9 771307 007016
05 ISSN 1307-007X
MEYDANLAR SESSİZ KALMASIN
UNUTTURULAN ZAFER: KÛTU’L-AMÂRE
HER EYLEM YENİDEN DİRİLTİR BENİ
EDİTÖR'DEN
Allahın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun. Sahibi PINAR YAYINLARI A.Ş. Adına Şemsittin ÖZDEMİR Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Furkan Gençoğlu Yayın Sorumlusu Mehmet Semih Özdemir Yayın Kurulu Furkan Gençoğlu Mehmet Semih Özdemir Ahmet Semih Şenlikoğlu Furkan Rıza Demirel Dücane Demirtaş M.Salih Demirtaş Sümeyye Akgül Zozan Demirci Ayşenur Özdemir Senanur Yaşaroğlu Gülsüm Cemile Damar Bu Sayıya Katkıda Bulunanlar Vahap Yaman Zehra Yurdan Sümeyye Akgül Vefa Güzel M.Salih Demirtaş Dücane Demirtaş Furkan Gençoğlu Rabia Aktaş Enes Günaslan İsmail Yasin Avcı Muhammed Ali Asiye Hanım Furkan Rıza Demirel Fatih Razi Orhan Özer Ömer Faruk Demirel Betül Kayalı Beyzanur Yaşaroğlu Mahinur Özdemir Adres İskenderpaşa Mah. Yeşiltekke Sok. No:4/1 Fatih / İSTANBUL genconculereyaziyorum@gmail.com Görsel Yönetmen Tekin Öztürk Grafik Tasarım Projesanat Tan. Org. Tel: 0212 640 20 90 www.projesanat.com.tr
Baskı Sanatkar Ofset Son. Tic. Ltd. Şti. Maltepe Mh. Litros Yolu 2. Matbaacılar Sit. 4NF/4-5 Topkapı / İST. Tel: (212) 567 39 40-41
Sevgili Arkadaşlar smanlının dağılışı ve Cumhuriyetin kuruluşu ile birlikte batıya uyum çerçevesinde Türkiye’li Müslümanlara batı medeniyet ve kültür değerleri ve uygulamaları dayatılmış, toplumu hızla sekülerleştiren pratikler kamu kurumları eliyle inşa edilmiştir. Zapturapt altına alınmak isteyen Türkiye’li Müslümanlar ülkenin tabii unsuru olmanın gerektirdiği özgüven ve inançla 1960’lı yıllardan itibaren İslam Coğrafyası ile yeniden buluşmuş ve çeviri faaliyetlerinin etkisiyle tevhidi uyanış ve İslami bilinçlenme süreci etkisi altına girmiştir. Bu uyanış nice güzel hikayeyi, tecrübeyi beraberinde getirmiştir. İslami uyanışa ev sahipliği yapan meydanlar ve mücadelenin sesi olan ezgiler hikayemizin hafızasıdır. Genç Öncüler Dergisi ekibi olarak hafızamızı hatırlamak, inançla ve sabırla yürütülen mücadelelerin hikayelerini geleceğe taşımak amacıyla ezgileri ve meydanları konu edinen bu dosyayı dostlarımızın katkılarıyla hep beraber hazırladık. Bu minvalde Vahap Yaman hocamız 17 yaşında adım attığı ve üç kuşak ailesini taşıdığı simgeleşen Beyazıt Meydanı ve mücadele hatıralarını yazdı. Demet Tezcan ile 28 Şubat sürecinde meydanlar ve mücadele ruhunu konuştuk. Grup Genç, Şehitler Kervanı, Taner Yüncüoğlu, Mustazaf Canan Osman ile İslami ezgiler ve marşlara dair hikayelerini konuştuk. Cevat Özkaya ile doksanlarda meydanda olmak ve bugünün meydanlar gerçeğini konuştuk. Furkan Gençoğlu unutulmaya yüz tutan dünyanın en büyük barışçıl sivil aktivizm hareketlerinden el ele eylemlerini hatırlattı. Ayrıca bu sayımız gündeme, tarihe, sinemaya, geleceğe dair bir çok analiz, şiir, hikayeye ev sahipliği yaptı. Genç Öncülerin genç yazarları olarak temel gayemiz, toplumsal yaşamımızda karşılaştığımız iyilikleri,kötülükleri,kolaylıkları, sıkıntıları siz değerli okurlarımıza en anlaşılabilir şekilde aktarmaktır. Kadromuz adaletle şahitlik vazifesini unutmayarak, bu bilinçle yazılarını kaleme almaktadır. Çünkü bu bize inandığımız rabbimizin vahiyle sabit kıldığı bir görevdir. Çıkarttığımız bütün sayıları bu görev bilinci ile çıkartıyoruz. Bu çalışmamızın hayırlara vesile olmasını diliyor, keyifle okumanızı temenni ediyoruz. Allah’a emanet olun. Ey inananlar! Kendinizin, ana babanızın ve en yakınlarınızın aleyhine dahi olsa, adaleti titizlikle ayakta tutan ve sırf Allah için şahitlik eden kimseler olun. (Şahitlik ettikleriniz) zengin veya fakir de olsalar (adaletten ayrılmayın)! Çünkü Allah her ikisine de (sizden) daha yakındır. Öyleyse, kendi boş arzu ve heveslerinize uymayın ki adaletten uzaklaşmayasınız. Eğer (gerçeği) çarpıtırsanız ya da (şahitlikten) kaçınırsanız, biliniz ki Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır. Nisa/135
O
Nisan’16 • 1
“Bir Fotoğraf Bin Şiir” Yarışması Dereceye Giren Eserler Nisan 2016 • Sayı 105 • Yıl 13
04
Şiir Bir Fotoğraf BinASI IŞM
2016 ŞİİR YAR
hi
m Tari
tılı at 2016 19 Şub
Son Ka
59 •4Üçüncüler: 500 Meydanlar Sessiz Kalmasın / Vahap Yaman................................................................................... • İkinciler: 1.000 ler: 1.500
MEYDANLAR SESSİZ KALMASIN
¨
¨
¨
iyeler ir. Ödüller • Birinci on Ödülleri • Sürprizi Hed düzenlenmişt iki kategoride
Taner Yüncüoğlu / Röportaj: Zehra Yurdan- Sümeyye Akgül........................................................ 10 • Mansiy
Not: Yarışma
ortaokul ve lise
olmak üzer
ttin Bulvarı Mimar Kemale Başakşehir Mh. nt Başakşehir/İST B Blok D:1 Onurke 559 30 89 Şehzade Sk. No:13
Demet Tezcan İle İslami Mücadelenin Hafızası: “Meydanlar” Üzerine Konuştuk / Röp.: Sümeyye Akgül...... 13 Tel: (0212) 488
17 63 Gsm: 0
541
i.org.tr
www.kulturev
r.com
www.genconcule
BAKANLIĞI T.C. MİLLÎ EĞİTİM BAŞAKŞEHİR İSTANBUL MÜDÜRLÜĞÜ İLÇE MİLLÎ EĞİTİM
t.net www.okulmarke madalya,rozet, kupa, plaket, bez arma, (Okul Armaları, kravatı,fular,broş kravat,amerikan köşesi dokuma arma, cephe tabelaları,atatürk sınıf tabelaları,okul kartları ve istekleriniz....) afiş, ata posterleri,yaka
Şehitler Kervanı / Röportaj: Zehra Yurdan.................................................................................. 15 www.mecr
Vahap YAMAN
atur.com.t
r
Mustazaf Canan Osman Aran İle İslami Mücadelenin Hafızası; “ Ezgiler’i” Konuştuk Röportaj: M.Salih Demirtaş....................................................................................................... 18 Unutulmaya Terkedilen Bir Güzel Hikaye; “El Ele Eylemleri” / Furkan Gençoğlu............................... 20 Cevat Özkaya İle İslami Mücadelenin Hafızası; “Meydanlar”ı Konuştuk. / Röp.: M. Salih Demirtaş..... 22
ŞEHİTLER KERVANI
Grup Genç İle İslami Mücadelenin Hafızası Ezgiler’i Konuştuk. / Röportaj: Furkan Gençoğlu.............. 27 Her Eylem Yeniden Diriltir Beni / M. Salih Demirtaş....................................................................... 28 Bu Bir Özeleştiridir / Vefa Güzel.................................................................................................. 30
Röportaj: Zehra YURDAN
Asr Suresi Gençliği / Rabia Aktaş................................................................................................. 31
15
Çocuklar Aşkına Yeniden: “Asla Unutma Kardeşim: Kalem, Silahtan Güçlüdür.” / İ. Yasin Avcı............ 32 Kitabın Orta Yerinden Konuşmak / Enes Günaslan........................................................................ 36 Yarım Kalan / Mahinur Özdemir................................................................................................ 38
Kitabın Orta Yerinden Konuşmak Enes GÜNASLAN
48
29 Nisan 1916 Unutturulan Zafer:
Kûtu’l-Amâre Muhammed ÂLİ
Konuş Ey Hassan Cebrail Arkanda! / Asiye Hanım.......................................................................... 39 Ucuz Petrol Dünyasının Kazananları ve Kaybedenleri Kim? / Stratfor............................................... 40 1.Meclisten 2. Meclise Cumhuriyet’in Gaspı / Dücane Demirtaş..................................................... 46 29 Nisan 1916 Unutturulan Zafer: Kûtu’l-Amâre / Muhammed Âli................................................. 48 Lale / Furkan Rıza Demirel......................................................................................................... 51 Kalbimiz Hala Göç Etmedi! / Orhan Özer – Fatih Razi................................................................... 52 Ekmekle Çiçek / Ömer Faruk Demirel.......................................................................................... 53 Basından Yansıyanlar.................................................................................................................. 54 Üniversitelerden Haberler............................................................................................................ 56 Etkinlik / Bir Fotoğraf Bin Şiir Yarışması Ödülleri Sahiplerini Buldu!.................................................. 58 “Bir Fotoğraf Bin Şiir” Yarışması Dereceye Giren Eserler.................................................................. 59 Etkinlik / Genç Öncüler’den “Evsizler” Temalı Kısa Film Yarışması.................................................... 62 Etkinlik / Liseli Genç Öncüler Macera Parkındaydı!.......................................................................... 63 Etkinlik / Gelenekten Geleceğe Akıl ve Zeka Oyunları Turnuvasında Final Heyecanı............................. 63
36 2 • Nisan’16
Şiir / Kırık Gülle Uzanan / Betül Kayalı.......................................................................................... 64 Objektifimden / Beyzanur Yaşaroğlu........................................................................................... 65 Nisan’16 • 3
Karantina
Karantina
MEYDANLAR SESSİZ KALMASIN Vahap YAMAN
Yıl 1970 yaşım 17 Bayezıt meydanındayım. İstanbul Bayezıt meydanına ilk inişim. 29 Mayıs 1970 İstanbul’un fethinin 517 yıl kutlamaları için önemli sayıdaki arkadaş grubu ile Konya’dan İstanbul’a geldim. Gençliğimin coşkusunu iki şey arttırıyordu. Birincisi hep kitaplarda ve hatıralarda ismini çok sık duyduğum İstanbul Bayezıt meydanını görecektim. İkincisi ise yetişme tarzımın bir parçası olan Osmanlı devletinin Bizansın elinden alarak İslamlaştırdığı İstanbul’un fethinin coşkusunu Bayezıt meydanında yaşamak. Meydan hınca hınç dolu, mehter takımının çaldığı Osmanlı askerlerini savaşa teşvik eden marşlarla adete inliyordu. Beni eğiten ve terbiye eden ailemin ve o günlerde içerisinde bulunduğum Mücadele Birliğinin biçimlendirdiği kimlik ve kişiliğimle ben de adeta fethi, büyük bir coşku ile adeta yeniden Bayezıt meydanında yaşıyordum. Bayezıt’taki müthiş topluluk hep bir ağızdan mehterin çaldığı marşlara iştirak ediyor,
4 • Nisan’16
sanki fethe çıkan ordunun heyacanını yaşıyordu. Mehter marşlarını hep dinliyordum, hep söylüyordum. Ancak marşların güçlü etkisini Bayezıt meydanında yaşıyordum. Onbinlerin hep birlikte Bayezıt meydanından söylediği mehter marşları İstanbul semalarını aşmış, yeniden Avrupa’da duyulur olmuştu sanki. Gençlik yıllarımda kitap sayfalarında, Bayezıt meydanı ile ilgili pek çok bilgi, anekdot, eylem, hatıra ne derseniz onları okudum. Sevinçli ve kederli epeyce olayla ilgili bilgi sahibi idim. Bunlardan en çok üzüldüğüm bilgi ise İstiklal marşı yazarımız Mehmet Akif Ersoy’un devletin kendisine koymuş olduğu olumsuz tavır sonucu cenazesine yalnız ve sahipsiz bir insanın cenazesi gibi muamele edilmesi ve hiçbir devlet erkanının cenazeye katılmaması, sadece küçük bir azınlık olarak birkaç üniversite öğrencisinin elleri üzerinde Bayezıt camiine getirilişi...
Yıl 1973 yaşım, 20 Bayezıt meydanındayım. Daha sonraki yıllarda üniversite eğitimim için İstanbul’a geldim. 1973-1977 yılları Öğrencilik yıllarım, sokak olaylarının, okullarda boykotların çok yoğun olarak yaşandığı, üniversite ve fakülte işgallerinin sıkça görüldüğü, sokak eylemlerinin, cinayetlerin, kavgaların olduğu yıllardı. Bayezıt meydanı sokak olaylarının, protestoların cereyan ettiği bir yer, aynı zamanda okulumun bulunduğu bir merkezdi. Bir üniversite öğrencisi olarak, kendim de Bayezıt meydanından ilgisiz kalmamıştım. Bayezıt meydanında, üniversite ana binası kapısının önünde, içerisinde, olaylara, protestolara, cenaze namazlarına ve benzer pek çok benzer olaya bizatihi katılarak, yaşayarak, içerisinde bulunarak şahitliğim var. Özellikle İstanbul üniversitesinin fakültelerinin o günün terminolojisi ile solcuların elinden alınıp sağcıların eline geçmesi Bayezıt meydanını her gün hareketli, canlı, protestosu bol, kavgası çok bir meydan haline getirmişti. İstanbul üniversitesindeki sol hakimiyetin kırılması mücadelesinin verildiği yıllarda, silahlı sokak hareketlerinin, cinayetlerin, kavgaların, insan kaçırılıp işkence edilmenin çok ileri boyutta olduğu dönemlerdi. Adeta fakültelerde dersler yapılmaz, okullar uzun süreli kapanır hale gelmiş, öğrenciler kimi zaman memeleketlerine dönmüş, kimi öğrenci okularını bırakmış, kimi işe girmiş, kimileri de sokak eylemlerinin içerisinde kendisini bulmuştu. Bazıları komünistler Moskava’ya, diye bağırıp kendilerine yakın olan öğrencileri markaja alırken, bazıları da kahrolsun faşistler diyerek kendilerince devrim yapacaklarını söyleyip solcu öğrencilerle bütünleşme amaçlıyorlardı. Ancak bu çatışmalar zamanla silahlı kavgaya dönüşmüş, Bayezıt meydanı da olayların merkezi haline gelmişti. Silahlı mücadele de hayatını kaybeden sağcı öğrencilerin cenaze namazları Bayezıt camiinin de bulunduğu meydanda kılınıyor, sol görüşlü öğrencilerin cenazeleri ise tabut içerisinde meydana getirilip yapılan eylemin figürü haline getiriliyordu. O yıllarda toplumda hızla yerli ve milli talepler yükselmeye başlamıştı. Daha iyi yaşam, daha fazla gelir, insanca yaşama istekleri, ülkenin
bölünmemesi, vatanın parçalanmaması, ezanın susmaması, yabancı üslerin kapatılması ve yabancı güçlerin ülkeyi terk etmesi, İslam’ın toplumda daha etkin ve belirleyici olma talepleri, Türkiye’nin yerli ve milli değerlerle dönüştürülmesi fikirleri hızla kendisine taraftar buluyordu. Toplumda biriken ve gelişen bu talepler, egemen güçler tarafından çeşitli operasyonlar vasıtası ile manüple edilerek, kendi varlıklarının zarar görmesini istemiyorlardı. Bu amaçla sokakta hızla yükseltilen komünist teröre karşı güya komünizme geçit vermemek maksadıyla ülkücü gençler devreye sokuluyor, onlara vatan elden gidiyor, komünistler ülkeyi ele geçiriyorlar, haydi ne duruyorsunuz kışkırtmaları ile sokağa dökülmeleri sağlanıyor, silahlı sokak eylemlerine ülkücüler de bulaştırılıyordu. Bu yıllarda Bayezıt meydanındaki gösterileri yakınen takip ettim. İstanbul ünversitesi talebesiydim. Kimini sevinçle, kimini de hüzün ve kahırla takip ettim. Bir tarafta kurtuluş ve zafer günlerinin anıldığı coşkulu, sevinçli gösteriler, diğer yanda öldürülenlerin cenaze törenlerindeki hüznün ve mücadele coşkusunun insanı hesap sormaya yönlendirdiği gösteriler. Meydanda yapılan gösterinin amacına uygun sloganlar, yaşasın veya kahrolsun bağrışmaları, Bayezıt camiinden okunan ezanın meydandaki oluşturduğu sessizlik, müzik gruplarının coşkulu marşları, ezgileri, bayrak yakma sırasındaki göğü yırtarcasına coşkulu haykırışlar, polisin coplu müdahaleleri, gözatına almalar, yakalananların yaka paça polis arabalarına zorla itiNisan’16 • 5
Karantina
Karantina larında 3500 Filistin’li mülteciyi katletmesiyle başlayan İsrail karşıtı gösteriler ve katliamı protesto eylemleri, ve gıyabi cenaze namazları ile meydan uzun süren eylemlere kucağını açıyordu. Yıl 1985-1990 arası, yaşım 35 Bayezıt meydanındayım. Oğlumla beraber meydandayız.
lerek sokulmaları, Bayezıt camiinin ve üniversitenin kapı önü ve duvarındaki yaşasın veya kahrolsun pankartları, polisin acımasız müdahalesi sonrası çil yavrusu misali dağılmalar anındaki panik, Bayezıt meydanının adeta olmazsa olmazları arasındaydı. Yıl 1980, yaşım 27 Bayezıt meydanındayım. 12 Eylül askeri darbesi sonrası her yerde olduğu gibi Bayezıt meydanı da askerlerin, zırhlı araçları ile gövde gösterisinde bulunduğu, nöbet tuttuğu, kimlik sorgulaması ve gözaltı yaptığı sadece asker postallarının seslerinin duyulduğu, insanların korkarak geçtiği bir meydan olmuştu. Meydanın her tarafı ellerinde tüfekleri, meydanın yıllarca sergilediği canlılığı yok ederek, Bayezıt meydanından ve meydanın eski sahiplerinden intikam alırcasına bekleyen askerlerin sert ve acımasızca açıkta sorgulama yapılan bir sessiz bir mekana dönüşmüştü. 80 li yılların başlarında darbecilerin uygulamaya koyduğu baş örtüsü yasağı, ülkedeki tüm meydanlarını yeniden hareketlendiriyordu. Darbeden iki yıl sonra Bayezıt meydanı, yeniden baş örtüsü yasaklarını protesto etmek ve yasağın kaldırıması için eylemler yapılan bir meydana dönüşmüş adeta 70 li yıllardaki canlılığına kavuşmuştu. Ancak askeri darbeden güç alan güvenlik kuvvetleri daha sert, daha acımasız, 6 • Nisan’16
daha katı davranıyordu. Göz altılar, tutuklamalar daha da sıklaşıyordu. Üstelik darbe hukuku gereği göz altına alınanların nereye götürüldüğü, nerede olduğu hakkında aile dahil kimselere bilgi bile verilmiyordu. Ancak meydanlarda seslerini duyurmak ve tarihe not düşürmek için mücadelelerinden asla vazgeçmeyen insanlar bir sonraki hafta yeniden Bayezıt meydanında yerlerini alıyorlardı. Bu yıllarda Bayezıt meydanına insanları toplayan bir diğer olay ise Afganistan’ın Ruslar tarafından işgali, bu işgali sona erdirmek için dünyanın dört bir tarafından olduğu gibi Türkiye’den de Afgan cihadına katılanların şehit haberlerinin gelişidir. Hem dünya kamuoyunda Afganistan’ı duyurmak, Rus işgalini kınamak hem de Rus işgaline karşı Afganistan’ı korumak için cihada katılanlardan şehit düşenlerin cenaze namazlarını kılmak ve Türkiye kamuoyunu Afganistan’ın yanında olmak için hazırlamak ve Rus vahşetini duyurmak, ülkelerini işgale karşı korumak için cihada katılan direnişcilere yalnız olmadıklarını hatırlatmak amaçlı gösteriler Bayezıt meydanında yapılıyordu. İnsanları, Bayezıt meydanında bir araya getiren diğer bir olay da 1982 de İsrail kasabı Ariel Şaron’nun Beyrut’taki Sabra ve Şatilla kamp-
1988 de ise Saddam Hüseyin’in Halepçe’de kürtler üzerine kimyasal silahlarla saldırması ve 6500 kişinin katledilmesiyle sonuçlanan Halepçe katliamının unutulmaması, kürtlere yapılan zulmün hafızalardan silinmemesi ve daima hatırlanması, zulmün kınanması ve tepki gösterilmesini amaçlayan Bayezıt gösterileri.. 1989 Bugaristan’da Jivkov’un müslüman nüfuzu yok etmeyi hedefleyen, müslüman isimlerin değiştirilmesi ve İslami faaliyetlerin yasaklanması, müslümanların topraklarına el konulması ve müslümanların Türkiye’ye göç ettirilmesi politikalarına tepki koymak amaçlı t o p l a n t ı l a rd a , meydan yine eylemlerle, direniş ezgileriyle insanları coşturuyordu. Yıl 1992, yaşım 39 Bayezıt meydanındayım. Oğlum ve kızımla beraber meydandayız. 90 lı yıllar yine yurt içi ve yurt dışı olayların Türkiye’yi sarstığı yıllardı. 1992 Hocalı katliamı olarak tarihe geçen Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ bölgesindeki Hocalı şehrinin Ermeni askerlerin tarafından işgal edilmesi ve 613 azerinin katledilmesi, binlercesinin esir edilmesi, yine 1992 yılında Sırpların, Bosna- Hersek’te müslüman boşnaklara saldırması, katliamlar sonucu soykırım yapması, uzun yıllar sürecek bir katliamın devreye sokulması... Bu iki olay yine Bayezıt meydanında gıyabi cenaze namazları, Ermeni ve Sırp katillerin lanetlenmesi, şehitlerin anılması ve onların direnişlerine destek amaçlı Bayezıt meydanına toplanmamıza sebep oluyordu. Hocalı katliamına
tüm dünya sessiz kalmış, ancak Türkiye’deki tüm meydanlar katliamı kınama ve Azerilerin sesini dünyaya duyurma konusunda önemli fonksiyon icra etmiştir. Balkanlarda müslüman Boşnaklar üzerinde oynanan oyunlar ve müslüman nüfusu yok etme çalışmalarındaki vahşet dört yıl sürmüştü. Aynı Afganistan cihadında olduğu gibi Boşnakların uğradığı soykırımda boşnakların yanında savaşa dünyanın dört bir tarafından mücahitler katılımıştı. Özellikle Türkiye’de Selami Yurdan’ın bu savaşta şehit edilmesi Bayezıt meydanındaki cenaze namazı, sloganlar, tekbirler eşliğinde intikam haykırışları, Bosna savaşına katılma talep ve teşvikleri, meydanı dolduran onbinlerin coşkulu direniş çağrıları her zaman ki meydan coşkusunun olmazsa olmazları arasındaydı. Yıl 19942001 arası 45 yaşlarındayım. Gençlik çağındaki oğlumla meydandayız. Bu yıllar hem Türkiye’de, hem de yurt dışında önemli gelişmelerin ve olayların cereyan ettiği yıllardı. Türkiye’nin siyasal mücadelesinde önemli değişiklikler oluyordu. Sistemin zencisi Refah partisi başta mahalli seçimler ve arkasından parlamento seçimlerinde ilk defa iktidara geliyor, Necmettin Erbakan başbakan oluyordu. Sistemin egemenleri bu durumu kabullenemediler, iktidarı Refah partisine vermemek için çeşitli entrikalar çevirmeye başladılar. İktidarın büyük ortağı parti hakkında laikliğe aykırı davranışları bahanesiyle davalar açıldı, parti kapatıldı. Yerine kurulan Fazilet partisi de aynı bahanelerle kapatıldı. Bu yıllar tarihe 28 Şubat diye geçecekti. Bu dönem Türkiye’de islamcılar ve islami hassasiyetleri önceleyenler için zolu geçecek yıllar olacaktı. Çünkü sistemin egemen unsurları son yıllardaki toplumdaki dindarlaşmanın ve muhafazakarlaşmanın artabileceği düşüncesiyle İslami kanaatleri önceleyen siyasal partiyi hukuku Nisan’16 • 7
Karantina
zorlayarak kapatıyorlardı. Hiç bir hukuk kuralında olmayan tehdit ve hakaretlerle cumhuriyet başsavcılığı kapatma davası açmıştı. Refah partisi ve inananlara kan içici vampirler diyerek hakaret eden bir iddianame hazırlamıştı. 28 Şubat milli güvenlik kurulu kararları adı altında dini ritüellere ve dindarlara adeta savaş açılmıştı. Kur’an kursları ve imam hatip liselerinin orta kısımları kapatılmış, üniversitelerde ve imam hatip okullarında baş örtüsü yasakları işkenceye dönüşmüş, kızlar okullara alınmamış, ikna odalarında başlarını açarak okula girmeleri konusunda baskılar yapılmış, bazı sermaye sahiplerine yeşil ve irtica sermayesi diye ambargolar konulmuş kısaca dini hassasiyetleri olan kişi ve yapılara yoğun bir baskı dönemi başlamıştı. Böyle bir dönemde, Bayezıt meydanı, yine protestoların ve direniş çağrılarının merkezi olmuştu. Üniversite önünde hemen hemen her gün konulan yasakların kaldırılması, kızların özgürce diledikleri kıyafetle okullarına girebilmeleri ve uygulanan diğer yasakların kaldırılması 8 • Nisan’16
Karantina
için insanların bir araya geldikleri, direniş mücadelesinin Türkiye’nin her tarafına yaygınlaştırılması çalışmalarına başlanılması sözlerinin verildiği meydana dönüşmüştü. Klasik polis joplamaları, göz altılar, toplananların dağıtılması, dövülmesi Bayezıt meydanında daha çok, daha sert olarak yapılıyordu. Ancak seslerini duyurmak, kaybettikleri haklarını yeniden elde etmek için için mücadeleden asla vazgeçmeyeceklerini haykırmak için meydanın her tarafını, her zamankinden fazla doldurarak eylemlerini sürdürmüşlerdi. Yılmayacaklarını ve yıkılmadıklarını sistemin egemenlerine meydandan duyuruyorlardı. Aynı yıllarda özellikle saldırgan ve katil İsrail’in Filistin’deki işgalleri, katliamları artmış, Filistin’liler evlerinden, topraklarından sürgün edilmiş, ekili arazileri yok edilmişti. Kelimenin tam anlamıyla Filistin’de bir İsrail vahşeti sürdürülüyordu. Filistinliler de yeni bir intifada başlatmışlardı. Hem İsrail’in katliamlarını protesto etmek, hem de başlatılan yeni intifadaya destek olmak
amaçlı çalışmalara Bayezıt meydanı kucağını açıyordu. Aynı yıllarda Çeçenistan Rusya’dan bağımsızlığını ilan ediyordu. Ancak Ruslar, Çeçenistan’a 1994 te birinci, 1999 da ikinci defa saldırarak işgal etti. Çeçenistan’ın önemli lider kadrolarını da işgaller sırasında şehit etti. Bayezıt meydanı bu dönemde Çeçenistan’ın Ruslar tarafından işgalini protesto etmek, çeçenlerin yanında olduklarını beyan etmek için bir araya gelen insanların toplandığı bir meydandı. Eylemlerde özellikle Filistinle canlı televizyon bağlatıları yapılıyor, Bayezıt meydanının coşkusu aynı anda Filistine ulaştırılıyordu. Filistinliler bu coşkunun kendilerini daha güçlü kıldığını, seslerinin Bayezıt meydanından dünyanın her tarafına duyurulduğunu, Filistin davasının sahipsiz olmadığının herkese gösterildiğini ifade ediyorlardı. Yıl 2001-2016 arası 60 ve üzeri yaşlardayım. Oğlum, kızım, torunumla birlikte meydandayız. Hamas’ın Gazze’de seçimleri kazanması, İsrail’in Gazze’ye ambargo koyması ve bölgeyi açık hapishaneye çevirmesi, İsrail’in Filistin’e koyduğu ambargonun delinmesi ve Gazze’ye yardım malzemesi götürmek için yola çıkan Mavi Marmara gemisine uluslararası sularda İsrail’in silahlı baskını ve yardım gönüllülerini şehit etmesi, Mısır’da seçimle işbaşına gelen Muhammed Mursi’nin darbe ile devrilmesi ve Rabia meydanı ve binlerce Mısırlı müslümanın darbeciler tarafından şehit edilmesi dünyadaki tüm meydanlarda olduğu gibi Bayezıt meydanında da protesto edildi, kınandı, zulmün dünyaya mal edilmesi için meydan ve meydandaki kalabalıkları görevlerinin başındaydılar. Sizlere bire bir meydanda kendi yaşadıklarım ve hatıralarımdan bahsederek tarihe not düşmek ve Bayezıt meydan geleneğini siz genç kardeşlerime kısmen de olsa aktarabilmek isteğimden hareketle meydanlar sessiz kalmasın başlıklı bir yazı yazdım. Meydanlar susmamalı, susturulmamalıdır. Hele hele meydanlar kendiliğinden susmamalıdır. Meydanlar toplumsal refleksin kaynağıdır. Dikkat çekmek, uyarmak, gasbedilen hakların tekrar kazanılması için ses çıkartmak, Türkiye
ve dünyadaki zulme, adaletsizliğe, sömürüye, katliamlara, soy kırıma toplumsal karşı duruş yerleridir meydanlar... Genç öncüler dergisinin geçen sayısında da işlendiği üzere son dönemlerde önümüze çıkartılan dijital devrim sizleri meydanlardan uzaklaştırmaktadır.Yan yana, elele, göz göze gelerek etkileşim, sanal itileşim araçlarında daha etkilidir. Sosyal medyada örgütlenebilirsiniz, milyonlara ulaşabilirsiniz, ancak unutmayın ki; elele, gözgöze temasın, yanyana, omuz omuza gelmenin, sloganlarla, marşlarla, ezgilerle, yaşasın veya kahrolsun haykırışlarıyla, hem kendinizin, hem de çevrenizin coşkusunu artırrmak ve direnme ve mücadele bilinci kazanmak meydanlara çıkmakla elde edilir. Ancak bir gözlemimi de burada siz gençlere hatırlatmak istiyorum. Son yıllarda meydanlar ak saçlılara kaldı hemen hemen.. Meydanlarda siyah saçlı gençler azalmaya başladı. Meydanları yeniden siyah saçlı gençlerle doldurmak, beyaz saçlılardan meydan hakimiyetini almak siz gençlerin hedefi olmalıdır. Ak saçlıların tecrübelerinden istifade ederek meydanların sesini daha gür, daha güçlü çıkartmak siz siyah saçlıların görevidir. Aksaçlıların birikimlerinden istifade ederek, ümmetin sesini, gücünü, haykırışını ve direnişini hem yerel, hem uluslararası arenada duyurmak sizlerin omuzlarınızda taşımanız gereken bir emanettir. Siz gençlerin güçlü protest dili ile, kendi birikimlerini ücretsiz verecek gençler arayan aksaçlıların inşa dilini birleştirmek toplumsal mücadelenin en temek ayağıdır. UNUTMAYALIM! Nisan’16 • 9
Karantina
Karantina
TANER YÜNCÜOĞLU Röportaj: Zehra YURDAN- Sümeyye AKGÜL
Hikayeniz nasıl başladı? esele bilinçlenmekten ibaret. İnsan bilmediği şeyden korkar. İnsanın bilinçlenmesi lazım. Aydınlanmayınca etrafında neler olup bittiğini bilmez. 80-90 yıllar arası sadece TRT vardı. Sonra diğer TV’ler kuruldu. Dolayısıyla insanlar dini bilgilere ihtiyaç duyuyorlardı. Kitaplar vardı ama her zaman ulaşamıyorsunuz. Zaten halkımız da çok sevmez. Kişisel olarak gayret edenler dışında dini sohbetlerden istifade eden de yoktu. Bu açlık bir takım ihtiyaçları da beraberinde getirdi. Ezgilerin başlaması yemekten sonra çay içmek gibi bir şeydi. Bu ihtiyaca binaen de farklı arayışlar içerisine girildi. Sonra Zaman Yayıncılık albümler çıkardı. Ama bu albümler tiyatro, söyleşi, şiir albümleri idi. Peygamber Efendimizin zamanını, doğumunu, o zaman yaşanan şeyleri anlatan bant tiyatroları idi. Mekke’nin Fethi, Musab bin Umeyr gibi birçok sahabenin hayatını anlatan tiyatrolar yapılıyordu. Benden önce Ömer Karaoğlu gibi
M
10 • Nisan’16
arkadaşlar bu tiyatroların arasına müzikler yapıyorlardı. Yani yemek yerken katık boğazımıza takılmasın diye içtiğimiz şey gibiydi. Örneğin bir sahabe esir alınıyor ardından müziğe giriliyor. Mesela benim yaptığım “Bilemezler, bilemezler gözleri yok göremezler yürekleri yok bunların sevgiden söz edemezler” gibi müzikler yapardık. Yani ezgiler dediğimiz şeyin aslı böyle başladı. Ezgilerin şu zamanda çok etkin olmamasının sebebi nedir? Şu anda ezgilerin eskisi kadar etkili olmasının sebebi de ezgilerin tiyatrolarla beraber yayınlanmaması. Çünkü bir konu ile alakalı müzik yaptığınız zaman insanlar daha kolay anlıyor. Örneğin Akif İnan yazmış “Soyundum çileye dönmemesine.” Bu ne demek insan anlayamayabiliyor. Çileden kastı nedir? Neden dönmeyecek bunlar hep simgesel, sembolik sözler. Sembolik sözleri insanın anlaması, sevmesi ilgi gerektirir. İlgi duyması ön bilgi gerektirir. İnsanlar o müzi-
ğin içine giremiyorlar. Mesela Aşk acısı çekmemiş birisi, bir aşk şarkısı dinleyince çok etkilenmez. Bu her şey için geçerli. Bu acıyı yaşamışsa hissedebilir. Ezgiler dediğimiz şey ikiye ayrılıyor. Bir tarafı söz, sözler insanı yönlendiriyor. Sözler olmasaydı. Ona ezgi der miydiniz? Demezdik herhalde. Çünkü orda esas olan sözler. Dolayısıyla o tiyatroların arasına serpiştirilen o müzikler dinleyenin etkilenmesini daha da güçlendiriyor. Tiyatrolar TV’de, filmlerde duyduğumuz ünlü sesler tarafından seslendiriliyordu. Bu da insanları etkiliyor o güne götürüyordu. Eskiden insan hayal gücünü çalıştırırdı. Görüntü eksik ise başka duyuları ile tamamlıyorlardı. Dolayısıyla insanlar o atmosferi yaşıyor, hissediyorlardı. Kendilerini o sahabenin yerine koyuyorlardı. Ezgiler bu şekilde sevildi. Sonra ezgiler bir alışkanlık haline geldi. İkinci boyutu maddi boyut satış oluyor, paralar kazanılıyor. Böylelikle birçok insan bunu takip etmeye başladı. Biz de bu işe girelim dedi insanlar. Bu yüzden birçok dini yayın yapan ya da yapmayan. Dinle alakası olan ya da olmayan birçok arkadaş bu işin içine girdi. Albümler yapılmaya başlandı. O zamanlar enstrümanlar çok kullanılmıyordu. Sadece org kullanılıyordu. Sanki org haricindeki enstrümanlar günahkar gibi muamele görüyordu. Bağlama camiada yasaktı. Bir ara ney müslüman, gitar kafir oldu. Kıyaslamalar yapıldı. Bazı tarikatlarda hala sadece ritme cevaz verilmiştir. Bunun sebebi müziğe ilgili olan hadislerin çok çeşitli olması. Hangisi uydurma, bunu kestirmek zor oluyor. Bazı cesaretli arkadaşlar org, klavye haricindeki enstrümanları kullanmaya başladılar. Şuan kural yok. Atış serbest. O zamanalar kurallar vardı. Ezgi yapmamıza dahi karşı çıkan insanlar vardı. Kimden cevaz aldınız tarzında eleştiriler geliyordu. Eleştiriler olsa da ezgiler beğenildiği, kasetler satıldığı için rağbet arttı. Bu arada bir sürü radyolar açıldı. Akra, Moral, Marmara gibi bu radyolara da malzeme lazımdı. Biz onlar için müzik
yapan insanlar olarak malzeme idik. Hem iyi oldu hem kötü oldu. Sanatçılar ve eserleri tanınmış oldu. Diğer yönü ile de insanlar kaset almayıp radyo dinleyerek müzik ihtiyaçlarını gidermiş oldu. Müzik piyasası böyledir. Bir şey çok yapıldığı zaman suiistimal çok olur. İki ekmek yapacaksan özenirsin. Çok müşteri varsa bıkar hızlı ve pratik bir şekilde yapmaya çalışırsınız tam pişmez kabarsın diye başka bir madde katarsın. Önemli olan içe dönük duygusal şeyler yapmak. Ezgilerin bir yönü geleceğiz yapacağız gibi mücadele içerikleri ile oluşturuluyordu. Ne kadar gönülden söylersiniz o Allah ile kişi arasındadır. Bir şey okumuşsunuzdur. O anda halet-i ruhiyenize çok uymuştur. Bu dinleyiciye yansır. Daha çok sevilir. Bazen zoraki yapmak için yapmışsınızdır. O sevilmez dinleyiciler anlar bunu. Bizim camiada da çok şeyler yapıldı. Bazıları unutuldu, boş verildi. Kanal 7 kurulduğunda Refah Partisinin TV’si gibiydi önemliydi. Bizim gibi sanatçılara destek verebilirlerdi. Bunun kendilerine göre sebepleri vardır. Gençler nasıl eserlere ilgi gösteriyor? Herkes farklı bir besteden etkilenebiliyor. Bunun bir örneği, benim on yıl önce yaptığım bir bestem vardı; “İçinde zemheri ayında üşür bir çocuk. Göç etmiş yurdundan hep boynu bükük.” O zaman çok değer verilmemişti. Bestenin formal yapısı itibari ile insanlara çok cazip gelmedi. Bir de albümün içinde başka besteler öne çıktı. O kaybolup gitti. Ama ne zamanki İHH bir reklamda kullanmak için istedi şimdi fazlasıyla dinleniyor. Nisan’16 • 11
Karantina
Yani reklam, tanıtım önemli bir nokta. Mesela Rahmetli Neşet Ertaç da öyle oldu. Unutulmaya yüz tutmuş bir sanatçımızdı. Türk Halk Müziğine gönül vermiş birkaç arkadaş onu gündeme getirdiler devamlı eserlerini çaldılar. Röportajlar yaptılar, vefatından önce son dört içinde tekrar büyük bir parlama yaşadı Neşet Ertaş Bir olay üzerine yazdığınız, söylediğiniz bir eseriniz var mıdır? Bizim yaşadığımız çok kayda değer bir olay olmadığından ashabımız ile geçmişimiz ile övünmekten öteye geçemiyoruz. Bir de hep uzaktakilere kızıyoruz. Çin’e diyoruz kahrolsun, nasılsa bir zararımız yok. Burnumuzun dibindeki her hangi birini eleştiremeyiz. Onları eleştirdiğimiz zaman tepki alacağımızı biliriz. Kendimizde bir şey yok geçmişimiz, ecdadımız ile övünürüz. O dönemde yasaklanan ezgiler var mıydı? 28 Şubat döneminde bazı radyoların bazı eserleri çaldıkları için kapatıldığını, yayın yasağı konduğunu biliyorum. “Sehpalarında sarıkla sallandığımız sabahlara sorun bizi.” 12 • Nisan’16
Karantina Eserini çaldığı için Marmara FM’in yayınlarına yasak getirildiğini biliyorum. Ama bunlar çok fazla değil. Çünkü ezgiler yeterince tehlikeli ve korkutucu değil. Ezgiler çok büyük kitleler tarafından sahiplenilmediği için gariptir. Önemli insanların büyük hataları oldu. Partilerin özellikle. Desteklemeleri gerekiyordu. Bunu yapmadılar. Bir sıkıntı olduğunda miting yapıldığında geçmiş yıllarda imam hatiplerin kapanması gündeme geldiğinde miting meydanlarında ezgi marş söyleyecek meşhur sanatçı yoktu oluşturmadılar. Solcuların vardı. Bir şey olduğu zaman Zülfi Livaneli çıkar söylerdi. Çok etkiliydi. Saygı duyulan sözü dinlenen sanatçılara ihtiyaç var. Yeri geldiği zaman bir siyasetçinin yapamadığını bir sanatçı yapar. Böyle eksikler var ama mukadderat ilerde belki başka şeyler olur. Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı? Geçen bir arkadaşa dedim ki ben ezgi söylemeseydim yine bu camiada olsaydım sadece enstrümantal müzik yapsaydım ne olurdu acaba? Yani bana değer veren insanlar faceden ekleyen insanlar neden ilgi gösteriyorlar? Dini sözler söylediğim için mi? Müziğimi beğendiği için olabilir mi olamaz mı? Bizim tarzımızda müzik yapan insanlar biraz da bu yüzden dinleniyor. Bu bizden bizim duygularımızı dillendiriyor. Bizim söylemek istediklerimizi söylüyor gibi. Biraz alınıyorum. Senin sanatçılığını, ne kadar müzikten anladığını fark etmiyor. Sadece o bizdendir diye seviyorlar. Sanatçı sanatıyla var oluyor. Bugünlerde Beethoven Mozarttan eserlerini piyonada çalıyorum. Adam bir müzik yapmış rondo alaturka demiş ismini. Bizde Türk marşı olarak bilinir. Muhtemelen türk kelimesi geçtiği için biliniyor.
Demet Tezcan ile İslami Mücadelenin Hafızası: “Meydanlar” Üzerine Konuştuk Röportaj: Sümeyye AKGÜL
İslami mücadelede meydanlar ve meydanda olmak neden önemlidir? ür insanların talepleri, sözü olur. Meydanlar, var olma, varlığınızı haykırma alanlarınızdır. Hürriyetinizi kısıtlayacak tüm engelleri reddetme alanlarınızdır. Peygamber efendimiz ( sav )’in Safa tepesine çıkıp davetini yapmasını, Hz. Ömer’in Müslüman oluşandan sonra sahabelerin, Hz. Erkam’ın evinden çıkıp, ilk defa açıktan namaz kılmak için Kabe’ye yürümesini de bu minvalde değerlendirebiliriz. Yasağın zorbalığın zirvede olduğu yer ve zamanlarda bile özgürlüğün, dirilişin, meydan okumanın sembolüdür meydanlar ve meydanlarda olabilmek. İtirazınızı, şerhinizi, kalıplaşmış tabirle “tarihe notunuzu düştüğünüz” yerdir. Tunus, Mısır, Libya, Yemen gibi diktatörlerle yönetilen ülkeler meydanların ne kadar önemli olduğunu göstermiş oldular. Mısır darbe ile yönetimi kaybetse de Rabia Meydanı tüm dünyaya yıllar boyunca konuşulacak, çok büyük dersler verdi. Duruşu, direnişi, zulme boyun eğmemeyi öğrendiğiniz ve öğrettiğiniz Bir dershanedir meydanlar.
H
Meydanlar artık neden boş? İslami hareketler neden meydanlardan çekildiler? Birincisi, Müslümanları cumhuriyet tarihi boyunca, her alanda yasağın, baskının muhatabı kılan birçok engel bugün kalkmış durumda. Özellikle seksenlerden itibaren meydanlardan talebimiz olan inanç, eğitim, kılık kıyafet serbestliği gibi pek çok talebimiz karşılık buldu ve son yıllarda normalleşmeyi yaşıyoruz. Dolayısıyla bu normalleşme, yasakların, engellerin kalkması ile birlikte birçok alanda bilgi, beceri, yetenek, uzmanlık sahibi kişi ve kurumlar yıllarca kimliklerinden ötürü dışlandıkları yerlerde kendilerine açılmış alanlar buldular. Tüm bu kazanımlar, daha önce meydanlarda kaybedecek hiç bir şeyi olmayanların artık kaybedecekleri, belki kaybetmekten çekinecekleri etkenler meydanlardan çekilmenin gerekçelerinden biri oldu. Bu “şey”ler mevki, makam, statü ve ilişkiler gibi. Tehlike tam da burada başlıyor. Kendi içinde oldukları duruma bakarak her yer rahatmış yahut olan biten için Nisan’16 • 13
Karantina
Karantina
yapılacak bir şey yokmuş, özellikle de artık yöntemler değişmiş gibi birçok mazeret cümlesi devreye giriyor. De ki: “Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz bir ticaret ve beğendiğiniz meskenler size Allah’tan, peygamberinden ve O’nun yolunda cihattan daha sevgili ise, artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyin! Allah, fasık topluluğu doğru yola erdirmez.” Buyuruyor Rabbimiz ve bugün yanı başımızdan başlamak üzere kendileri için seslerine ses olmamızı, yardım elimizi, desteğimizi bekleyen nice mazlum coğrafyalar var. İkincisi, ciddi manada sekülerleştik İslami hareketler meydanlardan çekilirken sadece meydanlar kitleyi kaybetmedi. Kitleler meydanlarda kazandıkları ruhu kaybetti. Gençlere neler söylemek istersiniz? Nasıl ki boşuna yaratılmadı isek, bir anı14 • Nisan’16
mızı da boşuna geçirmeyecek, yaratılış gayemiz ne ise o doğrultuda hareket edeceğiz. Allah gençliğinizi, sağlığınızı, zamanınızı, bilgi, beceri yeteneğinizi nerede harcadığınızın hesabını soracak bunu hiç aklınızdan çıkarmayıp, bu sorumlulukla hareket edeceksiniz. Sadece kendi coğrafyamız için değil, yeryüzünde nefes alan bir tek Müslümanın dahi olduğu beldelere gözünüzü, kulağınızı açık tutacak ve Allah’ın emirlerinden olan kardeşliğimizin gereği ne ise yapacak, yapmaya hazır olacaksınız. Dünyanın her yerinde Müslüman kardeşlerimiz bizim hal ve hareketimize bakıyor. Bu ağır sorumluluğu nimet bilip, iyiliğin öncüleri, rehberleri sizler olacak, ümmet coğrafyanın yeniden dirilişine siz öncülük edeceksiniz. Bugün yeryüzünde imtihanın her çeşidini yaşayan Müslüman kardeşleriniz var. Şunu hiç unutmayın ki; bizim imtihanımız, imkânlarımız. Bu imkanları insanlığın kurtuluşu için kullanacak, İslam coğrafyası, ümmetin geleceği adına kurulan hayaller, beklentiler için sizler mümküne kapılar aralayacaksınız. İslam ümmeti için yapılması gereken bir şeyler varsa bunu yapacak olan benim diyeceksiniz. Peygamber efendimizin, “beni yaşlandırdı” diye ifade buyurduğu Hud Suresi, 112. Ayette Yüce Rabb’imiz “ Öyleyse emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” buyuruyor. Emrolunduğunuz üzere dosdoğru olacaksınız ve dünya Müslümanlarının, Müslüman ferasetine muhtaç olanların geleceğine dair söyleyecek sözünüz, örnek alınacak eylemleriniz olacak.
ŞEHİTLER KERVANI Röportaj: Zehra YURDAN
İ
ki zulüm arasında yeşeren “Şehidler Kervanı” grubundan Mehmet Ali Oğuz abimiz ile görüştük.
Kendinizi tanıtır mısınız? M. Ali Oğuz: Sanatsal faaliyetler sürdürdüğümüz özlem Ajansta koordinatörlük yapıyorum. Gaziantep Üniversitesine bağlı İlahiyat Fakültesinde bir dönem okudum. Terk etmek zorunda kaldım. Şuan Harran Üniversitesi olarak geçer.1972 doğumluyum. Grupla ilgili hikayeniz nasıl başladı? M. Ali Oğuz: Diyarbakır Yeni Şehir’de Ziya Gökalp lisesinde okuyordum. Lise son sınıftayken bir ara teneffüs saatinde karşı sınıftan kulakları okşayan güzel sesler geldiğini duydum. Sese doğru gidince birkaç arkadaşın peygamberimizle ilgili ezgiler söylediğine şahit oldum önceden namazlarda karşılaştığımız ve merhabalaştığımız arkadaşlarımın böyle güzel ezgi söylediklerine ilk defa tanık oluyordum. Zaten müziğe ilgim vardı; fakat ailemden aldığım İslami eğitim ve dünya görüşüm bana piyasada icra edilen içi boş müzikleri içerik açısından biraz itici kılıyordu. O gün ‘tamam bu benim müziğim’ dedim ve ilk defa duyduğum halde bir anda kendimi de arkadaşlarıma vokal yapıyor halde buldum. Arkadaşlarımın sesi hoşuma gittiği gibi benim sesim de onların hoşuna gitmişti ve artık gruptaydım. İlk çalışmalarımız tamamen müziksiz idi. Vokalist olarak yer alıyordum. Sonraları org bazen de
darbuka kullandık. İlk zamanlar dizlerimize vurarak ritim tutardık. Vurabildiğimiz şeylere vururduk. Kayıtlar öyle yapılırdı. İlk albümlerimiz öyle çıktı. Amatör de olsa bir grubumuz vardı. Sonradan farklı enstrümanları kullanmaya başladık. Sizleri müzikle uğraşmaya iten motivasyon neydi? M.Ali Oğuz: Sanat ve sanatçı röportajlarında hep duyduğumuz klişe cevap hakikaten çok gerçekçiymiş. İnsanın ten ve göz rengi gibi mizaca dayalı bazı özellikler de doğuştan geliyor. Müziğin de bunlardan biri olduğuna inanıyorum. Çok küçük yaşlardayken bile ailem akraba ve öğretmenlerimin bana her fırsatta eser seslendirttiklerini bilirim. Haliyle doğuştan Allah’ın bahşettiği yeteneği inancımdan dolayı ilahi ve ezgilerde kullanmayı tercih ettim. Zaten tersi yanlış olurdu. O yıllarda solcular bölgemizde gençleri cezbeden müzikler yapıyor ve birçoğunun da inancını ellerinden alıyorlardı. Madem Müslümandık ve Peygamberimizden aldığımız bu misyonu devam ettirmemiz gerekiyordu. Bunun için bir şeyler yapma arzusu ve inanca karşı yapılan çalışmalar bizleri davaya yönelik müzik yapmaya motive eden başlıca faktörler oldu. Grubun ismi ile alakalı eksik bilgilerimiz var. Bizlere hikayeyi anlatır mısınız? M.Ali Oğuz: Batıda bir isim adı altında eserlerimiz tanındı. Camiada ki tüm gruplara Nisan’16 • 15
Karantina
“Şehidler Kervanı” dendi. Halbuki ilk grup kurulduğu zaman grubun adı “Şüheda” idi. 2000 öncesi çıkan albümlerin birinde “ Yarabbi bizi de kat bu kervana” birinde de “ kahramanlar ordusu yola çıktı bu kervan şehidler kervanı” dendiği için bizlere “Şehidler Kervanı” ismi yakıştırıldı. Türkçe, Zazaca, Kürtçe olan albümlerimiz şuan “Şehidler Kervanı” olarak biliniyor. Farklı sanatçıların ve vokalistlerin olduğu büyük bir grubuz. Ajansımızın bünyesinde 40’a yakın grup var. 120 yakın sanatçımız var. Aynı hassasiyetler üzerinde senelerdir aynı çizgide yürümeye çalışıyoruz. Kervan serisi kürtçe olup tamamen şehitlerle ilgili albümlerden oluşuyor. 2000 öncesinde Şehit-13’e kadar yapıldı. En son şehid-14 2015’de çıktı. Şehitler kervanı serisi tamamı türkçe olup 2000 öncesi şehit-8’e kadar çıktı. Mavi Marmara şehitlerini konu alan şehitler kervanı- 9 2010’da çıktı en son Şehid Yasin Börü ve arkadaşlarını konu alan şehitler kervanı-10 2015’te çıktı. Bunların haricinde Mizgina İslam serisinde 6 , Hınariya Quran serisinden 3 albüm çıktı. Bu albümler 2000 yılı öncesinde çıktı. Darbuka ile yaptığımız amatör çalışmaların dışında ki çalışmalarımızın çoğunun aranjörlüğünü Taner Yüncüoğlu abimiz yapmıştır.1997 yılında çıkan “Cihad Eri “ albümü de onlar biridir. İslami mücadele içerisinde üstlendiğiniz fonksiyon neydi? M. Ali Oğuz: O yıllarda Bosna, Afganistan, Filistin, Irak ve dünyanın birçok yerinde Müslümanlara karşı kıyımlar yapılırken maalesef halen de yaşadığımız bölgede de güçlü sol akımlar vardı ve kendilerinden başka hiç kimseye hayat hakkı tanımıyorlardı. Okullarda namaz kılan öğrencilere ispiyoncu yaftası yapıştırılır, dışarıda da halkın gözünde karalamak 16 • Nisan’16
Karantina
için bin bir iftira atılırdı. Özellikle yatsı namazı çıkışında inançlı insanlara saldırılar yapılırdı. Daha sonra solcular güçlendikçe bu saldırılar yaygınlaştı ve artık genç, yaşlı, kadın, erkek, demeden her gün inançlı insanların öldürüldüğünü duyuyorduk. Bunlar yetmiyormuş gibi bir de o dönemin kolluk kuvvetleri -jitem mi Ergenekon mu bilinmez- karanlık güçler havadan sudan sebeplerle inançlı insanlara gözaltında acımasızca işkenceler yapıyorlardı. O günlerde piyasaya çıkan Şehitler Kervanı 6’daki bu eser iki zulüm arasında inançlı insanların umutla ve azimle mücadelelerini çok iyi anlatıyor; İki zulmün arasında iki ateş ortasında Yaşının ilkbaharında tohuma durmuş çiçektin Yaban otlar içinde zehir dikenler içinde Bahara özlem içinde doğum sancıları çektin Zulüm esti eğilmedin tağuta taviz vermedin İhanet çetelerine ayağa kalktın direndin Anneler babalar gençler minnacık güzel bebekler Umuda hasret yürekler Kur-an”ın nurunu bekler Elbet birgün gelecekler tuğyanı öldürecekler Şehadeti görecekler kurtuluş bu diyecekler Zulüm esti eğilmedin tağuta taviz vermedin İhanet çetelerine ayağa kalktın direndin Aziz önder Peygamberim sözünden dönmeyeceğim Sana uzanan elleri ve dilleri keseceğim Adın kurtuluş dillerde yücelerde yüreklerde Kan kırmızı bahçelerde sana kurban geleceğim Zulüm esti eğilmedin tağuta taviz vermedin İhanet çetelerine ayağa kalktın direndin İman ateş avuçlarda kan kurumuş sokaklarda Allah”u ekber feryadı intikamlar dudaklarda Ve döküldük biz yollara müjde verdik mazlumlara Birer birer can vererek eğilmedik zorbalara
Zulüm esti eğilmedin tağuta taviz vermedin İhanet çetelerine ayağa kalktın direndin. Buradaki trajedi hiç kimse tarafından görülmedi. Elimizde sesimizi duyurabileceğimiz hiçbir yayın organımız yoktu. Hamdolsun o zamanlar grubumuzun az imkanlarla yaptığı Türkçe, Kürtçe, ve Zaza’ca albümler sesimizi duyurmakla beraber gençlerimizi zulme karşı dik durma noktasında motive etti. Geride kalan ailelere moral aşıladı. Ezgi içerisinde şehid olan kardeşimizin şehid olma şekli detaylı bir şekilde dile getirildiği için İslam düşmanı çevrelerin akıllarda soru işareti oluşturmasına da engel olmaya çalıştık. Yakın tarihte yaşadığımız 6-8 Ekim vahşeti ve Şehid Yasin Börü vakasına benzer vakalar o zamanlar çokça yaşandı. Yasin, Diyarbakır’da elinde kurban eti poşetleriyle çağdaş Hintlerin zılgıtları ve “Biji Apo!” sloganları eşliğinde yakıldığında hiçbir ilgisi olmadığı halde üzerine Işid yaftası yapıştırıldı. Günümüzde teknolojinin sunduğu internet vb. imkânlar zalimlerin yalanını kısa sürede ortaya çıkarttı ve tutmadı. O günlerde ezgilerimizle hem gazete hem TV hem de dergilerin yerini doldurmaya çalıştık. Ne kadar başarılı olduk bilinmez; ama elimizden gelen buydu. Yıllar sonra bugün bununla ilgili siz değerli kardeşlerimize röportaj veriyorsak küçük de olsa bazı izler bırakmışız demektir. Allah hepsini kendi rızası için kabul etsin. Zalimler bir şeyi bitirmek ister tohum her yer de yeşerir. Kim nerde Allah rızası için bir şey yapıyorsa kardeşimizdir. Çalışmalarınızı sürdürürken yaşadığınız unutamadığınız bir anınız var mı? M.Ali Oğuz: Müziğimiz bir dönem yasaklanmış ve uzun bir süre sahneye çıkamamıştık. Yıllar sonra bir programa davet edilmiştik. Program başlamadan önce miydi sonra mıydı, tam hatırlamıyorum. Bizi belki de ilk defa gören gençler vardı ve yanımıza gelip duygularını paylaşıyorlardı. İçlerinden biriyle el sıkışırken gözlerinin dolduğunu fark ettim. Yanımdaki diğer sanatçı arkadaşla el sıkışırken “Abi ne olur bir daha bizi bırakmayın!” demesi beni çok duygulandırmış yaptığımız işin anlam ve önemini bir daha hatırlatmıştı. O günden sonra işime daha da bir önem vermeye çalıştım. Artık müzik yaparken ara ara o kardeşimizin sözleri kulaklarımda çınlar ve yaptığım işin bir karşılığının olduğunu bana hatırlatır.
Yeni çıkan parçalar gruplar olmasına rağmen bir kısmımız hala 90’lı yıllara ait eserleri dinliyor. Bu durumu nasıl yorumlarsınız? M.Ali Oğuz: O dönemin teknik stüdyo imkanları çok kısıtlıydı. Sadece darbukamızla küçük kolumuzun altına sığan bir orgumuzu vardı. Onlarla yaptığımız müzikler hala dinleniyor. İnsanlar onları dinliyor. O dönemin şehidlerinin kanının bereketi olsa gerek. Son olarak gençlere ne demek istersiniz. M.Ali Oğuz: Gençliğimizin İslami bile olsa sadece müzik dinleyen ve sanalda gezinen bir gençlik olmasını istemeyiz tabi. Zaman hızlı tükeniyor ve zamanı iyi değerlendirmek lazım. Ben kitap okumaya en çok lise yıllarımda vakit bulabildim. Her bir gencimiz yarının öğretmeni, yarının anne babası daha da önemlisi yarının dava adamları olduklarını düşünerek hareket etsinler. Özellikle bu yaşlarda İslam’ın temel kaynaklarını iyi okumaları ve özümsemeye çalışmaları lazım. Yarın çoluk çocuğa karışınca vakit bulamayabilirler. Ömrün nelere yeteceğini de bilemeyiz. Bu yüzden birkaç parça bilgi kırıntısı olan ve kulağında kulaklıkla vaktinin çoğunu ilahi ezgi dinleyerek geçiren orda burada gezinen sloganik bir gençlik değil, müziği de gerektiği kadar dinleyen öğrenmeye, öğrendiklerini pratize ederek davete daha çok zaman ayıran gençlik doğru olan gençliktir bence. Nisan’16 • 17
Karantina
Karantina İslami mücadele içerisinde üstlendiğiniz fonksiyon neydi?
Mustazaf Canan Osman Aran ile İslami Mücadelenin Hafızası; “Ezgiler’i” Konuştuk. Röportaj: M.Salih Demirtaş
“Umutsuzluk ve yıkılmışlık içeren, çaresizlik ve yılgınlık barındıran hiçbir şiiri, hiçbir şarkıyı ve hiçbir sözü sevmiyorum. “ Grupla ilgili hikayeniz nasıl başladı?
90
’lı yılların başlarıydı sanırım. İstanbul Fatih’te Selam Vakfında faaliyetlerde yer alırken vakıf bünyesindeki arkadaşlarla oluşturduğumuz bir marş/ezgi grubu olarak başladı. Özellikle her sene büyük bir özenle hazırlandığımız ve Anadolu’nun her bir köşesinden gelen binlerce Müslüman kardeşle buluşmak için, genellikle Abdi İpekçi Spor Salonu’nda yaptığımız “Şehitlerimizi Anma Gecesi” pogramlarına hazırlık amacıyla kurduğumuz bir gruptu. Birikimlerimizi müzik albümü yapmak için oluşturmamıştık ancak yoğun talepler marşlarımızın kaset olarak da piyasada yer almasına sebep oldu ve “İslami Direniş Marşları” ismi ile bir albüm çıktı. Bununla birlikte Selam Vakfı adıyla son Şehitler Gecesi için hazırlık yaptığımız bir süreçte, darbecilerin bizi engellemek için Abdi İpekçi Spor Salonu’na baskı yapması ve salonun da bizden kira ücretini peşin olarak talep etmesi ancak elimizde avucumuzda ne varsa geceye hazırlık için harcamış olduğumuzdan talebi karşılayamamamız nedeniyle, benim kendi
18 • Nisan’16
bestelerimin yer aldığı ve sadece gitar çalıpsöyleyerek, “Sabır İç Yavrum” adında korsan ve amatör bir solo albüm yapmamıza sebep oldu. İsimsiz, bandrolsüz ve resimsiz bu kaseti bir haftada 3000 adet satarak durumu kurtarmıştık sanırım. Benim grupla birlikteliğim kemalist ve paralelcilerin ortaklaşa yaptıkları Selam Tevhid operasyonlarıyla son buldu. Arkadaşlar daha sonra Grup Kıvılcım adıyla “Ayrılık Türküsü”, “Çeçen Dansı”, İşçi Rıza” isimlerinde çok başarılı albümlere imza attılar. Bu vesile ile buradan çok özlediğim grup arkadaşlarım Ahmet ÇİÇEK, Levent SANCAK, Cüneyt TUNAÖZÜ, Hakan AYAZ ve Durmuş YILDIZ’a sevgi ve selamlarımı iletiyorum.
Böyle bir müzik yapmaya sizleri iten motivasyon neydi? “İslamî Direniş Ruhuydu; yani, vahiydi”… Evrensel İslamî Direniş’e karşı olan sorumluluk bilincimizdi. Meydanlarda sıkılan Müslüman yumruklar ve evrenin her bir yanında aziz ve azizelerimizin mücahedeleriydi.
Eğer, İslamî Mücadele’de bir işlevimiz olduysa ve oluyorsa, bundan daha büyük bir mutluluk olamaz bizim için. Bugün olduğu gibi o günlerde de ümmetimizin parçalanmışlığından kaynaklanan çok ağır bedeller ödeniyordu. Filistin’de, Keşmir’de, Irak’ta, Suriye’de, Afrika’da, Mısır’da, Bosna’da, Cezayir’de, Tunus’ta, Türkiye’de ve İslam Coğrafyalarının her bir yerinde; papatya gözlü, gül dudaklı, al yanaklı çocuklarımız katlediliyor, Müslümanların harem-i şerifleri emperyalistlerin ve onların maşaları olan diktatörlerin postalları altında çiğneniyor, acımasız işkenceler nice nice hayatları söndürüyordu. Her yerde direniyorduk; tıpkı şimdi olduğu gibi… Direniş varsa; elbette onun edebiyatı, ezgisi, marşı ve şiiri de olacak. Biz, bu evrensel direnişin sesi olmaya çalıştık. Çiçeklerden ve böceklerden söz eden şarkılar da güzeldir; ama biz, İslami Direniş’in dilini konuşmak ve islami Direniş’in yiğitçe çıkan bir sesi olmaya mecburduk.
San’at yaşamınızda unutamadığınız bir anınız var mı? Bir San’at yaşamım olduğu söylenemez. San’at yapıcılığı kim, ben kimim. İçimizden geleni yapıyoruz sadece. Bir anım var mı? Bir çok anı var tabi. Ama unutamadığım ve hala çok üzgün olduğum bir anı anımsadım şu an. İmam Alim Sultan adında Çeçen bir kardeşimiz vardı. Şu meşhur Çeçen Marşı’nın bestecisi ve yorumcusu. Gitarını bırakıp direnişe silahlı olarak mücadele etmek için cepheye gittiğinde Rahmetli şehit Dudayev ona, “Senin silahın gitarındır” demiş ve Direnişin sesi olmaya devam etmesini istemişti. O yıllarda misafirimiz olarak İstanbul’a gelmişti. Yanından ayırmadığı ve tüm Kafkasları onunla birlikte gezip, Çeçenya Direnişi’nin adeta bir sembolü olan Siyah bir gitarı vardı. Ama yanımıza geldiğinde havaalanından bindiği bir taksinin bagajında unutmuştu gitarını. Deliler gibi günlerce aradık ama bulamadık. Ağlamıştı çocuklar gibi. Sonra Moskova’da Rus emperyalizminin katilleri tarafından evinin önünde
katledilerek şehit olduğu haberini aldık. Nasıl bir acıdır ki anlatamam. Allahu teala’nın rahmet ve mağfireti, tüm aziz ve azize müminlerin üzerine olsun.
Ezgiler ve Marşlar ile ilgili gençlere ne tavsiyelerde bulunmak istersiniz? Umutsuzluk ve yıkılmışlık içeren, çaresizlik ve yılgınlık barındıran hiçbir şiiri, hiçbir şarkıyı ve hiçbir sözü sevmiyorum. İslamî ezgiler ve marşlar besteleyip-söylemeye çalışan arkadaşlara özellikle şunu söylemek istiyorum; “Vahyin Salât (yıkılmadan dik duruş) ve Sabr (direniş) mesajı, mü’min bir kimlik ve kişiliğin en önemli özelliğini içerir. Sözleriniz ve nağmeleriniz bu değerlere uygunluk arzetmelidir. Umudu, sıkılmış yumruğu, direnişi ve yarınlara (ahirete) olan güveni, yarının bizim olduğu gerçeğini göz ardı ederek bir şey yazıp, söylemesinler. Sözü ve nağmeyi, mü’mine yaraşır biçimde mertçe ve yiğitçe söyleyipoluştursunlar. Kıyameti koparken görse, elindeki fidanı dikmeğe çalışan birinin umudunu taşısınlar içlerinde. Sesi gür ve nağmeyi şerefli kılan bu imandır. Allahu teala’nın gaybi değerlerine hizmet etmeyen marşı da yemişim, san’atı da, ezgiyi de, şiiri de. Vahy ile bağı iyi olamayan biri, hiçbir şeyi iyi yapamaz. Merhum Dr. Ali Şeriati’nin de dediği gibi, San’atçıya dert gerektir. Ümmetin derdi, Müslüman bir san’atçının derdidir. İç dinamiklerini bu minvalde sağlama alan biri şiiri de adam gibi yazar, sözü de adam gibi söyler, marşı da adam gibi okur, ezgiyi de adam gibi ezer. Allahu teala ile irtibatı koparmayalım; ve’s-Selam. Nisan’16 • 19
Karantina
Karantina
Unutulmaya Terkedilen Bir Güzel Hikaye;
“El Ele Eylemleri” Furkan GENÇOĞLU
T
ürkiye’li müslümanlar olarak bir çok önemli işlere imza atıyoruz. Eylemler, organizasyonlar, iyilik hareketleri vb. Türkiye kişisel infak hareketlerinin en yoğun olduğu İslam ülkesi. Örneğin İHH gibi bir yardım kuruluşumuz var dünyanın yüzlerce bölgesinde gariplere, mazlumlara, ötelenmişlere yardım eli uzatıyor. Türkiye’li müslümanların katkılarıyla dünyanın dört bir yanında yetimhaneler, su kuyuları, fabrikalar, toplu konutlar yapılıyor. Hayvancılık, tarımsal kalkınma projeleri gerçekleştirilerek sadece balık vermeyi değil balık tutmayı da insanlara öğreten girişimlerde bulunuluyor. Fakat gerçekleştirdiğimiz bu muazzam organizasyonların hikayesini yazma noktasında geçmişten beri ciddi problemlerimiz var. Son yıllarda basın-yayın-reklamcılık gibi sektörlerde yetişmiş kadroların çoğalması ile bu problem bir nebze de olsa çözüldü. Fakat geçmişte yaşanan ne yazık ki geçmişte kalmaya devam ediyor. Örneğin 28 Şubat döneminde yapılan ve belkide dünyada gerçekleştirilen en büyük barışçıl sivil aktivizm örneklerinden biri olan “el ele eylemleri”. «İnanca Saygı Düşünceye Özgürlük İçin El Ele» başlığıyla gerçekleştirilen eylemde insanların inanç özgürlüklerinin kazanılması için el ele tutuşularak kilometrelerce uzunluğunda insan zincirleri oluşturuldu. İstanbul Cerrahpaşa tıp fakültesinin önünden başlayıp Hopa’ya kadar uzandı bu insan zinciri. Bugün geçmişte tecrübe edilen bu muazzam organizasyonu kim hatırlıyor? Ak Parti kuşa-
20 • Nisan’16
ğı olarak isimlendirilen 15-25 yaş kuşağından hangi genç bu eylemin hikayesini biliyor? Oysa beyaz perdeye aktarılıp bir kült film haline getirilebilecek çapta bir hikayesi var bu eylemin. Maalesef belli alanlarda yoğunlaşan kadro eksikliğimiz, bu tip bizzat içimizden insanların gayretleriyle inşa edilmiş tecrübelerin, tarihin girdabında keşfedilmeye bekleyen birer hazine olarak bekletilmesine gerekçe oluşturuyor. 28 Şubat 1997’de Milli Güvenlik Kurulu’nun (MGK) “irticayla mücadele” gerekçesiyle aldığı kararlardan biri de kamu kurumlarında başörtüsünün yasaklanmasıydı. Yasak çoğunlukla üniversitelerdeki uygulamalarla anılsa da sadece öğrencileri mağdur etmedi. Ayrımcılığa Karşı Kadın Derneği’nin (AK-DER) verilerine göre 1998-2002 arasında 5 bin başörtülü kadın işten çıkarıldı,10 bine yakını da istifa etmeye zorlandı. Yükseköğretim Kurulu (YÖK), Aralık 1997’den itibaren çeşitli kararlar alarak üniversitelere başörtüsüyle girilmesini engelledi. 23 Şubat 1998’de İstanbul Üniversitesi rektörü Prof. Dr. Kemal Alemdaroğlu’nun çıkarttığı genelgede, “başörtülü ve sakallı” öğrencilerin derslere alınmamaları, yoklamalara yazılmamaları, dersten çıkmamakta direniyorlarsa dersin yapılmaması ve öğrencinin “dersi engellediğine” dair tutanak tutularak disiplin kuruluna sevk edilmesi talimatı verilmişti. Genelge üzerine İstanbul Üniversitesi’ne alınmayan başörtülü öğrenciler, aylar boyunca Beyazıt kampüsü kapısının önünde oturarak yasağı protesto etti. Alemdaroğlu’nu eleştiren
öğretim üyelerinin görevine son verildi, bir kısmı istifa etti. Disiplin cezaları alarak okuldan uzaklaştırılan birçok başörtülü öğrenci eğitimine yurtdışında devam etmek zorunda kaldı. Oturma eylemlerinden bir sonuç alınamayınca İstanbul Üniversitesi’nden bir grup başörtülü öğrenci, dikkat çekecek bir eylem
büyük bir kalabalığın Türkiye’nin hemen hemen her tarafını etki altına alan böyle bir eyleme katılacağını tahmin etmiyorlardı. İnsanların inançlarının gereğini yerine getirerek okuma ve çalışma özgürlüklerini elde etmek için gerçekleştirdikleri «İnanca Saygı Düşünceye Özgürlük İçin El Ele» eylemine gös-
planladı. İstanbul’dan Ankara kadar el ele tutuşularak bir zincir oluşturulacak, Guinness’e girecek bir rekor kırmaya çalışılarak başörtüsünün serbest bırakılması talebi yükseltilecekti. Eyleme Türkiye genelinde milyonlarca insan katıldı. İstanbul’da baş örtüsü zulmünün en katı şekilde uygulandığı Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nin önünde başlayan insan zinciri kesintisiz bir şekilde Bolu’ya kadar devam etti. Bolu’da ise kalabalık bir asker grubu tarafından zincirin devam ettirilmesi engellendi. Eğer bu engelleme olmasaydı bu insan zinciri Ankara’ya kadar devam edecekti. Ancak bu şekilde, bazı yerlerde askeri güçlerin engellemesi sebebiyle kesintiler oluştuysa da “İnanca Saygı Düşünceye Özgürlük İçin El Ele” adıyla İstanbul’dan doğuda İran sınırı yakınındaki Van’a ve Karadeniz tarafından Gürcistan sınırındaki Hopa’ya kadar bütün Türkiye’yi kuşatan bir eylem gerçekleştirildi. Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan beri böyle bir eyleme ilk kez şahit oluyordu. Ülkenin büyük bir kesiminde oldukça farklı yerlerde milyonlarca insanın aynı gün (11 Ekim 1998 Pazar) aynı saatte (saat öğleden önce 11.00’de) belli bir mevkiye gelerek kilometrelerce uzunluğunda insan zinciri oluşturmaları, hiçbir karışıklığa ve disiplinsizliğe mahal vermemeleri Türkiye Cumhuriyeti’nin 75 yıllık tarihinde ilk kez görülüyordu. Ancak hükümet kurumlarının yürüttüğü başörtüsü zulmüne karşı insanların el ele tutuşarak tepkilerini dile getirmeleri bazılarının da paçalarının tutuşmasına yol açtı. Çünkü onlar bu kadar
terilen destek ve ilgiden rahatsız olan hükümet başta İslami anlayış sahibi bazı yazarlar ve birtakım İslami vakıfların ve derneklerin yöneticileri olmak üzere çok sayıda insanı tutuklattı. Tutuklananların arasında Akit gazetesi baş yazarı Abdurrahman Dilipak, Yeni Şafak gazetesi başyazarı Ahmet Taşgetiren, Milli Gazete yazı işleri müdürü ve başyazarı Ekrem Kızıltaş gibi önemli yazarlar da bulunuyordu. Bunlardan Abdurrahman Dilipak, Ahmet Taşgetiren ve eyleme katılan bazı baş örtülü kız öğrenciler ilk sorgulamadan sonra serbest bırakıldılar. Ancak Ekrem Kızıltaş, bazı İslami vakıfların ve derneklerin yöneticileri ve çok sayıda başörtülü kız öğrenci günlerce gözetim altında tutuldular. Eylemden sonraki akşam öğrenci yurtlarına baskın yapıldı ve yüzlerce öğrenci gözaltına alındı. İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden bir grup başörtülü öğrenci eylemi organize ettikleri gerekçesiyle üç gün boyunca terörle mücadele ekiplerince sorguya çekildi. Aralık ayında İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde (DGM) eylemi örgütlediği iddia edilen 30 kişi hakkında toplam 90 yıl ağır hapis istemiyle dava açıldı. Sanıklar Türk Ceza Kanunu’nun 312. maddesine muhalefetten, halkı ‘kışkırtarak’ kamu düzenini bozdukları suçlamasıyla yargılandı. Kaynak: Türkiye’de ve Dünyada Başörtüsü Yasağı Kronolojisi, Mazlumder, s.54. http://www.vahdet.info.tr/isdunya/dosya4/1008.html
Nisan’16 • 21
Karantina
Karantina iletmenin türleri de, iletişim teknolojisinin değişmesiyle beraber farklılık gösterdi. Mesela internette bir grup kuruyorsunuz, o grupla beraber fikirlerinizi bir çok kişiye ulaştırıyorsunuz, büyüyorsunuz, çoğalıyorsunuz, bir şey ortaya atıyorsunuz bir milyon kere tıklanıyorsunuz, tt oluyorsunuz. Bunlar tabi önemli hale geldi. Bu tür derlenme toparlanma yerlerini sanal dünyada kurduğunuz zaman böyle bir itibarınız varsa, kitleyi doğru düzgün bilgilendiriyorsanız, -tabi manipule eden gruplarda var biz onlardan bahsetmiyoruz.- yarın gerçekten alana çağırdınız zaman sanal alandan reel alana doğru bu kitlelerden bir akış meydana gelir. Böyle bir sürecin varolduğunu bilmek lazım. Yakın geçmişte bunların bir çok örnekleri oldu.
Cevat Özkaya ile İslami Mücadelenin Hafızası; “Meydanları” Konuştuk. Röportaj: M.Salih DEMİRTAŞ
“Sanal dünya, çok etkin olduğunu gördüğüm bir alan. Sanal dünyayı doğru bir biçimde kullanılmasının her iki halde; hem sanal dünyaya yazdığınız bir hikayenin doğruluğu, hemde onun teknik imkanlarından doğru olarak faydalanarak kullanılmasının, çok önemli olduğuna inanıyorum.” İnsani ve islami mücadelede meydanlar ve meydanda olmak neden önemlidir? Meydan tanımı zaman içinde değişiyor olmasına rağmen, meydanlarda olmak önemli. Kurulu iktidarın - sadece gelip giden hükümetlerin değil-, yani statükonun kendine ait güçleri var ve bu güçlerini her an harekete geçirebilir pozisyondadır; güvenlik gücü vardır başka güçleri vardır vs. Nihayetinde zaten şiddet kullanma yetkiside devlet denilen aygıtın elinde olan bir güçtür. Demokratik devlet veya hukuka uygun davranan devlet dediğimiz zaman da bu şiddet tekelini hukuka uygun bir şekilde kullanıyor olmasından dolayı bir yasallıktan bahsedebiliriz. Peki kitlelerin elinde ne var, kitleler şiddet kullanabilirler mi, kullanma22 • Nisan’16
lılar mı? Kullanmamalılar. Kitleler fikirlerini doğru düzgün ifade etmek ve görünür kılmak için meydanlarda toplanarak taleplerini ortaya koyarlar. Dolayısıyla alanlar ve meydanlar kitlelerin talepleri açısından önemlidir. Siyasi iktidarın, kitlelerin taleplerine muhatap olması ve muhatabın cesameti ve büyüklüğü kitlelerin taleplerini yerine getirmesinde fonksiyon icra eder. Yani şöyle; 50 kişiyle, 100 kişiyle, 500 kişiyle bir protesto yaparsanız o kadar karşılık görürsünüz ama bir yere yüz bin, iki yüz bin kişi toplayabiliyorsanız, elbette kitlelerin gücü siyasi iktidarın gözünde daha net, daha belirgin olur ve istekleri daha uygunlukla karşılanır. Onun için meydanlar önemlidir. Fakat nihai tahlilde alana toplanmanın türleri, talep
Türkiye’ye dönersek ülkemizde anıtsallaşmış ve mücadele ile özdeşleşmiş meydanlardan bahsedebilir miyiz? Anıtsallaşmış demek ne kadar doğru bilmiyorum ama birtakım mücadelelerin meydanlaştığı yerlerden birisi Taksimdir, kısmen Beyazıt’tır. Şöyle söyleyeyim; bir takım işler yapıyorsunuz, bu işin hikayesini eğer yazmıyorsanız, anlatmıyorsanız bu unutulan bir şey oluyor. Mesela 28 Şubat döneminde başörtüsü için el ele mitingi yapıldı. Sadece Türkiye’de değil, İslam dünyasında yapılmış en cesametli, en barışçıl ve insanların en fazla katılımı olduğu bir eylemdi. İnsanlar el ele tutuştular, farklı şehirleri de katarak bir zincir meydana getirdiler. Bu olağanüstü birşeydi ve bir hadise, arbede çıkmadı. Şiddete dönük olmayan ve taleplerini şiddetten bağımsız olarak ileten bu insanların eylemine bir nevi müsaade edildi, müdahale olunmadı. Şu an bu eylemi hatırlayan neredeyse kimse kalmadı. Neden kalmadı? Çünkü bunun kitlelerin ulaşabileceği yerlerde dönen bir hikayesi olmadı. Hikayesini yazmadınız. 68 eylemlerinin bir çok hikayesi oldu. 68 eylemlerini katlayacak cesamette bir eylem çıktı burada fakat kimse 68 eylemlerinden bahsettiğimiz gibi el ele eylemlerinden bahsetmiyor. Niye? Yazılı değil, hikayesi yok, anlatımı yok. Mesela aynı şekilde sistematik olarak burada cuma eylemleri yapıldı. Israrla devam edildi. Bu önemli
bir şeydi. Ama cuma eylemleri biteli artık 7-8 senelik bir zaman oldu. O zamanlar 10, 12, 13 yaşlarındaki çocuklar şimdi yirmili yaşlara geldiler fakat böyle kitlesel eylemlerin yapıldığından haberli değiller. Niye? Çünkü niye yapıldı, neden yapıldı, nasıl şeyler ortaya çıktı, neden ısrarla devam ettiğinin bir hikayesi yok. Yani bir Kurgusallıkta sunulmadı. Yani daha doğrusu kurgusallığı da bırakalım, olanı aynen anlatmak bile bir izahtı, o bile yapılmayınca kusura bakmayın hepsi bitiyor. Çok iyi hatıralar değil bizim kitlesel eylemler. Yani sadece müslüman camianın değil. Türkiye’de 77nin 1 Mayısı’nda Taksimde DİSKİ’n yaptığı bir eylem oldu. Katılımı kalabalık olan bir eylemdi. 37 kişinin ölümüyle sonuçlandı. Bu bir anıtsallık değil ama böyle bir şeyi hatırlamak gerekir. Beri tarafta Beyazıt’ta bazı eylemler oldu. 27 Mayısa giden dönemde 28 Nisan eylemleri yapıldı burada. Daha sonra Beyazıt’tan başlayan başörtüsü eylemleri oldu ama bunları çok anıtsallaşmış bir şey olarak değerlendiremeyiz. Anıtsallığın bir özelliği var: ya çok uzun süre devamlı olan bir şey olur; mesela Galatasaray lisesi önünde cumartesi anneleri eylemi gibi; bu on kişiyle yirmi kişiyle yapılan bir eylemdi ama yıllarca devam etti ve bir hatırası var ,ya da büyük bir miting yapacaksınız ses getiren bir eylem olacak, bunun bir hatırası olacak. Bir diğer konu, bizim eylemlerimizde eylemler yapılır ve bu eylemlerin “niye” ve “neden” yapıldığı ve burada “ne elde etmek” istediğimiz gerektiğine ilişkin, eylemi organize eden grupların sistematik düşüncesi genellikle olmaz. Aynı zamanda eylemi başka güçlerden korumanın zorluğu vardır Türkiye’de. Çünkü devleti koruyacak güçler bu eylemlere sızarlar ve provokatif şeyler olabilir. Yani anıtsal olabilecek dediğimiz eylemlerin birçoğunda provokatif şeylere gidilebiliyor. Peki Mazlumder ve Bosna Dayanışma Grubu tecrübeniz ışığında, “eylemler” İslami mücadelede nasıl bir fonksiyona sahip sizce? Nisan’16 • 23
Karantina Bosna Dayanışma Gurubu bir grup arkadaşın ciddi bir organizasyon tasavvuru olmadan bir araya gelerek, önümüze düşen bir hadisenin sonucu olarak insanların sıkıntıya girmesine yönelik problemlerine nasıl yardım edebilirize cevap arayan vicdani bir hareketti. Bosna Dayanışma Grubu, insanların bu tür yardımlarını ve duygularını bir nevi verimli kılmak için yapılmış bir hareketti. Klasik organizasyon mantığı olmadan yapıldı. İnsanlar zannediyorlar ki, bu sadece Müslüman bir kesimin oluşturduğu bir harekettir; evet tabiki ilk ateşleyenlerin genel özelliği, İslam’ı ön plana alan insanlar olmasıydı fakat oraya insani duyarlılıktan dolayı bu meseleden sıkıntı duyan ve islamlada çok bağlantısı olmayan insanlar da geldi. Part-Time çalışıp gidenler oldu, birtakım şeyler ilave ederek katkıda bulunanlar oldu. Mesela biz de onun bir hikayesini yazmadık. Biz Bosna Dayanışma Grubu olarak uluslararası bir konferans tertip ettik ve o günün Sabah ve Zaman gazetelerinde (1994), Fehmi Koru ve Cengiz Çandar yazdığı yazılarda, Devletin tertip ettiği konferanslardan, daha düzenli ve daha sonuç alıcı somut çıktıları olan bir çalışma olduğuna yönelik övgüyle bahsetmiştiler. Kısaca Bosna Dayanışma Platformu, Bosna’ya yardım için insanların birbirleriyle dayanışarak, bir araya toplanmasıyla oluşan noktasal bir eylemdi. İlk defa bir islami grup hem siyasal olarak, hem yardım anlamında dışarıda olmuş bir harekete müdahil oldu ve bunu Türkiye çapında tanıtabildi. Yani o günkü iletişim imkanları içinde mümkün olan azami bir şekilde tanıtabildi. Daha iyi yapılabilir miydi? Tabiki yapılabilirdi. Ama o güne kadar yapılan böyle bir eylemi hatırlamıyorum. Belki de tam anlamıyla bir sivil grubun uluslararası bir konferans yaptığı ilk örnekti. Bu islami mücadele açısından da ciddi bir tecrübedir. Bir sürü insan bir sistematik organizasyona bağlı olmadan, bir harekete yardım etmek için gönüllü olarak çalışabildi. Elbette sıkıntıları vardı ama nihayetinde bir sonuç üretildi. Bu önemli bir şeydi. Birtakım şeyleri protesto etmeyi becerebildik. Özal’ın da gelip konuştuğu bir taksim mitingi yaptık. Bu biraz Türkiye’deki kitle24 • Nisan’16
Karantina nin Bosna’daki kıyıma tepkisini görünür olarak ortaya koyan bir eylemdi. Daha sonra Srebrenitsa katliamı olduğu dönemde Mazlumder’de Nisan ayında bir konferans yaptık. Konferans biterken öğle üzeri Mazlumder’in Srebrenitsa ile ilgili Taksim’de mitingi vardı. Yani kamuoyuna bir meseleyi mal etmek yönünde bu meydanlar fonksiyon icra ettiler. Bu anlamda iyi bir tecrübeydi doğrusunu isterseniz. Peki abi meydanlar artık neden boş? İslami hareketler neden meydanlardan çekildiler? Türkiye de meydanları doldurmak isteyen başka hareketler var mı ki? Bunla ilgili iki şey söyliyelim: Kitleler artık o bildiğimiz alanların dışında başka yerlerde bir araya geliyorlar; mesela sanal dünyada bir araya gelebiliyorlar. Herhangi bir meseleyi sosyal medyada gündeme getiriyorsunuz. Mesela siz Genç Öncüler olarak yılbaşındaki ahlaki sorunlarla ilgili sosyal medyada bir çalışma yaptınız ve çerçeveyi çok daha genişletip milyonlara hitap ediyor hale gelseydiniz, siyasal iktidar buradaki toplantıyı da gündeme alacaktı. Yüz bin, iki yüz bin kişiyi taksime toplamak başlı başına büyük masraflar isteyen bir iş iken, sanal dünyada bunu yapmak için herhangi bir masraf yapmanıza gerek yok. Biraz tarz değişti. İkincisi uzun bir süre ömrünü muhalif olarak geçirmiş gruplar, kendilerine yakın siyasal bir iktidarın gelmesinden sonra, bu siyasal iktidarı bu kadar da yıpratmak istemediler. Bu ne kadar doğrudur, siyasal iktidar gerçekten yıpranıyor mudur bilemem. Bir başka en önemli sebeplerden bir tanesi ise meydanlar boş ama Türkiye’de başka yerlerde çok büyük bir canlılık mı var, fikri dünyasında çok büyük bir canlılık mı var? Sadece hükümete değil, sisteme alternatif üretebilecek bir fikri canlılık mı var? Bu fikri canlılık olmadan insanları hangi açıdan tutup meydanlara götüreceksiniz? Falan olmasın, filana ben çok kızıyorum. Bunlar çok anlamlı şeyler değil. Mesela şu duruma bir tepki koyuyor olabilmemiz lazımdı; İngilizlerin Oxfam diye bir kuruluşu var, bu kuruluş gelir dağlımı ile ilgili bir tespitinde ( ki bu anlamda itibarlı bir ku-
ruluştur.): 2014 yılında yanılmıyorsam dünyanın en zengin 83 veya 84 kişinin mal varlığının toplamı 3.5 milyar insanın mal varlığına denktir şeklinde bir istatistik sundu. Bu 2015’de, 62’ye düştü. Geçen bir sene içerisinde 62 tane en zengin kişinin mal varlığı yükselmiş, görece olarak berikilerin mal varlığı azalmış. 62 tane en zenginin mal varlığı üç buçuk milyar insanınkine denk. Şimdi burada illa Müslüman olmak gerekmiyor. Adalet arayan insanlar olarak böyle birşeye ciddi bir tepki koymak durumunda değil miydik? Kaldı ki bu Müslümanlar için çok daha geçerli bir şey. Eğer buna tepki koymuyorsanız, bir takım genç insanların kendilerine başka bir çıkış arıyor pozisyonunda olmalarını çok eleştirme hakkına sahip olamayız. Buna tepki koymakta fikri anlamda bir canlılıktır. “Bu yanlış” tamam bu yanlıştır ama bu nasıl bir düzenden meydana gelmiştir, nasıl bir şeydir? Nihayetinde 62 tane adamın Allah’ın bütün yarattıklarına verdiği arzın imkanlarına bir nevi el koyarak, üç buçuk milyar insanın gelirinin karşılığında bir mülkleri var. “Çok çalışıyorlar”, niye başkaları çok çalışmıyor mu? Burada şunu kast etmiyorum; Tarağın dişleri gibi
herkesin mal varlığı eşit olacaktır. Hayır böyle bir şey yok. İnsanların ne zekası, ne imkanları bu anlamda eşit değildir. Fakat bu 62 ile üç buçuk milyara dengesizlik denmez. Bu dengesizlik falan değil, bu başka bir şey. Buna başka bir isim bulmamız lazım. Buna Karunlaşma denebilir başka bir şey denebilir. Bu artık zenginfakir ilişkisi değil. Bu tamamıyla sistemik bir problemdir. Nihayetinde kapitalizm dediğimiz şey sermayeyi yukarıda toplayan bir şeydir. Bu sisteme bir itiraz geliştirmiyorsanız, falan hükümete birşey dediniz, öbürüne birşey dediniz çok anlamlı değil bunlar. Burada sistemle ilgili bir sorun var. Bu sıkıntılı duruma karşı eğer siz başka bir şeye inanıyorsanız da, bu inançla beraber mütalaa edilerek, yorumlayarak güçlü cevaplar üretmeniz lazım nihai tahlilde. Bunu derseniz kitlelerde -o bildiğiniz sanal dünyada- ciddi bir hareketlilik olur. Açık söyleyelim biz belli bir yaşta olan insanlar olarak gençler şöyle, gençler böyle diye bir takım şeyler söylüyor olabiliriz. Hayır. 18li 20li yaşlardaki gençlerin hepsi bir grubun içinde oluyor veya olmuyor ama bir ucundan vicdani olarak adalete meyilli bir tarafları vardır. Bu adaletsizliği Nisan’16 • 25
Karantina gündeme getirip adalet talebini doğru düzgün ifade etmiyorsanız, insanlar kendilerine başka çıkış noktaları ararlar. Peki Hükümetin politik eylemselliğe karşı sert tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Politik eylemselliklerde size, Dünya’nın hiçbir yerinde a ne güzel yapıyorsunuz denmez. Bu tabii bir şeydir. Suya giren ıslanmayı göze alacaktır. Nihayetinde insanlar kasten öldürülmüyor bu politik eylemlerde. Asıl önemli olan hedefiniz neyse eylemi o istikamette yapmaktır. Mesela diyelim ki, biz adaletsizliği ortaya koymak için bir eylem yaptık. Bu adaletsizliği bahane edelim ve bu siyasal iktidarı yıkalım ve yerine başkası gelsin. Bu böyle olursa kimse size “iyi beni yıktı olsun bir başkası gelsin” demez. Sisteme bir muhalefet geliştiriyorsanız ve böyle bir muhalefetiniz varsa sistemin teşkilatlı şekli olan mekanizmalar size tabi ki karşı koyacaklar. Şunu açık söyleyeyim; insanlar özgürlük içinde taleplerini dillendirmek durumundadırlar. Bunun siyasal iktidar tarafından karşılanıyor olması lazım ama özellikle birşeye dikkat çekelim; bir normal eylem yapanlar vardır, bir de karşısındakini kışkırtıp kendisini dövdürmeye çalışanlar vardır. Hazır duran kameranın önünde bir tek olaydan dünyayı ayağa kaldıracak bir hikaye çıkartmaya çalışmak, bu yalan bir eylemdir. Demek istediğim şu; burada eylemsellikte amacı doğru ortaya koyup, doğrudan doğruya sistemi hedef alıyorsanız bunun bedelini de ödemeyi göze almalısınız. Bu eylemlerde şiddet kullanmak asla meşru değildir. Ne eylem yapanlar tarafından, ne de karşı taraftan şiddeti hiç bir durumda meşru göremeyiz. Sadece dediğimiz gibi hukukun içinde devletin kullandığı şiddet meşru kabul ediliyor. Özellikle hukukun içinde olduğunu vurguluyorum. Fakat bir başka taraftan karşılıklı olarak bir sivil eylem yapıyorken siz bir şiddete başvurursanız elbette örgütlü güç de şiddete başvurur. Örgütlü güç bazende sizi şiddete icbar eder. Bu da sizin marifetinize bağlı bir iştir. Çünkü diyorsun ki adama; sen yanlış bir şey yapıyorsun, ben senin bu yanlışlığını or26 • Nisan’16
Karantina tadan kaldıracağım, bu sistemik bir yanlışlıktır, başka bir sistem kuracağım. Böyle bir iddian varsa elbette bu kadar şeylere katlanacaksın. Dediğim gibi asla meşru görmüyorum ama realite böyle birşey, gerçeklik böyle gelişiyor. Bu yeter ki ölüme kadar gitmesin. Arzu edilen şiddetin olmaması tabi ki. Meydanlara dair unutamadığınız bir anınız var mı? 10 nisan 1994’de Bosna Dayanışma Grubu olarak yaptığımız uluslararası konferansın son gününe Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel geldi. Sabah, ben başkan olarak bir grup arkadaşla onu karşıladık. Hoş geldiniz ve el sıkışma fasıllarından sonra onlarla konuştuk. Devletin üst kademesinden insanlarda haliyle cumhurbaşkanı gelince geldiler. Onları ağırladık. Öğle üzeri toplantı bittikten sonra Mazlumder’in (o sıralar Mazlumder’in de İstanbul şubesi başkanıydım.) aynı anda Taksim’de eylemi vardı. Konferansta Cumhurbaşkanı ile el sıkışıp, konuşma yapıp oraya geçtikten sonra polisin jopuyla muhatap olduk. İki saatlik arayla oldu bunlar. Çünkü mazlumder bir protesto eylemi yapıyordu. Poliste karşıda bunun yapılmasına izin vermeme pozisyonu çıkardı. Dediğim gibi devlet başıyla el sıkışıp iki medeni insan gibi konuşurken, öbür tarafta devletin polisiyle karşı karşıya geliyorsun. Son olarak ne söylemek istersiniz? Sanal dünya, çok etkin olduğunu gördüğüm bir alan. Sanal dünyayı doğru bir biçimde kullanılmasının her iki halde; hem sanal dünyaya yazdığınız bir hikayenin doğruluğu, hemde onun teknik imkanlarından doğru olarak faydalanarak kullanılmasının, çok önemli olduğuna inanıyorum. Eğer gerçek alanlara insan celb edecekseniz de, bu sanal dünyada kazandığınız meşruiyet, gerçek alanlara çağıracağınız insanları da elbette etkileyecektir diye düşünüyorum. İnşallah Genç Öncüler böyle bir şeyler yaparlar. İnşallah. Çok teşekkür ederiz Hocam.
“Güzel söylemeye çalışmak, güzel yaşamaya gayret etmekle mümkündür.”
Grup Genç ile İslami Mücadelenin Hafızası “Ezgileri” Konuştuk. Röportaj: Furkan GENÇOĞLU Grup Genç hikayesi nasıl başladı ? 90 lı yıllarda tertip edilen sosyal ve kültürel organizasyonlarda bir araya gelip, müzik ekibi olarak görev almış arkadaşların içinden çıkmış bir müzik topluluğu Grup Genç. Bu organizasyonlarda sayısı mütemadiyen değişiklik arzeden korolar olurdu. Korolarda görev alan arkadaşlar genellikle her seferinde değişirdi. Grup Genç bu korolarda sürekli yer almış, devamlılık göstermiş arkadaşların süreç içerisinde oluşturduğu bir topluluk oldu. O programlardaki birlikteliği, duruşu, söyleyiş biçimini, sürekli kılmak, geliştirmek ve daha ileriye taşıma hedefi Grup Genç’i oluşturdu. Yirmi yılı aşkındır bu yürüyüş devam ediyor biiznillah... Bu şekilde bir müzik yapmaya sizi iten sebep ne idi ? Bir yere ait olmak ve o aidiyeti kavrama çabası ve bu kavrayışın getirdiği sorumluluğu hissetme duygusu. Bu aidiyetin sorumluluğunun ne demek olduğunu güzelce yaşama ve anlatma gayreti, şarkı söylemeye dair mazeretimizdir. Güzel söylemeye çalışmak, güzel yaşamaya gayret etmekle mümkündür. Bu idrakle sahnede ve hayatta var olmak şarkı söylemenin tamamını ifade eder bizim için. İslami Mücadele içerisinde üstlendiğiniz fonksiyon neydi ? İslami mücadele dediğimiz şey, afaktan enfüse
geniş bir alanı ihata eden etraflıca bir mevzu. Muğalatadan uzak bir ifade ile, babasının sülbünden atık bir su olarak anne rahmine düşmüş ve beşeriyyet bahşedilmiş her bir ferdin, insan olmaktan sonra müslüman olma sorumluluğu vardır. Bizim söyleme çabamız bu ‘Olma Sorumluluğu’nu işaretliyorsa bir fonksiyon icra ediyoruz demektir. Sanat yaşamınızda unutamadığınız bir anınız var mı ? Çokça yaşadığımız gülümseten anılarımız var elbette. Mesela davet edildiğimiz bazı programlarda yoğunluk sebebi ile gecenin saat birinde 1015 kişiye konser vermek zorunda kalışımız bunlardan bir tanesi. Ezgiler ve marşlarla ilgili gençlere ne söylemek istersiniz ? Sanat bir meşguliyyettir. Ayartıcı ve saptırıcı riskleri olan bir meşguliyet. Meşguliyetlerimizi aidiyetlerimizin gölgesinde sorumluluğumuzun emrinde ifa edersek bu ayartıcı ve saptırıcı anaforun ruhumuzu yutmasına mani olmuş oluruz. Bu meşguliyet, Aidiyet-Sorumluluk-Estetik ölçüleri ile ifa edilmelidir. ’Ben varlığa karşı sorumluyum’ diyen ve kalbi olan her kişinin gönül ve akıl yüküdür bu. Bu yükü sanatla meşgul olanlarda yukardaki ölçüler içinde taşımalıdırlar. Ve’s Selam... Nisan’16 • 27
Karantina
B
ize Ak Parti kuşağı derler. Refah içinde ve iyi bir ortamda yetiştiğimizi söylediler. Halbuki 28 Şubat dönemi sonrası -Ak Parti iktidara gelse de- Müslümanlar üzerindeki psikolojik baskı uzun bir süre devam etti. Sadece psikolojik değil, direnişin en büyük sembollerinden biri olan başörtüsü bile uzun bir süre çözülemedi. Yılın kaç olduğunu hatırlamıyorum, ama Ak Parti’nin iktidarda olduğu yıllardı ve biz her hafta cumartesi Sabri Yalım Parkında buluşarak başörtüsü eylemlerimize devam ediyorduk. Yıllarca sürdü bu eylemler. Kocaali’deki birçok STK’nın ortak bir platformda bir araya gelerek yapmış olduğu bu eylem, Türkiye’nin en uzun soluklu devam eden eylemiydi hatta bir abimiz dünyanın en uzun soluklu eylemi olduğunu söylemişti eylemdeki bir konuşmasında. Bu uzunluk bizim direnişimizde de ne kadar ısrarlı ve inatçı olduğumuzu gösteriyordu bir bakıma. Her
Karantina türlü zulme maruz kalan ve sistemin kendisiyle sürekli problemi olan Müslümanlar, tüm bunlara rağmen bu eylemlerde herhangi bir taşkınlık yapmadan ve talebinin ne olduğunun bilincinde olarak, onurlu bir duruşla barışçıl hareket etmişlerdir. Eylemi size biraz daha kendi tecrübelerim ve gözlemlerim üzerinden birkaç anekdot paylaşarak anlatmaya çalışacağım. Beni etkileyen bir çok olay olmuştu. İlk katıldığım zamanlar henüz liseye de gitmiyordum, orta sondaydım ve lise sınavlarına hazırlanıyordum, o zamanlar malum bir gruptaki abi evine ders çalışmak için gidiyordum. Bir gün Cumartesi (Başörtüsü) Eylemlerine katıldığım için geç kalmıştım, abi nerede olduğumu sorduğunda başörtüsü eyleminde olduğumu söylemiştim ve bana “peki ne değişti?” dedi. Hiç bir şeyin değişmediğini söyledim. Madem bir şey değişmedi orada ne işin var? Senin okuman lazım ve bir şeyleri bir yerlere gelip öyle değiştirmen lazım yoksa bu yaptıklarının hiçbir anlamı olmaz demişti. Bu söylem kısmen haklılık içerse de ailemden ve çevremden aldığım eğitime ve bilince tersti. Açıkçası beni de rahatsız etmişti. Ona, belki hiçbir şey değişmedi, belki ileride de değişmeyecek, ama en azından İbrahim’in ateşine su taşıyan karınca misali safımız ve duruşumuz belli olur abi, suyumuz ateşi söndürmese de hiçbir şey yapmamaktan iyidir şeklinde bir cevap
M. Salih DEMİRTA 28 • Nisan’16
Ş
vermiştim. Bu bilinci belki teorik olarak ailem ve çevrem bana kazandırsa da, onu içselleştirmemi sağlayan meydanlardı, özelde ise Sabri Yalım Parkıydı. Sabri Yalım’daki eylemlerimizin ana gündemi başörtüsü olsa da, orada farklı sorunlar da gündeme getirildi. Hiç unutamıyorum orada hiçbir taşkınlığa yer vermeden yaptığımız gösterilerde bazen Kemalist teyzeler tarafından sözlü tacize uğruyorduk. Fakat Sabri Yalım Parkı ve birlikteliğimizin bize verdiği dayanışmanın yanında bunların hiçbir önemi yoktu. Çünkü oradaki haykırışımız hakkımız olan içindi ve başımızı dik tutmamız gerekiyordu. Başörtüsü mitinglerimizin en heyecanlı olanı, her sene eylemlerin başlangıç yıldönümünde, Türkiye’nin birçok yerinden gelen kardeşlerimizin katılımıyla yapmış olduğumuz büyük eylemlerdi. Bu, Merkez Banka’sından başlayan, İzmit’in meşhur yürüyüş yolundan yürüyerek yine Sabri Yalım’a gidip, konuşmaları ve gösterileri yaptığımız coşkulu bir eylemdi. Yine bu yıl dönümüne denk gelen bir gündü. Ortak platformda yapılan bir eylem olduğundan her vakıftan gençlerin de katıldığı koordinasyonda yer edinmek ve görev almak için biz de( Genç Öncülerden bir ekip olarak) Mazlumder’e gittik. İlk defa böyle bir mitingde görev almıştım, megafon elimdeydi ve slogan atacaktım. Çok heyecanlıydım. Furkan’ın (Gençoğlu) da görev alması benim içimdeki heyecanı dengelemişti. Furkan benim ilk okul,mahalle ve vakıf arkadaşımdı. Şimdi ise büyük bir mitingde beraber görev paylaştığımız dava arkadaşım olmuştu. O da yürüyüş kortejin, yan tarafında yürüyor ve sloganlara düdükle ritim sağlayarak eşlik ediyordu. Şimdi İzmit’in en meşhur yerlerinde yürüyerek tekbirler eşliğinde hakkımız olanı haykırıyorduk. Kendimizden emindik, çünkü kim olduğumuzu ve ne istediğimizi biliyorduk, provokasyona gelmememiz gerektiğini de. Bir ara öndeki arkadaş rahatsızlandı ve bende megafon olduğu için benim kortejin önüne geçmemi istediler; çekinmiştim ama reddetmek de istememiştim. Hemen ileri atıldım ve Furkan da kortejin yanından ön saflara gelerek düdükle sloganlara eşlik etmeye devam ediyordu. O sırada çok heyecanlanmıştım ve bize verilen sloganların dışında bir kaç tane farklı slogan atmıştım. İçerik olarak sıkıntılı olmasa da mitinglerin vazgeçilmezi olan Hanzala abi beni uyarmıştı ve ondan sonra slogan konusunda biraz daha dikkatli olmaya çalışmıştım. Vakıf, dernek, sendika başkanları ve kanaat önderleri olan abilerimiz Müslümanlara yapılan haksız-
lıkları kürsülerde sürekli dile getirmişti. Süreç içerisinde bu konuşmaların içeriklerine Müslümanların başka dertleriyle ilgili konularda eklenmişti. Bazen yurtiçinde veya yurt dışındaki Müslümanlara yapılan zulümleri dillendiren bir protesto, bazense destek mitingleri olmuştu. Kelimelere döktüklerimizi desteklemek için bazen de mitinglerde mizansal küçük gösteriler sunduk. Hiç unutamadığım meselelerden biri de Müslüman bir coğrafyada yapılan zulme sessiz kalan egemen güçleri protesto etmek için toplanmamızdı. Miting de üç tane maymun maskesi vardı ve eylem boyunca o maskeleri 2 arkadaşımla beraber takarak konuşmacının hemen yan tarafında durmak suretiyle birimiz kulaklarını tıkıyordu, birimiz gözlerini kapatıyordu, diğerimiz ise ağzını kapatıyordu. Konuşmalar çok uzun sürdü. Biz de üç maymunu oynamayı bıraktık artık yorulmuştuk ve maskeleri çıkarıp dinlemeye devam ettik. O konuşmaların uzunluğu ve içerisinden yükselen haykırışların bizi yorup o maskeleri çıkarmamızı sağladığı gibi, sadece Sabri Yalım olmamakla beraber, eylemlerimizin sürekliliği ve ısrarı da bize karşı üç maymunu oynayanların günün sonunda maskelerini indirmek zorunda kalarak, isteseler de istemeseler de bizi yok sayamayacaklarının ironik bir örneğidir aslında. Sabri Yalım bizim için tepkilerimizin ve protestolarımızın bir mekanı olmuştu.Yazdıklarım küçük anekdotlardan ibaret olsa da oranın hatırasını dillendirmek için bir vefa yazısı mahiyetindedir. Muhtemelen o eylemin içinde eylemlerin öncülerinden olan abilerimizin ve ablalarımızın yaşadıkları tecrübelerden dolayı anlatacağı daha fazla hikayeleri vardır. Toparlayacak olursak, bizim asıl hedefimiz miting yapmak değildi. Asıl hedefimiz bazı problemleri dillendirmekti. Cumartesi eylemleri de bunun en güzel örneklerinden biriydi. Eğer bir eylem yapıldığında heyecan ve bir ruh oluşmuyorsa, o eylemleri devam ettirmenin de bir anlamı yoktur. O yüzden önemli olan eylem yapmak için eylem yapmak değil mücadele ve mücadelenin haklılığı. Eğer biz bir sorunu doğru düzgün dillendiremiyor ve cevap üretecek bir alternatif sunamıyorsak bu eylemlerin de bir anlamı olmaz. Her eylem bizi yeniden diriltmiyorsa burada bir sorun var demektir. O yüzden, Sabri Yalım’daki eylemler taleplerimizin farkında olmamızı ve bu farkındalığın bilincine yönelik bir heyecan kattığı sürece zihnimizde diriltici bir etkiye sahiptir aksi takdirde orası sadece bir mekandır. Her eylemin bizi yeniden diriltmesi duasıyla. Nisan’16 • 29
Karantina
Karantina
ASR SURESİ GENÇLİĞİ Rabia AKTAŞ
BU BİR ÖZELEŞTİRİDİR
Vefa GÜZEL
İ
mam hatiplerin kapatılacağı zamanlardı. Babam, arkadaşları, eş-dost bilindik çevre Beyazıt’tan eve gelirlerdi cuma çıkışları. İş yerine dönmeden eve. Islanmış elbiselerini değiştirip öyle dönerlerdi işlerine. Akşam haberlerde herkes kendi babasını arardı görüntüler içinde. Meydanda coplanan, ıslanan, polis tarafından darp edilenler arasında. Kronolojisini tam bilmemekle beraber başörtüsü yasağı zulmü de bu devre denk geliyordu. Gerçi başörtü yasağı zulmü modern tarih itibariyle zaman zaman ölüp zaman zaman dirilmişti. Yaş almış teyzelerden işittiğiniz, kitaplardan okuduğumuz kadarıyla. İlkokulu eve yakın bir okulda tamamladıktan sonra ortaokulu Abi’m gibi imam hatipte okumaya hevesliydim. Daha ilkokul 3,4’te sınavlarına hazırlanmaya çalışıyordum. Ne var ki 5. Sınıfa geldiğimde İHL’lerin orta kısımları kapatılacağı kesinleşmişti. Böyle bir ihtimalin önünün kesildiği daha çocuk yaşta zihnimde içimi yakmıştı. Özendiğim okulun İngilizce Arapça işledikleri dersler benim için hayaldi. O dönem irili ufaklı hayalleri yıkılanlar, hayatları değişenler/aileleri yahut kendi hayatını o kadar etkilemese de zulme sessiz kalamayan, nemelazımcılık yapamayan on binler direniyordu. Sayıca ve yaptırım gücü miktarınca az olsalar da meydanları dolduruyorlardı. Markası modeli olmayan kocaman örtüleriyle, moda için olmayan sakallarıyla meydanlarda haykırıp davanın gereğince hareket etme çabasındaydılar. 28 Şubat sürecinde mahallede birkaç teyzenin toplanıp sade Kur’an’ı Kerim tilavet ettikleri evlerin basıldığı dönemlerde dahi teyzeler Allah kelamını anmak için toplanmaya gayret ediyordu. Üniversiteli Ablalar birbirlerini direnişe davet ediyordu. Başörtüsünün türbanlaşmadığı dönemde
30 • Nisan’16
onun farziyetini ve kutsallığını her daim zihinlerinde diri tutuyorlardı. Okula gitme arzuları rızık kaygısı da değildi. Biliyorlardı rızkı veren er Rezzak olan Allah(cc)’tı. Gösteriş de değildi, “kendi ayaklarında durma” ispatı da değildi. Veya başörtülüler “akademi” yapar kompleksi asla değildi. İslam düşmanlığı büyük başlığı altında başörtülerine düşmanlık yapılarak haklarının ellerinden alınmalarına itirazlarıydı. Şartlar zordu, çetindi. İki müslümanın kafa kafaya verip ilmi mülâhaza yapması dahi sorgulanmalarına sebepti. Zor şartlarda, sıkı zamanlarda fakat ihlasla fakat samimiyetle yapılan amellerin bereketi çoktu. Belki 10 küsür yıl sonra somut olarak da meyve vermişti. Ancak ne yazık ki somut meyvelerini vermesiyle beraber gevşeme devri başlamıştı. Rahat ve mutlu görünen bu devir özünde farklı bir fetret devriydi. Meydanları dolduran gençler artık ne yazık ki cafeleri doldurmaya, orada devletlerini yıkıp kurmaya, sohbetlerini (!) icra etmeye başladı. Samimi, helal şartlarda yapılan çalışmalar entelektüel bir karşılığı yoksa ne yazık ki fazla katılımcıya sahip olamıyordu. Eskiden şüpheliden kaçınan hassas gençler, haramları değişik renk ve ebatlarda kılıflarla helalleştirmeye, meşru görmeye başlıyordu. Birlik beraberlik, samimiyet, İslam kardeşliği yerini farklı kardeşliklere bırakabiliyordu zaman zaman. Şüphelilerin artıp, haramların azalması gibi dost düşman da herkese göre farklılaştı. Birimizin dost dediğine diğeri şiddetle karşı çıkabiliyordu artık. Velhasıl eski Beyazıt Meydanı değil sadece boşalan. Zihinlerimizin, amellerimizin, okumalarımızın, toplantılarımızın, eylemlerimizin, kardeşliğimizin içi de boşaldı. İhlası kaybedince bölündük biz. Biz bölündük ve kirlendi dünyamız.
“Andolsun zamana ki, insan gerçekten ziyan içindedir. Ancak, iman edip de sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler, birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka (Onlar ziyanda değillerdir).” Asr Suresi Asr suresi, Kuran-ı Kerim’de yer alan en kısa surelerdendir. Rabbimizin muhteşem sanatında öyle noktalar vardır ki, bazen sayfalarca surelerin anlatmak istediğini, bir sure özetleyebilir. Nitekim Asr suresi de böyle surelerden biridir. Muhammed bin İdris eş-Şafii yani İmam Şafii rahmetullahi aleyh “Allah başka hiçbir sure indirmeseydi de Asr suresini indirseydi Müslümanlık olarak bize yeterdi” diyor. SubhanAllah. Pek çok tefsir Asr suresine farklı açılardan pencereler açmıştır. Nouman Ali Khan da, bu sure için bize bambaşka bir tasvir sunuyor. Kısaca şöyle anlatıyor: “Asr, biten, sonu olan, azalan zaman demektir. İlk ayette insanların hüsranda olduğu ifade edilir. Her şeyden önce insanların bunu kabullenmesi gerekir. Bir kişi boğulduğunu fark ederse, yukarı çıkmak için çabalamaya başlar. Tam bu anda, yani yukarı doğru yüzmeye başladığında, aslında yalnız olmadığını fark eder. Eli bir yakınına bağlıdır. Yani onu uyandırmadan yukarı çıkamaz, çünkü onun da yukarı doğru yüzmesi gerekir. Ciddi anlamda boğulduğunuzu tasavvur edin. Aman uyanmazsa uyanmasın, diyemezsiniz. Çünkü hayatınız buna bağlıdır. Bıkmadan, usanmadan çabalarsınız. Tam uyandı diyecekken bakarsınız ki o da başka bir insana bağlıdır, o da bir başkasına... Yorulursunuz bunalırsınız ama bırakamazsınız, sabır gösterirsiniz. Zira işin ucunda nefes vardır. İşte Asr suresi bunu anlatır. İnsan olmak için bu aşamalardan geçeriz. Arapça kelamında tüm yaptırımların arasında ‘ve’ vardır. Yani hepsi birbirine bağlıdır. Yani sadece iman edip kurtulamazsınız, iman ve salih amel de yetmez, hakkı tavsiye edip ve sabretmek de gerekir.” Tefsir her şeyi açıklıyor. Kısa bir sure sana neden var olduğunu ve ne yapman gerektiğini anlatıyor. Bir formül gibi düşünün, Müslümanın Yaşam Formülü. Peki formülü bilmek yeter mi? Uygulamadan sonuç alınır mı? Öyleyse tefekküre davet ediyorum sizi. Biz bu aşamaların hangisin-
deyiz? Elhamdülillah imanımız var diyelim, salih ameller vakti artık oturmuş olması gerekmez mi? Nitekim biz ümmetin umudu olan gençleriz. Gençlik gitmeden hakkı tavsiye etmeye başlamamız gerekmez mi? Zira sabır da en çok bu dönemde zor değil midir zaten? Her yaptığımız işi bu formüle yerleştirmeliyiz. Neresine oturdu, neresi eksik kaldı, bakmalıyız. Oturmayan bir işimiz mi var, o halde hayatımızdan çıkarmalıyız. Kardeşlerim, bekleyecek vaktimiz yok. Esneyecek vaktimiz kalmadı bizim. Bakın Muhammed Abdul Jabbar ne diyor: “Namazlarımız fazla vaktimizi almasın diye Asr Suresini okumamız ironiktir, çünkü bu sureler vaktimizin daraldığına dair bizi uyarıyor...” Bilmukabil, zaman daralıyor, kum saati terse döndü bile, vakit geldi. Ben hep şuna inanırım. Bunu sen, ben, biz okuyorsak, bizim vaktimiz gelmiş demektir. Allah bize işaret veriyor, bir şeyler yapmamızı istiyor. Sıra bizde. Çünkü o, bu, şu, değil; sen okudun, ben okudum, biz okuduk. Yani cephenin ön safı bizim artık. Öyleyse kardeşim şimdi formülü önüne yaz, ne ile meşgulsün hayatında ve bu iş formülün neresinde bir bak. Formülde eksik kalan ne? Hemen davran ve düzelt. Amel ise ibadet et, hakkı tavsiye ise kalk ve uyar, sabır ise dua ile sabır iste. Ne olursa olsun bir şeyler yap ama susma kardeşim, oturma, bekleme! Zira ‘Yarınlar, yorgunların değil rahatından vazgeçebilenlerin olacaktır.’ İmam Hasan El Benna r.a. Selamun aleyküm, dua ile…
Nisan’16 • 31
Gezi
Gezi
ÇOCUKLAR AŞKINA YENİDEN: “ASLA UNUTMA KARDEŞİM: KALEM, SİLAHTAN GÜÇLÜDÜR.” İsmail Yasin AVCI
G
eçen sene Nisan ayında güzel bir niyetle, çocuklar aşkına yollara düşmüştük. Eyüp Ensar Sarıhan ve Yunus Emre Oruç kardeşlerimle 1650 kilometrelik bir otostop yolculuğu nihayetinde Hatay Yayladağı, Hatay Altınözü, Gaziantep ve Şanlıurfa Suruç mülteci kamplarında 1150 çocuğa oyuncak dağıtacağımız projeyi duyururken “bugün oyuncak dağıtacağımız çocukları inşallah yarın Halep’te ve Şam’da da ziyaret edeceğiz” demiştik. Allah’ın ve sizlerin yardımlarıyla oyuncak projemizde muvaffak olsak da geçen bir yıllık süre zarfında Suriye kıyamında Allah zafer nasip etmedi, bizim nasibimize de tekrar yollara vurmak düştü.
32 • Nisan’16
Geçen seneki ekibimize Tunahan Elmas kardeşimizin de katılmasıyla kalemlik projemize Bismillah dedik. Türkçe, Arapça, Kürtçe ve İngilizce “Asla unutma kardeşim: Kalem, silahtan güçlüdür.” baskılı ve içerisinde kalem, silgi, kalem ucu bulunan kalemliklerden 1000 mülteci öğrenci kardeşimize dağıtmayı hedefliyorduk. Kısa bir sürede sosyal medyadan ve arkadaşlarımızdan topladığımız yardımlarla gerekli bütçeyi elde ettik. Velhasıl, bir kez daha şahit olduk ki; Türkiye halkı, Suriye sınavından alnının akıyla çıkıyor. Ensar olmanın kıymetini bilenlerden Allah razı olsun.
AKÇAKALE / ŞANLIURFA 16 Mart günü, Türkiye’nin farklı şehirlerinden yola çıkarak İbrahim peygamberin vatanı Şanlıurfa Balıklıgöl’de buluşuyoruz ve geceyi geçireceğimiz Akçakale’ye doğru yola çıkıyoruz. Bulunduğumuz otobüste Akçakale ismini kullanan sadece biz varız. 100 bin nüfuslu Akçakale’nin çoğunluğu Arap asıllı ve savaştan önce herkesin Suriye tarafında bir akrabası varmış. Bu yüzden Akçakale ismi değil, Suriye tarafındaki Tel Abyad şehrinin ismi kullanılıyor. Tel Abyad, Arap nüfusun yoğunlukta olduğu bir şehir olmasına rağmen 2015 yılında DAEŞ’in elinden alınarak YPG kontrolüne girdi. 2 ay önce DAEŞ Tel Abyad’ı tekrar ele geçirmek istedi ancak koalisyon güçlerinin hava desteğiyle saldırılar püskürtüldü. Akçakalelilere “Arapların yoğunlukta olduğu bir şehri YPG nasıl ele geçirdi” diye soruyoruz, verdikleri cevap hayli manidar: “Biz de hiçbir şey anlamadık.” 17 Mart günü, 500 öğrenci kardeşimize kalemliklerini dağıtmak üzere AFAD Akçakale Süleyman Şah Konaklama Tesisi’ne ulaşıyoruz. Müdür Yardımcısı Yasin Seyhan ağabey tarafından gayet hoş bir şekilde karşılanarak kamp hakkında bilgilendiriliyoruz. 2012 yılında kurulan kamp, şu anda Türkiye’nin en çok mülteci ağırlayan kampı olma özelliğini taşıyor. 5 bin çadırda, 30 bin kişinin konakladığı kampta 11 bin çocuk yaşıyor. Okul çağındaki 8 bin çocuk UNICEF ve AFAD işbirliğiyle kurulan 24 ders-
likli okulda, 250 öğretmen öncülüğünde eğitim faaliyetlerine devam ediyor. Kampta her gün ortalama 5 çocuk dünyaya geliyor. Kamp içerisinde dikiş eğitimi verilen bir kurs, hastane ve birçok sosyal tesis de mevcut. Kamp sokaklarında kısa bir gezintinin ardından Eğitim Koordinatörü Murat Coşkun ağabey ile öğrenci kardeşlerimize kalemliklerini dağıtacağımız sınıflara ulaşıyoruz. Kalemlikleri dağıtmadan önce kısa bir konuşma yapmak nasip oluyor. Tercüman vasıtasıyla konuştuğumuz çocuklara, bu kalemliklerin Türkiye’nin farklı şehirlerinden onlarca güzel insanın hediyeleri olduğunu ve çokça selamlarınız olduğunu iletiyoruz. Her birine bizim için de dua etmelerini ve derslerine iyi çalışmaları gerektiğini söylüyoruz. En güzeli de, “Siz Suriye’nin ve ümmetin umudusunuz, Suriye’yi yeniden sizler inşa edeceksiniz” sözlerimize hep bir ağızdan “inşallah” diyerek cevap verdikleri o an oluyor. Keşke kalpleri taş
Nisan’16 • 33
Gezi
Gezi
gibi katılaşmışmış vicdansızlar da bu ana şahit olabilseydi de insanlığın selameti için verilen mücadeleyi idrak edebilselerdi. Hasılı, savaşa ve bunca acıya rağmen eğitimli ve donanımlı bir şekilde yetişen çocuklar ümmetin geleceğine dair umutlarımızı katbekat arttırıyor. Öğrenci kardeşlerimize okullarda Türkçe eğitimi verilse de kamp içinde herkesin Suriyeli olması hasebiyle çocukların Türkçe öğrenimi sekteye uğruyor. Bu probleme dair yeni çözüm yolları arayan AFAD, gelecek sene çok daha güçlü bir Türkçe müfredat hazırlamayı hedefliyor. Avrupa ülkeleri 100-200 mülteciyi kabul etmemek için bin takla atarken, tam donanımlı tesisleriyle dünyaya insanlık dersi veren AFAD ve Türkiye 8 milyar dolar harcayarak 3 milyon Suriyeli kardeşimizi misafir ediyor. Velhasıl, Avrupa’nın Türkiye’den ve AFAD’dan öğreneceği daha çok şey olduğuna bir kez daha şahit oluyoruz.
NİZİP / GAZİANTEP 17 Mart günü, Akçakale kampındaki dağıtımın ardından otostopla Gaziantep’e doğru yola çıkıyoruz. Nihayetinde otobüs yolculuğundan daha kısa bir sürede birçok güzel insan daha tanıyarak Gaziantep’e ulaşıyoruz. Gaziantep’e kadar beraber geldiğimiz ağabey, Gaziantep’in
34 • Nisan’16
büyük bir şehir olması hasebiyle bizi şehir içinde gideceğimiz yere kadar bırakacak bir arkadaşını arıyor. Buna gerek olmadığını defaatle söylesek de verdiği cevap Anadolu insanının samimiyetini anlamamız için yetiyor: “Yolda misafir bulmuşum, bırakır mıyım?” Gaziantep sokaklarında kısa bir gezintinin ardından geceyi geçireceğimiz Gaziantep İHH binasına ulaşıyoruz. Bizi karşılayan Ahmet Almas ağabeyle geçen sene oyuncak projemizde tanışmıştık. Geçen sene Gaziantep’e geldiğimiz akşam saatlerinde konaklayacak hiçbir yer bulamayınca Facebook üzerinden ulaştığımız Ahmet ağabey, hiç tanımadığı insanlara Gaziantep İHH’nın kapılarını açmıştı. Bu sene de aynı misafirperverlikle bizi ağırlayan Ahmet ağabeye teşekkür ediyoruz. 18 Mart günü, 500 öğrenci kardeşimi-
ze kalemliklerini dağıtmak üzere AFAD Nizip Konteynerkent Konaklama Tesisi’ne ulaşıyoruz. Müdür Yardımcıları İbrahim Halil ve Mehmet Özdeniz ağabeyler tarafından gayet hoş bir şekilde karşılanarak kamp hakkında bilgilendiriliyoruz. AFAD Nizip Konteynerkent’in BM literatürüne girmiş bir kamp olduğunu ve Konteynerkent’i ziyaret eden BM yetkililerinin BM literatüründe “Türkiye kampları” başlığının açıldığını bizzat kendilerinin söylediğini anlatıyor Mehmet Özdeniz ağabey. Devletimiz olanca gücüyle mülteci kardeşlerimiz için çalışsa da Türkiye sivil toplum kuruluşlarının kamplara yeterli ilgiyi göstermediğinden yakınıyor İbrahim Halil ağabey. Şu ana kadar kampa yapılan ziyaretlerin %90’ının yurtdışı sivil toplum kuruluşları tarafından, sadece %10’unun ise Türkiye sivil toplum kuruluşları tarafından yapıldığını büyük bir üzüntüyle öğreniyoruz. Fırat’ın yanı başında kurulan AFAD Nizip tesisleri iki bölümden oluşuyor. 2013 yılında kurulan Konteynerkent’te 5 bin, 2012 yılında kurulan Çadırkent’te 10 bin olmak üzere 15 bin mülteci kardeşimiz misafir ediliyor. Türkiye genelinde AFAD’ın kurduğu 19 çadırkent, 6 konteynerkent bulunuyor. Yaşlı, hasta veya savaşta eşini kaybeden hanım kardeşlerimiz imkanların daha iyi olması hasebiyle konteynerkentlerde misafir ediliyor. 1800’ü okul çağında olmak üzere 2600 çocuk ve 1200 kadının konakladığı Konteynerkent’te; 900 konteyner ev, 3 okul binası, sosyal tesisler ve halı saha bulunuyor. Çadırkent ve Konteynerkent genelinde 2800 Kur’an kursu öğrencisi eğitimlerine devam ediyor. Arap toplumlar, özelde Suriyeliler, Kur’an’ı Türkiye’de olduğu gibi okuyarak değil, yazarak ezberlerler. Bu sebeple kamp yönetimi Kur’an kursu öğrencilerine kalem ve defter yetiştirmekte zorlanıyor. Bu vesileyle siz de Kur’an kursu öğrencisi kardeşlerimize yardım-
larınızı ulaştırabilirsiniz. Ve güzel bir haber: Kampta şu ana kadar 20 hafız yetişmiş. Batı, İran, Esed ve nice küresel güç Suriye kisvesi altında ümmetin aleyhine bir plan yapsa da hamdolsun Allah’ın da Musa kıssası misali bir planı olduğuna tekraren iman ediyoruz. İnşallah bu kamplarda Suriye’nin, Ortadoğu’nun ve ümmetin nice donanımlı fertlerinin yetiştiğine hep beraber şahit olacağız. Kamp hakkında bilgilendirildikten sonra Cuma namazını kılmak üzere Çadırkent’te bulunan mescide geçiyoruz. Müdür Yardımcısı Mehmet Özdeniz ağabeyden 18 Mart hasebiyle ümmetin birliğine dair muazzam bir hutbe dinliyoruz. İçimizdeki meczuplar bihaber olsa da Çanakkale’de, Anadolu’nun yiğitleriyle beraber Halep’in ve Şam’ın yiğitlerinin de şehid düştüğünü anlatıyor Mehmet Özdeniz ağabey. Cuma namazının ardından Eğitim Koordinatörü Hakkı hocanın eşliğinde kalemlikleri dağıtacağımız sınıflara ulaşıyoruz. Selamımızı, hep birlikte “aleykum selam ve rahmetullahi ve berekatuhu” diyerek uzun uzun alıyor özgür Suriye’nin güzel çocukları. Akçakale’de yaptığımız konuşmayı Nizip’te de yapmak nasip oluyor. Çocukların verdiği tepkiler değişmiyor: “Suriye’yi yeniden sizler inşa edeceksiniz” sözlerimize hep bir ağızdan “inşallah” diyerek mukabele ediyorlar. Anadolu’nun güzel topraklarından, ensar beldelerden ayrılma vakti geliyor, üç günlük Güneydoğu yolculuğumuz sona eriyor. Muhacire ensar olmayı şeref bilen onlarca güzel insanın yardımlarıyla bir projede daha muvaffak oluyoruz. Bu vesileyle bizden yardımlarını esirgemeyen Gaziantep Milletvekili Danışmanı İskender Yüksel ağabeye ve Şanlıurfa AFAD İl Müdürü Mahmut Sönmez ağabeye teşekkür ediyoruz. Kardeşlerinin yüzünü güldürenlerden Allah razı olsun. Vesselâm. Nisan’16 • 35
Atölye
Atölye
Kitabın Orta Yerinden Konuşmak Enes GÜNASLAN
Ş
üphesiz ki, Müslümanlar olarak tarihin akışı içerisinde uyandırıcı etkiler yapabilecek bir bilince ihtiyacımız var. Çünkü İslami referanslara dayanmayan hakim paradigmaları değiştirmek arzusu taşıyan söylemlerimiz, zamanla bu paradigmaları dönüştürme söylemleriyle bilinçli olarak yer değiştiriyor. Bu noktada “müslümanın neyi kabullenip neyi reddeceğini büyük ölçüde vahyin belirleyeceği” gerçeğini hatırlamamız/hatırlatmamız gerekiyor. İlkesel direnç noktalarını ve bilinç düzeyini reel şartlar içerisinde müslümanlar açısından tali mevzular olarak görüp, İslami duruşunu bir çeşit tevil sanatı olarak gören temayülleri sorgulama aşamasına ne zaman geçeceğiz(?) sorusunu gündem etmek zorundayız. İslam’ın siyasal, sosyal ve ekonomik anlamda kabul edilebilirlik alanının dışında tutulduğu bir tarihsel süreçte İslami uyanış gerçeği içinde yer alan grupların din-toplum-güç(otorite) ilişkisi noktasındaki önemli ayrışmaları görmesi gerekiyor. Kendisini moderniteye veya hamasi(!) geleneğe nispet etmeden konuşan her ideoloji veya her mücadele meşru olarak kabul görmüyor. Bu algısal sapmalar neticesinde konformizmin söylemlerimizin özüne hakim olduğu gerçeğini artık kabul etmemiz gerekiyor. Tarihin ruhu olabilmek, en güzel örneklikleri somutlaştırmakla mümkün.
36 • Nisan’16
Okuyucunun affına sığınarak hatırlayabildiğim ve biraz da kurgulayabildiğim kadarıyla, Cafer bin Ebu Talib liderliğinde Habeş ülkesine giden ve Kralın huzurunda İslami dili ve mesajı nasıl taşınması gerekiyorsa o şekilde taşıyan bir avuç müslümanın hikayesi: Sahne-1 (Kral ve Amr bin As (Mekke aristokrasisini temsilen huzura gelen zat) aralarında konuşuyor) Kral: -Söyle Amr. Senin isteyip de benden alamayacağın şey nedir? İste bakalım. Amr: -Esirler(sığınmacılar) için buradayım. Din konusunda bize isyan ettiler. Kral: -Bu çok normal. Bütün dinler isyanla başlamıştır. O esirler ki, dünyaya ait olan onların bedenleridir. Biz sadece bedenlerine hükmedebiliriz. Amr: -Onlar atalarının dinlerine karşı gelen Araplar. Bir çılgının peşinden koşuyorlar. Peygamber diyorlar ona. Kral: -Dinlemeden bir şey diyemem. Onların ruhlarına zincir vuramayız. Sahne-2 (Kral Müslüman heyetin de bulunduğu topluluğun yanına gelir. Cafer bin Ebu Talib ve arkadaşları haricinde huzurda bulunan herkes hürmetle eğilir.) Amr: -Eğilmediler. İsyankar
ruhları başlarını yiyecek. Kral: -Siz peygamberinizin önünde de eğilmez misiniz? Cafer: -Hz. Muhammed bir insandır. O da biz de Allah’tan başka kimsenin huzurunda eğilmiyoruz. Kral: -Allah peygamberlerine, biz kullarına işaret olsun diye mucizeler vermiştir. Bahsini ettiğiniz elçinin mucizesi nedir? Cafer: - Onun mucizesi Allah’tan geldiğine hiçbir şüphemiz olmayan sözlerdir.(Kur’andır) Amr: -Birtakım sözler. Sadece bir takım sözler. Okuma yazma bilmeyen birinin Allah’a atfettiği birtakım sözler. Kral: -Sizi yeterince dinledim. Söyledikleriniz saçma! (Eliyle işaret eder.) (Esirler için hazırlanan kelepçeler ve muhafızlar davranır) Cafer: -Mekke’de cezalandırılıp eziyet çektiğimiz de, Allah’ın elçisi: “Habeş ülkesine gidin. Adil kralın ülkesidir. Orda kimseye haksızlık yapılmaz.” dedi. Kral: - Allah’ın elçisi kabul ettiğiniz o kişi neden beni ve ülkemi tercih etti? Cafer: -İçinizdeki Allah korkusunun bizi koruyacağından emindi. Amr: -Bunlarla konuşmak çölde su aramak gibi bir şey. Kral: -Onları sonuna kadar dinleyeceğim Amr. Kral: -(Heyet başkanı Cafer bin Ebu Talib’e yönelerek: ‘Devam et, konuş’ dedi.) Cafer: -Yıllarca taştan tahtadan oyduğumuz putlara taptık. İlahlarımızı kendimiz yarattık. Yıllarca Allah’ın inayetinden habersiz yaşadık. Kanunlarımızı insanlar yapıyordu. Allah’tan gelen hiçbir şey yoktu. Zenginler fakirleri unutmuştu. Acıma duygusu bilinmiyordu. Düşene kimse el uzatmıyordu. (parmağıyla Amr’ı işaret ederek) -Allah bize bunun gibilerin elinden kurtaracak birini seçti. O’na yapması gerekeni öğretti. Hz. Muhammed’e inanıyoruz. O’nu Allah’ın elçisi olarak kabul ediyoruz. Kral: (yaklaşarak) -Bilmek istiyorum. Elçi’nin size vazettiği din size neyi emrediyor? Cafer: -İzzeti ve şerefi yalnızca Allah’a ait olan gerçek bir teslimiyeti, yalan söylememeyi, harama el uzatmamayı, zulmetmemeyi, adil olanı gözetmeyi, yanı başında bulunanı(komşularımızı)
kendimiz kadar sevmeyi, yardım etmeyi…Bazen bir tebessüm bile yardım sayılır diyor. Kendi nefsinizden sizlere emanet olarak verilen kadınlarınıza kötü davranmamayı, yetimlere bakmayı ve onları gözetmeyi emrediyor. (sesini yükselterek) -Tahtadan taştan oyulmuş tanrılardan hayır gelmeyeceğini söylüyor. Dikkat edin, Allah daha önce de konuştu insanlarla! İbrahim, Nuh, Musa ve İsa aracılığıyla. Amr: (sakinliğini kaybederek) - Dinimize daha fazla dil uzatılmasına tahammül edemeyeceğim. Muhammedi çocukluğundan beri tanırım. O koyunlara bakan bir yetimdi sadece. Kral: (hafif bir alaycı gülümsemeyle Amr’a bakarak) - Ne çıkar Mesih de bir marangozdu. (Mekkelilerin hitabeti en güçlü propaganda uzmanlarından olan Amr, var olan entelektüel donanımıyla kendini yeniden toparlayarak) -Biz eski bir uygarlığız. Tanrılarımızdan taş ve tahtadan putlar diye söz etmek cahilliktir. Bizim taptığımız şey, bir şekil değil, o şeklin içinde yaşayan ruhtur. Kral: (Amr’a bakarak) - Putperestliği doğru anladığımız konusunda benim de tereddütlerim var. (Kralın huzurunda bulunanlar arasında -Mekke’den gelen Amr ve heyeti de dahil- bir sessizlik hakim oldu. Bir süre sonra Kral sessizliği bozdu ve Mekke heyetine hitap etti.) Kral: -Onun bir tek Allah’ından bu kadar güzel sözler çıkarken, sizin üç yüz tanrınızın dili mi tutuldu?(….) İşte orijinal dil, Cafer bin Ebu Talib’in kullandığı dildir. Sasani ordularını mağlup eden İslam ordularının başındaki kumandana sorulan ‘Buraya neden geldiniz?’ sorusuna verilen tarihi cevabı da zikredebiliriz: -Allah’ın kullarını kula kul olmaktan kurtarıp yalnız Allah’a kul olsunlar diye buradayız. Ve selam, kendi adına konuşan, kendi adına hareket eden, hareketine toplumsal boyutlar katabilen, otoritelerin meşruiyetini sorgulayabilen, ezber yapan değil ezberleri bozabilen birkaç müslümanın hatırasıyla yola revan olanlara… Ve selam kitabın orta yerinden konuşanlara… Nisan’16 • 37
Atölye
Atölye
Yarım Kalan Mahinur ÖZDEMİR
H
er şey Hz. Bilal’in o ezanı yarım bırakmasıyla başladı. Hiçbir ezan kavurmadı yürekleri, kızgın çöldeki o kumlar gibi. Hiçbir mimarinin gösterişi tatmin etmedi gözleri, Habeşli Bilal’in ayağının altındaki taş gibi. Sanki yürekler sustu bir anda, mahşere kadar konuşmamak üzere. Toprak vazgeçti sudan en katı haliyle ve su söndüremedi ateşi ki o ateş yakarken tüm ezanların namesini. Kulaklarım duymak istedi billur sesini, her vakit seccadem küs gibi... Her secdeye varışımda Bilal’in ‘’Allah-u Ekber!’’ deyişiyle nakışları parlıyordu sanki ve alnım ile teselli etmeye çalışıyordu kendini. Fakat ikimiz de biliyorduk yüzümüz gülmeyecekti mahşer günü gelene, o pak sesli Bilal bize seslenene kadar. Balkona çıkarım bazı yatsı ezanı saatleri, sanki gökyüzünden gelir gibi oluyor sahabenin mescide koşuş sesleri. İşkence gördüğü o kızgın kumlara, taşlara inat saçlarımızı hafiften uçuran rüzgar misali, sesin sahibi neden çağırmıyor bizi? Sahi kaç asır geçti, gök kubbede o sesi duymayalı? O mübarek sesi duyup kıbleye doğrulmayalı? Asırlar bile söz geçiremez bu özleme, vuslatlar kafi gelemez bu hasrete! Uzun bir yokuştan inen çocuk beliriyor gözümün önünde sabah ezanı vakti. Her yer sessiz, sokaklar başıboş, caddeler ıssız... İniyor çocuk yokuştan, elindeki tesbihi sağ işaret parmağından aşağı sarkıtarak. Bilal-i Habeşi’nin sesini nerede duysa kıyama duracak gibi. Hüzünlü, bir o kadar da endişeli... Sanki elindeki tesbihi bir oynatsa darmadağın olacak hissinde çocuk, imamesi yokmuşçasına, Bilal’i susmuşçasına, ezanı durmuşçasına… Bu duygu öyle bir şey ki, ‘’Oku şu ezan-ı şerifi ey Bilal!’’ diyorsun okumuyor, ‘’O zaman beni çağır camiine’’ diyorsun susuyor. Çaresizlik bu muydu ey Bilal, hiçlik bu muydu? Yoksa çaresizlik de, hiçlik de mescide şöyle bir baktığında O’nu, En Sevgili’yi görememek miydi? O halde sana çaresizlikten bahsetmek hiç olmaz mı ey sesini sedasına katan, tınısıyla bizi bizden alan? Seni aciz kulaklarımızla duymadık belki ama ruhumuz dinledi seni her ezan vakti ve kıstık dünyanın sesini. Evet, biz seni çok sevdik, sevdik ve işittik, işittik ve sesine geldik. İşte! dedik. Budur, ezandadır felah. Haydi ey Bilal, çağır bizi hayyalessalah, hayyalessalah!
38 • Nisan’16
Konuş Ey Hassan Cebrail Arkanda! Asiye HANIM
D
ünya ilk yaratıldığından beri hep hak ile batıl mücadelesi var olmuştur. İlk insandan beri de insanoğlu bu mücadelede kendi yerini almıştır. Hak tarafında yer alan Müslüman önderler ve öncülerin hayatlarına baktığımızda ‘ Nasıl Müslümanca yaşarız?’ sorusunun cevabını almış oluruz. Mesela Ashab-ı Kiram’ın hayatını incelediğimizde Kuran ile muhafız olan Abdullah bin Mesud, küfür ordusuna karşı isabetli okları ile Peygamber duası almış Sa’d bin Ebi Vakkas, nerede adama ihtiyaç varsa orada olan Ebubekir radıyallahu anhum cemian gibi örnekleri görürüz. Sanki hepsi yapboz misali bütünü tamamlayan parçalar. İçlerinden bir tanesi eksilse o yapboz hiçbir zaman tamamlanmayacakmış gibi. Kabiliyet, Rabbimizin biz kullarına verdiği ikramlarıdır. Kabiliyetim yok diyen ya farkında değildir, ya da onu yanlış yerde kullanmaktadır. Doğru yerde ve doğru zamanda kullanıldığında ise berekete muhatap olunacaktır. Ümmet-i Muhammed’in örnek alacağı ilk nesil olan Ashab-ı Kiram hak mücadelesinde kabiliyetlerine göre çalışmışlardı. Ümmü Süleym, infak edecek hiçbir şeyi olmadığı bir zamanda on yaşındaki oğlu Enes’i Rasulullah aleyhisselamın hizmetine verdi. Zeyd bin Sabit on yedi günde Süryanice dilini öğrenerek ‘hazırım Ey Peygamber! Allah yolunda kullan beni!’ dedi. Halid bin Velid kılıcını en iyi şekilde kullandı, kafirin korkulu rüyası oldu. En sonunda da bütün olarak Allah’ın müjdesine nail oldular; Allah onlardan razı, onlar da Allah’tan razı. Ve içlerinde öyle biri vardı ki kılıç gördüğünde ödü patlamış. Fakat bu müjdeden de mahrum kalmamış. Fıtratında olan kabiliyetin keşfi ile Allah yolunda çalışmış, cihad etmişti. Şiirin ustası, şair denince akla ilk gelen Gelin biraz Hassan’a kulak verelim. Bin dört yüz yıl öncesine gidelim. Gönüldeki yangının
kelimesi kelimesine kurşuna dönüşüp batıl ordulara korku salan şiirlerden bahsedelim. ’Konuş ey Hassan Cebrail arkanda…’1 hadis-i şerefine nail olan şiirlerden bahsedelim. Develeri bile harekete geçiren mısralara kulak verelim biraz. Cihad ruhunu kaybetmiş o dünyamızda şiiriyle cihad eden Hassanı bir düşünelim. Biraz Necip Fazıl’dan biraz Mehmet Akif’ten bahsedelim. Bin bir umutla bir kahraman bekleyen Serdengeçti’ye söz verelim. Top ve tüfeğin, yerini kalem ve kağıda bıraktığı şu zamanda şair mücahit, şiir de kurşun desek haksız sayılmayız. Bilemeyiz hidayete susamış bir kalbe bir mısranın dokunacağını ve onu harekete geçirmeye bir dörtlüğün yeteceğini. İslam dini cihanşümul bir dindir. Bu şekli ile hayatın her alanını kapsayıcı bir şiara/düstura sahiptir. Bu kapsayıcılığı cihad mantığı ile biz müminler üzerinde yerine göre mükellefiyet arz etmektedir. Bugün Müslüman kardeşlerin es geçtiği konulardan biri olan şiir de bu şekildedir. Şiir, cihad mantığı ile düşünüldüğünde kabiliyete göre mükellefiyet arz eder. Meydan boş bırakıldığı takdirde küfür ehline fırsat tanınmış olur. Rabbimiz, Kur’ân-ı Kerîm’de müminlerin birçok özelliklerini saymaktadır. Bu özelliklerden biri de onların Allah yolunda cihad etmeleridir. Cihad, Allah yolunda yorulmaktır. Merhum Erbakan Hoca’nın tanımı ile cihad; ‘’Kur’an nizamını kurmak ve yürütmek için var gücümüzle çalışmaktır.” Rabbimiz her insanı bir kabiliyet ile yaratmıştır. Rahmanın kulları son nefeslerine kadar Allah’ın ismi ve dâvâsı en üstün olsun, yeryüzünde şirk kalmasın ve İslâm bütün dünyaya hâkim olsun diye cihad edeceklerdir. 1
Buhari, Salat 68, nr. 453
Nisan’16 • 39
Analiz
Analiz tahammül sınırı olsa dahi nihai olarak kırılma noktasına dikkat edilmesi gerekiyor.
Eski Sovyetler
Ucuz Petrol Dünyasının Kazananları ve Kaybedenleri Kim? Stratfor Çeviri: Dücane DEMİRTAŞ
Analiz
H
aziran 2014’te hızla alçalmaya başlayan petrol fiyatları bu hafta 2004 yazından bu yana en düşük seviyesini gördü. Küresel eşik ve brent ham petrol 8 Ocak’ta varil başına 33.37 dolarla, yani son on yıldan daha da fazlasının haftalık en düşük fiyatıyla kapandı. Elbette bu düşüşü tetikleyen birçok faktör var. Kötü bir hafta geçiren Çin finansal ve ekonomik pazarları yavaşlamanın talebi zayıflatacağı endişesi içindeyken Kuzey Amerika ve Avrupa’nın ana pazarlarında ılıman kış şartları mevsimlik doğal gaz ve ısıtma petrol tüketimini azaltmış vaziyette. Tedarikçi tarafındaysa, İran petrolü yakında küresel pazara tekrar sunuluyor olacak, bunun yanında OPEC yüksek miktarda petrol üretimine devam edeceğinin sinyalini verdi. Amerikan petrol üreticileri de üzerlerindeki artan finansal baskıya rağmen, hatırı sayılır miktarda petrol üretmeye devam etmekte. Tüm bu portre muhtemelen fiyatları varil başına 20 ila 30 dolar arasına itebilir.
40 • Nisan’16
Petrol hala jeopolitik olarak en önemli ürün ve petrol pazarlarındaki hali hazırda devam eden yapısal değişiklikler hala kesin kaybeden ve kazananları belirlemekte. 2011 ve 2014 arasında ekseriyetle petrol üreticileri varil başına petrolün fiyatını 100 doların üstünde değerlendirmeye alışıktı ve bütçelerini buna göre hazırlıyorlardı. Bu yüzden birçoğu için geçen 18 ay ağır bir yıpranma dönemi oldu. Ve petrol fiyatlarındaki düşüş baş ağrılarının artacağını gösteriyor. Her devletin kendine has
Rusya, Kazakistan ve Azerbaycan eski Sovyet devletleri arasında “en”lerini kaybetme ihtimaliyle karşı karşıyalar. Aralarında, dünyanın en büyük petrol üreticilerinden biri olan Rusya en önemlisi. Mevcut bütçenin yarısından fazlasının enerji gelirlerinin oluşturduğu Rus ekonomisi büyük oranda enerjiye bel bağlamış vaziyette. Fakat bu bütçe varil başı petrol fiyatı için 50 dolar temel alınarak düzenlenmişti. Petrol fiyatları bu beklentiden farklı bir yöne sapınca, Moskova açığı kapatmak için toplam tutarı 131,5 milyar dolar olan iki kaynak yarattı. Ne yazık ki maliyet başa baş: Rusya, petrol fiyatları varil başı 50 doların üzerine çıksa dahi, 2016 bütçesinin açığını kapatmak için yaklaşık olarak eldeki miktarın yarısına ihtiyaç duyulabilir. Tezgâhı kapatmamak için, Rus hükümeti, devlet bütçesini kısmadığı müddetçe her iki kaynağı da tüketmek zorunda kalabilir. Kesintilerse ciddi takasları beraberinde getirecektir. Tam da böylesi bir vaziyette Moskova batıyla gergin bir süreç geçiriyor, fakat savunma ve güvenlik harcamalarını azaltmak Rusya için kaçınılmaz olabilir. Diğer yandan Eylül ayında ülkede kritik parlamento seçimleri var yani toplumsal hizmetlerde kesintiye gitmek de iyi bir seçenek gibi gözükmüyor. Rus petrol firmalarının ciddi bir darboğazın içinde olması ise işleri daha da kötüye götürüyor. Hükümet bir nebze olsun üreticilere nefes aldırmak için vergi sistemini yeniden düzenleyebilir fakat bu ise devlet gelirlerini zayıflatır. Moskova’nın kaynaklarını çoğaltmak için sahip olduğu başka bir seçeneği daha var; kamuya ait dev petrol şirketi Rosneft’in büyük bir kısmını özelleştirmek. Kazakistan ve Azerbaycan’da Rusya ile aynı çıkmazın içerisinde. Ulusal petrol kaynağı 55 milyar dolar olmasına karşın Kazakistan’ın bütçesi varil başı 40 dolar temel alınarak dü-
zenlenmiş. Varil başı petrol fiyatı 20 dolar olan alternatif bir bütçe üzerine çalışılıyor olunsa da bu şekilde bir değişiklik kamu harcamalarında kat’i bir kesintiye gitmek demektir. Azerbaycan bütçesi de, Rusya gibi, varil başına 50 dolar temel alınarak kurgulandı. Ülke ulusal petrol kaynaklarından 51 milyar dolar gelir elde etmekte. Bununla beraber her ne kadar hem Rus hem de Azeri hükümeti muhaliflerini bastırma konusunda usta olduklarını gösterseler de, her iki ülke de gittikçe zayıflayan ekonomileri üzerinden artan toplumsal gerginliklerden tedirgin. Kazakistan ise yeni kaynaklar üretmek için 2016 yılı içerisinde kamu mal ve varlıklarını özelleştirmeyi planlıyor fakat muhtemel yatırımcıların bu programa yeteri kadar ilgi göstermediği de malum.
Ortadoğu ve Kuzey Afrika Düşük petrol fiyatlarından bölgesel olarak en fazla etkilenenlerin başında Cezayir, Irak, İran ve Körfez İşbirliği Teşkilatı’nın petrol üreten ülkeleri geliyor. Uluslararası Para Fonu’na göre 2016 hükümet bütçelerini denk getirebilmek için, asgari olarak Suudi Arabistan varil başı 98,3; Bahreyn 89,8 ve Umman 96,8 dolar olan petrol fiyatlarına muhtaç. Bu rakamlar Kuveyt, Katar ve BAE’nin kritik kar-zarar rakamlarından belirgin bir şekilde farklı. Birçok Körfez İşbirliği Teşkilatı üye ülkesi az borç yükünün yanında daha önceki yılların yüksek petrol fiyatlarının kazançları ve ciddi finansal kaynaklar sebebiyle düşen petrol fiyatının olumsuz etkilerini savuşturabilecek konumdalar. Fakat Bahreyn ciddi bir üretici olmadığı için bu kapsamın dışında; bilindiği üzere Riyad bu ülkeyi Suudi Arabistan’ın doğu bölgesine yayılabilecek bir karışıklığı engellemek için destekliyor. Kısa vadede Körfez İşbirliği Teşkilatı ekonomik bir krizle karşı karşıya değil fakat üye ülkeler daha şimdiden gelirlerini yüksek tutacak ve içinden çıkılmaz bir borç batağından sakınabilecekleri finansal düzenlemeler planlıyorlar. Nisan’16 • 41
Analiz Buna rağmen her ne kadar dikkatli olunsa da tüm Körfez ülkeleri 2016 yılında hükümet harcamalarını bir miktar kesip yasal reformları hızlandırmaya çalışacaklar. Vatandaşların üzerindeki yükleri hafifletmek için Suudi Arabistan ve BAE yakıt desteğini azaltmakla beraber eğitim ve sosyal hizmetlerdeki harcamalarını sürdürecek. Bahreyn ise gıda desteğini kesmiş vaziyette fakat bu kesintileri dengelemek için nakit yardım söz konusu. Bölgesel blok içerisinde BAE, Suudi Arabistan, Umman, Katar ve Kuveyt devlet gelirlerini arttıracak eşi görülmemiş yeni tedbir ve vergi uygulamaları üzerinde çalışıyorlar. Aralarında dikkat kesilmek için en önemlileri Suudi Arabistan. Ciddi sosyal kesintilerin yanısıra hükümet ülkenin önemli üç havaalanından başlayarak kamu mallarını özelleştirme işine girişti. Devlet petrol şirketi olan Suudi Aramco’nun hisselerinin dahi Riyad tarafından halka arz edilmesi düşünülmekte. Her ne kadar özelleştirme girişimleri bu kuruluşların finansal kaynaklarını çeşitlendirecek olsa da bu aynı zamanda politik açıdan riskli bir hamle. Kral Muhammed bin Selman ülke ekonomisinin gücünü vurgulayarak reformların hızla gerçekleşeceğini ima etti fakat şu bir gerçek ki Suudi kraliyet ailesinin söz sahibi üyeleri hızlı bir değişime karşı temkinli yaklaşacaklardır. Masa da biriken bir yığın özelleştirme planı sebebiyle hâlihazırda kraliyet ailesinin içerisindeki hoşnutsuzluk görülebilir. Tüm bunların yanında Riyad, savunma ve dış harcamalarının azami olmasını gerektirecek bir dizi bölgesel değişimle yüzleşmekte: İran’ın uluslararası ekonomiye dönmesi ve süregelen Yemen çatışması. Tüm bölgesel oyuncular Körfez İşbirliği Teşkilatı’nın mali avantajlarına sahip değil elbet. Cezayir’in ekonomisi yüksek oranda doğalgaza bağlı ve döviz rezervleri 2015 yılındaki düşük petrol ihracatı sebebiyle 10,8 milyar dolar açık vererek erimeye başladı. Cezayir gazının temel müşterisi olan Avrupa’da ılıman ge42 • Nisan’16
Analiz çen kış koşulları ise ülkenin var olan durumunu daha da kötüleştirmiş vaziyette. Ülke yabancı yatırımcıları çekebilmek için şimdiden vergi reformundan ihracat-ithalat tanıtım ve yetkilendirme çalışmalarına kadar bir dizi çalışma başlatmış vaziyette. Fakat ülke 1999’dan beri yönetimi elinde bulunduran Cumhurbaşkanı Abdülaziz Buteflika’nın ölümüyle belirsiz bir politik çıkmaza doğru ilerliyor. Ülkenin elitleri bu geçiş döneminin önden giden atlıları, fakat çoğu, devam eden reformlar önemli olsa dahi, kendi güçlerini zayıflatabilecek herhangi bir şeye karşı ihtiyatlı olacaktır. Bu da ülkenin önündeki seçenekleri kısıtlayan ve mevcut krizi derinleştiren sebebin ta kendisi olabilir. Irak’ta hem Merkezi Yönetim hem de Kürt bölgesi hâlihazırda ciddi bir mali krizin içerisinde. Merkezi Yönetim ve Kürt Bölgesel Yönetim İŞID ile savaşlarını sürdürebilmek için ciddi harcamalarını devam ettirmek zorundalar. Fakat düşen petrol fiyatları tablosu şunu gösteriyor ki her iki yönetimin harcamalarını kısıtlamaları kaçınılmaz bir durum. Her iki hükümet de uluslararası petrol şirketleriyle yeniden masaya oturup anlaşma yapmak gibi bir seçeneğe sahipler. Bağdat, petrol şirketlerine sabit ücret şartı getiren yeni bir anlaşmayla bu tartışmaların tam ortasında denilebilir. Erbil ise aynı anda hem uluslararası petrol şirketlerine yapacağı ödeme ve güvenliğini hem de devasa Kürt hizmet sektörünü idare etmeye çalışmakta. Kürtler artık şunu açıkça ortaya koydular ki petrollerini Bağdat merkezli şirketlerle pazarlamaya dair hiçbir niyetleri yok. Bunun yerine petrollerini Ankara’ya ihraç edip Türkiye üzerinden kendileri pazarlamayı düşünüyorlar. Ankara ve Erbil merkezli Kürdistan Bölgesel Yönetimi hem enerji işbirliği hem de ortak tehdit IŞİD sebebiyle birbirlerine daha da yaklaşmış vaziyetteler. Erbil’in düşük petrol fiyatlarından artan sıkıntılarıysa bu ilişkiyi daha da güçlendiriyor. Varil başı petrol fiyatının düşüşü sürerken, İran Şubat ayındaki seçimlere hazırlanıyor. Cumhurbaşkanı Ruhani batı ile yapılan görüş-
melerdeki başarıların ve İran’a yaptırımların kaldırılmasının ılımlı kanadı destekleyerek geleneksel muhafazakâr müttefiklerinin radikal-aşırıcı muhafazakâr kanadı yenebileceğini öngörüyor. Muhaliflerse Ruhani’nin ekonomik politikalarının işe yaramadığını öne sürüyorlar. Düşen petrol fiyatları ise bu öngörüyü daha inandırıcı kılabilir. Yaptırımların kaldırılması İran’ın petrol ihracatını arttırmasına olanak verecektir fakat 2014’ten bu yana yaklaşık olarak yüzde 70 oranında düşen petrol fiyatlarıyla birlikte elde edilmesi umulan gelir iki yıl öncesinin ulaşabileceği aynı seviyeyi görmeyecek. Bu öngörü belki Ruhani’nin iyi bir performans göstereceği Şubat seçimlerine değin seçmen için belirgin olmayabilir. Fakat 2017 ile birlikte bir dahaki seçimde yeniden seçilme ihtimalini riske atacak bu durumdan kaynaklı tutarsızlık artık aşikâr olacaktır.
Latin Amerika Petrol bağımlısı ve fakir Venezüella süregelen düşük petrol fiyatlarından etkili bir şekilde yıpranması umulan bir diğer ülke. Merkez Bankası tahminlerinden sızan bilgilere göre yıllık enflasyon oranları neredeyse yüzde 300’lere ulaşmış vaziyette. Enflasyon tırmanışta, yokluk ise her zamankinden daha kötü bir durumda. Düşük petrol ihracat gelirleri sebebiyle ülke 2015 yılı içinde bütçe dışı ithalat ve dış borç ödemeleri için ciddi miktarda döviz harcaması yapmış ve bu durum da ülke içi harcamalarda kısıtlamalara gidilmesine sebep olmuştu. Öyle görülüyor ki Venezüella ithalatını azaltarak 2016’dan sonra dış borç yükümlülüklerini dahi yerine getiremeyecek konumda olacak. Kısa vadede, hükümet nitelikli muhalif çoğunlukla birlikte ekonomik durum üzerinde atılacak adımları görüşecekler. Para biriminde devalüasyon ve tüketicinin alım gücünün arttırılması en etkili yöntem olarak gözükebilir fakat bunlar beraberinde kabul edilemez politik bedelleri getirir. Yakın zamanda huzursuzluk kaçınılmaz, bu yüzden hükümetin geniş ölçüde
bu huzursuzluğun yayılmasını engelleyecek ihtivada çalışmalar yapmaya ihtiyacı var. Brezilya ekonomisi hâlihazırda devlet enerji firması Petrobras’ta patlak veren yolsuzluk skandalından sebep uzun vadeli yıpratıcı bir olumsuz etkiyle yüzleşmekte. Hükümet soruşturmayı şirket içindeki başlıca faktörler ve ilişkili kişilerle sınırlı tutmaya devam ettiği müddetçe, skandal mevcut projeleri geciktireceği gibi tedarik ve yüklenici finansman ağını engellemeyi de sürdürecektir. Bu kısıtlamalara karşılık Petrobras ileriye dönük yabancı yatırım ve enerji üretimini yavaşlatacak ve yatırım planlarını sınırlamak zorunda kalacaktır. Ekvator’un ise petrol ihracatı 2015 yılı içerisinde yüzde 30 civarında düştü ve önümüzdeki yıl boyunca da düşük olmaya devam edecek. Quito ithalatı azaltmak ve düşük ihracat gelirini tazmin etmek için ticari engeller oluşturabilir fakat nihayetinde bu bir ekonomik durgunluk yaracaktır. Ülke 2017 Şubat’ında Cumhurbaşkanlığı seçimine gidecek ve bu seçimde muhtemel ki ekonomik çöküş sebebiyle iktidardaki Alianza Pais koalisyonunu yıkabilecek bir halk desteği görülebilir.
Kuzey Amerika Kuşkusuz Kuzey Amerika’da dünyanın geri kalanı gibi düşük petrol fiyatlarından dolayı benzer sıkıntılar içerisinde. Buna karşın geçen aylardaki üretim ekim ayından bu yana gün başına 9,2 milyon varil oranında direncini korumuş vaziyette. Fakat nasıl 2015 yılında düşük petrol fiyatlarına karşı tedbirler yetersiz kaldıysa bu-
Nisan’16 • 43
Analiz
Analiz
gün de üretim yeniden azalma potansiyeline sahip. Hâlihazırdaki 2016 tedbirleri de genellikle düşük üretim ve düşük fiyat üzerine, bu da şunu gösteriyor ki bu durum üretici firmaların yükünü arttıracak. Ana kara boyunca şirketler çok sayıda yeni kuyu kazmış vaziyetteler fakat henüz projeleri tamamlanmadan yüksek maliyet sebebiyle çalışmalarını erteliyorlar. Bu da aynı zamanda petrol fiyatlarının ani yükselmesi durumunda tepki yaratacak hazırda bekleyen bir kapasitenin var olduğunu gösteriyor. Diğer yandan İran petrolü yeniden pazara sunulurken eğer Amerikan üretimi hala yüksek kalmaya devam ederse bu durum petrol fiyatlarının daha da aşağıya doğru inmesine sebep olabilir. İlaveten özellikle görülüyor ki Kanada’daki ağır petrol üreticileri, WCA’nın varil başı fiyatları 20 doların altında tutmasından dolayı daha fazla baskı altındalar.
Aşağı Sahra Afrika’sı Sahra Çölü’nün aşağısında kalan Afrika toprakları düşük petrol fiyatlarının kendilerini farklı derecelerde etkileyeceği birçok irili-ufaklı petrol şirketinin bulunduğu ülkelere ev sahipliği yapmakta. Anakaranın en büyük ekonomisi ve petrol üreticisi olan Nijerya bu durumdan en çok etkilenecek ülke. Eski Sovyet ve Ortadoğu üreticilerinin aksine, Nijerya’nın bütçesi daha gerçekçi bir fiyat olan varil başı 38 dolar üzerinden kurgulanmıştı. Fakat problem şu ki 44 • Nisan’16
bu fiyat durumunda dahi bütçe 11 milyar dolar açık verecek yani ulusal gelirin yüzde 2,2’si kadar. Abuja hükümeti mevcut yakıt desteğini sürdürmenin ve 2014 Haziran’da dolar karşısında ülkenin para birimini yüzde 25 oranında değer kaybettiren döviz sabitleme çabalarının imkânsız olduğunu görecektir. O günden bu yana resmi ve gayri resmi döviz değişimi oranları arasındaki fark ciddi şekilde açılmış vaziyette. Düşük petrol fiyatları bu durumu sadece daha da pekiştirir. Ülkenin yeni cumhurbaşkanı Muhammed Buhari kamu harcamalarını kısıtlamaya ihtiyaç olduğunu bununla beraber devalüasyona da karşı olduğunu açıkladı fakat çeşitli politik çıkar dengeleri sebebiyle de baskıyla yüzleşeceğinin farkında. Afrika’nın ikinci büyük ham petrol üreticisi olan Angola da dünyanın geri kalanındaki üreticiler gibi benzer finansal problemlerle yüzleşmekte. Fakat hükümet oldukça sağlam. İktidardaki MPLA, hükümet aygıtı üzerinde sıkı bir kontrol mekanizmasına sahip. Eğer bir tehdit gelecekse muhtemel ki bu ancak partinin kendi içinden gelebilir. Hükümet 2016 bütçesi için varil başı petrol fiyatı olarak 48 doları temel aldı ve geçen yılın sonundaki faiz oranlarının düşmesine karşılık olarak da 2015 yılında başlayan büyük orandaki kemer sıkma programlarına devam ediyor. Bu arada Angola Cumhurbaşkanı Jose Eduardo dos Santos 2017 içinde görevinden çekilmeyi düşünüyor. İktidar partisinin ağır ağabeyleri veliaht olabilmek için rekabete girişmiş vaziyetteler ve görülüyor ki iltimas zinciri kurabilmek için yeteri kadar para olmadığından sebep düşük petrol fiyatları bu rekabeti daha da kızıştıracak.
Asya-Pasifik Birçok Asya-Pasifik ülkesi üretici yerine net tüketici konumunda. Bu da şu demek ki bölgenin çoğu düşük petrol fiyatlarından kazançlı çıkıyor. Fakat iki istisna var: Malezya ve Endonezya.
Asya-Pasifik’teki birkaç net üreticilerinden biri olan Malezya ucuz fiyatların azami baskısı altında. Geçen yıl Malezya hükümet bütçesinin kabaca yüzde 20’si devlet petrol şirketi Petronas’tan tedarik edildi. Firmanın gelirleri zayıflarken, Kuala Lumpur açığı kapatmak için rağbet görmeyen ürünlere ve hizmet vergilerine yönelmek zorunda kaldı. Hükümetin 2016 bütçesi federal gelirlerin yüzde 12’sinden daha az katkısı olan Petronas’ı içinde bulunduruyor. Buna karşın eğer petrol fiyatları hızla düşmeye devam ederse Malezya hükümeti ya gelirini arttıracak yeni yollar bulmak zorunda kalacak ya da yeni vergi ve kemer sıkma politikaları. Bu durumun tam da Malezya Başbakan’ı Najib Rezzak’ın adının ülkenin bağımsız mali kaynaklarındaki yolsuzluk skandalına karıştığı bir dönemde gerçekleşmesi hükümetin itibarını zedeleyecektir. Malezya’nın hala tutarsız olan muhalefeti sebebiyle Rezzak’ın muhtemel rakipleri iktidardaki Birleşmiş Malez Ulusal Organizasyonu içinden mevcut cumhurbaşkanının itibarsızlaşmasından kendisine halk desteği elde etmeyi umanlar olacaktır. Güney’e doğru gidince, Endonezya düşük petrol ücretlerini karmakarışık bir lütuf olarak buldu denilebilir çünkü ülke net petrol tüketicisi olmasına karşın aynı zamanda net doğalgaz üreticisi. Devlet hazinesini ve ihracatını zedeleyecek doğalgaz gelirlerinin düşmesine kesin gözüyle bakılıyor. Fakat düşük petrol fiyatları mevcut Cumhurbaşkanı Jokowi Widodo’ya ertelemek zorunda kaldığı huzursuzluk yaratan benzin ve dizeldeki devleti ödeneğini kesme girişimi için bir olanak sağladı. 2014’te göreve geldiğinde Jokowi ülke içi fiyatları uluslararası seviyeyle denk getirmek için benzin desteğini kesmişti. Fakat 2015 ortalarına doğru fiyatlar artınca Jokowi tüketici fiyatlarını arttırmaktan kaçındı; bunun yerine kamu malı olan Pertamina ithal ürünlerini zararına sattı. Şimdiyse hala düşen petrol fiyatları sebebiyle Jokowi fiyatları arttırma teşebbüsünden kaçınarak kesintiye gidebilir.
Avrupa Asya-Pasifik bölgesi gibi, düşük petrol fiyatları Avrupa bölgesi için de bir lütuf olacaktır çünkü birçok ülke net petrol tüketicisi konumunda. Anakaranın en önde gelen petrol ve doğalgaz üreticisi Norveç ise bu kadar şanslı olmayacak. Ülke hiç te küçümsenmeyecek derecedeki petrol ile ilişkili yatırım ve projeleri tehlikeye atacak ekonomik bir durgunluğun ortasında. Uluslararası Para Fonu’na göre Norveç’in GSYH gelişimi geçen sene yüzde 2,2 iken 2015’te yüzde 0,8 oranını gördü. Aynı dönemde 2014’te yüzde 3,5 olan işsizlik 2015’te 4,2’ye çıktı. Bu tablo 2016’da öngörülenin de ötesinde. Ekonomik İşbirliği ve Gelişim Teşkilatı her ne kadar iki yıl içerisinde Norveç için aşamalı bir ekonomik iyileşme öngörse de petrol fiyatlarının yörüngesi bunu geciktirebilir. Uzun vadede düşük petrol fiyatları bir bütün olarak Anakara Avrupa boyunca birçok probleme sebep olabilir. Hâlihazırda düşük olan petrol fiyatlarının Avrupalıları dış faktörler tarafından şekillenen büyük bir gelişimin ve gerçek bir toparlanmanın içinde olduklarına inandırabilir. Bu yanılgı özellikle hükümetlerin reform çalışmalarını yavaşlattığı Güney Avrupa’da önemli bir rol üstlenebilir. Ayrıca, düşen petrol fiyatları Avro bölgesi bloğu içinde ekonomik gelişim umuduyla Avrupa Merkez Bankası tarafından yaratılmaya çalışılan enflasyon girişimlerine karşı da olumsuz tepki verebilir. https://www.stratfor.com/analysis/who-wins-and-wholoses-world-cheap-oil#
Nisan’16 • 45
Tarih
Tarih
1.Meclisten 2. Meclise Cumhuriyet’in Gaspı Dücane DEMİRTAŞ
C
umhuriyet tarihine dair olaylar çoğu kez resmi söylem ve ideolojik olarak resmi söyleme muhalif iki rengin, siyah ve beyazın arasında sıkıştırılmıştır. Bir tarafta cehennemden bir Alice harikalar diyarının yaratıcılarının kahramanvari veya tozpembe hikâyeleri diğer taraftaysa muhalif söylemin sürekli şeytanlaştırdığı, haddinden fazla komplo teorisi içeren tablosu. Maalesef bu ifrat muhalif tutum Müslümanların “cumhuriyet” i karşı tarafın mamulü olarak görmelerine sebep olurken, gerçekte çakma batı taklitçisi jakoben sınıfın “cumhuriyet” ve değerlerini sahiplenmelerine sebep oldu. Hâlbuki belki çok nadir gündeme gelse de ilk kurucu meclisin mahiyeti, kadrosu ve politikaları çoğu kez zannedilen bu tablonun aksine bir sonucu bize göstermektedir. İstanbul’un İngiliz kuvvetleri tarafından işgalinin ardından Osmanlı Mebusan Meclisi yine işgalci kuvvetler tarafından hızla dağıtıldı. III. Ordu Komutanı Selahaddin Köseoğlu Bey ile XV. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir’in önerisiyle ilk kez İstanbul dışında milli bir meclis fikri ortaya atıldı. 19 Mart 1919’da tüm illere Ankara’da toplanacak yeni Meclis ve delege seçimleri için genelge gönderildi ve 23 Nisan 1920 yılında Meclis büyük bir coşkuyla açıldı. Planlanan tarih 21 Nisan olmasına karşın Mustafa Kemal Paşa “Cuma gününün kutsallığından yararlanmak” adına açılışı 2 gün sonrasına ertelemişti. Hacı Bayram Camiinde Cuma
46 • Nisan’16
namazı kılındıktan sonra meclis tekbirler ve dualar eşliğinde açılır. Meclis açıldığında belki çoğumuzun beklemediği bir tablo vardır: “1920’de Meclis’e ilk kez memur olarak girdiğimde hemen dikkatimi çeken durum, milletvekillerinin kılık, kıyafet, yaş, kafa yapısı ve görgülerinin bambaşka ve çok değişik oluşuydu. Beyaz sarıklı, aksakallı cübbeli, eli tespihli hocalarla; pırıl pırıl üniformalı genç subaylar; yazma veya şal sarıklı aşiret beyleri; külahlı ağalar ve kavuklu çelebilerle Avrupa üniversitelerinden yeni dönmüş, Batı kültürüyle yetişmiş nokta bıyıklı, Kuvay-ı milliye kalpaklı gençler, Meclis sıralarında yan yana oturuyorlardı. Bilgileri ve yetişme ortamları çok değişik olan bu insanlar tek bir amaç doğrultusunda birleşmişlerdi: Vatanı kurtarmak.” Ertesi gün ilk iş olarak meclis başkanı seçilecektir ve iki aday vardır: Celalettin Arif Efendi ve Mustafa Kemal. Mustafa Kemal 1 oy farkla başkanlığa seçilir ve hâlihazırda kısa zamanda belirginleşecek kutuplaşma mecliste boy gösterir. 27 Nisan günü Mustafa Kemal meclis başkanı olarak İstanbul’a şu telgrafı çeker: “Halife hazretlerinin yüce katına. Halife ve pek kutsal hakanımız, efendimiz: İstanbul’un işgali ve bunu izleyen çok acıklı olaylar üzerine durumu inceledik ve yüce saltanatınızın haklarını ve ulusal bağımsızlığımızı savunma ve sağlamak amacıyla bu kez Ankara’da Büyük Millet Meclisi halinde toplandık. Anadolu’nun düşman salgını altında olmayan her köşesinden gelen ve ulusça olağanüstü
yetkiyle görevlendirilen milletvekilleri oybirliği ile aldıkları bir kararla yüksek katınıza bazı gerçekleri arz etmeyi kendileri için bir bağlılık ve kulluk borcu bildiler… Padişahımız… Görkemli Padişahımız… Yücelerin yücesi efendimiz. Yüreğimiz bağlılık ve kulluk duygusu ile dolu olarak, tahtınızın çevresinde her zamandan daha sıkı bir bağlantı ile toplanmış bulunuyoruz. Toplantısını ilk sözü Halife ve Padişahına bağlılık olan Büyük Millet Meclisi, son sözünün yine böyle olacağını yüce katınıza en büyük saygı ve gönül eğilmesi ile sunar.” Meclis kısa zaman içinde çalışmalarına başlar başlanamaz hilafet ve saltanatı destekleyenler ve cumhuriyeti destekleyenler olarak ikiye ayrılmıştı. Hâlbuki bu sadece bir ithamdı çünkü hâlihazırda “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ibaresi kasıtlı olarak saltanat yanlısı olarak itham edilenler tarafından cumhuriyetçilerden daha fazla desteklenmişti. Birinci grup 1921 Mayıs’ında Mustafa Kemal etrafında belirmeye başlarken karşısında örgütlenmemiş bir muhalif söylem barınıyordu. Bu söylemin ana itiraz noktası ise 1921 Anayasasında belirlenen hem Meclis hem de Bakanlar Kurulu başkanlığının tek elde toplanması dahası Mustafa Kemal’e sınırsız yetkilerin tanımasıydı. İkinci grup örgütlenmemiş bir muhalif hareketti ve temel hareket noktası, Enver, Talat ve Cemal Paşa tecrübesinde olduğu gibi, kişi tahakkümüne dayanan bir vesayet rejiminin oluşmamasıydı. Hüseyin Avni Ulaş, Süleyman Necati, Kazım Karabekir, Emin Bey, Hakkı Hami, Ali Şükrü Bey ve Kara Vasıf grubun önde gelenlerindendiler. Hüseyin Avni’nin çoğu kez Mustafa Kemal ile mecliste sert tartışmalara giriştiği ve Mustafa Kemal ‘in hiddetle Hüseyin Avni’nin üzerine yürüdüğüne dair meclis zabitleri mevcut. Fakat özellikle İkinci Grubun Lozan Anlaşmasına sert tepkisi ve Misakı Milli sınırları konusunda, özellikle Musul, ısrarlı tavrı çoğu kez Mustafa Kemal ve ekibinin çalışmalarını sekteye uğratıyordu. Savaş bitmişti ve Mustafa Kemal kendisine muhalif ekibi tasfiye edecek yeni bir oluşum için kolları sıvamış, meclis görevini tamamladığı için yeniden seçim kararı almıştı. Seçimin yenilenmesindeki ana faktör Birinci grubun Lozan görüşmelerinde hızla popüleritisi-
ni kaybetmesidir, öyle ki ikinci grup mecliste çoğunluk hale gelir ve Hüseyin Avni Ulaş Meclis Başkanvekilliğine seçilir. Seçim öncesi 7 Aralık 1922’de Ankara’da basına verdiği demeçte Mustafa Kemal “kız gibi bir meclis” oluşturma fikrini ağzından kaçırır. Kısa zaman içinde meclis adına bir seçim bürosu kurulur ve başına Mustafa Kemal getirilir. Mustafa Kemal tek tek adaylar üzerinde durarak kendisine muhalif olanları seçtirmemek için uzun soluklu bir çalışma yapmış ve nihayetinde en büyük gözdağı muhalif kesimin liderlerinden Ali Şükrü Bey’in öldürülmesiyle verilmiştir. Öyle ki meclis, henüz failler bulunmadan hızlıca yeni bir vekili bünyesine katmıştır. Nihayetinde kurulan ikinci mecliste muhalif sadece iki isim kalmıştır. Kazım Karabekir bu durumu şu şekilde özetler: “Her taraftan kendisine en çok emniyet verenler listeye girdiler ve hatta hükümet yardımı ile seçime arz olundular. İkinci Gruptan kimse namzet gösterilmedi. Hâlbuki bunların çoğu İstiklâl Harbine, ilk gününden beri canla-başla hizmet etmiş insanlardı. Bu hususta aramızda biraz da münakaşa oldu. Gazi, ‘ben muhalif istemiyorum, diyerek, kendisine sözle veya yazıyla en çok sadakat gösterenleri ve Birinci Meclisle fiiliyatıyla bu emniyeti kazananları ve hemen bütün karargâhının mensuplarını namzet gösteriyordu. Ben de böyle bir emre uyan bir meclisle dünyaya hâkim itilaf milletlerinin emniyetini kazanamayacağımızı ve dâhilde de hürriyet mefhumunu kaldıracağımızı ve belki daha şiddetli bir muhalefete yol açılacağını söyleyerek, itiraz ediyordum” Tek tip kadrodan oluşan ”kız gibi” ikinci meclis hızlı bir şekilde Lozan Anlaşmasını onaylar ve Mustafa Kemal’e “Bizi sen kurtardın, ne emir buyurulursa ayni keramettir” mektuplarıyla vekil seçilen mebuslar son 5-10 yıla değin sürecek yeni bir vesayetin dalkavukluğunu üstlenirler. Kaynakça; http://ilimcephesi.com/birinci-meclisin-sonu/ http://www.musellem.net/birinci-meclis-ve-m-kemalindegisimi/ https://vatan.wordpress.com/2007/08/09/ilk-meclistekiadaylar-ve-aldiklari-oy-mustafa-kemal-ataturk-kac-oyalmisti/ http://www.hurhaber.com/iste-turkiye-milletinin-birinci-meclisi/haber-623707
Nisan’16 • 47
Tarih
Tarih
29 Nisan 1916 Unutturulan Zafer:
Kûtu’l-Amâre Muhammed ÂLİ
Raman ve Rahim olan Allah’ın adıyla, Allah’ın rahmeti ve bereketi hepimizin üzerine olsun. Bu ayki sayımızda yine resmi tarihin yok saydığı bir meseleyi sizlere ulaştırmaya çalışacağız. Maalesef resmi tarih anlatımımızın yıllardır izlediği yolda yakın tarihte M. Kemal’in bulunmadığı olayların ve bu olaylara damga vuran kahramanların çoğu görmezden gelinmiştir. 1877-78 Osmanlı-Rus savaşının kahramanları Gazi Osman Paşa ve Gazi Ahmet Muhtar Paşalardan tutunda Kurtuluş Savaşı’nda birçok kahraman paşadan bihaberizdir. Lakin buna karşılık M. Kemal karakteri abartılı bir şekilde tüm tarih anlatımının temel yapı taşı olarak karşımıza konulmuştur.
48 • Nisan’16
Bu eleştirimiz M. Kemal’in askeri olarak herhangi bir şey ortaya koymadığı manasına gelmemelidir. Bahsetmek istediğimiz medeniyetimizi ve köklerimizi oluşturan tarihimiz sadece bir kişiden teşekkül etmemektedir. Onlarca büyük zaferlere, mücadelelere imza atmış kahramanlarımız vardır. Tarihten ders çıkartıp aynı hatalara düşmemek için tarihimizi gereği gibi eğrisi ve doğrusu ile okumak gerekmektedir. İşte bu amaç ile bu sefer Birinci Dünya Savaşı’nın bilinmeyen zaferi Kûtu’l-Amâre’den bahsedeceğiz. 29 Nisan 1916...Türkiye’nin NATO’ya üye olduğu 1952 yılına kadar, bu tarih Silahlı kuvvetlerde ‘KUT bayramı’ olarak kutlanmak-
taydı. Çünkü bu tarihte Irak /Kûtu’l-Amâre’de Halil Paşa komutasındaki Osmanlı kuvvetleri İngilizleri perişan etmiş ve Çanakkale zaferinin hemen ardından kazanılan bu zaferle düşmana büyük bir darbe daha vurulmuştu. Bu zaferde İngiliz komutanı Charles Townshend, 13 komutan, 481 subay ve 13.300 er Osmanlı ordusuna teslim olmuştur. Kısa bir şekilde Kûtu’l-Amâre zaferinin meydana gelişinden bahsetmek gerekirse 1915 yılı Eylül sonlarına doğru İngiliz Generali Townshend Dicle nehri boyunda harekete geçti; Osmanlı Devleti’nin Türk ve Araplar’dan oluşan kuvvetleri Albay Yusuf Nureddin Bey’in kumandasında bulunuyordu. Hedefleri Bağdat’ı almak olan İngilizler yol üzerindeki Kûtu’l- amare’yi işgal ettiler (26 Eylül 1915). Bunun üzerine bölgedeki Altıncı Ordu’nun başına Birinci Ordu kumandanı Alman Mareşali Goltz Paşa getirildi (22 Ekim 1915). 22-26 Kasım 1915’te General Townshend Bağdat’a 30 km uzaklıktaki Selmanıpak denilen bölgede taarruza başladı. Meydana gelen çarpışmalar Bağdat’ı ele geçirmeye çalışan İngilizlerle onları durdurmaya çalışan Türkler arasında büyük bir mücadeleye dönüştü. Çok sayıda kayıp veren İngilizler
Kûtu’l-Amâre’ye çekilirken Osmanlı kuvvetleri kaleyi kuşatma altına aldılar (5 Aralık 1915). Halil Paşa kumandasındaki bu kuşatma ve İngilizler’in verdikleri karşı mücadele I. Dünya Savaşı’nın en önemli çarpışmaları arasında yer alır. 1916 yılının başlarında İngilizler’in Irak cephesi kumandanlığında bulunan General Nixon’un yerine General Percy Lake tayin edildi. General Percy Lake’in emriyle Basra tarafındaki İngiliz kuvvetlerinin kuşatma altındaki General Townshend’e yardım teşebbüsleri sonuç vermedi ve İngilizler, Hindistan’dan Basra’ya gönderilen yeni tugayların desteğinde 5 Nisan 1916’da Felahiye’de başlattıkları dört gün süren taarruza rağmen kuşatmayı yaramadılar. Kaledeki yiyecek stoklarının tükenmesi üzerine uçaklarla atılan yiyecek paketlerinin çoğu nehre düştüğünden yapılan yardımlar yerine ulaşmadı. İngilizler, 21-22 Nisan 1916’da IV. Felahiye Muharebesi denilen bir saldırı daha gerçekleştirdilerse de geri püskürtüldüler. Başka çaresi kalmayan General Percy Lake, 26 Nisan 1916’da kuşatma altındaki General Townshend’e Türklerle teslim müzakerelerini başlatmasını bildirdi. Yaklaşık beş ay süren kuşatmanın kaldıNisan’16 • 49
Tarih rılması karşılığında İngilizler bütün silahlarını ve 1 milyon sterlin tazminat vermeyi teklif ettiler ve karşılığında Amâre yolu ile Hindistan’a gitmek için müsaade istediler; Türk tarafı ise İngilizler’in kayıtsız şartsız teslim olmasında direndi. Nihayet27 Nisan 1916’da Kûtu’l-Amâre’nin 4 km kuzeybatısında nehir üzerinde Halil Paşa ile General Townshend arasında yapılan görüşmede İngilizler tazminatı 2 milyon sterline çıkardılar. 29 Nisan 1916 günü protokol imzalanmasının ardından halkın coşkulu gösterileri arasında Türk kuvvetleri Kûtu’l-Amâre’ye girdi ve 13.309 kişilik İngiliz ordusunu teslim aldı. Kûtu’l-Amâre zaferi genelde I. Dünya Savaşı’nı etkilemiş ve Bağdat’ı ele geçirmeye yönelik planlar yapan İngilizlere büyük bir darbe vurmuştur. Ancak bu askeri başarı Haziran 1916’da Hicaz’da ortaya çıkacak olan İngilizler’in planladığı Şerif Hüseyin ayaklanmasını engelleyemedi. 1916 ve 1917 yıllarındaki savaşlar Osmanlı Devleti’nin bağlı bulunduğu tarafın başarısızlığı ile sonuçlandığından Ortadoğu tamamen kaybedildi; Şubat 1917’de Kûtu’l-Amâre ve Mart ayında Bağdat İngilizler’in eline geçti. Bölgeye gelen İngiliz manda idaresinin yaptığı idari taksimata göre Kûtu’l-Amâre yeni kurulan on dört livanın (muhafaza) ana şehirlerinden biri daha sonra da Irak Devleti’nin kurulmasıyla (Ağustos 1921) bu on dört livadan birinin merkezi oldu. Birinci Dünya Savaşı müddetince Osmanlı topraklarının taksimatı hususunda düşman devletler arasında gizli antlaşma girişimleri
50 • Nisan’16
olmuştur. İşte onlardan biri ve de en önemlisi Sykes-Picot antlaşmasıdır. Bu antlaşma kendi verdikleri adla Orta Doğu’nun bugünkü sınırlarını çizen antlaşmadır. Bu bu coğrafyalarda var olan yapay sınırların ve buna bağlı sonu gelmeyen savaşların temelinin atıldığı nokta bu antlaşmadır. Kut zaferinin sadece 17 gün sonrası 16 Mayıs 1916 tarihinde İngiltere ve Fransa arasında imzalanmıştır. Antlaşma adını Fransa’nın Beyrut eski konsolosu François Georges Picot ve İngiltere Dış İşleri Bakanlığı müsteşarı Sir Mark Sykes’ten almıştır. Bu ikili devletlerin görüşmeyi yürüten ve vücuda getiren temsilcileridir. Binaenaleyh haritada gördüğünüz üzere bölgenin taksimatı iki devlet tarafından istedikleri şekilde gerçekleştirilmiştir. Ayrıca bu taksimatta Rusya’nın talepleri de doğu Anadolu bölgesinde karşılanmıştır. Sonuç olarak tarihimizin şanlı zaferlerinden birisi olan Kûtu’l- Amâre zaferinin 100. Yıl dönümünde Hak dava uğruna canını, malını, her şeyini ortaya koyan şehid ve gazilerimize Allah’tan rahmet diliyoruz. Köklerimizi oluşturan tarihi gerçekleri okuyarak yarınlara daha sağlam bir şekilde ilerleyebilmek duasıyla Allah’a emanet olunuz. Unutmayın “Sefer Bizim, Zafer ALLAH’INDIR” LA GALİBE İLLALLAH
Lale
Atölye
Furkan Rıza DEMİREL
L
ALE… kimine göre bir hakaret,kimine göre bir lüks bir eşya ve statü göstergesi, Avrupa’nın bizden çalıp kendi malıymış gibi pazarladığı (Belki de Acun bu olayın intikamını Avrupa’nın TV programlarını çalarak alıyordur…) zambakgiller familyasından çiçek ; Pers mitolojisine göre yaprağın üstündeki bir çiğ tanesine yıldırım düşmüş, böylece çiğ tanesi ve yaprak alev almıştır. Daha sonra donmuş ve lale meydana gelmiştir lale çiçeğinin ortasındaki koyulukta bu yanma işleminden dolayıdır. İşin realistik boyutuna gelirsek Lale, Türkistan’ın bozkırlarında yabani bir çiçek olarak uç verip,Bulgar Türkleri’yle, İdil boyuna, Timuroğulları ile Hint’e, Selçuklularla İran’a ve Anadolu’ya gelmiştir. Selçuklu motiflerinde 12.yüzyıldan itibaren Lale motiflerine rastlamaktayız. Osmanlı’da ise Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’un fethinden sonra şehri imar ederken bahçeleri, parkları lale ile süsletmiştir. Ayrıca arap alfabesiyle ‘lale’ kelimesi Arapça ‘Allah’ kelimesinin bir anagramıdır.Tersten okununca da ‘hilal’ kelimesi ortaya çıktığı için bayağı önemsenmiştir. 16.yüzyılda -Kanuni Sultan Süleyman döneminde- ise Hollanda Kralı’na yollanan lale soğanları tarihteki ilk spekülatif balon olarak bilinen ‘Lale Çılgınlığı’na neden oldu. Avrupalılar tarafından lale hızla imrenilen lüks bir eşya ve statü göstergesi haline geldi ve çok değişik renk ve çeşitte kendini gösterdi. İskoç yazar Charles Mackay’ın anlattığına göre ‘Semper Augustus’ isimli bir lale soğan 5 hektar arazi karşılığında satılmış. Başka bir olayda ise bir denizci, gemi sahibi tüccarının lale soğanını yanlışlıkla yuttuğu için hapis cezasına çarptırılmıştır.1637 yılında ise sürekli üstüne zam yapılarak satılan lale uçuk fiyatlardan dolayı tüccarlar, müşteri bulamaz hale geldi. Ve spekülatif balon o 1637 Şubat’ında bir gümbürtü ile patladı. 17. yüzyılda ise -Osmanlı’nın gerileme döneminde- ise savaştan pek hoşlanmayan III.Ahmet ‘Pasarofça Antlaşması’ sonra-
sı savaş atmosferinden bir nebze uzaklaşmak için, halka ağır vergiler yükleyip ‘Lale Devri’ adı altında yeni yapılan bahçeler, sarayları ve kasırları laleler ile donatmıştır. Elit kesimin bu ihtişamlı zevk ve sefahat ile dolu israflarından memnun olmayan halk ise ‘Patrona Halil İsyanı’ ile bu devri sonlandırdı. 2000’lerde ise ‘Lale’ eskisi kadar olmasa da tekrardan bir ihtişam kazandı. Önce 2001 yılında Jackie Chan’in İstanbul’da bir lalenin peşinden gittiği ‘The Accidental Spy –Altın Yumruk İstanbul’da-‘ ardından 2005 yılında Sibel Can’ın ‘Lale Devri Çocuğu’ olduğunu söylediği şarkıyı 2006 yılında MFÖ’nün ‘Sarı Laleler’ isimli şarkısı dilimize dolanarak takip etti.Bu yıl da laleler ile ilgili ‘Tulip Fever’ isimli filmin vizyona girmesi ile lalerin tekrar gündeme gelmesi söz konusu olabilir. Bu arada İstanbul Büyükşehir Belediyesi 2006 yılından beri İstanbul’un bir sembolü olarak kullanılmaya başlanılan laleler her yıl için ortalama bir ay süren ‘Lale Festivali’ düzenliyor. Eğer fırsat bulursanız gidip görmenizi tavsiye ederim. Lale’nin pers mitolojisinden başlayan, Selçuklular, Osmanlı ve Hollanda ile devam eden, adına spekülasyonlar, dönemler, isyanlar yapılan olaylarından bahsedip, popüler kültürde ve günümüzdeki yerinden de bahsettikten sonra yazımı çok yönlü bir kişi olan Orhon Murat Arıburnu’nun dörtlüğü ile bitirmek isterim: ‘Lalelim Laleli’de oturur Laleli, lale olur, lalelimden Laleliden geçilir Lalelimden geçilmez.’ Orhon M.Arıburnu
Nisan’16 • 51
Atölye
Sinema
KALBİMİZ HALA GÖÇ ETMEDİ! Orhan ÖZER – Fatih RAZİ
D
eğişti beldeler, değişti üstündekiler. Tozlandı yeryüzü; bulandı, çirkinleşti görüntüler. Değişti her renklinin rengi, kalmadı tatlar, lezzetler.Azaldı çehrelerdeki gülücükler, azaldı aydınlık yüzler... “Cevdet SAİD” Müslümanların çetin sınavlardan geçtiği, safların ayrıldığı; kanun, kural ve dahi bütün demokratik düzmecelerin uydurma olduğu, masum ve mazlum halkın karanlık bir çembere alınıp katledildiği, “Hak” için, “Adalet” için mücadele eden ve bir avuç topluluğun kendi haklarını savunmaya çalışırken işkencelere, idamlara, göçlere ve toplu katliamlara maruz kaldığı zalimlerin karşısında cehd edenlerin beldesidir Suriye! Modern hayatın insanları, dahası Müslümanları nasıl bireyselleştirdiği, mücahitlikten müteahhitliğe nasıl geçiş yapıldığı gözler önünde. Bu hazin gidişe dur demek adına her Müslümanın dahası tüm insanların hicrete ihtiyacı vardır. Hicret kaçmak değil, kavuşmaktır. Terk etmek değil, özüne dönmektir. Hicret ba-
52 • Nisan’16
zen veren el olmak, bazen ise alan el olmaktır. Bizler de bulunduğumuz coğrafyada şu an veren el konumundayız. Ümmet coğrafyasında mazlum ve mağdur olan kardeşlerimiz de alan el durumunda. Ne veren el olmak ne de alan el olmak üstünlük değildir. Üstünlük takvadır. Samimi niyetlerdedir. Genç Öncüler gençlik hareketi olarak hayırlı bir işe öncü olmak bizleri bir hayli mutlu etti. Ensar ve muhacir kardeşliğini acilen tesis etmemizi, o kardeşlerimizin bize ihtiyacı olduğu kadar bizim de onlara ihtiyacımızın olduğunu asla unutmamız gerektiğini her daim vicdanlarımızda hissetmeliyiz. Rabim bu güzel hayrı yapanlardan ve hayra vesile olanlardan, hayırların yerlerine ulaşmasında emeği olan ve bizi misafir eden İnsani Yardım Vakfı’na teşekkür ediyoruz. Yolumuz, gayretimiz tüm insanlığın kurtuluşu içindir. Bu yüzden emperyalistlerin çizdiği sınırlara değil, Allah’ın hudutlarına inanarak yardım faaliyetlerimize devam edeceğiz. Gayret bizden, tevfik Allah’tandır.
EKMEKLE ÇİÇEK Ömer Faruk DEMİREL
‘Seni seviyor mu? -Evet Nereden biliyorsun? -Her seferinde kitaplarımı geri verirken içine çiçek koyuyor. Hepsini okuyor mu? -Elbette okuyor Sordun mu ona? -Önemli yerlerin altını çizdiğini görebiliyorum. O da insanlığı kurtarmak istiyor mu? -Evet Nereden biliyorsun? -Altını çizdiği cümlelerden.’
Ç
oğu filmin yapım hikayesi, filmin kendisinden daha ilginçtir. 1996 yapımı Mohsen Makhmalbaf, yarı otobiyografik bir filmin incelemesine geçmeden önce yönetmen hakkında biraz bilgi vermek istiyorum. Muhsin Mahmelbaf ‘Şah Rıza Pehlevi’ döneminde rejim karşıtlığı dolayısıyla hapiste tutulmuş ardından kendisini edebiyata ve sinemaya vermiştir. Kendisi şahsımca İran sinemasının en başarılı beş isminden
birisidir. Neyse filme geçelim; İsimi anonim olan bir karakteri tren raylarında görüyoruz; Muhsin Mahmelbaf’ın evini arıyor sonunda buluyor. Ardından yönetmenin küçük kızı –gerçekten de Muhsin Mahmelbaf’ın kızı- ile karşılaşıyor. Ona 20 yıl önce ‘Şah’ yönetiminde polis olduğunu, küçük kızın babası tarafından bıçaklandıktan sonra istifa ettiğini ve bir sebepten dolayı oyuncu olmak istediğini söylüyor. Sonraki sahnede Muhsin Mahmelbaf’ı oyuncu seçimlerinde görüyoruz. Mahmelbaf gençliğini ve polis bıçaklama olayını anlatan bir film yapacak ve kendi gençliğini oynaması için bir genç arıyor ve ütopik hayaller peşinde koşan ‘Dünya’yı kurtaracağım’ ilkesine sahip bir genci seçiyor.Polis de gençliğini canlandıracak bir genç seçtikten sonra polis, gence ‘Şah döneminde başına gelenler, nasıl bıçaklandığı gibi konular hakkında bilgi verir ve aslında bıçaklanmadan önce hoşlandığı kadını tekrar göre-
bilmek için oyuncu olmak istediğini itiraf eder. Hikaye geliştikçe tesadüfler, süprizler seyirciyi bekliyor. Hikaye hiç sıkmıyor bazen absürt, bazen dramatik sahneler ve diyaloglarla karşılaşıyoruz. Çekim açıları da çoğu sahnede İran sinemasına göre çok farklı ve ilgi çekici. Eğer ‘Büyüp Budapeşt Oteli’ filmini sevdiyseniz onun renksiz ve çok da simetrik olmayan bir benzeri ile karşılaşacaksınız. Eğer film çekme arzusu ile kendilerini farklı olayların ortasında bulmak istiyorsanız, bu filmin yanında Türk yapımı ‘Komser Şekspir’ filmini de tavsiye ederim. Ayrıca hikayede ezan ile başlayan sahnelerin mum yakıp, çul çaput bağlama ile devam etmesi biraz şaşkınlık yaratabilir.Ama onun haricinde kadın ve erkek misafire özel kapı tokmakları, hayrına dağıtılan dilek çorbaları, karda geçen sahneler, mekanların ve sokakların mimarisi sizi İran’a hayran bırakabilir. *Filmde polis ve Mahmelbaf hiç aynı karede gözükmüyorlar.
Nisan’16 • 53
Medya
Medya
Basından Yansıyanlar T24 Röportajı
Etyen Mahçupyan 28 Mart 2016 “İşlevsel olması için eleştirinize AK Parti tabanının katılmasını sağlamalısınız” - İktidar denilen şey neden sizin gözünüzde ikna edilmesi gereken bir yapıya dönüşüyor da demokratik hak ve talepleri göz önünde bulundurmakla yükümlü bir yapı olmuyor? Çünkü o yönetiyor, yüzde 50 oy alıyor ve toplumun yarısı sizin gibi düşünmüyor. Siz diğer yarısında ve parçalı hâldesiniz. Son yüzyıla baktığınızda AK Parti tabanının ve tercihlerinin, siyasi çizgisinin bir haklılığı olduğunu görüyorsunuz. AK Parti’yi eleştirenlerin önce özeleştiri sürecinden geçmeleri, “Biz 80-90 sene ne yaptık” sorusuna cevap vermeleri lazım, ancak sonra AK Parti tabanının onları dinleme olasılığı olacak. 90 senenin özeleştirisi bir yana, son 15 yıla dair bir yüzleşme de yapılmıyor. “AKP yargıya müdahale ediyor” deniyor. Peki Türkiye’de yargı ne? Bir siyasi, ideolojik aktör. Yargı Türkiye’de hiçbir zaman hakem olamamış bir aktör. Yargının bu ideolojik niteliğini birinci cümle olarak koymadan AK Parti’yi eleştiremezsiniz. Ancak bunu koyduktan sonra AK Parti’ye farklı davranmasını önerebilirsiniz. “Tarihsel terazide AK Parti’nin adaletsizlik yapabileceği uzun yıllar çıkabilir” Laik kesimden bakarken bugüne niçin gelindiği konusunda objektif olalım, normatif tarafa geldiğimizde ise ne düşünüyorsak söyleyelim ve de ilkesel muhalefet yapalım. O noktada AK Parti’yi eleştirmek AK Parti’ye de, Türkiye’ye de iyilik olur. Ama eğer yaşananların nedenleriyle ilgili kaypak davranırsak hem söylediğimiz İslami 54 • Nisan’16
kesimin kulağına gitmiyor, hem de AK Parti bunu bir düşmanlık olarak algılıyor ve bunu böyle anlatıyor. Buradan giderek de kendi araçsallaştırma mekaniğine meşruiyet kazandırıyor. Ve bu ortam oportünistleri ortaya çıkarıyor. Çünkü olanların çok derinliğe ihtiyacı yok, onlar mesela sadece reisçi davranarak siyasete tutunabiliyorlar. Yoksa söylediğiniz ideal bir durum. Keşke bütün liderler demokrat olsa, her kesimin taleplerine cevap vermeye çalışsa filan. Ama böyle bir şey dünyada yok ve niye olsun zaten? Bunlar siyasetçi, kendi tabanlarının siyasetini yapmak üzere oraya geliyorlar. Siz AK Parti’ye eleştirinizin işlevsel olmasını istiyorsanız, bunun tek yolu AK Parti tabanının o eleştiriye katılmasını sağlamak. Laik kesim karşısından demokratlık bekleyebilir, ama İslami kesim de 80 sene bekledi. Eğer tarihsel bir teraziye koyacaksak, AK Parti’nin adaletsizlik yapabileceği daha uzun yıllar çıkabilir karşımıza. - Mevzuda tek ölçü mağduriyetse, Kürtler ne yapsın? O yüzden Kürtlere hak veriyoruz. Tavrı demokratlıkla hiçbir ilgisi olmayan PKK’nın, HDP’nin siyasetinin sempati bulmasının tek nedeni geçmiş mağduriyettir.
Ey Genç! Kalk ve Nebevî Hakikat Bayrağını Dalgalandır!
Yusuf Kaplan Yeni Şafak- 4 Nisan 2016 Ey genç! Bütün insanlık, hakikat pınarından kana kana içmek için seni bekliyor! Bütün kâinât, bütün dağlar taşlar, uçan kuşlar senin gelişinin gerçeğe dönüşmesi için muazzam hakikat şarkısını bestelemek için arılar gibi çalışıyor! Ey genç!
Hz. Adem aleyhisselâm gibi ubûdiyet ve hilâfet mükellefiyetine sahip bir şuurla, taze bir başlangıç yapmalı, insanlığı Hakkın hakikatiyle buluşturacak bir fütûhât-ı medeniyye yolculuğuna hazırlanmalısın! Tıpkı Hz. Nuh aleyhisselâm gibi, şirk sularında boğulan ve yolunu şaşıran insanlığı gemisine alabilecek bir Hakk aşkı ve hakikat coşkusuyla donanmalısın! Tıpkı Hz. Eyüp aleyhisselâm gibi, sabır ateşinde yanmalı, pişmeli ve olgunlaşmalısın! Tıpkı Hz. İbrahim aleyhisselâm gibi, Nemrut ateşini “sâkin ol, sükûn bul ey ateş!” diyerek söndürebilmeli; insanlığı ezelî hakikat ufkuna kavuşturarak ebedî sekînet yurduna ulaştıracak teslimiyeti gösterebilmeli; dünyayı köleleştiren, dünyamızı cehenneme çeviren, insanları içlerinden vuran ego putlarını, para putlarını, kariyer putlarını, bilumum azmanlık putlarını yere serebilecek muhkem bir Hakk dostu ve hakikat umudu olabilmelisin! Tıpkı Hz. Musa aleyhisselâm gibi, olmazları oldurtacak, bağnazların kalbini hakikate açacak, ısındıracak HAKİKAT İLMİ’nin bilgisiyle donanarak Firavunları şaşkına çevirebilmeli, Firavunların kölelerinin büyülerini bozabilmeli, insanlığı ve bütün varlığı ötelerin şarkısına hazırlayabilmelisin! Tıpkı Hz. İsa alayhisselâm gibi, hastalara hayat bahşedebilecek, hasta ruhlara ruh üfleyebilecek, körleşen zihinleri hakikatin hakikatine ulaştırabilecek, insanlığa, Hakkın yüce ilminden emdiğin İRFAN HAKİKATİ’ni armağan edebilmelisin. Ve tıpkı âlemlere rahmet olarak gönderilen bütün kelimelerin toplamı, hakikat ummanı, kâinâtın övüncü, kıvancı son peygamber Efendimiz (sav) gibi, ilk peygamberden itibaren,
Rahman’ın rahmeti gereği gönderdiği bütün mesajları bir araya toplayan Kurân-ı Hakîm ile insanların hakkı batıldan, iyiyi kötüden, hayrı şerden, tevhid’i şirkten ayırt etmelerini sağlayacak Furkân-ı Hakîm’in zihinlere, kalplere ve ruhlara seslenebilecek HİKMET HAKİKATİ’nin sırlarını sunabilmelisin bütün insanlığa! İnsanlık senin ilim, irfan ve hikmet menzillerindegerçekleştireceğin, insanlığın susuzluğunu gidereceğin yolculuktan devşireceğin hakikat medeniyetinin derûnî ilim ve fikir, ulvî sanat ve hayat verimlerine susamış durumda! İnsanlık, hakikatin özlü sözünün özlü bir dille dile, düşünceye, hayata aktarılmasını bekleyen öncü diriliş ve varoluş erlerinin sesini ve nefesini bekliyor nefes nefese… Görmüyor musun? O hâlde ne duruyorsun? Kalk ayağa öyleyse!
Türk İslamcılığı vs Kürt İslamcılığı?
Akif Emre Yeni Şafak- 31 Mart 2016 Ne var ki son dönemde bölgede yaşananlar karşısında elbirlik etnik ulusçuluğu özgürleşme gibi sunan liberal, sol, seküler, batıcı aydın yaklaşımı ile seküler Kürt çevrelerini benzer söylemle İslamcılığı da mahkum etme çabası, adeta defterini dürmek için bir tür şark kurnazlığına başvurması, medyatik hale getirilmesi de tesadüf değil. Devlet adına hükmeden muhafazakar kadroları ve uygulamalarını İslamcılık olarak yaftalayıp, Türk İslamcılığı ve Kürt İslamcılığı ayrımı üzerinden yeni bir retorik geliştiriliyor. Buna göre Türk İslamcılar devletle özdeşleştiler ve Kürt halkına devletle beraber zulmediyorlar. Bu iddia seküler Kürt milliyetçisi çevrelerle beraber kendilerini Kürt İslamcısı addeden kesimler adına da dillendiriliyor. Sosyolojik veri gibi bir gerçeklikten hareket ettiğini ima eden bu ta-
nımlama yani Kürt ve Türk İslamcılığı tanım düzeyinde bile gerçeklik bağını kaybetmiş durumda. İslamcılığın en önemli, alametifarikası sayılan İslam kardeşliği, ümmet fikri sadece Türkiye sınırlarını kapsamaz daha evrensel bir ideali kucaklama iddiasındadır. Kaldı ki sırf bu ümmet tasavvurundan dolayı İslamcı düşünürler ulusalcı seküler çevrelerce yerine göre Kürtçü, yerine göre Arapçı olmakla itham edildikleri vakıadır. Bu bağlamda siyasal tasarım olarak da muhafazakar, sağ ya da sol iktidar söylemleri ve pratikleri İslamcılık düşüncesi ile bağdaşmaz. Muhafazakar devlet erkinin güvenlik politikalarını İslamcılık şeklinde okumaya tabi tutarak İslamcılık mahkum edilmek istenmiyor, aynı zamanda bir TürkKürt İslamcılığı icat ediliyor.
Yarın bir canlı bomba saldırısında ölseniz arkanızdan yazılacaklar.
Yıldıray Oğur Türkiye- 20 Mart 2016 Barış Girişimi üyesiydiniz. Yüksekova için ne yapabiliriz toplantısına giderken geldi buldu sizi lanet. Girişiminiz sözcüsü olan güngörmüş sosyalist hanım -de harfinin yerinde ama ahlaksızca kullanımına bir örnek vererek sızlatacak kemiklerinizi: “PKK sen de dur” Hiç beklemeyin, İnsan Hakları Derneği, sizin insan haklarınızla hiç ilgilenmeyecek. Edilgen fiillerle Türkçe’ye işkence yapıp, gönül bağlarıyla bağlı oldukları katilinizin adını anmamak için susma haklarını kullanacaklar. Sadece onlar değil, dünyanın da umurunda olmayacaksınız. Türkiye’deki hükümetten hoşlanmadığı için Human Rights Watch bile katillerinizi incitmek istemeyecek. Daha kötüsü eğer oradan geçen bir Amerikalıysanız, ertesi gün Amerika’da yaşayan akrabalarınız New York Times’da katliamda
Erdoğan’ın rolü üzerine yazılmış makalelerden fazlasını okuyamayacaklar. İngiliz vatandaşıysanız daha da kötü. Ertesi gün The Times’da katilinizin patronunun güler yüzlü babacan bir fotoğrafı eşliğinde tehditleri yer alacak. Guardian’da “bu katliamın suçunu PKK’ya yıkıp Erdoğan’ı çok şımartmamak lazım” diyen makaleler çıkacak. BBC’de sizin canlı bombanın arkadaşları türkü söylerken poz verecek. Fransız vatandaşıysanız, hiç kimse sizi Elle dergisinin kapağındaki o güzel laik gerilla kızlardan birinin öldürdüğüne inanmayacak. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı bir Ermenisiniz diyelim. Cemaatinizin gazetesi bile PKK’yı kırmamak için bin takla atarak haberinizi verecek. Sabah evden çıkmadan önce izlediğiniz haber programının spikeri ertesi gün öldüğünüz saldırıdan ders çıkarıp dış politikayı değiştirmemizi, ABD, Rusya ve İran’la anlaşmamızı savunup, katilinizin son arzularını yerine getirmenin derdine düşecek. Siz öleceksiniz birileri katilinizi bırakacak ve cesetleriniz üzerinden katilinizin büyük patronu gibi konuşacak; Erdoğan gitmeli. Erdoğan’ı sevip sevmemeniz, AKP’ye karşı olup olmamanız kimsenin umurunda olmayacak. Sonra bütün bunları okuyup, otobüs bekleyen insanlar içinde kendini patlatmanın o kadar da adice, ahlaksızca, kalleşçe bir iş olmadığını düşünecek başka bir canlı bomba daha yola çıkacak. Arkasından en azından birilerinin fotoğrafından poster yapacağından, milletvekillerinin taziye çadırına gelip şehit olduğunu söyleyeceğinden emin olacak. Katiliniz dalga geçer gibi Doğa Jiyan (Yaşam) kod adını alarak çıkacak yola... Size torpil geçmeyecek, sizin kim olduğunuza, hangi partiye oy verdiğinize bakmayacak. Sonra... Nisan’16 • 55
Haber
Haber
KTÜ’de İslami Vakfa Saldıran Sol Faşistlere Müdahale Edildi
Üniversitelerden Haberler
T
AK Parti Eskişehir Üniversiteler Başkanı Altınkaynak’a Yapılan Saldırı Protesto Edildi.
E
skişehir’de 20 kişilik bir grubun Gezi Parkı olaylarında hayatını kaybeden Ali İsmail Korkmaz’ın üniversite içinde yapılan siluetine yazılan yazılar nedeniyle Hukuk Fakültesi öğrenicisi Musab Tayyib Altınkaynak’ı tehdit ettiği ileri sürülmüştü. Grup tarafından çekilen videonun sanal medyada yayınlanmasının ardından Altınkaynak’a destek eylemi yapıldı. Anadolu Üniversitesi Yunus Emre Yerleşkesi önünde toplanan yaklaşık 100 kişilik grup, sloganlar atarak Musab Tayyip Altınkaynak’a destek çıktı. Yapılan tehdide iyilikle karşılık vereceklerini söyleyen AK Parti Gençlik Kolları Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Özbey, “Üniversitelerde ve toplumun her alanında onların bize söylediği gibi putlarını, duvarlarını ve onların yazılarını karalamak için burada değiliz. Bizler onların gönüllerini aydınlatmak, kalplerini de kazanmak için buradayız. Gençlik teşkilatları olarak her ne yaparlarsa yapsınlar, onlara onlar gibi karşılık vermeyeceğiz. 81 vilayette tüm genç kardeşlerimiz ile beraber gerekirse hepimiz Anadolu Üniversitesi’ne yerleşeceğiz ve burada onlara bize gösteremediği hoşgörüyle, muhabbetle karşılık vereceğiz” dedi. “TERÖR DESTEKÇİLERİNİN OKULLARDAKİ VARLIKLARINI SONLANDIRMA YETKİLİLERİN GÖREVİ” Musab Tayyip Altınkaynak ise, yıllardır bazı gruplar tarafından tehdit edildiklerini söyledi. Eskişehir’de yetişmiş, şehrini seven bir Hukuk Fakültesi öğrencisi olduğunu belirten Altınkaynak, “Şeh-
rimizin demokratik, ifadenin güçlü olduğu ve özgür bir üniversite şehri olduğuna inanıyorum. Ancak bu şehrin kültürü ile alakası olmayan, hatta ülkemizin kültür ile inancıyla alakası olmayan, şiddetle beslenen ve her defasında faşizme karşı olduklarını dile getirdikten sonra en büyük faşizmin örneklerini sergileyen bu gruplarla mücadele ediyoruz. Biz sessiz çoğunluklarız. Bu çoğunluklarımızı hiçbir zaman bizim gibi düşünmeyenlere karşı zulüm etmek için kullanmadık. Fakat bizim gibi düşünmeyen insanların basına yansıyanların dışında adaletsiz, tehditkar ve zulmüne varan tavırlarına yıllardır maruz kalıyoruz. Şiddet yanlısı bu çetelerin kendi düşüncelerinden başka hiçbir fikre tahammülleri yoktur. Biz üniversitemizde yarının adaletini sağlayacak bireyler olarak, bu şiddet tarafların hoş görülmesinden ve küçük cezalarla geçiştirilmelerinden bıktık. Bu üniversitelere çocuklarını gönderen ailelerin şiddet yanlılarına müsamaha gösterildiği bir okulda öğrenim görmek istemeyeceklerini biliyoruz. Terör destekçilerinin okullardaki varlıklarına son verme sorumluluğu başta yetkililer olmak üzere tüm Eskişehir halkınındır” diye konuştu. İHA
Berlin Teknik Üniversitesi’nde Mescid Kapatıldı: Cuma Namazı Bahçede Kılınıyor!
B
erlin Teknik Üniversitesi’nde yaklaşık 50 yıldır kullanılan mescidin kapatılmasının ardından öğrenciler cuma namazını üniversitenin bahçesinde kılıyor. Berlin Teknik Üniversitesi’nde yaklaşık 50 yıldır kullanılan mescidin 14 Mart itibariyle kapatılması ve spor salonunda cuma namazı kılınmasına izin verilmemesinin ardından öğrenciler cuma namazını üniversitenin bahçesinde kılıyor. Müslüman öğrenciler cuma namazını eda etmek için üniversitenin ana binasının arkasında bulunan bahçede toplanıyor. Buradaki çimlere serdikleri karton ve seccadeler üzerinde oturan ve hutbeyi dinleyen öğrenciler daha sonra cuma namazını kılıyorlar. “Dışarıda Namaz Kılmaya Devam Edeceğiz” Üniversitedeki 4 Müslüman derneğinden biri olan Yemenli Öğrenciler Derneği’nden Haşim el-
56 • Nisan’16
Kuhlani, AA muhabirine yaptığı açıklamada, üniversite yönetiminin kararını değiştirmediğini ve daha önceki argümanları öne sürerek cuma namazı için tahsis edilen spor salonunu ve mescidi kapalı tuttuğunu söyledi. “Biz buna alternatif olarak dışarıda, bahçede namaz kılıyoruz. Bir şeyler değişene kadar dışarıda namaz kılmaya da devam edeceğiz.” diyen elKuhlani, üniversite yönetimiyle her zaman görüşmeye hazır olduklarını yineledi. Müslüman öğrencilerin vakit namazlarını da üniversitenin çeşitli yerlerinde kıldıklarını anlatan el-Kuhlani, şu anda üniversitenin sömestir tatilinde olduğunu, 2 hafta sonra yeni dönem başladığında yüzlerce kişinin bahçede namaz kılacağını söyledi.
D
Öğrencilerden Dicle Üniversitesi Yönetimine Protesto
icle Üniversitesi öğrencileri, Bilge Gençlik Kulübünün düzenlemek istediği ‘İslam Coğrafyasında Yaşanan Mazlumiyetler’ adlı konferansa üniversite yönetimi tarafından izin verilmemesine yaptıkları basın açıklamasıyla tepki gösterdi. Diyarbakır Dicle Üniversitesinde 4 yıl önce kurulan Bilge Gençlik Kulübü, ‘İslam Coğrafyasında Yaşanan Mazlumiyetler’ adlı konferans düzenlemek için üniversite yönetimine başvuruda bulundu. Etkinliğin düzenlenmek istendiği tarihin geçmesine rağmen üniversite yönetiminin olumlu ya da olumsuz herhangi bir cevap vermemesi tepkilere neden oldu. Üniversite yönetiminin tavrını eleştiren öğrenciler, basın açıklaması yaparak duruma tepki gösterdi. Merkezi Öğrenci İşleri binası önünde toplanan öğrenciler, ‘Baskıcı rektör istemiyoruz’, ‘İslami gençlik engellenemez’, ‘Üzülme, gevşeme, Allah bizimle’ sloganları atarak, ‘Bilgeler Cehalet Kıskacında’, ‘Susmadık, Susmuyoruz, Susmayacağız’ ve ‘İslami Gençlik Durdurulamaz’ yazılı pankartlar açtılar. Bilge Gençlik Kulübü adına açıklamayı okuyan Yasin Dursun, Dicle Üniversitesi Rektörlüğünün art niyetli ve lakayt tavrını asla kabul etmeyeceklerini söyledi. Üniversite gençliğinin ihyasına yönelik çalışma yapmak amacıyla yola çıktıklarını hatırlatan Dursun, “Üniversitedeki etkinliklerimizi resmi prosedürleri yerine getirerek YÖK’ün bize tanıdığı haklar çerçevesinde yapmaya çalıştık. Yapmaya çalıştığımız bu hayırlı faaliyetler, bir takım kirli odakları rahatsız etmiş olacak ki, kulübümüze, farklı zamanlarda çeşitli saldırılar gerçekleştirdiler. Allah-u Teâlâ’nın izni ve yardımıyla tüm bu saldırıları bertaraf edip, yılmadan ve yıkılmadan yolumuza devam ettik. Bizleri fiili saldırılarla yıldıramayacaklarını anlayan bu şer odakları, İslami kimliğe bürünmüş üniversite yönetimindeki kuklaları aracılığı ile kulübümüze faaliyet yaptırtmama yoluna başvurmuştur.” dedi. İLKHA
rabzon’da KTÜ Öğrenci Konseyi tarafından Ensar Vakfı, Türk Kızılayı, KADEM, Trabzon İHH ve Trabzon Lösemi ve Engelli Gönüllüleri Vakfı’nın katılımıyla, ‘Kâr Amacı Gütmeyen Toplulukların Tanıtımı’ adlı toplantı düzenlendi. KTÜ Atatürk Kültür Merkezi’nde yapılan toplantıya, KTÜ Öğrenci Kolektifi mensubu Sol-Faşistlerce müdahale girişiminde bulunuldu. Ellerinde “Sapık Zihniyetiniz ve Kanlı Elleriniz Üniversiteye Giremez!” yazılı pankart ve attıkları “Katil İHH ,Tecavüzcü Ensar”, “Gericiler Dışarı, Üniversiteler Bizimdir!”, “Tecavüzcü Ensar, İşbirlikçi AKP” sloganlarıyla toplantının yapıldığı alana doğru yürüyen Sol-Faşistler burada özel güvenlik tarafından durdurulmaya çalışıldılar. Karaman’daki çocuk istismarı olayını bahane ederek Ensar Vakfı ve İHH üzerinden Müslümanlara sataşmayı sürdüren Sol-Faşistler engellenince saldırmaya kalkıştılar. Alana intikal eden çevik polis duruma müdahale ederek Sol-Faşistleri alandan uzaklaştırdı. Basın açıklaması yapan Sol-Faşistler burada da attıkları “Katil IŞİD, İşbirlikçi İHH” sloganı, “Cihatçı çetelere yardım gönderen İHH” ve “45 çocuğa tecavüz eden Ensar Vakfı” gibi söylemlerle tahriklerine devam ettiler. Açıklamalarında bu toplantıyı yaptırmayacaklarını ısrarla tekrar eden Sol-Faşistler barikat kuran çevik kuvvet ekiplerine taşlıyumurtalı saldırı gerçekleştirdiler. Bunun üzerine duruma bir kez daha müdahale eden çevik kuvvet ekipleri 25 kişiyi gözaltına aldı. HaksözHaber
Nisan’16 • 57
Etkinlik
Etkinlik
Bir Fotoğraf Bin Şiir 2016 ŞİİR YARIŞMASI rihi
Son Katılım Ta
19 Şubat 2016
Bir Fotoğraf Bin Şiir Yarışması Ödülleri Sahiplerini Buldu!
“Bir Fotoğraf Bin Şiir” Yarışması Dereceye Giren Eserler Ödüller • Birinciler: 1.500¨ • İkinciler: 1.000¨ • Üçüncüler: 500¨ • Mansiyon Ödülleri • Sürpriz Hediyeler
Not: Yarışma ortaokul ve lise olmak üzeri iki kategoride düzenlenmiştir. Başakşehir Mh. Mimar Kemalettin Bulvarı Şehzade Sk. No:13 B Blok D:1 Onurkent Başakşehir/İST
Tel: (0212) 488 17 63 Gsm: 0 541 559 30 89
G
enç Öncüler Gençlik Hareketi ve Başakşehir Kültürevi Derneği işbirliği ile Başakşehir bölgesindeki ortaokul ve lise öğrencileri arasında düzenlenen “bir fotoğraf bin şiir” temalı şiir yarışmasında ödüller muhteşem bir gece organizasyonu ile sahiplerini buldu. Başakşehir Mehmet Emin Saraç Kültür Merkezini hınca hınç dolduran davetlileri önce Enes Kunter ve ekibinin müzik şöleni karşıladı. Kunter ve ekibinin söylediği türkülere hep bir ağızdan eşlik eden davetliler keyifli anlar yaşadı. Ardından Muhammed Emrullah Güven harika kıraati ile Kur’an’ı Kerim’in eşsiz anlamını gönüllere nakşetti. Kur’an tilavetinin akabinde kürsüye çıkan Başakşehir Kültürevi Derneği başkanı Av. Muammer Çınar takdim konuşmasında şu sözleri ifade etti; “Sizler ümidimiz, geleceğimiz, ezilen Müslümanları ayağa kaldıracak önder adaylarısınız. Genç enerjiniz ile ağabeylerinizin tecrübelerini bir araya getirdiğinizde harika işlere imza atacaksınız. Sizler Fatihin İstanbul’u fethettiği yaştasınız. Unutmayınız ki, tarihte önemli şahsiyetlerin tamamına yakını, Hz Peygamberin etrafındakilerin çoğu sizin yaşınızdaki gençlerden oluşmaktaydı. Sizler yönetilen değil yöneten, tüketen değil üreten, alanında ilkler olmalı-
58 • Nisan’16
www.genconculer.com
sınız. Bu anlamda internetin pasifi, bağımlısı değil yazılımları yapan olmalısınız. Pahalı telefon taşımanın, son model bilgisayar kullanmanın, sizin değerinize bir şey katmayacağını bilemeli ve bu ürünleri yapan, icat eden, ürünlere yeni katkılarda bulunan olmalısınız. İlmi çalışmalarla ülkemizi layık olduğu seviyeye getirmeliyiz. Bilmeliyiz ki gençliğimizi Allah rızasına uygun kullanıp kullanmadığımızdan hesaba çekileceğiz. Bizim ve sizin örneğiniz Hz. Yusuf’tur. Hz. Meryem’dir. Yeni bir telefon ya da bilgisayar aldığınızda ilk olarak nasıl kullanma kılavuzuna bakıyorsanız, bizi yaratan Allah’ın bize bir mektubu ve insanı tanımlayan, insanın kullanma kılavuzu mesabesinde olan Kurân’ı çokça okumalıyız. Anlamaya çalışmalıyız.” Slayt Gösteriminin ardından Başakşehir Kültürevi Derneğinin gençlik kollarının hazırlamış olduğu zeybek oyunları gösterisi ilgi ile izlendi. Sahne performansıyla profesyonel halk oyunları ekiplerini aratmayan gençler davetliler tarafından dakikalarca alkışlandılar. Dereceye giren şiirler şu şekilde sıralandı; Ortaokul kategorisi 3. “Sahipsiz Sokaklar” şiiri ile Başakşehir İMKB ortaokulundan Nazlı Can, Ortaokul kategorisi 2. “Büyürken Unutulur Tüm Şarkılar” şiiri ile Mehmet Emin Saraç İmam Hatip ortaokulundan Emine Hafsa Demir, Ortaokul kategorisi 1. “Savaşın Çocukları” şiiri ile Özel Çınar Ortaokulundan Elif Eylül Gürkan, Lise kategorisi 3. “Gel Kardeşim” şiiri ile TOKİ Kayaşehir Anadolu Lisesinden Burak Karoğlu, Lise kategorisi 2. “Bir Avuç Bahar” şiiri ile Celalettin Ökten Anadolu İmam Hatip Lisesinden Hüsna Baş, Lise kategorisi 1. “Tarih Yazsın” şiiri ile Öğrenciden Armağan Anadolu Lisesinden Yusuf Çağrı Erdoğan.
www.kulturevi.org.tr T.C. MİLLÎ EĞİTİM BAKANLIĞI İSTANBUL - BAŞAKŞEHİR İLÇE MİLLÎ EĞİTİM MÜDÜRLÜĞÜ
www.mecratur.com.tr
www.okulmarket.net (Okul Armaları, kupa, plaket, madalya,rozet, kravat,amerikan kravatı,fular,broş bez arma, dokuma arma, sınıf tabelaları,okul cephe tabelaları,atatürk köşesi afiş, ata posterleri,yaka kartları ve istekleriniz....)
TARİH YAZSIN
BİR AVUÇ BAHAR
Boyundan büyük acılarının resmi gibi sırtındaki ceketin, Adımların ne de ürkek tıpkı yüreğin gibi, Elinde kalana sarılıp hayata dair gayretin, Duruşun tüm cihana gerçeği haykırır gibi.
Açarsa bir gün tarlalarda gelincik Kokla beni için, saklayıver göğsüne Papatyaları derle şöyle bir avuç… Şehit olmuş kardeşinin üstüne.
Saçlarına sinen barut kokusu, umutlarını yakan nefret ateşiyle Kaç kez yaralandı en derininden masumiyetin. Kardeşine sarılarak yürürken belirsizliğe, İnsanlığın, ümmetin gözünü açmak mı niyetin? Ne büyük misyonlar edindin küçücük çağında, Karanlıklar aydınlanır mı resmini çizdiğin ufukta? Prangaları, ölümleri sürükleyip ardında, Savaşlara akan kana “dur” demeye mi azmettin? Hep dik dur çocuk, böyle cesurca yürü! Yarınlar zafere gebe, toprağa gömdün dünü, Yoldaşın melekler senin elinden Rahman tutsun, Gelecek güzel günler, çektiklerini unutursun, İnsanlık uyansın, tarih yazsın bugünü!
Sakla anılarımızı, koyuver taşımın yanına Umutlarımız bir gül dalında, açacaktır bahara. İlkbaharı derle şöyle bir avuç… Saç sonbaharın solgun, renksiz yüzüne. Kokladın mı toprağımı, bağımı, bayrağımı. Dökün benim için, toplayıver eline. Hasreti, ölümü derle şöyle bir avuç… Saç umudu mahzun kalmış yurduma. Ben görürüm güneşi, baharı, yazı, kışı… Seninle beklemiştik menzildeki düşmanı Teselli et babamı, canımı, anamı… Biz damarda kanı değil, vatanı taşımıştık.
Hüsna BAŞ Lise Kategorisi 2. si
Yusuf Çağrı ERDOĞAN Lise Kategorisi 1. si
Nisan’16 • 59
Etkinlik
Etkinlik
GEL KARDEŞİM
SAVAŞIN ÇOCUKLARI
Ne olursa olsun rengin, dinin, seçimin ve hürriyetin, İsterse farklı olsun fikrin, zikrin ve ilmin, Yeter ki insana sevgiyle dolu olsun kalbin, Birlik için, candan öte can olmaya, gel kardeşim.
Renklerin siyahla beyaza büründüğü yerdeyim Yolların karardığı yerde Sonsuzluğa uzanan kumların üzerinde, Derin düşler içindeyim.
Puslu ve karanlık rüyalardan, aydınlık ufuklara, Yerle yeksan olmuş insanlıktan, en uç doruklara, En berbat insani emirlerden, İlahi buyruklara, Dirlik için, varıma var olmaya, gel kardeşim. Ne savaş tutalım, ne de ayrı düşelim, Varsa elinde eteğimde bir ekmek, gel pay edelim, Sen aç ben tok olmasın, inancımızı tam eyleyelim, Birlik için, serden öte geçmeye, gel kardeşim. Bu yalan dünyaya inat, omuz omuza denk düşelim, Aynı bayrak uğruna, aynı toprak altına helalleşelim, Hakk yolunda Rıza-i İlahi için gayret edelim, Dirlik için, Hak yola kurban olmaya, gel kardeşim. Güler iken ağlar iken hep birlik olalım, Ruh ile bedeni cem edip, can olalım, Hakk’tan hayırlısıysa hep birlik yaşayalım, Gül kardeşine gül vermek için gel kardeşim.
Burak KAROĞLU Lise Kategorisi 3. sü
Üşüyorum, ruhum bedenimden soğuk Ciğerimi saran bir ses, boğuk boğuk Adımlarım ağır, adımlarım ürkek Korkuyorum, sanki beni ele verecek. Gözlerime inen karanlık Boğazımda düğümlenen hıçkırık Biliyorum birazdan yine soracak Dilim tutulacak, boynum bükülecek Biliyorum yalanların da bir sonu olacak Geride kalan hayatların da Nasıl anlatayım çocuk Bundan böyle anayım ben babayım da Sırtımızda babamdan miras tek hatıra Cebimde bir avuç toprak annemden kalan Kulaklarımda bombaların sesi Kollarımda kuruyan kan Şimdi ben ıssız çölün ortasında Kendimi bırakıp senin için yaşarken Nasıl anlatayım çocuk Sus, sorma ne olur Belki evimiz de olur Sığınacak bir ülkemiz Sevgi dolu dostlarımız olur belki Bak parkası da babam kokuyor buram buram Biliyorum acıkmazsın sen Benim kadar üşümezsin de Korku nedir bilmezsin biliyorum Sezgilerini de
BÜYÜRKEN UNUTULUR BÜTÜN ŞARKILAR Çocuğum ben su üzerinde uyur gibi, giderim buradan. Adımlarım yavaş olsa da Kaçıyorum hepinizden… Ben daha küçücük, daha az suçlu… Durun! Ben suçlu bile değilim. Bilirim, her hatanızı bende bilirsiniz. Siz büyürken sevmeyi, oyunları, şarkıları unuttunuz. En sevdiğiniz şarkı, isimlerinizden sonra gelen alkışlar oldu. Siz duymadınız gülüşlerimi; Unuttuğunuz şarkıyı duymamak için kapadınız kulaklarınızı. Ben ışığa kaçarken, Belinize bağladığınız karanlıkla kovaladınız beni Karanlıktan korkmam ben; Duvarlarınızdan, tel örgülerinizden.
SAHİPSİZ SOKAKLAR Beni sensiz büyüttü hayat. Kokusu vardı burnumu yakan. Sesi vardı, her çocuğun birbirine karışan sesi... Kollarını bana sımsıkı sardığında, anladım bir rüyaydı. Uyandığımda yine geceye sarılacaktım. Sahipsiz bu sokaklar benim evim. Neden? Neden terk ettiğinden beri, anlamlı sen? Küçük ellerim büyüdü, yüzümü örtüyor artık. Her gün havasını soluduğum sokaklar, içine hapsetti beni. Gecenin lekesi var tırnaklarımın arasında! Yalnızlık var işin ucunda , Korkuyorum, umudumu kaybetmekten korkuyorum. Geri gelemeyeceğini bile bile düşlüyorum. Kararan hava sessizliği mahkum ediyor . Ve gece, yine hiçbir yere ait olmadığımı, Yüzüme soğuk rüzgarıyla tokatlıyor.
Sessiz adımlarla bir sokağı daha yarıladım. Çok değil hemen şimdi suda yürüyeceğim Kimse görmeden gözlerimi, Kimse duymadan gülüşlerimdeki şarkıyı.
Yokluğunda bile varlığın devam ediyor. Her harf seni anlatıyor . Sahipsiz sokakların çocukları...
Emine Hafsa DEMİR
Nazlı CAN
Ortaokul Kategorisi 2. si
Ortaokul Kategorisi 3. sü
Ama ne olur sorma çocuk Her şeyi sor da onu sorma Çünkü annemi ben de özledim Ben de
Elif Eylül GÜRKAN Ortaokul Kategorisi 1. si 60 • Nisan’16
Nisan’16 • 61
Etkinlik
Etkinlik
Genç Öncüler’den “Evsizler” Temalı Kısa Film Yarışması
H
ayata geçirdikleri projelerle toplumda farkındalık oluşturan Genç Öncüler Hareketi yeni bir etkinliğe daha imza atıyor. Genç Öncüler, ülkemizde gittikçe yaygınlaşan kısa film çalışmalarına destek vermek ve misyonuna uygun çalışmaların ortaya çıkmasını sağlamak amacıyla “Genç Öncüler Kısa Film Yarışması” düzenleniyor. Türkiye’nin sinema rehberi Sinefesto’ nun katkılarıyla yapılan ve bu yıl ilki düzenlenecek olan yarışmanın teması da benzerlerinden epey farklı. ‘Evsizler’ temalı kısa film yarışması ile hem sosyal bir farkındalık oluşturmak hem de genç sinemacılara destek vermek amaçlanıyor. Genç Öncüler toplumun acı bir gerçeği olan evsizlerin durumunu gündeme taşımayı, toplumun bu konunun çözümüne yönelik çalışma üretmesi için bir hareket noktası oluşturmayı hedefliyor. Yarışma aynı zamanda üretken genç ve yetişkinlerin kurmaca, belgesel, deneysel ve animasyon niteliğindeki çalışmalarını desteklemeyi; kısa filmin önemini vurgulayıp gelişimine katkıda bulunmayı ve geleceğin sinemacıları olacak yeteneklerin keşfedilmesini amaçlıyor. Basın tanıtım yemeğini Sultanahmet Rast Hotelde gerçekleşen yarışmanın gerek kamuoyunda gerek jüri üyelerinde büyük bir heyecan uyandırdı. Basın toplantısında konuşan Genç Öncüler Derneği Gençlik Hareketi Başkanı Orhan Özer, yarışmayı hem sosyal farkındalık oluşturmak hem de genç sinemacılara destek vermek amacıyla düzenlediklerini kaydetti. Özer, toplumda unutulan değerlere yeniden dikkati çekmek istediklerini ifade ederek, ‘Yakın tarihimizde mesela Osmanlı döneminde sadaka taşları vardı ve insanlar öyle bir güven içerisindeydi ki, ihtiyaç sahiplerine her türlü ihtiyacı alabilecekleri bir yere her türlü maddi yardımda bulunabiliyorlardı ama bugün ne yazık ki ihtiyaç sahibi bir insana elini açan insanlara bile bir tebessümü fazla gören bir toplum haline geldik’ görüşünü savundu. Bireyselleşmenin ve sekülerleşmenin arttığı bir toplumdan, yardımlaşmayı yeniden önceleyen bir top-
62 • Nisan’16
luma ulaşmak gayretinde olduklarını dile getiren Özer, misyonlarına uygun bir çalışma olarak kısa film yarışmasını da çalışmaları arasına eklediklerini aktardı. Yarışma jürilerimizden Cihan Aktaş genelde etrafındaki olaylara tepkisiz ve duyarsız olarak bilinen gençlerden böyle bir yarışmaya öncülük ettikleri için büyük heyecan duyduğunu ve gelecek için daha ümitli olduğunu vurguladı. Sinema eleştirmeni ve jüri üyesi İhsan Kabil de kısa film çalışmalarının son yıllarda arttığının altını çizerek, “Sinemayla ilgili çekim teknikleri gelişti, kameralar gelişti, dijitalize oldu bütün süreçler. Bu anlamda birçok insan için ulaşılabilir oldu film çekme eylemi” dedi. Kabil, görsel kültürün yazılı kültürle rekabet ettiğine dikkati çekerek, şu bilgileri verdi: “Görsel kültürün yazılı kültürün biraz önüne geçmesi ve yaygınlaşması hasebiyle gençler biraz daha meyyal kısa film konusuna. Kısa film yarışmaları, gösterimleri, haftaları da git gide yaygınlaşıyor. Belediyeler, kurumlar, kuruluşlar, vakıflar ve dernekler çok değişim temalarda yarışmalar ve gösterimler düzenliyor. Kısa filmler, gençlerin kurduğu ortak bir dile dönüşüyor. Bu yüzden kısa filmleri gençlerin çok aktif oldukları, verimli, yapıcı bir gelişme olarak yorumluyorum.” Kısa Film kurulu yarışmaya geniş çevrelerden katılımın olduğu ve Kültür ve Turizm Bakanlığı destekli projelerinde içinde yer aldığı Kurmaca, Deneysel ve Belgesel tarzında birçok filmin katıldığı yönünde bilgi verdi. 24 Nisan’da Fatih Ali Emiri Kültür Merkezinde saat 18:00’da ödül töreni gerçekleşecek olan ve ödül alan filmlerin gösteriminin olacağı yarışmaya tüm dostlarımızı bekliyoruz.
Gelenekten Geleceğe Akıl ve Zeka Oyunları Turnuvasında Final Heyecanı
G
enç Öncüler Gençlik Hareketi ile İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü arasında imzalanan protokol ile uygulamaya geçilen Akıl ve Zeka Oyunları turnuvalarının finalleri Araştırma ve Kültür Vakfı Genel Merkezi salonunda 5 İlçe 32 okuldan toplam 64 öğrencinin katılımı ile 2-3 Nisan tarihlerinde gerçekleşti. Geleneksel zeka oyunlarımızdan Mangala, Dokuz Taş ve modern zeka oyunlarından Engel ve Reverse oyunlarının oynatıldığı turnuva finalinde öğrenciler ve
öğretmenlerin heyacanı görülmeye değerdi. Bundan sonraki süreçte seçilen pilot okullarda “oyun çocuğun en ciddi işidir.” Mottosuyla ile akıl ve zeka oyunları akademileri kurulması planlanıyor. “Aklını kullanan ama aklını kutsallaştırmayan bir nesil” sloganı ile açılacak olan akıl ve zeka oyunları atölyeleri ile stratejik düşünebilen, öngörü sahibi, analitik düşünebilen, problem çözebilen nesillerin yetişmesi amaçlanıyor.
Liseli Genç Öncüler Macera Parkındaydı!
U
zun bir aradan sonra liseli kardeşlerimizle tekrar bir sosyal faaliyette buluşma fırsatı bulduk. Geceleyin birlikte kalıp hem film izleme hem de muhabbet etme imkânı bulduğumuz kardeşlerimizle eğlenceli olduğu kadar yorucu bir gecenin ardından sabah erkenden “MACERA PARKI” na doğru yola çıktık. Enerjimizin son damlasına kadar kullandığımız eğlenceli ve adrenalin dolu saatler geçirdik. Şehir hayatı içinde pekte hemhal olamadığımız ağaçlar ve ormanla iç içe olma fırsatı bulduk. Daldan dala, ağaçtan ağaca geçerek yüksekliğin ve heyecanın tadını güvenli bir şekilde doyasıya çıkardık. Her ne kadar program sonunda ellerini kaldıracak takati kalmasa ’da kardeşlerimizden memnun olduklarını duymak güzeldi. Bir sonraki programımızın planları için şimdiden kolları sıvadık. Tüm liseli kardeşlerimizi programlarımıza bekliyoruz.
Nisan’16 • 63
Şiir
Fotoğraf
Kırık Gülle Uzanan Feyza Acısu anısına… Sen bilmezsin bu akşamları Çiçeğe durmuş bir kalbin haykırışları duyulur. Ucu sonsuza uzanan zincire Kuş olup uçan soluklar vurulur.
Beyzanur Yaşaroğlu
Hazan dolu bir gün batımında, Nazlı bir menekşe yaprağındaki son damla Ve üzerine yağmur serpiştirmiş peygamber çiçeği kokusuyla Zindan olmuş gibi bu şehir. Herkes kendi türküsünü söylüyor Ama kimse kimseyi duymuyor. Karanlık bir beden boğuşmasının ardından kalan, Baş şahidesinde duvak ayak şahidesinde kırık gülle uzanan Bunca büyümüşlüğüne rağmen Susmaya talip olan Ve toprağın gözlerinden akarak Büyüyen anne sabrıdır Zamana yenilmekten kurtaran. Belki diyorum kendi kendime. Böyle de Mümkündür Huzur’a varmak…
Betül KAYALI
64 • Nisan’16
Nisan’16 Ocak’16 • 65