Adnan Binyazar .. ATATURK ANLATIYOR
~
..
'/il~ /~7 Resim/eye . ı
.
n. Musta'
/
ıa Detioğıu
~
~ ~
.....~ . .,
Adnan Binyazar ..
ATATURK ANLATIYOR Resimleyen: Mustafa
DelioÄ&#x;lu
Editör. ı:arul<. ouman .. ·· ·ıpel<. c.oran '(ayın l(oordinat oru: 'I Qüze\ti: Nurten Sönmezcan
l(apal<. 11e iç \asarım·. Gözde Bitir
\asarım Uygulama·. Gü\dal '(urtoğlu 1. Basım: 201 o 14. Basım : 4000 adet, Ağustos 2015 ISBN 978-975-07-1115-2 © Can Sanat Yayınları A.Ş. , 2010
Tüm hakları saklıdır. Tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında yayıncının yazılı olmaksızın
hiçbir yolla
Can Sa nat Yayın/arı Yapım H
.
ayrıye Caddesi N cancocuk.com
Kapak Baskı: Azra Matbaası; Sertifika No: 27857 No: 3/2 Topkapı , Zeytinburnu, İstanbul
Kazım Dinçol San. Sitesi
No: 81 /39 Topkapı , İstanbul
Dagıtım
r
ıc. ve San. A.Ş
~~ ~~~3; Galatasaray, İstanbul 59 89 Faks: 252
cancocuk@
Adres: Litros Yolu 2. Matbaacılar Sitesi D Blok Kat: 3 iç Baskı ve Cilt: Arı Matbaası
-
çoğaltılamaz .
o: 31730
Telefon: (0212) 252 5:
Adres: Davutpaşa Cad. Ernintaş
ve
Yayıncı Sertifika N
izni
cancocuk.com
.
72 33
Adnan Binyazar 1934'te Yazarın yayınevimizden çıkan diğer kitapları:
ON BEŞ lÜRK MASALI KAÇIŞ
G Ü NIŞ I G I N A YOLCULUK 1 VARIŞ
GÜNIŞIGINA YOLCULUK 2
OKUL YILLARI GÜN I ŞIGINA YOLCULUK 3
Diyarbakır'da doğdu.
Enstitüsü'nü bitirdi. Gazi
Dicle Köy
Eğitim
Enstitüsü
Edebiyat Bölümü'nde okudu. İlköğretmen Okulu'ndan üniversiteye,
değişik
öğretmenliği yaptı.
edebiyat
okullarda
Berlin'de, ders
kitapları
yazma projelerinde çalıştı. Cumhuriyet gazetesinde "Ayna" ve "Pazar Yazıları" köşelerinde
me ve
denemeleri
eleştirilerini
yayımlanıyor.
Dene-
Toplum ve Edebiyat,
Ağıt
Toplumu, Ozanlar Yazarlar Kitaplar, Ayna, Duyguların Anakarası, Edebiyatın
adlı kitaplarında topladı. kitapları
Dar Yolu
Halk
yazını
ile ilgili
ise Dede Korkut, Kan
Turalı,
Halk
Anlatılan,
On Beş Türk Masalı, Elif ile Mah-
mut, Kerem ile Yitiren Dev
Aslı adlarını taşıyor. Masalını
adlı romanını
Kemal Roman
2000'de, Orhan
Armağanı'na değer
bulunan
Ölümün Gölgesi Yok'u 2004'te, öykü kitapları Şairin
2009'da
Kedisi'ni 2005'te, Şah Mahmet'i
yay ımladı.
Bırakmamalı
Sevgi
Son
kitabı Ardında
kitapçılarda.
Leke
ATATÜRK ANLATIYOR İçindekiler ÇOCUKLUK YILLARI Okula Başlayış, 15 Dayımın Çiftliği, 22 OKUL YILLARI "Senin de Adın Mustafa, Benim de ... ", 35 Harp Okulu'na Giriş, 45 Harp Okulu'nda, 51 ASKERLİK YILLARI
Harp Akademisi'nde, 61 Ordu Saflarında, 67 ANAFARTALAR KAHRAMAN! Conkbayırı Siperlerinde, 75 Bu Topraklar İçin ... , 83 SAMSUN YOLUNDA İstanbul'da Görüşmeler, 91
Üçüncü Ordu Müfettişi, 98 ANADOLU YOLLARINDA Genel Durum ve Görünüm, 117
ÖRGÜTLENME Umut Işıkları, 125 Amasya'dan Erzurum'a, 130 Erzurum'da, 140 Erzurum'dan Sivas'a, 147 ANKARA Ankara'da İlk Günler, 155 Büyük Millet Meclisi, 162 KURTULUŞ SAVAŞ!
YILLARI ·Cepheden Cepheye, 171 Ordular! İlk Hedefiniz Akdeniz'dir, İleri! .. , 179 CUMHURİYET
Cumhuriyet'in İlanı, 193 Çağdaşlaşma, 202 HAYATA VEDA ... Penceresi
Sonsuzluğa Açılan
Oda, 219
Atatürk'ü "kendine özgü bir yaşam ve kişiliği"yle devrim tarihimizde anıtlaştıran
Prof. Dr.
Şerafettin
Turan'a ...
Sunu
Bu
dönüm noktası sayılabilecek olayları çocukların yalın bir dille okuyup kavramalarını sağlamak amacıyla hazırladım . Gençlerin, "Ya bağımsızlık, ya ölümT" diye yola çıkıp, özgür, laik, çağdaş, demokratik Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Atatürk'ü gerçek yönleriyle kavraması gerekir. Çünkü Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti'ni gençlere emanet etmiştir. Atatürk'ün dilinden aktarılan bu anlatıda, belleğin zaman tüneline girip gerçekler ışığında bir yolculuğa çıkacağız. Bu uzun yolun duraklarında mola verip kimi konuları tanıklarından dinleyeceğiz . Olayları izlerken yer yer duygusal anlar yaşayacaksınız . Atatürk, Türkiye'yi kurtarma yolları ararken, onun önünü kesmeye kalkan nice kişinin akıl almaz tuzaklarıyla karşılaşmıştır. Olayları izlerken onları da kitabı,
tanıyacaksınız.
Atatürk'ün
yaşamında
Kitapta, çocukluğundan ölümüne değin olayların anlatıcısı Atatürk'tür. Kimi yerlerde onun yakınları da araya girdi. Atatürk, güzel Türkçemizi yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmıştır. Ama onun o zamanın diliyle yazdıklarını anlamak kolay değildir. Bundan dolayı, Atatürk'ten alıntıları aktarırken dilini yalınlaştırmak gereğini duydum. Böyle bir kitap oluşturma düşüncesi, sevgili dostum Samiye Öz'den doğdu. Kitabı yazarken, onun bilinçli coşkusunu her an içimde duydum . Öz'e teşek kür borçluyum. Kitabı hazırlarken, duraksadığım her konuda Prof. Dr. Şerafettin Turan'ın Mustafa Kemal Atatürk: Kendine Özgü Bir Yaşam ve Kişilik adlı kitabı bana kılavuz oldu . Sayın Turan'a yürekten teşekkürlerimi sunuyorum. Erol Mütercimler'in Fikrimizin Rehberi Gazi M. Kemal adlı kitabı özellikle kaynak yönünden çalış mamı geniş ölçüde besleyip yönlendirdi. Sayın Mü. tercimler'e de aynı duygularla teşekkür ederim. Değerli dostum, araştırmacı Orhan Karaveli, kimi · kaynakları görmemde yardımlarını benden esirgemedi. Sağ olsun. Adnan Binyazar
"
1
. ..............................
~·~ · ·~'--~~~~~-~-----
l
~
c)l; Ã&#x2021;OCUKLUK YILLARI
~CJ ~
Okula .Başlayış
Annem Zübeyde Hanım, Babam Ali Rıza Bey'dir. Rumeli'den Anadolu'ya göçen bir Türkmen çocuğu olan annem, Selanik yakınlarındaki Langaza'da bir toprak sahibinin kızıdır. Beni Selanik'teki pembe boyalı bir evde, dediğine göre 1881 yılının kış ortaların da dünyaya getirmiş. Arka arkaya üç çocuklarını yitiren annemle babam, ben doğunca çok sevinmişler. Hısımı akrabayı bir araya toplayıp bana ad aramışlar. Babam önerilen adlardan hiçbirini beğenmemiş, so:.. · nunda, "Oğlumun adı Mustafa olsun," demiş. Bir yandan sevinç gözyaşlarını silerken bana neden Mustafa adını koyduğunu da açıklamış: "Küçük kardeşimin adı Mustafa idi. Salıncağını sallarken düştü, bir süre sonra da öldü. Onu · anımsayınca, ölümüne yol açtığımı düşünerek içim sızlar. Oğluma Mustafa diyelim de, kardeşimin af\ısı oğlumda yaşa15 .. .. ... .. ..
.. ... .....
~--~-~~-~~~~~.-~~~~~
-~· .•~.~~~-~~----'
6: ::ı
"'Ol ::ı
~~
~
sın," demiş. Doğum armağanı
olarak da, bir yerde sakladığı kılıcını getirip anneme vermiş, annem de
-c~ kılıcı almış, kundağımın başucuna koymuş. ::rı
:;:
odadakileri de duygulandırmış, el kaldırıp dua etmişler. Büyüklerden biri, ~ "Ömrün uzun olsun, yüzümüzü ak edesin Mustafa ... Mustafa... Mustafa ... " diye adımı kulağıma üç kez seslenmiş . .Ad da konunca babam sevinçten ne yapacağını bilememiş, annem rahat etsin diye bana bakıcılar, anneme yardımcılar almış. Babamın
açıklaması
z ~
Babam Ali Rıza Efendi, Gümrük Muhafaza memuru idi. Ben doğduktan sonra bu görevinden ayrılıp kereste ticareti yapmaya başlamış. Benim doğduğum yıllarda, doğulan gün, ay pek belirtilmiyormuş . Mevsim baharsa "gül ayı", yaz ise "ekin biçilende", kış ise "zemheri soğuğunda", sonbaharsa "güz" demek yetiyormuş . Yine de okuma yazması olanların, çocuklarının doğum gününü, yılını Kuran'ın arka sayfalarına yazdıkları oluyormuş. Babam benim doğumumu da yazmış. Ama adımı yazdığı Kuran, annemin anlattığına göre, büyük olasılıkla bir taşınma sırasında kaybolmuş. Sonradan, Türkiye'nin Kurtuluş Savaşı'na girişinin başlangıcı sayılan 19 Mayıs günü benim doğum günüm kabul edilmiştir.
16
a:
§?
~
Çocukluk dönemimde ilk ~ anımsadığım olay, hangi okula başlayacağımla ilgili- ,§ dir. Okul seçimi konusunda annemle babam arasında ~ :;; tartışma yaratan bir görüş ayrılığı vardı. Annem ilahi~ >c: ler okunarak, Mahalle Mektebi'ne başlamamı istiyor- ~ "' du. Babam ise, o sıralarda açılan ve eğitimde çağdaş ~ yöntemlerin uygulandığı şemsi Efendi'nin okuluna devam etmemden yana idi. Sonunda babam bir uyuşma noktası buldu . Annemin gönlü olsun diye önce alışılmış törenle Mahalle Mektebi'ne başladım . Birkaç gün sonra da oradan çıktım. Babam, kaydımı Şemsi Efendi'nin okuluna Okul
yaşım gelmişti.
~
yaptırdı.
Sizlere ilginç geleceğini sandığım mahalle okuluna başlama töreninden kısaca söz etmek istiyorum. Yeni giysiler giydirilmiş çocukların boynuna, içinde Abece, 1 Kuran ve dinsel bilgiler içeren "Amme Cüzü" diye bir kitap bulunan sırmalı bir çanta takı lırdı. Okula başlayacak çocuk, evinde hazır bekler, başlarında
sarıklı
hocaların
bulunduğu
öğrenciler
halinde onun evinin önüne gelirler. sıranın en önüne geçirilir, topluluk okula
ikişerli sıralar
Yeni öğrenci yönelirdi. Okula başlama törenine öğrencinin babasıyla birlikte aile büyükleri de katılırdı. Çocuğun annesiyle 1
O dönemdeki adı Elifba.
17
6: ::ı
Ol ::ı
IJl
~·
bir araya gelen kadınlar, töreni pencereden izlerler~ di. Allah zihin açıklığı versin diye kafileyi dualarla, okuyup üfleyerek uğUrlarlardı. Bu sırada kadın l arın C• JJ gözyaşlarım tutamadığı görülürdü . :P z" Topluluk, önceden belletilen ilahileri söyleyerek ~ ~ okula doğru ilerler, sokaklarda iki taraflı toplanan JJ halk dualar eder, onları okuyup üfleyerek uğurlardı. Okula varılınca çocuklar yerlerini alırken, yeni öğrenci, sarıklı hocanın karşısına geçer. Hoca, Arap harfli alfabeyi önündeki rahlede açar. Parmağıyla gösterdiği harfleri önce kendi seslendirip öğrenciye yinelettirir. Bu çalışmadan sonra törenin de sonuna gelinmiş olurdu. N
s
Ben de okula aynı törenle uğurlandım . Okula gidişimin sabahı annem bana beyaz bir elbise giydirdi, başıma türbana benzer bir sarık sardı. Elimde yaldızlı bir dal tutuyordum. Arkasında bütün öğrencilerin izlediği hoca-öğretmenimiz 1 , yeşillerle
donatılmış kapımızın
önüne geldi.
o
sırada
bir dua okundu. Parmak uçlarımı göğsüme koyup oradan alnıma götürdüm; annemle babamın önünde eğildim, onların ellerini öptüm. Caminin yanındaki okula gitmek üzere ben ve arkadaşlarım sevinç çığlıkları atarak kentin dolambaçlı 1 O dönemde öğretmenlik görevini cami hocaları yapıyordu . Mahalle Mektepleri de zaten camilerin bitişiğindeydi.
18
·--~ ~-·-- -- ~ -.
-
•••..• ce
)>
.
c.
::> ::> OJ
~N
~
~
c :D ~
z
S
sokaklarını
geçtik. Duaların okunmasının ardından öğretmen beni elimden tuttu, içinde gün boyu Kuran ayetlerinin öğretildiği, tavanı bel vermiş, çıplak bir salona götürdü. Hocanın söylediğini birkaç kez tekrarladım.
o=< :D
üzerine, Mahalle Mektebi'nden birkaç gün sonra ayrılıp, hiçbir törene gerek duyulmadan başladığım Şemsi Efendi Okulu'nu çok sevmiştim. Her gün yeni konularla karşılaşıyor, bilgimi artırmak için ölesiye çalışıyordum. Yalnız bu okula giderken giydirilen şalvar üzerine sardırdıkları kuşak beni sinirden deli ediyordu. Ne zaman ki Askeri Rüştiye'ye girip okulun resmi üniformasını giydim, yeni bir benlik kazanmış gibi oldum. Üniformayı giyince kendime güvenim artmıştı. On beş-on altı yaşlarındaydım. Baskıcı öğret menlerin tutumları beni rahatsız etmeye başlamıştı. Bir gün, orada unutmayacağım bir olay yaşadım. o günkü okul koşullarını yansıttığı için, hiçbir öğren cinin yaşamasını istemediğim bu olayı size anlatmaBabamın isteği
lıyım:
Güzel yazı yazma öğretmenimizin adı Çopur Hafız Emin Efendi idi. Aksi, öğrenciyi pek sevmeyen, dediğim dedik bir öğretmendi. Bizi yerlerde oturtuyor, yazıyı defteri dizimize koydurarak yazdırıyordu. Bu yüzden onu kimse sevmiyordu. Bir gün, dizlerim acı20
a:
~
dığı
için
ayağa kalktım.
"Otur yerine!" dedi. "Dizlerim acıyor, oturamıyorum," dedim. Tekrar, "Oturr" diye bağırarak beni azarladı. Onun bu sert tutumuna fazla dayanamayıp, "Oturmuyorum işte!" dedim. "Bana isyan mı ediyorsun?" diye sordu. Sinirden .ne yapacağımı şaşırmıştım. "Evet, isyan ediyorum!" Öbür arkadaşlarım da bana katılarak, "Biz de isyan ediyoruz!" dediler. Öğrencilerin direnmesi karşısında, öğretmen işi uzatmadı. Böylece anlaşmazlık tatlıya bağlandı. Okul yıllarında zaman zaman yaşadığım bu tür olayları hiç unutamadı.
~ ~ ~
,§ ~
~ (ij
~
c>-
~
"'
~
21
Dayımın Çiftliği
Yedi daş
yaşındaydım.
o günün koşullarına göre çağ
eğitim
yöntemlerinin uygulandığı, yeniliklere açık Şemsi Efendi Okulu'na kısa sürede ısınmıştım. Her şey yolunda giderken babamın ani ölümü bizi her yönden sarsınca okulu bırakmak zorunda kaldım. O zamanlar dışarıda yalnız erkekler çalışıyordu. Kadınlar ise ev işleriyle uğraşıyorlardı. Babam ölünce ailemiz geçim sıkıntısına girdi. Selanik yakınların daki Langaza'da Lapka çiftliğinin kahyalığını yapan dayım Hüseyin Ağa, bizi ailece çalıştığı çiftliğe götürdü. Kız kardeşim Makbule'nin belleğinde kalanlarla benimkileri bir araya getirip, çocukluğumun geçtiği bu güzel çiftlikte neler yaşadığımızı anlatmalıyım ... Babamın
22
ölümüyle, bizi ayakta tutan en güçlü
a:
§? desteğimizi yitirmiştik.
Ailemiz bir boşluğa düşmüş gibi oldu. Evin tek erkeği bendim. İleride beni ne gibi sorumlulukların beklediğini az çok düşünebiliyordum. Ama geçirdiğim ruhsal bunalımı anneme de kardeşlerime de belli etmemeye çalışıyordum. Bu da içimde kötümser bir hava yaratıyor, gittikçe içime kapanıyordum. O dar günlerimizde dayım Hızır gibi yetişip bize kanat gerdi. İnsan darlık içinde de olsa, daha kötüyü düşünerek mutlu olmanın bir yolunu buluyor. Okuldan ayrılmıştım; ama hiç değilse başı mızı sokacak bir yuvamız vardı.. . Çiftlikte günlerimiz keçiler, koyunlar, tavuklar, inekler arasında geçiyordu . Bizlerden küçük kardeşim Naciye, annemin yanından ayrılmıyordu. Ben de, Naciye' den büyük kız kardeşim Makbule'yi yanımdan ayırmıyordum . Çocuklar, gittikleri yere tez alışıyor; Makbule'yle ben de çiftlik hayatına her gün biraz daha ısınıyorduk . Doğayı çok seviyordum. Kuşların ötüşü, hafif esintide bile hışırdayan yapraklar beni mutlu ediyordu. Ağzımı esen yele verip temiz havayı solumak içimi ferahlatıyordu. Bana bakıp Makbule de
~ ~ ~
,§ ~
~ (;;
:;ı ,., c:
~
"'
~
aynı şeyi yapıyordu.
Böyle böyle, geçiyordu günler... Büyük, küçük, çiftlikte herkesin yapabileceği türden işler vardır. Bir işe yarama duygusu hoşuma gidiyordu. Kadın, erkek, çocuk; ailede her yaştaki kişiler işbölümü yaparak uyum içinde yaşıyorduk . Bakıyor-
23 J
i5'. ::ı
"' ::ı
o:ı
~·
dum, benden dört yaş küçük kız kardeşim Makbule bile, namaz vakti, annemin seccadesini bulup minicik ~ ~ elleriyle yere seriyordu. C< ; Ben evin içinde kalmak istemiyordum. Makbuz ~ le 'yle birlikte canımızı dışarılara atıyor, çiftliğin her ~ yanını dolaşıyorduk. Her adımda ilgimizi çeken bir şey çıkıyordu karşımıza. Bizi uzaktan uzağa izleyen dayım bir gün yanımıza geldi. "Bakın çocuklar," dedi, "kargalar böyle kona kalka, bir gün baklaların kökünü kurutacak. O ki akşama değin buralarda dolaşıyorsunuz, ağaçların gölgesine oturun, baklalara dadanan kargaları kovun; yapar mısınız?" İkimiz birden, "Tabii yaparız, bunda ne var kir" dedik. Dayım gülerek yanaklarımızı okşadı, biz de o günden sonra bakla tarlasının karga kovucusu olduk. Artık her sabah, kargalar tarlaya üşüşmeden, Makbule'yi elinden tutuyor, bekçilik yaptığımız tarlaya gidiyorduk. Bütün işimiz, akşama değin, karga akını başlayınca yerimizden fırlayıp onları kovmaktı ... insanın bir işinin olması ne güzeldir Bir süre sonra kargaları kovmak mutluluk kaynağımız olmuştu. Kargaların, yerimizden kıpırdadığımızı görüp havada yön değiştirmeleri bizi gülmekten bayıltıyordu. Doğa, insana her şeyi yaşatarak öğretiyordu , ilk günlerde saldırgan kargaların ciyaklamasından kor~
:xı
:xı
24
--.~..-.-.---.
··~~~~~~.cc · ·~
,_,_ -'-'·'·'·'-'-' ' ' ·'· '-
,,, _,
1
, _ ,_,,ı _ ı.u.•.• - •
111
:» c. :::ı
"'CD :::ı
~-
kan Makbule sonradan onların şamatasına aldırmaz !!? olmuştu. Tavukları kümese sokmak, küçükbaş hayE vanları otlatmak, çeşmeden su taşımak gibi küçük c ::JJ ;; işleri de biz yapıyorduk. Doğrusu, yaptığımız her iş z ~ bizi mutlu kılıyordu. Kimi zaman işe öylesine dalıyor =< ~ duk ki, güneşin batıp karanlık çöktüğünü, annemin, "Haydi, gün battı, yerler mühürlendi, sofrada yemek soğuyor, çabuk geliri!" sesinden anlıyorduk. N
Çiftlikte
doğayla baş başa kalıyor,
hoşlanıyordum.
bundan da çok
Kimi zaman başımı alıp yakınımız daki çayırlığa gidiyordum. Çayırlara uzanıp olmadık hayaller kuruyordum . Hayal kurmak hem düşündürü yor, hem içimi açıyordu. Okulda da başka çocuklarla bir araya gelmez, kendimle baş başa kalmak isterdim. Oyunlara pek ilgi duymazdım. Çiftlik yaşamı, yalnız lığın ne demek olduğunu öğretmişti bana. Kendime yetiyor, içimdeki sorunları da çözebiliyordum. Gitme, etme deseler de kimi geceler bahçedeki yeşil otlara uzanıp gökyüzünde yıldızlara bakıyor dum . Baktıkça, yıldızlardan her birinin sevdiğim birine benzediğini görüyordum. Geç saatlere değin onlarla konuştuğumu anımsarım. Sonunda bakardım, yıldız yine yıldız ... Yıldızlar da yanıltıcıydı. Kimi zaman insan gibi görünürlerdi gözüme, kimi zaman bir hayvanı andırırlardı. Sanırdım ki, gök de bir çiftliktir, orada da insanlar, hayvanlar, bitkiler vardır. 26
er:
o
>Başka şeyler
de görürüm diye uzaklara, daha uzakla-
~ ~
~
ra
bakardım.
er:
'::::>
Bir gece öyle dalmıştım ki, babamın gökten bana ~ ~ baktığını gördüm. "Babam yıldız olmuş! Onu yıldız"'>-c !arın arasında gördüm!" diye telaşla kapıdan girince, ~ "' annem okuyup üflemeye başladı. "Sen gördüğünü ~ sanmışsındır oğul, ölen ·ne görünür, ne geri gelir, ne de biz onu görürüz ... " dedi, başımı göğsüne bastırdı. Yüzüm annemin gözyaşlarıyla ıslandı. Anamın o gün başımı gömdüğüm sıcak göğsünün kokusunu, sıcak gözyaşlarını hiç unutmadım .. . Bir gün yıldızlara bakarken, onlardan birini fareye benzettim. Artık tiksinti mi, korku mu, fare görünce bir çiğsinme duyarım . Korkulan başa gelirmiş; ertesi sabah bahçeye çıkmıştım. Bir fare ciyaklaması duyunca birden irkildim! Önümden serçe yavrusu kadar bir şey uçar gibi geçti. Onu öyle küçücük görünce içimi bir acıma duygusu sardı, korktuğuma utandım. O da bir candı, belki oynayacak birini arıyordu. Fare bana alışmış olmalıydı; her bahçeye çıkışımda bir ciyaklama duyuyor, sonra hızla önümden geçiyordu. öyle ya, yıldızlar da gökyüzünde başka bir dünyaydı; o dünyanın insanı vardı, hayvanı vardı, bitkisi vardı. .. Makbule can yoldaşımdı. O bana yetiyordu . Bebekleriyle oynayacağına, yanımdan ayrılmamayı yeğliyordu. Ben de onu oyalayacak bir şeyler buluN
27
:ı
a. :::ı
"'w :::ı
~· ~ ~
~ ~
C• :D ;>; :ı
z
~
=< o:D
yordum. Saklambaçta o benden becerikli idi. Kendini nasıl eder gizlerse, onu saklandığı yerde bulamayın ca, kaybolduğunu sanır, oradan oraya koşar, arardım.
Yaptığım
her şey hoşuna giderdi Makbule'nin. Bir gün, oturdum, tahtadan bir tambura yaptım. Ben çaldım, sözcükleri yalan yanlış bir araya getirerek sözde o da söyledi. Uzaktan tamburamın sesini duyanlar, çiftlikte düğün var sanmışlar... Başka bir gün de, eski bir tabancayı temizlemeye kalkınca silah patladı. O anda pek korkmamıştık ama sanırım o gün ikimiz de ölümden kurtulmuştuk ... o günden sonra, askerlik yıllarımda bile, elime her silah alışta o patlama sesini duyardım . Kendimi iş yapmaya öyle alıştırmıştım ki, dayım bir görev vermese de, elim boş durmuyor, kendime iş yaratıyordum . Şimdi anlattıkça aklıma geliyor; olmadık işlere kalkışıyordum. Bir gün, kardeşim güneşten korunsun diye, toprağı oyarak, bir kulübe yaptım . İçine küçücük bir ocak da kondurdum. Kulübeye dı şarıdan bakıp, artık bizim de bir evimiz var diye nasıl sevinmişti Makbule! Böyle bir koruma duygusuyla, kardeşimi gözümün önünden ayırmıyordum . Topraktan oyduğum evde ona yemek pişirip yediriyordum. Kulübeyi merak edip görmeye gelen çocukları da getir götür iş-
28
cc
§2
!erinde
çalıştırıyordum .
O çocuklardan biri, bir gün ocağı yakayım derken otlar birden alev aldı. Ateşe dumana bakmadan, her tehlikeyi göze alarak kulübeden içeriye daldım, kardeşimi kurtardım. Kulübe, kargaları kovduğumuz bakla tarlasının öte ucunda idi. O yanınca bu ~ez iri dallardan başka bir kulübe yaptım. Bu kulübe ocaksızdı. Kulübeye üç basamaklı bir merdivenden çıkılıyordu. Kardeşime kulübeden çıkmamasını söyler, ona tarladan karpuz getirirdim.
~ ~
:,.::
cc
':::>
~
(;; N
"'c>.
~
"'c
"O
<
Sünnet yaşım gelmiş geçiyordu. Sünnetin ne olduğunu biliyordum. Ama sünnet sırasında niye kimi ağlar, kimi ağlamaz, onu bilemiyordum. Sünnetimi çiftlikte yaptılar. Sünnet olurken, "Ah, babacığım!" diye bağırdığımı anımsıyorum . Babamı anmak annemi çok duygulandırmış, belli etmeden o da için için ağlamıştı.
o
gün benimle birlikte on altı yoksul çocuk da sünnet ettirildi. Sünnetin böyle şenlikli olacağını düşünemezdim . Selanik'ten bütün akrabalarımız, çevre köylerden tanıdıklar geldi. Çiftlik o gün bayram yerine dönmüştü . Çiftlik sahipleri bana süslü koçlar armağan ettiler. Selanik'ten hokkabaz gelmiş, sünnetlileri güldürmeye çalışmıştı. Ben gülmemiştim hokkabazın yaptık larına, Makbule ise gülmekten bayı l mıştı. Beni ise 29 ,, ,, .. ,
1
,, , ,.
1
,,,, , ,,,,,,,,,.,;ı,,,,,,,,,,,,,
1
,,,,,, ,,
,,,,ı,ı,r.ı.1_,_,.,
~
:J
Dl
:J
OJ
~~ ~
~
C• :ıı
::-; )>
z
si§ :ıı
30
taklidi yapan adamın konuşması güldürmüştü. Makbule ise onun konuşmasını taklit etmeye kalkınca, sünnete gelenler de ona gülmüşlerdi. Kimi günler gülerek, kimi günler üzülerek bakmıştım ki çocukluğumuzun o güzel günleri gerilerde kalmış ... daha çok karagöz
oynatıp ağız
'
..
''
..
1
i
.,.,·~ . ..... . . ' .... '.''. ,,;...----------=·
OKUL YILLARI
"Senin de Adın Mustafa, " Benim de.· .. "
Çiftlikte kaldığımız dönemde, okumam konusunda annem kaygılara düşmüştü. Bir çözüm olarak beni çiftliğe yakın bir kilise okuluna gönderdi ise de, o ortama pek uyum sağlayamadım. Çiftlikte, okuma yazması olan Kazım Efendi'yle komşumuz Hatice Hanım'dan ders almam da işe yaramadı. Düzenli bir okulda eğitim görmek istiyordum. Annemin istediği de bu idi. Annemle dayım hemen bir çözüm buldular. Halam Emine Hanım Selanik'te oturuyordu. Onun yanında kalarak okula gidebilirdim. Karar verilir ve. rilmez, birkaç gün içinde annem beni halamın yanına gönderdi. Selanik'te, o zamanın ortaokulu sayılan Rüştiye'ye yazıldım .
Kaymak Hafız adında bir matematik öğretmeni vardı. Aynı zamanda okulun müdür yardımcısı idi. Çok kötü bir adamdı. Haklı haksız, önüne Rüştiye'de
1
35
11
)>
a. ::ı
O> ::ı
OJ
~·
geleni dövüyordu. Beni de döveceğini düşündüğüm de her tarafımı ter basardı. E Bir gün, korktuğum başıma geldi. Öğretmen sıc ~ nıfımızda ders verirken bir çocukla kavga ettim. Çok z ~ gürültü oldu. Hoca beni yakaladı, öldüresiye dövdü. ~ Vücudum kan içinde kalmıştı. Okutmaktan yana olmayan annem beni o halde görünce hemen okuldan aldı. Büyükannem de o güne kadar okuduklarımın bana yeteceğini düşünüyordu. Ben askeri okula gitmek istiyordum. Annem de okumamı istiyordu, ama sürekli savaşlar görmenin etkisiyle, konu ne zaman açılsa asker olmama şiddetle karşı çıkıyordu. Onlar tartışadursunlar, ben kesin kararımı vermiştim: Askeri okula gidip asker olacaktım! ~ ~
::rı
::rı
Babam erken ölmüştü. Yolumu çizme konusunda danışacak kimse yoktu. Annemin, kardeşlerimin ya da yakın akrabalarımın beni bu yolda yönlendirebileceği kanısında değildim. Binbaşı Kadri Bey komşumuzdu. Oğlu Ahmet Bey Askeri Rüştiye'de okuyor ve üniforma giyiyordu. Ahmet Bey'i gördükçe içimde onun gibi giyinmek hevesi uyanıyordu. Sokaklarda gördüğüm subayların üniformaları üzerlerinde hem güzel duruyor, hem de onlara ciddi bir hava veriyordu . Onlardan biri olmanın yolu, Askeri Rüştiye'de okumaktı. 1
1
36
Askeri Ortaokul.
ı:ı:
o
>-
O sırada annem, kız kardeşimle birlikte Selanik'e gelmiş,
öncekine göre daha küçük bir ev tutmuştu. Alıştıra alıştıra kararımı anneme bildirdim. Gönlü kırılır diye de çekiniyordum. Ben bir yandan da, babamın tanıdıklarından Hüseyin Efendi'nin yönlendirmesiyle Askeri Rüştiye'nin sınavlarına girip oraya kabul edildim. Kesin kaydımın yapılması için, annemin imzasını atıp onaylaması gerekiyordu. Annem ise, "Oğlumu bu okula göndermem!" deyip imza atmaya bir türlü yanaşmıyordu . Annemin direnmesi üzerine, "Anne, hani her zaman söylüyorsun; doğduğumda babam bana ne armağanı etmişti?" diye sordum. "Kılıç ... " "O kılıcı babamın elinden alıp sen nereye koy-
~ ~
>::: ı:ı:
<::::>
~
(;; ı;ı
>c:
~
"'
~
muştun?"
"Kundağının başucuna."
Çok duygulandım. Gözlerim yaşardı. Ağlamaklı bir sesle, "Anne, demek babam benim asker olmamı istiyordu . İçimde öyle bir duygu var; ben asker doğ dum, asker olarak öleceğim!" dedim . Ana yüreği ne kadar dayanır; onun da gözleri yaşardı. Askeri Rüştiye'ye gitmeme izin verdiğini o halinden anlamıştım. Eğilip elini öptüm, "Hayırduanı benden esirgeme, güzel annem .. ." dedim, sevinerek yanından ayrıldım.
Sabahleyin kalktığında annemin yüzü gülüyordu. Benim de gözlerim ışıdı. Dayanamadı , anlattı. Meğer 37 1
.. ... ..
.. .. =. . . -.~.
------~.~~~-.~~
.
.·~
)>
c. ::ı
"' ::ı
CJJ
~-
annem, okul konusunda anlaştığımız akşamın gecesi bir rüya görmüş . Hava günlük güneşlikmiş . Minare:!:; :!:; nin tepesinde altın bir tepsi içinde oturuyormuşum C• ~ ben. Kim olduğunu çıkaramadığı bir kadın, annemin ~ kulağına eğilmiş, "Oğlunun Askeri Rüştiye'ye gitmei§ sine . rıza gösterirsen hep böyle yüksekte kalacak, :D yoksa yerlerde sürünecek ... " demiş. Yorumlayanlara göre, annemin içine doğmuştu; oğlunu askerlikte parlak bir gelecek bekliyordu ... Beni yanına çağırıp yüzümü iki eliyle sıvazladı, "Oğul, seni rüyamda gördüm. Manastır'da Askeri Rüştiye'ye devam etmen sana hayır getirecek. Artık içim rahat, gitmene rıza gösteriyorum, Allah yolunu açık etsin ... " dedi. İçinden dualar okuyup bana doğru üfledikten sonra, "Hadi, Allah zihin açıklığı versin, yüzün ak olsun ... derken yine gözyaşlarını tutamadı.
~
)>
11
Askeri Rüştiye'de öğretmenlerim de, arkadaşlarım da beni seviyordu. Sınıf çavuşu seçilmem bu sevginin göstergesiydi. Askerlikte sorumluluk yüklenip görevi ·kusursuz yerine getirmek çok önemlidir. Bana verilen sorumluluğun önemini kav- · ramıştım. Sevilmemin bir nedeni de bu olmalıydı... Bir gün, ders sırasında öğretmenim Üsküplü Yüzbaşı Mustafa Efendi yanıma yaklaşıp, "Oğlum, senin de adın Mustafa, benim de ... Bu böyle olmayacak. Arada bir fark bulunmalı; bundan sonra senin adın 'Mustafa Kemal' olsun, dedi. istekle
girdiğim
11
38
O günden sonra adım "Mustafa Kemal" kaldı. "Kemal", olgunluk, kusursuzluk anlamlarına gelir. Sanırım öğretmenim bana bu adı yalnız bir karışıklığı önlemek ya da bir değişiklik olsun diye vermemişti. Sınıftaki duruşumun, davranışlarımın etkisi vardı bunda. Bir sınıf arkadaşım, ağzını kulağıma çevirip sessizce, "Öğretmen sana güzel bir ad verdi," deyince, düşüncemde yanılmadığımı anlamıştım. Askeri Rüştiye'de en çok matematikle ilgileniyordum. Az zamanda bize bu dersi veren öğretmen kadar, belki daha da çok bilgi sahibi oldum. Sınıf dü39
)> Q_
:J Ol :J
OJ
~· ~
~
E c. :ıı
A )>
z
~ ~
:ıı
zeyinin üstünde problemler çözüyordum. Öğretmene yazarak sorular yöneltiyordum. Matematik öğretmeni de sorumun çözümünü yazılı olarak yanıtlıyordu. Öğretmen sert bir kişiydi. Sınıfta birinci, ikinci tanımıyordu. Bir gün, sınıfa, "Aranızda kendine kimler güveniyorsa kalksınlar, onları müzakereci1 yapacağıqı.," dedi. Önce duraksadım. Ayağa öyleleri kalktı ki, ben oturmayı yeğledim. Böylece onlardan birinin belletenliği altına girdim. Belletici seçilenden çok daha iyi durumda olduğumu biliyordum. Her fırsatta ortaya atılmak ne denli yanlışsa, yapabileceğimiz işlerde çekingen davranmak da öylesine yanlıştır. Müzakereci seçilen arkadaşımızın bu işi benden iyi yapamayacağını biliyordum. Onun yönetiminde birçok konuyu yanlış öğreneceğimiz kesindi. Bir-iki çalışmanın so nunda dayanamadım. Ayağa kalkıp, "Ben belleticiliği ondan iyi yaparım!" dedim . Bunun üzerine öğretmen kararını değiştirip beni belletici yaptı, önce seçtiğini de benim grubuma kattı. Bunun üzerine, canla başla çalışarak görevimi yerine getirdim. Selanik Askeri Rüştiyesi'ni Kolağası Tevfik Bey yönetiyordu. İki yüz kişi kadar vardık . Üniformalı subay adayları olarak tam bir disiplin altında, ortaöğ1 Eskiden, dersi iyi olup, öğrenci arkadaşlarına ders çalıştırabilecek durumdaki öğrencilere "müzakereci" (belletici) denirdi.
40
ı:ı::
§2
renimle birlikte ilk askerlik başlamıştık.
eğitimini
Öğretmenlerimizin
burada almaya çoğu subaylardan
oluşuyordu.
~
~ :,,:
.§
~ İii
N
Askeri
bulunan
~
Askeri İdadi'ye 1 yazıldım. Burada yalnız Selanik'ten
~
Rüştiye'yi
bitirince
"'>-c
Manastır'da
"'
değil,
Üsküp, ipek, işkodra, Yanya gibi yerlerin rüşti yelerini bitiren öğrenciler de bir araya gelmişti. Osmanlı İmparatorluğu döneminde de askeri okullarda çağdaş eğitim uygulamalarına yer veriliyordu. Okulda yalnızca askerlikle ilgili dersler yoktu, öğretim programına edebiyat, tarih, ekonomi, felsefe gibi dersler de alınmıştı. O zamana kadar edebiyata pek ilgi duymuyordum. Sonradan Türk yazınının önemli bir yazarı olan Ömer Naci, Bursa İdadisi'nden kovulmuş, bizim sını fa gelmişti. Daha o yaşlarda şairdi. Benden okuyacak kitap istedi. Bütün kitaplarımı gösterdim. Hiçbirini beğenmemesi gücüme gitti. Şiir ve edebiyatın ne ol duğunun o zaman farkına varmıştım . Onları okumaya başladım. Şiir okumak, hatta yazma denemeleri bana çekici geliyordu. Şiire hevesim çoktu. Eğer kitabet 2 öğretmenimiz Asım Efendi engellemeseydi ben de şair olacaktım. Asım Efendi bir gün beni çağırdı. "Bak oğlum Mustafa," dedi, "şiiri miiri bırak; şiir senin 1
Askeri Lise.
2
Yazma, kompozisyon.
41
i '
~·•M>~~ ~ ~ ~·····~~,.~..~.J •.. •• .......... . . . . .
.,5'. :::ı :::ı
CD
~· l!l
engeller. Öbür öğretmenlerinle de ~ konuştum. Onlar da benim gibi düşünüyorlar. Sen ~ Naci'ye bakma, o düşler aleminde yaşayan bir çocuk. ~ c :D "z İleride belki iyi bir şair ve konuşmacı olabilir, ama ~ askerlik mesleğinde kesinlikle yükselemez. Şiir, seni ~:D askerlikten uzaklaştırır," diyerek şiirle uğraşmamı yasakladı. Ama ben, güzel yazı yazma hevesimi hiçbir zaman yitirmedim. Konuşmak, yazının söze dökülmüş biçimidir. Güzel konuşmayı da çok seviyordum. Sözleriyle insanları coşturan, onları yönlendiren komutanları hayranlıkla dinlerdim. İçimde hep onlar gibi olma hevesi vardı. Elimi kolumu bağlayıp oturmakla onların düzeyinde konuşma öğrenilemeyeceğini biliyordum. Sokak oyunlarından hoşlanmazdım. Anlaştığım arkadaşlarla bir araya gelir, topluluk karşısında konuşma · yarışmaları düzenlerdik. Üzerinde konuşabileceğimiz ilgi çekici konular ileri sürer, onları sıralardık: dostluk, arkadaşlık, başarı, özgürlük, yurt savunması, bağımsızlık, büyüklere saygı.. . Bunların arasından, önce tartışacağımız konuyu belirleı:dik. Konuşma süresini de iki dakika, üç dakika, beş dakika diye sınırlardık. Pes etmek yoktu. Konuşmaya başlayan, belirlenen zamanı doldurmak zorundaydı. Herkes konuştuktan sonra değerlendirmeye geçilirdi: Zamanı iyi kullandı mı, sesini iyi ayarladı mı, sözcükleri yerli yerinde kullanıp doğru telaffuz etti )>
42
iyi asker
olmanı
a:
o
>-
mi ,
kanıtları sağlam mıydı,
somut örnekler verebildi
·::ı
Askerlik, yurdu savunma sanatıdır. Tupraklarımıza bir saldırı olduğunda yurdu savunma görevi askerlere verilmiştir. Öğretmen ve komutanlarımız bu konuda çok duyarlıydı. O zaman savaş yıllarıydı. En yakınımızda bile çatışmalara rastlanıyordu. Komutanlarımız bu tür olayları anlatırken coşkuya kapılı yorlardı. Onların coşkusu bize de geçmişti. Manas~ır çevresinde Sırp ve Bulgar çeteleri dağa çıkmış, Türk köylerini basıyorlardı. . Bana yurt topraklarının elden gitmesi gibi geliyordu bu. O sırada Türk-Yunan Savaşı çıktı. Haberi duyduğum gün ilkgençlik yıllarımın en heyecarHı anlarını yaşadım.
Gençler, ellerinde bayrak, davul zurna sesleri arasında, cepheye koşuyorlardı. Aralarında çocukluktan yeni kurtulmuş yeniyetmeler de vardı. öylesine duygulandım ki, içimde onların arasına katılmak isteğiyle sarsıldım . "Onlar giderlerken ben niye gitmeyeyim!" diye düşünüp okuldan kaçtım. Sokaklarda katılacak bir birlik arıyordum. Karanlık basmıştı. Bir tanıdığın kapısının önüne gelince tokmağı vurdum. Kapıyı açan yaşlıca bir kadın beni görünce g·eri çekildi. Sonra içerden lambayı getirip yüzüme tuttu. Beni tanımıştı. Şaşkınlıkla, "Mustafa, sen buralarda ne arıyorsun?" diye sordu. Kadın, annemi Selanik'ten tanıyan bir Bulgar'dı. Beni içeriye aldı.
.
-,-
.-....... ... .
~ a:
'? mı...
--... :-.-.· .-.-
~
>:'.
, · ,- ,-, ·~--·:·-~
.
!;,: !;,:
~
>-
~ c
.§"' <ı::
)>
Q_. ::ı
Dl ::ı
CD
:;· '<
Dl N
~
)>
gc :ı:ı
~ z
s o=< :ı:ı
44
"Bu gece vakti nereye gidiyorsun?" diye sordu. "Cepheye ... Yunanlılarla çarpışmayar" "Aman, oğlum, sen öğrenci bir çocuksun, ne işin var cepheder" dedi, başıma bir şey gelir diye beni dışarıya bırakmadı, o gece evinde yatırdı.
Harp Okulu'na
İstanbul
Giriş
o dönemde bir kültür ve eğitim merke-
ziydi. Sivil olsun, askeri olsun, bütün yükseköğrenim okulları İstanbul'daydı. Ben de 1899 yılının Mart ayı ortalarında Selanik'ten bir vapura binip, yükseköğ renimimi tamamlamak üzere İstanbul'a geldim, 13 Mart Pazartesi günü Harp Okulu'na kaydımı yaptır dım.
Okulun künye defterine bana yönelik
şu
bilgi
yazıldı:
"Selanik'te Koca murlarından,
ölü Ali
Kasım
Rıza
Mahalleli gümrük me-
Efendi'nin
oğlu,
uzun boy-
lu, beyaz benizli Mustafa Kemal Efendi..." Apolet numaram da 1283 idi. Okul yıllarında başarı, büyük oranda iyi arkadaş lar edinmeye de bağlı. Bizi, ancak yakın bir arkadaşımız iyi tanıtabilir. Yazma derslerinde "Bir arkada45
~
ı·ı'
)>
.,
Q. ::ı ::ı
CD
~·
şınızı tanıtınız,"
eı
ler yazdığınızı anımsayınız. Burada, Harp Okulu'nda ilk tanıştığım arkadaş!arımdan, Kurtuluş Savaşımızın büyük komutanlarından Ali Fuat Cebesoy'a bırakıyorum sözü:
~
~ ~
c::ı:ı · 7' )>
z
~
sorusu
sorulduğunda,
ne güzel
şey
~ ::ı:ı
O zamanki adı Mekteb-i Harbiye-yi Şahane olan Harp Okulu'nun yönetim Müdürü Albay İbrahim Bey, nöbetçi subaylarından birini çağırdı: "Salacaklı Ali Fuat Efendi, sınavlarında başarı göstererek okulumuza girmeye hak kazandı. Onu birinci sınıfin birinci kısmına götür. Fuat Efendi, Mareşal Mehmet Ali Paşa'nın torunudur." İçimde tatlı bir heyecan vardı. Rüyalarım gerçekleşmiş, ben de dedem, babam, eniştelerim ve ağabe yim gibi asker olmuştum. Bu yolda gösterdiğim çabalar boşa gitmemişti. Albay İbrahim Bey'in odasından çıkarken heyecandan az daha selam vermeyi unutuyordum. Nöbetçi subay önde, ben arkasında okulun koridorlarını geçtik. O zamanlar öğrencilerin hafta tatilleri perşembe öğleden sonra başlar, cuma akşamı sona ererdi. O gün de cuma olduğundan öğrenciler, grup grup sevinç ve neşe içinde okula dönüyorlardı. Odasına geldiğimizde, nöbetçi subay, görevlilerden birine, "Birinci sınıfın birinci kısım çavuşu Mustafa Efendi buraya gelsin," dedi, sonra bana dön-· 46
a:
~
dü: "Mustafa Efendi birkaç ay önce Manastır Askeri İdadisi'nden geldi. Çalışkan, ahlaklı, zeki bir çocuktur; onunla iyi anlaş." Kısa bir süre sonra içeriye ı 7-18 yaşlarında, sarı saçlı, parlak mavi gözlü, sarı bıyıklı, pembe yanaklı, zayıfça bir çocuk girdi. Giydiği şık üniformasını bedeninin biçimli yapısına çok iyi yakıştırmıştı. Ağırbaş lıydı. Nöbetçi subayı selamladı, "Emredin efendimT" dedi. Nöbetçi subay, "Senin takımının birinci mangası na, sınavla Harp Okulu'na kabul edilen Salacaklı Ali Fuat Efendi'nin kaydım yaptık. Alıp gidin. Nasıl hareket etmesi gerektiğini de kendisine açıklayın," dedi. Sarı saçlı, sarı burma bıyıklı genç takım çavuşu, ayaklarını birbirine vurarak, "Emredersiniz efendim, baş üstüne efendim," dedi, sonra bana döndü, çok nazik davranarak, "Buyurun arkadaş, gidelim ... " Kapıdan ikimiz birlikte çıktık. Yan yana yürüyorduk. Kolundaki üçü kırmızı, biri sarı şeridi fark edince duraladım. Askerlikte kıdem ve rütbe esastı. "Siz önden geçin çavuşum, ben sizi izleyeyim," dedim. Bu tavrımdan hoşlandı. O önde, ben arkada okulun yönetim yerinden çıktık. Ana koridora geçerken koluma girdi, "Önce yatakhaneye çıkalım, size yatacağınız yeri göstereyim; sonra dershaneye gideriz," dedi.
~ ~ ~
,~ !;( !;( ;;; :;ı
>-
c
~
~"'
47
r
S7'
路路 ~ 路 路
a: >-
o
Yatakhanemiz üst katta, Boğaz'a bakan cephenin ortasında idi. Birinci katta, cephesi Nişantaşı yönün-
~ ~
O<'.
a: •::::>
ayrılmış
~
daireler olduğundan içeriye az ışık giriyordu. Bu yüzden salona "karanlık dershane" adı verilmişti.
"'c>-
~
Mustafa Kemal, "Dershanemiz karanlık, ama bi.-
~
de olan dershanemizin önünde seçkinlere
Ciı
N
"'
zim yüreklerimiz aydınlıktır," dedi, hangi okuldan geld~ğimi sordu. Moda'daki Fransız Saint Joseph Lisesi'nde okuduğumu söyledim: Sustu . Bir şey daha sormak istediğini, ama duraksadığını anlamıştım. "Galiba bana öğrenimimle ilgili başka şeyler de sormak istiyorsunuz," dedim. Bu kez duraksamadan, "Askeri İdadi derslerinden sınav verdiniz mi?" diye sordu. "Tümünden sınava girdim. Yalnız matematik, geometri, cebir gibi dersleri Fransızca okuduğumdan, bunlara ilişkin soruların yanıtlarını Fransızca vermek istediğimi söyledim. Sınav kurulu da dileğimi yerine getirdi." Coşkuyla elimi sıktı. "Çok iyi, çok iyi! .. Birbirimize yardımcı olacağız. Merak ettiğim Fransızca yapıtları okurken sık sık sözlüğe bakıyorum. Bundan böyle sizden yararlanmaya J
çalışacağım."
Konuşma sırasında, üniformasındaki çavuş işa
retinin üzerindeki lama
geldiğini
sarı şerit
sordum.
ilgimi çekti. Onun ne an-
Meğer Fransızca sınavına
gi49
)> cı ::ı
.,
::ı
OJ
~N
~
rip
başarı kazanınca
bundan
dolayı
ona bu
şeridi
eklemişler.
~
O zamanlar Türk okullarında yabancı dil öğretimi ::>" yaygın değildi. Kendi kendine çalıştığı, büyük çaba z ~ gösterdiği kesindi. Toplamı 750 kişiyi bulan birinci ~ sınıfta kendisi gibi dil bilenlerin sayısının parmakla :IJ sayılacak denli az olduğunu söyledi. Sonra, "Ailenizde asker var mı?" diye sordu. "Ailemizin bütün erkekleri askerdir," yanıtını verince buna çok sevindi. Bu konuşmayı sürdürürken, arkadan "FuatT FuatT" diye birisinin bana seslendiğini duydum. Başımı çevirdim, Mehmet Ali Ağabeyimin bize doğru geldiği ni gördüm. Kendisine sınıfımızın çavuşunu tanıttım. El sıkıştılar. Okulun üçüncü sınıfında olan ağabeyim, "Mustafa Kemal Efendi'yi adından tanıyorum," dedi, "Manastır'dan gelen arkadaşlar ona çok övgüde bulundular ..." Yeni arkadaşım, övülmekten utanıyormuşçasına başını hafifçe önüne eğip teşekkür etti. C•
:IJ )>
Bütün ömrümüzü cephelerde birlikte geçirdiği miz Ali Fuat'la tanışmamız böyle oldu. Böylece yıllar ca sürecek bir arkadaşlık başlamış oluyordu ...
50
Harp Okulu'nda
gözümüzde büyütürüz. Oysa ilkgençlik döneminde okul yılları tez geçer. İlk kez geldiğim İstanbul, kültürüyle, insan ilişkileriyle, eğlence yerleriyle beni büyülemişti. Harp Okulu'ndaki ilk yılımda kabıma sığamıyordum . Gençlik hayallerine kapılıp hiçbir eğlenceden geri kalmıyordum .. Bana ilginç gelen yerlerde olmak isterken, içim de öğrenme isteğiyle doluydu. Görgümü, bilgimi artırmak, dünyaya açılmak yönünden İstanbul'da olanak çoktu. Arkadaşlarla eğlence yerlerine gidiyor, yiyip içiyorduk. Bu yüzden okulun ilk yılında, derslere gereken ilgiyi gösteremedim. Ama yine de sınıfımı geçecek notları almakta zorluk çekmedim. Gezip tozma süreci uzun sürmedi bende. İçinde bulunduğum ortamı az çok kavramıştım. Okul tatile girince kitaplara sarıldım. Askeri Lise'den beri NaBaşlangıçta
51 J
'
)> Q_ ::ı
"' ::ı
~
::; ::;c ;:rı
;>; )>
z
~
:<: o ;:rı
mık
Kemal'le Tevfik Fikret'in şiirlerini elimden düşürmezdim. Vatan duygusunun ne olduğunu N amık Kemal'den öğrenmişimdir. Tevfik Fikret'in ırk ve din ayrımı gözetmeyip bütün insanlığı bir tutan şiirleri de düşünsel gelişimim yönünden etkili olmuştur. Tevfik Fikret, "Yurdum yeryüzü, ulusum insan soyu," diyen şairdir. Anlıyordum ki, insanca düşünemeyen; ulusallığın ne olduğunu, ulusların ancak tarihleriyle, dilleriyle, uygarlığa katkılarıyla varlık göstereceğini, bu varlıkları gözü gibi koruması gerektiğini kavrayamaz. Benim ulusal toplum, tarih bilinci, ulusal dil düşüncelerimin temeli, lisede atılmış, Harp Okulu'nda yazarları
daha
yakından
okuyunca daha da
gelişmiş
tir. Düşüncelerine eleştirel yaklaşımlarda
da, ulusal kültürle ulusal dilin ne
bulunsam
olduğunu
Ziya Gökalp'ın yazılarından öğrendiğimi belirtmeliyim. Biliyordum ki, ulusal duygu olmayınca, bir toplumda ulusal kültür de, ulusal dil de olamaz . Okudukça yazarların, düşünürlerin, sanatçıların, bir sınıfta ders vermeyen toplum öğretmenleri olduğuna inanıyordum .
Onlar yapıtlarıyla her ortamda, her koşulda, herkesin öğretmeniydiler. Kültürlerini geliştirmek isteyen öğrencilerin iki öğretmeni vardır: Biri okuldadır, biri de kitaplardır. Bir yandan sınıf öğretmenlerimden,
52
bir yandan da kitaplardan ediri.di-
cı::
o
>-
ğim
bilgilerle daha
kapsamlı düşünüyor,
o ölçüde de
kavrayışım gelişiyordu .
Okul da kitaplar da, insanı yalnızca bilgiyle donatmıyor, ona çevresini daha iyi görme, değerlendir me
duyarlığı
da
kazandırıyordu.
~ ~
>.:'.
·~ ;:5 <(
:. N
"'c>-
i:li c
"'c
"O <(
İki yıl
kadar önce, Harp Okulu'ndan kimi gençlerin sarayın casuslarınca yakalanıp, sonra Trablusgarp' a sürgüne gönderildiklerini duymuştum . Aradan çok geçmemişti ki, bizim koğuştan bir arkadaşımızın, yatakhaneden gece yarısı apar topar alınarak Yıldız Sarayı'na götürüldüğünü gözlerimle gördüm. Aynı gece, bir nöbetçi subayı, bizim Boğaz'a bakan cephenin ortasında bulunan yatakhanemize geldi, arkadaşım Ali Fuat'ı uyandırdı, ona Nizamiye kapısındaki nöbetçi subaylığına gelmesini söyledi. O sırada ben de uyanmıştım. Ali Fuat, sessiz, ama endişe içinde, aceleyle üniformasını giyiniyordu. Öğrencilerin uykudan uyandırılıp götürüldüklerini duymuştum. Fuat'ın başına bir kaza gelecek diye içime bir korku yayıldı. Koğuştan çıkmakta iken, onu rahatlatmaya kalktım:
"Merak etme kardeşim, Allah büyüktür, böyle durumlarda sıkı durmak gerekir," dedim. O gitti. Bütün gece uyuyamadım . Ertesi sabah Fuat'ın ağabeyi Mehmet Ali'yi aradım. Onun da gece yarısı alıp götürüldüğünü öğrendim.
53
Ali Fuat o gün okula döndü . Boynuna sarılıp, "Ne oldu böyle, ağabeyini de götürmüşler... " dedim. ~ Olayı bütün ayrıntısıyla anlattı. Ali Fuat ile Meh--i c :o A met Ali'nin annesi Zekiye Hanım Avrupa'ya kaçmıştır. z Yıldız Sarayı'nda gece yarısı yapılan sorgulamada, i§ onlara bu kaçıştan haberleri olup olmadıkları sorulur. :o Sorgulama sırasında, Zekiye Hanım'ı götüren yabancı bandıralı gemi henüz Çanakkale Boğazı'ndan çıkma mıştır. Geminin İzmir'e uğrayacağı da bilinmektedir. Baskı yaparak, çocukların elinden, annelerinin geri dönmesini yalvararak dileyen bir telgraf alırlar. Yabancı bandıralı gemiye Türk polisi giremediğinden, telgrafı Zekiye Hanım'a ulaştıracaklar, böylece onun Avrupa'ya kaçmasını önleyeceklerdir... Bir kadının Avrupa'ya . kaçması neden Padişah Abdülhamit'i böylesine pirelendirip huzursuz ediyordu? Ali Fuat, nedeni bütün ayrıntılarıyla bana anlattı ... Ali Fuat'ın babası, Erzincan'da yanında bulunan eşi Zekiye Hanım'ı istanbul'a yolcu etmek üzere izin alır. Eşini Trabzon'da vapura bindirecektir. Abdülhamit'in sarayına yollanan bir jurnalde, Albay İsmail Fazıl Bey'in, eşi ile birlikte Trabzon'da bir Fransız vapuruna binip Avrupa'ya kaçma hazırlıkları içinde olduğu bildirilmiştir. Askeri bir birlik Bayburt'ta albayın yolunu kesip gözaltına alır. Eşi yalnız başına yoluna devam eder. Kocasının gözaltına alınmasına )>
)>
s
54
a: >-
o
çok üzülen Zekiye Hanım, İstanbul'a döndükten sonra gizlice hazırlıklarını yapar, çocuklarına bile bir şey belli etmeden yabancı bir vapurla kaçmayı başarır. Sarayda Ali Fuat'ı sıkıştırıp ısrarla sordukları soru şudur: "Bir insanın annesi kaçar da nasıl olur çocuklarının haberi olmaz? .. "
~ ~ ~
a:
<:)
~ (ii
~
c
~
"'c
~
duyunca, insanın yaşamında siyasal olayların ne yıkımlara yol açacağını, jurnaller üzerine kurulmuş kişi egemenliğinin insanı ne büyük haksız Bunları
lıklara uğratacağını anlıyordum.
Harp Okulu'nun 2. sınıfında askerlik konularına özel bir eğilim gösterdiğimden kendimi öğrenciden çok artık subay gibi görüyordum. Askerlik, savaş alanında ya ölmektir, ya öldürmektir. Kuralı böylesine katı olmasına karşın, öyle olur ki, seni öldürmek isteyenin yaşaması gerektiğini bile düşünebilirsin. Komutanların "sanat" diye nitelendirdikleri askerliği tam ve çok iyi öğrenmek gerekirdi. Çünkü sonucu ya var olmaktır, ya da yokluğa karışmaktır. Bu yüzden, şiirlerimde pek ilgi çekici bir yan bulamayan askeri lisedeki öğretmenimin şiirle vakit öldürmemem konusundaki öğüdünü düşünüyor, beni zamanında uyardığı için ona içimden teşekkür ediyordum. Ama güzel konuşma, güzel yazma hevesim zamanla nerdeyse tutkuya dönü~müştü . öyle ki, arkadaşlarımızla 55 ı:
•' ,,,
, ,,,,,,,,.,,,,,,,,,,,,,;-ı:-ı:ı • ı -.~·,...-r;-r:ı; ı ;• . r.r,r::-ı
a:
~
bir konuyu
iyi'yansıtıp
belli zamana
sığdırmaya
yöne-
~
z
<( ~
yarışmalar
düzenlemeyi sürdürüyorduk. Şiirlerine ilgi duyduğum Namık Kemal'in, "Gerçeğin ışığı, düşünce tartışmalarından doğar," diye bir sözü vardır. Tartıştıkça bunun doğruluğu ortaya çıkıyordu . Kimi zaman yalnızca "yurt" kavramı üzerine saatlerce tartıştığımız oluyordu. Tartışmadan sonra, o konuda benim de etkili düşünceler ürettiğime inanmaya başlamıştım. Biliyordum ki, kişi düşünen bir varlıktır. önemli olan, bir düşüncenin başkalarına da aktarılması, zamanla onun topluma mal edilmesidir. Tartışa tartışa iç ve dış siyasal olaylar üzerine fikir yürütmeye bile başlamıştık . Yurt bizim yurdumuzdu, onu iyi koruyup kollamak için de bilgi birikimi gerekliydi. Ülkenin içinde bulunduğu siyasal sorunlar, dış düşmanın Türkiye'yi yok etme planları en önemli konumuzdu . Kendimizi askerlik bilgileri ölçüsünde siyasal bilgilerle de donatmamız kaçınılmazdı. lik
a:
o
.....
"'~ İii
:;ı
>c:
~
"'
~
57 ·······
·······························•,
.,,,,,,.,,,,,r,ı;~.-~ .•••.• ·•(J:l ,
1'
cJV
ASKERLÄ°K
YILLARI
~(;_) ~
Harp
Akad~misi'nde
Daha Harp Okulu'nun ikinci sınıfında askerlik konularına yoğun ilgi duymaya başlamıştım . Bilgilerimi daha da geliştirmek için Harp Okulu'ndan sonra Harp Akademisi'ne girip kurmay subay olmayı düşü nüyordum. Oraya girmek hem önemli bir sınavı başarıy la vermeyi, hem akademide verilen eğitimi çok iyi değerlendirmeyi gerektiriyordu. Subaylıkta kendimi geliştirmemin yolu buydu. Kurmaylık, askerlikte uzmanlık demektir. Ama yalnız askeri bilgilerde uzmanlaşmak yeterli değildi. Kurmay subay, görgüsünün, bilgisinin yanında kültürel alanlarda da kendini çok iyi yetiştirmiş olmalıdır. Harp Okulu'nda konuları önceden belirleyip kendi aramızda tartışmamız bir bakıma akademiye hazırlık çalışmalarıydı. Bu amaçla arkadaşlarıma dans öğret meye bile kalkmıştım. 61 =.....
~.~~ ~~·~. ·~ ·.·~ ry;o.-;• ,";·.~·.·.-·· .
.... ........ .........
........................
~..~J ........
Asker bilgili
.,, --i
'.!';
c
:rı
;:>; )>
z
~
o=< :rı
ölçüde görgülü de olmalıdır. Komutanlarıyla, çevresindeki kişilerle, arkadaşlarıyla konuşurken kime nasıl davranacağını bilmelidir. Herkesin gözü askerdedir. Arkadaşlarım iyi giyindiğimi, güzel konuştuğumu, sözlerimde kimseyi kırmayacak denli ölçülü olduğumu söylüyorlardı. Annem, "Sen iyi olursan herkes de iyi olur," derdi. Bu öğüdü hiç unutmuyor, arkadaşlarım beni iyi buldukça, annemin bana bu öğüdüyle, kalplerin altın anahtarını armağan olduğu
ettiğini düşünüyordum.
Harp Akademisi'ne girdikten sonra daha çok okumaya başladım. Okumakla yalnız bilgi sahibi olmadığımı, düşünsel bir kimlik kazandığımı, bunun davranışlarımı da etkilediğini görüyordum. Bu çevreme de yansıyordu. Komutanlarımın bana değer vermelerinin, arkadaşlarımın güvenini kazanmamın özünde bu vardı. Perşembe öğleden, cuma akşamına değin süren tatil günlerinde 1 Harp Akademisi'nde bize verilen konuları ayrıntılarıyla öğrenmeye çalışıyordum. Bunun yanında, çok okuduğumuz için bende ve kimi arkadaşlarımda yeni düşünceler oluşmaya başlamıştı. Artık ülkenin yönetim ve siyasetindeki kötü uygulamaları görebiliyorduk. Görmek yetmiyordu, önemli olan, görülene doğru tanı koymaktı. O zamanın ga' ı Haziran 193S'te kabul edilen bir yasa ile hafta tatili cuma gününden pazar gününe alınmıştır. 1
62
a:
~
zeteleri her olayı yazamıyordu. Gerçekleri genellikle Fransız gazetelerinden öğreniyorduk. Cuma akşamı hafta tatilinden okula döndükten sonra kapıya bir nöbetçi koyar, sınıfa kapanırdık . Kürsüye çıkar, o hafta tatilinde ne okuyup öğrendiysem arkadaşlarıma aktarır, o konuda onların görüşlerini alırdım . Böyle böyle, "Padişahım çok yaşar" demekten başka bir şey bilmeyen birçok arkadaşımın görüş ufkunun açıldığına tanık oluyordum.
~ ~
"' ,§ ~
~ ;;; N
"'c:>-
~
"'
~
Harp Ak:ademisi'nde okuduğum yıllarda saygın bir paşayla aramızda geçen bir konuşmayı size aktarmak istiyorum: Harp Akademisi'nden arkadaşım Ali Fuat'ın babası İsmail Fazıl Paşa'nın konağındayız. Osman Nizami Paşa onu ziyarete gelmiş. Nizami Paşa çok iyi eği tim görmüş. Almanca, Fransızca ve İngilizce biliyor. Kendini bilime, sanata adamış bir askerdi. Padişah Abdülhamit'in ülkeyi kötüye doğru sürüklediğini, buna karşın onun baskıcı yönetiminin değişeceğine, hatta yumuşayacağına ilişkin hiçbir belirti görülmediğini söyledikten sonra sözlerini şöyle sürdürdü: "Bu baskıcı yönetim bir gün elbette yıktlacaktır. Ama onun yerine Batılı anlamda bir yönetim gelip, acaba ülkeyi her yönden kalkındıraca.k mıdır; ben buna inanmıyorum . "· Paşa'yı şaşkınlıkla dinliyordl..\m. Öyle konuşunca, 63
a:
~
o, Abdülhamit'in gizli adamlarından biridir de, ağız mı aramaktadır diye kuşkuya kapıldım. Kuşkulanmama karşın yine de dayanamayıp söze karıştım: "Paşa Hazretleri, Batılı anlamdaki yönetimler de zamanla gelişmişlerdir. Bugün uyur gibi görünen halkımız yetenekli ve güçlüdür. Ama bir devrim olup bugün işbaşında olanlar yerlerini korumaya kalkar!arsa, o zaman görüşlerinizi kabul etmek gerekir. Göreceksiniz, yeni kuşaklar arasında her yönden güven duyulacak insanlar çıkacaktır." O günün akşamı Ali Fuat'la konaktan ayrılmak üzere iken, Nizami Paşa bizi durdurdu. Bana dönüp, "Mustafa Kemal Efendi oğlum, görüyorum ki, İsmail Fazıl Paşa seni değerli bulmakta yanılmamış. Tanı dıktan sonra ben de onunla aynı gö rüşteyim. Sen, bizler gibi, yalnızca sıradan bir kurmay subay olarak hayata atılmayacaksın, keskin zekan ve yüksek yeteneğin ülkenin geleceğinde de çok işe yarayacaktır. Bu sözlerimi gönlünü almak için söylemiyorum. Sende ülkenin başına geçecek büyük adamların daha gençliklerinde gösterdikleri yetenek ve zekanın yansıma larını görmekteyim . İnşallah yanılmamış olurum," dedi. Utancımdan ne yapacağımı bilemedim.
~ ~ ~
a: o
~
(ü N
"'c:>-
~
"'c:
-ı:ı
<(
"Paşa
Hazretleri, asla layık olmadığım övgülerde bulundunuz," dedim, paşanın uzattığı elini saygı ile öptüm. 65 ı
.......
ı
~
Yaşamını cephelerde geçirmiş, ülkenin korunup
sorumluluk yüklenmiş büyük bir komutanın bu sözlerinden içten içe de mutluluk duymadığımı söylersem yalan söylemiş olurum. kollanmasında
~
c
:ı:ı
A
)>
z
si§ :ı:ı
66
Ordu
Saflarında
Öğretim
süremi tamamlayıp gerekli eğitimi aldıktan sonra, Osmanlı başkentine çok uzak olan Şam'daki 5. Ordu'ya atanarak subaylık görevine baş ladım. Yılların arkadaşı Ali Fuat'ın da aynı yere atanmış olması en büyük şansımdı. İkimizin de içinde, ileri düşüncelerimizden dolayı uzak bir yere atandı ğımız kuşkusu vardı.
... ,
Öğrencilik, kişinin
en özgür dönemidir. Çünkü her şey üstlerinizce planlanır, size o planları uygulamak düşer. Buna karşın, yurdun geleceği açısından küçük çapta birtakım gazeteler çıkararak, ne yapıl ması gerektiği konusunda örgütler kurarak az çok deneyim kazanmıştık. Ama arkadaşlarım Ali Fuat, Müfit'le birlikte Avusturya gemisinde Beyrut'a doğru yol alırken elimize verilen talimatlara bakıp üstlendiğimiz görevin önemini düşününce, "Arkadaşlar," dedim, "bizim için hayat yeniden başlıyor... " 67
a:
o >-
~
Bizim kuşak, Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküş ~ yıllarında görev üstlendi. Çöküş dönemlerinde herkes ,§5 herkesten kuşkulanır. Değerli sandığınız kişilerin ne ~ ~
.
denli
aşağılık işlere bulaştığı
görülür. Bizim hayatımı-
zın
da ülkeyi bağımsız kılma yolunda örgütlenmelerle, ihbarlara uğramakla, oradan oraya savrulmalarla geçeceği
belliydi. Tek varlığımız, inancımız ve irade gücümüzdü. İçimizde yurt sevgisinin meşalesi hiç sönmüyordu. Ülkemizin içine düştüğü kötü durum, keyfi uygulamalar içimizi yakıyordu. Bir araya geldiğimizde yurdumuzu nasıl bağımsız, özgür, uygar bir ulus haline getireceğimizi tartışıyorduk. Üstlendiği miz sorumluluğun bilinciyle, bu duygu ve düşünce lerimizi, yapmak istediklerimizi bir örgüt altında toplayarak etkinlikte bulunmak üzere Selanik'te "Vatan ve Hürriyet Cemiyeti"ni kurduk. Bir toplantıda arkadaşlara, "Osmanlı'nın ülkeyi gittikçe batıran baskıcı yönetimine karşı ancak devrim yaparak karşılık verilebilir. Köhneleşmiş bu çürük yönetimi yıkmak, ulusu egemen kılmak için sizleri göreve çağırıyorum," diye seslendim. Hüsrev Sami'ye tabancasını belinden çıkarmasını söyledim. O tabancaya el basarak, bu kutsal görev uğruna yemin ettik. Hangi duyguyla bilmiyorum, tabancasını Hüsrev Sami'ye verirken, "Al silahım . Bu silah kutsal bir silahtır. Bunu iyi sakla, bir gün bana verirsin," dedim .
~
~
> c
~
"'c
"
<{
)>
c. :ı
ııı :ı
CD
:;·
O anda, içimde bir devrim düşüncesi ateşlenmiş, devrimi gerçekleştirecek eylem yolları aramaya baş ~ lamıştım. Tutuklanmalar da, Şam'lara sürülmeler de, ~ C• ;>; baskılar da hiçbir koşulda içimdeki bu ateşi söndüz ~ remedi. ~ Türkiye Cumhuriyeti düşüncesL arkadaşlarla ettiğimiz yeminin kıvılcımıyla ateşlenmiştir.
~ ~
::ı:ı
)>
::ı:ı
70
.·.•:.. o.•.o.•.•.•. ···'·'·'·'·'·'·'·'·'·'·'·.o. • .'.',,.,."""·'•"'·'"'."'
1
,ı.o,o,o,o.•,>,>,.J
ANAFARTALAR KAHRAMAN!
').( :) ~
Conkbayırı
Siperlerinde
Askerlikte zamanın nasıl geçtiği bilinmez. En yüksek komutanından erine kadar, herkes sürekli devinim içindedir. Devinim, insanı verimli kılar, zamana egemen olmayı öğretir. Okulu bitirip subay olduktan sonra ben de böyle bir devinim içine girdim. Askerliğin çeşitli kademelerinde görevler, siyasal dalgalanmaların etkisiyle yaşanan birçok olay, terfiler derkoen, 27 Ekim 1913 yılında Sofya'ya "askeri ataşe" olarak 1
atandım .
çetin geçiyordu . Bu, benim yürüyüşe çıkıp kenti tanımamı engelliyordu. Başlangıçta kentte bir çevre de edinememiştim . Geceleri büyükelçilikteki görevlilerle geçiriyordum. Benim yapıma uymayan sıkıcı, tekdüze bir hayattı bu . Sofya'nın kışları
1
Askeri a taşe: Bağlı olduğu devletin elçiliğinde askeri uzman. Görevi, ülkenin askeri durumunu izleyip hükümetine bildirmektir.
atandığı
75
6: ::ı
"' ::ı
c:ı
:;· '<
"'~ N
::; ::; C• :D
;>; )>
z
~ ~
:D
76
Sofya'da çok güzel bir opera binası vardı. Bizet' nin Carmen operasını orada izledim. Perde arasın da Çar Ferdinand'la karşılaştım. "Operamızı nasıl · buldunuz?" diye sordu. "Olağanüstü" bulduğumu söyledim. O sırada içimden şunu geçirdim: "Balkan Harbi'nde Bulgarlara neden yenildiğimizi şimdi daha iyi anlıyorum. Baksana operaları bile var, sanatçı yetiştirmişler. Opera önemli iş; sanatçı ister, müzik ister, dekoratör ister. Bütün bunların üstüne adamlar görkemli bir opera binası bile yapmışlar. Böyle bir sanatı yapan toplumlar kolay kolay yok edilemez. Elbet biz de bir gün gelecek bu mutlu günleri göreceğiz ... " Benim daha cumhuriyetin ilk yıllarında sanatsal kurumlara, operaya, tiyatroya, konservatuvara, kültürel kurumlaşmalara, halkevlerine, eğitimin yaygın laşmasına öncelik tanımamın özünde bu düşünceler yatar. Sofya'da fazla kalmayıp bir fırsatını bulunca İs tanbul'a geldim. Oradan Tekirdağ'daki 19. Tümen'e atandığım sırada, İngilizler, Avustralya'dan, Yeni Zelanda'dan getirdikleri askerlerle Çanakkale Boğa zı'ndan karaya çıkıp yurdumuzu işgal etmek istiyorlardı. Bana 57. Alay'la Gelibolu Yarımadası'nın güneyindeki Eceabat'a hareket emri verildi. İngiliz ordularına "Çanakkale geçilmezr" dedirten direnmenin hangi duyguyla yapıldığını yansıtma-
a:
~ sı
yönünden size
Conkbayırı
Taarruzu'nu
~
anlatmalı-
~ ~
yım:
,§
~
(ij
tepedeki gözcü erlerin Conkbayırı'na doğru karmakarışık bir halde kaçtıklarını gördüm. Önlerini alarak sert bir sesle sordum: 261
rakımlı
N
"'>-c
iİi
c c -o
"'
<(
"Nereye gidiyorsunuz?" "Düşman geldiT" "Nerede 7 " Erlerden birkaçı 261 rakımlı tepe yönünü göstererek, "İşteT" dediler Gerçekten, düşman hiçbir engelle karşılaşmadan tepeye yaklaşıyordu. Ben, düşmana birliğime olan mesafeden de yakındım. Düşman, eğer bulunduğu . yere yerleşirse bizim kuwetlerimizi çok zor duruma sokabilirdi. Hemen kararımı verdim, sert bir sesle, "Düşmandan kaçılmaz!" diye bağırdım . Erler bir an durakladı: "Cephanemiz kalmadı, komutanım ... " "Cephaneniz yoksa süngünüz de mi yokT" Hemen ardından komutumu verdim: "Süngü taaaaaakT .. İleri! .. " Bu erler benim birliğimden değildi. "Emir, demiri keser," derler; Mehmetçik bu kesin komutumla, başında gerçek bir komutan bulmanın coşkusuyla süngüsünü takarak ileri atılmıştı. Biraz ilerlemiştik ki, tekrar komut verdim: 77
~
c
:n ;>;
;,,.
z
si§ :n
"Yere yaaaaaff' Yere yatan bir avuç eri mevziye aldıktan sonra yanımdaki subaya da, mola verdirdiği alayını "koşar adım" getirmesini emrettim. Çok rahat ilerleyen Anzaklar 1 Mehmetçiğin gün ışığında parlayan süngüleriyle üzerlerine doğru saldırdığını görünce durakladılar. Mehmetçiğin yere yatıp mevzi almasıyla, düşman da yere yatıp mevzi aldı. İki taraf da kritik anlar geçiriyordu . Düşman, yeni ayak bastığı bu yabancı toprakların özelliğini bilmediğinden yürüyüşe devam edemedi. Ben Conkbayırı'nda harekatı yönetiyordum. Karaya çıkan Anzaklar sekiz taburdan fazla idi. 5 7. Alay' a süngü taktırarak saldırı emrini verdim . Sağ ve soldaki birliklerle de bağlantı kurulmaya çalışıldı. Düşmanın üzerine atılanlar ya öldürecek, ya öleceklerdi... Ya öldürmek, ya ölmekI .. Bu, verilmiş bir emirdi. Yerine getirilmesi zorunluydu. Erleri saldırıya geçirirken Alay'ın subaylarını yanıma çağırdım ve şu emri verdim: "Size ben saldırıyı emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde, yerimizi başka kuwetler ve başka komutanlar alabilir... " Anzak: (İng. yazımı Anzac [Australia and New Zeland Army Corps] Avustralya ve Yeni Zelanda Ordu Birlikleri) sözcüklerinin başharflerinden oluşan bir kısaltma. Onların torunları her yıl 18 Mart Çanakkale'nin kurtuluş günü gelip orada ölen dedelerini anıyorlar. 1
80
O gün raporuma şunu yazdım: "Kazandığımız en kıymetli vakit Size
Bombasırtı olayını
da
işte
bu
an'dı.. . "
anlatmalıyım ... c
Karşılıklı
siperler arasındaki uzaklık sekiz-on metre, yani ölüm kesin ... Birinci siperdeki erler kurtulmamacasına düşüyor. İkinci siperdekiler onların yerini alıyordu. Ama nasıl imrenilecek bir soğukkan lılık ve tevekkülle, biliyor musunuz?.. Asker, öleni · görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini de biliyor, ama en ufak bir çekinme göstermiyor... Hiçbiri sarsılmıyor. Okuma bilenler Kuran'dan dualar okuyor, sanki cennete gitmeye hazırlanıyorlar. · Bilmeyenler Kelime-i şahadet getirerek yürüyorlar. işte bu, Türk askerindeki hayret uyandıracak ruh gücüT Ne denli kutlansa yeridir. şundan emin olmalısınız ki, Çanakkale Muharebesi'ni kazandıran bu yüksek ruh olmuştur.. . Bu tepenin önemi, orada kazılan bir siperd~n geliyor. Bu siper, düşmanın ileri hattına pek yakın olmakla birlikte savunulması bizim açımızdan hayati bir sorundu. Savaşın ilk anlarında düşman burasını, hücum ve tüfek ateşiyle elde etmeyi tasarlamışsa da, siperdekilerin demir gibi direnmelerinin önünde tu-
~"'
tunamayacaklarını anlamışlardı.
İngilizler
zehirli gaz
bombaları
atarak askerleri81
t
;
6: "' ::ı ::ı
c:ı
· mizi kaçırmayı denemişlerdir. Bu plan belki doğruy ~ du; karşılarında Osmanlı inancı olmasaydı. .. İşte bu ::; ::; inanç, işte bu yurt aşkı, düşmanın ölüm saçtığı bir C• :D ="' yere Türk çocuğunun düğüne gidermiş gibi koşması, z değil zehirli bombalar, gökyüzünden taş, ateş yağsa ~ bile yurt savunması içindi. :D
~~
)>
s
82
..
'' '' '
:i
. Bu Topraklar için ...
11
ı
Çanakkale küler kaldı.
Savaşları'ndan
bugünlere
yanık
tür-
Çanakkale içinde aynalı çarşı Ana ben gidiyom düşmana karşı . Of, gençliğim eyvah. .. Çanakkale içinde bir uzun selvi Kimimiz nişanlı, kimimiz evli. Of gençliğim eyvah. .. Çanakkale içinde bir dolu testi Analar babalar mektubu kesti. Of gençliğim eyvah. .. Çanakkale içinde vurdular beni Ölmeden mezara koydular beni. Of gençliğim eyvah. .. 83 ··,. ıı••.•.• , •
,ı
Biz,
8 c
:ı:ı
;>;
> z
~
o=< :ı:ı
ruhumuzda yücelttiğimiz kadar, savaşmamaya da çalışan bir ulusuz. Ama yurdu saldırıya uğrayan hiçbir toplum eli kolu bağlı beklemez. insan en çok kendi toprağında, kendi yurttaşları arasmda özgürdür, bağımsızdır. Özgürlüğünü, bağımsızlığını korumak için de, topraklarına yerleşip onları elinden almaya kalkanlara karşı da savaşmak bir zorunluluk haline gelir. Dediğim gibi_, yurdu savunmak söz konusu olmayınca savaş bir cinayettir. savaşanları
a:
~
Çanakkale Boğazı ile İstanbul Boğazı Türk yurdunun soluk alıp verd i ği yerdir. Boğazı kesilen insan nasıl yaşayamazsa , bir ülkenin boğazları ele geçirildi mi, o ülke bütün varlığını yitirir. Bizim insanımız, Çanakkale savaşlarıyla, Boğazlardan geçilemeyeceğini dünya tarihine yazdırmıştır.
~ ~ ~
,~ ~ <ı::
:.~
>c:
~
~"'
)>
c. :::ı
ııı :::ı
o:ı
ı·
bizi yok etmek isteyen düşmanlarımızı bile çok tez bağışlıyor, onları kendimizden ayırmıyoruz. Bir komutan olarak, halkımızın bu erdeE C• :D ;>:; mini, Kurtuluş Savaşı'nı kazandıktan sonra bize tutz sak olan Yunan Generali Trikopis'le karşılaştığımda i§ da gösterdiğimi Herdeki sayfalarda okuyacaksınız . :D Çanakkale savaşlarında İngilizlerin cepheye sürdükleri Avustralya ve Yeni Zelanda birlikleri bize karşı yürüttükleri savaşta körü körüne öldüler. Bizler de binlerce şehit verdik. Gün geldi, nice savaşlar yaşa mış biri olarak, bizim topraklarımızda yatan bu uzak ülke askerlerini kendi askerlerimizden ayırmadJm. Biz,
savaşlarda
)>
)>
s
Yıl
1934. İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Çanakkale'ye gidecek. Devlet adamları Çanakkale'ye gittiklerinde şehitleri de ziyaret ederler. Yine de ben Bakan'a anımsattım:
"Çanakkale'yi ziyaret ettiğin zaman aziz şehitleri mizi de ziyaret edeceksin. Bu görevi yerine getireceğinden kuşkum yok. Yalnız neler söyleyeceksin, önce ben söyleyeyim. 'Burada yatan aziz şehitlerimiz! Sizi saygıyla anıyoruz,' diyeceksin. Mehmetçik Anıtı'nın başında dilinin bütün gücünü kullanarak anlatacaksın. 'Burada rahat ve huzur içinde yatınız,' diyeceksin. 'Siz olmasaydınız, siz göğüslerinizi çelik kalelere siper etmeseydiniz, bu boğaz aşılır, İstanbul işgal edilir, vatan toprakları istilaya uğrardı,' diyeceksin." 86
cı::
~
"Evet, böyle
konuşacağım!"
"Hayır, hayır...
~ ~ ~
Sen böylenin üstünde, çok daha başka konuşacaksın. Orada, Çanakkale'de yalnız bizim şehitlerimizi değil, bu toprak üstünde kanlarını döken insanları, o kahraman muharipleri de saygıyla
,~ f:!: <
anacaksın ."
~
(ij
ı;ı
>-
c
~
"'
"Paşam,
ben bunu yapamam. Bu sözler ancak sizin söyleyebileceğiniz yüksek sözlerdir." "Söyleyeceksin. Çanakkale'de dünyaya karşı böyle konuşacaksın. Senin böyle konuşman gerekir." Bakan bir süre yanımdan ayrıldı. Geceleyin yeniden bir araya geldik. Bu arada dayanamadım, Şükrü Kaya'nın ne söyleyeceğini uzunca bir kağıda yazdım. Şükrü Kaya kağıdı aldı, ertesi gün de Çanakkale'ye gitti. Yazıp onun eline verdiğim konuşma metni şu idi: "Uzak memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar! Burada dost bir vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükun içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz, evlatlarınız bizim bağrımızda dır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır."
! ı:
il
..,.
~J
ı.
'f.'
'_,
1 1
1 ıt;:
..'
11
,
,!
ili
e)~ SAMSUN YOLUNDA
t;J(;) ~
li
1
.
lstanbul'da
Görüşmeler
Çanakkale savaşlarından sonra başkent istanbul'a geldim. Çanakkale savaşlarına girip onca işin üstesinden gelen ben değilmişim gibi bir havayla karşılaştım orada. Yine de gerek asker, gerek sivil kesimde beni yakından tanıyanların ilgisi eksik değildi. Edirne'yi ziyaretimde, kentin sokaklarına, üzerinde "Arıburnu ve Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal, sen çok yaşa!" yazılı afişler asılmıştı. Halk çok coşkuluydu . Okunan kahramanlık şiirlerinde benim adım da geçiyordu. istanbul'da 2. Ordu'da görevlendirildim. ı ı Mart ı 916'da ayrıldığım Edirne'den Halep'e trenle ancak 19 Martta vardım . Arabamız yolda arızalanıp yolun bir kısmını atla almak zorunda kalınca Diyarbakır'a 27 Martta ulaştım, karargahımı Silvan'da kurdum . Ruslar fırsattan yararlanarak Erzincan ve Van' dan sonra Bitlis ile Muş'u da işgal etmişlerdi. Birliklerimi
i5:::J
"'Ol ::J
j"
harekete geçirerek bu iki kenti geri almayı başardık . Tümgeneralliğe Doğu cephesinde iken yükseltilmiş );! tim. -i C• :Il :A Türkiye 'nin içten ve dıştan kuşatıldığını gördükçe z ~ kurtuluş yolları arıyo r, defterime Türkiye'yi bağımsız 6 kılmaya yönelik notlar alıyordum .. Kurmay başkanım :Il la bir akşam sohbet ederken, kadınların örtünmesinin nasıl önüne geçileceğini , hayatımıza nasıl bir düzen verilmesi gerektiğini düşünmüş, çözüm yollarını defterime not etmiştim : ı . Egemen ve güçlü analar yetiştirmek. 2. Kadınlara özgürce yaşama hakkı sağlamak . 3. Karşılıklı sevginin gereği olarak, kadınlarla bir arada ortak yaşamak ... Bunun, erkeklerin ahlakı, düşünceleri, duyguları üzerinde etki yarattığını düşünüyordum. Baktım , Kurmay Başkanım İzzettin de sohbet sırasında notlar alıyor. içten içe sevindim. Geniş tuttuğu notlarını ertesi sabah bana da okumasına daha çok sevindim. )>
)>
saat 9'a kadar Mustafa Kemal Paşa ile toplumsal yaşam üzerinde durduk: Zengin olmak çok çalışmaya ve kazanmaya bağlıdır. Kadının iyi yetişmiş olmasının toplumsal yaşamda etkisi büyüktür. Kadın, erkeği tutum ve davranışlarında daha bağımlı kılıyor. Erkeğin yaşamında böylesine etkin ve yönlendirici "Akşam
92
a: ~
olan
kadın,
kültürel yönden yüksek bir düzeyde olmalıdır. Kadınlar ancak böylece iyi bir anne olup çocuklarını iyi eğitirler. Bu düzeye gelmesi için kadının her şeyi yapması, her yeri görmesi gerekir: Yüzyılın ilerleyişini görmek, uygarlığın eserlerini görmek, geziler yapıp ülkelere gidip gelmek, kadınlar açısından da, erkekler açısından da yararlı olup, bu onların en doğal hakkıdır. Ancak böyle olunca kadınlar bu hayatı erkeklerle ortak yaşayabilirler. Kadınlar her koşulda okumalı, kültürel ilerleyişin ne olduğunu kavrayıp
~
~ ~ a:
o
~ ~ (ij :;ı
c>-
~
"'
~
anlamalıdır. "
Doğu
cephesindeki görevımı yerine getirip 13 Kasım 191 S'de istanbul'a döndüğümde "Yıldırım Orduları Komutanı" idim. Beni Haydarpaşa Garı'nda, o sıralarda görevden alınmış olan yaverim Cevat Abbas'la Doktor Rasim Ferit karşıladı. Garda beklerken, aralarında Yunanlıların Averof adlı kruvazörünün de bulunduğu 55 parçadan oluşan işgal güçlerinin donanması Haydarpaşa açıklarından Boğaziçi'ne doğru ilerliyordu. Donanma ilerlerken deniz ulaşımı durdurulmuştu. Bu ilerleyişi izlerken içim kan ağlıyordu. Arkadaşlarımın hüznü benimkinden aşağı değildi. İçimden geçeni tutamadım, ağzımdan, "Hata ettim, İstanbul'a gelmemeliydim. Ne yapıp edip, Anadolu 'ya geri dönmenin çaresine bakmalı ... " sözü dökülüverdi. 93
cı:
~
~
üç-dört saat beklemek zorunda kaldığımız Hay- ~ :,.::: darpaşa Garı'nın köşesindeki çayhaneden ~bu geçişi .~ izlerken
en büyük acılarından birini yaşamışımdır. Ama içimdeki kurtuluş umudu acımın üstesinden gelmiş, rıhtımda bizi bekleyen Kartal istimbotuyla İstanbul yakasına geçip Pera Palas Oteli'ne gitmekteyken, birden içimi sevinç titremeleri doldurmuş, kurtuluşa bir adım daha yaklaştığımızı hayatımın
~ !;;: ;;; N
"'c>-
~
"'c
"O
-.:
duyumsamıştım .
Pera Oteli'nin penceresinden Boğaz'ı görüyordum. İşgalcilerin yarımay biçiminde dizilmiş savaş gemileri, toplarının ağzını Dolmabahçe Sarayı'na çevirmişlerdi. İçimi saran kurtuluş güneşinin delici ışı ğıyla gemilere baktım, gelenlerin bir gün defolup gideceklerini düşünerek mutlu oldum. O günün izlenimlerini, bir de, Çanakkale savaş larından beri dostum, yaverim Cevat Abbas'tan dinleyelim: "İstanbul'a geldiği~iz günü hiç unutamam. istanbul'un acıklı bir görünümü vardı. İstanbul, düş man donanmasının limana girmesi felaketinin yasını tutuyor, bu büyük yasa Mustafa Kemal Paşa'yı da · ortak ediyordu. Mustafa Kemal Paşa'yla ben, askeri ulaşımın bir köhne motoruyla denizin ortasına yan gelip yatmış bir çelik ormanının içinden geçiyorduk. 1
1
Çelik ormanı: işgal kuwetleri donanması.
95
cı:
~
O anda Mustafa Kemal Paşa'nın dudaklarından şu sözün çıktığını duydum: 'Geldikleri gibi giderler!' Bu sözü işittiğim an, mütarekenin doğurduğu derin ve acılı umutsuzluğu unutuvermiştim. 'Bu size nasip olacak, siz bunları kovacaksınız Paşam,' dedim. Gülümsedi. Aziz başının içinde oluşup biçimlenmeye başlayan yurdu kurtarma planlarını bir an için yeniden geçiriyor gibi daldı. Sonra,· ' Bakalım!..' ded1.. "
~ ~
><::
,§
~
(;; :;ı
c>-
~
"'c
"O
<
Üçüncü Ordu Müfettişi
İstanbul' da bulunduğum
birkaç ay içinde Osmanlı Devleti'nin çökmekte olduğunu anlamış, Anadolu'ya geçme hazırlıklarına koyulmuştum. Devletçe Anadolu'ya gönderilecekler arasında benim adım da geçiyordu . Sanırım savaş deneyimlerimden dolayı, kısa bir süre sonra adım öne çıktı. Çok geçmeden de benim gitmem kararlaştırıldı. O sıralarda İngilizler, Osmanlı Devleti'ne Anadolu'daki çete olaylarının durdurulmasını isteyen. bir nota verince, kurtuluşun Anadolu'ya geçip orada örgütlenmek olduğuna daha çok inanarak, kararımı kesinleştirmiştim. İşgalci güçlerin denetimi altında da olsa ortada bir devlet vardı. Ben de o devletin güven duyduğu bir komutandım. Gitme işlemlerini kusursuz yaptırmalı, en alt kademeden padişaha kadar, ilgililerle görüş meli, onların görüşlerini almalıydım. 98
er
~
~
Atanmama ilişkin belgeyi Harbiye Bakanı da, Sad- ~ ><: razam da 29 Nisan 1919 günü imzaladı. Böylece, "Doğu ,~ !;;: Orduları Genel Komutanlığı"na atanmış oldum. !o: ~ Savaş Bakanı Şakir Paşa beni çağırdı. Tek sözcük » "'c ii5 söylemeden, önüme bir dosya uzattı. c "'c 'O "Bunu okur musunuz," dedi. Dosyayı baştan sona gözden geçirdim. İtilaf devletleri tarafından verilen raporların özeti şu idi : "Samsun ve çevresinde birçok Rum köyü her gün Türklerin saldırısına uğramaktadır. Hükümet bu barbarca saldırıların önüne geçememektedir. Oraların güvenlik ve huzurunu sağlamak insanlık adına sizin borcunuzdur." Raporlar İstanbul hükümetine verilirken bir .ültimatom sayılabilecek bir protesto eklenmişti : "Eğer bunu yapmaya sizin gücünüz yetmiyorsa, bu görevi biz yerine getireceğiz!" İşte benim görevim, Samsun'a gidip oranın güvenliğini sağlamaktı. .. 1
<(
Savaş Bakanı Şakir Paşa, İstanbul' dan ayrılmadan
Sadrazam Damat Ferit Paşa ile görüşmemin iyi olacağını söyleyerek beni Sadaret2 makamına götürdü. Makamda altın gözlüklü, bakışları sevinçten par1
Milli Savunma Bakanlığı.
2
Sadaret: Başbakanlık .
99
6: :::ı
O> :::ı
CD
~·
!ayan Damat Ferit Paşa beni gönül okşayıcı sözlerle karşıladı. Bana güveninin ne kadar derin olduğunu, E benden çok şeyler beklediğini söyledi. Ona inandırıcı C• ;>; yanıtlar verdim. Beni geniş yetkilerle donattığını bez E lirtti. Yanından ayrılırken de, "Her isteğinizi doğrudan i§ bana yazabilirsiniz, anında yerine getirileceğinden emin olunuz!" dedi. Bunun çok yararlı olacağını belirtip ona teşekkür ederek Sadaret makamından çıktık. İçişleri Bakanı Mehmet Ali Bey de, benim bu işle görevlendirilmiş olmamı yerinde bulduğunu, beni önceden tanıyıp yaptıklarımı beğendiğini belirtti, onunla aynı kanıda olan Şakir Paşa'yı kutladı. İçişleri Ba,kanı da, bana her kolaylığı göstereceği ni, onunla doğrudan yazışabileceğimi anımsattı. O günkü görüşmeleri tamamlayıp Şişli'deki konutuma giderken, yaverim Cevat Abbas'a, "Cevat, şimdi beni anlayan, bana içtenlikle bağlanacak, işten çok amacımı gerçekleştirecek yetenekte yaver, birkaç emir subayı ve yardımcı subaylar bul," dedim. Hemen ertesi gün, yeni görevimin gerektirdiği kişileri seçmek için çalışmalara başladım. Kurmay Başkanlığı'na Albay Kazım Bey'in getirilmesinin uygun olacağını düşünüyordum. Onunla konuşmak üzere evine gittim. Nerdeyse daha yerime oturmadan, "Kazım Bey, benimle Anadolu'ya gelir misin?" diye sordum. N
~
:ıJ
)>
:ıJ
100
a:
o
>-
Hiç duraksamadan, "Emredin, Paşam!" dedi. "Yine de biraz düşünün, eşinize dostunuza, çoluğunuza çocuğunuza sorup düşünün ... " dedim, ay-
::<'.
,~ ~
<(
:;;
rıldım.
Albay Kazım Bey, birkaç gün sonra Şişli'deki konutuma gelmiş, konuk odasında beni bekliyordu. Olumlu kararını bakışlarından anlamıştım. "Samsun'a gidiyoruz! .. " dedim. Albay Kazım Bey de sözümü yineledi: "Samsun'a gidiyoruz!. ." Yanına yaklaşıp elimi omzuna koydum. "Birlikte Samsun'a gideceğiz, merkez orası. Siz Samsun'u biliyor musunuz Kazım Bey?" "Evet," dedi, "Doğu Orduları Grup Menzil Müfettişi iken bu güzel kenti görmüştüm ... " Öğleden sonraya kadar, 9. Ordu'nun durumu hakkında bakanlıktan aldığım bilgiler ışığında Kazım Bey'le bir plan hazırladık. Anlaşılıyordu ki, 9. Ordu adını alan ve merkezi Samsun'da bulunması gereken bu grup, o tarihte ülkenin hemen her yerinde olduğu gibi yalnızca adı olan bir örgüttü . Size bu arada en
~
z
<(
111 >c:
~
"'
~
güvendiğim arkadaşlarımdan
İsthet'le' gi'zli 'buluşmamızdan da söz etmeliyim ...
ismet, istanbul'da Süleymaniye Camisi'ne 1
yakın
İsmet İnönü.
101
5: ::ı
il> ::ı
Ol
~-
bir yerde oturuyordu. Süleymaniye sokaklarından !!? birinde hoş bir ev... Oraya arkadaşlarımla vakitsiz ~. ve teklifsiz gitmiştik. Hizmetçi kız bizi tanımıyordu. "z Evin içinde dolaştığımızı görünce, "Ne istiyorsunuz? ~ Beyefendi henüz hazır değiH" dedi. ~ "Sen hele bizi konuk odasına al, bir taraftan beyefendi de hazır olur," dedim kızcağıza. Odaya girdik. Hizmetçi kıza bir şey söylemeye gerek kalmadan, ev sahibi beyefendi güler yüzle içeriye girdi. "Ne haber... Ne haber... Bu ne baskın!" "Vaktim dar, sana gelişmeleri kısaca söyleyip gideceğim," dedim, ardından olanı biteni anlattım. Sonunda da, "Ben yerleşinceye kadar sen de bana yardım edeceksin, iş başladığında yanıma geleceksin .. ." dedim. Ayrılmak üzere ayağa kalktım. Ellerimi tuttu. "Biraz daha konuşsaydık ... " dedi. ~
:ıı
)>
:ıı
Hiçbirini atlamadan beni ilgilendirecek herkesle bağlantı kurup görüşüyordum. Bunlardan, tutuklu bulunan arkadaşım Fethi'yi ziyaret ettiğim hapishanenin yöneticisinin soylu bir davranışı beni çok etki l emişti.
Jurnaller, iftiralar,
haksız
suçlamalar birbirinin ardınca sıralan!yordu. Arkadaşım Fethi mart ortalarında tutuklanmış, bir süre sonra salıverilmişti. Nisan 102
a:
~
başında
yeniden tutuklandı. Samsun'a gitmeden onu hapishanede ziyarete gittim. Fethi Bey'i öteki tutuklularla birlikte Bekirağa Bölüğü'ne nakletmişlerdi. Bir-iki kez yanlarına gitmiştim. Bir kez daha ziyaret ederek sırdaşlarıma Anadolu'da bir göreve atandığımı bildirmek istedim. Önce hapishane müdürünün odasına girdim. Müdür beni saygıyla karşıladı. Ben oturduktan sonra o ayakta durdu. "Oturunuz, Ali Bey1" dedim. Bu Ali Bey, Buğdan Gediği muharebesinde, komutanın kendisini aydınlatmamış olmasından, bana yanlış bilgi verdiği için açığa çıkardığım 20'nci Alay Komutanı idi. Kabahatin onda olmadığını sonradan anlamıştım. Şimdi karşımda duran ve arkadaşları gözetimi altında tutan o idi. Harpte açığa çıkarılmış olması ona güven kazandırmış olmalıydı. Namuslu insanları savunmak borcumuzdur. Ali Bey eşsiz bir asker olmayabilirdi, ama cephelerde özveri göstermiş olanlardandı. Beceriksiz bir komutanın kurbanı olan Ali Bey, hak ettiğine razı olacak denli de temiz kalpliydi. Artık söyleyebilirim, hapishane müdürü olarak son ziyaretimde dedi ki: "Paşam, haber aldık, Anadolu'ya gidiyormuşsu nuz. Ne vakit isterseniz, tutuklulardan seçtiklerinizi yanıma alarak yanınıza geleceğim." Ayağa kalktım, Ali Bey'in elinden tuttum.
~
::l: il:
a: ?;;: ~
':ı
"'ti!
>-
c:
~
"'c:
"O <(
103
.. ···· · · · · •···· · , ,, z.., ,, ,. ,. ,,, , ,_. , ,. , ,. , ,_ . . ,,.,•.•. , , ,,,,,
, .•, , , , , , , , , , ,, , , , ,
'''''''' '''' '
)>
c. :ı
"' :ı
o:ı
:;·
"Bana başarımın ilk müjdelerini veriyorsunuz, ~ teşekkür ederim," dedim. ~ ~ Bütün koğuşları serbestçe dolaşmak istiyordum. c :IJ ;:>; Ali Bey'e benimle gelmemesini söyledim. z Önce Fethi Bey'i gördüm. Bir köşeye çekildik. ~ Olanı biteni anlattım. Sonra koğuşları dolaştık. Bazı:IJ larında üst üste yığılmış insanlar gördük. İçlerinden biri üstüme atıldı. Selanik'ten arkadaşım Topçu Binbaşı Hüsrev Sami idi. Boynuma sarılarak, "Görüyor musun Kemal, ne haldeyiz~ .. " dedi. Kimi büyükleri, odalarında vakit öldürmek için oyun oynarken buldum. Yakınlarıma, Ali Bey'le bir düzenleme yapmanın olasılığından söz edip yanla-
'<
~
)>
s
rından ayrıldım.
Genelkurmay Başkanı Cevat Paşa'yla İstanbul' daki son ziyaretlerimi yapıyordum. Birlikte Sadrazam Damat Ferit Paşa'ya gittik. Koltuklarımızda kahvelerimizi içerken, sadrazam, "Ne vakit hareket edeceksiniz?" diye sordu. "Ne vakit emir buyrulursa ... Ben hazırım, isterseniz yarın ya da öbür gün ... " "Zatışahane'yi 1 ziyaret ettiniz mi?" "Hayır, efendim~" ., "Ziyaret etmeden mi gideceksiniz 7 " 1
104
Zatışahane: Padişah Vahdettin.
a:
~
"İrade buyrulmadı..." 1
~
z<( ::.::
"Ben padişah iradesini bildiriyorum, yarın kendi- ,g; lerini2 ziyaret ediniz!" ~ (i; "Peki, efendim!" "'>-c: Cevat Paşa'yla sadrazam konağından çıkmış yü- iiic: "'c: rüyorduk. Paşa, bana dönüp içtenlikle sordu: "Bir şey mi yapacaksın, Kemal?" "Evet, paşam, bir şey yapacağım!" "Başarılar dilerim!" "Kesinlikle başaracağız!" N
"O <(
Beni görmek
fark ettiğim için, ertesi gün "Zatışahane"yi ziyarete gittim. Yıldız Sarayı'nın küçük bir salonunda Vahdettin'le nerdeyse diz dize denecek kadar yakın oturduk. Sağında, dirseğini dayamış olduğu bir masa ve üstünde bir kitap vardı. Salonun Boğaziçi'ne açılan penceresinden gördüğümüz manzara şu idi: Birbirine paralel hatlar üzerinde düşman zırhlıları. Bordalarındaki toplar sanki Yıldız Saray'ına doğrultulmuş! Manzarayı görmek için oturduğumuz yerlerden başınızı sağa sola çevirmek yeterli idi. Vahdettin hiç unutmayacağım şu sözlerle konuşmaya başladı: "Paşa, Paşa! Şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin, bunların hepsi artık bu kitaba girmiştir. " istediğini
1
irade buyurmak: Padişahın, isteğini belirtmesi.
2
Burada "kendi" adılı, saygı bildirmek amacıyla çoğul biçimiyle kullanı
lıyor.
105
Elini biraz önce sözünü ettiğim kitabın üstüne bastı ve konuşmasını sürdürdü. Elini üstüne koydu~ ~ ğu, bir tarih kitabı idi. Kulağımı vermiş, sessizce dine· "~ liyordum. "Bunları unutun," dedi, "asıl şimdi yapacağın E ~ hepsinden önemli olabilir. Paşa, PaşaI Devleti kurtarabilirsinI" Bu son sözler beni şaşırttı. Acaba Vahdettin içtenlikle mi konuşuyordu benimle? O Vahdettin ki, yabancı hüK.ümetlerin yüzüncü dereceden uşaklarıyla görüşme olanağı yaratarak, devletini ve saltanatını kurtarmaya çalışıyordu . Bütün bu yaptıklarından, aldatıldığını anlamış da pişmanlık mı duyuyordu? Ama bu varsayımlarla başka konulara kaymayı tehlikeli sayarak, onu iş olsun diye yanıtladım: "Bana gösterdiğiniz yakın ilgiye ve güvene teşekkürlerimi sunarım. Elimden gelen hizmette kusur etmeyeceğime inanmanızı diliyorum." Bunları söylerken bir yandan da kafamdaki sorunu çözmeye çalışıyordum. Veliahtlığında, padişah lığında bütün duygu ve düşüncelerini, yönelimlerini bildiğim adamdan nasıl yüksek ve soylu bir davranış bekleyebilirdim? Ülkeyi kurtarmak gerekirmiş .. . istersem bunu yapabilirmişimL. Nasıl? Hemen kendi kendime bir yargıda bulundum: Vahdettin demek istiyordu ki, hiçbir gücümüz kalmadı. Tek dayanağımız, istanbul'a egemen olanların politikasına uy:ı:ı
:ı:ı
106
a:
~
~ Benim görevlendirilmem, onların yakındıkları ~ a: sorunları çözmeye yöneliktir. Eğer onların gönlünce çalışırsam, ülkeyi ve halkı onların politikalarının doğ ~ i;; ruluğuna inandırabilirsem; bu politikaya karşı gelen ,.,ti! Türkleri yatıştırabilirsem, Vahdettin'in isteklerini ye- ffic: .. rine getirmiş olacaktım.. . ii "Merak buyurmayın, efendimiz," dedim, "yüksek görüşlerinizin ne olduğunu anladım . Buyruğunuz olursa, hemen hareket edecek, bana buyurduklarınızı bir an olsun unutmayacağım." "Başarılı oH" sözüyle onurlandırıldıktan sonra huzurundan çıktım. maktır.
~
·::ı
<{
Samsun'a hareket etme günlerim yaklaşmıştı. Sadrazamı, içişleri ve savaş bakanlarını bir kez daha görmek istedim. Hiçbiri yerinde yoktu. Beni sadaret bekleme salonuna aldılar. Geldiğimi duyan kimi bakanların heyecanlı heyecanlı salona geldiklerini gorerek biraz şaşırdım. İçişleri Bakanı Mehmet Ali Bey beni meraktan kurtardı: "Allah Allah, ne küstahlık~ .. İşittiniz mi efendim, Yunanlılar İzmir' e çıkıyorT. . " Savaş Bakanı onu doğruladı. "Ya, evet," dedim, "bu da mı oldu? .. " "EveU" "Ne yapmayı düşünüyorsunuz?" diye sordum. "Protesto edeceğiz," diye yanıtladılar. "Bu gereklidir, doğrudur. Ancak böyle bir protes107
~~~
. . . . . ·.·-;>., . .
~ " .1
)>
a. :J w
:J
aı
~-
toyla Yunanlıların İzmir' den geri çekileceklerini ya ~ da İngilizlerin onları geri çekeceklerini olası görüyor E musunuz?" c ;>; Yüzüme baktılar. z "Belki daha kesin önlemler düşünülebilir... " ~ i§ "Ne gibi? .. " O zaman bir ses, sanırım İçişleri Bakanı Mehmet Ali Bey'in sesiydi, "Öyle hareketlere kalkarsak bizi ne yaparlar bilir misiniz?" diye soruyla yanıtladı beni. Elbette, "Kalkar benim yanıma gelirsiniz," diyemezdim! Deniz Bakanı Avni Paşa'nın elini tuttum. "Bizi Anadolu'ya götürecek vapur hazırdır, değil mi?" "Çoktan hazırlamıştım, Bandırma Vapuru emrinizdedir." "Vapur kaptanına doğrudan ben emir verebilir miyim?" "Hay hay... " Yaverime seslendim, "Paşa Hazretleri 'nin 1 bir emirleri var, not ediniz." Yaverim kurşunkalemiyle Bandırma Kaptanı'na bir emir yazdı, imza etmesi için N
:ıı
)>
:ıı
paşaya uzattı.
Oradan ayrıldıktan sonra konutuma gittim. Son gecemi ailemin, annemle kız . l\ardeşimi.n yanında geçirdim. İçime işleyen bu ayrılık gecesini de size anlatmalıyım ... 1
108
O dönemde "hazret" unvanı, "sayın" yerine kullanılıyor.
cı:
o
>-
Bir amaç uğruna yola çıkan insan her şeyi göze alır. Büyük atılımlarda duygunun yerini inanç almadı ı:nı, hiçbir sonuca varılamaz . Kişi hedefteki ışığı görmüşse, düzenleri bozulacakmış, ayrılık özlemi çekeceklermiş, onların yarattığı acıları içlerine gömmeyi de bilir. Annemi ve kız kardeşim Makbule'yi istanbul'da yalnız başlarına bırakıp gidecektim. Makbule'ye önceden bir tabanca vermiş, "Dikkatli oH Ben uyurken ya da odamda dinlenirken kapıda kuşku yaratacak bir kalabalık birikirse, derhal bana haber ver! içeri girmek isterlerse anında ateş edersin! Öleceksin, ama kapıyı açıp kimseyi içeriye sokmayacaksın! .. " demiştim . Yine de iki kadını evde yalnız başına bıra kıp gitmek kolay değildi. istanbul'dan ayrılışımızı kız kardeş im Makbule'nin ağzından dinlersek, annemi ne hallere düşürdüğümü, onu öyle bırakıp giderken ne acılar çektiğimi anlayacaksınız ... "Ağabeyim arkadaşlarına
~ ~
'-:'.
.§
~ O;
:;ı
>c:
~
"'
~
veda ederken, 'Bu ge-
ceyi sabaha kadar annem ve kardeşimle geçireceğim . Sizi tekrar ziyarete gelemeyeceğim için kusura bakmayın. Şimdi hepinize veda etmiş olayım .. .' dedi. "Arkadaşları gittikten sonra beni çağırdı. 'Makbuş,' ı dedi, 'annemin karyolasının karşısına yer sofı Mustafa Kemal, çocukluğundan beri, kız kardeşi Makbule'ye kısaca diye sesleniyor.
"Makbuş"
109
6': "' ::ı ::ı
Ol
~-
rası
yap. Bu gece sizinle biraz dertleşmek istiyorum.' 'Önemli bir şey mi var, ağabeyciğim?'
~ )>
gc :ıı
;
'Yarın gideceğim!;
z ~
'Nereye?'
g
'Gideceğim işte, nereye olduğunu sorma ... Hayat
bu ... B-elki ölürüm, gelemem ... Size söyleyeceklerim var bu akşam .. .' "Ben üzgün ve şaşkındım. Belirsizlikler içinde · bocalıyordum. Fakat nereye gittiğini bilmesem bile gittiği yolun bir mücadele yolu olduğunu tahmin etmekte güçlük çekmiyordum. "Annemin karyolasının karşısına yer sofrası hazırladık. Minderleri, yastıkları yerleştirdik. Ağabeyim, annemin karşısına geçti. Çok düşünceliydi. "'Anneciğim,' dedi, 'ben gidiyorum. Buraların da Selanik gibi olmak ihtimali vardır. Ben gittikten sonra yanılıp da sokağa çıkmayın. Benim işim önemli. Bu işte başarılı olmak için huzurla çalışmam gerek. Beni.merak ve endişede bırakmayın. Giderken gözüm arkada kalmasın . Elimi ayağımı bağlamayın. Ülke için çalışırken sizden yana üzüntüye düşmek istemem.' "Annem heyecandan düşüp bayıldı. Doktor Rasim Ferit Bey'i çağırdık. O ilaç, bu ilaç derken annem biraz kendine geldi. o gece sabaha kadar uyumadık. Konuştuk ... Dertleştik ... "Ertesi gün araba kapıya dayandı. Annemle ağa110
a:
~
~
beyimin birbirinden ayrılmaları çok hazin oldu. Sarıl- ~ dılar... Öpüştüler... ,~ ;,o, annemin ellerini tekrar tekrar dudaklarına -~ İii götürdü. Annem, ağabeyimin boynuna sarıldı. ::il ~ "Arkadaşları aşağıya ağabeyimi uğurlamaya gel- ~ c"' mişti. Geleneklerimiz gereği alt katta erkekler olduğu ;ı için ben aşağı inmedim. Ağabeyim merdivenin başında durdu. Gözlerini gözlerime dikti. Belki dakikalarca konuşmadan birbirimize baktık. Ben olanları ve olacakları düşünecek halde değildim. 'Niçin konuşmuyorsun Makbuş?' dedi. "Nemli gözlerimi ona çevirdim. '"Ağabeyciğim,' dedim, 'ne konuşayım, muharebeye giderdin, bilirdim; terfi ederdin, bilirdim; görev gereği giderdin, bilirdim ... Ama bugün nereye, ne için gidiyorsun? .. Benim aklım durdu bu gidişe ...' 'Evet, Makbuş,' dedi, 'merak etme, bunu da bilirsin inşallah!' "Beni göğsüne bastı, ayrıldık. Merdivenleri atlayarak aşağı indi. Biraz sonra arkadaşlarının eşliğin de arabasına binip . kapıdan uzaklaştığı zaman, biz pencerelere yığılmış gözyaşı döküyorduk. Bizi gene annem teselli etti. '" Sen asker kardeşisin!' dedi, 'Ayıp, ağlanır mı hiç askerin ardından!.. Üzüntünü kimseye belli etme. Konuklara şerbet ez. Ülkesi için giden insan ölse bile ardından ağlanmaz ... "' ~
111 ,,,,,,,,,,,,,
,,,•,,•,•,•,
•,•, •,• ,',•,t ,ı , I.
ı
1
)>
c. ::ı
"' ::ı
Ol
:;· '<
"'~ N
~
~
c
::ı:ı
;;>< )>
z
~ ~
::ı:ı
Ben Anadolu yollarına koyuladurayım, ı 5 Mayıs 1919'da sabah 8.00'de 12 bin kişilik Yunan askerleri izmir'i işgale başladı. Ben, arkadaşlarımla birlikte 16 Mayıs 1919'da akşama doğru 17.55'te Anadolu'ya geçmek üzere Bandırma Vapuru'na bindim. _ Kız Kulesi açıklarında vapur durduruldu. işgal gücü subayları güverteye çıktılar. Kaptana sordum: "Bu adamlar ne için gelmişler?" "Efendim, silah, cephane arıyorlarmış ... " "Görevinizi yerine getirin, bana haber verin~" Dolmabahçe önlerinde demirli bulunan zırhlıları göstererek, arkadaşlarıma döndüm: "Bu sersem adamlar işte böyle ... Yalnız demire, çeliğe, silah gücüne dayanırlar. Maddeden başka bir şey bilmezler. Bağımsızlık ve özgürlük uğrunda savaşa kararlı bir ulusun gücünü anlamaktan acizdirler. Oysa biz oraya silah ve cephane değil, yüksek bir ideal, inanç dolu kafalar götürüyoruz."
112
~1
c;t, ANADOLU YOLLARINDA
~(J ~
,.._..........._~-~~
'··
,,,r;,.,•7,·,--;--••••••••••••••••••. •.• _._,_,_,_,_,_,_.-.~ .•.•. ı;ı,
Genel Durum ve Görünüm
Devleti'nin de içinde bulunduğu Müttefik Devletler grubu 1 Dünya Savaşı'nda yenilmiş, Osmanlı Ordusu her yanda zedelenmiş, koşulları ağır bir Ateşkes Anlaşması imzalanmış. Büyük Savaş'ın uzun yılları boyunca, ulus yorgun ve yoksul bir durumda. Ulusu ve yurdu bu Genel Savaş'a sürükleyenler, kendi başlarının kaygısına düşerek, ülkeden kaçmışlar. Padişahlık ve Halifelik makamında oturan Vahdettin, soysuzlaşmış, yalnız kendisini ve tahtını güvenceye almak düşleriyle, alçakça yollar aramakta. Damat Ferit Paşa'nın başkanlığındaki hükümet güçsüz, onursuz, korkak, yalnızca Padişah'ın isteklerine uymuş, onunla birlikte kendilerini koruyabilecek hemen her duruma boyun eğmiş durumda. Osmanlı
' Mü>tefik D"letl"' Alm•ny•, Muotucy•
M•~rt<ran"
1
Bulg"i<ran.
117
........................................................................................
l
~
İtilaf
Devletleri, 1 Ateşkes Anlaşması koşullarına uymayı gerekli görmüyorlar. Uydurma nedenlerle, İti l> ~ laf donanmaları ve askerleri İstanbul'da. Adana, Urfa, c--< :n "z Maraş, Antep 'e Fransızlar girmiş. Antalya ile Kon~ ya'da İtalyan birlikleri, Merzifon'la Samsun'da İngiliz i§ askerleri bulunuyor. Her yanda yabancı devletlerin :n subay ve memurları çalışmakta. En sonunda, İtilaf Devletleri'nin onamasıyla Yunan ordusu 15 Mayıs 1919' da İzmir' e çıkarılıyor. 2 Bundan başka, ülkenin her yanında Hıristiyan azınlıklar, özel istek ve amaçlarının elde edilmesi, devletin bir an önce çökmesi yolunda, gizli-açık çaba gösteriyorlar. Durumun korkunçluğu ve ağırlığı karşısında, her yerde, her bölgede birtakım kişilerce kurtuluş yolları düşünülmeye başlanmıştı. Bu düşünceyle girişilen çalışmalar, birtakım örgütler doğurdu. Kurulmaya başlayan bu örgütlerden başka, yurt içinde, ulusal varlığa düşman daha birtakım kuruluş lar ve girişimler de ortaya çıkmıştı. İstanbul'un kadın ve erkek birtakım ileri gelen kişileri, gerçek kurtuluşu Amerikan mandası istemek ve sağlamakta görüyorlardı. Bu kanıda olanlar, dü)>
3
1
itilaf Devletleri (Uyuşumcu Devletler): İng iltere, Fransa ve İtalya .
Mustafa Kemal'in istanbul'dan ayrılışından bir gün, Samsun'a çı kışın dan dört gün önce.
2
3
118
Amerika'nın güdümünde yönetilmek.
a: >-
o
çok direndiler; kesinlikle doğru yolun, kendi görüşlerinin desteklenmesi olduğunu kanıtlamaya çalıştılar. Üçüncü Ordu müfettişi bendim, karargahımla Samsun'a çıkmış bulunuyordum. Doğrudan doğruya şüncelerinde
buyruğum altında iki kolordu bulunuyordu: 3. ve 15.
~
z
<(
>:'.'.
,§
~
~
(;;
:;ı
>c:
~
"'
~
Kolordular. Ama yetkim, bu iki kolorduyu buyruğum ve komutam altında bulundurmaktan daha genişti. Bu geniş yetkiyi, beni İstanbul'dan sürüp uzaklaştırmak amacıyla Anadolu'ya gönderenlerin bana verdiklerine şaşabilirsiniz. Hemen söylemeliyim ki, bana bu yetkiyi onlar bilerek ve anlayarak vermediler. Benim, her ne türlü olursa olsun, İstanbul'dan uzaklaşmamı isteyenlerin buldukları gerekçe, "Samsun ve yöresindeki güvensizliği yerinde görüp önlemek için Samsun'a değin gitmek" idi. Ben, bu işin başarılması nın, bir görev ve (geniş) yetki verilmesine bağlı olduğunu ileri sürdüm. Bunda hiçbir sakınca görmediler. Bu açıklamalardan sonra, genel durumu hep birlikte gözden geçirelim .. . Düşman devletler, Osmanlı Devleti'ne saldırmış, onu yok etmeye ve paylaşmaya karar vermişler. Açıkladığım bilgilere ve gözlem sonuçlarına göre, üç türlü karar ortaya atılmıştı : Birincisi, İngiltere'nin koruyuculuğunu, ikincisi, Amerika'nın güdümünü istemek ... 119
> a. :ı
"'Ol :ı
:;·
Devleti'nin ortadan kaldınlacağına, Osmanlı ülkesinin paylaşılacağına olupbitti gözüyle bakarak, bölgelerin, kendi başlarını kurtarmasına çalışmak .. . Üçüncüsü,
~
!11
~
~
c, :Il ;>;
> z
Osmanlı
E ~
· Ben bu kararların hiçbirini yerinde bulmadım. Çünkü bu kararların dayandığı bütün gerekçe ve mantıklar çürüktü. o halde sağlam ve gerçek karar ne olabilirdi? Bu durum karşısında bir tek karar vardı. o da ulusal egemenliğe dayalı, hiçbir koşula bağlanma dan, bağımsız bir Türk devleti kurmak .. . işte, daha istanbul'dan çıkmadan önce düşün düğümüz ve Samsun'da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulamaya başladığımız, bu karar
:Il
olmuştur.
Bu
kararın dayandığı
en sağlam
düşünüş
ve man-
tık şuydu:
Temel ilke, Türk Ulusu'nun onurlu ve şerefli bir ulus olarak yaşamasıdır. Bu, ancak tam bağımsız olmakla sağlanabilir. Ne denli zengin ve gönençli olursa olsun, bağımsızlıktan yoksun bir ulus, uygar insanlık önünde, uşaklıktan öte bir gözle görülmeye layık olamaz. Yabancı bir devletin güdümüne girmeyi istemek, insanlık niteliklerinden yoksunluğu, güçsüzlüğü, 120
cc
~
~ benimsemekten başka bir şey değildir. <(z Bu aşağılık duruma: gerçekten düşmemiş olanların, ,g; ~ isteyerek başlarına yabancı bir yönetici getirmeleri ~ hiç düşünülemez. [c: Oysa Türk'ün onuru ve yetenekleri çok yüksek ve ~ c: büyüktür. Böyle bir ulus, tutsak yaşamaktansa yok ~"' olsun, daha iyidir. Öyleyse ya bağımsızlık, ya ölümI uyuşukluğu
~
Ben, ulusun vicdanında ve geleceğinde sezdiğim büyük gelişme yeteneğini, ulusal bir sır gibi kendi vicdanımda taşıyarak bütün toplumumuza yavaş yavaş uygulatmak zorundaydım.
121 =· ..• .. .•
.• ..
.~~~~.,.~~~~~~~~~=.>=.•,•=,ı,ı,r;ı,ı. • .ı.• .
. •.•.•,• ,
, ı,•,>.•,ı ,ı, 1 , ı,1,+,ı,1,ı,1 ,r,r.ı .1.ı.ı.ı.ı ". l.i-•_1_•.l.1_1_,_,_, ,r;-ı,ı,r,
ÖRGÜTLENME
Umut
Kurtuluş Savaşı,
Işıkları
sağlam
ancak
bir örgütlenmeyle amacına vardırılabilirdi. Savaş alanlarında büyük başarılar gösteren liderler, bunu örgütçülüklerine, komuta ettikleri ordunun disiplinine, ulusu kurtuluşa inandırma yeteneklerine borçludurlar. İçimde inanca dönüşen bu ruhla, 20 Mayıs 1919 günü yanımda yaverim Cevat Abbas ve birkaç kişiyle birlikte Samsun'da dolaşmaya çıktım. Halkın arasına girip onların izlenimlerini öğrenmek istiyordum. Belediyeye yakın bir yerde, üstü başı yırtık, postalları her yerinden patlamış, silahsız bir erle karşılaştım . Yolun kenarına oturmuş ağlıyordu. Onu görünce çok sarsıldım . Türk askeri bu hallere mi düşecektH İçim sızlayarak yanına yaklaştım .
"Arkadaş,
sen niye ağlıyorsun? " Yüzü bakır kızılına dönmüştü . Çocuklar gibi içini çekti. asker
ağlamaz,
125
"Ben
E e ~
)>
S ~ :ı:ı
da kimler ağlasın! Düşman yurdu basınca, hükümet, silahımızı elimizden alıp bizi terhis etti. Ortalarda kaldım; ne kimim kimsem kaldı, ne gidecek yerim, ne silahım ... Elimde hiçbir şey kalmadı, düşman tüm toprağımızı almaya kalksa ben neyle savaşacağım? .. " Elimi erin omzuna koydum, "Üzülme çocuğum, gel benimle," dedim. Eri Samsun asker deposuna götürdüm. Onu orada giydirdiler, eline silah verdiler. Biraz önce gözyaşı döken erin gözü ışıklandı, yanakları parladı. Diyebilirim ki Kurtuluş Savaşı örgütlenmesi, elinden yurdunu savunma gücü alınmış bu Mehmetçik'le ağlamayım
başlamıştır.
Albay Refet, Samsun
bir İngiliz binbaşısıyla aralarında geçen bir tartışmayı da sıcağı sıcağına o gün anlatmıştı bana: Mutasarrıflık binasında
"Anadolu'ya niçin geçtiğinizi biliyoruz. Geri dönmeniz sizin için hayırlı olur. Bunu hızlandır mak için, iskelede bekleyen bizim torpidomuzu kullanabilirsiniz," der. Refet, ona hak ettiği yanıtı verir: "İlginize teşekkür ederim. Ama ben deniz yolculuğundan nefret ederim!" Binbaşı şaşkına dönmüştür: "Galiba siz benimle alay ediyorsunuz!" Refet, "Tabii alay ediyorum! Derhal burayı terk et, gemine binip geldiğin yere gitT Yoksa seni tutuklar, daha da ileri gidersen asarım! .." Binbaşı,
126
a:
~ Olayı aktarırken bıyık altından
gülen Albay Refet
~ ~ ~
nasıl coşkuluydu, nasıl
mutluydu... Anlıyordum ki, yalnızca örgütlenmiyorduk, beynimizde onların kırmak istedikleri onurumuz da ayaklanıyordu ...
,§
~
~
"'c'>-" N
iii c
"'c
'O
<>:
Beni öldürmeye yönelik sasam gözlerim yaşarır. 22
şu olayı
ne zaman
anım
1919 . Mıntıka Oteli'nde oturmuş, arkadaşlarımla kahvelerimizi içiyoruz. Belediyenin önünde bulup silahlandırdığını asker kapıda nöbet tutuyor. Kapıda bağırdığını duydum . "Yassak dedik ulan sana!" Sürekli yinelenen sesi duyan yaverim Cevat Abbas tabancasını çekip dışarıya fırladı. Kapının önünde orta yaşlı, iriyarı, kapkara gözlü, palabıyıklı bir adam duruyordu. Doğu'dan gelmiş gibi bir hali vardı. "Ne arıyorsun burada?" diye sordum. "Mustafa Kemal Paşa'yı göreceğim ... " "Niye görmek istiyorsun onu?" "Ona söyleyeceğim önemli şeyler var." Cevat Abbas, "Ben Mustafa Kemal Paşa'yım . Nedir söyleyeceklerin?" diye sordu. Konuşmasından Kürt olduğu anlaşılan adam, içeri girmekte ısrar ediyordu. Cevat Abbas önüne düşerek onu odama getirdi. Mayıs
127
................................................................. . .... .... . . . . . "~ . . . . . . . . !
5: ::ı
O>
::ı
,,.
(D
"Bu adam sizi görmek istiyor Paşam!" "Gelsin ... " Adamın durumunda bir gariplik vardı. Herkes gö~ c ; zünü dikmiş bakıyor, onu göz hapsinde tutuyorlardı. z "Gel bakalım evlat, bir derdin mi var?" ~ =< o "Var paşam, doğrudan size söyleyeceklerim var!" "Hadi çekinme, söyle öyleyse ... " Adam bir süre duraksadıktan sonra, "Paşam, bana sizi vurmak için görev verdiler!" "Öyleyse vur beni, görevini yerine getir, ne duruyorsun!" "Aman paşam, sen vurulacak adam değilsin, baş tacı edilmeye layıksın!" Sonra ceketinin cebinden yepyeni ·bir tabanca çı karıp, oturduğum masanın üstüne bıraktı. "İşte paşam, bana verdikleri tabanca! 'Git, o vatan ve millet haini, padişahımızın düşmanı paşayı vur,' dediler. Ben de sizi gerçekten öyle sanarak öldürmeye karar verdim. üç gündür arkanda dolaşı yorum. Sizi görünce bütün dünyam altüst oldu. Meğer beni aldatmışlar! Az kalsın milletin babasını vuracaktım! Senin hemşerilerle konuşmanı dinledim, baktım ki sen yalnızca bizi düşünüyorsun, düşman ların elinden kurtarmak istiyorsun. Asıl hain onlar, o senin düşmanın olacak namussuzlar! Ben de artık sendenim paşam, senin yanındanım ... " Bu tehlikeli durum karşısında önce şaşakaldım.
'< O> N
~
:rı
:rı
128
Ne var ki buna benzer olaylarla daha önce de karşı laştığımdan şaşkınlığım uzun sürmedi. "Al bakalım tabancanı, sok beline. Sen de şu andan sonra artık benim askerim sayılırsın ... "
129
~~ ~ ~ ~ ..
1
?~«.~J
.... .. ... .o·-.·•.·. ..... ,.,, ............... ....
..
Amasya'dan Erzurum'a
Anadolu içlerine gitmenin zamanı gelmişti. Savaş, orduyla yapılır. Halkın coşkusu ne denli önemli ise, disiplinli bir orduyla savaşa girmek de o denli önemli ve sonuç vericidir. Düşmanımızın niyeti, bizi diri diri mezara gömmekti. Biz ise çukurun tam kenarında bulunuyorduk. Son bir çabayla bir araya gelirsek kendimizi kurtarabileceğimize inanıyordum. Hiçbir zaman umudumuzu yitirmeyecek, çalışıp ülkeyi kurtaracaktık. Ama Anadolu'ya geleli ancak bir ay olmasına karşın, önümüze engeller çıkmaya başlamıştı. Savaş Bakanı beni istanbul'a geri çağırıyordu . Ama bu süre içinde bütün ordu birlikleriyle bağlantı sağlanmış, halk yapılacak işler konusunda elden geldiğince aydınlatılmış, ulusça örgütlenme düşüncesi yayılmaya başlamıştı. işleri komutan kimliğiyle yürütüp yön130
cc
~
~
lendiremeyeceğimi anlamıştım. İstanbul'dan yapılan
~
çağrıya uyup oraya geri dönmem olanaksızdı. İstan-
·~
bul Hükümeti'ne göre örgütlenme, halkın ayaklanmasıydı; bunun başında olan ben de devlete başkaldıran bir asi idim. Örgütlenmeyi kişisellikten çıkarıp bir kurul adına yürütmek zorunlu idi. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerini birleştirerek, bunları bir merkezden yönetmek zamanı gelmişti. Bu amaçla Sivas'ta bir ulusal kurultay toplamak gerekecekti. Bu amaçla emir subayım Cevat Abbas Bey'e 21/22 Haziran gecesi Amasya' da söyleyip yazdırdığım genelgenin (özetle) başlıca noktaları şunlardı. Bu maddeler, aynı zamanda ulusal örgütlenmenin temel ilkeleri idi: 1. Yurdun bütünlüğü ve ulusun bağımsızlığı tehlikededir. 2. istanbul'daki hükümet, üstlendiği sorumluluğun gereklerini yerine getirememektedir. 3. Ulusun bağımsızlığını yine ulusun dirençli ka-
~
~
<(
,.,c:~
~
"'
~
rarı kurtaracaktır.
4. Ulusun durumunu ve davranışını göz önünde tutmak ve haklarını dile getirip bütün dünyaya duyurmak için her türlü etkiden ve denetimden uzak ulusal bir kurulun varlığı çok gereklidir. 5. Anadolu'nun her yönden en güvenli yeri olan Sivas'ta ulusal bir kongrenin tez elden toplanması kararlaştırılmıştır.
131
...
..
-~~~~,...,,"" "'=" · ' ·""' · ' · '=""~--,,...,.;,.,,, ~
6. Bunun için bütün illerin her sancağından, halkın güvenini kazanmış üç delegenin, Sivas'a, olabilE diğince çabuk yetişmek üzere, hemen yola çıkarılmac :IJ ;>; sı gerekmektedir. z 7. Herhangi kötü bir durumla karşılaşılabileceği i§ düşünülerek bu iş, ulusal bir sır gibi tutulmalı , dele:IJ geler gereken yerlere kimliklerini gizleyerek gitmelidirler. 8. Doğu illeri adına ıo Temmuz'da Erzurum'da bir kongre toplanacaktır. O güne değin öteki il delegeleri de Sivas'a ulaşabilirlerse , Erzurum Kongresi'nin üyeleri de Sivas'ta yapılacak genel toplantıya katıl mak üzere yola çıkarlar. )>
s
Her başarının temelinde bilgi, cesaret, arkanız dan düzenlenen tuzakları anında sezip önlem almak yatar. Amasya'dan Sivas'a gelirken başımdan geçen bir olayı anlatırsam hangi koşullarda neler yaptığımız daha iyi anlaşılacaktır... Samsun ve Amasya'daki girişimlerim Osmanlı Hükümeti'nde kuşku yaratmıştı. Bu nedenle İçişleri Bakanı Ali Kemal, yayımladığı genelgeyi bütün illere göndermişti. Bu genelgede, benim iyi bir asker olmakla birlikte günün siyasetini bilmediğim, olağa nüstü düzeydeki yurtseverlik ve çabama karşın, yeni görevim 3. Ordu Müfettişliği'nde asla başarı gösteremediğim dile getiriliyordu . 132
er:
o
>-
Genelgede, ayrıca İngiliz Olağanüstü Temsilcisi' nin istek ve ısrarıyia görevden alındığım, yazdıklarım ve eylemlerimle kusurlarımı daha da çok açığa vurduğum da belirtiliyordu. Bu durumda, yurdu bu görüşteki insanlardan kurtarmak için "Ya istiklal ya ölüm!" deyip silaha sarılmaktan başka çare var mıydı? .. İçişleri Bakanı'nın genelgesi bana karşı olan valileri harekete geçirdi. Bu arada da ben boş durmadım, kurmay heyetimle güçlü bir atlı piyade birliği oluş turdum . Nereye gidersem gideyim bu birlik benimle
g ~
><'.
,§ ~
!;{ İij N
"'>-c
~
"'
~
bağlantı kuracaktı.
Amasya'dan Tokat'a, Tokat'tan Sivas'a geçecektim . Tokat'a giderken kimseye haber verilmedi. Yine de duyanlar olmuş, beni karşılamaya gelmişlerdi. İçişleri Bakanlığı'nın genelgesine göre her an tutuklanabilirdim. Karşılayanlara kuşkuyla bakıyordum . Ama Askerlik Şubesi Başkanı Binbaşı, selama durup, "Paşam hoş geldiniz, 19 er, bir çavuş emrinize hazır dır!" deyince, Anadolu'da nasıl bir havanın estiğini görmek beni mutlu kıldı. Binbaşı akşamleyin kentin ileri gelenlerini Askerlik Şubesi'nde bir araya getirdi. Onların bu yakınlığı beni çok duygulandırdı. Onlara, "Hiçbir savunma aracına sahip olmasak da, dişimizle, tırnağımızla, zayıf ve güçsüz kollarımızla savaşarak onurumuzu, namusumuzu savunmayı zorunlu görüyorum. Tarih,
.
.
133J ·
·~····
· • , • , •·•·.··· · ····r;r;>;·
!ı .
i5: :ı ııı :ı
Ol
~·
bize yurt
savunmasında canını, malını
esirgemeyen ~ ulusların asla ölmediklerini, hala yaşadıklarını gös~ termektedir. Ben hayatımı hiçbir zaman ulusumdan c "z üstün görmedim, görmeyeceğim de . Her an, ülkem için onurumla ölmeye hazırım," dedim. O toplantıda, yok olma korkusu çeken, gelecek-' ~ ten umudunu kesmiş, öte yandan da yurdu kurtarmak için bütün varlığını ortaya koyacak halkımızı yakından tanıma olanağı buldum. ~
:ı:ı
)>
s :ı:ı
Biz yollara koyulmuşken Sivas Valisi Reşit Paşa'ya gelen telgrafların birinde benim Sivas'ta bir kongre düzenleyeceğim yazılıdır. Öbüründe de, İçişleri Bakanı Ali Kemal, mülki amirlerin benimle yazışmalarını yasaklamaktadır.
Eylemlerimde beni hem haklı, hem güçlü bulan Reşit Paşa'nın, telgrafların bana iletilip iletilmemesi konusunda duraksadığı o günlerde, Harput 1 Valisi Ali Galip on adamıyla birlikte Sivas'a gelir. Reşit Paşa'ya, "Ben istanbul'dayken Mustafa Kemal Paşa'nın görevden alınması konuşuluyor, hatta Yüce Divan'a verilmesinden söz ediliyordu. Sizde buna ilişkin bir belge var mı?" diye sorar. Reşit Paşa telgrafı gösterince, Ali Galip, "Ne yapmayı düşünüyorsunuz?" diye sorar. O da, "HiçT Bakanlık bize o kişinin görevden alındığını, kendisiyle bağlantı kurulmamasını bildiriyor. Bizce 1
134
Harput; bugünkü Elazığ.
a:
~
de sizce de yapılacak bir şey olmadığını sanıyorum;" deyince, Ali Galip öfkeyle yerinden fırlayarak, "Sayın Vali, üst makamlar her görevi bize bildirmez, görevler kendiliğinden ortaya çıkar. Mustafa Kemal Paşa sorunu da bu türdendir. Çünkü bu kişi, devletin çıkarı açısından, tutum ve davranışları, sözleri kuşku uyandıracak takımındandır. Nitekim İçişleri Bakanı da onun bu durumunu saptayıp size bildirmiştir. Siz nasıl olur da bu durumun gereğini yerine getirmekte hoşgörülü davranırsınız?" der. Ali Galip'e göre, benim, adi bir suçlu gibi polis ya da jandarma tarafından tutuklanıp İstanbul'a gönderilmem gerekecektir. O ve onun gibi olanlar, beni tutuklatmayan Reşit Paşa'yı vatan hainliğiyle suçluyordu. Ama Reşit Paşa, görevden alınışımla ilgili haberi her yere duyurmadığmdan, çok il ve ilçe durumu bilmiyordu.
~ ~
l<'.
.§ ~ ~
(ij
:11
"'
c:
~
"'c:
"tJ <(
Sivas'ta bu gerilim yaşanırken, İstanbul'dan İçiş leri Bakanı Ali Kemal'in görevinden ayrıldığı duyulur. Böylece, bana karşı olanların güvendikleri önemli kalelerden biri yıkılmış oluyordu. Tam bu sırada, "Üçüncü Ordu Müfettişi" olarak, Sivas Valisi Reşit Paşa'ya şu telgrafı gönderdim: "Tokat'tan Sivas'a gelmek üzere hareket ediyorum. Sizinle tanışma umudu beni mutlu kılacaktır. Saygılarımla."
135 . ·""~" .. ·•··················· ..................-.~.-~=~l
l> c.
:J ID :J
CD
:;-
Bu telgraf Sivas'ta olay yaratmıştı. İçişleri Bakanı Ali Kemal, benim görevden alındığımı bildirmişti. l> :;;! Oysa telgraf, "Üçüncü Ordu Müfettişi Mustafa Kemal" --i c, :JJ A adıyla geliyordu ... Yoksa, Bakan, bir yalan uydurarak l> z mı böyle bir telgraf göndermişti? .. Telgrafı çektiğinin ~:JJ ertesi günü neden görevden ayrılmıştı? .. Reşit Paşa, büyük olasılıkl a içten içe sevinerek, gönderdiğim telgrafı Ali Galip'e uzatır: "Buyurun, okuyun! Sonra da kalkın önlem alın, Üçüncü Ordu Müfettişi'ni tutuklayın! .. " demesi üzerine, Ali Galip, "Gelmek üzere değil, gelmiş, Sivas'a hemen hemen girmiş. Çünkü telgrafın çekiliş saati üzerinden altı saat geçmiş ... " der. Bunu fark etmeyen Reşit Paşa telgrafı alıp dikkatle gözden geçirince, biraz da öfkeyle, "Ben Paşa'yı karşılamaya gidiyorum. İ sterseniz siz de sağlayacağı nız kuwetlerle onu tutuklayınızY" diye karşılık verir. Herhangi bir karar aldığın ızda olayların nasıl gelişeceğini sezip ona göre strateji oluşturmak çok önemlidir. Sivas Valisi Reşit Paşa'ya güvensem de, herhangi bir oldubittiyi önlemek için Tokat'tan çıkış saatimizi bild i rmemiş, telgrafın yola ç ı kışımızdan altı saat sonra çekilmesini, o zamana değin Sivas'a bilgi verilmemesini istemiştim. Biz Sivas'a yaklaşırken, daha önce Sağlık Baş kanı olarak Sivas'a gönderilen İbrahim Tali, valiye beni karşılayıp karşılamayacağını sorar. O da, "Tabii, karşılayacağım. Yalnız ilgililere haber verip Paşa'nın
'<
ID N
~
s
136
a:
~
gelişini
bildirmek için biraz vakit kazanmak gerekecek. Sizden rica ediyorum, Numune Çiftliği'ne gidip, Mustafa Kemal henüz oraya gelmemişse kendisini bekleyiniz. Bizler gelinceye değin çiftlikte dinlenmiş olursunuz. Onu şöyle topluca karşılamaya çıkmazsak
3~ ~
,~
~ iü
~
>c:
~
m
ayıp olur," der.
~
Planlandığı
gibi, İbrahim Tali beni Numune Çiftliği'nde karşıladı. Hemen Sivas'taki durum hakkında bilgi verip halkı da yanına alarak valinin karşılamaya geleceğini, görevinin beni burada bir süre oyalamak olduğunu
söyledi. "Oyalama" sözünü duyunca, ayağa fırlayıp, "Çabuk, arabalara binin, hemen hareket ediyoruz!" dedim. Bu kararı verirken, amaçlarını gerçekleştirmek için İbrahim Tali Bey'i aldatmış olabileceklerini, böylece zaman kazanmak isteyebileceklerini düşündüm. Çünkü onların otomobil, araba, at bulup karşılamaya çıkmaları bir saatten faz.la tutardı... Tam · otomobillerimize biniyorduk ki, karşı yoldan başka bir otomobil göründü. İçinde Sivas Valisi vardı. Reşit Paşa, yanına Albay Rauf Bey'i de almıştı. Reşit Paşa, "Efendim, birkaç dakika daha dinlenmek istemez miydiniz?" diye söze başlarken, sözünü yarı da kesip, "Yarım dakika bile dinlenmeye gereksinim duymuyorumr Derhal yola çıkacağız, siz de yanıma buyurunuz .. ." dedim. 137
"Efendim, sizin yanınıza Rauf Bey binsin, ben kendi otomobilimle de gelirim." "Hayır, hayırr Olmaz, yanıma geliniz ... " Bu basit önlemi herhangi bir suikast . girişimi ni önlemek için almıştım . Vali ne denli gücendiğini gizlemeye çalışarak konuyu değiştirmeye çalışsa da, sertçe, "Sen onu bunu bırak da, Sivas'ta yapılan hazırlıkları anlat; beni tutuklatmak için kaç kişi bulabildin, bunlar şu anda nerede pusudalar? .. " dedim. Vali'nin şaşkınlığı geçmeden, devam ettim: "Ali Galip'le neler konuştuğunuzu biliyorum. Beni Numune Çiftliği'nde alıkoymak için İbrahim Tali Bey'i görevlendirişinizden, açıkçası, bana da aynı öneride bulunuşunuzdan kuşkulanarak, Ali Galip'in sizi de kendisine uydurmuş olabileceğini düşündüm. Sizi otomobilime alışımın nedeni bu kuşkudan doğdu . şu anda yanımda rehine gibisiniz, belki de benden önce sizin kurban gitmeniz kaçınılmazdır!" Vali'nin gözleri yaşarmıştı. Artık üstüne fazla varmayarak gülümsedim, "Önlem iyi şeydir, size de öneririm. Bu serüveni unutmamalısınız ... " dedim.
ğ
c
::rı
;><; )>
z
~
;§ ::rı
Vali
benim otomobilimde Sivas'a vardık . Caddenin iki yanını büyük bir kalabalık doldurmuş, askeri birlikler tören düzenini almış bulunuyordu. Otomobillerden indik. Yürüyerek halkı ve as138
Reşit Paşa'yla
o:
o
>-
~
kerleri selamladım. Bu karşılama töreni, Sivas halkı- ~ nın ve bu kentte bulunan subay ve askerlerin bana ne ,g; ~ kadar bağlılık ve sevgi duyduğunun kanıtıydı. Oradan ~ ii; doğruca Kolordu Komutanlık binasına gittim. Hemen, ~ >c Ali Galip'i, yanındaki yardakçı ve fesatçılarıyla bir- ~ "' likte oraya getirttim. İbrahim Tali, onların eylemleri ~ konusunda aydınlatmıştı beni. Arkamdan neler çevirdiklerini bildiğimden, getirilenleri asık yüzle kabul ettim. Bir süre ayakta tuttuktan sonra oturmalarını emrettim. Sonra gerekenleri söyledim: "Size daha kötü davranabilirdim. Emekli bir asker olmanıza saygı duyup bununla yetiniyorum. Aklınızı başınıza alıp dilinizi tutmazsanız, sonunuz çok kötü olur, bilesiniz! Şimdi buyurun yerinize gidin, derin derin düşünün! Harput'a mı gitmek, geri istanbul'a mı dönmek gerektiğini siz kararlaştırın . Yalnız şunu unutmayın ki, Anadolu'da sizin gibilerin ve efendilerinizin düdüğü ötmez, ötemez!" Ali Galip'in istanbul'a döneceğini sanıyordum . Bana söyleyeceklerinin olduğunu belirterek geceleyin yalnız başına bana geldi. Ben de onu dinledim . Duyduklarıma önem verilmemesini rica ederek, Harput Valiliği'ni kabul edip Anadolu'ya gelmesinin nedeninin, benim yolumda hizmet etmek olduğunu, Sivas'ta kalışının benimle buluşup benden direktif almaya dayandığını açıkladı. ~
139
Erzurum' da
Karargahı
Erzurum'da bulunan 3. Ordu Komutanı Kazım Paşa'ya şöyle bir telgraf gönderdim: ''Olusa ve yurda borçlu olduğumuz en son vicdani görevi ortak çalışmayla en iyi yapma olanağı bulunduğu kanısıyla bu son görevi kabul ettim. Bir an önce sizinle buluşmak dileğindeyim. Ben; şimdiden aydınlatmaya yarayacak konular varsa bildirilmesini rica eder, gözlerinden öperim." Kazım Paşa'dan aynı gün yanıt geldi: "nabzon yolunda güvenlik ve benzin vardır, Sivas yolunda yoktur. Yollar da otomobillere pek uygun değildir. "
23 Haziran'da Tokat-Sivas yolu üzerinden Erzurum'a hareket ettik. Kazım Karabekir ve yanındakiler beni ve arka140
a: >-
o daşlarımı karşılamak
üzere
Ilıca'ya
kadar gelmişlerdi.
Söğüt ağaçlarının altında
~
~ :.:: ,§
ikram edilen kahvelerimizi !o: içtik. Kahve içerken gözüm Ilıca başındaki sırtla- !.: Oi ra ilişti. Güneş batmak üzereydi. Tam yolumuzun >-~ c üzerinde, arkasını güneş aldığı için, kaya renkli ve ~ "' parıltılı, heykel gibi bir hayal. Gölge ve ışık oyunu ... ~ Gördüklerimi yanımdakilere gösterdim. Ufukta insan ve kağnı siluetleri... Aşağıya doğru inen kervan yavaş yavaş söğütlüğe kadar geldi. Başlarındaki adam, bizlerin kim olduğunu. .az çok sezerek elini göğsüne götürüp selam verdi. Ben de adamın hatırını sordum. "Ağa, böyle nerden geliyorsun?" "Rus gelirken muhacir olmuştum. Çukurova'da idim. Şimdi köyüme dönüyorum." Zaman kötü. Güvenlik yok. Kışa doğru buralara neden geldiğini sordum: "Oralarda geçinemedin mi?" "Hayır, Paşam ... Çukurova cennet gibi bir yer... Bize tarla da verdiler. Rahattık. Yalnız son günlerde bizim Erzurum'u Ermenilere verecekleri sözü yayıldı. Geldim ki göreyim, kimin malını kime veriyorlar? .." Adamın sözü çok duygulandırdı beni. Sonsuz bir güven duygusuyla yanımdakilere döndüm, "Bu milletle neler yapılmaz!.." dedim . Bu milletle her
şey yapılırdı,
yaptırmayanlar
utansın!
141
::; ::;c, :n
"'z )>
~
i§
:n
Erzurum'a geldiğimizde Kazım Paşa, Refet Bey' den gelen bir telgrafı gösterdi. Telgrafta, İstanbul Hükümeti'nin kararları bildiriliyordu . Karara göre benim imzamı taşıyan hiçbir telgraf alınıp çekilmeyecekti. Sivas Valisi Reşit Paşa'ya göre askerlikten çekilmeli, Sivas'a da gitmeyerek Erzurum'da kalmalıydım.
bana "İstanbul'a gel," diyordu; padişah, "Önce hava değişimi (izni) al, Anadolu'da bir yerde otur, ama bir işe karışma," diye başlıyordu. Sonunda, ikisi birlikte, "İlle gelmelisin!" diyorlardı. "Gelmem," dedim. 8/9 Temmuz 1919 gecesi, Saray'la açılan bir telgraf başı konuşması sırasında perde kapandı, 8 Haziran'dan 8 Temmuz'a değin, bir aydır süren oyun böylece son buldu. İstanbul, o dakika benim resmi görevime son vermişti. Ben de o dakikada, 8/9 Temmuz 1919 gecesi saat 22.SO'de Ordu Bakanlığı'na, saat 23.00'te de Padişah'a, görevimle birlikte askerlik mesleğinden çekildiğimi bir telgrafla bildirdim. Böyle bir karar verip üzülmemek olanaksızdır. Ordu
Bakanlığı,
Kazım Paşa üzüldüğümü anladı.
"Bunda üzülecek bir şey yok paşam, müfettişlik ten ayrılsanız da, üniformanızı çıkarsanız da, bütün kutsal değerler üzerine söz veriyorum ki, size üstüm olduğunuz zamankinden daha büyük saygı duyup bağlı kalacağım!" dedi. 142
a:
~
İnsan
nın
bir şeyi kaybedebilir, ama gerçek dostlarıvarlığı ona çok şey kazandırır... Bu, bir insanın yaşayacağı en mutlu andı.. . .
Bir süre sonra da benden boşalan Üçüncü Ordu Müfettişliği'ne Kazım Paşa atanmış, benim yetkilerim ona verilmişti . Ben ondan kıdemli olduğumdan, bunu içine sindirememiş; bu kez ben, "Orayı sen doldurmazsan başka birini atayacaklardı, büyük olasılıkla o, çalışamayacağımız biri olacaktı; böylesi daha iyi değil mi?" diyerek sakinleştirmeye çalışmıştım. Ben, Erzurum'da müfettişlik karargahında kalı yordum. Arkadaşlarım ya birinin evinde konuk kalı yorlardı, ya da ev tutmuşlardı. Sonunda hepimizi bir araya getiren bir bina bulundu. Yemeklerimizi aynı masada, birlikte yiyorduk. Sofrada herkesin oturacağı yer belliydi. Sorunları, uzun süren bu sofralarda
~ ~ ~
a: o ~
~
~
>-
c
~
"'
~
konuşuyorduk.
·örgütlenme sırasında çozumsüz gibi görünen engellemelerle karşılaşılır. Bunlar akıl ve sabırla çözülür. Kongre'nin kimi delegeleri benim kongre üyeliğimi içlerine sindiremiyorlardı. Kazım Paşa, "Mustafa Kemal Paşa kongreye yalnız delege değil, başkan bile yapılmalıdır. Bir Ordu Komutanı hayatının bütün kazancını sizler için feda etmiştir. İçtenlikle çalışa cağına, millet kararına aykırı işler yapmayacağına güvenmeliyiz," diyerek onlara karşı çıkmıştır. 143
~ ::ı
O> ::ı
cı
~·
Biz, "Ya bağımsızlık, ya ölüm!" diyerek Türkiye'nin ~ yabancı işgalinden kurtulup bağımsızlığına kavuşma !;; !:; sı yolunda bir savaş başlattık. Bu savaş iyi yönlendic :o "z rilmezse yenilgi kaçınılmazdır. Asker ya da sivil, -ki, ~ yaşadığımız günlerde bu aşamada aralarında hiçbir i§ fark kalmamıştır- toplulukları iyi örgütleyecek bir :o başkanın olması gerekir. Tarihsel olaylar açıkça ortaya koymuştur ki, büyük işlerde başarı, büyük ölçüde gücü ve yeteneği sarsılmaz bir başkanın varlığına bağlıdır. Ben kendimde bu gücü buluyordum. O günkü ortamı düşünelim; güçlü olmayı, deneyimi gerektiren başkanlık görevi; ulus, yurt, siyasa ve ordu yöneticiliğinde hiç bulunmamış, bu alanda değeri belirmemiş ve denenmemiş gelişigüzel kişiler den, örneğin Erzincanlı bir Nakşi Şeyhi ve Mutkili bir aşiret reisi gibi zavallılardan kurulabilecek herhangi bir temsilciler kurulu üyesine bı~akılabilir miydi? Bütün devlet büyükleri gücünü yitirmişti, umutsuzdu . Ali Galip'in neler yapmak istediğini anlattım; kimin ne olduğu, ne düşündüğü, ne zaman ne yapmak istediği belli değildi. Olaylar, her "yurtseverim" diyenin gerçek yurtsever olmadığını gösteriyordu. Arkadaşlarımla birlikte bütün bunları düşünmek zorundaydık . Önümüzde iki seçenek vardı: Ya kurtuluşa erecektik, ya ölümüzü kurtlara kuşlara yem edecektik ... İstanbul Hükümeti'nin yurtseverlikle bağdaş~
)>
144
a:
~
mayan tutumu karşısında Anadolu bize kucak açmıştı. 23 Temmuz 1919 günü toplanan Erzurum Kongresi'nin açılışında, "ulusun yazgısında sözünü yürütecek bir ulusal iradenin ancak Anadolu'da doğabileceğini" belirtirken, "ulusal iradeye dayanan bir Millet Iv):eclisi oluşturmayı ve gücünü ulusal iradeden alacak bir hükümetin kurulmasını ilk çalışma amacı olarak" gösterdim. Kongre' de, ülkenin parçalanmasını önleyecek birçok karar alındı. şu dört madde, ülkede özgür ve bağımsız bir cumhuriyet ilanının somut belirtileridir: - Ulusal sınırlar içinde bulunan yurt parçaları bir bütündür, birbirinden ayrılamaz .
~ ~
'.><'.
a:
' ::::ı
~
., N
"'"'c
~
"'c
'O <(
6: "' ::ı ::ı
IJJ
~-
- Ulusal gücü etken ve ulusal iradeyi egemen kılmak temel ilkedir. - Yabancı devletlerin güdümü kabul edilemez. - Millet Meclisi'nin hemen toplanmasını ve hükümet işlerinin meclis denetiminde yürütülmesini sağlamak için çalışılacaktır.
~
!il
E C•
:D
;
z
~
~
Kongreye iki hafta kala, Mazhar Müfit'e, gizli kalması koşuluyla yaptığım açıklamayı, onun güncesinden buraya aktarıyorum: "Bu defterin bu yaprağını kimseye göstermeyeceksin. Sonuna değin gizli kalacak. Bir ben, bir Süreyya, bir de sen bileceksin. Şartım bu ... Yaz: Zaferden sonra hükümet biçimi Cumhuriyet olacaktır. Bu bir. İki: Padişah ve hanedan hakkında zamanı gelince gereken işlem yapılacaktır. Üç: Tesettür kalkacaktır. Dört: Fes kalkacak, uygar uluslar gibi şapka giyilecektir. Beş: Latin harfleri kabul edilecektir." Çocukluğumdan cağımı
çok önceleri kimseye açmam.
146
beri
alışkanlığımdır;
düşünür,
ne yapane düşündüğümü de
Erzurum'dan Sivas'a
Sivas'ta da bir kongrenin yapılması çok önce kararlaştırılmıştı. Bu kongrenin en büyük başarısı, üzerinde çok tartışılan Amerikan güdümü ya da İngi liz korumacılığına karşı kesin ve bağlayıcı karar~arın alınmış olmasıdır. Toprak bütünlüğümüzü öngören "Ulusal Ant"la, ' "anavatanımızı düşman işgalinden kurtarmaya, bağımsızlık yolunda savaşım vereceği mize" yemin etmiştik. Bunu İstanbul hükümetinin ve yabancıların anlaması gerekiyordu. Sivas'ta, bir ulusun kurtuluşunu gerçekleştirecek kararlar alınmıştır. Bunca · işi hangi koşullarda başardığımızı size anlatayım ... Bir gün, yeme içme işlerinden sorumlu Nizamet1
Misak- ı Milli.
1
147
1
.. J
.... -
"' . .;_':§ -
(/~
•.
."
)
... · .
i:,~
~·-·-·- - :·
·--, .
·...r:,, ___ . _.___,.,.,_,,,,_,..
...,...
-~·· :~~~~-;c:
·h..:
ı:ı:
§? "Çarşıda
~
kasaba, bakkala . borçlandık. Hiç ~ paramız kalmadı," dedi. ,g; ~ "Bunu Rauf yanımdayken tekrar aç," dedim. ~ Rauf Bey'e durumu açmış, o da, "Ben şimdiye fil >kadar olanı, 700 -800 liram vardı, onu verdim, başka J5c: param yok," demiş. ~"' Bu paralarla, yanımdakilerle birlikte 20 kişiyi bulan kongre üyelerinin yemesi içmesi sağlanıyordu. Herkesten payına düşenin alınmasını istemiyordum. Kimden ne isteyecektim? Yanımdakilerin kimisi teğ men rütbesinde idi. Maaşının bir bölümünü ayrılırken istanbul'da ailesine bırakmış. Bir de burada masraf! Buna dayanılabilir mi? Nasıl? Mazhar Müfit'in 16-1 7 Eylül 1919 tarihli güncesinde yazdıkları bugünkü gibi, gözümün önündedir: Mazhar Müfit, benim emirerimden şekerli bir kahve yapmasını ister. Emireri, şekerin kalmadığını söyler. O da kahveyi sade içer. Mazhar Müfit'in, "Farkındayım, yine parasız kaldık. Bu para işine bir çözüm bulmalıyız ..." diye mırıldandığını duyan Hüsrev Sami, hemen bana yöneldi: "Paşam, ne düşünüyorsunuz; yarın Osmanlı Bankası'na, Tekel yönetimine, öbür yabancı kurum ve bankalara borçlanalım mı?" Bu öneri parasızlıktan artık iyice bunalan Mazhar Müfit'e de ilginç geldi, Hüsrev Sami'yi onayladı. Hiç duraksamadan, kesinlikle, "Olmaz! Böyle bir şeye izin veremem!" diye atıldım. tin Bey,
~
149
"Zaten
İstanbul
Hükümeti bize
'Celali-ı
diyor. Bir soyuyorlar diye
de bankaları ve yabancı kuruluşları ~ aleyhimizde bin türlü propaganda yapılmasına fırsat c :D veremeyiz." z İkisi birden, "Eşkıya demesinler, Celali demesin~ ~ ler, bunların hepsi güzel de, aç mı kalacağız? .. " :D Yanıtım sert oldu: "Aç maç, nasıl kalırsak!.." diye kestirip attım. "Konuşacağımız, düşüneceğimiz daha çok önemli şeyler var... " Mazhar Müfit bozguna uğramıştı. "Biz burada beş-altı kişi oturmuşuz, yalnız ülkemizle, padişahla, Ferit Paşa ile değil, bütün dünya ile ~
:>\ )>
uğraşıyoruz.
"Para yok, asker yok, top yok, tüfek yok ... Elimizde bu savaşımızı destekleyecek bir güç yok. Buna bir çare düşünelim .. ." dedi. Bunun üzerine, dostça, "Azizim Mazhar Müfit, bu senin dediklerinin hepsi olsa o zaman bu işi annem de görebilir. Marifet bu yokluk içinde başarıya er.mektir. Her nedense sen bu gece sinirlenmişsin . Hadi git yat, yarına kadar bir şeyin kalmaz," dedim. Oysa yalnız şekersiz, kahvesiz, yemeksiz _değil, ı Celilli (genel anlamda) : Eşkıya. Osmanlı döneminde, Yavuz Sultan Selim zamanında
devlete başkaldıran Bozoklu Derviş Celal ve adamlarına ve onlardan sonra Anadolu' da ortaya çıkan bütün ayaklananlara ve ayaklanmalara verilen ortak ad.
150
a: >-
o
ekmeksiz
günler bile olmuş, Sivas'm kış sobaya atacak üç beş parça odun bula-
kaldığımız
soğuğunda mamıştık ...
~
~ :x:
,§
~ (ij
~
c
.Cô c
..,"'c <(
151
1 f,. ;
_,
-'
-~
llb1'1
覺 1
i J
:l
~ ~
'
;
~
i
1
.
~,1 ;覺
'_,:; ~
--
覺l
.~
~
_,
"
'
覺\
~
, ,1
1
ANKARA
· .~'.;-"
. '' , '"'~~, .--;--:-;- • . -;-;-- .-;--;-•. : •• •·~ .. ·.:---.
,'~':"';"7" .. ,.T..'.-.";',,,i;r;--7;"·;-t"; . . . . . . . . . . . . . .:;;--.,.,,,.
.
Ankara' da ilk Günler
Arkadaşlarımla
birlikte 2 7 Aralık 191 9 Cumartesi günü Ankara'ya geldik. Bizi Ali Fuat'la Yahya Galip Gölbaşı'nda karşıladı. Seymen Alayı, bütün esnaf, halk, öğrenciler yol boyunca dizilmişlerdi. Seymenler sokakta neşeli havalarla oyunlar oynuyorlardı. Gö- ' züm seymenlere dalmıştı. Kulağım ise, kim bilir hangi yurtsever köylünün, kuru bir ağacın altında efkarlanıp söylediği o ezgide ...
Kılıcımı
vurdum
taşa
Taş yarıldı baştan başa
Uyan da bak Kemal Başımıza
gelen
Paşa
işe
155
Ankara'nın dardır yolu Düşman sardı sağı,
Sen gösterdin Böyle günde
solu.
Paşam
doğru
bize
yolu
O gün hava soğuktu. Bozkırın kuru soğuğu iliklerimize işliyordu. Ama beni içimin ezgisi titretiyordu. O sırada gözüm, yırtık pırtık giysiler içinde tir tir titreyen karşılayıcı kız öğrencilere takıldı. Yavrucukların soğuktan kanı çekilmiş solgun yüzlerine fazla bakamadım. Karşılama törenini düzenleyenlerden, öğrencileri hemen evlerine göndermelerini istedim. Erlerle birlikte 30 kişiydik . Ankara'da bizi Kalaba köyündeki Ziraat Mektebi'ne yerleştirdiler. Orayı hemen bir yönetim yerine dönüştürüp çalışmalara başladık . Odalardan birini yazışmalara ayırdık, birini şifre ve telgraf odası yaptık. Öbür odalara arkadaş larımız yerleşti. Bana da Ankara tarafına bakan büyük odayı verdiler. Odada bir sac soba, bir masa, bir kanepe, iki koltuk ve bir-iki sandalye vardı. Burada çalışıyor, gelenleri burada kabul ediyordum . Sivas Kong resi'nde merkezin Ankara olacağına karar verilmişti. Bunu resmen açıklamamıştım, ama Temsil Heyeti merkezinin Ankara olduğunu bütün örgüte telgrafla bildirmiştim. Yeme içme sorunu burada da karşımı za ç ı kmıştı. 156
a:
§?
Halk doğru dürüst üstbaş bulamadığı gibi, açlıktan da kıvranıyordu. Bu, doğal olarak bizleri de etkiliyordu. Öğle yemeklerimizi Ziraat Mektebi'ndeki karargahta yiyorduk. Sabahları, akşamları da ne bulursak onu ... Ama nasıl sofralarda, hangi koşullarda ... Ben anlatırsam belki abartı sayılır; burada sözü, dar günlerin yol.daşı, dostum Mazhar Müfit'e bıraka yım:
Ekmekçiye bile verecek paramız kalmamıştı. Mustafa Kemal Paşa ile bu konuyu görüşürken, bulduğum çareleri, yine eskisi gibi kabul etmedi. Gecenin yarı sına değin hep düşünmüş olsak da para bulma konusunda bir karar ve sonuca varamadık . . Çünkü bankalardan ya da başka kurumlardan ödünç para (kredi) almayı Paşa'ya bir türlü kabul ettiremiyordum. Ne yapmalıydık? Benim bir kürküm vardı; Erzurumlu Nafiz Bey'e başvurarak, kürkümü satışa çıkarmasını rica ettim. Nafiz Bey, "Ocak ayı içindeyiz, sen ne giyeceksin?" diye satmamakta di. rendiyse de, ne olursa olsun, direnmesini anlayamazdım. Satmayıp da aç mı kalacaktık! Sonunda onu da sattık. Kimsede satılacak bir şey kalmadı. Paşa ile bu konuda yine bir çare bulamadan, "Hele bakalım, sabah olsun, yine düşünürüz," diyerek odalarımıza çekildik. Ankara'ya geldiğimizde, hemen bir hafta boyunca
~ ~ ~
,§ ~
~ (;;
,.,"'c:: N
ffi c::
"'c::
'O <( .
)>
c.
:l
"'Ol
:l
~·
bizi Beled. iye yedirdi içirdi. Bu aylarca süremezdi. Kı ~ sacası, çaresizlik içinde, ya da para bulmamız müm~ kün iken Paşa'nın bulunan çarelere bir türlü onay ~ c vermemesi yüzünden, acı çekiyorduk. Sabah oldu. z E Geceyi düşünerek geçirdiğimden dolayı uyuyamamış~ tım. Yatağıma uzanmış dinlenirken kapı vuruldu. İçeriye giren emireri, Müftü Efendi'nin geldiğini söyledi. Eyvah, şimdi Müftü Efendi'ye kahve sunmak gerekecek; kahve var ama şeker yokr Benim iki parça şekerim vardı, ama onu da masanın gözünde saklamışım, ya şekerli kahve isterse ... Ya sigara da içiyorsa ... Çünkü şeker çok pahalı idi. Herkese şeke rini kendi sağlaması gerektiği duyurulmuştu. Nasıl sağlayacaktık? Kimde para vardı kir .. Gelen kişiye, "Müftü Efendi'nin geldiğini Paşa'ya haber veriniz," dedim. "Paşa'yla görüştüler, Paşa size gönderdi." "Peki, buyursunlar..." Müftü Efendi odama girdi. Ortadaki yuvarlak küçük masanın kenarında bir iskemleye oturdu . "Müftü Efendi, sanırım kahve içmezsiniz, değil mi?" "Evet, içmem." ~
:ıı ;:ı;;
)>
:ıı
"Sigara? .. " "Onu da kullanmam." Oysa Müftü Efendi kahve içerdi, fakat ben buna olanak yaratmamak için sormuştum. Müftü Efendi 158
o: >-
o anında
durumu anlayarak "içmem" demişti. Gülümseyerek, "Sizin biraz s ı kıntıda olduğunuzu öğrendik, az bir şey de olsa yardımda bulunmayı görev bildik, dedi. Bundan bir şey anlayamadım, yatağımın karşısında duran küçük kasayı göstererek, "Paramız var," 11
dedim. Oysa kasada bulunan para yalnızca 48 kuruştu .. . Müftü Efendi bu sözümü dinlemedi bile. Yaklaşıp cüppesinin altından bir torba çıkardı. İ çindeki kağıt paraları saymaya koyuluyordu ki, "Müftü Efendi, teşekkür ederiz, ama önce Paşa ile bu konuyu bir görüşseniz iyi olur... " "Görüştüm, 'Kasa Mazhar Müfit Bey'dir, ona veriniz!' dedi. "Pekala .. ." Müftü Efendi, parayı birer birer sayıp masanın üstüne koyuyordu . Yüz, iki yüz ... Beş yüzü geçti, sonunda bin liralık tomarı saydı. Yataktan kalkıp paraları aldım, kasaya koydum ... Bunun üzerine ernirerini çağırıp masamın gözünde sakladığım iki şekeri verip, "Bize birer kahve pişir," dedim. Müftü Efendi durumu bildiğinden, güldü. "Şeker pahalı, hesaplı olmak gerek, size de gelen giden çok, başa çıkılmıyor, değil mi?" deyip şakalaş 11
t ı.
~
~ ;.::
o:
·::ı
~ ~ ıu
t;j
>c
~
"'c
~
Kahveler içildi. Sayın Müftü çıktı gitti. Ben de paranın tutarını hemen haber vermek üzere odamdan :!:; :!:; çıkıp Mustafa Kemal Paşa'nın yanına gittim. Paşa, c :A kapısının önünde bir habere bakıyordu. Bana, "Ne z ~ kadar?" dedi. ~ "BinL." Odasına girdik. "Gördün mü, dün akşam nasıl sıkılmıştık! Böyle bir şey hatıra gelir miydi? Allah bize yardım ediyor, dedi. "Evet, kul sıkışmayınca Hızır yetişmezmiş ... dedim. "Şimdi Hızır'ı bırak bakalım da geliri gideri düzenle." "Her şeyden önce bugün öğle yemeğinde size bir ziyafet çekeceğim. Çoktan beridir et yüzü gördüğü müz yok; şimdi emir verip on kıyye pirzola aldıraca ğım . Ancak yeter, bir de irmik helvası. .. " Mustafa Kemal Paşa: "İsrafa başlamayalım ... " "Bir kez böyle ... Yarın yine çorba ile bulgur pilavına döneriz," dedim. Gülüştük ... :ıJ
)>
:ıJ
11
11
1
Sorunları
bu
koşullarda tartışıyor,
ülkeyi
düşman
işgalinden kurtarmanın yollarını arıyorduk. İstanbul
1
160
Kıyye : Okka, yaklaşık ı ,3 kg'lık ağ ırlık ölçüsü birimi.
a:
~
Hükümeti'nin
Doğu
illerini Ermenistan'a
bırakma
~ ~ ~
söylentileri dolaşıyordu. Ülkenin geleceğinin Avru- ,~ pa ya da başka bir ülkeye bırakılmasının ne büyük ~~ Cii hatalara yol açacağını belirtirken görüşlerimi bütün :ti "'c: iii dünyaya duyuruyordum: c: c: Bir ulus, varlığı ve hakları için bütün gücüyle, 1J"' bütün düşünsel ve maddi güçleriyle ilgilenmezse, bir ulus kendi gücüne dayanarak varlığını ve bağımsız lığını sağlamazsa, şunun bunun oyuncağı olmaktan kurtulamaz. Devlet ve ulusumuz içte ve dışta tam anlamıyla bağımsız kalmalıydı ... Biz, bunun dışında seçenek düşünmüyorduk! <ı:
161
Büyük Millet Meclisi
Anadolu, bize İstanbul' da olup bitenleri yakından izleme olanağı vermiyordu. Veriyorsa da haberleri geç duyuyorduk. Ankara'da durum öyle değildi. Biz istemesek de haberler gelip bizi buluyordu. Hükümetin ne durumlara düştüğünü öğrendikçe, daha İstanbul' da iken kafamdan geçen Ankara' da, bir Millet Meclisi toplama tasarısının eyleme dönüşmesi zamanının geldiğini düşünüyordum. Sivas'ta içtiğimiz ulusal yeminin gereğini yerine getirmeliydik. "Ulusal Yemin", Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş yasasıydı. Öteden beri şuna inanıyordum: Ben her kerameti Meclis'ten bekleyenlerdenim. Millet işlerinde geçerli olan, ancak ulusal kararlara dayandırmak, milletin eğilimini yansıtmaktır. Milletimiz çok büyüktür. Korkmayalım. O, tutsaklığı ve aşağılanmayı kabul etmez. Ama onu bir araya toplamak, kendisine, "Ey millet! 162
o:
~
Sen tutsaklığı ve aşağılanmayı kabul eder misin?" diye sormak gerekir. Ben milletin vereceği yanıtı biliyorum. Ben milletin büyüklüğünü biliyor, böyle bir soru karşısında onun o soruyu soran çocuklarını canı gibi seveceğini ve onları alınlarından öpeceğini biliyorum. Yeter ki millete o soruyu soracak kıvamda
~ ~ ~
·~
i5 <r: (ij
,.,c:;ı
~
"'
~
işler yapmış olalım . şu
kesindir ki, düzenli ordusu olmayan hiçbir ulus kurtuluşa eremez. Ama milletin meclisi kurulmadan hiçbir şey yapılamazdı. Meclis düşüncesinin en kısa sürede gerçekleştirilmesi gerekirdi. Meclis gerçek kararlara varılan yerdir, onun üstünde güç yoktur. Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Milletin gücünün kanıtlandığı yer de Meclis'tir. öyleyse önce Meclis, sonra ordu ... Orduyu yapacak, millet iradesinin temsil edildiği Meclis'tir. Çünkü ordu yüz binlerce insan, milyonlarca servet ve zenginlik demektir. Buna iki-üç kişi karar veremez. Bu ancak milletin kararıyla gerçekl eşebilirdi. Bir kez bu duruma geldikten sonra milletin yaşamsal varlığına ters düşen zulüm ve baskıların tümünü etkisiz kılma yetkisini yalnız kuramsal olarak değil, eylemli olarak da kazanmış oluruz. Savaşıma giriyorsanız,
o yolda karşınıza çıkacak engelleri aşacak önlemleri de baştan almalısınız . İti laf devletlerince, Yunan ordularının İzrnir'i işgalinden 163
.,"'6: "'Ol
~·
kement vurulmuş, ulus ve ülke baş~ sız kalmıştı. Ulusun bağımsızlığını düşünmek, onu ~ düşman zulmünden kurtarmak için Ankara'da ulusal ~ C• ;x; bir Meclis toplamak zorunlu idi. Bu ıstırap içinde büz ~ tün çalışma arkadaşlarımla, gece gündüz hiç dinlen~ meksizin hep bir araya gelerek, içinde bulunduğumuz duruma yönelik çözümler düşünüp, düşündüğümüzü uygulamaya koyma yolları arıyordum. O sırada, içimizde halkı zehirlemek ve dünya kamuoyunu karıştırmak amacıyla çalışanların hedefi doğrudan doğruya benim kişiliğimdi. Ülkemizdeki ulusal coşkuyu, hakları ve bağımsızlığını koruma uğrunda gösterdiği yaşama gücünü yadsıyan bu kimseler, bütün saldırılarını bana yöneltiyorlardı. Gerek halka, gerek İstanbul'daki hükümete resmen diyorlardı ki, "Mustafa Kemal'i tanımayınız, Mustafa Kemal'e inanıp güvenmeyiniz. İtilaf devletlerinin Türkiye'ye karşı gösterdiği şiddet onun yüzündendir." Ben dışlanırsam, millet ve ülkenin İtilaf devletlerinden her türlü dostluğu ve iyiliği göreceğini ileri sürüyorlar, halkı böylece yanıltıp kandırmaya çalışı yorlardı. Ben, bu girişimle rde ne denli zehirli, fakat ustaca bir kasıt olduğunu bütün açıklığıyla görüyordum . Ancak milletimin üstündeki baskı ve tutsaklık yükünün benim yüzümden ileri geldiği düşüncesinin bir kuruntu olduğunu göstermeliydim. İşte bu ortamda, Temsil Heyeti adına altı maddesonra,
:ıJ
~
:ıJ
164
İstanbul'a
a: >-
o
lik bir bildiri ve tören programı hazırlayarak 23 Nisan 19~0 Cuma günü Meclis'in açılacağını duyurdum. Sonunda Meclis açıldı. Uzun tartışmalardan sonra Meclis'in adının "Büyük Millet Meclisi" olması kararlaştırıldı. Ben, bütün milletin emir alacağı en yüksek makamın Büyük Millet Meclisi olduğunu açıkladım. Oturumu 23 Nisan günü saat 13.45'te, Meclis'in en yaşlı üyesi Milli Eğitim Müdürlüğü'nden emekli Sinop Milletvekili Şerif (Avkan) kürsüye çıkarak açtı. Onun yaptığı Meclis'i açış konuşmasının yankıları yüreğim deki etkisini bugün de sürdürmektedir.
~ ~ ~
-~ ~
<(
(ij N
"'c
>-
~
"'
c
"O <(
"Burada bulunan saygıdeğer kişilerT İstanbt,ıl'un geçici kaydıyla yabancı kuwetlerce işgal olunduğu, bütün temelleriyle Halifelik makamının ve hükümet merkezinin bağımsızlığının yok edildiği hepimizce bilinmektedir. Bu duruma katlanmak, ulusumuzun, bize reva görülen yabancı tutsaklığını kabul etmesi demekti. Ancak tam bağımsız yaşamak için kesin kararlı bulunan ve öteden beri özgür ve başına buyruk yaşamış ulusumuz, bu tutsaklık durumuna son derece sertçe ve kesinlikle karşı çıkmış, hemen vekillerini toplamaya başlayarak yüksek Meclisimizi oluşturmuştur. Bu yüksek Meclis'in en yaşlı üyesi olarak, Tanrı'mn yardımıyla ulusumuzun iç ve dış tam bağımsızlık içinde alınyazısının sorumluluğunu doğrudan doğruya yüklenip kendisini yönetmeye 165
...........,... .1
a:
$'. başladığını
Meclisi'ni
bütün cihana duyurarak Büyük Millet
açıyorum.
"Kutsallıkla bağlı olduğumuz
bütün Müslümanların halifesi ve Osmanlıların Padişahı VI. Sultan Mehmet Hazretleri'nin yabancı boyunduruğundan kurtarılmasında ve saltanatın sürekli merkezi İstanbul'
~ ~
:.:: a: o ~
~ :;; :;ı
>-
c:
~
"'
~
umuz ile işgal altında ve her türlü zulüm ve işkence altında maddi ve manevi bakımdan insafsızca yok edilmekte olan bütün zulüm görmüş illerimizin kurtarılmasında bizi başarılı kılmasını yüce Tanrı'dan dilerim." Büyük Millet Meclisi'nin açılışından bir gün sonra, 24 Nisan 1920'de başkanlık seçimi yapıldı, oylamaya katılan 120 kişiden 11 O'unun oyunu alarak Büyük Millet Meclisi'ne ben başkan seçildim.
167 I~
.
-~~,..., ..,...., . ,
.,
, .,·~.-~rrTT"" ····~~~-
, ..
~.~ . , · •;•;•;•·~.. -~~~..~••,>m,>.o~.oo.~•.o.>~••~•-•.~ " '~'''"';r,w-~.=.. =•"~'''.....' 1
ı:
c)~ KURTULUŞ SAVAŞI
YILLARI
~(;) ~
'-·~~"'-...oL7TT'T'"'•_,c_...,. •- ~-___....._.........,..........--.......... '
,-..,,~,"""""'' .. "'=.'.·'""'· '' .~ •• 1,.,..,,,,
' ,.......--.••
'j
,"'=,' •• ~..~
·""" ,, ", '· .,,,,"',
f
ı
------~--'17Ti,t;... ~~
,.,__,
f
Cepheden Cepheye
Büyük Millet Meclisi kurulmuş, hemen ardından bir bakanlar kurulu oluşturulmuştu. Anadolu'ya Yunan taarruzu başlayınca dağınık kuvvetleri bir araya toplayıp
disiplinli bir ordu
oluşturma
çalışmaları
yoğunluk kazandı. Çalışmaları
yürüten Büyük Millet Meclisi, disiplinli, eğitimi tam bir ordu kurulmasına karar verdi. Anadolu'daki ulusal güçler de bu ordunun buyruğuna girecekti. Bu yolda cepheler kurulmuş, bu cepheler Albay İsmet, Albay Refet gibi silah arkadaşlarımın sorumluluğuna verilmişti.
Birinci
İnönü
Muharebesi ordumuzun zaferiyle sonuçlanmıştı. İkinci İnönü de öyle. Üst üste iki zafer bütün Anadolu'da sevinçle kutlandı. Türk Ordusu Kütahya-Eskişehir muharebelerinde yenilmişse de çabuk toparlanmıştı. Benim yöne171
)>
a. ::::ı
il> ::::ı
Cll
J!. timimdeki ordu, Sakarya Muharebesi'nden de, 30 ~ ~
Meydan Muharebesi'nden de ~ zaferle çıkmıştı. Ama bu, iç tartışmalar açısından çok c' "z kolay olmadı. Siyaset adına yapılan boş tartışmaların ~ ne gibi konu saptırmalarına yol açtığını belirtmek o=< amac ıyla olayın ayrıntılarına yönelik açıklamalarda bulunmak istiyorum: Ağustos Başkumandan
)>
:rı
)>
:rı
politik bakış arasın da farklar vardır. Politikacı cephe bilmez, oysa savaş sırasında cephede düşmanla yüz yüze gelen askerdir. Ya öldüreceksin, ya öleceksin; kural böylesine ke~indir. Bunun ne demek olduğunu savaşlarda ömür tüketenlerden başka kimse bilemez. Biz disiplinli bir ordu yaratma çabası içindeyken, Kütahya-Eskişehir yenilgisinden sonra birtakım sesler yükselmeye baş Gelişmelere
askerce
bakışla
ladı :
"Ordu nereye gidiyor, millet nereye götürülüyor? Bu gidişin elbette bir sorumlusu vardır, o nerededir? .. Onu göremiyoruz! Bugünkü acıklı ve korkunç durumun gerçek yaratıcısını ordunun başında görmek isterdik .. ." Bu soruların bana yönletildiğini biliyordum. Şunu da vurgulamalıyım; askerlikte zamanlama çok önemlidir. Olaylara önyargıyla bakanlar onu göremezler. Bu yüzden herkes ağzına geleni söylüyordu . Sonunda, Mersin Milletvekili Albay Selahattin Bey, benim 172
a::
~
ordunun başına geçmemi önerdi. Bu öneriye katılanlar da oldu, karşı çıkanlar da. İki tarafın görüşünü de dinleyerek bir değerlen dirme yaptım. Şöyle düşünüyordum: Benim eylemli olarak ordunun başına geçmemi isteyenlerin düşünce ve amaçlarını ikiye ayırabiliriz. Benim ve benimle birlikte birçoklarının o zaman anladığımıza göre,· birtakım kişiler, artık ordunun büsbütün yenildiği, durumun bir daha düzeltilemeyeceği yargısına varmışlardı. Bu nedenle duydukları kızgın lığı ve öfkeyi benim üzerimde yatıştırmak istiyorlardı. İstiyorlardı ki, kendi samlarına göre bozulmuş ve bozgunu sürecek olan ordunun başında benim de kişiliğim bozg'una uğrasın! Birtakım kişiler de, diyebilirim ki çoğunluk, bana olan güven ve inanlarından ötürü, ordunun başına eylemli olarak geçmemi yürekten diliyorlardı. Kimileri de şu kanıdaydı: "Ordunun bundan sonraki herhangi bir savaşta başarı kazanamayıp yeniden geri çekilmesi beklenmedik bir durum değildir. Bu durumda ben eylemli olarak ordunun başında bulunursam, genel kanıya göre, son umudun da yitirilmiş olduğu gibi bir anlayış doğabilir. " Bütün bu görüşleri soğukkanlılıkla değerlendi riyordum. Tartışma ve görüşmeler sonunda, benim eylemli olarak komutayı ele almam Meclis'te benimsendi. Bunun üzerine Meclis Başkanlığı'na şöyle bir önerge verdim:
~ ~ ~
,§
~
(ij :;ı
"' "' .§ c::
iii c::
<
173
ıı
·/
f
~.'~. ~...o~=,,,,,,,,,,.,~~~~,-~J
l>
);! ~
c
:ıı
A l>
z
so =< :ıı
"Meclis'in sayın üyelerinin beliren istek ve dilekleri üzerine Başkomutanlığı kabul ediyorum . Bu görevi, üzerime almaktan doğacak yararlann çarçabuk elde edilebilmesi, ordunun maddi ve manevi gücünün en kısa sürede artırılıp pekiştirilmesi ve yönetiminin bir kat daha sağlamlaştırılması için Büyük Millet Meclisi'nin yetkilerini eylemli olarak kullanma koşuluyla üzerime alıyorum . Yaşadığım sürece, ulusal egemenliğ i n en gerçek bir kulu olduğumu, ulusa bir kez daha göstermek için, bu yetkinin üç ay gibi kısa bir süreyle sınırlandırı l masını ayrıca rica ederim." Bu önerge kabul edilirse, vereceğim buyruklar yasa değerinde olacaktı. Bu yetkinin verdiği sorumluluk duygusuyla kısa bir konuşma yaptım : "BaylarT Boynu bükük ulusumuzu tutsak etmek isteyen düşmanları yüzde yüz yeneceğimize olan iman ve güvenim, bir dakika olsun sarsılmamıştır. Bu dakikada, bu tam inancımı yüksek kurulumuza karşı , bütün ulusa karşı ve bütün dünyaya karşı ilan ederim." Ankarn'dan top seslerinin duyulduğu Sakarya Savaşı ' na bu ruhla girdik. Savaşı kazanacağımızdan yüzde yüz emindim. Savaşa ilişkin bu umudumu bu inançla dile getirdim: "Savunma hattı yoktur, savunma alanı vardır. O alan bütün yurttur. Yurdun her karış toprağı yurttaşın
176
ı:ı:
~
g
kanıyla sulanmadıkça düşmana bırakılamaz .
Onun için, küçük-büyük her birlik, ilk durabildiği noktada yeniden düşmana karşı cephe kurup savaşı sürdürür. Yanındaki birliğin çekilmek zorunda kaldığını gören birlikler ona uyamaz . Bulunduğu siperde sonuna dek dayanmak ve direnmekle yükümlüdür."
~ ~
,§
~
:. ~
>-
c:
~
"'c:
'O <(
En üst komutan da olsanız, en başta, düşman süngüsüyle burun buruna olan erleri düşünürsünüz. Duatepe'nin alınmasının yarattığı sevinçle hepimizin yüzü gülüyordu. şu olay, savaş ortamındaki sorumluluk duygusunun nerelere vardığını, nasıl bir dayanışmanın doğduğunu anlatmaya yeter.. . Ben, İsmet Paşa, Batı Cephesi Kurmay Başkanı Asım, Albay Kazım yer sofrasına oturmuş yemek yiye cektik. Herkes benim başlamamı bekliyordu. Ekmeğe uzanırken Albay Kazım'a sordum. "Erlere yiyecek ne verdiniz?" Albay Kazım şaşırdı. Biraz ötesinde duran Kurmay Başkanı'na seslendi : "Asım Bey, erlere ne verebildik?" "Efendim, dün sabah bulduğumuz buğdayı kavursunlar diye birliklere dağıtmıştık ... " Bunu duyunca kopardığım lokmayı ağzıma atamadım. Yerimden kalkıp yürüdüm . Arkadaşlarım da sofraya konulmuş tavuğa da ekmeğe de el sürmeden 177
5'. ::ı
"'Ol ::ı
~N
~ )>
kal ktı lar, ardım sıra
geldiler. Ben gözyaşlarımı gizliyordum, arkadaşlarım görmemeye çalışıyorlardı. ..
~ -ı
Co ::ı:ı
O günler, arkadaşların anlattığı bir başka olay da ~ beni çok etkilemiştir. Meclis Muhafız Taburu Komuo=< tanı Yüzbaşı İsmail Hakkı ' nın birliği de cepheye gitmişti. Çatışmalar bitince, İsmail Hakkı, şehitlerin gömülmesi, yaralıların toplanması emrini vermiş, ölen kalan var mı diye cepheyi dolaşırken bir su gözesinin başında yaralı bir erle karşılaşıyor. Soruyor: "Ne zaman yaralandın, oğlum?" "Üç gün oldu, kumandanım." "Peki, ne yaptın bunca zaman, ne yedin, ne içtin?" "Açlık dayanılmaz olunca bu gözeden su içtim." "Şimdi ne istersin, senin için ne yapalım?" "Hiçbir şey istemem. Birliğime yazın, kaçak olmayayım, beni kaçak bilmesinler..." İşte, Kurtuluş Savaşı bu koşullar altında, bilinçle, bu özveriyle kazanılmıştır...
;>; )>
z
::ı:ı
Erzurum'da askerlikten istifa edince, üniformamdan da rütbemden de olmuştum . Sakarya Savaşı'ndan sonra Büyük Millet Meclisi beni "Gazi" ve "Mareşal lik" unvanıyla onurlandırdı.
178
Ordular! . . ilk Hedefiniz Akdeniz'dir, ileri!..
Sakarya Savaşı'ndan sonra yine bir huzursuzluk rüzgarı esmeye başladı. Bir an önce saldırıya geçilmesi isteniyordu. Ancak saldırıya geçerse ordunun gücü anlaşılacaktı. Oysa düşmana saldırmak belli hazırlıklar gerektirir. Onlar tamamlanmadan orduyu hareket ettirmek büyük kayıplara yol açabilirdi. İki lokma bir şeyler bulup askere yediremediğimiz günler yaşıyorduk. Askerin giyimi var, oradan oraya nakli var; bunların tümü para ister, destek ister. Oysa asker yalınayaktı, çıplaktı. Maliye'nin kasasında bir kuruş yoktu. Bir de savaş, askeri stratejiye dayanır. Düşündü ğümüz, kuwetlerimizin çoğunu düşman cephesinin bir yanında ve elden geldiğince dış kanadında toplayarak, kesin sonuçlu bir meydan muharebesi yapmaktı. Bunun için uygun gördüğümüz durum, büyük 179
kuvvetlerimizi düşmanın Afyonkarahisar yakınlarında bulunan sağ kanat grubunun güneyinde ve Akarçay ile Dumlupınar karşısına düşen yerde toplamaktı. Düşmanın en can alacak önemli noktası orası idi. Kesin sonuca, düşmanı bu kanadından vurmakla varılabilirdi.
180
a:
~
Önemli bir iş daha vardı. Muhalifler ordunun düzeninin bozulduğu, kıpırdayacak durumda olmadığı, böyle karanlık ve belirsizlik içinde beklemenin yı kımla sonuçlanacağı
yolundaki propagandalarını iyice kızıştırmışlardı. Gerçi Meclis'te bu görüşlerin yarattığı yankılar, benim, düşmanlardan gizlemek istediğim savaş planı bakımından çok yararlı idi. Ama bu olumsuz propaganda en yakın ve inançlı kişiler üzerinde bile kötü etkiler yaratmaya başlamış, onlarda duraksamalara yol açmıştı. Onları pek yakında yapacağım saldırı konusunda ve altı-yedi günde düşma nın büyük kuwetlerini yeneceğime olan güvenim üzerinde aydınlatmayı, onları yatıştırmayı gerekli gördüm. Bunu da yaptıktan sonra Ankara'dan ayrıl dım. Genelkurmay Başkanı benden önce 13 Ağustos 1922'de cepheye gitmişti. Akşehir'e, oradan Konya'ya gittim. Sonra yine Akşehir'e döndüm . Orada Fevzi Paşa ile, saptanmış planı görüştüm, saldırıya geçmek üzere 15 Ağustosa
~
~ >.:'.
a:
'::ı
~
~
,..t<l
ffic
"'c
~
1
değin hazırlıkları tamamlamayı kararlaştırdık.
gizlilik, savaş kazanmak kadar önemlidir. Gidişimi belli kişilerin dışında herkesten saklıyordum. Annem bile nerde olduğumu bilmiyordu . Benim Ankara'da olduğum izlenimi yaratacaklar, gazetelere de Çankaya'da bir çay ziyafeti vereceğimi duyuracaklardı. Herkes Ankara'da olduğumu sanadursun, ben Kocatepe yollarındaydım. Burada sözü ismet Paşa'ya bırakalım: Savaş sırasında
ı.~.~·~ -· • "• ····~
.. .•,,,; ,,, ,,,,,,,,,,,,,,,,,,,, ,,,,,, ,,.,,., ................... ,. ..
1
=;r,•;r,o,~•~~1 ~J ............. .. ,
)>
o. ::ı
"' ::ı
aı
:;·
"O gece sabaha kadar uyuduk mu, uyumadık mı bilmiyorum. Yalnız çok iyi anımsıyorum, cephe ku~ mandam olarak, birliklerin tümünün yerlerinde hazır ~ C• A bulunup bulunmadığını sabaha değin kim bilir kaç \ z ~ kez sordum, rahatl adım . En heyecanlı günümüz. O ~ güne değin düşmanın bizden ne ölçüde bilgi aldığını bilmiyoruz. Yarın ortalık açıldığı zaman her şey aydınlanacak. Tabii, beklemesi bir kumandan için çok heyecanlı bir · gece ... Erkenden tı raş oldum. Şafakla beraber 26 Ağustosta muharebeye başladık." Taarruzun nasıl başladığını Tümgeneral Fahrettin Altay şöyle anlatıyor :
'<
"'~ N
:ıı
)>
:ıı
"Tam bu sı rada doğudan şiddetli top sesleri gelmeye başlamıştı ki bu, büyük taarruzun başladığının belirtisiydi. Top sesleriyle heyecanımı z artmış, askerlerimizin yüzleri gerilmiş, omuzları dikleşmişti. Bir an önce atlarımızı mahmuzlayıp dörtnala düşman ın gerileri ne yapacağımız akın lara başlamak istiyordu k. Ne var ki, koşu ll ar yüzünden bu mümkün olmuyordu . Tümenler tespih gibi tek kolda birbirlerinin arka sın dan gelmekte, kolb aş ınd a top l an maktaydılar. Toplanma saatlerce sürdü. Yorgunluk, açlık , uykusuzluk bizi bağladı. Tümenler toplandıkça hayvanlara yem kesiliyor, su veriliyordu. İ l k toplanan alaydan ileriye keşif kolları gönderildi. Önümüzdeki Sincanlı ovası nın ötelerinde neler olduğunu bilmiyorduk." 182
)> c_ :::ı
ııı :::ı
aı
:;· '< ııı
N
~
~
c
:rı
;:<: )>
z
s~
Bildiğimiz
gökyüzü bir yıldız şenliği yaşıyordu. Komutanından erine hepimiz sanki çelik bir iradeyle donatılmıştık. İçimize öyle bir güç dolmuştu ki, hepimiz, ertesi gün Anadolu'da bir destan yazılacağım biliyorduk. bir
şey vardı,
:rı
Başkomutanlık
Meydan Muharebesi 30 Ağustos 1922 günü kesin zaferle sonuçlandı. Başkomutan olarak bütün birliklere şu emri verdim: . Türkiye Büyük Millet Meclisi ordularıT Afyonkarahisar-Dumlupınar büyük meydan savaşında zalim ve mağrur bir ordunun esas unsurlarını inanılamayacak denli az bir zamanda yok ettiniz. Büyük ve soylu ulusumuzun özverilerine layık olduğunuzu kamtlıyorsunuz. Sahibimiz olan Türk ulusu geleceğine güvenmekte haklıdır. Savaş meydanlarındaki maharet ve özverilerinizi yakından gözlüyor ve izliyorum. Ulusumuzun hakkınızdaki takdirlerini belirtmek görevimi aksatmadan ve sürekli olarak yerine getireceğim. Başkomutanlığa önerilerde bulunulmasını Cephe Komutanlarına emrettim. Bütün arkadaşlarımın Anadolu'da daha başka meydan savaşları verileceğini göz önünde bulundurarak ilerlemesini ve herkesin akıl güçlerini ve ulusal onur kaynaklarım yarışırcasına ortaya koymasını dilerim. 184
Ordular! Ä°lk
hedefiniz Akdeniz'dir, ileri! ..
)>
c. :::ı
ııı :::ı
~
Çok geçmeden, dağılan Yunan ordusunun Başko mutanı General Trikopis 'le General Digenis'i tutsak edip karşıma getirdiler. Büyük bir savaş kazanmanın gururuna kapılmadım. Onları bir komutan olarak
~ ~ c
:D ;:>; )>
z
karşılayıp sakinleştirdim.
~
o=<
:D
Olayın nasıl geliştiğini Kurtuluş Savaş ı mıza
onbaşı rütbesiyle katılan ünlü yazar Halide Edip 'ten dinleyelim: Eylülün ikinci günü Mustafa Kemal Paşa, Fevzi ve İ smet Paşaları Uşak'ta bir masanın etrafında bulduk. General Trikopis'le General Digenis Türklere teslim olmuştu. Mustafa Kemal Paşa'nın huzuruna Nurettin Paşa'yla Kemalettin Paşa ' nın arasında geldiler. Eğer korunmasalardı Uşak halkı onları parça parça ederdi. Uşaklılar, onları sevgililerini öldürenler, evlerini barklarını yakanlar arasında sayıyo rlar, mevkilerine hiç önem vermiyorlardı. Yunan generalleri getirildi ğinde, Mustafa Kemal Paşa , Fevzi Paşa ile İsmet Paşa 'nın arasında duruyordu. Benim için bu, askeri bir durumdu. Onun için büyük bir ilgiyle izleyip konuşulanları dinledim.~ Bizimkilerin üniformaları erlerinki kadar sade, yüzleri dingin ve hareketsizdi. Buna karşılık Yun an lılar sırmalı üniformalar giymişlerdi. Yüzleri ve elleri son derece sinirli olduklarını gösteriyordu . Fevzi Paşa bir Buda heykeli gibi sakindi. Ama belki de içinden, "Bu herifler gerçek asker olamaz, adeta dans eder gibi sıçrayıp selam veriyorlar," diyordu.
186
a: >-
o
ismet Paşa, gözlerindeki öfkeyi göstermemeye çalışıyordu . O, askerden daha başka bir şeydi. O bölgede yerli halka yapılan zulme dayanamıyordu . Fevzi Paşa'yla ismet Paşa eğildiler, fakat ellerini vermediler. Mustafa Kemal Paşa bu sahnenin hakim karakteri, askerlik alanında bir büyük sanatçı ve oyunun kurallarına uyan bir sporcuydu. O, Yunan generallerinin kılıklarına ve maiyetlerinin yaptıkla rı kötülüklere hiç önem vermiyor. Trikopis, onun bu oyundaki rakibi. Bu askerlik oyununda yere vurduğu adama kurala uygun olan tavrı elden bırakmıyordu . Sırtını yere getirdiği pehlivanın elini sıkan galip bir pehlivan gibi, Trikopis'in elini yakaladı , herhangi bir el sıkışı süresinden fazla tuttu. "Oturun, general, yorulmuş olacaksınız .. ."
~ ~ ~
a: •=>
~ ~
> c
~
"'
~
Ondan sonra, sigara tabakasını uzattı, kahve ısmarladı. General Digenis'e de nezaketle davranmakE la birlikte, gözleri Trikopis'in gözlerinde, Trikopis de c ;:>; ona açık bir hayranlıkla bakıyor. Elli yaşlarında kadar, z r sinirli, hastalıklı, tiyatro sahnesindeymiş gibi giyin~ ~ miş bir adam. "Ben sizin bu kadar genç olduğunuzu bilmiyordum, general." 1 Sonra masanın etrafına oturdular. Konuşma bitince Mustafa Kemal ayağa kalktı. "Sizin için bir şey yapabilir miyim?" diye sordu. Trikopis, " İstanbul'daki karıma haber verilmesini isterim ... " O zaman Mustafa Kemal Paşa, Trikopis'in elini yine uzunca süre elinde tutarak dedi ki, "Savaş bir talih oyunudur, general, bazen en beceriklisi de yenilir. Siz görevinizi yaptınız. Sorumluluk şanstan geliyor, üzülmeyiniz." General Trikopis, ellerini sallayarak, "Ah, generaH En son yapmam gerekeni yapamadım," dedi. Bu, anlaşılan intihar edememiş olması sorunuydu ... Ben askeri deha filan bilmiyorum. Herhangi bir zorluk karşısında kaldığım zaman benim yaptığım iş şudur: Durumu iyice saptamak, sonra bu durum karşısında alınacak önlemi düşünmek, sonra da alınacak önlemin ne olduğuna karar vermek. Bu kararı bir kez :ı:ı
)>
:ı:ı
188
verdikten sonra artık acaba yapayım mı, yapmayayım mı, diye duraksamamak, kararı olduğu gibi uygulamak,
başarılı olacağım inancıyla
en iyi uygulamak .. .
vv tf>
CUMHURİYET
, .•. ,
· · · · · ' ••• • •• ,7, • •• • • '·' ·' ,,,_,,,_. ..
.. . . ..... •,• •'
1
.
Cumhuriyet'in
.
il anı
Kurtuluş Savaşı yalnızca dış düşmanları
Anadolu'dan kovmakla kalmamıştır. içte, onların amaçlarına hizmet edenleri de yenilgiye uğratmıştır. Her değişim, yanında başka değişimleri de zorunlu kılar. Cumhuriyet, ulusun, egemenliğini kendi iradesinde bulundurduğu bir yönetim biçimidir. Cumhuriyet yönetiminde, devletin işleyişini belirli süreler için halk içinden seçilen milletvekilleri sağlar. Devletin işleyişi üç sağlam temel üzerine oturmuştur: Yasama-yürütme - yargı. .. Yasama (yasa yapma) görevi Meclis'in, yürütme, yani devletin işleyişi, seçilen hükümetlerin görevidir. Yargı da, devlet işleyişinin yasal çerçevede gerçekleş tirilmesini sağlar. Bu da mahkemelerin işidir. Erzurum'da iken,
yakın arkadaşlarıma,
gizli tut-
1
193
,, , , , , , , . , , , , , , , , ,
,, ,, ..,,, , ·' '' ' '·' ·''' ' ·'·' ·' ·' ·'' ·'' ·U •!l;r,;,1,1, t, 1,
1
6: ::ı ııı ::ı
Cll
malan koşuluyla, zaferden sonra hükümet biçiminin cumhuriyet olacağını, padişah ve hanedan hakkında gC • gereken kararların alınacağını, tesettürün ve fesin ;:: kaldırılacağını, Arap harflerinin yerini, Türkçenin z ~ yapısına uyarlanacak Latin abecesinin alacağını not
~-
~
)>
:ı:ı
~ ettirmiştim. Savaşın, yıllar
olur; sabahtan
süren
sürüp gittiği de da . inançla baş
çatışmalarla
akşama kazanıldığı
lattığımız Kurtuluş Savaşı'nı
biz tez kazandık. Savaş kazanmak kuşkusuz çok önemlidir; ama o savaşın verimlerini topluma kazandırmak daha da önemlidir. Ham meyvenin ağaçta olgunlaşmasıyla, koparıl dıktan sonra olgunlaşması arasında çok fark vardır. Ağaçta olgunlaşan meyvenin suyu da, kokusu da, lezzeti de ona göredir. Onun için, toplumda gerçekleş tirilecek devrimlerin zamanlamasını çok iyi yapmak gerekir. Cumhuriyet'in önünde iki engel vardı : Saltanat ve Halifelik. Öncellikle bunların çözüme kavuşturulması gerekirdi. Bizim amacımız ulusal egemenliğe dayanan, kayıtsız şartsız, bağımsız yeni bir Türk devleti kurmaktı. Samsun'a çıktığı mda, Türk'ün onurunun ve yeteneklerinin çok ~ksek ve büyük olduğunu belirtmiştim. "Böyle bir ulus, tutsak yaşamaktansa yok olsun daha iyidir," demiştim . Parolamız da belliydi: "Ya bağımsızlık, ya ölüm!" Başka ülkelerin denetimindeki uluslar ne kadar 194
a:
o
>-
bağımlı
ise, tek kişinin iradesindeki uluslar da o kadar öylesine bağımlıdır. Saltanat, tek kişi egemenliği dir. Halkın iradesine dayanan bir meclisin var olduğu bir toplumda artık saltanatın gereği kalmamıştır. Gereksizleşen saltanata 1 Kasım l 922'de Meclis'ten bir yasa çıkartılarak son verilmiştir.
~
z ...: ~
a:
':::ı
~
:;; N
"'>-c:
iD c:
"' ...: c u
Saltanatın kaldırılması Osmanlı imparatorluğu '
~ı
ı:
.r:,, 1'
nun sona ermesi demekti. Türkiye'de cumhuriyet yönetimini görmeyi "ulusal sır " olarak hep vicdanımda saklamışımdır. Yakın larıma zaman zaman bu sırrı sezdirdiğim olmuştur. ·. Ama imparatorluk otoritesi altında yetişmiş olanların, halk egemenliğine dayanan böyle bir yönetimin gerçekleşebileceğini düşünebilmesi olanaksızdı. En yakın arkadaşlarımla bile karar aşamasında ters düştüğümüz yönler oldu. Ulusal egemenlik öyle bir kuwettir ki, onun karşısında bütün dikta rejimleri yıkılmaya mahkumdur. Ulusal egemenliği esas alan cumhuriyetle, sultanlık arasında şu fark vardır : Cumhuriyet erdeme, sultanlık korku ve baskıya dayanır. Bundan dolay~ cumhuriyet erdemli ve cesur bireylerin yetişmesine fırsat tanırken sultanlıklar içine kapanık, sefil insanlarla ayakta durabiliyordu. Ulusal egemenliği hangi nedenle olursa olsun sınırlamaya kalkanlar gericidirler. Bir yönetimin iyi ya da kötü olduğunu belirten kimi ölçütler vardır. Bunlardan biri ulusun mutlu ve 195
l
, , •• , , , , T,,,,,, ,, , , , 1 , '·'' ı.u ,, ,·~'.~~ı~ • .• , ı~ , •, •.~• , 1 , ım,1,1,ttı 1 1,•ı
6'. "'Ol ::ı ::ı
~·
güvenli kılınması , öbürü özgür ve bağımsız olmasıdır. Bu ilkelere uyan yönetimlere iyi, uymayanlara ise ::; ::; kötü diyebiliriz. Ulusal egemenliğe dayanan rejimlec :D ;;:<; rin ölçüsü siyasal partilerle serbest seçimlerdir. z Hazırladığım tasarıda 20 Ocak 1921 günlü Ana~ yasa'nın devletin biçimini saptayan maddelerini de:D ğiştirerek birinci maddeye, "Türkiye devletinin hükümet şekli Cumhuriyet'tir," diye yazdım. 29 Ekim 1923'te yasanın kabulünde birkaç üye çekimser kalarak oylamaya katılmamış, katılan 158 üyenin de tümü olumlu oy vermişti. Oylama bittiğinde saatler 20.30'u gösteriyordu. Hemen ardından Cumhurbaşkanı seçimine geçilmiş, seçim 15 dakika içinde bitmişti. Oturuma başkanlık eden ismet Eker, saatler 20.45'i gösterirken sonucu şöyle açıklamıştı: "Türkiye Cumhuriyeti Başkanlığı seçimi için yapılan oylamaya 158 kişi katılmış ve Cumhurbaşkan lığına 158 üye, oybirliğiyle Ankara Milletvekili Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ni seçmişlerdir." Ümmet yönetiminden millet yönetimine geçmenin gerçekleştiği Cumhuriyet, Ankara kalesinden 1O1 pare top atılarak kutlanmıştır. Ses, ovadan ovaya,
~
)>
s
dağdan dağa yankılanıyordu.
Meclis Başkanı' nca açıklanmıştı. .Milletvekilleri, sonucu içtenlikle, coşkuyla alkışlarken içimden şunlar geçiyordu: Cumhurbaşkanlığı'na seçilişim
196
"Demokrasinin en çağdaş ve mantıklı uygulanışı nı gerçekleştiren hükümet şekli cumhuriyettir. Cumhuriyette meclis, cumhurbaşkanı, başbakan, halkın c :n ;>; :.. özgürlüğünü, güven içinde yaşamasını ve rahatını z ~ düşünüp gerçekleştirmekle yükümlüdür. Çünkü bilir~:n ler ki, kendilerini iktidar ve göreve belirli bir zaman için getiren irade ve egemenliğin sahibi millettir. Yine bilirler ki, iktidara saltanat sürmek için değil, millete. hizmet için getirilmişlerdir. Millete karşı tutum ve görevlerini kötüye kullandıkları takdirde, şu ya da bu yolla ulusal iradenin, kendilerine yönelik olarak bile gerçekleştirilmesiyle karşı karşıya kalabilirler. Millet tarafından, millet adına devleti yönetmekle görevli bulunanlar için, gerektiğinde millete hesap vermek zorunluluğu vardır. Bu baştan savma ve keyfi tutumlarla bağdaşmaz."
8
Meclis'te, halifeliğin devletin bir kurumu olarak kalması yönünde bir eğilim \(,çı.rdı. Yeni yönetimde halkımız, sınırsız, koşulsuz bir egemenliğe sahip oldu. Egemen olan halktı. Halife değil, kim olursa olsun, artık kimse ulüsun kaderinde ortaklık sahibi olamazdı. İstanbul' daki İngiliz temsilcisinin raporu halifelik konusunda bütün gerçeği yansıtıyordu: "Cumhuriyet ilan edildiğinden beri Türk aydınla rının düşünceleri ulusal egemenlik, cumhuriyet, liberallik gibi terimler üzerinde kristalleşmiştir. Bu kav198
a: >-
o
ramlara bir de laiklik eklendi. Laiklik konusundaki akım son zamanlarda gittikçe güçlendi. (.. .) Türk basını yalnız
Halifelik sorununa değil, aynı zamanda eski dinsel kuruluşların da köklü biçimde çaresine bakılmasını isteyen yazılarla doludur. (.. .) Genel kanı şudur ki, Mustafa Kemal yalnız medreseler, Şeriye Mahkemeleri ve Şeriye Bakanlığı ile yetinmeyecek, aynı zamanda halifeliğin de devlet işlerine karışma ihtimallerini kesinlikle gidermek isteyecektir." Harp Oyunları dolayısıyla izmir'de bulunan ismet Paşa , Meclis Başkanı Kazım Özalp ve Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Paşa ile bir toplantı düzenledim. Bu toplantıda halifeliğin kaldırılması kararlaştırılmakla kalmadı, laik düzene geçiş konusunda da görüş birliğine varıldı. Konuyu bilim adamlarıyla da tartıştık. Onların görüşü de bu yoldaydı. Türkiye Cumhuriyeti içinde Halifelik makamının bulunmasının, Türkiye'yi iç ve dış siyasette iki başlı duruma düşüreceği iyice anlaşılmıştı. Birinci maddesinde, "Halife görevinden alınmış tır. Halifelik, aslında hüküm et ve Cumhuriyet anlam ve kavramında saklı olduğundan Halifelik makamı kaldırılmıştır," yazılı 3 Mart 1924 günlü yasayla, çağ daşlığın önündeki bir engel daha aşılmıştır. Osmanlı
bir birlik
döneminde, her
sağlanmış
değildi.
~ ~ ~
a: o
!;i: !;i: :;; N
,.."'c:
~
"'c:
~
şey
gibi öğretimde de Medreseler, Yabancı 199
)>
c.
:>
"'
:>
CD
~·
Okullar, Tanzimat Okulları diye üç okul türü vardı. ~ TBMM'nin 3 Mart 1924 günlü toplantısına 57 millet?:; ?:; vekili, Öğretimin Birleştirilmesi'ni1 öngören bir yasa c :D A tasarısı sundu . Bu tasarı şu gerekçeye dayanıyordu: z "Bir devletin kültür ve genel eğitim siyasetinde, ~ ~ ulusun düşünce ve duygu yönünden birliğini sağla:D mak için öğretimin birleştirilmesi en doğru, en bilimsel, en çağdaş ve her yerde yararı, iyiliği görülmüş bir ilkedir. Sona eren Osmanlı saltanatı, 1839 Gülhane Hatt-ı Hümayunu'ndan sonra başlayan Tanzimat döneminde öğretimin birleştirilmesine başlamak istemişse de bunu başaramamış, tersine bu alanda bir ikilik doğmuştur. Bu ikilik, eğitim ve öğretim birliği bakımından birçok zararlı sonuçlar yaratmıştır. Oysa bir ulusun bireyleri ancak bir türlü eğitim görebilir, iki türlü eğitim ise bir ülkede iki türlü insan yetiş mesine yol açar. Bu da düşünce ve duygu birliğine ve (toplumsal) dayanışma amaçlarına tümüyle ters N
)>
düşer."
Yasa önerimizin kabulünde Türkiye Cumhuriyeti içinde bütün eğitim-öğretim kurumlarının bağlı olduğu biricik yer Milli Eğitim Bakanlığı olacaktır. Böylece bütün okullarda bundan böyle Cumhuriyetimizin eğitim-öğretim siyasetinden sorumlu ve kültürümüzü duygu ve kültür birliği içinde ilerletmekle görevli 1
200
Yasanın özgün adı Tevhid -i Tedrisat'tır.
a::
~
olan Milli Eğitim Bakanlığı sorumlu sayılacak ve tek tür bir eğitim siyaseti uygulayacaktır." Ben öteden beri eski dönemin hurafererinden ve doğuştan
gelen yeteneklerimizle hiç de ilgisi olmayan yabancı düşüncelerden, Doğu'dan ve Batı'dan gelebilen bütün etkilerden tümüyle uzak, ulusal karakterimize ve tarihimize uygun bir eğitim siyasetinin uygulanması gerektiğini savunuyordum. İnanıyor dum ki, en önemli ve verimli görevimiz eğitim-öğre tim işleridir. Eğitim işlerinde kesinlikle zafer kazanmak gerektir. Bir ulusun gerçek kurtuluşu ancak bu yolda olur. Bu zaferin kazanılması için hepimizin tek bir can, tek bir düşünce olarak köklü bir izlence üzerinde çalışması gerektir. Bence bu izlencenin temel noktaları şunlardır : Toplumsal yaşamımızın ve çağın gereklerine uygun olması. Gözlerimizi kapayıp soyutlanmış olarak yaşadığı mızı sanamayız. Ülkemizi bir çember içine alıp dünya · ile ilgisiz yaşayamayız . (... ) Tersine, gelişmiş, uygar bir ulus olarak uygarlık alanının üzerinde yaşayaca ğız. Bu hayat ancak bilim ve fen ile olur. Bilim ve fen nerede ise orada olacağız ve bunu ulusun her bireyinin kafasına koyacağız. Bilim ve fen için sınır ve şa rt yoktur. (.. .) Ulusumuzun, ülkemizin kültür ve eğitim yuvaları bir olmalıdır. Bütün ülke çocukları, kadın ve erkek aynı biçimde oradan çıkmalıdır.
~ ~
::.:'.
,~
~
<(
O;
~
c
~ C\l
~
Çağdaşlaşma
Benim "devrim" diye
bütün değişim ler, çağdaşlığın gerektirdiği yeniliklere yöneliktir. Nitekim Cumhuriyet'in ı O'uncu yılında yaptığım konuşma, bir çağdaşlaşma bildirgesidir. Orada, "Ulusal kültürümüzü çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıka racağız," diyorum . Çünkü çağdaşlık, yerinde çakılıp kalmayı değil, dünden bugüne ilerlemeyi gerektirir. Devrim, benim anlayışıma göre kültürel alanda insanı "insan" kılma eylemidir. Benim hedef gösterdiğim çağdaş uygarlık düzeyinin de üstüne çıkma, tasarladığım uygarlık hedefidir. Kurtuluş Savaşı'na yalnızca dış düşmanları yurttan kovmak için girişilmedi, savaş sonrasında yapı lanlar, yurdu sarmalamış gericiliğe karşı tepki olarak da doğdu. Burada ayrıntısına giremeyeceğim, ama yapılanlar kolay olmamıştır. Meclis'ten devletin yapı202
başlattığım
cı:
~ sına ilişkin yasaları
zorunda
geçirirken birçok
zorluğu aşmak
kalmışızdır.
Çağdaşlaşmanın kurtuluşu,
ilk adımı şudur: Ulusun gerçek toplumsal eksikliklerin bilincine vararak
bundan kaynakli.=ı.nan hastalığı temelinden sağaltmaya bağlıdır. Sağaltma ancak bilimsel ve fenni biçimde olursa şifa verir. Sağaltım işleminde ulusun düşünsel ve toplumsal bütün güçlerinden yararlanmak zorunludur. Ulusu ulus yapan, ilerleten . ve verimli kılan güçler vardır: Düşünce güçleri, toplumsal güçler. Düşünceler anlamsız, mantıksız safsatalarla dolu olursa o düşünce hastalıklıdır. Bunun gibi, toplumsal hayat akıl ve mantıktan yoksun, yararsız ve birtakım inançlarla geleneklerle dolu ise düzen felç olur. Onun için işe, öncelikle düşünce ve toplumsal güçlerin kaynaklarını temizlemekle başlamak gerekir. Saltanatın ve Halifeliğin, Şeriye ve Evkaf Bakanlığı'nın kaldırılması, öğretimin birleştirilmesi, şapka
giyilmesi, tekke ve zaviyelerin yasaklanması, uluslararası rakam ve Miladi takvimin kabulü çağdaşlaşma nın ilk adımları sayılmalıdır. Biz, Samsun'a, "ulusal egemenliği etkeH kılmak" amacıyla çıktık. Ulusal egemenlik ulusal bilinçle, ulusal benlikle olur. Ulusal bilinç, bir toplumu "cemaat" olmaktan kurtarır. Dünyanın bize saygılı olmasını istiyorsak, önce biz kendi benliğimize ve ulusallığımıza saygıyı; duyguca, düşüncece, eylemli olarak bütün
~ ~
>::
cı:
•=>
!;;: !;;: O;
~
c:
~
"'
~
)> cı
"'"'
"'
a:ı
~-
davranışlarımızla
gösterelim. Bilelim ki, ulusal ben~ liğini bulmayan uluslar başka ulusların avı olurlar. E ümmet toplumundan millet toplumuna geçişin de c :o ; başka yolu yoktur. z Her şey gelip "tam bağımsızlık" kavramında top~ !anıyor. Tam bağımsızlık demek, kuşkusuz siyaset, :o maliye, ekonomi, adalet, askerlik, eğitim, kültür gibi her alanda bağımsızlık ve özgürlük demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan yoksunluk, ulusun ve ülkenin gerçek anlamıyla tam bağımsızlıktan yoksunluğu demektir. Çağdaşlaşma düşüncesinin temeli aydınlanmaya dayanır. Aydınlanmanın temelinde de akılcılık, bireyin özgürlüğü, siyasal erk, uygar olmak, düşünce üretecek bilgi birikimi yatar. Bu bağlamda : " Çağdaş devlette egemen güç, devleti kuran ulusun elindedir. Bireyler hukuk açısından eşittir. Çağ daş devlet ulusaldır. Çağdaş devlette, devletin üstünde güç yoktur. Çağdaş devlet özgürlükçüdür. Çağdaş devlet halk egemenliğine dayanır. Çağdaş devlet, ekonomisi sağlam bir devlettir. Çağdaş devlet, padişahlıkta olduğu gibi tek kişiye değil, millet iradesine göre kurulur ve yönetilir." N
s
Arap abecesi, o abeceyi kullanan dil ve düşünce kültürünün bir parçası olmamıza yol açmıştı. Yüzyıl la rdır, o kültürün etkisi altında dilimizi, düşüncemiz i , 204
a:
o
>-
benliğimizi
yitiriyorduk. Oysa Batı'da, aydınlanma döneminden geçmiş yaygın bir kültür birikimi vardı. Bu kültür, düşünsel, yazınsal, sanatsal etkileşimini Latin abecesiyle sağlıyordu. Biz de, Batı'da kültürel gelişimin hangi aşamalardan geçtiğini öğrenmek zorundaydık. Tanzimat'ın ortalarından beri çağdaşlaşmaya çalışıyor,
ki somut bir sonuç alamı yorduk. Tam bağımsızlığını sağlamış bir toplum olarak, bu bağımsızlığı kültür alanında da var etmenin ne
yazık
zamanı geldiğini düşünüyordum.
Sarayburnu'nda düzenlenen bir konserde, abecede değişiklik yapılacağını halka açıkladım. önceden hazırladığım metni bir arkadaşım topluluğa yüksek sesle okudu: "Arkadaşlar, güzel dilimizi ifade etmek için yeni Türk abecesini kabul ediyoruz. Bizim güzel, ahenkli, zengin dilimiz yeni Türk abecesiyle kendini gösterecektir. Bugün yapmak zorunda bulunduğumuz çok değerli bir iş daha vardır: Yeni Türk abecesini çabuk öğrenmek. Kadına, erkeğe, hamala, sandalcıya, bütün ·' yurttaşlara öğretiniz. Bunu yurtseverlik, ulusseverlik biliniz. Bu görevi yerine getirirken düşününüz ki , bir ulusun, bir sosyal topluluğun yüzde 1O'u ancak okuma-yazma bilir, yüzde 90'ı bilmezse, bundan, insan olanların u tanınası gerekir." Okuma-yazma, kadınlarda yüzde 3 bile değildi. "Bu utançtan" kurtulmak, buna yasallık kazanAğustos başlarında,
~
~
~
a:
'::ı
ı-
~
<(
(ii N
~
c
~
"'
~
~
.,c. :::ı :::ı
OJ
~·
dırmaya bağlıydı. Gittiğim
yerlerde bir öğretmen gibi karatahtanın başına geçtim, halka Türk abecesini ~ anlattım. Konu bilimsel kurullarda tartışıldı. Sonunda ~ c, "z 1 Kasım l 928'de Türk abecesinin kullanılması bir ya~ sayla yürürlüğe girdi_. Kimileri Latin harflerinin beş on ~ yılda yerleşeceğini ileri sürüyordu. Oysa altı ay içinde yaygınlaşmış, okuma-yazma oranı yükselmiştir. Bu, yaygın okuma-yazma öğretimini de gündeme getirdi. "Ulus Okulları" (Millet Mektepleri) böylece etkinlik kazandı. Ardından Eğitmen Kursları gelmiştir. Eğitim olanakları, adım adım bütün ülkeye yayılacaktı. Böylece bilgi toplumu olmanın kapıları bize de aralanacaktı. N
~
:ı:ı
~
:ı:ı
da eğitilip toplumda görev alması çağ daşlaşmanın en somut göstergesidir. Cumhuriyet'in ilanından sonra bu konuya zaman zaman değindim. inanıyordum ki, bir sosyal topluluk, bir millet, erkek ve kadın denilen iki tür insandan oluşur. Erkeğin gelişip kadının bunun dışında bırakılmasıyla bir toplumda ilerleme sağlanabilir mi? Bir insan topluluğunun yarısı toprağa zincirlerle bağlı kalırken öbür kesiminin gökyüzüne yükselebilmesi mümkün müdür? Kuşkusuz, gelişmenin adımları, qediğim gibi, iki cins tarafından beraber arkadaşça atılmalı, gelişme ve yenilik alanında birlikte, kesin bir tavır alınmalıdır. Ancak böyle olursa devrim başarılı olacaktır. Tevfik Kadınların
206
r:r:
~
Fikret'in
şu
sözünü
kadın, alçalır beşer!"
anımsayalım :
~ "Elbet sefil olursa . ~
:.:: r:r:
1
<'.:)
~
Birçok Avrupa ülkesinde söz konusu değilken 3 ~ (ij Kasım 1930 yılında kadına seçme ve seçilme hakkı "'c>tanıyan yasa kabul edilmiştir. 1 Mart 1935'te TBMM' ~ c .., ye 18 kadın milletvekilinin seçilmesi, kadının top- "' 1umsal hayatta yer alması açısından önemli bir başarı N
<(
sayılmalıdır.
Avrupa'da aydınlanma, her ulusun, kendi tarihinin kökenine inme, dil ve kültür kaynaklarını bulup yeni bir senteze varma gereğini yaratmıştır. Biz de 1931 yılında Türk Tarih Kurumu'nu, 1932'de de Türk Dil Kurumu'nu kurarak kültür kaynaklarımızı araştır maya koyulduk. Bizim tarihimizi genellikle yabancı bilim adamları yazmıştı. oysa tarih yazmak, tarih yapmak kadar önemlidir. Yazan yapana sadık kalmazsa, değişmeyen gerçek, insanı şaşırtıcı bir durum alır. İnanıyorum ki, bir toplumun tarihini ancak kendi bilimcileri yazarsa nesnel değerlendirmeler yapılır. Bu nedenle, yabancı tarihçilerden de yararlanılarak tarih yazımı, yeni yeni yerler bulunarak arkeolojik kazılar hızlandırılmıştır. Çünkü tarih, ulusların geride bıraktığı olayların öyküsü değil, ulusal benliğin de besleyicisidir. 1
Beşer : insanlık.
207
-k 'â&#x20AC;¢ it
-.
1
r\\
. i
"'
Wc.~,-
.. i
,, ~
E C• JJ ;o:;
)>
z
~
~
JJ
Dil de· öyle. Dil bir ulusun düşüncesinin, duygusunun, edebiyatının kaynağıdır. "Ulusal duygu ile dil arasında bağ çok kuwetlidir. Dilin ulusal ve zengin olması, ulusal duygunun gelişmesinde etkendir. Türk dili, dillerin en zenginlerinden biridir; yeter ki bu dil bilinçle işlensin . Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk ulusu, dilini de yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmalıdır. "
Türk Dil Kurumu 26 Eylül l 932'de yapılan ilk kurultayında çalışma amacını ve hedefini belirlemiştir: - Türk dilini, ulusal kültürümüzün eksiksiz bir anlatım aracı durumuna getirmek, - Türkçeyi, çağdaş uygarlığımızın önümüze getirdiği tüm gereksinmeleri karşılayacak bir yetkinliğe erdirmek ... Türk Dil Kurumu'nun kurultaylarına, bilimsel toplantısına ben de katılmış, yabancı sözcüklerin çoğuna Türkçe karşılıklar türetmişimdir. Bunlardc;ı.n birkaçını sayayı m : er, subay, kurmay, genel, özel, evrensel, kutsal, önemli, arıtmak, ısı, esenlik, erdem, kıvanç, konuk, tüm .. . Bilimin her dalında böyle terimlerin türetilmesi kuşkusuz dilimize zenginlik kazandıracak, okuduklarımızı daha iyi anlamamızı sağlayacaktı. İlkokuldan beri matematik dersinde başarılıydım. Asker olmama karşın, Türk Dil Kurumu'nun bilim alanındaki terim çalışmalarına bir geometri kitabı yazarak ben de ka210
a:
\? ~
Bugün kullandığınız açı, açıortay, alan, artı, ~ ><'. beşgen, boyut, bölü, çap, çarpı, çember, dışters aç~, ,§5 dikey, dörtgen, düşey, düzey, eğik, eksi, eşit, eşkenar, ~ tıldım.
gerekçe, içters açı, ikizkenar, kesit, konum, köşegen, oran, orantı, paralelkenar, taban, teğet, toplam, türev, uzam, uzay, üçgen, varsayım, yamuk, yatay, yöndeş ... terimlerini ben bulmuşumdur. ıyı:edeni Kanun'un kabulü, hukuk devrimi, kadın lara seçme ve seçilme haklarının verilmesi hep aydın lanma düşüncesini yerleştirmenin bir göstergesidir. Soyadı Yasası ile de, bana milletimin bir armağa nı olarak "Atatürk" soyadı verildi. Biz, bütün · &irişimlerimizle, kültür ve düşünce alanında bir aydınlanma devrimi yaptık. Ne yapılmış sa çağdaş bir toplum yaratmak amacıyla yapılmıştır. Cumhuriyet'in ı O'uncu Yılı konuşmamda, "Ulusal kültürümüzü çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çı karacağız," diyerek, hedefi size gösterdim. Sevgili Gençler, ulusumuzu o hedefe sizler ulaştıracaksınız ... Kendinize güven duyarsanız, istediğiniz bütün hedeflere varacağınızdan kuşkunuz olmasın . Az zamanda çok büyük işler yapan ulusumuzun, ulusal kültürümüzü çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkarması, hayal değil, hedef sayılmalıdır. ı O'uncu Yıl konuşmamda söylediklerim size kılavuz olsun:
(ij N
"'c:>-
iii c:
"'c:
"O <{
"Türk Mj]]eti! Kurtuluş Savaşı'na başladığımızın J S'inci yılında-
211
6'.
:o :o "'
i
yız.
~
ğu en büyük bayramdır.
CD
~ "z
Bugün Cumhuriyetimizin onuncu yılını doldurduKutlu olsun!
C•
:o
Bu anda büyük mmetinin bir bireyi olarak bu
)>
~ kutlu güne
~:o
kavuşmanın
en derin seyinci ve
heyecanı
içindeyim. Yurttaşlarım!
Az zamanda çok ve büyük en
büyüğü,
temeli Türk
işler yaptık.
kahramanlığı
işlerin
Bu
ve yüksek Türk
kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti'dir. Buradaki
başarıyı
Türk mmetinin ve onun
ordusunun bir ve beraber olarak kesin
değerli
kararlı
yürü-
mesine borçluyuz. Fakat yaptıklarımızı asla yeterli göremeyiz. Çünkü daha çok ve daha büyük ve
kararındayız.
Yurdumuzu en
ülkelerin düzeyine refah olanak ve kültürümüzü
işler
çıkaracağız.
kaynaklarına
çağdaş uygarlık
yapmak zorunda
bayındır
ve en uygar geniş
Mj]Jetimizi en
sahip
kılacağız.
Ulusal
düzeyinin üstüne
çıka
racağız.
Bunun için bizce zaman ölçüsü geçmiş yüzyılların gevşetici anlayışına
reket
kavramına
oranla, daha çok
göre
göre
değil, yüzyılımızın hız
düşünülmelidir.
çalışacağız.
kuşkum
başarılı olacağımı
yoktur. Çünkü, Türk mmetinin karakteri
yüksektir. Türk mj]Jeti 212
Geçen zamana
Daha az zamanda, daha
büyük işler başaracağız. Bunda da za
ve ha-
çalışkandır.
Türk mmeti zekidir.
ıı:: .
§?
Çünkü Türk mjlJetİ ulusal birlik ve beraberlikte güçlükleri yenmesini Hilmiştfr Ve çünkü, Türk mmeUnin yürümekte olduğu yükselme ve uygarlık yoİunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet bilimdir. şunu da önemle belirtmeliyim ki, yüksek bir insan toplumu olan Türk mmetinin tarihi bir niteliği de, güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Bunun içindir ki, mmetimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, yaradılışından gelen zekasını, bilime bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini, ulusal birlik duygusunu sürekli ve her türlü araç ve önlemlerle besleyerek geliştirmek ulusal ülkümüzdür. Türk mmetine çok yaraşan bu ülkü, onu, bütün insanlığa gerçek huzurun sağlanması yolunda, kendine düşen uygarlık görevini yapmakta başarılı kıla
~
z
<( ~
,~ ~
<(
(ij N
"'c>-
i:ii c
"'c ~
caktır.
Büyük Türk Mj]Jeti! On beş yıldan beri giriştiğimiz işlerle başarı vaadeden çok sözlerimi işittin. Çok mutluyum ki, bu sözlerimin hiçbirinde mmeUmin, hakkımdaki güvenini sarsacak bir isabetsizliğe uğramadım. Bugün, aynı inan ve kesinlikle söylüyorum ki, ulusal ülküye tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk mmetinin büyük mmet olduğunu bütün uygarlık dünyası, az zamanda, bir kez daha anlayacaktır. Ama kuşkum yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük uygarlık niteliği ve büyük uygarlık yeteneği, 213
'
:
W J
5: :::ı
'" :::ı
aı
~·
bundan sonraki gelişimi ile, geleceğin yüksek uygarlık ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır. ~ Türk Mmeti! -i C• :JJ A Sonsuzluğa akıp giden her on senede, bu büyük z mmet bayramını daha büyük şereflerle, mutlulukla, ~:JJ huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim. Ne mutlu Türküm diyene!" ·
~
)>
)>
s
214
, , , , , , , , , , , , , ,_,_,_,_, '-'·'·'·'·'·'·'·'-'·'·"'·'·'""·'·';.~,----~,n,,r,n,T,,~_•:"'•.•""'. ı .•'
HAYATA VEDA ...
~~~-~...,_,._..,_,...~~~-..,..,_
-
-.. - - ....... .-. ....~ . .·
r '··......_,_,.,.,~··ceohl~.-
~.,..,.,....,_,._,.
Penceresi
Sonsuzluğa
Açılan
Oda
Atatürk'ün Dolmabahçe Sarayı'nda yattığı odanın pencereleri Boğaz'a bakıyor. Güneşli bir gün değil. Ama kapalı günlerde bile, Boğaz, bir yerlerden aydınlıklar devşirir. Hasta rahatsız olmasın diye bütün perdeler örtük. Yine de, Boğaz'ın gülegen aydınlığı, perdeniı:ı kuşgözü kadar bir aralığından sızıp hastanın yüzüne vuruyor. Anadolu'da ışık sızıntılarından "güneş" yaratan Atatürk aydınlığının yansımasıdır bu. Atatürk, son on gündür uyuyup uyanıyor, o küçük aydınlık bir dost eli gibi, her uyanışta onun yüzünü okşuyor. Birkaç dakikalığına kendine geliyor, çok geçmeden yine dalıp gidiyor. uyanıklığında da dalıp gidişinde de "aydınlık" hep başının ucunda ... Hasan Rıza Soyak, Salih Bozok, Kılıç Ali, oda-
~~"''~-
-
H-
l
~:.J
)>
.,a. :>
:> CD
~-
nın
;>::
bir köşesinde acı çekmenin tek yüreği olmuşlar. Doktor Mim Kemal Öke yanına gidip geliyor. Doktor Neşet Ömer İrdelp, Abravaya Marmaralı da öyle. Derin dalışlarında kız kardeşi Makbule başucun-
~
da Kuran okuyor.
N
~
~
~
C• :ı:ı
~
~ :ı:ı
29 Ekim günü, Cumhuriyet Bayramı her yılki gibi kutlanıyor. Bu yıl, onun sesinden yoksun. Boğaziçi vapurlarından birini dolduran Kuleli Askeri Lisesi öğ rencileri Dolmabahçe Sarayı'nın önüne geliyor, "Biz Atamızı görmek isteriz!" diye haykırarak, ona "ses" oluyor. Atatürk, gözlerini aralayıp soruyor: "Ne oluyor, nedir o sesler? .. " "Kuleli Askeri Lisesi öğrencileri sizi görmek istiyor, Paşam ... " diyor Cevat Abbas. Hekimler ayağa kalkmasını sakıncalı buluyorlar. Oysa ruhu nerdeyse yerinden fırlayıp Türkiye Cumhuriyeti'nin emanetçisi gençliği selamlayacak! Tarih onun iradesini öyle yazıyor; bir işi yapmak istedi mi ölüm bile önüne geçemez. Hasta yatağında olmasaydı, " .. .ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak Kocatepe'den Afyon ovasına" atlarcası na, gidip öğrencilerin arasına karışırdı.. . içinin fırtınasından, ne istediğini zor kıpırdattığı dudaklarından anlıyorlar. Cevat Abbas bir koluna, 220
a:
Doktor Kemal Öke bir koluna girip, perdesini sonuna değin sıyırdıkları pencerenin önündeki koltuğa oturtuyorlar. "Ordular!" diye kaldırarak "hedef" gösterdiği elini güçlükle yerinden alıp öğrencileri selamlıyor. Dışarıda
bir
kıyamettir
Dağ başını Gümüş
kopuyor:
!2 ~ ~ ~
a:
•:::>
~
(ij
~
> c 05 c
"'c
duman almış,
"O <(
dere durmaz akar...
"Bu bayramlar, yarınlar sizindir; güle güle çocuklar... " diye mırıldanıyor. Perdeyi çekip yatağına ' yatırıyorlar. O kuşgözü kadar yerden sızan aydınlık yine Atatürk'ün yüzünde ... 8
erken saatlerde durumu ağırla . şıyor. İkide bir saatin kaç olduğunu soruyor. Bir ara gözünü pencereye çeviriyor. Biliyorlar loş odalardan hoşlanmadığını; her karanlığı aydınlığa erdirdiğini.. . Perdeleri açınca içeriye gün ışığı doluyor. Yüzünün bezgin kırışıklarına anlık gülümsemeler yayılıyor. Kasım sabahı
9/1 O Kasım gece yarısına doğru dalıp gitmeleri uzuyor. O sabah rengi çok soluk. Doktor Mehmet Kamil Berk'le Doktor Akil Muhtar Özden başında bekliyor. Herkes bir şeyler yapamamanın çaresizliği içinde. Hasan Rıza Soyak, İsmail Hakkı Tekçe, Kılıç Ali, hastadan gözlerini ayıramıyorlar. Rıza Soyak, bir ara dudaklarının kımıldar gibi olduğunu görüp 221
................ ... ......
...........
i
i
~-.~.~~~,..;.
)>
c.
:l
"'Ol
:l
~-
umuda kapılıyor. Ona doğru eğiliyor, ne söylediğini anlamaya çalışıyor. Bir ara Kılıç Ali'ye dönüp, "Kılıç! Bak, koskoca bir tarih göçüyor!.." diyor.
l!l ~
.
)>
g C•
:D ;>; )>
z
s~
1O Kasım. Saat 9'u 5 geçiyor. Mustafa Kemal Atatürk'ün, penceresi sonsuzluğa açılan odasından evrensel aydınlığın koynuna girdiği andır bu. Sabahleyin Atatürk'ü muayeneye gelen Doktor Asım Arar uzaktan Saray' da bayrağın yarıya indirildiğini görünce her şeyin bittiğini anlıyor. Birden beyninin içinde her tarafa, caddelere, denizlere, gök boşlu ğuna; onun "Ey Türk Gençliği!" diyen sesi yayılıyor:
:D
"Bugün
ulaştığımız
sonuç,
len ulusal yıkımlann yarattJğı
yüzyıllardan
uyamkhğrn
beri çeki-
ve bu sevgili
yurdun her köşesini sulayan kan lann bedelidir. Bu sonucu, Türk gençliğine emanet ediyorum. Ey Türk
gençliği!
Birinci görevin Türk riyetini, sonsuza VariJğrnm
ve
temel, senin en içinde ve
değin
Türk Cumhu-
korumak ve savunmakt1r.
geleceğinin
değerli
dışrnda,
bağımsıziJğrnı,
biricik temeli budur. Bu
hazinendir. Gelecekte de, yurt
seni bu kaynaktan yoksun
isteyecek kötüler bulunacaktır. Bir gün,
bırakmak
bağımsıziJğrnı
ve Cumhuriyet'ini savunmak zorunda kaiJrsan, göreve atılmak
222
için, içinde
bulunduğun
durumun olanak ve
ı:ı:
§? koşullarını düşünmeyeceksin!
~
Bu olanak ve koşullar ~ ::<: çok elverişsiz olabilir. Cumhuriyet'ine kıymak isteye- ,§ cek düşmanlar, bütün dünyada benzeri görülmedik ~ (;; bir yenginin temsilcisi olabilirler. Zorla ya da aldatıcı :;J>düzenler kurarak, sevgili yurdunun bütün kaleleri ~ "' alınmış, bütün gemi yapım yerleri ele geçirilmiş, bü- ~ tün orduları dağıtılmış ve yurdun her köşesine eylemli olarak girilmiş olabilir. Bütün bu durumlardan daha acı ve daha korkunç olmak üzere, yurtta yönetim ı::
\
6: :::ı ııı :::ı
o:ı
~·
bulunanlar, aymazlık ve sapkınlık ve üstelik hainlik içinde bulunabilirler. Dahası, böyleleri, kişisel ~ çıkarlarını, yurduna girip yayılmış olan düşmanların ~ c siyasal erekleriyle birleştirebilirler. Ulus yoksulluk ve z ~ sıkıntı içinde ezgin ve bitkin düşmüş olabilir. o=< Ey Türk geleceğinin genç kuşakları! İşte bu durum ve koşullar içinde bile görevin, Türk bağımsızlığını ve Cumhuriyet'ini kurtarmaktır. Gereksindiğin güç, damarlarındaki soylu kanda vardır." ~
başında
~
::ı:ı
~
)>
::ı:ı
Ses susuyor. Puslu bir Kasım sabahı , saat tam 9'u 5 geçe, tarihin tükenişe eren bedeni, onu sonsuzluğunun yoluna çıkarıyordu .
224
r:I:'•
''.,••
~'
... : ..... . .... . .. ... .. . .... . .... . ......... ... . ... . . . . . . . ... . . .. .... . . . .
~
....................... ... ... .
cancoculc.com cancocuk@cancocuk.com