Genç Öncüler- 110- KÜRESEL KUŞATMA

Page 1

9 771307 007016

ISSN 1307-007X

10


EDİTÖR'DEN

Allahın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.

Sahibi PINAR YAYINLARI A.Ş. Adına Şemsittin ÖZDEMİR Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Furkan Gençoğlu Yayın Sorumlusu Mehmet Semih Özdemir Yayın Kurulu Furkan Gençoğlu Ahmet Semih Şenlikoğlu Furkan Rıza Demirel Dücane Demirtaş M.Salih Demirtaş Osman Zinnur Aksu Sümeyye Akgül Zozan Demirci Ayşenur Özdemir Senanur Yaşaroğlu Gülsüm Cemile Damar Bu Sayıya Katkıda Bulunanlar Vahap Yaman M.Salih Demirtaş Tunahan Elmas Mustafa Fatih Yavuz Ahmet Semih Şenlikoğlu Orhan Özer Furkan Gençoğlu Asım Ebrar Yıldız Osman Zinnur Aksu Ahmet Uzar Elif İrem Safsoy Cuma Ertaş Asım Bekir Toleuzhan Galiyeva Furkan Rıza Demirel Adres İskenderpaşa Mah. Yeşiltekke Sok. No:4/1 Fatih / İSTANBUL genconculereyaziyorum@gmail.com Görsel Yönetmen Tekin Öztürk Grafik Tasarım Projesanat Tan. Org. Tel: 0212 640 20 90 www.projesanat.com.tr

Baskı Sanatkar Ofset Son. Tic. Ltd. Şti. Maltepe Mh. Litros Yolu 2. Matbaacılar Sit. 4NF/4-5 Topkapı / İST. Tel: (212) 567 39 40-41

Sevgili arkadaşlar ürkiye devletinin, gücünü inancından alan kültür ve medeniyet değerlerine yaslanarak, İslam coğrafyasındaki mazlum ve mağdur topluluklar ile dayanışma halinde olmasını hazmedemeyen küresel şebekeler, memleketimizde kiraladıkları truva atları marifetiyle Türkiye’nin yükselişini ve zincirlerini kırma hamlelerini durdurmak istediler. Darbe girişimi ile Türkiye’yi bir iç savaşa ve akabinde işgale sürüklemek istediler. Milletimiz bu ihanet dalgasına 15 Temmuz gecesi büyük bir cesaret ve kararlılıkla direndi ve püskürttü. Küresel kuşatma açığa düştü. Küresel güçlerin denetiminde olan medya ve think thank kuruluşları tüm güçleriyle Türkiye devletini ve hükümetini itibarsızlaştırmak için çalışmaya devam ediyorlar. Bu sayımızda küresel kuşatmanın sac ayaklarını deşifre etmeye çalıştık. TSK’nın sarih hastalığı; cuntacılık meselesini Tunahan Elmas yazdı. Prof. Dr. Burhanettin Can ile 15 Temmuz darbe girişimine giden yolu konuştuk. Mustafa Fatih Yavuz küresel medya ağının darbe girişimindeki rolünü değerlendirdi. Dücane Demirtaş think tank kuruluşlarının darbeyi nasıl ele aldığını irdeledi. Ahmet Semih Şenlikoğlu NATO-Türkiye ilişkileri ve darbeler tarihini inceledi. Kahraman Şehzadebaşı imamı Oğuzhan Bahtiyaroğlu hoca ile 15 Temmuz gecesini ve Saraçhane direnişini konuştuk. Ayrıca insan hayatına darbe olarak değerlendirilebilecek GDO’lu ürünler hakkında yazılar ve GİMDES ile özel olarak yapılmış mülakatlar bu sayımızda öne çıkıyor. Genç Öncülerin genç yazarları olarak temel gayemiz, toplumsal yaşamımızda karşılaştığımız iyilikleri,kötülükleri,kolaylıkları, sıkıntıları siz değerli okurlarımıza en anlaşılabilir şekilde aktarmaktır. Kadromuz adaletle şahitlik vazifesini unutmayarak, bu bilinçle yazılarını kaleme almaktadır. Çünkü bu bize inandığımız rabbimizin vahiyle sabit kıldığı bir görevdir. Çıkarttığımız bütün sayıları bu görev bilinci ile çıkartıyoruz. Bu çalışmamızın hayırlara vesile olmasını diliyor, keyifle okumanızı temenni ediyoruz. Allah’a emanet olun.

T

Ey inananlar! Kendinizin, ana babanızın ve en yakınlarınızın aleyhine dahi olsa, adaleti titizlikle ayakta tutan ve sırf Allah için şahitlik eden kimseler olun. (Şahitlik ettikleriniz) zengin veya fakir de olsalar (adaletten ayrılmayın)! Çünkü Allah her ikisine de (sizden) daha yakındır. Öyleyse, kendi boş arzu ve heveslerinize uymayın ki adaletten uzaklaşmayasınız. Eğer (gerçeği) çarpıtırsanız ya da (şahitlikten) kaçınırsanız, biliniz ki Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır. Nisa/135

Eylül’16 • 1


EDİTÖR'DEN

Eylül 2016 • Sayı 110 • Yıl 13

ALLAH 15 Temmuz DarbeEMRİNDE Girişimi ve Küresel Medya GALİPTİR Düzeni Dücane DEMIRTAŞ Mustafa Fatih YAVUZ

24

NATO-Türkiye İlişkilerinin Dünü, Bugünü ve Yarını Ahmet Semih Şenlikoğlu

Türkiye Çökertilmek İsteniyor / Vahap Yaman................................................... 4 TSK’nın Sarih Hastalığı; Cuntacılık / Tunahan Elmas............................................ 7 Prof. Dr. Burhanettin Can İle Röportaj / Furkan Gençoğlu - Orhan Özer................ 10 15 Temmuz ve Batının Helvadan Putu; “Demokrasi” / Muhammed Salih Demirtaş........... 18 15 Temmuz Darbe Girişimi ve Küresel Medya Düzeni / Mustafa Fatih Yavuz..................... 21 NATO-Türkiye İlişkilerinin Dünü, Bugünü ve Yarını / Ahmet Semih Şenlikoğlu................. 24

TSK’NIN SARİH HASTALIĞI;

7

15 Temmuz Darbe Kalkışması Sonrası TV’ler / Abdullah Etka Ayan.................................. 28

CUNTACILIK

21

Tunahan ELMAS

Gençlerin Gözünden 15 Temmuz..................................................................................... 32 Şehzadebaşı Camii Müezzini Oğuzhan Bahtiyaroğlu İle “O Gece” yi Konuştuk / A. Ebrar Yıldız.... 34 15 Temmuz’un Think Tankları / Dücane Demirtaş.......................................................... 38

15 Temmuz’un Think Tankları

47

15 Temmuz: Şahlanış Gecemiz / Elif İrem Safsoy............................................................ 41 Alkışlar! Dim Dik Duran Türkiye’ye / Toleuzhan Galiyeva............................................... 43 GDO Fıtrata Müdahaledir / Hekim Ahmet B. Sami Uzar................................................. 47 Genetiği Değiştirilmiş Ürünler Hakkında Bazı Mülahazalar / Osman Zinnur Aksu.............. 52 Gimdes İle “Helal Gıda ve Gdo Kumpasını” Konuştuk. / Röportaj: Dücane Demirtaş.......... 54

Dücane Demirtaş

Koşun / Asım Bekir..................................................................................................... 58

38 2 • Eylül’16

GDO

Bir Ülkü Şairi: Abdurrahim Karakoç / Cuma Ertaş........................................................... 59 Film Analizi: Geçmişi Olmayan Adamın Geçmişi / Furkan Rıza Demirel............................ 62 Yaz Okulumuz.............................................................................................................. 64

FITRATA MÜDAHALEDİR

Hekim Ahmet b. Sami UZAR

Eylül’16 • 3


Karantina

Karantina

TÜRKİYE ÇÖKERTİLMEK İSTENİYOR Vahap YAMAN

Sevgili gençler!

S

izlere hayatım boyunca Türkiye’de meydana gelen darbe ve darbe teşebbüslerinden ve tecrübelerimden bahsetmek istiyorum. Öncelikle 15 Temmuz darbe teşebbüsünü şanlı direnişinizle püskürttüğünüz için sizlere ve direnişe karşı duruş sergileyen herkese teşekkürler ediyorum. Bu ülkede yaşayan herkesin, hatta İslam coğrafyasının, hatta ve hatta mazlum coğrafların hepisinin sizlere teşekkürlerinin olduğunu hissediyorum, biliyorum. Bu direnişiniz yeryüzünün pek çok noktasında ezilen, hor görülen, özgürlüğünün peşinde koşanlara umut olmuştur. Sizleri ve direnen herkesi kutluyorum. Türkiye’de 27 Mayıs 1960- Talat Aydemir 1964- 12 Mart1971- 12 Eylül 1980- 28 Şubat 199727 Nisan 2007-15 Temmuz 2016 yıllarındaki yedi darbe ve darbe teşebbüsüne şahitlik ettim. İlave olarak İslam coğrafyasının farklı ülkelerindeki darbeleri de takip eden birisi olarak, şuna şahit oldum. Bizim

4 • Eylül’16

coğrafyamızda, kendi halkına düşman ve hain bir grubun yaptığı tüm darbelerin, hiç te masum olmadığını, kendi ülkesini ve halkını çok seven insanlar eliyle yapılan masum iktidar değişiklikleri olmadığını gördüm. Darbeciler hep birilerinin bizim çocukları olmuşlardır. Birilerinin çocukları olan, zihnini, hayat tarzını, hep dışarıya bağlamış, dışarının emir ve direktifleri ile kendi halkının seçtiği iktidarları deviren, onların kanlarını hiç çekinmeden akıtan, ülke ekonomisini on yıllar geriye götüren bu darbeci alçaklar özellikle, yerli ve milli düşünen, toplumun kadim inancı olan İslami hassasiyetleri önceleyen, bu hassasiyetlere saygı gösteren veya göstermeye çalışan siyasal iktidarlara darbe yapmışlardır.

HİÇBİR DARBE YERLİ VE MİLLİ DEĞİLDİR Darbeler tarihine baktığımızda, bütün darbelerin arkasında güya dünyaya demokrasiyi yaygınlaştırmak istediğini söyleyen başta ABD, Avrupa, NATO ve bunların farklı ülkelerde kargaşa çıkarmak amaçlı oluşturdukları GLADYO

yapılanmasının rolünü çok açık görmekteyiz. Kendi menfaatleri gereği dünyaya nizamat vermek için ülkelerde elde ettikleri hainler eliyle hep kargaşa çıkarmışlar ve darbeler yaptırmışlardır. Benim de üniversite öğrenciliği yaptığım 70 li yıllarda silahlı mücadeleyi kışkırtanlar, hem solculara, hem ülkücülere silah verenler hep bunlardı. Hatta zaman zaman sabah bir solcuyu öldüren silah, öğleden sonra bir ülkücüyü öldürebiliyordu. Çok manidar değil mi? Sonunda yerli hainler eliyle darbeye teşebbüs ediyorlardı. Her darbede kendilerine hizmet edecek, kendi adlarına ülkeyi kargaşa ve çökme noktasına getirecek, bizim çocuklar diye adlandırdıkları hainler bulmuşlardır. Bizim çocuklar bazen solcular, bazen milliyetçiler, bazen menfaatperestler, bazen ihtiras sahipleri olmuştur. Her kimlikten, her düşünceden, her sınıftan insanları darbelerinde kullanmışlardır. 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsünde de aynı ABD ve NATO işbirliğini görmekteyiz. Bu sefer bizim çocuklar olarak Gülen hareketi seçilmiştir. Onlar üzerinden darbeye teşebbüs etmişlerdir. Gladyo darbe kumpaslarında, hep yerli hainler aramışlar ve maalesef de bu hainleri bulmada zorlanmamışlardır. Bu gün de dini kanaatleri öncelediğini söyleyen Gülen hareketi üzerinden saldırıya geçmiştir. Türkiyeyi çökertme projesinde bu hareketi kullanmışlardır.

ÇÖKERTME PROJESİ Şunu da belirtmeden geçmeyeyim. 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsü sadece darbe değildir. Türkiye’yi çökertme, parçalama ve kaosa sürükleme projesidir. Dikkat etmişsinizdir. Sizin direnişinizin başarıya ulaşmasına kadar, darbe teşebbüsünü kınamamışlar, acaba

bizimkiler başarılı olurlar mı diye beklemişlerdir. Ancak darbe teşebbüsünün püskürtülmesi, darbecilerin sivillerin şanlı direnişi ile sona ermesi darbenin arkasında duran bu güçleri şoka sokmuştur. Hala da girdikleri şoktan çıkamamışlardır. Nasıl olurdu da kanlı darbeleri püskürtülürdü? Sizin kendi değerleriniz ve özgürlükleriniz etrafınızda kenetlendğinizi hesap edememişlerdi. Canınızı bu değerler için seve seve verebileceğinizi unutmuşlardı. Allah’ın mazlumların yanında olduğunu ve onları desteklediğini bilmiyorlardı. Onlar hep fiziki güç üzerine hesap yapmışlardı. Bu hesabı bozdunuz, sizlere tüm mazlum caoğrafyalardaki insanlar gibi ben de teşekkür ediyorum. Türkiye’nin son yıllarda ortaya koyduğu güçlü, yerli ve milli duruşla birlikte, ezilen ve sömürülen ülkelere rol model olması, yerli silah sanayisini güçlendirmesi, Lozan’da temelleri atılan jakoben, baskıcı, anti İslamist politikaları benimseyen sistemin, son yıllarda mevcut siyasal iktidarın da gayretleriyle kendisine iç düşman gördüğü unsurlarla ki -bunlar İslam ve kürtler- le yakınlaşması ve hatta barışması ABD ve AB yi çok rahatsız eder hale getirmiştir. Bölgede güçlü bir Türkiye istemeyen emperyalist güçler, 15 Temmuz da kendisine itibar edilen bir Türkiye’nin önüne geçmek ve Türkiye’yi çökertmek için yeni bir darbeye karar verdiler. Hesaplarını da kendilerini Fethullahçı

Eylül’16 • 5


Karantina olarak tarif eden ve içerisinde pekçok yabancı istihbarat servislerinin cirit attığı ekiple çalışma üzerine kurdular. 15 Temmuz’da darbenin başlaması ile hiç beklemedikleri bir direniş ve halkın karşı duruşu ile karşlaştılar. Darbeler tarihine baktığınızda tankları kovalayan, darbecilerin elinden silahlarını alan,kurşunlara göğüslerini siper eden, tankların altına yatan, terlik fırlatan, kürekle karşı koyan, dindar, modern, genç, yaşlı, kadın, erkek, sakallı, şalvarlı, mini etekli, fahişe, ibne..vs toplumun her katmanından bir karşı duruşu görmeniz mümkün değildir. Bir ilk yaşanıyordu. Türkiye’deki saydığım bütün bu katmanlar 15 Temmuz darbesine birlikte karşı duruş sergilediler ve darbecileri meydanlardan kovaladılar. Hala da meydanları terk etmiyorlar. Meydanlardan darbecileri kovalayanların tek istekleri Türkiye çökertilmesin. Emperyalistler ve yerli uşakları kuklalar ülkemizi karanlık bir çukura atmasınlar. Hak ve özgürlükler kısıtlanmasın. Ülkemizin üzerine karabasanlar çökmesin. Darbenin püskürtülmesi için, kamyonun direksiyonuna geçen çarşaflı kadın, ayağından çıkardığı terlikle tankı durdurmak için terliğini tanka fırlatan yaşlı teyze, tank paletlerinin altına korkusuzca kendi bedenini koyan genç, darbecilerin mermilerine karşı dik duran kadın, bebeğini bebek arabasına koyan ve onunla direnişe katılan anne, hakkınızı helal edin diyerek evinden çıkan baba, yavrum ortalık tehlikeli çıkma dışarıya diyen anne babasına vatan varsa biz varız diyerek sokağa fırlayan evlat, makamını, parasını, zenginliğini, servetini hiç düşünmeden meydanlara çıkıp darbecilere direnen işadamı biliyordu ki bu darbe değildi. Türkiye’nin parçalanması, işgal edilmesi, İslam coğrafyasında Türkiye’nin umut olmaktan çıkartılması projesiydi.

6 • Eylül’16

Karantina TARİH, KAHRAMANLARIN ELİYLE YAZILIR Direnenler, kaçmayanlar, ileri atılanlar daima kazanırlar. Uçurtmalar rüzgarın gücüyle değil, rüzgara karşı direnmeleri ile yükselirler. Türkiye’nin bütün meydanlarında darbecilere karşı koyanlar, direndiler, kazandılar darbecileri kovaladılar, planlarını ters yüz ettiler. Tarihe tankları bilek gücüyle durduran kahramanlar olarak geçtiler. Tarihin akışını değiştirdiler. Sadece Türkiye’nin değil tüm mazlum coğrafyaların umut mumlarını hiç sönmemek üzere yaktılar.

TÜRKİYE DİRENDİ, İSLAM COĞRAFYASI KAZANDI İslam coğrafyasında 22 ülkenin sınırlarını değiştireceklerini açıkça ifade eden ABD, NATO ve GLADYO mahzenlerinde planlanan ve İslam coğrafyanın önemli ve lider ülkelerinden Türkiye’nin çökertilmesi ve parçalanması projesi olarak planladıkları ve Gülen hareketine mensup insanların da bizim çocuklar olarak seçildiği darbe girişimi, insanımızın tarihte görülmemiş direniş ve karşı koyuşuyla elhamdülillah püskürtüldü. Bu direniş, dünya darbeler tarihinde mazlum pek çok ülkeye örnek olacaktır. Bundan böyle, zalimlere ve darbecilere insanlar direneceklerdir. Darbeciler bundan sonra epeyce zorlanacaklardır. Darbenin Türkiye’de püskürtülmesi, Türkiye’nin çökertilmesi için yapılan plan ve saldırıları sona erdirirken, tüm İslam coğrafyasındaki bağımsızlık ve özgürlük mücadelesi verenlere umut olmuştur. İslam coğrafyası kazanmıştır. Türkiye’de direnenler, ümmete rol model olmuşlardır. Rol modelliğimiz daima ümmetin yollarını aydınlatacaktır. Zafer Hakk’ın ve Hakk’a inananlarındır.

TSK’NIN SARİH HASTALIĞI;

CUNTACILIK Tunahan ELMAS

15

Temmuz darbe teşebbüsüyle siyasi lügata tekrar giren askeri darbelerle birlikte Silahlı Kuvvetlerin yapılanması üzerine birçok tartışma yapıldı. Yeni darbe tehditlerine karşı Silahlı Kuvvetler içinde yapılacak düzenlemelerin başında 15 Temmuz darbe girişiminde aktif rol oynayan askeri lise ve harp okullarının kapatılması yer alıyordu. Çıkartılan Kanun Hükmünde Kararnameyle Kurmay subay yetiştiren İstanbul’daki Harp Akademileri, askeri liseler ve astsubay hazırlama okulları kapatıldı. Kararnameye göre Milli Savunma Bakanlığı bünyesinde Milli Savunma Üniversitesi adıyla yeni bir üniversite kurulacak. Milli Savunma Üniversitesi, rektörlüğe bağlı olarak, kurmay subay yetiştirmek ve lisansüstü eğitim vermek amacıyla yeni kurulan enstitülerden kara, deniz, hava harp okullarından ve astsubay meslek yüksekokullarından oluşacak. Milli Savunma Üniversitesinin rektörüyse Milli Savunma Bakanının önereceği, Başbakanın uygun gördüğü üç aday içinden Cumhurbaşkanı tarafından seçilecek. Kararnameyle yapılan değişikliklerde hedeflenen en önemli amaç Ordu’ya subay yetiştirecek kurumların özerk bir yapıdan çıkarılıp siyasetin kontrolü altına girmesi olacak.

Çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnameyle Askeri liseler ve Harp Okullarının toplu bir şekilde kapatılması toplumda genel kabul görürken, kapatılan Askeri lise ve Harp okulu öğrencileri sosyal medya ve yazılı görsel medyada kapatma kararına karşı isyan etti. Fetullahçı Terör Örgütü’nün son dönemler-de Askeri Liseler ve Harp okullarına eski yıllara göre yüksek oranda sızmayı aşıp, okulları tamamen ele geçirdikleri bilinen bir gerçek. Bu gerçekten hareketle bir grup yazar ve akademisyen okulların direkt olarak kapatılması yerine, Fetullahçı öğrencilerden arındırılıp, eğitime devam etmeleri gerektiği yönünde görüş bildirdi. Birçok kişiyse öğrencilerin bir suçu olmadığını ve başlarındaki komutanlar tarafından kandırıldıklarını iddia etti. Aslına baktığımız zaman bugün bu okullarla ilgili yaşadığımız sorun anlık bir sorun veya öğrencilerin kandırılmış olmasının ötesinde Silahlı Kuvvetlerin tarihsel pozisyonu ve geçmişinden gelen yapısal bir sorundan kaynaklanıyor. Sorunun kökeninin daha iyi kavranması için Silahlı Kuvvetlerdeki cuntacı/klikçi zihniyetin tarihsel gelişiminin iyi incelenmesi ve subayların bu zihniyet içerisinde yetişmelerin de askeri lise ve harp okullarının etkisine bakmak lazım. Eylül’16 • 7


Karantina

Karantina

Cumhuriyetin ilanıyla birlikte eğitime devam eden Kuleli, 27 Mayıs 1960 darbesinde etkin rol oynadı. Darbeci kadroda Kuleli’den yetişen isimler olmakla birlikte cuntacılar Kuleli ve diğer askeri liselerde okuyan öğrencileri darbede aktif bir şekilde kullandı. Şimdi kapatılan okulların geçmişi ve öğrencilere okullarda verilen tedrisattı kısaca özetlemeye çalışalım... Kapatılması en çok gündem olan İlker Başbuğ, Işık Koşaner gibi birçok Genelkurmay Başkanı ve üst düzey komutanın yetiştiği, 171 yıllık Kuleli’nin tarihinden başlayalım. Kuleli’nin bugün bulunduğu alanda Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethettiği dönemde koruluk, manastır ve kule bulunuyordu. Yavuz Sultan Selim devrinde yeniçerilere kışla olarak verildi. Bir süre sonra alan bahçe haline getirilecek ve Kuleli Bahçesi diye anılacaktı. Daha sonraları III. Ahmet döneminde Bizans’tan kalan kule yıktırıldı. II. Mahmut döneminde süvari birlikleri için inşa edilen kışlaysa Kuleli Askeri Lisesi’nin ilk yapısı oldu. Abdulmecit döneminde kışlanın iki tarafına da kuleler yapıldığından kışlaya bu tarihten itibaren Kuleli Kışlası denilmeye başlandı. Daha sonraları Kırım savaşı için İstanbul’a gelen Fransız ve İngiliz askerlerinin kalacağı Kuleli, Osmanlı’daki ilk darbe teşebbüsü sayılan ‘’Kuleli Vakasında’’ sorgulama ve yargılamalara ev sahipliği yapacaktı. Abdulaziz döneminde bugünkü halini alacak olan Kuleli mütareke yıllarında Ermeni Yetim Okulu olarak kullanılacak, Cumhuriyet’in ilanından sonra kabul edilen Tevhid-i Tedrisat Kanunuyla Kuleli Askeri Lisesi adını alacaktı.

8 • Eylül’16

Cumhuriyetin ilanıyla birlikte eğitime devam eden Kuleli, 27 Mayıs 1960 darbesinde etkin rol oynadı. Darbeci kadroda Kuleli’den yetişen isimler olmakla birlikte cuntacılar Kuleli ve diğer askeri liselerde okuyan öğrencileri darbede aktif bir şekilde kullandı. Daha sonrasında yaşanacak tüm cunta hareketlerinde askeri liseler aktif olarak kullanılacaktı. Öğrencilerin darbe kahramanlıkları anlatılarıyla yetiştirildiği okullar için bu pek tuhaf bir durum değildi. Liseyi bitirdikten sonra Harp Okuluna yerleşen öğrenciler burada da cuntacılıkla içli dışlı oluyordu. Özellikle okul komutanları cuntalarda etkin ve önemli görevlerde yer alıyordu. Cuntaların hedefi komutanların öğrenciler üzerindeki etkisini kullanmaktı. Askeri liseler ve harp okulları yıllarca bu amaca hizmet edilecek şekilde eğitime devam etti. Türk Siyasi Tarihinde büyük bir kırılma noktası olan 27 Mayıs 1960 darbesi askeri liseler ve harp okullarındaki ortama da sirayet edecekti. Darbe sonrası ordu artık boğazına kadar siyasete batmış, 27 Mayıs’ın başrolünde oynayan Harp Okulunda artık devrimci ideolojiler tamamen öğrencileri etki altına almaya başlamıştı. Öğrenciler kendi aralarında Doğan Avcıoğlu’nun Yön ve Devrim dergilerini okuyor, sık sık siyasi eylemlere katılıyorlardı. Hatta 1970’lere gelindiğinde Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk Gürler, 9 Martçı

Komutanlardan Celil Gürkan’a;’’Doğan Avcıoğlu’nun Türkiye’nin Düzeni kitabını okumayan subayı ben eksik görürüm, güdük görürüm’’ dediğini Celil Gürkan anılarında anlatacaktı. Harp okulları ve askeri liselerdeki bu ideolojik yükleme cuntacılar için çok geçmeden meyvesini verecekti. 1962 ve 63 yılları arasında Harp Okulu, Milli Şef ünvanıyla yıllarca ülkeye hükmeden İsmet İnönü’nün Başbakanlık yaptığı hükümeti devirmeye kalkacaktı. Bedelini isyancıların lideri Talat Aydemir idam sehpasında, Harp okulu öğrencilerinin tümüyse okuldan atılarak ödeyecekti. İnönü’nün giriştiği harbiye ve askeri liselerdeki ıslah çalışmaları pek sonuç vermeyecek ve daha sonraki cunta oluşumlarında harp okulları etkin rol oynamaya devam edecekti. Tarihe başarısız bir sol darbe girişimi olarak geçecek 9 Mart Teşebbüsü sonrası da Harp Okullarından birçok öğrenci cuntacılarla bağlantısı olduğu iddiasıyla ordudan atılacaktı. Darbe teşebbüsleri ve okullardaki ideolojik yapılanmaların getirisi olarak gruplar halinde okullardan atılma işlemleri devam edecekti ancak Harp okulları ve Askeri liselerdeki cuntacı yapılanmaların etksi hiçbir zaman azalmayacaktı. Şimdi bugüne dönelim. Öncesinde bahsettiğimiz yaşanmışlıklar Askeri liseler ve Harp Okullarındaki darbeci ve cuntacı zihniyetin yerleşikliğini gösteriyor. Okullarda yapılacak ıslah çalışmalarının hiçbir şekilde sonuç vermediğiyse aşikar. Bu okullarda yaşanacak köklü bir zihniyet değişimi içinse uzun bir süreye ihtiyaç olduğu kesin. Böyle bir zamansa mevcut siyasi hükümetin elinde şu an itibariyle yok. Ayrıca ıslah çalışmalarının ters bir sonuç verip vermeyeceği de belli değil. Silahlı Kuvvetleri tek bir vücut olarak düşündüğünüzde Askeri Liseler ve Harp Okulları bu vücudun uzuvları olarak gösterilir. Darbecilik ise Silahlı Kuvvetleri bitkin düşürmüş bir kanser hücresidir. Bir kanser hücresi vücudun bir uzvunu tamamen etkisi altına almış ve hiçbir şekilde ıslah edilemiyorsa uzvun kesilerek vücudun geri kalan kısmını kurtarmak gerekir. Askeri Liseler ve Harp Okullarındaki yerleşik zihniyetin oluşması 200 senelik bir birikimin sonucudur. Her darbede, cuntada, darbe teşebbüslerinde bir şekilde rol oynamış bu

okulların kısa sürede ıslahının mümkün olmadığını ve şu anki durumda kapatılmalarının en makul yol olduğunu kabul etmek gerekir. Tüm bunların dışında yapılan yeni düzenlemelerle Ordu’nun hiç olmadığı kadar zayıf düştüğü yorumunda bulunanların sayısı da azımsanmayacak kadar çok. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin gereğinden fazla personeli olduğu ve Ordu’nun savaş gücünün ötesinde siyaset ve ülke yönetimindeki etkisinin ağırlığının haddinin ötesinde olduğunu tarih bize sık sık gösterdi. Bir Ordu’nun güçlü olması içim ülke siyasetinde söz sahibi olması olmazsa olmaz bir durum değil. Dünyanın bir çok ülkesinde Ordular ülke sınırlarını dış tehditlere karşı korumakla sorumluyken Türk Silahlı Kuvvetleri bu sorumluluğunun ötesinde siyaset kurumunun tepesinde bir vesayet kurumu olarak yıllardan beri varlığını korumakta. Ordunun siyaset üzerindeki etkisinin kırılması ve sivil siyasete tam olarak bağlanması için yapılacak tüm ıslah hareketlerine kayıtsız, şartsız ve amasız bir şekilde destek olmak gerekiyor. 15 Temmuz’u 16 Temmuz’a bağlayan gece Türkiye tarihinin darbeler karşısındaki makus talihini Allah’ın yardımıyla halk değiştirdi. Halkın darbelere karşı bu denli feraset sahibi olduğunu görmek umut verici ancak darbeleri bir daha dönmemek üzere tarihin çöplüğüne göndermek için o gece gösterdiğimiz kararlılıkta ısrar etmek zorundayız. Ne olursa olsun Ordu’nun siyasete tam olarak bağlanmadığı, TSK’nın yıllardan beri süregelen zihniyetinin değişmediği bir sistemde yeni darbe teşebbüsleriyle ve cuntalarla karşılaşmamız sürpriz olmayacaktır.

Eylül’16 • 9


Karantina

Karantina

Prof. Dr. Burhanettin Can ile

“15 Temmuz Darbe Girişimine Giden Yolu ve Sosyolojik Savaşı” Konuştuk. Röportaj: Furkan GENÇOĞLU - Orhan ÖZER

“Bugün Devlet, tüm kurum ve kuruluşları ile yeniden yapılandırılırken, öncelikle Türkiye’deki askeri eğitim, baştan sona yeniden ele alınıp değerlendirilmelidir. Kendisine emanet edilen çocukları alıp “mankurtlaştıran” bir askeri eğitim sistemi, ciddiyetle masaya yatırılmalıdır. Ana sorun, şekil şartı değil zihniyettir. Orduda yeniden cuntaların meydana gelmemesi için, Askeri okullarda inşa edilen zihniyet, gerektiği gibi sorgulanıp değiştirilmelidir. Subaylarımızın NATO’da eğitim almasına mani olunmalıdır.”

15 Temmuz Darbe girişimini bekliyor muydunuz? Son 3-4 aydan beri Batı basınında, Türkiye’de askeri darbe olacak tarzında söylemler var olmuş olmasına karşılık, siyası iktidarı düşürmek amaçlı bir askeri darbe beklemiyordum. Benim beklentim farklıydı. Bana göre Taksim Kadife darbe süreci devam etmekteydi. Kadife darbelerin ana özelliği, siyasi iktidarı düşürmek için “yumuşak güç” kullanılmasıdır; sert güç olarak askeri güç, teorik olarak kullanılmamaktadır. Kadife darbe süreci devam ettiğine göre mevcut durumu, daha da kötüleştirecek, daha kötü sonuçlar doğuracak bir şeyler yapacaklardı. Kadife Darbeci kadronun beyin takımının amacı, belli bir aşamadan sonra farklılaşmıştı. Amaç, sadece bir siyası iktidarı devirmek değil; Türkiye’yi, Sosyolojik olarak bölecek, parçalayacak bir sosyolojik savaşı başlatıp derinleştirmek olarak değişmişti. Hem parlamento dışı siyaset yapan gönüllü Kuruluşların/Teşkilatların/ Hareketlerin/Cemaatlerin hem de siyasi iktidarın, bu konuya dikkatini çekebilmek amacıyla Milli Gazete’de 1-“Kadife Darbeden Sosyolojik Savaşa-1”(17.06.2016), 2- “Kadife Darbeden Sosyolojik Savaşa-2: Sosyolojik Değişim Ve Sosyolojik Savaşın İki Boyutu”(24.06.2016), 3- “Kadife Darbeden Sosyolojik Savaşa-3: Kadife Darbe Ve Sosyolojik Savaş İçin Bir Analiz” (01.07.2016), 4- “Kadife Darbeden Sosyolojik Savaşa-4: Rand 10 • Eylül’16

Raporunda İslam Dünyası İçin Sosyolojik Bir Analiz”(08.07.2016), 5- “Kadife Darbeden Sosyolojik Savaşa-5: “Wikileaks Türkiye Belgeleri”nde Türkiye’nin Sosyolojik Analizi” (15.07.2016) makaleleri yazılmıştır. Eğer 15 Temmuz 2016 İhanet Hareketi olmamış olsaydı 22.07.2016 tarihli yazının başlığı, “Kadife Darbeden Sosyolojik Savaşa-6: Türkiye’de Öngörülen Sosyolojik Savaş” olacaktı. Yazının çerçevesini çizebilmek için de şu soruların cevabını bulmaya çalışmıştım. 1. 7 Haziran 2015 Genel seçimlerinde HDP 80 Milletvekili kazanmış iken PKK neden “Kıra Dayalı Şehir Gerillası stratejisini” uygulayarak silahlı mücadeleyi başlatmıştır? 2. Aynı anda KCK “Sınırları belirsiz bir federasyon sistemini” niçin gündeme taşımıştır? 3. Bazı belediye başkanları niçin “özerklik ilan etmeye” kalkışmıştır? 4. Kadife Darbenin Beyin Takımı, bütün bunların yapılmasını teşvik ederek taşeron örgüt HDP’yi feda etmiştir. Niçin? Türkiye’den alamadığı ne vardı da buna mecbur kalmıştır? 5. Şer İttifakının(ABD-İsrail-Siyonizm-İngiltere) bölgede uyguladığı politikalara Türkiye karşı çıkmakta ve engellemeye çalışmaktadır. Türkiye’nin bu direncini kırabilmek için Şer ittifakı, başka hangi unsurları devreye sokabilir ve Türkiye’yi içine kapatarak bölge ile ilgilenmesini engelleyebilir?

Bu soruların cevaplarını ararken bende oluşan kanaat şu olmuştur: Şer ittifakı, Türkiye’yi Suriyeleştirmek, kantonlara ayırarak bölmek istemektedir. Fiziksel olarak bölünme kısa zamanda olamayacağına göre 1991 yılından beri Irak’ta uyguladığı zihnen bölme operasyonunu, şimdi de, Türkiye’de uygulamak istemektedir. Dolayısıyla yazacağım 6. yazı Türkiye’yi iç savaşa götürecek tarzda Türkiye’yi Halkın kafasında zihinsel olarak bölecek operasyonların neler olabileceği ile ilgili olacaktı. Bu şekildeki bir askeri darbe girişimden ziyade, Alevi-Sünni veya Türk- Kürt gibi etnik ve mezhepsel çatışmalara zemin hazırlayacak ve Türkiye’nin her tarafını kapsayacak yaygın terör eylemlerinin başlatılmasını öngörmekteydim. Bununla beraber bu askeri darbe girişiminin oluş şekline, zamanlamasına ve uygulamasına baktığımız zaman, ana amacın Siyası iktidarı düşürmek olmayıp daha derin sosyolojik fay hatları inşa etmeye dönük olduğu kanaatindeyim. Hele arkasında NATO’nun olduğu, NATO’nun Afganistan, Kosova ve İncirlik üslerinde revize edilerek en son şeklinin verildiği söylenen bir Askeri darbe girişiminin, icra edilme şekli, bu kadar acemice olmamalıydı. Öyleyse amaç başkaydı. Şimdi Türkiye, bu sorunun cevabını çok gerçekçi bir şekilde bulmak zorundadır. Ayrıca bu meselede, Şer ittifakı ve onun silahlı gücü NATO, açıkça hedefe konmadan sadece taşeron olarak kullanılan, Truva atı olarak fonksiyon icra eden Gülen Hareketi ile uğraşılırsa, yanlış olur. Kuklaya değil kuklacıya bakmamız lazımdır. Askeri darbe girişiminden sonra PKK tarafından icra edilen terör eylemlerinin Güneydoğudan Batıya doğru şiddetini artırarak yaygınlaşmasına dikkat edilmelidir. Eğer süreç bu şekilde devam ederse, benim öngörülerimin doğru olduğunu söyleyebilirim. O zaman Darbe girişiminin asıl amacı, Türkiye’yi Suriyeleştirmek ve Zihnen bölmek için Ordunun belinin kırılması ya da tasfiye edilmesi öngörülmüştür.

Peki darbeye zemin hazırlama sürecinde dikkat etmemiz gereken merhaleler neydi? Kimi nerede ve nasıl kullanıldı. 15 Temmuz 2016 Askeri Darbe girişimi, iç dinamikler, bölgesel dinamikler ve küresel dinamiklerin çatıştığı bir ortamda meydana gelmiştir. Şer İttifakı(ABD-İsrail-İngiltere-Siyonizm) ve AB, yeni sömürgeleştirme hareketine uygun olarak İslam coğrafyasını yeniden paylaşmak istemektedir. Bu paylaşım kavgası, hem bölgesel hem de küresel bazda, eksenler düzeyinde, yeni çatışmalara sebebiyet vermektedir. Bu nedenle 15 Temmuz 2016 Askeri Darbe girişimini, Taksim Kadife darbe sürecinin genel stratejisi uzantısında ele alıp değerlendirmek gerekmektedir. Son durum, Reyhanlı ile başlayan bir sürecin devamıdır. Her bir aşaması ile ilgili birer makale yazdım; muhtemel olabilecekler konusunda önceden öngörülerde bulundum. Dünyada bu güne kadar gerçekleştirilmiş olan kadife darbelerin ana stratejisini çizen beyin takımı, Soros Merkezli Siyonist-Mason bir kadrodur. Bu, hedef ülkelerin dışında bir merkezdir. Hedef ülkelerde, ana stratejiye uygun bir şekilde Kadife darbelerin yönetilebilmesi için o ülke içerisinde var olan, o ülkenin vatandaşı konumundaki Mason-Sabetayist-Siyonist-İşbirlikçilerden oluşan 2. Derecede bir beyin takımı daha vardır. Bu iki merkez, mevcut siyasi iktidara, sisteme/devlete, millete ve ülkeye karşı olan “gayrı memnun örgütleri”, bir “çatı kuruluş” etrafında(“Taşeron Yapı”-“Truva Atı”) birleştirerek (yönetimin üçüncü halkası), ana stratejiyi ve ana stratejinin öngördüğü tüm taktikleri, bunlar aracılığıyla hayata geçirmeye çalışmaktadır(Şekil-1). Taşeron yapıda yer alan kadroların/yöneticilerin tümü, bu işbirliğinden haberi olmayabilir; ya da ortak düşmana/rakibe karşı çıkar birliği olarak meseleye bakabilirler. Fakat sonuç değişmemekte; hepsi işbirlikçi olarak kullanılıp yeri ve zamanı geldiğinde çöpe atılmaktadır. Eylül’16 • 11


Karantina

Karantina GAYRI MEMNUN KİTLE ÜLKE İÇİ EYLEMCİ ÇATI KURULUŞ/(TAŞERON) ÜLKE BARONLARI: MASON-SABATAYİST-SİYONİST EKİP KÜRESEL YAPI- SOROS VE EKİBİ ABD-İngiltere-İsrail-Küresel Tefeci Sermaye-AB(Şer Cephesi/Şeytan Ekseni)

Şekil-1: Kadife Darbelerin Yönetim Mekanizması

Taksim Kadife Darbe Sürecinin, Reyhanlı olayları ile başlayıp bugüne kadar olan dönemini, aşağıdaki şekilde, ana hatları ile özetleyebiliriz: Birinci Aşama: Eylemci Yapı (Taşeron yapı: “AleviSol örgütler”) ve Dayanak Bir Kitle Ortaya Çıkarma, İktidara karşı çıkılabilir psikolojisini inşa etme. Birinci Evre: Reyhanlı Olayları Alevi-Sünni Gerilimi Meydana Getirme ve Sol-Alevi Özellikli DHKPC’nin Taşeron Örgüt olarak öne çıkarılması. İkinci Evre: Bu örgütün önderliğinde Taksim Gezi Parkı Olayları ile Türkiye’nin dört bir tarafında eylem yaparak sokak hâkimiyeti kurmaya çalışma, İkinci Aşama: İttifakı Genişletme ve Gülen Hareketinin Taşeron Yapının(Truva Atı) Öncülüğüne Getirilmesi, Dershaneler Savaşı Üçüncü Aşama: Gülen Hareketinin Öncülüğünde Maliye-Polis-Yargı Kıskacı yada darbe girişimi Birinci Evre: 17 Aralık “Rüşvet ve Yolsuzluk Operasyonu” ile İtibarsızlaştırma İkinci Evre: 25 Aralık “Rüşvet ve Yolsuzluk Operasyonu” ile İtibarsızlaştırma- Yalnızlaştırma-İhtilaflar çıkarma-Tutuklama ve Bel kırma Üçüncü Evre: İzmir “Rüşvet ve Yolsuzluk Operasyonu” ile İtibarsızlaştırma Dördüncü Aşama: Gülen Hareketinin Öncülüğünde MIT Tırları Operasyonu, MİT’in Tırları ile İŞİD’e silah gönderme Algısı Oluşturma-Teröre yardım yataklıktan suçlu gösterme- Acziyet içerisine sokma operasyonu. Kürt halkında AKP karşıtlığı algısı oluşturma. Beşinci Aşama: Diş İşleri Bakanlığının Dinlenmesi, Teröre yardım yataklıktan suçlu gösterme - Acziyet içerisine sokma operasyonu. Altıncı Aşama: Mahalli Seçimlerde Yeni İttifak Modeli(CHP-MHP Dayanışması) Deneme(Ankara/ Yalova Modeli) Yedinci Aşama: Cumhurbaşkanlığı Seçimi için CHP’nin önderliğinde, Bazı Alevi-Sol Yapılar ile Gülen Hareketi İttifakının Genişletilmesi 12 • Eylül’16

Birinci Evre: Soma Maden Sabotajı, 13 Mayıs 2014 İkinci Evre: IŞİD’in Musul Konsolosluğu personelini rehin alması Üçüncü Evre: Cumhurbaşkanlığı Seçimine Prof. Dr. Ekmelettin İhsanoğlu’nun MHP’nin desteği ile CHP’den aday gösterilerek, CHP’nin belli bir seçmen kitlesinin öfke ile HDP’ye yönlendirilmesi.(Seçim sonuçlarına göre %2’lik bir oy oranı kayması var.) Cumhurbaşkanlığı Seçimine HDP adayı olarak Demirtaş’ın katılması ve %9,5 civarında bir rey alarak Genel Seçimlerde HDP’nin barajı geçeceği algısının inşa edilmesi. HDP’nin, Kadife Darbenin Taşeron Çatı Örgütü olabilme algısının oluşturulması. Sekizinci Aşama: HDP Öncülüğünde Bazı SolAlevi yapılar ve Gülen Hareketi İttifakı Birinci Evre: Musul Konsolosluğu rehinelerinin serbest bırakılması İkinci Evre: İŞİD’in Ayne El Arab’a(Kobani) saldırması ile Kürt Seçmenlerde İŞİD ile ilgili bir Şuur Altı oluşturma ve AKP karşıtlığını derinleştirme. Üçüncü Evre: Bazı Sol yapılarla- PKK-HDPKCK’nın Sokak Terörü provokasyonu (Kobani Provokasyonu) ile Barajın geçilmemesi durumunda Türkiye’nin kan gölüne döneceği algısını oluşturma. HDP’nin Önderlik Rolünü Pekiştirme. Kürt Halkında AKP karşıtlığını pekiştirme. Dokuzuncu Aşama: 7 Haziran 2015 Seçimlerine Hazırlık: Psikolojik Alt yapı Oluşturma, Özel Mesajlar verme, “Biz Güçlüyüz Siyasi İktidar Çaresiz”, AKP Oy Tabanını Ayrıştırma ve AKP’yi yalnızlaştırma Birinci Evre: Siber Saldırı; 79 ilde Elektriklerin kesilmesi. Seçimlere Şüphe Düşürme algısı oluşturma. İkinci Evre: Çağlayan Adliyesinde Savcının öldürülmesi ve aynı anda Emniyet Müdürlüğüne saldırı düzenlenmesi Üçüncü Evre: Fenerbahçe Futbolcularına silahlı saldırı yapılması Dördüncü Evre: “MIT Tırları ile İŞİD’e silah gönderildi”(!) fotoğraflarının yayınlanması ile AKP’li Kürt Seçmenin bir kısmını AKP’den uzaklaştırma. Onuncu Aşama: 7 Haziran 2015 Seçimleri Birinci Evre: 7 Haziran 2015 Seçimlerinde AKP’nin tek başına iktidar olmasının engellenmesi(%41 oy oranı, 258 Milletvekili)

İkinci Evre: Türkiye’yi Suriyeleştirme ve Zihnen Bölme:PKK’nin “Kıra Dayalı Şehir Gerillası” aşamasına geçmesi, KCK’nin sınırları belirsiz federasyon” fikrini seslendirmesi, Bazı HDP yöneticilerinin bazı bölgeleri özerk ilan etmesi, Diyarbakır Belediye Başkanının Petrolden pay istemesi. Üçüncü Evre: Bahçeli’nin Erken Seçim Çağrısı On Birinci Aşama: AKP’nin “Öngörülen Fabrika Ayarlarına Çekilmesi” (Muhtemel Öngörülenler) Birinci Evre: CHP ve/veya HDP ile koalisyon ortağı yapılarak yıpratılması İkinci Evre: Koalisyon dışında bırakılarak iç ihtilaflar meydana getirilmesi Üçüncü Evre: AKP Yönetiminin el değiştirmesi ve Erdoğan’ın Köşke kapatılması(ANAP, DYP Deneyimleri) Dördüncü Evre: AKP’nin bölünmesi(RP/FP, ANAP, DYP, DSP Deneyimleri) Beşinci Evre: Erken/Tekrar Seçime gidilerek oy oranının daha da düşürülmesi Altıncı Evre: AKP’nin tasfiye edilmesi(RP/FP, ANAP, DYP, DSP Deneyimleri) Bu evrelerin hiçbiri gerçekleştirilememiştir. On İkinci Aşama: 1 Kasım 2015 Seçimlerinin Etkisini Kırma Türkiye’yi Bölgede yalnızlaştırma. Birinci Evre: Can Dündar’ın tutuklanması, “Akademisyenler Bildirisi” ile Dünya Kamuoyunun Harekete Geçirilmesi İkinci Evre: ABD’nin PYD’yi Stratejik ortak seçmesi, “Kürt Koridoru” Sorunu ile Siyasal İktidarın İtibar kaybına uğratılması Üçüncü Evre: Rus Uçağının Düşürülmesi ile Güçlü bir müttefik kaybı ve Ekonominin Zarar görmesi Dördüncü Evre: Rıza Zarrab’ın ABD’ye götürülerek tutuklanması ve örtülü şantaj. Beşinci Evre: Reisci-Hocacı kavgasının çıkarılıp derinleştirilmesi ile Ahmet Davutoğlu’nun Başbakanlıktan ve AKP Genel Başkanlığından düşürülmesi. Altıncı Evre: Almanya’nın “Ermeni Soykırımını” Kabul etmesi ile Türkiye’nin bir müttefikini daha kaybetmesi ve yalnızlaştırılması Yedinci Evre: MHP içi Kavga ve Merkez Sağ Parti kurma operasyonu ile şantaj yapılması Sekizinci Evre: PKK ve İŞİD merkezli Bombalama Olayları(Şehzadebaşı ve Havaalanı canlı Bomba olayları)

Dokuzuncu Evre: “İzmir Casusluk Olayı”nda mahkemenin “Gülenci Subayları” tutuklama kararı vermesi üzerine, muhtemelen “Gülenci Subaylar”, Ağustos 2016 YAŞ’tan önce Askeri Darbe Yapmaya İkna edilmiş ve fanatik Sol-Kemalist Subaylarla ittifak kurulmuştur. On Üçüncü Aşama: Gülen Hareketini Truva Atı olarak kullanan Dış Gücün sosyolojik savaş amaçlı Askeri Darbe Girişimini fiilen başlatması On Dördüncü Aşama: Komşuyu Komşuya Düşman Etme Aşaması (muhtemel) OHAL sürecinin iyi yönetilmesini engellemek, güvensizlik ortamı meydana getirmek, asılsız ihbarlarla masum ve mazlum insanların canını yakarak yeni fay hatları meydana getirmek, devleti işlemez hale sokarak huzursuzluk oluşturmak ve yaygınlaştırmak gibi eylem türleri ile Ülkeyi kaosa sürüklemek, içe kapatarak bölge ile ilgilenilmesini engellemek. Taksim’de 4 ağaç bahane edilerek başlatılan olaylar, Türkiye’deki siyasi hayat için bir dönüm noktası olmuştur. Taksim Gezi parkı olaylarına kadar dokunulmaz ve son derece güçlü olan AK parti hükümetine dokunulmuş, karşı çıkılabilir psikolojisi ve kitlesi inşa edilmiştir. Bu, gerçekten ciddi bir şekilde başarıldı. Siyasi iktidar, ciddi bir kafa karışıklığı içine girmişti. Tayyip Erdoğan yurt dışındaydı. Zamanın cumhurbaşkanı ve bakanları, “biz Taksim’den gerekli mesajı aldık” ifadelerini kullanıyordu. Bu yapılmış en büyük hataydı. Tayyip Erdoğan’ın devreye girerek “alınan bir mesaj yok deyip” mitinglere başlaması, mağlubiyeti zafere dönüştürmüştür. Fakat “bunlar çapulcudur” diyerek olayın arka planını görememiş, süreç tahmin edilememiş ve darbelerin ard arda gelmesine mani olunamamıştır. Taksim Hadiselerinin çok önemli bir yanı daha vardır. O güne kadar gündemi belirleyen hükümet iken; Taksim’den sonra gündem, Kadife darbeciler tarafından belirlenmiştir. Kadife darbenin onuncu aşaması, başlangıçtaki amacın değiştirildiği bir aşamadır. Artık amaç, sadece bir siyasi iktidar düşürmek değil; Türkiye’yi Suriyeleştirmek ve zihnen bölmek olmuştur. Süreci bu şekilde özetlememin sebebi, eğer bu darbenin arkasında NATO varsa, eğer bu darbenin arkasında Türkiye’yi yönetenlerin ısrarla ifade ettiği “üst akıl” varsa, o zaman soru şudur: Afganistan, Kosova NATO karargahlarında çok iyi planlanan ve İncirlikte en son şekline kavuşturulduğu söylenen askeri bir darbe girişiminin niye bu kadar acemice sergilendiğidir. Eylül’16 • 13


Karantina Ayrıntıya girmeden bir iki noktaya dikkat çekmek istiyorum. Meclis bombalanıyor ama mecliste toplantı yapan milletvekilleri teslim alınmıyor. Genelkurmay teslim alınıyor deniyor, fakat genelkurmayın ikinci katına siviller çok rahat çıkabiliyor. Darbelerde ilk hedef Medya kanallarının kontrol altına alınmasıdır. sadece TRT’ye el konuluyor. Diğer bütün medya kanalları açık. O zaman şu soruyu sormamız gerek, darbe girişiminde bulunan beyin takimi, bombalamaları, kurşunlamaları, yaralamaları, ölüm hadiselerini halkın görmesini mi istediler? Eğer öyleyse bunda amaçları neydi? Bütün bunlara dayanarak diyorum ki bu süreç, sosyolojik savaşı derinleştirmek amaçlı organize edildi. İşin içerisine kan sokulmuş ve daha önemli olan doğrudan doğruya sivil halka kurşun sıkılmıştır. Bunun sosyolojik bir amacı vardır. O sosyolojik amaçların ortaya çıkarılması ve Türkiye’yi şu an yönetenlerin bunu bilerek hareket etmesi gerekir. Benim kanaatim; ordunun bölünüp itibarsızlaştırılması, Polis ve askerin, Halkla askerin karşı karşıya getirilmesi, Müslüman camianın bölünmesi, Müslüman kimliğin tahrip edilmesi ve bir güvensizlik ortamının meydana getirilmesi. Türkiye’yi bekleyen bir tehlike de, sağlam bilgi, belge olmadan başlatılan açığa alma ve tutuklamaların geniş bir kesimi içine almasıdır. 2-3 sene sonra bunların da aklanıp geri dönmesi ile beraber ortaya çıkacak durum ürkütücü olur. Muhbirlik çağrısı ile birlikte başlatılan süreç, Türkiye’de devleti kilitleyecek, karar vericileri çok zor durumda bırakacaktır. Bundan da en iyi şekilde yararlanacak olanlar, mason-Sabataistler ile Gülen hareketinin hakiki mensuplarıdır. Ayrıca en ilginç olan noktalardan bir tanesi de cumhurbaşkanının darbeyi “ben eniştemden haber aldım” demiş olması, emniyet istihbaratı, miti ve askeri istihbaratı yıpratmış oldu. Demek ki bu darbe girişiminin sosyolojik boyutundan biri de halka devletin bütün kurumlarına karşı güvensizlik duygusu vermekti. Bu Askeri darbe girişiminin arka planında 9 Mart 1971 ve 28 Şubat 1997 darbelerindeki boyutlar da var olmuş olabilir. Bunun olup olmadığını zaman gösterecektir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “aşağısı ibadet, ortası ticaret, yukarısı ihanet” dediği üçgende, ihanet zincirini bulup mahkum etmek, hesap sormak, ama 14 • Eylül’16

Karantina diğer kesimleri yeniden kazanmak hedeflenmelidir. Bunu noktada da sultan Abdülhamid’in jön Türklere ve hatta kendisine suikast yapan ermeni suikastçıya karşı takındığı tavrın, devlet ricali tarafından bir kez daha gözden geçirilmesi gerekir. Bu noktada Gençöncüler, öncü ismine yaraşır bir tutum ve tavır ortaya koyarak ifrata varan, hissi, duygusal tepkiler karşısında vakur, olgun, gerçekçi tavrını muhafaza etmeli ve gerekirse sesini daha da yükseltmelidir. Muhbirlik sisteminin neden olacağı tahribata mani olacak, eylem türleri geliştirmelidir. Bu amaçla Sosyal medyada bir kampanya başlatabilir. Hocam bahsettiğiniz üzere bu mason Siyonistler ve Soros ekibinin yıllardır altyapısını oluşturduğu bir yapıdan bahsediyoruz. Sizce Gülen hareketi bu darbe girişimini kasıtlı mı başarısız gerçekleştirdi yoksa bu olanları bir basamak olarak mı kullanmak istedi? Önce şunu görmemiz gerekmektedir. Gülen hareketi, Taksimle başlayan süreçten itibaren hep 3.halkadır, birinci ve ikinci halka hiç olmadı. Taşeron örgüttür. Birinci halka Soros ve ekibidir ikinci halka Türkiye’deki mason Sabateist ekiptir. Taksimden beri olan süreci benim izahım budur. Bu, yukarıda aşama ve evrelerini verdiğimiz Kadife darbe sürecindeki taşeron yapılara bakarak görülebilir. Darbeci belli şahısların üzerinde bir doların çıkmış olması, beyin takımının Siyonist grup olduğunu ortaya koymaktadır. Kuklalarla kuklacıyı, karıştırmamak gerekmektedir. Yukarıda izah ettiğim gibi, ana beyin takımı, bu darbeyi başarısız bir darbe görüntüsü vermiştir. Darbenin asıl amacı yaşadığımız kaos sürecidir. 1 Dolar üzerindeki ana sır ve mesaj, Rahmetli Erbakan’ın ısrarla gündeme getirdiği, Siyonizm’in Gizli Dünya Devleti Piramidinde gizlidir(Şekil 2, 3).

Şekil-2: 1 Dolar

Mason İlâhının Gözü 1234-

RT, 3 Kabbalist Kom. İd. 13’ler Meclisi 33’ler Meclisi 300’ler Kulübü

56789-

B’nai B’Rith - Bilderberg Büyük Şark Locası ( Fran. ) Komünizm ( Rus ) İskoç Locası ( İng.1- 33 ) York Locası (Alman)

10-

Rotary – Lions – Diner YMCA 11- Mavi Localar 12- Önlüksüz Masonlar 13- Bütün İnsanlık

Hiyerarşik Düzen Şekil-3: 1 Dolar Üzerindeki Piramitte Yazılanlar

Siyonizm’in Gizli Dünya Devleti, piramit şeklinde yapılanmıştır. En üstten en alta doğru, kesin itaat içeren, kademeli hiyerarşik bir yapı vardır. Bu yapı, 1 Dolarda Piramit şeklinde gösterilmektedir. En üstte herkesi gözleyen, kontrol eden göz ile en altta var olan insanlık arasında 3 ana düzlemde, kademeli bir yapı bulunmaktadır: 1- Hiç Görünmeyenler: RT (3 Kabbalisten Oluşan Üst Komuta Kademesi) 13’ler Meclisi 33’ler meclisi 300’ler Kulübü 13’ler Meclisi, 33’ler meclis ve 300’ler meclisi, SANHEDRİN, En üst Yönetim Meclisi olarak isimlendirilmektedir. 2-Ucu Gözüken Büyük Kısmı Gizli Olan Kademeler(5 Kademe) : B’nai B’rıth- Bilderberg(Görünen en üst Ara Koordinasyon ve Yönetim Kademesi) Büyük Şark Locası Teşkilatı(Fransız Mason Locası) Komünizm( Rusya Mason Locası) İskoç Locası Teşkilatı: 1-33 Derece( İngiliz Mason Locası) York Locası Teşkilatı( Alman Mason Locası)3- Halkın İçine Giren Ve Yukarının Emirlerini Uygulayan Saçaklar(Alt Kademeler; Üç Kademe): Rotary-Lions-Diner-Propeller, YMCA Mavi Localar Önlüksüz Masonlar Siyonist Gizli Dünya Devletinin yapılanışını Ahtapota benzetirsek, yapının hiç görülmeyenler kademesini (RT ve Sanhedrin), Ahtapotun baş ve gövdesi ile; dünyaya yayılmış diğer tüm yapılarını da(2. ve 3. Düzlemdeki Kademeler), ahtapotun kolları ile temsil edebiliriz. Dışarıdan bakanlar,

kolların bağlantı yerleri hariç, kolları kolaylıkla görebilmektedirler. Ancak, kolların nereye bağlı olduğunu görmeleri mümkün değildir. Sır dedikleri konu da budur. Sırra ancak belli eğitimleri alıp belli imtihanlardan geçenler, o da belli boyutu ile vakıf olabilir. Onlar da beyin ve gövde takımını oluşturan, Hahamlar topluluğudur. Muhtemelen, Askeri Darbe Girişiminde, bazı subayların yakalanabileceğini öngörmüşler ve bir doları hem şifre hem de mesaj olarak kullanmışlardır. 1 Doların kullanılmış olmasının sebebi, böyle bir yapının darbecilerin arkasında olduğunun mesajını, her kesime vermektir diyebiliriz. “Biz bu darbenin arkasındayız, ne yapacaksanız ona göre yapın” denmektedir. Bu noktada sorulması gereken en temel sorulardan biri, Gülen hareketinin 1 Dolarda var olan piramitte ki yapılardan hangisinin içinde yer aldığıdır? Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bu sorunun cevabını bulup çıkarmak ve kamuoyuna duyurmak zorundadır. Siyasi iktidarın, öncelikle yapması gereken işlerden biri de, bu olmalıdır. Türkiye NATO üyesi olmasına rağmen, Türkiye 2006 yılından beri ABD’nin model ortaklık bağlamında stratejik ortağı olmasına rağmen, Türkiye AB ülkelerinin bir kısmı ile dost ve stratejik ortak olmasına rağmen, hem ABD hem Avrupa tarafından Türkiye’deki Darbe girişimi desteklenmiştir; Türkiye aldığı tedbirlerden dolayı kınanmıştır. Gençöncülerin bu noktada üstlenmesi gereken en temel görevlerden biri, NATO ve ABD üslerinin kapatılması için büyük bir kampanya açmak olmalıdır. Ayrıca, Türkiye’nin bugüne kadar “dostumuz”(!) dediği ABD ve AB ülkelerinin, gerçekte “dost” değil düşman olduğunu, ikiyüzlü olduklarını halka anlatmalıdır. Melez kimliklerin darbe gecesi verdikleri reaksiyon hakkında ne düşünüyorsunuz? Kuranı Kerim’de, “Savaş, hoşunuza gitmediği halde üzerinize yazıldı (farz kılındı) . Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz.”(2 Bakara 216) Ayetinde, insanlar açısından hayır - şer denkleminin, Allah indinde farklı olabileceği ifade edilmektedir. Bu darbe girişimi bizlerin hoşuna gitmedi şer olarak Eylül’16 • 15


Karantina nitelendirildi. Ancak Darbe girişimi ile bir Türkiye fotoğrafı ortaya çıktı. Darbeye karşı “Çarşaflı”, “Pardüseli” Ve “Mini Etekli” bayanların meydanlara inip birlikte saf tutarak “Ya Allah Bismillah Allahuekber” diye darbeye meydan okumaları, birbirleri ile kardeş olduklarını hatırlamaları, Allah’ın bir lütfüdür. Meydanlarda bu tabloyu gördüğümde ilk aklıma gelen şey, 3 Ali İmran 103 Ayeti olmuştur: “Allah’ın ipine hepiniz sımsıkı yapışın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O’nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini işte böyle açıklar.”(3 Ali Imran 103). Darbe sürecinde meydanlarda, birlik ve beraberlik meydana geldi, kaynaşma oldu. Normal şartlar altında birbirlerine kem gözle bakanlar, kardeş olduklarının farkına vardılar. Birlikte bir belayı def ettiler. Karar vermiş ve kader birliği yapmış bir halkın, ne büyük bir güç olduğunu gösterdiler. Darbe sürecinde gözlemlenen bu tablo, bizim için sürpriz değildi. SEKAM olarak yaptığımız Gençlik araştırmasında, ateist kimliği benimseyen gençlerin %13’ü ve Komünist kimliği benimseyen gençlerin %10’u düzenli beş vakit namaz kılıyor. Buna karşılık dindar kimliği benimseyen gençlerin %18’i ve İslamcı kimliği benimsemiş olan gençlerin %18’i ve Ülkücü kimliği benimsemiş gençlerin %21’i hiç namaz kılmıyor. Gençlerin benimsemiş olduğu kimliğin muhteva ve tezahür ediş şekli/eyleme dönüşmesi arasında ciddi bir tezat vardır. Buna karşılık hangi kimlik şeklini benimsemiş olursa olsunlar, mahiyeti, muhtevası ne olursa olsun kendilerini bir şekilde Müslümanlıkla dinle bağ kurarak tanımlıyorlar. SEKAM olarak bu durumu, “Dindar Bir Gençlik Fakat Seküler Dindarlık” olarak tanımladık. Bu şekilde tezatlı bir durumun ortaya çıkmasının sebebi, melez değer sistemidir. Melez Değer sistemi, birbiri ile tezat olan, iki farklı değer sisteminin, insan ve toplum üzerinde birbirlerinin etkilerini tasfiye edemeyip; birlikte insan ve toplum üzerinde etkili olması ile ortaya çıkan değer sistemidir. Aynı kalpte, beyinde, gönülde ve zihinde iki farklı değer sistemi muhafaza edilmekte; içinde bulunulan şartlara ve ortama bağlı olarak bunlardan biri, insan ve toplum üzerinde etkili olmaktadır. Dolayısıyla melez değer sistemi, sosyal şizofreni dediğimiz bir hastalığa sebebiyet vermektedir. 16 • Eylül’16

Karantina Ne zaman ve nasıl davranacağı belli olmayan, birbiri ile tezat teşkil eden davranışlar sergileyen bir insan ve bir toplum ortaya çıkmasını sağlamaktadır. Bugün Türkiye’nin en ciddi sorunu, Melez Değer sisteminin neden olduğu sosyal şizofrenidir. Genç öncülere burada da büyük bir sorumluluk düşmektedir. Gençlerimizi Melez değerlerden arındırarak Kuran ve Sünnet Merkezli bir din anlayışını, kendi kültür ve medeniyetimizin temel değerlerini benimsemelerini sağlamak, temel çalışma olarak öncelenmelidir. 15 Temmuz 2016 tarihi, tebliğciler açısından bir milattır. Bundan sonra bu insanlara dönük, bunların kalplerini fethedecek, Kuran ve sünnetin öngördüğü bir giyim, düşünme ve yaşam tarzına getirecek, Kuran’ın ifadesiyle, “en güzel şekilde” bir mücadele ortaya koymak gerekmektedir. Türkiye’de Melez Değer Sistemi Niçin var? Lozan Anlaşmasında Cumhuriyetin kurucu kadroları, bir medeniyet tercihi yaparak İslam kültür ve medeniyet dairesinden Batı kültür ve medeniyet dairesine geçmeyi kabul ve taahhüt etmişlerdir. Bu uzlaşma sonucunda Türkiye Cumhuriyeti Devleti, İslam kültür ve medeniyetini benimsemiş olan bir milleti, “Kanunen ve Cebren” değiştirmeye ve dönüştürmeye çalışmıştır. Cumhuriyet dönemindeki tüm sıkıntıların kökeninde, bu medeniyet değiştirme projesi yatmaktadır. Her iki medeniyet, birbirlerini tasfiye ya da etkisizleştirmede başarısız olunca, melez değerler sistemi oluşmuş; bu da, sosyal şizofreniye sebebiyet vermiştir. Ne zaman, ne yapacağı belli olmayan bir insan unsuru meydana gelmiştir. Bu politikaların sonucunda ülkede, iki farklı ağırlık merkezi ortaya çıkmıştır: 1-Batı Kültür ve Medeniyet değerlerine göre şekillenmiş Sistemin-Devletin ağırlık merkezi. 2- İslam Kültür ve Medeniyet değerlerine göre şekillenmiş Milletin ağırlık merkezi. Sistemin ağırlık merkezinde, genel olarak, sivil-askeri bürokrasi ve İstanbul Baronları yer alırken; Milletin Ağırlık Merkezi Parlamentoda, halkın oyları ile seçilmiş partiler yer almaktadır. CHP, Cumhuriyet tarihi boyunca, son askeri darbe girişimi hariç, hep darbeleri destekleyerek sistemin ağırlık merkezinde yer almıştır. Cumhuriyet tarihi, bu iki ağırlık merkezinin çekişmesinin tarihidir. “Bu dönemde(2002 yılına kadar)

12 kez sıkıyönetim ilan edildi ve 25 yıldan fazla sürdü; 15 yıldan fazla olağanüstü hal uygulandı; 77 yıllık idarenin 40 yılı sıkıyönetim ve olağanüstü hal ile geçti. İki defa tam, iki defa yarım olmak üzere 4 askeri müdahale yaşandı, iki defa tümü ile iki defa yarım olmak üzere 4 defa anayasa değişikliği yapıldı. 70-90’lı yıllarda yaşanan olaylarda 40 bin civarında vatandaş hayatını kaybetti(1950 öncesindekileri de buna eklersek, ne kadar vahim bir tablo ile karşı karşıya olduğumuz anlaşılır). 78 hükümet kuruldu ve hükümetlerin ömrü ortalama 1,5 seneyi geçmedi”. 2002 yılından sonra da, bir e-muhtıra, Taksim Kadife Darbe Süreci, 17-25 Aralık-Polis-Yargı Darbe Girişimi, 15 Temmuz Askeri Darbe Girişimi ve OHAL süreci yaşanmış ve 300 civarında sivil vatandaşımız öldürülmüştür. Bu rakamlar, yukarıdakilere eklenmelidir. Bunun nedeni nedir? Bunun ana sebebi, Millete rağmen inşa edilen bir sistem, milletin değerleri ile sistemin değerlerinin sürekli çatışma halinde bulunmasıdır. Sistem, devleti millete rağmen konumlandırmış, halkı bir tehlike kaynağı olarak görmüş ve genelde herkesi özelde, güvenlik güçlerini böyle bir mantık üzerine eğitmiştir. Dolayısıyla Türkiye’nin en büyük sıkıntısı, millete rağmen inşa edilmiş bir sistem olgusudur. Cumhuriyetin ilk kurucu kadrosu, cumhuriyeti koruyup kollama görevini, orduya vermiştir. Ordu, “Halka rağmen halk için” bu yabancılaşmış sistemi, halktan korumaktadır. Ordunun yaklaşık her on yılda bir Darbe yapmasının nedeni bumudur? Bu ana tezad, kafası karışık, ittihatçı, tehditçi, inkârcı, karalamacı, takiyyeci ve çifte standartçı bir nesil ortaya çıkarmıştır. Bu insan unsuru, Türkiye’deki eğitim sisteminin ürünüdür. Ordu, bu eğitim sistemin-

den en çok etkilenen bir kurumdur. Ordudaki bu eğitimin yanı sıra Kurmay subaylar, NATO’da özel eğitime tabi tutulmaktadır. NATO’da alınan eğitim, genellikle, Kurmay Subay kadrosunu milletine karşı daha da yabancılaştırmaktadır. Unutmamamız gereken nokta şudur; bugün subay, asker dediklerimiz, bu ülkenin çocuklarıdır, bu milletin bağrından çıkmışlardır. Şimdi soru şudur; harp okullarında ve askeri okullarda nasıl bir eğitim verilip mankurtlaştırılıyorlar? Kendi annesine, babasına, kardeşine mermi sıkabiliyor, bomba atabiliyor. Onun için genel olarak eğitim sistemi özelde de askerin eğitim sistemi yeniden gözden geçirilmesi lazım. Ordu yanlış eğitim almaktadır. Bugün Devlet, tüm kurum ve kuruluşları ile yeniden yapılandırılırken, öncelikle Türkiye’deki askeri eğitim, baştan sona yeniden ele alınıp değerlendirilmelidir. Kendisine emanet edilen çocukları alıp “mankurtlaştıran” bir askeri eğitim sistemi, ciddiyetle masaya yatırılmalıdır. Ana sorun, şekil şartı değil zihniyettir. Orduda yeniden cuntaların meydana gelmemesi için, Askeri okullarda inşa edilen zihniyet, gerektiği gibi sorgulanıp değiştirilmelidir. Subaylarımızın NATO’da eğitim almasına mani olunmalıdır. Bunun için Genç Öncülerin özel bir kampanya açmasında çok fayda vardır. Sonuç Olarak Ne söylemek İstersiniz? Bütün olup bitene baktığımız zaman, ana sorunumuz, kültür medeniyet sorunudur, sistem sorunudur, devletin felsefesinin yeniden yapılandırılması sorunudur. Kendi Kültür ve medeniyetimizin kodlarına göre bir sistem inşa edilmeli, devlet buna göre yeniden yapılandırılmalıdır. Bu yapılmadığı sürece Türkiye’nin huzur bulması, bölgesel ve küresel güç olması mümkün değildir. Bunun için Millet olarak hep birlikte, kardeşler olarak bir seferberlik ilan etmemiz gerekmektedir. Henüz vakit varken, Yarın Geç Olabilir. Geç Öncülere Teşekkür ediyor, Başarılarınızın devamını diliyorum. Var olanla yetinmeyin daima daha iyiyi ve güzeli hedefleyin. Allah’tan yardım dileyin. Unutmayın! “Biz seferle sorumluyuz, Zaferle değil; Zafer Allah’ın bir taktiridir.” Eylül’16 • 17


Karantina

Karantina

15 Temmuz ve Batının Helvadan Putu;

“Demokrasi” Muhammed Salih DEMİRTAŞ

15

Temmuz gecesinde yaşananlarla ilgili her birimizin anlatmak istediği bir hikayesi mutlaka vardır. Korkularımız,heyecanlarımız, umutlarımız, kaba kuvvete ve zorbalığa karşı göstermiş olduğumuz destansı direnişimiz, tekbirler eşliğinde meydanları dolduruşumuz ve hepsinden öte bir ve beraber oluşumuz, bu milletin kendi vatanında özgürce yaşama isteğinin hikayesinde yer edinen ve hafızlara kazınan hatıralarının bir parçasıdır. Bu hatıralarımız tıpkı geçmişte olduğu gibi, kahramanlık koleksiyonumuza gururla yerleştirebileceğimiz ve çocuklarımıza anlatabileceğimiz destanlarımızdan biridir artık. Ayrıca bu anılarımızın yanı sıra devlet-cemaat çarpık ilişkilerinin de sonucunun nerelere kadar varabileceğini görmüş olduk. Ergenekon örgütünün sadece Kemalistlere özgü olmadığını ve Müslüman gözüken yapıların içinde de cemaatler üzerinden “yeşil bir ergenekonun” ortaya çıkabileceğini, bu tarz örgütlerin

18 • Eylül’16

devletin içinde devlet yaratarak milletin değil; kendi grubunun menfaatlerini gözetebileceğini “somut” bir şekilde anlamış olduk. Tabi bu durumdan bazıları gibi “laik”liği kutsayıcı bir söylem üretmek isabetsiz bir yorum olur. Laikliğin bu ülkede bir dayatma olarak Müslümanlara karşı bir zamanlar silah şeklinde doğrultulduğu meselesi hepimizin malumudur. Asıl sorun her hangi bir grubun, milletin iradesinin dışında devlet içinde örgütlenerek millete efendiliğe soyunmasıdır. Laik ya da dindar gözükmesi fark etmez. İşte bundan dolayı 15 Temmuz bize bu vatan üzerinde milletin iradesinden başka bir iradenin olmaması gerektiğini göstermiş oldu. Peki 15 Temmuz’un göstermiş olduğunu, Batı nasıl gördü veya görmek istedi? Bizim gördüğümüz gibi görmesini elbette beklemiyoruz. Fakat demokratik değerlerden ve insan haklarından söz açıldığında sesi en gür çıkan Batı, 15 Temmuz’da yaşananları; milletin devletiyle beraber darbeye karşı olan zaferini kabul etmekte zorlandı ve adeta darbenin başarısızlığından dolayı hayal kırıklığına uğradı. Batı her daim savunduğu değerleri, başta demokrasi olmak üzere darbe girişimi sürecinde “beklegör” stratejisi gereği kuluçkaya yatırdı ve uygun bir zamanı bekledi. Kuluçka zamanı geldiğinde ise, La Rochefoucauld’un “Riyakarlık, ahlaksızlığın fazilete karşı gösterdiği bir saygı-

dır.” şeklindeki veciz sözünü daha iyi anlamış olduk. İsterseniz 15 Temmuz’u Batı medyasının nasıl gördüğünü ve Batı’nın kendi halklarını nasıl manipüle etmeye çalıştığına bir göz atalım: BBC News, 21 Temmuzdaki bir haberinde “Recep Tayyip Erdoğan; Türkiye’nin acımasız Cumhurbaşkanı” şeklinde bir başlık atarak, meseleyi Erdoğan’ın şahsında değerlendirdi. Haberin alt metinlerinde Erdoğan’ın başkanlık hırsı olduğundan, Gezi parkı olaylarından, İslamcıların güçlendiğinden falan bahsederken; darbeye direnen, vatanını ve demokratik iradesini koruyan halka dair güçlü bir şey bulamıyoruz.1 Reuters; Gülen’in, darbe girişiminin sahnelenen bir tiyatro olduğu iddiasını haber başlığına taşıdı.2 Aynı şekilde The Guardian’da da FETÖ liderine ait olan, darbenin Erdoğan tarafından sahnelendiği iddiası haber başlığı olarak verildi.3 The Economist de, BBC News’İn yaptığı algı yönetimine benzer bir şekilde “Türkiye’de Erdoğan’a Karşı Yapılan Başarısız Darbe” şeklindeki bir haber başlığıyla4 paylaşılan yazıda meseleyi sulandırmaya çalıştı. Foreign Policy’de “Darbe Neden Başarısız Oldu?”5 şeklinde bir yazı yayınlanırken, yazının içeriğinde yapılan tespitte(!), Erdoğan öldürülemediği için darbenin başarısızlıkla sonuçlandığını söylüyor.6 Fox News pervasızlığın daniskasını yaparak “Türkiye’nin Son Umudu Öldü”7 başlıklı bir yazı paylaşırken, yazının içeriğinde Erdoğan’ın ülkeyi karanlığa götürdüğünü ve Neo-Osmanlı hayalleri olan bir megalomanyak olduğundan bahsediliyor.8 Independent’da Robert Fisk “Türkiye’deki darbe başarısızlığa uğramış olabilir, ancak tarih gösteriyor ki; başka bir girişimin başarıya ulaşması uzun sürmeyecek.”9 başlıklı yazısını, “...Gelecek aylarda ya da yıllarda, başka bir darbeye hazır olun...” 100 şeklinde bitirerek güya yaptığı analizin bir parçasıymış gibi tehdit niteliğinde bir gönderme yapıyor.

The New York Times ‘da yayınlanan makalelerde ise atılan başlıklardan bazıları şu şekildedir; “Sayın Erdoğan’ın Pervasız İntikamı”111, “Birçok Türk, Defolu bir Demokrasiyi Darbeye Tercih etti.”122, “Erdoğan Darbe Girişiminden Sonra Zafer Kazandı fakat Türkiye’nin Kaderi Meçhul”133. Alman Der Spiegel dergisi 23 Temmuz’da çıkartmış olduğu sayısında tel örgüler arkasında bir Türk bayrağının olduğu, “Bir Zamanlar Demokrasi vardı. Diktatör Erdoğan ve Aciz Batı” başlığında bir dergi kapağı hazırladı.144 Yine derginin İngilizce yayın yapan sitesinde “Erdoğan’ın Hükümet Darbesi:Türkiye’nin Darbe sonrası Diktatörlüğe kayması” başlıklı bir haber yayınlandı.155 Bu saydıklarımız Batı medyasının demokrasiyi ve Batı değerlerini (!) önceleyen seçkilerindendi. Peki devlet başkanları ne yaptılar? Tabi ki darbeyi kınadılar. Fakat zamanlamaları biraz geç oldu sadece! Darbe girişiminin başarısızlığı netleştikten sonra ülke liderlerinden tek tek seçilmiş hükümetin yanında olduklarına dair açıklamalar yapıldı. John Kerry’nin ilk başlarda yaptığı “Umarım Türkiye’de huzur, barış ve istikrar olur.” açıklaması ise Batı ikiyüzlülüğünün hikmeti(!) gereği bir bildiğinin var olduğunu gösterecek şekildeydi. Fakat şunu çok iyi biliyoruz ki; eğer darbe başarılı olmuş olsaydı, gerek Batı liderleri, gerekse Batı medyası Türkiye’deki taşeronlarıyla beraber bu işi meşrulaştırıcı bir çok söylem, analiz ve değerlendirmelerle “ayarı verilmiş” Türkiye’nin hak ettiği(!) konumuna getirildiğini ima edeceklerdi. Veyahutta bir iç savaş senaryosuyla baş başa kalıp “kendi kimliğimizle var olma ve bölgede aktif bağımsız bir özne olma girişimimizin” bedeli bize milletçe ağır bir şekilde ödetilecekti. İnsan hakları, demokrasi, milletin egemenliği gibi konular ise Batı’nın çıkarları yanında fürûattı: Irak, Amerikan ve İngiliz menfaatine demokrasi adına sunuEylül’16 • 19


Karantina lan bir sunaktı. 1milyonun üzerinde ölen insan, rının destekleri sayesinde Batı’nın maskesini bölgesel istikrarsızlık ve bu durumun yarattığı elleriyle indirebilecek bir güce sahip olabilirler DAEŞ gibi Frankenstein örgütlerin cirit attığı ve Batı böyle liderleri asla istemez. Çünkü kimbölünmüş ve huzursuz bir ortam oldu. Suriye liğiyle alternatif olmaya çalışan bir hamle, reel ise, tavrını net bir şekilde ortaya koyamayan politik oyununun içerisinde özgün bir strateji Batı’nın sorumsuz ve umurüretebilecek pozisyona doğru samaz reel politiğinin Rus tırmanıyordur demek. Böyle emperyalistlerle göz kırparak Türkiye’nin devlet liderler ve ülkeler, Batı’nın göoynaştığı, milyonlarca insanın ve STK’larla bera- zünde gerekirse demokrasi ve mülteci durumuna düştüğü bir insan hakları feda edilerek kurkurbandı. Bosna, Batı’nın göber yaptığı ev sa- ban verilebilir. Tabi bu sadece zünde ezilmesi önemli olmahipliği ve harcadığı söylem değil, tecrübelerle sabit yan bir böcek gibiydi. Mısır’da para 20 milyar do- bir çıkarımdır artık. Bizden ön ise Batı, demokratik bir seçimle Mursi’yi seçen halkın iradesiların üzerindeyken, yargılarımızı kırmamızı isteyenler maalesef bize karşı en ni hiçe sayan darbe karşısında, AB’nin bu konudaki fazla ön yargıları olanlardır. Er hiç bir tavır almamış ve güçlü duyarsızlığı ve mülya da geç reel politikteki ahlaki bir politik hamle yapmamışteci karşıtı tavırtı. Bunun gibi bir çok vukuatı çöküşün faturası Batı’nın önübulunan Batı, çıkarları tehdit ları her geçen gün ne konulduğu zaman, evrensel altında olmadığı sürece antibelirsizliğini koru- değerlerin tek sahibi ve korudemokratik politik yapılara pek yucusu olmadığı açık bir şekilde makta. çatmaz. Bu seferde yumuşak halkların önüne serilecektir. güç vasıtasıyla üstün değerlerini(!) retorik üzerinden bize yutturmaya çalışır. Dipnotlar Mültecilik desek, Türkiye’nin devlet ve 1 http://www.bbc.com/news/world-europe-13746679 STK’larla beraber yaptığı ev sahipliği ve har- 2 http://www.reuters.com/article/us-turkey-securitygulen-remarks-idUSKCN0ZW11D cadığı para 20 milyar doların üzerindeyken, 3 https://www.theguardian.com/world/2016/jul/16/fetAB’nin bu konudaki duyarsızlığı ve mülteci hullah-gulen-turkey-coup-erdogan karşıtı tavırları her geçen gün belirsizliğini 4 http://www.economist.com/news/europe/21702319regardless-outcome-turkish-politics-will-change-worsekorumakta. Afrika’daki yoksul halk ve güvensoldiers-turkey-have lik desek, Fransa’nın Nijer ve Mali’deki maden 5 http://foreignpolicy.com/2016/07/16/why-turkeysocakları tehdit edilmediği sürece pek sıkıntı coup-detat-failed-erdogan/ yok gibi. Myanmar ve Bangladeş’deki Müslü- 6 a.g.e 7 http://www.foxnews.com/opinion/2016/07/16/turkeysmanlara yapılan zulümler desek umurlarında last-hope-dies.html bile değil. Eski defterleri açmayayım bile. 8 A.g.e Bu Batı halklarının hepsine karşı yapılmış 9 http://www.independent.co.uk/voices/turkey-couperdogan-ankara-istanbul-military-army-turkey-s-coupbir suçlamadan ziyade, Batı siyasilerinin kenmay-have-failed-but-history-shows-a7140521.html di halkları için muteber gördüklerini dünyanın 10 A.g.e diğer halkları söz konusu olduğunda sessizli- 11 http://www.nytimes.com/2016/07/20/opinion/mrerdogans-reckless-revenge.html ğe gömülmesine ve çıkarları doğrultusunda, 12 http://www.nytimes.com/2016/07/18/world/europe/ bayraktarlığını yaptığı evrensel değerleri asmany-turks-prefer-even-flawed-democracy-to-coup. kıya almasına yönelik ikircikli tavrına karşı bir html isyandır. Bu isyanı Fas’tan Türkistan’a, Latin 13 http://www.nytimes.com/2016/07/18/world/middleeast/turkey-coup-erdogan.html Amerika’dan Afrika’ya kadar olan coğrafyalar14 http://www.turi2.de/aktuell/anzeige-spiegel-3023016da, halklar sinelerinde taşıyorlar. Sinelerdeki es-war-einmal-eine-demokratie/ bu isyanı ortaya çıkaran adil ve toplumlarının 15 http://www.spiegel.de/international/world/coup-inturkey-leads-to-erdogan-power-grab-a-1104261.html kimliğiyle yoğrulmuş liderler, ancak halkala20 • Eylül’16

Karantina

15 Temmuz Darbe Girişimi ve

Küresel Medya Düzeni Mustafa Fatih YAVUZ

15

Temmuz gecesi dünya darbeler kuşagına bir yenisi eklendi… Terrörizm çalışmalarında yeri olmayan eşi benzeri görülmemiş bir yapı (FETO) Türkiye Cumhuriyeti devletinin en stratejik kademelerine sızmalarını sağladığı fanatik teröristleri ile yönetimi ele geçirmek için terör faaliyeti gerçekleştirdi. 240 şehit ve 2000’den fazla yaralısı ile Türkiye halkı ülkesini bir facianın eşiğinden döndürüp kendisine ait olan kurumların hepsine teker teker sahip çıktı. 15 Temmuz gecesi gibi olağandışı durumların dışında en stratejik binalara girmesi bile mümkün olmayan halk adeta kendi malına sahip çıktı. Günümüzde en çok kullanan akıllı telefon uygulaması whatsapp yolu ile iletişime geçen darbenin alt rütbeli uygulayıcıları yine

başka bir akıllı telefon uygulaması olan facetime yolu ile halkına ulaşmaya çalışan bir Cumhurbaşkanı’nın halkı sokağa çağırma çağrısı ile durduruldu. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın daha önce sosyal medya alanında canlı yayın yapmaya yarayan periscope uygulamasından halka ulaşma çağrısı etkili olmayınca bu yolu tercih edip televizyonu kullanması bugün yeni medyanın yaygınlaşması ile etkisi azaldığı düşünülen televizyonun kitle iletişim araçları arasında hala ne kadar önemli bir rolü olduğunu kanıtladı. Olanları öncelikle twitter veya facebook tan öğrenen halk ‘’tam olarak’’ olanları anlamak için televizyonlarının başına geçtiler. Olanlara dair ilk bilgileri dogrudan kaynağından alan halk bu saatten sonra çeşitli yanlış bilgi saldırılarına maruz kalacaktı. Eylül’16 • 21


Karantina Darbeler kuşağının en karizmatik üyesi olan Türkiye demokratik dünyanın en gözde yayın organlarının da demokrasi karşıtı darbe girişimine olan profesyonel kelime oyunlarına da maalesef şahit oldu. Darbe gecesi en net görülen tavır haberciliğin hız ve doğru bilgi prensibine aykırı olarak böylesi bir girişimi 16 saat sonra ‘’bu bir darbe girişimidir’’ diye haber geçen yayın organlarının da ayrıca saldırısı altındaydı. Cumhurbaşkanı’ının sıklıkla vurguladığı uluslararası medyanın olaylara dahli yine sahnedeydi. Dünya’nın internet ve sosyal medya aracılığı ile artık çokta büyük bir yer olmadığı anlaşılınca dünyanın herhangi bir yerindeki herhangi bir haber herhangi bir insanı ilgilendirir hale gelmiş oldu. Madagaskar’daki darbe dünyanın internete ulaşabilen herkes için ‘’önemli bir bilgi’’ olup darbe karşıtları için pozisyon alınması gereken bir girişim haline geldi. Bu şartlar altında bilgi tekeli denen olgu devreye girdiği andan itibaren bir küresel bilgi ağından bahsedilebilir. Edinilen herhangi bir bilgi ya da dosya başka bir bilgi ya da dosyaya başvurulmadan işlenmeye başlayamaz. Örneğin bir çiftçi ya da üst düzey yetkili size Nikaragua’da bir darbe girişiminden haberdar o l d u ğ u n u iletebilir. Ancak başka bir dosya ya da salt bilgi bu bilgiyi doğrulaması için karşılaştırılmaz ise işleme konulamaz. İşlenmeye başlayan bilgi editoryal süreçten geçer ve son halini alır. Burada bilgi tekelini elinde

22 • Eylül’16

Karantina bulunduranlar ya da twitterda az takipçisi olan bir hesap acımasız editoryel hatalardan kaçınmak istemeyebilir ve medyanın varoluşuna aykırı olarak toplumu yanlış bilgilendirip yanlış yöne bakmasına sebep olup gayri ahlaki tutum takınabilir. Darbe teşebbüsü ve sonrası editoryal tercihlerini ve haber politikalarını darbenin kendisinin ve failinin kim olduğuna odaklanmaktansa odağı değiştirerek darbe sonrası devlet politikalarını mercek altına almaktan yana kullanan uluslararası medyanın ‘’tuğgeneralleri’’ Erdoğan’ın despot bir yönetici olduğu yalanının vurgusunu önceleyip görevden almaları cadı avı şeklinde aktarmaya başladılar. Darbe girişiminin arkasında olduğu darbecilerin itirafları sonrasında kanıtlanan FETO’nun lideri Fethullah Gülen ile mülakat yapmak isteyen gazetecilerden New York Post çalışanının yönelttiği soru 240 kişinin öldüğü 2000’den fazla kişinin yaralandığı bir saldırının sorumlusu olarak gösterilen bir kişiye yöneltilmesi gereken cinsten bir soru mudur sorusunu akla getirdi. Gazeteci ‘’ buradaki günlük yaşantınızdan duyduğunuz bir endişeniz var mı ve Türkiye’deki demokrasinin geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz?’’ şeklinde iki soru yöneltti. 15 Temmuz’un ertesi günü uluslararası medyanın tuğgeneralleri böylesine vahim bir olayın odağını kaydırma girişimlerine başlamış oldular. Ve tabii ki FETO lideri Gülen kendi kitlesini bir arada tutmak için açıkça ‘’uluslararası medya bizden yanadır’’ kabilinden ifadeler kullanarak medyanın tarafsız olamayacağını da dolaylı olarak göstermiştir.

15 Temmuz gecesi ve sonrası yerel ve uluslararası basın ve sosyal medyada maalesef editoryal katliamlar yaşandı. Katliam gibi ifadeler yazının içeriğinde ‘’duygusallık’’ vurgusu oluştursa da zihni yanlış bilgi ile iğdiş etmenin ne derecede yaşandığını vurgulamak açısından doğru bir tercih olduğunu düşünüyorum. Ak Parti ile yakın ilişkili bir organizasyon olarak bilinen Kadın ve Demokrasi Derneği (KADEM) 9 Ağustos günü aralarında yazar Alev Alatlı’nın da bulunduğu bir grup yazar ve basın mensupları ile bir toplantı düzenledi. Toplantı sırasında söz alan Alev Alatlı uluslararası medyanın kamuyu bilgilendirme görevini yerine getiremediğini şu sözlerle dile getirdi: “Batı medyası ile ilgili daha büyük bir hayal kırıklığı yaşayamazdım. 15 Temmuz’da yaşananlar ile ilgili bu embesilliğe varan umursamazlık ve sessizlik korkunç. Nasıl neler olduğunu anlatmazsınız? Ben maalesef Amerikan eğitimliyim. Maalesef, çünkü Amerika’nın kendi değerlerinden kabul ettiği demokrasiye yapılan bu saldırı karşısındaki sessizlik utanç verici. Yüzlerce insan öldü. Türkiye Büyük Millet Meclisi bombalandı. Demokrasilerin vazgeçilmezi olan seçilmiş yönetim alaşağı edilmeye çalışıldı. Ve darbe girişimi henüz bitmedi, hala devam eden bir süreç var. Böyle bir süreçte nasıl başka şeylere takılırsınız da, asıl anlatmanız gereken şeyi, süreci açık şekilde anlatmazsınız? Size tek bir şey öneriyorum: Lütfen işinizi yapın.” Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesinin yaptığı ‘’Batı Medyasında 15 Temmuz Darbe Girişimi Söylem Analizi’’ başlıklı çalışmanın sonuçlarını açıklayan Yrd. Doç. Dr. Beyazıt Akman çalışmanın sonucunda elde edilen tespitleri şu sözlerle ifade etti: “Çalışmanın sonucunda, ‘darbeyi başarılı gösterme çabası ve destek, darbeyi yapanları ordunun bütününe yayma ve halkın desteklediği algısı, darbecilerin şiddetini örtbas etme çabası, darbeye karşı çıkan Türk halkının marjinalleştirme ve DAEŞ ile ilişkilendirme çabası, çok açık bir Erdoğan düşmanlığı, FETÖ sempatizanlığı, darbecileri masum gösterme ve mazlumlaştırma çabası,

son olarak da 10 günün gelişmeleri kapsamında Türkiye’nin AB üyeliği ve NATO ile tehdit etme, hükümetin darbecilere karşı aldığı hukuki önemleri insan haklarına saldırı şeklinde lanse edilmesi ‘gibi unsurlar tespit edilmiştir.” Darbe girişimi sonrası küresel medyada en çok göze batan ifade darbenin sadece Erdoğan’a yapılmaya calısılmış olmasıydı. Darbe girişiminden sonra halkın farklı kesimleri tarafından benimsenen Erdogan bu ifadeler kullanılarak Kaddafi ve Saddam gibi portrelerin içine yerleştirilip girişime dolaylı bir şekilde meşruiyet yolu açılmaya çalışıldı. Burada odağı kaydırma stratejisi tekrardan devrede olduğunu gözlemleyebilinir. Farklı kesimlerin hep birden devletin kurumlarına ve kendi haysiyetlerine sahip çıkması görmezden gelinip yaşanan hadisenin Erdoğan’ın kişiliğinde odaklandığını vurgulanmıştır. Bütün bu gelişmelerin yanında Türkiye’nin yerel kanalları ve TRTWorld tarafından yapılan yayınlar yaşananları anlatmada yardımcı olsa da yine başrolü sosyal medyaya vermek gerekmektedir. Farklı sosyal medya hesapları gayet profesyonelce kreatif yayınları ile hakikatleri basitçe anlatma kabiliyetine sahip bireylere sahip olduğumuzu da görmüş olduk. Ancak yine de Türkiye’nin haklı tezlerini savunacak bilinçli ve muteber haber kaynakları ve sosyal medya kullanıcıları iklimi geliştirmek zorundadır. Bu bilinçliliğin beka mücadelesinde olan bir bölge için hayati derecede olduğu 15 Temmuz sonrası ortaya çıkan sonuçlardan birisi olarak değerlendirilmelidir. Eylül’16 • 23


Karantina

Karantina

NATO-Türkiye İlişkilerinin Dünü, Bugünü ve Yarını Ahmet Semih ŞENLİKOĞLU

N

ATO, ya da açılımıyla North Atlantic Treaty Organization yani Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü, tabiri caizse batılı bâtıl devletlerden ABD’nin başını çektiği 12 devletin kurucusu olduğu bir uluslararası askeri ittifaktır. 12 ülkenin 4 Nisan 1949’da imzaladığı Kuzey Atlantik Antlaşmasıyla kurulan NATO’nun merkezi Brüksel’dedir. Türkiye NATO’ya 1952 yılında yanı başındaki Sovyet tehdidini bertaraf edebilmek ve batılı devletlerle ilişkilerini daha da güçlendirmek için üye olmuştur. NATO’nun kuruluşundaki asıl amaç, 1947’de Sovyetler Birliği liderliğindeki Doğu Bloğunu dağıtmak ve sindirmekti. Nitekim bu amaçta başarılı olundu. 1947’de başlayan ve 1991’de Doğu Bloğu’nun dağılmasına kadar devam eden soğuk savaş sürecinde, NATO ve Sovyetler Birliği’nin kurduğu Varşova Paktı arasında-

ki mücadele, ‘’ABD’nin mi yoksa Sovyetler Birliği’nin mi dünyada süper güç olacağı’’ yarışından başka bir şey değildi. Bu sürecin sonunda da görüldüğü gibi ABD dünyada tek süper güç olduğunu ilan etmiştir. NATO’nun dünya üzerindeki misyonu yalnızca Sovyetler Birliğini yıpratmak değildi. NATO’ya üye olan veya olmayan müttefiklerini, askeri birlikleri ve o ülkelerde kurdukları üslerle kontrol etme misyonları da bulunuyordu. ABD, kendi kimliğiyle ABD üssü kuramadığı ülkelerde NATO çatısı altında üsler kurarak o bölgelerdeki kontrolü bu şekilde ele geçiriyordu.

TÜRKİYE’NİN NATO’YA KATILMASI Yukarıda da bahsettiğimiz gibi, Türkiye’nin NATO’ya katılmak istemesindeki amaç bizce, Sovyet tehdidini bertaraf etmekti ve dünya

üzerindeki yalnızlığımızı komik bir şekilde batılı devletlerle kapatmaya çalışmaktı. Ancak NATO’ya alınmamızdaki amaçsa bambaşka. NATO, Türkiye’yi her zaman Sovyetler Birliği’ne karşı bir tampon bölge olarak gördü ve bu şekilde ülkemizde onlarca üs kurdu, askeri birlikler yığdı, bizim askeri gücümüzden yararlandı… Bu şekilde örnekleri çoğaltabiliriz. Soğuk Savaşın bir nevi sıcak savaşa döndüğü Kore’de, kutuplar karşı karşıya gelmişler, Sovyetlerin desteklediği Kuzey Kore ile ABD’nin desteklediği Güney Kore savaşı başlamıştı. Türkiye’nin, NATO’ya katılabilmesi için bu savaşa Güney Kore tarafında girmesi şart koşulmuş Türkiye’de bu fırsatı değerlendirip Güney Kore’ye Türk askerlerini göndermiştir. Türkiye, Kore savaşına 5090 asker göndermiştir. Türkiye bu hareketiyle birlikte NATO’ya girmekle ödüllendirilmiştir! Tarih 18 Şubat 1952.

TÜRKİYE-NATO İLİŞKİLERİ NATO’nun Türkiye’ye kazandırdığı (yada kaybettirdiği) şeylerin başında ise ülkeyi kontrol edebilmek için oluşturulmuş bir NATO Gladiosu gelir. Derin devlet kurumu, NATO’nun oluşturduğu bu birimle Türkiye’deki Amerikan karşıtı unsurlar, gayrinizami savaş teknikleriyle operasyon düzenlenerek çökertilmiştir. İnönü döneminde ABD ile imzalanan as24 • Eylül’16

keri eğitim anlaşmaları kapsamında 1946’da ABD’ye gönderilen 16 subay, Türkiye’ye geldiklerinde Özel Harp Dairesini kurdular. Özel Harp Dairesi, Türkiye’de NATO Gladiosunun yönetildiği merkez oldu. Türkiye’de NATO’nun yaptırdığı birçok yasadışı faaliyette Özel Harp Dairesinin imzası vardır. 1960 yılına gelindiğinde, ÖHD’sinde görevli subayların yönetime el koyduğunu gördüğümüzde ise NATO’nun Türkiye’deki amacının halkın iradesinin aksine yönetimlere kucak açtırdığını en açık biçimde görmekteyiz. 60 ihtilali Türkiye’ye NATO tarafından yapılan bir operasyondur. 1960 darbesinden 11 yıl sonra, 9 Mart 1971’de, askeriye içinde, başında emekli Korgeneral Cemal Madanoğlu’nun bulunduğu gizli cunta, Türkiye’de darbe yapmaya hazırlanmışlardı. Tabiki de bu cuntaya bu emri veren NATO kontrgerillasından başkası değildi. Ancak darbe istihbaratı, cuntacıların içine önceden sızmış kişiler tarafından açığa çıkartıldı ve darbe girişimi etkisiz hale getirildi. Türkiye’nin bugünkü gündemiyle benzer özellikleri olan bu darbe girişimini yapanlar, o gün Cemal Madanoğlu gibi isimleri kullandılar, bugün başka hainleri kullandılar. Ama vazgeçmediler. Bu darbe girişiminin ardından darbeye adı karışan askerlerin çoğu emekliye sevk edildiler. Eylül’16 • 25


Karantina

Karantina

Aradan daha 3 gün gün geçmişti ki, darbede başarılı olamayanlar, farklı bir isimle muhtıra yayımladılar. Orgeneral Memduh Tağmaç. Darbeye destek vermeyen dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç, darbe girişiminden sonra, hükümete muhtıra vererek milli iradeye balans ayarı vermeye kalktı. Muhtıranın TRT radyolarında okunmasıyla birlikte partiler üstü bir başbakan istediklerini dile getirdiler. Ancak ironik bir şekilde parti grupları haricinde hiçbir bağımsız milletvekilinin olmadığı meclisten, CHP Kocaeli Milletvekili Nihat Erim’i partiden istifa ettirdiler ve ‘bağımsız!’ Başbakan yaptırdılar. Tabii ki bu muhtıra da yumuşak bir geçiş söz konusu. Ancak milletin iradesiyle gelen hükümetin muhtıralarla indirilmesi, hiçbir demokratik söylemle bağdaşmaz.

1980 ASKERİ DARBESİ 12 Eylül 1980’de, Türkiye’de çıkan bazı iç karışıklıklar ve bana göre onların en büyük tehlike olarak gördükleri ‘Kudüs Mitingi’ düzenlenmesi sebebiyle, Cumhuriyet tarihindeki üçüncü ve en açık bir şekilde, emirkomuta zinciri bozulmadan dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren kumandanlığında darbe gerçekleşmiştir. 12 Eylül darbesiyle birlikte anayasa askıya alınmış, hükümet yıkılmış ve Türkiye’de onbinlerce kişi tutuklanmıştır. Darbeden sonra ilk idamlar 9 ekim 1980’de gerçekleşmiştir. Önce sol kesimden

26 • Eylül’16

Necdet Adalı, daha sonrada ülkücü camiadan Mustafa Pehlivanoğlu idam edilmiştir. İdamlardan sonra Kenan Evren ‘Asmayalımda besleyelim mi?’ ifadesiyle gündemi sarsmıştır!

‘’BİZİM ÇOCUKLAR İŞİ BİTİRDİ’’ 12 Eylül Darbesi sırasında dönemin ABD Merkezi Haberalma Ajansı CIA Türkiye Masası İstasyon Şefi Paul Henze askerî müdahaleyi haber alırken, haberi ulaştıran diplomatın “our boys have done it” (bizim çocuklar işi bitirdi) şeklindeki konuşması, 12 Eylül Darbesinin ABD’nin işi olduğunu bize açık bir şekilde anlatıyor.

28 ŞUBAT 17 yıl sonra, Türkiye’nin başında milli bir hükümet bulundurmak istemeyenler tekrar devreye girdiler. 28 Şubat 1997’de, bu sefer MGK’da 28 Şubat kararları hükümet lideri Başbakan Prof. Dr. Necmettin Erbakan’a diretildi. Her ne kadar imzalamak istemese de 1980 darbesini yakından yaşayanlardan biri olduğu için, çekilenleri bildiği için, milletin tekrar aynılarını yaşamaması için kararları imzaladı ve hükümetten el çektirildi. Darbenin etkileri 2002 yılına kadar devam ederken ABD,Şubat 1999’da Türkiye’ye bir hediye verdi. PKK terör örgütünün kaçak lideri Abdullah Öcalan. Dönemin Başbakanı bile ABD’nin bize teröristbaşını neden ve niçin verdiğine anlam veremiyordu.

MART 1999 Tam bir ay sonra Türkiye’den sessiz sedasız ABD’ye göç eden birisi vardı: Fethullah Gülen. ABD’nin farklı bir misyonla bu şahsı görevlendirdiğini yeni yeni anlamaya başladık. Ayrıca ABD’nin bize Abdullah Öcalan’ı neden verdiğini de anlamış olduk. Yeni bir teröristbaşı, yeni bir terörist grup, yeni bir metod, aynı amaç: bölücülük.

TÜRKİYE’DE YENİ HÜKÜMET 3 Kasım 2002 günü Türkiye’deki genel seçimler sonucunda yeni bir hükümet işbaşına geldi. artık koalisyon devri kapanmıştı. Tek başına iktidarın Türkiye’yi günden güne güçlendireceği bir sürece giriyorduk. Her şey iyiye gitmeye başlamıştı. Piyasalar, ekonomik denge, bayındırlık, sosyal hizmetler... 27 Nisan 2007 günü Türkiye alışık olduğu bir durumla tekrar karşılaştı. Artık teknolojinin devinimiyle birlikte Türkiye’de de bir şeyler değişmişti. Ama rütbelilerdeki zihniyet pek değişmişe benzemiyordu. Radyolardan okunan muhtıralardan web sitelerinde yayınlanan e- muhtıra dönemine geçilmişti. Ama diyoruz ya, Türkiye’de bir şeyler değişmişti. Hükümet bu işgüzarlığa öyle bir cevap verdi ki, Türkiye’de bir daha darbenin adı anılmayacak sandık. Büyük bir şeydi bu Türkiye için. Yeni bir şeydi. Türkiye, o günleri atlattıktan sonra daha istikrarlı bir şekilde yükseldi.

Tabiiki de hızlı bir şekilde yükselen Türkiye’nin önünü tıkamak isteyenler olacaktı. 2007’nin üzerinden tam 9 yıl geçtikten sonra 15 Temmuz 2016’da Türkiye tekrar karanlığa sürüklenmeye çalışılıyordu. Boğaz köprüsünü kapatan bir grup askerle eşzamanlı olarak, Genelkurmay Başkanı rehin alınıyor, TRT binalarına ve medya kuruluşlarına baskın düzenleniyordu. Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı, kaldığı otelde 40 bordo bereli tarafından önce yakalanıp sonra öldürülmek isteniyordu! Millet, bu sefer evlerine çekilmedi. Birileri tarafından kendileri için yazılan kadere razı olmadı. Sokaklarda, meydanlarda hakkı olanı başkasına yedirmedi. Çatıştı, gazi oldu, şehit oldu. Aradan çok uzun zaman geçmeden, daha güneş doğmadan darbeyi kimin yaptığı ortaya çıkmıştı bile: FETÖ (Fethullahçı Terör Örgütü). ABD’nin 1999 yılında Abdullah Öcalan’la takas ettiği Fethullah Gülen’nin başı olduğu terörist grup, Türkiye’de yönetime el koymak istiyordu. Yıllarca Devletin iliklerine kadar işleyen bu örgüt, Devletin kadroları sirayet eden kişilerle Milletin iradesine el koymak istedi. Feraset sahibi olan bu millet, buna izin vermedi. Bugün, Türkiye’de olan her darbenin ve darbe girişiminin altından NATO- ABD çıkmıştır. Ne zaman Türkiye istikrarlı bir yapıya kavuşsa, NATO bölgedeki amaçları için Türkiye’yi feda etmiştir. Her zaman bir planları vardı. Abdullah Öcalan’ı verip Fethullah Gülen’i aldıklarında olduğu gibi. Ama onların bir planı varsa bu milletin imanı var. Zalimin bir planı varsa, Allah’ın da bir planı var. Sahi, Ortadoğu’da bizi bekleyen binlerce güzel şey varken bize bunları yapan NATO’da neden hala duruyoruz? Dün öyleydi, bugün böyle, yarın için ne bekliyoruz? Eylül’16 • 27


Karantina

Karantina

15 TEMMUZ DARBE KALKIŞMASI SONRASI TV’LER Abdullah Etka AYAN

T

elevizyonların, telefonların, internetin hayat sürdüğü, mesajların alıcıya anlık ulaştığı, sanal ve sosyal medyanın günümüzün her vaktinde bizimle birlikte olduğu bir dünyada ve içerisinde bulunan Türkiye’de bir darbe yapmak için bu saydıklarımı ele geçirmeden ya da etkisiz hale getirmeden bir formül düşünülemez. Eskiden bir sıkı yönetim hali insanların evden dışarı çıkmalarını önlemekle tamam olabiliyordu belki. Fakat bugün, insanların sosyal ağ (internet) özgürlüğü alınmadan olamaz. Nitekim 15 Temmuz gecesi hainlerinin de bunun farkında olduklarını müşahade ettik.

28 • Eylül’16

Darbe kalkışması gecesi, hainler tarafından ilk açıklama internetten, TSK’nın sitesinden yapıldı. Aynı şekilde ele geçirilen TRT yayınlarında, gece yarısından itibaren bir bildiri okutulmaya başlandı. Başta Twitter olmak üzere birçok soyal paylaşım sitesinin Türkiye’deki işleyişi yavaşlatıldı. Buna karşın aynı vakitlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan çeşitli televizyon kanallarına telefon ile bağlandı ve halkı sokağa çağırdı. O gece muhtemelen daha önceden haberdar edilen parti teşkilatları hariç, evinden çıkan on kişiden dokuzu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın CNNTÜRK yayınına bağlanması ile sokağa çıkmıştır.

yayın binası darbeci askerAllah’tan o gece CNNTÜRK’ün lerden geri alındı ve çalışanson dört harfi biraz daha lara teslim edildi. 17 yıldır baskın şekilde yazılmıştı da yaptığı yayınların tümüne TRT’de göremediklerimizi baksanız herhalde on yedi CNNTÜRK’te gördük. Yaptıdefadan fazla duyamayacağı yayınla ve gecenin ilerleğınız Allah, Bismillah, Allayen saatlerinde darbecilerin huekber sesleri binada gece İstanbul’daki Doğan Medya boyu yankılandı. Dahası 17 Center’a, buraya bağlı olan yıldır yaptığı yayınlarda tenkanalların da yayınına el kit ettiği; yobaz, gerici diye koymak için yaptığı baskına, İş, millete düştü ve mil- jurnallediği insanlar kurtardı başka bir zaman söylense beklemeyeceğimiz bir teplet üzerine düşeni bura- CNNTÜRK’ü. Bu yaşananlar, orada çalıki göstererek birçoğumuzu da da fazlasıyla yaptı. şaşırttı. Askerlerin yayın yaGece saat üç sularında şanlara ve bizlere, Rahman’ın pılan bölüme girmeleri oyaTRT binası darbeciler- rahmetinden başka ne olarak görülebilir? Nitekim bir tevalandı, profesyonel ve atik den geri alındı ve TRT fuku satır arasında paylaşhareket edilerek reji tafınçalışanları kurtarıldı. mak istiyorum. dan yayın kilitlendi ve olaCNNTÜRK de sahipsiz bıDarbeden sonraki bir sı bir durum için kumanda rakılmadı ve gösterdiği tartışma programı yayınınAnkara’ya devredildi. Asçabanın karşılığını aldı. da CNNTÜRK ekranlarında kerler yayın yapılan bölüme Ya Allah, Bismillah, Alla- Türkiye’nin çeşitli meydanları girdiklerinde ise spikerler ve huekber sesleriyle yayın gösteriliyor ve ben seyrediçalışanlar ekrandan çekilip binayı boşalttı ama görüntü binası darbeci askerler- yordum. Tek tek her meydankesilmedi. Kesilseydi de Anden geri alındı ve çalı- dan yaklaşık otuzar saniyelik kara’daki CNNTÜRK binasına şanlara teslim edildi. 17 görüntüler yayınlanırken sıra bağlanılacaktı. Keşke TRT yıldır yaptığı yayınların İstanbul’un bir meydanına çalışanları da böyle bir atiklik tümüne baksanız her- geldi ve o meydanı çeken kave profesyonellikle hareket halde on yedi defadan meranın önüne tam olarak edebilselerdi. En azından reji fazla duyamayacağınız ekranı kaplayacak şekilde betarafından görüntü kilitleneAllah, Bismillah, Alla- yaz bir zemin üzerine siyah rek korsan darbe bildirisinin yazılı dev bir pankart açılhuekber sesleri binada okunmasına engel olunabidı ve yaklaşık 30 saniye bu gece boyu yankılandı. lirdi. Daha da azından, bildiri pankart CNNTÜRK ekranında Dahası 17 yıldır yaptığı okutulmadan trafoları patlayayında kaldı. O pankartta tacak bir delikanlı çıkabilirdi yayınlarda tenkit ettiği; şöyle yazıyordu ki görüp de ama olmadı. yobaz, gerici diye jurnal- ders almamak mümkün deİş, millete düştü ve millediği insanlar kurtardı ğil: Ne Yaparsanız Yapın, Zalet üzerine düşeni burada da CNNTÜRK’ü. fer İslam’ın! fazlasıyla yaptı. Gece saat Gecenin ilerleyen saüç sularında TRT binası daratlerinde kanalları tek tek becilerden geri alındı ve TRT ele geçiremeyeceğini anlaçalışanları kurtarıldı. CNNTÜRK de sahipsiz yan darbeciler Türksat’a saldırı düzenlediler. bırakılmadı ve gösterdiği çabanın karşılığını Eğer işler istedikleri gibi gitseydi muhtemealdı. Ya Allah, Bismillah, Allahuekber sesleriyle Eylül’16 • 29


Karantina

len Türkiye’deki bütün televizyon kanallarının yayınlarını keseceklerdi. Keza darbe girişimi başarılı olsaydı durum çok daha kötü olacak, 16 Temmuz günü elektrik, internet, telefon ve tüm uydu bağlantıları kesilecek, halkın birbiriyle bağlantısı tamamen koparılmış olacaktı. Zira, insanların birbirinden habersiz olduğu bir durumda, önceden hazırlanan listelerdeki kişilerin bulunup dev stadyumlarda, sahte mahkemelerin ardından öldürülmeleri daha kolaydır. Eğer gerçekleşseydi herhalde bizim de bu ölümlerden haberimiz, 1961 darbesinde olduğu gibi günler sonra yapılan bir radyo ya da televizyon yayınıyla olurdu. Allah’a şükür ki hain darbecilerin girişimi püskürtüldü ve millet iradesini gösterdi. Darbe sonrası bildiğimiz gibi halk sokaklarda nöbet tutmaya başladı. Bu sıralarda büyük bir ittifakla neredeyse bütün basın-yayın organları ortak bir tavır gösterdiler ve milletin iradesinin yanında yer aldılar. Televizyonlardan gün boyu canlı haber yayınları yapılmaya başlandı. Dizilere ve eğlence programlarına ara verildi. Halk, gün boyu sokağa davet edildi. Yayınlanan tartışma programlarında, çok farklı kesimlerden insanlar belli bir süre için de olsa ortak bir payda da buluştular ve bizler, aslında bağrışmadan, kavga etmeden, birbirine sempati duyarak da bir tartışmanın mümkün olabileceğini görmüş olduk. Ayrıca diziler, yarışmalar, eğlence şovları ve evlilik programları olmadan da hayatın devam edebildiğini yani normal zamanda bir televizyona sahip olmadan da yaşanabileceğini gördük. Belki birçoğumuz bunu 30 • Eylül’16

Karantina

daha önceden de görüyordu fakat önemli olan bunu herkesin görmüş olmasıydı. Günde en az iki-üç kişiyle kavga eden Şükrü Ağabey de TV’deki sabah programlarını izlemeden bir günü geçmeyen Emine Abla da bunu gördü. Hepimizi şaşırtan ve her şeye rağmen gülümseten bu durum nöbetlerin tutulduğu günler boyunca aşağı yukarı devam etti. Darbe teşebbüsünden beş gün sonra, 20 Temmuz gecesi, bakanlar kurulunun toplanmasının ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan Olağanüstü Hal ilan edildiğini duyurdu. Bu kararın getirecekleri malumdur. Nitekim OHAL ile ilgili olumlu ya da olumsuz eleştiriler birçok farklı mecrada önden giden ağabey ve ablalarımız tarafından yapıldı. O gün Cumhurbaşkanı’nın açıklamasından sonra benim aklıma gelen ise daha küçük ve farklı bir durumdu. Söz konusu şey, adı üstünde olağanüstü bir hâl olduğu için bendeniz belirlenen süre boyunca insanlarımızın da bir OHAL havasında yani deminden beri bahsettiğim havada olacağını düşlemiştim. Haliyle, TV’lere ve basın yayın organlarına da darbeden önce sürekli olarak eklenen içeriklerin uzun bir müddet eklenmeyeceğini ve hayatın darbeden sonraki o güzel hâlde süreceğini düşünmüştüm. Fakat esefle belirtmeliyim ki nöbetler bitti o hâl bitti. Her ne kadar belirli bir oranda farklı odak noktalarına kaysa da nöbetler boyunca süren o hâl, o güzel hâl, Yenikapı’daki Şehitler Mitingi’nin ardından 10 ağustos Çarşamba günü, halkın sokaklarda nöbet tutmayı bırakmasıyla sona erdi. 27 gündür tutulan nöbetler-

den sonra nöbet tutulan meydanlar hayatımda hiç görmediğim kadar boştu. Nöbetler tabii ki sonlandırılmalıydı. Lakin nöbetler sonlandırıldı diye nöbet havasını bırakmanın ne manası vardı? O günden sonra sanki hiçbir şey olmamış gibi darbeden önceki hayatına dönen bir yığın insan gördüm. Huylu huyundan mu dersiniz irade meselesi mi dersiniz bunların kalpleri mühürlenmiş mi dersiniz bilmiyorum. Ama aynı şeyleri yaşamışken, ders alan birçok insanın yanında bu kişiler nasıl düşünmüyorlar? Bu kadar yaşanan şeyden sonra geriye dönmek de nasıl oluyor? Bu tavrın karşılığı, bir daha ki sefer helak edilmek olmazda ne olur? Bilmem unuttular mı? Darbe oluyordu darbe! 240’dan fazla insan hayatını kaybetti. Binlerce insan yaralandı. Böyle olmuşken nasıl tekrar eski hayatlarına dönüyorlar, TV’lerde nasıl tekrar hiçbir faydası olmayan fuhuş dolu eğlence programları, diziler, filmler yayınlanmaya başlanıyor ve nasıl Emine Ablalar tekrar izlemeye başlıyorlar bunları? Tartışmalarda nasıl tekrar küfürler havada uçmaya, nefret dolu bakışlar atılmaya, birbirini suçlayarak rant elde etmeye çalışmaya başlanılıyor..?

O hâl ilan edilmeli, hayatın her alanında ilan edilmeli ve o hâl üzerine yemin edilmeli. TV’ler her gün belirli bir saatte en azından darbe teşebbüsü görüntülerini yayınlamalı, gazeteler bir sayfalarını, dergiler bir yazılarını buna ayırmalılar. Bizler hatırlamalıyız ve her daim hatırlatmalıyız ki unutanlardan değil akıllananlardan olalım. Allah, bizleri o hâl’in farkındalığını yaşayanlardan kılsın, bizi OHAL’lerden o hâl’e ulaştırsın ki söz konusu hâl Kur’an-ı Kerim’den öğrendiğimiz üzere Hz. Musa’ın (as) halidir ve bahsettiğimiz tüm olağanüstü hallerin üzerindedir. ‘’Mûsâ, kavminden, belirlediğimiz yere gitmek için yetmiş adam seçti. Onları sarsıntı yakalayınca şöyle dedi: Ey Rabbim! Dileseydin onları da beni de bundan önce helâk ederdin. Şimdi, içimizden birtakım beyinsizlerin işledikleri günah sebebiyle, bizi helâk mı edeceksin? Bu, sırf senin bir imtihanındır. Onunla dilediğin kimseyi saptırırsın, dilediğini de doğruya iletirsin. Sen, bizim velimizsin. Artık bizi bağışla ve bize acı. Sen, bağışlayanların en hayırlısısın.’’ (A’RAF Suresi 155. Ayet) Eylül’16 • 31


Karantina

Enfal Demirtaş

Gençlerin Gözünden 15 Temmuz

Tolgahan Taşkın Darbe gecesi neler yaşadınız ve neler hissettiniz? Biz de babamla son sürat gidiyorduk akşamdı malum. Arabalar da bayraklar her yer cıvıl cıvıldı, bizim korna çalışmıyordu çalışsaydı biz de konvoya eşlik edecektik. Meydana geldik bir coşku bir eğlence ki sorma gitsin. Ölürüm Türkiyem türküsünü hiç bu kadar süre arka arkaya dinlememiştim. Sadece Ölürem Türkiyem değildi bana ilki yaşatan, meydandaki en farklı görünüşlü insanların kol kola girmişliği de beni şaşırtıyordu; kucaklaşmıştık, kardeştik. Mahşeri prova gibiydi evet ama bir eksiklik vardı. Daha da dikkatli bakınca gördüm. Demos ve krotos’un yanına şüheda yazılmıştı. Şaşkındım çünkü gözler siyahla beyazı ayırmakta mahirdi. Ne yapmalı derken bir haber; “meclis bombalanıyor!” Kulaklarıma inanamıyordum ardı ardına yeni haberler geliyordu.Karakollarımız bombalanıyor, uçaklar havada cirit atıyor, tanklar köşeleri tutmaya çalışıyordu. Kanım hızlanmıştı, vakit bedel ödeme vaktiydi. Bir yandan beynimin içindeki uğultuyu dindirmeye çalışıyor bir yandan ne yapacağımı düşünü32 • Eylül’16

yor bir yandan da kulak kesiliyordum yeni haberlere. Ordumuz değilmiş halkını katleden, tasmalı it sürüsüymüş baş kaldıran, yapılacak artık daha netti. Baş kaldıranın başı ezilecek, ihanetin bedeli ödettirilecekti. Emir de gelmişti istikamet meydanlardı. Bedenler ve kocaman yürekler demir parçasına kafa tutuyordu, demir irkiliyordu adeta. Bir haber daha çarptı kulağıma; aslanlara parmak ısırtacak bir yiğit bir iti başından vurmuş. Çok kalabalıktı, haktır dedim devam ettim. Bu sefer de cihadın provasıydı yaşadıklarımız ama bu provada da bir eksik var derken tamamladı o ses o eksikliği: -Es selatuvesselamualeyke ya Resulullah ! Damar kana dar,can bedene ağırdı. Koşmaktı aslolan öyle de yaptı milletimiz esirgemeden, korkmadan , yakışırcasına vurdu mührünü tarihe bir daha. Kan verdi, bedel ödedi fakat imanını ve vatanını vermedi. Ve bir haber daha geldi sonra tanklar boğazı kesmiş milletine ateş ediyor ! Akıl alır iş değildi vesselam.

Darbe gecesi neler yaşadınız ve neler hissettiniz? 15 Temmuz Cuma akşamı, hayatıma her zamanki koşuşturmalarla devam ederken akşam saatlerinde duyduğumuz bir haberle bir an her şey anlamını yitirdi. TV karşısında pür dikkat haberleri izliyorduk. Bütün kanallarda son dakika; “Boğaziçi köprüsü askerler tarafından trafiğe kapatıldı.” Neler oluyor, kim bunlar demeden başka bir son dakika daha; “TSK yönetime el koydu!” Başka bir son dakika daha; “TBMM bombalandı ve uçaklar alçak uçuş yaparak halkı tarıyor!” Bir son dakika daha, bir son dakika daha…. O an sanki hayat durdu her şey anlamını yitirdi. Hayatımda hiç darbe yaşamamış sadece geçmişte yaşanmış darbeleri yaşayanlardan dinlemiş, kitaplardan okumuş biri olarak kendi kendime; ‘’Ne olacak şimdi? Eskiden yaşanmış kötü hatıraları tekrar mı yaşayacağız? Tarih tekerrür mü ediyor gerçekten?’’ diye sordum. Bir insan nasıl olur da milletin tankıyla, milletin F16’sıyla yine o millete ateş eder? O silahın namlusundan çıkan mermi bile milletin mülküyken. O an beynim durmuş, şoka girmiş bir hasta gibi sadece haberleri izliyordum. Başkomutan ekranlarda belirdi ve; “Vatanına sahip çıkın, meydanlara gelin.” Emrini duyar duymaz kendimizi meydanlarda bulduk. Herkes evden çıkarken birbiriyle helalleşti çünkü ucunda ölüm dahi olsa bu yoldan dönülmeyecekti. Bunu en büyüğümüzden en küçüğümüze kadar hepimiz biliyorduk. Meydana indiğimde dehşetle etrafa koşturan kalabalığı, ellerinde kuran okuyan gözü yaşlı teyzeleri, orada bir saldırı olsa gözünü kırpmadan vatan için millet için canını feda edecek gençleri görünce; “hayır dedim, hayır bu sefer tarih tekerrürden ibaret olmayacak! Bu sefer millet buna izin vermeyecek.” Tankların önüne kendini atan insanlar, askerlerin üzerine tek başına yürüyen koca yürekli kadınlar, bu bayrak inmesin diyerek kendi ellerinde bir taş dahi yokken tam takır donanımlı cuntacıların üzerine cesurca yürüyen mücahitler. Beni en etkileyen olaylardan birisi de Kısıklı’da bir gencin ‘Yetişin Abdulhamid’i deviriyorlar!’’ diye slogan atması oldu. Bu millet bu sefer

Karantina Abduhamid’in devrilmesine izin vermedi inşallah. Dünya üzerinde hangi millet bu yürekliliği gösterebilirdi ki? Böyle aziz bir milletin torunu olduğum için bir kez daha gurur duydum. Zaten başından beri Türk milletinin bir olunca neler olabileceğini bilen FETÖ terör örgütünün arkasındaki güçler (şüphesiz FETÖ’nün sadece bir kukla olduğunu herkes biliyor) yıllardır bizi milliyetçilik, ırkçılık, cemaatçilik, şuculuk buculuk altında bölmeye çalışıyorlar ( ki bu konuda başarısız olduklarını da söyleyemem) ama hesaba katmadıkları bir şey var; bölmeye çalıştıkları bu insanlar, söz konusu vatan, millet, bayrak olduğu zaman hangi siyasi görüşten, hangi ırktan, hangi dernekten vakıftan, cemaatten vs. olursa olsun hiç fark etmez herkes vatanı için milleti için bir olur, diri olur. İşte bunu hesaba katmadıkları için hain darbe girişimleri avuçlarında patladı. Onlar bilmiyorlar ki söz konusu şehitlik mertebesi olduktan sonra o şehadet şerbetini içmek için adeta yarışa giren bir milletin torunlarıyız biz.

Vatan nöbetlerine nasıl bakıyorsunuz? Ülkemize yapılan bu hain darbe girişiminden sonra bu millet, vatanı hain insanların eline kalmasın diye hangi görüşten hangi ırktan olursa olsun hep beraber meydanlarda sabahlara kadar nöbet tuttu. İnsanların böyle birlik olması tarif edilemez güzellikte bir şeydi. Bu nöbetlerin hem hain darbecilere karşı birliğimizi göstermek hem de dünya kamuoyuna özellikle de FETÖ’nün kuklacılarına karşı kim olduğumuzu , bayrak için vatan için neler yapabileceğimizi göstermemiz için çok önemli bir şeydi ve nöbete katılıp bir şey yapamasa da en azından verdiğimiz onca şehit için safını belli etmek her kişinin tek tek boynunun borcudur diye düşünüyorum.

Eylül’16 • 33


Karantina

Karantina

“KAHRAMAN” ŞEHZADEBAŞI CAMİİ MÜEZZİNİ

OĞUZHAN BAHTİYAROĞLU HOCAMIZ İLE “O GECE” Yİ KONUŞTUK Röportaj: Asım Ebrar YILDIZ

O gece, 15 Temmuz hain darbe kalkışması gecesi, darbeci askerlerin bir durağı da İstanbul’un Fatih semtinde bulunan Şehzadebaşı Camii’nin karşısındaki İstanbul Büyükşehir Belediyesi binasıydı. Burayı ele geçiren hainler, sokağa çıkıp binanın önüne gelen halka hiç düşünmeden ateş ettiler. Fakat beklemedikleri bir şekilde halk, üzerine yağan mermilere rağmen Şehzadebaşı Camii’nin minarelerinden gelen Sela ve Kur’an-ı Kerim seslerinin de verdiği güçle geri çekilmedi. Polisimizin ve halkımızın birlikte gösterdiği yoğun çabanın ardından belediye binası geri alındı. Şehzadebaşı Camii Müezzini Değerli Hocamız Oğuzhan Bahtiyaroğlu ile ‘’O Gece’’yi konuştuk.

34 • Eylül’16

H

ocam öncelikle siz o gece darbe kalkışmasını ne zaman öğrendiniz, sokağa çıkışınız, camiye gidişiniz nasıl oldu? O gece evde ailemle birlikte oturmuş çay içiyorduk. Televizyonun kumandası bozulmuştu. Bir sıkıntı vardı ya da televizyonda o yüzden kanalları değiştiremiyordum derken çocuklarım internette, sosyal medyada bir şeyler gördüklerini bana söylediler. İşte baba Boğaz Köprüsü’ne tanklar gelmiş, bomba varmış, tatbikat varmış gibi şeyler. Bu yatsı namazından önce değil mi Hocam? (15 Temmuz gecesi İstanbul’da yatsı namazının vakti 22.38 idi) Hayır, yatsıdan sonra. Biz yatsı namazımızı kılıp Şehzadebaşı Camii’nden evlerimize dönerken askerler yoktular. Daha sonra, eve vardıktan sonra bir şeyler duymaya başladık sosyal medyadan. Çocuklarım, baba darbe mi ne olmuş darbe nedir dediler. Ben de onlara, televizyon bozuk olduğu için, telefondan bir canlı yayın açın dedim. Canlı yayını açtığımız sırada Başbakanımız bir darbe kalkışmasının olduğunu söylüyordu. Ben o esnada işin ciddi bir şey olduğunu anladım. Ankara’da patlamaların olduğunu öğrendim. Açıklamayı duymadan önce bizim aklımıza gelen sınırdan yapılan ciddi bir terör saldırısıydı, fakat böyle bir saldırı olsa da özel harekat ve polis varken askerin ne işi var diye düşündük. Tam olarak anlayamadık bu yüzden muhakkak ciddi bir taarruz var Türkiye’ye karşı, bir savaş çıkıyor zannettik. Açıklamaları duyduktan sonra baktık ki iş öyle değil. Asıl saldırıyı Türk Silahlı Kuvvetleri’mizin içerisindeki teröristler yapmış. Tabii bunu öğrenince kimin yaptığını anladık. Çünkü bunların (FETÖ) her yerde yuvalanmış olduğu biliyorduk, böyle bir şey de bekliyorduk ama bu kadar büyük bir şerefsizlik yapacaklarını beklemiyorduk. Masum insanları bile kıyımdan geçirebileceklerini düşünmemiştik. O sıra açıklamalardan sonra gidip abdest aldım. Camiye gitmeyi düşündüm.

O esnada televizyonlarda, Camilerde Sela verilmesinden bahsediliyor muydu? Hayır, henüz bahsedilmiyordu. Herhangi bir detay da yoktu sadece bir kalkışma olduğundan söz ediliyordu. Benim aklıma gelen şey, Doğu da olduğu gibi bir felaket olduğunda Camilerden sürekli Ezan ve Sela okunması oldu. Bir felakete karşı insanları uyarmak için mesela bir dolu yağdığı zaman, hiç unutmuyorum ben çocukken büyüklerimiz bize Ezan okuyun ve hiç kesmeyin derlerdi. Ben ve kardeşim sıra sıra Ezan okurduk uzun uzadıya ki inen gazap rahmete dönüşsün diye. Buna da çok defa şahit olmuştuk. O gece yaşananlar da bir musibetti. İnsanların uyarılması, manevi duygularının ortaya çıkarılması ve yapılanların asıl hedefinin ne olduğunun söylenmesi gerekiyordu diye düşündüm. Daha sonra evden çıktım. Önce camimizin güvenliğini aradım. Güvenlik bana Caminin karşısındaki Belediye Binasında askerlerin olduğunu söyledi. Durum nedir diye sorunca da halk şuan geliyor ama halkın üzerine ateş Eylül’16 • 35


Karantina

ediyorlar dedi. Peki ben geliyorum dedim. Her zaman geldiğiniz yoldan gelmeyin Hocam o tarafta kıyım var dedi. Ben arabayla Camimizin arka tarafındaki Bozdağan Su Kemeri’nin surlarının dibine geldim ve orada arabadan indim. O sırada telefonuma Müftülüğümüzden, Diyanetten mesaj geldi. Cumhurbaşkımızın halkı sokağa davet çağrısı yazılmıştı. Onu gördükten sonra evde oturmanın ya da durmanın zaten hiçbir manası olmadığını anladım. Çünkü Peygamber Efendimiz bile Bedir’e, Uhud’a çıkarken oturmamıştı. Sahabe Efendilerimiz Ya Resulallah seni o kadar seviyoruz ki mahşerde de yanında olmak istiyoruz, ne yapmalıyız dediklerinde, Peygamberimiz şehadeti işaret etmişti ve Sahabe Efendilerimiz de o yoldan gitmişlerdi. O gece de bu ruh vardı. Kimi insanlar Valiliklerin önüne kimi insanlar Emniyet binalarının önüne kimi insanlar Belediyelerin önüne akın akın gidiyorlardı. Hiçbir örgüt o gece olduğu gibi organize edemezdi herhalde insanları. Bir büyük irade vardı. Mesajı gördükten sonra tekrar güvenliği aradım. Bu sefer güvenlik, kesinlikle gelmeyin çok tehlikeli Hocam dedi. Caminin ışıklarını söndür arka taraftan geleceğim dedim. Sonra Fatih İlçe Müftümüz İrfan Hoca aradı. Dedi ki; “Oğuzhan Hoca sizin Caminin orada çok vatandaşımız şehit olmuş, sen neredesin mesajı gördün mü?” diye sordu. “Hocam geldim, camiye 200 metre var dedim.” O arada silah sesleri geliyordu, telefondan da duyuluyordu. Müftümüz, dikkat et çok risk varsa gitme dedi. Ama o saatten sonra can, mal kalmamıştı. Bunla36 • Eylül’16

Karantina rın (FETÖ) başarılı olsalardı ilk olarak susturacakları yer Diyanetti. Biz bunun farkındaydık çünkü bundan önce Diyanet Reisimizi çok fazla rencide etmişlerdi ama Allah fırsat vermedi. Allah’ın lütfu ile Ezanların susturulduğu darbe süreçlerinden darbelerin susturulduğu Ezanların süreci başladı. Ben Bozdağan Kemerinin olduğu yerden önce Caminin yanındaki parka girdim. Oradan, Caminin arka tarafından, camiye ulaştım. Güvenlik, Hocam gelirler, kapıyı kırarlar, sıkarlar dedi. Ben de dedim ölüm gelecekse her yerde gelecek, ne mutlu burada ölürsek. Sonra tereddütsüz Sela vermeye başladık. Hocam o sıralarda Caminin yakınlarında herhangi bir polisimiz, bir güvenlik kuvvetimiz var mıydı? Hayır, halktan üç-dört kişi var ise vardı o kadar. Ben Selaya başlarken Caminin girişindeki büyük demir kapıları kilitledik. Kapıyı kolay kolay kıramazlardı. Kırarlarsa da Allah ne verdi ise karşılayacağız, direnebildiğimiz kadar direneceğiz diye konuştuk. O arada ben Sela vermeye başladım. Benim Sela vermeye başlamamla da bir zırhlı araçtan siren yükselmeye başladı selayı susturmak için. Biz Selayı uzattık bir müddet sonra siren sesi kesildi. Daha sonra Kur’an-ı Kerim’den ayetler okumaya başladım minareden, dışarıya açık mikrofon ile. İlk aklıma gelen Kamer Suresinden ayetler oldu. Bedir Savaşı’nda Hz. Ömer, Peygamberimizin çadırının önünde beklerken Peygamberimizin bu ayetleri okuduğunu duymuş. ‘’Bu topluluk muhakkak bozguna uğrayacak ve ardlarına bakmadan kaçacaktır’’ mealindeki ayetler. Tabii her şey ayetin hükmüne. Bizim niyetimiz oradaki işgalcilerin gönlüne az da olsa ayetin tesir etmesiydi. Kaç saat sürdü Hocam minareden seslenişiniz? Ben yaklaşık bir gibi Sela vermeye başladım ve İBB işgalcilerin elinden kurtulana dek, hemen hemen saat dörde kadar kadar devam ettim. Önce Sela verdik sonra Kur’an-ı Kerim

okuduk daha sonra da Tekbir getirmeye başladık. Bazı sıralarda durumu görmek için ara veriyordum. Minarenin şerefesine çıkıp halkın durumu nedir diye bakıyordum. Resmen bir kıyım vardı. Tarla biçme makinesi nasıl arpa tarlasını girip arpaları döker, orada da işgalciler insanları öyle tarıyorlardı. Siz minarenin şerefesinden askerleri görebildiniz mi Hocam? Evet, İBB’nin girişinde askerler vardı. Çatıda da asker olduğunu söylediler ama ben tam seçemedim. Çünkü şerefenin ışıklarının bazıları hala yanıyordu ana merkezden yönetildikleri için. Ben de çok uzun süre bakamadım. Daha sonra birkaç sivil polis benim gözüme çarptı. Belliydi polis oldukları çünkü tabancayla hainlere ateş ediyorlardı. Ama diğer namussuzlar devletin zurnalı silahlarını kullanıyorlardı. Bunu gördükten sonra aklıma minareden anons etmek geldi bunların dirayetlerinin kırılması için. Genel Kurmay Başkanı Hulusi Akar’ın görevinin başında olduğu, diğer bütün bölgelerin kurtarıldığı, askerlerin kışlalarına döndüğünü bunlara söylemek için minareden anons yapmaya başladım. O sıralarda sağdan soldan minareye mermilerin geldiğini hissettim. Demek bunlara dokunmuş. Ama her zaman söyleyene değil söyletene bakmak lazım. Hocam daha sonra Cami tarafına geçen Polisimiz oldu mu, darbeci hainlere minareden bir müdehale yapıldı mı? Beni minarenin şerefesinde görenler polis zannetmiş. Birkaç defa şerefelere çıkmıştım halkın durumuna bakmak için. Ben daha sonra Asayiş Şubeden tanıdığım bir komiseri aradım. Dedim komiserim bizim minareye iki üç tane keskin nişancı gönderin, buradan müdehale edilebilir darbeci hainlere. Komiser dedi ki biz şu anda Valiliği teslim aldık. Fatih ilçe Emniyet Müdürü Hakan Bey var, sen onu ara dedi, onunla konuş . Ben de Hakan Beyi arayıp söyledim. Kendisi bana siz bütün ışıkları karartın biz de iki üç arkadaş gönde-

relim dedi. Biz bu defa bütün ışıkları kararttık. Arka taraftan polis arkadaşlar geldiler. Tabii Selalara devam ediyoruz. O sırada güvenlik arkadaşlar da Hocam biz kapının önündeyiz siz durmayın devam edin dediler. Sonra arka taraftan arkadaşlar geldiler ve ana kapıdan müdehale etmeye başladılar. Bu sefer çatışma başladı ve yarım saat kadar sürdü. O sıralar Caminin önüne bir yerden gaz bombası attı işgalciler. Ben minaredeydim ve yanımda bir Polis arkadaş da vardı. O da mikrofondan çeşitli anonslar yaptı işgalcilerin direnişini kırmak için. Daha sonra çatışma devam etti. Tabii ki halkımızın payı çok büyüktü. Askerler geri kaçınca milletimiz üzerlerine yürüdü. Yine de polisimiz merhamet etti. Gelip dediler ki Hocam anons edelim ere, erata dokunmasınlar, bize versinler. Ben de anons ettim. Ve operosyon bitirildi, Belediye binası işgalcilerden geri alındı halkımızın yardımıyla. Fil vakasında Ebrehe’nin ordusunu o gün Allah Ebabil kuşlarıyla bitirmişti. Bugün ise Ebabiller Polisimizdi, Milletimizdi ve Minarelerdi. Tabii bizim yaptığımız kürre-i arzda bir zerre misaliydi. Fakat halkımızın yaptığı, mermilere karşı çıkarak, tankların önüne yatarak, başka hiçbir imanda olmayacak bir şeydi. Tarif edilemez bir şey. Eylül’16 • 37


Karantina

Karantina

15 Temmuz’un Think Tankları Dücane DEMİRTAŞ

T

hink tank ya da Türkçedeki karşılığıyla düşünce kuruluşlarının kendilerine devlet mekanizmalarında ikinci dünya savaşının bittiği soğuk savaşın başladığı dönemde ciddi şekilde karşılık bulduğu görülüyor. Daha çok Amerika merkezli, birçok alanda yaptıkları çalışmalarla devletin gölge politikacıları konumuna yerleşen bu kuruluşların 90’lı yılların başına geldiğimizde özellikle ABD başta olmak üzere birçok batılı ülkenin politik ve ekonomik eğilimlerini şekillendirme de yumuşak güç sahibi oldukları daha da aşikarlaşıyor. Tabi karşımızda masa başında kafa patlatan ya da goygoy yapan bir ekip değil sağlanan milyon dolarlık bütçelerle seçtiği bölgeyi ekonomik, politik, sosyolojik, dini, kültürel ve tarihi tüm yönleriyle araştıran daha da ileri gidip geleceği hakkında tahminde bulunup, o bölgenin kaderi üzerinde söz sahibi olma cesaretini gösterip dengeleri gözeten bir oyun kurucu olan role sahipler. Bunlardan en çok duyulanı Santa, Monica ve California merkez-

38 • Eylül’16

li, yıllık 251 milyon dolarlık bir bütçeye sahip olan RAND Corparation olsa gerek. Aynı şekilde gölge CIA olarak görülen Stratfor Enstitüsü ve New York merkezli senelik bütçesi 38.3 milyon dolarla Amerikan dış politikasını şekillendirdiğine inanılan Council on Foreign Relation’ı unutmamamız gerekiyor. Bunların yanında; • • • • • • • • •

Brookings Institution, Carnegie Endowment for International Peace, Heritage Foundation, Woodrow Wilson International Center for Scholars, Center for Strategic & International Studies, American Enterprise Institute, Cato Institute, Hoover Institution, Chatham House,

Bu tür kuruluşların genelde iki pratik gayesi vardır. Bunlardan birincisi sömürülecek olan bölgeye dair o bölgedeki yerlilerden daha fazla bilgiye sahip olarak adeta onlardan çok onları bilerek herhangi bir politika üretilmeden önce o bölgeye dair doğru

2011 Arap baharından sonra geçenlerde ABD eski büyükelçisi Jeffrey’inde dediği gibi batılıların açıkça Erdoğan’a karşı tavır almaya başladıkları ve kendisini devirmek istedikleri herkes tarafından aşikar. Erdoğan’ın bölgede bağımsız bir politika güdebilmek için yeni müttefik arayışına girmesi, çoğu kez NATO pragmatizmini yok sayarak komşularına yakınlaşmaya çalışması ve geçmişten gelen tarihi, kültürel ve dini hinterlandını Kafkasya, Balkanlar,

resmi görebilmeyi sağlamak. RAND Corparation’ın 2000 yılında yayınladığı 7 bölümlük Irak raporu herhalde işgal öncesi bu işlevi gördü diyebiliriz. Benzer şekilde aynı kuruluşun Afganistan’ın ABD tarafından işgalinden 10 yıl önce yani 1991 yılında “Islamic Fundamentalism in Afghanistan” başlığı altında bölgede yükselen radikal İslami hareketlerin bölge istikrarı için kaos(!) anlamına geldiğini dile getirdiğini de hatırlamalıyız. İkinci pratik işlevse bu kuruluşların hakimiyet altında tuttukları bölgelere dair uzun vadeli ürettikleri projeksiyonlardır. Örneğin Carnegie Endowment for International Peace’ın 2005 yılında yayınladığı “Central Asia: Second Chance”, Kırgızistan ve Kazakistan raporlarıyla birlikte Sovyet hegemonyasından kopan diğer Orta Asya ülkelerinin üzerine yaptığı çalışmalarda bölgenin dinamikleri dikkate alınmış. Hatta Fethullah Gülen’in bölgedeki etkinliği birçok düşünce kuruluşu tarafından batının nüfuzu olarak görülmüş ve Foreign Policy dergisi 2008 yılında da kendisini en etkin entelektüellerden biri olarak seçmiştir.

Ortadoğu ve Afrika üzerinde hissettirmeye çalışması hiç kuşkusuz ABD ve batının kendisine biçtiği dar kıyafeti yırtıp atması anlamına geliyordu. Her ne kadar batının yüzyıllık sömürgeci kurumsallaşmasının bu bölgelerdeki ağırlığı Türkiye’nin miras aldığı hinterlanttan daha etkin ve kullanışlı olsa da Erdoğan daha önce cesaret edilmemiş bir hamle yaparak bu bölgelerin hepsini ortak değer havzası etrafında batıya ve doğuya karşı bir denge unsuru yapmaya çalıştı. Evet, şu açık ki planlı bir çalışmanın değil de daha çok potansiyel hinterlandın sınırlarını keşfetmenin heyecanıyla yürütülen bu politika ne yazık ki akamete uğratıldı, fakat şu da görülmüş oldu ki batı sömürgeciliğinin karşısında alternatif bir güç, planlı bir kurumsal yapı bir denge unsuru olarak efendilere rağmen yaratılabilir. Hiçbir şey değilse böyle bir umudun bölgede son 5 yıldır müdavimi olmak ciddi olarak batıyı rahatsız etmekte. Bu bakımında rahatlıkla Gezi Parkı’ndan bugüne kadar gelen süreçte batılı medya ve düşünce kuruluşlarının sürgit nasıl Erdoğan’ın devrilmesi için zemin hazırlamaya

• •

International Institute for Strategic Studies, Stockholm International Peace Research Institute, da’ aklımızda bulunsun.

Eylül’16 • 39


Karantina çalışıldığı konusunda açık deliller var. Soros ve AB fon destekli STK’lar bu işin laboratuar kısmıyla uğraşırken, düşünce kuruluşları Erdoğan’ın devrilmesi için Türkiye’nin bütün dinamiklerini ortaya koyan raporlar ortaya koyuyorlar ve ardından da Erdoğan sonrası Türkiye’nin vizyonunu şekillendiriyorlar. Bu kuruluşların darbe öncesinde nasıl Erdoğan’ı devirme gayesi güttüklerini yaptıkları haberleri derlersek daha anlaşılır olacaktır sanırım; Hatırlanacağı üzere Stratfor Enstitüsü Temmuz 15 gecesi Erdoğan’ın kodu değiştirilmiş İstanbul’a uçan uçağını dakika dakika Twitter üzerinden haritada nerede olduğunu adeta “aha burada vurun!” edasıyla göstermiş ve hemen ertesi gün “Darbe niçin başarısız olacak” adlı bir yazı yayınlamıştı. Aynı kuruluş 15 Nisan 2016’da Türkiye’deki sol militanların çok daha organize bir yapıya sahip olduğunu ifade eden tehditvari bir yazı yayınlarken bir ay sonra Sykes-Picot’u anımsayarak “Modern Ortadoğu’nun bir yüzyılını işaretlemek” başlığı altında bir değerlendirmede bulunacaktı. Bundan tam bir yıl önce 23 Ağustos 2015’te Brooking Enstitüsü ise “Sivil Savaş Türkiye’ye mi geliyor?” başlığı altında bir makale yayınlamıştı. Amerikan dış politikalarını doğrudan şekillendirdiği düşünülen Council on Foreign Relations ise bizimle daha fazla ilgili(!) davranarak 7 Haziran seçimlerinin ardından Türkiye’nin giderek çözüldüğü üzerine bir haber yapacakken Eski ABD Ankara büyükelçisinin de katıldığı 27 Nisan 2016 tarihli “Türkiye hakkında ne yapmalı” adlı bir panel düzenleyecekti, 15 Temmuz darbe girişiminden 4 gün sonrasındaysa “Türk askeri nerede kaybettiği Mısır askeri nerede kazandı”, “Erdoğan nasıl Türkiye’yi daha fazla otoriterleştirdi” makalelerini yayınlayacak ve nihayetinde “Türkiye artık güvenilir bir müttefik değil” düşüncesini son bir değerlendirmeyle 12 Ağustos günü itiraf edecekti. Aynı şekilde Carnegie Endowment for International Peace darbenin sebebini “Darbeyi Türkiye’nin Rusya’ya yakınlaşması mı tetikledi?” başlığında 10 Ağustos’ta yayınladığı bir makale açık ediyordu, aynı kuruluş 13 Haziran’da Fethullah Gülen’in ABD için Sovyet hegemonyasından yeni kurtulmuş Orta Asya ülkelerinin demokratikleşmesi adına oynadığı rolün nasıl paha biçilemez olduğunu yayınlayacaktı. American Enterprise Institute ise 27 Nisan’da yayınlamaya başladığı “Türkiye NATO’un içinde? Hayır!”, “Erdoğan istifa etmeli”, “Türkiye için muhte40 • Eylül’16

Karantina mel daha fazla terör saldırısı” adlı yazı dizisini darbe gecesi yayınladığı “Türkiye’deki darbe bir umut anlamına gelebilir” analiziyle doruğa ulaştırarak, 19 Temmuz’da “Gülen’i teslim etmek? Ciddi misin?” ve 10 Ağustos’ta muhtemel kullanılacak kartı hatırlatarak “Kürtler Türkiye’yi kurtarabilir mi?” başlığında yeni raporları piyasaya nasıl sürdüğü hatırlanmalı. Aynı şekilde başarısız darbe girişiminin yarattığı öfke duygusu, Cato Enstitüsü’nde 25 Temmuz’da yayınlanan “Yeter! Amerika hilekar Türk müttefikiyle arasına mesafe koymalı” makaleyle anlaşılabilir. Bir diğer dikkat çekici yazı serisiyse Hoover Enstitüsü’nün Ekim ve Kasım 2014 aylarında “NATO’nun sonu” ve “Dünya savaşta” adlı yayınladıkları makalelerde Erdoğan’ın NATO için her zamankinden daha büyük bir tehlike olduğu ve radikal grupları desteklediği açıkça belirtiliyor. Aynı kuruluş geçen senenin Aralık ayında “Erdoğanın Türkiyesi: şaibeli müttefik” adlı makaleyi ve darbeden hemen bir gün sonra 16 Temmuz’da ise “Türkiye’deki darbeden çıkarılacak dersler” adlı yazıyı yayınlayacaktı. Bir Yahudi kuruluşu olan Foreign Affairs’inde darbe öncesi ve sonrasında yayınladığı bir dizi yazıyı da göstermek de fayda var zira 30 Mayıs’ta Amerika’da yaşayan ve bir çok Think tank kuruluşuyla çalışan Türk bir bayan (Gönül Tol) darbeden bir buçuk ay önce 30 Mayıs günü “Türkiye’nin gelecek askeri darbesi” adlı makalesinde askerin müdahale için yeterli kine sahip olduğunu yazmıştı. Yine aynı dergi aynı gün 20 Şubat 2014 tarihli yayınladığı iki yazı dizisinde ABD’nin tarafının açıkça ortaya koyuyordu, zira Erdoğan ile yapılan müttefikliğin sonuna gelindiği “Yanlış dostlar” makalesinde yer ederken Fethullah Gülen için “Müslüman Martin Luther?” deniliyordu. Darbeden iki gün sonraysa “darbe niçin başarısız oldu” başlığı altında özeleştiri ya da bir fırça çekme yazısı piyasaya sürülürken on gün sonra adeta iç çekilerek “darbe niçin iyi bir şey olabilirdi?” adlı makale 26 Temmuz’da yayınlanacaktı. Daha pişkince bir tutumsa Foreign Policy tarafından darbeden 4 gün sonra yayınlanan ve açıkça ABD’nin darbeden yana olduğunu gösteren “ Eğer Türkiye’deki darbe başarılı olsaydı, Washington işbirliğine devam eder miydi?” adlı makaleydi. Darbe gecesiyse aynı dergi “Darbe sebebiyle Erdoğan’ın kerndinden başka suçlayacağı kimse yok” diyecekti.

15 TEMMUZ: ŞAHLANIŞ GECEMİZ Elif İrem SAFSOY

B

ağlarbaşı Kültür Merkezinde Berat Albayrak’ın konuk olduğu adını hatırlayamadığım ekonomi üzerine bir oturuma katılmıştım. Her neslin kendi motivasyonunu oluşturduğundan bahsetmişti. 28 şubat mağdurları, artık kimilerinin ‘mağdur’ olmanın kremasını yediğini düşündüğüm bir motivasyon. Sonra bizlere dönüp başkalarını hikâyelerini dinlemenize gerek yok siz de kendi motivasyonunuzu oluşturacak birçok şeye şahit oldunuz demişti. Ergenekon ve balyozda yaşımız küçüktü, Davos’ta içimizde bir heyecan uyanmıştı. Gezi olayları, mit krizi 17-25 Aralık derken bugünlere geldik ama bir şartla. Telefon. Motivasyonumuzu 1 dakika için tarumar edecek bir telefonumuz vardı, ucunda da tam anlamıyla bir tuşla ulaşabileceğimiz dipsiz bir dünya... Aracı amaç haline getirmiştik yine. Berat Bey o gün orada olan gençlerden belki birçoğunun onu hiç dinlemediğini ama akşam orada çektiği selfieleri paylaşıp tartışma başlatacağını söylemişti. Buradan analiz kasmayacağım.

Zaten söylenebilecek birçok şeyi birçoğumuz söyleyecek durumdayız maşallah, bizlerin bilmediği yorum yapamayacağı şey yok. Motivasyon dediğinde aklımdan yalnızca bir anda hızla esen düşünceye gelmek istiyorum, rüzgârının o gece beynimde şimşekler çakmasına neden olan cümle: “Ama yine de bir darbe yaşamadık” Evet vatanıma, geleceğime, ırzıma pis eller uzandı farklı şekillerde ama namlusunu bana doğrultmuş tanklar görmemiştim sokakta.Ya da TRT’den beynimi uyuşturan bildiriler duymamıştım. 15 Temmuz gecesi suçlu hissettim sanki bunu düşünceme düşürmem bile yaşanmasına neden olmuş gibi suçlu.

Eylül’16 • 41


Karantina O kadar uzaktı ki ‘darbe’ tanımı ve gerçekliği dâhilinde bir o kadar çağ dışı idi ki. Sanki o çağ dışı olaydı bizim motivasyonumuzu oluşturacak. Yanılmışım ve belki yanılmışız. Ne mi oldu o gece? 4 kuşaktır sülalesi İstanbul’da yaşayan vatandaş olarak ne kulağımdan sesi gitmeyen F16’lar ne unutamadığım ölecekmişim hissi miras kaldı bana çünkü tam da o günün akşamında ailemle yazlığa gitmiştik. Aksine çok sessizdi oralar ölüm gibi sessiz. Kalkışma girişimi denilmeden evvel köprü kapatıldığından beri haberleri izliyordum. Spiker ve stüdyodaki herkes bomba olduğu kanaatindeydi zaten Paris saldırısının hemen ertesi günüydü. Sonra jandarmanın köprüyü kapatması çok da bomba olma ihtimalini karşılamıyor gibi geldi herkese. Anneme dönüp “anne darbe olmasın sakın“ dedim. Annem bana öyle bir güldü ki alındım bile biraz. Ne olursa olsun kendi fikrimi o denli tiye almasına alındım.“Saçmalama kızım o günler mi kaldı” dedi. Şimdi keşkeler sıralasak değişen bir şey olur mu keşke annem haklı olsaydı, keşke annem benimle ömür boyu dalga geçseydi, ağzımı açtığım her seferde sus sen de analiz kasma biliyoruz seni deseydi. Keşke keşkenin bir çözümü olsaydı.Belki çoğu kahraman gibi kahramanca hikayem yok benim, adını dahi koyamadığım ilk defa inkişaf eden duygularım, yalnız kendi nefesimi duyduğum sessizlikte ‘beklemek’ vardı o gece. Evladının yandığını gören ama bedenini dahi siper edemeyen annenin çırpınışıydı sanki benimki. O kadar garip ki kendi babamdan önce cumhurbaşkanımızı merak ettim. Ayıp değil günah değil gerçekten öyle olduğu için yazıyorum kendini çok da reisçi diye tanımlamayan bir kız olarak. Çok ilginç bir teva42 • Eylül’16

Karantina fuk, o gece İstanbul’da olsaydım Acıbadem’de olacaktım ve pek tabiî ki içime sorsam gözümü kırpmadan telekomun önünde olacaktım. Belki de şehadet şerbetinden nasibim yoktu(?!) Hala bunu düşünmeden edemiyorum. O sırada bir yazlığım olduğu için, alçakça alçak uçuş yapan jet sesleri yüzünden bugün psikolog psikolog dolaştırdığımız bir küçük kardeşim olmadığı için sahi şanslı mıydık? İşte pişmanlığım da burada başlıyor nasipsizliğim burada. Belki kurşun sesiyle şehadete koşmak varken ölüm sessizliğinde beklemek düşmüştü bizlere ki bu nasipsizliktir. Tabi ki hayatta kalan da teslim olmalı. Gerçek şu ki bu hayatta herkese verilen süre, biçilen rol başka. Belki de yalnızca yaşamamız gerekenleri yaşamak içindir hayatta kalışımız. Ama ben yine de kendimi nasipsiz hissediyorum. Olayın şokunu atlattıktan sonra bol bol dua etmeye, Fetih’ler okumaya, hatimler indirmeye başladık.Niyazım o ki inşallah semada hak ile batılın savaşına katkımız olmuştur. Motivasyon demişti ya Berat Bey, işte o gece sordum kendime şimdi buldun mu motivasyonunu gerçekten? Başta gençler olarak ne İslam’ın sancaktarlığına ne kamil bir imana aday olamayışımızın sebebi açık bir darbe girişiminin eksikliği miydi? Aslında hiç hakkımız yokmuş gevşemeye, ehli küfür gibi yaşamaya, gaflete dalmaya. Hep aynı kasetmiş çalıp oynadığımız. Ama yine de ümit ediyoruz ki bir şey değişti o gece: 15 Temmuz’da biz, cephede kendini kanıtlamış bir milletin fikriyatta, kültürel bağlamda, İslam’ı yaşama gayretiyle de şahlanışına, yeniden ben de varım nidasına şahit olduk.

ALKIŞLAR! DİM DİK DURAN TÜRKİYE’YE Toleuzhan GALİYEVA

K

azakistan’dan Türkiye’ye ilk gelişim 2012 senesiydi. Geldiğim senede beni şaşırtan çok şeyler vardı. Hem güldüren hem ağlatan olaylar yaşadım. Şaşırtan noktalardan birisi de sokakta dilencilerin olmaması, bulunmaması. İçimden “Maşallah bu ülkede dilenci yok. Demek ki güçlüler zayıflara sahip çıkıyor” düşüncesi geçiyordu. Zaten öyleydi. Sonra bir sene geçince sokaklarda çocukların, teyzelerin kimisi yardım isteyerek kimisi mendil/peçete satarak hayatını geçindiğini fark etmeye başladım. Metrobüs hattına geçmek için köprü üzerinden geçerken köprü yolunda oturan dede ve kız torunu ikisinin Suriyeli Pasaportu ile el uzatıyordu. Çok acı bir görünüş. Hem de Müslüman bir ülkede böyle bir durumla karşılaşmak üzücüdür. Ancak bu görüntü artık herkesin gözünde alışılmış hale gelmiştir. Biliyorsunuzdur alışmış kudurmuştan beterdir. Hz Ömer’in (r.a.) güzel

sözü geldi aklıma… “Dağlara buğdaylar serpin! Müslüman ülkede kuşlar aç demesinler!” Kuşlar için böyle özen gösteriliyorsa Müslüman ülkesinde, zayıf insanları daha da iyi korunmalı. O zamanlarda zalim Esed’in askeri kadın, çocuk veya yaşlı bakmaksızın halka saldırı yaptılar. Ülkesinden zülüm gören Müslüman kardeşlerimiz sınır komşusu olan Türkiye’ye sığındı. Yani Peygamber Efendimiz zamanındaki gibi Ensar kardeşlerin yanına zulümden kurtulmak amaçlı hicret ettiler. Muhacir oldular. Türkiye halkı da ne güzel Ensarlık yaptı. Allah karşılıklı olarak ahirette hesaplarını kolaylaştırsın inşallah. İşte yıllardır bu Müslüman halklara, elde ettikleri yerli işbirlikçi yöneticiler eliyle eziyet eden, halkı rahatça öldüren, zulm eden Amerikan uşağı zalimlerle birlikte, Filistin, Afganistan, Lübnan, Libya, Mısır, İrak ve Suriye gibi nice ülkeleri sömürgeleştirerek, ülkelerde iç

Eylül’16 • 43


Karantina savaş çıkartarak, insanlara baskı yaparak planlarını yürütüyorlardı. Oyunun planlandığı ülke Türkiye seçilmişti. Fakat büyük şeytan olan Amerika, bu ülkede Osmanlıların torunları olduğunu unuttu. Osmanlı İmparatorluğun güçlü nesillerini unuttu. Baskıya ve teröre boyun eğmeyeceklerini unuttu. Planladıkları ve uygulamaya koydıkları darbe girişimi güçlü devlet başkanı ve sıcakkanlı halk sayesinde püskürtüldü. Darbeyi başaramadılar, beceremediler. Çünkü halk arasında birlik var, beraberlik var. Batılılar belki bir dalı kırabilir lakin çok dalı kıramazlar. Evet, 15 Temmuz herkes için uzun ve unutulmaz bir geceydi. O gece herkes aynı haberi alırken farklı şeylerle uğraşmaktaydı. Kimisi evde, kimisi dışarıda, kimisi uyuyor, kimisi de mutfakta çay içiyor, salonda televizyondan haber izliyor… her neyse. Ben de 15 Temmuz darbe öncesi arkadaşlarımla evdeydim. Teheccüd namazına kalkmak amacıyla erken uyumaya karar verdim. Saat 22:00 civarında yan odadan arkadaş geldi ve bizim Kazakistan Konsolosluğundan haber geldi dışarıya çıkma yasağının olduğunu söyledi. Ben önem vermedim, çünkü hep öyle haberler geliyordu. Amaaaaaan diye uykuya devam ettim. Alarm çalmadan ev arkadaşlarım titreyen bir sesle uyandırdılar. Çok telaşlı idiler. Ben hala uyku vaziyette idim. Taki açık olan pencereden bağırma çağırma sesleri duyana kadar. Sonra hemen kalktım baktım … İnsanlar sokakta ellerindeki valizle kaçıyorlar. Kimileri marketten poşet poşet gıdalar almış. Hiçbir şey anlamış değilim. Dünyadan haberim yok. Ne oluyor diye açacak televizyonumuz

44 • Eylül’16

Karantina yok. Tek çare bilgisayarı açıp internetten durumu öğrenmek. Hiçbir medya, web sitelere ulaşamıyoruz. İnternet dondu kaldı açmıyor. Uzun sürünce bilgisayardan umut kesildi. Telefondan arkadaşlara whatsapp üzerinden ulaşayım dedim. AKV’den Sümeyye kardeşime ulaşabildim. Dışarıda olan kaostan hiçbir şey anlamadığımı söyledim. Ses kaydını gönderdi. Belli dışarıdaydı. Çünkü korno sesleri, Allahu Akbar tekbirleri geliyordu… Türkiye’de darbe girişimin olduğunu, askerlerin polise karşı çıktıklarını ve devleti ele geçirmek istediklerini, paralelcilerin ülke yönetimine el koymak istediklerini ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın halkı meydanlara davet ettiğini haber verdi. Bir an dondum kaldım…şaka mı gerçek mi…Sonra durumu ciddiye almaya başladım. Yine de inanamıyordum. Türkiye’de böyle bir şey olamazdı. Çünkü Tayyip gibi reisleri vardı. Allah’a çokça hamd eden halk vardı. Sokaklarda ve meydanlarda halk tarafından darbe karşıtı protesto gösterileri düzenlenmeye başladı. Öylece sabaha kadar bomba sesleri, havada uçan helikopter ve F-16 savaş uçaklarının gürültüleri korkutucuydu. Gerçekten korkunç bir gece idi. Ama çok şükür Allah’ın izniyle zalimler üstün gelemediler. Yenilgiye uğradılar.

Üzücü olan şey, o gece İstanbul’daki Boğaziçi ve Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nün jandarma tarafından kapatıldığında askerin silahına karşı cesaretle yürüyen şehitlerimiz ve yaralılar vardı. Allah onların şehitliklerini kabul etsin. Yüce Allahın kitabı - Kuranı Kerimde şöyle meallendiriliyor: “Allah yolunda öldürülenlere “ölüler”” demeyin. Bilakis onlar diridirler, lâkin siz anlayamazsınız.” (2/BAKARA-154) Allah hayatını kaybeden - şehit kardeşlerimizin yakınlarına sabır versin, yaralı arkadaşlarımıza da acil şifalar versin inşallah. İslam coğrafyasında şu an en güçlü devlet Türkiye Cumhuriyetidir. 15 Temmuz Darbe girişimi Türkiye’de yöneticileri ile halk darbeye karşı bütünleşti. ABD, NATO ve darbeci Gülen taraftarı darbecilerin, Türkiye’yi parçalamayı hedefleyen tuzaklarına karşı, tarihte bir örneği olmayan bir direnişle canı pahasına karşı koyan insanların dik duruşları sayesinde başarısız oldu. Yoksa Türkiye’yi resmen Suriye gibi ya da diğer parçalanan halkı müslüman ülkeler gibi yok etmek, kendileri ve Türkiye’yi çökertmek istediler. Burada kuracakları kuklalarla beraber tüm İslam coğrafyasına temelli olarak çörekleneceklerdi. Onları koruyacak bir devlet te olmayacaktı. Hesaplar sadece Türkiye üzerine kurulmamıştı. İslam coğrafyasının hepsini uzun yıllar dirilemeyecek şekilde işgal edeceklerdi. Buna Türkiye engel olabilirdi. Lider ülke Türkiye’nin parçalanması ve çökertilmesini planlamışlar, darbeyi de bu hesap üzerine oturtmuşlardı. Ancak Müslüman halkların üzerinde Türkiye’nin önemi çok olduğu için bu ülkeye saldıran ve yıkmak isteyen Amerika köpekleri mağlup oldular. Son yıllarda Türkiye, her yönden hızlı gelişmeye başladı. Kendi çıkarları için hareket etti. ABD ve batılı devletlerin taleplerine karşı duruş sergilemeye başladı.Tabii ki de bu Batının işine gelmediği için Türkiye’yi durdurmak istedi ve darbeyle işgal etmeye çalıştı. ABD nin her emrinin yerine getiren her dediklerini yapan çakal Fethullah Gülen Türkiye’de kendine bağlı insanlarını kullanarak darbe girişimine ortak oldu. 15 Temmuz gecesi tarihte, insanların zikrinde kalbinde yazılan bir gecedir. Bazı basın

yayınlarda 15 Temmuz gecesinde yaşadığımız darbe girişimi değil. Bu Türkiye’ye yapılan bir saldırıydı diyorlar. Bu fikir yorumlar dışında insanı sinirlendiren bir düşünce daha vardır. Darbeyi zorla, alın terleriyle atlattırdıktan sonra bazı insanlar bu darbenin sadece bir oyun olduğunu yayanlar, işin ciddi tarafına görmeyip, onca şehitlerimiz varken, bombalara ve mermilere karşı o gece vatanı korumak için ölümü göze alan cesurca öne çıkanların mücadlelerini nasıl inkar ederler anlamıyorum. Darbe girişiminden sonra meydanları boş bırakmayıp nöbet tutan halktan Allah razı olsun. Bastonlu nineler, dedelerden tutun da 2-3 aylık bebeğiyle nöbete gelen milletten, bu ülkenin halkından gurur duyuyorum ve örnek alıyorum. Sonuç olarak bir grup asker tarafından gerçekleştirilen askerî darbe teşebbüsü başarısız oldu. Verilen mücadele ve direniş ruhu ile darbe girişimi bastırıldı ve darbeci askerler teslim oldu. Her dönemin bir Firavunu olduğu gibi bu dönemin zalimi, terbiyesiz Fethullah nice insanların hakkına giriyor. Kötülük yapıyor. Kendine tabi olanları aldatıyor. Kısacası Münafık sıfatına uyuyor. Eylül’16 • 45


Karantina

Cenab-ı Hak buyuruyor ki: Beni zalimlerin işlediğinden gafil zannetme. Kim ne yapıyor kim ne düşünüyor, kimin kalbi sağlam kimin kalbi bozuk biliyorum. Peki, Ya Rabbi niye cezalarını vermiyorsun, diye sorulursa. Ben onların cezalarını öyle bir güne tehir ediyorum ki o günde gözler korkudan fırlayacak. O gün dehşet günüdür. Bu sene Türkiye için zor geçti. Rusya ile uçak düşürme çatışmaları, Sultanahmet Camiyi ve Ayasofya meydanında bomba patlama, Atatürk Havalimanında terör saldırısı ve bombaların patlaması vs. Buna rağmen Türkiye hala ayakta dim dik duruyor. Helal olsun sana Türkiyem. Bir yabancı olarak Darbe girişimi olayı hepimizi şok etti. Filipinden, Tayland, Endonezya, Malezya, Afrika ve başka da farklı ülkelerinden buraya eğitim almaya gelen arkadaşlarım 15 Temmuz gecesi şaşırdıklarını ve ilk defa böyle bir direnişle karşılaştıklarını, Suriyeli kardeşlerimizin yaşadıklarından az bir payda olsa onların neler hissettiklerini söylediler. Diyorlar ki, biz bir gece böyle seslerden korktuk. Ama Suriye’de insanlar her gün bu korkunç seslerle uyumaya çalışıyorlar. Türkiye’deki bu darbe teşebbüsüne çok üzüldüklerini anlatıyorlar. Kendilerini Türkiye’ye yabancı hissetmiyorlar artık. Türk halkıyla beraber meydanlarda sabaha kadar nöbet tutuyorlar. Zaten Türkiye’ye gelen gitmek istemez. UDEF - Uluslararası Öğrenci Dernekleri Federasyonu, Sefire-i Alem Uluslararası Öğrenci Derneği, Bâb-ı Âlem Uluslararası Öğrenci Derneğinden mezun olan arkadaşlar Türkiye’den üzülerek ayrılıyorlar. Gözlerinden yaşlar geliyor. Kendisini sevdiren Türk Milleti, güzel davranan hocalar, ırk renk ayırımı görmeyen yabancılar artık Türkiye’deki müslümanlarla kendilerini birbirlerinden ayrılmaz kardeşler sayıyorlar. Kendilerini hoş karşılayan devlet ve kendilerinin eğitimlerini en iyi bir şekilde, düzenleyen devlet başkanının çok büyük zevgiyi haknettiğini bilmektedirler. Bu yüzden Türkiye sadece Türk Milleti için değil dış ülkeden gelen kim varsa herkes için önemlidir, değerli ve kıymetlidir. Hatta İslam coğrafyasındaki bütün devletler için kıymetlidir. Hepsinin umududur. Bu umudu yıkmak isteyenler Allah’a şükür başarılı olamadılar. 46 • Eylül’16

Ben şuna inanıyorum ki, darbe olayı hepimizi silkeledi. Hepimizi birleştirdi. Şu cemaat bu cemaat demeden el ele kol kola olduk. Şu parti bu parti demeden sırt sırta olduk. Ellerimizi güçlendirdi. Uyanık olduk. Tedbirli olmayı bir daha hatırladık. Kazandık diye rahatlamak yok. Çünkü düşmanlar fırsat bulunca hemen harekete geçerler. Buna izin vermemeliyiz. Başladığımız ritim ile mücadeleye devam etmeliyiz. Türkiye’mizi koruyacağız. Köle olmayacağız. İslam dünyasının ÖNCÜLERinden, Ümmeti Muhammed nesillerinden olacağız inşallah. Hepimize geçmiş olsun. Başımız sağ olsun. Cenab-ı Hak buyuruyor ki: Beni zalimlerin işlediğinden gafil zannetme. Kim ne yapıyor kim ne düşünüyor, kimin kalbi sağlam kimin kalbi bozuk biliyorum. Peki, Ya Rabbi niye cezalarını vermiyorsun, diye sorulursa. Ben onların cezalarını öyle bir güne tehir ediyorum ki o günde gözler korkudan fırlayacak. O gün dehşet günüdür. Bununla birlikte Cenab-ı hak buyuruyor: Ben bu zalimleri bilmiyorum zannetmeyin. Ben sizi onlardan kurtaramam da zannetmeyin. Hepsine kadirim. Bir an içinde hepsini yok edebilirim. Biz Allah’ın yaptığı işine karışmıyoruz, her yaptığı ve yapacağı doğrudur. Biz sadece sabredeceğiz ve duada, yardımda bulunacağız. Bu bir imtihandır. İmtihanı sabır ve güçle geçersek büyük mükafat beklemektedir. Allah bizi zalim olmaktan ve zalimlerle beraber olmaktan muhafaza eylesin. Amin. Türkiye çökmedi, çökertilemedi. Umut ışıkları İslam dünyasında daha da canlı görülmeye başladı. Türkiye’deki darbeye karşı oluşan bu direniş mazlum İslam coğrafyasına da örnek oldu. Türkiye’nin ve İslam dünyasının gazası mubarek oldun. AMİN.

GDO

Atölye

FITRATA MÜDAHALEDİR

Hekim Ahmet b. Sami UZAR

Rahman, Rahim Allah’ın adıyla ; Alemlerin Rabbi, her şeyi bilen ve bir fıtrat üzere her şeyi hikmetle yaratan, kullarına doğruyu göstermesi için kitaplar ve peygamberler gönderen Allah-ü zül-Celal’e hamd olsun. Bizlere, Kur’an’daki hikmetleri öğreten, kendi hayatında o kitabın hükümlerini tatbik ederek ümmetine numune-i imtisal olan Allah’ın resulü efendimiz Muhammed’e (s.a.v.) ve ehl-i beytine salat ve selam olsun. İSLAM FITRAT DİNİDİR Bizlere düşen öncelikli görev, inandığımızı söylediğimiz değerleri tekrar gözden geçirerek, Allah cc.’ın kitabı, bizler için hidayet (doğruyu bulma) rehberi olarak kabul ettiğimiz Kur’an ile uygunluğunu tartmak, meselelere bakışımızı Kur’anî çizgiye döndürmektir. Müslüman; Allah cc. ın ilminin ezeli ve ebedi, semavattaki ve arzdaki her şeyi kuşattığını, kullarının önlerinde olanı (yapacaklarını) da arkada bıraktıklarını (yaptıklarını) da bildiğini, gaybı yalnızca O’nun bildiğini, her şeye kadir

olduğunu, her şeyi ilminin iktizası gereği, hikmetle ve bir ölçü (kader) ile fıtrata uygun bir şekilde (plan dahilinde) yarattığını ve de tüm bunların, kuru, yaş (olmuş, olacak) hiçbir şeyin noksan bırakılmadığı ana kitab (Levh-i Mahfuz) da kayıtlı olduğunu tasdik eder. İslamın fıtrata (yaratılış hikmetine) uygun tek din olduğunu bilir. Hidayet rehberi olarak gönderilen Kur’anın Allah cc.’ın kelamı olduğuna ve ondaki kanun ve kuralların mükemmel olduğuna imanı tamdır. Allah cc.’ın dinine olan bu teslimiyetten sonra cahiliyet bataklığına sapmak aklının ucundan bile geçmez . Allah cc.’ın en mükemmel surette yarattığını beyan ettiği insan , bu değerlere sahipse , fıtrata müdahale etmeye nasıl cüret edebilir; sanki Rabbimizin yaratmasında bir noksanlık varmış gibi. Bu asla, iman ehli bir Müslümana yakışan bir tavır değildir, o böyle bir işe asla tevessül etmez. Hayatını Kur’anî çizgiye göre düzenleyen Müslüman, fıtrata uygun yaşamakla hem Dünya’da sağlıklı bir hayat sürdürür, hem de Rabbine itaatkar bir kul olarak Ahiret’te Eylül’16 • 47


Atölye daha hayırlısına ve güzeline erer. Böylece Cennetle ve Cemalullah ile şerefyab olup sonsuz nimetlerle mükâfatlandırılır. Çerçevesini çizmeye çalıştığımız İslami değerlerle ilgili ayetleri sıkça okumak muhakkak ki imanımızı pekiştirir. Her fırsatta okumaya çalıştığımız Ayet-ül Kürsinin mealine tekrar tekrar bakalım. Bizlerin Rabbimizi tanımamıza vesile olacağı gibi, kaderi inkar etme, kulunun yarın ne yapacağını bilmez diyerek Allah cc.’ ın ilmini kısıtlama gibi sapıklıklardan da korunmamızı sağlar. “Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. O daima diridir (hayydır), bütün varlığın idaresini yürüten (kayyum)dir. O’nu ne gaflet basar, ne de uyku. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. İzni olmadan huzurunda şefaat edecek olan kimdir? O, kullarının önlerinde ve arkalarında ne varsa hepsini bilir. Onlar ise, O’nun dilediği kadarından başka ilminden hiç bir şey kavrayamazlar. O’nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kuşatmıştır. Onların her ikisini de görüp gözetmek O’na ağır gelmez. O çok yücedir, çok büyüktür.” [Bakara 255] “O halde yüzünü, Hanif olarak (Allah’ı bir tanıyarak) dine, Allah’ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah’ın yaratması değiştirilemez. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” [Rum 30] “Ki O, yarattığı her şeyi en güzel yaptı,” [Secde 7] “Allah dilediğini yaratır; şüphesiz Allah her şeye kadirdir.” [Nur 45] “Allah O’dur ki, sizi güçsüz olarak yarattı, sonra güçsüzlüğün arkasından kuvvet verdi. Sonra kuvvetin arkasından yine güçsüz ve ihtiyar yaptı. O dilediğini yaratır. Ve O, her şeyi bilir, her şeye gücü yeter.” [Rum 54] “Gaybın anahtarları O’nun katındadır, onları O’ndan başkası bilmez, karada ve denizde olanları O bilir ve bir yaprak düşmez ki, onu O bilmesin; ne toprağın karanlıklarında bir tane, ne de kuru ve yaş hiçbir şey yoktur ki, o herşeyi açıklayan Kitab 48 • Eylül’16

Atölye (Levh-i Mahfuz)da bulunmasın.” [En’am 59] “Cahiliyet devri hükmünü (kanun ve kurallarını) mü istiyorlar? Yakinen bilen bir millet için Allah’tan daha iyi hüküm veren kim vardır?” [Maide 50] GDO-FITRATA MÜDAHALE Şimdi tekrar başa dönelim, her şeyi bilen ve her şeyi yaratmaya kadir olan, kainatı fıtrat üzere (bir plan dahilinde) hikmetle yaratan Yüce Rabbimizin hükmüne razı olmayıp, fıtrata müdahaleye, O’nun yarattığını değiştirmeye kim kalkışabilir? Ancak cahil olanlar, Allah cc.’ın kudretini, ilmini, hikmetini hakkıyla takdir edemeyenler buna cüret edebilir. Üstelik kendilerini ikaz ettiğinizde, yaptıklarının insanların yararına olduğunu savunurlar. “Kendilerine «Yer (yüzün) de fesâd yapmayın» denildiği zaman «Biz ancak islâh edicileriz» derler. Gözünü aç, onlar muhakkak ki fesadcıların ta kendileridir. Fakat şuurlarını işletmezler.”[Bakara 11,12] “İnsanların elleriyle işledikleri yüzünden karada ve denizde fesat çıktı ; (Allah da) belki dönerler diye yaptıklarının bir kısmını böylece kendilerine tattırır.” [Rum 41] Netice ortada; aklı kıt olanların görünümü daha güzelini, bol miktarda ve her mevsim daha ucuza üretelim diyerek Allah cc.’ın yarattığını değiştirmeleri, fıtratı bozmaları sonucu yeni birçok hastalıklar ortaya çıktı. Bunun farkına varan aklı selim sahibi birçok insan tabii olan (organik) gıdalara yöneldi; görünümü pek güzel olmasa ve daha pahalı olsa da . Birçok ülke organik tarımı teşvik etmeye başladı. GDO (Genetiği Değiştirilmiş Organizma) nedir, nasıl müdahale ediliyor, neler uygulanıyor iyi öğrenmenizi tavsiye ederim. O zaman sizler de tabii olan gıdaları tüketmeye özen gösterirsiniz. Sizlere birkaç genetik müdahale örneği vereyim; üretimde azalma olmasın diye böcek

ilacı özelliği tohuma katılıyor, her mevsimde ve bol mahsul alınabilsin diye, dayanıklılığı ve doğurganlık özelliği fazla olan fare geni vb. tohuma ekleniyor. Bu gıdayı tüketen, vücuduna giren zehrin ve fare geni taşıyan bir bitki yediğinin farkına bile varmıyor. Sonra da bu hastalık beni nereden buldu diye hayıflanıyor. “(Bütün) mülk(-ü tasarruf ilahi kudretinin) elinde bulunan(Allah)ınşanı ne yücedir. Ve O,her şeye hakkıyla kâdirdir. O, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, Aziz (mutlak galib)dir, Gafur (çok bağışlayıcı)dur. Oi, birbiriyle âhenkdar yedi göğü yaratmıştır. Rahmân olan Allah’ın yaratışında hiçbir uygunsuzluk göremezsin. Gözünü çevir de bir bak, fıtratta bir bozukluk (düzensizlik) görebiliyor musun?” [Mülk 1-3] İSLAMİ BAKIŞLA SAĞLIK Müslümanın işi kolay; tek yapması gereken, ilmine ve kudretine mutlak güvendiği Rabbinin dinine teslim olmak, emir ve yasaklarına uymak, bu hususta kendisine, Kitabı ve ondaki hikmetleri bizlere aktaran sevgili peygamberimizi rehber olarak almak, onun yaşadığı gibi bir hayat sürdürmeye gayret etmektir. “Ey İnsanlar! Yeryüzündeki helal ve temiz şeylerden yiyin, şeytana adım-

larına uymayın, zira o sizin için apaçık bir düşmandır.” [Bakara 168] İlk kural; yiyeceklerimizin helal ve temiz olmasına dikkat etmektir. Nelerin helal, nelerin haram olduğunu burada detaylı anlatmaya ihtiyaç olmasa gerek. Ancak alın teri ile kazanılanı yemenin helal, başkasının hakkını rızası olmadan alarak ya da çalarak yemenin haram olduğunu hatırlatmadan geçmeyelim. Her Müslüman bu hususta araştırma yapmalı ve gereğini yapmaya özen göstermelidir. Yoksa patates yiyorum derken fareli patates yediğinin farkına bile varmaz. Şeytanın insana düşmanlıktan başka işi ne, uyanık olması şeytanın hilelerinden korunması gereken bizleriz. “O; size yalnız kötülüğü, hayâsızlığı ve Allah’a karşı bilmeyeceğiniz şeyi söylemenizi emreder”. [Bakara 169] “«Onları mutlaka saptıracağım, muhakkak onları boş kuruntulara boğacağım, kesinlikle onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar, şüphesiz onlara emredeceğim de Allah’ın yarattığını değiştirecekler» (dedi). Kim Allah’ı bırakır da şeytanı dost edinirse elbette apaçık bir ziyana düşmüştür.” [Nisa 119] Her gıda mevsiminde tüketilince güzel; narenciye meyveleri kış mevsiminde olgunlaşıyor ve tüketiliyor. Portakalda bol miktarda C vitamini olduğunu çoğumuz bilir, bu sayede de grip gibi kış mevsiminde artan hastalıklara karşı korunabildiğimizi duymuştur. Eylül’16 • 49


Atölye “Hiç yaratan (ne yarattığını) bilmez mi?O Latif (her şeyi inceden inceye bilen)tir, Habir (her şeyden haberdar olan)dir.” [Mülk 14] Latif; kişinin ihtiyacı olduğunu fark etmediği şeyleri bile bilip ona ikram eden anlamındadır. İşte buna güzel bir örnek; WHO (Dünya Sağlık Örgütü) ishal olan bebeklerde yıllarca anne sütünün verilmemesini önermekteydi, birçok bebek anne sütünün kesilmesi sonrası kaybedilince; yapılan araştırma sonucunda ishalli bebeklerin annelerinin sütlerindeki yağ oranının azaldığı ve ishali kesecek nitelik kazandığı anlaşıldı, tüm Dünyada anne sütü teşvik edilmeye başlandı. Tabi henüz Kur ’anda bebeğin anneden süt emme süresinin 20 ay olarak geçtiğinin farkında değiller. Belki bir gün onu da fark eder ve hikmetini araştırırlar. Bebek ishal olunca neye ihtiyacı olduğunu biliyor mu? Hayır; peki anne, kendi sütünün ishali önleyecek şekilde değiştiğinin farkında mı? Değil. Ama her şeyi en ince ayrıntısıyla bilen Rabbim ol deyince gereken oluveriyor. O’na teslim olan kula da şükretmek kalıyor. “Gökleri ve yeri yaratan, onların bir benzerini de yaratmağa kadir değil mi? Hiç tartışmasız (öyledir) ; O, Hallak(yegane yaratıcı)tır, Alim(her şeyi bilen)dir. Bir şeyi dilediği zaman, O’nun emri, ona yalnızca: «Ol» demesidir; o da hemen oluverir. Her şeyin melekûtu (hükümranlık ve mülkü) elinde bulunan (Allah) ne yücedir. Ve siz O’na döndürüleceksiniz.” [YaSin 81-83] İkinci olarak dikkat etmemiz gereken israf yapmamak; yani ölçülü ve az çeşit gıda tüketmektir. “yiyin, için; ancak israf etmeyin, çünkü O, israf edenleri sevmez.” [A’raf 31] Dünyadaki kıtlık ve açlık sebeplerinden biri de israftır. Aşırı miktarda ve bol çeşitli yemenin kişiye zararları ise sayılamayacak kadar 50 • Eylül’16

Atölye çoktur. Bedenimizdeki tüm organlar, hatta tüm hücrelerimiz bundan etkilenir. Alerjik hastalıkların temelinde yatan sebep budur, annenin ölçüsüz tükettiği bir gıdanın anne sütünden geçerek bebekte alerji yaptığını bilmek sanırım yeterli ikaz olur. Mide hastalıkları, karaciğer yağlanması, kalp damar hastalıkları, erken yaşlanma ve hatta mikrobik hastalıklarda bile israfın etkisini görebiliriz. Çok susadınız, ancak mikroplu sudan başka içebileceğiniz bir şey yok; eğer hayatta kalmanıza yetecek kadar içerseniz vücudunuz bunu tolare edebilir. Ölçüsüz içerseniz hastalanmanız kaçınılmaz olur. Bu husustaki ölçüyü sevgili peygamberimiz veriyor; “sofradan doymadan kalkın”. Bize düşen buna uygun davranmak ve verdiği nimetler için Rabbimize hamd etmek. Yaratılış gayemiz olan, Rabbimize kulluğun gereği olarak yerine getirdiğimiz tüm ibadetlerin, maddi olarak bedenimizin arınmasına yararı olduğu gibi, manevi arınmamızı da sağladığı muhakkaktır. İbadet denince ilk akla gelen zikirdir, zikrin başı da besmeledir. Müslüman her işine besmele ile başlar, besmelesiz başlanan işte hayır olmadığını bilir. Kur’an-ı Kerim’in bir adı da zikirdir, Kur’anda geçen ve peygamber efendimizin de namazlardan sonra ve sabah akşam tekrarlamamızı tavsiye ettiği, tesbih, tahmid, tekbir, tahlil, teşrik, kelime-i tevhid, istiğfar ve salat-u selam sıklıkla yaptığımız zikirlerdir. Zikrin, psikolojik rahatlama sağlayarak, iç huzuru verdiğini bedende gevşeme etkisi yaptığını çoğumuz hissetmişizdir, en azından biliriz. Ancak, en önemli ve en değerlisi kalp üzerine olan etkisidir. “Onlar, iman eden ve kalpleri Allah’ın zikriyle yatışan kimselerdir; Dikkat edin Allah’ın zikri ile kalpler yatışır!” [R’ad 28] Kalbin itminana ermesi, yani sakinleşip huzur bulması tüm bedene olumlu etki yapar.

Unutmayalım ki; hastalık bizim hatalarımız Bu hususta peygamber efendimiz şöyle buyuruyor; sonucu olur, şifasını veren de Allah cc.’tır. “Dikkat edin, bedende bir et parçası vardır “Hastalandığım zaman bana şifa veren ki, o iyi olursa,bütün beden iyi olur; bozuk olur- O’dur.” [Şuara 80] sa bütün beden bozulur. İşte o, kalbdir.” Peygamber efendimiz bir hastayı ziyaretinÖlüme yol açan hastalıkların başında kalp de bu halin ne diye sorunca; o “ Ya resulullah, hastalıklarının geldiği düşünülürse, bunun ne kadar önemli olduğu daha iyi anlaşılır. Tabi, ben Allah cc.’tan günah ve hatalarımın bedekalbi korumak için; Kur’an ayetleriyle zem- lini Dünyada ödeyebilmeyi niyaz ettim” dedi; medilen ve peygamber efendimizce de uzak efendimiz, “Rabbinden af dileseydin, sağlık ve durulması sıklıkla belirtilen gıybet, alay etme, afiyet isteseydin, daha iyi olurdu” buyurdu. su-i zanda bulunma, haset etme, nefret, kin, Medine’ye gelen Mısırlı doktora, mesleği intikam hissi gibi kalbe zarar veren duygu ve sorulduğunda tabibim demesi üzerine, peydavranışlardan da sakınmak gerekir. gamber efendimiz; “Hayır,Tabib olan Allah Gusül, abdest alma, namaz, oruç, hac ve dicc.’tır, sen şifaya vesile olansın” ğer ibadetlerin de hem maddi diyerek onu ikaz etmiştir. Mıhem manevi etkileri olduğusırlı doktor, bir yıl Medine’de nu, bunların da sağlıklı bir kaldıktan sonra, siz bu yahayat sürmemize katkı yapDünyadaki kıtlık ve açtığını hatırlatalım. İbadetşantınızla kolayına hasta ollık sebeplerinden biri de lerdeki bu hikmetlerle ilgili mazsınız diyerek, Medine’yi israftır. Aşırı miktarda ciltler dolusu kitap yazılabilir. terk ediyor. ve bol çeşitli yemenin Kur’an-ı Kerimde övülen Son söz olarak şunu söybal, zeytin, incir, üzüm gibi kişiye zararları ise sayıleyebiliriz ki; Rabbimizin gıdaların sağlığımıza yaralı lamayacak kadar çoktur. Kur’an-ı Kerim’de apaçık beolacağından şüphe etmeyiz. Bedenimizdeki tüm oryan ettiği, sevgili peygambeÖzellikle Cennet meyvesi ganlar, hatta tüm hücrerimizin de bizlere hikmetini olarak zikredilenleri eğer lerimiz bundan etkilenir. aktardığı düsturlara riayet sağlıklı kalmak istiyorsak sık yemeliyiz. Hadislerde övülen edersek sağlıklı bir hayat süçörek otu, susam, sinemaki, reriz; Dünya ve Ahiret saadehardal, semiz otu, süt, sirke, tine ereriz. ayva, yumurta, sarımsak, mantar, hurma (özelHepinize, iman nuruyla aydınlanmış, sağlıklikle acve hurması),kabak, karpuz gibi gıdalalı bir hayat temenni ederim. rın yararlarını araştırmalı ve ihtiyaç duydukça De ki: Şüphesiz Rabbım, beni dosdoğru yola tüketmeliyiz. Misvak kullanmak, kuvvetli bir sünnettir; ağız ve diş sağlığını korumakla bir- iletti. Hanif olan İbrahim’in dinine. Ve o, müşriklikte, mide ve kalbe de yararı vardır. Peygam- lerden olmadı. berimiz, her namazdan önce ve uyandığında De ki: Muhakkak benim namazım, ibadetlerim, misvak kullanırdı. hayatım ve ölümüm alemlerinRabbı olan Allah Peygamber efendimizin övdüğü tedavi içindir. yöntemleri, muhakkak ki hikmetlerle doludur. O’nun hiçbir ortağı yoktur. Ben, böylece Bunları Tıbbu Nebevi kitaplarından araştırmaemrolundum. Ve ben, müslümanların ilkiyim. nızı tavsiye ederim. Birkaçına değinelim; haca[En’am 161-163] mat (özel yöntemle kan aldırma) kanı tazeler, Tedavi olurum sanma, servetini versen; bedene zindelik verir. Yaralara kına ya da kül Akl-ı selim sahibi şifayı Allah cc.tan bilir. uygulama, ateşli hastayı yemeğe zorlamama, Pekala, biz size niye geldik dersen; ateşi su ile düşürme sevgili peygamberimizin öğretilerindendir. Hekim ol kişidir ki, Hikmet-i Huda’yı bilir. Eylül’16 • 51


Atölye

Atölye

Genetiği Değiştirilmiş Ürünler Hakkında Bazı Mülahazalar Şamildir Osman Zinnur AKSU

P

ost-modernizm tüm araçlarıyla hayatımızın dört bir yanını sarmış duruımda. Eğitimden sosyal hayata, görsel/işitsel medyadan tüketimimize akla gelebilecek her anında yaşamımızın içinde tüm araçlarıyla bulunan postmodernizmin gözden kaçmaması için her türlü çabanın gösterilmesine rağmen en çok gözardı edilen -yahut gözardı edilmesi istenen- en kritik araçlarından biri ise gıda sektöründeki yozlaşma. Bu ay kapak konusu yaparak GDO’lu ürünler ekseninde enine boyuna tartışmaya çalışacağımız gıda yozlaşması, özellikle 2016 yılının sonuna yaklaştığımız şu günlerde irdelenmesi gereken önemli bir mesele olarak masada durmaya devam ediyor. Bu yazıda GDO’lu ürünlerin şu şu sebeplerden dolayı şu metabolizmaya bu zararı verdiği gibi biz normal insanlar için pek de bir şey ifade etmeyen verilere ulaşamayacaksınız, baştan söylemesi.. Yıllarca tavuk ürünleri üzerine imalat yapan bir global şirketin bizlere sunduğu tavukların

52 • Eylül’16

aslında tavuk olmadığı iddiasını taşıyan bir mailin ötesine geçemeyen bu tartışma ekseninden biraz uzaklaşmak ve fotoğrafa tam manasıyla hakim olabileceğimiz bir tepeden durum tespiti yapmanın elzem olduğu bir gerçek. Daha fazla malı daha ucuza satmak için herhangi bir şeyi yapmayı mübah gören zihniyet, besin maddelerini daha hızlı ve daha ucuza mal etmek için ellerinden geleni ardına koymayacaktı elbet. “Şark kurnazlığı” kavramını hayatımızın her alanına empoze etmeye çalışan aşağılık kompleksli kimi kesimlerin inadına gözlerimize gözlerimize soktukları “garp kurnazlığı”nı görmezden germeye ne kadar devam edeceğiz? GDO’lu ürünlerin zararlı olduğuna dair ilk bilimsel bulgular labaratuvar ortamında bu ürünlerin kullanılmaya başlandığı 1970 yılından ancak 27 sene sonra, 1997’de “Rieger et al.” adlı bir araştırmayla ortaya konmuş, bu araştırmanın peşi sıra özellikle J. Naisbitt’in başını çektiği bir grup akademisyen

tarafından Yeni Zelanda’da yayınlanan bir kitapçıkla bilimsel bulguların kanıtlarıyla beraber gösterilmesi yoluyla zirvesini yapmıştır. Bu insanlar Dünya’yı aslında büyük bir tehlikeye karşı uyarmaya çalışan gerçek bilimadamları ve bunu ispatlarıyla da ortaya koymuşlardı. Küresel İklim Değişikliği konusunda kendi hayatlarımızda bizzat tecrübe ettiğimiz üzere dünya halkları genel olarak bu tür “The Day After Tomorrow” yahut “2012” tarzı küresel yok olumlu komplo teorilerine inanma konusunda epey hevesli. Tabi ki dünya kamuoyunun bu haberleri ağzı açık annesinden yem bekleyen kuş yavruları misali peş peşe sindirmeden yutması geç olmadı. Her ne kadar bilimsel verilerle güçlendirilmiş olsa da, dünyayı söz konusu epey abartı ve karamsarlık içeren araştırmaların yanlışlığına ikna etmek de elbette zor olmayacaktı. (Bu noktada illuminati ve subliminal mesaj meselelerinin internet ortamında git gide sulandırılarak bu teorilere inanan insanları at gözlüklü komplo teorisyenlerine çevirmenin de küresel bir strateji olduğu öne sürülebilir, fakat o farklı bir yazının konusu olabilecek kadar uzundur.) Karamsar ön görülerle doldurulmuş bu küçük kitapçığın ardından dünyada özellikle 99-2007 arasında GDO’lu ürünler aleyhinde yapılmış ve akademik alanda ciddi değer görmüş önemli makalelere internet ortamından ulaşmak mümkün. Google Akademik Arama kısmında yılları önce 97-2008, ardından 2008-2016 aralığına daraltıp “gmo’s are not safe”(GDO sağlığa zararlıdır) diye arattığınızda kendi gözlerinizle görebileceğiniz somut veri şudur; internetin şimdiye oranla çok daha az popüler olduğu 2008 öncesi yıllarda bu konuda 8000 araştırma yüklenmişken 2008’den sonra yük-

lenen araştırma sayısı ise 10 000. Aynı Google aramasında bu kez aradığınız ifadeyi “gmo’s are safe” (GDO zararsızdır) yazdığımızda yalnızca 2008’den sonra bu konuda yapılmış araştırma sayısının 14 000 olduğunu görebilirsiniz. Yazıyı daha fazla rakamlara ve somut değerlere boğmadan toparlayarak varmak istediğim noktaya geleyim. Kusurlu bir malın kusurunu örterek satmaya çalışmak esasında esnaf kafasıyla yapılacak klişe bir refleks, bu yüzden küresel değer zincirleriyle çalışan çok uluslu şirketlerden bu tür “acemi” bir karşı atak beklemek biraz çocuksu bir masumiyet içerirdi. Dünya ekonomisine, dolayısıyla paraya, dolayısıyla siyasetten bilime, spordan sanata hayatın her alanına hakim olma gayesi güden bu insanların (ki Wikileaks, Panama Papers gibi ‘sızıntı’larla bu ilişkiler iyiden iyiye ayyuka çıkmıştır.) bu konuda yapmaya çalıştıkları da önce bir komplo teorisi at, ardından bunu şişir, insanların bununla alay etmelerini sağla ve aksini bilimsel olarak ispat et metodudur. Şu anda her türlü “bilimsel” kanaldan pompalanan aslında GDO’lu ürünlerin pek de zararlı olmadığı, bunun büyük bir şehir efsanesi olduğu gibi bilgilerdir. 11 Eylül, Maya Takvimi, Ay’a Ayak Basılması gibi küresel komplo teorileri hep bu şekilde adeta bir kaynaktan üretilmişcesine profesyonel “kanıtlarla” öne sürülüp ardından iyice sulandırılıp en sonunda bunlara inananların deli muamelesi görmesiyle sonuçlandı. Kim bilir, belki 5-10 sene sonra GDO’lu ürünlerin zararlı olduğu iddiasını güdenlere de toplumca “bu manyaklıklara hala inananlar var mı yahu :) :)” gözüyle bakılacak.. Burada bize düşense bunu elimizden geldiğince bilimsel kaynaklarından araştırmak ve işin doğrusuna kendi imkanlarımızla ulaşmaya çalışmak olacaktır. Eylül’16 • 53


Atölye

Atölye

GİMDES ile “Helal Gıda ve GDO Kumpasını” Konuştuk. Röportaj: Dücane DEMIRTAŞ

B

ildiğiniz üzere gelişen gıda endüstrisiyle birlikte Müslümanların zihninde besinlerin sağlığı ve dinen helal olup olmama konusunda soru işaretleri arttı. Bu bağlamda “helal gıda sertifikasının” önemini izah edebilir misiniz? Helal Sertifikalandırma, ürünleri, katkı maddelerini, hazırlama ve işleme yöntemlerini, temizlik ve sağlık şartlarını, katı güvenlik kuralları içinde denetleyen tarafsız bir bilirkişi hizmeti sunar, çeşitli kalite ve güvenlik standartlarına uygun ve yeni teknolojilere, yeni katkı maddelerine adaptasyonu seri bir şekilde takip edebilen, bünyesinde Fıkıh istişare heyeti, Teknik Bilim İstişare heyeti, gıda, kimya, veteriner, ziraat, biyoloji ve genetik biyoloji, işletme ve ilahiyat mezunu olarak helal bilginin eğitimini almış kilit personel tarafından uygulama ve denetimi gerçekleştirir. Ürünün ve üreticinin küresel İslam içinde tanınmasını ve tanıtılmasını sağlar. Çeşitli ülkelerde açılan fuarlarda katılımına destek verir. Tüketiciye de imani bir meselesi olan, helal ve tayyib şartlarda ürün

temin edebilmesine, bilinçlenmesine hizmet eder. Zehirli ve zararlı madde içermeyen, GDO’yu dışlayan, hijyenik şartlarda hazırlanmış helal ürünler yalnızca gıda maddelerini kapsamıyor. Helal gıda ile başlayan helal ekonomisi; kozmetik sanayi, oyuncak sanayi, ilaç sanayi, tekstil, finans, helal internet arama motoru, turizm sektörü ve perakende zincirlerine kadar yayılarak kendi oluşturduğu serbest piyasa ekonomisini büyütmeye devam ediyor ve devam edecektir. Tüketici olarak ürün ambalajına ve etiket bilgisine bakılarak ürünün helal ve tayyib olup olmadığının anlaşılması mümkün değildir. Mutlaka ürünün üretim projesi bilinmelidir. Burada gerekli işlemleri ve denetimleri yapması gereken helal sertifikalandırma kurumuna ihtiyaç duyulmaktadır. “İnsan yediğidir” diye bir söz var aynı şekilde gıdaların insanların biyolojik sağlıklarının yanında toplumsal sağlığı da etkilediğini düşünüyor musunuz?

Yediklerimiz elbette hayatımızın her alanını etkilemektedir. Gıdaların ve beslenme biçimlerinin insanların psikolojisine ve ruhsal dengeleri üzerine doğrudan etkisi olduğunu bilim adamları belirtmektedirler. Uzmanlar, ruhsal dengeyi sağlayabilmek için doğru şekilde beslenmenin de gerekli bir şart olduğu açıklamasında bulunuyorlar. Bezginlik, Yorgunluk, Çekingenlik, Agresiflik, Endişe, Hayal kırıklığı, Yalnızlık, Özgüvensizlik hali, harama ve kötü düşüncelere meyletme, helale ve güzelliklere meyletme gibi bütün ruhsal olayların yediğimiz içtiğimiz gıdaların keyfiyeti ile birebir ilgili olduğu artık bu sahada çalışan ilim adamlarının tespitleri ile açıklanabiliyor. Yaklaşık üç kiloluk et kemik karışımı bir madde olarak doğuyoruz. Bu üç kiloluk madde en azından 50 kilo civarı daha yüksek işlevleri olan bir maddeye evriliyor. Yetişkin olan bir bedene dönüşen temel maddenin önemli bir kısmı yiyeceklerden oluştuğuna göre beslenmenin bir çok süreci etkileme kapasitesi vardır. Kişinin yedikleri ruh yapısını, madde yapısını, enerji düzeyini, hastalıklara yatkınlığını, sindirimi, öğrenmeyi, akıl ve zekayı, merhameti, acıyı, sevinci, hastalık ve sağlık kapasitesini ve daha bir çok şeyi etkiler. Yediğimiz içtiğimiz yiyecek ve içecekler o kadar önemli ki Rabbimiz ve O’nun elçisi olan Peygamberimiz(s.a.v) tarafından çok durulmuştur: Yüce Allah (c.c.), birçok âyet-i kerimede hem insanlığa, hem iman edenlere ve hem de bütün peygamberlere seslenmiş, onların helal, hoş, sağlıklı ve temiz gıdaları tüketmeleri ve pis, zararlı çirkin ve haram olan her şeyden uzaklaşmalarını emretmiştir.

“Ey insanlar! Yeryüzünde bulunan şeylerin helal ve temiz olanlarından yiyin. Şeytanın adımlarına uymayın. Çünkü o size apaçık bir düşmandır.(Sure 2,Ayet 168)” “Ey iman edenler! Size kısmet ettiğimiz rızıkların hoş ve temiz olanlarından yiyin ve Allah’a şükredin, eğer yalnız O’na kulluk ediyorsanız.” (Sure 2,Ayet 172)” Toplumun gıda sağlığı ve helal-haram beslenme kavramları üzerinde bilinç düzeyini arttıracak faaliyetleriniz var mı? GİMDES olarak 2005 yılından 2008 yılına kadar Helal ve Tayyib Sertifikalandırma sisteminin alt yapısını oluşturarak 2009 yılında üretici firmalara sertifikalandırma hizmetimize aktif olarak başladık. Bugün, GİMDES Helal ve Tayyib Sertifikasına sahip on bin çeşit ürün market raflarında bulunmaktadır. GİMDES helal platform çalışmaları seminer, konferans, panel ve toplantılar ile helal lokma, helal üretim ve helal tüketim konularında toplumu bilgilendirme hizmetini de yürütmektedir. GİMDES sosyal proje çalışmalarından biri olan “Halal Dunya Marketler Zinciri” toplumun istekleri doğrultusunda 38 şubesi ile hizmet vermektedir. Eğitim alanında yeni bir proje ile toplumuzun büyük ihtiyaç duyduğuna şahit olduğumuz helal üretimi önemseyen teknik konuların yanında İslami ilimleri de ders müfredatında bulunduran ‘’Daru’l Halal Medresesi’’ projemizi başlatmış bulunmaktayız. Sertifikalandırma alanında ihtiyaç duyulan uzman eleman yetiştirilmek amacı ile belirli periyotlarla “Helal Sertifikalı Denetçi Eğitimi” ve “Helal Kesim Sertifikalı Kasap Eğitimi” yapılmaktadır. Firma Eğitimleri, Halk Eğitimleri ‘’Helal Lokma Ailede Başlar ’’ ve ‘’Helal Mut-

Dr. Hüseyin Kami BÜYÜKÖZER 54 • Eylül’16

Eylül’16 • 55


Atölye fak Çocuk Atölyesi’’ ile eğitim çalışmalarına devam etmektedir. GİMDES Uluslararası Konferans ve Fuar çalışmalarını 2008 yılından itibaren yürütmektedir.2016 yılı itibari ile 7.Uluslararası Helal ve Tayyib Ürünler Fuarı,9. Uluslararası Helal ve Tayyib Ürün Konferans programı çalışmalarımızı 15-18 Aralık tarihlerinde gerçekleştireceğiz. Rakamlarla konuşursak, şu ana değin Türkiye’de kaç şirket bu sertifikayı aldı ve olumlu dönüşler var mı? Bugün, 500’e yakın firmanın GİMDES Helal ve Tayyib Sertifikasına sahip on bin çeşit ürünü market raflarında bulunmaktadır. Helal Sertifikası, özellikle yurt dışına gıda ürünleri satan firmaların almakta öncelik verdikleri bir sertifika durumuna gelmiştir. Yine gelişen gıda endüstrisiyle birlikte daha önce olmayan birçok yeni gıda da üretilemeye başlandı. (asitli içecekler, cipsler vb.). Bu besinlerin helal ve sağlıklı olup olmadığına karar verirken kullandığınız ölçüt ve yol haritası ne? Çocuklarınızı! modernitenin kolasından ve enerji içeceklerinden koruyunuz! Bir başka modern teknolojinin önümüze getirdiği sıkıntı da cipsler, gazozlar, kola ve enerji içecekleridir. Yüksek oranda kafein, MSG, Boya ve Yapay tatlandırıcılar içeren cips, gazoz, kola ve enerji içeceklerinin de yol açabileceği sağlık problemlerini düşünerek bu gibi gıdalardan uzak tutmalıyız. Uzmanların raporuna göre çocuklarda Hiperaktiviteye yol açtığı ispatlanan gıda boyalarının, koruyucularının ve suni tatlandırıcılarının üretimden ve satıştan kaldırılmasına karar verilmelidir. Kimyasal katkı maddeleri ile ilgili olarak bugüne kadar oldukça geniş bilgiler vermeye çalıştık. Bilhassa çocuk gıdalarında bilinçsizce kullanılmaya devam edilen bazı zararlı, hatta tehlikeli katkı maddelerine de dikkat etmeliyiz. İngiltere’de geçen yıl yapılan araştırmada, katkı maddesi kullanılan içecek tüketen çocukların konsantrasyonlarını kaybettiği ve hiperak56 • Eylül’16

Atölye

Uzmanların raporuna göre çocuklarda Hiperaktiviteye yol açtığı ispatlanan gıda boyalarının, koruyucularının ve suni tatlandırıcılarının üretimden ve satıştan kaldırılmasına karar verilmelidir. Kimyasal katkı maddeleri ile ilgili olarak bugüne kadar oldukça geniş bilgiler vermeye çalıştık. Bilhassa çocuk gıdalarında bilinçsizce kullanılmaya devam edilen bazı zararlı, hatta tehlikeli katkı maddelerine de dikkat etmeliyiz.

tiviteye yol açtığı rapor edildi. Araştırmanın yapıldığı dönemde hiperaktif çocukların ailelerini, renkli ürünlerin tüketiminin olası risklerinden haberdar olmaları yolunda uyaran uzmanlar, ellerindeki kanıtların, bu boyaların gıdada kullanılmamasının akıllıca olacağını gösterdiğini söylüyor. GDO’ lu ürün tam olarak ne demek ve tüketim sonucunda olası sonuçları nelerdir? GDO konusunda yıllardır kamuoyunu uyarmaktayız. Avrupa ülkeleri GDO’lu ürünleri bir bir yasaklarken Türkiye’de henüz ciddi bir yaklaşım görülmemektedir. Bu ise toplumumuzun geleceğini tehdit etmektedir. GDO’lu ürün ve tohumun küresel kontrolü, DuPont, Monsanto, Calgene Inc., Aventis CropScience, Florigene Pty Ltd, Asgrow-Seminis Inc. gibi çoğu uluslararası Yahudi şirketlerinin elinde bulunmaktadır. Bu şirketler dünyanın çeşitli yörelerindeki hizmetkârları vasıtası ile o yörenin doğal tohumlarını kullanımdan kaldırabilmek için büyük bir caba sarf etmektedirler. Dev tohum şirketlerinde hisse sahibi olan sadece bir avuç insanın çok kâr elde etmesi için, yeni bitkiler, yeni hayvanlar yarattığını düşünen teknokratlar, doğaya ve bütün bir insanlığa ihanet etmektedirler. Bu yapılan işi bilim diye kut-

samaya çalışmak ise bol bol atom bombasının üretilip kullanılmasını savunmaktan pek farklı değildir. Kısaca (GMOs) veya (GM) yazılımı ile belirtilen genetik değişime tabi olmuş organizma veya gıda doğal olmayan bir şekilde genetik yapısı değiştirilmiş organizma veya gıda olarak tanımlanabilir. Bu teknolojiye “Biyo Teknoloji”, “Gen Teknolojisi” veya “Genetik Mühendisliği” gibi isimler verilmektedir. Bu teknolojide seçilmiş bireysel genler bir organizmadan, başka bir organizmaya ya da farklı türler arasında transfer edilmektedir. Bu işlem için çeşitli metotlar geliştirilmiştir. Bu ürünlerin, Üretici ve Tüketicilerinin bazı avantaj beklentileri, bu tür gıdaların gelişmesine öncülük etmiştir. Daha ucuz bir maliyet ve daha büyük fayda, bir üründeki gen transferi talebini artırmıştır. Daha büyük fayda derken, ürünün dayanıklılığı ve gıda değeri üzerinde sağlanabilen üstünlükler söz konusu olmaktadır. Genetik işlem görmüş tohumlarda ,genellikle böceklerin ve virüslerin sebep olduğu hastalıklara karşı direnç gösterecek veya yabani ot öldürücülerine karşı direnç sağlayacak özelliklerin kazandırılması ön planda olmaktadır. GM gıdalarının güvenirliliği üzerinde yoğun araştırmalar sürdürülmektedir. a. Doğrudan sağlık üzerindeki etkiler, b. Alerjik reaksiyonları provake eğilimleri, antibiyotiklere karşı direnç oluşturması, c. Zarar vericilik veya beslenme değeri üzerindeki özel etkenler, d. Eklenen genin kararlılığı, e. Genetik değişiklikle ilgili olarak beslenme değerlerine etkiler, f. Gen girişinden dolayı oluşan istenmeyen etkiler. Üç konuda insan sağlığının tehdit edildiği tartışılmaktadır. 1.Alerjik reaksiyonları tetiklemesi, 2.Genlerin insan vücuduna transfer olması, 3.Gm’li fidanlardan, doğal ortamda geleneksel ürünlere gen hareketi ( OUTCROSS)

GDO’lu ürünler neden AB ülkelerinde yasaklanırken Türkiye’de serbest? Genetik ürünler teknolojisinde birçok bitki genlerinin yanında domuz da dahil pek çok hayvanın da genlerinin kullanıldığı bilinmektedir. Mesela soyada böyle bir problem bulunmaktadır. Hıristiyanlık’tan, Museviliğe kadar pek çok din otoriteleri konu üzerinde araştırmalar yaptırmışlar ve resmi görüşlerini inananlarına deklare etmişler. Maalesef henüz hiçbir İslam kuruluşu dini açıdan konuyu araştırıp bir görüş ortaya koyamamıştır. En azından biz böyle bir belgeye ulaşamadık. Genetik değişime uğratılmış katkı maddelerinin dini hükmü nedir?. Bu katkı maddelerinin kullanıldığı gıda maddelerinin dini hükmü nedir? Bu tür gıda maddeleri ile beslenmiş eti yenen hayvanların dini hükmü nedir?. Genetik transformasyonda domuz dahil hayvan genlerinin kullanıldığı tüm ürünlerin dini hükmü nedir? Bu sorulara cevap bulamadan, bu gibi ürünleri tüketme konusunda dikkatli olmamız gerektiğini ifade edebiliriz. GİMDES Helal ve Tayyib Standardı gereği GDO’lu ürünler sertifikalandırılmamaktadır. “GDO’lu (genetiği değiştirilmiş organizmalar) ürünler insan sağlığı ve dini açıdan şüpheli ve riskli görüldüğü için sertifikalandırma işlemine tabi tutulmayacaktır.” Gıda sağlığı ve helal beslenme konusunda hali hazırda gerçekleştirilen veya gerçekleştirmeyi düşündüğünüz projeler var mı? Toplumumuzun helal ürün, helal tüketim konularında bilinçlenmesi için yapmış olduğumuz proje çalışmalarımız kısaca şöyledir; GİMDES Sosyal Projeleri Helal Mutfak Çocuk Atölye Çalışmaları Umre Organizasyonu GİMDES Gönüllü Gençlik organizasyonu GİMDES Staj Programı Dünya Helal Günü Organizasyonu Halal Dunya Marketleri Projesi Daru’l Halal Medresesi Eylül’16 • 57


Şiir

Edebiyat

Koşun Asım BEKİR

Koşun! Koşun ey insanlar! Bulutlar toplanıyor Rabbin kelimeleri yağacak birazdan. Cennetten düşen bir yaprak gibi İnsanlığın baharına gebe kalacaklar. İşte! İşte ufuktaki Nuh’un gemisi, Süleyman’ın tâcını getirmekte Tıpkı kutsal sandığı taşıyan melekler gibi Ve çamura can veren nefes gibi. Hazırlanın O’nun baharına Tıpkı doruklarda açan kardelenler gibi. (15 Temmuzdaki darbe girişimine karşı direnen milletimize ve bize destek çıkan ümmet coğrafyasındaki kardeşlerimize binaen)

58 • Eylül’16

Bir Ülkü Şairi: Abdurrahim Karakoç Cuma ERTAŞ

Ş

üphesiz ki tarihler boyu rüzgarlar kimilerinin sırtını sıvazlarcasına değdi de geçti usul usul, kimilerinin ise çorak tarlalarda güneş yanığı gibi acı acı vurdu yüzüne. Yol bozuk yön de sapkın ise harmanda biçilen ekin misali insan, savruldu da durdu dört bir yere lakin hakk üzere giden yolcuların kaya gibi bedenlerinden tozlar alındı sadece. Esen deli rüzgarın vicdanına bırakmadan bedenini istikametinden şaşmadan rüzgara doğru koşan bir yiğidin hikayesi geliyor şimdi ellerinize. Abdurrahim Karakoç.. Maraş’ın Elbistan İlçesine bağlı Cela Köyünde 7 Nisan 1932 tarihinde dünyaya gelir. İlkokulu kendi köyünde bitirir. Küçüklüğünden beri kendisinde gelişen muhtelif alanlarda ki okuma hevesi onu şairlikte zirveye çıkaracak asli unsurdur herkesin kabulünce. Onun edebi, siyasi, fikri ve tarihi alanlarda kitaplar okuması çağın ve geçmişin ayrımını yapmasına, içinde bulunduğu devrin sosyolojik bunalımının keşfi konusunda büyük katkılar sağlamıştır. Şairliğin hırkasına bürünüşü böyle başlar. Delikanlılık çağının ürünü olan şiirlerini askerliğe kadar kaleme alır. Askerlikte adına paratifo denilen bir hastalığa yakalanır ve bu şairi psikolojik bakımdan çeşitli

bunalımlara iter. İçine girmiş olduğu buhranlı hava ona yazmış olduğu bütün şiirleri yakma cesareti verir. Garip durumdur bu aslında ama şairler mürekkep yerine kan damlatırlar bir parça kağıda o kanlar ki felaket tellalı olur şiirin. Anlatıla gelenlerden söz hakkı evvela aşkındır elbet. O halde aşk ile başlamalı… Başımdan bir kova sevda döküldü Islanmadım, üşümedim, yandım oy! İplik iplik damarlarım söküldü Kurşun yemiş güvercine döndüm oy! Adı güzel, yüzü naif bir genç kızın sevdasına tutuluşunu böyle anlatır. Bir çeşme başında su doldururken o kızı görmek ıslandıkça yandırır şairi. Sarı saçlı adı güzel Mihriban… Durun hele saçının sarı, adının güzel olması yanıltmasın sizleri. Bahtının kötü kaderinin kara olduğunu henüz demedim ki. İyinin kaderi kötüye düşer diken arasında almış gül gibi işte tam da böyle olur. Mihriban’ı verirler zalimin birine. O gider de telli duvaklı gözü yaşlı kalan şaire ne demeli? Mihriban elindir artık lakin Abdurrahim unutamamıştır. Bir süre sonra gizli saklı mektupları gelir sevdiğinin ama evli barklı kadına mektup göndermek bize yakışmaz diyerek başta cevapsız bırakır. SonEylül’16 • 59


Edebiyat

rasında bir gün ilin yerel gazetesinde şiirlerini yayınlama teklifi gelir şaire. O artık şiirleriyle mektuplara cevap verecektir. Sarı saçlarına deli gönlümü Bağlamışım, çözülmüyor Mihriban Ayrılıktan zor belleme ölümü Görmeyince sezilmiyor Mihriban Yar, deyince kalem elden düşüyor Gözlerim görmüyor aklım şaşıyor Lambada titreyen alev üşüyor Aşk kağıda yazılmıyor Mihriban Önce naz sonra söz ve sonra hile Sevilen seveni düşürür dile Seneler asırlar değişse bile Eski töre bozulmuyor Mihriban Tabiplerde ilaç yoktur yarama Aşk değince ötesini arama Her nesnenin bir bitimi var ama Aşka hudut çizilmiyor Mihriban Boşa bağlanmış bülbül gülüne Kar koysan köz olur aşkın külüne Şaştım kara bahtım tahammülüne Taşa çalsam ezilmiyor Mihriban

Edebiyat ğini hatırlatıyormuş da biz görememişiz. İşte böyle uzun mektuplaşmalarla geçen vakit bir gergef misali Mihriban’ın asla geri gelmeyeceğini işler yüreğine şairin. Vuslatı öbür tarafa bırakmaktan başka bir şey elinden gelmiyordur. Her ne kusur varsa geçen zamanda; Suçsuzdur aynalar,ela gözlü yar Mecnunlar Mevla’yı bulursa canda, El olur Leyla’lar ela gözlü yar.

Düzen böyle bu gemide; Eskiler yiter yenide. Beni değil, sen seni de Unutursun Mihriban’ım. Kaybolup giden sevdalar arasına böylece eklenir onların aşkı. Sonrası ise sabırdır, sırdır.

Güzel açar güzelliğin sergisin Gün ağartır sarı saçın örgüsün... Muhabbet faslında ölüm türküsün Kim söyler, kim çalar ela gözlü yar.

Aşkın bıraktığı yerden sanata ve davaya sözü verme vaktidir artık. Abdurrahim Karakoç’un kasabasında yapılan bir imtihan sonucu belediyeye muhasebeci olarak girmesi onda yönetim bozukluğu, rüşvet, adam kayırma, torpil, işçi sınıfına yapılan eziyet gibi sorunların farkına varmasını sağlamıştır.

Estikçe iş çıkar işin içinden; Gençliğini hasret yer sevda göçünde Bilmez misin, dört mevsimin üçünde Kar olur yaylalar, ela gözlü yar.

Memur gelir karşılarsın köşeden, Zengin gelir kırılırsın neşeden. Öte kaçma bizim garip Eşe’den, Bakıp boynundaki kire tohdur beğ.

Alı al, yeşili yeşilde ara; Ahirete gider kalpteki yara... Ne yapsan bir daha çıkmaz dallara, Dökülen ayvalar ela gözlü yar.

Yıllarca şiirleriyle verdiği savaşta hem yarayı gösterip hem merhemi uzatmıştır. Sanat ideoloji olmadan yaşayamaz diyerek reçetelerini halka bu yönde sunmuştur. Ona göre kurtuluş İslam ve öze dönüşte saklıdır.

ayrıldım diyerek asil duruşunu yine gösterir. Ve

Vakit dolar, nakit biter kasanda... Sevda bir kitaptır gönül masanda; Okusan da olur, okumasan da... Kapanır sayfalar ela gözlü yar.

Bucak bucak, köşe köşe Kara taşa, kor-ateşe Yıldıza, aya, güneşe Hak yol İslâm yazacağız.

diği için dillendiremedikleridir. Unutulmaya yüz

Unut der şair unut... Gam tozları gözlerine doluşmuş, bir boynu bükük kaldı geride diyerek unut. Bu şiirin üzerine Mihriban’dan bir mektup gelir ve tek soru vardır içinde sadece. Unutmak kolay mı?

Öylesine sıkıntılı bir süreçte davasının hak doğrularını savunması haliyle birilerinin tekerine çomak sokmaktadır. Hal böyle olunca şairin ömrü mahkeme salonlarında geçmiştir. Davaların hiçbirinde avukat tutmadan kendisini layığınca savunmuştur.

betli bir yürek ve karşı konulamaz bir cesaret vardır. Karakoç emekliye ayrıldıktan sonra sanatına devam etmek üzere Ankara’ya yerleşir. Burada ulusal bir gazetede köşe yazarlığı yapar. Bu süre zarfı içinde kısacık bir siyaset macerası olur. Niye siyaseti bıraktın diye sorduklarında ise Allah rızası için girmiştim, Allah rızası için artık şair heybesindeki tecrübeleri ve ilkeleri ile daha da bir sıkı sarılır şairliğin kutsal yeleğine. Şiirleri adeta Dadaloğlu’nun, Köroğlu’nun, Karacaoğlan’ın diyemedikleri, vakitleri yetmetutmuş Halk Edebiyatımıza yeniden bir nefes vermiştir Abdurrahim Karakoç. Yeni imge ve kafiyelerle, yere düşen bu halkın gerçek edebiyatını bir kez daha kaldırmıştır ayağa. O bu devrin Erzurumlu Emrah’ı, Gevheri’si, Pir Sultan Abdalı’dır. Allah rahmetiyle muamele eylesin. Ölüm 07.06.2012 Ankara.. İmansız askerin, korkak paşanın Bir boyuna bir de enine tükür.

Tarife sığmıyor aşkın anlamı Ancak çeken bilir bu derdi gamı Bir kördüğüm baştan sona tamamı Çözemedim çözülmüyor Mihriban

“Unutmak kolay mı? ” deme, Unutursun Mihriban’ım. Oğlun, kızın olsun hele Unutursun Mihriban’ım.

Yaşım yetmiş iki, usandım gel-git Bini buldu burda yediğim zılgıt Eğer diyeceksen: bana ne, öl git! Oğlumun bir oğlu oldu hâkim beğ.

Yıllardır dilimizden düşmeyen türkü aslında bir aşığın el olan sevdiğine bunca vakitten sonra hıçkırıklı haykırışlarıymış da bilememişiz. Lambada titreyen alev üşüyen bir kuş ürkekli-

Gün geçer, azalır sevgi; Değişir her şeyin rengi Bugün değil, yarın belki Unutursun Mihriban’ım.

Bu kıtanın son mısrasında peşini güttüğü bu davanın öksüz olmadığını, soruşturmaların şaire değil aslında bu toprakların asil evlatlarına yapıldığını haykırmaktadır. İşte ömrü böyle

60 • Eylül’16

geçer şairin, cılız ve ufak bedeninin içinde hey-

Kaçarken vurulup yere düşenin Bir leşine bir de kanına tükür. Bırak hesabını ölüm kalımın İnanmışa zulmü ne ki zalimin Manayı reddeden sözde alimin Bir ilmine bir de fenine tükür. (Abdurrahim Karakoç) Alçak darbe girişimine dair.. Eylül’16 • 61


Sinema

GEÇMİŞİ OLMAYA N A DA MIN GEÇMİŞİ Furkan Rıza DEMİREL

62 • Eylül’16

Sinema ‘’Matt Damon, 9 yıl sonra tekrardan Jason Bourne rolü ile karşımızda’’ 2004 yılında gözden kaybolan Jason Bourne yeniden ortaya çıkıyor. Artık hafızası geri gelen ve kim olduğunu hatırlayan Bourne, geçmişindeki sırları keşfetmeye karar veriyor. Babasının ölümü hakkındaki gerçekleri aydınlatmak için girdiği tehlikeli yolda onu durdurmak için çok güçlü düşmanlar karşısına çıkıyor.

RottenTomatoes Puanı : 100/57 IMDB Puanı : 10/7 Benim Puanım : 10/6

Herkes tarafından beğenilen üçlemenin ve kimse tarafından beğenilmeyen bir adet remake’in –Bourne Legacy- ardından Universal Pictures 9 yıl aradan sonra üçlemenin yönetmeni ve senaristi Paul Greengrass’ı geri getirerek turnayı gözünden vurmayı hedefliyor. Teorik olarak kadrosu ile beklentiyi yükselten filmde diğer serilerde rol alan Julia Stiles, Tommy Lee Jones, Alicia Vikander, Riz Ahmed ve benim favorim Vincent Cassel var. Filmde aksiyon hiç bitmiyor, filmin ilk 50 dakikası (ilk yarısı) tamamen aksiyon sahnelerine ayrılmış bu özelliği ile izlerken ‘A Good Day To Die Hard’ (Zor Ölüm 5: Ölmek İçin Güzel Bir Gün) filminin ilk yarısını anımsattı. Filmin sinematografisi cidden güzel çekilen yerlere hayran kalıyorsunuz ve diğer üç filmde olduğu gibi Greengrass burada da akıcı bir şekilde filmi izlemenizi sağlıyor. Dövüş sahnelerini takip etmesi kolay ve keyifli bu özelliği de filmin artılarından. Gündeme dair birkaç şey ekleyelimde Amerikan Milliyetçileri bayıla bayıla izlesin diye düşünülmüş, hacker teröristlerin konumu Suriye Halep’te, İslami Şehitler Tugayı isimli bir grup sürekli saldırılarda bulunuyor, hack olayının bahsedildiği her cümlede ‘’Snowden’dan daha beter’’ cümlesi zikrediliyor. Ve filmde devletin sosyal medya uygulaması geliştiren bir

eleman ile gizlilik ihlali anlaşması yapması gibi bir sürü gerekli gereksiz konu başlığı ve olay var. ’’Şuraya da biraz politika ekleyelim de gerçekçi ajan filmi olsun Greengrass abi! ‘’ Şimdi filmin birazda kötü yanlarından bahsedelim; Tamam biz diğer Bourne filmlerinden ekmek kızartma makinesi ile ev patlatma gibi abartılı aksiyon olaylarına alışkınız ama bu filmde sürekli birilerinin Bourne tarafından son saniyede kurtarılması, Bourne’un aslında her şeyi planlamış olması gibi şeyler can sıkıcı oluyor artık. Oyunculuk konusunda ise film bekleneni maalesef veremiyor. Herkes donuk bakışlı Matt Damon hala geçmişini bilmiyor gibi davranıyor, Tommy Lee Jones bunamış bir yaşlı dede gibi, Alicia Vikander çalışmak için Almanya’ ya gelmiş gurbetçi kızı gibi davranıyor. Filmde beni tatmin eden iki oyuncu oldu birisi Riz Ahmed, diğeri ise cidden izlerken sizi geren soğukkanlı kötü adamımız Vincent Cassel. Son olarak : Filmin formülü basit Büyük oranda Die Hard 5’in ilk 50 dakikası + Yoğun olarak Hitman Agent 47 aksiyonu + Az biraz American Ultra filmindeki devlet işleri + Kötü bir senaryo = Jason Bourne Eylül’16 • 63


Etkinlik

YAZ OKULUMUZ

20 Haziran’da başladığımız yaz okulu programı 29 Temmuz günü kapanış programı ile sona erdi. Ramazan ayının getirdiği bereket ile kardeşlerimizle dolu dolu, eğlenceli 6 hafta geçirdik. Bu 6 hafta boyunca yoğunlaştığımız Kur’an-ı Kerim derslerinde birçok kardeşimiz Kur’an-ı Kerim’e geçti. Her gün farklı ilmihal konuları ile öğrendiğimiz ilimleri hal dilimiz ile hayatımıza nasıl yansıtacağımızı öğrendik. Yaptığımız etkinlikler ile kardeşlerimizin el becerilerini geliştirmelerine yardımcı olmaya çalıştık. Al-i İmran suresinin 191. ayetini daha iyi anlayabilmek için meyveleri inceleyip bize verdiği nimetler için Allah’a tefekkürde bulunduk. Kapanış programında, katılan kız kardeşlerimize taç takıp dönem içerisinde devam eden derslerimizde görüşmek için birbirimize söz vererek ayrıldık.

64 • Eylül’16

Ölmeye hazır olan insanlar, ölmeye hazır olmayanlara karşı

galip gelirler.

Aliya İzzetbegoviç



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.