Haziran Seçimleri Gençlik ve Siyaset 97

Page 1

Haziran Seçimleri

9 771307 007009

ISSN 1307-007X

97

Gençlik ve Siyaset

GENÇLİĞİN VEKİLLERİ İLE RÖPORTAJ

DİRİLİŞ FELSEFESİ

İHH DOĞU TÜRKİSTAN RAPORU



EDİTÖR'DEN

Sahibi PINAR YAYINLARI A.Ş. Adına Şemsittin ÖZDEMİR Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Furkan Gençoğlu Yayın Sorumlusu Mehmet Semih Özdemir Yayın Kurulu Mehmet Semih Özdemir Furkan Gençoğlu Asım Ebrar Yıldız Uğur Demirel Furkan Kahraman Mustafa Fatih Yavuz Betül Babacan Sümeyye Akgül Kübranur Yakupoğlu Nihal Açıkel Bu Sayıya Katkıda Bulunanlar Dücane Demirtaş Furkan Gençoğlu Yusuf Talha Avcı Enes Günaslan Ervanur Erdoğan Şeyma Nur Cantay Yusuf Genç Yavuz Selim Sancak Ayşenur Tanrıseven Dudu Erkoç Furkan Besim Mehmet Özek Adres İskenderpaşa Mah. Yeşiltekke Sok. No:4/1 Fatih / İSTANBUL genconculereyaziyorum@gmail.com Görsel Yönetmen Tekin Öztürk Grafik Tasarım Projesanat Tan. Org. Tel: 0212 640 20 90 www.projesanat.com.tr

Baskı Sanatkar Ofset Son. Tic. Ltd. Şti. Maltepe Mh. Litros Yolu 2. Matbaacılar Sit. 4NF/4-5 Topkapı / İST. Tel: (212) 567 39 40-41

Allahın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun. Sevgili arkadaşlar u yıl yaz mevsimine oldukça hareketli girdik. Seçim süreci ve sonrasında alınan sonuç etrafında gerçekleştirilen tartışmalar ve Ramazan ayının getirdiği bereket ve hareketlilik umuyorum ki güzel gelişmelere kapı aralar. İslam dünyasının karmakarışık olduğu bir çağda yaşıyoruz. Türkiye bu coğrafyada diğer İslam ülkelerine nazaran Müslümanların daha müreffeh bir şekilde hayatlarını idame ettirebildiği bir ülke. Bu refah ortamı bizleri rehavete mi sürükleyecek yoksa İslam Coğrafyasını bu zilletten kurtarmak için daha fazla okuma, daha fazla çalışma azmimizi tetikleyen bir unsur haline mi gelecek? Bunun kararını vermek durumundayız. Tefekkür ve arınma ayı olan Ramazan’da bir yandan tövbe istiğfar ederek geçmiş günahlarımızdan bağışlanma dilemeli, öte yandan kendimizi bir iç muhasebeye çekerek “Ne için yaşıyoruz?” sorusunun cevabını aramalıyız. Geçtiğimiz aylarda gerçekleşen 7 Haziran seçimlerine yönelik değerlendirmelerin ağırlıklı olduğu bir sayı hazırladık. Dücane Demirtaş “Din ve Yönetim” ilişkisi bağlamında seçim sürecini değerlendirdi. Yusuf Talha Avcı “Emperyalist müdahalelere” dikkat çekerek genel bir seçim değerlendirmesi yaptı. Furkan Gençoğlu ilkel siyasal iletişim stratejilerini ve siyasilerin dilini eleştirdi. Genç vekillerimiz Hatay Milletvekili Mehmet Algan ve Tokat Milletvekili Gaye Güler ile “Siyaset ve Gençler” üzerine bir mülakat gerçekleştirdik. Doğu Türkistan’da yaşanan gelişmelere ışık tutacak olan bir raporu yayınladık. İsmail Yasin Avcı Gana’da Ramazan çalışmalarında tuttuğu günlükleri bizlerle paylaştı. Genç Öncülerin genç yazarları olarak temel gayemiz, toplumsal yaşamımızda karşılaştığımız iyilikleri,kötülükleri,kolaylıkları, sıkıntıları siz değerli okurlarımıza en anlaşılabilir şekilde aktarmaktır. Kadromuz adaletle şahitlik vazifesini unutmayarak, bu bilinçle yazılarını kaleme almaktadır. Çünkü bu bize inandığımız rabbimizin vahiyle sabit kıldığı bir görevdir. Çıkarttığımız bütün sayıları bu görev bilinci ile çıkartıyoruz. Bu çalışmamızın hayırlara vesile olmasını diliyor, keyifle okumanızı temenni ediyoruz. Allah’a emanet olun. Ey inananlar! Kendinizin, ana babanızın ve en yakınlarınızın aleyhine dahi olsa, adaleti titizlikle ayakta tutan ve sırf Allah için şahitlik eden kimseler olun. (Şahitlik ettikleriniz) zengin veya fakir de olsalar (adaletten ayrılmayın)! Çünkü Allah her ikisine de (sizden) daha yakındır. Öyleyse, kendi boş arzu ve heveslerinize uymayın ki adaletten uzaklaşmayasınız. Eğer (gerçeği) çarpıtırsanız ya da (şahitlikten) kaçınırsanız, biliniz ki Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır. Nisa/135

B

Temmuz’15 • 1


Temmuz 2015 • Sayı 97 • Yıl 12

22

08 Seçimler ve Siyasal Dil

Dirilis Felsefesi Enes GÜNASLAN

Furkan GENÇOĞLU

Gana’da Adım Adım Ramazan İsmail Yasin Avcı

28 2 • Temmuz’15

34

İHH Doğu Türkistan Özet Raporu


26

ARINMA VAKTI RAMAZAN Yusuf GENÇ

Din ve Yönetim / Dücane DEMİRTAŞ..................................................................... 4 Seçimler ve Siyasal Dil / Furkan GENÇOĞLU........................................................... 8 Gençliğin Vekilleri ile “Siyaset ve Gençlik” Üzerine Konuştuk /Röp.: F. GENÇOĞLU........ 10 Seçimlere Emperyalist Müdahale / Yusuf Talha AVCI.................................................... 16 Koalisyon Dosyası.................................................................................................... 20 Diriliş Felsefesi / Enes GÜNASLAN............................................................................ 22

İran Nereye? / Yavuz Selim Sancak ............................................................................ 24 Arınma Vakti Ramazan / Yusuf GENÇ........................................................................... 26 Gana’da Adım Adım Ramazan / İsmail Yasin AVCI.......................................................... 28 Şiir / Ben Önce Gözlerini Sevdim / Şeyma Nur CANTAY................................................... 33

İHH Doğu Türkistan Özet Raporu................................................................................... 34 Umudumu Kaybetmemeyi Öğreniyorum: Amr Kasım 1987-2013 / Esma HÜSEYİN.............. 40 Güneşin Doğusunda Bir Yarım Gece / Ervanur ERDOĞAN................................................. 43 Gençlikte İbadet / Ayşenur Tanrıseven ........................................................................ 46

İlmihal / Dudu ERKOÇ................................................................................................. 48 Zenginlik ile Fakirlik Güzel Amel İçin İmtihan mıdır? / Mehmet ÖZEK............................... 50 Basından Yansıyanlar................................................................................................... 52 Hasan El Benna’nın Gençliğe 20 Tavsiyesi................................................................. 55 İslam Coğrafyasından Haberler............................................................................. 56 Etkinlik / Umran’da Yaz Bir Başka Güzel / Furkan BESİM..................................... 58 Etkinlik / Isparta İftarı.................................................................................... 58 Etkinlik / Yaz Okulu İlkokul Programı.................................................................... 61 Etkinlik / Geleneksel Lapseki Kampı...................................................................... 62 Etkinlik / Yaz Okulu Lise Programı........................................................................ 63

Temmuz’15 • 3


Karantina

DİN VE YÖNETİM Dücane DEMİRTAŞ

T

arihte dinin yönetim ve yönetim araçlarıyla olan münasebeti ve onlara nüfuzu diğer etmenlerin yanında daha sıklıkla geçmesine ve altı çizilmesine karşın nedense yönetim üzerindeki bu özgül kütlenin ağırlığını güncel konulara yorumlama sırasına gelince dumura uğranılıyor. Kuşkusuz din hakkında yorum yapmanın riski göz önüne getirilince kaygılar yersiz değil, fakat ilginç olan durum şu ki özellikle Türkiyeli Müslümanlar dinin iç ve dış siyaset, uluslararası ilişkiler konusundaki politik tavrı hakkında çekimser ve ürkek davranmasına karşın azgın sol jargon, Kemalist vesayet, paralel yapı ve uluslararası medya sürekli olarak dinin siyasi bir obje olarak kullanıldığını, dini söylemin politikleşip taraf tuttuğunu dillendirmekteler. Düne kadar başörtüsü siyasal simge diye yasaklandı, dini değerler milletin sakalında

4 • Temmuz’15

bıraktığı kıla kadar rejimi yıkmak için bir tavır bir tutum gibi izah edildi. İçinde Allah geçen şiir, İslam geçen kitap hangi gerekçeyle yasaklanıp cezalandırılmıştı; tabi ki de dinin siyasal simgesi olduğundan dolayı. Denilebilir ki özü itibariyle siyasetle ilişkisi olmayan ya da döneminin koşullarında pragmatik ve politik ahlaka dayalı tavır almayan hiçbir dini süreç olmamıştır. Mesajın kaynağı hak olsun batıl olsun her dini söylem sürekli olarak teolojik kuruntular üretmek yerine döneminin sosyolojik sorunlara parmak basarak söylem geliştirmiştir. Din ilginçtir nasıl kullanıldığına bağlı olarak insanları hem özgür hem de mahkum kılabilir. Kimi zaman tanrı-kralların, rahipler oligarşisinin yönetimlerini meşrulaştırmak için en ihtiyaç duyulan araç kimi zamansa aynı oligarşiyi devirmek için en ihtiyaç duyulan araçtır. II.Ramses


Karantina ve Meranptah uluslararası arenada ve toplumlarının üzerinde otoritelerini sarsılmaz kılmak için dini kurumlara o zamana değin görülmemiş destek vermişler ve halkı Amon kültü etrafında birleştirmek istemişlerdi. İlginçtir onlara karşı mücadele eden Musa’da halkın sosyolojik sıkıntılarının damarına basarak insanları dini bir mesajın etrafında aynı yönetimi devirmek için ortaya çıkmıştı. Seküler Roma’nın altına dinamit koyan İsa’nın mesajı da üç yüzyıl sonra onu resmi teoloji olarak kabul eden Roma’nın politikaları da aynı araca dayanıyordu: din.

maalesef art niyetlice nesneler ya da kurumlar

Doğru ya da yanlış amaçlar için kullanımı bir yana dinin tarihte hep kargaşa ve kaos diye tabir edilen vakitlerde halk ya da bir grup için siyasi talepler arzulayarak parıldadığını hatırlamalıyız. Buddha ve Mahavira kadim Mauryan’ın yıkılıp Magadha’nın kurulmaya başladığı, İsa seküler Roma’nın çökmeye yüz tuttuğu ve Konfüçyus yaklaşık beş yüzyıl içinde milyonlarca insanın katledildiği bir ekonomik, siyasi ve sosyal kaosun hakim olduğu coğrafyalar da ortaya çıktılar. Ha keza Zerdüşt ve Muhammed(as)’de toplumlarının infial halini almış sorunlarının üzerine geldiler. Bu da şunu gösterir ki din ister yöneticilerin meşruiyetini sağlamak ya da yeni meşru yönetici sınıfı oluşturmak için isterse halkın hak ve adalet mücadelesinin bayrağı olmak için zuhur etsin o tamamen halkın göz göze geldiği realitelerin üzerine kuruldur.

Nasıl ki yönetim biçimleri insanların içinde bu-

Din bizce insanın inanma değil anlamlandırma ihtiyacına karşılık gelir ki işlevi sürekli olarak

hakkında mana tayin etme de kullanılmıştır. Bu art niyetli mana taksim etme yarışı kısa zamanda günümüzde bile rahatlıkla kullanılan “kutsal” sorununu ortaya çıkardı ki bugün belki Hameney’in ya da F.Gülen’in Allah ile görüştüğü haberi size komik gelebilir fakat bu insan tarihiyle ile yaşıt bir otorite meşrulaştırma yöntemidir. Kutsal ile ilişkili olmak kültürel ya da folklorik bir dini unvan mıdır yoksa diğerlerini geçelim islam tarihinde çoğu sultanın sahip olduğu otoriteye meşru mana taksim etme aracı mıdır? lunduğu koşulları içinde oluşur ve bir toplumun kendi içinde bulunduğu koşullara cevap veren yönetim biçimi en iyisidir ve böyle de olmak zorundadır, işte din de insanın yönetme potansiyeli üzerinde koşullara ters idealler değil koşullara uygun real politikalar geliştirir. Örneğin, yeryüzünün iki emperyalist gücüne ve halkının ağababalarına baş kaldıran Muhammed(as) görülüyor ki baştan sona içindeki koşulları hassas şekilde takip edip realiteden hiç kopmadan tavır takınan bir kitap ile desteklenmiştir, Allah diri ve siyasidir, taraf tutar, öğüt verir hedef çizer. Diğer yandan başka bir örnekte Roma’dan verilebilir. Mensupları üç yüzyıl boyunca görüldüğü yerde katledilen din, daha sonra aynı imparatorluğun resmi dini söylemi haline gelmiş ve bin yıldan daha fazla batılı devletlerin siyasi rotasını çizmiştir. Tanrı, kralların ve sermayedarların yanında taraf tutturulmuştur.

Nihayetinde din insanla ilgili her mevzu da olduğu gibi insanı ve toplumu yönetme konusunda da parmak kaldıran ya da parmak kaldırtılan bir konumdadır. Eğer dini mesaj hak ise parladığı bölgede siyasi olarak hukukun ve adaletin azami ölçüde toplum tabanında hissedilebilir olan bir ideal uğruna birleşen bir kitlenin ön plana çıkmasını ve yönetimde rol kapmasını ister. Aksine dinin anlamlandırma işlevi art niyetli grupların eline geçerse o halde din zorbalığı meşrulaştırma ve toplumu sindirme aracına dönüşür.

Temmuz’15 • 5


Karantina Nihayetinde din insanla ilgili her mevzu da olduğu gibi insanı ve toplumu yönetme konusunda da parmak kaldıran ya da parmak kaldırtılan bir konumdadır. Eğer dini mesaj hak ise parladığı bölgede siyasi olarak hukukun ve adaletin azami ölçüde toplum tabanında hissedilebilir olan bir ideal uğruna birleşen bir kitlenin ön plana çıkmasını ve yönetimde rol kapmasını ister. Aksine dinin anlamlandırma işlevi art niyetli grupların eline geçerse o halde din zorbalığı meşrulaştırma ve toplumu sindirme aracına dönüşür. Güncel olarak değerlendirmek gerekirse; -Her ne kadar Müslümanlar “yok canım” dese de İslamın bu coğrafya da ve özellikle de Türkiye’de politik bir tavır içinde olduğu sürekli olarak batı tarafından tekrarlanmakta. Eğer İslam’ın bu politik tutumu A partisinin flamalarını dalgalandırmak gibi komik bir şekilde algılanmazsa İslam’a yapılan ithafın ciddiyeti önemli boyutta değerlendirilebilir. Ve batının “illa da demokrasi olcak” gibi bir takıntısı olmadığını kanıtlayacak dostları olduğunu göz önünde bulundurursak o halde şu soruyu sormak daha da kolaylaşır; gerçekten batı tarafından İslam’a ithaf edilen siyasi tavır İslam’ın, ahir zaman Müslümanlarının eskatolojik halifelik hayallerinin dışında başka bir şeyi gerçekleştirme gayreti içinde olduğu söylenebilir mi? Evet bizce söylenebilir. -Görülüyor ki Allah sürekli olarak siyasal bir tavır içindedir. Bu siyasi tavır Kuran’dan anladığımız kadarıyla ahlaka dayalı ve ilkeli politik pragmatizmdir. Bu tavır aynı zamanda peygamberin yaşantısında da sıkça karşımıza çıkar. Kabileler arası ilişkiler, arap örfü ve üstünlük elde etmek için kurulan paktlar yapılan evlilikler vb. “Hristiyanlar size daha yakındır” ayetinin Müslümanlara

6 • Temmuz’15

kucak açan Habeş kralının davranışa ithafen indiği yorumunu kabul edersek “ne oldu da birkaç yıl sonra Hristiyanların üzerine sefere çıkıldı?” yorumu yerini doğal olarak değişen siyasi koşullara göre şekillenen politik tavra bırakır. Eğer Allah bugün de diriyse-ki biz böyle inanıyoruz- o halde bugünkü siyasi tavrını şekillendiren yapı hangi temel üzerine inşaa edilmiş olabilir. Tabii ki de daha önce bütün insanlık tarihi boyunca bu politik tavır neyin üzerine inşaa edildiğiyse bugün de aynı şeyin üzerine yani mazlumların gündemi ve hürriyeti üzerine inşaa edilmiştir. -Allah’ın bu siyasi tutumu İslam’a sıkça ithaf edilen onun gerçekleştirmek istediği politik tavrın ta kendisidir. Bu politik tavır herhangi bir yönetim biçimi ütopyasını hayata geçirmekten daha ziyade gücü ve iktidarı biçim ne olursa olsun elinde tutmaktan başka bir şey değildir. Maalesef bunu yüzyıldır kafasına her darbe yedikten sonra ısırgan otuyla taharet alma davranışını alışkanlık haline getirmiş Müslümanlardan gayrı herkes anlamış durumda. -Daha açık örnek vermek gerekirse, içinde bulunduğumuz kavga ve tarafları tarihe bakılınca rahatlıkla görülebilen köklere dayanıyor. Türkiye’de bir yönetim biçimi değil uzlaşı, tahammül ve saygı yokluğundan kaynaklanan bir yönetim sorunu var. Ne kadar cici tavırlar içine girilip birilerinin ceplerine şeker sıkıştırıldıysa da en ufak boşlukta birbirlerinin boğazına çökecek toplumsal gruplara ayrıldığımız bu coğrafyanın bir gerçeği. Yine kıçındaki dona kadar Amerikan malı giyip emperyalizme karşı mücadele ettiği sanan, tuttuğu silahı kimden alırsa onun fahişeliğini yapan, her yeni gündemde “şans bu şans” deyip önüne gelenle muta nikahı kıyan, hem Allah, ekmek, özgürlük deyip hem düşmanın kucağına oturan, “demoğğrassii isteruk” diye halkı


Karantina aşağılayan, sırf bir diğerine duyduğu öfke ve kin-

aynı zamanda 200 yıldır iktidarı azgın azınlıkla-

den dolayı her bulduğu fırsata mal bulmuş mağ-

rına teslim eden Müslümanların yönetimi tekrar

ribi gibi atlayan, batı da beyaz atlı prens doğu da

ele geçirmesini ve ne salağa yatma davranışı

gulyabani kesilen toplumsal kesimlere sahip mi-

gösterip güçlüyken düşmana cici gözükme kay-

yiz? Eğer cevap hayırsa buyrun helvadan güzel

gısı gütmeyi ne de iktidarı yine bu azgın azınlık

bir demokrasi putu yapalım, kafamıza balyozu

üzerinde hukuksuz bir araç haline getirmemeyi

yiyince en azından aç kalmayız. Fakat cevap evet ise o zaman adaleti ve hukuku toplumda tesirli kılmak isteyen Müslümanlar yönetimde realitenin güç ve irade üzerine kurulduğunu görmeliler. Eğer toplumda kesimler arasında birbirlerini yok sayıp birbirlerine ihanet ettirecek uzlaşmazlık, güvensizlik ve tahammülsüzlük var ise demokrasi böyle bir toplum için aşırı idealdir. Zannedilebileceğin aksine bu böyle bir toplumu aşağıladığımızdan değil bu onun dinamiklerine saçma

gerektirir. Müslümanların geri kalmışlığının sebebi ne tırt bilimsel ilerleme teorilerine yabancı kalmalarından ne de katı kültürel bağnazlıklarından kaynaklanmamakta aksine bu geriliğin asıl sebebi düşmanın sürekli siyasi talebi olmakla suçladığı dini söylemi görmezden gelmeleri ve ne yönetim ne de yönetim ahlakı hakkında atmaya meyilli bir adımlarının olmamasından kaynaklanmakta.

sapan bir idealizmle bakarak bile bile gözümüzü

Eğer bu bir riskse görülüyor ki Erdoğan yüzyıl-

kapatmanın ne kadar büyük facialara gebe olabi-

dır cesaret edilemeyen yükü kaldırmayı denedi.

leceğini göstermek içindir. Ne demokrasi ne de

Erdoğan’ın dünya da mazlumlara endeksli “dün-

monarşi iyi ya da kötü değildir, yönetim biçimleri toplumların içinde bulunduğu şartların sonucudur ve onları ahlaki yapan ilkeler onların nasıl kullanıldığına bağlı olarak değişir. Yorumumuz rejim değişikliği talebi gibi art niyetli bir şekilde tevil edilmezse varmak istediğimiz sonuç şudur; mutlak manada din her toplumun siyasi koşullarında partizan olmayan aktif tarafgirdir, iç ve dış siyaseti,

ya beşten büyüktür” dış politikası baba gibi islami politik bir tavırdır ve aynı zamanda her ne kadar hem Müslümanlardan bir grubun hem başka kesimlerin kudurmalarına sebep olsa da Türkiye’nin iç dinamiklerine celaleddin gibi “gel kim olursan gel” genişliği yerine toplumda hor görülmeye hazır kesimleri sürekli bir dinamizm de tutmaya çalışan söylemleri de baba gibi İslami’dir.

ekonomik ilişkileri ve hukuku içeren 5

Elbette iktidarın kirli olarak nitelendi-

yıllık 10 yıllık hatta 100 yıllık projeleri

rilecek yolsuzluk, rant, kayırmacılık gibi

olan siyasi talepleri vardır, tıpkı bu-

İslam’ın karşısında set çektiği kirli ça-

günde olduğu gibi. 21yy’da Allah’ın tavrı mazlum coğrafyaların gündemiyle gündemlenmek ve Fas’tan Patani’ye değin

maşırları da vardır. Bu da bize şunu gösterir ki islami siyaset bir kişi ya da grubun her şeyiyle özleşen bir flamadan daha fazlasıdır, o yönetimde ahlaklı olmak ama saftirik de olmamaktır.

olan vadedilmiş toprakların geleceği hakkında bir vizyon çizmektir. Bu

Temmuz’15 • 7


Karantina

Seçimler ve Siyasal Dil Furkan GENÇOĞLU Twitter.com/hayatafurkanca

H

er seçim döneminde partiler bir siyasal iletişim stratejisi belirler ve politikalarını bu strateji çerçevesinde seçmene aktarma yolunu seçerler. Parti programları açıklanır, liderler konuşmalarındaki tansiyonu yükseltme veya alçaltma dozajını bu stratejiye göre belirlerler. Bazı liderler kutuplaşma siyasetini benimseyerek, gerilimi yükselten bir dil kullanmayı tercih edebilirler. Bazı liderler ise uzlaşmacı, saygılı bir dil kullanarak tercihlerini farklı bir yönde kullanabilirler. Türkiye’de politik bir toplumsal yapı varolduğundan dolayı liderlerin tavırları insanların davranışlarının şekillenmesinde oldukça belirgin bir etki oluşturuyor. Türkiye’de liderin ağzından çıkacak tek bir sözün taban üzerinde etkisi diğer demokratik süreçlerin işlediği ülkelere göre daha fazladır. Bu yüzden lider partinin oluşturacağı stratejinin en önemli aktörü konumundadır. Parti teşkilatları ve tabanı liderin tavır ve uslubuna göre hareket eder. Türkiye’ Cumhuriyetin kurucu kadrolarının ürettiği siyasal dil suçlayıcı, karalayacı, dışlayışı bir dildir. Osmanlı İmparatorluğunun mirası üzerine kurgulanan Cumhuriyet, belli reformlar gerçekleştirmişti. Reformları bir dikte mantığı ile kabul ettirmeye çalışsada bu reformların kalıcılığının sağlanması için toplumsal olarak bir kabul görmesi gerektiğinin

8 • Temmuz’15

farkındaydı. Reformların toplumsal tabanda bir karşılık bulabilmesi ve meşruiyet sağlanması için propaganda yapılması gerekliydi. Batı değerleri üzerine inşa edilen reformların meşruiyetini sağlamak için Osmanlı mirası tamamen reddedildi ve yıllarca resmi tarih tezlerinde, ders kitaplarında, fakülte amfilerinde Osmanlı karalandı, padişahları hain ilan edildi. Rejimin kurucu kadroları batı yanlısı bu reformları inşa süreçlerine karşı çıkan siyasal rakiplerini ihanetle suçlayarak onları susturma ve yargılama yoluna gittiler. Serbest Fırka kapatıldı. Demokrat Parti darbe ile alaşağı edildi ve Başbakan Adnan Menderes idam edildi. Cumhuriyeti yaşatmak için siyasette aktif olarak varolan siyasal aktörler bu kurucu tecrübenin dil ve uslup anlayışlarını benimsediler. Bu anlayış Türk siyasetinin karakteristik özelliği haline geldi. Meydanlarda birbirlerine etmedik hakaret bırakmayan siyasilerin devraldıkları gelenek, bu dil ve uslup anlayışının sürdürülmesinin en büyük referansıdır. Siyasilerin sürekli birbirlerine hakaret etmesi, ihanetle suçlaması, belaltı vuruşlar yapması toplum olarak normal olarak kabul görülür hale gelmiştir. Bu büyük bir yozlaşma ve çözülmenin işaretidir. Seküler değerlerin dayattığı öğretilerde zafere giden her yol mübah sayılabilir. Fakat Müslüman olmak farklılaşmayı gerektirir. İslam değerlerini ya-


Karantina şama ve yaşatma gayesi güden siyasetçi de politika düzeninin içerisinde diğer siyasetçilerden ayrılmalı, bozuk düzenin çürük dişlisi olmamalıdır. Çünkü Müslüman insan güzeli en güzel biçimde anlatmakla mükelleftir. Kaba, barbar, hakaretamiz tutum ve davranışlarla propaganda yapmak düşünceyi itibarsızlaştırır, hakikati örter. İsra Suresi 53. Ayeti kerime’de Allah şöyle buyuruyor; “Kullarıma söyle: (İnsanlara karşı) en güzel sözü söylesinler. Çünkü şeytan aralarını bozar. Çünkü şeytan insanın apaçık bir düşmanıdır.” “Öteki” siyasetçiler neler yapıyor, nasıl konuşuyor... Bu tip savunmacı refleksler Müslüman olma iddaasını taşıyan bir siyasetçinin karalayıcı ve aşağılayıcı bir siyasal dil kullanması için bir mazeret teşkil etmez. Müslüman insan “siyasetçi” kimliğinden önce “mümin” kimliğini kuşanmalıdır. Mümin kişi karşısındaki muhatabı kazanma yolunda en kuvvetli iletişim aracı olan “dilini” iyi kullanmak zorundadır. Peygamber efendimiz hadisi şerifinde şöyle buyuruyor; “Kulun kalbi doğru olmadıkça imanı doğru olmaz. Kalbi de dili doğru olmadıkça olmaz.” Kalbe giden yol dilin doğru kullanımından geçer. Siyasette başarı da ikna temelinden geçer. Siyaset ikna etme sanatıdır. Bir “mümin” siyaset icra ederken “müslüman” gibi davranırsa zaten siyasal yaşamda “olumlu” bir figür olarak toplum nezdinde itibar kazanacaktır. Öğretmenimiz “öteki” siyasetçi değildir. Müfredatımız Kur’an ve Peygamber efendimizin uygulamalarıdır. Ömer Muhtar filmindeki şu sahne hepimiz için olduğu gibi siyasetçilerin durup kendilerini dinlemeleri için bir ibret vesikasıdır. “Bir İtalyan müfrezesi pusuya düşürülerek bütün unsurlarıyla birlikte yok edilir. Geriye yalnızca genç bir teğmen kalır. Onu da esir edilmiş ve kelepçeli bir halde Ömer Muhtar’ın karşısına getirdiklerinde, Ömer Muhtar, genç teğmenin ellerini çözer ve İtalyan bayrağını da eline tutuşturarak “Bunu al ve git. Komutanlarına söyle, bu bayrak buraya ait değil” der. Bu tablo karşısında Ömer Muhtar’ın askerleri, teğmenin serbest bırakılmasını şaşkınlıkla karşılayarak itiraz edasıyla “Ama onlar bizi öldürüyorlar” der. Ömer Muhtar’ın cevabı: “Onlar bizim öğretmenimiz değil”. “Emri bil maruf, nehyi anil münker” her bir mümin için farzdır. Yani iyiliğe çağırıp, kötülükten sakındırmak. Eğer siyasetçiler birbirlerine karşı barbarca, ilkel, saldırgan bir dil kullanıyorsa ve bu toplumda huzursuzluğa sebebiyet veriyorsa bu du-

ruma karşı örgütlenmek, siyasetçileri uyarmak veya cezalandırmak müslümanların görevidir. Bu yüzden parlemento dışı siyaset kanalları her zaman açık tutulmalı, müslümanlar tarafından korunup kollanmalıdır. İfsadın ve bozgunculuğun yaygınlaşmaması için çalışmak siyasetçiler olduğu kadar sivil yapılarında en önemli sorumluluklarından biridir. Ayrıca parlemento dışı siyasetin en önemli saç ayaklarından olan örgütlü sivil yapıların bir diğer görevide siyasal gündemi ve parlementoyu denetlemektir. Her cuma namazında imam hutbede bizlere Nahl Suresi 90. ayetini okuyarak müslümanların görev ve sorumluluklarını hatırlatmaktadır. “Şüphe yok Allah, adaleti, ihsanı, yakınlara vermeyi emreder; çirkin utanmazlıklardan (fahşâdan), kötülüklerden ve zorbalıklardan sakındırır. Size öğüt vermektedir, umulur ki öğüt Alıp düşünürsünüz.”(Nahl-90) Müslüman siyasetçi için örnek Hz. Yusuf’un kardeşlerine olan tavrıdır. Kendisini öldürmek isteyen kardeşleriyle karşılaştığında onları mağfiretle kucaklamasıdır. Kötülükler ancak iyiliklerle def edilebilir. Kötü dil ve usluba, barbar ve kaba bir tavırla karşılık vermek ancak kötülüğün büyütülmesine sebep olur. Müslümanın görevi kötülüğü, hayasızlığı, çirkinliği büyütmek değil, iyiliği emredip kötülükten sakındırmaktır. Estetik bir uslup kullanmak, güleryüzlü bir tavır sergilemek kimseye bir şey kaybettirmez. Coğrafyamız yangın yerine dönmüşken, daha fazla kutuplaşmak memleketimize bir fayda getirmez. Bölünüp parçalanmak ancak azap ve zulüm getirir. En temel ve saf gayelerimizden biri olan “öldükten sonra hayırla yad edilmek” ise kalbe giden yolu açan “dilimize” sahip çıkalım. Temmuz’15 • 9


Karantina

Gençliğin Vekilleri ile “Siyaset ve Gençlik” Üzerine Konuştuk. Röportaj: Furkan GENÇOĞLU

Saat 04.45 - Trabzon Yomra sahili. Bütün gece boyunca Karadeniz bölgesi teşkilatlarının dertlerini dinlediler. Sabaha karşı kuş cıvıltıları eşliğinde dergimize mülakat verdiler. Hatay Milletvekilimiz Mehmet Algan ve Tokat Milletvekilimiz Fatma Gaye Güler. Gece gündüz çalıştılar, dobra dobra konuştular. Varolsunlar. Genç Öncüler: Siyasete girmeden önce bir yaşantınız vardı. Sonuçta parti siyasetiyle varolmadınız. Çocukluğunuzda veya ilk gençlik yıllarınızda siyasete girme gibi bir düşünceniz, planınız, hayaliniz, hedefiniz varmıydı? 10 • Temmuz’15

Fatma Gaye Güler: Çocukluğum Anap’ın Özal’ın yükselişte olduğu yıllara tekabül ediyor. Siyasi gündemin yoğun olarak tartışıldığı bir aile ortamında büyüdüm. Siyasete çok uzak değildim bu yüzden. Fakat çocukken siyasetçi olma gibi bir hayalim yoktu. Hep arkeolog olmak istiyordum. Beni siyasete iten temel motivasyon Ak Parti’nin kapatılmak istenmesiydi. O yıllarda Gazi Üniversitesinde okuyordum ve okulumuz milliyetçilerin yoğun olduğu bir okuldu. Farklı düşünen öğrencilerden biriydim. Oy kullanmak istediğim partinin, google üzerinden yapılan aramalarla, delilsiz mesnetsiz suçlamalarla kapatılmak istenmesi beni çok üzmüştü. Duygusal bir refleks göstererek Kocatepe’de bulunan Ankara İl Başkanlığına gittim ve beni kullanın dedim. Ben işe yaramak


Karantina istiyorum, size yardımcı olmak istiyorum fakat ne yapacağımı bilmiyorum dedim. Genç Öncüler: Aslında tabii vicdani bir refleks göstermişsiniz. Fatma Gaye Güler: Tabii vicdani refleksti. Zaten siyaset vicdanın ötelenerek yapılabilecek bir şey değil. Mehmet Alğan: Sen sorunun başında siyasetten önce de bir hayatınız vardı deyince düşündüm. Yedi yaşından beri siyasetin içindeyim. Ben Beyrutta doğdum. Lübnan, Suriye, Türkiye gündeminin yoğrulduğu bir evde büyüdüm. Evimizde sürekli Suriye, Lübnan, Türkiye kıyas edilirdi. Ve bu kıyas gündelik hayatla ilgili kıyaslardan ziyade, yönetimlerle ilgili yapılan kıyaslamalardı. Bu üç ülkenin içinde siyasetin en rahat yapılabildiği ülke Türkiye idi. Ama siyaseti anlamaya, anlamlandırmaya başladığım yıllar lise yıllarıydı. Etrafına şöyle bir bakıyorsun, eşitsizlikler görüyorsun, hukuksuzluklar görüyorsun. Gelir adaletsizliğini görüyorsun. Ve kendince kıyas yapmaya başlıyorsun. Kendimce itirazlarım vardı dünyaya karşı. Sonra Üniversiteye başladım. Üniversite tercihlerimi şehir odaklı yaptım ve İstanbul yazdım. Çünkü büyük bir şehre gelip bir hikayenin parçası olmak istiyordum. Üniversiteye başladığım yıl Hrant Dink öldürüldü, asker e-muhtıra verdi. Epey yoğun bir siyasal ortamın ortasında buldum kendimi. Asker olgusuyla karşılaştım. Askeri vesayet ile tanıştım. Çok demokratik bir ülke olmadığımızı öğrendim. Sivil siyasete yönelik vesayet girişimlerine dur diyen parti Ak Partiydi. Fakat benim siyaset ile uğraşım parti siyaseti ile başlamadı. Genç Siviller üyesiydim ve burada askeri vesayete karşı sivil aktivizm ürettik. “Genç Siviller Rahatsız” sloganı tamamen “Genç Subaylar Rahatsız” söylemine tepki olarak ortaya çıkmış bir söylemdi. Darbelerle yüzleşmek için yapılan programlar, darbelere dur de yürüyüşleri, kapatma davasına karşı sokak gösterileri hakikaten insanın kendini anlamlı bir hikayenin parçası hissettiği zamanlardı. Parti siyasetine giriş benim için oldukça yeni. Aslında özgürlüklerin önünü açtığı için Ak Parti’yi sahalarda savunuyordum. Abdurrahim Boynukalın başkanımızın Genel Başkan olmasıyla beraber, kendisiyle daha

Fatma Gaye Güler: Tarih boyunca tarihin akışını değiştiren ana faktör gençler oluyor genelde. İslamiyetin yayılışına baktığımızda peygamberimizin etrafında ilk halkaları kuranların gençler olduğunu görürüz. Cesaretle öne atılıp ilk hamleleri yapanların gençler olduğunuzu görürüz. Sadece Türkiye’de değil tüm ülkelerin parlementolarında o ülkedeki gençlerin sesi olmak için gençlerin parlementoya girmesinin gerekli olduğunu düşünüyorum.

önceden sivil toplum kuruluşlarında ortak işler yapmamız hasebiyle oluşan bir dostluğumuz neticesinde gençlik kollarında parti siyasetine girdim. Gençlik kollarına yönelik eleştirilerimiz vardı. Bu eleştirileri yerinde hayata geçirmek için görev almaktan kaçınmadım. Çünkü oturduğun yerden eleştirmek kolaydır. Eğer eleştirinde samimiysen hadi oyuna gir denildiği zaman sahaya inersin. Yoksa ben öylesine konuşuyordum der kenara çekilirsin.Sözün bir sorumluluğu vardır. Bu sözün sorumluluğunu yerine getirmek için aktif olarak Ak Parti çatısı altında siyaset yapmaya başladım. Genç Öncüler: Milletvekilliği adaylık süreciniz nasıl şekillendi? Fatma Gaye Güler: Milyonlarca genç nufusun varolduğu bir ülke Türkiye. Uluslararası camiada bu genç nufusuyla övünen bir ülke aynı zamanda. Hal böyleyken gençlerin siyasal alanda bir temsiliyet alanı olması gerekiyor. Genel başkanımız ve Başbakanımızın teveccühü ile gençliği temsil etmek üzere milletvekili adaylığımızı koyduk. Ak Parti gençlere siyaset yolunu açık tutan bir parti. Gençliğe sorunların çözümünü için parlementoyu işaret eden bir parti. Gençliği sokağa yönlendirmeyen, çözümün siyasette olduğunu Temmuz’15 • 11


Karantina Mehmet Alğan: Suriye davası bizim davamız. Suriye devrimi bizim devrimimiz. Suriyeliler 2011 Mart ayında daha özgür, daha onurlu, daha müreffeh bir hayat yaşamak için isyan ettiler. Arap Baharı Mısır, Tunus, Yemen, Bahreyn hep aynı motivasyonla ortaya çıktı. Çünkü her toplum bu saydığım hasletle yaşamayı hakeder.

söyleyen bir parti. Bu noktada gençliği parlementoya taşımaktan çekinmedi ve bizim adaylık ve vekillik sürecimiz böyle şekillendi. Genç Öncüler: Aynı zamanda Gençlik Kollarında Genel Başkan Yardımcılığı görevlerinizi de sürdürüyorsunuz. Gençlik Kolları göreviniz ile Milletvekilliği görevinizi bir arada yürütmek sizin için zor olmayacak mı? Fatma Gaye Güler: Zor olacağını düşünmüyorum çünkü bizim genel merkezimizde, mecliste Ankara’da. Genel merkezden çıkacağız, meclise gideceğiz. Şimdiye kadar gerek ana kademede gerek kadın kollarında hem mecliste olup hem genel merkez görevine devam eden abilerimiz ablalarımız zaten mevcuttu. Gençlik kollarında şimdiye kadar bu durum tercih edilmemişti. Bizde onlar gibi görevimizi en iyi biçimde yapmaya çalışacağız. Ak gençliğin genel merkezde temsillerinin aynı zamanda mecliste olması olumlu bir durum. Bu iki gücü birleştirmeye çalışacağız. Bunu bir güçler birleşmesi olarak yorumlamak lazım. Mehmet Alğan: Ben biraz zorlanacağım açıkçası. Çünkü sadece genel merkezde görev yaptığınızda tüm motivasyonunuz genel merkezdeki yapılan çalışmalara odaklanıyor. Kabul edilmeli ki bir İstanbul, Ankara milletvekili olmakla bir Hatay milletvekili olmak aynı şey değil. Çok farklı sorumlulukları var ve insanlar sizin sürekli sahada olmanızı bekliyor. Seçim bölgenizde oturmuş bir düzen oluyor. Ve ben 6-7 senedir İstanbul’da 12 • Temmuz’15

okuyan ve son bir senedir Ankara’da yaşayan biri olarak Hatay’ın lokal siyasetinin içinden gelmiş biri değilim. Lokal siyasette oturmuş kodlar var. Siz dank diye oraya gidiyorsunuz ve insanların kurulu düzeni bozuluyor. Çiçeklerle karşılanmıyorsunuz açıkçası. Sahada insanlar sizin üstten bakan biri olmadığınızı, samimi bir yaklaşımınızın olduğunu görünce sizi bağrına basıyor fakat teşkilatlarla veya mevcut vekillerle aynı ilişkiyi hemen kuramıyorsunuz. Bunun böyle bir zorluğu var. Bu ilişkileri yönetmek çok kolay değil. Ayrıca tabanın ihtiyaçlarına cevap vermek için mevcut bürokrasiyi hızlıca tanımanız gerekiyor. Bürokrasi ile ilişki kurmakta kolay değil. Çünkü onlarda öncesinde mevcut teşkilatlar ve vekillerle ilişki kurmuşlar. Seçildiğiniz illerdeki insanlar vekilin tüm motivasyonunu seçildiği bölgeye vermesini bekliyorlar. Yani sizin genel merkezdeki göreviniz insanları pek ilgilendirmiyor. Genel merkezdeki görevinizi kıymetli buluyorlar fakat bu görev onlar için işlevsel değil. Mecliste bulunmadığınız her saatinizi seçim bölgenizde geçirmenizi istiyorlar. Bunları nasıl yöneteceğim konusunda zamana ihtiyacım var. Bunlar yaşayarak öğrenilecek şeyler. Bu açıdan biraz zorlanacağımı düşünüyorum. Genç Öncüler: Gençler sizce neden mecliste olmalı? Fatma Gaye Güler: Tarih boyunca tarihin akışını değiştiren ana faktör gençler oluyor genelde. İslamiyetin yayılışına baktığımızda peygamberimizin etrafında ilk halkaları kuranların gençler olduğunu görürüz. Cesaretle öne atılıp ilk hamleleri yapanların gençler olduğunuzu görürüz. Sadece Türkiye’de değil tüm ülkelerin parlementolarında o ülkedeki gençlerin sesi olmak için gençlerin parlementoya girmesinin gerekli olduğunu düşünüyorum. Bir de insanlar 40 yaşını geçtikten sonra hayata dünyaya daha farklı bakıyor. 40 yaşına kadar gençliğini muhafaza ettiği yaşlarda hayatta bazı şeyleri değiştirmeye yönelik enerjilerini ve dinamizmlerini daha aktif kullanabiliyorlar. Tabi ki büyüklerimizin tecrübelerinden faydalanacağız fakat genç bakışında parlementoya yansıması lazım diye düşünüyorum. Bu yüzden gençler mecliste olmalı.


Karantina Mehmet Alğan: Türkiye’de 50 milyon seçmen var ve bunun 16 milyonu 30 yaş altı seçmenden oluşuyor. Teknik olarak 18-30 yaş grubu seçmenin mecliste bir temsiliyetinin olması gerekiyor. 16 milyonluk bir seçmen kitlesinin mecliste temsil edilmiyor oluşu zaten başlı başına büyük bir sıkıntı oluşturur. Bu yaş grubu kendisini evde, sokakta, üniversitede ifade edebiliyor. Ama insanların daha iyi yaşam sürmesi için yasaların çıkartıldığı mecliste gençler neden kendilerini ifade edemesin diye insanların bu soruyu kendilerine sorması gerekiyor. Bunun dışında bu yaş grubu enerjiyi had safhada hissediyor. Rasyonel düşünen devletler bu yaş grubunun enerjisini isyan ederek ortaya çıkartmasındansa, fikirlerini, taleplerini meclis ortamında dile getirmesinden hoşnut olacaklardır. Genç Öncüler: Bu sorumu Mehmet ağabeye özel olarak yöneltmek istiyorum. Çünkü kendisi Suriye Devrim süreci başladığından beri devrimi yakından takip eden, destekleyen bir isim. Ve artık Hatay milletvekili olarak mecliste. Mecliste Suriye Devrimi ve mülteci kardeşlerimiz için ne yapacaksınız? Mehmet Alğan: Suriye davası bizim davamız. Suriye devrimi bizim devrimimiz. Suriyeliler 2011 Mart ayında daha özgür, daha onurlu, daha müreffeh bir hayat yaşamak için isyan ettiler. Arap Baharı Mısır, Tunus, Yemen, Bahreyn hep aynı motivasyonla ortaya çıktı. Çünkü her toplum bu saydığım hasletle yaşamayı hakeder. Suriye’liler dört yıldır bu devrim sürecini yürütüyorlar. Silahsız olarak başladı sonra silahlı mücadeleye dönüştü. Suriye şu an tabloya bakılırsa haritalarda dörde bölünmüş olarak anlatılıyor. Bir kısmı muhaliflerin elinde, bir kısmı pyd’nin elinde, bir kısmı rejimin elinde, bir kısmı ışid’in elinde görünüyor. Böyle flu bir görüntü var ama tüm o keşmekeşin, kargaşanın içinde devam eden bir ısrar var. O ısrar ilk gün ortaya çıkan ısrar ile aynı ısrar. Suriyeliler tepelerine bombalar yağmasına rağmen, toplu sürgünlere maruz kalmalarına rağmen, kimyasal silahlara maruz kalmalarına

rağmen bir ısrarlarından vazgeçmiyorlar. Daha özgür, müreffeh, onurlu yaşama ısrarlarından vazgeçmiyorlar. Ve bu insanlar bu devrimi sadece Allahu Ekber diyerek başlattılar. Allahu Ekber çok kıymetli bir cümledir. Allah büyüktür geri kalan herkes eşittir demektir. İsyanın mottosunun bu olması çok anlamlıdır. Çünkü yıllardır kendilerine zulmeden rejime sen bizimle eşitsin, sen bizden üstün değilsin demek anlamına geliyor. Bugün dünya onları yüzüstü bırakmış olabilir. İnsanlar çok renkli devrimlerin destekçisi olabilirler. Ortam çok hoştur, görüntü güzeldir, imaj güzeldir, PR güzeldir. Suriye görüntüsü, imajı, piarı en kötü görünen devrim. Suriyeliler çok mazlum çünkü. Suriyeliler sakallı insanlar. Özgürlük savaşçısı diye allanıp pullanabilecek insanlar değiller. Aslında bugüne kadar sosyalistlerin severek anlattığı protitipe en çok uyan devrim sahibi halk Suriye halkı. Köylüler, işçiler, sıradan insanlar sokağa çıktılar ve dediler ki Allahu Ekber. Bizim bu devrime sahip çıkmak gibi bir mükellefiyetimiz var. Bu insanların taleplerine sahip çıkmak gibi görevimiz var. Bu insan olduğumuz için, müslüman olduğumuz için. Görüntü iyi olmayabilir bu aralar. Ama yarın düzelebilir. Bir hakikat vardır ve bu hakikatın peşinden gidersiniz. Bu hakikat bazen kirli gösterilebilir. Ama Suriye’liler mazlum bir halktır. Baas rejiminin 45 senedir zulmettiği bir halktır. 45 yıllık süreç içerisinde o zulmün deTemmuz’15 • 13


Karantina

Mehmet Alğan Kimdir? 1986 yılında Beyrut’ta doğdu. Mardin Midyat asıllı bir ailenin çocuğu olarak İskenderun’da büyüdü. İlk ve orta öğrenimini İskenderun’da tamamladı. Yıldız Teknik Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümündeki lisans eğitimine devam etmektedir. Genç Siviller kurucularından olan Alğan, Türk ve Arap aktivistleri bir araya getiren ve uluslararası çalışmalar yapan Nahda Network’un koordinatörlüğünü yürüttü. Aynı süreçte Free Press Unlimited adlı sivil toplum örgütünün saha koordinatörlüğünü yaptı. Dünya 5’ten büyüktür kampanyasının sözcülüğünü yürüttü. Abdurrahim Boynukalın’ın Gençlik Kolları Genel Başkanlığı görevine gelmesinden sonra Gençlik Kolları Dış İlişkiler Başkanlığı görevine getirilen Alğan hâlâ bu görevine devam etmektedir. Anadil düzeyinde Arapça ve iyi düzeyde İngilizce bilmektedir.

14 • Temmuz’15

sibeli artmıştır azalmıştır ama bu zulüm rejimi korku imparatorluğu devam ediyordu. Şimdi o korku imparatorluğu çöktü. Üstümüze düşeni her şeye rağmen bugüne kadar en iyi biçimde yapan halk olduğumuzu düşünüyorum. Çünkü bu topraklar ensarlıkla vakfedilmiş topraklar. Allah Türkiye’ye, Anadolu Coğrafyasına ensarlık görevi vermiş. Üstümüze düşeni yaptık ve daha fazlasını da yapabiliriz. Çünkü karşımızda çok büyük bir felaket var. Önemli olan daha iyisini yapma motivasyonunu taşıyor olmak. Ben halen o motivasyonu taşıdığımızı düşünüyorum. Küçükken biz Bosna savaşını anlayamayan, anlamlandıramayan bir nesildik. Avrupa’nın orta yerinde o medeni dedikleri Avrupa toplumlarının gözünün önünde bir halk sistematik olarak katledilmişti. Bosna savaşını artık daha iyi anlıyoruz. Suriye Devrimi bunu bize yaşayarak öğretti. Benim kuşağıma yaşayarak öğretti. Yarın bir gün bu savaş

bitecek. Ve bu savaş bittiğinde Suriye halkının gözlerinin içine gözlerini kaçırmadan bakabilecek tek toplum biziz. Genç Öncüler: Sizce Türkiye’de gençliğin en büyük problemi nedir? Mehmet Alğan: Anketler işsizlik olduğunu gösteriyor. Türkiye’de her sene en az 700 bin kişilik istihdam alanı yaratılması gerekiyor ki işsizlik oranı olduğu gibi kalsın. Bu çok büyük bir rakam. Çünkü Avrupa’nın en genç nufusuna sahip bir ülke. Üniversiteyi bitiren insanları direk istihdam alanına yönlendirmek biraz zor. Devletimiz şöyle bir mantıkla bakıyor. Üniversite okumak isteyen herkes üniversite okuyabilmeli. Bende bu mantıkla olaya yaklaşıyorum. Ama iş bulmak devletin işi değildir. Üniversite insanlara meslek kazandırmamalı, insanlara ufuk vermeli. Üniversite yıllarını boş geçirmemeli insanlar. Kulüp faaliyetleri yapmalı, hocalarıyla sürekli diyalog halinde olmalı, çeşitli vakıf, dernek, stk çalışmalarına katılmalı ya da parti teşkilatlarında koşturarak insanlar kendilerine alan yaratmalı ve o alanda yürümeli. Ama bir yandan da bu zor bir konu. İnsanlarda bir öğrenilmişlik, bir alışılmışlık var. İnsanlar kardeşim ben idealist bir yaklaşıma sahip olmak zorunda değilim deme hakkına sahipler. İşsizlik büyük bir toplumsal vaka ve devlet büyük toplumsal vakalara sırt dönemez. Anketleri bir tarafa koyarsak bana göre gençlik, işsizliği ve diğer parametlerinde bir nedeni olarak görebileceğimiz bir “kimlik” sorununa sahip. Yani kendini tanımlama ve ifade etme noktasında bir kriz yaşıyor. Biz gençlik isyanlarıyla karşılaştık son iki- üç yıldır. 1920’lerden itibaren Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte “rejim bekçisi” olan bir gençlik, 50-60’lı yıllarda güya kıyma makinalarında kıyılan gençlik, orduyu darbe yapma konusunda yürüteceği stratejinin saç ayakları rolünü üstlenmiş bir gençlik, 70’ler Deniz Gezmiş’ler, Mahir Çayan’lar, 80’ler bir sağdan bir soldan asılanlar, 28 Şubat sürecinde üniversite kapısı önünde itilip kakılanlar. Tüm bunlara baktığımızda devletin ve bazı ideolojilerin gençleri araçsallaştırdıklarını görüyoruz. Gençlerin araç değil aktör olduklarını ifade etme noktasında problemleri var. Gençlere


Karantina sürekli gelecekten bahsediliyor. Gelecek, gelecek, gelecek... Yarının doktorları, yarının öğretmenleri, yarının siyasetçileri. Ama gençler bugünde var. Gençler zaten “ihtiyarlara yer yok” demiyor. Ama kendilerine ait bir alanı olması gerektiğini düşünüyor. Gençlerin kendini ifade etme kanalları tıkanmamalı. Fatma Gaye Güler: Bence gençliğin en büyük sorunu gayesizlik. Kendi yaşıtımız ya da yakın yaşlarda olduğumuz gençlerle konuştuğumuz zaman gözlerinde bir ışık göremiyorum. Bir gaye için mücadele ettiklerini, savaştıklarını göremiyorum. Hayatta hiç bir şey onlar için anlamlı gelmiyor. Evet işsizlik bir problemdir, hayatı zorlaştıran bir etkendir. Ama bütün bunlardan daha önemli bir şey varsa “ne için yaşadığındır”. Ne için yaşadığının ışığını gözlerinde göremediğim binlerce gençle karşılaşıyorum sahada. Ve bu beni geleceğe dair endişelendiriyor. Gayesizlik rahatsız edici bir şey ve bence gençliğin en büyük sorunu bu. Genç Öncüler: Sizce Türkiye’de gençlerin siyasetle ilişkisi nasıl olmalı? Fatma Gaye Güler: Hiç bir parti farketmeksizin veya apolitik gençler hepsi için konuşuyorum gençler siyasetle bağlantısını asla koparmamalı. Bizim kurtuluşumuz siyasettedir. Hani bir laf vardır ya “Dosta tavsiye edilmez, düşmana emanet edilmez ateşten bir gömlek.” Farklı görüşlerde olsak dahi çıkış siyasette olmalı aksi takdirde “geziler” oluyor, “6-7 ekim olayları” oluyor. Gençliğin enerjisini sahalara şiddet yoluyla aktarmaya çalışan belli güruhlar oluşuyor. Sonra gençler bu enerjiyle beraber buna kapılıyorlar. Sonra cam çerçeve iniyor, mobese kameraları kırılıyor, polisin kafasına kaldırım taşı iniyor. Ama bu siyaset yapmak, devrim yapmak değil. Doğru kanallarla, doğru yöntemlerle siyaset yapabileceğimiz alanların oluşturulması lazım. Bu alanları iktidar partisi olarak biz belli olarak açıyoruz. Hatta parlamentoya beş tane de genç vekil taşıyoruz şu anda. Diğer partilere sempati besleyen gençlerde bu alanlara sahip olmalılar. Diğer parti liderleri bu konuda biraz gözlerini kapatıyorlar. Kendi gençlerine siyaset kanalını açmıyorlar onları so-

kağı işaret ediyorlar. Bu tehlikeli bir şey. O yüzden siyasetle bağın hiç kopmaması lazım. Neyi

düşünürsek

düşünelim dağda silahla değil, şehir merkezinde dükkanların

camını

indirerek

değil,

siyaset

kanalıyla

düşüncelerimizi ifade imkanını

edebilme kullan-

mamız lazım. Mehmet ğan:

Al-

Siyasetin

bir çok kanalı var. Sivil toplum ayağı var, dernekler vakıflar var, sivil aktivizm ayağı var. Dünyada

insan-

ların birbirleriyle iletişim kurmala-

Fatma Gaye Güler Kimdir? F. Gaye Güler, 1988 doğumlu, aslen Tokat’lı. İlköğretim ve lise eğitimlerini İstanbul’da, lisans eğitimini Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde tamamladı. İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü öğrenciliği devam etmekte. Siyasi hayatına 2009 yılında Ankara İl Gençlik Kolları Üniversiteler Birimi’nde başladı, 20122014 yılları arasında Ak Parti İstanbul Gençlik Kolları Halkla İlişkiler ve Seçim İşleri Birimlerinde sürdürdü. Çeşitli sivil toplum kuruluşlarında üyelikleri bulunmaktadır.

rı artık çok kolay. Bir twitter hesabıyla yüzbinlere ulaşabiliyorsun. Siyasi olduğunu düşünen insanlar, siyaset yapmak isteyenler çeşitli kanalları kullanabilirler. Türkiye’de siyasetin önü açıldı. Siyaseti bir takım hayati riskler içermiyor. Bunu da Ak Parti sağladı demekte bir sakınca görmüyorum. Siyaseti normalleştirip, gençlerin siyasete daha normal koşullarda girmesini sağlayan Ak Parti iktidarıdır. İnsanlardaki o “kötü hafıza” yok artık. Eskiden “oğlum sakın siyasete karışma” denirken bugün artık çocuklarının siyasetle ilgili olmasından çok rahatsız olmuyorlar. Çocuğum siyasete girerse başına bir şey gelir mi endişesi yok. Hafıza resetlenmeye başladı. Siyaset yapmak isteyen farklı kanallardan bunu yapabilir, gençler imkanları değerlendirebilirler. Temmuz’15 • 15


Karantina

SEÇİMLERE EMPERYALİST MÜDAHALE Yusuf Talha AVCI

“Gerçek şu ki, Firavun yeryüzünde (Mısır’da) büyüklenmiş ve oranın halkını birtakım fırkalara ayırıp bölmüştü; onlardan bir bölümünü güçten düşürüyor, erkek çocuklarını boğazlayıp kadınlarını diri bırakıyordu. Çünkü o, bozgunculardandı. Fakat Biz istiyorduk ki, yeryüzünde hor ve güçsüz görülen kimselerden yana çıkalım, onların dinde öncüler olmasını sağlayalım, onları (Firavun’un şeref ve itibarına) varis kılalım” (28/Kasas/4-5)

Giriş ağlarından kopartılmış, kimlik krizine sokulmuş Türkiye, Osmanlı sonrası dönemde Osmanlıyı yıkan güçler tarafından hem harita üzerinde hem de siyaseten paylaşıldı. Anadolu

B

16 • Temmuz’15

ise bu güçlerin kendilerinin olmayan topraklarda birbirleriyle verdikleri mücadeleye arena oldu. İşgal ederek toprak sahip olmak çok masraflıydı. Her doğan çocuk büyüyünce babasının dedesinin intikamını almaya kalkıyor yani sürekli düş-


Karantina man doğuyordu. O yüzden içeriden(!) birilerinin bu toprakları yönetmesi yeni sistemi kuranlar açısından daha akıllıca ve karlıydı. Kurumlar, temayüller, medya, sermaye gurupları, odalar… Osmanlı sonrası yeni Türkiye’de hep bu gerçek gözetildi. “Bizim” diye övünüp, sahip çıktığımız sistem, bu dengeler üzerine bina edildi. Cumhuriyeti kuran kadroların “inadına batı, alayına yıkım” diyerek yeni eksenine oturttuğu Türkiye’nin, NATO’ ya girmesiyle birlikte kendisine biçilen rolü de netleşiyordu. Sovyet akımının tamponlanması gerekiyordu. Kızıl hatta dur demek için Yeşil Kuşak cepheye aşk ile atıldı. Komünistler gelirse din elden gidecekti sonuçta. Şeytan sağdan yaklaşarak kendi adamlarının operasyonuna bizi piyon olarak sürüyordu. Solcularda zaten halkların kardeşliği adına faşolara karşı kutlu bir mücadele vermeliydi. Neticede Kızıl akım Anadolu’da durduruldu ama kızıla boyanan Türkiye sokakları oldu. “Bizim çocuklar” başarmıştı. Osmanlı sonrası oluşan bu yeni sistemde ABD’nin coğrafyadaki jandarması, bir sınır karakolu olarak konumlandırılmış Türkiye’de, seçimlerden ekonomiye, eğitimden güvenliğe kadar meselelerin tamamen bize bırakıldığı bu yüzden düşünülemez. Seçim sonuçlarının ve siyasetin, bize tesir eden bu kuvvetlerden tamamen bağımsız olduğunu düşünmek de büyük bir gaflet olur. Böyle bir tarihi arka plana sahip olan Türkiye siyasetinde iki binli yıllar itibariyle sahneye çıkan Ak Partinin de böyle bir etkiden korunmuş olması mümkün değildir. Ve bu etki özellikle partinin ilk yıllarında bariz bir şekilde göze çarpar. Ancak 2009’lara gelindiğinde Ak Partinin vesayet rejiminin etkilerinden kurtulmaya başladığı ve buna karşı mücadele ettiği imajı belirginleşir. Demokratik Açılım/Kürt Açılımı/Milli Birlik Ve Kardeşlik Projesi/Barış Süreci –adına ne derseniz deyin-, Askerin konumu, Balkan politikaları, Ortadoğu halklarıyla olan ilişkiler, Somali’den Afrika’ya açılan kapı, Mavi Marmara, “One minute”, Başörtüsü meselesi, 4+4+4, üniversiteye girişte katsayı problemleri ve Cumhurbaşkanın halk tarafından seçimi… Teker teker ele alındığında her biri mevcut sistem için ayrı bir açmazdır. Ak Parti, sistemin dokunulmazlarına dokunan, sınırlarına yaklaşan politikalar ürettiğinde sistem oyuncula-

rından karşı reaksiyon alır. Ve bugün 2015 genel seçimlerinde gerek uluslararası gerekse yerli aktörler bu doğrultuda adeta bir varlık mücadelesine girerek seçimlere müdahil olmuştur. 2015 Genel Seçimlerinin Tarafları Bu seçim Türkiye’deki siyasi partiler arasında geçen bir yarış olsa da, ifade ettiği anlam itibariyle çok daha geniş bir cephe arasında geçti. “Dünya beşten büyüktür” cümlesi, sistemin oturduğu zemine doğrudan aykırıdır. Türkiye, 2015 seçimlerine bu cümlenin bedelini ödemek için girdi. Onlara göre Erdoğan zıvanadan çıkmış, kontrolünü kaybetmiş, hasta, çok tehlikeliydi. Çünkü kendi kurdukları sistemde birilerinin çıkıp, yedikleri haltları yüzlerine vurması, ancak bir delilikti. Kendi mekanlarında, şeytanın adamlarının gözünün içine baka baka “dünyayı babanızın çiftliği bellemişsiniz” diyen biri çıldırmış olmalıydı. Yüzlerce yıllık kazanımları heba olmamalıydı. Bu yüzden şeytanın sesi, daha gür çıkıyordu. Bu seçimlerin tarafı oldular. Kimler mi? Seçimlerin öncesinde de sonrasında da meydanda olanlar… · New York Times dedi ki, “Türkiye’nin üzerinde kara bulutlar var. Erdoğan, ABD ve NATO eliyle durdurulmalı.” · Almanlar dedi ki, “Erdoğanın sarayı mezarı olacak” · İtalyanlar dedi ki “bin yılın Selahaddini durduruldu.” · The Guardian dedi ki, “Erdoğan daha çok güçlenmemeli. (seçim sonrasında ise Demirtaşı kastederek) Kürt Obama 2015 seçimlerinin yeni yıldızı.” · Şimon Peres dedi ki, “Türkiye’deki seçim sonuçlarından memnunum” Temmuz’15 • 17


Karantina

·

· Hareetz (İsrail medya) dedi ki, “İsrail ile ilişkiler düzeltilsin” · Parelelin bir yazarı dedi ki, “Abdulhamit düşerken..” (*) 2015 Genel Seçimlerinin Söyledikleri · Uluslararası güçlerin medya üzerinden bu kadar müdahil olduğu seçimlerin sonuçlarına göre Ak Parti tek başına iktidar olabilecek çoğunluğu elde edemedi. · Muhalefet liderleri seçim akşamı “bugün seçimin kaybedeni Erdoğan’dır” cümlesi etrafında toplandı. Seçimlere taraf olan uluslararası güçlerin güttüğü sistem müdafaası eğiliminin, içerideki muhalefetin de ana görevi olduğunu göstermektedir. · Cumhurbaşkanını halkın seçmesinin, sistemin en güçlü emniyet sibobunu devre dışı bıraktığı anlaşılmıştır. Çankaya nöbetinin bitmesinin seçkinleri nasıl rahatsız ettiği bu seçimlerde görülmüştür. · Ak Parti kadroları, muhalefet tarafından sadece Erdoğan’ın –tek adamın- kafasındaki problemler olarak lanse etmeye çalıştığı sistem kavgasını asla unutmamalıdır. Parti kadroları bu mücadeleyi ne kadar benimsediklerini sorgulamalıdır? Güneydoğu Asya’dan, Afrika’ya kadar mazlumların duasını alan bir ülke konumuna gelebilmenin bereketi ancak mevcut sistemin reddettiği İslami, tarihi, kültürel bağlarımızı sağlamlaştırıp şeytanın çarkına çomak sokmakla mümkün olur. · Türkiyeli Müslümanların 13 yıllık tek başına iktidar sürecinin ardından karşılaştıkları bu 18 • Temmuz’15

·

·

·

·

tablo da mücadelenin kazanıldığı zannıyla oluşan rehavetten tez vakitte kurtulmaları ve yeniden başlamaları gerekmektedir. Türkiyeli Müslümanlar ne yaptıklarını, ne yapacaklarını, hangi kademelerden geçeceklerini oturup sistemli bir şekilde tartışmalı, yol haritası oluşturmalı, şeytana pabucunu tersten giydirecek stratejiler geliştirmelidir. Yoksa “dengelerinizin canı cehenneme” deyip de dünyaya sövmek çok karizmatik gelse de bu sövmeler hiçbir dengeyi alt üst etmemektedir. Ama birilerini oturduğu yerden tekfir etmek veya kolayca işbirlikçilikle itham etmek daha kolay değil mi? Türkiyeli Müslümanlar, siyaset yapabilecek ve eğitimden ekonomiye kadar alternatif çözüm önerileri sunabilecek, kendilerine teslim edilen emanetlere adam gibi sahip çıkabilecek vasıflı insanlar yetiştirmediği sürece bu mücadele kazanılamayacaktır. Sayısı kaçı bulduğu belli olmayan cemaat, tarikat, dernek ve vakıfların, seçimlerden önce ortalık kalabalık gözüksün diye verdikleri görüntülerin, bu mücadele için yeterli olmadığı anlaşılmalıdır. Türkiyeli Müslümanların kalabalıkları harekete geçirebilme kabiliyeti ve harekete geçirecekleri kalabalıkları da olmalıdır. Şeytanın sesiyle ayarttığı zamanlarda bu görev adetleşerek ruhunu ve fonksiyonunu kaybeden basın açıklamalarıyla yerine getirilememektedir. Seçimlere uluslararası medyanın, sanki kendi ülkelerinde varlık mücadelesine girmişçesine müdahil olduğunu gösteremedik. İçerideki muhalefetin “bu güçleri Erdoğan ve Ak Partiden daha makbul görerek” kurdukları ittifakı ortaya çıkarmakta zorluk çektik. “Hırsız var” diye ortalığı ayağa kaldıranların şeytanla pazarlık yaparak, bizlerin geleceğimizi şereflice inşa etme fırsatımızı çalmaya kalktığını anlatamadık. HDP ise oylarını özellikle Doğu illerinde önemli ölçüde arttırarak barajı aştı. Seçimlere müdahale eden uluslararası medyanın allayıp pulladığı Demirtaş, Türkiye-Barzani-İmralı ekseninde oluşan yeni bölgesel hattı, emperyalistler adına tarumar etmekte ve sistemin


Karantina

· ·

·

·

·

·

·

bizlerin başına bela olarak sardığı Kürt meselesinde, Kürt halkını faşist, ırkçı söylemlere mahkûm etmektedir. Buna karşılık -gayet doğal olarak- MHP’de oylarını arttırdı. “Sistemle yatağa girip gebe kalmamak mümkün mü abi” diyerek en kral muvahhid takılan heyecanlı genç abilerin “Bizim hedefimiz Rojava modeli” diyerek, Avrupalı şeytanların parlayan yıldızı Demirtaş ve ahalisiyle Darul İslam’a yelken açılabileceğine evrildikleri görüldü. HDP’nin böyle bir tabloya, oy aldığı tabanda ancak küçük bir azınlıkta karşılık bulan LGBT sempatizanlığına ve seçim sonuçlarının solun zaferi olarak tanımlamasına rağmen oluşması iyi analiz edilmelidir. Seçimlerden önce Erdoğan’ın, İzleme heyeti ve Dolmabahçe açıklaması çerçevesinde Hükümetle açık bir şekilde çelişiyor görüntüsü vermesinin Kürt seçmen nezdinde bir güven kaybı oluşturması muhtemeldir. Aynı şekilde Davutoğlu ve Ak Parti kadrolarında oluşan ve oluşabilecek “Devletçi” tonu baskın dilin özellikle Kürt seçmende güven problemine sebep olabileceğini düşünebiliriz. Şu ana kadar Doğu oylarının büyük katkı sağladığı Ak Parti’de bugün, Kürt seçmenini Aziz Nesin’in halk tarifi üzerinden tanımlamak Suriye’nin kuzeyinde yaşananlar da göz önüne alındığında büyük bir hata olur. Ak Parti böyle bir sonucu bekliyor muydu? Nitekim muhalefetin, Cem Uzan’ın mitinglerde elli lira dağıtarak oylarını aldığı %8’lik kesime olan salvoları, sadece bol keseden atıyorlar ile geçiştirilmemelidir. Seçimin ideolojik anlamı toplumun her kesimi tarafından aynı derecede anlaşılmayabilir. Bu yüzden Ak Parti tabanında önemli yer eden, gelir seviyesi daha düşük olan, toplumun seçkinlerinin önemsemediği hatta sırtlarından geçindiği kesimlere, haklarını teslim eden ve uygulanabilir vaatlerini sunmalıdır. Toplumun ötekileştirilmişlerinin partisi olabilmiş bir partinin, kolunda yüzbinlerce liralık saatle dolaşması bizleri rahatsız etmektedir. Bu seçim sonrası oluşan süreç böyle bir arın-

maya gitme fırsatı olarak değerlendirilmelidir. · Şeytan kimimize de sağımızdan yaklaşarak vesvese vermektedir. Şeytan, Melek gibi bir lider ve Melek gibi bir siyasetimiz yok diye bizi mücadele alanlarından ve mücadele edenlerin arkasından uzaklaştırmak istiyor. Ne melek gibi bir lider bulacak, ne de melek gibi bir siyaset oluşturabileceğiz. Çünkü bizler insanız ve hata yapacağız. Yapacağımız, hata fark edilince tevbe etmek ve onu düzeltmek olmalı. Peygamberlerini melek değil diye inkâr edenlerden, Talutu yarı yolda bırakan İsrailoğullarından esinlenerek birbirimizi yarı yolda bırakmamalıyız. Peki Biz Kimiz? Biz şeytanla ve şeytanın adamlarıyla problemi olanlar… Bu dünyayı babalarının çiftlikleri belleyenlerin adam yerine koymadığı garibanları ve mazlumları arkamıza alarak yola koyulanlar… Çin denizinden atlas okyanusuna kadar dualarla bu yürüyüşe başlayanlar… “Yeter artık bizleri sömürdüğünüz” diyerek Firavunların karşısına dikilip “bırakın artık bu insanları bizimle gelsinler” diyenler… Tavrımızı bu seçkinlerden değil de bu mustazaflardan yana koyduğumuz sürece bu şerefe nail olabileceğiz. Saflar daha bir netleşiyor. Şeytanın adamlarına ve onların medeniyetine öykünmediğimiz sürece bu yolda kalabileceğiz. Firavunlar, sihrini açık eden, kendi sarayında kendisine diklenen Nil nehrinin çocuklarının kellesini istiyor. Denizlerin yolumuzu kestiği yerde de “şimdi işiniz bitti oğlum yolun sonuna geldiniz” diyerek zevkten dört köşe oluyor. Gaflet işte. Biz Nil’in çocuklarıyız.. Sular bize yol, onlara mezar olacaktır. Nil’in çocukları olduğunuzu bilin, hatırlayın, unutmayın.. Buna yakışır şekilde yaşayın... Sarf ettiklerimizi bu uğurda sarf edelim. “Sabrettikleri ve ayetlerimize kesinlikle inandıkları zaman, onların içinden, buyruğumuzla doğru yola götüren önderler çıkarttık.” (32/Secde/24) (*) Haberlerin orijinallerine çok kısa bir araştırma ile ulaşılabilmektedir. Temmuz’15 • 19


Karantina

Koalisyon Dosyası 8

Haziran 2015 gününe herkes farklı duygularla uyandı. Bizler ise çok daha farklı duygularla uyandık. Çünkü kendimizi bildik bileli Ak Parti tek başına iktidardaydı ve biz gençler KOALİSYON nedir bilmiyorduk. Genç Öncüler Dergisi olarak zihinlerimizdeki soru işaretlerini gidermek ve televizyonlardaki koalisyon tartışmalarını daha anlamlı hale getirmek için siz okuyucularımıza bir KOALİSYON dosyası hazırladık.

Nedir bu KOALİSYON? Koalisyon bir hükümet oluşturma biçimidir. Birden fazla siyasi parti veya grubun üyelerinden oluşan bir yapının meclis çoğunluğunun yarısından fazlası bir çoğunluğu sağlayarak hükümeti kurması ile oluşur.

Nasıl kurulur? Partilerden herhangi birinin meclis çoğunluğunun yarısından bir fazlası çoğunluğa ulaşamadığı durumlarda birden fazla parti ortak hükümet kurabilir. Cumhurbaşkanı hükümet kurma görevini birinci çıkan partinin liderine verir. Bu parti lideri mecliste güvenoyu(267) sayısına ulaşabilmek için diğer partilerden destek isteme arayışına girer.

20 • Temmuz’15

Koalisyonun yararları? Koalisyon hükümetlerinin sağladığı başlıca yarar, ülkedeki değişik siyasal eğilimleri yönetim mekanizmasına dahil etmesi, demokratik uzlaşı kültürünü geliştirmesi ve toplumsal kutuplaşmayı minimalize etmesidir.

Koalisyonunun zararları nelerdir? Koalisyon hükümetleri genelde oldukça kırılgan olurlar. Basit anlaşmazlıklardan dolayı hükümetler gensoru önergesi ile güvenoyu çoğunluğunu kaybederler. Bu siyasi istikrarsızlığa sebep olur. Siyasi iktidarsızlıkta ekonomik açıdan ülkeleri zor duruma sokar. Türkiye’de kurulmuş bazı koalisyon hükümetlerini tanıyalım.


Karantina

1961-1962/ CHP-AP Koalisyonu

1996-1997/ Refah Partisi-DYP Koalisyonu

Darbeden sonra 10 Kasım 1961 tarihinde ilk koalisyonu kurma görevi, Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel tarafından Malatya Milletvekili İsmet İnönü’ye verildi. Partiler İnönü yönetiminde çalışmak istemiyordu. Muhtemel bir siyasi kriz tehdidi, Adalet Partisi’ni İnönü ile birlikte çalışmasına zemin hazırladı. Yeni hükümet 20 Kasım’da ilan edildi. CHP genel başkanı İsmet inönü’nün başbakanlığındaki hükümet ortaklığı oluşturan partilerin uyumsuzluğu nedeniyle sık sık bunalımlarla karşılaştı. VIII. İnönü Hükümeti olarak bilinen dönem 20 Kasım 1961 ile 25 Haziran 1962 arasında yaklaşık 7 ay sürmüştür.

Hükümeti kurma görevini seçimden birinci olarak çıkan Refah Partisi’nin genel başkanı Necmettin Erbakan’a verildi ancak Refah Partisi’nin mecliste güvenoyu almak için yeterli milletvekiline sahip olmaması nedeniyle Erbakan hükümeti kuramadı. Bunun üzerine Cumhurbaşkanı Demirel seçimde ikinci gelen Anavatan Partisi genel başkanı Mesut Yılmaz’a hükümet kurma görevini verdi ve Anavatan Partisi ile Doğru Yol Partisi ortaklaşa 53. Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti’ni kurdular. Ancak bu hükümet yalnızca üç ay sürdü.

26 Ocak 1974 –17 Kasım 1974/ CHP-MSP Koalisyonu

1999-2002/ DSP-MHP-ANAP Koalisyonu

37. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, Bülent Ecevit tarafından kurulan CHP ve MSP koalisyon hükümetidir. I. Ecevit Hükümeti olarak anılmaktadır. 20 Temmuz 1974 Kıbrıs Harekâtıbu hükümet döneminde yapılmıştır. Hükümetin kurulması aşamasında CHP ve MSP arasında kurulan koalisyon hükümetinin ortaklık şartlarını ve hükümetin hedefini belirlediği bir protokol imzalanmıştır.

18 Nisan 1999 genel seçimlerinden 1. parti olarak çıkan DSP tek başına Hükümet kuracak çoğunluğa sahip olmadığı için koalisyon kurma zorunluluğu doğmuştur. En fazla sandalyeye sahip partinin genel başkanı sıfatı ile 3 Mayıs 1999 Cumhurbaşkanı’ndan Hükümeti kurma görevi alan Bülent Ecevit, MHP ve ANAP ile görüşmelerde bulunarak bir koalisyon Hükümeti kurmuştur.

Temmuz’15 • 21


Atölye

Dirilis Felsefesi Enes GÜNASLAN

Y

azıda geçen Diriliş Felsefesi muhtevasının neredeyse bir yıldır TRT tarafından büyük bir emekle yayınlanan ve ciddi tartışmaların arasında yol almaya çalışan ‘Diriliş-Ertuğrul’ dizisiyle doğrudan bir alakası yoktur. Elbette ki, bu ve benzer yapımlar; itiraf edilmemiş milliyetçilikler adına toplumsal bir hafızanın oluşturulması, Muhyiddin İbn Arabi ve Ekberi Öğretisi merkezinde kurgulanan dini argümanlar, İslami kesimler tarafından ısrarla eleştirilebilmelidir. Yine benzer bir yaklaşımla Sezai Karakoç’un ‘Diriliş Neslinin Amentüsü’ adlı manifestosu ile de mistik bazı kodları bünyesinde taşıyan bir tahlil de söz konusu değildir. “Kemal Tahir, kendini ve toplumunu anlamak çabasına giren her insanın Osmanlı gerçeğine mutlaka eğilmek zorunda kalacağını belirtir. İster reddetmek isterse oradan kendine bir ‘tarih inşa etmek’ için olsun, geleceğe ilişkin tasavvuru olan her fert, her düşünce akımı, her politik görüş Osmanlı ile hesaplaşmak durumunda kalmıştır. Tanpınar’ın deyişiyle, “Mazi daima mevcuttur. Kendimiz olarak yaşayabilmek için onunla her an hesaplaşmaya ve anlamaya mecburuz.” Yıkılışının üzerinden yaklaşık

22 • Temmuz’15

yüzyıl geçtiği halde, her yıl artan oranda, yüzlerce romanda, hikayede, tiyatroda Osmanlı’nın konu edilmesi, milletlerin geleceğini kurarken geçmişle hesaplaşma zaruretini ortaya koyuyor. Entelektüel dünyamızda yerleşmiş bir disiplin olarak tarih felsefesinden bahsetme imkanımız olmadığından, Osmanlı’nın ‘kimliği’ etrafındaki tartışmalarda, entelektüel duruştan ziyade heyecanların, heveslerin, zanların, algıların hakim olduğu görülür.” (Kimin ‘Dirilişi?, Doç. Dr. Sezai Coşkun, 12.04.2015,www. zaman.com.tr) Kur’an’ın kendi bünyesinde belirgin bir yer bulan Kehf kıssası özelinde bir Diriliş Felsefesi yorumu geliştirmeye çalıştığımı ifade edeyim. Yepyeni bir direniş ve diriliş felsefesini bünyesinde barındıran, Kur’an’ın en dinamik ve can alıcı mesajlarının yer aldığı Mağara arkadaşlarının bu kıssası ne anlatmak istiyor? Kehf Süresi 9-29. ayetleri arasında anlatılan kıssa tarihin bir döneminde yaşamış bu kahramanları neden abideleştiriyor? “Yoksa sen mağara arkadaşlarını ve yazma nüshalarını, ayetlerimizden şaşılacak bir olay mı sandın?” (18/9)


Atölye Kıssaya başlarken sorulan bu soru gerçekten çok ilginç. Adete ‘denmek istenen şudur’ şeklinde bir yaklaşım var. Sizin Kehf kıssası diye birbirinize anlatıp durduğunuz bu olay hakkında şaşırıyorsunuz demek! ‘Olmadık yakıştırmalar yapmayı bırakın da dinleyin!’ gibi bir izlenim var bu ayetlerde. “Hani o gençler mağaraya çekilmiş ve şöyle demişlerdi. Ey rabbimiz üzerimizden sevgi ve rahmetini eksik etme. İçinde bulunduğumuz şartlarda (konjonktürde) bizi doğruluktan ayırma.” (18/10) Yani içinde bulunduğumuz şartlar dünyanın çivisinin çıktığı şartlar; fakat biz bu şartlara teslim olmayacağız. Zulme, şirke, fuhşiyata ve münkerata asla teslim olmayacağız. Ey yanlız kalmışların ve kimsesizlerin rabbi. Yardım et bize.. Sonra yıllarca Allahın bir mucizesi olarak mağarada kaldılar. Dış dünyadan uzak ve habersiz olarak. Sonra tekrar Allahın izniyle dış dünyaya dönecek bir uyanış ve diriliş hareketi başlatmaya karar verdiler. Nereden ve nasıl başlamak gerektiğini göstermek adına. Tarihin ve çağın gerisinde kalma durumu ile karşılaşıldığında, yeniden ve nasıl başlanacak? Tekrar hayata, topluma, ortaların ortasına. Zamana ve mekana nasıl dönülecek görülsün diye. Dünyadan ve tarihten kopmanın nelere mal olduğu görülsün ve anlaşılsın diye. Tarihin içinde olmakla, dışında kalmak arasında nasıl bir fark var anlasınlar! İran sinemasının ünlü yönetmeni Farajullah Salahshur’un 1999 yapımı Ashab-ı Kehf dizi filmini ilgili okurlara biraz daha yakından tanıtmak maksadı değil buradaki mevzu. Acaba kaç kişiydiler, kaç yıl kaldılar o mağarada? Bunların bir önemi yok diyor rabbimiz. Bunların hiçbir öneminin olmadığını vurguluyor. Ne o gençlerin, ne de onların rabbinin bunları bilmeye ihtiyacı yok. Bir şeyler bilmeye ihtiyacı olanlar bu satırları yazan ve bu satırları okuyanlardır. Tarihin, zamanın ve mekanın gerisinde kalıp kendi mağaralarında yaşayanlardır. Daryus Şayegan ‘Yaralı Bilinç’ adlı o efsane eserinde meseleyi ‘tarihte tatile çıkmak’ olarak özetlemişti. Evet, bu kıssa kendi mağaralarımız ile dışarda gürül gürül akan hayat arasındaki farkı gösterebilmek için. “Biz sana onların kıssasını gerçeğin ta kendisi olarak naklediyoruz.” Anlaşılan kuranın indiği zeminde mağara arkadaşları kıssası bugün de olduğu gibi dilden dile dolaşan bir halk efsanesi olarak anlatılıyordu. Ku’ran ayrıntıya girmeden kıssanın evrensel mesajlarını veriyor. Mağara arkadaşları kıssası İsa (as)’ın doğumundan yüz otuz beş yıl sonra Romalılar döneminde Filedelfiya (Ürdün)’da yaşanmış gerçek olaylardan

ve aslen Kur’an’dan besleniyor. Zaten Kur’an’da da bu kıssa ile alakalı yeterli kadar veri mevcut. Yani tabiri caizse Kur’an yeterli malzemeyi ortaya koyuyor. Onların Havariler (Beyaz elbiseliler) olarak bilinen guruptan bir takım gençler olması mümkün. İbrahim, Musa ve İsa’nın yolunu saf haliyle sürdürmek isteyen, yaşadıkları bölgenin Roma egemenliğine girmesi ile şehirlerden, haliyle tarihin aktif sahnesinden çekilmiş ve Kur’an mesajı ile ve gerçek yönleri ile gün yüzüne çıkabilmiş muvahhid bir guruptan söz ediyoruz. İbrahimi çizgideki bu ve benzer guruplar 6. ve 7. yüzyılda İslam’ın tarih sahnesine çıkışına kadar cılız bir damar olarak kalmışlardı. Şehirlerde veya manastırlarda azınlıklar olarak yaşadılar. Ama asla kadim medeniyetlere teslim olmadılar. Babile, Asura, Mısıra, Romaya teslim olmadılar. Bir diriliş felsefesinin sancaktarlığını yaptılar. Kalabalıklar arasında bir direnci bir ateşi barındırdılar. Bu damar Kur’an’ın Hz. Peygamber ile tarih sahnesine çıkışıyla iki kadim zulüm medeniyetini (Roma,BizansPers,Sasani) yerle bir etti. Sonraki süreçlerde 8. ve 9. Asırdan itibaren tasavvuf ve tarikat camiaları şehrin günahından korunma ve arınma adına bir izole felsefesi bir kaçış felsefesi meydana getirdiler. Mağara arkadaşları kıssası ve Hz. Peygamberin yeniden Hira’ya dönmemesi, yeniden şehre dönüşün, yeniden tarihe dönüşünün sancılı olacağının altını çiziyordu. Müslümanların her daim hayatın atar damarlarında olmaları gerektiği vurgusu yapılıyordu. Zamanın ve mekanın sahibi, zamanı ve mekanı inşa etme sorumluluğunu müslümanların omuzlarına yüklemişti. Teklif edilen emanet, dağların omuzlamaktan geri durduğu emanet işte bu sorumluluktu. Seküler hayat tarzı, modern bilgi ve kültür endüstrisinin ideolojik sınırlarını aşıp, kendimize mağara arkadaşları bulmak zorundayız. Tarihi yeniden yazabilme adına. Hayattan kopmuş, sıradan günlük olaylar ve gündemlerle, kuşatılmış bir kültürle tarihin sesi olmamız mümkün görünmüyor. Tarihin ruhu olabilmek mağara arkadaşları gibi en güzel örneklikleri somutlaştırmakla mümkün. Kendi adına konuşan, kendi adına hareket eden, hareketine toplumsal boyutlar katabilen, otoritelerin meşruiyetini sorgulayabilen mağara arkadaşlarıyla beraber olabilme duasıyla.. Kehf ashabından Plutonius’un İsa(a.s.)’dan aktardığı gibi; “Karanlıkta dile getirmekten çekindiğiniz hakikat, bir gün aydınlıkta işitilecek ve gizli mekanlarda öğrendiğiniz bir inancı, bir gün çatılardan haykıracaksınız ve insanlar buna inanacak.” Temmuz’15 • 23


Atölye

İran Nereye? Yavuz Selim Sancak

D

in adamlarının otoriter faşizmi ile yönetilen sözde İran İslam Cumhuriyetine karşı sorumluluk sahibi müslümanların tavır alması bazı kesimler tarafından ısrarla sünni-şii çatışmasını körüklemek olarak anlaşılıyor. Oysa ki bizim karşı çıktığımız en temel nokta, dinin araçsallaştırılarak insanlara zulmeden bir yönetim aygıtı haline getirilmesidir. Bir kısım din elitlerinin kendi cepleri ve makamları için fayda devşirdiği bu dinci oligark burjuvazisi, insanların mücadelelerine ket vuruyor, düşüneni hapsediyor, İslam içi farklılıklara dahi tahammül edemiyor. Muhalif liderler ev hapsinde tutuluyor, üniversitede protesto eylemi yapan öğrenciler katlediliyor, internet kullanımına yasaklar getiriliyor, insanlar şu veya bu şekilde ajan ilan edilip baskı altına alınıyorlar. Suudi Arabistanda durum neyse sözde İran İslam Cumhuriyetinde de durum aynı şekilde tezahür ediyor. Şiilik, dinci oligarkların yönetim mekanizmasındaki gücü için meşruiyet alanı açmak ve Ortadoğu’da koloniler aracılığı ile yayılmacılığa dayanak gösterilmek için kullanılıyor. Dini veya

24 • Temmuz’15

mezhebi bir takım inanışları yönetimlerine meşru dayanak haline getiren oligarklar ülkelerindeki değişim rüzgarlarına direnmek için ülke içinde belli tavizler verebiliyor ya da uluslararası siyaset arenasında strateji değişikliklerine gitmek zorunda kalıyorlar. Bugün yıllardır ABD emperyalizmi diye lanetledikleri yapı ile “iddaalarından vazgeçerek” uzlaşmak zorunda kalmalarının sebebi ülkede yoğun olarak hissedilmeye başlanan ekonomik kriz ve insanların siyasi baskı üstüne bir de ekonomik baskı ile boğuşmaya başlaması, tahammül sınırlarının zorlanmasıdır. Köşeye sıkışan dinci oligarklar “antisiyonizm”, “selefiler”, “imamet” gibi meseleleri, yönetimlerine toplumsal rıza devşirmek için istismar ediyorlar. Peki yıllardır Türkiyede İslamcılar tarafından lanetlenen NATO, emperyalizm, Suudi Arabistan ve bilimum arap diktatörlerinin yanında sözde İran İslam Cumhuriyetine karşı neden tavır alınamıyor. Bu sözde İslam Cumhuriyetinin ülke içinde yönetiminin herhangi bir rol modelliği söz konusumudur? Anlayış olarak Suud ve diğer diktatör-


Atölye lüklerden ne farkı vardır? Peki “antisiyonizm” düşüncesi veya zamanında “HAMAS” gibi mutedil, düzgün İslami yapılara yapılan finans desteğinin sözde İslam Cumhuriyetinin son yıllardaki görünen “mezhep eksenli” görünmeyen “etnik” müdahaleci dış politikasına meşruiyet zemini sağlar mı? Mısır’da darbe olduğunda sokaklara dökülen Türkiye’li Müslümanlar 2009’da Hamaneyin ve muhafızlarının emriyle öldürülen ve hapsedilen İran’lı kardeşleri için sokaklara dökülmediler? Türkiye’de neden İran’ın mezhepsel bazı saikleri araçsallaştırarak yönettiği milis güçlerinin işgallerine karşı güçlü bir tepki ortaya konmadı? Bunu engelleyen güç nedir? Neden bu tip itirazlar hemen “şia” düşmanlığı eksenine çekilmek istenmektedir? Yıllardan beri sistem karşıtı olduğunu iddaa eden ve 79 İran İslam Devriminden etkilenen bazı gruplar için İran’ın ortaya koyduğu sistem, karşı olunacak, tavır koyulacak bir biçeme sahip değil midir? Türkiye’yi neosmanlıcı olarak suçlayan arkadaşlar, NATO’cu, emperyalist, siyonist işbirlikçisi diye suçlayan arkadaşlar, sizin bu işbirlikçi Türkiye’ye karşı bölgede diş bileyen ruhban faşizminin günümüzde ürettiği sistem herhangi bir alternatif tarz olarak görülebilir mi? Sloganik Nato ve emperyalizm düşmanlığı bu salt gerçekliklerin üzerini örtebilir mi? Sisteme karşıtlığı sadece yerel bazda ve bir bloğa endeksli olarak yürütmek ne derece doğru? Uzun zamandır şunu düşünüyorum. Bu çarpık gerçeklikleri görüp hala ruhban faşizmini aklama peşinde koşup, Türkiye hükümetini belli gerekçelerle suçlamak, sistemine eleştiriler getirmek “aidiyet” bağı ile ilişkili olabilir. Geçmişte saygı duyduğu, bugün ise kokuşmuş bir sisteme eleştiri getirmek ve bunu sokaklarda dile getirmekten korkan bir anlayış eğer kendi ülkesinin sistemini ve aynı blokta bulunan herhangi bir ülkenin sistemini sert bir şekilde eleştiriyorsa, kendi ülkesine yönelik “aidiyet” bağı kalmamış, sokaklara çıkıp protesto edemediği ülkeyle bir “aidiyet” duygusu geliştirmiş olabilir. Sistem düşmanı olmak bir anlamda anlaşabilir, bu yüzden sisteme başkaldıran bir kişinin bu vatana bu millete bu geleneğe

yabancılaşması açıklanabilir bir durumdur. Fakat bir insan iki kokuşmuş sistem arasında ayrım yapıp birine karşı sert eleştiri getirebilirken, lanetlemek için meydanlara inebilirken, birine karşı sesini kısmak zorunda kalıyorsa, sesini kısmak zorunda kaldığı sistemle kendisini bağdaştırmış demektir. Özeleştiri vermek gerekirse ben bu ülkeye, bu vatana, bu geleneğe, öz değerler sistemimize aidiyet hissettiğim için kendi ülkemdeki hataları biraz daha düşük seviyede eleştiriyorum. Örneklendirmek gerekirse bugün İran’da Kürtlerin durumu gerçekten çok feci iken, buna karşı herhangi bir eylemlilik geliştirmeyen ve geçmişte İran rejiminde yaşanan değişikliğe sempatisiyle bilinen bir insanın, Türkiye’de Kürtler ile ilgili bir haksız durum oluştuğunda aslan kesilmesi. Veya İran’da ruhban oligarklarının dini araçsallaştırarak halk üzerinde siyasal baskı kurmasına tepkisellik geliştiremeyip, Suud din oligarklarının dini araçsallaştırarak ve ekonomik kaynakları kullanarak halkın düşüncelerini baskılaması karşısında sesini yükseltmek. Türkiye’li Müslümanların artık bir takım tabuları yıkması gerekiyor. Ve İran’daki ruhban faşizmine kayıtsız şartsız tavır alması gerekiyor. En azından Suud ve diğer arap diktatörlüklerine alınan tavırla, İran’a alınacak tavrın eşitlenmesi gerekiyor. Aksi takdirde bu apaçık bir çarpıklık ve çelişkiler yumağı haline gelecektir. Din üzerinden siyasetini kurumsallaştıran ve arkasını Allah’ı alarak zulmeden hiç bir yapının yaşama şansı yoktur. Hepsinin sonu kendi halklarının eliyle gelecektir. Bunu tarihsel süreç içerisinde çok rahat okuyabiliyoruz. Hiç bir zulmün payidar kalmayacağına inanıyoruz. O yüzden bizim bu saiklerle gerçekleştirdiğimiz eleştirilerin, şii-sünni karşıtlığı ekseninde değerlendirilmesi hedef saptırmadır. Bozuk dinci oligark yapılarını bir anlamda meşrulaştırmaktır. Bu yapılar zaten yaşamlarını bu karşıtlığa ve bunun getirdiği siyasal açmazlara borçlu. Bu yüzden “la şiiye la sünniye vahde vahde islamiyye” sloganını, mezheplerini halkları daha iyi sömürebilmek için kurumsallaştırmış devletlerin birleşmesi için değil, bu bozuk düzenlerin yıkılması için atalım. Temmuz’15 • 25


Gündem

ARINMA VAKTI RAMAZAN Yusuf GENÇ

Allâh’ım!

ederken diğer yanda kirli zihinleri mübarek vahyin

Ey anların, günlerin, ayların, yılların Rabbi!

nuruyla yıkamaya bir vesiledir.

Ey zamânın, mekânın, ölümün ve hayatın Rabbi!

Ramazan, insana, onun kendisine baktığı ölçüde

Ey arzın ve semâvâtın Rabbi!

nazar eder. İnsan, Ramazan’a midesini rahatlatmak

Ey kelâmın ve Ramazân’ın Rabbi!

için bakıyorsa aynı şekilde karşılık bulacaktır. Eğer

Ey bizim Rabbimiz, insanın ve insanlığın Rabbi!

çocukluğundan kalma tatlı hatıraları yad etmek

Ey sonsuz rahmetin kaynağı, sınırsız merhametin

maksadıyla oruç tutuyorsa ona göre karşılık bula-

menbâı!

caktır. Eğer şeker bayramına bir hazırlık mahiyetin-

Bizleri, Kur’an ayı Ramazân’a eriştirdiğin için ham-

deyse Ramazan onun için, öyle karşılık bulacaktır.

dolsun.

Vakti gelince onlara şeker bayramınız kutlu olsun denilip bol bol şeker ikram edilir.

Ramazan...

Bir de Ramazan’ı Kur’an ayı olarak görüp onu

Sahip olduğu tüm feyz ve bereketi, bir olayın

öyle karşılayanlar var. Bu ayın kendilerine yüklediği

içinde gerçekleşmesinden ötürü alan on bir ayın

sorumluluk bilincinin farkında olup Kur’an ahlakıyla

sultanı…

kuşanma çabası içine girenler.. Kendisinin orucu tut-

Kur’an’la sabit olduğu üzere vahyin inme-

tuğu gibi orucun da kendisini tuttuğu salihler.. Vahiy

ye başladığı aydır Ramazan. Aynı zamanda Kadr

o ayda geldiği için Ramazan’ın mübarek olduğunu

Suresi’nde de ifade buyrulduğu gibi bu ayın içinde

bilip, vahyi hayatlarına inzal ettirerek kendileri de

bin aydan daha hayırlı bir geceye işaret eder Alem-

Allah’a karşı muttaki, sadık ve tahir olmak üzere ni-

lerin Rabbi. Bin ay. Yani bir ömür.

yet edenler.. İşte onlar Ramazan’ın emanetçileri ve

O halde şunu sormamız gerekir:

sadık dostlarıdır. Bin dört yüz küsur senedir sürekli

Vahiy, zamanı bereketlendirmek, ona değer üs-

gelen Ramazan’ın her geldiğinde kendini tebessüm

tüne değer katmak, onu kutsamak için mi inmiştir? Allah’a sığınırız. Vahyin gayesi eşref-i mahlukat-

ve ihlasla karşılayan emanetçileri... O mesud kimseler farkındadırlar ki

tır. İnsanı bereketlendirmek, onu mübarek kılmak-

Ramazan’ın ilahi ve Kur’ani iklimiyle muttakiler

tır. Ramazan, gönüllerin yaralarını sarmak, yıkık-

günahlarından arınmayı ümid ederler. Vahyin ileti-

larını yapmak;akılların tahribata uğramış yerlerini

cisi ve örnekliğiyle muttakilerin muttakisi olan Mu-

tamir etmek; şahsiyetlerin eksilen yerlerini tamam-

hammed aleyhissamın Kur’an’ı nasıl okuduğunu

lamak için Müslümanların önüne konulmuş mükel-

idrak etmiş, kıraat ettikleri lafzın ne manaya gel-

lef bir sofradır. O sofra ki Allah’ın adıyla diye baş-

diğini ve hayatlarında neleri değiştirmesi gerektiği

lanan oruçlarda bir taraftan insanın nefsini terbiye

fehmetmiş yiğitlerdir onlar. Allah’ın ihtarını duyduk-

26 • Temmuz’15


Gündem ları anda pür-dikkat kesilirler ve vahyi hayatlarına hakim kılma cehdine girerler... Rivayete kulak verelim: Muteber bir alim olan Ebubekir Verrâk, yedi sekiz yaşlarındaki oğlunu hafızlık yapması için medreseye gönderir. O yaştaki çocuk ezber yaparken tam şu ayete gelir: “Eğer inkar edecek olursanız, çocukların saçlarını ağartacak o günde kendinizi nasıl koruyacaksınız?” Çocuk kendini eve zor atar. Oğlunu perme perişan bir halde gören annesi telaşla ne olduğunu öğrenmeye çalışır. Sabinin dilinden, eğer nankörlük ederseniz diye başlayan ve kendinizi nasıl koruyacaksınız ihtarıyla biten ayetten başka kelam hasıl olmaz. Rivayet odur ki bu olay üzerine hastalanıp yataklara düşen çocuk iki üç ay içinde dilinde Müzzemmil Suresi’nin on yedinci ayetiyle ruhunu Rahman’a teslim eder. Hem alim hem zahid olan Ebubekir Verrak bu ölüm üzerine çocuğunun mezarına gittiği ve “Yavrum! Meğer senin baban bu güne kadar ahirete inanmazmış. Eğer gerçekten ahirete iman etseydi bu ayet onun da yüreğine yumruk gibi otururdu.” diyerek ağladığı rivayet edilir. Ömer bin Abdulaziz… Öğle namazını kıldırırken bir ayete geldiği, ağlamaktan ayetin devamını getiremediği ve ayeti bitirmeden rukuya vardığı bilinir. Hasan el- Basri yatsı namazına niyet eder. Kıraat ederken İbrahim Suresi’nin 34. ayetine gelir: “Allah’ın nimetlerini saymaya kalksanız sayamazsınız.” Hasan-ı Basri ayetin devamını getiremez hıçkıraklara boğulur. Rivayet odur ki sabah namazının girmesine yakın bir zamanda Hasan-ı Basri hala İbrahim Suresi’ndedir… Rehberi Kuran olanın kıraati de böyle olur. Önünde böyle Kur’an okuyucularının olduğunu görüp de kendini nasıl muhasebe etmez insan! Benim okuduğum Kur’an mı? Benim okuduğum Kur’an ise Ebubekir Verrak’ın on yaşına varmamış oğlunun okuduğu ne? Eğer ikisine de Kur’an ise benim de okkalı bir tokat yemem gerekmez miydi?.. Muhakkak bizim idrak edemediğimiz nokta, Kur’an’ın insanı dirilttiği ve harekete geçirdiği ger-

çeği. Öyle ki kalbimize çakılan ayetler şöyle dursun, manasına vakıf olduğumuz, namaz kılarken kalplerimizi ürperterek okuduğumuz birkaç ayet dahi göstermekte zorlanır bir toplum olduk. Halbuki Kur’an’ı ahlak hale getiren Nebi’nin (sav) Hud Suresi’nin “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” ihtarının saçlarını ağarttığını söylemesi, müminler için büyük bir uyarı ve aynı zamanda son nefes verilene dek üzerine tefekkür edilesi bir vakıadır. Sezai Karakoç; “Ben göğsümde çiçek gibi taşımıyorum aşkı Ben aşkı göğsümde kurşun gibi taşıyorum.” diyerek ifade eder düşüncelerini. Bu duyuş ve hissediş tarzının altında sanırım muhasebesini yaptığımız ve aradığımız hikmet yatar. Karakoç’un sinesine bastırdığı her ne ise O’nu uyuşturmuyor, aksine mütemadiyen teyakkuz halinde, mütemadiyen göğsüne bastığının metafizik gerilimin nefesi ensesinde olmak suretiyle mutemadiyen ona karşı sorumlu. Atacağı her adımın ve geliştireceği bütün hareket tarzlarının hayatında neler değiştireceğinin bilincinde... Bu duyuş ve düşünüşün, Rasulullah’ın Hud Suresi’ni okurken, Abdullah bin Abdulaziz’in namaz kıldırırken, Ebubekir Verrak’ın oğlunun Kur’an’ı hıfz ederken hissettiğinden farkının olmadığı aşikar… Kur’an’a sıhhatle yaklaşan bir aklın yetiştireceği talebelerin de ayetleri göğsünde çiçek gibi değil kurşun gibi taşıyacağı kuşkusuz. Ramazan’a nasıl hazırlanması gerektiğinin pratiğini gösteren Rasulullah’ın okuyacağı gibi vahyi okuyacağı da. Zira Ramazan’ın illeti olan vahye sırt dönerek oruç nasıl ihtiva edilir? Ramazan’ın hikmeti olan Kur’an’la hem-hal olmadan orucun hazzı alınabilir mi? Son söz olarak hayatı anlamlandıranın zaman olduğu gerçeğini unutmamak gerek. Öyle ki sık sık Allah zamana yemin eder: “Asra yemin olsun. Fecre yemin olsun. Kuşluk vaktine yemin olsun…” Asr da fecr de kuşluk vakti de şahit olsun. Zaman şahit olsun… O halde şimdi Ramazan şahit olsun. Biz onu tutalım, ta ki o da bizi tutsun. Bizleri de şahitlerden kıl ya erhamer rahimin. Temmuz’15 • 27


Gündem

Gana’da Adım Adım Ramazan İsmail Yasin AVCI

TİKA&UGED işbirliğinde “Kıtaları Aşıyorum Gönüllü Yaşıyorum” projesi kapsamında Gana seyahatimizde tuttuğum günlüğün ilk dizisini sizlerle paylaşmaktan mutluluk duyuyorum. Gana’lı kardeşlerimizin hepinize selamları var.

Gana’da ilk günümüz – 24.06.2015 Gana; Güney Afrika Cumhuriyeti, Nijerya ve Kenya’nın ardından bölgenin en büyük ekonomisi olmasına rağmen fakir bir ülke. Bu durum Afrika’nın genel durumunu özetliyor. Asgari ücret 50 dolar, halkın yarısından fazlasının günlük kazancı 1,5 doların altında. Gana nüfusunun %30’u Müslüman ve Müslümanların büyük kısmının günlük kazancı 1,5 doların altında Gana’da, Almanlar ve Danimarkalılar ciddi misyonerlik faaliyetlerine devam ediyorlar. Elhamdulillah, Türkiye’deki büyük İslami grupların da hemen hemen hepsi burada. Dinler arasında herhangi bir anlaşmazlık yok, Müslümanlar diğer dinlerin baskısı altında değil. Bugün Akra sokaklarında beyaz takkelerimizle rahatça dolaştık. Halk güleryüzlü ve Beyaz Müslüman görmenin şaşkınlığı ile ilk tepkileri “oburoni!” (Beyaz) oluyor. Çocuklar fotoğraf çekinmeyi çok seviyor, hepsinin gülüşleri mükemmel. Beyaz insan görünce korkup ağlayan çocuklar var.

28 • Temmuz’15

Ganalılar sabah uyandığında ilk olarak dişlerini firçalarmış ve küçücük çocuklar bile her gün duş alırmış. Ülkede sigara hiç hoş karşılanmıyor, sigara içmek kanunen de yasak. Müslümanların gözünde sigaranın esrardan, alkolden bir farkı yok. Başkent Akra’da bile sık sık elektrikler kesiliyor. Gana’nın kuzeyinde ciddi su kuyusu ihtiyacı var. Bir su kuyusu açtırma maliyeti 3000 dolar civarında. Bugün ziyaret ettiğimiz Furkan Külliyesi Batı Afrika’nın en büyük camisi olmakla beraber Gana’nın en büyük ibadethanesi unvanına da sahip.Bugün Akra’da bir Türk lokantasının Akra’daki Türkler için verdiği iftara katıldık. Türkiye’nin, Gana’nın, Müslümanların iyiliği için koşturan onlarca güzel insanla, iş adamlarıyla tanıştık. Teravih namazını da Lübnanlıların kurduğu okulun bahçesinde Suriyeli bir imamın arkasında kılmak nasip oldu. Farklı dillerden, farklı memleketlerden, farklı renklerden insanları tek bir ümmet kılan, kardeş kılan Allah’a hamd olsun.


Gündem

İkinci gün- 25.06.2015 Bugün Akra’dan otobüsle Kumasi’ye geldik. Kumasi, Gana’nın ortasında bir şehir. 15 gün boyunca yavaş yavaş kuzeye doğru ilerleyeceğiz, köylerde faaliyetlerde bulunacağız. Ülke oldukça fakir olmasına rağmen otobüsler lüx. Akra-Kumasi arası 270 km ancak yollar çok kötü olduğu için yolculuğumuz 5 saat sürdü. Yol kenarlarında çok fazla seyyar satıcı gördük. Gana’da seyyar satıcılıkla geçinen oldukça fazla insan var. Anlam veremediğımiz bir tablo ile karşılaştık: Otobüs terminalindeki her otobüsün camında İngiltere veya ABD bayrağı asılıydı. İsrail bayraklı otobüs bile gördük. Sokaklardaki kum sahalarda futbol maçı yapan her yaştan çocuk var. Gana milli takımının Dünya kupasındaki başarısının sırrı belki de budur. Duvarlarda; “Jesus is come back” (İsa geri gelecek), “Yehova”, “Allahu Aqbar” yazılarıyla karşılaşıyoruz. Kumasililer Akralılardan daha sıcak kanlı. Mevcut imkanlarla mutlu olmayı iyi biliyorlar. Kumasi’ye beyaz insan çok nadir gelirmiş. O yüzden her yerde çok yoğun ilgiyle karşılaşıyoruz. Özellikle Selfie çubuğum ile fotoğraf çekinmek isteyenler oluyor. Birkaç yaşlı kadın bana dokunmak istedi, ne yapacağımı şaşırdım. Bugün iftarı Paragon Vakfında Kumasililerle yaptık. İftar programında Türkçe konuşma yapan Kumasili bir hanım kardeşimiz “Gana çok sıcak,

Gana çok zahmetli. Tüm bunlara rağmen siz buradasınız. Bu sizin cihadınızdır. Allah sizden razı olsun, dualarınızda bizi unutmayın.” dedi. Allah yardımcıları olsun. Bu geceyi üniversite öğrencilerinin kaldığı bir yurtta geçireceğiz. Yurdun bulunduğu Müslüman mahallesinde çoğu evde ve sokaklarda elektirik yok. Bu yüzden görüntü alamadım. Gana’da kuzeye gittikçe sivrisinek ve sıtma tehlikesi artıyor. Bu sebeple kalacağımız yurtta bizim için cibinlik hazırlamışlar. Bugün 5 saatimiz yolda geçtiği için söyleyeceklerim kısıtlı. İlerleyen günlerde bizi ilginç anlar bekliyor. Gana’nın kuzeyinde “Krallık” sistemi ile yönetilen köyler varmış. Yakın bir zamanda büyük bir köyün kralı Müslüman olmuş ve akabinde köy ahalisi de Müslüman olmuş. İnşallah bu köyü ve kralı da ziyaret edeceğiz. Bölgeyi gözlemledikten sonra Krallık sistemi ile ilgili detaylı bilgi vereceğim inşallah. Vesselâm.

Temmuz’15 • 29


Gündem

Üçüncü gün- 26.06.2015 Bugünü Kumasi de okul ziyaretleri ile geçirdik. Sahurda ilginç bir tevafuk oldu, davul sesleriyle uyandık. Meğerse bu davulcular bizim Ramazan davulcuları değilmiş, Kumaside Hristiyanlar sabah ayini için davul çalıyorlarmış. Sahurda bazı Kumasililerin tavuğu kemikleri ile yediğini hayretle izledik. Sahurdan sonra da daha önce anlattığım üzere mahalle mescidinde sabah namazını kıldık. Biz namazdan sonra uyuduk ancak Kumasililer namazdan sonra uyumuyor, işlerini bitirdikten sonra öğlen vakti uyuyorlar. Uyandıktan sonra Sekafiyye (Kültür) Müslüman lisesinde gençlerle buluştuk. Bir genç “Seküler eğitim sistemi mi daha iyi, yoksa Müslüman eğitim sistemi mi? Gelişmiş ülkeler hangi sisteme daha yakın?” diye sordu. Biz de dilimiz döndüğünce her iki sistemin de birbirinden kesin olarak ayrılamayacağını, Türkiyedeki laik eğitim sisteminde dahi İslam’ı gücümüz yettiğince yaşamaya devam ettiğimizi anlattık, Osmanlı’da dinin ve bilimin bir arada olduğu okulları anlattık. Lise ziyaretinden sonra Fatıma Farıda kreşini ziyaret ettik, çocuklardan bol bol ilahi dinledik.

30 • Temmuz’15

Kreş ziyaretinin ardından da Müslüman bir ilkokulu ziyaret ettik. Küçücük çocukların bile ilk tepkisi “Oburani! Hi!” oluyor. Bu ilkokulda da Türkiye’den neden geldiğimizi, kardeş olduğumuzu anlattık, yarı İngilizce yarı gönül lisanıyla anlaştık. Çocukların mutlu olması için beyaz bir Müslümanın tebessüm etmesi ve selam vermesi yetiyor. Ardından Cuma namazı için camiye geçtik. Kumasi’de kadınlar da Cumaya geliyor. Farzdan sonra görevliler saf saf gezerek yardım topladıktan sonra cemaat dağılıyor. Cumadan sonra Kumasi Islamic Education Unit’i (Türkiye’de karşılığı İl Milli Eğitim Müdürlüğü) ziyaret ettik. Başkan Ebubekir Hoca “Burası sizin eviniz. Evinize hoşgeldiniz. Ben de Türkiye’ye gelip gidiyorum. Türkiye’de kendimi evimde gibi hissediyorum.” sözleriyle bizi karşıladı. Kumasi’de 65 bin Müslüman öğrenci varmış. Ebubekir hoca Kumasideki durumu şöyle özetledi: “Şehirdeki Hristiyan okullarının durumunu bizden çok daha iyi. Devlet bize yeteri kadar hoca vermiyor. Müslümanlar Gana’ya gelmekte çok geç kalmış. Müslümanlar 100 yıldır Gana’da. Hristiyanlar devlet kurulduğundan beri buradalar. Altın sömürmeye geldiklerinde eğitim yatırımları da yapmışlar. Müslüman çocuklar Hristiyan okullarında okuyabiliyor ancak yozlaşıyorlar. Müslüman kızlar Hristiyan okullarında okumak için başörtülerini çıkarmak zorunda.” Ayrıca Ebubekir hoca bu yaşımıza rağmen evli olmamamıza çok şaşırdı. Burada evlilik yaşı Türkiye’ye göre oldukça düşük. Hatta ziyaret ettiğimiz lisede birkaç kız, hocalarına benim evli olup olmadığımı sordurdu... Bugün bir taksi şoförüyle Gana hakkında muhabbet etme fırsatı bulduk. Gana’da Müslümanlar için radyo çok önemli. Müslümanlar arabalarının radyolarında sürekli İslami sohbetler dinliyorlar.


Gündem Gana’nın nüfusu hızla artıyormuş ve en hızlı artış Müslümanlarınmış. Taksi şoförüne ülkedeki illegal olayların durumunu sorduk. Son yıllarda hırsızlık suçu düşüşteymiş. “Zaten hırsızlık yapanlar da zenginleşmek için değil, hayatta kalmak için çalıyorlar” dedi. Son olarak bugün Cuma namazını kıldığımız camide iftar programına katıldık ancak yemek yiyemedik. Kumasililer ezan okununca oruçlarını muz ve mango ile açıyorlar, ardından hemen namaz kılıyorlar. Ben namaza giderken muzlarım bitmemişti, döndüğümde hepsini çocuklar götürmüş... Bize namazdan sonra iftar vermelerini beklerken de tüm yemekler bitti. Şu an bir evin çatısında lokantadan aldığımız pilavı yiyoruz. Elektrikler yine gitti... Yarın kırsala ineceğiz ve geceyi bir köyde geçireceğiz. Köyde telefon çekmeyebilir, meraklanmayın... Vesselâm.

Dördüncü gün- 27.06.2015 Bugün sabah namazını Kumasi Takva Mescidinde kıldık ve namazın ardından cemaatle güzel bir sohbet yaptık. Namazdan sonra da Kumasi sokaklarında dolaştık. Kumasi’de sokak aralarında fistık kavurup satan kadınlar var. Aslında Kumasi’de sokaklarda her şey satılıyor diyebiliriz, her yer seyyar satıcı. Hatta küçük bir çocuğa saatinin çok güzel olduğunu söyledim, hemen satmak istedi. Ben de almaya niyetlendim ancak pazarlıkta anlaşamadık. Ganalılar beyaz insanları yürüyen dolar olarak görüyor, bize 3-5 kat daha fazla fiyat söylüyorlar. Dolayısıyla biz de pazarlık yapıyoruz, mesela bugün 5 portakalı 50 Türk kuruşuna aldık. Gana aslında ucuz bir ülke. Poşet su içiliyor ve 500 ml su 5 Türk kuruşu. Benzinin litresi 1 dolardan daha az. Kumasi’de çoğu evde çeşme suyu var ancak içilmiyor. Sokak aralarında çok sayıda su kuyusu var. Su kuyularının büyük kısmını Türkler açmış. Küçücük kızlar kocaman su kovalarını başlarında taşıyorlar. Kumasi sokaklarında biraz daha dolaştıktan sonra Ashanti bölgesindeki Nyinahin köyü-

ne geldik. Gün boyunca köydeki çocuklarla bol bol vakit geçirdik. Hristiyan ve Müslüman ayrımı yapmadan köy halkıyla muhabbet ettik. Köyde Müslümanlar ve Hristiyanlar sorunsuz bir şekilde yaşıyorlar. Köy halkı çok fakir. Köyde çeşme suyu yok, sadece su kuyuları var. Köy halkının çoğunluğu kadın ve çocuk. Tek eşli erkek yok denecek kadar az. İngilizce bilmeyen çocuk sayısı oldukça fazla, bu yüzden anlaşmakta sıkıntı yaşıyoruz. Çocuklar kendi imkanlarıyla ilginç oyuncaklar yapmışlar. Sokaklarda çırılçıplak banyo yapan çocuklar var. Köyün tek camisi İmam Ebu Hanife Cami Müslümanların merkezi olmuş durumda. Müslümanlar birlik içinde günlerini İslamla geçiriyorlar. Namazlar kalabalık oluyor, gün boyu hoparlörlerden tüm köye sohbet ediliyor, Kuran okunuyor. Namaz vakti dışında da hava çok sıcak olduğu için camide yatıyorlar. Bugün iftarı da Ebu Hanife Caminde yapacaktık ama yine sorunlu bir iftar geçirdik. İftarlarımız çok komik bir hal almaya başladı... İftarda sadece su ve pilav vardı. Biz ezan vaktine 15 dakika kaldığını düşünürken bir anda ezan okundu. Biz de riske atmamak için 15 dakika bekleyelim dedik. Ancak köy halkı 10 dakikada iftarı bitirdi ve bir anda akşam namazı için saf tutmaya başladı. Biz de pilavlarımızı aldık ve camiyi usulca terk edip odamıza çekildik... Odamız derken; şu anda bomboş bir binada cibinliklerimizi kurmuş yatıyoruz. Pilav ile doymadık, seyyar bir ocak bulduk, şimdi Türkiye’den getirdiğimiz sucukları yiyeceğiz... Vesselâm.

Temmuz’15 • 31


Gündem Beşinci gün- 28.06.2015 Bugün Nyinahin köyünde mükemmel bir gün geçirdik. Sabah namazında İmam Ebu Hanife Caminde kalabalık bir cemaatle sohbet ederek güne başladık. Namazın ardından Kur’an-ı Kerim eğitimi verilen Halaka medresesini ziyaret ettik. Sınıflarda sadece sıra, tahta ve Kur’an-ı Kerim var. Çocukları elimizden geldiğince mutlu etmeye çalıştık; kalem, şeker ve balon dağıttık. Buradaki çocuklar için küçücük bir şeker bile o kadar değerli ki... İnsan Afrika’da, tebessüm etmenin ve paylaşmanın sadaka olduğuna tekrar tekrar iman ediyor. Şu anda köyde sadece bir merkezi tuvalet var, o da paralı. Burayı kullanamayanlar yine kuyu suyuyla kendi imkanlarıyla tuvalet ihtiyaçlarını gideriyorlar... Bu sebeple Ebu Hanife Medresesinin bahçesinde yeni bir banyo ve tuvalet inşaatı başlamış. Bize de bu inşaatta çalışmak nasip oldu; tuğla taşıdık, çimento kardık, duvar ördük... Elhamdulillah, Afrika’da kalıcı bir eser daha bırakmış olduk. İnşaatta çalıştıktan sonra bir kardeşimiz evinin banyosunu kullanmamıza izin verdi. Banyo derken aklınıza kendi evlerinizdeki banyolar gelmesin. Evinin bahçesinde sadece dört duvarla çevrilmiş, üstü açık bir alan... Zaten köyde çeşme suyu olmadığı için kuyu suyu ile duş alınıyor. Burada şu anda yağmur mevsimi ama çok nadir yağmur yağıyor ve ne zaman yağacağı hiç belli olmuyor. Duşa girmemizden hemen önce de mükemmel bir yağmur başladı. Kısacası hepimiz yağmur altında, kuyu suyuyla, asla unutamayacağımız bir duş aldık.

32 • Temmuz’15

Evin bahçesinde duş sırası beklerken yağmura rağmen iplerde asılı çamaşırlar dikkatimi çekti. Meğerse köyde zaten su sıkıntısı olduğu için buradaki kadınların Türkiye’deki kadınlar gibi yağmur yağınca çamaşırları toplama derdi yokmuş, böylece kıyafetler tekrar tekrar yıkanıyormuş... Yağmur durduktan sonra Ramazan kumanyaları dağıtımına çıktık. Emanetlerinizi “Ramadan karim from Turkey” sözleriyle yerlerine teslim ettik. Bugün herhangi bir iftara davetli değildik. Dolayısıyla kendi imkanlarımızla bir şeyler hazırlamak için alışverişe çıktık. Köy sokaklarında gezinirken köyün içinden geçen bir nehirde kocaman balıklar gördük. Balıkların hikayesi de ilginçmiş. Köydeki bir Hristiyandan aldığımız bilgiye göre, köy halkı bu balıkların Tanrı tarafından gönderildiğine ve kutsal oldukları için tutulup yenilemeyeceğine inanıyormuş. Köy sokaklarında baya dolaştık ancak seyyar satıcılar pek temiz olmadığı için bir şey alamadık. Nihayetinde bugün de iftarı muz, ananas ve portakalla yaptık... Bu geceyi de Nyinahin köyünde geçirdikten sonra yarın inşallah başka bir köye gideceğiz. Vesselâm.


Şiir

Ben Önce Gözlerini Sevdim

Hanzala Ben gözlerinde gördüm Filistini Ben önce gözlerini sevdim O yangın yeri gözlerini Ve Hanzala sana gelmek istedim Sonra bir ses düştü kulaklarıma Çığlıklar parçaladı yüreğimi Anladım Hanzala; Bu, senin sesindi... Öyle bir Filistin taşıyor ki gözlerin Karanlığa düşen yangınların oluyor Ve herkes Hanzala sabaha Senin sesinle uyanıyor. Düşmeseydi gönlüne bu bombalar Ve görmeseydi gözlerin tanklar Olmazdı gözlerinde bu yangınlar Sesin yürek parçalamazdı Ve susardı bu çığlıklar Koynunda şehid düşen çocuk Uyurdu ellerinde Ve şikayet etmezdi kimseyi Rabbine Girmeselerdi gönlüne Olmazdı Hanzala böyle Düşmeseydi gönlüne bombalar Ve görmeseydi gözlerin tanklar... Ellerin tutardı ellerimizden Bir bebeğin kanına değmeseydi Ve görmeseydi o zalimi Olmazdı gözlerin böyle şiddetli Girmeselerdi yüreğine Hanzala Ve düşmeseydi gözlerine tanklar Susardın Hanzala... Ne kan, ne taş Bilmezdi gözler yaş Bu anne ölmezdi tutarak karnını Ve Kudüs ağlamazdı Hadi Hanzala Tut elimi sende Beraber gidelim Kudüs’e Ve silelim gözlerini... Ağlama Hanzala Bak ellerimde taş Atıyorum tanklara Benimde ellerim kan şimdi Ve sonsuzluğa kapatıyorum gözlerimi Hanzala... Ağlama...

Şeyma Nur CANTAY / Isparta

Temmuz’15 • 33


Gündem

İHH Doğu Türkistan Özet Raporu

D

oğu Türkistan gerçeği, dünyanın ve Türkiye’nin görmezden geldiği, görmezden gelinmese de siyasi çıkarlar uğruna feda edilen bir gerçek. Dinî, millî ve kültürel köklerinden kopartılmak istenen ve gözlerini açtığı andan itibaren “Sincanlı” olduğuna inandırılmaya çalışılan bir tutsaklar ülkesi Doğu Türkistan. Doğu Türkistanlılar şimdi Kur’an okuduklarında dayak yiyor, Kur’an öğrenmek istediklerinde hapse giriyorlar. Daha doğmadan yasaklarla karşılaşıyor; eğer devlet tarafından “fazlalık” olarak addedilirlerse annelerinin karınlarından zorla çıkartılıp öldürülüyorlar. Kendi dillerini, tarihlerini öğrenme hakları yok. İstedikleri üniversiteye girmek, istedikleri işte çalışmak onlar için hayalden de öte. Hayatlarının her aşamasında kimlikleri soruluyor onlara; aidiyetleri sorgulanıyor. Üstelik sorgulanmakla da kalmıyor, kendilerinden çalınıp yerine bir başkası konmaya çalışılıyor. Suçları bir hak talep etmekse bunun bedelini fazlasıyla ödüyorlar. Hesapsızca işkence görüyor, hapislerde ölüme terk ediliyorlar. Hapis hayatından ve dolayısıyla işkenceden evlerine dönenlerse normal hayatlarına bir daha asla dönemiyorlar. Çünkü artık

34 • Temmuz’15

ya psikolojik sorunlarla ya da fiziksel bir rahatsızlıkla yaşamak zorunda kalıyorlar… Çin Halk Cumhuriyeti, Doğu Türkistan’ı hâkimiyeti altına alıp bölgeyi “Sincan” (Kazanılmış Topraklar) olarak adlandırdığı tarihten bu yana, Doğu Türkistanlılara yönelik etnik temizlik ve asimilasyon politikası uygulamaktadır. Nitekim Çin Halk Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana 35 milyon Doğu Türkistanlı katledilmiştir. Yıllardır Çin zulmü altında olan Doğu Türkistan, Çin, Tibet, Keşmir, Pakistan, Afganistan, Tacikistan, Kırgızistan, Kazakistan, Moğolistan ve Rusya ile sınırı olan, 1.828.418 km2 toprağa sahip bir ülkedir. Zengin yeraltı kaynakları ve stratejik konumu ile Doğu Türkistan, Çin’in siyasi ve ekonomik olarak kendi nüfuzu altına almaya çalıştığı bir bölgedir.

Doğu Türkistan’ın kaderi Çin’e terk edilmiş Doğu Türkistan, birçok medeniyete ev sahipliği yapmış ve tarihte iz bırakmıştır. M.Ö. 8-3 yıllarında İskitlere, M.Ö. 300M.S. 93 arasında Hunlara, 522-744 arasında Göktürk İmparatorluğu’na, 744840 yılları arasında Uygur Devleti’ne,


Gündem 751-870 yılları arasında Karluk ve Karahanlılar İmparatorluğu’na ve 1509-1679 yılları arasında da Saidiye Hanlığı’na ev sahipliği yapmıştır. 1863 yılında Yakup Han başkanlığında kurulan “Doğu Türkistan İslam Devleti”, Osmanlı, İngiltere ve Rusya tarafından resmen tanınmıştı. Ancak şu an Doğu Türkistan, uluslararası kamuoyunda tanınmamakta ve Çin’in boyunduruğu altında yaşamaktadır. 1876 yılında Çin-Mançu Devleti’nce işgal edilen Doğu Türkistan, 1884’te Şinciang (Sincan); yani “Yeni Toprak/Kazanılmış Topraklar” adıyla Çin İmparatorluğu’na bağlanmıştır. Doğu Türkistan halkının mücadelesi sonucu, Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti 1933 yılında Kaşgar’da kurulmuştur. Ancak çok geçmeden komünist Çin kuvvetleri ve Stalin’in ortak hamlesi ile ortadan kaldırılmıştır. 1949 yılında komünist Rus yönetiminin askeri yardımları ile Doğu Türkistan’ın kaderi Çin yönetimine terk edilmiştir.

Katliamlar bir Doğu Türkistan gerçeği Doğu Türkistanlılar, kısa süreli bağımsızlık dönemleri yaşamışlarsa da uzun yıllardır Çin’in etnik asimilasyon politikaları ile ezilmektedirler. Komünist Çin Halk Cumhuriyeti’nde sistem, ulusal çıkarlar doğrultusunda şekillenmiş; Çin’in 1949 yılından bu yana yürüttüğü politikalar Doğu Türkistanlıları asimilasyon ve etnik temizliğe maruz bırakmıştır. Öyle ki, Türkistanlıların sayısının 35 milyon gibi rakamlara ulaştığı belirtilmektedir. 1949-1952 yılları arasında 2 milyon 800 bin, 1952-1957 yılları arasında 3 milyon 509 bin, 1958-1960 yılları arasında 6 milyon 700 bin, 1961-1965 yılları arasında da 13 milyon 300 bin kişi ya Çin ordusu tarafından öldürülmüş ya da rejimin politikaları doğrultusunda oluşan kıtlık sonucu hayatını kaybetmiştir. 1965’ten sonraki katliamlarla birlikte, öldürülen Doğu Türkistanlı sayısı 35 milyon gibi inanılmaz bir rakama ulaşmıştır.[1] Doğu Türkistan’da meydana gelen insan hakları ihlalleri, zaman zaman kimi insan hakları örgütleri tarafından dillendirilmiş olsa da bu girişimler, yaşanan zulmün engellenmesinde etkili olamamıştır.

Etnik temizlik Uygur Türkleri şiddetli olarak yürütülen bir nüfus planlamasına da maruz kalmaktadırlar. Uygur Türklerinin nüfusu Çin nüfusuna oranla %1,5 civarındadır. Çin devleti Doğu Türkistan’da yaşayan ve azınlık olan halkı doğum kontrolü adı altında, büyük-küçük demeden öldürmeyi planlamaktadır. Genelde en fazla iki, nadiren de üç çocuk doğurmalarına müsaade edilen Doğu Türkistanlı kadınlar, “plan dışında” hamile kaldıklarında hamileliklerinin son günleri dahi olsa mecburi kürtaja tabi tutulmaktadırlar. Nüfus planlaması dışında olan çocukların gizli olarak dünyaya getirilmesi hâlinde ise aileler çok yüksek maddi cezalara maruz kalmakta, doğum yapan kadın veya eşi memur ise bu kişinin görevine son verilmektedir. Bu uygulamalar, Çin kanunlarında açık olarak yer almaktadır.

Yerel halkın menfi tavrı ve ırki ayrımcılık Çin’in içeri eyaletlerinde Çin vatandaşlarının Uygurlara yönelik tavrı da devlet bazında yürütülen ayrımcılık siyasetinin açık bir yansımasıdır. Polisler Uygurları keyfi olarak arayabilmekte ve sorguya çekebilmekteyken Çinli halkın büyük çoğunluğu da bir Uygur gördüğünde ona kin ve nefretle bakabilmektedir. Hatta bir dükkâna Uygur Türkü girecek olsa dükkân görevlileri mikrofondan “Dükkânımıza Sincanlı girdi, ceplerinize dikkat edin!” diyerek açıktan açığa anons yapabilmektedir. Taksiciler ve otobüs şoförleri bile Uygur yolcuları almayı reddeder hâle gelmiştir. Bu örnekler, ırki ayrımcılığın tipik ifadeleridir. Çin hükümetinin Uygurları “terörist, katil, hırsız, bölücü, radikal İslamcı” olarak yaftalama çabası ve “Devletimize en büyük tehlike Doğu Türkistan teröristlerinden gelir.”, “Uygurlar ihtiyatlı olunması gereken, gözetlenmesi gereken düşman millettir.” anlayışını yaygınlaştırması, ırki ayrımcılığı tırmandırmaktadır.

Seyahat özgürlüğü kısıtlanıyor Doğu Türkistan’da seyahat önünde de ciddi engeller bulunmaktadır. Bazen bir köyden diğerine giderken dahi yerel güvenlik kurumlarından belge almak gerekmektedir. Reşit bir insanın bile yurt dışına çıkmak için pasaport alabilmesi neTemmuz’15 • 35


Gündem

redeyse imkânsızdır. Son günlerde yaşanan bir gelişmeyle ise seyahat özgürlüğünün kısıtlanmasında yeni bir uygulamaya geçilmiştir. Zira daha önce kendilerine pasaport verilen kişilerin pasaportlarına devlet tarafından el konmaya başlanmıştır. Pasaport müracaatında bulunan Doğu Türkistanlılar, devlet memuru da olsalar, ancak çok büyük ücretler ödeyerek pasaportlarını alabilmektedirler. Oysaki bir Çinli pasaport müracaatında bulunduğunda talebi en geç 15 gün içerisinde yerine getirilmektedir.

Hayati tehlike, günlük yaşamın bir parçası Doğu Türkistan’da hiç kimsenin yaşam güvencesi yoktur. Devlet, istediği zaman istediği kimseyi tutuklayabilmekte ve istediği şekilde cezalandırabilmektedir. Binlerce kişi Çin hükümeti tarafından sudan sebeplerle tutuklanıp yerleri belli olmayan zindanlara götürülmekte, oralarda çürüyüp gitmektedir. Tutukluların geride kalan çocuklarının ve ailelerinin durumu ise içler acısıdır. Dahası, bu kişilere yardım etmek dahi Çin kanunlarına göre suç sayılmaktadır. Çin, Doğu Türkistanlılara esir 36 • Temmuz’15

muamelesi yapmakta ve onlara türlü zulümleri reva görmektedir.

Bir hayal: Din ve vicdan özgürlüğü Doğu Türkistanlılar düşünce, ifade ve din hürriyeti alanlarında tamamıyla kuşatılmış durumdadır. Barışçı örgüt kurma hakkı, toplanma hakkı, siyasi haklar, kanun önünde eşitlik hakkı, azınlık hakları, eğitim hakkı, çalışma hakkı, mülkiyet hakkı ve serbest seçimlere katılma hakkı ile adalet, haysiyet ve ünü koruma, göç ve iltica gibi haklar bu halk için söz konusu değildir. Bu bağlamda kendilerine özgürlük sunulmadığı için, Doğu Türkistanlıların gerek ferdi gerekse ailevi ve toplumsal mahremiyeti hiçe sayılmaktadır. Çünkü mahremiyet, insanın insanca muamele gördüğü yerde vardır. Doğu Türkistan’da devlet memurlarının, işçilerin ve öğrencilerin ibadet yerlerine gitmeleri ve ibadetle meşgul olmaları yasaklanmıştır. İbadet yaptığı tespit edilen kişiler işten ve okuldan atılmaktadır. Bu kişiler keyfi olarak gözetim altına alınmakta ya da para cezalarına çarptırılmaktadır. Dinî eğitim almak isteyenlerin herhangi bir


Gündem şekilde gidebileceği bir eğitim kurumu bulunmamaktadır. Camilerde ise dinî değerler değil, devlet yasaları tebliğ edilmektedir. Evlerinde dinî kitap bulunanların kitaplarına el konulmakta; hatta evinde dinî kitap bulundurma, bir suç unsuru olarak kabul edilmektedir. Bu tür kişilere para cezasından hapis cezasına varan birtakım cezalar verilmektedir. Doğu Türkistan’da ibadet olarak vasıflandırılabilecek çoğu şey yasaklanmış durumdadır. Hükümet, bölgedeki Müslüman nüfusun dinî haklarına getirdiği kısıtlamaları artırarak Ramazan ayında devlet kademelerinde ve bütün eğitim kurumlarında oruç tutmayı yasaklamaktadır. Camiler bir bir kapatılmakta, Müslüman din adamları yoğun resmî denetimlerden geçirilmektedir. “Yurtsever olmayan” ya da “yıkıcı” olarak görülen dinî liderler gözaltına alınmakta ve tutuklanmaktadır. Dahası, halka önder olabilecek kapasitedeki bazı aydınlar zehirlenerek öldürülmektedir.

Periyodik tutuklamalar Doğu Türkistan’da medya kuruluşları ve bazı devlet dairelerini “istenmeyen unsurlar”dan kurtarmak için “temizlik” amacıyla periyodik tutuklamalar yapılmaktadır. Bununla ilgili sayılamayacak kadar çok örnek vardır. Doğu Türkistan halkının çok sevdiği ve saydığı Abdulahad Mahdum, söz konusu durumun mağdurlarından biridir. Mahdum, yaşı 75’in üstünde olmasına rağmen, tam olarak suç teşkil etmeyen zanlara dayanılarak beş sene hapis cezasına çarptırılmış durumdadır. Hapishanelerde 1,5 m2’lik hücrelerde tutulan kişiler tüm ihtiyaçlarını burada görmek zorunda kalmakta ve bu kişilerin dış dünya ile hiçbir irtibatları bulunmamaktadır.

Asimilasyon Çin hükümeti, farklı Türk lehçelerinde konuşan yerli halkı Çinceyi kullanmaya zorlayarak bir çeşit zulüm örneği daha sergilemektedir. Bir milletin gelenek-göreneklerini, dinî inançlarını, kendisine özgü dillerini ve toprak bütünlüğünü elinden kaybetmesi demek, o milletin tarihten silinmesi demektir. Eylül 2002’den itibaren Sincan Üniversitesi’nde birçok derste Uygur dilinde eğitim yapılmasının yasaklanması, zulmün açık tezahürlerinden biridir.

Zoraki geri dönüş Çin yönetimi, türlü yöntemlere başvurmak suretiyle sürgündeki Uygurları geri dönmeye zorlamaktadır. Uluslararası Af Örgütü, son yıllarda Nepal, Pakistan, Kazakistan, Kırgızistan ve bazı komşu ülkelerden Çin’e zorla geri gönderilen Uygur mültecileri ile ilgili dikkate alınması gereken raporlar yayımlamıştır. Bu ülkelerin hemen hepsi Çin’in taleplerine hayır dememiş ve kendilerine sığınan Doğu Türkistanlıları teslim etmiştir. Sürgündeki Uygurların Doğu Türkistan’da bulunan aile üyeleri ve yakın akrabaları, Çin yönetimi tarafından tutuklanabilmekte, mal varlıklarına el konulmakta, telefon görüşmeleri dinlenmektedir. Çin, sürgündeki Uygurların ailelerini sürekli olarak sorguya çekerek onlara psikolojik baskı yapmaktadır. Devlet yönetimi ile barışık olmayan ve yurt dışında yaşamayı tercih eden Doğu Türkistanlıların aile fertlerine, hatta uzaktan akrabalık bağları bulunan kişilere dahi pasaport verilmemekte, devlet kurumlarında

Çin nüfusu artırılıyor Çinli nüfusun Doğu Türkistan’a çok hızlı bir şekilde yerleştirilmesi sonucunda, yerli halkın asimilasyonu hızlandırılmaya çalışılmaktadır. Bu uygulamanın bir parçası olarak; Doğu Türkistan’daki Çin nüfusunu artıran Çin yönetimi kimi zaman Doğu Türkistan’ın çeşitli bölgelerindeki kimsesiz kız çocuklarını Çin’in muhtelif bölgelerine götürüp türlü işlerde kullanmaktadır. Eğitim amacıyla Çin’e götürüldükleri iddia edilen çocukların durumu da benzer şekildedir. Temmuz’15 • 37


Gündem yetçiliği ve yerel halkın baskıları ile karşı karşıya kalmaktadır. Doğu Türkistanlı kuruluşların raporlarına göre günümüzde Çin’in içeri eyaletlerinde mecburi olarak çalıştırılmakta olan Uygur kız ve erkeklerinin sayıları tahmini olarak 500 binin üzerindedir. Uygurlar, kalitesiz atölye ve fabrikalarda, iş güvenliği ve sağlık sigortası yapılmaksızın fizikî güç gerektiren işlerde çalıştırılmaktadır. Atölyelere zorunlu olarak getirilen ve çoğunluğunu bayanların oluşturduğu Uygur gençlerinin hareketleri bile kısıtlanmakta ve fabrika kompleksinden ayrılmalarına izin verilmemektedir. Genç kızların maaşları eksik verilmekte, hatta kimi zaman kendilerine verilmemekte, geldikleri köy veya nahiyelerin idarecilerine gönderilmektedir. Fabrikalarda çalışan genç kızlar itilip kakılmakta, adeta sıkıyönetim altında idare edilmektedirler. Uygurların çalıştırıldığı fabrikalar toplama kamplarını andırmaktadır.

Urumçi’de kitlesel katliam çalışmaları engellenmekte ve bu kişiler adeta toplumdan tecrit edilmektedirler. Bu tür uygulamaların deşifre edilmesi, hatta bu şekilde uluslararası hukuk normlarının hiçe sayıldığının ilan edilmesi dahi o topraklarda suçtur.

Fabrika mı, toplama kampı mı? Çin hükümeti, Uygurlara yönelik olarak günlük hayatın her alanında farklı bir yıldırma politikası uygulamaktadır. Bu siyasetin temel hedeflerinden biri ise, Doğu Türkistan’da Uygur nüfusunu azaltarak bölgeyi Çinlileştirmektir. Bu bağlamda, Çin hükümetinin 2003 yılından beri uygulamakta olduğu “işgücü fazlasını başka memleketlere yönlendirme” projesi ile Doğu Türkistan’da yaşayan Uygurlar, özellikle genç kızlar zoraki olarak vatanlarından koparılıp Çin’in iç eyaletlerine çalışmaya gönderilmektedir. Haziran ayında oyuncak fabrikasında saldırıya uğrayan Uygurlar da bu proje kapsamında, zoraki olarak Guangdong’a sürülmüştü. Çinli patronlara teslim edilen genç Uygurlar, ağır derecede aşağılanmakta, ucuz işçi olarak kullanılmakta ve sömürülmektedir. Doğu Türkistanlı gençler, kendi milli kültür ve geleneklerinden uzaklaştırılırken bir taraftan da Çin milli38 • Temmuz’15

Yıllardır Çin hükümetinin baskı ve asimilasyon politikası altında yaşayan Uygurlar, içinde bulunduğumuz günlerde yeni bir katliama maruz bırakılmaktadır. 2009 Haziran’ı sonunda Guangdong eyaletindeki bir oyuncak fabrikasında Uygur Türklerine yönelik saldırılar gerçekleşmiştir. Özelde oyuncak fabrikasındaki saldırıları genelde ise kendilerine yönelik baskı siyasetini protesto etmek için Urumçi’de 5 Temmuz’da sokaklara dökülen Uygurlar, kitlesel bir katliama maruz bırakılmıştır. Haziran ayının sonunda, Çin’in Guangdong eyaletindeki bir oyuncak fabrikasında çalışan Uygurlar, Çinli işçilerin saldırısına uğramıştır. Oyuncak fabrikasında gerçekleşen saldırılarda 120 kişi yaralanmış, uluslararası bazı haber kaynaklarına göre 18 Uygur öldürülmüştür. Bölgeden gelen haberlere ve görüntülere göre ise saldırı, 5000 civarında Çinli işçinin ellerinde sopalarla Uygurların yatakhanelerine saldırmalarıyla başlamış ve saldırılarda fabrikada zorla çalıştırılan genç kız ve erkeklerden oluşan 800 Uygur işçinin 500’den fazlası öldürülmüştür. Temizlik işçileri, olay mahallindeki kan izlerini iki saatlik bir sürede ancak temizleyebilmiştir. Saldırının ilk saatlerinde güvenlik görevlileri olaya müdahale etmemiştir. Hatta saldırgan Çinlilere sivil kıyafetli


Gündem 100 Çin askerinin öncülük ettiği belirtilmektedir. Resmî açıklamaya göre olaydan sonra fabrikadaki 600 Uygur işçi farklı bir bölgeye nakledilmiş; ancak bu kişilerin nerede olduğu belirtilmemiştir. Resmî olmayan kaynaklar ise bu 600 işçinin de saldırılar esnasında öldürüldüğünü ifade etmektedir. Guangdong’da Uygurlara yönelik gerçekleşen bu saldırıyı kınamak üzere 5 Temmuz günü Urumçi’de meydanlara dökülen 10 binlerce Uygur, Çin polisinin sert müdahalesiyle karşılaşmıştır. Çin polisi, miting başlar başlamaz Uygurların etrafını sarmış; üzerlerine ateş açarak gösteriyi bastırmaya çalışmıştır. Mitinge katılan kadın, çocuk ve yaşlılar da polisin ateşine maruz kalmıştır. Çatışma sonunda en az 140 kişinin öldüğü, 816 kişinin ise yaralandığı bildirilmektedir. Gayri resmî kaynaklar ise ölü sayısının 3000’den fazla olduğunu ifade etmektedir. Şehirdeki bazı yolların hâlen ulaşıma kapalı olduğu ve enkaz kaldırma çalışmalarının devam ettiği belirtilmektedir. Bölgenin dış dünya ile bağlantısı tamamen kesilmiş durumdadır. 5 Temmuz Pazar günü yaşanan kitlesel kıyımın ardından Urumçi’de sıkıyönetim ilan edilmiştir. Hâlihazırda Çin askerlerinin keyfî olarak ev baskınları düzenlediği, sorgu bahanesiyle tutuklamalarda bulunduğu ve Uygur halkına türlü şekillerde zulmettiği belirtilmektedir. Yani, 5 Temmuz Pazar günü başlayan kıyım şiddetini artırarak hâlen devam etmektedir.

Doğu Türkistan sorunu gündeme getirilmeli İslam âlemi 150 yıldır dünyanın birçok bölgesinde benzeri zulüm ve baskılara maruz kalmıştır. Bu zulmün arkasındaki çevrelerin en büyük hedefi, dini, özellikle de Müslümanlığı ortadan kaldırmaktır. Bugün Çeçenistan’ın Ruslardan gördüğü zulmü, Doğu Türkistanlılar Çinlilerden görmektedir. Dünya ise bu zulme göz yummaktadır. Doğu Türkistan meselesi sadece Uygurların bir sorunu olarak görülmemeli ve vicdan sahibi insanlar bu meseleyi sahiplenmelidir.

Şiddet ve baskı devam ediyor Çin hükümeti, 5 Temmuz Pazar günü başladığı kitlesel kıyıma devam etmektedir. Baskı ve şiddet, Urumçi’den Doğu Türkistan’ın diğer böl-

gelerine de yayılmış durumdadır. Haberleşme ve iletişimin kesilmiş olduğu bölgede sokağa çıkma yasağı uygulanmaktadır. Doğu Türkistan’ın birçok şehrinde sokağa çıkma yasağı nedeniyle, temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamayan Uygurlar insani yardıma muhtaç hâle gelmiş durumdadır. Çin askerleri, gece yarısı Uygur Müslümanlarının evlerini basmakta; kadın ve çocuklar da dâhil olmak üzere insanları darp ederek öldürmektedir. Sokağa çıkma yasağı, Uygurların evlerine hapsedilerek teker teker linç edilmelerini, gözaltına alınmalarını ve öldürülmelerini kolaylaştırmak için kullanılmaktadır. Uygur Müslümanlarına yönelik gece boyunca yapılan saldırılar, işgalci Çin yönetiminin silahlandırdığı sivil giydirilmiş Çin işgal ordusu mensubu eli sopalı çeteler tarafından gerçekleştirilmektedir. Çin devleti ise kendilerini korumak için gösteri yapan Doğu Türkistan halkını Çinlilere saldıran ayrılıkçılar olarak lanse etmektedir. Bu şekilde Çin halkını galeyana getiren Çin devleti, Çin halkını Doğu Türkistanlıları linç etmesi yönünde kışkırtmakta ve dış dünyayı da olayların sadece bir etnik çatışma olduğuna inandırmaya çalışmaktadır. Bunun en çarpıcı örneği olarak 7 Temmuz günü Hualin bölgesinde 10 bin Çinli, devlet televizyonlarının halkı kışkırtmasının da etkisiyle 70 Uygur Türkünü öldürmüştür. Yine Müslüman Uygur Türklerinin sembolü durumunda olan Urumçi Han Tengri Camisi’ni Çinli saldırganlar yakmak istemiş; ancak Müslüman Uygur Türklerinin karşı koymaları üzerine bu emellerine ulaşamamışlardır. 5 Temmuz’dan bu yana Doğu Türkistan’da Çin tarafından bir devlet terörü uygulanmaktadır. Çin yönetimi, üniversite öğrencilerinin olaylara karışmasını önlemek için okulları kuşatma altında tutmakta ve öğrencileri sindirmeye çalışmaktadır. Bununla ilgili olarak; Çin işgalindeki bölgelerde yaşayan Çinli olmayan milletlerin çocuklarının devam ettiği Pekin Merkezi Milletler Üniversitesi’nin öğrenci yurtları, Çin polisince gece yarısı basılmış ve birçok Uygur Türkü öğrenci, tutuklanarak götürülmüştür. Çin devleti bir yandan resmi olarak olayların rutin olaylar olduğunu ve ortalığın sakinleştiğini açıklarken diğer taraftan da bölgeye binlerce takviye askeri birlik ve paramiliter güçler sevk etmektedir. Kaynak: http://www.ihh.org.tr/tr/main/publications/rapor/4/doguturkistan-ozet-raporu/93

Temmuz’15 • 39


Taziye

UMUDUMU KAYBETMEMEYİ ÖĞRENİYORUM:

AMR KASIM 1987-2013

Esma HÜSEYİN Çeviri: Yasemin ÖZENÇ KANDEMİR

H

ani bazı insanlar vardır şehadeti arzulayan, her zaman şehit olmayı düşleyen ve sadece sözde değil lisanı hâl ile de şehadet mertebesine erişebilmek için çabalayan. İşte, Amr Muhammed Kasım da onlardan biriydi. 26 yaşındaydı şehit düştüğünde. Ardında bıraktığı eşi Esma ise ona öyle bir mektup yazdı ki mektubunu okuyan herkes gözyaşlarına boğuluyordu. Sevdiği birini kaybeden her insan gibi Esma da üzüntü, keder, ıstırap ve özlem duygularına gark olmuştu ama Esma farklıydı çünkü o, çok sevdiği eşini kaybetmiş olmasına rağmen “Neden onu aldı?” diye Allah’a isyan etmiyordu. Onun ecelinin geldiği anın tam da o an olduğuna şüphesiz inanıyordu, “Cuma günü protestoya katılmasaydı şimdi hayatta olurdu!” gibi düşüncelere kapılmayarak tam teslimiyetle Allah’a yöneliyordu ve ahirette eşine tekrar kavuşacağı için sabırsızlanarak Rabb’ine tam tevekkülle dualar etmeye devam ediyordu. İşte, Esma Hüseyin’in şehit olan eşi Amr Muhammed Kasım için yazdığı o duygu dolu mektup…[*] 19 Ağustos 2013

40 • Temmuz’15


Taziye “Allah yolunda öldürülenleri ölü saymayın, bilakis Rableri katında diridirler. Allah’ın bol nimetinden onlara verdiği şeylerle sevinç içinde rızıklanırlar, arkalarından kendilerine ulaşamayan kimselere, kendilerine korku olmadığını ve kendilerinin üzülmeyeceklerini müjde etmek isterler. Onlar Allah’tan olan bir nimeti, bolluğu ve Allah’ın, müminlerin ecrini zayi etmeyeceğini müjdelemek isterler.” (Âl-i İmran, 169-171) 26 yaşındaki eşim Amr Muhammed Kasım, Cuma günü ikindi vaktinde Hakk’ın rahmetine kavuştu. Çenesinden vuruldu ve kurşun, boynunun arkasından çıktı. Mısır’ın çeşitli bölgelerinde önceki günlerde ve haftalarda ordu tarafından acımasızca öldürülen herkes için adalet çağrısında bulunmak amacıyla İskenderiye’deki bir protestoya katılmıştı. Dün sabah, yıkanmadan ve gömülmeden birkaç saat önce Amr’ı görmek için İskenderiye yakınında bulunan hastanenin morguna gittim. Birçok insan, Amr ile aynı gün öldürüldüğünden dolayı kendi yakınlarını görmek için hastane kapılarda bekleyen birçok insan vardı. Aralarında Amr’ın arkadaşları ve akrabaları da vardı. Bir süre bekledikten sonra odaya girdim, uzunca bir battaniye ile örtülmüş hâlde bir masa üzerinde boylu boyunca yatıyordu. Yanına oturdum ve yüzünü açtım ve o, sevdiğim oradaydı. Yirmi dört saatten daha az bir süre önce onu güçlü, mutlu ve gülümser hâlde görmüş olmama rağmen şu an soğuk bir şekilde orada yatıyordu. Sakalını okşadım, bir parçası hâlen yumuşaktı ama bir parçası da kurumuş kandan dolayı sertti. Burnu kanlıydı ve gözünün yanında bir kesik vardı ama ölmüş olsa bile yakışıklıydı, sanki uyuyormuş gibi sessizdi. Dudaklarına ve yanaklarına dokundum, dudakları ve yanakları soğuktu. Yüzüne bakarak bir süre durdum, defalarca sanki kalbimin üzerinden kamyon geçtiğini hissettim. Yüksek sesle ağlamamak için kendimi zor tuttum ama gözyaşlarım yanaklarımdan süzülüyordu ve “Amr, seni seviyorum, her zaman Allah yolunda ölmeyi istediğini biliyorum ve inşallah her zaman arzu ettiğin şehadet mertebesine

ulaştın ve ben seninle gurur duyuyorum. Yarabbi onun günahlarını affet, şehadetini katında kabul et ve bana ahirette ona kavuşmayı nasip et. Yarabbi bana sabır ver, ecelinin geldiğini, Sen’in takdirin ve inayetin ile onun şehit olduğunu ve Sen’in katında diri olduğunu idrak etmeyi nasip et!” dedim. Kendimi hazır hissedene kadar yanından ayrılmadım, orada ne kadar kaldığımı tam olarak bilmiyorum. Son olarak yanağından öptüm ve ona daha sonra inşallah görüşeceğimizi söyledim, ondan sonra yüzünü kapadım ve odadan çıktım. Cenaze namazı ikindiden sonraydı, yüzlerce insan gelmişti. Arkadaşları, okuldan meslektaşları, akrabaları… Çok sevilen bir insandı. Herkesin gözü yaşlıydı ve sadece güzel sözler söylüyorlardı. “Elhamdülillah bu dünyadaki en iyi ölüm şekli ile Allah onu yanına aldı.” diyorlardı. Onun için dua ettik ve mezarlığa doğru kefenlenmiş bedenini taşıyan yüzlerce kişiyi görmek için dışarı çıktım. Kadınlar kalabalığı takip etmedi, mezarına gitmek için gömülene kadar bekledik ve dua ettik. Bir süre sonra annesi, ben ve bazı kadın akrabaları, mezarlığa doğru yürüdük ve nerede olduğunu bulmaya çalıştık. Birden yakınımızdaki tüm erkeklerin “Yan kapıdan çıkın ve koşun!” diye bize bağırdığını fark ettim. Ne olduğunu anlamadım ama arkamdan patlama sesleri gelmeye başladı, bize taş atılıyordu ve tüm erkekler, kadınlara koşmalarını söylüyordu. Ben de arkama bakmadan koştum, koştum, koşarken büyük bir taş yanağıma çarptı ama elhamdülillah Amr’ın arkadaşları beni gördü ve onların önüne geçerek koşmamı söylediler, böylece arkamda kalacaklar ve bana bir şey olmadığından emin olacaklardı. Bize saldıranlar “İhvan’a ait” bir cenaze töreni olduğunu duyan eşkıyalardı. (Eşim, İhvan üyesi olmamasına rağmen yalnızca ahlak ve namus anlayışına sahip olan dindar bir adamdı). Birçok kişi yaralandı, bazılarında bıçak yarası vardı ama bildiğim kadarıyla elhamdülillah ölen olmadı. (Ama sonradan maalesef bu olaylar esnasında 2 kişinin hayatını kaybettiğini öğrendim, innâ lillahi ve innâ ileyhi râciûn.)

Temmuz’15 • 41


Taziye Ölse bile Amr’ın düşmanları, ondan ve onun

Yalnızca Sen ahirette beni sevdiğime kavuştu-

etrafında bulunan herkesten nefret ediyordu!

rabilirsin, bu yüzden yalnızca Sen’den beni tekrar

Ama onların nefreti, benim için hiçbir şey ifade

ona kavuşturmanı istiyorum.

etmiyor, zaten Allah düşmanı olan birisi senden

Dün gece eve geldikten sonra telefonumuz

nefret ediyorsa bu inşallah doğru yolda olduğu-

çaldı, bir tanıdığımın arkadaşı arıyordu, Amr vu-

nun göstergesidir.

rulduktan sonra başına gelenlere bizzat şahit ol-

Sevgili Dostlarım,

muş. Hemen ölmediğini, bir süre daha yaşadığını

Kalbim ağrıyor, ben daha önce hiç böyle bir

söyledi. Sol eli ile çenesinde kurşunun girdiği yeri

kalp ağrısı hissetmemiştim. Uyanık olduğumda

tutuyormuş ve sağ işaret parmağını kaldırmış

onu özlüyorum ve uyuduğumda da onu rüyamda

ve açıkça “Eşhedu enlâ ilâhe illallah ve eşhedu

görüyorum. O, her kadının eş olarak arzu ede-

enne muhammeden abduhu ve resûluhu.” demiş

bileceği hasletlere sahip olan bir erkekti; nazik,

ve yüzünde kocaman bir tebessüm varmış, sanki

cömert, yumuşak huylu ve sevgi doluydu, aynı za-

düğün günüymüş gibi. Bunları duyduğumda Al-

manda güçlü ve cesurdu. Giysileri hâlen odamız-

lah, bana bu harika insanı tanıma imkânını ve-

daki askıda duruyor, sanki kapıya doğru yürüye-

rerek ve ondan çocuk sahibi olmayı bana nasip

cek ve uyumadan önce pijamalarını giyecekmiş

ederek beni şereflendirdiği için ağlamaktan ken-

gibi. Bir arkadaşı cenazede bana Amr’ın cüzda-

dimi alamadım.

nını ve cep telefonunu verdi ama alyansı kayıp,

Dostlarım,

hâlen nerede olduğunu bilmiyoruz. Alyansını saklamayı isterdim.

Umut verici sözleriniz dikkatimden kaçmıyor. Hepinizi sevmekten ve saymaktan başka hiçbir

Ama tüm bu yaşananlara rağmen, “İnnâ lillahi

şeyim yok ve şimdi öncekinden çok daha iyi bir

ve innâ ileyhi râciûn. (Biz Allah’ınız ve elbette O’na

şekilde biliyorum ki bizler Müslümanlar olarak

döneceğiz.)” dışında hiçbir şey diyemem. Onun için

toplumda pek çok hatamız olmasına rağmen bir

dua etmeye devam ediyorum. “Neden onu aldı?”

araya geldiğimiz zaman gerçekten dikkate alın-

diye Allah’a isyan ederek veya “Cuma günü protes-

ması gereken bir güç hâline geliyoruz. Desteği-

toya katılmasaydı şimdi hayatta olurdu!” diye dü-

nizi, sevginizi ve dualarınızı ziyadesiyle hissedi-

şünerek onun şerefini lekelemek ve kendi imanımı

yorum. İnşallah Kanada’ya döndüğümde de şüp-

zedelemek istemiyorum. Hayır, o an Amr’ın Allah’a

hesiz dualarınıza ve desteğinize ihtiyacım olacak.

kavuşacağı andı, bunu şeksiz şüphesiz biliyorum.

Allah’tan dileğim, Allah’ın seçtiği şekilde ölme

Ve dünyada onunla birlikte daha fazla zaman ge-

şerefine nail olan Amr hatrına beni ve kızımızı

çirmeyi arzu etmeme rağmen, eğer Allah izin verir-

asla O’nun yolundan ayırmasın.

se ona kavuşmak ve cennette onun eşi olmak için

Ya Habibi Ya Amr…

sabırsızlanıyorum. Cennette süre bitmeyecek ve

Ya Habibi Ya Amr…

sevdiklerimizden ayrılmak gibi bir korkumuz olma-

Ya Habibi Ya Amr…

yacak. Aşkımızın, öbür dünyada da sürecek gerçek

Şimdi inşallah ruhunun yeşil bir kuş olup uçtu-

bir aşk olduğuna her zerremle inanıyorum.

ğunu ümit ediyorum. Cennete doğru uçuyorsun. Allah’ın verdiği rızıkları yiyorsun ve içiyorsun.

Yarabbi,

Allah’ın Arş’ına yakınsın, orada asla gözyaşı dök-

Sen Musa’nın annesi onu nehre bıraktıktan

meyeceksin ve herhangi bir kayıp veya acı duy-

sonra onları birbirlerine kavuşturdun.

gusu hissetmeyeceksin. Bu dünyada sevdiğimdin

Yarabbi,

ve inşallah öbür dünyada da sevdiğim olacaksın,

Sen ayrı geçen acı dolu yılların ardından

her zaman kalbimdesin, her zaman dualarımda-

Yakup’u çok sevdiği oğlu Yusuf’a kavuşturdun. Yarabbi, 42 • Temmuz’15

sın. [*] Çevirmenin Notu


Atölye

GÜNEŞİN DOĞUSUNDA BİR YARIM GECE Ervanur ERDOĞAN

B

ir fecir vakti, halka açık kargaşa çarşıları. Dünü iplikle çeken sıtmalı sabahlar.

Ve en çok, insan şeytanların şerrinden sığınır-

dık Allah’a.. Sobada çatırdayan odun sesi kulağımda. Sağ tarafımda sıcak su güğümünün duvara yansıyan gö-

Karda bata çıka ilerliyordum. Islık üstüne ıslık çaldı biri. Ağır kamburuyla Salih arkamdan geliyordu. Darmadağınıktı elbisesi. Eşini de kaybettikten sonra iyice salıverdi kendini. Yorgun ve çelimsizdi. Selam verip yanıma geldi, ve aleyküm selam dedim. Ay henüz gökteydi. Kızıla çalıyordu.

gesi. Yorganı sıyırıp attım. Eğreti cılız ışık sönmüş.

Salih inceden öksürdü. Mülteci treni dedi. Gecik-

Omzuma düştü soğuyan ter damlaları. Ayağa kalkıp

mese bari. İstasyona doğru yaklaştık. Yusuf kapıda

perdeyi araladım, hafiften soğuk içeri sızdı. Bugün

bizi bekliyordu. İçeri geçtik. Kulübe artık dar geli-

mülteci treni gelecek !

yordu. Soğuktu.

Sis kokusunun sindiği lacivert üniformamı giydim. Dünden kalma ıslak çamur kurumuştu paça-

Tavan ıslaktı. Ustam dedim, seni anlamıyorum neden biz gelmeden yakmazsın ki şu sobayı!

larımda. Kar bir iki metreyi buluyordu. Paltomu

Tütün sarısı gözleriyle baktı yüzüme Salih.

giyinip kapıya yöneldim. Ellerim biran buz kesti.

Ocakta çay fokurdaya fokurdaya kaynıyor arada bir

Gökyüzü sanki kuş ölüsü. Köyün kadınları ağır ağır

Yusuf’un kara ellerine sıçrıyordu. Yusuf çayı aldı,

geçiyordu önümden. Çıldırtıcı bir telaş vardı üzerle-

elini titrete titrete doldurdu bardaklara. Sanırsın

rinde. Güğümlerden taşıyordu kaynar sular. Sınırın

dağlar yuvarlanarak iniyor şehre. Radyoyu açtık.

üç dört köy ötesinden işitiliyordu at sesleri. Du-

Doğumuzda savaş var. Tersine akıyor nehirler.

manlar bir bir yükselip alçalıyordu.

Gök yavaş yavaş yırtıldı. Mavisini azat ediyordu

- Mülteci treni ne zaman geliyor?

geceden. Biraz sonra boğazlanırcasına ötüştü kuş-

-Yakında.

lar. Temmuz’15 • 43


Atölye Şiir benim oğlum olsa Salih abi dedim. Onu salı-

Denizi olmayan kıyılarımız vardı, kadınlarımızın

verirdim gökyüzüne. Salih güldü. Derinden bir kah-

omzunda. İmam ayağa kalktı bir bakışıyla komuta

kaha, sonra susarak tamamladı sözünü acıyla mı

etti köylüyü, kuşları, ağaçları. Açtı elini önce bir

güldü anlayamadım. Yusuf yüzünü döndü, kalacak

besmele, ardından döküldü dudaklarından dualar,

yerler ayarlandı, gelecek bugün tren.

aminler. Sanki eriyordu cübbesinin içinde, son heceside bize kaldı dua’nın.

Doğu ile Batı . Habil ile Kabil.

Kulaklarımızı parçalayan siren sesi duyuldu. Yüz

Radyoyu kapattım.Tavandan’dan kafama eriyen

yıllık tekerlek canlanıverdi gözlerimde. Uzunca ko-

kar suyu tınlaya tınlaya akıyordu. İkili bir oyundu Sa-

şuştuk. Rayların genzi yanıyordu, acının hıncımıdır

lih ve Yusuf. Gelişigüzel uyuya kaldılar sandalyede.

nedir? Çözülen karları geriye attık. Ayağım, elim,

Kulağımda at üstündeki adamların tıkırtısı. Evle-

yüreğim, her bir azam titriyordu. Taş kesildi Salih.

rin çatılarına diktim gözlerimi, uzaktan silik gözü-

Doluverdik yeryüzüne.

küyorlardı. Yine duydum o sesi. Baylar ve dostları.

Griye çalan mülteci treni durdu. Salih sakalını

İşlemesi eskimiş kilim karardı gözümde. Uzunca bir

sıvazladı. Trenin perdeleri kapalıydı, yaşıyormu an-

tren canlandı, birde soğuğun çekme kuvveti ekle-

layamadık. Bir iki dakika sessizlik...

nince iyice ağırlaştım. Salih sarstı beni ensemden.

Köylüler elleri ağızlarında masumlukla izliyor-

-Uyumuşum , kaldır şu arsız Yusuf’u. . Zaman saat

lardı. Kapılar açıldı. Uzunca bir insan kafilesi toprak

ile çakışıyordu. Salih yeniden çay koydu, acep bura-

yola inmeye başladı. Ellerinde bavullarıyla esmer

lara da gelirlermi ağabey dedi, içli içli.

babalar, ardı sıra uzanmış dul kadınlar ve soğuk benizli yavrular. Acının acı çektiği günlerden hergün!

Dağlar soğuyordu, atıyordu üzerinden kızmışlığı, ritim ritim. Biz doğuyorduk o vakit. Gölgeler büyütülen ağaç diplerinde...

Önde hamile bir kadın yarı eğri vücuduyla yontulmuşcasına acı çekiyordu. İndikçe iniyor çoğalan gölgeler bitmek bilmiyordu. Sonra kar yağdı. Hüzün ile kurtuluş geçiyordu çeperlerinden. Sertleşiyordu katı yaraların kabukları.

Öğlen süratle yaklaşıyordu. Köy halkı elleri kol-

Tren’den en son inen, sırtında beş yaş büyük ce-

ları dolu, pişirdikleri yiyecekleri getiriyorlardı. Mi-

ketiyle altı yaşlarında bir veletti. Yüzünde kırmızı-

miklerinde bir hareketlenme... Neydi bu ? Yokluk

yı bir adım geriden takip eden elmacık kemikleri.

içinde varlıktı.

Şakaklarına kadar inen karmakarışık esmer saçları.

Bu heycanlı bekleyiş için kurmuştuk akşam sofralarını. Bu sofralar geniş, bu sofralar dar. Köyün

Gece kuşları gündüz kuşlarını güneyden takip ediyordu. Çocuk hep çocuktu.

adamları, kadınları, doğmamış çocukları. Vakitlice

Hınca hınç bir kalabalık. İçeriye bebek ağlama-

bekliyor, toprağı eşelemiş elleriyle zeytini, peyniri,

ları karıştı. Afganca ağıtlarıyla kadınlar şüranlarını

yulafı, buğdayı taşıyorlardı. Çerçevesinden kopmuş

sunuyor, minnet dolu bakışlarını üerlerimize sürü-

bir resim gibi.

yordu. Yapışan ciğerleriyle zar zor nefesen alan ço-

Ve genç kızlar... Çeyizlerinden ayırdıkları el işle-

cuklar ve yaşlılar önden önden gidiyordu. Nasıl bir

ri, örme atkılar, yazmalar... En ortada tohumu bir

ahenkti bu ? . Hazırlanan kampa doğru mültecileri

kaç yıl önce seyyarlardan satın alınmış Cezayir Me-

yönlendirdik. Mahcubiyetin verdiği bir edayla öne

nekşesi. Sonrası ve öncesi.

eğildi başlar. Bavullar açılmadan çatlayıverdi kav-

Orta yaşlı bir ihtiyar olarak yanaşıyorum yanla-

ruk tohumlar.

rına, bütün iyi insanlar burada. Yarım kavanoz bal

Yüzleri dikkatle inceledim. Alın çizgilerine sak-

sıkıştırıyorlar elime, bu benim hakkim imiş. Bu yıl

lanmış sırlar, kargaşalar. Açlık! Ölümlerden arta kal-

toprak dondu, verimsizdi. Elde bir hasılat kalmadı.

mıştı bu çizgiler. Doyumsuz koca devlerden. Şimdi

Çıkmıyordu bir türlü saklandığı yerden yokluk!

bu manzarayı izliyorduk, savaşlar ve vebalar. Kim-

44 • Temmuz’15


Atölye yasallarla kundaklanan devrin çocukları. Bizi insan-

zülmüyordu elimin buğusu. Salih ve Yusuf kan ter

lığın doğduğu yere gömün.

içinde taşıyorlardı kadını. Acının dipsuları daha da

Son kafileyide aldık arkamıza, usul usul ilerliyorduk. Ayrılan yerler bu insanlar için fazla küçüktü. Ayakları şiş çocuklar topallaya topallaya selam verdiler. Toprağa ve güneşe hasrettiler. Uzadıkça

yükseliyordu.Herşey uzuyordu, doktor da insan da. Nasıl geçecektik güneyine dağın ? Kar iyice artmış dizimizi geçiyordu. Kıvrılıver-

uzuyordu yol, soğuk arttırıyordu şiddetini. Köy halkı,

dim.. Yollar bitti. Tırnaklarımla eşeledim, direndim.

mülteciler, ve biz. Bir kavmin gizli kimlikleri.

Kucağımda şiir. Şimdi ellerim kocaman . Ve taşıdı-

Beyaz kapı açıldı. Mezrayı ısıtmak için elimizden geleni yapmıştık. Rabbimin hikmeti, sıcacıktı. Ben sessizce ağladım. Vefakar köy halkı bir kaç aileyi yanına almıştı, sıkı sıkı sarılıyorlardı, en büyük hediyeydi hayat paylaşmak. Varsın dünya işleri iyi

ğım en ağır yük. Kırıldı bileklerim. Bu yolu uzatarak mı büyüdün? Nefes almaları kesildi bebeğin. Çürüdü bedenim, eritti karı. Şimdi dik mi durmalıydı insan yoksa dağ-

gitmesindi, fakat uğrunda harcanacak birşey de

lara vura vura koşmalımıydı? Kadına döndüm yüz-

yoktu şu tebessümlerin. Su sızdıran odaların en te-

mü. Velakin içine dizgin vurmak ne mümkün!

miz köşelerini ayırmışlardı mülteciler için, buğdayın en kalitelisini ve giysilerin en yamasız olanını. Gönül ve vicdan iki ittifak bloğu. Köyün babaları çuval çuval yakacak taşıyorlar, kampa yerleştiriyorlardı. Ellerine iğne bata bata dikdikleri elbiseleri giydiriyordu kadınlar, kız çocuklarına. Şimdi yavruluyordu göçmen kuşlar.

Elini alnına dayamış bir kadın portresiydi. Savaşın eskittiği yüzü soldu. Aldı bebeğini, yumuldu kara. Rabbim’e geri iade ettim, dedi bakışarak yeryüzüyle... Kollarım bir sarp kayalık. Ceviz yaprağı gibi kayıp gitti ellerimden gök. Kalabalık kaybolmadan ölü

Kapıları kapayıp dönecektik. Velet beni uzak-

toprağını suladık. Mezarlık için çok gençti bu ceset.

tan uzağa gözlüyordu. Şapkasını taktı başına, göğü

Şimdi hangi gün hangi saat? Sığamıyordum yeryü-

öpüp geri döndü. Geçip kış’tan kış’a, bulduk kulubeyi. Zamansız ilerlemişti vakit, yine çayy içiyorduk. Tam karşımda ihtiyarlığım. Boş bir sessizlik... Akşam, yağan kar ile bera-

züne. Gözümü açtığımda yine sıcak su güğümünün gölgesi. Ve arka evlerden birinde doğum yapan bir genç kadın. Ölenler için yeniden doğanlar. Gecenin boşluğunu silkeledim üstümden.

ber çöküvermişti şehre. Sefer tasından çorbaları

Kendimi suçlu hissediyordum. Yavaştan kapı

kaşıklıyor, radyodan savaş senfonileri dinliyorduk.

çalındı. Kırmızı yanaklı velet pürüssüzce dikiliyordu

Veledin bakışı aklımdaydı. Nefes almalarım sıklaştı. Yutkunamadım. Neden sonra can havliyle yağız atları anımsatan ayak sesi işittim. İstasyon kasabaya uzaktı. Dışarı

karşımda. Kaç kere boğmuştu beni puslu hava. İçeri girdi. Karıncalanıyordu ayaklarım. Yavaşça yaklaştı bana. Güneş ağartıyordu sırtımı. Kulağıma eğildi:

koştum. Yere yığılmış bir kadın ve kucağında buz

-Biliyormusun ben hiç çikolata yemedim.

tutmuş bebeği. Ölümün kokusu uzaktan uzağa ge-

Tertemiz ağladım. Dışarıdan marşlar, şarkılar,

liyordu. Konuşamıyor elleriyle bebeği işaret ediyor-

zaferler yükseliyordu. Şair adam diye bağırdı Salih.

du. Soğuk şimdi daha keskindi. Yusuf diye bağırdım. Bir traktör bulmalıydık. Vakit aç gözlüydü. Gürüldeyerek çoğaldı bir ses. Bebeği kucağıma alıp koştum. Kar içine içine çekiyordu. Kadın sürünerek geliyor-

Heybetlice kucağıma aladım veledi. Bir yakın düş. Kuşlar takıldılar ardı sıra uçurtmalara. Dağların dile geldiği gece işte. Mülteciler, biz, toprağa nazaran

du arkamdan. Ayaklarım birbirine dolandı, nefesim

daha açık tenli ellerimiz.Yürüdük. Yarın olmadan

kesiliyordu. Gece yük gibi çöküverdi üzerime. Çö-

sabah, usulca ışıklarını söndürdük göğün. Temmuz’15 • 45


Dini Bilgiler

GENÇLİKTE

İBADET Ayşenur Tanrıseven Ankara Unv. İlahiyat fak

‘İbadet’ kelimesi, gönülden yönelmek, tapmak, boyun eğmek, itaat etmek anlamlarına gelir. Tam karşılığı Allah’a kulluk etmektir. Asıl amaç insanın, tek olan Allah’a tüm samimiyetiyle yönelmesi, O’nun kudreti karşısında acizliğini hissetmesi, emir ve yasaklarını yerine getirmesi ve bunları sadece Allah rızası için yapmasıdır. Burada en dikkat çekici nokta, İslam’ın temel direği olan tevhid ilkesi olmalıdır. Yani iman ve ibadet edilecek olanın, tek ve biricik olan Allah’a olmasıdır. Zira İslam, şirkin zerresini bile kabul etmez. Tabi Allah’a ibadet eden müslüman birinin de bunu kime, niçin yaptığını bilmesi imanının tahkikliği noktasında önemli bir yere sahiptir. Kur’an-ı Kerim’in: ‘’Yüzünü doğru bir din olan İslam’a, insanların fıtratına uygun olan dine çevir.’’(Rum/30) ifadesinden anlaşıldığı gibi İslam dini, insanın fıtratı üzere ve insanlığın ihtiyaçlarına uygun olarak gönderilmiştir. İşte insanın Allah’a kulluk etmesi de fıtrî, doğasında olan bir ihtiyaçtır. Bunlar diğer dinlerde de olduğu gibi birtakım ritüel, form ve hareketlere bağlı olarak gerçekleştiği gibi tefekkür, tezekkür gibi düşünsel/fikirsel olarak da gerçekleşebilir. Mü’min bir kimse Allah’a karşı vazifesini yerine getirdiği zaman kalbinde bir güven, huzur ve mutluluk hisseder. Bu da hem aklının hem vicdanının mutma’in hale gelmesini sağlar. Daha ötesi, niyeti kibir ve riyadan uzak olduğu müddetçe Allah rızasına ulaşır. Şüphesiz ki: ‘’(Rabbimiz) Her şeye yaratılışını verip sonra ona yol gösterendir.’’(Taha/50). 46 • Temmuz’15

Kur’an-ı Kerim’de ‘’Erkek ve kadın bütün mü’minler birbirlerinin dostları ve velileridirler. İyiliği emrederler, kötülükten vazgeçirirler, namazı kılarlar, zekatı verirler, Allah’a ve rasulüne itaat ederler. İşte bunları Allah rahmetiyle yargılayacaktır. Çünkü Allah azizdir, hakimdir.’’(Tevbe/71) ayet-i kerimesinde olduğu gibi daha birçok ayette mü’minlere Allah’a karşı ve Allah hakkını içeren kamu hukukuna karşı yapılması gereken şeyler emir ve yasaklar şeklinde buyrulmuştur. Bunlar akıllı, buluğ çağına ulaşan ve gücü yeten her mü’mine farzdır. Gücü yetmeyen ya da zorunluluk durumları da mükellefiyeti kaldırmaz fakat kolaylıklar getirir. Çünkü aslolan niyettir ki aklı hala yerinde olan için sorumluluk kalkmaz. Ancak ibadet görevinin hükümlere dayalı olarak kolaylaştırılmış şeklinde yerine getirilmesini sağlar. Bu nedenle ibadetlerin yerine getirilme şartları sağlandığı takdirde mükellefiyeti devam eder. Allah’a ibadet, her mü’min erkek ve kadına farzdır. Fakat insan, doğumundan ölümüne kadar fizyolojik, biyolojik ve psikolojik evreler geçirmektedir. İçinde bulunduğu durum, sağlığı , fikir algısı maddi-manevi sürekli değişim ve gelişim halindedir. Bu süreçte insanın kendisi dışındaki alan düşüncelerine etki edebilmektedir. Bu durumda dahi bir mü’min hakikate olan inancını koruyabilmelidir ve yaşayabilmelidir. İşte bu zaman dilimi gençlik çağında daha yoğun olarak görülmektedir. Benliğimizde bulunması gereken Allah’a kulluk görevimiz ve ahlaki davranışlarımız gençliğin verdiği deli kanlılık, fevrilik gibi gelişim sürecinde olan


Dini Bilgiler durumlardan etkilenip yerine getirilmesi daha gecikmeli ya da daha zor duruma gelebilmektedir. Gençlik çağı , insanın en heyecanlı ve duygu yoğunluğunun zirvede olduğu bir dönemdir. Bir anlık zevk ve hissin peşine düşülüp ahiretteki büyük nimetlerden ya da Allah’ın rahmetinden mahrum kalmanın adı da olabiliyor kimi zaman. Ayrıca dünya hayatında ahlaki duyguların noksanlığı anlamına da gelebiliyor. Psikolojik ve biyolojik gelişimin verdiği bu etkiler göz önünde bulundurularak Allah’a ve O’na kulluğa daha çok yönelmeli, en iyi dostun, en güvenilir olanın ve en iyi yardımcının Allah olduğunun idrak edilmesi ve ona göre bir eğitim verilmesi gerekir. Bu da ahlaki kaygılar güdüldüğü müddetçe Allah’a bir ibadet konumundadır. ‘’Kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.’’ ayet-i kerimesi bu durumu daha iyi özetlemektedir. Kısaca bir genç mü’min, benliğinin farkına varmalı ve fıtrata uygun davranmalıdır. İşte bu dönemin verdiği zorluklar -kimi yerde imkansızlıklar- gençliğin imtihanını da zorlaştırmaktadır. Yaşlılık döneminde insanın psikolojisinin verdiği bir ruh haliyle zaten Allah’a yönelme kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Ölüm korkusu, hesap gibi inanç konuları da bunu destekler niteliktedir. Mantıklı olarak düşündüğümüzde, önemli olan zor dönemlerde ,zor şartlar altında başarmaktır. Hele ki şu ahir zamanda artık namaz kılmanın, başörtü takmanın vs. kısaca müslüman olmanın çağdışı olarak görülmesi müslüman gençlerin imtihanını ikiye katlamıştır. Bunlarla da yetinilse keşke… Tertemiz genç beyinlerin, modernitenin sac ayağı olan ırkçılıkla, milliyetçilikle ya da masum gibi görünen kontrolsüz teknolojiyle ya da zalimlere karşı sukutçu nemelazımcılıkla ve daha çok pasla kirletildiği asırda hidayet üzerinde yürümek ve orada kalmak zor gibi görünüyor. Bunun için de dikenli yolda yürüyerek hedefe ulaşmanın düz bir yolda yürümenin ecrinden daha fazla olması adaletin vazgeçilmezi olmalı. İnsan hayatının en verimli döneminde, çağın aşılması zor prangalarından arınıp, ülkesine milletine layık bir vatandaş, ana-babasına hayırlı bir evlat olmasının tek yolu şüphesiz ki , Kur’an ve sünnet yoludur. Hz. Peygamber(s.a.v.) gençlere büyük önem vermiş, onları hizmet etmeleri için teşvik etmiştir ve sözleriyle de gençlik zamanının kıymetinin bilinmesini vurgulamıştır. Bir hadis-i şerifte buyurmuştur ki: ‘’Beş şey gelmeden önce, beş şeyin kıymetini bilin! 1.İhtiyarlıktan önce gençliğin, 2.Hastalıktan önce sağlığın, 3.Meşguliyetten önce boş vaktin, 4.Fakirlikten önce zenginliğin, 5.Ölümden önce hayatın kıymetini bilin!’’(Hakim, Ebu Nuaym). Görüldüğü gibi diğer maddelerden de gençli-

ğin değeri sonucuna varabilsek de açıkça bu dönemin kıymetli olmasından zikredilmiştir. Kaynaklarda geçen diğer bir hadise göre de ‘Kıyamette arşın altında gölgelenecek yedi kişi arasında ’Rabbine ibadet ederek yetişen genç’ de sayılmıştır.(Buhari, Müslim, Tirmizi, Nesai). Kur’an-ı Kerim’ de erkek ve kadın için iffet hakkında birçok ayet vardır. Bu konu üzerinde durularak bahsi geçen ve aklımıza ilk gelen isim Hz. Yusuf’tur. Kendisinin zinaya zorlandığı koşulda Allah rızası için yüz çevirmiş ve Allah’a sığınmıştır.(Yusuf/23,24). İslam’da somut olarak gencin üzerine farz olan namaz, oruç, hac, zekat vs. ibadetlerin karşılığı büyük ecir ifade ettiği gibi; iffetini koruyan, zulme karşı direnen, haksızlıklara göz yummayan, ana-babaya, onlara razı olacak bir evlat olan gencin amelleri ibadet kategorisindedir. İbn Mes’ud’dan gelen bir rivayete göre, Hz. Peygamber(s.a.v.) şöyle buyurmuştur: ‘’İnsanoğlu kıyamet gününde Rabbinin yanında şu beş şeyden sorulmadıkça olduğu yerden ayrılamaz: ‘Ömrünü nerde geçirdiğinden, gençliğini nerede ve nasıl harcadığından, malını nereden kazanıp nereye sarfettiğinden, bildiği ile amel edip etmediğinden, bedenini nerede yıprattığından .’’(Sünen-i Tirmizi). Böylece gençlik devrinde yapılan amellerin hesabının daha mühim olduğu anlaşılıyor. Kur’an-ı Kerim’de belirtildiği gibi Hz. İbrahim genç yaşta puta tapan kavimle mücadele etmiş ve onları kırmaya çalışmıştır, Hz. Yusuf iffet örnekliği yaşatmıştır, Hz. Musa ve Hz. Yahya peygamber ile Ashab-ı Kehf olarak bilinen gençler ise inandıkları uğruna cihad etmişlerdir. Son olarak, Hasan el-Basri’nin şu sözü bize hayat düsturu olmaya değerdir: ‘’Gençler yönünüzü ahirete çevirin. Ahireti çokca isteyin. Biz ahireti isteyenin ahiretle beraber dünyayı elde ettiğini çok gördük. Ama dünyayı isteyenin dünyayla beraber ahireti elde ettiğini görmedik.’’ (Beyhaki).

Temmuz’15 • 47


Dini Bilgiler

İLMİHAL Dudu ERKOÇ (Ankara Üniversitesi İlahiyat fakültesi)

İBADET

İ

badet, Allah’a saygı ile boyun eğmek ve emirlerine itaat etmek demektir. İbadet bir saygının ifadesidir ve yalnızca Allah’a yapılır. Çünkü bizleri yaratan, bizlere çeşitli nimetler vererek hayatımıza devam etmemizi sağlayan O’dur. İbadetin özü niyettir. Kalbin bütünüyle Allah’a yönelmesi bağlanmasıdır. Ruhsuz beden bir işe yaramadığı gibi niyetsiz ibadetinde değeri yoktur.

NİÇİN İBADET ETMELİYİZ? Bizi yoktan var eden Allah, vücudumuzu gören gözler, işiten kulaklar gibi mükemmel organlarla donatmış, diğer canlılardan farklı olarak bize akıl ve fikir vererek varlıklar arasında seçkin bir duruma yükseltmiştir. Kur’an-ı kerim de şöyle buyrulmuştur: “ Ey Muhammed de ki: Sizi yaratan, sizin için kulaklar, gözler ve kalpler var eden O’dur. Ne az şükrediyorsunuz.” Hayatımızı devam ettirebilmemiz için içtiğimiz sudan, teneffüs ettiğimiz havaya kadar bize sayılamayacak derecede nimetler ihsan etmiş, kâinatta birçok varlığı emir ve hizmetimize vermiştir. Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de: “Allah’ın nimetlerini sayacak olsanız bitiremezsiniz.” buyurarak bize vermiş olduğu nimetlerin çokluğuna dikkatimizi çekmiştir. Hz. Aişe (ra.) diyor ki: 48 • Temmuz’15

“Peygamberimiz, ayakları şişinceye kadar ibadet ederdi. Bunun üzerine kendisine; ‘Ey Allah’ın Resulü, geçmişteki ve gelecekteki günahların bağışlandığı halde niçin böyle yapıyorsunuz’ diye sorulduğunda, O; Rabbime şükreden bir kul olmayayım mı?” diye cevap vermiştir. Hülasa yaratılışımızın hikmeti, dünyaya gelişimizin gayesi, Allah’ı tanımak ve O’na ibadet etmektir. Bu konuda Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmuştur: “Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.”

İBADETİN ÇEŞİTLERİ · Bedeni İbadetler: Beden ile yapılan ibadetler demektir. Namaz kılmak, oruç tutmak gibi. Bedeni ibadetler her Müslümanın bizzat kendisinin yapması gereken ibadetlerdir. Bir kimse başkası yerine bu ibadetleri yapamaz. · Mali İbadetler: Mal ile yapılan ibadetlerdir. Zekat ve sadaka vermek, kurban kesmek gibi. Mal ile yapılan ibadetlerde başkası vekil edilebilir. · Bedeni ve Mali İbadetler: Hem beden hem mal ile yapılan ibadetlerdir. Hac ibadeti gibi. Hac mükellefin bizzat yerine getirmesi gereken bir ibadettir başkası vekil edilemez ancak hacca gidecek durumu olduğu halde gidemeyecek derecede hasta, sakat, çok yaşlı veya gitmesine mani olacak bir özrü bulunan kimse kendisi yerine bir vekil gönderebilir.


Dini Bilgiler MÜKELLEF Şari’in taleb ettiği ya da yapıp yapmamakta serbest bıraktığı fiilleri yerine getirmek ile sorumlu tuttuğu kimseye denir. Başka bir deyişle Allah’ın Şer’i Hükmü yerine getirmekle sorumlu tuttuğu insandır. Mükellef olarak isimlendirilecek kişide şu iki şartın bulunması zorunludur: · Akıl · Buluğ EF’AL-İ MÜKELLEFİN (mükellefin filleri) Mükellef olan insanların fiilleri sekizdir. 1. FARZ: Dinen yapılması kesin delillerle emredilen şey. Hükmü; yapan sevap kazanır, özürsüz olarak yapmayan azabı hak eder, inkâr edense küfre düşer. İkiye ayrılır; · Farz-ı ayn: Her mükellefin yapması gereken farz demektir. Onu her mükellef bizzat yapmak zorundadır namaz kılmak gibi. · Farz-ı kifaye: Bazı mükelleflerin yapmasıyla diğerlerinden sakıt olan farz demektir. Cenaze namazı gibi. Bu farzın sevabı yalnız onu yapanlara aittir ve hiç kimse tarafından yerine getirilmeyecek olursa bütün mükellefler günahkar olur. 2. VACİP: Delil yönünden farz kadar kesin olmayıp yapılması istenen şeydir. Vitir ve bayram namazlarını kılmak, kurban kesmek gibi. Hükmü; yapan sevap kazanır, özürsüz olarak yapmayana azap gerekir, kesin delillerle sabit olmadığı için inkar eden dinden çıkmış olmaz. 3. SÜNNET: Peygamberin söz, fiil ve takrirleridir. İkiye ayrılır; · Sünnet-i müekkede: peygamberimizin çoğu zaman yaptığı bazen de terk ettiği sünnete denir. Sabah, öğle ve akşam namazlarının sünnetleri gibi. · Sünnet-i gayri müekkede: peygamberimizin ara sıra yaptığı sünnete denir. İkindi namazının sünneti ile yatsı namazının ilk sünneti gibi. Hükmü; işleyen sevap kazanır, kasten terk eden azarlanma ve kınamayı hak eder. 4. MÜSTEHAP (MENDUP): Peygamberin bazen yapıp bazen yapmadığı şeye denir. Kuşluk namazı kılmak gibi. Hükmü; yapan sevap kazanır yapmayan sevaptan mahrum olur.

5. MÜBAH: Mükellefin yapıp yapmamakta serbest olduğu şeye denir. Helal olan şeyi yiyip içmek, oturmak, yürümek ve uyumak gibi. Hükmü; yapan sevap kazanmaz yapmayan da günah işlemiş olmaz. 6. HARAM: Dinen yapılmaması kesin delil ile emredilen şeye denir. Adam öldürmek, anababaya karşı gelmek, içki içmek gibi. Hükmü; haram olan bir şeyi yapan günahkar olur, haramdan kaçınan sevap kazanır. Haram bir şeyi helal sayan ise dinden çıkmış olur. 7. MEKRUH: Delil yönünden haram kadar kesin olmamakla birlikte yapılmaması istenen şeye denir. İki kısma ayrılır; · Tahrimen Mekruh: Harama yakın olan mekruhtur. Vacip olan bir işi yapmamak tahrimen mekruhtur. · Tenzihen Mekruh: Helale yakın olan mekruhtur. Sünnet ve müstehap olan şeyleri yapmamak mekruhun bu kısmına girer. Tenzihen mekruh olan bir şeyi yapmak azabı gerektirmez ancak yapılmaması efdaldir. 8. MÜFSİD: Başlanmış olan bir ibadeti bozan şeye denir. Namaz kılarken konuşmak, oruçlu iken yiyip içmek. Netice itibariyle Şari’in (Allah) mükelleften bir fiil yapmasını veya yapmamasını istemesi veya onu yapıp yapmama hususunda serbest bırakması ile böyle bir sınıflandırma ortaya çıkmaktadır. Bu konu da mezhepler arası farklılaşmalar bulunmaktadır. Yukarıda ki sınıflandırma Hanefi Mezhebine ait olup diğer mezheplerin sınıflandırması vacip, mendup, haram, mekruh ve mübah şeklindedir. Her ne kadar farklılık gibi görülse de öz itibariyle aynıdır. Kur’an-ı Kerim’de Allah-u Teâlâ’nın emir ve yasakları bildiren hitapları böyle bir tasnifin sebebidir. Hülasa-i kelam; ef’al-i mükellefin, mükellefin muhatap olduğu, yani bilmekle, buna uygun davranmakla, hükümlü tutulduğu bütün ameli hükümleri ihtiva eden geniş bir kapsamdır. Bu sebeple de ef’al-i mükellefin konusunda bilgilenme, fıkhın ibadet ve ahval-ı şahsiye alanındaki hükümlerinin doğru anlaşılabilmesi ve uygulanabilmesi için adeta ön şart mesabesinde bir gerekliliktir. Temmuz’15 • 49


Dini Bilgiler

Zenginlik ile Fakirlik Güzel Amel İçin İmtihan mıdır? Mehmet ÖZEK

A

srın asırlarından bir asırda biz Müslümanlar yine bir çıkmazla karşı karşıyayız. Allah aca-

göre zenginlik mi, yoksa dert kendinle insanlı-

ba sadece insanı mı yaratmış yoksa dertlerini de

dert katadurun biz dertlerimizin çözüm yollarını

mi yaratmış gibi soruların yanında “dertsiz insan

“insanda hayat kuran kitap Kur’an’da” bulalım.

olur mu hiç” gibi sorular asrımızda tekerrür et-

Allah(c.c.) kullarını, hangisi daha güzel bir amel

miştir. Dert nedir? Öncelik bu soruyla tanışmalı-

yapacak diye imtihan eder. Nitekim bir ayeti keri-

dır. Dert fakirlere göre fakirlik mi, dert zenginlere

mede şöyle buyrulmaktadır:

50 • Temmuz’15

ğınla hesaplaşmak mıdır? Varın siz dertlerinize


Dini Bilgiler ‫ت َونَ ْبلُو ُكم بِال َّش ِّر َو ْال َخي ِْر فِ ْتنَةً َوإِلَ ْينَا‬ ِ ْ‫س َذائِقَةُ ْال َمو‬ ٍ ‫ُكلُّ نَ ْف‬ َ‫تُرْ َجعُون‬ Her canlı ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan kötülük ve iyilik ile deneyeceğiz; hepiniz de sonunda bize döndürüleceksiniz. Enbiya-35 İBN KAYYIM el CEVZİYE’nin “Sabredenler Ve Şükredenler” isimli eserinde bu konu hakkında bize şöyle bir aktarımı olmaktadır: “İbni abbas bu ayet-i kerimedeki, “şer ile hayır” dan darlık ile bolluk, sıhhat ile hastalık, zenginlik ile fakirlik ve helal ile haram murad edilmiştir ve bunların hepsi imtihandır, demiştir. İbn Yezid bu ayet-i kerimeyi şöyle tefsir etmiştir: “Sizi sevdiklerinizle ve sevmediklerinizle imtihan edeceğiz. Bakalım sevdiklerinizde ve sevmediklerinizde sabrınız ve şükrünüz nasıl olacaktır.” Kelbi, bu ayet-i kerimeyi şöyle tefsir etmiştir, “şer” ile fakirlik ve bela murad edilmiş; “hayır” ile mal ve çocuk murad edilmiştir.” Nitekim Allah(c.c.) zenginlik ile fakirliğin , musibet ile imtihanın binekleri olduğunu haber vererek ayeti kerime de şöyle buyurmuştu:

ُ ‫الن َس‬ ُ‫ان إِ َذا َما ا ْبت َ​َلهُ َربُّهُ فَأ َ ْك َر َمهُ َونَ َّع َمه‬ ِ ْ ‫فَأ َ َّما‬ ‫فَيَقُو ُل َربِّي أَ ْك َر َم ِن‬ İnsan ise; Rabbi onu deneyip de kendisine ikramda bulunduğunda, ona bol bol nimetler verdiğinde, “Rabbim bana ikram etti” der. Fecr-15 Ama onu deneyip rızkını daraltınca da, “Rabbim beni aşağıladı” der. Fecr-16 İmtihan ölümlü dünyanın yoldaşıdır bir binek misali. Binek ölür imtihan biter. Ne taşıdığı yük ne de yük taşıdığı yol… Kalan sadece bineğin yükü ve yolu nasıl faydalarla imtihanı neticelendirdiğidir. Acaba binek istenilen emir mucibince mi hareket etti, yoksa nereden rüzgar eserse orası kabem midir, dedi. Nitekim birkaç ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur RAB:

‫َوأَ َّما إِ َذا َما ا ْبت َ​َلهُ فَقَ َد َر َعلَ ْي ِه ِر ْزقَهُ فَيَقُو ُل‬ ‫َربِّي أَهَان َِن‬

Allah sübhanallah’ın bize verdiği bu mallar ne içindir? Bir sebep aramaksa dert, hayvanlara verilen sadece ye, iç, keyfine bak mı? Hayır! Bunlar olmamalıdır. Bize verilen bu mallar hem müslümanın 5 temel esası üzerine bina etmeye çalıştığı İslam esasları için hem de bu binayı sağlamlaştırmamız içindir. Allah bizim dertlerimizi bilendir. Ne güzel de bilendir ve bize dertlerimizi bilmeyi de nasip eder inşallah…

O, sizi yeryüzünde halifeler (oraya hâkim kimseler) yapan, size verdiği nimetler konusunda sizi sınamak için bazınızı bazınıza derece derece üstün kılandır. Şüphesiz Rabbin, cezası çabuk olandır. Şüphe yok ki O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. Enam-165 İnsanların hangisinin daha güzel amel yaptığını deneyelim diye şüphesiz biz yeryüzündeki şeyleri ona bir zinet yaptık. Kehf-7

‫ض ِزينَةً لَّهَا‬ ِ ْ‫إِنَّا َج َع ْلنَا َما َعلَى ْالَر‬ ‫لِنَ ْبلُ َوهُ ْم أَيُّهُ ْم أَحْ َس ُن َع َم ًل‬ Allah sübhanallah’ın bize verdiği bu mallar ne içindir? Bir sebep aramaksa dert, hayvanlara verilen sadece ye, iç, keyfine bak mı? Hayır! Bunlar olmamalıdır. Bize verilen bu mallar hem müslümanın 5 temel esası üzerine bina etmeye çalıştığı İslam esasları için hem de bu binayı sağlamlaştırmamız içindir. Allah bizim dertlerimizi bilendir. Ne güzel de bilendir ve bize dertlerimizi bilmeyi de nasip eder inşallah…

Temmuz’15 • 51


Medya

Basından Yansıyanlar Küresel Sol muhalefet mümkün mü? Akif Emre 30 Haziran 2015- Yeni Şafak

A

celeye getirilmiş taleplerin öncelenip sistem içine çekilmesinin muhalefet imkanını ortadan kaldırması bir yana entelektüel gündemi de rehin alan bir durum ortaya çıkardı. Siyasal anlamda sisteme entegre bile olmasına imkan tanınmaması bir yana düşünsel birikimler de tüm Arap dünyasında ya örgüt şiddeti yahut devlet şiddeti arasında sıkıştırıldı. İslamcı birikimin fiziki varlığını bile sürdürmesine imkan tanımayan bir devlet terörü, insan birikimini

52 • Temmuz’15

ve heyecanını da örgüt şiddetine rehin vermiş görünüyor. Tüm bunların dışında Türkiye deneyimi ise, alternatif model üretmekten çok uzak, sadece siyasal birikimin sisteme entegre edilmesi denemesini yaşadı. Bu durumu bile neredeyse kabul edilemez sayıyor egemenler sistemi. Solun sistem eleştirisi, temel paradigmatik bir muhalefet olmaktan çok uzaktır. Bu bağlamda Türk solunun Syriza üzerinden bir tür sevindirik havalara girmesi de çok ilginçti. Syriza modelinde, zaten temel eleştiri zemininden mahrum sol siyasetin, sistem karşısında alternatif model sunmak değil, sisteme biatının kabulünü dileyen durumu, Türk solu için de yeterince ibretlik olsa gerek. Tüm bunların üstüne bir de dayanışma duygusallığı ile borçlarının bir kısmını üstlenme teklifi de romantizm ötesi bir şey

Aşırı yalan söylemekten kaynaklanan ölümler! Yıldıray Oğur Türkiye- 22 Haziran 2015

P

KK ve HDP’liler için aslında günlük sporlardan biri bu temelsiz iddiaları, propagandaları dolaşıma sokmak, bunlar üzerinden siyaset yapmak. Adana/Mersin HDP merkezlerine bombalar için ilk dakikadan Erdoğan’ı suçlayan Demirtaş, bombaları koyan DHKP-C kökenli bir militan çıkmasına rağmen DHKP-C’ye teşekkür eden genel başkan yardımcısı, Diyarbakır’daki mitinginde bombayı ilk dakikadan AK Parti’ye ve Erdoğan’a bağlayan HDP’liler, bombacı


Medya IŞİD’çi bir Kürt Alevisi çıkın-

lerde AKP’ye 2 milyar dolar-

toplumun en hızlı dönüşen,

ca cemaatçi polislerle birlikte

lık yardım yaptığını yazmıştı.

normları en hızla yükselen,

“arkasında MİT var” diyebilen

(2012 seçimlerinde Obama

özeleştirel tavrı benimseme-

HDP’li vekiller…

ve Romney’nin kampanya büt-

ye ve seslendirmeye en yatkın

HDP’li bir grup içinden bi-

çesi toplamının iki katı) Tabii

kesiminin temsilciliğini yapı-

rinin ağır silahlarla tarayıp öl-

Özgür Gündem’in Musul işga-

yor. Partinin omurgasını oluş-

düdüğü iki Hüda Par’lıyla ilgili

lini Barzani’yle IŞİD’in birlikte

turan muhafazakâr kitlenin

haberi “HDP konvoyuna saldı-

Amman’daki

toplantıda

sürekli yeniden ‘kazanılması’

rı” diye vermiş, YDGH’ciler ta-

kararlaştırdığı manşetini de

gerekiyor ve onların önemli

rafından defelarca tehdit edil-

unutmayalım.

bir bölümü partiden daha hızlı

bir

dikten sonra öldürülmüş Hüda

Aslında hepsini unutalım.

Par’a yakın bir hocanın faalini,

Savaşlarda önce hakikat öl-

Bir partinin anlamı ‘yarı-

provokasyon

örtmeye

dürülür. Tek bir şeyi unutma-

na’ dair ne söylediğidir ve bu

çalışmış 90’ların Anadolu’dan

yalım; Hakikatin bu kez canına

da bugünün ‘yenisini’ taşımayı

kıyanların derdi barışla…

gerektirir. AKP’nin mukayese-

diye

Görünümü’ne taş çıkartan bir

siz avantajı o ‘yeninin’ AKP’nin

performans bu.

seçmeni olması ve partinin

Maalesef bu Kürt Ertürk Yöndem

değişebiliyor…

buna cevap vermeden ayakta

performanslarının

kalamayacağının apaçık bir

merkez medyada da alıcısı

gerçeklik haline gelmesi.

çok. YPG’nin eline geçmiş bir Türkiye kökenli IŞİD’çinin sorgu

Monitor sitesinde Türkiye-IŞİD

Topluma mahkûm olmak, Basitçe söyleyecek olursak

ilişkisi itirafları diye haber bile

Ethen Mahçupyan

kaydını Economist’in Türkiye temsilcisi, Hizbullah’a yakın Al

yaptı. Bir Radikal yazarı, kara

Serbesiyet- 23 Haziran 2015

propaganda mahir bir gazeteciye dayandırıp Yüksekova’da 3 asker ve 5 polisin öldüğü bir çatışmayı Ankara’nın örtbas

A

KP topluma mahkûm olan tek parti. Arkasın-

da resmi ideoloji, asker, yargı,

ettiği gibi bir iddiayı neredey-

ABD veya silah yok. Oysa diğer

se sıfır karineyle köşesine ta-

partilerin hepsi bu ‘avantaj-

şıyabildi.

ların’ en az birinden yararla-

Sadece

Türkiye

Rasim Özdenören 21 Haziran 2015- Yeni Şafak

B

ir gazetecinin: “Asker bundan sonra siyasete

AK

nıyorlar. O nedenle AKP de-

Parti’ye karşı çalışmıyor pro-

mokratik siyasete, demokrat

na şu cevabı verdi: “… bir ül-

paganda makinesi. En son

zihniyete doğru zorlanan tek

kede halkın önemli bir kısmı

dün KCK Dış İlişkiler Birimi,

parti. Diğerleri gibi güzel söy-

askerin idareye müdahalesini

Barzani’nin

Rudaw’ı

lemler geliştirmesi yeterli de-

istiyorsa, ve asker müdahale

MİT’çilerin kurduğunu iddia

ğil. Hatta yıllar içinde hizmet

ettiği zaman alkışlarsa ve as-

etti. Daha önce de PKK’ya ya-

yoluyla kendisini kanıtlaması

kerin müdahalesini bir çare

kın bir site Barzani’nin seçim-

da yeterli değil. Çünkü AKP

olarak görüyorsa, o zaman

kanalı

ve

Bir Süleyman Demirel Portresi

müdahale eder mi?” sorusu-

Temmuz’15 • 53


Medya mesele askerin meselesi değil, halkımızın meselesidir.” Aynı kaçış mantığı... Kendi üzerine hiç alınmıyor. Mesele halkın meselesidir deyip sıyrılmanın yoluna bakıyor. “Meseleleri mesele etmezseniz ortada mesele kalmaz.” cümlesi de onundur ve Demirel’in kafa yapısını iyi özetler. 1991 yılında Moskova’da askerler Gorbaçov’a karşı tankları yürütmeye kalkıştığında Yeltsin tanklardan birinin üstüne çıkarak müdahaleye mani olmuştu. Bu durum Demirel’e hatırlatıldığında ve 12 Eylülde niçin tankın üstüne çıkmadığı sorulduğunda: “Tankın üstüne çıkacak olan ben değildim!” demişti. Demirel, hiçbir zaman darbecilerden hesap sormayı aklından geçirmemiştir. Bilakis “Halk askerin müdahalesini bir çare olarak görüyorsa, o zaman mesele askerin meselesi değil, halkımızın meselesidir” diyerek gene problemi göz ardı etmeyi, kendi üstünden çıkarıp halkın üstüne atmayı tercih etmiştir. 28 Şubat sürecinin mimarı da odur. Refahyol (RP-DYP) koalisyonu tasfiye edildiğinde, normalde başbakanlık görevi Tansu Çiller’e verilmesi gerekirken, milletvekili transferleri marifetiyle birtakım kirli yollardan başbakanlık bir başkasına (Mesut Yılmaz) verilmişti. Şimdi bazıları onu demokrasi kahramanı ilan etmek istiyor. Kahramanımızın portresi ortadadır...

54 • Temmuz’15

Ramazan Ayında Sürekli ve Kesintisiz Namaz Bilinci Kazanmak Abdullah Yıldız 30 Haziran 2015- Yeni Akit

Y

aklaşık yüzde 70’ten fazlası oruç tutan halkımızın yine yüzde 70’ten fazlasının beş vakit namaz kılmıyor/kılamıyor oluşu, her duyarlı müminin ciddiyetle çare araması gereken en temel derdimizdir. Günde beş kez bizi huzura taşıyan namaza devam edebilmek, senede bir ay tutulan oruçtan daha fazla bir sabır ve sebat işidir. Bu yüzden Rabbimiz sadece namazı dosdoğru kılmayı emretmekle yetinmemiş; ona devam etmeyi ve onun güçlüklerine sabredip göğüs germeyi de emretmiştir. Şu âyetler, ‘namaz’ın ‘sabır’, ‘sebat’ ve ‘azim’ gerektiren bir amel olduğunu apaçık ortaya koyar: “Ailene namazı emret, kendin de o(nun güçlükleri)ne sabret!” (Tâhâ 132) “(Lokman, oğluna): ‘Yavrum, namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçir ve (bu hususlarda) başına gelene sabret! Doğrusu bunlar azim/kararlılık gerektiren işlerdendir.’ (dedi).” (Lokman 17)

Namaz; bir anlamda irade ve sabır eğitimidir. Bitmeden, tükenmeden, bir ömür boyu, her türlü psikolojik hal ve ortamda namaza devam edebilmek, Allah’tan hakkıyla korkan salih kulların vasfıdır. Böylesine kesintisiz ve sürekli bir namaz, mümini sabırlı, iradeli, azim ve sebat sahibi bir insan kılar. Namaza devam etmek, sadece zor ve güç anlarda önem kazanan bir haslet değildir. Huzur ve refah ortamında da namaza devam edebilmek, şüphesiz bir sabır ve sebat işidir. Hatta diyebiliriz ki; rahat, huzurlu ve imkânların bol olduğu ortam ve zamanlarda namazı sürekli kılıp muhafaza edebilmek, sıkıntılı ve meşakkatli anlarda namaza devam etmekten daha güç bir iştir. Şu âyetler, böylesi ortamlarda müminin namaz konusunda gösterebileceği gevşekliğe dikkat çeker: “Onlar yeryüzünde kendilerini iktidar sahibi kıldığımız takdirde namazı ikame ederler...” (Hacc 41) “Nice adamlar vardır ki, ne bir ticaret, ne de bir alışveriş, Allah’ı anmak, namazı ikame etmek ve zekatı vermekten kendilerini alıkoymaz.” (Nûr 37)


Tavsiye

Hasan El Benna’nın Gençliğe 20 Tavsiyesi 1. Şartlar ne olursa olsun Ezân-ı Muhammedî’yi duyduğunuz zaman namaza kalkın. 2. Kur’ân-ı Kerîm’i okuyun, inceleyin veya dinleyin. Azıcık zamanınızı bile yararsız işlere ayırmayın. 3. Dilinizi düzgün konuşmaya çalışın. Çünkü bu Müslüman olmanın belirtisidir. Arapça’yı öğrenin, çünkü Kur’ân en güzel şekilde Arapça ile anlaşılır. 4. Hiç bir konuda aşırı tartışmayın. Zira gösteriş hiçbir zaman yarar sağlamaz. 5. Fazlaca gülmeyi.n Çünkü Allah’a (c.c) bağlı olan gönül, sakin ve vakarlı olur. 6. Maskaralık yapmayın. Çünkü mücahid bir millet, ciddiyetten başka bir şey tanımaz. 7. Dinleyicinin işiteceğinden fazla sesinizi yükseltmeyin. Çünkü bu bencillik ve eziyet vermektir. 8. Kişileri çekiştirmek ve tavırları küçümsemekten sakının. Hayırdan başka bir şey konuşmayın. 9. Karşılaştığınız kardeşlerinizle sizden istemese bile tanışmaya bakın. 10. Görevler vakitlerden fazladır. Vakitten yararlanmak için başkasına yardımınızı esirgemeyin. Yapacak bir göreviniz varsa onu en kısa yoldan en güzel şekilde bitirmeye çalışın. 11. Her hususta temizliğe önem verin. Evinizde, elbiselerinizde, vücudunuzda, iş yerinizde... Çünkü bu din, temizlik üzerine kurulmuştur. 12. Ahdinize, sözünüze ve vaadinize vefa gösterin. Şartlar ne olursa olsun bunlara muhalefet etmeyin.

13. Okuma ve yazmanızı sağlamlaştırın. Müslümanların gazete ve dergilerini çokça mütalaa edin. Küçük de olsa kendinize ait bir kütüphaneniz olsun. İhtisas sahibi iseniz branşınızda derinleşin. 14. Hükümet vazifelerine düşkün olmayın ve onları rızkın en dar kapısı olarak bilin. Ama size verildiği zaman da reddetmeyin. Davanın vecibeleri ile tamamen çatışmadığı müddetçe bu vazifelerden ayrılmayın. 15. Malınızın bir kısmı ile davaya katılın, üzerinize farz olan zekâtı cemaate verin. Geliriniz ne kadar az olursa olsun, ondan fakir ve yoksullara bir hak ayırın. 16. Az da olsa malınızın bir kısmını beklenmedik hadiseler için ayırın ve katiyen lüks eşyaya kapılmayın. 17. Durmadan tevbe ve istiğfar edin. Uyumadan evvel birkaç dakikanızı nefsinizi muhasebeye ayırın. Şüpheli şeylerden kaçının ki harama düşmeyesiniz. 18. Eğlence yerlerine yaklaşmak şöyle dursun, onlara karşı bir savaşa girişmelisiniz. Bütün konfor ve rehavet görüntülerinden uzaklaşın. 19. Her yerde davanızı yaymaya çalışın. Nefsinizle şiddetli bir şekilde mücadele edin ki, onun yularını ele alasınız; gözünüzü haramdan ayırın, duygularınıza hâkim olun. 20. Sürekli cemaatle ruhen ve amelen bağlantılı olun ve kendinizi daima kışlasında emir bekleyen bir asker gibi kabul edin.

Temmuz’15 • 55


İslam Dünyası

İslam Coğrafyasından Haberler

IŞİD Kobani’ye saldırdı Kobani’ye bombalı araçlarla üç ayrı koldan saldırı başlatan IŞİD, YPG güçleri ile çatışmaya devam ediyor. IŞİD saldırısını ‘örgütün Suriye’deki en büyük ikinci katliamı’ olarak nitelendiren Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’ne göre ölenlerin sayısı 146’ya yükseldi. YPG Sözcüsü Redur Halil de, Al Jazeera English’e yaptığı açıklamada IŞİD’in Kobani’ye kentin güneybatısından girdiğini açıklarken, “YPG üniforması giymiş bir grup IŞİD üyesi muhaliflerin bayrağını çektikleri beş araçla Kobani’ye girdi. Mürşitpınar Sınır Kapısı yakınlarında bir bombalı aracı patlattılar” dedi. Redur Halil, 35 IŞİD üyesinin Kobani’nin içlerine doğru yayıldığını belirtirken, “YPG güçleri tarafından etrafları sarıldı. Çatışmalar sonucu 10 IŞİD üyesi öldürüldü, üçü de Türkiye’ye kaçtı. Bazı görgü tanıkları IŞİD’in Türkiye’den Kobani’ye girdiğini söylüyor ama şimdiye kadar IŞİD’in Türkiye’den geçtiğine dair kanıt bulamadık” açıklamasını yaptı.

Gazze’ye Özgürlük Filosu’na müdahale İsrail ordusu, Gazze’ye uygulanan ablukaya dikkat çekmek amacıyla yola çıkan teknelerden birine müdahale etti. Tekneyi Aşdot Limanı’na götüren İsrail, aralarında eski Tunus lideri Marzuki’nin de bulunduğu aktivistleri gözaltına aldı. Hamas: Korsanlık Hamas Siyasi Büro Başkan Yardımcısı İsmail Heniyye, İsrail ordusunun 3. Özgürlük Filosu’na uluslararası sularda müdahale etmesini “korsanlık” olarak nitelendirdi. 56 • Temmuz’15

Heniyye, yaptığı yazılı açıklamada, söz konusu müdahalenin, İsrail’in Gazze’ye denizden giriş ve çıkışları engellemeyi amaçlayan terörist yaklaşımının göstergesi ve uluslararası hukuku açıkça ihlali anlamına geldiğini vurguladı. Heniyye, “Özgürlük filosunda yer alan üst düzey siyasetçi ve parlamenterlere yönelik saldırı, İsrail’in uluslararası ve diplomatik normları aştığına işaret ediyor” değerlendirmesinde bulundu.

IŞİD’den Hamas’a tehdit Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) Gazze’yi yöneten Hamas’ı tehdit etti. İnternete yüklenen 16 dakikalık videoda, IŞİD üyeleri Hamas’ın bölgedeki gücünü bitirecekleri iddiasında bulundu. IŞİD üyeleri, Hamas’ın Selefi grupları baskı altında tuttuğunu ve şeriatı yeteri kadar uygulamadığını söyledi. Suriye’nin Şam kentindeki Yermuk Mülteci Kampı’nın bir bölümünü kontrol ettiklerini hatırlatan IŞİD üyesi, burada aralarında Hamas’a bağlı bir grubun da olduğu Filistinlilerle çatıştıklarını söyledi. “Yemin ederiz ki bugün Suriye’de, özellikle de Yermuk Kampı’nda olanlar, Gazze’de de olacak” dedi. Videoda “Cihadın amacı toprağı özgürleştirmek değildir. Allah’ın tanımladığı şekilde cihat, Allah’ın yasası için savaşmak ve onu uygulamaktır” ifadesini kullanan IŞİD üyesi, Hamas’ı İran, Hizbullah ve ‘milliyetçi’, ‘seküler’ ve ‘sosyalist’ gruplarla temas kurduğu için eleştirdi. Bir diğer IŞİD üyesi Hamas’ın kendilerini ‘Harici’ olarak nitelendirdiğini belirtti. Kendilerinin aşırılıkçı olarak görülen Harici nitelemesini kabul edemeyeceklerini söyledi.

13 İhvan lideri öldürüldü Mısır güvenlik güçleri bir eve yaptıkları baskında 13 İhvan liderini öldürdü. İhvan yaptığı açıklamada “Liderlerimize yapılan suikast eylemleri, ülkeyi, zulüm görenlerin öfkesinin kontrol altına alınamayacağı yeni ve tehlikeli bir aşamaya götürüyor ve bu saldırı bir dönüm noktası” dedi.


İslam Dünyası Mısır güvenlik güçleri başkent Kahire’nin batısında yer alan 6 Ekim semtinde bir eve düzenlediği silahlı baskında 13 Müslüman Kardeşler (İhvan Müslimin) liderini öldürdü. İhvan saldırı ile ilgili açıklamasında, darbe rejimine karşı mücadelenin kendileri açısından farklı bir boyut kazandığını ima etti. İhvan “Liderlerimize yapılan suikast eylemleri, ülkeyi, zulüm görenlerin öfkesinin kontrol altına alınamayacağı yeni ve tehlikeli bir aşamaya götürüyor ve bu saldırı bir dönüm noktası” denildi. İhvan’ın internet sitesinde yayımlanan açıklamada, “Tüm dünya, Sisi’nin Mısır’ı sürüklediği bu durumdan sorumludur. Bu suikast eylemi, Mısır’daki durumu sabote edecek çok tehlikeli bir durum oluşturuyor. Tüm dünyayı bundan sorumlu tutuyoruz” denildi. Açıklamada ayrıca “Sisi toplu katliamlar yapmakla yetinmedi, onurlu insanların evlerine baskın düzenlemeye başladı” ifadeleri kullanıldı. Sina’da IŞİD’in tarafından yapılan saldırılardan Mısır ordusunun ve darbe yönetiminin sorumlu olduğu iddia edildi.

Bosnalı komutan serbest İsviçre’de 10 Haziran da gözaltına alındıktan sonra dün özel uçakla Uluslararası Saraybosna Havaalanı’na getirilen Oriç, Bosna Hersek Savcılığı’na çıkarıldı. Oriç, ifadesi alındıktan sonra serbest bırakıldı. Bosna Hersek Savcılığı tarafından yapılan açıklamada, Oriç’e ikamet ve hareket etmesi konusunda belirli kısıtlamalar getirildiği belirtilerek, komutanın ayrıca davaya dahil olan tanık ve şüphelilerle görüşmesinin yasaklandığı ifade edildi. Verilen yasaklara uymaması durumunda Oriç hakkında yasal işlem yapılacağı kaydedildi. Oriç’in ilk duruşmasının pazartesi günü yapılacağı açıklandı. Sırbistan Savcılığı, geçen yıl Şubat ayında, Oriç’in 1992 yılında, Bosna Hersek’in doğusundaki Podrinye bölgesinde Sırplara yönelik savaş suçu işlediği iddiasıyla yakalama emri çıkartılmasını talep etmişti. İnterpol tarafından çıkarılan yakala-

ma emri daha sonra geri çekilmişti. Buna rağmen, Boşnak komutan 10 Haziran’da İsviçre’de gözaltına alınmış ve hakkında 14 gün gözaltı süresi verilmişti. Oriç, daha önce kendisini ziyaret eden Srebrenitsa Belediye Başkanı Çamil Durakoviç aracılığıyla gönderdiği mesajda, “Buradan Sırbistan’a canlı gitmem” ifadesini kullanmıştı. Oriç’in iadesini hem Bosna Hersek hem de Sırbistan talep etmişti. Daha önce Lahey’deki Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi’nce (ICTY) yargılanan Boşnak komutan Oriç, suçsuz bulunup hakkında beraat kararı verilmişti.

173 Uygur Türk’ü Kayseri’de Çin’den kaçtıktan sonra 13 Mart 2014 ‹te sınır ihlali gerekçesi ile Tayland hükümeti tarafından tutuklanan Uygur Türkleri Türkiye’de. Çin’e iade edileceği söylenen, çocuk ve kadınlardan oluşan 173 kişi, Türkiye’nin girişimleri sayesinde özel uçakla Bangkok’tan İstanbul’a, oradan da Kayseri’ye götürüldü. Kayseri’de Uygur Türk’ü sayısı bine ulaştı. Dünya Uygur Kongresi Başkan Yardımcısı ve Doğu Türkistan Derneği Genel Başkanı Seyit Tümtürk, “Bu konuda hassasiyet gösteren Türk hükümetine teşekkür ediyoruz. 30 Haziran 2015 tarihi itibari ile 1,5 yıldır Tayland’da bir kampta hapis olan kadın ve çocuklardan oluşan 173 kardeşimiz İstanbul Atatürk Havalimanı’na sağ salim indi. Elhamdülillah bu kardeşlerimiz bir zarara uğramadan bugün Türkiye topraklarına ayak bastı” dedi. Tümtürk, Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nden kaçan pek çok kişinin yolda hayatını kaybettiğini söyledi. Türkiye’ye gizlilik içinde gelen Uygur Türkleri, Kayseri’de, daha önce Çin’den çeşitli yollardan kaçıp gelen Uygur Türklerinin yanına yerleştirildi. Can güvenliği açısından Uygur Türklerinin barındığı yerlerden fotoğraf ve görüntü alınmasına Valilikçe müsaade edilmiyor. Temmuz’15 • 57


Etkinlik

UMRAN’DA YAZ BİR BAŞKA GÜZEL Furkan BESİM

H

er yaz olduğu gibi bu yaz da Isparta Umran Kültür Merkezi’nde yaz okulu faaliyetleri 22 Haziran’da büyük bir istekle başladı. Yaz Okulumuza beklediğimizden fazla katılım aldık. Küçüklerimizin öğrenme aşkı göz dolduruyordu. Ramazan’da oruç tutmaları sebebiyle önce biraz güçlük çeken çocuklar vazgeçmediler ve şimdilerde epeyce alıştılar. Bu durumda çocukların şevklerinin yanı sıra yaptıkları eğlenceli etkinliklerinde katkısı olduğunu düşünüyoruz. Burada hem Kur’an okuma hem sure ezberi hem de ayet destekli ders anlatımıyla zengin bir içeriğe sahip olmasıyla beraber hafta içi her gün yaptığımız etkinliklerle kısa zamanda çok iş başarıyoruz. Öğle namazın kılınmasıyla baş-

58 • Temmuz’15

layan ve ikindi namazının kılınmasıyla sona eren programımız hem çocukların uykusu bakımından hem de velilerin iş çıkışında emanetlerini teslim almaları açısından kolaylık sağlıyor. Bu arada, Prof.Dr. Celalettin Vatandaş’da yaz etkinliğimizi ziyaret ederek bizleri mutlu etti. PEKi BiZ BURADA NE ANLATIYORUZ ? Bizim çocuklar burada dini kitaptan mealinden ve önderimizin(S.A.V) hadislerinden İslamı öğreniyorlar. Müfredatımızda ibadet bilinci, ahlak, peygamberler ve sahabelerin hayatları, namazı anlamak gibi can alıcı konulara yer veriyoruz. Kardeş Ülkeler Dersi’ nde ise çocuklar kardeşlerini ve ümmet


Etkinlik olmanın bilincini öğreniyorlar. Bu derslerde Müslüman ülkelerden ağabeylerimiz sinevizyondan slayt eşliğinde memleketlerini anlatıyorlar. İlkini gerçekleştirdiğimiz Kardeş Ülkeler “Afganistan” dersinde çocukların konuya olan ilgisini tespit ettik. ETKiNLiKTEN KASIT Az önce bahsettiğimiz etkinler çocukları teknolojiden biraz olsun uzak tutalım, daha zevkli oyunların da olabileceğini gösterelim diye düzenlediğimiz ödüllü turnuvalardır. Bunun içinde satranç, mendil kapmaca, masa tenisi, sandalye kapmaca, langırt, çift balon gibi oyunlar kızlar içinde film izleme, koro çalışmaları, kendi ilgi yeteneklerini ortaya çıkaran çim adam, çeşitli el işleri gibi atölye çalışmaları gerçekleştiriyoruz. Ayrıca Ramazan sonrasında yüzme ve futbol maçları da düzenleyeceğiz. İnşaallah vermek istediklerimizi çocuklar alır, sonuçta onlar bizim geleceğimiz. Allah ümmeti sahipsiz bırakmasın. Amin Saygılarımızla…

Temmuz’15 • 59


Etkinlik

ISPARTA İFTARLARI

K

ur’an ayı Ramazana ulaşmanın lezzetini bu sene de tattık elhamdülillah. Adeta bir kulluk merceği görevi görerek dağınıklıklarımızı toplayan, bizleri Rabbimize kulluğa odaklayan Ramazan ayı vesilesi ile kendimizi muhasebe imkanı buluyoruz. Rabbimiz tıpkı namazı günün içerisinde beş ayrı vakte yerleştirerek sürekli kendisini hatırlamamızı sağladığı gibi, Ramazan ayını da senede bir defa, ayların arasına yerleştirerek kulluğumuzu hatırlama fırsatı sağlıyor. Ramazan ayı, içerisinde barındırdığı oruç ibadetiyle insanı terbiye etmekle kalmıyor daha nice güzelliklere de vesile oluyor. Evvela vahyi yeniden gündemimize getiriyor. Böylece “Biz onu (Kur’an’ı) Kadir gecesinde indirdik.” ayetiyle aslında her ramazanın vahyin seneye mühür vurduğunu idrak ediyoruz. Ramazan ayı ile daha kuvvetli hissettiğimiz bir diğer güzellik ise şüphesiz kardeşlerimizle buluştuğumuz iftar sofraları oluyor. Komşuları, akrabaları, yoksulları, yetimleri bir araya getirerek kardeşliğimizi perçinleyen iftar sofraları… Mahallenin bir ucundakiyle, öteki ucundakini aynı sofranın etrafında toplayarak birlikte tutulan oruçları yine birlikte iftar ederek sonlandıran iftar sofraları…

60 • Temmuz’15

Ramazanın iftar sofraları Isparta’da bu günlerde devam etmekte olan Salıncak Çocuk Kulübü Yaz Etkinliklerine de ayrı bir hava kattı. Bu etkinlikte yer alan ortaokullu kardeşlerimiz Umran Kültür Merkezi’nde edindikleri tanışıklıklarını iftarlar ile evlerine, ailelerine de taşıdılar. Müsait olan kardeşlerimiz, kardeşlerinin evlerine misafir olarak Kur’an çevresinde oluşan arkadaşlıklarını bu şekilde perçinlemiş oldular. Ne demişler… Bir insanı tanımak için onunla yolculuk yapmak, ticaret yapmak ve bir de birlikte sofraya oturmak gerekir. İşte bizde tanışıklığımızı bu şekilde arttırıyor ve bunun için de Rabbimize hamd ediyoruz. Ayrıca iftar sofralarımızı dostlarımıza da açtık. Isparta Kültürevi Derneği olarak Ispartalılarla Umran Kültür Merkezi’nde buluştuk. Isparta’nın geleneksel yemekleriyle yaptığımız iftar sayesinde de eş dost, konu komşu bir araya geldi. Allah daha nice ramazanları şuurlu bir şekilde geçirmeyi ve korumasını emrettiği bağları korumamızı bizlere nasip etsin. Yolu düşen herkese soframızda yer olduğunu hatırlatarak sizleri emanetlere sahip çıkanların en hayırlısı Rabbimize emanet ediyoruz. Selametle…


Etkinlik

YAZOKULU İLKOKUL PROGRAMI

22

Haziran itibariyle Yazokulu eğitimimize başladık. Elli kız kardeşimizle yaptığımız dersler fazlasıyla bereketli geçiyor. Kuran-ı Kerim Eğitimi, İlmihal Dersleri, Sure Talimleri, Cemaatle Namaz ve her güne birbiririnden güzel etkinliklerle sekiz hafta boyunca derslerimiz devam edecek.

Temmuz’15 • 61


Etkinlik

GELENEKSEL LAPSEKİ KAMPI 15-21 haziran tarihlerinde 85 kisiyle yaz kampımızı gerçekleştirdik. günümüz problemlerine dair dertlerimizi dillendirip hayatımıza dair guzel kararlar aldık. şiir gecesi, sinema gecesi, etkinlik saatleri, oyun saatleri ve ezber saatiyle renklenen kamp, eğlence dolu kapanış programıyla son buldu.

62 • Temmuz’15


Etkinlik

YAZOKULU LİSE PROGRAMI

Pek sevgili liseli kardeşim, Biliyoruz ki yaz tatiline girdiğimiz şu günlerde sen de “tatil katildir” deyip, bir işten yorulan başka bir işe koşmalı düsturunca kendine uygun, yazı verimli geçirebileceğin bir yerler arıyorsun. İşte biz de tam bu sebeplerden ötürü bu yaz okulunu düzenledik. Seni de aramızda görmekten pek bir memnun oluruz. Bunun için yapman gerekense sadece bizimle iletişime geçmek. Ders içerikleri; Kuran Eğitimi, İlmihal, İbadet, Ümmet Coğrafyası Tanıtımları, Kitap Tahlilleri ve Peygamberlerin Tevhid Mücadeleleri.

Temmuz’15 • 63


Etkinlik

sezai karakoç şiiri

64 • Temmuz’15




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.