Genç Öncüler- 109- KÖLE OLMAYACAĞIZ

Page 1

9 771307 007016

ISSN 1307-007X

09

KÖLE OLMAYACAĞIZ

| BİR HİLAL UĞRUNA | DARBE

|

BİR 17 AĞUSTOS HATIRASI


EDİTÖR'DEN

Allahın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun. Sahibi PINAR YAYINLARI A.Ş. Adına Şemsittin ÖZDEMİR Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Furkan Gençoğlu Yayın Sorumlusu Mehmet Semih Özdemir Yayın Kurulu Furkan Gençoğlu Mehmet Semih Özdemir Ahmet Semih Şenlikoğlu Furkan Rıza Demirel Dücane Demirtaş M.Salih Demirtaş Osman Zinnur Aksu Sümeyye Akgül Zozan Demirci Ayşenur Özdemir Senanur Yaşaroğlu Gülsüm Cemile Damar Bu Sayıya Katkıda Bulunanlar Furkan Gençoğlu M.Salih Demirtaş Tunahan Elmas Ömer Deniz Övün Zeyneb Rabia Genç Vefa Güzel Dücane Demirtaş Furkan Rıza Demirel Sümeyye Güven Mahinur Özdemir Erkam Köseoğlu Elif Yaşaroğlu Bestami Kaplan Mehmet Ekrem Ceylan İsmail Yasin Avcı Enes Günaslan Aygül Erdemir Mücahid Keskinoğlu Toleuzhan Galiyeva Şeyma Dokak Esmanur Kılıçbay Mevhibe Tipi Adres İskenderpaşa Mah. Yeşiltekke Sok. No:4/1 Fatih / İSTANBUL genconculereyaziyorum@gmail.com Görsel Yönetmen Tekin Öztürk Grafik Tasarım Projesanat Tan. Org. Tel: 0212 640 20 90

www.projesanat.com.tr

Baskı Sanatkar Ofset Son. Tic. Ltd. Şti. Maltepe Mh. Litros Yolu 2. Matbaacılar Sit. 4NF/4-5 Topkapı / İST. Tel: (212) 567 39 40-41

Sevgili Arkadaşlar osna cihadı devam ederken bir gün Aliya Saraybosna sokaklarında yürürken bir kadın yaklaşmış. Demiş; “Aliya korkumuyor musun?” Aliya demiş evet korkuyorum. Korkuyorum ama yürümemi gerektiren sebepler, korkmam gereken sebeplerden fazla. Evet yürüdük hepimiz 15 Temmuz gecesi,özgürlüğümüzü kazanmak, korku duvarlarını yıkmak için yürüdük. Minarelerin süngü, kubbelerin miğfere dönüştüğü o anlarda hiç arkamıza bakmaksızın yürüdük. Korkumuza esir düşersek, ömür boyu esaret altında kalacağımızın bilinciyle yürüdük. Hani diyorlar ya yürümekle yollar aşınmaz. Yürümekle yollar aşındı o gece, yollar şehitlerin kanları ile sulandı. Öleceksek adam gibi ölmek için yürüdük. Sizin için farklı bir sayı hazırlamıştık aslında bu ay. Üniversitelerden bahsedecektik, üniversite hayatının keşmekeşinden, güzelliklerinden, farklı dinamiklerinden bahsedecektik. Otuzunca sayfadan itibaren hazırladığımız içerikleri okuyabilirsiniz. Çalışan üniversitelileri, bölümlerini anlatan, üniversitelerini tanıtan arkadaşları okuyabilirsiniz. İlk otuz sayfa ise o gece yaptığımız şahitliği yazdık. Havalimanı yolundaki şahitliğimizi, köprünün üstündeki şehadete tanıklığımızı yazdık. Tarihe not düşmek için “böyle darbe olur mu?” diyenlere “evet olur” cevabını verdik. Neden köle olmayacağımızı haykırdık. Bir hilal uğruna şehit olanları hatırlattık. Darbe girişiminin dünya yansımalarını aktardık. Genç Öncülerin genç yazarları olarak temel gayemiz, toplumsal yaşamımızda karşılaştığımız iyilikleri,kötülükleri,kolaylıkları, sıkıntıları siz değerli okurlarımıza en anlaşılabilir şekilde aktarmaktır. Kadromuz adaletle şahitlik vazifesini unutmayarak, bu bilinçle yazılarını kaleme almaktadır. Çünkü bu bize inandığımız rabbimizin vahiyle sabit kıldığı bir görevdir. Çıkarttığımız bütün sayıları bu görev bilinci ile çıkartıyoruz. Bu çalışmamızın hayırlara vesile olmasını diliyor, keyifle okumanızı temenni ediyoruz. Allah’a emanet olun. Ey inananlar! Kendinizin, ana babanızın ve en yakınlarınızın aleyhine dahi olsa, adaleti titizlikle ayakta tutan ve sırf Allah için şahitlik eden kimseler olun. (Şahitlik ettikleriniz) zengin veya fakir de olsalar (adaletten ayrılmayın)! Çünkü Allah her ikisine de (sizden) daha yakındır. Öyleyse, kendi boş arzu ve heveslerinize uymayın ki adaletten uzaklaşmayasınız. Eğer (gerçeği) çarpıtırsanız ya da (şahitlikten) kaçınırsanız, biliniz ki Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır. Nisa/135

B

Ağustos’16 • 1


Agustos 2016 • Sayı 109 • Yıl 12

4

ALLAH EMRİNDE GALİPTİR

KÖLE

OLMAYACAĞIZ

Dücane DEMIRTAŞ

Furkan GENÇOĞLU

Modern Rasyonalitenin Mağdurları Olarak Dile Tabi Olmak Enes GÜNASLAN 46 Köle Olmayacağız / Furkan Gençoğlu................................................... 4 Allah Emrinde Galiptir / Dücane Demirtaş................................................................. 7 Böyle Darbe Olur Mu ? / Tunahan Elmas....................................................................... 10 Cuntaya Karşı Metafizik Başkaldırı / Ömer Deniz Övün................................................. 16 Minareler Süngü, Müminler Asker / Muhammed Salih Demirtaş.................................... 17 Bir Hilal Uğruna / Zeyneb Rabia Genç.......................................................................... 20 Aylardan Temmuz Günlerden Darbe / Mahinur ÖZDEMİR................................................ 22 Film Değildi Gerçekten Darbeydi! / Furkan Rıza Demirel................................................. 24

7

MİNARELER SÜNGÜ MÜMİNLER ASKER

Dostluk

Aygül ERDEMİR

Muhammed Salih DEMİRTAŞ

Darbe / Sümeyye GÜVEN............................................................................................ 27 Bir Gece / Vefa GÜVEN............................................................................................... 28 Dış Müdahale Aracı Olarak Üniversiteler / Dücane Demirtaş........................................... 30 Çalışan Üniversiteliler .................................................................................................. 31 Üniversite Hayatıma Adımlar / Toleuzhan Galiyeva....................................................... 34 Bize Bölümünü Anlat / Erkam Köseoğlu........................................................................ 36 Bize Bölümünü Anlat / Zuhat Çavga............................................................................. 38 Bize Üniversiteni Anlat................................................................................................. 40 Kudüs Ey Kudüs! / İsmail Yasin Avcı............................................................................. 42 Modern Rasyonalitenin Mağdurları Olarak Dile Tabi Olmak / Enes Günaslan.................... 46 Dostluk / Aygül Erdemir.............................................................................................. 50 Bir X’e Verilen En Güzel Değer: Malcolm X / Mücahid Keskinoğlu.................................... 52 Bir 17 Ağustos Hatırası / Muhammed Salih Demirtaş................................................... 56 Basından Yansıyanlar..................................................60

17 2 • Ağustos’16

50

Üniversitelerden Haberler............................................63 Alçaklığa Karşı Bildirimizdir......................................... 65 Ağustos’16 • 3


Karantina

Karantina

KÖLE

OLMAYACAĞIZ Furkan GENÇOĞLU

G

ecenin karanlığına andolsun. Şehitlere ve onların yetimlerine andolsun. Andolsun tankların altına yatan ülkemin kahramanlarına. Andolsun fecrin doğuşuna. Andolsun minarelerden okunan kurtuluş çağrılarına. Sancağını alıp yola düşenlere andolsun. Andolsun canlarını Allah’a satanlara. Andolsun Allah’a verdikleri sözü tutanlara. Tekbirlerle vuruşanlara andolsun.

Saat 23:00 suları. Türkiye Gençlik Vakfı Maslak Kimyayı Saadet erkek öğrenci yurdunda abdestler alınıyor. Alınlar secdeye varıyor, misafir Fas’lı kardeşlerimizin imametinde. Sonrasında en güzel kıyafetlerimi giyiyorum odamda. Toplanıyoruz ve diyoruz ki; şimdi yola koyulmazsak, şimdi korkarsak ömür boyu korkacağız ve ömür boyu tutsak kalacağız. Sabahın ilk ışıklarında, namlular üstümüze dayandığında korkakça teslim ol-

mayacağız. Biz, namlular üstümüze dayanmadan, gideceğiz ve namluların üstüne koşacağız. Reisin dediği gibi; “öleceksek adam gibi öleceğiz.” Bu halis duygularla çıktık yola. Tüm arkadaşlarımızın gözlerinden ışıklar saçılıyordu. Ve bir ses yankılanıyordu kulaklarımda. Peygamber ölünce ümmetin içinde fitne çıkartmaya kalkanlara karşı kükreyen Hz. Ömer’in sesiydi bu. “Muhammed öldü diyenin kellesini uçururum.” Biz de Hz. Ömer öfkesindeydik o anlarda. Tayyip Erdoğan ölse de meydanlara yürüyecektik elbette. Çünkü biliyorduk, Tayyip’ler ölür fakat hakikat davası yaşar. Yoldaydık... Ülkücüsü, islamcısı, muhafazakarı, demokratı, Türk’ü, Kürd’ü, Arab’ı, Laz’ı, Çerkes’i, Ermeni’si, Muhaciri... Yürüyorduk bomba,mermi,siren sesleri altında. Ayaklarımıza Kudüs gücü gelmişti adeta. Sessizliği cesur haykırışlar bozuyordu ve kükrüyordu insanlık; “ASKER KIŞLAYA!” Çünkü bıkmıştık artık, canımıza tak etmişti. Biraz olsun nefes aldığımız her vakitte, emperyalist çetelerin ülkemizdeki ihanet şebekelerini harekete geçirip milletimizin onurunu ayaklar altına almasından bıkmıştık. Dedelerimiz Menderes’in idamını gözyaşlarıyla izlemişti. Babalarımız 12 Eylül’de evlere çekilmişti. Biz artık okumuştuk, gücümüz yerindeydi. Annelerimizin, babalarımızın, hocalarımızın bizlere verdiği emeğe hıyanet edemezdik. Var gücümüzle yürüdük meydanlara. Gücümüzün tükendiği anlarda kolkola girdik ama yine de yürüdük. Oturarak zilleti yaşamaktansa, yürüyerek şehadete ulaşmayı hedefledik. Kimilerimiz hedeflerine ulaştılar. Erol ağabey, oğlu Abdullah Tayyib, Halil ağabey, Mustafa ağabey ve daha niceleri.

Minareler süngü, kubbeler miğfer, camiler kışla, müminler asker olmuştu artık. Sabaha kadar minarelerden çağladı kurtuluş nidaları. İmamlar cihada çağırdı müminleri. Bu ilahi bir emirdi ve bu emri duyan kimse yerinde oturamazdı. Yerinde oturan kendini inkar ederdi çünkü, özünü, benliğini inkar ederdi. Sabahlara kadar savaştık ülkemizin dört bir tarafında. Memleketin dört bir tarafında nice kahramanlık hikayeleri yazılıyordu direniş anlarında. Ama biri var ki gerçekten tüm gidişatın adeta dönüm noktasıydı. Yer: Ankara Gölbaşı Özel Kuvvetler Komutanlığı Özel Kuvvetler Komutanlığı makamı. Zekai Paşa emir astsubayı Ömer’i telefonla arıyor. –“Ömer darbeciler yola çıkmış geliyorlar. Evladım o makam senin namusundur. Namusunu koru Ömer, şehadete ulaş ve makamı teslim etme. Biz yoldayız geliyoruz.” Ömer astsubay kapıdan içeri girip artık özel kuvvetler komutanı benim diyen paşayı vurmak için bir an tereddüt etmedi ve tam alnının ortasından vurdu cuntanın paşasını. Tam yedi kişiyi daha vurduktan sonra cuntanın askerleri tarafından şehit edildi. Vucudundan 30 mermi çıkarıldı Ömer astsubayın. 42 yaşında, iki çocuk babası Ömer astsubay vazifesini layıkı ile yapmanın huzuru ile şimdi Niğde’nin Bor ilçesi Çukurkuyu mezarlığında uyuyor. En büyük rütbeyi şehitliği bu aziz vatan uğruna vuruşarak omzuna taktı. Milyonlarca fatiha arkasından geliyor. Halil Kantarcı ağabey... Çocukları ile fotoğraflarına bakarken boğazım düğümleniyor. 28 Şubat’ın brifingli yargısı gençliğini çalmıştı. 16 yaşında idamla yargıladılar ve Bandırma cezaevinde on yılını çaldılar. Çengelköy’de kahpe bir mermi buldu bedenini. Darbeden saatler önce

Ömer Halisdemir 4 • Ağustos’16

Ağustos’16 • 5


Karantina

Karantina gülümseyerek son pozunu vermişti ve not düşmüştü; “Ölürsem beni gülerek hatırlayın.” Son sözü ise kayıtlara geçildi; Eşimi ve çocuklarımı çok seviyorum. Onları ümmete emanet ediyorum’ Bu ülkenin yoksullarına, köylülerine makarnacı diyenler çomar diyenler Bağdat Caddesinde tanklara selam durdular Ömer astsubay, Halil ağabey şehadete yürürken. Su bile almadan sokaklara dökülürken birileri, birileri de bankamatik kuyruklarında birbirlerini ezdiler. Makarnacı diye yoksullara kin kusanları, market önlerinde makarna depolamak için kuyruğa diken, onlara izzetsizliği tattıran rabbime hamd ediyorum. Duran adamlara, sahte kahramanlara karşı tankların altına yatan, önüne dikilen, durduran adam olanlarla beni kardeş eden rabbime hamd ediyorum. Ne diyordu Grup Yürüyüş-Başeğmedik isimli parçasında;

Direnişiz biz! Özgürlük mavisidir düşlerimiz, Kuşatmalardan, kandan, kıyımlardan doğduk.. Yetim bebelerin aşkına sürdük namluya yüreğimizi, Feryadımızda ateş, Ölüme andımız var heey! Yürüsün arzdan semaya kadar direniş..! Ey umuda pusu kuranlar, kirli akanlar can evimize Ey doğu, ey, batı, ey insan Allah var! gam yok, korku yok yüreğimizde. Direndik, direneceğiz düşmana.! Başeğmedik, başeğmeyeceğiz zorbaya.! Ve ilk an sokaklara fırlarken sosyal medya hesaplarıma Aliya’nın heyecanı ile yazdığımı bu satırları yazarken tekrar ediyorum; “yüce Allah’a yemin olsun ki KÖLE OLMAYACAĞIZ.”

ALLAH EMRİNDE GALİPTİR Dücane DEMİRTAŞ

15

6 • Ağustos’16

Temmuz gecesi Fethullahçı Terör örgütünün TSK içindeki ajanları vasıta-

kervanı kaçmış ordu üzerlerinde gelirken

sıyla yapmaya kalkıştığı bir darbe girişimiyle

oraya git biz seninle birlikte olacağız. Andol-

yüzleştik. Hayatımı ve düşünce dünyamı alt

sun biz İsrailoğullarının ‘sen ve rabbin ikiniz

üst eden bu girişim muhakkak birçok insan

gidin savaşın biz burada bekleyenlerdeniz’

gibi benim içinde yeni bir sayfanın dönüm

dediği gibi demeyeceğiz” diye haykırdığı sesi

noktası. Öncelikle heyecanımdan sebep göz-

duydum. Ben, yıllarca üzerinde kazı yapar gibi

yaşlarımı tutamadığım nelere şahit olduğu-

çalışılan ve her grubun mayoz tevil yorumla-

ma ve ne hissettiğime değinmek isterim.

rının şiddetine maruz kalmış “Lailaheillallah”

Ben bu bir hafta içerisinde Allah’ın taraf tu-

ın, rotasını saniye saniye internet üzerinden

tan, destekçilerine umut ve omuz veren se-

“aha burada vurun!” edasında gösteren ens-

sini meydanlarda duydum. Bedir’de ganimet

titülere rağmen o uçağı kaldırmanın tam

Saad bin ubade’nin “Allah nereye emrettiyse

Ağustos’16 • 7


Karantina

Karantina manasına tekabül ettiğini gördüm. Üzerlerine titredikleri çocuklarını kurbanlık kuzu gibi meydanlara gönderen anaları, namusu bildiği karargâhını teslim almak için gelen generali alnından vurup otuz mermiyle şehit olan yiğitleri, tankların altına yatan, f16’lara rağmen sokakları terk etmeyen ya da polis “asker köprüyü kapatmış silahlı” dediğinde “öleceksek bi kere öleceğiz! Yürüyün!” diye haykıran kahramanları gördüm. Bütün bunlar Allah’ın bizimle bir anlaşma yaptığının ve mazlumu kaldırıp zalimin karşısında durmak için bizi destek verdiğinin bir kanıtıdır. Önümüzde çok uzun bir süreç var, fakat öncelikle neyi gördük neyi gözden kaçırdık; Her şeyden önce bu mahallede kimin “bekle gör” mantığı içerisinde davrandığını ifşa etmemiz gerekir. Erdoğan’ın sağında ve solunda koltuklarda oturan, mal ve makam hırsıyla yardakçılık yapan kesimler o akşam neredeydiler? Kim “acaba” dedi.? Bütün bunlar bize kimleri dost edinmemiz gerektiği kimleri ise sadece bir güç dengesi olarak görmemiz gerektiğini gösterir. Havuz medya patronları, pelikancı trol ve troliçeler ve pastadan büyük payı ham yapan sermayedarlar ancak ve ancak bu uzun mücadelede düş-

manlarımıza karşı bir denge unsuru olarak görülmeliler çünkü menfaat gereği bizim bayrağı sallayıp bizim mahalledeki esnaftan alışveriş yapan bu güruh belki çok geç fark edilecek olsa da tehlikeli ve yıpratıcıdır. Artık Müslümanlar arasındaki elitist dini söylem ve anlayışın beş para etmez bir sidik yarışından ya da sosyal sorumluluktan entelektüalizme kaçmanın verdiği bir hazdan ibaret olduğu açıkça görülmüştür. Dini elitizm derken neyimi kastediyorum, işte basbayağı toplumun veya ülkenin kaderiyle doğrudan hiçbir ilgisi olmayan ve genellikle bu camianın içinde ayrılık noktası olarak görülen “falana inananlar”, “filana inanmayanlar”, “falan gibi düşünenler”, “filan gibi düşünmeyenler” mukabilinde geviş getirici muhabbetlerden kotarılmış bir İslam anlayışından bahsediyorum. İslam’ı babasından tapulu miras olarak görüp, Allah’ın hakkında konuştuğuna dair hiçbir vahiyden delil sunulamayacak üfürükten konular üzerinde “yaa o işte öyle değil böyle” minvalinde çakma protestancılık oynayan ya da bunun karşısında yine dini babasından miras gibi görüp, rant devşiren, Allah adına ahkam kesip gulyabani rolüne bürünmüş güruhların topuna

Fethullahçı Terör Örgütü deneyimi bize dini herhangi bir cemaat veya STK’nın devletle vatandaşlık ilişkisi dışında doğrudan bir bağ kurmasının ne denli tehlikeli olduğunu göstermiştir. Şu açıktır ki kendisi gibi düşünmeyen herkesi “öteki” olarak niteleyen her cemaat ve STK potansiyel tehdittir. Cemaatin bugüne kadar yaptıklarını meşrulaştırmak için kullandığı bütün argümanların halk ve devlet tarafından farkına varılıp aşağılanması bir başka grup veya cemaatin aynı konuma gelmesini engellemek için büyük bir fırsattır.

8 • Ağustos’16

birden halk muhteşem bir cevap vermiştir. Bu cevap, yıllardır her iki tarafında üzerinde define arar gibi kelime kelime kazıcılık yaptığı muhteşem kitabın içinde apaçık ortadaydı. Belki aydıncılık oynamaktan dışarıda neler olduğunu bilmek için fırsatları olmayan kesimler ve bu rantı onlara kaptırmak istemeyen diğer kesimler Musa kıssası okunduğunda “mucize var mı yok mu?” “deniz’in sembolik manası var mı yok mu?” “ o yılan bildiğimiz yılan o sihir bildiğimiz sihir mi?” minvalindeki soruları sordular ama hamdolsun ki bu halk Allah’ın ne dediğini değil ne demek istediğini çok iyi anladı, o deniz yarıldı, o yılanlar yutuldu. Darbeyi heyecanla takip eden bir diğer kesime de değinmeden geçemeyeceğim. Bunlar yıllarıdır glikoz tadındaki sosyalist filmlerde dahi görmedikleri kahramanlıkları şu sol tarafında cebi olan çizgili tişörtlü, kültürel ve dini neseplerini inkar ettikleri halkın yaptığını görüp tabiri caizse feriştahı şaşan kesimdir. Yıllardır, çakma 18.yüzyıl Fransız aydını rolünde halkı aydınlatmaya çalışan pejmürde bir entelektüel, kıçındaki donuna kadar Amerikan malı giyip emperyalizme savaş açan ya da sözlük anlamlarını bilmediği kelimeler vasıtasıyla ortamlarda kopyala yapıştırcı bir devrimci, “necasetten taharet nedir azcık sorgulayın” minvalindeki bir ateist cenahın aydınlanma şiddetine maruz kalıyorduk. Hamdolsun ki bugün halk bütün değer yargılarını koruyarak devrimin nasıl yapıldığını göstermiş oldu. Bu dakikadan sonra böğüren her kesimin demek istediği “bu halk bunu yapamaz” hazımsızlığıdır, maden suyu vasıtasıyla giderebilir. Fethullahçı Terör Örgütü deneyimi bize dini herhangi bir cemaat veya STK’nın devletle vatandaşlık ilişkisi dışında doğrudan bir bağ kurmasının ne denli tehlikeli olduğunu göstermiştir. Şu açıktır ki kendisi gibi düşünmeyen herkesi “öteki” olarak niteleyen her

cemaat ve STK potansiyel tehdittir. Cemaatin bugüne kadar yaptıklarını meşrulaştırmak için kullandığı bütün argümanların halk ve devlet tarafından farkına varılıp aşağılanması bir başka grup veya cemaatin aynı konuma gelmesini engellemek için büyük bir fırsattır. Bugün Allah’ı ya da peygamberi rüyasında gören bir tek Fethullah Gülen cemaati değildir ya da liderinin sözünü Allah’tan gelmiş gibi gören de sadece Fethullahçı cemaat değildir. Bunun yanında bugüne kadar bu örgütün içinde kalmak ya da doğrudan veya dolaylı ilişkisini sürdürmek açıkça taraf tutmaktır. Zalime merhamet, mazluma zulümdür ilkesi asla unutulmamalıdır. Bunun Amerikan destekli bir darbe olduğu, İncirlik’ten yönetilen bir NATO operasyonu olduğu kuşkusuz. Bununla birlikte Erdoğan’ın artık küresel aktörler tarafından “satranç tahtasındaki bi iki taşı da ben oynarım” demesinden sebep fişinin çekildiği aşikâr. Peki, yarım kalmış darbeyi ne tamamlar? Bugün kendisine en çok dikkat etmemiz gereken bu iki durum Erdoğan’a yapılacak bir suikast ve Sünni-Alevi çatışması. Biz bir taraftan Rusya ile normalleşir ve Ortadoğu da yeni bir denge kurmaya çalışırken batı, Suriye’deki aktörleri azaltmak, bölge haritası üzerinde kalemini daha rahat oynatabileceği sınırlar çizmek istiyor. Bu demek ki halkımız efendisine itaat etmediği ve batıdan başka bir tanrıya taptığı için cezalandırılacak tıpkı İsrailoğullarının cezalandırıldığı gibi. Şimdi “ey İsrailoğulları!” diye başlayan o ayetleri “kızım sana söylüyorum gelinim sen anla!” minvalinde düşünmek için tam vakti. “Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin bilakis onlar diridirler fakat siz farkında değilsinizdir.” (Bakara: 154) Ağustos’16 • 9


Karantina

Karantina

BÖYLE DARBE OLUR MU ?

Tunahan ELMAS

15

Ağustos 2016 tarihi Fethullahçı Terör Örgütü’nün askeri darbe teşebbüsü olarak tarihteki yerini aldı. Türkiye tarihinde görülmemiş olaylara sahne olan teşebbüsün ardından sosyal medyada başlatılan ‘’tiyatro ve senaryo’’ söylentileri Türk siyasi tarihinde daha önce yaşanmış olan darbeleri akıllara getirdi. Binali Yıldırım’ın olayın ilk saatlerinde ‘’kalkışma’’ olarak açıkladığı darbe teşebbüsünün saat itibariyle başlangıcı ve ordunun komuta kademesinin olayın içerisinde olup olmadığına dair net bir şeyin ortaya çıkmayışıysa bu kalkışmayı tiyatro olarak nitelendirenlerin kullandığı argümanlar oldu. Her konuda bir komplo teorisi üretme konusunda uzmanlaşmış bir güruh darbenin senaryo olduğu tezini şu şekilde açıklıyordu; Ordunun hiçbir şekilde albaylarla darbe yapamayacağı, ordunun 22:00’de darbeye kalkışmaAlpaslan Türkeş yacağı, gerçek

10 • Ağustos’16

bir darbenin sabaha karşı yapılacağı ve darbecilerin ellerinde bulunan tank, uçak ve helikopterlerin sayısının darbe teşebbüsü için yetersiz olduğu.... Darbe teşebbüsünün saatler öncesinden haber alındığı için darbe saatinin cunta tarafından erkene alındığı daha sonra çıkan belgelerden anlaşıldı. MİT’in darbe günü ordu içinde olağandışı hareket gözlemleyip Genelkurmay Başkanlığına bilgi vermesiyle, kalkışma girişimi açığa çıkmış ve darbeciler sabaha karşı yapacağı darbeyi öne çekmek zorunda kalmıştı. Bu durum cuntacıların kilit noktaları ele geçirmek için zaman kaybetmeden harekete geçmesine sebep olmuş; Emniyet, Polis Özel Harekat, MİT ve sokağa çıkan halktan mukavemet gören cunta güçleri sabaha

kadar süren çatışmaların sonunda başarıya ulaşamamıştı. Emir-komuta zincirinin yerle bir edildiği, on27 Mayıs 1960 darbesi... 27 Malarca insanın öldürüldüğü, jetlerin ve helikopteryıs 1960 günü sabaha karşı saatler lerin meclisi, cumhurbaşkanlığı külliyesini bom05:30’u gösterdiğinde Türkiye, Albaladığı bu darbe teşebbüsü akıllara Türkiye’nin bay Alparslan Türkeş’in tok sesindarbe tarihini getirdi. Şimdi Türkiye’nin darbe den Silahlı Kuvvetlerin yönetime el tarihine bakarak daha önce yaşanan darbe ve koyduğunu ilan eden bildiriyi dinkalkışma hareketleriyle bu 15-16 Temmuz Darliyordu... Daha sonraları darbenin be Teşebbüsünün benzer noktalarına bakalım... kudretli Albayı olarak anılacak olan 27 Mayıs 1960 darbesi... 27 Mayıs 1960 günü Türkeş bildiride; “Kara,Hava ve Desabaha karşı saatler 05:30’u gösterdiğinde Türkiye, Albay Alparslan Türkeş’in tok sesinden Siniz kuvvetleri el ele vererek yönetilahlı Kuvvetlerin yönetime el koyduğunu ilan me el koymuştur...’’ diyordu.. eden bildiriyi dinliyordu... Daha sonraları darbenin kudretli Albayı olarak anılacak olan Türkeş bildiride;’’Kara,Hava ve Deniz kuvvetleri el Komutanı Orgeneral Cemal Gürsel İzmir’den bir ele vererek yönetime el koymuştur...’’ diyordu.. jetle Ankara’ya getirilip darbenin başına geçirilTürkeş’in okuduğu bildiri Silahlı Kuvvetler adına mişti. Tıpkı 15-16 Temmuz Darbe Teşebbüsünde yazılmıştı, tıpkı 15 Temmuz gecesi Genelkurmay Hava Kuvvetleri Eski Komutanı Akın Öztürk’ün adına cuntacıların yayınladığı darbe bildirisi gibi.. darbenin başına geçeceği gibi.. Ancak olayın aslı farklıydı.. Darbeyi bir grup genç Bir grup subayın emir-komuta zincirini hiçe subay yapmış ve darbe sabahı Genelkurmay Başsayarak gerçekleştirdiği 27 Mayıs Darbesi ordukanı Rüştü Erdelhun’a giderek darbenin başına nun dengesini derinden sarsmıştı. Cuntanın çegeçmesini teklif etmişti. Yani tıpkı 15 Temmuz kirdek kadrosunda olduğu için Milli Birlik Komitecuntacılarının Hulusi Akar’dan darbenin başına sinde kendine yer bulan Binbaşı rütbeli askerler geçmesini istediği gibi... artık Generallerden güçlü duruma gelmişti.. Bu Cuntacılar darbenin başına geçmeyi reddurum ordudaki dengeleri alt üst etmiş, ihtilaldeden Rüştü Erdelhun Paşa’nın rütbelerini söcilik hastalığı Silahlı Kuvvetleri tümüyle sarmıştı. kecek ve Paşayı Demokrat Partililerle birlikte Çok geçmeden Milli Birlik Komitesi de kendi Yassıada’da yargılayacaktı. Yargılamalar bittiğiniçinde ayrışacaktı. Cemal Madanoğlu liderliğinde Rüştü Erdelhun idam cezasına çarptırılacak deki grup seçimlerin bir an önce yapılmasından ancak ülkeyi yöneten Milli Birlik Komitesi idam yana tavır alırken, başını Alparslan Türkeş’in çekcezasını müebbete çevirecekti. Darbenin başına tiği, komitedeki genç subaylardan oluşan 14’ler geçmeyi kabul etse Devlet Başseçimlere gitmenin ikkanı olacak olan Erdelhun, tidarı CHP’ye teslim böylesine bir hainliği kenetmekle aynı anlama disine yakıştıramamış ve geleceğini, bu yüzden idamla yargılanmıştı. seçimlere gitmeden Rüştü Erdelhun’un ülke yönetimini devretteklifi reddetmesi üzerimek istemediklerini ne Orgeneral rütbesindeaçıkça dile getiki Ordu Komutanlarının riyordu. Türkeş sorun çıkarmaması ve arkadaşları adına 27 Mayıs daryarım kalan besinden 1 ay önce Atatürkçü devemekli edilen Kara Cemal Gürsel ve Akın Öztürk rimlerin taKuvvetleri Eski Ağustos’16 • 11


Karantina

Karantina

Talat Aydemir

mamlanması için Ordu’nun iktidarı bırakmaması gerektiğini her fırsatta söylüyordu. Bu ayrışma kısa bir süre sonra darbe içinde darbeyi getirecek, 14ler bir gece yarısı operasyonuyla yurt dışına büyükelçi sıfatıyla sürgün edilecekti... Seçimlerin yapılmasıyla birlikte Demokrat Parti’nin devamı niteliğindeki partilerin mecliste çoğunluğu almasından rahatsız olan orduda yeni yeni cuntalar hareketleniyordu.. 14’lerin yurtdışına sürgünüyle de Milli Birlik Komitesi gücünü açıkça yitirmiş, orduda Silahlı Kuvvetler Birliği adında kurulan yeni yapı ülkedeki en güçlü söz sahibi olmuştu.. Hatta kısa bir süre sonra Silahlı Kuvvetler Birliği öylesine güçlü bir noktaya gelmişti ki; Hava Kuvvetleri Komutanı İrfan Tansel’in görevden alınacağı duyulunca Çankaya Köşkü üzerinde jet uçurarak hükümeti ve cumhurbaşkanını bu karardan vazgeçirecek durumdaydı. Silahlı Kuvvetler Birliği de kendi içinde çok parçalı bir yapıya ayrılmıştı. İstanbul ekibi, Genelkurmay, Albaylar cuntası derken parçalı yapı her geçen gün daha da artıyordu. Tüm bunların içindeyse bir Albay dikkat çekiyordu. Generallerin dahi çekindiği bu ismin adı Albay Talat Aydemir›di... 9 Şubat 1962 günü cunta İstanbul’da, sıkıyönetim valisi Refik Tulga başkanlığında bir araya geldi. Ülkede yeni bir askeri müdahaleye ihtiyaç olduğu konusunda hemfikir olan komutanlar 9 Şubat protokolünü imzaladı. Protokole göre kısa sürede Hava Kuvvetleri ikna edilip yeni bir müdahale yapılacaktı. Hatta Korgeneral Refik Tulga, Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay veya Kuvvet Komutanlarının, bu müdahaleye destek vermesi durumunda darbenin başına kendisinin geçeceğini söyleyip diğer komutanlara güven verdi. 12 • Ağustos’16

Toplantı biterken artık herkes yeni bir müdahale için hazırlığa başlamıştı... Hükümetin başında olan İsmet İnönü eski bir komitacıydı.. Ordudaki kaynamaların çok önceden beridir farkında olan İnönü’nün ordu içinde adamları vardı. İstanbul’da imzalanan protokolden haberdar olması da çok zaman almayacaktı. Protokole imza atan bütün askerlerin listesi İnönü’ye gelmişti... Eski bir asker olan İnönü bu durumda hepsini görevden almanın tehlikeli olduğunu bildiği için cuntanın kilit isimlerinin yerlerini değiştirecek ve onları pasif görevlere tayin edecekti. Bu kilit isimlerin başındaysa Harbiye Komutanı Albay Talat Aydemir geliyordu.. 27 Mayıs’ta iktidarı devirecek cuntayı kuran birkaç kişiden biriydi ancak 27 Mayıs’tan kısa süre önce Kore’ye gönderilmiş, darbe tarihinde Kore’de olduğu için Milli Birlik Komitesine girememişti. Kısa süre sonra ülkeye döndüğündeyse Milli Birlik Komitesindeki arkadaşları tarafından komite üyeliğinden çok daha önemli bir yere getirilecekti... Harbiye Komutanlığına.. Yani 27 Mayıs’ta Demokrat Parti’yi deviren okulun başına... Albaya İnönü’nün tayin haberini Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay verecekti. Genelkurmay’da yapılan toplantıda Aydemir er geç bir ihtilal olacağını, bu ihtilalin başına geçerek ihtilali emir komuta zincirinde yapmasını teklif etmişti. Sunay’ın teklifi reddetmesi üzerine Albay geri adım atmayacaklarını tekrar etti.. Toplantı bittiğinde görüşmeyle bir sonuç alınamayacağı ortaya çıkmıştı. Çok geçmeden tayin kararına direnen Albay Talat Aydemir, Selçuk Atakan ve Necati Ünsalan Genelkurmaya tekrar çağırıldı. Olacakları tahmin eden Aydemir arkadaşlarını göndererek kendisi vakit kaybetmeden Harp okuluna geçti. Kısa bir süre sonraysa Selçuk Atakan ve Necati Ünsalan’ın Genelkurmaya gider gitmez enterne edildiği haberini aldı.. Ve Harp Okulunda alarm düğmesine bastı.. 21 Şubat günü patlak veren kriz çok öncedir ayak sesleri gelen ihtilalin son aşamasıydı.. Aydemir Harbiye’deki subayları toplayarak bir konuşma yapmış ve verilen talimatlar doğrultusunda tüm harbiyeliler başkentte kilit noktalara doğru

harekete geçmişti. Meclis ve Genelkurmayın etrafı Harbiyeliler tarafından çevrildi, bütçe görüşmesi yapan meclis acil alarmıyla tatil edildi. Başbakan İnönü, Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanlarını Çankaya Köşkünde Cumhurbaşkanıyla görüşmeye çağırdı. Görüşmeye ayrıca bakanlar kurulu ve diğer parti liderleri de tam kadro katılmış, Harbiyelilerin kalkışmasını durdurmak için şartları görüşmeye başlamıştı... İsmet İnönü’nün, Aydemir’in güçlerini bastırmak için Çubuktan getirdiği birliklerle denge sağlanacağı umulurken dengeleri tamamen alt üst edecek bir gelişme yaşandı. Çubuktan gelen birlikler Talat Aydemir tarafındaki isyancıların safına geçmişti. Artık başkentte tüm güç fiilen Talat Aydemir’in elindeydi. Tam bu sırada Harbiye’nin telefonu çaldı. Telefondan gelen ses Süvari Binbaşı Fethi Gürcan’a aitti. Binbaşı Gürcan Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayına el koyduğunu ve eğer Talat Aydemir isterse görüşmedeki devlet erkanını enterne edip Harbiye’ye getirebileceğini iletti. Ankara’da kontrolü tamamen ele geçirdiğini düşünen Aydemir, Gürcan’a; buna gerek kalmadığını, İnönü ve arkadaşlarını serbest bırakmasını söyledi. Talat Aydemir ve Fethi Gürcan arasında geçen iki dakikalık telefon konuşması sadece darbenin değil, ülkenin de kaderini değiştirecekti... Fethi Gürcan’ın Cumhurbaşkanlığı etrafındaki askeri çekmesiyle Köşkten ayrılan İnönü etrafındakilere;’’Talat şimdi kaybetti’’ diyecekti.. Çankaya Köşkünden Hava Kuvvetleri Karargahına geçen İnönü harekatı buradan yönetecekti.

Bu arada Talat Aydemir cuntanın İstanbul ayağıyla görüşüyordu. Refik Tulga bu hareketin yanlış olduğunu, protokolde gerçekleşen şartların oluşmadığını, Hava Kuvvetlerinin darbe tarafında olmadığını anlatarak Aydemir›den kalkışmaya son vermesini istedi. Albay›ı ikna edemeyeceğini anlayan Refik Tulga’nın son sözleriyse;’’Bu kalkışmaya son vermezsen İstanbul’dan yollayacağımız birliklerle kalkışmayı biz bastıracağız’’ oldu... İstanbul ekibi tarafından yarı yolda bırakılan Aydemir’i yeni arayan isimse Hava Kuvvetleri Komutanı İrfan Tansel’di. Aydemir’den emir komuta zincirinde olmayan bu kalkışmayı bir an önce sonlandırmasını isteyen İrfan Tansel aksi halde jetlerin Harbiye’yi yerle bir edeceği tehdidinde bulundu. Talat Aydemir’in cevabıysa netti;’’Sen Harbiye’yi bombalarsan, tanklarla pistleri yerle bir ederim. Jetlerin havalanırsa kendine inecek bir pist bulamaz.’’ Herkese rest çeken Aydemir artık yalnızdı ve ordunun tüm komuta kademesi karşısındaydı. Devam etmesi halinde kan döküleceğini bilen Aydemir, İnönü’nün pazarlık teklifini kabul edecek ve kimsenin hakkında bir cezai tatbikat yapılmaması kaydıyla kalkışmaya son vereceğini iletti. İsmet İnönü ve Cevdet Sunay’dan yazılı teminat alan Talat Aydemir sabaha karşı tüm birliklerini geri çekti. Hiç kimseyle görüşmeden evine giden Albay, eşine;’’bu iş burada bitmedi, bir daha deneyeceğim.’’ diyecekti. İsmet İnönü verdiği sözü kısmen tuttu. Talat Aydemir ve arkadaşları hakkında cezai tahkikat

Ağustos’16 • 13


Karantina

Karantina

Talat Aydemir Yargılanıyor

uygulanmadı ancak hepsi emekliye sevk edildi. Türkiye bir iç savaşın eşiğinden dönmüş, ertesi gün kalkışmayı kan dökmeden bastıran İsmet İnönü mecliste bir kahraman gibi karşılanmıştı. İnönü ve Aydemir savaşının ilk raundunu İnönü kazanmıştı ancak Aydemir kısa bir süre sonra yeni bir harekete girişecek ve bu hareket 22 Şubat gibi kansız bastırılamayacaktı... 22 Şubat Kalkışmasından hemen sonra Talat Aydemir ülkenin gündemine oturmuştu. Tüm medyada Aydemir’e övgüler dizilen yazılar yazılıyor, hatta bazı yazarlar hızını alamayarak Albay’ı 2. Atatürk diye kahramanlaştırıyordu. Aydemir’e en yoğun ilgi gösterense Doğan Avcıoğlu ve İlhan Selçuk’un ‘’YÖN’’ dergisiydi. 27 Mayıs sonrası basılmaya başlanan YÖN dergisi Aziz Nesin ve Çetin Altan gibi yazarları barındırırken, yeni yeni örgütlenen Türk Solu’nun en önemli dergisi olmuştu. Ordu içinde YÖN dergisi okumayan subay sayısı yok denecek kadar azdı. Tüm bunlardan cesaretlenen Talat Aydemir Harbiye’ye; ‘’yine deneyeceğiz, hazır olsunlar’’ mesajını iletecekti.. İsmet İnönü’nün 22 Şubat sonrası Harbiyeliler için söylediği ‘’Harbiyeli Aldanmıştır’’ sözünden sonra Taksim’e ‘’Harbiyeli Aldanmaz’’ çelengi koyan Harbiyelilerse yeni bir kalkışma için dünden hazırdı... Tarihler 21 Mayıs 1963’ü gösterdiğinde Talat Aydemir ve arkadaşları harekete geçti. Talat Aydemir’in damadı Teğmen Atilla Altugan liderliğinde radyoevini ele geçiren cuntacılar radyodan darbe bildirisini okumuşlardı. Darbenin parolası 22 Şubat’a atıf yapıyordu; ‘’Harbiyeli Aldanmaz’’. 14 • Ağustos’16

Radyoyu dinleyen Aydemir;’’Bu saate kadar hükümet bu işi haber alamadığına göre bu iş bitmiştir.’’ diyecekti. Ancak İsmet İnönü haberi çoktan almış ve karşı harekata geçmişti. Hükümete darbe haberini verense eski bir darbeci olan, Aydemir’in yakın arkadaşlarından Alparslan Türkeş’ti... Asker üniformasını giyerek Harbiye’ye gelen Talat Aydemir tüm komutanların, milletvekillerin ve bakanlar kurulunun yakalanarak Harbiye’ye getirilmesini isteyecekti. Darbenin bu saatten sonra önlenemeyeceğini ve radyodaki konuşmayı duyan komutanların birçoğunun kendi safına katılacağını düşünen Talat Aydemir bir şeyi hesap etmeyi unutmuştu; Radyoevinin korunması... Radyodaki bildiriyi öğrendikten sonra radyoevine giden Yarbay Ali Elverdi Harbiyeli öğrencileri tutuklayacak ve burada Silahlı Kuvvetlerin hükümetin yanında olduğunu açıklayan bildirileri ardı ardına okuyacaktı. Yeni bildiriyi duyan subayların çoğu ne yapacağını şaşırdı. Aydemir Harbiye’deki adamlarına Yarbay’ı tutuklayıp Harbiye’ye getirmelerini ve radyodan bildirilere devam etmelerini istedi. Harbiyeliler kısa süre sonra radyoevine tekrar hakim oldu. Radyoda hükümet lehine bildiri okuyan Ali Elverdi tutuklanarak Harp Okuluna getirilmişti. Albay’a yalvaran Ali Elverdi daha sonrasında bir odaya kapatıldı.. Radyoevinde mücadele devam ederken Ankara’nın farklı bölgelerinde silahlar patlıyor, Albay Talat Aydemir’in güçleri bir türlü başkente tam anlamıyla hakim olamıyordu. Kısa süre sonra Hava Kuvvetlerinin jetleri de Ankara semalarında gözüktü... Jetler Harp Okulunu taramaya başladı. Bu sırada İnönü’nün emriyle Etimesgut’taki radyoevi vericisi Genelkurmay tarafından imha edilmişti. Artık Aydemir’in bildirileri radyoda okunamıyor ve jetler harp okulunu dövmeye devam ediyordu. Aydemir’in kaybedeceği anlaşılınca Harbiye kuvvetlerinde çözülme başladı. Sabaha karşı saat 05:00’te Cevdet Sunay’ın sesi radyoda duyuluyordu. Sunay, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bu kalkışmayı kontrol altına aldığını ve bu kalkışmayı yapanların 22 Şubatçı bir azınlık grubu olduğunu söyledi. Ateş altındaki Harbiye’den kaçmayı başaran Aydemir saat 09.00 civarında Dikmen’de bir evde yakalanacaktı.

21 Mayıs gecesinin faturası ağır olmuştu. Si- nildiği şekilde ele geçirilmelerine de mani olmuş, lahlı kuvvetler ilk defa kendi içinde silahlı bir ça- bu durum gecenin kaderini etkilemişti. tışma yaşamış ve bunun sonucunda 8 kişi ölmüş, Siyasi tarihi absürt darbe girişimleriyle dolu 30a yakın kişi yaralanmıştı. Yargılamalar sonra- olan bir ülke olarak son yaşadığımız teşebbüs bu sında 1500 Harp Okulu öğrencisi okuldan atılmış, yaşananlar içinde belki en organize girişimlerden birçok subay müebbet yemiş, Albay Talat Aydemir biriydi.. Cuntacıların gözlerini kırpmadan sivil ve Binbaşı Fethi Gürcan idam cezasına çarptırıl- katletmeleri kararlılıklarını da hepimizin gözleri mıştı. Talat Aydemir’i destekleyen komutanlar, si- önüne serdi. Bugün yaşadığımız darbe teşebbüyasetçiler, akademisyenler ve iş adamlarıysa işin sünün boyutunu zaman geçtikçe daha iyi anlayaiçinden sıyrılmıştı. Bu isimler bir süre sonra farklı cak ve darbeye dair yeni bilgiler öğrendikçe necuntalara ilham verecek ve Talat Aydemir’le ba- yin eşiğinden döndüğümüzü düşünüp irkileceğiz. şaramadıkları darbeyi yaklaşık 7 sene sonra bir Ülkedeki her darbeyi 12 Eylül gibi emir-koşekilde yapacaklardı. muta zincirinde sananlar 1 senelik yargılamanın için bu darbenin halet-i rusonunda idam edilen Talat hiyesini anlamak adına 27 Tarihler 21 Mayıs 1963’ü Aydemir’in son arzusuysa Mayıs ve sonrası yaşanan gösterdiğinde Talat AydeHarp Okulunun bahçesine ordudaki cunta hareketlerimir ve arkadaşları hareke- ne bakmakta fayda var. Tagömülmekti. Arzusu hiçte geçti. Talat Aydemir’in rih ders çıkartmayı bilenler bir zaman gerçekleşmeyen Talat Aydemir anılarında damadı Teğmen Atilla Al- için en güzel öğretmendir. neden başarısız olduğunu 27 Mayıs kalkışması tugan liderliğinde radyoeşu şekilde anlatacaktı;’’22 sonrası bozulan ordu psikovini ele geçiren cuntacılar Şubat günü başarılı olmak radyodan darbe bildirisi- lojisinin sonuçları onlarca elimizdeydi, ancak kan dökni okumuşlardı. Darbenin seneyi kaybetmemize semeye gönlüm razı gelmedi. parolası 22 Şubat’a atıf bep olmuştu. Bu kalkışmayı Kan döküp iktidarı alsaydım küçümsemek ve ‘’bir daha yapıyordu; bir dikta rejimi kurmaktan kimse darbe yapmaya ce‘’Harbiyeli Aldanmaz’’. başka çarem kalmayacaktı. saret edemez’’ demek yeni Bu yüzden 22 Şubat’ta harecuntaların önünü açacaktır. kete son verdim’’. Aydemir İdamla yargılanmış eski bir aynı şekilde 21 Mayıs harecuntacının söylediği sözü ketinin başarısızlığınıysa:’’O geceki başarısızlığı- hatırlatmakta fayda var;’’İhtilalcilik ittihatçılıktan mızın tek sebebi radyoeviydi. Radyoevine gereken gelme sarih bir hastalıktır’’. önemi verseydik ihtilalin başarılı olması pek muhBugün itibariyle 15-16 Temmuz darbecileri temeldi.’’ diyecekti... ülkeye ve silahlı kuvvetlere bir şeyi tekrar haBugüne geldiğimizde; 15-16 Temmuz kal- tırlattı. Bu ülkede 2016 yılında da darbe yapıkışması Türk siyasi tarihindeki birçok darbeden labileceğini... Bu hastalığın tedavi edilmesi için farklı olmakla birlikte yapılış ve yaşanan çatışma- hükümetin çok sıkı tedbirler alması, Silahlı Kuvlar itibariyle en çok Talat Aydemir teşebbüslerine vetlerde cuntacı yetiştirmeye dayanan ittihatçı benziyor. Baktığımız zaman 15-16 Temmuz kal- zihniyeti ordudan kazıması şart. Bu zorlu süreçte kışmasında özellikle deniz ve hava kuvvetlerinde halka düşen görevse bir an dahi tehlikenin geçticiddi bir gücü elinde tutan cuntanın; başarısız ğini düşünmeden hükümete destek olup, ülkenin olmasını sağlayan en büyük etkenin darbe saa- sahibi olarak kendini gören orduya sık sık gerçek tinin öne çekilmek zorunda kalınması ve halkın sahibin kendisi olduğunu hatırlatmasıdır.. sokağa çıkarak darbecilerin hedeflerine ulaşmaCunta ve darbe kabuslarının bir daha bu ülsını engellemesiydi. Darbe saatinin öne alınması kede tekrar yaşanmaması ümidiyle.. Sağlıcakla Cumhurbaşkanı ve hükümet görevlilerinin iste- kalın... Ağustos’16 • 15


Karantina

Karantina

CUNTAYA KARŞI METAFİZİK BAŞKALDIRI

MİNARELER SÜNGÜ MÜMİNLER ASKER

Ömer Deniz ÖVÜN

15

Temmuz 18:00 ana haber bültenlerini seyrederken ABD’nin Türkiye ile yaptığı anlaşma gereği teslim etmesi gereken 6 adet CH-47F Chinook ağır nakliye helikopterlerinin ilkini teslim ettiği haberini konuşuyorduk babam ile. Hayırlı olur, büyük eksiklikti Skorskyler karşılamıyordu lojistik desteği, bu çok iyi oldu. Ama inşallah bize(halka) dönmez, bize karşı kullanılmaz espirisinde bulunmuştum. Asker, helikopter, uçaktan korkuyorduk. Bize döndüğü zamanların hatıraları cap canlıydı. Duçe, Fuhrer gibi ünvanlar nasıl bir korku yaratıyorsa Başbuğ, Başkomutan hatta ‘Kenan’ da o korkuyu yaratıyordu. Nuh’un Kenan’ının kibrinin vücut bulduğu Kenan Evren idi o korku. Bu sebepten kimse Kenan ismini bile çocuklarına koymaz oldu. 15 Temmuz saatler 22:00’yi gösterirken ekranlarda ordunun boğaz köprüsünü kapattığı, tankların güvenlik şeridinden ilerleyişine şahit olmuştum. Nerden bilebilirdim espiri niyetine sarfettiğim bir cümleyi akşam yaşayacağımı. 22:30 civarı Başbakanımızın telefon ile canlı yayına bağlanması, ordu içerisinde bir grubun yönetimi ele geçirmeye çalıştığını söylemesi ile meydanlara koştuk. Cumhurbaşkanımızın ‘Halkı meydanlara davet ediyorum’ açıklaması ise sabaha değin sürecek Metafizik bir başkaldırının işaret fişeği oldu. Anadolunun dört bir yanında Ankara, İstanbul’da 78 milyon meydanlara, havalimanlarına, Emniyet Müdürlüklerine akın etti. TBMM, Genelkurmay, MİT, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi ve Emniyet Müdürlükleri binalarının ağır bombardımana tutulduğu yerlere halk cansiparane bir şekilde yürüdü. FETÖ Cuntasına karşı Metafizik bir başkaldırıydı. Milletin temsili olan mekanlar millet savunmasına şahit oldu. Kolları kopmasına rağmen göğsü ile sancağı taşıyan Salim b. Makil gibi kurşunlarla bir bir düşen

16 • Ağustos’16

halk yerde sürüne sürüne ihanetçilerin üzerine yürüdü. Metafizik bir başkaldırıydı bu. Çanakkale gibi… Alçak uçuş yapan F-16’lara demir parçaları fırlatıp, üzerine atlama girişimine sebep verecek imani bir metafizik. Tiananmen meydanı gibi… Binlerce ‘Tank Man’ tankların altına yattı, onlarcasını durdurup derdest etti. Bir Nahda, bir Rabia’tul Adeviyye meydanı gibi… Yiğitlerimizi, Esmalarımızı kaybettik. İstiklal Harbine kağnılarla yardım taşıyan analarımız 15 Temmuz gecesi kamyonetlerle yardıma yetişti. İmani bir başkaldırıydı. 15 Temmuz günü asra bedel oldu. Çanakkale, İstiklal Harbi, Rabia, Nahda, Tiananmen tüm tarihi aksiyonu bir geceye sıkıştırdık. Çeyrek asrın en uzun gecesiydi. Modern zamanın Haşhaşin örgütü FETÖ suikastı başarısızlıkla sonuçlandı. Yıllarca hoca, hocaefendi ünvanı kullanan bu zat bundan sonra askeri bir unvan Haşhaşin ile hatırlanacak. Sabah zaferi ilan ederken 240 şehidimiz, binlerce yaralımızı ardımızda bıraktık. (Şehitler) Allah’ın lütfundan verdiği nimetle sevinçlidirler. Arkalarından kendilerine ulaşamayan kimselere de hiçbir korku olmayacağını ve üzülmeyeceklerini müjdelemek isterler.(3.170) Rabbim bizleri de tutuşturdukları meşalenin ışığıyla ilerleyenlerden eylesin.

Muhammed Salih DEMİRTAŞ

“Onlarla savaşın ki, Allah onları sizin elinizle cezalandırsın, rezil etsin onları, yardımıyla sizi onlara karşı zafere erdirsin, mü’min bir topluluğun yüreklerine su serpsin.” (Tevbe/14)

“Caddeler ve meydanlardayız... Şimdi eylem zamanı... Darbecilerin namlularını kıracağız!.. Ya İstiklal, ya izmihlal!.. Asla teslim olmayacağız!”

H

er şeyden habersiz olduğumuz bir 15 Temmuz akşamıydı. O akşam evimizde ne televizyon ne de sosyal medya açıktı. Gece geç vakitlerde telefon geldi ve bir arkadaşım askerin köprüyü kapattığını benim bundan haberim olup olmadığımı sordu. Belli ki o da bilgiyi

alelacele öğrenmişti. Hemen haber sitelerine girip durumu anlamaya çalıştım. Darbe mi!? Anlayamadım. O sırada kardeşim diğer odadan şaşkın bir şekilde durumu anlamaya çalışmak için sağ sola telefon açıyordu. Şaşkınlıkla karışık bir kaygı içerisindeydik. Yeni yeni duruma vakıf olurken TRT’de darbe bildirisi okunmaya başlamıştı. Spikerin elinin titremesi ve renginin atması unutulacak gibi bir sahne değildi. O an dışarı çıkmamız gerektiğini düşündük. Eğer o an dışarı çıkmasaydık bir daha ne zaman çıkacaktık ki? Neyin hürriyetinden ve

Ağustos’16 • 17


Karantina

Karantina direnişinden bahsedecektik. Hazırlandık. Korkuyordum ama gitmem gerektiğini de biliyordum. Korkum cesarete tevdi etmeye başladı. Cesaretin korkmamak değil, korktuğun halde onu bastırıp hareket etmek olduğunu anladım. Dışarı çıktığımızda tek tük arabaların kornaları eşliğinde İzmit›e doğru indiğini görünce daha da umutlandım. Onlarda evlerinden çıkan bizleri görünce umutlanmıştılar muhtemelen. Evet birbirlerimizin umutlarını besliyorduk. Zaten darbeyi engelleyen şey de bu değil miydi; birbirlerimizin umutlarını beslemek ve cesaretlendirmek , bir ve beraber olup direnmek... Tabi tüm bunların üstünde Rabbimizin lütfu ve ikramı olduğunu unutmamak gerekir. İzmit merkeze indiğimizde perşembe pazarının orada toplanmış bir kalabalık vardı. Daha sonra bu kalabalık çoğalmış, korkuların ve kaygıların coşkunluğa evrildiği bir mekan olmuştu. Geceleyin mezarlardan geçerken gölgelerden korktuğumuz zamanlar olmuştur. O korkuyu yenmek için, ya gece vakitleri oradan korkuyla geçmeyi sürdürüp üstüne gideriz ya da bir daha oradan gece geç vakitlerde geçmemeye çalışırız. Üstüne gittiğimizde anlarız ki bizi korkutan şey zihnimizin ürettiği spekülasyonlar ve kuruntularmış. Bundan önce milletçe darbeci hortlakların olduğu mezarlığa gece vakitlerinde girmek pek istemiyorduk. Ama elhamdülillah şimdi gece vaktinde korkumuz ve kaygılarımız olduğu halde cesaretimizi toplayıp mezarlaşmış zihniyetli darbecilere karşı yürüdük ve onların bu yürüyüş karşısında ne kadar zayıf olduğunu gördük. Gece geç bir vakit olmasına rağmen İzmit coşkulu ve dinçti. Daha sonra Mustafa abi, Salih abi, kardeşim, ben ve diğer abilerimizden 8 kişilik bir grupla arabaya atlayıp aniden İstanbul’a geçme kararı aldık. Aynı gece yola çıktığımızda İzmit-İstanbul yolunda trafik vardı. Sonra gördük ki halkımız tırlarla, otobüslerle ve arabalarla yolu keserek İstanbul’a asker sevkiyatı yapan iki otobüsü durdurmuş, rehin almıştı. Sabaha kadar oradaydık. Yolda ateş yakarak adeta 18 • Ağustos’16

kamp kurulmuştu. Daha ileri gidemediğimizden dolayı tekrar İzmit’e geri dönmek zorunda kaldık. Aklımız İstanbul’daydı ama yapacak bir şey yoktu. O sıralarda köprüde çatışmalar devam ediyordu. Furkan’ın da orada olduğunu biliyorduk ve bundan dolayı kaygılanmıştık. Furkan’ın annesi her ananın hissedebileceği kaygılı bir şekilde beni arayıp ona ulaşamadığını söylüyordu. Daha sonra kendisine ulaşabildik ve durumunun iyi olduğunu öğrenmiştik. Fakat millet olarak bizim direnişimiz hala devam ediyordu. Çünkü şehit düşenlerimiz ve yaralananl a r ı - mız vardı. Erdoğan’ın bir başkomutan olwarak çağrısı karşılık bulmuştu. Gerçi ondan önce meydanlar

şu satırları yazarken de bu nöbetler devam etmektedir. Vatan caddesinde, Kısıklı’da , Saraçhane’de ve İstanbul’un ve Türkiye’nin 81 ilinin bir çok yerinde geceleri millet olarak nöbetteydik. Tankların üzerlerine yürüyüp, onları ele geçirdikten sonra on dakika içinde tankı süren , üzerinden geçen helikopterlere ıslık çalıp “in lan aşağı erkeksen!!” diyen ve hatta binanın tepesine çıkıp alçak uçuş yapan jetin üstüne atlamaya çalışıp daha sonra arkadaşları tarafından engellenen, yiğit ve çılgın Anadolu insanın yüreğindeki güç, şairin “Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvarlar;/Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var./Ulusun, Korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar, ...” şeklindeki mısralarında, tekrar halkın tecrübesinde vücut bulmuştu. Bunun yanı sıra

dolmuştu. Ama onun hayatta olduğunu görmek ve çağrıda bulunması bize de güç vermişti. Ve selâlar... Gece yarısı camilerden okunan selâlar halkı sokağa mücadeleye çağırıyordu. İşte şimdi minareler süngü ve müminler askerdi! Ertesi gün İstanbul’daydık. Darbe tehlikesi büyük ölçüde atlatılmıştı fakat tehlike yine de devam etmekteydi. O yüzden bizde meydanlardaki nöbetimizi terk etmiyorduk. Şu an

Diyerbekir’den kardeşlerimiz “Fatih’in torunları İstanbul’a sahip çıksın, Eyyubi’nin torunları da Diyarbekir’e sahip çıkıyor” diyerek bizimle kardeş olduğunu vurgulaması ve ortak bir vatan için mücadele etmemiz , kavmiyetçiliği ayaklar altına alan peygamberimizin ümmetine ve bu topraklardaki İbrahim’in milletine dair güzel bir örneklik sunmuştu. Yüz sene önce Çanakkale›de mücadele edenlerin torunları bugün atalarının izinden giderek, ülkesine ihanet eden FETÖ›nün ve onun destekçilerinin darbe girişimine cesurca karşı

durdu ve zafer elde etti. Bu sadece darbeye karşı bir zafer değildi. Dünya’nın çeşitli bölgelerindeki ümmetin öncülerinin gözünü parıldatacak ve yüreğini heyecanlandıracak ümmetin diriliş ateşinin, yeniden Türkiye’deki halkın eliyle Olympos’tan indirilerek dünyanın mazlumları için bir umut olmasının sürdürebilirliğini korumasıdır. Olympos’un tanrıları şimdi gökten şimşeklerini indirecekler ya da Kaf dağlarındwa vuracakları zincirleri hazırlayacaklar biz de denizleri yaran asalarımızı ve çamura can veren nefeslerimizi hazırlamalıyız. Peygamberlerin toplumsal mücadelelerinin her zaman çift yönü vardır. Birisi celali temsil ederken diğeri cemali temsil eder. Birisi zulme karşı direnişi temsil ederken, diğeri adalet ve merhamet merkezli yeni bir toplum inşa etmeyi temsil eder. Milletçe celalimiz mücadelenin birinci basamağını oluşturdu. Şimdi mücadelenin daha önemli bir kısmı başlayacak: Bundan sonrasını nasıl inşa edeceğiz ve eksikliklerimizi nasıl tamamlayacağız; hatalarımızı nasıl değerlendireceğiz, dini nasıl algılayacağız, devleti nasıl tanımlayacağız ve mesafemizi nasıl belirleyeceğiz, İbrahim’in milleti bilincini nasıl genelleştirip kurumsallaştıracağız, Millet olarak ve ümmet olarak bu çağa söyleyebilecek, konuşabilecek kelimelerimizi nasıl daha da etkin bir hale getireceğiz ve revize edeceğiz vs. vs. gibi sorulara ve problemlere cevap üretmemiz gerekecektir. Aksi takdirde kazanımlarımızı kaybeder ve zillete mahkum olmaya aday oluruz. Rabbimizin bu lütfünü ve ümmetin mazlum halklarının dualarını göz ardı etmemeliyiz. Kendimizi hamasetin ötesinde daha güçlü ve sağlam kılmalıyız ki, yeryüzünün mazlum halklarının umudu olmayı sürdürelim ve bununla beraber vatanımızın ümmetin umudunun son kalesi olduğunu unutmayalım. Darbeye karşı direnen halka selam olsun! Vatanına sahip çıkan İbrahim’in milletine selam olsun! Zalimler ve darbeciler kahrolsun! Ağustos’16 • 19


Karantina

Karantina

‫بسم هللا الرحمن الرحيم‬

BİR HİLAL UĞRUNA Zeyneb Rabia GENÇ

Asım’ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek: İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek. Şüheda gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar... O, rükû olmasa, dünyaya eğilmez başlar, Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor, Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!

A

hir zaman ümmetinden bir neslin yazdığı kısa ve öz bir destana şahit olalı henüz birkaç gün geçti. Günler ayları aylar yılları kovalayacak ve bu hadise de tarihin tozlu sayfalarında yerini alacak. Hem de tamda ecdadına dair dinlediği kahramanlık öyküleriyle büyümüş bir nesle yakışır şekilde yazacak tarih bu olayları. Öyle diyecek ki: ‘’vatan selametini Allah rızası bilmiş gençler dillerinde tekbirlerle Rablerine koştu’’. Öyle yazacak ki bir sayfasına: ‘’Şehadeti özleyenler’’ diyecek ‘’Bu olayları vesile bildi de arzularına kavuştu’’. Tarih kitapları tüm bu yaşananları belki kısacık anlatacak ama tarihin henüz tozlanmamış sayfalarında milletçe yerimizi aldığımız vatanımızı savunma destanımız bizlerle dilden dile dolaşacak. En çok biz anlatacağız, torunlarımız kitaplardan okuduklarıyla değil bizim onlara anlattığımız kıssalarla anacaklar bu günleri. Çünkü; tarihin yazdıkları bizim kalplerimize kazınanla bir olmayacak. Bir hilal uğruna bir milletin ne kadar ileriye gidebileceği bizzat şahitleri dışında hakkı verilerek anlatılamayacak. İşte bu yazıyı kaleme alırken buna niyet ettik; birkaç kıssaya olsun bulaşsın kalemimiz istedik. Bulaşsın ki belgelensin kalbimize kazınanlar, belgelensin ki çocuklarımıza şunu iyi belletelim bir kıssadan yanlarına kalan en az şu hisse olsun: Bizde şehitler asla unutulmaz; Onlar ölmez vatan bölünmez… Çocuklarımıza bugünleri anlatmaya malum yapının vatana nasıl ihanet ettiğini anlatarak başlamayı aman diyelim sakın unutmayalım.

20 • Ağustos’16

Çünkü öğrendik ki bir çocuğa verilmesi gereken ilk derslerden biri : Vatan hainliğinin dindeki hükmü olmalı. Olmalı ki çekirdekten titremeli kalp; böylece kim ne yaparsa yapsın gözünü boyayamamalı kalbinin ve kim ne derse desin şehadet arzusu en büyük ideali olmalı bir Müslümanın … -BAK BU BENİM BABAM ! Bu ufaklığın minicik parmağını uzatışını, yaşananın bir oyun olduğunu sanışını ve yüzündeki gülümsemeyi hiçbirimiz unutmayacağız şüphesiz.. Bu isimsiz minik kahraman şehit olan babasının bayrağa sarılı tabutu musalla taşında dururken o küçük elleriyle arkadaşını babasının tabutunun önüne kadar sürükledi ve minicik işaret parmağıyla babasının tabutunu göstererek heyecan ve sevinçle ‘’BAK!’’ dedi arkadaşına ‘’BAK BU BENİM BABAM!’’… Yıllar sonra bu olayı idrak ettiğinde belki gözlerinde yaş olacak ama heyecanı ve duyduğu gurur baki kalacak çünkü şehit çocuğu olmak bir babanın evladına yaşatabileceği en büyük gururdur. Bu ufaklık o kadar haklı ki babasına ölmemiş muamelesi yapmakta ona yetim demek insanın dilinden gelmiyor. Doğru o ölmedi ki… Şehit oldu ve ahirette yine yanında olacak. Bu minik ellerin sahibinin babasının şehadetini Rabbim kabul etsin. O’na bunu yapanlar Allah’a hesapların en ağırını verecektir hiç şüphesiz… -BEN ÇOK UYUDUM EVLADIM! Bu dedemizi de unutmak mümkün olmaya-

caktır sanıyorum. Zira kendisi kısacık bir cümleyle kalbime öyle bir kazındı ki; ezan muhafızı Menderes’i düşünmekten kendimi alamadım. Ona yapılan idam zulmünün önüne geçemeyen halkın canının nasıl acıdığını hissetmeden edemedim. Vaktiyle canı çok yanmış olacak ki bu dedemizin kendisine: ‘’Dede tamam artık sen git eve uyu, biz buradayız!’’ diyen bir gence: ‘’ Ben, seksen darbesinde ve 28 Şubatta çok uyudum evladım. Daha uyumam!’’ diye cevap verdi. 15 Temmuz gecesinden beri şahit olduğumuz tamda budur aslında; bir halkın uyumadan vatanı için nöbet tutuşu…Bu dedemize bakınca şunu düşünüyor insan, gençler bu nöbeti yarınlar için tuttu belki ama meydanları dolduran bastonlu dedeler, eli örgülü nineler de geçmişte yaşadıkları acıların merhemi bildi de yaşlarının verdiği ahvale aldırmadan sabahlara dek nöbet bekledi. Allah cümlesinden razı olsun. Rabbim Bu vatana bir daha böyle haller göstermesin yıllar sonra mahcup bir nesil olarak bu ülkenin topraklarında gezmeyelim biz ve bu ümmeti de tıpkı burada olduğu gibi bir eylesin! Amin. -POLİSLERİMİZ SUSAMIŞTIR ABİ! Twitter’ da okuduğum ve çok etkilendiğim bu kıssayı anlatmadan geçmek istemem. Yazılana göre boğaz köprüsünün darbe girişimcileri tarafından kuşatılmasından sonra köprüyü geri almak için girilen çatışmalar sırasında bir genç motorunun önüne bir adet damacana bağlamış, kalabalığı aşarak ilerlemeye çalışırken ona ne yaptığı sorulduğunda: “Ön taraftaki polis ve özel harekatçılar çok uzun süredir orada bekliyorlar. Susamıştırlar onlara su götüreceğim.” Cevabını vermiş. Abileri ona ‘’Dikkat et ateş açıyorlar, mermiler yağmur gibi ‘’ dese de O ‘’Ya Allah!’’ diye diye motoruyla gözden kaybolmuş. Olaylar biraz durulduktan sonra onunla konuşan bu abilerin aklına düşmüş bu gencimiz ve yaralılara yardım ederken onu da aramaya başlamışlar. Onu bulduklarında şahit oldukları manzarayı herhalde asla unutamazlar zira bu gencecik şehidimizin uzuvları farklı farklı yerlere dağılmış. Bayraklarla uzuvlarını tek tek örtmüşler. Rabbim şehadetini kabul etsin. Efendimiz de O’na, Kevser Havuzunda elleriyle su ikram etsin inşallah. Bu

şerefli kardeşin kendisine verilebilecek en güzel mükâfat şüphesiz ki yalnızca Allah katında ve yalnızca onun sınırsız lütfundadır lakin bizde onu hiç unutmayacağız. -ŞEHADET İSTEYEN ŞEHADET BULUR Yine adını unutmayacağımız ardında üç evladını bırakmış şehit Halil Kantarcı. Kendisinin şehit olma öyküsünden çok evveliyatı kazındı kalplerimize. Bizim için, şehadeti isteyenin ; samimiyetle isteyip bunun için mücadele vererek yaşaması sonucunda şehadete kavuşabileceğini idrak etme vesilesi oldu .Öyle ki kendisi 28 Şubat sürecinde davası uğruna hapislere girmiş ve yılarca bu şuurla yaşamış bir kimseydi. Yaşadığı üzere şehadetle gelen bir ölüm ona bir sonraki vatan müdafaasında nasip oldu. Allah şehadetinizi kabul etsin abi! Size sesimizi duyurabilseydik Efendimize selam söylemenizi rica ederdik. Allah cümlenizden razı olsun. Uzun uzun anlatabileceğimiz aslında o kadar çok kıssa var ki… Ama dediğimiz gibi yazılı kaynaklara belki geçmeyecek sözlü eserlerimiz olacak kıssalar bunlar. Bizim en büyük milli servetimiz. Bizim en dokunmaya kıyamadığımız yanımız. Bahsi geçen bu destanda küçük küçük parçaları simgeleyen bunca şehadet öyküsü aslında kocaman bir yapbozun birer parçası. Aslında hepsi aynı noktada birleşiyor ve aslında hepsi bir araya gelip kaybolmasına tahammül edemeyeceğimiz ülkemizin bir parçasını oluşturuyor. Bu olaylar tüm dünyaya da bize bir şeyi yeniden anımsattı. Her ne kadar zamanımız, şartlarımız ve ahvallerimiz değişmiş olsa da, büyüklerimize ‘’Ah o eskiler’’ cümlesini sıkça kurdurtuyor olsak da bizler hala Çanakkale’de tekbirlerle şehadete koşmuş dedelerimizin torunlarıyız. Onlar kadar şuurlu asla olamayız ama ne onları unuturuz ne de yeri gelince onlar gibi olmanın görevimiz olduğunu. Şahidiz ki bu ülkenin evlatları, emekli amcaları, yaşlı dedeleri, talebeleri, anneleri, babaları, hatta minikleri cepheye koşar gibi meydanlara koştu ve yeri geldiğinde canlarını feda etmekten korkmadı. Biz şahidiz ya Rabbi sen de bu milletten razı ol! Amin Ağustos’16 • 21


Karantina

Karantina

AYLARDAN TEMMUZ GÜNLERDEN DARBE Mahinur ÖZDEMİR

K

imimiz evinde, kimimiz kafelerde, kimimiz sokakta geziyorduk kendi halimizde. Birçoğu da tatildeydi hatta. Türkiye sakin sayılırdı alışılmışın dışında. Ta ki saat 22.00 sularına kadar... Birden kara bir bulut gibi çöktü ay yıldızımın üstüne o lanet kelime: Darbe! Zamanında herkese doğrudan, olmasa da dolaylı olarak dokunan, dokunmasa da teğet geçen darbe... Kalplerde aynı endişe, dillerde aynı kelime: Ne oluyor? Geçmişteki darbe ve darbe girişimlerini yaşayan, yaşamasa da ailesinden, ondan bundan dinleyen, kitaplardan okuyan insanların ağzında ise benzer dua: Allah’ım o günleri bir daha yaşatma! Kısaca kendi yaşadığım 15 Temmuz’u anlatmak istiyorum: İstanbul’da evimde balkondaydım. Elimde telefon sosyal medyada dolaşıyordum. İlk gördüğüm haber köprülerin kapatıldığı oldu. Tam sebebini araştırırken bir de baktım ki bazı gazeteciler milleti sokağa çağırıyor. Alışılmamış bir şeydi bu. Çünkü genelde halkı sağduyuya ve sakin olmaya çağıran bu insanlar milleti sokağa çağırıyordu. Anlayamadım. Devam ettim sosyal medyada gezinmeye. O kelimeleri gördüğüm anı unutamam: FETÖ den darbe girişimi! Afalladım. Kala kaldım. Darbeleri ve sonuçlarını duymuştum, okumuştum ama yaşamamıştım. Aklımdan ilk geçen şey, “üniversitelere başörtü yasağı tekrardan gelir mi acaba, gelirse nasıl bir direniş göster-

22 • Ağustos’16

meliyiz” oldu. Birkaç haber daha okuduktan sonra salona koştum. Televizyonu açıp haberlere baktım. İnanasım gelmiyordu. O an “dışarı çıkmalıyız, çıkalım inelim vatana” dedim. Ailem endişe etti ve izin vermediler inmeme. Vicdanım rahat değildi. Sürekli balkona çıkıyordum. En sonunda yatsıyı kılıp Kur’an okumaya karar verdim. Düşünmeden otomatiğe bağlamış gibi hemen Fetih suresini açtım ve okumaya başladım. Yeterince duygu yüklüydüm ama ağlamak gelmiyordu içimden. Ağlasam yenilecek gibiydim. Kuran okuyup dua ettim. Babam ve annem tecrübeli oldukları için TRT’yi açtılar hemen. Tam da, hiçbirimizin gözünün önünden gitmeyen o kadın spikere denk geldik. O zamana kadar sakinliğini koruyan babamın işte o zaman çaresiz bakışlarını yakaladım. Sonra anneme baktım. Bembeyaz kesildi. Hemen dudaklarında dualardan izler belirdi. Sürekli, gece boyu... Henüz 21 yaşındaydım ve bırakın darbeyi çok şükür sonuçlarını bile yaşamamıştım. O gece hazırdım her türlü sonuca. Öyle bir hâldi ki hâlâ tam olarak idrak edememiştim olanları. Çakma bildirge okunurken bir yandan spikere bir yandan annemle babama bakıp tepkilerini ölçmeye çalışıyordum. Zira o an ne yapmam gerektiğine bile karar verememiştim. Anneme “Bu devlet kanalı değil mi anne ne diyor bu kadın?” dediğimi hatırlıyorum. Ülkenin üstündeki kara bulutlar kara-

basan gibi konmuştu yıldızımın beş köşesine. Hilal’imin yüzü yere bakıyordu. Ecdadımın kanı buz kesmişti bayrağımda sanki. Sonra televizyondan duyduğum kelimeler beynime işledi: Millet! Evet, millet çoktan tevhidi kurtarmaya başlamıştı bile. Yıldızımın beş köşesini esir alan karabasanlar düşmeye başlamıştı. Halk ait olduğu ve sahip olduğu yerdeydi. Meydandaydı ve darbeye karşı “Hodri meydan!” diyordu. İşte o zaman gözlerim doldu. Bu kutlu ecdadın kutlu torunları vatan demek ne demekmiş göstermeye niyetliydi bu karabasanlara. Her bir yiğidin ayak sesi yürek atışımla şahlanıyordu gökyüzünde. Her bir Allahu Ekber sesi yerini buluyordu gök kubbede. İlk defa böyle görüyordum milletimi ve belki de ilk defa bu kadar onur duydum bu millete mensup olmaktan. Ülkenin cumhurbaşkanının bir açıklama yapmasını bile beklemeden meydanlara doluşan o yiğit Müslüman Türk milletine selâm olsun! Evet. Vakit geçtikçe doluyordu sokaklar. Direnişti bu en kutsalından ve dirilişti bu en kılasından. Dava öyle bir dava ki ne sağı ne solu tanır. Vatan deyince girdap gibi çeker içine. Sevda öyle bir sevda ki ne seni ne beni tanır biz deyince alır yüreğine. Tank bilmez bu dava namlu bilmez. İhanetin rütbesini bilmez, postal nedir bilmez. Vatan deyince mücadele bilir, direniş bilir, diriliş bilir bu dava! Türkiye ayaktaydı o gece. Kimi sokaklarda, meydanlarda kimi haberdar olmak için televizyon başında, kimi elinde Kur’an önünde seccade dua başında... Nitekim dünya bir mücadeleye tanık oluyordu. Bu millet, vatanın ne demek olduğunu gösteriyordu dünyaya. Gelen tank haybeye Atılan bomba haybeye Uzatılan namlu haybey Uçan jet haybeye. Bir bak şu millete Doyamazsın alnından öpmeye. Sonra dön bak haine Tükür, billahi tükür kahpeye! Gün doğdu doğudan. Demek kıyamet değilmiş kopan. Milletin can damarıymış koparılmaya çalışan. Neyse ki neşter ellerinde, darbe

dillerinde kaldı sadece. Osmanlı’nın torunlarına bıraktığı bu vatanı kolay veririz sandılar, Peygamber’in zikrettiği İstanbul’u sahipsiz sandılar. Bayrağı bile baştan aşağı kan ile dolu olan bu milleti korkak sandılar. Yanıldılar. Ne bu vatanı veririz, ne İstanbul’u yem ederiz, ne de bayrağı indirtiriz! Karabasan sarmış yıldızımı Niyetlenmişler bölmeye vatanımı Yürü ey yiğit dondurmuşlar kanını Tekbirlerle yürüt yüce şanını Hain uzatmış namlusunu Ey Müslüman kurtar namusunu Acıma vatanına göz dikene Bitir toprağının kara kabusunu. Alem görsün millet ne imiş Dünya görsün vatan ne imiş Tanka yürek tüfeğe bilek Anladık ki güç İman’da imiş. İzin verme ezmesine şerefini Bayrak bil gerekirse kefenini Toprağın her bir karışı emanet sana Dilinden düşürme tekbirini Yürü! Ayağına kuvvet gelsin. Yüreğinde hakiki cesaret Bilen bizi hür bilsin Yakışmaz üstümüze esaret. Sevdan vatan olsun Peygamber önderin Hak, atan kalbin olsun Kuran rehberin. Bu dava öyle aziz öyle yüce Millet almış eline sazı. Birkaç rütbeli cüce Söndüremez ay-yıldızı. Vatan bölünmez bre kahpe! Adını koymuşlar darbe Ey etten kemikten sahte rütbe Zafer bizim mağlubiyet sende! Ağustos’16 • 23


Karantina

Karantina

FİLM DEĞİLDİ GERÇEKTEN DARBEYDİ! Furkan Rıza DEMİREL

O

gün sabah yine çocuklara Yaz Okulu’nda ders veriyordum tenefüste Furkan Gençoğlu abiyle karşılaştık laflarken Türkiye’nin birkaç haftadır durgunlaştığından bahsettik. Bu söylemine katıldım çünkü lise öğrencisi olmama rağmen birkaç haftadır beyaz yakalı ofis çalışanları gibi belirli bir düzende ilerleyen tekdüze sıkıcı bir haftadaydım. Facebook,Instagram,Snapchat,Twitter gibi sosyal paylaşım sitelerinde ise ağırlıklı olarak, sürekli gereksiz nedenlerden birbirleriyle didişen gençler,birkaç hadis yüzünden birbirini yerden yere vuran insanlar görüyordum. Evim Esenyurt gibi uzak bir yerde olduğu için uzun bir yol çekiyor ve eve akşamdan sonra anca varabiliyordum.Eve

24 • Ağustos’16

vardığımda Whatsapp’ta birkaç grupta –sınıf grubu,geyik grubu vs- darbe oluyor herhalde diye söylentiler dolaşmaya başladı,açıkçası hiç birini ciddiye almadım hatta ‘’Esenyurt’ta ezan hala Arapça darbe falan yok hem darbe değildir o darbe olsa yerinde duramazsın’’ diyerek umursamıyordum.Ama cidden darbe oldu ve harbiden de yerimizde duramadık.Bir anda tüm –neredeyse tüm çünkü hala dizi,film yayınlayarak reytinglerini arttırmaya çalışan kanallar vardı-televizyon kanallarının aynı haberden bahsettiğini gördüm.Açıkcası 99 doğumluyum ne darbe gördüm nede adamakıllı deprem ama annemin gözyaşları Kuran’ının üstüne akarken gözlerinden hepsini yaşamış oldum.Ardından babam işten geldi ve bize meydana çıkacağımızı hazırlanmamızı söyledi.İnsanlar cidden çıldırmış olmalıydı komşulardan çoğu hala sokakta oturmuş çekirdeğini çitliyordu,yan mahallede bir kadının araba-

sı çalınmıştı,mahallenin yakınlarındaki fırın ekmeğin tanesini 10 Türk Lirası’na satıyordu onu da maksimum 5 adet veriyordu.Ve insanların çoğu bu karaborsacı düzenbazlara koşuyordu.İlk gün sabaha karşı darbe tehditinin büyük ölçüde engellendiğini görünce biraz rahatladım,telefonumu elime alıp sosyal medyada gezerken ölü sayılarını görüyordum.Açıkçası günümüzde öyle bir hale geldik ki kendi yakınımızdakiler olmadığı sürece ölü ve yaralı sayısı bizi pek ilgilendirmiyor.Twitter’da daha sabah 11 civarı ‘’Ölürsem beni böyle hatırlayın belki üzülmezsiniz’’ diye twit atan Halil Kantarcı abinin şehadet haberini aldım.Daha birkaç hafta önce AKDAV’da birlikte yemek yediğimiz Ramazan Sarıkaya abinin olaylar sırasında Saraçhane’de vurularak ağır bir biçimde yaralandığını öğrendim.Dün gece Esenler’de tank ile ikiye ayrılan insanlar,kan gölüne dönen sokaklar,bıçaklarla tankların üstüne doğru koşan ağabeylerim, tankın

Ağustos’16 • 25


Karantina

Karantina

Twitter’da daha sabah 11 civarı ‘’Ölürsem beni böyle hatırlayın belki üzülmezsiniz’’ diye twit atan Halil Kantarcı abinin şehadet haberini aldım.Daha birkaç hafta önce AKDAV’da birlikte yemek yediğimiz Ramazan Sarıkaya abinin olaylar sırasında Saraçhane’de vurularak ağır bir biçimde yaralandığını öğrendim. önüne yatan insanlar,sosyal medyada İsmailağa cemaatinden tut Selefi ekollere kadar herkesin anlaşmazlıkları bırakıp birlikte vatanlarını savunmaları,gençlerin aptalca idealarını bırakıp ortak düşman konusunda anlaşmaları cidden kayda değer muazzam bir şeydi.Ertesi gün Fatih Camiinden,Saraçhane’ye olan yürüyüşe katıldım ardından birkaç ağabey ile konuşurken ceplerinden üstlerine sıkılan boş mermi kovanlarını gösterdiler,birkaçı orada sabahlamıştı üstünde hala taşıdığı insanların kanı duruyordu.Vakıfa doğru yürürken Furkan Gençoğlu’nu gördüm dün gece Boğaz’da idi.Üstüne uçaksavarlarla ateş açılmıştı belki onu bir daha hiç görmeyebilirdim de,ardından Vatan Caddesindeki yürüyüşe geçtim ve belki de bizden daha çok sevinen Suriyeli kardeşlerimizi gördüm.Zaferi kutluyorlardı bizimle birlikte hava biraz daha kararınca Taksim’e geçtim.İnsan seli vardı iğne atsan yere düşmez desek daha doğru sonra Twitter’da olayları daha farklı yere çekip insanların ölümlerini meşru gören,tüm bunların senaryo veya bir nevi tiyatro olduğunu ardından eve geçerken düşündüm de hiç o 26 • Ağustos’16

filmlerdeki gibi olmuyormuş.Ölen figüranlar önemsiz değilmiş, her an her yerde bulunan hatta arka cepte taşınan pompalı tüfekler yokmuş.Düşmanlar varmış ama filmlerdekinden daha beter serçe parmağını masaya vurunca gözyaşlarına boğulan hainler tankın parçaladığı insanlara tiyatro diyebiliyor,yabancı basın da tonlarca asparagas haber yapılıyordu… James Bond, MacGyver, Rambo, John McClane yokmuş bizi tek başına tüm düşmanlardan kurtaracak.Ama Halil ağabeylerimiz,Ramazan ağabeylerimiz varmış,tanklara bıçaklarla koşan Resul ağabeylerimiz,uçaksavarların altında bile ne yapabileceğini düşünen Furkan ağabeylerimiz,darbeci generali alnından vuran Ömer ağabeylerimiz,tankın önüne yatan Metin ağabeylerimiz,elinde odunlarla darbecilerin karşısında duran teyzelerimiz,kırmızı Fargo kamyonla Taksim’e bir kasa adam yığan çarşaflı ablalarımız varmış.Ümmetin ve ülkemizin başından zorlu birkaç gün geçti ve birkaç günlüğüne Mısır veya Suriye’nin acısını hiç olmadığı kadar yakından hissettik vesselam. Şükretmemiz dileğiyle…

DARBE

Sümeyye GÜVEN

B

irileri geçmiş hala darbe değil tiyatro, senaryo, oyun diyor… Hıhı tabi… haklısınız! Aynı dediğiniz gibi! Zaten o kadar üst düzey rütbeli asker, komutan, albay, yarbay, üsteğmen, binbaşı vs. deli divane Erdoğan aşığı! Aman o Başkan olsun, Başkanlık sistemi gelsin bizim ailemiz sıkıntı çeksin, görevimizden atılalım, Ege’de Akdeniz’de denizin kumun keyfini sürmek yerine hapislerde çürüyelim diye can atıyordu! Allah aşkına bu nasıl bir basiret bağlanmasıdır? Erdoğan düşmanlığı gözlerinizi kör etmiş, sözüm ona çok modern, liberal, demokrat insanlarsınız bu mudur sizin demokrasi anlayışınız? Milletin iradesine saygınız? Çıkmış üç beş asker tokatlandı diye ana avrat küfürler yağdırıyorlar halka! Hain diyorlar! Bizim Mehmetçiğe zerre lafımız yok! Bizim lafımız bu vatanı satan, millete gözünü kırpmadan sıkan vatan hainlerine! Hiç mi videoları izlemiyorsunuz? Bir de sözde halk tarafından başı kesilen asker yalanı uyduruldu ki yalanınızda boğuldunuz! Rezil oldunuz! Siz market kuyruklarında, ATM’lerde para çekerken; oyun bu oyun diye düşünürken, Saraçhane parkında kurşun yağmuruna tutulan benim öz kardeşimdi! Yaralanan yakın arkadaşımın eşiydi… Kurşunun bir yanağından girip diğer yanağından çıkmasıyla çenesi ciddi halde zarar gören babamın iş arkadaşıydı… Helalleşip olur da şehit olursan üzerinde bu olsun diye giydirip uğurladığım eşimdi! Gecenin bir yarısı bebekleri uyutup dışarı çıkan bendim! Bizim hayatlarımız çok ucuz zaten! Bir sizin hayatınız değerli!

Şimdi geçin size silah doğrultan birinin karşısına da sessiz kalın bakalım! 2013 Mayıs ayında gördük sizlerin protesto biçiminizi de. Yakmadık yıkmadık araba, dükkân, kamu malı bırakmadınız… Savaş alanına çevirdiniz ülkeyi. Üç beş ağacı bahane edip çevreye verdiğiniz zarar bilmem kaç bin ağacın katliamına eş değerdi. Maksat hükümeti devirmek! O yüzden şuan böylesiniz. Hükümet gitsin de ister darbeyle ister başka şekilde gitsin ama yeter ki gitsin… Neymiş salalar okunmuş. Çok rahatsız olmuşlar. Sorarlar adama yıllar önce bu vatan için mücadele eden atalarımız nasıl mücadele etti? Bando mızıkalarla mı? Senfoni orkestrasıyla mı? “Yurtta sulh cihanda sulh” hareketiymiş darbenin adı... Allahu Teala ne de güzel bildiriyor bize Bakara Suresi 11 ve 12. Ayette “Kendilerine: ‘Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın’ dendiği zaman, ‘Bizler sadece ıslah edicileriz (muslihun) ‘ derler. Şunu bilin ki, onlar bozguncuların (mufsidun) ta kendileridir, lâkin anlamazlar.” 28 Şubat post modern darbesinin yıllarına mal olmuş, liseyi dışarıdan okumak zorunda kalıp, üniversite için yıllar bekleyip sürgün gibi olsa da eğitimini yurt dışında tamamlamayı başarabilmiş biri olarak daha DARBE falan istemiyorum! Yıllarıma mal oldunuz! Benim ve benim gibi binlerce belki milyonlarca gencin gençliğimizi elimizden aldınız! Benim çocuklarımın üzerinden çekin artık o kanlı ellerinizi! Nefretten bahsediyorsunuz asıl siz nefret dolusunuz ki bizi kendiniz gibi görüyorsunuz… İnsaf!

Ağustos’16 • 27


Karantina

Karantina

BİR GECE Vefa GÜZEL

Elhamdulillahi rabbil alemin! Hamd, alemlerin rabbi olan Allah’a mahsustur.

B

ir gece atlattık, atlatmaya devam ediyoruz. Sıcaklığı üstümüzde hala. Her geçen gün yeni bir kahramanlık öyküsünü işittiğimiz, şahit olduğumuz bir gece. İmanın en büyük imkan olduğunu zerrelerimizde hissettiğimiz bitmeyen bir gece. “... Nice küçük topluluk, daha çok olan bir topluluğa Allah’ın izniyle galip gelmiştir; Allah sabredenlerle beraberdir.” (BAKARA-249) ayetine aynel yakin iman ettiğimiz bir gece. Türkiye çok darbe görmüştü. Etkisi uzun yıllar süren darbelere şahitlik etmiştik, duymuştuk bu memlekette. Her darbede de en çok zararı Müslümanlar görmüştü. Müslümanlar bunu çok iyi biliyordu. Fakat ‘hizmet’ kisvesi altında senelerce ve neredeyse her aileden, sosyal gruptan insanlar içinde barındırmış güya ‘

28 • Ağustos’16

Allah rızası adına’ çalışan bir gruptan böylesi bir darbe kimse beklemiyordu. Oysa biliyorduk; dini tebliğ metodolojilerinde, tedbir, tevil, teslimiyet, hoşgörü ve diyalog anlayışlarında ve hatta İslam’ın temel hususlarını anlama, yaşama ve yaşatma konusunda ciddi problemleri olan bir topluluktu. Fakat “ehli kıble tekfir edilmez” anlayışına binaen hep iyi (!) taraflarını görmeye çalıştık. Hoş, yurtdışında okulları olması, Türkçe konuşan talebeleri olması vs. gibi nedenler ‘iyi’ manada İslami tebliğ yaptığı anlamına gelmiyordu. Zira şölenler düzenleyip kızlı erkekli meşru sayılmayacak şekilde sahnelere çıkarıp şarkılar söyletmesi bizim ‘iyi’ anlayışımıza uymuyordu. Keza eşi askeriyede görev alabilsin diye örtüsü açtırılan

hanım bacılar da müspet anlamda bir ‘fedakarlık’ içine girmiş değillerdi. Ya da garip bir şekilde ‘Hoca efendi’ ye sorgusuz sualsiz tam teslimiyet gösterilmesi de o ‘Hoca efendi’ nin hem ‘hoca’ lığını hem de ‘efendi’ liğini tartışmaya açıyordu selim akıllarda. Ama diyoruz ya tüm bunlara ve iki üç yıl kadar öncesi yaşananlara rağmen bu kadarını hiç birimiz beklemiyorduk. Hak davalar uğruna dahi sokaklara çıkmayı, silahlı mücadeleyi her zaman yeren kendi batıl anlayışına göre yanlış bulan bir gruptan böylesi vahşi, adi ve soysuz bir ‘darbe’ yi kimse beklemiyordu. Bu kuklaların İplerini elinde tutanların gücü çok büyük de olsa şükür ki zaferin sahibi Allah ın yardımıyla atlattık, atlatıyoruz bunları da. Müslümanlarda tekraren ümmet olma şuurunun, şehadet bilincinin artmasına vesile olan bu olayda görebildiğimiz çok hayırların yanı sıra bizim bilmediğimiz ve el âlim olan Allah’ın bildiği çok hikmetler de gizli elbet.

Fakat çıkarılacak dersleri, hissemize düşenleri almalıyız. Bir toplumda bir lidere kayıtsız şartsız itaat varsa, akli melekelerini kullanamaz hale gelmiş ve iradesini liderine/şeyhine/ hocasına/üstadına teslim etmiş bir topluluk varsa bu topluluklar her zaman hata yapmaya meyyaldir. Keza emanetin ehline verilmediği durumlarda kaoslara davetiye çıkarılır. Haksız görevlendirmelere, yapılandırılmalara göz yumuluyorsa sade ahireti değil dünya hayatını da felakete sürükler. Kuran ve sünnetin hayatların merkezinde olmadığı toplumlarda maalesef yeni putlar hükmedecektir. Bugün meydanlarda Allah için can veren şehitlerimiz; bizlere İslam şuuru ve ahlakının hakim olacağı, ümmet olma bilincinin toplumda külliyen yerleşeceği günlerin yakında olacağını vadediyor biiznillah. Ağustos’16 • 29


Üniversite

Karantina

Dış Müdahale Aracı Olarak Üniversiteler Dücane DEMİRTAŞ

İ

mparatorluğun ayakta durabilmek için zamanı geçmiş ıslah hareketlerinden daha fazla ve daha hızlı değişime ihtiyaç duyduğu son iki yüzlük en uzun dönemeçte karşımıza çöküntünün en önemli fakat çok da göz önünde olmayan sebeplerinden biri çıkıyor: yabancı okulların ülkedeki faaliyetleri. Kapitülasyonlar sayesinde özel sözleşmeler çerçevesinde oluşturulan yabancı hukukuna göre hareket eden özel ya da tüzel kişiler son iki asırda belki de bizim dahi ismini duymadığımız Anadolu’nun en ücra köşelerine ilkokul, lise veya yüksekokul açmış ve bu yapıları gerek misyonerlik gerekse imtiyazlarla korunmuş bir nevi konsolosluk ya da istihbarat merkezi gibi kullanmışlardır. Devlet 1869 Maarif-i Umumiye Nizamnamesi ile her ne kadar özel okul açma inisiyatifini yabancılara bırakıp denetim sorumluluğunu üstlenmiş olsa da 1915 Mekatib-i Hususiye Talimatnamesi’ne kadar yabancı okulların kesin surette kontrol edildiği söylenemez. Hâlihazırda 1893’te Zühdü Paşa tarafından II. Abdulhamid’ e sunulan raporda ülke de bulunan yabancı okulların çoğunun ruhsatı olmadığı ortaya çıkmıştı ve dahi müfettişler okulun kapısından içeri sokulmuyorlardı. Okullar yabancı devletlerin konsolosluklarının himayesinde oldukları için yerinde bir özgüvenle çalışıyorlardı. Osmanlı topraklarında 10’a yakın yabancı devletin toplam 920 okulu bulunmaktaydı. Başı çeken ABD’nin 465 okulu ve toplam 22.867 öğrencisi bulunmaktaydı. Boston’da 1810 yılında kurulan “American Board of Commisioners for Foreign Missions” Protestan misyonerlik teşkilatı 1820 yılında Ortadoğu ve Osmanlı coğrafyasında yaptığı etraflı bir saha çalışmasından sonra sosyal ve kültürel müesseseler adı altında okul, yetimhane, kilise ve hastaneler kurmaya başlamış ve bölgede Amerikan devletiyle uyumlu çalışacak bir zümreyi hem azınlıklar hem de yerli halk üzerinden oluşturmaya çalışmıştır. Bölgedeki okullar Arap

30 • Ağustos’16

milliyetçiliğinden Bulgar komitacılığına kadar ciddi bir hareketliliğin temelini oluşturmuşlardır. Her ne kadar bir ajan muamelesi yapmak gerçekçi olmasa da bölgenin denge unsurlarını dibine kadar çözümleyen silsile halinde yetiştirilen nesiller büyük kopuşun asıl gövdesini oluşturan farkında olmadan yabancı devletlerin bölge üzerindeki elli-yüz yıllık planlarının bir parçası haline geliyorlardı. Yabancı okulların Osmanlı’nın son döneminde sadece azınlıklar tarafından değil zengin ve bürokrat kesim tarafından da tercih edildiği göz önüne getirilince Osmanlı’nın eğitim alanındaki yetersizliği ve eksikliği ortaya çıkıyor. Her ne kadar Abdülaziz ve Abdülhamid devrinde hızlı bir ivme gösterilmiş olsa da 1894 yılında sayıları 6894 olan organize edilip gerekli gereçlerle donatılan gayri Müslüm okulların tartışmasız üstünlüğü Cumhuriyet dönemine değin sürüyor. Yabancı üniversitelerin Ortadoğu bölgesinde eski sömürgelerle iletişimi sağlayan birer kurum hale gelmesi süreci sömürgeciliğin son aşıra ayak uydurmasının bir sonucu olarak karşımıza çıkıyor. Bu ise doğrudan bölgeye askeri, siyasi ya da ekonomik müdahalede bulunmaktan yahut sarı saçlı mavi gözlü ajanları kullanmaktansa kendi değer yargılarına yabancılaştırılmış batıdan çok batılı olan ve kendi babasını inkar eden bir nesil oluşturma yoluna gitmişlerdi. Bu nesil batılı üniversitelerin üstün teknik ve teorik bilgileriyle rekabet edilemeyecek bir konumla, devlet kademelerinde, ekonomide ve sivil toplum kuruluşlarında rol alacak ve kendilerine yukarıda bir emir verilmeksizin aldıkları eğitimin gereği olarak içgüdüsel bir batılı olarak düşüneceklerdi. Bugün Mısır, Lübnan, Irak, Tunus, Cezayir, Fas ve Batı Afrika ülkelerinde Kanada’dan, Almanya’ya, Fransa, İngiltere ve Amerika’ya kadar bir çok batılı devletin okulları bulunmakta ve her üniversite bulunduğu bölgenin en iyi eğitim ve veren prestijli eğitim kurumu statüsünde.

Çalışan Üniversiteliler Mehmet Ekrem CEYLAN

Seni biraz tanıyabilir miyiz? İsmim Mehmet Ekrem Ceylan. Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi’nde 4.sınıf Basın-Yayın bölümü öğrencisiyim. Okul haricinde Anadolu Üniversitesi Medya Merkezi’nin muhabir kadrosunda kısmi zamanlı öğrenci işçilik yapıyorum. İki yıl boyunca da Eskişehir Basket’in sosyal medya fotoğrafçılığını yapanlardan biriydim. Bu yıl da yapıp yapmayacağım henüz netleşmedi.

Okurken çalışma fikri nasıl şekillendi? Bölümüme başlamadan evvel Anadolu Üniversitesi’nin meşhur İngilizce hazırlık eğitimi vardı. Bu eğitim bölümle kavuşmamı biraz geciktirdi. Bir an önce bölüme geçip ilgi alanımı oluşturan dersleri görmek ve pratikte de bunları uygulamak istedim. Bölüme geçiş sürecim uzadıkça bu şevk daha da arttı. En sonunda Medya Merkezi’ne öğrenci işçilik başvurusu yapmaya karar verdim. Bir yıl stajyer olarak çalıştıktan sonra kadrolu oldum. Sektör hakkında edilen sohbetlerden duyduğum kadarıyla, aldığım tavsiyeler doğrultusunda cv’nin çok önemli olduğunu düşündüm. Haliyle kendime cv olabilecek bir şey yapma gerekliliği hissettim. Tabii bir yandan da kendi paramı kendim kazanmak istedim.

Hem çalışıp hem okurken zorluklarla karşılaşıyor musun? Bazen çok yoğun bir tempo oluyor. Öğrencinin önceliği tabii ki dersleridir, sınavlarıdır. Çalışan bir insan olunca yalnızca okula kendini vermek zorlaşıyor. Temponun akışında ister istemez sınava çalışma saatleri kısılıyor. Kaldı ki basın yayın bölümü uygulamalı derslerin yoğun olduğu, sınav projelerinin zaman aldığı bir bölüm. Bunun dışında öğrencilerin çoğu yaz ayında tatilini yaparken siz tatil yapamıyorsunuz. Yalnızca iki hafta yaz tatili oluyor benim çalıştığım kurumda. Tabii, sosyal medya çok hayatın içinde artık. Sosyal medyadan

insanlar kimin gün içerisinde ne yaptığını görüyor. Arkadaş listemin büyük çoğunluğu da öğrenci arkadaşlarımdan oluştuğu için yazın onların tatil yapıyor olduğunu görmek biraz insanın motivasyonunu düşürebiliyor açıkçası.

Hem çalışıp hem okumak sadece ekstra maddi getiriden mi ibaret? Avatanjları ve olumlulukları üzerine neler söylemek istersin? Gerçekçi olmak lazım, tabii ki maddi getiri çok önemli. Maddi getirisi olan bir işe insan doğası gereği daha fazla emek harcıyor, karşılığını vermek istiyor. Bu durum öğrenciyken de olsa çalışma hayatı için geçerli bir unsur. Ancak bana göre okurken bir yandan çalışıyorsanız öncelik maddi getiri olmamalı. Sektör içerisinde cv’nin, iş tecrübesinin önemi çok ortada. Bu iş tecrübelerini edinmek, ilerleyen süreçte iş hayatı için kapı açacak cinsten olabilirler. Bunun bilincinde olarak bazen parayı değil, tecrübeyi de düşünmek gerekir. Neticede kısa vadede niteliksiz işçilik yapılarak da para kazanılabilir ancak uzun vadeli düşünülecek olursa edinilen tecrübe ilerisi için daha iyi bir getiri sağlayabilir.

Yeni üniversiteye başlayacak arkadaşlara bir öğrenci-çalışan olarak neler söylemek istersin? Yalnızca okula gidip gelmelerinin, yalnızca not ortalamasının iyi olmasının çok da iyi bir öğrencilik olduğunu düşünmüyorum. Üniversiteye yeni başlayacak olanlar her şeyi okulda aramamalı. Diğer bölümler için ahkâm kesmek istemem ama benim bölümümü okuyacak olanlar için sektör içerisinde tecrübeler edinmelerini elbette öneriyorum. Tabii ki çok önemli bir diğer unsur da İngilizce haricinde bir dil daha öğrenmeye çalışmaları. Dil biliyor olmak birçok şeyi değiştirebiliyor. Bu sene başlayacak olan herkese yürekten başarılar diliyorum. Tüm öğrenci arkadaşlarımın yolu açık olsun. Ağustos’16 • 31


Üniversite

Üniversite

Çalışan Üniversiteliler Bestami KAPLAN

Seni biraz tanıyabilir miyiz? 1988 yılında İstanbul Fatih’de doğdum aslen Hataylıyım. Çukurova Üniversitesi Adana MYO Bilgisayar Programcılığı mezunuyum. 6 yıl kadar bilişim sektöründe çalıştım. Askere gidip geldikten sonra alan değiştirmeye ve sevdiğim işi yapmaya karar verdim. Şu an Mersin Üniversitesi Gastronomi ve Mutfak Sanatları 2.sınıf öğrencisiyim

Okurken çalışma fikri nasıl şekillendi? İlk okuduğum yüksekokul ikinci öğretim programıydı. Yani aslında okurken çalışma fikri değilde çalışırken okuma gibiydi benim için. Şu an devam ettiğim bölüm ise normal öğretim ve sadece pratik yaparak kendimi geliştirebileceğim bir alan olduğundan her daim işin mutfağında olmam gerekiyor. 4 yıl boyunca elde fotokopi ve ders notlarıyla sadece işin teori kısmıyla ilgilenip mezun olmamız pek mümkün değil gastronomide. Bu bölümü seçtikten sonra daha 1.sınıftan itibaren sektörde çalışmaya başlamak bir tercih değil zorunluluktur.

Hem çalışıp hem okurken zorluklarla karşılaşıyor musun? İlk başlarda hem okul hem iş alışmayan biri için epey yorucu olabiliyor ancak severek yaptığınız bir iş ve isteyerek seçtiğiniz bir bölümse bir müddet sonra alışıyor insan. Fiziksel yorgunluk dışında birde zaman problemi var tabi. İş ve okul saatleri dışında kendinize kalan her saati ve hatta dakikayı verimli kullanmak zorundasınız. Eğer sosyal biriyseniz haftalık bir program çizelgeniz hatta bir ajandanız olmalı.

32 • Ağustos’16

Hem çalışıp hem okumak sadece ekstra maddi getiriden mi ibaret? Avatanjları ve olumlulukları üzerine neler söylemek istersin? Tabiki maddi avantajı yadsınamaz. Ailenizden bağımsız bir ekonomik özgürlüğünüz oluyor. Çalışmayan öğrenci arkadaşlarınız gibi: “Kredi/burs yattı mı, kartların asgarisi ne kadar gelir acaba bu ay ?” diye her ay makro ekonomik hesaplara girişmiyorsunuz. :) Fakat öğrenciyken çalışmanın sizin için tek avantajı maddi anlamda diğer arkadaşlarınıza göre rahat olmanız değildir. Çalışmak insanı sorumluluk sahibi bir birey yapıyor. Gelecek kaygısı olan, ilerde aile kurmak isteyen her genç arkadaş için bir nevi stajdır, talebe iken iş hayatına girmek. Kendi bölümünüz ile ilgili bir işte çalışıyorsanız kariyer olarak bunun size katkıları çok fazla olacaktır. 4 yıl sonunda dolu bir cv ile mezun olmak veya hiç bir yerde çalışmadan mezun olup stajyer maaşına razı olmak arasında elbette motivasyon anlamında fark olacaktır.

Yeni üniversiteye başlayacak arkadaşlara bir öğrenci-çalışan olarak neler söylemek istersin? Üniversiteye yeni başlayacak olan arkadaşlara tavsiyem; İlk dönem iyice gezip tozsunlar, öğrenciliğin tadını çıkarsınlar, üniversite ortamını tanısınlar ve güzel bir yarıyıl tatili yaptıktan sonra ikinci dönemden itibaren yarı zamanlı işlerde çalışmaya başlasınlar. Bunun ekonomik durum alakası yok. Babanız bir müteahhit olabilir ama emin olun kendi emeğiniz ile kazandığınız para size daha tatlı gelecek ve harcamaya eliniz gitmeyecek :) Alttan ders bırakmamaya çalışın ve yazları eğer daha iyi bir planınız yoksa mutlaka çalışın. Ekonomik olarak bağımsızlığınızı kazandığınızda bu sizi özgüveni daha yüksek bir insan yapacaktır.

Çalışan Üniversiteliler Elif YAŞAROĞLU

Seni biraz tanıyabilir miyiz? Şehir Üniversitesi, Hukuk Fakültesi son sınıf öğrencisiyim. Kartal İmam Hatip mezunuyum. 22 yaşındayım. Doğma büyüme İstanbulluyum.

Okurken çalışma fikri nasıl şekillendi? Çalışma hayatına ilk defa Gülcan Tezcan’ın Gerçek Hayat’ta çalıştığı dönemde Fatih’teki ofisine giderek ufak tefek tanıtım yazıları yazıp kendisini darlayarak adım attım. Bu lise 2, yani 2009 yazına denk geliyor. Sonrasında bu tanıtım yazıları gelişti, makale halini aldı. Üniversite sonuçlarımı sabah 9 akşam 5 Taksim Kitaplığı’nda biyografi yazdığım günlerde öğrendim. Üniversiteye başladıktan sonraysa çalışmak bir zorunluluk halini aldı. Yarı bursum vardı ve aylık ödemem gereken okul taksitim için çalışmam gerekiyordu. Ben de üniversitemizin kütüphanesinde part time olarak çalışmaya başladım. 2012 yazından 2016 Mayıs’ına kadar, 4 sene, burada aralıksız devam ettim. Üniversiteden zamanında mezun olamasam da kütüphaneden diplomamı aldım. Kütüphane müdürümüz bana alaylı diyordu hatta. Tabi aralarda başka yerlerde de çalıştım. İBB başta olmak üzere uluslararası STK’larda tercümanlık yaptım. Şu anda hala İyilikhane’de tam zamanlı Proje Koordinatörü olarak çalışıyorum.

Hem çalışıp hem okurken zorluklarla karşılaşıyor musun? Sürekli bir zorluk durumu söz konusu değil. En başta “Allahım ben dünyanın en zavallı insanıyım” diye düşünmüyor değildim. Sabah 9’dan akşam 4’e kadar derslere gir. 5’ten gece 11’e kadar mesai yap. Çok zor. Ama sonrasında sana kattıklarını görünce bu düşüncelerin şımarıklık ve şükürsüzlük olduğunu fark ediyorsun. Okurken aynı zamanda iş tecrübesinin artması her yiğidin yapabileceği bir şey değil. Tabi ki zaman zaman yine buhranlara sürükleni-

yor insan. Düşünsene sınıf arkadaşlarının oyunda, oynaşta olduğu zamanlar sen mesai tamamlama derdindesin. Dersleri ekmek zorunda kaldığım zamanlar oluyordu. Çünkü sonuçta dersten para kazanmıyorum ama işten para kazanıyorum, hakkını vermeliyim gibi düşünceler düşünceler...

Hem çalışıp hem okumak sadece ekstra maddi getiriden mi ibaret? Avatanjları ve olumlulukları üzerine neler söylemek istersin? Maddiyat çok önemli en başlarda. Öbür türlü psikolojik olarak kaldırmak zor. Hele ki etrafta dikkat dağıtan “üniversite ortamı” gibi bir faktör varsa. Fakat zaman geçtikçe ve mezuniyet yaklaştıkça senelerce boş yapan kişilerin CV’lerinin boş, benimse sayfalarca iş tecrübemin olduğunu fark ettiğim an her şey değişti tabi ki. İçindeyken çok anlamasanız da, iş ortamından çıkıp başkalarıyla konuştuğunuzda üzerinde çalıştığınız konu hakkında fikri sorulan insan olmak hele ki öğrenciyken çok büyük bir haz. İş ilişkilerini öğrenmek, işyeri havası solumak vs. bunları söylemiyorum bile. Kesinlikle hayata 10-0 önde başladığımı düşünüyorum. Hatta şöyle ki okurken çalışan insanlar yeni mezunların alamadığı işleri, başarısız oldukları mülakatları 3-5 dakikada geçip işe alınabilme potansiyelindeler.

Yeni üniversiteye başlayacak arkadaşlara bir öğrenci-çalışan olarak neler söylemek istersin? Üniversiteyi gözünüzde büyütmeyin. Hayatınızın 4-5 senesini sadece üniversiteye adamak gibi bir hataya düşmeyin. Üniversite sadece yapacaklarınız ve hedefleriniz için destekleyici olabilir. Kesinlikle amaç haline getirmeyin. Yoksa 4 sene sonunda kepi attıktan sonra post-mezuniyet depresyonu denilen illete yakalanır, tüm umutlarınızı ve hayallerinizi KPSS ve türevi sınavlara kurban etmiş olursunuz. Çalışın, paranızı kazanın, gerekirse ailenize yardım edin ve infak etmeyi de sakın unutmayın. Ağustos’16 • 33


Üniversite

Üniversite

Üniversite Hayatıma Adımlar Toleuzhan GALİYEVA

T

ürkiye’ye İslam’ı öğrenmeye geldiğim zaman üniversitede okumak hiç aklımda yoktu. Halime Hocanın “İLEMER” kursu vardı. Çok değerli, saygılı ve kıymetli bir hocadır. Elhamdulillah, İslami ilimleri “İLEMER” kursunda tanıdım. Fakat vize ile ilgili hep problem yaşıyordum. Vizemi uzatmak için sürekli dış ülkelere gidip geliyordum. Bu benim için zor bir uğraştı. Ama bu çok uğraştıran zorunlu seyahatler hem zevkli, hem faydalı hem de verimli geçiyordu. Çünkü gittiğim ülkelerdeki arkadaşlarıma “İLEMER” kursunda öğrendiğim bilgileri aktarıyordum. Birisine anlatınca ertesi günü başka arkadaşlarını getirerek çoğalıyorduk. Böylece turistik vize ile üç senem geçti. Sonunda, dördüncü sene gelirken “İLEMER” kursunda Halime Hocadan icazetimi aldım ve devamının nasıl olacağını düşündüm. Aklıma İslami ilimler alanında yüksek lisans yapma dü-

34 • Ağustos’16

şüncesi geldi. Bir taraftan yüksek lisans yaparsam aldığım ilimleri daha derin ve geniş bir şekilde öğrenecektim. Bunun benim için bir avantaj olduğunu düşünüyordum. Diğer taraftan yüksek lisans yapmanın heyecanı da vardı. Sebebi de Türkiye’deki eğitim sisteminin farklı oluşuydu. Türkiye’de öğrencilerin daha sıkı bir şekilde çalışmalarını sağlamayı amaçlayan TEOG - ÖSS - ÖYS - YGS - LYS - YDS - ALES - KPSS gibi çeşitli sınavlar mevcut. Bu sınavları başaryla geçmek ve korkuyu gidermek için şöyle bir eğitim merdiveninden geçmelisin; kreş – ana okul – ilk okul – orta okul – lise – üniversite (lisans – yüksek lisans – doktora - vs). Böyle bir sistem tabii ki insanın gözünü korkutur. Allah’tan yabancı öğrenciler için eğitim sisteminin biraz kolaylığı var. Ben de bu kolaylığı kulla-

narak Üniversiteye başvurdum. Yabancı öğrenciler sınava girmez diye bir şey yok. ‘’Kolaylık’’ dediğim sınavların bazısına girmemek yani muaf olmak. Böylece İstanbul Üniversitesi İlahiyat fakültesi Temel İslam Bilimleri bölümünde İslam Hukuku alanında yüksek lisansı kazandım. Elhamdulillah. Üniversite hayatım başladı… Yeni arkadaşlar… Eğitimci Akademisyen, Profesör – Hocalar… Büyük anfiler… Üniversitede verilen eğitim yüksek derecede olduğu için çok çaba göstermeliydik. Özellikle sınıfımdaki yabancı arkadaşlarla beraber kütüphanedeki çalışmalarımız çok zevkliydi. Sınıfımda okuyan tüm öğretmen – hocalar yardımseverdi. Çoğunlukla bize tolerans gösteriyordu. Anlamadığımız konuları daha iyi anlayabilmemiz için ek kaynaklar gösteriyordu. Üniversite hayatımda hiç zorluluk çekmedim diyemem. Anlayanın anlattığını anlamak kolay bir şey değil. Çok önemlidir. Yanlışlık giderse öyle devam eder. O yüzden ders döneminde karşılaştığımız soruları sorarak araştırarak buluyorduk. Çünkü bazı hocalar yabancı olmamıza rağmen yerli öğrencilere nasıl davranıyorsa bize de ne eksik ne de fazlasını yapıyordu. Yüksek lisans

öğrencisi olduğumuz için disiplinli olmak gerekiyor. Yani, vize sınavı olsun final sınavı olsun hiç torpil olmadan hak ettiğin not – puanı alıyorduk. Yabancı ülkede yabancı öğrenci olmanın avantajı kaldığın ülkenin ana dilini öğrenmektir. Dezavantajı ise dil öğrenmek için giden zaman. Ne kadar iyi öğrenirsen üniversitede karşılaşacağın zorluklar o kadar azalır ve ders takibin de kolay olur. Bazen derste Hocanın ev ödevi verirken “bu zor metinleri anlamadık” dediğimizde Türk arkadaşlarımızdan karşılık olarak «Biz bile anlamıyoruz, siz nasıl anlarsınız. Türkçeyi iyi öğrenmen, iyi bilmen yeterli değil.” cevabını alıyorduk. Akademisyen olma yoluna çıkarken artık ciddi olarak çalışmak, hayatını kütüphanede geçirmek gerekir. Zaten öğrenci iken böyle zor ve disiplinli çalışmayı yapamazsan, zor bir hayatı yaşamazsan başarılı olmak mümkün değildir. Hadiste belirtildiği gibi “İlim öğrenmek beşikten mezara kadar farzdır.” Genç ol yaşlı ol ilim almalısın, öğrenmelisin. Amenna. Lakin benim belirtmek istediğim vurgu şudur, genç iken aldığın bilgi taşa yazdığın yazı gibi silinmez, hayatının sonuna kadar iz bırakır, emeğinin karşılığını görürsün. Değerli öğrenci kardeşlerim, sizleri bu ders dönemin bitmesiyle kutlar ve üniversite hayatınızda başarılar dilerim. Öğrenin, araştırın, ilim almaktan zevk alın, deli gibi kitaba aşk olun, aldığınız bilimin, ilmin zekatını verin. Selametle...

Ağustos’16 • 35


Üniversite

Üniversite

Bize Bölümünü Anlat Erkam KÖSEOĞLU Marmara Üniversitesi- Siyasal Bilimler Fakültesi

Okuduğunuz bölümü neden tercih ettiniz? Sosyal bilimlerin güzide dalları olan siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler disiplini, içinde yaşanan çağı anlama/anlamlandırma adına bireye geniş bir perspektif kazandırıyor. Bu bölümün kazandırdığı bilgi birikimi ve muhakeme kabiliyetinin, bölgesel/küresel dinamiklerin ve toplumsal değişim trendlerinin oldukça yoğun tezahür ettiği coğrafyamızı anlama cihetinde büyük katkısı olduğu kanaatindeyim.

Bölümünüzle ilgili bizi bilgilendirebilir misiniz? Bölümümüz Marmara Üniversitesi/Siyasal Bilgiler Fakültesi bünyesinde %100 İngilizce eğitim veren ve gayet zengin bir müfredata sahip, Türkiye’nin önde gelen Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümlerinden birisidir. Hem siyaset bilimi ve hem de uluslararası ilişkiler disiplinleri bazında geniş bir seçmeli ders yelpazesine sahip. Akademik kadrosu kaliteli, deneyimli, alanında muteber öğretim üyelerinden müteşekkil ve öğrencileriyle içten iletişim kurmalarını da hesaba kattığınızda klasik bir hoca-öğrenci diyaloğundan öte usta-çırak ilişkisi mevcut denilebilir. Akademik kariyer planlayan genç arkadaşlarımıza bölümü özellikle tavsiye ediyorum.

36 • Ağustos’16

Sizin okuduğunuz bölümden beklentileriniz nelerdir? Bölümle ilgili beklentilerim en başta akademik kazanımlara dair elbette. Eğitim aldığım süre boyunca bu bölümün bana sunduğu akademik olanaklardan en yüksek verimde istifade etme gereksinimi duyuyorum. Zaten bu yönde bir gayretiniz varsa okulda çeşitli seçeneklerin mevcut olduğunu ifade etmek mümkün.

Bölümünüzden mezun olduğunuzda ne gibi alanlarda çalışmayı düşünüyorsunuz? Bölümünüz iş olanakları noktasında size sunduğu imkanlar nelerdir? Sorunun ikinci kısımdan başlayayım. Diplomanızı aldığınızda önünüzde üç tane seçenek var: kamu, özel sektör ve akademik kariyer. Mezunlarımızın akıbetine bakıldığında üçünde de oldukça başarılı olunduğunu gözlemleyebiliyorum. Elbette okulun eğitim

formasyonu ve müfredatı akademik kariyer ve kamu odaklı. Özel sektöre dair derslerin sayısı oldukça az. Ben ise akademiye dönük bir kariyer planlıyorum.

Üniversite ortamını nasıl buluyorsunuz, üniversite size ne gibi olanaklar sağlıyor? Aslında en üzülerek cevap vereceğim soru bu. Üniversite olanakları açısından biraz daha mahrumiyet yaşayan bölüm olduğumuzu söyleyebilirim. Fakültemizin bulunduğu Anadoluhisarı kampüsünden ötürü tabii bu durum. Merkez kampüste yine öğrenci sıfatınızla üniversite olanaklarında faydalanmanız mümkün. Fakat okulun sosyal ortamı bu bağlamda olumlu değerlendirilebilir. Farklı farklı ekonomik sınıflardan, fikirlerden, sosyal yapılardan, Türkiye’nin ve

dünyanın dört bir yanından öğrencilerin uyum içinde eğitim aldığını söyleyebilirim. Kozmopolit bir öğrenci profili olması hasebiyle geniş bir ufuk kazanabilirsiniz. Bu durumu kıymetli buluyorum.

Son olarak üniversiteye yeni başlayacak arkadaşlar için neler öneriyorsunuz? Üniversite tercihinizi yaparken ve geleceğinizi planlarken ekonomik kaygılara göre değil daha geniş bir açıdan ele almanızı tavsiye ederim. Mutlu ve huzurlu bir gelecek parayla ölçülemez, bundan emin olabilirsiniz. Bunun dışında gelecek planlamanızı karakterinize ve seveceğinizi düşündüğünüz alana uygun bir şekilde yaptıktan sonra kendinizi seçtiğiniz bu alana göre yetiştirmeye gayret edin muhakkak. Staj, derinlikli okumalar, yabancı dil kursları, sertifika programları gibi.

Ağustos’16 • 37


Üniversite

Üniversite

Bize Bölümünü Anlat Zuhat ÇAVGA

Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi

Okuduğunuz bölümü neden tercih ettiniz? Küçüklüğümden beri Sosyal Bilimlere karşı ilgiliydim; kavram, düşünce, teori gibi soyut alanlara ilgi duyardım. Sosyal Bilimlerin, ancak çok dilli çalışıldığında bütünsel bir çerçeve de incelenebileceğini düşündüm. Bu bölümü seçme nedenim siyaset bilimi ve kamu yönetimi gibi bir disiplini bu alan için gayet mühim olan bir yabancı bir dille(Fransızca) çalışma imkânına sahip olmaktır.

Bölümünüzle ilgili bizi bilgilendirebilir misiniz? Marmara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Fransızca Kamu Yönetimi bölümünde okuyorum. Bölümün nerede olduğu, tarihçesi, akademik kadrosu gibi genel bilgileri, ilgilenen arkadaşlar zaten bölümün internet sitesi üzerinden detaylı bir şekilde öğrenebilirler. Bunlar dışında bölümün “içinden” biri olarak bölümle ilgili daha başka şeylerden bahsetmek gerekli sanıyorum. Türkiye’de Kamu Yönetimi programları genelde hukuk dersleri ağırlıklı işlenirken biz bölümde Siyaset Bilimi ağırlıklı bir müfredat takip ediyoruz. Bölüm Müfredatı incelediğinde aslında bu bölümün Kamu Yönetiminden çok Türkiye’deki herhangi bir okulun Siyaset Bilimi bölümüne daha yakın olduğu göze çarpar. Gerçekten de bölüm ismi ile müfredat arasında bir tutarsızlık mevcut; bu bölüme “Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi(Fransızca)” desek daha bir uygun olur. Bölümde Sosyolojiden Siyaset Bilimine; İktisattan Yönetim Bilimine çok disiplinli bir program izlenir. Bölümün önemli bir avantajı Fransızca eğitim yapıyor olmasıdır; diğer bir avantaj ise gerçekten güçlü bir Erasmus olanağına sahip olmasıdır. Geniş bir kontenjan bolluğuyla- ki bu nerdeyse bölüm öğrencilerinin yarısına tekabül eder- yeterli bir başarı ortalamasına sahip olunduğu takdirde bu program imkânıyla 2 dönem Fransa’nın Siyaset Bilimi alanında önemli okullarında okuma şansına sahip olunabilir. Fransızcanızı geliştirmek açısından önemli bir fırsat. 38 • Ağustos’16

Sizin okuduğunuz bölümden beklentileriniz nelerdir? Benim, bölümden beklentim oldukça asgari düzeydedir. Genel olarak hiçbir bölümden çok şey beklememek gerekir; üniversitesi size alanınızla ilgili baştan sona detaylı bir eğitim sunamaz. Size yalnızca okuduğunuz alanla ilgili yöntemi belirtir ve 4 yılın sonunda o yöntemi belirttiğine dair resmi bir belge “diploma” sunar. Son sınıf öğrencisiyim, bölümden diploma dışında herhangi bir beklentim yok.

Bölümünüzden mezun olduğunuzda ne gibi alanlarda çalışmayı düşünüyorsunuz? Bölümünüz iş olanakları noktasında size sunduğu imkânlar nelerdir? Felsefe üzerine akademik kariyer yapmayı düşünüyorum; bunun için öncelikle Felsefe yüksek lisans Programı’na kabul edilmeliyim. Bu konuda bölümün bana sunduğu imkân, Yüksek Lisans yapmam için gerekli olan lisans diplomasidir. Siyaset Felsefesi üzerine çalışmak istiyorum; bölümden aldığım Siyaset Bilimi disiplininin ve yabancı dil eğitiminin ilerde yapacağım yüksek lisans ve doktora programlarında olumlu etkilerinin olacağına inanıyorum.

Üniversite ortamını nasıl buluyorsunuz, üniversite size ne gibi olanaklar sağlıyor? “Üniversite Ortamı’’ dediğimiz şey, üniversite dışındaki yaşantımızdan kesinlikle bağımsız değildir. Siz, aile çevreniz, mahalle arkadaşlarınız, sokakta oturup kalktığınız kişiler yani genel olarak üniversite dışında nasıl bir ortama sahipseniz, üniversitede de öyle bir ortama sahip olursunuz ya da öyle bir ortam inşa edersiniz. Kişi, üniversite ortamında edilgen değildir; kendi ortamını kendi ilgi alanları doğrultusunda inşa eder. Bu noktada üniversitelerin öğrencilere sunduğu en iyi olanağın Türkiye’nin hatta dünyanın farklı noktaların-

dan gelen insanları bir araya toplayabilmesi olduğunu düşünüyorum. Tabi ki size sunulan belli bir mekân etrafında sizin gibi okumaya gelmiş belli kişilerle sınırlı bir alandan söz ediyoruz ancak yine de bu sınırların en esnek olduğu mekânlardır üniversiteler. Bu esnek ve geniş alanda size uygun bir ortam illaki bulunabilir yoksa bile kafa dengi arkadaşlarla bu ortamlar inşa edilebilir.

Son olarak üniversiteye yeni başlayacak arkadaşlar için neler öneriyorsunuz? Öncelikle arkadaşlar bilmelidir ki, okuyacağınız alan her ne ise üniversite o alanla ilgili size yöntem bilgisi sunar; bu çok yüzeysel bir bilgidir. Üniversite size sadece hangi bilgiyi, nasıl ve nerede bulabileceğinizi söyler; ama o kadar. Bunun ötesinde üniversiteden beklentisi olan arkadaşlar hayal kırıklığına uğrayabilirler. Alanınızda uzmanlaşmak tamamen sizin elinizdedir. Bana öyle geliyor ki bu uzmanlaşma ancak üniversitede asgari düzeyde zaman geçirmekle mümkün olabilir. Özellikle Sosyal Bilimler alanında çalışacak bir arkadaşımızın, alanıyla ilgili sunulan yöntem bilgiyi aldıktan sonra olabildiğince üniversitede az vakit geçirmesini, bu zamanını daha çok o alanlarla ilgili vakıflara, seminerlere, konferanslara ayırmasını tavsiye ederim. Ayrıca yeni başlayacak arkadaşlara önerim; üniversite kurumunu kafalarında çok büyütmesinler. Simdi şöyle söyleyeyim tarih boyunca eğitim önemli bir mesele olmuş insanlık için. Yaşanan toplumsal gelişmeler insanın eğitimle olan ilişkisini de etkilemiş elbet. Yasadığımız modern zamanların modern eğitim kurumlarıdır üniversiteler. Açıkçası bu kurumların eğitim ile kurduğu ilişkiyi ben ne ontolojik ne de epistemolojik olarak sahih buluyorum. Yani genel olarak modern eğitim kurumlarının ve özelde üniversitelerin inşa ettiği öğrenci - öğretmen arasındaki eğitim ilişkisi ve bu ilişki sonucu üretilen bilgi tamamen doğası gereği profandır. Doğası gereği diyorum; çünkü üretilen bilgi, özünde herhangi bir ilkeden ya da hakikatten beslenmez ve zaten böyle bir ilke ya da hakikati de tanımaz. Size yalnızca ilgilendiğiniz alanla ilgili yöntem bilgiyi sunar ve bu bilgi tabi olarak bütünsellikten yoksun, o alan dışında herhangi bir işe yaramayacak bir bilgidir.

Bu durum tabi ki bu eğitim kurumlarının aşağılanması ya da hor görülmesi gerektiği anlamına gelmez ancak bu kurumları ve buralarda sunulan bilgiyi hayatımızın tam merkezine koyma hakkını da bize vermez. Yani dünyaya yalnızca doktor, mühendis, mimar ya da avukat olmak için geldiğimizi söyleyebilir miyiz? Zannetmiyorum. Ben eğitimde daimiciliği kendime yakın hissediyorum. Öğrenilmesi gerekenin olgular değil de, her zaman ve her yerde kalıcı bir öneme sahip değerler ve ilkeler olduğunu düşünüyorum. Yani kişi önce doktor, mühendis, mimar, avukat daha sonra insan olmaz; önce insan; sonra doktor, mühendis, mimar ya da avukat olur. Kadim geleneğimizde daimiciliğin örnekleri mevcuttur. Usta-Çırak eğitim ilişkisini ele aldığımızda; örneğin bir berber çırağı bu eğitim ilişkisinde sadece saç kesmeyi öğrenmez; en az saç kesmek kadar mühim olan birtakım ahlaki davranışları, müşteriyle ve diğer esnafla kurması gereken sosyal ilişkiyi de ustasından öğrenmek mecburiyetindedir ve ancak o zaman ‘’usta’’ sıfatına haiz olabilir. Yani ustasından aldığı eğitim, çırağın ailevi yaşamından içtimaı yaşamına, hayatının her alanına nüfus eder ve bu eğitim biçimiyle yetişen bir esnaf sadece dükkânında ‘’esnaf” değildir; sunulan bilgi, sunulma yöntemi itibariyle onun bütün davranışlarını etkiler ve bütün bir varoluşunu biçimlendirir. Ben bu bilgi türünün hakiki bir bilgi olduğunu düşünüyorum. Ancak üniversiteler böyle bir bilgiden yoksunlar, böyle bir dertleri de yoktur; buralarda sadece alanınızla ilgili olan veriler ile donatılırsınız. İnsan yaşamının değişmez, hemen her zaman ortaya çıkan yön ve temaları işlenmez üniversitelerde. Böyle bir kurumun hayatımızın bütün yönlerini şekillendirmesi düşünülemez. Hal böyleyken üniversitenin olmazsa olmaz bir kurum olduğu fikrine katılmıyorum; yeni başlayacak arkadaşlara üniversiteyi ve orada sunulan bilgiyi hayatlarının merkezine koymamalarını tavsiye ediyorum.

Ağustos’16 • 39


Tarih

Ăœniversite

Bize Ăœniversiteni Anlat Biruni Ăœniversitesi Ĺžeyma DOKAK

S

elamunaleykum. Ben Biruni Ăœniversitesinden yeni mezun olmuĹ&#x; bir kardeĹ&#x;iniz. Biruni Ăœniversitesi bir vakÄąf kuruluĹ&#x;u ve yalnÄązca saÄ&#x;lÄąk bĂślĂźmlerini içeriyor. AraĹ&#x;tÄąrdÄąÄ&#x;ÄąnÄąz vakit çok farklÄą bĂślĂźmlerin var olduÄ&#x;unu gĂśreceksiniz. Hatta Ăśyle ki TĂźrkiye de daha yeni açĹlmÄąĹ&#x; bĂślĂźmler diyebilirim ve hatta tercih edecekseniz bunlarÄą yakÄąnlarÄąnÄąza sabÄąrla anlatmaya Ĺ&#x;imdiden hazÄąr olun. He tercih yaparken bunlarÄąn istihdam alanlarÄąnÄą iyi araĹ&#x;tÄąrÄąn derim çok yeni bĂślĂźmler olduÄ&#x;u için çalÄąĹ&#x;ma alanlarÄą epey kÄąsÄątlÄą. Okul da siyasi veya herhangi bir gruplaĹ&#x;ma yok. Okul yĂśnetiminden izin alÄąndÄąÄ&#x;Äą mĂźddetçe her tĂźrlĂź program yĂźrĂźtĂźlebiliyor. Kendinizi geliĹ&#x;tirebilmek sizin ve arkadaĹ&#x; grubunuzun elinde. (bir tavsiye *meal grubu kurabilirsiniz) BunlarÄąn

yanÄą sÄąra okuldaki tĂźm hocalar çok samimi istediÄ&#x;iniz hocayla tĂźm konular ile ilgili ne zaman isterseniz rahatça gĂśrĂźĹ&#x;ebilirsiniz. Okul içinde gezebileceÄ&#x;iniz mekanlar, çimenlerde puflar, kampĂźsler arasÄąnda giden ring araçlarÄą hayal etmeyin çßnkĂź tek bina ve bir avuç çimenlik alan var. Ama lokasyon olarak ulaĹ&#x;Äąm araçlarÄąna çok yakÄąn. Nihayetin de okuduÄ&#x;umuz bĂślĂźmĂźn en iyisi olalÄąm bizlere ihtiyaç var. SaÄ&#x;lÄącakla kalÄąn.

Ä°

40 • AÄ&#x;ustos’16

Ä°

stanbul Ăœniversitesi, 1933›te TĂźrkiye›nin ilk ve tek Ăźniversitesi olarak ĂśÄ&#x;renim hayatÄąna baĹ&#x;lamÄąĹ&#x;, OsmanlÄądaki DarĂźlfĂźnun’un doÄ&#x;rudan devamÄą olarak gĂśrĂźlmektedir. Ăœlkemizin en eski ve kĂśklĂź Ăźniversitesi canlÄą bir tarihtir adeta. Ancak bu tarihi dokusunu muhafaza etmesinden midir bilinmez bazÄą yeniliklere ayak uydurmakta sÄąkÄąntÄą çekmektedir. BeyazÄąt’taki birçok fakĂźltenin binasÄą tarihi miraslardan oluĹ&#x;tuÄ&#x;undan ĂśtĂźrĂź teknolojik donanÄąmdan maalesef yoksundur. BeyazÄąt kampĂźsĂź Sultanahmet’e iki durak olmasÄą, malum kapÄąsÄąnÄąn SĂźleymaniye’ye açĹlmasÄą ve kedileri kĂśpekleri ile insana yaĹ&#x;adÄąÄ&#x;ÄąnÄą hissettirir. Ä°stanbul Ăœniversitesi denilince herkesin aklÄąna da o malum kapÄą gelir ancak o kapÄą herkese nasip olmaz. Oldukça fazla yerleĹ&#x;kesi vardÄąr çßnkĂź. BeyazÄąt’taki bazÄą bĂślĂźmleri kampĂźsĂźn içerisinde dahi yer almaz...Yani siz siz olun tercih

ettiÄ&#x;iniz bĂślĂźmĂźn nerede olduÄ&#x;unu iyice araĹ&#x;tÄąrÄąn. TĂźrkiye’nin en kalabalÄąk okulu ve Ăźniversitesi olduÄ&#x;u için ĂśÄ&#x;renci iĹ&#x;leri de yavaĹ&#x; iĹ&#x;ler.. KalabalÄąk, dĂźzensizlik ve yÄąllar vermiĹ&#x; olduÄ&#x;u kĂśhneleĹ&#x;miĹ&#x; yapÄąsÄąna raÄ&#x;men insanlar buraya geldikleri için kendilerini Ĺ&#x;anslÄą sayarlar çßnkĂź bir Ĺ&#x;ekilde bĂźtĂźn bu olumsuzluklarÄąn içerisinde muazzam eÄ&#x;itimci potansiyeli vardÄąr. YĂźksek Lisans ve Doktora programlarÄąna verdiÄ&#x;i Ăśnemle de TĂźrkiye’nin en iyilerindendir. Ve hala prestijini korumaktadÄąr.

Fatih Sultan Mehmet VakÄąf Ăœniversitesi Zeynep Rabia GENÇ

T

Ä°stanbul GeliĹ&#x;im Ăœniversitesi Esmanur KILIÇBAY tina ile metrobĂźs duraÄ&#x;Äąndan servisle okula bÄąrakÄąldÄąÄ&#x;ÄąnÄąz, kocaman(!) bahçede kaybolmayasÄąnÄąz diye yine kocaman harflerle I AM HERE Ä°GĂœ yazÄąsÄąyla karĹ&#x;ÄąlandÄąÄ&#x;ÄąnÄąz bir okul GeliĹ&#x;im Ăœniversitesi. SanÄąlan Ăśzeller gibi her fÄąrsatta ĂśÄ&#x;rencisinden para koparmaya çalÄąĹ&#x;an bir okul deÄ&#x;il lakin. DiÄ&#x;er Ăśzellere de baktÄąÄ&#x;ÄąmÄązda yemekhanesi, kÄąrtasiyesi makul fiyatlarda. Fakat KĂźtĂźphanesi AraĹ&#x;tÄąrmacÄą arkadaĹ&#x;larÄą tatmin etmeyecek cinsten. Okulun havasÄąnda hiçbir ideolojinin kokusu yok. Her tĂźrlĂź kulĂźp, çalÄąĹ&#x;masÄąnÄą kendi çapÄąnda yapÄąyor. Ĺžu kesimin sesi Ĺ&#x;u kesimden daha çok çĹkÄąyor ya da daha baskÄąndÄąr diyemem. Ä°llaki aynÄą dili konuĹ&#x;acaÄ&#x;ÄąnÄąz bir kaç kiĹ&#x;i bulursunuz. Yeni açĹlmÄąĹ&#x; ya da açĹlacak bĂślĂźmleri tercih edecekseniz disiplin, dĂźzen anlamÄąnda sÄąkÄąntÄąlar yaĹ&#x;ayabilirsiniz. ÇßnkĂź herkes,herĹ&#x;ey yeni olduÄ&#x;undan sorununuza

Ä°stanbul Ăœniversitesi Mevhibe TÄ°PÄ°

çÜzĂźm bulmakta zorlanabilirsiniz. YaĹ&#x;lÄą gĂśzlĂźklĂź profesĂśrler hayal ediyorsanÄąz hayal kÄąrÄąklÄąÄ&#x;Äąna uÄ&#x;rayabilirsiniz đ&#x;˜Š çßnkĂź akademik kadro yoÄ&#x;unluklu olarak gençlerden oluĹ&#x;uyor. Hatta Ĺ&#x;imdiden Ăźniversitede kalmayÄą dĂźĹ&#x;ĂźnĂźyorsanÄąz geliĹ&#x;im Ăœniversitesi sizin için iyi bir seçim đ&#x;˜‰ Son olarak; hangi Ăźniversitede hangi bĂślĂźmde olursanÄąz olun takva giysinizi çĹkarmayÄąn, diplomalarÄąn sertifikalarÄąn peĹ&#x;inde deÄ&#x;il Allah’Ĺn rÄązasÄąnÄą kazanabileceÄ&#x;iniz iĹ&#x;lerin peĹ&#x;inden koĹ&#x;un. FaydasÄąz ilimden Allaha sÄąÄ&#x;ÄąnÄąrÄąz. Rabbim ilminizi, ilmimizi arttÄąrsÄąn.

arihin derinliklerinden bilim ve sanatÄąn ufuklarÄąna Tarihin tozlu sayfalarÄąnÄąn en gĂźzide yapraklarÄąndan birinde eÄ&#x;itim alabilme imkanÄądÄąr Fsmli olmak... Fsmli olma tabirini de bu Ăźniversitenin talebelerine sormak gerek hiç Ĺ&#x;Ăźphesiz ve Ĺ&#x;imdi onlara sorsanÄąz size ortamlarÄąnÄą Ĺ&#x;Ăśyle Ăśzetlerler sanÄąyorum ; tarihi binalarÄąna sinmiĹ&#x; yaĹ&#x;anmÄąĹ&#x;lÄąklarÄąn muhabbetimize eĹ&#x;lik ettiÄ&#x;i fakĂźltelerimizde mĂźtevazi ve muhafazakar talebelik menĹ&#x;eili sÄącak ve sakin bir ortamÄąmÄąz aynÄą zamanda bunun çerçevesinde geliĹ&#x;en bol miktarda sosyal etkinlik imkanlarÄąmÄązÄąn mevcut olduÄ&#x;u bir Ăźniversite okuyoruz... Ve elhamdulillah kelimesini de eklerler diye dĂźĹ&#x;ĂźnĂźyorum Fatih sultan mehmed vakÄąf Ăźniversitesi adÄąnÄąn hakkÄąnÄą vermeye çalÄąĹ&#x;an emsallerinden farkÄąnÄą daima ortaya koymuĹ&#x; bir vakÄąf Ăźniversitesidir. Her fakĂźltesi kendi içinde bir bĂźtĂźnlĂźk gĂśsterirken tarihi mekanlarÄąn bĂślĂźmlere kattÄąÄ&#x;Äą motivasyon ruhu Ăśzellikle valide atik yerleĹ&#x;kesi ve yenikapÄą mevlevihanesiyle Ăśne çĹkmakta. AyrÄąca TĂźrkiye’nin ilk %100 Arapça eÄ&#x;itim veren islami ilimler fakĂźltesini de zengin TĂźrk, Arap ve en

Ăśnemlisi Ehli sĂźnnet hocalarÄąyla bĂźnyesinde bulundurmakta. YenikapÄą mevlevihanesine Ĺ&#x;Ăśyle bir baktÄąÄ&#x;ÄąmÄąz zaman mevlevihanenin, içeriye adÄąmÄąnÄązÄą attÄąÄ&#x;ÄąnÄąz ilk anda sizi saran huzuru, kßçßk bir medreseyi andÄąrarak tarih kokan koridorlarÄąnda yĂźrĂźmenin verdiÄ&#x;i hazzÄą, hissedilen aidiyet duygusu ve kalplere dokunan sekineti hatta koridorlardaki ĂśÄ&#x;rencilerin hizmetine sunulmuĹ&#x; su sebillerinin bile Ăœniversitenin kurulma amacÄąnÄą ve bir vakfÄąn bĂźnyesinde bulunduÄ&#x;unu talebelerine her an hissettirmekte olduÄ&#x;unu gĂśrebiliriz. SĂśzĂźn ĂśzĂźyle; Ä°stanbulun ortasÄąnda Ä°stanbul’u ve tarihi yaĹ&#x;amak isteyen huzurlu ve sakin bir fakĂźlte hayatÄą dĂźĹ&#x;leyen ilim odaklÄą idealleri olan kardeĹ&#x;lerimiz için, Fatih sultan mehmed vakÄąf Ăźniversitesi iyi bir tercih seçeneÄ&#x;i. AÄ&#x;ustos’16 • 41


Gezi

Gezi

KUDÜS EY KUDÜS! İsmail Yasin AVCI

“İsrail Başbakanı Netanyahu, Kudüs çevresinde 800 yeni konutun inşasına onay verdi.” “İsrail ordusu, 120 bin Müslüman ve 500 Yahudi’nin yaşadığı El Halil şehrine 10 bin asker konuşlandırıyor.”“BM raporlarına göre Gazze 2020 yılında susuz kalacak. Gazze’nin elektrik ihtiyacının yarısı karşılanamıyor.” “İsrail ordusunda hahambaşılık görevine ‘İsrail askerleri Yahudi olmayan kadınlara tecavüz edilebilir’ diyen Haham Eyal Karim aday gösterildi.” Kadir gecesi vesilesiyle Yunus Emre Oruç kardeşimle Kudüs yollarına düşüyoruz. Yolculuğumuz boyunca sadece bir haftada karşılaştığım haberler bunlar. Varın gerisini siz düşünün… Haberdar olmak insanın omzuna ağır bir vebal yükler. Zira insan bildikleriyle mesuldur, bildikleriyle amel etmeye mec42 • Ağustos’16

burdur. Bugüne kadar Balkanlarda, Afrika’da, Avrupa’da ve Ortadoğu’da muhtelif yollarla zulme maruz kalan Müslümanları tanıma fırsatı buldum. İnsan, acının ve zulmün sınırsızlığını idrak ettiği an büyük bir umutsuzluğa düşer, acziyetinin farkına varır, her derde derman olamayacağını anlar. Bir gün bu duyguyu yaşarsanız şu ayeti hatırlayınız: “Ey Rabbimiz! Bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme!” (2:286)

eğer seni anmazsam ey Kudüs, dilim damağıma yapışsın” sözleriyle anılan kutsal şehir. Güzel haberler vermek isterdim Kudüs’e dair. Ancak durum Türkiye’de bilinenden çok daha kötü durumda. Tel Aviv Havalimanına iner inmez hissetmeye başlıyoruz İsrail mezalimini. Mübarek şehrimiz Kudüs’ü ziyaret etmek için geldiğimizi söylediğimiz İsrail teröristleri direkt girişimize izin vermeyerek bizi sorgulanmak üzere bir odaya yönlendiriyorlar. Yarım saatlik sorgunun ardından İsrail’e giriş yapıyoruz ve bir saatlik shuttle yolculuğuyla eski Kudüs’e ulaşıyoruz. Kudüs sokaklarında adım başı İsrail teröristlerinin kontrol noktaları bulunuyor. Dört bir tarafı işgalci Yahudiler tarafından sarılan Müslümanlar her şeye rağmen hayatın devam ettiğini ve cihadın kıyamete kadar süreceğini hatırlatıyor insana. Kudüs sokaklarındaki genç nüfusun varlığı “umutsuzluk haramdır” ikazını bir mermi gibi çakıyor zihnimize. Zira yıllardır tecrit altında tutulan Gazze’de dahi günde 120 çocuğun dünyaya geldiğinden haberdarız. Türk olduğumuzu öğrenenler “Ya Habibi” diyerek söze başlıyorlar, hemen ardından Erdoğan’ı soruyorlar. Sahur ve iftarı Mescidi Aksa’da yapıyoruz. Türk olduğumuzu duyan gençler “faddal” (buyurun) diyerek bizi sofralarına davet ediyorlar. Bilirsiniz, çocuklar fotoğraf çektirmekten hoşla-

nırlar. Kudüs sokaklarında çocuklarla fotoğraf çektirmek istiyorum; çocukların gözlerinde İsrail teröristleri tarafından fişlenme korkusu hissediliyor, reddediliyorum. Müslüman mahallelerinde yoksulluğun her haline şahit oluyoruz. Bu yoksul insanlar evlerini milyonlarca dolara işgalci Yahudilere satmak yerine direniyorlar, Kudüs’ten vazgeçmiyorlar. Zulme ve yoksulluğa rağmen “Kudüs bizimdir” şiarını dünyaya haykırıyorlar. Eski Kudüs’ün Yahudi mahallelerinde hayat çok farklı devam ediyor. Yoksul değiller, sokaklar temiz ve düzenli ancak her yerde in cin top oynuyor. Yahudilerin yeryüzünün en korkak milleti olduğunu bilirsiniz. Plajlarda oynayan silahsız çocukları dahi öldüren Yahudiler… Bu yüzden topraklarını işgal ettikleri Filistinlilerin her an saldırabilecekleri korkusuyla yaşıyorlar. Sokaklarda ya askerlerle ya da silahlı sivil Yahudilerle karşılaşıyoruz. Yahudiler, Ağlama Duvarı’nın M.Ö. 587 yılında Babiller tarafından yıkılan Süleyman Mabedine ait olduğuna inanıyorlar. Süleyman Mabedi’ni tekrar inşa ederek dünyaya Kudüs’ten hükmedeceklerine inanan Yahudiler, birçok noktaya Süleyman Mabedinin resmini ve maketini yerleştirmişler. Oysa Süleyman Mabedinin orijinal haliyle tekrar inşa edilebilmesi için Kubbetüs Sahra’nın ve Kıble Mescidi’nin yıkılması gerekiyor. Hasılı, Yahudiler bir gün Mescidi Aksa’yı yıkacaklarını dünyaya açıkça ilan ediyorlar…

KUDÜS’TE YAŞAM Mescidi Aksa ki; Kur’an-ı Kerim’de çevresinin mübarek kılındığı müjdelenen ilk kıblemiz. Kudüs ki; Yahudilerce “Eğer seni unutursam ey Kudüs, sağ elim hünerini unutsun; Ağustos’16 • 43


Gezi

Gezi FİLİSTİN İÇİN NE YAPABİLİRİZ? - 2015 yılında Kudüs’ü; 640 bin ABD, 415 bin Rusya, 300 bin Fransa, 200 bin Almanya ve sadece 27 bin Türkiye vatandaşı ziyaret etti. Kadir gecesinde Mescidi Aksa’da buluşmak üzere sözleştiğimiz Ramallahlı iki arkadaşımız İsrail teröristleri tarafından Mescidi Aksa’ya alınmadı. Peygamber efendimiz; “Mescidi Aksa’ya gidin ve içinde namaz kılın. Eğer oraya gidemez ve içinde namaz kılamazsanız, kandillerinde yakılmak üzere zeytinyağı gönderin.” buyuruyor. 144 bin metrekarelik Mescidi Aksa’da vakit namazlarında birkaç saf ancak doluyor. Müslümanların Mescidi Aksa’yı yıkmak isteyen Yahudileri engelleyebilmesi için öncelikle Mescidi Aksa’nın saflarını doldurması gerekiyor. - Ağlama Duvarı’nın girişinde ilk olarak kipa ve Yahudi tarihine dair dokümanlar elimize tutuşturuluyor. Mescidi Aksa’da ise dünyanın dört bir yanında farklı dilleri konuşan Müslümanların, gerçek Kudüs tarihini öğrenebileceği dokümanlar ne yazık ki yok.

44 • Ağustos’16

İsrail Turizm Bakanlığı tarafından bu yıl basılan Kudüs haritasında Müslümanların kutsal mekanları yer almıyor. Genç nesillerin İsrail işgaline karşı teyakkuzda olabilmesi için tüm dünya Müslümanlarının gerçek Kudüs haritasını basması elzem görünüyor. - Kudüs’te Filistin adında bir devlet olduğuna dair herhangi bir emare göremiyoruz. Para birimi, araç plakaları, güvenlik güçleri, hatta çöp kamyonları dahi işgalci İsrail devleti esas alınarak tanzim edilmiş. Bir devleti devlet yapan tüm unsurlarıyla, başkenti Kudüs olan bağımsız Filistin devletinin kurulmasının tüm dünya Müslümanlarının sorumluluğunda olduğunu unutmamalıyız. - 10 yıldır İsrail teröristleri tarafından abluka altında tutulan 800 bin Gazzeli, insani yardımlarla hayatta kalmaya çalışıyor. 2014 yılındaki Gazze savaşından sonra uluslararası camianın taahhüt ettiği 3.5 milyar dolarlık yeniden imar ve kalkınma yardımlarının ancak 1.4 milyarlık bölümü hayata geçirebildi. Filistin’e insani yardımlarımızı “amasız” arttırmak mecburiyetindeyiz.

KUDÜS YOLCULUĞUNA DAİR BİRKAÇ TAVSİYE - Mescidi Aksa’nın içerisinde, Kubbetüs Sahra’da veya Kıble Mescidi’nde uyuyabilirsiniz. Tel Aviv Havalimanı’ndaki sorgulamada konaklama yeriniz sorulacağı için Booking. com’dan ücretsiz iptal edilebilir rezervasyona sahip bir otelden rezervasyon yaptırmalısınız. Havalimanındaki sorgulamanın ardından rezervasyonu iptal edebilirsiniz. - Tel Aviv Havalimanı’na girdikten sonra birçok gişede pasaport işlemlerinin yapıldığını göreceksiniz. Birkaç dakika tüm gişeleri gözlemleyin. Böylece en az soru soran görevlinin gişesini tespit edebilirsiniz. - Havalimanındaki sorgulamada kötü bir İngilizceyle tüm sorulara cevap vermeye çalışın. Neden İsrail’e geldiğiniz sorulursa, üç dinin kutsal mekanları; Ağlama Duvarı, Kıyamet Kilisesi ve Mescidi Aksa’yı ziyaret edeceğinizi söyleyebilirsiniz. - Yolculuğunuzun anahtar kelimeleri; Türk ve turist. Türk olduğunuzu her yerde rahatlıkla söyleyebilirsiniz. Erdoğan’ı soran Filis-

tinlilerle oturun, sohbet edin. Filistinlilerin Erdoğan sevgisi bambaşka. - Kudüs yolculuğunuz öncesinde “Kudüs Ey Kudüs” kitabını okumanız yolculuğunuzu daha da anlamlaştıracaktır. Resimli baskısıyla Pelin Çift’in “Kudüs’ün Gizemli Tarihi” kitabını yanınızda bulundurmanız faydalı olacaktır. -Çevrimdışı harita uygulaması CityMaps2Go ile Kudüs haritasını indirebilirsiniz. Böylece internet olmadan dahi GPRS ile kaybolmadan Kudüs sokaklarında dolaşabilirsiniz. - Kudüs gibi sıcak coğrafyalara yapacağınız yolculuklarda rahat bir sandalet giymelisiniz. Bir şehri tanımak o şehrin arka sokaklarında yürümekle mümkündür. Rahat yürüyebilmeniz için sırt çantanız maksimum 30 litre kapasitesinde olmalı. - Türkiye’ye dönüşte detaylı sorgulamalardan geçeceğiniz için uçuş saatinden 3 saat önce mutlaka havalimanında olmalısınız. Yolunuz açık olsun, vesselam. Ağustos’16 • 45


Atölye

Atölye

Modern Rasyonalitenin Mağdurları Olarak Dile Tabi Olmak Enes GÜNASLAN

B

ir dönem Edebiyat, Felsefe ve Dil (Lin- birine dillerini bahşediyor. Artık birbirlerini guistik) bağlamında ‘Dilde Belirsizlik’ anlayamadıkları için bir araya gelip kuleyi tezlerinden kaynaklanan verimli bir tartışma inşa edemiyorlar. Yani artık dillerin çoğunluzemini yakalanmıştı. Bu zeminin edebiyat ğunun bir felaket olarak algılanması meselesi literatüre girmiş oluyor. Meselenin çevrelerinin pek ilgisini çekmemesinden özünde, tanrının cennette konuşmülhem bir yazı ihtiyacı hasıl oldu. tuğu bir dil vardır ve o en müLakin konunun kapsamı, yazının kemmel dildir. Gadamer gibi boyutunu aşar problemiyle hermeneutikçiler ise Babil değerlendirmelerimizi kısmi meselesini ‘tanrının insantutarak, biz de bir başka lara geçtiği kıyak’ olarak açıdan yeni bir görüntü yayorumlar. Tarihe baktığıkalayabilir miyiz diye söze mızda tüm bir ortaçağa ve Bismillah diyelim.. Hristiyan Batı’ya aslında bu Torah’da (Kitab-ı MuBabil felaketi ilham veriyor. kaddes) Babil Felaketi diye Tanrının cennette ademle bir kısım mevcut. Adem konuştuğu o kusursuz dili bucennetten dünyaya düştükten labilir miyiz? Buna yönelik ciddi sonra Ademin çocukları cenneUmberto Eco entelektüel çabalar gösteriliyor. te tekrar ulaşmak için bir kule inşa Umberto Eco’nun ‘Avrupa Uygaretmeye karar veriyorlar. Tanrı bu duruma çok gazaplanıyor ve meleklerine diyor lığında Kusursuz Dil Arayışı’ diye bir yazısı ki: “İnip onları cezalandıracağız.” Sonrasın- var. Orada konuyla ilgili esaslı detaylar veda kuleyi inşa edememeleri için onların her riliyor. Madem o dili bulmamız imkansız o

46 • Ağustos’16

zaman mükemmele yakın bir dil inşa edelim diyorlar. Yani dışarıda büyük bir gerçeklik var, onu bütünüyle kuşatacak mükemmel bir dil inşa edelim diyorlar. Pozitivist Modern bilime göre de tanrı doğanın kitabını matematiğin kesin diline göre yazmıştır. Dolayısıyla evrensel dil, matematiğin yani bilimin dilidir, şeklinde bir çıkarsama vardır. Mesela 19. ve 20. yy sosyolojisi de fiziği ilham alarak kuruldu. Auguste Comte 19. YY’da bu disiplini inşa ederken aslında sosyal fizik yapma kaygısı taşıyordu. Toplumun kesin bilgisine ulaşabilme adına fiziksel dili kullanıyordu. Çok spekülatif bir konu olması hasebiyle modernitenin tam olarak ne zaman başladığına takvimden kesin bir yer bulamamamıza rağmen 17.yy’da ‘ Leviathan ‘ı yazdığında Thomas Hobbes, John Locke vs. hep dille ilgilendiler. Dili hep bir araç olarak kusursuzlaştırma mücadelesi verdiler. Modern politikanın belki de kurucu birkaç metninden biri de Leviathan’dır. Thomas adına ‘Sosyal Kontrat’ denilen şeyin filozoflarından biri kabul edilir. Leviathan’ın neredeyse ilk yüz sayfası metaforlardan ve metaforların insan zihnini kirletmesinden vs bahseder. Halbuki eser ‹insan insanın kurdudur› tezinin işlendiği bir kitaptır. Metaforlardan arındırılmış, gerçekliği birebir resmeden, tek anlamlı kelimelerden oluşan kusursuz bir dil inşa etme arayışından söz eder. 17.yy aynı zamanda politik dönüşümlerin de yaşandığı bir dönemdir. Feodal düzenden kapitalist toplum düzenine geçişlerin olacağı, sanayi devrimleri gelecek,işçi sınıfları ortaya çıkacak, cumhuriyetler kurulacak vs. Burada Jean Jacques Rousseau veya Thomas Hobbes’in sosyal kontrat diye bir şeyden bahsetmesi tesadüf değil şüphesiz. Bunların çoğu, O dönem dil tartışmalarının ardındaki politik meseleler. Ama artık 20. yy’la gelindiğinde dil, bilgi probleminden ayrı bir problem haline

gelir. Her dil kendi kültürüne ait bir gerçekliğe sahiptir. Yani dillerin belirsizliği, tedavi edilmesi gereken bir vaziyet değildir. Bu belirsizlik aynı zamanda yaratıcılığın ve özgünlüğün de teminatıdır. Burada kullandığımız ‘belirsizlik’ kavramıyla ‘kaos’ kastedilmemektedir. Meseleyi bir kaos(karmaşa) vardır bir de kozmos(düzen) vardır mantığıyla değerlendirmek sağlıklı değildir. Yani bir şey A’dır. A değilse B’dir şeklinde meseleye bakmak bizi iyice batağa götürür. Çünkü vazgeçilmez dil unsurları olarak metaforlara göre bir şey hem A hem de B olabilir. Dili sınırlamak, aynı zamanda anlamı ve yorumu sınırlamaktır. Modern bilimler kendilerini kesinlik arayışı üzerine temellendirdikleri için yorumu sınırlamak isterler. Bu, anlamın çok boyutluluğunu iğdiş etmektir. George Orwell 1984 romanında Newspeak (Düşünme yeteneğini azaltmak, istenmeyen düşüncelerin kafalarda yer etmesini, tanımlanmasını engellemek amacıyla küçültülmüş ve kısaltılmış yeni bir dil) diye bir şeyden bahseder. Orada var olan bir sözlükteki daralmadan bahseder. Normalde sözlüklerde kelimeler çoğalırlar. Ama orada bunu yapan (Sistem) iktidar (Big Brother-Büyük Birader) bunu neden yapıyor? Çünkü dili çok anlamlılığından tek anlamlılığa indirgerseniz zihinlere egemen olabilirsiniz. Dilin çok boyutlu olması size ‹hayır› diyebilme imkanı verir. Mesela akademik camialar edebi üsluptan pek fazla hoşlanmazlar. ‘Bilimsel dil’ diye Ağustos’16 • 47


Atölye

Atölye bir şey vardır. Metaforlara veya sıfatlara sı- dot vardı. Heredot tarihçi miydi? Homeros cak gözle bakılmaz. Ama modern felsefe ve kimdi? Şair miydi, filozof muydu yoksa bir bilim öncüleri eserlerini genelde ilginç me- mitoloji yazarı mıydı? taforlarla yazarlar. Çok sıcak kanlı ör“Dil kesin olan fiziği resmeder, nekler olmasalar da mesela Karl metafizik dünya üzerinde konuMarks’ın Komünist Manifestoşamadığımız için susmamız su şöyle başlar: “Avrupa’da icap eder” diyen Ludwig bir hayalet dolaşıyor.” SosWittgenstein’ın ‹ Tractatus yolojinin kurucu isimlerin‘unu okuyunca, o felsefeci, den kabul edilen Weber, bırak onu denilebiliyor. Bu modern düşüncenin yüksöz üzerinden aslında çok selişini bir “büyü bozumuhayati bir ihtiyacın hasıl na” benzetiyor. Batıda bunolduğu anlaşılıyor. Metaforlar tartışılırken Türkiye’de larınız sizin hakikatlerinizdir. dil ve edebiyat çalışmaları Dil metaforlar üzerinden işFerdinand de Saussure şekil ve form çalışmalarına inler. Çünkü hayat çok boyutludur dirgenmiş durumdadır. ve kesinlikle buna ihtiyaç vardır. Mesela Linguistik’in kurucu ismi saBizler bilsek de bilmesek de sürekli metayılan Ferdinand de Saussure’ye baktığımız- forlar kullanırız. Mesela, masanın ayağı, kada dili şekil ve form olarak çalıştığına şahit pının kolu vs. deriz. Esasında ne kapının kolu olamazsınız. Olsa da çok kısmidir. İdealize vardır ne de masanın ayağı. Biz onu kendi ettiğim için söylemiyorum ama dilin kesin zihnimizde projekte ederiz. bilimini yapmaya çalışan gerçek bir pozitiBir başka problem alanı da, analitik felsevisttir. Dilin tarihsel boyutunu hep dışarı- fenin dili, şekil ve form çalışmalarıyla, sürekli da tutmaya çalışır. O meşhur diyakroni ve tedavi etme isteğidir. Ama bunlara rağmen senkroni ayrımını yapmıştır ve demiştir ki Türk Dili Edebiyatı ve dil bölümlerinde HerLinguistik (Dil Bilimi) diyakroniyle ilgilen- meneutik dersleri yoktur mesela. Şüphesiz ki mez, senkroniyle (şimdiyle) ilgilenir. Çünkü dile tabi olabilmek için felsefeye ihtiyaç varsadece şimdinin kesin bilgisine ulaşabilirsi- dır. Yoksa dille samimi bir ilişki biçimi kuraniz, demektedir. Elbette ki bu pozitivist bir bilmemiz mümkün değildir. Dilin gerçeklikle yaklaşımdır. olan ilişkisini anlayabilmek için felsefenin Bizim bu örneklikler üzerinden şunu sor- alanına girmek zorundasınız. Dille tecrübemamız lazımdır. Dil ve edebiyat, felsefeyle ye maruz kalırsanız buna mecbursunuz. Üst birlikte senkronize bir şekilde çalışılmadan düzey iyi yapılmış bir edebiyat (Dostoyevssosyal bilimler ne kadar mümkündür? Bizler ki ayarında bir edebiyatçıysanız mesela) bu departmanlar arasında kesin ayrımlar yaptarz bir edebiyat, en üst düzey felsefe yapmayı çok seviyoruz. Her ne kadar bu ayrımmanın yollarındandır diyebilirsiniz. Örnekleri ları, bu bilimleri anlama adına fonksiyonel genelde Batılı düşünce adamları üzerinden bulsak da bu ayrımlar pek de hayırlı değildir. vermemizin nedeni bahse konu olan isimBu ayrımlar ilahi bir buyrukmuş gibi aşılalerin hem edebi hem de felsefi kimliklerinin mayacak kutsal sınırlar olarak kabul edilmebaskın olmasıdır. Mesela Nietzsche eserlemelidir. Bu departmanlar yokken ne vardı? rinde son derece şairane bir üslup kullanaMesela tarih departmanı yoktu ama Hererak: “Ancak uçurumun kenarında dans eden 48 • Ağustos’16

bir tanrıya inanabilirim.” diyor. Aslında üst düzey edebiyatla, üst düzey felsefe arsında ciddi bir ayrım söz konusu değil. Modern rasyonalitenin mağdurları olan bizler, bu ayrımlara dikkat etmeliyiz. Dili sadece bir iletişim aracı olarak tanımlamaya çalışmak çok hastalıklı bir durumdur. Çünkü dil araç hükmünde bir varlık değildir. Çünkü dile tabi olursunuz. Tabi olduğunuz dille bütünleşebilirseniz, edebiyat yapabilirisiniz. Bunun içinde dilin hakikatle olan bağını, metaforunu ve felsefesini bilmek zorundasınız. Aslına bakarsanız 1928 de gerçekleşen dil devrimi travmasını ve etkilerini ve bizi hangi problem alanlarına taşıdığı meselesini de, konu bütünlüğü çerçevesinde yorumlamak önem arz etmektedir. Ama bu yazının boyutunu iyice zorlamak anlamına gelir. İşin özüne tekrar dönecek olursak, mesele edebiyatın felsefeyle aynı hale geldiği ana gelmektir. Bizim bu ana ve bu hale gelen

yüzlerce edebiyatçımız yok ama haksızlık etmeyelim belki onlarcası var. Malumun ilanı bizimkisi. Tanpınar ne diyordu: «Türk romanı hala romancısını bekliyor.» Ne diyelim! Mesela hepimiz Türkçe’yi konuşuyoruz. Ama sadece bazılarının Türkçe’si var. Mesela bir Tanpınar Türkçesi’nden bahsedebiliyoruz. Hepimizin yok. Hepimiz ‘Ben’ diyoruz, ‘sen’ diyoruz, işte ‘mecburuz’ vs. diyoruz. Ama sadece Atilla İlhan bu üçünü yan yana getirip ‘Ben sana mecburum.’ demeyi başarabiliyor. Bunu yapabilen yazarlar kendilerini dil ile tecrübeye çok iyi açabiliyorlar. Bir başka büyük adamla nokta diyelim. Üstat Akif’in tarihe olan tanıklığı şüphesiz ki her şeyden önce kendi dinine ve sonrasında kendi diline adanmışlığı ile bütünleşince ortaya ‘Safahat’ çıkıyor. Bir elin on parmağını geçebilmek için, edebiyatla dili, dille felsefeyi yeniden buluşturmak zorundayız.

Ağustos’16 • 49


Atölye

Atölye

Dostluk

Aygül ERDEMİR

B

eni bir tek sen anlarsın. Yorgun argın gelirim kapına; ellerim kirli, utangaç bakışlarım. Sakin karşılarsın telaşımı benim. En tatlı misafir perverliğinle. Bir tek sen kucak açarsın dikenli, ucu keskin anılarıma. Dinlemekten öte dinlersin beni. Daha anlatmadan anlamışsındır derdimi. Bu sebepten susmak daha ağır basar yanındayken. Anlatmak anlamsız kalır. Hiç kendimi ifade etme çabasına girmedim seninleyken ben. Öylesine bir güven vermişsin ki dostum bana, daha hiç kanıtlamak istemedim sana kendimi. Çünkü hep bildim. Hiçbir şey de olsam nihayetinde; sen umudunu kesmezsin benden yine. Sırf senin umudun kırılmasın diye, belki de bana inanan seni utandırmamak için duruyorum parmak uçlarımın üzerinde. Özene bezene yaşıyorum

50 • Ağustos’16

hayatı, tıpkı söz verdiğim gibi kıymet bilerek. Martıları dinleyerek yol alıyorum sahil kenarında ve güneşin batışına asla kayıtsız kalmıyorum. En çok da omzuna yaslanabilmeyi özledim bu ara. Dağ gibiydin ben sana her dayandığımda. Beni yıpratmasına çoğu zaman izin verdim bu hayatın. Hep savunmasız çıktım savaş meydanlarına. Yürekliliğimden bir şey kaybetmedim ama zamanımdan yedim. Kendim olmaktan uzak düştüm kimi zaman. En çok benliğimle ilgili kumarları kaybettim. Haklıymışsın sen. ‘En zoru kendini bilmektir hayatta. Bırak kendinle mücadelen büyütsün seni’ derken. Hatalar yaptım, uzaklaştım gökyüzümden, bazen bileklerime kadar çamura battım. Ellerim kirlendi belki ama kalbimi temiz tuttum. Kirli çıkarlarım olmadı. Öğrettiğin güzellikleri hep tekrar ettim. Affedilmekten umudumu hiç kesmedim. İğreti durulmuyormuş uçurum kenarında. Bir taraf mutlaka çekiyormuş kendine. Yine haklıydın “seçimlerine yüklenme, bırak bir kısmı da deneyim olsun” derken. Kucak dolusu idealler yüklendim. Ağır geldi taşırken birçoğundan vazgeçtim. Tükenmedi hiç sert rüzgarlarım, düşmelerim, kalkmalarım. Savrula savrula da olsa, yolun sonunu kestiremesem de, yola devam etmekten asla vazgeçmedim. Sen neler yaptın. Ben bazen gezdim. Keşiflere çıktım yollar katettim. Bilmediğim yerlere gittim. Esnaf lokantalarından, baharat kokan çarşılardan, balıkçılardan, sana selam getirdim. Çocukları izledim, saksılı pencerelerden sarkan çiçekleri kokladım. İzmir’in mavisini koydum heybeme, İstanbul’dan martıları topladım. Kız kulesiyle dertleştik biraz. O da özlüyormuş seni. Kızılay’a indim Ankara’da; plakçıları gezdim

ve sarı sayfalı ikinci el kitapları kokladım. Dibek kahvesini yudumladım kemer altında. ‘Kahveyi küle koydum taşmadan gel’ deyişini anımsadım gülümseyerek. Bana anın güzelliğini ve teklifsiz sevgini aşıladığın günden beri dostum, merhameti, anlayışı, hatalarında bizim için olduğunu ve affedebilmenin en güzel erdem olduğunu öğrettiğin günden beri ben; hangi köşeyi döndüysem, hangi şehri gezdiysem, hangi bebeği öpüp sevdiysem, kimle iki lafın belini kırdıysam senden izler bıraktım. Seni anlattım. Peki, sen neler yaşadın, biraz anlat; kimleri sevdin, kimlerce sevildin? Kimleri dost bildin? Sonbaharı seyrediyor musun hala? En çok sevdiğin mevsim değişti mi? Yürüyüşe çıktığın yollara sabah mahmurluğun siniyor mu yine? Seviyor musun erken kalkmayı ve dinlemeyi rüzgârın sesini. Hala gülüyordur gözlerinin içi eminim. Uzun zaman oldu değil mi görüşmeyeli. Ayrı şehirler, ayrı uğraşlar… Ne çok sevindiğin ne de çok üzüldüğün anlarda hiç yanında olamasam da, elim kolum bir türlü sana kavuşmasa da ben arkadaşlığımızdan umudumu hiç kesmedim. Tıpkı söylediğin gibi evet; vefa dostluğun en güzel kanıtıymış. Yıllar sonra telefonda sesin bu kadar içten ve hala aynı derecede samimi, sıcak. Demek ki yitirmemişiz geçen zamana rağmen

güzellikleri. Sırlarımın,

dertlerimin, hayattan edindiğim kırgınlıklarımın, gözümde bir bir küçülmesini sağlıyor içime serptiğin küçük mutluluklar. Bir anlamı kalmıyor teferruatın, bak yine payımıza gülümsemek düşüyor… Ağustos’16 • 51


Atölye

Atölye

Bir X’e Verilen En Güzel Değer:

X

Malcolm

Mücahid KESKİNOĞLU

B

azı adamlar vardır cellâtlarından daha uzun yaşarlar, kıtaları, coğrafyaları aşarlar, bir devrin değil her devrin aranan adamı olurlar. Kendini kalabalıklara sevdirmek gibi bir gayeleri yoktur, belki de bunun bir hikmet-i gayesi olarak öldükten sonra kıymetleri bilinir, insanlar onların adlarını belki yaşarken hiç duymamış, semtlerine bile uğramamıştırlar. Genel olarak öldükten sonra değerleri anlaşılır. Aklınıza bir takım isimler geldi değil mi? Allah’a şükürler olsun ki böylesine kıymetli ve şerefli

52 • Ağustos’16

onlarca, yüzlerce Müslüman liderimiz, önderimiz oldu ve Allah’ın izniyle yine olacaktır. Rabbim kahraman bekleyen yığınlarını hiçbir zaman hüsrana uğratmamıştır. Bir yetimi âlemlere rahmet olarak gönderen Allah(c.c), bize de içimizden bir yol gösterici, bir ‘kutup yıldızı’ çıkaracaktır çünkü bu Sünnetullah’tır. İşte bu adamlardan biri de şüphesiz Malcolm X’tir. Malcolm X, 19 Mayıs 1925’te ABD’nin Omaha eyaletinde doğmuş ve 21 Şubat 1965’de 40 yaşında New York’ta şehit edi-

lene kadar kısacık ömrüne insanüstü bir mücadeleyi sığdırmıştır. ‘Peki neydi onun mücadelesi? Neydi onu rahatsız eden?’ diye soracak olursak Malcolm X’in en büyük mücadelesinin Amerika’daki ırkçılık hastalığına karşı duruşu olduğunu söyleyebiliriz. Hayatında çok keskin ve birbirine zıt dönüşler gerçekleştirmiş olan Malcolm X’in belki de hayatında değişmeyen tek şeyi, onun ırkçılığa karşı takındığı sert ve tavizsiz tutumudur. Malcolm X’in ırkçılıkla ilk tanışması çok acı ve tüm hayatını etkileyecek bir olayla olmuştur. Hayatının ilk keskin virajı olarak bir Baptist Hıristiyan Vaiz olan babasının beyaz ırkçı olan Klu Klux Klan(KKK) çeteleri tarafından katledilmesi olarak gösterilebilir. Malcolm’ın annesi ve kardeşleri böylesine ani gelişen bir felâkete uzun süre dayanamaz. Çok geçmeden ekonomik olarak çökerler ve bu ekonomik çöküşü psikolojik çöküş takip eder. Annesi akıl hastanesine, kendisi de dâhil olmak üzere kardeşleri koruyucu ailelere dağıtılır. Tüm bu olumsuzluklara rağmen Malcolm, lisede sınıf birincisidir ve parmakla gösterilen bir öğrencidir ancak ırkçılık belâsı burada da onu rahat bırakmaz. Bir gün ne olmak istediğini soran öğretmenine avukat olmak istediğini söyleyince, şok edici bir cevap alır: “Malcolm, avukatlık siyahlara göre bir iş değil, neden marangoz olmak istemiyorsun?” der, öğretmeni. Aldığı bu cevap karşısında tüm umutları yıkılan Malcolm, üniversiteye gidemeyince çeşitli işlerde çalışmaya başlar ve en son yolu Harlem’e dek varır. Malcolm, burada çeşitli narkotik, fuhuş ve kumar organizasyonlarını yönetir. Tam anlamıyla bir batakhane hayatı yaşar. Her türlü pisliğin ve ahlâki çöküntünün yaşandığı sokaklarda etkin bir konuma kadar yükselmiştir. Ancak 20 yaşındayken

hırsızlıktan yakayı ele verip de 10 yıl hapis cezasına çarptırılınca babasının katledilmesinden sonra hayatının en büyük ikinci virajını da dönmüş olur. Hapis, Malcolm için tam anlamıyla bir okul olur. Hapishaneye düşen bir insan ya toptan azıtır ya da büyük değişimler geçirir. Malcolm, hapishanede tam anlamıyla bir metamorfoza uğramıştır. Birçok kitap okur ve zihinsel gelişimini burada tamamlar. Hapishane kütüphanesindeki tüm kitapları okuyarak okuma açlığını gidermeye çalışmıştır. Okuduğu kitapların fikirsel altyapısını oluşturduğu, onu literatüre hâkim ve donanımlı bir insan haline getirdiği söylenebilir. Gündüz yaptığı okumalar artık kendisine yetmez olmuştur ve geceleri hücrelerin ışıkları kapatıldığında koridordan hücresine vuran loş bir ışığın altında okumalarını gerçekleştirdiğini söylemiştir. Zaten gözlük takma ihtiyacı da bu dönemde ortaya çıkmıştır. Hapishane yılları için: “Bir insanın düşünmeye ihtiyacı varsa, gidebileceği en iyi yer, bana sorulursa, üniversiteden sonra hapishanedir” demiştir. Malcolm X, hapisten çıktığında ilk iş olarak bir saat,

Ağustos’16 • 53


Atölye

Atölye

hapishanede verilenden daha güzel bir gözlük(meşhur gözlükleri) ve bir de bavul satın almıştır. Sadece bu anekdota bakarak bile Malcolm’ın nasıl bir hayat geçirdiğini söyleyebiliriz. Zamanını dolu dolu yaşayan, çok okuyan ve çok seyahat eden bir insan nitelemesinde bulunabiliriz onun için. Malcolm’ın ırkçı Amerika’ya bir karşı tepki olan ‘kimlik arayışı’ hapishaneden çıktıktan sonra uç noktalara ulaşmıştır ve ‘Little’ olan soyadını ırkçı efendilerinin kölelerine verdiği bir ad olarak kabul ettiği için soyadını ‘X’ olarak değiştirir. X, kimliğini arayan, aslı-nesli unutturulmuş olan Malcolm’ın, ırkçı köle efendilerinden ve Amerika’dan aldığı bir rövanştır aslında. Aynı rövanşı Malcolm’ın çok yakın arkadaşı olan Muhammed Ali yumruklarıyla almıştır. Malcolm, hapisten sonra Siyah Müslümanlar hareketine katılır, kısa sürede yükselir ve Elijah Muhammed onu Harlem ana mabedinin imamı olarak tayin eder. Aslında Siyah Müslümanların ona katıldığını söylemek daha doğru olacaktır zira Malcolm’ın cemaat içinde ikinci adam haline gelmesi ve hitabet seviyesi yüksek konuşmalarla cemaatin sayısını kısa zamanda kat kat daha yukarılara taşımıştır. Bugün Elijah Muhammed adında biri biliniyorsa bu, onun Malcolm X’le adının yan 54 • Ağustos’16

yana anılmasındandır. Geçelim. Üstteki paragraftan da anlaşılacağı üzere Malcolm’ın cemaat içinde önemli mevkilere gelmesi ve Amerikan toplumunda popüler bir siyasi lider, bir aranan yüz olması onun cemaat içindeki karşıtlarını rahatsız etmektedir. Kennedy Suikastı sonrası gazetecilere verdiği ‘tavukların eve tünemesi’ röportajından ötürü Elijah Muhammed tarafından 90 günlüğüne kamu önünde konuşması yasaklandı. Ancak Malcolm’ın cemaatten ayrılışı konuşma yasağından değil, Elijah Muhammed’in sekreterleriyle olan gayrimeşru ilişkilerini, hatta bu ilişkilerden çocukları olduğunu öğrenmesi sebebiyle olmuştur. Bu, Malcolm için bardağı taşıran son damladır artık. Ama ne damla! Benim burada asıl değinmek istediğim nokta Malcolm’ın bu gayrimeşru ilişkilere verdiği ilk tepkidir. Çeşitli cemaat, siyasi hareket ve/ya örgütlerdeki lider ve ona tâbi olan insanlar arasındaki ilişkiyi göstermesi bakımından çok önemli bir nokta olarak görüyorum. Olay şu: Malcolm, Elijah Muhammed’in sekreterleri ile olan ilişkisini öğrendiğinde doğal olarak inanmak istemez ve iddiada bulunan sekreterlerle cemaatten gizli bir şekilde görüşür. Elijah Muhammed’in gayrimeşru çocuklarını ve eşlerini gören Malcolm, iddiaların gerçekliğinden şüphe duymaz artık. Ancak Malcolm, Elijah Muhammed’in zinaya bulaşmış olmasını ilk önce bir peygamberlik nişanesi, bir keramet olarak değerlendirir çünkü ona öğretilen İslâm’a göre Davud ve Lût(a.s) da zina yapmıştı ve Elijah Muhammed’de tıpkı bu peygamberler gibi (hâşâ) zina yaptığına göre o da en az onlar kadar muhterem bir insandı hatta bir peygamber bile olabilirdi! Buradan Elijah Muhammed’in o dönem cemaatini Hristiyan ve Yahudi kaynaklarıyla oluşturulmuş bir sistemle eğittiğini de

söyleyebiliriz. Çünkü peygamberlere bu iftiralar Hristiyan ve Yahudiler aracılığıyla atılmıştır. Malcolm’ın zina gibi kesin ve muazzam bir günaha bu denli aşırı pozitif tepki vermesi bize lider ve ona tabi olan insanlar arasındaki ilişkinin ne tür boyutlara varabileceğini ve bir insanın nasıl ‘bakar-kör’ hale gelebileceğini anlatması bakımından önemlidir ve ders alınması gereken bir örnektir. Bu durumu çok net bir cümleyle özetleyelim: Şeyh uçmaz, mürit uçurur.. Artık güneş Malcolm’ın üzerine doğmuştur, horoz susturulamaz ve güneş de balçıkla sıvanmaz. Malcolm’ın bu bitmez tükenmez tecessüsünü ve gerçeğe olan özlemini ölümden gayrı bir şeyin durdurması mümkün değildir. Ömrü boyunca yaptığı her işte samimi ve azimli olan Malcolm, gerçek İslâm’ı öğrenme konusunda çareyi Hacc’a gitmekte bulur ve soluğu Kutsal Topraklar’da alır(1964). Buna ilâveten Afri-

ka ve Avrupa’ya da bir dizi seyahat gerçekleştirir. Yaptığı bu dini ve kültürel seyahatler sonucunda Malcolm, Hacc’dan müthiş bir feraset ve çok daha olgun fikirlerle döner. Kimlik arayışı ömrü boyunca süren Malcolm X, El-Hacı Malik El-Şahbaz ismini alır ve Sünni İslâm’ı benimser. Önceden Beyazların bir ‘şeytan’ olduğunu söyleyen ve her türlü beyaza şüpheyle bakan Malcolm, Hacc’da ‘sarı saçlı mavi gözlü beyazlarla’ aynı kaptan yemek yediğini ve aynı çadırda yattığını ifade eder. Hâlâ daha Siyahların birleşmesi gerektiğine dair güçlü fikirleri varsa da bundan sonra Beyazlara yönelik ırkçı ve toptancı fikirler taşımaz ve evrensel bir din kardeşliğine inanan bir insanın fikirlerine sahip olur. 15 Şubat 1965 yılında evi bombalanır, eşi ve kızlarıyla yara almadan kurtulur. Bu bombalamadan 6 gün sonra, 21 Şubat 1965 tarihinde 6 silahlı kişi Malcolm X’in konuşma yaptığı kürsüye yaklaşarak yakın mesafeden ateş ederler. Yapılan otopsiye göre göğsü, sol omzu, kolları ve bacakları olmak üzere toplam 21 yerinden vurulduğu belirlenmiştir. Malcolm, biyografisini yazan Alex Haley’le yaptığı bir görüşme esnasında kitabın basıldığını görecek kadar yaşamayacağı ön görüsünde bulunur ve haklı da çıkar. ‘Malcolm X bizim neyimiz olur? Onu neden öğrenmeliyiz? Ondan ne öğrenebiliriz?’ diye soracak olursak; bir insan düşmanından bile bir şeyler öğrenebilir kaldı ki biz aynı kıbleye doğru secde ettiğimiz, İlây-ı Kelimetullah’a hizmet etmiş ve bu yolda şehit olmuş bir yiğitten bahsediyoruz. Malcolm’ı ölümden başka bir şey susturamazdı ve öyle de oldu. Malcolm, bir insanın hayatında yaşayabileceği en keskin dönüşleri yaşamıştır ve hayatı boyunca bulunduğu her ortamda ve yaptığı her işte samimiyetiyle farkını ortaya koyuştur. Ağustos’16 • 55


Atölye

Atölye ‘Samimiyetim itibarımdır!’ sözüyle de bunu ifade etmiştir. ‘Ölümü anlayabilirim ama ihaneti asla!’ derken samimiyete olan itibarını çok net bir şekilde ifade etmiştir. Malcolm, Elijah Muhammed’in sağ koluyken, Amerika’nın-hâlâ daha- en çok tanınan Siyah liderlerinden biri olmasına rağmen hiçbir mal varlığı olmamıştır. Evi ve arabası cemaat tarafından tahsis edilmişti ve evi de en son yakıldığında hiçbir maddi birikimi olmadan ortada kalmıştı. Hatta Hacc’a gitmek için gerekli olan parayı da ablası Ella’dan borç almıştı. O hiçbir zaman davasına maddi çıkarları karıştırmadı. Malcolm X, kısacık ömrüne sığdırdığı bu inanılmaz işlerden ötürü sinema ve sanat dünyasında birçok yönetmen ve yazara esin kaynağı olmuştur. Bunların başında Spike Lee’nin yönettiği ve başrolünde Denzel Washington’ı gördüğümüz ‘Malcolm X’ filmi ve Alex Haley’in yazdığı ‘The Autobiography of Malcolm X’ kitabı gösterilebilir. Buna ilaveten Nehir Yayınlarından çıkan ‘Malcolm X Konuşuyor’, Pınar Yayınlarından çıkan ve Bruce Perry’nin yazdığı, Malcolm X’in ölmeden 1 hafta önce yaptığı konuşmaların yer aldığı ‘Malcolm X:Son Konuşmalar’ isimli kitaplar da tavsiye edilebilir. Malcolm X, sarf ettiği eleştirel, didaktik ve dinamik sözleriyle de hafızalarda ölümsüz bir yer edinmiştir. İşte o sözlerden bazılar: · Amerikan rüyası görmüyorum, Amerikan kâbusu görüyorum. · Amerika, İslam’ı anlamaya muhtaç. Çünkü bu din, ırk sorununu söküp atan dindir. · Bana bir kapitalist gösterin, ben de size bir kan emici göstereyim. · Barışçıl olun, kibar olun, kurallara itaat edin, herkese saygılı olun; fakat biri size dokunacak olursa onu mezara gönderin. 56 • Ağustos’16

BİR 17 AĞUSTOS HATIRASI Muhammed Salih DEMİRTAŞ

· Ben gerçeğin peşindeyim, kimin söylediği önemli değil. Ben adaletin peşindeyim, kim için veya kime karşı olduğu önemli değil. · En iyi nasihat, iyi örnek olmaktır. · Hayatımın erken dönemlerinde öğrendim ki eğer bir şeyi istiyorsan, biraz gürültü yapsan iyi olur. · Huzuru özgürlükten ayıramazsınız çünkü hiç kimse özgürlüğüne sahip olmadan huzur içinde olamaz. · Irkçılık ideolojik bir düşünce değil, aksine psikolojik bir hastalıktır. Malcolm, İslâm’ı yakadaki çiçek gibi değil, kalpteki kurşun gibi taşıdı ve öylece de şehid oldu. Şehadeti kabul olsun, Rabbim cennetinde buluştursun bizi inşAllah!. *Bu yazının yazılması aşamasında Alex Haley’nin The Autobiography of Malcolm X kitabından faydalanılmıştır.

H

enüz yedi yaşımdan yeni gün almıştım. Büyük Marmara depreminin merkezindeydik; yani Gölcük’te. Ne var ki dağların arkasında sahile yaklaşık yedi kilometre uzaklıktaki köyümüzdeydik. Ona rağmen depremin getirdiği dehşet ve korku bizleri evlerimizden köy meydanına dökerek hepimizi esir almıştı. Yıldızların çokluğu ve yerden çıkan gazlardan dolayı yakınmış gibi gözükmesi, dağların yürüyormuş gibi sallanışları bizde kaçacak hiçbir yerimizin olmadığı gerçeğini pekiştiriyordu. Küçüktüm. Depremin dehşetini bazıları gibi çok güçlü bir şekilde yaşamasam da zihnimde parçalı bir şekilde kalan hatıralar, o günle ilgili bana insanların gözlerindeki korkuyu, çaresizliği ve endişeyi olabilecek en somut bir şekilde gösteriyordu. Annemle konuştuğumda aradan uzun bir süre geçmesine rağmen, sanki hala depremin dehşetini yaşıyormuş gibi anlatan gözlerini gördüğümde, bunun nasıl bir felaket olduğunu

daha da iyi anladım. Annem o an kıyametin koptuğunu sanmıştı. Gece 3 sularındaki uzun sallanışın ardından sabaha doğru gelen artçı depremler bu sanısını daha da kuvvetlendirmişti. Daha sonra annemi dinlemeye devam ettim. Hafızam o anları parçalı hatırladığı için onun anlattıklarıyla kendi tecrübelerimi bütünleştirmeye çalışıyordum. Sabaha doğru Gölcük’ten arabasıyla gelen “Alamanlardan” Hollanda’lı İbrahim dayı «koşuuun, Gölcük battı, bütün akrabalarımız öldüü, insanlar öldüü!!» diye bağırarak köyün girişindeki camiye kendisini zor atmıştı. Daha üzerimizdeki dehşeti ve korkuyu atamazken böyle bir haber bizdeki endişeyi ve korkuyu daha da arttırdı. İbrahim dayı çaresiz bir şekilde “ Gölcük yıkıldı, herkes enkaz altında, Allah’ını seven kazma kürek alsın Gölcüğe insin!! “ diye köyün erkeklerine seslenerek yardım istemişti. Köyün hemen hemen bütün erkekleri genç yaşlı demeden kazma kürekler alarak Gölcüğe doğru aceleyle yola koyulmuşAğustos’16 • 57


Atölye

Atölye lardı. Kardeşim annemin kucağında ne olduğundan habersiz bir şekilde uyurken, bende çevremde gördüğüm korkudan dolayı tedirgindim fakat köy meydanında insanların olması bana aynı zamanda güven de veriyordu. Fakat bir problem daha vardı; Babam o akşam, kurumunda nöbetçiydi. İzmit’teydi. Depremden dolayı ağır yaralanmıştı. Öğrencilerinin fark etmesiyle hemen hastaneye götürülmüştü fakat durumu çok ciddiydi. Bunu daha sonra hastaneye gittiğimizde öğrendik. Annemde bu durumun belirsizliğinin bir telaşı vardı sürekli. Hastanelerden bahsetmeyeyim bile. Tam bir can pazarı gibiydi. Köyde yaşananlara geri dönecek olursak, sabaha doğru araba sesleri artmaya başladı. Farklı köylere giden araba seslerini ve her araba sesinin ardından komşu köylerden kopan çığlıkları duyuyorduk. Daha sonra atletli ve gecelikli insanların köylere doğru yürüdüğünü gördük. Çok ilginçti. Daha sonra anladık ki bunlar Gölcük›ten ne yapacağını bilmeden bilinçsizce dağlara doğru kaçan insanlardı. Denizin taşması ve Gölcük’te yaşanan ağır yıkımlar insanların çaresiz bir şekilde yeni gelebilecek felaketlerden kaçarak daha arkalardaki köylere sığınmasına sebep olmuştu. Daha sonra Gölcüğe indiğimizde gördüğüm manzarada hayretler içerisindeydim. Evler yıkılmış, denizler taşmış, her yer korku ve dehşetle doluydu. Hatta kardeşim o zaman yaşı 4 olmasına rağmen, daha sonraki yıllarda(yine küçük yaşlarda) çizimlerinde o günkü gördüklerimize atıfta bulunan resimler yapmıştı. Yaşı küçük olmasına rağmen hafızası o görüntüleri hatırlayacak kadar dikkatli kılan ise bahsettiğimiz gibi karşılaştığımız manzaranın hafızalardan silinmeyecek kadar dehşetli olmasıydı. Hastane’de babamın yanındayken valiliğin yapmış olduğu bir anonsta TÜPRAŞ’ın pat58 • Ağustos’16

layabileceğinden bahsedilerek, İzmit’in terk edilmesi çağrısında bulunuluyordu. Telaş ve dehşet daha da artmıştı. TÜPRAŞ neydi bilmiyorum ama herhalde önemli bir şeydi. İnsanlar bu kadar korktuğuna göre.. Daha sonra Babamı, acil hastalar önceliğinden dolayı yardıma gelen askeri bir helikopterle Ankara’ya, Hacettepe Üniversitesi’ne ameliyata götürmüşlerdi. Biz de İnegöl›e geçerek İzmit›ten kısa bir dönem uzaklaşmıştık. Hatıralar uzar gider. Hatırlayabildiklerim ve dinlediklerim bana depremle ilgili parçaları tanıtıyordu. Acılı ve çok daha acılı olan hatıraları dinlediğimizde bu depremin ne denli büyük bir felaket olduğunu anlamıştım . Fakat hikayenin bütününden habersizdim. Deprem olduğunda 134.000 civarında çöken bina ile yaklaşık 600.000 kişi evsiz kalmıştı. Resmi rakamlara göre 17.480 ölüm, 23.780 yaralı vardı. 285.211 ev , 42.902 iş yeri hasar görmüştü. Tabi resmi olamayan verilerde ölü ve yaralı sayısı çok daha yüksek rakamlarla ifade ediliyordu. Depremin rihter ölçeğindeki şiddeti 7.4 olarak kaydedilse de etkisi şiddetinden daha fazla gözüktüğü ortadaydı. Binaların temellerinin zayıf yapılması, malzemelerden çalınması ilk başta faturayı müteahhitlere çıkarmamıza sebep verse de, devletin çaresizliği ve halkının yanında bulunmayışlığı, yapılan yapılarla ilgili denetimlerin olmayışı , Gölcük depremiyle ilgili önceden yapılan uyarılara rağmen basının halkı bu konularda bilgilendirmeyi ve bilinçlendirmeyi pek ciddiye almayışı, siyasilerin büyük sorumsuzluğu ve devlet adamların gülünç çaresizliği suçun tek bir omuzda değil, bu konuda yapılması gerekenleri yapmayan herkesin üzerinde olduğunu bize göstermektedir. O zamanlarla ilgili okuduğum yazılarda ve baktığım haberlerde devletin ne büyük bir rezillikte olduğu-

nu görünce üzüldüm. Dışarıdan yardım için 500 milyon dolar geldiği iddia ediliyordu fakat bu para ortalıkta gözükmüyordu. O zamanın Başbakanı Bülent Ecevit’e sorulduğunda kendisinin de paraya ne olduğunu bilmediği ve depremle ilgili bir devlet adamı sorumluluğuna yakışmayan cevaplar alınırken, Başbakan yardımcılarından Bahçeli’den ses çıkmıyordu. Mesut Yılmaz ise paranın bir kısmının memur maaşlarının ödenmesinde kullanıldığını söylüyordu. Yaşlı bir amcanın “nerde bu devlet, hani gelen yardımlar” diye çaresizce bağrışlarını ve acılarını, yine mazlum halkın kendi kendine örgütlenip deprem yaralarını sararak dindirmeye çabaladığını görünce insan sormadan duramıyor: “O zaman bu devlet ne işe yarıyor?” Çok şükür geçtik o günleri diyebiliriz belki. Artık düne göre daha hazırlıklı ve örgütlüyüz. Yakın zamanda olan Van depreminde devletin örgütlü bir şekilde oraya girmesi ve yeniden bir şehir inşa etmesi gerçekten bizleri sevindiren bir durumdu. En azından acıları hızlı bir şekilde sarmaya yönelik devlet tarafından atılan bir adımdı. Fakat kent yapılanmalarıyla ilgili, çürük, hasarlı ve depreme yeterince dayanaklı olmayan binaların özellikle yakında deprem beklenen İstanbul ‹da fazla olması göz

göre göre ölüme davetiye çıkarmak olduğunu da fark etmeliyiz. Aksi takdirde 17 Ağustos 1999›da yaşanan acılar tekrar yaşanabilir. Bir şeyden ders çıkarmak, olası gerçekleşecek felaketlere karşı önlemlerin alınmasıyla olur. Gölcük depreminden sonra kendisini sık sık ekranlarda gördüğümüz “deprem dede” nin dediği gibi “depremler değil, binalar öldürür.” Allah’ın kaderinden mi kaçacaksın yoksa kardeşim, bu takdir-i ilahidir mi dedin. Öyleyse Hz Ömer’in dediği gibi “Evet, Allah’ın kaderinden başka bir kaderine kaçıyorum.” diyerek kendimize Allah’ın kaderinde başka bir yol aramalıyız.

Ağustos’16 • 59


Medya

Medya

Basından Yansıyanlar F

etullahçı Terör Örgütünün (FETÖ) darbe girişiminin başladığı dün akşam saatlerinden itibaren konuyu flaş olarak duyurmaya başlayan dünya basını, gece boyunca gelişmeleri canlı takip etmeyi sürdürdü.

Rusya

R

us haber kanalları sabaha kadar canlı yayınlarla gelişmeleri aktarırken, büyük internet siteleri ve ajanslar dakika dakika gelişmeleri anlattıkları bölümler oluşturdu. Rus haber ajansı RİA, “Türkiye’de darbe girişimi” ana başlığıyla çok sayıda haber yayınladı. Ajans internet sitesinde, aynı başlıkla gelişmelerin kronolojik sırayla anlatıldığı bölüm oluşturuldu. Haberlerde çok sayıda görsele yer verildi. Rus TASS haber ajanı, gece boyunca haberleri “Türkiye’de askeri darbe girişimi” üst başlığı ile abonelerine duyurdu. Ajans sabah saatlerinde ana sayfasında “Ülke işgalcilerin elinde kalmayacak, Türkiye’de neler yaşandı” başlığı altında oldukça geniş haberler yayınladı.

60 • Ağustos’16

İnterfax ajansı, abonelerine aktardığı haberlerde «Türkiye›de askeri isyan» üst başlığını kullandı. Ülkedeki Kommersant gazetesi internet sitesinde, «Türkiye›de askeri darbe girişiminde bulunuldu» başlığını kullanarak gelişmeleri aktardı. Rus resmi haber kanalı Rossiya-24, Türkiye’deki darbe girişimini olayların başlangıcından sabah saatlerine kadar canlı yayınlarla izleyicilerine aktardı. “Türkiye’de darbe girişimi” başlığını kullanan kanal, Türk ve uluslararası ajansların servis ettiği görüntüleri kullandı.

netime el koyma girişiminde bulunduğu belirtildi. Haberde tatilini yarıda kesen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kontrolü tekrar sağladığı ifadesine yer verildi. Le Monde gazetesi, darbe girişimini «Halk darbeye karşı durdu» başlığıyla yayınladı. Haberde, Erdoğan›ın çağrısıyla halkın darbeye karşı sokaklara döküldüğü ve tankların üzerine çıkarak kalkışmayı protesto ettiği yazıldı. Le Figaro gazetesi de askeri kalkışmaya ilişkin haberinde, «Darbe girişimi başarısız oldu» başlığını kullandı. Haberde, Türkiye›yi sarsan cunta askerlerinin tutuklanması sonrası darbe girişiminin başarısız olduğu aktarıldı. Haberde Erdoğan›ın halka sokağa çıkma çağrısında bulunduğu belirtildi.

Fransa

F

ransa basını, darbe girişimin başarısız olduğunu ve halkın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın çağrısıyla sokaklara döküldüğünü yazdı. Fransız haber ajansı AFP, darbe girişimini “Darbe girişiminde Erdoğan kontrolü tekrar ele aldı” başlığıyla okuyucularına duyurdu. AFP’nin haberinde Türkiye’de cuntacı bir grubun savaş uçakları ve tanklarla yö-

Belçika

B

elçika basını, ülkenin kontrolünün Cumhurbaşkanı Erdoğan’da olduğunu yazdı. Belçika’nın en önemli ve Fransızca yayımlanan Le Soir gazetesinde, “Türkiye’de dar-

be girişimi: Erdoğan yönetimi devraldı” başlıklı haber yayınlandı. Ülkenin kontrolünün Cumhurbaşkanı Erdoğan’da olduğunu vurgulayan gazete, halkın da kalkışmada bulunan askerlere karşı sokaklara döküldüğünü kaydetti. De Morgen gazetesi de “Türkiye’de askeri darbe girişimi başarısız oldu” başlığını kullandı. Hükümetin kontrolü ele aldığı belirtilen haberde, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın silahlı kuvvetleri temizleyeceği yönünde açıklamada bulunduğu bildirildi. Haberde, Türk demokrasisinin başarısız darbe girişiminden sonra önemli bir noktada olduğu saldırıda parlamentonun da hasar gördüğü ifade edildi. Het Laatste Nieuws (HLN) gazetesi kalkışmayı, “Başarısız darbe girişimi” başlığıyla gördü. Hükümetin kontrolü sağladığına dikkati çeken gazete, askerlerin teslim olduğunu bildirdi. L’Avenir, gazetesi, “Darbe girişimi püskürtüldü” başlığıyla haber yayınladı. Türkiye’de dün gece İstanbul ve Ankara’da darbecilerin yönetime el koymaya çalıştığını yazan gazete, hükümetin durumu kontrol altına aldığını belirtti. Belçika’da Flamanca yayın yapan Het Nieuwsblad gazetesi, olayı, “Darbe girişimi başarısız oldu” şeklinde okuyucularına duyurdu . Başkent Ankara’da askeri hava araç-

larının ve silah seslerinin duyulduğu kaydedilen haberde, bir helikopterin düşürüldüğü aktarıldı.

Almanya

A

lmanya’nın Bild gazetesi birinci sayfadan “Türkiye’de Erdoğan’a karşı askeri darbe” başlığını kullandı. Gelişmelere iç sayfalarında yer verilen haberde, darbe girişiminin Türk muhalefeti için de sürpriz bir gelişme olduğu belirtildi. Haberde, Alman güvenlik makamlarının da darbe girişimine ilişkin ön uyarı ve ipucu almadığı iddia edildi. Almanya Başbakanı Angela Merkel’in Ulanbator’daki Asya-Avrupa Toplantısı’ndan (ASEM) dönüşünde uçakta Türkiye’deki durum hakkında bilgilendirildiği ifade edilen haberde, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da darbe girişimine karşı halkı sokağa çıkmaya çağırdığı anımsatıldı. Bild gazetenin internet sayfasında, “Onlar teslim oldu” başlığı kullanılarak darbenin başarısız olduğu kaydedildi. Spiegel dergisinin internet sayfasında, Türkiye’de darbe girişiminin başarısız olduğuna işaret edilerek, “Cumhurbaşkanı görevinin başındadır” ifadesine yer verildi. Başbakan

Binali Yıldırım’ın darbe girişiminin başarısız olacağını belirttiğine işaret edilen haberde, Yıldırım’ın bunun “ahlaksız bir girişim” olduğuna ilişkin sözlerine yer verildi. Tageszeitung gazetesi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başarısız olan darbecilere karşı sert bir tutum göstereceğini kaydederek haberini “dramatik bir gece” başlığıyla duyurdu. Almanya Birinci Televizyon Kanalı ARD’nin “Tagesschau. de” adlı internet sayfası da haberinde “Türk demokrasisi ile geniş bir dayanışma” başlığını kullandı. Haberde, dünyadaki devlet ve hükümet başkanlarının açık şekilde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın arkasında durduğu belirtilerek, liderlerin demokratik şekilde seçilmiş hükümetin savunulması gerektiğini ifade ettiklerine işaret edildi. Almanya’da Türk vatandaşlarının gece yarısında darbe girişimini protesto ettiği aktarılarak, Türklerin diplomatik temsilciliklerin önünde toplandığı kaydedildi.

Kazakistan Kazakistan’da, Kazinform haber ajansı, Türk ve yabancı haber kanallarını kaynak göstererek, Başbakan Binali Yıldırım’ın, “Askeri darbe giAğustos’16 • 61


Haber

Medya rişiminde bulunuldu” açıklamasına yer verildi. Kazinform, Türkiye’de yaşayan Nurat İlyas isimli Kazak vatandaşıyla yaptığı röportajı “Türkiye olayları Kazakistan vatandaşının gözünden: İnsanlar tankların yollarını kapatmak için sokaklara çıktı” başlığıyla abonelerine aktardı.

Gürcistan

G

ürcistan basını AA’yı takip etti. Gürcistan’ın en büyük televizyon kanallarından Rustavi 2, İmedi, Kanal 1 ve Maestro TV ile İngterpressnews haber ajansı, Türkiye’deki darbe girişimini gece boyunca canlı olarak takip etti. Rustavi 2 kanalı, “Türkiye’deki darbe girişimi başarısız oldu” haberlerini sabahın erken saatlerinde izleyicilerine duyurdu. Gazete, Gürcistan Cumhurbaşkanı Giorgi Margvelaşvili’nin Türkiye’de demokratik yollarla seçilen hükümete ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a destek mesajlarını yayınladı. Gürcistan’ın önden gelen haber ajanslarından İnterpressnews ise internet sitesinde, Anadolu Ajansı (AA) haberlerini canlı olarak okuyucularına aktardı.

62 • Ağustos’16

ilgili bir analize yer veriliyor.

Üniversitelerden Haberler

Analizde ‘Başarılı bir askeri darbe için ne gerekir?’ diye soran Luttwak ‘Önce lider öl-

Ukrayna

U

krayna haber kanalları, darbe girişimini flaş olarak aktardı. Ukrayna’da, olayın başladığı akşam saatlerinden itibaren başta iki önemli haber kanalı 112 ve News One olmak üzere bütün haber kanalları olayı flaş haber olarak verdi. Türkiye’den canlı bağlantılarla gelişmeleri canlı olarak aktaran haber kanalları, ağırlıklı olarak AA’yı kaynak gösterdi. Resmi haber ajansı Ukrinform (Ukrayna Haber Ajansı), Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “İhanetin bedelini çok ağır ödeyecekler” sözlerini ön plana çıkarırken, Unian Haber Ajansı internet sitesi “Türkiye’deki askeri darbe girişimi” başlığı açarak gelişmeleri okuyucularına duyurdu. Ukrayna’daki diğer medya kanalları darbe girişimini, “Türkiye’de korkunç gece”, “Fethullah Gülen’in geçmişi”, “Darbe girişiminin Türk ekonomisine olumsuz etkileri” başlıklarıyla takip etti.

dürülmeliydi’ cevabını veriyor. Yazıda Türkiye’deki darbecilerin, darbeyi gerçekleştirmek için tanklara, silahlara ve her türlü atıl araca sahip olduğunu ve darbe için iyi de bir stratejilerinin de olduğunu belirtiliyor. Ancak iyi bir sonuç için darbenin bir numaralı kuralının ya liderin gözaltına alınması ya da öldürülmesinin gerektiğini söyleyerek Türkiye’ye ve Erdoğan’a olan düşmanlığını gösteriyor. Yazıda darbecilerden aktivist diye bahseden Edward, darbenin başarısız olmasından cuntacıların strateji eksikliğini sorumlu tutuyor. Edward Luttwark söz konusu

analizde

Erdoğan’ın

kafasında İslami bir Cumhuriyet inşa etmek olduğunu ve bu yüzden Mustafa Kemal’in kurduğu laik ülkeyi değiştirmeye çalıştığını iddia ediyor. Erdoğan’ın ülkede otoriter bir rejim kurmaya çalıştığını ve bu durumunun uzun süre de-

Foreign Policy: Erdoğan öldürülmeliydi Foreign Policy dergisinde yayınlanan Edward Luttwak imzalı yazıda FETÖ’cü cuntanın neden başarısız olduğu ile

vam edemeyeceğini belirten Luttwark, Batının ve darbeye karşı Erdoğan’a destek veren muhalefetin bunu anlaması gerektiğini savunuyor.

A

ylık burs miktarı bu yıl 6 bin TL’ye kadar çıktı. Bu miktar ise 5 bin 7 ile 5 bin 656 TL olan devlet üniversitesindeki bir profesörün maaşından fazla, rektörün maaşından yalnızca 692 TL daha düşük. En fazla 4 bin 265 TL olan doçent maaşları ise 5 ile 6 bin TL arasında aylık “burs” alacak öğrencilerin kazancına yetişemiyor. • NUH NACİ YAZGAN ÜNİVERSİTESİ: İlk 100’e 5 bin TL, ilk 101-1000’e 3 bin TL. • BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ: 1’inci tercihinde yerleşen MF-4’te ilk 20, TM-1’de ilk 15, MF-3, MF-2, MF-1, TM-3 ve TS-2’de ilk 10, DİL ve YGS’de ilk 3’te olanlara 400 TL nakit, Superdorm Öğrenci Yurdu’nda konaklama, yemek, kitap bursu, kapalı yüzme havuzu ile fitness salonunda ücretsiz üyelik, öğrenci değişim programlarına katılmada öncelik ve gidiş dönüş uçak bileti. • BEYKENT ÜNİVERSİTESİ: İlk bine girenlere 800 TL. • MURAT HÜDAVENDİGAR ÜNİVERSİTESİ: İlk 500’e girenlere bin 750 TL, ilk bine girenlere bin 500 TL. • ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ: DİL’de ilk 500’e, TS’de ilk bine, TM’de ilk 2 bine, MF’de ilk 3 bine girenlere 300 TL. • ORTA DOĞU TEKNİK ÜNİVERSİTESİ(KKTC): MF puan türünde ilk 35 bin, TM’de ilk 25 bin, DİL’de ilk 4 bine girenlere ücretsiz konaklama ile 450 ile 650 TL arasında burs. • ULUSLARARASI ANTALYA ÜNİVERSİTESİ: İlk 100’e girenlere 2 bin TL, 101-500 arasındakilere bin 500 TL, 501-1000’e girenlere bin TL.

• SELAHADDİN EYYUBİ ÜNİVERSİTESİ: İlk 100’e girenlere 5 bin TL, 101-1000 arasındakilere 2 bin TL. • YEDİTEPE ÜNİVERSİTESİ: İlk 100’e bin 250 TL, ilk 500’e 1000 TL, ilk bine 750 TL. • İSTANBUL KÜLTÜR ÜNİVERSİTESİ: TS puan türünde ilk bine, DİL puanları hariç diğer puan türlerinde ilk 3 bine girenlere 900 TL. Yıllık 2 bin TL de kitap bursu, ücretsiz konaklama. • İSTANBUL TEKNİK ÜNİVERSİTESİ (İTÜ): 1. sıradan tercih eden ve ilk 50’de yer alanlara bin 500 TL, 51-100 arasındakilere bin TL ile dizüstü ya da tablet bilgisayar, İTÜ Arı-Teknokent’te şirket açma önceliği, ücretsiz konaklama. • ÜSKÜDAR ÜNİVERSİTESİ: İlk bine girenlere 1000 TL. • ÇANKAYA ÜNİVERSİTESİ: İlk 250 içinde yer alanlara 2 bin TL, 251-2000 arasındakilere bin TL. • RECEP TAYYİP ERDOĞAN ÜNİVERSİTESİ: İlk 9 bin ile 75 bin arasındaki öğrencilere aylık bin 500 TL ile bin TL arasında burs veriliyor. Ancak burslar fakültelere göre değişiyor. • SANKO ÜNİVERSİTESİ: İlk 100’e 2 bin TL, ilk 101-500’e bin 750 TL, 501- 1000’e girenlere bin 500 TL. • HASAN KALYONCU ÜNİVERSİTESİ: İlk 100’e 5 bin TL, 101-500’e girenlere 3 bin TL, 501-1000 arasındakilere 2 bin TL. Ağustos’16 • 63


Haber • ANKARA ATILIM ÜNİVERSİTESİ: İlk 5 bine bin TL. KADİR HAS ÜNİVERSİTESİ: İlk 100’e girenlere 2 bin TL, ilk 500’e bin TL, ilk 1000’e girenlere 500 TL.

• İSTANBUL SABAHATTİN ZAİM ÜNİVERSİTESİ: MF ve TM puan türlerinde ilk bine TS ve YGS’de ilk 100’e, DİL’de ise ilk 10’a girenlere 3 bin TL.

• İSTANBUL MEDIPOL ÜNİVERSİTESİ: İlk 100’e 3 bin TL, 101-300 arasındakilere 2 bin TL, 301-600 arasındakilere bin 500 TL, 601-1000 arasına girenlere bin TL.

• BEZMİÂLEM VAKIF ÜNİVERSİTESİ: İlk 100’e girenlere 2 bin 500 TL, 101-500’e bin 500 TL, 501-1000’e girenlere 750 TL.

• İSTANBUL KEMERBURGAZ ÜNİVERSİTESİ: İlk 2 bine girenlere 1000 TL ve dizüstü bilgisayar. • DOĞU AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ: İlk 2 bine bin TL ve yılda iki defa Türkiye-KKTC gidiş ve dönüş uçak bileti, ücretsiz konaklama, dizüstü bilgisayar. • İHSAN DOĞRAMACI BİLKENT ÜNİVERSİTESİ: İlk 10 bine kadar olanlar ile DİL’de ilk 250’ye girenlere 670 TL. • İSTİNYE ÜNİVERSİTESİ: İlk 100’e 3 bin TL, 101-300’e girenlere 2 bin TL. • BAHÇEŞEHİR ÜNİVERSİTESİ: İlk 100’e girenlere bin TL ya da Hazırlık Okulu’nu Washington DC veya Toronto kampuslarında 1 yıl okuma. 101-1000 arasındakilere 600 TL ve hazırlık için yurtdışı. • ÖZYEĞİN ÜNİVERSİTESİ: İlk 6 tercihinde gösteren ve ilk 100’e girenlere 910 TL, 101-1000’e girenlere 680 TL, yemek, ulaşım ve konaklama bursu. • MEF ÜNİVERSİTESİ: İlk 100’e bin 200 TL, 101-500 arasındakilere bin TL, 5011000 arasındakilere 750 TL. • ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ: DİL’de ilk 500’e, TS’de ilk bine, TM’de ilk 2 bine, MF’de ilk 3 bine girenlere 300 TL. • DOĞUŞ ÜNİVERSİTESİ: MF, TM ve TS puan türlerinde ilk bine girenlere 500 TL, DİL’de ilk 300’e 500 TL. 64 • Ağustos’16

• ACIBADEM ÜNİVERSİTESİ: Tıp fakültesine giren ve ilk 500’dekilere 750 TL. • BIRUNI ÜNİVERSİTESİ: İlk 100’e 3 bin TL, 101-500’e girenlere bin TL, 501-1000 arasındakilere 500 TL. • ANKARA SOSYAL BİLİMLER ÜNİVERSİTESİ: İlk 5 tercihinde yazarak, TM puan türüne göre ilk binde yer alanlara bin 250 TL, DİL puan türünde 1-200 arasına bin 250 TL, 201-500 arasına bin TL, 501- 1000 arasına 800 TL. • KTO KARATAY ÜNİVERSİTESİ: İlk 100’e aylık 3 bin TL, 101-1000 arasındakilere 2 bin 500 TL. • ABDULLAH GÜL ÜNİVERSİTESİ: İlk 100’e 2 bin TL, 101-1000’e girenlere bin 500 TL. • ŞİFA ÜNİVERSİTESİ: LYS’de ilk 100’e bin TL, 101-250 arasına 750 TL, 251 ile 500 arasına 500 TL. • FATİH SULTAN MEHMET VAKIF ÜNİVERSİTESİ: İlk 3 bindeki öğrencilere bin TL. • PİRİ REİS ÜNİVERSİTESİ: MF-4 ve TM-1’de ilk 10 bine girenlere bin TL. • SABANCI ÜNİVERSİTESİ: İlk bine 650 TL. • SÜLEYMAN ŞAH ÜNİVERSİTESİ: İlk 1000’e girenlere ayda 2 bin TL.



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.