ISSN 1307-007X
01
9 771307 007016
HORTLATILAN PROJE MEDENİYETLER ÇATIŞMASI
DUVARLARI HAYKIRAN ŞEHİR KUDÜS
ORTADOĞU’DA İSLAMİ HAREKETLER
EDİTÖR'DEN
Sahibi PINAR YAYINLARI A.Ş. Adına Şemsittin ÖZDEMİR Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Furkan Gençoğlu Yayın Sorumlusu Mehmet Semih Özdemir Yayın Kurulu Furkan Gençoğlu Mehmet Semih Özdemir Fatih Yavuz Furkan Kahraman Asım Ebrar Yıldız Uğur Demirel Sümeyye Akgül Zozan Demirci Ayşenur Özdemir Senanur Yaşaroğlu Gülsüm Cemile Damar Bu Sayıya Katkıda Bulunanlar Dücane Demirtaş İsmail Çoktan Ahmet Semih Şenlikoğlu Furkan Gençoğlu Enes Günaslan Senanur Yaşaroğlu Ömer Deniz Övün Yasemin Özenç Kandemir Yusuf Mahitapoğlu Rukiye Feyza Yıldırım Ayşe Afife Karaaslan Ceyda Uyar Mahinur Özdemir Büşra Akgül Talha Ulukır Toleuzhan Galiyeva Begüm Kıtay Beyzanur Yaşaroğlu Ömer Faruk Yakupoğlu Adres İskenderpaşa Mah. Yeşiltekke Sok. No:4/1 Fatih / İSTANBUL genconculereyaziyorum@gmail.com Görsel Yönetmen Tekin Öztürk Grafik Tasarım Projesanat Tan. Org. Tel: 0212 640 20 90 www.projesanat.com.tr
Baskı Sanatkar Ofset Son. Tic. Ltd. Şti. Maltepe Mh. Litros Yolu 2. Matbaacılar Sit. 4NF/4-5 Topkapı / İST. Tel: (212) 567 39 40-41
Allahın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun. Sevgili Arkadaşlar on 200 yıldır İslam Coğrafyası gayrı İslami odaklar tarafından kuşatılma altına alındı. İslam Kültür ve Medeniyet değerlerine savaş açan bu odaklar İslam Coğrafyasında her türlü maddi manevi değerlerimizi tahrip ettiler. İslam Ülkeleri yeraltı zenginlikleri sömürüldü ve batı-doğu emperyalist bloklarının kullanımına sunuldu. Küresel emperyalist güçler İslam toplumlarını baskı altına almak ve sindirmek için kuklalarını İslam ülkelerinin yönetimlerine tayin ettiler. Batının muhteşem olarak lanse edilen medeniyeti İslam topraklarından katledilen çocukların, kadınların, sömürülen yeraltı kaynaklarının, kaçırılan kültürel mirasın üzerinden inşa edildi. Coğrafyamızda süren yangını tahlil etmeye çalıştığımız bu sayımızda Dücane Demirtaş 1 Kasım seçimleri sonrası Türkiye ve bölge ülkeleri arasındaki ilişkileri değerlendiriyor. Ahmet Semih Şenlikoğlu İslam coğrafyasında yeşeren İslami hareketleri sizlere tanıtıyor. Furkan Gençoğlu Suriye Devrimi ve gelinen noktayı irdeliyor. Talha Ulukır savaşın yıkıcı boyutunun ele alındığı “İçimdeki Yangın” filmini tahlil etti. Ayrıca Yusuf Mahitapoğlu yazar Kürşad Atalar ile “Düşüncenin Okullaşması ve İslam Coğrafyası” üzerine konuştu. Genç Öncülerin genç yazarları olarak temel gayemiz, toplumsal yaşamımızda karşılaştığımız iyilikleri,kötülükleri,kolaylıkları, sıkıntıları siz değerli okurlarımıza en anlaşılabilir şekilde aktarmaktır. Kadromuz adaletle şahitlik vazifesini unutmayarak, bu bilinçle yazılarını kaleme almaktadır. Çünkü bu bize inandığımız rabbimizin vahiyle sabit kıldığı bir görevdir. Çıkarttığımız bütün sayıları bu görev bilinci ile çıkartıyoruz. Bu çalışmamızın hayırlara vesile olmasını diliyor, keyifle okumanızı temenni ediyoruz. Allah’a emanet olun. Ey inananlar! Kendinizin, ana babanızın ve en yakınlarınızın aleyhine dahi olsa, adaleti titizlikle ayakta tutan ve sırf Allah için şahitlik eden kimseler olun. (Şahitlik ettikleriniz) zengin veya fakir de olsalar (adaletten ayrılmayın)! Çünkü Allah her ikisine de (sizden) daha yakındır. Öyleyse, kendi boş arzu ve heveslerinize uymayın ki adaletten uzaklaşmayasınız. Eğer (gerçeği) çarpıtırsanız ya da (şahitlikten) kaçınırsanız, biliniz ki Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır. Nisa/135
S
Ocak’16 • 1
Duvarları Haykıran Şehir
KUDÜS Senanur YAŞAROĞLU
Ocak 2016 • Sayı 99 • Yıl 13
08
30 Seçimler ve Coğrafyamızdaki Yoğun Hareketlilik / Dücane DEMİRTAŞ............................... 4
Suriye’de Sona Yaklaşırken
Yemen Krizi ve Arkaplanı / İsmail ÇOKTAN..................................................................... 8
Furkan GENÇOĞLU
Kürşat Atalar ile Röportaj / Yusuf MAHİTAPOĞLU........................................................ 22
Ortadoğu’da İslami Hareketler / Ahmet Semih ŞENLİKOĞLU.......................................... 13 Suriye’de Sona Yaklaşırken / Furkan GENÇOĞLU........................................................... 18 Toparlanın Gitmiyoruz / ENES GÜNASLAN.................................................................... 20 Hortlatılan Proje Medeniyetler Çatışması / Ömer Deniz ÖVÜN........................................ 26 Duvarları Haykıran Şehir Kudüs / Senanur YAŞAROĞLU................................................ 30
Yemen Krizi ve Arkaplanı
İslam’ın Kızları ile “İslam Davasına Nefer Olmayı” Konuştuk / Yasemin Ö. KANDEMİR..... 32 Camilerle Derdim Var (!) / Ayşe Afife KARAASLAN........................................... 36
18
İsmail ÇOKTAN
Her Müslümanın Günlük Yapması Gereken14 Salih Amel ................................ 38 Gerçeğe Atılan En Sahici Adım; 9 Yaşının Şiarı / Rukiye Feyza YILDIRIM......... 41 Rand Raporu (Özet).................................................................................... 44
HORTLATILAN PROJE MEDENİYETLER ÇATIŞMASI
41
Bir İç Savaş: İnfak / Ceyda UYAR............................................................... 47 Çıkmazlarım / Mahinur ÖZDEMİR................................................................ 48 Kitap Kritiği; Ali Şeriati- Dua / Büşra AKGÜL.......................................................... 49 Syracuse Problemi: İçimdeki Yangın .............................................................................. 50
Ömer Deniz ÖVÜN
Yetimsizseniz Yetim Sizsiniz / Toleuzhan Galiyeva.......................................................... 52
Gerçeğe Atılan En Sahici Adım;
9 Yaşının Şiarı
İslam Coğrafyasından Haberler...................................................................................... 58 Şiir / Sihirbaz / Begüm KITAY...................................................................................... 60 Objektifimden.............................................................................................................. 61 Üniversitelerden Haberler ............................................................................................ 62 Etkinlik / “Yaş Gruplarına Göre Televizyonun Etkileri” Çalıştayı........................................ 64
Rukiye Feyza YILDIRIM
26 2 • Ocak’16
Ocak’16 • 3
Karantina
Karantina
Seçimler ve Coğrafyamızdaki Yoğun Hareketlilik Dücane DEMİRTAŞ
1
Kasım seçim sonuçları Ak partinin ezici yüzde 49.5’luk ezici galibiyetiyle sonuçlandı. HDP yüzde 10 barajını kıl payıyla geçmesine rağmen oyları yüzde 13’e değin düşen MHP’den daha fazla vekil çıkarttı ve 3. Parti oldu. Amerika, İran ,Mısır ve Kuzey Irak’ta bir dizi devam edecek olan seçimlerin bölge için en kritik olanı atlatmış bulunuyoruz. -Bize ders olsun ki, idealimizin yüceliği içinde bulunduğumuz realiteyi gölgelemesin. Eğer halka hak, adalet ve özgürlüğün yanında boğazlarını ve ceplerini ilgilendirecek imkanlar sunmazsak davamız “Tayyip Erdoğan Fan Club” olarak romantik İslamcılığın elinde kalır. Bu yüzden denilebilir ki, atacağımız her adımda sıradan insanların sıradan menfaat ve
4 • Ocak’16
kaygılarını göz önünde bulundurmalıyız. Zira hatırlanırsa Kuran’ın müminlere vaadi bile en başta ve en son da aynı değildir, şatafatlı cennet tasvirinin insan bünyesindeki reel karşılığı ancak Tevbe 72’de ideal olan Allah’ın rızasına yöneltilmiştir, bu ise Allah’ın insan tabiatına uygun hareket etmesi ve tedriciliğin ta kendisidir. İnsanlara şan, şeref ve haysiyet vaad ederken onların mide ve ceplerini de düşünmek dengeyi tutturmak demektir. Mazlumlara kucak açıp ev sahiplik yapmak bir şeref ve onurdur fakat her akşam sofraya oturunca bu insanlar şeref ve onur yiyemez. Halkın kaygılarını ve korkularını doğal karşılamalı ve insanların zam, ikramiye vb. taleplerini hor görüp zayıflıkla suçlamamalıyız. Daha da fazlası, bu
ülkede “refah=Müslüman iktidarlar” imajını kesinlikle yıpratmamalıyız. Kanaatimce bu vaatlerin en keyifli sonucu Türkiye’deki çirkef solculuğun bir ay daha devrim yapamamasını izlemek olacaktır. -Seçimlerin arifesinde cemaatin yayın organlarına, bankalarına ve kuruluşlarına yönelik operasyonlar hızlandı, kayyumlar atandı, bilmem kaç tane savcı-hakime yurt dışına çıkma yasağı konuldu… Maalesef ilginçtir hala bütün bu olayları hükümet-cemaat çıkar kavgası olarak görüp “onlar başa gelince de size aynısını yaparlar” “bu yapılanlar haksızlık ve usulsüzlük” diye söylenen cenahlar var. O halde karşımızdaki Paralel İhanet Çetesi’ni bir kez daha hatırlayalım. Zannedildiğinin aksine karşımızda dershanelerden kazandığı üç beş kuruş için ya da elde edeceği bir iki üst düzey mevki için ortalığı yangın yerine çeviren bir dini yapılanma yok, karşımızda 90’nı aşkın ülkede CIA ile işbirliği içinde 3.dünya ülkelerinin yerel yöneticilerini ve bürokratlarını Avrupalı beyaz adam kafasıyla yetiştiren bir örgüt var. İnsanların yatak odalarının şantaj niyetiyle izleyen, himmet adı altında memleket sermayedarından haraç toplayan, itaat etmeyenin itibarını yok eden ve kendisi dışındaki her İslami STK ve cemaati temizlikçisine kadar dinlemiş bir örgüt var, daha da vahimi bu listeye istihbarat başkanı, başbakan, genelkurmay başkanı ve cumhurbaşkanın dahil olması. Bu omurgasız örgüt Müslümanların itibarını hiçe sayıp son iki yılda solcusundan, ulusalcısına, İrancısından, kemalistine kadar “yeter ki Tayyip gitsin” şiarıyla kimle ne zaman ne kadar işbirliği halinde olduğunu dahi hatırlamayacak kadar omurgasız bir hale gelmiştir. Hem düşünsenize eğer 17- 25 Aralık başarılı olmuş olsaydı, bugün ülkede İran konsolosluğunun ajanı olarak çalışan malum şahıslarla aynı örgütün üyesi olmaktan yargılanacaktık. Şimdi bu örgütün yaptığı her faaliyeti fonlayan ve legal işleyen bir sermayesi var ve bu sermayenin legal yollarla bitirilmesinden yani sinek avlamak yerine bataklığı kurutmaktan daha doğal ne olabilir? Göze göz dişe diş, karşımızda ümmete ve İslam’a ihanet
etmiş böylesi bir örgüte cici çocuk muamelesi mi yapılacaktı? -İslami STK ve dernekler olarak toplumsal hareketleri yönlendirmek ve gündem oluşturmak için ne denli yetersiz olduğumuzu inşallah fark ettik. 1 kasım sonrası umulur ki İslami stk ve dernekler falanca hocayla falanca yerde piknik yapıp sohbet düzenlemek, konferans vermek ya da İslam’ın konuşmadığı alanda “kader, şefaat, hz.isa, sahur vakti vb.” teolojik mevzuları konuşma ferasetini(!) göstermek yerine herhangi bir alanda çözüm odaklı ve kolektif faaliyetler yürütürler. Türkiye’deki dernek ve vakıflar Allah’tan çok Allahçı olup dinin konuşmadığı alanda susmayı becerebilir ve kompleks içinde İslam’ın ve kendilerinin ne kadar cici olduğunu izah etmek yerine mahallelerinin problemleriyle ilgilenirlerse Davutoğlu ve Erdoğan’a asgari yardımda bulunmuş olurlar. Zira unutulmasın ki komik komik argümanlarla birbirini dışlayarak haz alan ve “dincilik” oyunu oynayan her kesim düşmandan gelecek balyozu başına beraber yer, tıpkı cemaatin ses kayıtları listesinin ifşasından sonra birbirine her gün küfreden iki cemaatin aynı ağızdan bağırması gibi. -1 Kasım’dan sonra önümüzde ya verimli kullanıp ülkede iktidarı tamamen ele geçireceğimiz bir 4 yıl ya da enerjimizi yanlış yere yönlendirmemizin sebebi olarak sonumuz olacak bir 4 yıl var. Bu bizim son şansımız bu yüzden 5 yıllık 10 yıllık 50 yıllık planlarımızı yeniden Ocak’16 • 5
Karantina gözden geçirmeliyiz. 2023 hedefimiz bu ülkede uluslarası sermayenin taşeronu olarak iş yürüten malum sermaye ve medya gruplarına kayyum atamak ve dibine kadar menfaatlerinden yararlandıktan sonra dünya da iki gruplu şeytanın tiyatro grubu olan NATO’dan çıkmak olsun ki herhalde bu cumhuriyet tarihindeki ilk tam bağımsızlık girişimi olur. -Kuşkusuz Doğan medyası, Koç ve Cemaat bu seçim sonuçlarını politika belirlemek için bekliyorlardı. Tıpkı Medine’deki Yahudiler gibi güce tapan ve güç kimin elindeyse onun eline bakan bu grupların gazetelerinin pişman olduk söylemleri bu şekilde değerlendirilebilir. “Tayyip Erdoğan’ı peygamberle mi kıyaslıyorsun” deyip ardından yapılan her işi “peygamber öyle yapmazdı ama” diyen kesime nispet, bu güruha dair ilişkimizin Medine Yahudilerine dair ilişkiye benzetiyorum. Ne olursa olsun bu güruhla ilişkimizdeki anahtar nokta “güç” tür. Müslüman kendisine düşman olmayan ya da ortak çıkar ve hukuku çiğnemeyen herkese hangi dinden dahi olsa nasıl “biz” demek zorundaysa ortak çıkar ve hukuka ihanet edip kuyusunu kazan herkese de safa yatmadan “düşman” demesini bilmelidir. -Önümüzde dengeleri değiştirecek birkaç seçim daha var. ABD başkanlık seçimleri, İran ve Mısır seçimleri ve Kuzey Irak başkanlık tartışmaları. Bunlardan her birinin sonucu doğrudan Türkiye’nin iç ve dış politikası etkileyecektir. -Amerikan seçimlerinde Cumhuriyetçi tarafın muhtemel adayı Amerikan ve Siyonist sermayenin doğrudan arkasında olduğu emlak milyarderi Trump( şu Trump tower’ların sahibi) iken Demokratların muhtemel adayı dışişleri bakanlığı boyunca Türkiye ile yakın ilişkide olan Clinton. Bilindiği üzere Amerikan istilalarının neredeyse tamamı Cumhuriyetçi başkanlar tarafından başlatıldı, Trump’ın dış politika ekseni tıpkı Bush dönenimde olduğu gibi korku üzerine kurulacak bir imparatorluk ve yine korkunun meşrulaştıracağı yeni işgaller. Bu çok basittir, göçmenleri istemiyor musunuz fakat aynı zaman da ilerici çağdaş ve insancıl 6 • Ocak’16
Karantina mısınız? O halde hemen bir bomba patlatın ve insanlarınızın yaşayacağı korku size yapmak istediğiniz şeyin kudretini sağlayacaktır. -İran’daki seçimlerin kıymeti bizi İran’da seçim olduğu yanılgısına kaptırmasın. Burada dikkat edilecek husus; Hameney’in Ruhani kartını çekerek reform isteyen özellikle Ahmedinecad döneminde çileden çıkartılmış kitlenin gazını nasıl alınacağıyla alakalı. Doğrudan yönetimle alakası olmayan ve teokratik otoriteye bulaşmayan bir dizi reform paketi ve rejim bekçilerinin birkaç kuklasıyla beraber Ahmedinecad dönemine dair birkaç yolsuzluk haberleri manşetlerden Nükleer müzakerelerden sonra düşmedi düşmeyecek. İran’da bastırılmış ve hiç gündeme getirilmemiş bir Kürt ve Azeri sorunu olduğu da unutulmamalı. Bu sayede Ruhani’nin Kürdistan eyaletinin merkezi Senendec’de düzenlediği basın toplantısında neden “Biji Kürdistan” diyerek başladığı anlaşılabilir. Mısır’da geçen başkanlık seçimi Sisi’nin %45 katılımla %90 oy almasıyla sonuçlanmıştı. Bugünlerde yapılan seçime katılımın ise çok daha düşük olduğu söyleniyor. Mısır’da Sisi’ye karşı duracak İhvan gibi bir oluşumun olması artık imkânsız kuşkusuz. Fakat parlamento seçimlerini boykot çağrısı, katılımın düşük olmasıyla meşruiyeti olmayan bir meclis oluşturacaktır bu ise Türkiye için Ortadoğu gibi bir bölge de her an değişen şartlar içinde kullanılabilecek bir koz. Kraliçe’nin Sisi’yi bırakmak için hiçbir sebebi yok belki bu neden kaos ve kargaşanın içinde olan bir ülkeye 3 yılda 128 milyar dolardan daha fazla yatırım yapıldığını açıklar ya da neden Pirelli gibi uluslararası şirketlerin Mısır’a darbeden sonra fabrika kurup bir gün için üç-dört yevmiye verdiklerini izah eder. Kuşkusuz bu ortamda Türkiye için en kritik bölge Kuzey Irak. Barzani, sadece şii-amerikan yanlısı merkezi yönetime posta koymakla kalmadı, aynı zamanda kendi petrolünü satmak ve Türkiye ile özellikle ekonomik alanda iş kurmakla batıya rest çekmiş oldu. IŞID’ın rotasını neden doğrudan Kerkük’e yönelttiği
hatırlanmalı. Golan hareketinin ve KYB’nin İran konsolosuyla beraber hazırladıkları yasa tasarısında başkanın doğrudan halk tarafında seçilmesi yerine parlamento tarafından seçilmesi ve Barzani’nin yetkilerinin kısıtlanması planlanmıştı. İran’ın içişleri bakanın Kandil dağına çıkıp bayrak dikmesi ve Ruhani’nin “İran olmasaydı Erbil işgal edilirdi” şeklinde kullandığı ifadeler İran’ın ne denli Kuzey Irak’la ilgili olduğunu gösteriyor. PKK PYD artık doğrudan Barzani’nin karşısında. Geçen günlerde Sincar’ın yeniden ele geçirilmesinden sonra PKK bölgede özerk yönetim ilan etti. Bu arada Barzani maddi sıkıntı da 3-4 aydır memurların maaşlarını veremez halde. Erdoğan’ın seçimlerden zaferle çıkmasının ardında bölgede iki gücün etkin desteği var, bunlar Katar ve Suudi Arabistan. Hem Suud kralı hem Katar emiri doğrudan Erdoğan ile güzel bir ilişki içerisinde. 2013’ten beri Türkiye ekonomisinin ayakta kalmasını sağlayan güç Körfez sermayesi. Özellikle bu sene içinde dar boğaza giren ekonominin imdadına kral Selman’ın Alman ve İngiliz borsalarından çektiği milyarlarca dolarla yetiştiği ve Ak partinin seçim vaatlerinin maliyetleri içinde gözünü kırpmadan yardım edeceği aşikar. Türkiye Katar’da 3500 kişilik askeri üs kurduğunu ve Kuveyt’tekine benzer bir emir darbesiyle yüzleşmedikçe politikasının dümenini Erdoğan ile beraber kırdığını biliyoruz. Bu ilişkinin sonucuyla ilgili daha ilginç birkaç noktaya temas edersek; dünyanın en büyük petrol ve doğalgaz rezervlerine sahip Katar’ın bu petrol ve doğalgazı Türkiye üzerinden dünya pazarına sunması için harita üzerindeki tek engel IŞID. İlginçtir Volkswagen skandalından da en çok etkilenenlerden biri de Katar. S. Arabistan ile ilgili ilginç olansa şudur ki Ankara patlamasından sadece 20 dakika sonra DEBKA adlı bir İsrail ajansının “Suud kralı öldü” başlıklı haberini vermesidir. Petrolden elde ettiği geliri Türk bankalarına yatıran Katar ya da Suud liderlerine acaba bir emir darbesi yapılabilir mi? Ya da buna gerek kalmadan onlar kendileri delirir, hastalanır ya da ölürler mi o bilinmez.
Türkmen Dağı
Suriye ise Rus müdahalesiyle daha çok içinden çıkılamaz bir noktada. Muhaliflerin özellikle doğrudan Türkiye ile ilişkili muhaliflerin Lazkiye’yi ele geçirmelerine çok az kalmıştı. Rusya savaş uçaklarını kitleyerek ve sınır ihlali yaparak güvenli bölge gibi bir şeyi asla tanımayacağını ispat etmiş durumda. Yaptığı hava saldırılarının neredeyse tamamı muhalifleri hedef almakta. Suriye masasında öyle görülüyor ki çözümün tek yolu olan İran-Türkiye işbirliği mezhepçi, katil ve rus-çin emperyalizminin bölgedeki karakolu olan İran yönetimi sebebiyle tıkanmış vaziyette. Erdoğan için zor olansa sanrım masaya bir uluslararası taşeron(PYD), iki hain(İran-Hizbullah), Rusya ve Amerika ile oturmak olacaktır. Zannım o ki Suriye, Erdoğan’a karşı oynanabilecek her kartın merkezi olabileceğinden bundan kolay kolay vazgeçilmeyecektir. Herkes biliyor ki bugün Esad gitse şu an istihbarat cenneti olan Suriye içinde dış güdümlü iktidar mücadelesi devam edecek. Doğrudan hem ABD hem Rusya hem İran hem İsrail hem S.Arabistan hem batı hem de Türkiye’nin politik çıkarlarının çarpıştığı bir coğrafyadan bahsediyoruz. Rus uçağında düşürülmesinin ardından Ruslar Afrin’e tonlarca silah göndermekte dahası eğer muhaliflerin ellerindeki Azez düşerse Cerablus’ta IŞID’ın kendisine yenilemeyeciği hiçbir güç yoktur. Bu sayede Türkiyenin bölgeyle bağlantısı tamamen kopmuş olacak. Ocak’16 • 7
Karantina
Karantina
Yemen Krizi ve Arkaplanı İsmail ÇOKTAN
Ş
ubat 1979’da İran’da, Şah’ın devrilmesiyle kurulan ‘’İran İslam Cumhuriyeti’’ Ortadoğu’daki dengeleri kökten sarsmıştır. Devrim sonrası İran’ın, Devrimi tüm Ortadoğu’ya yaymaya çalışması bölgedeki Arap-İsrail savaşı dışında yeni bir bölgesel çekişme alanı doğurmuştur. Devrim İslamcı mollalar tarafından yapılmıştı ve bu mollalar İsrail’i haritadan silmekle tehdit ediyordu. Bölge’de Araplara tek başına karşı koyan İsrail giderek daha fazla tehlike altına giriyordu. Ayrıca İran İslam Cumhuriyeti rejiminin Filistin’deki İslami hareketleri desteklemesi de Filistin-İsrail savaşında yeni bir umut doğurmuştu. İran İslam Devrimi’nin olduğu tarihten
sonra devrime yönelik genel algı aşağı yukarı böyleydi ta ki 2010 yılı sonunda Tunus’ta ateşlenen devrim fitilinin bütün Ortadoğu’ya yayılmasına kadar. İran’ın devrim karşısındaki tutumu başlangıçta ‘’Bu devrimler İran İslam Devrimi’nin bölgedeki yansımasıdır’’ şeklindeki bir yaklaşımla aslında İran’ın bölgeye yaymak istediği devrim için bir yol bulduğunu gösteriyordu. Fakat Devrim hareketinin yayılarak büyük oranda İran’ın etki alanındaki Irak-Suriye-Lübnan hattına taşınması İran için bu devrimleri kontrol etmenin imkansız olduğunu ortaya koydu. Başlangıçta, Arap intifadaları için ‘’İran devriminin bölgedeki yansımaları’’ gibi destek ifadeleri kullanan İran, devrimlerin söz konusu hatta taşınmasının ardından ‘’İran, bu devrimlerle ABD ve İsrail ta-
rafından kuşatılmak isteniyor, bu devrimlerin ikinci adımı İran’ın bir ABD-İsrail işgaline uğramasıdır’’ ve ‘’İran bölgede Filistin direnişine destek veren tek ülke ve bu devrimler İran’ın Filistin etrafında kurduğu direniş eksenini çökertmek amacıyla ortaya çıkarıldı’’ gibi sözleri İran’ın daha önce zaten Irak’ta var olan otoritesini güçlendirmesi ve Suriye ve Lübnan’da daha evvel müttefikleri yoluyla kurduğu hegemonyayı bu ülkeleri direkt kendi etkisine alacak bir müdahalede bulunması sonucu izledi. Nihayetinde İran’ın bölgede yayılması ve Arap ülkelerinden ‘’Başkent’i Bağdat olan bir Pers imparatorluğunun vilayetleri’’ diye bahsetmesi bölgedeki Arap milliyetçiliği ve Sünni toplulukları rahatsız etmiştir. Buna rağmen Arap devrimlerinde İran’ın Şii motifler altında yaptığı askeri müdahalelere rağmen ciddi bir Sünnici karşı koyuştan çok bölgesel nedenlerin öne çıktığını görebiliriz. İran’ın müdahaleleri belirttiğim gibi Arap milliyetçiliği ve Sünni mezhepçiliğini harekete geçirmiş ve zaten öteden beri Fars körfezindeki bir hakimiyet mücadelesi şeklinde var olan İran-Suudi çekişmesini tüm bölgeye fiilen yaymakla birlikte bu çekişmeyi salt bir petrol çekişmesi şeklinden çıkararak Arap-Fars ya da kısmen Sünni-Şii savaşına dönüştürmüştür. Suriye ve Irak’ta, İran’ın tüm saldırılarına rağmen Suudi Arabistan’ın direkt müdahalesi olmamasına rağmen İran’ın, Suudi Arabistan’ın arka bahçesi olarak nitelenebilecek Yemen’de meydana gelen devrime karşı ülkedeki Şii azınlığı kullanarak bir karşı devrim/darbe girişiminde bulunması Suudi Arabistan’la İran’ı tamamen karşı karşıya getirmiştir.
Yemen Devriminin Seyri Yemen’de Suudi Arabistan tarafından desteklenen 32 yıllık Ali Abdullah Salih yönetimine karşı ilk gösteriler, Ali Abdullah Salih’in iktidarı oğluna bırakma planından vazgeçerek erken seçime gitmesi ya da istifa etmesi talebiyle 11 Şubat 2011 günü ülkenin en büyük üçüncü şehri Taiz’de yapılan yönetim karşıtı gösterilerle başladı. 8 • Ocak’16
Gösteriler - Şubat 2011
Ali Abdullah Salih’in iktidarı oğluna bırakmayacağını beyan etmesine rağmen erken seçime gitmemekte ısrarlı olması devriminin Yemen’in diğer büyük şehirlerinden Aden’e sıçramasına ve nihayetinde 15 Şubat günü San’a da yapılan gösterilerle tüm ülkeye yayılmasına sebep oldu. Devrimin başlangıcından sonra Yemen Ordusundan bazı subayların Ordu’dan ayrılarak göstericilere katılan General Ali Muhsin El Ahmar ile birlikte ordudan ayrılması ve Ali Abdullah Salih karşıtı gösterilere katılması Yemen ordusunda bölünmelere sebep oldu ve Ordu’daki Ali Abdullah Salih’in oğlu Ahmet Ali Abdullah Salih’e bağlı olan ordunun büyük bölümünü oluşturan kısmı rejimin yanında durmaya devam etti. Salih rejiminin Taiz, San’a ve Aden’de göstericilere ateş açması bazı kabilelerin silahlanarak San’a ve Taiz’de orduya karşı çatışmalara girişmesine sebep oldu. San’a da Haşd kabilesi lideri Şeyh Sadık El Ahmar’a bağlı silahlılar rejim güçlerine karşı çatışmalara girişerek Sana’daki değişim meydanında gösteri yapan binlerce Yemenliyi korumaya çalışıyordu. Çatışmalar giderek şiddetlenerek 4 Nisan günü Cumhurbaşkanlığı Sarayı yakınlarına taşındı ve Cumhurbaşkanlığı sarayına yapılan bombardımanda Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih ağır yaralanarak tedavi görmek üzere Riyad’a götürüldü. Ali Abdullah Salih, Riyad’da tedavisini tamamladığında herkes ondan istifa etmesini beklemesine rağmen o istifa etmeyerek Yemen’e geri döndü. Dönüşünü müteakip Taiz’de ordu güçleri Özgürlük Meydanında Toplanan kalabalığa Ocak’16 • 9
Karantina
Karantina
gece baskını düzenleyerek meydanı dağıtmaya çalıştı fakat meydan buna direndi ve sonuçta onlarca kişi öldü yüzlerce kişi yaralandı. Çatışmaların giderek şiddetlenmesine ve artık iç savaş havası estirilmesine içte ve dışta tepkiler verildi. Taiz’de özgürlük meydanına yapılan baskın sonrasındaki Cuma gün göstericiler San’a, Aden ve Taiz gibi büyük şehirlerde Barış Cuması ve İç Savaşa Hayır adı altında gösteriler düzenledi ardından BM ve Körfez ülkelerinin arabuluculuğuyla Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da Körfez Görüşmeleri adı altında görüşmeler başlatıldı ve 21 Şubat 2012 günü görüşmeler Ali Abdullah Salih’e siyasi dokunulmazlık verilerek iktidarı yardımcısı Abdu Rabbu Mansur Hadi’ye devretmesi ve 2 yıllık geçiş sürecinden sonra Salih’in ya da oğlunun katılmayacağı bir seçime gidilmesi kararıyla sona erdi. Bu karardan sonra Ali Abdullah Salih tedavisini tamamlamak üzere ABD’ye gitti. Yemen’li göstericiler her ne kadar Salih’e dokunulmazlık verilmesine itiraz ettiyse de karar göstericilerin önde gelenleri tarafından kabul edilerek uygulanmaya başlandı.
Yemen’deki Husi Sorunu Yemen nüfusunun çoğunluğunu Sünniler teşkil etse de Yemen’de önemli bir Şii/Zeydi nüfus bulunmaktadır. Zeydiler kimi raporlara göre Yemen nüfusunun %12-20 arasındaki bir bölümü oluşturuyor. Zeydilerde 12 İmam itikadının olmaması onları diğer Şiilerden ayıran en büyük farktır. 10 • Ocak’16
Buna rağmen çoğu alim Zeydileri Şii mezhebi içerisinde görmektedir. Bunun nedeni ise Zeydilerin diğer Şiilerin aksine Muhammed Bakır ( r)’a değil 5. İmam olarak yine Peygamber (a)’ın torunlarından Zeyd Bin Ali Bin Zeynelabidin’e bağlı olmaları ve İmam Zeyd’i son imam olarak görmeleridir. Husiler ise Zeydi toplulukta İran’la ilişkilere girerek Siyasal olarak öne çıkan gruptur. Husilerin merkezi Sana’nın kuzeyinde İmran beldesidir bu belde Suudi Arabistan’ın Necran vilayeti sınırına yakın bir bölgedir. Zeydiler, Osmanlı imparatorluğu döneminde sık sık merkezi yönetime karşı İsyan eden bir topluluktur. İmparatorluğun yıkılmasından sonra kurulan Ulus devlet sürecinde Yemen Güney ve Kuzey Yemen olarak ikiye bölünmüş ve Kuzeyde Suudi Arabistan’a yakın Sünni yönetim hakim olmuştu Husiler bu süreçte giderek siyasileşmiş ve 1979’daki İran devrimiyle beraber İran’la dirsek temasına girerek Yemen yönetimine karşı silahlı mücadeleye girişmişlerdir. 1993 yılında Yemen iç savaşının Güney ve Kuzey Yemen’in birleşerek tek devlet haline gelmesiyle birlikte sona ermesi Husi sorununu ülkenin en önemli sorunu haline getirmiştir. Husiler 90’lar boyunca mücadelelerini sürdürerek 2001 yılında 11 Eylül saldırılarından sonra El Kaide’nin Yemen’de ortaya çıkmasını bahane ederek El Kaide ve Yemen ordusuyla çatışmalara girişmeye başladılar. 2005-2010 yılları arasında Husi ve El Kaide hareketlerini bahane gösteren ABD ve Suudi Arabistan Yemen’de defalarca hava saldırıları düzenlemiştir. İran ise bu süreç boyunca Husilere silah ve para yardımı sağlayarak Husiler üzerinden ülkede nüfus elde etmeye çalışıyordu. Yemen’de Ali Abdullah Salih’in istifasıyla sonuçlanan gösterilerin yapıldığı tarihlerde Husiler, El Kaide’ye karşı çatışmalarını sürdürmelerine rağmen Ali Abdullah Salih karşıtı devrim hareketine hiçbir şekilde katılmadılar Şubat 2012’de Körfez görüşmelerinin Ali Abdullah Salih’in yetkilerini yardımcısı Abdu Rabbu Mansur Hadi’ye devretmesiyle sonuçlanması-
na tepki gösteren Husiler, Hadi’nin Cumhurbaşkanlığını kabul etmediklerini ilan etti. Husiler, Yemen’deki 3 yıllık devrim ve devrim sonrası oluşan görece rahat dönemi çok iyi değerlendirdiler ve bu süreçte İran’dan ciddi miktarda silah ve mühimmat elde ettiler. 2014 yılı yazında Yemen Ordusundaki Ali Abdullah Salih’e bağlı güçlerle anlaşmaya varan Husiler İran’ın ciddi silah desteğiyle İmran’da başlangıçta El Kaide’ye karşı savaşarak Sana’ya doğru harekete geçtiler. 21 Eylül 2014 günü Sana’yı kuşatan Husiler kışlalarından çıkmayan Ali Abdullah Salih yandaşı askerlerin bakışları arasında ciddi bir direnişle karşılaşmadan Başkenti ele geçirdi. Husiler hareketlerinin darbe olmadığını göstermek için yaklaşık 2 ay Devlet Başkanı Hadi ile diyalog görüşmeleri yaptılar fakat Hadi’nin diyalog görüşmelerinden çekilerek istifa etmesi üzerine onu tutuklayarak ev hapsine aldılar. Hadi’nin Şubat 2015’te kaçarak Aden’e ulaşması ülkede yeni bir iç savaş için tüm şartları olgunlaştırmıştı. Husiler ve Salih’e bağlı güçler Hadi’nin kaçışından sonra Aden’e yürümeye başladı, önce İbb ve Sonra Taiz’i ele geçiren Husiler ve Salih’e bağlı güçler nihayetinde Bab El Mendeb Boğazını da kontrol altına aldı ve Aden’i kuşattılar. Husiler’in Aden’e yaklaşmasından sonra Devlet Başkanı Hadi, Suudi Arabistan’a kaçtı ve Suudi Arabistan’ı müdahale etmeye davet etti. Husilerin adım adım gelen darbesini izleyen Suudi Arabistan’ın bu noktada devreye girerek müdahalede bulunması oldukça ilginçtir. Bana kalırsa Suudi Arabistan ve İran arasında başarısız bir ittifak olduğunu gösteriyor.
Husiler
Zira Ali Abdullah Salih’i Suudi Arabistan desteklerken Husileri de İran’ın desteklemesi ve bu iki gücün ortak bir darbe yapması bu durumu kanıtlar bir niteliktedir. Husilerin Aden’e saldırması ve daha önce de Anayasayı feshetmesi bu ittifakı bozmuştur. 2015 yazında Aden’de başlayan çatışmalara Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin oluşturduğu Arap koalisyonu Husiler ve Ali Abdullah Salih’e bağlı güçlere karşı Kararlılık Fırtınası adını verdikleri hava bombardımanları başlatarak karşılık verdi ve 2015 sonuna kadar San’a hariç güneyden kuzeye doğru bütün şehirler Yemen Halk Direniş Komitaları ve Arap Koalisyon güçlerinin eline geçmiş durumda San’a ve kuzeyi ise hala Husilerin kontrolünde, iç savaştan yararlanan El Kaide ise Yemen’in güneyindeki Hadramut bölgesinin en büyük şehri Mukalla ile beraber yine güneydeki Ebyen vilayetinin en büyük iki şehri Caar ve Zencebarı elinde tutuyor.
Güney Yemen Sorunu Osmanlı İmparatorluğunun yıkılmasından sonra ortaya çıkan Ulus Devletlerle, Osmanlı İmparatorluğunun İslam coğrafyasında hakim olduğu yerlerde 25’i aşkın ulus devlet kurulmuştu. Yemen’de biri San’a merkezli diğeri Aden merkezli kurulan Kuzey ve Güney Yemen arasında yıllarca devam eden ayrılık 90’ların başında vuku bulan iç savaştan sonra iki tarafın birleşmesi ve Yemen Arap Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla sona ermişti. Halihazırda Cumhurbaşkanı olarak tanınan Abdu Rabbu Mansur Hadi’nin çabaları Yemen’in birleşik bir cumhuriyet olmasında önemli bir rol oynasa da Güneylilerin sorunu hiç bitmedi. Güney Yemen’de ortaya çıkan birçok hareket hala Güney’in ayrılmasını talep ediyordu, özellikle bazı sol menşeli hareketler merkeze karşı silahlı mücadele sürdürsede bu çok etkili olamıyordu. Şubat 2011’de başlayan halk ayaklanması esnasında Aden’de yapılan gösterilerde Güneyli göstericiler bağımsızlık talep eden dövizler taşıyorlardı. Ocak’16 • 11
Karantina
Karantina
Körfez görüşmelerinde de bağımsızlık talep etmişler fakat güney kökenli bir siyasetçi olan Abdu Rabbu Mansur Hadi’nin Cumhurbaşkanı olması ve Güneyin sorunlarını çözme vaadi verilmesi Güney Yemen’lilerin Hadi’ye güvenmesini sağlamıştı. Güney’deki başlıca sorunlardan biri fakirlik. Güney Yemen’de Hadramut bölgesi belki de dünyanın en fakir bölgeleri arasında üst sıralarda sayılabilir. 2013 yılında Güney Yemen’in Ebyen şehrinde açlıktan kaynaklanan ölümler meydana geliyordu. Ayrıca Güneylilerin Yemen siyasetinde etkili olması da sürekli engelleniyor. Abdu Rabbu Mansur Hadi’nin bir Güneyli olarak ülkenin başına geçmesi bu sorunların aşılmasında ciddi bir adım olarak sayılsa da Hadi’nin ömrünün Husi darbesi yüzünden kısa olması Güney’deki umutsuzluğu artırıyor. Bütün bu sorunların çözümü istikrarlı bir Yemen’e bağlı. Yemen’in istikrara kavuşarak Güney sorununa ciddi bir şekilde eğilmesi bu kangrenleşmiş yaranın tedavisinde önemli bir aşama olabilir ama mevcut duruma bakıldığında Yemen’in istikrara çok uzak olduğu açıkça görülüyor.
El Kaide (Ensar El Şeria) El Kaide’nin Yemen kolu Ensar El Şeria hareketi 11 eylül 2001 saldırılarından sonra El Kaide lideri Usame Bin Laden’in yakın dostlarından Enver El Evlaki tarafından kuruldu. ABD’nin Irak ve Afganistan işgallerinden sonra Aden körfezi’nde ABD üslerine yönelik saldırılar gerçekleştirmesi üzerine ABD, Yemen’de El Kaide’ye yönelik hava saldırıları başlatmıştı. Özellikle 2005 yılından sonra yoğunlaşan hava saldırılarında son olarak 30 Eylül 2011’de hareketin lideri Enver El Evlaki öldürüldü. Buna rağmen Yemen El Kaidesi giderk gücünü arttırıyor. Husilerin 2014’te yaptığı darbe sırasında Hadramut’un başkenti Mukalla’yı ele geçiren örgüt 7 Ocak 2015’te Paris’te Peygamber (a)’ın karikatürlerini yayınlayan Charlie Hebdo dergisine yönelik yapılan saldırının
emrini vermekle biliniyor. Saldırıda 12 karikatürist öldürülmüş ve bu saldırı Dünya’da ciddi bir ses getirmişti. Yemen El Kaidesi geçtiğimiz hafta da Yemen’in Güney vilayetlerinden Ebyen’in 2 büyük şehri Caar ve Zencebar’ı ele geçirdi.
ORTADOĞU’DA İSLAMİ HAREKETLER (İHVAN-NAHDA-HİZBULLAH-HAMAS) Ahmet Semih ŞENLİKOĞLU
Sonuç Yemen’in bütün bu iç sorunlarla uğraşırken bölgesel güçler İran-Suudi Arabistan arasındaki çekişmeye ve ABD-El Kaide çatışmasına da sahne olması ülkedeki Siyasi ve İnsani durumu çok daha fazla zorlaştırıyor. Halkın özgürlük ve onur talepleri adı isterse Husi olsun ister Suudi Arabistan ister İran olursun çeşitli yerel ve bölgesel aktörlerle engelleniyor. Yemen’deki Güney-Kuzey bölünmüşlüğü ise ülkenin içinde bulunduğu durumu daha bir çıkmaza sürüklüyor. Şuanda Yemen’de devam eden iç savaşta Husiler her ne kadar geriletilmişsede hala Başkent Sana’yı ellerinde tutuyorlar bu da savaşın uzamasına ve devrimin asıl hedeflerinden daha çok uzaklaşmasına neden oluyor. Husilerin, iran’ın Suriye’de zor durumda olması ve kısıtlı miktarda yardım ulaştırmasının yanında Arap koalisyonun hava saldırıları ve Yemen Halk Direniş Komitalarının saldırıları karşısında daha fazla mukavemet gösterebileceğini düşünmüyorum. Yine de Husiler bertaraf edilse bile bu Husilerin Yemen’deki varlıklarını buharlaştırmayacaktır. Dış müdahalelerin ve etkilerinin devam etmesi ise Husi sorunun sürekli devam etmesi anlamına geleceğini net olarak söyleyebiliriz. Zira Suudi Arabistan Husileri vururken İran destekliyor ve bu yapılırken özellikle İran tarafından mezhebsel temele oturtuluyor. Öyle sanıyorum ki Yemen’deki sorunların çözülmesi sorunlara yaklaşımların Mezhep ya da bölgesel etnisite temelli yaklaşımların aşılması ve dış müdahalelerin Yemen’in toplumsal sinir uçlarına dokunmasının önüne geçilerek Yemenli-Yemenli diyaloğuyla mümkün olabilir. Tıpkı bütün bölgedeki sorunlarda olduğu gibi.
İ
slam’ın tebliğiyle birlikte yükselişe geçen İslam fikriyatı, yaklaşık 640’lı yıllarda Asya’ya, 710’lu yıllarda ise Avrupa’ya girmeye başlamıştır. Yine bundan kısa süre sonra Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarından oluşan Eski dünya, İslamiyet’in tesiri altına girmiştir. Gerçi daha ilk yıllarında Habeşistan’a ve Ortadoğu’nun çeşitli bölgelerine yayılan İslam için bunu pek sürpriz saymamak gerekir. İslam, İsevilik gibi Filistin’de doğup Avrupa’da yeşerecek bir din olmadığını, doğduğu topraklara bağlı kaldığını ama buna rağmen etkisinin tüm dünyada her renk, her ırk ve her dilden insana ulaşabileceğini göstermiştir daha ilk yıllarında. Tüm dünyaya yayılmasına rağmen yine de merkez değişmemiş ve Ortadoğu, İslam’ın merkezi olarak kalmıştır. Ortadoğu’nun İslam’ın merkezi olması, yüzyıllardır bölgenin sürekli yorulmasını, gündemde olmasını aynı zamanda da aktif olmasını sağlıyor. Yüzyıllardır gündemde olan Ortadoğu 19.-21. Yy. arası daha fazla kıymete biniyor ve dünya üzerinde birilerinin dikkatini çekiyor. Ortadoğu zor bölge tabi. Kolay zapt edilemez, farklı, dikkat çekici, zengin, değerli ve stratejik. Aynı zamanda merkez. Ama sadece İslamiyet’in değil, dünyanın da merkezi. Adeta bir kesişim noktası. Hangi yola çıkmak istersen iste, Ortadoğu’nun kapısından geçeceksin. Hangi devlet böyle bir bölgeyi elinde tutmak istemez ki? İşte bu düşünce batılı devletlerin çeşitli örgütlerle Ortadoğu’ya müdahale etmesini; Ortadoğu’nun sürekli yorulmasını, aktif ve gündemde olmasını sağlamıştır. Gündemde ki Ortadoğu’da her devletin farklı bir planı varken, İslam medeniyeti de kendi içinde siyasallaşmaya gitmiştir. Bu siya-
sal İslam kavramı çerçevesinde yakın tarihimizdeki bazı oluşumları kuruluş tarihine göre kısaca tanıyıp daha sonra ise bu oluşumların Ortadoğu açısından önemini ve İslam dünyasındaki etkisini konuşalım.
İHVAN-I MÜSLİMİN (MÜSLÜMAN KARDEŞLER): Kısa adıyla İhvan, Arap dünyasının en etkili, en büyük ve ilk çağdaş-entellektüel İslamcı teşkilatı sayılmaktadır. 1928 yılında Hasan elBenna ve beraberindeki 6 kişi tarafından Mısır’da kurulmuş bir teşkilat. Hasan el-Benna, Raşid Bölgesindeki Mahmudiye ilçesinde 1906 yılında doğmuştur. Babası İslami değerlere alakalı biri olduğundan onunda bir İslam Alimi olmasını istemiş, kendisi de İslami ilimlere ilgili olmasına rağmen Hasan el-Benna, babasının bu isteğine cevap vermemiş ve başöğretmenler yetiştirme okuluna kayıt yaptırmıştır. Henüz 13 yaşındayken İngilizlere karşı yapılan protestolara katılır. Onun İslam hassasiyeti, aykırı gençliğiyle bütünleşmiş ve Mısır’ın yeni bir lider ihtiyacını karşılamaya yetmişti. Okuldayken; Genç Müslümanlar Cemiyeti, İslam Ahlakının Asaleti gibi cemiyetlerde aktif olmuştur. Üniversite yıllarında Reşid Rıza, Abdülhamid Said gibi önde gelen fikir adamlarıyla görüş alışverişinde
12 • Ocak’16
Ocak’16 • 13 Hasan El-Benna
Karantina bulunur ve başöğretmen okulundaki aktifliğini Üniversite yıllarında da sürdürür. Mezun olduktan sonra ise İsmailiyye’de bir okula atanır ve öğretmen olarak çalışmaya başlar. Hasan el-Benna’nın öğrencilik yıllarındaki aktifliği ve İslam hassasiyeti, onun bu konulardaki duyarlılığını artırmış ve beraberindeki altı arkadaşıyla birlikte İhvan-ı Müslimin’i kurmasına vesile olmuştur. Bu cemiyetin ilk faaliyetleri, gençlere Kur’an’ı öğretme ve onları İslami yaşantıya teşvik etmekti. Cemiyet, kısa sürede üye kabul etmeye başlamıştı ve Hasan el-Benna, gençler dışındaki ilk davetini Süveyş Kanalında çalışan işçi ve esnaflara yapmıştı. Cemiyete giren üyelere sadakat yemini ettiriyorlar ve yeşil bandlar takıyorlardı. Sonraları biraz daha kurumsallaşan Cemiyet, resmi bir marş benimsemişlerdir ve Kur’an’ın altında çaprazlama duran iki kılıcı sembol olarak kullanmaya başlamışlardır. Müslüman Kardeşler Cemiyetinin ilk genel başkanı olarak çeşitli dergilere ve gazetelere yazı veren Hasan el-Benna, aslında bu yazılarında Cemiyetin izleyeceği yolun rotasını çizmeye başlamıştı. Böylelikle İslam Medeniyeti içerisindeki çağdaş- entelektüel bir teşkilat, misyonunu ortaya koyuyordu. Karşılığı Ümmetçilik olan Pan-İslamist ideolojiyi benimseyen bu teşkilat, Müslüman olan herkesi kardeş kabul eder ve ırkçılığa dayanan diğer görüşleri reddeder. İhvan, 1928’de kurulmasına rağmen 1938’de siyasi nitelik kazanmaya başlamıştır. Müslüman Kardeşler Hareketi; daha okul yıllarında babasının vefatıyla birlikte ailesinin bütün yükü sırtına binen ve bunca zorluğa rağmen pes etmeyen ve ülkenin aydınları arasında yer alan Seyyid Kutub’dan etkilenmiştir. Seyyid Kutub, İslami usulde eğitim veren ElEzher’de orta ve lise eğitimini bitirdikten sonra, Kahire Üniversitesinin Darul Ulum fakültesine girmiştir. Mezun olduktan sonrada aynı fakültede öğretim görevlisi olarak başlamıştır. Yöneldiği İslamcı düşünce, bir süre sonra onun bu konuda kimileri tarafından üstad olarak anılmasına vesile olmuştur. Gerçekten de Seyyid Kutub, fikirlerinden dolayı hapsedildikten sonra özellikle siyasal İslam konusunda 14 • Ocak’16
Karantina
Seyyid Kutub
otorite sayılmalıdır ve sayılmıştır. Seyyid Kutub’un davası Müslüman kardeşlerin davasıyla örtüşüyordu. Onun davası Kur’an davasıydı. Ve bu dava uğruna feda ettikleri ise belki bugün çoğumuzun vazgeçemeyeceği şeylerdendi. Ailesi gözlerinin önünde zulme uğramış, yeğeni şehid edilmiş hatta bizzat kendisi hapishanede gardiyanlar tarafından yoğun işkencelere maruz kalmıştı. Yine de hak bildiği yoldan dönmedi ve onu idama mahkum eden hakimin ‘’Eğer Cumhurbaşkanı Cemal Abdunnasır’a karşı söylediğin sözler için özür dilersen hükmün düşecek ve affedileceksin’’ sözü üzerine; ‘’ Eğer idamı hak etmiş olarak hakkın emri ile ipe çekiliyorsam buna itiraz etmek haksızlıktır. Eğer batılın zulmüne kurban gidiyorsam batıldan merhamet dileyecek kadar alçalamam.’’ diyerek dik duruşunu bozmamış ve yetişen Müslüman gençlerin zihninde bir kahraman olarak kalmıştır. Belki de bugün hala unutulmamasının sebebi idam hükmü verilirken söylediği sözlerdir, kim bilir? 1952’deki Hür Subaylar Darbesinde sonra Mısır’da ki tüm siyasi partilerle birlikte kapatılan ihvan, çalışmalarına ara vermemiş ve öğrenciler arasında sıkı bir teşkilatlanmaya giderek hem teşkilatını genişletmiş, hem de gençler arasındaki popülerliğini arttırmıştır. İhvanın, şiddet yanlısı radikal kesimleri her ne kadar o dönemin diktatörü tarafından bastırılsa da, etkisi altına aldığı STK’larla büyük faaliyetler yapmış ve etkinlik çevresini genişletmiştir. Zamanla Ortadoğu’nun çeşitli bölgelerinde bu yapı şube halinde oluşturulmuş ve o bölgelerde siyasi bir güç olmuştur. Bahreyn’de, Suriye’de, Ürdün’de, Irak’ta, Suudi Arabistan’da, Filistin’de, Yemen’de, Umman’da hatta şia mezhepli İran’da bile çeşitli faaliyet-
lerde bulunmuştur. Tabii bu ülkelerin bazılarında siyasal parti haline gelmiş ve ülke üzerinde önemli bir yer edinmiştir. ABD ve İngiltere’de de faaliyetleri bulunmaktadır. İhvanın yönetimi Türkiye’deki vakıfcılık ve dernekçilik yönetimine benzer. Bir Genel kurul vardır ve buna Şura Meclisi denir. Şura Meclisi, İhvana üye kişilerin seçtiği delegeler tarafından oluşturulur ve en genel karar alma organıdır. Bir de yürütme ofisi adı altında yönetim kurulu vardır.Yürütme ofisi; genel sorumlular, yönetim kurulu ve şura meclisi tarafından görevlendirilmiş kişilerden oluşur. İhvan-ı Müslimin, 2010 yılında başlatılan Arap Baharında önemli görevler üstlenmiş ve diktatörlüklerin yıkılmasında büyük pay sahibi olmuştur. Mısır’da 2012’de yapılan seçimlerde, ihvanın adayı Muhammed Mursi %52’lik tarihi oyla Mısır’ın demokratik yollarla seçilen ilk Cumhurbaşkanı olmuştur. Ancak kaderin cilvesine bakın ki seçilmiş bir Cumhurbaşkanı olan Mursi’nin, yeni protesto gösterileriyle birlikte iktidardan el çektirilmesine göz yumuldu. İşte o süreçten sonra Mısır, yeniden diktatör bir yönetimin kucağına itildi. Bu da acı bir tesadüftür. Bazı ülkelerce terör örgütü ilan edilen ihvan faaliyetlerine devam ederken, Mısır Devletinin de 2013 yılında terör örgütü ilan etmesiyle artık yavaşlama evresine geçmiştir. ( Norveçli tarihçi ve Ortadoğu araştırmaları profesörü Brynjar Lia’nın, Müslüman Kardeşlerle ilgili yazmış olduğu 1928-1942 yıllarını kapsayan ‘Müslüman Kardeşlerin Doğuşu’ adlı kitabı, bu konuda daha derin bilgi sahibi olmak isteyenlerin okuyabileceği bir kitaptır. Tavsiye ederim.)
Muhammed Mursi
NAHDA: Tunus’ta 1981 yılında Raşid Gannuşi ve Abdülfettah Muru tarafından kurulan Nahda, ‘ılımlı islam’ görüşünü benimsemektedir. Misyonunu kısaca özetlersek; ekonomik kaynakların adil dağılımını, çok partili demokratik hayata geçilmesini, günlük hayata dindarlığın daha fazla girmesini ve en önemlisi de bunların şiddete başvurmadan yapılmasını savunmuştur. Ancak 1989 yılında yapılan seçimlerden sonra şiddet konusundaki tavırlarına pek riayet edememişlerdir. Raşid Gannuşi, 1941 yılında Tunus’ta doğmuştur. Kuzey Afrikanın en eski topluluklarından biri olan berberilerdendir. Eğitimini Mısır ve Suriye’de almıştır. 1970’lerde tekrar ülkesine dönen Gannuşi, kendisini Müslüman demokrat olarak tanımlamıştır ve 1981 yılında İslami Eğilim Hareketinin kurucusu olmuştur. Kuruluşta ki adı ‘İslami Eğilim Hareketi’ olan teşkilat, bugünkü adını yasal olabilmek için 1989 yılında almıştır (Nahda Hareketi). Ancak buna rağmen otoriter Zeynel Abidin Bin Ali yönetimi boyunca parti yasadışı olarak kalmıştır. 2010 yılına gelindiğinde Nahda Hareketini Yasemin Devriminin tam ortasında göreceğiz. Bu arada biraz Yasemin Devrimini özetleyelim. Yasemin Devrimi, Tunus’un otoriter lideri Bin Ali’ye karşı başlatılan protestonun büyümesiyle Bin Ali’nin devrilmesine yol açan hadisenin adıdır. Bu hadise, bir zaman sonra diğer ülkeleri de etkileyecek ve Ortadoğu’da Arap Baharı süreci başlayacaktır.
Gannuşi Ocak’16 • 15
Karantina
Karantina
Bin Ali’nin Nahda Hareketine karşı düzenlediği yaptırımlar, Hareketin yasallık kazanmasına engel olmuş, bu yüzdende seçimlerde halkın huzuruna çıkılamamasını sağlamıştır. Hatta Gannuşi ülkeden sürgün edilmiş ve ancak Yasemin Devriminin başlamasıyla ülkesine geri dönebilmiştir. Nahda mensubu kişiler, bu protestoda büyük oranda rol almışlardır ve Nahda, Bin Ali’nin devrilmesinden sonra yasallık kazanmıştır. Hareket artık Tunus’un en büyük ve en yaygın teşkilatlı partisi haline gelmiştir. Ülkedeki laik kesimin endişelerine rağmen 2011 yılında yapılan Kurucu Meclis seçimlerinde, %40’lık oy oranıyla açık ara farkla birinci parti olmayı başarmıştır. 2014 yılında yapılan parlamento seçimlerinde ise %31’lik oy oranıyla ikinci parti olabilmiştir. 2014 seçimlerindeki sonucun, Gannuşi’nin ülke içinde karışıklık çıkmasın diye laik kesime bazı tavizler verdiğinden dolayı ya da tekrar aynı düşünceyle bir cumhurbaşkanı adayı çıkarmamasının bir sonucu olduğunu düşünebiliriz. Tabi bu kararlar tartışılabilir. Şunu tekrar belirtelim ki Nahda Hareketi, Tunus’ta birçok insanın ufkunu genişletmiş, her ne kadar 2014 seçimlerinde ikinci parti olsa da iktidar olduğu dönemde almış olduğu kararlarla insanların sempati duyduğu bir parti olmuştur.
HİZBULLAH: Hizbullah,1982 yılında İran İslam Devriminden etkilenerek kurulmuştur. Lübnan’da kurulan teşkilat, şii İslamcılık ideolojisine sahiptir ve adı Allah’ın partisi (ya da taraftarları) anlamına gelmektedir. Aslında Lübnan Hizbullah’ı, 1970’lerden sonraki küçük grupların 1982’de birleşmesiyle oluşmuştur. Bu yüzden kesin bir kurucusu yoktur. Bu gruplardan en önemlisi de 1960 yılında İran’dan Lübnan’a gelen İranlı Molla Musa Sadr’ın kurduğu Emel Hareketidir. Dolayısıyla Hizbullah hareketinin kurucusu olarak Musa Sadr ismini telaffuz edebiliriz. 16 • Ocak’16
İran’la aynı görüşü benimsediğinden, İran-Hizbullah arasında farklı bir bağlantı var diyebiliriz. İran’a sempati duyanların Musa Sadr Ortadoğu’da oluşturduğu bir hareket olan Hizbullah, İrancılık görüşünü benimseyen Ortadoğu’da bu kadar geniş yapılı tek teşkilattır. Hatta bu yaklaşım bazı kişiler tarafından daha da ileriye götürülerek ‘Hizbullah, İran’ın Ortadoğu’daki maşasıdır’ sözü bile telaffuz edildi. Hizbullah, faaliyetlerini siyasi ve silahlı mücadele olarak sürdürmektedir. Kuruluşundaki asıl amaçlardan biride Güney Lübnan’daki İsrail işgaline karşı mücadele vermektir. İran’daki devrimi bölgeye yaymakta amaçlarından biridir. Lübnan iç savaşı boyunca Hizbullah, ABD ve Avrupa askerlerinin Lübnan’dan atılması amacıyla birçok bombalama eyleminde bulunmuştur. İç savaştan sonraki dönemde ise bütün silahlı mücadele gruplarının silah bırakması kararına da uymayarak silah bırakmamıştır. Bu kararından sonra Güney Lübnan’da gerilla taktiği uygulayarak İsrail’in Lübnan’dan çekilmesinde büyük rol oynamıştır. 2006 yılında İsrail’e karşı savaş açmıştır. Daha doğrusu İsrail ablukası altında bulunan Lübnan’da, İsrail askerlerini kaçırmış ve sonraları İsrail yerleşim bölgelerine roket, füze ve havan saldırılarında bulunmuştur. 1 ay süren savaşta İsrail ateşkes önermiştir ve Lübnan üzerindeki ablukayı da kaldırmıştır. Hizbullah, Ortadoğu’da yasal bir örgüt olarak kabul edilirken ABD, Kanada, İsrail ve Avustralya tarafından terörist ilan edilmiştir. Şu anda ki Genel Başkanı, adını 2000’lerde sıklıkla duyduğumuz Hasan Nasrallah’tır. Arap baharının Suriye’ye yayılmasıyla birlikte yine İran yanlısı diktatör Esed, bölgedeki en büyük yardımlardan birini yine İran tarafından desteklenen Hizbullah’tan görmüştür. Teşkilat, Esed’in devrilmemesi için mücadele etmiş ve Suriye’de rejim askerlerini desteklemiştir.
HAMAS:
bir konuma gelmiştir. Hızla yükselen Ahmed Yasin, 1987 yılında Hamas’ın kurmuştur. 1987 yılında Mısır’daki Ahmed Yasin’in kurduğu Hamas, yeni kurulMüslüman kardeşlerin Fimasına rağmen birinci intifadada kendine çalistin kanadı olarak kurulan bucak yer edinmiş ve eylemleriyle İsrail’e karşı Hamas, ilk intifadanın başbir güç haline gelmişti. Ahmed Yasin, 2004 yılangıcıyla kurulmuştur. lında İsrail’in düzenlediği suikast sonucu öldüİdeoloji konusunda Müsrülmüştür. lüman kardeşler tarzını benimsemiştir. Daha Hamas’la, Filistin Kurtuluş Örgütü arasındoğrusu Müslüman Kardeşlerin Filistin büroda temel düşüncede bir sorun çıkmıştır ve bu su olarak faaliyet yürütmektedir diyebiliriz. sorun, FKÖ’yle Hamas’ın çatışmasına dahi yol Asıl amacı İsrail’in işgal ettiği Filistin bölgesini açmıştır. tekrar toplayıp yeniden Filistin İslam Devleti’ni Temel düşüncedeki sorunu şu şekilde takurmaktı. Teşkilat’ın siyasi kanadının yanında nımlayabiliriz: FKÖ, Filistin sınırları dışında askeri kanadı da bulunmaktadır (El-Kassam bir İsrail devletinin varlığını kabul ederken ve Tugayı). Filistin’in laik bir devlet yapısına sahip olması 1967 yılında başlayan Arap-İsrail altı gün gerektiğini düşünürken; Hamas, bölgede İsrail savaşlarından sonra İsrail’in, Fidiye bir devletin varlığının kabul listin üzerinde ki baskıları artmışedilemeyeceğini ve Filistin’in İstı. Ambargolar, suikastler, cami lam Devleti olması gerektiğini ve ev baskınları artık Filistin’de savunmaktadır. halka rahat yaşam hakkı tanımı2000 yılında başlayan ikinci yordu. İsrail o dönemde de buintifada da, Hamas, İslami Cihad gün olduğu gibi Ortadoğu’nun şıve el fetih; Filistin halkıyla birlikmarık çocuğu rolünü oynuyordu te İsrail’e karşı yeniden direnişe ve uluslararası savaş hukukunun başlamış. Birçok kişinin hayatını temel kurallarını bile ihlal ediyorkaybettiği bu direniş, 2005 yılındu. Bu baskılar günümüzde de da sona ermiştir. Hamas’ı burada devam etmektedir. da aktif halde görebiliriz. İsrail baskılarına çeşitli grupŞeyh Ahmet Yasin Hamas’ın şu andaki Siyalar direnmeye çalışmıştır ancak si Büro şefi Halid Meşal’dir ve küçük direnişler olduğu için pek faydalı olama- Hamas’da yine diğer teşkilatlar gibi bazı ülkemışlardır. Bu sonuç Filistin’de büyük bir ayak- lerce terör örgütü listesine alınmıştır. lanmanın yani birinci intifadanın temellerini Yukarıda tanımladığımız teşkilatlar, Ortaatmıştır. 1987 yılında başlayan birinci intifada doğu açısından büyük önem arz etmektedir. Ülke genelinde yayılmış ve binlerce Filistinlinin Ortadoğu’da kurulan birçok İslamcı örgüt varbilinçlenmesini sağlamıştır. İsrail tarafından az dır. Ancak bunlar, Ortadoğu’da derin iz bırakolsada, Filistin tarafından çok kayıp verilmiştir. mış ve büyük kitlelere ulaşarak teşkilatlarını Birinci intifadanın 1993 yılına kadar sürmesine genişletebilmişlerdir. Tabi hangisinin gerçek rağmen Filistin bağımsızlığı kazanamamıştır. İslam konusunda ilerlediği ya da hangisinden Kutsal amacı kendine misyon edinen bu yana tavır alınmalı konusunda herhangi bir şey teşkilatı Şeyh Ahmed Yasin ve beraberindeki söyleyemeyiz. Ama şu belirtilmeli ki Ortadoğu iki kişi kurmuştur. İşgalci İsrail’e karşı eylemler bölgesinde neredeyse her insan bu örgütlerdüzenlemişlerdir. Ahmed Yasin, Kahire’de oku- den herhangi birini kendisine yakın görmüş duğu yıllarda Müslüman Kardeşlerle tanışmış ve ülkesinde şubesi bulunmamasına rağmen ve etkilenmiştir. Gazzeye döndüğünde öğret- gerek protestolarla gerek yaptığı çeşitli etkinmenlik yapmaya başlamış aynı zamanda da liklerle ideolojisine uygun olan tarafı desteklecamilerde vaazlar vererek halk nezdinde belli miştir. Ocak’16 • 17
Karantina
Karantina
Suriye’de Sona Yaklaşırken Furkan GENÇOĞLU
S
uriye halkının diktatör Beşşar Esad rejiminin insanlık dışı uygulamalarına isyan etmesi ve silahsız bir biçimde başlayan isyanına rejim tarafından katliam, tecavüz, yağma ile cevap verilmesi sonucunda silahlı bir direnişe evrilen Suriye Halk Devrimi Mart-2016’da 5. yılına giriyor. 5 yıllık süreçte Suriye İnsan Hakları Örgütü (SNHR) verilerine göre (Ağustos 2015) yaklaşık 180 bini sivil 215 bin insan hayatını kaybetti. 4 milyon Suriye’li Türkiye, Lübnan, Ürdün gibi komşu ülkelere sığınmış durumda. Yaklaşık 2 milyon Suriye’li mülteciye ise ülkemiz Türkiye evsahipliği yapıyor. Yaklaşık 7.6 milyon Suriye’li ise ülke içinde yer değiştirmek zorunda kaldı. Rejim gelinen noktada ülkenin güneyine ve Lazkiye-Tartus ekseninde sahil kısmına sıkışmış durumda. Ülke topraklarının sadece %3040 arasını kontrol edebiliyor. Rejim güçlerinin askeri varlığının yarısından fazlası kayıplar ve firarlar ile yok oldu. Esad rejimi hapishanelerde yatan genelde yüz kızartıcı suçlar işlemiş olan “şebbiha” ismi verilen Nusayri çeteler, İran devrim muhafızları, Afgan şii milisler, Hizbullah militanları ve Türkiye’den bölgeye savaşmaya giden alevi sosyalist grupların desteği ile varlığını koruyabiliyor. İdlip, Dera ve Halep kırsalı ise muhaliflerin elinde. DAEŞ ise Rakka merkezli kurduğu devlet ile ülkenin doğusunu Irak sınırını kontrol ediyor. Kuzeyde ise PKK Suriye yapılanması PYD güçlerinin Amerika
18 • Ocak’16
öncülüğünde kurulan koalisyon desteği ile kurdukları kantonal yapılanması mevcut. Türkiye sınırının büyük kısmınını PYD kontrol ediyor. Uluslararası kamuoyu artık bu iç savaşa bir son vermek için epeydir görüşmelerini sürdürüyor. Cenevre görüşmelerinden bir sonuç çıkmasa da artık mülteci krizinin ve daeş eylemlerinin batıyı ciddi anlamda tehdit etmesi, meselenin Ortadoğu halklarını değil batı halklarını da mağdur etmeye başlaması batı ülkelerini yeni hamleler yapmaya itiyor. Antalya’da toplanan G20 zirvesinde meselenin tarafı olan ülke heyetleri çözüm için karşılıklı görüşmeler yaptılar. Ve tahminlere göre yakın bir zamanda tarafların masaya oturması planlanıyor. Taraflar ise ağır bedeller ödemeye devam ediyorlar. Amerika- Türkiye- Katar- ArabistanFransa hattında Türkiye mültecilere ev sahibi konumda olması, 5 yıldır ülkenin çeşitli yerlerinde iç huzuru yok etme amaçlı terör eylemlerinin gerçekleşmesi, ülke içi çıkan isyanlarda Esad yandaşı temsillerin öne çıkmasıyla en büyük bedeli ödeyen ülke olarak görünüyor. Mülteci meselesinde 7.6 milyar liralık bir harcama ile hazinesinden kaynak aktarması Türkiye’yi ekonomik olarak zora sokmuş durumda. Görünen o ki Türkiye’nin 2 milyon yeni vatandaşı olacak. Fransa ise göbeğinde patlayan bombalarla sarsılmış durumda. Ayrıca batıya doğru akan göç dalgaları AB-ABD eksenini ciddi anlamda rahatsız ediyor. Bu göç dalgalarına
karşılık batı toplumlarında göçmen karşıtlığı artıyor, ciddi sosyal patlamalar yaşanıyor. Arabistan ise yemen’de yaşanan husi darbesi ile uğraşıyor. İran’ın Yemeni işgal etme girişimi ile Arabistan’a Suriye’deki selefi gruplara verdiği destekten ötürü İran tarafından bedel ödetilmek isteniyor. Diğer taraftan İran-Rusya-Çin hattında İran onlarca generalini savaşta kaybetmiş durumda. Muhalif gruplar gerek İran devrim muhafızlarına gerek Afgan şii milislere ciddi bedeller ödetiyorlar. İran hiç ummadığı bir direniş dalgasıyla karşılaştığı Suriye işgalinde çok zorlu günler geçiriyor. Esad rejiminin seküler-laik endişeleri ve İran’ı bölgede aslında çok fazla istememesi gerçeği de giderek gün yüzüne çıkıyor. Rusya’nın aktif müdahalesi bu yüzden hem Türkiye’de baas yanlısı sol çevrelerde hem Nusayri rejim tarafından ekstrem bir sevinçle karşılandı. Hizbullah güçlerinin Zebadani’de 6 aylık ateşkes isteyip geri çekilmesi ile savaş Halep ve Türkiye sınırında yoğunlaştı. İran ve Hizbullah’ın Sünni İslam dünyasına İsrail karşıtlığı ve 2006 İsrail-Hizbullah savaşı ile elde ettikleri prestij sıfırlandı. Sünni dünyanın İran ve Hizbullah’a mezhepçilik suçlaması yapmasına karşın muhatap klasik Siyonizm nefreti dışında bir argüman üretememesi, işgalini gerekçelendirememesi İslam dünyasındaki mezhepsel ayrışmayı iyice gün yüzüne çıkartıyor. Rusya ise uçak gemilerini, savaş gemilerini ve askerlerini Suriye rejimini korumak adına bölgeye yığdığından beri ilk bedellerini ödemeye başladı. Rusların hava saldırılarıyla açtığı koridorda ilerlemek isteyen rejim güçleri çok yoğun direnişle karşılaşıyor. Geçtiğimiz günlerde gerçekleşen ve halen devam eden Bayırbucak Türkmen direnişi en bariz gösterge. Çin meseleye henüz aktif olarak müdahil olmuş değil fakat Rusya-İran hattının yanında saf tuttuğu herkesin malumu.
Sonuç olarak; Suriye ülke olarak tamamen harap olmuş durumdadır. Savaş bugün bitse dahi Suriye’nin yeniden inşası ve toparlanması en az 30 seneyi bulacaktır. Suriye ayriyeten büyük doğal kaynakların bulunduğu bir ülke de değildir. Savaş zaten doğal kaynakların kazanımı adına başlamamıştır. Suriye Devrimini başlatan Suriye halkıdır. Fakat devrim küresel emperyalist
güçler tarafından akamete uğratılmış ve adeta Suriye toprakları batı ve doğu emperyalizminin savaş alanı olarak kullanılmaya başlanmıştır. Bölge emperyalist devletlerin istihbarat ajanlarının cirit attığı bir meydan haline gelmiş durumdadır. Bu kadar çok istihbarat örgütü ve bu kadar çok terör örgütünün bulunduğu bir yerde istikrar ve barış beklemek çok gerçekçi bir yaklaşım olmaz. Bu örgütler istikrara değil karşı tarafa daha çok zarar verme ve daha büyük operasyonlar yapma gayreti içindedirler. Son tahlilde çatışmanın bitmesi için Uluslararası unsurlarının bir tarafta İran-Rusya-Suriye bir tarafta Türkiye- Katar- Fransa- Suudi Arabistan ortada da ABD’nin bir ortak noktada buluşması lazım. Yoksa bir yandan Rusya ve İran rejime inanılmaz destek verirken bir yandan Suriye’de muhalifler sürekli toplumsal taban kazanırken bu işin savaşla bitmesinin imkanı yoktur. Bütün savaşlar ateşkes ve müzakere ile son bulur. Kimsenin kimseyi sonuna kadar yok etme gücü yoktur. Önümüzdeki süreçte masaya oturmadan önce tüm taraflar son kozlarını oynamaya devam edecektir. Çünkü tüm tarafların en büyük amacı masaya en güçlü biçimde oturabilme iradesine sahip olmaktır. Rusya’nın hard power saldırılarının artmasının sebebi Esad rejiminin bir Nusayri kantonuna dönüşmemesi en azından bölgede Rus ve İran menfaatlerini koruyup kollayabilecek otonom bir yapıya kavuşmasını sağlamaktır. Ocak’16 • 19
Karantina
M
odernizmin iflas ettiği, postmodernizmin derde deva olmadığı bir vasatta, İslam’ı asrın idrakine söyletebilmek için hakikat iddiamızı daha yüksek perdelerden ifade etmemiz gerektiğini söylüyor ve şairin sözünde ifade edildiği gibi “toparlanın gitmiyoruz!” diyoruz. Müslümanların ‘neyi nasıl yapacaklarına ilişkin öngörüleri olan’ ilimde liyakatli liderlere olan ihtiyacı, eksikliğini bu süreçte daha fazla hissettirmektedir. Modernizme ve küresel/bölgesel gerçeklere nüfuz edebilecek bir bilincin bölge Müslümanlarında olmadığına şahit oluyoruz. Müslüman kitleleri yönlendiren cemaat ve gruplar, tabanlarının bilgi-bilinç düzeyini yükseltecek çalışmalar yapmaktan çok onların itaatini istemeyi yeterli buluyorlar. Esaslı zihinsel dönüşümlere, hazırlıklı başlangıçlara, bilinçle atılacak adımlara ihtiyacımız var. ‘Kervan yolda düzülür’ mantığından hareketle kervana katılıp, yolda dava adına amansız bir çok yanlışa imza atmayı terk etmemiz gerekiyor. Asırların getirdiği cehaletin esiri olan muhafazakar halk kitleleri davete müsait bir vaziyet arz edebilirler ama kendilerine sunulanları
20 • Ocak’16
Karantina
sorgulayabilecek bilgi temelleri mevcut değildir. Cemaatler bu halk kitlelerini eğittiklerini iddia ederler ama, bu yapılar yüksek düzeyli ilmi/entelektüel herhangi bir tartışmanın tarafı olmaktan uzaktırlar. Modern bir evrede yaşıyoruz ve bu evrede din geleneğin unsurlarından biri olarak telakki ediliyor. Bu yapılar modernitenin mağlup edilmesine yönelik bir içerik üretemiyorlar. Yeni evrede Türkiye’deki Müslümanlar siyaset-para-iktidar-mülk gibi olgularla yeni tanışmaktadırlar. Artık varlıkla imtihan söz konusudur. Müslümanların büyük güçleri, orduları olabilir, savaşlara katılabilirler ama nehir imtihanını geçebilen çok az insan unsuru mevcuttur. Nehri geçenler iman sahibi olmakla birlikte bilinç sahibi olanlardır. İslam dünyasındaki bilgi merkezlerinin çözmek durumunda olduğu en esaslı sorun sahip olduğumuz bilgi ve bilinç konusundaki yetersizliğimizdir. Kanaatlerimizi okuyucu ile paylaşma arzumuzun sebebi sahici bir tartışma zemini oluşturabilmektir. Elbette ki bunu sürekli terör ve seçim gündemiyle meşgul olan bir ülkede başarabilmek zordur.
İslam’ı yeni bir dille çağın insanına anlatma sorumluluğumuz devam etmektedir. Modernizm karşısında savunmacı ve eklektik bir dilden uzak durmamız gerekiyor. Fakat gerekli donanımdan mahrum olduğumuz için gereken özgüvene sahip değiliz. İslamcılık ilk çıkış evresinde (Efgani ile başlayan evre) savunmacı ve aceleci bir tarz öngörmüştü. Ama daha sonra Kutup ve Mevdudi’nin güçlü söylemi beraberinde bir özgüven sağladı ve bir çok coğrafyada İslami dönüşümlere ve kalkışmalara sebebiyet verdi. Ama Kutup ve Mevdudi söylemi sonrasında sistematik bir düşünce oluşturamadı. Burdan bir sıçrama daha yakalayabiliriz kanaatindeyim. Bilinç düzeyi yüksek, iç tutarlılığı olan tüm başlangıçlar netice itibari ile toplumların dikkatini çekebilmiştir. İslami bilgi de ideolojik safiyeti yeniden yakalama bilinciyle yeniden yorumlanmalıdır. Modern akılla hesaplaşma evresini tarihte tecrübe etmiştik ve başarabilmiştik. Bu sürecin bir benzerini Grek-Yunan felsefesine karşı yaşamıştık ve felsefeye bilgi/bilinç temelinde ve ontolojik olarak cevap vermiştik. Gazali’nin Nizamiye okullarında felsefeye karşı verdiği mücadele ve İbn-i Teymiyye’nin Yunan-Hint felsefelerinin etkisi altındaki tasavvuf nazariyelerine karşı verdiği mücadele bizler için esaslı birer mücadele örneklikleridir. Modern Batı halihazırdaki tükenmişliği ile İslam dünyasında yeni bir zemin yakalayamıyor ama düşünsel, siyasal süreçlerin de istikametini belirlemeye devam ediyor. Küresel ve yerel ölçekte bir İslami bilinçlenme evresi yaşanıyor. Fakat siyasi bilinci gelişmemiş, ancak tabanda güçlü olan uzlaşmaya müsait geleneksel yapılarla ittifaklar oluşturularak, gelişmelerin ve İslami taleplerin yönü tayin edebiliyor. Müslüman dünyanın bir asırlık İslamcılık düşüncesi belirli bir birikim oluşturdu. Bu doğrudur. Ancak Müslümanların potansiyellerini ortaya çıkarabilecek olan şey de temelde ‘iman’dır. İman ise bilgi ve bilinçle kavileşir. İdeolojik safiyet ve düşünsel netlik konusunda yeni tanımlamalar ve tartışmalar yapmalıyız. Müslüman halkların yeniden tanımlanması noktasında Seyyid Kutup üstadın Yoldaki İşaretler’inde bir manifesto ortaya konulmuştu. Kutup Müslüman coğrafyasındaki bütün rejimlerin gayri İslami olduğu ifade edip Müslüman topraklarında yaşayan halkları da cahiliye top-
lumu olarak tanımlamıştı. Bu o zaman düşüncede yeni bir şeydi. Meselenin çok daha derinlerde olduğuna işaret ediyordu. Hakları İslami harekete kanalize etmek ve örgütsel bir güç oluşturmak yeterli değildi. Bilinç gerekti. Halkların demokrasiyle sınandığı süreçler yaşıyoruz. Malumunuz seçim arefesi. İslami düşünce ve karakter köklü sorgulamalar yapabilmelidir derken, köklü eleştirilerinin yönelmesi gereken bir diğer kavramın da demokrasi olduğunu hatırlatmalıyız. Demokrasi, “Oy verip vermeme” ölçeğinden daha derinlikli sorgulanması gereken bir kavramdır. Evet, çoğunluğun Hakkın karşısında bir değer ölçüsü kabul edilmesi itiraz noktasıdır. Ama ‘Halkın değil Hakkın’ iradesinin öncelenmesi, bilgi düzeyinde savunulabilmelidir. Demokratik-modern algıdan neşet eden “eşitlik-insan haklarıilerleme” gibi daha rafine kavramlara karşı da esaslı sorgulamalar yapabilmeliyiz. Gelenekçi tasavvuf çevreleri siyasal süreçlere aktif katılımı tercih etmekten çok, genellikle siyasal kanalları çıkarları ölçüsünde kullanmayı tercih ederler. İslamcıların ise yöntem konusunda özgün bir yaklaşımı mevcuttur. Dünyanın en önemli stratejistleri arasında ismi sayılan ABD’li siyaset bilimci Brezezinski gibi Fuller gibi stratejistlere göre bu yaklaşım İslamcıları potansiyel tehdit konumuna getirmektedir. Zira sadece bu grup moderniteye karşı alternatif üretebilir. Sadece bu grubun gerçek bir toplumsallaşmaya yönelik programı olabilir. Evet, zaman içerisinde sosyolojik alt yapı şartları değişmektedir. İslami hareketin yeni bir toplum tanımına ve mücadele stratejisine olan ihtiyacı öncelenmelidir. Bendeniz de ‘davetin gereğini yerine getirmek’ söyleminin içini doldurmaya yönelik bir başlangıç gereklidir diye düşünenlerdenim. İslami uyanış gerçeği içinde yer alan grupların din-toplum-siyaset ilişkisi noktasındaki önemli ayrışmaları görmesi gerekiyor. Ak parti’nin akibeti ile İslamcılığın akibetini özdeşleştirmek (ki Milli Görüş çizgisi ve Ak Parti en başından beri İslamcılık gibi bir iddiasının olmadığını deklare ediyor.) sağlıklı bir çıkarım olmaz. Okuyucumuz bilir. Kaygımızın merkezinde olan başka meseledir. Vesselam. Ocak’16 • 21
Karantina
Karantina
Kürşat Atalar ile
Düşüncenin Okullaşması ve İslam Dünyası Üzerine Konuştuk Röportaj: Mahmut Yusuf MAHİTAPOĞLU
Genç Öncüler: Hocam öncelikle bizleri kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Düşüncenin Siyaseti, Düşüncenin Okullaşması ve Çağdaş Sembol Şahsiyetler kitaplarınızı bir bütün olarak ele aldığımızda, düşüncenin okullaşması nasıl bir süreçtir? Sizin çağdaş sembol şahsiyetler olarak belirtmiş olduğunuz bu şahsiyetler okullaşma sürecinde nerede durmaktadırlar? Kürşat Atalar: Soruda da belirtmiş olduğunuz gibi bunların belirli bir düşünce sistematiği içerisinde yeri var. Özel olarak planlanarak yazılmış kitaplar değiller ama bir düşüncenin dışa aksetmesi açısından birbirileri ile tutarlılığı olan kitaplar. Bu noktada Düşüncenin Okullaşmasının özel bir yeri var. Düşüncenin Siyaseti, Çağdaş Müslüman Sembol Şahsiyetler, Keşke Bilselerdi kitapları ve Araştırma ve Kültür Vakfı’nda yapmış olduğumuz Müslüman Zihnin İnşası programları ile doğrudan veya dolaylı olarak alakalıdır. Dolayısıyla öncelikle düşüncenin okullaşmasından neyi kastediyorum ondan kısaca bahsedeyim. Düşüncenin okullaşması adlı kitapta aslında bizim Müslüman camiaya yönelik bir öneri de bulunmaya çalışıyorum. Buna farklı bir öneri, farklı bir tez diyebilirsiniz, farklı bir düşünce diyebilirsiniz veya isteyenler bir fark da görmeyebilir. Bence 22 • Ocak’16
bir fark var. Orası önemli. Bu da çağdaş Müslüman düşünce olarak ifade etmeye çalıştığım Cemaleddin Afgani ile başlayan ve günümüze kadar devam eden süreç içerisinde hâlihazırda içinde bulunduğumuz çağdaş Müslüman düşüncenin gelişim evreleri açısından yaşamış olduğumuz bazı tıkanıklıkları aşmak için önermiş olduğumuz, birtakım fikirleri içermektedir. Nedir bu? Kısaca sürece bakmamız lazım. Süreci daha iyi tanıdığımız zaman bu tıkanıkları da daha iyi anlayabiliriz. Süreç Cemaleddin Afgani ile şöyle başlıyor ki, bunu ıslah ve ihya çabası olarak nitelendirebiliriz. Müslümanlar Afgani’ye kadar bir tecrübe yaşadılar. Bunun zaferler ile dolu olan bir dönemi olduğu gibi gerileme duraklama dönemlerinin olduğunu da görüyoruz. Afgani bu gerileme döneminin sonunda gelen bu makûs tarihi değiştirmek isteyen bir düşünce veya eylem adamı olarak nitelendirebilir. Bu manada bir sembol şahsiyettir de aynı zamanda. Afgani kendisinden önce gelenlerden farklı bir yerdedir ve öze dönüş veya uyanış olarak ifade etmiş olduğumuz içtihat kapısın açılması ve düşüncenin yeniden inşası gibi fikirleri ısrarla savunmuştur. Afgani de tabi ki Müslümanların birliği gibi bir düşüncede var ama o siyasi açıdan değerlendirilecek bir şey iken, düşünce açısından önceki dönemlerden farklı bir kırılmayı sembolize eden bir
isimdir. Mesela benzer dönemde Muhammed İkbal’in en önemli kitabı kabul edilen İslam’da Dini Düşüncenin Yeniden İnşası kitabının başlığında da aynı zihniyet görülebilir rahatlıkla. Bu dönemin bütün Müslüman münevverlerinde aynı çabayı görebiliriz. Bu dönemi ilk dönem olarak, Seyyid Kutub, Mevdudi ve Ali Şeriati’yi öze dönüş ve uyanış açısından orta dönem ve gelişme döneminin sembol şahsiyetleri olarak görebiliriz. Müslümanlar bu dönemde kaybettikleri şeyi arıyorlar. Buna iktidar, güç veya medeniyet de diyebiliriz. Onun da yolunun düşünce üzerine yoğunlaşmak ve düşünceyi değiştirmek olduğuna dair tespittir bütün bu çalışmalar. Bunu yapmadaki amaçları da Mevdudi’nin Gelin Dünyayı Değiştirelim adlı kitabının başlığında olduğu gibi dünyayı değiştirmek. Düşünceyi değiştirmeyi çalıştılar ama dünya hala istenen ölçüde değişmedi. Bana göre ise bireysel anlamda değişimi sağlamayı başardık ama toplumsal anlamda değişimde başarılı olamadık. Demek ki burada bir problem var. İşte düşüncenin okullaşması bu tıkanıklığı aşmak için yapılması gerekenlere dair bir öneri içeriyor. O da şudur; O dönemde düşüncenin değişmesi ile beraber kurulan iki tane hareket var. İki tane enternasyonal diyebileceğimiz İhvan ve Cemaat-i İslami gibi yerel ölçekte ise yüzlerce hareket ve grup var. Bunların bütün amacı dünyada kitlesel değişimi sağlamak. Bütün bu hareketlerin amacı dünyayı değiştirmektir. Yoksa bunlar fikri tartışmalar olsun diye yapılmıyor. Teoride çok güçlüyüz de pratik de mi zayıfız? Yoksa başka bir şeyler mi aramamız gerekiyor? Ya da teori de güçlü olduğumuzu sanıyorken aslında o kadar da güçlü değil miydik? Bence sorun tam olarak da burada yatıyor benim, düşüncenin okullaşması kitabında da ifade etmeye çalıştığım nokta tam olarak burasıdır. Benim düşüncem, vakıflar ve derneklerde insanları Müslümanlaştıracak güce sahibiz ama aynı gücü toplum karşısında bulamıyoruz. Toplum bir beden gibidir ve muhatabını da kendisi gibi ister. Toplumun karşısına çıktığın zaman insanları değiştirecek güce sahip olman gerekir. Bu kemiyet üstünlü-
ğü değil keyfiyet üstünlüğüdür. Bu noktada düşünceyi ve dünyayı değiştiremediysek keyfiyet olarak neleri yaptığımızı ve neleri yapamadığımızı iyi olarak anlamamız gerekiyor. Bu noktada Ali Şeriati’nin ismini önemli görüyorum. Ali Şeriati, Seyyid Kutub ve Mevdudi’ye nispeten günümüze daha yakın olduğundan sorularımıza cevap olarak Ali Şeriati’de daha fazla şey bulabiliriz. Bizler ellili yıllardan sonra küresel bir dünyada yaşamaya başladık. Toplumsal değişimleri başarabilmek için bu küresellik özelliğini göz önüne alıp ona göre hareket etmemiz gerekiyor. Düşüncenin okullaşmasında biz bunu şöyle ifade ediyoruz: Batı düşüncenin temelini ve gelişimini çok iyi bilmek toplumsal değişme açısından büyük önem arz ediyor. Bizim keyfiyet noktasındaki zaafımızın önemli bir kısmı da burada yatıyor. Çünkü Batı düşüncesi hâlihazırda bütün küreyi, özellikle de gençleri etkiliyor ve insanlar dönüşüyor. Bu sadece Müslüman dünyada olmuyor. Batı, Asya ve Afrika da aynı anda değişiyor. Modern düşünce insanları değiştirince, siyasi yapıları -ki bunlara modern uluslar diyoruz- da buna göre değişiyor. Dünyayı değiştirmek böyle bir şeydir. Dünyayı değiştirmek için öncelikle fikri bir Ocak’16 • 23
Karantina
Karantina içinde yapılan bazı saldırlar ile Müslümanların kullanıldıkları ve imajlarının sarsıldığını, üzerlerine bazı iftiralar atıldığını da rahatlıkla söyleyebiliriz. Siz bu örgütlerin faaliyetlerini ve konumlarını nasıl görmektesiniz?
üstünlük sağlamak gerekiyor. Seyyid Kutub ve Mevdudi’de asıl muhatap Müslüman halk iken Ali Şeriati muhatap kitlesini genişletmiştir. Ali Şeriati’nin konuşmalarında batı düşüncesinden bahsetmesinin sebebi, küresel mevzuları anlatırken batı düşüncesine atıf yapıyor ve İslam bence bu konuda böyle yapar demektir. Bana göre saydığım isimler içerisinde en başarılı olan Ali Şeriati’dir. Şeraiti’ye göre batıyı yenmek için önce batıyı bilmek lazım. Ancak kitapta da belirttiğim gibi o da yeterli değildir. Bunun mütekâmilen yapılması gerekiyor. Bu şekilde hareket etmediğimiz sürece küresel anlamda başarı sağlayamayacağımız gibi, yerel ölçekte de başarılar sağlayamayız. Öncelikle batının cazibesini kırmamız gerekiyor. Ekonomi, siyasi anlamdaki gelişmeler ile mücadele edilmez. Önemli olan düşüncede, ideolojide devrimin gerçekleşmesidir. Bunun ise çok yoğun okumalar ve çok yoğun çalışmalar ile olabileceği aşikârdır. Burada şunu da belirtmek isterim ki bu saydığım isimlerin hepsinin eksik yönleri vardır ve bu bir kişinin altından kalkabileceği bir yük değildir. Bir devlet bu yükü sırtlasa onun bile eksik kalacağı noktalar muhakkak olacaktır. Klasik dönemimizdeki Beytü’l-Hikme tarzı bir yapılanma olmadan okullaşmasının olması çok zor gözüküyor. Ama önemli olan önce amacı ve yöntemi belirlemektir ki benim de bu kitaplardaki hedefim bu yöndedir. Gerçek başarıyı ideolojik ölçüdeki kazanımlarımızda aramamız gerekiyor. Genç Öncüler: İslam coğrafyasında çatışmaların devam ettiği hepimizin malumu. Bu çatışma görüntüleri, özellikle de Avrupa’nın 24 • Ocak’16
Kürşat Atalar: Taliban, İŞİD gibi örgütlerin batı tarafından bizim aleyhimize kullanıldıkları açıktır. İslam’ın imajını çizmek için bu yapılanmalara destek veriliyor ve bizler de bunların da yapılarının buna müsait olduğunu görüyoruz. Batı bunu neden yapıyor? Tabii ki de İslam’ı sevmemesini hemen söyleyebiliriz. Yalnız bence bundan daha önemli ve hemen hemen hiç değinilmeyen bir nokta daha var. İslam Ortadoğu’da zaferler mi kazanmaya başladı? İslami hareketlerin Ortadoğu dünyasında yapmış olduğu çabalar semeresini vermeye başladı. Batı’nın korkusu bu yönde oldu. Son olarak BOP projesini de bu yüzden devreye soktular. Müslümanlar önemli ölçüde ideolojik üstünlüğü ele geçirdi. Bu başarılar ile küresel anlamda başarılı olmak mümkün değil ama bu kadar başarılı ile bile liberalizm, sosyalizm ve komünizmin etkisini kırabildik. Batının bu tarz örgütleri de kullanılması da işte bu akımın önüne geçmektir. Bu noktada bu örgütler aracılığı ile daha korkunç sahneler yayınlanıyorsa bil ki sen daha başarılısındır. İşte medya bu yorumu yapmıyor. Medyanın İslam imajını zedelemeye yönelik çalışmasında ise batının, insanların Müslümanlara inanması ve onlara yönelmesi korkusu vardır. Biz bu noktada önemli başarılar kazandık. Düşüncenin okullaşmasında benim yapmaya çalıştığım ise eksik olan noktayı tamamlamaya çalışmaktır. Güncel olarak yaşanan patlamalar ve saldırıların siyasal ortamla ilgili olduğunu düşünüyorum.. Bu saldırılar örgüt görünümü ile batılılar tarafından da yapılabilir, Müslümanlar tarafından da yapılabilir. Uygun yerde batı tarafından yapılan herhangi bir patlama Müslümanları birbirine düşürebiliyor. Bu noktada uyanış dönemlerinin sloganlarına sürekli atıf yapılması gerekiyor. İran’da, devrimde “ne Şii ne Sünni” sloganı buna örnek olarak verilebilir. Hâlihazırda bir Şii-Sünni ça-
tışmasından korkuluyor. Buna girmemek için bunların üzerine fazla gitmemek de icab ediyor. Bunlar tartışılır ama ayrılık noktaları haline gelmemelidir. Bakış açımız bu şekilde olursa o zaman bu örgütlerin ortaya çıkmasını veya büyümesini engelleyebiliriz. Batının bu gibi örgütleri kullanmasının asıl sebebi fikri düzeyde bizi mağlup edebilmek. Siyasi veya ekonomik anlamda bölgeye sürekli olarak sahip olunmayacağını biliyorlar. O yüzden uyanış hareketlerinin, ideolojik gelişmelerin varlığından rahatsızlık duyuyor. Bu örgütlerin faaliyetlerini bu ana resim içerisinde görmek gerekiyor. Yerel ölçekte ne yaptıkları ise bu bağlamda ele alınmalıdır. Irak’ta Saddam ile beraber sünniler sistem dışında bırakılıp baskılanınca yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kaldılar. Buna binaen Suriye’deki olaylarda ortaya çıkınca böyle bir ortamda IŞİD’in çıkması oldukça doğal olmaktadır. Ilıman ideolojiler ile değil radikal ideolojiler ile savaşılır. Sert bir ortamda olacak ki örgütler savaşçı toplayabilsin, şehitlik makamına ulaşmak istesinler. Sünniler bu örgüt üzerinden kendilerine bir çıkış yolu buldular. Amerika’nın IŞİD’i desteklediğine dair haberleri de böyle okumak gerekiyor. Amerika Sünnilerin bölgede yok olmasını istemiyor. Daha sonra kurulacak olan düzende Sünnilerin de temsil edilmesi gerekiyor. Bence IŞİD gibi bir örgütün bu şekli ile devamı mümkün gözükmüyor. IŞİD’in üst kademisi yok olur, silahlı sünni gruplar siyasi yönetime eklenir. Suriye özelinde konuşacak olursak da “düşmanımın düşmanı dostumdur”, mantığı çok iyi bir biçimde işliyor. Suriye’de Türkiye’nin düşmanı IŞİD ise dostu Kürt gruplar oluyor, askerlerini eğitiyor ya da İran kendi çıkarları için Suriye rejimi ile beraber hareket ediebiliyor. Bu noktada bizim özellikle Müslüman gençlerin kafası ciddi anlamda karışık durumda bulunmaktadır. Türkiye neden Amerika ile birçok konuda ortak hareket ediyor? Bu konuda her devlet siyasi sahadaki geleceğine yönelik hareket ediyor. İran Suriye rejimini destekliyor çünkü Esad’ın devrilmesi ile beraber sıra kendilerini gelecek-
İslam Ortadoğu’da zaferler mi kazanmaya başladı? İslami hareketlerin Ortadoğu dünyasında yapmış olduğu çabalar semeresini vermeye başladı. Batı’nın korkusu bu yönde oldu. Son olarak BOP projesini de bu yüzden devreye soktular. Müslümanlar önemli ölçüde ideolojik üstünlüğü ele geçirdi. Bu başarılar ile küresel anlamda başarılı olmak mümkün değil ama bu kadar başarılı ile bile liberalizm, sosyalizm ve komünizmin etkisini kırabildik. Batının bu tarz örgütleri de kullanılması da işte bu akımın önüne geçmektir. Bu noktada bu örgütler aracılığı ile daha korkunç sahneler yayınlanıyorsa bil ki sen daha başarılısındır.
tir. İran’ın Rusya ile ilişkilerini de düşmanını arttırmamaya yönelik hamleler olarak görebiliriz. Bunların doğru olmadığını tabi ki kabul ediyoruz ama bu ilişkilerin tamamı siyasi yöndedir. Suriye’de veya Irak’ta savaşan grupların da yaptıkları faaliyetlerin kimin işe yaradığını iyi bir şekilde değerlendirmeleri gerekir. Eğer düşünce yalnızca Esad’ı göndermek ve bu da Amerika’nın işini gelecek ise o zaman kime yardım edilmiş olunuyor? Esad sonrasını iyi bir şekilde düşünmek ve tesis etmek lazım geliyor. Sonuç olarak; düşüncenin okullaşması ve Müslüman âlemin öze dönüşünü ve uyanışını gerçekleştirmek için sürekli okumak ve düşünmek, keyfiyet cihetinden iyi yerlere gelmemiz gerekmektedir. Genç Öncüler: Hocam bu keyifli sohbet için teşekkür ediyoruz. Kürşat Atalar: Ben de sizlere teşekkür ediyorum. Ocak’16 • 25
Karantina
Karantina
HORTLATILAN PROJE MEDENİYETLER ÇATIŞMASI Ömer Deniz ÖVÜN
T
ed ve Barbara Olson New York’un seçkin çiftlerinden biriydi. Ted Olson 11 Eylül 2001 günü işine gitmek için 06.00 da evinden ayrıldı. Barbara Olson’da ondan biraz sonra çıktı, uçağa yetişmesi gerekiyordu. Los Angeles’teki bir medya konferansına davetliydi. Ted Olson ofisindeki televizyondan Dünya Ticaret Merkezinin(DTM) ikiz kulelerine iki uçağın çakıldığını dehşet içinde izlerken, eşinin telefonda olduğu haber verildi. Barbara uçağımız kaçırıldı haberini verdikten sonra bağlantı kesildi. Ted Olson eşiyle yaptığı konuşmadan birkaç dakika sonra televizyonda Pentagon’dan dumanlar yükseldiğini görünce gerçeği herkesten önce sezmişti. 11 Eylül 2001 New York’taki DTM ve Pentagon’a saldırı gerçekleşmişti. ABD, 1941 yılında Japonların düzenlediği Pearl Harbour baskınından beri ilk defa böyle geniş çaplı bir saldırıya uğruyordu. En büyük travması sağlık
26 • Ocak’16
sigortası ve ekonomik krizler olan Amerikan halkı, üçüncü dünya ülkeleri gibi bu tarz saldırılara alışık olmadığı için olup bitenleri büyük bir korku ve şaşkınlık ile izliyordu. Tabi bu saldırıyı coşku ve sevinç içinde kutlayanlarda yok değildi. Latin Amerika ve Ortadoğu ülkeleri gibi. 11 Eylül saldırısından 4 gün sonra kürsüye geçen G. W. Bush şöyle başlıyordu konuşmasına: “ we are so good…” (biz öyle iyiyiz ki, kim bizim kötülüğümüzü istemiş olabilir?) Bir başka deyişle; Eğer birisi iyiliğin ta kendisi(!) olan ABD’nin kötülüğünü istediyse o ancak kötülüğün ta kendisi olabilir. “Ya bizden yanasınız ya da bize karşısınız”. Aynı düşünce zemininde değerlendirince Bush’un “Axis of Evil” (Şeytan/ kötülük ekseni) dediği Irak, İran, Kuzey Kore ya da Huntington’un Medeniyetler Çatışması tezi daha fazla anlam kazanıyor.
Harvard Üniversitesinde görev yapan Siyasal Bilimler Profesörü S.Huntington, 1993 yılında Foreign Affairs dergisinde yayınlanan “Medeniyetlerin Çatışması” konulu makalesini 1996 yılında “Medeniyetlerin Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Yapılması” adıyla kitaplaştırdı. Huntington’un bu tezi 11 Eylül saldırılarının ardından tekrar ilgi odağı haline geldi. Huntington Medeniyetler Çatışması kavramı ile, önümüzdeki dönemde uluslar arası ittifakların kurulmasında medeniyetlerin belirli olacağı ve dolayısıyla olası çatışmaların farklı medeniyetler arasında gerçekleşeceğini ifade ediyor. Bunun sonucunda Huntington özellikle tarihi, ideolojik ve dini kültürel sebeplerle birbirine düşmanlık güden medeniyetlerin çatışmasının kaçınılmaz olduğunu ileri sürer. Bu düşünceden hareketle Huntington, dünyayı sınırları kesin olarak belirlenmiş dokuz medeniyete(Batılı, İslam, Latin Amerikalı, Çinli, Hindu, Ortodoks, Budist, Japon) ayırır. Dahası dünyanın geleceğine yön verecek olan en geniş coğrafyalara yayılmış iki medeniyet(Batılı ve İslam) arasında kaçınılmaz bir çatışma olacağını iddia eder. Demokratik bir süreç ve bir hükümet tarafından verilen bir emirle, bir nesille bile değil sonraki nesilleri de etkileyebilecek tahribata sahip olan atom bombalarını kullanan ABD, bu kez rotasını Afgan dağlarına ve ardından Irak’a çevirmişti. Sonrasında ise Afrika, Yemen, Libya ve Suriye gibi ülkelere… Gerçektende Amerika’da yakın geçmişte neo-con’ların Ortadoğu’da izlediği politikalar, Cumhuriyetçi ABD başkanı George W. Bush yönetiminin de Huntington’un tezini benimsediğini ve politikalarını ona göre ayarladığının bir göstergesi kabul edilebilir.
Tarihler 7 Ocak 2015 i gösterirken Fransa’nın başkenti Paris’te mizah dergisi Charlie Hebdo’ya yapılan saldırıda derginin tüm yetkilileri dahil 12 kişi öldürüldü. 13 Kasım Cuma akşamı başkent Paris’te 6 noktada gerçekleştirilen saldırılar ise 129 kişinin ölümü ile sonuçlandı. Yemen El Kaidesi ve IŞİD’in üstlendiği bu saldırılar, ne ilginçtir ki özellikle Batı medyasında ve Türkiye’de aceleci bir şekilde “Avrupa’nın 11 Eylül’ü” olarak nitelendirildi. Gerçekten de öyle mi? İlk olarak saldırılarda ölenlerin sayısal büyüklüğü bakımından farklılıklar vardır. Paris’teki saldırılarda toplamda 141 kişi ölürken, Abd’de 3000 kişinin öldüğü söylenmektedir. İkinci olarak seçilen hedefler bakımından da farklılıklar vardır. ABD’nin finans kapital sisteminin sembolik merkezi olan Twin Towers binaları hedef alınırken, Paris’te ise Avrupa’nın çok duyarlı olduğu “ifade özgürlüğünü” sembolize eden bir karikatür dergisi, sosyal hayatın merkezi konser ve stadyumlar
Ocak’16 • 27
Karantina
hedef alınmıştır. Avrupa’nın 11 Eylül’ü benzetmesi Fransa’nın Amerika neoconlarının kucağına itilmek istendiğinin bir göstergesi. Fransa Cumhurbaşkanından Bush’un rolünü üstlenmesi istenirken François Hollande gerçekleşen olayların hemen ardından “biz bir dinle savaş halinde değiliz’’ tarzı yumuşak ifadeleri Fransız Liderlerin bu rolü üstlenmediklerini gösteriyor. Paris olayları sonrası en çok konuşulan, yazılıp çizilen konuların başında 11 Eylül ve tekrardan Huntington’un adı ile özdeşleşmiş Medeniyetler Çatışması ikinci kez ilgi odağı haline geldi. Yayınlandıktan sonra ciddi eleştirilerin yöneltildiği ve çürütülmeye çalışıldığı(ki doğuşu itibari ile çürük) bu tez ikinci kez gündeme düşmeyi hak ediyor mu? Öncesine gitmeden 2001- 2015 dönemleri arası problemleri incelediğimizde Medeniyetlerin Çatışmasının ne kadar çürütüldüğünü görebiliriz. İlk olarak 24 Kasım 2012 tarihinde 5+1 ülkeleri ile İran arasında Nükleer Müzakerelerde varılan ön Anlaşma ve İran-ABD ilişkilerinin yeni bir boyut kazanması ve İran’ın ABD eli ile yeniden Uluslar arası sisteme dahil edilmesi örnek verilebilir. Peki, iki taraf neden anlaşma gereği hissetti? İki ülke arasındaki derin ideolojik karşıtlık ve siyasal düşmanlığa rağmen tarafların bir anlaşma zemini aramaları her iki ülkenin de içinde bulundukları reel durumun dayatmasından ve önceki tavırlarının her iki ülkenin de amacına ulaşmasına yardımcı olmamasında kaynaklanmaktadır. Devrimin 28 • Ocak’16
Karantina
ilk heyecanını kaybeden İran’ın en önemli sorunlarından biride ekonomik ambargoların İran ekonomisine açtığı yaralardır. Dünyanın önemli petrol ve doğalgaz rezervlerine sahip olmasına rağmen bunları uluslararası piyasaya arz etmekte yaşadığı sorunlardan dolayı İran nefes alamaz konuma gelmiştir. Bu ABD’nin işine de yarayacaktır. Ambargoların kalkması neticesinde İran’ın petrol ihracatına başlamasının petrol oranlarında yüzde 10 civarı bir düşüş sağlayacağı öngörülmektedir. Bu düşüş ABD’nin yıllık 80 milyar da tasarruf etmesini sağlayacağı gibi diğer ülkelere karşıda kullanacaktır.( Rusya’ya karşı Petrol varilinin 45, 60 Brente düşürülmesi) Derin ideoloji ve medeniyet farkı, çatışmadan ziyade yeni ittifaklara sebebiyet vermiştir. Huntington’un yanıldığı veya pas geçtiği bir nokta 1995’te DTM kurulması ile küreselleşmeyi bir ekonomik faaliyet olarak düşünme fikrinin oluşması. İkinci olarak 2013 yılı Kasım ayında Ukrayna Devlet Başkanı Yanukoviç’in AB Ortaklık Anlaşmasını imzalamaması ve muhaliflerin sokaklara dökülmesi ile başlayan çatışmalar sonucu Yanukoviç’in ülkeyi terk etmesinin ardından bölgedeki jeopolitik dengelerin bozulmasından endişelenen Rusya’nın Kırım’ı topraklarına katması Batı’yı karşısına almaya yetecektir. Karşılıklı yaptırımlara sebebiyet veren Ukrayna Krizi Soğuk savaştan sonra uluslar arası sistemde yeni bir ideolojik- ekonomik ittifak ve çatışmalara zemin hazırlayacaktır. “İdeoloji
temelinde ittifaklar kurmak ve destek sağlayabilmek imkânı git gide azaldıkça hükümetler ve gruplar, sürekli artan bir şekilde ortak din ve ortak medeniyet kimliğine müracaat etmek suretiyle destek sağlamaya teşebbüs edeceklerdir” diyen Tarihin Sonunu getiren Fukuyama ve fikirdaşı Huntington Ukrayna krizinde aciz kalmışlardır. Çünkü Ukrayna krizine bakıldığında temeli milli, gövdesi ekonomik sebeplerle şekillenen bir kriz olduğu görülecektir. Son olarak da İslam Coğrafyasının tamamında başlayan ve adına Arap Baharı adı verilen Müslüman ülkelerdeki Ulusalcı-Sosyalist diktatörlerin kendi halkları tarafından sarsılmaları örnek verilebilir. Uluslar arası aktörlerin Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki gelişmelere karşı geliştirdikleri politika, ittifaklarda Huntington’u fazlasıyla aciz bırakmıştır. Huntington’u aciz bırakmıştır ifadesi yanlış anlaşılmamalıdır. Huntington derken emperyalizmin Ortadoğu politikası kastedilmektedir. Suriye ve Mısır’da meydana gelen gelişmeler incelenirse bile görülecektir ki Batı ve ABD şaşkınlık içerisindedir. Şuan Suriye krizinde gerçekleştirilen ittifaklara baktığımızda çoğunun ideolojik ve ekonomik ittifak ve çatışmalar olduğu görülecektir. Mini Dünya Savaşını andıran Suriye’deki hakikat mücadelesinin neleri değiştireceği bilinmektedir. Mısır’da yaşanılan olaylarda üzerinde en çok konuşulan konuların başında Batı ve ABD’nin Mısır’da yapılan darbeye darbe diyememesi olmuştur. Cemil Meriç ifadesi ile, “Şiddet(Darbe) Avrupa’nın Tanrısı. Çağdaş Avrupa’nın en insancı(!) filozoflarına bir göz atın, hepsi şiddete aşık. Soyumuzun alınyazısıymış bu. Kullanılan şiddet, şiddeti kökleştiriyor mu, yok mu ediyor; bizi geriye mi götürüyor ileriye mi? İşte, asıl mesele” diyorlar. ABD’nin darbeye darbe diyememesi haddinden fazla konuşuldu. Fakat asıl konuşulması gerekenler konuşulmamıştır. 25 Ocak Mısır Devrimi ile Amerika’nın Dışişleri Bakanlığı sözcüsünün yaptığı açıklamada; Amerikan dış siyasetinin yaşadığı hafıza kaybının belirtileri görülmekteydi. Sözcü şunları söylüyordu. “Orada bir şeyler oluyor ve biz neler olduğunu anlamaya çalışıyoruz.” Amerikan Dışişleri söz-
cüsünün sözlerini tercüme edersek, Ortadoğu projemiz iflas etmiş durumda. Medeniyetler Çatışmasındaki üç ülkenin (Türkiye-İran-Mısır) politikaları bizi şaşkına çevirmektedir. Fakat Batı ve ABD’nin yaşadığı bu hafıza kaybını iyi okuyamayan coğrafyamızın basiretsiz ulus devletleri yüzünden büyük bir fırsatı kaçırıp 25 Ocak Devrimi ve Mısırlı kardeşlerimizi emperyalizmin pençesine bıraktık. Evet, tekrardan konumuza dönecek olursak 11 Eylül ve Paris olayları ile hortlayan Medeniyetler Çatışması hiçbir zaman mümkün olmamıştır. Derin ideolojik ve medeniyet farklarına sahip ülkeler biri birleriyle ittifaklar kurmakta ve aynı kültür ve medeniyetlere sahip ülkeler birbirleriyle çatışmaktadır. Peki, 11 Eylül ve Paris saldırılarının sebebi nedir? Ayrıca incelenmesi gereken bu konuya değinecek olursak şunlar söylenebilir. 2002 Afganistan 2003 Irak ve 2011 Mısır ile gelen demokrasi, sözde şeriat ve krallıklar ile bunaltılmış toplum, siyasal sistemin adının emirlik, saltanat, krallık, demokrasi ve cumhuriyet olması toplumda yeterli umut ve güven oluşturmamıştır. Batının oluşturduğu Medeniyetler Çatışması ve Yeni Dünya Düzeni gömleği İslam Coğrafyasına dar gelmekte ve yırtılmaktadır. Demokrasi oyununu kuralları içinde oynamak aşırıları ılımlaştırırken, Batı, bölgedeki demokratik mücadeleleri desteklemek yerine kendi aktör ve marjinallerini yaratmaktadır. Batı ve ABD’nin çifte standartlarına rağmen İslam Dünyası büyük bir modernleşme zorluğuna sahip olacak. O vakte kadar da karışıklığını 11 Eylül ve Paris saldırıları gibi olaylarla Batı’nın içine dökecektir. Ocak’16 • 29
Karantina
Karantina
Duvarları Haykıran Şehir
KUDÜS Senanur YAŞAROĞLU
M
uhakkak ki, gittiğiniz her şehir izler bırakır ruhunuzda, yüreğinizde. Bazı şehirleri kokusuyla, bazısını insanıyla, iklimiyle hatırlarsınız... Mekke’ye gitmişseniz, adını her duyduğunuzda gül kokusu gelir burnunuza. Gördüğünüz her yeşil renk “Ah Medine’de olsam” dedirtir size. El Halil, sessizliğin çığlığıdır kulaklarınızda. Ve Kudüs! Duvarları haykıran, sokakları konuşan şehir… Çocukları şen, gençleri cesur, anaları vakur şehir… “(İbadet için) sadece şu üç mescide yolculuk yapılır: Mescid-i Harâm, Mescid-i Nebî ve
30 • Ocak’16
Mescid-i Aksâ.» hadisinde geçen üç mescitten birinin sahibi; “ Oraya (Mescidi Aksa’ya) gidin ve içinde namaz kılın. Kandillerinde yakılmak üzere oraya zeytinyağı gönderin “ hadisiyle, sevdalılarını yollara düşüren şehir. Kudüs tarihi işgallerle, kıyamlarla, acılarla dolu. Bu uzun soluklu ve bizi yakından ilgilendiren tarihi elbet bilmek mecburiyetindeyiz. Çünkü, geçmişini bilmediğimiz kutsalımızın geleceğini şekillendirmeye çalışmak boş bir çabadan ibaret kalır. Ama ben bana ayrılan bu sayfada Kudüs tarihini özetleme niyetinde değilim. Ben yapabildiğim en iyi şeyi yapmaya çalışacağım: ‘Kudüs nasıl sevilir?’, bunu anlatmaya çalışacağım. Ben Mescid-i Aksa aşığı doğmadım; gördüğüm manzaralarla, duyduğum hikâyelerle
onu sevmeyi öğrendim. Aksa’ya giden yolda yanımda oturan teyzenin, evini satın almaya çalışan siyonistlere cevabıyla sahiplendim: “Aksa’nın, buranın sahibi ben değilim, ümmettir, gidin hepsinden isteyin bu evi.” Ben mescidi Aksa’yı sevmeyi, Filistin’den çok uzaklarda olan mazlum Moro’dan; “Önce Mescid-i Aksa!” diyen ümmetin çocuğundan öğrendim. “Sizden bizim için savaşmanızı istemiyoruz, sadece yaşadığımız zulmü dünyaya anlatın” diyen güzel kızın onurunu kuşandım. Müslüman gençlere bedava uyuşturucu dağıtan İsrail’in nefreti biledi beni. Yanından geçen küçücük çocuğu, omzundan düşürmediği kocaman silahıyla korkutan İsrail askerinin gözünde gördüm korkularını.
Kurşuna dizilerek şehit edilen gencin tebessümü de, askerlerin evini yıktığını duyduğunda “Elhamdülillah” diyen amcanın mutluluğu da benim. Aslında biz yıllarca “Terörist İsrail Devleti” analizlerimizde, “Aslında fotoğraflarda gördüğümüz Kubbet-üs-Sahra imiş, Mescid-i Aksa değil, hepsi İsrail’in oyunları” polemiklerinde boğulmuşuz. Kudüs’e yardım için düzenlenen kermeslerde toplanan parayı; bilinçlendirme için yapılan seminerlerde katılımcı sayısını önemli sanmışız. Sosyal medya hesaplarımızı Kubbet-üs- Sahra ile süslemişiz. Ama biz sevmeyi, dertlenmeyi unutmuşuz. Şimdi acısını ciğerimizde, sevgisini yüreğimizde, mücadelesini ruhumuzda hissetme zamanı Mescid-i Aksa’nın. Şimdi Aksa’da futbol oynayan çocuk kadar şen, içeri alınmadığı için kapısında murabıt olan genç kadar cesur olma zamanı. Şimdi Filistin’de sokak duvarlarını süsleyen resimlere ellerini sürterek yürümenin, Zeytindağı’ndan gecenin güneşi Kubbet-üsSahra’yı izlemenin, Kıble Mescidi’ne sırtını yaslamanın hasretiyle Rabbe yakarma zamanı. Allah hepimizi Mescid-i Aksa muhafızlarından eylesin! Rabia Savaş’a Teşekkürlerimle: Kudüs’e gitmeme vesile olan, acısını ve sevgisini içime işleyen Rabia Savaş ablama teşekkür etmeden bitirmek istemedim. Heyecanlı genç bir Müslüman’ın ümmet için neler yapabileceğini gösterdi, ufkumu genişletti. Bana Kudüs’ü sevmeyi öğreten Rabia ablamdan Allah razı olsun. Ocak’16 • 31
Söyleşi
Söyleşi
İslam’ın Kızları ile “İslam Davasına Nefer Olmayı” Konuştuk. Röportaj: Yasemin ÖZENÇ KANDEMİR
T
anımayanlar için ufak bir girizgah yapmak istiyorum: İslâm’ın kızları, biri Avusturya’nın Viyana, diğeri Yukarı Avusturya eyaletinden İslam davasına nefer olmuş, Allah’ın Avusturya‘da filizlenmesi için seçtiğini ümit ve dua eden iki genç.. İslâm’ın kızları İnternette, web sayfaları olan https://benatalislam.wordpress.com adresinden ve ilgili facebook, instagram ve twitter hesaplarından çalışmalarını paylaşan, rayından çıkmış bütün dünyayı, İslam ile nizama koymayı kendilerine dert edinmiş ve şimdilik Avrupa’nın Avusturya ülkesinde görevlendirilmiş, ileride tayini çıkarsa gittikleri yerde de aynı çaba ve gayretlerle imar etmeye çalışacak ve İslam’a dair tohumlar ekecek gençlerden oluşan bir platform. Genç Öncüler: Öncelikle teklifimizi kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederiz. Bize kısaca kendinizi
Genç Öncüler: Sayfa adınız neden “benâtalislam – ?”بنات اإلسالمNeden kendinizi “İslam’ın kızları” kimliği ile tanıtmayı tercih ediyorsunuz? Bizi tanımlayabilecek bir isim aradık, bu noktada yaşantımızı özetleyen, kimliğimizi açıklayan, her şeyimizi belirlemesi açısından kendimizi “İslam’ın Kızları” olarak tanımlamak istedik . İslam’a dair her hususun üzerimizde görünmesi, okunabilmesi ve İslam ile özdeşleşmiş olmayı niyaz ediyoruz. İslam’ın kızları aslında bir çağrı, bir davet. “İslam ile bütünleş, Mümin ol!” çağrısıdır. İslama göre şekil almayı, kendine, çevresine, eşyaya, hayata ona göre şekil vermeyi barındıran bir mesaj. Müslüman genç bayan kardeşlerimize bu noktada kimliklerini oluştururken inşallah bir farkındalık ve fikir oluşturur heyecanıyla, kullanmakta tereddüt etmediğimiz bir isim oldu.
tanıtır mısınız? Bizler de çok teşekkür ediyoruz, umarız okuyanlar için hayırlara, güzel örnekliğe vesile olur. Girizgahta sanırım bizler hakkında bilinmesi yeterli olacak bilgiler aktarılmış, Allah razı olsun. Sadece şunu ilave edebiliriz belki, şimdilik 3 kişilik bir ekip olarak çalışıyoruz ama bu röportajdan sonra güzel çalışmalarıyla aramıza davasında samimi ve gayretli kardeşlerimiz katılır ve daha güzel çalışmalar ortaya koymak nasib olur inşallah. 32 • Ocak’16
Genç Öncüler: İnternet sitenizi incelediğimizde çok çeşitli alanlarda çalışmalarınız olduğunu gördük.. Fıkıh, Hadis, Hayatu’s Sahabe, Kur’an, Siyer, Örnek Şahsiyetler, Aile ve Evlilik, Çocuk, Eğitim, Psikoloji vb. Elbette Müslümanlar, kendilerine güç ve umut verecek ilimlerle kendilerini donatmalıdırlar. Ancak bu kadar farklı alanda çalışmalar yapabilmenin zamanı iyi yönetmeyi gerektirdiği de yadsınamaz bir gerçek.. Zamanı iyi yönetebilmek hususunda neler söylemek istersiniz?
Bir çok konuda ihtisas sahibi olan insanların varlığı bir hakikattır, yine de her insan bir çok konuda uzmanlaşma imkanını yakalayamaz. Genelde her müslüman için geçerli olsa da, özelde kendini davet alanında yetiştirmeyi arzulayan bir kişi her konuda asgari derecede konuşma yapabilecek düzeyde fikre sahip olmalıdır. Bundan dolayı kendimizi her alanda bilgi sahibi kılmak için, biraz da yaratılışımızdan gelen merak ve öğrenme arzusundan dolayı, yetiştirmekteyiz. Hal böyle iken böyle bir deryaya dalınca ister istemez ortaya her alandan nasibinize düşen kadar bir bilginiz oluyor. Zamanı yönetmeye gelince; Abdulfettah Ebu Gudde merhumun “Alimlerin Gözüyle Zamanın Kıymeti” kitabını okuduktan sonra zamanı iyi yönetmeye dair bir şeyler söylemeye utanıyor insan. Büyük üzüntüyle beraber yanaklarımız kızarsa da, onların zaman hassasiyetini kazanmak için Rabbimize dualar ediyoruz. Zamanın bereketlenmesi ile birçok iş becermeyi, inşaallah samimiyetle Allah’ın dinini dert edinmeye karşılık, Rabbimizin ihsanı diye umut ediyoruz. Bir müslümanın gününü bereketli geçirme arzusu ve gayreti olursa, Rabb’imiz çalışmalarına bereket vermekte. Zamanı iyi yönetmek hususunda Rabbimizin çok ince mesajları var; zamana yemin etmesi, bir işi bitirince diğerine girişmemizi emretmesi bir namaz ayeti gibi yankı bulmalı hayatımızda. Buna iman ederek günümüzü planlamak için çalışmaktayız. Etkili olması bakımından ölümü sıkça anmak, bu dünyanın amel toplamak için tek fırsat olduğunun ve ahirette her bir saniyemizin hesabını vereceğimizin şuurunda olmak da yardımcı olabilir. Uyku ve yemek düzenine dikkat etmek de çok önemli! Uykumuzdan, Ümmet’in yaralarını sarmak için feda edelim. Ama bir gün az uyuduk diye ertesi gün bunun acısını çıkartmayalım inşaallah.
Kitaplar, Âlimler ile onlara ulaşmanın nasibinde olmayanlar arasında bir köprüdür. Okuduğumuz her bir kitap hocalarımızın önünde rahleye diz çökmüşçesine bizleri eğitmekte. Kitap okumak kişiye muhteşem ufuklar kazandırıyor. Ve her okuma bulanık hayata bakışımızı biraz daha keskinleştiriyor, biraz daha açıyor gözleri. Kitap özeti çıkarmak çok keyifli ve lezzetli bir iş. Ondan daha lezzetli olan bir şey ise zihninizdeki ve yüreğinizdekileri, heyecanınıza ortak olmasını ümit ettiğiniz kardeşlerinizle paylaşmaktır. Kitabın özetini çıkarırken bir nevi kitabı süzüyorsunuz. Bu nedenle özet yerine özünü çıkarmak desek sanki daha yerinde bir tanımlama olur. Her kitabın kendine has bir özet metodu olduğunu düşünüyoruz. Bazen giriş kısmında yüreğimizde oluşan derdimizi, özlemlerimizi, hasretimizi dile getirirken bazı kitapları kısa bir özet olarak sunuyoruz. Çoğu kitap tahlilimizde farkettiyseniz öncelikle bir makale sizi karşılıyor, daha sonra kitabın içeriği hakkında bilgi veriliyor. Bu bize, kitabın düşündürdüğü hissettirdiği ve kattığı şeyleri gösteriyor esasen. Verdiğimiz mesaj aslında, okunan kitap ile bir ufuk yakaladığımız ve onun sayesinde gündemi yorumlayabilmemize vesile olması. İnsanlar da zaten bunu görmek istiyorlar. Bu yüzden içtenlikle kitabın bize kattığı şeyleri aktarmaya ve içeriği hakkında biraz malumat vermeye çalışıyoruz.
Genç Öncüler: Okumuş olduğunuz kitapların özetini çıkartıp internet sitenizdeki “Kitaplığımız” bölümünde paylaşıyorsunuz. Kitap okumak sizler için ne ifade ediyor? Özet çıkartırken nasıl bir yol izliyorsunuz?
Genç Öncüler: Emri bil ma’ruf ve nehy-i ani’l münker (iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak) görevinizi internet üzerinden gerek Türkçe gerekse Almanca sayfalarınızdan ve sosyal medya hesaplarınızdan başarılı bir Ocak’16 • 33
Söyleşi şekilde yürüttüğünüzü görüyoruz. Sizler gibi internet üzerinden tebliğ çalışmaları yapmak isteyen kardeşlerimize ne gibi tavsiyelerde bulunursunuz? İnternet alemi çok garip, yorucu ve dikenlerle dolu bir ortamdır. Bunun için çok dikkatli adım atmak, her bir kararı veya paylaşımı istişare ederek ve üzerinde düşünerek verilmesi gerektiği hususuna dikkat edilmelidir. Şeytanın burada cirit attığını ve 24 saat online çalıştığını hissedebiliyor, görebiliyorsunuz. Bunu, bilhassa Müslüman genç bayanlara neler yaptırttığına bakınca daha net görüyorsunuz. Bu noktada sağlam bir irade ve halis bir niyet olmazsa olmazdır. Bizlerin bu noktada en büyük tavsiyesi, bütün vakti ve enerjiyi bu aleme harcamamak yönünde. Bizim asıl hayatımız sanal değil gerçekte yaşadığımız hayat olduğu için ve ilk görevimiz en yakınlarımızın imanlarıyla ilgilenmek olduğundan, onları emri bil mar’uf ve nehy-i ani’l münker’den mahrum etmememiz gerekmektedir. Sanal alem, birebir bedenen yapılan davet ve tebliğin yerini tutamaz. Çünkü tebliğ yaparken muhatabın kalbine bir köprü kurmak ve kalpteki iman problemlerini tamir etmek gerekiyor. Bunda da duygu aktarımı ciddi bir rol oynuyor, yani dokunma, hissetme, canlı dinleme, örnek olmak önemli faktörlerdir. İnternet üzerinden İslam’a hizmet çalışmaları yapanlar ise, web sayfalarının ve facebookun güzel bir yönü olan zamanlama sisteminden yararlanarak çalışmalarını hazır edip planlayabilir ve bu şekilde sürekli girme ihtiyacı hissetmeyip vakitlerinden tasarruf edebilirler. Bu noktada, Hamza Tzortzis’in www.suffagah. com adresindeki “Sosyal Medyayı Kullanırken Kendimize Sormamız Gereken 21 Soru” yazısının okunmasını şiddetle tavsiye ediyoruz. Genç Öncüler: Çalışmalarınızın genelde gençlere yönelik olduğunu görüyoruz. Sizce “Müslüman Genç” kimdir? “Müslüman” ve “Gençlik” kavramları sizler için neleri çağrıştırıyor? İleriki hayat için omurga vazifesini görecek olan fikriyatın, imanın, bakış açısının oluşması 34 • Ocak’16
Söyleşi dönemidir gençlik. Bu dönemi iyi değerlendirmeli ve İslam’a göre şekil almalı. Hiçbir izmin, ideolijinin etkisinde kalmadan İslam kalıbına oturtulmuş güçlü bir gençlik. Nasıl bir asker ülkesinin güvenliği için canını hayatını ortaya koyabiliyorsa, Müslüman bir genç de İslam’ın askeri gibi davranıp onun uğruna hayatını feda edebilmeli. Müslüman genç bu davanın sancağını emanet alan ve gelecek nesillere aktarmak üzere Allah’ın diktiği fidanlarıdır. „O halde hazırlanın ey gençler! Ve bugün çaba gösterin, çünkü yarın iş yapmaya gücünüz yetmez!” diye seslenmiştir Hasan el-Benna. İşte bu yüzden gençler! Allah’tan başka kimseden korkmayan, İslam ile tatmin olmuş bu yüzden özenti duyguları olmayan, ahiret inşaatçıları bir gençlik süslüyor hayallerimizi. Genç Öncüler: Gurbette olduğunuz için kendinizi garip hissediyor musunuz? Kavram olarak ele alırsak sizce “gariplik” ne anlama geliyor? Türkiye’deki kardeşlerimiz gözümüzün önüne geliyor… Ve üzülerek şu soru canlanıyor zihnimizde: „Gurbette olmak mıdır gariplik? Yoksa davanızı anlamayan insanların arasında olmak mı?” ‘İncindiğin yerdir gurbet’ der bir şair. Bu noktada Avusturya’da olmaktan ziyade bizi inciten ve garip hissettiren şey neresi olursa olsun, velev ki bu Türkiye de olsa, İslam’ın hakimiyetinin olmadığı bir yerde yaşıyor olmaktır. Allah’ın kanunlarının şekil vermediği bir yerde yaşamanın acısına karşı sadece tevekkül ilacı ile direnç kazanabiliyoruz. Bu tevekkül ilacı da, Allah bizi burada yaratmakla bir şey amaçlıyor olabilir düşüncesi sanırım. Derdiniz ve davanız Allah’ın dinini yaymak ise ve en önemlisi de bu ruhlar cennete ait iken ve oraya gitmeden mutmain olmayacak iken mekan ve mesken hiç fark etmiyor. Garipliğe gelince, Peygamber aleyhisselam Efendimiz’in pınarından yüreğimize su serpen sözleri kulağımızda yankılanıyor: “Şüphesiz İslam garip başladı, tekrar başladığı gibi garip haline dönecektir. Gariplere müjdeler olsun.” (Müslim)
Fakat bir İslam devletinin hasreti ve umudu ile de doluyuz. İslam devleti kendiliğinden gelmez, onun için Yesribleri Medine yapacak Mus’ab yürekli gençlere ihtiyaç var. Burası da bir Yesrib, bakarsınız Allah’ın izni ve yardımı ile Medine olur bizim ellerimizle.
Allah’ın ipi Kur’an’a sarılmadıkça, Sünneti rehber edinmedikçe, bize bunları aktaran alimleri Peygamberlerin varisleri gibi görüp onlara tabi olmadıkça, bireysel yaşayıp cemaatten koptukça bu hal düzelmeyecektir. Tek çözüm bunları hayata hakim kılmaktan geçiyor.
Genç Öncüler: Müslümanların birbirlerini aynı cemaatten, tarikattan, mezhepten, vakıftan olmadığı için ötekileştirdiği hatta tekfir ettiği bir zamanda yaşıyoruz. Böylesi bir fitne zamanında kardeşlik bağlarımızı tekrar tesis edebilmek için ne gibi tavsiyelerde bulunursunuz?
Genç Öncüler: Son olarak, teklifimizi memnuniyetle kabul edip geri çevirmedikleri, sorularımızı cevapladıkları için İslam’ın Kızları’na şükranlarımızı sunuyoruz. Allah niyetlerini halis, amellerini salih eylesin. Hayırlarına hayır katsın. Rabbim, ayaklarını sabit kılsın ve onları imanihlas-amel-hamaset çizgisinden ayırmasın..
Kafirler bile tek millet olabiliyorken bizim birleşemiyor olmamız çok acı. Birleşmeliyiz, bir ümmet görüntüsü vermeliyiz. Muhammed Emin Yıldırım hocaefendinin de dediği gibi, “Ümmetin vahdeti ancak tevhid ile sağlanabilir. İmanda vahdetin adı tevhid, sosyal hayatta tevhidin adı vahdettir.” Rabbimiz, yarattığı dünya için bir nizam olarak İslam’ı biçmişse, onun dışına çıkıldığında elbette günümüzde yaşanan olaylar, felaketler, bölünmeler zuhur edecektir. Bu durumun tek ilacı ilahî ve nebevî eczanede mevcuttur.
Hayır dualarınız ve teklifiniz için bizler teşekkür ediyoruz. Allah çalışmalarınızı bu garip ümmetin dertlerine derman niteliğine sahip eylesin, birleştirici, yapıcı kılsın, Yesribleri Medineleştirme yolunda mihenk taşı eylesin. Allah razı olsun. Not: Çalışmalarını https://benatalislam.wordpress.com adresinden ve facebook.com/benatalislam facebook.com/benatalislam.de, twitter.com/benatalislam, instagram.com/benatalislam sosyal medya hesaplarından takip edebilirsiniz.
Ocak’16 • 35
Atölye
Atölye
CAMİLERLE DERDİM VAR (!) Ayşe Afife KARAASLAN
D
iyanet İşleri Başkanlığı camiler haftasında daha çok gençleri ilgilendiren bir kamu spotu yayınlamıştı: Geç Kalma Genç Gel. İstanbul’da birçok camide bu konu ile alakalı afişler mevcuttu. Kamu spotu başarılı oldu mu olmadı mı bilmiyorum. Lakin bildiğim bir şeyler, camilerle derdim var... Müslüman gençler camilerimize çok uğruyor mu, daha da önemlisi camilerimizde vakit geçiriyorlar mı? Ben de bir genç olduğuma göre soruları doğru soralım: Geçiriyor muyuz? -Hiç sanmıyorum. Şimdi umutsuz bir profilim olduğunu düşünmeyin, buradan konuya girip “Ay zaten Türkiye’de kimse camiye gitmiyor, cemaat az, gidenler de yaşlı amca ve teyzeler” edebiyatı yapmak değil niyetim... Derdim camiler, neden camilerimiz bizim sosyal ortamımız değil? Rabbimiz El-Cami’dir, yani istediğini istediği zaman istediği yerde toplayan. Bu ne demektir? Cami nasiptir. Adımını Bismillah ile içine attığın andan itibaren sana kapılarını bir bir açar. Der ki: Kardeşim gel, gel ki Rabbinin istediklerinden ol!
36 • Ocak’16
Elhamdulillah çok güzel bir ülkede yaşıyoruz ezan-ı muhammediye yi günde beş vakit duyuyoruz. Peki ya o «çok önemli» işlerimizi yaparken, koştururken durup Rabbin Çağrısı’nı dinliyor muyuz? Bugün hangi ezanda müezzinden sonra ezanı tekrar ettin? Bunu yapmak sünnet biliyoruz. Mümin bir genciz ve bu olay bizim için çok açık ve net olmalı. Ezan-ı muhammediye başlıyor. Oturuyor musun uğraşını bırakıp ezanı dinliyor musun? Ezanın okunduğu vakit bizim için bir tefekkür vaktidir. Ezanlarımız bizi yenilemeli kalbimizde zevk uyandırmalıdır. Bir de bulunduğunuz yerde bir kaç cami var ise deymeyin keyfinize, bir ezanın bitip diğerinin başlaması şükredilecek şeydir. Bu lezzeti en güzel yaşayacağınız yerlerden biri ise Üsküdar’dır: Mihrimah Sultan ve Yeni Valide Camileri birbirine çok yakındır. Üsküdar’a adım atınca hangisini seçeceğime bir türlü karar veremezdim. Bir süredir Yeni Valide Camii resterasyonda idi bundan ötürü Mihrimah Sultan uğrak yerimiz olmuştu lakin restorasyon
bittiğinden beri adımlarım hep Yeni Valide’ye gidiyor. Çok özlemişim anlayacağınız. Saatlerce bahçesinde oturup çınarları seyretmek ya da gökyüzü ile dua etmek için huzur arayanlara alternatif. Huzur camide! Hiç gidip başka yerlerde aramamıza gerek yok. O sırada ezan da okunursa, Yeni Valide ve Mihrimah Sultan Camiilerinin karşılıklı olarak okuduğu ezanlar müstesna güzellerden… Biz vakitlerimizi ezana göre ayarlarız. Namaz vakti dışarıda iseniz bu harika bir şey. Adımlar doğru camiye. Camiye erken gidip “camide vakit geçirmek” işlerinizi bereketli kılar. İmkan dahilinde vakitlerin çoğunu camide geçirmek camiye namaz vaktinden önce gidip cami ile dinlenmek, cami cemaati ile ahbap olmak yanlısıyım. Camilerimizdeki amca ve teyzeler çok geniş yürekli insanlar. Onların dualarını almak harikulade bir şey. Bir gün deneyin oturup sohbet edin onlarla. Siz hiç tanımadığınız birisinden duaları kaparken, karşınızdakini de dünyanın en mutlu insanı yapıyorsunuz. Çok önemli bir sınav öncesi namaz kılmak için Topkapı’daki Gazi Ahmet Paşa Camii’sine girmiştim. Cenaze varmış. Cenaze sahibinin yakınlarından teyzeler içeride namaz kılıyorlardı. Hikayenin sonunda tahmin ettiğiniz gibi teyzelerin hayır
duasını aldım, sınavımda Allah’ın izniyle çok güzel geçti. Şu ayrıntıyı da unutmamak lazım bu insanlar namaz kılan gençleri çok seviyorlar. Ama namazımızı edeb çerçevesinde taçlandırmak da şart. Asırlık mirasın kubbesini, süslemesini envai çeşit güzelliğini seyr ederken, hakiki manada zevk alıyoruz; alışveriş merkezlerinden herhangi birine sığınarak değil. Her ikisinde de gözlerim kamaşıyor. Biri beni yorarken; diğeri dinlendiriyor, karşıma fırsatlar çıkarıyor. Cami iyidir kardeşim, iyiliktir. Ne kadar vakit geçirirsen, o kadar iyiliğin vücut bulmuş halini görürsün. Camii sabırdır kardeşim. Nasıl mı? Ne zamandır Eyüp’te teravih kılmadığın belli. Camide insanlarla geçirdiğin dakikalar sana birçok değeri sindire sindire öğretir. Dışarıdasın arkadaşını bekliyorsun. Caddedeki cafe mi kucaklar seni yoksa ahşap oymalı kapılar mı? Sen git; karşına çıkanlar tecrübe, hikaye olur… Biz mekanlarımızı camiye düşürelim, vakitlerimizi bereketlendirelim. Camiler bizden razı olsun inşallah… Ocak’16 • 37
Atölye
Atölye
Her Müslümanın Günlük Yapması Gereken
14 Salih Amel
Kur’an okumayı öğrenmek ve onu günlük okumak Allah’ın (subhanehu ve te’ala) insanlara talimatlarını daha iyi anlamanın yanında büyük bir mükafatı da vardır. İbn-i Mes’ud ( r.a) anlatıyor: Hz. Peygamber (s.a.v) “Allah’ın kitabından bir harf okuyanın, okuduğu harfe karşılık sevabı vardır. Bir iyilik on katıyla değerlendirilir. Elif, Lâm, Mîm bir harftir demiyorum. Elif de harftir, lâm da harftir, mim de harftir.” buyurmaktadır. (Tirmizî). Hadiste, Kur’an’ın her bir harfini okumak, on katı mükafatlandırılır deniyor. Bu yüzden, Allah’ın kelamını daha iyi anlamanın yanında günlük okuduğumuz
Kur’an’dan büyük bir mükafatımız vardır.
1
Namazı Camide Kılmak:
Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) hadisinde buyuruyor: “Kim sabah akşam camiye giderse, her bir gidişi için Allah o kimseye cennette bir köşk hazırlar.” (Buhari, Ezan 37 – Müslim, Mesacid 285) Hadisten camiiye gitmenin ve cemaatle kılmanın faziletini net bir şekilde anlayabiliyoruz. Ahirette daha iyi bir konum için büyük mükafatlar kazandırdığı gibi, diğer Müslümanlarla sosyalleşip, onlarla tanışmanıza da olanak sağlayacaktır. Müslümanlar günde beş defa cemaatle buluştuğunda mutlaka aralarında bir yakınlık oluşacak ve de böylece toplumun yapısı güçlenecektir.
2
5
Kur’an Okumak:
Cenaze Namazı Kılmak:
Peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bir hadisinde buyuruyor: “Namaz kılınıncaya kadar cenazede hazır olan kimseye bir kırat, gömülünceye kadar hazır bulunana da iki kırat sevap vardır.” “İki kırat nedir?” diye sorulunca, Hz. Peygamber (s.a.s.) “İki büyük dağ gibi” diye cevap verir, yani iki büyük dağ kadar sevap verilir. (Müslim, Cenâiz, 52). Bu hadis, cenazeye katılmanın ve cenaze namazı kılmanın önemini ve anlamını ifade ediyor. Bir kişi cenazeye katıldığında bir dağ kadar büyük bir sevap alır ama gömülünceye kadar kalırsa bunun iki katı kadar mükafatlandırılır. Mükafata ek olarak, cenazeye katılmak ve cenaze namazı kılmak, merhumun ailesine ve merhuma saygıyı ve de desteği gösterir. Bu yüzden, kişi çevresindeki Müslüman cenazelerine katılmaya çaba göstermelidir.
3
Sıla-i Rahime Riayet Etmek (Akrabalık Bağlarını Sıkı Tutmak)
Hadislerden birinde buyruluyor: “Her kim rızkının bol olmasını ve ecelinin gecikmesini istiyorsa akrabasını görüp gözetsin” (Buhari, Edeb) Bu hadis akrabalarla olan ilişkiyi sıkı tutmanın kişinin rızkını bollaştırdığını söylüyor. Buna ek olarak, akrabalık bağlarının sıkı olması, aile içi sevginin çokluğuna ve ailedeki birliğe işarettir ki bu da güçlü ve birleşmiş bir
6
Namazı Cemaatle Kılmak:
Namaz kılmakla ilgili Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) hadisinde buyuruyor: “Cemaatle kılınan namaz, tek başına kılınan namazdan yirmi yedi derece daha faziletlidir.” Bir Müslüman günde beş defa namaz kılmak zorundadır, ancak, eğer bu namazlar cemaatle eda ediliyorsa, her namaz için kat kat daha fazla mükafatı vardır. Bu yüzden bir Müslüman yalnız namaz kılmaktansa beraber namaz kılabileceği bir cemaat bulmalıdır.
7
Sabah ve Yatsı Namazlarını Kılmak:
Bu namazlar bir bakıma bir Müslümanın gününün başlangıcı ve sonudur. Peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bir hadisinde buyuruyor: “Kim yatsı namazını cemaatle kılarsa gecenin yansını namazla geçirmiş gibi (sevap almış) olur. Kim de sabah namazını cemaatle kılarsa bütün gece namaz namaz kılmış gibi (sevap almış) olur” (Müslim) Hadisten kim sabah ve yatsı namazlarını cemaatle kılarsa tüm gecesini namazla geçirmiş olduğunu anlıyoruz. Bu yüzden, eğer kişi sadece bu iki namazı cemaatle kılıp arasında uyuduğunda bile bu derecede mükafatlandırılıyorsa, bunu alışkanlık haline getirmelidir.
8
Nafile Namaz Kılmak:
“Ey İnsanlar! Evinizde namaz kılınız. Zira farz namaz dışındaki namazların en makbûlü, insanın evinde kıldığı namazdır.” (Buhari) Eğer kişi Allah rızası için nafile namazı kılacaksa, bunun için en iyi mekan evidir. Nafile namazlar farz namazlara ilave olarak kılınır ve de kılan kişi mükafatlandırılır. Ancak, eğer bu namazlar insanların içinde kılınırsa, kibri uyandırabilir. Bu yüzden, nafile namaz kılınacaksa, evde kılınmaya çalışılmalıdır.
topluma dönüşme yolunda bir adımdır.
4
Allah’a (subhanehu ve te’ala) Hamd Etmek:
Başka bir hadiste, Peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) buyuruyor: Her kim, sabah ve akşam yüz kere “Subhanallahi ve bi hamdih” derse günahları denizin köpükleri kadar bile olsa bağışlanır.” (Buhârî, Deavat: 27; Müslim, Zikr: 17) Hadisten de anlaşıldığı gibi Allah’a (subhanehu ve te’ala) bu şekilde hamd etmek çok faziletlidir. Hamd etmek insanı hem gururdan uzak tutar hem de ona nefsine hakim olması konusunda yardımcı olur. Yani bir insan O’nu (subhanehu ve te’ala) bu şekilde sabah ve akşam hamd ederse, mükafatına artı olarak bir de günahlara olan eğilimi azalır.
38 • Ocak’16
9
İşrak Namazı Kılmak:
İşrak güneşin doğumundan sonra kılınan bir nafile namazdır. Peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bu hususta buyuruyor: “Bir kimse sabah namazını cemaatle kıldıktan sonra (mescitte) oturup güneş doğuncaya kadar zikir ile meşgul olursa, güneş doğduktan sonra da iki rekât (İşrak) namazı kılarsa, bir tam nâfile hac ve umre sevabına nâil olur.” (Tirmizi) Bu namazı kılmak için önce cemaatle namaz kılınmalıdır, daha sonra da kalıp zikir ile meşgul olunmalıdır. Ondan sonra işrak namazı kılınır. Bu, kişinin kolayca alışabileceği bir alışkanlıktır ve günlük yapılırsa büyük mükafatlara erişir.
Ocak’16 • 39
Atölye
Atölye
10
İlim için Camiiye/İlim Meclislerine Gitmek:
Bir hadiste buyruluyor: “Kim ilim öğrenmek için yola çıkarsa Allah onu cennete giden yolu kolaylaştırır.” (Taberani) Bir Müslüman her gün camiiye gitmeyi ve orada ilim öğrenmeyi alışkanlık haline getirmelidir. Bu oradaki derslere katılmak ile de olabilir, oradaki kitapları okuyarak da.
11
Ezana Cevap Vermek:
Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bir hadisinde buyuruyor: “Ezanı işittiğiniz zaman, müezzinin söylediğinin mislini tekrar edin!” (Buhari) Ezan, namaza çağrıdır. Bir Müslümanın günlük duyduğu çağrıların en mübareğidir. Bu yüzden, bir Müslüman bu fırsatı değerlendirmeli ve de çağrıya ardından tekrar ederek
cevap vermelidir.
12
Diğer Müminler İçin de Mağfiret Dilemek:
Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) başka bir hadiste buyuruyor: “Hem kendi günahın, hem mümin erkekler ve mümin kadınlar için mağfiret dile.” (Muhammed, 19) Hepimiz Allah’tan (subhanehu ve te’ala) kendimiz için bağışlanma diliyoruz. Ancak, İslam’da bencillik yoktur ve de bu ayet, bu mesajı mümin kadın ve erkekler için de mağfiret dilememizi söyleyerek bizlere aktarıyor. Bunun bir de mükafatı vardır ki, bu da mağfiret dilenilen her mümin kadın ve erkek için sevap yazılacak olmasıdır. (Taberani)
13
Zikir Çekmek:
Zikir çekmek, İslam’ın yaygın nasihatlerinden biridir. Allah’ı (subhanehu ve te’ala) anmak demektir. Birçok çeşidi vardır ve her biri ayrı bir önem arz eder. Çeşidi ne olursa olsun, kişi bunu günlük alışkanlık haline getirmelidir. Bu, hayatını kesinlikle olumlu yönde değiştirmesine yardımcı olacaktır. Bu yüzden, zikrin çeşidine bakılmaksızın her gün çekilmelidir. Zikir, insana manevi bir arılık kazandırdığı gibi mükafatlandırılmasına da vesiledir.
14
Başkalarına Yardım Etmek:
İslam, insanların işlerini birbirine kolaylaştırması taraftarıdır. Müslümanlara, diğer insanların hayatlarını kolaylaştırmak için çalışmalarını öğütler. Müslüman olarak bizler de diğer Müslümanlara yardım etmeyi düstur haline getirmeliyiz. Bu, günlük alışkanlığımız olmalı. Bu, birine valiz taşımasında yardım etmek veya yaşlı birine caddeyi geçmesinde yardımcı olmak şeklinde olabilir. Bu gibi nazik ve düşünceli tavırlar müslümanların faydalanmasına/mükafatlandırılmasına vesiledir.
Sonuç Olarak; Yukarıda bahsettiğimiz salih ameller Müslümanların günlük yaşamlarına dahil edebileceği eylemlerdir. Bu şekilde, bir Müslüman manevi anlamda derecesini yükseltirken hayatını da daha güzel bir şekilde değiştirecektir. Bu makale Qurantutor.com sitesinden alınarak Genç Müslümanlar ekibi tarafından Türkçeye çevrilmiştir.
40 • Ocak’16
Gerçeğe Atılan En Sahici Adım;
9 Yaşının Şiarı Rukiye Feyza YILDIRIM
B
u yazıya, en içten yazılmış yazılar nereden başlarsa, tam olarak oradan başlıyorum. Hayal kurmaya başladığım andan beri -ki yaklaşık 16 yıldır aktif olarak bu işin içerisindeyim- egodan, kibirden, riyadan ziyadesiyle uzak tuttuğum hayallerimin, içinde bulunduğumuz çağın şartları (?!) nedeniyle dönemle bağdaşmadığından sebep kabule şayan görülmemesi, bana yalnızca “yazık” dedirtti. Kuru bir, yazık. Hayal, gerçeğe atılabilecek en sahici adımdır. Gerçeğin sokağına, hayalin köşesinden döner, kıyısından çıkar, öyle girersiniz. Gerçeğe giden her yol, hayalden geçer. Ben böyle bildim -yanlışsa da böyle bildim- ve inandım. İlkokul 2.sınıfta, dağlara taşlara sevdamı anlattığım şiirler yazardım. O yaşta dağı taşı sevmek, sevgilerin en hasıydı, yaşamadıysanız bilemezsiniz. Zira dağları taşları severek, Allah’a olan sevgimi taklidî olmanın prangalarından
kurtarıp, tahkiki olmanın eteklerinde dolaşmaya davet etmiştim -ve gözlerimiz hala zirvenin göz alıcılığındadır-. İlkokul 3.sınıfta, çevremdeki insanlarla münasebetlerimden esinlenerek kaleme aldığım, kendimce “içindekiler” indeksini, yayınevini, basım tarihini ve hatta üzerine “Cağaloğlu / İstanbul” yazdığım, pembe, ayıcıklı, parlak bir kabı olan hikâye defterim -daha doğru ifadeyle- kitabım oldu. Hayaller kurardım; 9 yaşıma tahmin edemeyeceğiniz kadar mana sığdırmıştım. Gecelere kadar, o dönemler evimizde olan kuzine sobanın, yansıması tavana vuran ateşinin ışığında, muazzam anlatım bozuklukları, imla hataları yaptığım, hatalarımı düzeltmek için de silip silip baştan yazdığım hikâyelerimi yazardım; elimde, kalemim ve kırtasiyeden pahalıya alındığına inandığım için temkinli kullandığım tek ortalı defterim. Dedim ya, 9 yaşıma fazlasıyla mana yüklemiştim -aslen, Yaratıcı tarafından yüklenmişti-.
Ocak’16 • 41
Atölye
Atölye
lmese, küü ç ü k iz n ri e ll aya üçülüyordu. H k iz n ri alleriniz küe y ll a a H y . a z h u e n ç u k ü rd d yo Öyleydi. Büyü ese, küçültülü lm ü ç ü k anız, egonuz, v iz e n h ri , e iz ll a in y s a e v H e . ğil, h iz çültülüyordu üyüyen siz de b , e ç k ebiyle gölgen ü s a ld h ü ı lt s ü a ç b ü k m la iz ece çüldükçe, s , hiç yoktan g iz in iz a rd a k iz, riyanız, kibrin z. olmuyordunu iz s a m a ; u oluyord
Hafızamın çok kuvvetli olduğuna inanan ailem, bir gün annemin yarım ağız okuduğu “tebbet sûresi”ni ertesi gün kekelemeden okuduğumu görünce, hafız olabileceğim konusunda teşviklere başlamıştı. Fakat bilmiyorlardı, beni “gecelere kadar hikâyeler ve şiirler yazmaktan, hafız olmaya nasıl vakit ayıracağım” derdine saldıklarını. Sonra bir gün, ilkokul çapında yapılan şiir yazma yarışmasında birinci olunca, kararımı verdim: Ben Rukiye Feyza, hem şair hem yazar ama önce hafız olacaktım. Neden sonra -yıllar sonra-, geceler uzadı fakat ne şiir ne hikâye yazabilir olmuştum. Tasam, derdim, dünyaya tamahkârlığım artmıştı zannımca. Nihayet, yıllarca kendisine “Ne olacaksın?” diye sorulduğunda, “Hafız, yazar, şair!” cevabını veren Rukiye Feyza’nın kararlılığını yitiriverdim. Değişen neydi, bilemiyorum, artık “Her şey gelip geçicidir, Bâki olana bakan tarafı müstesna!» şiarında yaşamayı bilen çocuk büyümüş, hukuk okumaya karar vermişti. İşin kötüsü, karar verdi miydi, verirdi. Öyle bir verirdi ki, karar vermenin de hakkını verirdi. Sonra bir gün başladı hukuk fakültesine. Sonra bir gün orada da son sınıf oldu. Şükür ki hala, uçurumları dahi manalı olan 9 yaşının olgunluğunu yaşatıyordu hayal dünyasında, Rukiye Feyza. Artık 21 yaşındayım, 20’li yaşların hızındayım, nazındayım, yazındayım, sazındayım... 42 • Ocak’16
“Hepiniz bir gün avukat, hâkim, savcı olma hayalleri, BMW, Mercedes hiç olmadı bir Volvo alma hayalleri kuruyorsunuz.» İdari Yargılama Usul Hukuku hocasının bu kötü ithamıyla, uyukladığım derste birden irkiliverdim. Aynı ithamın kötü kokusuyla devam ediyordu hoca; “Hiç, bir BMW, Mercedes alma hayalleri kurmayanınız oldu mu? Yahut lüks bir ev, lüks bir hayat...” Elim istemsiz kalkıverdi. Sonra, 9 yaşımın manalı uçurumlarından birinden yuvarlanırken buldum kendimi. “Evet, arkadaşımızın bir BMW alma hayali yokmuş. Nedir hayaliniz, Mercedes mi?” Hayır, anlamında kafamı salladım. “O zaman hiç yoktan bir Volvo?” “Hiç, araba alma hayali kurmadım.” buz gibi soğuk, ziyadesiyle samimiydim bunu söylerken. “Ohooo, o zaman arabayı kullanan şoförünüz olacak, hı?” “Ne araba ne de onun şoförü, hayalim olamaz.” “(Alaycı bir ifadeyle) Hiç değilse, gözlerinizden, ileride çok başarılı ve çok kazanan bir avukat olma isteğinizin olduğu görülebiliyor.” “Hayatımda ne avukat ne hâkim ne de savcı olma hayali kurmadım.” “Peki ya?” “İlimle hemhâl olma derdindeyim.” “İlimle hemhâl olma derdindesiniz?”...
Efendiler bilesiniz ki, zahirde ilme ulaşmayı arzuladığınız tüm yolculuklarınızda attığınız her adımın yankısını kalbinizde duymuyorsanız, gittiniz yer sadece “Çin’e gitmek için gidilmiş Çin”dir; fakat zahirde ilme ulaşmayı arzuladığınız o yolculuğunuzda, ayak sesleriniz kalbinizden geliyorsa, siz zahirden geçmiş, “Çin’i Çin yapmaya” gidiyorsunuz demektir.
(Konuşmanın sonrasını edep’i bir yazıya koymak makul olsa da, edebî bir yazıya koymak makul olmaz; şu kadar ki, saygısızlığa 1 kalmıştım.) Bu konuşmadan sonra gözlerime “yazık!” ifadesi oturdu ve bakışlarımı acımaktan başka bir yöne çeviremez oldum. Araba hayali kurmak (araba hayali kurmaktan kast edilen bir yerde zengin ve pahalı bir hayattır), hayal kurmak eylemine başlı başına hakarettir. Nasıl desem, araba hayali kurmak bir anlamda benim 9 yaşıma sövmektir. Aradan 12 sene geçmemişçesine, büyümemişçesine yahut hiç küçük olmamışçasına, saatlerce aklımı -daha çok kalbimi- kurcaladı bu mevzuu. Lüks ev, lüks araba hayali kurmadığım için yadırganmıştım, hocam doçentti ama beni anlayamamıştı; “doçent olmak yetmiyordu fayrap öğrenciyi anlamak için” Öyleydi. Büyüdükçe hayalleriniz küçülüyordu. Hayalleriniz küçülmese, küçültülüyordu. Hayalleriniz küçülmese, küçültülüyordunuz. Hayalleriniz küçüldükçe, siz küçültüldükçe, büyüyen siz değil, hevesiniz, hevanız, egonuz, riyanız, kibriniz, karda iziniz, hiç yoktan gece lambası hasebiyle gölgeniz oluyordu; ama siz olmuyordunuz. Kalbiniz büyümesin diyeydi tüm bu oyunlar. Bir Mercedes’ e, bir BMW’ ye, bir Volvo’ ya, lüks bir hayata, hiçbir gezegenin değerine erişemeyeceği hayal dünyasını satıvermişti insanlar, doçentler, doçent olamayanlar, insan olama-
yanlar. Bu gerçekle, 9 yaşımdan 12 yıl kadar az bir süre sonra yüzleşmek yıprattı, takdir edersiniz. Sonra Rukiye Feyza, 12 yılı ardında bırakmış Rukiye Feyza, o 12 yılını önüne koymaya karar verdi; 9 yaşında, “Her şey gelip geçicidir, Bâki olana bakan tarafı müstesna!» şiarında yaşayan Rukiye Feyza, 21 yaşında, 9 yaşının şiarında yaşama kararı aldı. Hâsılı uyukladığı dersten silkelenerek, yeni bir yolculuğa, çıktı; avucunda 12 yılı, 21 yaşı, aklında BMW’ler, Mercedes’ler, kalbinde ilimle hemhâl olma aşkı, önünde 9 yaşının şiarıyla yaşama kararı. - Böylece uzun yollarıma ve uzun yolculuğuma, belki atmosferde zerre dahi olamayan, belki de atmosferi atmosfer kılacak bir hava kabarcığı mahiyetinde, bir yolculuk daha eklerken buldum kendimi. Efendiler bilesiniz ki, zahirde ilme ulaşmayı arzuladığınız tüm yolculuklarınızda attığınız her adımın yankısını kalbinizde duymuyorsanız, gittiniz yer sadece “Çin’e gitmek için gidilmiş Çin”dir; fakat zahirde ilme ulaşmayı arzuladığınız o yolculuğunuzda, ayak sesleriniz kalbinizden geliyorsa, siz zahirden geçmiş, “Çin’i Çin yapmaya” gidiyorsunuz demektir. Çin’in de Rabbi’ne hamdolsun. Ocak’16 • 43
Rapor
Rapor
RAND RAPORU (ÖZET) Rand Düşünce Kuruluşunun, Milli Güvenlik Araştırmaları Dairesinin 2003 yılında yayınladığı Uygar ve demokratik İslam, partnerler, kaynaklar ve stratejiler araştırmasının özetidir. Amerikan Devletinin İslam Coğrafyasında planladığı politikalar üzerinde etkili olmuştur.
Ç
ağdaş İslam’ın kendi değerleri, kimliği ve dünyadaki yeri üzerine içeride ve dışarıda yapmış olduğu mücadeleyle meşgul olması ve bu sebepten dolayı kaygan ve sürekli değişen bir zeminde bulunması su götürmez bir gerçek. Bibirine rakip fikir ve ideolojiler ruhani ve siyasal liderlik ve baskınlık için birbirleriyle mücadele ediyorlar. Bu çatışmaların ve fikir ayrılıklarının dünyanın geri kalanı için ciddi manada zararı ve ekonomik, politik, sosyal ve güvenliği ilgilendiren etkileri var. Sonuç olarak, Batı dünyası bu mücadelenin sonuçlarını anlayabilmek ve bunları etkilemek için artan miktarda bir çaba gösteriyor. Açıkçası, sanayileşmiş modern dünyayı temsil eden ABD ve bütün olarak uluslararası toplum İslam dünyasının sistemin geri kalanıyla uyumlu olmasını istiyor. Demokratik, ekonomik olarak ileriye dönük, siyasal olarak istikrarlı, sosyal olarak gelişmeci ve uluslararası norm ve kuralları takip edici. Modern dünya aynı zamanda herhangi bir şekilde ortaya çıkabilecek muhtemel bir “medeniyetler çatışması”nı da engellemeye çalışıyor. Bu çatışma Batı dünyasındaki yerel halkla müslüman azınlığın aralarındaki anlaşmazlıktan doğabilecek bir huzursuzluk olabileceği gibi İslam dünyasında artacak olan bir saldırganlık,
44 • Ocak’16
dolayısıyla terörizmin körüklenmesi de olabilir. Dolayısıyla İslam dünyasındaki karışımın içerisinde yer alan ve global barış ve uluslararası toplumla en uyumlu, aynı zamanda demokrasi ve modernizme en yakın olan grupların desteklenmesi akıllıca olacaktır. Fakat bu grupları doğru bir şekilde tanımlamak ve onlarla en uygun şekilde işbirliği yapmak her zaman kolay olmayabilir. İslam’ın şu anda içinde bulunduğu krizin iki temel unsuru var. gelişme ve atılımdaki başarısızlık ve global düzenle aradaki bağlantının kopması. İslam dünyası uzun süreli bir geri kalmışlıkla ve güçsüzlükle anılmakta olup; milliyetçilik, pan-Arapçılık, arap sosyalizmi ve İslami devrim gibi farklı çözüm yolları hep başarısızlıkla sonuçlanmış ve bundan geriye öfke ve kızgınlık kalmıştır. Aynı zamanda, İslam dünyası çağdaş global kültürle aynı basamakta durmamış ve bu durum her iki taraf için de rahatsız edici bir durum teşkil etmiştir. Müslümanlar bu konuda ne yapılması gerektiği ve kendi toplumlarının ileride nasıl bir görünüm alması gerektiği konusunda fikir ayrılığı yaşıyorlar. Dört temel grubu birbirinden ayırabiliriz: • Fundamentalistler demokratik değerleri ve çağdaş Batı kültürünü reddediyorlar.
Aşırı uç noktadaki İslam hukukunu ve değerlerini uygulayabilecekleri otoriter ve baskıcı bir devlet istiyorlar. Bu amaca ulaşmak için yenilikleri ve modern teknolojiyi kullanmak istiyorlar. • Gelenekçiler muhafazakar bir toplum arzusundalar. Modernizm, yenilik ve değişim hakkında şüpheleri var. • Modernistler İslam dünyasının global modernizmin bir parçası olmasını istiyorlar. İslam’ı yeni çağa ayak uyduracak biçimde modernize etmek amacındalar. • Laikler İslam’ı Batı dünyasındaki kilisedevlet mantığıyla kabul ediyorlar ve dini özelkişisel alanla ilişkilendiriyorlar. Bu gruplar günümüz İslam dünyasında çok önemli yer kazanan bazı temel konularda çok farklı şekilde pozisyon alıyorlar. Bu konuların içinde siyasal ve bireysel özgürlük, eğitim, kadının toplumdaki yeri, suç ve adalet, reform ve değişimin yasallaşması ve Batı’ya karşı takınılan tavır yer alıyor. Fundamentalistler Batı’ya ve ABD’ye karşı düşman olup demokratik ve modern düzene değişen boyutlarda zarar verme eğilimindeler. Bazı geçici taktiksel mevzular haricinde bu grubu desteklemek bir opsiyon olamaz. Gelenekçilerin daha ılımlı görüşleri olmasına rağmen, bu grup içerisinde yer alan insanlar arasında da çok büyük farklılıklar gözlemlenmekte. Bazıları fundamentalistlere yakındır. Bu gruptaki insanların hemen hemen hiçbiri modern demokrasiyi ve modernizm kültürünü ve değerlerini tüm kalpleriyle kucaklamazken yapabilecekleri en iyi şey bu kavramlarla gönülsüz bir barış yapmaktır. Politikalar ve değerler açısından bakıldığında Batı’ya en yakın gruplar ise modernistler ve laiklerdir. Fakat diğer gruplarla kıyaslandıkları zaman daha güçsüz oldukları da bir gerçek. Güçlü bir destek, finansal kaynaklar, etkili bir altyapı ve kamu platformu açısından eksiklik çektikleri görülüyor. Laikler bazen ideolojik sebeplerden ötürü kabul edilemez olmalarının
yanı sıra ayrıca İslami kesimlere de kulağa pek hoş gelmeyen etiketleri var. Geleneksel İslam anlayışı basıkcı ve otoriter fundamentalist İslam’ın karşısında duracak bazı unsurları içermesine rağmen demokratik İslam’ı oluşturacak ana aracı oluşturmaya pek uygun değil. Bu rolü üstlenecek grup ise, etkinlikleri baı sebeplerden dolayı sınırlanmasına rağmen yine de İslamcı modernistledir. Bu sınırlamalar ve sebepleri raporda incelenecektir. İslam dünyasının daha geniş bir demokrasi, modernizm, uluslararası dünya düzenine uyumluluk yolunda yapacağı değişimi cesaretlendirmek için ABD’nin ve Batı dünyasının İslam’ın içindeki hangi unusurları, trendleri ve kuvvetleri güçlendireceğini; düşmanlarının ve ortaklarının gerçek hedeflerini ve bu geniş gündemin sebep olabileceği muhtemel sonuçları iyi tahlil etmeleri gerekiyor. Aşağıda belirtilen unsurlardan oluşacak karma bir yaklaşım en etkili çözüm yolu olacaktır: • Öncelikli olarak modernistleri destekle
- Eserlerini ve çalışmalarını yayınla ve dağıt - Gençlere ve büyük kitlelere hitap etmeleri konusunda cesaretlendir. - Fikirlerini İslami eğitim müfredatının içine sok. - Onlar için bir kamu platformu oluştur. - Dinin yorumlanması konusunda temel sorular hakkındaki fikirlerini ve yargılarını fundamentalist ve gelenekselcilerle rekabet edecek şekilde geniş kitlelere duyurmalarına yardım et, çünkü diğer grupların kendi web siteleri, Ocak’16 • 45
Rapor yayınevleri, okulları kurumları ve düşüncelerin yaymak için pek çok alternatif yolları var. - Laikliği ve modernizmi olumsuz etkilenmiş İslami gençliğe karşı bir kültür olarak benimset. - İslam öncesi tarih ve kültür hakkında bilgi ver ve bu konuların gerek medya gerekse çeşitli müfredatlarda konuşulmasını cesaretlendir. - Bağımsız ve bireyci organizasyonların gelişimini destekle, bireysel kültürü yücelt, sıradan vatandaşların kendilerini eğitebilmelerini ve politik süreçte düşüncelerini rahatlıkla ifade edebilmelerini sağla. • Geleneksel Müslümanları fundamentalistlere karşı destekle - Geleneksel Müslümanların fundamentalistlerin ortaya koyduğu şiddet ve aşırılık yanlısı tutumlarını eleştirmelerine izin ver ve bu düşüncelerini yayımlat. - Gelenekçiler ve fundamentalistler arasında oluşabilecek muhtemel ittifakları boz. - Spektrumun modernizm tarafına yakın duran geleneksel Müslümanlarla modernistler arasındaki işbirliğini destekle. - Gelenekçileri fundamentalistlerle yapacakları tartışmalarda daha başarılı olacak şekilde eğit. Fundamentalistlerin hitabet açısından üstün oldukları taraflar var. Orta Asya gibi bazı bölgelerde gelenekselcilerin fikirlerinin arkasında daha sağlam durabilmeleri için geleneksel İslam’ın yanı sıra akademik olarak da ciddi bir İslam birikimine sahip olmaları gerekiyor. - Geleneksel olarak adlandırılan kurumlarda modernist simaların sayısını arttır. - Gelenekçiler arasında bulunan farklı gruplar arasında ayrımcılık yap. Hanefi hukku gibi modernizm anlayışına daha yakın olanları diğerlerine karşı destekle. Bu grupları kendi dini düşüncelerini yayma konusunda cesaretlendir ve bu fikirleri gerici Vahhabi anlayışını zayıflatmak için popüler yap. Vahhabiler’in parası hayli muhafazakar olan Hanbeli okullarını desteklemek için kullanılıyor, bu işin finansal boyutu. İslam dünyasının iyice geri kalmış bazı kesimleri İslam hukukunun uygulanması ve yorum46 • Ocak’16
Atölye lanmasındaki gelişmelerden halen habersizler, bu da işin bilgiyle ilgili boyutu. - Sufizmi güçlendir. • Fundamentalistlerle savaş - Onların İslam yorumunu ve çelişkilerini sorgula. - Yasal olmayan eylem ve gruplarla aralarında bağlantı kur. - Şiddet içeren eylemlernin sonuçlarını abart. - Ülkeleri için gerekli olan pozitif bir kalkınmacılığı kaldıracak seviyede yöneticilik kabiliyetlerinin olmadığını göster. - Bu mesajlar için gençleri, dindar geleneksel toplulukları, Batı’daki Müslüman azınlıkları ve kadınları hedef seç. - Terör eylemlerine sempati beslenmesini, kahramanlaşmalarını önle. Onları korkak ve düzen bozucu olarak göster. - Bu kesimdeki liderlerin yolsuzluk ve iki yüzlülük gibi olumsuz durumlarını ortaya çıkarmaları için gazetecileri ve medyayı cesaretlendir. - Bu grup içindeki bölünmeleri destekle. • Seçici bir şekilde laikleri destekle - Fundamentalizmin ortak düşman olduğuna dair onları cesaretlendir. Laiklerin ABD karşıtı güçlerle, milliyetçilerle ve solcularla ittifak kurmalarını engelle. - İslam’da da din ve devletin ayrı olabildiğini ve bunun imanı tehlikeye atmadığını aksine güçlendirdiği fikrini destekle. Hangi yaklaşım ya da hangi yaklaşım karması tercih edilirse edilsin bunun dikkatli ve düşünceli bir şekilde yapılmasını tavsiye ediyoruz. Bazı konuların sembolik ağırlıkları bulunuyor. Amerikalı siyaset adamlarının hangi gruplara yakın duracağı, bunun diğer gruplar üzerine etkileri, yardım etmek istediğimiz kesimleri yanlışlıkla tehlikeye atıp onların saygınlıklarını yok etmek, kısa dönemde uygun görünen bazı işbirliklerinin istenmeyen sonuçları vs.
BİR İÇ SAVAŞ:
İNFAK Ceyda UYAR
İ
nfak, ifrat ve tefrit arası dengeyi tutturabilmektir. Kendine yeteni bilmek, fazlasını sadece Allah rızası için gözden çıkarmaktır. Böyle yaşayabilmek, apaçık mütevazi bir yaşam muvazenesidir. Halil Cibran’ın şu satırlarında bu insanların bunu nasıl yaptığını anlayabiliriz. ‘…ne acı duyarlar vermekten dolayı ne keyif arayışındadırlar, ne de hatırlarında erdemli olmak vardır. Şu vadide nasıl saçıyorsa mersinler kokularını havaya, öyledir işte verişleri.’(Ermiş, Şule Yayınları syf:20) Allah bize infak etme eylemini sunarak bencillikten kurtulmamızı, tefessüh bir toplum olmamamızı da istiyor olabilir mi? Yani aile fertlerinin başını döndüren ihtiyaçlarını karşılamaya ara verip, bir bak etrafına ne halde yan komşun, ne halde Müslüman kardeşlerin. Aynı zamanda bu sana, sende olanların terazide ağır bastığının da uyarısıdır. Evet, işimizi ciddiye almadığımızın göstergesidir aç insanlar. Sosyal medyada bu işin vehametini itinayla yayınlıyoruz lâkin bilmiyoruz ki bunlar cimriliğimiz hasebiyle infak edemeyişlerimizin görüntüleri. Kendimizi dünyaya duyuruyoruz, bakın görün onları nasıl hale sokmuşuz, dercesine. Öyle çok hatalarımız var ki özrümüz, kabahatinden büyük fakat sorunları yazıp kalkmayalım masanın başından. Ölene kadar akıtalım mürekkebimizi çözümler üretmek ve eyleme geçmek için. Nurettin Topçu’nun da dediği gibi ‘Hareketin ahlakî oluşu, ferdî ruhlarda kazandığı kıymet yüzündendir’. Dilimizde tüy bitiren ‘Kur-an ve sünneti şiar edinelim’ söylemini kendimizde işler hale getirmeyi şu ayeti ‘Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?’(61/2) göz önüne
alarak muvaffak olalım. Laf-ü güzâfları bırakıp hakiki mânâda, kardeşlerimizin yüzünü güldürebilmenin yollarını arayalım. Neye ihtiyaçları olduğuna dikkat kesilelim. Böylece, biraz olsun elde edemediğimiz muvaffakiyetler, makam, mülk için olan eseflerimize ara vermiş oluruz. İnfağın en güzelini, iyi olanını saptayalım. Kardeşimizin ihtiyacı olsun veya olmasın sevdiğimiz şeyleri putlaştırmamak -ki ancak bu şekilde gerçek erdeme ermiş olacağız-(3/92),varsa ihtiyacını gidermek, yedi başak bitiren ve her başakta yüz tane tohum bulunan(2/286) sıfatına mazhar olmak için infak edeceğiz. Hulâsa kendi devrimimizi gerçekleştireceğiz. ‘’İhtiyaçtan fazla mal haramdır, hırsızlıktır… Altın ve gümüş, yoksullar üzerinde hegomanya kurmak için kullanılıyor… İnfak edilmiyor… Mülkte şirk koşuluyor. Kırkta bir diye bir şey tutturulmuş gidiyor. Komşusu açken tok yatmamak için zengin mahallelerine taşınanlar var… Peki sokaktaki açtan, yoksuldan haberiniz var mı? Bu dinin klasik fıkıh anlayışı, yeryüzünün sokaklarında aç gezen 1 milyar insan için ne diyor? O fıkıh,Ömer’i vuranların, Ebuzer’i çöle gümenlerin,Ali’yi hançerleyenlerin,Hüseyin’i susuz bırakanların,Medine’yi yağmalayarak 900 sahabe kadınına tecavüz edenlerin ve Kabe’yi mancınıkla ateşe verenlerin fıkhıdır.O fıkıhtan bir şey çıkmaz.O zenginlerin, kodomanların, cariye ve köle sahibi olma peşine düşmüşlerin fıkhıdır.Sultanların,harem ağalarının,zindandan İmam-ı Azam’ın kırbaçtan morarmış cesedini çıkaranların,kırkta bircilerin fıkhıdır….’’** **İhsan ELİAÇIK, Mülk Yazıları,sayfa:385-392,. Aynı zamanda bu alıntı ‘İtirazım Var’ filminde vaaz sahnesinde bulunmaktadır.
Ocak’16 • 47
Atölye
Kitap
KİTAP KRİTİĞİ;
ÇIKMAZLARIM
ALİ ŞERİATİ - DUA
Mahinur ÖZDEMİR
B
ir çocuk masumluğunda düşlerim.Kimsenin hayal bile edemeceği yerlere sakladım onu.Ezmesinler, hırpalamasınlar diye. Belki deonu saklamak en büyük haksızlıktı ona. Çünkü, haykırmak istiyordu varlığını. Kimse onu esirgememeliydi kimseden. Ağırlığını koyuyordu yüreğime ve yüreğim olduğu yere çakılıp kalıyordu. Kıpırdamak ne kelime, nefes almak bile yoruyordu kalbimi. Sınırsız bir rüya mıydı istediklerim yoksa anlayacaklar çoktan uzaklaşmışlar mıydı? Ya da yanı başımdaydaydılar da ben mi bihaberdim. Gönül dostumu göremiyor ama hissediyordum; her duamda ve camıma konan her guguk kuşunda. Sanki hayallerimi okşarcasına ötüyordu kuşlar ve ağaçlar yapraklarını yeşertiyordu umut aşılayarak damarlarıma… Yapabileceklerim yaptıklarımın çok ötesinde ve görünmeyeninde. Nefsim tokatlıyordu beni. Dilim ve gözüm küsüyordu bana. Onlar da farkındaydı yolunda gitmeyen karıncayı ve İbrahim’in suyunu söndürmeyi görev bilmiş karıncanın unutulmuş sevdasını. Beni yakansa; suydu. Bir yanda ibrahim’i yakmaya gücü yetmeyen ateş, bir yanda ateşi söndüren ama beni yakan su. Bu kadar mı uzaktım hakikate? Bu kadar mı dışımda kalmıştım
48 • Ocak’16
kendimin? Bilincim bu kadar mı yok olmuştu? Akıl almaz oyunlar beni içine hapsetmişti. Ben bozmalıydım oyunu, oyuncuları atmalıydım sahneden ve kapamalıydım arsız perdeyi bir daha açılmamak üzere. Gücümün farkında bile değildim ama gücümün üstündeki güç beni biliyordu. Beni seviyor ve beni kolluyordu. Fakat ben bunları haketmiyor olmalıydım ki; çıkmazlarda yürüyordum. Daldan dala atlıyor ve her dalın yanlış olmasının kökten değil gövdeden beslendiğini biliyordum. Ve bir anda toprak kendini yuttuyor ve dallar paramparça oluyordu. Güvendiğim çıkmaz sokaklar kendi yollarını açıyor; semalardan bir ses geliyordu. Ruhumun aralarına sızıyordu bu ses. Yok olmanın hazzını yaşıyordum. Fakat bu hazzı nefsimle değil, nefsimi bitiren kendimle yaşıyordum. Çünkü artık ben, ‘bendim’ ve kendimi enkazın altından bulup çıkarmıştım.Evet! Bunu başarmıştım! İçten ve dıştan gelen sesin nağmelerini birleştirdiğimde, aynı ritmi yakaladığım anda başarmıştım. Senelerin yokluğunu, geçmişin aczini, geleceğin muallak oluşunu yok sayıp ; anların varlığını ruhumda duyduğum an; artık ben vardım ve yok olmak benim değil, her şeyindi!
Büşra AKGÜL
“Deki; Eğer duanız olmasa Rabbimin katında ne ehemmiyetiniz var.” (Furkan suresi 77.Ayet.
A
yeti kerimeden de anlaşıldığı gibi dua; dünyanın meşgaleleriyle uğraşan, şeytanın hilelerine yenilen biz ademoğullarında ne yazık ki tam yerini bulamamıştır. Pazarlıklı imanı tercih eden bizler için dara düştüğümüzde sığındığımız bir kapı olmaktan öteye geçememiştir dua. Bununla birlikte bizi “rahatsız etmeye” geldiğini söyleyen büyük düşünür Ali Şeriati, özellikle Hıristiyan dünyası ve İslam dünyasındaki “Dua” nın karşılaştırmasını yapıyor. Hıristiyan dünyasında yoksulluk ve aşk yönü olan duanın, İslam dünyasında yoksulluk ve aşkın yanında sosyal ve siyasal bir yönünün olduğunu vurguluyor. Kitap dört bölümden oluşuyor, fakat yazar bir bölümünü daha doğrusu eklerini talihsiz bir kaza sonucu kaybettiğini
söylüyor. Yazar, Alexis Carrel ve İmam Seccad’dan çok etkilendiğini ifade ediyor. İkinci bölümde Alexis Carrel’in dua kitabının tercümesini yapıyor. Carrel, duanın en derin ve en fikri ihtiyaç olduğunu, Allah sevmesini bilen bir kimseye kendini kolayca hissettirdiği halde anlamaktan başka hiçbir şey bilmeyen kimsenin gözünden gizlediğini ifade ediyor. Üçüncü bölümde yazarı çok etkileyen İmam Seccad’dan sıkça bahsedildiğini görüyoruz. Ayrıca duanın sadece zaaf değil, alınacak bütün önlemlerden sonra tıpkı Peygamberimizin Uhud’taki, Hendek’teki duaları gibi olması öğütleniyor okuyucuya. Duanın yiğitlik ve mertliği öldürmemesi gerektiği bilakis canlandırması gerekliliği üzerinde duruluyor. Sabahları dua edip akşama kadar vahşi gibi yaşayanların hiçbir zaman dualarının kabul olmayacağını Carrel ’in dilinden anlatılıyor. Hiç sıkıntı çekmeden yiyip içmenin insanın sabrını taşırdığı, bununla birlikte Avrupalı sanat ve felsefe anlayışının burjuva hayatındaki boşluğu doldurmak için meydana geldiği gibi gerçekler de sıkça hatırlatılıyor.
Duanın insanın ihtiyaçlarına göre şekillendiğini vurgulayan yazar ‘dua ederken bir çocuğun babasıyla konuştuğu gibi olmalı, tıpkı alacaklı gibi ısrarcı olmalıdır’ diyor ve kendince duayı şöyle yorumluyor: Dua kendi benliğinin zindanına düşmüş, zindanda olduğunun farkına varmış, oradan kurtulma isteğine duyduğu aşk kendini kararsız hale getirmiş bir insan kaygısının ve ıstırabın tecellisidir. Duanın gücüne inanıp ezberleri bozmanın vakti gelmiştir. Artık rahatsız edildiğimize göre içimizi Rabbimize dökmeli, dünyadaki Müslüman coğrafyada akan kanın hesabının ödetilmesi için dualarımızı kullanmalıyız. Ezeli düşman şeytanın alt edilebilmesi için duanın güzelliklerine, Şeriati’nin deyimiyle zindanlarımızla en büyük zindanımızdan çıkarak kendimizi bırakmalıyız.”Allah’ım! Beni insanın dört büyük zindanı olan tabiat, tarih, toplum ve benlik’ten kurtar; öyle ki ey benim yaratıcım, sen beni nasıl yaratmışsan, ben de aynı şekilde kendi kendimin var edicisi olayım; bir hayvan gibi kendimi çevreye değil, çevreyi kendime uyarlayabileyim.” Ocak’16 • 49
Sinema
Sinema
Syracuse Problemi:
İçimdeki Yangın
S
yracuse Problemi, matematiğin henüz çözülemeyen bir problemidir. Lothar Collatz tarafından 1937 yılında ortaya atılmış. “3n+1 Teoremi” olarak da biliniyor. 1985 yılında Paul Erdos, matematiğin henüz bu problemi çözmek için yeterli olgunluğa erişmediğini söylemiş. Teorem ise söyle: “Elinize herhangi bir pozitif tamsayı alın. Bu sayı çift ise ikiye bölün, tek ise 3 ile çarpıp 1 ekleyin. Bu işlem sonucunda ulaştığınız sayıyı tekrar aynı değerlendirme ve işleme tabi tutun. Syracuse teoremine göre, seçtiğiniz pozitif tamsayı kaç olursa olsun bu işlem eninde sonunda 1 ile sonlanıyor.” Ölüm asla bir son değildir, en azından savaşın olduğu coğrafyalarda. Ölüm, ölen dışındaki insanlar için yeni bir hikayenin başlangıcıdır; artık kurallar değişmiş, hayatın ritmi farklılaşmıştır. Her ölüm ardında bir iz bırakır aynı zamanda, sadece bir iz değil tabi acı da bırakır. Hele savaşın olduğu bir coğrafyada ölüyorsanız coğrafya da
50 • Ocak’16
ardında bir şey bırakır, yaşlı gözler ve dehşet verici olaylar. Kanadalı yönetmen Denis Villeneuve’ün yakıcı bir filmini izlediğim için yürüdü bu kelimeler. 2010 yapımı bu film, aynı zamanda Kanada’nın Oscar adayı idi: Incendies. Türkçeye İçimdeki Yangın adıyla çevrildi vede Oscar’ı alamadı. Yıllar yılı savaş ve İslamiyet arasında kurulan nedenselliği yıkmak isteyen yönetmen, çizdiği karakterlerin aksi bir biçimde hikaye anlatmayı seçince Batı dünyasını oldukça rahatsız etmiş zamanında. Nawal Marwan, kanın eksik olmadığı coğrafyalardan kopup gelmiş bir kadındır. Kanada’ya yerleşen
Marwan’ın ölümüyle başlıyor bizim hikayemiz de. Nawal Marwan vasiyetinde, ikiz çocuklarından bir şeyler yapmasını ister, bu dedikleri yapılmadığı takdirde de mezar taşı olmadan gömülmek ve kimse tarafından bulunup bilinmemek. Marwan’ın istediği bu şey geçmişe aittir, geçmişindeki iki insanı bulmasını ister çocuklarından; ikizlerin abileri ve babaları. Onları bulup bir mektup ulaştırmaları gerekmektedir. Mektupları ulaştırma görevi Jeanne’a düşer. Öfkesinin esiri Simon, bu mektupların sahiplerini bulup onları teslim etmeye yanaşmasa da bir matematikçi olan Jeanne, annesinin vasiyetini yerine getirmek adına kendisini bu yapbozun parçalarını tamamlamak mecburiyetinde hisseder ve hiç bilmediği bir hayatın içine doğru yola koyulur. Bu yolculuk aslında bilinmeyenin bilinenden çok daha fazla olduğunu, bilinmeyenin bilinenden daha hakikat olduğunu öğretiyor Jeanne’ye. Eğer başınızı kaldırmaktan tereddüt ettiğiniz bir coğrafyada yaşıyorsanız görmediklerinizle anlaşırsınız. Savaş, insanlar arasındaki bağları genelde kopartır eğer çok şanslıysanız zayıflayan bağlar ile kurtarırsınız. Marwan ve ailesinin bağları kopmuş mu sayılır yoksa zayıflamış mı sayılır ona tam karar veremiyoruz fakat ortada bir tahribat olduğu bir gerçek. Birbirini tanımayan, tanıyamayan, öldü zanneden aile fertlerinin tek ortak noktası Nawal Marwan’dır. O hem birbirinden haberdar olanların hem de kendisinden dahi haberdar olmayanların kesişim kümesidir. Kopan bağları birleştirmek ona düşmüştür, daha doğrusu bağları birleştirmek-
ten ziyade bir bağ olduğunun haberini verip gerisini taraflara bırakmayı seçmiştir. Savaş, tahrip eder. Sadece coğrafyaları değil ama coğrafyaları da, sadece aileleri değil ama aileleri de. Filme konu olan aile de aynı şekilde tahrip olmuşlardandır, sadece o aile değil onların büyük ailesinin onlarla olan bağını da koparmıştır, Marwan’ın ilk doğurduğu çocuğun yani ikizlerin abilerinin babasıyla olan bağını da. Kurgusal olarak oldukça yüksek bir ritme sahip olan film, her karenin belli bir anlama sahip olduğu bir biçimde dizayn edilmiş. Her bir anlam parçası vakit geçtikçe diğer karelerle de bağlantılanıp daha üst bir anlama çıkıyor. Filmde Jeanne’nin attığı her adım çözülmeye daha çok yaklaşmamızı sağlıyor, onun kararlı yapısı kardeşinin de yolunu aynı yola çevirip işlerin hızlanmasını sağlıyor; nitekim filmin üçüncü perdesi diğer bölümlere nazaran daha hızlı çözülen bir yapıya sahip. Uzun bir sürede içi doldurulan sorular kümesi, tek bir iğne ile deliniyor ve tüm problemler tek bir cümle ile çözülüyor. Film, Syracuse Problemi üzerine inşa edilmiş; gerek kurgusal anlamda gerek hikayenin başlangıcı ve bitişi anlamında. Farklı yerelere ulaşmak üzere çıkılan yolda ulaşılan yer aynıdır.
Ocak’16 • 51
Atölye
Atölye
YETİMSİZSENİZ YETİM SİZSİNİZ Toleuzhan Galiyeva
T
ürkiye’ye gelip İslam’ı öğrendiğimden beri hayatımda çok şeyler değişti. İslami Bilimler açısından sıfırdım. Şimdi alhamdulillah çok şeyler öğrendim ve öğrenmeye devam ediyorum. Aynı zamanda öğrenmekle kalmadım öğrendiğimi pratiğe geçirmeye de çalıştım. Hayatımda ilk defa bir yetimhaneyi ziyaret ettim. Yetimleri bağrıma bastım, onlarla kucaklaştım. Bu zamana kadar hiç yetimleri ziyaret etmemiştim. Onlara görüşüp konuşacağım zaman neler diyeceğimi nasıl davranacağımı çok düşünmüştüm. “Yetim gülerse Dünya güler” ifadesini Hatay’da yaşadım. Seneler önce Kazak arkadaşlarımla beraber Hatay’a gidememiştik, ama Rabbime çok şükür bu defa fırsat olup Suriyeli minik kardeşlerimizle ve orada görev yapan güzel insanlarla tanışmak nasip oldu. Havaalanından indikten sonra çok heyecanlıydım, çünkü direk Hatay’daki “Dünya Şehit Çocukları Okulu’na” gidiyoruz dediler. Bizi karşılayan Müfit abi yolda kısaca okul hakkında bahsetti. Okul, Türkler tarafından inşa edilmiş, yanı sıra okulun ve okul öğrencilerin her türlü masraf ve ihtiyaçlarını karşılıyorlarmış. Aynı zamanda başka Müslüman ağabeyler tarafından Reyhanlı şehrinde “Hamza Hürol Yetimler Okulu” yapılmış. Bu mübarek işlerde katkısı olan adamların emeklerini duyduğumda şu ayeti hatırladım: “Herkesin yöneldiği bir yön vardır. O halde HAYIRLI İŞLERDE BİRBİRİNİZLE YARIŞIN. Nerede olursanız olun, Allah hepinizi bir araya getirir. Allah şüphesiz her şeye kadirdir.” (Bakara suresi, 148. ayet).
52 • Ocak’16
Bu adamlar Kuran-ı Kerim’deki bir ayetini olsa bile hayatlarına geçiriyorlar. Ne güzel bir amel! Kapanmayan amel defteri inşallah! Biz de elimizden ne geliyorsa öyle çaba göstereceğiz. Onlar o okulu yapıyorlarsa biz de okuyan öğrencilerle ilgileneceğiz. Daha doğrusu ilgilenmeliyiz. Çünkü annesiz babasız kalan küçücük kardeşlerimizin bize ihtiyaçları var. Sohbet ederken okula da yaklaştık. Okul avlusuna girdiğimizde Okul Müdürü Emine hanım ve Okul Yöneticileri (Ahmet abi ve Osman abi) bizi karşıladılar. Erkek Yöneticiler İstanbul’dan gelen heyetle ilgilenirken, benimle Emine hanım ilgilendi. Yakın tanışmak niyetiyle çay içerken kendi hayatını anlatmaya başladı. Suriyeli Türkmenlerden olan Emine hanım Arapça ve Türkçe rahat konuşuyor. Eşi mücahit, yirmi gün cihada gidiyor, yani savaşta, on günün de ailesiyle geçirmekte. Bir oğlu ve iki kız çocukları varmış. Ama oğlunu kaybetmişler, canını Allah’a teslim etmiş. Allah rahmet eylesin! Yaşadıkları zorluluklar içerisinden bunun gibi çalışmalarda çaba gösterdiğinde bana “cesur abla” gibi geldi. Bir kere böylesine yıkıldıktan sonra tekrar ayağa kalkabilmek ve yeniden hayatı düzene koymak herkesin elinden gelmez. Emine hanım ayrı bir güzel insan. Onunla tanıştığımda sanki önceden de tanıyormuş gibi oldum. Çok sıcaktı. Allah Teala Kuran’da buyuyor ki: “Mü›minler ancak kardeştirler.” (Hucurat suresi, 10. ayet). Biz de kardeştik. Bizi bağlayan İSLAM’dı. Yoksa ne annemiz ne de babamız birdi.
Okulda, sabahleyin kız çocukları akşam vaktinde de erkek çocukları okumakta. Biz gittiğimiz vakit akşam idi. Emine hanım çocukları ders halindeyken göstermeye, tanıtmaya ve yetimhaneyi gezdirmeyi teklif etti. Ben de sevine sevine kabul ettim. Her sınıfa girdiğimiz zaman öğrenciler hece hece her harfin hakkını vererek selam verdiler. Hangi dersi işliyorlarsa bize de anlattılar. Okulda her yaştan öğrenciler varmış. Sınıfları gezerken girdiğimiz bir sınıf ikinci sınıfı idi. Tecvid dersindeydiler. Hoca “Nebe suresini” okumalarını söyledi. Onlar okurken her öğrencinin nasıl Kuran okuduğuna dikkat ettiğimde aralarında en küçüğü ayaktaydı. Kuran ayetlerini tüm gücüyle gayret göstererek, hissederek okuyordu. Ona hayrandım. Yanına gidip öptüğümde mutlu olunca yukarıda yazdığım “Yetim gülerse Dünya güler” ifadesi bu olsa gerek. Ders bittikten sonra servis arabası, onları kimisini annelerinin kimisini de ninelerinin yanlarına götüreceklerdi. Bazılarının da ne annesi ne de nineleri yoktu. Çok eğitimli ve disiplinli olduklarını fark ettim. Servis arabasına geçerken saf kurarak, her safın başında büyük sınıf öğrencileri vardı. Onlarda küçükleri arabadaki yerlerine yerleştiriyorlardı. Gidiyorlar. Bizimle vedalaşıyorlar. El sallıyorlar. Ne tatlı gülüyorlar. Gözleri mutluluktan parlıyor. O bulunduğumuz okulda başka bir hava vardı
Geç olunca Emine hanım okulun yanında oturan Ayşe abla’ya beni teslim etti. Emine hanım gibi Suriyeli Türkmenlerden olan Ayşe abla beni evinde misafir etti. Çok hoş bir abla idi. Okul personellerindendi. Evinde çay içerken tanışarak hayatını anlattı. Hikayesini anlatırken hem kendisi ağlıyordu hem de beni ağlatıyordu. Şehit eşi olarak anılan Ayşe abla iki çocuk annesiydi. Büyük kızı Tasneem ve oğlu Hasan. Küçük yaşlarına rağmen annesi gibi Arapça Türkçe güzel konuşuyorlardı. Uykuya geçmeden önce bizimle oynayan Tasneem ve Hasan şarkı söyleyerek ve şiir okuyarak eve neşe kattılar. Yorulunca annesi onları yatağa götürdü. Başından geçenleri anlatmaya devam eden Ayşe abla, kocasını sevgiyle, saygıyla ve özlemle andığında gözlerinden yaşlar damlıyordu. Kocası ölmeden önce Ayşe abla ve çocuklarının Suriye toprağından çıkıp, vatanlarını terk edip Türkiye’ye hicret etmesini isteme nedeni Zalim Esed ordusundan korkmalarıdır. Çünkü Esed ordusunun kadınlara kocalarının ve çocuklarının önünde tecavüz ettiklerini bilen erkekler buna dayanamayıp hanımlarına yanlarına çocuklarını alarak hicret etmelerini istemişler. Ağlaya - ağlaya kocasıyla vedalaşan Ayşe abla ayrılmak ne kadar zor olduğunu anlatıyordu. Ancak çok zaman geçmeden, yaklaşık bir aydan sonra kocasının şehit olduğu haber gelince aile perişan olmuş.
Ocak’16 • 53
Atölye Ne Zalimsin Ey Esed ve Ordusu! Mutluluğa, ferah ve sevgiye dolu olan evi toz duman ettiniz. Çocukların huzurunu çaldınız. Küçüklerin sakin rüyasını mahvettiniz. Savaş etkisinde kalan miniklerimiz geceleyin korka - korka uyuyorlar. Onları anne babasız bıraktın Ey Zalim. Allah mutlaka ama mutlaka hesabını sorar! Demiyor mu ki Allah Kuran’da: “Sakın Allah’ı, senin davetini engelliyen, sana ve mü’minlere baskı ve işkence yapan, Allah’ın dinine mânî olan zâlimlerin yaptıklarından habersiz sanma. Allah onların cezalarını, korkudan gözlerin belereceği bir güne erteliyor.” (İbrahim suresi, 42. ayet)
Ama ne güzel bir dinimiz var, İslam. Irk, renk, dilimiz farklı olsa da kardeş oluyoruz. Rum suresinin 22. ayetinde belirtildiği gibi “Göklerin ve yerin yaratılması, renklerinizin ve dillerinizin farklılaştırılması (da) O’nun alametlerindendir. Bunda, kuşkusuz, (fıtri) bilgiye (anlama ve kavrama yeteneğine) sahip insanlar için dersler vardır!” 54 • Ocak’16
Atölye Suriye’den hicret ederek muhacir olan kardeşlerimize Türkiye’deki Müslümanlardan Allah razı olsun. Allah onlara bu yaptıkları iyilik karşılığına Cenneti ikram etsin, inşallah! Ayşe abla anlatırken evini, vatanını, akrabalarını, arkadaşlarını, hatta buraya ne bavul, valiz, çanta, ne de para getirdiğini söylüyor. Ama şimdi çok şükür her şeyimiz var diye Allah’a hamd ederek, Türk Ensar kardeşlerine şükranlarını belirterek, tüm Müslümanlar için dua ediyor. Sabahleyin gitmemiz gereken başka şehirde bulunan yetimler okulu, mültecilerin yerleştiği kamplar ve program vardı. Yine yola çıktık. Yolda öğle namazını Antakya’daki Habib-i Neccar Camisinde kıldık. Oradan çıkınca da yolda Yayladağı okuluna da uğradık. O okuldaki yapılan faaliyetleri gördük, yaptıkları çalışmalardan haberdar olduk. Bir haftadan sonra topluca sünnet yapılacağına dair duyuru asmışlardı duvara. Maşallah, erkek çocuklara sünnet yapmaları önemliydi. Bunu unutmamaları benim dikkatimi çekti. Akşamleyin Darul Eytam Vakfı tarafından Yetimler için program düzenleniyordu. Oraya da yetişmek için yine yola çıktık. Çok vakit geçmeden Reyhanlı’ya da ulaştık. 1. Yetim Buluşma programına da geldik. Program, Suriyeli Maryam isimli kardeşimizin Kuran okumasıyla açıldı. Sonra da düzenleyenler tarafından hoş geldiniz gibi konuşmalarla devam edildi. Program boyunca yetimlerin bizim için hazırlayan tiyatro, şarkı – şiirlerini dinledik. Bu arada akşam vakti girdi. Abdest alma yerini ararken Şehit eşi Reem ile tanıştım. Çok genç bir anne idi. Tanıştırayım diye yanıma oğlunu ve kızını getirdi. Küçüklerdi daha. Belki de yeni konuşmayı öğreniyorlardı. Bana çalışmak istediğini söyledi. Size yardım gösterilmiyor mu diye sorduğumda “Ben Üniversite mezunuyum. Diplomam var. Allah Türk Ensarlarından razı olsun. Ama çalışıp ihtiyaçlarımı kendim karşılamak isterim” diye cevapladı. Eli boş oturup nasılsa Ensar kardeşlerim yardım edecekler deyip beklemek istemeyen kardeşimiz Sahabe hikayesini hatırlattı. Hikaye de böyle idi. Peygamber Efendimiz diğer sahabeler ile birlikte Mekke’den Medine’ye hicret ettikleri zaman Ensar Muhacir kardeşliğini kurmasını emretti. Ensardan bir zat kardeşi olan muhacire malının yarısını vermeyi teklif eder, o da “Allah senin ailene ve malına bereket versin,
sen bana çarşının yolunu göster” der. Ensarın bu husustaki teklifleri çok ileri düzeyde ve insanlık tarihinde örneği görülmemiş işlerdi. Muhacirler iffetli davranır ve izzeti nefis gösterirlerdi. Müslümanların kardeşliği onların inançlarının gereğidir. Böylece, Reem kardeşimizle ileride de irtibat kuralım diye söz verdik. Program bitene kadar beraberdik. Vedalaşınca uzun süre sarıldık. İslam’da kardeş olmak ne kadar güzel bir şey. Yeni tanışıyorsun, ama aramızda yakınlık olmamasına rağmen hiç yabancı gelmiyoruz bir birimize. Program sonrası IHH tarafından misafirler için kurulan kampa gittik. Gecemizi orada geçirdik. Ertesi günkü hedeflerimizden biri de Reyhanlı’daki “Hamza Hürol Yetimler Okulu’nu” ziyaret etmekti. Bu okulda öğrencilerin yaşları çok küçüktü ve hiç birisinin anne ve babası yoktu. Pazar günü bizler için zamanlarını ayırıp gelen Süriyeli hocalara da çok teşekkürler. Hocaların hepsi Allah’tan korkan, çocukların kendilerine emanet olduğunu bilen, “namazlı-niyazlı”, iyi niyetlidiler. Hatta içlerinden birisinde “lazım sevap” sloganı varmış. Her yaptığı işlerinde çok ehemmiyet gösteriyormuş, zor olsa da “lazım sevap” diye çaba gösteriyormuş. Bu arada odada sohbet ederken çocuklar da geldi. Odaya girer girmez İstanbul’dan gelen hocalar tarafına yönelip önlerine oturdular. Boyunlarına sarıldılar. Belli ki baba sevgisini arıyorlar. Babalarını özlüyorlar. Hocalar da bu sevgiyi hissetmez olur mu. Onları da karşılıklı öperek, başlarından okşayarak ve sarılarak onların baba sevgisini doldurabilmek
ve hissettirmeye çalıştılar. Herkes toplanınca öğretmen ve öğrencilerle daha yakın tanışmak amacıyla hepimiz salon tarafına geçtik. Suriyeli hocalar, birisi evli, birisi şehit eşi, birisi de genç kız olarak kadrolarını kurmuşlar. Bu yetimler için ellerinden gelen yardımlarını yapmaktadırlar. Çocukların arasında anne babası olmayan, akraba olarak sadece ninesi kalan iki kız kardeş bize şarkı – şiirler okudu. Okuduğu şiir anlamı çok acı idi. Anne babasına sevgi özlemlerini, onların şehit olup cennete gittiklerini anlatıyordu. Söyledikleri çok etkileyiciydi. Hatay bölgesinden dönerken hem mutluyduk hem de hüzün içerisindeydik. Onlar, yani minik yetimler şehitlikle müjdelenmiş bir anne babanın kızları ve oğulları olarak hayatlarını devam ettirecekler. Sürekli şehit çocukları olarak anılacaklar. Bizim ise böyle bir şansımız yok, biz onlar gibi anılmayacağız. Bu yazdıklarımdan sonra size demek istediğim tek bir şey var. “Sakın Allah yolunda öldürülenleri ölü sanmayınız, tersine onlar rableri katında diridirler, rızıklanmaktadırlar.” (Bakara suresi, 154. ayet ve Ali İmran suresi 169. ayet) FİKSAT’ın Mavi marmara gazisi rahmetli Hamza Hürol adına kurduğu anaokulu ve ilkokul Yöneticilerinden, Dünya Şehit Çocukları okulunu kurduğu ilkokul Müdür- İdare çalışanlarından, Darul Eytam Vakfının şehit çocuklarının eğitim işlerini üstlenen Ensarlardan, İHH’nın gönüllülerinden Allah ebediyen razı olsun. Rabbim sonsuza dek onların gayretlerini arttırsın, çalışma ve emeklerini bereketlendirsin. Amin! Ocak’16 • 55
Medya
Medya
Basından Yansıyanlar Allah’a Ismarladık Hakan Albayrak
D
29 Kasım 2015 - Diriliş Postası
ün sabah, Diriliş Postası’nın patronları Ali Yıldız ve Mehmet Akosman’la kahvaltı ettik. Kahvaltı bahaneydi; erteleyegeldiğimiz o konuyu nihayet konuşup neticeye bağlamamız gerekiyordu. Konu, benim malum yazılarımın doğurduğu rahatsızlıktı. Ali Yıldız, böyle devam edemeyeceğimizi söyledi. Mehmet Akosman, gazeteye kattığım kıymetli şeylerin de olduğunu belirterek iltifatta bulundu. İkisi de aramızdaki muhabbetin baki kalacağını söyledi ve ben de bunu teyit ettim. Neticede Diriliş Postası ile ilişkim kesilmiş bulunuyor. Daha doğrusu, bu yazının son noktasını koyduğumda -nasipse şayet- kesilmiş olacak. İyi mi oldu kötü mü oldu, o tartışılabilir, ama benim gönlüme göre bir gazete oldu. Özür ve tashih konusu ettiğimiz yazı, haber ve reklamlar hariç, geçen 9 ay boyunca çıkardığımız her Diriliş Postası sayısının
56 • Ocak’16
her satırını, her kelimesini sahipleniyorum. Dünyanın en güzel ekibiyle çalıştım. Okurlarımızın güzel yoldaşlığı, güzel arkadaşlığı kalbime sürur verdi. Hayatımın belki de en güzel dönemini yaşadım Diriliş Postası’nda. Allah hepinizden razı olsun dostlar. Diriliş Postası’nın kan kaybetmeden yoluna devam etmesini diliyorum ve en iyi yayın yönetmeni tercihinin Erem Şentürk olacağını düşünüyorum. Bununla beraber, ben de ‘mesleğe’ devam etmek istiyorum tabii. Kimsenin başını derde sokmayacak şekilde yeni bir gazete çıkarmanın yolunu arıyorum; bulursam haber veririm inşallah. Allah’a ısmarladık. Vesselamu aleykum ve rahmetullahi ve berekatuhu.
Dört ayaklı minare ne zaman düşecek? Yıldıray Oğur
T
Türkiye- 29 Kasım 2015
ahir Elçi’yi son kez, yine “iki ateşin arasında kalmış” ayaklarından vurulmuş dört ayaklı mi-
narenin önünde gördük. 500 yıldır dört ayağı dört
mezhebin barışını, dirliğini, kendisi ise tevhidi temsil eden minarenin önünde “burada savaşmayın, buradan uzak durun” diyordu. O dört ayak da çökerse telaşıyla, heyecanıyla konuşmuştu. Sonra şehrin ortasında iki polis öldürüp koşan PKK’lılar, onlara ateş açan polisler, onlara arka sokaklardan ateş açan öz savunma milisleri… O sırada Tahir Elçi de sanki sadece kendisini değil de az önce korumak için önüne geldiği dört ayaklı minareyi de korumak için silahına davranmıştı… Görüntüler ahlak ve vicdan sahiplerine her şeyi anlatıyor. Kimseyi ikna edemeyiz artık. Şimdi soru şu. Diyarbakır’da, dört ayaklı minareyi korurken hayatını kaybeden 13 yaşındaki Uğur Kaymaz’ın avukatının, 1994’te 38 insanın uçaklarla katledildiği Kuşkonar’ın avukatının, devlete JİTEM var dedirten davanın avukatının, cesaretini toplayarak başladığı işi sürdürecek, bunca siyasi kazanımdan sonra hâlâ şehirleri savaş alanına çevirenlere daha da yüksek ve cesurca ses çıkaracak, mahalle baskılarına aldırış etmeden gözlerimizin önünde koşan katillerine “Lanet olsun” diyecek başka biri kaldı mı geriye? Galiba dört ayaklı minare de yıkılıp yıkılmamaya o zaman karar verecek.
Her şeye rağmen Suriyeliler Yıldız Ramazanoğlu
O
Serbesiyet- 12 Kasım 2015
kula gidebilen çocukların uyum ve dil problemi, Suriye müfredatına uygun Arapça okulların ise paralı ve uzak olması bir problem fakat okulsuz kalan 400 bin çocuğu düşününce zorluklara göğüs germek daha tercih edilebilir. Okul dışı çocuklar büyük bir toplumsal travmaya dönüşmeden elbirliğiyle bir seferberlik başlatmamız gerekiyor. Kimlik ve statü karmaşasına bir an önce son verilmesi lazım. Burada doğanlardan başlamak suretiyle artık gidecek bir ülke kısa vadede olmadığına göre vatandaşlık verilmesi gerekebilir. Sultanahmet’te Yazarlar Birliğinde açılan Arapça Kitap Fuarına gösterilen rağbeti, Suriyeli öğrencilerin öğretmenleriyle sınıflar halinde fuara gelişini görmek etkileyiciydi. Artık şehirlerimizin bir parçası Suriyeliler.
‘Terör’ ve ‘Özgürlük Savaşı’ Selahattin Eş Çakırgil
K
Star Gazetesi- 18 Kasım 2015
endileri sivil-savunmasız kitleleri yüzbinler-milyonlar halin-
de ezerken, iyi.. Ama, sıkıştırılmış, çaresiz bırakılmış kitleler, toplumlar adına, birileri de herhangi bir itiqadî ve insanî kriteri düşünemeyecek derecede reflektif tepkilerle, onlara onların usûlüyle karşılık verince.. İşte o zaman, ‘terör!.’ Halbuki, ‘terör’ü üretenler, en başta da, bu dünyanın maddî açıdan kendilerini karşı konulamaz güçler olarak gösteren emperyalist odaklar.. Ve kendi ürettikleri bu kanlı tablo karşısında da, sadece kendi kayıpları için, bütün dünyayı gözyaşı dökmeye zorluyorlar, algı operasyonlarıyla.. Sözgelimi, siyonist İsrail rejimi, Filistin’de 60 yılı aşkın bir zamandır, en kanlı terör eylemlerini sergiliyor ve bir halkı, kendi evlerinden-barklarından, yurtlarından kaçmaya zorluyor ve direnenleri binler-onbinler halinde acımasızca katlediyor ve emperyalist dünya, insanlık şeref ve haysiyetleri için, kendi hak ve özgürlükleri direnen bu mazlum Filistin halkını ‘ terörist’ler olarak niteliyor, tıpkı siyonist İsrail rejimi gibi.. Sadece son yıllarda zamanlardaki Gazze bombardımanlarında işlenen cinayetleri hatırlamak bile yeter.. Son Paris Saldırıları’ndan sonra, Fransa Başkanı Hollande, ağır bombardıman uçaklarını göndererek Suriye’nin Rakka şehrini ve halkını ezdi- geçti; ‘terör odaklarının yok edeceğiz’ diyerek.. Niye mi? ‘Terör şüphelilerine bile asla merhamet göstermeyecekler’miş.. Biz ki, savunmasız, sivil insanların-toplumların, korkutularak, korkutularak, sindirilerek, çaresiz bırakılarak, teslim ve esir alınmasını, köleleştirilmesini hedefleyen her eyleme, ister Paris’te yapılsın, ister Ankara’da, ister Bağdad’da veya Gazze’de vs. her nerede olursa olsun karşı çıkarken; em-
peryalist güçler, kendi maslahat ve menfaatlerine, kendi değerlerine karşı gördükleri tehlikeleri en barbarca terör usûlleriyle bertaraf ediyorlar. O zaman, asıl ‘terör’ün kimler tarafından üretildiğini ve sahnelendiğini bir daha düşünmek zorundayız.
TAKSİM KADİFE DARBESiNiN TASFİYE SÜRECİ Prof. Dr. Burhanettin Can Milli Gazete- 13 Kasım 2015
Sonuç: Taksim Kadife Darbesinin Tasfiye Süreci Şer İttifakı (ABD-İngiltereİsrail-AB) tarafından Taksim Kadife darbe süreci bir siyasi iktidarı düşürmek amacıyla başlatılmıştır. Ancak 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra amaç, bir siyasi iktidarı düşürmekle birlikte Türkiye’yi Suriyeleştirmek ve zihnen bölmek tarzında genişletilmiştir. AKP’nin tek başına iktidar olması, seçim endeksli kadife darbesini sonun başlangıcına getirmiştir. Bundan sonra yapılacak iş, Taksim Kadife Darbe sürecinde rol alan tüm unsurların, belgeli ve delilli olarak teşhir edilip yargı önüne çıkarılmasıdır. Bu ülkeyi seven ve Allah’a ve Ahiret gününe iman ettiğini söyleyen herkes, ülkeyi birleştirici, bütünleştirici ve kaynaştırıcı bir politika ortaya koymalı ve güzel bir dil ve söylem kullanmalıdırlar. Henüz vakit varken! Yarın çok geç olabilir! Ocak’16 • 57
İslam Dünyası
İslam Dünyası
İslam Coğrafyasından Haberler Bangladeş’te İki İdam
İsrail’den 454 Yeni Yerleşim
Katar’la Doğalgaz Anlaşması
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, 2012’de onay verildikten sonra ABD’nin sert tepkisi üzerine inşaat süreci dondurulan Doğu Kudüs’e 454 Yahudi yerleşimi üzerindeki moratoryumu kaldırdı. Yerleşimler, Filistin topraklarındaki Ramat Şolomo’ya inşa edilecek. ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden, Filistin topraklarındaki Ramat Şolomo’ya yeni yerleşimlerin inşasına tepki göstermişti. Filistin Devleti ise yeni yerleşimlerin ‘uluslararası yasalara aykırı’ olduğu çıkışını yaptı. Açıklamada, İsrail’in Filistin devletinin kurulmasını engellemeye çalıştığı vurgulandı. Ramat Şolomo ve Ramot’taki yerleşimleri uluslararası toplum tanımıyor. Aşırı muhafazkârlarla koalisyon hükümeti kuran sağcı Netanyahu, Yahudilerin Kudüs’ün ‘her yerinde yaşamaya hakkı’ olduğunu iddiasında. Uluslararası Adalet Divanı, yerleşimlerin yasadışı olduğu kararını verse de İsrail, 2.4 milyon Filistinli’nin yaşadığı Batı Şeria ve Doğu Kudüs’e 500 bin Yahudi yerleşimci yerleştirdi. Kaynak: Reuters
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Katar ziyaretinde iki ülke arasında sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) anlaşması imzalandı. Türkiye ve Katar arasında vizeler de kaldırıldı. Kaynak: Al Jazeera
58 • Ocak’16
Bangladeş Yüksek Mahkemesi tarafından Cemaat-i İslami Partisi Genel Sekreteri Ali İhsan Mücahid ile Bangladeş Milliyetçi Partisi (BNP) milletvekili Selahattin Kader Çovduri hakkında verilen idam kararı infaz edildi. Mücahid ve Çovdiri asılarak öldürüldü. Bangladeş Devlet Başkanı Abdül Hamid’in, Çovduri ve Mücahid hakkındaki af taleplerini reddetmesinden hemen sonra gerçekleştirilen infazın ardından başkent Dakka’daki güvenlik önlemleri arttırıldı. Kaynak: AA
Yargı kaynaklarından alınan bilgiye göre, Yargıtay, Biltaci ve Hicazi ile diğer sanıkların “25 Ocak devrimi sırasında Tahrir Meydanı’nda bir avukatı alıkoyarak işkence yapmak” suçundan haklarında verilen 15’er yıl hapis cezasını temyiz duruşmasının ardından onadı. Biltaci, Hicazi, Katar’ın El-Cezire Televizyonu’nda yayıncılık yapan Ahmed Mansur ve eski parlamenter Hazim Faruk’a “25 Ocak devrimi sırasında Tahrir Meydanı’nda bir avukatı alıkoyarak işkence yapmak” suçundan 15’er yıl hapis cezası verilmişti. Kaynak: AA
Fransa’da 3 Cami “Radikal Söylem” Gerekçesiyle Kapatıldı
İdlib’de İHH’nın Fırını Bombalandı İHH İnsani Yardım Vakfı, Twitter hesabından, İdlib’e bağlı Serakip ilçesinde bu vakıf tarafından işletilen ekmek fabrikasının Rus uçakları tarafından bombalandığını duyurdu. Vakıf bombardımanın görüntüsünü de paylaştı. Vakıf vurulan bina içinde büyük bir değirmen olduğunu, buradan 50 bin kişiye günlük ekmek çıkarıldığını ve acil olarak una ihtiyaç duyulduğunu duyurdu.
Biltaci’ye 15 Yıl Hapis Cezası Onandı Mısır’da aralarında Mısır Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nın (İhvan) siyasi kanadı Hürriyet ve Adalet Partisi (HAP) Genel Sekreteri Muhammed el-Biltaci ve Meşruiyete Destek için Ulusal İttifak yöneticilerinden Saffet Hicazi’nin de aralarında bulunduğu darbe karşıtları hakkında verilen 15 yıllık hapis cezası hükmünün onandığı bildirildi.
Fransa İçişleri Bakanı Bernard Cazeneuve, son bir hafta içinde ülkedeki 3 caminin kapatıldığını söyledi. Cazeneuve, başkent Paris’teki terör saldırılarından sonra ilan edilen olağanüstü hal uygulamasıyla ilgili olarak düzenlediği basın toplantısında, Seine et Marne bölgesindeki bir camiyle ilgili, “radikal söylem yaydığı” gerekçesiyle kapatma kararı alındığını belirtti. Bakan Cazeneuve, camide ve cami yöneticilerinin evlerinde yapılan aramalarda bir tabancanın ele geçirildiğini ve tabanca sahibinin de gözaltına alındığını ifade etti. Cazeneuve, 22 kişiye yurt dışı yasağı getirildiğini, 9 kişinin de ev hapsinde tutulduğunu bildirdi. Kaynak: AA Ocak’16 • 59
Şiir
Foto
Sihirbaz Begüm KITAY
Ömer Faruk Yakupoğlu
m. sihirbaz ada Ayağa kalktı n ses: Ve bağırdı so r olacağız! iz daha özgü b e c n lü ö r la On k havaya, lliği işleyece ze ü g n ü m lü Ö boyu, yacağız gün Güzellik solu . kan kokacak Ciğerlerimiz lacağız(!) Ama özgür o Biz. Özgür. Olacağız. . hirbaz adam Bilmiyordu si Bilemezdi.
60 • Ocak’16
ü. rı mühürlüyd la k la u k e v i Kalb Duyamazdı. vardı. en bir perde Gözlerini ört Göremezdi. n güzel, Bazı ölümleri unu. rin acı olduğ ardı. Bazı ömürle bir tavşan çık n a d n sı a k p ndü: Sihirbaz, şa şaşırdı, düşü a n rı la k u d y u Tavşan d hir. oğuran bir si d ü ğ ü rl ü zg Ölüm, ö ndü. sihir? Ve yine düşü aramadı bu y e iş e iy n r a ya? Şimdiye kad medi bu dün şe e rl ü zg ö Niye ölümle
roğlu Beyzanur Yaşa
ğlu
r Yaşaro
Beyzanu
Ocak’16 • 61
Haberler
Haberler
Üniversitelerden Haberler
Bilgi Üniversite’sinde Mescit Sorunu Çözüldü!
İTÜ’de Cami Eylemine Sol Saldırı! İTÜ Tevhid ve Adalet Topluluğu’nun çağrısıyla bir araya gelen İTÜ’lü öğrenciler İstanbul Teknik Üniversitesi’nde merkezi bir cami talebiyle ilgili basın açıklaması yapmak ve Merkezi Dersliğin önünde namaz kılmak üzere toplandılar. İlan edilmiş eylem saatinin öncesinde Müslümanların toplanacağı alanı işgal etmeye kalkan sol-sosyalist gruplar, burada namaz kılınamaz şeklinde ifadeler eşliğinde Müslüman öğrencilere saldırdı. Sözkonusu saldırılara Müslüman öğrencilerin karşılık vermesiyle beraber; sol-sosyalist gruplar alandan uzaklaşarak sloganlarla yapılan eylemi sabote etme girişimlerine devam etti. İslam’a düşmanlıklarıyla maruf; Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF), Öğrenci Kolektifleri, TKP gibi sol-sosyalist güruhlar; basın açıklamasının yapıldığı esnada; çay bardakları ve taşlarla Müslüman öğrencilere yönelik saldırılarına devam ettiler. “İTÜ’ye Cami İstiyoruz, Kıyıda Köşede Değil!” pankartını taşıyan Müslüman öğrenciler; tekbirler ve“Üniversitede Şebbiha İstemiyoruz!”, “İslami Hareket Engellenemez!” “Katil Rusya İşbirlikçi FKF!”, “Katil Beşar İşbirlikçi Kolektif”, “Katil Esed Üniversiteden Defol!”, “Zalimler İçin Yaşasın Ce-
Sol Saldırganlık Beyazıt Meydanı’nda Protesto Edildi!
Ö hennem!”, “Allah Nurunu Tamamlayacak!” gibi sloganlar eşliğinde eylemi sürdürdüler. Sol-Sosyalist gruplar cami yapılmasını talep eden Müslümanların IŞİD’ci olduğu propagandasına sığınarak İslam ve cami düşmanlıklarını maskelemeye çalıştılar. İslami değerlere ve Müslümanlara açıkça hakaret eden mezkur çetelere karşı İTÜ’lü Müslüman öğrenciler şunları söyledi: “Burada gördüğünüz sosyal faşist güruh; Suriye’de ekmek fırınlarını bombalayanların, kadın-çocuk ayırt etmeden sivil bir halka karşı katliamlarda bulunan zalimlerin işbirlikçileridir. Bizler buradan haykırıyoruz: Üniversite’de Şebbiha İstemiyoruz!”.
Ankara Hukuk’ta Kur’an okuyanlara saldırı!
A
nkara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde ‘Müslüman Hanımlar Topluluğu’ isimli öğrenci grubu üniversitenin mescidinde toplanarak Kur’an okuma toplantısı düzenlediler. ‘Müslüman Hanımlar Topluluğu’ isimli grup toplandıktan bir süre sonra aynı fakültede bulunan ‘Yurtsever Kollektif’ isimli grup tarafından saldırıya uğradı. Hukuk Fakültesi’nde okuyan kız öğrencilerden biri olayı şöyle anlattı, “Kız öğrenciler olarak, Kuran-ı Kerim’i okumak ve anlamak için topluluk kurduk. Derslerimizi Hukuk Fakültesi’ndeki mescitte yapıyorduk. Bugün mescidin önünde top-
62 • Ocak’16
ğrencilerin eylemleri sonucunda Bilgi Üniversitesi’de mescit açıldı. Öğrencilerin Bilgi Üniversitesi’nde Mescit’in açılması üzerine yaptıkları açıklama: Üniversitelere başörtüsünün gelmesiyle birlikte, Müslümanların inançları yaşayabilme özgürlüğü de sisteme kısmen dahil olmuştur. Biliyoruz ki artık üniversitelerde ibadet etmek serbestleştirilmiş, birçok üniversite kampüslerine mescitler inşa edilerek ibadetler özgürleştirilmiştir. Ayrıca kampüsünde mescit inşasını reddeden üniversitelerin de sayıları git gide azalmaktadır. Geçmişten bu yana İstanbul Bilgi Üniversitesinde ibadet eden Müslüman öğrenciler birleşerek birçok kez, okul yönetmeliğine mescit taleplerini göndermişler fakat yönetmelik tarafından ta-
lepleri sürekli askıya alınmıştı. Bu zorluklara rağmen öğrenciler yılmadan okulunda mescit hizmetinin oluşması adına yöntemler üretmeye başlamıştı.. İmza kampanyaları düzenledi, rektörle toplantılar yapıldı, gazetelere haber yapıldı, twitterdan hagtaglar yapıldı, eylemeler düzenlendi vs. Son iki yılda yaptıkları eylem ve talep toplantılarıyla okullarına mescit açılması gerektiğini ikna eden gençler artık ders aralarında koşuşturmaya tabii tutulmadan namazlarını mahalle camilerinde değil okullarının mescitlerinde kılmaktadırlar. Artık okul yönetimi, kampüslerine mescit açtırarak Müslüman öğrencilerine dersleri ile ibadetleri arasında tercih yapmamaları konusunda yardımcı olmuştur.
İ
slam’a olan düşmanlıklarıyla maruf sol-sosyalist grupların son haftalarda üniversitelerde Müslümanlara yönelik saldırılarını protesto etmek ve saldırılara uğrayan öğrencilerin yalnız olmadığını ifade etmek için Beyazıt Meydanı’nda toplanan Üniversiteli Müslümanlar, burada basın açıklaması yaptılar. Özgür-Der Üniversite Gençliği, Medeniyet Derneği, Genç Öncüler, Genç Hareket, Yedi Hilal, TÜGVA ve Anadolu Öğrenci Birliği’nin yanı sıra pek çok üniversiteden öğrenci gruplarının katıldığı eylemde İTÜ’de cami talebi için bir araya gelen Müslümanlara yapılan saldırı ve Ankara’da Kur’an okumak için mescitte toplanan hanımların hakaretler eşliğinde engellenmesi lanetlendi.
Eskişehir’de Standa Saldırı Protesto Edildi
E lanan sol görüşlü (Yurtsever, Kollektif, Marksist) gruplara temsil kişiler ‘bizden başka bir oluşuma burada izin vermeyiz deyip bizleri’ darp etti”
skişehir’de, Uluslararası Öğrenciler Kulübü ve Genç İnsan Hak ve Hürriyetleri İnsani Yardım Vakfı tarafından dün izlenime sunulan sergide stantlara zarar verilmesi protesto edildi. ESKİŞEHİR: Eskişehir’de, Uluslararası Öğrenciler Kulübü ve Genç İnsan Hak ve Hürriyetleri (İHH) İnsani Yardım Vakfı tarafından dün izlenime sunulan “Nepal’de Müslüman olmak sergisi”nde stantlara zarar verilmesi Genç STK’lar Birliği üyelerince protesto edildi. Ocak’16 • 63
Etkinlik
“Yaş Gruplarına Göre Televizyonun Etkileri” Çalıştayı
G
enç Öncüler Hanımlar Komisyonu, “Yaş Gruplarına Göre Televizyonun Etkileri” çalıştayı düzenledi. Yaş gruplarının dört alanda incelendiği çalıştayın ardından. Her gruptan birer sözcü sunumlarını yaptılar. İnternetin hayatımıza girmesiyle etkisini yitirdiğini düşündüğümüz televizyonun aslında pek de tahtından inmediğini fark etmiş olduk. Diziler, reklamlar, programlar ve yarışmalar ile 7’den 70’e herkesin ilgisini çekmeye devam etmekte olan yayın programlarının kitleler üzerinde bıraktığı etki büyük. Bu nedenle karşısında fazlasıyla vakit geçirilen, televizyon hakkında değerlendirmeler yapmak, yayınlarının empoze ettiği değer yargılarını konuşmak, gelecek adına kaygı taşıyan herkesin sorumluluğudur.
Televizyonun “çocukların üzerinde etkileri” alanında, televizyonun çocuğun toplumsallaşmasına, psikolojisine, beslenme alışkanlıklarına, zihinsel-duygusal-fiziksel gelişimine olan etkileri irdelenmiştir. Ergenlik döneminde gençlerin ihtiyaç duyduğu rol- modelin televizyon karakterlerinden seçildiği, kılık kıyafet, arkadaşlık, çevre ve hayat şartlarının bu hayali karakterlerle eşitlenmeye çalışıldığı gözlemlenmiştir. Yetişkinler üzerinde ise zaman israfı ve dedikodu, gıybet gibi kötü hasletlerin yaygınlaşması, fark edilen ilk sonuçlardır. Çalıştayda ortaya çıkan fikirlerin bir bildiri şeklinde yayınlanması düşünülmektedir.
Celaleddin Vatandaş Hocamız ile Siyeri Konuştuk 22 Kasım pazar günü hanım kardeşlerimizle birlikte “Hz. Muhammed’in Hayatı ve İslam Daveti” kitabının yazarı Celaleddin Vatandaş hocamızı dinledik. Seminerde Celaleddin Hocamız öncelikle elçilik ve vahiy kavramlarını ele aldı. Zira elçinin önemini anlamadan, hayatındaki olayları öğrenmek yetersizdi. Elçinin sadece postacı vazifesi görmeyip, İslam’ı, hayatının her merhalesinde yaşadığını, Hz.Aişe’ye Efendimiz sorulduğunda “O yaşayan Kur’andı.” ifadesini hatırlattı. Kalem suresinde de zikredildiği üzre vahiy önce Efendimiz’i inşa etmiş sonra onun tarafından da çağlara aktarılmıştır. 64 • Ocak’16
! 覺 d l 覺 癟 A
w w w. genconc uler .com