkililerle konuşarak yapıyoruz onun için de tedbirliyiz, dikkat etmeye çalışıyoruz ama bir taraftan da yapmamız gereken işi yapıyoruz. Aşağıya indik tercümanımızı 10 kişi döve döve arabaya bindiriyor. Tekme tokat döverek. Tercümanınız Tacik miydi ? Yok Tacikler bu konu da tercümanlık yapmaya cesaret edemediler, etmemeleri de gerekirdi doğru olan buydu. Başka ülkeden bir tercüman vardı. Onu da biz beraberimiz de götürmüştük. Tanıdığımız bir arkadaştı. Oldukça iri yarı bir arkadaş olmasına rağmen o arkadaşı otelin girişinde döve döve arabalarına aldılar. Sonra da bizim üzerimize doğru yürümeye başladılar, asansörden indiğimiz ve onlara doğru yöneldiğimiz bir vaziyetteyken, bütün otel görevlilerini dizmişler tabi. Bize çok sert bir şekilde ‘’Derhal otelden çıkışınızı yapacağız ’’diyorlar. Biz de karşılıklı bağrışmaya başla-

dık. “Kimsiniz” diye. Sivil olduklarını görünce anladık bu bir polis operasyonu değil, bunlar istihbaratçı, her hallerinden de belli ve onlar da götürdüğü zaman Özbekistan ve Tacikistan istihbaratı Rus eğitimi KGB eğitimi almış tipler ve çok acımasız olurlar. Biz de endişelendik istihbarat olunca tabi. Ama binmemek ve gitmemek üzerine de direnmeye çalışıyorduk. Son noktaya kadar da direndik ‘’Binin’’ dediler biz de “biz sizin arabanıza binmeyeceğiz siz kimsiniz ‘’ dedik. Çok gerildikleri yerde “oturalım, probleminiz ne, derdiniz ne, biz açık resmi bir çalışma yapan heyetiz.” Dedik. En son nokta ya dayak yiyip darp edilerek binecektik –ki telefonlarımızı pasaportlarımızı orada zorla elimizden aldılar ve en son şunu anlaştık bir taksiye bineceğiz ve sizi havaalanına götüreceğiz dediler ama halleri de hiç havaalanına götürecek bir hal değildi. Yukarı çıktık bizimle beraber geldiler, eşyalarımızı aldık otelden çıkış yaptık ve bir taksiye güya havaalanına gitmek üzere bindik ama taksiye binmeden önce bu onların dışişleri bakanlıklarıyla yaptığımız yazışma metnini onların o operasyonu yöneten adama yanına nüsha olarak götürüp dedik ki –ki tercümanı arabadan indirttik, sonra biz tercümanımız olmadan hiçbir yere kımıldamayacağız diye getirttik ve bu adama dedik ki “Biz ülkenize Turistik olarak gelmedik, biz ülkenize girerken ülkenizin hukukunu çiğnemeden girdik, niçin geldiğimizi beyan ettik, Cumhuriyet savcılığınıza gittik ve ne yapmak istediğimizi açıkça söyledik ve onun yönelmesi üzerine Mart’16 • 35


Röportaj yaptık. Bu dışişleri bakanlığınızın alıntı evrakın nüshasıdır. Ne yapmak istediğimizi söyledik ve buraya bizi almaya geldiğiniz resepsiyondan söylendiğinde Türk büyükelçiliğine ve kurumlarımıza, herkese haber verdik bizi nereye götürüyorsanız buna göre götürün. Bunun üzerine adam sinirlendi aldı kağıdı epey bir döndü dolaştı ve biraz daha hava değişti. Biz taksiye bindik onlardan bir kişi bizimle bindi ve bir sürü koruma aracı, kendi arabalarıyla (sivil arabalar) hepsi bizi takip ederek otelden ayrıldık. Bizimkiler buradan arayıp sordukların da otel şunu söylüyor “Bir anormallik yoktu, normal check out yaptılar ve taksiye bindiler ve gittiler. Klasik kaybettirme oyunu, problem yok normal ayrıldılar gibi, bu çok daha endişe verici bir şey ama bizimkilerin haberi vardı bir şey var yani ulaşamıyorsanız bilin ki bizi götürüyorlar diye buradaki arkadaşlarımız onu bilmiş oldular. Hava alanına götürdüler, büyükelçiliğin ulaşamayacağı bir noktaya götürdüler yaklaşık bir buçuk saat ayakta sorgulandık. ‘’Neden bu insanları ziyaret etmek istiyorsunuz, bunlarla neden ilgileniyorsunuz?” Defalarca söyledik “onların insan hakları açısından, insani açıdan durumlarını görmek istiyoruz, kötü muamele görüp görmediklerini anlamak, tespit etmek istiyoruz, bunu dünyanın birçok yerinde böyle ziyaretler yaparak gerçekleştiririz, kötü muamele yapmıyorsanız neden onları bizden saklıyorsunuz, biz size açık beyanda bulunuyoruz ve insan hakları açısından gelmiş bir heyetiz diye tekrar tekrar söyledik epey tartıştık. Onlar bizi ikna edemedi biz de onları ikna edemedik derken, en nihayetinde ilk altı saat orada geçtikten sonra –ki bizi orada bir kenarda tuttular yanımızda da kendileri nöbetçi duruyorlar, tavırlar birden bire değişmeye başladı. Türkiye’deki kamuoyu tepkisi, Türkiye hükümet yetkililerinin tepkileri, sadece Türkiye değil dünyanın birçok ülkesinden bizim için oraya tepki yağmıştı. Derhal onları serbest bırakın diye. Bunun üzerine tavırlar değişti ama yine de telefonlarımızı pasaportlarımızı ver36 • Mart’16

Gündem mediler, yaklaşık 12 saat bizi orada tuttular. Uçak gelip de bineceğimiz saate kadar ve o şekilde serbest bırakıldık. Açıkçası dönüp geldiğimizde, Tacikistan bizim üzerimizden gündeme gelmiş oldu. Kendi yaşadığımız, kimsenin başına gelmesini arzu etmediğimiz bir şey. Ama şunu da gördük ki, biz bunu yaşamasaydık, orada ki mazlumların durumunu dünya duymayacak, bilmeyecek ve konuşmayacaktı. Rapor hedefimizi gerçekleştirdik, hazırladık yakında da basın toplantısıyla duyurusunu yapacağız, orada neler yaşandığına dair. Açıkçası kendi mücadelemizi de orayla alakalı devam ettirme konusunda da kararlıyız. O kişiler ne kadar uzun mahkumiyet kararlarıyla karşı karşıya kalsalar da haksız yere tutuluyorlar, sadece Müslüman oldukları için tutuluyorlar. Ne terörizmle bir bağlantıları var ki zaten böyle bir suçlama, delil vs. öyle bir dosya da yok ortada. Ne bölücülükle ilgili bir mesele. Biz bunu birçok ülkede gördük. Mısır’da gördük. Bu oyuna onları yem edip onları derdi islami çizginin, Tacikistan’da hiç hayat bulmayacak şekilde bu üst kadronun tamamen içerde ölmesini istiyorlar. Ve kimsenin bunlar gibi cesaret edip, islami kimliğini ortaya dökmesini istemiyorlar. Bunun için o bütün üst kadroyu katledecekler ya içerde öldürecekler ya da ölüme terk edecekler. Akrabalarıyla bile görüştürmüyorlar. Biz de bunun için kurtarmak mümkünse kurtarmak, dünyanın dikkatini çekmek en azından Tacikistan’daki bu Müslümanların yaşadıkları ızdıraba dikkat çekmek için çalışmaya devam edeceğiz.

KENDİ ÜLKESİNDE KURAL KOYAMAYANLARIN YERİNE, BAŞKALARI KURAL KOYAR. O ZAMAN DA BU OYUN SENİN OYUNUN OLAMAZ.

UNUTMA! Vahap YAMAN

İ

slam dünyası üzerindeki batının emperyal düşünceleri, 20. Yüzyılın başlarında coğrafyamızı fiili olarak işgal etmiştir. İslam coğrafyasının liderliğini üstlenen Osmanlı halifeliği --her ne kadar tartışmaya açıksa da—müslümanlar arasındaki dayanışmayı ve beraberliği sürdüren en önemli kurumdu. Dolayısı ile bu işgalciler için Osmanlı yıkılmalı ve Şark meselesi olarak bilinen müslümanların Anadolu topraklarından sürülüp atılması gerçekleşmeli idi. 20. yüzyılın başlarına zayıflamış ve topraklarının bir kısmını kaybetmiş bir imparatorluğun Avrupa, Afrika ve Kafkasya ayakları da tamamen elden çıkmıştı. Anadolu diye bilinen küçücük bir alana sıkıştırılan bu ülke insanıyla, etnik olarak farklı kökenlerden gelen müslümanların ayrışmaları sağlanmış, Osmanlı coğrafyasının pek çok yerinde, kabile ve aşiret mantığıyla küçük küçük devletçikler kurdurulmuştur. Yirminci yüzyılın başında İslam coğrafyasının hakim devleti Osmanlı imparatorluğunun işgali sonrası, coğrafyamızda üretilen, sınırları adeta cetvelle çizilen etnik kimlik ve kabile çeşitliliği esasına göre kurdurulan devletciklerdeki yerli işbirlikçiler vasıtası ile hakimiyetlerini sürdüren batılı emperyalist güçler, coğrafyamızın yer altı kaynaklarını da sömürmekten geri kalmamışlardır. Anadoluda yeni bir devlet kurulmuş, kurulan bu devlet ise kendisine yapılan baskılar, kuşatmalar, taahhüdler sonrası, kendi ülkesini parçalayan batılıların

ülke üzerindeki politikalarına bazan çaresizlikten, bazan becerisizlikten, bazan da ihanete varan ihmallerden dolayı boyun eğmiştir. Bu boyun eğiş, maalesef batının kurduğu tuzaklar ve planlar sonucu günümüze kadar inişli, çıkışlı ama hep batının menfaatleri doğrultusunda süregelmiştir. Batının bu emperyal düşünceleri Osmanlı coğrafyasının hem ideolojik, hem de ekonomik yönden teslim alınması esasına dayanıyordu. Lozanda başlayan teslimiyetçi politikalar, günümüze kadar hep batının istediği tarzda gelişmiş, teslim alınan yerel idareciler de maalesef yerli ve milli politikalar izleyememiş ve geliştirememiştir. Siyasal iktidarlar üzerinde kimi zaman tehdit, kimi zaman şantaj, kimi zaman ülkenin içerisine düşürüldüğü ekonomik ve siyasal güçsüzlükten ötürü, ülkemizi ekonomik, siyasal ve düşünce anlamında tam bir hegomonik baskı altına almışlardır. Zamanla İslam coğrafyasını daha rahat, daha hızlı kontrol edebilmek, müdahalede bulunabilmek için stratejik yönden en etkili bir coğrafya olan ülkemizde asker ve güç bulundurmak amacıyla üsler elde etmişlerdir. İdari yönden elde ettikleri egemenliklerini, 1951 senesinde henüz Türkiye’nin NATO üyesi bile olmadan Adana’da yapımına başladıkları İncirlik üssü ile askeri vesayet dönemini de başlatmışlardır.

İHH’nın Tacikistan ile ilgili başka bir çalışması var mı? Yardım çalışmaları var dönem dönem gerçekleştirdiği çalışmalar söz konusu. Ama Tacikistan o kadar kolay çalışılacak bir bölge değil. İnsanlar bir korku imparatorluğuyla yönetiliyorlar. Onun için zor ve kısıtlı olduğumuz bir bölge. Ama İHH çalışmalarını sürdürür. Mart’16 • 37


Gündem

Gündem

1952’de tamamlanan üsse ilk ABD askeri 7216. Hava Üssü Filosu adı altında 1954’te İncirliğe yerleşti. İncirlik üssü ilk kez ABD’nin 1958’de Lübnan’a yaptığı işgalde kullanıldı. Bu tarihten itibaren Türkiye’nin çeşitli yerlerinde sayıları oldukça fazla üsler elde ettiler. Bütün bu üsler ve önem sırasına göre en başta gelen incirlik üssü günümüze kadar pek çok tartışmayı da beraberinde hem Türkiye’nin, hem de dünyanın gündeminde getirmiştir. Özellikle Türkiye’nin 1974 yılında Kıbrıs’ta Rumların yapmış olduğu ve Kıbrıs Türk’lerini yok etmeye yönelik darbelerinden sonra Türkiye’nin barış harekatı adı altında Kıbrıs’a asker çıkartmasını ve ABD nin Türkiye’den haşhaş üretimini yasaklaması talebinin ret edilmesini bahane eden ABD kongresinin Türkiyeye silah satışlarını yasakladı. Oysa türkiye ve ABD müttefik ve stratjik ortaktı. Buna karşılık Türkiye’de ABD ye incirlik üssü kapattı. ABD nin üssü kullanmasını yasakladı. Taki 1978 yılında ABD nin ambargoyu kaldırmasına kadar bu durum sürdü. 1978 den itibaren üs yeniden ABD nin kullanımına açıldı. Zamanla NATO proğramı çevresinde ülkemizin en stratejik yerlerinde yabancı ülkelerin kullanımına açık pekçok üs açılmıştır. Aşağıda bazı üslerin yerlerini ve sayısını gördüğünüzde eminim ki sizlerin de benim gibi vay anasına dediğinizi duyar gibi oluyorum.

TÜRKİYE’DEKİ BAZI ÜSLER Ankara, Karamürsel, Sinop, Hakkari, Hatay, Erzurum Kargapazarı; dinleme üsleri. Ankara Cevizlibağ, Elmadağ, İstanbul, izmir; dinleme ve harekat merkez üsleri. Çorlu havaalanı; lojistik destek üssü. Konya; awacs erken uyarı uçakları bu üste. Gaziantep, Batman havaalanı; lojistik destek amaçlı havaalanları. heronların üssü. Sabiha Gökçen havaalanı; lojistik destek havaalanı. 38 • Mart’16

Mersin taşucu limanı. Adana incirlik; nükleer bombaların yer aldığı, ABD nin harekat üssü. Diyarbakır; hava üssü, nato askeri var. Silopi; lojistik depolama yeri. Nato üsleri; Şile üssü: stinger füzelerinin fırlatılması için uluslararası standartlarda bir atış alanıdır. Konya 3. ana jet üs komutanlığı: Irak savaşı sürecinde nato tarafından getirilen awacs’lar konumlanmıştır. Balıkesir 9. hava jet üssü: bu üsde 6 adet ‘’vault’’ denilen füze rampası bulunmaktadır. Muğla aksaz deniz üssü. Ankara-ahlatlıbel, Merzifon, Bartın, Çanakkale, Diyarbakır-Pirinçlik, Eskişehir, İzmir-Bornova, İzmit, Kütahya, Lüleburgaz, Sivas-Şarkışla, İskenderun, Ordu-Perşembe, Rize-Pazar, Erzurum, ve Mardin’de nato’ya bağlı hava harekat merkezleri bulunmaktadır. Ancak ülkemize gelip konuşlanan bu uçaklar ve silahlar bir süre sonra bizim aleyhimize çalışmaya başlamışlardır. Ülkemizin iç karışıklığa düşürülmesinde rol oynamışlardır. Planladıkları ve asla vazgeçmedikleri, yirminci yüzyılın başında çizmeye gayret gösterdikleri parçalanmış bölge haritasını günümüzde tamamlamak isteyen devletlerin içerimizdeki karakolları olarak görev yapmışlardır. ABD ve NATO üsleri ülkemizde hep tartışma konusu olmuş, gerek günlük siyasetin, gerek gençlik hareketlerinin sürdürdüğü sokak eylemlerinin hep gündeminde olmuştur. Üsler ülkemizde bizden ziyade, üsleri kullanan ABD ve müttefiklerinin menfaatlerini koruma esasına yönelik konumlanmıştır. İslam coğrafyasının batı tarafından kontrol edilmesi, işgal edilmesi ve kargaşanın çıkartılmasına bu üslerdeki çalışmalarla hep desteklenmiştir. Batının menfaatlerine zarar verecek iktidarlar ve sosyal gelişmelerin engellenmesi bu üsleri kullanan iradenin öncelikli hedefleri arasında olmuştur. Ülkemizdeki üslerden kalkan uçaklar, Afganistan’ı, Irak’ı kaçıncı kez bombalamış kimselerin haberi bile olmamıştır. Şimdi de Suriye bombalanmakta ve ülke tamamen yok edilmektedir. Siler de hemen hatırlayacaksınız, Türkiye’yi stratejik ortak gördüğünü söyleyen ABD, Türkiye’nin terör örgüyü olarak gördüğü ve mücadele ettiği YPG, PYD ye silah yardımında bulunuyor. Üstelik bu silahların da İncirlik üssünden kalkan ABD uçaklarıyla sağlandığı söyleniyor ve bu haber ABD tarafından da yalanlanmıyor. Nitekim 1980-1990 lı yıllarda çekiç güç adı altında İncirlik ve Diyarbakır üslerinde konuşlu ABD uçakları-

nın Kuzey Irak’ta PKK ya silah ve mühimmat götürdüğü biliniyor. ABD nin haşhaş ekimini yasaklayın talimatını uygulamayan başbakan Ecevit, ABD nin koyduğu silah ambargosundan sonra üslerin kullanımını yasaklamış, diğer bir başbakan Erbakan da çekiç güç adı altında oluşturulan ve PKK ya silah verdiğinin ortaya çıkmasından sonra ABD uçaklarının uçuşlarını yasaklamıştır. Uyanık olmak, topraklarımıza yabancı ülkelerin asker ve silahlarının yerleştirlmesine karşı olmak zorundayız. Ülkemize gelip yerleşen bu yabancı askerleri çıkartmak hiç de kolay değildir. Geçmişte siyasal iktidarlar ABD üslerini kapatamadılar. Ecevit kapattı. Çekiç güç diye adlandırılan ve Diyarbakır’dan, İncirlikten kalkıp PKK ya silah ve malzeme yardımı atan ABD askerlerini Erbakan zorla attı. Çekiç gücün faaliyetlerini sonlandırdı. Şimdi pek çok devletin gelip yerleştiği üstlerimizden bunları çıkartmak oldukça zor. Kendi ellerimizle bize gösterilen havuç karşılığı, üstlerimizin işgaline izin vermeyelim. Yabancı asker ve silahlara hayır diyelim. Belki kibarlığı da bırakıp ülkemizden DEFOLUN diyelim. Bunları sağlayabilmek için sivil toplum güçleri olarak ülkemizdeki yabancı askerlerin techizatları ile birlikte çıkartılması için el birliği, güç birliği ile hareket etmeli ve siyasal iktidara da bu konuda uyarılar yapmalıyız. Siyasal iktidar da toplumda birikerek oluşan tepkilere ve yabancılara verilen üsler ve askerleri konusundaki hasasiyetlere kulak vermelidir.

ÜSLER HEMEN KAPATILSIN Türkiye üzerinde 20.yüzyılın başlarında teslimiyet oyunun Sevr diye bir paçavra anlaşma ile sahneye konulmak istenmesi, yürütülen milli mücadele ile savuşturulmuştur. Ülkemizin parçalanması birlik ve beraberliğimize son verilmesi planları, birinci dünya savaşının yenilmişlik psikolojisi ve dağınıklığı içerisinde yön bulmaya çalışan ülkemizde uygulanmaya konulmak istenmiş ise de insanımızın gösterdiği direniş ve mücadele azmi ile bertaraf edilmiştir. Özellikle ülkemizin zayıf olduğu veya batıya göbeğinden bağlı işbirlikçi yöneticilerin iş başında olduğu zamanlarda, güya sağlanan ekonomik destekler karşılığında elde ettikleri imtiyazlarla ülkemizi adete sömürge ülkeler sınıfında değerlendirerek, hem ekonomik, hem de askeri kapitülasyonları devam ettirmişlerdir. Dünya bankası ve İMF vasıtası ile ekonomik sömürülerini, askeri stratejik işbirlikleri ve NATO adı altında askeri vesayetlerini her daim sürdürmüşlerdir. İyi bir

tarih okunması neticesinde 20. Yüzyılın başında topraklarımızdan attığımız yabancı güçler, dost ülkeler maskesi ile yeniden ülkemiz topraklarına yerleşmişlerdir. Özellikle başta İslam coğrafyasında olmak üzere, dünyanın geri bırakılmış, yok sayılmış, işgale uğramış, sadece birilerinin işlerini ve düzenlerini devam ettirmek üzere var olanlar gözüyle bakılan topluluklar, dünyanın pekçok yerinde uyanış, direniş, karşı koyma, kendi topraklarında özgürce yaşama bilincine ulaşmaya başladılar. Batılı emperyalist güçlere ve onların yerli işbirlikçilerine karşı verilen kimlik mücadeleleri dünyanın her tarafında milli uyanışlara sebep olmuştur. Yerel, anti duruşu benimsemiş bu milli uyanışlar, egemen güçleri rahatsız eder duruma gelmişlerdir. Onların rahatsızlıkları bizim doğru yolda, doğru işler yaptığımızın işaretidir. Siyasi ve askeri vesayet; boyun eğmeyen, direnen bir neslin mücadelesi ile son bulacaktır. Bu mücadele sömürgeleştirilmiş tüm topraklarda ve özellikle İslam coğrafyasında yeni doğumlara gebedir.

ZOR DEĞİL Bu kötülüklerin son bulması, ülkemizdeki askeri vesayetin engellenmesi; örgütlenmiş, mücadeleden yılmayan, direniş ve karşı koyma bilincini elde etmiş, dünyevi imkanlara sahip olma arzusuyla yolunu ve çizgisini kaybetmemiş birlikte mücadele etmeyi benimsemiş, kimlik sahibi insanların mücadele azim ve ruhuyla mümkün olabileceğini, protest tavrın inşa diliyle güçleneceğini, inşa dilinin ise devrimin ve dirilişin ayak sesleri olacağı iyi bilinmelidir. İslam coğrafyasında kanımızı akıtan, topraklarımızı işgal eden, milyonlarımızı yaşadıkları yerlerden kovan, yerli ve küresel zalimlerin işgallerinin ve zulümlerinin son bulması, sadece Allah belalarını versin, Allah kahretsin demekle olmaz. Bilinçli ve örgütlü toplum olamak zorunluluğu vardır. İradesini, kafasını, kimliğini kiraya vermemiş, yerliliği önemli sayan, yerli düşünen, İSLAMCI, SOLCU, MİLLİYETÇİ, LİBERAL herkes, batının topraklarımızda elde ettiği üslerden kovulması için elele vermelidir. Ülkemizde, Amerika, Nato askerleri istemiyoruz. Yabancı askerler dışarı Ülkemizden defolun Ülkemiz insanı, bunu daha önce denedi ve başardı. Tekrar başarmak çok kolay. HAYDİ GÖREV BAŞINA! Mart’16 • 39


Gezi

Gezi

ÖZGÜR MÜSLÜMAN ÖZGÜR KUDÜS Hale GÖKDENİZ

E

sirgeyen ve bağışlayan, çokça esirgeyen ve çokça bağışlayan, hep esirgeyen ve hep bağışlayan Rabbin adıyla... Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın Gençlik Projeleri Destekleme Programı kapsamında Mirasımız Derneği ile ortaklaşa düzenlediği “Kardeşlik Bilinci İçin Gençlerle El Ele” projesi kapsamında 17-20 Aralık tarihleri arasında Kudüs’teydik elhamdulillah. Allah bu projede emeği geçen herkesten razı olsun. Mescid-i Aksa’yı görmek, üzerinde direnişin ve kardeşliğin, sabır ve mücadelenin, onur ve iffetin, azim ve kararlılığın tarihinin yazıldığı topraklarda yürümek, Allah’ın elçilerini inşiraha kavuşturan aydınlık gökyüzüne bakmak ve çevresi mübarek kılınan Aksa`nın işgaline şahit olmak yüreğimizde bir yara olarak taşıdığımız Filistin davasını omuzlarımızda bir sorumluluk olarak taşımak zorunda olduğumuzun bilincine varmamızı sağladı. Şairin “Filistin bir sınav kağıdı her Mümin kulun önünde” dizele-

40 • Mart’16

rini yakînen idrak etmiş bulunduk. Şahitliğin getirdiği bu sorumluluğun gereği olarak Özgür Kudüs davasını elimizden geldiğince, dilimiz döndüğünce anlatmaya, ilmek ilmek hayatlarımıza işlemeye gayret edeceğiz inşaallah. Kudüs... Öz vatanım, tarihim, bugünüm, geleceğim, direnişim, onurum, mücadelem, silahım, barışım, şiirim, gözyaşım, tebessümüm, derdim, dermanım, özgürlüğüm, cesaretim, merhametim, adaletim, emanetim, iffetim, annem, babam, şahitliğim, şehidliğim, sorumluluğum, hedefim, ilk kıblem, namazım, müjdem, hediyem, mukaddesim... Ahh Kudüs! Zaman ve mekan ayarlarımı değiştiren, gecemi gündüzüme katan, mekan ötesi, zaman dışı anlam... Saatlerimizi Kudüs’e ayarlamadan bu anlamı çözmek mümkün değil, Kudüs’ü anlamak ise zulme ve esarete başkaldırmak, adaleti yeryüzüne hakim kılmak için elzem. Zira Kudüs meselesinin temelinde fiili bir işgalin ötesinde zihni bir esaret var. Kudüs’ün özgürleş-

mesi için evvela Müslümanların özgürleşmesi, benlik zindanlarından kurtulması, dünyevileşme ve konforizm prangalarını söküp atması, atalet elbisesini yırtıp takva/sorumluluk bilinci elbisesini kuşanması şart. Çünkü “Hiç kuşkusuz bir toplumun bireyleri kendi iç dünyalarını değiştirmedikçe Allah da o toplumun gidişatını değiştirmez.”(1) Mescid-i Aksa’nın özgürlüğü için yürüyeceğimiz bu zorlu yolda azığımız Al-i İmran Suresi 103. ayet: “Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz.” Müslümanlar Kur’an ve sünnet ekseninde birleşip kardeşlik şuuruna ermedikçe batılın oyuncağı olmaktan kurtulamayacaklar. “Onlar ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Halbuki zalimler istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır.”(2) Elbette yeryüzünde zulüm sona erecek, tevhid ve adalet yeryüzüne hakim olacaktır. Önemli olan bizim bu süreçte hangi rolü üstleneceğimizdir. İslam davasını omuzlayanlardan mı olacağız yoksa nifak tohumları ekenlerin çıkarlarına hizmet ederek bu davaya yük mü olacağız?!

Yahudinin oyunu yüzyıllardır aynı: “Risaletin Medine yıllarında Yahudilerden eli silah tutan erkek sayısı 2000 olmasına karşılık, Evs ve Hazreçliler Müslüman olup Resulullah’ın komutasında Mekke’ye fethe çıktıkları zaman 4000 kişi ile İslam ordusuna katıldılar. Yahudilerin bölgenin ilk yerleşimcileri olmalarına rağmen Araplar karşısında zayıf kalmaları, politik bir oyuna başvurmalarına neden olmuş ve Arapların Evs ve Hazreç olarak bölünmelerini ustaca kullanarak, iki kabile arasında düşmanlığın gelişmesini sağlamışlardı. Bu düşmanlık birçok savaşlara neden olmuştu”(3) Nitekim Salâhaddin Eyyûbi de Haçlılara karşı güçlü bir ittifak oluşturmadan Kudüs’ün alınmasının mümkün olmadığını bildiğinden Müslümanlar arasındaki anlaşmazlıkları sona erdirip aralarında iyi bir İslam kardeşliği bağı ve bir ümmet dayanışması oluşturmak amacıyla 579(1183) yılında bir İslam Birliği Konferansı gerçekleştirdi. Toplantıya katılanlar olumlu bir tavır takınarak güzel bir ittifak oluşturdular. Bu tarihten 4 yıl sonra da 88 yıl süren Haçlı işgaline son verilerek Kudüs fethedildi.(4) Bu hususta üzerimize düşen kardeşlik bilincini ve ümmet şuurunu kuşanarak Müslümanların siyasi ve iktisadi olarak güçlenmesini, uygulayacağı ekonomik ve diplomatik yaptırımlardan korkulacak bir “vasat ümmet” kapasitesine ulaşmasını sağlamak olmalıdır. RabMart’16 • 41


Gezi

bimiz Bakara Suresi 143. ayette “İşte böylece sizin vasat bir ümmet olmanızı istedik ki insanlığa örnek ve model olasınız ve Elçi de size örnek ve model olsun.” buyuruyor. Vasat Arapçada itidâl (ölçülük), denge, duygu, düşünce ve davranışlarda ifrat ve tefritte bulunmamak, dengeli olmak, orta olan, merkez gibi anlamlara gelir. Vasat ümmet ise siyasi, iktisadi, hukuki, ailevi, ahlaki, ictimai ve insani tüm alanlarda aktif, dinamik, müdahil, hayırlı ve dengeli, merkezde olan lider bir topluluktur. Ümmetin vasatiyyeti ise şahitliği ile ilintilidir. Şahitlik görevini yerine getiremeyen vasat olma özelliğini yitirir. Şahitlik Allah tarafından Müslümanlara yeryüzünde verilen pozisyondur ve şahit etkileyen, dönüştüren, güzelleştiren, iyileştiren aktif bir konumdadır. Yönetim mekanizması Müslümanların elinde olmazsa şahitlik zorlaşır, Peygamber o yüzden Medine’ye hicret ederek İslam Devleti’ni kurmuştur. Allah ümmet vasat olarak İslam sistemini merkeze koyduğu halde günümüzde merkezde emperyalizm ve kapitalizm bulunuyor. Allah’ın kulları için belirlediği vasat ümmet misyonunu kazanmak ve merkezde olan, başvurulacak kaynak konumunda bir topluluk olabilmek için evvela vasat şahsiyetler olmamız gerekiyor. Yani ifrat ve tefrit çukurlarının ortasında bulunan Sırat-ı Mustakim üzerinde itidâl ve adaletle, ifrata ve tefrite düşmeden vasatiyyenin kaynağı olan Kur’an ve sünnetin rehberliğinde kardeşçe ilerlemeliyiz. Kudüs yolculuğumuzun başladığı andan itibaren sürekli zihnimde olan bir soru vardı: Bir garip yolcu olarak Kudüs için ve dünya üzerindeki tüm mustaz’aflar için ne yapabilirim? Bu soruyu daha önce de pek çok kez kendi kendime sormuş ve bulduğum cevapları uygulama42 • Mart’16

Gezi ya gayret etmiştim/etmekteyim. Lakin bu sefer ki farklıydı. Zulmün bizzat şahidi olmak acil bir çözüm arayışına, hemen şimdi bir şeyler yapma isteğine dönüşmüştü. Ve Mescid-i Aksa imamı sorularımıza cevap olacak, stratejimizi belirleyecek ayetleri okudu: Ey örtünüp gizlenen! Az bir kısmı hariç olmak üzere gece kalk! Onun (gecenin) yarısı veya ondan (yarısından) biraz eksilt. Veya onu daha arttır. Ve Kur’ân’ı tane tane güzel bir şekilde oku. Muhakkak ki Biz, sana yakında ağır bir söz ilka edeceğiz (ulaştıracağız). Muhakkak ki gece kalkışı (meşakkatli fakat) tesir bakımından daha kuvvetli ve okuyuş bakımından daha sağlamdır. Muhakkak ki senin için gündüzleyin uzun meşguliyet vardır. Ve Rabbinin İsmi’ni zikret ve herşeyden kesilerek O’na ulaş. O (Allah), doğunun ve batının Rabbidir. O’ndan başka İlâh yoktur. Öyleyse O’nu vekil edin. Ve onların söyledikleri şeylere sabret. Ve güzel bir ayrılış ile onlardan ayrıl.(5) Sen ey içine kapanan kişi! Kalk ve (insanları) uyar! Sadece Rabbini yücelt! Elbiseni temiz tut! Bütün pisliklerden uzak dur! İyilik yapmayı kazanç kapısı haline getirme! Rabbin hatırına sabret! Ve (şu haberi ilet): (Sur) borusuna üflendiği zaman; Evet işte o gün, pek zor bir gün olacaktır, Kâfirlerin tümü için hiç de kolay olmayacaktır. (6) Vasat şahsiyetler olabilmek için, Kudüs davasını, Afrika ve Asyanın sorunlarını, Biladü’şşam’ın dertlerini omuzlayabilmek için evvela uykularımızdan, kişisel isteklerimizden fedakarlık yapmamız, gecemizi gündüzümüze katarak çalışmamız gerekir. Müzzemmil ve Müddesir parolasıyla gece Rabbimizle baş başa ilim ve ibadetle, gündüz ise insanlarla meşgul olarak, iyiliği emredip kötülükten sakındırarak tevhid ve adaletin yeryüzüne hakim olması için durmaksızın gayret göstermemiz icap eder, Rabbim bu ayetlerle amel etmeyi nasip etsin. Salâhaddin’in Kudüs’ü Fethinden çok önce Mescid-i Aksa’ya minber yapan marangoz misali herkes kendi alanında/ bölümünde/ mes-

leğinde bir şeyler yapmaya çalışmalı, yaptığı işi en iyi şekilde yapmaya gayret etmeli, vasat şahsiyetler, güçlü Müslümanlar olmalıdır. Risaletin başlangıç yıllarında Rasulullah’ın “Allah’ım! Şu iki adamdan, Ebu Cehil veya Ömer bin Hattab’dan birini İslam ile aziz kıl.” şeklindeki duasından anlıyoruz ki zulüm ve tahakküme (maddi-manevi) maruz kalan Müslümanların yaralarının sarılması için Müslümanların güçlü olması, güçlenmesi gerekir. Kudüs günlüğü olarak yazdığım bu yazıda Kudüs’te ziyaret ettiğimiz ibadethanelerden, Filistinlilerin Türkiyeye karşı olan tutumlarından ve Türkiyede yaşayanların oraya gitmesinden ne kadar hoşnut olduklarından ve bizleri orada sıkça görmeyi ne kadar çok istediklerinden, Salâhaddinleri Fatihleri Türkiye’den beklediklerinden, İsraile karşı Filistin halkının sosyal kalesi olan Burj Al-Lak Lak Derneği’nden, İsrailin hem ziyaretçilere hem yerli halka karşı psikolojik savaş yöntemlerinden, yıldırma politikalarından ve aynı zamanda korkaklığından, Mescidlere yaptığı saldırılardan, Mescid-i Aksa’yı Kubbet’üs-Sahra’dan ibaretmiş gibi göstererek yaptığı algı oyunundan, Mescid-i Aksa’nın bahçesinde top oynayan çocuklardan, Kubbet’üs-Sahra’da saklambaç oynadığımız Ahmed’den, El-Halil’in ihtiyaç algımızı ve yaşamımızı sorgulatan sokaklarından, masum ve aç çocuklarından hesaba çekileceğimizden, Filistinlilerin onurlu mücadelesinden, çoluk çocuk, genç yaşlı, engelli sağlıklı demeden bilhassa sabah namazlarında mescide gelişlerinden, Mescid-i Aksa’nın özgürlüğü için öncelikle genciyle yaşlısıyla mescidleri doldurmamız gerektiğinden uzun uzun bahsedebilirdim. Ancak Kudüs’ü anlatmak zor, hani derler ya anlatılmaz yaşanır diye işte onu Kudüs için söylemişler sanırım. Kudüs’ü gidip görmek, havasını teneffüs etmek, taşına toprağına tarihine dokunmak, Filistinlilerin gözlerine bakmak lazım. Hatta sık sık giderek İsraili rahatsız etmek, Filistinli kardeşlerimizi sevindirmek mücadele azmimizi diri tutmak için oldukça etkili olur. Üstelik biz Mescid-i Aksa’yı boş bırakırsak Mescid-i Aksa üzerinde hak iddia edenler orayı doldurmaya kalkışıyor, yerleşimci terörü baş gösteriyor. Eğer tüm çabalarımıza rağmen gidemiyorsak buradan bol bol dualarımızı ve sa-

dakalarımızı göndermeliyiz. Ancak dualarımız Hz. Nuh’un duası gibi olmalı, elimizden geleni yaptıktan sonra ellerimizi Rabbimize açmalı, sadece söylemlerimizle değil eylemlerimizle de dua etmeliyiz ve hiçbir şekilde ümitsizliğe kapılmadan sabırla ve salat ile Allah’tan yardım dileyerek gayret göstermeliyiz. Mescid-i Aksa’dayken Kur’an-ı Kerim’den rastgele açtığım bir sayfada karşıma Kasas Suresi’nin ilk ayetleri çıktı ve bu ayetler bana asla ye’se düşmememiz gerektiğini bir kez daha ve tam da ihtiyacımız olan zamanda hatırlattı: Tâ-Sîn-Mîm. Bunlar apaçık Kitab’ın âyetleridir İman eden bir kavm için Mûsâ ile Firavun’un haberlerinden bir kısmını sana gerçek olarak anlatacağız. Şüphe yok ki, Firavun yeryüzünde (ülkesinde) büyüklük taslamış ve ora halkını sınıflara ayırmıştı. Onlardan bir kesimi eziyor, oğullarını boğazlıyor, kadınlarını ise sağ bırakıyordu. Şüphesiz o bozgunculardandı. Biz ise, istiyorduk ki yeryüzünde ezilmekte olanlara lütufta bulunalım, onları önderler yapalım ve onları varisler kılalım.(7) Şahit olmanın sorumluluğunu yerine getiren vasat şahsiyetlerden olabilmek ve duasıyla... (1): Ra’d Suresi 13., 11. (2): Saff Suresi: 61., 8. (3): Celaleddin Vatandaş, Hz. Muhammed’in Hayatı ve İslam Daveti-Mekke Dönemi, Pınar Yayınları, 2010, sf. 527 (4): ayrıntılı bilgi için bkz.: Ahmet Ağırakça, Salâhaddin Eyyûbi ve Kudüs’ün Yeniden Fethi, Akdem Yayınları, 2014 (5): Müzzemmil Suresi: 73., 1-10 (6): Müddesir Suresi: 74., 1-10 (7): Kasas Suresi: 28., 1-5

Mart’16 • 43


Analiz

Analiz

IŞİD ve HİZBULLAH GERİLİMİNDEKİ ORTADOĞU Taner AFŞAR

I

ŞİD Sünni-Selefi öğretilerden beslenen, Hizbullah ise Şii öğretilerden beslenen bir örgüt. En azından iddiaları ve resmi açıklamaları bu yöndedir. Her iki örgütünde de facto devletleri var yani ikisi de birer devlet gibi çalışıyor. IŞID bunun ilanını çok önceden yaptı Hizbullah ise Lübnan’da fiili olarak devlet olduğunu herkese ilan ediyor. İki örgütte aynı coğrafyada farklı motivasyonlar ve farklı dönemlerde ortaya çıkmıştır ancak iki örgütte şiddet ve terörden beslenmekte. Hizbullah İsrail’in bölgede gayrimeşru bir şekilde gelişmesinden sonra ortaya çıkarken IŞİD, ABD’nin Irak işgali ile ortaya çıkan Şii baskınlığı ve Iraklı Şii yöneticilerinin mezhepçi politikalarından sonra mağdur olan Iraklı Sünni aşiretler ve Suriye’deki bağlantılı aşiretlerin refleksi ile ortaya çıkmıştır. IŞİD’e bu anlamıyla baktığımızda başlangıç noktasını mağduriyet olarak belirleyebiliriz. Hizbullah ise mağduriyet merkezli oluşan bir örgüt değildir İran’ın tarihten günümüze kadar süregelen Şii yayılmacılığı politikasının bir aracıdır. İki örgütün geleceği veya amaçları içinde; uluslararası ilişkiler teorisyenlerinin, siyaset bilimcilerin veya Ortadoğu uzmanlarının söylemleri farklı; kimileri kukla örgüt sınıflandırması yaparken kimileri olayların doğal sü-

44 • Mart’16

reci içerisinde kendiliğinden geliştiğini iddia etmektedir bununla birlikte bu iki örgütünde motivasyon kaynaklarını ve hangi nedenlerle savaştıklarını kendilerinden de duymamız gerekli Hizbullah; antiemperyalizm çizgisinde İslam dünyasının özgürleşmesi ve ehlibeyt sevgisi üzerinden faaliyetlerini yürüttüğünü iddia ediyor ve tabiiki Suriye’deki varlığını da bu söylemler üzerine geliştiriyor. IŞİD ise İslam dünyasındaki mürtet, hurafeci ve kafirlere karşı islâmın yeniden “özedönüşü” için mücadele ettiğini düşünmekte. Bu iki aktörün beslendikleri motivasyon, üslup ve propaganda farklılıklarının ve benzerliklerinin olduğunu söylemeliyiz fakat mezhepsel anlamda iki uç nokta da durduğunu ifade etmeliyiz. Bölgede yaşayan Sünni ve Şii nüfus gelişen olaylara bağlı olarak farklı zamanlar içerisinde küresel sisteme dahil edilmekten kaçınıldı bu bölgede yaşayan insanlar adına batı merkezli olmak üzere masa başlarında kararlar alındı böylece ortadoğu içerisinde çok geniş bir kültürel, siyasi, ekonomik havzayı elinde tutan nüfus sistem dışına atılmaya çalışıldı ve meşru yollardan sisteme dahil olunamayınca, şiddetten beslenen grupların ortaya çıkmasına neden olunmuş oldu.

Bölgede ki toplumsal yapının; hem günümüzdeki hem de tarihteki yapısına bakıldığında Irak ve Suriye Sünnilerinin Selefi aşırılığı kabul etmeyen kesimlerden oluştuğunu görürüz. Ancak Irak işgalinden sonra oluşturulan Şii yönetiminin ayrımcılıkları ile Ebu Gureyb gibi işkence hanelerinin oluşturduğu sosyal tahribat, Suriye’de devlet otoritesinin yok olması ve Sünnîlerin siyasi anlamda sahipsiz kalması Irak ve Suriye’deki halkı IŞİD’e mecbur bırakmıştır. IŞİD kendi doğuş sebebini; Şii merkezli uygulan politikalara tepki olarak ilan etse de bölgede doğrudan İran’ın Şii politikalarına itiraz etmemekte. Hizbullah ise Lübnan’daki İsrail işgali ile ortaya çıktığını ve İsrail tehdidi devam ettiği sürece de varlıklarını sürdüreceklerini açıklamıştı. Ancak şuan Esad rejiminin ayakta kalması için İran’ın güdümüyle Suriye iç savaşının bir parçası oldu. İran Devrim Muhafızları Ordusu’nun saha aktörü olarak ilk kez Suriye’de sıcak çatışmalara dahil oldu ve Lübnan dışına çıkmış oldu. Hâlihazırda aynı bölgede sıcak çatışmalara giren, birbirinin dinamizmini besleyen ve aktör konumunda olan bu iki örgüt üzerinden tüm müslümanlar mezhep savaşı yapıyor diyemeyiz ancak mezhepsel etkenlerin önemli olduğu ve dalgalanmaların yaşandığını söyleyebiliriz.

İki örgütünde söylemlerinin ve iddialarının uzağında gerçekleştirdiği eylemleri, yapılan saldırıların sadece bölgedeki müslümanlara zarar vermesi, yine bölgedeki islami referanslı olsun ya da olmasın tüm birikimi yok etmesi, aydınlatılamayan ve Müslümanlara güvence veremeyen ilişkileri söylem eylem çelişkisini ortaya çıkarmaktadır. Bölgedeki ekonomik, beşeri ve siyasi gücün bahsettiğimiz örgütler eliyle pasifize edilmesi şüphesiz gelecek yıllar içinde onarılması zor dezenformasyonlar oluşturacaktır. Müslüman coğrafya kendi toplumsal kodlarını bir siyasal söylem olarak geliştirmedikçe bu tür grupların varlığı devam edecektir. Bu örgütlere meşruiyet kazandıran bütün söylemler yeniden yorumlanmalı ve ortak akıl belirlenmeli. İslam coğrafyasının enerjisi birbiri ile çatışan grupların akıbetleri için harcanmamalı, iç muhasebe yapılıp geçmişten beslenerek geleceğe uzlaşı ve güçlü birliktelik ile yürünmeli.

Mart’16 • 45


Atölye

Atölye

Ey! En Hayırlı Ümmet! Ahsen AKÇAY Sakarya Üniv. İlahiyat Fak.

T

ebliğ sözlükte; duyurmak ve bildirmek anlamına gelirken, islamiyette tebliğ; taşımak ve götürmek anlamlarına gelir ve tüm peygamberlerde bulunan bir özelliktir. Hz. Peygamber(s. a. v)’e ilk tebliğ emri Maide Suresi 67. ayetle gelmiştir; “Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni insanlara tamamen bildir. Sen onu tam yapmadığın sürece , Rabbinin mesajını hiç yaymamış olursun. Allah seni inanmayan insanların şerlerinden koruyacaktır. Allah kendisinden gelen gerçekleri örtbas eden insan gruplarını asla doğru yola iletmez” bu ayetle Peygamberimiz(s. a. v. )’e tebliğe başlaması emredilmiş, Şuara Suresi 24. ayetle de; “ Sen önce yakın akrabalarını inzar et(ahiret azabıyla uyar)” yakınlarını uyarmaya anlatmaya başlamıştır. Hz. Peygamber(s. a. v)’e kesin ve açık, net tebliğ emri Nahl Suresi 125. ayetle gelmiştir;” Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel, en inandırıcı yöntemle tartış. Şüphe yok ki Rabbin;kendi yolundan sapanları da, doğru yolu tutanları da en iyi bilendir. ” Bizlerde önce yakın çevremiz daha sonra hayatımıza giren diğer eş, dost, akrabalara tebliğ etmekle yükümlüyüz. Tebliğ ederken dikkat etmemiz gerekenler;

46 • Mart’16

1-) Hikmetli bir şekilde davet etmek: Yaptığımız, yapmaya gönüllü olduğumuz iş son derece önemlidir. İnsanlara birşeyler anlatmaya başlamadan önce kendimizi geliştirmeli , insanların karşısına kesin bilgilerle çıkmalı ve anlatacağımızı karşımızdakinin seviyesine göre ayarlamalıyız. Anlatacaklarımız kafada ampul yaktırmalıdır. 2-) Şefkat, merhamet ve güzel öğütler: Enes b. Malik(r. a) rivayet ediyor; Hz. Peygamber (s. a. v)’e on sene hizmet ettim. Bir kere dahi bana yaptığım bir iş için “niçin böyle yaptın veya şöyle yapsaydın”demedi. (Buhari, Edep39 - Ebu Davud, Vitr32, Edep1-Tirmizi, Bir69- Ahmed b. anbel a. g. e. . 101, 124, 159) Davranışlarımıza daha çok dikkat edip , lafızlarla anlatmak istediklerimizi hal diliyle güçlendirmeli , sevdiğimiz şeyleri başkaları içinde sevmeliyiz. Onlarla vakit geçirmeliyiz. İslamı doğru empoze için çok daha özenli olmalıyız Unutmamalıyızki kuşu öldüğü için üzülen bir çocuğa taziye için giden merhamet timsali bir peygamberin ümmetiyiz. Aklımızdanda atalarımızın “tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır” diyerek konumuza tamda oturan bu sözünü çıkarmamalıyız. 3-) Kıvrak zekayla mücadele: Bir imamın, Ehl-i kitap ile münazara için patrik ve papaz-

ların olduğu tartışma ortamında ilk cümlesi şöyle olmuş;”papaz efendi çoluk çocuk nasıl?” Papaz kibriyle yüzünü ekşitmiş;” Hristiyan din adamlarıyla münazaraya geliyorsunda, daha papazların, papanın çoluk çocuk edinmek gibi süfli(aşağılık) işlerle meşgul olmadığını bilmiyorsun öyle mi?Bu ne cehalet?” İmam gülmüş;”Bilmediğimden değil fakat kendinize bile yakıştıramadığınız, süfli, iğrenç bulduğunuz eş ve evlat edinme vasfını Allah’a isnad edişinizdeki tutarsızlığı size söyleteyim dedim. ”İnatçı, dindarlara saygı duymayan, sorgucu insanlarla karşılaşacağız elbette bu imam gibi akıllı ve kıvrak zekalı olmalıyız. Bunun içinde kendimizi nifsimizin hoşnut olacağı işlerden uzek tutmalı, oyunlara gelmemeliyiz. Direk belirgin bir mücedale değil karşı tarafa yol göstererek , düşünmeye sevk etmeliyiz. 4-)Sözün güzelini söylemek: İsra Suresi 53. ayet; “ Yine de sen kullarıma söyle , her zaman sözün en güzelini söylesinler. Şüphe yok ki şeyten, insanların arasını açmak için , her zaman fırsat kollamaktadır. Şüphe yok ki şeytan gözle görülmese de insana apaçık bir düşmandır. ” Bir insana birşeyler öğretme çabasına girdiğimizde insanlar eleştirilmeyi sevmediği gibi cahilliği de kabul etmezler ve sinirlenip yarıda bırakabilirler. Çocuk gelişiminde de çocuk kötü bir davranış sergilediğinde direk yapma denilmez. Şöyle yapsan bu beni daha çok mutlu ederdi gibi onu incitmeyecek sözler söylemek gerekir. Eee madem insan 90 yaşına da gelse

anne ve babasının çocuğu sayılır bizlerde bu açıdan bakıldığında çocuk sayılan tüm insanlara direk emir vermek şeklinde ya da böyle giderse cehennemi boylayacağını değil güzel olan hareketi ve cennetteki nimetlerden bahsetmeliyiz. 5-) Müjdelemek: Hz. Peygamber(s. a. v); ”Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız. üjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz”buyurmuştur. (Buhari, Cihad164)Yapılan en büyük yanlış belkide daha küçücük yaştaki çocuklara namaz kılmazsan yanarsın demek halbuki o yaşta kıldığı namazların karşılığında aklından geçen herşeyin saniyesinde gerçekleşeceği cenneti anlatsak ilerki yıllarda yanlış olan düşüncelere yönelmesinin önüne koca koca setler çekmiş oluruz. 6-)Yapılacak yanlışların sonuçları ağırdır: Kötü bir iş yapan yetişkine tabiki bunun sonucundaki tehlikeyi haber vermeliyiz. Önce cenneti anlatarak sevindirdiğimiz insana cehennem azabı da anlatılmalı ki kendi kafasında ölçüp tartıp öyle davransın. Yüce Allah’ın merhameti kadar azabıda çetindir. Sadece cennetle müjdelemek ya da cehennemle korkutmak değil temiz, dengeli bir düşünce ortamı kurmak önemlidir. Nihayetinde “emr-i bilmar’uf nehy-i anilmünker” yapabilirsek Yüce Allah’ın bizleri en hayırlı ümmet olarak nitelendirmesinin karşılığını verebiliriz, Biiznillah. Selam ve dua ile.

Mart’16 • 47


Tarih

Tarih

SONU GELMEYEN CEPHE

ÇANAKKALE Muhammed ÂLİ

18 Mart 1915 Çanakkale zaferinin yıl dönümü. Zafer olduğu kadar her savaş halinin sonucu olarak kaybedilen bir sürü can ve değer var Çanakkale’de. Giden canlar için gönlümüze ferahlığı yüce Yaradan veriyor: “Allah yolunda öldürülenlere “ölüler” demeyiniz. Bilakis onlar diridirler, lakin siz anlayamazsınız.” (Bakara, 154) Yedi düvele karşı hangi ırktan, hangi soydan olursa olsun onlarca Müslüman Allah için savaştılar. Halis niyetle edilen mücadeleye Allah sonsuz rahmetini ve yardımını gönderdi. Çanakkale’de durdurulan düşman ile sadece İstanbul ve Anadolu değil diğer İslam beldeleri de kurtulmuş oldu. Her ne kadar günümüze kadar geçen süreçte ortada bir zafer veya kurtuluş değil paramparça olmuş bir ümmet

48 • Mart’16

coğrafyası olsa da belki de hayallerimizin resmedemeyeceği bir sonuca o gün Çanakkale’de dur denildi. Kadını, erkeği, genci, yaşlısı herkes savaşın içerisinde bir şekilde görev aldı. Ülkenin geleceğini oluşturacak olan genç nesillerin çoğu şehid oldu. İstanbul’da mezun vermeyen okullar ortaya çıktı. Evet zaferdi belki ama bir ülkenin bir milletin gelecek on yıllarını oluşturacak insan unsuru yok olmuştu. Romantik yaklaşımlarla zafer sarhoşluğuna bürünmeden okumalıyız tarihi. Bu sadece Çanakkale için geçerli değil tüm tarihi bu şekilde eğrisi ile doğrusu ile sebep ve sonuçlarıyla okuyup yolumuzu aydınlatabilmeliyiz. Bunun haricinde yapılacak okumalar arzuları tatmin etmekten başka bir şey doğurmayacaktır.

Çanakkale imanın zaferidir. Allah’a hakkıyla teslimiyetin ve onun için, dini için tertemiz gönüllerle mücadelenin zaferidir. Hak din İslam karşısında bir olmuş yedi düvele karşı her türlü maddi eşitsizlik içerisinde kazanılmış bir zaferdir Çanakkale. Maddi açıdan tüm avantajın karşı tarafta olduğu fakat manevi açıdan teraziyi batılın başına geçirdiğimiz bir zafer ve şehid olan onlarca can. Sadece savaş olarak düşündüğümüzde büyük bir zaferle kapatılmış gibi görünen bir cephe fakat 1915’ten günümüze bir asırdır savaşın devam ettiği cephedir Çanakkale. İşte görmemiz gereken, farkında olmamız gereken ve de dillendirmemiz gereken de tam olarak budur aslında. 100 yıl geçmiş dile kolay. Geriye dönüp baktığımızda iman dolu göğsüyle küffara dur diyen bu toprağın evlatlarına en büyük ihanet yine kendilerinden gözükenler tarafından edildi. Onlarca can kafire dur dedi fakat birileri gelerek aslında savaşın devam ettiğini haykırırcasına bu ülkenin, bir ümmetin geleceği ile oynadılar. İman dolu göğüslerin Hakk’a ulaştığı bir mücadelenin ardında kurtarılan vatan topraklarında, yine bu topraklara ait olduklarını iddia edenler tarafından, Hakk’a, Kitaba ve iman edenlere karşı amansız bir savaş başlatıldı. İşte asıl görmemiz gereken nokta tam da burası. Çanakkale cephesi kapanmamıştı aslında, savaş bitmemişti. Sadece bir siyasi tarih veya savaş tarihi olarak okuduğunuzda zaferle sona ermiş bir mesele durur karşınızda ama meselenin sonrasını ve ortaya çıkan gelişmeleri de okursanız aslında ortada bir başarı biten bir savaş yoktur. Batıl Hak karşısında amansız mücadelesini şekil değiştirerek azim ve kararlılıkla devam ettirmektedir. Biliyoruz ki tarihi süreçte bu topraklarda ilk iş İslam dininin varlığını ortadan kaldırmak için her türlü şeyi yapmak olmuştur. Muz cumhuriyetinde değil Türkiye Cumhuriyeti’nde Kur’anı Kerim okumak, bulundurmak yasaklanmıştır. Kur’an okutulduğu öğrenilen yerlere baskınlar yapılmıştır. Bir nesil gizli gizli baskınlar altında mücadelesini sürdürmüştür. Ezanlar yasaklanmıştır bu ülkede. Camiler ahırlara, pavyonlara çevrilmiştir. Bir sürü Müslüman haksız yere iftiralarla asılmıştır. İslam kültür-medeniyet

değerleri ortadan kaldırılarak batı kültür-medeniyet değerleri bu topluma enjekte edilmiştir. Tüm bu fotoğrafın en başında da İslam tarihinin en önemli nişanelerinden biri olan İstanbul’un fethinin sembolü Ayasofya Camii ibadethane vasfından çıkartılmıştır. İşte tüm bu sıraladıklarımıza bakıldığında Çanakkale cephesinin kapanmadığı düşmanın mücadeleyi farklı bir şekilde devam ettirdiği ortadadır. Bunun içinde hiçbir zaman bitmemiş olan ve de bitmeyecek olan bizden, bu topraklardan olan hainleri kullanmışlardır ve kullanacaklardır. 101 yıl sonra bugün baktığımızda yedi düvel kültür-medeniyet savaşını devam ettirirken aynı zamanda silahlı mücadeleyi de bu topraklarda sürdürmektedir. Bu mücadelelerinde Müslüman görünümlü hainlerden büyük bir destek almaktadırlar. 1915’te nasıl bir sürü farklı unsur bir araya gelip bu toprağın asıl sahiplerine karşı savaştıysa bugünde aynı düşmanlar aynı sahiplere karşı amansız ve artan mücadelelerini devam ettirmektedir. İşte bu noktada biz gençler bu mücadelenin farkında olup ona göre safımızı belirlemeliyiz. Hainlik yapanların dışında ben etliye sütlüye karşımam diyerek ortada stres topu gibi bir o tarafa bir bu tarafa fırlarsa hainlerden bir farkı kalmaz. Ortada 1915’ten bu yana süregelen bir savaş var. İstiklal mücadelesi bitmedi, devam ediyor. Hak ve batıl safı bu kadar belliyken gaflet ve dalalet hatta hıyanet içerisinde bulunmak hiçbir izahla açıklanamayacak bir durumdur. Allah bizlere hakkı hakikati görebilecek basiret nasip eylesin. Sefer bizim Zafer Allah’ındır. LA GALİBE İLLALLAH Mart’16 • 49


Duyuru

Duyuru

28 Şubat Bin Yıl Sürecek mi? M

emleketimizde Cumhuriyetin kuruluşu ile birlikte laik kemalist devrimler ile inşa edilmeye başlanan nesillerin İslam coğrafyası ile sürdürdüğü 1400 yıllık ilişki sonlandırılmaya çalışılmış fakat kısmen başarılı olunsa da Allah’ın izniyle İslam kültür ve medeniyet değerleri coğrafyamızın her köşesini şekillendirmeye devam edegelmiştir. 1960’larda başlanan çeviri faaliyetleri meyvelerini 1980’li yıllarda vermeye başlamış ve İslami mücadele Anadolu coğrafyasının her köşesinde yeniden alevlenmiştir. 1980 sonrası İslami mücadele siyasal alanda da tecrübe kazanmış Türkiye siyasetine yön vermeye aday bir pozisyona evrilmiştir. 28 Şubat sürecine gelindiğinde ise Türkiye’de dindar kimlikli bir partinin koalisyonun büyük ortağı olması Küresel emperyalist güçleri tedirgin etmiştir. İslam coğrafyasının her noktasında olduğu gibi Türkiye’de de İslami hareketlerin hakim pozisyona gelmesine karşılık sürekli ataklar geliştirilmiş ve küresel güçlerin yönlendirmesiyle ve memleketimizdeki işbirlikçilerinin de yoğun çaba ve destekleriyle Türkiye’de Müslüman kimliğiyle varolmaya çalışan insanlar toplum üzerinde acı tesirler yaratan büyük kampanyalarla adeta linç edilmişlerdir. 28 Şubat sürecinde Türkiye’li Müslümanların meşru yollarla elde ettikleri siyasi kazanımlar alçakça yöntemlerle gaspedilmiş, dindar kimlikli müteşebbisler karalama kampanyalarına maruz kalmış, hukuksuzluk abidesi haline

50 • Mart’16

gelen davalar yordamıyla İslami mücadeleye hayatını vakfeden insanlar hapishanelere doldurulmuştur. 14 yaşında imza yetkisi dahi olmayan çocuklara işkence altında türlü suçları zorla kabul ettiren cunta, başörtüsü mücadelesi veren hanımları idamla yargılayacak kadar ileri gitmiştir. Batı çalışma grubu marifetiyle namaz kılmak, oruç tutmak gibi ibadetler dahi suç kapsamında değerlendirilmiştir. Bugün gelinen noktada 28 Şubat sürecinin getirdiği yaptırımlar büyük oranda kaldırılmaya devam ediyor. Fakat militarist azgınlığın tavan yaptığı o dönemde Müslümanlara yönelik baskı ve zulüm mekanizmalarının işletilmesi için devreye konulan komplo davalardan dolayı cezaevlerine düşmüş yüzlerce mahkum bugün halen özgürlüğe kavuşacakları günü bekliyor. Ergenekon, Balyoz davalarından tutuklu sanıklar beraat ettirilip üstüne tazminat ödemeleri yapılırken, 28 Şubat sürecinde hukuk dışı yöntem ve dayatmalarla haklarında açılmış soruşturma ve yürütülmüş yargılamalar neticesinde mağdur edilen Müslüman tutsaklar hapishanelerde esir tutulmaya devam ediyor. Bizler davalarından ve ailelerinden kopartılmış tutsaklara yönelik adaletin tesis edileceği yeniden yargılama yolunun açılmasını talep ediyoruz. Ve bu sürecin daha fazla haksızlık ve zulme sebep olmaması için de 28 Şubat darbe süreci mağdurlarının acilen tahliye edilmelerinin hukukun ve adaletin gereği olduğunun altını çiziyoruz.

Kamuoyuna Duyuru!

B

irkaç gün içerisinde Kadıköy Belediyesi’nin billboardlarında eşcinsel topluluklar içerikli birçok reklam afişinin asıldığı görülmüştür. Özellikle son dönemlerde “eşcinsel hakları” diye fasulyeden bitme, uydurulmuş bir kavramın etrafında bazı malum belediyelerin, Türkiye’de bu konu üzerine yoğunlaşması için yabancı fonlardan beslenen STK’lar ile sıkı fıkı bir ilişkide olduğu da herkesin malumu. Yetkililer nezdinde bu girişimlere karşı maalesef ciddi bir duruşun olmadığı görülmektedir. Öncelikle, eşcinsellik tedavi edilmesi gereken bir hastalıktır. Fakat öyle gözüküyor ki, hem toplum sağlığı hem de biyolojik olarak insan sağlığı için bir tehdit olan bu hastalık son günlerde kasıtlı olarak bu millete bulaştırılmak istenmekte. Maalesef Türkiye’de “eşcinsellik” etrafında ahlaki yozlaşmanın ve genel ahlaksızlığın merkezini oluşturan çevreler, fütur-

suzca bu toplumun değerlerinin üstüne pislemelerine rağmen kasıtlı olarak her fırsatta “mazlum” ve “cici çocuk” olarak resmedilirken kendilerine karşı her türlü ses linç edilmekte. Denilebilir ki; Bunu Başbakanımızdan işitmekten esef duymamıza karşın, biz kesinlikle Avrupa medeniyetinin bir parçası değiliz. Biz, Genç Öncüler olarak, değil AB uyum yasaları çerçevesinde eşcinsel evliliğin yasallaşması veya batıya uslu çocuk gözükmek için eşcinsel belediye başkanı seçilmesini hoş görmek; billboardlar, reklamlar ya da medya araçları yoluyla dahi toplum binamızı ayakta tutan ahlaki değerlerimizi “eşcinsellik” söylemleriyle dinamitleyen bu tür girişimlerin hepsinin karşısındayız. Eşcinsellik hak değil hastalıktır ve birtakım çevreler tarafından bilinçli bir şekilde salgına dönüştürülmeden önce bunu önleyecek politikalar her şeyden önce beklentimizdir.

Mart’16 • 51


Atölye

Sinema

İYİ BİR DİNOZOR Selen BALCI Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Y

Bir Selam Bir Tekbir Arası Boş Oturuş Elif SAYSOY

Y

atsı namazı. Sona kalmış, gözler kapanmak için çırpınırken görev bilinciyle utanmaksızın yüce huzura çıkmaya çalıştığımız saatler. Daha farzı kılarken acaba son sünneti atlasam mı diye üst üste gelen sorular. Bunların hepsi hoş, vicdan azabı yok nasılsa sünnet. Derken uykulu gözler biraz dinlensin diye bir selam bir tekbir arasındaki boş oturuş. Öylesine açılmış bir kitabın sayfalarında Tanpınar’ın ya da Yahya Kemal’in birkaç hecesi çarpıyor göze. Eski İstanbul’a hasret duyan birkaç hece. Bir silkinme bir uyanış. Secdeye değen alnımızın içimizde uyandıra-

52 • Mart’16

önetmenliğini Peter Sahn’ın yaptığı ‘’İyi Bir Dinozor’’ filminin vizyon tarihi 25 Kasım 2015’tir. Yapımcılığını ise Ters yüz, Yukarı Bak, Kayıp Balık Nemo gibi animasyon filmlerin yapımcılığına imza atmış olan Pixar yapmıştır. Komedi-drammacera niteliğinde olan bu eğlenceli film aslında bir ihtimalin doğurduğu sonuçları konu etmiştir. Dinozorların yok olmasına sebep olan meteorun dünyaya teğet geçmesi, filme konu olmuştur. Seyircilerden ve eleştirmenlerden ortalamanın üzerinde, başarılı bir film olarak yorumlanmıştır. Arlo adında Apotourus türünde ki bir dinozorun ve arkadaşı Spot adlı bir çocuğun başından geçen maceralar görsel bir şölenle izleyiciye sunulmuştur. Arlo’nun Libby, Buck adında iki erkek kardeşi vardır. Bu ikisi kendilerini anne-babasına kanıtlamış ve izlerini bırakmayı hak etmişlerdir. Arlo ise kardeşlerinin aksine korkusuna yenik düşmüş ve verilen görevinde başarısız olmuştur. Babası onu eğitmeye çalışsa da bir sonuç alamamıştır. Filmden bir replik korkuyu ; ‘’Bazen diğer tarafta ki güzelliği görmek için korkunun üstesinden gelmelisin ‘’ olarak değerlendirmiştir. Korkuyu ancak onunla yüzleşerek yenebileceğini, arkadaşlık, aile kavramının en masum halini göreceğiniz ve her yaştan kitlenin kendisinden bir parça hissedeceği bu film de, keyifli seyirler diliyorum.

madığı kıpırtı. Yine utanmadan. Hemen son sünnet için tekbir. Sonrası arapça sureler ve dualar arasına sıkışan Türkçe düşünceler ve hayaller. Bir anda çığ gibi büyüyen istekler. Hafif bir sıcak esinti. Az kaldı namaz bitecek sonra her şeyi durdurup sadece düşünme isteği. Öyle bir coşku ki yalnızca kitap okumayı düşünürken üşenmeden bunları yazdıran. Yine utanmadan yazdıran. Ama farkına vardıran. Huşusuz secdelerin, sönük tekbirlerin farkına vardıran. Az önce yazmayı düşündüğüm daha çok şey vardı. Ey nefis, bu şevk de uçup gitti.

Mart’16 • 53


Sinema

Kitap

Okumaya Değer!

BEYAZ PERDENİN SİYAH SENARYOSU! Fatih RAZİ

T

ürk sineması son yıllarda ciddi anlamda ilerlemeler kaydetti. Millet olarak sinema artık içimizde ve bizden biriymiş gibi sahiplenmeye başladık. Vizyondakileri yerli yabancı demeden takip listemize çoktan aldık. Milyonlar ekran başında o kadar çok kalıyor ki; reklamları en çok izleyen ülke olma şerefine nail olmuşuz! Kültür, perdenin önünde mi yoksa arkasında mı çokta umurumuzda değil! Maksat gülmek, eğlenmek biraz da “popüler kültür” sahibi olmak… Şimdi “ Osman Pazarlama” filmine geçebiliriz. Arkanıza yaslanın ve gülmeye hazır olun. Sergilediği senaryo baştan aşağıya ahlaksızlıkla dolu! “Toplumun yegâne mihenk taşı olan aileyi ve o mihenk taşının cevherleri olan çocukları ve gençleri nasıl bir tuzağın içine soktuğunu maalesef halkımız görememekte.” Hazır değilseniz de çokta önemi yok. Çünkü millet olarak neye güldüğümüzü bilmez olmuşuz. Öyle ki; küfür varsa kahkaha da var havasındayız. Hem neyi düşünüyor neleri sorguluyoruz ki? İzlediğimiz filmi mi karantinaya alacağız? Güldürmeyin bizi! Hal böyle olunca gelenek, örf ve adetlerimize söylenmiş argo sözler, belden aşağı yapılmış iğrenç hakaretler kimin umurunda? Çerçeve belli küfür et, güldür! Her filmde her yeni senaryoda yeni küfürler üretmekte çabası. “…” geçen yerleri mi? Onu yıllar önce doldurmuş birileri. Zihinler Paris, diller Viyana. Evet, “Osman Pazarlama” üründen çok kü-

54 • Mart’16

für pazarladı. İzleyenlerin bir anasına sövmediği kaldı. Hele yeryüzünün en değerli varlığı olan insana bir eşya kadar değer vermemesi, dahası kadınlara yapılan hakaretler ise durumun ne kadar fecaat olduğunu gösterdi. Toplum olarak kaybettiğimiz duyarlılıklarımızı yeniden inşa etmeliyiz. Bu hassasiyetle seçici bir bakış açımızın acilen kazanılması gerekmektedir. “Her çıkan filme gözü kapalı, hiçbir şeyi sorgulamadan gitmek; gören gözümüzün, işiten kulağımızın, konuşan dilimizin kültür ve medeniyetimizden uzak bir şekilde hareket edeceğini unutmamamız gerekir.” Zira toplumları değiştirmek için savaş yapılmasına gerek yoktur; çünkü bir toplum sinema sektörü ile çok rahat değiştirilebilir. Eğer bu sektör iyilerin elinde olursa toplumlar da iyi olur. Kötülerin elinde olursa kötü bir toplum meydana gelir. Aksi halde kendisine, ailesine, arkadaşına ve yurduna yabancılaşmış bir nesille karşı karşıya kalacağız demektir. Amacım isimleri ve filmleri kötülemek değil! Hem ne haddime! İsteyen istediği filme gidebilir. Bu seçim kişileri bağlar. Yoksa suya taş atıp bulandırmak değil derdim o suyu imkânım dâhilinde temizlemek. Tutar mı bilmem ama siz bu filmi izlemeyin inanın çok şey kaybetmezsiniz bilakis çok şey kazanacaksınız. Bizden söylemesi. Varsın birileri bu sefer rekor kırmasın. Rekorları siz değerli izleyenler kırsın. -Nereden bakılması gerekiyorsa oradan bakmayı unutmayın! Selametle.

İ

Siyaset ve Fıkıh

İnsanın Durumu

Yorgunluk Toplumu

Prof. Dr. Ahmet YAMAN

Lewis Mumford

Byung-Chul Han

çeriği ile hem bir hukuk tarihi hem de bir hukuk sosyolojisi araştırması niteliği taşıyan bu kitap, siyaset-fıkıh ilişkisinin Müslümanların hukuk ve toplumları özelindeki yansımalarını tespit ve örneklendirmeyi hedeflemiştir. Yöneticilerin karakter ve dindarlığından kaynaklanan olumlu etkilerin varlığı tarihî bir gerçek olmakla beraber, siyasetin insan elindeki genel karakteri ile hukukun tabiatı, tarih boyunca bu ilişkinin olumsuz boyutunu ön plana çıkarmıştır. Kitap, İslâm kamu hukukunun belli alanlarının yeterince gelişememesinde, yöneticilerin hukuk karşısındaki ciddiyetsiz tavırlarının toplumu etkilemesinde, Sünnet verisinin varlığından habersiz ictihatların ortaya çıkışında, uydurma hadisler yoluyla ve ırkçı politikalarla hukuku belirlemede, fıkıh edebiyatının yelpaze daralmasında, yargının her zaman aynı ölçüde bağımsız bir kuvvet olamamasında, baskılar ile müctehidlerin kanaatlerine tesir etmede, siyaset-i şer‘iyye kavramının istismar edilerek zaman zaman haksızlık ve gasb aracı haline getirilmesinde, hîle-i şer‘iyyenin kanuna karşı hile biçiminde kurumsallaşmasında ve nihayet fıkıh eğitim ve öğretiminin geçirdiği evrelerde, diğer etkenler yanında, yönetim anlayışı ve tatbikatının da büyük çapta etkili olduğunu ortaya koymaktadır.

U

ygarlığımızın son dört yüzyılda sahnelediği dram sonuna varana kadar oynandı, hatta tüketildi. Aktörlerin aynı sahnedeki sürekli varlığı, aynı rolleri gevelemeleri, herkesin ezberlediği jestleri tekrarlamaları, ancak genel amaçsızlıklarının üzerini örtecek bir kafa karışıklığıyla sonuçlandı.” İnsanın Durumu! Duraksıyoruz, çünkü aklımıza gelmemişti bu soruyu sormak, dahası birinin sorup bir cevap vermesinden de korkuyoruz. Ne de olsa gündelik hayattan, sonsuz siyaset tartışmalarından, işe gidip eve gelmekten, dünyada olup bitenle kendi köşemizde kafayı bozmaktan başka, bir tür olarak geleceğimiz ve serencamımıza dair düşünmek işimize gelmiyor. Küresel ısınmadan sağcılığın yükselişine ve daimi iktisadi krize, küreselleşme hücrelerimizden sokaklara kaderlerimizi ortaklaştırırken, insanlık olarak müşterek varoluşumuz her gün daha da somutlaşıyor. Gelgelelim bu somutluğu konuşacak araçlardan, kelimelerden, bir dilden yoksunuz. Ve miyopsanız, ufuktaki bulanıklığı gerçekliğin müphemiyeti sanabilirsiniz. Mumford’un 1944’ te yazdığı İnsanın Durumu küresel insanlık haline dair bir deneme. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra yazılan benzeri pek çok kitaptan farklı olarak teknolojiyi öcüleştirmektense insan oluş tarzlarının zemini olarak ele alıyor. İnsanın dünyayı şekillendirirken kendisini ve yeni dünyaları nasıl şekillendirdiğini, yaratımın getirdiği yıkımı ve dramı Faust’un diliyle anlatıyor. Sosyal bilimlerin giderek uzmanlaştığı, tarihsel çalışmaların ‘mikro’laşarak birkaç ay yahut seneden öteye konuşmaktan kaçındığı günümüzde, Mumford bizlerle bütüncül bir perspektifin kıymetli efkârını ve her şeye rağmen insanın dilediğinde adil bir yaşamı inşa edebileceğine dair yılmak bilmez ümidini paylaşıyor.

İ

nsanların vakit öldürmek icin cırpındığı zamanlar bitti. Artık vaktin ölü olarak doğduğu, bir gelecek ufkunun yerini “hemen şimdi”nin aldığı cağda yaşıyoruz. Daha 1945’te Vâ-Nu Akşam gazetesindeki köşesinde memurluktan, hayattan sıkılanlar icin amatörlüğü salık veriyordu, Erişirgil 1956’da yazdığı Merak ve Dikkat adlı kitabında sıkılmış öğrencilere merak nasıl aşılanır diye soruyordu. Merak uyanmadan dikkat olmaz, eğitim merakı üretmek lazım diyordu. 80’lerle beraber eskilerin “sürat asrı” dediği devri kapatan, hızın sadece fiziksel değil sanal bir dünyada da bir mevzu haline geldiği, insanların, malumatın her an ulaşılabilir olduğu, sosyal ilişkilerin yerini ‘etkileşim’e terk ettiği bir döneme girdik. Merakımız varsa dahi ilgi duyamıyoruz, dikkat kesilemiyoruz. Dikkatimiz yazılım arayüzeylerinin arasında, bir yüzeyden diğerine atlamakla meşgul. Ara’nın yerini hiperaktiflik, yani oradan oraya atlamak aldı. Yerimizde duramıyoruz. Gündemimiz aralıksız olarak “güncel”leniyor, ve tüm bu bitmek bilmeyen yepyeni şimdiden bezmiş durumdayız, bugün olmazsa yarın... Yorgunluk Toplumu’ nu Almanya’ da son on senenin en cok satan kitaplarından biri yapan şey kapitalizmin son yirmi yılında ortaya cıkan yeni bir yaşam biciminin insanı nasıl ufaladığını göstermesi: sıfırı tükettik ve devam ediyoruz, her şey angarya geliyor, devam ediyoruz. ByungChul Han’ın eseri sürüncemede kalmış, depresyondan cıkamayan, sürmenaj olmuş insanın durumuna dair bir başyapıt.

Mart’16 • 55


Medya

Medya

Basından Yansıyanlar Umutsuzluk Operasyonu

Yakup Köse 23 Şubat 2016 - Star eytanî ve sahte ümit olmaması için Salih Mirzabeyoğlu üç şart sıralıyor: Hâl idraki, nefs muhasebesi ve çaba. “Her türlü “ümit” ve “ümitsizlik” lâfı, fikir ve aksiyon tütmediği müddetçe, imân ve samimiyet güdüklüğünden işarettir” diyerek de mevzuyu noktalıyor Mirzabeyoğlu. Vatanımıza yapılan saldırılar diz çöktürmeye mâtuf saldırılardır. Türkiye üzerinden dünya mazlumlarına yapılan “Umutsuzluk operasyonu”dur. Bu operasyonu akamete uğratmak bizim elimizde. “Türkiye’nin üzerine yüz yıl önce giydirdiğimiz itaatkârlık elbisesini çıkarmasını engellersek dünyada kimse bize kafa tutamaz” diyenlerin ümidini de boşa çıkarmak bizim elimizde. Peki bizim elimiz nerede? Cep telefonunda mı, direksiyonda mı, samimi olarak ikâz edenlere sövmek için klavyede mi, haramda mı yoksa niyazda mı, kitapta mı, “hâl idraki ve nefs muhasebesi” için kafamızda mı!..

Ş

ABD’nin rasyonel yanlışı

Ethen Mahçupyan 28 Şubat 2016- Serbesiyet ysa ABD’nin problemi çok daha basitti. Kim IŞİD’e daha fazla karşı diye sordular. Karşılarında iki eksen bulunmaktaydı. Biri Özgür Suriye Ordusu, Katar, Suudi Arabistan ve Türkiye’yi kapsıyordu. Diğeri ise Esad’dan başlayıp PYD ve İran üzerinden Rusya’ya ulaşıyordu. İkinci çizgi IŞİD’le mücadele açısından çok daha mantıklı gözüküyordu. Sonuçta

O

56 • Mart’16

İlk gruptaki ülkeler Sünni idi ve IŞİD’le aynı mezhebi paylaşıyordu. Ayrıca bu ülkeler Suriye’deki Sünnilerin akıbeti ile daha fazla ilgiliydiler. Buna karşılık ikinci gruptakiler ya Şii idiler, ya da etnik bir kimliğin taşıyıcısıydılar. Dolayısıyla ABD kendince rasyonel olanı yaptı. Esad’ın gitmesini ve Rusya’nın oraya çöreklenmesini istemediği halde IŞİD tehdidini öne alarak bu ikinci grubun hareket alanını genişletti. Bunu yaparken, zaten müttefikleri olan ilk gruba da destek olarak dengeyi sürdüreceğini sandı. Böylece hem IŞİD yenilecek, hem de Orta doğu’da ABD hakemliğine ihtiyaç devam edecekti. Ama öyle olmadı… Çünkü IŞİD’in asıl yok olmasını isteyenler aslında diğer Sünnilerdi. İkinci grup ise halen IŞİD sayesinde gücünü artırmakta ve IŞİD’in ortadan kalkmasını da tabi ki istemiyor. Yani mülteci meselesi hiç ortaya çıkmasa bile, ABD yanlış bir tercih yaptı ve bu görünür yanlışı sürdürmenin doğru olduğunu düşünmeye de devam ediyor. İyi de mülteciler artık Avrupa’nın kapısındayken acaba ABD bu politikasını ‘birincil’ ortağı olan Avrupalılara nasıl kabul ettirecek?

Sen Abdulhamid’i Savundun!

Yıldıray Oğur 12 Şubat 2016- Türkiye eni Türkiye’de herhalde eski Türkiye’nin tasfiyesinde en önde gitmiş olduğu için riske girilmeyip Gülay Göktürk tehlikesi bertaraf edildikten sonra şimdi de 1994’te Yeni Demokrasi Hareketi’ni kurarken bile Refah Partisi’ne oy vermiş, memleketin bütün demokrasi sınavlarından,

Y

(28 Şubat, 27 Nisan, kapatma davaları, başörtüsü, Kürt sorunu tartışmaları, Gezi, 17/25 Aralık) kimseye yaranmak, ya da yarın bir gün geri istenecek iyilik, jest olsun diye değil, öyle inandığı için demokratlığının gereğini yapmış Etyen Mahçupyan meselesi de hallolundu. Herkese büyük geçmişler olsun. Müzakereyi, toplumu yok saydığı için liberalizmle bile tartışıp demokratlık pozisyonunu keşfetmiş Mahçupyan’ın aslında halka tepeden bakan bir elitist olduğunu, hatta henüz adlarını veremeyeceğimiz gizli birtakım odakların parçası olduğunu, büyük sermayenin TESEV’ine bile tahammül edemediği bir entelektüelin finans odaklarındaki abilerine hizmet ettiğini, milli sporumuz algı operasyonlarının şahı olduğunu, cemaatin gazetesinde cemaati teorik olarak çökertirken aslında kriptonun kriptosu paralelci olduğunu, Şirin Payzın’ı bile arada bir ikna etmeyi başaran kibar ve mütevazı kişiliğinin aslında kibirli laik özünü örten bir maske olduğunu böylece öğrenmiş olduk. Bir de “Neden Etyen Mahçupyan eleştirilemez mi” diye bir demokratlık kılığında. İki eleştiri yazdığı için yazıları basılmayan birinden bahsetmeseler gayet mantıklı bir eleştiri aslında... Halep düşerken, PKK saldırırken, Pensilvanya’dan tuhaf işaretler verilirken bir de üstüne üstlük Etyen Mahçupyan ve Gülay Göktürk’ün yazı yazması, Hakan Albayrak’ın arada bir eleştirmesi çok riskli olabilirdi. Yoksa bütün bu büyük altüst oluşlar yaşanırken, sahiden ilk kez ve nihayet sonunda bir sistem değişikli-

ğine doğru gitmeye başlamışken, bütün bunlar için mümkün olduğunca birlik ve beraberlik, güçlü bir iktidar ve geniş bir koalisyona ihtiyaç duyulurken (yine koalisyonu savundu işte!) oturup bunları yazmak insana lüzumsuz iş yapıyor hissi veriyor. Ama galiba, haftalardır işi gücü bırakmış bütün meselesi farklı nüansları olsa da yanında duran insanlara sataşıp, mümkünse bir şekilde tasfiye etmek olanlar herhalde büyük bir tehlikeyi bertaraf etme hazzı yaşıyorlar. Can sıkıntısından olabilir. Bir hevestir, geçer. Yıllardır kimseden bir şey beklemeden, talep etmeden yol açmış bir entelektüelin daha tam da yeni şeyler inşa etmenin fırsatı ve imkanları ele geçmişken, yazılarının kesilmesi, hakkında ileri geri laflar edilmesinden kaynaklanan, insanın içini kemiren, moralini bozan türden bir can sıkıntısı olmasın da... Gerisi hallolur. O güzel atasözünde söylendiği gibi; Sıkıntı yapma, sileriz kardeş...

Gözlerimizin içine baka baka terörü terörle aklıyorlar!

Ersin Çelik 18 Şubat 2016- Yeni Şafak ün akşam saatlerinde Ankara’da gerçekleştirilen bombalı saldırıyı şu son bir haftada yaşanan süreçten ayrı okuyamayız. “Kim yaptı” sorusunun cevabının tek başına yetmeyeceği adı konulmamış bir savaşın içindeyiz. YPG’ye yaptığımız bombardıman bir işaret fişeği yapılmak isteniyor. “Dostuz” diyen ülkeler ve Rusya karşısında el pençe duran BM’nin “YPG’yi vurmayın” baskısına karşı çıkan Türkiye’ye bir kez daha “iç işlerine dön” mesajı veriliyor. Sabrının sınırları zorlanan Türkiye’nin artık direnişten taarruza geçmesiyle, hep birlikte izledikleri iç savaş filminin seyrinin değişeceğinden eminler. Bu yüzden de Ankara’nın göbeğinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinin kalbine saldırdılar. Gözlerimizin içine

D

baka baka terörü terörle aklıyorlar. Hafızamızla dalga geçiyorlar akıllarınca. Görünürde birbirleri ile ‘didişen’ örgütlerin, maşaların, büyük-küçük taşeronların tek hedefinin Türkiye olduğunu anlamamak için akli melekeleri yitirmek gerekiyor. Bu ülkeye; sahip çıktığımız mazlumlara, dik duruşumuza, Cumhurbaşkanımıza, Başbakanımıza, kardeşliğimize, tarihimize ve de geleceğimize karşı bir kez daha başlatılan savaş, artık kendini net bir şekilde gösteriyor. Bu topyekûn saldırıyı püskürtecek tek güç Anadolu halkının iradesidir. ‘Milli Mücadele’ kavramı yüz yıl sonra yeniden ete kemiğe bürünüyor artık. Oy oranları ile ideolojik, siyasi ve fikri ayrılıklar rafa kalktı. Bu çok açık.. Yarım asrı geçen siyasi hayatında bu coğrafyanın değerlerine karşı bir çizgide duran, fakat ülkenin bekası söz konusu olunca devletinin yanında yer alan Deniz Baykal’ın tavrı tarihi bir duruştur, uyarıdır. Bu topraklara olan aidiyet duygumuzu diri tutmamız gerekiyor. Türkiye, kendi tarihini bir kez daha yazmanın mücadelesini veriyor. Dibimizdeki Suriye 5 yıldır yangın yerine dönmüşken Türkiye’nin güllük gülistanlık kalacağını düşünmek felaketin başlangıcı olur. Esed’e olan dostluklarını Baas rejiminin safında savaşarak gösteren ülkeler bir yana aslında hiçbir şeyimiz olmadıklarını iyiden iyiye anladığımız süper devletlerden gerçek dostluklar beklemek ise akıl tutulmasının varacağı son noktadır.

“Dış Güçler ve Onların Yerli İşbirlikçileri”

Hüseyin Çelik 29 Şubat 2016 huseyincelik.com lkemizde ekonomik kalkınma, birçok alanda gelişme ve bir başarı sözkonusu olunca bunu biz yapmış, biz başarmış oluyoruz. Ancak ayağımız kaymaya başladı mı, işler ters gitmeye başladı mı, gelsin “dış güçler ve onların yerli işbirlikçileri“,

Ü

gelsin “üst akıl“, gelsin “faiz lobisi” gelsin ” yabancı istihbarat servisleri” Vesselam. Muz kabuğuna basıp düşsek, bunu ya Amerkalılar ya da İngilizler yapmıştır! Gökten başımıza meteor taşı düşse, “dış güçler bunu kasıtlı düşürmüştür” diyoruz. Kendisine emanet edilen malı çaldıran bekçi, sadece hırsızı suçlayıp kendisini teselli ederse bunun dilde karşılığı nedir? Burada hırsızı temize çıkarmak için bir çaba içinde elbette değiliz. Peki bir yandan hırsıza lanet okuyup, onu bulup cezalandırma gayreti içinde bulunurken bir yandan da sorumluluk sahibi olan bekçiyi cezalandırmak gerekmez mi? Peygamberimiz(S.A.V), “Ne zulmediniz, ne de kendinize zulmettiriniz” diye buyurmaktadır. Yaklaşık iki milyarlık İslâm alemi, asırlardır kendisinin sömürülmesine rıza gösteriyorsa, İslam ülkeleri kendi halklarına ait olan serveti başkasına kaptırıyorsa suçluyu nerede arayacağız. İslam aleminin bir kısmı ultra lüks ve sefahat içinde yaşayıp, acından ölen fakir Müslümanların feryadını bile duymuyorsa kusuru kimde arayacağız. Müslüman nüfusun ezici çoğunluğu hâlâ diktacı rejimler tarafından idare ediliyorsa hiç mi özeleştiri yapmayacağız. İslam toplumlarının başındaki monarklar, monarşiyi islâmın bir parçası gibi takdim ediyorsa, hâlâ hanedan aileler insanlara köle muamelesi yapıyorsa sesimizi yükseltmeyecek miyiz? Bu konu ile ilgili olarak Kur’an-ı Kerim insanlığa çok net ders veriyor. ”Başınıza her ne musibet gelirse kendi yaptıklarınız yüzündendir, O yine de kusurlarınızın çoğunu affeder.” (Şûra 30) Dış güçler ve onların yerli işbirlikçilerine lanet okumaya devam edelim ama; onlara, istedikleri gibi at oynatma imkan ve fırsatını veren, ülkede onlar için müsait iklim ve ortam sağlayan ” iç güçler ve onların yerli işbirlikçileri“ni de gözden kaçırmayalım. Yani biraz kendimizle yüzleşelim. Mart’16 • 57


İslam Dünyası

İslam Dünyası

İslam Coğrafyasından Haberler

Halep’te kuşatılan muhalifler

S

uriye iç savaşındaki kuşkusuz en kritik cephelerden biri olan Halep’te yaşanan çatışmalar, ülkedeki savaşı her geçen gün farklı bir boyuta taşıyor. Son olarak kuzey Halep’te muhaliflerin aynı anda YPG, IŞİD ve rejim tarafından kıstırılmış olması, bölgeye Türkiye’nin doğrudan müdahalesiyle daha farklı bir boyuta evriliyor. YPG’nin nihai olarak Türkiye’nin güney sınırı ve Suriye’nin kuzeyi boyunca oluşturmak istediği birleşik kantonlar düşüncesi için Azez hattı kritik bir öneme sahip. Kuzeydeki en önemli sınır kapılarından birine –Bab’us Selame (Öncüpınar)- sahip olan Azez koridoru, bölgeyi kontrol eden gruplara büyük bir avantaj sağlıyor. Gerek stratejik, gerekse ekonomik anlamdaki önemi sebebiyle ülkede savaşan bütün taraflar hattı ele geçirmek için büyük bir çaba sarf ediyor. IŞİD’in uzun süredir ele geçirmeye çalıştığı Azez koridorunda ilerleyişi sınırlı oldu. Son dönemlerde zayıflayan IŞİD saldırılarına bu dar koridorda uzun süre karşı koyan muhalifler, Türkiye’nin bir kaç aydır verdiği topçu desteğiyle IŞİD’e karşı belli kazanımlar elde

58 • Mart’16

etmişti. Geçtiğimiz yaz el-Nusra Cephesi’nin kuzey Halep’ten çekilmesi üzerine ilerleyen IŞİD’in hücumları zamanla zayıfladı. Esed rejime bağlı güçlerin Nubl ve Zehra’ya ulaşmasıyla Halep’teki muhalifleri büyük oranda yardımsız bırakmayı amaçladığı anlaşılıyor. Aynı zamanda Halep merkezinde yer alan muhalefet kontrolündeki bölgeler için kritik önemdeki Azez hattının düşmesiyle rejimin şehirde bir kuşatma oluşturmaya çalıştığı görülüyor. Bunun başarılması halindeyse ortaya çıkacak insani kayıplar ve maliyetse, gerek bölge ülkelerini endişelendiriyor. Hali hazırda YPG’nin son dönemde özellikle Rus hava desteğiyle muhaliflere karşı ilerlemeye başlaması, muhaliflerle YPG arasında büyük bir gerilime yol açmış durumda. Zamanla bu çatışma zemininin YPG ve muhaliflerin hakim olduğu diğer hatlara da yayılabileceği tahmin edilebilir.Kaynak: suriyegundemi.com

İ

Ruhani artık rahat

ran seçimlerinin ilk sonuçlarına göre pragmatistlerin ve reformcuların sandıktan çıkması, ekonomik reform peşindeki İran Cumhurbaşkanı Hasan

Ruhani’nin elini güçlendirecek. İran dış politikasını da ekonomi eksenli belirleyebilir ama bölgesel politikalarında özellikle Suriye politikasında değişiklik beklenmiyor. İran’da seçimlere partiler değil, kişiler giriyor. Birbirine yakın düşünen isimler listeler oluşturuyor. Seçmenler de, kendi seçim bölgelerinin çıkartacağı temsilci sayısı kadar adaya oy verdiğinden, seçim sonuçlarının kesinleşmesi zaman alıyor. Küçük ölçekli seçim bölgelerinde adayların kişisel özellikleri öne çıksa da, hem Meclis hem de Uzmanlar Meclisi’nde üç grup yarıştı: Batı ile iyi ilişkileri ve özgürlükleri savunan reformistler; sistemin devamından yana olan batı ile ilişkilere mesafeli bakan ve kültürel değerlerin altını çizen muhafazakarlar ve son olarak iki grubun arasında bazıları reformculara, bazıları muhafazakarlarla daha yakın, kontrollü serbestlik savunan ve Batı ile iyi ilişkilere karşı olmayan pragmatist ya da ılımlı olarak tanımlanan grup. İlk sonuçlara göre, Tahran’nın 88 kişilik Uzmanlar Meclisi’ne gönderdiği 16 temsilcinin 15’i reformcular ve pragmatistlerden oluştu. Tahran’dan en fazla oy alan isim eski Cumhurbaşkanı muhafazakarlara daha yakın ama pragmatist Ali Ekber Rafsancani oldu. En fazla ikinci oy alan aday ise şimdiki Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani. Ruhani’nin Cum-

hurbaşkanı olması, uzmanlar Meclisi’ne seçilmesine engel değil. Omran Stratejik Araştırmalar Merkezi’nden İran uzmanı Arif Keskin’e göre, seçim sonuçları tam olarak belli olmasa da, bu pragmatistler ve reformcular için bir zafer sayılabilir: “Bu seçim sonuçlarına bakarak, İran’da yapısal değişikliklerin olacağını söyleyemeyiz. Ama üç dönemden beri olan muhafazakar ağırlıklı Meclis değişti. Ilımlılar ve reformcuların bir çok önemli adayı elendi. Genç ve bilinmeyen isimlerle seçime girmek zorunda kaldılar. Amaçları da aslında muhafazakar etkinliğini kırmaktı. Bunu başardılar. Muhafazakarların bir çok ünlük ismi, Uzmanlar Meclisi’ne giremedi.Sonuçta Cumhurbaşkanı Ruhani’nin eli güçlendi ve önündeki engellerin bir kısmı kalkmış oldu.” Kaynak: Ayşe Karabat- Al Jazeera

B

Bosna’da başörtüsü yasağı kararına tepki

osna Hersek’in başkenti Saraybosna’da, “Başörtüsü benim hakkım ve seçimim” sloganıyla yürüyüş düzenlendi. Başkent’teki Başçarşı Meydanı’nda toplanan yüzlerce başörtülü kadın, Bosna Hersek Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun (VSTV) yargı çalışanlarına, başörtüsünü de içine alacak şekilde “dini sembolleri” yasaklaması kararına tepki gösterdi.

Yürüyüşte, hükümete insan haklarına saygı çağrısında bulunan grup, “Başörtüsü benim hakkım”, “Beni, başımın üzerinde olanla değil içinde olanla yargılayın”, “Başörtüsü benim kimliğim” yazılı dövizler açarak, başkentteki Saraybosna Çocukları Meydanı’na yürüdü. Kaynak: AA

S

Suudi Arabistan’dan Lübnan’a kötü haber

uudi Arabistan Bakanlar Kurulu, Lübnan’ın, İran’daki diplomatik temsilciliklerine yapılan saldırıları kınamamasını gerekçe göstererek, bu ülkeye güvenlik konusunda yapılması planlanan 4 milyar dolarlık yardımı iptal etti. Lübnan Başbakanı Temam Selam, Suudi Arabistan’ın Lübnan ordusuna ve emniyet teşkilatına yapacağı toplam dört milyar dolarlık yardımdan vazgeçmesi üzerine başkent Beyrut’taki hükümet sarayında gerçekleştirilen ve 6 saat süren olağanüstü toplantının ardından Bakanlar Kurulunun ortak kararını açıklamak üzere basın toplantısı düzenledi. Suudi Arabistan’ın 1990’da Lübnan iç savaşını sonlandıran Taif Anlaşması’ndaki rolüne atıfta bulunan Selam, bakanlarla Arap ülkelerine ziyaretlerde bulunarak ilişkileri güçlendireceklerini belirtti.

Kaynak: AA

Merzuki’den Türkiye’ye övgü dolu sözler

T

unus eski Cumhurbaşkanı Muhammed Munsif elMerzuki, Türkiye’nin Sykes-Picot anlaşmasında kendisine biçilen “itaatkarlık” rolünü aşması sebebiyle terör saldırılarının hedefinde olduğunu belirtti. Merzuki, Ankara’da dün gerçekleştirilen terör saldırısına dair resmi Facebook sayfasında yayımladığı mesajda, Türkiye’yi öven sözlere yer verdi. Merzuki’nin mesajında şu ifadeler yer aldı: “Türkiye, Sykes-Picot anlaşmasında kendisine biçilen “itaatkarlık” rolünü aşarak rol model oldu. Türkiye, iki milyondan fazla Suriyeliye desteğinden ve onları korumasından, Arap Baharı’na, özellikle ordu ve güvenlik konularında Tunus’a verdiği her türlü destekten, ekonomik ve sosyal alanlardaki başarısından ve büyük devletlerle yarışmasından dolayı cezalandırılmak amacıyla terör saldırıları aracılığıyla hedef alındı.” Türkiye’deki yönetimi temsil edenleri iyi tanıdığını vurgulayan Merzuki, mesajında, “Halkın yüksek bir demokrasiyle birçok kez seçmiş olduğu yönetimdeki insanları tanıdığım kadarıyla, bu gaddar saldırılar, onların ancak sağlam duruşunu ve güçlerini artıracaktır” ifadelerini kullandı. Mesajda ayrıca, “Allah bu korkakça saldırının kurbanlarına rahmet etsin. Yaralılara acil şifalar versin. Allah, şer odaklarının hedefindeki Türk halkının yaralarını sarsın” denildi. Kaynak: AA Mart’16 • 59


Haber

Haber

Üniversitelerden Haberler

İTÜ’de Şebbiha Provakasyonu İTÜ Beyan Hareketi ve İTÜ Mescit Topluluğu çağrısı üzerine Üniversiteli Müslümanlar 28 Şubat programına iştirak etmek üzere Ayazağa Kampüsünde biraraya geldiler. İstanbul Teknik Üniversitesi’nde İTÜ Beyan ve İTÜ Mescit’in ortak düzenlediği “28 Şubat’tan Bugüne Türkiye’de Değişim Süreci ve Üniversiteler” başlıklı programın konukları Özgür-Der Genel Sekreteri Musa Üzer ve İHH görevlisi Hanife Gökdemir’di. Saat 17.30 sularında sol-sosyalist gruplar programın yapılacağı Kimya Metalurji Binası’na (KMB) yürümeye kalkıştı! Karşılarına Müslüman öğrencilerin çıkmasıyla binaya daha fazla yaklaşamayan sol gruplar, öğrencilere soda şişesi ve taş fırlattı! Polisin araya girmesi, Müslüman öğrencilerin tekbir ve sloganları ardından sol gruplar alandan hızla kaçıştı. Yaşananlar ve programın İslami rengini henüz idrak etmeleri üzerine Kimya-Metalurji Fakültesi Dekan Yardımcısı Ahmet Sirkecioğlu üniversite yönetiminin izni dâhilinde olmasına rağmen dışarıdan öğrenci katılımına müsaade etmeyeceğini beyan etti. Fakülte Sekreteri Nalan Koç, konuk Zehra Türkmen ve konuşmacı Hanife Gökdemir’in

60 • Mart’16

binaya girişini engellemeye çalıştı! Türkiye’de yaşanılan normalleşme sürecinde İslami kimlikli öğrenci ve konuklara karşı takınılan tahammülsüz tavır vesayetin akademilerde hâlâ etkisini gösterdiğini açıkça gösteriyor. Söz konusu “karara” Zehra Türkmen ve üniversite öğrencilerinin sert karşı çıkışları neticesinde fakülte yönetimi panik içerisinde geri adım attı. Sol-sosyalist gruplar tarafından sosyal medyada “İTÜ’de gericilere geçit yok” içerikli paylaşımların yapıldığı esnada Müslüman öğrenciler KMB’de programa başlamak üzere cemaatle namaz kılmaktaydı. Programın ardından üniversiteden toplu bir şekilde çıkma kararı alan Müslüman öğrencilere emniyet ve üniversite güvenliği; arka istikametten çıkmaları gerektiğini, planladıkları istikamette yürümelerine izin verilmeyeceğini beyan etti. Emniyet ve güvenlik görevlileri; talepleri yerine getirilene kadar alandan ayrılmayacaklarını ifade eden Müslüman öğrencilere yaklaşık 1 saatlik bekleyişin ardından müsaade etmek durumunda kaldı. Toplu bir şekilde KMB’den İTÜ Ayazağa çıkışına yürüyen Müslüman öğrenciler, eylemlerine saat 21.00 dolaylarında İTÜ Ayazağa Metrosu önünde son verdi. Kaynak: haksozhaber.com

Gençlerden Suriye Direnişine Selam

S

uriye halkının Esed rejiminin katliam, işkence ve baskılarına rağmen 5 yıldır kararlılıkla sürdürdüğü mücadelesi İran ve Hizbullah’ın ardından Rusya’nın da savaşa doğrudan müdahalesiyle geçtiğimiz Eylül ayından bu yana yeni bir sürece girdi. Bu sürece binaen Özgür-Der Üniversite Gençliği Suriye direnişini selamlamak, zalimleri ve işbirlikçilerini lanetlemek için İstanbul Üniversitesi (Beyazıt Meydanı) önünde buluştu. Eylemin sunumunu yapan Salih Orhan Suriye’de yaşanan katliama adalet ve insaf sahibi hiçbir insanın seyirci kalamayacağını, Müslümanlar içinse bu konuya duyarlılık göstermenin bir sorumluluk olduğunu vurguladı. Özgür-Der Üniversite Gençliği’nin Suriye direnişini başından itibaren desteklediğini ve desteklemeye devam edeceğini ifade eden Orhan, sözlerini şöyle sürdürdü: “ABD, İran, Rusya, Hizbullah, PKK/PYD başta olmak üzere Esed rejiminin yanında yer alan bütün şer güçlerine karşı direnen kardeşlerimize verdiğimiz ve vermemiz gereken destek elbette eylemlerden ibaret olmamalı. Biz bu vesileyle hem zalimlerden beri olduğumuzu hem Suriye halkının yalnız olmadığını deklare ediyor; bu vesileyle Suriye halkının ihtiyaç duyduğu silah talebinin karşılanmasına yönelik çağrımızı bir kez daha yeniliyoruz.” Özgür-Der Üniversite Gençliği adına basın açıklamasını Ruveyda Bayram okurken marş-

larıyla Suriye direnişinin sesi olan Grup Yürüyüş de eyleme destek verdi. Grup Yürüyüş, Halep direnişinin efsanevi komutanı Şehit Abdulkadir Salih’e ithafen Arapça bir eser okurken; öğrencileriyle katılımıyla da “Vur” marşını ve “Yallah İrhal Ya Beşşar”ı seslendirdi. “Emperyalist Rusya Suriye’den Defol!” ve “Yaşasın Suriye Direnişimiz!” yazılı pankartların açıldığı eylem “Beyazıt’tan Halep’e Direnişe Bin Selam”, “İşbirlikçi Hainler Hesap Verecek”, “İslami Hareket Engellenemez”, “Yaşasın Suriye Direnişimiz”, “Katil ABD/Rusya Suriye’den Defol”, “Şehit Salih Yolun Yolumuz”, “Yaşasın Küresel İntifada” sloganları ve tekbirlerle sona erdi. Kaynak: haksozhaber.com

MSGSÜ’de Mescit Hazımsızlığı Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Bomonti Kampüsünde Müslüman Öğrenciler yıllar süren mücadeleleri sonucunda kampüse mescit yaptırmayı başardı. Müslüman öğrencilerin yıllardır akademik kurul tarafından beklemeye alınan mescit taleplerinin çok geç dahi olsa üniversite yönetimi tarafından yerine getirilmesi sosyal faşist komünist partilileri çılgına çevirdi. Müslümanların kazanımlarıyla değil Müslümanların varlığı ile ciddi problemleri olan ve her fırsatta Allah’a ve Resulüne savaş açtıklarını ifade etmekten çekinmeyen sosyal faşist çeteler “eceli gelen hayvanlar misali mescit kapısına dayanarak akabinde İslam Düşmanı afişlerini asarak saldırganlıklarını sürdürdüler. MSGSÜ bomonti kampüsünde açılan mescidin hayırlara vesile olmasını diliyor, müslüman gençlerle dolup taşmasını rabbimizden niyaz ediyoruz.

Mart’16 • 61


Etkinlik

Etkinlik

GENÇ ÖNCÜLER HANIMLAR KOMİSYONU

GENÇ ÖNCÜLER HANIMLAR KOMİSYONU

YARIYIL ÜNİVERSİTE KAMPI

Ü

niversite yaş grubundaki hanım kardeşlerimiz ile Bismillah deyip koyulduk yola. Bizlere dayatılmaya çalışılan, tatil günlerinde malayani işler ile meşgul olunması gerekliliğini reddedip bu günleri heybemizi hayırla, muhabbetle doldurmak adına değerlendirdik. Sabah namazlarını Şehzade Başı Camiinde kılarak güne başladık. Ardından Kuran okuma saatini gerçekleştirerek derslere giriş yapmış olduk. Aşkın Özcan- Gençliğin İslami Mücadeledeki Yeri, Seyhan Yaman- Genç Kız Rehberi, Burhaneddin Can- Fıtrat Kavramı, Ayşenur Karahan -Vesvese ve Bunalımlar başlıklı sohbetlerimizin notları, belli aralıklarla dönüp okumamız gereken notlar arasına girdi elhamdülillah. Programımızda olan “Sunum Saati”nde çeşitli fakültelerde okuyan arkadaşlarımızın sunumları oldu. Kübra Korkmaz-Mikroplar, Mihriban Öztürk-İletişim Engelleri, Şeyma Dokak- Podo-

62 • Mart’16

loji Bilimi, Nursena Kocaman- Helal gıda, Rabia Karataş-Vücut Dili, Büşra Akgül -Uygulamalı Ebru Sanatı Sunumlarıyla bizlerle oldular. Örgü saatinde atkı örerek İHH’nın örgü kampanyasına destek olduk. Fıtrata uygunluğundan mıdır nedir, örgü saatleri hayli verimli geçti. Örgü saatinin ardından 3 günlük İşaret dili eğitimi aldık. Konuşma engelli kardeşlerimizle empati kurabilme imkanımız oldu. Öğreticimiz Selin Gümüş idi. Akşamları da akışımıza farklı programlar ile devam ettik. Film saatleri, Oyun Saatleri, Şiir Gecesi gibi. Şiir gecemizi organize eden Şehadet Günhan’a, bizlerle şiirlerini paylaşan Zehra Yurdan, Ayşenur Özdemir, Selin Gümüş, Sümeyye Akgül, Derya Demirel, Hande Reyhan Yılmaz ve Sena Çiftçi kardeşlerimize teşekkür ederiz. Kampın 3.günü Tarihçi Abit Yaşaroğlu hocamız ile vakıf binasından başlayarak kısa bir Fatih turu yaptık. Her gün önünden geçip gittiğimizi ama farkına varamadığımız değerleri inceleme fırsatımız oldu. Yatsı namazlarımızı da Fatih Camii’nde de kılarak Fatih semtinin manevi havasını dolasıya solumuş olduk. Yatılı ve gündüzcü olarak kampımıza katılan, samimi dostluklar kurduğumuz 40 arkadaşımıza selam ederiz. Kardeşlik bağımızın daimi olması duasıyla. Kampımızın sorumluları Beyzanur Yaşaroğlu ve Sena Dağ başta olmak üzere geceleri uykusu bölünerek davası için yapacağı şeyleri planlayan kardeşlere selam olsun.

YARIYIL LİSE KAMPI

G

enç Öncüler Gençlik Hareketi Hanımlar Komisyonu olarak 2015 – 2016 lise yarıyıl kampımızı 24 – 28 Ocak tarihlerinde Genç Öncüler Kâğıthane şubemizde, 35 kardeşimizle beraber gerçekleştirdik. Kampımız, 25 Ocak pazartesi günü sabah namazıyla başladı. Güne zinde ve dinç başlamak adına Şehadet Günhan kardeşimizle sabah sporu yaptık. Ardından sıcacık çay ve sohbetler eşliğinde kahvaltılarımızı yaparak ilk dersimiz için gruplara ayrıldık. İlk dersin ardından temizlik saatine geçildi. Bu arada, geceden toplanan telefonlar bir saatliğine sahiplerine koşar adımlarla kavuştu. Temizlik saatinin ardından ikinci derse geçilirken mızmızlıklar eşliğinde telefonlar ertesi gün tekrar verilmek üzere toplandı. Kamp boyunca az sonra okuyacağınız başlığı müthiş, içeriği dopdolu derslerimiz ablalarımız tarafından işlendi. İşte o muhteşem başlıklar ve Allah’ın razı olmasını dilediğimiz ablalar: Müslüman gencin hayatında tebliğin yeri ve önemi: Sümeyye Akgül. Müslüman olmam ilmi anlamda neyi gerektirir: May Akraa, Ayşenur Özdemir. Müslüman olmam ameli olarak neyi gerektirir: Betül Özkan. Kavram derslerinde Rab – ilah: Tuğba Şahin, Esmanur Kılıçbay. Cemaat, Millet, Ümmet: Şehadet Günhan. Fıtrat kavramı: Senanur Yaşaroğlu, Büşra Akgül. Hak – Batıl: Mevhibe Tipi, Beyzanur Yaşaroğlu. Tabii ki gün boyu ders işlemedik. Etkinlik saatinde İHH’nın gerçekleştirdiği “Kardeşlik Örgüsü” projesi için atkı ördük. Örgünün kamp boyu en gözde şey olduğunu buraya not etmeden geçemeyeceğiz. Herkeste bağımlılık yaptığını söylesek abartmış olmayız diye düşünüyoruz. Örgü saatinden sonra May Akraa ve Ayşenur Özdemir kardeşlerimizin önderliğinde ezber saatimiz gerçekleşti. Ezber yarışması neticesinde ödül alan kardeşlerimizi can-ı gönülden tebrik ediyoruz. Her gün akşam namazından sonra Nouman

Ali Khan’dan (Allah ondan razı olsun) Rahman Suresi’nin tefsirini parça parça izledik ve kampın son günü videonun kritiğini yaparak, aklımızda kalan soruların cevaplarını istişare ederek bulduk. Burada da bir şeyi not etmeden geçemeyeceğiz; hayatımız boyunca yaptığımız en bereketli ve en güzel tefsir saatleriydi. Ardından yatsı namazlarımızı cemaatle kılıp, yemeklerimizi yiyip, sunum saatimize geçtik. Katılımcı kardeşlerimizden ilgi alanlarına göre çeşitlilik gösteren 20şer dakikalık sunumlar istedik. İşte o birbirinden çeşitli sunum saatlerimizin başlıkları ve müthiş sunumcularımız: Kudüs hatıraları: Ayşe Afife Karaaslan, Begüm Kıtay. Su kullanım klavuzu: Selin Dilek. Hindistan hakkında ilginç bilgiler: Tülay Sevinç, Mukaddes Kutlu. Hat sanatı incelikleri ve kullanılan malzemeler: Zeynep Aydın. Görsel Hafıza: İrem Geçgin. Kampımızın üçüncü günü gerçekleştirdiğimiz şiir gecemize katılımcı kardeşlerimizin yazdığı şiirler damga vurdu! Hepsi birbirinden harika şiirler için yazan kardeşlerimize teşekkürü borç biliriz. Kamp sorumlularımız Senanur Yaşaroğlu, Büşra Akgül ve Esmanur Kılıçbay kardeşlerimiz başta olmak üzere kamp öncesinde ve kamp esnasında emeği geçen herkese teşekkür ederiz. Rabbim hepimizi cennetinde de buluştursun…

Mart’16 • 63


Atölye

İstanbul Furkan Rıza DEMİREL

S

elam olsun sana Latinlerin Bizantium’u , İsveçlilerin Herakliyon’u , günümüzün İstanbul’u, Arapların Bilad-i Selase’si… Cilalı Taş Devrinden beri bin kocadan arta kalan bakire dul… Ölen şehrin mezar taşları gibi duygusuz içi ölülerle dolu gökdelenlerin, düğünde kadınların fütursuzca sim dökmesi gibi arka sokaklarında iğrenç,vıcık vıcık, sebepsiz suçların işlendiği yer. İnsanların materyalist, yapmacık olduğu kendi kültürlerini sırf kapitalizmin ve modernizmin kölesi olmak için katledip kendi boyunlarındaki ipleri tutması için efendiler aradığı yer. Bizi Barbie bebeklere, Amerikan şişme askerlere benzemek için kendini tahrif eden dinini reform eden küçük opak insancıklara dönüştüren şehir. Camiilerinin bir karargah bir hayır cephesinden turistik tarihi yapılara dönüştüğü şehir. İçinde doğan çocuklara ilk olarak kimseye güvenilmemesi öğretilen paranoyak şehir, daha gen-

64 • Mart’16

cecik insanların sırf ayakta yolculuk etmemek için cabotin bir şekilde kendini uyur gösterme çabalarına şahit olan şehir, tamam haklısın biraz(!) sert çıkıştım sana, Fatih atlarıyla kapılardan girdiğinde,Ulubatlı Hasan sancağı diktiğinde buradaydın birileri Ayasofya’yı müze diye makyajlı beynelmilel bir ucubeye çevirdiğinde buradaydın, bazıları sübyanların ilim öğrendiği camileri, at dışkılarıyla dolu bir ahıra çevirdiğinde de sen buradaydın, tağutların hükümdarlık ettiği dönemlere şahit oldun, Metin Yüksel’in şehid olduğu zamanda buradaydın tüm bunlara katlanmak zor olmalı be Stanpolis! Ama bana hak ver ne oldu? Neden oldu bu değişim insanlar neden cennetten kaçıyorlar? Neden sıcak soğuk oynarcasına cehennem gibi bir sıcağa yaklaşınca bundan keyif alıyorlar? Freud gibi cinselliğe mi bağlasam tüm sebepleri? Mecnun gibi çöle düşüp cevapları mı arasam? Veya oluruna mı bıraksam herşeyi ? (*her şey ayrı yazılır.)



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.