Hayırlı Ramazanlar
Büyük Birader
Seni izliyor!
Said Ercan ile Röportaj MEDYA OKURYAZARLIĞI
ARINMA VAKTİ HEMEN ŞİMDİ!
EDİTÖR'DEN
Allahın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun. Sahibi PINAR YAYINLARI A.Ş. Adına Şemsittin ÖZDEMİR Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Furkan Gençoğlu Yayın Sorumlusu Mehmet Semih Özdemir Yayın Kurulu Mehmet Semih Özdemir Furkan Gençoğlu Asım Ebrar Yıldız Uğur Demirel Furkan Kahraman Mustafa Fatih Yavuz Betül Babacan Sümeyye Akgül Kübranur Yakupoğlu Nihal Açıkel Bu Sayıya Katkıda Bulunanlar Asım Ebrar Yıldız Ahmet Ekren Talha Ulukır Yavuz Selim Sancak Furkan Gençoğlu Rabia Aktaş Ayşe Coşkun Yunus Emre Yegenoğlu Vahap Yaman Toluejan Galiyeva Zeynep Aksu Güzel Halil İncekara İsmail Yasin Avcı Esma Köse Yasemin Özenç Kandemir Dudu Erkoç Mustafa Fatih Yavuz Dücane Demirtaş Ervanur Erdoğan Nazmiye Yeniçeri Adres İskenderpaşa Mah. Yeşiltekke Sok. No:4/1 Fatih / İSTANBUL genconculereyaziyorum@gmail.com Görsel Yönetmen Tekin Öztürk Grafik Tasarım Projesanat Tan. Org. Tel: 0212 640 20 90 www.projesanat.com.tr
Baskı Sanatkar Ofset Son. Tic. Ltd. Şti. Maltepe Mh. Litros Yolu 2. Matbaacılar Sit. 4NF/4-5 Topkapı / İST. Tel: (212) 567 39 40-41
Sevgili arkadaşlar arlı gecelerin ardından güneş doğdu ve yaz mevsimine eriştik. Okullarımızda derslerimizi tamamladık ve sınavlarımızı başarıyla verdik. Hayatın bir sınav olduğu gerçeğini aklımızdan çıkarmamak kaydıyla iyice bir dinlenmeyi hak ettik. Bu yaz tatili sürecinde bol bol boş vaktimiz olacak. Öyleyse şu soruyu sormamız lazım. “Müslüman gencin boş vakti olur mu?” Bir çokları gibi sosyal medyanın başında saatlerce sörf yapıp oyunun ve eğlencenin peşine mi düşeceğiz yoksa yine sosyal medyayı en etkin biçimde kullanarak kendimize bir okuma düzeni oluştup, donanımımızı, bilgimizi ve görgümüzü artırmak için bu tatil sürecini bir fırsata mı çevireceğiz? Tefekkür ve arınma ayı Ramazan ayının yaklaşması bizler için bir iç sorgulama fırsatıdır. Bu minvalde hem Ramazan ayını nasıl geçirmemiz gerektiğine dair, hem sosyal medyada nasıl varolmamız gerektiğine dair siz değerli okuyucu kardeşlerimize yazar arkadaşlarımız küçük ipuçları vererek ufkunuzu açmayı, sorunlu meselelere ışık tutmayı amaçladılar. Furkan Gençoğlu “Sosyal Medya Sınırsız Özgürlük mü?” yazısı ile Sosyal Medya’da Müslüman insanın sorumluluklarını ve hesaba çekileceği amellerinin sınırlarına dikkat çekti. USMED Başkanı Sn. Said Ercan ile Sosyal Medyanın psikolojik, sosyolojik, ekonomik yönlerine dair bilinmeyenlerini konuştuk. Talha Ulukır “Sosyal Ağ” filminin tahlilini yaptı. Dücane Demirtaş seçim öncesi ve sonrası süreci değerlendirdi . İsmail Yasin Avcı bizlerle otostop maceralarını paylaştı. Kazakistan’lı Toleujan kardeşimiz bizlerle memleketinde Ramazan ayında neler yaşandığını anlattı.
K
Genç Öncülerin genç yazarları olarak temel gayemiz, toplumsal yaşamımızda karşılaştığımız iyilikleri,kötülükleri,kolaylıkları, sıkıntıları siz değerli okurlarımıza en anlaşılabilir şekilde aktarmaktır. Kadromuz adaletle şahitlik vazifesini unutmayarak, bu bilinçle yazılarını kaleme almaktadır. Çünkü bu bize inandığımız rabbimizin vahiyle sabit kıldığı bir görevdir. Çıkarttığımız bütün sayıları bu görev bilinci ile çıkartıyoruz. Bu çalışmamızın hayırlara vesile olmasını diliyor, keyifle okumanızı temenni ediyoruz. Allah’a emanet olun. Ey inananlar! Kendinizin, ana babanızın ve en yakınlarınızın aleyhine dahi olsa, adaleti titizlikle ayakta tutan ve sırf Allah için şahitlik eden kimseler olun. (Şahitlik ettikleriniz) zengin veya fakir de olsalar (adaletten ayrılmayın)! Çünkü Allah her ikisine de (sizden) daha yakındır. Öyleyse, kendi boş arzu ve heveslerinize uymayın ki adaletten uzaklaşmayasınız. Eğer (gerçeği) çarpıtırsanız ya da (şahitlikten) kaçınırsanız, biliniz ki Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır. Nisa/135
Haziran’15 • 1
EDİTÖR'DEN
EDİTÖR'DEN
MAVİ MARMARA: NUH’UN GEMİSİ
Haziran 2015 • Sayı 96 • Yıl 12
08
04
MÜSLÜMANIN GÖRÜNÜRLÜK VE ULAŞILABİLİRLİKLE İMTİHANI Yusuf Talha AVCI
Halil İNCEKARA
40
Sosyal Medya Sınırsız Özgürlük! / Furkan Gençoğlu........................................ 4 Hayatını Değiştir / Talha ULUKIR.................................................................. 6 Müslümanın Görünürlük ve Ulaşılabilirlikle İmtihanı / Yusuf Talha AVCI.......... 8 Röportaj / USMED Başkanı Said Ercan İle “Sosyal Medya” Üzerine Konuştuk...... 12 Yeni İletişim Teknolojileri ve Medya Okuryazarlığı / Yavuz Selim SANCAK..... 18 Gençliğe Manifesto / Rabia AKTAŞ............................................................................... 21 Selama Merâmım / Ayşe COŞKUN .............................................................................. 29
Sosyal Medya Sınırsız Özgürlük!
İlah ve Rabb / Yunus Emre YEGENOĞLU .................................................................... 30 Arınma Vakti Hemen Şimdi / Vahap YAMAN............................................................... 32 Kazakistan’da Ramazan / Toluejan GALİYEVA.............................................................. 36 Bu Bir Özeleştiridir / Zeynep AKSU GÜZEL................................................................... 39
Furkan Gençoğlu
Mavi Marmara: Nuh’un Gemisi / Halil İNCEKARA.......................................................... 40 Otostopcu Dostu Medyum Abilerimiz / İsmail Yasin AVCI................................................ 42
32
Rahmet Yağmurları Tufana Dönüşmesin / Esma KÖSE.................................................... 44 Hamza A. Tzortzis ile “Kimi Seviyorsun?” Etkinliği / Yasemin Özenç Kandemir............... 46 Dünya’nın Dar Olduğu Asya’nın Filistinlileri / Mustafa Fatih YAVUZ............................... 48
İlah ve Rabb Yunus Emre YEGENOĞLU
2 • Haziran’15
Dünya Kupası Ve Diğer Spor Etkinliklerinin Fitnesinden... Allahü Teala’ya Firar Edin! / Yazar: Şeyh Yunus Patel Saheb (rahmetullahi aleyh)......... 50 Seçime Dair Değerlendirmeler / Dücane Demirtaş.......................................................... 52 Basından Yansıyanlar................................................................................................... 55
ARINMA VAKTİ HEMEN ŞİMDİ 30
Vahap YAMAN
Şiir / Doğuya Bestelenen Şiir / Ervanur ERDOĞAN.................................................... 58 Yaşlılık / Nazmiye YENİÇERİ.............................................................................. 59 Etkinlik /Genç Öncüler Isparta’da Mayıs Ayı Bereketli Geçti...................................... 60 Etkinlik /Bu Yaz Da Salıncak’ı Birlikte Sallamaya Var Mısınız?...................................... 63 Şiir / Kederle.............................................................................................................. 64
Haziran’15 • 3
Karantina
Karantina ondan sonra verdiğimiz bu tepkiler dolayı pişmanlıklar duyuyoruz. Kur’an bir hayat tarzıdır ve iletişim ile kişilerarası iletişim ile ilgili konuda da belirli ilkeler koymuştur. Eğer Kur’an ilkelerine ve emirlerine riayet edersek toplumsal yaşamın dijital boyutu olan sosyal medya’da arkadaşlarımıza mahcup olmayız ve fitneye, fesada alet olmamış oluruz. İnsanlara zarar getirecek işlerin içine girmemiş oluruz.
Alay Edebilirmiyiz ?
Sosyal Medya Sınırsız Özgürlük! Furkan Gençoğlu www.twitter.com/hayatafurkanca
K
anadalı İletişim Bilimci Marshall McLuhan ‘’Araç Mesajdır’’ ilkesini ortaya koymuştu. Bu slogan ne manaya geliyor ? Esas itibariyle şu anlama geliyor: Sosyal Medya ve İnternet dünyayı algılayış tarzımızda köklü bir değişikliğe sebep oldu. Dünyanın öbür ucunda olan gelişmeleri duymamızı, görmemizi ve oraya canlı bağlantı kurmamızı sağlayarak, duyu organlarımızın ulaşabildiği alanları genişletti. Eskiden gazete sutunlarından, yazılı olarak enformasyona ulaşırken artık internet ortamında video izleyerek aynı enformasyonu görebiliyoruz, programlar vasıtasıyla dünyanın önür ucuyla interaktif bir iletişim kurabiliyoruz. Böylelikle enformasyonun bize geliş biçimi mesajın kendisi haline geliyor. Türkiye’de toplumsal yaşamda sosyal medya artık en büyük interaktif iletişim mecrası haline gelmiş durumdadır. Etrafımızda sosyal medya kullanmayan insan yok denecek kadar azdır. İnsanlar sosyal medya yoluyla fikirlerini beyan ediyor, sevdikleri müzikleri paylaşıyor, sevdikleri filmler hakkında yorum yapıyor, çektikleri resimleri paylaşıyor, bakanlara, milletvekillerine, idarecilere ulaşabiliyor ve daha bir çok işini sosyal medya üzerinden gerçekleştirebiliyor. Sosyal Medya kullanıcı içeriğinin TA kendisidir. Geleneksel yazılı ve görsel medyada içeriği sunanlar eğitim almış profesyonellerken, sosyal medyada genel olarak profesyonel olmayan geniş kitleler içeriği oluşturur. Görsel ve yazılı medyadan en büyük farkı
4 • Haziran’15
haber kaynağının kurumlardan, bireylere kaymasıdır. Kısacası Sosyal Medya kullanıcı içeriğinin yayıldığı, yayınlandığı, paylaşıldığı her türlü platformun genel adıdır. Sosyal Medya kullanımı her geçen gün artmaktadır. Uluslararası Sosyal Medya Derneği (USMED) araştırmasına göre Facebook ağının toplam 1 milyar 150 milyon kayıtlı kullanıcısı var. 2013 yılında mobil cihazlardan 4.2 milyon insan sosyal ağlara giriş yapmış. İnstagram’da yer alan fotoğraflara her saniye 8000 beğeni yapılmış. RT alan tweetlerin %28’i please retweet (lütfen retweet) cümlesini içeriyor. Facebook günde 665 milyon kullanıcı sayısına ulaşmış. Twitter ‘a günde 400 milyon tweet atılmış. Sosyal Medya dünyasında içeriği üreten biziz. İçeriği düzenleyip paylaşan editör biziz. Son merci olan genel yayın yönetmeni biziz. Sosyal ağlar aracılığıyla dağıtımını yapan biziz. Kimse bize sansür uygulayamıyor. Kimse bize onu yazma, bunu yaz, şu olmamış şöyle yap diyemiyor. Acaba sınırsız özgürlük alanımıdır bu sosyal medya ? Sosyal Medya’da inandığımız ilkelerin, yaratıcının emirlerinin hükmü kalkıyor mu ? Sosyal Medya dünyasında Kur’an inanan insanlara ne kadar yol gösteriyor ? Sosyal Medya dünyasında dehşet bir enformasyon akışı ile karşı karşıya kalıyoruz. Anlık sevinçlerle, anlık üzüntülerle, anlık kızgınlıklarla, anlık kahkahalarla karşı karşıya kalıyoruz. Ani tepkiler veriyoruz
· 49/11 – · Ey iman edenler! · Sizden hiçbir topluluk bir başka toplulukla alay etmesin. · Ne mâlum? Belki alay edilenler edenlerden daha hayırlıdır. · Kadınlar da başka kadınlarla alay etmesinler. · Belki de alay edilenler edenlerden daha hayırlıdır. · Birbirinizi, (Daha Doğrusu Kendilerinizi) Karalamayın. · Birbirinize Kötü Lakaplar Takmayın. · İman ettikten sonra insanın adının kötüye çıkması, fâsık damgası yemesi ne fena bir şeydir! · Kim tövbe etmezse işte onlar tam zalim kimselerdir. · Başkalarının gizli hallerini araştırabilirmiyiz ? Bu durum ülkemizin içinde bulunduğu gündem ile çok ilintilidir. Ses kayıt dinlemeleri, gizli çekilmiş video kayıtları, insanların evlerinin içlerinin izlenmesi, insanların yatak odalarına girilmesi gibi bir çok ahlaksızlıkla karşı karşıyayız. Bir kere şunu sormak elzemdir. Bir Müslüman bir insanı yasa dışı olarak gizli kapaklı bir şekilde dinleyebilir mi ? Bunu her türlü ortamda paylaşabilir mi ? Bir Müslüman bir insanın özel hayatını kameraya alabilir mi ? Bu kameraya alınmış görüntüleri izleyebilir mi ? Bu görüntüleri paylaşabilir mi ? Örneğin Deniz Baykal’ın, Cübbeli Ahmet hoca’nın, Mhp’li vekillerin olduğu iddaa edilen görüntüleri izlemek veya paylaşmak doğrumuydu ? Dindar bir haber sitesi profili olan Habervaktim.com eliyle Deniz Baykalın görüntülerinin servis edilmesi Müslümanlar için büyük bir zillet değilmiydi ? Siyasal, sosyal, iktisadi her türlü alanda temel ilkeleri belirlemiş olan kitabımız Kur’an bu konuda ne söylemiş gelin bakalım, cevapları bulalım. · Ey iman edenler! zandan çok sakının. Çünkü zanların bir kısmı günahtır.
· Birbirinizin gizli hallerini araştırmayın. · Kiminiz kiminizi gıybet etmesin. · Hiç sizden biriniz ölmüş kardeşinin cesedini dişlemekten hoşlanır mı? · İşte bundan hemen tiksindiniz! · Öyleyse Allah’ın azabından korkun da bu çirkin işten kendinizi koruyun. · Allah tevvabdır, rahîmdir (tövbeleri kabul eder, merhamet ve ihsanı boldur). Hucurat/12 · Tecessüs Haramdır. · Tecessüs, insanların gizli hallerini araştırmak, keza onların gıybetini yapmak da bu âyetle şiddetle yasaklanmıştır. Gizli halleri araştırmak fertlere olduğu gibi devlet yetkililerine de haramdır. “İdareci, halkın mahrem ve gizli hallerini araştırırsa onların ahlâkını ve düzenlerini bozar.” (hadis-i şerif).
Uydurulmuş Haberle Konuşabilir miyiz ? Sosyal Medya ağlarında bir çok haber ile muhatap oluyoruz. Bazı haberler doğru, bazı haberler yanlış çıkabiliyor. Hiç denetime muhatap olmayan bu ağlarda yalan, fitne ve fesadın yayılma olasılığı oldukça yüksek. Özellikle sevmediğimiz, hoşlanmadığımız kesimler ve kişiler hakkında yapılan haberlere direk olarak atlıyoruz ve paylaşabiliyoruz. İki gün sonra haberin yalan olduğu ortaya çıkınca yüzlerce kişinin önünde mahcup oluyoruz. İnandığımız ilkeler bu konuda ne diyor bakalım. · 49/6. Ey iman edenler! Eğer bir fâsık-GÜNAHKARSORUMSUZUN biri size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz. Önümüze çıkan her türlü haberi yaymak bizi fitnenin, fesadın dağıtıcısı haline getirebilir. İnsanları, toplulukları, kurumları birbirine düşürebiliriz. İnsanların birbirlerine karşı kin ve nefret biriktirmelerine sebep olabiliriz. Öyle kritik anlar olur ve öyle haberler alırız ki eğer araştırmazsak, olduğu gibi yayarsak insanların ölümlerine, yaralanmalarına dahi sebep olabiliriz. Sorumluluk sahibi bir Müslüman yazıp yayınlayacağı haberleri ve bilgilerin kaynağını iyice araştırır. Enformasyon akışının içine kendini kaptırmaz, kendisini ve çevresini denetleyici görevi görür. Her önümüze gelen haberi nakletmek Allah’ın emirlerine ve peygamber efendimizin uygulamalarına karşı bir tutum sergilemektir. Sevmediğimiz insanlarla ilgilide mevzularda olsa, tutumumuz vahyin temel ilkelerine göre şekillenmelidir.
Haziran’15 • 5
Karantina
Hayatını Değiştir Talha ULUKIR
S
osyal Ağ, Mark Zuckerberg’in efsanevi sosyal ağ sitesi Facebook’u yaratmasını ve sonrasında arkadaşları tarafından kendisine açılan milyarlarca dolarlık tazminat davaları etrafındaki hikayeleri anlatıyor. Filmin yönetimi “Seven” “The Fight Club” ve “Game” gibi filmlerden tanıdığımız başarılı yönetmen Fincher’a, senaryosu ise West Wing dizisinden tanınan Aaron Sorkin’e ait. Film, yönetim, yazım, oyunculuk ve bütün diğer teknik notalarda gayet başarılı bir grafik çiziyor. Bu iki ismin dışında da birçok kaliteli isim filmin kamera arkasında yer alıyor ve kalitenin sadece bu iki isme bağlı olmadığını kanıtlanıyor. Zuckerberg’in kız arkadaşı ile konuşmasını izlediğimiz ilk sahne bize Zuckerberg hakkında birtakım ipuçları veriyor ve bazı düğümler atıyor. İlerleyen sahnelerde ise Zuckerberg’i daha iyi tanırken bu düğümleri de yavaş yavaş çözmeye başlıyoruz. Normal insanlardan farklı oluşuna sürekli vurgu yapılan Zuckerberg bunları hareketleri, yaşama bakışı ve tercihleri ile doğruluyor. Dolabını açtığında karşısına çıkan onlarca içki şişesinden ters duranı seçmesi dahi bir işaret olarak yorumlanabilir. Zuckerberg, tam anlamıyla ‘online bir insan’ olarak tanımlanabilir. Yaşadığı ve hissettiği her şeyi blogunda yazan/yazmak zorunda hisseden genç beyin, bu yüzden ile-
6 • Haziran’15
Karantina
ride sıkıntısını hissedeceği ve hiçbir zaman aklından çıkmayacak olan sıkıntılar yaşıyor. Aslında tüm mesele bu sıkıntıyı çözme yolunda attığı adımlar sonucunda ortaya çıkan bir ‘dev’in kişisel bir mesele olmaktan çıkıp toplumları etkileyen, insanların hayat düzenlerine insanların rızası ile müdahale eden bir yapıya dönüşmesi olarak anlaşılabilir. Bir günlük bir hukuki hesaplaşmada geçen film, olayların aktarımı sırasında geri dönüşler yaparak ‘o anlar’ı aktarıyor ve anlaşılması zor bir yapıya bürünüyor. Bu gizemli kurgu ise aslında seyirciyi filme bağlı tutuyor ve sürekli bir ritim sağlıyor. Kızgınlık ve hırs ile kamçılanan Zuckerberg ‘TheFacebook’ öncesi bir takım alıştırmalar yapıyor ve her defasında da kazanan taraf oluyor. Bu alıştırmaları doğrultusunda kurduğu siteler büyük bir tepki alıyor ve halihazırda a-sosyal olan Zuckerberg için dayanması güç bir hal alıyor işler. Yine ‘alıştırma’ olarak yaptığı işler Zuckerberg’in etik anlayışını da sorgulamamıza neden oluyor. Genel geçer anlayışlardan biraz uzak olan genç girişimciye hem yakın çevresinden hem de nispeten uzak insanlardan eleştiriler geliyor ama Zuckerberg karşısında olan bu insanları –zekasının da fazlaca katkılarıyla- ikna etmekte zorlanmıyor. Özellikle arkadaşları her yaptığı işten sonra ondan gelecek yeni atılımları, bir adım sonrasını bekliyor.
Başta yakın arkadaşı ve TheFacebook’un uzun bir süre mali yükünü sırtında taşıyan Eduardo olmak üzere birçok insan çeşitli tavsiyelerde bulunuyor ve ona hep ‘daha iyisinin’ nasıl olacağını söylüyorlar ama film boyunca bu tarz yönlendirmelere kendi mantık çerçevesi içinde olduğu sürece açık olduğunu hissettiren Zuckerberg –tabiri caizse- herkese çalım atıyor ve dolaylı yoldan da olsa tüm kararları aslında kendisi veriyor. Evrensel insani değerler diyebileceğimiz birçok kavramı kabul etmeyen, başarıya giden yolda her türlü yasağı çiğneyen Zuckerberg kariyer basamaklarını hızla tırmanırken çevresindeki insanları kaybetmek zorunda kalıyor. Sosyal medyanın ahlakının olmadığını –iyi ihtimalle sorgulanabilir olduğunu- Zuckerberg’in kişiliği üzerinden okumak da mümkün oluyor böylece. Facebook’a giden yolda yapılan her şeyin, atılan her adımın bir kadın-erkek ilişkisi sonucu olması ve insanlara bu minvalde sosyal ilişkiler yaşama şansı tanıması; insanların ise böyle bir vaade –tabiri caizse- atlaması bize altmesaj olarak çok şey anlatıyor. İnsanlar bu tarz ihtiraslar ile hareketi bu ‘sosyal mecra’yı büyütmeye yetiyor, üstüne hiçbir müdahale ve teşvik olmaksızın dönen bir çark olmasını sağlıyor. Tüm etik sorgulamalar ve şeffaflık sorgulamalarına rağmen 2010 yılı itibariyle Facebook 600 milyon kullanıcıya yaklaştı, piyasa değeri 25 milyar dolar, Mark ise dünyanın en genç zengini. Haziran’15 • 7
Karantina
B
Karantina
MÜSLÜMANIN GÖRÜNÜRLÜK VE ULAŞILABİLİRLİKLE İMTİHANI
Eşrefi mahlûkat olan insan. Yani yaratılanların en şereflisi olan insan… Görünürlük ve ulaşılabilirliğinin bir sınırı, bir adabı olan insan… Bu yazımızda görünürlüğümüzdeki ve ulaşılabilirliğimizdeki sıkıntılara değineceğiz.
Yusuf Talha AVCI
Alenileşen Birey
ir insanın her anının ve bulunduğu tüm mekânların aynı görünürlük ve ulaşılabilirlik derecesinde olmayışı aslında bizleri insan olarak hayvanlardan ayıran önemli bir faktör. Nitekim bizler hayvanlar gibi her ihtiyacımızı ulu orta her yerde görmüyoruz. Her ihtiyacın ulu orta yerde görülmesini de zıvanadan çıkmışlar gibi cesur pozlar ve yürek isteyen hareketler olarak da tanımlamıyoruz. Bunun olsa olsa bir hayvanlaşma emaresi olabileceğini söylüyoruz. Meseleyi bu
8 • Haziran’15
açıdan değerlendirip de şerefli bir şekilde yaratılmış olan insanın, hayvan seviyesine indirgenmesi ve hatta böyle seviyesizce bir duruma düşürülmesi “insan”a yapılan büyük bir hareket olarak karşımıza çıkıyor. Tabii insan, hayvanlardan bir hayvan, aklı olan ve sosyal bir hayvan olarak tanımlanırsa böyle bir rahatsızlığın duyulması gerekmeyebilir. Ama biz bundan rahatsızız. Çünkü biz Allah’ın yarattığı insanız. Ahseni Takvim üzere yaratılan insan. Yani en güzel şekilde…
Müslüman bireyin görünürlük ve ulaşılabilirlik problemleri sadece bedeni hususlarla alakalı değildir. Bu problem hayatın farklı alanlarında farklı şekillerde semptom vermektedir. Bunları aşağıdaki şekilde başlıklandırabiliriz: 1. Günlük Hayattaki Problemler 2. Siyaset Alanındaki Problemler 3. Kalplere Dadanan Problemler
1.Günlük Hayattaki Problemler: a. Çıplaklaştırma Çabaları “ Böylece onları hile ile aldattı. Ağacın meyvesini tattıklarında ayıp yerleri kendilerine göründü. Ve cennet yapraklarından üzerlerini örtmeye başladılar. Rableri onlara: Ben size o ağacı yasaklamadım mı ve şeytan size apaçık bir düşmandır, demedim mi? diye nidâ etti.” (7/A’raf/22) İslam, insanın hayatlarına nakşeden nice ayet barındırmaktadır ki, bu ayetler onun tüm hayatını Allah’ın boyasıyla boyasın. Arada alacalı bulacalı bir şey kalmasın. İşte bunlardan birisi de örtünmeye dair emirlerdir. Rabbimiz bizlere “insanın tarihi” ile ilgili bilgi verirken atamız Adem as. ve eşinin yaptıkları ilk hatanın sonucu olarak “çıplaklıkla” baş başa kaldıklarını anlatır. Örtünmek-giyinmek evvelden beri insana yakışmış ve bizi hayvanlardan ayıran bir özellik olmuştur. Ne gariptir ki insanı hak ettiği seviyeye çıkarma iddiasında olan günümüz uygarlığı ise tersine bir gidişle insanı olabildiğince çıplaklaştırma gayesindedir. Burada kapitalizmin ilahlarının kapitalizmin bekası adına, kadını bile tüketmekten kaçınmadıklarını fark ediyoruz. Görünürlüğe dair bu sınırsızlığı vadeden kapitalizm, ardından da kadının özgürlüğüyle “ulaşılabilirliğini” ilişkilendirerek çağımıza derin bir sapkınlık aşılamaktadır.
b. İçimizdeki Sapmalar “Ey Âdem oğulları! Size ayıp yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise yarattık. Takvâ elbisesi... İşte o daha hayırlıdır. Bunlar Allah’ın âyetlerindendir. Belki düşünüp öğüt alırlar (diye onları indirdi).” (7/A’raf/26) Allah insana tesettürü emretmiştir. Bunu sağlayacak olan elbiseler mevcut olsa da örtünmenin hakkını verecek olan elbiseleri ve örtüleri bedenimize bürümeden önce kalplerimize bürümemiz gereken takva örtüsüdür. Nitekim bu olmadan yapılan bir örtünme yetimdir, eksiktir. Bugün erkeklerimizle kızlarımızla Müslümanlar olarak verdiğimiz tesettür sınavının zorluğu burayla alakalıdır. Takvanın bürümediği kalpleri başörtüleriyle şalvarla ve hâkim yaka elbiselerle bürüyemeyiz. Yediğimizin içtiğimizin reklamını ulu orta yapmamız da burayla alakalıdır. Burası biz Müslümanların vermekte zorlandığı görünürlük sınavıdır. O yüzden mümin için neyi, niçin yaptığını bildirecek, görüp taklit ettiklerini tahkik ettirecek bir iman gereklidir. Takvamızı ancak bu iman koruyabilir. Bunun yolu da Kur’an’la yoğrulmuş bir bilinçten ve ona teslimiyetten geçmektedir.
c. Ayıp Araştırmak “Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir.” (49/hucurat/12) Bir mümine başkasının yokluğu üzerinden var olmak, başkasının eksikliği üzerinden prim yapmak yakışmaz. Bize düşen kendi durduğumuz nokta itibarıyla bir iddia sahibi olmaktır, başkalarının durduğu noktaların alçaklığı ile meşruiyet kazanmak değil. Ancak bu hassasiyet göz ardı edildiğinde İslamın onaylamadığı davranışlar sergilenir. Kişi; kazanç, itibar, hırs adına komşusunun, rakibinin, ortağının vb. kusurlarının peşi-
Haziran’15 • 9
Karantina
Karantina
ne düşer. Bir açık yakaladı mı mal bulmuş mağribi gibi saldırır da bu ayıpları ifşa eder. Bu ayıplar da genellikle üzerinden zaman geçmiş, tevbe edilmiş, pişman olunmuş hatalar olur. Velev ki öyle olmasın yine de örtülmesi gerekenleri görünür kılma telaşına düşmüştür insan. Hâlbuki böyle bir durumla karşılaşan müminin nasıl hareket etmesi gerektiğini Peygamber as. bir hadisinde şöyle belirtmiştir: “Her kim bir müslüman kardeşinin ayıp ve kusurlarını, kimsenin görmediği ve görmesini istemediği şeylerini örterse, Allah’u Teâlâ da kıyamet gününde onun ayıplarını örter. Her kim müslüman kardeşinin meydana çıkmasını istemediği birşeyini ortaya çıkarır ve dile verirse; Allah da onun ayıplarını, kimsenin bilmesini istemediği hallerini meydana çıkarır. Bu suretle kendi evi içinde de olsa onu rezil eder. Müslüman kardeşinin ayıplarını örten, bir ölüyü diriltmiş gibidir.” Hatta bu bağlamda Hz. Ömer ile kendisine dünürcü gelen bir kız babası arasında geçen konuşma manidardır. Kızının bir kusur işlediğini ve bunu da kızını istemeye gelenlere anlattığını söyleyen babaya Hz. Ömer’in cevabı “Allah’u Teâlâ’nın gizlediğini açığa mı vuruyorsun? Vallahi eğer kızın başından geçenleri başka birine daha anlatırsan herkesten önce cezanı ben veririm. Git, kızı diğer müslüman, temiz kızlar gibi evlendir.” olmuştur. Öyleyse bizlere kişilerin gelmişini geçmişini didik didik edip az bir dünyalık uğruna açıp döken olmak değil, içerisinde hiçbir ticaretin olmadığı dehşetli bir gün olan hesap gününde hesabımızı kolaylaştıracak şekilde hareket etmek düşer.
2.Siyaset Alanındaki Problemler “Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur.” 17/İsra/36 Müminler bilgisizce, her duyduklarına göre hareket etmekten men edilmişlerdir. Yüklenmiş oldukları arınma ve arındırma misyonu bu ciddiyetsizliğe manidir. Onlar kendilerine ulaştırılan 10 • Haziran’15
haberleri onu değerlendirebilme konumunda olanlara ileterek işin en doğrusunu ortaya çıkarmaya ve ona göre hareket etmeye çalışırlar. Ve bu ilkeler gündelik hesaplar uğruna feda edilmemelidir. Ayıp arama başlığında değindiğimiz problemler özelleşmiş bir saha olarak siyasal alanda daha bir göze çarpıyor. Kişi veya parti olarak bir siyasi figürün kendi rakiplerini itibarsızlaştırmak adına hayâymış, iffetmiş, iftiraymış, yalanmış gözetmeden konuşması siyasetin bir kara lekesidir. Bu zamanlarda siyasal operasyon yapmak adına ortaya dökülüveren kasetlerin cd marketliğini yapmak müslümana düşmemelidir. Evet, Müslüman kendisine vadedenin kim olduğunu bilmeli, körü körüne kandırılmamalı, karşısına allanıp pullanarak çıkartılan figürleri değerlendirme süzgecinden geçirmelidir. Gafil olmamalı, her gösterilene aldanmamalıdır. Ancak bu gereklilikler onu korsan cd tezgâhtarlığına sürüklememelidir. Nereden geldiği belli olmayan, nasıl elde edildiği ortada olan bu cd’lerin birilerinin dikizleme faaliyeti olduğu apaçık ortadadır. Rabbimiz ise “Çocuklarınız ergenlik çağına girdiklerinde, kendilerinden öncekiler (büyükleri) izin istedikleri gibi onlar da izin istesinler. İşte Allah, âyetlerini size böyle açıklar. Allah alîmdir, hakîmdir.” (24/59) diyerek yatak odalarına çocukların nasıl gireceğine dair hükümlere Kitabında yer vermiş ve bir yatak odası adabı belirlemiştir. Hal böyleyken yatak odalarının alenileştirilmesine, herkesçe görünür ve ulaşılabilir hale gelmesine asla razı olmayacaktır. Teknolojideki gelişmeyle mümkünlerin sınırlarının zorladığı bu zamanlarda bu görüntülerin oluşturulmasındaki kolaylık da ayrı bir problemdir. Hal böyle olunca olayın boyutu iftiraya, iffetli kadınlara zina iftirasına ve yukarıdaki ayette geçen bilmediğimizin ardına düşmeye bizleri götürmektedir. Nitekim Hz. Ayşe’nin başından geçen İfk hadisesi bu iftiraların açık bir örneğidir ve olay ancak vahiy ile açıklığa kavuşturulabilmiş ve
müminlere böyle durumlarda nasıl hareket etmeleri gerektiği hatırlatılmıştır. Buna göre müminler ortada bir iftira varsa buna karşı çıkmalı ve bu iftiranın cazgırlığını yapan olmamalıdır. (24/11-19) Bu kirli hesaplardan medet umulmamalıdır.
3.Kalplere Dadanan Problemler “Göklerde ve yerde olanları bilir. Gizlediklerinizi ve açığa vurduklarınızı da bilir. Allah kalplerde olanı bilendir.” (64/Tegabun/4) Ne yazık ki bu başlık altında ele aldığımız sapma diğer hususlardan daha farklıdır. Burada Allah’ın alanına girme söz konusudur. Sadece Allah’ın görüp ulaşabildiği yerlere kullardan bir kısmın da ulaşabildiği kabul edilmektedir. Bu bir kısım kullar ise çeşitli hocalar, şeyhler, mürşitler vs. dir. Kalplerde, sinelerde olanları Allah’ın bildiğine dair birçok ayet varken (64/4, 48/18, 33/51, 3/154, 3/167, 67/13, 35/38) bu kişiler adamın yüzüne bakıp da kalbinde ne olduğunu görebilmiş hatta cennetlik mi cehennemlik mi olduğunu
dahi söyleyebilmişlerdir. Ve mürşit müridinin yatakta sabaha kadar kaç defa döndüğünü bilemezse o mürşide ancak dağda eşkıyalık yapmak yakışır denilmiştir. Hâlbuki bize “yahu benim şeyhim mürşidim benim yatak odamı nasıl oluyor da biliyor, yatak odası bu yatak odası” demek düşmez mi? Nitekim işte burası da kişinin Allah’ın görüp bileceği alanlarının açılıp ortaya döküldüğü yerdir. Bizim görünürlük ve ulaşılabilirlikle alakalı çok da önemsenmeyen ama perdelerin ısrarla yırtılmaya çalışıldığı bir problemimizdir… Bugün tesettür örtülerimizden kişisel profillerimize, ayıp bulmak için insanların hayatlarını didik didik edişimizden montaj kasetlere, kalplerimizden yatak odalarının gizli kamera kayıtlarına kadar zorlu bir görünürlük ve ulaşılabilirlik sınavı veriyoruz. Bir Müslüman olarak hayatımızı şekillendiren temel kaynaklara baktığımızda ise gerek ayetlerde gerekse Peygamber as.ın telkinlerinde bu hususlara dikkat çekilerek sunulan cevapları bulabiliyoruz. Öyle ki bu kirlerden ancak bu kaynaklarla yıkanırsak arınabileceğiz…
Haziran’15 • 11
Karantina
Karantina
USMED Başkanı Said Ercan ile “Sosyal Medya” Üzerine Konuştuk.
Röportaj: Asım Ebrar YILDIZ / Furkan GENÇOĞLU GENÇ ÖNCÜLER: Öncelikle sizi biraz İnternetten araştırdık ve daha öncede görüşmelerimizden biliyoruz, Genç Öncüler’de bir sunumunuz olmuştu. Sözlük geçmişiniz var, radyo geçmişiniz var. En son sosyal ve dijital medya kullanımının artmasından sonra Uluslararası Sosyal Medya Derneğinin kurulmasına öncülük etmişsiniz. Neden böyle bir oluşuma ihtiyaç duydunuz? Kuruluş aşaması nasıl oldu? Bize USMED hakkında biraz bilgi verebilir misiniz? SAİD ERCAN: Tabi ki. USMED 2012 yılında kuruldu. Benim sosyal medya ve sosyal medya kavramı ile tanışmam ise 2008 yılında interaktif sözlüklere üyeliğimle başladı. İnteraktif sözlüklerin cazip olan tarafı şuydu; Yazarlığınız onaylanıyordu ve ondan sonra onaya düşmeden yazı yayınlayabiliyordunuz. Önceki interaktif platformlarda mesela işte web sitelerinde, edebiyat dergilerinde bildiğiniz gibi yazılar bir editör grubuna gider 12 • Haziran’15
ve onaylanırsa yayınlanır, onaylanmaz ise yayınlanmazdı. Hatta forumlarda bile yazılar onaya düşerdi ondan sonra yayınlanırdı. İnteraktif sözlüklerin bu tarafı güzeldi. Yani size bir kere yazarlık veriliyordu ve siz o yazarlık üzerinden yazmaya başlıyordunuz. Ve ben şunu düşündüm: İnteraktif sözlüklerin hepsi ahlaki kaygıları gütmeyen, küfrün serbest olduğu bir yere kadar cinselliğin serbest olduğu, anarşizmin alabildiğine serbest olduğu platformlardı ve bunların karşısında ahlaki kaygılar ile duran bir sözlük yoktu. İHL sözlük bu ihtiyaçtan dolayı kuruldu. Okul temelli bir şey olsun dedim. İHL Sözlük olsun diye düşündüm ve çok tutuldu ikinci haftasından Ahmet Hakan yazdı. Üçüncü haftasından Hürriyet yazdı, Habertürk yazdı ve biz birden popüler olduk ve Ekşi Sözlük’e 3-4 ayda kafa tutar hale geldik. Çok iyi dönüşler aldık ama tabi herkes şaşırıyordu ve hatta Ekşi Sözlük’te “İHL Sözlük
açıldı İslamcılar oraya gitsin, Müslümanlar oraya gitsin” denmeye başlandı. Çok sevindik bir çok yazar bizde üyelik açtı. Ben onları görüyordum admin olduğum için. Üyelik açtılar, yazdılar, çizdiler sonra biz 2010 yılında 16 Mart Uluslararası Vicdan Günü’nü yaptık. Bu süre zarfında Sırrı Süreyya Önder dahil işte Mustafa Armağan, Selahattin Yusuf, Tarık Tufan, Sibel Eraslan gibi çok ciddi bir ekip, 20-30 kişilik bir yazar ekibini bir hafta gibi kısa bir sürede topladık, bu etkinliği yaptık. Ciddi ses getirdi. Arkasından belgeseller yaptık. Çok ihtiyaç duyulan belgesellerdi bunlar çok da güzel oldu ve böylelikle sosyal medyaya el attık fakat İHL Sözlük o süre zarfında ciddi maddi yazılımsal sıkıntılar yaşadı. Bir script vardı ve 20 bin yazara ulaştığımız için yetmiyordu. Ya buna yeniden yazılım yapılması gerekiyordu bu da çok maliyetli bir şeydi. Türkiye’de yazılım hala çok pahalı bir şey ve gücümüz yetmedi o zamanlar. Düşünün daha yeni evlenmişsiniz, öğrencilikten kurtulmuşsunuz. Sonra İHL Sözlüğü başka arkadaşlarla güçlendirelim derken istediğimiz gibi gitmedi ve İHL Sözlükten ben ayrıldım ve arkadaşlara devrettim. Yıl 2011. Biz o sırada ne yapalım dedik. En azından Sosyal Medyada böyle bir eksik olmasın dedik ve biz arayış içerisindeyken, domain ararken, sosyalmedyahaber.com’a baktım ve çok şaşırdım çünkü alınmış olması lazımdı ama alınmamıştı işte biz o zaman Webrazzi’nin arkasından ikinci belki en büyük haber platformu olarak kurulduk. İşte arkasından sosyalsosyal. com geldi ve birden bloklar açılmaya başladı. Bu arada biz sosyalmedyahaber.com’da habercilik yapıyorduk, sosyal medya ve teknoloji hakkında haberler yapıyorduk. Bu sayede biz sosyal medyayla ilgilenen işte bizim yönetim kurulumuzda olan Salih Çaktı, Mertcan Ermiş gibi arkadaşlarla da bir bağlantı kurduk ve bir habitat oluşturduk. Daha sonra yeni yazarlar aramıza katılmaya başladı. Ve biz yine sosyalmedyahaber.com’da güzel işler yaptık. Sosyal medya kavramını sevdik ve dedik ki İnteraktif Sözlükler de geç kalmışız, sosyal medyada geç kalmayalım ve bu anlamda sosyalmedyahaber.com bizim için iyi bir şey oldu.
Bir yıl sonra da buradan tanıştığımız arkadaşlarla dedik ki biz bu sosyal medya birlikteliğini bir sivil toplum kuruluşuna dönüştürelim. Ama tabi şunu yaptık liyakat sahibi arkadaşlara ulaştık, yine sosyal medya ve İnternet üzerinden ve iş yapan arkadaşlarla buluştuk ve arkadaşlar buyurun biz bir dernek kuralım dedik ve üç aylık bir çalışmanın arkasından, tüzükleri hazırladık. Çünkü hep İnternette bir şeyler yapmıştık gerçek hayatta ilk kez bir şey yapıyorduk. Gerçek kimliğiniz, tüzüğünüz ve anayasanız ile birlikte bir sivil toplum kuruluşu bir devlet gibidir ve çok ciddi hakları vardır biliyorsunuz Avrupa›da ve yeni yasalarda. Ve biz o genç arkadaşlarımızla Eylül 2012›de resmi olarak Uluslararası Sosyal Medya Derneği USMED’i kurduk. Çok ciddi bir teveccüh ile karşılandı, yine bütün medya organları bizi yazdı, haber yaptılar ondan sonra biz kurulur kurulmaz ilk sosyal medya eğitimimizi vermeye başladık üniversitelerde. Düşünün 600 saatlik bir eğitim verdik. Hem öğrettik hem öğrendik, biz de eksiklerimizi gördük, kendimizi eğitmiş olduk. Ve biz USMED olarak açık alanları doldurmaya başladık. Yani Türkiye’de sosyal medya yalnızca dijital pazarlama olarak algılanırken, işte kapitalizm bizim ürünlerimizi sosyal medyada nasıl sattırırız yönünde bakarken, biz bunun sosyolojik yönlerini, psikolojiye bakan yönlerini, sağlığa bakan yönlerini inceledik, insan kaynaklarına bakan yönünü irdeledik ve tabi siyasete bakan yönünü irdeledik. Mesela Meclisin Twitter karnesi diye bir rapor yayınladık ve ciddi ses getirdi, ana haberlere çıktı. Biz aslında USMED ile yola çıkarken şunu hedefledik: Biz öteki değiliz Türkiye’ye bir şeyler söylüyoruz onun içinde Türkiye’nin derneğiyiz ve Türkiye’nin derneği isek ona göre davranıp Türkiye çapında ve hatta uluslararası olarak çünkü bir şeyin uluslararası olması için illa ki Avrupa’dan veya Amerika’dan çıkmasına gerek yok. Türkiye’den de çıkabilir ve biz dünyanın ilk sivil toplum kuruluşu olduk sosyal medya alanında. Ve bununla ilgili yurtdışıyla da yazışmalarımız oldu. İşte İngilizce, Arapça hesaplarımızı açtık sürdürmeye çalıştık kendi imkanlarımızla Haziran’15 • 13
Karantina ve bunların hepsini İnternetle tanışan gençler olarak yaptık. Arkamızda hiçbir holding sermaye ve başka kurumlar olmadan yaptık. Ve kendi maaşımızdan işte belki kendi evimizin rızkından arttırarak yaptık ve gelinen noktada yakın bir zamanda USMED olarak ikinci genel kurulumuzu yaptık ve çok ciddi anlamda kaliteli bir ekip oluştu. Sosyal medya dediğimiz kavram çok büyük bir kavram fakat burada bir resmi kurum yok. Eğitim verecek kurumlarda çok ciddi bir eksiklik var. Bizim USMED Akademi bünyesinde 30’a yakın eğitmenimiz var ve bunlar eğitimler veriyorlar. Kurumlara danışmanlıkları yapıyorlar, devlete danışmanlık yapıyorlar, devlet kurumlarına danışmanlık yapıyorlar. İşte en son Türk Silahlı Kuvvetleri’ne sosyal medya eğitimi verdik ve bu bir devrimdi yani, hakikaten bu anlamda USMED bir boşluğu doldurmuş oldu. GENÇ ÖNCÜLER: Sosyal medya bir sektör haline geldi, Türkiye Dijital Ajansı, Dijital Ofisi kuruldu ve şu anda şirketler ajanslardan yararlanarak sosyal medya konusunda çalışmalarını sürdürmeye çalışıyorlar. Bu anlamda sosyal medyanın sektör olarak geleceğini nasıl görüyorsunuz? SAİD ERCAN: Biz arkadaşlarımızla şu anda dernek bünyesinde olsun, ajanslarla birlikte olsun, mesleki bir örgüt gibiyiz mesleki bir yapılanma gibiyiz ve arkadaşlarımızın ben iş yapış modellerini görüyorum. Bundan üç sene önce iş bulmakta zorlanan arkadaşlarımız şu anda müşteri seçiyorlar. Bunun bir meslek ve gereklilik olduğunu artık herkes biliyor. İşte Türkiye›nin geçirdiği Van depremi, gezi olayları, Rabia eylemleri, sosyal medyada ciddi geri dönüşler aldı ve artık kimse sosyal medyanın gereksiz olduğunu düşünmüyor. İnstagram bir salı pazarı gibi, herkes bir şey satıyor. Yani hem maddi anlamda çok ciddi bir sektör, ajanslar çok ciddi paralar kazanıyorlar. Ve sadece şunu düşünün: Amerika Forbes en zengin 500 listesinde artık genç girişimciler var, sosyal medyacılar var, e-ticaretçiler var. Dijital sosyal ağ platformları var ve bu liste sürekli gençleşiyor yani siz yeni bir girişimci ise14 • Haziran’15
Karantina niz ve gençseniz, yazılı bir projeniz varsa sektör için geleceksiniz. Ve şu an hakikaten sektör artık yeterli insan kaynağı bulmada sıkıntı çekiyor. GENÇ ÖNCÜLER: Peki siz eğitimler verdiğiniz söylediniz bu eğitimlerde başarılı olan arkadaşlara istihdam olanağı sağlıyor musunuz? SAİD ERCAN: İster istemez bu habitat içerisinde onlara bir yer bulunuyor zaten. Yani şu anda benim öğrencilerinden işsiz yok ama tabi eğitim tek başına yeterli değil. Kendini geliştiren arkadaşlarımızın hepsi çok güzel işler yapıyorlar. Evinden 2-3 tane firmaya freelance danışmanlık yaparak işlerini sürdürenler var. Home office şekilde ve bu insanlar çok rahat bir şekilde hem işini yapıyor hem zevk alıyor. Sosyal medyanın en iyi tarafı bu ve zorla sosyal medya işi yapan görmedim. GENÇ ÖNCÜLER: Peki bir tweet atarak 10-12 bin lira kazananlar olduğuna dair haberler var, bunların doğruluk payı nedir? SAİD ERCAN: 12 binler belki üç veya dört sene öncesinin fiyatıydı, şu anda 30 bin, 40 bin lira tweet başı ücret alanlar var. Fenomen diye tabir ettiğimiz çocuklardan da tweet başı 5001000 lira alıp sinema şirketlerinde, e-ticaret şirketlerinde, haber sitelerinde reklam yapanlar var ve bu bir sektör. GENÇ ÖNCÜLER: Sosyal medyanın sektör haline gelmesi, gelişmesi ve istihdam alanlarının açılması ile geleneksel medyayı nasıl etkiler. Geleneksel medya biter mi? SAİD ERCAN: Geleneksel medya bitiyor demek çok büyük bir iddia olur çünkü medya çok önemli. Ben uzun vadede şöyle olacağını düşünüyorum: İletişimciler sosyal medya demiyorlar, yeni medya diyorlar çünkü sosyal medya demek onlara biraz zor geliyor. Yeni medya yani medyanın yenilenmiş hali, devamı gibi bir şey ama sosyal medya sıfırdan gibi bir şey ve o koskoca profesörler sosyal medya hakkında yorum dahi yapamıyorlar ve bu alanı da küçümsüyorlar.
Oysa orada ciddi anlamda vatandaş gazeteciliğinin arttığını görüyoruz. Artık Güney Kore’nin en büyük haber ajansı vatandaş gazetecilerinden oluşuyor ve o ajans altı katlı bir binada çalışmalarını sürdürüyor. Dünya vatandaş gazeteciliği ne doğru gidiyor. Muhabir bulundurma imkanı olmayan yerlerden gelecek bir tweet, gelecek bir haber çok önemli. işte mesela bir tweet vardı Tuncel Kurtiz öldüğünde. Ben geriye doğru gittim o gün ve bir kişi saat 10:00’da yazmış. Tuncel Kurtiz komşumuzdu yanda öldü, muhtemelen siz de birkaç saate duyarsınız ve biz 12.00’da duyduk bunu yani sosyal medyayı takip ettiğinizde haberin kaynağına da çok çabuk ulaşma imkanınız oluyor. Onun için Julian Assange’ın bir sözü var sosyal medya ile ilgili. “Benim adımla MOSSAD’ı arattığınızda 1 milyondan fazla sonuç çıkıyor artık ve ajanlar da bunu çok iyi biliyor, bir haberi kaynağından çıktığı zaman durdurmak çok zor olduğu için sosyal medyada kaynağı kurutmaya çalışıyorlar.” Sosyal medya da böyle, haber bir kere çıktığında durdurmak çok zor. Bununla ilgili Black Mirror diye bir dizi var, onun birinci bölümü ve dördüncü bölümü de izlenebilir.
GENÇ ÖNCÜLER: Sosyal medyanın dünyevileştirici bir etkisi var mı? İnsanların sosyal medyada en mahrem hallerini paylaşma ihtiyacını hissettiklerini görüyoruz. İnsanlar neden bu hallerini sosyal medyada paylaşmak istiyorlar? SAİD ERCAN: Aslında şöyle, sosyal medyayı bir panayır yeri gibi düşünelim. Panayırları bilirsiniz. İnsanlar toplanırlar veya bir düğün düşünün bir dernek düşünün veya işte misal ben gelirken gittim en güzel gömleğini giydim falan filan. Sosyal medya da böyle aslında orada da olurken en iyi şeylerimiz ile oluruz öyle değil mi, en iyi fotoğraflarımız, en iyi yemeklerimiz, en iyi gezdiğimiz yerler, kimse İETT otobüsünde iken bak çok güzel seyahat ediyorum diye fotoğrafını koymaz, uçaktaki resmini koyar ama. Hayatta da öyledir önemli bir yere gittiğinizde en güzel gülüşünüzü takınırsınız, normal hayatta küfür ediyorsan orada etmemeye dikkat edersin. Aslında bir vitrin gibi sosyal medya. İnsanların vitrini çünkü sosyal medyada olmak istediğimiz insanız, olduğumuz değil ve bu çok önemli orada kafamızda bir kahraman var. Said Ercan’ın kahramanı nasıldır, haHaziran’15 • 15
Karantina yat belki bazen bazı şeyleri olmamızı istememiştir ama orada olabilmeye imkan var, orada çok iyi bir yazar gibi durabiliriz, boynunuza fular takıp bir resminizi koysanız bir yazara dönüşebilirsiniz, bu kadar basit. Kendini yazar gibi gösterebilirsin. Böyle bir sürü çocuk oldu, mesela yazar bilmem ne diye hesap açıp, ismini vermeyeyim, daha sonra kitap yazıp yazar olan çocuklar var. Bir algı yönetimi yaptı, kendini yazar gibi gösterdi, kitap çıkarttı ve insanlar gitti kitabını aldı. Böyle, kesinlikle bir kalitesizliğin olduğu doğru, bir bilgi kirliliği olduğu doğru fakat bunun zamanla çözüleceğini ve insanların zamanla yavaş yavaş normal hayatlarını da paylaşacağını düşünüyorum. Çünkü hepimiz ortak bir sihir yapıyoruz aslında. Yani aslında ortak bir yalana sahip çıkıyoruz hepimiz onun için bunun zamanla kırılacağını, zamanla rayına oturacağını düşünüyorum. Çünkü yeni bir düzenin oturması zaman alır, sosyal medyanın da normalleşmesi zaman alacaktır. Fakat gittikçe artık işte, canlı yayınlar publishing, yayıncılığa döndü sosyal medya. Yani sosyal medya size şu imkanı veriyor, siz bir kameraman olabiliyorsunuz, bir editör olabiliyorsunuz. Said Ercan medyası olarak benim şu anda 100.000›in üzerinde farklı sosyal ağlarda takipçim var. En çok satan gazeteler sıralaması yaptığınızda ben ilk 10›a giriyorum yani bu çok ciddi bir güç aslında ve istediğimiz bir güç yani hani hep deriz ya işte sözün gücüne inanan, söz medeniyetinin çocuklarıyız. Doğu toplumları böyledir söz medeniyetinin çocuklarıdır. Sosyal medya aslında çok güzel bir şey veriyor, text tabanlı iletişim. Tarihte hiç kimse bu kadar yazmamıştır, hiç kimse de bu kadar okumamıştır. Hocalarımız hep ne olursa olsun okuyun derlerdi sosyal medyada da insanlar bir şekilde okuyorlar. Deli gibi WhatsApp kullanıyorlar ve bu yazışarak kullandığımız bir şey. Düşünün artık amcalar, dedeler WhatsApp kullanıyor ve bu bir kazanım aslında text tabanlı iletişime geçiren bir kazanım. Burada önemli olan şey ise content. Sosyal medyada tüketici misin yoksa üretici misin? Sosyal medyanın ilk halini düşünelim, Facebook, Twitter kurulduğunda içinde hiçbir şey 16 • Haziran’15
Karantina yok, sen profil açıyorsun, ben açıyorum öteki açıyor ve biz o contenti tüketiyoruz. Ben senin arkadaşın isem senin contentini görüyorum başka birisini görmüyorum. Öte yandan contenti sen üretmez isen kim üretirse onun görüşü kazanır. Ve tabi bir de işin içinde reklamlar var çünkü iyi bir pazar sektörü burası. Facebook reklamlarına siyasilerin, kurumların verdiği paralar çok deli paralar. İşte bu cari açıklar falan nereden artıyor diye soruyoruz, işte buradan artıyor. Google’a bugün verilen paralar çok ciddi paralar yani dudak uçuklatacak paralar ve bunların yanında Google hem para kazanıyor hem de senin ülkenle ilgili data veri elde ediyor. WhatsApp 19 milyar dolara satıldı. Reklam var mı WhatsApp’ta yok. Türkiye’nin en değerli kurumu Tüpraş 4.4 milyar dolara satıldı. Dört kat fark var. Onun için sosyal ağlarda Türkiye maalesef tüketici. Onun için vizyonun değişmesi lazım. Bizim çok acil yerli sosyal ağ, bugün yine söylüyorum hep söyleyeceğim çünkü yerli sosyal ağ yerli otomobilden daha değerlidir, yerli arama motoru yerli otomobilden daha değerlidir. Bu projenin Türkiye gibi genç nüfusun çok fazla olduğu yerlerde acilen hayata geçmesi gerek. Bugün sosyal medyada soğuk savaş hala devam ediyor fakat biz şu anda soğuk savaşın Amerika tarafında yer alıyoruz. GENÇ ÖNCÜLER: Peki siz günde kaç saat sosyal medyayı kullanıyorsunuz? SAİD ERCAN: Şimdi benim işim olduğu için, yani ben bu işten geçiniyor, para kazanıyorum. İçinde olmam gerektiğinden dolayı günde bir 7-8 saatimi rahat alıyor ama bizim önerimiz şu yetişkinler için, özellikle oyun ve sosyal medya bağlamını da düşünürsek 2-3 saatten fazlasını geçirmelerini önermiyoruz. GENÇ ÖNCÜLER: Şu an Türkiye ortalaması 10 saate yakın. 3 saat mobil, 6 saat de masaüstü. SAİD ERCAN: Çok yüksek. Şimdi özellikle çocuklar ve gençler için, kas gelişiminin, fiziksel ve zihinsel gelişiminin olduğu yaşlar bu yaşlar. Onların burada çok daha az vakit geçirmeleri lazım.
Bakıyorsunuz küçücük çocuklar gözlük takıyor, işte kas gelişimi çok sağlam olmamış, doğru düzgün yürüyemiyor.Yani çocukların yeniden sokağa, doğaya yeniden oyuna yönelmesi lazım. Ve şu çok önemli, bunu çok vurguluyorum, bir insan nasıl insan olma sanatını başka bir insandan öğrenir, robottan öğrenmez, ama artık yeni robotlar geliyor, oyuncaklar bile robot. Oynadığı oyunlar robot. Robotlardan insan olmasını öğrenemezsiniz. İnsan yok, muhatap yok karşısında, sosyal hayat bitmiş . Aile bile bitmiş. Bizim geleneğimizde ne vardır, akşam yemeği tüm aile oturur beraber yer, sohbet ederler. Şimdi o da kalktı. Şimdi onun için ölçü, denge çok önemli. Dengeyi kaçırmadan güzel bir şekilde kullanılırsa sosyal medya ciddi anlamda bir iletişim aracı. Eşyada aslında bir sorun yoktur, eşyanın kullanımında bir sorun vardır. Artık hayatımızda telefonu olmayan kalmadı, telefonla açıp birine küfürde edebilirsin, birine kardeşim sabah namazına kalk da diyebilirsin, kardeşim hadi gel sohbete de diyebilirsin. Aracı nasıl kullandığınız önemli. Sosyal medya çok sihirli bir platform, iyi kullanılırsa vezir eder ama kötü kullanılırsa rezil eder. Bu yüzden daha dikkatli, daha özenli araştırarak ve bu işin arka planı nedir, bu platformu nasıl kullanabiliriz diye bakmamız lazım. Sosyal medya itibar yönetimidir. Yani siz çocuğunuzun bir videosunu koyduğunuzda sünnet olurken. O çocuk büyüdüğünde belki ondan utanarak hayatını yaşayacak. Bunun Avrupa’da bir çok örneği var. Onun için bir video indirirken , bir yazı paylaşırken duble checking dediğimiz iki kere düşünmek lazım. Sosyal medya ihmale gelecek, ıskalanacak bir şey değil. Bunları bilerek kullanmakta fayda var. GENÇ ÖNCÜLER: Peki Genç Öncüler okuyucusu gençlere özel tavsiyeleriniz var mı? SAİD ERCAN: Şimdi 140 karakterlik bir tweet atarsanız, mikro bir content oluşturmuş olursunuz. Ya da bir fotoğraf koydunuz. İşte örneğin benimle çekilen bir fotoğrafınızı aldınız blogunuza
Said Ercan Kimdir?
Uluslararası Sosyal Medya Derneği Genel Başkanı. Metin yazarı ve sosyal medya danışmanı. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler fakültesi mezunudur. Vatandaş Gazeteciliği, interaktif sözlük ve sosyal medya araçları üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan Said Ercan İstanbul Teknik Üniversitesi sürekli eğitim merkezinde eğitmenlik yapmış, konferanslar vermiştir. Yeni teknolojiler ve sosyal medya konularında makaleler yazmakta, haberler yapmaktadır. Sosyal Medya Haber Genel yayın yönetmenidir.
koydunuz. İşte biz şunları şunları konuştuk, ben şu dersleri aldım, ben şu konuda katılıyorum, şu konuda katılmıyorum dediğinizde, makro bir content oluşturdunuz ve bunu Google’a sundunuz. Aslında fenomenliğe adımda attınız, içerik üreticisi oldunuz. Herkesin tükettiği bir yerde üretici olmak, çok kıymetli bir şeydir. Bir süre sonra sizin görüşleriniz yavaş yavaş paylaşılmaya başlanıyor. Ben televizyona nasıl çıkıyorum? Sosyal medya ve seçim yazıyorlar, Said Ercan’ın bir makalesi geliyor ve gel diyorlar. Bu sefer siz beni görüyorsunuz ve biz de çağıralım diyorsunuz. Bu iş böyle yürüyor. Mesele üretmek. Ancak üretebilirsek kazanabiliriz.
Haziran’15 • 17
Karantina
Karantina
Yeni İletişim Teknolojileri ve Medya Okuryazarlığı Yavuz Selim SANCAK
İ
nsan sosyal bir varlık ve bu yönüyle iletişim kurma ihtiyacı hissediyor. Hiç bir iletişim teklonojisi ortaya çıkmamışken fısıltı gazetesi ile başlamıştı bu yolculuk. Sonra matbaayı keşfetti insan. Düşünceler yazıya döküldü, enformasyon çoğaldı ve yayıldı. İnsanlar okudular ve haberdar oldular. Orta Çağ Avrupasında skolastik düşünce zayıfladı, belli tabular yıkıldı. Krallıklar, Sultanlıklar, hanedanlıklar zor günler geçirdi. Bir örgütlenme ortamı sağladı gazete tecrübesi. Sonra duyuverdi insan. Enformasyon baş köşede üstünde
18 • Haziran’15
en güzel biçimde işlenmiş dantel örtülü olan salonların gözbebeği radyolardan frekans frekans yayıldı. Öyle ki bir savaşın gidişatına etki edecek kadar büyük bir yankı uyandırdı bu alet. 1933 tarihli ‘Sekizinci Büyük Güç Olarak Radyo’ başlıklı konuşmasında Goebbels, ‘‘Radyo olmasaydı biz iktidara gelemez ve iktidarı etkin şekilde kullanamazdık’’ diyecekti. Hitler’in Silahlanma Bakanı Albert Speer da, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yargılandığı Nuremberg Mahkemesi’nde, ‘‘Radyo sayesinde 80 milyon kişinin özgürce düşüne-
bilme imkânı elinden alındı.’’ diye konuşacaktı. (1) Sonra hem duyduk hem de görmeye başladık. Tele ekranlar girdi hayatımızda. Vizyontelede Cem Yılmaz’ın dediği gibi “Zeki Müren’de bizi görecekmi?” dedik belki. Zeki Müren bizi göremedi fakat biz bir çok hadiseye bu tele ekranlar sayesinde şahit olduk. Nice diktatörlerin devrilişine, kanlı savaşlara, harekatlara, darbelere ve daha bir çok yapıma. Dönem şartlarında devrim etkisi yaptı bu buluş. Tam “Orwell’ın kehaneti gerçek mi oluyor?” derken internet ve dijital meyda düzeni ile tanıştık. Transmedya düzeni ile tanıştık. “Transmedia storytelling” diye bir kavram kuşattı hayatımızı biz farkında olmasakta. Öyküler filmlere dönüştürüldü. Filmler çizgiromanlara doğru genişledi. Sonra bilgisayar oyunlarını yaptılar. Bir baktık bu oyunlar cep telefonumuzda. T-shortleri üstümüzde, kolyeleri boynumuzdu. Bilgi çağına geçiyorduk ve artık her taraftan enforme ediliyorduk. Bilgi akış bize çaprazlama olarak geliyordu. Ve her kanal bir endüstriyi doğuruyor farklı alanların gelişmesine ve kalkınmasına vesile oluyordu. Öyle ki insanların kafası karıştı epey bir süre. Kitapçılarda Halit Ziya’nın Yaprak Dökümünü gören bir abla şöyle sesleniyordu; “aaaa baksana yaprak dökümünün kitabı çıkmış!” Tıpkı futbol takımları gibi diziler, filmler, oyunlar kendi fanlarını oluşturdu. Mesajın aktarıldığı alıcı böylece kemikleşiyor, mesaja süreklilik kazandırılıyor ve bir vizyon çizmek için referans alınacak bir kitle inşa ediliyordu. Forum siteleri aracılığı ile başlayan fan club çılgınlığı önce Facebook aleminde hayran sayfalarına, sonra Twitter aleminde hastag kampanyalarına bıraktı kendini. Sert ideolojilerin fanatik takipçiliğinin yerini bu tip “oyunsallaştırılan” materyaller alıyordu. Artık yayılmacılık silahla değil, filmle, diziyle, internet oyunlarıyla vucut buluyordu. Eskiden hepimiz fişlenme korkusu yaşardık. Fişlenmemek için konulan takma isimler, istihbarat raporlarına girmemek için yazılara iliştirilen müstear isimler. Korku ve kaygı artık yerini sosyal medya şeffaflığına bıraktı. Anonimlik bir yere
kadardı ve Facebook ile birlikte kendi irademiz ve isteğimizle kimlik bilgilerimizi sosyal alana taşıdık. Sosyal Medya hesaplarımızdan kimliğimizi apaçık ilan etmeye başladık. Hatta ismimizin başına bu sefer kimliğimizi açık etme isteğiyle farklı tanımlamalar getirdik. Ortalık “TC ÇAPULCU AYYAŞ X-Y”, “Must4f4 X-Y“ler ile doldu, taştı. Eylemler örgütledik ve sanal örgütlenmeyi gerçeğe taşımaya başladık. Dezenformasyon bilgi ile doğru bilgili çoğunlukla ayırt edemesekte garip bir güven duygusuyla sosyal medyadan sosyal meydana indiğimiz günler oldu. Tunus’ta, Mısır’da küresel çapta örgütlenmelerin fikir merkezi oldu bu alem. Nice diktatörleri demirparmaklıklara hapsetti. Devrilmez denilen diktatörlerin sonu kanalizasyon çukurları oldu. İşçi grevlerinde Facebook aktif çalışan bir sendika işlevi gördü bazen. #Direntofaş direnişi bunun en güzel örneğiydi yakın zamanda. En doğal haliyle işçiler dijtal medyada herhangi bir ideolojik gruba meyletmeden örgütlendiler, haberleştiler ve mobbing krizini aştılar. Bu hamleleri kazanımla sonuçlandı ve istediklerini hemen hemen aldılar. En önemlisi mücadele başlattıkları sarı sendikayı karşıt bir sendikada örgütlenmeden fabrikadan kovmayı başardılar. Eğitimde transmedya çağına ayak uydurmaya başladık. Örneğin ben bu sene Halkla İlişkiler 2 dersini Prof. Dr. Ayla Okay hocamızın öncülüğünde Facebook ve Twitter alemine dersimizi taşıyarak, dijital medyaya içeriği taşıdık ve sadece sınıfta değil bu mecralarda da bilgi akışını sağladık. Ders kapsamında kurduğumuz şirketlerin FaceHaziran’15 • 19
Karantina
book ve Twitter hesapları aktif bir şekilde çalıştı. Twitter’da belirlediğimiz hastag üzerinden ders içeriklerini paylaştık. Kriz simülasyonları kurguladık ve feedback pratiği gerçekleştirdik. “Dijital Medya çağın büyük biraderidir demiştim.” 1984 romanının baş kahramanı winston izlenmekten epey rahatsızlık duyuyordu. Çünkü hayatına yapılan müdahaleleri direk olarak hissediyordu. Fakat bizler bu çağın winstonları kendi irademizle dijital ortamlar aracılığıyla birilerini izliyoruz ve kendi hayatlarımızı izlenmeye açıyoruz. “Amerikalılar bizi uzaydan izliyor.” Efsanesinin kayıtdışı kaldığı günlere doğru evriliyoruz. Çünkü biz her gittiimiz yerde artık swarmlıyoruz. İnstagram’da, Facebook’ta, Twitter’da konum bildiriyoruz. Birilerinin bizi uzaktan izlemesi için ekstra bir çabalama zahmetine girmesine gerek yok. Bizleri izleyen ve başkalarını izlememize imkan tanıyan bu dijital araçlarla stratejik işbirliği halindeyiz. Peki bu ortamların
20 • Haziran’15
bize fayda mı sağlayacak yoksa zarar mı sağlayacak ? İnternetin Öz Çocuğu: Aaron swartz’ın Hikayesi filminde Aaron Swartz’dan şu alıntı yapılıyor; “Birbirine zıt iki bakış açısı var. Her şey harika ve internet bu özgürlük ortamını yarattı. Ya da Her şey korkunç ve internet göz açtırmayan, ne söylediğimizi gözetleyen ve kontrol eden araçları yarattı. İnternet her ikisini de yaptı. Hangi tarafın kazanacağı ise uzun vadede bize bağlı.” Küreselleşme ve yeni iletişim teknolojilerinin çoğalması sonucunda hayatımızın bir parçası olan dijitalleşmeden kaçışın pek mümkün olamadığının farkındayız. Kör bir dijital düşmanlığı yapmanın veya paranoya pompalamanın kimseye bir faydası yok. Biz bu dijitalleşme karşısında, transmedya atakları karşısında ne üretiyoruz. Nasıl bir kullanım klavuzu ortaya koyuyoruz. Bir virüs programımız var mı ya da iyi bir eşikbekçisimiyiz bunları tartışmamız lazım. Çokça şikayet edilen algı operasyonlarından, reklamların tüketime teşvik edici etkisinden en hafif zararla çıkmanın en güzel yolu, planlı bir şekilde yürütülecek olan “Yeni Medya Okumaları” ya da “MedyaOkuryazarlığı” eğitimleridir. Bu eğitimler Avrupa’da zorunlu halde iken Türkiye’de özel okullarda okutulmaya başlanmış, devlet okullarında ise seçmeli ders pozisyonunda kalmıştır. Dersi modere edecek kişi medya okuryazarlığı eğitimi ve formasyonu almış bir iletişimci olmalıdır. Yeni iletişim teknolojilerinin çaprazlama olarak mesaj aktardığı bu çağda “Winston” pozisyonuna düşmemek için bu eğitimlerin başlatılması önemlidir. Bu eğitimlerin başlamasından daha önemli olan mesele ise bu eğitimleri verecek eğitimcilerin yetiştirilmesidir.
GENÇLİĞE MANİFESTO
Ey Genç, Senin ömrünü Allah yolunda harcamaya ve Arşın gölgesinde gölgelenecek zuhur olmaya niyetin yok mu? Nedir bu başıboşluk ve izsizliğin yolu? Allah’ın izi sana yetmedi mi? Allah’ın boyasından güzel boya mı var ki? Her şeyi görüyor ve yaşıyorken kulak kapatamazsın. Duyan adam kulaklarını ne kadar sıkı tıkasa da, ses sızar. Sorumlusun kardeşim, her hıçkırığın ve inlemenin sesinden sorumlusun. Yarın Allah sorar, ne yaptın? Bunları duyan ve okuyan sensin, bir başkası değil. Demek ki senin bir şeyler yapman lazım, onun bunun değil. Akşam rahat uyuyamazsın kardeşim, önüne gelen yemeğe laf söyleyemezsin. Burası hesabın olmadığı amel yurdu ve yarın amelin olmadığı hesap yurduna göçeceksin. Kapılar senin tüm yüklerini sıyırırken bir tek amellerin sana yapışıp kalacak ve sen onunla ilerleyeceksin. Peki seni hangi güzel işin çıplak bırakmayacak ve hangi amelin zırhın olacak? Uykuların mı, yemeklerin mi, diplomaların mı yoksa susuşların mı? Vallahi ilk önce senden bunlar ayrılacak! Ayrılıp tartının aleyhine gidip ilk bunlar oturacak. Değer mi kardeşim bu güzel ömrü, ateşin yaktığı bir kağıt parçasına adamaya? Değer mi gözlerin açıldıktan sonra, sana hiçbir şey vermeyen saatlerce uykuya? O gün açılmaz mı gözlerin, haberlerde göz yumduğun kardeşlerinin durumlarına? Ve sanıyor musun ki hepsi gelip hesap sormasın birer birer senden? Hani görmemiştin, hani senin umurunda değildi? Ama soruldu, ilk de sana soruldu. Sen gençtin, Müslümandın ve sorumluydun. Ama sen mirasını ve tüm zenginliğini yangının ortasında bırakır gibi bıraktın gençliğini. Altın rengine boyanmış bir dünyayı gerçek sandın. Aldandın ve ona kapıldın. Öyle ya, seni ölüm anında ilk bırakacak olan da o değil mi?
Karantina
Rabia AKTAŞ
Ne sandın kardeşim? Sen böyle başıboş yaşarsın ve her şey güzel olur mu? Bunca acı ve sorun varken, kanalı değiştirince dertler yok olur mu? Olmaz kardeşim! Hele sen kanal değiştirince hiç olmaz. Senin kalkman lazım, o kanalları tek tek izlemen, haberleri okuman, takip etmen lazım. Harekete geçmen lazım. Gençlik, akşam namazı vakti gibi kısa ve hızlıdır. Sen kalkmazsan yatsın okunuverir ve fark etmezsin. Söyle kardeşim amacın nedir senin? Emperyalist düzenin diplomalı kölesi olmak mı? Yoksa kapitalist düzenin uyuşturduğu bir Müslüman olarak kalmak mı? Sonunu nasıl görüyor gözlerin? Hangi kanın boyadığı rüyaları görmektesin? Uyan kardeşim, vallahi uyan! Yarın kurtaracak olan diplomada yazan kelam değil inan. Harekete geçecek güç sende. Sen İslam’ın beklediği ve dua ettiği geleceğisin. Uyan ve harekete geç. Sadece Kuran okuyabiliyor olmak kurtarmaz. Bilgiler yüklü akıllar alim olmaz. Niyetin ciltlerce kitap taşıyan merkep olmak mı? Kendine yol çizmelisin, çizeceksin. Hem ilim yönünden gelişecek, hem de harekete geçeceksin. Davası İslam olan gence, arşın gölgesinin talibi derler. Davan da senden hareket bekler. Ya Hadi, bizlere bu halis niyetimizde hayırlı kapılar aç ve istikrar nasip et. Kalpler Senin elindedir ve Sen istediğini ilerletir, yükseltirsin. Bizleri davamızın yılmaz gençleri eyle. Yolunda harcanmış bir gençlik nasip eyle. Amel edemeğimiz ilimden koru ve sakındır Ya Rab. Ya Mucib, bizleri böyle derin bir Sen duyarsın. Sen duyunca gerisi sağır olsa da koymaz insana. Bir nefes daha gaflette bırakma bizleri. Biz mutlak olan ölümü, Senin yoluna adamış gençleriz. Muhakkak ki, Senden daha güzel bir dost yoktur. Bizleri Veliyy ismine layık gençler eyle ya Rab. Amin. İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn.
Haziran’15 • 21
Karantina
Karantina Ülkede eğitim bitmiş. Eğitimli ve varlıklı insanlar ülkeyi terk etmiş. Eğer bu savaş bir 10 yıl veya daha fazla sürecek olursa, ülke Esad’tan kurtulsa dahi bu sefer de ne ülkeyi idare edecek eğitimli insanlar ne de iş üretecek esnaf kalmayacak. Her savaşta olduğu gibi bu savaşın da asıl mağdurları kadınlar ve çocuklar; Suriyeli yetim sayısı şimdiden 1 milyon oldu. 7-8 yaşında tecavüze uğramış yüzlerce çocuk örneği var. Batılı Misyoner kuruluşlar, organ mafyaları Suriye’de cirit atıyor.
Suriye Raporu İ
slam coğrafyalarında oluk oluk kan ve gözyaşı akmaya devam ediyor. Yanı başımızdaki Suriye’de 5 yıldır süren bir savaş var. Bu 5 yılda 23 milyonluk Suriye’de her üç kişiden ikisi evinden yurdundan uzakta yaşamak zorunda kaldı. 5 milyon Suriyeli ülke dışında (Türkiye, Ürdün, Lübnan ve Avrupa vs) yaşıyor. 10 milyon Suriyeli ise ülke içinde kendince daha güvenli gördüğü yerlere sığınmış. Hums, Yermük gibi yerlerde yaklaşık 4 milyon insan kuşatma altında tutulduğu için istese dahi göç edemiyor. Savaş öncesi, merkez nüfusu 5 milyon olan Halep’te şimdilerde 250 bin insan ancak yaşıyor. Büyük şehirlerden başka orta ölçekli köyler bile Esad tarafından sürekli bombalanıyor. Esad’la beraber anılmaya başlanan “Varil Bombaları” koca binaları yerle bir etme gücüne sahip. Bu yıkım etkisiyle beraber 400m2’lik bir alanı tamamıyla yakıp kül etme gücü de var. Bu nedenle yıkımdan sağ kurtulanlar yanmaktan kurtulamıyorlar. Kimyasal ve diğer silahları anlatmaya yer yok.
22 • Haziran’15
TÜRKİYE’DE SURİYELİ MUHACİRLER:
Suriye içindeki insanlar, kan, gözyaşı ve sefaletle iç içe bir yaşam mücadelesi veriyor. Her an bombalanma, yolunun kesilmesi korkusu, insanların psikolojisini bozmuş. İnsanlar sadece Esad zulmünden kaçmıyorlar; IŞİD zulmünden kaçan insan sayısı da pek az değil. Türkiye sınırında, 200’den fazla kampta yaklaşık 300 bin insan yaşıyor. Elektriğin, suyun, kanalizasyonun olmadığı bu kamplarda bunca insan dışarıdan gelecek bir parça ekmekle karınlarını doyurmaya çalışıyor. 4 yıldır çadırda yaşayan insanlar var. Yazarken “4 yıl” çok basit geliyor. Çok değil, sadece 4 gün tüm aile bireyleriyle beraber 10m2’lik bir çadırda yaşadığınızı hayal edin; mahremiyet yok, konfor yok, temizlik yok, toz toprak içinde bir yığın paçavra ile yaşamak. İnanın 4 gün bile insanın psikolojisini bozmaya yeter. Sizler de tahmin edersiniz ki geceleri açlıktan ağlayarak uyuyan çocukların sayısı pek az değil. Çatışmaların yoğunlaştığı yerlerden (daha çok sınıra yakın) güvenli yerlere kitlesel göçler oluyor. Bu nedenle ülke içinde çok sık göç dalgaları yaşanıyor.
Türkiye’de 1,8 milyonu kayıtlı, (tahminen) 500 bini kayıtsız olmak üzere 2,3 milyon civarında Suriyeli muhacir var. 2,3 milyonluk nüfusun 260 bini AFAD tarafından sınır illerde kurulmuş Mülteci Kamplarında yaşıyor. Geriye kalan yaklaşık 2 milyonluk kitle, yerleşim birimlerinde kendi imkânlarıyla yaşam mücadelesi veriyor. Bu yazıda ağırlıklı olarak (AFAD Kampları dışında) kendi imkânlarıyla yaşam mücadelesi veren Suriyelileri işleyeceğiz. Asıl yoğunluk sınır illerde yaşanmakla beraber Türkiye içerisine dağılmış çok sayıda Suriyeli muhacir var. Türkiye’deki Suriyelilerin yaklaşık 100 bini Suriye’ye girip çıkmakta. Yine bu kitlenin yaklaşık 300 bin kişisi iş ve daha rahat bir yaşam umuduyla Türkiye içerisinde yer değiştirmektedir. Türkiye’deki Suriyeli Muhacirlerin başlıca sorunları: a) Barınma b) İstihdam c) Sağlık d) Eğitim e) Psikolojik Yıkım BARINMA: Doğal olarak sınır il ve ilçelerimiz, en çok göç alan yerler oldu. Kimi yerde yerel nüfus ile Suriyeli nüfus başa baş gidiyor. Hal böyle olunca ev taleplerinde patlama yaşandı. Ev fiyatları arttı. Daha önce bedavaya bile oturulmayan köhne yerler için ciddi rakamlar te-
laffuz edilmeye başlandı. Kimi yerlerde ev bulunamadığı için depovari dükkânlarda kalan aileler var. Aynı çatı altında birden fazla ailenin yaşadığı yerler bir hayli fazla. Bugün binlerce aile rutubetli, ışıksız ve yıkık/ dökük evlerde yaşıyor. Ve her kira döneminde fiyatlar katlanarak artıyor. İSTİHDAM: Aslında en büyük sorun istihdam/ işsizlik; insanlar bir gelir kaynağı bulduktan sonra barınmayı, sağlığı, eğitimi bir şekilde halledebiliyor. Merkezi Hükümet 2 yıldır Suriyelilere istihdam sağlamayı vaat ediyor fakat halen atılan somut bir adım yok. Muhalefet, ülkedeki bunca işsizliğe rağmen Suriyelilerin ülkeye kabulünü sıklıkla eleştiriyor. Hükümet, çalışma izni verdiğinde bu konuda ciddi bir eleştiri ve tepki gelmesinden çekindiğinden olsa, konuyu geveliyor ama somut bir adım atmıyor. Bu insanlara çalışma izni vermeyip avuç açmak zorunda bırakmak büyük bir zulüm. Bunun ne onlara ne de bize bir faydası yok. ABD, Kanada, Avustralya gibi ülkeler ekonomilerini ve işgücünü dinamik tutmak için her yıl programlı olarak dışarıdan göç alırlar. Eğer biz de belli bir çalışma politikası oluşturabilsek, bu insanlar bize yük değil motor olurlar. Ama ne yazık ki çalışma izni vermeyerek 2,3 milyon insanı asalak konumuna koyup hem onları incitiyor hem de sırtımıza yük ediyoruz. Suriyeliler içinde kendi alanında çok başarılı akademisyenler, işadamları, sanatçılar, zanaatkâr insanlar var. Bunlardan faydalanmak yerine bunları evde oturmaya mahkûm etmek hem onlara hem de bize büyük zulümdür. SAĞLIK: Suriyeli muhacirlerden AFAD üzerinden kayıt yaptıranlar, kayıt yaptırdıkları il sınırları içinde ücretsiz muayene olup ilaç alabiliyorlar. Bazı illerdeki Sağlık Müdürlüklerinin, AFAD birimlerinin anlamsız bürokratik işlemleri yüzünden ve hastanelerde dil sorunu nedeniyle Suriyeliler bu imkândan yeterince faydalanamıyorlar. Ama genel yaklaşım ve uygulama, sağlık sorununu büyük ölçüde çözmüştür.
Haziran’15 • 23
Karantina EĞİTİM: Suriyeli muhacirler 5 yıldan beri ülkemizde yaşamalarına rağmen ancak 2 yıl önce eğitim konusu yetkililerimizin aklına gelebildi. Geç adım atılmasına rağmen MEB bu konuda samimi davrandı. 2014 Kasım ayında Türkiye’deki tüm Suriye okullarına el attı. Suriyelilerin yoğun yaşadıkları illerde MEB’e ait bazı okullardan yarım gün eğitim yapanlarını Suriyeli öğrencilere tahsis etti. Türk öğrencilerin eğitimi bittikten sonra Suriyeli öğrenciler eğitime başlıyor. Bu okullarda Suriyeli Öğretmenler, Arapça olarak kendi müfredatlarını işliyorlar. Ekstradan Türkçe dersi var. En son kayıtlara göre ülkemizde 276 adet Suriye Okulu var. Bunların 24 tanesi AFAD kamplarında eğitim veriyor. Bu okullarda kayıtlı 247 bin öğrenci var. Ülkemizde okul çağında olan Suriyeli sayısı yaklaşık 900 bin. Bu istatistikten de anlaşılacağı üzere okuması gereken 4 çocuktan ancak bir tanesi okuyabiliyor, diğer üç kişi eğitimden mahrum. Güzel adımlar atılmasına rağmen eğitim alanında çok sorun var: Bu okullarda eğitim veren öğretmenlere
Karantina maaş verilmiyor. UNİCEF’in MEB üzerinden öğretmenlere verdiği aylık 220 USD eğitim desteği var. Bu rakam o insanların aylık kirasına bile zor yetiyor. Bu okullara kayıt yapan öğrencilerin 1/3’ü ulaşım olmadığı için yılı tamamlayamıyor. 10 yaşından büyük erkek çocukların önemli bir kesimi çalışmak zorunda bırakıldıkları için okulu bırakıyorlar. İHH’nın kurmayı planladığı (Suriyeli Öğrencilere yönelik eğitim verecek olan) “Okul TV”nin faaliyete geçmesi durumunda okul bulamayan veya çalıştığı için okula gidemeyen Suriyeli Öğrenciler için büyük fırsat olacak. PSİKOLOJİK YIKIM: Suriyeliler çok zor bir imtihan geçiriyorlar; zorluk üstüne zorluk yaşıyorlar. Bir yanda yaşadıkları ölüm ve yıkım diğer yanda vatanlarından uzakta yokluk ve zorluklar içinde verdikleri yaşam mücadelesi. Tüm bunlar yetmiyormuş gibi sığındıkları ülkemizde (az da olsa) bazı insanların itici ve dışlayıcı tavrına maruz kalıyorlar. Kendi gözleri önünde yakınlarının ölümüne şahit olmak, tecavüze, hakarete maruz kalmak,
varlık içindeyken birden avuç açar hale gelmek, çaresizlik ve belirsizlik… Maalesef her savaşta olduğu gibi bu durumun da en büyük mağdurları; kadınlar ve çocuklar. Tüm bu yaşananlar yetmezmiş gibi gördükleri şiddet ve baskı kadın ve çocuklara ikinci kez yıkım yaşatıyor. Burada anlatmamızın bile psikolojimizi bozduğu bu halleri o insanlar bire bir yaşadılar. Suriye toplumunun uzun bir süre psikolojik rehabilitasyon görmesi gerekiyor.
ENSARLIK GÖREVİNİ YAPABİLİYOR MUYUZ? Bu savaş, sadece Suriyelilerin değil aynı zaman da bizim de imtihanımız. Biz de duruşumuzla, yaptıklarımız veya yapmadıklarımızla imtihan oluyoruz. Ülke insanımızın büyük çoğunluğu üzerine düşen Ensarlık vazifesini yapıyor. Fakat Milliyetçi kesim (Türk-Kürt) ile Hatay, Adana, Mersin bölgesindeki Nusayrilerin önemli bir kısmı Suriyelilere hasmane davranıyor. Diğerlerine oranla daha az muhalefet eden Türk Milliyetçileri, klasik “Elin Arabından bana ne..?” tutumu içindeler. 24 • Haziran’15
PKK sempatizanı Kürt Milliyetçileri, Kuzey Suriye’de PYD güçleri ile IŞİD örgütü arasında yaşanan çatışmadan dolayı, Türkiye’ye gelen (Suriyeli Kürtler hariç) tüm Suriyelileri düşman görüyor. Ülkemizdeki Nusayri Alevileri, kendilerini Esad’a (Nusayri olduğu için) yakın görüyorlar. Direnişçileri, Suriye’deki Nusayrileri toptan yok edeceğini iddia ediyorlar. Bu nedenle Nusayrilerin büyük çoğunluğu ülkemize gelen Suriyelilere karşı hasmane bir tutum içindeler. Ak Parti’ye muhalefet edenlerin bir kısmı da kendilerini Suriyelilere karşı tavır almak zorunda hissediyorlar. Amele, garson, tarım işçisi, hamal gibi vasıfsız işlerde çalışan vatandaşlarımızın bir kısmı, iş bulamadıkları vakit bunu Suriyelilere bağlayıp tepki verdikleri oluyor. Yaşanan mazlumiyetten dolayı toplumun büyük çoğunluğu Suriyelilere merhametle yaklaşıyor. Bu yüzden karşıt olanlar çok fazla seslerini yükseltemiyorlar. Fakat Suriyelilerin yapacağı en ufak bir yanlışı dört gözle bekleyen, bunu provakatif eyleme çevirecek azınlık bir kesim var ki bunlara dikkat etmek lazım. Haziran’15 • 25
Karantina
Karantina SURİYELİ KUMA OLGUSU VE EVLİLİKLER:
Ülkemizde, özellikle Güneydoğu illerimizde her bekâr/dul Suriyeli kadına potansiyel “Kuma” gözüyle bakılıyor. Türkiye’de, evlenememiş, yaşı geçmiş veya ikinci evlilik peşinde olanlar, sanki bu zor şartlar altında Suriyeli aileler kız çocuklarını vermek için dört gözle kapının çalınmasını beklediklerini sanıyorlar. Güneydoğuda kadınların önemli bir kısmı bu yüzden Suriyelilere karşı tavır takındıkları görülüyor. Bu haksız ve yakışıksız yaklaşım, Suriyelileri hem incitiyor hem de tedirgin ediyor. Yaygın olmamakla beraber bizim vatandaşlar ile Suriyeliler arasında evlilikler oluyor. Kültür ve dil farklılığı yüzünden boşanmalar olsa da yaygın bir durum değil.
SURİYELİ MUHACİRLERDE AHLAKİ DURUM:
Bunca sıkıntıya ve yokluğa rağmen mevcut örneklerinin aksine, Suriyelilerde istisnai vakalar dışında fuhuş, hırsızlık, uyuşturucu gibi gayrı ahlaki durumlar yaşanmıyor. Medyada ve fısıltı gazetelerinde fuhuş haberleri sıklıkla çıksa da onlara göre çok müreffeh bir hayat yaşayan bizlerin bu alandaki suç oranına ulaşmış değiller. Geleneksel ahlaki değerler ve tutum, Suriyelilerin adi suç işlemelerine fazla fırsat vermiyor. Ama ileriki dönemler için bu kadar olumlu konuşmak mümkün olmayacak. Suriyeli gençler çok hızlı ahlaki erozyon yaşıyorlar. Hem toplumsal hem de siyasi baskılar altında yaşayan Suriyeli gençler Türkiye’yi bir özgürlükler cenneti gibi görüyorlar. Özellikle genç kızlarda bizim kızlara büyük bir özenti var. Suriyeli gençler, bir yanda geleneksel ahlaki yapıları ile diğer yanda bizim topluma olan hayranlık/meyil arasında bir ikilem yaşıyorlar. Yarın bu insanlar ülkelerine dönseler bile, bizden kapacakları “dünyevileşme/sekülerleşme” virüs yüzünden ciddi bir toplumsal çalkantı/kriz yaşayacaklar. Şu an yaşanan maddi zorluklar atlatıldıktan sonra Suriyeli aileler içinde eski ve yeni nesil arasında ciddi çatışmalar ve dağılmalar kaçınılmaz gözüküyor. 26 • Haziran’15
SURİYELİLER SAVAŞ BİTTİĞİNDE ÜLKELERİNE DÖNECEK Mİ? Bizim yaşadığımız bir Almanya tecrübesi var: İlk gidenler, birkaç yıl çalışıp para biriktirdikten sonra dönme hesapları yapıyorlardı. Fakat orada kalışları uzadıkça ve orada büyüyen çocukları dönmek istemeyince kendileri de mecburen orada kalmak zorunda kaldılar. Aynı psikoloji Suriyeliler için de geçerli. İlk başlarda Suriyelilerin tamamına yakını ülkelerine dönmek üzere Türkiye’ye gelmişlerdi. Fakat bu insanların Türkiye’deki kalışları uzadıkça geri dönmek isteyenlerin oranı azalıyor. Yaşlı kesim dönmekten yana ama genç nesil, kendilerini Türkiye’de özgür hissediyor; şimdilik sahip olamasalar da ileride zengin olma, lüks yaşama fırsatını bulacaklarını umuyorlar. Bu yüzden genç nesil Türkiye’de kalmaktan yana. Türkiye’nin savaş sonrası Suriyelilerin kalmasına yönelik tavrı esas belirleyici olacak. Ama Türkiye geri göndermek istese bile büyük bir çoğunluk Türkiye’de kalmak için tüm şartları zorlayacaktır.
TÜRKİYENİN SURİYE POLİTİKASI DOĞRU MU? Esad’a karşı direnişçilerden yana tavır almak, Suriyeli Muhacirlere sınırları açmak doğru bir karardı. Fakat Türk Hükümeti, Esad’la ilişkileri koparmada acele etti. Direnişçilerden yana tavır almakla beraber düşük seviyede de olsa Esad’la ilişkiler devam edilebilirdi. Kısmen de olsa arabuluculuk görevi yapabilir, böylece daha az kan dökülmesini sağlayabilirdi. Türkiye acele etti; Esad’ın birkaç ayda yenilip kaçacağını sandı. Batılı ülkelerin Esad’a karşı ciddi tavır alacağını sandı. İran ve İsrail faktörünü iyi hesaplayamadı. Zamanlama ve bazı tercihlerde yanlışlar yapılsa da genel Suriye Politikası doğrudur.
doğruysa, bu muhacirlere yönelik bir politika geliştirmemesi, gerekli planlamaları yapmaması bir o kadar yanlıştır. Asıl yanılgıyı, bu savaşın birkaç ayda biteceğini, bu insanların hemen döneceğini sanmasında yaşadı. Oysaki dünya tarihine bakıldığında, iç savaşların ortalama 17 yıl sürdüğü görülecektir. Bugün Suriye’de Esad devrilse bile siyasi istikrarın oluşması için en az bu kadar bir süreye daha ihtiyaç olacaktır. Bu yüzden Türkiye’nin, eğitimden istihdama, diplomasiden ekonomiye kadar birçok alanda uzun vadeli politikalar üretmesi zaruridir. Merkezi Hükümet, “kervan yolda dizilir” mantığıyla hareket ediyor. Hala ülkemizdeki Suriyelilerin yakın bir zamanda ülkelerine döneceklerini sanıyor. Hükümetin hala bir Suriyeli Mülteci Politikası yok. Bu durum sadece Suriyelilerin değil, bizim de canımızı acıtıyor.
SURİYELİ NÜFUS TÜRKİYE İÇİN PROBLEM OLUR MU? Şehirlerin varoşlarına yığılmış Suriyelilerin bir süre sonra gettolaşmaları kaçınılmazdır. Eğitimsiz, işsiz bu koca kitlelerin bulunduğu yerlerin zamanla birer suç yuvası haline dönmesi uzak bir
ihtimal değildir. Bunu önlemenin tek yolu, Suriyelilerin topluma entegrasyonu/uyumudur. Zaten kültür ve inanç olarak aramızda fazla bir fark yok. İstihdam ve eğitim sağlandıktan sonra ciddi bir uyum problemi kalmayacaktır. İlkokul 1. Sınıfında okuyacak Suriyeli çocukların mutlaka bizim MEB okullarına kayıt etmemiz lazım. Diğer sınıflarda okuyan çocukların MEB okullarına alınması dil ve eğitim sorununu beraberinde getirebilir. Ama 1. Sınıfta hem Türkçeyi hem de okuma yazmayı birlikte çok rahat öğrenir. Entegrasyon için istihdam çok önemli; kendi kendine yeterli olmayan insanlar haliyle şehirden kopuk kötü barınma yerlerinde birlikte yaşamak zorunda kalacaklardır. Belki şuan için adi suçlara karışmıyor olabilirler ama yaşamak için yarın kendilerinin de hoşuna gitmeyecek yollara sapabilirler.
KAMP UYGULAMASI NE KADAR DOĞRU? Türkiye’de AFAD’ın 24 adet Suriye Mülteci Kampı var. Suriyelileri şehirden uzak, insanlarımızdan kopuk, kamplarda oturmaya mecbur bırakmak belki kısa vadede iyi olabilir ama uzun sürede ne Suriyelilere ne de bizlere bir faydası olmayacaktır. Suriyelilerin ülkemizde daha uzun süre kala-
TÜRKİYE’NİN MÜLTECİ POLİTİKASI: Türkiye’nin Suriyeli Muhacirlere kapılarını açması doğru bir karardı. Ağır bir yükü omuzladı; bu yüzden büyük bir takdiri hak ediyor. Türkiye’nin bu konuda aldığı karar ne kadar Haziran’15 • 27
Karantina
Atölye
cakları aşikâr. Yukarıda entegrasyonun önemine değinmiştik. Bu kamplar entegrasyonun önündeki büyük engellerdir. Can güvenliği riski taşıyan askeri ve siyasi kimlikli insanlar için kurulan kamplar dışında, diğer kampların kapatılması ve Suriyelilerin şehir içinde bizim vatandaşlarla iç içe oturmaları sağlanmalıdır. Ülkemizdeki kamplar için ayrılan bütçe ile Suriye tarafında yeni kamplar oluşturulabilir.
KAMPLARIN SURİYE TARAFINA KAYDIRILMASI Suriyeliler için kurulan kampların, Suriye tarafında sınıra sıfır noktada kurulması daha doğru olurdu. Bunun birkaç faydası olurdu: a) Maliyet: Türkiye’de kurulan bir kampın maliyeti ile Suriye tarafında en az 2 kamp kurulur. b) Toplumsal Huzur: Birçok ilde bazı kesimlerin Suriyelilere yönelik bir defans sergilediğini hepimiz biliyoruz. Bu kampların Suriye tarafında olması durumunda içeride bizim vatandaşlarla Suriyeli Muhacirler arasında olası bir çatışma, huzursuzluk ihtimalini en aza indirirdi. c) Suriyelilerin Hayatlarını İdame Etmesi: Sınırımız boyunca ortalama 100-150 km derinliğindeki topraklar Suriye’nin en verimli topraklarıdır. Suriyeli çiftçiler, ailelerini sınırdaki kamplara yerleştirip kendileri iç taraftaki tarlalarını rahatlıkla ekip biçebilirler. Böylesi bir durumda içerideki ekonomik dinamizm savaşa rağmen devam eder ve avuç açmak zorunda kalan insanların sayısı ciddi oranda azalırdı.
28 • Haziran’15
d) Esad Rejimi Üzerindeki Baskısı: Sınır boyu oluşacak kampların varlığı, ister istemez dünya kamuoyunun gündeminde olacaktır. Bu da Esad Rejimi üzerinde uluslar arası arenada bir baskı unsuru olacaktır. e) Güvenlik: Sınırdan giriş ve çıkışlar azalacağı için, Suriye sınırında oluşan güvenlik zafiyeti de o oranda azalacaktır.
Selama Merâmım Ayşe COŞKUN
SONUÇ Suriye sorunu 5 yıldır sürüyor. Tarihteki iç savaşların ortalama 17 yıl sürdüğü göz önüne alınırsa, bu savaşın kısa sürede bitmeyeceği hesaplanmalıdır. Savaş bittikten sonra bile en azından hatırı sayılır bir Suriyeli kitle ülkemizde yaşamaya devam edecektir. Aslında her kaos bir fırsattır. Suriye krizi bir fırsata çevrilebilir ama bunun için oturup ciddi plan ve programlar yapılmalı. Planlı bir istihdam politikası ile şuan ekonomik yük olan Suriyeliler, ekonomimize artı bir katkı sağlayabilirler. Zihnimize çizilen misakı milli sınırlarından kurtulmak zorundayız. Suriye bizim dışımızda bir ülke değil; Irak, Lübnan, Filistin’in olmadığı gibi. Kaderlerimiz aynı; buralarda huzursuzluk varken ülkemizde huzur olması mümkün değildir. Suriye’deki durumu salt Suriye sınırları içinde değerlendirmek hata olur. Bu sorunun çözümü için Arakan’dan Fas’a kadar olan coğrafyayı, ABD’den Çin’e kadar olan egemen zorbaları birlikte değerlendirmek zorundayız. Suriyelilere yardım ederken aslında kendimize yardım ediyoruz; Suriye, Türkiye’den bir önceki kalemiz/mevzimizdir. Suriye kaybedildikten sonra sıranın bize geleceğinden kimsenin kuşkusu olmasın. Suriye aslında tüm İslam ümmetinin imtihan verdiği bir arenadır. Batılılar/Emeryalistler için Suriye, İslam coğrafyasında uzun süreli mezhepler savaşı çıkarmak için bir laboratuardır. Siyasi, ekonomik ve coğrafik/milli konjüktörler önemlidir ama hiçbir siyasi, milli ve ekonomik konjüktörler, mezhepler Allah’ın rızasından, Müslümanların huzurundan daha önemli değildir
Ankara İlahiyat
D
eğil mi ki pamuk ipliğine bağlı ellerimiz. Değil mi ki gözlerimiz birer hazine.İnsanın insana nazlanışına şahitlik ederken mevsimler, yitip gidiyordu her gün bir şeyler daha.Sözleşmek istese, kapılar sürmelidir bilir.Hep saklıyordu iyi geçinenler iyi geçimlileri.Saçlarına değmesini kirpiklerin, umursamıyordu. Yürüyorduk yollarda ve büyümeyi öğreniyorduk. Bencil olmamayı beceremiyorduk.Bize çalışsa halatlar kuyularda, gömleğimize el sürdürmezdik.Bu hayat bizim! Zayıflığımıza her maskeyi denedik.Bir yumruk patlatır gibi gökyüzüne, meydan okuyarak nizamın yıpratılmışlığına, her taşın altından çıkmışlığımıza yediremedik.”Ne me lazım”cı bizdik.Her yeni nârâ giz olup karışırdı bulutların kalbine, barışırdı.Yine de yağmurla affedip, yağmurla küfredip, yağmurla dua edip, yağmura dua edip, yağmurla sarılmayı öğrenip yağmurla terk edilirdik.Vefasızlık revaçtaydı, ters yüz etmemek rikkati, olmazdı.Ah ne hüsransın insanoğlu! Burnundan getiriyorsun anasını ağlattığın arzın.Püskürtse ciğerini,vallahi ciğeri beş para etmezlik olurdu maviler! Püskürtse âhını, tuz buz olurdu dağlar her zerreye. Tozlanmış yıllanmışlıkların lafı bile olmazdı.Geçen tek şey zamandı.El açık beklediğimiz, göz açık düşlediğimiz, dil açık küsmemişliğimiz, his açık kükremişliğimiz, deli divane sevmişliğimiz zamandı...
Haziran’15 • 29
Atölye
Atölye
İlah ve Rabb Yunus Emre YEGENOĞLU
Mehmet Akif ERSOY Anadolu İmam-Hatip Lisesi AND/9/C
S
onsuz güç ve kudret sahibi biricik İlahım olan tek Rabbimin adıyla; Dilimiz üzerinde yapılan katliamın bir sonucu mudur bilmem, en kutsal kelimelerin bile anlamını kaybettik. Yine şikâyet eden birisi daha diyeceksiniz haklı olarak şimdi. Ama en iyi yaptığımız da bu değil mi? Bununla başlayalım o zaman. Şikayet ederek. Günlük konuşmalarda kullandığımız kelimelerin anlamları hakkında nedense fazla düşünmeyiz. Mesela; “İlah” ne demek acaba? Bu “Rabb” kelimesinin kökü nedir? .. ? Gibi sorular… Bu tür sorular yönelttiyseniz kendinize, benden bir dua. “Rabbim, sen bu kullarına ilim ve firaset nasip eyle” Amin! Çünkü sorgulayıp daha iyisini bulacaksın ve ipin ucunu tutmuşsun kardeşim. Şimdi yüksek müsaadenizle konuya girmek isterim; İnsanı, ibâdete ve ilâh edinmeye iten etkenin asıl kaynağı, kişinin muhtaç ve güçsüz oluşudur1 Yani insan beşerdir ve son derece acizdir. Yaratılan en üstün varlık olmasına rağmen yeri gelir aşağıların aşağısındadır. Çünkü nefs sahibidir. Yaratılmıştır. Cüzi de olsa bir iradesi vardır. Ama aşağıların aşağısına inmek için adeta yarışan bu yaratık, cüzi iradesini sonsuz zanneder. Şımarır, kibirlenir, isyan eder. İşte nasipsizliğin zirve noktası mıdır yoksa kör veya sağır mıdır, bunu artık siz düşünün. Fakat ihlaslı, samimi müminler müstesna. On-
30 • Haziran’15
lar bu iradeleriyle İlah’larının Allah olduğunu kabul ederler, boyun eğerek de onu Rabb edinirler. Acziyetini anlarlar. Kendisinin tek başına hiçbir iş yapamayacağını, bütün nimetleri ona yaratıcısı, yani İlah’ının verdiğini idrak ederler. Onun kanunlarıyla yönetilmek isterler. Şu hakikati hiç unutmamak îcap eder ki, insanı Allah Teâlâ yaratmıştır. Bu sebeple kulunun huzur ve saâdet üzere bereketli bir hayat yaşamasını sağlayacak en güzel yolu da ancak O bilir. Nasıl ki bir cihazın arıza yapmadan verimli bir şekilde çalışabilmesi, onu yapan kişinin hazırladığı kılavuza uymaya bağlıysa, insan için de durum aynıdır. Kişi rahat ve huzurlu bir hayat yaşamak istiyorsa, Allâh’ın koymuş olduğu kaidelere riâyet etmelidir.2 Meselemiz şudur; Allah Teâlâ, alemlerin kuşkusuz yaratıcısı (İlah’ı), yani yoktan var edenidir. O ol derse olur. O insanı da yaratmıştır. İnsana sayısız nimetler vermiştir. Nimetini arttırması ve biz kullarını cennetle ödüllendirmesi için ise kullarının onun buyruklarına, emir ve yasaklarına uymasını, yani kullarının onu “Rabb” edinmesini istemiştir. “Rabb” kelimesinin anlamına gelince… “Rabb” , terbiye eden, kanun koyan anlamındadır. Şimdi soru şu; “Acaba biz İnsanlar, Allah’ı ilah edindiğimiz gibi aynı zamanda O’nu “Rabb” kabul ettik mi?” Kabul etmek gerekir ki soru biraz enteresan. Ama meali şu: “Biz Allah’ı aklımız vardı, kör değildik, tamam; O’nu yaratıcı kabul ettik. Ama O’nun buyruklarına uyduk mu? En önemlisi O’nun hükümleriyle hükmedip, O’nun hükümleriyle yönetip
yönetildik mi? İşte bunları yaptığımız zaman Allah’ı diğer İlah kabul eden din ve kavimlerden farkımız oluyor da bize Müslüman ve Mümin deniliyor. Allah’ın hükümleri değişmemiştir. Her asra uygundur, her kavime uygundur, her zaman dipdiri ve her zaman taptazedir. Kesindir. Kanunu budur Müslüman’ın. Ve nitekim Şehid Hasan ElBenna (rahmetullahi aleyh)’in dediği gibi: ‘’Kur-an bizim anayasamızdır.’’ Rabb kelimesini daha derin inceleyim ve tehlikeyi fark edelim: Sonra da (firavun) dedi ki: “Ben sizin çok yüce Rabbinizim.”3 Ayet hakkında tefekküre davet ediyorum sizleri. Firavun ben sizin ilahınızım demiyor. Zaten diyemez. Çünkü onun böyle bir meziyeti yok. Firavun yoktan var edemezdi. O rabb olduğunu yani kavmi üzerinde kanun koyanın kendisi olduğunu iddia ediyordu. Şüphesiz sapıtmıştı. “Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyenler, kafirlerin ta kendileridir” 4 Firavun bu sapkınlığı yüzünden hüsrana uğrayanların en acıklısı oldu. Hiç kuşkusuz günümüzde de birtakım “Firavunnameler” vardır. Hepsi de insanı hüsrana götürecek maddelerle doludur. Akıllara durgunluk veren ise “Müslümanım” diyenlerin bu “Firavunnameleri” batıldan alıp, kopyala yapıştır yöntemiyle tağut bir düzen oluşturmalarıdır. Heyhat ki heyhat! Farkında bile değillerdir. Tağutun düzenine boyun eğmektedir. Allah’ın hükümleriyle hükmedilmemenin adaletsizliği içinde hüsrana uğramıştır ve son derece mutsuzdur. Ve biz diyoruz ki “BİZİ YARATAN, YOKTAN VAR EDEN, YEDİREN İÇİREN
, NİMETİMİZİ EKSİZLİK VEREN VE BİZİ İSLAM’LA ŞEREFLENDİREN ALLAH, BİZİM İÇİN EN DOĞRU HÜKMÜ VERMİŞTİR! Çevrenize bakın ve düşünün. Cahiliye düzenini göreceksiniz. Bütün gücümüzle haykırıyoruz ve isyan ediyoruz cahiliye düzenine. Ve diyoruz ki : Allah’tan başka ilah yoktur! “ ” . İsyan ediyoruz. Allah başka ne kadar tapınılan varsa yıkıyoruz onu gönül denizimizde. “Yoktur”… Ondan başkasına yaraşmaz İlahlık diye feryat ediyoruz. Feryadımızı ettik; Dedik ki : “Ve kıyâmet günü, gerçekten biz bundan gâfildik (gâfilleriz) dersiniz diye (dememeniz için), senin Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından onların zürriyetlerini aldığı zaman onları, nefsleri üzerine şahit tuttu. (Allahû Tealâ şöyle buyurdu): “Ben, sizin Rabbiniz değil miyim?” Dediler ki: “Evet, (Sen, bizim Rabbimizsin), biz şahit olduk.”5 Şimdi… Unutanı uyarıyor muyuz? Hak ve hakikat yolunda ne yapıyoruz. En başında şikayet etmiştik değil mi? Şimdi yine başladık şikayete. Neyse cümlelerimi bitirirken sizleri Rabbimiz ve İlah’ımız Allah’a emanet ediyor ve yine bir soruyla bitirmek istiyorum müsaadenizle… Ne güzel söylemiş Üstad Sezai Karakoç; “Bu dünyada olup bitenlerin Olup bitmemiş olması için Ne yapıyorsun” (?) … Dipnotlar 1 Mevdudi-Kur’an’a Göre Dört Terim, Beyan Yayınları, s16 2 Osman Nûri Topbaş- Hakk’a Adanmış Gençlik, s.126,127 3 Kur’ân-ı Kerim » NÂZİÂT » 79/NÂZİÂT-24 4 Kur’ân-ı Kerim » A’RÂF » 7/A’RÂF-172 5 Kur’ân-ı Kerim » A’RÂF » 7/A’RÂF-172
Haziran’15 • 31
Ramazan
Ramazan
ARINMA VAKTİ HEMEN ŞİMDİ Vahap YAMAN
İ
nsanın yeryüzü ile tanışmasından sonra kendisinin dünyada imtihanına sebep olan pek çok yer, olay, kendisine tavsiye edilen tarza uygun bir yaşam şeklini benimsediği takdirde hayatının çok kolay ve isteğe uygun gerçekleşeceği konusunda hem uyarılmış, hem de gösterilmiştir. Yaratılışla beraber, suç makinası şeytan, Hz. Adem ve eşinin yaşam tarzına savaş açmış, her ikisini de suça teşvik etmiştir. Böylece insanın ilk imtihanında suç işlediğini, kirlendiğini, kural dışı davrandığını görmekteyiz. Kural dışı davranan Hz. Adem ve eşi suçun karşılığını anında görmüşler ve cennetten kovulmuşlardır. Dünyadaki kirlenmenin ilki ise, dünyevileşme hırsına mağlup olan Kabil ile başlamıştır. Kardeşler arasındaki mücadelede, egosuna yenilmiş, benlik duygusunun kirlettiği Kabil, kendisini daha da kirletecek ve üstelik hiç affedilmeyecek bir iş yapmış, kardeşi Habil’i katlederek kendisinin ilk imtihanından hüsranla çıkmıştır.
ŞEYTANIN YAPISINDA BARIŞ ANLAŞMASI FİKRİ YOKTUR. Şeytanla barış anlaşması yapılamaz. Şeytanla barış anlaşması yapmak diye bir şey düşünülemez. Şeytanla barışık yaşamak isteyenler hep yanılmışlar, zarara uğramışlardır. Şeytan onları hep azdırmış, suça teşvik etmiş ve yoldan çıkartmıştır.
32 • Haziran’15
Şeytan daima yolsuzluğu, sapkınlığı, düşmanlığı, kargaşayı, adaletsizliği önermiş ve teşvik etmiştir. Şeytanla dans edilmez. Suça bulaşmamak ve suçlu duruma düşmemek için şeytanla dans etmeye eğilimli olmamak gerekir. Bu günde kendimizin ve ailemizin yaşam tarzına savaş açan her türlü ve modern ve çağdaş görünümlü şeytan ve askerleriyle karşı karşıyayız. Bunlara karşı dik durmak, oyunlarına gelmemek, suçlarına ortak olup mağlup olmamak için, yaşam tarzımızı, hiç bir paha karşılığı değiştirmememiz gerekir.
SUÇ KİRLETİR Kirlenmek; arzu ve isteklerin kötülüklerden ve yasaklardan beslenmesidir. İsnanın en çabuk kirlenen yeri zihnidir. Kirli zihin diğer organlara onların hoşuna gidecek talimatlar gönderir, onların rotasını şaşırtır. Onları asli faaliyetlerinden alıkoyar, kötülüğe bulaştırır. Tüm kötülükler önce kirli zihinde belirir, şekillenir. Diğer organlarda kirli zihnin verdiği yanlış ve zararlı talimatları uygulamaya sokar. Kirli zihin cehennemi algılamaz. Ya cehennemi kabul etmez, ya da cehennem başkaları içindir, sen keyfine bak der. Bu algı eksikliğinin sonucu da hüsran ve dehşettir. Kalbi ve algısı açık olmayan ise dehşeti asla kavrayamaz. Kirli zihnin dönüşümü ise kararlılıkla devam edcek bir süreç ister ve zaman alır. Bu bakımdan süreçte hep diri ve dirençli olmak zorunludur.
İnsan bu süreçte ilahi mesajdan beslenmeli ve bu mesajın kurallarını hayat tarzına dönüştürmelidir. Allah’ın koyduğu sınırları aşmak insanı kirlendirir. Kirlenmeyi arttıran şey ise azgınlıktır. Suç ve kirlenme kendisine bulaşanı günahla tanıştırır. Suç, kirlenme ve günah arasında doğrudan bir bağ vardır. Suç insanı kirlendirir. Kirlenme ise insanı suça götürür. Suç, kirlenme ile birlikte insanın günahlara yönelmesini, yasak ve helal olmayan alanlara dalmasına sebep olur. Bedensel isteklerine gem vuramayanlar, onların azgın isteklerine boyun eğenler, isteklerini yasaklardan besleyenler Allah’ın gazabına uğrarlar. Suç, insanın kendisini aldatması ile ortaya çıkar. Suçlu duruma düşmemek için öncelikle kendi kendimizi aldatmaktan uzak durmamız gerekir. Yüce yaratıcımız, Rabb’imiz, insanı kirletecek istek ve talepler için kirliliğe sebep olmayan temiz ve helal alanlar var etmiştir. Arzu ve istekler, heva ve hevesler kötü şeyler değildir. Kötü olan, bunların kötülüklerden ve yasaklardan beslenmesidir. Kişi insani olan bu talepleri, meşru alanlarda ve meşru şekilde doyurmalıdır. İnsana, dünya nimetlerinin meşru ve helal alanlardan elde edilmesi, tüm davranış ve edinimlerinin Rabb’imiz tarafından adeta serbest bölge ilan edilen ve sınırlarını kendisinin çizdiği alanlardan kazanılması tavsiye edilmiştir. Belirtilen sınırların aşılmaması, bu alanların insan tarafından çok iyi korunması talebi, zaman zaman insan tarafından göz ardı edilmiş, kurallar önemsenmez hale gelmiştir. Müslüman, kendisine Rabb’imiz tarafından önerilen şekliyle, müslüman olması gerekirken, küresel ve seküler güçlerin önerdiği ve yaygınlaştırmaya çalıştığı yaşadığı kadar müslüman olama tuzağına düşürülmek istenmektedir. Bu sakıncalı bir durumdur. Günümüzde modern ve seküler dünya, suç işleyerek imanı ile ameli arasındaki bağı kopartmış, kirliliğe bulaşmış müslümandan hoşlanmakta, bu tip İslamcılardan endişe etmemekte ve hiç rahatsız olmamaktadır. İnsanı suça, harama itecek araçlar ve aygıtlar modern ve seküler dünyanın teknolojik gelişmelerle ortaya koyduğu sanal araçlar ve sanal ortamlarda günümüzde daha da yaygınlaşmıştır. Sanal ortamın vahşi cazibesi, kontrol mekanizmalarının
azlığı suçu ve kirlemeyi iyice hızlandırmaktadır. Günümüzde internet televizyondan daha fazla kirli insan üretmektedir. Her türlü maniplasyon haberler, tecessüs ve merakın tahrik edilerek, elde edilmek istenen amaç için üretilen yanlış ve yalan bilgilerin yaygınlaştırılması, ahlaki kirlenmeyi artırmak amaçlı porno yayınlar, küresel emperyalizmin hedeflediği ekonomik, siyasal, kültürel yıkımlar meydana getirmeyi amaçlayan yanlış bilgi ve sahte belgelerle maniple edilmiş, zıt istikametlere yönlendirilen kirli insan imali inrernetin en yoğun çalışmaları arasındadır.
FITRATA UYGUN YAŞAMAK Fıtrattaki Allah’ın kodlamış olduğu iyilikler, kirlenmemiş temiz aklın gayretleriyle ortaya çıkar. Hayat bulur. Fıtrat ve akıl insanın yaratılışındaki şekliyle saf, arı duru, temiz olsaydı- veya temiz kalsaydı- peygamberlere ve onların yolundan giden sorumluluk sahibi mü’minlere ihtiyaç duyulmazdı. Kirlenerek suç üretme makinası haline gelen akıl, fıtratı bozarak onu kendisine suç ortağı yapar. Dolayısı ile kirlenen bu ikiliyi temizlemek maksadıyla peygamberlere ve onun izinden yürüyen öncü ve önderlere ihtiyaç duyulmuştur.
TEMİZ KAL, ÖRNEK OL Şunu unutmamak gerekir. Temiz su ile kirli su birbirine karıştığında, kirli su kısmen de olsa temizlenmiş olur.Ancak temiz su kirlenmiş olur. Kişi kendini kirletmemesi için başkalarının ürettiği değerlerle yaşamayı asla kabul etmemeli, bırakın hepsini kabul ederek yaşamayı, bir kısmına dahi uymamalı, Allah’ın bizzat kendisinin projelendirdiği dinin kurallarına harfiyen uymalıdır. Dinin ritüellerinin hiç birisini savsaklamamalıdır. Hepsini bir bütün kabul etmeli, hepsine uymalıdır. Kuralları kendi içinde ayırıma tabi tutmamalıdır. Bunlar bana uygun alayım, bunlar bana hitap etmiyor, şöyle bir kenarda dursun dememelidir. İmanla küfür arasında hiçbir ortak paydanın olmadığını, hem iman, hem de küfürle beraber olunamayacağını bilerek, Allah’a teslimiyette sorun yaşamamalıdır. Allah’la ilişkileri bozuk olan toplumların birbirleri ile olan ilişkilerinin de bozuk olacağının farkında olunmalıdır. Dünya tarihi bunun bolca örnekleri ile doludur. Haziran’15 • 33
Ramazan
Peygamberlerin de, zihni kirlenen toplumları temizlemek için gönderildiğini bilmelidir. Arınmış tertemiz bir hayat sürdürmek isteyenler, hesaplarını kolay vermek isteyenler, toplumda iyi bir örneklik yapmak isteyenler, iyilerle anılmak isteyenler, zihinlerini ve hayat tarzlarını kirleterek suçlu duruma düşürecek davranışlardan kaçınmaları gerekir. Toplumun, ülkenin ve dünyanın tüm kötülüklerden arınmış, harama bulaşmamış, arınmış, temiz insanlara ihtiyacı var. Bu temiz insanlar, kendisini oto kontrole tabi tutanlar, kendisini isteyerek ve bilerek başkalarına kontrol ettirerek yanlış yapma şanslarını azaltanlardır. Bunlar bilirler ki tevbe ve isyan değerler mücadelesinin iki temel unsurudur. Yanılıp suç işlemişlerse, tevbenin hata ve günah silen iyi bir silgi olduğunu daima hatırlarlar. Yazının başında belirtilen, suç işleyerek cezalandırılan Adem ve eşinin yaptığı ilk iş, kendilerini kirleten suçlarının farkına varıp, kendilerini hemen sorgulamaları, Rabb’lerine af edilmeleri için birlikte tevbe ederek yalvarmaları, insanın kirlenme kaşısında atacağı ilk adımı göstermesi açısından önemli bir örnektir. Adem ve eşi dediler ki: Ey Rabb’imiz biz kendimize zulmettik. Eğer bize acımaz ve bizi bağışlamazsan mutlaka zarar edenlerden oluruz. Araf/23 Suç işleyebilir, kirlenebilirsiniz. Suçtan korkmayın, suçunuzun farkına varın, onunla mücadele 34 • Haziran’15
Ramazan
edin. Suçu affedecek yaratıcıya boyun edin, teslim olun, O’na kullukta samimi olun.
SUÇ ÖRGÜTLERİNE DİRENİŞ Kirletilen ve suçlu üretme makinası haline gelen yer yüzündeki küresel ve yerel zulmün, soygunun, adaletsizliğin ve küfrün kendiliğinden son bulmayacağının farkına varmak en temel kavrayışlardandır. Bu kötülüklerin örgütlenmiş, mücadeleden yılmayan, direniş ve karşı koyma bilincini elde etmiş, dünyevi imkanlara sahip olma arzusuyla yolunu ve çizgisini kaybetmemiş birlikte mücadele etmeyi benimsemiş, kimlik sahibi insanların mücadele azim ve ruhuyla mümkün olabileceğini, protest tavrın inşa diliyle güçleneceğini, inşa dilinin ise devrimin ve dirilişin ayak sesleri olacağını iyi bilinmelidir. Ayrıca dirilişin, yol haritasını bizzat ALLAH’ın çizdiği arındırma projesinde yer almakla ve bu proje için ter dökmekle sağlanabileceği, hiçbir kişi ve toplumu dışarıdan birilerinin gelip kurtarmayacağının farkındalığını hiç unutmamak gerekir. Temiz olabilmek ve temiz kalabilmek isteyenler: arınma çabalarında geç kalınmaması gerektiğini düşünür. Yüzünün hep aydın olası için, zihninde ve yaşayışında oluşan kirlilikleri temizleme çabasından asla geri durmaz. Hayat tarzında bir kirlenme hissederse Rabb’i ile temas kuruş şeklinde bir arıza olduğunun farkında olur ve temasdaki aksamaları tamir eder.
Çünkü kirlenmeden dosdoğru yaşanmış bir hayatı elde etmenin, gelecek için en iyi yatırım olduğunun farkındadır. Kulluğu düzgün yapabilmenin, övülmüş ve örnek gösterilmiş, hesabını kolay vereceği bildirilmiş insan olmanın ilk adımı kişinin kendisini arınmaya ve arındırmaya hazır hale getirmesidir. Arınmak her şeyin merkezine Allah’ı almaktır. Allah’ın hayata müdahalesini kabul edip boyun eğmektir. O halde! Arınma çabalarımız, vazgeçilmez sevdamız ve tutkumuz olsun. İşte bu arınma ve temizlenme çalışmalarının daha yoğun, daha fazla yapıldığı günlerden birine Ramazan’a ulaştık. Özellikle bazı gün ve aylar, arınmada oluşturduğu mistik ve manevi havanın yoğunluğu ve coşkusu ile öne çıkmaktadır. Cuma günleri, Ramazan ayı, İsra ve Kadir geceleri, haram aylar, Ramazan ve Kurban bayramları özellikle bu coşkuyu zirveye taşıyan günler ve aylardır. Ruh ve beden dinginliğine ulaşmak insan oğlunun zaman zaman ihtiyaç duyduğu bir olgudur. Kendini yenilemek ve kendisi ile yüzleşmek isteyen insan bunu sakin huzurlu bir ortamda kolayca başarabilir. Ramazan yenilenme ayıdır. Yaşanan dünyeviliği kırma, yok etme, derlenip toparlanarak, hakikatı hatırlayıp gereğini yapma zamanlarıdır. Bilerek ve bilmeyerek işlenen günahlarımıza tevbe etme, affedileceğine yürekten inanarak Allah’ın rahmet ve mağfiretine sığınma günleridir. Hatalarının ve günahlarının affedileceğine inanan kimse bir daha bilerek günaha düşmemek için suç işlememeye söz vererek yenilenmesini sağlamış olur. Cennet bütün kapılarının sonuna kadar açıldığı, Cehennem kapılarının tamamen kapandığı, azgın şeytanların bağlanıp tesirsiz hale getirildiği müjdesinin Hz. Peygamber tarafından verildiği Ramazan ayında İslami kimliğe daha doymuş bir hale gelmenin gerekleri yerine getirilmelidir. Gereğini yapan, gereği gibi davranaan, yenilenmek ve temizlenerek arınmak isteyenlerin çabalarını Rabb’imiz bakın nasıl değerlendiriyor. Muttakilere vaad olunan cennetin durumu şöyledir: İçinde bozulmayan sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenlere lezzet veren şaraptan ırmaklar, ve süzme baldan ırmaklar vardır. Orada meyvelerin her çeşidi onlarındır. Rablerinden de bağışlama vardır. Hiç bu, ateşte ebedi
kalan ve bağırsaklarını parça parça edecek kaynar su içirilen kimselerin durumu gibi olur mu ?” Muhammed/15 Ramazanla, kendini sorgulamaya, hatalarından dönmeye, Rabb’iyle kurmuş olduğu temasındaki aksamaları düzeltmeye, dua ve tevbe ile arınmaya niyet edenlere bazı güzellemeler: Kur’an’ı hayatınızın tam merkezine koyun. O sevgiliniz olsun. O nunla daima elele, kolkola, koyun koyuna olun. Sadece başınız sıkışınca Onunla temas kurmayın Hedefinizi belirleyin, öyle yola çıkın Hayatınızın hiç bir döneminde ucuz adam olmayın İsminizi lekelemeyin, temiz tutun ki, başınız öne eğik olmasın Daima güvenilir olun. Peygamberimiz Hz. Muhammed’in peygamberlik öncesi Mekke’lilerin kendisine verdiği emin ve güvenilir insan sıfatının, İslam’ı insanlara aktarmadaki gücünü unutmayın. Okuyun, bilgili olun, doğru bilgi edinin, bilgiyle kendinizi değiştirin. Bilgiyi kaynağından öğrenin Güçlük ile başarısızlığı, hırs ile azmi birbirinden ayırın. Başarıyı yakalamak için hırsa kapılmadan, azimle güçlükleri aşmayı bilin. Menfaatleriniz için, ucuz adam olmayın. Geçmişi ders almak için anın, geçmişe takılı kalmayın. Geçmişiniz ayağınıza bağ olmasın Gününüzü temiz ve güzel yaşayın ki, geleceğinizde yüzünüz kızarmasın. Yaptığınız kötülükleri başkalarına aktarmayın ki, kötülükler meşru hale gelmesin. Kötülüklerin ve günahın TEVBE silgisi ile silinebileceğini unutmayın. Başkalarının da günahlarını sildirmesine destek verin, yol gösterin, duayı hayatınızdan hiç çıkarmayın. Allah’a kulluk etmekten, hayatın her anında DUA ya yer vermekten uzaklaşmayın. Allah’a sığınmanın ve duanın lezzetini daima yaşayın. Rabbiniz şöyle dedi: “Bana dua edin, duânıza cevap vereyim. Bana kulluk etmeyi kibirlerine yediremeyenler aşağılanmış bir hâlde cehenneme gireceklerdir.” MÜ’MİN Suresi/ 60 Zifiri karanlik gecede bir mum yak da senin ışığına koşanları gör. Senden aydınlanmayı bekleyenler var. Hep öncü ve umut ol!
Haziran’15 • 35
Ramazan
Ramazan
Kazakistanda Ramazan Toluejan GALİYEVA
A
ssalyamu aleykum ua rahmatullahi ua barakatuh! Benim adım Toleujan, Kazakistan’lıyım. Sizlere Kazakistan halkının Ramazan ayını nasıl geçiriyorlar, genel olarak Kazakistan ve Müslümanları hakkında biraz bilgi vermek istiyorum. Kazakistan Cumhuriyeti, Orta Asya’daki bağımsız bir devlettir. Dünyanın en büyük dokuzuncu ülkesidir. Müslüman ülkelerin ve Türk devletlerinin yüzölçümü bakımından en büyüğü, doğal kaynaklar bakımından da en zenginidir. Komşuları olarak kuzeyde Rusya, güneyde Türkmenistan, Özbekistan ve Kırgızistan, doğuda ise Çin Halk Cumhuriyeti bulunmaktadır. Yaklaşık 18 milyon nüfusa sahip olan Kazakistan’da, 11 milyon Müslüman yaşıyor. Müslümanların yüzde 65’ini Kazaklar oluşturur-
36 • Haziran’15
ken onları Özbek, Uygur, Tatar, Kırgız, Başkırd, Tacik, Azeri ve Çeçenler de izliyor. Senelerce Rusya sömürgesi altında olduğundan dolayı, Kazakistan’ın resmi dini İSLAM olmasına rağmen, genel olarak halk İSLAM dinine göre yaşamıyorlar. Ateist komünist rejim, DİLimizi ve DİNimizi unutturmaya çalışsalarda bile kalplerimizdeki imana dokunamamıştır. Bugün de halkımız, her ne kadar bir kısmı İslâm’ı yaşayamasa da kendilerinin Müslüman olduklarını alhamdülillah biliyorlar ve dilleriyle ikrar ediyorlar. Allah’a şükür artık 25 senedir Bağımsızlığın içerisindeyiz. Ve yavaş – yavaş çocuğun yürüdüğü gibi DİNimizi öğrenmek ve yaşamak çabasındayız. Bağımsızlığımızın hemen akabinde kurulan Diyanet İşleri Başkanlığımızı desteklemek suretiyle camiler inşa edilmeye başladı. Camilerin sayısı az olsa da
içini dolduran gençlerimiz bulunmaktadır. Peki, neden gençler diye sorarsanız, anne – babalarımız ″Biz Sovyet adamlarıyız″ derken, onlarla mücadele eden ve artık gerçeğin farkına varan gençlere sahibiz. Bu gençlerin, anne ve babalarına karşı durmaları çoğu zaman namaz kılmalarından ve sakal bırakmalarından dolayı evden kovma, kızların ise sokakta herkesin önünde anne ve babası tarafından başörtülerini zorla çıkarma gibi zorluluklarla karşılanmaktadırlar. Hâlbuki onlardan dinini sorarsan hepsi – Müslümanlar. Kazakistan’daki bazı arkadaşlarımın anne ve babası Hıristiyan dinini Sovyet zamanındayken kabul ettiklerinden dolayı evlerinde rahatça ibadet edemiyorlar. Gidebilecek tek yerleri de camidir. Caminin de çok sayıda olmadığını söylemek isterdim. Şimdi bu gençlerin hallerini biraz hayal edin ki, Türkiye’de mevcut olan Cami sayısının ve güzelinin, içinde bulunan Hocaların değerini bilin. Tabi ki de Türkiye’nin 30 sene önceki hali de aynıydı dersiniz. Haklısınız! Ama burada dini özgür, serbest olarak yaşamaya bırakınca artık insan varlığı önemsemez. Belki de bizde de aynı şekilde olurdu, onu bilemiyorum. Allah’u A’lem. Hem ne kadar dinini zor şartlarda yaşarsan sım sıkı tutarsın, yaptığın şeylere dikkat edersin, önemsersin, kıymetini ve değerini bilirsin. Her neyse, şu anki için Kazakistan’ın adım adım İSLAM konusunda ilerlediğini söylemek istiyorum. Ve gelecekte, başörtü takan kardeşlerimize, sakal bırakan ağabeylerimize sanki uzaydan gelmiş gibi tuhaf tuhaf bakmazlar, terörist muamelesini yapmazlar inşaAllah. Kazakistan’da on bir ayın sultanı olan Ramazan ayına gelirsek, bu mübarek ayı karşılamaya hazırlanan Kazaklar da konuk ağırlama geleneklerine önem veriyor. Kazak halkının tümü Ramazan ayında oruç tutmasalarda bile oruç tutanlara iftar vererek saygı gösterirler ve önemserler. Kazakistan’da iftar kelimesi ‘’auız aşar ‘’ kelimesiyle ifade ediliyor, harfiyen tercüme edildiğinden bu “ağız
açar” anlamına geliyor. Genelde Kazakistan’daki iftar sofralarında Kazak geleneksel yemeği ‘’beş parmak ‘’ adıyla bilinen et yemeği , özbek pilavı ve bauyrsak bulunuyor. Tabi ki çok farklı lezzetli yemekler de var ama bunlar önde olan yemek çeşitlerindendir. Kazakların etcil bir millet olduğundan dolayı çoğu yemeklerde et bulursunuz, hatta çorbada da bile. Özellikle at etini seven bir halktır. Yanı sıra, ″kımız″ - at sütü, ″şubat″ - deve sütünü içerler. Çok faydalıdır. İftara gelince, evin içerisinde her ailede oruç tutan olmayınca iftar vakti geldiğinde her zamanki gibi akşam yemeğini yemiş gibi oluyorsun. Evin dışında Ramazan’da bir kere olsa da iftar yapan bazı kurumlar da var. Hatta, Türk kurumları İHH, TİKA ve Kazakistan’daki Türkiye KonsolosluHaziran’15 • 37
Ramazan ğu tarafından yapılan iftarlar yapılıyor. Allah onlardan razı olsun! Ve bide din kardeşler arasında bir araya gelip, arkadaşlar toplanıp, birlikte sofra hazırlayıp, içlerindeki birisi dini bilgileriyle paylaşarak güzel bir vakit geçirirler. Bunun dışında Ramazan ayında Kazakistan’da teravih namazı hatim ile kılınıyor. Teravih namazlarında camilerimiz doluyor. Cami içine sığmayanlar dışarıda halı üzerinde imama uyarlar.Hatta şehir merkezlerinde bulunan camiler ihtiyacı karşılamakta zorlanıyor. Bilhassa gençlerimizin dine rağbeti çok fazla alhamdulillah. Cemaatinin %80’i gençlerden meydana geliyor. Diğerleri orta yaş ve az da olsa yaşlılardır. Böylece, az – çok da olsa Kazakistan’ı ve Müslüman kardeşlerinizin durumunu öğrenmiş oldunuz. Türkiye’de yaşayan, oturan, ikamet eden tüm gençlere söylemek istediğim tek bir ricam var. Bulunduğunuz ülkede İSLAMı rahatça yaşadığınız, anne – babanızın, yakınlarınızın, akrabalarınızın, arkadaşlarınızın, komşularınızın, camilerin kıymetini bilin istedim. İbadetlerinizi koruyun, şeytana emanet olarak bırakmayın, hadiste denildiği gibi namazdan hırsızlık etmeyin, başörtülerinizi Kuran’daki gibi (Ahzâb Suresi, 33/59). “Mümin kadınlara da şöyle: Gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Ziynet yerlerini açmasınlar. Bunlardan kendiliğinden görünen kısmı müstesnadır. Başörtülerini yakalarının üstüne koysunlar. Ziynet yerlerini kendi kocalarından, babalarından, kocalarının babalarından, oğullarından, kocalarının oğullarından, kendi erkek kardeşlerinden, kendi kardeşlerinin oğullarından, kız kardeşlerinin oğullarından, kendi kadınlarından, kölelerinden, erkeklik duygusu kalmayan hizmetçilerden veya henüz kadınların gizli yerlerine muttali olmayan çocuklardan başkasına göstermesinler.
38 • Haziran’15
Ramazan Gizleyecekleri ziynetleri bilinsin diye ayaklarını da vurmasınlar. Ey müminler! Hepiniz Allah’a tövbe edin. Böylece korktuğunuzdan emin” umduğunuza nail olasınız” (en-Nûr, 24/31). Bu ayeti zaten her gün okuruz, ama her gün okuyup ta önem vererek, o ayetle amel eden az kimse. Unutup ya da nefsine uyan kardeşlerimize bir hatırlatma niyetiyle inşaAllah doğru yolu bulmalarına temenni ederim. Çünkü son zamanlarda kızlarımızın gereği üzere başörtüyü takmadıklarını fark ettim. Şallarını ayıp olmasın diye omuzlarına bırakıp avret yerlerini yukarıdaki ayette belirttiği gibi kapatmıyorlar. Aynı şekilde bu ifadeyi yani tesettür konusu hakkında erkeklere de nida ediyorum. İnşaAllah Rabbim doğru yoldan kaydırmasın, saptırmasın! Keşke bilseniz zor şartlarda yaşayan Müslüman kardeşlerimizin hallerini. Belki de dersiniz, ″ne kadar az şükür ediyoruz″ diye. Üstelik, yaptığımız namaz, oruç, zeket, hac ve tesettür gibi ibadetlerde Allah’ın emir ettiği ve razı olacağı halde, şekilde yerine getirmeliyiz. Artık taklitten tahkike ulaşmalıyız. Bilim üzerimize farz olduğu gibi büyük çalışmalar yapmalıyız. Çünkü düşmanlarımız müthiş bir şekilde çalışıyorlar ve Müslümanları yok etmek için her türlü tuzak kuruyorlar. Bunları engellemek için tembelliği terk edip bilinçli olmaya yola çıkmalıyız. Son olarak, Mübarek Ramazan Bayramı tüm ulusumuza kutlu olsun! Allah tüm inananlara nice huzurlu, bereketli bayramlar nasip etsin! Niyet – dualarınızı makbul eylesin! Salih amel işlememize, Allah’ın razı olduğu gibi yaşamamıza, İslam şart – emirlerini hakkıyla yerine getirmemize nasip etsin! “Ey iman edenler! Samimi bir tevbe ile Allah’a dönün..” Tahrim/8 Tevbelerin geri çevrilmediği Rahmet ve Mağfiret yüklü Ramazan ayınızı tebrik eder hayırlara vesile olmasını dilerim. Ramadan Mubarak!
Bu Bir Özeleştiridir Zeynep AKSU GÜZEL
R
amazan 11 ayın sultanı beklenen özlenen. Değerlendirildiği taktirde Müminler için bir velinimet, Kuran’ın indirildiği mübarek ay. Ayetle sabit, bin aydan daha hayırlı Kadir gecesini içinde barındıran kutlu mevsim. Bir arınma, ibadet ayı. Her anının yaşanması, dolu dolu geçirilmesi gereken mevsim. Müslümanların bir nevi miladı. Ramazanla gelen arınmayla kendimize söz verip bunu diğer 11 aylara da yaymak, ibadetlerin, zikirlerin, Kuran’ı Kerim tilavetinin sürekliliğini, sağlamak için bir milad sayabiliriz. Peki biz Müslümanlar için din ve dini yaşamak sadece zahidlik boyutunda ibadet mıdır ? Kesinlikle hayır! Biz müslümanlar olarak biliriz ki her anımızı, her hareketimizi rızai ilahiye için yaşamaya çalışırsak, biiznillah her anımız ibadet hükmünde olur. Ama bu hassasiyet çok önemli. Her daim yaratanın seni gördüğünü duyduğunu kalbindekine dahi Hakim olduğunu bilmek, unutmamak ve ona göre yaşamak gibi bir hassasiyet taşıyanlara nasip olacak bir şey her anın ibadet sayılması. Peki nefislerimize döndüğümüzde her anımızda gerçekten bu hassasiyeti yaşıyor, taşıyor muyuz? Rabbimizin bizi her daim gördüğü, bildiği ve her daim onun huzurunda olduğumuz bilincini hep hatırımızda tutuyor muyuz? Sanal gerçeklikle imtihan olduğumuz bu günlerde özellikle bu hassasiyeti klavye başında ne denli yaşadığımıza değinmek istiyorum. Gerçekten ağır bir imtihandan geçiyoruz. Son 10 senedir, hassaten de son 5,6 senedir maruz kaldığımız/esir olduğumuz bir sanal gerçeklik ve sosyal hayatımızı ele geçiren sosyal (!) sanal platformlar. .. Birçoğumuzun kendini ifade kürsüsü haline gelen bu platformlar aslında gerçek sosyal platformlarda yapamayacağımız şeyleri bizlere yaptırabilen hain bir pusu. Insanlarla yüzyüze iletişimimizde kullanamayacağımız ağır dili, üslubu kullandıran; kadın/erkek ilişkileri hassasiyetimizi yoksaydıran, haramları meşru gördüren mekanlar halini almış durumda. Müslüman hanım kızlarımızın gayet şık, boyalı profil fotograflarının altında gülücüklü, göz kırpmalı tweetler
atmaları tam bir kişilik karmaşasına bir örnek. Veya bunu eleştiren Müslüman delikanlıların misliyle zafiyet yaşamaları trajedisi malesef ki sanal gerçekliğin bir realitesi. İşin vakit kaybı, mâlâyâni ile meşguliyet boyutunu düşününce içinden çıkılmaz, tevil edilemez gerçeklikler kapı gibi suratımıza çarpıyor. Vicdanımızın fetva vermediği bu durumlara “ama arkadaşım da öyle, diğer arkadaşım da” gibi nefsi bir fetvayla devam ediyoruz malesef. Kelimelerle egomuzu beslenmemizin yanı sıra görsel paylaşımlarla ve ‘check in’lerle de kendi sürecimizi tamamlıyoruz. “Bu mekana gittim, şu sofrada oturdum ve şu marka ayakkabıyla koştum, şu çantayla poz verdim” in bir ifadesi olan görsel sosyal paylaşım sitelerinde de acaba çok paramız olduğu görgüsüzlüğümüzü mü, yoksa bir çantaya 3000 dolar verme ahmaklığımızı mı gösteriyoruz? Acaba bu sitelerin bio kısımlarına “evli, mutlu, çocuklu” yazarken; “yaşasın ben de zevc/zevce buldum çatlayın a dostlar” mı diyoruz. Kendi iradi kazanımlarımızdan ziyade Allah’ın lütfettiği/imtihan ettiği şeylerle övünüyoruz. Ya da beğeni arttıkça nirvanaya mı ulaşıyoruz (bir Müslüman olarak)... Bu bir özeleştiridir. Kendimizi uzak tutmaya çalışmamız gerektiğini başta kendi nefsime hatırlatmamın bir yansımasıdır. Zira çevremizde bunların çokça yapılması vicdanımızı rahatlatmaya yetmemeli.Ramazan miladımız olsun. Boş işlerden geri duralım, mümin kardeşlerimizin kalbini kırmayalım, nefsi arzularımızın bizi esir almasına engel olalım. Klavyenin kemiği yok diye ipin ucunu kaçırmayalım. Ramazan miladımız olsun. Arınalım, özellikle bu hususta birbirimizi kardeşçe uyaralım. Satırlarıma son verirken nefsim adına da bu uyarıyı talep ettiğimi öncü kardeşlerime bildiririm. (Buraya utangaç bir gülücük evet) Not: Sosyal medyada geçireceğimiz vakti #haramıterket #haramlarlasavaş gibi etiketlerle ve böylesi kampanyalarla değerlendirebiliriz. Haziran’15 • 39
Ramazan
MAVİ MARMARA:
Ramazan
NUH’UN GEMİSİ
Halil İNCEKARA
D
erken Nuh’a şöyle vahyettik: ‘’Şu kesin ki, daha önce inanmış olanlar dışında bundan böyle toplumundan kimse sana inanmayacak. Artık, onların yapa geldikleri şeylerden dolayı sakın üzüleyim deme! Bizim rehberliğimiz altında ve bildirdiğimiz şekilde gemiyi inşa et ve (bundan böyle) sakın kendisini harcayan kimseler hakkında Bana başvurma! Şu kesin: onlar boğulacaklar’’. (11/Hud, 36-37.) Bu ayetten yola çıkarsak, Mavi Marmara’dakiler-farklı ülkelerden, farklı dinlerden, farklı yaşlardan vicdanlı, inananlar hareketi- Nuh’u ve O’na inananları; barbar, Siyonist İsrail ve onun işbirlikçisi tüm zulüm odakları ise azgınlaşmış olan, helak olacak olan kavmi temsil etmektedirler. İlahi yasadır, biliyoruz ki tuğyan olan yerde mutlaka tufan olur. Rağıb’ın tarifine göre tufan, ‘’insanı çepeçevre kuşatan felaketin adıdır’’. Onun için yaşadığımız bu olaylar, kazandı-
40 • Haziran’15
ğımız şehidlerimiz, İsrail’in felaketinin, sonunun başlangıcı, ilk adımları olmuştur, olacaktır. Çünkü her şey inceldiği yerden koparken zulüm kalınlaştığı yerden kopar. Nuh(a.s) Rabbinden aldığı bildiri ile gemiyi yapmaya başlamıştı. Hem de karada yapıyordu gemiyi. Bu ne demekti peki? Allah’a olan güvenle atılan adımları Allah boşa çıkarmayacaktı. İnananlar-sadece müslümanlar değil hem islami hem de insani olarak hareket eden, vicdanının sesini dinleyen erdemliler hareketi- yeter ki Rablerine güvenip karada gemilerini inşa etmeye başlasınlar lazım olduğunda Allah suyu, denizi gönderip gemiyi yüzdürecekti, inananları kurtaracaktı. Gönderilen bu su erdemlileri, temiz akıl sahiplerini, vicdanlıları kurtarırken, onlara rahmet olurken, zulmedenler, laftan anlamayanlar için ise tufan olacaktı ve onlar boğulacaktı. Haziranın ilk sabahında açık denizde yaşanan olaylar geçmişte yaşanmış bir kıssanın bugün tekrar etmesiydi. Yani karada gemi inşa edenlere Allah’ın rahmetini göndermesinin adıdır Mavi Marmara. Mavi Marmara şehidlerinin, şahitlerinin kanı
bereketini getirecektir ve getirmiştir de. Terör devleti İsrail orta doğuda iyice yalnızlaşmıştır. Yaşanan bu son gelişmelerle en samimi müttefikleri bile Siyonist çeteyi savunamaz hale gelmişlerdir neredeyse. Bugün orta doğuda yaşadığımız halk ayaklanmaları ile terörist İsrail hepten yalnızlaşmaktadır. Bu yaşanan ayaklanmalar, kıyamlar bile şehidlerimizin ve şahitlerimizin kanlarının bereketinin sonucudur, ürünüdür. İsrail içinse bu durum tufanın ilk adımlarından birisidir sadece keza zulüm üzerine hayatlarını sürdürenler, tuğyan içinde olanlar, tağutlaşanlar yok olmaya mahkûmdurlar, yok olacaklardır. Zulm ile abad olanın ahiri berbad olur. Nihayet zulme gömülenler, nasıl bir devrimle devrileceklerini günü gelince öğrenecekler(26/ Şu’ara,227). Zulmedenlerin sermayesi buzdandır. Bundan dolayı güneşi hiç mi hiç istemezler. Dünyanın dört bir tarafında müslümanlar zulme maruz kalmaktadırlar çünkü zalimler İslam’ın güneşinden çok ama çok korkmaktadırlar. Yeryüzünün neresinde olursa olsun Müslümanların zulme uğramalarının yegâne sebebi budur. Nasıl ki hicret tarihte bir dönüm noktası ise, bir dönüm noktasıdır Mavi Marmara da. Bundan böyle terör devleti İsrail için herkes, Mavi Marmara’dan önce, Mavi Marmara’dan sonra diye bahsedecekler. Farklı din, ırk, mezhep, ülke, bölge, coğrafya, yaş ve cinsten olsalar da, bir amaç uğruna bir araya gelebilmenin, fıtratın sesini dinlemenin, vicdanları harekete geçirmenin, izzetli, şerefli ve erdemli insanların yani ebrarilerin hareketlerinin adıdır Mavi Marmara. Mavi Marmara; emperyalistlerin çizdiği ulusal, milli sınırların aşılıp ümmet bilinci ile hareket edebilmenin adıdır. Nerede ve kime karşı olursa
olsun zulme karşı olmanın, nerede ve kime karşı olursa olsun mazlumun yanında olmanın adıdır Mavi Marmara. Otuz bir mayısı bir hazirana bağlayan gece hakla batılı birbirinden ayırdığı için Furkan Gecesi; insanlık, zulmeden zalimlerden yana olanlar ile mazlum musta’zaflardan yana olanlar olarak ikiye ayrıldığı, saflar tam olarak netleştiği için Bedir Gecesi olmuştur. Olanların sonrasında zulmedenlerin prestijinin azalıp, musta’zafların prestiji yükseldiği için Hudeybiye Gecesi olmuştur. Önümüzdeki mayıs ise inşaallah Fetih Gecesi olacak ve inananlar özgürce Gazze’ye gireceklerdir. Otorite kabul edilen güçlere başkaldırının adıdır Mavi Marmara. Selam olsun tüm mürettebatına. Daha on dokuzunda bir gencin annesini şehadete tercih edişinin adıdır Mavi Marmara. Selam olsun Furkan Doğan’a. Siyonizm denen sapkınlık uğruna Yahudilere bile zulmedilebileceğini bize gösteren kısa filmdir Mavi Marmara. Selam olsun zulme maruz kalan hahamlara. Mavi Marmara; suların taşmaya başlaması, tuğyanın ayan beyan ortaya çıkması, tufanın habercisi ve başlangıcıdır. ‘’Gerçek şu ki, Allah (bize) adaleti ve iyilik yapmayı, yakınlara karşı cömert olmayı emredip utanç verici ve arsızca olanı, akıl ve sağduyuya aykırı olanı ve azgınlığı, taşkınlığı yasaklıyor ve bize (böyle tekrar tekrar) öğüt veriyor ki, böylece (bütün bunları) belki aklımızda tutarız’’. (16/ Nahl,90.) Sözün özü Mavi Marmara; Nuh’un Gemisi, İsrail; zulmün prototipidir. Haziran’15 • 41
Ramazan
Ramazan
Otostopcu Dostu Medyum Abilerimiz İsmail Yasin AVCI
B
ugün, medyum olduğunu söyleyen bir abimiz otostopla arabasına aldı. Daha önce iki defa bu tarz kişilerin arabasına binmiştim. Birincisinde, medyum olduklarını söyleyen iki adam, boşanmış bir çiftin çocuğuna babasından nefret etmesi için büyü yapmaya gidiyorlardı. Bu medyumları tutan kişi de çocuğun annesiydi. Gerçekten de medyum abiler yolculuk boyunca çocuğun annesiyle telefonda konuşarak çocuğun yemeğine katacakları şeylerin tarifini verdiler. Ne yalan söyleyeyim, ilk defa böyle insanlarla karşılaştığım için baya korkmuştum, öylece sus pus oturmuştum. Arabadan inerken medyum abiler “bir sıkıntın olursa ara, hiç çekinme” diyerek kartvizitlerini verdiler. Kartvizitin üstünde “Klima-Soğutma Sistemleri Yetkili Servisi” yazıyordu...
42 • Haziran’15
İkincisinde ise, arabaya biner binmez abimiz bana “veli” olduğunu söylemişti. “Nasıl yani, nasıl kanıtlayacaksın abi” dediğimde, benzinin bitmek üzere olduğunu, benzin almasak bile velilerin asla yolda kalmayacağını söyledi. Nihayetinde benzin bitmek üzereyken araba teklemeye başladı ve bir benzinliğe girerek veresiye ile benzin aldı. Sonra da bana dönüp “sana veliler yolda kalmaz dememiş miydim, bak hiç para harcamadım” dedi. Arabadan inmek üzereyken arka koltukta Sözcü gazetesini fark ettim. Fırsat bu fırsat, lafı çaktım ve hemen uzaklaştım: “Abi senin veli olduğuna inanmıyorum. Zaten veliler Sözcü okumaz...” Bugün tanıştığım abimiz ise adeta üstad medyumdu. Endonezya tsunamisini ve birçok uçak kazasını önceden gördüğünü söyledi. “Nasıl
görüyorsun abi” dedim. “Aynı sinema izler gibi düşün” dedi. “Abi başka neler yaptın?” dedim, başladı anlatmaya: “Ben bu işi hayır için yapıyorum. Dünyanın baş belası dört insan vardı: Ariel Şaron, Bush, Sarkozy, Merkel. Allah’ın izniyle Ariel Şaron’un yazısını ben yazdım, süründü. Bush ve Sarkozy de kayboldu gitti. Merkel’inkini en son yazmıştım, bir yıl bekledim, daha tutmadı, herhalde en son ona yazdığım için onun hesabı en sona kaldı. Mesela bir velayet davasında bir adama yardımcı oldum. Adamcağız çocuğundan ayrılmak istemiyordu, perişandı. Ben de karşı tarafın avukatına cinlerimi yolladım, karşı tarafın avukatı son duruşmaya gelemedi, davayı kazandık.” Bunun üzerine ben de “abi ben de avukat olmayı düşünüyorum, böyle şeylerle çok dava kaybeder miyim” dedim... O da “İnşallah benim gibilerine denk gelmezsin, yoksa çok dava kaybedersin” dedi... Sonra bana cinlerini anlatmaya başladı. Namazında niyazında, sarıklı cinleri varmış abimizin. Eşi vefat ettikten sonra yakınları abimizi evlendirmek için Ödemiş’ten bir kadın bulmuşlar. Cinler hemen kadını abimizin yanına getirmişler. Bakmış kadının boyu kendinden baya kısa, cinlerine talimat vermiş, hemen geri
götürmüşler kadını. Bir ara medyum abi sinirlendi, “ben sinirlendiğim herkese cinlerimi yollarım, onları rahatsız ettiririm, Cumhurbaşkanı bile olsa fark etmez. Zaten ona da kızıyorum, asgari ücret çok düşük” dedi. Medyum abimiz Erdoğan’a cinlerini yolladığını söylüyordu... Ben de durur muyum, “abi senin cinlerinin gücü nasıl belli oluyor, ya Erdoğan’ı savunan cinler de varsa?” dedim. Meğerse cinlerin gücü hangi sureyle yollandığına bağlıymış. Abimiz de cinlerini Kur’an-ı Kerim’in en uzun suresi olan Bakara suresi ile yolluyormuş, kimse cinlerinin önünde duramıyormuş. Ben de ne diyeyim, “vay be abi” dedim... Böyle bir adamla yaklaşık bir saat yolculuk yaptım. Bir ara arabadaki navigasyon cihazı dikkatimi çekti. “Abi senin gibi adama yakışıyor mu böyle şeyler” diyecektim, diyemedim... “Abi neden Ariel Şaron gibi tüm zalimleri süründürmüyorsun” diyecektim, diyemedim... Daha çok malzeme çıkardı bu konuşmadan ama malum medyum abimiz avukatlara karşı baya tesirli. Meslek hayatımı riske atmak istemedim... Vesselâm.
Haziran’15 • 43
Ramazan
Ramazan
RAHMET YAĞMURLARI TUFANA DÖNÜŞMESİN Esma KÖSE
B
ulutlar birbirleriyle yarışırcasına sürüklenirken gök gürültüsünün çıkardığı o azametli ses kalbimi titretiyor hücrelerimi harekete geçiriyordu. Aslında biraz korkutuyordu. Her şeye rağmen ısrarla dinledim gök gürültüsünü ve zamanla alıştığımı baştaki gibi titremediğimi farkettim. Sonra gökyüzünden sağanak sağanak dökülen yağmuru izlerken anladım göğün neden bu kadar yüksek sesle gürlediğini. Gök gürlemesinin sesinin yüksekliği haber verir yağmurun şiddetini. Ne kadar çok sesi çıkarsa gürlemenin o kadar şiddetli yağar yağmur. Aslında rahmeti şiddet kelimesiyle anmak hoşuma gitmese de rahmetin şiddetlenmesi umut tohumları serpiyor yüreğime. Bir de şimşek çakar gök gürültüsünden önce. Bir ışık sinyal verir nazikçe. Gökyüzünde çizdiği şekil biraz sonra göğün üzerime düşeceğini hissettirse de gürlemenin olacağının habercisi olan şimşeğe bir minnet duymuşumdur hep. Zira kalbimi gök gürültüsüne hazırlar bu ışık. Hele geceyse ve karanlıksa etraf, şimşeğin ışığı daha da anlam kazanır gözümde. Şimşek göğün gürlemesinin, göğün gürlemesi de yağmurun habercisidir. Hepsi ümmetin toprağı yeşersin diye rahmet yağmurunu taşır yürek-
44 • Haziran’15
lerinde. Birlikte konuşur birlikte susarlar. Dilleri şekilleri farklıdır ancak amaç aynıdır. Ne şimşek kibirlenir göğün gürlemesini başlattığı için ne de gök gürültüsü kibirlenir yağmura sebep olduğu için. Birlikte olduklarında anlamlıdır işleri bu yüzden şimşek gürültü ve rahmetin kardeşliği asla bozulmamalıdır. Zira bu kardeşliğin bozulması demek rahmetin tufana dönüşmesine sebeptir. Bu düşünceler içerisinde izlerken yağmuru, rahmet yağmurundan bizi mahrum bırakan, içlerinde gizledikleri rahmeti, şimşeği ya da gök gürültüsü olmadığı için ümmetin toprağına yağdıramayan parçalanmış Müslüman cemaatler geliyor aklıma. Her biri rahmet yağdırma iddiasında. Oysa ne kadar birikse de rahmet bir şimşeğe gök gürültüsüne muhtaçtır yağmak için. Sonuçta ulaşılmak istenen rahmet yağmuru ise, yapılan işin gök gürültüsü ya da şimşek olmasının bir önemi yoktur. Herkes bir avuç su taşıma telaşında, yeryüzüne yağacak rahmet yağmurları için. O halde nedir bu kavgalar, suçlamalar, ileri geri konuşmalar. Siyaset adamlarını anlıyorum da ilim adamlığı iddiasında olanların birbirlerine söz söylemelerini ve bunu medya önünde aşağılayıcı cümlelerle
yapmalarını bir türlü anlayamıyorum. İlim, siyasetçi gibi konuşanların ağızlarında ukala bir söze ve fikirleri ispatlama aracına dönüşmüş durumda. Bu yüzden itibar etmiyor ümmetin çocukları Beni İsrailin sihirbazlarına iman ettiren ilme. ''Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu'' evet Ümmet bildiğini iddia eden adamlara değil, cahiller ile arasındaki fark, oturuşundan, kalkışından, konuşmasından ve duruşundan anlaşılacak Alimlere muhtaç. Bilenlerle bilmeyenler aynı üslubu kullanmaya başladığı günden beridir itibar edilmiyor ilme ve alime. Vallahi bu ümmetin çocuklarının fiziki olarak Ebu Hanifeden Fatih Sultan Muhammed'den Aişe'den radıyallahu anhum aşağı kalır hiçbir yönü yoktur. Onları zeka ile güçlendiren Allah, bugünün Müminini de teknoloji ile güçlendirmiş ve durumu dengelemiştir. Dünyanın topraklarının her karesinde alimlerinin ayak izi olan bir ümmette alim eksikliği yaşanması akıl ile izah edilebilecek bir durum değildir. Bu eksikliği düşünmeli bugünün alim geçinen zevatları. Bunun sebebinin kendileri olabileceğini akıllarından geçirmeli ve kendilerinin o makamı kaldıramadıklarını itiraf edip asıl alimin nasıl olacağını ümmete göstermelidir. Buna güçleri yetmiyorsa da
o makamı işgal etmekten vazgeçmeli ve Ümmetin genç alimlerine yer açmalıdırlar ki adam gibi adamlar yetişebilsin. Tekrar tefekküre dalalım şimdi. Şimşek gök gürültüsünün gök gürültüsü de şimşeğin görevini yapsa ne olur? Herhalde gökyüzü gerçekten üzerimize yıkılır. Ne şimşek gök gürültüsüne daha kibar olmasını söyleyebilir ne de gök gürültüsü şimşeğe çizgilerine dikkat etmesini. Herkes kendi alanı üzerinde konuşmalı ve alanında en iyi olmaya bakmalıdır. Ümmetin toprağına yağdırılacak güzel yağmurlar için şimşekle gök gürültüsü ve yağmurun kardeşliği şarttır. Suya hasret toprağın ümidini kırmama adına birleşmelidir her cemaat. Ve ihtilaflardaki rahmetle ıslanmalıdır toprağımız. Birleşmek tek kalıba girmek demek değildir. Bilakis aynı çatı altında farklı farklı görüşlerin varolmasıdır. Zira aynı olan bir şeyin, zaten parçası olduğu şeyle birleşmesi söz konusu olamaz. Bu yüzden Resulullah sallallahu aleyhi vesellem ''Ümmetimin ihtilafı rahmettir'' buyurmuştur. İhtilaflardaki rahmet tufana dönüşmeden, birleşmek ve yağdırmak gerek rahmeti, Ümmetin toprağına. Bu yüzden muhtaç Ümmet, şimşeğin, gürlemenin ve yağmurun dostluğuna...
Haziran’15 • 45
Ramazan
Ramazan
Hamza A. Tzortzis ile “Kimi Seviyorsun?” Etkinliği Yasemin Özenç Kandemir
Y
unan asıllı İngiliz vatandaşı Hamza A. Tzortzis, 1980 yılında Londra’da doğdu. Westminster Üniversitesi Psikoloji bölümünden mezun olan Tzortzis, halen Batı ve İslam felsefesi üzerine doktora çalışmalarına devam ediyor. 2002 yılında hidayete eren Hamza Tzortis, IERA (Islamic Education and Research Academy) içerisinde tebliğ faaliyetlerini yürütmektedir. Kendisi, Amerika’da, İngiltere’de sokak ortasında yaptığı konuşmalarla ünlüdür. Cana yakın üslubuyla ve güler yüzlülüğüyle pek çok insanın kalbinin İslam’a ısınmasına vesile olan ve yeni Malcolm x olarak tanımlanan Tzortzis, kapitalizm ve sekülerizm karşıtı konuşmalarıyla ve ünlü ateistlerle münazaraları ile biliniyor. 26 Nisan 2015 Pazar günü “Kimi Seviyorsun? -sallallahu aleyhi ve sellem-” adlı konferansı düzenlemek üzere İstanbul’a gelen Hamza Andreas Tzortzis, tüm dünyada 50’yi aşkın ülkede gerçekleştirilecek olan 16 Mayıs “Global Messenger Day” yani “Global Peygamber(sallallahu aleyhi ve sellem) Günü” için tüm gençlere çağrıda bulundu ve tüm gençleri bu etkinliğe katılmaya davet etti. Konferansında genel olarak sevgi çeşitlerinden ve sevginin en sonunda Allah ve Peygamber sevgisine dayandığını ifade eden Hamza A. Tzortzis, şu çarpıcı açıklamalarda bulundu:
46 • Haziran’15
“Kalem, sevgiyi yazmaya çalıştığında ikiye ayrılır. Sevgi, gerçekten güçlü, eşsiz ve karşı konulamaz bir duygudur. Sevgimizi ifade etmeye çalıştığımızda doğru kelimeleri bulmakta zorlanırız. Kullandığımız ifadeler, kalbimizde yanıp tutuşan sevgiyi tam olarak ifade edemez. Sevginin farklı çeşitleri bulunmaktadır: * Aile Sevgisi: Kişisel, özel ve ailevi deneyimlerimizi paylaştığımızdan dolayı ailelerimizi severiz. Bu sevgi çeşidi, aidiyet hissine bağlıdır. * Arkadaş Sevgisi: Bu sevgi, arkadaşlarımızla aramızda bulunan sevgi çeşididir. Birlikte yaptıklarımız, ortak ilgi alanlarımız, inançlarımız, tutkularımız ve faaliyetlerimiz olduğundan dolayı arkadaşlarımızı severiz. * Tutkulu Sevgi: Eşler arasındaki sevgi, tutkulu bir sevgi çeşididir. Eski Yunan Filozofu Aristoteles, çok derin olan bu sevgi çeşidini “bir bedende iki ruh” olarak tanımlamaktadır. * Koşulsuz Sevgi: Bu sevgi, herhangi bir şeye bağlı olmayan ve koşullara dayalı olmayan sevgi çeşididir. Koşulsuz sevgi deyince aklımıza annelerin çocuklarına olan sevgileri gelir. Bu sevgi, çocukların annelerini sevmelerine veya davranış şekline bağlı değildir, tamamen koşulsuzdur.
* Öz Sevgi: Hepimiz kendimizi severiz çünkü mutlu olmak isteriz. Yalnız bu sevgiyi narsisizm ile karıştırmayınız. Bu sevgi, kendimize özen göstermemiz ve kendimize saygı duymamız ile ilgilidir. Eğer kendimizi sevmiyorsak, başkalarını nasıl sevebiliriz? Eğer kendimizi sevmiyorsak bizi yaratan Rabbimizi nasıl sevebiliriz? İmam-ı Gazali: “Kendimize olan sevgimiz, bizi yaratan Rabbimize olan sevgimize bağlıdır.” buyuruyor. Sevgimizin kaynağı, Allah’tır. Allah, elVedud’tur. Vedûd, çok şefkatli, muhabbetli, sâlih kullarını çok seven ve onlarca çok sevilen, onları rahmet ve rızâsına erdiren; sevilmeye ve dostluğu kazanılmaya yegâne lâyık olandır. Sevgi ve dostluk hissini yaratandır. Allah’ın bu adı şu Kur’an âyetlerinde geçmektedir: * Rabbinizden bağışlanma dileyin; sonra O’na tevbe edin. Muhakkak ki Rabbim çok merhametlidir, (müminleri) çok sever. (11:90) * O, çok bağışlayan ve çok sevendir. (85:14) Allah’ın sevgisi, önceden bahsi geçen sevgi çeşitlerinin hepsinden üstündür. O’nun sevgisi, tüm insani sevgi çeşitlerinden - anne sevgisinden bile - büyüktür. Allah hiçbir şeye muhtaç olmayandır. Allah’ın sevgisi, herhangi bir ihtiyaç veya isteğe bağlı değildir. Dolayısıyla en saf sevgi çeşididir. Bu bağlamda hayal edebileceğimiz herhangi bir şeyden daha fazla seven Allah’ı nasıl sevmeyiz? Peygamberimiz (sav) Ebu Davud’un rivayet ettiği bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyuruyor: “Allah, bir annenin evlatlarına olan sevgisinden daha çok kullarını sever.” Allah, kullarını koşulsuz şartsız sever ancak kullarını O’nu sevmeye zorlamaz. Eğer zorlasaydı sevgi tüm anlamını kaybederdi. Allah bizlere seçme hakkı vermiştir. Ya O’nun yolunu seçip böylelikle Allah’ın özel sevgisini kazanırız ya da O’nun rehberliğinde yaşamayı reddedip bu seçimimizin sonuçlarına katlanırız. El-Vedud olan Allah, bizleri özel bir sevgi ile sevmek istiyor ancak bu sevgiyi tam olarak hissedebilmemiz için bizim de O’nu sevmemiz ve O’nun sevgisine götüren yolu takip etmemiz gerekiyor. Peki, Allah’ın özel sevgisini nasıl kazanabiliriz? Kuran-ı Kerim’de bu sevginin Peygamberimizi
(sav) sevmemize ve O’na (sav) uymamıza bağlı olduğu belirtiliyor: “(Resûlüm!) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (3:31) Peygamberimizi (sav) sevmemiz ve O’na (sav) uymamız gerekiyor çünkü O’ndan (sav) öğrendiklerimiz ile Allah’a giden yola girebiliriz. Allah’a nasıl ibadet edeceğimizi ve Allah ile nasıl bir ilişkiye sahip olmamız gerektiğini Peygamberimizden (sav) öğrendik. Allah’a ibadet etmenin, Allah’ı sevmeyi, bilmeyi ve Allah’a itaat etmeyi kapsadığını bize Peygamberimiz (sav) öğretti. Peygamberimiz (sav) ilahi ve sonsuz mutluluğun kaynağıdır. Allah’ı sevmek, O’nun sevdiklerini sevmek demektir. Peygamberimiz (sav) bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyuruyor: “Sizden birinize ben, annesinden, babasından, çocuklarından ve bütün insanlardan daha sevimli olmadığım müddetçe tam iman etmiş olamaz.” (Buhârî, İman: 8; Müslim, İman: 69,70.) Peygamberimizi (sav) sevmek, hadis-i şeriflerini ezberlemek değildir. Onları hayat tarzı haline getirmektir. Bize düşen görev, sadece Hadis-i şeriflerini okuyup inanmak değil, onları hayatımıza geçirmektir. O’nun yolundan gitmek için yapabileceğimiz iki şey var: 1- İbadet Etmek 2- Tebliğ İbadet etmenin önemini bildiğimizden bahisle tebliğe daha fazla özen göstermemiz gerektiğini vurgulayarak konferansını noktalayan Hamza A. Tzortzis, 16 Mayıs “Global Messenger Day” yani “Global Peygamber(sallallahu aleyhi ve sellem) Günü” için gençlere çağrıda bulunarak onları İstanbul’da meydanlara inip insanlara Peygamberimizi (S.a.v.) anlatmaya, Peygamberimizi (S.a.v.) neden sevdiğimizi ve insanların da Peygamberimiz Muhammed’i (S.a.v.) neden sevmesi gerektiğini anlatmaya çağırdı. Etkinliği bu linkten takip edebilirsiniz: https://www.facebook.comevents/1080956705264617/ Haziran’15 • 47
Ramazan
Ramazan
DÜNYA’NIN DAR OLDUĞU ASYA’NIN FİLİSTİNLİLERİ Mustafa Fatih Yavuz / twitter/fthyvz7 Bu yazının sahibi sorulan sorulardan müstesna değildir. Sorulan soruların bizzat muhatabıdır. Bir düşünün… Anahtarı evde unuttununuz, dışarı çıktınız, hava soğuk, şartlar çetin, cebinizde beş kuruş para yok, gidecek kapınız da yok… Eviniz var ama eve giremiyorsunuz. Bir başınıza dünyanın bir yerinde dolaşıyorsunuz. Bu teşbih tam olarak Rohingyalıların durumunu izah edemese de, sadece mazlum sıfatı taşıyan bir topluluğu anlatabilmek için ufak da olsa bir araç olacağına inanıyoruz. Kırmızı çizgi ifadesi çoğunlukla devletlerin hukuken diğer devletlerce tanınmış sınırlarını ifade eden, siyasi bir terimdir. Modern insan zihni, kırmızı çizgilerin olduğu parçalı bir yapıya sahip. Dünyanın herhangi bir yerinde bir kişiyi anlayabilmek, onunla hemhal olabilmek için önce kırmızı çizgileri aşmak gerekiyor. Bugün susuzluk çeken Bolivyalıları anlamak için önünüze bir kronometre koyun, haritayı açın ve Bolivya’nın haritada ki yerini bulabilmek için ne kadar zaman harcadığınıza bakın. Ya da bu yazının konusu olan mazlum halk Rohingyaların aslında ait oldukları memleketlerinin neresi olduğunu bulabilmek için yapın aynısını. Mazlumların yanında olmak için dua eden bir zihin nasıl olur da mazlumdan bihaber olur? Olmasın istedik…
48 • Haziran’15
Rohingyalar, Arakan’ın Myanmar bölgesindeki geleneksel vatanlarından çıkarılan mülteci topluluğun adıdır. Medya’da Rohingyalar, Arakanlılar, Myanmarlılar olarak ifade ediliyor. Bu sebeple bu üç ifade de aynı topluluğu işaret etmek için kullanılıyor. 1988’de darbeyle yönetimi ele geçiren cunta, kısa bir süre sonra ülkenin ismini Burma’dan, Myanmar’a çevirdi. Myanmar’ın anlamı da dinamik ve güçlü halk demektir. Ülke 1962 yılından bu yana askeri cuntalar ile yönetilmektedir. Ülke farklı eyaletlerden oluşmaktadır. Rohingyaların içinde yaşadığı Arakan eyaletinin toplam nüfusu yaklaşık 4.5 milyon olup tahminen 1.5 milyonu Rohingya’dır. Yaklaşık 1.200.000 Rohingya, Bangladeş, Suudi Arabistan, Pakistan, Körfez devletleri, Malezya ve Tayland gibi bölge ve bölgeye yakın ülkelere mülteci olarak dağılmışlardır. Rohingyaları ülkelerinden uzaklaştıran ve onları kendi memleketlerinde birden yabancı yapan uygulama nedir? Rohingyalar, ülkelerinden çıkarılmaya, hafızlarımıza sakin, serin insanlar olarak kazınmış Budist Rakhineler tarafından etnik kıyıma maruz kalmadan önce, kendi ülkelerinde bir kimlik krizi yaşamışlar ve aslında Myanmar’a ait olmadıkları iddia edilmiş. Myanmar’da ki askeri rejim, Rohingya ifadesini Bengalli isyancıların oluşturduğunu ileri sürerek bu ifadenin kullanılmasını yasaklamakta ve onları
Bengalli işgalciler olarak kodlamıştır. Bu görüşün asıl kaynağı Rohingyaların kökenlere dair olan tartışmadan almıştır. Bu tartışma 2 ana koldan sürmektedir. 1. ekol, Rohingyaların Mungal, Afgan, Pathan ve Bengalli göçmen askerler de dahil, Mooriş, Arap ve Fars tüccarların sonraki nesilleri olarak görür. 2. ekol ise, etnik, kültürel, ve dilsel açıdan Bengallilerle, özellikle de Bangladeş’in Chittagong bölgesindeki halkla yakından ilişkili olduklarını öne sürmektedir. Ülkenin mevcut hükümeti ve o bölgede bulunan Budist rahiplerinin paylaştıkları görüş 2. ekoldür. Bu durum, mevcut saldırıların sebeplerinden birini açıklamaktadır. Yani 21. YY gençliğinin en çok karşılaştığı ve maruz kaldığı şeytani sistematik olan ırkçılık, Asya’nın Filistinlileri olarak bilinen mazlum toplum Rohingyaları da vurmuş ve onları, başka şeytanların kucağına atmış. İnsanı istatistik ve makine dişlisi olarak gören şeytani akıl onları kendi çıkarı için kullanmaktan çekinmemiş, çekinmeyecektir de. İnsan kaçakçılığı, kadınlara tecavüz ve mazlumlara ucuz iş gücü şeklinde bakan fırsatçı, şeytani zihniyet, bu insani krizi de es geçmiyor. Tayland’da içinde Rohingyaların olduğu toplu mezarlar, mülteci kamplarında bekçilerin kadınlara toplu tecavüz ettikleri iddiaları, insani krizin boyutunu ortaya koyuyor. Bütün bunların dışında, Müslüman kardeşlerimizin mazlumiyetleri, gidecek kapıları olmaması nedeni ile, onların diğer ülkeler tarafından istenmemeleri ve Myanmar’a iade edilmeleri ile iki katına çıkıyor.
Devletsizlik, Myanmar’ın Arakan bölgesindeki geleneksel vatanlarından çıkarılan Rohingyalar ile ilişkilidir. Son dönemlerde Bangladeş birincisi 1978’de ikincisi ise 1992’de olmak üzere Myanmarlı Rohingyaların iki büyük göçüne tanık olmuştur. Aslında 1978’de 167.000 Rohingya mülteci Bangladeş’e girmiş ve sonrasında Suudi Arabistan ve BMMYK da dahil uluslararası toplumun desteği ile 10.000 arta kalan mülteci hariç hepsi Myanmar’a iade edilmiştir�. Peki, içinde yaşadığı dünyayı anlama ve anlamlandırma çabası içinde olan bizler, zulmün farklı formlarını yaşayan –çoğunlukla Müslümanmazlumlara kalbimizde ne kadar yer ayırıyoruz. Her lokma ekmekte, her geçen saatte, mazlumun payı ne? Sofraya oturduğunda fiziksel olmasa da gönlünde seninle beraber bir mazlum oturuyor mu? O olmasa bile, zalime kin de mi beslemiyorsun? Peki onları vatansız bıraktıklarını sananlar, biz onları kalbimizde o sofraya oturtmayınca haklı çıkmıyorlar mı? Karınları doymasa bile, onurları kırılanların tamiri için kaç dakikanı ayırıyorsun? Mülk Allah’ındır. Kimse hiçbir alana, birlik, kimlik vs parolaları ile ipotek koyamaz. Bize düşen, varlığımızı, ve kendi memleketlerimizi ıslah etme niyeti ile dünyaya bakmaktır. Yıkan biz olamayız. Dünyaya bu gözle bakanlar kaybetmez. Mısır’da mahkemelerde avaz avaz kazandıklarına şahit olduğumuz insanlar, mazlum olsalar da zulmetmeyen insanlar, ve bolluk içinde daracık dünyalarda yaşayan bizler… Haziran’15 • 49
Ramazan
Ramazan
Ramazan (Rahman’ın Takımı) Dünya Kupasına (Şeytanın Takımı) Karşı …Siz hangi takımdasınız?
DÜNYA KUPASI VE DİĞER SPOR ETKİNLİKLERİNİN FİTNESİNDEN... ALLAHÜ TEALA’YA FİRAR EDİN! Yazar: Şeyh Yunus Patel Saheb (rahmetullahi aleyh) Çevirmen: Yasemin Özenç Kandemir
H
epimiz bazı yılanların ve akreplerin son derece tehlikeli olduğunu ve zehirlemeleri veya sokmaları halinde büyük zarara hatta ölüme yol açabildiklerini biliyoruz. Aslanlar, çitalar ve diğer vahşi hayvanlar saldırırlar, sakatlarlar ve öldürürler. Ancak fiziksel bedene zarar verirler ve fiziksel bedenin öleceği zaten kaçınılmaz bir gerçektir. Bir de etrafımızda ruhumuza ve İmanımıza saldıran yılanlar, akrepler ve vahşi hayvanlar var. Bazen kişinin İmanını ve maneviyatını sakatlarlar ve hatta öldürürler. Hiç şüphe yok ki bir Fitne ve Fesat ortamında yaşıyoruz: ahlaksız Fitnelerle dolu son derece tehlikeli bir ortam. Ve şimdi Müslümanların İmanını hedef alan füzelerin ve Müslümanların üzerine yağmur gibi yağan Fitne bombalarının olduğu bir zamanda
50 • Haziran’15
buluyoruz kendimizi.. Nefislerini dizginlemek ve Allah Teala’nın rızasını kazanmak isteyenler için bu zamanlar gerçek bir cihat zamanıdır çünkü görünüşte Dindar olan ancak bu Fitnelerin avukatlığını yapan, destekleyen ve savunan Müslümanlar bile var. Dışarıda Din var, dindar kisvesine sahip olan insanlar var ancak onlar arasında da aynı Fitnelere yakalananlar var. Birçoğu televizyon izliyor veya bu tür yerlere gidiyor... Bana gelen mektuplarda gençler babalarının veya hanımlar, eşlerinin dindar oldukları halde televizyonda Dünya Kupasını veya Kriket veya Ragbi veya başka bir sporu izlediğinden dolayı Cemaatle Namaza gitmediklerini hatta Namazlarını kaçırdıklarını ifade ediyorlar. İnna Lillahi ve inna ileyhi raciun. Hepimiz, Dünya Kupasının bir Fitne dalgası olduğunu - günahlardaki uluslararası bir artışın göstergesi olduğunu biliyoruz. Her nasılsa kendimizi tüm bu günahlara kaptırmış gidiyoruz. Günışığı gibi açıktır ki bu tür ortamlarda çok fazla Haram var ancak biz halen onları izlemeye hakkımız olduğunu düşünüyoruz. Dış dünyaya dindar bir insan imajı yansıtırken özel hayatımızda şeytana itaat ediyorsak utanç içerisinde başımızı önümüze eğmeliyiz. Bunun adı ikiyüzlülüktür, nifaktır. Bir insanın iki yüzü var demektir: dış dünyaya gösterdiği yüzü ve özel hayatındaki yüzü. Ama gerçek yüzümüzü Allahü Teala’dan saklayamayız. Futbol maçları ile ilgili olarak gençler şu soruyu sorabilir: “Eğer Dünya Kupasını izlemeyeceksek ne yapacağız?” Alternatifler bulmak zorunda-
yız, başka çaresi yok. Herkes camide otursun, Kur’an-ı Kerim okusun, tespih çeksin ve başka bir şey yapmasın diyemeyiz... Yapılması gereken şey, bu günah ortamlarından kaçmaktır. Kendimizi günahların işlendiği ortamlardan uzaklaştırmalıyız. Allahü Teala’ya firar etmeliyiz: “…Öyleyse
Allah’a
firar
edin…”
[Zariyat Suresi, 50. Ayet] Şüphesiz bu, pek çoğumuz için bir cihattır. Eğer Allahü Teala’yı ve Resulullah (Sallallahu aleyhi vesselem)’i seviyorsak o halde kendimizi günahlardan uzaklaştırmak için her türlü gayreti göstermeliyiz. Sizi Allahü Teala’dan uzaklaştıracak arkadaşlardan, ortamlardan, medya haberlerinden, sosyal ağlardan Allahü Teala’ya firar edin... Sizi Allahü Teala’ya yakınlaştıracak dostlar edinin ve mubah işlerle meşgul olun.. Allahü Teala hepimize tevfik ve anlayış versin ve bizi öyle çok sevsin ki bizler, O’nun gazabına sebep olacak hiçbir işi yapmayalım ve O’nunla buluşacağımız gün için hazırlanalım. Amin.
Haziran’15 • 51
Gündem
Gündem
Seçime Dair Değerlendirmeler Dücane Demirtaş
7
Haziran seçim sonuçları açıklandı ve 13 yıllık Ak Parti iktidarı tek başına hükümet kurabilecek kadar milletvekili sayısını yakalayamadı. Doğuda ve büyük şehirlerin kenar semtlerinde HDP, İç Anadolu da ise MHP iktidardan büyük oranda oy elde etti. Yakın zamanda koalisyon ya da erken seçim gözüküyor. Birçok şey kazandık ve birçok şey de kaybettik. -Hükümet 13 yıl boyunca diğerlerine göstermediği bir ilgi ve destekle büyüttüğü cemaatin nasıl en ufak bir itikat tanımadan, en onulmaz düşmanlarla aynı yatağa girip muta nikahı kıyabileceğini görmüş oldu. Son üç yıldır dosta utanç düşmana sevinç böylesi rezil kepaze bir cemaatin seçimlerin sonuçları üzerindeki gücü, hükümetin yıllardır diğer İslami STK ve derneklere ilgi ve destek eksikliğinin bir neticesidir, -Hükümet milletvekili adaylarını seçerken reel değil ideal davrandı. Aday gösterilen birçok kişi yürekli ve ideal olmasına karşın Türkiye’deki seçilebilme parametreleri maalesef ahbaplık, hinterlant genişliği ve yakınlık ilişkisine bağlı olduğu unutul-
52 • Haziran’15
muş olmalı. -Hükümet, muhalefetin somut ve sıradan insanın karşılaştığı sorunlara değinerek halkın damarına bastığı gibi reel ve bizzat fert fert insanları ilgilendiren projeleri ya sunmadı ya da sunamadı. Maalesef propaganda kabiliyeti dumura uğradı. Sıradan bir insanın mahalle kahvesinde bir iki kelimeyle edebileceği sloganlar üretilemedi. Kaldı ki hükümet kadrolarının ekseriyetinin bu seçiminin ehemmiyetinden haberdar oldukları da şüpheli. -Hükümet için bu yenilgi kimlerle yola çıkılıp kimlerle yola çıkılmayacağının hesabını yapmak için iyi bir fırsattır. Bakara-makaracılar, 700 bin liralık takanlar, yolsuzluk ve rantla köşeyi dönenler bu dava için fazlalıktır. Atılmadıkları müddetçe sırtımızda yüktürler. -Velhasıl Davutoğlu samimi davrandı ve baba gibi İslami değerleri savunarak ideal olanı bayraklandırdı fakat maalesef tarihi, islami ve insani motiflerin yanında her seçimde şu açıktır ki halkın beklentisi kendine doğrudan dokunan reel ve somut motiflerdir. Daha önce Erdoğan bu dengeyi
hassas bir şekilde koruyordu fakat Davutoğlu’nun içtenliği somut beklentilerin çok ötesinde kaldı. Müslümanlar bu seçimden ne öğrendi ve olası koalisyon hükümetinden sonra ne öğrenecek; -Sonuçlar gösterdi ki Müslümanlar böylesi bir durum için hiçbir hazırlık yapmış değiller. Yetiştirilmiş ve aynı idealde kadrolaşacak bir nesil var denilebilir mi? Müslüman dernekler, STK’lar, vakıflar “kader, şefaat, kabir azabı, Hz. İsa öldü mü ölmedi mi” gibi sonu gelmez teolojik tartışmaları yaparak hem dindarlıklarını yağladılar hem de islami bir faaliyet yaptıklarına dair kendilerini tatmin ettiler. Bu vakitten sonra Müslümanlar sırf faaliyet raporuna geçsin diye etkinlik yapıp monolog şeklinde konferans vermenin değil, gerçek islami faaliyetin baba gibi siyasete ve bürokrasiye ve yargıya adam yetiştirmek olduğunu anlayacaklardır. -Müslümanlar olası koalisyonun üzerlerindeki etkisinden sonra muhtemelen “salağa yatma” davranışlarından vazgeçeceklerdir. Hem bürokrasi de hem siyasette gerek iyi gözükmek gerekse çağın demokratik normlarına karşı mahcup olmamak için “demokrasicilik” oyununu oynadık. Artık şu açıkça kabul edilsin ki bu ülke de bir biz varız-halk- bir de eline geçtiği ilk fırsatta bizi bir kaşık suda boğmayı bekleyen sistemden beslenen azınlık. Müslümanlar istedikleri kadar gözlerini kapatıp görmek istemeseler de bu azınlıkla ilişkimiz basbayağı güce dayalı ilişkidir yani bununda iki esası vardır karşılıklı hukuk ve çıkar. Bu iki temel bu sıralar bazılarının “demokrasicilik” adına ağızlarına pelesenk ettikleri Medine sözleşmesinin dayanağının ta kendisidir. Gerçek bu, bir biz varız bir de tetikte bekleyen düşman; karşılıklı hukuk ve çıkar dışında da bizim düşmanla hiçbir ilişkimiz ve “salağa yatma” gibi bir davranışımız olamaz. Müslümanlar artık kabullenmeli ki burası Türkiye Norveç değil ve bizi Batılı demokratik ülkelerden ayıran ister iyi olsun ister kötü olsun kendi dinamiklerimiz, şartlarımız ve koşullarımız var, artık kompleksten kurtulun. -Görüldü ki bir danışman telefonuyla bir bildiriye yüzlerce islami STK’nın imza atmasının doğan yayın grubundan bir kanalın yaptığı propaganda kadar etkisi yoktur. Müslümanlar iktidarı maalesef iktidara bırakmayacak kadar sahiplenmediler. Ne de olsa Erdoğan var anlayışı, onları sürekli iktidar-
dan gelecek bir takım imtiyazlardan hep tek taraflı beslenen obezitelere dönüştürdü. Bu imtiyazların hepsi hükümet tarafından değil, İslami dernek ve kuruluşlar tarafından koparıla koparıla alınacak imtiyazlar olmalıydı ki geri istendiğinde uğrunda ölmek için Müslümanlar yola yatacaktı. Ve hak ve özgürlüklerde öyle, hükümet son 5 yılın kazanımlarını kıyaslamaz gücü sayesinde resmen afedersiniz ıkına ıkına verdi, değil bugün iktidar değişince başörtüsü özgürlüğüne sahip çıkmak, biz daha iktidarken İslami stk ve dernekler olarak başörtüsü sembolüne tecavüz edilmesini bile durduramadık. -Kel ölür sırma saçlı, kör ölür badem gözlü olurmuş. Bugün hükümeti sahiplenip, eleştiri yapacaksa bile kol kırılır yen içinde kalır deyip aynı mahallenin aynı evin içinde eleştiriyi yapamayanlar, oy vermeyi hala itikat meselesi olarak görenler ve tarafsız kalmayı bir halt yerine hakk zannedenler yarın bakalım, kendilerini oy vererek ya da hiç oy kullanmayarak desteklemiş oldukları, güruhlar gırtlaklarına çökünce nasıl bir ilerleme kaydedecekler, şahsen merak ediyorum. -Müslümanlar daha kendi evlatlarına, ağzından bir kardeşlik, barış, özgürlük, ekmek, adalet ve eşitlik çıktı diye henüz ellerindeki mazlumların kanı kurumamış, kendi değerlerinin üstüne pisleyen, eşcinsel evlilik vaadi ile eşcinsel aday çıkartan katillerin ne olduğunu izah dahi edemediler. O kadar Kur’an dersi yapan ağabeyler gençler ne oldu da bir saz sesini duyunca löp diye atladı. Kitabı okurken bir bölüm olsun, içinde ahlaksızların biz “barış elçisiyiz” “biz demokratız” diye bu ülkede kan akıtacaklarına dair bir yorum yapamayacak kadar mı zokayı yutmaya eğilimlisiniz? Sorsan ciltler dolusu kitap yazacak devrimcilik oyunu oynayan Müslümanlar bugün batılın üstünü hakikatten parçalar serperek kapatan Samirilerin kucağına oturdu, Talut’un içmeyin dediği nehri kana kana kuruttular, Davut ve Süleyman’a alemci, putperest ve kadınla kızla takılan kafirler dediler, dedirttiler. Bir Kuran okuyucusu bunun ne anlama geldiğini pek ala kestirebilir. -Dış mihraklar, faiz lobisi, istikrar, ümmetin selameti vb. denince alay edecek kapasite de yetiştirilen bir Müslüman gençliğin; pollyanna gibi herkese karşı gül dağıtan iyimserliğe sahip olması, bacak Haziran’15 • 53
Gündem
Medya
Basından Yansıyanlar Siyaseti Tüketen Dil Akif Emre Yeni Şafak- 28.05.2015
bacak üstüne atıp bir yandan sigara içerken diğer yandan kadın erkek karışık ortamlarda devlet yıkıp binlerce yıllık teoljik mevzuları karara bağlayabilmesi, “düşman kim biz kimiz” sorularını hiç sormamış sormayacak genişlikte olması elbette İslami STK’ların bugüne kadar gençliğe ne derece yatırım yaptıklarını gösteriyor. Mücadele için sırası gelmiş Müslüman gençliğin önemli bir kısmı bu minval de takla atmakta, memleketin gelecek yıllarına hayırlı olsun. -Nasıl ki Mısır’da halkın yarısı sırf Müslümanlardan diyerek darbeye karşı Mursi’ye sahip çıkmadı ve korku ve zilletle yaşamayı seçtiyse; maalesef Kürt halkının ekseriyeti de korkusuna yenildi ve Erdoğan’a sırtını döndü. Bu vakitten sonra anlaşıldı ki gerçekten bu topraklarda bir “Kürt Sorunu” var. Ezilmiş, hor görülmüş ve bu yüzden korkusu sürekli istismar edilerek kullanılan bir Kürt halkı var. Örgütün, değerlerine pisletip onlardan rant sağladıklarını bilmelerine rağmen silahların gölgesi özgür ve onurlu yaşama cesaretlerini boğdu. Elbette böyle bir seçimin bir bedeli olacaktı ve onlarda bunun farkındaydılar fakat buna cesaret edemediler. Öyle ki HDP Diyarbakır ve Van’da %75 bandına çıktı. -Ak Parti iktidarı Kosovalı, Bosnalı, Makedonyalı, Arnavutluklu, Tunuslu, Mısırlı, Filistinli, Suriyeli, Kafkasyalı, Orta Asyalı, Arakanlı ve Morolu Müslümanların iyi kötü hamisidir. Bugün Ak Parti’nin düşmesiyle beraber Nahda’yı boğazlamak isteyen 54 • Haziran’15
bir Tunus kemalizmi var. Boşnakları hiçe sayıp Bosna’nın tamamını kontrol etmek isteyen bir Hırvat-Sırp faşizmi var. Sahipsiz bulduğu an Morolu Müslümanların üzerine çökmeyi bekleyen bir Filipinler rejimi var. Türkiye dışında hiçbir ülke tarafından istenmediği için denizde açlığa terk edilen Arakanlılar var. Hükümetin düştüğü an aileleriyle Rusya’ya, Çin’e, Orta Asya liderlerine teslim edilmesi umulan Çeçen, Uygur, Özbek, Kırgız ve Türkmen Müslümanlar yığınlar var. Ölüme gönderilecek 2 milyon Suriyeli ve katile karşı savaşta yalnız bırakılacak Suriyeli direnişçiler var. Yani öyle ki Türkiyeli Müslümanların “ya bir hata yaptık” deme lüksü çok ağır sonuçlara gebe olabilir. -Müslümanların bu yenilgisinde bir hayır vardır. O hayır, bu dava sadece Erdoğan’ın ve Davutoğlu’nun davası değil, bizim hepimizin davası olduğunu hatırlamaktır. Hükümetin eksiklikleri bizzat onu eleştiren ya da bu külfete girmeyen fakat imtiyazlardan yararlanan bütün İslami STK ve derneklerin hep güç sarhoşluğuyla ertelenmiş sorumluluklarıdır. Yenilgi Ak Parti iktidarının değil kişilerin ha diyerek itmesiyle ayakta duran ne insan yetiştirmede ne de mücadele etmede çok çetin bir savaşın içinde olduğunun farkında olmayan Müslüman halkın yenilgisidir. Ders çıkartıp, önlem alırsak inşallah bu yenilgi nice umulmadık zaferlerin muştusu ve olası hataların tedbiri olacaktır.
Ö
zellikle medya üzerinden yürütülen bu nefret ve kendini feda etme dili duygusallaşarak siyasetin tepesinde bir güç mücadelesi olmaktan çıkıp toplumsal çatışma potansiyeline dönüşüyor. Bir yanda hükümete ve yapıp ettiklerine adeta ilahi bir misyon yükleyen, din dili üzerinden meşruiyet sağlayan taraftarlık; diğer tarafta adeta onu şeytanlaştıran, ihanete varan ithamlarla kin ve öfke saçan bir dil. Demokratik, seküler siyaset ortamında siyaset dilinin kutsallığa sarılması ile muhalefetin nefret ve ihanet algısından beslenen bir dile sarılması da farklı/tersten bir kutsallaştırmaya dönüşüyor. Bu durumdan her şeyden önce bizzat siyasetin zararlı çıkacağı açık. İktidarın yapıp ettiklerine dair tutumunuz, desteklemedeki gerekçeleriniz, hatta haklılığa olan samimi kanaatiniz ne olursa olsun, kutsiyet izafe edilmesi her şeyden önce hakikatin ortadan kalkmasına
yol açar. Değerler ve kutsallık üzerinden kurulan bir siyaset dili, her şeyden önce taraftar olduğunuz siyasetin eleştirilmesine izin vermez. Eleştirel bakışın olmadığı bir ortamda da hakikat ortaya çıkmaz, hakikatin yozlaşması kaçınılmaz olur. Değer ölçülerinin yozlaştığı ortamlarda ise adaletin tesisi imkansız hale gelir.Her şey ‘dil’le başlar çünkü.
Gezi bir ‘siyahi’ ayaklanması mıydı? Mehmet Hakan Kekeç Star Açık Görüş- 03.05.2015
ABD’deki siyahî ayaklanmalarının konjonktürel olduğunu söylemek mümkün değildir: Ferguson da Baltimore da yıllardan bu yana biriken enerjinin -etkin bir fay hattının ortaya çıkardığı depremlerdir. Bu bize, ABD’de bir sistem sorunu olduğunu ya da siyahîlerin sistem içerisinde yeterince var olamadıklarını, sistem tarafından ezildiklerini ve haklarından mahrum bırakıldıklarını göstermektedir. Bu ifadeleri Gezi eylemlerine katılanlar için kurmak ise imkânsızdır: Gezi eylemleri konjonktüreldir ve dâhil olanlar sistem tarafından dışlan-
mamaktadır. Tabii, bununla birlikte, -çoğunluk gruplardan bahsediyor olsak da- Gezi’nin ‘karma / heterojen’ bir yapıda olduğunu ‘sistem tarafından dışlananların da’ eylemlere destek vermiş olabileceğini hatırlatmak gerekir. Gezi eylemlerine katılanların yüzde 76’sının CHP seçmeni olduğundan bahsetmiştik. CHP, Türkiye Cumhuriyeti’nde sistemi ve resmi ideolojiyi kuran, sisteme karşı oluşacak itirazlara karşı elinin altında her zaman hazır bir ‘aydın’ sınıfı bulundurmuş ve bulunduran bir partidir. Dikkat ederseniz “siyasi iktidara karşı oluşacak itirazlara” demiyorum, “sisteme karşı oluşacak itirazlar” ifadesini kullanıyorum. (Bu noktada, ABD’de siyahîlerin sorununun ‘sistemle’ olduğunu hatırlatmakta fayda var). CHP uzun yıllardır siyasi iktidarı elde edemiyor olsa da, kültürel iktidarı her zaman elinde bulundurmuştur ve bulundurmaktadır. Türkiye’de kültürel iktidar aykırı sesleri siyasi iktidardan daha gür sesle reddetmektedir. Bütün bunları (özellikle kültür ve sanattaki tekeli ve eylemlere destek vermemiş sanatçıların gördükleri baskıyı) göz önüne alırsak; Gezi eylemlerine katılanların ABD’deki eylemciler gibi “alt kültürden” olduklarını söylemek inandırıcı olmayacaktır. Haziran’15 • 55
Medya
Medya
Cumayı Ayasofya’da mı kılalım fabrikada mı? İsmail Kılıçarslan Yeni Şafak- 30.05.2015
H
areket elbette iyidir, fakat bu hareketlenmeyi Ayasofya gibi ‘son tahlilde teorik ve sembolik’ bir alanda görmek yerine Tofaş-Renault grevi gibi son derece ‘pratik’ alanlarda görmek isterim asıl. Geçen hafta yazdım. Otomotiv işçileri Bursa’da son yılların en önemli direnişini gerçekleştirip bütün fabrikaları masaya oturtmayı ve istedikleri zamları almayı başardılar. Grev sürecinde gazetelere düşen bir fotoğraf vardı. İşçiler fabrika bahçesinde bir namazgah oluşturup cuma namazlarını burada kıldılar. Muazzam bir kalabalıkla kılınan namazda hoca efendi ‘İslam’da işçi hakları’ meselesini anlattı. Zaten bu namazın ertesi günü de fabrikalardan peş peşe ‘anlaşma haberleri’ geldi. Üzgünüm; memlekette bu fotoğrafı önemseyen dindar genç olduğundan hiç emin değilim. Bu fotoğrafı önemsemek bir yana grev, işçi hakları, sosyal adalet gibi meseleleri hiç olmazsa düşünce planında dikkate alan dindar gençlerin sayılarının ne denli az olduğunu da görüyorum. Üzgün olduğum bir başka mesele ise şudur: ‘Dava retoriği’ meselesini tarihsel olandan, sembolik olandan, teorik olandan kurtarıp pratik olana,
56 • Haziran’15
bu güne dair olana, hayatın içinde olana ilerletmeyi reddeden bir İslamcılık kaybetmeye mahkûmdur. Bursa’da grev alanına gitmek isteyen dindar gençleri ‘sizi yuhalarlar’ cümlesiyle alıkoyanlarla ‘fetih kutlaması çok önemli gençler; iki eliniz kanda olsa gitmelisiniz’ diyenlerin aynı adamlar olduklarını görmeden alınacak mesafe yok. Grev alanındaki işçilerin haklarının Ayasofya’nın açılmasından daha önemli bir mesele olduğunu kavramadan alınacak mesafe yok. Cuma namazını Ayasofya’da kılmaktansa hakları için direnen işçilerle birlikte kılmayı istemeden alınacak bir mesafe yok. Kusura bakılmasın; son zamanlarda ‘zincirlerimizden başka kaybedecek hiçbir şeyimiz yok’ cümlesini ‘zincirler kırılsın, Ayasofya açılsın’ cümlesinden daha çok önemsiyorum. Ne diyordu Engels: ‘Bi titre yahu delikanlım. Bi kendine gel yeğenim. Başkalarının senin için önemli bulduğu ajandalarla değil kendi doğrularınla hareket et. Aksi takdirde o trenin arkasından bakıp duracaksın.’
Yoksa Evren’in cenazesine ABD elçiliği bir çelenk dahi göndermedi mi? Yıldıray Oğur 13.05.2015- Türkiye
ABD için 12 Eylül’ün faydaları o kadar unutulmaz olacak
ki. Mısır Darbesinin eli kulağında olan 2 Temmuz 2013 gecesi ABD’nin yarı-resmî dış politika merkezi olan The Council on Foreign Relations’ın başkanı Richard Haass şöyle bir tweet atmıştı: “Türkiye’de ordu on yıllardır demokrasinin yeşermesinde kritik bir rol oynadı. ABD, ordunun benzer bir rolü Mısır’da oynamasını reddetmemeli.” Neyi kastettiğini 20082010 arası ABD’nin Ankara Büyükelçisi olan James Jeffrey ile Soner Çağaptay neo-con Washington Institute için yazdıkları (Moderating Islamists: Turkey’s Lessons for Egyptİslamcıları ılımlılaştırmak: Mısır için Türkiye’den dersler) raporunda açtılar. ABD’de Türkiye ile ilgili referans alınan bu ikili açıkça 12 Eylül darbesinin Türkiye’de demokrasiye faydaları ve İslamcıları nasıl ılımlı hâle getirdiğini anlatıp, Türkiye’nin darbecilerini Mısır’ın darbecilerine model olarak gösterdiler. (Tıpkı Sisi gibi, Evren de gemiyi götürmek için beş parasız petrole ihtiyacı olduğunda Suudilerin kapısını çalmıştı. Suudi Arabistan’ın ABD’nin buradaki fon dağıtıcısı olma vasfı o tarihlerde de geçerliydi anlaşılan. Ama o zaman Suudiler şart olarak İsrail’le diplomatik ilişkileri kesmeyi koşmuş, Evren de diplomatik temsil seviyesini düşürüp, sert bir İsrail karşıtı dille, İslam Konferansı Teşkilatı’na destekle buna cevap vermişti. Aynı zamanlarda zorunlu din dersleri, Türk-İslam sentezine dönük adımlar atılınca Evren yönetimi hem kendi içinde bölünmüştü hem Batı’yla hem
de Türkiye’deki laik Kemalist kesimle ipler kopmaya başlamıştı.) O yüzden cenaze fotoğrafına rağmen Evren-Erdoğan arasında berbat anolojiler kuranlar YÖK’e, din derslerine, anayasaya değil, bu büyük fotoğrafta kimin yanında durduklarına bir zahmet baksınlar. Kenan Evren dünyasının temsil ettiği değerlerin mirasçısı olmayı; ona “haram olsun” seslerinin çınladığı yalnız bir cenaze hazırlayan AK Parti değil, bugünün Evren’i Sisi’ye heyet gönderenler, Türkiye’nin, ABD’nin bölgede yeni Evrenlerle iş görme politikasına itirazlarına karşı dış politikada eksenimiz kayıyor diye kendini paralayanlar daha çok hak ediyor. Bu arada ABD Büyükelçiliğinden de mi hiç kimse Kenan Evren’in cenazesine katılmadı? Sisi’ye bundan çıkacak çok ders var.
İstanbul’da tarihi yarımadanın geleceği 1: Otelleşme mi? Prof. Dr. Burhanettin Can Milli Gazete- 01.05.2015
Cumhuriyetin kurucu kadroları, “Eski Türkiye’nin” kurucuları, Batıya, Lozan’da Ayasofya’yı müze yapma sözü vererek cami olmaktan çıkarmışlardır. Camilere ait vakıf arazilerini işgal etmişler; onarılması gereken küçük cami
ve mescitleri onarmayarak yıkılmalarına, yok olmalarına sebebiyet vermişlerdir. Birçok mescidin arazisine (gelir kaynaklarına) el koyarak tarihi yarımadadaki cami ve mescidin bakım ve onarımını engellemişlerdir. Ayasofya’nın görüntüsü, silueti cami olmasına rağmen, cami fonksiyonu görmemektedir. Çünkü İçerisinde ibadet edilememektedir. “Yeni Türkiye’nin” kurucuları, yapıp uyguladıkları imar planları ile Sultanahmet, Süleymaniye, Beyazıt ve Şehzadebaşı camilerini insansızlaştırarak gayrı resmi müzeleştirdiklerini görmeleri gerekmektedir. Fatih Belediye Başkanının verdiği beyanatta ortaya çıkan diğer önemli bir konu, şehirleşmede Batı şehirlerini örnek alarak yapılaşmayı planlamış olmalarıdır: “Ayasofya ve Sultanahmet Camii’nin yollarını elden geçirdik, meydanlarını yaptık. Bu bölgelerden kullanılan malzemeler dünya’nın en iyi malzemeleri. Biz Roma’yı, Paris’i, Londra’yı kendimize örnek aldık.” (2) Bu şehirleri örnek alarak yapılan bir şehirleşme ile bu şehirlerin bazı tecrübelerinden yararlanmak arasındaki farkı göremez isek, o zaman, çok yanlış şehirleşme planları hazırlayarak kendi kültür ve medeniyetimize ciddi bir darbe vurmuş oluruz. Çünkü her kültür ve medeniyet, kendi kodlarına uygun şehirleşme meydana getirir, doğaya, çevreye kendi rengini vermeye çalışır. Kültür ve medeniyetin dayandığı temel değerler, bunu zorunlu kılar. Roma, Pa-
ris ve Londra, Batı kültür ve medeniyetinin dayandığı temel değerlerin şekillendirdiği ve sembolleştirdiği şehirlerdir. Bizim belediye başkanlarımızın ayrı kültür ve medeniyetin ürünü olan şehirleşmeleri, örnek almakla kendi kültür ve medeniyetlerine haksızlık yaptıklarını ve yanlış şehirleşme planları uygulayarak şehirlerimizi daha da tahrip ettiklerini görmeleri gerekmektedir. Bursa’da Ulucami’nin önüne dikilen 20-25 katlık binalarla Bursa’yı katletmişler, nefes alamaz hale getirmişlerdir. Tarihi dokuyu gölgeleyerek nesillere bir kimlik aktarımını engellemişlerdir. Uygulamalarda karşımıza çıkan bütün bu sonuçlar, bir zihniyet değişiminin yaşandığını bize göstermektedir. Bu zihniyet değişimi, bugün Türkiye’nin en ciddi sıkıntısıdır. Unutulmasın ki tarihi yarımadayı İslam kültür ve medeniyetinin sembolü haline getiren sadece silueti değildir, onlara sahip çıkacak ve onları bir değer olarak gelecek nesillere aktaracak olan insanlarıdır da. Tarihi yarımadayı Müslümansızlaştıracak olan bütün imar planları, sadece tahribatı artırır ve “Yeni Türkiye’nin” “Eski Türkiye’nin” devamından başka bir şey olmadığını ortaya koyar. Kültür ve medeniyet davası olan herkes, henüz vakit varken, tarihi yarımadanın otelleştirilmesi, Müslümansızlaştırılması politikasına karşı çıkmalıdır. Haziran’15 • 57
Şiir
Atölye
DOĞUYA BESTELENEN ŞİİR Ervanur ERDOĞAN Biz ortadoğunu’n insanları. Bir inşirah okundu, gün boyu göğsümüze Rabbim sen içimizi ferahlat! Nasıl unuturum, Gökkubbenin altında esmer buğusunu gecenin Ay ve yıldızlar. Sergilenen vitrinlerde şehadet sesleri Nasıl unuturum Toğrağa bulanmış başlar , Ey kıyamın gölgesi Düşer gibi gecenin üstüne Biz ırmak kenarında dizili çocuklar. Gökyüzünün mavisin’den avuç avuç kar düşerken saçlarına, Ey Kudüsü’m Yalın ayak insan ağırlığınca koşuyoruz sana Dağlar , ağaçlar , yeryüzündeki tüm ayrıntılar Ard arda, yan yana tekbir sesleri Sende şükrümüzü ödemeye geldik Kaskatı bedenlerimiz. Bir ezan vaktidir. Göklerde zafer kızıllığı. Bir duru su gibi saflarımız Zaman aydınlığı doğuyor, Gazze’den Kudüs’e..
58 • Haziran’15
Bugün zincir vurduk, melon şapkalı adamlara 60 yıllık esaretten Gelecek günlerimizin hatrına . Gülümse Kudüsüm. Bu şehirki amansız, göz önlerinde yetim çocuklar Koşuyoruz özgürlük şiirine Bugün. Altı lekesiz ayaklarımız. Şimdi başını koyacak duvar arıyor, nadasa bıraktığımız adamlar! Ey Rabbim, bu İslam’ın dirilişi İki marş bestelendi. Biri arş diğeri arz için. Tan ağarmadan açtı beyaz karanfilimiz. Karanlık güneştir uykudan uyanan. Yüzümüz doğuda. Yazılmış ve çizilmiş göğsümüze. Bir ayet. Yeni yağmış kar gibi Filistin’im Doğuyor güneşin çocukları Özgür tohumlar düşüyor toğrağına Ayaklarımız soğuyor. Dizlerin bağı çözülmüş , Sevdamız sardı Cuma günlerini. Gök nefesini tutmuş,biz Ortadoğunun insaları
YAŞLILIK Nazmiye YENİÇERİ
İ
çinde yaşadığımız hayatın belli bir düzeni vardır. Her canlı doğar, gelişir ve son nokta olarak ölür. İlk nefesi soluyan canlı illaki son nefesi de tadacaktır. Yaşlanmak bu döngüde kaçınılmazdır. Yeni doğan bir bebek bir şeyleri keşfetmeye başlar ve zamanla öğrenir. Gençlikte böyledir. Giriş olarak ele aldığımız bebeklik, gelişme olarak gençlikte kendini gösterir. Ve sonuç olarak yaşlılık. Aslında yaşlılık tecrübedir şu hayatta, özgüvendir. Gençler; yaşadıkları hayatta kendilerini üretilen teknolojilerin tüketilen gençliklerine verir. Kendilerini o kadar teknolojiye kaptırırlar ki, yaşlılara nasıl davranılması gerektiğini bilip de uygulamazlar. Fakat bilmezler ki, her insan yaşlı olarak dünyaya gelmiyor. Dünya onları zamanla yaşlılığa sürüklüyor. Yaşlılık; altın değerinde bir tecrübedir. Aschylus’un sözünü hatırlayalım. “ İhtiyarlık, gençlikten daha adildir. “ Her şeyi bilen, yaşayan ve yaşayıp da bizlere anlatan yaşlılarımızdır. İhtiyarlar bizlere anlatmalı, bizler yaşamalıyız. Günümüzde maalesef, yaşlılara olan sevgi ve saygı hassasiyetimiz eksilmiş durumdadır. Metro ve otobüslerde yaşlılara yer verilmemekte ve yaşlılar hiçe sayılmaktadır. Bunun bir diğer suçlusu gençliği harcayan teknolojilerdir. O kadar çok dalmışız ki teknolojilere, yakınımızda olan kendi geleceğimizi görememekte ve gençliğimizi yaşayamamaktayız. Biz sanalda değil, gerçek hayatta nefes alıp tebessüm etmekteyiz. “Eskiler mutluydu” derler, çünkü teknoloji yoktu o zamanlar. Günümüzde de gaspçılar, hırsızlar, dolandırıcılar ve ahlaksızlar yaşlıları dolandırmakta ve onlara şiddette bulunmaktadırlar. Geçenlerde birkaç değerli dostlarımla Ankara Valiliği Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma derneğinin bir projesinden haberdar olduk. Proje yaşlılara
hizmet vermekteydi. O ortamı görmek isteyip projeye dahil olduk. Yaşlılarımızın evlerine konuk olduk ve bizi çok güzel bir şekilde ağırladılar. Yüzlerindeki tebessümle bize memnuniyet duyduklarını içtenlikle anlattılar. Ve biz de gençliklerini ve yaşadıklarını içtenlikle dinleyip kendimize bir sonuç çıkardık. Bazılarının gençlik hikayesi acılarla doluydu. Ama şu da var ki; hayat herkese aynı değil. Önemli olan; acıysa yılmayıp, mutluluksa şükretmektir. Yine gittiğimiz bir evde görme engelli ve yanında kimsesi olmayan bir teyzeyle tanıştık. Yaşamı ibretlik hikayelerle doluydu. İnsan onları dinleyince kendi yaşamını sorgulamaya başlıyor. Hatta ders alıyor. Aslında her birey yaşlıların hayatını incelese pek çok hatayı hayatlarından rahatlıkla silebilir. Yaşlılarımızın bizden bekledikleri ilgi ve saygıdır. Aslında onların beklentilerinden çok, bizim insanlık görevimizdir. İslamiyet’in emri de aynı şekildedir. Yaşlılarımıza ilgi gösterip saygıda kusur etmemeliyiz. Yaşlılara hassaslık vicdanen bizde olmalıdır. Çünkü bize yatırılan yatırımlar ve öğrendiğimiz ahlak yaşlıların bizi eğitmesinden doğar. Ve şuanda da ne biliyorsak, ne yapıyorsak onlar sayesinde yapıyoruz. Ve yaşıyoruz, onları da saygıyla, ilgiyle yaşatmalıyız. İslamiyet yaşlılara çok hassas yaklaşmaktadır. İslamiyet şefkat, sevgi dinidir. İnsanlık dinidir. Gerçek bir Mümin insanlara büyük değer verir. Yunus Emre’nin dediği gibi; “Yaratılanı severim Yaratandan ötürü”. Yaşlılara duyulan saygı Allah’a duyulan muhabbetten kaynaklanmaktadır. Yaşlılar ve onların samimi dualarıdır bizi ayakta tutan. Yaşlılarımıza değer verelim. Unutmayalım ki hepimiz yaşlılığa adayız ve her insan davrandığı şekilde muamele görür. Haziran’15 • 59
Etkinlik
Etkinlik
GENÇ ÖNCÜLER ISPARTA’DA MAYIS AYI BEREKETLİ GEÇTİ G
enç Öncüler Isparta olarak bahar dönemi faaliyetlerimize Mayıs ayı itibarı ile nokta koyduk. Kur’an bilinciyle inşa edilmemiş, meselelere vahiy perspektifinden bakamayan kalplerin ne kendisine ne de başkalarına hayır namına vadedeceği bir şey olmadığına inanarak sure tahlillerinde bulunuyorduk. Bu amaçla, Alak, Kasas, Hud surelerini bazen arkadaşlarımızın evlerine misafir olarak bazen de Umran Kültür Merkezinde değerlendirmiştik. Rabbimiz bize son olarak bu ay İbrahim suresini kardeşlerimizle birlikte değerlendirme imkanı nasip etti. Hamd ediyoruz. Bu ay Isparta’da İstanbuldan bir kardeşimizi de misafir ettik. İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü öğrencisi Fatih Kadir Demirel kardeşimiz “Mehmet Akif’i Anlama Gecesi” etkinliğimiz çerçevesinde Isparta’da konuğumuz oldu. Sunumunu “Üstad Mehmet Akif’i Anlamak Neden Önemlidir” sorusu çevresinde gerçekleştiren kardeşimiz bu soruya “tecrübe, zihniyet, tarihi doğru konumlandırma ve nesil hedefi” başlıklarında açıklık getirdi. Ayrıca Sebilürreşad ve Sıratı Mustakim dergilerinin dö-
60 • Haziran’15
nemlerinin problemlerine ve ümmet coğrafyasına yönelik çağrılarının resmi ideolojinin unutturma ve karalama stratejileri çerçevesinde gündemimizde yer etmediğini vurguladı. Samimiyeti ve tevazusuyla tanışmış olmaktan memnun olduğumuz Fatih kardeşimize bizi kırmayıp Isparta’ya kadar geldiği için buradan tekrar teşekkür ediyoruz. Allah ona ve bizlere güç kuvvet ve ilim nasip etsin. Bu çalışmalarımızla birlikte ümmet coğrafyasında yaşanılanlara da sessiz kalmadık. Geçtiğimiz haftalarda hepimizin bildiği üzere Mısırdaki sisi öncülüğündeki hırsız, zalim ve statükocu darbe yönetiminin ürünü olan mahkeme, Muhammet Bedii, Muhammet Mursi, ihvanın birçok mensubu ve alim Yusuf el Karadavi hakkında idam kararı talep etti ve kararı son sözü söylemek adına müftülüğe yolladı. Görüyoruz ki Mısır’da firavunların soyu hala devam ediyor. Zulüm hala devam ediyor. Ve firavunlar mazlumların çocuklarını tahtlarından olmamak için öldürmekten imtina etmiyor. Ancak onlar Rabbimizin ilminden ve planından asla üstün değiller. Nilin sularına bırakılan Musa as, firavunun
sarayında, firavunun burnunun dibinde firavunu bekleyen akıbetin şahidi olmak adına nasıl büyüyüp yetiştiyse inanıyoruz ki zalimlerin karşısında elbet bir Musa sağ kalacaktır. Bu inancımızı ve duygularımızı ilan etmek, çağımızın şahitleri olmak, şehrimize kardeşlerine sahip çıkmak ve taraflarını belli etmeleri çağrısında bulunmak adına Isparta Kültürevi Derneği, Güldünya Uluslararası Öğrenci Derneği ve Genç Öncüler Isparta olarak Ispartadaki diğer cemaat, stk ve sendikalarla birlikte “Mısır yürüyüşüne” katıldık. Ispartalı Müslümanlar olarak “Hiç kimseden af dilemem. Ölüm emri yerlerden değil, gökyüzünden gelir” diyen Bedii ve dava arkadaşlarına dualarımızı ve şahitliklerimizi haykırdık. Mısırın erlerine selam olsun. Allah sabır nasip etsin. Derdi olanlar için şartlar aşılması gereken engelleri ifade eder. Hangi şehir ve hangi zaman olursa olsun derdi olanlar için yakılacak bir meşale, uzatacak bir el, söyleyenecek bir söz muhakkak vardır. Bizler Isparta’da, Anadolu’nun bu ufak şeh-
rinde derdimizi azığımız bilerek yolumuza devam edeceğiz. Üniversiteye giriş sınavlarının sonlarına yaklaştığımız bugünlerde kardeşlerimize dertleri olan ve dert ortakları olmaya hazır kardeşlerini bulacakları bir şehirden, Isparta’dan selam ediyor, Rabbimizden onlar için zihin açıklığı ve hayırlar talep ediyoruz. Selametle… Haziran’15 • 61
Etkinlik
Etkinlik
19 Mayıs Salı günü tatili fırsat bilerek liseli hanım kardeşlerimizle bir araya geldik. Accayip eğlenceli, bol yarışmalı, çokça oyunlu, sürpriz hediyeli, güzel yemekli dolu dolu bir programdı. Oyunlarımız fazlasıyla marjinaldi; Google bunu nasıl tamamlardı?, Nesne Anlatma, Böyle bir hastalık var mıdır?, Balon patlatarak yönerge uygulama ve Bu ilginç bilgi doğru mudur? Böyle oyunlar oynayıp, bolca hasbihal etme fırsatı bulduğumuz bir programdı. Rabbimize hamd olsun. Tüm hanım kardeşlerimizi bu kardeşlik halkalarımızda görmek isteriz.
BU YAZ DA SALINCAK’I BİRLİKTE SALLAMAYA VAR MISINIZ? G
eçtiğimiz yaz, Salıncak Çocuk Kulübü’nün Yaz Okulu’na katılan arkadaşlar için unutulmaz bir yaz olmuştu! Okula giderken erken kalkmaya üşenirdik, ama yaz boyunca erkenden vakfa gelmek için yarışır olmuştuk. Birbirinden ilginç etkinlik saatleri ve öğrendiğimiz onlarca yeni dersler sayesinde, hem eğlendik, hem de dinimizi daha iyi tanıdık. Evet arkadaşlar, biliyoruz, bu sene de Salıncak Çocuk Kulübü Yaz Okulu olacak mı diye heyecanla bekliyorsunuz. Güzel haberi veriyoruz. Bu yaz da bizim davetlimizsiniz! 22 Haziran- 14 Ağustos tarihleri arasında gerçekleşecek olan Yaz Okulu’nda sizleri bekleyen onlarca güzel faaliyet var. İşte programa katılmak için birkaç neden: *Kuran-ı Kerim’i tecvidli olarak okuyabilmek için! İlmihal ve İbadet bilgilerini öğrenip iyi bir müslüman olma yolunda emin adımlar atabilmek için! *Peygamber ve Sahabe hayatlarını öğrenip doğru kişileri öncü ve önder edinebilmek için! *Elişi saatlerinde, süngerlerden, boncuklardan, kartonlardan elişleri yapmak için! *Gezilere, pikniklere katılmak için! *Ezgi ve marşlar ezberleyip doğru müzikle hemhal olabilmek için! *Tiyatro, canlandırma oynamak için! *Onlarca yeni ablanız olması için! *Metrelerce uzunluktaki upuzun kâğıtlara, denizler, lunaparklar, gök kuşakları çizmek için! *Mısır patlatıp, film izlemek için! *Tatlılar yapmak için! *Evişi eğitimi saatlerinde annelerimize yardımcı olabileceğimiz önemli tüyolar almak için! *Maketler yapıp kültürümüzün önemli olaylarını tam anlamıyla kavrayabilmek için! *Birbirinden keyifli oyunlar oynamak için! *En önemlisi samimi dostluklar kurup hayırlarda yarışa bileceğin bir çevre edinmek için! Ve daha birçok güzel şeyi bizimle yaşamak için hepinizi Yaz Okulumuza bekliyoruz arkadaşlar. Kontenjanımız sınırlı olduğundan, kayıt olmak için hızlı davranın!
Kayıtları Araştırma ve Kültür Vakfı’ndan yaptırabilirsiniz. Daha fazla bilgi almak için
62 • Haziran’15
Fatih :0537 986 49 48 Kağıthane : 0538 615 15 16 Bağcılar: 0531 033 65 54
Haziran’15 • 63
Şiir
~KEDERLE~ Bu tozlar yutulmaz kıvırcığım Bu yola öyle girilmez Bir küçük bakar kirpiklerine Ayna tutar gamlarına Bir madalyonun iki yüzü Bir ananın iki ciğerparesi gibi Göğüs germiş Tanrı bildiğine Bir isyan ki sorma! Çamlara boy yetirir ardıçlara Ormanlara çakılsız dert salınmaz Çakallara yol verir Kurtlara aş döker Sana su içmez kırağılar küçüğüm! Yürürsün dağların zirvelerine Kekik toplarsın çuvalına Keçi sürüleri geçmişse ne! Bir şiir dök izlerine parıltının Rüzgarları salla cılız çalılara Çobanlara diz çök. Bu baş bu kellede durmaz küçüğüm! Harcar seni her mayında Her nisan, yağar ince dokunuş Mîsak nedir bilmezsin Çevirsen yüzünü bana Sade iğneyle süzsen bir damla Şırıldarsın çukurlara, köprülere, yelkenlere.. Bu dert, el açınca dudağı kurur Toprak çatlağı gibi dil böler ateşe Çıldırırsın rahmetle rahmete, şükre Yumruğuna yuva olur şakakların Ağlamak ne kelime!
64 • Haziran’15
Hiç Kimseden Af Dilemem!
Ölüm Emri Yeryüzünden Degil Gökyüzünden Gelir... Muhammed Bedii