Genç Öncüler/ 98/ Türkiye Yıkılmayacak

Page 1

9 771307 007009

ISSN 1307-007X

98

Zulme Zulme Boyun Boyun Eğmeyecegiz! Eğmeyecegiz!

TÜRKİYE YIKILMAYACAK!

EŞKİYA DÜNYAYA HÜKÜMDAR OLMAZ!

HÂLİ PÜR MELÂLİMİZ

NEREYE GİDİYORUZ


EDİTÖR'DEN

Sahibi PINAR YAYINLARI A.Ş. Adına Şemsittin ÖZDEMİR Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Furkan Gençoğlu Yayın Sorumlusu Mehmet Semih Özdemir Yayın Kurulu Mehmet Semih Özdemir Furkan Gençoğlu Asım Ebrar Yıldız Uğur Demirel Furkan Kahraman Mustafa Fatih Yavuz Betül Babacan Sümeyye Akgül Kübranur Yakupoğlu Nihal Açıkel Bu Sayıya Katkıda Bulunanlar Furkan Gençoğlu Yusuf Talha Avcı Enes Günaslan Dücane Demirtaş İsmail Yasin Avcı Mehmet Semih Özdemir Vahap Yaman Asım Ebrar Yıldız Hale Gökdeniz Furkan Kahraman Zehra Yurdan Yavuz Selim Sancak Yakup Çoban Ömer Faruk Katipoğlu Adres İskenderpaşa Mah. Yeşiltekke Sok. No:4/1 Fatih / İSTANBUL genconculereyaziyorum@gmail.com Görsel Yönetmen Tekin Öztürk Grafik Tasarım Projesanat Tan. Org. Tel: 0212 640 20 90 www.projesanat.com.tr

Baskı Sanatkar Ofset Son. Tic. Ltd. Şti. Maltepe Mh. Litros Yolu 2. Matbaacılar Sit. 4NF/4-5 Topkapı / İST. Tel: (212) 567 39 40-41

Allahın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun. Sevgili arkadaşlar ldukça sıcak günlerin içinden geçiyoruz. Bir yandan havanın sıcaklığı karşısında terlerken öte yandan gündemin sıcaklığı içimizi yakıyor. Gencecik insanların musallalardan cenazelerinin kalktığı, annelerin feryatlarının arşa değdiği, şiddetin, barbarlığın, acımasızlığın tavan yaptığı zamanları yaşıyoruz. Herkesin bir hesabı olduğu gibi Allah’ında bir hesabının olduğunu, birilerinin türlü türlü tuzaklar kurmasına karşı Allah’ın tuzağının en hayırlı tuzak olduğunu biliyoruz. Bu yüzden zalimlerin bu dünyada yaptıkları zulüm ile sonsuz bir yaşam olan ahretlerini yakarak sonsuz bir kaybedişe mahkum olmalarına acıyoruz. Bu yüzden kendimizin, çevremizdekilerin aleyhine dahi olsa Allah için hakkı ayakta tutma görevimizin bilincinde olmamız gerektiğini hatırlatıyoruz. Arkadaşlarımızın yoğun gayret ve çabaları ile hazırlanmış olan bu sayımızda Furkan Gençoğlu “Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz” yazısı ile barbarlık ve zalimliğin ebedi olamayacağını bizlere hatırlatıyor. Dücane Demirtaş “Nereye Gidiyoruz” yazısı ile gündemde varolan son gelişmeleri değerlendiriyor. İsmail Yasin Avcı Gana İzlenimlerini aktarmaya devam ediyor. Bosna Cihadında Şehit olan Selami Yurdan’ın yeğeni Zehra Yurdan amcasını ve mücadelesini anlatıyor. Talha Ulukır TRT ekranlarının yeni fenomen dizisi Son Çıkış dizisinin tahlilini yapıyor. Genç Öncülerin genç yazarları olarak temel gayemiz, toplumsal yaşamımızda karşılaştığımız iyilikleri,kötülükleri,kolaylıkları, sıkıntıları siz değerli okurlarımıza en anlaşılabilir şekilde aktarmaktır. Kadromuz adaletle şahitlik vazifesini unutmayarak, bu bilinçle yazılarını kaleme almaktadır. Çünkü bu bize inandığımız rabbimizin vahiyle sabit kıldığı bir görevdir. Çıkarttığımız bütün sayıları bu görev bilinci ile çıkartıyoruz. Bu çalışmamızın hayırlara vesile olmasını diliyor, keyifle okumanızı temenni ediyoruz. Allah’a emanet olun. Ey inananlar! Kendinizin, ana babanızın ve en yakınlarınızın aleyhine dahi olsa, adaleti titizlikle ayakta tutan ve sırf Allah için şahitlik eden kimseler olun. (Şahitlik ettikleriniz) zengin veya fakir de olsalar (adaletten ayrılmayın)! Çünkü Allah her ikisine de (sizden) daha yakındır. Öyleyse, kendi boş arzu ve heveslerinize uymayın ki adaletten uzaklaşmayasınız. Eğer (gerçeği) çarpıtırsanız ya da (şahitlikten) kaçınırsanız, biliniz ki Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır. Nisa/135

O

Ağustos’15 • 1


III. Mustafa Dönemi Agustos 2015 • Sayı 98 • Yıl 12

08

MÜSLÜMANLAR GELECEĞİN AREFESİNDE

14

Yusuf Talha AVCI

Gana’da Adım Adım Ramazan/2 İsmail Yasin AVCI

26 Eşkiya Dünyaya Hükümdar Olmaz! / Furkan GENÇOĞLU. ................................................. 4 Nereye Gidiyoruz? / Dücane DEMİRTAŞ......................................................................... 6 Müslümanlar Geleceğin Arefesinde / Yusuf Talha AVCI................................................. 8 “Modernizm’e Mahkum Değiliz” / Enes GÜNASLAN................................................... 10 Söyleşi / Demlik Dergisi ve Anadolu’da Dergicilik Üzerine Yakup ÇOBAN İle Mülakat.... 12 Gana’da Adım Adım Ramazan - 2 / İsmail Yasin AVCI........................................................ 14 Mahalle Kültürü / Vahap YAMAN......................................................................................... 23 Hali Pür Mealimiz / Ömer Faruk KATIPOĞLU...................................................................... 24 Yüzünü Kapayamayan Ellerinle Dağları Sırtlanmak / Zehra YURDAN............................. 26 Seyyid Kutub ve Mücadelesi / Yavuz Selim SANCAK....................................................... 30 “Zina” Haram Olmasa idi? Ne Olur idi? / Asım Ebrar YILDIZ............................................... 32 Ticari Ahlak / Furkan KAHRAMAN....................................................................................... 34

56

iNTiFADA Selami YURDAN

Ya Tahammül,Ya Sabır / Hâle GÖKDENİZ. ............................................................................ 36 III. Mustafa Dönemi / Mehmet Semih ÖZDEMİR................................................................. 37

İslam Coğrafyasından Haberler............................................................................................... 44 Basından Yansıyanlar............................................................................................................. 46 Son Çıkış ve Diğer Çıkışlar / Talha ULUKIR............................................................................. 50 Etkinlik / Genç Öncüler Sarısu Kampında Buluştu!................................................................... 53 Etkinlik / Genç Öncüler izmit Aytepe Doga Kampında Bulustu!................................................ 54 Etkinlik / Genç Öncüler Bayramoğlu’nda Buluştu!................................................................... 55 Şiir / İntifada / Selami YURDAN............................................................................................ 56

Seyyid Kutub ve Mücadelesi Yavuz Selim SANCAK 2 • Ağustos’15

30 Ağustos’15 • 3


Karantina

Karantina

Eskiya Dünyaya Hükümdar Olmaz! Furkan GENÇOĞLU

D

oksanlar nesliyiz ve gözümüzü Türkiye Cumhuriyeti’nin garabet yönetimlerinin halkı canından bezdiren günlük politikalarına açtık. Bir çoğumuz Müslüman ailelerin çocuklarıyız. Aklımız bir şeylere erdiğinden beri kendimizi Müslüman olarak tanımlıyoruz. Birileri çeşitli enformasyon kanallarıyla mesajlarını sürekli beynimize ulaştırdılar. Bizi bir mezhep zindanına kilitlemek istediler bazen. Hayır dedik biz müslümanız ve “Müslümanlar Kardeştir.” Bazıları geldiler bizi bir etnik köken zindanına hapsetmek istediler. Hayır dedik, biz tek bir milletiz. İbrahim’in milletiyiz. “Hepimiz Adem’in çocuklarıyız. Adem ise topraktandır. Biz ırkçılığa karşı secdedeyiz çünkü ırkçılık şeytandandır” dedik. Birileri geldiler ve bizi tüketim zindanına hapsetmek istediler. Elimizden geldiğince, gücümüz yettiğince kaçtık “malda yalan mülkte yalan gel birazda sen oyalan” dedik. Egemenlerin zindanını reelpolitik zindanlara tercih edenler daha büyük bedeller ödediler. Gözümüzüz gördüğüne, kulağımızın duyduğuna, vicdanımızın hissettiğine iman ettik. İnsan eliyle kurgulanmış her yapının geçici olduğunu fakat değersiz olmadığını ifade ettik. Çünkü emeğe hürmet eden bir inançtan geliyoruz. Sıkıntılı bir süreçten geçiyoruz Türkiye halkları olarak. Ak Parti iktidarı ile birlikte görece

4 • Ağustos’15

refah ve huzur ortamına erişen bizler biliyoruz ki bu coğrafyada yüzyıllardır binbir çeşit topluluk geldi ve her biri farklı yöntemlerle ya insana iyilik ettiler ya zulüm ettiler. Son 200 yıldır coğrafyamızda egemen olan güçlerin bu coğrafyanın halklarına, dillerine, renklerine, kültürlerine, seslerine zulüm ettiğini biliyoruz. Yakın zamana kadar bu zulmün en işlevsel aygıtı devlet aklıydı. Devlet bu coğrafyada yaşayan insanların doğumuyla beraber bedeninde ve ruhunda inşa ettiği rengini, dilini, sesini, müziğini yani kendi doğallığı ile var eden her şeyi reddetmekle “teklik” idealini kolayca kurgulayabileceğini zannetti. Oysa tek olan Allah’tan başkası değildi. Allah çokluğun yaratıcısıydı. Red,inkar, asimilasyon politikaları ile farklı özellikleri olan insanın varlığının meşruiyetini tartışmaya açmaya çalıştılar. Oysa diller, kültürler, renkler Allah’ın ayetleriydi. Tartışmaya açılamayacak kadar fıtri, yasak getirilemeyecek kadar ilahiydi. Fakat zulüm bir yapıya zimmetlenebilecek kadar sabit bir eylem değil. Zalimler dil, ırk, renk, kültür, ses değiştirebilirler. Zulüm aygıtları zaman içerisinde değişebilir. Bugün bir devlet aracı olur zulme başka bir gün bir örgüt. İktidar mefhumu da değişkendir bazen bir ülkede iktidar halk oyuyla iş başına gelmiş genel iktidar normal işler yaparken, belli bir bölgede

gücünü yoğunlaştırmış yerel iktidarlar farklı işlere kalkışabilirler. Eski Türkiye’nin zihinsel kodlarının yıkılışının ardından kendi varlığına meşruiyet devşiremeyen PKK ve siyasi uzantısı HDP’ye bağlı sokak çetelerinin bölgesel faşizm gösterilerini takip ediyoruz epeydir. 7 Haziran seçimlerine kadar bizler meclise diyenlerin vaad ettiği BÜYÜK İNSANLIK gösterisini izliyoruz. BÜYÜK İNSANLIK bazen bir binbaşının hanımının yanında öldürülmesi ile, bazen 16 yaşında bir çocuğun yanına bir buçuk ton bomba verilip karakolda patlatılması ile, bazen sokaklarda sakallı diye insanların linç edilmesi ile, bazen uykusunda iki polisin katledilmesi ile, bazen Barzanici diye bir imamın öldürülmesi ile, bazen bir astsubayın alnından kurşunlanması ile zuhur etti. Sokak infazları, şehir eşkiyalığı, haraç mafyalığı artık tamamen PKK ile özdeşleşti bu ülkede. Çünkü her türlü tahrik ve tecavüze rağmen devlet hukuk dışına çıkmıyor. Acziyete düşeceğini bilse dahi hukuk dışına çıkmıyor. Toplumun çok büyük bir kesiminin hukuk dışına çıkmasına razı olmasına rağmen hukuk dışına çıkmıyor. Devlet artık biliyor ki hukuk dışına çıktığı an PKK’ya meşruiyet devşirecek ve şiddetine toplumsal rıza üretecek. Aç köpekler gibi devleti itham etmek için hali hazırda bekleyen kişi ve kuruluşlar için bulunmaz fırsatlar doğuracak. Bu yüzden ahlaki üstünlüğü kaybetmemek adına, kontrollü bir şekilde terörle mücadeleyi yürütüyor. PKK şiddeti yalnızlaşıyor ve giderek ahlaksızlığı her yerde ifşa oluyor. Şiddetine bir referans gösteremeyince örgüt hırçınlaşıyor ve aylardır kendisini aklama derdine düşmüş küresel medya güçleri kendilerini yalanlamaya devam ediyorlar. Barış sürecini kullanarak etkinlik alanını genişleten örgütün ülkemizi yaşanmaz bir hale getirmek istediğini görüyoruz. Fakat onlarca çağrıya rağmen, ayaklanmanın tam sırası olmasına rağmen halkı bir türlü sokağa dökemiyorlar. Murat Karayılan İran dağlarından sesleniyor. “Her şeyi gerilladan beklemeyin, hepiniz silahlanın ve sokaklara çıkın.” Diyor. Fakat sokakta olanlar sadece barış sürecinin çatışmasızlığında devşirdikleri çocuk militanlar ve biraz büyük ağabeyleri. Yola hendek kazıp, sınır

kapısı dikip, özerklik açıklaması yapıp sonra sınır kapısının yanından kendi özerk bölgelerine kaçak giren adamlar. Türkiye Cumhuriyeti Milli Eğitim Bakanlığı Halk Eğitim Merkezi tabelası önünde özerklik açıklaması yapan adamlar. Büyük bir Ortadoğu komedisine döndü işler. Hesapsız, amaçsız, sorgusuz fiiller yatağında kavrulup duruyorlar. Büyük ve güzel evimiz, kalbimiz, emin beldemiz, ‘kuşatılmış’ son vatan toprağımız Türkiye’nin korunaklı ve bereketli çatısını dağıtmak isteyenler ,barış diyerek tavladıkları insanlardan dirsek görmeyi içlerine sindiremiyorlar. Kendi toplumsal tabanlarına yaptıkları çağrılara geri dönüş bulamayanlar ya Esad’ın dümen suyuna giriyorlar ya İran dağlarının merhametine sığınıyorlar. Biji Obama sesleri kahrolsun Amerikan emperyalizmi sloganlarının arasına karışıyor. Mensubiyeti ve aidiyeti sıfırlanmış olanlar, dımdızlak ortada kalmışlar ve kendilerini bekleyen kaçınılmaz sondan kaçıyorlar. Tarih bizlere şunu öğretti. Herhangi bir ahlak kaygısı bulunmayan, ilkesi, hukuku, inancı, medeniyet tasavvuru olmayan hiç bir topluluk bu topraklarda barınamaz. Bu tip toplulukların tek bir görevi vardır o da birilerinin taşeronluğunu yapmaktır. Düğmeye basarsın mekanizma çalışır, düğmeye basarsın mekanizma durur. Bugün birine yaslanır, yarın başkasına yaslanır, öteki gün diğerine yaslanır. Hiç bir zaman sağlam dostluklar ve ittifaklar kuramaz. Vakit gelir eline bir makas verilir, zıplar durur öyle arada sakalından iki tel kopartır . Vakit gelir eline bir jilet verirler altına da bir merdiven. Ben neymişim be havalarına kapılır, yüzünü yara bere içinde bırakır, bütün sakalını keser. İşte tamam şimdi bu iş bitti der kendince. Zamanla yaralar iyileşir, sakallar tekrar çıkar. Çünkü kökü hesaba katmamıştır. Elindeki jiletle verebileceği en büyük zararı vermeye çalışır. Fakat kendi boyu bir santim dahi uzamaz. Bir bakar ki elindeki jilet altındaki merdiven alınıverir. Kesmeye çalıştığı sakalın uzunluğuna bakıp iç geçirir. Kendi cüceliği ile başbaşa kalır. Diyeceğim odur ki EŞKİYA DÜNYAYA HÜKÜMDAR OLMAZ. Ağustos’15 • 5


Karantina

Karantina

Nereye Gidiyoruz? Dücane DEMİRTAŞ

İ

çinde bulunduğumuz süreç öteden bakıldığında coğrafyamızın dönüm noktası, gelecek belki yüz ya da daha fazla yılını şekillendirecek bir zaman dilimi. Müslümanların dünya üzerindeki konumlarıysa farklılaşmaksızın devam ediyor. Fas’tan Patani’ye değin siyasal istikrarsızlığın, çekişmenin, sosyal ve kültürel çatışmanın ortasındayız. Denilebilir ki belki de son yüz yılda mazlum kelimesinin karşılığını Müslüman kelimesi aldı çünkü bizim coğrafyamız dışında olan her çatışmanın sürdürülebilir bir anlaşmayla acilen sonlandırılması, birilerinin işleyen çarkı için çok elzem. Gücü ve sermayeyi yeryüzünde tekelinde bulunduranların sistem çarklarının dönmesi için çatışmanın sürekli devam etmesi gereken yer özellikle Ortadoğu. Kimin eli kimin cebinde, kim kiminle ne zaman muta nikâhı kıymış kıyıyor, kim kimin düşmanı dostu gibi soruların kolayca cevabının bulunamayacağı; mezhepçiliğin en vahşi soykırımlara, emperyalizmin en korkunç yıkımlara sebep olduğu bir coğrafya. Aynı zamanda hala Tanrı’dan meşruiyet kopartanların, Allah adına konuşanların, Allah adına bebelere dahi kıyanların coğrafyası. Musa’nın karşılaştığından daha fazla ve daha alçak firavunun, belamın ve karunun bulunabileceği bir coğrafya. Daha yakından bakmak gerekirse; -Ak parti iktidarı büyük bir risk alarak her ne kadar doğrudan seçtiği muhatap yanlış olsa da ç ö z ü m süreci adı altında savaşa tek yönlü son verdi. Elbette ki bizim tahmin ettiğimiz gibi bütün yöneticiler temel olarak varlık sebeple-

6 • Ağustos’15

rini yok edecek bu sürecin PKK tarafından istismar edileceğini öngörebiliyorlardı. Fakat görülen o ki maksat örgütün ne denli vahşi, ilkesiz ve kimden silah alırsa onun fahişeliğini yaptığını Kürt halkı gözü önünde ortaya sermekti ve sanırım kısmen bu anlamda başarılı oldu. Şimdi hep beraber sırf Erdoğan’a kininden dolayı HDP ile birlikte hareket etmekten zerre utanmayan irancısından, cemaatçisine, milliyetçisinden, solcusuna ve şiisine kadar olan geniş kitlenin PKK’nın günlerdir devam eden saldırıları karşısında nasıl salağa yatma eğilimi göstereceklerini büyük bir zevkle izleyelim ve yüzleri kızarana kadar bu adaletsiz seçimin onursuzluğunu kendilerine hatırlatalım. -Özellikle batı medyasında Erdoğan’ın bir taşla iki kuş vurduğu sürekli dillendiriliyor. Bu iki kuş savaşa devam etme meşruiyeti ve HDP’nin kirli yüzünün ortaya çıkması. Savaş ve yokluk bir çözüm değildir lakin iyi bir hatırlatma aracına dönüşebilirler. Bölgede PKK her gün bir Müslüman STK liderini rahatça öldürebiliyor. Dahası en acı olan pişkinlik şu ki ne zaman biz ölsek “provokasyona gelmeyin” sloganları atılırken ne zaman onlar ölse( ki gerçekte onların bu işin ardında olduğunu bilmemize rağmen) “katiller ve intikam” sloganları atılıyor. - Hayatını boğaz kıyısında geçirip, şarabını yudumlarken hükümet devirip hükümet kurmaya alışmış kartel medyası ve her an herkesle muta nikahı kıymaya hazır cemaat medyası erken seçimin ufukta olduğunu kestirmiş vaziyette. Bu vakitten sonra tek başına iktidarı yeniden alıncaya değin Müslümanları çok zorlu bir süreç bekliyor denilebilir. Özellikle farkında olmasak da psikolojik harple ağır bir şekilde yüzleştik ve yüzleşeceğiz. Davutoğlu Erdoğan gibi gündemi be-

lirleme kabiliyetini göstermezse koz karşı tarafa geçecek demektir. Bu hataysa 7 Haziran mağlubiyetinin sebeplerinden biri. Fark edilmemiş olabilir fakat; saray, saraydaki kaşık çatal masa, sarayın önünde piknik yapmak, gezi parkı vb. şeyler yüzleştiğimiz psikolojik harp ürünü gündemlerdi. Biz Erdoğan’ında üçüncü havaalanı, üçüncü köprü, Kanal İstanbul, kızlı-erkekli kalma, dindar gençlik vb. psikolojik harp yöntemlerini karşı tarafa karşı gündem oluşturmak amaçlı kullabildiğini gördük fakat Davutoğlu sanırım koz üretme konusunda maalesef zayıf kalmış durumda. -Geçen iki hafta içinde Suruç’ta yapılan canlı bomba saldırısında 32 kişi hayatını kaybetti. Saldırının olası faillerini tespit etmek için saldırının sebeplerini, öncesini ve sonrasını irdeleyen herkesi “hain ve katil” ilan edenleri fark etmek sanırım yeterli. Hükümete karşı koz elde etmek için malum çevrelerin o gençleri bile bile ölüme göndermeyeceğine inanan sokakta ayağı taşa çarpsa Erdoğan’dan bilecek kitle bir zahmet seçim öncesi barajı geçmek uğruna kendi mitinglerinde bomba patlatan beyaz ata binmiş demokrasi fatihlerine baksınlar. Yetmedi derlerse elli küsür kişinin 6-7 Ekim olaylarında nasıl hunharca katledildiğini hatırlayabilirler. Yine olmadıysa hem ateşkesi bozup yol kesip adam öldüren hem de “savaşa izin vermeyeceğiz” diye bağırıp kendilerini geri zekâlı yerine koyan HDP’lilere baksınlar. Kabul edin çok fena zokaya geldiniz ve harcandınız, HDP seçimden sonra ilk büyük abdestinde sizi tuvalet kâğıdı olarak kullandı. Seçimden önce HDP’nin barajı geçmesiyle İmralı’nın nasıl pasifize edilip Kandilin ipleri eline alabileceğini söylemiştik bu da gösteriyor ki öyle oldu. -IŞID fonksiyonlarının dolaylı olarak kimler tarafından kontrol edildiğini tıpkı el-kaide örneğinde olduğu gibi artık sokaktaki çocuklar bile biliyor. Gözünde bütün Sünnilerin IŞIDcı ya da el-kaideci olduğu şii mezhepçilerin ve son 5 yılda şiiler hariç gözünde tüm Müslümanların terörist olduğu solcuların dışında ortalama her Müslüman açıkça görebilir ki Türkiye Suriye’de IŞID’a karşı da savaşan muhalif gruplara destek sağlıyor. Bu bomba tıpkı Reyhanlı’da olduğu gibi hükümete açık bir mesaj. Hizbullah, NATO, İran, IŞID ve PYD Suriye’de Türkiye’ye karşı neredeyse aynı çizgiye geçmiş durumda. PYD cici Müslümanların gözlerini elleriyle kapattıkları sırada Kuzey Suriye’deki

Türkmenleri tehcir ediyor, Hizbullah, İran ve IŞID ise aktif bir şekilde muhaliflerin önünü kesiyor. Batıysa Türkiye’nin atacağı her adımda köstek olan bir pozisyonda. -Türkiye bugün sayılabilecek her açıdan kıstırılmış ve risk altındadır ve hem bölge de hem de dünya da açıkça yalnızlaştırılmış kendi politik döngüsünde sıkışmıştır. Kuzey Irak ve Katar’dan başka kayda değer bir müttefiki kalmamış kuzeyinde iç çatışma batısında ekonomik kriz güneyinde ve doğusundaysa daha çok savaş ve kaosla çevrelenmiştir. Fakat ilginçtir eskiden bu durum için “değerli yalnızlık” derlerdi ta ki İran hem nükleer konusunda hem Ortadoğu’daki denklemlerde batı ve İsrail’le ortak çizgiye gelinceye dek. Çok değil 5-10 yıl önce Türkiye’yi batıyla müzakerelerinden dolayı “küfr, ajanlık, işbirlikçilik, hainlik” ile itham edenler şimdi görülüyor ki kıçlarını dahi örtmek için emperyalizmin vereceği dona mahkum ve yıllardır pazarlık içindeymiş. Evet İran’dan bahsediyorum. Lanet olası mezhepçiliğin Suriye’yi alt üst edip 300.000’den fazla insanın katline sebep olduğu, Irak’ta Sünni halkın anasını ağlatıp IŞID’ı başımıza saran ülke. Kendisine “benim için sünni şii yok İslam var” denildiğinde dahi mezhebinin Tanrısı Hameney’in ikna olmamış, İslam’ın geleceğini neoSafavi şii hilali için kurban etmişti. -17/25 Aralık operasyonlarının bir hedefinin de kuşkusuz Kuzey Irak olduğu biliniyor. Ne hikmetse ilk önce bu operasyon ve hemen ardından IŞID tehlikesi, ardından Almanya ve Amerika’nın baskıları ve son olarak da PKK ve İran’ın girişimleri Barzani’nin üzerine yoğunlaşmakta. Barzani hanidir bölgede PYD, IŞID ve Şii yayılmacılığının karşısında yer almış riske girerek birçok ekonomik girişimlerle Amerika’ya rağmen Türkiye’nin yanında kalmıştı. Ne ilginçtir ki bugün hem İran’ın hem ABD’nin bölgedeki ortak hedeflerinden sadece biridir. -7 Haziran akşamı seçim mağlubiyetinden hemen sonra biraz kırgınlık biraz da hırsla yazmıştım fakat şunun apaçık olduğunu şimdi daha iyi kestirebiliyorum ki organize edilmiş ve planlanmış bir direniş yakında beklenmedik büyüklükte bir zaferle sonuçlanacak ve hem bölge de Neosafevi şii mezhepçiliğine hem de dünyada doğu-batı emperyalizmine karşı yeni bir 3.yol yaratacak yani İslami yolu.

Ağustos’15 • 7


Karantina

Karantina

MÜSLÜMANLAR GELECEĞİN AREFESİNDE

Yusuf Talha AVCI

“ Onlar (o müminler) ki, eğer kendilerine yeryüzünde iktidar verirsek namazı kılar, zekâtı verirler, iyiliği emreder ve kötülükten nehyederler. İşlerin sonu Allah’a varır.” 22/Hacc/41 Şalcı bacılar mı, nargileci erkekler mi? Konferanstan konferansa koşturan kızlar mı, evinin hanımını arayıp yokluktan bir türlü bulamayan abiler mi?Başörtüleriyle her daim görünür mücadele veren ablalar mı, makam sahibi olup da mücadeleden muafiyet elde eden abiler mi? Acaba kim işi abarttı? Acaba kantarın topuzunu kaçırma vebali kimin üstünde? İslamcı gençlik tartışmalarıyla bir muhasebe yapma imkanı bulduk aslında. Herkes eteğindekini döküyor ortaya. Meseleye önce kendinden, kendi mahallesinden başlama cesaretini gösterenlerden Allah razı olsun. Ama, biz erkekler, biz kızlar, biz gençler, biz eski kulağı kesikler diye güya kendi mahallesinden söze başlayıp “siz” üzerinden günah çıkartmaya çalışanlara da yazıklar olsun. Gençlik üzerinden gidilse de meselenin sadece gençlik meselesi olmadığını ifade eden katkılarla bu tartışma daha farklı bir boyut kazanıyor. Bence burada biraz mesai harcamak gerekiyor. Meydanı kim boş bırakıyor sorusu bir farkındalık ve sorumluluk içeriyor evet. Ancak meydanın neresi olduğuna dair bir karar verememek yada herkesin

8 • Ağustos’15

meydanı kafasına göre tanımlaması farklı farklı kabahatliler doğuruyor. Evet müslümanların mücadelesi nedir? “Mücadele alanı üniversitelerdir. Mücadelemiz, Allah’ın ayetini başlarında taşıyan ablaların oraya girmesidir. Mücadele alanı meclistir, çeşitli makamlardır, mevkilerdir. Mücadelemiz, sakallı abilerin oralara girmesidir. Biz hele abili ablalı oralara bir girelim, bakın nasıl işler yoluna girecek. Allah’ın dini yeryüzünde hakim olacak. Tek engel girememek yani” şeklinde tanımlanan mücadele ve mücadele alanı oldukça arızalıdır. Allah’ın ayetini üniversitenin salonlarında dalgalandırcağız diye öne atılırken, o sınıflara girdiğimizde geride kalıyoruz. Oraya rahat rahat girenlerden ne farkımız var? Hedeflerimizde, hayallerimizde, arkadaşlıklarımızda, üniversiteye ve hayata bakış açımızda ne fark kalıyor? Makas gittikçe daralıyor, hepsi dünyevileşiyor. Ablalarım şimdi alınmasın “yine mi başörtülü kızlar suçlu yani” diye. Hayır. Sonuçta başörtülü ablaların o sınıflarda olması için abilerin de gözardı edilmeyecek çabası var. Yani orada “bulunmak” için kızlarımızla ve erkeklerimizle yoğun bir mücadele verirken, sınıflarda bulunduktan sonra “yok olanlar” hem erkek hem hanım kardeşlerimiz. Bu sorun Müslüman kızların ve erkeklerin ortak problemi.

Allah’ın âyetlerini hakim kılacacağız diye öne

lunduklarını unuttular. Allah’ın kendilerine yüklediği

atıldığımız siyaset meydanına girince de geride ka-

sorumluluğu unuttular. Ve nihayetinde davaya ve

lıyoruz. Orayı babasının çiftliği belliyerek millete te-

onun önderine “sen ve Rabb’in gidin savaşın. Biz

peden bakan seçkin azınlıktan ne farkımız kalıyor?

burda oturacağız” diyecek kadar derin bir ihanete

Ürettiğimiz siyaset, sistematiğiyle, felsefesiyle değil

düştüler.

de, üç beş adamın cesareti ve bireysel çabaları ile ayakta kalmaya çalışıyor.

Allah Musa as. ın haberini laf olsun diye anlatmıyor. Firavun gibi bir beladan kurtarılan bir kavmin

Demek ki Mücadele başörtüsünü üniversi-

dahi kimliğimini unutabileceğini, dünyevileşerek

telere, sakallıları meclise sokmaktan ibaret de-

gelecek tasavvurundan yoksun kalabileceğini an-

ğilmiş. Buranın ancak bir basamak olarak ka-

lıyoruz. Bugün üç beş mevzi kazandık diye “Fatih”

bul edilmesi gerekiyormuş. Önemli olan sonrası,

kesilenlerin kulağına küpe olsun diye anlatılıyor bu

yani oralara gelenlerin ne yapacağıymış. Zaten

haberler. Tam da müslümanların iktidarla yeniden

öyle mi diyorsunuz. O zaman bu kabul ettiğimiz

tanıştıkları son yirmi yılda bize hitap ediyor bu ayet-

şeyi becermekte pek mahir değiliz demek ki...

ler. Şeytan kendisine karşı koyacağımız donanımla-

Aslında biz sonrasına hiç hazırlanmamıştık. Sonra-

rı elde etmemize engel olamayınca hemen yeni bir

sını hiç düşünmemiştik ki. Hedef girmekti. Sonra

oyun kuruyor ve bu seferde kazanımlarımızı boşa

herşey çok güzel olacaktı zaten. Biz müslümanlar

çıkartacak vesveseler veriyor. Bizim sorunumuz ne

hele bir girelim bak girdiğimiz yer nasıl güllük gülis-

erkeklerin ne kızların sorunu... Ne de bir yerlere

tanlık olacaktı. Biz müslümanlar bak bir para kaza-

gelen ablaların abilerin. Hepimiz dünyayla sınanı-

nalım nasıl haklayacaktık kefereyi..

yoruz.

Biz bir yere girmeyelim, öyle köşemizde süs bit-

Bugün kızlar ve erkekler, islamcılar ve dindar-

kisi gibi yaşayıp gidelim yada biz kazanmayalım elin

lar, başörtülü ablalar ve makam sahibi abiler olarak

cavuru yatak odamıza dahi saniyenin bilmem kaçta

topyekün ahiret odaklı bir mücadele bilincini kuşan-

biri sürede girerken biz at üstünde “izler taze... çok

malıyız. Para, makam, seçim, eş, çocuk kazanınca

uzağa gitmiş olamazlar” diyerek iz sürelim demiyo-

biten bir mücadele değil. Yoksa her yol ayrımında

rum. Şeytan zaten yıllarca benzeri vesveselerle bizi

bir parçamızı kaybediyoruz. Yavaş yavaş eriyoruz.

mücadele alanlarından sürdü. Bu oyuna tekrar tek-

Allah’tan talep ettiğimiz yardımı bile telef ediyoruz.

rar gelmenin anlamı yok.. Allah’tan imkan istedik

Dünya bizi kuşatıyor. Ahiret için talip olduklarımı-

ve Allah nasip etti. Elde ettiklerimizle ne yapıyoruz

zı, dünya için telef ediyoruz. Diplomalar, kazançlar,

diyorum. Üç beş lira kazanıp, makam mevki sahibi

makamlar... Kudret helvası olacakken hepsi soğan

olunca sınavı kazandık zannetmekten büyük gaflet

sarımsağa dönüşüveriyor. Mücadele heyecanımı-

mi var?

zı kıran, umutsuzluğa sürükleyen, bizi çözen her

Musa as. firavunların hakim olduğu Mısır’da, is-

unsura karşı hazırlıklı ve mesafeli olmalıyız. Bunu

railoğullarının kanları ve alın terleri sayesinde var-

diri tutan herşeye de dört elle sarılmalıyız. Sabır ve

lığını sürdüren zulüm sistemine başkaldırdı. Allah’ın

namazla... Allah’ın yardımını umarak... Peygamber

yardımıyla bu zorba sistem ve onun başı firavun

as.ın Bizans’ın, Kisra’nın saraylarıyla müjdelediğini

denizde boğulup gitti. Allah israiloğullarına yardım

bilerek, Allah’ın arzında Allah korkusundan başka

etmiş ve onları Firavun’dan kurtarmıştı. Sınavın fi-

bir korku gütmeden dolaşılacağı vaadiyle sevine-

ravun boyutu bitti ama sınav asla bitmedi. Denizleri

rek...

geçen, Firavun’un yok oluşuna şahit olan israiloğul-

Allah’a şükürler olsun ki asla umutsuz değiliz.

ları zafer ve refah ortamında yeniden sınandılar. İlk

İslami camiada yapılan bu tartışmalar geç kalınmış

fırsatta samirinin buzağısıyla yani sahte ilahlarla sı-

tartışmalar değil. Bunu gündemimize getiren tüm

nandılar. Ardından bıldırcın eti ve kudret helvasıyla.

dert ehlinden abilerimizden ve ablalarımızdan Allah

Bu şerefli sofrayı, yerin bitirdiği soğan sarımsak ve

razı olsun. Biz gençler, bu coğrafyada karşılaştığı-

mercimeğe tercih ettiler. Dünya onları sarıp sarma-

mız müslümanların yeniden iktidarının daha şafa-

ladı. Bin yıl yaşamak isteyecek kadar dünyevileşti-

ğında bu meseleleri tartışıyoruz. İhtiyacımız olan ise

ler. Nereden geldiklerini ve nereye gitmekle emro-

fikri önderlik, fiili örneklik. Yarın daha güzel olacak. Ağustos’15 • 9


Karantina

Karantina

“MODERNİZM’E MAHKUM DEĞİLİZ” Enes GÜNASLAN 05.08.2015 - GAZİANTEP

B

u günün dünyası küresel ve kültürel zorbalığa teslim olmuş bir dünya. Küresel propaganda aygıtlarıyla Müslüman halkları propaganda terörüne maruz bırakmaya devam ediyorlar. Hayatın her alanındaki duyarlılıklar çok hızlı ve çok olumsuz bir şekilde aşındırılıyor. Tüm bu manzaralar karşısında Müslümanlar olarak renk vermeyen sessizlikler yaşıyoruz. Türkiye’nin eşi benzeri olmayan çok bunaltıcı bir gerçeği mevcut. “Türkiye’de her durumda sadece devlet var. Toplum yok. Bürokrasi var, siyaset yok. Türkiye’de siyasal gücün saygınlığından değil, devletin gücünün saygınlığından bahsedilebiliyor.” (1) Yani var olan kamuoyu gerçeği etkili ve nitelikli bir kitleye karşılık gelmiyor. Başından söyleyelim. Yazının eleştirel çerçevesini “Müslümanlar” parantezinde oluşturduğumuzu ifade etmekte fayda var. Buradan hareketle, en hayati çaba/uğraş, İslami nitelikler/pratikler inşa etme çabası olmalıyken, şu anda görünen manzara Müslümanlar açısından bunun böyle olmadığını gösteriyor. İslami kimliğimiz varoluşumuzun kurucu unsurudur şüphesiz. İslami kimliğimizin şekillendirebileceği bir politik zemin ve siyaset üretimini gündem etmek zorundayız. Tarihe esaslı yanıtlar verebilmek için, reaksiyon değil, içerik üreten bir dili/söylemi yakalayabilmeliyiz. “Para-güç-şöhret-iktidar-teknoloji-modatüketim-ticaret” gibi olgularla olan ilişki biçimlerimizi sorgulamak zorundayız. Modern dünyanın ahlaki bir saygınlığı yok. Modernleşme her toplumda olduğu gibi bizde de kuralsızlıklar olarak somutlaşıyor. Piyasaların her şeklide iktidar ol-

10 • Ağustos’15

duğu dönemler yaşıyoruz. Ve bu dönem tüm boyutlarıyla ahlaki/vicdani kayıtsızlar dönemi olarak yaşanıyor. Üretilen bütün siyasi-sosyal-kültürel bataklıklara saplanıp kalabiliyoruz. Bilgi-teknoloji ve sosyal internet ağları ile genç dinamizm ve toplum istenilen ölçekte yönlendirilebiliyor. Kimliği olmayan, hafızası olmayan, sadece ulusal/milli/romantik refleksler gösterebilen, kayıtsız bir nesil yetişiyor. Bugün Müslümanlar, İslam’ın kendisine ait bir gündemi, kendisine ait algıları ve sorunları olduğunu unutuyor. Modern zamanların gündemine mahkum olduğumuzu sanıyoruz. Yaşanan bütün küresel saldırılar ve sapkınlıklar karşısında ümmetle ilgili hassasiyetlerimizi yaşatmak ve ümmete ilişkin terimlerle konuşmamız/yazmamız/ okumamız gerekirken bundan beriyiz. “Modernizm ve Küreşelleşme, kavramsal olarak kendisini ‘nötr’ bir kavram olarak göstermeye çalışıyor. Bu kavramların her ne kadar ekonomik ve teknolojik bir süreç olduğu söylense de, bunlar bir kültür ve hayat biçimi olarak tahakküm ve yaygınlık kazanıyor. Bazılarına göre dünyanın Amerikanlaşması/McDonald’laşması olarak tanımlanıyor.” (2) Modern hayat Müslümanların kendi aralarındaki ilişki biçimlerini bir daha telafi edilemeyecek ölçüde dönüştürüyor. Hudutların geçirimsizliği, küresel toplum, küresel kültür, küresel siyaset ve bilhassa küresel ekonomi, çok uluslu küresel şirketlerin hamleleriyle şekilleniyor. Ekonomi kendisine yeni bir dini çerçeve oluşturuyor. ‘Ahlaki Sınırlar’ kavramı yerine ‘Etik Sınırlar’ kavramıyla

istikametler veriliyor. Böylelikle “Modernizm’in son noktası, insanlığın sıfır noktası haline gelmiştir.” (3) lakin İslam bütün haşmetiyle bu yapının karşısında durmaktadır. Küreselleşme sürekli kutsanan, müdahale edilmesi mümkün olmayan bir süreç değil. Bir kader değil. İnsanlığı sürekli küresel-yerel kategorilerine sıkıştırıp tahakküm üretiyor. Sirkülasyon üretiyor. “Yeni akıllı teknolojilerin yaygınlık kazanmasıyla bütün kültürler mahiyette kapsamlı bir dönüşüme uğruyor. Kültürlerin kendilerine ait anlam dünyaları, taşıdıkları alem tasavvuru dönüşerek yeni bir kültürel evren oluşuyor ve kültürler homojenleşiyor.” (4) Müslümanların küreselliğin öngördüğü üretim biçimleri karşısında alternatif üretebilmeleri, imkan olarak zor görünse de, yine küreselliğin öngördüğü tüketim biçimine karşı yaşayışlarıyla alternatif üretebilirler. “Küreselliğin belirgin bir süreç ve düzen olduğu kadar, belirsizlik ve kırılganlık içerdiğini de unutmamamız gerekiyor.” (5) Her şeye rağmen var olan İslami gerçekliğimizle yeni entelektüel imkanlar üretebiliriz. “Ancak, Müslümanların zaaflarını yanında potansiyelleri de var. Zaten düşünsel gelişimi sağlayan da bu potansiyel. Müslümanlar yaklaşık olarak bir asırdır düşünsel bir dinamizm süreci yaşamaktadırlar. Bunun elbette harici nedenleri de vardır. Fakat bu dinamizmi sağlayan şey harici olmaktan ziyade dahilidir. Bu dinamizmi sağlayan asli öğe ise, ‘kaynağa yönelme’ tavrıdır. Buna ‘Öze Dönüş’te diyebiliriz. Bu tabir bir gerçeklikten ziyade bir ‘özlemi’ yansıttığı için şu an için somut sonuçlar vermemiş olabilir. Ancak bu yönelimin olumlu yanı istikametin doğru olmasıdır.”(6) Durum böyle iken Batılı paradigmaların küresel/ kültürel dayatmalar haricinde çöktüğü bu zaman diliminde, İslamcılık akımı ve Müslümanlar olarak var olan düşünsel dinamizmleri zaaflarından arındırıp potansiyelleri geliştirmek zorundayız. Yaşadığımız dönem -iletişim ve medya imkanları, mesajın kitlelere küçük maliyetlerle

ulaştırılabilmesi gibi-pek çok imkanı da içinde barındıran bir dönem. “Bu noktada Müslümanlara düşen görev, orijinal İslami dile vukufiyeti sağlamak, ardından da bu dili, moderniteyi aşacak şekilde kullanabilmektir. “ (7) Bugün Batı’nı insanlığa sunabileceği yeni bir kavram veya model kalmamıştır. Bu söylem toplumsal bir karşılık bulabilirse, zaman ideolojik cazibe olarak Müslümanların lehine işleyebilir. Ama her şey bir yana; önerdiğimiz, ifade ettiğimiz tüm bu fikriyat/hissiyat/temenni hayatiyet bulacaksa ve İslami/insani saygınlığımızı yeniden kazanacaksak, bu kendi İslami tercihlerimiz doğrultusunda yaşanacak bir hayatla mümkün. Mevzunun asıl derin olan tarafı ise burası zaten. KAYNAKÇA: 1-Varoluşsal Başlangıçlar Yapmak, Atasoy Müftüoğlu, İktibas Dergisi, Haziran 2007. 2-Küreselleşme-Kuşatma Altındaki Dünya, Abdurrahman Arslan, Köprü Dergisi, Sayı 77, 2002. 3-Şimdiyi Yaşayan Bilinç, Atasoy Müftüoğlu, www.nehirhaber.com, Eylül 2006. 4- Küreselleşme-Kuşatma Altındaki Dünya, Abdurrahman Arslan, Köprü Dergisi, Sayı 77, 2002. 5-Çağdaş Müslüman ve Siyasi Düşünce, M.Kürşat Atalar, İktibas Dergisi, Sayı 331, 2006. 6- Çağdaş Müslüman ve Siyasi Düşünce, M.Kürşat Atalar, İktibas Dergisi, Sayı 331, 2006. 7- Terör’ün ve Cihad’ın Retoriği (Felsefi ve Teolojik Değerlendirmeler), Caner Taslaman, İstanbul, 2011.

Ağustos’15 • 11


Söyleşi

Söyleşi ve dergi çıkarmanın bir finansman boyutu var. Bu engelleri şimdiye kadar nasıl aştınız? C:Genelde maliyeti cebimizden ve satlan dergilerden karşıladık. Allah razı olsun bazı sayımıza sponsor olan abilerimiz de oldu. Dergiyi genelde en ucuza mal etmeye çalıştık. Ama prensip olarak hiçbir zaman reklam almadık.

Demlik Dergisi ve

Anadolu’da Dergicilik Üzerine -Demlik Dergisi serüveni nasıl başladı? Şu an ne durumdasınız? C:Kısa bir özet geçecek olursak yaklaşık iki yıl önce dergilere yazılarımı gönderme gibi bir niyetim vardı. Bana Eskişehir de bu işlerden anlayan biri olarak İsmail Kaplanı önerdiler. Görüştük, niyetimi beyan ettim.O da ‘Kendimiz bir dergi çıkartalım.’ dedi. Bir saat sonra derginin ana hatları belli olmuştu. Şuan ise derginin akibeti stabil. -Demlik Dergisi dağıtılmadan çektiğiniz kısa filmler sosyal medyada paylaşıma giriyor ve büyük yankı uyandırıyor. Basın Bülteni yazıp etrafa duyurmaktan daha etkili bir yöntem olabileceği gerçeği sizin derginiz aracılığı ile düşünülmeye başlandı. Kısa filmcilik serüveninizden biraz bahsedermisin? C: Dergiyi çıkartan kemik ekip zaten sinemayı seven, amatör de olsa az çok bu işlerle uğraşan insanlar. Yani bu kısa videoların 12 • Ağustos’15

-Dağıtım ağınızı nasıl şekillendiriyorsunuz? Organizasyona katılanlar ile nasıl ilişki kuruyorsunuz? C: Dağıtım Eskişehir de bizim tarafımızdan sahaflara ve yayımevlerine dağılıyor. Talep edilen birkaç şehirde de temsilcilerimiz var.Sağolsun onlar bu işi bizden daha iyi götürüyor.

Yakup Çoban İle Mülakat

çekilme niyeti tabiki reklam ancak biz daha çok sevdiğimiz, eğlendiğimiz için çekiyoruz bunları. -Demlik Dergisi ekibi olarak kimlere sesleniyorsunuz? Belli bir hedef kitleniz var mı? Yoksa kahvede oturan Ali Dayıda Dövmecideki Berkecan’da bizim okuyucumuz olabilir mi diyorsunuz? C: Açık konuşmak gerekirse belli bir hedef kitlemiz yok. Ancak dergi ekibi İslamcı genç arkadaşlarla birlikte şekillendiği için yazılarda o yönlü oluyor. Yani bizim dergimizi İslami hassasiyeti olan arkadaşlar daha çok talep ediyor. -Herhangi bir ideolojik kaygınız var mı? C:İdeolojimiz yok derdimiz var. Ümmetin derdi ne ise bizim derdimiz de o. Silah olarakta edebiyatı kullanmaya çalışıyoruz. -Anadolu’da dergi çıkarmanın zorlukları var mı? Örneğin hepiniz öğrencisinin

-Dergiye yazı yollayan insanlarla iletişiminizi ilerletip sürekli diyalog halinde kalıyormusunuz? Veya tek seferlik geçici ilişkiler mi kuruyorsunuz? Yazı gönderme üzerinden sürekliliği olan bir dostluk serencamınız oldu mu? Velhasıl dergicilik dost kazandırıyor mu? C:Yazı alımı ve sosyal medya sorumlumuz İsmail, genelde o ilgileniyor ama dergiyi sahiplenen birkaç arkadaşla oturup çay içmişliğimiz, muhabbetimize ilerlettiğimize ben de şahit oldum. -Dergicilik ile uğraşınız ortamlarda nasıl karşılanıyor? C:Genelde saygı görüyor. Yakın çevremiz ise şakayla karışık olarak altında başka niyetler arıyor tabi J -Üniversite gençliği dergi okuyor mu? Okumuyor, okumuyoruz, okusakta en gıcırını arıyoruz. Zor beğenip çok eleştiriyoruz ancak elimizi de taşın altına koymuyoruz. -Dergi çıkarmak isteyenlere herhangi bir tavsiyeniz var mı? C: Var; dergi çıkarmasınlar. Ağustos’15 • 13


Gezi

Gezi

GANA’DA ADIM ADIM RAMAZAN / 2 İsmail Yasin AVCI

GANA’DA 6. GÜN -29.06.2015-

B

ugün Nyinahimo köyünden Ahyiresu köyüne geldik. Bize refakat eden Abdulmecid ailesindeki tek Müslümanmış. Hatta babasının adı Abdurrahman ve Hristiyan. Ülkede ciddi misyonerlik faaliyetleri olduğu için böyle ilginç durumlarla karşılaşıyoruz. Misyonerler o kadar programlı çalışıyorlarmış ki, pazar ayinlerinde yoklama alınıyormuş. Abdulmecid’e neden Müslüman olduğunu da sorduk. Verdiği cevapları İslam ümmetinin haliyle beraber düşününce ortaya acı bir tablo çıkıyor. Abdulmecid’e göre; Müslümanlar birbiriyle ilgilenen, birbirini önemseyen, Kur’anı yaşayan insanlar. Hristiyanlar ise İncil’i sadece okuyan ama hayatlarına uygulamayan insanlar ve Hristiyanların arasında birlik beraberlik yok. Abdulmecid ne yazık ki dünyadan bihaber... Bu tablonun sebepleri üzerine çokça düşünmek lazım. Gana’da kitap okuma kültürü yok. Camilerde, okullarda kütüphane yok. Muhtemelen bu da Ganalıların dünyayı okuyamamasına sebep oluyor. Abdulmecid’e Türkiye’deki sıkıntılı olaylara dair bilgisi olup olmadığını da sorduk. İstanbul Vatan Emniyetindeki saldırıyı ve Kürtlerle sorun oldu-

ğunu biliyormuş. Bir DHKP-C eyleminin ta Gana’ya neden ve nasıl ulaştığını anlamamız ve önlem almamız elzem gözüküyor. Abdulmecid’e Ganalıların neden elleriyle yemek yediğini sorduğumuzda ise “sünnet” cevabını aldık. Ne yazık ki benzer yanlış sünnet algıları İslam ümmetinde oldukça fazla. Mesela Afganistan’da yüzlerce insanın abdesthanelerde sünnet adı altında aynı misvakı kullandığını biliyorum. Abdulmecid “sünnet” cevabını verse de el ile yemek yemek Afrika kültürüyle de alakalı. Gana’da Hristiyanlar da elleriyle yemek yiyor. Ahyiresu köyünün çevresinde benzer sosyolojilerde 10 köy varmış. Bu 11 köyün Müslümanları ayda bir kere toplanıp teheccüd namazı kılıyorlarmış... Köyün %30’u Müslüman ve köyde 20 kilise, 3 cami var. Müslümanlar Maliki mezhebinden. Ezanı makamsız okuyorlar, sünnetleri iki rekat kılıyorlar. Gana’da köyler kabilelere göre ayrılıyor. Kabilelerin her birinin simgeleri

var ve bu simgeleri bıçakla küçük yaşlarda yüzlerine

tüphanesi ümmetin dirilişine vesile olacak gençler

çiziyorlar. Köyde eğitime çok önem veriliyor. Sabah

yetiştirir.

öncelikle Türkiyeli Osman Aslan-Latife Aslan çiftinin açtırdığı Anaokulu ve Kuran Kursunu ziyaret ettik. Küçücük çocuklar bizi Kur’an-ı Kerim tilavetiyle kar-

GANA’DA 8. GÜN -01.07.2015-

şıladılar. Köyde Hristiyan ve Müslümanların bera-

Bugün 7 saatlik bir otobüs yolculuğu ile

ber okuduğu ilkokul, ortaokul ve liseyi de ziyaret et-

Kumasi’den Tamale’ye geldik. Gana’da kuzeye doğ-

tik. Bu okullarda matematik, fen bilimleri, İngilizce

ru gittikçe bitki örtüsü kuraklaşıyor, nem azalıyor,

ve Arapça dersleri veriliyor. Köyde Kur’an-ı Kerimi

Müslüman oranı artıyor. Tamale’nin % 95’i Müslü-

çok güzel okuyan Hristiyanlar da varmış. Bazı Hris-

man. Sokaklarda, ağızlarında misvakla gezen on-

tiyan hocalar Arapça derslerine bile giriyorlarmış. Bu kadar mükemmel bir eğitimin donanımlı okullarda verildiğini sanmayın. Okulların bazı sınıflarında çatı yok, cam yok; sadece sıra, oturak ve kara tahta var... Ve güzel bir haber: Twitter’dan okulların fotoğrafını yolladığımız TİKA Başkanımız Sayın Serdar Çam’dan okullar için destek sözü aldık…

GANA’DA 7. GÜN -30.06.2015-

larca insan ve çok fazla kadın motorsiklet sürücüsü var. Kumasi’de bir esnafa “Tamale nasıl bir şehirdir?” diye sormuştum. O da “Kumasi İstanbul ise Tamale Konya’dır.” cevabını vermişti. Gana’da Müslümanlar Türkiye’nin şehirlerinden Ankara, İstanbul ve Konya’yı biliyor. Tamale’de 50 tane Halaka Medresesi var. Bugün iftarı Esra Vakfında Halaka medreselerinin hocalarıyla yaptık. Bu geceyi Esra Vakfında geçireceğiz.

DAR’UL HİKMET KÜTÜPHANESİNİ TAMAMLADIK Ahyiresu köyündeki çalışmalarımızı tamamlayıp Kumasi’ye geri döndük. Kumasi’de Paragon Vakfının yurdunda misafir ediliyorduk. Yurdun kütüphanesi çok kötü durumdaydı. Biz de kolları sıvadık, elimizden geldiğince kütüphaneyi adam etmeye çalıştık. Elhamdulillah, bugün tadilat çalışmalarını tamamladık.

Kütüphanenin adını Dar’ul Hikmet

koymayı uygun gördük. İnşallah Dar’ul Hikmet Kü14 • Ağustos’15

Ağustos’15 • 15


Gezi

Gezi GANA’DA 9. GÜN -02.07.2015-

Bugün GMSA (Ghana Muslim Student Association) Başkanı Andani Hussein ile dernek çalışmaları hakkında röportaj yaparak güne başladık. Gana’da 1500 civarı Kilise okulu var. GMSA da kilisenin etkisini kırmaya çalışan bir dernek. GMSA; Gana’daki Müslüman gençlerin İslam dünyasına dair farkındalık kazandırılması, gençlerin manevi yönden geliştirilmesi ve gençlerin mevcut eğitim sistemine entegre edilmesi faaliyetlerinde bulunuyor. GMSA’nın tüm Gana’da 70 Bin üyesi var. Üyelerinin %44’ü lise öğrencisi, %54’ü üniversite öğrencisi, %2’si öğretmen. Dernek, üyelerinden yıllık 3 dolar bağış alarak faaliyetlerine devam ediyor. Ayrıca Paragon Vakfı, Hudai ve Esra Vakfından yardımlar alıyor. Nadiren olsa da WAMY de (Word Assbly of Muslim Youth) destek veriyor. GMSA, Gana’nın en büyük İslami kuruluşu. Ülke genelinde 10 bölgede 500 şubesi var. GMSA’nın üye sayısı yıllık %3 oranında artıyor. GMSA bu yıl yaptığı girişimlerle tüm Gana’da devlet okullarında başörtüsünün serbest olmasını sağlamış. Ancak sağlık okullarında ve hastanelerde hala başörtüsü sorunu var. GMSA üyeleri İslam dünyasındaki olaylara da sessiz kalmıyor ve eylemler yapıyorlar. Geçen sene İsrail’in Filistin saldırısına dair ülke genelinde yürüyüşler ve basın açık-

lamaları yapmışlar. Biz de GMSA’nın faaliyetlerini Gana halkına ve İslam ümmetine daha etkin duyurabilmesi için GMSA Başkanıyla sosyal medya deneyimlerimizi paylaştık. GMSA Başkanından sonra Cansuyu Derneği Gana ekibinden Şükrü abiyle görüşme fırsatı bulduk. Cansuyu Derneği Tamale’de 18 ayda 160 sondaj su kuyusu açmış. Gana’da el ile kazılan kuyuların suyu pek sağlıklı değil ancak sondajla çıkan su tertemiz. Tamale’de bir sondaj su kuyusu bedeli 3000 dolar. Gana’da su ihtiyacı had safhada. Kırsalda, yağmur birikintisi sular bile içiliyor. Bazı evlerin çatılarına kurulan basit boru sistemi ile çatıdan akan yağmur sularını depolayıp kullananlar var. Bugün Kukpehi ve Worbogu köylerinde 700 kişilik iftar verdik. Kukpehi köyündeki cami aynı zamanda Halaka medresesi olarak kullanılıyormuş ve ihtiyacı karşılamıyormuş, Türkiye’den yeni bir okul talep ettiler. Worbogu köyünde ise cami ihtiyacı karşılamıyormuş, Türkiye’den yeni bir cami talep ettiler.

GANA’DA 10. GÜN -03.07.2015Bugün Tamale’den Zabzugu’ya geldik. 150 kilometrelik yolculuğumuz boyunca 7 farklı kabile diliyle karşılaştık. Gana’da toplam 46 kabile dili konuşuluyor. Yolculuğumuz boyunca Suud ve Kuveytin açtırdığı mescidleri, Hristiyanların %100 Müslüman olan köy-

lere dahi açtığı kiliseleri gözlemledik. Yol boyunca yüzlerce dönümlük arazilerde en ilkel yöntemlerle tarım yapmaya çalışan kadınlar vardı. Traktör yok, kürek bile yok, sadece tahtalarla tohum ekmeye çalışıyorlar. Gana’ya geçen ay uluslararası bir fondan tarım yatırımlarında kullanılmak üzere 2 milyon dolar bağış gelmiş. Ancak Tarım Bakanı paranın tamamıyla kendisine makam arabaları almış... Gana’da hala sömürge zihniyeti devam ediyor. Devlet kademelerinde yolsuzluk çok fazla. Mevcut Gana Başkanı İngiltere’de eğitim görmüş, özel yetiştirilmiş bir adam. 3 saatlik bir yolculuk sonunda Gor-Kukani köyüne ulaştık. Kral ve köy halkı tarafından çok sıcak bir şekilde karşılandık. Köy oldukça ilkel bir köy. Köyde çok fazla çocuk var, elektrik yok, en yakın su kuyusu 20 dakikalık yürüme mesafesinde. Geçen sene Türkiye’den köye gelen ekibe Kral, yaşadıkları yerin imkanlarını anlatmalarını istemiş. Türkiye ekibi de bizdeki sensörlü lambaları ve muslukları “yürüdüğümüz yerlerde ışık yanıyor, elimizi uzattığımız musluktan su akıyor” şeklinde anlatmış ve Kral hayran kalmış... Gor-Kukani köyü 4 ay önce, ilginç bir serüven sonunda Müslüman olmuş. TÜRKMEK projesi (Uluslararası Mesleki ve Teknik Eğitim Projesi) ile, Zabzugulu bir üniversite öğrencisi Türkiye’ye eğitime gelmiş ve Müslüman olmuş. Daha sonra da köyüne gelip İslam’ı anlatmaya başlamış. Nihayetinde Kralın Müslüman olmasıyla köy halkı da Müslüman olmuş. Gor-Kukani köyü krallık sistemi ile yönetiliyor. Devlet, kralları resmi olarak tanıyor. Krallar kendi mahkemelerini kurarak yargılama yapabiliyorlar. Köydeki tüm topraklar Krala ait. Toprağı kullanan halk Krala vergi vermek zorunda. Kral öldükten sonra yerine kız kardeşinin oğlu geçiyor. Gana’da miras da kadın üzerinden geçiyor. Dolayısıyla kadının toplumdaki etkisi oldukça fazla. Gor-Kukanililer Müslüman olmadan önce putperest Anemis dinine mensuplarmış. Anemisler yakınlarının ruhlarının öldükten sonra eşyalara geçtiğine inanıyorlar. Her 5 yılda bir, bir çocuk Bereket Tanrısı için öldürülüp kuyuya atılıyor. Böylece kıtlık ve kuraklığın önleneceğine inanılıyor. Anemis putlarının her biri için her gün, herhangi bir hayvan kurban ediliyor ve bu hayvanların eti asla yenilmiyor. Zabzugu bölgesinde Anemisler tarafından dünyanın en etkili Kara Büyüsü yapılıyor. Köyde Hristi-

16 • Ağustos’15

yanların kurduğu, büyü ile hastalıkların tedavi edildiği bir hastane var. Köyde bir puthane de mevcut. Puthanenin sorumlusu olan kişiyle büyücüler arasında bir anlaşma var. Büyücüler cinler vasıtasıyla bir şekilde haberler alıyorlar ve puthane sorumlusuna iletiyorlar. Puthaneye gelen kişiler de böylece dertlerinin, dualarının putlar tarafından bilindiğine inanıyorlar. Gor-Kukani köyünde şu anda kuraklık var. Komşu köylerdeki Anemisler ve Hristiyanlar yeni Müslüman olan köy halkına, eski dinlerine geri dönmeleri için “Müslüman olup Tanrılarımızı kızdırdığınız için kuraklık başladı” diyorlarmış. Bu sebeple kral bizden yağmur duası yapmamızı istedi. Biz de Krala, Allah’ın varlıkla ve yoklukla bizleri sınadığını anlatmaya çalıştık. Gerçekten de Kralın eski dininden bir anda tamamen kopması imkansız. Mesela Kral Müslüman olduktan hemen sonra ağır bir mide rahatsızlığı geçirmiş ve putlar tarafından cezalandırıldığını düşünmüş. Ancak hastanede ülser olduğunu öğrenince ve ilaçla tedavi edilince ikna olabilmiş... Kralın oğlu Mustafa, eski adıyla Michael, küçük yaştan itibaren Hristiyanlar tarafından eğitilen, İngilizce bilen, donanımlı bir genç. Zaten köyde eğitimli kişilerin tamamı Hristiyanlar tarafından yetiştirilen kişiler. Anemis dinini bırakıp genç yaşta papaz olan Mustafa, 4 ay önce de Müslüman olmuş.

GANA’DA 11. GÜN -04.07.2015Gor-Kukani Kralı, Hudai’nin köyde yapacağı cami, medrese ve su kuyusu için 12 dönüm arazi bağışlamış. Hudai, Zabzugu bölgesinde yeni Müslüman olan 4 köyde daha aynı projeyi hayata geçirmeyi planlıyor. Cami, medrese ve su kuyusunun toplam maliyeti 15 Bin dolar. Gor-Kukani kralı gerçekten iyi bir insan. Paragon Vakfından köye tebAğustos’15 • 17


Gezi

Gezi GANA’DA 12. GÜN -05.07.2015-

liğe gelen bir hocaya “bölgede onlarca köy varken İslam neden bu köye nasip oldu” diye sorduk. O da, Kralın bölgedeki diğer köylerin krallarına göre çok daha nazik ve alçakgönüllü olduğunu, köyüne misafir olan herkesi güzel bir şekilde ağırladığını söyledi. Gor-Kukani köyünün çoğunluğu Müslüman olsa da hala birkaç Anemis aile var. Bugün köydeki Anemis putlarının bulunduğu eve gittik. Evin girişinde evi koruduğuna inanılan taştan bir put, avluda bahçeyi koruduğuna inanılan odundan bir put ve evin odalarında insanları koruyan çeşitli putlar var. Anemisler putlara Ghost diyorlar. Hastalıklara şifa verdiğine inandıkları Baş Ghost için özel bir oda ayrılmış. Oda çok pis kokuyor. Odada Baş Ghost için kurban edilen bir hayvanın kafatası da var. Anemisler bizim için ibadet gösterisi hazırlamışlar. Bu gösteriyi 5 dolar karşılığında yapıyorlar. Öncelikle avluda davul çalınıyor, kadınlar şarkılar söylüyor. Ardından puthanenin sorumlusu, Baş Ghosttan izin alarak avluya çıkıyor ve dans etmeye başlıyor. Puthanenin sorumlusundan sonra avluda bir kadın dans etmeye başladı. Kısa bir süre sonra kadın kendinden geçti ve kendini yerlere attı. Kadını ancak 3 kişi zaptedebildi. Sonra bu 3 kişi kadını Baş Ghostun olduğu odaya götürdü ve kadın odada iyileşti. Ardın-

Bugün oldukça bereketli bir gün geçirdik. GorKukani köyünden 4 kadın ve 5 erkek daha Müslüman olmak için yanımıza geldiler ve Kelime-i Şahadet getirerek Müslüman oldular. Yeni Müslüman olan kardeşlerimize Yunus, Musa, Mustafa, Muhammed, İbrahim, Fatıma, Hatice, Zeynep, Hadisa isimlerini verdik. Müslüman olanların içinde Anemis puthanesinin sorumlularından bir kişi de var. Dün gece ekibimizden Ahmet Furkan Bostancı abiyle uzun uzun konuşan bu adam sabah Müslüman olmak istediğini söyledi. Şirk batağına bu denli bulaşan insanların bu kadar kısa sürede tam anlamıyla Müslüman olmaları tabi ki imkansız. İnşallah şehadetlerinin gereğini yapacaklardır. Allah yardımcıları olsun. Bugün yeni Müslüman olan 3 çocuğa Musab, Mustafa, Asım isimlerini verdik. Çocuklara yeni isim vermemiz ilginç karşılanıyor olabilir. Ancak bu durum Gana’da oldukça doğal. Gana’nın resmi nüfusu 24 milyon fakat bu sayının 30 milyonu aştığı tahmin ediliyor. Çünkü Gana’da binlerce çocuğun kimliği yok. Yani bir çocuğa yeni bir isim verdiğiniz takdirde o ismi arkadaşları da kabullenirse çocuğun ismi değişmiş oluyor. Nyinahimo köyünde China adında bir çocuk vardı. Çocuğa bu ismi köyün yakınlarındaki altın madenini işleten Çinliler vermiş. Bugün Gorlanyili köyündeki kiliseyi ziyaret ettik. Papaz tarafından gayet sıcak karşılandık. Papaz ilginç bir konuşma yaptı. Anemislere karşı birlikte mücadele etmemiz gerektiğini, hep beraber çok çalışmak zorunda olduğumuzu, Hristiyanların ve Müslümanların tek olan Allah’a inandığını söyledi... Gana’nın bir diğer adı da Barış Ülkesi. Ülkede zıt kutuplar bu kadar rahat bir şekilde yaşayabiliyor. Gorlanyili köyünün büyük kısmı 7 ay önce Müslüman olmuş. Köyün tek donanımlı Müslüman’ı İmam Osman. Osman 17 yaşında...

dan kadın koşarak evine gitti ve bembeyaz güzel bir elbiseyle geri dönerek tekrar avluda dans etmeye başladı. Meğerse bu sahneler de ibadet gösterisine dahilmiş. Kadın çok güzel dans ettiği için Baş Ghost onun ruhunu istemiş. Muhtemelen büyü ve cin yöntemleriyle kadını kontrol altına alıyorlar. Bunların senaryo olduğu düşünülebilir ancak kadın hiç rol yapıyor gibi değildi. Kısacası Gor-Kukani köyü fiziksel yönden olduğu gibi sosyolojik yönden de Cahiliye dönemiyle çokça benzerlikler barındırıyor. 18 • Ağustos’15

raz zorlansalar da en sonunda öğreniyorlar ve hep

rağmen ne yazık ki Kral Müslüman olmadı. Hala

beraber o bembeyaz dişlerini göstere göstere kah-

Müslüman olmamasına çok şaşırdığımızı fark edin-

kaha atıyorlar. Nasıl anlatsam boş, yaşamadan bu

ce de “Krallar asla yalan söylemez, tüm sözlerimi

duygu asla anlaşılamaz...

içimden gelerek söyledim” dedi. Müslümanlara sa-

Bugün sanırım bu çağın Habeşistan’ına gittik, bu çağın Kral Necaşi’si ile tanıştık. Bargbaln köyü-

hip çıkan, İslam’a bu denli yakınlaşmış Kralın Müslüman olması için her birimiz dua edelim inşallah.

ne düştü bu sefer yolumuz. Bargbaln köyü Zabzugu

Bargbaln köyünden sonra Zabzugu’da bize refa-

kırsalında tam bir toprak yolu, elektiriği ve suyu ol-

kat eden Abdurrahim’in köyü Kojodo’ya gittik. Ab-

mayan bir köy. Hatta köye ilk girdiğimizde fotoğra-

durrahim Anemis ailesindeki tek Müslüman. Aslında

fını çekmek istediğim çocuklar beni görür görmez

Abdurrahim’in babası uzun yıllar önce Müslüman

ormana doğru koşarak kaçtı... Bargbaln köyünün

olmuş ancak Abdurrahim’in dedesi vefat ederken

hikayesi 2012 yılında köye bağışlanan bir hisse kur-

oğluna Ghostlara hizmet etmesini vasiyet etmiş.

banla başlıyor. Bu kurban vesilesiyle 13 yaşında 13

Bunun üzerine Abdurrahim’in babası tekrar Anemis

genç Müslüman oluyor. Ardından çocuklara İslami

olmuş. Şu anda emrindekilerle hala büyü işleriyle

eğitim vermek üzere başka bir köyden 21 yaşında-

uğraşıyormuş... Kendisine tekrar İslam’ı tebliğ ettik

ki Abdulfettah hoca bulunuyor. Abdulfettah hoca 3

ancak pek sıcak karşılamadı.

yıldır her gün kendi köyünden Bargbaln köyündeki çocuklara eğitim vermeye geliyor. 3 yılın sonunda şu anda köydeki Müslüman sayısı 113’e ulaşmış. Bargbaln köyündeki Müslüman gençlerin okulu yok.

GANA’DA 14. GÜN -07.07.2015Gana’da

motorsiklet

sayısı

oldukça

fazla.

Köyde eğitim Hacı Emine Caminde veriliyor. Hacı

Gana’da kadınlar motoking denilen kasalı motor-

Emine caminde çocuklar tarafından çok hoş bir şe-

lara biniyorlar. Biz de bugün motoking kiralayarak

kilde karşılandık. 11 yaşında bir çocuk ezan okudu,

Tamale sokaklarında dolaşmaya karar verdik. Esra

6 çocuk ezberledikleri 40 Hadisi Arapça okuyarak

Vakfının önüne getirmelerini istediğimiz motoking-

ardından hadislerin İngilizce ve yerel dillerindeki

ler bir saat geç geldi. Gana’da 14. günün sonunda

meallerini ezberden okudular. Hacı Emine Cami zi-

artık bu durumu kabullenmek zorunda olduğumuzu

yaretinin ardından köyün Kralını ziyaret ettik. Ekibi-

anladık. Gana’da hiçbir şey tam zamanında olmu-

mizde Kralın konuştuğu yerel dili ve aynı zamanda

yor. İnsanlar tembelleşmiş. Hiçbir işte plan, prog-

İngilizceyi bilen biri olmadığı için öncelikle Kralın

ram yok. Hayatlarını günlük yaşıyorlar. Sokaklarda

sözleri başka bir yerel dile çevrildi. O yerel dilden

sattıkları şeylerle günlük kazançlarını elde edince

de İngilizceye çevrilen sözler son olarak Türkçe-

işi bırakıyorlar. Ardından da sıcağın etkisiyle uygun

ye de çevrilerek bize ulaşabildi. Kral, herhangi bir dine mensup değil ancak Allah’a inanıyor. Kral, hiç tahmin etmediğimiz ilginç bir konuşma yaptı. Bizi

buldukları her yerde uyuyabiliyorlar. Gana’da en çok kullanılan cümlelerin biri de “Tomorrow” Motokinge

ağırladığı için çok mutlu olduğunu, köye en yakın su kuyusunun 2 kilometre uzaklıkta olması sebebiyle mesciddeki abdest sıkıntısını çözmek için köye su kuyusu açmamız gerektiğini, mescidde daha iyi

GANA’DA 13. GÜN -06.07.2015Bugün yeni Müslüman olan 9 kişiye annemin, babamın, anneannemin, babaannemin, dedelerimin, abimin adlarını ve kendi adımı verdim. Bir insana yeni bir isim vermek tarifi imkansız, mükemmel bir duygu. Bir çocuğa yeni ismini söylediğimde arkadaşlarıyla hep beraber yeni ismi telaffuz etmeye çalışıyorlar. Dillerimiz çok farklı olduğu için bi-

bir eğitim için mescide sıra ve sandalye almamız gerektiğini söyledi... Kralın Müslüman olmamasına rağmen mescidimize sahip çıkması, bizim dertlerimizle dertlenmesi muazzam bir olay. Biz de bu vesileyle kendisine tekrar İslam’ı tebliğ ettik. O da, hidayeti sadece Allah’ın verebileceği söyledi. Kral, yanından ayrılırken, damlaya damlaya göl olması örneğini vererek İslam’ın bu topraklarda yayılmasını umut ettiğini söyledi. Bu kadar güzel sözlere Ağustos’15 • 19


Gezi

Gezi

sadece kadınlar bindiği için ve beyaz olduğumuz için Tamale halkının şaşkın bakışları altında herkese selamlar, gülücükler dağıtarak Tamale’yi turladık. Nihayetinde Tamale turumuz rüşvetçi bir trafik polisi tarafından sonlandırıldı. Motokinglerimizi durduran trafik polisi “bu araçlarla sadece hayvanlar ve eşyalar taşınıyor” diyerek, etrafta motokingle gezen birçok kadın olmasına rağmen, apar topar motokinglere el koydu. Polisler tarafından durdurulmamıza halk da tepki gösterdi. Gana’da polisler pek sevilmiyor, çünkü çoğunluğu rüşvetle geçiniyor. Biz polise rüşvet vermediğimiz için polisler bize refakat eden Ganalı abimizi karakola götürdüler. Ganalı abimiz 25 dolar karşılığında ancak serbest kalabildi... Öğlen saatlerinde Gana’nın tek işitme ve konuşma engelliler okulu Savelugu School’u ziyaret ettik. Çocuklar işaret diliyle bol bol bizi sevdiklerini söylediler... 1978 yılında açılan okulda Hristiyan ve Müslüman 150 erkek, 110 kız öğrenci eğitim görüyor. Okulda erzak ve başörtüsü dağıtımının ardından okul müdürünü ziyaret ettik. Müdüre Hristiyan, bize refakat eden hoca ise Müslümandı. Müslüman hoca, müdürenin odasında konuşma yapan çocuğun sözleri hoşuna gittikçe Hristiyan müdürenin yanında rahatlıkla “Allahu Akbar” diyebiliyordu. Velhasıl, Gana’da Hristiyanların ve Müslümanların sorunsuz bir şekilde yaşayabildiğine tekrar şahit olduk.

GANA’DA 15. GÜN -08.07.2015Bugün sabah bir su kuyusunun açılma sürecini gözlemlemek için Nyankpala köyüne gittik. Gana’da 40-50 metre kadar alçak bir seviyede su çıkıyor. Bu kadar kolay ulaşılabilecek bir seviyede bolca su olmasına rağmen Afrika’nın hala su sıkıntısı çekmesi hepimizin ayıbıdır. Her birimiz çevremizden 3000 dolar toplayarak açtıracağımız sondaj su kuyuları ile Afrikalılara tertemiz suyu tattırabiliriz, küçücük çocukların kilometrelerce uzaktan kendi ağırlıklarındaki su kovalarını taşıma eziyetini sonlandırabiliriz. Gana’da 15 gündür kafasında su taşıyan erkek görmedim. Kızlar 6 yaşından itibaren başlarında kovalarla su taşımaya başlıyorlarmış. Su kuyusunu açan ekibe kuyu açılacak yeri nasıl tespit ettiklerini de sorduk. İlkel ve ilginç ancak güvenli bir yöntemle suyun yeri tespit edilebiliyor. 0 kan grubundaki kişi (önceden hiç kan bağışlamaması tercih ediliyormuş) eline bakır çubuk alıyor. Bu bakır çubuk man20 • Ağustos’15

yetik alan etkisiyle su olan yerlerde kendi etrafında dönmeye başlıyor. İbretliktir ki, bu hayır işinin bile dolandırıcılığını yapanlar varmış. Su kuyusu dolandırıcıları, altın ve bakır arasındaki manyetik alan etkisini kullanarak ayakkabılarına koydukları çeyrek altın sayesinde bakır çubuğu kendi etrafında döndürebiliyorlarmış. Akabinde su kuyusu açtıran adamın parası “çubuk dönüyor ancak su çok derinde” yalanıyla cebe indiriliyormuş... Bugün birkaç güzel gelişme oldu. 9. gün raporumda bahsettiğim GMSA’nın İslam ümmetinden haberdar olabilmesi için ekibimizden Muhammed Deniz abinin koordinatörlüğünde GMSA’ya aylık İslam ümmeti raporu göndermeye karar verdik. Ayrıca Gor-Kukani köyüne yeni bir imam bulduk. Önceki imam sadece haftanın 3 günü Tamale’den Gor-Kukani’ye giderek eğitim veriyordu. Yeni imam ise kendisi gibi donanımlı ve Arapça bilen eşiyle beraber Gor-Kukani köyüne yerleşmeye karar verdi. Bu mükemmel gelişme sayesinde bir dahaki Gana ziyaretimizde çok daha güzel bir tabloyla karşılaşacağız inşallah. Tamale çalışmalarımızı tamamlayarak bugün otobüsle Accra’ya geri dönüyoruz. Dün bahsettiğim Ganalıların plan, programsızlığına dair bugün yeni bir örnekle daha karşılaştık. Bizi otogara götürecek taksi şoförlerine yanlış otogarın adresi verilmiş. Bu sebeple saat 17.00’deki otobüse 15 dakika geç kaldık. Neyse ki Gana’da hiçbir şey tam zamanında olmadığı için otobüsü kaçırmadık ve otobüs biraz daha bekleyerek 17.30’da yola çıktı... Gana, dünya trenini öyle bir kaçırmış ki toparlanması yakın gelecekte mümkün gözükmüyor. Treni yakalamak için uğraştıkça trenden uzaklaşıyorlar. Mesela, dünya genelinde internet kullanımı önce kablolu ağla ardından mobil ağla yaygınlaştı. Afrika’da ise sağlıklı bir kablolu internet alt yapısı yok. Gana’da çoğu kişi mobil ağla internete bağlanıyor. Ganalılar ülkedeki elektrik sıkıntısı sebebiyle şarjı 15 gün giden, Whatsapp ve Facebook’a bağlanabilen telefonlarla çağa ayak uydurmaya çalışıyorlar...

GANA’DA 16. GÜN -09.07.2015-

GANA’DA 17. GÜN -10.07.2015-

Bugün Akra’da elektrikler yine kesildi. Ganalılar

Bugün Cuma namazını Akra Merkez Caminde

elektrik kesintisine “dumso” diyorlar. Gana garip bir

Gana Chief İmamı (Türkiye’deki karşılığı Diyanet İş-

ülke; kırsalda nadiren dumso olurken, başkentte sık

leri Başkanı) ile kıldık. Chief İmam hutbeyi Arapça

sık dumso oluyor. Gana Hükümeti en sonunda çözü-

ve yerel bir dilde okudu. Yardımcısı da hutbeyi baş-

mü Türklerde bulmuş. Karadeniz Holding ile Gana

ka bir yerel dile çevirdi. Chief İmamın yanından hiç

hükümeti arasında yapılan 10 yıllık anlaşmayla, Ka-

ayrılmayan bir adam var ve sürekli sesli bir şekilde

radeniz Holding 2 santral gemi ile üreteceği elekt-

Kur’an okuyor.

riği Gana’ya satacak. Projenin hayata geçmesiyle elektrik kesintilerinin %10’a düşmesi hedefleniyor.

Ganalı bir dostumuzla kralları hakkında konuşurken konu kralların kıyafetlerine geldi. Gana’da

Bugün Gana Anayasasının “Yüce Allah Adına”

kralların, hatta daha küçük makamlardaki kişilerin

sözüyle başladığını öğrendim. Türkiye’deki ulusal-

bile özel kıyafetleri var. Bu yüzden Türkiye’de Cum-

cılar bu haberi duysa yüzlerce yıllık sömürge ta-

hurbaşkanının bile herkesin giyebildiği takım elbi-

rihini unutup “Gana laik olmadığı için geri kalmış”

selerden giymesi Ganalılara çok garip geliyormuş.

derlerdi herhalde… Bir ilginç bilgi daha; Müslüman

Gana uzun yıllar İngiliz sömürgesi olmasına rağmen

bir alim olan Kumasili Emin Hocanın Miras Hukuku

kültürünü koruyabilmiş. Türkiye’de ise Cumhurbaş-

alanındaki doktora çalışması doğrudan Gana Ana-

kanlığı Külliyesinde eski Türk devletlerinin kıyafet-

yasasına alınmış.

leri ile yapılan törenler için bile binbir eleştiri ya-

Gana’da Müslümanlar Ramazanın son 10 günün-

pılmıştı.

de teravihten sahura kadar cami hoparlörlerinden

Bugün Akra Furkan Külliyesi inşaatında STK

Kur’an-ı Kerim okuyorlar. Türkiye’de ezan sesinden

yetkililerine iftar verdik. Hudai, Ganader, T.C. Diya-

rahatsız olan “Müslümanlar” varken Gana’da Hristi-

net İşleri Başkanlığı ortaklığı ile yapılan 10 Bin kişi

yanlar çoğunlukta olmasına rağmen ezan ve Kur’an

kapasiteli Furkan Külliyesi Cami, Gana’nın en büyük

sesinden rahatsız olmuyorlar.

ve en donanımlı ibadethanesi ve Batı Afrika’nın en

Tamale-Accra arası 610 kilometre ancak yolculuğumuz yolların çok kötü olması sebebiyle 11 saat sürecek. Türkiye’de dalga konusu olan yollarımızın kıymetini ve yolun medeniyet demek olduğunu Afrika’da daha iyi anlıyoruz. Velhasıl, Afrika’ya bir Reis gerek... Ağustos’15 • 21


Gezi

Gündem

büyük camisi olma unvanı ile Gana’nın İslamlaşmasında kilit rol oynayacak. İlerleyen zamanlarda Furkan Külliyesi içine İmam Hatip Lisesi ve Öğretmen Koleji de yapılacak.

GANA’DA 18. GÜN -11.07.2015Gana, Atlas okyanusuna kıyı olmasına rağmen sahilde hiçbir sosyal tesis ve otel yok. Gençler sahilde atlarını yarıştırıyorlar. İngilizlerin Gana’yı terk ettiği yere Özgürlük Anıtı yapılmış. Bugün Gana Karayolları Genel Müdürünün cenazesine denk geldik. Adam 8 Mayıs’ta ölmüş ancak bazı organ nakil işlemleri için cenaze töreni bugüne kadar yapılamamış. Ganalılar cenaze törenlerinde siyah kıyafetleri ile müzik çalıp eğleniyorlar. Cenaze, içi buz dolu bir tabutta sergilendikten sonra gömülüyor. Bugün Gana’nın en varoş, en tehlikeli yeri olan Agbogbloshie bölgesine girdik. Ganalılar buraya Sodom Gomore diyorlar. Devlet burayı yıkmak istiyormuş ancak birkaç denemeye rağmen başarılı olamamış. Sodom Gomore’nin aşırı pis sokaklarında binlerce insan gayet mutlu bir şekilde yaşıyor. Gana’da beyazlara takılan bir diğer lakap da “Boss” İngilizler hem sömürmüş, hem de üstün olduklarını

Bugün Cape Coast’ta 17. yüzyılda köle ticareti için kullanılan Elmina Kalesini ziyaret ettik. Kalenin köle kapasitesi 1000 kişi. Kaleyi sırasıyla Portekizliler, Hollandalılar ve İngilizler kullanmış. Burada satılan köleler gemilerle Amerika’ya götürülüyormuş. Kalede kölelere yemek verilen bir pencerenin aynı zamanda atık su kanalı olarak kullanıldığını öğrendik. Kölelerin gemilere yerleştirildiği kapının çok dar olması dikkatimizi çekti. Rehbere “Afrikalılar iri insanlar. Bu kadar dar bir kapıdan nasıl geçiyorlarmış” diye sorduk. Rehber de, bu kalede birkaç ay kalan Afrikalıların açlık ve susuzlukla bu kapıdan geçebilecek hale geldiğini söyledi… Kalenin yöneticisinin avluya bakan bir odası var. Kadın köleleri avluya toplayan yönetici, bu pencerelerden bir kadını beğenip yukarı çağırıyormuş. Yukarı çıkmayı kabul etmeyen kadın zincire vurulup yemek ve su verilmeden günlerce avluda sergileniyormuş. Yukarı çıkan kadın hamile kalırsa çocuğu doğurmasına ve 4 ay boyunca bakmasına izin veriliyormuş. Ardından kadın Amerika’ya köle olarak satılıyormuş ve çocuk da özel bir eğitimle yetiştirilerek iyi yerlere getiriliyormuş.

içinde kudurmuşuz. Yoklukla sınanmadan önce aci-

Gana seferimiz bugün sona eriyor. Gana’yı sizlere tanıtmak ve gönlünüze Afrika aşkını düşürmek niyetiyle gözlemlerimi paylaşmaya çalıştım. Gana’da açlık ve susuzlukla kırılan, İslam’ı daha hiç duymamış binlerce insan var, Afrika’da yapacak çok iş var… Gitmeden, görmeden o uzak köyler asla “bizim köyümüz” olmayacak dostlar. Niyetlenmek ve

len şükretmeyi öğrenmemiz lazım.

derhal harekete geçmek duasıyla, Vesselam…

Ganalıların zihinlerine kazımışlar. Bugün iftarı Sodom Gomore’de muz, hurma ve su ile yaptık. Ganalılar açlığa alışmışlar. Türkiye’de, iftarda salata yapmayı unuttu diye karısıyla kavga eden adamları düşünüyorum. Biz hakikaten bolluk

22 • Ağustos’15

Mahalle Kültürü

GANA’DA SON GÜN -12.07.2015-

Vahap YAMAN

Hatırlayanımız var mı? Mahallenizde ayakkabı tamircisinin yerini, Hangi evde dul ve yetim var, hangi daireden cenaze çıktı, hangi evde gelinlik kız var, hangi komşu asgari ücretin zulmü altında inliyor, hangi eve haciz geldi, cami cemaatinden eksilenler kim, selamlaşmada, merhabalaşmada çekingen mi davranıyorsun? komşularla bayramlaşmayalı, kandilleşmeyeli ne kadar zaman oldu, çocuğunuzu Ayşe teyze müsaitseniz annemler size oturmaya gelecek diye komşunuza göndermeyeli ne kadar zaman geçti, nerede kim daha iyi Kur’an öğretiyor, hanım soruver bakalım falancalar düğün yapıyor bir ihtiyaçları var mı? Fatma hanım, falancanın kızı var istersen senin oğlana bir bakıver diyen çöp çatan teyzeler neredeler? Apartmanımızın herhangi bir dairesinde fuhuş yapılıp yapılmadığını bileniniz var mı? Bilgileri ve uyarıları sadece aktaranlardan olmayalım. Mahallemizi el birliğiyle yaşatalım. Yaşatmada geç kalmayalım. Geç kalanların kural koyma hak ve yetkisi kalmaz.

Ağustos’15 • 23


Gündem

Gündem

Hali Pür Mealimiz Ömer Faruk KATIPOĞLU

İ

nsanımız sürekli televizyon ekranlarında zehirleniyor. Çıplaklık, evlilik dışı ilişkiler, zina, fuhuş, cinayet, cana kıyma normal sıradan şeylermiş gibi empoze edilmeye çalışılıyor. Gayette bu işi, kaliteli ve başarılı yapıyorlar. Gençlerimizin yegane gayesi iyi bir gelir, pahalı bir araba, lüks bir eve sahip olmak. Peki ya Allah’ın rızası? -Ya sofi uğraştırma bizi, onlar siz dindarların işleri… Bazen bunları söyleyenler ‘muhafazakar’ diye adlandırdığımız arkadaşlarımız, dostlarımız. İnsanlarımız bilmiyorlar, öğrenmekte işlerine gelmiyor. Din mutsuz etmemeliydi onları, fazla işlerine karışmamalıydı, cenazede lazımdı sadece. ‘Emr-i bi’l ma’rûf ve nehy-i anil münker’ -Ya boşver sen işine bak.. Kavramlarımızdan haberleri bile yok. Tevhit, adalet, hikmet, vicdan, hilm, cihat, tevazu, ihlas, tebliğ, temsil, erdem... Yanlış anlaşılmasın kimseye kızacak halimiz yok, kime ne verdikte ne bekliyoruz.. Ya bilenler; bilenler yaşamıyor, arada gel gitler yaşıyorlar, arada vicdanları rahatsız oluyor, fakat ortama ayak uydurmak daha konforlu, akıntının tersine kürek sallamak işlerine gelmiyor. Yaşamaya çalışanlarda genellikle eksik veya yanlış biliyorlar. Ahlaki sıkıntılarını da çözememiş oluyorlar bu seferde temsil konusunda sıkıntı oluyor. İnsanlar; eğer müslümanlık, islam senin yaşadığın dinse aman benden uzak olsun diyorlar. İmamlarımız rutin dışına çıkmıyorlar. Hani diyordu ya ‘sizi rahatsız etmeye geldim’ imamlarımız bizi rahatsız etmiyorlar. Ah bir bilseler imamlar dirilirse ümmet dirilir.

24 • Ağustos’15

Cemaatlerimiz tekasür (çokluk) krizine girmiş durumdalar. Nuh’un gemisi burası, bizden gerisi tufandır, hakikat biziz modundalar. Allah selamet versin. Alimlerimiz birbirlerine reddiye yazmakla, birbirlerine laf yetiştirmekle meşguller. Keşke bu işleri bırakıp; aile hayatı, evlilik, ticaret, faiz, işçi hakkı, siyaset, ümmet bilinci, vahdet vb. konulara enerjilerini harcasalar. STK’larımız sosyal medyadan gözüktüğü kadarıyla çok aktifler, sorsak kaç gencin hidayetine vesile oldunuz, kaç gencin namaza başlamasına vesile oldunuz, işin kötü yanı gence abilik yapan kişide namaz kılmıyor. İçkili otellerde lansman programı yapan STK’lardan gençlere hiçbir fayda gelmez. Net. Hal durum böyle olunca genç erkeklerin en büyük gündemleri; facebook, twitter, ınstagram, swarm vb. sosyal medya araçları ile bir kız bulup muhabbeti whatsapp ile muhabbeti ilerletmek oluyor. Kızlarımız da; cici ayakkabılarını, cici elbiselerini, cici kombinlerini ve daha kötüsü dudaklarını büzüp çektikleri selfielerini ınstagram da paylaşmakla meşguller. Genler suçlu değil, çünkü gençler bu gidişatın sebebi değil, sonucu. Gençlere kim anlattı; -Mü’min erkeklere söyle, bakışlarını indirsinler (haramdan sakınsınlar), ırzlarını korusunlar. Bu, onlar için daha temizdir. Mu-

hakkak ki Allah, yaptıkları şeylerden haberdardır. Nur Suresi 30. Ayet -Hem evlerinizde oturun ve evvelki cahiliyyet (zamanında süslenerek, ince elbiseler giyerek, açılıb saçılarak sokağa çıkan kadınların) çıkışı gibi çıkmayın. Namazı gereği üzre kılın, zekâtı verin. Ahzap Suresi 33. Ayeti Hülasa işler pekte yolunda gitmiyor. Elbette güzel işler yapılıyor, elbette genelle yapmak doğru değil. Fakat gelinen noktada müslümanların pofpofa, öz güvene değil, öz eleştiriye ihtiyaçları var. Ve bu eleştirileri içerden, aileden, vicdanlı kişilerin yapması lazım. Hani eleştirdiğim; imamlarımız, alimlerimiz, cemaatlerimiz, STK’larımız, gençlerimiz onlar bizim her şeyimiz. Tek ümidimiz onlar. Yeni nesili onlar yetiştirecekler. Onlar toplumun tuzu. Et kokarsa tuzlanır ya tuz kokarsa ne yapılır? Bunları tuzun kokmaması için dile getiriyoruz. Onlar sağlam olurlarsa, ihlaslı olurlarsa, işte o zaman Ümmet düştüğü yerden kalkar, işte o zaman zillet biter, işte o zaman izzetli günlerimize geri döneriz. Gelin tekrardan sevdalarımız ve kaygılarımız tavan yapsın. Gelin tekrardan camileri dolduralım. Gelin tekrardan zamanı ve mekanı anlamlı hale getirelim.

Ağustos’15 • 25


Öncüler

Öncüler

Yüzünü Kapayamayan Ellerinle Dağları Sırtlanmak Zehra YURDAN “Dağlardır benim yuvam Sılamdır dağlar Sılaya vuslatı özlerim Kanım kaynar çeker beni Ebedi yuvam dağlar Haksızlık karşısında Ammar gibi Kıyama çağırır beni ana kucağı gibi Sıcak şefkatli dağlar Duyarım sessiz çığlığını Bosna dağları çağırır beni Bekle geliyorum ey şehid dağlar”

1 99 2

yılında Bosna Hersek’de zulüm kol gezerken üzerine düşenin farkında olan gençlerden biriydi Selami Yurdan. “Bekle geliyorum Ey Şehid Dağlar!” dedi ve gitti. Beyazla siyah kadar netti hakikat. Görebilenlerden olmuştu… 1966 yılında Ağrı’nın Patnos ilçesinde dünyaya gelen Selami Yurdan aslen Bitlislidir. 13 yaşında ailesiyle birlikte İzmir’e oradan da İstanbul’a göç eder. Çeşitli işlerde çalıştıktan sonra Kundura İmalathanesi kurar. İmalathane bir zaman sonra hastaların , mazlumların dertlerinin dinlendiği, çözüme ulaştırılmaya çalışıldığı bir mekana dönüşür. Kirasını ödeyemeyen, senedini ödeyemeyen ona gelir, başı sıkışan onu bulurdu. Malını, Allah yolunda harcıyor, paylaşıyordu. Refah seviyesi yüksek olan Selami Yurdan dünyayı elinin tersiyle itip gerçek saadeti seçti. Musab bin Umeyr’i örnek almak ne kadar da yakıştı sana Ey Şehidan…

26 • Ağustos’15

İşi dışında sürekli İslami faaliyetler içerisinde koşuşturuyor, birçok gencin hidayetine vesile oluyordu. İnsanlarla diyaloğunu canlı tutardı. Çocukları çok sever, muhitindeki çocuklarla oyun oynardı. “Çok hareketli, yerinde duramaz biri” olarak anlatılır. Arkadaşları ona “Albay” diye seslenirdi. Zamanının çoğunu kitap okumakla ve tefekkürle geçirir, geceleri mezar ziyareti yapardı. Az uyurdu, çok derdi vardı… En çok da evlilikle beraber kabuklarına çekilen İslami sorumluluklarını unutan Müslümanlara kızardı. Bosna Hersek’in bağımsızlığını ilan etmesinin ardından büyük katliam başlamıştı. Selami Yurdan ve arkadaşları, Selami’nin önderliğinde yola çıktılar. Farklı cemaatlerden olan arkadaşlarıyla özlemini duyduğu vahdeti gerçekleştirmişti. Geride kalan dostlarıyla vedalaşırken sürekli Nisa Suresi 75. Ayeti okuyor ve vasiyette bulunuyordu;

“Kitaplarımı şu arkadaşlarıma verin… Dua edin, bu kıyafetlerim kefenim olsun, Şehid olayım.”

Arkadaşının dilinden yaşananlar: “Konuşmalarımız Bosna’ya girince kesildi. Artık hiç konuşmuyordu. Daha sonra eğitime gittik. Selami’nin hâlet-i ruhiyesinde büyük bir değişme vardı. Yolculuk boyunca doğru dürüst konuşmamıştı. Selami, oradaki çocuklara ilahi söyletiyordu. Boşnaklar ilahiyi çok severler. Bayram Doçe diye bir ilahi var. Yunus Emre’nin ‘Bayram Geldi’ ilahisini Boşnakçaya çevirmişler. Selami, onlara bu ilahiyi söyletiyordu. Bir saat falan onlara bu ilahiyi söyletti. Hatta, şehid olduktan sonra, Onu tanıyan çocuklar “Bu Bayram Doçe, Bayram Doçe” diyorlardı. Şehid olduğu gün, cephede Selami sürekli “inna lillahi ve inna ileyhi raciun” diyordu. Bana, “Hadi Ufuk yürü!” dedi. Söylediği son dünya kelamı da bu oldu. Üzerimize, sağ tarafımızdan, doğu tarafından ateş ediliyordu. Bulunduğumuz yer ormanlıktı ve yerde, tam dört parmak kalınlığında kuru yapraklar bulunuyor-

du. Bastığımızda kayıyorduk. Doğu tarafımızdan sürekli ateşe devam ediliyordu. Önümüzde mayınlı bir bölge olduğunu önceden biliyorduk. Buradan geriye doğru çekiliyorduk, tam o sırada mayınlı bölgenin Sırp tarafından, bizim bulunduğumuz bölge, ağır silahlarla taranmaya başladı. Tam o esnada, ben Selami’nin tekbirlerini duydum. Selami vurulduktan sonra, arka arkaya 5 kere tekbir getirdi. Daha sonra gördüğümüzde bir kurşunla vurulduğunu anladık. Vurulduktan sonra, kalan son gücüyle beş defa tekbir getirdiği anlaşılıyordu. Yanımdaki arkadaş bana bağırdı “Ufuk! Selami vuruldu. Git Onu al!” Ben hemen yerimden fırladım. Vurulduktan sonra geriye doğru yamaçtan yuvarlanmıştı. Yanına ulaştığımda, yüzüstü yatıyordu. Karın boşluğundan tek kurşun yemişti. Kurşun, girdiği yerin tam arkasından çıkmıştı. Ruhunu Allah’a teslim etmişti. Biz üzülmedik, bilakis sevinmiştik. Ben Selami’yi aldım, geri hatlarımıza doğru götürüyordum. Arkamızdan yaylım ateşine devam ediyorlardı. Aramızdan yüzlerce kurşun geçiyordu. Etrafımıza havan mermileri düşüyordu. Yaprakların üzerinden kaya kaya gidiyorduk. Üzerimize sürekli olaAğustos’15 • 27


Öncüler

rak ateş ediliyordu. İki kişi, kol ve bacaklarından yaralanmışlardı. Ama Şehid olmak sadece Selami’ye nasip olmuştu.” Selami vasiyeti üzerine, Travnik’de Osmanlı’dan kalma Hacı Ali Begova Camii mezarlığına defnedildi. Defin olayı bittikten sonra 84 günden beri yağmayan yağmur yağmaya başladı… Halkalı’da, oturduğu mahallede 27 Ağustos’da gıyabi cenaze namazı kılındı. Vasiyeti üzerine, düzenlenen her gösteride bulunduğu Beyazıt Camii’nde, 28 Ağustos Cuma günü, on binlerce kişinin katıldığı gıyabi cenaze namazı kılındı. O gün, şehidin babası; “Selami’nin düğününe hoş geldiniz. Bu gıyabi cenaze namazını oğlum Selami’nin düğün merasimi olarak kabul ediyorum. Ey nüfus kağıdında İslam yazanlar, bu dava hepimizin davasıdır. Ben bugün oğlum Selami’nin Bosna-Hersek’de şehid olmasının gururunu taşıyorum. Benim bir Selamim gittiyse, geride daha beş Selamim var. Şehidlik Cenab-ı Allah’ın lütfudur. Eğer beş yüz oğlum değil, beş milyon oğlum olsa bile, onları da Allah yolunda feda etmeye hazırım. Davamıza hep birlikte sahip çıkalım.” demişti. Bir süre sonra şehidin babası ve kardeşi, Selami’nin ardından, kalan parasını vasiyeti üzerine alarak Bosna’ya götürdüler ve mücahid saflarına katılarak cephede çarpıştılar. Şehadetinin ardından Bosna Hersek’de ‘Şehid Selami Yurdan Cephesi’ kuruldu. Birçok yardım faaliyeti organize edildi. Ardından onlarca Müslüman Bosna’ya yardıma koştu. O yıl28 • Ağustos’15

Öncüler larda doğan birçok çocuğa Selami, Yiğit Selami isimleri verildi.22 Ağustos 1992 yılında Şehid olan Selami’nin adına, davasına yazılan ezgilerle marşlarla büyüyen nesiller, onu özlemle anıyor, anlamaya çalışıyor… Şehadetinden sonra, gerek Bosna’ya, gerek farklı cephelere gidip Şehid olanların notlarında Şehid Selami’nin şiirlerine rastlarız. Şahid olarak yaşadığı 26 yıllık ömründe, şehadeti hak etmek için elinden geleni yapmıştı. Şehadetinden önce tuttuğu gece notlarında bu hazırlığını görüyoruz. Şehadetinden önce tuttuğu gece notlarından bir kısmını sizlerle paylaşıyoruz: Bugün, tarih sayfalarını zihnimde hayal eyledim dostlar. Tabii tarih dediğime bakmayın, kendi hayatımın tarihi…Çok sık rastladığım şey, yılların yorgunluğunu taşıdığımı hatırladım. Gelip aynaya bakarak tebessüm ettim ve yüzümde beliren hatları, kullanılmışlık ifadesi olarak tasavvur ettim.Gördüğüm her çizgide farklı simalar ve farklı isimler… Tabii bunları zikretmeyeceğim. Kapitalist toplumlarda yaşayıp, İslam için mücadele etmenin zorluğunu bir kez daha kabullendim ama her şeye rağmen, varız ve mücadelemizi sürdüreceğiz.Hatta kanımızın son damlasına, canımızın son titreyişine varız… ** Düşünmek gerekçedir, ihtiyaçtır, madendir. Dünyanın dört bir yanında Müslüman, zindanlarda kan revan içinde, baskı, zulüm altında. Harem-i Şerif, Mescid-i Aksa, uluslararası istihbaratın çizmesi altında. Müslüman, sen nasıl düşünmezsin, düşünceni nasıl öldürürsün. Milyonlarca aç ve susuz insanı nasıl düşünmezsin? **

SAAT 1.24 Zalim Gece Benliğini kontrol edemeyen insan, sen neyi kontrol edeceksin. Zalimlerle uzlaşmak yerine sen insan, mazlum halkların hakkını savun. Sen insan, kara zindanlardaki hoş kokulu karanfili

büzdüren, laleleri inciten, menekşeyi ve sümbülü hor gören bahçıvan. Neylersin hor görmek yetmez. Aç bırakılmış güvercini hiç düşünmez misin? Kanadı kırılmış serçeyi, kuma bırakılmış balığı görmez misin? Ey nankör insan, artık bu mahlukların haklarını isteyeceği günler yakındır. Senin gibi bahçıvanı ve hayvan bekçisini yargılayıp, sorgulayıp, haklarını savunan toplum ve kıyama duran çiçekler göreceksin. Hiçbir zaman ve mekanda kadın için ve duygu ve düşünceleri için esir edilmeyiz. ** Kendiliğinden hiçbir şey halledilmez dostlar. Herkes inandığı kadar yükü yüklenmelidir veüzerine düşen görevleri gereği gibi icra etmelidir. İman etmediğin hiçbir işi yapma. Sevginin anlaşılmazlığı, insanlığın kara tarihine kurşunla yazılmış. Silinmesi mümkün değilmiş gibi. ** Bir gün gelecek güneş doğacak. Ve bu güneşin sıcaklığı, karanlığı boğacak. Güneşin sıcak pırıltıları altında özgürlükçü insanlar doğacak. Dünlerin hesabını bugünlerden soracak. Mah-

kumiyeti değerlendirecek, mahrum bırakanları yargılayacak. Sevgi, aşk, hoşgörü sahibi insanlar, aşk pınarlarında yıkanıp tevhid havlusuyla bedenlerini kurulayacak. İşte o zaman insan yaradılış gayesini idrak edecek. Tevhid pınarlarından gereği kadar içemeyen insanlar ya köledir, ya efendi. **

GECE SAAT 4.25 Sen hiç hiçlerden hiç oldun mu? Sen gözyaşlarını mezar taşlarına döktün mü? Sen ey sefil, ey rezil insan. Seni var edene hesap vereceğini düşündün mü? Sen Ey aciz mahluk. Gururlanıp toprağı çiğnedin de kendi bedenini hiç çiğnemedin. **

GECE 1.15 Benim sevgilim, dertlerim, düşüncelerim. Aç insanları düşünmek, onlarla olmak, odamda volta atıp, olayları değerlendirmek. İdrak ettiğim şey şudur; benim yüzümü dahi kapatmayan ellerimle kocaman dağları avuçlamaya kalkışmış olmam. Çile çeken, çilekeş insanlarla olmak istiyorum. Ağustos’15 • 29


Öncüler

Öncüler

edebiyat hocası olarak atandı. Bir taraftan fakül-

ve içecekten de mahrum bıraktılar. Su istediğinde

tedeki görevine devam ediyor, diğer taraftan da

cellatlar suyu getiriyor ancak ona vermiyor, daha

Mısır’ın en büyük edipleri; Taha Hüseyin, A. Mahmut

fazla eziyet çektirmek için getirilen suyu gözleri

el-Rafiî gibi ediplerle edebi çalışmalar yapıyordu.

önünde yere döküyorlardı. Yapılan bunca işkenceye

1946’da yayımladığı Konum Dersleri isimli makalesini yayımladı. Çoğuna göre bu makalesi onun

Caniler burada zikrettiğimiz ve zikredemediği-

toplumun ıslahının ve Müslümanların bu yönde

miz onca işkenceye rağmen Seyyid Kutub’u dava-

çalışmasının Kur’an’ın emri olduğunu savunuyor,

sından vazgeçiremeyince diğer kız kardeşi Hamide

mekte olduğu dejenerasyonu eleştiriyordu.Mısır’a döndüğünde, kamu hizmetinden ayrılıp Müslüman

Yavuz Selim SANCAK

H

acı ibrahim Kutub’un oğlu olan Seyid Kutup, 1906’da Asyut kasabasına bağlı Kalıa köyünde dünyaya geldi. Babası köyde, sayılan bir kişi ve Ulusal Partisinin bir üyesi olarak bilinmekteydi. Babasının geçim kaynağı, geniş sayılabilecek arazilerinin gelirleri idi. Bu arazilerinde ücretle çiftçi çalıştırırdı ama giderleri gelirlerine hiçbir zaman denk olmazdı. Fazla harcamaları dolayısıyla biriken borçlarını ödemek amacıyla arazisini azar azar satıp duruyordu. Seyyid Kutub’un kullandığı ifadeye göre babası, kültüre düşkün, aydın bir kimse idi. Ulusal Parti’ye mensup ve bu partinin resmi gazetesine abone idi. Bu sebeple oğlunu yeni açılan okula verdi. O sıralarda henüz altıyı aşmayan küçük yaşına rağmen açık ve belirgin üstünlükler, başarılar gösterdi. Bu okul-

30 • Ağustos’15

da dört yıl geçirdi. On yaşına gelince de Kur’an’ın tamamını ezberledi. Bundan üç yıl sonra Kahire’ye lise tahsilini dayısının gözetiminde yapmak için gitti. Seyyid Kutup’un Hamide ve Emine adlı iki kız kardeşiyle Muhammed adında küçük bir de erkek kardeşi vardı. Daha Kahire’de okurken babasını kaybedince, annesinin ve kardeşlerinin bütün mesuliyetleri onun üzerine yıkılmıştı. Bu sıkıntıdan biraz olsun kurtulmak için, annesini Kahire’ye taşınmaya razı etti ve Kahire`ye taşındılar. Orta ve lise tahsilini Ezher’de tamamladıktan sonra yüksek tahsil için Kahire Üniversitesi’nin Daru’l-Ulum Fakültesine girdi. 1933 yılında fakülteden birincilikle mezun oldu. Mezun olurken Eğitim ve Pedagoji bölümünden bir sertifika almıştı. Aynı yıl Mısır Maarif Vekâleti tarafından bu Fakülteye

psikolojik işkence yapmaya başladılar.

İslami düşünceye girişini temsil eder. Makalesinde

Mısır’ın o dönemki toplumsal yapısını ve geçir-

Seyyid Kutub ve Mücadelesi

rağmen onu davasından vazgeçiremeyince bu kez

Kardeşler teşkilatına katıldı. 1954 yılında Cemal Abdül Nasır’a düzenlenen suikast sonrasında diğer Müslüman Kardeşler gibi göz altına alındı ve ardından hapishaneye atıldı. Hapishane cellatları tarafından ağır işkencelere maruz kalması sonucunda mide ve bağırsak kanamasına maruz kaldı. Buna rağmen cellatlar eğitilmiş köpeklerle onu kovalıyor, hastalık ve yorgunluktan dolayı bir an bile koşamadığı zaman köpekler vücudunu parçalıyordu. Mahkemesini izlemek amacıyla Mısır’a gelen insan hakları temsilcisinin Seyyid Kutub’un vücudundaki işkence izlerini görmemesi için mahkemesi ertelendi. İnsan hakları temsilcisinin Mısır’dan ayrılmasından iki hafta sonra Kutub, mahkemeye çıkarılarak 15 yıl hapis cezasına çarp-

Kutub vasıtasıyla kendisiyle pazarlık yapmaya başladılar. Caniler Hamide Kutub vasıtasıyla kendisine şu teklifte bulundular: “Şimdiye kadarki söz ve hareketlerinde yanıldığını beyan ederek Cumhurbaşkanı Cemal Abdünnasır’dan özür dilediğin takdirde, idam hükmünü bozacak ve seni serbest bırakacaktır. Hamide Kutub, ağabeyinin affedilmesini ve yaşamasını çok istiyordu. Bu yüzden de teklifi kendisine iletti. Üstad Kutub’un cevabı gayet açık ve tavizsizdi: “Eğer idamı hak etmiş olarak hakkın emri ile ipe çekiliyorsam buna itiraz etmek haksızlıktır. Eğer bâtılın zulmüne kurban gidiyorsam, bâtıldan merhamet dileyecek kadar alçalamam!” Bu sözleri onu ebedileştiren, tüm İslam aleminde örnek ve önder bir mücahit olarak tanınmasına vesile olan sözler olmuştur. Onun dünyevi bedeni idam yoluyla öldürülüp toprağa gömüldü, ama gös-

tırıldı. Hapiste on yıl kaldıktan sonra sıhhi sebep-

terdiği kararlılık fikirlerini kendisine yönelen inanç

lerden dolayı serbest bırakıldı. Ama kendi evinde

sahiplerinin önünü açan bir meşale kıldı.

zorunlu ikamete tabi tutuldu.

Seyyid Kutub, eş-Şeyh Abdülfettah İsmail ve Mu-

1965’te “Yoldaki İşaretler” adlı eserinden dolayı

hammed Yusuf Havvaş’la birlikte idama mahkum

tekrar tutuklanan Kutub, bu kez üç – dört hastalığa

edilmişti. İdam kararı 29 Ağustos 1966’da infaz

birden yakalanmış, yaşı da 60′a dayanmıştı. Cellat-

edildi.

lar tam dört gün boyunca onu bağladılar, yiyecek

Allah rahmet eylesin. Ağustos’15 • 31


Atölye

Atölye

“Zina”

Haram Olmasa idi? Ne Olur idi? Asım Ebrar YILDIZ Fatih Gelenbevi Anadolu Lisesi

H

avaların başımıza güneş geçecek kadar açık, sıcak ve bunaltıcı olduğu şu günlerde özellikle İstanbul, İzmir, Antalya gibi turist merkezi olan beldelerde, biz gençlerin yaşadığı çeşitli sıkıntılar var. Ve bu sıkıntıların başında da umursamaz, hudutsuz ve normalleştirilmiş çıplaklık meselesi geliyor ki çoğumuz bir an evvel kış gelse de şu sokaktaki edepsizlik son bulsa diyoruz, namazlarımızda dua ediyoruz ve fakat aklımıza kışın sokakta üşüyen çocuklar gelince de bir arada bir derede kalıyoruz. Tabii ki Laik, SOsyal ve ÖZgür bir HUkuk devletinde kimsenin giyim kuşamına karışamıyoruz, meşru bir hak olan zinayı da ellerinden alamıyoruz ve ahkamı elimizde tutamadığımız bir yerde de hali ile ahlak ve adap da bize münasip şekilde ilerlemiyor. Fakat ne olursa olsun, bunların hiçbiri bizim için bir bahane teşkil etmiyor. Çünkü bizler, müminler; imanı bir temenni, bir umut veya yalnızca bir akıl ürünü şeklinde din –İngilizce’deki religion- olarak değil, inandım demekten öte halde, hakkını vererek, gerektiğinde ateşte yanmaya razı olmanın ve o ateşin altındaki, sonucundaki cenneti görüp kendini gül bahçesinde hissetmenin adı olarak görüyoruz. İşte bendeniz bugün imanlı kardeşlerimi, özellikle yaz aylarında sokaklarda vakit geçirirken, çalışırken, bakkala giderken, çöp atarken, annesi veya babası ile alışveriş yaparken karşılaşacakları zina tehlikesi ile ilgili olarak, öncelikle zina kavra-

32 • Ağustos’15

mının bilincinde olduklarını ümit ederek uyarmak, aynı zamanda da motive etmek amacı ile bu konunun bir yönünü ele almak istiyorum. Biliyoruz ki haram ve helal daire olmak üzere ikiye ayırdığımız hayatı eğer helal daire içerisinde geçirmek istiyorsak ama gerçekten istiyorsak ilk önce bu aksiyonun hem fikir hem de pratik yönünü zihnimizi, mantığımızı ve de yüreğimizi tatmin edecek şekilde iyice kavramalıyız. Ve bunu yaparken de sorgulamaktan, yalnızca haramlar ve helaller konusunda değil her konuda, sormaktan ve bilhassa düşünmekten çekinmemeliyiz; anlamamaktan korkmamalıyız. Zira çaba sarf ettiğimiz halde anlamadığımız bir şeyden zaten mes’ul olamayız. Şaşmaz, yanılmaz tek terazi olan ilahi mizanın bizi, anlamadığımız, anlayamayacağımız bir şeyden mes’ul tutmasını düşünemeyiz ve yeryüzünde yeşeren en büyük ağaçtan gökyüzünden inen en ufak su damlasına kadar her şeyi bir kader, bir ölçü ile yaratan mevlamızın şeriatındaki herhangi bir kanunun bizim yararımıza olamayacağını veya fıtratımıza uyamayacağını veya mantıklı bir açıklamasının bulunamayacağını söyleyemeyiz. Şimdi İstanbul’da yaşayan, 16-17 yaşlarında, öğrenci, delikanlı, yaz tatili içerisinde çalışarak veya çalışmayarak gününün yaklaşık yarısını dışarıda geçiren, Müslüman bir genç düşünelim. Bu genç, hiçbir kötü niyete girişmese dahi İstanbul’da saatte en az 6-7 kere, haram daireden herhangi bir unsu-

ra denk gelecektir. Bir de bu gencin olağan yargı -fikir- ile hareket edip aslında haram olan bir çok şeyin eğer yasak olması idi bizim için hayırlı olabilecek olduğunu; zinanın aslında kendimize hoş gelen bir şey olduğunu fakat bu dünyada bize sınav olsun diye Rahman ve Rahim olan Rabb’imizin -Bu üçü bir arada da nasıl oluyorsa! Hem esirgeyen hem bağışlayan bir zat, bizim için hoş ve güzel olan bir şeyi sırf bir zorluk ve sınav olsun diye yasaklayacak öyle mi?- zinayı yasakladığını düşündüğünü varsayarsak şunları yaşaması muhtemel. Belki gencimiz Müslüman olması sebebi ile zinaya yaklaşmayacak ve denk geldiği unsurlar ile ilgilenmeyecek fakat genç düşünecek ki; evet, ben, bana hoş gelen, benim için güzel olan, aslında fıtratımın da istediği bu günahlara yasak olduğu ve bir cezası olacağı için girmemeliyim; ve girmediğini farz edelim. Peki gerçekten de böyle mi? Gerçekten de zina, istek duyduğumuz, yaradılışımızın gereği arzuladığımız, bir şekilde engel olmak zorunda kaldığımız, arzulamaktan vazgeçemeyeceğimiz ve kurtulamayacağımız bir şey mi? Her ne kadar bir çok insan böyle düşünse de bendeniz haram dairenin ve içerisinde en başta zinanın insan fıtratına hoş gelen bir istek olduğunu düşünmüyorum. Bu yanılgının ise yasak ve ceza yani otorite bilincinin varlığından kaynaklanarak pratik taraf olgunlaşmış olsa da fikir yönünün eksik kalmasından kaynaklandığını zannediyorum ve bu yanılgıdan kurtulmanın yolunun da çok kolay bir şekilde hepimizin kendimize soracağı bir sorudan ibaret olduğunu düşünüyorum.

tı? Hangi evlat hangi babasını bilecekti? Binlerce ve hatta milyonlarca katil anneye ne olacaktı peki zina yaptıktan sonra doğurmayı ve büyütmeyi göze alamadığı çocuğuna kürtaj yaptıran? Hala mevlamızın bizler için koyduğu kuralların, şeriatının olabilecek en ve tek insancıl düzen olduğunun farkına varmayacak mısın? Hala şükretmeyecek misin? Hayır kardeşim, sen bu olamazsın. Sen, şu anda bunları zaten bildiğin için gülümsüyorsun. Sen, bana Rabb’im kafi diye haykıran gençsin. Sen dostum, sen, hiç bir kadının cehenneme değmeyeceğinin ve sen hanım kardeşim, sen de hiç bir erkeğin cennetten daha hoş olamayacağının farkındasın. Bunlar da yetmiyor hatta sana, ekliyorsun; bunların yalnızca bir fani görüşü olduğunu, her şeyde olduğu gibi Rabb’imizin ilminde daha binlerce sırrın olabileceğini ve bunlardan bir diğerinin, insan fıtratında helal daireyi güzel kılan şeylerden birinin de haramlar olduğunu, haramların aidiyetsizliğinin, günaha girenlerin mutluluktan uzaklığının ve daha önemlisi yaşadıkları mutlulukların anlık ve nefsani oluşunun, sevdalarının geçici ve mahremiyet duygusunun yokluğundan ötürü sahte sevdalar oluşunun bizlere helal dairenin güzelliğini ve aslında bizim için hoş ve hayırlı olanın helal daire içindeki yaşantımız olduğunu gösterdiğini anlatıyorsun bana.

Peki ya şimdi dostum, ey okur, sen de mi böyle düşünüyorsun?

Bizim diyorsun; -helal daire içerisinde yaşamaya çalışan inananların- haram daire içerisinde hayat sürenlerin aksine her daim dairemizdekilere karşı duyduğumuz bir aidiyet duygusu vardır. Sevdiklerimizi her birini bir diğerinden daha fazla sevecek şekilde sahipleniriz. Biz ne kadar sıkıntılı bir durumda olursak olalım az veya çok mutluyuzdur çünkü küfür ve delalet hariç her şeye şükrederiz ve bu yüzden birbirimizi hoş görürüz. Mutluluğumuz hiçbir zaman anlık duygularımızı tatmin etmek amacıyla değildir fakat nefsani ihtiyaçlarımızı da doyurur. En yakınımız ile dahi aramızda bir mahremiyet vardır -insanlığımızdan ötürü- ve bu mahremiyet de sevgimizin her daim çiğ, taze kalmasını sağlar. Ve en önemlisi de biz sevdiğimiz her şeyi Allah rızası için severiz ve her şeyi Allah rızası için isteriz.

Akletmez misin ki eğer zina helal olsaydı; toplum ahlakı bozulmayacak mıydı? Zinanın helal olması halinde kaç kişi birbiri ile evlenme ihtiyacı duyacaktı? Toplumun en ve şu anda belki de tek güvenilir müessesesi olan aileye ne olacaktı? Mezhepsiz, babası belli olmayan çocuklara devlet mi bakacaktı sanıyorsun? Hangi kardeş hangi kardeşini tanıyacak-

Ve ben de diyorum ki; helal olsun sana, insan için en elverişli yaşam olan insanca yaşamı, haramlardan uzak durarak yaşayan, haram daireden yasak olduğu için değil haram olduğu için uzak duran ve helal dairenin içinde serbest olduğu için değil helal olduğu için yaşayan ve varlığını bura ile bütünleştiren herkese helal olsun!

Zina haram olmasa idi ne olur idi? Bu soruyu bir defa bir lise ortamında yaşıtlarım olan bir grup lise ikinci sınıf öğrencisine sorduğumda, aniden söylememden ötürü de cereyan ederek, düşüncesini saklayamayıp, gülümseyen, gözleri parlayan arkadaşlarım oldu. Bu parlama öyleydi ki sanki haramlar özgürlüklerimizi kısıtlıyordu ve bu haramların helal olması halinde daha fazla özgürleşecek ve daha fazla mutlu olacaktık.

Ağustos’15 • 33


Atölye

R

esûlüllah Aleyhissalâtü vesselâm Efendimiz, insanlığa bağımsız bir medeniyet getirmiş, Medine’ye hicreti ile fiile geçirdiği devletinin anayasasının ikinci maddesinde Müslümanlar, diğer insanlardan ayrı bir ümmettir. diyerek bu hususu tesbit etmiştir. Öyle ise, medenî hayatımızın her meselesinde kendimize has bir değerimiz, bir tarzımız, bir şeklimiz olmalıdır. Mü’min ve Müslüman olan herkes, daima meselelerinin İslâm’a göre olanını bilmekle, bilmiyorsa arayıp bulmak ve onu tercih etmek ve onu hayata geçirmekle mükelleftir. Ticarî hayatımız da öyledir, onun da İslâm’a göre olanı vardır, olmayanı vardır. Sadece meslek erbâbı olan tüccarlar değil, her insanın, ticaretle uzaktan yakından ilgisi söz konusudur. Alışveriş, şehirde yaşayanların, memur olanların günlük hayatlarının kaçınılmaz bir parçasını teşkil etmektedir. Önce belirtmek isterim ki, Resûlüllah Aleyhissalâtü vesselâm Rızk’ın onda dokuzu ticarettedir. buyurarak, ümmetini ticarete teşvik etmiştir.

34 • Ağustos’15

Atölye

Ticari ahlak müslümanlar olarak malesef pek başarılı olduğumuz söylenemez . Hele bu günümüz şartlarında çok gerekli bir konudur. Yapılacak bir işte başarılı olmanın sırrı, *ahde vefa, *sözleşmeye sadakat, *kârda kanaat ve imalatta dürüstlük gibi ahlâk ölçülerine bağlı hareket etmekte gizlenmiştir. Kâr uğrunda utanmayı, çıkar sağlayacağım diye merhameti, servet yolunda şeref ve haysiyeti feda etmemelidir. Ticaret ahlâkını ayaklar altına atarak kazanç elde etmeye kalkışan kimse, cevahiri verip, cam kırığı satın alan gibi hatalı bir yol tutmuş olur, harama ve faize düşer de haberi olmaz. Bu konuda sahabenin şu tavrı çok önemlidir; ‘Bizler harama düşmek korkusuyla helallerin onda dokuzundan kaçındık; yani yüz dirhem gümüş alacağı olan bir kimse 99 dirhem alırdı; ağır gelmek korkusundan, hepsini almazdı.’ Kişinin kimseye muhtaç olmadan hayatını sürdürmesi, çoluk-çocuğunun nafakasını temin etmesi esastır. Bu maksatla helal ve

meşrû yoldan kazanç temini için çalışmak, iş ve ticaret hayatının içinde bulunmak kutsal sayılmıştır. Ancak Allah rızasının, helal-haram çizgisinin gözetilmediği, haksızlık ve aldatma içeren her türlü ticaret yerilmiştir. Nitekim Efendimiz (s.a.s) böylelerinin ibretlik durumunu şöyle bir soruyla ortaya koymuştur: “Yediği haram, içtiği haram, giydiği haram bir kimsenin duasına Allah cevap verir mi?” İşte dinimizin iş ahlakından, milletimizin değerlerinden ilham alan ecdadımız, on üçüncü yüzyılda Ahilik Teşkilatını kurmuştur. Bu teşkilat, iş ve ticaret hayatı içerisinde yer alanları doğruluk, güvenilirlik, cömertlik, tevazu gibi prensipler şemsiyesi altında birleştirmiş ve her şeyden önce onları “kardeş” kılmıştır. Âhilik, ahlâkın ticari hayat için de vazgeçilmez olduğunu mensuplarına her daim telkin etmiştir. Ahîlik teşkilatı, insanların aldatılmasına engel olmuştur. Mesleğe yeni başlayan kimselerin, işlerini iyice öğrenip liyakatli hale gelmedikçe, iş hayatında yer almalarına bu yapı tarafından müsaade edilmemiştir. Bu bağlamda, Yüce Rabbimizin; “Emanetleri ehline verin” uyarısına her zaman sadık kalınmıştır. Kardeşlerim! Mümin, her şeyden önce güvenilir kişi demektir. Öyleyse mümin, kazanırken de başkasının hakkına tecavüz etmemelidir. O, helal kazanç uğruna dürüstçe yaptığı her işin ibadet olduğu bilinciyle hareket etmelidir. Mümin, çoluk çocuğuna yedireceği haram bir lokmanın, kendi midesini kavuran bir ateş topu olacağını unutmamalıdır. Rabbimizin şu ölçüleri, müminin kazanç felsefesi olmalıdır: “Ölçüde ve tartıda hile yapanların vay haline! Onlar insanlardan bir şey ölçüp aldıkları zaman, tam ölçerler. Fakat, kendileri onlara bir şey ölçüp, yahut tartıp verdikleri zaman eksik ölçüp tartarlar. Bunlar, büyük bir günde tekrar dirileceklerini sanmıyorlar mı? “Ey İman edenler! Karşılıklı rızaya dayanan ticaret dışında mallarınızı aranızda haksızlıkla yemeyin” . Konuyla ilgili Kur’an-ı Kerim’de bildirilen genel ilkeler şöyledir. “Mallarınızı aranızda haksız sebeplerle yemeyin. Kendiniz bilip dururken, insanların mal-

larından bir kısmını haram yollardan yemeniz için o malları hakimlere (idarecilere veya mahkeme hakimlerine) vermeyin.” (1) “Faiz (riba) yiyenler ancak şeytan çarpmış olanın kalkışı gibi çarpılmış olmaktan başka (bir tarzda) kalkmazlar. Bu onların: “Alım-satım da ancak faiz gibidir” demelerinden dolayıdır. Oysa Allah alışverişi helal faizi haram kılmıştır. Kime Rabbinden bir öğüt gelir de (faize) bir son verirse artık geçmişi kendisine işi de Allah’a aittir. Kim (faize) geri dönerse artık onlar ateşin halkıdır orada sürekli kalacaklardır.” (2) “Ey iman edenler, belirli bir süre için borçlandığınız zaman onu yazınız. Aranızdan bir katip doğru olarak yazsın, katip Allah’ın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan kaçınmasın, yazsın. Üzerinde hak olan (borçlu) da yazdırsın ve Rabbi olan Allah’tan sakınsın, ondan hiçbir şeyi eksiltmesin.” (3) “Ey iman edenler, mallarınızı, sizden karşılıklı anlaşmadan (doğan) bir ticaretten başka haksız ‘nedenler ve yollarla’ (batılca) yemeyin. Ve kendi nefislerinizi öldürmeyin. Şüphesiz, Allah, sizi çok esirgeyendir.” (4) “Ey iman edenler! Akitleri(n gereğini) yerine getiriniz.” (5) “(Öyle) Adamlar ki, ne ticaret, ne alış-veriş onları Allah’ı zikretmekten, dosdoğru namazı kılmaktan ve zekatı vermekten ‘tutkuya kaptırıp alıkoymaz’; onlar, kalplerin ve gözlerin inkılaba uğrayacağı (dehşetten allak bullak olacağı) günden korkarlar.” (6) 1-Bakara, 2/188 2-Bakara, 2/275 3-Bakara, 2/282 4-Nisa, 4/29 5-Al-i İmran, 5/1 6-Nur, 24/37

Ağustos’15 • 35


Atölye

Tarih

YA TAHAMMÜL,YA SABIR Hâle GÖKDENİZ Kocaeli Üniversitesi Hukuk Fakültesi

E

sirgeyen ve bağışlayan, çokça esirgeyen ve çokça bağışlayan, hep esirgeyen ve hep bağışlayan Rabbin adıyla… Bizler iman ediyoruz ki bizden öncekiler gibi bizler de canlarımızla, mallarımızla ve evlatlarımızla sınanacağız. “İman ettik” demekle yeryüzündeki sorumluluğumuzun bitmediğinin, imtihan edilmeden bırakılıverilmeyeceğimizin yani teslimiyetimizi duygu, düşünce ve davranışlarımızla ispatlamamız gerektiğinin farkındayız. Değil mi ki müddei iddiasını ispatla mükelleftir bizler de iddiamızı ispatlamak için zorlukta ve kolaylıkta, darlıkta ve bollukta Rabbimize hamd ederek, O`na döneceğimimizin bilincinde olarak hareket etmeli, her halde sabır ve namazla Allah`tan yardım dilemeliyiz. Zira zorluklar ve yokluklar imtihan olabileceği gibi kolaylıklar ve bolluklar da imtihan vesilesi olabilir. Allah iman edenleri seçip ayırmak için iyi ve kötü günleri insanlar arasında döndürür. Peki karşılaştığımız çeşitli imtihanlarda ne ölçülecek diğer bir deyişle neyin sınavını vereceğiz? “…Kiminizi kiminiz için bir imtihan vesilesi kıldık ki, sabredecek misiniz, (bunu kendiniz de göresiniz; yoksa) Allah zaten her şeyi olduğu gibi görmektedir…” 25 Furkan 20 Allah`ın muhtelif ayetlerde sabredenleri müjdelediğini görüyoruz. Peki bu sabrın niteliği nedir? Yani bizden beklenen nasıl bir sabırdır? Hz. Yakub bu sabrı “sabrun cemil” şeklinde niteler. Yani “en güzel sabır”… Sabır, cemil sıfatını alsa da almasa da her halde güzel değil midir? O halde Hz. Yakub niçin böyle bir ayrım yapıyor? Bu noktada sabrı ikiye ayırmak mümkündür: Gönüllülükle ve hoşnutlukla gösterilen sabır ve çaresizlikten dolayı gösterilen sabır. İsrailoğullarının nimetler dönemindeki davranışları, mihnetler döneminde çaresizlikten dolayı sabrettiklerinin, daha doğru kullanımla, tahammül gösterdiklerinin yani zorunlu olarak sessiz kaldıklarının kanıtıdır. Eğer İsrailoğulları firavunun zulmüne hakiki manada sabretmiş olsalardı tahakküm sona erdiğinde Samiri onları yoldan çıkaramazdı. Çünkü sabır, imanî bir göstergedir.

36 • Ağustos’15

Zira kritik anlarda sabretmeyi başarabilen kişi Allah`a gerçekten güvenmiş ve teslim olmuş demektir. Sabrun cemil ise gönüllülükle ve hoşnutlukla sabır göstermektir ve bunun en güzel örneklerinden birisi de şüphesiz Hz. Hacer`dir. Allah onun Rabbinden geleni hoşnutlukla kabul etmesinden ve teslimiyet iddiasının arkasında duruşundan öylesine memnun olmuştur ki hacc veya umre yapmaya niyetlenen her Müslüman`a Hz. Hacer`in onurlu teslimiyet yürüyüşünü gerçekleştirmek vacip olmuştur. Cahiliyye döneminde ataerkil Arap toplumunun kadınlara verdiği değerin düşüklüğünü hatta yokluğunu göz önüne alırsak Allah`ın bir kadını en kıymetli ibadetlerden ikisi yoluyla asırlara önder yapmasındaki hikmeti daha iyi bir şekilde kavrayabiliriz. Hz. Hacer bize teslim olmanın, sabretmenin eylemsiz kalmak olmadığını gösterir. Sabır çözümler arayışıyla birlikte onurlu bir direniş demektir. Hz. Hacer de karşılaştığı sıkıntıların hiçbir çaba göstermeksizin kendiliğinden ortadan kalkmasını beklememiş ve Rabbine sığınarak çözüm bulabilmek için durmaksızın çabalamıştır. Zaten sabır tam olarak budur. Sabrediyorum ben deyip susup oturmak yerine Allah`a güvenerek çözüm arayışında olmak, mücadele etmektir. Tükenmeyen bir umutla gayret içinde olmaktır sabır… Sabır bir ahlaki kalite olmanın çok ötesinde kurtuluşa ermenin anahtarlarından biridir. Hüsrana uğrayanlardan olmamak için yapmamız gerekenlerden biri de sabrı tavsiye edenlerden olmaktır. Bir şeyi tavsiye edebilmek için evvela o şeyi yapıyor olmak gerekir. Zira Saff Suresinden öğreniyoruz ki yapmayacağımız şeyleri söylemek Allah nazarında tiksinti verecek bir şeydir. Zaten tavsiye edilen şey tavsiye eden tarafından uygulandığı takdirde hakiki manada tesir edecektir. Bu sebeple bizler sıkıntılar ve nimetler karşısında hoşnutlukla Allah`a teslim olmalı, her halde Rabbimizden razı olmalıyız ki O da bizden razı olsun. İman edip salih amel işleyen, hakkı ve sabrı tavsiye edenlerden olmak duasıyla…

III. Mustafa Dönemi Mehmet Semih ÖZDEMİR

GİRİŞ

Ş

ehirler yapılarıyla, yerleşimleriyle ve mimarileriyle bir medeniyeti yansıtır. Şehir dokusunu oluşturan yapılar mimari tarzlarıyla ve estetikleriyle o şehri yönetenlerin sahip olduğu medeniyet algısını ortaya çıkartır. Günümüzde hiçbir medeniyet algısını yansıtmayan şehirler oluşturulmakta en kötüsü de Osmanlı medeniyetinin ürünü olan şehirlere her geçen gün yıkıcı ve yok edici darbeler vurulmaktadır. Günümüzdeki bu medeniyetsizliğe karşılık III. Mustafa’nın imar faaliyetlerini ve İstanbul’un uzun tarihi boyunca geçirmiş olduğu imar evrelerinden birini inceleme gereksinimi duyulmuştur. 1757-1774 yılları arasında padişah tarafından hangi camilerin ve külliyelerin vücuda getirildiği ve son derece yıkıcı olan 1766 İstanbul depreminin sonuçlar ile sonrasında ne gibi onarım faaliyetleri olduğu incelenmiştir. Devletin geriye gidiş dönemlerinde dahi yönetici kadronun zihnindeki medeniyet algısının ne olduğu yaptıkları icraatlar ile ortaya çıkartılmaya çalışılmıştır.

1766 İstanbul depreminin etkileri ve sonucunda gerçekleşen yapı onarımlarına dair Deniz Mazlum tarafından yapılan “1766 İstanbul Depremi Belgeler Işığında Yapı Onarımları” adlı çalışma bizimde konuya dair temel kaynağımız olmuştur. Döneme dair bilgileri önemli bir kısmını Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi’nin konuya dair maddelerinden elde etmenin yanı sıra III. Mustafa’nın biyografik bilgileri için Midhat Sertoğlu “Mufassal Osmanlı Tarihi” ve İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın “Osmanlı Tarihi” adlı eserlerinden yararlanılmıştır. Diğer başvuru eserlerimizi de kaynaklar kısmında görebileceksiniz.

I. Bölüm III. MUSTAFA Doğumu ve Şehzadelik Dönemi III. Mustafa 14 Safer 1129’da (28 Ocak 1717) Edirne’de dünyaya gelmiştir. Babası III. Ahmed, annesi Mihrişah Emine Sultan’dır.1

Ağustos’15 • 37


Tarih

Tarih II. Bölüm III. Mustafa’nın Kişisel Özellikleri III. Mustafa ilim, marifet ve fazilet sahiplerini daima himaye etmiştir. En büyük merakı astroloji idi. Bu merakı normal sınırları aşmış bir aşırılık arz etmiştir. Öyle ki yıldızlara bakarak ve bir takım hesaplar yaparak geleceğin anlaşılabileceğine çok inanmıştı. Bu inancının bir sonucu olarak bir elçilik heyeti ile Prusya kralı II. Frederik’e göndermiş olduğu Resmî Ahmed Efendi’ye kraldan

II. Mustafa’nın III. Ahmed’den sonra tahta çıkan oğulları I. Mahmud ve III. Osman devrine rastlayan şehzadelik yılları bu hükümdarların düşmanca tavırlarından dolayı sıkıntılı bir şekilde ve ölüm korkusu içerisinde geçmiştir. Sıkıntı ve korkularla geçen 28 yıllık saraydaki dış dünyadan uzak hayatı boyunca ölüm ve zehirlenme ihtimaline karşılık bir takım ilaçlar kullandığı ve bir takım zehirlere kendini alıştırmağa çalıştığı ifade edilir. Bu yüzden yüzünün renksiz ve kendisinin sıhhatsiz bir görünümde olduğu söylenir. 2 Kardeşi şehzade Mehmed ani ve şüpheli bir şekilde muhtemelen zehirlenerek 29 Rebiulevvel 1169’da (2 Ocak 1756) öldü. Bu durum III. Mustafa’ya hükümdarlık yolunu açtı. 3

Tahta Geçişi ve İlk İcraatları III. Mustafa 16 Safer 1171 (30 Ekim 1757) Pazartesi günü tahta çıktı. 4 Kasım Perşembe günü kılıç alayı yapıldı. Tahta çıkışı elçiler vasıtasıyla yabancı devletlere duyuruldu. III. Osman’ın yerine tahta çıkması halk nezdinde büyük bir memnuniyete sebep oldu.4 Tahta geçmesinin ardından ilk icraatları mukataat ve zeâmet rüsûmunun affı ve yenilenmesi gereken berat harçlarının yarıya indirilmesidir.5 Bu icraatlar toplumun önemli bir kısmını memnun edici özellikler ihtiva eder. III. Mustafa’nın tahta geçmesinin ardından ilgilendiği bir diğer mesele Hacc yolunun güvenliği olmuştur. Hacc yolunun güvenliğini tehdit eden gelişmelere sert tedbirler almış, Evkaf-ı Haremeyn Mukataasına düzenlemeler yapılmıştır.6 38 • Ağustos’15

III. Mustafa son derece tasarruflu bir yönetim anlayışı sergilemiştir. Mali işleri en ince ayrıntısına kadar takip etmiş ve hesap sormuştur.7 Tahta geçtiği vakit Osmanlı 18 yıldır Avrupa’da barış sürecine girmişti. Bu sebeple hazine mali açıdan yeterlilik arz eden bir konuma gelmişti.

başarısının arkasında bulunan en iyi üç müneccimini istemesini söylemişti. II. Frederik’in bu isteğe cevabı ise III. Mustafa’ya bir uyarı niteliğindedir: “Benim kullandığım üç müneccimi tavsiye edeceğim. Birincisi tarihten ve geçen tecrübelerden istifade, ikincisi iyi talim görmüş ve yetiştirilmiş kuvvetli bir ordu ve üçüncüsü de dolu bir dev-

Bir de buna III. Mustafa’nın tasarruf tedbirleri

let hazinesidir.” Bu cevaba rağmen III. Mustafa bu

eklenince hazine uzun müddettir görülmeyen

ilme olan aşırı bağlılığını ömrünün sonuna kadar

bir doluluğa erişmiştir.8

devam ettirmiştir. 11

İçinde bulunulan barış durumu ve mali ye-

III. Mustafa hükümdar olarak zayıf ve yeter-

terlilik devletin eksiklerini gidermek, kalıcı ve

siz bir kişiliğe sahipti. Bu halini devletlerle olan

faydalı yenilikler yapmak açısından değerlendi-

münasebetleri ve olaylara karşı yaklaşımların-

rilememiştir. Askeri ve ekonomik alanda yapılan

dan anlamak mümkündür. Elinde bulunan dolu

yenilikler yüzeysel ve geçici kalmıştır. Örneğin

hazineye güvenerek her daim gözü kapalı şekil-

III. Mustafa’nın kalitesiz fakat ucuz Avrupa mal-

de savaşa girmeye hazır bir tutum sergilemiştir.

larının iç pazarları doldurmasına karşı çıkması

Vezir-i âzam Koca Ragıb Paşa ömrünün sonuna

ve yerli imalatını önemsemesi genelde yasaklamalar dışında tutarlı bir ekonomik plandan yoksun kalmıştır.

9

Askeri alanda yapılan yenilikler boğaz kalelerinin tahkimi, bazı yeni gemiler yapımı, Tophane ve Topçular Ocağı’nın ıslahı ve yeni toplar

kadar, devletin içinde bulunduğu durumun hazırlıklar tam olarak yapılmadan girilecek bir savaşta bozguna sebep olacağını bildiğinden, akıllı yönetimle ve tabiri caizse padişahın önünde savaşa

III. Mustafa’nın Tutumu ve 1768-1174 Rus Savaşı III. Mustafa devrinde savaşsızlık hali, ekonomideki iyileşmeler halk ve devlet nezdinde huzurlu bir dönem sürülmesini sağlamıştır. Ancak bu süreç 1768-1774 Rus savaşı ile son bulmuştur. Evvelce ifade edildiği gibi III. Mustafa eldeki dolu hazineni savaşa girmek ve başarı kazanmak için yeterli olduğu kanaatindeydi. Tabiri caizse karşısında savaşa girmeye bir engel olarak duran Koca Ragıb Paşa’ya: “Eğer garez akçe ise Edirne Kapısı’ndan tâ Ruscuk’a kadar iki keçeli altın dizerim” demiştir. Padişahın bu sözlerine karşılık Ragıb Paşa orduya bir çeki düzen verilmesi gerektiğini aksi takdirde düşmanın ordunun bu durumunu görmesi halinde zor durumda kalınacağını ifade etmiştir.13 Fakat sürecin devamında ordunun düzenlenmesi için gerekli çalışmalar yapılmadığı gibi sınırlardaki kalelerin tahkimi ile buralara fazla mühimmat ve asker sevkiyatı tedbirleri de alınmamıştır. Koca Ragıb Paşa’nın vefatından sonra yerine

engel bir set olarak durarak devleti savaş mey-

Muhsin-zâde Mehmed Paşa geçmiştir. Mehmed

danından uzak tutmuştur.

Paşa’da Koca Ragıb Paşa gibi hudutlara asker ve

Bu süreçte ilk olarak Avusturya ve Rusya kar-

mühimmat sevkiyatı ve kalelerin tahkim edilmesi

şısında yer alan Prusya’nın ittifak isteğine gözü

gerektiğini düşünmekte ancak bunların gerçekle-

kapalı koşan III. Mustafa’yı Ragıb Paşa’nın akıl-

şeceği bir yıllık hazırlık sürecinden sonra savaşa

cı politikaları engelleyebilmişti. Ragıb Paşa’nın

girilebileceğini ifade etmekteydi. III. Mustafa gibi

vefatının ardından III. Mustafa Resmî Ahmed

savaşa girmek isteği bulunan devlet adamları-

Ekim 1772’de açılan Topçu Mektebi ancak

Efendi’yi Berlin’e yollayarak kralın eski isteğinin

nın padişahı yönlendirmesiyle Mehmed Paşa azl

bir yıl faaliyet gösterebilmiş, 10 Ocak 1774’te

geçerliliğini sordurması III. Mustafa’nın hüküm-

olunarak 20 Rebiulâhir 1182 (3 Eylül 1768) tari-

kurulan Sürat topçularının ise 1768-1774 Rus

dar olarak ne kadar zayıf ve yetersizi bir kişiliğe

hinde Silahdar Mahir Hamza Paşa vezir-i âzam

savaşına bir etkisi olmamıştır.

sahip olduğunu gözler önüne sermektedir.

olmuştur.14

dökümüyle sınırlı kalmıştır. Bu gibi yeniliklerde Fransa’nın yardımlarından buna bağlı olarak Baron de Tott’un teknik hizmetlerinden istifade edilmiştir.10

12

Ağustos’15 • 39


Tarih

Tarih Bu görev değişiminin ardından artık III.

Mustafa’nın büyük hayali karşısında hiçbir engel kalmamıştır. Yenilenmeyen ordu, tahkim edilmeyen kaleler, asker ve mühimmat sevk edilmeyen sınır boyları ve dopdolu(!) bir hazine ile Rusları yerle bir etmek için 23 Cemaziyelevvel 1182 (4 Ekim 1768) günü savaş ilan edilmiştir. Savaşa bu şekilde eksiklerin giderilmeden girilmesi baştan sona kadar devleti yeni felaketlerle karşı karşıya bırakmıştır. Rus donanmasının Akdeniz’e gelmesi ve Çeşme’deki Osmanlı filosunu yakması (6-7 Temmuz 1770), Rus kuvvetlerinin Memleketeyn’i ve Kırım’ı istilası (Temmuz 1771), Tuna’yı aşması (Temmuz 1773) yaşanan bozgun ve ağır yenilgiler, askerin içinde bulunduğu düzensiz haliyle savaşmaktan kaçınması, yağmacılığı ve isyanı yeni bir dizi felakete yol açmıştır.15 Tüm

bu

kötü

gidişatın

sonucunda

III.

Mustafa’nın doluluğuna güvendiği hazine boşalmış hatta savaş masraflarını karşılamak için III. Mustafa oğlu Selim ve kızı Şah Sultan’dan borç almak zorunda kalmıştır.16 Rus savaşının başlarında Hotin’in Ruslarca muhasarası esnasında kazanılan bazı başarılardan dolayı III. Mustafa “gazi” ilan edilmiştir (Safer 1183/Haziran 1769). İlerleyen yıllarda Ayasofya Camii’nde selâmlık sırasında okunan hutbede bu ünvanla anılması (16 Şevval 1184/2 Şubat 1771) içlerinde Mevlevileri’nde bulunduğu bazı dervişler tarafından yüksek sesle protesto edilmesine yol açmıştır.17

III. Mustafa’nın Vefatı Savaşın olumsuz gidişatı, hazinenin boşalması gibi sebeplerden ötürü savaşın son senesinde III. Mustafa’nın sağlığı iyice bozulmuş ve hastalanarak yatağa düşmüştür. Savaşın sonunu göremeden 8 Zilkade 1187 ( 21 Ocak 1774) günü vefat etmiştir. Ardında bomboş bir hazine ve son

III. Bölüm Dönemin Mimari Anlayışı ve III. Mustafa’nın İmar Faaliyetleri Dönemin Mimari Anlayışı XVIII. yüzyıl başlarından itibaren Osmanlı mimarisi yeni bir anlayışın etkisi altına giriyordu. “Barok” adı verilen bu anlayış XVI. yüzyıl sonunda Avrupa’da ortaya çıkmıştır.18 Barok tarzı Osmanlı’da kendine has özellikler göstermiştir. İslami sanat çerçevesinde gelişme gösteren Osmanlı resmi üzerinde neredeyse hiçbir etkisi olmamıştır. Fakat mimari ve dekoratif sanatlarda bunun tam tersi bir durum söz konusudur.19 III. Ahmed’in Paris’e sefir olarak gönderdiği Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi’nin orada gördüğü sarayları, köşkler ve bahçelerini anlattığı yazıları İstanbul’da büyük bir merak uyandırdı. Fransız saray ve bahçelerinin benzerini yapma modası ortaya çıktı.20 Saray mimarlarının bu saray akımını tanımaları ve oradakilere benzer saraylar, bahçeler yapabilmeleri için kitaplar ve planlar getirtildi. Bugün birçoğu Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde bulunan bu belgeler, XVIII. yüzyıldan itibaren Osmanlı mimarisinde ve dekoratif sanatlarında görülen değişikliklerin ana kaynağını oluşturmuştur.21 Türk sanatı ve zevkinin barok üslubuyla birleşimi kendine has özelliklere sahip olan Türkbarok üslubunu ortaya çıkarmıştır.

III. Mustafa’nın İmar Faaliyetleri Bânîsi Olduğu Camiler III. Mustafa mimari tarihimiz bakımından büyük hizmetler vermiş, Osmanlı’nın en büyük imar faaliyetlerinde bulunan sultanlarından biridir. Tahtta bulunduğu süre boyunca yoğun imar faaliyetleri gerçekleştirilmiş, çoğu külliye olmak üzere yeni eserler yaptırmış ayrıca birçok eserin tamirini gerçekleştirmiştir.22

adına Üsküdar’da cami ve külliye olarak inşa ettirmiştir. Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi’ndeki inşaat defterine (nr. 1137) göre inşaata 19 Receb 1171’de (29 Mart 1758) başlanarak 1174 Cemaziyelevveli sonlarında (Ocak 1761) bitirilmiştir.23 Şem’dânîzâde Fındıklılı Süleyman Efendi’nin ifadesine göre 1174 yılı Cemâziyelevvelinde (Ocak 1761) bir cuma günü Râgıb Paşa ve Veliyyüddin Efendi’nin hazır bulundukları bir törenle cami ibadete açılmıştır.24 Ayvansarâyî’nin Hadîkatü’lCevâmi adlı eserinde caminin bitiriliş tarihini şu ifadelerle görebiliyoruz: “ Ve câmi-i şerifin orta kapusının bâlâsında sadr-ı a’zâm bulunan Râgıb Mehmed Paşa’nın inşâd eylediği târih mesturdur: Muktedâ-yı ehl-i sünnet câmi-i mecmu-ı hayr Kıldı çün bu mabed-i zîbayı inşâ bî-riyâ Sadr-ı asrî bendesi Râgıb didi târihini Câmi-i ranâ binâ-i Şâh Sultân Mustafâ 1174 (1760)25” Sanat tarihçileri tarafından genel olarak dönemin baş mimarı Mehmed Tahir Ağa Ayazma Külliyesi’nin mimarı olarak kabul edilmektedir. Camii için 506.095 kuruş 49 akçe harcanmıştır.26 Camiye vakıf olarak bir hamam ile birçok dükkân ve han yaptırılmış ayrıca cami, hamam ve avluya bitişik çeşmeye Bulgurlu’dan su getirilmiştir.27 Külliye binalarından sıbyan mektebi, hamam, muvakkithane kaybolmuş, sadece büyük çeşme ayakta kalmıştır.28 Avlu kapıları üzerinde celi hatla yazılmış ayet-i kerimeler bulunmaktadır. Üç bölümü olan son cemaat yerini takip eden esas mekân dik-

dörtgen plan olup dört kemere oturan tek kubbe ile örtülmüştür.29 Cami içindeki hünkâr mahfiline bağlanan hünkâr dairesi doğu tarafa çıkıntılıdır. Renkli taş kakmalarla zengin süslemeli mermer mihrap ve minber klasik şekillerini korumakla beraber, bunlarda yeni üslûbun barok süslemeleri de itina ile işlenmiştir.30 Ayazma Camii Avrupa sanat üslûplarının hâkim olduğu bir devirde yapılmış olmasına karşılık, büyük kemerlerin içlerindeki pencerelerde Türk mimarisi özellikleri taşıyan kemerler kullanılmıştır. Mihrap, minber ve kürsü mermer ve çeşitli renkli taşların ustalıkla birleştirilmesi suretiyle çok zengin ve gösterişli biçimde yapılmıştır. Kapı üstlerindeki yazıların Seyyid Abdullah adındaki hattatın kaleminden çıktığı, bazı renkli camlı alçı pencerelerdeki (revzen) yazıların ise Seyyid Mustafa tarafından yazıldığı imzalarından anlaşılmaktadır.31 Ayazma Camii batı üslûbunun hâkim olduğu bir dönemin ürünü olmakla birlikte, normal ölçülerin üzerinde yüksekliği ve topografik durumu ile bunu bir kat daha arttıran heybetli bir görünüme sahiptir.

Laleli Camii ve Külliyesi III. Mustafa tarafından 1174-1177 (17601764) yılları arasında yaptırılan külliye cami, imaret, çarşı, dükkânlar, çeşmeler, sebil, türbe, medrese, han ve mumhaneden oluşmaktadır. Daha sonra külliyeye bir de muvakkithane ilave edilmiştir.32 Mimarı Mehmed Tahir Ağa’dır. 1765 depreminde cami hasar görmüş, kardeşi Sultan I. Abdülhamid zamanında

derece ağır bir tahribata uğramış devlet bırakmıştır. Bânisi olduğu Laleli Camii’nin yanındaki

Ayazma Camii

türbede medfundur.

III. Mustafa validesi Mihrişah Emine Sultan

40 • Ağustos’15

Ağustos’15 • 41


Tarih 1782’de Seyyid Mustafa Ağa tamir etmiştir.33 Adını Lâleli Baba denilen bir velî türbesinden alan külliyenin bazı dükkânları 1782 yangınında yanmış, harap olan cami 1197 (1783) ve 1262 (1864) tarihlerinde tamir edilmiştir. Külliye yapılarından medrese günümüze ulaşmamıştır.34 Lâleli Camii’nin terasının sokak tarafı yol genişletmesi nedeniyle değişikliğe uğramıştır. Camide yüzyılın başında ortaya çıkan değersiz iyonik başlıklar, pencere biçimleri, kubbe payandaları ve ikiz minarelerin şerefeleri de dâhil, pek çok noktada Nuruosmaniye ve Ayazma camileriyle ortaklık görülür. Ayrıca yapıda öncekilerin hepsinden daha görkemli olan, düzensiz yerleştirilmiş merdivenler vardır ve avlu duvarı silmesinin uzantıları olan genişleyen başlıkların üzerinde gömme sıra payanda kullanımı söz konusudur. Merdivenlerinin yayılması korkulukla vurgulandığından avluya açılan kuzeybatı kapısına giriş özellikle görkemlidir.35 Tahir Ağa, dördü gömme, dördü serbest payelerle 12.50 m. Çapında, ancak Nuruosmaniye’nin yarısı büyüklüğündeki kubbeyi desteklemiş, birbirine eşit on iki kemerli yan mahfilleri dışa alarak, uzunlamasına dikdörtgen hareketli bir barok mekân elde etmiştir. Girişteki iki serbest paye, aynı zamanda buradaki geniş mahfeli de desteklemektedir. Sekiz payeyi bağlayan sivri kemerleri, siyah- beyaz renkli mermer geçmeli olup, çok sayıdaki sütunların başlıkları da baroktur. Mihrap ve minber çeşitli renk mermerlerle çok itinalı yapılmıştır. Ağaç üzerine çok zengin sedef kakma işlemeli vaaz kürsüsü mekânın solundadır. Kapı tarafında on dört küçük sütun üzerine hünkâr ve müezzin 42 • Ağustos’15

Tarih mahfilleri vardır.36 Beş kubbeli son cemaat revakının iki yanında barok taş külahlı minarelerden soldaki camiden altı yıl sonra yapılmıştır.37 Kubbedeki 24 büyük pencere Nuruosmaniye’ye göre çok daha dikkat çekici bir ışık koridoru yaratır. Avlu namaz salonunun iki katı büyüklüğündedir ve dıştan tuğla ve taş almaşık örülmüştür.38 Revaklı avlunun ortasında yer alan şadırvan, sekiz sütuna oturan ve iki yanı “S” kıvrımlı yuvarlak kemerlerle taşınan geniş saçaklı bir kubbeyle örtülmüştür. Mermer su haznesi yuvarlak olup plastrlarla bölümlenmiş, her bir yüzey iri yaprak motifli aynalarla işlenmiştir.Haznenin üstünde barok düzenlemeli, ajurlu, madenî bir şebeke vardır. Fevkanî olarak inşa edilen revaklı avlu caminin altında çarşı bulunmaktadır. Hünkâr rampası ile Ordu caddesi yönündeki kapıya doğru biraz genişleyen çarşı dış avluya iki kapı ile bağlanmaktadır. Çarşı cami ve revaklı avlunun temel planına göre düzenlenmiştir. Altta kalın tutulan duvar ve payeler arasında ahşap bölmeli dükkânlar vardır. 1957-58 yıllarında Ordu caddesinin genişletilmesi esnasında kotun da düşür ü l - mesiyle bu yöndeki avlu duvarı üzerinde bir sıra tonozlu dükkân yapılmış, arkada avlunun altında da çok sayıda dükkân inşa edilerek eski çarşıya bağlanmıştır.39 Ongen biçimindeki türbeye 18 mermer sütunlu, zengin barok süslemeli bir sahanlıktan girilir. Mermer kaplamalı türbenin içinde kubbe ve duvarlarda barok kalem işleri, üst kat pencerelerde deniz kabuğu motifleri yanında, alttaki pencerelerin arası, lâle, karanfil ve menekşeler ve yapraklarla çevrili köşe madalyonları ile dekorlu XVI. yüzyıl çinileri ile kaplanmıştır.40 Tür-

bede Sultan III. Mustafa ve oğlu III. Selim ayrıca III. Mustafa’nın çocukları Şehzade Mehmed, Hibetullah Sultan, Mihrişah Sultan, Şerife Havva Sultan, Fatma Sultan ve Beyhan Sultan yatmaktadır. Caminin dış avlusunda kuzeybatı köşesinde aşhane- imaret yer almaktadır. Kareye yakın bir iç avluya sahip yapıda fırın, mutfak, yemekhane, kiler ve görevliler için barınma mekânları vardır. Mekân aynalı tonoz ve pandantiflerle geçişi sağlanan bir kubbe ile örtülmüştür.41 Külliyenin doğusunda yangında evsiz kalanlar için yaptırılan Harikzedegân apartmanları bugün otel olarak kullanılmaktadır. Bu binaların yerinde eskiden medrese bulunuyordu. 1760 yılında medresenin temeli atılmıştır. Dokuz oda ve bir dershaneden oluşmaktaydı. 1894 depreminde harap olan yapı 1911’de yanmış daha sonra yerine apartmanlar yapılmıştır.42 Caminin kuzeyinde bulunan Sipahiler Hanı, tuğla-taş örgülü duvarlarla vakıf olarak yapılmış, İstanbul’a ulûfe almaya gelen sipahiler burada kaldığından bu ad verilmiştir. Yoldan uzak kalmış dağınık planlı han, bir büyük, iki küçük, revaklı üç avlu etrafında altta depo, üstte misafir odaları olarak iki katla çevrilidir.43 Laleli Camii ve Külliyesi barok üslûbun etkisinde yapılmış fakat klasik Türk mimarisinden izler taşıyan bir eser olarak cami ve külliyeler içerisinde önemli bir yere sahiptir.

Paşabahçe Camii III. Mustafa tarafından 1177 (1763/1764) senesinde Paşabahçe’de yaptırılan camidir. Caminin etrafında hamam, tatlı su çeşmesi, okul, küçük bir çarşı ve yalılar mevcuttur.44

Sultan Mustafa Camii III. Mustafa tarafından 1174 (24 Mart 1761) tarihinde Kadıköy semtinde fevkânî yapılmış olan camidir. Ayrıca bir de sıbyan mektebi bu camiye eklenmiştir.45

Rodos III. Mustafa Camii III. Mustafa’nın Rodos’ta yaptırmış olduğu

bu cami kitabesine göre 1174 (1764) yılında tamamlanmıştır. Planı yanlara ve öne doğru tonozlarla genişletilmiş bir orta kubbe, giriş tarafında köşelerde birer küçük kubbeden ibaret olup üç kubbeli son cemaat revakı vardır. Önünde sekiz sütun üzerine kubbeli bir şadırvanı vardır. Caminin 8 m. çapındaki kubbesi 18 m. yükseklikle barok bir görünüşe sahiptir.46 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26

27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46

Dipnotlar Kemal Beydilli, “Mustafa III”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), cilt. 31, İstanbul 2006, s. 280. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c. 4/1, Ankara 2011, s. 341 Beydilli, “Mustafa III” maddesi, s. 280. Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, s. 341 Beydilli, “Mustafa III” maddesi, s. 280 Midhat Sertoğlu, Mufassal Osmanlı Tarihi, c. V, Ankara 2011, s.2554. Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, s. 341 Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, s. 343 Beydilli, “Mustafa III” maddesi, s. 280. Sertoğlu, Mufassal, s. 2585. Sertoğlu, Mufassal, s. 2602. Beydilli, “Mustafa III” maddesi, s. 281. Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, s. 366. Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, s. 368. Beydilli, “Mustafa III” maddesi, s. 281. Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, s. 429. Beydilli, “Mustafa III” maddesi, s. 281. Nurhan Atasoy, “Barok”, DİA, s. 81. Atasoy, “Barok” maddesi, s. 82. Atasoy, “Barok” maddesi, s. 82. Atasoy, “Barok” maddesi, s. 82. Oktay Aslanapa, Osmanlı Devri Mimarisi, İstanbul 2004, s. 461 Semavi Eyice, “Ayazma Camii”, DİA, s. 231. Eyice, “Ayazma Camii” maddesi, s. 231. Ayvansarâyî, Hadîkatü’l- Cevâmi, c. II, İstanbul 2001, s. 595. Sadi Bayram ve Adnan Tüzen, “İstanbul-Üsküdar Ayazma Camii ve Ayazma Camii İnşaat Defteri”, Vakıflar Dergisi, sayı 22, s. 200. Eyice, “Ayazma Camii” maddesi, s. 231. Aslanapa, Osmanlı Devri, s. 462. Eyice, “Ayazma Camii” maddesi, s. 231. Aslanapa, Osmanlı Devri, s. 462. Eyice, “Ayazma Camii” maddesi, s. 231. Ahmet Vefa Çobanoğlu, “Lâleli Külliyesi”, DİA, s. 86. Aslanapa, Osmanlı Devri, s. 463. Çobanoğlu, “Lâleli Külliyesi” maddesi, s. 86. Godfrey Goodwin, Osmanlı Mimarlığı Tarihi, İstanbul 2012, s. 493. Aslanapa, Osmanlı Devri, s. 463. Ayvansarâyî, Hadîkatü’l- Cevâmi, s. 64. Goodwin, Osmanlı Mimarlığı, s. 495. Çobanoğlu, “Lâleli Külliyesi” maddesi, s. 87. Aslanapa, Osmanlı Devri, s. 464-465. Çobanoğlu, “Lâleli Külliyesi” maddesi, s. 87. Çobanoğlu, “Lâleli Külliyesi” maddesi, s. 88. Aslanapa, Osmanlı Devri, s. 465. Ayvansarâyî, Hadîkatü’l- Cevâmi, s. 563. Ayvansarâyî, Hadîkatü’l- Cevâmi, s. 662. Aslanapa, Osmanlı Devri, s. 469.

Ağustos’15 • 43


Haber

Haber

İslam Coğrafyasından Haberler

Obama: Türkiye haklı ama önceliğimiz IŞİD

O

bama, İran ve Ortadoğu politikası konusunda gazetecilerle Beyaz Saray’da bir araya geldi. Huffington Post muhabiri, Obama’ya, “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın IŞİD’e karşı yürütülen kampanyayı, PKK’yı hedef almak için bahane olarak kullanması yönünde endişeniz var mı?” sorusunu yöneltti. Obama, “IŞİD’in bölgedeki en büyük tehdit olduğunu ve buna odaklanmaları gerektiği noktasındaki güçlü bakış açılarını da Türkiye ile konuştuklarını” söyledi ve şöyle devam etti: “PKK, Türkiye’yi hedef alan saldırılarda bulunuyor, Türklerin bu saldırılara karşı kendilerini savunmaya çalışması meşrudur. Ancak üzerinde çalıştığımız anlaşma, dikkatlice şunlar etrafında: Suriye’ye geçmeye çalışan yabancı savaşçılar için o sınırları nasıl kapatırız? Yapacağımız her şey bu hususa dayanıyor.” Kaynak: Huffington Post

44 • Ağustos’15

Suudi Arabistan’da IŞİD saldırısı: 15 ölü

S

uudi Arabistan’ın güneyindeki Yemen sınırında bulunan Abha’da bir camide öğle namazı sırasında düzenlenen intihar saldırısında en az 15 kişi hayatını kaybetti. Ölenlerden 12’si Suudi askeri, 3’ü ise işçi. 9 kişi de yaralandı. Devlet televizyonu ölü sayısını önce 17 olarak açıklamıştı. uudi analist Cemal Haşugi’ye göre bu, IŞİD’in Suudi Arabistan’da güvenlik güçlerine yönelik düzenlediği en büyük saldırı. Kaynak: Al Jazeera

İran’da Alkolizm Sorunu Büyüyor!

İ

ran’da kaygı verici boyuta ulaşan alkol tüketimiyle mücadele kapsamında tedavi merkezleri açılması planlanıyor. Financial Times’ın haberine göre, İran’da alkol bağımlısı sayısı Rusya ya da Almanya’ya göre daha az olsa da, ülkede daha yüksek alkol derecesine sahip içkiler tüketiliyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre, İran’da bir alkol bağımlısı yılda ortalama 24,8 litre saf alkol tüketiyor. DSÖ verilerine göre, bu miktar Rusya, Almanya ya da İngiltere’de ortalama alkol kullanan birinin tükettiğinden daha fazla. İran’da yıllık 420 milyon litre alkollü içecek tüketildiği tahmin ediliyor. Kaynak: AA

Bakir İzzetbegoviç: İslam dünyasından eski desteği görmüyoruz.

B

osna Hersek Başkanlık Konseyi Üyesi Bakir İzzetbegoviç, Al Jazeera’nin kıdemli gazetecisi Ahmet Mansur’un sunduğu ‘Bila Hudud’ programına katılarak ülkesinin yaşadığı savaştan 20 yıl sonraki durumunu değerlendirdi, siyasi ve ekonomik durumla ilgili soruları yanıtladı. İzzetbegoviç ülkesinin, insanların içine bıraktığı izlere rağmen yaşadığı savaştan yirmi yıl sonra istikrarlı bir ülke haline geldiğini ve bu süreç zarfında devasa adımlar attığını söyledi. Gelecek on yıl içinde Bosna Hersek’in Avrupa Birliği üyesi olacağı tahmininde bulunan İzetbegoviç, ülkesinin Arap ve İslam dünyasıyla ilişkisine de değindi. İzzetbegoviç, Bosna Hersek-Türkiye ile ilişkileriyle ilgili olarak, Avrupa Birliğine ve NATO’ya girmek konusunda Ankara’nın Bosna’ya büyük bir destek sağladığını ve ülkesinde Osmanlı eserlerini restore etmek konusunda çok yatırım yaptığını ifade etti. Kaynak: Al Jazeera

Nusra Cephesi sınır köylerinden çekiliyor

G

üvenli bölge taleplerinin dile getirilmesi ve İncirlik Üssü’nün ABD uçaklarına açılmasının ardından Nusra Cephesi Halep’in kuzey kırsalında yer alan ve Türkiye sınır hattında kontrol ettiği köylerden çekilmeye başladı. Bu köylere IŞİD’e saldırı başlatan Hür Suriye Ordusu yerleşiyor. Halep merkezli muhalif gruplar İŞİD’le savaşın sürdüğü Savran, Mera, Tel Rıfat, Azez cephe hattına takviye güç sevk ediyor. Muhalif gruplardan Hareket-i Nurettin Zengi, Liva el Fetih, Ceyşul Mücahidin, Cephe Şamia, Suvvar Şam ve Türkmen gruplardan Liva Sultan Murat tarafından Nusra Cephesi tarafından boşaltılan köylere asker ve cephane sevkiyatı yapılıyor. Kaynak: Al Jazeer

I

IKBY, PKK’yı “Sert Bir Şekilde” Kınadı.

rak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) Başbakanlığı, Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattına saldıran PKK’yı “sert bir şekilde kınadığı”nı duyurdu. IKBY Başbakanlığı’nın resmî internet sitesinde yayımlanan açıklamada: “Kürdistan Başbakanlığı olarak boru hattının patlatılması nedeniyle PKK’yı sert bir şekilde kınıyoruz. PKK, Kürdistan bölgesi halkının geçim kaynağına saldırmıştır.” ifadeleri kullanıldı. Açıklamada: “PKK’nın silâhlı gücü HPG’nin önceki gün Kürt bölgesinin petrolünü nakleden boru hattını, Şırnak ilinde patlattığı” belirtilerek, “PKK silâhlı güçlerinin, patlamanın sorumluluğunu üstlendiği” hatırlatıldı. Kaynak: Anadolu Ajansı Ağustos’15 • 45


Medya

Medya

Basından Yansıyanlar Neşeli dindar kızlar, mutsuz İslamcı delikanlılar İsmail Kılıçarslan 19.07.2015 - Yeni Şafak

B

ir ders halkasında İslami ilimler ve çağdaş düşünce dersi veren bir arkadaşım şöyle yakınıyor mesela: “Azizim, derse gelen kızların her biri birbirinden donanımlı. Öyle dikkatle ve bilgiye aç şekilde takip ediyorlar ki dersi; hayranım onlara. Erkeklere gelince… Zaten erkek öğrencim yok denecek kadar az. Olanların da tamamı ‘hoca, senin bu anlattıklarını ben zaten biliyorum’ havalarında. Elifi görse mertek sanacak herif, bana Kur’an Müslümanlığı pozu atıyor.” Peki, bu makas farkı nereden kaynaklanıyor? O konudaki fikrimi de yekten söyleyeyim: En çok pek muhterem hocalarımızdan… İslamcı delikanlılara gaz vermeye bayılan hocalarımız çocuklarımıza durmadan ‘olmayan bir sosyolojinin içinden’ anlatıyorlar. ‘Erkeklerin üstünlüğü’ meselesinden işe

46 • Ağustos’15

başlayan bu muhteremler, öyle bir ‘ideal eş’ tarifi yapıyorlar ve bunu yaparken delikanlılarımızı öyle bir uçuruyorlar ki… Sanırsınız bizim toplasan üst üste yirmi kitap okumamış, üç cümleyi yan yana koyup derdini anlamlı bir bütün olarak anlatmayı beceremeyen delikanlımız dünyanın en mühim insanı. Kızlarımız ise, bu donanımlı delikanlılarımız için ‘çocuk üretecek’ birer işçi. Gazı alan delikanlı başlıyor asıp kesmeye. Öyle bir anlatıyor ki… Sanırsınız bu pek muhterem hocalarımızın tarifine uygun giyinmeyen kızlarımız sapkınlaşmış durumdalar. Düşük belli kotla, kaslarını gösteren daracık tişörtle dolaşan dangoz, sarık takıp cübbe giyermiş havalarına bürünüp veriyor veriştiriyor kızlarımıza. Gelelim şu neşe ve yaşam kültürü meselelerine. Yanlış yerinden politikleşen delikanlılarımızın aksine kızlarımız politika ile ilişkilerini olması gereken sınırda tutup yaşamın kendisiyle daha yakından ilgilenme yolunu seçiyorlar. Yaşamla yakından ilgilenmek de ‘neşe’yi beraberinde getiriyor. Dostluğun, çayın, kahvenin, kafenin, caminin hakkını kızlarımız veriyor. Delikanlılarımız ise genellikle ‘taburelerin üzerine tüneyip gündelik politika konuşmak’la tüketiyorlar nefeslerini.

Bana çok kızacaklarını biliyorum, ama söyleyeyim. Duygularını tanımayan, dahası onları tanımlayamayan, kendisini ifade etmekte zorluk yaşayan, donanım noktasında sıfırın az üzerinde bir delikanlı gündelik politikadan anlasa ne olur, anlamasa ne olur? Bence yapılması gereken şudur: Delikanlılarımız, ellerine geçen her fırsatta kızları çekiştirip durmak yerine onların niçin kendilerinden daha neşeli, daha kültürlü, daha donanımlı, daha anlayışlı, dünyaya daha açık olduklarını araştırmalılar. Bir yerden bir yere ulaşmayı kafaya koyduysan trene bakmanın bir faydası yok. İlk istasyonda bilet alıp atlamak lazım.

Kızlar Kusura Bakmayın, Sen de İsmail Abi... Ömer Ekinci

V

20 Temmuz 2015- Star

elhasılı ne kızlar, ne erkekler gönül rahatlığıyla söylenecek bir “Helal olsun size”yi hak etmiyor şu an.

Her bir genç, her bir kız kardeş ya da erkek kardeş, sanki en son kendisi kalmışçasına mücadele etmek zorunda. Ötesi yok. Kendisi düşerse savaş kaybedilecek gibi inanmak zorunda, gerisi boş. Bu davanın sancaktarı gibi görmek zorunda kendisini, o ayakta durmazsa sancak yere düşecekmiş gibi düşünmek zorunda, başka çare yok. Takım elbiselerle, çakarlı siyah makam arabalarında gezen gençlerin ne siyasete, ne sosyal hayata, ne sivil topluma faydası var. Derhal takım elbiseleri çıkartmak, tişört giyip yeniden genç olmak zorundalar, bir an evvel AKBİL’lerini fulleyip hayatın içine karışmak mecburiyetindeler. Konfor içinde yapılan bir mücadele, kendini kandırmaktan ibarettir. Yeni söylemler üretmek zorundayız, Necip Fazıl’ın “Gençliğe hitabe”sini, gençlik organizasyonlarında açılışlarda okuyup sonra bildiğimizi okuya okuya tükettik. Anlamını değil, coşkusunu verdik gençlere, zayi ettik, ziyan ettik. Şimdi yeni şeyler söylemek zorundayız. Sadece kendi düşünce yapısındaki gençlerle konuşan değil, her fikirden insanla tartışabilen, ona bir şeyler aktarabilirken ondan da bir şeyler öğrenebilen gençler gerek. Sadece kendi inandığı değerleri ve o değerleri besleyen kaynakları okumayan, karşıt görüşleri de en az o görüşleri savunanlar kadar bilen gençler gerek. Ayrılıkçılığı, kavgayı değil uzlaşmayı körükleyecek, gençliğin ferah, dogmalardan uzak berrak zihninin hakkını verebilen gençler gerek.

Haydi geçtim başka ülkelerin tarihlerinden, Türkiye’nin Cumhuriyet öncesi dönemini, Cumhuriyet dönemini ve sonraki doksan küsür yılını okuyan ve bu dönemlerde neler yaşandığını bilen gençler gerek. Daha çok konferansa katılan genç lazım değil bize... Konferanslara, “CV’me bir sertifika daha eklerim” diye değil, yeni bir vizyon, yeni bir ufuk açmak için giden gençler gerek. Daha çok dil bilen genç lazım değil bize... Yeni bir dili, işe girerken kolaylık olsun diye değil, yepyeni bir dilin kültürel hazinesinden eserler okuyabilmek, yepyeni bir coğrafyanın insanlarıyla anlaşabilmek için öğrenen gençler gerek. Okulunu dereceyle bitiren değil; Okuduğu okuldan, çevresinden, hocalarından, akademik hayattan en dolu şekilde beslenmiş, kendisini kültürel açıdan zenginleştirmiş, iz bırakan bir öğrenci olmayı hedefleyen gençler gerek. Son model telefonun bir üst modeli çıktı da en yakın “kankisi” aldığı halde kendisi alamadı diye ağlayan, hüzünlü tweet’ler atan değil, konuştuğundan fazla dinleyen, dinlediğinden fazla düşünen gençler gerek. Daha çok dernekçi, vakıfçı değil; Derneklere “Boş vaktim var, gider takılırım, üç-beş insan tanırım” düşüncesini bırakıp, ülkeme ne katarım, benim gibi parlak gençlerle fikirlerimi nasıl birleştirip aksiyona dönüştürürüm diyen gençler gerek. Ve neredeyse bütün işi-gücü gençler olan, gençlik için yazıp çizen ve sürekli gençlerle içiçe olan biri olarak bütün kalbimle

söylüyorum ki, kızı-erkeği yok bu işin. Herkes, bütün gençler, kızlarerkekler derhal kendine gelmeli. Ezberleri, ezberletilenleri unutup “Ben ne yapıyorum” diye düşünmeli. Dünyaya hangi misyonla geldiğinden artık emin olmalı. Ve unutmamalı! Dünya yaşamak için kötü bir yer, ama bu kötü insanlar yüzünden değil, buna engel olmayan iyi insanlar yüzünden. Yani kötü bir şey yapmamak yetmiyor, iyi bir şeyler yapmak da zorundayız! Firavuna karşı olmak yetmiyor, Musa’nın da yanında olmak zorundayız! Kimse gücenmesin, alınmasın. Biz savaş kazanılsın isteyenlerden değil, savaş kazanılana kadar bütün gücüyle mücadele edenlerden olmak zorundayız. Ve üstelik… Son kalan asker bizmişiz…Ve... Sancak bizim elimizdeymişçesine!

Neşeli dindar kızlar iyi de mutsuz delikanlılar kötü mü? Hatice Kübra

T

20 Temmuz 2015 İnternethaber.com

am 13 yıldır İslamcı gelenekten gelen insanlar yönetiyor bu ülkeyi. Sürekli vesayetle mücadele etmek “insan yetiştirme” düsAğustos’15 • 47


Medya turunu 13 yıldır ihmal etmenin gerekçesi olabilir mi? Bilakis, bu mücadeleler “insan yetiştirmek” için gayret sebebi olmalıydı. Her türlü imkana erişmişken, devletin ve özel sektörün desteği arkaya alınmışken, yasaklardan kurtulmuş rahatlamışken ne yapıldı? Sürekli kavga etmekten, gençleri unuttular. Hatta gençleri kavgalarının aracı haline getirdiler. Kimse de “bu gençler bizim yarınlarımız olacak, bu konuyla ilgili politikalar geliştirelim” demedi. Varsa yoksa belediyelerin düzenlediği konferanslar, seminerler. Ehh, onların da nasıl bağlantılarla, ne gibi hesaplarla yapıldığı ortada. Gerçi onlar da olmasa nasıl “neşeli kızlar”, “mutsuz erkekler” kıyası yapılacaktı değil mi? Sürekli inşa ve ihya sürecinden bahsediliyor. Gençler olmadan neyin ihyası, neyin inşası Allahaşkına? Eğitim sisteminden tutun da medyasına kadar her şeyimiz sapır sapır dökülürken, İslamcı delikanlıların durumu gayet doğal. Ne verildi de ne bekleniyor gençlerden? Bugün İslami kesimin gençlerinin içinde bulunduğu hal, iyisiyle de kötüsüyle de bu kesimin aynasıdır. Bunu dert edinip, kendini görmek isteyen dönüp dönüp aynaya baksın. Bu mesele bizim en önemli ve ivedi meselemizdir. Hay Allah, fazlaca kaptırdım kendimi. Her an atarlı dindar kız ilan edilebilirim. Yazıyı bitireyim de arkadaşlarla seminere falan gideyim. Çünkü neşeli dindar kız olmak bunu gerektirir. 48 • Ağustos’15

Medya

Neşeli değil, kederli dindar kızların hikayesi (1) Fatma Barbarosoğlu

İ

7 Ağustos 2015- Yeni Şafak

nandığımız ve yaratılış gayesine daha çok yaklaştığımızı düşündüğümüz işleri böyle tek kalemde silen kişilerle de biz bir ömür geçirmek istemiyoruz. Yani nitelik ve hayata anlam verme noktasında bizim neslin kızları ve erkekleri arasında makas giderek açılıyor.Günümüz erkekleri kendilerini geliştirmek yerine kızların gelişimini durdurmaya çalışıyorlar. Bir de bu gelişimden ötürü kendimizi kötü hissetmemiz için psikolojik baskı yapıp, bizim yüzümüzden evlenip yuva kuramadıklarını, evlenme yaşının yükseldiğini, çocuk sahibi olunamadığını ifade ediyorlar. Sorumluluğu tamamen kızlara atıyorlar. Kendim de dahil akranlarımın birçoğunun aslında bir ev kızı olarak yetiştirildiğimizi fakat bunun üzerine bir de yüksek öğrenim ve sosyal-kültürel hayat koyduğumuzu düşünüyorum. Bu bize annelerimiz gibi olmayı sağlıyor. Ama akranımız erkekler babalarımız gibi değil. Babalarımız hayata her şartta tutunabilen, ailesinin yükünü hiçbir katkı beklemeksizin yüklenebilen, sadık koca, fedakâr baba rolündeler. Babamızın varlığını hissettiğimiz hiçbir alanda bize korku yoktur.

Ancak bugünün erkeklerinde böyle dağ gibi duruş maalesef yok. Artık sosyal çocukluğun 35 yaşa kadar çıktığı söyleniyor. Yani 35 yaşına kadar erkekler hayata tutunamıyor, bunun için çaba harcamıyor. Sorumluluk almaktan kaçıyorlar. Evlenecekleri kızlardan erkeğe ait olması gereken sorumluluklarının bir kısmını yüklenmesini istiyorlar. Bu da zaten daha erken yaşlarda hayatını kurmuş kızlar için itici ve korkutucu oluyor. Bir diğer sorun ise muhafazakâr erkeklerin ahlaki yaşayış yönünden eylem-söylem tutarsızlığı ki bu da bir Müslüman’dan beklenmeyecek bir durum. Her türlü tecrübeyi kendilerine hak görürken, evlenecekleri kızların tertemiz olmasını talep ediyorlar. Biz de onlara Kur’an’da Hz. Yusuf kıssasının niçin anlatıldığını sorup yolumuzu değiştiriyoruz. Bizim erkeklerden abartılı romantizm, yüksek makam mevki, zenginlik, manken edasında yakışıklılık beklentimiz yok. Dünya ve ahiret saadetini birlikte kovalayabileceğimiz nitelikli, kaliteli birliktelik talebimiz var, bu talepte de haklı olduğumuzu düşünüyorum ki bu kişiler yalnız koca değil yarınları imar edecek çocuklarımızı da yetiştirecek olan babalar.” O.A./Araştırma görevlisi Hukuk Fakültesi Yüksek Lisans Öğrencisi. Mektubu okudunuz. Mektubu yazan kişi kendi özelliklerinin farkında. Cemiyetteki değişimin farkında. İsteklerinin farkında. Aynı şeyi onun kuşağındaki erkekler için söyleyebiliyor muyuz? Konu mühim Pazartesi günü devam edeceğiz inşallah.

Ağustos’15 • 49


Medya

Medya

Son Çıkış ve Diğer Çıkışlar Talha ULUKIR

T

RT’nin son yıllarda ki yapımlarında gerek tarihi gerekse milli duyguları besleyen, bu konularda motivasyon sağlayan yapımlar dikkat çekiyordu. Bunların yanına toplumumuzun en büyük yaralarından birine dokunan bir dizi daha eklendi, Son Çıkış. Peki bu Son Çıkış nedir, ne anlatır? Toplumumuzun en büyük yaralarından biri dediğimizde tahmin edilebileceği gibi uyuşturucu konusuna eğilen bir dizi izliyoruz. Hem de basit bir çalışmanın ürünü değil bu dizi, toplumsal bir arkaplanı olan ve akademik çalışmalara dayanan bir yapısı var. Konsept Danışmalığını yapan Ömer Miraç Yaman, yayınlanan ‘Apaçi Gençlik’ kitabında bu alanda gerek

50 • Ağustos’15

sahada gerekse akademik düzlemde yaptığı çalışmalarla önemli bir noktaya değinmişti ve bu alanda büyük bir boşluğu doldurmaya çalışmıştı. Bu ismin danışman kadrosunda bulunmasında olayların gerçekliği ve senaryonun ilerleyişindeki –kötü yöndeki- sapmaları önlemek açısından önemli bir durum. Estet Film-Ömer Kalli’nin yapımcılığını, Ayhan Özen’in yönetmenliğini, Fatih Özcan ve Ekin Pandır’ın senaristliğini, Ender Gündüzlü ve Metin Arıgül’ün müziklerini üstlendiği dizi TRT 1’deki ilk bölümüyle sosyal medyada önemli bir yankı oluşturmuştu. Kenan, üç yıl sonra cezaevinden yeni umutlar ve yeni bir hayat arzusu ile çıkar. En yakın arkadaşı Cesur ve sevdiği Zeynep, kendisini beklemek-

tedir. Mahallesine, evine dönen Kenan, bir daha yanlış yollardan gitmek istememektedir. Bedelini ağır ödemiştir yaptığı hataların... Kenan cezaevindeyken Cesur, birlikte açtıkları oto galeri işini büyütmüş, uyuşturucu işinde ilerlemiştir. Kenan’ı tekrar işi birlikte yapmaya davet eder ama Kenan reddeder. Kenan artık temiz, sade ve suçtan uzak bir hayat istemektedir. Zeynep ile bir gelecek hayali kurmaktadır. Fakat Zeynep, kendisine karşı uzak durmakta ısrarcıdır. Kenan, Zeynep’in kendisinden sakladığı bir şeyler olduğunu hisseder. Cevapları Cesur’da arar. Cesur, Kenan’ın sorularını cevapsız bırakır. Çünkü Zeynep’in sakladığı sır aynı zamanda Cesur’un da sırrıdır. Kenan ise Zeynep’in kendisine neden uzak durduğunun cevabını öğrenmek için sırrın peşine düşer. Bu karakterlerin yanında bir de mahallenin yeni jenerayonunu görürüz, onlar da bu kirli dünyayı yeni tanıma eşiğindedir hatta tanışanlar bile olmuştur. Hayallerine giden yolda –yaşantıları gereği- bolca umutsuzluğa kapılan, yalnız ve çaresiz kalan bu gençlerin Son Çıkış’ı kaçırıp kaçıramayacağını izliyeceğiz gibi duruyor ilerleyen bölümlerde. Bu çıkışı kaçırmamaları için hayatlarına yeni dahil olan insanlar var fakat ortada içine düşmeye başladıkları bir çukur da var, bakalım kim kurtulabilecek kimi kurtarabilecekler. Paralel bir kurgu ile karşı karşıyız dizi boyunca, bölümün başında aslında sonunu da görüyoruz ve fitil iki taraftan da eşit miktarda yanarak ortada buluşuyor. Bu buluşma noktası da bizim tüm olayları öğrendiğimiz an

oluyor. Kenan ve Cesur arasındaki durumları, Zeynep ve annesinin durumunu, gençlerin durumunu bölümün ortasında öğreniyoruz artık iyice. Hatta mahalle ile o kadar hemhal oluyoruz ki, bu biraz rahatsız edici boyuta ulaşıyor. İlerleyen gelişen olaylar var fakat bunlar seyircinin idrakinden daha yavaş gidiyor, hal böyle olunca dizinin temposu izleyici işin düşük kalıyor ve bazı kopma ihtimalleri doğuruyor. Bunun önümüzdeki bölümlerde düzeltilmesi dizinin geleceği için elzem bir mesele. Ayrıca dizin ortasında çözdüğümüz olaylardan sonra yine 1 saate yakın süre boyunca ‘çözdüğümüz’ meselelere tanık oluyoruz, bu durum da izleyicinin kopmasına neden olabilecek bir unsur, paralel kurgu güzel bir yöntem fakat bunun oluşturacağı ters durumları gözetip o konuda çözümler üretilmesi şart dizinin geleceği için. Dizinin büyük bir reyting kaygısı olmadığını anlamak pek zor değil, -zorlama bir aşk hikayesi dışında- çok fazla entrikalara boğulmaması dizinin maksadının daha farklı olduğunu gösteriyor bize. Bu farklı maksat ise ortaya bir ‘kamu spotu’ koymaktan farklı olunca daha da izlenesi bir şey çıkıyor ortaya. Kurguda olduğu gibi görüntü alanında da zevk veren şeylerle karşılaşıyoruz, bu genelde dizilerin ilk bölümünde sıkça olan bir şeydir fakar bir süre sonra gerek bölüm yetiştirme telaşından olsun gerek sene boyunca çalışmanın yorgunluğundan olsun bir süre sonra gözardı edilen şeyler oluyor. Umarım ki bu dizi de böyle bir hataya düşmez, ilk böAğustos’15 • 51


Medya

Etkinlik

gösterildiği yapımlar insanları bu hayata özendirmekten başka bir şeye yaramıyor çünkü yine bahsettiğim gibi bu kesim bilümüyle yükselttiği beklentiyi devam eden bölümlerde de sürdürüp küllliyen güzel bir işe imza atar. Sonuca erdirecek olursak, Son Çıkış ilk bölümüyle fazlasıyla umut veren bir yapım. Reyting uğruna kurban gitmezse –ki TRT için böyle bir şeyin olacağını sanmıyorum- ve yine bu neden uğruna diğer dizilerde gördüğümüz saçma entrikalara hapsolmazsa orjinal bir iş ortaya koyar. Bahsettiğim diğer hatalar da önümüzdeki süreç gözönüne alınınca çözülmeyecek meseleler değil, bunların çözümü de gerçekleşirse insanların her hafta izlemek için merakla bekleyeceği bir yapım olur.

Son Çıkış’tan Çıkamayanlar Günümüzdeki dizilerde -herkesin malumu olacağı üzere- gerçekten sadece çok az insanın yaşadığı hayatlara şahit oluyoruz. Bu tarz yapımlar insanlara o şekilde bir hayat yaşama güdüsünü aşılıyor, iyisiyle kötüsüyle. İyisiyle kötüsüyle diyorsak da lafın gelişi, daha çok iyisi gösterilirken işin realitisindeki kötülük saklanıyor. -İyi ve kötü diye ayrım yaparken referansın ne olduğu sorgulanabilir pek tabi, bu her insanın kendisine vereceği cevaplara bağlı daha çok.Özellikle yaz dizileriyle birlikte şahit olduğumuz bu şöhret dolu hayatlar ve bunların 52 • Ağustos’15

lindiği gibi çok küçük bir kesim. Peki bu hayata ulaşamayan insanlar ne yapıyor? Asıl bakmamız gereken yer burası. Son Çıkış’ta gördüğümüz gençler bu dizilerde karşılaştığı hayatı yaşayamazlarsa ne yaparlar ya da neler yapıyorlar? Tek hayali şöhret dünyasında gördüğü bir futbolcu gibi olmak olan Rıdvan bu hayalinde ufak bir engele takılınca neler yapıyor, bu yaptıkları ne sonuçlar doğuruyor? Diziyi izleyenler bunun cevabını çok kolay verebilir, izlemeyenler içinse tahmini hiç zor olmasa gerek. Sadece bu ‘ghetto’larda yaşayan, bir şekilde bu kirli dünyaya bulaşan insanlar değil; mütedeyyin diye tabir edebileceğimiz bir aile yapısına sahip olan gençler neler yapıyor? O yola giden her şeyi mübah görüp, bu minvalde işler yapmıyorlar mı? Kariyer takıntısı

Genç Öncüler Sarısu Kampında Buluştu!

A

raştırma ve Kültür vakfı İzmit şubesinin İzmit belediyesi katkılarıyla 4. sü’nü düzenlediği kandıra Sarısu gençlik kampı 27 – 31 Temmuz tarihleri arasında Bulgaristan, Romanya, Isparta, Artvin, İstanbul ve Kocaeli’nden gelen kardeşlerimizin yoğun katılımıyla gerçekleşti. Uzak şehirlerden ve yurtdışından gelen kardeşlerimizin birbirleri arasındaki sıcaklık ve samimiyet bağlarının geliştiği kampın amacına uygun bir biçimde tamamlanması tüm katılımcıları memnun etti. Kampın 1. Günü yerleşme ve tanımayla başlamış olup geçen senelere nazaran etkinliklerin yoğun geçeceği ilk günden kendini belli etmişti. Başta yüzme, futbol, voleybol, kano, masatenisi, güreş, bilgi yarışması ve daha birçok etkinliğin yapıldığı kampta takımların birbirleriyle arasındaki yarışmaları görülmeye değerdi. Etkinliklerin yanı sıra kampın temel hedef ve amaçları arasında olan namaz bilinci cemaat hâlinde kılınan namazlarla, derslerle ve yapılan genel konferanslarla anlatıldı. Prof.Dr. Burhanettin CAN’ın yaptığı Türkiye’deki gençliğin sorunları adlı konferans gençler arasında ilgi ile izlendi. Diğer yaptığımız genel konferansımıza Abdullah YILDIZ hocamız “namaz bilincini” anlatmış ve gençleri bu hususta verdiği can alıcı örneklerle bilinçlendirildi. Sonuç itibari ile kampın temel hedef ve amaçlarına ulaştığı gelen eleştirilerle desteklendi. Daha verimli ve güzel kamp yapmak ve yeniden buluşmak temennisiyle son buldu.

dediğimiz hastalık bizlere nasıl bulaşıyor? İzlediklerimizden ve gördüklerimizden bulaşıyor tabi ki. Bizlere bu zehri aşılayan yapımlar zihin dünyamızı bulandırarak aslında büyük bir toplumsal yönlerdimeye neden oluyor. Netice olarak; bizi lüks hayata teşvik eden diziler orada yaşanan kirli olayları gösterdiği ölçüde kirli, ulaşmanın zorluğu ölçüsünde tehlikeli yollar içeriyor. Ağustos’15 • 53


Etkinlik

Etkinlik

Genç Öncüler izmit Aytepe Doga Kampında Bulustu! 5-10 Ağustos tarihleri arasında Genç Öncüler İzmit ekibi Kocaeli’nin eşssiz doğası ile meşhur Aytepe Yaylasında geleneksel DOĞA kampında buluştular. Şehrin beton yığınlarının arasından çıktılar, rabbimizin nimetlerini hatırladılar, alınlar secdeye gitti ve gecenin karanlığında yıldızlara bakarak engin bir tefekkür imkanı yakaladılar. 1200 metre rakımlı Samanlı Dağlarının içinde 50 dönümlük bir araziye kurulmuş Kocaeli Büyükşehir Belediyesinin harika bir tesisinde doya doya eğlencenin tadı çıkarttılar. Şehre nem ve sıcaklık çökmüşken, gençler doğanın serinliğinde sessizliğin ve esintinin keyfini sürdüler.

54 • Ağustos’15

Boylara bölünen gençler KAYI ve OĞUZ boylarına bölünerek obalarını kurdular. Paintball, bisiklet, okçuluk, trekking, futbol ve voleybol gibi spor dallarında düzenlenen organizasyonlarda kıyasıya yarıştılar. Namazlar düzenli bir şekilde ihya edildi. Nöbetçiler nöbet saatlerine sadık kalarak sorumlu olmanın keyfine ulaştılar. Umran Medeniyetinin oluşması yolunda güzel bir merhale olan bu tür kamplarda tekrar buluşmak dileğiyle birbirlerinden ayrıldılar. Teşekkürler KOCAELİ BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ. Teşekkürler GENÇ ÖNCÜLER.

Genç Öncüler Bayramoğlu’nda Buluştu! 21-25 Temmuz tarihleri arasından Türkiye’nin dört bir yanından gelen Genç Öncüler Darıca Bayramoğlu Basın İlan Kurumu Tatil Köyü tesislerinde buluştular. Geçmişin muhasebesini, geleceğin inşasını konuştular. Umran Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Şemseddin Özdemir “Kur’an’a yaklaşım tarzları” ve “Müminlerin Özellikleri”, Vahap Yaman “Umran Kültür Medeniyet Hareketi ve idealimiz” Prof. Dr. Burhanettin Can “Değişen Dengeler Bağlamında Türkiye’nin Stratejik Önemi”, “Mücadele Bilinci ve Sosyal Sorumluluk” konularında sunumlarını gerçekleştirdiler.

Programda ayrıca iki önemli çalıştay gerçekleştirildi. “Gençliğin Gözüyle Gençliğin Sorunları” ve “Gençliğin İletişim Dili” konularında Genç Öncüler beş günlük kamp sürecinde beyin fırtınası yaptılar ve son iki gece çalıştay sunumlarını gerçekleştirdiler. Çalıştay değerlendirmelerini Prof. Dr. Burhanettin Can moderatörlüğünde gerçekleştiren Genç Öncüler kamptan memnuniyetlerini bildirdiler. Kampla ilgili son değerlendirmelerin toplanmasının ardından bir başka kampta buluşmak duasıyla vedalaştılar.

Ağustos’15 • 55


iNTiFADA

Şiir

56 • Ağustos’15

Sen! Gözyaşını silerek devrilmeye Vurulup,kanlar içinde dönmeye Sevdiğini ve sevdiklerini terketmeye Benimle birlikte olmaya hazır mısın ? Kanlar içinde boğuşup dövüşmeye Kanayan yaranı,karlarla dağlamaya Olmaz olsun bütün emperyalizm demeye Benimle birlikte olmaya hazır mısın ? Ey Sen! Gecelerini uykusuz sabah Gündüzlerini gecesiz gün Halk içinde Hakk için,sabahsız uykuya yatmaya Benimle birlikte olmaya hazır mısın ?

Selami YURDAN


Kamp İçeriği: Sohbetler, Havuz, Deniz, Turnuvalar, Sabah Yürüyüşü, Şehitlik Gezisi

Yer: Çanakkale Lapseki Suluca Tatil Köyü

6-12 Eylül 2015 Ücret: 200 tl

Son Kayıt: 25 Ağustos

İrtibat Tel: 0 539 244 65 62

Program Erkek Kardeşlerimize Yöneliktir.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.